31 Ağustos - 6 Eylül 2014
|
KELİMENİN TAM ANLAMIYLA SIRADIŞI: TİRAJE
89 yaşında hayata veda eden ressam Tiraje Dikmen,
kelimenin tam anlamıyla sıradışı bir yaratıcıydı.
'Kendi doğruları' çerçevesinde sıkı bir kumaş gibi
dokuyarak oluşturduğu resim diliyle Tiraje, farklı
açılımları olan bir kurgu ve renk anlayışı
geliştirmişti. 'Göç' temalı etkileyici diziler
gerçekleştiren Tiraje, has ressamların ulaşabileceği
imge yoğunluğuna sahipti.
1925 yılında
Büyükada’da doğan ressam Tiraje Dikmen’i 1 Eylül
2014’te kaybetmemiz, sadece Türk resmi açısından
değil, giderek çoraklaşan kültür ortamamız açısından
da önemli bir kayıp. Çünkü kelimenin tam anlamıyla
‘sıradışı’ bir yaratıcı olan Tiraje, Paris ve
İstanbul arasında şekillendirdiği sanat ve yaşam
modeliyle ayrıcalıklı bir konuma sahipti. Son
kişisel sergisini 2002 yılında
Ankara Galeri Nev’de açan sanatçının
resimlerinde geliştirmiş olduğu ‘anlatım dili’,
ülkemizin sanat gündemine uymadığı; dahası bu sığ
gündemi aşan uluslararası bir boyuta sahip olduğu
için anlaşılamamış, bu yüzden de yadırganmıştı.
GERÇEK BİR ÖNCÜ
Hiçbir gruba katılmadan, herhangi bir akımın
peşişnde giden yolda değil de, ‘kendi doğruları’
çerçevesinde sıkı bir kumaş gibi dokuyarak
oluşturduğu resim diliyle Tiraje, farklı açılımları
olan bir kurgu ve renk anlayışı geliştirmişti. Bu
özellikleriyle Türk Sanatı içinde tekil bir konuma
sahipti. Onu bu denli farklı kılan elbette yaşam
öyküsünden kaynaklanan değerlerinin üzerine kurduğu
‘karakteriydi’. Mutlak doğrunun peşinde, erişilmez
kompozisyonları kurgulayarak daha önce yapılmayanın,
görülmeyenin şekillendirilmesinde Tiraje gerçek bir
öncüydü.
YOL GÖSTERİCİSİ LEOPALD LEVY

Muammer Yanmaz, 40 İSTASYON PARİS serisinden
Veteriner Cafer Dikmen’in küçük kızı olan
Tiraje, ablası Şükriye gibi sanata çok küçük yaşta
gönül vermişti. Işık Lisesi’nin ardından İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Prof. Kessler
yönetiminde ‘İstanbul’daki Kadın İşçilerin Çalışma
Koşulları’ konulu doktarasını verdi. 1939’da
İstanbul Akademisi’ne resim atölye şefi olarak
atanan Léopold Lévy (1882-1966) ile resim çalışmaya
başladı. Lévy Tiraje’nin hayatında çok önemli bir
rol oynamıştı. Onun hocası, yol göstericisi olmuştu.
1949’da Fransız Hükümeti bursu ile Paris’e giden
Tiraje, 1955’e kadar Fransız başkentinde hem farklı
müzelerde stajer olarak çalışmış hem de büyük bir
tutkuyla bağlı olduğu resim sanatını kendisine tek
varoluş nedeni olarak seçmeye kesin karar vermişti.
MAX ERNST İKİ DESENİNİ SATIN ALDI
Lévy Akademi’deki görevinden ayrılıp 1949’da Paris’e
döndükten sonra bu şehire yerleşmiş olan
öğrencileriyle (Nejad Devrim, Selim Turan, Avni
Arbaş) ilişkisini kesmeden sürdürmüş, Tiraje ile
özel olarak ilgilenmişti. Paris’e yerleşip sanat
ortamıyla yakın ilişki içine giren Tiraje, 1956’te
ünlü Galerie Edouard Loeb‘da desenleriyle ilk
kişisel sergini açtığında Max Ernst iki desenini
satın almıştı. Bu yıllarda Man Ray, George Braque,
André Breton, Yves Tanguy, George Herold, Victor
Brauner başta olmak üzere dönemin kalburüstü
sanatçılarıyla yakın ilişki içinde olan Tiraje,
Gerçeküstücü çevrelere yakın olmasına rağmen
çalışmalarında Sürrealist denemelere girmemiştir.
İnsan figürünü anlatıcı olmayan öğelerle yorumlayan
Tiraje, kompozisyonlarında „bireyin dramını“
derinlemesine irdelerken hayatın getirilerine
resimlerini açık tutarak son derece etkileyici bir
tarz geliştirmeyi başardı.
ETKİLEYİCİ ‘GÖÇ’ DİZİSİ

1960 yılında Paris’te bu kez yağlıboyalarıyla
Galerie Edouard Loeb’da ikinci kişisel sergisini
açan Tiraje, son derece olumlu eleştiriler almıştı.
Lévy 1966’da vefat ettiğinde atölyesini ve
resimlerini Tiraje’nin sorumluluğuna bırakarak genç
sanatçının omuzlarına kaldırılması kolay olmayan bir
yük bırakmıştı. Buna paralel olarak ailevi
nedenlerle daha sık İstanbul’a gelmesi Tiraje’nin
kendi çalışmalarına yoğunlaşmasını engellemeye
başlamıştı. Paris’te 1968 protestolarının
tanıklığını yapması Onun dünyaya bakış açısını
derinden etkiledi. 1970’te İstanbul’da Galeri 1’de
açtığı sergisinden tam 15 yıl sonra 1985’te Ankara
Galeri Nev’de çalışmalarını sergileyen sanatçı,
1980’li yılların tamamını elinde kalması için
mücadele ettiği Büyükada’daki doğduğu köşkte
geçirdi. Bu dönemde yoğun olarak çalışan sanatçı
özellike ‘göç’ teması üzerine giderek arkası
etkileyici diziler gerçekleştirdi.
HAS RESSAMLARIN ULAŞABİLECEĞİ İMGE YOĞUNLUĞU
Zamanın tanıklığını yaparken ancak ‘has ressamların’
ulaşabileceği imge yoğunluğuna varan Tiraje, hem
etkin bir desen anlayışına, hem de bildik kalıpları
aşan ‘renk yorumuyla’ 1990’lı yıllar boyunca ‘göç’
temasına farklı boyutlardan yakınlaşmayı elden
bırakmadı. Hareket halindeki figür grupları,
Tiraje’nin resimlerinde giderek belirginleşmeye
başladı. Genelde semi figüratif karakterli olsa da,
hareket halindeki insan kümeleri Onun resmine büyük
bir dinamizm kazandırdı. Çünkü O, çizgi ve
lekeleriyle, bir ağaçla insan, bir köpekle martı
arasındaki farklılıkları yok ederek ‘tanımsız
varlıklar’ ortaya koymayı başardı. Betimlemenin,
dramın, anlatımcılığın tamamen kapı dışına itildiği
2000’li yıllara ait çalışmaları büyük süprizlerle
doludur.

Tiraje Dikmen, 2012, Büyükada, Fotoğraf: Necmi Sönmez
‘ZAMANIN HAFIZASI’NI KURGULADI
Soyut, figüratif gibi kategorilerin ötesinde
Tiraje’nin resmini ilginç kılan, Modernizme tanıklık
etmesine rağmen en ilkel duygu yoğunluklarına açılan
bir pencereden kendisine ve dünyaya bakabilmesiydi.
Küçük bir leke, belli belirsiz bir çizgiyle yaşamın
dramını ustalıkla imgelere aktaran sanatçı, ünlü
yazar Patrick Waldberg’in kendisi için kaleme aldığı
ustalıklı metinde ele aldığı gibi ‘Zamanın
Hafızası’nı kurgulamıştı. Bu tür bir bellek anlayışı
onu gerçekten tekil kılıyordu.
TÜRK SANATINDA EŞİ BENZERİ YOK
İstanbul’daki konuşmalarımızda Paris’e ilk kez
gittiği 1949 yılında kaldığı ilk otel odasını
anlatırken sanki ‘dünden’ bahsediyordu. Paris’teki
buluşmalarımızda Charles Estienne’in sevdiği patates
püresi için nasıl özel bir mutfak aleti aradığını
yana yakıla dile getirirken, birazdan olacaklardan
bahseder gibiydi. Gel zaman, git zaman arasında
Tiraje, güncelin, geçmişin ötesine geçerek hayatın
kurgusunu dile getiriyordu. Adeta bunun resmini
yapıyordu. Zamansız, konusuz ama gören gözlerin
kavrayabileceği imgelerle damıtılmış olan bu
kompozisyonların, Türk sanatında eşi benzeri yoktu.
BÜYÜK KİTABINI TAMAMLAYAMADAN...
1985’ten beri tanıdığım Tiraje ile üzerine
hazırladığımız büyük kitabını tamamlayamadan onu son
yolculuğuna uğurlamak kabul edilemiyecek kadar ağır
benim için. Kelimenin bittiği yerde şiire
başvurmaktan başka ne çaremiz var ki? Behçet
Necatigil’in bir dörtlüğü imdatıma yetişiyor bu
noktada:
“Kaynaşır birbirine gün olur zamanlar;
Geçmiş, gelecek birleşir tek kesitte.
Sanki ilk kez yaşarız yaşanması dünlerde
Ya da başlar ansızın ta ilerde olacaklar.”

Tiraje Dikmen'in Büyükada'daki
atölyesi, Fotoğraf: Necmi Sönmez
Radikal, Haber: Necmi Sönmez, 03.09.2014
******
BÜYÜKADA TİRAJE'SİNİ
KAYBETTİ
Tiraje Dikmen,
Türkiye'nin dünya çapında etkisi hissedilen önemli
ressamlarındandı. İki gün önce, Büyükada'daki aile
mezarlığına sessiz sedasız yolcu ettik...
17 Ağustos 1999
depreminde, Büyükada'ydık. Arkası arkasına gelen
sarsıntılardan şaşkına dönmüştük. Büyükada'da
Tiraje Dikmen'in evinde konuk olan Güzin
Dino'yla, sokakta karşılaştık. Evlerimiz
yakındı. Tiraje'nin palmiyeler altında kocaman
bir bahçesi vardı. Güzin Dino, bizi geceyi o
bahçede geçirmeye davet etti. Tiraje, bütün
sarsıntılara rağmen, evi terk etmemişti. Dino,
endişeliydi. Bir kaç gece, hep birlikte;
sabahlara kadar sohbetler eşliğinde, Tiraje'nin
bahçesinde yattık.
Tiraje'nin evi, müze gibiydi. Kapının hemen
girişinde, annesinin Feyhaman Duran tarafından
yapılmış tablosu asılıydı; evin diğer
duvarlarında, 20 sene ona bakan Madam Mary'nin
birbirinden güzel tabloları ile iki Fikret
Mualla dururdu. Kendi resimlerini asmazdı; merak
ettiğimizde ikinci kata birlikte çıkar üstüste
duran yeni ve eski resimlerine keyifle
bakabilirdik.
FISTIK YEŞİLİ
MÜZE EV
Anadolu Kulübünün
hemen bitişiğindeki 1935 yapımı evin kendisi de,
antika niteliğinde ve değerindeydi. Aynı yıllara
ait abajurlar, çini sobalar, hasır koltuklar,
herşey bir bütünlük içindeydi. Fıstık yeşili
binanın, iç ve dış boyaları solmuştu. “Neden
boyatmıyorsun?” diye soranlara, “orijinal hali
bozulur” cevabını verirdi.
Son yıllarda, Paris'e gidememenin sıkıntısını
yaşıyordu. Güzin Dino, onu “haydi gel” diye
çağırıyor; o, bir türlü karar verip gidemiyordu.
Hayatının önemli bölümünü geçirdiği Paris'te;
atölyesi ve Leopold Levy'nin kendisine bıraktığı
yapıtları kalmıştı.
Tiraje Dikmen'i, iki gün önce, Büyükada'daki
aile mezarlığına sessiz sedasız yolcu ettik.
İpek'le İstanbul dışında olduğumuz için veda
törenine katılamadık. Ona layık bir veda töreni
yapmamız gerekiyor.
Son günlerinde kaldığı Adora Bakımevi'de, ilk
ziyaretine gittiğimizde, Güzin Dino'ya mektup
yazmak istediğini söylediğinde; birlikte bir
mektup kaleme aldık. Ancak, mektubu gönderme
fırsatını bulamadan Güzin Dino'yu 2013’te
Paris'te kaybettik.
Tiraje Dikmen, Türkiye'nin dünya çapında etkisi
hissedilen önemli ressamlarındandı. İlk
sergisini Paris'te açmıştı.
Galeri Nev'in yöneticilerinden Ali Artun'la
yaptığı bir söyleşide, o günleri şöyle anlatır:
“1956’da St. Germain des Pres’deki Edouard Loeb
Galerisi’nde ilk sergim açıldı. Bu galeri Max
Ernst, Miro ve Arp’ın sergilendiği galeriydi.
Serginin açılışına Max Ernst gelmis, bir resim
almış ve atölyesinin duvarına asmıştı. 1960’ta
aynı galeride bu kez yağlıboyalarımın sergisi
oldu. Max Ernst yine serginin açıldığı gün
geldi, yine çok beğendi. Bu serginin
davetiyesine Patrick Waldberg bir metin
yazmıştı. Bu metin, 1961’de Waldberg’in Mercure
de France tarafından yayınlanan Mains et
Merveilles kitabında da basıldı.”
TÜRK SANATINDA
BENZERİ YOK
Necmi Sönmez, onun
ardından kaleme aldığı yazıda, şunları ifade
ediyor: “Gel zaman git zaman arasında Tiraje,
güncelin, geçmişin ötesine geçerek hayatın
kurgusunu dile getiriyordu. Adeta bunun resmini
yapıyordu. Zamansız, konusuz ama gören gözlerine
kavrayabileceği imgelerle damıtılmış olan bu
kompozisyonların, Türk sanatında eşi benzeri
yoktu.”
Tiraje, ünlü bir ressam olmanın yanısıra, tam
anlamıyla bir Büyükadalıydı. Ada aşığıydı.
Aileden adalıydı. Babası veterinerdi, Anadolu
Kulübü’nün ilk yöneticilerindendi. Fransa'dan
1980'lerde dönüp geldikten sonra, kış yaz adada
yaşamaya başladı. Adanın doğal güzelliğini
korumak, geleneksel ada kültürünü yaşatabilmek
amacıyla, durmaksızın hepimizi uyarır ve
yönlendirmeye çalışırdı. Ada Dostları
Derneği'nin, uzun yıllar yöneticiliğini yaptı.
Evi, bir müze olmanın yanısıra, sanatçıların,
yazarların, akademisyenlerin buluşma
yerlerindendi. Çelik Gülersoy, İlhan Selçuk,
Yaşar Kemal, Amelie Edgü, Abidin Dino, Yıldız
Sertel, Güzin Dino, Pertev Boratav, Mustafa
Plevneli, Hayati Pirselimoğlu, Korhan Berzeg,
Angela Berzeg, Mustafa Farsakoğlu, Hatice
Farsakoğlu ve Ali Artun, Necmi Sönmez, Arif
Suyabatmaz, Brigitte Weber, Murat Ural, Figen
Kuzucu, Mukaddes Orçun gibi bir çok ismin uğrak
yeriydi. Mutfağında pişen değişik yemekleri,
dostlarıyla paylaşmaktan zevk alırdı.
Adaların son yıllarını, bakımevinde kaldığı için
görmedi. Yüreği, akülü araçları, ada
vapurlarının her sene daha fazla yerini almakta
olan motorları, Çelik Gülersoy ile birlikte
restorasyonuna öncülük ettikleri (vapur iskelesi
üstündeki) “Turing Kahve”nin kapanışını
kaldıramazdı.
ZORA DÜŞEN
DOSTLARININ HEP YANINDAYDI
Yakın dostu ve Milli
Reasürans Sanat Galerisi küratörü Amelie Edgü,
duygularını şöyle anlatıyor: “Türkiye'nin en iyi
sanatçılarından biriydi. Gerçek bir sanatçıydı.
Fransa'da kendini kanıtladı ve Paris ekolünde
yer aldı. Ondan çok şey öğrendim, gerçek bir
dosttu. Zor zamanlarında dostlarını yalnız
bırakmazdı. Beni de hiç yalnız bırakmadı.”
Tiraje Dikmen, bir dönemin, bir kültürün, bir
ince zevkin az kalmış temsilcilerindendi.
Türkiye onunla çok ciddi bir kayıp yaşadı. Biz
Adalılar ise; bir yol göstericiden, çok
sevdiğimiz bir ada dostundan, bir büyük sanat
ustasından mahrum kaldık.
Radikal, Yazı: Oral
Çalışlar, 05.09.2014
|
ANTİK KENTE BEZLİ
KORUMA!
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı ören yeri
statüsünde koruma altında bulunan Anemurium antik
kentindeki mozaikler içler acısı durumda. 1600-1700
yıllık mozaikler çuha bezlerle koruma (!) altında
tutuluyor.
Anemurium antik kentinde
her türlü fiziki müdahaleye açık durumda bulunan
eşsiz mozaikler için ne kamera ne de uyarı levhası
var. Mozaiklerin bir kısmı ise parçalanmış. Bazıları
ise tesseralar (mozaiği oluşturan küçük renkli
taşlar) dağılmasın diye etrafı betonla sıvanmış.
Dağlık Klikye bölgesinin en eski yerleşim
yerlerinden biri Anemurium. Akdeniz’in en uç noktası
Anamur Burnu’nda asırlık yapılarıyla dimdik ayakta
olan antik şehir hem gereken ilgiyi görmüyor hem de
istenilen şekilde korunamıyor. Antik şehrin en
önemli özelliği ise taban mozaikleri.
Bugün bu
mozaiklerin pek çoğu maalesef yok. Ya çalınmış ya da
gerektiği gibi korunamadığı için dış etkenlere maruz
kalarak yok edilmiş.
Anamur gezisi sırasında ziyaret ettiğimiz Anemurium
antik kentinin girişinde 4. Yüzyıl'dan kalma
kilisenin içine girdik. Kiliseden geriye temel
duvarları ile apsisli yapının bir bölümü ayakta
kalmayı başarmıştı. Fotoğraf çekerken yerde üzeri
çakıl örtülü bez çuha dikkat çekiciydi. Genelde
arkeolojik kazılarda taban mozaikleri ilk
bulunduklarında bilimsel inceleme için bu koruma
yöntemi uygulanırdı. Altında mozaik olduğunu tahmin
ederek örtüyü biraz araladım. İnanılmaz güzellikte
bir mozaik tabanla karşı karşıyaydık. Örtüyü biraz
daha kaldırsak belki üzerinde kuş figürinli yada
mitolojik tanrı betimli bir mozaik görebilirdik.
Ancak bu durum mozaiği daha da güvensiz hale getirir
endişesiyle sadece örtünün uç kısmını araladık.

Aslında dünya
müzelerinde en ilgi çekici objelerden biri olan
mozaiklerin böyle korunması içler acısıydı. Etrafta
ne bir uyarı levhası, ne tanıtım bilgisi ne de
koruma bandı vardı. Üstelik bir saatten fazla
kaldığımız mozaik başında ören yerini koruyan bir
bekçi olmasına rağmen kimse yanımıza uğramadı.
Denizden ve karadan antik kente ulaşmanın çok kolay
olduğu, güvenlik önlemlerinin alınmadığı bu eşsiz
antik kentte mozaiklerin daha önceki yıllarda nasıl
yağmalandığını anlamak hiç de zor olmadı.
Antik kentte gezmeye devam ettiğimizde
karşılaştığımız manzara daha da korkunçtu. 3.
Yüzyıl'dan kalma bazilikanın içine girdiğimizde
eşsiz mozaiklerin örtü bile kullanılmadan açıkta
bırakıldıklarına şahit olduk. İnanılması güç bir
manzaraydı. Bazilika içindeki mozaiklerin üzerinde
daha önce kilisede gördüğümüz o basit koruma yöntemi
bile yoktu. Mozaikler alenen açıkta duruyor.
Ziyaretçiler mozaiklerin üzerinde geziyordu. Her
türlü dış etkene maruz bırakılan 1800 yıllık
mozaiklerin –muhtemelen tesseralar dağılmasın
diye- kenarları çimento harcı ile sıvanmıştı. Ancak
tesseralar hem doğal etkenlere maruz kaldıklarından
hem de hiçbir koruma önlemi olmadığından berbat
durumdaydılar. İnsanın bu güzellikteki bir antik
kenti turizme, arkeoloji bilimine kazandırmak yerine
neden bu şekilde hunharca yok ettiğini anlayamadık.

Anemurium kentini 19.
yüzyılda İngiliz Francis Beaufort'un Akdeniz'de
yaptığı keşiflerden sonra batı dünyasına tanıtmış.
İlk kazılar 1960 yılında Toronto Üniversitesinden
Elisabeth Alfoldi Rosenbaum tarafından başlatılmış,
daha sonra Kanadalı Prof. James Russel tarafından
kazılar ve diğer bilimsel çalışmalar 2000 yılına
kadar sürmüş. Yaklaşık 15 yıldır kentte bilimsel
çalışma yürütülmüyor. Örenyeri TURSAB’a
devredildikten sonra sadece yabancı otlardan
arındırılarak çevre düzenlemesi yapılmış.
Anamur’da konuştuğumuz insanlar geçen yıla kadar ot
bastığı için kentin tamamen çalılarla kaplı olduğunu
belirterek bu halinin bile sevindirici olduğunu
söylüyorlar. İlçede 40 yaş üzerindekiler taban
mozaiklerinin her evin altında bulunduğunu ancak
bunların zaman içinde çalındığını örnekleriyle
anlatıyorlar. Özellikle deniz yolundan yatla gelip
şehrin tahrip edildiği vurgulanıyor.

Tarihi geçmişi antik
çağlara uzanan kentte Luviler, Arzavalar,
Klikyalılar (Likyalılar), Kueler, Selefkozlar,
Kızuvatnalılar, Hititler, Asurlular, Persler,
Romalılar, Bizanslılar ve Araplar uzun süre
egemenliklerini sürdürmüşler.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 05.09.2014
|
KADERİNE TERK EDİLEN
MÜZE, İSTANBUL SU MEDENİYETLERİ

Titanik’teki buharlı
makinelerin benzerlerini görmek ister miydiniz? Peki
bir zamanlar çeşmelerden akan suyun hangi
serüvenlerden geçip evlere kadar geldiğini
öğrenmeyi... Bunların hepsi su medeniyetleri müzesi
ile mümkün olacak. Ah bir açılsa…
Suyun evdeki musluktan
değil, meydandaki çeşmeden aktığı zamanlarda Terkos
ve Cendere pompa istasyonları şehr-i İstanbul’un
susuzluğunu gidermiş. O kadar ki bunlardan ilki
suyla müsavi olmuş ve sadece İstanbul’da değil,
Anadolu’nun kimi yerlerinde bile su yerine ‘terkos’
denilmiş. Cendere ise ünlü Hamidiye Suları’nın bir
ayağını oluşturmuş. İlki 19. yüzyılın sonunda,
diğeri ise 20. yüzyılın hemen başında yapılmış.
Osmanlı Devleti’nin son yılları ve Cumhuriyet
döneminde çalışan istasyonlar, uzunca bir süre
metruk kaldıktan sonra yaklaşık dört sene önce
restore edildi. ‘İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi’
olacak tesisler, dev pompa makineleri, yer altındaki
su kanalları ve tarihi belgelerle suyun gündelik
hayattaki dönüşümünü sergileyecek. Müzedeki
makineler arasında Titanik’teki pompaların dünyada
sayılı kalan örneklerinden biri bulunuyor. Hatta
daha eskileri de var. Bu makineleri önemli kılan bir
diğer özellik, şu an üretici ülkelerde bile
olmaması. Buraya kadar her şey kulağa hoş geliyor.
Fakat yaklaşık dört sene önce restorasyonu biten
müze bir türlü açılmıyor. Yenilenen binalar tekrar
eski hallerine dönüyor. Makineler kuşlardan,
bahçeler de yabani otlardan mustarip. İşte akıbeti
belli olmayan bu müzenin hikayesi:

Su yerine geçen
Terkos, Abdülaziz’in yadigarı
Terkos Pompa İstasyonu,
İstanbul’un modern yöntemle işletilen ilk su kaynağı
olan Terkos Gölü’nden şehre su taşımış. Terkos
Gölü’nün hemen yanı başında olan istasyonun hikayesi
Sultan Abdülaziz döneminde başlıyor. Sultan, Avrupa
seyahati sırasında doğal filtrasyon sistemiyle
şehirlere su verildiğini görür. İstanbul’a da Terkos
Gölü’nden aynı şekilde su taşımak ister. Bu amaçla
1874’te önce Hariciye teşrifatçısı Kamil Bey ve
mühendis Ternau Bey’e, 1882’de ise Dersaadet Anonim
Su Şirketi’ne işletme imtiyazı verilir. Tesis,
1883-85 yılları arasında altı adet pompayla devreye
alınır. Bu pompalar aynı zamanda Titanik
gemisindekilerin bir benzeri. İlk buharlı pompa
istasyonu olan tesiste o zamanlar günde 33 bin
metreküp su basma kapasitesi var. Bu sular biri
Edirnekapı, diğeri Feriköy olmak üzere şehre iki
noktadan giriyor. Şirket, isteyenlere suyu satıyor.
Böylece isteyenlerin evlerine kadar döküm borularla
su geliyor. Tabii bu ancak yeni binalara
uygulanabiliyor. Şehrin eski mahallerinde evlere
kadar su gelmesi daha uzun sürüyor. Cumhuriyet’in
ilanından sonra ise şirket satın alınarak
faaliyetleri İstanbul Sular İdaresi’ne devrediliyor.
1951’de Silahtar-Terkos Havai Elektrik Hattı
inşasıyla buharlı pompaların yerini elektrikle
çalışanlar alıyor. Ama sadece güç kaynağı değişiyor,
makineler değil. Daha sonraki yıllarda elektrikle
çalışan makineler alınsa da hepsinde buhar kazanları
da bulunuyor. 1967 yılına kadar aktif olan tesiste
bulunan 132 yaşındaki pompalar İstanbul’un kültür
varlıkları arasında.

Hamidiye Suları’nın
bir kolu: Cendere
Cendere Pompa
İstasyonu’nun hikayesi ise II. Abdülhamid devrine
uzanıyor. Sultanın ünlü Hamidiye Suları’nın bir kolu
1902 yılında devreye giriyor. Bu tesise bağlanan
yaklaşık 18 pınarın suyu buharlı makinelerle
Levent’teki su kulesine, oradan da Balmumcu’daki su
deposuna gönderiliyor. Bu depo kültür varlığı olarak
tescil edilmediği için önce özelleştiriliyor, sonra
yerine otel yapılıyor. Deponun ardından da su
Beşiktaş, Yıldız, Maçka, Boğaz ve Karaköy’e kadar
bulunan birçok çeşmeye geliyor. Bunlar arasında
Ortaköy Camii, Yahya Efendi Dergahı ve Yıldız
Camii’nin önünde bulunan çeşmeler de var. Pompa
istasyonlarının restorasyonunu yürüten İstanbul
Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim
görevlisi Yrd. Doç.Dr. Gülsün Tanyeli, “O dönemde
Hamidiye suyu çok değerli. Çünkü o zaman hem suyun
içme sertliği açısından bir ayrıcalığı var hem de
mikropsuz. Millet o dönemde koleradan telef oluyor.
Çeşmelerdeki su halka hizmet ediyor. Tabii önce
Yıldız Sarayı’nda oturan padişahın kullanımına.”
diyor. Hamidiye’nin bir hayrat olduğuna işaret eden
Tanyeli, yakın zamana kadar bu suyun aktığı çeşmeler
olduğunu söylüyor. Terkos’ta buhar makineleri hala
sağlamken Cendere’dekilerin nerede olduğu
bilinmiyor. Tanyeli, “Cendere’de buhar gücüyle
çalışan makineler bulamadık. Sanırım elektrikli
motorlara geçildiğinde sökülmüş. Terkos’unkiler
yerinde duruyor.” diyor.

İstanbul’un ilk su
müzesine doğru…
İstanbul’a uzun yıllar
şehre su taşıyan istasyonların müzeleşme hikayesi
2000’li yıllarda başlıyor. Öncelikle Cendere müze
olarak değil, İSKİ’nin eğitim tesisi olarak İTÜ
tarafından projelendiriliyor ve 2006’da ihalesi
yapılıyor. Tam bu sırada Yıldız Teknik
Üniversitesi’nde Terkos konusunda çalışmalar
yapılıyor ve müze olarak sergilenmesi için rapor
alınıyor. Tanyeli, “Bu rapor kapsamında her iki
istasyonun da müzeye dönüştürülme kararı alındı.
Bizim onaylı projemiz revize edildi. 2008’de tekrar
ihale yapıldı ve çalışmalar gerçekleşti. Kültür
Bakanlığı özel müze izni verdi. 2011’de restorasyon
tamamlandı. Cendere daha önce bitti. Avrupa Kültür
başkentine yetişsin istedik. Oradan bir destek
çıktı. İSKİ, ‘Biz kendi kaynaklarımızla yapacağız.’
diyerek reddetti.” diyor. Tanyeli, müzenin eğitim
amaçlı kullanılacağını anlatıyor: “Görselleri ve içi
hazırlandı. Sadece film, dijital gibi şeyler eksik.
Buhar makineleri olduğu zamandaki eski kazanların
baca bağlantılarını bulduk, onları düzenledik.
İçinde kocaman bir Valens Kemeri maketi, Kırkçeşme
Suları’ndan Mağlova Kemeri’nin parçasının maketi
var. Sergilerin anlatımı da olacak. Depoları
düzenlenip, özel peyzaj yaptırıldı. Yürüme
platformları, aydınlatmalar yapıldı. Hatta
engelliler de düşünülerek rampalar yapıldı. Müzenin
denetimi de Kültür Bakanlığı’nın Türk İslam Eserleri
Müzesi’ne verildi.”
Terkos’ta idare, kazan
ve pompa binalarının olduğu beş yapı bulunuyor.
Bunlardan kazan dairesi, içindeki her şey önceden
söküldüğü için sergi alanı olarak iklimlendirilmiş.
Burada restorasyon sırasında Cendere’de bulunan 1913
tarihli dört cilt çizimler ve eski haritalar
gösterilecek. Bununla birlikte İSKİ’nin su kayıtları
da sergilenecek.
İstanbul Su
Medeniyetleri Müzesi’nin önemini Gülsün Tanyeli’den
dinleyelim: “Burası kentsel su nasıl sağlanmış,
bunun hikayesini anlatıyor. Kentsel suyun teknolojik
tarihi burada yatıyor. Endüstriyel miras açısından
benzersiz. Çünkü buradaki makineler artık üretilen
ülkelerde bile yok. Yapılmış ve orijinal yerinde
kalabilmiş olmalarından dolayı çok özel. Bizde
binayı koruyup içindekileri hurdacıya vermek bir
alışkanlık olduğu için binayla birlikte
içindekilerin kaldığı pek örneğimiz yok. Endüstri
mirası insana olağan gibi geliyor, musluğu açtığında
suyun akması normal geliyor. Akmadığı zamansa
hayatımız felç oluyor. Müze deneyimleme alanıdır.
Gezen insanı uyarmalı. Gündelik tarih bilgisi birçok
insanın farkında olmadığı bir bilgi. Eğitim
sisteminde bu tür detaylara yer verilmez. Herkes
ecdadını bilir ama fizik, kimya kitabında okuduğu
şeylerin gündelik yaşama nasıl yansıdığının farkında
olmaz. Burada bunlar görülecek.”

Kaderine terk edilmiş
binalar
Yolunuz Ayazağa
Kavşağı’ndan aşağıya düşerse solda Cendere’nin
kaderine terk edilmiş tarihi binalarını
görebilirsiniz. İçinde güvenlik görevlileri ve
köpekler beklese de zamana yenik düşüyor yenilenen
yapılar. Bahçede yaban otları, binalarda
dökülmeler... Makinelerin üzerlerindeki örtüler
kaldırıldığı için içeri giren kuşlar ve kuş
pislikleri endüstri mirasına zarar veriyor.
Terkos’un durumu da pek farklı değil. Çok ciddi bir
yatırım yapıldığına dikkat çeken Yrd. Doç.Dr. Gülsün
Tanyeli, müzenin açılmama sebebini bilmiyor: “Terkos
için Kanal İstanbul ile bağlantılı kulağımıza gelen
birtakım şeyler var. Bir taraftan İSKİ işletemez
deniliyor. Kendi görev tanımının içinde yok. Sonuç
olarak İSKİ Büyükşehir Belediyesi’nin birimi.
Kulağımıza gelen bir sürü şey var. Asıl sebep ne biz
de bilmiyoruz. En azından bir rehberi, müdürü olsa.”

400 yaşındaki çınar
Tarihi tesisler sadece
kentin su hafızasını ve endüstri mirasını canlı
tutmuyor. Aynı zamanda 400 yıllık bir çınara da ev
sahipliği yapıyor. İstanbul’un en büyük ve en eski
çınarlarından olan ağacın bir kolu 17-18 metre.
Zaman, Haber: Tuba Öcek,
05.09.2014
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK
DİNOZORLARINDAN BİRİNE AİT FOSİLLER BULUNDU

Bilim insanları, dünya
üzerinde yaşamış en büyük canlı olduğu iddia edilen
yeni bir dinozor türüne ait fosiller ortaya çıkardı.
‘Dreadnoughts’ adı verilen dev canlının, yaşadığı
dönemde 65 ton ağırlığa ve 26 metre uzunluğa sahip
olduğu belirtildi.
Arjantin’in güney
Patagonya bölgesinde, 2005’ten bu yana sürdürülen
kazılarda ortaya çıkarılan ve yeni bir türe ait olan
kemik fosillerinin, 77 milyon yıl önce yaşamış
otobur bir dinozorun olduğu açıklandı. Omuzlarına
kadar iki katlı bir bina yüksekliğinde olan
‘Dreadnoughts’, vahşi etobur Tyrannosaurus Rex
(T-Rex)’ten tam 7 kat büyük.
Fosili bulan ekibin
başındaki kişi ise ABD’nin California eyaletindeki
Drexel Üniversitesi’nden Kenneth Lacovara. Konuyla
ilgili bir basın açıklaması yayınlayan Lacovara,
“Dinozor, bir düzine Afrika fili kadar ağır. Şok
edici olan ise, iskelet yapısının bize onun öldüğü
zaman hakkında da fikir vermesi. Yani tam anlamıyla
büyümeden, en büyük haline ulaşmadan ölmüş.
Dreadnoughts, dünya üzerinde yaşamış en büyük
yaratıkların en güzel örneği” ifadelerini kullandı.
Şu ana kadar
kemiklerinin yüzde 70’i açığa çıkarılan dinozorun,
80 milyon yıl önceki Cretaceous döneminin sonlarına
doğru yeryüzünde yüksek rakımlarda ve ağaçlık
vadilerde yaşadığı düşünülüyor. Titanosaurs adı
verilen otçul dinozorların bir akrabası olduğu
kaydediliyor.
Başka bir araştırma
ekibi, Patagonya’da geçtiğimiz Mayıs ayında da
devasa bir dinozorun fosillerini bulmuş, 77 ton
ağırlığındaki canlının dünyada şimdiye kadar bilinen
en büyük dinozor türü olan Arjantinozor'dan yedi ton
daha ağır olduğunu iddia etmişlerdi.
Merhaba Haber,
05.09.2014
|
TOPKAPI HENÜZ MÜZE
DEĞİLKEN...

Osmanlı’nın ihtişamlı
yıllarına ev sahipliği ettikten sonra müzeye
dönüştürülen Topkapı Sarayı’nın imparatorluk devri
gün yüzüne çıktı. Siyah beyaz karelerde saray adabı
ve adetlerinin kalıntıları seziliyor.

19. asrın ilk yarısında
icad edilen fotoğraf makinesi, Osmanlı vakanüvislik
an’anesine başka bir gözle bakma fırsatı sağladı.
Hayalin ve hislerin karıştığı görsel tarih bu sayede
kaybolmaya yüz tutarken, yeni bir usul olan
fotoğraf, sarayla ve saray üzerinden imparatorluk
halkıyla tanışmış oluyordu. Tabii Sultan II.
Abdülhamid Han’ı bu meyanda yad etmemek olmaz.
Yıldız Sarayı’nda kurdurduğu fotoğrafhane sayesinde
ülkenin dört bir yanı tarihe mal olacak mekanlar,
insanlar ve birçok törenler kayıt altına alınarak,
eski devrin görsel bakiyesi böylece muhafaza
edilecekti.
Batı’ya intibak
hareketleriyle yeni bir hüviyete kavuşan Osmanlı
aristokrasisi, fotoğrafın gelmesiyle minyatürü terk
edeceği gibi eski saraydan modern bir mekana
taşınarak, yeni bir devre de kapı aralamıştı. Mevcut
adres, Abdülmecid Han’ın Boğaz sahilinde barok
tarzda yaptırdığı Dolmabahçe Sarayı idi. Beri
taraftan, saray yaşamının başka bir merkeze kayması
eski sarayı şaşaalı günlerinden alarak sessizliğe
sürüklemişti. Topkapı Sarayı artık zaman zaman
çeşitli törenler ve ziyaretler için gelen
misafirlerini ağırlıyor, onlara istirahat imkanı
sunuyordu. Bu sayede, namı diğer Saray-ı Cedid,
mazideki debdebesini yitirse bile, kadim kültürünü
koruyacak bir avuç hizmetkarla hayatını devam
ettirdi. Saray hadimleri, mukaddes emanetleri ve
bilumum saray hazinelerini muhafaza görevine devam
ettiler. Ta ki takvimler 3 Nisan 1924’ü gösterdiği
güne kadar… Yeni rejimin kararıyla Topkapı Sarayı,
bundan böyle Batılı manada modern bir müze halini
alacak, ihtişamlı bir geçmişin enmüzeci olan saray
tavrı, dili ve adabı da kesinkes feda edilmiş
olacaktı.
Hilmi Aydın’ın
hazırladığı ve İBB Kültür AŞ’den çıkan ‘Resimli
Belgelerde Topkapı Sarayı’ kitabı, işte bu kopuş
devresine şahitlik edecek fotoğrafları ihtiva
ediyor. Üç ana kısımda toplanan sarayın tarihi
seyri; evvela, Osmanlı suret sanatı minyatür,
akabinde Batılı tasvir sanatı gravürlerin mevcut
olduğu iki bölümde anlatılmış. Bahsettiğimiz
fotoğraflar kitabın son kısmını teşkil ediyor.
Devrin iki mühim fotoğraf topluluğu, Sebah-Joaillier
ve Abdullah Biraderler’in çektiği karelerde henüz
müzeye çevrilmemiş Saray’ın eski devirden izlerine
rastlamak mümkün. Fotoğraflarda göreceğiniz kişiler
sarayın eski ahalisi ya da yeni müzenin görevlileri.
Her ne kadar sarayda da yaşasalar, ilk bakışta sade
ve vakur halleriyle dikkat çekiyorlar. Kitabın
içinden seçtiğimiz fotoğraflardan eski saray
adetlerini teşhir eden kısa bir okuma yaptık.

‘Hikmetin başı Allah
korkusudur’
Babüssade Kapısı,
Saray’ın en eski yapılarından biri. Fatih döneminde
yapılmış dört sütunlu kapıya daha sonra
değiştirilerek yeni bir biçim verilmiş. Kapının tam
üzerindeki besmele sultan II. Mahmut’un hattı. Biraz
içeride görünen kemerli kapının yanlarında Akağalar
Koğuşu ve Babüssade Ağası Dairesi yer alıyor. İç
tarafta görülen Arz Odası’nın kapısının üzerinde
III. Ahmet’in yazdığı ‘Re’sü’l-hikmeti
mehafetullah/Hikmetin başı Allah korkusudur’ yazısı
dikkat çekici. Saraydaki bayramlaşma ve cülus yani
tahta çıkış törenleri işte burada yapılıyor.
Peygamber Efendimiz’den yadigar Sancak-ı Şerif de
törenlerde kapının hemen önündeki mermer yüksekliğin
üzerine konuyor. Buranın ardı sultanın şahıs
ikametgahına açıldığı için Sadrazam’ın bile geçmesi
izne tabi idi. İki yanda görünen derinlikli resimler
ise bugüne kadar çıkmayı başaramamış. Duvarların
bugünkü boş hali, karakuşi bir restoratörün
maharetli ellerinden çıkmış.

Adalet Kulesi
yüksekte olur
Sarayın uzaktan çekilen
fotoğrafında Sur-ı Sultani’yi müşahede edebilmek
mümkün. Saray bahçeleri, bugün halka açık olarak
ziyaret edilebilen Gülhane Parkı, siyah beyaz
fotoğrafta seçilebiliyor. Sarayın en mümeyyiz
işareti ise adaletin herşeyden yüksek olduğunu
temsil eden Adalet Kulesi.

Hazine dairesinde
eller cebe sokulmaz
Fotoğrafta Hazine
dairesinden sorumlu eski saray çalışanları
görülüyor. Üzerinde tuğranın bulunduğu ahşap kapının
önündeki kişi, Hazine Kethüdası. Saray içinde her
yerin ayrı bir usulü olduğu gibi buranın da usulü
kalabalık çalışanlar güruhuyla hep birlikte girmek.
Elleri önünde bağlı bulunması başka bir hassasiyeti
işaret ediyor. Hazine odasında ellerini ceketin
cebine sokmak suiistimale yol açmaması için yasak.
Buradan alınan eşya her kim olursa olsun titizlikle
kayda geçirilir, hatta padişah emri bile olsa
müsamaha gösterilmez, iade edildiğinde kayıttan
düşülür. Padişah öldüğünde de bu defter çıkarılarak
üzerinde hazineye ait bir emanet olup olmadığı
kontrol edilir. Bu hassasiyetle sadece hazine eşyası
değil, sarayda yenen meyveye kadar her şey kayda
geçmiş.

Silahtar ağanın
silahları
Artık bir müzeye dönüşen
Topkapı Sarayı’nın Hazine kısmı. Eski bir
yeniçeriden baki kalan silahlar sergileniyor.
Meşherde tahta mankene giydirilen silahtar ağasına
ait ihtişamlı börk, nakışlı kaftan, kınları içinde
kılıçlar, ok torbası (sadak), yaylar ve başlıklar
görülüyor.

Şehzadelerin mektebi
Surları içinde her
ihtiyacı karşılayacak kurumları barındıran sarayın
eğitim ihtiyacının bir bölümü için de kapısı görünen
Şehzadegan Mektebi tahsis edilmişti. Padişahın oğul
ve kızları dört yaşına geldiğinde lala eşliğinde
buraya getirilip bed-i besmele merasimi yapılırdı.
Yani devletin yüksek erkanının katıldığı eğitime
başlama töreni. Bu derste bizzat şeyhülislam ilk
dersi vererek şehzadeye besmeleyi öğretir ve
muvaffakiyeti için dua ederdi. Dışarıdan gelen
mütehassıs hocalar da diğer derslerini burada tedris
ederdi.

Saraylılar dinleniyor
Saray hizmetlileri,
sıcak bir günde bahçelerin birinde kurulmuş çardağın
etrafında sohbet ediyor. Ortada şadırvan benzeri
yapıyı seçebilmek mümkün.

Kara Ağalar Taşlığı
Şadırvanlı sofadan Kara
Ağalar Koşuşu’na açılan bu mermer döşeli yolun iki
tarafı da revak ve saçakla örtülü. Kapının üzerinde
bulunan perdelerin yamalı olduğu görülüyor. Bu da
sarayın Osmanlı’nın son dönemlerinde bakımsız
kaldığını gösteriyor. Yolun sonundaki ahşap
paravanlar bugün yok. Kapının eşiğindeki koyun postu
ve eşiğe bırakılmış ayakkabılar, saraydaki canlı
hayatın bir göstergesi.
Kubbealtı
sahanlığında tütün tellendirmek
Kubbealtı, Topkapı
Sarayı’nın en mühim kısımlarından. Sadrazam ve
yüksek devlet ricali, siyasi gelişmeler hususundaki
istişarelerini burada gerçekleştiriyor. Fatih
devrine kadar sultanların da iştirak ettiği
görüşmeleri daha sonra padişahlar ayrı bir hücreden
takip etmeye başlamış. Devlete yön verilen bu önemli
mahfilin duvarları fotoğrafta görüldüğü üzere
sanatlı süslemelerle bezenmiş. Pencerelerin önündeki
peykeye oturan eski bir saray görevlisinin ahvali
ise dikkate değer. Üzerinde setresini çekmiş, bir
elinde sigarası, bir elinde gümüş saplı bastonuyla
siyahi saray ağası uzakları temaşa ediyor. Püsküllü
aziziye fesi ile eski devrin son mümessillerinden.
Hekimbaşının ilaçları
Hekimbaşı odasında tıbbi
araç gereç ihtiyacı temin edilmekteydi. Padişah ve
ailesini iyi edecek ilaçlar buradaki bitkiler ve
kimyevi maddelerden üretilip, cam kaplara konarak
muhafaza ediliyordu. Hassas ölçüyle imal edilen
tiryaklar, görünen bu teraziler yardımıyla
tartılıyordu. İlber Ortaylı, yakut ezilerek yapılan
macunlar, bitki reçeteleri, fosiller, sürüngen
fosilleri, kimi cenin iskeletinin de burada muhafaza
edildiğini söylüyor.
Zaman, Haber: Erkam
Emre, 05.09.2014
|
EFES 2014 KAZILARINDAN
2600 YILLIK HEYKELCİK
Bakanlığımız izinleri
ile Avusturyalı bilim heyeti tarafından sürdürülen
2014 yılı kazı çalışmalarında, Artemis’in Potnia
Theron (vahşi hayvanlar hakimi) olarak tasvir
edildiği fildişi bir heykelcik bulundu.
Başı, vücudunun üst
kısmı ile kol ve kanatlarının bir bölümü korunmuş
durumda olan heykelcik, Erken Arkaik Dönem’e (MÖ
650) tarihlenmekte olup, Efes’in en erken Potnia
Theron tasviri olması nedeniyle son derece
önemlidir.
Öte yandan, Geç Bronz
Çağı’ndan beri Asya’da Efes Artemisi ile
ilişkilendirilen giyimli bir Potnia Theron
tanrıçanın olabileceği düşünüldüğünden, bulunan
heykelciğin bu teoriyi desteklemesi açısından
oldukça önemli olduğu mütalaa ediliyor.

Artemis Potnia Theron Heykelciği
 
Louvre Muzesi’nde bulunan çeşitli Potnia Theron tasvirleri
kulturvarliklari.gov.tr,
04.09.2014
|
BİR RESTORASYON REZALETİ
DAHA
Restorasyon ülkemizde maalesef yenileme olarak
algılanıyor. İşte Anamur Mamure kalesi restorasyon
rezaletine yeni bir örnek.
Anamur Mamure kalesi
2012 yılında UNESCO
Dünya Mirası geçici
listesine girmeyi başarmıştı. Geçmişi 3. Yüzyıl'a
kadar dayanan 39 kuleli tarihi kale listeye alınınca
restorasyon başlatıldı. Mersin Valiliği’nce
yürütülen restorasyon 'keşke yapılmasaydı' denilecek
hale geldi. Çimento kullanılarak yürütülen
restorasyon görenleri hayrete düşürüyor. Günümüz
çimentosuyla yapılan restorasyon kalenin orijinal
dokusunu bozdu.
Yüzölçümü 23 bin 500 metrekare olan kale,
Anadolu Selçuklu
Sultanı Aleaddin Keykubat tarafından 1221’de
fethedilirken çok yıprandı. Daha sonra kale yeniden
yapıldı. 1300’lü yılların başında Karamanoğlu Mehmet
Bey tarafından kale kuşatma yoluyla alınınca yine
büyük zarar gördü. Mehmet Bey kaleyi mamur (yeniden
imar) edince de adını 'Mamuriye' koydu. O tarihten
sonra da Osmanlı döneminde kale birkaç kez onarım
gördü.

Restorasyonu yürüten
firma harcın içindeki oranların Koruma Kurulu
tarafından onaylandığını açıklıyor. Hatta izolasyon
maddesi olarak da kaktüs bitkisini kaynatarak elde
ettikleri bir tutkaldan faydalandıklarını
belirtiyor.
3 yıl süreceği belirtilen restorasyon için derhal
bilimsel bir heyet hazırlanıp restorasyonun bir an
önce denetlenmesi gerekir. Lakin restorasyon bu
şekilde sürdürülecek olursa Mamure Kalesi’nin UNESCO
Dünya Mirası listesine girmesi mümkün değil.
Dünya Mirası Geçici Listesi'ne tarihi kalenin
alınması için uğraş veren Türkiye Genç İşadamları
Derneği Başkanı Ali Yücelen de restorasyona isyan
etti. Yücelen, ‘burçlara beyaz mermer koymuşlar,
çimento ile duvarları sıvamışlar. Eski hali bile
daha güzeldi’ şeklinde tepki gösteriyor.
RESTORASYON ŞİRKETİ:
ÇİMENTO KULLANMADIK!
Mamure Kalesi restorasyonunu yapan Yakupoğlu İnşaat
firmasının sahibi Zeki Şentürk aradı. Şentürk
kesinlikle çimento kullanmadıklarını ileri sürerek
şöyle konuştu; ‘’Horosan harç yapıyoruz. İçinde
hidrolik kireç, söndürülmüş kireç, kiremit tozu
kullanıyoruz. Derz dolgu ile yer yer horosan harcı
enjekte ediyoruz. Çalışanlarımız çimento
kullandıklarını sanıyor oysa o İtalya’dan özel
getirttiğimiz hidrolik kireç. Çimento sıvalar olan
duvarlar 1980’li yıllarda yapılan onarımlardan
kalma. Biz kesinlikle çimento kullanmıyoruz. Çimento
sıvalı yerleri de temizliyoruz. Kaktüs yaprağı fikri
en başından vardı daha sonra ondan vazgeçildi.
İzolasyon malzemesi kullanmıyoruz. Beyaz mermer
olarak görünenlerde kaleye uygun sert taşı. Asla
Adana Koruma Kurulu’nun onaylamadığı, proje dışında
bir uygulama yapmıyoruz.’’
Radikal, Haber: Ömer
ERbl, 04.09.2014
|
YERLİ DİNOZORCUYA TEŞVİK!
Maden Tetkik ve Arama
Genel Müdürlüğü 4 tane taklit dinozor iskeleti
alacak. Yerli dinozorcular yüzde 15 fiyat
avantajıyla desteklenecek.

Türkiye gelecek hafta ilginç bir ihaleye sahne
olacak. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA)
dinozor iskelet örnekleri alımı için 9 Eylül salı
günü ihaleye çıkacak.
MTA, 4 tane dinozor alacak. Bunlar 1 adet
Triceratops, 1 adet Ichthyosaurus, 1 adet Allosaurus
ile 1 adet Stegosaurus iskeleti. Taklit iskeletler
MTA Genel Müdürlüğü Merkez Tabiat Tarihi Müzesi’nin
ambarına teslim edilecek. İhaleyi kazanan 90 gün
içinde iskeletleri teslim edecek. İskeleti herkes
yapamayacak. Ticaret, sanayi ya da meslek odasına
kayıt istenecek. İskeleti gönderecek şirketin
ekonomik ve mali yeterliğe ilişkin kriter ise
aranmıyor.
En düşük teklifi veren işletme ihaleyi kazanacak.
İhale yerli - yabancı tüm isteklilere açık ancak,
Kamu İhale Kurumu tarafından belirlenen esaslar
çerçevesinde yerli malı dinozor teklifiyle gelenlere
yüzde 15 fiyat avantajı uygulanacak.
Konsorsiyum yasak
İstekliler, ihale dokümanını MTA’dan 50 liraya
alabilecek. Teklifler, ihale tarihine kadar MTA
Genel Müdürlüğü’ne elden ya da posta ile teslim
edilebilecek. İstekliler tekliflerini, dinozor
başına “birim fiyatlar üzerinden” verecek.
Dinozor iskeleti üreticileri, teklif ettikleri
bedelin yüzde 3’ünden az olmamak üzere geçici
teminat verecekler. MTA, dinozor alımında
konsorsiyum kabul etmeyecek.

MTA, 5 tonluk Allosaurus’a da
talip...
Her biri ‘dev’ gibi
MTA’nın istediği dinozorlar dev boyutlarıyla
dikkat çekiyor. İhale konusu dinozorlar şu
özelliklere sahip:
Allosaurus: Kuzey
Amerika’nın en büyük etobur dinozoru. İki ayağı
üzerinde yürüyen bu dinozor, güçlü bir kuyruğa, iri
bir gövdeye, üç parmaklı ön ayaklara sahipti.
Pençeleri 15 cm olan bu dinozor, 12 m uzunluğa, 5
ton ağırlığa ulaşabiliyordu.
Triceratops: 68 - 65 milyon yıl kadar önce yine
Kuzey Amerika’da yaşayan bu dinozor otla
besleniyordu. Dünyaya düşen büyük göktaşıyla ortadan
kaybolan bu dinozorun üçlü boynuzu vardı. Boynuzunu
avcılara karşı kendini savunmak ve dişilere kur
yapmak için kullanıyordu.
Su dinozoru lazım
Ichthyosaurus: Erken Jura dönemi su dinozoruydu.
Avrupa’da yaşayan yunus benzeri bu dinozor, su
titreşimlerini duyu organlarıyla algılayıp
avlanmakta kullanabiliyordu.
Stegosaurus: Yaklaşık 150 milyon yıl önce Avrupa ve
Kuzey Amerika’da yaşadı. Otobur bir hayvan olan bu
dinozor 9 metre uzunluğa ve 4 metre yüksekliğe kadar
büyüyebiliyordu ve bir otobüsü andırıyordu. Ancak
beyni 100 gram büyüklüğe bile ulaşmıyordu. Sırtında
kalkan şeklinde 1 metrelik dikenleri vardı.
Milliyet, Haber: Mithat Yurdakul, 04.09.2014
|
RAFFAELLO'YU KLİMA ÇARPTI
Raffaello Sanzio’nun ‘İsa’nın Çarmıhtan İndirilmesi’
tablosu bulunduğu müzenin havalandırmasından zarar
gördü.

Independent’ta yer alan habere göre Rönesans’ın
yükseliş döneminin büyük ustası Raffaello Sanzio’nun
Galleria Borghese’de bulunan ‘İsa’nın Çarmıhtan
İndirilmesi’ tablosu,
Roma’da bulunduğu müzenin havalandırmasının
çalışmaması nedeniyle zarar gördü. Yetkililer
olaydan sonra eseri kurtarmak için yanına nem alıcı
cihaz yerleştirmek zorunda kaldı. Altı ay boyunca
çalışmayan havalandırma
İtalya’nın nemli ve sıcak yazında Rönesans’ın
önemli eserlerinden birinin deforme olmasına sebep
oldu. Roma’daki müzenin direktörü Anna Coliva 1997
yılında yapılan havalandırma sisteminin iki aydır
çalışmadığı konusunda mayıs ayında uyarı yapmıştı.
Coliva, sistemin yıllardır bakım görmemesinin önemli
bir faktör olduğunu söyledi. Tablo, şimdi alınan
acil durum önlemleriyle kurtarılmaya çalışılıyor.
Milliyet, 04.09.2014
|
CAN YÜCEL'İN KIRILAN
MEZAR TAŞI YENİDEN YAPILDI

Muğla'nın
Datça İlçesi'nde,
2011 yılı Ağustos ayında meydana gelen olayda bazı
kişi ya da kişilerce parçalanan, Türk Edebiyatı'nın
usta şairi
Can Yücel'in anıt
mezarı yeniden yapıldı. Heykeltıraş Mehmet Aksoy
tarafından yaklaşık bir buçuk ay süren çalışmalar
sonucu yapılan mezar taşı, düzenlenen törenle yerine
konuldu.
İskele Mahallesi
Belediye Mezarlığı'ndaki törene, CHP'li
Datça Belediye
Başkanı Şener Tokcan, Heykeltıraş Mehmet Aksoy,
Can Yücel'in kızı
Güzel Yücel ve çok sayıda kişi katıldı.
Can Yücel'in eşi
Güler Yücel, rahatsızlığı nedeniyle törene
katılamazken, heykeltıraş Mehmet Aksoy için kaleme
aldığı mektubu kızı Güzel Yücel tarafından okundu.
Belediye Başkanı Şener
Tokcan törende yaptığı konuşmada,
Can Yücel'in anıt
mezarına üç yıl önce yapılan saldırının herkesi
derinden yaraladığını söyledi. Tokcan, "Bugün mutlu
muyuz, hüzünlü müyüz? 3 yıl önce
Datça'da hiç alışık
olmadığımız olayla karşılaştık.
Datça için hiç
güzel olmadı. Hoşgörünün, Türkiye'de belki de en
fazla var olduğu bir coğrafya köşesinde bir takım,
insanlar, bir takım düşüncelerle, ne amaçla olursa
olsun
Can Yücel'in
mezarını parçaladılar. Bu aslında,
Can Yücel'in
fikrinin, felsefesinin, parçalanmasıdır. Ona olan
bir husumettir. Bu güzelliğe olan düşmanlıktır"
dedi.
Heykeltıraş Mehmet Aksoy
da konuşmasında, mezarlıkların yaşamla ölümün
barıştığı yerler olduğunu belirterek, "Buraya gelen
insanlar eski hırslarından sıyrılmışlardır. Hayata
daha barışçıl bakarlar. Kibirli değillerdir" dedi.
Son yıllarda
mezarlıkların tek düze ve kişiliksiz olmaya
başladığını ifade ederek konuşmasını sürdüren Aksoy,
Can Yücel'in mezar
taşı için kendisine teklif gelince araştırma içine
girdiğini söyledi.
Can Yücel'i tanımak
için şiirlerini yeniden okuduğunu hatırlatan Aksoy,
"Can
Yücel mezarında bile dik duran, hiçbir
zaman umudunu yitirmeyen bir insandı. Hayat doluydu.
Ve yalansız yaşadı. Bir onurun temsilcisiydi.
İyiliğin ve güzelliğin bir zaman gelecek
kazanacağına inanıyorum. Ben umudumu yitirmedim.
Bugünde umuttan, güzelliklerden yanayım. Bu
düşüncelerle onun mezar taşını yaptım. Burada can
taşının içinden çıkan ışıklı çocuğu görüyorsunuz.
Her gün batımında bu görünecek. Buradaki sutaşı da,
Can'ın hayatla olan bağlantısını anlatıyor" diye
konuştu.
BARIŞIN VE EMEĞİN
SİMGESİ
Can Yücel'in kızı Güzel
Yücel ise konuşmasında, "Burada sizlerle, bu Can
taşının yapımında emeği geçenlerle, bu işe yürek
koyanlarla birlikte olmak yalnız olmadığımızı
görmek, bizim için umudumuzu hiç kaybetmememiz için
bir nedendir. Babamın mezar taşını balyozla
indirdiklerinde, bunu karanlıkta yaptılar. Şurada
yazılı olan, 'ne kadar yalansız yaşarsak o kadar
iyi' sözünü görmediler, onu yıkamadılar. Bilmediler
ki tekrar yaparız. Bu saldırı sadece bir güç
gösterisi değildi. Bu sanatın, güzel insanların
yaşama umudunun olduğunun göstergesiydi" dedi. Güzel
Yücel, daha sonra, mektubunu okuduğu annesi Güler
Yücel'in "Bu Can taşı, barışın, emeğin, vefanın,
insanlığa ışık olacak bir simgesidir" sözleriyle
konuşmasını tamamladı.
NELER YAŞANMIŞTI?

Şair Can Yücel'in Datça
Belediye Mezarlığı'ndaki anıt mezarı 19 Ağustos 2011
yılında saldırıya uğrayıp, tahrip edildi. Olayın
ardından 22 yaşındaki Ş.K. ile 72 yaşındaki amcası
T.K. gözaltına alındı. Suçlamaları kabul etmeyen
amca ve yeğen hakkında Datça Asliye Ceza
Mahkemesi'nde, 'İbadethanelere ve mezarlıklara zarar
vermek' suçundan 4 yıla kadar hapis istemiyle dava
açıldı. Tutuksuz yargılanan amca-yeğen beraat etti.
Kararın ardından Güler Yücel, önce eşinin mezarının
onarılmasına karşı çıktı, sonra kabul etti.
Habertürk, 04.09.2014
|
|
DELİL İÇİN SİT ALANINI KAZAN POLİE SORUŞTURMA
Adana’nın Merkez Seyhan
İlçesi'nin Kayalıbağ
Mahallesi’ndeki bir iş merkezinde bulunan Güven
Parti Adana İl Başkanlığı’nda tombala oynatıldığını
belirleyen polis ekipleri, baskın düzenledi.
Geçen Mayıs ayındaki operasyonda, binada arama
yapan ekipler, tombala malzemelerinin foseptiğe
atıldığını belirledi.
ASKİ’den çağrılan iş makinesiyle foseptiği
kazdıran polis tombala pulları, projektör makinesi
ve kartlar ele geçirdi. Operasyon düzenleyen polisin
sit alanı olan sokakta kazı yaptığını öğrenen
Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü görevlileri
polisler ve iş makinesinin operatörü hakkındı suç
duyurusunda bulundu. Suç duyurusu üzerine polisler
ve iş makinesi operatörü S.C. hakkında ’sit alanında
izinsiz kazı’ yaptıkları iddiası ile soruşturma
başlatıldı.
Milliyet, Haber: Fatih Karaçalı, 04.09.2014
|
AKROPOLÜN ŞEHİR PLANI MERCEK ALTINDA

Form ve planlama bakımından kent düzeni “eşsiz
örnek” olarak gösterilen Bergama (Pergamon) Akropol
Ören yerindeki kazılarda, antik kentin yol ve yamaç
sistemlerinin araştırıldığı bildirildi.
Alman Arkeoloji Enstitüsü Müdürü ve Bergama Kazı
Başkanı Prof.Dr. Felix Pirson, AA muhabirine,
Akropol Ören yerinde bu yıl, hem kazı hem
restorasyon hem de konservasyon çalışması
yaptıklarını belirtti.
Bu yıl, özellikle bilimsel ve sondaj kazılarına
ağırlık verdiklerini dile getiren Pirson, “Ağırlıklı
olarak agora, yamaç ve yol sistemleri ve nekropolde
çalışıyoruz. Henüz 2,5 hafta oldu. Enteresan
sonuçlar elde ettik ama açıklamak için erken” dedi.
Pirson, gimnasyum alanındaki kapalı tiyatronun
yüksek duvarının yıkılma tehlikesinin bulunduğuna
değinerek, bu tehlikenin ortadan kaldırılmaya
çalıştıklarını kaydetti.
Kentin tepeye kurulduğuna işaret eden Pirson,
şöyle konuştu:
“Dik olan batı ve doğu yamaçlarında, bugüne kadar
arkeolojik araştırma olmadı. Sadece yol sistemi
üzerinde hipotetik rekonstrüksiyon oldu. Hellenistik
zamanın tipik yerleşimi, ızgara şeklinde, 90 derece
yol sistemi üzerine. Pergamon’da dik ve kayalık olan
yamaçlar ise ızgara sistemi için pek uygun değil.
2006 yılından beri hem doğu hem batı yamaçlarında
jeofizik kazı ve yüzey araştırmaları yapmıştık. Bu
yıl, çalışmalarımızı ilerlettik. Çok akıllı şehir
planlaması sistemi çünkü hem araba kullanmak için
yollar var hem de dik merdiven yollar var. Bu yollar
da tüm tepenin şaşırtıcı estetiğine destek veriyor.
O zaman için çok farklı bir sistem ve Hellenistik
zamanda biraz anormal ama bulduklarımız, Pergamon’un
tüm Avrupa ve dünya şehir planlaması tarihinde çok
ileri bir örnek olduğunu gösteriyor.”
-”Çok güzel mühendislik örnekleri”
Pirson, yağmur suyu ve atık suyun kentten
tahliyesi için kentteki su kanal sisteminin çok
akıllıca yapıldığını ifade ederek, “Eğer öyle sistem
kurulmasa, binaların temel terasları yıkılabilirmiş.
Örneğin batı yamacında çok enteresan kanallar
bulduk, bazı kanallar 70 metre tepenin derinliğinden
geliyor. Bunlar, antik zaman için çok güzel
mühendislik örnekleri” diye konuştu.
Bergama’nın, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası Listesi’ne
alınmasını da değerlendiren Pirson, “Tüm Bergama’da,
restorasyonlar devam ediyor. Ayrıca bakım projeleri
var. Hep birlikte Pergamon’u korumak için
çalışıyoruz. Bergama’nın UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne alınması dolayısıyla çok mutluyuz.
Bergama için büyük bir şans” ifadelerini kullandı.
Bergama Müze Müdür Vekili Nilgün Ustura ise
Akropol Ören yeri ile dönemin en büyük sağlık yurdu
Asklepion’da iki yıl önce başlanan çevre düzenleme
çalışmalarında, sona gelindiğini belirtti.
Bergama’nın, “Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı”
dosyasıyla UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdiğine
işaret eden Ustura, “SİT alanları ve ören
yerlerindeki tüm çalışmalar, uluslararası
standartlarda olmak zorunda. Bu sorumluluğu yerine
getirmeye çalışacağız” dedi.
haberler.com, Haber: Emre Umurbilir, 03.09.2014
|
"KİBİRYATİS ARAŞTIRMALARI YERLEŞİM TARİHİNE IŞIK
TUTACAK"
Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet
Tanır;“Gölhisar ve çevresini (Kibiryatis) kapsayan
yüzey araştırma çalışmaları yerleşim tarihine
yönelik yeni bilgiler ortaya çıkaracak“ dedi.
Geçen yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığımız
onayıyla İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüz
kontrolünde Prof.Dr. Thomas Corsten başkanlığında
Tefenni bölgesi Çaylı Büyükkeklik Tepesi, Salda Gölü
Kayadibi, Söğüt Ambarcık Yazır bölgesi, Bubon
bölgesi, Uylupınar bölgesi ve Bayır Söğütte yüzey
araştırmaları yapılmıştı. Yapılan araştırmalarda
yeni tümülüsler, yerleşim yerleri, nekropol, kaya
kabartmaları, kale kalıntısı, antik mermer parçaları
bulunmuştu. 2013 yılında Tefenni, Karamanlı, Kemer
ve Yeşilova'nın yüksek yerleşimlerine
yoğunlaşılmıştı.
Bu yıl yapılan araştırma Kibiryatis'in MÖ 700'den
MS 600'e kadar olan yerleşim tarihini açıklığa
kavuşturmayı amaçlamaktadır. Harita ve planlar için
GPS cihazıyla alan ölçümleri yapılacaktır. 2012 ve
2013 yılında keşfedilen, çok sayıda pres ağırlığı ve
demir işçiliğine işaret eden kanıtlara sahip
yerleşim yerleri özellikle Karamanlı Barajındaki ve
Yusufça yakınındaki alan oldukça önem taşımaktadır.
Arkeolojik kalıntıların ve yazıtlardan gelen
kanıtların birleştirilmesiyle Kibiryatis'te olduğu
bilinen geniş toprak mülkiyetinin gelişiminin ve
Roma Dönemi'nden Geç Antik dönemlere kadar gelen
süreçteki değişimlerin ve değişikliklerin taslağı
çıkarılacaktır.
Yusufça Villa Cloudii, Yusufça yaylasındaki
yerleşimler, Karamanlı/ Sazak'taki Villa Calpurnii
Karamanlı barajındaki yerleşim, Kramusa'daki ve
Çaltepedeki çiftlikler ve Kozluca yakınındaki
Gavurörendeki yerleşimlerin detaylı planları GPS
total sattion ile alınacaktır.
Araştırma ekibi, tarihçi, epigraf, arkeolog, arazi
ölçüm memuru ve öğrencilerden olmak üzere 13 kişiden
oluşmaktadır. Fransa'da Universitat Wien hocası olan
Prof.Dr. Thomas Corsten 20 yıldır Bursa Gemlik,
Mudanya Denizli Leodikya ve Burdur çevresinde
çalışmalarını yürütmektedir. Yüzey araştırması
Kibiyra antik kenti hariç Gölhisar ve çevresini
kapsamaktadır. Bakanlık temsilcisi Gülseren Boz
çalışmaları takip edecektir. Yüzey araştırması ve
satampaj çalışmaları 4 hafta sürecektir.
Turizm Haberleri, 03.09.2014
|
1600 YILLIK TEDAVİ
MERKEZİNE RESTORASYON

Pamukkale'nin kırmızı
suyuyla ünlü Karahayıt Mahallesi'nde geçen yıl
Denizli Müze Müdürlüğü arkeologlarının bulduğu
termal tedavi merkezi restorasyona alındı. Anadolu
topraklarında ilk kez karşılaşılan ve termal suyla
tedavi amacıyla inşa edildiği tespit edilen yapının
büyük bölümü ayağa kaldırıldı.
Denizli Kültür ve Turizm
Müdürü Mehmet Korkmaz, yapının milattan sonra 3 ya
da 4'ncü yıla ait olduğunu ve tamamen tedavi
maksatlı olduğunu söyledi. Korkmaz, "Kazı
çalışmalarında toplam 4 havuz ve yıkanma yerleri
ortaya çıkarıldı. MS 4. ve 5. yüzyıla tarihlenen
yapının yuvarlak planlı olan orta mekanında sağlık
amaçlı kullanılan havuz ortaya çıkarıldı. Basamaklı
olan havuzun yüzme amaçlı değil, tedavi amaçlı
kullanıldığı belirlendi" dedi.
MERKEZİ SİSTEM ISITMA
Binada o dönem ender
rastlanan merkezi ısıtma maksatlı hipokaust sistemi
bulunduğunu da kaydeden Korkmaz, "Bu sistem bir
yapının zeminine inşa edilen bir fırınla işliyordu.
Fırının ürettiği sıcak hava sütunlardan oluşmuş
'hipokaust' adlı kanallardan geçiyor ve buradan da
bir bacayla evin duvarlarına veriliyordu. Genel
olarak halka açık hamamların ısıtılmasında
kullanılsa da soğuk aylarda evlerin ısıtılmasında da
kullanılmıştır" diye konuştu.
Karahayıt'ın geçmişten
bu yana tedavi merkezi olarak kullanıldığının kanıtı
niteliğindeki binanın restorasyonunun bu yıl içinde
tamamlanacağını belirten Korkmaz, "Anadolu
topraklarında ender bulunan ve günümüzde halen devam
eden Karahayıt bölgemizin 4 - 5. Yüzyıl'dan bu yana
sağlık amaçlı kullanılan bir turizm merkezi olduğu,
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Müze arkeologları
tarafından bu yaptığımız çalışmalarda elde edilen
bilgi ve belgelerle ortaya çıktı" dedi.
Bursa'da Bugün,
03.09.2014
|
BLAUNDUS ANTİK KENTİNİ MUTLAKA GÖRMELİSİNİZ
Büyük
İskender’in Anadolu Seferleri’nden sonra
Makedonya’dan gelenler tarafından kurulan ve bugün
Uşak'ın Ulubey İlçesi Sülümenli Köyü sınırları
içerisinde yer alan Blaundus antik kenti fotoğraf
tutkunlarının geceleri yıldız pozlama tekniğini
kullanarak çalıştıkları bölgelerden birisi haline
geldi.


Derin vadilerle çevrili bir yarımada üzerinde yer
alan antik kentin kalıntıları arasında Kutup Yıldızı
merkezli yapılan yıldız pozlama fotoğrafları ilgi
görüyor.



Milliyet, 03.09.2014
|
HARRAN'DA BİN 400 YILLIK HAMAM KALINTILARI BULUNDU

Dünyanın en eski yerleşim yerleri arasında
bulunan Harran Örenyeri’ndeki kazı çalışmalarında
bin 400 yıllık hamam kalıntılarına rastlandı.
Milattan önce 6000′li yıllardan günümüze kadar
kesintisiz yerleşim yeri olma özelliğine sahip Ören
yerinde kazı çalışmaları sürüyor. Tarih boyunca
okul, tapınak, cami, sur ve medreseleriyle öne çıkan
Ören yerindeki kazılarda bu yıl önemli bulgulara
ulaşılması planlanıyor. Asur ve Emevilere bir dönem
başkentlik yaptığı bilinen antik kentin birçok
yerindeki tarihi eserleri ayağa kaldırma amacıyla
yürütülen arkeolojik kazılarda, 3 kat ve 150 odadan
oluşan kale surlarının içi temizlendi. Roma dönemine
ait sütun tamburları ve başlıklarının bulunduğu
Harran Örenyeri’ndeki kazılarda, 14 adet olduğu
rivayet edilen hamamlardan birinin izine rastlandı.
Harran Örenyeri Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Önal,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl tarihe ışık
tutacak pek çok kalıntıya ait izleri gün yüzüne
çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. Geçen yıl ortaya
çıkan büyük yazıtın hemen yanı başında su kuyusuna
rastladıklarını belirten Önal, bu tür bulguların
kazı çalışmalarında hamamları işaret ettiğini ifade
etti.
Önal, küçük kalıntıların hamam izlerini
belirginleştirdiğine işaret etti.
O dönem bölgeye Eyyübilerin hakim olduğunu
anlatan Önal, şöyle konuştu:
“Duvarların sıvalı olması ve hemen yanı başında
su kuyularının ortaya çıkarılması nedeniyle
kalıntının büyük ihtimale hamama ait olduğunu
değerlendiriyoruz. Burası büyük ihtimal caminin
temizliğiyle ilgili bir hamam. Abdest alma yerleri
buradaki çalışmaların devamında meydana çıkacak.
Hamamın yaklaşık 1400 yıllık olduğu tahmin
ediliyor.”
Önal, hamam kalıntılarının yakın bir bölümünde
ayrı kazı çalışması yürüttüklerini anımsattı.
Burada da küçük şekilli oda ve ona bağlı kiler
izlerine rastladıklarının altını çizen Önal, “Söz
konusu alandaki kalıntıların da Harran Okulları’na
ait olabileceğini tahmin ediyoruz” diye konuştu.
haberler.com, 03.09.2014
|
TARİHİ DOKUZ GÖZ KÖPRÜSÜ AYAĞA KALDIRILACAK
Kütahya`nın Simav İlçesi`ndeki tarihi Dokuzgöz Köprüsü`nün, Karayolları 14. Bursa Bölge Müdürlüğü ekiplerince yapılan ihalenin ardından onarımına başlandı.
15. yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edildiği tahmin edilen 41.5 metre uzunluğundaki tarihi Dokuzgöz Köprüsü`nün onarımının 300 günde tamamlanacağı bildirildi. Karayolları 14. Bursa Bölge Müdürlüğü`nde görevli Mimar Çiğdem Uzun, "2014 yatırım planında olan tarihi Dokuzgöz Köprüsü`nün onarımını ihale ettik. 300 gün gibi kısa bir sürede tamamlanacak olan köprünün etrafı da mesire alanı olarak dizayn edip, Simav halkının hizmetine sunacağız" dedi.
Haber 48, 03.09.2014
|

|
OLİMPOS ANTİK KENTİ KAZILARI DEVAM EDİYOR

Antalya’nın Kumluca
İlçesi'nde bulunan Olimpos antik kentinde bu yılki kazılarda genel onarım ve
piskoposluk sarayı içinde kazı ve projelendirme
çalışmalarının yürütüldüğü belirtildi.
Kumluca’ya bağlı Yazır Mahallesi’ndeki Olimpos antik
kenti 2014 yılı yaz dönemi kazı çalışmaları
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Yelda Olcay
Uçkan başkanlığında yürütülüyor.

Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin
Çetinkaya,
Ak Parti ilçe Başkanı Arif Yavuzer ve belediye
meclis üyesi Halil Karataş ile birlikte Olimpos
antik kentini ziyaret ederek, kazı çalışmalarını
ile ilgili olarak Prof.Dr. Yelda Olcay Uçkan’dan
bilgi aldı.
Olimpos antik kentinde bu yılki kazılarda genel
onarım, piskoposluk sarayı içinde kazı ve
projelendirme çalışmaları yaptıklarını ifade eden
Prof.Dr. Uçkan, çalışmaların planlandığı gibi devam
ettiğini söyledi.
Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya da
Olimpos’un tarih, turizm ve yaşanmış kültür olarak
Kumluca için çok önemli olduğunu, bundan dolayı
Olimpos’a ve antik kent kazılarına ayıca önem
verdiklerini söyledi.
Milliyet, 03.09.2014
|
İMZALAR ATILDI, GERÇEK MİRO'LAR YOLA ÇIKTI
20. yüzyılın büyük ressamı Joan Miro'nun torunu Joan
Punuet Miro, 23 Eylül'de Sabancı Müzesi'nde açılacak
Miro sergisi için gerekli izin belgelerini imzaladı
ve ünlü ressamın orijinal eserleri İstanbul'a doğru
yola çıktı.

İspanya’nın Mallorca Adası’nda bulunan Juan Miro
Vakfı,
Türkiye sergisi için eserleri paketleyip
gönderdi. Bu sabah başlayan işlemler, öğlen
saatlerinde tamamlandı ve orijinal Miro tabloları
sanatçının torunu Joan Punuet Miro’nun izin
belgelerini imzalamasının ardından Istanbul’a doğru
yola çıktı.
Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında etkili olan
büyük Katalan sanatçı Joan Miró’nun olgunluk
dönemine odaklanacak ‘Joan Miro: Kadınlar, Kuşlar,
Yıldızlar’ başlıklı kapsamlı Joan Miro sergisi 23
Eylül ’de S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM)
açılacak. Sabancı Holding sponsorluğu ile
düzenlenecek sergi, Barselona’daki Joan Miró Vakfı,
Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miró ve
yine Mallorca’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı
işbirliğiyle gerçekleştirilecek ve 23 Eylül 2014 - 1
Şubat 2015 tarihleri arasında görülebilecek. Akdeniz
coğrafyası ve insanına dair gözlemlerinden ilham
alan Miró’nun,
kadın , kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan
sergi, resim, baskı, heykel ve seramiklerin
bulunduğu zengin bir seçkiyle sanatçının sembolik
dilini anlama olanağı sunacak. Miró’yla
İstanbul ‘da buluşacak olan sanatseverler,
sanatçının Akdeniz kültüründen aldığı enerjinin
farklı formlardaki izdüşümlerine tanık olacaklar.

Sergiyle ilgili bilgi veren SSM müdürü Dr. Nazan
Ölçer, “Sergi, kariyerinin erken döneminde
sürrealizme yakın duran Miró’nun sanata ve hayata
dair bakış açısını ve resimlerinin ayırt edici
özelliğini sanatseverlerle buluşturmayı amaçlıyor.
Bize göre müze, sanatçıyı, onun eserlerini ve
çevresini her yönüyle değerlendirerek, geniş
kapsamlı bir bakış açısı sağlayan kurumdur. Esasen,
bir müzeyi, galerilerden ve sanat fuarlarından
ayıran en önemli özellik de budur. ‘Joan Miró.
Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar’ isimli sergi, ‘Müze,
sergi ve sanat fuarı nedir, nasıl olmalıdır’ gibi
konuları tartışabileceğimiz bir fırsat sunacak.
Böylece sergi, son yıllarda İstanbul sanat
çevrelerini de içine alarak yaşadığımız bazı kavram
karmaşasına yol açan deneyimlerin daha iyi
irdelenmesine yardımcı olacak” dedi.

Geçen yıl İstanbul’da açılan bir Miro sergisi,
bizzat Miro Vakfı’nın girişimleriyle eserler sahte
olduğu gerekçesiyle kapatılmıştı. İstanbul’da daha
önce Pera Müzesi’nde de bir Miro sergisi açılmıştı.
Radikal, 03.09.2014
|
NEANDERTALLER SANATÇIYDI!
Cebelitarık'ta bir mağarada Neandertal dönemde
üretilen 'sanat eserleri'ne rastlandı. Dolomit
taşına kazınan eser, şaşkınlık yarattı.

Neandertaller ile ilgili bildiklerini değiştirme
zamanı geldi.
Avrupa ’nın güneyinde Cebelitarık’ta bir
mağaranın duvarlarına kazınan geometrik desenler,
neandertallerin sanatsal yönünü tartışmaya açtı. BBC
Türkçe’nin haberine göre Cebelitarık’ta, mağarada
bulunan geometrik desen, el değmemiş kaya tabakaları
arasından Neandertal döneme ait aletlerle beraber
gün ışığına çıkarıldı. Uluslararası bir araştırmacı
ekip tarafından ulaşılan bulgular PNAS isimli
dergide yayımlandı.
Haberde özetle şöyle denildi:
ÖLÜLERİNİ GÖMÜYOR, VÜCUTLARINI BOYUYOR VE
MUHTEMELEN FLÜT ÇALIYORLARDI

Neandertallerin entelektüel yeteneklerinin
küçümsenmiş olabileceğine dair şu anda çok sayıda
kanıt var. Son zamanlarda edinilen bulgular,
Neandertallerin ölülerini gömdüğünü, kendilerini
tüylerle süslediklerini, vücutlarını kırmızı ve
siyaha boyadıklarını ve daha önce tahmin edilenden
çok daha zengin bir beslenme biçimine sahip
olduklarını ortaya koydu.
Daha önce de Fransa’nın ortalarında mücevherat
olabileceği düşünülen parçalar bulunmuş, hatta
Slovenya’da Divje Babe’de bulunan kemikten yapılma
bir flütün erken dönem bir Neandertal müzik aleti
olabileceği iddia edilmişti.
Daha önce de bir takım mağaralarda ‘soyut düşünce’
eseri oldukları düşünülen bazı izlere rastlanmıştı.
Ancak bunlar tartışmalıydı. Son olarak Gorham
mağarasının duvarlarında bulunan izler ise ‘et
keserken kazara oluşamayacak’ biçimde düzenli.
DOLOMİT ÇOK SERT BİR KAYA

Araştırma ekibi desenlerin nasıl yapıldığını anlamak
için mağaradakine benzer dolomit kayaları üzerine
farklı aletler ve oyma biçimleri kullanılarak
oluklar açıldı. Bordeaux’daki Fransız Bilimsel
Araştırmalar Merkezi’nin (CNRS) direktörü Francesco
d’Errico “Dolomit çok sert bir kayadır, dolayısıyla
olukları oluşturmak büyük enerji gerektirir” diyor.
Arkeoloğa göre tüm desen bir taş kesme aletiyle
yapılan 200-300 vuruşu gerektiriyor ve en az bir
saat zaman alıyor. “Eğer deseni tek seferde
yaptıysanız elinizin incinme ihtimali çok yüksek”
diyor.
YOKSA BİR HARİTA MI?
Ekipten Clive Finlayson ise bulgular üzerine
spekülasyon yapmaktan hoşlanmadıklarını söylüyor
ancak diyor ki desen mağarada bir kesişme noktasında
bulunuyor, tıpkı bir kavşak gibi. “Spekülasyon
yapıyorum ama desen size bunun bir harita olup
olmadığını, şu anda bulunduğunuz yeri gösterip
göstermediğini merak ettiriyor” diyor.
Deseni ilk fark eden ise 2012 yılının Temmuz ayında
El Puerto Santa Maria Arkeoloji Müzesi’nin kartal
gözlü yöneticisi Francisco Giles Pacheco olmuş.
Araştırmacılar deseni yapan kişin solak olup
olmadığını, deseni çizerken hangi noktada durduğunu
anlamak için de bir takım araştırmalar yaptıklarını
ancak şu anda bu bulguları açıklamayı
düşünmediklerini söylüyor.
Radikal, 03.09.2014
|
HÜSEYİN AVNİ PAŞA KÖŞKÜ YANGININA TAKİPSİZLİK KARARI
ş adamı Mehmet Cengiz'e ait Hüseyin Avni Paşa
Köşkü'nde çıkan yangına ilişkin köşk bekçisine
başlatılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi.
Savcılık karara, itfaiyenin 'yangının kasten
çıkarıldığına dair dosyada yeterli delil yok'
raporunu gösterdi.

Hüseyin Avni Paşa Korusu'nda bulunan Hüseyin Avni
Paşa Köşkü'nde geçtiğimiz Haziran ayında çıkan
yangına ilişkin köşk bekçisi hakkında başlatılan
soruşturmada takipsizlik kararı verildi.
‘YANGININ ÇIKIŞ SEBEBİ BELİRLENEMEDİ’
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
köşkün bekçisi Şevket Cengiz hakkında "Taksirle
yangına neden olma" suçlamasıyla başlatılan köşk
yangınına ilişkin
soruşturma tamamlandı. Savcılık tarafından
verilen takipsizlik kararında, Üsküdar'daki
Sultantepe Mahallesi Münir Ertegün Sokak'ta Hüseyin
Avni Paşa isimli Cengiz İnşaat adlı firmaya ait
köşkün çatı kısmında çıkan yangın nedeniyle köşkün
yandığı ifade edildi. Yangına ilişkin alınan itfaiye
raporuna da yer verilen takipsizlik kararında,
rapora göre yangının çıkış sebebinin belirlenemediği
belirtildi.
‘KUNDAKLAMAYA DAİR DELİL YOK’
Yangın sonucunda küle dönen köşkte yangının kasten
çıkarıldığına dair dosyada yeterli delil de
bulmadığını kaydeden savcılık, şüpheli bekçi Şevket
Cengiz'in söz konusu olayda kusurunun olmadığını
belirtti. Böylelikle yangına ilişkin başlatılan ve
köşk bekçisi Şevket Cengiz'in şüpheli olduğu
soruşturma dosyasında takipsizlik kararı verilmiş
oldu.
NASIL OLMUŞTU?
Geçtiğimiz haziran ayında Üsküdar'daki Hüseyin Avni
Paşa Korusu'nda bulunan Hüseyin Avni Paşa Köşkü'nde
saat 16.30 sıralarında yangın çıktı. Görgü
tanıklarının verdiği bilgiye göre çatıda başlayan
yangın ahşap olan köşkte hızlıca yayıldı. İhbar
üzerine olay yerine çok sayıda itfaiye ekibi sevk
edildi. İtfaiye ekiplerinin müdahalesine rağmen köşk
kısa sürede küle dönüştü. Alevler koru içindeki
ağaçlara da sıçradı. Küle dönen köşkün içindeki
ahşapların bir kısmı yangın nedeniyle yıkıldı. Köşkü
tamamen söndürmek için havadan helikopterle de
müdahale edildi.
MEHMET CENGİZ'E AİT KÖŞK
Öte yandan yangınla beraber köşk ve içinde 3 bine
yakın ağaç bulanan korunun 17 Aralık Yolsuzluk
soruşturmasında ifadesine başvurulan işadamı Mehmet
Cengiz'e ait olduğu öğrenilmişti. Geçtiğimiz Mart
ayında 81 bin 511 metrekarelik ormanlık arazinin 0
bedelle satıldığı
iddia edilmişti. Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş.
avukatı aracılığıyla açıklama yaparak Hüseyin Avni
Paşa Korusu olarak anılan gayrimenkulu ihalede en
yüksek teklifi vererek 31 milyon 690 bin 132 TL
bedelle satın alındığını açıklamıştı.
Radikal, Haber: Arzu Kaya, 03.09.2014
|

|
İSPANYA, KOLOMBİYA'NIN 691 YAPITINI İADE ETTİ
İspanya, 11 yıl önce düzenlenen bir operasyon sırasında polis tarafından bulunan 691 sanat eserini Kolombiya’ya iade etti.
Eserler, uyuşturucu çetesi için para aklayan bir adam tarafından kaçak yolla ülkeye sokulmuştu.
Kolombiyalı yerlilerin yaptığı, çoğunluğu seramik olan ve bir kısmının geçmişi MÖ 1400’e dayanan yapıtlar konusunda iki ülke arasında uzun süren hukuk mücadelesi yaşandı. Mahkeme, İspanya’da tutuldukları süre boyunca başkent Madrid’deki Amerika Müzesi’nde sergilenen eserlerin Kolombiya’ya iade edilmesini kararlaştırdı. Kolombiyalı yetkililere teslim edilen ve başkent Bogota’ya götürülen yapıtlar Kolombiya Dışişleri Bakanlığı’nda sergileniyor.
Habertürk, 03.09.2014
|
EMEK SİNEMASI'NI ÖNCE YIKTILAR SONRA VAKIF KURDULAR
Mayıs 2013’te iş makineleriyle tamamen yıkan buna
karşın “Emek’i yıkmıyoruz, taşıyoruz” diyen
“yenileme” projesi sahipleri Emek Sineması için
vakıf kurdu! Emek Sineması ve çevresinde Kamer
İnşaat tarafından sürdürülen “yenileme” projesi
inşaatı ise kamuoyu tepkilerine karşın devam ediyor.

Mayıs 2013’te iş makineleriyle tamamen yıkan buna
karşın “Emek’i yıkmıyoruz, taşıyoruz” diyen
“yenileme” projesi sahipleri Emek Sineması için
vakıf kurdu!
Sinan Çetin'in oğlundan şoke eden sözler
Emek Sineması ve çevresinde Kamer İnşaat tarafından
sürdürülen “yenileme” projesi inşaatı ise kamuoyu
tepkilerine karşın devam ediyor.
İstanbul’da “Emek Sanat ve Kültür Vakfı” (ESKV)
adıyla kurulan vakıfın yönetim kurulunda Ahmet
Akbalık, Dursun Ali Alp, Mehmet Saat, Osman Ağca,
Levent Eyüboğlu, Alper Işıkal ile Sabahaddin Özkan
yer alıyor.
Vakfın amacı ise şu sözlerle özetleniyor:
“Ulusal ve uluslararası alanda kültür ve sanat
üretiminin, özellikle sinema ve sahne sanatı
üretiminin önde gelen örneklerini, yeni girişim ve
fikirleri takip etmek, böylece Türkiye’deki
geleneksel sanatları ve özellikle sinema ve sahne
sanatlarını geliştirmek ve zenginleştirmek,
uluslararası standartlara kavuşturmak, bu sayede
evrensel düzeyde üretimlere imza atmak, aynı zamanda
Türkiye’nin geleneksel sanatlarını özellikle sinema
ve sahne sanatında üretimlerini ve kültürel
zenginliğini dünyaya tanıtmak ve örnek olmak; Kültür
ve sanat severlerinin sayısını artırmak onları
bilinçlendirmek, bu alanda sosyal etkinlikler
seminerler, paneller düzenlemek, evrensel ölçütlerde
kültür ve sanat politikası oluşturmak, değişim ve
yeniliklerin getirdiği diğer katkıları sağlamak.”
‘675 koltuklu performans sanatları merkezi’
Vakfın Genel Müdürü olarak seçilen eski DOB Genel
Müdürü Remzi Buharalı, Andante müzik dergisine
konuştu. Buhuralı, Emek Sineması’nın 2015 yılı Nisan
ayından itibaren 675 koltuklu bir performans
sanatları merkezine dönüştürüleceğini söylüyor.
Buharalı, “Film gösterimlerine devam edilecek olan
Emek Sineması dahil olmak üzere, kompleksteki 11
sinema salonundaki tüm etkinliklerden elde edilecek
gelir ESKV’ye devredilecek. Tarihi sinema salonunun
tüm orijinal süslemeleri olduğu gibi korunacak ve
sanatsal performanslar için gerekli olan akustik
düzenlemelerin titizlikle hayata geçirilecek” diyor.
Mimarlar Odası ile eylemciler sürekli olarak Emek
Sineması’nı da içeren yapı kompleksinin, sunulduğu
şekliyle bir kültür kompleksi olmadığı, projenin
ticaret ve eğlence merkezi olarak tasarlandığını
sürekli olarak vurguluyorlar.
Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 03.09.2014
|
KADIKÖY BELEDİYE BAŞKANI'NDAN HAYDARPAŞA AÇIKLAMASI

Uzun zamandır tartışmalara
neden olan, otel ya da AVM'ye dönüştürüleceği
yönündeki iddialar adeta bir şehir efsanesi
haline gelen Haydarpaşa Garı hakkındaki gerçeği
Kadıköy Belediye Başkanı açıkladı: "Planlarda
Gar için belirlenen ise ’Kültürel Tesis, Turizm
ve Konaklama Alanı’ olarak ifade edilmiştir."
KadıköyY Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu,
Haydarpaşa Gar projesi ve gelinen süreçle ilgili
düzenlediği basın toplantısında, belediyeye
restorasyon projesi için ruhsat başvurusu
yapıldığını belirterek, "Bu planlarda Gar için
belirlenen tanım ise ’Kültürel Tesis, Turizm ve
Konaklama Alanı’ olarak ifade edilmiştir. Yani
Haydarpaşa Garı’nın otele dönüştürülmesi fiili
olarak kayıtlara geçmiştir. Bu plana gerek
Kadıköy Belediyesi gerekse Haydarpaşa
Dayanışması ve binlerce vatandaşımız tarafından
yapılan itirazlarda dile getirilen talep şudur;
Haydarpaşa, asli işlevi olan
İstanbul kentinin tren garı olarak
kullanılmalıdır" dedi.
Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, Koruma
Kurulu ve TCDD’den gelen Haydarpaşa Garı Projesi ile
ilgili olarak belediyede basın toplantısı düzenledi.
Ortak yeni bir projenin bulunmadığı ifade eden
Nuhoğlu, "Yapılan planlamada, sadece tarihi
Haydarpaşa Garı değil, çevresindeki yaklaşık 1
milyon metrekarelik arazi ile ilgili 2012 yılında
Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan
Haydarpaşa Gar, Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma
Planı ve Harem Bölgesi Haydarpaşa Limanına ilişkin
iki plan yapıldığı görülmektedir. Bu planlarda Gar
için belirlenen tanım ise ’Kültürel Tesis, Turizm ve
Konaklama Alanı’ olarak ifade edilmiştir. Yani
Haydarpaşa Garı’nın otele dönüştürülmesi fiili
olarak kayıtlara geçmiştir. Bu plana gerek Kadıköy
Belediyesi gerekse Haydarpaşa Dayanışması ve
binlerce vatandaşımız tarafından yapılan itirazlarda
dile getirilen talep şudur; Haydarpaşa, asli işlevi
olan İstanbul kentinin tren garı olarak
kullanılmalıdır. Çevresindeki alanlar da sermayeye
ve ticarete peşkeş çekilmemeli, halkın doğrudan
kullanımına yönelik, İstanbul’un ihtiyaç duyduğu,
toplumun beklentilerine dönük yeşil ve sosyal
alanlar olarak kullanılmalıdır. Zira endüstriyel bir
miras olan Haydarpaşa Garı, kent siluetinin kuvvetli
bir imgesel değeri niteliğindedir. Tarihi Bağdat
Demiryolu’nun başlangıç noktası olan Gar, kent
belleğine katkı sağlayacak ve sürekli canlı tutacak
biçimde korunmalıdır. Dahası bugün Haydarpaşa Garı,
bu bölge için planlanan projelerde büyük resmin
sadece bir parçasıdır. İstanbul’un adeta kalbi
olarak nitelendirebileceğimiz, henüz rant yağmasına
uğramamış bu bölgenin kimi gayrimenkul fuarlarında
uluslararası sermayeye tanıtıldığı kamuoyunun
malumudur."
DAVALARDAN BİRİNDE PLANIN BİR BÖLÜMÜ İPTAL
EDİLDİ
Geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek’in söz konusu 102 dönümlük
arazinin "imar çalışmaları sonrasında" özelleştirme
programına alındığını belirten Nuhoğlu, iktidarın ve
Büyükşehir Belediyesi’nin ısrarının sürdüğünü
söyleyerek, "Kadıköy Belediyesi olarak İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin 2012 tarihli Haydarpaşa
Garı’nı otele dönüştüren, çevresindeki 1 milyon
metrekarelik bölgeyi ise ticaret ve turizm alanı
olarak gösteren planına karşı 6. İdare Mahkemesi’nde
iptal davası açıldığını, keza 13 Aralık 2013’te söz
konusu planda TCDD alanının çevresindeki "Ticaret
Alanı" olarak belirlenen bölgelerin zemininde de
otopark yapılmasına ilişkin plan notuna ayrıca dava
açıldığını kaydeden Nuhoğlu, nihayetinde 28 Mayıs
2014 tarihinde açılan davalardan birinde planın bir
bölümünün iptal edildiğini kaydetti.
MİLYAR DOLARLA İFADE EDİLEN RANT BÖLGESİNİN
GÖZDEN IRAK KALMASI AMAÇLANMIŞTIR
2010 yılında çıkan yangından itibaren Haydarpaşa
Garı’nın adeta kendi kaderine terk edildiğini
söyleyen Nuhoğlu, "Yanan çatının onarımı yapılmamış,
sonrasında da tarihi Gar tren istasyonu kimliğini
yitirerek, İstanbul halkından kaçırılmış, adeta
yalnızlaştırılarak unutturulmak istenmiştir. Böylece
milyar dolarla ifade edilen rant bölgesinin gözden
ırak kalması amaçlanmıştır. İstanbullunun tarihi ve
kültür mirası yok sayılmak istenmiş, dünyanın bütün
büyük metropollerinde olagelen Gar anlayışı
İstanbul’un Anadolu yakasına kapatılmıştır. Ancak
gerek Kadıköy Belediyesi’nin kent yaşamına ve
kültürüne sahip çıkan tavrı gerekse İstanbulluların
ve Haydarpaşa Dayanışması’nın aktif yurttaşlık ile
kamusal alanlar konusundaki duyarlılığı ile bu oyun
bozulmuştur. Tarihi Haydarpaşa Garı’nın gar olarak
kalmasına ilişkin istek ve irade sonunda başarılı
olmuş ve TCDD tarafından belediyemize yapılan 14
Ağustos tarihli başvuru ile 5 No’lu Koruma Kurulu
tarafından onaylanan röleve çalışmalarına başlanması
için imar durumu talebinde bulunulmuştur. Başvuru
sonucu ve basına yansıyan
haberler, Haydarpaşa Garı’nın tarihi misyonuna
yeniden geri döneceğini, hızlı tren istasyonu olarak
kullanılacağını göstermektedir. Haydarpaşa Garı’nın
aradan geçen neredeyse 5 yıldan sonra yeniden tarihi
işlevine uygun biçimde kullanılması kararı
sevindiricidir." dedi.
BELEDİYEMİZİN DEĞİL, İSTANBULLULARIN
ÖĞRENMESİ GEREKEN BİR HAKTIR
Gar için planlanan sergi salonları, kafeterya,
tarihi Gar’ın çatısının kullanıma açılması
düzenlemeler için Kadıköy Belediyesi’ne bir başvuru
yapıldığını belirten Nuhoğlu, "Ancak bir kez daha
bölgeyi rant için kullanacakların tuzağına düşmeden
sorulması gereken son derece önemli sorularımızın
hala yanıtını alamadığımız anlaşılmaktadır. Gar
çevresindeki 1 milyon metrekarelik arazi ile ilgili
siyasi otorite ve büyük şehir belediyesi ne
planlamaktadır? Bu projeler niçin İstanbul halkıyla
paylaşılmamakta ve onların görüşleri
sorulmamaktadır? Geçmişte üretilecek bir geminin
tipinin bile İstanbul halkına sorulduğu dikkate
alınırsa, 5 milyar dolarlık rant yaratan, özelde
Kadıköy ve Üsküdar’da yaşayanları genelde ise bütün
İstanbul ve Türkiye’yi ilgilendiren böylesi devasa
bir arazide için ne düşünülmektedir? Niçin
Üsküdar-Kadıköy halkından, yani kamudan bu alanların
tüm tarihi dokusunun değişeceği gerçeği
gizlenmektedir? Tarihi Gar’ın istasyon olması
yeterli değildir. Bu kararın zaten çok önceden
alınması gerekirdi. Bu tutumu, kamuoyunun ağzına bir
parmak bal çalınmasından ibaret bir anlayış olarak
görmekteyiz. Zira Haydarpaşa Garı ve çevresindeki
bütün alanların halkın ihtiyaç, beklenti ve kamusal
kullanımına açılacak biçimde yeniden düşünülmesi
için çaba göstermeliyiz. Kentin hava koridorlarından
biri olan bu bölgenin her metrekaresinin gelecekte
ne olacağı sadece belediyemizin değil,
İstanbulluların öğrenmesi gereken bir haktır."
YENİ BİR YAPILAŞMA İÇERDİĞİ VE STATİK SİSTEM
ÇÖZÜMÜ GEREKTİRDİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR
Nuhoğlu, Kadıköy Beldiyesi’ne Devlet Demiryolları
İşletmesi Genel Müdürlüğü’nden gelen yazıda
"Haydarpaşa Gar Binası" ve müştemilatı olan "5 nolu
Eski Liman ve Gümrük Binası"nın rölöve, restitüsyon,
restorasyon projelerinin 5 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
onaylandığı belirtilerek "Yapı Ruhsatı" düzenlenmesi
talep edildiğini belirterek, "Ancak; kurul
tarafından tasdiklenen restorasyon projeleri,
restorasyon müdahale paftaları incelendiğinde, çatı
arası döşemesinin çelik sistemle yükseltilerek
gabarinin (binanın yüksekliği) değiştirildiği ve
çatıya gelen yük sebebiyle statik sistemin yeniden
hesaplanması gerektiği, daha önce fonksiyonu olmayan
çatı arasına sergi salonu, kafeterya, konferans
salonu fonksiyonu verilerek statik yük hesabının
değiştirildiği, yangın merdiveninin çatıya
çıkarılarak bu alanda döşemenin kesildiği, yeni
asansör ilavesi yapılarak döşemelerin her katta
açılarak statik sistemin bu bölümde değiştirildiği,
iç avluda şeffaf asansör ve bağlantı köprüsü ile
çatı arasına kadar yeni ilave yapılaşma olduğu,
avlunun üzerini tamamen kapatan bir çatı örtüsü ile
binanın bu cephesinde, görünüşün tamamen
değiştirildiğini, bu örtünün çözümü itibariyle yeni
bir yapılaşma içerdiği ve statik sistem çözümü
gerektirdiği görülmektedir." dedi.
PROJESİNE ONAY VERMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR
Bu planların, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki
Hizmetler Müdürlüğü "I. Grup Tescilli tarihi yapının
planlama ile kontur (binanın kapladığı alan) ve
gabarisi (bina yüksekliği) değişmeme" şartı ile
verdiği olumlu görüş yazısına uygun olmadığını
belirten Nuhoğlu, "Söz konusu düzenleme ile binanın
yüksekliği ve kapladığı alanda ciddi değişiklikler
olacaktır. Öte yandan 1/5000 ölçekli Nazım İmar
Planına belediyemiz ve çeşitli şahıslar tarafından
açılan dava süreçleri de devam etmektedir. İstanbul
2. İdare Mahkemesi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım İmar Planının Fuar Alanı Fonksiyonuna ilişkin
kısmının iptaline karar vermiştir. Ayrıca bu plana
uygun henüz 1/1000 ölçekli uygulama imar planları
yapılmamıştır. Bu nedenle yasal olarak plan
süreçleri tamamlanmayan ve eski eser binaya ilave
yapılaşma getiren bir restorasyon projesine onay
vermemiz mümkün değildir." dedi. Nuhoğlu, Devlet
Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün
Haydarpaşa Gar Binası’nın rölöve, restitüsyon,
restorasyonu ile ilgili ruhsat başvurusunun da
Kadıköy Belediyesi tarafından reddedildiğini
söyledi.
ALIŞVERİŞ MERKEZİ GİBİ YAPILARIN OLMAMASI
GEREKİR
Konuşmasının ardından bir basın mensubunun "Belediye
olarak sizin alternatif bir plan öneriniz varmı?"
şeklindeki soruya Nuhoğlu, "Şu anda bunlarla ilgili
mahkemeler devam ediyor. Bizim önerimiz özellikle
ticari alandan çıkartılması. Daha çok sosyal, kültür
anlamında bir yapılaşmanın ortaya çıkartılarak ona
göre düzenleme yapılması. Bunun dışında alışveriş
merkezi gibi ticarete tamamen dönük yapıların
olmaması gerekiyor." dedi.
Hürriyet, Haber: Taner Yener, 03.09.2014
|
BAZI EMANETLER YÜREĞE SIĞMADI!
‘Bazı emanetler yürekte taşınır’ sloganıyla Fox
TV’de yayına başlayan Emanet dizisinin çekildiği
tarihi Meryem Ana Kilisesi’ni ayakta tutan demir
gergiler kesildi. Kapadokyalılar suç duyurusunda
bulundu; yapım şirketi ise iddiayı yalanlıyor.

Nevşehir'de 1849 yılında inşa edilen Meryem Ana
Kilisesi'nde sütunları birbirine bağlayan,
bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan yapının ayakta
durması için hayati önem taşıyan 2 gergi demir
kesildi. Demirlerin,
fox tv’de başlayan 'Emanet'
dizisi ekibince daha rahat çekim yapabilmek için
kesildiği öne sürülüyor; yapım şirketi iddiayı
yalanlıyor.
Kapadokya’da, 1924’teki mübadelede gönderilen
Rumlardan kalan tarihi kilise, kültür varlığı olarak
tescil edilmesine rağmen restorasyon bir türlü
başlatılmadığı için yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya. Adını duvarlarındaki Hz. Meryem'in ölümünün
(Koimesis) tasvir edildiği mozaiklerden alan kilise,
Rumların gönderilmesinden sonra 1950-1983 yılları
arasında
Nevşehir
cezaevi olarak kullanıldı. 1983 yılında
boşaltılan kilise, 1986 yılında Milli
emlak Müdürlüğü tarafından kültürel
faaliyetlerde kullanılmak şartıyla Nevşehir
Belediyesi'ne tahsis edildi. O günden beri restore
edilmeyen ve kaderine terk edilen kilisede, geçen
haftalarda Fox Tv'de yayınlanacak ‘Emanet’ dizisinin
çekimleri yapıldı. İddialara göre çekim ekibi,
kilise içerisine yerleştirilemeyen kameraları
gerekçe göstererek yapının sütunlarını birbirine
bağlayan iki gergi demirini kesti. Kesilen demirler
kilise içine bırakıldı.

Meryem Ana Kilisesi’ni ayakta
tutan sütunların arasındaki demir gergiler kesildi.

Demir gergilerin dikkatlice
kesildiği görülüyor.
‘Babalarının çiftliği mi?’
Savcılığa suç duyurusunda bulunan Kapadokya Tarih
Kültür Araştırma ve Koruma Derneği Başkanı Mükremin
Tokmak, "Demirlerden ikisi elektriğin olmadığı bir
yerde 'spiral' kullanılarak kesilmiş. Demirlerin
dışarı çıkarılmamış olması hırsızlık ihtimalini
düşürüyor" dedi. Tokmak, dizi çekimleriyle ilgili
ise "Kapadokya'yı babalarının çiftliği gibi
kullanıyorlar. Bu demirlerin kesilmesi durumunda
çatı, çok ağır olduğundan mutlaka çöker. Müze
Müdürlüğü 'Biz karışamayız' diyor. Bakanlık kiliseyi
belediyeye tahsis etmiş ki belediye ise bu bölgede
bulunan 3 bin adet eski Rum evlerini kentsel dönüşüm
adı altında yıktı. Tahribat çok büyük" diye
konuştu.
Kilisenin yapısını iyi bilen Nevşehirli restorasyon
uzmanı mimar Doğan Onur Araz da kilisede kesilen
gergi demirlerinin yapının ayakta durabilmesi için
hayati önem taşıdığını belirtti.
‘Zaten harabe’ymiş!
Dizinin yapımcılığını yürüten Gold Yapım Şirketi
yetkilileri ise iddiaların gerçeği yansıtmadığını
söyledi. Yapım şirketi yetkililerinden Ahsen Tüzün,
ekiplerinin tarihi yapılarda son derece titizlikle
çalıştığını belirterek "Kilisede birkaç kez çekim
yaptık. Zaten oldukça bakımsız ve harabeyi andıran
bir yapı. Tarihi mekanlarda herhangi bir çivi dahi
çakmadan, sanat tarihçileriyle çalışıyoruz. Bizle
ilgili bir durum değil. Zaten savcılıkta da bu yönde
ifade kullandık" diye konuştu.

Dizinin sahnelerinden birinde de demir gerginin yerinde yeller esiyor.
Herkes topu
birbirine attı
Meryem Ana Kilisesi'nin mülkiyeti hazineye ait.
1996 yılında Nevşehir Belediyesi'ne tahsis edilen
kilisede 2003 yılında restorasyon çalışmaları
başladı ancak bugüne kadar kurul onayına sunulmadı.
Tokmak, kurumların topu sürekli birbirlerine
attığını belirterek “Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Müze
Müdürlüğü, yapı hakkında tüm sorumluluğun belediyeye
ait söylüyor. Herkes topu birbirine atıyor" dedi.
Yapı ile ilgili bilgi veren Nevşehir Belediyesi,
çalışmaların kısa zamanda başlayacağını söylese de
içinden çıkılamaz hal alan restorasyon süreci
binanın günden güne çökmesine neden oluyor.
Kilisenin cezaevi olarak kullanıldığı dönemde
yönetmen
Yılmaz Güney, yazar
Kemal Tahir tutuklu kalmıştı. Kilisede daha önce
de
Türkan Şoray ve Hakan Balamir’in oynadığı 1973
yılı yapımı Mahspus filmi çekilmişti.
Milliyet, Haber: Arif Balkan, 03.09.2014
******
MERYEM ANA KİLİSESİ'NDEKİ SKANDAL YARGIYA TAŞINDI
Nevşehir kent merkezinde 1849 yılında inşa edilen ve
bakımsızlıktan harabeye dönen Meryem Ana
Kilisesi'nde sütunları birbirine bağlayan 2 gergi
demirinin bir televizyon kanalında yayınlanan
dizinin çekimleri öncesi kesildiği iddiası yargıya
taşındı.

Nevşehir
Belediye Başkanı Hasan Ünver, "Burada gelip
bizden izinsiz olarak çekimler yapmışlar. Demirleri
onlar mı kesti henüz bilemiyoruz. Duyarlı bir
vatandaş olayı yargıya intikal ettirmiş. Biz de
müdahil olacağız. Konu bilirkişilerin yapacağı
tespitten sonra netlik kazanacak" dedi.
Bölgede yaşayan Rumlar tarafından yapılan, Kapadokya
bölgesinin en büyük ikinci kilisesi olan Meryem Ana
Kilisesi, mübadele sonrası 1950-1983 yılları
arasında, Yılmaz Güney ve Kemal Tahir gibi
ünlü isimlerin de yattığı cezaevi olarak
kullanıldı. Kilise bazı filmlerde de çekim mekanı
oldu. Tarihi kilise, 'Kültür Varlığı' olarak tescil
edilmesine rağmen restorasyon bir türlü
başlatılmadığı için yıllar geçtikçe harabeye döndü.
KUBBEYİ TUTAN DEMİRLER KESİLMİŞ
Tek parça olarak yapılan kilisenin sütunlarını
ayakta tutan ve üzerindeki devasa kubbenin
ağırlığının zemine yayılmasını sağlayan 4 gergi
demirinden 2’sinin, bir süre önce kesildiği ortaya
çıktı. Bu durumu ortaya çıkartan Kapadokya Tarih,
Kültür Araştırma ve Koruma Derneği Başkanı Mükremin
Tokmak, bunun bir televizyon kanalında yayınlanan
dizinin çekimleri sırasında kesildiği iddialarının
bulunduğunu söyleyip, olayla ilgili savcılığa suç
duyusunda bulundu. Tarihe büyük saygısızlık
yapıldığını belirten Tokmak, şunları söyledi:
"Ağustos ayının 28’inde buraya geldiğimizde, gergi
demirlerinden 2’sinin, elektriğin olmadığı bir yerde
spiralle kesilmiş olduğunu gördük. Demirleri aradık
ve hemen yan taraftaki odada bulduk. Demirler,
hırsızlık amacıyla kesilmemiş. Çünkü, demirler
burada. Bu tarihi mekanda bir film şirketi dizi
çekimi yapıyordu. Nevşehirliler, demirleri film
şirketinin rahat hareket etmek için kestiklerini
söylüyorlar. Ama bu sadece bir iddia. Film şirketi
ile görüştük. Onlar da tarihe saygısızlık
yapmadıklarını ve demirleri kendilerinin kesmediğini
ifade ettiler."
'DEMİRLER DİZİ İÇİN Mİ
KESİLDİ ARAŞTIRIYORUZ'
Tarihi yapının eskisinden daha fazla yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ifade eden
Mükremin Tokmak, "Bu tarihi yapı, Nevşehir
Belediyesi’ne verilmiş. Belediye burada bir türlü
restorasyon çalışması başlatamadı. Şimdi bir de
demirler kesildi ve çok ağır olan çatı mutlaka
çökecektir. Demirlerin kesilmesiyle ilgili olarak
savcılığa suç duyurusunda da bulunduk" diye konuştu.
Tokmak, tarihi yapının bir an önce restorasyonunun
yapılarak aslına döndürülmesi ve turizme açılması
gerektiğini de sözlerine ekledi.
NEVŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI: BİZ DE MÜDAHİL
OLACAĞIZ
Nevşehir Belediye Başkanı AKP'li Hasan Ünver de
Meryem Ana Kilisesi'nde sütunlar arasındaki
demirlerin kesildiğini kendilerinin gördüğünü,
konunun yargıya intikal ettiğini söyledi.
Başkan Ünver, "Burada bir firma gelip bizden izinsiz
olarak çekimler yapmış. Çekim yapıldığını daha sonra
duyduk. Demirlerin de çekimlerden önce mi, sonra mı
kesildiğini bilemiyoruz. Ancak, duyarlı bir vatandaş
olayı yargıya intikal ettirmiş. Biz de müdahil
olacağız. Konu, yargının yapacağı veya bilirkişilere
yaptıracağı tespitten sonra netlik kazanacak" dedi.
Başkan Ünver, yıkılma tehlikesi bulunan tarihi
kilisenin bundan sonraki durumuyla ilgili ise
şunları söyledi:
"Kilise bize tahsisli. Ancak, yeniden dönüşüm
bölgesinde ıssız bir yerde kaldı. Buranın
hudutlarının belirlenmesi için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na başvuruda bulunmuştuk. Yazıya dün
itibarıyla yanıt geldi ve kilisenin bulunduğu
oturumun hudutları belli oldu. Şimdi Koruma
Kurulu'nun onayıyla gereken düzenlemeler ve onarım
yapılabilecek. Bu karar olmadan, girişimde
bulunamıyorduk."
Radikal, Haber: Zafer Barış,
03.09.2014
|
HZ. MUHAMMED'İN MEZARI TAŞINACAK İDDİASI

Suudi Arabistan'ın Medine
kentinde bulunan Mescid-i Nebevi'yi genişletme
projesi kapsamında Hazreti Muhammed'in kabrinin
yerinin değiştirilebileceği iddia edildi.
Müslüman dünyasında tartışmalara sebep olabilecek
iddiayı haberleştiren İngiliz Independent gazetesine
göre, Mescid-i Nebevi'yi genişletme çalışmalarına
ilişkin 61 sayfalık öneriyi hazırlayan Riyad
Üniversitesi'nden Suudi akademisyen Dr. Ali bin
Abdulaziz al-Shabal'ın,
Hz. Muhammed'in, eşlerinin ve kızlarının
kabirlerinin yerinin değiştirilmesini önerdiği öne
sürüldü.
Independent'ın haberine göre öneride, milyonlarca
Müslümanın ziyaret ettiği kabrin, kutsal alanın
yakınlarındaki El Baki mezarlığına taşınması yer
alıyor. Haberde ayrıca, bu plan üzerinde henüz
herhangi bir karara varılmadığı belirtildi.
Gazete, öneride Hz.Muhammed'in kabrini çevreleyen,
eşleri ve kızları tarafından kullanılan odaların
yıkılmasına dair planların yer aldığını yazdı.
Milliyet, 02.09.2014
******
"KABRİN TAŞINMASI
GÜNDEMİMİZDE YOK"
Suudi Arabistan yönetimi, Hz. Muhammed'in Medine'de
bulunan kabrinin yıkılarak, mezarın taşınacağı
haberlerini yalanladı. Yapılan resmi açıklamada,
"Böyle bir düşünce gündemimizde bulunmamaktadır"
denildi. İngiltere'de yayımlanan Independent
gazetesi, Mescid-i Nebevi'de önümüzdeki yıl
başlayacak genişletme çalışmaları çerçevesinde
kabrin taşınacağını yazmıştı.
Sabah, 04.09.2014
|
PARİON ANTİK KENTİ KAZILARINDAN 2 BİN YILLIK YAZIT
ÇIKTI
Biga İlçesi Kemer Köyü yakınında yer alan
Hellenistik dönemin önemli antik liman kenti
Parion'da bulunan 2 bin yıllık yazıt, bu bölgenin
Roma'nın en görkemli koloni kentlerinden biri
olduğunu ortaya çıkardı.

Antik kentteki sezon kazılarına, güney nekropol,
tiyatro, odeon, Roma hamamı, yamaç ve sondaj
yapıları başta olmak üzere 7 bölgede devam ediliyor.
Bunun yanı sıra kentin farklı noktalarında sondajlar
yürütülüyor.
Restorasyon ve konservasyon çalışmalarının da
yapıldığı bölgede, önceki yıllarda ortaya çıkarılan
ve kazısı biten erken Bizans şapeliyle ilgili
arkeopark projesinin bitirilmesi hedefleniyor.
Kazı Heyeti Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Vedat Keleş, Parion'da 2014 yılı
kazılarının tamamlanmak üzere olduğunu söyledi.
Kazılarda bu yıl çok önemli bir bulguya
rastladıklarını aktaran Keleş, şunları kaydetti:
"Bu yıl kazılara 15 gün gecikmeli başladık.
10'uncu yıl kazıları bizim için çok verimli geçti.
Çalışmalara 7 üniversiteden 60 kişilik teknik ekip,
bunun dışında ana sponsorumuzun sağladığı 70 işçi
olmak üzere 130 kişiyle devam ettik. Kazılarımızda
bizim için çok önemli olan belge niteliğindeki
bulgular ortaya çıkardık. Bunlardan en önemlisi
tiyatro bölgesinde çıkardığımız 2 bin yıllık
yazıtlar. Zaten yazıtların üzerinden
öğrendiklerimizi tahmin ediyorduk ancak burada kesin
bir bilgiye ulaştık."
"Parion antik kenti, tahminlerimizin çok
üzerinde büyük bir kent"
Keleş, yazıtlardan Parion'un, Roma'nın en
görkemli koloni kentlerinden biri olduğunun
tescillendiğini vurguladı.
Bunun son derece önemli bir veri olduğuna değinen
Keleş, "Buradan şu anlaşılıyor; Parion, Roma
döneminde belki bölgenin, belki de Anadolu'nun en
önemli koloni kenti" ifadesini kullandı.
Bir kentte koloni olduğuna dair verilere
ulaşılmasının önemine dikkati çeken Keleş, bunun
ekonomik, askeri ve mimari faaliyetler bakımından
ciddi ip uçları verdiğini dile getirdi.
Parion'da bazı tarihi bilgiler de elde
ettiklerini anlatan Keleş, şöyle konuştu:
"Parion, koloni olmayı iki kez elde etmiş bir
kent; bir kez Hadrian, bir kez de Augustus
dönemlerinde. Yani böyle bir şeyi Anadolu'da iki kez
elde etmiş kent sayısı yok denecek kadar az. Bu
açıdan bakıldığında kazı yaptığımız Parion Antik
Kenti, tahminlerimizin çok üzerinde büyük bir kent.
Tiyatro kazıları da bunu bize çok net olarak
gösteriyor. Odeon bin 200 kişilik bir alan. Böyle
bir büyüklük Anadolu'da yok. Tiyatronun sahne
binasına baktığımızda da belki 3 katlı bir cephe
karşımıza çıkıyor. 5-6 bin kişilik büyük bir
tiyatrodan söz ediyoruz. Oldukça büyük. Bunları
zaten biliyorduk ama tiyatro bölgesinden bulunan bu
yazıt, arkeolojik olarak ortaya çıkardıklarımız ve
düşündüklerimizin tescili anlamına geliyor."
Antik kentte önceki yıllarda yürütülen kazılarda,
meşe yapraklı altın taç, Eros figürlü altın küpe,
altın pulun da bulunduğu 260 envanterlik tarihi
esere ulaşılmıştı. Bölgede, Hellenistik kültür öncesi
Pers dönemine ait 4 lahit, 60 mezar, altın takıların
yanı sıra başka tarihi eserler, cadde ve bunun iki
yanında sıralanan yapılar, nekropol, saray veya
villa benzeri bir binayla antik tiyatro da gün
ışığına çıkarılmıştı.
Yapı 02.09.2014
|
ÖZEL MÜZELER DEVLETİ GEÇTİ
Türkiye'de 41 ilde bulunan özel müzelerin sayısı ilk
kez Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müzelerin
sayısını aştı.
Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün verdiği
bilgiye göre, Türkiye'de bakanlığa bağlı 192 müze
bulunurken özel müze sayısı ise 193'e ulaştı.
Türkiye'de 2000'de 89 olan özel müze sayısı, 2007'de
108'e ulaştı ve her yılı artışla kapatıldı. Özel
müzeler 2008'de 124, 2009'da 139, 2010'da 146,
2011'de 157, 2012'de 174'e, 2013'te de 184'e çıktı.
Bu yıl da bakanlığa bağlı müzelerin sayısını
geçerek, 193'e yükseldi.
Ziyaretçi sayısında da artış var
Özel müze sayısının çoğalmasına paralel olarak
ziyaretçi sayısında da artış yaşandı. 2011'de 5,5
milyon olan ziyaretçi sayısı 2012'de yaklaşık 8
milyon kişiye ulaştı. Bakanlığa bağlı müzelerde daha
ziyade arkeolojik ve etnografya ağır basarken özel
müzeler konu itibarıyla sanattan mutfak kültürüne,
tarımdan hayvancılığa, medyadan sanayiye
çeşitleniyor. Özel müzelerde İstanbul 46 müzeyle
başı çekerken Ankara 32 müzeyle ikinci, İzmir ise 14
müzeyle üçüncü sırada yer aldı. Türkiye'de 41 ilde
özel müze bulunuyor.
Tabiat da var oyuncak da
Türkiye'deki özel müzelerden bazıları ise şöyle:
- İstanbul: Yerebatan Sarnıcı, Masumiyet Müzesi,
Florya Model Uçak Müzesi, Okçular Tekkesi Müzesi,
Oyuncak Müzesi, Kont Szechenyi İtfaiye Müzesi, Pera
Müzesi, Minitürk Mini Türkiye Parkı, Orhan Kemal
Müzesi.
- Ankara: MTA Tabiat Tarihi Müzesi, Çengelhan Rahmi
Koç Müzesi, PTT Pul Müzesi, Çocuk Müzesi, Sanayi ve
Teknoloji Müzesi, Somut Olmayan Kültürel Miras
Müzesi, Çankara Atatürk Köşkü Müzesi, Ulucanlar
Cezaevi Müzesi,
- İzmir: Ahmet Piriştina Kent Arşivi Ve Müzesi, Neşe
ve Karikatür Müzesi, Kağıt ve Kitap Sanatları
Müzesi, Radyo ve Demokrasi Müzesi, Mask Müzesi.
- Amasya: Şehzadeler Müzesi
- Bayburt: Baksı Müzesi.
- Bursa: Basın Tarihi Müzesi, Ormancılık Müzesi,
Karagöz Müzesi
- Çanakkale: Kent Müzesi ve Arşivi, Antika Tarım
Aletleri ve Traktör Müzesi.
- Hakkari: Kilim Müzesi.
Akşam, 02.09.2014
******
ÖZELMÜZE PATLAMASI
"Tuğb Özgür’ün (Anadolu Ajansı) özel müzelerle
ilgili haberi, Türkiye’de sanatın, görsel bilginin
gelişmesini isteyen herkesi sevindirmiştir.
Haberi bir kez daha yayınlıyorum:
“Türkiye’de, gerçek ve tüzel kişilere verilen
teşviklerle özel müze sayısı ilk kez Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na bağlı müzelerin sayısını aştı.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Türkiye’de
Bakanlığa bağlı 192 müze bulunurken özel müze sayısı
ise 193’e ulaştı. Türkiye’de 2000 yılında 89 olan
özel müze sayısı, 2007 yılında 108’e ulaştı ve bu
tarihten sonra her yıl artışla kapatıldı. Özel
müzeler 2008’de 124, 2009’da 139, 2010’da 146,
2011’de 157, 2012’de 174’e, 2013’te de 184’e çıktı.
Bu yıl ise özel müzelerin sayısı Bakanlığa bağlı
müzelerin sayısını geçerek, 193’e yükseldi. Özel
müze sayının çoğalmasına paralel olarak ziyaretçi
sayısında da artış yaşandı. Buna göre özel müzeleri
2011’de 5.5 milyon, 2012’de yaklaşık 8 milyon kişi
ziyaret etti.
Bakanlığa bağlı müzelerde daha ziyade arkeolojik ve
etnografya ağır basarken özel müzeler konu
itibarıyla sanattan mutfak kültürüne, tarımdan
hayvancılığa, medyadan sanayiye çeşitleniyor. Özel
müzelerde İstanbul 46 müzeyle başı çekerken Ankara
32 müzeyle ikinci, İzmir ise 14 müzeyle üçüncü
sırada yer aldı. Bursa, Gaziantep, Çanakkale,
Kütahya, Eskişehir, Balıkesir ve Aydın 5’in üzerinde
müzeye sahip. Türkiye’nin 41 ilinde özel müze
bulunuyor.”
Haberde müze çeşitliliği dikkatinizi çekmiştir.
* * *
Özel müzeler Türkiye’nin görsel tarihine,
gelişimine neler kattı?
Bu sorunun yanıtını çeşitlendirirsek, özel müzelerin
artışının neleri getirdiği üzerine düşüncelerimi
ileteyim.
Elbette müze kavramını ben sadece, sanat dalında
algılamıyorum.
Her kentin tarihine dair şehir müzeleri, o yörenin
ekonomik özgünlüğünü simgeleyen konuda müzeler,
sanayiden ticarete sanata uzayan müze çalışmaları
olabilir.
Hiç kuşkusuz devletin, kurumların yanı sıra özel
kişilerin müzeleri de bu alandaki zenginliği
sağlıyor.
Ben müze kavramını sanat açısından
değerlendireceğim.
İstanbul’da özel müze denince hangi müzeler aklımıza
geliyor: Sadberk Hanım Müzesi, Rahmi M. Koç Sanayi
Müzesi, İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sakıp Sabancı
Müzesi.
Büyük özel müzeler yalnızca sergileme işlevini
yerine getirmiyorlar. Yan çalışmalarla gezenleri
bilgilendiriyorlar. Hazırladıkları kataloglar
sergilere kalıcılık kazandırıyor.
Özel müzelerle dünya resminin, heykelinin büyük
ustalarını tanıyoruz. Bunun, tanımanın başka bir
uzantısı olduğuna inanıyorum. Gerek Türkiye gerek
yurtdışındaki turistik gezilerde, o sanatçının
ülkesine, kentine uğrayanların bu müzeleri ziyaret
ettikleri kanısındayım.
Retrospektif sergiler özellikle Türk sanatçılarını
tanımamızda etkin oluyorlar. Çünkü önce yaşadığınız
ülkenin sanatını/sanatçısını öğrenmelisiniz, sanat
tarihini bilmelisiniz.
Özel müzelerde konferanslar veriliyor, yapıtları
sergilenen sanatçının daha iyi tanınması mümkün
oluyor. Sanat filmleri gösterilmesi de sinema
seyircilerinin sinematek ihtiyacını karşılıyor.
Böylece müzeler birer kültür merkezinin görevini
üstleniyor.
Çocuklar için yapılan çalışmaları çok önemli
buluyorum. Görsel eğitim, onları çirkinliklerden
uzak tutmaya yarar, ileride iyi bir sergi
ziyaretçisi olmalarını sağlar. Hatta yetenekli
olanlar meslek olarak ressamlığı, heykeltıraşlığı
seçebilirler.
Bu artışta İKSV’nin düzenlediği İstanbul Bienali’nin
de etkisi olduğunu anımsatalım.
* * *
Devletin sanatın gelişmesini teşvik etmesi, bir
ülkenin geleceğine yapılan en gerçekçi yatırımdır.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 03.09.2014
|
IŞİD, DİNİ MİRASI DA YOK EDİYOR

Suriye ve Irak’ta yaptığı katliamlarla gündemden
düşmeyen terör örgütü IŞİD, bölgedeki tarihi
binaları da yerle bir etti. Veysel Karani Türbesi,
Hz. Şid Peygamber Camii yıkılan yerlerden bazıları.
Eserlerin koruma altına alınması gerektiğini
söyleyen Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Erdoğan Keskinkılıç, “UNESCO ve IRCICA
harekete geçmeli.” dedi.
Ortadoğu’da süren savaşlarda hayatını kaybeden
insanların yanı sıra kültürel miras da yok oluyor.
Suriye’deki iç savaşta UNESCO Dünya Mirası
listesinde yer alan Halep Antik Kenti, Şam Antik
Kenti, Bosra Antik Kenti zarar görmüştü. Halep’teki
Emevi Camii’nin minaresi yıkılmıştı. Çatışmalar
sonrasında bulunan çok sayıda elyazması Kur’an-ı
Kerim de yağmalanmıştı. Suriye ve Irak’ta tarihi
cami ve türbeleri yakıp yıkanlara IŞİD de eklendi.
Veysel Karani Türbesi, Hz. Yunus Türbesi, Yahya Abul
Qasim Camii, IŞİD’in yıktığı tarihi yerlerden
bazıları.
IŞİD’in son dönemde yıktığı tarihi eserlerin
başında Suriye’nin Rakka kentinde yer alan Veysel
Karani Türbesi geliyor. IŞİD militanları 22
Haziran’da ortaya çıkan video görüntülerde patlayıcı
madde yerleştirdikleri türbeyi kısa sürede yerle bir
ediyor. Görüntülerde türbenin bombalanması esnasında
teröristler, caminin Şiilere ait olduğunu ve şirk
olduğunu iddia ediyor. Geçtiğimiz 10 Haziran’dan
itibaren Irak’ın 2. büyük kenti Musul’un kontrolünü
ele geçiren IŞİD militanları, bu şehirde bulunan Hz.
Yunus Türbesi’ni dinamitle havaya uçurdu. Daha önce
Musul, Telafer ve Kerkük’te din adamlarına ait
türbeleri ve Şii camilerini dinamit kullanarak yıkan
örgüt, 25 Temmuz’da ise Hz. Yunus peygamberin
türbesisi dinamitle patlatarak, türbeye büyük zarar
verdi. 12. yüzyıl tarihçisi İbn el Ethir’in
türbesini de yerle bir etti. 23 Temmuz’da ise Musul
içindeki 1400 yıllık Yahya Abul Qasim Camii’ni
yıktı. IŞİD militanları Musul’da 19. yüzyıl
müzisyeni Osman el Musuli ve Abbasi dönemi şairi Ebu
Temmam’ın heykellerini yıktı.
21 Temmuz’da ise Irak’ın Musul yakınlarındaki
4’üncü yüzyıldan kalma tarihi Mar Behnam
Manastırı’na el koydu. IŞİD, Mar Behnam Manastırı
görevli rahiplerini manastırdan zorla çıkardı. 26
Temmuz tarihinde ise Musul kentinde Osmanlı
zamanında inşa edilen Hz. Şid Camii’ni yıktı.
Dönemin Osmanlı valisi Mustafa Paşa tarafından 1057
hicri yılında yapılan Hz. Şid Peygamber Camii, IŞİD
tarafından bomba ile patlatıldı. IŞİD, tarihi camiyi
cuma namazından sonra boşalttı. Daha sonra ise içine
uzaktan kumandalı bombalar yerleştirilerek havaya
uçuruldu. Patlama anı kameralar tarafından saniye
saniye kaydedildi.
UNESCO
harekete geçmeli
Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı
Prof.Dr.
Erdoğan Keskinkılıç, eserler için UNESCO’nun
harekete geçmesi gerektiğini söylüyor. Keskinkılıç,
“Şam ve Kuzey Suriye topraklarında Emevi, Abbasi ve
Osmanlı Devleti’nin çok değerli İslam eserlerine
rastlıyoruz. Bunlar birçoğu sivil ve askeri mimari
dediğimiz, cami, türbe, askeri karargah gibi yerler.
IŞİD bunları yıkıyor. Bu konuda UNESCO (Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) ve İslam
Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)
harekete geçmeli. Bu eserler koruma altına
alınmalı.” diye konuşuyor. Uluslararası yetkileri
olan kuruluşların vazifelerini yapmadığını belirten
Keskinkılıç, “Türkiye’de bu eserlerin korunması
adına uluslararası bu kuruluşlar ile irtibat halinde
olmalı. Adım atmalı. Yaşanan kültür ve tarih
katliamı bir an önce son bulmalı.” ifadelerini
kullanıyor.
Zaman, Haber: Kamil Arlı, 02.09.2014
******
IŞİD TARİH YAĞMACILIĞINI İŞ EDİNDİ

IŞİD Suriye ve Irak'ta tarihi eser yağmacılığını
bir gelir kapısına dönüştürdü. Antik kentlerde
kazılar yapılmasını teşvik ediyor ve satışlardan pay
alıyor. İddialara göre bütün eski eserler Türkiye
üzerinden dünyaya yayılıyor.
Savaşan tarafların tarihi yapılara karşı
kayıtsızlığına, otorite boşluğundan faydalanan
uluslararası kaçakçılar da eklenince tarih yağması
akıl almaz boyutlara ulaşmış durumda. Binlerce
yıllık tarihi alanlar, sistematik biçimde
yağmalanıyor. Devlet güçleri ve muhalifler bu yağma
ve yıkıma karşı birbirlerini suçlarken,
bölgenin karanlık gücü IŞİD bu konuda da pervasız.
Bir süredir Suriye’de tarihi eser yağmasını
sistematikleştirip gelir kapısına dönüştüren
IŞİD’in benzer şekilde Irak’ı da talan etmesinden
korkuluyor.
IŞİD'in kendi inancı dışındaki hiçbir şeye saygısı
olmadığı, Şii türbelerini ve camilerini,
Hristiyanlara ait kiliseleri bombalayıp yıkmaktan
çekinmediği hatta bunu vazife bildiği herkesin
malumu. Taşınmaz kültürel mirası yıkıp geçen
örgüt, taşınabilir olanları ise Batılı kaçakçılara
satmakta bir sakınca görmüyor. Son bir kaç
aydır uluslararası basında bu konuda çıkan haberler
dehşet verici. IŞİD'in en önemli gelir kapısının
tarihi eser yağması olduğunu söyleyenler bile var.
Bunlara göre örgüt bağışlar ve zorla topladığı
vergiler kadar tarihi eser yağmasından da para
kazanıyor ve faaliyetlerini böyle finanse ediyor.
Kontrolündeki bölgelerde kazı yapılmasını teşvik
ediyor. Bulunan her şey uluslararası kaçakçılar
yardımıyla Batı piyasalarına gönderiliyor. Başlarda
IŞİD militanları bizzat bu yağmaya katılıyordu.
Ancak egemenlik alanında ‘devlet’ ilan eden örgüt,
daha sistematik davranmaya başladı. Kazı alanlarında
militanlar denetim yapıyor ve kaçakçılardan, beşte
bir yağma vergisi alınıyor.
The Guardian'ın
haberine göre IŞİD sadece Al-Nabuk bölgesinde
çıkartılan, kimisi 8 bin yıllık tarihe sahip eski
eserlerden 36 milyon dolar kazandı. Örgüt Irak’ta
bazı bölgeleri ele geçirince, ABD işgalinin kültürel
yıkımını telafi edememiş bu ülkede yeni bir endişe
dalgası yayılmaya başladı.
Irak Turizm
Bakanlığı’nın geçen ay yaptığı açıklamaya
bakılırsa şimdiden 4500 civarında tarihi eser tahrip
edilmiş ya da kaçırılmış vaziyette. Bakanlık ayrıca
aşiretlere ve UNESCO'ya "Aşur, Hadar ve Nemrud
şehirlerinin korunması çağrısında bulundu…
Suriye’de Dünya Mirası listesine girmiş altı yer var
ve ülkenin tarihi mirasının yüzde doksanının çatışma
alanları içinde kaldığı söyleniyor. Uzunca bir
süredir devam eden mesele öyle bir boyuta ulaşmış
durumda ki bir süre önce
ICOM (Uluslararası
Müzeler Birliği) acil koduyla bir rapor yayımladı.
Burada Suriye'deki tehdit altındaki kültürel
objelerin bir listesi yer alıyor ve dünyadaki tüm
müzeler, koleksiyoncular, müzayede evleri bu ve
benzeri eserleri alıp satmamak konusunda uyarılıyor.
ICOM çok kültürlü yapısıyla dünya mirasına katkıda
bulunan Suriye'nin kültürel birikiminin yok olma
tehlikesi karşısındaki endişesini belirtiyor; tabii
anlayana. Çünkü açık ki bu ticaret batılı
koleksiyoncuların bitmek bilmez iştahından
besleniyor.
GOOGLE FOTOĞRAFLARI HER ŞEYİ GÖSTERİYOR

Apamea 2012...

Apamea 2013...
İnternette kolayca bulabileceğiniz Google
fotoğraflarında, bir yıl içinde çok önemli ören
yerlerinin nasıl köstebek tarlası gibi delik deşik
edildiğini görebiliyorsunuz. Temmuz ayında bu
fotoğrafları yayımlayan
National Geographic,
Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Suriye'deki Apamea
antik kentinin halini gözler önüne serdi.
(Trafficing Culture’da daha detaylı görüntüler var!)
Bu önemli Roma kenti adeta iki bin yıldır görmediği
bir yağmaya maruz kalmış durumda. 2011’deki Google
görüntülerinde antik kentin bulunduğu alanda her şey
sakin. Bir yıldan az bir süre sonra Nisan 2012’de
ise kentin kaçak kazılar sırasında açılan çukurlarla
tam anlamıyla köstebek tarlasına dönüştüğü
görülüyor. Kenti tarumar eden soyguncuların
buldukları eserleri Batılı koleksiyonculara
aktardıkları kesin. Otorite boşluğundan beslenen bu
yağmanın bir benzerinin şu sıralar IŞİD tarafından
yürütüldüğü düşünülüyor.
IŞİD dünyanın en zengin terör örgütlerinden biri.
Tahminlere göre kontrol ettiği eski eser kaçakçılığı
bir milyar dolar düzeyinde.
UNESCO 'savaş
antikaları' adını verdikleri, çatışmalı alanlardan
kaçırılan eski eserlerin dünya çapında yıllık 2.2
milyar dolarlık bir yasa dışı piyasa oluşturduğunu
hesaplıyor. İşin kötüsü, savaşçı gruplar
bunun farkına vardıkça rakam büyüyor. Bu, silah ve
uyuşturucudan sonra en büyük üçüncü suç piyasası!
IŞİD-TÜRKİYE HATTI
Bir dönem Şam’daki restorasyon merkezinin
yöneticiliğini yapan Prof. Amr Al-Azm,
bölgeyi iyi tanıyan bir arkeolog. Şimdi ABD’de
yaşıyor ve konuyla ilgili görüşlerine başvurulan
biri. Al Azm'ın en son
Chasing Afrodit
kitabının yazarı Jason Felch'in internet
sitesinde bir söyleşisi çıktı. Al-Azm’a göre Suriye
devleti de yağmaya göz yumuyor. IŞİD ise hükmettiği
bölgedeki insanlara tarihi eserleri arayıp bulup
satabileceklerini söylüyor, tabii vergisini ödemek
koşuluyla. Bu nedenle bölgeye aralarında Türkler'in
de olduğu pek çok eski eser kaçakçısı neredeyse
buldozerleriyle dalmış vaziyette.
Al Azm'ın verdiği bilgilere bakılırsa Türkiye’nin ve
Türkler’in bu utanç verici hikayede rolleri büyük.
Kaçakçılık otobanı Türkiye'den geçiyor.
Bütün eski eserler Türkiye üzerinden dünyaya
yayılıyor. "İç savaş başladığında bazı uluslararası
eski eser tacirleri Suriye'ye gelmişti ama kısa
sürede bölge onlar için çok tehlikeli bir hal aldı.
Şimdi bu insanlar sınırın ötesinde Türkiye'de
bekliyor. Suriye'ye artık sadece Türkler
gelebiliyor. Yerel satıcılarla buluşup, eserleri
Türkiye'ye taşıyorlar. Eski eser ticaretinin en
önemli merkezlerinden biri Suriye tarafındaki Tal
Abiab, burası Urfa'ya yakın. Kilis de büyük bir
kaçakçılık merkezi. Orada el değiştiren eserlerin
nereye gittiğini ise bilmiyoruz." diye anlatıyor.
Yine Al-Azm’a göre ünlü ören yerleri bazı
koleksiyoncuların siparişiyle yağmalanıyor. Mesela
hala rejimin kontrolünde olan Palmyra'daki Üç
Kardeşler Mezarı gibi…
Bölgedeki savaşların yol açtığı ölüm, göç, yıkım o
kadar büyük ki işin kültürel boyutu yine daha sonra
hayıflanılacak bir mesele olarak arka planda
bırakılıyor. Yağma ve talan, o topraklarda
yaşayanların kimliğini de yok eden acımasız bir
süreç. Uzun vadeli etkisi telafi edilemeyecek bir
facia. Türkiye’nin savaşçılara olduğu gibi
kaçakçılara da göz yumduğu iddiaları ise korkunç.
Keşke ‘inanılmaz’ diyebilseydik…
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 02.09.2014
|
OSMANLI ARŞİVİ BİNASI ADIM ADIM BÖYLE YOK OLDU
Geçtiğimiz hafta Sultanahmet'teki Başbakanlık
Osmanlı Arşivi eski binasının otele dönüştürüldüğü
haberleri büyük yankı uyandırmıştı.
Geçtiğimiz yıla kadar Sultanahmet'te bulunan
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Kağıthane'de inşa
edilen yeni binaya taşınmıştı. Taşındıktan sonra
restorasyonuna başlanan Başbakanlık Osmanlı
Arşivi eski binasının, bugün gazetelerde çıkan
haberlerde otele dönüştürüldüğü yazılmış,
@ILBERORTAYLIGSU hesabından atılan bir tweet ile
de tartışma alevlenmişti.
Kamuoyundan büyük tepki çeken dönüşüm,
Sultanahmet'te bir vatandaş tarafından da yakından
incelendi ve adım adım fotoğraflandı. Yayınlanan
haberler üzerine arşiv binasının otele dönüşümüne
dikkat çekmek isteyen duyarlı vatandaş, projeye dair
bildiklerini ve gözlemleri sırasında kaydettiği
fotoğraflarını Arkitera.com ile paylaştı.
Orjinal Yapının Tipolojisi Bozuldu
Mülkiyeti İstanbul İl Özel İdaresi'nde olan
arşivlere ait binalar İpekyolu Kuyumculuk Kıymetli
Taşlar Turizm Otelcilik San.Tic.Ltd.Şti tarafından
kiralanmış, arşivler taşınır taşınmaz da apar topar
inşaata başlanmış. Otelin, belediyeden işletme
ruhsatı almadığını belirten vatandaş şunları dile
getiriyor:
Bahsi geçen firma, 100-120 adet oda olması
gerektiren binalara 246 oda yapmış, ayrıca
bodrum katına yaptığı odalarla turizme de balta
vurup belediyeden işletme ruhsatı dahi alamazken
5 yıldızlı otel tabelasını girişine asmıştır.
Tarihi yarımadada çivi bile çakılmazken bina
üzerine 1 kat kaçak ve altına 1 kat daha kaçak
olmak üzere bina araları kapatılıp 2.600-2.800
m² arası kaçak inşaat yapılıyor ve binaya
bilinçsizce tonlarca ağırlık yükleniyor. Bir
yandan Yerebatan Sarnıcı'nın üzerindeki ağırlık
kaldırılmak için uğraşılırken diğer yandan Sura
Hotel tonlarca ağırlık yüklemiştir.
İnşaat esnasında pekçok ağaç iş
makinaları-kepçelerle sökülmüş, tarihi çınarlar
çıkar uğruna katledilip heba olmuştur, Osmanlı
Arşivleri zamanında bahçede bulunan bir çok
dehliz de molozlarla beraber çöpe gitmiş,
tarihimiz resmen katledilmiştir.

Fotoğraflar incelendiğinde orjinal yapının
tipolojisinin zarar gördüğü, restorasyon adı altında
binaya birçok ekleme yapıldığı görülüyor. Ayrıca
binanın çevresindeki yeşil alanın da inşaata dahil
edilmiş olması, birçok ağacın kesilmesi ve yapının
altında bulunan dehlizlerdeki sütunların da bir
köşeye öylece atılması üzücü bir manzara ortaya
koyuyor.


Arşivden Otele Dönüşüm
Osmanlı Arşivleri geçtiğimiz sene
Sultanahmet'ten, Kağıthane'de TOKİ tarafından inşa
edilen Kağıthane Milli Arşiv Sitesi'ne taşınmıştı.
T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
olarak kullanılan eski binanın ise yakın zamana
kadar restorasyonu sürüyordu. Restorasyonu
tamamlanan yapı yaklaşık 4 ay önce Sura Hotel olarak
hizmete açıldı.
Arkitera, Derleyen: Bahar Bayhan, 02.09.2014
|
AKDENİZ'İN EN ESKİ BATIĞI URLA'DA MI?
Urla'da depremle suya gömülen antik Klozemenai
kentinin limanında yapılan kazılarda farklı
dönemlere ait çok sayıda batık saptandı. 4 bin
yıllık olduğu tahmin edilen batığın Akdeniz'de
saptanmış en eski batıklardan biri olabileceği
belirtildi.

İzmir'in Urla İlçesi'nde gerçekleştirilen su altı
kazılarında çeşitli dönemlerine ait çok sayıda batık
saptandı.
Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Uygulama
ve Araştırma Merkezi'nin (ANKÜSAM) Urla İskele'deki
kampüsünde yoğun bir kazı sezonu yaşanıyor.
Türkiye 'nin su altında devam eden ender kazı
alanlarından olan bölgede kara kazılarından daha
fazla miktarda bulgu ve eser su üstüne çıkarılarak
müzelerin yolunu tutuyor.
KENT 8’NCİ YÜZYILDA DEPREMLE SUYA GÖMÜLDÜ
Antik Klozemenai kentinin deniz altında kalan
bölümü olan Limantepe Kazıları'na başkanlık eden
Prof.Dr.
Hayat Erkanal’ın verdiği bilgiye göre tarihi MÖ
6500 yıllarına dayanan kent 8'inci yüzyılda yaşanan
bir depremle su altında kaldı. Kuruluşundan bu yana
bir liman kenti olan Klozemenai çeşitli dönemlere
ait çok sayıda batığa ev sahipliği yaptı.
Limantepe'de 17. yüzyıl Osmanlı teknelerinin yanında
MÖ 2 binli yıllara ait tekneleri de saptandı.
Bulunan bir batığın ise 4 bin yıllık olduğu tahmin
ediliyor:
Erkanal, "Batığın 4 bin yıllık olduğunun
kesinleşmesi halinde arkeoloji açısından önemli bir
bulguya da ulaşmış olacağız. Kaş açıklarından
çıkarılarak Bodrum'da sergilenen Uluburun, 3 bin 500
yıllık. Mısır'da bulunan ve Uluburun'dan 150 yıl
daha eski olduğu ifade edilen
kadın firavun Hatşepsut dönemine ait bir batık
daha var. Bulduğumuz batık üzerindeki çalışmalar,
tahminlerimizi kesinleştirirse bu batıklardan daha
önceki yıllara ait, Akdeniz'in en eski batığına
ulaşmış olacağız" diye konuştu.
OSMANLI SAVAŞ TEKNESİ HEMEN LİMANA DAYALI
DURUMDA...
ANKÜSEM bünyesinde Urla'da açılan Mustafa Vehbi Koç
Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi ve
Arkeoparkı'nda daha geniş restorasyon ve
konservasyon laboratuvarlarlarına sahip olduklarını
bildiren Erkanal, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Batıkların çıkarılması konusunda önceliğimiz Türk
tarihinde önemli bir eksiklik olan bir Osmanlı
gemisinin çıkarılarak sergilenmesi olacak. Bir dönem
Akdeniz'e hükmetmiş bir deniz gücünü göstereceğimiz
tek bir örneğin olmaması büyük eksiklik.
Limantepe'de saptadığımız birkaç Osmanlı dönemi
batığı var. Örneğin hemen limana dayalı durumda olan
bir Osmanlı savaş teknesi var. Henüz hangi batığın
çıkarılacağı belli değil. Bir batığın çıkarılması
7-8 yılı alan bir süreç. Önümüzdeki yıl muhtemelen
böyle bir çalışmaya başlamış olacağız."
Radikal, 02.09.2014
|
ÜÇÜZLERİ NE ZAMAN YIKACAKSINIZ?
İstanbul ile özdeş
hale gelen tarihi silüetin orta yerine hançer gibi
saplandı Zeytinburnu sahilindeki o üç gökdelen.
Ecdadın emanetine ne kadar bigane kaldığımızı,
16:9 ismini taşıyan üçüzler Sultan Ahmet Camii’nin
minarelerinin arasında sonradan görmelere has mağrur
bir eda ile arz-ı endam eylediğinde fark edebildik.
Sokaktaki insanın mesuliyeti bir yere kadar. Genel
yayın editörlerimizden Ali Akkuş ağabeyin dozer
teorisinden mülhem aktaralım: Kendi mazisi,
hatıraları dozerlerle sökülüp atılırken olup biteni
büyük bir keyifle seyreden yığınlardan aktivizm
beklemek ne derece gerçekçi. Bundan daha vahim ise;
Fatih Sultan Mehmet’in şehri, modern zamanların
Moğol istilasını andıran tarih ve çevre yağması
altında inlerken onu korumakla mükellef idarecilerin
vazifelerini ihmal etmesidir. Kaçak binadan
bahsetmediğimize göre izinli tarih katliamına en
hafif tabirle göz yumulmuştur. Hatta bazı zevatın
her safhası şaibeli projede milyon dolarlık
dairelerden koleksiyon yapma yarışına girdiği
anlaşılıyor ki ehli vicdan hiç kimse ‘afiyette
olsunlar’ deyip geçemez.
Neyse ki İstanbul ve Ankara’da hakimler var da
makul tenkitleri bile vatana ihanet perspektifinden
ele alanlara söz yetiştirme derdinden kurtulduk.
Danıştay’ın 20 Ağustos’ta verdiği karar, İstanbul’u
idare edenlere vahim hatadan geç de olsa dönme
fırsatı sunuyor. Zira başka İstanbul yok. Yargı,
sahip çıkamadığımız milli mirasa sahip çıkarak
milletin hissiyatına tercüman oldu. 4. İdare
Mahkemesi’nin 28 Mayıs 2014’te verdiği yıkım
kararına İstanbul Büyükşehir ile Zeytinburnu
belediyelerinin itirazı Danıştay tarafından
reddedildi.
Danıştay kararı ne manaya gelir? Mahkeme safahatı
tükendi. Türkiye hukuk devleti ise belediyenin bir
an evvel yıkım kararı alması gerekiyor. Davacı
Avukat Cihat Gökdemir’in şu sözleri İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a açık
çağrı niteliğinde: “Danıştay’ın verdiği bu onama
kararından sonra artık belediyenin yetkili
birimlerinin mutlaka bu karara uyarak yıkım kararını
vermeleri ve yıkım için ihaleye çıkmaları lazım.”
Danıştay’ın verdiği karar bağlayıcıdır ve 30 gün
içinde uygulanmalıdır.
Mahkemeler son sözü söylediğine göre Sayın Topbaş
ve mesai arkadaşlarının kararı kaale almaması mümkün
değil. Birkaç yıldır yargı kararlarını umursamayan
tarz-ı siyasetin bir anda kötü alışkanlığı bırakıp
Zeytinburnu’nda hukuka hürmete rücu edeceğine dair
emare yok. Mamafih bizler bıkmadan, usanmadan hukuk
vurgusu yapmalıyız.
İstanbul Büyükşehir’in Danıştay’ın onayladığı
yıkım kararını tatbik etmesi için 17 günü var. Bu
süre zarfında silüeti bozan 3 binaya dokunulmazsa
belediye başkanları ve imza yetkisi bulunan öteki
memurlar ağır bir suç işlemiş sayılacak. Halihazırda
İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın adli tahkikata müsaade
etmeyeceğine itimat edenler, devir değiştiğinde aynı
suçlardan sigaya çekileceklerini unutmamalı. Üstelik
belediye reisleri, kararı tatbik etmezse son
dönemdeki bina yahut duvar yıkma performansları ile
ciddi ölçüde çelişmiş olacaktır(!) Eğitim hizmeti
veren okulların, yurtların kapısına gece yarısı
dayanan, çocukların oyun oynadığı, spor yaptığı
alanlardan yol geçiren, okul binasının bulunduğu
araziyi ‘paşa keyfim bilir’ diyerek yeşil alana
çeviren belediye reisleri, gökdelenlere gelince
yandı bitti kül oldu masalını anlatamaz. Devlet
okullarında, Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV’ine ait okul ve
yurtlarda da aynı denetimleri gerçekleştirmezseniz
vergilerimizle adaletsizlik yaptığınız
tescillenecek.
Sayın Topbaş, Türkiye hukuk devletidir. Danıştay
kararı net. Geri sayım sürüyor. Silüeti bozan
gökdelenler hakkında 17 gün içinde gereğini yapın.
Gökdelen vak’ası, yeni Türkiye’den neyin
kastedildiğini anlamak adına çok öğretici olacak.
Zaman, Yazı: Turhan Bozkurt, 02.09.2014
|
NACİOĞLU: HATAY MÜZESİ
VE SAIN PIERRE KİLİSESİ AÇILACAK MI?
Geçtiğimiz aylarda
yapımı tamamlanan ve sadece çevre düzenleme
çalışmaları kalan Yeni Hatay Arkeoloji Müzesi ile
birlikte çevre düzenlemesi tamamlanan Saint Pierre
Kilisesi’nin bu zamana kadar açılmamasının ardından
yazılı açıklama yapan Hatay Turizm Derneği Başkanı
Sabahattin Nacioğlu; “Artık umudumuzu yitirmeye
başladık. Üzüntümüz şudur; Hatay iline turist
getiren acentelere verdiğimiz sözü tutamadık.” diye
konuştu.
Hatay Müzesi ve Saint
Pierre Kilisesi’nin sözde sezondan önce açılacağını
ama açılmadığını belirten Hatay Turizm Derneği
Başkanı Sabahattin Nacioğlu; “İkinci sezonda
açılacaktı, yine açılması zor görünüyor. Artık
umudumuzu yitirmeye başladık. Üzüntümüz şudur; Hatay
iline turist getiren acentelere verdiğimiz sözü
tutamadık. Çoğu acente gruplarını ya iptal etti, ya
da güzergahı değiştirdi. Halen Türkiye'deki seyahat
acenteleri bizlere telefon açıp yeni müzenin ve
Saint Pierre Kilisesi’nin ne zaman açılacağını
soruyorlar. Bizlerde sizin gibi ne zaman açılacağını
bilmiyoruz demekle yetiniyoruz. Belki de hedef 2023
! o yılda açılır. Hatay ilini ziyarete gelen yerli
ve yabancıların bu iki önemli yeri ziyaret etmeden
gitmeleri üzüntü vericidir. Dünyanın birçok
ülkesinden İtalya'dan, Fransa'dan, Almanya'dan,
Amerika'dan, Kanada'dan, Kore'den ve Türkiye'nin
çeşitli illerinden gelen turistler keşke buraya
gelmeseydik diye bizlere sitemde bulunmaktadırlar.
Peki, bu insanlar haklı değil mi?” diyerek
yetkililere seslendi.
Neden turizm
sektörüne sahip çıkılmıyor?
Gaziantep iline imrendiğini söyleyen
Hatay Turizm Derneği Başkanı Sabahattin Nacioğlu;
“Oysa şu an hem Müze hem de Saint Pierre Kilisesi
ziyaretçiye hazır. Peki, açılmamasının sebebi nedir
acaba? Turizm sektörü zaten Ortadoğu’dan aldığı
darbe ile aldığımız zarar yetmiyor mu? Allah aşkına
artık bu iki yeri açın. Hatay Turizm Derneği olarak
Kültür Turizm Bakanlığı’na, Müzeler Genel
Müdürlüğü’ne yazı yazdık, bir cevap alamadık. Bu
şehir niye bu kadar sahipsiz? Neden bu sektöre sahip
çıkılmıyor? Gaziantep şehrine imreniyorum. Her
istedikleri anında yapılıyor. Oradaki halk iline
sahip çıkıyor. Hep beraber ilinin menfaatleri için
birlikte hareket ediyorlar. Darısı Hatay halkının
başına belki iline sahip çıkar.” diyerek Hatay halkının
iline sahip çıkmasını istedi.
Hatay Gazetesi, Haber:
Murat Mutlu, 01.09.2014
|
VEZNECİLER'DE LAHİT KAPAKLARI BULUNDU

İstanbul Üniversitesi ana kapısı önündeki Vezneciler
Darülfünun alt geçidinin iyileştirme çalışmaları
sırasında bulunan iki lahit kapağı İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ne götürüldü. Konuyla ilgili
açıklama yapan Arkeologlar Derneği’nden bir yetkili,
“Önemli bir nekropol alanı, orada kazı yapılması
gerekir” dedi.
Vezneciler’deki alt geçitte iyileştirme çalışmaları
sırasında Bizans dönemine ait iki lahit kapağı
bulundu. Taşeron bir firma tarafından yapılan
çalışma sırasında asfaltın yaklaşık 1 buçuk metre
altında bulunan lahit kapakları hasar gördü. Görevli
bir arkeologun olmadığı kazılar sırasına bulunan
lahit kapağı İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne
bildirildi. Müze görevlilerinin yerinde
incelemelerinin ardından lahit kapakları bulunduğu
yerden uzun uğraşlar sonrası çıkartılarak bir
kamyonun kasasına yüklendi. Kapaklar İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ne götürüldü.
Konuyla ilgili görüştüğümüz Arkeologlar
Derneği’nden bir yetkili, lahit kapaklarının
bulunduğu yerin nekropol (mezarlık) alanı olduğunu,
oradan birçok lahitin çıkmasının normal olduğunu
belirterek, “Kazı yapılması gerekiyor. Bulunan
lahitlerin İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne
götürüldüğünü biliyoruz. İnşaat işleri taşerona
verildiği için taşeron firmalar tarihi eser çıkınca
ihbarda bulunmuyor. Bunlar kültür mirası, o bölgede
kazı yapılması lazım” diye konuştu.
Akşam, 01.09.2014
|
TARİHİ SİLİFKE KALESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Selçuk Üniversitesi (SÜ) tarafından 4 yıldır
Mersin’in
Silifke
İlçesi'ndeki Silifke Kalesi kazı ve
restorasyon çalışmaları sürdürülüyor.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izni ile
Selçuk Üniversitesi tarafından 2011 yılından bu
yana sürdürülen Silifke Kalesi kazı ve restorasyon
çalışmaları kapsamında toplam 11 bin 365
metrekarelik alandan 5 bin 365 metrekarelik alanda
çalışma yapıldı. SÜ Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Ali Boran başkanlığında yaklaşık 50
kişilik kazı ekibi, tarihi kaleyi yüzyıllar sonra
yeniden gün yüzüne çıkarmak için kazı çalışmalarını
2011 yılından bu yana sürdürüyor. Çalışmalara
ilişkin bilgi veren Prof.Dr. Ali Boran, “Temmuz-Ağustos
2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen kazılarda
daha çok alanda hazırlık çalışmaları ve temizlik ile
330 metrekarelik açma yapılmıştır. 2012 yılında 23
Ağustos-10 Ekim tarihleri arasındaki kazı
çalışmaları sonucu 2 bin 920 metrekarelik alanda
daha açma yapılmış, yapılan bu çalışmalar son derece
başarılı ve verimli olmuştur” dedi.

“700 YILLIK CAMİ BULUNDU”
Prof.Dr. Boran, 2012 yılında dünyaca ünlü seyyah
Evliya
Çelebi’nin eserinden yola çıkılarak yapılan
araştırmalarda 700 yıllık Kale Camii’nin gün yüzüne
çıkartıldığını belirterek, “2013 yılında ise 12
Ağustos-11 Kasım tarihleri arasında 2 bin 115
metrekarelik alanda açma yapılmıştır. 2014 yılı kazı
çalışmaları ise 20 kişilik kazı heyeti ve 30 işçi
ile geçtiğimiz haftalarda başlatılmış olup,
çalışmalar halihazırda 6 bin metrekare ölçülerindeki
açılmayı bekleyen alanda yürütülmektedir. 2011
yılından bu yana sürdürülen Silifke Kalesi kazı ve
restorasyon çalışmaları kapsamında toplam 11 bin 365
metrekarelik alandan 5 bin 365 metrekaresi açıldı.
Üç yıl içinde kalede önemli çalışmalar yürütülmüş ve
bölge tarihine ışık tutacak veriler bulunmuştur.
Özellikle kalenin ortasında cami merkezli sokak ve
Osmanlı dönemi yerleşim yeri ortaya çıkarılmaktadır”
diye konuştu.

“ORİJİNAL HALİNE EN YAKIN DURUMA GETİRİLECEK”
Kazı ve restorasyon çalışmalarının amacının kaleyi
orijinal haline en yakın duruma getirmek olduğunu
anlatan Prof.Dr. Boran, “Böylece surlar, kuleler,
cadde ve sokaklar, konutlar, dini, askeri ve sivil
mimari kalıntıları yüzyıllar sonra yeniden gün
yüzüne çıkarmayı ve kaleyi yeniden ayağa kaldırmayı
planlıyoruz. Ayrıca kazı sonucu elde edilen bilgi ve
bulgularla bilimsel yayınlar yapmak kaydıyla kale
tarihi hakkında bilim dünyasını ve kamuoyunu
bilgilendirmek, yakın tarihimizin çok önemli bir
kültür varlığı olan kalenin ayağa kaldırılarak,
tahrip edilmiş, harabe ve yıkıntı görüntüsünden
kurtarılmasını sağlamak, toplumda tarih ve tarihi
eser bilincini oluşturmaya ve farkındalık yaratmaya
katkı sağlamak istiyoruz” şeklinde konuştu.

Milliyet, 01.09.2014
|
 |
ÇINAR'DA İKİ HÖYÜK SİT ALANI, BİR CAMİ KÜLTÜREL VARLIK İLAN EDİLDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Diyarbakır’ın Çınar İlçesi'ndeki iki höyükü birinci derece sit alanı, Şehy Ahmet Camisini ise taşınmaz kültürel varlık kapsamına aldı.
Kültür Ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün girişimleri ile Kültür Ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır’ın Çınar İlçesi Altınakar Köyü sınırları içinde bulunan Tavşantepe Höyüğü ile Çukurbaşı (Ruberi) Köyü'nde bulunan Çukurbaşı Höyüğü’nü Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında birinci dereceden sit alanı ilan etti.
Ayrıca aynı kanun kapsamında Çınar’a bağlı Meydan (Sorşip) Köyü'nde bulunan Şeyh Ahmet Camisi “korunması gerekli taşınmaz kültürel varlıklar” kapsamına alındı. Karar 15 Temmuz 2014 yılında alındı.
haberler.com, 01.09.2014
|
TÜRK ARKEOLOGLAR KOSOVA'DA KİLİSE BULDU

Türk arkeologlar, Kosova'nın başkenti Priştine
yakınlarındaki Graçanitsa'da, 4. yüzyıla ait bir
kilise buldu.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya
başkanlığındaki arkeologlar, Ulpiyana yerleşkesinde
4. yüzyıla ait bir Roma kilisesinin izlerini buldu.
Roma İmparatorluğu döneminde bölgenin en önemli
ve en büyük yerleşim yerlerinden biri olan
Ulpiyana'daki (Ulpiana) kazı çalışmalarına 2012
yılında Kosova Kültür Bakanlığı ile imzalanan
işbirliği anlaşması sonrasında başladıklarını
anlatan Çetinkaya, kazılarda önce vaftizhaneyi
bulduklarını, ardından kilisenin bir bölümüne
ulaştıklarını kaydetti.
Çetinkaya, kilisenin iki farklı yüzyıla aile
kalıntıları bulunduğunu belirterek, 4. yüzyılın
sonlarında yaşanan
Deprem sonucunda yıkılan kilisenin, 5. yüzyılda
tadilattan geçtiğini söyledi.
Kazılar sonucunda üçte biri ortaya çıkan
kilisenin, yaklaşık 19 metre yüksekliğinde olduğu
tahmin edilirken, orta kısmı toprakla dolu olan
kilisenin tamamının önümüzdeki yıldan itibaren daha
net bir şekilde ortaya çıkacağı kaydedildi.
Kilisenin hangi döneme ait olduğunu tespit
ederken birden fazla hususu göz önünde
bulundurduklarına dikkati çeken Çetinkaya, şunları
söyledi:
"Bunlardan bir tanesi burada kullanılmış olan
malzeme, ikincisi burada bulunan paralar ve üçüncüsü
de burada bulunan iskeletlerin tarihlendirilmesi.
Mesela, vaftizhanenin hemen yanında gömülme
sözkonusudur. Orada bulunan iskeletlerin laboratuvar
tetkiklerini yaptık. Bunun sonucunda, 5. yüzyılın
başlarına ait olduklarını tespit ettik. Burada, bu
sene de dahil olmak üzere, 101 tane sikke bulduk. Bu
sikkelerin okunabilirlerinin hemen hemen tamamı 4.
yüzyıla ait. Bu, tarihleme için önemli bir
kriterdir. Aynı zamanda kullanılan malzemeler
içerisinde tuğla bize tarihleme için önemli bir
ipucu verir. Bunlardan hareketle kilise 4. yüzyıla
ait diyoruz. Öte yandan, kilise söz konusu
olduğunda, kiliselerin zemininde haç kullanımının
bir yasağı var. 5. yüzyılın ilk çeyreğinde, zeminde
haç kullanılması yasaklanmıştır. Burada ise zeminde
haç kullanıldığı için biliyoruz ki kilise 5. yüzyıl
başlarının öncesine ait."
- Araştırmalar 2008'de başladı
Kosova Arkeoloji Enstitüsü'nden Milot Berisha da
tarihi bir Roma şehri olan Ulpiyana'daki çalışmalara
2008 yılında Alman uzmanlarla başladıklarını ve bu
dönemde yaklaşık 50 hektarlık bir alanda en modern
yöntemlerle jeofizik araştırmalarının yapıldığını
söyledi.
Türk arkeologlarla işbirliğinin 2012 yılında
başladığını belirten Berisha, kazı çalışmalarıyla eş
zamanlı olarak duvarların restorasyonunu da
yaptıklarını, amaçlarının Ulpiyana'yı turizme bir an
önce kazandırmak olduğunu ifade etti.
Star Gündem, 01.09.2014
|
BARAJLARA KURBAN EDİLEN BİR KÜLTÜR MİRASI DAHA!
Baraj yapımı ile kültürel mirasın sular altında
kalması sonucu yitirilmesi, maalesef alışık
olduğumuz bir konu. Yapımına 2013 yılında başlanan
Gemlik-Büyükkumla Barajı alanı içinde kalan tarihi
yapılar, acilen müdahale edilmezse, yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya...

Türkiye’de baraj yapımı ile kültürel mirasın
sular altında kalması sonucu yitirilmesi maalesef
alışık olduğumuz bir konu. Zeugma ve Allianoi gibi
büyük ölçekli antik kentlerin ses getiren trajik
sonları ile kamuoyu bu konuda bilinçlenmişti.
Günümüzde Hasankeyf ile devam eden bu süreçte henüz
haberdar olmadığımız yeni bir baraj yapılıyor:
Gemlik-Büyükkumla Barajı.
Konum olarak denize yakın ve vadi içerisinde yer
alan bölgede daha önce bir Osmanlı Köyü bulunmakta
idi. Burada 17. yy ve önceki dönemlere ait olan
Bakkal Piri Camii, Taş köprü, Büyük hamam ve küçük
hamam olarak adlandırılan yapılar grubu
bulunmaktadır. Ancak zamanında sel sularından
etkilenen köy, daha üst kotlara doğru nakledildikten
sonra bu yapılar kaderine terk edilmiştir.
Yapımına 2013 yılında başlanan Büyükkumla baraj
alanı içinde kalan bu yapılar acilen müdahale
edilmezse yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Bakkal Piri Camii
Mescidin yapılış tarihi bilinmemektedir. Ancak
haziresinde yer alan bir mezar taşında 17. Yy
dönemine tarihlendiği anlaşılmaktadır. Mescit, kare
planlı bir harim ve dikdörtgen planlı son cemaat
mahalinden oluşmaktadır. Günümüzde ana mekanı ve son
cemaat yerini örten ahşap kırma çatı ve son cemaat
sundurması yıkılmış durumdadır. Yapının ana
malzemesi moloz taş-tuğladır. Ana yapının duvarları
alt pencerelerin üstü seviyesinde ve üst
pencerelerin kemer başlangıçları hizasında ahşap
hatıllıdır. Harim mekanına giriş, tuğla malzemeli
tek merkezli teğet kemerli bir kapı nişi içinde,
mermer basık kemerli ve söveli bir kapı ile
sağlanmaktadır. Kapı kanatları mevcut değildir. Ana
mekanın zemini zaman içinde toprak dolgu ile
yükselmiştir. Yarım daire planındaki mihrap kapı
aksında yer almaktadır. Duvar yüzeyinde
çıkıntılıdır. Tuğla malzemeli mihrap kemeri tek
merkezli teğet kemerdir. Mihrap duvarı üzerinde iki
adet sivri kemerli pencere açıkları mevcuttur. Sağ
ve sol yan duvarlarında ve giriş duvarında ikişer
adet olmak üzere dikdörtgen ebadında toplam 6 adet
pencere açıklığı mevcuttur. Sol yan duvarda bir niş
yer almaktadır. Pencerelerin üstlerinde 6 adet sivri
kemerli tepelik pencereleri bulunmaktadır. Sadece
birinde görülen pencere doğraması ahşaptır. Mescit
içinde girişin önünde iki adet 10x10 dikme ve taban
kirişleri görülmüştür. Taban kirişlerinin üzerinde
ahşap profilli bir korkuluğa rastlanılmıştır.
Bu
kalıntıların kadınlar mahfili olduğu tespit
edilmiştir. Ana iç mekanın duvarları horasan sıva
üzeri ince alçı sıvadır. Alçı sıva üzerinde dönemin
mahalle mescitlerinde görülen kalem işi bezemeler
göze çarpmaktadır. Tepelik pencerelerinin arasında
devam eden madalyon formlu mavi renkli çerçevelerin
içine siyah hat yazılar yazılmıştır. Alt sıra
pencerelerin aralarında, üst hizalarında dikdörtgen
mavi çerçeve içine yine siyah renkte hat yazılar
yazılmıştır. Mihrap ve kemer iç yüzeyleri bu renkler
kompozisyonundadır. Kemerin iç yüzeyi şemsiye
formunu anımsatan kalem işi dilimler şeklinde
yapılmıştır. Mihrap nişinin iç yüzeyinin sağ
tarafında siyah boyayla barok dönemi bir sütun ve
başlığı işlenmiştir. Bezemeler barok dönemi etkisini
göstermektedir.
Yapının son cemaat bölümü dikdörtgen planlıdır.
İki adet mermer sütuna oturan üç adet tuğla kemer
mevcuttur. Kemerlerin iç dolgusu moloz taşlıdır.
Mermer sütun başlarının kenarları üçgen şeklinde
pahlıdır. Son cemaat bölümünün sağ ve sol yan
duvarlarında birer adet dikdörtgen çerçeveli pencere
açıklığı ve üstlerinde sivri kemerli tepelik
pencereleri bulunmaktadır. Ahşap sundurma olan çatı
günümüzde yıkılmıştır.
Mescidin minaresi son cemaat bölümünün sağ yan
duvarındadır. Genel olarak iyi durumdadır. Minare
gövdesi, şerefe ve petek kısmı tuğla ile inşa
edilmiştir. Şerefe altında 4 sıra halinde tuğla
mukarnaslar mevcuttur. Minarenin pabuç kısmı moloz
taştır. Girişi ana mekandan bir kapıyla
sağlanmaktadır. Minare sereni yaklaşık 20-25 cm.
çapındadır. Basamakları yaklaşık 8x27cm. ölçülerinde
ahşap basamaklar arası tuğla dolgudur. Rıht
yükseklikleri, ahşap basamaklar ve ara tuğla
dolguları ile yaklaşık 30cm.’dir.
Mescidin bahçesinde küçük bir hazire mevcuttur.
Mermer mezar taşları yıkılmış kaçak kazılar ve
defineciler tarafından tahrip olmuştur.

Hamam
Hamamın yapılış tarihi bilinmemektedir. Hamamın
dış duvarları moloz taş-tuğla almaşık düzenindedir.
Hamamın zemin seviyesi belli bir kota kadar toprak
altında kalmış durumdadır. Günümüzde yıkıntı
halindeki bir açıklıktan girilmektedir. Hamam
boyutları itibariyle küçüktür. Ancak genel planlama
esasları olan sıcaklık, soğukluk,soyunma bölümü ve
buhar odası gibi mekanları mevcuttur. Hamamın
sıcaklık kısmının üst örtüsü tuğla kubbedir. Kare
planlı sıcaklık kısmının kubbe geçişleri 4 adet
tromp ile sağlanmıştır. Kubbenin tepelik kısmı olan
aydınlık feneri yıkılmış durumdadır. Kubbede 8 adet
fil gözü pencere mevcuttur. Hamamın iç sıvaları
günümüzde nadir olarak görülen horasan sıva üzeri
alçı malakaridir. İç duvarlarda alçı sıva üzerine
rumi bezemeler göze çarpmaktadır. Bir bordür dizisi
şeklinde planı dönen bu bezemeler bir sıra rumi
madalyonlar bir sıra rumi lale palmetler
düzenindedir. Araları bir düz bir ters küçük üçgen
formlarıyla çerçevelenmiştir. Yapı günümüzde dış
etkenlere açık ve her türlü tahribata müsait
durumdadır. Hamamda zaman içinde meydana gelen
yangınların izleri görülmektedir. Yapı gün geçtikçe
yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Taş köprü
Köprünün hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir.
2009 yılında yapılan gözlemde köprü, yerinde
varlığını koruyordu. Ancak günümüzde köprü baraj
yapımı sonrası tamamen yıkılmıştır. Gemlik körfezine
dökülen dere üzerinde bulunan bu taş köprü denizden
yaklaşık 4-5 km. kadar içeride idi. Moloz taş örme
tekniğinde yapılmış olan köprü, 2009 yılında yapılan
gözlemde derenin aktığı orta büyük kemerin yarısına
kadar yıkılmış durumda idi. Yıkılan köprünün
döneminde üç gözlü olduğu simetrik olarak
incelendiğinde anlaşılmaktadır. Orta kemerin sol
yanında küçük bir kemerli pencere ve onun yanında
köprünün ikinci göz kemeri bulunmaktadır. Ana
yapının inşasında moloz taş kullanılmıştır. Kemer
taşları düzgün kesme taş olup çerçeveleri tuğla
şeritlerle zenginleştirilmiştir. Yıkık orta kemerin
sol yanında bulunan küçük pencere niteliğindeki
kemerin taşları ise bir sıra taş, iki sıra tuğla
düzenindedir.
Yapı, Haber: Serdar Yaşar /Restoratör,
01.09.2014
|
HİTİT PRENSESİNİN İSMİ MÜHÜRDEN ÖĞRENİLDİ
Hitit Prensi Tuthaliya'nın eşinin isminin
"Asnu-Hepna" olduğu Hatay'da bulunan bir mühürden
anlaşıldı.
Hatay Reyhanlı'daki Tell Aççana kazılarında bulunan
bir mühür baskısı, 100 yıl önce bulunan Hitit Prensi
Tuthaliya'nın yazışmalarında kendisinden isim
vermeden söz edilen Hitit Prensesi'nin ismini ortaya
çıkardı. Filologlar Prof.Dr. Belkıs Dinçol ve Yrd.
Doç.Dr. Hasan Peker, prensesin adının "Asnu-Hepa"
olduğunu belirledi. Anadolu'nun ilk imparatorluğu
Hititlerin önemli merkezlerinden biri olan Alalah'ta
prens Tuthaliya'nın bir yönetici olarak hüküm
sürdüğü, Hitit Büyük Kralı ile mektuplaştığı hatta
eşinin de bu yazışmalara Hitit Büyük Kraliçesi
nezdinde dahil olduğu arkeologlarca tespit
edilmişti. Buluntular üzerindeki çalışmaların devam
ediyor.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 01.09.2014
|
|
"BU PROJEYLE TAKSİM MEYDAN ÖZELLİĞİNİ YİTİRECEK"
Beyoğlu'ndan sorumlu koruma kurulu, İBB'nin
hazırlattığı 'Taksim Meydanı düzenleme projesi'ni
onayladı. Meydana ağaçlar dikilerek süs havuzları
yapılmasını öngören projeye itiraz eden Mimarlar
Odası ve Şehir Plancıları Odası, 'Taksim bu projeyle
meydan özelliğini yitirir' diyerek alanın yarışmayla
tasarlanması gerektiğini belirtti.

Beyoğlu’ndan sorumlu 2 No’lu Koruma Kurulu,
Taksim meydanı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından özel firmalara hazırlattırılan ‘düzenleme
projesi’ni 16 Temmuz’da kabul etti. Kurul kararında
'Taksim Meydanı ve Yakın Çevresi Düzenleme projesi
ile Taksim Gezi Parkı Yaya Geçidi Projesi'nin 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
açısından sakıncası olmadığı belirtildi.
Projeye göre meydanın çeşitli yerlerine ağaçlar
dikilecek, süs havuzları ve oturma grupları
yapılacak. Projenin görsellerinde Cumhuriyet Caddesi
boyunca, AKM önünde, Gezi Parkı'yla Marmara Oteli
arasında ve Tarlabaşı tarafında ağaçlı yeşil adalar
gözüküyor. Ayrıca Cumhuriyet Caddesi üzerindeki
oturma gruplarının yanına süs havuzları çizilmiş.

Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası
yetkilileri, bu düzenlemelerin Taksim’in meydan
özelliğini yok edeceğini, koruma kurulu projeyi
görüşürken dile getirdikleri itirazların dikkate
alınmadığını belirtti. Oda yetkilileri ayrıca
meydanın yarışmayla tasarlanması gerektiği
görüşünde.
‘FONKSİYONU DEĞİŞTİRMEYE YÖNELİK’
Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı, "Bu ağaçlar
meydanın toplu kullanılmasını engeller, dolayısıyla
proje meydan fonksiyonunu değiştirmeye yöneliktir.
Kararın meslektaşımız Mimar Cengiz Can’ın görev
süresi dolmadan 2 No’lu Koruma Kurulu’nun
başkanlığında alınmasının hemen ardından alelacele
onaylanması manidardır. Kentin en önemli merkezinden
sorumlu kültür varlıklarını koruma kurulunun
başkanlığını şu anda bir avukatın yürütüyor olması
da ayrı bir problemdir. Mimarlar Odası olarak
projenin iptal edilmesi için üzerimize düşeni
yapacağız" diye konuştu.
‘PARKTAN 750 METREKARE ÇALINMIŞ’
Yapıcı, ayrıca parkın Divan Otel tarafından 750
metrekarelik bir alanın eksiltildiğini belirterek,
"27 Mayıs 2013 akşamı yaya yolu yapılma bahanesiyle,
hiçbir izin olmadan iş makinalarıyla parktan çalınan
alan, yani Gezi olaylarının başlamasına neden olan
kaçak işlem bu projeyle meşrulaştırılmaya
çalışılmakta. Parktan 750 metrekarelik alan
çalınmış. Bu konuda defalarca suç duyurusunda
bulunduk ancak kurul görmezden geldi, şimdi de bu
hukuksuzluğa suç ortaklığı ediyor" dedi.

‘YARIŞMAYLA YAPILMALI’
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun
Kahraman da projedeki ağaçlar ve yeşil alanların
Taksim’in meydan vasfını yitirmesine neden olacağını
söyledi. Kahraman, meydanın mevcut haliyle
bırakılmasının da kabul edilemez olduğunu
belirterek, "Gezi direnişiyle demokrasinin merkezi
olan bu meydan için yapılacak düzenleme ortak akılla
araştırılmalı ve bir yarışma düzenlenerek
projelendirilmelidir" dedi.
Gezi Parkı’nın üç boyutlu görsellerde yer aldığını,
ancak projenin orijinalinde boş alan olarak
gözüktüğünü belirten Kahraman, bunun Topçu
Kışlası’nın ihya edilmesi ihtimalini düşündürttüğünü
söyledi. Kahraman’ın dikkat çektiği bir diğer nokta
da Danıştay’ın iptal kararıyla kaçak durumuna düşen
araç tünelinin projede yer alması oldu.

‘KULLANILAN BİR YER HALİNE GETİRİLECEK'
Tümaş ve On Tasarım firmalarının imzasının yer
aldığı proje raporunda, "İstanbul’un en önemli
meydanı" olan ancak mevcut haliyle bir "boşluk ve
mekansızlık hissi uyandıran" Taksim’e proje
sayesinde "bir kent meydanı olma özelliği"
getirildiği öne sürüldü.
Oturma birimleri, süs havuzları ve ağaçların
"duraklama ve dinlenme alanları" yaratarak meydanı
"kullanılan bir yer" haline getirdiği, "meydanın
simgesi Cumhuriyet Anıtı’nın daha tanımlı hale"
gelecek şekilde düzenlendiği ve Tarlabaşı yönündeki
yükseltilmiş bahçeyle "araç tüneli çıkışından
kaynaklanabilecek gürültü ve kirliliğin meydandan
yalıtılarak mekanın konforunun artırılmasının"
hedeflendiği belirtildi.
Topbaş ‘meydanda ağaç
olmaz’ demişti
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir
Topbaş Eylül 2013’te bir açıklama yaparak, "Esasında
meydanlarda ağaç olmaz. Ama bizim insanlarımız
meydanda da ağaç istiyor. Dünyanın gelişmiş
kentlerin meydanlarına bakınız ağaç yoktur. Biz
burada yeşillendirme, ağaçlandırma, şehir
mobilyaları ve zemin kaplaması gibi çalışmalar
yapacağız, daha bitmedi" demişti.
Radikal, Haber: Elif İnce, 01.09.2014
******
TAKSİM MEYDANINI NE YAPMALI?
Taksim Meydanı özelinde yarışmanın en iyi yöntem
olduğunu düşünmüyorum. Evet, mevcut yöntemden daha
iyi. Ancak olması gereken değil.

Taksim Yayalaştırma Projesi'nin hukuksuzluğu,
kentsel muhalefeti Meydan tasarımı konusunda
hareketsiz bıraktı. Sonuçta Meydan'ın altındaki
tünel ile birlikte tasarlanması, hukuksuzluğu da
kalıcılaştıracak. Haliyle yapılan çalışmalar
seminerlerin ötesine geçemedi. İBB'nin bekletme,
soğutma taktikleri, Meydan'ın OHAL uygulamaları
ile siyasetten arındırılması kentsel toplumsal
aktörlerin ayağının ve aklının Gezi Parkı ve
Taksim Meydanı'ndan 'kesilmesine' vesile oldu.
Tabii Gezi'den beri araya giren makro siyaset ve
seçimler maratonunu da buna eklemek gerekir.
Meydan'ın mevcut konforsuz, çirkin, altyapısı
sorunlu, rezil halinin yarattığı hoşnutsuzluk da
eklendiğinde, İBB sipariş üzerine, kapalı
kapılar ardında hazırlanan, üzerine bir
tartımlamanın gerçekleşmediği projesini
kamuoyuna tepeden bıraktı, şık görseller ile ve
bol ağaç içerecek şekilde. Her ne kadar sosyal
medyada o görsellerin 'hack' ve 'mim'lenmiş
halleri espri konusu olsa da Taksim'in geleceği
ciddi bir gündem olamadı.
Koruma Kurulu mevcut projeyi onayladı. Şimdi,
bize 'sunulan', 'tek' bir projenin
gerçekleştirilmesini bekleyeceğiz. Sonra da
nereden baktığımıza göre, her ne kadar kapalı
süreçlerle tasarlanmış olsa bile, mevcut korkunç
halinden çok daha iyi olacağı için ya bardak
dolu, ya da daha 'iyi' bir tasarım sürecinin ve
bu sürecin çıktısının imkanı heba edildiği için
bardak boş diyeceğiz.
Farklı aktörler tarafından vurgulanan, Taksim
Meydanı'nın yarışma ile yapılması. Mevcut kapalı
ve tekil proje ile kıyaslandığında, daha doğru
bir yaklaşım olacağı muhakkak. Ancak konunun
kamudaki muhataplarının, diğer birçok projede de
olduğu gibi, bilinmezlik örtüsünü kaldırmayı,
bilgiyi şefafflaştırıp, süreci açık hale
getirmeyi ve dolayısıyla iktidarlarını
paylaşmayı istemeyeceklerini
biliyorduk/biliyoruz. Dolayısıyla, eğer Taksim
Meydanı'nın 'yarışma ile yapılması' doğru bir
yöntem idiyse, bunun kamu aktörlerini pozisyon
almaya zorlayacak, kamuoyunu tartışmalara dahil
edecek, meslek insanlarının enerjisine
başvuracak şekilde, 'savunucu planlama /
tasarım' pratiği olarak, meselenin 'sivil'
aktörleri tarafından zorlanması gerekiyor/du.
Her ne kadar geç kalınmış gözükse de bu nokta
belki halen zorlanabilir.
Şahsi görüşüm, kamusal bir mekan, hele ki
Taksim Meydanı gibi kentsel müşterek halini
almışsa, kamusal süreçlerle ele alınmalıdır.
Mevzu, hangi tasarımın daha iyi olduğu ve bu
tasarıma nasıl ulaşılacağından çok (ki bu
noktalar önemsizdir demiyorum), bu mekanın
anlamının kendisi. Bu anlamı nasıl ve ne yönde
üreteceğiz? Taksim Meydanı özelinde yarışmanın
en iyi yöntem olduğunu düşünmüyorum. Evet,
mevcut yöntemden daha iyi. Ancak olması gereken
değil. Soruları çoğaltmak gerekir: Taksim
Meydanı'nın tasarım süreci, büyük bir saldırı
altında olan ve artık iyice daraltılan kamusal
alanı tekrar nasıl genişletebilir? Taksim
Meydanı'nı ele alırken hangi prensiplere dikkat
etmeliyiz? Kentsel toplumsal aktörler Taksim
konusunda hamle üstünlüğünü tekrar nasıl
kazanabilirler? Taksim Yayalaştırma Projesi
öncesi ve sonrasında Taksim Meydanı ve içinde
bulunduğu Beyoğlu nasıl dönüşümler yaşadı ve
yaşıyor?
Şu an 50 metre ara ile Meydan'a bakan 2 tane
Starbucks, baklavacılar, onlarca MOBESE
kamerası, çevik polis meydanı tanımlayan
unsurlar. Ve turist sayısı çoktan İstanbullu
kullanıcı sayısını geçmiş durumda. Yani,
Meydan'ın siyasetten arındırılarak topyekün
turistikleştirildiği bir tüketim mabedi olma
doğrultusundaki dönüşümü derinleşiyor. Üzerine
'kondurulacak' proje, bu gidişle pastanın çileği
olacak. Belediyenin bir sonraki süprizini
beklemek ve 'ikna olmak' yerine, verili durumu
değiştirecek şekilde zorlamak ve ikna etmek
gerekiyor. Yoksa Taksim Meydanı, siyah beyaz
fotoğraflarını, eski 1 Mayıs ve Gezi direnişi
görsellerini paylaştığımız, yok olmuş bir bellek
mekanı olarak İstanbul Kaybolan Bellek Mekanları
Müzesi'nde yerini alacak.
Arkitera, Yazı: Yaşar Adanalı, 01.09.2014
|
ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ KONGRESİ
Çorum'da Hitit Üniversitesi ev sahipliğinde, 23
ülkeden 196 akademisyenin katılımıyla 9.
Uluslararası Hititoloji Kongresi yapılıyor.

Hitit Üniversitesi'nin ev sahipliğinde
düzenlenen 9. Uluslararası Hititoloji Kongresi,
23 ülkeden 196 akademisyenin katılımıyla
başladı.
Hitit uygarlığının ve Anadolu medeniyetlerinin
bilimsel olarak tartışılması amacıyla ilk kez 1990
yılında Çorum'da gerçekleştirilen ve daha sonra 3
yılda bir olmak üzere çeşitli ülkelerde yapılan
Uluslararası Hititoloji Kongresi'nin 9'uncusu, Hitit
Üniversitesi'nin ev sahipliğinde gerçekleştiriliyor.
Rektörlük konferans salonunda yapılan kongrenin
açılış toplantısında konuşan Vali Sabri Başköy,
Hitit Medeniyeti denilince Çorum'un ön plana
çıktığını belirterek, Çorum'un, tarih boyunca
Hititlerin yanı sıra birçok medeniyete ev sahipliği
yaptığına dikkati çekti.
Çorum topraklarının birçok zenginliği
barındırdığını ifade eden Başköy, "İl genelinde 5
ayrı yerde arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor.
Hattuşa, Alacahöyük, Şapinuva, Eskiyapar ve
Resuloğlu ören yerlerinde kazı çalışmaları uzun
yıllardır sürüyor. Biz de valilik olarak kazı
çalışmaları yapıldığı alanları ziyaret ederek,
eksikliklerin giderilmesine katkı yapıyoruz. Bir
önceki kongre 6 yıl önce yine Çorum'da yapılmıştı.
Hafta sonu gittiğinizde göreceksiniz, kazı
alanlarımızda 6 yıl içerisinde çok ciddi
değişiklikler oldu" diye konuştu.
Kazı alanlarında her yıl yeni bir eser ve
arkeolojik veriyle karşılaşıldığına dikkati çeken
Başköy, "Bu, kazı heyetleri kadar bizleri de ciddi
oranda heyecanlandırıyor. Her yıl kazı sezonunun
bitiminde bir çalıştay düzenliyoruz. Kazılarda
bulunan eserler ve diğer bilimsel araştırmalar
masaya yatırılıyor. Hititlerle ilgili tüm bu
veriler, hem çalıştaylarımızda hem de bu
kongrelerimizde değerlendirilecek ve dünya
medeniyetler tarihine ayrı bir zenginlik
kazandıracaktır. Bu kongrenin de Hitit Medeniyeti
ile ilgili güzel çalışmaların ortaya konulacağı, çok
verimli geçecek bir etkinlik olacağına inanıyorum"
ifadelerini kullandı.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür
Yardımcısı Zülküf Yılmaz da Türk toplumunun farkında
olarak ya da olmayarak Hititlere karşı bir sempati
ve sevgisi bulunduğunu söyledi.
"Buradaki herkes, bu işin içerisinde belirli bir
aşamaya gelmiş ya da en üst seviyelerde işin ehli
olmuş kişiler" diyen Yılmaz, şöyle devam etti:
"Tarihte pek çok yeniliklerin ve ilklerin
yaşandığı, yaşatıldığı bir uygarlıktan bahsediyoruz.
Milattan önce 1700-1800'lü yıllardan itibaren
Hititleri Anadolu coğrafyasında görmekteyiz ancak
hiçbir mukavemetin, kayda değer olmayan hiçbir
savaşın, büyük bir çarpışmanın yaşandığına dair
emareleri görmeden, Hititlerin ve Hitit öncülerinin
Anadolu'ya geldiğini, buradaki yerli halk ile
muazzam bir birliktelik kurduğunu, buradaki
kültürleri özümseyerek, insanlarla kaynaştığını,
buranın değerlerine muazzam bir saygıyla
yaklaştığını ve buraya yatırım yaptığını biliyoruz.
Hititlerin bu coğrafyada pek çok şeyi
geliştirdiğini, ilk büyük antlaşmaların,
sözleşmelerin yapıldığını biliyoruz."
Hititoloji Kongresi Başkanı
Prof.Dr. Aygül Süel
ise çeşitli ülkelerinden katılımcıların, dünyadaki
en önemli uygarlıklardan biri olan Hitit
Medeniyetini konuşmak ve bilimsel araştırmaları
paylaşmak üzere bir araya geldiklerini söyledi.
Hitit Medeniyeti'nin başkentini sınırları
içerisinde barındıran Çorum'un, bugüne kadar 5 kez
Hititoloji Kongresi'ne ev sahipliği yaptığını dile
getiren Süel, şunları kaydetti:
"Bu kongreler, günümüzde, bu alanda çalışan her
bilim adamının merakla beklediği değerli toplantılar
haline gelmiştir. Anadolu'nun hemen hemen altı
asırlık bir dönemine damgasını vuran ve çağının en
büyük güçlerinden biri olan Hitit devletinin
yarattığı uygarlık, özellikle idari yapısı, hukuku,
din anlayışı, mimarisi, kadın hakları gibi
hususlarda son derece ileri seviyede olması
nedeniyle hayranlık duyulması gereken bir
medeniyettir. Hitit devletinin yaptığı uluslararası
antlaşmalar tüm dünyaya örnek olmuştur. Birçok
medeniyete temel olan Hitit Uygarlığı'nın dünya
konjonktüründeki yeri tartışılmazdır.
Konuşmaların ardından İtalyan akademisyen
Prof.Dr. Alfonso Archi'nin başkanlığını yaptığı kongrenin
ilk oturumu gerçekleştirildi.
Pazar gününe kadar sürecek kongreye Türkiye'nin
yanı sıra Almanya, İtalya, Amerika, İngiltere,
Rusya, Fransa, Japonya, Hollanda, Arjantin, İspanya
ve İsrail'in de aralarında bulunduğu 23 ülkeden
116'sı yabancı 196 akademisyen ve araştırmacı
katılıyor. İngilizce dilinde 36 oturumun yapılacağı
kongrede sunulan bildirilerin daha sonra
kitaplaştırılacağı öğrenildi.
Trt Türk, 01.09.2014
|
2700 YILLIK ANTİK KENT İMARA AÇILDI
MÖ 7. yüzyıla ait Myrelia antik kenti, Bursa
Büyükşehir Belediyesi'nin hazırladığı imar planı ile
ticaret ve turizm alanı ilan edilerek imara açıldı.

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 2010
yılında Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde Myrelia antik
kentin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında
yoğun seramik parçalarına rastlayınca, Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu’na başvurarak bölgenin 1.
Derece Sit Alanı ilan edilmesini istedi. Bölgede
incelemelerde bulunan Koruma Kurulu ise bölgeyi 3.
Derece arkeolojik sit alanı ilan etti.
2012 yılında Tesco Kipa Kitle Pazarlama Şirketi,
Mudanya Belediyesi’nden aldığı ruhsatla bölgede bir
süpermarket yapmaya başladı. Ancak süpermarketin
temel kazıları sırasında antik kentin MÖ 7.
yüzyıla ait duvarı ile heykellere rastlanınca bölge
halkı süpermarket inşaatının durdurulması için Bursa
1. İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme devam
ederken Bursa Büyükşehir Belediyesi Mudanya için
yeni bir 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar
planı hazırladı. Yeni plan, Myrelia antik kentin
MÖ 7. yüzyıla ait duvarı ile heykellerinin
bulunduğu yaklaşık 10 bin metrekarelik alanı
‘ticaret alanı’ ilan ederek imara açmayı
hedefliyordu. Antik kentin sahil kısmında bulunan 50
bin metrekarelik alanı da ‘turizm alanı’ ilan ederek
imara açan plan, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi. Koruma Korulu
planı onayladıktan sonra plan askıya çıkarıldı.
Böylelikle Myrelia antik kentinin 60 bin metrekaresi
imara açılmış oldu.
SÜPERMARKET BODRUMUNDA ANTİK KENT
2012 yılında yapımına başlanan süpermarketin antik
kentin kalıntıları üzerinde yapıldığını belirten
bölge halkı, süpermarketin yıkılması için Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na
başvurmuştu. Ancak Koruma Kurulu tarihi Myrelia
kenti üzerine yapılan alışveriş merkezinin devam
ettirilmesine karar verince, 20 metre uzunluğa ve
iki metre genişliğe sahip 2 bin 700 yıllık kent
duvarları ile tarihi kalıntılar süpermarketin bodrum
katında cam çerçeveler içine konuldu. Yeni
hazırlanan plana göre üzerinde süpermarket yapılan
Myrelia antik kent duvarının etrafı da böylelikle
imara açıldı.
‘PLAN İPTAL EDİLSİN’
Antik kent üzerine inşa edilen süpermarket için
açılan davanın devam ettiğini söyleyen Bursa Şehir
Plancıları Odası Başkanı Hakan Karademir sözlerine
şu şekilde devam etti: "Süpermarketin yıkılması için
açılan dava devam ediyor. Dava sonuçlanmadan
bölgenin imara açılması bir felakettir. Koruma
Kurulu daha önce Mudanya Belediyesi tarafından
hazırlanan 1/1000 Ölçekli planı değerlendirirken
süpermarket hakkında açılan mahkeme sonuçlanınca bu
bölge hakkında karar vereceğini belirtmiş,
süpermarketin üzerinde yapıldığı alanı plan dışı
bırakmıştı. 1/1000 Ölçekli planda plan dışı
bırakılan alanın 1/5000 ölçekli planda ticaret alanı
ilan edilerek imara açılması çelişkidir. Planı
incelediğimizde
sosyal donatı alanı olan 50 bin metrekarelik
alanın turizm alanı ilan edilerek imara açıldığını,
antik kentin bazı bölgelerinin de konut alanı ilan
edildiğini görüyoruz. Antik kenti imara açan bu
planın iptal edilmesi için hukuki yollara
başvuracağız."
Radikal, Haber: İdris Emen, 01.09.2014
|
TANRIKULU: KULELERİN TIRAŞLANMASI İSTANBUL'UN
SİLUETİNİ KURTARIR MI?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu,
tarihi silüeti bozan İstanbul Zeytinburnu’ndaki 16:9
kulelerini Meclis gündemine taşıdı.
Danıştay’ın, toplam
25 katın yıkılması kararının İstanbul’un silüetinin
korunması için yeterli olup olmadığını sordu. Kültür
ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından yazılı olarak
cevaplanması talebiyle TBMM Başkanlığı’na soru
önergesi veren Sezgin Tanrıkulu, şu soruları
yöneltti: “Bakanlığınız uzmanlarının
Zeytinburnu’ndaki 16:9 kulelerinin İstanbul’un
silüetini bozması ile ilgili hazırladığı rapor
bulunmakta mıdır? Bakanlığınızda İstanbul’un silüeti
ile ilgili uluslararası standartlarda rapor
hazırlayabilecek uzman bulunmakta mıdır? İstanbul’un
silüetinin korunmasına yönelik tedbirlerin
alınmasından kim sorumludur? İstanbul’un silüetinin
korunması amacıyla standartlar belirlenmiş midir?
Belirlenmişse bu standartlar nelerdir? Bakanlığınız
birimlerinin Zeytinburnu’ndaki 16:9 kuleleri
hakkında aldığı kararlar nelerdir? Danıştay,
İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin 36, 32 ve 26 kat
16:9 kuleleri hakkında verdiği toplam 25 kat
yıkılması kararı İstanbul’un silüetinin korunması
açısından yeterli midir?”
Zaman, Haber: Selçuk Kapuci, 01.09.2014
|
KAYMAKAM KAPIYI GÖREMEDİ
Fatih'te bir
otelin, otopark girişi için Bizans surlarını delmesi
üzerine, olayda sorumluluğu olan kamu görevlileri
için Kaymakamlık soruşturma izni vermedi. Surdaki
deliklere rağmen, somut bir delil bulunamadığı iddia
edildi.

İstanbul Fatih’te tarihi surların delinmesine
ve ‘ihya’ projesine ilişkin süren soruşturmada,
Fatih Kaymakamlığı, Belediye’deki memurlar hakkında
soruşturmaya gerek olmadığına karar verdi. Fatih,
Sultanahmet’te park alanına ‘ihya’ projesi kararı
ile yapılmak istenen otel inşaatı ve tarihi surların
delinmesine ilişkin süren soruşturmada Kaymakamlık,
Fatih Belediye Başkanlığındaki memurlar hakkında
soruşturma yapılmasına izin vermedi.
Fatih Belediyesi’ne bağlı Sultanahmet Kadı
çıkmazında imar planlarında park alanı olarak
görülen yere otel yapılması ve tarihi surların
delinmesine ilişkin Taraf’ta yayımlanan haberden
sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı harekete
geçmişti. Başsavcılık konuya ilişkin soruşturma
başlatmasının ardından Fatih Belediye Başkanlığında
görevli bölge mühendisleri hakkında soruşturma
açılacaktı. Ancak Fatih Kaymakamlığı buna gerek
görmedi. Gerekçesinde ise “iddiaların sübut
bulmadığı yapılan ön inceleme ile sonuç ve kanaatine
varıldığı”nı yazdı. Dava süreci devam ediyor.
2 BİN YILLIK BİZANS SURLARINA ARAÇ GİRİŞİ
Fatih İlçesi Sultanahmet Mahallesi, Oyuncu Çıkmazı
Sokak’ta, Fatih Belediyesi imar planlarında park
alanı olarak görünen 80 ada 13 parsel alanda şahsa
ait arsa 2011 yılında Sultanahmet’teki Seven Hill
Hotel’nin sahibi Cemil Çelik tarafından satın
alındı. Ancak alan imar planında park olarak
görülüyordu ve inşaat izni yoktu. Bunun üzerine
arsayı satın alan firma inşaat yapabilmek için
“tarihi yapıları ihya kararı”na dayanarak 1900’lü
yıllara ait bir fotoğrafla söz konusu yerde bir
yapılaşma olduğunu öne sürerek “ihya” projesi için
Belediye’ye başvuruda bulundu. İstanbul 4 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
sunulan fotoğraf, 28.02.2012 gün ve 4426 sayılı
kararıyla onaylandı ve inşaat yapımının önü açıldı.
Otelin inşaatı sırasında hemen önündeki iki bin
yıllık Bizans surlarına da araç girişi için üç kapı
açıldı. Uzmanlar bu uygulamayı skandal olarak
değerlendirdi. Otelin inşaatı hala sürüyor.
Taraf: Ayfer Çalıkıran, 01.09.2014
|
KONYA'DA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Selçuklu Belediyesi, Kültür
Bakanlığı, Konya Müzeler Genel Müdürlüğü ve
Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin iş birliği ile
2012 yılında başlatılan Gevale Kalesi kazı
çalışmaları devam ediyor. 1700 metre rakımda devam
eden kazı çalışmalarında Selçuklu ve çeşitli
dönemlere ait birçok bulguya rastlandı.

Konya’nın önemli silüetlerinden olan Takkeli
Dağ’da bulunan Gevale Kalesi ve çevresinde 2012
yılında başlatılan arkeolojik kazı çalışmaları devam
ediyor. Konya’nın silüetini değiştirecek proje
kapsamında devam eden kazı çalışmalarında Selçuklu
ve çeşitli dönemlere ait birçok bulguya rastlandı.
Daha önceki kazılarda 100’e yakın sarnıç, bir
sarnıçtan kaleye giden yol ve kale surları gibi
birçok tarihi kalıntıya rastlanılmıştı. 2014 yılında
devam eden kazı çalışmalarında ise birçok madeni ve
seramik bulguların yanı sıra yeni mekanlar ve
mekanların arasında ibadet alanlarının olduğunu
gösteren bir mihrap tespit edildi. Konya’nın
tarihine ışık tutacak ve turizmine de önemli bir
kazanç sağlayacak bu çalışmalar ile ortaya çıkarılan
eserler restore edilerek turizme kazandırılacak.

Gevale Kalesi’ndeki tarihi gün yüzüne çıkarmak
için uzman bir ekiple çalışmalarını sürdürdüklerini
söyleyen Necmettin Erbakan Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Çaycı, “Kültür
Bakanlığı, Selçuklu Belediyesi, Konya Müzeler Genel
Müdürlüğü ve Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin
ortaklaşa yürütmekte olduğu Gevale Kalesi kazı
çalışmalarının 2014 yılı çalışmalarına başlamış
bulunuyoruz. İlk çalışmalara 2012 yılında
başlamıştık. 2013 yılında ilk kazıyı yaptık. 2014
yılında da 2013 yılından kalan kazı faaliyetlerine
devam ediyoruz. 2013 yılında özellikle kalenin
eteklerinde bulunan sarnıçta ve İbrahim Hakkı
Konyalı’nın tapınak olarak ifade ettiği mekanın
kazısıyla başlamıştık. Geçen yıl bu iki mekanda kazı
çalışmalarını büyük oranda tamamlamıştık. 2014
yılında ise 4 Ağustos tarihinden itibaren geçen
seneki kazıdan arta kalan kısımlardaki çalışmalara
başlamış durumdayız” dedi.

Yürütülen kazı çalışmalarında gelinen son aşama
hakkında bilgiler veren Çaycı, “Bu senede özellikle
o tapınağın devamı durumundaki mekanları ortaya
çıkardık, oralarda yeni yeni mekanlar tespit ettik.
Özellikle bir mihrabın tespiti o mekanın bir ibadet
mekanı olduğuna dair önemli bir delil teşkil
etmektedir. Bunun dışında kalenin zirvesindeki
yapılar topluluğu etrafındaki çalışmalarımıza
başlamış durumdayız. Şu anda yüzeydeki çalışmalar
devam ediyor. Bol miktarda küçük obje
diyebileceğimiz buluntular elde ettik. Bunların
içerisinde seramik parçaları ilk sırayı almaktadır.
Maden buluntular bir hayli zengin bir şekilde
çıkmıştır. Dolayısıyla 2014 yılının kazı çalışmaları
tüm hızıyla devam etmektedir. Özellikle
çalışmalarımıza olan katkılarından dolayı Selçuklu
Belediyesine hassaten teşekkürlerimi sunuyorum. 1700
metre rakımda, zor şartlar altındaki bütün
ihtiyaçlarımızı teminde her türlü kolaylığı
sağlıyorlar. Tekrar teşekkür ediyor, çalışmaların
hayırlı olmasını diliyorum” dedi.
konhaber.com, 31.08.2014
|
TARİHİ BOSTANA AVM PLANI!
Zeytinburnu’nda sur
koruma bandında yer alan 17. yüzyıldan kalma bir
bostanın ‘ticaret alanına’ alınarak imara açıldığı
ortaya çıktı. Yıkılmak istenen bostanda imar planına
göre AVM ve rezidans yapılabilecek. 400 yıllık su
kuyuları ve taş havuzlar ise tehdit altında.

İstanbul’da Fatih Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) tarafından molozlarla kaplanan
Yedikule bostanlarında yıkım durdurulurken, surların
dışında yer alan tarihi bir bostanın daha imara
açıldığı ortaya çıktı. Zeytinburnu’nda UNESCO’nun
sur koruma bandı olarak belirlediği alanda yer alan
ve 2011’de hazırlanan Tarihi Yarımada Yönetim
Planı’na göre 2. derece koruma bölgesi olan Yedikule
Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nin bostanı, korunması
gerekirken yıkılmak isteniyor. Daha önce plansız
olan bostan arazisi 2012’de Zeytinburnu Belediyesi
tarafından sur tecrit bölgesi için hazırlanan 1/1000
ölçekli imar planı ile ticaret alanı ve turizm alanı
olarak planlandı.
Bostanın bir bölümü geçen yıl İmar Kanunu’nun 18.
maddesi kapsamında yol ve park alanına dönüştürüldü.
Planda otel alanı olarak belirlenen parsel ise
yıkılarak şantiye alanına dönüştürüldü. Yıkımların
ardından 24 dönümlük bostandan yaklaşık 14 dönüm
kaldı. İçinde Osmanlı dönemine ait en az 400 yıllık
su kuyuları ve taş havuzlar barındıran tarihi
bostanın son kalan bölümü de yıkılırsa imar planına
göre buraya AVM, rezidans, özel sağlık ve eğitim
tesisleriyle yer altı otoparkı yapılabilecek.
SU KUYUSUNA BETON DÖKÜLDÜ
Osmanlı tarım teknolojisi üzerine Harvard
Üniversitesi’nde doktora yapan tarihçi Aleksandar
Sopov bostan alanına ilişkin gözlemlerini paylaştı.
Arazide en geç 17. yüzyıldan bu yana tarım yapıldığı
tespit edildi. Bostan alanında geçen yılki yıkımdan
önce üç su kuyusu ve iki taş havuz bulunuyordu. Otel
alanı olarak planlanıp şantiyeye dönüştürülen 3339
ada 4 parselde Bizans dönemine ait olduğu tahmin
edilen 12 metre derinliğinde 3 metre çapında bir su
kuyusunun geçen yıl belediye tarafından hafriyatla
kaplanarak, kuyunun üzerinden yol geçtiği iddia
ediliyor. Bu alanda bir taş havuzun üzeri ise
kapatılmış durumda. Ticaret alanı olarak planan 5
ile 6 parsellerde ise bostan arazisine su sağlayan
27 metre derinliğinde 5 metre çapında Osmanlı
döneminden kalma iki su kuyusu ve bir taş havuz yer
alıyor. Bostanda aynı hatta üç su kuyusu bulunması
nedeniyle bölgeye ‘üçüz kuyular’ deniliyor. Bostan
alanının yakınında bulunan bir ayazmanın (Ortodoks
Hristiyanlarca kutsal sayılan kaynak suyu) da yıllar
önce yıkıldığı belirtiliyor.
SON BOSTANLAR TEHDİT ALTINDA
Tarihçi Aleksandar Sopov, bostan arazisinin surların
dışında kalan son tarihi tarım arazisi örneklerinden
olduğunu söyledi. Sopov, “Su kuyularının çapı,
derinliği ile kuyu ve su havuzu arasındaki mesafeyi
düşündüğümüzde bu bostan Yedikule’de 17. yüzyılda
vakıf kayıtlarında gördüğümüz sadrazamların ve
ağaların bostanlarıyla benzerlik gösteriyor.
Bölgede bostan alanı dışında da çok sayıda tarihi su
kuyusu var. Zaten bu bölge Balıklı Ayazması ve Ayia
Paraskevi Ayazması gibi ayazmalarla da zengin bir
bölge.Yedikule’de sur dışında yer alan Zeytinburnu
bostanlarının son örneklerinden biri olan bu bostan
ve su kaynakları mutlaka korunmalı. Geçen sene
Yedikule’de üç bostan yıkıldı. Türkiye’deki ve
Harvard Üniversitesi gibi yurtdışındaki
üniversitelerde İstanbul’un tarihi bostanları
üzerine dersler verilirken bu bostanlar belediyeler
tarafından imara açılıyor. Dünya kültürel mirası
olarak kabul edilen bostanların ve orada tarım
yapan bostancıların İstanbullular tarafından bir an
önce sahiplenilmesi lazım. Eğer yıkımlar devam
ederse, artık İstanbul’da Osmanlı tarım
teknolojisini anlayabileceğimiz tarihi bir bostan ve
mevcut yeraltı suyu kalmayacak” dedi.

HASTANENİN KAPISI BOSTANA AÇIK
Bostanın yıkılmasıyla araziyi 25 yıldır ekip biçen
30 kişilik Kastamonulu bir aile de geçim
kaynaklarını yitirme tehdidiyle karşı karşıya
kalacak. Bir kapısı bostana açılan Yedikule Göğüs
Hastalıkları Hastanesi’nin çalışanları ve
ziyaretçileri bostanda yetişen kıvırcık, nane, roka,
karalahana, tere gibi taze sebzelerin daimi
alıcıları arasında.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 31.08.2014
|
8 BİN 400 YILLIK AYAK İZLERİ BULUNDU

Bursa'nın
Yenişehir İlçesi'ndeki Barcın Höyüğü kazılarında
Neolitik döneme ait bir çift ayak izi bulundu.
Kazı ekibinde görevli
Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal, AA
muhabirine, Barcın Höyüğü'nde Kültür ve Turizm
Bakanlığının onayıyla Hollanda Araştırma Enstitüsü koordinatörlüğünde
2007 yılından bu yana kazı yaptıklarını söyledi.
Özbal, bölgenin en
eskisi olduğu bilinen höyükteki yerleşimin 8 bin 600
yıl öncesine uzandığına dikkati çekerek, "Höyükte
evler bitişik yapılmış. Buraya has bir düzen.
Tabakalanmanın alt seviyelerinde çanak çömleklerde
birtakım farklılıklar gördük. Bunlar da bize bu
bölgede çanak çömleğin doğmaya başladığını gösterdi.
Bu da Marmara için bilmediğimiz bir şey olduğundan
yeni veriler sağlayan bir durum" ifadesini kullandı.
Ayak izleri, MÖ 6
bin 450 yılına tarihlendirildi
Höyükteki evin birinde
bir çift iki ayak izi bulduklarını aktaran Özbal,
bunun nasıl oluştuğunu araştırdıklarını dile
getirdi. İzlerin, evin çıkışında yer aldığı
bilgisini veren Özbal, şöyle devam etti: "Evin
zeminini ilk önce sıvamışlar. Çok güzel, saman
katkılı, düzgün sıva katmanı vardı.
Bu sıvayı ahşap
kalasların üzerinde de bulduk. Onun üzerine sıva
yaptıktan sonra sıva hala yaşken bastıkları zaman
ayak izleri oluşmuş. Bu, sıvanın alt tabakası
oluyor. Üst tabaka da tekrar sıvandıktan sonra ev
yanmış. Bu sayede de izler korunmuş. Yani iki tabaka
var. Alt tabakada izler, üst tabakada tekrar sıva
var. 'Belki de izlerden dolayı zemin bozuldu' diye
tekrar sıvamışlar.
Onun üzerinden de belli
süre geçtikten sonra ev yanmış. O sayede de izler
bugüne ulaşmış. Ayak izi, radyokarbon tahminlerine
göre MÖ 6 bin 450 yılına denk geliyor. Yuvarlarsak
'6 bin 400' diyebiliriz." Marmaray'ın inşası
sırasında Yenikapı kazılarında da çok sayıda ayak
izleri çıktığını hatırlatan Özbal,
Yenişehir'dekilerin bundan daha önce oluştuğunu
tahmin ettiklerine değindi.
Özbal, "Marmara Bölgesi
için konuşacak olursak Neolitik dönem için en eskisi
burada" değerlendirmesinde bulundu.
İzler, yangın
nedeniyle pişerek sertleşmiş
Türkiye'deki bazı
arkeolojik alanlarda görev yapan Konservasyon Uzmanı
Evren Kıvançer de Barcın Höyüğü'ndeki izlerle ilgili
çalıştığını belirtti. Bu izlerin, kazı alanında
tutulamayacağını vurgulayan Kıvançer, "Eser konumuna
getirebilmemiz için o ayak izlerini kazı alanından
alıp stabil hale getirmemiz gerekiyordu. Öncelikle
izlerin bulunduğu koşullar bizim için çok önemliydi.
Çıkan izler, yangın
tahribatı sonucunda pişmiş ve sertleşmişti. Bu durum
işimizi kolaylaştırdı" diye konuştu. Kıvançer,
izlere dokunduğunda, sağlamlaştırmak ve stabil hale
getirmenin mümkün olduğunu anladığını aktardı. Önce
alt yüzeyden başlayarak küçük kazıma işlemleriyle,
daha sonra sabitleyerek sağlamlaştırdıklarına işaret
eden Kıvançer, şu bilgiyi paylaştı: "Eseri, arazide
güçlendirdik.
Sağlamlaştırma işlemi
bittikten sonra arazide silikonla izlerin kalıbını
aldık. Bu arada eserimizin altından bazı buluntular,
kemik eserler ve bazı objeler çıktı. Onları da yavaş
yavaş çok küçük hareketlerle alt kısımdan çıkardık.
Bütün bu işlemler 4-5 gün sürdü. Bu, bizim için
oldukça yavaş bir süreçti.
İzlerin bulunduğu
bölgeyi pasta dilimi gibi keserek ve altına metal
plaka sürerek çıkardık ve üzerindeki kalıpla
laboratuvarımıza getirdik. Laboratuvarda da
sağlamlaştırma işlemlerini geliştirdik, kenarlarını
birtakım malzemeler ve harçla destekledik. Bu sayede
eser müzede sergileninceye kadar korunacak." Daha
önce benzeri eser üzerinde çalışmadığını, buluntunun
anı belgelediğine dikkati çeken Kıvançer, izlerle
ilgili bilimsel çalışma yapılabileceğini söyledi.
Kıvançer, "Uzmanların
araştırmalarıyla boy, ağırlık hatta cinsiyete
varıncaya kadar açılımları olabilecek bir eser"
diyerek, "Bu eser, diğerlerinden farklı olarak
mevcut alanının içinde bulunuyor ve mevcut koşulları
stabilize edilerek oradan kaldırılıyor. Çok nadir
karşılaşabilecek, özgün, özel bir durum oldu. Bunun
gelecek nesillere aktarılmaması için artık hiçbir
sebep yok" bilgisini verdi.
Haber 7, 31.08.2014
|
BURSA'DAKİ BEY SARAYI YENİDEN AYAĞA KALDIRILACAK

Osmanlı'nın, Bursa'nın fethinden sonra yaptırdığı
ilk saray olan Bey Sarayı'nı yeniden canlandırmak
için gezginlerin notları, gravürler ve haritalardan
yararlanılarak restitüsyon çalışması yapıldı.
Günümüzde tek duvarının kaldığı ve üzerinde
Garnizon ve Orduevi binalarının bulunduğu Bey
Sarayı'nın yeniden canlandırılması için Genelkurmay
ile yapılan görüşmelerde mutabakat sağlandı.
Genelkurmay Başkanlığı'nın vereceği onayın ardından,
garnizon komutanlığı ve orduevinin buradan taşınması
ile saray Büyükşehir Belediyesi tarafından yeniden
eski görünümüne kazandırılacak.
Osmanlı Devleti'ne 130 yıl başkentlik yapan
Bursa'da, Orhan Bey tarafından 1326 yılında
gerçekleştirilen fethin ardından Tekfur Sarayı
üzerine Bey Sarayı yapıldı. Birinci Murad döneminde
Türk İslam gelenek ve göreneklerine göre yeniden
inşa ettirilen Bey Sarayı, Yıldırım Bayezid'ın
düğününe, Çelebi Mehmed'in sünnet törenine ev
sahipliği yaptı. Bursa'ya gelen bir çok gezginin
anlatımlarında yer alan Bey Sarayı, İstanbul'un
fethinden sonra eski değerini yitirdi. 6 kapı ve 14
burcun bulunduğu saray yıllar içinde yıkıldı,
üzerine ise Garnizon Komutanlığı ve Orduevi yapıldı.
Günümüzde tek duvarın kaldığı Bey Sarayı, Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından surlarla birlikte
ayağa kaldırılmak isteniyor. Genelkurmay Başkanlığı
ile görüşmeler yapılırken, Büyükşehir Belediyesi
Kültür ve Turizm Dairesi, Uludağ Üniversitesi (UÜ)
Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Doğan Yavaş, Mimar Dr. İbrahim
Yılmaz'ın desteği ile 5 ay süren restitüsyon
çalışması gerçekleştirdi. Kapı girişleri,
gezginlerin anlattıkları, gravürler ve haritalardan
yola çıkarak çizilen saray şimdi uygulanmayı
bekliyor.
BİRİNCİ DERECE SİT ALANI
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı
AKP'li
Recep Altepe, dönemin mimari özelliklerini göz
önünde bulunduklarını belirterek, saray tamamen
yıkıldığı için tüm özelliklerinin bilinmesinin
mümkün olmadığını kaydetti. Hazırlanan çalışmanın
katkılara açık olduğunu söyleyen Başkan Altepe,
Osmanlı'ya başkentlik yapmış Bursa'da Bey Sarayı'nın
yeniden ayağa kalkacağını vurguladı. Sarayın
herkesin rahatça girip çıkabileceği, sosyal-kültürel
bir alan olarak kullanılacağını ifade eden Altepe,
1'nci Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde bulunan
garnizon komutanlığı ve orduevinin yeni bir yere
taşınması konusunda Genelkurmay Başkanlığı ile
mutabık kaldıklarını dile getirdi. Yeni yer ile
ilgili kesin bir cevap beklediklerini söyleyen
Altepe, mevcut binaların ömrünü tükettiğini, SİT
alanı olduğu içinde yenilerinin yapılmasının mümkün
olmadığını sözlerine ekledi.
Bursa'da Bugün, 31.08.2014
|
ANTALYA'DAKİ TARİHİ SURLARIN İÇİNE BETON DÖKTÜLER

Kaleiçi'nde, yüzyıllar öncesine ait surlardan
bugün ayakta kalabilen ve Orta Burç olarak bilinen
surların içindeki galerilerin beton sıvayla
donatılarak, sıradan beton bir yapıya dönüştürüldüğü
görüldü. Üzerinde seyir terasları da bulunan ve
tatilci ve turistlerin en çok ilgi gösterdiği tarihi
değerlerden burçların içindeki galerin tamamen
betonla kaplanması, şaşkınlıkla karşılandı.
Yıllarca
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki vakıf
tarafından işletilen Türk Evleri ve burçlar, bir
özel sektör firması tarafından kafe- restoran ve
pansiyon şeklinde hizmet veriyor. İşletme
yetkilileri, galeri içine yapılan betonla ilgileri
olmadığını öne sürdü. Antalya Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün kontrolündeki
surlarla ilgili inceleme yapılması istendi.

SURLARDAN ÇOK AZI AYAKTA
Büyük bölümü yıkılmış ve yok olmuş at nalı şeklinde
içten ve dıştan surlarla çevrili Kaleiçi'nde
Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
devirlerinin ortak eserlerinden olan surlardan bugün
çok az bir kısmı ayakta. Suna- İnanç Kıraç Kaleiçi
Müzesi Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü
eserlerinden 'Antalya Kenti Kalesinin Tarihi
Burçlar, Kapılar, Sur Duvarları' adlı eserde de B63
koduyla belirtilen Orta Burç'un içinde Yat Limanı'nı
tam karşıdan gören bir teras bulunuyor.

ensonhaber.com, 31.08.2014
|
BİNLERCE YILLIK HAZİNE 'FRİG VADİSİ'

Eskişehir ve
Afyonkarahisar il sınırları içerisinde de
bulunan vadide, kaya mezarları, kiliseler, sığınma
ve barınma amaçlı oyulan mağaralar, MÖ 900-600
arasında Frigler tarafından kullanılmış.
Kütahya-Eskişehir karayolunun 35.
kilometresindeki Sofça Köyü'ndeki Porsuk Barajı'nın
karşı yakasında yer alan Elbeyi, Yılanlıdere, Pireli
ve Karadede mevkilerindeki mağaralarda, taşlara
oyulan koltuk, odalar ve kilise olarak kullanılan
yerdeki haç işaretleri görenlerin ilgisini çekiyor.
Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Türkmen Dağı'nın
tüfleri ile örtülü olan Frigya yaylalarının çok eski
çağlardan beri çeşitli kavimlere ev sahipliği
yaptığını söyledi.
Volkan tüfünün kolaylıkla işlenebilir kayaç
olması nedeniyle Friglilerin bunları daha kolay
yontmasına sebep olduğunu belirten Türktüzün, "İl
merkezine en uzak yeri 55 kilometre uzaklıktaki
Ovacık Köyü'nün İnlice Mahallesi'dir. Ovacık, İnli,
Ahmetoluğu Çiftliği, Fındık, Söğüt, Armutlu, Sökmen,
Sofça köyleri ile Sabuncupınar beldesinde geniş bir
alana yayılmış mağara, mezar ve şapel kalıntılarını
barındırmaktadır. Bölge, MÖ 900-600 yılları arasında
Frigler, daha sonra Romalılar ve Bizanslılar
tarafından kullanılmıştır" diye konuştu.
Türktüzün, Frigya vadilerinde, kayaların el ile
oyularak mezar odaları, samanlık, sarnıçlar,
ambarlar, küçük kiliseler yapıldığını dile getirdi.
Ovacık İnli'de tekli ve çiftli kilisede, fresk
izlerinin hala seçilebildiğini ifade eden Türktüzün,
şunları söyledi:
"Ayrıca kök boya ile yazılmış Bizans döneminden
yazılar, meander motifleri ve haç işaretleri de
görülebilmektedir. Bölgemizde yüzlercesi bulunan bu
mekanların büyük bir kısmı kendi hallerine terk
edilmekle birlikte, hemen tamamı zamanın ve tabiat
şartlarının tahribine maruz kalmaktadır. Günümüzde
bazıları barınak, ambar ve samanlık olarak
işlevlerini sürdürmektedir. Ovacık'taki Deliktaş ve
Penteser kaleleri ile Fındık Köyü'ndeki kale, savunma
amaçlı olup Deliktaş kalesinde girişten sonra
koridorlardan geçerek, katlardan aşağı inilebilmekte
ve odalardan birbirlerine geçilebilmektedir. Her
türlü tarih ve tabiat güzelliklerinin mevcut olduğu
Frigya vadileri, sizler tarafından görülmeye değer
ender yerlerden biridir."
Türktüzün, Frig Vadisi'nin Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından birinci derece arkeolojik ve
doğal sit alanı olarak tescillendiğini sözlerine
ekledi.
Star Gündem, 31.08.2014
|
PERRE'NİN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR

Kommagene Uygarlığı’nın 5 büyük kentinden biri
olan ve şehir merkezine 3 kilometre uzakta olan
Perre antik kentinin turizme kazandırılması
amacıyla
Adıyaman Valiliği koordinesinde yürütülen çevre
düzenleme çalışmalarında sona gelindi.
Tarihi kentte yürütülen çalışmaları yerinde
incelemek üzere Perre’ye giden Vali Mahmut Demirtaş,
yürütülen çalışmalarla ilgili bilgi alarak, Perre
antik kentinde yürütülen çalışmaların tarihi kentin
doğal yapısına uygun bir şekilde yapılması konusunda
ilgili müteahhidi uyardı.
Adıyaman Valiliği olarak turizme büyük önem
verdiklerini belirten Demirtaş, "İlimizin tarihi ve
turistik noktalarında turizm amaçlı yapılacak çevre
düzenleme ve alt yapı çalışmalarına büyük önem
veriyoruz. Tarihi süreç içerisinde bugüne kadar
birçok uygarlığın büyüleyici kalıntılarına ev
sahipliği yapan Adıyaman’ın sahip olduğu doğal,
kültürel ve tarihi değerlerini ortaya çıkarmak ve
bunları turizme kazandırmak amacıyla çok yönlü
projeler uyguluyoruz. Perre’yi cazibe merkezi haline
dönüştürmek amacıyla Valiliğimiz koordinesinde
yürütülen çevre düzenleme çalışmalarında sona
gelinerek bu çalışmalar yüzde 80 oranında
tamamlanmıştır. Çalışmalar kapsamında Perre’de
karşılama merkezi, sergi salonları, çevre ihata
duvarları, 3,5 kilometre uzunluğunda travers yapı
yürüyüş yolları, çıkan eserlerin özellikle mozaikli
alanların korunma evleri ile festival alanı
yapılmaktadır. Buradaki çalışmalar tamamlandıktan
sonra bu alan
TÜRSAB tarafından işletmeye açılacak ve
profesyonel anlamda turizm hizmeti sunulacaktır.
Çalışmaların bitirilmesi ile Perre Antik Kenti bir
cazibe merkezine dönüştürülerek, tarih ve doğanın
bütünleştiği muazzam bir yer olacaktır. Bununla
birlikte yerli ve yabancı turist sayısında artış
yaşanacaktır. Ayrıca, 2003 yılından beri devam
etmekte olan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya
çıkan eserler koruma altına alınmış olacaktır" dedi.
Milliyet, 31.08.2014
|
17 MAĞARA BULUNDU

Kırklareli Kültür ve Turizm Müdür Vekili Fikret
Macit, Istranca Dağları'nda 17 mağaranın tespit
edildiğini, 5'inin turizme açılabilecek nitelikle
olduğunu bildirdi.
Macit, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Kırklareli'de deniz ve doğa turizmini geliştirmek
için çalıştıklarını söyledi.
Maden Tetkik Araştırma Enstitüsü ekiplerince
Istranca Dağları'nda yapılan sismografik
çalışmaların tamamlandığını belirten Macit, 17
mağara tespit edildiğini ifade etti.
Istranca Dağları'nın altında uzunlukları
bilinmeyen onlarca mağara galerilerinin bulunduğunu
vurgulayan Macit, "Girişleri bulunamayan ve
uzunlukları bilinmeyen muazzam galeriler, su
havuzları ve göletlerin olduğunu biliyoruz. Istranca
Dağları'nda yapılan araştırmalarda 17 mağara tespit
edildi. Yapılan teknik çalışmalara göre 5'i turizme
açılabilecek nitelikte. Tespit edilen mağaralar ile
ilgili araştırmalarımız sürüyor" diye konuştu.
Bölgenin geçim kaynağı olan turizmi canlandırmak
istediklerini anlatan Macit, şöyle devam etti:
"Istrancalar doğa turizmi açısından son derece
önemli bir bölge. Kırklareli’de turizmi geliştirmek
için çalışmalar yapıyoruz. Turizmin gelişmesiyle
turizme yönelik otel, pansiyon, kır kafesi,
restoran, rehberlik hizmetleri, alışverişlerin
yapılacağı iş sektörlerinin de artacağına
inanıyorum.
Bu sayede bölgedeki işsizlik sorunu da oldukça
azalacaktır. Istranca Bölgesi'nin turizm açısından
gelişmesiyle birlikte ekonomik alanda büyük bir
canlılık yaşanacaktır. İşsizlikten dolayı genç nüfus
oldukça azaldı. Turizm hareketliliği arttıkça genç
nüfus kendi doğdukları, büyüdükleri topraklarda
istihdam edilecek."
Akşam, 31.08.2014
|
ATAKÖY SAHİLİ İÇİN 'KAMU MALI' KARARI
TOKİ'nin 4 yıl önce ihaleyle sattığı Ataköy
sahilindeki arazi davalık oldu. Mahkeme "Deniz
kıyıları devletin tasarrufu altındadır, özel
mülkiyete konu edilemez, ülke güvenliği hariç
kamunun kullanımına kapatılamaz" diyerek iptal
kararı verdi.

İstanbul ’un son doğal plajı Ataköy sahilinde
yükselen inşaatları tartışmalı hale getirecek bir
mahkeme kararı alındı. İstanbul 3. İdare
Mahkemesi, TOKİ’nin 4 yıl önce yaptığı ve Karadeniz
Örme-Özyazıcı ikilisinin aldığı, iki parselin satış
ihalesini iptal etti. Sözkonusu parsellerdeki
inşaatlar şu anda bitme noktasına geldi.
Davayı Bakırköy Belediyesi açmış, daha sonra bu
davadan feragat etmişti. Ancak mahkeme ‘kamu
davasından feragat edilemez’ diyerek karar verdi. Bu
kararda “Deniz kıyıları devletin tasarrufu
altındadır, özel mülkiyete konu edilemez,
ülke güvenliği hariç kamunun kullanımına
kapatılamaz” denildi ve bu gerekçeyle TOKİ’nin 12
Temmuz 2010 tarihli ihalesi iptal edildi. Kararda
Kıyı Kanunu’na göre kıyıya 100 metre mesafede inşaat
yapılamayacağı da vurgulandı. TOKİ kararı Danıştay’a
taşıdı. Eğer bu karar Danıştay’da kesinleşirse
yapımı süren kulelerin yıkımı gündeme gelecek. Kıyı
Kanunu’na vurgu yapılan 11 Haziran 2014 tarihli
kararda şöyle denildi:
“
Anayasa ve yasa hükümleri uyarınca deniz
kıyıları devletin hüküm ve tasarrufu altında
olduğundan özel mülkiyete konu olamayacak ve
kıyılardan yararlanmada öncelik kamunun kullanımları
olacaktır.
HERKESE AÇIK OLMALI
Kıyılarda yapı yapılacak ise konut dokunulmazlığı
olmayan yapılar olacağı, genel kullanımdan belirli
kişi ya da topluluklara ayrıcalıklı kullanım hakkı
tanımaksızın, yararlanmak isteyen herkese eşit ve
serbest olarak açık bulundurulacağı kuşkusuzdur.
İdarece yapılan planlarla, Turizm+Ticaret fonksiyonu
getirilerek, 11.08.1960 tarihli ilk plan ile
öngörülen kamuya açık plaj, lunapark, açık hava
tiyatrosu, sahil parkı, yürüyüş parkının kamu
kullanımına kapatıldığı, dava konusu açık ihale
usulü ile satışa ilişkin işlem ile sahil bandında
kalan taşınmazların kamu kurumu elinden tamamen
çıkarılarak, kıyı bölgesinde devletin hüküm ve
tasarrufu altında ve öncelikle kamunun yararına
sunulması gereken taşınmazların, mesken amaçlara
hizmet etmesi, ülke güvenliği gibi istisnai hallerde
kamunun kullanımına kapatılacak iken, ticari
maksatla kullanımı için elden çıkarılarak özel
şahıslara devrinin amaçlandığı açıktır.”
Dava konusu taşınmazları kapsayan 2012 tarihli
1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli
sınırsız yükseklik öngören planın yürütmesinin
İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nce geçen mayısta
durdurulduğu hatırlatılan kararda, “...kamunun
kullanımına açık tutulması gereken deniz kıyısı
alanların, özel şahıslara satışı suretiyle, özel
şahıslar lehine ayrıcalıklı durum oluşturularak,
kamunun kullanımına kapatılması sonucuna neden olan
dava konusu işlemde, kamu yararına ve hukuka uyarlık
görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle işlemin
iptaline…” denildi.
İKİ İLERİ BİR GERİ AMA BİTMEK ÜZERE
Bu projeyle ilgili olarak İstanbul 5. İdare
Mahkemesi 2 Mayıs 2014’te 1/5000 Nazım İmar Planı ve
1/1000’lik imar plan notlarının iptali davasında
yürütmeyi durdurdu. Bakırköy Belediyesi bu karar
üzerine daha önce verdiği ruhsatları iptal etti.
Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu da 5. İdare
Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararına dayanarak
verilen ruhsatların yürütmesini durdurdu. Bakırköy
Belediyesi Temmuz ayında bu kez inşaatları
mühürledi. Son olarak Bölge İdare Mahkemesi Bakırköy
Belediyesi tarafından yapılan ruhsat iptalinin
yürütmesini durdurdu ve mührün kırılarak inşaatların
devamının önünü açtı.
Radikal, 31.08.2014
|
KÜRATÖR DE KİM OLUYOR?

Sanatın baş aktörlerinden küratörlerin iktidarı
tartışılır hale geldi. 14. İstanbul Bienali'ni
hazırlayacak Bakargiev, geçtiğimiz aylarda ‘küratör'
sıfatını kullanmama kararı almıştı. ABD'deki Frye
Sanat Müzesi ise küratörlük kurumunu kaldırıp sosyal
medya kullanıcılarının müzenin koleksiyonundan
sevdikleri eseri seçecekleri bir sergi açıyor.
‘Küratör' sıfatı, sanat dünyasını meşgul eden
kavramlardan biri. Sanatın baş aktörleri olan
küratörler, sergi temalarını, sanatçıları ve
eserleri belirlerken, kimi zaman büyük gürültülere
neden olan bir sürecin başında yer alır. Sanat
kurumları isim yapmış küratörleri sayesinde çeşitli
kazanımlar elde ederken, küratörler de bu vesileyle
kendilerine kolayca üst sıralardan yer ediniyor.
Küratörün bu tartışmasız iktidarının sanat üretimini
etkilediğini de ekleyebiliriz. Değişen ekonomik ve
politik şartların gölgesinde, özellikle 80'li
yıllarla birlikte küratörler konumlarını iyice
sağlamlaştırdı. Bugüne gelindiğinde ise sanat
kurumlarını ve sanat ortamını yönlendiren
küratörlük, mahiyeti tartışılır hale geldi.
Küratörün rolü ve konumu farklı cephelerden ele
alınmaya başlandı.
Geçtiğimiz yıl Akbank Sanat Uluslararası Küratör
Yarışması'nı kazanan Franz Thalmair, Ayşegül
Sönmez'e verdiği söyleşide küratörün rolünü şöyle
açıklamıştı: "Tarihi açıdan bakarsak, müzelerde ya
da benzeri kültürel miras kurumlarında çalışan
küratörlere genelde ‘tekkeyi bekleyen bekçi' rolü
düşer – taşınabilir nesnelerden oluşan koleksiyonun
bakımını üstlenen, eklenecek ya da çıkacak parçalara
karar veren, bilgisini sergiler ya da yayınlar
aracılığıyla halkla paylaşan uzman bir kişi. Bugünkü
duruma baktığımızda bu bekçilik rolünün hala
sürdüğünü söyleyebiliriz ama artık bekçi, kapıları
kapalı değil ardına dek açık tutuyor."
BİR SERGİ
İÇİN BİNLERCE KÜRATÖR!
Sanat çevreleri küratörlük kurumunu daha
eleştirel bir bakışla ele alırken, bu sıfatın
dönüşüm geçirdiğinden, hatta onu isminin önüne
koymak istemeyenlerin varlığından da söz edebiliriz.
2015'in sonbaharında düzenlenecek 14. İstanbul
Bienali'nin hazırlanmasını üstlenen Carolyn
Christov-Bakargiev bunlardan biri. Bakargiev,
geçtiğimiz aylarda, ‘küratör' sıfatını kullanmama
kararı aldığını duyurmuştu. Bu karar ile birlikte
sanatseverleri İstanbul'da nasıl bir Bienal'in
beklediği şimdiden merak konusu.
Öte taraftan seyirciyi sanatın seçim ve sergileme
sürecine dahil eden yaklaşım, gittikçe daha kabul
görmeye başladı. Hatta küratörler olmadan da sanatın
kendi sesini duyurduğu bir döneme girdiğimiz
söylenebilir. Bunun son örneği, Amerika'daki Frye
Sanat Müzesi. Ağustos ayının başında Facebook,
Pinterest, Instagram ve Twitter kullanıcılarının,
müzenin koleksiyonundaki 232 resimden en sevdikleri
eseri seçmesini isteyen kurum, önümüzdeki ekim
ayında, sosyal medya üzerinden seçilen ve en çok
rağbet gören eserleri sergileyecek. #SocialMuseum
(Sosyal Müze) adıyla gerçekleştirilen etkinliğin
seçim aşamasına, büyük bir ilgi gösterildi ve 17 bin
kişi bu sürecin parçası oldu.
Proje, müzenin küratörlerinden Jo-Anne Birnie
Danzker'e geçtiğimiz yıl kendi koleksiyonlarından
açtıkları sergiye karşı, Britanya'dan bir
sanatseverin müzeye bir mektup göndererek, aynı
koleksiyondan kendi seçkisini önermesiyle başladı.
Bunu bir çıkış noktası olarak gören Danzker, sosyal
medyayı kullanan sanatseverleri küratörlük eyleminin
merkezine koymuş oldu. Danzker, ortaya çıkan
seçkinin "ayrı bir tadı" olduğunu söylerken sergide
yer alan eserlerin, hangi sosyal medya aracılığıyla
ve kimler tarafından seçildiğinin de isim isim
ekleneceğini duyurdu. Böylece binlerce sanatsever,
sergilenecek eserlerin seçimine karar vermekle
küratör gömleğini giyecek ve bu tartışmalı kurumun
parçası olacak. Fakat tek bir farkla: ‘iktidarı'
paylaşarak! Müzenin bu projesi, küratörün işlevine
dair eleştirel bir bakış olarak değerlendirilirken
sosyal medyanın da sanat eylemindeki yerine dikkat
çekiyor.
Türk resim sanatının önde gelen isimlerinden
Prof. Adnan Çoker'in işini iyi yapmayan küratörleri
‘köratar' olarak nitelendirdiğini hatırlarsak, bu
kuruma karşı gerçekleştirilen bu tür renkli
etkinliklerin, daha katılımcı bir sanat eylemine yol
açtığını söyleyebiliriz.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 31.08.2014
|
KASTABALA ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Osmaniye’nin 20 kilometre kuzeydoğusunda yer
alan, geçmişi arkaik-klasik döneme (MÖ 7. yüzyıl)
uzanan, 2. ve 3. yüzyıllarda Roma döneminde altın
çağını yaşayan Kastabala antik kentinde arkeolojik
kazı ve araştırma çalışmaları, Karadeniz Teknik
Üniversitesi (Ktü) Öğretim Üyesi Prof.Dr. Turgut
Hacı Zeyrek başkanlığında 8 kişilik uzman ekip
tarafından yürütülüyor.
Prof.Dr. Zeyrek, AA muhabirine, Kastabala
antik kentinde 2009′da Bakanlar Kurulu kararıyla kazı ve
araştırma çalışmalarına başlandığını belirterek, bu
yıl 6. etap kazıları devam eden antik kentin,
Anadolu’daki Roma dönemine ait Perge, Bergama ve
Efes ile aynı özellikleri taşıdığını söyledi.
Kentin, Roma döneminde Anadolu ile Mezopotamya
arasında anahtar konumunda olduğunu, Doğu Kilikya ve
Amanos bölgesinin kontrolü için stratejik önem
taşıdığını anlatan Zeyrek, Kastabala’da anıtsal
yapıya çıkan sütunlu ana cadde, kale, tiyatro,
hamam, pazar yeri ve tapınak bulunduğunu ifade etti.
Antik kentin bu özellikleriyle Anadolu’da Roma
dönemine ait sayılı kentler arasında yer aldığına
dikkati çeken Zeyrek, “Hierapolis, Antakya ve
Tarsus’taki antik kentler gibi modern yerleşim
yerlerinin altında kalmamış, bölgede kent kimliği ön
plana çıkan tek antik kenttir. Kastabala’yı gün
yüzüne çıkarıp ülke ve bölge turizmine kazandırmayı
amaçlıyoruz” dedi.
“ÇALIŞACAK İŞÇİ BULAMIYORUZ”
Zeyrek, öncelikli hedeflerinin antik kentteki
tiyatro ile sütunlu yolu ortaya çıkarmak olduğunu
aktararak, “Bir antik kentin kısmen de olsa ayağa
kaldırılması için en az 10 yıla ihtiyaç var. Tarihi
hazine niteliğindeki bu yerleşim birimlerinin gün
yüzüne çıkarılmasında bakanlık tarafından yeterli
bütçenin sağlanması ve yerel yönetimlerin desteği
çok önemli. Bilimsel ekip oluşturmakta zorluk
yaşamıyoruz fakat Mali sorun yaşıyor ve yerel
yönetimlerden yeterli ilgiyi maalesef göremiyoruz”
diye konuştu.
Kendisinin de kazma kürekle zaman zaman ekibe
yardım ettiğini vurgulayan Zeyrek, şunları kaydetti:
“Kazı ve araştırma çalışması için en az 30
kişilik ekibe ihtiyacımız var. Bölgede, iş gücünün
tarımda kullanılması dolayısıyla yaz aylarında
asgari ücret ve sigortalı çalışacak işçi
bulamıyoruz. Önceki yıllarda da yakınlardaki bir
açık cezaevinden iş gücü hizmet alımı yaparak kazı
çalışmalarımızı sürdürdük. Bu yıl da işçi bulamazsak
aynı yola başvuracağız. Geçmiş yıllarda
öğrencilerimiz kazılara katılır, usta çırak
ilişkisiyle bu işleri öğrenir, kazı alanlarını bir
atölye olarak değerlendirirdi. Şimdi öğrencilerimize
kazıdan bahsettiğimizde hemen ücreti soruyor.”
haberler.com, 30.08.2014
|
TRABZON'DA MİTOLOJİK HEYKEL DİKKAT ÇEKİYOR

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Trabzon'a
geldiğinde konakladığı ve yaklaşık 4 bin 600 tarihi
eserin sergilendiği Trabzon Müzesi'nde, MS 2'nci yüzyılla tarihlenen Roma dönemi bronz
Hermes heykeli, yerli ve yabancı turistlerden ilgi
görüyor.
Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Kansız,
Trabzon Müzesi'nin Zeytinlik Caddesi'nde 1900'lü
yıllarda banker Kostaki Teophylaktos tarafından
konut olarak yaptırıldığını söyledi.
Binanın milli mücadele yıllarında karargah olarak
kullanıldığını belirten Kansız, "Bina 1924'te
Atatürk'ün Trabzon'u ilk ziyaretinde konaklaması
için düzenlenmiştir. Aynı yıl 15-17 Eylül
tarihlerinde Atatürk, eşi ve beraberindeki heyetle
bu konakta kalmıştır. Bina 1927 ile 1931 yılları
arasında Hükümet Konağı, 1931 ile 1937 yılları
arasında Genel Müfettişlik, 1937'den itibaren ise 50
yıl süreyle Kız Meslek Lisesi olarak hizmet
vermiştir" dedi.
Kansız, konağın 1987'de Kültür ve Turizm Bakanlığına
tahsis edildiğini ifade ederek, "Konak, 1987 ile
2001 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığınca
yapılan restorasyonla aslına uygun şekilde
yenilenmiştir. Restorasyonun ardından yenilenen
konak, 22 Nisan 2001'de Trabzon Müzesi olarak
ziyarete açıldı" diye konuştu.
Trabzon Müzesi'nde yaklaşık 4 bin 600 eserin
sergilendiğini vurgulayan Kansız, sözlerini şöyle
sürdürdü:
"Konak müzeye çevrildikten sonra bodrum katı
arkeolojik eserler bölümü olarak düzenlenmiştir.
Arkeolojik eserler bölümünde Erken Tunç Dönemi'nden
Osmanlı Dönemi sonuna kadar taş, pişmiş toprak,
metal ve cam gibi eserler sergilenmektedir.
Kronolojik sıraya göre düzenlenen arkeolojik eser
seksiyonu 4 mekandan oluşmaktadır. Müzenin
etnografik eserleri arasında ise İslami eserler,
silahlar, yazma eserler, takılar, giysiler gibi
bölümlerin yanı sıra 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay
seksiyonu ve Büyük Önder Atatürk'ün yatak odası
bulunuyor."
Kansız, Trabzon Müzesi'nin ulusal müze olarak
ilan edildiğine dikkati çekerek, "Trabzon
Müzesi'nde, giriş salonu olarak kullanılan birinci
mekanda, 1997'de Trabzon'un Tabakhane mevkisinde
Trabzon Müze Müdürlüğünce yapılan kurtarma kazısında
çıkarılan, milattan sonra 2. yüzyıla ait Roma dönemi
bronz Hermes heykeli yer alıyor. Normal insan
boyutundaki heykel, müzenin en önemli eserlerinin
başında geliyor" dedi.
Ziyaretçilerin Hermes heykeline yoğun ilgi
gösterdiğini anlatan Kansız, "Trabzon 4 bin yıllık
bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu değerleri yansıtan
eserlerin sergilenmesi de çok önemlidir. Trabzon
aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Bu kapsamda
mitolojik çağa ait ticaret tanrısı olarak bilinen
Hermes bronz heykeli, yerli ve yabancı turistlerin
ilgisini çekiyor" ifadelerini kullandı.
haber61.net, 30.08.2014
|
APOLLON SMINTHEUS TAPINAĞI ANASTYLOSİS VE
RESTORASYON ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
1980 yılından bu yana Bakanlığımız izinleri ile
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Coşkun
ÖZGÜNEL başkanlığında yürütülen kazı ve
restorasyon çalışmaları kapsamında Hellenistik
Dönem’e (MÖ 330-30) tarihlenen Apollon
Smıntheus Tapınağı'nda da anastylosis ve
restorasyon çalışmaları sürüyor.
Apollon Tapınağı'nda devam eden anastylosis ve
restorasyon çalışmaları kapsamında, 2013 kazı
sezonunda 11 basamaklı merdivenlerin
imitasyonları mermer taklidi malzeme ile
tamamlanmıştı. 2014 yılında ise, planlandığı
gibi 10 sütunun ayağa kaldırılması çalışmalarına
devam ediliyor.
Restorasyon uzmanı mimarlar tarafından
projelendirilip, inşaat mühendisleri tarafından
statik hesapları yapılan, uygulaması ise
heykeltıraşlar, restoratörler ve arkeologlardan
oluşan bir bilim kurulu tarafından
gerçekleştirilen restorasyon projesi ile eldeki
özgün malzeme kullanılarak, tapınağın ön
cephesine bakış açısı ve derinlik kazandırılması
amaçlanıyor.
Suya bakılarak kehanette bulunulmasından ötürü
bir su kaynağı yakınına kurulan Apollon
Smintheus Kutsal Alanı’nın, eski yazılı
kaynaklar göz önüne alındığında; antik çağda
Troas bölgesi halkları kadar Ege dünyasının
birçok yerinden de kehanet için gelen insanlara
hizmet ettiği anlaşılıyor.
kvmgm.gov.tr, 30.08.2014
|
NYSA TİYATROSU PODYUM FRİZLERİ KORUMA ALTINA ALINDI
Aydın Arkeoloji Müzesi başkanlığında, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd.
Doç.Dr. Serdar Hakan Öztaner'in bilimsel
danışmanlığında gerçekleştirilen Nysa antik
kenti kazı, onarım ve restorasyon çalışmaları
kapsamında tiyatro sahne binasının 1. katının
restorasyon çalışmalarına devam ediliyor.
Restorasyon çalışmaları kapsamında, 2005 yılında
tahribata uğramış olan tiyatro podyum
frizlerinin silikon kalıplarına dökümün
tamamlanmasıyla birlikte frizlerin güvenliği
amacıyla Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Kararı ve Genel Müdürlüğümüz izinleri
doğrultusunda, tiyatro podyum frizlerinin
orijinallerinin Aydın Arkeoloji Müzesine
taşınması ve yerlerine hazırlanmış olan
mulajlarının yerleştirilmesi geçtiğimiz günlerde
gerçekleştirildi.
Aydın Büyükşehir Belediyesi’nin ekipman desteği
ile gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında, Nysa
tiyatrosunun 38 m uzunluğundaki sahne binasının
ait 6 adet podyumuna ait 26 adet friz bloğu
Aydın Arkeoloji Müzesine taşındı.
Nysa tiyatrosu podyum frizlerinin Aydın
Arkeoloji Müzesi’ndeki gerekli teşhir tanzim
çalışmalarının tamamlanmasının ardından ziyarete
açılması öngörülüyor.


Nysa Tiyatrosu orijinal podyum frizlerinin yerlerine mulajlarının yerleştirilme çalışması

Nysa Tiyatrosu podyum frizlerinin mulajlarının yerlerine yerleştirilmesinin ardından görünümü
kvmgm.gov.tr, 30.08.2014
|
ERDEK'TE BİR ARKEOLOG DENİZDE BOĞULDU
İlçeye bağlı
Edincik Mahallesi'nde, sahilde bir kişinin
hareketsiz yattığını gören vatandaşlar, polise
haber verdi.
Olay yerine gelen ekipler, cesedin Arkeolog Tarkan
Özal'a ait olduğunu belirledi. Bu kişinin boğulduğu
ve cesedinin kıyıya vurduğu tespit edildi.
Balık avlamak için denize girdiği tahmin edilen
Özal'ın cesedi, otopsi için Bursa
Adli Tıp Kurumu morguna gönderildi.
Özal'dan dün saat 16.00'dan sonra haber alamayan
çalışma arkadaşları, polise
kayıp ihbarında bulunmuştu. Bu kişinin
giysilerinin Düzler Mahallesi sahilinde bulunması
üzerine bölgede İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü
ekiplerince arama çalışması başlatılmıştı
Radikal, 30.08.2014
|
|
2 BİN YILLIK ZİYAFET SOFRASI
Sagalassos 13 yüzyıl önce deprem nedeniyle yerle bir
olmuş bir Roma kenti. bir süredir yapılan kazılar
gösteriyor ki Sagalassos halkının gayet zengin bir
yeme içme kültürü varmış.
Geçen
hafta Burdur'un Ağlasun İlçesi'ni 4.8 şiddetinde
yoklayan deprem, bu güzel beldeyi bundan 13 yüzyıl
önce çok daha acımasız bir güçle vurmuştu. O dönemde
bu yerleşim merkezinin adı Sagalassos'tu ve
şölenleri, ziyafetleri ve dinsel törenleri,
gösterişli yapıları, verimli bostan ve tarlaları,
etleri lezzetli evcil hayvanlarıyla ünlü bir Roma
kentiydi. Büyük deprem kentin sonu oldu. Halkın
büyük bölümü yıkıntılar altında can verirken, atik
davranıp canlarını kurtaranlar kendileri gibi
hayatta kalabilenlerle birlikte bir daha geri
dönmemek üzere kenti terkettiler.
Sagalassos kenti, yıkıldığı 7. yüzyıldan bu yana,
yıllar içinde rüzgarın üzerine örttüğü toprak
tabakası altında uzun bir uyku dönemi geçirdi.
Derken geçmişi 10 bin yıl öncesine dayanan bu antik
kentte arkeolojik kazılar başladı. 1996'dan beri de
kazıları Belçika'nın Leuven Üniversitesi
arkeologları sürdürüyor.
Sagalassos antik kentindeki çalışmaları uzun bir
yolculuğu göze alıp buraya kadar ulaşabilen eski
eser meraklıları gezebiliyordu.
Şimdi yemyeşil Ağlasun Ovası'na tepeden bakan
sevimli bir butik otel, Sagalassos Lodge, buraya
kadar zahmet edenleri adeta ödüllendiriyor.
Ben de bu otel sayesinde bir grup meslektaşımla
birlikte Sagalassos'u gezmek ve yaşamak fırsatını
buldum.
"Yaşamak" diyorum, çünkü Leuven Üniversitesi kazı
ekibindeki bilim insanları bu antik ören yerini
anlatırken sanki kent canlanıyor, insana agora
olarak adlandırılan meydanda birileri dolaşıyor,
Macellum denen pazar yerinde o gün yiyecekleri
ürünleri satın alıyor, yeni bulunmuş olan bir
mutfakta mangal kömürleri tutuşmuş, biraz sonra
pişecek körpe kuzu pirzolası için köz haline gelmeyi
bekliyor gibi geliyor.
Arkeo-zooloji uzmanı Dr. Beatrice De Cuepere eliyle
alt tarafları işaret ediyor ve buralarda bir
zamanlar oturanların kentin en zenginleri olduğunu
söylüyor. "Burada bulduğumuz kemiklerden, burada
oturanların körpe kuzu, dana ve domuz eti
yediklerini biliyoruz" diyor. Buna karşılık kentin
üst kesimlerinde sadece ihtiyar hayvanların
kemikleri bulunmuş. Uzman, makbul olmayan bu ucuz
etleri tüketmek zorunda olan yoksulların bunları
kaynatarak nispeten yenilebilecek kıvama
getirdiklerini anlatıyor. Yine bulunan kalıntılardan
Sagalassosluların ziyafetlerde bugün bize yabancı
olan kirpiden sincaba kadar çok çeşitli hayvanların
etini yediklerini de öğreniyoruz.
2 BİN YIL ÖNCESİNE BİR YÜRÜYÜŞ
Antikçag insanları sofralarından balığı da
eksik etmiyormuş. Ama yedikleri taze balık değilmiş;
yakındaki Burdur Gölü, 100 kilometre güneydeki
Akdeniz, hatta daha güneydeki Mısır kıyılarında
tutulan balıklar tuzlanıp uzun bir yolculuktan sonra
buraya dek ulaştırılıyormuş.
Arkeo-botanik uzmanı Dr Elena Barinova ise bundan
1500 yıl önce Sagalassos'ta yenen sebze ve meyveleri
anlatıyor. Kuşkusuz domates, mısır, fasulye gibi
ürünlerin Amerika'nın keşfedilmesinden sonra Eski
Dünya'ya getirilmesine daha yüzyıllar var. Ama başta
incir ve üzüm olmak üzere nar, alıç, dut, kiraz,
mürver bu bölgede MS 3 ve 4. yüzyıllarda da
afiyetle tüketilen meyveler. Çeviz, fındık, badem ve
çitlenbik de kazılarda rastlanan ürünler. MS 4.
yüzyıla dek buralarda zeytin de üretiliyormuş. Ama
Dr. Marinova, bu dönemden sonra iklimin değiştiğini,
artık bu enlemde zeytin yetişmediğini söylüyor.
Kazı başkanı Prof.Dr. Jereon Poblome de kazılar
sırasında öğrendiği Türkçesiyle, yüzyıllar boyu
kentin ana gıda ürünleri pazarı olarak kullanılan
meydanda yaptıkları incelemelerde nohut, mercimek
gibi kuru gıda ürünleri ile çeşit çeşit ekmekler
yapmakta kullanılan dönemin en kaliteli buğday türü
olan kızıl buğday örneklerine rastladıklarını
anlatıyor.
Aylin Tan ve Nilhan Aras bizlere kazı alanında
Sagalassos ve Ağlasun'un ortak ürünlerinden oluşan
bir ziyafet hazırladı, biz de buranın yaklaşık 2 bin
yıl önceki sakinleri gibi, aynı ürünlerle karnımızı
doyurduk, o dönemin ziyafetlerini hayal ettik, Meğer
Sagalassos hamam ziyafetleriyle de ünlüymüş. Kent
girişinde 5 bin metrekarelik alana yayılan Roma
hamamının soğukluk bölümünde yüzlerce kişinin
ağırlandığı, mozaik zeminli bir de büyük ziyafet
salonu bulunmuş.
Özetle zarif yapıları Efes antik kenti ile rahatça
yarışabilen Sagalassos her geçen gün biraz daha gün
ışığına kavuşuyor. Buraya İstanbul'dan 45 dakikalık
uçak yolculuğu ile ulaşmak, nefis manzaralı ve her
türlü konfora sahip otelinde kalarak 2 bin yıl
öncesine kısa yürüyüşler yapmak mümkün. Kendi adıma
ben, gönül verdiğim bu ilginç Roma kentinde ortaya
çıkacak yeni buluntuları görmek için seneye de
burayı ziyaret etmeye niyetliyim.
Sabah, Yazı: Ahmet Örs, 30.08.2014
|
DÜLÜK BABA TEPESİ'NDE TANRI KABARTMALI ÖNEMLİ BİR
STEL GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI

Gaziantep İli, Şehitkamil
İlçesi, Doliche/Dülük
antik kentinde Bakanlığımız izinleri ile
Münster Üniversitesi`nden Prof.Dr. Engelbert
WINTER`in başkanlığında yürütülen 2014 yılı kazı
çalışmalarında in-situ konumda olmayan tanrı
kabartmalı
150x69 cm boyutlarındaki stel üzerindeki bir
tanrı motifi tasviri yer alırken, hangi tanrının
tasvir edildiği tam olarak henüz bilinmemekle
birlikte, tasvirlere göre bereket ile ilgili
veya hava tanrısı olabileceği tahmin ediliyor.
Stelin ikonografisi ve motiflerine göre Demir
Çağı`nın bir eseri olabileceği düşünülse de,
tanrının kıyafeti ve kompozisyonu dikkate
alındığında Roma dönemi işçiliğinde yapıldığı
belirgin bir şekilde gözlenebiliyor. Stelin alt
yanında betimlenmiş olunan hilal ve yıldızlar
Roma dönemine ait betimleme özelliklerini
gösteriyor.
Yörede benzer örneklerinin bilinmemesi, yapım
tekniği ve tasvirleri dikkate alındığında Demir
Çağı`ndan Roma Dönemine ve daha da sonrasına bir
sürekliliğin yaşandığını göstermesi açısından
önemli kabul edilen stel üzerindeki ayrıntılı
çalışmalara devam ediliyor.


kulturvarliklari.gov.tr, 30.08.2014
|
ARKEOLOJİK KAZILAR İÇİN ELEKTRONİK ELEK

Arkeolojik kazılar için
geliştirilen elektronik elek uzmanların işlerini
kolaylaştırıyor.
Bilkent Üniversitesi'nde öğrenim görürken Bilim,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'ndan tekno girişim
desteği alıp şirket kuran Can Koçak'ın, bir
arkadaşıyla arkeolojik kazılar için geliştirdiği
"elektronik elek", en küçük buluntuları bile şeklini
bozmadan ayırma özelliğiyle uzmanların işini
kolaylaştırıyor. Üniversitenin Mühendislik Fakültesi
Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü'nden mezun
olan Koçak, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
öğrenciliği sırasında 4'üncü ve son sınıfta
bakanlığın tekno girişim konusunda destek verdiğini
öğrendiğini söyledi. Programa başvurduğunu ve onay
verilmesinin ardından hazırladığı "Düşünce Destekli
Tekerlekli Sandalye Projesi"nin kabul görmesiyle
şirket kurduğunu belirten Koçak, şöyle devam etti:
"Daha sonra mobil yazılımlar yaparak Ar-Ge
çalışmalarımız için bütçe topladık. O şekilde de
büyüdük. Devamında elektronik cihazlar üretmeye
başladık. Yeni yaptığımız bu cihaz, arkeolojik
alanlarda yapılan eleme faaliyetleri için
geliştirildi. 'Elektronik elek' sistemini yaparken
mekanik konusunda eksik yanlarımız olduğu için
üniversiteden sınıf arkadaşım Gökçe Ecin'den yardım
aldım. Eleğin mekanik kısmını o, elektronik kısmını
ben yaptık. Şu anda kablosuz sensör ağları, insansız
hava araçları, masaüstü CNC makineleri gibi
konularda Ar-Ge çalışmaları yapan bir şirketiz. Bu
konularda ilerliyoruz. Ürünümüz çok iyi tepkiler
aldı."
-Hedefi, cihazı güneş enerjisiyle çalıştırmak
Elektronik eleği geliştirmeden önce sahip olması
gereken özellikleri belirlediklerine değinen Koçak,
tasarımı bu doğrultuda şekillendirdiklerini dile
getirdi. Sistemi ilk kez Çanakkale'deki Parion Antik
Kenti'nde uyguladıklarını ifade eden Koçak, "Ürün
çok beğenildi. Buradaki işleri çok daha
hızlandırdığını anladık" dedi. Koçak, çok küçük
detayları düşünerek oluşturdukları sistemin
avantajlarına değindi. Cihazın altına el arabasının
sığabildiği bilgisini veren Koçak, şunları kaydetti:
"Ürünün, her türlü güç kaynağından çalışabilmesi
gibi özellikleri var. Gelecekte bu eleğin güneş
enerjisiyle çalışmasını sağlayacak bir projemiz de
var. Bu sayede her türlü arkeolojik kazıya katkı
verebilecek. Aynı zamanda elek, katlanabilen bir
yapıya sahip. Örneğin kazı alanlarında, kocaman
elekler kullanılıyor. Cihazımız katlanabildiği için
çok küçük ve hafif bir ürünü taşıyıp istedikleri
yere kurup orada kullanabilecekler. Bu tipte bir
yenilik getirdiğimizi düşünüyorum. Parion'daki kazı
ekibi bize çok yardımcı oldu. Biz de ürünü denedik.
Cihazın ilk testini de yapmış olduk. Zaten bu test
çok önemliydi. Çünkü testi kendi başımıza
yapamayacağımız için ve alanda daha bir sonuç
alabileceğimiz için şimdi biliyoruz ki bu cihaz
gerçekten çalışan ve işe yarayacak bir ürün."
-"Tüm eserleri rahatlıkla toplayacak bir sistem"
Parion Antik Kenti Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı
ve Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Ertuğ Ergürer ise kazılarda çıkan toprağın
mutlaka elenmesi gerektiğini bildirdi.
Bazı buluntuların bu eleme sırasında
çıkabildiğini vurgulayan Ergürer, şöyle konuştu:
"Bazı küçük buluntular, küreğin ya da toprağın içine
karışıp kaybolabiliyor. Elle kontrol edilse bile
bunu elek kullanmadan anlayamıyoruz. O nedenle bu
cihaz, hayal ettiğim bir şeydi. Hep 'Böyle bir
sistem olsa' dediğim bir konuydu. Arkadaşlar bu
düşüncemi gerçekleştirmiş. Normalde böyle elekler
kullanıyoruz ama işin başında en az 4-6 kişi
bulunması gerekiyor. Bu tabii ki bir iş kaybına yol
açıyor. Bu elek sayesinde bir işçi, bir de arkeoloji
öğrencisiyle hiçbir buluntuyu kaçırmadan tüm
eserleri rahatlıkla toplayacak bir sistem
oluşturulmuş."
Avrupa Gazete,30.08.2014
|
ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİ ÖREN YERİNDE KAZI
YAPTI

Harran Örenyeri’nde, arkeologlar nezaretinde
çapa, mala ve fırçalarla kazı yapan öğrenciler,
toprak altından çıkan parçalara ilişkin bilgi aldı.
Üniversitede eğitim alan yaşları 7 ila 14
arasında değişen 30 öğrenci, “Arkeoloji’yi
öğreniyorum, kentimi keşfediyorum” projesi
kapsamında tarihi Harran İlçesi'ni ziyaret etti. Daha
sonra Harran Örenyeri’ne geçen öğrencilere Kazı
Başkanı Prof.Dr. Mehmet Önal ve arkeologlar, tarihi
kalıntılara ilişkin bilgi verdi.
Ardından çocuklar için Emeviler döneminden kalma
Ulu Camisi kazı alanında yaklaşık 30 metrekarelik
içerisinde heykel, seramik parçaları ve bakır
eşyaların bulunduğu özel bir alan oluşturuldu.
Arkeologlar nezaretinde çapa, mala ve fırçalarla
kazı yapan öğrenciler, toprak altından çıkan
parçaların üzerindeki yazı ve sembollere ilişkin
bilgi aldı.
Önal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazı
çalışmasına katılan çocukların tarihi eserlere bakış
açısını değişeceğine inandığını söyledi.
Öğrencilerin bir eseri bulmanın heyecanıyla
sevinç çığlıkları atmalarının kendilerini mutlu
ettiğini ifade eden Önal, “Uygulama, çocukların
birer ‘kültür elçisi’ olarak yetişmesine ciddi katkı
sağlayacak” dedi.
Harran Çocuk Üniversitesi Müdürü Yrd.
Doç.Dr.
Hülya Karataş da öğrencilere yönelik çeşitli
projeler geliştirdiklerini kaydetti.
Öğrenciler ise ilk defa kazı çalışmasına
katıldıklarını ve çok heyecanlandıklarını söyledi.
haberler.com, 29.08.2014
|
EUROMOS ANTİK KENTİNDEKİ AGORA AYAĞA KALDIRILACAK

Muğla’nın
Milas İlçesi'ndeki Euromos
antik kentinde,
dördüncü kazı döneminde ortaya çıkan her yeni
buluntular kazı çalışanlarını heyecanlandırırken,
agorayı ayağa kaldırmak için hummalı çalışmalar
devam ediyor.
Muğla Sıtkı Kocaman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Antik Euromos
Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç Dr. Abuzer Kızıl,
antik kentte agorada yazıtlar bulunduğunu ve mevcut
mimari yapıların aslına uygun bir şekilde
yerleştirilerek sergileneceğini söyledi. Kazı ekibi,
agorayı ayağa kaldırabilmek için çalışmalara devam
ediyor.
Milas’a bağlı Selimiye Mahallesi’nde bulunan Euromos
antik kenti, dördüncü kazı dönemine yeni
buluntularla girdi. Heyecanla başlayan kazı
çalışmaları arkeologların, öğrencilerin ve
yetkililerin özverili çalışmalarıyla sürdürülürken,
Zeus Tapınağı’nı çevreleyen duvar yapısı, agora ve
tiyatro çevresinde kazılar yürütülüyor. MÖ 2.
yüzyılda inşa edilen antik kentteki kazı
çalışmalarını değerlendiren Euromos Antik Kenti Kazı
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, antik tiyatroda
ortaya çıkarılan soylu koltuğunun çok önemli bir
eser olduğunu ve kutsal alanı çevreleyen temenos
duvarı etrafında da tarihi kalıntılara rastlamayı
umduklarını söyledi. Antik Yunan’da şehirle ilgili
politik, dini, ticari her türlü faaliyetin
gerçekleştiği ve tüm kamu binalarının etrafında
sıralandığı halka ait geniş açık alan olarak
isimlendirilen agorada da önemli gelişmelerin
yaşandığını belirten Kızıl, agorada yeni yazıtların
bulunduğunu söyledi.
Agoradaki mimari ögelerin aslına uygun şekilde
yerleştirileceğini ve bu şekilde turistlerin
beğenisine sunulacağını kaydeden Kızıl; “Agora tıpkı
tapınak gibi
Anadolu’nun iyi korunmuş elemanları izlenebilen
ve düzen olarak hangi düzen olduğu rahatlıkla
söylenebilen, sınırlarını bildiğimiz bir kült
merkezidir. Doğu stoada geçen sene kazı
çalışmalarına başlamıştık. Bu sene kaldığımız yerden
devam ediyoruz. Bu çalışmalar sırasında Hellenistik
döneme ait bazı yazıtlar tespit etmiştik. Bu
malzemelerden bazıları devşirme taşlar olarak
kullanılmışlar büyük olasılıkla. Bu sene onların
devamında yeni yazıtlar ortaya çıktı. Bu yazıtların
çözümüyle ilgili çalışmalarımız önümüzdeki süreçte
devam edecek. Bu alanda önemli hedeflerimizden bir
tanesi de agoradaki mevcut mimari elemanları en
azından ait oldukları yerlere koyabilmek. Agorayı da
mümkün mertebe ayağa kaldırarak hem gelen
ziyaretçilerin beğenisine sunmak, hem arkeolojik
açıdan agoranın nasıl olduğunu bilim dünyasına
göstermek istiyoruz ve bu büyük bir önem arz ediyor”
diye konuştu.
Milliyet, 29.08.2014
|
KIZIL AVLU'NUN BODRUMU ARAŞTIRILIYOR
Birleşmiş
Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya
Mirası Listesi'ne alınan Bergama'da, ilk 7 kiliseden
biri olan ve Anadolu'da ayakta kalan en yüksek
yapılardan Bazilika'da yürütülen arkeolojik
çalışmalarda, bu yıl
bodrum bölümü araştırılıyor.
Tamamının tuğladan
yapılmış olması ve büyük ön avlusu nedeniyle halk
arasında "Kızıl Avlu" olarak adlandırılan Bazilika,
yaklaşık 19 metrelik yüksekliğiyle Anadolu’nun en
görkemli dini anıtsal yapılarından ve Anadolu'da
Roma dönemi yapıları arasında en büyüklerinden
biri sayılıyor. MS II. yüzyılda İmparator Hadrian
döneminde inşa edilen ve Mısır tanrıları Serapis ve
İsis'e ithaf edildiğine inanılan tapınak, daha
sonra ilaveler yapılıp, Hristiyanların dinsel mekanı
oldu. İncil'de adı geçen ilk 7 kiliseden biri olan
Bazilika, bu özelliğiyle de Bergama'ya gelen
turistlerin öncelikli ziyaret edilecek mekanları
arasında bulunuyor. Bazilika'nın konservasyon,
rekonstrüksiyon ve restorasyonunu ise Alman
Arkeoloji Enstitüsü üstlenmiş durumda. - "Ayağa
kaldırılan" Sekmeth, en çok ilgi gören parça
Çalışmalar çerçevesinde tekrar ayağa kaldırılan
aslan başlı Mısır tanrıçası Sekhmet heykeli,
Bazilika'nın en çok dikkati çeken parçası konumunda.
İlk olarak bulunan parçaları 3 boyutlu modellemeyle
dijital ortamda tamamlanan heykelin eksik parçaları,
modelleme doğrultusunda aynı malzeme kullanılarak
tekrar yapıldı. Orijinal ve yeni parçaların bir
araya getirilmesiyle geçen yıl tekrar ayağa
kaldırılan heykel, kaidesiyle yaklaşık 8 metre
uzunluğa sahip. Bazilika'da, ayrıca yanlardaki
yuvarlak yapıların ve avluların bazı bölümlerinin
altında uzayıp giden gizli geçitler ve merdivenler
de yer alıyor. Bu geçitlerden ilerleyen tapınağın
başrahibinin, içi boş olan kült heykelinin baş
kısmına yükselerek oradan halka tanrı adına
telkinlerde bulunduğu tahmin ediliyor. Alman
Arkeoloji Enstitüsü Müdürü ve Bergama Kazı Başkanı
Prof.Dr. Felix Pirson, AA muhabirine, Bazilika'da
restorasyon projesinin devam ettiğini belirterek,
"Geçen yıl açtığımız Sekhmet heykeli, büyük ilgi
görüyor. Bu yıl bodrum katta araştırmalarımızı
sürdürüyoruz. Bodrum bölümü, tüm kompleks için çok
önemli" dedi. Bergama Müze Müdür Vekili Nilgün
Ustura, tüm ana yapıda kapsamlı çalışma
yürütüldüğünü dile getirerek, kuzey kulesi için
restorasyon çalışmasına da başlanacağını kaydetti.
Güney beden duvarıyla başlayan restorasyonun, batı,
doğu ve kuzey kısmını da kapsayacak şekilde uzun
soluklu çalışma olacağını ifade eden Ustura, "Tuğla
malzemesinde aşınma ve kopma çok olmuş. Bu
restorasyon ile yapı sağlamlaştırılıp, gelecek
nesillere kalacak kültür varlığını armağan ediyoruz.
Bazilika'nın dinsel kimliği ile antik geçmişini
gelecek kuşaklara aktaracağız" diye konuştu.
Mynet Haber, Haber: Emre Umurbilir, 29.08.2014
|
KÜÇÜKYALI ARKEOPARK YÖNETİM PLANINA İLİŞKİN PROTOKOL
İMZALANDI
İstanbul, Küçükyalı Arkeopark’ın tarihi,
kültürel, arkeolojik ve doğal değerlerini
korumak, geliştirmek, ulusal ve uluslararası
tanıtımını yapmak, gelecek kuşaklara aktarımını
sağlamak için gerekli çalışmalar başlatılmıştır.
Söz konusu çalışmalar kapsamında alanın yönetim
planının hazırlanması amacıyla Bakanlığımız
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile
Koç Üniversitesi arasında “Küçükyalı Arkeopark
Yönetim Planı”na ilişkin protokol 28.08.2014
tarihinde imzalanmıştır.
kulturvarliklari.gov.tr, 29.08.2014
|

|
KAYSERİ AĞIRNAS'TA ROMA DÖNEMİNE AİT 3 YERALTI
ŞEHRİNE İLGİ
3 bin yıl öncesine uzanan tarihiyle
Kayseri’nin Melikgazi Ağırnas Mahallesi’ndeki Roma
dönemine ait 3 yeraltı şehirleri yoğun ilgi görüyor.
Akademisyenlerden öğrencilere yerli ve yabancı
turistlere kadar her gün yüzlerce kişi burayı
ziyaret ediyor.
Kayseri şehir merkezine 30 kilometre uzaklıktaki
yer altı şehirleri büyük ilgi görüyor. Tarihiyle
günümüzde en az 3 bin yıl öncesine uzanan tarihiyle
Ağırnas Mahallesi’nde bulunan yer altı şehirleri
düzenlenen turlarla her gün yüzlerce kişiyi
ağırlıyor. Yeraltı şehirleri eşsiz güzelliğiyle
sadece turistleri değil akademik anlamda çalışmalara
da ev sahipliği yapıyor. Bu inceleme çalışmalarından
birini yapan Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard.
Doç.Dr. Musa Uludağ, yeraltı şehirleriyle ilgili
şunları söylüyor:
‘Burası yer altı şehirleri bakımından zengin bir
bölge. Bunu sağlayan en önemli faktör buranın
jeolojik yapısı. Volkanik bir arazinin olması.
Dünyanın birçok yerinde volkanik bir saha var.
Dünyanın birçok yerinde peri bacası var. Ama, böyle
yer altı şehirleri yok. Çünkü burası Hıristiyanlığın
ilk dönemlerinde Roma imparatorluğu bilindiği gibi
Hıristiyanlığa karşı ve çok büyük bir baskı var.
Ölümüne bir baskı var. Roma yok etmek istiyor ve
bunlar gizli şehirler kurarak, i bu baskılardan
kurtulmayı sağlıyor. Ağırnas’da yeraltı şehrini
gezmek isteyenlere uzman bir rehber eşlik ediyor.
2002 yılında tesadüf eseri bulunan ve yapılan
çalışmalarla restore edilen Roma Dönemi’nden kalma
yer altı şehirlerini görenler ise, adete büyülüyor.
Ağırnas’daki yeraltı şehirlerinin yanı sıra
tarihi evleri, mağaraları, dehlizleri ve
bezirhaneleriyle de ziyaretçilerini bekliyor.
haberler.com, 29.08.2014
|
ASPENDOS ANTİK TİYATROSU BAKIMDAN GEÇİRİLDİ
Antalya’nın Serik İlçesi sınırlarındaki 2 bin yıllık
Aspendos antik tiyatrosu, kapsamlı bir bakımdan
geçirilerek, yeniden sanatsal faaliyetlere açıldı.
Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin
ziyaret ettiği Aspendos Antik Tiyatrosu, bakımdan
geçirildi. Çalışmaların büyük bölümünün sona erdiği
tiyatroda son rötuşlar yapılıyor.
Aspendos Kazı Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Veli Köse, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 2 bin yıllık antik tiyatronun kapsamlı
bakımdan geçirildiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığınca ihale edilen
projede çalışmalara Mayıs 2013′te başlandığını ifade
eden Köse, restorasyon çalışmaları kapsamında
yapının genel bir bakımdan geçirildiğini belirtti.
Basamakların elden geçirilerek, kırık ve tahrip
olmuş parçaların yenilendiğini anlatan Köse,
özellikle kış aylarında tiyatronun bazı bölümlerinin
sular altında kalmasına neden olan sorunun da
çözüldüğünü açıkladı.
Tiyatronun üst kısmında yer alan galerilerdeki
yalıtım sorununun giderildiğini ve antik tiyatronun
çevresindeki su drenaj kanallarının yeniden
yapıldığını kaydeden Köse, sahne zemininin de
iyileştirildiğini anlattı.
Köse, tiyatronun iç ve dış cepheleri ile
kulelerinin de kapsamlı bakımdan geçirildiğine
işaret ederek, güvenlik ve aydınlatma çalışmalarının
da tamamlanmak üzere olduğunu aktardı.
Çalışmaların Antalya Rölöve Anıtlar Bölge
Müdürlüğünün kontrolünde gerçekleştirildiğini
vurgulayan Köse, tiyatronun tepeye yaslanmış şekilde
inşa edilmesi nedeniyle kapanan su kanallarında
biriken suların yapıya zarar vermesinin önüne
geçildiğini dile getirdi.
- “Aspendos ayakta kalmasını Selçuklulara borçlu”
Aspendos Antik Tiyatrosu’nun ayakta kalmış ve
korunmuş antik yapılardan olduğunu hatırlatan Köse,
bu özelliğiyle dünya genelinde ilgi odağı olduğunu
bildirdi.
Tarihi yapının günümüze kadar sağlam kalmasını
Selçuklulara borçlu olduğunu ifade eden Köse,
tiyatronun Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat
döneminde Saray olarak kullanıldığına değindi. Köse,
tiyatronun Selçuklular döneminde de tadilattan
geçirildiğini belirterek, şöyle konuştu:
“Aspendos, ayakta kalmasını Selçuklulara borçlu.
Tiyatronun bazı pencereleri kapıya dönüştürülerek
Saray haline getiriliyor. Tiyatro bölümüne zarar
verilmiyor. Sahne binasının ön bölümüne de kabuller
için selamlık bölümü ilave ediliyor. Fakat tüm bu
çalışmalara rağmen Alaaddin Keykubat burada çok
fazla kalmıyor. Alanya’daki Saray yapılınca oraya
geçiyor.”
Bakım nedeniyle geçen yıl antik tiyatroda
yapılamayan Uluslararası Aspendos Opera ve Bale
Festivali, 30 Ağustos’ta İzmir Devlet Opera Ve
Balesi’nin sahneleyeceği Verdi’nin “Aida” operasıyla
gerçekleştirilecek.
MS 160-180 yıllarında yapılan
Aspendos antik tiyatrosu, işlevsel açıdan en iyi
tasarlanmış ve eksiksiz Roma tiyatrosu örnekleri
arasında gösteriliyor.
haberler.com, Haber: Hüseyin Kanber, 29.08.2014
|
DEPREMLERİN İZİNİ URARTU KALESİNDE SÜRÜYORLAR
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Mühendislik Fakültesi
öğretim üyeleri, Urartu Krallığı döneminde inşa
edilen Ayanis Kalesi’nde bölgenin depremselliği ve
tarihi süreçte yaşanan depremlerin etkileriyle
ilgili araştırma yaptı.
Urartu Kralı II. Rusa tarafından Van Gölü’ne
hakim bir tepe üzerine inşa edilen ve yalnızca 30
yıl kullanıldığı bilinen Ayanis Kalesi’nde, Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Işıklı başkanlığında
yürütülen kazı çalışmaları sürüyor.
Urartu medeniyetinden günümüze kadar gelmeyi
başaran en önemli yapılardan biri olan kalede, bu
yıl ilk kez tarihi süreçte meydana gelen depremler
ve bu depremlerin kale ile çevresine etkileri
araştırıldı.
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Elmas ile
jeoloji yüksek mühendisi Alper Şengül tarafından 10
gün süren araştırmada, bölgedeki fay hatları,
kaledeki taş yapılar ve taşların geldiği bölgeler
incelendi.
Laboratuvar ortamında incelenmek üzere kale ve
çevresinde numune alan akademisyenler, çalışmalarını
tamamladı.
Jeoloji yüksek mühendisi Şengül, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 10 gün boyunca kale ve
çevresinde arazi çalışması yaptıklarını belirterek,
araştırmalarında, tarihi süreçteki depremlerin
etkilerinin çok net gözlenebildiği bulgular elde
ettiklerini söyledi.
Araştırmalarında, kalenin yapımı, kullanımı ve
yıkımı sonrası gerçekleşen depremlere ait izler
belirlediklerine dikkati çeken Şengül, yaşanan
depremlerin tarihini belirlemek için aldıkları
numuneleri analiz ederek tarihleyeceklerini ifade
etti.
Şengül, bölgeden önemli sayılabilecek veri
topladıklarını bildirerek, şöyle konuştu:
“Duvardaki izler, kayalardaki çatlaklar ve kerpiç
yapılardaki kopmaların, devrilmelerin, göçmelerin
nedenleri üzerine çalışma yaptık. Bölgede birden
fazla ana fay zonu bulunuyor. Bunlardan biri de
Adıgüzel Mahallesi’ne kadar uzanan Alaköy-Mollakasım
arasındaki fay hattı. Bu fay, geçmişte de 23 Ekim
2011′de meydana gelen depremde olduğu gibi 7
büyüklüğünde deprem üretmiş. Bu depremlerin kaleyi
nasıl etkilediği yönünde bir araştırmamız oldu.
Bunun yanı sıra bölgede iki yeni fay keşfettik.
Fakat bunların aktif olup olmadıkları konusunda net
bilgiye sahip değiliz.”
“Bölgenin depremselliğine baktığımızda, 7
büyüklüğünde deprem üreten fayların yaklaşık 200-300
yılda bir bunun tekrarladığını görüyoruz” diyen
Şengül, aynı bölgede benzer özellikte birkaç tane
fay bulunduğunu kaydetti.
-Depremin kaledeki etkileri
Şengül, Van’da 23 Ekim 2011′de meydana gelen
depremde, kalenin kuzey bölümünde ciddi kaya
düşmelerinin olduğu yerler saptadıklarına işaret
ederek, şöyle devam etti:
“Bölge bu anlamda çok aktif, aradan 3 yıl
geçmesine rağmen halen depremler gerçekleşiyor.
Bunlar ufak da olsa çevredeki tüm yerleşimleri
etkiliyor ama bizim esas yöneldiğimiz konu Ayanis
Kalesi’nin depremlerden ne şekilde etkilendiği.
Çünkü ömrü 30 yıl olan ve bir anda terk edilen bir
kale. Bunun etkileri orada saklı. Bunu ortaya
çıkarmak ve depremle olan etkileşimini görmek
istiyoruz.”
haberler.com, Haber: Cemal Aşan - Ali İhsan
Öztürk, 28.08.2014
|
MYRA VE ANDRİAKE'DE KAZILAR SÜRÜYOR

Demre Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, Myra ve
Andriake antik kentleri kazı başkanı Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk'ü ziyaret
ederek çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Kaymakam Karaman, kazı bölgesinde
Doç.Dr. Nurettin
Öztürk, yardımcısı Adnan Menderes Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Murat Çekilmez tarafından karşıladı.
Kazılar hakkında bilgi alan Kaymakam Karaman, Myra
antik kenti yakınlarında bu yıl kazıya başlanan MS
2. yüzyıla ait Roma hamamında inceleme yaptı. Hamam
hakkında bilgi veren Doç.Dr. Öztürk, bu yıl ilk kez
kazmaya başladıkları Roma hamamını 'bey hamamı'
olarak da adlandırıldığını söyledi.
4 METRE DERİNLİKTE
Hamamın tabanının 4 metre derinlikte olduğunu
vurgulayan Doç.Dr. Öztürk, kazı yapılan hamamın bir
bölümünde bu derinliğe indiklerini kaydetti. Hamamın
yaklaşık 1800 yıllık bir geçmişe sahip olduğuna
işaret eden Doç.Dr. Öztürk, "Bunu gün yüzüne
çıkaracağız. Yeni bulgulara ulaşmayı hedefliyoruz"
dedi.
LİKYA MÜZESİ'NDE SERGİLENECEK
Kaymakam Yusuf İzzet Karaman ise 6 yıl önce
Prof.Dr. Nevzat Çevik tarafından başlatılan kazılarda,
özellikle Andirake Liman Kenti'nde büyük yol
aldıklarını vurguladı. Bu alanın açık hava müzesi
haline geldiğini vurgulayan Kaymakam Karaman, "Yeni
ekibin ortaya çıkaracağı buluntular açılacak Likya
Müzesi'nde sergilenecek. Demre tarih ve kültür
turizminin Türkiye'deki en önemli merkezlerinden
biri haline gelecek" diye konuştu.
Bizim Antalya, 28.08.2014
|
ANİ HARABELERİNİN YERALTI SIRLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Kars'a 45 kilometre mesafede, Ermenistan
sınırının sıfır noktasında bulunan 5 bin yıllık
tarihiyle ziyaretçilerini kendine hayran bırakan Ani
harabelerinin yer altı sırları ortaya çıkarılıyor.
Geçtiğimiz günlerde düzenlenen, 'Uluslararası
Ani-Kars Sempozyumu' ile gündeme gelen, "Ani'nin
Yeraltı Sırları" hakkında basın mensuplarına
açıklamada bulunan tarih araştırmacısı Sezai Yazıcı;
gizli su kanalları, keşfedilmemiş keşiş hücreleri,
meditasyon odaları, devasa dehlizler, çatallaşan
geçitler, akıl almaz tuzaklar, ucu olmayan tüneller,
niçin yapıldığı anlaşılmayan oyuklar, yön duygusunu
kaybettiren köşeler, bir süredir üzerinde çalıştığı
Anı'daki bilinmeyen yeraltı yapılarının sadece
birkaçı olduğunu söyledi.
Uluslararası Ani-Kars Sempozyumu'na çok sayıda
uzman, akademisyen ve araştırmacının katıldığını
hatırlatan Yazıcı; kendisinin de Toplantıya 'Ani'nin
Yeraltı Sırları' başlıklı bir bildiriyle katıldığını
ifade etti. Yazıcı, Ani'nin hiç bilinmeyen yönlerini
anlattığı bildirisinin dikkat çektiğini, edinilen
bilgilere göre Türkiye'de şimdiye kadar üzerinde
hiçbir yayın yapılmayan bu konunun merak
uyandırdığını belirtti.
ANİ'NİN 'GİZLİ KAPILARI' YER ALTI
GEÇİDİNDE
Yazıcı, sempozyuma sunduğu bildiride, yer
altındaki Ani ile ilgisinin tamamen tesadüfi olarak
geliştiğini belirterek, "Kars'ın tanıtımını yapmak,
tarihsel ve kültürel mirasını ortaya çıkarmak için
2011 yılında yürüttüğüm 3 Rotada Kars Büyüsü adlı
bir Birleşmiş Milletler projesinde Gurdjieff rotası
üzerine çalışırken oldukça ilginç bir bilgiye
ulaştım. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının bir
bölümü Kars'ta geçen 20. yüzyılın ilk yarısının en
etkili isimlerinden George Ivanoviç Gurdjieff,
1880'li yıllarda arkadaşı Pogosyan'la birlikte
Ani'de tecrit edilmiş bir yer seçerek bir süre
çalışmışlar. Gurdjieff ve arkadaşı, bir gün Ani'de
yer altı geçitlerinden birini kazarken yerdeki
toprağın farklılaştığını görürler. Kazma işlemini
sürdürdüklerinde dar bir geçit keşfederler. Ama
geçidin ucu yere düşen taşlarla kapanmıştır. Taşları
temizlediklerinde kemerleri harap olmuş bir odayla
ulaşırlar. Odada çürümüş mobilyalar, kırılmış
çömlekler görürler. Ayrıca, odada bir çeşit nişin
içinde bir tomar parşömen bulurlar. Gurdjieff, çok
iyi Ermenice bilmesine karşın parşömendeki yazıları
okuyamaz. Bir süre sonra yazının çok eski bir
Ermenice olduğu anlaşılır. Yorucu bir uğraşın
ardından parşömenlerin bir keşişten diğer bir
keşişe, Peder Telvant'tan Peder Arem'e yazılmış
mektuplar olduğunu öğrenirler.
Mektuplar sırlarla doludur. Ne var ki aradan
geçen yılların etkisiyle kağıttaki yazılar
bozulmuştur. Yoğun çabaların ardından mektubu eski
haline getirerek yeniden okurlar. Mektubun sonunda
geçen 'sarmung' kelimesiyle, kökü MÖ 2500
yıllarına kadar uzanan ve varlığını MS VI. ve VII.
yüzyıla kadar sürdüren Mezopotamya'daki ünlü bir
ezoterik okulun adını Gurdjieff bu sayede ilk kez
öğrenmiş olur. Mektupların bulunduğu yer bir dua
yeridir." diye ifade etti.
ANİ'DE YERALTINDA BİR MANASTIRIN DUA
ODASI
Yazıcı, Ani'deki bu manastırdan ilk kez
Gurdjieff'in söz ettiğini ifade ederek, "Ne var ki
günümüzden yaklaşık 135 yıl önceki Gurdjieff'in bu
belirlemeleri, Ani'de, 1915 yılında Nikolay Marr
başkanlığında yapılan en kapsamlı kazı çalışmaları
sırasında, yeraltı araştırmalarından sorumlu David
Kipşize tarafından bile tam olarak
tanımlanamamıştır. Ta ki yıllar sonra ve de büyük
bir olasılıkla Gurdjieff'in aktardığı bu bilgilerden
haberdar olmaksızın, buranın bir manastır olduğunu
İtalyan mağara ekibi teyit edinceye kadar.
Gurdjieff'ten önce de Ani'de mağara ya da kaya
evlerde önemli bir nüfusun yaşadığını pek çok
gezginin izlenimlerinden öğreniyoruz." dedi.
ANİ'DE 823 YERALTI YAPISI VE MAĞARA
BULUNUYOR
Bugün Ani'de teyit edilmiş bilgiler ve uygulamalı
çalışmalar bağlamında 823 yeraltı yapısı ve
mağaranın bulunduğunu bildiklerini aktaran Yazıcı,
şöyle devam etti: "Ani'de tünel, geçit vb. yapıların
uzunluğu 500 metrenin üzerindedir. Ani'deki yeraltı
yapıları ve mağaraların çoğu konut olarak
kullanılmıştır. Geri kalanlar içerisinde kilise,
geçit, mezarlık su kanalı, güvercinlik vb amaçla
kullanılan çok sayıda hipojen bulunmaktadır. Söz
konusu yer altı yapılarının önemli bir bölümünün
metrik ölçüleri, planları ve kesitleri
çıkarılmıştır. Çoğu için haritalar hazırlanmış
mağaraların açıldığı kanyon duvarlarının
fotoğrafları çekilmiştir. Yapıların en önemlileri,
Giden Gelmez Tüneli, Yeraltı Anisi, Gizli
Kapılardır. Ayrıca Ani'de yer altındaki manastırla
üç ayrı önemli geçidi de bu kategoride sayabiliriz.
Öte yandan, Ani'de 4 tane son derece karmaşık yapı
bulunmaktadır. Bunların bir bölümünde çökmeler
olmuştur. Kimilerine ulaşmak son derece güçtür.
Ani'nin tanıtımında artık yeraltı Ani'sinden de söz
etmenin zamanı gelmiştir. Şimdilik en azından Kültür
Bakanlığı'nca yer altı yapılarının işaretleme
çalışmaları başlamalı, yapıların önleri
temizlenmeli, bunlarla ilgili yürüyüş yolları
yapılmalıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de
yeraltı yapılarına büyük ilgi duyulduğu akıldan
çıkarılmamalıdır."
Zaman, Haber: Abdulkadir Erzeneoğlu, 24.08.2014
|
ADRAMYTTEİON KAZILARI DEV KADROYLA SÜRDÜRÜLÜYOR

Balıkesir’in Burhaniye
İlçesi'ndeki Adramytteion
(Ören) kentndinüseyin Murat Özgen’in bilimsel danışmanlığında
35 lisans ve lisansüstü öğrencisi görev yapıyor.
2012 yazından bu yana gerçekleştirilen
çalışmalar, yerleşimin günümüzden 7 bin yıl öncesine
(Kalkolitik Çağ) kadar indiğini somut kültür
ürünleriyle ortaya koyarken, bu yılki çalışmalarda
yoğun buluntu veren zengin kültür katlarında, farklı
dönem ve kültürler üzerine devam ettiriliyor.
Ekiplerin şu anda çalıştığı alanda bir Bizans
sarayının avlusu ve giriş kısmı açığa çıkarıldı. 26
Eylül’e kadar devam ettirilecek kazının sonunda
çevre düzenlemesi yapılacak ve kazı alanı koruma
altına alınacak. Kazılara Burhaniye Belediyesi
destek oluyor. Kazıya, Japon doktora öğrencisi
Tomoyo Nakamura da katılıyor. Japon Tomoyo Nakamura,
“Tam 5 gün önce Japonya’dan geldim. Doktora
öğrencisiyim. Arkadaşlarla kazı yapıyoruz. Burayı
çok sevdim” dedi. Mustafa Kocagöz de, “Bu sene 2014
kampanyasında kazıları gerçekleştiriyoruz. 3.
senemiz bu sene. Bilimsel danışman olarak Mimar
Sinan Üniversitesinden Hüseyin Murat Özgen hocamızın
öncülüğünde çalışıyoruz. Burada gördüğünüz alanı
geçen yıl keşfettik. Burada Roma temelleri üzerine
oturan Bizans dönemine ait büyük bir yapı var. E-1
ve E-2 olarak adlandırılan 2 sektör vardır. Bu sene,
çalışmalarımız dahilinde bu yapılaşmanın tamamını
ortaya çıkarmak istiyoruz. Ören güzel bir yer.
Zaten, Adramytteion antik kenti aynı zamanda Edremit
körfezine adını veren bir kent. Bu da önemli bir
cazibe merkezi haline getiriyor. Burada hem bilimsel
halde güzel çalışma yapıyoruz. Hem öğrenciler, hem
mezunlar için oldukça verimli bir çalışma. Ören
cazibe merkezi. Burada güzel vakit geçiriyoruz” diye
konuştu.
ÇALIŞMALAR 26 EYLÜL’E KADAR SÜRECEK
Melodi Hologo da, “9 Eylül Üniversitesinden
geliyorum. 2 senedir bu kazıdayım. Geçen sene
faydalı olduğunu gördüm. Bu sene de gelmeyi tercih
ettim. Burada çalışmak çok güzel” dedi. Okay Nar
ise, “Ben de Mimar Sinan'dan mezun oldum. Bu yıl
Ören de 3. kazım. Her şey güzel gidiyor. Öncelikle
Ören güzel bir yer. Burhaniye de her şey güzel” diye
konuştu. Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Hüseyin Murat
Özgen de, “Balıkesir Kuvvayı Milliye Müzesi
tarafından bizim bilimsel danışmanlığımızda
gerçekleşen Adramyttein kazılarının 3. ara
kampanyasını gerçekleştiriyoruz. 14 Ağustos'ta
başlayan çalışmalar 26 Eylül’e kadar devam edecek.
Bu yıl 35 öğrencimiz, doktora ve yüksek lisans ve
uzman hocalarımızla devam ettiriyoruz. İlk iki yılda
alan açma yöntemiyle yapılandırdığımız 3 alan vardı.
2 alanda kazıyı tamamladık. Burada gördüğünüz E
bölgesi, E sektörü olarak adlandırdığımız alanda bir
12. ve 13. yüzyıldan 4.yüzyıla kadar evreleri olan
Hellenistik malzemenin bol geldiği bir Bizans
sarayının avlusu ve giriş kısmını açığa çıkarıyoruz.
Bütün bu alanlar tabi kazıların ardından mimar
hocalarımızın projeleriyle birlikte çevre
düzenlemesiyle ve uygun kontraksiyonlarla koruma
altına alınacak. Çevre düzenlemesi yapılacak.
Teşhire açılacak alanlar ve uzun zamandır beri
eksikliği hissedilen koruma amaçlı imar planları
hazırlanacak. Kazılar lokamatifinde yeni koruma imar
planı ile Ören geleceğe aktarılacak. Emeği geçenlere
teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.
haberler.com, 24.08.2014
|
İŞTE RESTORASYON BÖYLE OLUR
Foça'da tarihi kaledeki restorasyon "Keşke hiç
dokunulmasaydı" dedirten çalışmalara örnek oldu.
Kale, kazıda çıkan orijinal taşlarla, yapıldığı
dönemin harcı ve teknikleriyle yeniden doğdu.

Foça’da harabe durumda bulunan Ceneviz Kalesi’nin
restorasyonuna geçen yıl yeniden başlandı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından finanse
edilen restorasyon, 25 yıldır Foça’da bilimsel
kazılar yapan Prof.Dr. Ömer Özyiğit başkanlığında
sürüyor. Çimento yerine orijinal horasan harcı
kullanılarak yapılan restorasyon, kaleyi UNESCO
Dünya Mirası Geçici Listesi’ne kaleyi sokmayı
başardı. Eski ve yeni duvarları arasında çıplak
gözle ayrım yapılamayacak şekilde orijinal görünen
kalenin önümüzdeki yıl, restorasyon tamamlandığında
asıl listeye de girmesi bekleniyor.
Çimento taşı eritmişti
Bölgede Ege Üniversitesi’nden Prof.Dr. Ömer Özyiğit
başkanlığındaki kazılar 1989’dan beri sürdürülüyor.
Kazılarda İon medeniyetine ait çok önemli buluntular
elde edildi. Yeldeğirmenleri, Herodot Sur Duvarı,
Ceneviz-Osmanlı Kalesi ve Athena Tapınağı
restorasyonları da devam ediyor. Özyiğit geçen yıl
ise hem bilimsel kazılara hem de kalenin
restorasyonuna başladı. Restorasyonu bir müteahhide
ihale etmek yerine bilimsel ekibiyle birlikte yapma
kararı alan Özyiğit, arkeolojik kazılarda bulduğu
kale taşları ile kaleyi ayağa kaldırdı.
Restorasyonda horasan harcı kullanan Özyiğit,
Fransa ’dan da özel hidrolik (söndürülmüş) kireç
getirtti. Harç, hidrolik kireç, tuğla tozu, mermer
tozu, kum ve toprakla hazırlandı. Özyiğit, Foça
taşının yumuşak olduğunu ve 1993’te yapılan
çimentolu onarımda harcın taşları erittiğini
söyledi.
Foça’nın şap madenleri ihya etti
1275’ten itibaren Foça’da Ceneviz egemenliği
başladı. Cenevizliler Foça Dağları’ndaki şap
madenlerinden büyük gelir elde etti. Gelirle Foça
Kalesi 1298 yılında ciddi onarım geçirdi. 1455’te
kale Osmanlıların eline geçti. Beş Kapılar
üzerindeki yazıttan da anlaşıldığı üzere, Kanuni
Sultan Süleyman’ın oğlu Sultan Mustafa, Manisa’da
Saruhan Sancak Beyi iken Silahdar Ağası İskender
tarafından 1538-1539 yıllarında kalede çok büyük bir
onarım daha gerçekleştirildi. Ancak 1772
Depremi’nden sonra surlar kendi kaderine terk
edildi.
Prof Dr. Ömer Özyiğit:
Müteahhitle restorasyon olmaz
“Müteahhit eliyle restorasyon yapılmasına karşıyım.
Onlar eser değil inşaat gözüyle bakıyorlar.
Restorasyonları bilimsel heyetler yapmalı. Aksi
durumda restorasyon değil yenileme yapılıyor.
Çimento tuzlarının burada yerli tüf taşına nasıl
etki ettiğini ve onu nasıl yediğini görüyorsunuz.
Bütün bunlar yanlış restorasyonlardır. O bakımdan
restorasyonda orijinal malzeme kullanmak gerekir.
Kireç harcı son derece doğru ve sağlam bir harçtır.
Yüzyıllarla gitgide de sertleşir ve duvarın ömrünü,
taşın ömrünü uzatır.”
Bizans için toprak, Ceneviz için horasan, Osmanlı
için kireç harcı kullandık
Prof.Dr. Ömer Özyiğit, restorasyonda nasıl
çalıştıklarını anlattı:
“Daha önceleri burada bir Ceneviz kule kalesi olduğu
bilinmiyordu. Çalışmalarımız sırasında dönem
analizleri yaptık ve burada Bizans, Ceneviz dönemi
ve Osmanlı dönemlerinin ayrı ayrı olduğunu saptadık.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin büyük finansman
desteğiyle çalışmaya başladık.”
“Şimdi burada görmüş olduğunuz daha evvelki kale
doğru dürüst görülmüyordu. Yaptığımız restorasyon
sonucunda Ceneviz Kalesi ortaya çıkmaya başladı.
Onun için (UNESCO) Dünya
Kültür Mirası Geçici Listesi’ne girdi Foça
Kalesi.”
“Kesinlikle çimento yok burada ve orijinal dönemlere
özgün ne malzeme kullanılmışsa o malzeme kullanıldı.
Örneğin Bizans döneminde toprak harç vardı, biz
sağlamlaştırılmış toprak harç kullandık. Sonra
Ceneviz döneminde horasan taş kullanılmıştır ve
orijinal özgün horasan harcı yarattık koyduk, onu
uygulamaya çalışıyoruz. Osmanlı döneminde de yine
kireç harcı kullanılıyordu.”
“Ayrıca kullandığımız malzeme ve taşlar da orijinal.
Eski taşlara daha sonra da eskitme de yapıyoruz. Ve
(kale yapısının) tamamlamasını da öngörmüyoruz.
Çünkü üst kısımların nasıl olduğunu bilmiyoruz, o
yüzden tamamlama da yapmıyoruz. Orijinale sadık bir
biçimde restorasyonu yaptığımız için sanıyorum ki
bakanlığımızın da beğenisini sağlamış durumdayız.
Bakanlığımızın önerileriyle Foça Kalesi’nin
UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne
girdiğini görüyoruz.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.08.2014
******
FOÇA SURLARI SON OSMANLI KULESİYLE TAMAMLANACAK
Türkiye'de tarihi yapıların restorasyon sonrası
aldıkları 'hal' tartışma yaratırken 'olumlu bir
örnek' olarak gösterilen Foça surlarının
restorasyonunda sona yaklaşıldı. 3 Osmanlı ve 2
Ceneviz kulesine sahip olan surlardaki çalışma, son
Osmanlı kulesiyle tamamlanacak.

Foça surlarının restorasyonu bitiyor. Çalışmanın 1.5
buçuk aylık dönemde tamamlanacağını belirten Foça
Kazı Kurulu Başkanı, Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ömer Özyiğit, yapımı devam eden son
Osmanlı Kulesi’nin diğerlerinden daha uzun ve katlı
olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Özyiğit, “1 no’lu kule dediğimiz son
Osmanlı Kulesi 17’nci yüzyıldan kalma ve elimizdeki
bilgilere göre diğerlerinden daha uzun. Diğer
kuleler 2 katlı görünürken bu kule 3 katlı
görünüyor. Biz de aslına uygun olarak son katı yarım
keserek 2.5 kat olarak inşa ediyoruz” dedi.
Foça'da aşırı sıcaklıklara karşın devam eden tarihi
surların restorasyon çalışmaları arkeolog, tarihçi,
taş ustası ve işçilerden oluşan 50 kişilik bir ekip
tarafından yürütülüyor. Bir süre önce
Birleşmiş Milletler
Eğitim , Bilim ve
Kültür Örgütü UNESCO tarafından
Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan Foça
Kalesi ve Surları'nın sürekli listeye geçebilmesi
için bir komite oluşturuldu.
2013 yılında, birinci ve ikinci bölümlerde yer alan
duvarlar ile birlikte iki Ceneviz kulesinin
restorasyonu tamamlandı. Bu yılın başından itibaren
ise ortadaki üçüncü bölüm duvarları ve son Osmanlı
Kulesi'nin ve sur restorasyonunun tamamlanmasına
çalışılıyor.
16 KÖPRÜLÜ FOÇA KORDON YOLU
Foça Kordon Yolu ve ayağa kaldırılacak Athena
Tapınağı ile ilgili çalışmaların devam ettiğini
anlatan Prof.Dr. Özyiğit, önümüzdeki yıl bunlarla
ilgili projeleri bitirmek istediklerini vurguladı.
Prof.Dr. Özyiğit, surlarla bir bütünlük arz eden
Foça Kordon Yolu'nun mimari projesinin çizildiğini
belirterek, "Kordon Yolu'nda 16 ayrı köprü var.
Böylelikle sular eskiden olduğu gibi surlara
yaklaşacak. Projede ayrıca oturma ve dinlenme
birimleri ile birlikte bilgilenme panoları da yer
alacak. İnsanlar oturdukları yerde aynı zamanda
bilgilenecek. Projede başlangıca göre önemli
değişiklikler de var. Surların başlangıç ve bitim
yerlerinde birer küçük odeon olacak. Buralarda
çeşitli dinletiler yapılabilecek. Rehberler
gezdirdikleri insanları burada oturtarak ön
bilgilendirme yapacak. Ayrıca Beşkapılar Kalesi'nin
önündeki zemin de daha aşağıya çekilecek. Son olarak
da hedefimiz Athena Tapınağı'nı en görkemli haline
getirmek" diye konuştu.
Foça'yı güzelleştirerek UNESCO'nun sürekli listesine
sokmak için bir komite oluşturulduğunu dile getiren
Prof.Dr. Özyiğit, surlarla görünümü değişen
Foça'nın diğer projelerle daha da güzelleşeceğini
söyleyerek gerçek bir dünya mirası kent haline
geleceğini vurguladı.
Radikal, 29.08.2014
|
24 - 30
Ağustos 2014
|
FOTOĞRAFÇI CEM ERSAVCI HAYATINI KAYBETTİ

Fotoğrafçı Cem Ersavcı motosikletiyle geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Olay, geçtiğimiz gün Bursa İstanbul Karayolu'nda meydana geldi. Karayolu kavşağında otomobille çarpışan Ersavcı, kazada ağır yaralandı. 32 yaşındaki Ersavcı, kaldırıldığı Bursa Devlet Hastanesi'nde bu sabaha karşı hayatını kaybetti.
CEM ERSAVCI KİMDİR?
Cem Ersavcı’nın www.cemersavci.com adresindeki internet sitesinde, çektiği fotoğraflar ve özgeçmişi yer alıyor. 1982 yılında Ankara’da doğan ve 2007’de Yıldız Teknik Üniversitesi Fotoğraf ve Video programından mezun olan Ersavcı, 2010’da Danimarka’da Danish School of Journalism’in fotojurnalizm atölyesine katıldı. 2011’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Anasanat Dalı’ndaki yüksek lisans çalışmasını 'Belgesel Fotoğraf Estetiğinde Bir Alt Tür Olarak Kişisel Anlatılar' adlı tezle tamamlayan Ersavcı, çok sayıda kişisel sergi açtı. İstanbul’da yaşayan ve serbest fotoğrafçı olarak çalışan Ersavcı, sitesinde çalışmalarını şu cümleyle tanımlıyor: “Gündelik olaylardan ziyade günümüze dair durumlarla ilgileniyorum, çalışmalarımın insanın yeryüzüyle kurduğu ilişki bağlamında okunabilmesini umuyorum.”
Cem Ersavcı, TAY Projesi'nin 2008 yılında yürüttüğü Bizans Marmara arazi çalışmalarında da gönüllü olarak yer almış ve fotoğraflarıyla envantere katkıda bulunmuştu. Ailesine, dostlarına ve fotoğraf dünyasına başsağlığı diliyoruz. Çok üzgünüz...Işıklar içinde yatsın...
TAYHaber, 25.08.2014
|
EYÜP'ÜN AHŞAP EVLERİNDE
ZAMAN FARKLI AKIYOR

Eyüp Sultan
Hazretleri’nin burada medfun oluşundan dolayı İslam
aleminde ayrı bir öneme sahip olan Eyüp, altın
çağını Osmanlı döneminde yaşamış. Bu dönemde sayısız
tarihi esere ev sahipliği yapan semt, geleneksel
Osmanlı mimarisiyle şekillenen evleriyle de diğer
ilçeler arasında bir adım öne çıkmış.
Eyüp, İstanbul’un
geçmişi asr-ı saadete uzanan semti. Misafir ettiği
Peygamber (sas), dostuyla insanların gönlünde her
daim farklı bir yer edinmiş. Eyüp Sultan Camii’nin
etrafında şekillenen semt, Osmanlı döneminde cami,
medrese, tekke, türbe gibi dini yapıların yanısıra
sahil saraylarıyla, ahşap evlerle süslenmiş. Buram
buram tarih kokan sokakları adeta bir dantel gibi
süsleyen tarihi evler; asalet ile mütevazılığın,
zarafet ile dayanıklılığın birlikte yaşadığı,
birlikte göze geldiği yerler. Haliç’ten başlayıp
Karadeniz kıyılarına dek uzanan ilçenin hemen her
sokağı, yüzlerce yılın izleriyle dolu.
Osmanlı’nın Eyüp’e en
güzel hediyelerinden biri olan bu evlerin bir diğer
özelliği de aradan geçen onca zamana rağmen dimdik
ayakta kalmayı başarmış olmaları. Bir kısmı zamanın
yıpratıcı etkisine karşı boyun eğse de birbirine
yaslanmış vaziyette yüzlerini geleceğe doğru
yönelten bu evler, büyük bir kararlılıkla
hayatlarını sürdürüyor.
Eyüp evlerinin yapımında
ahşap malzeme kullanılmasının ise iki nedeni var.
Bunlardan birincisi Eyüp sokaklarının taş malzeme
taşıyan at arabalarının geçişine izin vermeyecek
kadar dar olması; ikincisi ise bu evlerde kullanılan
ahşap malzemenin insan sağlığına faydalı olması ve
depreme karşı dayanıklılık göstermesi. İşte bu
sebeplerle Eyüp’ün dört bir yanı birbirinden güzel
ahşap ve cumbalı evlerle donanmış.

İçten bağdadi, dıştan
ahşap kaplama
Özellikle Trakya
yakasında gerçekleştirilen bayındırlık çalışmaları,
Osmanlı döneminde Eyüp’teki ahşap evlerin sayısının
hızla artmasını sağlamış. Bugün Eyüp’ün hemen her
mahallesinde rastlanan tarihi evlerin büyük bölümü,
18. ve 19. yüzyıldan kalma. Osmanlı Devleti’nin
modern bir İstanbul; başka bir deyişiyle ‘modern bir
başkent’ oluşturma çabasını ortaya koyan bu evler,
yapılış tarzları itibarı ile bugün dahi tercih
ediliyor.
Aradan geçen onca yıla
rağmen Eyüp’ün göz bebeği olmaya devam eden tarihi
evler, Osmanlı’nın geleneksel sivil mimari tarzı
olan cumbalı ve ahşap yapılardan meydana geliyor.
İlk örnekleri Eyüp ve yakın çevresinde verilen ve
zaman içinde Fatih, Kadıköy, Üsküdar ve Adalar
bölgesine de yayılan bu evler ‘bağdadi’ adı verilen
bir teknikle yapılmış.

Osmanlı döneminde
yetişen mimarlar tarafından ortaya konulan bu
teknik, ahşap ve çıta sistemli duvarlar inşa etmek
üzere kurulmuş. Son derece basit olmasın rağmen en
güvenli yapı tekniklerinden biri. Bağdadi, duvarlara
atılan sıva harcının, ahşap iskelet üzerine çakılmış
ince çıtalar arasına sıkı ve homojen bir şekilde
yerleşmesinden ibaret. İçeriden çıtalar üzerine
kalın sıva yapılarak oluşturulan duvarlar, dışarıdan
da ahşapla kaplanıyor. Kaplama ve sıva arasındaki
hava boşluğu ise yalıtım sağlıyor. Bu tekniğin bir
diğer özelliği ise ahşap evleri daha sağlıklı ve
yaşanılabilir hale getirmesi.
Eyüp evleri, bağdadi
tekniğiyle yapılmalarından dolayı klasik Anadolu
sivil mimarisinden ayrılsa da 19. ve 20. yüzyıl
Anadolu mesken mimarisi ile büyük benzerlikler
gösteriyor. Genelde bodrum üzerine 2-3 kat olarak
yapılan ve oldukça az bir kısmında 4. kat
seviyesinde terası bulunan evler, onca büyük depreme
rağmen günümüze kadar gelmeyi başarmış. İstanbul’da
yaşanan depremlerde ciddi bir hasar görmeyen Eyüp,
bunu evlerin inşası sırasında kullanılan tekniğe
borçlu.
Cihannümada manzara
keyfi
Modern Türk edebiyatının
önemli şairlerinden Behçet Necatigil, ahşap evleri,
“Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi, /
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi, / Kimi
hayat’a doymuş göründü, / Bazıları zamana uydular, /
Evlerin içi oda oda üzüntü, / Evlerin dışı pencere,
duvar.” dizeleriyle anlatır. Bir başka edebiyat
ustası Ahmet Hamdi Tanpınar ise “İstanbul’un asıl iç
manzarası, şahnişinleri, cumba ve çıkmaları, saçak
ve seyvanları, bir kadife gibi yumuşak çizgileri ve
süsleriyle, çok renkli olan sivil mimari yapılardı.”
der.
Tarihi Eyüp evlerinin
karakteristik özelliklerinden biri de sahip
oldukları panorama katları. Osmanlıca adı
‘Cihannüma’ olan bu katlar, Anadolu sivil
mimarisindeki ‘Hayat’ ile aynı vazifeyi görür. Bu
evlerde yaşayanlar, panorama katları bir toplanma
veya sohbet salonu olarak kullanır. Ahşap cumbadan
meydana gelen panorama katları, aynı zamanda
bulunduğu bölgenin en geniş manzarasına sahip.

Her biri ayrı bir kültür
mirası olan ve bu özelliğiyle ‘dün’ ile ‘bugün’
arasında bir köprü vazifesi gören tarihi Eyüp
evleri, kendilerine uzanan yardım eli sayesinde
gelecek nesillerle buluşmanın sevincini yaşıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan
KUDEB (Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü) Eyüp
Belediyesi ile işbirliği içinde Eyüp’ün tarihi
yapılarını birer birer ilçeye kazandırıyor. Bu
kapsamda KUDEB’in ilk ilçe birimi olan Eyüp KUDEB
Ahşap Atölyesi ile ahşap yapılar, Eyüp Belediyesi
tarafından restore edilerek sahiplerine teslim
ediliyor.
Çalışmalara Eyüp Merkez
Mahallesi’nden başlayan Ahşap Atölyesi, ilk olarak
Feshane Caddesi ile Kızıl Mescit Sokağı’ndaki tüm
ahşap yapıları restore etti. Çalışmalar kademe
kademe Eyüp geneline yayılacak.

Zaman, Haber: Alpaslan
Murat Aysu, 29.08.2014
|
YIKILMA TEHLİKESİ
BULUNAN PERİBACASI SAĞLAMLAŞTIRILIYOR

Kapadokya’nın en önemli
turizm merkezlerinden biri olan Nevşehir’in Göreme
beldesinde 2010 yılında önemli bir bölümü çöken
peribacasının, sağlamlaştırılmasına yönelik
restorasyon çalışmaları başladı.
Göreme beldesinin
Aydınlı Mahallesi Çakmaklı Sokak’ta yer alan 25
metre yükseltiye sahip peribacası, 2010 yılı
sonlarında çöküntüye uğramış ve önemli bir bölümü
zarar görmüştü.
2011 yılında çevreye can
ve mal emniyetinin korunması için askıya alınarak
çelik halat ve ağ sistemiyle geçici olarak
sağlamlaştırılan peribacasının daha sağlıklı bir
şekilde korunması amacıyla Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın desteğiyle statik projesi hazırlandı.
Mimsan Mühendislik
İnşaat ve Seramik Sanayi Ticaret Limited Şirketi
sahibi mühendis Mustafa Kılıç yaptığı açıklamada,
dünyanın en ilginç yer oluşumlarından biri olarak
bilinen peribacalarının bölgenin turizm
gelişmişliğinin sağlanmasında en önemli değer
olduğunu belirtti.
Bilinçsiz kullanımının
yanı sıra, hava koşullarına dayalı olarak 2010 yılı
içerisinde Peribacalarının en yoğun olarak yer
aldığı merkezlerin başında gelen Göreme beldesinin
Aydınlı Mahallesi’nde 25 metrelik yükseltiye sahip
peribacasında bir çöküntü yaşandığını dile getiren
Kılıç, 2011 yılında peribacasının çevreye zarar
vermemesi ve daha fazla yıkılmaması için askıya
alındığını ve çelik halat ve ağ sistemiyle geçici
olarak sağlamlaştırılmasının yapıldığını belirtti.
Hazırlanan statik
projenin peribacasının statiğinin sağlanmasına
yönelik olarak yapıldığını ifade eden Kılıç,
çalışmalarla içten ve dıştan takviye duvarları ile
peribacasının sağlamlaştırılarak yıkımının önüne
geçileceğini belirtti.
Kılıç, peribacasının
yıkımının tam anlamıyla çözümüne yönelik
çalışmalarının bu yıl içerisinde tamamlanmasının
planlandığını kaydetti.
Manşet Haber, 29.08.2014
|
PEMBE KONAK'IN KARA
TALİHİ

Tarihi Pembe Konak'ın merdivenleri çürüse de camlı
gömme dolaplar, duvar süslemeleri yerli yerinde
duruyor.
Türk siyasi tarihi ve
Babıali’nin son izlerini taşıyan Pembe Konak yakın
bir zaman içinde yıkılarak yerini butik otele
bırakacak. Maziye intikal edecek tarihi yapıyı belki
de son kez ziyaret ettik.
Türk matbuatının eski
merkezi Babıali, tarihi kimliğinden sıyrılarak
yalnızlaşıyor. Bugüne kadar yayıncılık camiasından
birçok kurum ve kuruluş, Cağaloğlu semtini terk etti
veya buradan taşınmaya mecbur oldu. Mevcudu korumak
bir yana, artan konaklama ihtiyacı, civarda devam
eden otelleşme furyasını körüklemiş vaziyette.
Turistik emeller uğruna her geçen gün ötelenen
yayıncılar, semti kavuran lüks otel istilasına karşı
da mukavemet edebilecek kuvvetten yoksun. Hala
birkaç kitabevi, gücü yettiği nispette bu şiddetli
temayüle aykırı bir tutum sergilese dahi herkes
yakın gelecekteki makus talihin bilincinde. Semtin
Osmanlı’dan miras kalan ‘bu hüviyetini’ koruyacak ne
bir tedbir ne de bir kanuni düzenleme mevcut.
Bununla birlikte, bir buçuk asra yaklaşan mazisiyle
Türk düşünce ve yayın hayatının mihrakı konumundaki
Babıali, sınırları içindeki son birkaç tarihi unsura
da veda etmeye hazırlanıyor. Bunların içinde,
müstesna bir geçmişe sahip olan Pembe Konak, kısa
bir zaman içinde yıkılacak. Yerine inşa edilecek
butik otel ile beraber Babıali bir tarihi yapısını
daha yitirecek.

Yitirince kıymete
binen tarih
40 sene evvel Cumhuriyet
Gazetesi başmuharriri Şevket Süreyya Aydemir, o
dönemde yine yıkılması mevzu bahis olan Pembe
Konak’tan ayrılırken kaleme aldığı yazısında bina
hakkında şu yorumları düşmüştü: “Pembe Konak neydi?
Dünün bu kağşamış binasından, çiçekli, resimli tavan
çatıları, ömürlerini yitirmiş pencere pervazları,
koridorları, odaları, köşe bucakları arasından
kimlerin sesleri gelir ve devrinin hangi meseleleri
ses verir? Pembe Konak artık yıkılırken, bu arkada
kalan ama son imparatorluğumuza da gölgesini vuran
çabaları, ümitleri, ümitsizlikleri, hayalleri ve
hayal kırıklıklarını biraz hatırlamalıyız. Çünkü son
elli yıldan beri Cumhuriyet Gazetesi’nin idare
merkezi olarak kullanılan ve şimdi yıkılmasına karar
verilen Pembe Konak, daha önce İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin merkezi idi…”
Cağaloğlu semti
sokaklarında gezerken, İstanbul Erkek Lisesi’nin
şaşaalı kapılarından birinin karşısında buluyoruz
kendimizi. Hemen karşıda, eski ihtişamlı günlerine
hasret üç katlı ahşap bir bina, kaderine küsmüş,
aldırışsız bakışlar üstünde son günlerini yaşıyor.
Daracık bahçesinde dip dibe park etmiş arabalarla
istila edilen bina İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
merkez-i umumisi.

Tam kırk senedir
kimsenin itibar etmediği yapının ne pembeliğinden
eser kalmış ne tarihinden. Dışarıdan merakla
bakıldığı vakit, nazik sürgülü pencereler, uçup
giden pervazlar, şişen tahtaların arasındaki iskelet
çarpıyor göze. Kırık camlardan içerideki çökmüş
tavanlar belli oluyor. Tarihin bu karşı konulmaz
cazibesine dayanabilmek mümkün değil. İçeri
giriyoruz. Yer yer sıvası dökük duvarların dibine
çevre esnafın malları boca edilmiş. Tahtaların
gıcırdayan koridorlardan yüksek tavanlı salonlara
geçerken, tarihin kokusu vuruyor yüzümüze. Yılların
verdiği yüke dayanamayıp çürümüş ve yer yer çökmüş
duvarlarda, tavanlarda Osmanlı inceliğini
hissediyorsunuz. Ahşap süslemeleri, kalem işi
tezyinatı bu halde dahi rahatlıkla görebilmek
mümkün. Merdivenlerden ikinci kata çıkmak cesaret
işi. Kopan basamakların üzerinden atlamanın,
sallanan korkulukları kavramanın imkanı yok. Konağa
giriş yaptığımız haremlik kısmı ayrı, ana kısım olan
selamlık ayrı bir güzelliği barındırıyor. Katı
çıkınca, tavana mıhlı bir ay-yıldızla
karşılaşıyoruz. İttihat ve Terakki devrinden kalma
bu metal süsleme, eskilere götürüyor bizi. Yakında
yıkılacak bina için bir kez daha hayıflanıyoruz.
Gömme dolaplar, ahşap işlemeler, kapı söveleri hala
yerinde duruyor. Bastığımız tahtaların sabit
durmaması, alt kata düşme endişesi verdiğinden duvar
diplerinden yürüyerek hareket ediyor ve bir zamanlar
üç kıtaya emirlerin gittiği bu merkezden
İttihatçıları hayal ederek ayrılıyoruz.

Neydi Pembe Konağı
tarih yapan?
1974 yılından beri
tamirat görmemiş binanın 80’li yılların başına
gelindiğinde çatısı çökmüş. İçeri dolan yağmur
suraları nedeniyle ahşap merdivenleri de çürümeye
bırakılmış. Halbuki Pembe Konak, geçen yüzyılın
başında hararetli siyasi seyre yön veren fikirlerin
merkezinde, bambaşka bir görünüm içindeydi.
Meşrutiyet’in gelmesiyle iktidarı devralan
İttihatçılar, ülkenin I. Cihan Harbi sırasındaki
kritik kararlarını hep bu binada aldı. Ümit
Bayazoğlu’nun Chronicles Dergisi’ndeki Güle Güle
Pembe Konak başlıklı yazısında anlattığı gibi:
“Enver, Talat, Cemal Paşa’lar, bu binada körüklü
çizmelerini gıcırdatarak az dolaşmadı. Ziya Gökalp,
partinin yayınlarını buradan yönetiyordu. Keza
Teşkilat-ı Mahsusa’nın adamları için de merkezdi
burası. Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam yapan kanlı
Babıali Baskını burada örgütlendi. Enver Paşa, beyaz
bir at üzerinde, şatafatlı bir kortej eşliğinde
hükümeti teslim almaya buradan uğurlandı. Sarıkamış
bozgununun utancı da Çanakkale Savaşı’nın gururu da
burada yaşandı. Balkan Savaşı da buradan
yönetilmişti, Ermenilerin yurtlarından zorla göç
ettirilmesine de burada karar verildi. Ve sonra
büyük yenilgi geldi. Paşalar yurtdışına kaçtı,
İstanbul işgal edildi… Kısa ömürlü Teceddüt
Partisi’nin eline geçtiyse de çok geçmeden Hürriyet
ve İtilaf Partisi taraftarlarınca basılıp kasası,
arşivi talan edildi.” İşte son asrın belki de en
mühim kararlarının alındığı ikinci dereceden tarihi
eser sıfatı taşıyan bina, 2012 senesinde İpekyol
Kuyumculuk’a satıldı. 15 milyon liraya gerçekleşen
satıştan hasıl olan paranın üçte biri Cumhuriyet
Gazetesi’ne bırakıldı.

İTC Merkez-i Umumisi olmadan önce Münif Paşa’ya ait
olan Konak, panjurlu ilk Müslüman evi olduğu için
yadırganmış. Parti merkezine dönüşmeden bir süre
evvel bina inas rüşdiyesi olarak da hizmet vermiş.
Fotoğrafta konağın eski manzarası görülüyor.
Kırk sene geciken
yıkım...
Osmanlı yıkılıp yerine
yeni rejim inşa edilince, Mustafa Kemal, konağı
Yunus Nadi’ye tahsis eder. Milli Mücadele destekçisi
Yunus Nadi, Yeni Gün’den sonra 1924 yılında kurduğu
Cumhuriyet Gazetesi’ni buradan neşretmeye koyulur.
Aslında bina sadece bir iş yeri değildir. Üçüncü
katta Yunus Nadi, eşi Berin Nadi ve çocukları
yaşıyorken, giriş katı ve orta katta gazete
çıkarılır. İşte Cumhuriyet Gazetesi nihayet binanın
yıkılma kararının alındığı 1974 Mayıs’ına kadar
yarım asır boyunca bu binada kalacaktır. Sonra
konağın bahçesinde yapılan yeni betonarme binaya
taşınır gazete. Bundan sonraki süreçte ise ancak
kağıt ve mürekkep deposu olmaya layık görülür.
Mirasçıların kira taleplerine takat yetiremeyen
kurum nihayet tüm müştemilatıyla 2005 yılında
Babıali’yi terk eder. Bu taşınma basit bir yer
değiştirme değil 19. yüzyılın ilk yarısında başlayan
Türk basın tarihinde bir dönemin artık kapandığının
tasdiki olur.

Konakta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden kalan
izlere rastlamak mümkün. Ayıldızlı metal tavan
göbeği bir asır evvelinden bugüne kadar çıkmayı
başarmış.
74 senesinde başyazar
Süreyya Aydemir’in aile ağzından yaptığı ilanat ile
binanın yıkılacağı kesinleşmişken, beklenmeyen bir
anlaşmazlıktan ötürü yıkım ertelenmese belki binanın
bugünkü yerinde çoktan başka bir betonarme
görecektik. İkinci sınıf tarihi bina sıfatındaki
Pembe Köşk’ün bugün bir müze veya bir kültür evine
dönüştürülmemesinde ise başka sebepler rol oynamış.
Ümit Bayazoğlu bu gerekçeleri şöyle izah ediyor:
Cağaloğlu Yanık Saraylar bölgesinde, 321 numaralı
adanın 44. parselinde yer alan ve ‘I. derecede
tarihi eser’ olan konak, Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun koruması altında
değil. Çünkü Cumhuriyet ailesi, Anıtlar Kurulu’nun
‘binanın tescili için’ defalarca yaptığı çağrılara
hiç cevap vermemiş. İlki Anıtlar Kurulu tarafından,
10 Eylül 1977’de 1024 sayılı bir yazıyla mülk
sahiplerinden konağın rölövesi ve restorasyon
projesi istenmiş. Fakat bir cevap alınamamış. İlk
başvurudan 10 yıl sonra Anıtlar Kurulu yine (1 Şubat
1988’de) 871 sayılı yazıyla talebini tekrar iletmiş.
Yine cevap gelmeyince, bina hakkında durum tespiti
sürüncemede kalmış.
Butik otel projesinin
sahibi olan İpekyol Kuyumculuk, yakın zamanda eski
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ni satın alarak beş
yıldızlı Sura Otel’e dönüştürmüştü. Bu otelin mimarı
Hasan Sökmen, Pembe Konak yerine bina edilecek
otelin de mimarı. Proje hakkında açıklamalarda
bulunan Sökmen, toplam 2 bin 500 metrekarelik
arsadaki konak ve bahçesi yerine 200 odalı bir otel
inşa edileceğini açıkladıktan sonra şunları paylaştı
bir internet sitesinde: “Yıktığımız yerlere cumbalı
binalar yapacağız. İçinde bir Üsküdar Sokağı olacak.
Üzerinde restoranlar, barlar bulunacak. Bu otel
bölgeye ayrı bir hava katacak.” Umarız Pembe Konak
yeni haliyle tarihi ağırlığını kaldıracak bir
çehreye kavuşur.
Zaman, Haber: Erkam
Emre, 29.08.2014
|
BİLİM DÜNYASI ŞOKTA!
Çorum Sungurlu’da
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kara memelisi olan
dev gergedanın fosili bulundu. İlk kez tamamı
bulunan dev fosil, birleştirilerek Ankara MTA
Müzesi’nde sergilenecek. MTA Genel Müdür Yardımcısı
Yusuf Ziya Coşar, “Fosil bilim dünyasında büyük
heyecan yarattı” dedi.

Çorum-Çankırı
havzasında, günümüzden yaklaşık 30 milyon yıl önce
yaşamış ve gelmiş geçmiş en büyük kara memelisi
olarak bilinen dev gergedan fosili bulundu.

“Paraceratherium” olarak
adlandırılan boynuzsuz dev gergedan fosilinin en
önemli özelliği iskeletinin hemen hemen tamamına
yakınının bulunmuş olması.

Fosille ilgili
HABERTÜRK’e açıklamalarda bulunan Maden Tetkik Arama
(MTA) Genel Müdür Yardımcısı Yusuf Ziya Coşar,
şunları söyledi: “Bulunan dev gergedan fosili
yetişkin bir erkeğe ait."

"Yapılan incelemelerde 5
metre omuz yüksekliğinde, kuyruğuyla birlikte 10
metre uzunluğunda ve yaklaşık 15 ton ağırlığında
olduğu ortaya çıktı. Fosilin yanında yavru bir dev
gergedanın kafasına ve dişlerine de rastlandı"

Coşar, anavatanı
Pakistan olan dev gergedan fosilinin bulunuş
hikayesini şöyle anlattı:

“Geçtiğimiz mayıs ayında
Ayhan Yılmaz adlı bir çoban Çorum’a bağlı Sungurlu
İlçesi yakınlarında çok sayıda kemikten oluşan fosil
bulduğunu MTA Tabiat Tarihi Müzesi’ne bildirdi.
Uzmanlarımız yaptıkları alan çalışmasında bu fosilin
günümüzden 23 ila 33 milyon yıl önce yaşamış bir dev
gergedana ait olduğunu tespit etti."

"Soyu tükenmiş en büyük
kara memelisi olan dev gergedan fosilinin Anadolu’da
bulunması hayvanın göç yollarının tespiti açısından
büyük önem taşıyor. Ayrıca bu fosil, Anadolu ile
Asya arasında bir kara köprüsünün oluştuğuna dair
çok önemli bir kanıt.”
Bulunan dev gergedan
fosilinin parçalarını birleştirme çalışmaları MTA
Tabiat Müzesi uzmanları tarafından yapılıyor. Eylül
ayı içinde fosilin bulunduğu alandaki diğer iskelet
parçalarının da çıkartılacağını belirten Coşar,
şöyle konuştu:
“Amacımız, dev gergedan
fosilini birleştirip müzemizde sergilemek. Bunun
için en az 2 yıl gerekli. Ayrıca yeni bulgular
ışığında hazırlanan rapor ve makaleler dünya bilim
camiasına sunulacak’’

Habertürk, 29.08.2014
|
KAPADOKYA'NIN TARİHİ
YENİDEN ŞEKİLLENECEK

Gazi Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Süleyman Yücel Şenyurt, Gülşehir İlçesi'nin Ovaören
Köyü'nde yaptıkları kazılar tamamlandığında
Kapadokya tarihinin yeniden şekillenmesine katkı
sağlayacağını söyledi. Şenyurt, günümüzden 10 bin
yıl öncesinde Neolotik döneme kadar uzanan tarihi
sürecin, kazılarda bulunacak değerlerle birlikte
daha da eski tarihlere kadar ineceğini kaydetti.
Türkiye'nin en önemli
kültür ve inanç turizmi merkezlerinden biri olan
Kapadokya bölgesinin bilinmeyen tarihi kimliğinin
ortaya çıkarılması amacıyla 8 yıl önce başlayan
Ovaören kazılarına bu yıl da devam ediliyor. Gazi
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt
başkanlığında Gülşehir İlçesi'nin Ovaören Köyünün 2
kilometre güney batısında yer alan Yassıhöyük ve
Topakhöyük'deki kazı çalışmalarında bugüne kadar
günümüzden binlerce yıl öncesine ait çok sayıda
tarihi eserin yanı sıra önemli kalıntılar ortaya
çıkartıldı.
Gazi Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Süleyman Yücel Şenyurt yaptığı açıklamada,
günümüzden 8 bin öncesine kadar uzanan toplam 50
hektarlık bir alanı kapsayan iki yerleşim alanında,
1996 yılındaki yüzey araştırmalarının ardından 2007
yılında kazı çalışmalarına başladıklarını söyledi.
Topakhöyük'te küçük bir yerleşim alanı
oluşturulmasına karşın Yassıhöyük'te Hititlerden
başlayarak şehir kimliğine uygun yapılanmaların
ortaya çıkartıldığını kaydeden Şenyurt, şu bilgileri
verdi: "1996'da Ovaören'de yaptığım yüzey
araştırması sonunda 2007 yılında kazı çalışmalarına
başladık. Gerçekleştirdiğimiz ön çalışmalarda ilk
olarak Demirçağ dönemine ait surlara rastladık. Bin
200 metre uzunluğundaki surların Demirçağ'dan
başlayıp Hititler dönemini de içine alabilecek
düzeyde ve en önemlisi de Hititlerin yaşamlarını
sürdüğü kalenin giriş kısımlarının ve sur
yapılanmalarının dönemin özelliklerine uygun bir
ahenk içerisinde konumlandırıldığını belirledik.
Kalenin 7 metrelik taş duvarının hemen ardından Orta
Anadolu'da bu döneme ait pek de gözlenmeyen 3
metrelik bir yükseltiye ulaşan kerpiç kale duvarı
yapısını ortaya çıkardık."
Topakhöyük yerleşiminin
bölgenin tarihsel kimliğini Neolotik dönemden bile
daha önceki dönemlere ulaştırmasını beklediklerini
ifade eden Şenyurt, "İlk kazı başlangıç noktasını da
oluşturan Topakhöyük, öyle inanıyoruz ki bizlere
Kapadokya tarihinin de yeniden şekillendirilmesinde
önemli bir katkı sağlayacak. Günümüzden 10 bin yıl
öncesinde Neolotik döneme kadar uzanan tarihi
süreci, Ovaören'de ortaya çıkacak değerlerle
birlikte daha da eski tarihlere kadar ineceğine
inanıyoruz." diye konuştu.
Günümüzde bir köy
olmasına karşın Ovaören'in tarihi süreçte birçok
medeniyete ev sahipliği yapması açısından Doğu ile
Batı'nın birleştiği orta bir noktada bulunmasıyla
jeopolitik bir özelliğinin de bulunduğunu vurgulayan
Şenyurt, sözlerine şöyle devam etti: "Kapadokya
bölgesi, Milattan Sonra Roma, Bizans, Selçuklu ve
Osmanlı medeniyetlerinin kültür, sanat ve sosyal
yaşam düzeylerini ortaya koyan birikimleri ile ülke
turizmimiz açısından önemli bir destinasyon merkezi.
Burada yürüttüğümüz kazı çalışmaları ile Kapadokya
bölgesinin bir yerleşim noktası konumundaki Ovaören
Köyü Demirçağ, Hititler, Tabal Şehir Krallıkları,
Pers, Hellenistik dönemlerin önemli kalıntıları ile
bezenmiş görüntüsü ile ilk çağların kültürel ve
sosyal yaşamının köklü izlerini taşıyan önemli bir
arkeoloji merkezi niteliğinde. Bu nedenle bundan
sonraki turizm olgusu şekillendirilirken inanıyoruz
ki İlk Çağ'a ait eserlerin oldukça canlı bir şekilde
ortaya konulduğu bu bölge önemli bir gezi alanı
olarak turizme kazandırılır."
BİTKİ VE HAYVAN
ÇEŞİTLİLİĞİ DE İNCELENİYOR
Şenyurt, yapılan
kazılarda bölgenin bitki ve hayvan çeşitliliğinin de
belirlenmesine yönelik önemli değerlerin bulunduğunu
dile getirdi: "Tarihten önceki kentsel bir alanda
ortak yaşam kültürü oluşturan insanların bugünlere
taşınan birçok kullanım araç ve gereçlerini bu
kazılarla ortaya çıkardık. Ağırşaktan, kemikten
yapılı çekiş ve iğne gibi kullanım malzemelerine,
değişik renk ve motiflerden yararlanılarak yapılan
çok sayıda çanak ve çömleklere, bronzdan ve demirden
yapılı çok sayıda mızrak ve ok uçlarına ulaştık.
Kazı alanlarında çok sayıda hayvan iskeleti ortaya
çıkartıldı. Diğer yanda katılaşmış toprak içerisinde
çeşitli bitki katmanlarını belirledik. Bunları da
önümüzdeki günlerde alanlarında uzman bilim adamları
inceleyerek bölgenin bitki çeşitliği ve hayvan
çeşitliliği konusunda bize bilgi verecekler."
50 hektarlık alanı
içinde 17'si akademisyen toplam 45 çalışan ile devam
eden Ovaören kazısının bu yıl ki bölümü 15 Eylül'de
tamamlanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığının
katkıları ile devam eden kazılardan elde edilen
eserler, gerekli restorasyon çalışmalarının ardından
sergilenmek üzere Nevşehir Arkeoloji ve Etnografya
Müzesi'ne teslim ediliyor.
Zaman, 28.08.2014
|
İTALYAN ARKEOLOG, ÖMRÜNÜ
ASLANTEPE'YE ADADI

İtalyan arkeolog
Prof.Dr. Marcella Frangipane, Malatya’da milattan
önce 5 binli yıllara tarihlenen ve Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün
(UNESCO) “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi”ne
Türkiye’den son dahil edilen 13 alandan biri olan
Aslantepe Höyüğü’nün gün yüzünü çıkarılması için 38
yıldır uğraşıyor.
Aslantepe Höyüğü Kazı
Heyeti Başkanı ve Roma La Sapienze Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Frangipane (66), AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Battalgazi İlçesi
Orduzu Mahallesi’nde bulunan Aslantepe’deki
kazılarda ilk kez 1976 yılında 28 yaşındayken görev
aldığını söyledi.
Frangipane, her yıl kazı
için geldikleri Aslantepe’de yaklaşık 2,5 ay
kaldıklarını belirterek,? “Ben burada öğrenci gibi
başladım. Sonra araştırmacı, sonra da profesör
oldum. Benim bütün profesyonel hayatım burada.
Buraya her sene geliyorum. Burada her sene
çalışıyoruz. Burada Malatyalı işçilerle çalışıyoruz.
Biz, burada aile gibi olduk. Türkiye, benim için
ikinci devlet oldu” diye konuştu.
Kazı zamanını her yıl
sabırsızlıkla beklediğini belirten Frangipane,
Aslantepe’yi ve Malatya’yı çok sevdiğini dile
getirdi. Frangipane, “Burada kazı yapıyoruz. Sonra
bütün seramik burada kalıyor ama çizim, fotoğraf,
Roma’da devam ediyor. Buraya gelince yeni şeyler
olacak, yeni buluntular ortaya çıkacak diye
bekliyorum. Kazıyı yavaş yavaş yapıyoruz. Her sene
bir sürpriz oluyor. Kazı böyle, zaman alıyor. Her
sene yeni bir şey var” dedi.
Aslantepe’de yaklaşık 70
kişilik ekiple çalışmalarına devam ettiklerini
anlatan Frangipane, buranın çok önemli bir yer
olduğunu vurguladı. İtalyan arkeolog Frangipane,
arkeolojinin çok uzun ve zaman alan bir iş olduğuna
dikkati çekerek, şunları söyledi:
“Her sene yeni sürpriz
var, tarih değişiyor. Dikkatli çalışmak lazım, çok
çabuk olmaz. Burada, dünyada ilk defa bir saray
yapmışlar, tam saray. Çok büyük, şimdi açık hava
müzesi oldu. Malatya Valiliği çatı projesini yapmak
için çok yardım etti. Buraya daha çok turist
gelecek. Başka yerde yok. Çok monumental (anıtsal)
bir şey, çok büyük.”
Frangipane, bu sene
sarayı bitirmek istediklerini belirterek, kazı
sırasında unutamadığı ve kendisi için sürpriz bazı
buluntular çıktığını dile getirdi. Aslantepe’ye ilk
kez geldiği 1976′da 21 bakır silah ve kılıç
bulduklarını, 1996′da ise tepenin kenarında milattan
önce 2900-3000 tarihli kral mezarına ulaştıklarını
hatırlatan Frangipane, mezarda 75 bakır ve Gümüş
eser bulduklarını anlattı.
Höyüğün bulunduğu
tepenin büyük olduğunu ifade eden Frangipane, burada
yapılacak çok iş olduğuna dikkati çekerek, “Ben
emekli olup gideceğim. Ben gideceğim ama Aslantepe
inşallah bitmez, bitmeyecek. Benim yardımcım var,
çok güzel çalışıyorlar” dedi.
haberler.com, Haber:
Ramazan Kaya - Naim Boşkut, 28.08.2014
|
URFA'DAKİ NEMRUT'UN
TAHTINA İLGİSİZLİK

Şanlıurfa'nın
batısından güneyine doğru uzayan ufak bir dağ
silsilesi üzerinde bulunan bazılarına göre
Nemrut’un Tahtı bazılarına göre Nemrut’un Mezarı
olarak bilinen Kazene Köyüne yakın mesafede
bulunan bu tarihi yapıyı ilgisizlik yıkıyor.
Define avcıları
tarafından tahrip edilen tarihi mezar
kaybolmanın eşiğinde. Nemrut'un Tahtı’na yönelik
çalışma başlatılıp başlatılmayacağı yönünde
henüz bilgi yok.
Şanlıurfa şehir
merkezine yarım saat mesafede sarp, etrafına
nazaran oldukça yüksek bir tepenin zirvesi,
geniş ve düz kayalıklar üzerinde bulunan
"Nemrut'un tahtı" kayalığın doruğunda, kayalar
içine oyulmuş odaları bulunuyor.
Ziyarete gidenlerin
şoke olduğu Nemrut’un Şanlıurfa’daki tahtını
bakımsız kalmasına tepki gösteriyorlar.
Ziyaretçilerden Ferat Suna'' Tarihte çok önemli
bir yer, bakımsız yollar, berbat buralar.
Hayvanların üzerinden geçtiği ve hayvan
pisliklerinin olması bizi üzdü. Tarihimize sahip
çıkmıyorlar''dedi.
Bu arada Nemrut’un
Tahtı’nın yakındaki Şanlıurfa merkeze bağlı
Kazane (Uğurcuk) Köyünün tarihi MÖ 5000-3000'e
dayanıyor. Mimari buluntular, evler, sokaklar ve
bu döneme ait eserlerin bulunduğu Kazene deki
höyüğün tepesinde tarihi su deposu yer alıyor.
Ayrıca burada yapılan bir arkeolojik kazıda
Sümerce'yi Akadça'ya çeviren bir alfabe
bulunmuştu.
sanliurfa.com, Haber:
Bünyamin Ören, 28.08.2014
|
KAZI ÇALIŞMALARINI KÖRPE
VE EKİBİ YÖNETECEK
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Kemal Dokuz, 2013 yılında Bakanlar
Kurulu'nun kararı ile Troya Kazı Heyeti Başkanı
olan Prof.Dr. Rüstem Aslan'ın sağlık sorunları
nedeniyle bu görevi yürütemeyeceğini Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne
bildirmesi üzerine, Troia antik kentinde 2014
yılı çalışmalarının Çanakkale Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü'nün başkanlığında, Kazı Başkan
Yardımcısı ve Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Reyhan Körpe
ve ekibinin katılımıyla gerçekleştirileceğini
söyledi. 2014 yılında Troia antik kentinde
gerçekleştirilmesi planlanan çalışmaların Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne sunulan
program çerçevesinde temizlik, çevre düzeni,
koruma, restorasyon ve konservasyon ağırlıklı
olacağını belirten Dokuz; "Çanakkale ili,
Tevfikiye Köyü sınırlarında yer alan Troia aynı
zamanda Çanakkale'nin ve Ülkemizin en önemli
ören yerlerinden biridir. Yüz elli yıldan bu
yana aralıklarla devam eden kazıları 1863
yılında ilk defa Meinrich Sehliemann
başlatmıştır. Onun ölümünden sonra 1893 ve 1894
yıllarında Wilhelm Dörpfeld tarafından devam
ettirilen kazılara bir süre ara verilmiş, daha
sonra Cincinnaü Üniversitesi'nden Cari Blegen
1932-1938 yıllan arasında Troia’da kazılar
yapmıştır. Uzun bir aradan sonra 1998 yılında
Tübingen Üniversitesinden Prof.Dr. Manfred
Korfmann başkanlığında yeniden başlayan Troia
Kazıları, onun ölümünden sonra aynı
üniversiteden Prof Dr. Emst Pemicka tarafından
2012 yılına kadar devam ettirilmiştir, 2013
yılında ise Prof.Dr. Rüstem Aslan, Bakanlar
Kurulu, kararı ile Troia Kazısı başkanı
olmuştur. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına 2013
yılında Troia’da çalışmalar başlatan Prof.Dr.
Rüstem Aslan, 2014 yılı başında sağlık sorunları
nedeniyle Troia Kazı Başkanlığını
yürütemeyeceğini Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğüne bildirmiştir. Prof.Dr. Rüstem
Aslan’ın kazı başkanlığından ayrılması nedeniyle
Troia antik kentinde 2014 yılı çalışmaları
Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdürlüğünün
başkanlığında, Kazı Başkan Yardımcısı ve
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim
üyesi Doç.Dr. Reyhan Körpe ve ekibinin
katılımıyla gerçekleştirilecektir. 2014 yılında
Troia antik kentinde gerçekleştirilmesi
planlanan çalışmalar Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'ne sunulan program
çerçevesinde temizlik, çevre düzeni, koruma,
restorasyon ve konservasyon ağırlıklı olacaktır.
Yüz elli yıldır gerek Schllemann’ın, gerek
Dörpfeld’in ve gerekse Blegen in açığa çıkardığı
antik kente ait kalıntılar son yıllarda Korfmann
ve ekibi tarafından restore edilerek koruma
altına alınmaya çalışılmıştır. Fakat bu yapılmış
olan bu çalışmalar üzerinden de yirmi yıla yakın
zaman geçmiştir. 2014 yılında Troia Antik
Kenü’de yapmayı planladığımız çalışmalarımızda
birinci önceliğimiz ören yerindeki antik mimari
kalıntıların durumlarını inceleyip, açığa
çıkartılan duvarlarda zaman içinde meydana gelen
aşınma ve tahribatların tespiti ve bunlara uygun
koruma uygulamalarına yönelik çalışmaların
başlatılmasıdır. Ören yerindeki bir diğer sorun
kazı yapılmış açmaların durumudur. Bu açmaların
profilleri gene zaman içinde doğa şartları
nedeniyle akmaya ve yer yer çökmeye başlamıştır.
Bu durum ören yerinin görüntüsünü bozduğu gibi,
kalıntılara zamanla zarar verebilecektir" dedi.
Troia Müzesi inşaatı
%60 oranında tamamlandı
Tevfikiye Köyü
sınırları içerisinde yer alan Troia antik
Kenti'ne yapımı devam eden Troia Müzesi ile
ilgili de bilgiler veren Dokuz; "UNESCO
tarafından 1998 yılında Dünya Kültür Mirası ilan
edilen ve yaklaşık 5000 yıllık geçmişi olan
Troia Ören yerinden çıkarılan arkeolojik
eserlerin ve dünyanın diğer ülkelerinde bulunan
Troia eserlerinin Ülkemize getirilerek
korunmasına, sergilenmesine yönelik Tevfikiye
Köyüne Bakanlığımızca yaptırılan Troia Müzesi
inşaatı devam etmektedir. Troia Müzesi işi
İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından
19.04.2013 tarafından yapılan ihaleyi Trans T
Ltd. Şti. 21.948.790,00.-TL sözleşme bedeli ile
almıştır. 01.07.2013 tarihinde başlamış olup iş
bitim tarihi 23.09.2014'tür. İş devam
etmektedir. Şu ana kadar 12.000.000.00 TL ödeme
yapılmıştır. İş fiziki olarak % 60 oranında
tamamlanmıştır. İş kapsamında kaba inşaat ve
duvar imalatları tamamlandı.Yer döşemeleri,
cephe kaplamaları asma tavanlar kısmında
çalışmalar devam ediyor. Mekanik tesisatlar
döşeniyor. Teşhir tanzime yönelik interaktif
uygulamaların çalışmaları devam ediyor. Teşhir
Tanzim Çalışmaları nedeniyle süre uzatımı
verilecek" diye konuştu.
"Hamidiye
Tabyası'nda çalışmalar sürüyor"
Anadolu Hamidiye
Tabyası'nda yapılan çalışmalar hakkında da
bilgiler veren Dokuz; "Hazine adına tescilli,
Milli Savunma Bakanlığına fiilen tahsisli 105
dönüm büyüklüğündeki Tabya 09.05.2011 tarihli
protokol ile 20 yıllığına Bakanlığımızın geçici
kullanımına verilmiştir. Anadolu Hamidiye
Tabyası Onarım, Teşhir, Tanzim ve Çevre
Düzenlemesi işi 14.01.2014 tarihinde başlamış
olup 09.04.2015 tarihinde bitirilmesi
planlanmaktadır. İstanbul Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü tarafından yapılan ihaleyi Cumhur Alp
Ltd. Şti. 17.074.876,00.-TL sözleşme bedeli ile
almıştır. İş devam etmektedir" şeklinde konuştu.
Troia Ören Yeri
yenilendi
Troia antik kentinde
yapılan Çevre Düzenleme Uygulamalarına da
değinen Dokuz şu şekilde konuştu: "Troia Antik
Kenti Çevre Düzenleme Uygulamaları işi İl Özel
İdaresi tarafından 23.10.2012 tarihinde ihale
edilmiştir. İhaleyi Alay İnş.Taah. San. Tic.
Ltd. Şti. aldı. 04.06.2014 tarihinde iş
bitirilmiştir. İstanbul Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü tarafından geçici kabulü yapılacaktır.
Keşif artışıyla birlikte sözleşme bedeli
2.872.495,00TL. + KDV'dir. İş kapsamında Truva
Atı'nın onarımı tamamlandı. Müze binasının
onarımı tamamlandı Ören yeri ahşap yürüme
yolları tamamlandı. Ören yeri meydanda granit
döşeme düzenlemesi tamamlandı Ören yeri meydanda
küptaş döşemesi tamamlandı. Giriş mahallinde
danışma mahalinin onarımı tamamlandı. Gişe ve
Turnike binasının temel, altyapı, taşıyıcı çelik
konstrüksiyon ve çatı konstrüksiyonları
tamamlandı. Gişe binasının cam cephesi ve iç
düzenlemesi tamamlandı. Otopark düzenlemesi ve
Küptaş kaplama yapılması tamamlandı. Refüj ve
yeşil alanların bitkilendirilmesi tamamlandı. WC
binasının inşaat, çelik konstrüksiyonu, çatısı
ve iç düzenlemesi projesine göre tamamlandı.
Ören yerindeki havai hatların tamamı yenilenerek
yeraltına alındı. Ören yerinin çevre
aydınlatması yapıldı. Kuvvetli akım panoları
yenilendi. Güvenlik sistemi için kablolama ve
kamera temini ve montajı yapıldı. Müze binasının
elektrik tesisatı yenilendi. Wc binası ve Gişe
binası elektrik tesisat imalatları tamamlandı.
Paratoner sistemi kurulumu yapıldı. Su tesisatı
yenilendi. Wc binasının sıhhi ve müşterek
tesisatı işleri projesine göre tamamlandı."
Körpe;
"Çalışmalarımız bu yıl kazı ağırlıklı olmayacak"
Troia antik kentinin
yapılarındaki tahribatı tespit edip buna göre
önlemler alacaklarını ve gelecek yıldan itibaren
bu konuda detaylı çalışmalar yapacaklarını
kaydeden Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Reyhan Körpe ise; "2013 ve
2014 yılında Rüstem Aslan başkanlığındaki
kazıların çalışmalarında Kazı Başkan
Yardımcısıydım. Rüstem hocanın sağlık sorunları
nedeniyle kazı başkanlığını bırakmasıyla
prosedür gereği kazı çalışmaları, Kazı Başkan
Yardımcısı tarafından yürütüleceği için Genel
Müdürlük bu görevi bana verdi. Ben ve ekibim
2014 yılındaki Troia kazı çalışmalarına
başlayacağız. Çalışmalarımız bu yıl kazı
ağırlıklı değil, daha çok temizlik, çevre
düzeni, koruma, restorasyon ve konservasyon
ağırlıklı olacak. Geçen senede biz Troia Ören
Yeri ve çevresinde bu konuda çalışmalar
başlatmıştık. Bu sene de çalışmaya devam
edeceğiz. Yıl sonuna kadar Troia'daki
çalışmalarımız sürecek. 150 yıldan beri burada
kazılar yapılmış ve Troia'daki o yapılar açığa
çıkarılmıştı. 1988 yılında başlayan Koorfmann
kazılarında bu bulgular korunmuştu ve kısmen
restarosyonu yapılmıştı ama bunun üzerinden de
yaklaşık 20 seneden fazla zaman geçti. Öncelikle
antik yapılardaki tahribatı tespit edip buna
göre önlemler alacağız ve gelecek yıldan
itibaren bu konuda özellikle detaylı
çalışmalarımız olacak. Gelecek yıldan itibaren
Troia Ören Yeri'nde kazılar da yapacağız" dedi.
"Klasik ve Roma
kenti tamamıyla toprak altında duruyor"
Troia'nın oldukça
büyük bir yer olduğuna dikkat çeken Körpe, antik
kentin kazılmamış olan alanlarının, kazılan
alanlara göre neredeyse %80-90 boyutlarında
olduğunu söyledi. Klasik ve Roma kentinin
tamamıyla toprak altında olduğunu vurgulayan
Körpe; "Troia oldukça büyük bir yer. Troia'yı
gezenler bu kadar görkemli ve ismi olan bir
yerin çok küçük bir alanda olmasından dolayı her
zaman hayal kırıklığına uğramışlardı. Ama
insanlar bilmez ki, aslında Troia'da o duvarları
gördüklerinde yaklaşık bir kilometre boyunca
kentin içine girmişlerdir. Yani şu an aslında
antik kentin kazılmamış olan alanları, kazılan
alanlara göre neredeyse %80-90 boyutlarında.
Özellikle aşağı kent dediğimiz klasik ve Roma
kenti tamamıyla toprak altında duruyor. Kentin
dış surları, aşağı surları tamamıyla kazılmamış
şekilde duruyor. Schliemann'dan bu yana
Koorfmann'a kadar kazıcılar, genellikle antik
kentin merkezine yoğunlaşmışlar. Antik kentin
merkezi de özellikle iç kalenin ve o yapıların
Atina Tapı'nağının bulunduğu kısım aslında. Ama
bunun dışında özellikle Roma ve klasik kent
dediğim gibi kazılmadan duruyor. Kentin petrepol
alanı ve antik mezarlık alanı da ileri ki
çalışmalarımızda bulmayı umduğumuz yerlerdir"
diye konuştu.
Çanakkale Olay,
28.08.014
|
ANİ'Yİ YENİDEN
KEŞFETMEYE HACET YOK!
Ani’deki yeraltı
manastırlarına dair ilk kez gün ışığına çıkarıldığı
iddia edilen bilgiler, Ermenice kaynaklarda
yıllardır yer alıyor.

Son zamanlarda,
Türkiye’deki Ermeni kültür mirasıyla ilgili
konularda bir hareketlilik göze çarpıyor. Hemen her
gün, bildik bir konu sanki yeni bir şeymiş gibi
ısıtılıp sosyal medya ya da yerel ve ulusal basın
üzerinden servis ediliyor. Bugünlerde de “Ani’nin
yeraltı geçitleri ortaya çıkarıldı” başlığı altında
bir dizi çarpıcı bilgiyle karşılaşıyoruz. Üstelik
“Ani’deki yeraltı manastırının dua odası” veya
“Ani’de yeraltında 823 yapı ve mağara bulunuyor”
gibi iddialı altbaşlıklar da yer alıyor.
Bu son bilgiyi, tarih
araştırmacısı Sezai Yazıcı,“Uluslararası Ani
Sempozyumu” kapsamında, “Ani’nin Yeraltı Sırları”
başlıklı sunumunda dile getirdi. Dediğine göre, tüm
bu yapıları teker teker sayıp net bir şekilde 823
sayısını tespit etmiş ve yine kendi ifadesiyle
Türkiye’de bu bilgiler ilk kez gün ışığına
çıkıyormuş.
Gurciyev adlı birini
referans vererek, onun Ani kazıları esnasında bir
yeraltı odasına ulaştığını, burada Ermenice yazılı
bir dizi hamayıl bulduğunu; Ermenice bilen
Gurciyev’in, bunların 4.500 yıllık bir geçmişe sahip
ve bir keşişten diğerine gönderilen yazışmalar
olduğunu iddia ettiğini aktarıyor.
Oysa şehrin kuruluşunun
“1050. Yılı” anısına yayımlanan ve Ani’deki yeraltı
yollarının, daha doğrusu yapılarının tanıtıldığı,
eski ve yeni görsellerle ve açıklamalarla dolu 264
sayfalık albümde, tüm bu bilgiler zaten yer alıyor.
Eğer bu kaynak yeni
kabul edilecekse, o zaman da Toros Toramanyan’ın
ölümünden sonra yayımlanan ve alanında temel
kaynaklardan biri olan ‘Ermeni Mimarlık Tarihi’ adlı
kapsamlı çalışmasına bir göz atsınlar.
İşte Toramanyan’ın
eserinden konuyla ilgili bir alıntı: “Surların
dışında yaşayan sayısız halk, nerede ikamet
etmekteydi? Şimdi de bu meseleyi inceleyelim.
Öncelikle Dzağgatsor,
Alacatsor, Glitsor ve Akhuryan vadilerindeki
binlerce mağarayı anımsayalım. Günümüzde Kürt
çobanların 2.000 koyunu sığdırdıkları devasa
mağaralar bunlar. İçlerinde geniş galeriler, odalar,
koridorlar, kilise ve soylu mezarları bulunan
mağaralardan söz ediyoruz. Kanımca İçkale
yakınlarında Dzağgatsor tarafındaki ‘Giden gelmez’
diye anılan ve özel mülkiyet alanında kalan devasa
mağaranın girişi de kimilerinin sandığı gibi
özellikle dar açılmamış, olsa olsa bir yıkımla
kapanmış olmalıdır.Böylesine geniş mağaraları
kazarak inşa etmek sıradan, fakir halkın yapacağı iş
değil. Bunun için servetler harcamak gerekir.
Savaşlar ve saldırılar
esnasında, mağaraların en güvenli sığınaklar olduğu
gerçeğinden hareketle, zenginlerin de hayatlarını ve
servetlerini korumak için bu mağaralara gereksinim
duyduklarını kabul ediyoruz.”
Keza aynı konuda Pars
Tuğlacı’nın ‘Arpaçay ve Yöresi’ başlıklı eserine de
göz atılabilir. Dolayısıyla araştırmak ve öğrenmek
isteyene eski kaynak çok. Yeter ki niyet iyi olsun.
Agos, Haber: Sarkis
Seropyan, 28.08.2014
|
TABLOLARDA KADIN
BEDENİNİN RESİMLİ TARİHİ
Kadınların giyinmesi
ya da giyinmemesi tarih boyunca hem erkeklerin hem
devletlerin gündemini belirledi. Buyurun 230 yıldır
değişmeyen gündemin resimli tarihine.
SİMGE KADIN (1789)

Tüm dünyayı etkileyen
Fransız Devrimi’nde özgürlüğün ve insan haklarının
simgesi bir kadındır. Oysa kadınlar sembolü
oldukları eşitlikçi
Fransa’nın siyasal
sisteminde ‘adam yerine konmak için’ 1944’e kadar
beklemek zorundadırlar. ‘Geri kalmış’ Türkiye’de ise
1930’a kadar! (Jeanne-Louise Vallain, Özgürlük,
1792.)
GÖĞSÜNÜ GERE GERE!
(1830)

‘Özgürlük Halka Yol
Gösteriyor’. Eugène Delacroix’nin ünlü tablosundaki
özgürlük sembolü Marianne, devrimin verdiği
heyecanla yakası bağrı açılmış, ‘göğsünü gere gere’
erkekleri zafere taşıyor.
ŞEFFAF PEÇE (1850)

İstanbul’da ilk fotoğraf
stüdyosu Basil Kargapoulas tarafından kuruldu.
II.Abdülhamit’in desteğiyle 30 bin kare fotoğraf
çekildi. Avrupalı hanımlardan tek belirgin farkları
yarı-şeffaf peçeydi. (James Robertson, Türk Kadını,
1855. Not: Resimdeki kişinin erkek olması da ihtimal
dahilindedir!)
ESARETİN BEDELİ
(1856)

Osmanlı
İmparatorluğu’nda köle ve cariye alınıp satılması
yasaklandı (ABD’den dokuz yıl önce). Batı’da
özgürlüğün sembolü olan çıplak kadın, konu Doğu
olduğunda birden esaretin sembolü olarak
resmediliyordu! (Jean-Léon Gerôme, Esir Pazarı,
1866.)
OSMAN HAMDİ’NİN
NÜ’LERİ (1881)

Osman Hamdi Bey’in
öğrencileri Mekteb-i Sanayi-i Nefise’de yıllar
içinde ‘nü’ resim çalışmalarına başlayacak olsa da
Türk kadını, modern Türk ressamları tarafından
şimdilik bedenleri örtülü ama vücut hatları
belirgin, yüzü, boynu açık olarak resmedilmektedir.
KARTPOSTAL KADINLARI
(1885)

Fotoğrafların basılı
olarak dolaşımı ve kartpostallar yaygınlaşmaya
başladı. Osmanlı’da ilk resimli Türkçe kitap 1887’de
basıldı. (Anonim fotoğraf, Haremdeki Türk Kadın)
İLK EROTİK FİLM
(1895)

Lumière Kardeşler,
1895’te Paris Fuarı’nda
sinema gösterimini
başlattılar. Sinema Osmanlı’ya sadece bir yıl sonra
geldi. 1899’da ise yedi dakikalık ilk erotik film
çekildi! Ayrıca kadınlar artık ‘ten rengi
çoraplar’la görüntüleniyorlardı.
ÖZGÜRLÜK RÜZGARLARI
(1908)

II. Meşrutiyet’in
ilanıyla tüm Osmanlı topraklarında özgürlük
rüzgarları esmeye başladı.
Gazete, dergi,
kitap yayımının yanı sıra kartpostalların sayısı çığ
gibi büyüdü. Tabii ki ‘hürriyet-eşitlik-kardeşlik’
sembolü kadınlardı ve tabii ki seçme-seçilme hakları
yoktu!
ZANBAĞIN HİKAYESİ
(1910)

‘Özgür’ kadın
başroldeydi artık: Özellikle de ilgi gören erotik
edebiyatın cinsel objesi olarak. ‘Bir Zanbağın
Hikayesi’ satış rekorları kırarken, gizli yazarının
Mehmet Rauf olduğu ortaya çıkacak ve Rauf ordudan
atılacaktı..
ÇARE İSLAM AHLAKI
(1912)

‘Karyolada Tatlı
Dakikalar’ benzeri başlıklı hikayeler, kitaplar;
‘Binbir Buse’ gibi dergiler yayıldı. Bu hızlı
dönüşüme tepki Mehmet Akif gibi yazarlarca dile
getiriliyordu: İslam ahlakı, kadını sömürülmekten,
meta olmaktan korumanın teminatıydı.
İLK CİNSELLİK FİLMİ
(1917)

21 yaşındaki Sedat
Simavi, Mehmet Rauf’un ‘Pençe’ adlı oyununu sinemaya
uyarladı. Bu Türkiye’nin ilk cinsellik konulu
filmiydi. Kadın başrol oyuncusu Eliza
Binemeciyan’dı. Muhsin Ertuğrul filmi ağır biçimde
eleştirdi.
ORYANTALİST FANTEZİ
(1814)

Avrupa’da oryantalist
akım, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kadınları resim
sanatının önde gelen konusu haline getirdi. Bu
hayali seks sembolleri sadece Batılıları değil,
Batılılaşmak isteyen Doğuluları da etkiledi.
(Jean-Auguste Dominique Ingres, La Grande Odalisque
adlı tablosu)
Hürriyet, Haber: Naci
Cem Öncel, 28.08.2014
|
24 ÜLKEDEN 80 GALERİ
İSTANBUL'DA BULUŞUYOR
Bu yıl ikincisi
gerçekleşecek uluslararası çağdaş
sanat
fuarı
ArtInternational’a
katılacak
galeriler belli
oldu. Amerika’dan Çin’e, Suudi Arabistan’dan
Finlandiya’ya, 24 ülkeden 80
galerinin
katılacağı
fuar, 26-28 Eylül
tarihlerinde
Haliç Kongre Merkezi’nde
gerçekleşecek.
İstanbul’un geçen yılki
en önemli
sanat
etkinliklerinden biri kabul edilen
ArtInternational’ın
yönetmenliğini bu yıl da Dyala Nusseibeh,
sanat
yönetmenliğini ise Stephane Ackermann üstleniyor.
Konuklarını bir kez daha
Haliç Kongre Merkezi’nde
karşılayacak
fuara bu yıl 24
ülkeden 80 seçkin
galeri katılacak.
İstanbul’dan Leyla Tara Suyabatmaz (Rampa
Galeri) ve Yeşim
Turanlı (Pi Artworks), Viyana’dan Ursula Krinzinger
(Galerie
Krinzinger), Paris’ten Olivier Belot (Yvon Lambert)
ve New York’tan Leila Heller (Leila Heller
Gallery)’den oluşan seçim komitesinin Avrupa,
Amerika, Ortadoğu ve Asya’yı kapsayan geniş bir
bölgede yaptıkları değerlendirme sonucu 80
galeri İstanbul’da
sanatseverlerle
buluşacak. Bu yıl ayrıca, Pearl Lam ve Edouard
Malingue gibi Uzakdoğulu
galeriler de ilk
kez İstanbul’a gelecek.
Türkiye’den 12
galeri katılıyor
ArtInternational’ın
Türkiye ayağında ise İstanbul’un güncel
sanat dünyasının
odak noktası olmayı başarmış 12
galeri yer alıyor.
Komitenin, uluslararası sergileri ve başarılarını
dikkate alarak yaptıkları seçim sonucu;
Galeri Mana, NON,
Pi Artworks, PİLOT, Rampa, ArtSümer, x-ist ve
Galeri Zilberman
gibi geçen yıl da katılmış
galerilerin yanı
sıra Dirimart,
Galeri Nev, Rodeo
ve
Sanatorium gibi
yeni
galeriler
fuardaki yerlerini
alacak.
26-28 Eylül tarihlerinde
düzenlenecek uluslararası
sanat
fuarı
ArtInternational,
modern ve çağdaş
sanatın ünlü
isimlerini İstanbul’da buluşturuyor. Andy Warhol’dan
David Hockney’e, Banksy’den Damien Hirst’e, günümüz
sanatının
ikonlaşmış isimleri
Andipa Gallery ile
birlikte Türkiye’ye geliyor.
Bu yıl ikincisi
gerçekleşecek uluslararası
sanat
fuarı
ArtInternatioal, modern ve çağdaş
sanatın ünlü
isimlerini İstanbul’da buluşturuyor. İngiltere’nin
en köklü
galerilerinden
Andipa’nın
standında işleriyle yer alacak modern
sanatçılar arasında
pop art
sanatının en önemli
temsilcilerinden David Hockney ve Campbell'in çorba
konservelerinden Marilyn Monroe’ya, çağımızın
popüler ve ikonik isimlerini kullanarak yeniden
ürettiği eserleriyle pop art
sanatında çığır
açmış Andy Warhol yer alıyor.
ArtInternational
artsy.net’te!
ArtInternational’ın
bu yılki yenilikleri arasında online sanat sitesi
artsy.net ile işbirliği de bulunuyor. Sanatseverler
açılıştan önce
ArtInternational’ı
artsy.net’ten online izleyebilirken, sergilenecek
sanat eserlerini
fuar tarihleri
arasında online olarak da satın alabilecekler.
Türkiye, Orta Doğu ve
ötesine odaklanan, koleksiyonerlere uluslararası
çağdaş sanata
rakipsiz erişim imkanı yaratan fuar, dünyanın önemli
sanat fuarlarındaki ortaklıklarıyla tanınan Angus
Montgomery ve Türkiye’nin önde gelen fuarcılık
şirketlerinden Fiero Milano İnterteks tarafından
düzenlenmektedir.
Modern ve
çağdaş sanatın
ikonları ArtInternational’da
Sanatseverler
Andipa Gallery’de
ayrıca,
çağdaş sanatın
ikonik isimlerinin işlerini de görebilme fırsatı
bulacak. 20 yıla yakındır ülkesi İngiltere başta
olmak üzere pek çok Amerika ve Avrupa ülkesinde
şehir duvarlarına yaptığı protest resimleri çok
konuşulan, “gerilla sanatçı” Banksy, 21. yüzyıl
İngiliz heykel sanatının en önemli isimlerinden
Peter Burke, formaldehitte muhafaza edilen ölü
hayvan figürleriyle büyük tartışmalar yaratan, Young
British Artists grubunun en önemli temsilcilerinden
Damien Hirst, etkileyici vazolarıyla tanınan, kadın
alter-egosu “Claire” olarak da bilinen ve 2003
Turner Ödülü sahibi Grayson Perry’nin orijinal
eserleri fuar boyunca izlenebilecek.
ArtInternational sanat fuarı 26-28 Eylül
tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenecek.
Habertürk, 28.08.2014
|
MUŞ KİLİSESİ YIKIMA
DİRENİYOR
Muş’un tarihi Kale
Mahallesi’nin kentsel dönüşüm alanı ilanı
edilmesiyle birlikte, Ermeni Kilisesi’nin
yıkılabileceği gündeme geldi. Muş Belediyesi,
kilisenin bulunduğu arazinin kamulaştırılmasını
isterken kilise arazisinin sahipleri, kamulaştırma
kararına karşı dava açtı.

Muş’un en eski yerleşim
yerlerinden biri olan ve Ermenilerin soykırım
öncesinde uzun yıllar yaşadığı Kale Mahallesi’nde,
kentsel dönüşüm süreci devam ediyor. Mahallede
bulunan ve şu anda kullanılmaz durumda olan Ermeni
Kilisesi de kentsel dönüşüm çerçevesinde gündeme
gelen yıkım sürecine direniyor.
Muş Belediyesi TOKİ’yle
yaptığı anlaşma sonrasında, Bakanlar Kurulu
kararıyla mahalleyi kentsel dönüşüm alanı ilan
etmişti. Agos’un tarihi mahallenin yıkılmak
istenmesini kamuoyunun dikkatine sunmasından sonra,
mahallede bir ev ve Ermeni Kilisesi, Muş’un bağlı
bulunduğu Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından tescillenmişti. Ancak belediye, bu arada
kilise için kamulaştırma davası açtı ve davayı
kazandı. Yapılan itirazlar sonrasında ise Muş 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi, kamulaştırmaya tedbir kararı
koydu. Van İdare Mahkemesi’ne ise kamulaştırmanın
iptali için dava açıldı.
Tarihi kilise,
şimdilerde de yıkıma karşı direniyor.
Kiliseyi
açık arttırmayla satmışlar
Muş Meryem Ana Ermeni
Kilisesi, 1958 yılında kadar kamu mülküydü. 1958’de
İl Özel İdaresi açık arttırmayla kilisenin bulunduğu
araziyi sattı ve arazi, 1958’den itibaren Söylemez
Ailesi’ne geçti. Cemaatsiz kalan kilise, yıllar
içinde bakımsızlıktan çürüdü ve çatısı çöktü. Tarihi
yapının şu an sadece dört duvarı ayakta.
Kentsel
dönüşüm ablukasında
Kilisenin bulunduğu Kale
Mahallesi, 21 Ekim 2012’de Bakanlar Kurulu kararıyla
kentsel dönüşüm alanı ilanı edildi. TOKİ ile
belediye arasında 2 Temmuz tarihinde imzalanan
protokolle, 11 hektarlık alan için kentsel dönüşüm
süreci işlemeye başladı. Belediye, konut
sahipleriyle anlaşmaya vardı. Anlaşmaya varamadığı
yerler için ise kamulaştırma yoluna gitti.
Muş Belediyesi, Muş 1.
Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açtığı davada Kale
Mahallesi’nde yürütülen kentsel dönüşüm ve gelişim
projesi kapsamında inşa edilecek kalıcı konut ve
sosyal donatı sahalarıyla ilgili projelerin
uygulanması için, kilisenin bulunduğu arazinin
kamulaştırılmasını istedi. Belediye, Bakanlar
Kurulu’nun aldığı karara da dikkat çekti.
Kamulaştırma kararının
ardından kilise arazisinin sahipleri, kamulaştırma
kararına karşı dava açtı. Muş Asliye Hukuk
Mahkemesi, kamulaştırma kararına tedbir koydu. Karar
uyarınca kilise üzerinde hiçbir işlem yapılmayacak.
Aile, ayrıca Van İdare Mahkemesi’ne kamulaştırma
kararının iptali için dava açtı.
Agos, Haber: Uygar
Gültekin, 28.08.2014
|
|
ERTUĞRUL FİRKATEYNİ KAZILARI YENİDEN BAŞLIYOR
Japonya’da 1890
yılında batan Ertuğrul Firkateyni kazıları iki yıl
aradan sonra Oshima Adası açıklarında yeniden
başlıyor.
Bulunan kalıntılarının bir bölümü Türkiye ve
Japonya’nın çeşitli
kentlerinde sergilenmişti.
Ertuğrul
Firkateyni Projesi Kazı Başkanı
Tufan Turanlı,“Eylül ekim gibi başlayacak
kazılarda çıkacak malzemeleri ise 2015 yılında
İstanbul Arkeoloji Müzesi,
Beşiktaş Deniz Müzesi ve Mersin Belediyesi
Müzesi’nde sergileyeceğiz" diye konuştu. Bodrum
Sualtı Arkeoloji Enstitüsü ve Bodrum ve Karya Kültür
Sanat ve Tanıtım Vakfı aracılığıyla yapılan projenin
2008 yılında kazı çalışmalarına başlanmış ve 2 bin
114 eser çıkarılmıştı.
Bugün, Haber: Erkan Acar, 28.08.2014
|
BİLİRKİŞİDEN AOÇ RAPORU:
KORUMA KURULU KORUYAMADI
Ankara Koruma Bölge
Kurulu, Atatürk Orman Çiftliği'nin (AOÇ) tarihi
çekirdek alanı içerisindeki sit statüsünün
kaldırılması kararını almıştı. Kararın yürütmesinin
durdurulması talebiyle Mimarlar Odası Ankara Şubesi
dava açtı. Davada, bilirkişi incelemesi yapıldı.
Bilirkişiden beklenen rapor çıktı.

Bilirkişi raporunda,
“ilgili koruma kurul kararları eksikli ve hukuki
değerden uzak kamu haklarından zarar gören üçüncü
taraflar koruma kurulunun kararları için ceza
davaları açabilirler.” dedi.
Ayrıca raporda, AOÇ’de
dava konusu olan tarihi çekirdek alanla ilgili 'kamu
yararı'nın altı çizilerek, tabiat varlıkları
alanında kamu yapısı inşası için ancak kamu
güvenliği ve sağlığı gibi zorunlu ve kritik bir
yararın varlığının dikkate alınabileceği vurgulandı.
Raporda, “Kültür ve tabiat varlıklarının korunması
başlı başına kamu yararına yönelik bir olgudur.
Herhangi bir alanda inşa edilebilecek bir kamu
yapısının kültür ve tabiat varlıklarının
sürdürülmesinden daha önemli bir kamu yararı
barındırdığı kolaylıkla savunulamaz. İlkesel olarak
üstün kamu yararı ölçütü ile değerlendirilebilen
konular olduğunda kamu sağlığı ve güvenliği gibi
zorunlu kritik ve vazgeçilemez bir yararın varlığı
dikkate alınmaktadır. Bu ölçüt herhangi bir alanda
inşa edilebilecek bir kamu yapısının kullanım
ihtiyaçları ile karşılanabilir gözükmemektedir”
ifadeleri dikkat çekti.
Rapor ayrıca, Atatürk’ün
1937 tarihli mirasından yararlanılarak kurulan AOÇ
Müdürlüğü yada kamu haklarından zarar gören üçüncü
tarafların koruma kurulunun kararları için ceza
davaları ve idari davalar açabileceklerini
belirtti.
"Koruma Kurulu koruma
işlevini yerine getirmemiştir"
Mimarlar Odası Ankara
Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, bilirkişi
raporunu değerlendirerek “Koruma Kurulu’nun koruma
işlevini yerine getirmediği raporla ayan beyan
ortaya çıkmıştır” dedi.
Candan, “ Bilirkişi
raporu bir kez daha lehimize geldi. Koruma Kurulunun
“AOÇ alanlarına ait 1/10000 ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım İmar Planında Tarihi Çekirdek Alanı içinde
kalan 63886 ada 5 parselin tarihi sit statüsünün
kaldırılmasının uygun olduğuna” ilişkin kararının
yürütmesini durdurulmasını isteyerek dava açtık.
Alanlarında uzman üç profesörün incelemesiyle
yapılan bilirkişi raporu AOÇ’deki talanı, kasıtlı
süreçleri gözler önüne seriyor. Yıkılan Marmara
Oteli'nin de bulunduğu tarihi çekirdek alandır.
Bilirkişi raporunda AOÇ’ye ilişkin olarak çarpıcı
tespitler yapılmış. Raporda, “Alan doğal ve tarihi
sit özelliklerini yitirmemiştir. Yitirmiş olsaydı
dahi kurulun onarım ve ihyası yönünde karar üretmesi
yasa gereğidir. Aksi takdirde kurul yükümlülüğünü
yerine getirmemiş sayılır” ifadeleri her şeyi
anlatıyor. Meslek odası olarak dillimizden
düşürmediğimiz uyarılarımızın da altı raporda
çizilmiş. “Dava konusu karar ile aralarında Marmara
otelinin de bulunduğu yapılar yıkılmış kendi
ekosistemini oluşturmuş 90 yıllık doğal ve yeşil
bitki örtüsü yok edilmiş, tarihi çekirdek alanın
koruma amaçlı imar planı içerisindeki bütünlüğü
tehlikeye atılmış, bununla da kalınmayarak alan
üzerinde uzmanların uyarılarına karşın bölgeye göre
yüksek yapılaşma emsalleri verilmiştir” ifadeleri
ile yer almış. Raporu, Kurulun tabiat ve Kültür
varlıklarını koruması gerekirken tam tersine koruma
niyetinde olmadığını açığa çıkaran, Koruma
Kurulu’nun işlevsizleştirildiğini gözler önüne seren
bir rapor olarak görüyor. Oldukça önemsiyor ve
anlamlı buluyoruz. Sit statüsünün kaldırılması
kararı koruma kurulunun bir ayıbıdır, artık
bilirkişi raporu ile tescilli bir ayıptır“ şeklinde
konuştu.
“Cesur bir rapor”
Candan raporun cesurca
hazırlandığını belirterek, “Rapor oldukça cesur
hazırlanmış. Bu ülkede baskılara rağmen tarafsız ve
cesur bilim insanlarının olması umut verici. Raporla
birlikte ivedilikle yürütmeyi durdurma kararı
bekliyoruz” dedi.
Yapı, 28.08.2014
|
BİNLERCE YILLIK MAMUT İSKELETİ, MÜZE YOLCUSU
ABD’nin Teksas eyaletinin Dallas şehrinde yaşayan
Wayne McEwen ve ailesi, mayıs ayında evlerinin
bahçesinde bir mamut iskeleti bulmuştu.
En az 20 bin yıllık
olduğu tahmin edilen iskelet, Teksaslı aile
tarafından Dallas’taki Peros Doğa ve Bilim Müzesi’ne
verilecek. McEwen, oğlunun kazı makinesiyle bahçede
uğraşırken metrelerce uzunluktaki mamut iskeletinin
kalıntılarıyla karşılaştığını söylüyor.
Zaman, 28.08.2014
|
|
"KAPALIÇARŞI'NIN RESTORASYONU BİRKAÇ AYA BAŞLAR"

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, son
günlerde iki sokağındaki çökmelerle gündeme gelen
Kapalıçarşı’yla ilgili önemli açıklamalar yaptı:
“Restorasyon projesi iki aya kadar Anıtlar
Kurulu’ndan çıkacak. Ardından hemen çalışma
başlayacak. Peyderpey yapılacak yenileme 10 yıldan
aşağıya tamamlanmaz. 200 milyon liraya mal olması
öngörülüyor”
Kapalıçarşı çatladı!
550 yıllık
Kapalıçarşı, yıllardır restorasyon bekliyor. Her
geçen gün ise biraz daha dökülüyor. Geçtiğimiz
günlerde iki sokağında meydana gelen çökmeyle
birlikte yine kentin gündemine geldi
Kapalıçarşı. Peki ama restorasyon ne zaman
başlayacak? Nasıl yapılacak? Ne kadar sürecek? İşte
bu soruları
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e sorduk.
Sadece
Kapalıçarşı değil kuşkusuz. Fatih’in, Tarihi
Yarımada’nın sorunlarını, yeni projeleri de
konuştuk...
Öncelikle
Kapalıçarşı’dan başlayalım. Restorasyon için en
son kurul kararı bekleniyordu. Bu arada bir çökme
oldu. Sonrasında da geçen hafta projenin arşivde
unutulduğuna dair iddialar çıktı. Şimdi durum nedir?
Ne aşamada? Ne olacak?
2009’un 5. ayında
Kapalıçarşı’yla ilgili bir çalışma yapılması
için ihale gerçekleştirdik. Çarşının çatısından
altyapısına kadar yenilenmesi için bir proje
oluşturduk. Bu projenin en önemli ayağından biri de
çarşıya yönetim oluşturmaktı. Zira yönetim yok.
Projenin yaklaşık bedeli 22 milyon liraya tekabül
ediyor. Restorasyon bedelinin ise 200 milyon lira
olması öngörülüyor. 2010 yılının ortalarında biz
Kapalıçarşı’nın mevcut durumunu ve çözüm
önerileriyle birlikte bir rapor olarak Anıtlar
Kurulu’na sunduk. 2010’un sonuna doğru da
Kapalıçarşı’nın projelerini, restorasyon
projelerini Anıtlar Kurulu’na ilettik. Anıtlar
Kurulu bu projeleri detaylı incelediğinde projenin
yetersiz olduğunu söyledi. 2012’nin sonuna doğru da
proje, kurulun arzu ettiği standartlarda tekrar
hazırlandı.
Kapalıçarşı 100 bin metrekarelik bir alan, bir
şehir aslında. 64 tane cadde ve sokağı var. 3125
dükkan var, 2770 parsel, 116 tane ada var. Orta
ölçekli bir Anadolu şehrinden daha fazla. 25 bin
çalışanı var. Sirkülasyon 250-300 bin. Şu ana kadar
hiçbir Anıtlar Kurulu’nun şahit olmadığı büyüklükte,
karmaşıklıkta projeyi başlattık. Bu projeler öyle
kolay bir şey değil. Bir defa belediye açısından
sorumluluk gerektiriyor, yapan firma açısından
önemli bir çalışma, her şeyden önce kurul açısından
son derece önemli. Çünkü onlar da ilk defa böyle bir
şeyle karşılaşıyor.
Kapalıçarşı’nın büyük sorunları var.
Altyapısı, tesisatın tahrip edilmesi, esnafın
duvarları kırması gibi...
Peki projenin arşivde unutulması iddiası?
Kapalıçarşı’nın % 98’i özel mülkiyet. Afet riski
altındaki alanların kurtarılmasıyla ilgili deprem
yasası var. Deprem yasasının 15. maddesi, tamamen
Kapalıçarşı’yı korumak için konulmuş maddeydi, o
da geçti. Biz bir taraftan proje yaparken öbür
taraftan yönetimi oluşturmak için adım attık.
Kapalıçarşı ve diğer restorasyon projeleri için
tek kurulun yetmeyeceğini görüp bir kurul talebinde
daha bulunduk. 2012 yılından beri bakıyoruz,
yürümüyor işler. Kültür Bakanlığı bizi doğru buldu,
bir kurul daha oluşturdu ve bu da 2 No’lu kurul.
2013’ün başlarında kuruldu. Şimdi onlar da çalışmaya
başladı. 2 No’lu kurul yeni oluştu ve yerleri yok
doğru dürüst, arşiv yerleri yok. 1. ve 2. kurul
arşivi ortak kullanıyor. Projenin arşivde unutulması
söz konusu olmaz, çünkü
Kapalıçarşı’nın projeleri bir kamyonetin
kasasını dolduracak kadardır. Unutulması mümkün
değil, binlerce, onbinlerce detay var. Şimdi kurula
yeni üyeler, geçici raportörler atandı. Böylece
işler hızlanacak. Çarşı çökmez. Çünkü tek katlı
yapı, sıkıntısı var muhakkak ama çökmez. Kurul, 2 ay
içerisinde avan projenin kabul edilebileceğini
söyledi. onayın ardından da hemen çalışmaya
başlanacak. Çarşı’nın yönetimiyle ilgili bizim
yaptığımız çalışmalarda 11 kişilik yönetim kurulu
oluşturulacak. Bunun içerisinden daimi 4 üye olacak,
bu daimi üyeler büyükşehrin temsilcisi, Fatih
Belediyesi’nin temsilcisi, valiliğin ve vakıfların
temsilcisi. 7 de esnaf üye olacak. Fakat yönetim
kurulu başkanı esnaftan olacak. Karar onların,
çoğunluk onların olacak.
100 bin metrekarelik alandan
bahsediyoruz. Tüm adalarda birden çalışma başlayamaz
sanırım...
116 ada 100 bin metrekare. Ada bazlı yapılacak.
Her yerin birden alınması mümkün değil.
Restorasyon ne kadar sürer?
10 yıldan aşağıya bitmez. Mümkün değil.
Öngöremediğimiz problemlerle karşılaşabiliriz.
Maliyete esnaf da katılacak mı?
Esnafın katılacağı bölümler, belediyelerin ve
kamunun karşılayacağı kısımlar var.
İstanbul’un birçok
ilçesinde kentsel
dönüşüm yapılıyor. Ama biliyorum ki Fatih’te
yenileme adı altında bir proje var.
Sulukule ilk projeydi. Kimse ‘Belediye bizi aldattı’
diyemez. Ama ilkler hep eleştirilir. Romanların
sürülmesi olarak lanse edildi ve o algıyı sökmek zor
oldu. Çok insani bir proje ama yeterince
anlatamadık. Şimdi, Ayvansaray Türk Mahallesi
yenileme projesi bitmek üzere. Fener-Balat iptal
edilmişti. 39 adamız vardı. Revize ederek 4 adayı
yapacağız. Bu yılın sonunda oraya kazma vuracağız.
KİPTAŞ’la yaptığımız Süleymaniye yenileme alanı var.
900 daireyi ilgilendiriyor. Bir de Yalı
Mahallesi’nin projesi onaylandı.
550 yıllık
Kapalıçarşı’nın çatısının James Bond serisinin
Skyfall filminin çekimleri sırasında hasar görmesi
gündeme gelmişti. Başkan Demir’le çok tartışılan
çatıya çıktık.
Kapalıçarşı’nın acilen restorasyona ihtiyacı
olduğu, çatının halinden net olarak görülüyordu.
Demir, restorasyonun önce altyapıdan başlayacağını,
en son çatının yenileneceğini söyledi.
Başkan Demir,
17 Aralık’ta gözaltına alınmasıyla ilgili ilk
kez bir açıklama yaptı ve yaşadıklarını anlattı: “17
Aralık şahsım açısından büyük bir talihsizlik ve
zulümdü. Havadan sudan suçlamalar ki zaten
takipsizlik aldı. Ülkenin önünü kesmek adına çok
önemli bir darbe girişimiydi. Ahlaksız bir teşebbüs.
Bir belediye başkanını suçlamak çok kolay ancak
başkanı yargılamanın yolu olmalı. Açıktan Başbakan’a
hakaret eden yargı mensubu ifadeye çağrılamıyor.
Neden? HSYK var. Ama bir belediye başkanını iç
hukuku tamamlamadan gece evinden alıyorlar. Şimdi
kendileri adliye kapılarında nümayişler yapıyorlar.
Oğlum hukukçu ve 4 gün boyunca stajyer avukat olarak
yanımdaydı. Oğlumun telefonundan eşimle konuşamadım.
Fakat bunlar gözaltında neredeyse horon teptiler,
selfie çektiler. Allah kimsenin başına vermesin.
Büyük haksızlık ve zulüm var. Sadece
17 Aralık değil, Ergenekon ve Balyoz için de
öyle. O zaman da öyle düşünüyordum. Normal hukuka
geçmek için direniş var.”
"BELEDİYELERDE ZATEN BAŞKANLIK SİSTEMİ VAR"
“Başkanlık sisteminden korkmamak gerekiyor.
Belediyelerde zaten başkanlık sistemi uygulanıyor.
Hem seçilme, hem çalışma usulümüz zaten minik bir
başkanlık sistemi. Belediye seçimlerinde tıpkı
başkanlık sisteminde olduğu gibi vatandaş hem
başkana, hem de meclise oy veriyor.”
TARİHİ YARIMADA'YA YÜZ NAKLİ YAPILIYOR
Başkan Demir, ‘yüz nakli’ olarak adlandırılan
cephe yenileme projesini anlattı: “Aksaray’dan
Sultanahmet’e kadar cephe yenileme yaptık.
Yurtdışından gelenlerin ilk geçtiği yer Sultanahmet,
Divanyolu, Sirkeci ve Bab-ı Ali Yokuşu olan Ankara
Caddesi. Bu bölgede her binayı farklı çalışarak
cephe yenileme yaptık. Projeleri yaptık, kuruldan
onaylattık. Her binayı ayrı tasarladık. Sonra da
sahiplerine ‘Buyrun yapın’ dedik. Yüzde 95’i
kendileri yaptı. Tarihi Yarımada’daki 10 bin eserin
4 binini de restore ettik.”
HEDEF, EMİNÖNÜ'NÜN TAMAMEN YAYALAŞMASI
Fatih’in, özellikle de Tarihi Yarımada’nın en
büyük sorunlarından biri de hiç kuşkusuz trafik...
Bu sorunu çözmek için birçok bölgede yayalaştırma
çalışmaları yapıldı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
yayalaştırmaların süreceğini söyledi. Halihazırda
yüzde 50’si yayalaştırılan Eminönü’nde hedef, yüzde
yüz yayalaştırma. Tarihi bölgeyi araçtan, trafikten
arındırma.
SIERRA'NIN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ YERE NE YAPILACAK?
“Surlarda ciddi bir güvenlik sorunumuz var. Ne
kadar kamera koyarsanız, güvenlik görevlisi
yerleştirirseniz yerleştirin bu sorunu tamamen
çözmek mümkün değil. Surların güvenliğini sağlamanın
tek yolu, orayı yaşayan bir yere dönüştürmektir.
Örneğin
Sarai Sierra’nın öldürüldüğü Sarayburnu,
Yedikule’deki surlar... Yedikule’den Sirkeci’ye
kadar bomboş, ıssız, tenha, her şeye açık bir yer
var. Artık Sirkeci Tren İstasyonu kullanılmıyor.
Marmaray kapsamında kapatıldı. Tren istasyonu
kapalı, raylar boş, devamı ise surlar. Yani
tehlikeye açık bir alan. İşte bu alan için park
alanları olan, bisiklet ve yürüyüş parkurları
bulunan bir proje yaptık. Surların bulunduğu alanı
halka açmak suretiyle oradaki güvenlik sorununu
çözmeyi hedefliyoruz. Bu projeyle, Yedikule’den
bisikletle sirkeci’ye gidilebilecek. Hem halkımızın
kullanımı için hem de turizm adına önemli bir adım
olacak. İnsanların öldürüldüğü yerler, cazibe
merkezi haline gelecek. Bunun bir örneğini, Topkapı
Surları’nda gerçekleştirdik. Tıpkı Yedikule ve
Sarayburnu Surları gibi ıssız, tenha ve tehlikeli
olan sur kenarlarını sosyal tesise dönüştürdük.
Kafelerin, yürüyüş parkurlarının olduğu alanda,
halkımız toplantılarını, düğünlerini de yapabiliyor.
Hedefimiz, sahildeki surlarda da aynı projeyi
uygulamak. Projemiz hazır. Koruma Kurulu’ndan onay
çıkınca çalışmaya başlayacağız.”
Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 28.08.2014
|
EUROMOS'TA 2 BİN 200
YILLIK PROTOKOL KOLTUĞU BULUNDU
Muğla’nın Milas
İlçesi'ndeki Euromos antik kentinde yürütülen kazı
çalışmalarında, 2 bin 200 yıllık protokol koltuğu
gün yüzüne çıkarıldı.
Anadolu’nun en iyi
korunmuş tapınaklarından birinin de yer aldığı
Euromos antik kentinde, Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl
başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki
bölümünde, antik tiyatro ve kentin sınırlarını
çevreleyen duvar bölümünde yeni buluntular elde
edildi.
Kızıl, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarını 10
üniversiteden 25 kişilik ekibin yürüttüğünü, 3 bin
kişi kapasiteli antik tiyatroda 2 metre derinlikte
ortaya çıkarılan buluntunun kendilerini
heyecanlandırdığını kaydetti.
Sondaj çalışmalarının
devamında bunun, antik tiyatronun sahneye çok yakın
bir bölümünde, kentin soylularından birine ait
mermer koltuk olduğunun belirlendiğine değinen
Kızıl, şöyle konuştu:
“Tiyatrodaki
çalışmalarımızda 2 metre dolgunun altında ‘proedria’
olarak adlandırdığımız çok güzel bir soylu koltuğu
ortaya çıktı. Yanı başında da oldukça sade,
silindirik formlu bir sunak bulduk. Bizim için son
derece sevindirici oldu. İleride yapacağımız
çalışmalar için bir mihenk noktası olacak. Tiyatroyu
daha iyi tanımlama şansına sahip olduk ve daha
planlı bir şekilde çalışmalarımızı önümüzdeki
yıllarda devam ettireceğiz.”
Koltuğun boyutlarının,
küçüklüğü nedeniyle bir kadına ait olduğunun tahmin
edildiğini kaydeden Kızıl, üzerinde kalp ve çeşitli
motifler bulunduğuna işaret etti. Kızıl, koltuğun
bulunmasıyla tiyatronun sınırlarının ve şeklinin net
olarak anlaşılabildiğini vurguladı.
haberler.com, 27.08.2014
|
'SANAT ZEHİRLENMESİ'
DENEYLE KANITLANDI

Bir
tablonun, heykelin karşısında kalp atışları
hızlanan, başı dönen ve hatta baygınlık geçirip
halüsinasyon gören insanlar…
İtalyan
rönesansının başkenti Floransa'yı gezen
sanatseverlerde zaman zaman bu belirtilere
rastlanıyor, hatta kimileri hastanelik oluyor.
'Stendhal sendromu',
'Floransa sendromu' ya da 'sanat zehirlenmesi' adı
verilen bu rahatsızlığın gerçekten var olup olmadığı
ve belirtileri bilimsel bir araştırmaya konu oldu.
İtalya'daki bir sanat
araştırmaları merkezinin, psikolog ve teknik
uzmanlarla işbirliği içinde yaptığı deneyde,
Floransa'da bulunan Medici Riccardi Sarayı'nın
ziyaretçileri gözlemlendi.
Medici Riccardi
Sarayı'nda, fresklerle süslü şapeli gezen
ziyaretçilerin kalp atış ve nefes alış hızları,
tansiyonları, göz ve kas hareketleri incelendi.
Fresklere bakan ziyaretçilerin görüntüleri
kaydedildi ve kendilerinden eserlere bakarken neler
hissettiklerini yazmaları da istendi.
Deneyde, bazı
ziyaretçilerin eserlere bakarken yüz kaslarının
gevşediği, gözbebeklerinin küçüldüğü, kalp atışı,
nefes alış hızı ve tansiyonlarında değişiklikler
olduğu belirlendi.
Görsel sanat eserlerine
işitsel uyarıcılar da eşlik ettiğinde ise beyindeki
aktivitenin daha da arttığı görüldü. Ziyaretçilerin
bazıları da hislerini "aşırı duygulanma" ve "tatlı
bir yorgunluk" olarak tanımladı.
Santa
Croce'de ortaya çıktı
Floransa'daki Studi
Uniti araştırma merkezinden Perla Gianni, klinik
psikolog Andrea Bonacchi ve teknik uzmanlar
tarafından yapılan araştırmanın sonuçları halen
incelenmeye devam ediliyor.
Ancak ilk bulgular,
'Stendhal sendromu'nun gerçek bir psikosomatik
bozukluk olabileceğini gösteriyor.
'Yüksek sanata maruz
kalma' sonucunda görülen bu belirtiler, Stendhal
mahlasıyla yazan Fransız yazar Marie-Henri Beyle'in
Floransa'da yaşadığı bir tecrübe sebebiyle onun
adıyla anılıyor.
Stendhal, 1817'de
Floransa'yı ziyareti sırasında, Michelangelo,
Machiavelli ve Galileo Galilei'nin mezarlarının
bulunduğu Santa Croce Bazilikası'nı gezmiş ve
Giotto'nun freskleriyle süslü bazilikayı gördükten
sonra kalp çarpıntısı ve halsizlik hissi yaşadığını
yazmıştı.
Rahatsızlık bu yüzden
Stendhal sendromu olarak anılıyor, ancak en sık
rastlanan yerlerden birinin Floransa olması
nedeniyle Floransa sendromu olarak da biliniyor.
BBC Türkçe, 27.08.2014
|
DİYARBAKIR'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

Diyarbakır
Havalimanı'nda, üzerinde işleme bulunan taşı yurt
dışına götürmeye çalıştığı iddia edilen biri İspanya
diğeri Fransa vatandaşı 2 şüpheli yakalandı.
Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, tarihi
eserin havalimanında yapılan kontroller sırasında
bir bavul içinde ele geçirildiği ifade edildi.
Olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü belirtilen
açıklamada, "Turuncu renkli ve üzerinde işleme
bulunan tarihi eser taşın Bizans dönemi bir kiliseye
ait parça olduğu değerlendiriliyor. Ülkemize 12
Ağustos'ta İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan
giriş yaptıkları tespit edilen şüphelilerin, tarihi
eseri Kars'tan aldıkları değerlendiriliyor" denildi.
Gözaltına alınan Fransa
vatandaşı D.J.R. (53) ile İspanyol R.D.M'nin (43),
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü'ndeki işlemlerinin ardından savcılığa sevk
edileceği, tarihi eserin ise Müze Müdürlüğü
görevlilerine verileceği kaydedildi.
Bugün, 27.08.2014
|
TOPHANE'YE ÇİVİ ÇAKAN YANDI

Bursa'nın gizli hazinesi Tophane'de son dönemde
çıkan tarihi kalıntılardan sonra yerel yönetimler
semti mercek altına aldı. Tophane Surları
Restorasyon Çalışması kapsamında, Saltanat
Kapısı'nın kuzeyinden başlayıp Kaplıca Kapı'ya kadar
uzanan yaklaşık bin 200 metrelik bölümde çalışmalar
sürerken, tarihi ayağa kaldırma çalışmalarına zarar
verecek her türlü girişim engelleniyor. En ufak bir
tadilatta bile Anıtlar Kurulu'nun onayı beklenen
Tophane'deki tarihi yapılara çivi dahi çakılamazken,
bir kebapçının bahçesine yapılan kaçak mescidin
cezası ağır oldu. Osmangazi Belediyesi Tophane'de
bir kebapçının yaptığı kaçak mescide 40 bin 750 lira
ceza kesti.
BELEDİYE AFFETMEDİ!
Daha önce Tophane'de bulunan işletmenin eski
sahibine 29.05.2014 tarihinde 11 bin liralık ceza
kesilirken, işletmeyi 5 milyon lira harcayarak
devralan yeni sahibi de 40 bin 750 lira değerindeki
cezayla şok oldu. Restoran olarak kullanılan 2 katlı
yapı devir teslimden sonra Anıtlar Kurulu'ndan
alınan izinle tadilata sokuldu, bu sırada da yapının
bahçesine mescit eklendi. Encümen kararı kendisine
gönderilen işletme sahibi Murat Bayındır, ceza
miktarını ağır buldu.
DÖRT BİR YANI TARİH
Hem Osmanlı'da hem de Bizans döneminde Bursa'nın
merkezi konumundaki bu surların en önemli bölümünü
kapsayan bölgede belediye kuş uçurtmuyor. Büyükşehir
Belediyesi'nin Tophane yamaçlarında sürdürdüğü sur
onarımı çalışmalarında eski Müftülük Binası'nın önü,
İl Kültür Müdürlüğü'nün kuzey duvarının yanına denk
düşen alanda devasa bir yapıya ait buluntular açığa
çıktı. Aziz Mikail Kilisesi'ne ait olan bu yapı
girişe kapatıldı ve güvenlik önlemi alındı. İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün yanındaki 2 bin 200
yıl öncesini yansıtan kalıntıların ortaya çıktığı
Bursa OSB Başkanı Ali Uğur'un arsasının önünde
bulunan yapının dört bir yanı tarihle çevrili...
Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 27.08.2014
|
ŞANLIURFA'DA KAYA MEZARLAR TURİZME KAZANDIRILACAK

Şanlıurfa’da yürütülen kentsel dönüşüm projesi
kapsamında gün ışığına çıkarılan Roma dönemine ait
kaya mezarları turizme kazandırılacak.
Büyükşehir Belediyesi tarafından şehrin tarihi
dokusunu korumak amacıyla Tılfındır ve Haleplibahçe
bölgesinde gerçekleştirilen “Kızılkoyun Projesi”
yaklaşık 4 yıldır sürüyor. Bu kapsamda odunluk ve
depo olarak kullanılan 387 ev ve iş yerinin
yıkılmasıyla ortaya çıkarılan mağara içerisindeki
kaya mezarların Roma dönemine ait olduğu belirlendi.
Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire
Başkanı Seyfettin Gencer, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında
kentin farklı noktalarında tarihi bulgulara
rastladıklarını söyledi.
Şanlıurfa’nın bir tarih kenti olduğunu vurgulayan
Gencer, ortaya çıkan mağaraların özel bir ekip
tarafından önce iç kısımlarındaki beton kalıntıların
kırıldığını, ardından tazyikli kumla yıkandığını
anlattı.
Tarihi alanın titizlikle temizlendiğini ifade
eden Gencer, “Alanın hem alt hem de üst tarafında
yol yapım çalışmaları devam ediyor. İş makineleri,
dökülen toprakları yayarak düzleştiriyor. Ayrıca
buraya yapılacak yol Urfa taşından olacak” dedi.
Kemik kalıntıları ve heykeller bulundu
Çalışmalarda her geçen gün yeni yapılara
rastladıklarını aktaran Gencer, şöyle konuştu:
“Kızılkoyun Nekropol adı verilen bölge ikinci
derece arkeolojik sit alanı kapsamında yapılan yüzey
temizliği ve sondaj çalışmasının ardında turizme
kazandırılacak. Bu mağaralarda Roma dönemine ait
kaya mezarlar, kemik kalıntıları ve cenazelerin
defin merasimine ait heykellere bulundu. Bunlar
özenle alınarak Şanlıurfa Müzesi’ne teslim edildi.
Çalışmayla bölge Türkiye’nin en büyük arkeolojik
park alanlarından biri haline gelecek.”
Gencer, Şanlıurfa’nın yıllarca inanç turizmi ile
anıldığını ancak söz konusu çalışmalar neticesinde
arkeolojik anlamda ön plana çıkacağına inandığını
sözlerine ekledi.
haberler.com, Haber: Mehmet Akif Parlak,
27.08.2014
|
2014 ALALAH (TELL AÇANA) KAZILARINDA ÖNEMLİ BİR
MÜHÜR BASKISI ELE GEÇTİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Koç Üniversitesi
adına, Prof.Dr. K. Aslıhan YENER Başkanlığında
devam eden, Hatay’ın, Reyhanlı İlçesi'ndeki 2014
Alalah (Tell Aççana) kazılarında yeni ve önemli
bir mühür baskısı ele geçti.
Üzerinde Hitit İmparatorluğu Prensi Tuthaliya ve
eşi Prenses Ašnu-Hepa’nın isimleri bulunan
mührün ışığında, TELL AÇÇANA ortostatı üzerinde
betimlenen Prens Tuthaliya’nın prenses eşinin
bugüne kadar yaklaşık bir asırdır çözümlenemeyen
adı, filologlar Hasan PEKER ve Belkıs DİNÇOL
tarafından “Ašnu-Hepa” olarak okunabildi.
İsimlerinin hem mühür baskısı, hem ortostat
üzerinde bulunması bu çiftin Alalah’ta çok
önemli bir pozisyonda olduğunu gösteriyor. Bu
iki isimle ilgili diğer belgeler Hititlerin
başkenti Çorum’da bulunan Hattuşa-Boğazkale ören
yerinde ele geçmiş olup, bu belgeler Hitit
tarihinin prens Tuthaliya ile ilgili olarak
karanlıkta kalmış bir dönemini aydınlatıyor.
Anadolu’nun ilk imparatorluğu Hititlerin önemli
kült merkezlerinden biri olan Alalah’ta prens
Tuthaliya’nın bir yönetici olarak hüküm sürdüğü,
Hitit Büyük Kralı ile mektuplaştığı hatta eşinin
de bu yazışmalara Hitit Büyük Kraliçesi nezdinde
dahil olduğu arkeologlarca tespit edilmişti.
Ele geçen pişmiş toprak mühür baskısının, Hitit
tarihinin Suriye ile ilgili önemli bir kısmının
daha iyi anlaşılmasına olanak tanıyacağı
öngörülürken, buluntular üzerindeki çalışmalar
devam ediyor.
Mühür Baskısı

Tell Aççana ortostatı
kulturvarliklari.gov.tr, 27.08.2014
|
NEANDERTALLER AVRUPA'DAN NE ZAMAN KAYBOLDU?

Avrupa’dan Neandertal örneklerinin yeni bir
analizi, modern insan ve Neandertallerin Avrupa
kıtasında yalnızca beş bin yıl birlikte
yaşadıklarını, akrabalarımızın sanılandan erken, 40
bin yıl önce kaybolduklarına işaret ediyor.
Oxford Üniversitesi’nden Higham ve arkadaşları
tarafından Nature’da yayınlanan
çalışmada, Avrupa’dan Neandertal ve eski modern
insan kemiklerinden radyokarbon tarihlendirmeye
dayalı güvenilir bir zaman çizelgesi çıkarıldı.
Sonuçlar, Neandertallerin Avrupa’daki akıbetine
dair kabul edilen tarihçeyi değiştirebilir.
Neandertallerin Avrupa’ya modern insanlardan çok
önce geldikleri biliniyordu. Modern insan
toplulukları ise Afrika’dan çıkarak Ortadoğu
üzerinden Avrupa’ya 45-50 bin yıl önce geldiler.
Bundan sonra modern insanlarla Neandertallerin
ne kadar bir arada yaşadıkları tartışmalıydı.
Neandertallere atfedilen bazı taş aletler, 28
bin yıl öncesine kadar bulunuyordu. Ancak
bunları yapanlar gerçekten Neandertal mıydı?
Makaleye göre, Neandartal olduğundan emin olunan
en son kemikler yaklaşık 40 bin yıl öncesine ait.
Dolayısıyla yazarlar, Avrupa’ya göç eden modern
insanların Avrupa’nın farklı bölgelerinde, farklı
zamanlarda Neandertallerle birlikte yaşadığını
tahmin ediyor. Bu süre Avrupa’nın çeşitli
bölgelerinde değişmekle birlikte 470 ile 5400 yıl
arasında. Higham’a göre birlikte yaşadıkları süre
kültürel alışveriş ve çiftleşme için yeterli bir
süreydi.
Bu sonuçlar aynı zamanda daha önce genetik
çalışmalarla ortaya konan, iki tür arasındaki
çiftleşmeyi ve kültürel alışverişi de destekliyor.
İspanya ve Fransa’da bulunan ve Chatelperronian
endüstrisi adı verilen taş alet teknolojisinin iki
türün etkileşimiyle ortaya çıktığı fikri, bu
çalışmanın sonuçları ışığında makul görülüyor.
Higham ve arkadaşları, 40 bin yıldan daha yeni olan
taş aletlerin Neandertallere ait olmadığını tahmin
ediyor.
Çalışmanın destekçileri olduğu gibi şüpheyle
yaklaşanlar da mevcut. Örneğin, yapılan genetik
çalışmalara göre, 77 ila 114 bin yıl öncesi arasında
muhtemelen Ortaoğu’da Afrika’dan göç eden modern
insanlar ile Neandertaller arasında bir miktar gen
alışverişi oldu. Peki Avrupa’da yan yana yaşayan
Neandertal ve modern insan topluluklarının birbirine
karışmadı mı? Bu sorunun cevabı şimdilik belirsiz.
Bazı bilim insanları ise Neandertallerden
örnekleme yapılan bölgelerin çoğaltılması gerektiği
taraftarı. Doğu ve Orta Avrupa’dan Neandertallerin
çalışmada yeterince temsil edilmediği düşünülüyor.
Bu örneklerin eklenmesi, Neandertallerin Avrupa’da
yokoluşu tarihini yeniden yazdırabilir.
Yine de çalışma geliştirilen yöntem ve ortaya
koyulan sonuçlar açısından oldukça önemli.
Neandertal ve modern insan üzerinde yapılan bu
çalışmalar, insan davranışlarının ve kökeninin
karanlıkta kalan noktalarını aydınlatıyor. 50 ila 30
bin yıl arasında Avrupa’da neler olduğu halen merak
konusu olsa da geliştirilen bu yöntemler ile yavaş
yavaş önündeki sis perdesi kalkacak gibi görünüyor.
Karbon 14 tarihlendirme
Radyokarbon tarihlendirme, zaman geçtikçe organik
maddedeki radyoaktif karbon miktarının azalması
temel alınarak yapılan ölçümlere dayanıyor. Teorik
olarak 50 bin yılda bu karbon ölçülemeyecek kadar
azalıyor. Dolayısıyla radyokarbon tarihlendirme 50
bin yıldan daha yeni örneklere uygulanıyor. Ancak
25-30 bin yıldan eski örneklerde radyoaktif karbon
ölçümlerinde hata payı yükseliyor. Çünkü
kalıntılara, dış ortamdan gelen yeni tarihli
karbonlar karışabiliyor. Higham ve arkadaşlarının
geliştirdiği saflaştırma yöntemiyle bu hatayı en aza
indirgeniyor. 30 ila 50 bin yıl arası dönem,
radyokarbon tarihlendirme için kilit bir süre olduğu
gibi Neandertallerin yokoluşu da bu zamana denk
geliyor. Radyokarbon tarihlendirmesinin hassasiyeti
ve güvenilirliğinin geliştirilmesi Neandertallerle
ilişkimizi öğrenmemiz açısından oldukça önemli.

Çalışmada incelenen Neandertal ve atasal modern insan yerleşim yerleri kırmızıyla gösterilmiş. Haritadaki koyu renklendirme ise 42 bin yıl öncesinin toplam bitki üretkenliğini gösteriyor. Kaynak: William Davies, Nature.
Bilim Sol,
Kaynaklar: Nature News, 2014, “Neanderthals: Bone technique redrafts prehistory”. Nature, “Palaeoanthropology: The time of the last Neanderthals”, Derleme: Ezgi Altınışık, 27.08.2014
|
EDİRNE'DE ROMA DÖNEMİNE AİT MEZAR BULUNDU

İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait
Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçede
1971'den bu yana kazı çalışması yürütüldüğünü
söyledi.
Çalışmalara bu yıl
temmuz ayında başladıklarını ve Suterazisi
nekropolisi ve Kralkızı mevkisinde kazı yaptıklarını
belirten Başaran, şöyle konuştu:
"Suterazisi
nekropolisindeki çalışmalar çerçevesinde, mezar
tabakasına, kültür tabakasına kadar inildi. Kültür
tabakasının hemen üst tarafında Roma dönemine
tarihlenen iki mezar ortaya çıktı.
Bunların yanında farklı mezarlara da rastlandı.
Ayrıca o dönemi yansıtan pişmiş topraktan yapılmış
birtakım eserler ve kalıntılar ortaya çıktı.
Çevresindeki sulak alanlardan dolayı mezarlar genel
olarak su içinde. Dolayısıyla çalışmalar çok ağır
yürüyor."
Başaran, çalışmalarda
farklı türden mezarların bulunmasının,
Enez ya da antik ismiyle Ainos
antik kentinde
yerleşmiş halkın, farklı yörelerden bölgeye
geldiğini gösterdiğini vurguladı.
Kazı çalışmaları ekim
ayı sonuna kadar devam edecek.
Haber 7, 27.08.2014
|

|
POMPEİİ 2 BİN YIL ÖNCE İŞTE BÖYLE YOK OLMUŞ
Avustralya'nın başkenti Melbourne'de bir müze, antik tarihin en bilinen doğal felaketlerinden birini animasyon olarak günümüze taşıdı. İtalya'nın Pompei şehrinin Vezüv Yanardağı'nın külleri altında kalışını tekrar canlandıran görüntüler, ziyaretçilerin beğenisini topladı. Zero One Animation adlı şirket tarafından hazırlanan video, Pompeii'nin son 24 saatini tasvir ediyor. Videoyu izleyenler kendilerini bir anda Pompei'de bir evin penceresinden Vezüv'ün ölüm saçan lavlarını seyrederken buluyor.
Sabah, 27.08.2014
|
'BOYALI MAKYAJ'A DAVA!
Dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan
Bodrum Kalesi’ndeki Sualtı Arkeoloji Müzesi
girişindeki surlar ile 600 yıllık Osmanlı
toplarının yağlı boya ile boyandığı iddiaları
adliyelik oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
4’üncü Türk Konseyi Zirvesi için ilçeye
gelişinden önce surları ve topları boyattığı
ileri sürülen Müze Müdürü Emel Özkan, Cumhuriyet
Savcılığına giderek hakkındaki iddiaları ortaya
atan 5 kişi hakkında şikayette bulundu. Müze
Müdürü Özkan, iddiaları ortaya attığını
belirttiği Sanat Tarihçisi Yasemin Özdemir,
Restoratör- Radyo çalışanı Mutlu Özcan, Yerel
Gazeteci Ali Fikret, İç Mimar Selçuk Aydın ve
merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Başdanışmanı
Gazeteci Yazar Can Pulak hakkında ‘Asılsız
iddialarla iftira atmak’, ’sosyal paylaşım
sitelerinden hakaret etmek ve haberleri
paylaşmak’, ‘kültür ve tarihe zarar vermek’ ve
’komplo kurmak’ iddiasıyla suç duyurusunda
bulundu.
Müdür Emel Özkan’ın suç duyurusunda bulunmasını
trajikomik bulduğunu belirten Gazeteci Can
Pulak, “Olay düşündürücü. Biz de Bodrum
Kalesi’ndeki tarihi dokuya zarar vermekten
dolayı müdür hakkında suç duyurusunda bulunduk.
Bu gerçeğin ortaya çıkarılması ve müdürün
cezalandırılması için tüm yasal girişimlerde
bulunacağız” dedi.
Bursa Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde 20 yıl
görev yaptıktan sonra bu yıl Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi’ne müdür olarak atanan Emel
Özkan, 600 yıllık topların yağlı boya, kale
duvarlarının ise plastik boya ile boyandığı
iddiasının gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Vatan, 27.08.2014
|
TARİHİ TAPINAKTA İŞ MAKİNESİYLE DEFİNE AVI!
Denizli’nin Çal İlçesi'nde kimliği belirsiz kişi ya da kişiler, 2 bin yıllık tarihi tapınakta iş makinesiyle kaçak kazı yaptı. Tarihi tapınakta kaçak kazıyı kimin yaptığının araştırıldığı, soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
Bahadınlar Mahallesi Adıgüzeller Barajı'nı kuşbakışı gören Apollon Lairbenos Tapınağı yakınlarında devriye gezen Çal İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, bölgede bir iş makinesi fark etti.
Bunun üzerine Roma dönemine ait iki bin yıllık tapınağa yönelen jandarma, iş makinesinin bulunduğu alanda kazı yapıldığını gördü. Çevreyi arayan ekipler, herhangi bir kişiyi bulamadı. Kaza alanında iş makinesi dışında dedektör, kazma, kürek gibi malzemeler ele geçirildiği belirtildi. İş makinesinin kiralık olduğunu belirleyen ekipler, kaçak kazıyı kimin yaptığının belirlenmesi için çalışma başlattı. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
Ege'de Son Söz, 27.08.2014
|

|
3 MİLYON YILILK 'TAUNG ÇOCUĞU' KAFATASI BİR İNSANA
AİT DEĞİL

90 yıl önce Güney Afrika'daki Wits Üniversitesi'nden
Prof. Raymond Dart'ın ortaya çıkardığı ve 'Taung
Çocuğu' adıyla bilinen 3 milyon yıllık kafatası
evrim teorisyenleri tarafından insanın bilinen en
eski atası olarak kabul edilmişti. 'Australopithecus
Africanus' insan türünün varlığı zamanla
tartışmalara yol açtı. Wits Üniversitesi'nde çekilen
bilgisayar tomografisinin sonuçları ise evrim
teorilerini altüst edecek cinsten. Buna göre önceden
3 yaşında bir çocuğa ait olduğu düşünülen bu
kafatasındaki alın bölgesi adaptasyonu modern insan
bebeklerindekine hiç uymuyor. Ayrıca insan
bebeklerindeki doğum sonrası beyin gelişimini
kolaylaştıran metopik sütür ve bıngıldağın bu
fosilde mevcut olduğu varsayımından yola çıkılarak
oluşturulan evrim senaryoları da geçerliliğini
yitiriyor. Wits Üniversitesi'nden araştırma ekibinin
yayımladığı raporda "Mevcut fosil kalıntısı ve
şempanze varyasyonu arasında yapılan kıyaslama evrim
senaryosunu desteklemiyor. İnsanda görülen kafatası
adaptasyonunun daha önce başka türlerde görüldüğüne
dair bilimsel bir delil de yok. Muhtemelen bu
kafatası bir insana da ait değil" denildi.
Sabah, 27.08.2014
|
HARPUT KALESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Urartular döneminde yapılan Harput
Kalesi'nde, 10 yıl sürmesi planlanan kazı ve
restorasyon çalışmaları başladı.
Elazığ'ın tarihi Harput Mahallesi'nde yer alan ve
Urartular döneminde yapılan Harput Kalesi'nde 10 yıl
sürmesi planlanan kazı ve restorasyon çalışmaları
başladı.
Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi Müdürlüğü
Bilimsel Kazı Başkanı ve Fırat Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. İsmail Aytaç, kazı
sahasında basın mensuplarına yaptığı açıklamada,
kazıların Elazığ Valiliği koordinatörlüğünde, İl
Özel İdaresi ile Elazığ İli Harput Kültür Eğitim
Sanat, Tarih, Turizm ve Araştırma Vakfı'nın
(ELHARVAK) maddi desteğiyle başladığını ifade etti.
Daha önce Harput Kalesi iç kale bölümünde 2005-2009
yılları arasında kazı çalışması yapıldığını ve 5 yıl
aradan sonra 16 bilim uzmanı, 4 usta ve 20 işçiyle
yeniden çalışma sahasına girdiklerini belirten
Aytaç, "İlk birkaç gün daha çok hafriyat, temizlik
ve kareleme sistemleriyle başladık. Fiilen de bugün
kazıya başlamış olacağız. 2014 yılı çalışmalarında
özellikle ileriye dönük restorasyon projelerine
destek olmak amacıyla faaliyet yürüteceğiz" dedi.
Harput kazı çalışmalarında elde edilen eserleri gün
yüzüne çıktıkça bilim dünyasıyla paylaşmaya devam
edeceklerini aktaran Aytaç, "Mimari yapıların toprak
altında görünmeyen kısımlarını belirlemek için kale
içerisinde jeoradar taraması yapacağız. Daha sonra
çalışma sürecimizi ekipleri de çoğaltarak devam
ettireceğiz. Bu arada birçok restorasyon projesi de
gerçekleşecek. Düşündüğümüz sürede kazılar biterse,
sonraki birkaç yıl içerisinde de restorasyonlar
devam edecek. Yaklaşık 10 yılda kalede
görülebilecek" diye konuştu.
Harput'ta bulunan kültür mirasını görsel hale
getirmeyi planladıklarını dile getiren Aytaç,
"Harput edebiyat, müzik ve dinler tarihi açısından
önemli bir merkez. Tarihi eserler açısından da
önemli bir yer ancak arazisinin engebeli oluşu ve
bilinçli olarak şehrin terk edilmiş olması nedeniyle
fazla yıpranmış" ifadesini kullandı.
"Harput'u dünya kültür mirasına katmak en
büyük hedefimiz"
Doç.Dr. Aytaç, şunları kaydetti:
"On yıl sonra Harput'taki buluntular, müzeye
taşınmış örnekleriyle, restore edilmiş küçük
eserleriyle gün yüzüne çıkacak. Daha önce
fotoğraflar, çizilen resimler ve seyyahların
bildirdiklerinden de yola çıkarak iç kale hakkında
büyük oranda bilgilerimizi tamamlamış olacağız.
Nihai hedef, Harput'u dünya kültür mirasına katmak
olacak. Çünkü dünya kültür mirasına dahil edildiği
zaman artık Harput sadece Elazığ'ın, Türkiye'nin ya
da İslam dünyasının değil, bütün dünyanın ortak
kültür mirası haline gelecek.
Sabah,
26.08.2014
|
HAZİNECİLER 2500 YILLIK MEZARLARI TAHRİP ETTİ

Midyat’ın Işıklar Mahallesi’nde 2 ay önce,
Suriyeli sığınmacılar için kamp yeri hazırlanırken
tesadüfen bulunan ve
Mardin Müze Müdürlüğü’ne bağlı arkeologlar
tarafından ortaya çıkarılan Roma döneminden kalma 2
bin 500 yıllık mezarların
defineciler tarafından tahrip edildiği ortaya
çıktı. Definecilerin balyozlarla kırdığı mezarları
inceleyen Midyat Belediye Başkanı Şeyhmus Nasıroğlu,
mezarlardan birinden alınan kemiklerin yapılan DNA
testinde 2 bin 500 yıllık olduğunun belirlendiğini
anlattı. 10 mezardan bazısının kimliği
belirlenemeyen kişiler tarafından tahrip edildiğini
belirten Nasıroğlu şunları kaydetti:
"Her mezarın
üzerinde ayrıca sürekli temiz su bulunuyor. Bu su
yıllardır bu şekilde duruyor. Bu suyun nerden
geldiği ve nasıl ora da o şekilde kurumadan durduğu
ise halen araştırılıyor. Acı olan ise bu mezarların
bazısının, ’içinde
hazine var’ mantığıyla tahrip edilmiş olması.
Mezarlıkların etrafını ören binlerce yıllık taşları
da içinde hazine var mantığıyla kırıp dökmüşler. Bu
mezarlarda hazine falan yok. Asıl hazineyi ise bu
şekilde yok ediyorlar" dedi.
OLAYA KAYMAKAMLIK
EL KOYDU
Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan ise, kazıların
kendi gözetimlerinde yapıldığını ve söz konusu
mezarların ortaya çıkarıldığını belirterek,
"Söz konusu alanda 10 mezar tespit edildi. Yapılan
testler sonucu da 2 bin 500 yıllık oldukları ortaya
çıktı. Bu mezarlık Dara harabelerinden daha eskidir.
Koruma altına aldık ama, bazı kişiler tarafından
mezarlar tahrip edilmiş. Mezarları tahrip edenlerle
ilgili araştırma devam ediyor. Midyat Kaymakamlığı
da olaya el koydu."
Haber 7, 26.08.2014
|
KÜLTÜR TURİZMİNE YATIRIM YAPAN GÖZÜPEK KİM?
Bir
kaç yıl öncesine kadar turizm çevrelerinde “ güneş,
deniz, kum out”, “kültür turizmi in” deniyordu.
Özellikle eski Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay döneminde büyük ümit
bağlanan kültür turizminden bu işe gerçekten gönül
vermiş birkaç kişi dışında bugün kim söz ediyor?
Geçenlerde böyle biriyle tanıştım.
40 yıllık turizmci Koptur’un sahibi
Fikret
Atalay kültür turizmine öylesine inanmış ki
oldukça cesur bir yatırıma girişmiş.
Arkeoloji, gurme turları dahil kültür turizminin her
alanında faaliyet gösteren Atalay gözünü kırpmadan 3
milyon doları Burdur’un Ağlasun İlçesi'nde Toros
dağlarının eteklerine yatırmış.
Antik Sagalassos
şehrinin tam
karşısına 54 odalı “Sagalassos Lodge” Oteli’ni inşa
etmiş.
Ağlasun Belediyesi’nin, sit
alanının hemen sınırındaki arazisini 29 yıllığına
kiralayan Fikret Atalay’ın tek hedef kitlesi
Sagalassos’u ziyaret eden yerli ve yabancı
turistler.
Geçtiğimiz mart ayıda kapılarını açan otelinin
doluluk oranı yüzde 15 dolayında olsa da yaptığı bu
yatırımdan asla pişman değil.
DÜNYA MARKASI OLABİLİR
“Sagalassos gibi bir arkeolojik değerin
yanı başında olmamız önemli. Bu antik şehrin bir
süre sonra bir açık hava müzesine dönüşerek dünya
markası olacağına inanıyorum” diyor.
Koptur yaklaşık 15 yıldan beri
Sagalassos’a turlar düzenliyor.
Aynı zamanda uzun yıllardan beri kazıların
sponsorları arasında.
Bu antik şehirde Roma İmparatoru
Marcus
Aurelius döneminde yapılan 1800 yıllık
Antoninler Çeşmesi’nin restorasyonunu üstlenmiş olan
Aygaz gibi.
Fikret Atalay, başkanlığını
ekonomist Profesör Münir Ekonomi’nin yaptığı,
üyeleri arasında İdil Biret’in de olduğu Sagalassos
Vakfı’nın üyesi.
Zamanında Ertuğrul Günay’dan duymuştum.
Sagalassos, Türkiye’nin 2005
yılında Unesco’ya Dünya Kültür Mirası
Listesi kapsamına alması için önerdiği
adaylar arasında.
Etkili bir lobiyle Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
dahil olması mümkün zira gerçekten etkileyici bir
antik şehir.
Belçika Leuven Üniversitesi’nin
1990 yılından beri sürdürdüğü Sagalassos kazısını
geçenlerde üçüncü kez ziyaret etme fırsatını buldum.
Kazıyı başlatmış olan
Marc Waelkens’in
emekliye ayrılmış olması nedeniyle antik şehri yine
Leuven Üniversitesi’nden kazı başkanı Profesör
Jereon Poblome ve kazı başkan yardımcısı yüksek
mimar Ebru Torun ile gezdik.
ANTİKÇAĞDA FİNANSAL KRİZ
5 bin kişilik nüfusuyla antik çağların en büyük
şehirlerinden biri olan
Sagalassos’ta
her kazı mevsiminde yeni bir şey gün ışığına
çıkartılıyor.
Bu kez kez kütüphanenin hemen yanında MS 200 yıla
ait olduğu sanılan mutfağı gördük.
Arkeologlara göre, mutfak büyük bir felaket sonrası
her şeyiyle birlikte toprağın altında kalmış.
Kazı ekibinde yer alan arkeozooloji ve arkeobotanik
uzmanlarından, toz toprak içersindeki minik
parçaların tavuk yumurtasının kabuğu, ya da
karbonlaşmış meyve çekirdekleri olduğunu öğrendik.
2 bin yıl önce bu topraklarda buğday yetiştirilmiş,
badem, vişne ve zeytin ağaçları dikilmiş.
Mutfaklarda baklagiller, kişniş gibi baharatlar
kullanılmış.
Sagalassos Romalıların
en zengin
şehirlerinden biri olmuş.
Ancak MS 6. yüzyılda Roma
İmparatorluğu’nun içine düştüğü finansal
kriz bu antik şehri de etkilemiş.
Şehrin yöneticileri bunun üzerine ne yapmışlar?
Kazısı 2017 yılına kadar sürmesi beklenen
Aşağı Agora’yı parselleyip satmışlar.
Yüklü miktarlarda para verenler
Agora’da
dükkan ya da taverna sahibi olmuş.
Finansal krizde kamu malının satılması asla
yabancısı olmadığımız, antik çağlara kadar uzanan
bir ekonomik önlem.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 26.08.2014
|
BU FOTOĞRAFLAR GERÇEK!.. MONTAJ FALAN YOK!..
Yasemin Sosyal Medya'da dolaşan fotoğrafları önüme
koyduğu zaman inanamadım.. "Foto montajdır" dedim..
"Böyle bir cinayeti kim işler?.."
Sonra "Sen, bizim Nuray Hoca'ya bir maille.. O bizim
Van ve Çevresi baş danışmanımız zaten. Sor bakalım"
dedim..
Sevgili Nuray'dan (Haytabaşı) yanıt kısa zamanda
geldi..
"Halime Hatun Kümbeti ile ilgili hassasiyetinizi
tüm içtenliğimle paylaşıyorum.. Çünkü aynı zamanda
ben bir restoratörüm. Yani Tabiat ve Kültür
Varlıklarının korunması benim resmi olmasa da manevi
görevlerim arasında, bu nedenle ayrıca çok üzgünüm..
Üstelik bu kümbet, çok sevdiğiniz Gevaş İlçesi'nde.
Adası, kiliseleri, mezarlıkları ile ünlü, Yeşil
Gevaş'ta.."
Kümbet ve mezarlığın hemen yanı başına kocaman
bir bina (Öğrenci Yurdu) oturtulmuş durumda..
Binanın inşaatına 2004 yılında başlanmış ve ancak
2007 yılında tamamlanabilmiş. Bazı çevrelerin
duyduğu haklı rahatsızlık nedeniyle yapım ara ara
durdurulmuş. Fakat sonuçta bina tamamlanmış.. Ama
öylesine büyük bir baskı oluşturulmuş ki öğrenci
yurdu çok uzun bir süre teslim bile alınmamış.
Araştırdım. Yasal durum şöyle.. 'Tarihi eserlerin
olduğu parsele, komşu olan parsele bir yapı inşa
edileceği zaman ilgili kurumdan izin alınması
gerekiyor.' Halime Hatun Kümbeti inşa edilen öğrenci
yurduna komşu değil. Arada bir parsel daha var. Bu
nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na herhangi bir
izin girişiminde bulunulmamış..
Ne var ki, Müzeler Müdürlüğü o dönemde, konuya el
atabilir, 'Yanlışın altını çizerek' yurt yapımına
engel olabilirdi."
Nuray Hocamın maili, kanımı dondurdu..
İnanın yanıtın "Bir internet şakası" diye geleceğine
inanıyordum.
Şimdi fotoğrafların dili aslında her şeyi söylüyor
ama birazcık bilgi verelim. Nuray Hocamdan nakil..
Halime Hatun Kümbeti tarihi Selçuklu Mezarlığının
doğu tarafında.. Melik İzzeddin tarafından 1335
tarihinde (700 yıllık yani) kızı Halime Hatun için
yaptırılmış.
Ustası Ahlatlı Pehlivan oğlu Esed!..
Yani Milli mirasa saygısızlığın dik alası olarak
yapılan öğrenci yurdu mezarlığa bakıyor. Mezarlığa
komşu öğrenci yurdu size nasıl geliyor?.
Dahası..
Kümbetin Artos Dağı ile oluşturduğu muhteşem siluet
yok oluyor.
Yeşil yok oluyor.
Nuray Hocam, Gevaş Belediye Başkanı ile de görüşmüş.
Başkan tüm tepkileri sonuna kadar desteklediğini ve
mutlaka bu durumun düzeltilmesi gerektiğini
söylemiş..
"Düzeltilmesi gerek!.."
Peki ama, kim düzeltecek?.

Tarihi Halime Hatun Kümbeti 2003, solda.. Ayni
kümbet, bugün, sağda!. Peki Kültür Bakanlığı
nerde?..
Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 26.08.2014
|
KARAKOL ABLUKASINDAN
KURTULAN AZİZ BARTHOLOMEUS MANASTIRI RESTORASYON
BEKLİYOR
Van’ın Başkale
İlçesi’nde bulunan tarihi Aziz Bartholomeus
Manastırı, Albayrak Karakolu sınırları içinde
kaldığı için yıllardır tel örgülerle çevriliydi.
2013’te Albayrak Karakolu yeni bir Kelokola taşındı,
fakat yıkılmak üzere olan Ermeni manastırının
restorasyonu için halen somut bir adım atılmış
değil.

Van'ın Başkale (Elbaq)
İlçesi'ne bağlı Albayrak (Dêr) Köyü'nde, 1990’dan
itibaren Özel Hareket Timleri tarafından üs olarak
kullanılan, Albayrak Karakolu sınırları içindeki
manastır yıllarca ulaşıma kapalı kaldı. Karakolun
yeni yapılan kalekola taşınmasının ardından bölgenin
bir bölümü Kültür Bakanlığı'na bir bölümü ise Milli
Eğitim Bakanlığı'na devredildi.
2011'den beri
restorasyonun adı var, kendisi yok
Van Asayiş Kolordu
Komutanlığı'nın izni ile ziyaret edilebilen,13.
yüzyıl sonu ile 14. Yüzyıl başında inşa edildiği
tahmin edilen Ermeni manastırıyla ilgili Meclisi
Turizm Komisyonu harekete geçti. Ayakta kalan son
anıt parçalarının restorasyon restitüsyonuyla ilgili
Meclis Turizm Komisyonu üyeleri hazırladıkları
raporu Ağustos ayı meclis toplantısına sundu. Oy
çokluğuyla kabul edilen rapor gereğinin yapılması
için Valiliğe gönderildi.
İç ile dış duvarları
açık ve koyu kahverengi volkanik tüf taşıyla
kaplandığı için bölge halkı tarafından Soredêr
(Kırmızı manastır) olarak da bilinen Aziz
Bartholomeus Manastırı’nın restorasyonuyla ilgili
2011 yılında dönemin Van Valisi Münir Karaloğlu
restorasyon çalışmalarının başlatılacağını
açıklamış, fakat herhangi bir adım atılmamıştı.
Van Çevre Derneği: Bu
doğallığına bırakıp yok etme mantığı
ANF’ye konuşan Van Çevre
Derneği Başkanı Ali Kalçık, manastırın kendi haline
bırakılmasını eleştirerek şöyle dedi; “Vakıfları
koruma kanunu adı altında tarih yok ediliyor.
‘Geçmişte Ermenileri yok ettik, şimdi tarihini yok
edelim, izlerini silelim mantığı’ budur. Kendi
doğallığına bırakıp yok olup gitmesini sağlamak.
Defalarca konuyu yetkililere ilettik ama sonuç
alamadık. Bu konuda bir çok rapor hazırladık. Ancak
biz STK’ların çabaları yetersiz kalıyor. Van’da
bütün tarih böyle yok ediliyor. Maalesef muhatap
bulamıyoruz”.
1338 yılındaki
yazmalarda ismi geçiyor
Başkale'ye 23 kilometre
uzaklıkta bulunan Aziz Bartholomeus Manastırı’nın
13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başında inşa
edildiği ve Birinci Dünya Savaşı'na kadar bölgede
yaşayan Ermeniler tarafından kullanıldığı biliniyor.
Kilise ve ona bitişik durumdaki Jamatun’dan oluşan
yapının batısında bir süthane, papaz evleri ve diğer
tesisleri bulunuyor. 4. yüzyılda Aziz
Bartholomeus'un mezarı üzerine inşa edildiği tahmin
edilen manastırla ilgili ilk yazılı bilgi 1338
yılına ait bir el yazmasında geçen "Aziz
Bartholomeus'un koruması altında" cümlesi. 1398
tarihli bir başka el yazmasında saldırılar sonucu
zor durumda kaldığından bahsedilen kadim manastırın,
diğer el yazmalarından öğrenildiği kadarıyla 1633
ile 1655 yılları arasında onarımdan geçmiş.
1915 Ermeni Soykırımına
kadar Ermeniler tarafından kullanıldığı ifade edilen
manastırın, 1966 depremiyle büyük hasar gördüğü,
kilise ve jamatunun üst örtülerinin yıkıldığı
belirtiliyor.
Agos, 26.08.2014
|
 |
AGORA'YA ÇELİK DUVAR
İzmir'in kent merkezindeki tarihi ören yeri Agora, çevresine yapılacak 3 metre yüksekliğindeki çelik duvarlarla korunacak.
Kent merkezindeki tarihi hazine Agora'da, Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığındaki kazılarda, tarihi gün ışığına çıkarma çalışmaları hızla devam ederken, bu değeri korumak için de harekete geçildi. Daha önce çevresi tel örgülürle çevrilerek korunan Agora, bunlar kaldırılarak, yerine yapılacak, uzunluğu bin metreyi bulan, 3 metre yüksekliğindeki çelik duvarla kapatılarak koruma altına alınacak. Çelik duvarların yapım çalışmalarına başlandı.
Her yıl dünyanın farklı ülkelerinden binlerce turistin ziyaret ettiği Agora'ya, yeni eserler çıktıkça ilginin daha da artacağı belirtildi.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 26.08.2014
|
FENER VE BALAT'A TARİHİ DOKUNUŞ

Üsküdar-Balat
ve
Fener arasındaki
vapur seferleri bir süredir yapılamıyor. Zira
iskeleler kapalı.
İskelelerin akıbetini merak eden
Balat ve
Fener sakinlerinden şu günlerde çok sayıda mesaj
alıyorum. “İskeleler
ne zaman açılacak?” diye soruyorlar.
‘ORİJİNALİ GİBİ OLACAK’
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerinden
aldığım bilgiye göre; her iki iskele de mevcut
haliyle kullanılamaz olduğu için kapatılmış.
Yenilenerek yeniden açılacakmış. İşte İBB
yetkililerinin verdiği restorasyon detayları...
“Fener İskelesi, Fener Mahallesi’nde 95 m2 den
oluşan iskele 81 adet kazık üzerine kuruludur. Yeni
kurulacak kazıkların üzeri, iskelenin çatısı ve dış
cephesi, yapının iç duvarı, zemini ve tavanı
orijinaline sadık olarak ahşap kaplama olarak
yapılacak. İskelede yolcular için Bekleme Salonu ve
Yolcu Geçiş Platformu olacak. Balat İskelesi ise,
İstanbul’un bütün
vapur iskeleleri yeniden yapım/ restorasyondan
geçerken
bakım onarımı yapılarak İstanbulluların
hizmetine sunulmuştu Ancak geçirdiği yangın sonucu
büyük hasar görmesi sebebiyle, kullanılamaz hale
geldi. Balat İskelesi, Balat Mahallesi’nde 98
metrekareden oluşan iskele, 81 adet kazık üzerine
kuruludur. Yeni kurulacak kazıkların üzeri,
iskelenin çatısı ve dış cephesi, yapının iç duvarı,
zemini ve tavanı orijinaline sadık kalınarak ahşap
kaplama olarak yapılacak. İskelede yolcular için
Bekleme Salonu ve Yolcu Geçiş Platformu olacak. Her
iki tarihi iskelenin de aslına uygun olarak ve
Anıtlar Kurulu onaylı projeleri doğrultusunda
rekonstrüksiyon ve restorasyonları yapılmak üzere
çalışmalarına kısa süre içinde başlanacak.”
Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 26.08.2014
|
CAMİ AVLUSUNDAN ÇIKAN SÜRPRİZ

İzmir'in Konak İlçesi'nde,
restorasyon çalışmaları yapılan, Damlacık semti
yolu üzerindeki Aliağa Camisi'nin avlusunda
bulunan Roma döneminden kalma tünel dikkat
çekiyor. Restorasyon çalışmalarına camiyle
birlikte tünelin de dahil edilerek turizme
kazandırılması isteniyor.
Konak Belediyesi, Damlacık yolu üzerinde bulunan
ve Gedizli Ali Ağa tarafından 1672 yılında
yaptırılan,
İzmir'in en eski camilerinden biri olan
Aliağa Camisi'ni restorasyon çalışmalarını
sürdürüyor. Caminin avlusunda yer alan mezarlar
ve dev mezar taşlarının yanı sıra, bugüne kadar
birçok İzmirlinin ve bulunduğu semt halktının
bile varlığından haberdar olmadığı Roma dönemine
ait tünel de dikkat çekiyor.
Çevresinde su kanalları ve dehlizlerin bulunduğu
daha önce bilinen caminin avlusundaki, 1933 yılında
bulunan ve 270 metre uzunluğunda olduğu bilinen
tünelde yeterli arkeolojik ve bilimsel inceleme
yapılmadığı öne sürüldü. Tarihi Aliğa Camisi
restorasyon çalışmalarına tünelin de dahil edilmesi
ve burasının turizme kazandırılması istendi.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 26.08.2014
|
KÜLTÜR VARLIKLARINA AVUKAT BAŞKAN
Arkeolojik ve tarihsel
sit alanı olan Tarihi
Yarımada'da tüm inşaatlar 4. Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu iznine bağlı. Bu kadar
önemli bir kurulun başında ise arkeolog yerine
hukukçu bir üye başkanlık yapıyor. Bu ne kadar
doğru?

İstanbul Tarihi Yarımada’da iş makinaları ile
kazı yapıldığını haziran ayında dile getirmiştim.
"Tarihi Yarımada’ya bol kepçe" başlığı ile
duyurduğumuz haberde sit alanı olan Yarımada’da
hafriyat yapılabilmesi için mutlaka arkeolog
bulunması gerektiğini, bazı arkeologların ise işin
başında durmayarak bu duruma göz yumduklarını
aktarmıştım. İşte yeni bir örnek Beyazıt
Meydanı'ndan... İstanbul Üniversitesi kapısının tam
önünde yaşandı. Alt geçit genişletme çalışmaları
sırasında iş makinaları ile yapılan kazılarda iki
adet lahit kapağı bulundu. Kapaklar iş makinalarının
darbeleri ile parçalandı. Günler sonra ise müzeye
haber verildiği ortaya çıktı. Ve hala işin
başında arkeolog bulunmuyor.
Arkeoloji Müzesi denetiminde olması gereken çalışma
neden iş makinaları ile yapıldı? Üstelik kazı
yapılan yerin İstanbul’un en eski mezarlığı olduğu
antik kaynaklardan belli. Nekropol alanı olduğunu
bildiğimiz bu alanda 4 Numaralı Koruma Kurulu müze
denetimine gerek duymadan bu izni nasıl verdi?
UNESCO’nun tavsiye kararları, yine aynı kurulun daha
önce Yarımada içinde hiçbir hafriyatın müze
denetimsiz olamayacağına dair kararları ve Yüksek
Kurul’un ilke kararlarına rağmen iş makinaları sit
alanlarına nasıl girebiliyor?
Bu sorular cevaplarını bekliyor ama ben size farklı
bir pencere açmak istiyorum. Kültür varlıklarını
koruma kurulu kimlerden oluşur. Şehir plancıları,
mimar, arkeolog, sanat tarihçisi ve bir hukukçu
kurul üyeleri arasında yer alır. Kurullar 7 asli 2
geçici üyeden oluşuyor. Bu üyelere konuya göre bir
belediye temsilcisi dahil oluyor. 4 Numaralı Koruma
Kurulu başkanlığını bir süredir avukat Bekir Eren
yürütüyor. Yani UNESCO tarafından
dünya kültür mirası listesine alınan ve özel
önem gösterilen hemen her yeri arkeolojik, tarihsel
SİT ilan edilmiş bir alanın korunmasına yönelik en
önemli kurumun başında bir avukat bulunuyor. Yasal
olarak bir sorun yok. Ama bugüne kadar ne görülmüş
ne de duyulmuş bir şey. Genelde Koruma Kurullarına
mimarlar, arkeologlar, şehir plancıları başkanlık
eder. Ya da etmesi gerekir. Bakın o kurulda üyeler
kimler? Başkan Bekir EREN (Avukat), Başkan
Yardımcısı Cem ERİŞ (Mimar), Doç.Dr. Mustafa ÖZER
(Sanat Tarihçisi), Doç.Dr. Şevket DÖNMEZ
(Arkeolog), Prof.Dr.Yegan KAHYA (Mimar), Doç.Dr.
Kübra CİHANGİR ÇAMUR (Şehir Plancısı), Mehmet İzzet
HAN (Mimar). Kurulda arkeolog üye de var, mimar da.
Peki neden bunlar değil de hukukçu üye başkanlık
ediyor? Bu sorunun muhatabı sanırım Kültür ve Turizm
Bakanlığı.
Kimdir Bekir Eren diye kısa bir araştırma yaptım.
1977
Ankara doğumlu Eren,
AKP Genel Merkez Gençlik Kolları'nda Seçim
İşlerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı, AKP
Ankara il Başkanlığı Kongresi'nde Yönetim Kurulu
üyesi ve İl Başkan Yardımcılığı görevlerinde
bulunmuş. Kendisini tanımam ama Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu başkanlığı görevinde niye olduğunu
cidden merak ediyorum. Kurullarda hukukçu bir üye
olması mutlak gerekli. Çünkü çok sayıda dosyada
hukuksal problemler çıkabiliyor. Ancak Tarihi
Yarımada için en önemli problem toprak altı eserler
ile sivil mimari örnekleri. Bunların korunması için
alınacak kararlar çok önemli. Eren’i başkanlığa kim
getirdi, niye getirdi bilmiyorum. Lakin İstanbul
için bu kadar önemli bir kurulun başında bir
avukatın bulunması, baronun başında bir arkeolog
bulunması kadar absürt.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.08.2014
|
TARİHİ İPEK FABRİKASI KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK

Bursa’da, 30 yıl öncesine kadar üretim yapan ve
şu anda harabe halde bulunan tarihi Umurbey İpek
Fabrikası’nın yenileme çalışmalarına başlandı.
Fabrika, kültür merkezi olarak hizmet verecek.
Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, 5 bin metrekare alana
sahip tarihi ipek fabrikasının her türlü sosyal ve
kültürel faaliyetin yürütülebileceği, sporun
yapılabileceği bir alan olarak yeniden
düzenleneceğini söyledi. Altepe, harabe halde
bulunan ipek fabrikasına el attıklarını söyledi.
Tarihi işletmenin Bursa’nın en gözde mahallelerinden
Umurbey’de bulunduğunu, etrafının Mollaarap ve
Yenimahalle ile çevrili olduğunu belirtti. Başkan
Altepe, yakın zamanda tamamlanacak yenileme
çalışmalarının ardından fabrikanın yaklaşık 200 bin
insanın ulaşabileceği önemli bir merkez haline
geleceğini ifade etti. Tarihi Umurbey İpek
Fabrikası’yla örnek bir kentsel tasarım projesi
gerçekleştirdiklerine değinen Başkan Altepe, “30 yıl
öncesine kadar çalışan ve üreten fabrika, şu anda
harabe halde. Restorasyon ve rekonstrüksiyon
çalışmalarını başlatmaktan dolayı mutluyuz. İnşallah
1 yıla kadar burası, her türlü sosyal ve kültürel
faaliyetin yapılabildiği, spor alanları olan, yüzme
havuzlarının bulunduğu güzel bir merkez halini almış
olacak. İnşallah 2015 ortalarında bu güzel tesisi
hep birlikte görmüş olacağız.” dedi.
Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 26.08.2014
|
İSTANBUL'DA TARİHİ YARIMADA'YA BİR KEPÇE DAHA!
İstanbul Üniversitesi ana kapısı önündeki Vezneciler
Darülfünun alt geçidinin iyileştirme çalışmaları
sırasında, İstanbul'un Hristiyanlık öncesi dönemine
ait olduğu tahmin edilen iki lahit kapağı bulundu.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bilgisi dışında
gerçekleşen kazı sırasında tahrip olan lahitler,
müzeye teslim edildi.

İstanbul Üniversitesi ana kapı önündeki
Vezneciler alt geçidi iyileştirme çalışmaları
sırasında iki tane lahit kapağına ulaşıldı. İBB
tarafından ihale edilen Işıldak İnşaat ve Mak
İş İnşaatın ortaklığı ile gerçekleştirilen
Vezneciler Altgeçidi yenileme projesi, İstanbul 4
numaralı Koruma Kurulu tarafından onaylandı ve 5
Ağustos'ta çalışmalara başlandı. Yenileme
çalışmalarındaki asfalt sökümü sırasında,
Hıristiyanlık öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen
iki tane lahit kapağı bulundu. Kepçelerle yapılan
çalışmalar sırasında hasar gören lahitler İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ne bildirildi. Öncesinde Arkeoloji
Müzesi’ne bildirilmeyen kazı çalışmalarının
yapıldığı alan, kaynaklarda nekropol (mezarlık)
olarak geçiyor. Ayrıca aynı bölgeden daha önce
çıkarılmış benzer buluntular da müzede mevcut.
İnşaatın şantiye şefi Hüseyin Işıldak’ın
Radikal’e yaptığı açıklama şöyle: “Geçidin
yüksekliğinin artırılması için arkeologlar eşliğinde
yaptığımız kazılarda lahit kapakları 18 Ağustos günü
sabah 11.00’de bulundu. Çalışma direkt durduruldu.
Öğleden sonra da birkaç saat içerisinde müze
yetkilileri geldi ve lahitlerin tahliyesi yapıldı.
Çok itinalı davrandık hatta çalışmalarımız bu yüzden
birkaç gün aksadı. Derin bir kazı değildi. Şu ana
kadar sadece asfalt kazısını yaptık.”
Bölgede konuştuğumuz esnaf ise, lahitlerin 18
Ağustos tarihinden daha önce bulunduğunu ve
tahliyeleri yapılana kadar yaklaşık bir hafta
bulundukları şekilde beklediklerini aktardı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi de, çalışmalar sırasında
bölgede arkeologlarının bulunmadığını aktardı.
Bakırcılar Sokağı esnafı, “Mezar kapakları gece
yapılan kazı sırasında bulunmuş olmalı çünkü 10
Ağustos sabahı geldiğimizde mezarlar ortaya çıkmış
haldeydi. Yaklaşık bir hafta üstü açık bir şekilde
orada kaldı. Bir tane çekici ve bir küçük kamyonet
ile 6 saate yakın bir zamanda ancak götürülebildi.
Çalışmalar sırasında uzman biri ya da arkeolog
yoktu” diyor.

BÖLGE ‘NEKROPOL’ ALANI
Lahitler tünel asfaltının yaklaşık 1 metre
aşağısında bulundu. Lahitlerin asfalta yakın bir
yerden çıkmış olması ve bölgenin kaynaklarda Roma
Nekropol alanı (mezarlık) olarak geçmesi, tünelin
ilk yapıldığı yıllardaki inşaatlarda da benzer başka
bulgulara ulaşılmış olma ihtimalini güçlendiriyor.
Ayrıca lahit kapaklarının tekke kısmından ayrı
olarak bulunmuş olması ve sadece kapaklara ulaşılmış
olması da bunu destekliyor. Arkeolog Yiğit Ozar
“İstanbul başkent olmadan önce orası antik
İstanbul’un nekropolüydü. Bu lahitler de antik
İstanbul’un nekropolünden geriye kalanlar. Zaten
daha önce 40’larda, 50’lerde yapılan hafriyatlarda
da benzer bulgular çıkmış durumda. Müzede daha önce
alanda yapılan kazılara ait başka lahitler de
mevcut” dedi.
“LAHİTLER ZARAR GÖRDÜ”
Şişli Meslek Yüksekokulu Mimar Restorasyon Programı
Öğretim Görevlisi İzzet Umut Çelik, kepçe kazısıyla
bulunan lahit kapaklarının fotoğrafını çekerek
sosyal medyada fark edilmesini sağladı. Lahit
kapaklarının Hıristiyanlık öncesine ait çok değerli
parçalar olduğunu söyleyen Çelik, “Bulunan lahit
kapaklarının bazı yerlerinde beyazlıklar görülüyor.
Bunlar belli ki yeni müdahaleler sonucu meydana
gelmiş tahribatlar. Ya kepçe asfaltı yararken tahrip
etti ya da çalışanların kazma kürekleri zarar verdi”
diyor.
“ŞEHRE KARŞI BÜYÜK BİR SUÇ”
“Böyle tarihi bir kentte bu tip bir faaliyete
geçmenin çok riskli olduğunun önceden bilinmesi ve
ona göre çalışma planı yapılması gerekiyordu.
İstanbul’da klasik bir şantiye mantığının işlememesi
gerekiyor. Kentin en önemli forum meydanlarından
birinden bahsediyoruz. Koca bir Doğu Roma’nın
başkenti olmuş bir yerde çalışmaların böyle klasik
yollarla tesadüfler içerisinde yürütülmesi şehre
karşı büyük bir suç ve saygısızlık. Tarihi
yarımadaya artık daha fazla inşaat sokmamak
gerekiyor.”

“ÖN ARAŞTIRMA YAPILMALIYDI”
Çelik, esas problemin bölgeye ait bu kadar verinin
Arkeoloji Müzesi’nde olmasına rağmen inşaat
makineleri ile çalışılması olduğunu söylüyor:
“Tarihi yarımadada herhangi bir yüzeyi kazdığınız
zaman tarihi bir dokuyla karşılaşmanız neredeyse
yüzde yüz. Bu bölgede araştırma yapıyorsan önce
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gidip burada önceki
dönemde ne gibi çalışmalar yapılmış, hangi
kaynaklara ulaşılmış bunun araştırman gerekiyor. Bir
iz bulduktan sonra bölgeye kepçe daldırarak bir
çalışma yapılamayacağının bilinmesi gerek. Toprak
altını tarayan birçok cihaz var. O tarama yapılsaydı
zaten asfalta yakın olan lahitler minimum hasarla
çıkarılabilirdi. Bu gibi çalışmaları yapan kişi ve
kurumların birinci kaygısı kazanç hanelerine ne
kadar para girdiği. O yüzden ön çalışma kısmının
atlanması ciddi bir problem. Yenikapı’da son
zamanlarda yaşadıklarımız ortada. Böyle bir pratiğin
hemen sonrasında böyle bir cehalet ve aymazlığın
tekrar yaşanması ciddi bir sorun. O bölgede başka
taşınabilir küçük buluntuların çıkma ihtimali de çok
yüksek ancak alt geçit iyileştirme çalışmaları hala
devam ediyor.”
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE HABER VERİLMEDİ
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nden edindiğimiz
bilgilere göre, sit alanı kabul edilen tarihi
yarımadadaki yenileme çalışmaları Arkeoloji Müzesi
denetiminde yapılmadı. Çünkü yenileme projesinin
koruma kurulunca onaylanıp kazı çalışmalarına
başlanmasına rağmen Arkeoloji Müzesi bu konuda
bilgilendirilmedi ve müzeden arkeolog talebinde
bulunulmadı. Lahit kapakları bulunduğunda bölgede
arkeolog yoktu çünkü arkeoloğun bulunmasını talep
eden bir karar da yoktu. 18 Ağustos Pazartesi günü
ilgili şube müdürü müzeyi arayarak durumu anlattı ve
onun üzerine bir müze uzmanı bölgeye gitti.
İncelemeler yapılıp rapor kurula iletildikten sonra
eserler müzeye getirildi.
İnşaat şirketlerine, eserlerin bulunuş tarihindeki
belirsizlik ve o esnada arkeolog bulunmaması ile
ilgili yönelttiğimiz sorular ise yanıtsız kaldı.
Radikal, Haber: Fundanur Öztürk, 26.08.2014
|
ASARTEPE HÖYÜĞÜ SİT ALANI İLAN EDİLDİ

Gümüşhane'nin Köse İlçesi Akbaba
Köyü'nde bulunan
tescilli Asartepe Höyüğü, I.Derece Sit Alanı olarak
belirlendi.
Trabzon Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından Akbaba Köyü'ndeki sit alanı dışında kalan
Asartepe Höyüğü komisyon tarafından yapılan
incelemenin ardından I.Derece Arkeolojik Sit Alanı
ve etkileşim geçiş sahası olarak belirlendi.
Komisyon kararına göre sit alanına ilişkin geçiş
dönemi yapılanma koşulları ise "Kesin inşaat yasağı
getirilmiş alanlardır. Korunmaya yönelik bilimsel
kazılar dışında aynen korunacaktır. Bu alanlarda
KTVK Yüksek Kurulunun ilke kararları doğrultusunda
yapılacak her türlü uygulama öncesinde bölge
kurulunun onayının alınması gerekmektedir." şeklinde
belirlendi.
gumushane.gen.tr, 25.08.2014
|
TARİHİ RUM OKULU İMAM HATİP OLUYOR

1879 yılında Rumlar tarafından okul
olarak yaptırılan ve daha sonra Atatürk İlköğretim
Okulu adıyla kullanılan bina İmam Hatip Lisesi
oluyor.
Erdek’te İmam Hatip Lisesi olarak kullanılmasına
karar verilen tarihi okul binasında yapılacak
"tadilat" çalışmaları için Bursa Kültür Varlıkları
Koruma Bölge Kurulundan izin çıktı.
Erdek Turizm
Gazetesi’nin haberine göre, Atatürk İlköğretim
Okulunun 2007 yılında yeni hizmet binasına
taşınmasından dolayı boş olan tarihi okul binası
geçtiğimiz yıl Balıkesir İl Genel Meclisi tarafından
oy birliğiyle Erdek İmam Hatip Lisesine tahsis
edildi.
Balıkesir İl Özel İdaresi tarafından, Erdek İmam
Hatip Lisesi binasının onarımı amacıyla
“Röleve-Restitüsyon-Restorasyon Projesi” ihalesi
2012 yılında yapıldı. Hazırlanan restorasyon
projesi, Bursa Kültür Varlıkları Koruma Bölge
Kurulunun, 30 Mart 2013 tarihli toplantısında
onaylandı. Bina, 1879 yılında Rumlar tarafından okul
olarak yaptırılan bina daha sonra Balıkçı Okulu
olarak kullanılmıştı.
1915-1918 yılları arasında “Erdek Menzil
Hastanesi” adı ile hastane olarak kullanılan tarihi
binada Çanakkale Savaşı’nda yaralanan ve gemilerle
Erdek’e getirilen askerlerin tedavisi yapılmış,
hayatını kaybedenler Erdek girişindeki şehitliğe
gömülmüşlerdi.
1923 yılından itibaren Muhtelit Mektebi (karma
mektep) olarak eğitim -öğretime başlayan okul,
1930’lu yıllarda Merkez İlkokulu, 1962 yılından
sonra da Atatürk İlkokulu adını almıştır. 1983
yılında yaşanan depremden sonra boşaltılan okul,
1985-1986 yıllarında onarılarak 1987 yılında yeniden
hizmete girmişti. 1997 yılında Atatürk İlköğretim
Okulu adını alan okul 2007 yılında ise Cennettepe’de
yapılan yeni binasına taşınmıştı.
Sol Haber, 25.08.2014
|
DEFİNE AVCILARINA 'KAÇAK' UYARISI
Özellikle yaz
aylarında artışa geçen kaçak define kazıları,
insanlık tarihinin en eski yerleşim merkezlerine ev
sahipliği yapan Anadolu'nun tarihi zenginliğini
tehlikeye atıyor.
Halk arasında kulaktan kulağa dolaşan
define efsaneleri, maceraperestlik ve kısa yoldan
para kazanma isteği kişileri toprağa yöneltiyor.
Bilimsel yöntemlerle yapılmayan bu kazılar, tarih
öncesi dönemlerden ilk çağ uygarlıklarına,
Selçuklulardan Osmanlılara yüzlerce hatta binlerce
yıl öncesine ait buluntulara büyük zarar veriyor.
Müzeciler Derneği Genel Başkanı Hakan Melih
Aygün, define avcılarını kaçak kazı faaliyetlerine
ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, kaçak
define faaliyetinin kültürel mirasa en çok zarar
veren uygulama olduğunu söyledi.
Defineciliğin ise yasal ve kaçak olarak ikiye
ayrıldığına işaret eden Aygün, yasal defineciliğin
devletin ilgili kurumları eşliğinde, gerektiği
gibi yürütüldüğünü kaçak defineciliğin ise yasaya
aykırılığın yanı sıra kültürel mirasa en çok zarar
veren uygulama olduğunu anlattı.
-"İnsanlığa karşı işlenilmiş bir suç"
Aygün,
ülkelerin doğal kaynaklar ve ekonomik
büyüklüklerinin dışında artık sahip oldukları
kültürel mirasla da medeniyet yarışında bir adım öne
geçme çabasına dikkati çekti. Türkiye'nin de bu
yarışta pek çok medeniyete beşiklik etmiş
Anadolu'nun sahibi olarak ön sıralarda yer almasını
beklediklerini söyleyen Aygün, "Kaçak define
faaliyetini, eserin salt maddi boyutunu ele alan
bencil, ahlaki boyutu yoksun, topluma ve insanlığa
karşı işlenilmiş bir suç olarak değerlendiriyorum"
ifadesini kullandı. Aygün, kültür varlığının sadece
maddi ya da manevi değerinin değil bilimsel açıdan
da önem taşıdığını vurgulayarak şunları kaydetti:
"Arkeolojik kazıların Bakanlık denetiminde
yürütülmesinin sebepleri arasında eserin konumu,
bulunduğu toprak yapısı, hangi eserlerle
birlikte bulunduğu gibi defineci için bir anlam
ifade etmeyen bilgilerin, o eseri üreten
uygarlıklar ve kültürler hakkında eserin yapılış
amacı, orada bulunma nedeni, ait olduğu
uygarlığın kültürel, teknik biyolojik
özellikleri, iklimi, söz konusu toplumun diğer
toplumlarla ilişkileri gibi pek çok konuda
önemli bilgiler sunmasıdır. Bilimsel kazılardan
elde edilen ve müze vitrininde sergilenen
küçücük bir eserin bir medeniyet hakkında önemli
ipuçları taşıdığı unutulmamalıdır."
-"Kültürel
miras politikasına ihtiyaç var"
Kültürel miras alanında geniş ölçekli bir
politika belirlenmesi gerektiğini de savunan
Aygün, kültürel miras alanında kanunlar,
yönetmelikler, ilke kararları, genelgeler hatta
taraf olunan uluslararası sözleşmelerin
bulunduğunu ancak daha üst bir bakış açısına
ihtiyaç duyulduğunu savundu.
Aygün, Türkiye'de binlerle ifade edilen
arkeolojik alanların geleceğe taşınabilmesi
için "Toplumsal duyarlılık oluşturulması ve
korumada katılımcılık ekseninde bir kültürel
miras politikasına ihtiyaç duyulmaktadır"
görüşünü bildirdi.
Memleket, Haber: Tuğba Özgür Durmaz, 25.08.2014
|
RESTORASYON DEĞİL İNŞAAT YAPIYORUZ
Binlerce yıllık
bir tarihle iç içe yaşıyoruz. Kazdıkça çıkıyor. Hem
de öyle şeyler çıkıyor ki tarih kitapları yeniden
yazılıyor.
Ama yine gün geçmiyor ki bir restorasyon
rezaletinin haberini almayalım.
Bir bakıyoruz, tarihi bir amfitiyatronun zeminine
beton dökülmüş. Ya da kalıntılar beton bloklarla
tamamlanmış.
Niyeyse mütemadiyen ‘yeni görünümlü eski’nin
peşindeyiz.
Oysa bize düşen, olanı olduğu gibi muhafaza etmek.
*
Müteahhitlerin ve sadece rölöve restitüsyon
projeleri üzerine eğitim alan mimarların elindeki bu
işlerde restoratörlerin söz hakkı yok.
Baktığımızda anlamak zor değil. Tarihi ve estetik
kaygı yok.
Restoratör Fatih Çelebi, restorasyonun sadece
yapısal olarak görüldüğünü, dönemin sanatını
yansıtan süslemelerin, ögelerin göz ardı edildiğini
ve bunlara nasıl müdahale edileceği bilinmediğinden
genellikle ya söküldüğünü ya da olduğu gibi
bırakılma düşüncesiyle çalışmalar sırasında zarar
gördüğünü anlatıyor. Herhangi bir koruma önlemi
alınmadığını belirtiyor.
*
Çelebi ücret sıkıntılarına da değiniyor:
“Bir restorasyon teknikeri olarak söyleyebilirim ki,
bu işi yapan bir restoratör 2-3 yıllık deneyimden
sonra hala çalışıyorsa gerçekten sevdiği için bu işi
yapmaktadır. Çünkü verilen emek alınan ücretin
karşılığında bir hiç. Asgari ücretle çalışıyoruz.
İlk maaşım 530 TL idi. Asgari ücret 630 lira
olmasına rağmen 100 lira elden geri teslim
ediyorduk. Meslek adına bir şeyler öğrenebilme
arzusuyla tehlikeli yerlerde, kirli ortamlarda,
zararlı kimyasallarla ve aşırı tozla beraber büyük
bir dikkat ve titizlikle çalışmanın karşılığı asgari
ücret. Okullarımızda aslında restorasyon eğitimi
verilmiyor. Mezun olanlar okulda hiçbir şey
öğrenmiyorlar. İş sahada, şantiyede öğreniliyor.”
*
2 yıllık okul mezunu oldukları için mimarlar
tarafından hor görüldüklerini, önerilerine kulak
asılmadığını söylüyor: “Projeye çok para
harcanırken, sonrasında o yapıyı değerli kılan
mimari ve sanatsal ögeler göz ardı ediliyor.
Devletimizin ve yöneticilerimizin bunun farkına
varması gerek.”
*
Bir yapı 300 yıldır Horasan harcıyla, harman
tuğlasıyla ayakta dururken, çimento katkılar veya
betonarme güçlendirmeler niye?
Nefes almayan ve zararlı asitler içeren, nemi
sabitleyen, aşırı tuz yüklü, erimeye ve tozumaya
sebep olan çimento niye?
Çelebi, ‘Horasan harcı kullanıyorum’ diyenlerin
Horasan harcının içine betonarme yapılarda
kullanılan Portland çimentosu kattığının...
Veya sıva enjeksiyonlarında pahalı enjeksiyon
harçları parası alınıp ucuz hidrolik kireç
enjeksiyonu yapıldığının birçok yerde
ispatlanabileceğini söylüyor.
“Bunların denetimlerinin iyi yapılması gerekir.
Çünkü o 300, 500, 900 yıllık sıvalar bir daha asla
yerine gelmeyecek” diyor.
*
Bugün restorasyon geçiren yapıların 50 yıl sonra
muhtemelen yarısı ayakta kalmayacak. Veya tanınmaz
hale gelecek.
Orijinaline sadık kalınmayıp taklitleri veya
benzerleri yapılıyor. Ancak benzer olmanın ölçüsü
nedir? Sadece renk mi?
Kaldı ki renge bile sadık kalınmıyor.
Çelebi soruyor:
“Bunları kimse görmüyor mu? Yahut görüp de neden
sesini çıkarmıyor?”
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 25.08.2014
|
HARRAN ÜNİVERSİTESİ, ÖRENYERİNDE YAPACAĞI KAZI
ÇALIŞMALARINA BAŞLADI

Harran Örenyeri’nde 2 ay sürecek kazı
çalışmalarına başlandığı bildirildi. Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından finanse edilen kazı
çalışmaları, Harran Üniversitesi (HRÜ) ev
sahipliğinde kaymakamlık ve belediyenin desteğiyle
yürütülüyor.
HRÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Mehmet Önal başkanlığında
başlatılan kazı çalışmaları 30 kişilik ekiple
gerçekleştiriliyor. Önal, yaptığı açıklamada,
temizlik ve kareleme çalışmalarının ardından tarihi
Harran Ulu Cami’nin doğu paralelinde kazıların
sürdürüldüğünü ifade etti. Buradaki çalışmanın
tamamlanmasıyla kazıların höyük bölgesinde devam
edeceğini belirten Önal, şunları kaydetti:
“Ulu Cami’nin doğusunda yapılan kazılarda geçen
yıl kısmen kazılan A ve B yapılarını meydana
çıkarmayı hedefliyoruz. Bu çalışma neticesinde
işlevleri belirlenecek yapıların Ulu Cami ile
ilişkisi de saptanacaktır. Güney duvarı boyunca
gerçekleştirilecek kazılarda meydana çıkarılacak
duvar ve mimari parçalar, caminin restorasyonuna
katkı sağlayacaktır.”
haberler.com,25.08.2014
|
ANTİK KENTE TARİHİ PROTOKOL KOLTUKLAR

Likya birliğinin önemli 5 kentinden biri olan
Xanthos antik kentinde yapılan arkeolojik kazılarda
ortaya çıkarılan taş protokol koltuklarının
benzerlerinin yapılması için çalışma başlatıldı.
Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
tarafından Xanthos antik kentinde kurulan atölyede
Yrd. Doç.Dr. Hanife Yüksel başkanlığındaki
heykeltıraşlar Figen Tek Altın, Girayhan Gürbüz,
Gülşah Koç, Sümeyra Kurtludemir ve Nazım Durak
mevcut koltukları restore ederken, yöredeki benzer
taşlardan da yeni koltukları yapıyor. Toplamda 14
tane olacak taş koltuklar, Xanthos antik kentinde
oluşturulan seyir teraslarına yerleştirilecek.
BU YIL 6 TANE YAPILACAK
Xanthos Antik Kenti Kazı Başkanı Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Burhan Varkıvanç, mevcut
koltuklardan yola çıkarak yeni taş koltuklar
yapacaklarını söyledi. Eskiye çağrışım yaptıran ve
bugünün modern tasarımlarından izler taşıyacak
koltuklardan bu yıl 6 adet yapılacağını vurgulayan
Prof.Dr. Varkıvanç, "Toplamda 14 koltuk yapılacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Akdeniz Üniversitesi,
Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma
Enstitüsü, Kaş Belediyesi ve Ermaş Madencilik
sponsorluğunda yapılacak koltuklar Xanthos antik
kentinde oluşturulacak seyir teraslarına
yerleştirecek. Antik kente gelen yerli ve yabancı
konuklar bu koltuklara oturduklarında geçmişe
yolculuk yapacak" dedi.
Büyük Antalya, 25.08.2014
|
İLK KEZ GÜN YÜZÜNE ÇIKTILAR

Topkapı Sarayı’na ait 118 belge ilk kez gün ışığına
çıktı. Özellikle 19. yüzyıl sonunda çekilmiş
fotoğraflarda tenhalığıyla dikkat çeken Harem’i,
sarayın silah koleksiyonunu ve Valide Sultan
Taşlığı’nda bekleyen zenci saray görevlilerini
gözlemlemek mümkün.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.,
Osmanlı sultanlarına 400 yıl ev sahipliği yapan
Topkapı Sarayı’na ait hiçbir yerde yayımlanmamış 118
resimli belgeyi ilk kez gün yüzüne çıkardı.
1990-2005 yılları arası Topkapı Sarayı’nda mukaddes
emanetler ve silahlar bölümü sorumlusu olarak görev
yapan Hilmi Aydın, 2008’de saraya müdür vekili
olarak atanınca araştırmalarını tek kitapta
toplamaya karar vermiş. Daha önceden de yaptığı
araştırmalarla saray külliyatına hakim olan Aydın,
kitapta minyatür, gravür ve cam fotoğraflara yer
veriyor.
EFSANEVİ FOTOĞRAFÇILARIN GÖZÜNDEN...
Kitapta minyatür ve gravürlere ek olarak
19.yüzyıl sonları ile 20.yüzyıl başlarında çekilen
kareler özellikle dikkat çekiyor. Abdullah
Biraderler ve Sebah-Joaillier tarafından çekilen
fotoğraflarda, saray görevlilerini, avluda dolaşan
hocaları, harem dairelerinin önündeki basamaklara
gelişi güzel bırakılan ve yaşanmışlığın izlerini
gösteren ayakkabıları, sıcak altında dinlenen saray
görevlilerini, Harem’deki Valide Sultan Taşlığı’nda
bekleyen iki zenci saray görevlisini gözlemlemek
mümkün.
RESMİ BELGE NİTELİĞİNDE
Saray arşivinde uzun bir araştırma sonrası
hazırlandığı için resmi belge niteliği taşıyan
minyatürlerde göze çarpan değişikliklerden biri
günümüzde tek katlı olan Saltanat Kapısı’nın (Bab-ı
Hümayun) bir zamanlar iki katlı olduğu. Padişahtan
başka hiç kimsenin atla giremediği, Saray’ın ana
bölümlerine geçiş imkanı veren Bab-üs Selam’da da
pek çok değişiklik görmek mümkün. Eserde yer alan
minyatürlerde günümüze ulaşmayan Deavi Kasrı da
görünüyor.
OSMANLI'NIN EVRENSEL BOYUTU
Kitabı hazırlayan Hilmi Aydın şunları söylüyor:
“Topkapı Sarayı bütün bu görünümüyle Osmanlı yönetim
ve sisteminin evrensel boyutuyla da paralellik
gösterir. Osmanlı saray protokol ve hiyerarşisinin
zamanla kazandığı görkem ve çok ünitelilik sarayın
mimarisine de aynen yansımış, hatta devletin
yükselişi ve çöküşü de sanatçı anlatımyla sarayda
kendini bulmuştur. Saray dünya müzeleri arasında
tarih yaşantısıyla da günümüze ulaşabilmiş ender
örneklerdendir.”
Akşam, Haber: Seray Şahinler, 25.08.2014
|
BURSA BÜYÜKŞEHİR'DEN BİR YENİLEME DAHA

Bursa’da yer altı tarihi
eserlerin gün yüzüne çıkartılması için yoğun çaba
sarf eden Büyükşehir Belediyesi, Osmanlı Padişahı
Çelebi Mehmet’in komutanlarından Beyazıt Paşa’nın
1400’lü yıllarda yaptırdığı medresenin
rekonstrüksiyon çalışmalarını da başlattı.
Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep Altepe, bürokratlarıyla birlikte Yeşil semti
Hocataşkın Mahallesi’nde yer alan Beyazıt Paşa
Medresesi alanında incelemelerde bulundu. İncelemede
Başkan Altepe’ye, Büyükşehir Belediyesi Kültür ve
Turizm Daire Başkanı Aziz Elbas tarafından konuya
ilişkin bilgiler verildi.
Beyazıt Paşa’nın Çelebi
Mehmet Han’ın en önemli komutanlarından biri
olduğunu belirten Başkan Altepe, 1400’lü yıllarda
yapılan ve 650 metrekare alana kurulan medresenin
yeniden yapım çalışmalarının başlatıldığını söyledi.
Projesi tamamlanan ve ihalesi gerçekleştirilen
rekonstrüksiyonun 1 yıl içerisinde sonuçlanacağını
ve Beyazıt Paşa Medresesi’nin yeniden eski
ihtişamına kavuşacağını söyleyen Başkan Altepe,
“Medresenin üzeri daha önce evlerle kaplıydı, 5 adet
bina vardı. Büyükşehir Belediyesi olarak bu binaları
kamulaştırdık. Yaklaşık 5 parselde 50’ye yakın
hissedarla sürdürdüğümüz görüşmeleri olumlu
sonuçlandırdık. Artık bu 650 metrekarelik alan
Büyükşehir Belediyemizin mülkiyetine geçti. Problem
kalmadı” dedi.
Başkan Altepe,
rekonstrüksiyonu tamamlanan Beyazıt Paşa
Medresesi’nin ilk günkü ihtişamıyla Yeşil semtinin
tam ortasında sosyal ve kültürel faaliyetlerin
yapılabileceği önemli bir merkez haline geleceğini
söyledi. Bu şekilde Osmanlı’ya yönelik vefa borcunu
az da olsa ödemek istediklerini ifade eden Başkan
Altepe, “Medrese düzenlendikten sonra çevresi de
bölgeye yakışır hale getirilecek. Şimdiden
Hocataşkın Mahallesi’ne, Yeşil semtine, Yıldırım’a
ve Bursamıza hayırlı uğurlu olsun” diye konuştu.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 24.08.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ HEYKEL ATÖLYESİ: GÖBEKLİ TEPE
Dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen
Göbeklitepe'nin, çıkan bulgular
incelendiğinde bilinen en eski heykel atölyesi olma
özelliği taşıdığı bildirildi.
Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı işbirliğiyle geçen aylarda hayatını
kaybeden Klaus Schmidt başkanlığında yürütülen
Göbeklitepe Kazıları 20. yılına girerken, arkeolojik
araştırmalarda birçok bulgu gün yüzüne çıkartıldı.
"Tarihin sıfır noktası" olarak nitelendirilen ve
geçmişi 12 bin yıl öncesine dayanan Göbeklitepe,
dünyanın en eski tapınak merkezi olarak da kabul
ediliyor.
Harran Üniversitesi (HRÜ) Sanat Tarihi Bölümü
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Cihat Kürkçüoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Göbeklitepe'deki kazı
çalışmalarında neolitik döneme ait insan heykeli,
kireç taşından şekillendirilmiş yaban domuzu, tilki
ve kuş kabartmalarıyla, çakmak taşından yapılmış çok
sayıda ok ucu elde edildiğini söyledi.
Göbeklitepe'deki buluntular sonucu heykel ve taş
kabartma sanatının 12 bin yıl önceye
dayandığının anlaşıldığını belirten Kürkçüoğlu,
dünyada bu tarihe kadar giden anıtsal ölçekte heykel
örnekleri bulunmadığını ifade etti.
Milattan önce 10 ile 20 binlere ait küçük
heykelcikler bulunduğunu, bunların da Venüs heykeli
olarak adlandırıldığını vurgulayan Kürkçüoğlu,
"Fakat Göbeklitepe'de bulunan 'T' biçimi dikili
taşlar üzerindeki taş kabartmalar, Nevali Çori'de
bulunan eserler dünyanın en eski heykel
örnekleridir" dedi.
- İnsan boyutundaki dünyanın en eski heykeli
Balıklıgöl yakınında 1995'te gerçekleştirilen
hafriyat çalışması sırasında bulunan "Balıklıgöl
Adamı" veya "Urfa Adamı" olarak bilinen kireç taşı
yontunun, mö 10 binlere
tarihlendirildiğine işaret eden Kürkçüoğlu, boyu
yaklaşık 1.80 metreyi bulan heykelin, insan
boyutundaki dünyanın en eski heykeli olarak kabul
edildiğini kaydetti.
Bunun da plastik sanatların yani maddeye biçim
verilerek yapılan sanatların en eski örneklerinin
Şanlıurfa'da yapıldığının göstergesi olduğunu
aktaran Kürkçüoğlu, şöyle konuştu:
"Göbeklitepe bir tapınak merkezi ama aynı zamanda
en eski heykel atölyesi. İlkel heykel ve taş
kabartma örnekleri beklerken son derece gelişmiş,
estetik ve sanatsal değeri olan heykellerle
karşılaşıyorsunuz. Bu da insanlığı şaşırtıyor.
Göbeklitepe'deki bazı kompozisyonlar bugünkü
grafikleri bile kıskandıracak güzellikte. Arkeolojik
kazılar ilerledikçe bunların daha eski
prototiplerinin bulunacağı kanaatini taşıyorum."
Göbeklitepe'yi ziyaret eden heykel ve güzel
sanatlar bölümü öğretim üyelerine "Heykel sanatı
tarihini ve plastik sanatı tarihini ne zamandan
başlattıklarını sorduğunu dile getiren Kürkçüoğlu,
"Tabi Göbeklitepe diyemiyorlar. Ben de onlara
'bunu Göbeklitepe'den başlatacaksınız' diyorum.
Nasıl alfabe 'A' harfiyle başlıyorsa plastik
sanatlar tarihi de Göbeklitepe ile başlar" dedi.
Memleket, Haber: Eşber Ayaydın, 24.08.2014
|
TUNCELİ'DE DOĞU ANADOLU'NUN EN ESKİ NEOLİTİK
YERLEŞİM YERLERİNDEN BİRİ BULUNDU
 
 
Tunceli’de Doğu
Anadolu Bölgesi’nin en eski yerleşim yerlerinden
biri bulundu.
Tunceli’de geçtiğimiz yıl merkeze bağlı Rabat
Köyü'nde 3 bin yıllık antik kent bulunmasının
ardından bu yıl da Mazgirt İlçesi Koyunuşağı Köyü
Gölek mezrasında bulunan Yılcalı Höyük yerleşiminde
Neolitik çağa ait aletlere rastlandı. Höyüğün
bulunduğu alanda incelemelerde bulunan
Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü
Araştırma Görevlisi Serkan Erdoğan, bulunan höyüğün
Doğu Anadolu’nun tarih öncesi bilgelerini
yeniden gözden geçirmeye yarayacak bir yer olduğunu
söyledi. Höyüğün bulunduğu alanı inceleyen Erdoğan,
“Burada yaptığımız kısa bir araştırma gezisinde
tesadüfen bir takım taş aletlere, seramik
buluntulara ve obsidyen malzemeye rastladık.
Bunlardan en önemlileri Neolitik veya Neolitik
öncesi çağa tarihleyebileceğimiz obsidyen aletler.
Obsidyen ok uçları ve obsidyenden yapılmış bıçaklar
bulunmakta. Diğer seramikler de değişik dönemlere
ait. Neolitik Kalkolitik hatta eski Tunç çağını da
sayabiliriz” dedi.
2008 yılından bu yana enerji üreten Seyrantepe
Barajı’nın höyüğü tehdit ettiğine vurgu yapan
Erdoğan, “Yılcalı yerleşimi burada yapılan baraj
sularının tehdidi altında. Buranın, Doğu
Anadolu’daki en eski yerleşim olan Yılcalı
yerleşiminin bir an önce arkeolojik kazılarla bilim
dünyasına kazandırılması gerekiyor. Aynı zamanda
Doğu Anadolu’nun tarih öncesi bilgilerini yeniden
gözden geçirmemize yarayan büyük bir atılım
sağlayabilecek bir yer burası” diye konuştu.
Höyük yerleşiminde tarım ve hayvancılığa geçişe ait
izler de görüldüğünü dile getiren Araştırma
Görevlisi Serkan Erdoğan, “Bunların arasında ezgi
taşları önemli yer tutmakta. Özellikle taş aletler
bu bölgenin Neolitik çağdan beri tarımsal üretimi
göstermesi bakımından önemli. Sadece tarımsal ve
hayvancılığa geçiş merkezi değil aynı zamanda
Neolitik öncesi de bir dönemi de kapsamakta”
şeklinde konuştu.
"PÜLÜMÜR’DE DE KAYIP İNANÇ MERKEZİ BULUNDU"
Tunceli’nin Pülümür İlçesi'nde de Tunceli’nin kayıp
inanç merkezi olarak nitelendirilen bir kümbet
bulundu. Pülümür İlçesi'ne 50 kilometre mesafede
bulunan Ağa Şenliği Köyü'nde bulunan ve henüz
tescillenmemiş olan kümbette sanduka mezarların yanı
sıra Arapça ve Osmanlıca yazıların olduğu yazıtlar
da yer alıyor. Bölgede inceleme yapan Bitli Eren
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kültür
Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Araştırma
Görevlisi Serkan Erdoğan, “Buranın esas önemi
Tunceli’nin diğer bir deyişle Dersim’in kayıp bir
inanç merkezi olması. Buradaki yazıtların çözülmesi
ve mimari dokunun işlevinin kesinleşmesi Tunceli
özelinde nasıl bir inanç sisteminde rol oynadığını
ortaya koyacaktır” dedi.
"KÜMBET VE MEZARLAR
KAÇAK KAZILAR NEDENİYLE ZARAR GÖRDÜ"
Pülümür İlçesi'nde bulunan kümbet ve mezarların kaçak
kazılar nedeniyle zarar gördüğünü belirten Araştırma
Görevlisi Serkan Erdoğan, “Tunceli’nin diğer
yerlerinde olduğu gibi burada da kaçak kazıların
izlerine rastlamak mümkün. Ancak yapılar restore
edilebilir bir düzeydi. Kimi yapı taşları sökülmüş
olsa bile burası restore edilerek yeniden sağlam bir
yapı haline dönüştürülerek Tunceli’nin kültürel
mirasına kazandırılabilir” diye konuştu.
Tarihi kümbeti gezen
Selçuk Nergis isimli vatandaş da “Dersim’in
bizim bildiğimizden daha eski geçmişi var. Bunu
gözlerimizle görmek heyecan verici. Umarım yetkili
kişiler gereğini yapar ve böyle bir yerin hakkında
araştırmalar yapılarak kamuoyuna kazandırılır. Biz
de bunu sahipleniriz” dedi.
Milliyet, 24.08.2014
|
EMRE BELÖZOĞLU'NDAN 'TARİHİ' EV
Fenerbahçeli
futbolcu Emre Belözoğlu, yıllardır tatil için
gittiği Çeşme’de ikiz villa yaptırmak için bir arsa
satın aldı.
Ancak Boyalık mevkiindeki arsada arkeolojik
kalıntılar çıktı.

Belözoğlu, inşaat firması ve mimarlarla görüşerek
bu sorunun giderilmesini istedi. Bunun üzerine
ilginç bir formül bulundu; proje, temel kazılmadan,
villa çelik konstrüksiyonların üzerine inşa edilecek
şekilde değiştirildi.

İkiz villanın ruhsat aşaması hakkında bilgi veren
Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, şunları
söyledi: “Arazi, üçüncü derece arkeolojik sit
alanında. Arazi sahipleri, inşaat ruhsatı için sit
Kurulu’na başvurmuş.

Sit Kurulu, sondajları yaptıktan sonra tarihi
buluntulara rastlamış. Bu aşamadan sonra mevcut
projeye onay verilmiş. Bu onayla belediyemize
başvuran arazi sahiplerine, projeye sadık kalınması
şartıyla inşaat ruhsatı Çeşme Belediyesi’nce
verilmiş.”



Hürriyet, 24.08.2014
|
ERDOĞAN'I BEKLİYOR

Çengelköy’de hem devlet
konukevi hem de Cumhurbaşkanlığı yazlık çalışma
ofisi ve aynı zamanda ikamete uygun olarak da
kullanılabilecek şekilde yeniden inşa edilen
tarihi Vahdettin Köşkü, 12’nci Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan’ı bekliyor.
Padişah Vahdettin’in tahta çıkmadan önce
yaşadığı Çengelköy sırtlarındaki, Boğaz’ı
tepeden gören Vahdettin Köşkü’nün de içinde
bulunduğu, toplam 65 dönümlük alan içindeki eski
Köçeoğlu Köşkü, Kadın Efendi Köşkü ve Ağalar
Dairesi de Vahdettin Köşkü ile aynı hizaya
çekildi. Daha önce 3’üncü şahıslara satılan
bölümler de satın alınıp proje alanına dahil
edildi. İlk başlarda Erdoğan’ın çalışma ofisi
olarak düşündüğü Vahdettin Köşkü için 1988’de
dönemin Başbakanı Turgut Özal da ‘Başbakanlık
Dinlenme Evi’ yapılması için talimat vermiş,
restorasyon başlamış fakat Özal’ın ölümü sonrası
çalışma durdurulmuştu. Restorasyon işini alan
Vakıf İnşaat, ‘ödeneksizlik’ dolayısıyla 1998’de
köşkleri kaderine terk etmişti. Köşk, soğan
biçimindeki kubbesiyle tanınıyor. Osmanlı ve
Cumhuriyet döneminde birçok devlet adamının
kaldığı, yabancı devlet adamlarının ağırlandığı
köşkler, Orhan Veli’nin “İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı” şiirini yazdığı koru içinde yer
alıyor. Vahdettin Köşkü ve diğer köşklerle
ilgili restorasyon projesini Mimar Sinan Genim
üstlendi. Köşklerden, Boğaz’dan bakıldığında en
sağda olanı, Huber Köşkü yerine Cumhurbaşkanlığı
çalışma ofisi ve aynı zamanda
konut olarak kullanılacak. Vahdettin Köşkü
ve diğer köşkler ise Devlet Konukevi olarak
hizmet verecek. Vahdettin Köşkü’nde ayrıca
yurtdışından gelen misafirlerin karşılanacağı
kabul salonu ve toplantı salonu da bulunuyor.
Köşk’te müşterek mutfağın yanı sıra konuk devlet
başkanlarının isterlerse kendi özel aşçılarını
getirip, kendi özel mutfaklarını kullanabileceği
bölüm de bulunuyor. Güvenlik açısından da konuk ünlü
devlet adamlarının korunmaların da konuşlanabileceği
şekilde arka bölümde ayrıca dizayn edilen konuk
misafirhanesi, çok sayıda güvenlik mensubunu da
ağırlayabilecek. Daha önce Boğaz’dan ve köprüden
bakıldığında çıplak görülen istinat duvarları İBB
Park Bahçeler Müdürlüğü tarafından yeşillendirildi.
Son rötuşların yapıldığı Devlet Konukevi’nin
bahçesinde bir de helikopter pisti bulunuyor. Konuk
devlet adamlarının güvenliği nedeniyle yeni trafik
düzenlemesi çalışmalarının sürdüğü Çengelköy’de yol
güzergahında bulunan ağaçlar korunurken,
kamulaştırma yoluyla bazı evlerin yıkımı gündemde.
Toplam inşaat alanı 12 bin metrekare olan koruda,
köşkler dışındaki sosyal tesisler, tesisat mekanları
ve kapalı otopark alanı ise toplam 4 bin metrekare.
Vahdettin Köşkü ve korudaki çalışmalar sürerken
Çengelköy trafiğine soluk aldırmak amacıyla,
kamulaştırma yoluyla da yeni düzenlemeye gidildi.
Proje kapsamında Çengelköy’deki ışıklar kaldırılıp,
Boğaziçi Köprüsü yönüne olan trafik tek yönlü
olacak. İBB tarafından daha önce kamulaştırılan ve
halen otopark olarak kullanılan 28 dönümlük araziye
de 2 katlı yeraltı otoparkı yapılacak.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 24.08.2014
******
ERDOĞAN'IN KALACAĞI KÖŞKÜ ELEŞTİRDİ
Prof.Dr. İlber Ortaylı, Tarabya Köşkü'nde
Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Mustafa İsen'in
düzenlediği basın toplantısının katılımcıları
arasındaydı. Tarabya Köşkü'nün içindeki Av Köşkü'nün
bahçesinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan
Ortaylı, Seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın kullanacağı iddia edilen Vahdettin
Köşkü'nün restorasyonunu hiç beğenmediğini söyledi.
Ortaylı, "Vahdettin Köşkü'nün restorasyonunu hiç
beğenmiyorum. Tarihi realiteye, mimari kurallara
sadık bir restorasyon olmadığını herkes biliyor.
Vahdettin'in, yani son Padişahın şehzadeliğinden
kalmadır. İstersiniz varislerine sorun, isterseniz
mimari tarihçilerine, isterseniz hiç kimse mutabık
değildir, bugünkü restorasyonla" diye konuştu.
'BENİ İLGİLENDİRMEZ...'
Bu görüşünü Erdoğan'a söyleyip söyleyemeyeceği
sorusuna "Hayır söylemem. Beni hiç ilgilendirmiyor
yapılan işler" yanıtı veren Ortaylı sözlerini şöyle
sürdürdü: "Ben devletin neleri, nasıl kullanacağına
hiçbir şekilde müdahale edemem. Bir defa, güvenlik
meselesi var. Kocaman bir şehirde, bir devlet
reisinin oturacağı yerin nasıl düzenleneceğini biz
bilemeyiz. Ama binanın aldığı şekille hiç mutabık
değilim. İnşallah öbür binalara dikkat edilir.
Hepsinin kullanılmasına taraftarım aslında.
Kullanılmayınca çöküyor bunlar. Bir kaç tane sefaret
burda, İngiltere ve İtalyan Yazlık Sefareti
kullanılmadıkları için çöküntüye uğradılar. Bu
binaların devamlı bakılması restore edilmesi
lazım."
'MİSAFİRHANE OLABİLİR'
Erdoğan'ın Tarabya Köşkü'nü kullanmaması halinde
ne olacağını soran bir gazeteciye de Ortaylı, "Bir
şey bulunur herhalde. İstanbul'da bu tip binalara
çok ihtiyaç var. Şu Av Köşkü restore edilmiş, böyle
değildi bu. Burada bir devlet başkanı çok rahatlıkla
misafir edilir" dedi.
Cumhuriyet, 26.08.2014
VAHDETTİN
KÖŞKÜ'NDE SUÇ İŞLEDİ
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı
döneminde İstanbul’da kullanması için restore edilen
Çengelköy’deki Vahdettin Köşkü’nde ahşabın yerini
beton aldı. Köşkün en karakteristik özelliği olan
“soğan başlı kubbesi” yok edildi. Yıkılan köşkler
yerine daha geniş yapılar inşa edildi, zeminaltına
otopark ve helikopter pisti yapıldı. Tüm bu
çalışmalar da koruma kurulu kararı olmadan hayata
geçirildi.
Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde
İstanbul’da kullanacağı Çengelköy’deki Vahdettin
Köşkü, restorasyon adı altında yıkılıp yeniden
yapılırken ahşabın ve yeşil dokunun yerine beton
aldı. Köşkün en karakteristik özelliği olan “soğan
başlı kubbesi” yok edildi. Ahşap yapı, betonarme
olarak inşa edildi. Yıkılan köşkler yerine daha
geniş yapılar inşa edildi, zeminaltına otopark ve
helikopter pisti yapıldı. Ağaçlar seyreltilerek ve
yapıların çevresi yüksek duvarlarla çevrilerek
Boğaziçi’nin doğal yapısı bozuldu. Yani Vahdettin
Köşkü’nde restorasyon yapılmadı suç işlendi.
Vahdettin Köşkü, Çengelköy sırtlarındaki köşk 50
dönüm arazi içinde Boğaziçi ile bütünleşmiş bir koru
içinde yer alıyor. Boğaz karakteristiğinin güzel
örneklerinden olan Vahdettin Köşkü, Fransız-Türk
Levanten mimarıAlexandre Vallaury tarafından
tasarlandı. Tarihi köşk 1984 yılında korunması
gereken kültür varlığı olarak tescil edildi.
Vahdettin Köşkü’nün bahçesinde Ağalar Köşkü,
Köceoğlu Köşkü, Kadı Efendi (Servis) Köşkü, bahçıvan
evi ve sera yer alıyordu. Tarihi köşk 1980’li
yıllarda ilk restorasyonunda yıkılarak beton üzerine
ahşap kaplama olarak yeniden inşa edildi. Koruma
kurulu, mevzuata ve koruma ilkelerine aykırı bulduğu
beton binaların yıkılıp aslına uygun şekilde yeniden
restore edilmesi kararı aldı.
Konumları değişti
Bu karar 2012 yılında uygulanarak köşklerin
yıkımı gerçekleştirildi ama aslına uygun olarak inşa
edilmedi. Köşkün en önemli özelliği olan soğan başlı
kubbe bile yapılan yoğun eleştirilen üzerine binaya
sonradan eklendi ancak aslına uygun olmadı. Aynı
bahçe içindeki eski Köçeoğlu Köşkü, Kadın Efendi
Köşkü ve Ağalar Dairesi’nin konumları değiştirilerek
Vahdettin Köşkü ile aynı hizaya çekildi. Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Sami
Yılmaztürk, köşklerin büyütülerek yeniden ve aslına
bağlı kalınmadan yapıldığını söyledi. Hafriyatla
topografik yapının köklü şekilde değiştirildiğini
vurgulayan Yılmaztürk “Sözde restorasyonda yapının
aslına bağlı kalınmadığı gibi köşkün karakteristik
özelliklerinden biri olan soğanlı çatı yok edildi.
Bu bir suçtur” dedi. Boğaziçi Kanunu’na, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı olarak
yapının özgünlüğü gözetilmeden yeni bir inşaat
yapıldığına dikkat çeken Yılmaztürk “Boğaziçi Yasası
topografyanın değiştirilmesini, doğaya müdahale
edilmesini, yapı yoğunluğunun, bağımsız bölüm
sayısının artışı ile buna bağlı nüfusun artışını
kesin hükümlerle yasaklıyor” diye konuştu. Tüm
arazinin altının da otoparka dönüştürüldüğünü,
köşklere bodrum katlar eklendiğini ve köşkler
arasında olmayan bağlantılar kurulduğunu dile
getiren Yılmaztürk bu durumun da koruma yasasına
aykırı olduğunu söyledi. Yılmaztürk Vahdettin
Köşkü’nün 1. grup tarihi eser olduğunu vurgulayarak
“1. derece tarihi eser yıkılsa bile aslına uygun
yapılması zorunlu. 1. grup eski eseri aynı malzeme
ile yapmak zorundasın. Bugünün ihtiyaçlarını
karşılamak için ‘kalorifer döşeyeceğim,
aydınlatmayı, ıslak zeminleri değiştireceğim’ deme
hakkına sahip değiliz” dedi. Yılmaztürk, tüm bu
çalışmaların da koruma kurulu kararı olmadan
yapıldığına da dikkat çekti.
Hediyeden esinlenmişti
Sultan Vahdettin, kendi ismiyle anılan ve
soğanbaşlı kulesi olan sarı köşkü, Yıldız Sarayı’nda
ağabeyi Sultan 2. Abdülhamid’i ziyareti sırasında
Rus Çarı’nın gönderdiği bir hediyenin üzerindeki
köşk resminden esinlenerek yaptırmıştı. 1984
yılında, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı
olarak tescillendi. Turgut Özal’ın başbakanlığı
döneminde korudaki köşkler Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından restore edildi ancak daha sonra kaderine
terk edildi. 2012’de başlayan restorasyon projesini
mimar Sinan Genim üstlendi. Köşklerden, Boğaz’dan
bakıldığında en sağda olanı, Huber Köşkü yerine
Cumhurbaşkanlığı çalışma ofisi ve aynı zamanda konut
olarak kullanılacak. Vahdettin Köşkü ve diğer
köşkler ise Devlet Konukevi olarak hizmet verecek.
Vahdettin Köşkü’nde ayrıca yurtdışından gelen
misafirlerin karşılanacağı kabul salonu ve toplantı
salonu da bulunuyor. Köşk’te müşterek mutfağın yanı
sıra konuk devlet başkanlarının isterlerse kendi
özel aşçılarını getirip, kendi özel mutfaklarını
kullanabileceği bölüm de bulunuyor. Güvenlik
açısından da konuk ünlü devlet adamlarının
korunmaların da konuşlanabileceği şekilde arka
bölümde ayrıca dizayn edilen konuk misafirhanesi,
çok sayıda güvenlik mensubunu da ağırlayabilecek.
Devlet Konukevi’nin bahçesinde bir de helikopter
pisti bulunuyor. 2 katlı yeraltı otoparkı yapılacak.
Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 27.08.2014
|
GALATA'DA SAYGISIZ BİR PROJE
Galataport projesi, tarihi
İstanbul’a saygı duyan bir proje değil.
İstanbul’un bu kesiminin artık liman hizmetleri
vermesi mümkün görünmüyor.

Roma-Bizans döneminde İstanbul sadece sur içinden
oluşurdu. Asıl İstanbul; bugünkü Sarayburnu, Gülhane
Parkı, Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Meydanı’ndan
oluşan bölgedir. Milattan önce 7’nci asırdan
itibaren bu saha yani Byzantion kenti, sonra
Roma’nın büyük imparatorları Septimius Severus,
Marcus Aurelius ve nihayet Konstantin devrinde
bugünkü
Yenikapı,
Unkapanı eksenindeki surlara kadar uzandı, daha
doğrusu Fatih semti de bu surların içindeydi ve
hepsi de bu kadardı. 5’inci asırda Theodosius nüfusu
artan ordunun kalabalıklaştığı ve bu nedenle su
sarnıçlarının güven altına alınması gereken
İstanbul’u daha da genişletti ve bildiğimiz bugünkü
surları inşa etti.
Klasik İstanbul bu kadardı ve devrine göre gerçekten
büyük bir metropoldür. Galata semtini
Venedik ve
Cenova gibi İtalyan şehirlerinden gelen nüfusun
yerleştiği bir İtalyan kolonisi olarak bilmeliyiz.
Bu bölgenin sınırları da bugünkü Azapkapı,
Beyoğlu Tünel ve
Tophane’ye kadardı. Bizanslılar yani şehrin
yerli ahalisi pek hoşlanmadıkları bu bölgeye karşı
yaka anlamında Pera derlerdi, sakinleri ise Galata
adını vermiştir.
Tophane şehrin merkez limanıydı
Haliç’in tersanelerle ve kasırlarla donanması,
Eyüp’ün ortaya çıkması 18’inci asırda
Kağıthane’nin hele uzak tenha Boğaz köylerinin
yalılarla donanması Osmanlı devrine ait bir
gelişmedir.
Üsküdar, şehrin Asya’daki bir uzantısıydı, her
zaman için şehre giriş noktasıydı ve Bizans-Roma
devrinde de vardı. Osmanlı devrinde de gelişti.
Kadıköy her zaman vardı ama asıl gelişmesi
18’inci, 19’uncu asırdır.
Bu girişi ne için yapıyoruz? Tophane’nin önemini
kavramak için bu tarihi coğrafyayı bilmeliyiz.
Tophane şehrin merkez limanıydı. Aslında Sinan’ın
iki büyük eseri ile; Sadrazam Sokullu Mehmet
Paşa’nın yaptırdığı Azephane Camii (Unkapanı
Köprüsü’nün yanında) ve gene büyük Amiral Kılıç Ali
Paşa’nın dolgu bir sahaya inşa ettirdiği
Mimar Sinan tarafından küçük bir
Ayasofya olarak tasarlanan Kılıç Ali Paşa Camii
arasındaki saha klasik Tophane semtidir. Bu canlı
limanın, rengarenk hayatının gelen her seyyahın
ilgisini çektiği, Avrupalı gravürlere konu olduğu
açıktır. İmparatorluğun büyük tophanesi buradaydı,
Kılıç Ali Paşa Camii kazıklarla tespit edilen
yerdeydi. Bu nedenle bu havalide 1950’den sonra
yapıldığı gibi birtakım antrepo binalarının ve deniz
yolları binalarının inşası fevkalade zararlıdır.
Kılıç Ali Paşa ve Nusretiye gibi milli mimari
eserlerinin korunması açısından köklü projeler
beklenir.
Öncelik çevreyi ve tarihi korumak olmalı
Ne hükümetlerin ne de sanat ve kültüre çok duyarlı
çevrelerin (!) bu çarpık yapılanmaya yeterince
dikkat etttiği açıktır. Galataport projesinin tarihi
İstanbul’a saygı duyan bir proje olduğuna
inanmıyoruz. Esasen İstanbul’un bu kesiminin artık
hiçbir şekilde liman hizmetleri vermesi, turistik
yatları ağırlaması mümkün değildir. Binlerce kişiyi
taşıyan yolcu gemileri burada
art arda sıralanıyor, içinden inenlerin ve
binenlerin sayısı ticari canlılık değil, ancak
kargaşa yaratıyor. Sloganlarımızda önceliğe önem
vermeliyiz. Öncelik kar değildir, hatta tek başına
sahilin halka açılması bile amaç olmamalıdır.
Öncelik çevreyi korumak, tarihi korumak, dünya şehri
İstanbul’un 1000 yıllık mirasının gelecek nesillere
ve dünyaya yüz akıyla hesabını verecek bir düzenleme
olmalıdır. Bugünkü Tophane projeleri dar grupların
çokbilmişliği ve umursamazlığıyla yürümez.
Tophane’nin ve rıhtımın encamı bugünkü görünümü ile
ancak gelecekteki Türkiye’nin daha okumuş ve uyanık
kuşaklarının himmetine kalmış gibidir.
Milliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 24.08.2014
|
400 YILLIK ARŞİV OTEL
OLDU

İstanbul Sultanahmet’te 400 yıllık tarihi Osmanlı
Arşivi binası, ‘yenileme projesi’ diye başlanılıp
‘otel’ yapılarak bitirildi.
Ticarethane Sokak’ta bulunan Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, 2013’ün haziran ayında Kağıthane’ye taşındı.
Bina boşaltılır boşaltılmaz tadilata alındı. Binanın
etrafına önce büyük duvarlar örüldü. Başına da
“Başbakanlık Osmanlı Arşivi restorasyon çalışması”
yazıldı. Çalışmalar zamanla yerini lüks bir otele
bıraktı. Arşiv bahçesinde bulunan limon, defne ve
asma ağaçları da kesilerek yerle bir edildi. Yağma
bununla da sınırlı kalmadı. Asırlık çınarların da
kökü kazındı. Kökleri ortaya çıkan ağaçlar kurumaya
terk edildi.
Ayrıca geçtiğimiz yıl Babıali’den Kağıthane’ye
taşınan Osmanlı Arşiv’i için Cendere Vadisi’nde
İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait arsanın bir
bölümü ile hazine tarafından Milli Eğitim
Bakanlığına tahsisli arsanın bir bölümünden oluşan
toplam 55 bin 809 metrekarelik alan tescillendi.
Hassa Mimarlık tarafından projeleri hazırlanan arşiv
sitesinin ihalesi, TOKİ tarafından
gerçekleştirildi. Yaklaşık 1 yıl önce açılışı
yapılan yeni Osmanlı Arşivleri binası Kağıthane
Deresi’ne olan yakınlığı ve bir o kadar merkeze uzak
oluşu sebebiyle tartışmalara neden oldu. Şimdilerde,
özellikle haziran ve temmuz ayından itibaren görülen
yağışlardan sonra arşivlerde korkulan başa geldi.
Araştırmacılar bazı belgelerin ıslak ya da nemli
geldiğini belirtiyor.
Evrensel, Haber: Tolga Alp Turgut - Zeynep Fırat
, 24.08.2014
|
TARİHİ KALINTILAR BETONLAŞMAYACAK
Cihangir’de
17’nci yüzyıla ait arkeolojik kalıntıların üzerine
12,5 metre apartman inşaatı öngören imar planı semt
sakinlerinin açtığı dava ile iptal edildi.

İstanbul’un Cihangir semtindeki Salı Pazarı
Yokuşu’nda 17’nci yüzyıla ait arkeolojik
kalıntıların üzerine inşaat öngören imar planı
mahkeme tarafından iptal edildi. Beyoğlu’nun 1/5000
ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planlarında
tarihi kalıntıların yer aldığı parsel, 12,5 metre
yüksekliğinde inşaata olanak tanıyan konut alanında
yer alıyordu. Cihangir sakinlerinin 2011’de
taşınmazda tarihi kalıntıların bulunduğu ve bu
nedenle yapılaşmaya gidilemeyeceğini öne sürerek,
İstanbul 2. İdare Mahkemesi’ne açtığı davada mahkeme
imar planlarının kalıntıların yer aldığı parselle
ilgili kısmını hukuka aykırı bularak iptal etti.
Mahkemeye sunulan bilirkişi raporuna atıfta
bulunulan kararda dava konusu parselde yer alan ve
arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılan eserlerin
plana işlenmeden 12,5 metre irtifalı konut bloğunun
plan üzerinde gösterilmesi 2863 Sayılı Kanun ile
koruma mevzuatına aykırı bulundu.
KALINTILAR PLANA İŞLENMEDİ
Arkeolojik kalıntılar, 2008’de tescillenerek koruma
altına alındı, ancak tescil taraması imar planına
işlenmedi. Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda
alandaki tarihi yapı kalıntıları ile Arkeoloji
Müzeleri tarafından yapılan kazılarda ortaya
çıkarılan su haznesi, sarnıç ve arkeologlar
tarafından daha sonra hamam olarak kullanıldığı
tahmin edilen yapıların hiçbirinin dava konusu imar
planlarına işlenmediği tespit edildi.
‘YAPILAŞMAYA GİDİLEMEZ’
Beyoğlu Koruma Amaçlı imar planlarının daha önce 10.
İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle bu
parsele de herhangi bir işlem yapılmasının zaten
mümkün olmadığını belirten dava Avukatı Pervin
Çelik, “Ancak şimdi parsel ölçeğinde bir iptal
kararı var. Karar bu haliyle kesinleşirse bundan
sonra da Belediye’nin yeni hazırlayacağı planda
buraya yapılaşma hakkı tanıması mümkün değil” dedi.
***
17’nci yüzyıl Osmanlı yerleşimi örneği
Pürtelaş Hasan Mahallesi’nde 40 ada 4 parselde yer
alan arkeolojik kalıntılarla ilgili olarak Arkeoloji
Müzeleri’nin 2011’de hazırladığı raporda yapının
tarihinin 17’nci yüzyıla uzandığı belirtildi.
Raporda şu ifadelere yer verildi: “Parselin çevre
sakinleri tarafından, en az 50 yıllık bir zaman
dilimi boyunca çöplük olarak kullanıldığı kalın
günümüz dolgusundan anlaşılmaktadır. Etrafı
duvarlarla çevrili olan parselde farklı zamanlarda
inşa edilmiş yapı ve yapı kalıntıları
bulunmaktadır. Parseli çevreleyen duvarların en az
iki farklı zamanda set duvarı olarak inşa edilmiş
olduğu tespit edilmiştir. Fındıklı’daki Osmanlı
yerleşiminin 17’nci yy’dan itibaren yoğunlaşmaya
başladığı göz önüne alınırsa, bu yapının en erken
17.yy’a kadar geriye uzandığını söyleyebiliriz.
Yapının ne amaçla tesis edildiği kesin olmamakla
birlikte mekan içindeki ve dışındaki donanımlar ve
duvarlardaki yoğun is buranın daha sonraki
zamanlarda mutfak veya atölye olarak kullanıldığına
işaret etmektedir.”
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 23.08.2014
|
ZEUGMA'DA KAZI ÇALIŞMALARI "MUZOLAR EVİ"NDE SÜRECEK
Nizip İlçesi'ndeki Zeugma antik
kentinde
gerçekleştirilen kazıların, bu yıl "Muzolar Evi"nde
sürdürüleceği bildirildi.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve kazı
başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, her yıl olduğu gibi bu yıl da
kazı çalışmalarına en büyük desteği Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın verdiğini söyledi.
Çalışmalara Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma
Şahin'in de destek verdiğini ifade eden Görkay, bu
yıl ki çalışmaların yine "Muzolar Evi"nde devam
edeceğini belirtti.
Çalışmaların ekim ayı ortalarına kadar süreceğini
vurgulayan Görkay, "2007'den bu yana Muzolar
Evi'ndeki çalışmalarımız sürüyor. Burası oldukça iyi
korunmuş ve büyük bir yapı. Üzeri kapanmış, çok
büyük dolgusu var. Çalışmalarımızı bu dolgunun güney
kısmındaki alanda sürdüreceğiz. Bu yıl ki kazılarda
önemli bulgular, iyi korunmuş fresk ve mozaiklere
ulaşmayı hedefliyoruz" dedi.
Görkay, çalışmaları Rusya'dan gelen akademisyen,
öğrenci ve teknik ekiple yürüttüklerini kaydetti.
Zeugma'nın Dünya Kültür Mirası listesine girmeye
hazırlanan önemli bir merkez olduğunu dile getiren
Görkay, "Burası sadece bilimsel açıdan değil,
Türkiye turizmi ve ülkemizin dünyaya tanıtılması
açısından da önde gelen antik kentlerden birisi.
Onun için çalışmalarımızı, sadece bilimsel açıdan
değil aynı zamanda restorasyon, konservasyon ve
çevre düzenlemelerine önem vererek sürdürüyoruz"
diye konuştu.
- Zeugma Antik Kenti
Zeugma antik kenti, MÖ 300'de Büyük
İskender tarafından "Selevkia Euphrates" adıyla
kuruldu. Romalı komutan Pompeius, MÖe 64'te kendine yaptığı yardımlar karşılığında
kenti 1. Antiachos'a verdi. Kommagene Krallığı'nın 4
büyük şehrinden biri olan kent, MÖ 31'den
itibaren tamamıyla Roma İmparatorluğu'na bağlanıp,
"köprü" ve "geçit" anlamına gelen "Zeugma" adını
aldı. Roma Dönemi'nde büyük bir zenginlik ve ihtişam
yaşayan Zeugma, MS 256'da Sasani Kralı
1. Şapur tarafından ele geçirilerek yakılıp,
yıkıldı.
GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı'nda su
tutulmaya başlanmasıyla Türk ve yabancılardan oluşan
ekipler tarafından antik kentin sular altında
kalacak bölümlerinde yoğun kurtarma kazıları
yapıldı. Kazılarda gün ışığına çıkarılan ve her
birinin bir şaheser olduğu ifade edilen mozaikler,
duvar resimleri, Mars Heykeli ve Kil Mühür Baskı
Koleksiyonu, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ne taşındı.
Eserler daha sonra inşa edilen Zeugma Mozaik
Müzesi'nde sergilenmeye başladı.
Açık hava müzesine dönüştürülmesi hedeflenen
Zeugma antik kentinde, Bakanlar Kurulu'nun 2005
yılında aldığı kararla Doç.Dr. Kutalmış Görkay
başkanlığında kazı çalışmaları yapılıyor.
Memleket, Haber: İrfan Aydoğdu - Orhan Çiçek,
23.08.2014
|
SUR ÜSTÜ KAZISINDAN NAKŞİ TEKKESİNİN TEMELLERİ ÇIKTI
Bursa’da, butik otel için tarihi Hisar
bölgesinde yapılan inceleme kazısında, Osmanlı
döneminden kalma Nakşi tekkesine ait taş temel
duvarları bulundu.

Hisar bölgesinde Osmanlı dönemine ait Nakşi
tekkesinin kalıntıları bulundu. Şehrin tam göbeğinde
butik otel yapılması planlanan alanda temel inceleme
kazısı esnasında tarihin izlerine rastlandı. Kazılar
sırasında 2-3 metrelik taş duvarlar ortaya çıktı.
Bursa Müze Müdürlüğü’nün raporu doğrultusunda yerin
Vakıflar tarafından kamulaştırılması gündeme geldi.

Kalıntıların bulunduğu alanda daha evvel
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında kurulan
Nakşi tekkesi olduğunu belirten tarihçi yazar Erhan
Yıldızalp, “Burada eskiden Nakşi tekkesi vardı.
Cumhuriyetin ilanından sonra tekke 3 sınıflı ilkokul
oldu. Ben 1948 yılında öğretmen rızasıyla 3. sınıfı
bu binada okumuştum. Dolayısıyla binayı çok iyi
biliyorum. Hatta bizim sınıfımız tekkenin
zikirhanesiymiş. İçinde namaz kılacak mihrabı
varmış. Biz o odada ders gördük. Daha sonra burası
okul olmaktan çıkarıldı. Bir süre boş kaldıktan
sonra
Osmangazi Müftülüğü oldu. Müftülük makamı da
bizim ders gördüğümüz odaydı. Şimdi tekke ahşap yapı
olduğu için yıkıldı” dedi.
Milliyet, 23.08.2014
|
16:9'UN ÇOK ÖZEL SAKİNLERİ

Danıştay’ın, Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerin
“tarihi silüeti bozan kısmının yıkılması” kararına
yapılan itirazı reddederek yıkım kararını onaması,
16/9’da dairesi olanların yüreğini ağzına getirdi.
Yüreği ağzına gelenler arasında AKP’li yönetici ve
bürokratların da olması muhtemel. Zira çok sayıda
AKP’li bürokrat ve yöneticinin de bu kulelerde
daireleri var. AKP’li siyasiler ve bürokratların
daireleri çoğunlukla çocukların, kardeşlerin ve
yeğenlerin üstüne kayıtlı. Hepsinin ortak özelliği
de dairelerin bedeli olan milyon dolarları nakit
olarak ödemeleri. Hiçbiri banka kredisi kullanmaya
gerek duymamış.
16/9’da kendilerinin ve yakınlarının üzerine
dairesi bulunan AKP’li siyasiler ve bürokratlar
arasında İstanbul Milletvekili ve eski Bağcılar
Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi eski Genel Sekreteri Adem
Baştürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Genel
Sekreter Yardımcısı Köksal Tandıroğlu, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Sefer
Kocabaş, Zeytinburnu Belediyesi İmar Komisyonu
Başkanı Hasan Albayrak bulunuyor.
TMSF’de 6 kat izni, Toprak’ta 36 kat oldu
Bilindiği gibi 16/9 kulelerinin dikildiği arsa,
Halil Bezmen’den alacaklı olan Yapı Kredi Bankası ve
TMSF’ye geçmişti. Çoğunluk hissesi TMSF’de olan 28
dönümlük arazi, 45 milyon dolara Mesut Toprak’a
satılmıştı. Ne hikmettir ki, TMSF’de iken inşaat
izni 1 emsal olan arazi, Başbakan’ın imam hatip
lisesinden arkadaşı Mesut Toprak’a geçtikten sonra
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından inşaat
izni 2.5 emsale çıkarıldı. TMSF’de iken en fazla 6
katlı binaların yapılabileceği arazi, turizm ve
ticaret alanına çevrilip, inşaat emsali de 1’den
2.5’a çıkarılınca 36 kata varan rezidans izni çıkmış
oldu.
16/9 projesinin gerçekleşmesi için hangi
kurumlardan iş bitirilmesi gerekiyorsa o kurumlarda
yönetici olanların yakınları nasıl olmuşsa bu
rezidanslardan daire sahibi olmuşlar. Hem de
gencecik insanlar milyon dolarları peşin sayarak.
İlk işlem Zeytinburnu
Belediyesi’nde bu alanın Turizm ve Ticaret
Merkezine çevrilmesi. O dönem Zeytinburnu Belediyesi
İmar Komisyonu Başkanı Hasan Albayrak’ın o bölgede
birlikte inşaat ve emlak işi kotardığı amcazadesi
ANAP Milletvekili Yaşar Albayrak’ın oğlu Hasan Ali
Albayrak’ın burada dairesi var. Hem de peşin para
ödenerek alınmış. Kayıtlarda kredi ile alınan
dairelerin altında “ipotekli” kaydı var. Hasan Ali
Albayrak’a ait dairede böyle bir kayıt görünmüyor.
Sonraki aşama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde
ilçe belediyesi tarafından Turizm ve Ticaret alanına
çevirme kararının onanıp inşaat izninin 1 emsalden
2.5 emsale çıkarılması. Bu işlemler de sorunsuz
gerçekleşmiş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski
Genel Sekreter Yardımcısı Köksal Tandıroğlu’nun oğlu
da daire almış bu kulelerden. Üstelik Tandıroğlu’nun
oğlu, 16/9 kulelerini yapan Astay İnşaat’ta
çalışmaya başlamış. Köksal Tandıroğlu, iki ay önce
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde cemaatçi olduğu
öne sürülen üst düzey bürokratlara yapılan
operasyonla görevinden alınmıştı.
Dava da durdurmamış
AKP İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık’ın
çocukları, kulelerin yıkımının Danıştay’a
gitmesinden sonra daire sahibi olmuşlar. Hem de
Başbakan’ın “küstüm” demesine rağmen. Soma
faciasından bir gün sonra almışlar daireyi.
Kulislerde Dünya Ticaret Merkezi’ndeki hukuk bürosu
olan ve ortaklarına devreden Kıyıklık’tan
Danıştay’daki dava için 16/9’un sahiplerinin hukuki
yardım isteyip istemediği merak ediliyor.
İstanbul eski Emniyet Müdürü Celallettin Cerrah
ile kızı da ortak bir daire edinmişler bu mütevazi
kuleden. Onlar da parayı nakit ödemiş.
İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş, Başbakan
Erdoğan, “kuleleri tıraşlayın dedim dinlemediler. O
nedenle sahibi ile 5 yıldan beri konuşmuyorum”
dediği halde Büyükşehir Meclisi’nde kürsüye çıkıp
kulelerin siliüeti bozmadığını savunmuş. Bu nedenle
de son yerel seçimde meclis üyeliği veto edilmiş.
Sefer Kocabaş ile Adem Baştürk’ün de bu kulelerde
dairesi, hatta daireleri olduğu bir televizyon
programında dile getirildi. Kendisine bu iddiaları
sormak üzere aradığımız Kocabaş ne telefona çıktı ne
de iddiayı açık bir şekilde yazdığımız mesajı
cevapladı.
Kuleler nasıl dikilmişti?
Arazi 2007’de Mesut Toprak’a satıldıktan sonra
nazım imar plan teklifi yapıldı. 10.10.2008 tarihli
Zeytinburnu Belediye Meclisi’nin ve 16.05.2008
tarihli İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin
kararıyla arazi ticaret ve turizm alanına çevrildi.
İnşaat izni de 1/5000 planlarda 1 emsalden 2.5
emsale çıkarıldı. Büyükşehir Belediye Meclisi’nin
117 sayılı plan tadili kararı 16.08.2008 tarihinde
Kadir Topbaş tarafından da onaylandı. Bu değişiklik
uyarınca turizm tesis alanına dönüştürülen arazide
otel, motel, apart otel, toplam inşaat alanının
yüzde 40’ı kadar rezidans ve ticari üniteler
yapılacak konuma getirildi. Hazırlanan 1/1000
ölçekli uygulama imar plan değişikliği de 1/5000
ölçekli nazım imar plan kararlarına uygun olarak
düzenlendi. Bu düzenleme Zeytinburnu Belediyesi
Meclisi kararı ile onandı ve karar alınması için
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne gönderildi.
Ancak 10 Kasım 2009 tarihli büyükşehir belediyesi
meclis gündemine alınmasına karşın dosya, 13 Mart
2009 tarihinde meclis kararı ile iade edildi. 5216
sayılı kanunun 14. maddesinin son fıkrasının “üç ay
içinde büyükşehir belediye meclisinde görüşülmeyen
kararları onaylanmış sayılır” hükmüne karşın üç ay
içinde karar alınmadı. Bu nedenle ilçe belediyesinin
almış olduğu karar kesinleşmiş oldu.
Cumhuriyet, Haber: Miyase İlknur, 23.08.2014
******
16:9'DA İKİ DAİRESİ OLAN BAKAN
Astay İnşaat tarafından Zeytinburnu sahilinde
yapılan ve yerel mahkemenin verdiği “tıraşlama”
kararı Danıştay tarafından onanan 16/9 kulelerinde
daire sahibi olan AKP’liler arasında Ekonomi Bakanı
Nihat Zeybekci de bulunuyor. Zeybekci, dairelerin
panoramik manzarasını pek beğenmiş olacak ki, bir
daire ile yetinmeyip iki daire birden almış. Ekonomi
Bakanı olduğunda her bakan gibi kendisinin de
çocukluk ve gençlik resimleri yayımlanan Zeybekci, 5
Haziran 2014 günü Ekonomi Kulübü üyesi işadamlarıyla
akşam yemeğinde bir araya geldiğinde “Bizim de
bir fotoğrafımız yayımlandı, yırtık donlu Nihat’tı.
Yırtık donlu Nihat’ı bu memleket okuttu,
Türkiye’nin, yetmedi dünyanın en iyi
üniversitelerinde okuttu. O çocuk geldi, ‘siz
yapamadınız, edemediniz size ekonomi
bakanı gönderelim’ denilen ülkeye ekonomi bakanı
oldu” demişti. Zeybekci’nin 16/9 gibi İstanbul’un en
pahalı konutlarının satıldığı bir sitede 2 daireyi
hiç kredi kullanmadan peşin alması, “o yırtık donlu
çocuk 16/9’da iki daire sahibi oldu” yorumlarına yol
açtı. Zeybekci’nin 03.08.2012 tarihinde
aldığı daireler A Blok’ta bulunuyor. 32. kattaki 190
ve 191 no’lu dairelerin manzarası Adalar’dan Boğaz’a
kadar geniş bir alana bakıyor. A Blok’ta 92 ila 266
metrekare marasında 1+1, 2+1, 3+1 konut tipleri
bulunuyor. Bu konut tiplerinin fiyatları geçen yıl
itibarıyla 1 milyon 288 bin liradan başlıyordu.
ALBAYRAK: OĞLUM TOPRAKTAN GİRDİ
Eski ANAP milletvekili Yaşar Albayrak ile eski
Zeytinburnu İmar Komisyonu Başkanı Hasan Albayrak,
ayrı ayrı gazetemizi arayarak, akraba
olduklarını doğrularken Hasan Ali Albayrak adına
kayıtlı dairenin İmar Komisyonu’nda görev yapan
Hasan Albayrak’la ilişkilendirilemeyeceğini
söylediler.
Hasan Albayrak, “Amcazademin kendi parasıyla
alınmış daire, benimle ne ilgisi var” diye konuştu.
Yaşar Albayrak ise oğlunun daireyi 16/9
inşaatlarının yapımına yeni başlarken aldığını
söyledi. Albayrak, Zeytinburnu’nda biri 16 diğeri 8
dönüm olmak üzere iki arsası bulunmasına rağmen
surlara yakın olduğu gerekçesiyle 3 kattan fazla
imar izni alamadığını anımsatarak, “İş kotaracak
kadar becerikli olsam ben de buraya gökdelen
dikerdim” dedi
Cumhuriyet, 26.08.2014
|
"TARİHİ SAVAŞ ALANLARI TURİZME KAZANDIRILMALI"

Trakya Üniversitesi'nden Prof.Dr. Engin Beksaç,
Edirne'deki savaş alanlarının turizme kazandırılması
gerektiğine dikkat çekti.
Trakya Üniversitesi (TÜ) Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Engin
Beksaç, dünyada savaş alanlarına önemli bir ilgi
olduğunu, bu açıdan Edirne'deki savaş
alanlarının turizme kazandırılması gerektiğini
söyledi.
Beksaç, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Avrupa'da bazı ülkelerin, tarihi savaş
alanlarını turizme açtığını belirtti. Turizme
açılmış eski savaş alanlarında kültür ve turizm
altyapısı oluşturularak önemli gelirler elde
edildiğini ifade eden Beksaç, Edirne'de de çok
sayıda savaş alanı olduğunu vurguladı.
Edirne'nin genellikle mimari ve sanat eserleri
ile arkeolojik verileriyle ön plana çıktığını
vurgulayan Beksaç, şöyle konuştu:
“Bu savaşların hepsi dünya tarihinde çağlar
açıp, çağlar kapatan savaşlar olarak
bilinmektedir. Özellikle bunların arasında
ağustos ayında yapılanlar çok ünlüdür. 9 Ağustos
378'de Edirne'nin 8 kilometre kadar kuzeyinde
yaşanan Adrianapol Savaşı, erken Ortaçağ
dönemine ait önemli bir savaştır. Roma ve barbar
federasyonun karşılaştığı bu savaşta Roma
İmparatoru Valens hayatını kaybetmiştir. Bu
savaş, dünya tarihinde bir çağın açıldığı ve bir
çağın kapandığı savaş olarak da tarihte yerini
almıştır."
Beksaç, Avrupalı tarihçilerin savaşların geçtiği
alanlar üzerinde çalışma yaparken Edirne'yi de
araştırdığını, savaş bölgesinin bugün Yıldız
Tabyası'nın bulunduğu tepede olduğunun
öğrenildiğini kaydetti.
"Tanıtılmalı, turlar düzenlenmeli"
Beksaç, savaşların özellikle yabancı turistlerin
ilgisini çektiğini söyledi. Turistlerin
savaşların olduğu alanları görmek istediğini
belirten Beksaç, "Dünyada, bu savaş alanlarına
önemli bir ilgi var. Avrupa'nın birçok kentinde
büyük turist kafilelerinin savaş alanlarını
gezdiği bilinen bir gerçek. Edirne'deki savaş
alanlarının turizme kazandırılması, bu açıdan
büyük girdi sağlayacaktır. Edirne turizminin
gelişmesine destek olacaktır" diye konuştu.
Beksaç, tarihi savaşların olduğu alanların tam
olarak belirlenmesi, bu alanların tanıtılması ve
bölgeye turlar düzenlenmesi gerektiğini
kaydetti.
Turizm Gazetesi, 23.08.2014
|
EVİN ALTINDAN ŞEHİR ÇIKTI
Fransa'da oturan 6 çocuk
babası Mustafa Bozdemir'e, Kayseri'ye 27 kilometre
uzaklıktaki Melikgazi İlçesi'ne bağlı Mimar Sinan'ın
boğup büyüdüğü Ağırnas Mahallesi'nde 5 yıl önce tek
kat ev miras kaldı.

5 yıl önce evi görmeye gelen Bozdemir, temizlik
çalışmaları sırasında evin 4 kat altına kadar uzanan
yeraltı şehri buldu. Mustafa Bozdemir, bunu Kayseri
Valiliği ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bildirdi.

Yapılan incelemede geçmişiyle ilgili kesin tarih
verilemeyen ancak, Roma Dönemi'ne ait olduğu tahmin
edilen yeraltı şehrindeki kazı çalışmalarını aldığı
izinle sürdüren Bozdemir, şöyle dedi:
"Evi, aslına uygun restore ederken alt katları da
temizlemeye karar verdim. Temizledikçe eksi bir,
eksi iki, eksi üç derken en sonunda eksi dörde
ulaştık. Evimiz anne ve babamdan bir katlı olarak
miras kaldı. Restorasyon çalışmaları anında eksi
dört kata indik.

Oysa evimiz üst kat ile birlikte 5 katlı imiş.
Çalışmalarımız çok titizlikle yapılıyor. Aşağı
yukarı çalışmamızın kazı olarak yüzde 80'i
tamamlanmış durumda. Şimdiye kadar 100 kamyonu
geçmiş hafriyat çıkardık. Bunun hepsi elle kazılarak
ile çıkartıldı.
Yaklaşık 2 bin 500 metre kare alandaki temizleme
çalışmalarında 10 kişilik ekip görev aldı. Yeraltı
şehrinin temizliği sırasında çeşitli kalıntılara da
rastlanıyor. Çoğunluğunu insan kemiklerinin
oluşturduğu bu kalıntılar Erciyes Üniversitesi'nden
bir ekip tarafından inceleniyor."
Emekli işçi Mustafa Bozdemir, ortaya çıkarttığı
yeraltı şehrini yerli ve yabancı turistlere
gezdireceğini de dile getirdi.
Habertürk, 23.08.2014
|
5 BİN YILLIK BOĞA HEYKELİ BULUNDU

Yozgat'ın Sorgun
İlçesi'nin
Çadırhöyük bölgesinde 21 yıldır sürdürülen kazı
çalışmalarında, 6-7 medeniyetin bölgede yaşadığını
gösteren bulgulara rastlandı.
İlçeye bağlı Peyniryemez
Köyü'ndeki tarihi Çadırhöyük
bölgesindeki kazı çalışmalarına 63 kişilik ekiple
devam eden kazı başkanı New Hampshire Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gregory M'Mahon, bölgenin
önemli tarihi özellikler taşıdığını ve
gerçekleştirilen açmalarda Kalkolitik çağlardan,
Bizans dönemine kadar bulgulara rastladıklarını
söyledi.
M'Mahon, kazılardan elde edilen bulguların
Çadırhöyük'te en az 6-7 medeniyetin yaşamış olduğunu
gösterdiğini vurgulayarak, "Bizans, erken Tunç, orta
Tunç, genç Tunç, Demir, Kalkolitik çağlarla ilgili
uzmanlarımız çalışıyor. Bu yıl yaptığımız açmalarda
ise Roma Hellenistik çağa ait bazı bulgulara
rastladık" dedi.
Kendisinin genç Tunç ve Hititler dönemiyle daha
fazla ilgilendiğini anlatan M'Mahon, "Genç Tunç ve
Hititlerle ilgili açmalar, höyüğün batı tarafında
bulunuyor. Hitit İmparatorluğu'nun izleri
Anadolu'nun birçok yerinde var. Buralar Boğazkale,
Hatuşşa'ya bağlıymış. Kazılarda onu da gün yüzüne
çıkarmak istiyoruz çünkü genç Tunç çağından Demir
çağına nasıl geçildiğini henüz bilmiyoruz. Bunun
nasıl olduğunu yaptığımız açmalarda anlamaya,
bulmaya çalışıyoruz" diye konuştu.
"ÇADIRHÖYÜK'TEKİ KAZI YAKLAŞIK 25 YIL DAHA
SÜRECEK"
M'Mahon, Çadırhöyük'ün 7 ayrı katmandan meydana
geldiğini ve her katmanın ayrı bir kültürün izlerini
taşıdığını dile getirerek, şöyle devam etti:
"Açmalarda bulunan sikkeler, üzerinde tarih
bulunduğu için çok önemli. Bu yıl haziran ayında
başladığımız açmalarda rastladığımız en önemli bulgu
surlardır. Güney bölgesinde Kalkolitik açmalar yapan
ekibimiz ise 5 bin yıllık olduğunu tahmin ettiğimiz
boğa heykelciği buldu. Dolayısıyla burada rahatlıkla
5 bin yıllık bulgulara rastladık diyebiliriz. Güney
açmalarında küp içinde bulduğumuz mezarlar ise
buranın kutsal bir yer olduğunu gösteriyor."
Güney açmalarının birinde, iki büyük ocak ve bunları
destekleyen tezgahlar bulunduğu için kiler ya da
mutfak olduğu tahmin edilen bölüme ulaşıldığına da
dikkati çeken M'Mahon, şunları kaydetti:
"Açmalar, yapılacak son rötuşların ardından yağmur,
rüzgar gibi doğa koşullarının yanı sıra insanlar
tarafından da zarar görmemesi için kapatılacak.
Burada bulduğumuz tarihi eserleri, külleri, önemli
tozları poşetleyip, köydeki kazı evine götürüyoruz.
Orada temizlenip, konservasyon işleminin ardından
numaralayarak müzeye teslim ediyoruz."
M'Mahon, Çadırhöyük'teki kazının yaklaşık 25 yıl
daha süreceğini belirterek, kazıların
tamamlanmasının ardından ilçede ve dolayısıyla
Yozgat'ta turizmin ivme kazanacağını düşündüğünü
sözlerine ekledi.
Sabah, 23.08.2014
|
TARİHİ ESER BULANLAR DEVLETİ ARIYOR
Tarihte birçok
medeniyete ev sahipliği yapmış Türkiye'de, şans
eseri tarlasında, bahçesinde eski eser bulan
kişiler, bunları ne yapacaklarını müzelere soruyor.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ise
internet sitesinde vatandaşlardan telefon veya
e-posta yoluyla gelen buluntular, definecilik, eski
eser alım satımıyla ilgili en çok sorulan soruları
bir araya getirdi.
Buna göre, define arama, aranacak arazinin
mülkiyet durumu, buluntudan elde edilecek kazanç
gibi soruların yer aldığı sitede cevabı en fazla
merak edilen sorular ve yanıtlardan bazıları şöyle:
-"Tarihi eser buldum ne yapmalıyım?"
Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını
bulanlar, malik oldukları veya kullandıkları
arazinin içinde kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu
bilenler veya yeni haberdar olan malik ve zilyetler,
bunu en geç üç gün içinde, en yakın müze müdürlüğüne
veya köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare
amirlerine bildirmeye mecburdurlar. Kültür ve tabiat
varlıklarıyla ilgili olarak bildirim yükümlülüğüne
mazereti olmaksızın ve bilerek aykırı hareket eden
kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Bildirimi yapılmamış olan kültür ve
tabiat varlığını satışa arz eden, satan, veren,
satın alan, kabul eden kişi iki yıldan beş yıla
kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası
ile cezalandırılır.
-"Bulduğum tarihi eseri müzeye götürsem para alır
mıyım?"
Korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı olup
olmadığını, müzeye alınacaklarla alınmayacakları
tespit etmek ve müzelere alınmasına karar verilmesi
durumunda kıymetini belirlemek için müze uzmanları
tarafından Değerlendirme ve Kıymet Takdir
Komisyonu oluşturulur. Müzelere alınması uygun
görülen eser için komisyonca belirlenen maddi bedel
eseri getiren kişiye ödenir.
-"Dededen kalma, ata yadigarı silahım (halı,
kilim, madalyon, kap-kacak vs.) var. Ne Yapmalıyım"
En yakın müze müdürlüğüne gidilerek ata yadigarı
objenin korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı
olup olmadığı yönünde bir incelemenin yaptırılması
gereklidir.
-"Define aramak istiyorum. Ne yapmalıyım?"
Define aramak isteyenler, define arayacakları
yerin bağlı olduğu mülki amire müracaat eder.
-"Türkiye genelinde define aramak için izin almak
mümkün müdür?
Türkiye genelinde define arama izni verilemez.
Define aranacak yer 100 metrekareyi geçemez.
-"Define araması için Kültür ve Turizm Bakanlığı
maddi destek ve ekipman sağlar mı?"
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Define
Arama Ruhsatı sahiplerine maddi destek ve ekipman
sağlanmaz.
-"Define arama kazısı sonucunda bulduğum
defineden ne kadar pay alırım?"
Bulunan definenin Maliye ve Gümrük Bakanlığınca
geçer akçe olarak değeri tespit edilir. Define
Hazineye ait arazide bulunmuşsa yüzde 50'si
arayıcıya, özel veya tüzel kişilere ait arazide
bulunmuşsa, yüzde 40'ı arayıcıya, yüzde 10'u ise
mülk sahibine verilir.
-"Ülkemizde son 5 yılda kaç tane ruhsatlı define
kazısı yapıldı, bu kazılarda define bulundu mu?"
2010 yılından bu yılın ilk yarısına kadar toplam
558 izinli define kazısı gerçekleştirildi. Yapılan
izinli define kazıları bünyesinde ise herhangi bir
buluntuya rastlanmadı.
Memleket, Haber: Tuğba Özgür Durmaz, 23.08.2014
|
1000 YILLIK SIR ORTAYA ÇIKTI
Elazığ'ın Ağın
İlçesi'nde Keban Baraj Gölü altında kalan tarihi
Hastek Kalesi Sığınakları'nın 2 katı, kuraklık
sonucu göl sularının çekilmesiyle açığa çıktı.
Yenipayam Köyü sınırları içerisinde bulunan ve
sadece kayıklarla ulaşılabilen Sığınakları, Keban
Baraj Gölü'ne dik inen kayalıkların alttan itibaren
kat kat oyulmasıyla yapılmış odalar ve bu odaları
birbirlerine bağlayan dar galerilerden oluşuyor.

Dışarıya kapalı sığınaklarda, kimi geniş
kullanımlı bir salonu, kimi bir depoyu andıran
odalarda ve galerilerde ise yer yer havalandırma,
ışık alma ya da düşmana karşı savunma yeri olarak
kullanılan mazgal delikleri bulunuyor.
Türkmen akınlarından ya da Bizans saldırılarından
korunmak amacıyla yapıldığı tahmin edilen Hastek
Kalesi ve sığınaklarının, net bir bilgi olmamakla
beraber tarih araştırmacılarına göre 1018'li
yıllarda inşaa edildiği tahmin ediliyor.

Birinci katı baraj gölü içinde olmasına rağmen
kuraklık nedeniyle sularının çekilmesiyle diğer iki
katı su yüzeyine çıkan Hastek Kalesi ve sığınakları,
tarih meraklılarının gezip görmesi için büyük bir
fırsat olarak görülüyor.

Ağınlı araştırmacı-yazar Günerkan Aydoğmuş, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Hastek Kalesi
Sığınakları hakkında yaptığı araştırmalarda,
duvarlara oyulmuş Ermenice yazılara ve 1018 tarihine
rastladığını belirtti.

Yenipayam Köyü sakinlerinden Mehmet Özdem (55)
ise kaleyle ilgili olarak dedelerinin kendilerine
çeşitli hikayeler anlattıklarını ancak kesin bir
bilgiye sahip olmadıklarını söyledi.
Mehmet Özdem: "Suların çekilmesi, Hastek
Kalesi'ni görmek isteyenler için büyük bir fırsat.
Bu güzelliği ve tarihi yapıyı insanlar gelip
görmeli" dedi.


Habertürk, 22.08.2014
|
TARİHİ KALECİK KÖYÜ TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR
Mardin'de dağların arasında yer alan ve 5 bin yıllık
geçmişe sahip olduğu bildirilen Kalecik Köyü, doğal
güzelliğiyle film platosunu andırıyor.
Binlerce yıl Süryanilerin yaşadığı ancak onların
yurt dışına göç etmesinden sonra yaklaşık 50 yıl
önce Müslümanların yerleştiği Nusaybin
İlçesi'ne
bağlı Kalecik Köyü, çözüm süreciyle oluşan güven
ortamında turizme kazandırılmayı bekliyor.
Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) Arkeoloji Bölüm
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Güner Coşkunsu ve emekli
Öğretmen Süleyman Çakır, köyde bir araştırma gezisi
yaptı.
Coşkunsu AA muhabirine köyün MÖ 7 bin
yıllarında kurulmuş bir köy olduğunu tahmin
ettiklerini söyledi.
Kalecik'in dünyadaki nadir güzellikte tarihi bir
köy olduğunu belirten Coşkunsu, şöyle konuştu:
"Ancak köyde hiçbir bilimsel araştırma
ve arkeolojik çalışma yapılmamış. Yakın tarihi
Süryani ve Kürtlerin yerleşimlerine ait olsa da
etraftaki yoğun çanak çömlek olasılıkla Neolitik ya
da Kalkolitik dönemde kurulduğunu gösteriyor. Kaya
mezarları ise köyün daha sonra Roma döneminde de
iskan edildiğini gösteriyor."
- "Defineci tahribatından kaynaklanan ciddi bir
tahribat var"
Kalecik Köyü'nde acilen restorasyon ve
konservasyon çalışmalarının başlatılması gerektiğini
kaydeden Coşkunsu, köylülerin doğru onarım
yapabilmesi için devlet desteğine ve uzmanların
yönlendirmesine ihtiyacı bulunduğunu dile getirdi.
"Yerde yoğun çanak ve çömlek parçaları var. Köy
büyük bir ihtimalle MÖ 5 bin yıllarında kurulmuş
bir köy. Ancak arkeolojik kazı olmadan kesin bir şey
söyleyemeyiz. Köyde bakımsızlıktan, yanlış onarım
ve yoğun defineci tahribatından kaynaklanan ciddi
bir tahribat var. 1991 yılında köyde çekilen Mem-u
Zin filmine bakınca hasarın boyutu görülecektir."
İnsan ve hayvan hayatı için yapılarda tehlike
oluşturacak yıkılmaların bulunduğunu dile vurgulayan
Coşkunsu, "2004'te sit alanı ilan edilen bu ender
özelliklere sahip köy bakımsız ve sahipsiz kaldığı
için yıkılmak üzere" ifadesini kullandı.
- Köylüler umutlu
Köy sakini Nezahat Aslan tarihi bir köyde
yaşamanın mutluluğunu yaşadıklarını fakat bunun
zorluklarının da bulunduğu söyledi.
Sit alanında bulunmasından dolayı köyde
onarım yapamadıklarını ve evlerinin yıkılma
tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını bildiren
Aslan, şöyle konuştu:
"Köyümüze ilk defa bir üniversite hocasının
gelmiş olmasından dolayı çok şaşkın ve mutluyuz. İlk
olarak köyün akademisyenler
tarafından araştırılmasını çok istiyoruz. Yeni
filmlerin de çekilmesini istiyoruz. Çözüm
sürecinden sonra burası rahat olmaya
başladı. Eskiden kimse gezmeye gelmezdi. Çözüm
sürecinden sonra insanlar rahatlıkla gezebiliyor."
Kazım Aslan ise kale üzerine inşa edilen
köylerinde Sezen Aksu'nun klip çektiğini
anımsatarak, "Çözüm sürecinden sonra insanlar artık
rahat gidip gelebiliyor. Köyümüzün ilgi görmesini
bekliyoruz" dedi.
Üniversite öğrencisi Cesur Aktan da çözüm
süreciyle köye gelen insanların sayısında artış
yaşandığını, köylerinin film platosu olmaya aday bir
köy olduğunu söyledi.
Dıra Aslan ise çözüm sürecinden memnun
olduklarını vurgulayarak turizmden hak ettikleri pay
almak istediklerini kaydetti.
Memleket, Haber: Halil İbrahim Sincar - Arif
Altunkaynak, 22.08.2014
|
OVAÖREN'DEKİ YASSIHÖYÜK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. S. Yücel
Şenyurt, Vali Mehmet Ceylan’a Gülşehir İlçesi'ne
bağlı Ovaören Köyü sınırları içerisinde kalan
Ovaören arkeolojik yerleşim alanı içerisindeki
Yassıhöyük kazısı çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Vali Ceylan’ı makamında ziyaret eden Prof.Dr.
Şenyurt burada yaptığı açıklamada
Nevşehir’in, kendi il sınırları içerisinde
yapılan kazılar açısından değerlendirildiğinde;
Hacıbektaş’taki Suluca Karahöyük kazıları,
Avanos’taki Camihöyük kazıları ve Sarılar
Kasabasındaki Zank Höyük kazıları dışında bu güne
kadar çok bilimsel anlamda kazıların yapılmadığını
ifade etti. 1996’da Ovaören’de yaptıkları yüzey
araştırması sonunda 2007 yılında burada kazı
çalışmalarına başladıklarını ve gerçekleştirdikleri
ön çalışmalarda ilk olarak surlara rastladıklarını
belirten Prof.Dr. Şenyurt, surların hangi döneme
ait olduğunu araştırırken, kazı alanında günümüzden
en az 3500 yıl önce Hitit dönemine ait olduğunu
tespit ettikleri ve surlara saplanmış ok ucunu
bulduklarını ifade etti.
2007 yılında başladıkları kazı çalışmalarıyla
birlikte şu ana kadar yüzeyden 4 metre derinliğe
kadar indiklerini ve Hitit Dönemi tabakalarına
ulaştıklarını söyleyen Prof.Dr. Yücel Şenyurt,
yapılan kazılarda kentin giriş kapısı başta olmak
üzere sur duvarları, yerleşim alanları ile yerleşim
yerinin tarihine ışık tutacak o dönemlerde
kullanılmış çanaklar, mezarlar ve bazı araç gereç
kalıntılara ulaştıklarını dile getirdi.
Prof.Dr. Şenyurt,şu anda 17
arkeolog ve 32 işçiden oluşan bir ekiple
sürdürdükleri kazı çalışmalarının Nevşehir’in
tarihçisine ışık tutacağını vurgulayarak
desteklerinden dolayı Vali Ceylan’a teşekkür etti.
Vali Ceylan ise, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın destekleri ile süren kazı
çalışmalarından dolayı Prof.Dr. Yücel Şenyurt’a
teşekkür ederek: “Buradaki kazı bölgemizin tarihine
ışık tutması açısından çok önemli. Bölgemiz oldukça
zengin tarihi özelliklere sahip ve bu zenginliklerin
yeraltında kalmasını istemiyoruz” dedi.
‘NEVŞEHİR-OVAÖREN HAKKINDA’
Nevşehir’in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören
Köyü'nde Prof.Dr. Yücel Şenyurt başkanlığında 2007 yılında
kazılara başlanmış olup kazılar hala devam
etmektedir. Kalkolitik Çağ’dan Demir Çağı sonuna
kadar kesintisiz bir yerleşime sahne olan Ovaören,
ticaret yollarının kesişme noktasında yer alması
sebebiyle
Anadolu içinde oldukça önemli bir jeopolitik
konuma sahip.
Milliyet, 22.08.2014
|
ALTIN KAPLAMA KURUKAFA
2 yıl önce Amasya’nın
Şamlar Mahallesi mevkisinde yapılan arkeolojik
kazılarında çıkarılan Roma dönemine ait altın
kaplama insan kafatası büyük ilgi görüyor.
İlginç gömme tekniğiyle yapılan kazılar sonucu
bulunan kuru kafanın ağzı ve gözleri altınla
kapatılırken, boynu kolye ve kulakları da küpeyle
süslü. Kuru kafanın başının üstünde de altından Taç
bulunuyor.
Söz konusu ölü gömme tekniğinin o dönemde bölgede
görülen Pagan inancına göre uygulandığı öğrenildi.
haberler.com, 22.08.2014
|
|
ÇEŞME TARİHİYLE DE YILDIZLAŞACAK

Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç,
Çeşme kent merkezindeki Bağlararası Kazı
Alanı'nı ziyaret etti. Kazı Başkanı Ankara
Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Vasıf Şahoğlu'ndan ortaya çıkan bulgular
hakkında bilgi alan Başkan Dalgıç, özverili
çalışmaları için Doç.Dr. Şahoğlu ve kazı
ekibine teşekkür etti. Bağlararası'nda
gerçekleştirilen faaliyetlerin kentin hem
tarihi hem de geleceği açısından önemine
değinen Dalgıç, Belediye olarak çalışmaları
desteklemeye hazır olduklarını kaydetti.
Çeşme'nin tarihi dokusunun, ilçenin dünyanın
en önemli turizm kentlerinden biri olmasında
büyük payı olan 3S (Sun, Sand, Sea-deniz,
kum, güneş) kadar büyük bir zenginlik
barındırdığına dikkat çeken Başkan Dalgıç,
kentin tarihi potansiyelinin
değerlendirilmesini sağlamak için gerekli
adımları atacaklarını açıkladı. Dünyanın
önde gelen turizm markalarının birçoğunun ya
tarihi dokusu ya da doğal güzellikleriyle
tanındıklarını hatırlatan Dalgıç, "Çeşme
turizmin iki büyük kaynağını tek bir adreste
buluşturan bir destinasyon" dedi.
Çeşme'nin Ildırı bölgesinde bulunan Erythrai
antik kentinin yılın 12 ayı cazibesini
yitirmediğini ve her geçen yıl daha fazla
turiste ev sahipliği yaptığını hatırlatan
Başkan Dalgıç, Bağlararası'ndan elde edilen
bulgulara dikkat çekti. Kentin simgelerinden
olan Çeşme Kalesi'nin ve kent içindeki
korunmuş tarihi yapıların yanı sıra Erythrai
ve Bağlararası kazılarıyla kentin tarih
turizmindeki yükselen cazibesini vurgulayan
Dalgıç, "Çeşme'nin tarih turizminde hak
ettiği yere ulaşmasını sağlamak için elimizi
taşın altına koymaya hazırız" dedi.
Çeşme Bağlararası'nda gerçekleşen kazı
çalışmalarına başkanlık eden Ankara
Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Vasıf Şahoğlu ise kazılar hakkında bilgi
vererek, "Günümüzden 4500-4400 yıl öncesine
kadar bulgulara ulaşılan kazılarda,
Çeşme'nin çok önemli bir liman kenti
olduğuna dair önemli kanıtlar elde edildi.
Ulaşılan sonuçlarda kentte MÖ 3 binden
günümüze kadar sürekli olarak yerleşim
olduğu tespit edildi. Elimize geçen
örnekleri incelediğimizde Ege adalarıyla
ticaret yapıldığını gösteren bulgulara
ulaştık. Bulgular ışığında bölgenin zaman
içerisinde turizm açısından daha da önem
kazanacağına inanıyoruz. Böylece yeni bir
turist çekim merkezine daha kavuşacak"
şeklinde konuştu.
Star, 22.08.2014
|
ÖNÜMÜZDEKİ YIL AÇILIYOR

Muğla'nın Bodrum İlçesi'ne
bağlı Gümüşlük Mahallesi'nde bulunan tarihi
Tavşan Adası, önümüzdeki yıl ziyarete açılacak.
Ziyarete kapalı adada 5 yıldır süren kazı ve
kurtarma çalışmalarında ortaya çıkartılan tarihi
eserlerin de sergileneceği belirtildi.
İlçeye 18 kilometre uzaklıktaki Gümüşlük'teki
Tavşan Adası'ndaki (Asar Adası) kazı ve kurtarma
çalışmalarında ortaya çıkarılan kilise, kiliseye
ait depo ve sarnıçlar, MS 3'üncü yüzyılda
Hıristiyanlığı yaymaya çalışırken katledildiği
sanılan din adamları ve yakınlarının mezarları,
din adamlarının kafatasları, kafataslarına
çakılan çiviler, MÖ 5'inci yüzyıl ile MS
3'üncü yüzyıl dönemleri arasındaki tapınağa ait
sütunlar ve kilisede üst düzey görevli din
adamlarının yaşadığı evler, önümüzdeki yıldan
itibaren sergilenecek. Suyun biraz altında kalan
kral yolundan yürüyerek geçilebilen tarihi adayı
Gümüşlük Platformu üyeleri ve bir grup
vatandaşla birlikte gezen Myndos Kazı Başkanı
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin, çalışmalar hakkında
bilgi verdi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, "2009
yılında başladığımız çalışmaların ardından gün
yüzüne çıkarılan tarihi değerleri bölgenin
kültür turizminin canlandırılması amacıyla
önümüzdeki yıldan itibaren kontrollü olarak
ziyarete açmayı planlıyoruz. Geçtiğimiz yıl
Ramazan ayında adayı ziyarete açmış ve yaklaşık
50 bin ziyaretçinin antik kentin önemli bir
bölümünü gezmesini sağlamıştık. Adaya geçmek
isteyenler 5 yıl boyunca tel örgülü alanlara
kadar yürüyüp tekrar geri dönmek zorunda
kalıyordu. Gümüşlük kentinin tarihine ışık
tutacak kazı ve kurtarma çalışmaları farklı
alanlarda devam edecek" dedi.
Adayı gezen grup içinden Uygar Vera Ermiş,
"Gümüşlüğe 2007 yılında tatile geldiğim zaman
ilk kez Tavşan Adası'nı ziyaret etmiştim. Sonra
2009 yılında tekrar ziyaret etmek istedim. Fakat
kazı dolayısıyla kapalı olduğunu görünce
geçememiştik. Şimdi ise tatil için tekrar
geldiğim Gümüşlük'te şans benden yana oldu. Bu
muhteşem tarihi gördüğüm zaman oldukça
duygulandım. Böylesine etkileyici bir tarihin
ülkemizde olması da bizleri ayrıca çok
sevindirdi" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 22.08.2014
|

|
2400 YILLIK FİLDİŞİ ZAR
Amasya’da Oluz Höyük kazılarında bulunan 2400 yıllık fil dişinden yapılma zar Amasya Müzesi’nde sergileniyor.
2007 yılından bu yana süren kazılarda 5 ana kültür katının bulunduğunu belirten stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Oluz Höyük Kazı Başkanı Doç.Dr. Şevket Dönmez, 2011 yılındaki kazılarda bulunan 2400 yıllık fil dişi tavla zarının Geç Demir Çağı’na ait olduğunun saptandığını belirtti.
Kazılarda ele geçirilen çok sayıdaki eser Amasya Müzesi’nde sergiye sunulurken, bu dönem ki kazı çalışmalarına 2 hafta önce başlandı.
Milliyet, 22.08.2014
|
TOPHANE'DE İŞADAMININ ARSASINDAN 2 BİN 200 YILLIK
TARİH ÇIKTI

Büyükşehir Belediyesi tarafından Bursa'nın 2 bin
200 yıl önceki fotoğrafının gün yüzüne çıkarılması
çalışmaları sürerken, Hisar Bölgesi'nde yeni bir
hazine daha ortaya çıktı. Ancak bu kez özel
mülkiyete ait bir arazide... İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nün yanı başında 2 bin 200 yıl öncesini
yansıtan bu devasa kalıntılar mülk sahibi tarafından
yaptırılan kazı çalışmasında bulundu. Bölgenin 1.
Derece Sit Alanı olarak koruma altına alınmasıyla
ilgili son sözü Bursa Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu söyleyecek.
ÖZEL MÜLKİYETE AİT
Bursa'nın tam göbeğinde sessiz sedasız yürütülen
çalışmanın yapıldığı arazi iş adamı Ali Uğur'a ait
arazinin sit derecesiyle ilgili karar, hazırlanacak
olan raporun ardından Bursa Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından verilecek. Uludağ
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Ana
Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin ise;
bölgedeki kalıntıların dikkate alınacak cinste
olduğuna dikkati çekerek, 1. Derece Sit Alanı
kapsamına alınarak koruma altına alınması
gerektiğini söyledi.
DEVASA BULUNTU
Bursa surlarının aradan geçen yaklaşık 2 bin 200
yıllık tarihi içinde, işlevini koruduğu sürece pek
çok değişikliğe ve onarıma uğradığını belirten
Uludağ Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Yusuf Oğuzoğlu, yapının Bithinyalılar, Romalılar,
Bizanslılar ve Osmanlılar tarafından farklı
zamanlardaki ilaveler ve onarımlarla günümüze kadar
geldiğini söyledi. Kazılar sırasında ortaya çıkmaya
başlayan devasa buluntunun sur çalışmaları
kapsamında değerlendirilebileceğini belirterek,
"Burada değerli bir tarihi yapı olduğu anlaşılıyor.
Derinliğe bakıldığında 2-3 metrelik sağlam taş
duvarlar görüyoruz. Taş duvarların sivil mimari olup
olmadığına bakılması gerekiyor. Su kuyusuna benzer
bir bölüm görünüyor. Kalıntılardan anlaşılan birkaç
dönemi ilgilendiriyor. Hisar bölgesinde tarihi
surların devamında çok önemli bir tarihi kalıntı
olduğunu görüyoruz" ifadelerini kullandı.
SUR ÇALIŞMALARI SÜRERKEN...
Tophane Ön Yamaç Surları Restorasyon Çalışması
Saltanat Kapısı'nın kuzeyinden başlayarak Kaplıca
Kapı'ya kadar uzanan kadar yaklaşık bin 200 metrelik
bölümü kapsıyor. Bu kısma ait tüm restorasyon
projeleri Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından onaylandı ancak mesafenin uzun
olması nedeniyle restorasyon uygulama çalışmalarının
iki etaba ayrıldı. Birinci etap restorasyon uygulama
çalışması, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü önünden
askeri garnizona kadar olan yaklaşık 500 metrelik
mesafeyi içerirken, etap kapsamında A ve B olmak
üzere iki büyük kule, bu kuleler arasında ise uzun
sur beden duvarları bulunuyor.
Bir yandan surları tekrar ayağa kaldırılırken
diğer yandan da sur projesinin asıl hedefi olan Bey
Sarayı'nın günlük hayata kazandırılması konusundaki
faaliyetler sürüyor. Bunun yanı sıra hem Osmanlı'da
hem de Bizans döneminde Bursa'nın merkezi
konumundaki bu surların en önemli bölümünün Orduevi
olarak kullanılan alanın sınırları içinde ve bazı
binaların altında olduğu biliniyor. Milli Savunma
Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı ile birçok kez
görüşmeler yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, tarihi Saat Kulesi ile Orduevi arasındaki
Bey Sarayı Saat Kulesi inşaatını yeryüzüne çıkararak
tamamlamak istiyor.
Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 22.08.2014
|
MİDAS ANITI'NDA KAPSAMLI RESTORASYONA BAŞLANILDI

Eskişehir ili, Han İlçesi sınırları içinde yer
alan Anadolu uygarlıklarından en önemlilerinden
biri olan Friglerin önemli kaya
anıtlarındandır.. Frigya’daki diğer kaya
anıtları gibi Kibele (Ana Tanrıça) heykelinin
yerleştirilmesi amacıyla MÖ VII.yüzyılda
oluşturulmuştur. Anıt yaklaşık 400 m2'lik bir
alan kaplamakta olup Kibele heykelinin
yerleştirildiği ve anıtın ortasında bulunan niş
5.5 metre genişliğinde ve 1.44 metre
derinliğindedir.
2012 yılında Anıtın doğa koşulları nedeniyle
hızla yıpranması sonucu kapsamlı restorasyon
proje ve uygulama aşamasına geçilmeden önce acil
müdahale uygulaması yapılmıştır. Bu kapsamda
anıtın ön yüzüne platformlu iskele kurularak
geniş çatlaklar temizlenmiş, uygun harç ile
dolgu yapılmış, yüzeyden ayrılmak üzere olan
kabartmalar enjeksiyon ve benzeri uygulamalarla
sağlamlaştırılmıştır.
Anıtta kapsamlı restorasyon çalışmasının
yapılabilmesi amacıyla hazırlanan rölöve,
restitüsyon, restorasyon, mühendislik ve çevre
düzenleme projeleri 2013 yılında tamamlanmış
olup restorasyon çalışmalarının ise 2015
yılında tamamlanması hedeflenmektedir.
kulturvarliklari.gov.tr, 22.08.2014
|
SMYRNA TİYATROSU KAZILARINDA SÜRPRİZ YAZIT
İzmir İli, Merkez Konak İlçesi’nde Kadifekale
ile Smyrna Agorası arasındaki yamaçta yer alan
ve yapılan kamulaştırma ve yıkımlar sonrasında,
caveasının topografik eğrisi ile sahne binası
hemen hemen ortaya çıkan Smyrna Antik
Tiyatrosu’nda kazılara devam ediliyor.
Caveayı çevreleyen analemma duvarının bir bölümü
halen izlenebilen Tiyatronun ilk kez ne zaman
inşa edildiği bilinmemekle birlikte, Vitruvius
tarafından konu edildiğine göre MÖ 1. yüzyılda
inşa edilmiş durumda olduğu, Roma imparatorluk
döneminde olasılıkla bir deprem sonrasında
İmparator Claudius zamanında onarıldığı, son
halini İ.S. 178 yılındaki depremden sonra
yapılan onarım ve eklentilerle aldığı
düşünülüyor.
Tamamlanan kamulaştırma ve yıkımlar ile Temmuz
ayında başlanan kazı çalışmaları ile beraber
tiyatronun sahne binasının bloklarından biri
üzerinde 12 satırdan oluşan bir yazıt tespit
edildi. Yazıttan Marcus Cladius Proklus’un
tiyatronun hemen yakınında bir su yapısı
onardığı öğreniliyor. Yazıt üzerindeki
çalışmalara devam ediliyor.
kulturvarliklari.gov.tr, 22.08.2014
|
NAULA ANTİK KENTİ RANT KARŞISINDA YOK OLUYOR!
Alanya'nın Mahmutlar beldesinde apartmanların
arasına sıkışmış Naula antik kenti için bizi arayan
okurumuz; kilisenin içinin muz bahçesi, çevresinin
ahır ve kömür deposu olarak kullanıldığına dikkat
çekti.
Bu memleketin taşı toprağı dünya tarihi... Ama
sanki hiç tükenmeyecek gibi rahat bir tavır
içindeyiz. Yapılaşmaya teslim olan antik kentlerin
gidecek yeri kalmadı artık, yavaş yavaş yok oluyor,
içi boşalıyor. Yerel yönetimler başta olmak üzere
herkes bu gidişata seyirci kalıyor. Yöre halkı için
ise antik kentler sanki bir taş yığını, sanki
tamamiyle kaldırılsa onlar için meydan boşalacak ve
daha mutlu olacaklar... Zira tarihi eserleri koruma
bilinci ve geleceğe aktarma sorumluluğu henüz
yerleşmedi beynimize ve kalbimize...
Alanya'nın Mahmutlar beldesinde bulunan Naula antik
kenti de yok olmaya mahkum edilen, kıymetini
bilmediğimiz önemli tarihi değerlerimizden biri..
Nasıl da hor kullanıldığını, ranta teslim olduğunu
anlamak için resimlere bakmak yetiyor.

Turizmhaberleri.com 'u uzun yıllardır takip
ettiğini belirten ve adının açıklanmasını istemeyen
okurumuz; Naula antik kentinin içinde bulunduğu
durumu aktardı yaptığımız görüşmede. Bizler de Naula
antik kentinin kurtarılmasına yönelik acil önlemler
alınması konusunda; başta Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileri ile Alanya Belediye Başkanı Adem Murat
Yücel'in dikkatine sunuyoruz anlatılanları...
Değerli okurumuz Naula antik kentini bir kaç ziyaret
ederek gözlemlemiş ve resimlerle de belgelemiş.
Şimdi sözü okurumuza bırakıyoruz. İşte Naula antik
kentinin içler acısı hikayesi :

KİLİSENİN İÇİ MUZ BAHÇESİ.. DIŞI KÖMÜR ODUN
DEPOSU
Naoula antik kenti Alanya'nın Mahmutlar mahallesinin
tam ortasında, denizden 300 m içeride apartmaların
arasında kalmış bir antik kent. Ana caddeye yakın
yerde. Özellikle kilise var. Çünkü kiliselerin
yönlerini hiçbir zaman değiştiremezsiniz. Doğuya
bakar. Ama şu anda kilisenin içi muz bahçesi.
Ekiliyor, dikiliyor. Kişiler orayı istedikleri gibi
kullanıyorlar.
AYAZMANIN ÜSTÜ BETON KAPLI...
Özellikle kilisenin bahçesinde kömür ve odun
deposuyla birlikte bir ev bulunuyor. Yüreğimi burkan
ve acıtan en önemli şey: Burada her kilisenin
yapısında ayazma vardır. Kutsal su. Bunun üzerinde
beton kaplı. En son aldığımız bilgiler çerçevesinde
artık antik kentin ön tarafı da rant nedeniyle hızlı
bir şekilde yapılaşma izni almış duyduğum
kadarıyla..
Bölgeye birkaç defa giderek inceledim. Tamamıyle
doğu kısmında ahırlar var, mahalle, büyük binalar,
sonrasında ahırlar var, bahçeler başlıyor. Bahçeler
ve antik kent iç içe.. Hem ahır hem muz bahçesi
olarak kullanılıyor. Tarihi yapıların duvarlarına
kadar gelmişler, apartmanın bahçesinde antik kentin
binalarının duvarları var.. Ama orada bizlerden önce
oturan insanların da evleri vardı. Orası bir kentti
bir yerleşim merkezi idi. Bu şekliyle korumamız
lazım.

ANTİK KENTİN YOK OLMASINI İSTEMİYORUM
Çok yaşlı bir kent mi? Bana göre binaların yapılışı,
dizaynı, harcın kullanışı gibi unsurlara bakarsak
yaklaşık 1200 yıllık bir geçmişi var. Dolayısıyla
1200 yılı geçmiş olarak kabul etmezsek o zaman
ülkenin gelecek nesillere aktaracağı tarihi de
olmaz. Bu antik kentin hiçbir şekilde yok olmasını
istemiyorum bir vatandaş olarak çünkü tarihi iyi
değerlendiremeyen bir toplum kendi tarihini de
unutur.
Bir an evvel bu konuda çok önemli ve caydırıcı
kararların alınması gerekiyor. Tabii ki bu rant
meselesi çok büyük bir kesime hitap ediyor. Naula
antik kentinin korunması ve kurtarılması konusuna
dikkat çekmek için yardımcı olursanız sevineceğim.''

Turizm Haberleri, Haber: Nilgün Atar, 20.08.2014
|
TARİHE KOPYALI KORUMA

Türkiye’nin tarihi
zenginliklerini tahrip eden defineci ve hazine
avcılarının verdiği zarar, ömürlerini eski
medeniyetlerin izlerini ortaya çıkarmaya ve
korumaya adamış arkeologları farklı çözümler
bulmaya yöneltiyor.
Tüm önlemlere rağmen antik tiyatrodaki freskleri
kötü niyetli kişilerin saldırısından
kurtaramayan Aydın Sultanhisar’daki Nysa Kazı
Heyeti, çareyi fresklerin kopyasını yapıp,
asıllarını müzede saklamakta buldu. Heyetin
çaresizliği kazılara 1998’den bu yana maddi
destek sağlayan Yaşar Kültür ve Eğitim Vakfı’nın
inceleme gezisi sırasında ortaya çıktı. Kazının
bilimsel danışmanlığını yapan
Ankara Üniversitesi Klasik Arkeoloji
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Serdar
Hakan Öztaner, antik fresklerin yerine
kopyalarını sergileyeceklerini söyledi. Öztaner,
“Kazı alanımız çok büyük. Bir iki bekçi ile
korumak mümkün değil. Ayrıca, ödenek azlığı
nedeniyle de fazla bir şey yapamıyoruz. Nysa,
antik dönemin en büyük tiyatrolarından birine
sahip. Tiyatronun podyumunda bulunan çok
sayıdaki freski ne yapsak koruyamadık. İlk önce
telle çevirdik, açtılar; kalın demir kafeslere
koyduk, kırdılar. Başa çıkamayınca çareyi
orijinallerin yerine kopyalarını koymakta
bulduk.” Asıllar müzeye gidecek Fresklerin
kopyalanması için hazırladıkları projenin Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nca onaylandığını,
çalışmaların hızla sürdüğünü anlatan Öztamer,
“Bu yöntem tarihi buluntuların yerlerinde
sergilenemediği durumlarda kullanılabiliyor.
Aslında en güzeli tarihi eserlerin yerinde
sergilenmesi ancak freskleri koruyamadık. Bu
çalışma bitince asıllarını Aydın Müzesi’nde,
kopyalarını da tiyatroda sergileyeceğiz” dedi.
DÖNEMİN EN
ÖNEMLİLERİNDEN
Karia bölgesinin en önemli eğitim ve kültür
merkezlerinden biri olan, MÖ 3. yüzyılda
Aydın Sultanhisar’daki Cevizli Dağı’nın
eteklerinde kurulan Nysa antik kentinin dönemin
eğitim ve kültür merkezi olduğunu, antik dönemin
ünlü coğrafyacısı Strobon’un burada eğitim
gördüğünü anlatan Yrd. Doç.Dr. Öztaner, şunları
kaydetti: “Nysa özellikle Roma döneminde eğitim
ve kültür açısından oldukça ilerlemiş. Kentin en
öne çıkan özelliklerinden biri derin bir vadinin
iki yanında kurulması ve iki yakanın üç büyük
köprü ile birbirine bağlanmış olması. Muhteşem
bir altyapıya sahip olan kent, Efes’teki
Celcius’tan sonra Anadolu’nun en iyi korunmuş
kütüphanesine, gymnasiuma, hamamlara, tiyatroya,
çarşı bazilikasına, agoraya ve meclis binasına
sahip. Bütün bunlar kentin Roma dönemindeki
görkemini ve önemini günümüze yansıtıyor.”
DESTEK SÜRECEK
Nysa kazılarına 16 yıldır maddi destek sağlayan
Yaşar Kültür ve Eğitim Vakfı İdare Heyeti Başkan
Yardımcısı Feyhan Yaşar, Yaşar Holding Yönetim
Kurulu Başkanı İdil Yiğitbaşı ve Yaşar Holding İdare
Heyeti üyeleri, kazılar hakkında bilgi almak
amacıyla antik kente gezi düzenledi. Vakfın
kuruluşundan bu yana Ege’deki çeşitli kazılara
destek sağladığını, Nysa kazılarına da 1998’den bu
yana ellerinden geldiği kadar destek verdiklerini
söyleyen Feyhan Yaşar, “Kültür ve Turizm Bakanlığı
öncülüğünde tarihimizin gün ışığına çıkarılması
çalışmalarına kurumların destek vermesinin çok
önemli olduğuna ve bu katkının sürdürülebilir olması
gerektiğine inanıyorum. Uzun yıllardır verdiğimiz
destekle el ve güçbirliğiyle gelinen bu nokta
hepimizi heyecanlandırıyor. Çalışmalara olan
katkımız artarak sürecek” dedi.
Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 20.08.2014
|
UŞAK'TA EN KAPSAMLI OLARAK YAPILACAK ARKEOLOJİK
ÇALIŞMA BAŞLIYOR
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Münteha Dinç’in “Uşak İli ve İlçeleri
Arkeolojik Yüzey Araştırması, Eski Yunan ve Roma
Yerleşimleri” isimli projesi T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından kabul edildi.

Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr.
Münteha Dinç’in “Uşak
İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırması, Eski
Yunan ve
Roma Yerleşimleri” isimli projesi T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından kabul edildi.
Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç.Dr. Münteha Dinç başkanlığında bir
ekip tarafından yürütülmesi planlanan ’Uşak İli ve
İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırması, Eski Yunan ve
Roma (Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma Dönemi)
Yerleşimleri’ isimli projesi için T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na yapılan araştırma başvurusu
bakanlığın 18
Temmuz 2014 tarih ve 141680 sayılı yazısı ile
uygun görüldü.
Konuyla ilgili açıklama yapan Yrd. Doç.Dr. Münteha
Dinç Uşak Üniversitesi adına 2014 yılı Eylül ayında
başlayacak olan çalışmanın Arkeoloji bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç.Dr. Emre Taştemür,
Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç.Dr. Deniz Kaplan’ın da katılımıyla
bu yıl için il merkezi ve merkeze bağlı birimler ile
Banaz İlçesi'nde gerçekleştirileceğini söyledi. Uşak
ili ve ilçelerinde yürütülecek olan arkeolojik yüzey
araştırmasının, bölgedeki Eski Yunan ve Roma
yerleşimlerinin Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma
Dönemleri’ndeki gelişim sürecini konu edindiğini
belirten Yrd. Doç.Dr. Münteha Dinç, “Bu
yerleşimlere ait yüzeydeki maddi kültür kalıntıları
yeni teknik ve bilimsel yöntemler ile inceleyeceğiz.
Uşak ilinin yer aldığı bölgenin jeopolitik konumu,
tarih öncesi çağlardan günümüze dek uzanan geniş bir
yelpazede kültür basamaklarına sahiptir. Söz konusu
araştırma projesi ile belirli bir kent özelinde ya
da antik çağın belirli bir dönemi değil kent
sınırları içindeki kültür varlıkları, bir bütün
olarak kronolojik düzende incelenecektir. Yüzey
araştırması projemiz ile gelecekte bölge
arkeolojisinde bilinmeyen, problemli olan dönemlerin
aydınlatılıp, bölgeler arası kültürel ilişkilerin
ortaya konabileceği arkeolojik kazı alanlarının
tespit edilmesi, yüzde yetmişi henüz araştırılmamış
olan Uşak ili ve çevresinin arkeolojik değerlerinin
gün yüzüne çıkarılarak bölge arkeolojisine ve kültür
turizmine katkıda bulunulması ön görülmektedir. Uşak
İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırması
projemize başvuru aşamasından itibaren her türlü
desteği sağlayan Sayın Rektörümüz Prof.Dr. Sait
Çelik’e, Uşak Belediye Başkanı Sayın Av. Nurullah
Cahan’a ve Başkan Yardımcısı Erol Korkmaz’a ve
ekibimizde yer alacak olan çalışma arkadaşlarımıza
ilgi ve desteklerinden ötürü teşekkürlerimizi
sunarız. Bu çalışma bölgede günümüze dek yapılmış
olan en kapsamlı arkeolojik çalışma olma özelliği
ile önem taşımaktadır" dedi.
Rektör Prof.Dr. Sait Çelik Uşak Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülecek olan ’Uşak
İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırması, Eski
Yunan ve Roma (Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma
Dönemi) Yerleşimleri’ isimli projenin T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından kabul edilmesinin gurur
verici olduğunu ifade ederek bu çalışmanın bölgede
günümüze dek yapılmış olan en kapsamlı arkeolojik
çalışma olma özelliği ile önem taşıdığının altını
çizdi. Uşak’ın, Frigya, Lidya ve İyonlar gibi bir
birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olduğuna dikkat
çeken Rektör Prof.Dr. Sait Çelik, “Uşak eski
uygarlıklara ev sahipliği yapmış ve nereyi kazsanız
tarih fışkırıyor. Bölge arkeolojisi ve kültür
turizmi adına arkeolojik çalışmalara gereken önemi
vermek gerekiyor. Bu yüzden Arkeoloji bölümünde
eğitim görecek öğrencilerimiz için Uşak tam bir
eğitim alanı. 2014-2015 eğitim öğretim yılında
Arkeoloji bölümünde 41 öğrencimiz eğitim görecek.
Geleceğin arkeologları Uşak Üniversitesi’nde
yetişecek. Projede emeği geçen Arkeoloji Bölümü
öğretim üyelerimizi tebrik ediyorum. Ayrıca projeye
destek olan başta Belediye Başkanı Nurullah Cahan
olmak üzere herkese teşekkür ediyorum” dedi.
Milliyet, 20.08.2014
|
İZMİR ÜNİVERSİTESİ TİRE'DE RESTORE EDİLECEK ESERLERİ
ÇÖPTEN ARINDIRACAK
Dünya Tarih ve Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne adaylık çalışmaları devam eden Tire’de insan
eli ile çöplük haline gelen tarihi eserler,
Üniversitesi akademisyenleri tarafından temizlenip
restorasyona hazır hale getirilecek.
2011 yılından bu yana Tire’nin Dünya Tarih ve Somut
Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne adaylığı için
İzmir Üniversitesi tarafından sürdürülen
çalışmalar hızla devam ediyor. Aralarında 14’üncü
yüzyıldan kalma bir mescidin de bulunduğu tarihi
eserlerin insan eli ile çöplük haline getirildiğine
dikkat çeken İzmir Üniversitesi Tire’deki Tarihi
Eserleri Koruma Komisyonu Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Meltem Öztürk, eserlerin restorasyon çalışmalarına
hazırlanması, duyarlı vatandaşlar ve yetkililerin
konuya dikkatinin çekilmesi amacı ile İzmir
Üniversitesi akademisyenlerinin 21 Ağustos Perşembe
günü Tire’de tarihi eserlerin kaba çöp temizliğini
yapacağını söyledi. Tire Belediyesi’nin geniş çaplı
bir temizlik için yeterli bütçeye sahip olmadığı
bilgisini edindiklerini belirten Öztürk, İzmir
Üniversitesi, tur rehberleri ve Tire Kent Konseyi
işbirliğiyle çözüm üretmeye çalıştıklarını belirtti.
Mütevelli Heyet ile öğretim üyelerinin maddi desteği
ve İzmir Üniversitesi tarafından ulaşım
ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra öğretim
üyelerinin temizlik çalışmalarında fiilen yer
alacağını ifade eden Öztürk, “Tire Belediyesi’nin
traktör desteğinin yanı sıra
TÜRSAB, Ege Turizm Derneği, İzmir Turist
Rehberleri Odası da etkinlikte yer alacak” dedi.

BİR YANDA LÜKS CAMİLER BİR YANDA ÇÖP İÇİNDE TARİHİ
MESCİT
Tire Kent Konseyi üyeleri, turist rehberleri ve
basın mensuplarının da temizliğe destek vereceğini
ifade eden Yrd. Doç.Dr. Öztürk, “Tire’de tarihi
eserlerin büyük kısmının insan etkisiyle çok ciddi
zarar gördüğünü, içlerinin ve çevresinin atık
maddelerle dolu olduğunu gözlemledik. Sadece bir
hamamda onlarca ton çöp bulunuyor. 500 yıllık bir
mescitte bebek bezinden insan dışkısına kadar ne
ararsanız bulabilirsiniz. Tire’de bu eserlerle
benzer kaderi paylaşan çok sayıda tarihi eser var,
bu paha biçilmez değerdeki tarihi eserlerimiz çöplük
haline gelmemelidir” dedi.
MADDİ DESTEĞE İHTİYAÇ VAR
“Şimdiden küreklerimizi, süpürgelerimizi hazırladık.
En az iki eserin içini bir günde temizlemeyi
hedefliyoruz. Ancak diğer tarihi eserlerin temizliği
için işçi tutulacak” diyen Öztürk, Eylül-Ekim
aylarında turist rehberleri için bir bilgilendirme
turu ve Tire turizmini canlandırmak için bir yemekli
stratejik planlama toplantısı düzenleneceğini, tüm
bu çalışmalar için maddi desteğe ihtiyaç duyulduğunu
söyledi. Eserlerin bakımı ve tanıtımı sayesinde
bölgenin çok ciddi bir turizm potansiyeline sahip
olacağını vurgulayan Meltem Öztürk, Tire Kent
Konseyi bünyesinde oluşturulan hesaba katkıda
bulunulabileceğini belirtti ve “Özellikle esnafın,
tüccarın, bu çalışmalara vereceği maddi ya da manevi
destek kendi ekonomik gelecekleri için iyi bir
yatırım olacak” diye konuştu.
2011 YILINDAN BU YANA ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR
İzmir Üniversitesi’nin desteği ile 2011 yılında
başlayan Tire’nin Dünya Tarih ve Somut Olmayan
Kültürel Miras Listesi’ne adaylık çalışmaları
süresince bugüne kadar “İpek Yolu Üzerinde Tire”
başlıklı bir fotoğraf yarışması düzenlendi ve
ardından da fotoğraflar “İpek Yolu Üzerinde Tire”
adlı albümde toplandı. Tire Belediyesi, Tire
Kaymakamlığı, ÇEKÜL Vakfı, İl Özel İdaresi,
UNESCO Milli Komitesi, AB Danışmanlığı ve
Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Miras ve Alan
Yönetimi Birimi Koordinatörlüğünün katkısı ile
“Tire’deki Kültürel Miras ve UNESCO” başlıklı bir
panel düzenlendi.
Milliyet, 19.08.2014
|
BEYCESULTAN'DA KAZILAR DEVAM EDİYOR

Anadolu’nun tarih öncesi dönemlerine ışık tutan
Beycesultan Höyüğü’ndeki çalışmalarında, 2014 dönemi
kazı çalışmaları devam ediyor.
Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Beycesultan Höyüğü
Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Eşref Abay, kazı devam
eden kazı çalışmaları hakkında bilgi verdi. Yukarı
Menderes Havzası’ndaki Beycesultan Höyüğü kazı
çalışmalarına 2014 yaz dönemin de 50 kişiyle
başladıklarını ve bu yılki çalışmaların bir ay kazı
çalışması bir ayda kazılan yerlerin restorasyonu ve
çatı çalışmaları tamamlanacağını belirtti.
Yeşil Çivril Gazetesi’ne kazı çalışmaları
hakkında bilgi veren Abay, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan büyük destek aldıklarını, Denizli
Valiliği ve Çivril Belediyesi’nin de kazıları
desteklediğini ifade etti. Beycesultan’ın önemli bir
yerleşim yeri olduğunu, kazı çalışmalarında Geç Tunç
Çağı dönemlerinden biraz daha eskiye gittiklerini
vurgulayan Abay, şöyle konuştu: “Bir çok tarihi
veriye ulaştık. Kazı çalışmalarında 40 kültür
tabakasının yaşadığı bir yerleşim yeri tespit ettik.
Büyük Menderes Irmağı ve onun kollarını oluşturan
çayların suladığı verimli Çivril Ovası’nda kurulmuş
olan bu yerleşim, Anadolu’nun tarih öncesi
dönemlerine ışık tutan önemli höyüklerden biridir.
Beycesultan yerleşiminde, özellikle Geç Tunç Çağ
döneminde çok büyük bir şehir olduğunu, doğu batı
yönünde uzanan metre genişliğinde caddelerle
bölündüğünü ve bu caddelerin arasında çok iyi
parsellenmiş 2 katlı villaların olduğunu ortaya
çıkardık. Bunlar kısa sürede elde etmiş olduğumuz
verilerdir. Gelecek yıllarda bu dönemle ilgili
araştırmalarımızı derinleştireceğiz.”
Kazı ekibi başkanı Abay, höyüğün bölge tarihine
ışık tutabilecek bulgulara sahip olduğunu, yıllar
sürecek kazı süreci içinde bu bulguları gün yüzüne
çıkarmayı amaçladıklarını belirtti. Abay, İleride
Açıkhava Müzesi şeklinde halkın ziyaretine sunulacak
olan bölgeye Çivrillilerin de sahip çıkması
gerektiğini söyledi.
Denizli Haber, 17.08.2014
|
İMPARATORİÇE ZOE!.. ELLİSİNDEN SONRA ÜÇ KOCA...

"Sevgili Hıncal, Bizans
İmparatorluğu'nun ve hatta dünya tarihinin bu en
renkli ve en farklı imparatoriçesini tanımanın bir
ayrıcalık ve aynı zamanda bir keyif olduğunu ifade
etmek isterim. Başlıkta belirttiğim gibi üç koca ve
üç hafta sürecek. Belki okuyucular daha önce evlenip
evlenmediğini merak edeceklerdir. Zoe 23 yaşında
iken Alman İmparatoru III.Otto izdivaç teklif eder.
Kabul edilir. Zoe evlenmek üzere yola çıkar. Bindiği
gemi Bari'ye (o zaman İtalya'nın o bölümü Alman
toprağıdır) geldiğinde Otto'nun ölüm haberi gelince
geri döner. Ondan sonra 50 yaşını beklemesi
gerekecektir" diye bir not koymuş, tarih, özellikle
de Bizans Tarihi uzmanı dostum Radi Dikici,
yazısına eklediği notta..
Keyifli okumalar..
***
İmparator VIII. Konstantin 1025 yılında Bizans
tahtına geçtiğinde 65 yaşındadır. Mutlu evliliğinden
doğan üç de kızı vardır. İkisi rahibe olmuştur ama
ortanca kızı Zoe dünya güzelidir. Onu gören tarihçi
Psellos, Khrongrafia'sında, "İkinci kız Zoe...
her bakımdan şahane, çok güzel bir kadındı ve
etrafında saygı uyandırırdı," diye yazmaktadır.
İmparator üç yıl sonra ölüm döşeğindedir. O dönemde
kadınların imparatorluğu yönetmesi söz konusu
değildir. Zoe'yi biriyle evlendirip imparator yapmak
mecburiyeti vardır. Hep birlikte asil ve seçkin
aileler arasından bir koca ararlar. Zoe içlerinden
Romanus Argryus'u beğenir. Ancak adam evlidir.
İmparatorun pratik zekası sorunu hemen çözer. Ya
karısını boşayıp imparator olacak veya karı koca
kafaları kazınıp manastıra kapatılacaklardır.
Adam imparatorluğu seçer böylece Zoe'ye koca
bulunmuş olur. Romanus asil bir aileye mensuptur ve
yaşı 60 olduğu için, o güne kadar evlenmemiş olan 50
yaşındaki Zoe için uygun bir seçimdir. 10 Kasım 1028
Pazar günü evlenirler, iki gün sonra imparator
ölünce III. Romanus Argyrus Bizans'ın yeni
imparatoru olur.
Zoe'nin evlenmeden önce koştuğu bir şart vardır, o
da yeni imparator kendi oyununu oynarken Zoe'nin
harcamalarına karışmayacaktır.
Olağanüstü müsrif bir kadındır, kocası da ondan
aşağı değildir, birlikte hazinenin dibine darı ekmek
için yarışırlar. Ancak imparator kısa bir süre sonra
Zoe'den sıkılır, yeni bir metres edinir ve karısının
harcamalarını da kısıtlar. Çok geçmez birbirlerinden
ölesiye nefret ederler.
O sırada sahneye devletin üst kademesinde görev
yapan Orfanotrofus çıkar. En küçük erkek kardeşi
Mikail'i imparatoriçeyle tanıştırır. Mikail 23
yaşında uzun boylu, yeşil gözlü olağanüstü yakışıklı
bir delikanlıdır. Zoe onu görür görmez aşık olur.
Hemen dairesine davet eder. Bir süre sonra Mikail'in
imparatoriçeyi ziyaret o kadar sıklaşır ki,
saklanamaz hale gelir. Bunun üzerine imparatoriçe
kurnazca davranır, onu imparatorun hizmetkarları
arasına katar. Çünkü ayaklarından rahatsız olan
imparator zorlukla yürümektedir. Mikail ise her gün
onun ayaklarını ovarak rahatlatmaktadır. Klasik
laftır, kader ağlarını örer, hastalığı hızla
ilerleyen imparator, 11 Nisan 1034'te ölür.
Bir taraftan imparator gömülürken, diğer yandan
devrin patriği alelacele saraya çağrılır. Patrik
taht salonuna girdiğinde, İmparatoriçe Zoe ile
Mikail'in, imparator ve imparatoriçe kıyafetleri ve
başlarında taçla tahtta oturduklarını görür. Başta
itiraz etse de kiliseye yapılan büyük bir bağış
karşılığında evlilik törenlerini icra eder ve
böylece daha dün imparatorun ayağını ovmakla görevli
bir uşak, resmen Bizans imparatoru olur. IV. Mikail
olarak tahta çıktığında 24, Zoe ise 56 yaşındadır.
İlişkileri birkaç ay daha aynı şekilde devam eder ve
sonunda yaşlı kadının genç imparator kocasına
düşkünlüğü aşırı ölçüye varır. Bu da Mikail'i
sıkmaya başlar. Yıl sonuna doğru, Zoe'yu dairesine
hapseder ve hatta ziyaretçi kabul etmesine bile
müsaade etmez.
O derece sıkı bir gözetim altına alınır ki, durum
Romanus zamanından da kötüdür. Ayrıca imparatorun
sağlık sorunu, yani giderek artan sara nöbetleri
nedeniyle karısının seks ihtiyacını gidermekte
zorlanması da diğer bir etkendir. Bir husus daha
vardır; önceki imparatorun arkasından Zoe ile
yaptıkları onu müthiş rahatsız eder ve Tanrı'nın
kendisini affetmesi için günün en az iki saatini
kilisede duayla geçirir.
Mikail gençtir, eğitimi yetersizdir ama şaşırtıcı
bir şekilde, son derece etkili bir yönetim anlayışı
sergilemeye başlar.
İmparatoriçe Zoe, tarihte Zoe Porphyrogetina
olarak anılmaktadır. Bu onun imparatorluk
sarayının erguvan renkli odasında doğmuş olduğu
anlamına gelmektedir.
Bu nedenle imparatorlukta her zaman önemli kişidir
ve taht için daima önde gelen bir isimdir. Ama o
bütün hayatı boyunca devlet işleri ile hiç
ilgilenmez. Toplumsal hiçbir olayın içinde de
değildir. Onun yaşamının amacı şık giysiler
giyinmek, mücevherler takmak ve kokular sürünmek,
günün önemli bir kısmını makyaj yaparak geçirmek ve
Bizans modasına öncülük etmektir.
Bir giydiği giysiyi ikinci defa giydiği
görülmemiştir. Sürekli olarak fiyatı ne olursa
olsun dünyanın her tarafından pahalı kumaşlar,
taşlar ve kokular getirtir. Ama ortada inanılmaz
bir durum vardır.
İmparatoriçe Zoe kadar Bizans tarihinde
Konstantinople halkı tarafından sevilen başka bir
imparatoriçe de yoktur.
Bunun açıklamasını da hiçbir tarihçi de
yapamamıştır.
Babasından önce 49 yıl hüküm süren Zoe'nin amcası
"Bulgarkıran"
II.Basil döneminde imparatorluk tarihinde görülmemiş
zenginliğe kavuşmuş ve ne ilk koca Romanus'un
anlamsız inşaat faaliyetleri ve gereksiz savaş
hevesi, ne de Zoe'in alabildiğince çılgınca
harcamaları hazineyi boşaltmaya yetmemiştir.
Ancak ikinci koca Mikail gidişin kötü ve geleceğin
zorluklarla dolu olduğunu görünce, ilk iş olarak
Zoe'nin harcamalarına son vermiştir.
1035 yılından itibaren Zoe için zor günler başlar.
Ancak Mikail'in yaşadığı 6 yıl boyunca durumu
kabullenen imparatoriçe asla herhangi bir entrikanın
içinde olmaz.
İşin en enteresan tarafı, IV.
Mikail'in devlet işlerine verdiği önemdir.
Birdenbire omuzlarına yüklenen imparatorluk görevi
sanki onu bir anda olgunlaştırır, sorumluluk
duygusuyla donatır.
Finansman ve vergi işlerini ağabeyi Orfanotrofus'e
bırakır. Dış politika ve orduyla ilgili her konuyu
kendisi üstlenir. Eğitimi yetersizdir ama, öğrenme
hevesi vardır ve imparatoriçenin boyunduruğundan
kurtulduktan sonra, son derece etkili bir yönetim
anlayışı sergilemeye başlar.
Asla önceki İmparator III.
Romanus gibi hayalperest değildir, aksine tam bir
gerçekçidir.
Beklenmedik şekilde o derece her şeyin üstesinden
gelmeye başlar ki, giderek tahta çıkışındaki
yaşananlar unutulmaya başlanır. Zaman zaman
yakalandığı sara krizleri dışında sanki tükenmez bir
enerji sahibidir.
Dürüstlüğü de dillere destan olur.
Aldığı ve uyguladığı kararlarda gerçek bir adalet
duygusuyla hareket eder. Halkın duygularını öğrenmek
için geceleri kıyafet değiştirerek Konstantinople
sokaklarında dolaşmaya başlar. Ancak önemli bir
kusuru vardır, hasta olmasına rağmen çok kere
içkinin dozunu kaçırır.
1040 yılı geldiğinde dış sorunları çözümleyen ve
Bulgar seferinden başarıyla dönen imparatoru
Konstantinople halkı parlak bir törenle karşılar.
Esasında hastadır ve atının üzerinde zorlukla
durmaktadır.
Uzun sürmez.
Sara nöbetleri sıklaşır. 10 Aralık 1041 Perşembe
günü ölür.
Ortaya yine imparatorluk sorunu çıkar.
Bu defa çözümü Mikail'in ağabeyi Orfanotrofus bulur
ve yakın akrabası olan bir başka Mikail'i
imparatoriçeye tavsiye eder. Onun önerisi üzerine
imparatoriçe, Haliç'teki gemi yapım tezgahlarında
kalafatçı olarak çalışan Mikail'i evlat edinir.
O da Bizans'ın yeni imparatoru olur.
Başına nasıl bir bela aldığını bilmeyen Zoe, 6 yıl
sıkıntıdan sonra rahata ermiş gibidir.
Kalafatçı V. Mikail Bizans İmparatorluğu tarihinin
imparator olarak en niteliksiz, düzeysiz,
karaktersiz ve iki yüzlü bir kişisidir. İlk kazığı
onu tahta geçiren kişiye yani Orfanotrofus'a atar ve
onu görevinden atıp, Midilli'ye sürer. İkinci
sırada, başta önünde saygı ile eğildiği, her emrini
yerine getirdiği Zoe vardır. Önce saray hazinesini
kullanma imkanını elinden alır. Bunu kafi görmez.
Onu sarayın bir odasına hapseder. Bu da yetmez.
Düzmece delillerle Zoe'yi kendisini zehirlemek
iddiası ile mahkum ettirip, kafasını kazıtarak
Büyükada'da bir manastıra kapatır.
Ama hesabı yanlıştır.
Konstantinople halkını derinden yaraladığını fark
etmemiştir. Halk ayaklanır. Saraya doğru yürümeye
başlayınca, Zoe çabucak Büyükada'dan getirilir.
Ayrıca kız kardeşi Theodora da manastırdan çıkar
gelir. 19 Nisan 1042 Pazartesi gecesi Ayasofya'da
yapılan törene katılırlar. Patrik, yöneticiler ve
senato onları devletin gerçek yöneticisi olduğunu
ilan eder. Mikail ise imparatorluk görevinden
atılır. Gözlerine mil çekilerek sürgüne gönderilir.
Böylece Bizans İmparatorluğu tarihinde ilk kez
iki kız kardeş devletin yönetimini üstlenirler.
Ama bu uzun sürmez, Zoe'ye yeni bir koca
gerekmektedir.

Zoe ve kız kardeşi Theodora artık devleti
birlikte yöneteceklerdir. Zoe ömrü boyunca hiç
devlet işiyle ilgilenmemiştir.
Üstelik böyle bir niyeti de yoktur. Theodora'nın
bütün hayatı manastırın dört duvarı arasında
geçmiştir.
Bırakın emir verip iş yaptırmayı, manastırın taş
yataklarından sonra onun en büyük rahatsızlığı
sarayın yumuşak yastıklarıdır.
1042 yılı bitmeden anlaşılır ki, imparatorluğun
yönetimi için bir erkek gereklidir. Ancak Zoe'nin
yaşı (64) artık çok ilerlemiştir. Ama o, daha önce
geçirdiği bütün acı tecrübelere rağmen kendisine
uygun bir koca aramaya başlar.
İmparatorluğun asil ve yakışıklı erkeklerini sırayla
gözden geçirir. İlk aday aksi bir adamdır geri
gönderir. İkinci adayla evlenmeye kalktığında
adamcağız birden ölür. Üçüncü aday Konstantin
Monomakus imparatorluğun eski ve asil bir ailesinden
gelmektedir. 42 yaşında eli yüzü düzgün bir
erkektir. Bu da Zoe için yeterlidir..
İmparatoriçe seçimini senatoya bildirince; senato
onun adaylığını, daha doğrusu imparatorluğunu hemen
onaylar. Müstakbel imparator şehir dışında; asiller,
yöneticiler ve senatörler tarafından törenle
karşılanır. Ertesi gün, yani 11 Haziran 1042 Cuma
günü Nea Ekklesia Kilisesi'nde kendisini bekleyen
İmparatoriçe Zoe'yla buluşur. Evlenirler ve
Monomakus'un başına imparatorluğun tacı konur.
Artık IX. Konstantin Monomakus Bizans'ın yeni
imparatorudur. Ondan beklenen devleti çekip
çevirmesidir. O tam tersini yapar. Sonunda Zoe kafa
dengi bir koca bulmuştur. Monomakus da en az onun
kadar zevkusefa düşkünüdür.
Vur patlasın çal oynasın hayata birlikte dalarlar.
Bırakın Zoe'nin harcamalarında kısıtlama yapmayı,
aksine onun bu konuda teşvikçisi olur. Hatta o
dönemi yaşayan tarihçi Psellos, "Konstantin (Monomakus) hazineyi tüketti, öyle ki
içinde geriye tek bir obolos (gümüş para) kalmadı.
Şeref ve unvan bahşetmeye gelince de, gelişigüzel
dağıtıldı," diye yazar.
Bütün bunlardan başka ortaya bir de Maria Sklerina
sorunu çıkar. İmparator olana kadar 7 yıl boyunca
Monomakus'la metres hayatı yaşamıştır.
Monomakus ise ona hala körkütük aşıktır. Yirmili
yaşların sonlarında olan Maria çok gençtir,
imparatorluğun en güzel ve cazibeli kadınlarından
biridir.
Sonunda imparatorculuk oynamaktan sıkılan Monomakus,
Maria olmadan yaşayamayacağını Zoe'ye açıklar. Önce
her kadın gibi tepki gösteren Zoe, imparator
tarafından yaşantısına asla karışılmayacağı
garantisini alınca, Maria'nın başkente gelmesini
kabul eder.
Monomakus onu önce satın aldığı bir köşke
yerleştirir. Oraya gidip gelmeler imparatoru sıktığı
için bir gün İmparatoriçe Zoe ile oturup durumu
tekrar konuşurlar.
Sonunda Zoe, Maria Sklerina ile birlikte sarayda
yaşamayı kabul eder. Bir resmi kılıf uydurma
mecburiyeti vardır. Sebasta diye bir unvan
uydururlar ve Maria törenle saraya ayak basar. Artık
imparatorluk sarayında bir imparator, iki
imparatoriçe ve bir de Sebasta Maria vardır.
Maria'nın niyeti bellidir.
Yüzünün kırışıklarını kapatmakta bir hayli zorlanan
(O zaman ne estetik ameliyatı var, ne de botoks
zehiri) Zoe'nin yakında öbür tarafa gideceğini ve
kendisinin de imparatoriçe olacağı hesabını
yapmaktadır.
Akıllıdır. Zoe'ye parfüm, krem ve mücevherler, cimri
Theodora'ya, altından yapılmış madalyonlar ve eski
paralar hediye eder. Hayrettir, halk Maria
Sklerina'dan ölesiye nefret eder. Törenlerde onun
aleyhine tezahürat yapar. Zaten Maria'nın hesabı da
yanlış çıkar 1045 yılında birden ölüverir.
Ülkede çıkan isyanlar, Ortodoks ve Katolik Kilisesi
arasındaki dini buhran, Zoe'nin umurunda bile olmaz.
Mutluluk içinde yaşamaktadır. 1050 yılı Haziran
ayında sıcaklar erken bastırmıştır. 18 Haziran
Pazartesi günü yatmak için dairesine çekildiğinde
nedimelerine yorgunluktan şikayet eder. Ertesi sabah
odasında onu ölü bulurlar.
Hemen imparatora ve kız kardeşi Theodora'ya
haber verirler. İmparatorlukta bir hafta yas ilan
edilir. Daha sonra düzenlenen büyük bir törenle, bu
Bizans tarihinin en renkli imparatoriçesi Kutsal
Havariler Kilisesi'nde toprağa verilir.
İmparatorluk sarayından kiliseye kadar neredeyse tüm
Konstantinople halkı sevgili imparatoriçelerine göz
yaşları içinde refakat ederler.
Bugün Ayasofya'nın duvarlarında Zoe ve Monomakus'un
birlikte mozaiği vardır.
(Not: İmparatoriçe Zoe ile ilgili tüm bölümler
"Bizans İmparatorluğu Tarihi" kitabımın 300-320
sayfalarından derlenmiştir.)
Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 10-17-24.08.2014
|
17 - 23
Ağustos 2014
|
DEFİNE HAYALİ ÖLÜMLE BİTTİ
Diyarbakır'ın Bağlar
İlçesi'ndeki harabe caminin
altını 25 metre kazarak define arayan 5 arkadaştan
ikisi göçük altında kalarak hayatını kaybetti.
Diyarbakır'ın Bağlar İlçesi'ne bağlı Kabahıdır Köyü'nde yaşayan Hasan Yüce'nin evinin yanındaki 50
yıllık cami uzun yıllar kullanılmadığı için harabeye
döndü. Yüce de camiyi ahır olarak kullanmaya
başladı. Bir süre sonra köyde "eski caminin altında
gömü var" söylentileri çıktı. Bu söylentilerden
etkilenen Hasan Yüce'nin oğlu Kadri Yüce (48), 5 ay
önce define aramaya başladı. Bir süre sonra Kadri
Yüce'ye arkadaşları Mehmet Demir, Mehmet Selçuk,
Eyüp Narin ve İbrahim Aycan da katıldı. Define
arayan 5 arkadaş, köylülere "Su kuyusu açıyoruz"
dedi. 5 ay boyunca kazdıkları çukur 25 metreyi
bulurken, kuyudan gömü yerine su çıkmaya başladı.
Beş arkadaşın zengin olma hayaliyle başlattığı
define macerası önceki akşam faciayla sonuçlandı.
Kadri Yüce ve Mehmet Demir çukurun dibindeki suyu
boşaltırken, diğerleri çukurun üst tarafında
çalışıyordu. Zemindeki su nedeniyle göçük meydana
geldi. Mehmet Demir ve Kadri Yüce toprağın altında
kaldı. Diğer üç kişi ise son anda kurtuldu.
KURTARILAMADILAR
Olayın ardından bölgeye jandarma ile Ulusal Medikal
Kurtarma Ekipleri, Diyarbakır İl Afet ve Acil Durum
Müdürlüğü ve itfaiye ekipleri sevk edildi. 7 saatlik
çalışma sonunda kurtarılan Kadri Yüce kaldırıldığı
hastanede dün hayatını kaybetti. Mehmet Demir'in
(35) ise olaydan saatler sonra cesedi göçük altından
çıkarıldı.
Sabah, Haber: Hüseyin Kaçar, 22.08.2014
|
İZNİK'TE ROMA DÖNEMİNDEN KALMA LAHİT ELE GEÇİRİLDİ
İznik İlçesi'nde, izinsiz kazıda çıkarıldığı belirlenen Roma döneminden kalma 250 kilogramlık lahit bulundu. Alınan bilgiye göre, jandarma ekipleri, 3 kişinin, izinsiz kazıda bulunan tarihi eseri satmaya çalıştığı bilgisine ulaştı. İlçe merkezinde operasyon düzenleyen ekipler, 250 kilogram ağırlığında, 60 metre en ve 90 santimetre boya sahip, kadın ve çocuk figürleri bulunan taş lahit ele geçirdi.
Roma dönemine ait olduğu belirlenen eser, Bursa Müze Müdürlüğü'ne gönderilecek.
Zanlılar B.U, M.K. ve İ.A. ise jandarma tarafından gözaltına alındı.
haberler.com, 21.08.2014
|
 |
OSMANLI ARŞİVLERİNDEN KALANLAR: NE OLUR ISLAK ISLAK
ARŞİVLEME
Son günlerde Osmanlı arşivlerdeki
araştırmacıların belgelerin nemli ve hatta mürekkebi
akar biçimde çıktığına dair şikayetler arttı. Yakın
zamanda arşivlerde bulunan araştırmacılardan alınan
bilgilere göre yağmurlu günlerde giriş katında dahi
su birikintileri oluşuyordu.
Hükümetin ecdad sevgisi hepimizin malumu.
Yaklaşık 10 senedir ülkece gerek politik, gerek
sosyal ve kültürel alanlarda Osmanlı ile yatıp
kalkar hale geldik.
Lakin Osmanlıcılık’taki özentilik ile tarihi ve
kültürel mirasa yönelik özensizlik gün gibi ortada
duruyor. Bunun en son örneği de yapım aşamasından bu
yana birçok tartışmaya konu olan Başbakanlık Osmanlı
Arşivleri meselesi.
1846’dan geçen senenin Haziran ayına kadar
Sultanahmet’teki yerinde bulunan Osmanlı arşivleri
binası, etrafında arşive eklenebilecek binaların
çeşitli kurumlara ve şahıslara verilmesi nedeniyle
belgeleri saklamak için yetersiz kalıyordu.
Bu nedenle belgelerin büyük kısmı İstanbul’un
farklı bölgelerindeki binalarda saklanmakta ve belge
araştırmacılarca talep edildikçe arabaya doldurulup
ana binaya taşınmaktaydı. Üstelik arşiv binasının
deprem hasarına dair raporlar olduğu, binanın
altında Yerebatan Sarnıcı olması nedeniyle daha
fazla belge kaldıramayacağı ve bir çivi dahi
çakılamayacağı gibi sebepler zaman zaman biz
araştırmacıların kulağına gelmekteydi.
Uyarılara kulak asılmadı
Bunlar sebep gösterilerek Kağıthane’de TOKİ
tarafından yeni bir arşiv binası yapılacağı bilgisi
geldiğinde birçok farklı itiraz dile getirildi.
Tarihçiler arşivlerin İstanbul’un tarihi merkezinden
taşınmaması, gerekirse diğer kurumların başka yere
taşınması yönünde itirazlar geliştirdiler. Fakat
meselenin daha mühim olan kısmı Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü’nden inşaat alanına dair yapılan
uyarıydı, zira yeni arşiv binası için belirlenen yer
Kağıthane deresinin yanıbaşında sel tehlikesi
altındaki bölgeydi. Sel tehlikesinden gayri bir de
nem tehlikesi vardı üstelik ki bu da belgelerin
hızla çürümesine yol açabilirdi. Bu uyarılara,
itirazlara ‘yaygara koparmayın, biz işimizi
biliriz’den başka bir cevap verilmedi. Arşivleri
denetlemek için talepte bulunan Mimarlar ve
Mühendisler Odası’nın talebi ise reddedildi. Arşiv
binasının yapımında bir türlü kaldırılamayan sır
perdesi, binanın bitmesi ve ardından açılmasıyla da
ortadan kaybolmadı, aksine kalınlaştı.
Haziran 2013’te yeni binanın açılmasıyla
eleştiriler de arttı. Zira tuvalet borularının
depoların tavanından geçmesi ve depoların üzerinde
yeşil alan olması belgelerin korunması için gerekli
ortamın sağlandığına dair şüpheleri artırdı. Ve
arşiv binasının Başbakan tarafından açılışının
birinci yılı henüz dolmuşken korkulan başa geldi.
Yaz boyunca İstanbul’da sık sık başgösteren sağanak
yağışlar sonucunda Temmuz sonunda Kağıthane deresi
taştı. Arşiv binasının etrafındaki birçok ev, işyeri
ve yol su altında kaldı. Bunun üzerine arşivde
çalışma yapan araştırmacılardan gelen görüntülerde
tavan akması sebebiyle çalışma salonlarına konulmuş
leğenler ve kapalı otoparkın zemininde su
birikintileri endişeleri daha da artırdı. Ve bu
eleştiriler üzerine yine aynı açıklama geldi: ‘akl-ı
evveller yaygara koparıyor, biz işimizi biliriz!’.
Arşivlerin akıbeti meçhul
Son günlerde ise arşivlerdeki araştırmacılar
tarafından belgelerin nemli ve hatta mürekkebi akar
biçimde çıktığına dair şikayetler arttı. Yakın
zamanda arşivlerde bulunan araştırmacılardan alınan
bilgilere göre yağmurlu günlerde giriş katında dahi
su birikintileri oluşan ve henüz bir yıl önce
açılmasına karşın duvarlarındaki çatlaklar gözden
kaçmayan binada belgelerin durumuna dair
endişelenmek oldukça normal. Başka endişelenilmesi
gereken bir başlık ise uzun yıllardır Sultanahmet’te
arşiv olarak hizmet veren tarihi binaların akıbeti.
Tüm binalar teker teker otel ve ticarethane haline
getirilirken tarihi Hazine-i Evrak binasının
kaderinin ne olacağı ise hala meçhul.
Araştırmacıların çektiği ve internette
paylaştıkları fotoğraflar:
 
 
 
Sol Haber, 21.08.2014
|
ARAMIZDA YAŞIYOR OLABİLİRLER

Neandertallerin neslinin ne zaman tükendiğine
dair yeni bulgulara ulaşıldı.
Neandertaller ve
modern insanlar, Avrupa'da yaklaşık 5.000 yıl
aynı dönemde yaşadı. Yeni
araştırmada,
genlerinin
modern insanla karıştığı ve aramızda yaşadıkları
iddia edildi.
Avrupa kıtasında 40 farklı kazı alanından elde
edilen Neandertal kemikleri üzerinde yapılan yeni
bir
araştırmaya göre, evrim sürecinde nesli tükenen
Neandertaller, binlerce yıl boyunca
modern insanlarla aynı dönemde yaşadı. Bilim
insanlarını heyecanlandıran yeni bulgular ışığında
Neandertaller ve ilk
modern insanlar, 5000 yıl aynı dönemde yaşadı.
Modern insan ile Neandetallerin
genlerinin birbirlerine karıştığıyla ilgili
kesin bilgi yok. Ancak
genetik ve kültürel alışverişte bulunmuş
olabilecekleri tahmin ediliyor.
İLK DEFA ALMANYA'DA KEŞFEDİLDİ
Ntv'nini haberine göre, bu etkileşim sayesinde
günümüzde pek çok kişide Neandertal genine
rastlanabileceği düşünülüyor ve yeni bulgular
çerçevesinde Neandertal geninin modern insanda
tahmin edildiğinden daha fazla bulunabileceği iddia
ediliyor. İlk defa Almanya’da yer alan Neander
Vadisi'nde 1856 yılında keşfedilen Neandertal
kalıntıları bilim insanları tarafından uzun süredir
inceleniyor. Buna rağmen Neandertallerin hangi
sebepten nesillerinin tükendiği ise, hala
bilinmiyor.
Habertürk, 21.08.2014
|
SAPANCA GÖLÜ'NDE DEFİNECİLERİN TALANI GÖRÜNTÜLENDİ
Sapanca Gölü’nde bölgede etkili olan kuraklığın
yanı sıra ve Kocaeli ile Sakarya Büyükşehir
Belediyesi’nin sürekli su çekmesi nedeniyle su
seviyesi iyice düşünce, tarihi yapı su yüzüne çıktı.
DHA, göl ortasında oluşan adacıktaki tarihi yapının
define aramak için kazıldığını, burada 1 metre
genişliğinde yarısı toprağa gömülü bir küpün de
kırıldığını görüntüledi.
Anfora parçaları ve pişmiş toprakların da
bulunduğu adacığın birkaç yerinin daha kazılarak
define arandığı belirlenirken, bu buluntu sayesinde
gölün oluşumuna çok önemli ışık tutması belirtildi.

SU GİRİŞİ AZALDI, YOSUNLAŞMA ARTTI
Sakarya ve Kocaeli’nin içme suyu havzası olarak
yararlandığı Sapanca Gölü’ne, geçen bahar
mevsiminde de az yağış düştüğünden yeterli su girişi
olmadı. Sakarya’nın içme ve kullanma suyu ihtiyacını
karşıladığı gölden, Yuvacık Barajı’ndaki suyun da
bitmesi nedeniyle Kocaeli Büyükşehir Belediyesi de 1
yıldan bu yana su çekiyor. Kuraklık nedeniyle gölü
besleyen 14 dereden 10’u kurudu. Sadece Sapanca
İlçesi sınırları içinde faaliyet gösteren 30 kadar
su firması da gölü besleyen kaynaklardan sürekli su
çektiği için Sapanca Gölü’ndeki su düzeyi bu yıl
ilk kez işletme kodunun altına indi. Bundan 6 ay
önce Şubat ayında yaklaşık 2 metre olan su
düzeyindeki dikey düşüş bugün 3 metreye ulaştı.
TARİHİ YAPI ORTAYA ÇIKTI
Su kodunun düşmesi ile geçen Şubat ayında
yüzyıllar öncesinden kaldığı belirlenen taş yığını
da ortaya çıktı. Düzgün kesilmiş kayalardan oluşan
bu sıralı kesme taşlarının eski bir kiliseye veya
bir başka yapıya ait olabileceği öne sürüldü.
Kocaeli Etnografya Müzesi eski müdürü İlksen
Özbay, 7- 8 yıl önce su düzeyi yüksek olduğu sırada
dalış yapılıp burada inceleme yapıldığını, bunun bir
mekana ait olmadığının belirlendiğini söylemişti.
Dalış yapılan tarihlerde buradaki su düzeyinin 4-5
metre yukarıda olduğunu belirten Özbay yeniden
inceleme yapılabileceğini belirtmişti. Ancak burada
inceleme için ekip ve ekipman olmadığından inceleme
yapılmadı.

DÜŞÜŞ 3 METREYE ULAŞTI, KALINTI ORTAYA
ÇIKTI
Sapanca Gölü’nde aradan geçen 6 ay içinde su
seviyesindeki düşüş artınca, buradaki kalıntı da
adacık halinde tamamen ortaya çıktı. Daha önce bu
bölgede efsane olarak anlatılan gölün altındaki cami
veya kilisenin bu kalıntı olduğu ileri sürülürken,
DHA muhabirleri dün adacığa çıktı.
Özenle kesilmiş dikdörtgen şeklindeki kayaların
bulunduğu alanda çok miktarda kırık anforalar
görülürken, hemen ilerdeki yosunlaştığından yeşile
dönüşmüş 1 metre çapında, üst kısmı kırık küp
dikkati çekti. Definecilerin küpü kırıp, kaya
parçalarını kazıp kaldırarak buraya talan ettiği
belirlendi.
Tarihi kalıntıların burada eski bir yerleşim
yerinin bulunduğu ihtimalini güçlendirirken,
Sapanca Gölü’nün oluşumuyla ilgili araştırmalara
ışık tutabileceği kaydedildi.
Milliyet, Haber: Mustafa Bağdiken - Ergün Ayaz,
21.08.2014
|
BİZANS KRAL MEZARIYLA KUMAR OYNUYORUZ
İstanbul Fatih'teki Silivrikapı surlarının
girişinden sola saptığınızda, MS 4. yüzyıla dayanan
ancak şu an harabe olan Bizans'tan kalma bir kral
mezarı ile karşılaşıyorsunuz. Silivri hipojesi (aile
mezarlığı) olarak bilinen ve keşfedildiği 1988
yılından beri çilesi bitmeyen tarihi mezar, bugün
eskisinden de kötü durumda.

Keşfedilmeden önce üzeri molozla kaplı olan
Silivrikapı hipojesi (krallara ait mezar odası) 1988
yılında yapılan sur restorasyonu sırasında Prof.Dr.
Ümit Serdaroğlu tarafından bulundu. MS 4. yüzyıl
Doğu Roma Kralı Theodosius dönemine tarihlenen ve
1600 yıldan günümüze kalan kral mezarlığı,
İstanbul'da Antikçağ'ın hem plastik hem resim örneği
olarak yerinde bulunmuş ender eserlerden biri
sayılıyor. Mezarlık, 1989 yılında İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildi
ancak bölgedeki yaygın iddialara göre pek çok kez
yağmalandı. Hırsızlar 1993 yılında duvarı 3 kez
delerek mekanı kaplayan mermer kabartmaları çaldı.
Daha sonra Gaziosmanpaşa’da ele geçirilen
kabartmalar İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne teslim
edildi. Kabartmalar birleştirilerek kalıpları
çıkarıldı ve kopyaları mezardaki yerlerine
yerleştirildi. Mezardaki freskolar (duvar resimleri)
restore edildi ancak tahribat
zaman içerisinde devam etti. Tarihi Bizans Kral
mezarlığının şimdiki durumu ise çöplükten farksız.

Silivrikapı hipojesi ve bahçesi yıllardır
evsizler tarafından kullanılıyor. Soy ismini ve
fotoğrafını vermek istemeyen Atilla da, 40 yıldır
Silivrikapı surlarında yaşayan evsizlerden biri.
Gündüzlerini hipojenin bahçesindeki sur dibinde,
gecelerini ise terk edilmiş bir araçta geçiren
Atilla, etraftaki çöplerin fotoğrafını çektiğimiz
zaman biraz huzursuz olsa da iletişime kapatmıyor
kendisini. “Evet, ben de kirletiyorum bu bahçeyi ama
utanacak bir şeyim yok. Çok şükür hiçbir şey
çalmadık buradan. Benim yerime yıllardır burayı
talan edip içindeki değerli kabartmaları çalanlar ve
yıllardır burayı koruyamayan yetkililer utansın!”
diyor.
“EVSİZİ, ŞARAPÇIYI SUÇLAMAK KOLAY”
Atilla, keşfedildiği 1988 yılından beri Silivrikapı
hipojesinin başına gelenlerin birebir şahidi. “40
yıldır buradayım, çocukluğum buralarda top oynayarak
geçti ama biz bile bilmiyorduk burada böyle bir şey
olduğunu çünkü üstü molozla kapalıydı. Bir gün
geldiler, elleriyle koymuş gibi buldular, içinde ne
var ne yoksa aldılar. Buradaki restorasyonda çalışan
işçiler arasında cinayet bile işlendi hazine kavgası
yüzünden. Sonrasında da kaybolup gitti herkes.
Yedikule yapılıyor, surlar da kısmen restore edildi
ama burası aynen bu şekilde kaldı. Yıllar yılı baya
bir hazine götürüldü buradan. İki senede bir
belediye başkanı uğrar buraya, bakarlar ama sadece
bakarlar yani. Sonra da yürüyüp giderler, başka bir
şey yok!” diyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Bedrettin
Dalan zamanında sur temizliğinde ortaya çıkan kral
mezarlığında bulunan büyük hazinelerin ne kadarının
Arkeoloji Müzesi'nde olduğu bilinmiyor. Bu konu
hakkında semtte 'kamyonlarla taşınmış define'
dedikoduları hala konuşuluyor.
“Buranın temizlenmesi, rant peşinde koşmadan
araştırılması lazım. Silivrikapı surları zor
durumda. Fatih Belediyesi’nin geç de olsa buraya el
atması lazım” diyen Atilla, tarihi kral mezarlığının
bu hale gelmesinde sadece evsizlerin suçlanmasına
sitem ediyor: “Bedrettin Dalan zamanında burada ne
bulduysa götürdü. Bu semtte yaşayan kime sorsan
aynısını söyler. Ben de burayı kirletiyorum, tarihe
saygısızlık ediyorum ama çalmadım çok şükür!”

“DEFİNECİLER TALAN ETTİ”
İki sur bedeni arasındaki alanda bu hipoje gibi pek
çok mezar anıtı gün ışığına çıkartıldı. Bunların
2. Theodosius öncesi nekropolünün
(mezarlık) parçaları olduğu sanılmakta. 1992’den
beri Silivrikapı’da yaşayan esnaf Mustafa, “Hafta
sonu bazen serin oluyor diye bu bahçeye gelip
oturuyorum” diyor. Sadece kral mezarlığının değil,
etrafındaki bahçenin de defineciler ve
koleksiyoncuların hedefi olduğunu ise şu örneklerle
anlatıyor: “Geçenlerde sivil 6-7 kişi geldi buraya.
‘Biz burayı kazacağız’ dediler. ‘Burası dağ başı mı
öyle kafanıza göre gelip kazacaksınız’ dedim
gönderdim. Aradan birkaç gün geçince tekrar gelip
kazmışlar. Ama bir şey bulabildiklerini sanmıyorum.
O kadar kolay değil öyle. Ben mezarlığa elinde
çekiçle tırmananları gördüm, kafayı yemişler. Neler
görmedik ki burada. Bir gece yarısı polis kılığına
girdiklerini tahmin ettiğimiz birkaç silahlı kişi
bahçenin girişinde durup kimseyi içeri sokmadı ve
bahçede kazı yaptı. Baya derin kazmışlardı ama şimdi
kapandı.”

“BU MEZARLIĞI KUMARHANE BİLE YAPTILAR”
Fatih Belediyesi’nin önlem olarak mezarlığın
girişine kapı taktığını ama bunun da çare olmadığını
şöyle anlatıyor Mustafa: “Belediye, mezarın girişine
kapı taktı. Buradaki serseriler aynı gece kapıyı
söküp götürdü. O kapıyı nasıl sökebildiler hiç
anlamadık. Kumarhane bile yaptılar bu mezarlığı.
Elektrik çektiler, semaveri kurdular, içinde kumar
oynadılar. Fatih Belediye Başkanı iki yıl önce
yanında gazetecilerle geldi, oturduk konuştuk.
Halledeceğiz dedi ama ses yok.”
Radikal, Haber: Fundanur Öztürk, 21.08.2014
|
MÜZELERDE 'SELFIE" TARTIŞMASI

Londra’daki Ulusal Galeri, ziyaretçilere
uyguladığı fotoğraf çekme yasağını geçtiğimiz hafta
kaldırdı. Yaşadığımız ‘selfie’ (kendi fotoğrafını
çekmek) çağında, bu konuda ziyaretçilerle mücadele
etmeyi bırakan müzenin tavrı eleştirilse de, dünya
müzeleri ikiye ayrılmış durumda: Fotoğraf çekmeyi
yasaklayanlar ve yasaklamayanlar! Paris’teki Louvre,
New York Metropolitan izin verenler arasında.
John Berger benzersiz kitabı Görme Biçimleri’nde
bize görme eylemine dair ufuk açıcı bilgiler verir.
Berger’den birkaç cümle alıntılarsak “Yalnızca
baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme
edimidir. Bu edimin sonucu olarak gördüğümüz nesne
-her zaman elimizle dokunabileceğimiz bir nesne
anlamında olmasa da- ulaşabileceğimiz bir alana
getirilmiş olur. (...) Tek bir nesneye değil,
nesnelerle aramızdaki ilişkilere bakarız her zaman.
Görüşümüz sürekli olarak canlıdır, hareketlidir; her
şeyi çevresindeki bir çember içinde tutar;
bulunduğumuz durumda bizim için orada var olabilecek
her şeyi gösterir bize. Bir şeyi gördükten hemen
sonra, aynı zamanda kendimizin görülebileceğini de
fark ederiz.”
Elinde akıllı telefonuyla her anı fotoğraflamak
isteyenlerin çağında Berger’in sözünü ettiği bu
görme eylemi, özellikle müzelerde daha karmaşık bir
hale girdi. Bir yandan eserle arasında derinden
ilişki kurup olabildiğince haz almaya çalışan, öte
tarafta ise bu hazzı fotoğraf makinesi veya akıllı
telefonuyla çeşitlendiren ve kişisel tarihine
‘buradaydım’ diye not bırakan sanat izleyicisi...
İkinci grupta yer alan izleyicinin öyle her yerde
rahatça makinesiyle dolaşabildiğini söyleyemeyiz.
Zira, sergiledikleri eserlerin flaşlı çekimlerden
zarar gördüğünü dile getiren müzelerin yanı sıra
flaşsız çekimlere dahi izin vermeyen (müzenin
mağazasının yolunu gösteren) sanat kurumları var.
Çoğu ziyaretçiyi kızdıran bu farklılık her müzede
ayrı işlerken, Londra’daki Ulusal Galeri geçtiğimiz
hafta ziyaretçilerine uyguladığı fotoğraf çekme
yasağını kaldırdı. Bünyesinde önemli bir koleksiyon
bulunduran galerinin bu tavrı müzede fotoğraf çekme
yasağını yeniden gündeme getirdi.
SANAT ADINA
KAYGILANDIRICI BİR DURUM
İçinde bulunduğumuz ‘selfie’ (kendi fotoğrafını
çekmek) çağında müzeyi ziyarete gelenlerle mücadele
etmekten bir hayli bıkan kurumun bu politikası
sanatseverleri epey mutlu etti diyebiliriz. Fakat,
müzenin bu tavrına sanat camiasından eleştiri geldi.
Ziyaretçilerin eserleri görmek için değil, kendi
fotoğraflarını sanat eseriyle birlikte çekmek için
buranın yolunu tuttuğunu düşünen eleştirmenler,
yasağın kaldırılmasının sanat adına kaygılandırıcı
olduğunu dile getiriyor. Zira, yasağın
kaldırılmasıyla galeri ve müzelerin bir ‘selfie
mekanı’na dönüşeceği düşüncesi hakim. Kimi
eleştirmenler ise bu uygulamayı müzelere dijital
özgürlüğün gelmesi şeklinde değerlendiriliyor.
Ulusal Galeri’nin bu tavrı diğer kurumları da
harekete geçirirken, dünya müzeleri ikiye ayrılmış
durumda: Fotoğraf çekmeyi yasaklayanlar ve
yasaklamayanlar! Paris’teki Louvre ve New York’taki
Metropolitan Müzesi fotoğraf çekmeye izin verirken,
dünyadaki en eski ve en ünlü sanat müzelerinden olan
İtalya’daki Uffizi Galeri ve İspanya’daki Prado
Müzesi, fotoğraf çekmeye izin vermeyenler arasında
yer alıyor.
GÖRSEL
BELLEĞİ ZAYIFLATIYOR
Müzelerin bu farklı uygulamasına karşı
Psychological Science adlı dergide geçtiğimiz yıl
yayımlanan makaleyi hatırlatmakta yarar var.
Araştırmaya göre, sanat eserlerini izlemek yerine,
elinde makinesiyle onları fotoğraflayanların sanat
belleği zayıflıyor. Araştırmayı yürüten Amerika’daki
Fairfield Üniversitesi’nden Linda Henkel
ziyaretçilerin sanat eserleriyle etkileşime geçip bu
eylemi zihinlerine kaydetmek yerine görme eylemini
fotoğraf makineleriyle böldüklerini söylüyor.
Henkel’e göre bu eylem bireyin, sanat eseri ile
kendisi arasındaki etkileşimini ve katılımını
azaltıyor. Sonuç olarak elinde fotoğraf makinesiyle
müzeyi gezen ziyaretçilerin görsel hafızası,
fotoğraf makinesiz ziyaretçilere göre daha gerilerde
kalıyor. Henkel’in önerisi ise şöyle: Fotoğraflarını
çekip biriktirmek yerine, (buna sosyal medyada
paylaşmayı da ekleyebiliriz) onlarla etkileşime
geçip incelemek...
John Berger, 1972’de yayımlanan Görme
Biçimleri’nde sanki bugünleri görmüş gibi… Bir
tabloyu gördüğümüzde kendimizi onun içine
koyduğumuzu söyleyen yazar, “Bu sanatı görmemiz
engellendiğinde aslında bizim olan tarihten yoksun
bırakılmış oluruz. Bu yoksunluktan kim yarar
sağlar?” diye devam eder. Müzelerin yavaş yavaş
fotoğraf yasağını kaldırması, içinde bulunduğumuz bu
‘selfie’ çağında, kendine bir tarih oluşturma çabası
olarak da görülebilir; fakat öte tarafta, sanat
eserinden alacağı hazza odaklanan izleyicinin
zevkini bulandırabilir.
Zaman, 21.08.2014
|
SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ, IŞİD'E TESLİM EDİLİYOR
IŞİD, Musul Konsolosluğu’nda rehin aldığı 49
personeli serbest bırakma karşılığında, Türkiye’nin
yurtdışındaki tek toprağı olan 928 yıllık Süleyman
Şah Türbesi’ni istedi. Hükümet kabul etti.

Kuzey Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği kanlı
eylemlerle tüm dünyanın tepkisini çeken Irak Şam
İslam Devleti (IŞİD), Ankara’yı köşeye sıkıştırdı.
Yaklaşık iki buçuk ay önce Türkiye’nin Musul
Konsolosluğu’ndaki 49 personeli rehin alan IŞİD,
bunların serbest bırakılması karşılığında 928 yıllık
Süleyman Şah Türbesi’ndeki Türk askerlerinin
çekilmesini istedi. IŞİD militanları ile çatışmak
istemeyen Ankara ise çekilme teklifini
değerlendirmeye aldı. Ancak çekilme konusunun
kamuoyuna nasıl açıklanacağı konusunda formül
aranıyor. Başbakan Erdoğan, Mart ayında yaptığı
açıklamada, IŞİD’in Süleyman Şah Türbesi’ne
saldırması halinde “gereğinin yapılacağını” ifade
etmişti.
Ankara’daki İŞİD pazarlığının perde arkası şöyle:
IŞİD’in yeni talebiyle 49 elçilik personelinin rehin
alınmasıyla ilgili kriz farklı bir boyut kazandı.
Daha önce, rehineler karşılığında Türkiye’den para,
silah talebinde bulunan IŞİD, bu kez gözünü,
Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki tek toprağı
olan, Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’ne dikti.
ÜÇ HAFTA SÜRE VERİLDİ
Taraf’ın hükümet kaynaklarından edindiği bilgiye
göre, Suriye’de hakimiyet sahasını genişleten IŞİD,
49 rehinenin serbest bırakılması karşılığında
Suriye’nin Halep kentine bağlı Karakozak Köyü
sınırları içinde yer alan Süleyman Şah Türbesi’nin
üç hafta içinde boşaltılmasını istedi. IŞİD,
boşaltılmaması halinde türbeye saldırıda
bulunabileceklerini de belirtti.
GENELKURMAY’A TALİMAT
IŞİD ile bir çatışmak istemeyen AKP Hükümeti,
Süleyman Şah Türbesi’nin boşaltılmasına yeşil ışık
yaktı. Hükümet bu konudaki kararını Genelkurmay
Başkanlığı’na iletti. Ancak bu talimat,
Genelkurmay’a IŞİD’in talebi olarak aktarılmadı.
Hükümet, IŞİD’in Süleyman Şah Türbesi’ne olası
saldırı ihtimaline karşılık, türbenin boşaltılması
gerektiğini Karargah’a iletti. Genelkurmay da,
hükümetten gelen talimat üzerine, çekilme için bir
ön hazırlık yaptı. Ancak çekilme işlemi henüz
başlamadı. Kamuoyuna da, olası bir çatışmanın
önlenmesi için boşaltıldığı yönünde mesaj verilecek.
Osman Gazi’nin dedesi yatıyor
Ceberkalesi, Süleyman Şah Türbesi ve Süleyman Şah
Saygı Karakolu’nun bulunduğu arazi, Türkiye’nin
kendi sınırları dışında sahip olduğu tek toprak
parçası. Sözkonusu bölge Halep’te yer alıyor.
Türbede, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk
padişahı Osman Gazi’nin dedesi ve Ertuğrul Gazi’nin
babası olan Süleyman Şah’ın ve iki askerinin
mezarları bulunuyor. 20. Zırhlı Tugayı 3. Hudut Alay
Komutanlığı Hudut Taburuna bağlı askerler tarafından
korunan türbe, Ankara Antlaşması ve Lozan Antlaşması
gereğince Caber Kalesi ve türbe müştemilatı ile
beraber Türkiye toprağı olarak kabul edildi. Türkiye
bugüne kadar toprağını bayrağını çekerek ve muhafız
bulundurarak korudu. 13 Mart 2014’te türbenin
bulunduğu bölge IŞİD’in kontrolüne geçti. 20 Mart
2014’te IŞİD, YouTube üzerinden yayımladığı
bildiride üç gün içinde boşaltılmadığı taktirde
türbeyi yerlebir edecekleri tehdidinde bulundu. TSK
bölgeye araç ve bordo bereli asker gönderdi.
Erdoğan, “Gereği yapılacak” demişti
Recep Tayyip Erdoğan, 25 Mart 2014’te Süleyman Şah
Türbesi’ne yönelik tehdit ile ilgili soruya şöyle
cevap vermişti: “Böyle bir yanlışlık olacak olursa
gereği neyse yapılacaktır. Bu topraklar bizim
toprağımızdır. Bu topraklarda yapılacak bir saldırı
aynen Türkiye’ye yapılmış bir saldırıdır.”
Erdoğan’ın halefi olarak gösterilen Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu ise konu hakkında şunları
söylemişti: “Herkes bilir. Suriye rejimi de,
alandaki bütün gruplar da bilmelidirler ki; Türkiye
topraklarına herhangi bir şekilde söz konusu
olabilecek bir yanlış yaklaşım veya müdahale,
cevabını, mukabelesini görür ve oradaki
Mehmetçiklerimizin güvenliği, bizim için 75 milyon
vatandaşımızın güvenliğidir. O bakımdan her türlü
tedbir alınmıştır. Şu anda durum orada stabildir,
yani bir hareketlilik görülmüyor.”
Taraf, Haber: HüseyinÖzay, 21.08.2014
******
DIŞİŞLERİ'NDEN SÜLEYMAN ŞAH AÇIKLAMASI
Dışişleri Bakanlığı'ndan gazetemiz
Taraf'ta yer alan IŞİD'in Musul Konsolosluğu’nda
rehin alınan 49 personel karşılığında Türkiye’nin
yurtdışındaki tek toprağı olan 928 yıllık Süleyman
Şah Türbesi’ni istediği ve Hükümet'in bunu kabul
ettiği yönündeki haberimize açıklama geldi.
Dışişleri'nden yapılan yazılı açıklamada şu
ifadelere yer verildi:
"Bugün (21 Ağustos) bazı basın-yayın organlarında
Musul Başkonsolosluğumuz personelinin rehin alınması
konusu etrafında ortaya atılan asılsız iddialar
büyük bir sorumsuzluk örneğidir.
Ulusal güvenlik ve vatandaşlarımızın selameti gibi
konuların istismarı hiç bir şekilde kabul
edilebilecek ve basın özgürlüğü çerçevesinde ele
alınabilecek bir davranış değildir.
Böylesine hassas bir konuda gazetecilik ve basın
ahlakına uygun hareket edilmeli, mesnetsiz,
spekülatif ve sorumsuzca yayınlarla kamuoyunun
yanlış yönlendirilmesinden özenle kaçınılmalıdır.
Tüm basın-yayın kuruluşlarını bu konuda gereken
duyarlılığı göstermeye, kamuoyumuzu da bu tür
yayınlara itibar etmemeye davet ediyoruz.
Musul Başkonsolosluğumuz personelinin en kısa
zamanda sağ salim ülkemize dönmelerinin sağlanması
için ilgili tüm kuruluşlarımız eşgüdüm halinde
çalışmalarını sürdürmektedir."
Taraf, 21.08.2014
|
TARİHİ SİLUETİ BOZAN BİNALAR İÇİN NİHAİ KARAR:
TRAŞLANACAK
Danıştay, İstanbul’un silüetini bozan
16/9 gökdelenleriyle ilgili son kararını verdi.
Tarihi silüetin kurtulması için, Sultanahmet Camii
minarelerinden görülen katlar yıkılacak. 85 metre
yüksekliğindeki binalar 45 metreye indirilecek.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin binaların
tıraşlanması için harekete geçmesi bekleniyor.
Danıştay, silüeti bozan 16/9 gökdelenleriyle
ilgili son kararını verdi. Binaların silüete giren
kısımların tıraşlanmasına yapılan itirazları
reddetti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin söz
konusu binaların tıraşlanması için harekete geçmesi
gerekiyor. İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin
Zeytinburnu’ndaki ‘Onaltı-Dokuz’ isimli
gökdelenlerin silüete etki eden katları hakkında
verdiği yıkım kararı, Danıştay tarafından da
onaylandı. Danıştay, Zeytinburnu’ndaki gökdelenlerle
ilgili mahkemenin verdiği, “tarihi silüeti bozan
kısmın yıkımı” kararına ilişkin İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ve Zeytinburnu Belediyesi’nce yapılan
itirazı değerlendirdi. Danıştay, değerlendirme
sonunda gökdelenlerin, kentin tarihi görüntüsünü
bozan kısmının yıkılması kararına yapılan
itirazların reddine karar verdi, yerel mahkemenin
kararını onadı. Tarihi dokunun kurtulması için
Sultanahmet Camii minarelerinden görülen katlar
yıkılacak. 85 metre yüksekliğindeki binalar 45
metreye indirilecek.
Zeytinburnu’nda 2011 yılında inşaatı başlayan
konutlar Sultanahmet Camii minarelerinden görülünce
silüeti bozduğu ortaya çıkmıştı. Ekim 2011’de
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Tarihi
Yarımada’nın çevresinde bina yüksekliklerine
sınırlama getirdi. İnşaatlar 2013 yılında tamamlandı
ve sahipleri evlerine yerleşti. Tarihi silüeti
bozduğu ortaya çıkan gökdelenler için Bölge İdare
Mahkemesi’nde iki ayrı dava açıldı. Davalardan biri
bölgenin 1/5 bin ve 1/1000 ölçekli nazım imar
planlarının iptali, diğeri ise inşaatın mühürlenerek
durdurulması, silüeti bozan kısmın yıkılması
hakkındaydı. İstanbul 4. İdare Mahkemesi, bilirkişi
tayin etti. Bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda
konutların yapıldığı alanda emsalin 1 iken 2,5
olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Mayıs 2013’te
bölgenin imar planları iptal edildi. Silüete etki
eden kısımların yıkımı için İstanbul 4. İdare
Mahkemesi’ne Avukat Cihat Gökdemir tarafından açılan
dava ise Aralık 2013’te sonuçlandı. Mahkeme, söz
konusu alanın UNESCO Dünya Miras Listesi’nde olan
Tarihi Yarımada’da inşaatın sur tecrit bandı içinde
kaldığını belirterek, silüeti etkileyen katların
yıkımına karar verdi.
Eski Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay: Bu
binanın yapılmasına ilişkin şikayetimi Sayın
Başbakan’a taşıdım ancak bir sakıncası olmadığını
söyledi. Daha sonra pişmanlığını ifade etti.
Danıştay’ın kararını çok sevindirici buldum. Bu
kararın emsal teşkil edebilmesi için benzer
şikayetlerin dile getirilmesi gerekir.
Zeytinburnu
Belediyesi eski meclis üyesi İsmail Terzi:
Burası planda emsali 1 olan, ticaret fonksiyonu olan
bir yerdi. Gökdeleni yapan şirkete satıldıktan
sonra emsali 2,5 yapılarak turizm alanı fonksiyonu
verildi. Bu yapının devlete zararı oldu.
Şehir
Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun
Kahraman: Danıştay’ın verdiği
kararla yasal olmayan imar hakları yürürlükten
kalkmış oldu. Bu projeden hak elde edip bağımsız
bölüm inşa edenlere bedelleri verilip yıkım
gerçekleştirilmeli.
Zaman, Haber: Cafer Can - Sevgi Korkut,
21.08.2014
******
İSTANBUL'UN TARİHİ SİLUETİ 6 AYDA KURTARILACAK
İstanbul'un tarihi silüetini bozmasından ötürü
gündeme geldiği ilk günden beri büyük tartışma
yaratan ve Başbakan Erdoğan'ın bile yıkılması
yönünde görüş belirttiği Zeytinburnu sahil yolundaki
'Onaltıdokuz' (16:9) kuleleri ile ilgili Danıştay
dün son noktayı koydu.
Danıştay, İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin katların
yıkılmasına yönelik aldığı kararı onadı.
UZMANLARI İKİYE BÖLDÜ
Karar sonrası 36, 32 ve 26 kat olan 16:9
kulelerinden toplan 25 kat yıkılacakken, traşlamanın
da 30 gün içinde yapılması gerekiyor. Ancak konuyla
ilgili bazı gazetelere görüş bildiren uzmanlar,
binanın statik yapısını bozacağı düşüncesiyle
traşlamanın mümkün olmayacağını binanın tümünün
yıkılması gerektiği belirtirken, öbür taraftan da
binanın tamamının yıkımı ile ilgili de bir kararın
mevcut olmadığından bu yıkımın da
gerçekleşemeyeceğini öne sürüyor.
Yıkım Müteahhitleri Derneği Başkanı ve MTK Yıkım
Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Bulut, ise bu
görüşe karşı çıkarak, teknik olarak binanın
traşlanmasının mümkün olduğunu söylüyor.
BİNANIN
TRANŞLANMASI MÜMKÜN
''Onaltıdokuz'' projesi için binanın yapısına zarar
vermeyecek bir yıkım yöntemi seçilebileceğini
söyleyen Bulut, ''Yıkım denildiği zamana aklınıza
büyük makinalarla yıkım gelmesin. Daha uygun
yöntemlerde var. Özellikle kesme delme yöntemi. Bu
yöntem söz konusu proje için uygulanabilir. Binanın
üstüne kule vinç kurularak yukarıdan beton kesme
makinaları ile yıkım işlemi sağlıklı bir şekilde
yerine getirilebilir.'' diye konuştu.
BİNA
TAHLİYE EDİLMELİ
Söz konusu katların yıkımı esnasında uygulanacak
yöntemin binaya hiçbir şekilde vibrasyon etkisi
vermeyeceğini de söyleyen Bulut, yıkım esnasında
binanın tahliye edilmesi gerektiğini ancak böyle bir
şeyin mümkün olmaması halinde en azından yıkılacak
katların altında yer alan 2 katın tahliyesinin
zorunlu olduğunu söyledi. Bulut, güvenlik kapsamında
binaya giriş çıkışların ise oluşturulacak güvenli
tüneller aracılığı ile gerçekleşebileceğini
belirtti.
YETKİ VERİLSİN, 6 AYDA YIKARIZ!
Yıkım işleminin ne kadar zaman alacağı ile ilgili
soruya, binada oturanların olmasından ve etrafında
gündelik hayatın devam etmesinden kaynaklı çok
hassas bir çalışma yürütülmesi gerektiğini ve
maksimum güvenlik tedbirlerinin alınması gerektiğini
ifade eden Bulut, yetki verilmesi halinde yıkımı 6
ayda bitirebileceklerini söyledi.
BİNANIN ESTETİK
YAPISI BOZULABİLİR
Binaya montajlanacak olan vinçlerin binanın estetik
yapısına zarar verebileceğini bundan dolayı da yıkım
sonrası binaya bir renovasyon çalışması yapılmasının
zorunlu olacağını da belirten Bulut, yıkımdan
kaynaklı binanın statik yapısında herhangi bir
bozulma olmayacağını yalnız elektrik ve otomasyon
sistemlerinin zarar görebileceğini dile getirdi.
YIKIMIN MALİYETİ 2,5 MİLYON TL
Binanın yıkımında kullanılacak yöntemlerin ve
sürenin işin maliyetini ortaya çıkaracağını belirten
Bulut, böylesi hassas bir yıkımın ortalama 1,5 ile
2,5 milyon TL arasında bir maliyeti olacağını
söyledi.
2 BİN KAMYON MOLOZ ÇIKACAK
Yıkımdaki en büyük sorunun yıkımdan ziyade yıkım
esnasında ortaya çıkan molozun tahliyesi olacağını
da sözlerine ekleyen Bulut, yıkımdan yapılan
hesaplara göre ortalama 2 bin kamyon moloz
çıkacağını düşündüklerini ifade etti.
Kanal 7,
Haber: Kenan Biter, 21.08.2014
******
16/9 BÖYLE
TRAŞLANACAK
16/9 kuleleri için Danıştay
yıkım yolunu açtı. Yıkım Müteahhitleri Derneği
Başkanı Mehmet Ali Bulut, “Lego tekniğiyle
tıraşlama mümkün” derken, müteahhit firma bina
sakinlerine, ‘Yıkım yok, sakin olun’ dedi.
İstanbul Zeytinburnu’nda 2011 yılında
inşaatı başlayan binalar şehrin siluetine etkisi
nedeniyle hala tartışılıyor.
Danıştay, önceki gün 2013’te yapımı
tamamlanan 3 kulede için çarpıcı bir karar
verdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve
Zeytinburnu Belediyesi’nce yapılan itirazı
değerlendiren mahkeme, gökdelenlerin, kentin
tarihi görüntüsünü bozan kısmının yıkılması
kararına yapılan itirazların reddine karar
verdi. Kuleler için planların İBB tarafından
onaylandığını belirten Zeytinburnu Belediyesi
yetkilileri topu Büyükşehir’e attı. Hukuki
sürecin devam ettiğini belirten İBB yetkilileri
ise açıklama yapmaktan kaçındı.
TIRAŞLAMA
MÜMKÜN
Onaltıdokuz kuleleri için tartışılan bir başka
konu da tıraşma yöntemi olarak bilinen kat
eksiltmenin nasıl uygulanacağı. Uzmanların bir
bölümü ‘binalar tümüyle yıkılmalı’ derken bir bölümü
tıraşlamanın mümkün olduğu görüşünde. Bunlardan biri
de Yıkım Müteahhitleri Derneği Başkanı Mehmet Ali
Bulut. Bulut, “Öncelikle uzmanlardan oluşan bir
kurul oluşturulmalı. Titiz çalışmayla 6 ayda tıraşma
yapılır. Tüm binaların boşaltılmasına gerek yok.
Yıkılacak katların altından 2 kat boşaltılması
yeterli olur. Binada yaşayanlar için güvenli ulaşım
kolidorları yaratılır” dedi. Yıkım maliyetinin 1.5
milyon lira ile 4 milyon lira arasında değişeceğini
belirten Bulut lego tekniğini şöyle anlattı; “Binada
beton delme ve kesmeyle fazla katlar parçalanır ve
lego gibi kule vinç yardımıyla aşağıya indirilir.
Böylece enkaz da oluşmaz.”
SAKİN OL
MESAJI
Astay Gayrimenkul, projedeki ev sahiplerine
önceki gün mektup yollayarak ‘sakin olun’ mesajı
verdi. Şirket açıklamasında, “Danıştay kararı
doğrudan yıkım kararı anlamına gelmez” denildi.
Şirketin açıklamasını değerlendiren Gayrimenkul
Hukuku Derneği Başkanı Avukat Ali Güvenç Kiraz,
“Zaten yıkım kararını mahkeme değil Büyükşehir
Belediyesi verir. Şirketin açıklaması hukuk terimi
olarak doğru görünse de yıkım yolu açıldığı gerçeği
değişmez. Bu noktada Danıştay kararı hayata geçmezse
yargı kararı uygulanmamış olur” dedi. Şirket,
mahkemenin verdiği kararlar ilgili davalı
belediyeler ve müdahillerle birlikte temyiz
başvurusu yapıldığını açıkladı.
Davalı
vazgeçti
ASTAY, kuleler için dava açan Yusuf Özden adlı
vatandaşın davadan feragat ettiğini açıkladı. Avukat
Ali Güvenç Kiraz ise bir davalının vazgeçmesinin
sonucu etkilemeyeceğini, kaydetti. Süreci
değerlendiren Astay Gayrimenkul Başkanı Mesut Toprak
ise hukuka aykırı bir işlem yapmadıklarını belirtti.
Karar çok ama
uygulama yok
TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu,
Türkiye’de çok sayıda proje için projeyi durdurma ya
da yıkım kararı alındığını ancak uygulanmadığını
belirtti. Muhcu “Kentin siluetini bozan kuleler ya
da sit alanlarına yapılan projeler mahkeme kararına
karşı ayakta duruyor. Alınan yıkım kararları yok
sayılıyor” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Gülistan Alagöz, 22.08.2014
|
TEPECİK HÖYÜĞÜ TARİHE IŞIK TUTACAK
Kazı
çalışmalarına 2004 yılında başlanan ve halen Ankara
Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Sevinç Günel başkanlığında yürütülen
Çine Karakollar Mahallesi Tepecik Höyüğü kazılarında
elde edilen bulgular, höyüğün tarihi ve kültürel
önemini arttırdı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Sevinç Günel, uzun yıllar
süreceğini söylediği kazı çalışmalarının öneminin
her geçen yıl giderek arttığına dikkat çekti.
Tepecik'in sıradan bir yerleşim yeri olmadığını
söyleyen Günel, önemli kültür ve ticaret merkezi
konumunda bulunduğunu vurguladı. Bu seneki kazı
çalışmalarında yeni bir mezara rastladıklarını
belirten Günel, "Daha önceki senelerde kadın ve
bebeklerin gömüldüğü pitos ve çömlek mezarlarının
bir yenisine daha rastladık. Kazılarda kulplu bir
testiye gömülmüş bebek kafatası bulduk.
Arkadaşlarımız onun çizimini yapıyorlar. Yaptığımız
çalışmalar, yerleşmenin MÖ 6500'lere uzandığını
ortaya koyuyor" diye konuştu.
"6-7 BİN YIL ÖNCESİNİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARMAYA
ÇALIŞIYORUZ"
10 yıldır devam eden kazı çalışmaları hakkında
açıklamalarda bulunan Günel, "Bugüne kadar
yaptığımız kazılar neticesinde elde edilen veriler,
tarihi ve tarih öncesi dönemlere ait kültür
tabakalarının kalıntılarını ortaya koydu. Kazıdaki
amaç, antik dönemler öncesinde yaşayan yerli halkın
kültürünü gün ışığına çıkarmaktı. Bu açıdan kazı,
çok önemli. Çünkü, bu coğrafya ve bu bölge daha çok
antik kentler dönemleriyle tanınıyor. Oysa erken
dönemler ve tarih öncesi ile ilgili bilgilerimiz yok
denecek kadar sınırlı. Dolayısıyla Tepecik Höyüğü
kazıları, bu anlamda çok önemli rol oynuyor.
Günümüzden 6-7 bin yıl öncesinin kültürünü gün
ışığına çıkarmaya çalışıyoruz" dedi.
Kazılara Temmuz'da başladıklarını ve Ağustos ayının
ortasında biteceğini belirten Günel, kazıda çalışan
işçilerin her yıl olduğu gibi iyi bir ekip çalışması
sergilediğini kaydetti. Prof.Dr. Günel, Hacettepe,
Çanakkale ve Trakya Üniversitesi'nde öğrenim gören
öğrencilerden oluşan karma öğrenci grubunun kazıda
görev aldığını sözlerine ekledi.
Son Dakika, 21.08.2014
|
İSTASYON BÖLGESİNDE TARİH VE KÜLTÜR ADASI
OLUŞTURULDU

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek,
Hızlı Tren İstasyonu’nun bulunduğu alandaki tescilli
yapıların restorasyonu ve bölgede yapılan
düzenlemeler ile
Meram bölgesine önemli bir cazibe merkezi
kazandırıldığını söyledi. Bölgede incelemelerde
bulunan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir
Akyürek, İstasyon bölgesindeki tescilli yapıların
yeniden gün yüzüne çıkarıldığını, bölgede bir kültür
ve tarih adası oluşturulduğunu belirterek, yapılan
çalışmayla Hızlı Tren İstasyonu ve Meram’ın
merkezinde çok önemli bir cazibe alanı
oluşturulduğunu ifade etti. Bölgede bulunan 13
tescilli binanın restore edilmekte olduğunu kaydeden
Başkan Akyürek, “Çalışmayla hem tescilli binalar
restore ediliyor hem de günümüzde kullanıma hazır
hale getiriliyor. Bu bölgenin kullanım amacı
konusunda istişarelerimiz devam ediyor. İstasyon
bölgesinde bahçe düzenlemesiyle, çevre
düzenlemesiyle, restorasyonuyla, çevre duvarı ve
yürüyüş yollarıyla gerçekten çok güzel bir alan
oluyor. Bu çalışma Devlet Demir Yolları Genel
Müdürlüğü ile işbirliği içinde yürütülüyor. Biz de
bu alan karşılığında buradaki lojmanların yerine
yeni lojmanlar, yeni binalar yaptık, Devlet Demir
Yolları Genel Müdürlüğü’ne teslim ediyoruz. Meram’ın
merkezindeki bu alanı Konya’mıza ve Meram İlçemize
kazandırıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum” dedi.
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan
13 tarihi yapının restorasyonu ve 40 daireden oluşan
yeni lojmanlar yaklaşık 10 milyon liraya mal olacak.
Konya Hakimiyet, 21.08.2014
|
600 YILLIK CAMİDE HIRSIZLIK

Bursa'nın merkez
Osmangazi İlçesi'nde Fatih Sultan Mehmet
Dönemi'nde, yardımseverliği ile tanınan ve kesilen
koyunların başlarını pişirip satarak kazanç
sağladığı için ‘Başçı’ ismi olarak tanınan ve kendi
adına 600 yıl öne yapılan Başçı İbrahim
Camii'nin çivisiz tarihi tahta minberinin
kapıları çalındı.
Bursa'nın simgelerinden
olan ve gezegen ve güneş betimlemesiyle büyük ilgi
gören Ulu Camii'deki minbere benzeyen kapıları çalan
kişi veya kişiler polis tarafından aranıyor.
Hırsızlık olayına üzülen mahalle sakinleri ise
camiye güvenlik kamerası taktırdı.
Merkez Osmangazi İlçesi Maskem Mahallesi 1'nci Okul
Sokak'ta bulunan Başçı İbrahim Camii 1460-70 yılları
arasında hamam ile birlikte yapıldı. Yanında
medresesi de bulunan cami Bursa’da sık görülen lodos
nedeniyle çıkan yangınlara karşı ‘yangın duvarlı’
olarak inşa edildi. İçinde şadırvanı bulunan caminin
giriş kapısı ve minberi çivi kullanılmadan
'Kündekari tekniği' kullanılarak yapıldı. Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne ait Diyanet İşleri Başkanlığı'na
tahsisli caminin, Türk ahşap işçiliğinin
örneklerinden birisi olan ve Ulu Camii’nin minberi
üzerindeki motifleri andıran 600 yıllık minberinin
kapıları geçen ay akşam namazı ardından camiye gelen
hırsız veya hırsızlar tarafından çalındı.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sabah ile yatsı namazı
arasından tüm camilerin kapılarının halka açık
olması talimatı nedeniyle kapatılmayan tarihi camiye
gelen hırsızlar kimsenin olmamasını fırsat bilerek
iç içe geçmeli olan minberin iki kapısını da aldı.
Olay, yatsı namazını kıldırmak için camiye gelen
imam ve cemaat tarafından fark edilince polise
bildirildi. Sevk edilen polisler parmak izi aldı.
Çevredeki güvenlik kameralarını incelemeye alan
polisler, şüphelilere henüz ulaşamadı. Olayın
ardından Başçı İbrahim Camii'ne cemaatin desteği ile
güvenlik kameraları taktırıldı.
Vakıflar İl Müdürü Mürsel Sarı, caminin Diyanet
İşleri Başkanlığı'na tahsisli olduğunu Ramazan
ayında meydana gelen, kendilerine yeni bildirilen
hırsızlıkla ilgili polisin soruşturma yürüttüğünü
söyledi. Sarı, konuyu ilgili kurumlara
bildirdiklerini kapıların bulunması, şüphelilerin
yakalanması için aramaların uluslararası alanda
yapılacağını söyledi.
İl Müftüsü Mehmet Emin Ay da, konuyla ilgili
açıklama yapmak istemediğini söyledi.
Haber 7, 21.08.2014
|
SAGALASSOS'TA İKİ BİN YILLIK MUTFAK ORTAYA ÇIKARILDI

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos
antik kentinde devam eden kazılarda, yukarı agora
yakınlarında 'Geç Roma Dönemi'ne ait 2 bin yıllık
bir mutfak ortaya çıkarıldı.
Sagalassos'ta bu yıl Haziran ayında başlayan yeni
kazı sezonunda, geçen ay 2 bin yıllık bir mutfağın
ortaya çıkarıldığı açıklandı. Kazı Başkanı Prof.Dr.
Jereon Poblome, "Bu yılki kazıda 'Geç Roma Dönemi'ne
ait bir mutfak bulduk. Tam olarak çıktı. Tüm
detayları ile o dönemde mutfak kültürleri nasıldı,
ne pişirdiler, ne yediler, nasıl pişirmişler
bunların hepsini öğreneceğiz. Çok detaylı bir
bilimsel çalışma yapıyoruz. Sadece arkeologlar
değil, antropologlar, zoologlar, botanikçiler de
var" dedi.
TANDIRLI MUTFAK
Bulunan mutfağın şimdikilere göre çok küçük
olduğunu kaydeden Prof.Dr. Poblome, şu bilgiyi
verdi:
"Zemininde hiç fayans yok, sadece toprak. Geç
Roma Dönemi'nde hijyen yönünden farklı düşünmüşler.
Ergonomik olarak da bizim için zor bir mutfak, ama
onlar öyle kullanmış. Ortaya kömür, üzerine bir
çanak koymuşlar. İçine bulgur, et koymuşlar. Yanına
iki çanak daha koyup sıcak tutmuşlar. O zaman ekmek
yoktu, ancak mutfakta tandır kullanmışlar ve tandır
ekmeği yemişler. Yavaş yavaş tüm hayat detayları
ortaya çıkıyor."
HAMAMDA YOĞUNLAŞILDI
Bu sezon kazılarıyla ilgili olarak da Prof.Dr.
Poblome, "Ağırlıklı olarak hamamda çalışıyoruz.
Burayı halkın ziyaretine açmak istiyoruz. Çünkü
ordaki güzelliği halka göstermek istiyoruz. Yukarı
agorada çalışmalarımız uzun yıllardır devam ediyor.
Yukarı agoranın 2017, 2018 yılında biteceğini
düşünüyoruz. O zaman bütün yukarı agora hazır
olacak" diye konuştu.
Zaman, 21.08.2014
|
ALTINBEŞİK MAĞARASI EKO TURİZMİNE AÇILIYOR

Antalya'nın İbradı
İlçesi Ürünlü Mahallesi sınırları içinde bulunan ve
19 yıl önce Çek mağara
bilimcilerin saha araştırması yaptığı Altınbeşik
Mağarası eko turizmine açılıyor.
İki yıl önce Antalya İl Özel İdaresi tarafından
Ürünlü Mahallesi-Altınbeşik Mağarası arasındaki 7
kilometrelik patika yolun yapılmasıyla birlikte
dünyaca ünlü mağara yerli ve yabancı turistlerin
ziyaret ettiği yerler arasında yer alıyor.
Mağara da 19 yıldır yerli ve Çekli mağara
bilimciler araştırma yapıyor. Çek mağara
bilimcilerinin 19 yıl içinde mağara içinde 17
irili ufaklı göl tespit ettiği belirtildi. Çek
Cumhuriyetin'den gelecek 15 kişilik ekibin kasım
ayında Altınbeşik Mağarası'nda çalışmalarını
sürdüreceği ve göl sayısını 22'ye çıkarmaya
hedeflediklerini ifade edildi. Mağara
bilimcilerine göre içindeki göl sayısı ve
uzunluk bakımından Altınbeşik'in dünyanın en
büyük ikinci mağarası olduğu ifade ediliyor.
Anadolu Speleoloji Grubu (ASPEG) ve Çek mağara
bilimcileri, mağara içinde 5 gölün bulunarak gün
yüzüne çıkması için çalışma başlattı. Akseki ve
İbradı ilçelerinde buğüne kadar en büyüğü
Altınbeşik olmak üzere toplamda 150 mağara
bulunuyor. ASPEG Başkanı Hakan Eğilmez, 4 bin
500 metre uzunluğundaki Altınbeşik Mağarası'nın
dünyanın en uzun mağaralarından biri olduğunu
söyledi.
Altınbeşik Mağarası'nda 20 kişilik Çek ekiple
kasım ayında üçüncü defa dalışla net göl
sayısını tespit edeceklerini belirten Eğilmez,
"Altınbeşik'te 5 gölün daha var olduğunu tahmin
ediyoruz. Beş gölün daha bulunmasıyla
Altınbeşik'in dünya eko turizminde cazibe
merkezi haline gelecektir. Türkiye Altınbeşik'le
dünya eko turizminde söz sahibi olacaktır. Çek
ekiple birlikte 1-15 Kasım tarihleri arası
üçüncü defa çalışacağız. Mağara, Antalya'yı
dünya turizmi söz sahibi yapacaktır.
Altınbeşik'in Antalya'yı dünyaya taşıyacak tek
yer altı mağarası diyebiliriz. Dünyaya
tanıtılması gerekir. " dedi.
İbradı Belediye Başkanı Serkan Küçukkuru,
Altınbeşik Mağarası'nın dünya tanıtmak için
çalışma yaptıklarını söyledi. Bölgede eko
turizminin yaygınlaşması için Altınbeşik'in
doğal bir zenginlik olduğunu belirten Küçükkuru,
İbradılılar olarak bu zenginliğin farkında
olduklarını, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere
mağara farklı ülkelerden turist geldiğini
kaydetti. Küçükkuru, "Altınbeşik'i
tanıtımlarımızla dünya tanıtacağız. Bölgemizin
turizm potansiyeli çok yüksek." diye konuştu.
Keşif Ekibi Derneği, 30. gezisini İbradı'ya
yaptıklarını söyledi. Keşif ekibi olarak
Altınbeşik Mağarası'nın tanıtımı her platformda
yapacaklarını ifade etti. Altınbeşik Mağarası'nı
yıllık 5 bin 500 yerli ve yabancı turist ziyaret
ediyor.
Yeni Alanya, 21.08.2014
|
ETİYOPYA'DA OSMANLI İZLERİ

Bir dönem Osmanlı yönetiminde kalan Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı'nın
Osmanlı konsolosluk binası ve bazı tarihi eserleri
restore etmeye başladığı Etiyopya’nın Harar
kentinde, Türk kökenli aileler de geçmişlerini
unutmuyor.
Faaliyet gösterdiği ülkelerde önemli projelere
imza atan TİKA faaliyetlerine devam ediyor. Bu
çerçevede TİKA'nın Osmanlı konsolosluk binası ve
bazı tarihi eserleri restore etmeye başladığı
Etiyopya’nın Hararkentinde Türk kökenli aileler de
geçmişlerini unutmuyor.
Etiyopya'da kahvenin başkenti olarak bilinen
Harar kentinde, Osmanlı Devleti'nin izleri dikkati
çekiyor. Mısır'ın fethinden sonra önce Sudan
ardından da Eritre, Cibuti ve Etiyopya'ya ulaşan
Osmanlı'nın Harar'ın surlarında ve eski
yapılarındaki bakiyesi hemen göze çarpıyor.
Mimarideki tarihi izlerin yanı sıra Osmanlı'nın
bölgeye yerleştirdiği Türklerin torunlarına da Harar
sokaklarında rahatlıkla rastlanabiliyor.
Tarihçilere göre, Osmanlı'nın Harar'la ilk
teması, 16. yüzyıla dayanıyor. Osmanlı Devleti, 1554
ile 1555 yıllarında Doğu Afrika - Hindistan
arasındaki deniz yolunda hakimiyet kurma çabasına
girerken diğer taraftan da Harar'da zorda kalan
Müslümanlar için bölgeye askeri güç gönderdi.
Mısır Hidivi İsmail Paşa'nın 1874 yılında Harar'ı
almasıyla da bölge Osmanlı yönetimiyle tanıştı.
Harar'da bu nedenle çok sayıda Türk kökenli aile
bulunuyor. Türk olduklarını dedeleri ve babalarından
öğrenen bu aileler, bu bilgiyi çocuklarına ve
torunlarına da aktarıyor.
TİKA, TÜRKİYE'Yİ GEZDİRDİ
Harar'da bulunan tarihi Osmanlı Konsolosluğu
binasının ardından ve Türk izlerini bugünlere
taşıyan diğer eserleri onarmaya çalışan TİKA, geçen
yıl bölgede yaşayan Türk kökenli aileler için
Türkiye gezisi düzenlemişti. Söz konusu programda
Etiyopyalı yetkililerle Türkiye'yi ziyaret eden
Hararlı aileler, ana vatanlarını görme fırsatı
buldu.
Türkiye ziyaretinin çok duygulu geçtiğini ifade
eden Bedriye Ahmet, yaptığı açıklamada, "Türkiye'ye
gidince cennete kavuşmuş gibi oldum. 80 yaşında
vatanımı görmeye gittim. Çok mutlu oldum. Bize bu
imkanı sağlayan Türkiye'ye ve TİKA'ya çok teşekkür
ediyorum. Büyük bir mutluluktu" dedi.
Türk olduğunu dedesi ve babasından öğrendiğini
belirten Ahmet, "Babam bizlere kızınca Habeşçeyi
unutur Türkçe konuşurdu. Ve bize Türk olduğumuzu
söyledi. Biz de bu durumu kendi çocuk ve
torunlarımıza, asıllarını unutmamaları için
aktarıyoruz" diye konuştu.
Yahya Abdulsettar Yusuf Ali Giritli de Türk
kökenli olduğunu diğer aileler gibi babasından
öğrenmiş. Sadece atalarının Girit adasından
İstanbul'a oradan da Harar'a geldiğini biliyor.
Giritli'nin evinde Osmanlı tuğrasının bulunduğu çini
tabak da duvarın en üst köşesinde asılı duruyor.
Geçen yıl Türkiye'ye giderek, atalarının geldiği
vatanı görme fırsatı yaşadığını aktaran Giritli,
"Türkiye'ye gidince müthiş bir mutluluk yaşadım.
Geziden sonra, burada faaliyet gösteren Türk
şirketlerinde çalışan Türkler ve buradaki Kur'an
Kursunun Türk hocalarıyla haftada en az bir kez
toplanıp sohbet ediyoruz. Türkçe tek bildiğim kelime
ise 'Teşekkür ederim.' Bizleri yıllar sonra bularak
Türkiye'ye götüren Türk yetkililere müteşekkiriz"
dedi.
Türk asıllı Muhammed Yahya Paşa ise dedesinin
fotoğrafını göstererek, dedelerinin İstanbul'dan
geldiği bilgisini, çocuklarına da Türk olduklarını
unutmamaları için aktardığını kaydetti. Paşa,
bildiği Türkçe kelimeleri ise "Hoş geldiniz, hoş
bulduk, Türk kahvesi ve şekerli çay" diye sıraladı.
Yıllar sonra Türkiye'ye gitmenin heyecanını halen
taşıdığını vurgulayan Paşa, "Gezi benim için bir
rüya gibiydi" diye konuştu.
Manşet Haber, 21.08.2014
|
ANTİK LİKYA YOLU'NUN KAPSAMLI HARİTASI ÇIKARILDI
Antalya Valiliği ile Kültür ve Turizm İl
Müdürlüğünce yürütülen “Antik Likya Yolları Haritası
ve Yürüyüş Rehberi Projesi” kapsamında, Muğla’nın
Fethiye İlçesi'nden başlayarak Antalya’nın
Hisarçandır Köyünde sona eren “Antik Likya Yolu”nun
kapsamlı haritasının çıkarıldığı bildirildi.
MÖ 2000′li yıllarda Likyalılar tarafından yapılan
ve daha sonra Romalılar başta olmak üzere birçok
uygarlık tarafından kullanılan tarihi Likya Yolu,
yeniden eski ihtişamlı günlerine kavuşuyor.
Bugüne
kadar yalnızca profesyonel doğa sporcuları
tarafından kullanılan tarihi güzergah Antalya
Valiliği ile Kültür ve Turizm Müdürlüğünce yürütülen
bir proje kapsamında kapsamlı şekilde yeniden ele
alındı. Bölgedeki tesisler, yürüyüş yolları ile dağ
geçiş güzergahları tek tek belirlenerek işaretlendi.
Bu çalışmayla güzergah, profesyonel doğa
sporcularının yanı sıra tarih ve doğa meraklısı
yerli ve yabancı turistler tarafından kolaylıkla
gezilebilecek.
Kültür ve Turizm İl Müdürü İbrahim Acar, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Teke Yarımadası’nın
tarihte “Likya” olarak adlandırıldığını, kıyıdaki
liman kentlerinin de iç bölgelere yollarla bağlı
olduğunu söyledi. Yapılan projeyle Likya kentleri
arasındaki patikaların işaretlenmesiyle “Antik Likya
Yolu”nun yeniden gün ışığına çıkarıldığını ifade
eden Acar, Antalya Valiliği ile ortaklaşa yürütülen
“Antik Likya Yolları Haritası ve Yürüyüş Rehberi
Projesi” ile Likya Yolu’nun kapsamlı bir haritasının
çıkarıldığını vurguladı. Haritanın, Milli Savunma
Bakanlığı Harita Genel Komutanlığı ve Turizm
Bakanlığınca onaylanmış, bu alandaki ilk harita olma
özelliği taşıdığını kaydeden Acar, bu haritayla
yürüyüşçülerin dağlarda kaybolmadan rahat bir
şekilde güzergahı takip edebileceklerini belirtti.
Projenin temel amacının kıyı turizmine alternatif
olarak kırsalda bulunan kültürel değerlerin
tanıtılması ve ekonomiye kazandırılması suretiyle bu
değerlerin muhafaza edilmesi olduğunu ifade eden
Acar, rotayı takip edecek yürüyüşçülerin özellikle
yörük yaşam alanlarını yakından görme ve tanıma
fırsatı bulacaklarını kaydetti. Acar, kültürel
tanıtımın yanı sıra güzergahta yaşayan vatandaşların
süt, peynir, yoğurt, pekmez gibi doğal ortamda
ürettikleri ürünleri yürüyüşçülere satmak suretiyle
bütçelerine katkı sağlayacaklarını vurguladı.
İlk etapta 8 bin adet basılan ve bölgedeki
kaymakamlıklar, belediyeler ile turizm merkezlerine
dağıtılan harita ve rehber kitaplarla ilgili de
bilgiler veren Acar, 1/25000 ölçekli detay haritalar
ve 1/100000 ölçekli anahtar paftada tespiti
yapılabilmiş arkeolojik envanter, sarnıçlar, arazi
eşyükselti eğrileri, coğrafi bilgiler, konaklama,
ulaşım, yeme içme yerleri ile bazı pratik bilgilerin
yer aldığını belirtti.
Acar, haritayla birlikte verilen rehber kitapta
antik Likya şehirlerini birbirine bağlayan ve
sonrasında Roma döneminde yenilenen yollar ile
günümüzde kültür-spor turizmine yönelik belirlenmiş,
işaretlenmiş olan Likya Yolu konsept parkurlarının
harita ve güzergahların tanıtımına yönelik
açıklamaların da yer aldığını kaydetti.
-Hedef 2015′te 100 bin ziyaretçi
Harita ve rehberin hazırlanması sırasında dünyada
bu konuda önde gelen doğa sporları
organizatörleriyle görüş alışverişinde
bulunduklarını da anlatan Acar, Antalya da
turizminin çeşitlendirilmesi çalışmaları kapsamında
projenin değerlendirildiğini kaydetti. Harita ve
rehber kitapların İngilizce, Almanca, Rusça ve
Türkçe olmak üzere 4 dilde hazırlandığını ifade eden
Acar, projenin hayata geçmesiyle birlikte ilk etapta
dünyanın çeşitli bölgelerinden 100 bin dağcılık ve
doğa sporcusunun bu yürüyüş yolunu kullanmasını
beklediklerini kaydetti.
Projenin interaktif bir çalışma olduğunu
vurgulayan Acar, şöyle konuştu:
“Yol güzergahı kapsamında yerli ve yabancı tüm isteklilerin antalya@kulturturizm.gov.tr adresine elektronik posta ile yapacakları bilgilendirme talepleri, üç yıl boyunca yüklenici firma tarafından karşılanarak gerekli çalışmalar yapılacak.
-Amerikalı turistlerin yürüyüş keyfi
Tatil amacıyla Antalya’nın Kemer
İlçesi'ne gelen
Amerikalı Anella-Keite Rangel çifti turizm ofisinden
temin ettikleri haritayla yönlerini çok kolay
bulduklarını söyledi. Çoban Yurdu mevkisinde yaşayan
Ali Karakoyunlu’nun hayvanlarını beslediği alanda
mola veren çift, burada hem dinlenme hem de Türk ve
Yörük kültürüyle ilgili bilgi aldı.
Doğa Sporcusu ve Rehber Gökhan Göktaş da her yıl
binlerce turistin geldiği bu bölgeyi tanıtan
kapsamlı bir haritanın olmamasının turizm açısından
büyük bir eksiklik olduğunu söyledi. Bu haritayla
yürüyüşçülerin dağlarda kaybolmadan rahat bir
şekilde güzergahı takip edebileceklerini anlatan
Göktaş, yeni bulunan arkeolojik buluntuların da bu
haritada gösterildiğini kaydetti.
haberler.com, Haber: Hüseyin Kanber, 20.08.2014
|
ATATÜRK'ÜN YATI 'SAVARONA' KULLANIMA HAZIR

Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından devralınan Atatürk'ün yadigarı
Savarona yatı, seçkin günlerine tekrar kavuştu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk'ün son günlerini geçirdiği 83 yıllık
Savarona, bakanlık tarafından 10 ay süren
restorasyon ve bakımın ardından devlet
büyüklerinin tarihi toplantılarında ve önemli
kabullerinde kullanabilmesi için son aşama olan
"tecrübe seferi"nden de başarıyla döndü.
Cumhurbaşkanı seçilen Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın talimatıyla 2013 yılının sonlarında
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca kiralık bulunduğu iş
adamı Kahraman Sadıkoğlu'ndan devralınan
Savarona'daki bakım ve restorasyon sona erdi.

İstanbul Kuruçeşme Limanı'nda ocak ayından bu
yana demirli bulunan Atatürk'ün yadigarı yat,
tarihine yakışır şekilde devlet büyüklerinin
Türkiye'de ve yabancı ülkelerde gerçekleştireceği
toplantı ve görüşmelerde prestij amaçlı olarak
değerlendirilmek üzere hazırlandı.
Tarihi yat, önemli konuklarını ağırlamadan önce
"tecrübe seferi" için Kuruçeşme Limanı'ndan demir
aldı.
Vatandaşların meraklı bakışları altında bütün
ihtişamıyla İstanbul Boğazı'ndan geçen yat, Avşa'ya
gitti.
Halen dünyanın en güzel yatlarından biri olma
özelliğini koruyan Savarona, seferini başarıyla
gerçekleştirdi.

Tarih kokan
Savarona
Savarona'nın tecrübe seferine, Anadolu Ajansı
(AA) ekibi de eşlik etti.
Başta Atatürk'ün kaldığı oda ve kullandığı eşyalar
olmak üzere, yatın son halini ayrıntılarıyla tarihe
not düştü.
Başta Atatürk'ün kaldığı oda olmak üzere bütün
odaların ve diğer birimlerin tek tek elden
geçirildiği yat, bütün ihtiyaçlara cevap verecek
şekilde hazırlandı.
Yatın bakımında ince elendi sık dokundu.
Savarona'nın elektronik tesisatı ve cihazları başta
olmak üzere lüzum görülen kısımları yenilendi, her
yeri boyandı. Savarona, son teknolojiyle de
donatıldı.

Gemide dinlenme salonu ve süitlerin yanı sıra
Türk ve dünya mutfağından yemeklerin yapılabildiği
son teknoloji ile donatılmış mutfak da yer alıyor.
Şu anda koltuk grupları ile bir piyanonun süslediği
geniş salonu ise gerektiğinde oturma, gerektiğinde
yemek, gerektiğinde ise geniş katılımlı toplantılar
için düzen alınabilecek şekilde düşünüldü.
Atatürk'ün odası ilgi çekecek
Savarona'da en çok ilgiyi Atatürk'ün kaldığı oda
çekiyor. Atatürk'ün 55 gününü geçirdiği odaya, söz
konusu dönemde çalışma odası olarak kullandığı
bölümden girilebiliyor. Odaya girişte sağda
"Atatürk" yazılı tabela göze çarpıyor.

Atatürk'ün çalışma odasında fotoğraflarından
oluşan albümler, çok sayıda kitap ve Savarona'ya ait
yazılı belgeler bulunuyor.
Mustafa Kemal'in odasına girince her şeyin o döneme
uygun şekilde yerleştirildiği görülüyor. Selanik'te
kullandığı belirtilen ahşap karyolası ve yatağı,
ziyaretçileri tarihi bir yolculuğa çıkarıyor.

Atatürk'ün fotoğraflarının da yer aldığı odada
üzerinde MKA yazılı sigarasının yanı sıra mendili ve
eldiveni dikkati çekiyor. Atatürk'ün el yazısının
yer aldığı tabloyla Cumhurbaşkanlığı forsu,
bardakları, bastonu da odada bulunan diğer
eşyalardan bazıları.
Geminin güvertesine çıkış noktasında bulunan ve
Savarona'ya ait o dönemden kalma tek belge olan
kroki de gözlerden kaçmıyor.
Hürriyet, 20.08.2014
|
AFFEDERSİNİZ TOKİ!

Biz mimarlar için, aslında küfür olmadığı halde
küfürmüş gibi olan laflar vardır.
Örneğin “Affedersiniz yarışmacı mimar” ya da
“Affedersiniz Gezici mimar” veya “Affedersiniz Kanal
İstanbul'a karşı mimar” gibi şeyler... Bu laflar
aşağılamak amacı taşırlar ve muhataplar mesleğimizi
sorgulamamız gerektiğini düşünürler.
Onlar öyle desinler. Bizler için iki seçenek
vardır; mimarlığı, planlamayı ve tasarımı (yapı ve
kentsel mekan üretimi) yaşanabilir şehirler için,
sürdürülebilir gelecek için yapmak ya da o anda
kazanılan para ve güce kanmak, sürüklenmek gitmek.
Tereddütsüz ilkini seçeriz, ister inanın ister
inanmayın bunlara göz yummadığımızdan aşağılanmaya
alışığız, küfür ve hakarete takılmayız.
Herkes plansız şehirlerden şikayetçi, sular
seller basıyor biraz yağmur yağdığında. Sellere
maruz kalan bu kentlerde, hala inanılması güç
büyüklükte konut üretimi var ve artarak devam
ediyor. Sınırsız betonlaşmadan, depremde çadır
kuracak boş alan kalmadığından ötürü herkes
rahatsız. Peki, biraz da kendimize baksak,
gayrimenkul sahibi iseniz, mülkünüzü 100 liraya
almışken, 1000 lira ettiğini duyduğunuzdaki
memnuniyeti de bir tartsanız. Haşa, kötü bir şey
değil bu. Biz de servet düşmanı değiliz. Helal
kazanç ile alınmış mülk değerlensin, katma değer
kazandırsın. Peki, ya bu “değerlenmeye” dayalı
sistem bir oyunsa? Ya paramızın satın alma gücünü el
birliği ile yok ediyorsak? T.C. vatandaşları kendi
ülkelerindeki değerli değersiz mülkleri, Türk Lirası
dururken döviz bazında fiyatlandırıp, alıp satmaya
çalışıyorlarsa? Yani aslında hepimizin içinde “mülke
değer verme” zafiyeti varsa ve aslında belediyeler,
müteahhitler, arsa spekülatörleri, hatta Gezi
Parkı'nda “kendi istediği” bina yapılmadığında
küplere binen Başbakan bunu kullanıyorsa?..
Kısaca devamlı inşaat yaparak, lüks konut
üreterek, bunlara gereğinden fazla fiyat biçerek,
önceden üretilmişlerin fiyatının balon gibi şişmesi
herkesin işine geliyorsa ya? Aslında herkes
gayrimenkuldeki bu önlenemez ve karşılıksız
yükselişten pek rahatsız değilse? Dar gelirli
vatandaş bile, bu düzende, bu sistemde, bir şekilde
kazanç sağlamışsa? Bu sisteme dahil olmuşsa? Sistem
derken örnekleyelim; hayatını sobaya odun, kömür,
taşıyarak geçirmiş ve TOKİ'nin kaloriferli,
asansörlü ama çok kötü tasarlanmış dairesine kapağı
atmış biri için, mimari ve kent planlamasının,
yeşilin ve kent mekanlarının değeri kalır mı? Öyle
mutludur ki, kötü de olsa bir mülk sahibi oluğu
için, dış politikadaki başarısızlığa, sınıra
dayanmış IŞİD'e, her ay cari açığı da artıran bir
etken olan Türkiye'deki sığınmacıların istihdamı
sorununa ve hatta ülkedeki bir azınlığı aşağılamak
amaçlı “Affedersiniz” ön ekini kullanmaya takılmaz.
Temmuz ayında araç sahipleri MTV'nin ikinci
taksidini ödediler. Araç almak için ÖTV ve diğer
vergileri ödüyorlar. Araç muayene istasyonları
araçları çok sıkı denetliyorlar, egzoz emisyonları
ve hatta lastiğin diş derinliği bile kontrol
ediliyor. Örneğin Gaziantep'te 5000'den fazla Suriye
plakalı araç var, onların bu gibi vergi ve
denetlenme zorunlulukları var mı? Yine Antep'te,
dört göçmen aile bir dairede ikamet ediyor, çünkü
kiralar yüzde elli arttı. Türk ailesi ise tek
başına, tek dairede kalmak istiyor ama ev tutamıyor.
İç savaş ve yıkım yaşayan ülkelerinden kaçmak
zorunda kalanların suçu değil bu ama T.C.
vatandaşları arasından, en azından araç, vergi ve
kira konusunda ben de “Affedersiniz -sadece bu
konuda- Suriyeli” olmak istiyorum diyen çıkmaz mı?
TOKİ devletin müteahhididir. Bir yere bir inşaat
yapılacaksa, emir verilir, devreye girer, ucuz ya da
pahalı, plansız ya da planlı, tasarlanmış ya da
tasarlanmamış, çevreye etkisi iyiymiş kötüymüş,
bakmadan, karar çıkarttırır istimlak eder, gerekirse
yıkar, projesi ortada yokken ihaleye çıkar (projeyi
de ihaleyi alan yapacaktır) ve inşaata başlar.
Yurtdışı çıkış harçlarını kullanır, en az kendi
kadar siyasi olarak güçlü, taşeron müteahhitleri
vardır. Yapı denetiminden muaftır. Başbakanlık'a
bağlıdır, herhangi bir kuruma hesap vermez. Şu ana
kadar TOKİ'ye hak sahipleri tarafından açılmış dava
sayısı, kaçını kaybettiği, ne kadar tazminat
verdiği, cirosu, kar-zarar dengesi gibi konular
gizlidir. İsterse imar planı yapma yetkisine
sahiptir. Evet, işine geldiği gibi imar planını
değiştirir. Devletin arazileri TOKİ'ye tahsis
edilir. Bunun için Hazine'ye ne verir, ne alır,
maliye ile ilişkisi nasıldır, nasıl fonlanır,
kimseye bildirmek zorunda değildir. Asıl amacı
sosyal konut yapıp, konut sahibi olmayan vatandaşa
ev üretmek olan bu kurumun, ne kadar konutu
sosyaldir, ne kadar konutu lükstür? Bunların satış
fiyatları ile orantısı nedir? Neden stadyum yapar,
neden sanayi sitesi yapar? Bunlara kim karar verir?
Emir komuta zincirinde, kim ne kadar etkilidir, bunu
siyaseten kullananları var mıdır? Ya da en
basitinden, örneğin THY gibi kar zarar hesabı
tutulur mu, kamuoyuyla paylaşılır mı? Yoksa TOKİ,
iktidarın inşaat işleriyle ilgilenen, sınırsız
sorumsuz bir makinesi midir? Kamu İhale Kanunu'ndan
muaf olduğunu bildiğimiz bu kurumu kim denetler
peki? Kim, yanlış kararlarına, dur diyebilir? İşini
düzgün yapmayan yöneticisi, kime hesap verir?
TOKİ'nin Başbakan'ın emriyle yaptığı bir binaya,
(Gezi'deki halk dışında) kim karşı çıkabilir?
Bunları bir bir ortaya döktükten sonra, bu
kurumun bu kadar kendine buyruk halinden, haksızlık
yaptığında itiraz edilememesinden,
denetlenmemesinden ve orantısız gücüne rağmen, her
konuda kayırılmasından ötürü, biri size
“Affedersiniz TOKİ” dese bozulmaz mısınız?
“Affedersiniz”, ulu orta söylemenin ayıp olduğunu
düşündüğünüz sıfatlara getirilen “kibar” bir ön
kelimedir. Diyelim ki, uzun yolda, “Affedersiniz
çocuğun tuvaleti gelmiş” diye mola isteyebilirsiniz.
Hah böyle kibarlık olur. Fakat etnik bir sıfat için
kullanmak, kötü niyetinizin olmadığını düşünsek bile
üstün bir hitabet yeteneğiniz olduğunu göstermez.
Örnekle anlatayım; zamanında bir kişinin anılarında
okumuştum. Mahallelerinde bir arkadaşları varmış.
Ermeni, Yahudi, Rum, Mısırlı ya da Kürt hiç fark
etmez birini koyun (Affedersiniz demeyi unutmadan).
Çocukluk anısını anlatan kişi, artık ne olduysa,
arkadaşlarına uymuş ve bu çocuğu “Yahudi, Ermeni,
Rum” diye dört-beş çocukla beraber sıkıştırmış.
Çocuklar acımasızdır ya, sözde aşağılayacaklar. Türk
kökenli olmayan çocuk, boynunu dik tutmuş, hiç tepki
vermemiş. Ertesi gün, arkadaşlarına uyan çocuk,
vicdan azabı duymuş ve arkadaşına gidip, “Sana
‘Ermeni, Yahudi, Rum' dediğim için özür dilerim”
demiş. Cevap: “Asıl şimdi daha fazla kırdın beni.
Ben zaten Yahudi, Rum ya da Ermeni neysem öyle
olduğumu biliyorum. Bu bir küfür değil ki. Asıl
şimdi sen bunu küfür gibi gördüğünü beyan ederek
yanlış yapıyorsun.”
Basitçe içinde Yahudi, Rum, Ermeni, Kürt ve diğer
etnik kökenden (artık az da olsa kalmış) vatandaşı
bulunduran bir ülkenin yöneticisi, bırakınız af da
dilemesin, özür de dilemesin. Zaten ona oy verecek
güruha ya da aşırı milliyetçi kesime hitap eden,
ucuz ve gereksiz bir manevra olarak telakki edin.
Edin ki, “Affedersiniz TOKİ” olmayın.
Zaman, Yazı: Ahmet Turan Köksal /Dr. Mimar,
20.08.2014
|
RESTORASYON FACİALARI SON BULMUYOR
Ne yazık ki son
dönemde restorasyon adı altında birçok tarihi
kalıntının sıfırdan yapıldığına, beton destekli
‘yenilendiğine’ şahit oluyoruz.
Taraf’tan Murat Erdin'in iki gün evvelki haberi
yine bir restorasyon faciasını ortaya çıkardı.
Kaş’taki binlerce yıllık
Antiphellos
antik tiyatrosunun zeminine beton dökülmüş.
Evet bizim coğrafyamızda antik tiyatro bol. Roma
döneminden kalma 206 antik tiyatromuz var.
Ama
Kaş’taki denize doğru dönük ender tiyatrolardan
biri. Phellos antik kentinin limanı olan
Antiphellos’un batı kenarında yer alır ve tepenin
güney yamacında yerel kireç taşından yontma taşlarla
imal edilmiş.
Oditoryum ilk başta 28 sırada 4 bin seyirci
alacak kapasitedeyken şimdi sadece 26 sırası kalmış.
İnşaat tarzına ve düzenine bakarak tiyatronun
MÖ 1’inci yüzyıldan kaldığı ve MS 141 yılında
bölgeyi vuran depremden sonra MS 2’inci yüzyılda
restore edildiği biliniyor.
En son 2010’da
Antalya Müzesi
tarafından restore edildi.
Şimdi öğreniyoruz ki zeminine bir de beton
dökülmüş.

Patara’daki Meclis Binası,
2011’de Dünya Parlamenterler Birliği burada toplantı
yapacak diye bembeyaz
inşa
edilmişti.
Fethiye’deki
Termessos’ta ayrı
bir dram yaşanıyor. Kaybolmuş taşların yerine beyaz
bloklar yerleştiriliyor.
Hatta bir ara yetkililer
“İlçemize
amfitiyatro kazandırıyoruz” diye açıklama
yapmışlardı. Oysa bu şekilde, eskiyi mahvederek
amfitiyatro kazandırılmaz, illa isteniyorsa ilçenin
boş bir alanında sıfırdan amfitiyatro yapılabilirdi.

Bakın, biz
Venedik Sözleşmesi’ne
imza atmış ülkelerden biriyiz. Bu sözleşme olanın
korunmasını buyurur; bir şey sıfırdan yapılamaz. O
taşın orijinali yerinde yoksa bulunduğu yerin boş
kalması gerekir.
Bir kazı, restorasyon kazı başkanının,
restoratörün namusudur. Hem geçmişe hem bugüne hem
de geleceğe karşı sorumluluğudur.
Bunları denetlemek de devletin görevidir.
Bu iş böyle olmaz.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 20.08.2014
|
KARAYOLLARI'NIN TARİHİ BİNASI TARİH Mİ OLDU?
Zorlu Holding, 'aynısı yapılacak' diye yıkılan
Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü binasını yeniden
yapmak istemiyor. Kültür varlığı olarak koruma
altında bulunan binanın tescilini iptal ettirmek
isteyen firma, iptal başvurusu Koruma Kurulu'nca
reddedilince Kültür ve Turizm Bakanlığı'na dava
açtı. Binanın mimarı Mehmet Konuralp, firmanın daha
büyük bir inşaat yapmak istediği için bahaneler
ürettiğini savundu.

Zincirlikuyu’daki eski karayolları arazisine kentin
en tartışmalı projelerinden Zorlu Center’ı inşa eden
Zorlu Holding, bitişiğindeki Karayolları 17. Bölge
Müdürlüğü’nü de 2009’da ihale karşılığında satın
almış ve kültür varlığı olarak tescilli binanın
korunacağını duyurmuştu. Holding, merkezini buraya
taşımayı planlıyordu.
2013’te binanın çürük olduğunu ve yıkılması
gerektiğini, ancak yerine aynısının yapılacağını öne
süren Zorlu Holding’in geçen Nisan ayında binanın
tescilinin düşürülmesi için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na dava açtığı ortaya çıktı. Firma,
tescilin iptali için yaptığı başvuruyu reddeden
Koruma Kurulu kararına karşı açtığı davada, 1973’te
yapılan binanın “kaçak” ve “ruhsatsız” olduğu,
“döneminin kendine özgü niteliklerini anlatan belge
niteliğinde olmadığı” gibi birçok gerekçe gösterdi.
Zorlu Gayrimenkul Grubu, Radikal'in konuyla
ıilgili sorularını hukuki sürecin devam ettiği
gerekçesiyle cevaplamadı.
“Amaçları binayı hafızlardan silmek”
Binanın mimarı Mehmet Konuralp ise Zorlu Holding’in
ticari çıkarlarını gözeterek buraya daha büyük bir
inşaat yapma niyetinde olduğunu öne sürdü.
Restorasyon projesi hazırlanırken Zorlu Holding’in
çeşitli yollarla inşaat alanını genişletmeye
çalıştığını, Koruma Kurulu’nun getirdiği
sınırlamalardan hoşnut olmadığını anlatan Konuralp,
“Zorlu bu arsayı üzerinde tescilli bir bina olduğu
için düşük bedele almıştı, imar serbest olsaydı en
azından 300 milyon ederdi. Ama restorasyon projesi
hazırlanırken ‘inşaatı daha yüksek yapabilir miyiz,
ne kadar kurtarır, garajları toprak altından
bağlayalım’ diye tutturdular. ‘Binayı
genişletemediğinize göre yükseltemezsiniz, oran
bozulur, anıtlar kurulu reddeder’ diye hayır dedim.
Esasen binanın deprem riski de yoktu, risk raporu
bahane. Malzemelerde zayıflıklar vardı ancak tüm
bunlara rağmen bugüne kadar hiçbir depremden en ufak
bir darbe almadı. Niyetleri buraya nadasa bırakıp
unutturmak, kamuoyunun hafızasından silmek, sonra da
ek imar temin etmek. Bakacaksınız beş sene sonra
acaip bir imar alacaklar. Yapılan tam ahlaksızlık”
diye konuştu.
Konuralp, Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü’nün kaçak
olduğu iddialarına cevaben şöyle dedi: “O zamanlar
devlet binalarına ruhsat alınmazdı. Devletin kendi
arazisi içinde, başbakanlıktan gelen emirle inşa
edilen bir binadan bahsediyoruz. Zaten ruhsatsız
olmasının tescille bir alakası yoktur. 280 bin
metrekare inşaat alanı olması gereken Zorlu Center,
Beşiktaş Belediyesi’ne verilen ciddi menfaatler
karşılığında bittiğinde 600 bin metrekareye yakındı.
Kesinlikle iskan edilemez kaçak bodrum katlardan
ayda yüz binlerce lira kira alınıyor. Bu kadar
sabıkası olan adam gidip 73’ten kalma binayı
karalıyor.”
Türkiye’nin ilk asma cepheli binası
Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü, Türkiye’de ilk defa
asma cephe kullanılan bina olması,
Zincirlikuyu-Levent aksı üzerinde daha sonra oluşan
yüksek yapıların öncüsü olarak sembolleşmesi gibi
özelliklerinden dolayı 2004’ten beri ‘korunması
gerekli kültür varlığı’ olarak tescilli. Dolayısıyla
burada yapılacak her proje için Koruma Kurulu’ndan
izin alınması gerekiyor.
Binanın korunması için tescil başvurusunu yapan İTÜ
Mimarlık Fakültesi’nden Mimarlık Tarihçisi Prof.Dr.
Afife Batur, “Tescilin sağlam gerekçeleri var.
Karayolları binası o yıllardaki en ileri teknolojiyi
temsil eder, çevresiyle uyumludur, gökdelen
formatında olduğu halde silüete zarar vermeyecek
ölçülerdedir. Ben aslında o binanın da içinde olduğu
karayolları kompleksinin bütünüyle tescil edilmesi
için başvurmuştum, lojmanlarıyla, sosyal
merkezleriyle mükemmel bir yerleştirme düzeni ortaya
koyan yapılar grubuydu. Maalesef ki o sırada koruma
kurulunun kadrosu değişmişti ve bu yapıları tescil
etmediler. Sonra karayolları burayı sattı ve ortaya
beni her gördüğümde neredeyse ağlatan o acıklı
silüet ortaya çıktı” diye konuştu.
Binanın mimarı Konuralp de 70’lerde kamunun bu kadar
çağdaş bir binayı tercih etmiş olmasının önemine
dikkat çekti: “Devletin alışılmış kamu binalarından
çok farklı, aydan inmiş roket gibi bir binayı
kabullenmesi, çağdaş malzeme kullanımını tercih
etmesi bir çığır açmıştır. Burada birçok malzeme ilk
kez kullanıldı, renkli alüminyumdan asma cephe de
Avrupa ’da dahi birkaç binada ancak vardı.
Binanın ileri teknolojinin bir simgesi olarak
Boğaziçi Köprüsü’yle bütünleşmesi, bir kapı gibi
Asya’yla Avrupa’nın birleşmesini simgelemesi
istenmişti.”
Kurul başkanı: “Arsayı farklı değerlendirmek
içindir…” Binanın yeniden aynı şekilde
yapılması şartıyla yıkımını onaylayan 3 No’lu Koruma
Kurulu’nun o dönemde başkanlığını yapan Mimar Cafer
Bozkurt, kurulda yaşanan süreci şöyle anlattı:
“Benim kurul başkanlığım sırasında restorasyon
projesi onaylandı. Sonra raporlarla yapının statik
sorunları olduğunu ıspat ettiler ve biz de yapıyı
yıkarak aynı ebatlarda ama daha kaliteli betonla
yapmalarına izin verdik. 6 ay içinde başlamaları
için bir şart koşmuştuk, üzerinden 1.5 sene geçti
hala başlanmadı. Okullarda örnek batı mimarisi
olarak gösterilen binanın tescilinin kaldırmak
istenmesi arsayı farklı değerlendirmek içindir. 5
bin yerine 55 bin metrekare inşaat yapmak tabii ki
caziptir yatırımcı için, ama bina firmaya o
şartlarla verilmişti ve bu saatten sonra tescilin
kaldırılması doğru olmaz. Zaten kurul Zorlu Center
yapılırken her iznini bu yapıyı referans alarak
verdi, Zorlu Center’ın yüksekliği, yaklaşma
mesafeleri hep bu tescilli bina üzerinden
kısıtlandı.”
Bozkurt, Zorlu Center tasarlanırken yapılan
yarışmada birinci seçilen projenin mimarlarından
olmasına rağmen projesi uygulanmamıştı. Daha sonra 3
No’lu Koruma Kurulu’nun başkanlığına getirilen
Bozkurt, Zorlu Center’ın tadilat projesi önüne
getirilince meselede taraf olduğu için karara
katılmak istemediğini, bu sebepten dolayı görevinden
alınarak başka bir kurula atandığını ve bunu kabul
etmeyerek istifa ettiğini anlattı. Bozkurt, “Zorlu
Center’ın ne kadar büyütüldüğüne girmeyelim, kaçtan
kaça çıktıklarını merak eden Beşiktaş
Belediyesi’nden bakabilir. Maslak’ta yüksek binalar
var ama Boğaz’ın burnunun dibinde bu kadar yüksek
yoğunluk olması doğru mudur? Ben de bu yanlış
yapının tadilat projesini onaylamayan taraf olduğum
için kuruldan istifa ettim” diye konuştu.
“Silüet etkisinin düşünülmüş olması…”
3 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, 2004'te
Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü’nün korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesine
karar vererek gerekçelerinden bazılarını şöyle
sıralamıştı:
* Türkiye'de 20. yüzyıl mimari üretimleri içerisinde
özellikle Zincirlikuyu-Levent aksı üzerinde daha
sonra oluşan yüksek yapılar dizisi içinde bir
başlangıç noktası ve kentsel simge oluşturması
* Daha yüksek bir tek kitle olarak yapılma olanağı
varken bunu ikiz kitle haline dönüştürerek, kentin
tüksek tepelerinden birinde olması nedeniyle
oluşturacağı silüet etkisinin düşünülmüş olması ve
İstanbul ’da yapılan yüksek yapıların tarihi
içinde önemli bir mimari yaklaşım ürünü olması
* Türkiye'de gelişen yapım sistemlerinin ve
malzemelerinin kullanılması ve üretimi konusunda
önemli bir aşama ve tesislerin kurulması açısından
başlangıç noktası oluşturması
* Mimari literatürde ve eğitim yayınlarında yer
almasının yanında mimarlık fakültesi eğitim
sürecinde kullanılan örnek yapılardan olması
Radikal, Haber: Elif İnce, 20.08.2014
******
KONURALP, 2006'DA "BU BİNA YIKILMAZ" DEMİŞTİ

Türkiye'nin modern mimarlık mirasının önemli
örneklerinden biri olan Karayolları 17. Bölge
Müdürlük Binası bugün yayınlanan bir haber ile
yeniden gündeme oturdu.
Yapının bulunduğu
arazi 2009'da Zorlu Grubu'na satılmıştı.
Geçtiğimiz yıl afet yasası kapsamındaki Deprem
Performansı Değerlendirme raporuyla binanın
çürük olduğu tespit edilmiş ve İstanbul III
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından tescilli kültür varlığının değerini
koruması koşuluyla yapının yıkılıp yeniden
yapılmasına karar verilmişti. Ancak bugün Zorlu
Grubu'nun binayı, yıkıldıktan sonra yeniden inşa
etmek istemediği haberleri gündeme geldi.
1973 yılında tasarlanan yapıyı mimarı Mehmet
Konuralp 2006 yılında
Arkitera.com'a anlatmıştı.
"Yıkılması mümkün değil"
17. Bölge Karayolları Müdürlüğü Binası'nı
yıkamazlar çünkü yapı, Anıtlar Yüksek Kurulu
tarafından koruma altında. 2004 senesinde 3.
koruma kurulu tarafından bu bina, ulusal
mimari örneği olarak korumaya alındı.
Yıkılması mümkün değil, 17. Bölge'nin de
böyle bir ihtiyaç sıkıntısı çektiği
kesinlikle doğru değil.
"Burasının milli park olarak
değerlendirilmesi gerekir"
Devlet son derece ucuz ve ticari;
Karadeniz'li müteahhitlerin
pazarlamalarından daha farklı olmayan ikinci
sınıf tüccar görünümü veriyor. Şu anda buna
karar vermeye çalışan ya da bundan rant elde
etmeye çalışanlar var. Ayrıca devletlerin,
toplumların menfaatleri hükümetlerinin rant
peşinde koşmaları ile orantılı değildir.
Burasının bir milli park olarak
değerlendirilmesi; hatta içinde benim
yaptığım bazı binalara da yeni fonksiyonlar
yükleyerek -tescilli olan değil, tescilli
olmayan- kullanmaları bence çok daha akılcı
olurdu. Ama bu şekilde değerlendirilmedi.
"Böyle düşünülürse Eyfel Kulesi de
Yıkılabilir"
Dünyada yok böyle bir örnek. Belki de
Eyfel Kulesi'nin yerine, Eyfel Kulesi'nden
çok daha fazla rant sağlayabilecek birşey
konabilirdi. Kentlerin bazı sembolleri
vardır. Bunlar parayla ölçülmez. Sultanahmet
Camisi'ni de yıkıp yerine çok daha fazla
para getirecek birşey yapmak mümkün böyle
düşünürseniz.
O zaman daha fazla rant sağlayabileceğin
herşeyi yıkıma sokmak sonucu çıkıyor. O
zaman çıkalım sokağa "Buranın artık değeri
bunun üç katına çıkmış. Hadi onu yıkalım,
bunu yıkalım." O zaman bence valinin
konağının da burda olmasına gerek yok. Vali
Konağı da Nişantaşı'nda. Onu da götürelim
başka yere. Orayı da verelim. Nasıl olsa
para kazanmayacak mıyız? Bir Mahmutpaşa
tezgahtarının veya bir sokak satıcısının
zihniyetiyle bir toplumun yönlendirilmesi
bir tek şu anda Türkiye'de var. Bir de belki
birkaç diktatörlükte vardır. Böyle birşey
yok dünyada. Yarın rantı yüksek, onun için
bunun üstündeki kötü, bunu yıkalım hemen
bunun yerine daha başka birşey yapalım. Yok
böyle birşey. Dünyada görülmemiş bir ayıp
bu.
Afife Batur da Karayolları sahasının
DOCOMOMO olarak korunması, yapılacaksa da
bir park haline dönüştürülmesi konusunda çok
uğraştı. Yüksek yapı silüeti daha fazla
bozar. Ayrıca orasının dolgu toprak olduğunu
da unutmamak lazım. Dolgu toprakta yüksek
kat çıkmak da yanlışların başı.
2006'da bunları dile getiren Mehmet Konuralp,
bugün çıkan haberler üzerine yaptığı açıklamada
niyetin deprem riski bahanesiyle bu binayı
kamuoyunun hafızasından silerek ileride daha
fazla imar hakkının elde edilmesi olduğunu
söyledi.
Zorlu Center'ın inşasıyla birlikte yıkılan
yapının yeniden inşa edilip edilmeyeceği merak
konusu.
Arkitera, Yazı: Bahar Bayhan, 20.08.2014
|
İZMİR ŞOKTA! TARİHİ STAT BOŞALTILIYOR
Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı
Alsancak Stadı'yla ilgili şok bir karar aldı.
Depreme dayanıklı olmadığı ve çökme riski taşıdığı
iddialarıyla sık sık gündeme gelen emektar tesiste
yaklaşık 15 gün önce yapılan testler sonucunda
tribünlerle idari binanın yıkılma tehlikesinin
bulunduğu ve tesisin derhal boşaltılması
kararlaştırıldı.

Tesiste 6 Ağustos'ta yapılan depreme dayanıklılık
testinin ardından ellerine, 'Müsabaka oynamaya uygun
değil' raporunun geldiğini belirten İzmir Gençlik
Hizmetleri ve Spor İl Müdürü Ali Osman Tatlısu,
"Durumu Türkiye Futbol Federasyonu'na da ilettik.
Tesis can güvenliği sağlamıyor. Stadın bitişiğinde
kullandığımız il müdürlüğü binasını da derhal
boşaltacağız. Acil olarak kendimize yer arıyoruz"
dedi.
Stadın durumuyla ilgili İzmir Valiliği'yle de
görüşen Tatlısu, şöyle devam etti: "Hem açık tribün,
hem de kapalı tribün için gelen raporlar korkunç.
Kapalı tribünün altında temel bile olmadığı ortaya
çıktı. Tesis bünyesinde yer alan il müdürlüğü
binamız en küçük bir araç geçişinde, hatta rüzgarda
bile sallanıyor. Bu şartlarda burada tek maç dahi
oynanamaz. İzmir Valiliği detaylı analiz ve
açıklamaları kamuoyuyla paylaşacak. Statla ilgili
nihai kararın ne olacağını bilmiyorum."
Altay şokta
Alsancak Stadı'nı son 6 sezondur Gençlik
Hizmetleri ve Spor Genel Müdürlüğü'nden kiralayan,
Karşıyaka, Göztepe ve Altınordu'yla birlikte iç saha
maçlarını emektar tesiste oynayan Altay, kararın
şokunu yaşıyor. Tek gelir kaynaklarının diğer İzmir
kulüplerinden elde ettikleri stadı kiralama bedeli
olduğunu söyleyen Başkan Aslan Savaşan, şöyle dedi:
"Bu testler ligin başlamasına günler kala kala
değil, geçtiğimiz sezonun sonunda yapılmalı,
güçlendirme gerekiyorsa tribünler
güçlendirilmeliydi. Şu anda ne yapacağımızı
bilemiyoruz. Stat için 70 bin TL'ye 3 bin adet yeni
koltuk siparişi verdik. Passolig sistemi için stada
büyük yatırım yapıldı. İzmir futbolunda çok büyük
kaos oluşacak."

Tribünler 1929'da yapıldı
İzmir'de kurulan, Kurtuluş Savaşı sonrası
Yunanistan'a taşınan Panianios Kulübü'nün 1910'da
kullanmaya başladığı Alsancak Stadı'nda tribünler
ilk kez 1929'da inşa edildi. Mimar Harbi Hotan
tarafından 1971'de son şekli verilen emektar tesis,
2005 Dünya Üniversite Oyunları öncesi makyajlandı.
İzmir kulüpleri, geçen sezon kendi bükçelerinden
yaklaşık 700 bin TL harcayarak zemini yeniletti.
Stadın kente yapılması planlanan iki yeni stat
karşılığında, 2 Mayıs 2012 tarihinde imzalanan
protokol ile Gençlik ve Spor Bakanlığı'ndan Maliye
Bakanlığı'na, ticari alan yaratma amacıyla
devredilmesine tepki gösteren İzmirliler projeyi
durdurdu. O tarihten beri tesisin akıbeti belli
değil.
AVM şüphesi
Alsancak Stadı'nın yeni sezonun başlamasına kısa
süre kala kapatılması, İzmir'de "Tesisi alışveriş
merkezi yapacaklar" söylentilerine yol açtı. Toplam
16 bin 400 kapasiteli stada 2012 yılında 81 milyon
TL değer biçilmiş, kente yapılacak diğer statlar
için kaynağın, bu tesisin ticari alana
dönüştürülerek yaratılması planlanmıştı. Ancak
İzmirlilerin tepkisi, yetkililere giri adım attırdı.
Yeni Şafak, 20.08.2014
|
"BAŞBAKAN'IN İZNİYLE SİLUETİ BOZAN 200 GÖKDELEN DAHA
VAR"

Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, Başbakan'ın
tepki gösterdiği 16/9 gökdelenlerinin traşlanmasını
öngören kararla ilgili "İstanbul'un silüetini bozan
200'e yakın gökdelen daha Başbakan'ın izniyle
yapıldı" dedi.
Danıştay'ın, Zeytinburnu'nda silüeti bozan 16/9
gökdelenlerinin traşlanmasını öngören kararıyla
ilgili konuşan Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu,
"İstanbul'un tarihi yarımadasını Boğaziçi'ni ve
Anadolu Yakası silüetini etkileyen 200'e yakın
gökdelenin imar izinleri bizzat Başbakan'ın izniyle
alındı" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Traşlayın
dedim, özellikle rica ettim. Hiçbir şey yapmadılar.
O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum"
dediği 16/9 gökdelenlerinin Danıştay kararı
gereğince traşlanması gerekiyor.
Gökkafes duruyor
Söz konusu gökdelenlerle ilgili karar akıllara
mahkeme süreci yıllar boyu süren ve silüeti bozma
konusunda simge haline gelen Gökkafes'i getirdi.
Gökkafes'in farklı mahkemelerce yürüyen hukuki
süreci Yargıtay'ın umut veren bozma kararına rağmen
en sonunda 2012 yılında kaybedildi.
Yıkılan Park Otel yeniden mahkemelik
Ancak mesela Fenerbahçe'de kıyı kanuna aykırı
şekilde yapılan Piramit İş Merkezi, mahkeme
kararının ardından tam 13 yıl sonra 2004'te yıkıldı.
Şu an bu alanda lüks bir plaj faaliyet gösteriyor.
Yine 23 kat olarak planlanan, 18 katı çıkılan
Park Otel inşaatı 1994'te durduruldu. 10 katı
traşlanarak sekiz kata indirildi. Ancak şu anda
yerine yapılan Park Otel'e de Danıştay yürütmeyi
durdurma
karar verdi. Ama otel işletmeye açıldı.
"Mahkeme kararları uygulanmıyor"
bianet'e konuşan Mimarlar Odası İstanbul Şube
Başkanı Eyüp Muhçu, söz konusu iş merkezi ve otelle
ilgili kararların caydırıcı olmadığını aksine yargı
kararlarının uygulanmamaya başladığını belirtti.
"O yıllarda bu ve benzeri birkaç uygulanan
mahkeme kararının caydırıcı olacağını düşünüyorduk.
Ancak mahkeme kararlarının uygulanmaması ile karşı
karşıya kaldık. Mesela tarihi yarımadada 1. derece
arkeolojik alandaki Four Seasons oteli imar planı
iptal olmasına rağmen, Ertuğrul Günay'ın 'yıkacağız'
demesine rağmen işletmeye açıldı. Keza Park Otel'de
de yürütmeyi durdurma kararına rağmen işletmeye
açıldı.
"Maslak'a bakmak yeter"
"Daha pek çok karar var uygulanmayan. Hiçbir
mahkeme kararı uygulanmadığı gibi kararları kadük
hale getirmek için değişik yöntemler uygulanıyor. Ya
aynı plan üzerinde değişiklik yapılarak yürürlüğe
sokuluyor ya da yargıçlar tehdit ediliyor. O aşamaya
geldik.
"Söz konusu 16/9 projesini başbakan işin başından
beri biliyor, onun onayıyla oldu. Bu yıkım
meselesini gündeme getirmesi tamamen firma ile
yaşanan ikili sorunlar nedeniyle oldu. Sonuçta
İstanbul'un tarihi yarımadasını Boğaziçi'ni ve
Anadolu Yakası silüetini etkileyen 200'e yakın
gökdelenin imar izinleri bizzat Başbakan'ın izniyle
alındı. Buna örnek olarak Maslak hattındaki bütün
gökdelenler gösterilebilir."
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 20.08.2014
|
NEMRUT'A 'PANORAMİK' TEDBİR
Dünya mirası Nemrut
Dağı'nın 2 bin yıldan fazla açıkta kalan dev
heykelleri, iklim şartları veya doğal afetlerden
zarar görme, yok olma ihtimaline karşı
imitasyonlarının sergileneceği panorama müzesiyle
geleceğe taşınacak.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
yetkililerinden edinilen bilgiye göre, Nemrut Dağı
Tümülüsü ve oradaki diğer kültür varlıklarının
yapıldıkları tarihten bugüne yaşanan iklim
değişikliklerinden etkilenme ihtimali bir süredir
Kültür ve Turizm Bakanlığının gündeminde yer alıyor.
Bugüne kadar gelen eserlerin bundan sonra nasıl
korunacağı, gelecek nesillere nasıl aktarılacağı
akademik kurumlar ve Bakanlık bünyesindeki
görüşmelerin ardından, buradaki atmosferi de
yansıtacak panorama müzesi yapılması
kararlaştırıldı.
Bu kapsamda, hem Adıyaman'a günümüz şartlarına
uygun bir müze yapılması hem de bu müzenin bir
bölümünde Nemrut Dağı tümülüsü panoramik
yansıtılarak eserlerin imitasyonlarının da yer
alacağı bir yapı için ilk adım atıldı.
Geçtiğimiz günlerde ihalesi yapılan Adıyaman
Panorama ve Arkeoloji Müzesi tamamlandığında,
ziyaretçiler kendilerini üzerinde abidevi tümülüs ve
üç cephesinde heykellerin bulunduğu Nemrut Dağı'nda
hissedecek.
Adıyaman Panorama ve Arkeoloji
Müzesi
Müze, 10 bin metrekaresi kapalı alan olmak üzere
30 bin metrekarelik alana inşa edilecek. Arkeoloji
kısmında Erken Tunç Çağı'ndan Osmanlı döneminin
sonuna kadarki arkeolojik ve etnografik eserlerin
yanı sıra müzenin 2 bin metrekarelik alanında
panorama bölümü oluşturulacak.
Sergileme alanlarının dışında müzede depo,
kafeterya, konferans salonu, fuaye, çocuk eğitim
atölyesi, müze mağazaları, kütüphane, idari birimler
ve atölyeler yer alacak.
Türkiye'de panorama müzeleri
Henüz yeni bir konsept sayılan ve genel görünüm
vermeyi amaçlayan panorama müzelerinin Türkiye'de de
sayısı giderek artıyor. Bu müzelerin Türkiye'deki
ilk örneğini, 2009 yılında ziyarete açılan
İstanbul'daki Panorama 1453 Tarih Müzesi
oluşturuyor. İstanbul'un fethinin top sesleri,
Mehter Takımı ve at kişnemesinin efekt olarak
verildiği, 8 ressamın o anı yansıttığı resimlerin
kubbe yapısıyla ortaya konduğu yapı, Türkiye'deki en
çok ziyaret edilen müzeler arasında yer alıyor.
Temeli 2013'ün sonlarında atılan "Panorama Bursa
1326" müzesi de Osmanlı'nın beylikten cihan
devletine giden yolculuğunu ve bu yolculuğun en
önemli noktalarından Bursa'nın fethini yansıtacak.
Dünyanın ikinci tam panoramik müzesi olması
planlanan müze, 360 derece dairesel yapısı ve kubbe
iç yüzeyinde de devam eden resimlerle ziyaretçiye üç
boyutlu bir seyahat sunacak.
Öte yandan, Çanakkale'de yapımı devam eden
Gelibolu 1915 Panorama Müzesinin de gelecek yıl
ziyaret açılması planlanıyor.
Nemrut Dağı
Kommagene kralı Antiokus'un mezarının da içinde
bulunduğu ve dünyanın en yüksek açık hava müzesi
olarak da adlandırılan Nemrut Dağı, 1987 yılında
UNESCO Dünya Miras listesine alındı.
1988 yılında Milli Park ilan edilen Nemrut Dağı,
yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici
heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle
Anadolu'nun en çok turist çeken yerleri arasında
bulunuyor.
Cumhuriyet, 19.08.2014
|
YORGUN HERAKLES'E İLGİ AZALDI

Başbakan ve 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın uçağıyla ABD'den Türkiye'ye getirilen
Yunan mitolojisi kahramanı Herkül'ün betimlendiği
"Yorgun Herakles" heykelinin sergilendiği Antalya
Müzesi'ni son 3 yılda 430 bin 709 yerli ve yabancı
turist ziyaret etti.
AA muhabirinin Kültür ve Turizm İl
Müdürlüğü istatistiklerinden derlediği bilgiye göre,
Perge antik kentinden kaçırılan ve uzun uğraşların
ardından üst kısmı ABD'den Türkiye'ye getirilerek,
Antalya Müzesi'ndeki alt kısmıyla birleştirilen
heykel, 9 Ekim 2011'den itibaren Antalya Müzesi'nde
sergilenmeye başlandı.
Müze, 2012 yılında ziyaretçi
akınına uğradı
Perge antik kentinde 1980 yılında yapılan
arkeolojik kazılarda alt bölümü ortaya çıkarılan,
kaçak yollarla yurt dışına çıkartıldığı belirlenen
üst kısmı ise 1990 yılında New York Metropolitan
Güzel Sanatlar Müzesi'ndeki geçici bir sergide
tespit edilerek yaklaşık 20 yıllık görüşmenin
ardından Türkiye'ye iade edilmesi kararlaştırılan
heykel, anavatanına iade edilen az sayıdaki sanat
eserlerinden biri olması dolayısıyla önem taşıyor.
2011 yılının son 3 ayında 35 bin 137
kişinin ziyaret ettiği yaklaşık 2 bin yıllık heykel,
2012 yılında ise ziyaretçi akınına uğradı. 2012
yılında 173 bin 843 kişi tarafından görülen heykele,
son iki yıldır ilgi azaldı.
2013'te ziyaretçi sayısı düştü
Hiçbir silahın işlemediği Nemea aslanını
boğarak öldüren Herakles'i anlatan heykelin
bulunduğu müze, 2013 yılında ise 136 bin 587 kişi
tarafından ziyaret edildi. Bu yılın 7 ayında ise
müzeyi 85 bin 142 kişi ziyaret etti.
Ziyaretlerden ise 2013 yılında 875 bin 770
lira elde ede müzede, bu yıl 7 ayda 632 bin 900 lira
girdi sağlandı.
1922 yılında 1. Dünya Savaşı'ndan sonra
bölgeye gelen işgal güçlerinin yağmasından
kurtarılan eserlerin korunması amacıyla kurulan,
bugün tarihin izlerini yansıtan ve dünyanın en
önemli müzeleri arasında yer alan Antalya Müzesi,
ziyaretçilerini bekliyor.
Cnn Türk, 19.08.2014
|
FIRÇALAR 1400 YILLIK DÖNEMİ AYDINLATIYOR
MÖ 7 ile
MS 7'nci yüzyıllar arasındaki bin 400 yıllık tarihi
barındıran, Lidya krallığına başkentlik yapan
Sardes'te 104 yıl önce başlayan kazı çalışmaları
Wisconsin Üniversitesi'nden Prof.Dr. Nick Cahill'in
başkanlığı yaptığı 35 kişilik heyet tarafından
sürdürülüyor.
Salihli İlçesi'nin Sart beldesi yakınlarında yer
alan Sardes antik kentindeki kazılar, kayıtlara göre
Princeton Üniversitesi tarafından 1910 yılında
başlanan ve 4 yıl sonra sona erdi. Amerikan Doğu
Araştırmaları Okulu ile Harvard ve Cornell
Üniversitelerinin katılımı ile 1958'de tekrar
başlanan arkeolojik kazılar bugün Amerikan Wisconsin
Üniversitesi'nden Prof.Dr. Nick Cahill başkanlığında
sürdürülüyor.
Cahill, devam eden çalışmalarla ilgili AA
muhabirine yaptığı açıklamada, MÖ 7 ile MS 7'nci
yüzyıllar arasındaki bin 400 yıllık tarihi
barındıran Sardes'teki kazılarda, Lidya, Pers,
Hellenistik, Roma, Bizans, Osmanlı ve diğer
kültürlerden eserlerin ortaya çıkarıldığını
hatırlattı.
Farklı noktalara yayılmış yaklaşık 3 bin
metrekare kazı alanında, akropol, gymnasium,
sinagog, hamam, mahkeme binası ve evler oluşan
bölümlerin bulunduğunu hatırlatan Cahill, ayrıca Bin
Tepeler olarak adlandırılan bölümde Lidya
Krallarının gömüldüğü 85 mezarın ortaya
çıkarıldığını kaydetti.
- Çalışmalar Roma Yolu ve Artemis Tapınağı'nda
yoğunlaştı
Cahill, bu sezon "Kral Yolu" olarak da bilinen
Roma Yolu ile Artemis Tapınağı bölümlerinde
çalışmaları yoğunlaştırdıklarını, özellikle
tapınakta restorasyon ve zemin tabakasının
temizlenmesi işlemlerini yürüttüklerini bildirdi.
Çalışmaların özenle sürdürüldüğünü, fırça
darbeleriyle şekillerin ortaya çıkarılmaya
çalışıldığını ifade eden Cahill, zeminin önemli
orandaki bölümünün bu sezon sonuna kadar gün yüzüne
çıkarılmış olacağını kaydetti.
Artemis Tapınağı hakkında bilgi veden Cahill,
yapının Lidya'nın son Kralı Kresus tarafından altar
(Kurban Adak Yeri) olarak yapıldığını, sonraki
dönemlerde genişletilerek Artemis Tapınağı'na
dönüştürüldüğünü belirtti. Bugün üzerinde çalışma
yaptıkları yapının MS 3.'ncü yüzyıl Roma dönemine
ait olduğunu ifade eden Cahill, MS 4'ncü yüzyılda
Paganlığın (Çok Tanrılı Din) yasaklayarak tek
tanrılı din olan Hıristiyanlığa geçilmesiyle
tapınağın Güneydoğu köşesine bir kilise yapıldığını,
buranın Hıristiyanlığın yayılmasında öneme sahip
Anadolu'daki 7 kiliseden biri olduğunu ifade etti.
"Kral Yolu"nun ise MÖ 6. yüzyılda Mısır ile
ticaret yapılması amacıyla 'altın yolu' olarak
açıldığını, kenti Perslerin istilasından sonra yolun
Susa ve Persepolis'e kadar uzatılarak Kral Yolu
adını verdiklerini ifade eden Cahill, İpek Yolu'nun
ortaya çıkmasına kadar bu yolun önemli bir ticaret
hattı olarak kullanıldığını ifade etti.
- Varsayımlarla oluşturulan figürler, kazılarda
bulundu
Kazılardan elde ettikleri verilere dayanarak,
Sardes Kazı Heyeti'nin 1980 yılında bir Lidya evi
inşa ettiğini hatırlatan Cahill, "Bu ev pişmiş
topraktan yapılıp kalıba basma tekniği ile figür ve
motif işlenip boyanmıştı. Bu yıl Lidya Saray
Bölgesi'ndeki kazılarda çok önemli bir parça
çıkarttık. Bu parçanın üzerinde yer alan figür ve
desenler, varsayımlara göre inşa edilen Lidya evinin
üzerindeki figürlerle birebir aynısı" diye konuştu.
Kazılarda görev alan Boston Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Doktora Öğrencisi Güzin Eren de
Sardes'te oldukça az keşfedilen Pers dönemine ait
bir tabakaya ulaştıklarını, ayrıca MS 4.
yüzyıl tabakaları üzerindeki kazı çalışmalarına
devam edildiğini bildirdi.
"Geçtiğimiz yıl yüzeyden 6,5 metre aşağıda 7.
Yüzyıla ait kerpiç duvarı bulduk" ifadesini kullanan
Eren şu bilgileri verdi:
"Sardes depremlerden dolayı defalarca yıkılıp
yeniden inşa edildiği için toprak katmanları
arasında ilk çağlara ait yapılara da rastlanıyor.
Lidyalılar ilk kurulduğu yıllarda taştan su batmanı
üzerine kerpiç duvarlar yükseltiyor çalı çırpı ile
üzerlerini kapatıyorlardı. Ancak kiremit ve tuğlanın
bulunmasından sonra yeni bir inşaat şekli doğdu.
Buna da Lidya mimarisi adı verildi. Yerin 6-7 metre
altında Lidya dönemine ait kerpiç evlere rastlanmak
mümkün."
Kazı çalışmalarında görev alan Ege Üniversitesi
Klasik Arkeoloji Bölümü Lisans Öğrencisi Gencay
Öztürk de Kral Yolu üzerinde çalışmalara katıldığını
belirterek, yolun bugün kullanılan yola yakın ve
paralel ilerlediğine dikkati çekti.
- 5 bin yıllık yerleşim yeri
Salihli İlçesi Sart beldesinde bulunan Sardes, 5
bin yılı aşkın süre çeşitli yerleşimlere sahne
olduğu, Roma ve Bizans dönemlerinde de önemli bir
yerleşim merkezi olduğu kazı çalışmalarından
anlaşılmaktadır. Antik Çağ'da Lidya Krallığı'nın
başkenti olan, tarihte devlet güvencesinde paranın
ilk basıldığı yer olarak bilinen, tarım,
hayvancılık, ticaret ve Paktolos (Sart) Çayı'nda
yapılan altın madenciliği sayesinde zengin bir kent
haline gelen Sardes Kenti, MÖ 7. yüzyıldan
başlayarak MS 7. yüzyıl erken Bizans dönemine
kadar süren dönem boyunda gerek ulaşım, gerekse
idari ve ticari bakımdan önemli bir kent olmuş.
Hıristiyanlığın batıya yayılmasında önemli rol
oynayan yedi kiliseden biri olarak anılan Artemis
Tapınağı'nın da yer aldığı Sardes bu yönüyle de ayrı
bir öneme sahip. Profesör Doktor Nicholas Cahill'in
kazı heyeti başkanlığını yürüttüğü ekip tarafından
sürdürülen kazılarda çıkartılan eserlerinin bir
bölümü Manisa Müzesi'nde, bir bölümü ise restorasyon
araştırmaları için Sardes Kazı Evi depolarında
muhafaza ediliyor.
Sart'ın yaklaşık 5 kilometre kuzeyinde "Bin
Tepeler" olarak anılan Lidya kraliyet mezarlığı da
bulunuyor.
Time Türk, Haber: Emre Saçlı, 19.08.2014
|
MYRA'DA ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLADI

Myra antik kenti ve Andriake Antik Liman Kenti'ndeki
yaz dönemi arkeolojik kazı çalışmaları, Antalya
Müzesi yönetiminde Erzurum Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Nurettin Öztürk başkanlığında başladı. 6
yıl önce Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat
Çelik'in tarafından başlatılan kazılar, 2 ay
sürecek.
KAZILAR 2 AY SÜRECEK
Kazıların bu yılki bölümünde 10 arkeolog ve
yüksek lisans öğrencileri ile 25 işçi görev yapıyor.
Myra antik kenti çevresinde MS 2'nci yüzyıldan
kalan Roma hamamı ve Andriake Liman Kenti'ndeki C
kilisesi olmak üzere iki noktada aynı anda
sürdürülen çalışmalar öncesinde alan temizliği
yapıldı. Doç.Dr. Nurettin Öztürk, Myra antik
kentinin Antalya bölgesinin en çok ziyaretçi çeken
ikinci ören yeri olması bakımında önemli olduğunu
kaydetti.
TURİZMİN YENİ DESTİNASYONU
Andriake Liman Kenti'nin kazılar sonrası
Demre ve Antalya turizmi için yeni bir destinasyon
olacağını kaydeden Doç.Dr. Öztürk, "Demre, yapılan
ve yapılacak olan kazılarla tarih turizminin
Türkiye'deki en önemli merkezlerinden biri olacak.
Kazılarda ortaya çıkacak olan her yeni buluntu,
Demre'nin tarih turizmindeki marka değerine katkı
sağlayacak. Demre'nin yer altında yatan tarihi gün
ışığına çıkacak" dedi.
Güney Haberci, 19.08.2014
|
NYSA ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

Aydın Sultanhisar’da önemli bir bölümü gün yüzüne
çıkarılan Nysa antik kentinde kazı çalışmaları
devam ediyor.
Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı İdare Heyeti, kazı
sponsoru olduğu Menderes Nysa’sı olarak da
adlandırılan antik kenti ziyaret etti. Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim
Üyesi ve Nysa kazıları bilimsel danışmanı Yrd.
Doç.Dr. Serdar Hakan Öztaner’den kazı çalışmaları
hakkında bilgi alan heyet, sponsorluklarının
süreceği bilgisini verdi.
Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı İdare Heyeti Başkan
Yardımcısı Feyhan Yaşar, Kültür Ve Turizm Bakanlığı
öncülüğünde tarihi gün ışığına çıkarmaya
çalıştıklarını belirterek, “Anadoluda yaşayan
medeniyetlerin tarihinin gün yüzüne çıkarılmasını
önemsiyoruz. Buraya maddi desteğimiz devam edecek.
Uzun yıllardır verdiğimiz destek ile el ve güç
birliğiyle gelinen bu nokta hepimizi
heyecanlandırıyor. Çalışmalara olan katkılarımız
artarak sürecek” dedi.
Öztaner ise MÖ 3. yüzyılda kurulduğu belirlenen
Nysa antik kenti kazı çalışmalarıyla önemli bir
bölününün gün yüzüne çıkarıldığını, kentin özellikle
Roma döneminde önemli bir eğitim ve kültür merkezi
olduğunu ifade etti.
Öztaner, “Kentte eğitim amaçlı kullanılan
yapılardan biri genç erkeklerin eğitildiği
Gymnasium, diğeri ise Efes Celcius kütüphanesinden
sonra Anadolu’nun en iyi korunmuş örneklerinden biri
olan kütüphanedir. Bu yapıların yanı sıra agora,
kütüphane, tiyatro, stadion ve çarşı bazilikası,
cadde, sokak sistemi, köprüler, forum alanı, anıtsal
giriş de Nysa kentinin gelişmiş kültürünün
göstergesi olan yapılardır” diye konuştu.
İl Kültür Turizm Müdürü Nuri Aktakka da Nysa’da
yapılan çalışmalarında önemli mesafenin alındığını,
kentin ziyaretçilere açık olduğunu kaydederek,
Aydın’da on ayrı yerde kazı çalışmalarının devam
ettiğini ifade etti.
Nysa antik kentinde gerçekleştirilen ziyarete,
Nazilli Kaymakamı Mehmet Okur, Sultanhisar Belediye
Başkanı Osman Yıldırımkaya, Yaşar Eğitim ve Kültür
Vakfı İdare Heyeti Üyesi İdil Yiğitbaşı, Yaşar
Holding AŞ İcra Başkanı Mehmet Aktaş katıldı.
haberler.com, 19.08.2014
|
KÜLTÜR MİRASI LİSTESİNDE...

Antalya'nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Likya
Birliği'nin 5 büyük kentinden biri olan Xanthos
antik kentinde 64 yıl önce Fransız arkeolojlar
tarafından başlatılan kazılar devam ediyor.
Türkiye'nin UNESCO Kültür Mirası Listesi'nde yer
alan antik kentlerinden Xanthos antik kentinde
arkeolojik kazılar, 1950 yılında Fransız arkeologlar
tarafından başlatıldı. 2011 yılından bu yana Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Burhan Varkıvanç
başkanlığında devam eden kazılar, 64'üncü yılına
girdi.
Kültür mirası listesinde...
Kazıların bu yılki bölümünde 3 öğretim üyesi, 3
araştırma görevlisi, 4 arkeolog, 15 öğrenci ve 20
işçi görev alıyor. Kentin agorası, meclis binası,
Likya yapısı ve Güneydoğu sektörü olmak üzere dört
noktada yürütülen kazı ve düzenleme çalışmaları
hakkında bilgi veren Kazı Başkanı Prof.Dr. Burhan
Varkıvanç, Xanthos antik kentinin Türkiye'nin Dünya
Kültür Mirası Listesi'ndeki 13 antik kentten biri
olduğunu söyledi.
Ödenek yetersiz
Antik kentin Likya Birliği'nin 5 büyük kentinden
birisi olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Varkıvanç,
"Bu antik kentte kazılar 64 yıldır sürüyor. Kentin
her yerinden tarih fışkırıyor. Eylül ortasına kadar
sürecek kazılarda, yeni buluntular, kent yapılarını
gün ışığına çıkarmayı hedefliyoruz. Fakat ödenek
azlığı nedeniyle bu yıl kazı alanlarını biraz
daralttık. Ancak gelecek yıllarda daha kapsamlı
kazılarla, Xanthos antik kentinde gün ışığına
çıkarmaya devam edeceğiz" dedi.
Trt Türk, 19.08.2014
|
HAMAMDA KAZAN PATLADI
Sivas'ın Divriği
İlçesi'ndeki tarihi Ali Kaya
Hamamı'nın kazan dairesinde meydana gelen patlamada
hasar oluştu.
Alınan bilgiye göre, ilçe merkezinde bulunan ve
geçen yıl restorasyonu yapılan tarihi Ali Kaya
Hamamı'nın kazan dairesinde gece saatlerinde henüz
bilinmeyen nedenle patlama yaşandı.
Patlamada, hamamın çatı ve yan duvarlarında göçük
meydana geldi.
Patlamanın kazan dairesindeki aşırı ısınmadan
kaynaklandığı tahmin ediliyor.
Sivas Hürdoğan, 19.08.2014
|
|
ANTİK KENT KÖSTEBEK YUVASINA DÖNDÜ

Çanakkale’nin Ezine İlçesi’nde Çığrı Dağı
üzerindeki Neandria antik kentinde define
arayanlar, kazılmadık yer bırakmadı.
Ezine İlçesi’ne 20 kilometre uzaklıkta Uluköy’ün
üstündeki Çığrı Dağı’nın zirvesinde bulunan Neandria
antik kenti, definecilerin istilasına uğradı. Antik
kentte bekçi bulunmamasını fırsat bilen defineciler,
her yeri kazdı. Dört tarafı surlarla çevrili antik
kentin bakımsız kalması nedeniyle diken tarlaları
oluştu. Ziyaretçilerin gezmesinin imkansızlaştığını
söyleyen Uluköy’den 70 yaşındaki Yahya Yollu, son
zamanlarda dağdaki çobanlardan aldıkları bilgilere
göre definecilerin kazılarını arttırdıklarını
belirterek antik kentin sahipsiz kaldığını iddia
etti. Yollu, “Neandria antik kentinin Büyük
İskender’in komutanlarından savaş dehası olarak
bilinen tek gözlü Antigonos tarafından kurulduğu
biliniyor. Hıristiyanlığı yaymak amacıyla
Anadolu’dan Avrupa’ya geçmeye karar veren Aziz
Paulus’un; bu kentte verdiği vaaz esnasında
kendisini pencereden dinlerken düşüp ölen bir çocuğu
diriltme mucizesini bölgeye çok yakın olan ve hala
aktif olan Kestanbol Kaplıcaları’nın mucizevi
suyunda gerçekleştirmesi, günümüzde ‘inanç turizmi’
adıyla yapılan turistik etkinliklerin rotasına
Alexandria Troas’ın ve Neandria antik kentinin de
eklenmesini sağlıyor. Kestanbol kaplıcalarının
suyunun Çığrı Dağı’ndan gittiği biliniyor. Antik
kenti çevreleyen surların uzunluğu 3 kilometre”
dedi.
haberler.com, 19.08.2014
|
ULU CAMİ'DE VIP İBADET DÖNEMİ
İslam dünyasının 5.
mabedi Ulucami'ye, doğu duvarından bir pencere
sökülerek 4. kapı açılıyor. Bursa'nın simgesi
Ulucami'nin orijinalliğini bozacak bu "Hünkar
Kapısı" yaklaşık 300 yıl önce padişahlar tarafından
kullanılıyordu ancak genç cumhuriyet döneminde
'tarihi yapının aslına uygun olmadığı' için
kaldırıldı. Şimdi ise bu 'Halifelik Makamı'nı,
cemaatle aynı yerde namaz kılmak istemeyen protokol
üyeleri kullanacak. Artık Ulucami'nin kaderi, Bursa
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
ellerinde...

İslam aleminin en yüksek mertebeli ibadethaneleri
Mescid-i Haram (Mekke), Mescid-i Nebevi (Medine),
Mescid-i Aksa (Kudüs) ve Emeviye Camii'nden (Şam)
sonra gelen Ulucami'nin 615 yıllık orijinalliği
bozuluyor. 1740 yılında Osmanlı Sultanı Abdülaziz
tarafından 'güvenlik' gerekçesiyle doğu duvarında
açtırılan 'Hünkar Kapısı', cumhuriyet dönemiyle
birlikte kapatıldıktan yaklaşık 100 yıl sonra
yeniden açılacak.
200 YIL PADİŞAHLAR KULLANDI, ŞİMDİ
SIRA...
Cemaatin bir kat üstünde namaz kılınan 'Halifelik
Makamı'na çıkan Hünkar Kapısı, tam 200 yıl boyunca
padişahlar tarafından kullanılmıştı. Bugün ise
cemaatle birlikte namaz kılmak istemeyen protokol
üyelerine tahsis edilecek. Tarihi yapının
orijinalliğini ve binanın statiğini bozmayı göze
alan Bursa Valiliği'nin bu talebini Bursa Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kabul ederse, İslam
dünyasının 5. mabedi Ulucami'de VİP ibadet dönemi
başlıyor.
ULUCAMİ'NİN ORJİNALLİĞİNİ VE YAPININ
STATİĞİNİ BOZACAK
Sultan Abdulaziz döneminden sonra ilk kez gündeme
gelen Hünkar Kapısı'nı yeniden açma girişimleri
sessiz sedasız sürerken, Bursa Valiliği de Vakıflar
Bölge Müdürlüğü'ne caminin rölöve, restitüsyon,
restorasyon projesini çizdiriyor. Çünkü; Bursa
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan daha
önce "ret" cevabı alan Bursa Valiliği bu kez
kararlı... Ancak Ulucami'nin ilk yapıldığı döneme
uygun olarak korunan 3 ana kapısına bir yenisinin
daha eklenmesi, hem yapının statiği hem de caminin
orijinalliği açısından riskli...
İMAM ODASI OLARAK KULLANILIYOR
Bursa'nın en önemli miraslarından Ulu Cami'ye
Valilik'in girişimiyle açılması istenen 4. Kapı,
imam odasının bulunduğu alana çıkıyor. Günümüzde
Hünkar Mahfili'ne ulaşım sadece cami içindeki
kapıdan sağlanırken bir dönem söz konusu kapının
karşısına denk gelen ve caminin doğu cephesindeki
güneyden ikinci pencerenin geçide dönüştürülmesi
halinde dışından da ulaşım sağlanacak. İmam odasının
bulunduğu alandan Hünkar Mahfili'nin üst kısmında
ise mahfil için tasarlanmış bir tavan bulunuyor.
Harimin genelindeki üst örtü sisteminin bir parçası
olan güneydoğu köşesindeki kubbe ise hünkar
mahfilinin de üst örtüsü durumunda...
BÖLGE KURULU REDDETTİ
Eski Vali Şahabettin Harput döneminde Bursa
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne
gönderilen proje 'Caminin orijinalini bozduğu için'
reddedilirken, Hünkar Mahfili'nin yapılması Vali
Münir Karaloğlu'nun döneminde yeniden gündeme geldi.
17.04.2014 tarihinde Bursa Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne yeniden gönderilen
raporda 4. Kapı'nın açılması istendi. Bursa Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ise,
mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait Ulu
Cami'nin rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projesini istedi.
PADİŞAHLARIN DAHA RAHAT GİRİP ÇIKABİLMESİ
İÇİN
Cumhuriyet döneminde Ulucami'nin aslına uymadığı
gerekçesiyle kapatılan ve pencereye dönüştürülen
kapı, Sultan Abdulaziz döneminin ardından ilk kez
gündeme geldi. Sultan Abdulaziz'in güvenlik
gerekçesiyle Ulucami'nin bir penceresini kapıya
dönüştürdüğü ve Hünkar Mahfili olarak kullanılan
kapının 1900'lü yıllarda yeniden eski haline
getirildiği biliniyor. Hünkar Mahfili, Padişahların
Cuma ve Bayram namazlarını, ayrıca Kandil
gecelerinde yatsı namazlarını bulundukları şehrin
önemli camilerinde kılmaları nedeniyle, Osmanlı
mimarisinde 'Hünkar Mahfili' ya da 'Mahfil-i
Hümayun' olarak adlandırılan, Padişahların ibadeti
için oluşturulmuş, özel mekanlar olarak biliniyor.
ÇİZİMLER HAZIRLANDI
Reddedildikten sonra Vali Münir Karaloğlu
döneminde 17.04. 2014 tarihinde yeniden hazırlanan
rapor, Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü'ne gönderildi. Hazırlanmış olan çalışma
özellikle Bursa Ulu Camii'nin Hünkar Mahfili'ni ele
alıyor. Hünkar Mahfili'ne daha önceki dönemlerde
açılmış olduğu bilinen kapının yeniden açılması
talep edildi. Bu amaçla Ulu Cami'nin kısmi rölöve
çizimleri hazırlanmış ve yapıya ait eski
fotoğraflardan yararlanılarak hünkar kapısı için bir
öneri projesi hazırlandı.
RAPORDA İSE ŞU İFADELERE YER VERİLDİ;
"Günümüzde Hünkar Mahfili'ne ulaşım sadece harim
içindeki kapıdan sağlanırken bir dönem söz konusu
kapının karşısına denk gelen ve caminin doğu
cephesindeki güneyden ikinci pencerenin geçide
dönüştürülmesi suretiyle hünkar mahfiline harim
dışından da ulaşım sağlanmıştır. Söz konusu
pencerenin Hünkar Mahfili kapısı olarak kullanıldığı
görülmektedir. Yapının ilk halinde pencere olarak
tasarlanmış olan ve daha sonra özel bir girişe
dönüştürülen açıklık 1954 yılındaki restorasyonda
özgün hale dönüştürülmüştür. Özgün halinde Hünkar
Mahfili'ne sahip olmayan yapıya böyle bir eklenti
yapılmasının sebebi cami ve çevresinde yaşayan
insanlara verilen önemi ve değeri göstermek olduğu
gibi aynı zamanda sultanın söz konusu yapıları
ziyaretinde kullanacağı özel bir mekana duyulan
ihtiyaçtan da kaynaklanmıştır. Hünkar Mahfili'nde
doğu cephesi üzerinde daha önceden var olduğu tespit
edilmiş olan kapının yeniden açılması
öngörülmektedir. Bu kapı yapıya daha sonradan
eklenmiş bir dönem eki niteliğinde olup yeniden
açılarak korunması önerilmektedir."
Bursa'da Bugün, Haber: Rabia Deniz, 19.08.2014
|
MİLAS'TAKİ EUROMOS'TA KAZI HEYECANI BAŞLADI

Milas’taki Zeus Tapınağı’nın bulunduğu Euromos
antik kentinde başlatılan kazı çalışmaları
heyecanla devam ediyor. Kazılarla yeni eserlerin ve
bilgilerin ortaya çıkması bekleniyor.
Milas’a bağlı Selimiye Mahallesi’nde bulunan Euromos
antik kenti, dördüncü kazı dönemine başladı.
Heyecanla başlayan kazı çalışmaları arkeologların,
öğrencilerin ve yetkililerin özverili çalışmalarıyla
devam ediyor. Zeus Tapınağı’nı çevreleyen ve
‘temenos’ adı verilen duvar yapısı, agora ve tiyatro
çevresinde sürdürülen kazı çalışmalarında eski
dönemlere ait bilgi ve bulguların elde edilmesi
bekleniyor. MÖ 2. yüzyılda inşa edilen antik
kentteki kazı çalışmalarını değerlendiren Euromos
Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Abuzer Kızıl
şu bilgileri aktardı; “Euromos antik kenti
bildiğiniz gibi Karya bölgesinin en önemli antik
kentlerinden bir tanesidir. Burada bulunan kültürel
varlıklar da bunu teyit etmektedir. Tapınakta
1970’li yıllarda rahmetli Profesör Doktor Ümit
Serdaroğlu tarafından başlatılmıştı. Bu çalışma daha
çok restorasyon ağırlıklı ama kısmen kazı
çalışmaları neticesinde ortaya çıkan buluntulardan
Roma Dönemi tapınağının olduğu yerde arkaik
dönemde de bir kültür varlığını gösteren bir takım
buluntular ele geçmişti. Bunun için Hellenistik ya da
sadece Roma dönemi ile sınırlı değil bu kutsal alan.
Geçmişi arkaik döneme kadar giden çok önemli bir
kült merkezi burası. Biz çalışmalara 2011 yılında
başladık. Ve halen planladığımız şekilde devam
ediyoruz. Bu seneki çalışmaların en önemli noktasını
tapınak ve çevresi, tiyatro ve agora oluşturuyor. 25
kişiden oluşan ekibimiz 10 farklı üniversiteden
öğrencilerin bulunduğu üniversiteler arası bir ekip
niteliği taşıyor”
ÖĞRENCİLER SAHADA PİŞİYOR
25 kişilik kazı ekibi içinde çok sayıda öğrenci
bulunduğunu belirten Kızıl, öğrencilerin
üniversitede öğrendiklerini alanda çalışarak
uygulamaya döktüklerini ve onların yaz sıcağı
altında gösterdikleri performansı takdir ettiğini
söyledi. Onların bu azminin ekibe de yansıdığını
sözlerine ekleyen Kızıl; “Antik kentimizde
turistlerin ziyareti için natürel düzenlemeler
gerçekleştirildi. Bu alan gün geçtikçe turistler
için daha da cazibe merkezi olmaya başlayacak. Şuan
bile alana gelen turistler buraya hayran
kaldıklarını belirtiyor. Çalışmalarımız kapsamında
alandan çıkarılan büyük kütleli buluntuları
yerlerine yerleştirmeyi planlıyoruz. Ayrıca
buluntuların tasnifleme işlemleri de itinayla
sürdürülüyor. Öngörülerimiz de yanılmazsak
çalışmalardan ilginç ve değerli eserler, buluntular
ortaya çıkacak. Ekibimiz bu heyecan içinde
çalışıyor. Bütçesinin tamamına yakını bakanlığımızca
sağlanan çalışmalarımızda sponsorlara da ihtiyaç
duyuyoruz. Bu konuda herkesten destek bekliyoruz”
dedi.
Milliyet, 19.08.2014
|
HALİME HATUN KÜMBETİ'NİN ÖNÜNE YURT YAPTILAR

Van'ın Gevaş İlçesi'nde bulunan ve Selçuklular
tarafından 700 yıl önce yaptırılan Halime Hatun
Kambeti'nin arkasında 7 yıl önce önce yaptırılan
yurt binasına tepkiler sürüyor. Gevaş Belediye
Başkanı Sinan Hakan'da yaşanan tepkilerle ilgili,
"Bu görüntü bu tarihi katleden bir görüntüdür. Bana
göre bir cinayettir. Bunun düzeltilmesi için
kafamızda bir düşünce vardı. Bunun basında yer
alması bana göre olumlu ve pozitif oldu. Bununla
ilgili önümüzdeki günlerde çalışmalarımız devam
edecek. Bunun mutlaka ortadan kaldırılması lazım"
dedi.
Gevaş İlçesi'nin önemli tarihi yerlerinden olan
Selçuklu Mezarlığı ve hemen yanında bulunanve Melik
İzeddin tarafından 700 yıl önce kızı Halime Hatun
için yaptırılan kümbet turistlerin büyük ilgisini
çekiyor. Fakat Halime Hatun Kümbeti'nin hemen
arkasına 2007 yılında yaptırılan yurt binası, tarihi
dokuya görüntü açısından zarar verdiği için tepkiye
neden oluyor. Yıllardır dile getirilen konu yakın
zamanda tekrar gündeme gelince AKP'nin Gevaş
Belediye Başkanı Sinan Hakan tarafından da gündeme
alındı.
Tepkilerin kendilerini mutlu ettiğini belirten
Hakan, "Künbetin arkasında yurt binası yapılmış. Ve
bunun gündeme gelmesi beni mutlu etti. Zira ben her
gördüğümde içimi acıtan bir manzaradır. Buranın eski
halinide hatırlayan biri olarak bunun çok yanlış
birşey olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Çok
büyük ve güzel bir yatırım yapılmış fakat bu yatırım
yereldeki bazı yöneticilerin yanlış kararlarıyla
büyük yatırım çok yanlış bir yere yapılmış. Bu
görüntü bu tarihi katleden bir görüntüdür. Bana göre
bir cinayettir. Bunun düzeltilmesi için kafamızda
bir düşünce vardı. Bunun basında yer alması bana
göre olumlu ve pozitif oldu. Bununla ilgili
önümüzdeki günlerde çalışmalarımız devam edecek.
Bunun mutlaka ortadan kaldırılması lazım. Kendi
kültürel değerlerimize sahip çıkıp bunu turizme
kazandırmamız gerekiyor. Buraya gelen turistlerin
ortak sitemi var bu konuda. İnşallah bunu el
birliğiyle ortadan kaldıracağız." dedi.
TOKİ: O YURDU BİZ YAPMADIK
TOKİ, Van Gevaş'ta bulunan "Halime Hatun
Kümbeti"nin yanına TOKİ tarafından yurt binası inşa
edildiği haberlerine tepki gösterirken, "Yapılan
haberler tamamen gerçek dışıdır. Bahse konu yurt
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ)
tarafından yapılmamıştır" açıklamasında bulundu.
TOKİ'den yapılan açıklamada, son günlerde bazı
basın yayın organlarında yayımlanan bir takım
haberler ve sosyal medyada paylaşılan tweetlerle
ilgili olarak açıklama yapılması ihtiyacının ortaya
çıktığı belirtildi.
Yayımlanan haberlerde; Van Gevaş'ta bulunan
"Halime Hatun Kümbeti" nin yanına TOKİ tarafından
yurt binası inşa edildiğinin belirtildiği kaydedilen
açıklamada, şöyle denildi:
"Yapılan haberler tamamen gerçek dışıdır. Bahse
konu yurt Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı
(TOKİ) tarafından yapılmamıştır.
Sorumlu yayıncılık ilkeleri gözardı edilerek,
hiçbir araştırma yapılmadan ve İdaremizden bilgi
almaya gerek duyulmadan yapılan haberler İdaremizi
karalama ve TOKİ'nin kamuoyundaki olumlu algısını
zedeleme amaçlıdır.
Vatandaşlarımızın ve kamuoyunun bu tür asılsız
haberlere itibar etmemeleri önemle duyurulur."
Zaman, 19.08.2014
|
HAYDARPAŞA İSKELESİ RESTORE EDİLİYOR
Taş
işçiliği ve vitraylarıyla dikkat çeken Haydarpaşa
iskelesi yürek acısı halden kurtuluyor. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Haydarpaşa İskelesi'ni restore
ettiriyor. Haydarpaşa İskelesi, Haydarpaşa Tren Garı
önünde, neo-klasik üslupta, bu üslubun öncülerinden
Mimar Vedat Tek tarafından yapıldı. Haydarpaşa
İskelesi, yıllardır yenilenmek için bekliyordu.
Telefon kulübesi yerleştirilen gövdesi,
bakımsızlıktan harap olan iskele binasının ihalesi 4
Eylül tarihinde yapılacak.
Sabah, Haber:
Zeynel Yaman, 19.08.2014
|
|
BAKANLIK MANASTIR'I 'ÖREN YERİ' İLAN ETTİ

Giresun Kültür ve Turizm Müdür Vekili Hüseyin
Günaydın, Şebinkarahisar İlçesi'nde bulunan Meryem
Ana Manastırı’nın bakanlık tarafından “Ören yeri”
olarak ilan edildiğini belirtti.
Günaydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
ilçenin Sarıyer Köyü yakınında bulunan ve
Türkiye’nin kaya içine yapılan ikinci büyük
manastırı olan Meryem Ana Manastırı’nın 2006 yılında
restorasyon çalışmalarına başladığı ve bu yıl
tamamlandığını söyledi.
Manastırın restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasının ardından geçiçi kabulün yapıldığını
aktaran Günaydın,”Kısa zaman sonra manastır bölge
turizminin hizmetine sunulacak” dedi.
Günaydın, manastırın Kültür Ve Turizm
Bakanlığı’nca 18 Temmuz tarihinde “Ören Yeri” olarak
ilan edildiğini de aktararak, “Şebinkarahisar
İlçemiz sınırları içerisinde bulunan Meryem Ana
Manastırı’nın restoresine 2006 yılında başlandı.
2014 Mart ayında da sona erdi. Projenin geçici
kabulünün ardından masantırın ‘Ören Yeri’ olması
için bakanlığımıza rapor sunduk.
Bakanlığımızda 18
Temmuz tarihinde aldığı karar doğrultusunda Meryen
Ana Manastırı’nı ‘Ören Yeri’ olarak ilan etti.
Giresun’da turizmin gelişimi için bu önemli bir
gelişme” diye konuştu.
haberler.com, 18.08.2014
|
EYFEL'İN İZMİR'DEKİ ASIRLIK MİRASI GECEKONDU OLDU
İzmir’in 1.5 asırlık simgesi Konak Pier, tarihi
kimliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya.
Paris’teki Eiffel (Eyfel) Kulesi’ni yapan ünlü
Fransız mimar Gustave Eiffel’in tasarladığı binanın
Pasaport tarafındaki cephesi görenleri hayrete
düşürüyor. Mimari aslına uygun olarak restore
edilmesi gereken bina, kaba inşaat ve ikinci kat
çıkmalarıyla adeta bir gecekonduyu andırıyor.

İzmir’in tarihi simgelerinden biri olan Konak
Pier’in hali görenlerin içini acıtıyor.
Paris’teki Eyfel (Eiffel) Kulesi’nin ünlü Fransız
mimarı Gustave Eiffel’in tasarladığı bina,
yap-bozlar nedeniyle adeta gecekonduya döndü. Konak
Vapur İskelesi tarafındaki cephesi camla kaplanan
mimari yapının Pasaport tarafı ise aylardır
tadilatta. Yapılan tadilatlar ve eklemeler nedeniyle
bina mimari bütünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı
karşıya…

Pasaport tarafında ek bina inşaatı nedeniyle ikinci
kat demirlerinin göründüğü yapının eski taşları da
sökülüyor. Daha önce Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı’nın kullandığı bu cephe, aylardır devam
eden inşaat faaliyeti nedeniyle gecekonduyu
andırıyor. Edinilen bilgiye göre bu cepheye kafe ve
gıda ürünlerinin satılacağı çok büyük bir mağaza
yapılması planlanıyor. Ancak düzenlemeyi yapan
firma, tarihi binayı aslına uygun restore etmek
yerine kaba inşaat yapmayı tercih ediyor.
1.5 ASIRLIK BİNA
Konak Pier, 1860 yılında döneminin dahisi olarak
gösterilen ünlü mimar Gustave Eiffel tarafından
tasarlandı. Adını verdiği Eiffel Kulesi ile tanınan
mimar, binayı tamamen çelik konstrüksiyondan inşa
etmişti. Malzemeleri Fransa ve Belçika'dan getirilen
yapının zemini antik Efes şehrinin taşlarıyla
döşendi. Konak Pier 18 bin metrekarelik alanıyla
Osmanlı döneminde gümrük binası olarak kullanıldı.
Cumhuriyet döneminde tarihi bina balık haline
dönüştürüldü. Bir süre de otopark olarak hizmet
verdi. 1996’da işletme hakkı İzmer şirketine verilen
tarihi bina, 2002 yılından itibaren alışveriş
merkezine dönüştü.
Ege'de Son Söz, Haber: Sinan Doğan, 18.08.2014
|
BURSA'DAKİ O PROJEDE ŞOK GELİŞME...
Bursa 1'inci
İdare Mahkemesi, 'Osmanlı Devleti’nin İlk Yapısı'
olarak bilinen kentteki Balabanbey Kalesi’nde
askerlerin talimhane olarak kullandığı alanın
üzerine yapılması planlanan 'Talimhane Spor Tesisi
Soyunma Giyinme Ünitesi ve Halı Saha Mimari Projesi'
için Koruma Kurulu tarafından verilen 'Uygundur
raporu', alanın florasını, tarihsel ve mekansal
bütünlüğünü bozacağı gerekçesiyle iptal etti.

Bursa’nın fethinden önce Bizans’ın elinde bulunan
kalenin alınmasının zor olduğunu anlayan Osman Gazi
tarafından bugün Mollaarap olarak bilinen alana
Balabanbey, Kükürtlü’ye de Aktimur kaleleri inşa
ettirildi. Tarihte, 712 yıl önce Osmanlı’nın ilk taş
üstüne taş koydukları kale olarak bilinen Balabanbey
Kalesi, yıllarca askeri karargah olarak kullanıldı.
Kalenin yanında bulunan ve askerlerin eğitim yaptığı
alanda ‘Talimhane’ adıyla günümüze kadar geldi.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu’nun 1994 yılında Umurbey- Çobanbey ve
Balabanbey bölgesi Koruma Alanı ilan etti. Tarihi
yapıların bulunduğu alanlar planlarda 1’nci Derece
SİT alanı olarak belirlenmesine rağmen tahribatlar
sonucu kaleden ve Çobanbey Türbesi’nden geriye küçük
yapılar kaldı.
KORUMA KARARINA RAĞMEN ONAY
Bursa Büyükşehir Belediyesi 2010 yılında
gerçekleştirdiği 1/5 bin ve 1/1000 ölçekli imar
planı değişikliği ile koruma alanı içerisine ‘spor
tesis alanı, meslek lisesi alanı ve bölge otoparkı’
projeleri yapılmasını onayladı. Daha önce alınan
koruma kararına rağmen Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 2013 yılında
‘Talimhane Spor Tesisi Soyunma Giyinme Ünitesi ve
Halı Saha Mimari Projesi’ni uygun buldu.
TARİHSEL VE MEKANSAL BÜTÜNLÜĞÜ ZEDELEYECEK
Bursa Barosu avukatlarından mahalle sakini Ayşe
Yandayan, kurul kararının koruma amacına uygun
olmadığı ve daha önce alınan yargı kararlarına
aykırı olduğu için 2013 yılında Bursa 1’inci İdare
Mahkemesi’ne iptal davası açtı. Mülkiyeti Hazineye
ait olan parsel için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
açılan dava Haziran ayında sonuçlandı. Bilirkişi
raporuna göre, alanın florasını bozabileceği koruma
alanı içerisindeki tarihsel ve mekansal bütünlüğü
zedeleyeceği, projenin alanın tarihsel ve mekansal
bütünlüğü ile uyum göstermeden koruma ilkelerine ve
kamu yararına uygun olmadığı açıklandı. Koruma
Kurulu kararı, temyiz yolu açık olarak iptal edildi.
Bursa Hakimiyet, 18.08.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ OYUNCAĞI: ÇINGIRAK

Tarihi kentin yaşam alanlarını gün yüzüne
çıkarmaya çalışan Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu
başkanlığındaki Ankara Üniversitesi Arkeoloji
Bölümünden ekip, MÖ 4 bin yıllarına ait çocuk
çingırağı buldu. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe
Kaniş-Karum Bölgesindeki kazı çalışmalarının 69uncu
yılında olduğunu belirterek, şöyle dedi:
"1948 yılından itibaren Kültepede bilimsel
kazılar yapılıyor. Bugün bir evin içerisinde ne var
ise, onları bulmak mümkün. Kap kacağı, bardağı,
ocağı, bunun yanında oturacağı yerler bunların
hepsini 70 yıldır devam eden kazılarda görüyoruz.
Çok ilginç ilginç objeler var. Bugün bile
Anadolu'daki bir evde Kayseri evinde
karşılaşacağımız objeler de var. 4 bin yıl öncesine
ait ve dünyanın en eskisi olduğunu düşündüğümüz bir
oyuncak bulduk."
Kültepe'de 4 bin yıl önce 50 binden fazla kişinin
yaşadığının anlaşıldığını vurgulayan Prof.Dr.
Kulakoğlu, şöyle devam etti:
"Büyük bir metropolden kalmış çok güzel objeler
var. Zaman zaman 70 bin kişinin üzerine çıktığı
düşünülüyor nüfusun. Bir kısmı Asurdan gelmiş
insanlar ama büyük çoğunluğu Anadolulu, yerli
insanlar. Tabii bunların hepsi yetişkin değil.
Aralarında gençler, çocuklar, bebekler var. Doğal
olarak bebeklerin dahi oynayabildiği ya da
bebeklerle ilişkilendirebileceğimiz eserler
buluyoruz, mesela onlardan biri çıngıraktır. İçinde
çakıl tanecikleri olan, kilden yapılmış; bugün
bildiğimiz gibi elde sallanınca ses çıkaran ve
eminim o dönemdeki bir bebeğin de hoşuna gidebilecek
şeyler var. Onlar da diğer eşyaların arasında
karşımıza çıkıyor. Bu da çok hoş bir şey. Rahatlıkla
söyleyebiliriz daha eskisi de var elimizde ama şu an
elimizde somut olarak 4 bin yıl öncesine ait
çıngıraklar var, onun tahtaları var."
Yeni Şafak, 18.08.2014
|
POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Paflagonya’nın başkenti Pompeiopolis
antik kentinde 9. sezon kazı çalışmaları başladı.
Kastamonu’nun Taşköprü
İlçesi'nde daha önce
Almanya Münih Üniversitesi tarafından yürütülen
kazı çalışmaları, Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife
Summerer’in Kastamonu Üniversitesi’ne geçmesi sonucu
Kastamonu
arkeoloji Müzesi tarafından başlatıldı. Kültür
ve
Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen kazı
çalışmalarını, Kastamonu Arkeoloji Müzesi
gerçekleştiriyor. Uzmanlar ve arkeologlar tarafından
Efes antik kenti ve
Gaziantep Zeugma’nın bir benzeri olarak
nitelendirilen Pompeiopolis antik kentinde kazı
çalışmaları başladı.

Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan,
Roma dönemine ait villa da yürütülen kazılarda
Roma dönemine kadar inildiğini ve villadaki en eski
döneme kadar kalıntılara ulaşıldığını ifade ederek,
kazı çalışmalarına ışık tutması bakımından bunun
kendileri için sevindirici olduğunu kaydetti.

Kazı çalışmalarının Eylül ayının ortalarına kadar
devam etmesini beklediklerini açıklayan Arslan,
şunları söyledi: “Taşköprü için çok kıymetli bir
bölgemiz olan Pompeipolis antik kentinde bu yıl
kazılarımız devam edecek. Bu yıl 9’uncusunu
yapacağız inşallah. Kazı ekibimiz Taşköprü’ye geldi
ve hazırlıklarını sürdürüyor. Yine Kültür ve Turizm
Bakanlığından gerekli izin alındı. Yurt dışından
arkeologlar ve ilimizden bir gurubun katıldığı
ayrıca Türkiye’den değişik üniversitelerden ilçemize
gelen öğretim görevlileri ve öğrencilerle bu yıl
kazılarımız tekrar devam edecek. Kazı alanında bir
sunum merkezi yapıldı. Yakın bir zamanda burasının
açılışını yapacağız.”

Milliyet (Kısaltarak), 18.08.2014
|
2 BİN YILLIK HERAKLEİA GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Denizli'nin Tavas
İlçesi'ndeki Herakleia
Hieronu'nda kazı çalışması başladı. Ovaya hakim tepe
üzerindeki 7-8 metre yüksekliğindeki anıt mezarın
kısa sürede ayağa kaldırılarak turizme açılması
hedefleniyor.
Tavas'a bağlı Kızılcabölük
Mahallesi'nin 1
kilometre kuzeyinde, MS 40 yılında
yapıldığı tahmin edilen, antik çağ anıt mezar yapısı
Herakleia Hieronu'ndaki kazı çalışmalarına Denizli
Müze Müdürlüğü'nce başlandı.

Denizli Valisi Abdülkadir Demir, kazıların
başlaması dolayısıyla Herakleia Hieronu'nda
incelemelerde bulundu.

Herakleia Hieronu'nun, 1995-1996 yıllarında Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından temizlik çalışmaları
yapılarak ortaya çıkartıldığını belirten Demir,
şöyle konuştu:
"Şimdiye kadar burada istenilen bir çalışma
yapılamamıştı. Ziyarette yapıların çok önemli
olduğunu gördük. Arkeoloji bölüm başkanımız ile
burada ne yapabiliriz diye konuştuk. Hazırlık
çalışmaları 2 yıl sürdü. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan geçen hafta kazı için izinleri aldık
ve çalışmalar başladı. 30-40 kilometre ileriden
bakıldığında bu alanı görebiliyorsunuz. Bu anıtsal
yapı, bilim adamlarımızın tahminlerine göre en az
7-8 metre yüksekliğinde ve aşağı yukarı bütün
alanlardan görülebilecek."

Herakleia Hieronu'nun Afrodisyas yolu üzerinde
olmasının turizm açısında büyük bir potansiyel
oluşturduğuna dikkati çeken Abdulkadir Demir, alanın
tam olarak ortaya çıkarılmasıyla Denizli turizmine
önemli katkısının olacağına inandığını ifade etti.
Demir, çalışmayla anıtsal yapının etrafındaki
eserlerin de gün yüzüne çıkarılacağını, çalışmaların
yıl sonuna kadar tamamlanmasının ön görüldüğünü
belirtti.

"Burada çok özel bir mezar var"
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek ise
Herakleia Hieronu'nun zengin tarihi yapılar
barındırdığını söyledi.

Şimşek, şu bilgileri verdi:
"Burada Heracleia Salbace
antik kenti var. Onun
yanında ören sırtında Herakleia Hieronu, yani
tapınak mezarın bulunduğu yerdeyiz. Burada çok özel
bir mezar var ve gerçekten çok güzel işçilik
gösteriyor. Artemis, Apollon, Dionysos ve Herakles
ile ilgili mitolojik sahneler işlenmiş. Tapınak
şeklinde, bu bölgedeki çok ileri düzeydeki bir
yöneticiye ait olduğunu tahmin ediyoruz. İşçilik
bakımından da Afrodisyaslı ustalar tarafından
yapıldığını gösteriyor. Yılın belirli günlerinde
buradaki törenler için oturma birimleri, seremoni
alanları yapılmış. Şu anda kuzeydeki blokların da
bir kısmı kazıldıktan sonra alanın tam sınırları ve
hangi yapıları içinde barındırdığıyla ilgili daha
net bilgiye ulaşılabilecek" diye konuştu.
Trt Türk, 18.08.2014
|
GÖZYAŞI ŞİŞESİ KENTİN TARİHİNİ DEĞİŞTİRDİ

Hierapolis ile
Tripolis'i birbirine bağlayan yolda yapılan
kazılarda bulunan gözyaşı şişesiyle antik kentin
nekropolü 100 yıl daha önceye tarihlendi.
Son dönemde yapılan
kazılarla UNESCO
Dünya Miras Listesindeki Hierapolis'in nekropol
tarihi 100 yıl geriye taşınırken Lidya'nın sınır
kenti Tripolis'te 3 üst düzey
kamu görevlisine ait heykel bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan bilgiye
göre, antik dönemde inancın ve ticaretin merkezi
olan Hierapolis ile Tripolis'i, günümüzde ise turizm
ve tekstilin önemli merkezlerinden Pamukkale ve
Buldan'ı birbirine bağlayan yolda yapılan kazılarda
her gün yeni bir bulguya ulaşılıyor.

Geçen yıl bakanlık
tarafından Hierapolis'te başlatılan kurtarma
kazılarında, tarihi yolun 570 metrelik asfalt
kaplaması kaldırılarak yolun tamamı ortaya
çıkartıldı. Böylece, Hierapolis'ten Tripolis'e
uzanan yolun doğu ve batısında yer alan mezarların
çizimi de tamamlanırken Aydın Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulunca, Tripolis yolunun batısındaki
kazısı tamamlanan anıtsal mezarın restorasyonu için
yapılan çizimler de onaylandı.
Ayrıca, anıtsal mezarın hemen güney sınırında pişmiş
toprak silindirik mezar toprak üzerine çıkarıldı.
Burada karşılaşılan buluntular Hierapolis antik
kentinin nekropol tarihini 100 yıl eskiye
götürüyor. Mezarda bulunan gözyaşı şişesi
(unganterium) MÖ 3. yüzyılın başına
tarihlendiriliyor. Daha önceki nekropolde en eski
tarihli buluntu ise MÖ 2'nci yüzyıla aitti.
Kazılarda ayrıca bir mezar odasında bir adet altın
yüzük ele geçildi. -Üç erkek heykeli gün yüzüne
çıkarıldı.

ÜÇ ERKEK HEYKELİ
Denizli'nin Buldan İlçesi'nde yer alan Tripolis
antik kentinde sürdürülen çalışmalarda üç heykel daha
bulundu.
Birçok antik metinde adı geçen ve 19'uncu yüzyılda
seyyahlar tarafından ziyaret edilen Lidya bölgesinin
sınır kenti Tripolis'teki Hierapolis caddesinin
batısında sütunlu bir galeri yer alıyor.
Buradaki çalışmalarda caddeye yıkılmış halde bulunan
8 sütunun restorasyonları tamamlanıp 6'sı orijinal
yerine yerleştirdi. Hierapolis caddesinde bir heykel
kaidesi ile bu kaideye ait caddeye yıkılmış heykel
açığa çıkarıldı. Böylece, bu yılki kazı
çalışmalarıyla toplamda, biri boyundan ayaklarına
kadar korunmuş, biri başından ayaklarına kadar
korunmuş ve diğerinin de sadece başı bulunan üç
heykel ortaya çıkarılmış oluyor.

Radikal, Haber: Tuğba
Özgür Durmaz, 18.08.2014
|
2 BİN YILLIK TAPINAK MEZARI KURTARMA KAZISI

Denizliİ'nin Tavas
İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük Mahallesi'ne 1
kilometre mesafede bulunan Roma dönemine ait 2 bin
metrakerelik alan üzerine kurulu tapınak mezar için
kurtarma çalışması başlatıldı.
Denizli Müze Müdürlüğü tarafından başlatılan
kurtarma kazılarının yapıldığı Herakleia Hieron
Tapınağı'na giden Vali Abdülkadir Demir, "Tapınağı
turizme kazandıracağız" dedi.
Denizli
Valiliği tarafından, antik dönemin fiziki ve ruhsal
güç tanrısı Herakles'e adanan 2 bin yıllık
tapınak mezarda kurtarma kazıları
başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izniyle,
2 bin yıl önce inşa edilen Ören Sırtı Mevkisi'ndeki
tapınak mezarda ilk kez kazı
çalışmaları başlatıldı.
Pamukkale Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr.
Celal Şimşek şunları söyledi:
"Mezarın üst bölümünde mitolojik kabartmalarla
işlenmiş büyük blok parçaları bulunuyor. Bloklarda
Artemis, Apollan, Herakles, Pan, Dionysos, Menad
gibi tanrı ve tanrıçaların kabartmaları var. Tapınak
ve mezarın 2 bin yıl önce bölgede yaşayan soylu ve
zengin birine yapıldığını tahmin ediyoruz. Yüzeyin
6- 7 metre aşağısına kadar kalıntılar var. 2015
yılına kadar tüm yapıyı gün yüzüne çıkaracağız."
Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Vali Abdülkadir
Demir, kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından
restorasyon çalışmalarına gelecek yıl başlanacağını
söyleyerek, "Kazı ve restorasyon çalışmalarının
ardından tarihi ve anıtsal değeri yüksek yapıyı
turizme kazandıracağız. Müze Müdürlüğü tarafından
yürütülen kazıya Pamukkale Üniversitesi ve Tavas
Belediyesi de destek veriyor" diye konuştu.
Mynet
Haber, 18.08.2014
|
ANTİK ESERE RESTORASYON ZULMÜ

Türkiye’de çoğu Roma döneminden kalma 206 antik tiyatro var. Bu rakam, dünyanın pek çok ülkesinden kat kat fazla. Roma’nın ve Bizans’ın yayıldığı topraklarda bulunan Türkiye, bu nedenle antik tiyatro zengini sayılıyor. Ancak son zamanlarda antik tiyatrolarda restorasyon adı altında yapılan çalışmalar gören herkesin tepkisini çekiyor.
Kaş’ta bulunan
Antiphellos antik tiyatrosuna yapılanlar tepki çeken
işlerden biri. Binlerce yıllık antik
tiyatronun zeminine beton dökülmüş. Etkinlikler için
kullanılan tiyatronun zeminine kimler hangi
otoriteden izin alarak beton dökmüş belli değil.
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuda sessizliğini
koruyor.
TOKİ
TİYATROYA GÖZ KOYDU
Muğla’daki Telmessos
Antik Tiyatrosu da “restorasyon nasıl yapılmaz”
konusuna bir örnek teşkil ediyor. 2012 eylül ayında
başlayan restorasyon çalışmaları halen devam ediyor.
Telmessos’a ait fotoğraflarda tiyatronun tarihi
dokusunu kaybettiğine dikkat çekiliyor. Yaklaşık
2300 yıllık, Hellenistik dönemin en önemli
yapıtlarından biri olan Troas antik kentindeki
Apollon Tapınağı’nın üzerine tonlarca ağırlıktaki
kamyon çıkarılmıştı. Geçtiğimiz aylarda da
İstanbul’da ilk Hitit izlerinin ortaya çıkarıldığı
Küçükçekmece Gölü kenarındaki Bathonea antik kenti
kazılarının yapıldığı araziye TOKİ’nin konut yapmak
istediği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
2013 yılındaki kazı sonuçlarını görünce araziyi
kamusallaştırarak ören yeri statüsüne almaya
çalışmıştı.
NE YAPMALI
Peki ne yapılmalı,
restorasyonlar nasıl denetlenmeli? Uzmanlar bu
konuda şu husulara dikkat çekiyorlar: Resmi kurumlar
restorasyon yapılacak tarihi mekanlar için açtıkları
ihalelerde mutlaka yeterlilik belgelerini daha önce
yaptıkları restorasyonlar gözönüne alarak kabul
etmeliler. Mutlaka bir bilim heyeti oluşturulmalı ve
o heyet tarafından restorasyonlar her aşamada
denetlenmeli. Restorasyon bittikten sonra hak ediş
denetlemesi yapmanın, bir de bu denetimlerin ehli
olmayan memurlara bırakılması daha çok restorasyon
rezaleti görmemize neden olacak. Koruma Kurulları
bir an evvel özerk bir yapıya kavuşmalı, siyasi
baskılardan uzak tutulmalı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları Koruma
kurulları ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı
Tabiat Varlıkları Komisyonları üniversitelere
bırakılmalı, kurul üyeleri siyasetten uzak durmalı.
Karar alınırken kişisel ilişkilerden çok bilimsellik
ön plana çıkmalı.
Taraf, Haber: Murat Erdin, 18.08.2014
|
IŞİD, HZ. DAVUD'UN TÜRBESİNİ YIKTI

IŞİD, Halep' in kuzeyinde yer alan
ve 14 Temmuz'da ele geçirdiği Türkmen Köyü
Toybuk'taki Hazreti Davud Türbesi'ni dozerlerle
yıktı.
IŞİD
terör örgütü mensupları türbe çevresinde bulunan ve
ziyaretçilerin namaz kıldıkları mescitle birlikte
kalan son kalıntıları da dinamitle patlatarak yok
etti.
Hazreti Davud adına makam olarak inşa edilmiş olan
türbenin yapım tarihi bilinmiyor.
Suriye'de iç savaşın başladığı günlerde büyük bir
külliyeye dönüştürmek istenilen Hazreti. Davud
türbesi Osmanlı döneminde restore edilen kutsal
mekanlardan biri.
Türkmen köyü olan Toybuk, Osmanlı Padişahı Yavuz
Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Memlük
Devleti ile yaptığı Mercidabık Savaşı'nın
gerçekleştiği bölgede bulunuyor.
Türkmenler tarafindan 'Dabik' olarak adlandırılan 5
bin nüfuslu köy son saldırılardan sonra büyük oranda
boşalmış durumda.
IŞİD Irak ve Suriye'de, aralarında Şiilerin de
bulunduğu farklı mezhep gruplarının kutsal kabul
ettiği türbeleri bombalıyor.
Örgüt daha önce, Suriye'nin Kamışlı bölgesinde
Türkiye'de de çok sayıda mensubu bulunan Nakşibendi
tarikatının Suriye'deki kolu olan Hazne şeyhlerinin
türbesini bombalamıştı.
Sabah, 18.08.2014
|
SÜREYYA PLAJI SİMGESİNE KAVUŞUYOR
Süreyya Plajı'nda denizin 50 metre açığında Osmanlı
Hava Kuvvetleri'nin kurucusu Süreyya İlmen Paşa
tarafından yaptırılan ve 1953 yılında açılan, ancak
zamanla denize yapılan dolgular nedeniyle bir
marketin otoparkında kalan 'Bakireler anıtı' tekrar
suyla buluşacak. Maltepe'nin ve Maltepe
Belediyesi'nin simgesi olan Bakireler Anıtı'nın
tekrar gün yüzüne çıkartılarak, korunması amacıyla
proje hazırlandı. Kısa sürede gerçekleştirilecek
projeyle Bakireler Anıtı ve yakın çevresinin bir
havuz içine alınıp, tekrar suya kavuşturulması
planlanıyor. Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç,
"Burayı, Maltepe'ye gelenlerin mutlaka görmek
isteyecekleri bir yer haline getireceğiz" dedi.
Sabah, Haber: Mesut
Er, 18.08.2014
|
|
AKDENİZ HEYKELİ'NİN KIRILAN KOLU ONARILDI

17 Temmuz akşamı İsrail’in Gazze’ye kara
harekatı başlatmasının ardından Levent’teki
İsrail Konsolosluğu önünde protesto
gösterileri düzenlenmişti. Gösteriler
sırasında konsolosluğun yakınındaki, yine
benzer eylemlerde saldırıya uğrayan Akdeniz
heykelinin sağ kolu protestocular tarafından
koparılmıştı. Heykelin tamir işi daha önce
de heykelin röprodüksiyonunu yapan ve
heykeli çok iyi tanıyan
Ferit Özşen’in
ellerine teslim edildi. Özşen yaklaşık bir
hafta boyunca kopan parça ile ilgilendi ve
dün yerine monte etti. Özşen heykelde küçük
çaplı onarımlar da yaptı.
Birkaç kişi ölebilirdi
Mehmet Keskin’in
Cumhuriyet’te yer alan haberine göre,
heykeldeki hasarla ilgili bilgi aldığımız
Özşen, heykelde eksik parça olmadığını fakat
bir parçanın çok zarar gördüğünü söyledi.
“Kaynaklı olan kısmını kopartabilmek için
çok uğraşmışlar, birkaç kez eğip bükmüşler.
Zemine bağlantısı olan bir modül çok bozuk
durumdaydı. Yaklaşık 1.80 cm boyunda ve
presle düzelttik. Kopan birim her iki tarafa
altı delikle bağlı.
Metali dövseydik delikler birbirini
tutmazdı. Onu düzelttik. Tabii ki ısıttık,
ısıl işlem uyguladık, dolayısıyla boyalar
çıktı. Özellikle orijinalinin düzeltilmesini
istediler. Bir haftadan fazla uğraştık.
Parçayı düzelttim” diyen Özşen yaklaşık 300
kg ağırlığındaki parçanın ilk müdahalede
kırılması durumunda birkaç kişinin bu
parçanın altında kalarak can verebileceğini
vurguladı.
Saldıranlara ceza uygulanmalı
Heykeltıraşlar Derneği Başkanı Metin
Yergin ise heykellere yapılan
saldırılarla ilgili çok dertli: “Bu
coğrafyada protesto etme biçimi başka bir
şiddetle ölçülür hale geldi. Bu şiddetin
sonu da artık yanında heykel varsa heykele
insan varsa insana çevrilmeye başladı. Biz
heykeltıraşlar ve dernek olarak çok
rahatsısız. Çünkü bu İlhan Koman’ın
heykeline veya başka heykellere yapılan ilk
saldırı değil. Sürekli saldırıya uğrayan
heykellerle ilgili şikayetler de geliyor.
Son yılda artık ayda bir-iki taneye çıkmaya
başladı. Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama
aldırılar bizim bir şeyler yapamayacağımız
boyuta gelmeye başladı. Bu heykel her ne
kadar sahipli olsa da kamuya ait bir yerde.
Eğer saldıranlara kamu malına saldırıdan bir
ceza uygulansa belki önüne geçilebilir.
Dernek olarak suç duyurusunda bulunuyoruz
fakat sonuç alabildiğimizi söyleyemem.”
Akdeniz heykelinin çokça el değiştirip
yerinin değiştiğine değinen Özşen “Bir
anıtın yerinde kalması en doğru olanı.
Venedik Protokolü de buna cevaz verir.
Heykel uzamda bir yer kaplar; bir heykelin
hesabı, estetiği yapıldığı yere göre
ayarlanarak yapılır. Yerini değiştirilmesini
şahsen doğru bulmuyorum” diye konuştu.
T24,17.08.2014
|
ANA TANRIÇA KENTİ ZİYARETE AÇILIYOR
Antik çağda
ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle
kervanların uğrak yeri olarak bilinen Metropolis
antik kenti, tamamlanan yatırımla artık tarih
severlerin de uğrak noktası olacak.
İzmir’in önemli arkeolojik miraslarından
Torbalı’daki Metropolis antik kentinde Kültür Ve
Turizm Bakanlığı, Celal Bayar Üniversitesi, Sabancı
Vakfı ve Torbalı Belediyesi işbirliğinde yürütülen
kazılarda bu yıl önemli bir eşik aşılıyor. Altyapısı
büyük oranda korunabilmiş tarihi yapılarıyla tanınan
Metropolis’in Ören yeri statüsü kazanması için
gerekli yatırımlar tamamlandı. Antik kentin bu yıl
ziyarete açılması bekleniyor.
Metropolis’te yürütülen çalışmalar hakkında bilgi
veren kazı başkanı Celal Bayar Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, MÖ
3′üncü yüzyılda kurulan ve döneminde Smyrna ve Efes
antik kentleri arasındaki yolda önemli bir ticaret
kenti olan Metropolis’in mitolojide “Ana Tanrıça
Kenti” olarak bilindiğini ifade etti.
Kentin orta büyüklükte olmasına rağmen aynı
dönemde kurulan diğer kentlere göre daha estetik
yapılara sahip olduğunu, özellikle kamusal
binalarında kullanılan mermer işçiliğinin hayli
farklı olduğunu anlatan Aybek, “Metropolis’teki
tiyatro, meclis binası ve hamamlarda çok önemli bir
sanatsal üslup var. Yapılar bir heykel inceliğiyle
yapılmış. Yapılan kazılarda kentin sandığımızdan
daha büyük olduğuna yönelik bulgulara da
rastlıyoruz. Örneğin kentteki üçüncü büyük hamamda
kazı çalışmalarımız devam ediyor. Yaklaşık 6 bin
metrekare alana kurulu hamam gerçekten ihtişamlı bir
yapı. Roma dönemi hamamının altyapısının önemli
ölçüde günümüze kadar korunduğunu görüyoruz” dedi.
Antik dönemde hamamların sadece temizlik işlevi
görmediğini bu yapılara kentin sosyalleşme mekanı
olarak bakıldığını dile getiren Aybek, o dönemde
kentlilerin günlerinin önemli bölümünü hamamlarda
geçirdiklerine dikkati çekti. Hamamlarda, sıcak ve
soğuk banyoları, masaj salonları ve dinlenme
salonlarının yanında güncel tartışmaların yapıldığı,
politikacıların söylevler verdiği salonların da
bulunduğunu belirten Aybek, hamama gelen soylulara
hizmet veren köleler için de servis koridorlarının
bulunduğunu kaydetti.
Hamamların bir mühendislik harikası olduğuna
işaret eden Aybek, kazı çalışmaları devam eden Roma
hamamının altyapısının önemli ölçüde korunduğunu
bildirdi. O dönemde hamamı ısıtmak için kullanılan
odun ve zeytin küspesine ait küllerin dahi kazılarda
sağlam bir şekilde ortaya çıkarıldığını ifade eden
Aybek, antik çağda günlük yaşama ilişkin bilgi
edinmek isteyenlerin Metropolis’i mutlaka ziyaret
etmesi gerektiğini belirtti.
Metropolis’in Ören yeri statüsüne kavuşması için
yapılan yatırımın tamamlandığını ifade eden Aybek,
“Metropolis Ören Yeri Ziyaretçi Karşılama Merkezi ve
Gezi Güzergahı Düzenlemesi Projesi” ile
ziyaretçilerin moden teknolojiyi kullanarak tarih
yolculuğuna çıkabilmesinin amaçlandığını söyledi.
10 binin üzerinde eser çıkarıldı
Metropolis’in tarihi, kentin yakınlarındaki Neolitik
Çağ’daki ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ’a,
Hellenistik Çağ’dan Roma ve Bizans dönemlerine,
Beylikler ve Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.
Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda antik
tiyatro, peristyl evler, stoa (sütunlu galeri),
bouleuterion (meclis binası), üç Roma hamamı,
gymnasion (spor salonu), devlet agorası, dükkanlar,
genel tuvalet, sokaklar gibi antik kent dokusunu
oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu.
Ayrıca bu mekanların kazı çalışmaları sırasında
seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler,
heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos
(depolama küpü) ve birçok Hellenistik dönem
seramikleri ile maden eserlerden oluşan 10 binin
üzerinde tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı.
Kazılarda elde edilen eserler, bugün İzmir Tarih ve
Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde
sergileniyor.
haberler.com,17.08.2014
|
SAMSUN'UN TARİHİ MEYDANI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Samsun’da kent tarihinin ilk eserlerini gün
ışığına çıkaracak, tarih ve kültür turizminin
gelişmesine önemli katkılar sağlayacak Saathane
Meydanı Projesi devam ediyor. Şuana kadar yıkılan iş
yerleri ile yetinmeyeceklerini açıklayan Samsun
Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, Büyük
Cami ile Taşhan arasındaki tüm iş yerleri ile
Saathane Kulesi yanındaki lokantaları da bedellerini
ödeyip yıkarak projeyi genişleteceklerini belirtti.
Bununla ilgili gerekli meclis kararını aldıklarını
ifade eden Başkan Yılmaz, Samsun'un geçmişine
ilişkin hatıraları ve eserleri de içine alan
restorasyon ve rekreasyon çalışmalarının
tamamlanmasıyla Samsun'un saklı tarihi ve hatıraları
ile yeniden buluşacağını söyledi.
Adını 19. yüzyılda inşa edilen Saat Kulesi'nden
alan, içinde 500 yıllık Taşhan, 15.yüzyılda inşa
edilen Şifa Hamamı, 1803'te hizmete açılan Süleyman
Paşa Medresesi ve camiini de barındıran tarihi
meydan, kentin tarih ve kültür turizmine katkı
verecek bir hale getirilecek.
Tarih ve turizm alanı olacak
Restorasyon ve yeni peyzajla birlikte proje
bittiğinde Saathane Meydanı’nın buram buram tarih
kokacağını dile getiren Başkan Yılmaz, “Saathane
önemli bir dönüşüm, kültür, tarihle bütünleşme,
modernizasyon projesidir. Şehrin önündeki bir
çirkinliğin ortadan kaldırılması şehir için önemli
yer teşkil ediyor. Samsun'un vizyon projelerinden
birisidir. Bu sebeple projeye büyük önem veriyoruz.
Burayı Samsun'a yakışan, Samsun'u temsil edebilecek
bir tarih ve turizm alanı haline getireceğiz. Bu
tarihi dokuyu, şehrimizin bu önemli merkezini kamu
yararı da göz önünde bulundurularak tüm Samsun'a
kazandıracağız. Bu sene sonunda burası tüm Samsun'un
gurur duyacağı, hepimizin yüz akı olan, şehrin gülen
yüzü olacak bir yer haline gelecek” ifadelerini
kullandı.
Toki Haber, 16.08.2014
|
'MEMLEKET'İ DE SATIYORLAR

Bursa'da bulunan 152 yıllık Memleket
Hastanesi, turistik tesise dönüştürülecek. Bu kez
bahane ise trafik yoğunluğu.
Padişah Abdülaziz döneminde yaptırılan ve
Muradiye Devlet Hastanesi olarak hizmet veren
Memleket Hastanesi, turistik tesis haline gelecek.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 152 yıllık devlet
hastanesini, Sağlık Bakanlığı ile protokol
imzalayarak turistlerin konaklayabileceği bir tesis
haline dönüştürecek. Muradiye Devlet Hastanesi
olarak hizmet veren Memleket Hastanesi, kentin
sağlık hizmetini karşılamak için Padişah Abdülaziz
döneminde atanan Vali Ahmet Vefik Paşa tarafından
1862 yılından yaptırıldı.
Protokol imzalanmak üzere
Şehir merkezinde kaldığı ve ulaşımda sıkıntı
çekildiği iddiasını dönüşümün dayanağı yapan AKP'li
Bursa Büyükşehir Belediyesi yeni bir proje
geliştirdi. Arkeolojik alan üzerinde bulunan
hastaneyi başka bir bölgeye taşımak isteyen
Büyükşehir Belediyesi Sağlık Bakanlığı ile
görüşmelere başladı. DHA'nın haberine göre,
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, hastaneyi
Bursaray güzergahına taşımak istediklerini söyledi.
“Mevcut binayı turizm tesisi yapmak istiyoruz.
Sağlık Bakanlığı ile protokol yapmak üzereyiz.
Muradiye Devlet Hastanesi'nin bulunduğu alan
arkeolojik bölge ve turizm alanı. Bu yüzden Bursa'yı
rahatlatmak için hastanesi kaldırmak istiyoruz.
Muradiye'de sadece bölge halkı yaşamalı. Orada
yapılacak sosyal donatı ve turistik alanlar yoğunluk
getirmeyecektir" dedi.
Sol Haber, 16.08.2014
|
HAYDARPAŞA'DA TREN DÜDÜKLERİ YENİDEN DUYULACAK
Haydarpaşa Tren Garı'nın restorasyon projesi
onaylandı. Anıtlar Kurulu'ndan geçen projeye göre
Haydarpaşa Hızlı Tren garı olarak kullanılmasının
yanı sıra kültürel faaliyetlere de ev sahipliği
yapacak.

Ayrılıkların ve kavuşmaların mekanı oldu hep
Haydarpaşa, sevinç ve hüznü taşıdı trenleriyle.
Eşyalarını sırtına yüklenip Anadolu'dan İstanbul'a
göçenlerin, merdivenlerinde durup İstanbul'a meydan
okuduğu, gelin damatların poz verdikleri, dizilerin,
filmlerin çekildiği, işine yetişmeye çalışanların
banliyö trenlerinden telaş içinde vapurlara
koşuşturduğu mekan oldu Haydarpaşa. Tarihi yapısı,
2. Abdülhamid ve Osmanlı dönemine ait kitaplık,
dolap, masa, sandalye, koltuklarıyla yaşayan tarih
oldu. Velhasıl her zaman bizim için önemli ve
değerli oldu Haydarpaşa. 2010 yılının Kasım ayında
çatısı yanmaya başladığında yüreğimiz ağzımıza
geldi. 2013 yılının Haziran ayında rayların bakım ve
onarımı için Haydarpaşa-Pendik banliyö treni
seferlerine 24 ay ara verildiğinde sessizliğe
gömüldü, bir hasret gelip oturdu yüreğimize.
Ardından Haydarpaşa Tren Garı'nın otel olacağı, AVM
yapılacağı haberleri dolaşmaya başladı.
HALKLA BULUŞACAK
Güzel haberi ise Yeni Şafak Pazar olarak biz
okurlarımıza veriyoruz. Haydarpaşa Gar Binası'nın
restorasyon projesi Anıtlar Kurulu tarafından
onaylandı. İhalesi yapıldı. Sözleşme gereği yer
teslimi yapıldı. Kadıköy Belediyesi tarafından
verilecek ruhsatın ardından çalışmalar başlayacak.
Restorasyon projesine göre Haydarpaşa Garı ne otel
ne de AVM oluyor. Tarihi yapısının korunması
kaydıyla Yüksek Hızlı Tren Garı olarak hizmete devam
edecek. Üstelik atıl durumda bulunan çatı katı
restore edilerek müze, sergi alanı, kütüphane,
toplantı ve konferans salonu gibi kültürel işlevlere
ayrılıyor. Yani Haydarpaşa tam anlamıyla şimdi
halkla buluşacak. Sadece ulaşım için değil kültürel
işlevler için de bir merkez haline gelecek. 12
milyon 473 bin liraya ihale edilen projenin
öngörülen bitirme süresi 500 gün. Proje ile gar
binasının atıl durumda bulunan kısımları
işlevlendirilmiş olacak. Konumu itibariyle Topkapı
Sarayı, Sultanahmet, Kadıköy'e kadar uzanan müthiş
bir görselliğe sahip, oldukça büyük bir mekan
kullanıma açılacak.
ASLINA UYGUN YAPILACAK
Projede yangından hasar gören çatının
restorasyonunda çatı katına sergi alanı, konferans
salonu, kafeteryanın yanı sıra danışma, ofisler,
arşiv, ve tuvalet yapılması öngörülüyor. Bina
içindeki mevcut asansör yenilenecek, uzun kolda yeni
bir asansör yapılacak. Mevcut ısıtma sistemi yerine
fan-coil sistemi kurulacak. Eksik veya hasarlı
bezemeler tamamlanacak, temizlenecek. Tavan ve duvar
sıva ve boyaları yenilenecek. Ahşap elemanların
bakım onarımları yapılacak. Dış cephelerde
kirlenmiş, yosunlanmış bölümlerin uygun yöntemlerle
temizliği yapılacak. Eksilen, yok olan, kırılan
taşlar tedarik edilecek ve onarılacak.
1908 yılından beri ayakta
Haydarpaşa Gar Binası 2. Abdülhamid zamanında
yapıldı. İhtişamlı, dünyada ses getirecek bir yapı
olmasına niyet edilerek Haydarpaşa Garı'nın yapımı
için dünyanın dört bir yanından en başarılı
mimarların katıldığı bir yarışmayla gerçekleşti.
Titizlikle incelenen projeler arasında iki Alman
mimarın sunumu üzerinde karar kılındı: Otto Ritter
ve Helmuth Conu. Projeyi Anadolu Bağdat isimli bir
Alman şirketi üstlendi. Almanya ve İtalya'dan yüzün
üzerinde usta İstanbul'a getirildi. 30 Mayıs 1906'da
başlayan çalışmalar 19 Ağustos 1908'de tamamlandı ve
görkemli bir törenle Haydarpaşa garı hizmete açıldı.
 
 
 
 
 

Yeni Şafak, Haber: Emeti Saruhan, 16.08.2014
|
HACILAR BÜYÜK HÖYÜK'ÜN SAVUNMA SİSTEMİ ORTAYA
ÇIKARILIYOR
Burdur’da başlatılan ve yaklaşık 50
kişilik ekibin görev aldığı kazı çalışmalarında,
Hacılar Büyük Höyük’ün savunma sistemini oluşturan
surların 150 metrelik kısmı ortaya çıkarıldı.
Hacılar Büyük Höyük’te başlatılan kazılarda görev
alan Prof.Dr. Refik Duru, gazetecilere yaptığı
açıklamada, kazı başkanlığını İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve
Ön Asya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.
Gülsün Umurtak’ın yaptığı çalışmalarda, 30 işçi, 10
öğrenci ve çeşitli alanlardaki akademisyenlerin
görev yaptığını söyledi.
Hacılar Büyük Höyük’ün, Anadolu’da 1950′li
yıllarda çok tanınmış bir kazı yeri olan Hacılar’dan
farklı bir alanda bulunduğunu anlatan Duru, burada
kazı çalışmalarının 2011 yılında Kültür Ve Turizm
Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına
başlatıldığını kaydetti.
Duru, yaklaşık 280 metre çapında, hafif dairemsi
ve biraz oval olan höyüğün yüksekliğinin yer yer
12-13 metre civarında olduğunu bildirdi.
“Çok güçlü bir savunma sistemi ortaya çıktı”
Yapılan çalışmalarda höyükte en son yerleşimin
milattan önce 2500-2800 yıllarında, arkeologların
İlk Tunç Çağı dedikleri dönemin ikinci evresinde
yaşandığını anlatan Prof.Dr. Duru, şöyle konuştu:
“Höyüğün eteklerinde son üç yılda geniş çaplı
yeni araştırmalara geçildi ve burada çok güçlü bir
savunma sistemi ortaya çıktı. Anlaşılıyor ki höyüğün
merkezi kesiminde bir yerleşme var. Ama bu
yerleşmenin dışında çok güçlü 1,5-2 metre
kalınlığında, 1,5-2 metre yüksekliğine kadar taştan
masif duvarlı bir savunma sistemi bulunuyor. Bu
sistemin şimdilik 150 metrelik kısmını açtık. Çok
enteresan bir savunma planı söz konusu. Burayı
planlayan dönemin mimarı sistemi bir odalar dizisi
halinde düşünmüş ve uygulamış.”
“Benzeri görülmeyen nitelikte bir sur sistemiyle
çevrili”
Duru, mimarların surun dönüşünü temin için küçük
kırılmalar, dış tarafta testere dişi gibi dişler
yaparak 10 metrede, 8 metrede bir açı değiştirerek
daireyi tamamlamayı planladıklarını belirterek,
şunları söyledi:
“Höyük, Anadolu’da, eski dünyada, Ön Asya’da da
benzeri görülmeyen nitelikte bir sur sistemiyle
çevrili. Hiç tahmin edilemeyecek kadar güçlü bir
yerleşme. Büyük olasılıkla mahalli krallığın
başkenti olmalı. Orayı kazıyoruz. Dolayısıyla bizim
açımızdan çok heyecan verici. Görsel olarak da çok
etkileyici bir yer.”
Hacılar Büyük Höyük’teki yerleşimlerin henüz
yazının keşfedilmediği dönemde olduğuna değinen
Duru, bölgede yaşayanların dilini ve kimliklerini
bilemediklerini vurguladı.
Antropologların buldukları insan kalıntılarını
incelediklerini ancak iskeletlerden kesin sonuçlara
varmanın söz konusu olamayacağını ifade eden Duru,
“İnsan olarak bizden hiçbir farkları yoktu. Onun
dışında yaşayanlar hakkında başka bilgimiz yok. Buna
karşılık bu dönem insanının diğer becerileri
konusunda mesela ev eşyası yapımı, süs eşyası
yapımı, mühür üretimi gibi konularda bilgilerimiz
var” dedi.
Kazı çalışmalarında şimdiye kadar çok güzel,
gösterişli mühürler bulduklarına işaret eden Duru,
mühürlerin arkeolojik olarak çok önemli olduğunu
sözlerine ekledi.
haberler.com, 16.08.2014
|
DEFİNE AVCILARI TARİHİ ALANLARI TALAN ETTİ
Gercüş İlçesi Kırkat Köyü mıntıkasında tarihi
alanda defina arayan kişiler, Jandarma tarafından
yakalandı. Define bulmayan ve tarihi alanlara zarar
veren kişiler, gözaltına alındı. Jandarma, kaçak
defineciler ile ilgili yaptığı açıklamada “İl
Jandarma Komutanlığı unsurlarınca Gercüş ilçesi
Kırkat köyü Kole mevkiinde eski yerleşim alanı
içerisinde Kültür ve Tabiat Varlığı bulmak amacıyla
iş makinesi ile izinsiz kazı yapıldığı bilgileri
elde edilmiştir. Adli Makamlara bilgi verilerek
olaya müdahale edilmiş olup, şüpheli S.G. isimli
şahıs tarihi eser bulmak amacıyla iş makinesi ile
izinsiz kazı yaparken yakalanmıştır. Şüpheli şahsın
6 metre derinliğinde kazı yaptığı ve her hangi bir
tarihi eser bulamadığı tespit edilmiştir. Olayda
kullanılan iş makinesi muhafaza altına alınmış olup,
şüpheli S.G. isimli şahıs salıverilmiştir” denildi.
Batman Gazetesi, 16.08.2014
|
|
KÜLTEPE KANİŞ KARUM KÜLTÜR TURLARI BAŞLADI

Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat
Etkinlikleri çerçevesinde 'Tarihe Yolculuk' adı
altında düzenlenen ve büyük ilgi gören Kültepe Kaniş
Karumu Kültür Turları başladı.
Kalabalık bir ziyaretçi grubunun katılımıyla
başlayan turlarla ilgili olarak bilgiler veren
Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire
Başkanı Oktay Durukan, Kültepe'nin Anadolu insanının
yazı ile tanıştığı ilk yer olduğuna vurgu yaparak,
"Asur ve Hititler döneminde önemli bir merkez olan
Kültepe Kaniş Karumu'nu halkımızın bilmesi ve görüp
gezmesi için belediye olarak ücretsiz kültür turları
düzenliyoruz. 'Tarihe Yolculuk' adı altında her
Cumartesi günü gerçekleştirdiğimiz etkinlik,
arkeolojik sunumlar, geziler ve ikramlarla eğlenceli
hale getiriliyor. Ayrıca iki bin yıl öncesinin
ticaret hayatının o döneme ait kostümler ve
aksesuarlarla canlandırılması, katılanları adeta o
döneme götürüyor" dedi.
"BU ETKİNLİĞİN DÜNYADA BİR ÖRNEĞİ YOK"
Kültepe Ören Yeri kazı başkanı
Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu da yaptığı açıklamada Kayseri Büyükşehir
Belediyesi'nin gerçekleştirdiği çalışmaların dünyada
bir örneğinin olmadığına vurgu yaparak, "Dünyada
hiçbir ören yerinde, hiçbir kazı alanında böyle bir
çalışma görmeniz mümkün değil. İnsanların,
Kayseri'nin en önemli tarihi miraslarından birisi
olan Kültepe Kaniş Karumu'nu görmesi ve tanıtılması
amacıyla düzenlenen bu turları çok önemli buluyorum.
Böylesine anlamlı bir çalışma yapan Büyükşehir
Belediyesi'ne ve sayın başkanımız Mehmet Özhaseki'ye
teşekkür etmemiz gerekiyor. Zira 2007 yılından
itibaren bu tür çalışmalara ağırlık verildi ve
Kültepe'nin adı duyulmaya başladı. Bu sayede
burasının tanıtımı ve insanlarda kültür birikimi
sağlamak açısından önemli gelişmelere kapı aralandı.
Dikkat çeken, ilgi gören bir etkinlik olduğunu
düşünüyorum" diye konuştu.
Geziye katılanlar arasında yer alan Kayseri
Arkeoloji Müzesi Müdiresi Gülnaz Savran da müze
müdürlüğü olarak bu etkinliği katkı sağlamaya hazır
olduklarını ifade ederek, "Kültür varlığını sevdiren
ve ören yerini tanıtan bir etkinlik olduğu için
düzenleyenlere çok teşekkür ediyorum. Biz de müze
müdürlüğü olarak her türlü desteği sağlamaya
hazırız" dedi.
Tarihe yolculuk gezisine katılan vatandaşlar da
Büyükşehir Belediyesi'nin önemli bir kültür ve
turizm etkinliği gerçekleştirdiğine vurgu yaparak,
"Gerçekten önemli bir tarihi bölgedeyiz. Ancak
şimdiye kadar buraya gelip görmek mümkün olmamıştı.
Büyükşehir Belediyesi'nin bu etkinliği ile hep adını
duyduğumuz ama görme imkanı bulamadığımız bu bölgeyi
gördük ve önemli bilgiler elde ettik. Hem farklı bir
gün geçirdik hem de tarihe dair bilgilerimizi
artırmış olduk. Büyükşehir Belediyesi'ne teşekkür
ederiz" diye konuştular.
Zaman,16.08.2014
|
LATMOS'TA TARİH ÖNCESİNE AİT 2 YENİ RESİM DAHA
BULUNDU

Zirvesine çıkıldığında Bafa ve Azap Gölleri ve
Ege Denizi’nin aynı anda görüldüğü Beşparmak
Dağları’nın (Latmos) en güzel doğal peyzajlarından
birine sahip Eğilmez Kaya’da araştırmalar
gerçekleştirildi.
Araştırmaların nedeni, Eğilmez Kaya bölgesindeki
muhteşem doğal peyzaj, olağanüstü güzellikteki
Latmos kayaçları ve bu güzelliği tamamlayan yemyeşil
çam ağaçları içinde bir maden şirketi tarafından
faaliyete başlayan ocaklardı. Karakaya
Köyünde(Mahallesi) toplanan araştırma ekibine,
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge
Müdürü
arkeolog
Mehmet Yılmaz, Müdür Yardımcısı Haydar Coşar,
Harita Mühendisi Ömer Taşçı, Milet Müzesi Müdür
Vekili arkeolog Hasibe Akat, Söke Belediyesi
Arkeoloğu Sezgin Sukoyar, Karakaya Muhtarı Hümmet
Ali Yılmaz, ilk kaya resmini bulan Yaşar Beşparmak
ve EKODOSD üyeleri katıldı. 40 derecenin üzerindeki
bir sıcaklıkta Eğilmez Kaya bölgesine gidilerek,
engebeli arazilerde araştırmalar yapıldı.EKODOSD
Onursal üyesi Dr. Anneliese PESCHLOW’un daha önce
tespit ettiği, Eğilmez Kaya geçidini koruyan
Bizans Dönemi’ne ait yapıların hepsi tescil
edilmek üzere koordinatları alınarak kayıt edildi.
 
Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler
Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, yaptığı
açıklamada, “Latmos’un bakir coğrafyasında hala
sağlamlığını koruyan binlerce yıllık antik yolların,
Eğilmez Kaya bölgesinde kalan bölümleri tescil için
kayıt altına alındı. Kayıtlar yapılırken bölgede
başka buluntular olabilir düşüncesiyle yapılan
araştırmalarda, Bizans Dönemi’ne ait sınır
işaretleri bulundu ve onlarda kayıt altına alındı.
Maden şirketinin ocak açmayı düşündüğü bölgede
yapılan araştırmalarda, 2 alanda Tarih Öncesine ait
8000 yıllık kaya resimleri bulundu. Koruma Kurulu
tarafından tescil edilmesi için bu resimlerde kayıt
altına alındı. Resimlerin ne anlama geldiği, bu
konuda uzman olan ve Eylül ayında Türkiye’ye gelmesi
beklenen Dr. Anneliese Peschlow tarafından
açıklanacak. Yeni bulunan bu resimler bir gerçeği
açıklıkla göstermektedir. Latmos’un bakir
coğrafyasında yer alan binlerce kayanın altında,
hala keşfedilmeyi bekleyen tarihin en eski
sanatçılarının yaptığı insanlık mirasları
bulunmaktadır. Bugüne kadar maden ocakları
tarafından dinamitlerle patlatılan kayaların altında
neleri kaybettiğimiz bilinmemektedir. Önümüzde iki
seçenek bulunmaktadır. 1. Seçenekte; Latmos’un bu
eşsiz ve benzersiz doğasında, Tarih Öncesi Dönemden
başlayarak, Antik Dönemin, Bizans ve Osmanlının
miraslarını ve bu kültürü devam ettiren Beşparmak
Yörüklerini bir bütün olarak korumak, bu olağanüstü
güzellikleri koruma-kullanma dengesi çerçevesinde
yapılacak ekoturizme kazandırmak ve gelecek
nesillere aktarmaktır. 2. Seçenek ise; Bu olağanüstü
güzellikleri ve binlerce yıllık tarihi geri dönülmez
bir biçimde yok ederek, beyaz bir çöl haline
getirmektir. Benzersiz güzellikleri ve özellikleri
olan bu kutsal dağın korunması için, zor şartlarda
özverili bir şekilde çalışan Aydın Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü’ne, Aydın
arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne, Milet Müzesi
Müdürlüğü’ne, Söke Belediye Başkanlığı’na, Karakaya
Muhtarlığı’na gösterdikleri yüksek hassasiyetten
dolayı teşekkür ederiz. Aynı duyarlılığı, başka
hiçbir yerde görülmeyecek olağanüstü güzellikteki
doğal peyzaja sahip Latmos kayaçları için, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğü’nden de bekliyoruz“ dedi.
Milliyet, 16.08.2014
|
ÖREN'DE ANTİK KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Balıkesir'in
Burhaniye İlçesi'nde 2012 yılından bu yana Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen'in bilimsel
danışmanlığında sürdürülmekte olan Edremit
Körfezi'ne ismini veren Adramytteion (Ören)
Kenti'nin Kazı ve Onarım Çalışmaları, 14 Ağustos'ta
başladı.

Burhaniye Belediyesi sponsorluğunda üçüncü
senesine giren kazıların arazi ayağının 26 Eylül'e
kadar devam ettirilmesi planlanıyor.
Kazılar, Arkeoloji, Sanat Tarihi, Mimarlık ve
Şehir Bölge Planlama Bölümlerinden 13 öğretim
üyesinin yanı sıra, bu yıl 40'a yakın lisans ve
lisansüstü öğrencisinin işbirliğinde
gerçekleştiriiyor.
2012'den bu yana gerçekleştirilen çalışmalar,
yerleşimin günümüzden 7 binyıl öncesine (Kalkolitik
Çağ) kadar indiğini somut kültür ürünleriyle ortaya
koymuş olup, bu yıl ki çalışmalar da yoğun buluntu
veren zengin kültür katlarında, farklı dönem ve
kültürler üzerine devam ettiriliyor.
Geçtiğimiz yıl kazısına başlanan alanlarından
biri olan E Bölgesi'nde, Belediye Evlerinin
arkasında kalan alanda, 6 metre derinlikte giriş
bölümü ve mozaik avlusu saptanan Bizans Sarayı bu
yılki çalışmalarla gün yüzüne çıkarılıyor.
Kent planını ve kültür katlarını saptamak üzere
açılan sondajlar da çalışmanın bir diğer ayağını
oluşturuyor.
Ekip diğer yandan, 2012 ve 2013 yılında kazısı
tamamlanan Ören Meydan'daki limanla ilişkili ticari
depo alanları ve yine çalışma kapsamında D Bölgesi
olarak adlandırılan 2067. Cadde'de kazısı tamamlanan
Geç Roma – Bizans Dönemi konutlarının kalıcı koruma
ve çevre düzenleme uygulamaları için proje
çalışmalarını devam ettirmekte olup, söz konusu
projeler yakın önümüzdeki aylarda uygulanmak üzere
ilgili koruma kurulu onayına sunulacak.

Yrd. Doç.Dr. Özgen, Ören'in Körfez tarihi için
olduğu kadar Batı Anadolu'nun erken tarihi için de
çok önemli ipuçlarını barındırdığını, Ören ve
Burhaniyelilerin bu önemli antik kentin baş
mirasçısı olduğunu belirtti.
Kazı çalışmalarının yanı sıra, Koruma Amaçlı İmar
Planı çalışmalarının da tamamlanmak üzere olduğunu
hatırlatan Özgen, "Mevcut sit durumu ilkelerine
sadık kalarak hazırlanan bu plan, Ören'in, mevcut
ihtiyaçlarını yönlendiren ve tescilli tabiat
varlıklarını kültür varlıklarıyla birlikte bir değer
olarak öne çıkaran niteliktedir. Arkeopark
düzenlemeleri, arkeoloji ve sanat atölyeleri ile
1960 ve 70 dönemlerinin karakterini yansıtarak
yaşayan mevcut yapıları ortak bir çerçevede
buluşturan ve yakın zamanda yürürlüğe girecek olan
bu plan, Ören'in kendine has dokusuyla bir model
olarak ileriki nesillere aktarılmasının bir nevi
miras belgesidir" dedi.
Son Devir, 15.08.2014
|
DİDİM'DE TAPINAK ÖNÜNDEKİ YOL KAZI NEDENİYLE KAPANDI
Didim’de Alman
Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen ve
Milet Müze Müdürlüğü sorumluluğunda devam eden kazı
çalışmaları kapsamında Apollon Tapınağı'nın önüne
geçen yolda sondaj çalışması yapılıyor.
Didim’de dünyaca ünlü Apollon Tapınağı çevresinde
Alman Arkeoloji Enstitüsü 107 yıldır sürdürülen kazı
çalışmaları tapınağın önünden geçen yolda
sürdürülüyor. Milet Müze Müdürlüğü sorumluluk
alanında yürütülen kazı çalışmaları kapsamında yol 1
ay süreliğine trafiğe kapatılırken kapatılan yolun
ardından yol üzerinden kazı ekiplerinin kontrolünde
çalışma yapıldığı görüldü.
Didim Kaymakamı Ersin Emiroğlu kazılar yapılacağı
yol için 1 ay süreliğine izin verildiğini ifade
ederek belirlenen yerde sondaj çalışması yapıldığını
söyledi.

Bilindiği üzere bu yıl yapılan Kazı çalışmaları
kapsamında daha önce tapınağın doğu kısmında ve
Hisar Camisi içerisinde kazılar yapılmış camide
yapılan kazıda iskelet bulunmuştu.
Milliyet, 15.08.2014
|
MEDENİYETLERİN ÇÖKÜŞÜNÜN
ASIL NEDENİ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
İklim değişikliğinin tarım üzerindeki
etkisinin Antik Yakın Doğu topluluklarının
yükselişindeki ve çöküşündeki asıl faktör olduğuna
yönelik görüşler yapılan araştırmalar sonucu ağırlık
kazanıyor.
Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları dergisinde
yayınlanan son araştırma birçok antik topluluğun
büyük iklim dalgalanmalarına bağlı oluşan
kuraklıktan etkilendiğini gösteriyor.
Alman Araştırma Vakfı tarafından desteklenen,
Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nden Dr. Simone
Riehl’in liderliğinde yürütülen antik tahıllar
üzerindeki arkeolojik araştırma, ilk tarım
topluluklarında iklimin etkisini tespit etmeyi
amaçlıyor. “Bereketli Hilal” olarak
bilinen bir zamanlar antik tarımın gelişmesi ile
büyük şehirlerin yükseldiği bölgeyi inceleyen ekip;
araştırmanın iklim değişikliğinin yol açtığı
kuraklığın medeniyetlerin sonunu getirdiğine dair
yeni kanıtlar sunduğunu belirtiyor.
Tahıl analizi
Dr. Simone Riehl ve ekibi, bölgenin 33 farklı
arkeolojik sitesinden alınan en eskisi 12 bin en
yenisi 2500 yıllık olan 1037 adet antik arpa
tanesinin yetiştirilirken yeterince su alıp
almadıklarını tespit etmek için
izotop
analizi ile arpa örneklerini inceliyor.
Ayrıca aynı bölgenin 13 ayrı yerinden alınmış modern
örneklerle de antik örnekler karşılaştırıyor.
Riehl ve ekibi, Karbon izotopu binlerce yıl sabit
kaldığı ve kesin olarak ölçülebildiği için iki
kararlı Karbon izotopu (12C ve 13C)
ile tanelerin içeriğini ölçüyor. Arpa çimi
yetiştirilirken yetersiz su alırsa, hücrelerinde
biriken karbon izotoplarının oranı normalden daha
fazla oluyor. Riehl ve ekibi bu sayede tahılın
yetişirken bulunduğu gerçek koşulları net olarak
görebiliyor.
Geçmişi 12 bin yıla varan tahıl örneklerinin
analiz edildiği araştırma gösteriyor ki hava iyi,
toprak bereketli ve sulama sistemi iyi yönetilirken
medeniyet büyüyor ve zenginleşiyor. Ne zaman ki
iklim değişip yağış aralıkları artmaya başlıyor o
zaman tarım çöküyor ve şehirler terk ediliyor. Ekip,
birçok yerleşim yerinin büyük iklim dalgalanmalarına
bağlı oluşan kuraklıktan etkilendiği sonucuna
varıyor.
Kuraklığın etkileri
Araştırma ile kuraklığın Antik Yakın Doğu
tarımına ve topluluklarına çok farklı etkilerinin
olduğu ve toplulukların kuraklıkla mücadele için
birbirlerinden farklı yöntemler geliştirdikleri
tespit ediliyor. Araştırma bulguları Akdeniz’in doğu
ucundaki, Levant bölgesinin kuzey kıyı bölgelerinin,
kuraklıktan daha az etkilendiğini göstermekle
beraber daha içerilere doğru gidildiğinde,
kuraklığın sulama ihtiyacı doğurduğu hatta, bazı
aşırı durumlarda, bölgenin terk edilmesine yol
açtığını gösteriyor.
Aynı bölgede göçler devam ediyor
Araştırmanın yazılmasına katkı sunan Yale
Üniversitesi’nden antropolog Frank Hole
kuraklığa bağlı göçler ile ilgili
NBC News’e şu açıklamayı yapıyor;
Göç günümüz dünyasında da devam ediyor.
Örneğin, Suriye’nin tarım ile geçinen köylerinde
2006-2010 arasında yaşanan kuraklık nedeni ile
nüfus %70 oranında göç etti. İnsanlar suyun
olduğu ve büyük şehirlerin olduğu batı bölgelere
göç ediyor. Arap baharının arifesinde Halep gibi
şehirlere toplanan bu göçmenler ayaklanmada da
rol oynadılar.
Gelecek için dersler
Riehl’e göre araştırma sonuçları tahıl riski
altındaki bölgenin şu anki koşullarını
değerlendirmeye de yardımcı olabilir. Yale
Üniversitesi’nde Yakın Doğu Arkeoloji Profesörü Harvey
Weiss da araştırma sonucunu yorumlarken
gelecek için alınması gereken dersleri
NBC News haberinde şu şekilde açıklıyor;
Antik Yakın Doğu’da fosil yakıtların
yakılması gibi insan etkisi olmaksızın aniden
ortaya çıkan ve nüfusu şaşkına uğratan
kuraklıklar yaşandı. O zamanki kuraklıklar
günümüzdekinden farklı. Biz şu an ne olduğunu,
ne zaman olacağını, etkilerinin ne olacağını
biliyoruz. Bu bağlamda geçmişte yaşanan
kuraklıklar, mevcut durumu ve geleceği anlama
kabiliyeti olan bizler için çok öğreticidir.
Pozitif yönde çabalar harcayarak bu etkileri
azaltabilir ve gelecek yeni nesilleri
koruyabiliriz.
Yeşil Gazete, Kaynak: alphagalileo.org,
nbcnews, 15.08.2014
|
KANALİZASYONDAN ROMA DÖNEMİ ÇIKTI!

Ankara Ulus semtinde yapımı devam eden Hacı
Bayram Veli Çarşısı sokağının kanalizasyon
çalışmalarında tarihi eserler ortaya çıktı. Belediye
yetkililerin kepçe yardımıyla yolda yaptığı kazı
çalışmalarında Roma dönemine ait olduğu tahmin
edilen sütun parçaları bulundu. Ayrıca, yapılan
kazılarda sütunların çıktığı bölümde tünel tarzı bir
bölüm bulunduğu öğrenildi. Vatandaşlar, daha önce de
bölgede çıkartılan tarihi eserlerin ortadan
kaybolduğunu ve yetkililerin bu konuda duyarlı
olmalarını istedi.
Ankara Valiliği’nin arka girişinde yapılan
kanalizasyon çalışmaları kapsamında Belediye Fen
İşleri ekipleri yolu kazarak beton boruları
yerleştirmek istedi. Kepçe yardımıyla yapılan kazı
çalışmalarında toprağın 5 metre altında sütun
parçalarının olduğu fark edildi. Bunun üzerine
çalışmalara ara verildi. Topraktan çıkartılan bazı
parçalar incelenmek üzere çıkartıldı. Çıkartılan
parçalardan sütun direği ve işlemeli başı koruma
altına alındı. Bu sırada sütunların çıktığı bölgede
tünel tarzı boşlukların olduğu öğrenildi. Belediye
ekipleri de çıkan parçaların fotoğraflarını alarak
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ekiplere bilgi
verdi.
Sütun parçalarının çıktığı bölge Ankara Valiliği
önünde bulunan Jülian Sütunu çevresinde olması,
çıkan parçaların bölge tarihine ışık tutabileceğine
yönelik kanaatleri güçlendirdi.
Çevredeki vatandaşlar da daha önceden bölgede
çıkartılan tarihi eserlerin kimliği belirsiz
kişilerce alındığını ya da tahrip edildiğini,
yetkililerin bu konuda duyarlı olmaları gerektiğini
belirtti.
Vatan, 15.08.2014
|
KARADENİZ'İN 'EFES'İ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Karadeniz'in "Efes"i diye bilinen, 1. yüzyılda
inşa edildiği belirtilen Konuralp Mahallesi'ndeki
antik tiyatroda kazı çalışmaları sürüyor.
Düzce Üniversitesi (DÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurperi
Ayengin, yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarının 15
Temmuz'da başladığını söyledi.
Ayengin, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle
başlanan kazıların oldukça verimli gittiğini,
valilik, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konuralp
Müzesi ve DÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü'nün ortaklaşa çalışmasıyla yürütüldüğünü
belirterek, çalışmaların antik tiyatronun sahne
bölümünde devam ettiğini anlattı.
Tiyatronun seyirci bölümünde toprak kaymaları
olduğunu, bu bölüm desteklendikten sonra restore
edilebileceğini aktaran Ayengin, "Tiyatro, sit alanı
olmadan önce burada 16 ev varmış. İnsanlar
tiyatronun hem içinde hem de dışında ev yapmış.
Kazılar sırasında bu evlerin temellerini de ortaya
çıkarttık. İnanılmaz dolgu oluşmuş, şimdi o dolgu
topraklarını çıkarıp restorasyon projesi
hazırlayacağız" ifadesini kullandı.
Prusias ad Hypium'un oldukça zengin bir antik
kent olduğuna işaret eden Ayengin, "Kentte 10 bin
kişilik tiyatro alanı var. Heykeltıraş eserlerine de
baktığımızda kentin zenginliğini görüyoruz. Yine
bunları destekleyen su kemerleri mevcut. Tüm bunlar
buranın zengin bir kent olduğunun göstergesidir"
değerlendirmesinde bulundu.
Tiyatro alanında 4 yıllık çalışma sonrası
restorasyon aşamasına geçilebileceğini aktaran
Ayengin, şöyle konuştu:
"Kazı çalışmaları vatandaşlar tarafından büyük
ilgiyle takip ediliyor. Halkın ilgisi inanılmaz
yoğun. Burayı hep beraber, el ele restorasyon
aşamasına getirirsek çok önemli bir turizm alanı
kazanılmış olacak. Düzce Valiliği, Düzce Belediyesi,
Konural Müzesi ve Düzce Üniversitesi'nin büyük
katkıları var. İnanılmaz işbirliği içinde
çalışmalarımızı yürütüyoruz. Geçen yılki kazılarda
oldukça önemli yol kat ettik.
Şu anda arkeologlarımız, mimarlarımız ve
öğrencilerimizle 15 kişiyiz. 15-20 kişilik de işçi
grubumuz var. Onlarla beraber çalışma yürütüyoruz."
Trt Haber, 15.08.2014
|
ALMAN TURİSTLER ANIT MEZARLARA HAYRAN KALDI

Almanya’dan
Gaziantep’in Araban
İlçesi'ne gelen Alman
turistler
Roma döneminde kalma anıt mezarları yerinde
inceledi.
Gaziantep’in Araban İlçesi'ne bağlı Elif, Hisar ve
Hasanoğlu mahallelerindeki üç adet Roma döneminde
kalma tarihi anıt mezarları görmek için Almanya’dan
Araban İlçesi'ne gelen iki Alman turist Frank Sitter
ile Carolin Ritzmann Arabanlı Fazlı Turan’ın
tercümanlığında ilçedeki gazetecilerle birlikte
tarihi Anıt Mezarları tek tek gezdi. Anıt mezarları
yerinde gören turistler anıt mezarın mimarisine ve
yapılan restorasyon çalışmalarına hayran
kaldıklarını belirtti.

Anıt mezarların restorasyon işi
AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet
Erdoğan’ın çabası sonucu 6 yıllık çalışma kapsamında
Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresinin sağladığı
bütçe ile yapıldı. Anıt mezarları yerinde gören
Alman Sitter ile Carolin gün boyu incelemelerde
bulundu. Turistler yok olma tehlikesi ile karşı
karşıya olan üç tarihi eserin kurtarılıp tarih
turizmine kazandırılması için emek veren Gaziantep
Valisi
Erdal Ata’ya ve AKP Gaziantep Milletvekili
Mehmet Erdoğan’a teşekkür etti.
Araban İlçesi sınırlarında yer alan üç anıt mezar
askeri ve ticari anlamda Fırat’a paralel olarak
kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat’a doğru
gelen çok önemli iki yolun kavşağında yer
almaktadır. Roma döneminde bölgedeki zengin, asil,
üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli asker kişiler
için yapılmış olduğu düşünülmektedir.
Milliyet, 15.08.2014
|
JAPONLAR YOL İÇİN İMZA TOPLADI

Geçtiğimiz günlerde Nemrut Dağı'na çıkmak isteyen
80 kişilik Japon turist kafilesi, yolun bozuk olması
nedeniyle dağa çıkamayınca, yolun yapımı için
yetkililere iletilmek üzere kendi aralarında imza
topladı.
11 Ağustos tarihinde Nemrut Dağı'na giden Japon
turist kafilesi içinde, yaşı genç olanların dağa
çıktıkları ancak daha yaşlı olan 30'a yakın turistin
ise, yolun bozuk olması nedeniyle geri döndüğü ve
yolun yapılmasi için aralarında imza topladıkları
bildirildi. Japonya'dan kalkıp Nemrut Dağı'nı
görmek için Malatya'ya gelen ancak Güneş Motel'den
sonraki 2.5 km'lik yolun bozukluğu nedeniyle
heykellerin bulunduğu alana çıkamayan Japon
turistlerin, hayal kırıklığı yaşadıkları ve büyük
üzüntü duydukları kaydedildi. Japonlar, topladıkları
imzaları, ilgili kurumlara ulaştırmak üzere Güneş
Motel'i 33 yıl boyunca işleten Şevket Aydın'a teslim
etti.
"Malatya yol yüzünden turistini kaybetti"
Dağın eteğindeki Güneş Motel'in eski işletmecisi
Şevket Aydın, Japon turistlerin "Kalkıp dünyanın
bir ucundan Nemrut Dağı'nı görmek için geliyoruz
ancak 2 km'lik yol yüzünden dağı göremeden gitmek
zorunda kalıyoruz" şeklinde üzüntülerini dile
getirdiklerini söyledi. Nemrut Dağı eteğinde
yapılan düzenleme çalışmaları nedeniyle ağır tonajı
kamyon ve TIR gibi araçların Malatya tarafındaki
yoldan gittiğini ve bu araçların zaten bozuk olan
yolu daha da kullanılmaz hale getirdiğini belirten
Aydın, "Güneş Otel'in işletmecisiydim ama
Malatya'nın büyükşehir olmasından sonra Nemrut
dağına çıkan yol Malatya Büyükşehir Belediyesi'nin
uhdesine geçti. Nemrut Dağı'nın etrafında yapılan
düzenleme çalışmaları nedeniyle ağır tonajlı kamyon
ve tırların geçmesi nedeniyle yol bozuldu. 11
Ağustos tarihinde 80 kişilik japon tursit grubu
geldi. Otelden sonra dağa çıkan 2.5 km yol bozuk
olduğu için dağa gidemediler ve yetkililere teslim
etmemiz için imza topladılar. Maalesef turistler
üzülerek gitmek zorunda kaldı" dedi.
Nemrut Dağı'na Malatya tarafından çıkan yolun
bozuk olması nedeniyle önemli oranda turist
kaybettiğini belirten Şevket Aydın, "Turist
sayısında önemli miktarda azalma var. En önemli
nedeni ise ulaşım. Nemrut'a bir gelen turist,
gittiğinde ulaşım sıkıntısını binlerce kişiye
aktarıyor. Biz bu nedenle önemli oranda turist
kaybettik. 1987 yılından 1996 yılına kadar Güneş
Motel, Haziran ayından Eylül ayının 15'ine kadar
full dolu olurdu. Şimdilerde ise günde en fazla 5
veya 10 kişi geliyor. Turist sayısının düşmesi,
Malatya'nın turizmden elde ettiği gelirin de önemli
miktarda azalmasına neden olmuştur" ifadelerini
kullandı.
"Belediye de ilgisiz kaldı"
Malatya'nın büyükşehir olması ve bu yolun Malatya
Belediyesi'nin kontrolüne girmesiyle sevindiklerini
ancak Malatya Belediyesi'nin de konuya ilgisiz
kaldığını dile getiren Şevket Aydın, "Bu yolun
bozuk olması Malatya'nın kaybı demektir. Nemrut
yolunun bir an önce düzeltilmesini ve turistlerin
rahat ulaşmasını sağlamalıyız. Zaten orada yola
serilmesi için elenmiş malzeme var. Sadece bu
malzeme mevcut 2.5 km kısma serilirse yol düzelir.
Biz yetkililerimizin ve siyasilerimizin bu konuya el
atmasını bekliyoruz" diye konuştu.
Malatya Haber, Haber ve Fotoğraf: Güler Hazar,
14.08.2014
|
SAGALASSOS ANTİK KENTİ KAZILARI SÜRÜYOR
Burdur'un
Ağlasun İlçesi'nde bulunan Sagalassos antik kenti
kazılarının bu yılki bölümü, antik kentin 6
bölgesinde devam ediyor.

Sagalassos antik kenti kazılarında, işçiler ve
öğrenciler dahil yaklaşık 100 kişilik ekip
çalışıyor. Yeni sezon kazılarda Belçika Leuven
Katolik Üniversitesi'nden Prof.Dr. Jeroen Poblome
de yer alıyor. Kazı başkan yardımcısı Ebru Torun,
Sagalassos'u ziyaret ederek kazıları yerinde
inceleyen Ağlasun Kaymakamı Mesut Tabakcıoğlu'na
çalışmalar hakkında bilgi verdi.
SAGALOSSOS'TA KAZILAR 6 BÖLGEDE YAPILIYOR
Ebru Torun, Sagalassos'ta Roma hamamı, yukarı
Agora'nın güneydoğu girişi, altındaki sütunlar,
kütüphanenin yanında bulunan cadde, çömlekçiler
mahallesi ile çömlekçilerin birlikte kullandığı
birlik binası olarak tahmin edilen yer olmak üzere 6
alanda kazı çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
Restorasyon çalışmalarının da devam ettiğini anlatan
Torun, "Daha önce anıtsal yapılara odaklanılmıştı.
Yeni kazı programında normal halkın gündelik
hayatına odaklanılıyor" dedi.
Bu yıl 25'inci yılına ulaşan Sagalassos
antik kenti kazılarında yukarı Agora'nın giriş
kemerlerinin taşları tek tek belirlenip ayağa
kaldırılırken, kuzey kapısının kemeri de
tamamlanacak. Agoranın dört köşesinde bulunan
güneybatı onursal sütunu da ayağa kaldırılacak,
döşeme taşları ve tesviyesi yapılacak, Roma
hamamının altında yer alan tonozlu mekanlar yapısal
olarak güçlendirilecek.
Sagalassos antik kenti kazılarında bu yıl ayrıca
3 boyutlu restorasyon işlemine geçildi. Bu sistemde
taşlar fotoğraflanıyor, 3 boyutlu resim yardımıyla
kısa zamanda ve süratli bir şekilde yerlerine
konuluyor.
Gerçek Gündem, Haber: Sadun Kılıç, 14.08.2014
|
EVİNDE ROMA DÖNEMİ TARİHİ ESERLERİ BULUNDU

Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi’nde bir evde
arama yapan jandarmalar, Roma dönemine ait lahit,
dibek taşı, yalak taşı ve sütun başı olmak üzere
toplam 4 tarihi eser ele geçirdi, 1 kişi gözaltına
alındı.
İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, Z.E. isimli
şüphelinin Dedepaşa Mahallesi’ndeki 1′inci derece
sit alanı olan Bağımlı Höyüğü’nden tarihi eser
çıkarıp evine götürdüğü bilgisi üzerine harekete
geçti. Jandarma, savcılık talimatıyla şüphelinin
evine düzenlediği baskında bahçede Roma dönemine ait
1 lahit, 1 dibek taşı, 1 yalak taşı ve 1 sütun başı
olmak üzere toplam 4 tarihi eser ele geçirildi.
Tarihi eserler Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü’ne
teslim edilmek üzere el konulurken, şüpheli Z.E.
gözaltına alındı.
Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.
haberler.com, 14.08.2014
|
'NERİK' GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Samsun'un Vezirköprü
İlçesi'ne bağlı Oymaağaç
Mahallesi'nde Hititlerin kutsal şehri "Nerik"in
ortaya çıkarılması için arkeolojik kazı
çalışmalarına yeniden başladı.
Hitit
yazıtlarında adı sıkça geçen, Hititlerin kutsal
olarak kabul ettiği tarihsel yerleşme Nerik
olduğu sanılan alanda 2005 yılından bu yana
sürdürülen kazıya başkanlık eden Uşak
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Rainer Maria Czichon, 9
yıldır bir mabedin üzerinde çalışmaları
yürüttüklerini söyledi.
Kazı çalışması esnasında 3 mabedin üst üste
olduğunu tespit ettiklerini belirten Czichon,
"Hititler mabetlerini üst üste inşa etmişler.
Hem eski duvarları hem yeni duvarları kazı
çalışmasında yan yana çıkıyor. Biz hangisi eski
hangisi yeni onu çözmeye çalışıyoruz. Bu dönemin
sonunda hangi mabet hangi girişten kullanılmış
onları belirleyeceğiz" dedi.
4 BİN YILLIK SİLO HEYECANI
Mabetlerin dış kısmında kazı çalışması
esnasında buldukları 2,5 metrekare genişliğinde
ve 4 metre derinliğindeki silonun ekibi
heyecanlandırdığını vurgulayan Czichon, şöyle
devam etti:
"Buranın başlangıçta bir su kanalı olduğunu
düşündük ancak bulunan kalıntılar silo olduğu
kanısını güçlendiriyor. Çünkü alt kısımda
incecik beyaz bir sıva kalıntısına ulaştık. Yani
taş duvarın iç kısmında sıva kalıntısı var, bu
da silo olduğu kanısını güçlendiriyor. Hem de
anıtın içinde obsidyen bıçaklar ve parçaları
bulduk. Sanki bir şey kesmişler, belki düven
gibi bir şey kullanmışlar. Düven Roma döneminde
kullanılmıştı, bunu biliyoruz ama ilk
kullananlar Hititler miydi? Bunu çözmeye
çalışıyoruz. Oymaağaç'ın en hezeyanlı kazı yeri
şu an orası."
Kuyuyu tabana kadar indirmeye çalıştıklarına
değinen Czichon, "Genellikle tabanda enteresan
şeyler bulunur. Siloyu ne için kullanmışlar bunu
bulabiliriz. Kuyunun içinde 4 binlik yanmamış
ahşap parçası bulduk. Bulduğumuz böyle küçük
parçalar bizi çok mutlu ediyor" diye konuştu.
TÜNEL, ÇÖKME TEHLİKESİNE KARŞI
KAPATILDI
Geçmiş kazı çalışmalarında Nerik'te bulunan
50 metre uzunluğundaki tüneli çökme tehlikesine
karşı kapattıklarına dikkati çeken Czichon,
şunları kaydetti:
"Eğer burası gerçek Nerik'se ki biz öyle
olduğuna inanıyoruz ama bu oran yüzde 90
olmasına rağmen yüzde 10'luk küçük bir soru
işareti hafızalarda hep var. Burası gerçekten
Nerik'se bu tünel de 'hava tanrısı'nın tüneli.
Tünelin nereye kadar gittiğini biz de çok merak
ediyoruz ama geçen yıl bir sıkıntı çıktı.
Duvarlardan taşlar düştü, bir hayati tehlike
oluştu. İstanbul Teknik Üniversitesi, Amasya
Üniversitesi ve İzmir'deki bir üniversiteden
mimar, inşaat mühendisi 6 profesör geldi. Şimdi
bu profesörlerin raporunu bekliyoruz. Çözüm
bulduğumuz takdirde tüneldeki kazı çalışmasına
devam edeceğiz."
Kazı çalışmasının büyük bölümünün Türkiye'nin
çeşitli üniversitelerinden gelen öğrencilerce
yürütüldüğünü ifade eden Czichon, Danimarka,
Almanya, Slovakya'dan öğrencilerin kazı
çalışmasına destek verdiğini sözlerine ekledi.
Trt Haber, 13.08.2014
|
TARİHİ MOZAİKLER DEFİNECİLERİN TAHRİBATIYLA BULUNDU
Karaman'ın Sarıveliler
İlçesi'nde tarihi bir ören
yerinde kepçe ile kazı yapan kişiler, yüzlerce
yıldır toprak altında olan eşsiz güzellikteki
mozaiklere zarar verdi. Olay, tatil için
geldiği köyünde, öğretmen Yücel
Özyurt'un yetkililere haber vermesi üzerine ortaya
çıktı.
Göktepe beldesi Çukurbağ Mahallesi'ndeki ören
yerine paletli kepçe ile geldikleri öğrenilen
defineciler, belirledikleri bir noktada kazı yapmaya
başladı. Toprağın yaklaşık 1 metre altında mozaik
bir yapı ve duvarlara rastlayan şüpheliler, yaklaşık
150 metrekarelik bir alanı 4 metre daha kazdı. Bu
sırada mozaik alan zarar görürken, eşsiz
güzellikteki mozaikler parça parça gün yüzüne
çıktı.
Ören yeri yakınlarındaki tarlalarına
giden, tatilini geçirmek için köye geldiği öğrenilen
öğretmen Yücel Özyurt ve yakınları, yerin
kazıldığını görünce durumu hemen Karaman Müze
Müdürlüğüne bildirdi. Olay yerine giden Karaman Müze
Müdürü arkeolog Abdülbari Yıldız ile Ermenek ve
Sarıveliler bölgelerinde yüzey araştırmaları
yapan Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ)
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Ercan Aşkın, incelemelerde bulundu.
Müze Müdürü Yıldız, gördüğü manzara karşısında
şaşkınlığını gizleyemedi. Yıldız, ilk tespitlere
göre yapının 3. veya 4. yüzyılda, Roma
İmparatorluğu dönemine ait olabileceğini söyledi.
Yapının muhtemelen doğu batı cepheli, kazılmış
alanın ise yapının giriş bölümü olduğunu tahmin
ettiklerini ifade eden Yıldız, şunları kaydetti:
"Yapının ana merkezi daha toprak altında. Zaten
üst kısım antik dönemden bu yana zarar görmüş.
Yüzeyde bol miktarda Roma dönemine ait seramik
parçaları var. Mozaik binanın havlusuna veya
bahçesine yapılmış. Nitelikli bir yapı. Dini bir
yapı veya dönemin önemli isimlerinden,
komutanlarından veya aristokratlardan birine ait
olabilir. Çünkü bu mozaikler herkesin evine
yapılmaz. Kalın Horasan harcının üzerine yapılmış
bir mozaik. Motifler daha önce görmediğimiz
türden, geometrik ve balık pulu şeklinde yapılmış.
Kalınlığı ve üzerindeki aşınmalardan bir iç havlu
mozaiği olduğunu düşündürüyor. Bir kısmı kazıda
zarar görmüş. Fakat kazı yapılan alana bakıldığında
mozaiklerin devamı var. Mozaik yapı, toprağın
altında katman halinde görülüyor. Acilen bir
kurtarma kazısı yapılması lazım. Burası bir antik
bir kent olabilir. Gerekli yazışmalar yapılıp
çalışmalar başlatılacak."
- Bölgede bugüne kadar mozaiğe çok az
rastlanmıştı
Mozaiklerin altında para veya değerli maddeler
aradığının anlaşıldığını ifade eden Yıldız, "Hiçbir
zaman mozaiklerin altında bir şey olmaz. Arkeolojide
mozaik çok önemli. Bu mozaik yapı da günümüze kadar
hiç bozulmadan gelmiş. Oldukça da büyük bir alanı
kapsıyor. Kazı iş makinesiyle yapıldığı için
parçalar büyük bloklar halinde. Bu bloklar bir araya
getirilip birleştirme yapılabilir. Karaman
bölgesinde mozaik yapılara çok az rastlanıyor.
Sağlam olarak ortaya çıkarılırsa bölge önemli bir
turizm alanına dönüşebilir. Kazı daha 3-5 günlük bir
kazı. Kaçak kazı yapanlar yine gelebilir. Onun için
iyi korunması gerekiyor" dedi.
- Tatil için köyüne gelen öğretmen fark etti
Öğretmen Yücel Özyurt ise "Tatilimi geçirmek
için köyüme geldim. Buralar çocukluğumuzun geçtiği
yerler. Gezerken kaçak kazı yapıldığını ve zarar
görmüş mozaikleri fark ettik. Hemen yetkililere
haber verdik. Onlar da geldi. Tarihe böyle
bilinçsizce zarar verilmesine çok üzüldük. Mozaikler
çok güzel. Yetkililer çalışma yapılacağını ve
bölgenin kurtarılacağını söylediler. İnanıyorum ki
çok daha iyi güzellikler ortaya çıkacaktır. Bölgenin
turizme kazandırılmasını istiyoruz" diyerek destek
istedi.
Karaman Müzesi'nin kaçak kazıyı yapanların
tespiti ve yakalanması için ilgili yerellere ihbarda
bulunduğu, jandarmanın soruşturma başlattığı
öğrenildi.
Memleket, Haber: Mehmet Çetin, 13.08.2014
|
TARİHİ KÖPRÜ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Beşiri'de 2 yıl önce
keşfedilen tarihi ‘Memıka’ Köprüsü, restorasyon
çalışmalarıyla ileri ki nesillere emanet edilecek.
Ilısu Barajı altında kalacak olan köprü hakkında
bilgi veren firma yetkilileri, çalışmaların 15 ayda
tamamlandığını ifade ettiler. Yaklaşık 1.000 yıllık
olduğu tahmin edilen ve zamanında kervancıların
kullandığı köprü, Ilısu Barajı sonrası korunmaya
çalışılacağı belirtildi.
Batman Gazetesi, 10.08.2014
|
|
TARİHE IŞIK TUTACAK ORİJİNAL BELGE
Daha önce Batman
Gazetesi'nde tarihi belge ve
kanıtlarıyla ‘Batman’ isminin yüzlerce yıllık
bölgesel köken ismi, Cumhuriyet tarihinde idam
edilen Bekirhan’lılar olayı, Şeyh Said ve
arkadaşlarının idam edildiği mahkeme kararlarını
kamuoyuna duyuran Vakıflar Bölge Eski Müdürü Kerem
Serhedi, bugün; çok tartışılacak, tarihe ışık
tutacak orijinal asırlık vakıfname belgeleri ile,
Kürtlerin, asırlar önce kurdukları vakıflar hakkında
sizlere önemli bilgiler verecek…
Vakıf, belli bir mülkü, emtiayı
belli bir hizmet için sonsuza dek tahsistir. Vakıf
sosyal bir yardımlaşmadır. Tarihi çok eskiye
dayanmaktadır. İstanbul arkeoloji müzesinde muhafaza
edilen ve Hitit dönemine ait MÖ1280-1290 tarihli
vakfiyeler mevcuttur. Bilindiği gibi vakfın amacı
yardımlaşma olduğundan vakıf tarihi insanların
tarihi ile yaşıttır. İslamiyette HZ. Peygamberin bir
hurma ağacını vakfetmesiyle başlamıştır. Osmanlı
döneminde çok amaçlı vakıflar kurulmuştur. Hazinenin
mülkü 3/4 vakıf idi yani sosyal ve hayri işlerin
çoğu vakıflar tarafından ifa edilirdi. Hatta fakir
kızların çeyizleri dahi vakıflar tarafından temin
edilirdi. İşte sosyal devlet öyle olmalıdır.

KÜRTLERİN KURDUKLARI VAKIFLAR
Şunu iftiharla
belirtmeliyim ki, Türkiye’de Selçuklular dönemi
dahil ilk vakıf Kürtler tarafından tesis edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün vakıf sicil defterinde
kayıtlı olan 1048 tarihli yani henüz Selçukluların,
Anadolu’ya gelmeden evvel Mervani Kürtleri döneminde
Erzurum’un Parsin (Hasankale) İlçesi'nde, seyit Halil
tarafından tesis edilmiştir. Türkiye’de en eski
vakfiye budur. Zira her sene vakıf haftası olarak
kullanılmaktadır. Kesin tarihi Aralık 1048’dir.
Ancak ne hikmetse Vakıflar Genel Müdürlüğü haftayı
Aralık değil de, Mayıs ayına aktarmıştır. Umarım
kasıtlı değil ama realiteye terstir.
500 YILLIK
İKİNCİ VAKIFNAME
Bir başka vakıf 1523 tarihinde
Harput (Elazığ)’a bağlı Melekent Köyü'nde kurulmuş ve
mele Ahmet Beykerici zaviyesi, camii, medresesi,
mivan sarayı (Konuk evi) hizmetlerinin idamesi için 2
köy arazileri (Könk, helezor) köyleri vakıf
edilmiştir. Osmanlı kayıtlarında bu vakfiyenin
şartlarının ne olduğu nasıl ifa edilecegi, Kürtçe
olarak yazılmıştır. Örneğin gelen gelirden 2 akçe
“Ji bona mizgevtı ü mıtbexé 1 akçe pivaz 1 nemik
(tuz) 14 akçe genim (buğday) 3 akçe ğoşt (et ) 2 akçe
run (yağ) 1 akçe imamet (imam maaşı) 3.5 akçe
nezaret (balıkçı ücreti)” en önemli vakıf ise
ilimizin hudutları dahilinde bulunan Hasankeyf’te
Kurulan Eyyubi vakıflarıdır.

BİZZAT SELAHADDİN EYYUBİ’NİN HAZIRLATTIĞI TARİHİ
VAKIFNAME
Orijinal vakfiyede görüldüğü üzere Eyyubi
Emirlerden Melik Halit Bin Melik Süleyman Eyyubi ile
Selçukşah Hatun Binti (kızı) Ali Beğ tarafından 1345
tarihinde Hasankeyf’te kurulan ve İman Abdullah Bini
Caferi Tayyar Türbesine ve fakirlere, ve yolculara
sarf edilmek üzere çok köy vakıf edilmiştir. Yani
bizzat Sultan Selahaddini Eyyubi tarafından vakıf
edilen köylerde vardır. İnşallah başka yazıda zikir
edilecektir. Kürtlere ait çok vakıflar var örneğin:
Siirt’te Hacı Hüseyin Ağa Vakfı ve benzerleri bir
çok vakıflarda Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde
mevcuttur.
TİLLO’DAKİ İBRAHİM HAKKI ASLEN
MALAZGİRTLİDİR
Bir de şunu belirtmekte yarar
görüyorum, Siirt’te medfun ve bir çok eser yazan bil
hassa astronomide büyük şöhret sahibi olan ve
Dünya’nın yuvarlak olduğunu ta o zaman keşif eden ve
Tillo’nun yerini dünya haritası üzerinde işaretleyen
marifet name gibi çok eser yazan Erzurumlu İbrahim
Kakkı olarak bilinen zat, Aslen Malazgirtli Hasanan
aşiretine mensup olup, Devriş Osman’ınoğlu Mele
Bekirin Torunudur . Kürt asılı olan İbrahim Hakkı
Tıllo’da metfundur.

Batman Gazetesi, 31.07.2014
|
10 - 16 Ağustos
2014
|
BU MÜZENİN REHBERİ ROBOTLAR
İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan Sanat Müzesi'nde, sanatseverlere geceleri robot rehberler eşlik ediyor.
Dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçi akını karşısında müze yetkilileri, objeleri ışıklandırarak müzeye farklı bir boyut getiren rehber robotların konuklarla birlikte müze içerisinde dolaşarak kamera ve sensör donanımları sayesinde kaybolmaya engel olduğunu belirtti.
Haftanın 5 gecesi 4 robot rehberin görev yaptığı "After Dark" (karanlıktan sonra) ismi verilen projede ziyaretçilerin robotları kontrol edebilmeleri de mümkün.
Sabah, 14.08.2014
|
|
KİBYRA ANTİK KENTİ ODEİON'U ZEMİNİ RESTORE EDİLİYOR
Kibyra antik kentinde 2009 yılı çalışmalarında
iç kısmı tamamıyla açığa çıkarılan Odeion (Müzik
Evi) yapısının kazısı sonucunda yapının, Müzik
Evi haricinde Meclis Binası, Mahkeme Binası ve
kış aylarında da bir Tiyatro olarak kullanıldığı
öngörülmüştü.
Yaklaşık 3600 kişilik kapasitesi ve boyutlarıyla
eski Anadolu’nun, üzeri kapalı en büyük yapısı
olan Odeion’un çatısının büyük bir yangın sonucu
çöktüğü, güney odasının ise bir deprem sonucu
yıkıldığı biliniyor.
Geç Antik Çağda çok az bir kısmı sökülen oturma
sıraları haricinde tamamıyla sağlam durumda olan
yapının orkestra bölümünde, kırmızı, beyaz,
yeşil ve gri mermer plakalar (Opus Sectile) ile
yapılan bir Medusa resmi ile bezenen zemin
döşemesi bulunuyor.
Kanatlı başlığı, saçları arasına ve boynuna
dolanmış yılanları ayrıca çevresini saran
kanatları ile oldukça sağlam durumda bulunan
Medusa, Kibyra’da ilk kez ortaya çıkarılan
böylesine bir resimle süslenmiş zemin olması
açısından önem taşıyor.
Kullanıldığı dönemde bir yangın felaketiyle
işlevini kaybeden yapıda, bu felaketten en büyük
zararı Medusa figürlü zemin döşemesinin gördüğü
belirlenmiş olup, zemin döşemesinin restorasyon
ve konservasyonunun 2014 yılı kazı sezonu içinde
tamamlanması ve projelendirilerek ziyarete
açılması planlanıyor.

Kibyra Antik Kenti, Odeion, Medusa tasvirli zemin döşemesi
kulturvarliklari 13.08.2014
|
TARİH GÜRÜLTÜ TEHDİDİ ALTINDA

Erzurum Teknik
Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç.Dr. Dilek Okuyucu, trafik ve ortam
gürültüsü kaynaklı titreşimlerin tarihi Yakutiye
Medresesi ve Lala Paşa Cami çevresindeki etkileri
araştırılacak.
Yrd. Doç.Dr. Okuyucu tarafından Mart 2014 döneminde
TÜBİTAK - 1001 Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Projelerini Destek Programı’na sunulan bilimsel
araştırma projesi TÜBİTAK tarafından kabul edildi.
Proje çerçevesinde yapılacak çalışma neticesinde
ortaya konulacak yöntemin şehir trafiği ortasında
kalmış tarihi yapıların tamamının benzer etkiler
için incelenmesine kaynak teşkil eder nitelikte
olacağı belirtildi.
Akademik camianın heyecanla beklediği değerlendirme
sonuçları önceki gün TÜBİTAK resmi internet
sayfasından ilan edildi. Binlerce proje önerisinin
sunulduğu 1001 Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Projelerini Destek Programı kapsamında tüm araştırma
alanlarında toplam 484 proje desteklenmeye değer
bulundu. Söz konusu proje önerilerinin tamamı alanın
uzmanı hakemlerden oluşan panel değerlendirmeleri
neticesinde kabul edildiğinden akademik olarak
oldukça yüksek bilimsel değere sahip çalışmalar
olarak kabul ediliyor. Projelerin en önemli
özellikleri ise gerek ulusal literatürde gerekse
dünya literatüründe detaylarıyla ele alınmamış
“özgün” bilimsel araştırma konuları olması ile
dikkat çekiyor.
Konunun uzmanlarından oluşan bir ekip ile çalışacak
olan Yrd. Doç.Dr. Okuyucu’nun Mühendislik Araştırma
Grubu (MAG) projeleri kapsamında desteklenmeye layık
bulunan projede Trafik ve Ortam Gürültüsü Kaynaklı
Titreşimlerin Erzurum Merkez - Yakutiye Medresesi ve
Lala Mustafa Paşa Camii Üzerindeki Etkilerinin
Araştırılması planlanıyor.
Çalışmada çevresinde yoğun trafiğin aktığı bir
alanda yerleşik bulunan Yakutiye Medresesi ile Lala
Mustafa Paşa Camii yapılarının trafikte seyir
halindeki taşıtların zeminde oluşturduğu
titreşimlerin bu tarihi yapılar üzerindeki etkileri
araştırılacak. Her ikisi de kendi alanında çok
önemli tarihi değere sahip olan yapıların bugüne
kadar iyi derecede korunmuş olmasında her iki yapıyı
kullanım halinde tutmanın öneminün büyük olduğu
belirtiliyor. Yrd. Doç.Dr. Okuyucu, zeminde
taşıtların oluşturduğu titreşimlerin yığma yapı
niteliğindeki kültür mirasımıza etkisinin mutlaka
araştırılması gerektiğini belirterek, “Bu çalışma
neticesinde ortaya konulacak yöntem şehir trafiği
ortasında kalmış tarihi yapıların tamamının benzer
etkiler için incelenmesine kaynak teşkil eder
nitelikte olacak” dedi.
Projenin en önemli özelliklerinden birisi ise
çalışmada lisans öğrencisi olan genç
araştırmacıların da yer alacak olması. Bursiyer
olarak projede çalışacak olan öğrenciler Erzurum
Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği lisans
programının başarılı öğrencileri arasından Dr.
Okuyucu tarafından seçilecek.
Özünde bir yöntem geliştirme projesi olarak
kurgulanan çalışmada çok sayıda ölçüm cihazı
kullanılarak zemin ve yapıda titreşim ölçümleri
yapılacak; eş zamanlı olarak da trafik yoğunluğu
ölçümleri gerçekleştirilecek. Trafik yoğunluğu dahil
tüm ölçümler ileri teknoloji ürünü cihazlarla
yapılacak. Elde edilen veriler yapıların yasal
olarak bağlı bulunduğu kurumlarla ilgili
belediyelere sunulacak.
Erzurum Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Dilek Okuyucu,
Proje önerisinin hazırlanması sürecinde büyük destek
ve katkı sağlayan Erzurum Teknik Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Muammer Yaylalı, Vakıflar Erzurum
Bölge Müdürü Kenan Ünğan ve Erzurum Müze Müdürü
Mustafa Erkmen’e teşekkür etti.
Erzurum Haber, 13.08.2014
|
TARİHE IŞIK TUTACAK KABARTMA ARANIYOR

Balıkesir'in Erdek İlçesi'ne bağlı Düzler
mevkiinde bulunan 2 bin 500 yıllık geçmişe sahip
Kyzikos Antik Kenti'nde, arkeolojik kazıların gün
yüzüne çıkartılması için çalışmaların bu yılki
bölümüne başlandı.
15 Eylül’e kadar devam edecek kazı
çalışmalarında tarihe ışık tutacak Hadrian
kabartmasının aranacağı bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Erdek
Belediyesi'nin desteği ile yürütülen ve bu
yıl 9’uncusu yapılacak kazı çalışmaları
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Doç.Dr.
Nurettin Koçhan, aynı üniversiteden kazı
başkan yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Korkmaz
Meral, 2 doktora öğrencisi, 2 yüksek lisans
öğrencisi, 25 lisans öğrencisi ve 20 işçi
ile başladı. Meraklı ziyaretçilerin de gelip
çalışmaları izlediği kazı çalışmaları
sırasında antik kalıntılar arasında
yılanlara rastlanmasına rağmen öğrenci ve
işçiler 35 derece sıcak altında kazı
çalışmalarını sürdürüyor.
Bu yılki hedeflerinin Avrupalı seyyahlar
tarafından dünyanın 8’inci Harikası olarak
kabul edilen Hadrianus Tapınağı’nın
özellikle üstü tahrip olduğu için çevresini
çıkarmak olduğunu belirten Kazı Başkanı Doç
Dr. Nurettin Koçhan bu yılın ilk günkü
kazılarında, Roma dönemine ait frizlerde yer
alan insan figürlerine ait baş ve gövde
kısımlarına ait parçalar ile son gün sağlam
olarak çıkartılan mermer bir kadın başıyla
ilgili açıklamanın gerekli incelemesi
yapıldıktan sonra yapılabileceğini söyledi.
DÜNYANIN EN BÜYÜK SÜTÜN BAŞLIĞI
Kazıya Hadrian tapınağının yine batı
tarafında başladığını belirten Doç.Dr.
Nurettin Koçhan, "Batı tarafında özellikle
tapınağın üst yapısının düşmüş olduğunu
tahmin ediyoruz. 2013 yılında bulunan sağlam
sütun başlığının bulunduğu bölümde kazılara
başladık. Çünkü üst yapının bu bölümde
olabileceğini tahmin ediyoruz Böylece
tapınağın üst yapısıyla ilgili daha doğru
bilgilere ulaşabileceğimizi tahmin ediyoruz.
Son 2 yılda ulaştığımız en önemli buluntu
burada gördüğümüz sütün başlığı. Daha öncede
sütün başlıklarına ait parçalar buluyorduk
ama bu sütün başlığı sağlam olarak çıktı ve
yüksekli 2 metre 50 santim. Buna en yakın
sütün başı en yakın benzeri Lübnan’daki
antik kent Baalbek’te var. Baalbek’teki bu
kadar yüksek değil. Kyzikos’taki bu sütün
Roma dünyasında görülen en yüksek
başlıklardan biri. Bu yapıyı bulduktan sonra
ister istemez alınlık figürlerini arıyoruz.
Kazıları batı yönünde açmamızın nedeni de
alınlıklara ait parçaların bulunabilmesini
sağlamak" dedi.
ANTİK KAYITLARIN DOĞRULUĞU
Doç.Dr. Koçhan, alınlığa ait parçaların
bulunmasının önemine değindi. Doç.Dr.
Koçhan, "2006'dan beri bulduğumuz frizlerde
bir savaş sahnesinin işlendiğini biliyoruz.
Ama alınlıkta ne işlendiğini bilmiyoruz.
Burada çıkacak figürlerde alınlıkta hangi
konunun işlendiği konusunda fikir verecek.
Tabi antik kayıtlardan bazı bilgiler
ediniyoruz. Meesela bir antik kaynakta
tapınağın alınlığında Hadrian’a ait bir
kabartmasının olduğundan bahsediyor. Hadrian
burada Olimpos’un 13’üncü tanrısı olarak
burada saygı gördüğünü belirtiyor. Elimizde
bununla ilgili bir kalıntı yok acaba antik
kaynaklar bilgileri acaba doğru mu? Biraz da
onları ortaya koyabilecek buluntuların
çıkabileceğine inanıyorum" diye konuştu.
Yapılan kazılarda bugüne kadar tapınağa ait
mermer basamaklar ve 3 giriş kapısı olan ve
kilise olduğu tahmin edilen bir yapı, Pithos
denilen küp şeklinde erzak deposu, 17 metre
yüksekliğindeki sütunların 2.25 metre
çapında sütun tamburları, tapınağa ait
105-85 ebadında mermer çatı kiremidi,
tapınak basamakları, frizler ve içinde 10
kişinin hediyeleriyle birlikte gömülü olduğu
bir lahit mezar, Roma dünyasının en büyük
sütün başı, Kyzikos paraları, aslan başlı su
olukları ve tapınağın 116 metre olan gerçek
boyut da belirlenmişti.
Objektif Haber, 13.08.2014
|
SANAT ESERİ Mİ, ÇOCUK PORNOGRAFİSİ Mİ?
İtalya’nın başkenti Roma'nın prestijli çağdaş sanat
müzesi Maxxi’de sergilenen bir eser, çocuk
pornografisi teşkil ettiği eleştirilerinin ardından
eser sergiden çıkarıldı.

Maxxi’de geçen Aralık ayından bu yana devam eden
“Remembering is not enough” (Hatırlamak yetmez)
başlıklı sergide İngiliz sanatçı kardeşler Jake
ve Dinos Chapman’ın “Piggyback” isimli eseri de
yer alıyordu.
BBCTürkçe'nin haberine göre provokatif işleriyle
tanınan Chapman kardeşlerin 1997 tarihli
eserinde, biri diğerinin omuzlarında oturan iki
kız çocuğu görülüyor. İkisi de sadece ayakkabı
giyen çocukların birinin ağzından erkek cinsel
organı çıkıyor.
Müzeyi gezen bazı ziyaretçilerin şikayetleri
üzerine devreye giren Çocuk Hakları Gözlem
Kuruluşu, müze yönetiminden eseri sergiden
çıkarmasını istedi.
"Piggyback" adlı eseri "çocuk pornografisi"
olarak nitelendiren çocuk hakları savunucuları,
Kültür Bakanı Dario Franceschini ile de temasa
geçerek yardım istedi.
'İfade özgürlüğü' tartışması
Müzenin müdürü Anna Mattirolo ise eserin “ifade
özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini söyledi. Mattirolo "Chapman
kardeşler, hastalıklı bir gerçekliği ifşa eden
eserleriyle tanınırlar. Bu yolla sahte ahlak
kurallarını tartışmaya açmayı amaçlarlar" dedi.
Çocuk Hakları Gözlem Kuruluşu Başkanı Antonio
Marziale ise eserin kaldırılmasını istemenin
sanatçıların ifade özgürlüğüne saldırmak
anlamına gelmediğini belirtti ve "Bizim amacımız
sanat adı altında çocuk pornografisi teşkil eden
sunumların teşvik edilmesini engellemek" diye
konuştu.
Tartışmalar üzerine müze geçen cumartesi günü
"Piggyback" eserini sergiden çıkardı. Birçok
ülkeden 70’e yakın sanatçının eserlerinin yer
aldığı "Remembering is not enough" sergisinin
içinde yer alan eserin Eylül sonuna kadar
sergilenmesi planlanıyordu.
Eserin geri çekilme kararı, başta çocuk hakları
savunucuları olmak üzere bazı kesimleri memnun
ederken, bazı kesimler ise sanata sansür
uygulandığı yönünde eleştiri getirdiler.
Milliyet, 13.08.2014
|

|
MUSSOLİNİ'NİN ESKİ VİLLASI ATİNA'NIN AÇIĞINI KAPATACAK
unan adası Rodos’taki önemli bir tepede, İtalyan lideri Benito Mussolini’nin emeklilik günlerini geçirmesi için inşa edilen villa, Atina tarafından borçların kapatılmasında kullanılmak üzere satışa çıkarılıyor.
İflastan kurtulmaya çalışan Yunanistan hükümetinin oluşturduğu fon, İtalyan lideri Mussolini için 50 yıl önce yaptırılan ve terkedilmiş duran Vecchi Villasının yanı sıra çevresindeki 13 binayı satışa çıkardı. Villa dahil üç binanın otel amaçlı olarak satıldığı, kalan binaların ise 50 ila 99 yıllığına kiralanabileceği belirtiliyor. Devletin elinde 80 bin mülk bulunduğu, Atina’nın, havaalanları ve gaz şirketi hisseleri de dahil bu satışlardan 50 milyar euro gelir beklediği belirtiliyor.
Milliyet, 13.08.2014
|
CANSEVER'İN BAYEZID MEYDANI TAHRİP OLUYOR
Düzenleme projesini 1958 yılında Turgut Cansever'in
yaptığı Bayezid Meydanı'nda merdivenler yıkılıyor.

Geçtiğimiz sene İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin yenileneceğini duyurduğu Bayezid
Meydanı'nda üniversite binası önündeki
merdivenlerin yıkılacağını öğrenen Ev ve Şehir
Vakfı bir açıklama yayınladı.
1958 yılında
meydanı yoğun trafikten kurtatarak yaya
kullanımına açan Bayezid Meydanı Düzenleme
Projesi'ni hazırlayan Turgut Cansever tarafından
kurulan vakıf, üniversiteye giriş kapısının
önünde yer alan merdivenlerin tahribatının önüne
geçmek için çağrıda bulunuyor.
Açıklamanın tam metni şu şekilde:
1958 yılında kurucumuz mimar Turgut
Cansever tarafından tasarlanarak 1958-1961
yılları arasında 'kısmen' uygulanan 'Bayezid
Meydanı Düzenleme Projesi' ülkemizde hayata
geçirilen ilk büyük ölçekli gerçek
yayalaştırma projesidir.
Dönemin tanınmış mimarları- şehir plancıları
Prof.Hans Högg, Prof. Luigi Piccinato,
Prof.Sedad Hakkı Eldem'in hazırladıkları
teklifler arasından seçilen Turgut
Cansever'e ait bu proje, bir yandan
Üniversite yapıları ile Bayezid Camisi
arasındaki yön çelişkisini cami-kıble
doğrultusunu hakim hale getirerek çözmeyi,
diğer yandan da vahşi karayolu ile tahrip
edilen bağları iki yapı grubu arasında
yeniden tesis ederek, meydanı yayaların
kullanımına tahsis etmeyi amaçlıyordu.
Turgut Cansever'in Bayezid Meydanı tasarımı
kendi ifadesi ile, "bir cennetin adım adım
yok oluşunun dramatik hatıraları üzerinde
gelişmiş bir hayalden hareket ederek"
oluşturulmuştu.
Vahşi bir karayolu kavşağına dönüştürülmüş
meydanı itinayla ele alan ve ince noktasına
kadar detaylandırılarak özenle uygulanan bu
tasarımın en önemli unsurlarından olan ve
yarım asırdır birçok neslin Üniversite'ye
giriş çıkışlarında kullandıkları ana kapı
önündeki merdivenlerin yıkıldığını üzüntüyle
öğrendik.
Usta mimar Turgut Cansever'in İstanbul'a
armağanı olan bu değerli projesinin
uygulanmış bölümlerinin tahribinden
vazgeçilerek projenin tüm unsurları ile
uygulanması yönünde katkı verilmesi tarih ve
çevre duyarlılığı açısından özel önem
taşımaktadır. İstanbul'u yönetenlerden bu
yanlışı düzeltmelerini bekliyoruz.
Ev ve Şehir Vakfı
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 13.08.2014
|
ATAKÖY'DEKİ İNŞAATLARA 'DEVAM' DİYEN BİR MAHKEME
BULUNDU

Ataköy sahilde devam
eden inşaatlar için şimdi de mahkeme savaşları
başladı. İdare Mahkemesi'nden son çıkan kararda
ruhsat iptali sadece 160. parsele yani hiç
başlamayan inşaata verildi. Devam eden inşaatların
ise ruhsatları iade edildi. Bakırköy Belediyesi 2
hafta önce mühürlediği inşaatlara şimdi 'devam'
demek zorunda kaldı. Belediyenin 30 gün içinde
mühürleri sökmesi gerekiyor.
Ataköy sahilde devam eden inşaatlarla ilgili yeni
bir gelişme daha yaşandı. Hatırlanacağı üzere Ataköy
sahilde devam eden inşaatların tüm ruhsatları
Bakırköy Belediyesi tarafından iptal edilmişti.
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurul’u
planların iptal olmasını gerekçe göstererek yapı
ruhsatlarının dayanaksız olduğu sonucuna varmıştı.
Böylelikle Bosphorus otel, Özyazıcı
İnşaat ’ın devam ettiği Yalı Ataköy Projesi ve
Çelebican İnşaat’a ait Blumar Projesi ve Doğa
Madencilik tarafından sürdürülen Pruva Projesi
mühürlenerek durdurulmuştu.
Mimarlar Odası, 564 adada bulunan 160, 174 ve 182
parsellerde, inşaat faaliyetlerinde bulunmak üzere
Bakırköy
Belediye Başkanlığı’nca verilen yapı
ruhsatlarının iptali ile yürütmenin durdurulması
istemiyle dava açmış ancak İstanbul 9. İdare
Mahkemesi bu talebi reddetmişti. Mimarlar Odası
Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurarak bu karara itiraz
etti. Bölge İdare Mahkemesi’nin Birinci Kurul’u bu
itirazı görüştü. Mahkeme; “Dava konusu edilen
ruhsatların bulunduğu alanı da kapsadığı sonucuna
varılan planların yürütmelerinin durdurulması
karşısında ruhsatlar dayanaksız kaldığından hukuka
aykırı hale gelmiş bulunmaktadır. Bu itibarla davada
işlemlerin açıkça hukuka aykırı olması hali
gerçekleştiği gibi işlemlerin icrası da yapıların
yapılması sonucu doğuracağından telafisi güç hatta
imkansız zararlara yol açabilecektir. Açıklanan
nedenlerle davacının itirazının kabulüne, 9. İdare
Mahkemesi tarafından verilen (Yürütmeyi durdurma
kararının reddi) kararının kaldırılmasına,
yürütmenin dava sonuna kadar durdurulmasına
30.06.2014 günü karar verildi" demişti.
İNŞAAT OLMAYAN BOŞ ARAZİ
Yalı Ataköy ve Bosphorus Otel bu karara tavzih
(düzeltme) talebinde bulundu. Bu talebi
değerlendiren aynı mahkeme bu kez farklı bir karar
alarak şöyle dedi; "9. İdare Mahkemesi’nin
27.03.2014 günkü 174 ve 182 parsellerdeki yürütmeyi
durdurma kararına verdiği red kararının
kesinleştiğini, 2. kez yürütmeyi durdurma da
istenmediğinden, mahkememizin 30.06.2014 günlü
kararı (yani son karar) 564 ada 160 parsele (inşaat
olmayan boş arazi) yöneliktir.
Bu karar itiraz yolu olmadığından kesinleşmiş oldu.
Ayrıca her iki şirkette Bakırköy Belediyesi
tarafından uygulanan ruhsat iptaline Bölge İdare
Mahkemesi’nden yürütmeyi durdurma kararı aldı. 1.
İdare Mahkemesi Yalı Ataköy Projesi için bir haftada
bu kararı alırken 3. İdare Mahkemesi Pruva Projesi
için 10 günde karar verdi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.08.2014
|
BÜYÜK İSKENDER'İN İZLERİ

Yunanistan’ın kuzeyindeki antik Amfipolis
kentinde bulunan mezar heyecan yarattı. Mezarın
Büyük İskender’in ailesine ait olabileceği
düşünülüyor.
Yetkili arkeologlar, “Gizemli mezarın kime ait
olduğunu söylemek için henüz erken” diyor. Yunan
medyasında çıkan son haberlere göre ise,
Amfipolis'te ortaya çıkartılan mezar Büyük
İskender'in Pers eşi Roksana'ya ait olabilir.
İddialar henüz doğruluk kazanmasa da, arkeologlar
MÖ 4'üncü yy.'dan kalma mezarın oldukça önemli
olduğundan şüphe duymuyor.
Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras da bir
açıklama yaparak Amfipolis antik kentinde yapılan
kazılarda MÖ 325-300 yılları arasında inşa
edildiği tahmin edilen bir mezarın bulunduğunu
doğruladı. Bu tarihler, efsanevi Makedonya kralı
Büyük İskender'in dönemine denk geliyor. “Çok önemli
bir buluntunun önündeyiz” diyen Başbakan, kazıların
daha neleri gün yüzüne çıkaracağını bekleyip görmek
gerektiğini söyledi.
Alman haber ajansı dpa'nın verdiği bilgilere
göre, yağmalanmamış olan mezar oldukça sağlam
durumda. Bölgedeki kazılara gelecek ay devam
edilmesi bekleniyor.
Büyük İskender'in Pers eşi Roksana ile oğlu IV.
İskender'in Yunanistan'ın kuzeyinde yaklaşık MÖ
300 yılında öldürüldüğü sanılıyor. İmparator Büyük
İskender ise MÖ 323 yılında Babil'de hayatını
kaybetmişti. Büyük İskender'in mezarının nerede
olduğu bilinmiyor.
T24, 12.08.2014
|
TARİHİ MAHALLE AVM'YE KURBAN EDİLİYOR

Başkentte kamu lojmanlarından oluşan tarihi
Saraçoğlu Mahallesi’nin geleceğinin TOKİ ve
Özelleştirme İdaresi’ne teslim edilmesi tartışmalara
neden oldu. TMMOB Şehir Plancıları Odası Başkanı
Orhan Sarıaltun “Orada ticaretin yaratacağı rant
ağızlarının suyunu akıtmıştır” dedi.
Birgün'den Sebahat Karakoyun'un haberine göre
Başkentin merkezi Kızılay’da 70 yıllık bir mahalle,
Saraçoğlu Mahallesi. Nazilerden kaçıp Türkiye’ye
sığınan Alman mimar Paul Bonatz tarafından bir grup
Türk mimarın da katılımıyla projelendirilen 642
dairelik Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk toplu konut
projesi. “Türk evi” teması ile dikkati çeken ve
yıllarca kamu kurumlarında çalışanların lojman
olarak kullandığı konutlardan oluşan Saraçoğlu
Mahallesi, bir süreden beri terk edilmiş durumda.
Bakanlar Kurulu’nun 5 Ağustos’ta Resmi Gazete’de
yayımlanan kararıyla “riskli alan” gerekçesiyle
kentsel dönüşüm kapsamına sokulan mahalledeki
taşınmazların “ekonomiye kazandırılması” için
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve TOKİ yetkili
kılındı. Dev ağaçlarıyla ünlü lojmanların yanı sıra
halk kütüphanesi ve ilköğretim okulunun da
“ekonomiye kazandırılma” adı altında devri ve satışı
mümkün olacak. Kentin belleğini, meydanlarını, yeşil
alanlarını hızla yok etmeye yönelik adımların ilki
değil tabii Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili karar. Bu
kararın altında yatan gerekçeleri ve nelere yol
açacağını TMMOB Şehir Plancıları Odası Başkanı Orhan
Sarıaltun ile konuştuk.
»Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden
gündeme gelen Saraçoğlu Mahallesi’nin Kızılay
açısından taşıdığı önem nedir?
Saraçoğlu Mahallesi, şu anda Kızılay kent
merkezinin en can alıcı noktasında yer alan bir
toplu konut alanı. 1940’lı yıllarda planlanmış bir
alandır. Ulusal mimarlık üslubunun Cumhuriyet dönemi
Türk mimarisinin en güzel yönlerini öne çıkaran bir
yapısı var. Cumhuriyet dönemindeki ilk toplu konut
uygulaması ancak sadece konut planlaması
yapılmamıştır. İdare merkezi olarak yapılan bina
yıllarca Çankaya Kaymakamlığı olarak kullanılmıştır.
En son Halk Kütüphanesi olan yapı yıllarca Milli
Kütüphane olarak hizmet vermiştir. Yani yalnızca
konut alanı değil dinlence yerleri, oyun alanları,
sosyal tesisleri hepsi bir bütün olarak
planlanmıştır. Geçmiş hükümetler döneminde de
Kızılay’ın göbeğinde kalan bu alanın atıl bir alan
olduğu, verimli kullanılmadığı, bir ticari değere
dönüştürülmesi gerektiği yönündeki düşünceler dile
getirilmiş, bazı girişimlerde bulunulmuştu.
»Bu mahalleyle ilgili koruma kararları da
vardı sanırım...
Evet, ilgili kurulların aldığı koruma kararları
da var. Yanlış bir algı var, ‘Kent merkezlerinde
konut yer almaz’ diye. Oysa kent merkezlerinde konut
ve ticaret alanları iç içe olmalıdır. Bu olduğu
takdirde kent merkezinin yaşanabilirliği de artar.
Bugün Kızılay’da bazı binalarda kalan son birkaç
konutta yaşayanlar o konutları koruyabilmek için
büyük bir çaba harcıyorlar. Çünkü tümüyle işyeri
olduğunda akşam saatlerinde ve hafta sonlarında
ciddi bir güvenlik sorunu yaşanabiliyor ve ciddi bir
güvenlik sorunu yaşanan kent merkezi ortaya çıkıyor.
KIZILAY BİLİNÇLİ ZAYIFLATILDI
»Kent merkezinde böyle bir güvenlik
sorununun yaşanmasının nedenleri neler size göre?
Yıllardır bilinçli bir şekilde Kızılay kent
merkezi zayıflatılmıştır. Bulvar ve kent merkezini
oluşturan açık alanların, yaya meydanlarının
zayıflatıldığına, geliştirilmediğine, bilinçli bir
şekilde güvenliksiz bir hale getirildiğine tanık
olduk. Kent merkezinde yeteri kadar aydınlatma
olmadığını görüyoruz. Kızılay kent merkezindeki
Güvenpark’ın üçte birlik bir bölümü polis karakoluna
dönüştürülmüş. Diğer üçte birlik bölümü de dolmuş,
otobüs otoparkı olarak kullanılmaktadır. Bu, tarihi
bir kent merkezi parkına asla yakışmayacak
görüntülerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Bütün bunlar birbiriyle ilintili aslında. Bilinçli
bir şekilde Kızılay kent merkezini zayıflatan,
çökerten, hatta ana yolların hemen dışındaki
alanlarda yaşanamaz hale getiren, hava karardığında
girilmesi zor, sıkıntılı sokaklara dönüştüren bir
bilinçli hareketin devamı niteliğinde Saraçoğlu
Mahallesi ile ilgili girişim de.
»Mahalle uzun süredir bakımsız bir halde,
binalar yıkık dökük. Bunun bilinçli olarak
yapıldığını söylüyorsunuz...
Geçmişte Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili konu
Cumhurbaşkanı’na kadar yansıdı. Binaların
korunacağı, yayaların kullanımına açık bir şekilde
düzenleme yapılacağı belirtilmişti. Ancak son
dönemde gördük ki bu alan afet riskli alan ilan
edildi. Bu, koruma kararlarını yok eden bir yetkinin
kullanımının kapısını açmaktadır. Yani daha önce
söylenen ‘bu binalar korunacak, yıkım olmayacak,
yeni binalar yapılmayacak’ sözleri otomatikman
ortadan kalkmış durumdadır.
TOKİ TÜYLERİ DİKEN DİKEN EDİYOR
»Bakanlar Kurulu kararıyla TOKİ’nin
devreye girmesi ne anlam taşıyor?
Başta gecekondu semtleri olmak üzere kentlerin
pek çok bölgesinde kullanılan Afet Riskli Alanlar
Yasası aslında tam bir yıkım yasasıdır. Gecekondu
bölgelerinde hak sahipleri haksız bir sürgünle
mağdur edilirken diğer alanlarda da bu yasanın
önünde hiçbir şey duramıyor. Bu yasanın şimdi
Saraçoğlu’nda da kullanılacağını düşünüyoruz. Bu
kararla ‘İstersem ben koruma kararı alınmış bu
binaları yıkarım’ demek isteniyor. Bu mahalle ile
ilgili uluslararası firmalarla görüşüldüğünü duyduk.
Duyumlarımızdan anladığımız burada uluslararası
firmaların da dahil olduğu bir projenin altyapısı
hazırlanıyor. Bugün atılan adımlara baktığımızda
buradaki tarihsel değer, mimari değer, özgünlüğü yok
eden, ortadan kaldıran bir yetkinin kullanılacağını
görüyoruz. Son kararla bu alanın tahsis değişikliği
söz konusu. Tahsis değişikliği bir idari karar gibi
görünüyor ama altında yatan niyet önemlidir.
Bakanlar Kurulu kararında Özelleştirme İdaresi’nin
adı zikrediliyor. Bu, bu alanın kamusal kullanımdan
çıkartılarak bir özelleştirme metası haline
dönüştürüleceğini gösteriyor bize. Kararda ayrıca
artık bizim tüylerimizi diken diken eden TOKİ’nin
adı zikrediliyor. Hemen her kentte daha çok da
Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde
TOKİ’nin işlevi onun asli görevi olan sosyal konut
üretiminin üzerine çıkmış durumda. Ticari
ortaklıklar yöntemiyle rant artışının paylaşımı
yöntemiyle özel sektörle iç içe aldıkları kamusal
alanları özelleştiren, kentlerde yeni problemler
yaratan, kentlerin planlı dokularını, korunması
gereken alanlarını göz önünde bulundurmayan, oradaki
sosyokültürel veya başka eksiklikleri gidermek
yerine parasal değeri, rantı artırıp onun üzerinden
bir paylaşım mantığı kuran bir kurumdan söz
ediyoruz. TOKİ’nin artık toplum yararına çalışan bir
kamu kurumu niteliği kalmamıştır.
***
AMAÇ KORUMAK DEĞİL YIKMAK
»Sizce Saraçoğlu’da nasıl bir yapı
planlanıyor?
Bu alanın da TOKİ’nin adının zikredildiği diğer
alanlarda olduğu gibi bir metaya dönüştürüleceği
anlaşılıyor. Bu alanın hemen yakın çevresinde
Kumrular ile Necatibey’in kesiştiği noktada kalan
Bayındırlık Bakanlığı’nın kullandığı yapıyla ilgili
bir AVM planlaması da vardı, geçmişte. Saraçoğlu ile
ilgili kararın ardından bütün bunların bir ortak
proje içinde yer alacağı endişesini taşıyoruz.
Koruyarak değil, yıkarak bir adım atılacağı
anlaşılıyor. ‘Afet Riskli Alan’ ilanı bir yıkım
kararıdır, aslında. Son dönemdeki uygulanış şekli
itibariyle baktığınızda bir bina ile ilgili alanın
afet riskli alan kararı o binanın yıkımı ve yerine
‘Muhteşem TOKİ konutlarından birinin
yerleştirilmesi’ anlamına gelmektedir. Burada belki
klasik TOKİ konutları olmayacaktır ama AVM benzeri
bir yapılaşmanın olacağına adım gibi eminim.
»TOKİ aracılığıyla yapılan kat karşılığı
devirlerle pek çok kamu arazisinde yapılan rezidans
ve AVM’lerle ilgili iddialar da var...
Bu konuda pek çok örnek var büyük kentlerde.
Özellikle Ankara’da Çukurambar semtinde Gazi
Üniversitesi’ne tahsis edilen alanın TOKİ’ye
devredildiği ve TOKİ aracılığıyla bir rezidans ve
AVM projesine dönüştürüldüğünü biliyoruz. Israrla
dava açıp takip ediyoruz, defalarca yürütmeyi
durdurma kararı verildiği halde yeni planlarla yola
devam ediliyor. İhalesi yapılmış durumda şu anda.
Hukuka karşı da bir aldatma söz konusu. O kadar
sıkışık ve yoğunluklu bir alanda kamuya ait son
araziler yeşil alan ve sosyokültürel tesis için
kullanılması gerekirken oradaki yoğunluğu daha da
artıran bir TOKİ projesine dönüştürülüyor. Yine aynı
şekilde bakanlıkların yeni yerleşim alanı olarak
planlanan Eskişehir Yolu’nda kamunun elindeki
araziler birer birer TOKİ aracılığıyla
özelleştiriliyor. Rezidanslara AVM’lere
dönüştürülüyor.
HEDEF YENİ BİR AVM
»Saraçoğlu Mahallesi’ne gelirsek...
Saraçoğlu Mahallesi korunması gereken bir alan
olmasının ötesinde, bir kamusal alan olarak da
düşünebiliriz. Kentin merkezinde Meclis binası ve
bazı bakanlık binaları dışında bu kadar büyük bir
kamusal alan yok. Bu bir değerdir. Hiçbir şey
yapılmasa bile bunun korunması, bir değerin geleceğe
aktarılması anlamında önem taşımaktadır. Son
Bakanlar Kurulu kararı buranın özelleştirileceğini
ortaya koyuyor. Bunlar yapılırken bu alanlara kamu
yararı değil, tamamen rant açısından yaklaşım söz
konusu. Burada da Saraçoğlu Mahallesi, maalesef
başkentin merkezindeki bu mahalle bir AVM, yeni bir
rezidans projesine dönüşecek. Oradaki korunması
gerekli değerler, ekonomik değer mantığı ile yok
edilecek.
***
ÖNCE DEĞERİNİ DÜŞÜRÜYORLAR
»Bilinçli bir şekilde kent merkezinin
hızla yaşayanlar için güvenliksiz alan haline
getirilmesi, yayaların kullanacağı alanların
daraltılması, yeşil alanların yok edilmesi...
Buradaki gerçek amaç nedir size göre?
AKP İktidarı ilk iktidara geldiği 2002 yılını
hatırlarsak o dönemde sokaklarda bir kapkaç dönemi
vardı. Emniyet yetkilileri aciz kaldığını itiraf
ediyor, ‘Direnmeyin, çantanızı bırakın’ gibi komik
önlemler öneriyordu. Bir anda bütün bunların
arkasında televizyonlarda bazı reklamlar türemeye
başladı. Kapalı yaşam alanları, konutu, AVM’si,
okulu, sağlık üniteleri ile kentle bütünleşmeyen tam
tersi ayrışan lüks yaşam alanları ortaya çıktı,
büyük kentlerde. Güvenliği öne alan bu yaşam
alanları bir pazarlama stratejisi ile ortaya çıktı.
Sonra hükümet TOKİ’nin de bu tür lüks yaşam alanları
üretimini yapmasını sağladı. Kamunun elindeki
değerli pek çok arazinin dönüşümü TOKİ kanalıyla
yapıldı. Kent merkezindeki pek çok sokak sadece
kadınların değil erkeklerin dahi giremeyeceği
güvenliksiz alanlara dönüştürüldü. Bu bilinçli bir
şekilde yapıldı. Kentin merkezinde Kızılay’da olan
bazı ticari kuruluşlar artık şubeleşme yoluyla kent
dışındaki yerleşim alanlarına gitmeye başladılar.
Zaman içerisinde tümüyle kent merkezini terk
edecekleri anlaşılıyor. Bütün bunlar ortadayken
‘Saraçoğlu’na neden bir yatırım yapılsın’ sorusu
akla gelebilir. Daha önce Ulus tarihi kent
merkezinde, Kazıkiçi Bostanları’nda, İskitler’de
yaşananları hatırlayalım. Köhneleştirerek arazinin
değerini dönüştürmeye dönük politikalar burası için
de geçerli. Buradaki değerlerin iyice düştükten
sonra el değiştirmesi ve dönüşümün sağlanması
İstanbul’da da hızla yaşanıyor. Ankara’da yapılacak
olan budur. Bütün bunlar bir senaryonun parçası.
Saraçoğlu’nda da sadece Saraçoğlu Mahallesi
değildir, mevzu. Bütün Kızılay kent merkezi
projesinin bir parçasıdır. Orada ticaretin
yaratacağı rant ağızlarının suyunu akıtmıştır.
»Yargı yoluyla bütün bu süreçlere engel
olunamıyor mu?
Yargı kararları başka bazı yöntemlerle ortadan
kaldırılıyor aslında. Hukuku kandırmaya dönük
adımlar atılıyor. Yaptığımız başvurulara rağmen
sonuç alamıyoruz. Dava açıyoruz, yürütmeyi durdurma
kararı alınıyor. Bu arada yeni bir plan onaylanıyor,
aslında birşey değiştirilmiyor ama bu arada yargı
‘yeni bir karar var’ mantığı ile süreci yeniden
başlatıyor. Bu süreçte çok şaşırtıcı, yasalara
tamamen aykırı bilirkişi raporları hazırlandığını,
birbiri ile çelişen yargı kararları alındığını
görüyoruz. Bu süreçlere müdahale olabiliyor tabii.
Erk, gücünü hukuka karşı da kullanıyor.
Gerçek Gündem, 12.08.2014
|
"KÜLTÜR YAPILARI İNSAN İLE YAŞAR"
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Operet Sahnesi'ni kapattı. Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Kültür
yapıları insanla yaşar” diyerek tepkisini dile
getirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Operet Sahnesi'ni
sanata kapatma kararı kaldı. Bakanlığın bu kararına
sanat cephesinden ve meslek örgütlerinden tepkiler
büyüyor.
Candan, “Bütün kültür yapılarının yaşatılarak
korunması önemlidir. Operet Sahnesi Ankara’nın
yaşayan kültür mekanıdır. 1927-1930 yılları arasında
Namazgah tepesinde Arif Hikmet Koyunluoğlu
tarafından tasarlanmıştır, halkevi binası olarak
kentlilerle uzun yıllar buluşmuştur. Kültür
Bakanlığı’na tarihi dokuya verilen zararın uzmanlar
tarafından rapor edilip edilmediğini resmi yazı ile
sorduk. Konunun uzmanı kişilerce hazırlanmış
raporların tarafımıza iletilmesini istedik. “Tarihi
dokuya zarar” şeklinde bir karar bakanlık tarafından
sanata düşmanca takınılan tavrın bahanesinden başka
bir şey olamaz. Böyle bir doku zararı varsa ancak
uzmanlar tarafından karar verilir ve gerekiyorsa
güçlendirmesi yapılır. Tarihi mekanlar kapatılarak
değil, restore edilerek, kültürel mirasa sahip çıkma
fikri toplumla buluşturularak,korunur. Mekan, o
mekanı yaşattığınızda yaşar, mekan insanla yaşar”
ifadelerini kullandı.
Candan Ankara’nın kültürel mekanlarının ve
kültürel mirasının yok edilmek istendiğine dikkat
çekerek, “Halka açacağız söyleminin arkasına
gizlenerek, korunması gereken sit alanlarını,
kültürel mekanları acımasızca ranta açan zihniyet
halka ait bir değeri halka kapatamaz. Böyle bir
tutum kabul edilemez. Tarihi yapı diyerek halka
kapatılan yapı örneği dünya üzerinde yok. Kültür
Bakanlığı’nın görevi yapıyı ve tarihi ve kültürel
mekanları korumaktır , halka kapatmak değil.”
şeklinde konuştu.
Yapı, 12.08.2014
|
200 YILLIK TARİHİ EV KÜL OLDU

Muğla'nın Bodrum
İlçesi'nde, 200 yıllık kullanılmayan tarihi Bodrum
evinde henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı.
Bodrum'daki Neyzen Tevfik Caddesi Saray Sokak'ta
bulunan kullanılmayan 200 yıllık metruk binada saat
19.00 sıralarında bilinmeyen bir nedenle yangın
çıktı. Çevredeki restoran çalışanlarının fark ettiği
yangında hemen itfaiye ekiplerine bilgi verildi.
İtfaiye ekipleri olay yerine gelene kadar yangına
restoran çalışanları müdahale etti. Çıkan yangına
müdahale etmek isteyen itfaiye ekipleri dar Bodrum
sokakları nedeniyle zor anlar yaşadı. İtfaiye
ekiplerinin müdahalesine rağmen yangın, bitişikte
bulunan evli ve 4 çocuk sahibi Ömer Aras'a ait eve
de sıçradı. Yangın sırasında 90 yaşındaki Ömer Aras
ve 86 yaşındaki eşi Yadigar Aras'ın evde olmamaları
can kaybını önlendi. Yangının Aras'ın evine
sıçramasıyla Bodrum Orman İtfaiye Şefliği'ne ait
köpük sıkma aracı da söndürme çalışmalarına yardım
etti. Yaklaşık 3 saat süren yangın söndürme
çalışmaları sonunda kullanılmayan metruk ev kül
oldu. Aras'a ait 2 katlı evin çatısı ve 2. katında
maddi hasar meydana geldi.
Ömer Aras'ın oğlu Bodrum Ahşap Yelkenli Yat
Yarışları Organizatörü ve Era Yelken Kulübü Başkanı
Erman Aras, "Yan taraftaki kullanılmayan binada
zaman zaman madde kullananlar ve sarhoşlar gelip
kalıyordu. Ev sahibini defalarca uyarmamıza rağmen
evin kullanılmaması için bir önlem aldıramadık.
Kavga ya da tartışma çıktığında polise bilgi
veriyorduk. Binada kalanları toplayıp götürüyordu,
ama 2 saat sonra yine geliyorlar. Sonunda binada
yangın çıktı. Şans eseri yangın gündüz çıktı. Gece
saatlerinde olsaydı, annemle, babamı
kaybedebilirdik. Onlara zarar gelmemesi en büyük
tesellimiz. Bu binanın da kullanıma kapatılmasını
istiyoruz" dedi. Yangınla ilgili soruşturma
başlatıldı.
Vatan, 12.08.2014
|
II. ABDÜLHAMİD'İN ARMAĞANLARI

Sultan II. Abdülhamid’e, tahta çıkışının 25.
senesinin kutlandığı 1901’de dünyanın her yerinden
gönderilen hediyeler günümüze ulaşıyor. 17 Eylül'de
Yıldız Sarayı'nda başlayacak "Cülus Armağanları
Sergisi"nde 18 parça değerli hediye ilk kez bir
arada sergilenecek.
Gümüş bakım setleri, çeşmeler ve daha nicesi...
Tahta çıkışının 25.yılında II.Abdülhamid'e gelen
hediyeleri merak ediyor musunuz? Sultanın tahta
çıkışının 25. senesi olan 1901'de dünyanın çeşitli
imparatorluklarından gönderilen hediyeler, ilk kez
bir arada tarih severlerin ilgisine sunuluyor.
Tarihin perdesini entelektüel birikimle aralayan,
sanat bilincinin geliştirilmesine katkı sağlayan
Cülus Armağanları Sergisi, özel bir döneme tanıklık
ediyor. Cülus armağanlarının hikayesini masalsı bir
dille anlatan sergi, Yıldız Sarayı'nda meraklılarıyla
buluşacak.
TÜM DETAYLARI HİSSEDECEKSİNİZ
17 Eylül - 17 Ekim arasında Yıldız Sarayı içinde
yer alan ve özel mimarisiyle dikkat çeken Kaskat
Köşkü’nde sergilenecek 18 tarihi eser
ziyaretçilerinin beğenisine sunulacak. Daha önce
çeşitli saraylarda bulunan eserlerin dönemine uygun
olarak tek bir alanda sergilendiği köşkte, tarih ve
sanat tutkunları dönemin izlerini eserlerin
detaylarında hissedecek. Her bir ülkeden gelen
eserlerin özel olarak sergilendiği alanlarda aynı
zamanda eserlerin hikayeleri de yer alıyor. Sergide,
II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yılında
dünyanın çeşitli ülkelerinin imparatorlarından
gelmiş hediyeler görücüye çıkıyor. Geçtiğimiz
yıllarda restorasyonu biten ve ilk kez bu sergi
vesilesiyle kapıları açacak olan Kaskat Köşkü,
Osmanlı sarayları arasında en son örneğini oluşturan
Yıldız Sarayı içinde yer alıyor.
19. yüzyılın trendi Art Nouveau akımın
gözde eserleri
19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa başkentlerinde
yayılan Art Nouveau'nun
uygulandığı en güzel mekanlardan biri olan Kaskat
Köşkü’nün tarihi atmosferinde, Kültür ve Turizm
Bakanlığı desteğiyle gerçekleşecek Cülus Eserleri
Sergisi’ndeki eserler bir ay boyunca her gün 09.00 –
19.00 saatleri arasında ziyaretçilerini bekliyor.
Akşam, 12.08.2014
|
MÜZEDE GELİR REKORTMENİ AYASOFYA
Müze ve ören yerlerinin geliri 7 ayda 174 milyon
liraya ulaştı. Giriş ücretinin 30 TL olduğu
Ayasofya, 35 milyon lirayı aşkın hasılatıyla en çok
gelir elde eden müze sıralamasında ilk sırayı aldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre,
Ocak-Temmuz döneminde bakanlığa bağlı müze ve ören
yerlerini 16 milyon 200 bin kişi gezdi. Geçen yılın
aynı dönemine kıyasla yüzde 38 artış gösteren müze
ve ören yerlerinin geliri, 126 milyon liradan 174
milyon liraya çıktı. Yerli ve yabancı
ziyaretçilerin, bu dönemde en çok ziyaret ettiği
müze, Topkapı Sarayı oldu. Görkemli sarayı
Ocak-Temmuz arasında 1 milyon 946 bin 187 kişi
gezdi. Turistler, Osmanlı devletinin 380 yıl idare
merkezi ve resmi ikametgahı Topkapı Sarayı
Müzesi’nin yanı sıra muhteşem Ayosofya’ya da yoğun
ilgi gösterdi. Asırlara meydan okuyan müze, 1
milyon 898 bin 512 kişiyi ağırladı. Ayasofya Müzesi,
gelir sıralamasında ise ilk sırda yer aldı. Toplamda
1 milyon 898 bin 512 ziyaretçiyi ağırlayan müzeden
35 milyon 726 bin 455 lira hasılat elde edildi.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin dergahında kurulan,
hoşgörü ve sevginin adresi Mevlana Müzesi ise 1
milyon 63 bin turistle, en çok rağbet edilen
müzelerden üçüncüsü oldu. Efes, Pamukkale
Hierapolis ve Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Göreme
Açık Hava ve Noel Baba müzeleri de en çok ziyaret
edilen müze ve ören yerleri arasında yer alıyor.
Vatan, 12.08.2014
|
BÜYÜK DAMIEN HIRST KRALLIĞI
Britanyalı sanatçı Damien Hirst, iki bini aşkın
eserden oluşan kişisel sanat koleksiyonuna
evsahipliği yapacak bir müze açmaya hazırlanıyor.

Dünyanın en zengin sanatçısı olarak bilinen,
Britanya’nın prestijli sanat ödülü Turner Ödülü’nün
de sahibi Damien Hirst, Güney Londra’da kendine ait
bir müze açacağını açıkladı. Formaldehit içerisinde
saklanan ölü hayvan figürleriyle tanınan 49
yaşındaki sanatçı hem çok pahalıya satılan
eserleriyle sanat dünyası tarafından, hem de ölü
hayvan bedenlerini kullanması yüzünden
hayvanseverler tarafından sık sık eleştiriliyordu.
Hayvanseverlere ve sanatçının işlerini sevmeyenlere
iyi bir haber verelim: Newport Street Gallery/
Newport Sokak Galerisi adlı müzede Hirst’ün işleri
değil, sanatçının iki bini aşkın eserden oluşan
kişisel sanat koleksiyonu sergilenecek. Koleksiyonda
ise yok yok: Francis Bacon’dan Andy Warhol’a,
Picasso’dan Banksy’ye kadar birçok ünlü sanatçının
eserleri Haziran 2015’te açılması planlanan müzede
yerini alacak.
KENDİ SAATCHI GALERİM
Hirst’ün “Benim kendi Saatchi Galerim olacak”
dediği, Güney Londra, Lambeth’te açılacak müze, Tate
Modern’i restore eden Caruso St John isimli mimarlık
firması tarafından tasarlanacak. The Newport Street
Gallery/ Newport Sokak Galerisi, ziyaretçiler
tarafından ücret ödenmeden görülebilecek.
Hirst, geçen haftalarda da Britanya’nın
güneyindeki sahil kasabası Ilfracombe’da 875
dönümlük bir arazi satın alarak içerisinde ev,
hastane, alışveriş merkezi ve okulların olduğu dev
bir site inşa edeceğini açıklamış bölge sakinlerinin
tepkisini çekmişti.
Taraf, 12.08.2014
|
HAN TİYATROSU ENKAZA DÖNDÜ
Genco Erkal'ın açık hava tiyatrosuna dönüştürdüğü Ali Paşa Han'ı saldırıya uğradı.
Geçen hafta kimliği belirsiz kişiler, Genco Erkal’ın açık hava tiyatrosuna dönüştürdüğü ve Ali Paşa Hanı’na girerek, doğal dekoruyla dikkat çeken tiyatroda seyirciler için yapılan platformları parçalayıp enkaz haline getirdi. Anıtlar Kurulu’nun izni ve Fatih Belediyesi’nin ruhsatıyla hizmet vererek, ülkede ilk özel tarihi açık hava tiyatrosu olma özelliği taşıyan ve sezonda hemen hemen her gece 'Yaşamaya Dair-Bursa Cezaevi'nden Mektuplar' oyununu kapalı gişe oynadığı tarihi Ali Paşa Hanı'na saldıranların kim olduğu biinmiyor. Doğal dekoruyla dikkat çeken oyunun sahnelendiği tiyatroda, seyirciler için yapılan platformlar da paramparça edildi ve enkaz haline geldi.
Akşam, 12.08.2014
|

|
'GÜNEŞ'İN EN İYİ 10 HALİ
İnsanoğlunun ve yaşamın
temel enerji kaynağı olan güneş, sanatçılar için de
eserlerine her zaman ilham aldıkları bir imge oldu.
Doğanın bu eşsiz temel yapı taşının sanatçıların
gözünden nasıl görünüp algılandığına birlikte
bakalım. The Guardian, güneşin dayanılmaz
güzelliğini yansıtan 10 eseri seçti.

1-
Olafur Eliasson - The Weather Project (2013)
Danimarka’nın Kopenhag şehrinde doğan sanatçı, 2003
Viyana Bienali’nde ve Tate Modern’de sergilediği
‘The Weather Project’ adlı işinde bizlere kozmik ve
gerçeküstü bir deneyim yaşatma amacında.

2-
Joseph Mallord William Turner- ‘Dido building
Carthage' (1815) Joseph Turner’in, “Ustalık
eserim” dediği bu tabloda Yunan ve Roma
mitolojilerinin ortak kahramanı Kartaca’nın efsanevi
kurucusu ve ilk Kraliçesi Dido, Roma İmparatorluğu
ile yaptığı savaşlarda yıkılan şehri tekrar inşa
ediyor. Güneş her yere tekrar ışık ve hayat saçıyor.

3-
Raphael – The Mond Crucifixion (1502-3) Orta
Çağ’da Dünya’nın düz ve Güneş’in de Dünya üzerinde
sabit bir şekilde asılı durduğuna inanılırdı.
Rönesans’ın önemli sanatçılarından olan Raphael bu
tablosunda güneş ve ayı insani bir suret şeklinde
resmedilmiştir. Evren ise onun gözünde tamamen
mistik bir alandır.

4-
Claude Monet – Impression: Sunrise (1872)
Fransız empresyonist ressam Claude Monet tarafından
1872 yılında resmedilen bu tabloda ressam Belçika’da
Havre’ye yaptığı bir ziyaret sonrasında güneşin
şehre olan etkisini yansıtıyor.

5-
Caspar David Friedrich – Woman Before the Rising Sun
(1818-20) Romantizm akımı etkisi altında
kalan ressam Caspar David Friedrich, bu tablosunda
bulunan kadını ve güneşi bir yaratan gibi
selamlamakta. Arkası bize dönük olduğu için
gözlerindeki coşkuyu sadece hayal edebiliyoruz.

6-
Giovanni Bellini – ‘The Agony in the Garden' (1465)
İtalyan ressam Bellini’den başka kimse gün
ağarmasını böylesine keskin bir gözlemleme
yeteneğiyle çizemezdi. Tablo, İsa peygamberin
sabahın ilk saatlerinde duraksadığı anı ve güneş
ışığının İtalya’nın kuzeyinde bir dağ köyünü
aydınlatma görünümüyle sunmakta.

7-
Mısır, Amarna Period dönemi – Akhenaten ve Nefertiti
Dikilitaşı, Berlin (MÖ1300)
Aton (Aten) Antik Mısır’da bir güneş tanrısıdır.
Akhenaton tarafından himaye edilen bu din, zamanla
tek tanrılı dinlerin ilk örneklerinden birisi
olacaktır. Bu tabloda Mısır Firavunu Akhenaton ve
eşi Néfertiti’nin güneşe duydukları hayranlığı
görmek mümkün.

8-
James Turrell – ‘Deer Shelter Skyspace' (2006)
Yerin altındaki güneş ışığının nasıl yoğun bir ortam
yaratabildiğini görüyoruz. Bununla birlikte sanatçı
bizlere gözlerimizin gökyüzünün sınırlarını
belirlemesi amaçlıyor.

9-
‘Maeshowe Chambered Cairn' (MÖ 3000)
İskoçya’da bulunan bu son toplu mezar örneklerinden
biri olan yapı, bizlere bir mezardan çok güneş
ışığının ve mimarinin sanatsal ortaklığının nasıl
muhteşem bir görünüm oluşturduğunu sunuyor.

10-
Wolfgang Tillmans – ‘Lux’ (2009) 2009 yılında
Wolfgang Tillmans tarafından çekilen bu fotoğraf
yeni çağın, barok bakış açısı ile nasıl
fotoğraflanabileceğini kanıtlıyor. Bunun yanı sıra
güneş ışığının doğada ki gerçekliğinin büyüleyici
bir etki yarattığını gösteriyor.
Radikal, 11.08.2014
|
KONYA'NIN KÜLTÜREL ENVANTERİ ÇIKARILIYOR

Selçuk Üniversitesi (SÜ) tarafından, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Konya Büyükşehir Belediyesi iş
birliğinde "Orta Çağdan Günümüze Konya İli ve
Kuzeybatı İlçeleri Yüzey Araştırması" 2014 yılı
çalışmaları başlatıldı.
Üniversiteden yapılan açıklamaya göre, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izni ve
denetiminde başlatılan çalışma Selçuklu, Meram,
Karatay, Seydişehir, Beyşehir, Akşehir, Doğanhisar,
Derbent, Ilgın, Bozkır ve Hüyük ilçelerini kapsıyor.
Öncelikli çalışmalar Seydişehir, Beyşehir ve
Bozkır'da başlatılacak.
Araştırmanın başkanlığını yapan SÜ Sanat ve
Tasarım Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ali Boran,
araştırma çerçevesinde kapsamlı bir yüzey taraması
yapılacağını belirterek, şu bilgileri verdi:
"Bu araştırma kapsamında mimari eserlerin
dışında, mezar taşları ve yine arazide dağınık halde
rastlanan, işlevini kaybetmiş mimari plastik eserler
de ele alınacak. Ayrıca Bozkır ilçe merkezi olmak
üzere köyler ve yaylalardaki kültür varlıklarının
araştırması yapılmakta olup, önemli veriler elde
edilmeye başlandı. Bozkır yaylalarının vadilerinde
yer alan ve pek örneğine rastlanmayan, arı ballarını
koruyan, dikdörtgen planlı ve 4-5 metre
yüksekliğinde kule şeklinde olan ve ağaçların kovan
olarak kullanıldığı 'hanay'lar başta olmak üzere,
diğer kültür varlıkları bu araştırmalar sonunda
ortaya çıkacak."
Boran, araştırmaya Koyunoğlu Müzesi Müdürü ve
Epigrafi Uzmanı Hasan Yaşar, Konya Yazma Eserler
Bölge Müdürü Bekir Şahin, Yrd. Doç.Dr. Tolga
Bozkurt, alanında uzman öğretim üyeleri ve sanat
tarihçilerinin katkı vereceğini bildirdi.
Yeni Şafak, 11.08.2014
|
DENİZİN GÖKDELENLERİ VENEDİK'E GİREMEYECEK
İtalya hükümetinin yeni kararıyla, St. Mark
havzasına ve Giudecca Kanalı’na 2015’ten itibaren 96
bin tondan büyük gemilerin girişleri yasak olacak.

İtalya hükümeti, tarihi Venedik kentinin
merkezindeki limana çok büyük yolcu gemilerinin
girişini yasaklama kararı aldı. Bir süredir
İtalya’daki bazı çevreci grupların ve aralarında
Britanyalı aktör Michael Caine ve aktris Julie
Christie’nin de bulunduğu ünlü isimler, Venedik’e
büyük yolcu gemilerinin girişinin yasaklanması için
başlatılan imza kampanyası yürütüyordu. Hükümetin
yeni kararıyla, St. Mark havzasına ve Giudecca
Kanalı’na 2015’ten itibaren 96 bin tondan büyük
gemilerin girişleri yasak olacak. Bunu yerine
gemiler alternatif rota olarak Contorta-Sant’Angelo
Kanalı’nı kullanacak. Ancak hükümetin bu tür gemiler
için belirlediği alternatif rota, lagün kentinin
kırılgan çevresine zarar vereceğini düşünen
çevreciler ve Venedik sakinleri endişeli. “Büyük
Gemilere Hayır” adlı grup, alternatif rota yerine
büyük yolcu gemilerinin tamamen lagünün dışında
tutulmasını talep ederken, İtalya hükümeti alnınan
kararla Venedik’in turizm ekonomisiyle kültürel
dokunu korumak arasında bir denge kurduklarını iddia
ediyor.
Taraf, 11.08.2014
|
CAMİLERİ RESTORASYONDAN Kİ KORUYACAK?
Tarihi
binalara dokunan tahribat eli defalarca gündeme
gelmesine rağmen restorasyonlar sırasında yapılan
hatalar ilgili kurumlarca kaale alınmıyor. Ehemmiyet
verilmeyen binalardan geriye ziyaretçilerin gördüğü
trajikomik manzaralar kalıyor.
Yıkılma tehlikesi
veya tamirat ihtiyacı bulunan cami, tekke, külliye,
sebil gibi tarihi eserler yakın dönemde bir bir
elden geçiriliyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür
ve Turizm Bakanlığı‘nın yürüttüğü projeler,
belediyelerin de desteğiyle adeta bir furyaya
dönüştü. Restore ediyoruz denilerek süslenen dev
reklam panoları şehrin geniş caddelerini kaplıyor.
Ne var ki, ortaya çıkan sonuçlar çoğu zaman
niteliksiz işçilik ve tarihi dokuya zarar verdiği
gerekçesiyle eleştirilerin hedefi konumunda.

Fatih’teki Tarihi Murat Molla
Kütüphanesi yakın zamanda biten projelerden. Çalınan
levha yerindeki boşluğa, yenisi yerleştirilmişti.
Fakat şimdiki kitabe okunmaktan çok bir patates
baskısını andırıyor.
Bugüne kadar uzman
restoratör ve meslek mütehassısı çevreler, çeşitli
vesilelerle işleyiş konusundaki şikayetlerini dile
getirdi fakat bu çağrılardan ciddi bir netice
alınamadı. Sıkıntılar devlet mecralarınca nazar-ı
dikkate alınmasa da uluslararası restorasyon
forumlarında konuşulmaya ve alay konusu olmaya devam
ediyor. Kamuoyu, İstanbul Fındıklı’daki Süheyl Bey
Camii, Sultan Vahdettin Köşkü ve İstiklal
Caddesi’ndeki Ağa Camii gibi kötü restorasyonla bir
nebze hassaslaşırken, aynı türden başka vakalar
şehrin başka yerlerinde de görülüyor. Bugüne dek
birçok ‘yenilenmiş’ mabet ve kutsal mekan restore
edildi denerek halkın hizmetine sunuldu. Aşağıda
sayacağımız misaller bir seri katilin hala elini
kolunu sallayarak şehirde restorasyon yaptığını
gösteriyor.

2007 yılında çalınan sağdaki kitabe,
binanın Sultan II. Abdülhamid Han tarafından tamir
ettirildiğini anlatıyordu. Restorasyonda kitabenin
eski hali bile taklit edilememiş.
Adeta Sulu
Boya çalışması
Murat Molla Kütüphanesi Fatih
İlçesi sınırları
dahilinde bulunan onlarca manevi yapıdan sadece
biri. Tevkii Cafer Mahallesi’nde bulunan kütüphane,
Damadzade Mehmed Murad Efendi tarafından 1775
senesinde kurulmuş. Beraberindeki tekke ile bir nevi
külliye özelliği taşıyor. Zaman içindeki
kesintilerle birlikte asli vazifesini sürdüren yapı
II. Abdülhamid Han devrinde bir yangın geçirmiş
(1890). Tahrip olan binanın tecdidine binaen
kapısının üzerindeki kitabeye bir de tamir kitabesi
eklenmiş. Restorasyon kazasının hikayesi de burada
başlıyor. Kütüphanenin sülüs hatlı asıl kitabesinin
yanındaki manzum talik levha 2007 yılında kaybolmuş.
Çevre esnaf, tarihi levhanın kendiliğinden düştüğünü
ve kırılan parçaların çöpçü tarafından atıldığını
iddia ediyor. Hasılı, uzun bir müddet boş kalan
levhanın yerine Fatih Belediyesi ve İl Özel İdaresi
tarafından ortak yürütülen çalışmada yeni bir levha
eklenmiş. Fakat kitabenin yeni hali boş kalan halini
mumla aratıyor. Uzaktan, anlaşılmayacak kadar garip
durmuyorsa bile okumaya kalkıştığınız vakit acı
gerçek kendini ele veriyor. Kitabedeki yazılar sanki
acemice yapılmış siyah ve beyaz bir sulu boya
çalışması kıvamında. Üst üste binmiş belirsiz
şekillerde Arap harflerinin alakası yok. Eski
harfleri bilen dikkatli kimseler de sınırlı olduğu
için, civardaki hiç kimse durumun vahametini fark
etmemiş. Dahası, kütüphane şimdilerde bir cemaatin
İslami ilimler ihtisas kursu olarak kullanılıyor.
Okunabilseydi, kitabede şunların yazılı olduğunu
anlayacaktık:
Bu hankah-ı feyz-penah-ı Molla Murad
Olmuşdu kalb-i aşık-ı efkende-veş harab
Yapdırdı padişahımız Abdülhamid Han
Üç yüz sekizde oldu nakşibend ü feth-i bab
Bu bab-ı müstetab açıldıkça subh u şam
Versin o şah-ı a’zama Hakk ömr-i bi hisab
Sene 1308

Vefa semtindeki ‘restorasyon’ cemaat
eliyle gerçekleşmiş. Eski bir kilise olan Molla
Gürani Camii dışındaki haçlar, el yordamıyla ve
çimento sıvanarak kapatılmış.
Cemaat eliyle
yapılan kapama böyle olur
Vefa semtinde bulunan Molla Gürani Camii, eski
Hagios Theodoros Kilisesi’nden devşirme bir yapı.
İstanbul’da kalan en eski kilise yapılarından ve
Fatih Sultan Mehmet’in hocası tarafından bir İslam
mabedine dönüştürülmüş. 12. asrın başlarında
yapıldığı anlaşılan tarihi mabedin günümüze
ulaşmasını yine bu tebdil hareketine borçluyuz.
Çünkü bugüne kadar insan unsurundan arınmış bütün
tarihi yapılar atıl kalıp yok olmaya mahkum olmuş.
Geçtiğimiz aylarda yine aynı sebeple gündeme gelen
cami, içinde gerçekleşen kültür cinayetleriyle bir
gazetede haber olmuştu.

Caminin hemen
bitişiğine yapılan gecekondu, harap olan Bizans
süslemeleri ve tuvalete çevrilmiş papaz odası
kamuoyuna yansımıştı. Yalnız başka bir husus var ki,
cemaatin nasıl bir mabette ibadet ettiklerinden
habersiz olduklarını gösteriyor. Caminin yola bakan
dış cephe panolarındaki haç kabartmalar adeta kör
kazmaya kurban edilmiş. Zira namaz kılınan mekanın
dışında bulunan haç işaretleri çimento harcıyla
sıvanmış. Sıvama işleminin daha ilk bakışta herhangi
bir alete gerek duyulmadan el yordamıyla yapıldığı
anlaşılıyor. İstanbul’un orta yerindeki bu tarihi
camiyi ziyaret edenler, biraz da tarih biliyorlarsa
şu soruyu muhakkak soracaktır: Kiliseyi beş yüz sene
evvel camiye dönüştüren Fatih Sultan Mehmet’in
hocası Molla Gürani ve Kanuni’nin Seyhülislam’ı
Ebussuud Efendi dahi bu haçları görmedi de günümüz
cami cemaati namaz kılınmayan bu yerdeki haçları
gördü?

Restorasyonla giden Bohemya kristalleri

İstanbul Boğazı’nın
incilerinden biri olan Hamid-i Evvel Beylerbeyi
Camii, 2013 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
başlattığı restorasyon çalışmasıyla yenilendi.
Burada bulunan İstavroz Sarayı yerine 1778 yılında
inşa edilen cami, Sultan II. Mahmut devrinde önemli
değişiklikler geçirmiş, hemen yanına bir
muvakkithane ile çeşme yapılmıştı. Bugünlerde o
çeşme hemen kıyısında yer alan çay bahçesinde
bulunuyor. Tekrar camiye gelirsek, Beylerbeyi Camii
son olarak 1983 yılında ciddi bir bakım geçirmişti.
Sponsorluğunu özel bir şirketin yaptığı restorasyon
çalışmaları geçtiğimiz haftalarda tamamlanarak, cami
ibadete açıldı. Fakat caminin tecdit edilmiş halinde
birtakım değişiklikler söz konusu. Mihrabın yanında
yer alan tarihi balmumu şamdanları ve bohemya tarzı
avizeleri eski yerinde değil. Tamire götürüldüğü
söyleniyor. Bunun yerine ekseri yeni inşa edilen
camilerde kullanılan metal avizeler konulmuş. Yeni
cami içindeki farklılıklar bununla da bitmiyor.
Üzeri ahşap ile örtülen klimalar tam da caminin
çinilerle süslü süpürgelik kısmını kapatmış. Umarız
altta kalan çiniler montaj esnasında zarar
görmemiştir.
Zaman, Haber: Erkam Emre, 10.08.2014
|
MAĞARADAN
BUZUL ÇAĞI FOSİLİ ÇIKTI
Amerika'da tarihi Wyoming Mağarası'nda araştırmacılar buzul çağı memelilerine ait yüzlerce fosil ve kemik buldu.
Des Moines Üniversitesinden Julie Meachen'in önderlik ettiği uluslar arası araştırma ekibinin iki haftalık kazısı sonucu ortaya çıkardığı kalıntılar bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı.
Kalıntıların 12 bin ila 23 bin yıllık bizonlar, gri kurtlar ve atlar gibi çeşitli hayvanlara ait olduğu düşünülüyor.
Sabah, 10.08.2014
|
|
ATİNA'DAKİ FETHİYE CAMİİ'NİN RESTORASYONU BAŞLADI

Yunanistan, Osmanlı döneminden ayakta kalan
yüzlerce tarihi eseri koruma ve restorasyon
çalışmalarını sürdürüyor.
Ekonomik kriz
dönemine rağmen AB destekli fonlarla devam eden
çalışmalarda sıra, uzun yıllardan bu yana harap
durumu sebebiyle acil müdahale bekleyen başkent
Atina’daki Fethiye Camii’ne geldi. Atina’daki en
eski ve özgün Osmanlı eserlerinden biri olarak kabul
edilen Fethiye Camii’nin restorasyonuna başlandı.
İhale, geçen aralık ayında yapılmıştı. Restorasyon
bedeli ise bir milyon üç yüz 80 bin Euro olarak
belirlenmişti. İhaleyi, Osmanlı eserlerini
restorasyon tecrübesi de olan Medusa İnşaat
kazanmıştı. Restorasyon ön hazırlıklarına ise mayıs
ayı sonunda başlanmıştı. Çevre güvenliğine ilişkin
çalışmalar ise dün tamamlandı. Cami etrafındaki avlu
korkulukları sac levha ile kapatıldı. Cami dış cephe
duvarları ve son cemaat yerine ise iskele kurma
işlemi de bitirildi. Fethiye Camii, dün itibarıyla
kubbeleri hariç iskelelere giydirilen branda
sebebiyle tamamen gözden kayboldu. Kültür ve Spor
Bakanlığı tarafından finanse edilen eserin turizm
amaçlı hizmet vermesi bekleniyor. Camideki
çalışmaların Ekim 2015’te bitirilmesi planlanıyor.
Zaman, Haber: Hasan Hacı, 10.08.2014
|
İSTİKLAL CADDESİ'NDE 'İHTİYARLARA' YER YOK

İstiklal Caddesi üzerinde Rebul Eczanesi,
Robinson Kitabevi ve Kelebek Korse gibi simge
yerlerin kapanma ya da taşınmaya zorlanmasıyla
caddede son kalan eski dükkanları hatırlayalım
istedik. Bir elin parmaklarını bile geçmediğini fark
edince hüzünlendik. Ve anladık ki ‘Bizim zamanımızda
Beyoğlu’nda...’ diye başlayan cümlelere yenileri
eklenecek. Mesela şu: “Bizim zamanımızda Beyoğlu’nda
fakir ama gururlu dükkanlar vardı.”
Tarihi Rebul Eczanesi, geçtiğimiz aylarda 120
yıldır bulunduğu İstiklal Caddesi üzerindeki
mekanından çıkmak zorunda bırakıldı. Eczanenin boş
kalan vitrinine vakit geçmeden yapıştırılan ilan,
tarihi caddede sadece Rebul Eczanesi’ne değil
‘yüksek dozda nostalji’ barındıran herhangi bir
dükkana yer olmadığını çok iyi anlatıyordu:
‘Kurumsal işyerlerine kiraya verilecektir’. Rebul’un
sonunu, içinde bulunduğu Rumeli Han’ın el
değiştirmesi hazırlamıştı. Meşelik Sokak’taki yeni
yerine taşınan eczanenin bir döneme damgasını vuran
mekan olduğunu gösteren tek işaret olarak, kapısında
neon tabela ile büyük tezat oluşturan ‘1895’ten
beri’ ibaresi kaldı. Sonra yine caddenin en eski
kitapçılarından biri olan Robinson Crusoe 389, 25
bin TL’lik kira bedelinin 35 bin dolara
çıkartılmasıyla pes edip kepenkleri indirdi.
‘Caddede romantizmi unutun, artık devir büyük
şirketlerin’ diyen ses, son olarak bir yasa şeklinde
karşımıza çıktı. Bir konutta ya da işyerinde 10 yılı
dolduran kiracıların gerekçe göstermeden
çıkarılabilmesine imkan sağlayan borçlar kanunu.
Yasanın İstiklal Caddesi’ndeki ilk kurbanı tarihi
Kelebek Korse oldu. Mal sahibi Santa Maria
Kilisesi’nin geri adım atmaması, dükkanı 78 senedir
işleten Avramoğlu ailesini tam anlamıyla çileden
çıkartmış. Babasının ardından 46 yıl boyunca dükkanı
işleten İlya Avramoğlu, üşenmeden, sıkılmadan
sabırla bir kere de bizim için anlattı.

‘Bir dönemi simgeleyen son dükkandık’
İki sözünden biri ‘Bu yapılan zulümdür’ olan
Avramoğlu, “Burası bir dönemi simgeleyen son
dükkandır. Bu dükkanın ayakta kalması için özel çaba
göstermeleri gerekirken yıkmak için ellerinden
geleni yapıyorlar.” diyor. Vitrinde, üzerinde
meramını anlattığı A4 kağıdına basılı çok sayıda
yazı var. En çok dikkat çekeni ise ‘Fast food olmak
istemiyoruz’. Tam bu noktada Avramoğlu, simgesel
değeri olan bu tür mekanların kapatılmasının
caddenin ruhuna zarar verdiğini anlatıyor: “Beyoğlu
ruhu zaman içinde yok oldu. Adım başı ya dönerci ya
lahmacuncu ya da kebapçı var. Bu meslekleri
küçümsemiyorum. Demek istediğim çeşitlilik azaldı.
Turistler genelde tarihi yerleri görmeye geliyor.
Kapatılan her bir tarihi mekan turisti de azaltır.
Müze gibi burası.”
Avramoğlu’na “Eskiden nasıldı buralar?” diye
sorunca bir avazda anlatıyor: “Karşıda, şimdi
restoranın olduğu yerde, eskiden züccaciye vardı.
Onun yanında kuyumcu vardı. Kralların, kraliçelerin
kuyumcusu şimdi hepsi gitti. Biraz ileride Şark
Muhallebicisi vardı. Atatürk’ün çorba içtiği
muhallebici. Bunların hepsi gitti, bir biz kaldık.
Bizi de çıkarmak istiyorlar işte.”
Elinde bir kanıt yok fakat gerçekliğine çok inandığı bir tahmini var ki doğru ise epeyce hüzünlü: “Kanıtım olmadığı için isim veremiyorum ama bir yer var, tahliye ediliyor. O dükkanın sahipleri burayı ele geçirmeye çalışıyor. Papazla araları iyi. Hatta bu bahsettiğim kişiler 6-7 Eylül olaylarına iştirak edenlerin torunları. Doğrusu, kilise bu tarihten habersiz. Ayrıca zaten Katolik kilisesi olduğu için biraz da duyarsız. Biliyorsunuz 6-7 Eylül daha çok Ortodokslara yapılmıştı. Arada bir mezhep farkı var.” Avramoğlu’nun mücadelesine yerel basın kadar uluslararası basın da ilgi göstermiş. Daha geçen hafta Rum asıllı bir Amerikalı gazeteci kendisiyle röportaj yapmış. Konuyu Times dergisine sunacağını söyleyen kadın gazeteci, Avramoğlu’na internet üzerinden açtığı bir imza kampanyası konusunda da yardımcı olmuş.
1936 yılında kurulduğunda çok büyük bir boşluğu
dolduran Kelebek Korse, şimdilerde eskisi kadar
olmasa bile kadim müşterilerinin de sayesinde üç
aileye geçim kaynağı sağlıyor. Dükkanın ilk
işletmecisi baba Avramoğlu, 92 yaşında ve zihni
artık her şeyi her zaman hatırlamayacak kadar
yorgun. Hatırlamaması ise belki daha iyi. Çünkü
dükkanının başına gelenleri hatırladığı nadir
zamanlarda hüngür hüngür ağlıyormuş.
Kelebek Korse’den ayrılıp sağlı sollu dükkanlara
bakarak eskilere dair bir emare arıyoruz. Bulduğumuz
tek şey ise indirimlerden haber veren yabancı
markalara ait mağazalarla Avramoğlu’nun bahsettiği
lokantalar, restoranlar oluyor. Derken Panter Kürk
ve Panter Kırtasiye adıyla yan yana duran iki dükkan
çıkıyor karşımıza.
88 yaşındaki Yusuf Arpacı, mağazalarının başından
mümkün olduğunca ayrılmıyor. Daha söze başlar
başlamaz, “Beyoğlu çok değişti. Eskiden buralara
kravatsız girilmezdi.” demesi boşuna değil. ‘Bunlar
hep oğlum’ diye anlattığı çalışanları olmasa da o
yine takım elbisesiyle iş başında. Yan yana duran
iki mağazasından, birinden çıkıp diğerine giriyor.
Mağazalardan birinin üstünde Panter Kürk yazsa da
iki mağaza da kırtasiye olarak hizmet veriyor.
Hikayesi şöyle: 1965’te Yusuf Arpacı, Beyoğlu
Anadolu Lisesi’nin altındaki tarihi mekanda Panter
Kürkevi’ni kuruyor. 1985’te ise yandaki kırtasiyeyi
devralarak Panter Kırtasiye adını veriyor. Gerisini,
ağzından zorla laf aldığımız Yusuf Arpacı anlatsın:
“Benim asıl işim kürkçülük. Burası eskiden
kürkçüydü. Kürk işi öldü, ben de burayı kırtasiye
yaptım.” Kırtasiyeye çevirdikten sonra ismini
değiştirmemişler. Yusuf Arpacı’nın ağzından lafı
zorla almamızın sebebi, kendisinin ifadesiyle ‘iki
dakika önce söylediğini bir dakika sonra unutması’.
Oğullarım dediği çalışanlarının yardımıyla sohbet
ediyoruz. Sık sık bana, “Eski Beyoğlu’nu öğrenmek
istiyorsan korseci var, ona git.” diyor. Oradan
geldiğimi söyleyince “Ha tamam, işte o anlatmıştır,
bir o kaldı eskilerden. Ben ne söylesem yalan kızım.
Unutuyorum artık.” dese de anlatıyor sık sık araya
girerek. Bugün Odakule olan karşı tarafı gösterip,
“Orası Karlamann Pasajı’ydı. Yanında Şark Pasajı ve
Bonmarşe vardı. Herkes birbirini tanırdı. Şimdi o
ortamı bulmak zor. Müşterilerim arasında da çok
sayıda meşhur insan vardı ama sorsan şimdi
hatırlamam.” diyor.
İstiklal artık yeme içme mekanı
Yusuf Arpacı’nın oğlum dediği çalışanlarından
biri olan muhasebecisi İsmet Yüce, babasının
durakladığı anlarda araya girip anlatıyor: “Biz son
zamanlarına denk geldik ama net hatırlıyorum o
‘kravatsız gelinmezdi’ denilen günleri. Gerçekten de
takım elbisesiz gelmezdik. Hele ki hafta sonları.
Beyoğlu’na gezmeye gelinecekse evde durduğumuz
kıyafetleri değiştirir, öyle gelirdik. Bir de
kepenkleri hiç indirmezdik. Güven vardı herkeste.
Değişim inanılmaz. Tek tip oldu her şey. Cadde,
başından sonuna yemek kokuyor.”
Kelebek Korse’yi yerinden edecek yasa onları
etkilemiyormuş neyse ki. Çünkü mağazalar Beyoğlu
Anadolu Lisesi’ne ait. Milli Eğitim Bakanlığı’nın
denetiminde okulun kiracısılar. Bu durum kendilerine
bir rahatlık sağlasa da çok sevinemiyorlar. Yasanın
caddeye vereceği zararın gayet farkındalar çünkü.
Yusuf Arpacı’nın oğlu Hasan Arpacı anlatıyor:
“Eskilerden hiçbir şey kalmadı ama yasa yenileri de
etkileyecek. Burada 10 yıldan eski olmayan dükkan
yok ki. Kiralar yüksek olunca buraya hep büyük
şirketlere ait mağazalar açılacak belli. O kimlik
bozuldu. Mesela gelip buraya resim çekiyor insanlar.
Ağlayanlar var. Geçenlerde Kanada’dan gelmişti
yaşlıca bir kadın. Bu okulda okumuş, babasını
hatırladı, başladı ağlamaya. Çünkü biz kırtasiyedeki
dekoru hiç bozmadık. 100 yıllık kasamız hala
duruyor. Eskiler gelip anı tazeliyor. Fast-food
dükkanlarında bunu yapmak zor.”
Self
servis Osmanlı tatları
1927 yılında ilk olarak Eminönü’nde açılan Borsa
Lokantası çok uzun yıllara dayanan geçmişi
dolayısıyla olmasa da ismi itibarıyla nostaljik
unsurlar barındırıyor. Borsa Lokantaları zincirinin
ilki, Eminönü’ndeki Zahire Borsası’nın bulunduğu
sokakta açılmış. Adını bu sokaktan alan lokanta,
1985 yılından beri Rasim, Tahsin, Ali Reşat Özkanca
kardeşler tarafından işletiliyor. Harbiye, Beyoğlu
ve Kandilli’de restoranları bulunan Borsa’nın klasik
Osmanlı Türk mutfağını self servis şeklinde sunarak
yaygınlaştırmak gibi bir misyonu var.

Lebon
ve Markiz’in adı kaldı yadigar
1930’larda bohem ve entelektüel kitlelerin
popüler buluşma mekanlarından Lebon ve Markiz
Pastaneleri ise eski sahiplerinin elinde olmasa da
isimleriyle Beyoğlu’nda nostalji yaşatıyor. Lebon,
hala pastane olarak hizmet verirken Markiz
Pastanesi’nin bulunduğu dükkanda yeni nesil bir
restoran bulunuyor. Restoranın renkli mi renkli,
canlı mı canlı isminin yanında silinmeye yüz tutmuş
‘Markiz’ ismi, tarihi pastaneden artakalan tek
simge.

İki
asırlık lokum serüveninin İstiklal ayağı
İstanbul’daki ilk mağazasını 1777 yılında
Eminönü’nde Bahçekapı’da açan Ali Muhiddin Hacı
Bekir’in hala hizmet vermekte olan sekiz şubesinden
biri de İstiklal Caddesi üzerinde bulunuyor.
Kastamonu’nun Araç İlçesi'nden İstanbul’a gelerek
1777’de Bahçekapı’da açtığı küçük şekerci
dükkanında; lokum, akide vb. şekerlemeleri bizzat
imal edip satmaya başlayan şekerci Bekir Efendi,
bugün iki asrı aşan bir maziye sahip. Bilahare hac
farizasını yerine getirmesiyle Hacı Bekir olarak
anılan Bekir Efendi, İstanbul Bahçekapı’daki
dükkandan aldığı lokumları ülkesine götüren bir
İngiliz turist vasıtasıyla Türk lokumunun Avrupa’da
‘Turkish Delight’ olarak tanınmasına vesile olmuş.
Turistlerin uğrak yeri; Koska
Meşhur Koska Helvacısı’nın tarihi 1907’ye
dayanıyor. Beyoğlu’ndaki varlığı ise o kadar eski
değil. O da diğer pek çokları gibi ismiyle eskiye
özlemi canlı tutuyor, Cadde-i Kebir’de. Hacı Adil
Dindar tarafından ilk olarak Denizli’de açılan
helvacının İstanbul’daki ismi, açıldığı semtle aynı
adı taşıyor: Koska. Bayezid’taki küçük bir yerleşim
alanının adıyken adını bugün dünyada birçok ülkeye
duyuran helvacının İstiklal’deki şubesi turistlerin
uğrak yeri.
Zaman, Haber: Zeynep Kılıç, 09.08.2014
|
BU MAĞARA BİR DÜNYA HARİKASI

Aşık Veysel’in dediği gibi “uzun ince” hayat yolu
misali iniş çıkışlarla dolu Konya Seydişehir’deki
Tınaztepe Mağarası. Tınaz Dağı’nın içinde can
damarları gibi uzayıp gider derinlere. Yaklaşık bir
bucuk kilometrelik dehlizlerden geçenleri bir
sürpriz bekler yolun sonunda.
Yağmur ve kar sularının kireç tabakasını
eritmesiyle milyonlarca yılda oluşmuş Tınaztepe
Mağarası. Kaşiflerin ve doğa severlerin uğrak yeri
haline gelen mağara, gezenleri dış dünyadan alıp
koparıyor. Tınaz Dağı yamacında işaret levhaları ile
size yol gösteren patikalarla başlıyor ve girişe
ulaşıyorsunuz. İçeri girdiğiniz andan itibaren artık
yeni bir dünyaya yolculuk başlıyor. Derinlere doğru
attığınız her bir adımınız sizi daha da büyüleyecek
mistik bir yolculuk. Yeraltı sularının oluşturduğu
sarkıt ve dikitlerin arasından, uzaktan gelen ney
sesi, tahta iskele üstünde farklı bir dünyaya alıp
götürüyor sizi. Yer yer küçük gölcüklerin arasında
uzanan mağaradaki inişli çıkışlı yolculuğunuz
yaklaşık bir saat sürüyor. Dünyanın da en büyük
üçüncü mağarası olan Tınaztepe’nin uzunluğu bin 500
seksen metre. Mağaranın sonuna ulaşanları tüm
güzelliğiyle bir yeraltı gölü bekliyor. Yağmur ve
kar sularının çatlaklardan sızarak kalkerli tabanı
eritmesiyle oluşan göl, turkuaz rengiyle gelenleri
büyülüyor. Mevsimlere göre gölün su seviyesi
değişiyor.
Kaptan Cousteau’nun dünya harikaları
arasında
Zamanla
ziyaretçilerin uğrak yeri haline gelen Tınaztepe
Mağarası, ilk olarak 1968 yılında Fransız bilim
adamı Michel Bakalowichz tarafından bulunmuş. Mağara
ile ilgili ilk çalışmaları yapan Bakalowichz,
yeraltı krokisini de çıkarmış ve mağaranın astım
hastaları için doğal bir tedavi ortamı olduğunu
belirtmiş. 1970 yılında ise efsanevi okyanus bilimci
Kaptan Jacques Cousteau’nun ekibi Suğla Gölü ve onu
besleyen su kaynaklarını araştırmak için bölgeye
gelmiş. Cousteau ve ekibi Tınaztepe’den Suğla
Gölü’ne uzanan yeraltı göllerinin 22 km olduğunu
keşfetmiş. Bu doğa harikasını dönemin imkanlarıyla
fotoğraflamışlar ve yaşadıkları macerayı Almanya’da
“Dünya Harikaları” kitabında yayımlanmış.
Cousteau’nun bu çalışmaları Tınaztepe Mağarası’nın
uluslararası alanda da tanınmasını sağlamış. Yerli
ve yabancı binlerce turist tarafından ziyaret edilen
Tınaztepe Mağarası, uzun yıllar süren uğraşlar
sonucunda 2001 yılında Orman Bakanlığı’nca Köylere
Hizmet Götürme Birliği’ne tahsis edilmiştir. 2004
yılında da Mağara Dinlenme Tesisleri olarak turizme
hizmete açılmıştır.
Günübirlik
seyahatinize uygun olan Tınaztepe Mağarası Konya
Alanya yolu güzergahında yer alıyor. Konya
istikametinden gelenler için Seydişehir’i geçtikten
sonra 20 km daha gidip Tınaztepe Mağarası
tabelasından sola ayrılan yolu takip ederek
tesislere ulaşılabilir.
Zaman, Haber:Şule Tülin Üner, 09.08.2014
|
KEMAH KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI

Erzincan'ın Kemah
İlçesi'ndeki tarihi kalede kazı
çalışmaları bir yıllık aranın ardından yeniden
başlatıldı.
Kazı çalışmalarını inceleyen Erzincan Valisi
Abdurrahman Akdemir, Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş ve diğer yetkililerden
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Akdemir, basın mensuplarına yaptığı açıklamada,
göreve başladığı zaman valilik olarak mesailerinin,
enerjilerinin büyük bölümünü il genelindeki tarihi
ve kültürel varlıkları ayağa kaldırmak, bu eserleri
yeni nesillere aktarmak için çalışacaklarını
söylediğini anımsattı.
Bu doğrultuda yoğun şekilde çalıştıklarını
anlatan Akdemir, Tercan İlçesi'ndeki Mama Hatun
Kervansarayı ve Türbesi'nde restorasyon
çalışmalarını başlattıklarını, ilçelerdeki birçok
eski cami ve çeşmede de çalışmalar yürütüldüğünü
belirterek, "Bu yıl ayrıca merkezde Çadırcı
Hamamı'nın restorasyon işlerine başladık" dedi.
Hem Altıntepe Kalesi'nde hem de Kemah Kalesi'nde
kazı çalışmalarının yürütülmesi dolayısıyla çok
mutlu olduklarını dile getiren Akdemir, "Kazı
çalışmaları büyük bir gayretle devam ediyor.
Öncelikle hocamız ve ekibine teşekkür ediyorum.
İnanıyorum ki Kemah, kısa süre içerisinde gerek
Sultan Melik Türbesi ile gerekse Kemah Kalesi'ndeki
bu kazılarla turizmin yeni cazibe merkezlerinden
olacak" diye konuştu.
Prof.Dr. Yurttaş ise Kemah Kalesi'nde ilk
kazmayı 2011 yılında vurduklarını ifade ederek, "İlk
kazımızı kalenin girişinde yer alan cami alanında
yaptık. O bölüm tamamen ortaya çıkarıldı" dedi.
"Saray hamamı" olarak nitelendirdikleri bölümde
önceki sene kazı çalışması yaptıklarını hatırlatan
Yurttaş, "Kemah Kalesi'nin en güzel manzaralı yeri,
kuzey batı ucu. Ona yakın olduğu için bu hamama da
'saray hamamı' olarak isim verdik. Alt kısımda bir
sarayın varlığını tahmin ediyoruz. Bu seneki yeni
çalışmalarımızda da sarayın sağ tarafındaki yerleşim
alanlarında kazı çalışmalarını devam ettiriyoruz"
ifadelerini kullandı.
Çalışmalar bir ay sürecek
Yurttaş, kazılarda bugüne dek cami, hamam ve
çeşitli mimari yapılara ulaşıldığını, hamamın
içerisinde önceki sene yazma ve matbu eserler ortaya
çıkarıldığını ifade ederek, şunları söyledi:
"Bulunanların en eskisi, 16. yüzyıla ait, 37
varaktan (yaprak) ibaret bir Kur'an-ı Kerim, Ahmet
Karahisari ekolüne ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir
Kur'an-ı Kerim. Onun yanında özellikle 18. ve 19.
yüzyıla ait Kur'an-ı Kerimler, fıkıh kitapları,
hadis kitapları, dini eserler, okullarda okutulan
çeşitli bilgileri içeren matbu eserler, tüccarlara
ait veresiye defterleri gibi birtakım buluntular
elimize geçti. Kazı çalışmalarında 22 sikke
buluntumuz var, bunlar müzede. Camiden ve hamamdan
çok güzel, Mengücekli dönemine ait olduğunu tahmin
ettiğimiz yani günümüzden 800 sene öncesine ait alçı
buluntular ortaya çıkarıldı. Üzerlerinde kitabeler
var, bitkisel süslemeler, geometrik süslemeler var.
Bir de küçük bir aslan figürünün kalıntısı var."
Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, bu dönem 5
akademisyen, 18 öğrenci ve 35 işçinin katılımıyla
saray alanının doğusunda başlatılan çalışmalarda
tandır ortaya çıkarıldığını, çalışmaların bir ay
süreceğini sözlerine ekledi.
Cumhuriyet, 09.08.2014
|
MÜZEKART SAHİPLERİNE HARBİYE ASKERİ MÜZESİ'NDE
İNDİRİM

Dünyanın en eski müzelerinden biri olan Harbiye
Askeri Müzesi'nin tanıtımı için Genelkurmay
Başkanlığı ve Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği
(TÜRSAB) işbirliğine imza attı.
Müzenin yurtiçi ve yurtdışında daha çok
tanıtılması amacıyla imzalanan protokolle birlikte,
Müzekart + sahipleri de Harbiye Askeri Müzesi'ni
yüzde indirimle ziyaret edebilecek. Protokol
kapsamında ayrıca TÜRSAB, Askeri Müze'nin
gişelerinin geliştirilmesi ve modernize edilmesi
için bilgi ve teknik destek sunarak hizmet
kalitesinin artırılmasına katkı sağlayacak. Konuyla
ilgili açıklama yapan TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy,
“Dünya genelinde muadili olan müzelerle işbirliğine
giderek kardeş müze anlaşmaları imzalamayı
planlıyoruz. Harbiye Askeri Müzesi'nin yurtiçi ve
yurtdışındaki tanıtımı için konserler, sergiler ve
çeşitli etkinlikler de düzenleyeceğiz.” dedi.
Kuruluşu 1453'te İstanbul'un fethine dayanan
ve bugünkü binasına 1959'da taşınan Harbiye Askeri
Müzesi'nin koleksiyonunda 45 bini aşkın eser
bulunuyor. Müzede bunların arasından titizlikle
seçilen silahlar, askeri kıyafetler, çadırlar,
bayraklar ve sancaklar ile benzeri türde beş bin
eser sergileniyor. 28 salonun bulunduğu müzede her
gün saat 15.00 ile 16.00 arasında Mehter'in
tarihçesini anlatan İngilizce ve Türkçe multivizyon
ile yirmişer dakikalık iki seans halinde verilen
konser büyük ilgi görüyor.
Zaman, 09.08.2014
|
TEHDİT, TAKİP SONUNDA
GELDİLER

Atilla Koç döneminde başlayan, Ertuğrul Günay ile
hız kazanan iade çabaları Ömer Çelik döneminde de
sürüyor.
Ülkemizden yasal olmayan yollarla kaçırılan eserler
için
Türkiye önceki yıllarda sadece Dışişleri
Bakanlığı aracılığıyla bildirim yapıyordu. Sadece
Karun Hazinesi Elmalı definesi gibi birkaç eserle
ilgili dava süreci başlatmış ancak bu davalar çok
uzun süre aldığı ve de çok maliyetli olduğu için
diğer eserlerin peşine düşülmemişti. Ancak son 10
yıldır bakanlık taktik değiştirdi ve eserleri takibe
aldı.
Özellikle Ertuğrul Günay döneminde ülkemizde kazı
yapan yabancı arkeologlara ve o ülkenin
bakanlıklarına "ya eserleri geri verirsiniz ya da
arkeolojik kazılarınızı sonlandırırız" tarzındaki
yaklaşım etkili oldu. Başta Boğazköy Sfenksi olmak
üzere Herakles Heykeli üst kısmı bu yöndeki yaklaşım
ile iadesi sağlandı.
Diğer yandan ülkemizdeki eserler ile sergi açmak
isteyen MET, British Museum, Victoria Albert’s ve
Berlin Müzesi gibi büyük müze direktörlerine de,
"Önce sizdeki kaçak eserleri iade edin daha sonra
sergi için anlaşalım" denildi. Bu da ciddi sonuçlar
verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı başta UNESCO olmak
üzere uluslararası platformlarda bu ülkeleri
suçlayıcı ve eserleri iade etmeye zorlayıcı
açıklamalar yapıldı.
Özel koleksiyonerler için de bakanlık bünyesinde
oluşturulan bir ekip tüm dünyadaki müzayedeleri
mercek altına aldı. Müzayede salonlarına eserin
ülkemizden yasal olmayan yollarla kaçırıldığı
bilgisi verilerek bir anlamda mahalle baskısı
kuruldu. Diplomatik yollardan o müzayede şirketleri
kendi ülkelerinin yasaları karşısında da
suç işledikleri, UNESCO’nun aldığı tavsiye
kararları hatırlatıldı. Buradan sonuç alınamaz ise
yine bulundukları ülkelerin emniyet güçleri ile
yasal çerçevede irtibat kurularak, bazen de İnterpol
aracılığıyla koleksiyon sahipleri ve müzayede
şirketlerine baskı yapıldı.
Özel koleksiyonerlere önce iyi niyet gösterildi daha
sonra ise yasal haklar hatırlatıldı. Türkiye’nin bu
çabaları bazı koleksiyonerlerce takdirle karşılanıp,
kendiliğinden iade edilen eserler de oldu. En son
ABD vatandaşları Rick O’Ryan ve Kyoko Schmidt
ellerindeki amforaları Büyükelçiliğimize bu şekilde
teslim etti.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.08.2014
******
KAÇAK TARİHİ ESERLER TÜRKİYE'YE TESLİM EDİLDİ

Türkiye'nin yoğun girişimleri ve Amerikan emniyet
makamlarıyla işbirliği sonucu, FBI yetkilileri
tarafından ele geçirilen Lidya uygarlığına ait 10
tarihi eser, Washington Büyükelçiliği'nde düzenlenen
törenle Türk yetkililere teslim edildi. Törende
konuşan Büyükelçi Serdar Kılıç, eserlerin Lidya
dönemi mezarları ve adak stellerinden (dikili
taşlardan) oluştuğunu söyledi. Kılıç, eserlerin önce
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, daha sonra
da Manisa Müzesi'nde teşhir edileceği bilgisini
verdi. FBI Uluslararası Operasyonlar Birimi Direktör
Yardımcısı Boles da eserleri Türkiye'ye geri
kazandırmaktan büyük mutluluk duyduklarını kaydetti.
2006'da Lidya bölgesine ait mezar ve adak
stellerinin internette satışa çıkarıldığı, yaklaşık
iki ay önce de bu stellerin 10'unun yerinin Türk
makamları tarafından iletildiğini anlatan Boles,
"Şimdi eserler doğru sahiplerine geri dönüyor"
ifadesini kullandı. Boles, MS 1-3. yüzyıllara
tarihlendirilen stellerin nereden ve ne zaman
kaçırıldıklarına dair bir bilginin bulunmadığını
kaydetti.
Sabah, 09.08.2014
|
BU SİKKELER TARİHE IŞIK TUTUYOR

Tarihi Sulusokak'taki
müzede sergilenen tarihi eserler ve sikkeler,
geçmişe ışık tutuyor.
Tokat Müze Müdürü Halis Şahin, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, müzelerinin geniş bir alana
sahip olduğunu söyledi. Müzede birçok medeniyete ait
tarihi eserlerin ve sikkelerin sergilendiğini
belirten Şahin, "Müzemizde farklı dönemlere ait
yaklaşık 35 bin sikke var" dedi.
Şahin, müzeyi geçen yıl
23 bin, bu senenin ilk 7 ayında ise 13 bin kişinin
ziyaret ettiğini dile getirerek,
"Yerli ve yabancı
turistler, sikkelere ve el yazması Kur'an-ı Kerim'e
yoğun ilgi gösteriyor" ifadesini kullandı.
Müzedeki sikkelerin bir bölümünün kazı ve inşaat
çalışmalarında ortaya çıktığını, bir kısmının ise
satın alındığını aktaran Şahin, "Vilayet ek binası
inşaatında çıkan Osmanlı ve Venedik dönemine ait
altın sikkeler, müzemizin sikke koleksiyonunda yer
almaktadır.
Diğerleri de
Hellenistik dönem,
Roma şehir sikkeleri, Roma İmparatorluğu dönemi
sikkeleri, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait
sikkelerdir. Müzemizde elektron sikkeler bulunuyor.
Elektron sikkeler, altınla gümüş karışımı
sikkelerdir" diye konuştu.
Tokat Müzesi'nin
Türkiye'deki müzeler içerisinde sikke sayısı
bakımından önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan
Şahin, "Müzemiz,
Hellenistik dönemden Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna
kadar bütün medeniyetlere ait sikkelerle oldukça
geniş bir koleksiyona sahiptir. Müzemizi ziyarete
gelen misafirlerimiz, altın sikkelere daha çok ilgi
gösteriyor" dedi.
Haber 7, 08.08.2014
|
KARADENİZ'İN EFES'İ FIRÇA İLE GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi’ne bağlı Filyos
Beldesi’nde, MÖ 7′nci yüzyılda kurulan ve Karadeniz’in Efes’i olarak adlandırılan Teion antik kentinde 8 yıl önce başlayan kazı çalışmaları sürüyor. 60 hektarlık alanı kapsayan kazının tamamlanan 2 hektarlık bölümünde hamam, kilise, tapınak, mezar gibi kalıntılar bulundu. Kazma, kürek, çapa ve fırça ile yapılan kazıların 100-150 yılda tamamlanması hedefleniyor.
Filyos’taki kazı çalışmaları, Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Zonguldak Valiliği İl Özel İdaresi’nin
desteğinde 2006′da başladı. Karabük Üniversitesi
Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Sümer
Atasoy başkanlığında yapılan kazılarda şu ana kadar
renkli çanak-çömlek, yazılı eserler, çeşitli
dönemlere ait hamam, kilise, tapınak, liman, kale ve
sahil surları, su kemeri, mendirek kalıntıları,
antik tiyatro, 6′sı kilise içinde 10 mezar, madeni
para, madeni eserler, sikke, kandiller, cam eserler
ve seramikler bulundu.
İLK YERLEŞİM YERİ ORTAYA ÇIKTI
Yrd. Doç.Dr. Şahin Yıldırım, 15 Eylül’e kadar
devam edecek kazı çalışmalarında şu anda kentin ilk
yerleşim yerinin ortaya çıkarıldığını söyledi. Yrd.
Doç.Dr. Yıldırım, Kazılarda küçük buluntular ortaya
çıkıyor. Üst tabakalarda Bizans katları var. Bunlar
tahrip olmuş. Bazı duvarlarda orta çağ kalıntıları
var. Burası Ceneviz Kalesi olarak da uzun yıllar
kullanılmış. Çevreden gelen bol miktarda orta çağ
seramiği var. Küçük objeler de ortaya çıkıyor dedi.
’100-150 YIL SÜRECEĞİNİ TAHMİN EDİYORUM’
60 hektarlık alanı kapsayan kazının şu ana kadar
2 hektarlık bölümünün tamamlandığını ifade eden Yrd.
Doç.Dr. Yıldırım, şöyle konuştu: Elimizden
geldiğince teknik açıdan hızlı bir şekilde hareket
etmeye çalışıyoruz. Yavaş ilerlemesinin sebebi
teknik çalışma ile alakalı bir sorun. Kazı tekniği
hala kazma ve kürekle yapılıyor. Gerektiğinde
çapaya, fırçaya düşüyoruz. Bulgulara göre hareket
etmek zorundayız. Jeofizik ölçümleriyle yerleri
tespit ediyoruz. Kazı tekniği henüz bilimsel boyutta
değil. Makineye çevirmemiz söz konusu değil. Ne
kadar ödeneği artırsanız büyük bir sit alanına
sahibiz. Günümüz teknolojisiyle 100-150 yıl
süreceğini tahmin ediyorum.
Kazı yapılacak alanlarda bir taraftan
kamulaştırma çalışmalarının devam ettiğini belirten
Yrd. Doç.Dr. Yıldırım, Filyos projsenin kazı
çalışmalarına olumsuz bir etkisi olacağını
düşünmediğini söyledi.
haberler.com, 06.08.2014
|
MAGARSUS ANTİK KENTİNDEKİ TİYATRO GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Adana'nın antik kentlerinde, önemli höyüklerinde
arkeolojik kazılar büyük bir hızla devam
ediyor. Karataş'ta yapılan arkeolojik kazılar sonucu,
Magarsus antik kentinin kalıntıları her gün biraz
daha gün yüzüne çıkıyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı
arkeologlarının çalışmaları sayesinde antik kentin
Tiyatrosunda geçen yıl başlatılan kazılarda
tiyatronun basamaklarının büyük bir bölümü açığa
çıkarıldığı bildirildi.

Bu yıl tekrar başlatılan kazı çalışmalarıyla
tiyatronun sahne kısmı da dahil tamamı açığa
çıkarılarak turizme kazandırılacak. Magarsus antik
kenti döneminde kendi adına para bastıracak kadar
ihtişamlı ve önemli bir kent olmasına karşın
bugün ayakta kent surları ve tiyatrosu dışında
kalıntısı yok.
Ancak İlçenin sokaklarında her evin bahçesinde,
duvarında Magarsus kentine ait izleri bulmak mümkün.
Yapılan kazılarla ortaya çıkarılan tiyatro en az
Efes, Side ve Aspendos tiyatroları kadar büyük
ve görkemli. Döneminde nice oyunlara ev sahipliği
yapan basamaklarında izleyiciyi ağırlayan, alkış
sesleri ile inleyen tiyatronun kazısı
tamamlandığında o günler tekrar yaşatılacak.
Önümüzdeki aylarda antik tiyatroda yapılması
planlanan etkinlikle antik kentin tüm dünyaya
tanıtılması amaçlanıyor.
Milliyet, 07.08.2014
|
AKHİSAR KAZI ÇALIŞMALARININ 4. SEZONU BAŞLADI
Akhisar Belediyesi öncülüğünde, Adnan Menderes
Üniversitesi'nin
Bakanlar Kurulu’nun izniyle başlattığı kazı
çalışmalarının 4. sezonu başladı. 2014 Yılı 4. sezon
Thyateria kazısı 21
Temmuz 2014 tarihinde başlarken Adnan Menderes
Üniversitesi’nin Bakanlar Kurulu Kararıyla devam
etmekte olan tek kazısı olma özelliğini taşıyor.
Akhisar Belediye Başkanı Salih Hızlı, Başkan
Yardımcıları Latif Çakmak, Ömer İşçi ve Ali
Velestin, Belediye Meclis Üyeleri ile birlikte eski
devlet
Hastanesinde bulunan höyük üzerinde yapılan
çalışmaları yerinde inceleyerek, Thyateira Kazı
Başkanı Prof.Dr. Engin
Akdeniz’den gelişmeler hakkında bilgiler aldı.
Thyateira kazı çalışmalarına büyük önem verdiklerini
dile getiren Belediye Başkanı Salih Hızlı, kentin
tarih boyunca bir çok uygarlığa ev sahipliği
yaparken bu gelişmeleri gün yüzüne çıkararak turist
potansiyelini yükseltmek istediklerine vurgu yaptı.

Hastane Höyüğü’ndeki kazılarda şu anda üç açmada
yaklaşık 30 kişilik bir ekiple çalışmalar devam
ediyor. Kazı Başkanı, Adnan Menderes Üniversitesi,
Fen-Edebiyat Fakültesi,
arkeoloji
Bölümü’nden Prof.Dr. Engin Akdeniz, aynı
üniversiteden Yard. Doç.Dr.
Aydın Erön ise kazı başkan yardımcısı. Ayrıca
Adnan Menderes Üniversitesi dışında
İstanbul Üniversitesi,
Ege Üniversitesi,
Pamukkale,
Mersin,
Başkent Üniversitesi gibi değişik
üniversitelerden öğretim elemanları ve öğrenciler
çalışıyor. Bakanlık Temsilci olarak da
Milas Müzesi Uzmanı Lütfü Ekinci görev yaptığı
bildirildi.
Kazı çalışmaları hakkında bilgi veren kazı başkanı
Prof.Dr. Engin Akdeniz; “Thyateria kazısı, Kültür
ve
Turizm Bakanlığı ile Akhisar Belediye
Başkanlığı’nın izin ve katkılarıyla sürdürülmekte.
Hem Hastane Höyüğü hem de Tepe Mezarlığı çalışma
sahamızı oluşturuyor. Hastane Höyüğü’nde arkeolojik
kazı, Tepe Mezarlığı’nda ise restorasyon çalışmaları
gerçekleştirilecek. Tepe Mezarlığı’ndaki sütunlu
Roma Caddesi’nin ayağa kaldırılması için izin
alınmasının ardından restorasyon çalışmasına
başlanacak. Ayrıca ören yeri olarak turistler
tarafından ziyaret edilen Tepe Mezarlığı’nda genel
bir temizlik yapılacak. Yine Tepe Mezarlığı’nda uzun
zaman önce Türkçe ve
İngilizce olarak hazırlanıp ilgililere teslim
ettiğimiz bilgilendirme panolarının yerleştirilmesi
işleminin gerçekleşmesini umut ediyoruz.

Hastane Höyüğü’nde F32 (c), G31 (a) ve i36 (d) plan
karelerinde çalışmalar devam etmekte. Bunlardan F 32
ve G31, höyüğün en üst noktasında, i36 plan karesi
ise
Güneydoğu köşesinde yer almakta. G31 (a) plan
karesinde 2.30 m. Derinliğinde
Bizans dönemine tarihlenen büyük bir duvara
rastlanmış olup bu duvar şu an ulaştığımız 3.14 m.
Seviyesinde halen aşağıya doğru devam etmektedir. Bu
alandaki kazılarda sikkeler, metal bir
Kandil ve karışık dolgu içersinden İlk Tunç Çağı
seramik parçaları ele geçmiştir. Amacımız höyüğün
daha alt tabakalarına ulaşmak, özellikle Prehistorik
yerleşimi açığa çıkarmaktır. Geçen sene tabaka
olarak saptadığımız İlk Tunç Çağı yerleşimini daha
geniş alanda açığa çıkarmaktır. Buna ilaveten henüz
tabakasını bulamadığımız fakat yoğun bir şekilde
seramik parçalarının ele geçtiği Orta ve Son Tunç
Çağı yerleşimini tabaka olarak saptamak amacındayız.
F32 (c) plan karesinde ise 1.10 m. Derinlikte Bizans
dönemine ait bir duvar ile kubbeli fırın açığa
çıkarılmıştır. Ayrıca bu tabakanın altında 1.80 m.
İle 2.10 m. Derinlik arasında şu ana kadar dört
iskelet tespit edilmiş gerekli işlemlerin ardından
kaldırılmışlardır. İskeletler doğu-batı
doğrultusunda, baş batıya bakar vaziyettedir. İ36
(d) plan karesinde kazının amacı diğer açmalardan
farklı olarak Akhisar’ın en eski yerleşim yeri olan
Hastane Höyüğü’ndeki Beylikler ve Osmanlı yerleşimi
hakkında bilgi edinilmesi maksadıyla kazılmasına
karara verilmiştir. Türk
İslam Sanatları uzmanı Yrd.
Doç.Dr. Mustafa
Kemal Şahin ve Tarihçi Yrd.
Doç.Dr. Ayten Can
Tunalı başkanlığında sürdürülen kazılarda 5x5 m.’lik
alanda şu an için 1.60 m. Seviye derinliğine kadar
ulaşıldı. Kazılarda kuzey-güney ve doğu-batı
doğrultulu yapıların yanı sıra 18 ve 19. yüzyıla ait
seramikler, Sultan Reşad dönemine ait altın sarısı
renginde bir pul, yine aynı döneme ait lüle,
Avrupa’dan ithal figürlü porselenler bulundu.
Ayrıca Evliya
Çelebi Seyahatnamesi’nde Akhisar konusunda
çalışmalar yapılmakta.
Akhisar halkından ricamız ellerinde Akhisar’la
ilgili varsa eski fotoğrafları bizlerle
paylaşmalarıdır. Bu konuda Eski Devlet Hastanesi
üzerinde kazı eviyle irtibat kurabilirler” dedi.
Milliyet, 06.08.2014
|
DULKADİROĞLU BEYLİĞİ SARAYININ İZLERİNİ ARIYORLAR
Elbistan İlçesi'nde başlatılan arkeolojik
kazılarda Dulkadiroğlu Beyliği'ne ait sarayın izleri
aranıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ceyhan Mahallesi Kale
mevkisinde arkeolojik kazı çalışması
başlattı. Elbistan Kaymakamlığı ile Elbistan
Belediyesinin de destek verdiği kazılarda
Dulkadiroğlu beyliği dönemine ait buluntulara
ulaşılmayı hedefleniyor.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ)
İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özkarcı, yaptığı
açıklamada, Elbistan'ın, "Anadolu'nun en uzun siyasi
ömrüne sahip beyliklerden" Dulkadiroğlu beyliğine
ait önemli bir yerleşim yeri olduğunu söyledi.
Beyliğin, 185 yıl siyasi hakimiyetinin olduğunu
vurgulayan Özkarcı, kazı çalışmalarının geçmişine
ışık tutması bakımından önemli olduğunu söyledi.
Kazı alanında beyliğe ait saray olduğunu
düşündüklerini anlatan Özkarcı, şunları kaydetti:
"Şuanda sondaj yapıyoruz. Hedeflediğimiz verilere
ulaşacağımızı ümit ediyorum. Bu
çalışmalarda Dulkadiroğlu sarayını ortaya çıkartmayı
amaçlıyoruz. Söz konusu bölgeyi de daha sonra kültür
alanına dönüştürmeyi planlıyoruz. Eğer beklediğimiz
sonuçları alabilirsek Anadolu'da ilk defa beylikler
dönemine ait bir sarayı ortaya çıkartmış olacağız."
Belediye Başkanı Durmuş Küçük ise Dulkadiroğlu
beyliğine ait izlerin gün yüzüne çıkacağına
inandığını belirtti.
Çalışmaların, AKP Grup Başkanvekili Mahir
Ünal'ın girişimiyle başlatıldığını aktaran Küçük,
"İlçemizde ilk defa bu şekilde bir arkeolojik kazı
yürütülüyor" ifadelerini kullandı.
Memleket, 06.08.2014
|
BURSA'DA ÇİNİ FIRINLARI KAZISI BAŞLADI
İznik'in en eski arkeolojik çalışması olarak
bilinen Çini Fırınları kazısı yeniden start aldı.
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı başkanlığında
yürütülen Çini Fırınları kazısı 2014 yılı arkeolojik
araştırmalarına başladı. 1 buçuk ay sürmesi
planlanan kazı çalışmaları, İstanbul Üniversitesi
öğretim üyesi ve öğrencilerinden oluşan 15 kişilik
ekip tarafından yürütülüyor. Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına
Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen çalışmalarda
çini ve seramik üretim teknolojilerinin
aydınlatılması amaçlanıyor.

Kazı başkanı Yrd. Doç.Dr. Arlı, "Çalışmalar, II.
Murat Hamamının doğusunda yer alan BHD kodlu
kamulaştırılmış alanda 14. ve 17. yüzyıllar arasında
faaliyet gösterdiği tespit edilen çini fırınları ve
atölyelerin bulunduğu şantiyede devam ediyor. 2014
yılı çalışmalarımıza alanın kuzeyinde yeni
kamulaştırılan yaklaşık 500 metre karelik alanı da
dahil ettik. Çalışmaları buraya kaydırmayı
planlıyoruz. Yeni açmalar yanında, zorlu geçen kış
şartlarının ardından alanda oluşan bozulmaların
giderilmesi için çeşitli çalışmalar yapılacak ve
korumaya yönelik önlemler alınacak. Bu saha
çalışmaları dışında, depo çalışmalarına ağırlık
vermeye gayret gösteriyoruz. İstanbul
Üniversitesinin en uzun soluklu kazılarından biri
olan İznik kazıları, İznik halkının anlayışı ve
ilgisiyle sürmekte" dedi.
Milliyet, 06.08.2014
|
OLUZ HÖYÜK'TEKİ ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLADI

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Oluz Höyük Kazı
Başkanı Doç.Dr. Şevket Dönmez, höyükteki kazılara
yeniden başladıklarını bildirdi.
Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Amasya
merkeze bağlı Tokluca Köyü yakınlarında, 2007
yılında başlatılan Oluz Höyük kazılarının bu yılki
bölümüne bilim adamlarının dışında, öğrenci ve civar
köylerde yaşayan kadın ve erkeklerden oluşan
yaklaşık 30 kişilik bir ekiple başladıklarını
söyledi.
Kazı hazırlıklarının 15 Temmuz itibarıyla, saha
çalışmalarının ise 1 Ağustos tarihinde başladığını
ifade eden Dönmez, 8. dönem kazı çalışmalarında
önemli bulgulara ulaşmayı umut ettiklerini
belirterek, şunları kaydetti:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul
Üniversitesinin katkılarıyla yaklaşık 160 bin
liralık bir bütçe ile bu yılki kazı çalışmalarımıza
başladık. Çalışmalarımız yaklaşık 2 ay sürecek ve 10
Eylül tarihinde sona erecek. Arkeolojik kazılarımız
bu yıl da (A) açması üzerinde yoğunluk kazanıyor. Bu
yıl MÖ 5. yüzyıl Pers dönemi kültür
katmanında mimari başta olmak üzere diğer bulgular
üzerinde yoğunlaşacağız. Bunun yanı sıra koruma,
restorasyon çalışmaları için de ön hazırlıklar
yapacağız. Bu dönem önemli bir kazı dönemi olacağını
düşünüyorum.”
haberler.com, 05.08.2014
|
SARAÇOĞLU MAHALLESİ
YIKILMAYACAK, AVM YAPILMAYACAK, RESTORE EDİLECEK!
Cumhuriyetin
sembollerinden, Ankara'nın kalbinde yer alan
Saraçoğlu Mahallesi ranta mı kurban edilecek?
Konutları, kütüphanesi, ağaçlarıyla sit kapsamında
bulunan, Başkent'in en önemli sembollerinden olan
mahalle, imar değişikliğiyle AVM işgaline mi
açılacak?
Hükümetin 5 Ağustos'ta
aldığı karar ne anlama geliyor? Sivil toplum
kuruluşları yüreği ağzında kararı tartışırken
müjdeli haber
Maliye Bakanlığı'ndan
geldi: "Taşınmazlar satılmayacak, yıkılmayacak,
yerlerine alışveriş merkezi yapılmayacak. Yeşil alan
genişletilecek."
Başkent'in ortasında
Kızılay'da kurulmuş bir mahalle Saraçoğlu Mahallesi.
Resmi adıyla Namık Kemal Mahallesi. Halkın
ifadesiyle 'Devlet Mahallesi'. Cumhuriyetin ilk
toplu
konut projesi
olması nedeniyle tarihi bir öneme sahip olan mahalle
lojmanları, kütüphanesi, okulu ve dev çınarlarıyla
topluca sit kapsamında. Başbakanlığa, Milli Eğitim
Bakanlığına, Genelkurmay'a komşu olan Mahalle ilk
olarak Şubat 2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla
'Riskli Alan'
ilan edildi.
Ancak yapılan itiraz sonucu Danıştay 14.Daire,
'riskli alan' kararını iptal etti. Ardından Bakanlar
Kurulu Danıştay'ın iptal gerekçelerini dikkate
alarak yeni bir kararla 18 Kasım 2013'te bölgeyi
yeniden 'riskli alan' ilan etti. Ancak bu karara da
itiraz edildi ve Danıştay, yürütmeyi durdurma kararı
verdi.
5 AĞUSTOS KARARI NE
ANLAMA GELİYOR?
Sivil toplum kuruluşları ile Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı arasında Danıştay nezdinde
itirazlar devam ederken, 5 Ağustos 2014 tarihinde
çıkan yeni bir Bakanlar Kurulu Kararı Ankaralılar'ın
yüreğini yeniden ağzına getirdi. Söz konusu karar
Namık Kemal Mahallesi ve Yenişehir Mahallelerinin
'devlet mahallesi' niteliği ile muhtelif kurumlara
lojman olarak tahsislerinin kaldırılmasını
öngörüyordu.
Bu karar kamuoyunda
tarihi mahallenin imar değişiklikleriyle satılacağı,
AVM ve ticaret merkezi haline getirileceği
iddialarına neden oldu. Ancak Maliye Bakanlığı bugün
yaptığı açıklama ile yüreklere su serpti.
Açıklamada, 5 Ağustos tarihli kararla söz konusu
alanın 'devlet mahallesi' niteliği ve muhtelif
kurumlara lojman olarak tahsisinin kaldırıldığına
dikkat çekildi.
İŞBİRLİĞİYLE
EKONOMİYE KAZANDIRACAĞIZ!
Ardından da "Taşınmazların ve üzerlerindeki
binaların güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının
aslına uygun bir şekilde ve ilgili mevzuatı
uyarınca, Bakanlığımız koordinasyonunda ilgili kamu
kurum/kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile
işbirliği halinde yapılarak ekonomiye kazandırılması
kararlaştırılmıştır" denildi.
HALKIN KULLANIMINA
AÇACAĞIZ
Maliye Bakanlığı açıklamasında, "Anılan sahadaki
taşınmazlar üzerinde bulunan kamu konutu ve resmi
kurum binaları olarak kullanılan yapıların dış
cephe, tesisat, altyapı, çevre düzenleme
yenilemelerine ihtiyacı olduğu gibi, 8 adet buharlı
kazan sitemi ile ısıtılması dolayısıyla yakıt
giderleri de önemli bir yekün teşkil etmektedir.
Yüksek yenileme harcaması yaparak yeniden kamu
konutu olarak kullanılması yerine, Bakanlar Kurulu
kararında belirtilen çalışmaların yapılmasının
ardından tüm halkın kullanımına açılmasının uygun
olacağı değerlendirilmiştir" vurgusu dikkat çekti.
Bölgedeki 75 binada yer
alan 428 konuttan 341 tanesinin boşaltıldığı bilgisi
verilirken, "Maliye Bakanlığının koordinasyonunda
ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla birlikte
hareket edilmesi amacıyla Bakanlık Makamından onay
alınmış ve ilgili kurumların katılımı ile bir
toplantı gerçekleştirilmiştir" denildi.
AVM YAPILMAYACAK
"Mevcut yapılar korunarak ve aslına uygun şekilde
restore edilip, tüm halkın yararlanabileceği bir
yapıya kavuşturulması, bu çerçevede kültürel,
sanatsal ve sosyal öğelerin içinde yer alacağı,
yeşil alanların genişletileceği, özellikle gençlere,
engellilere ve yaşlılara dönük tematik alanların
üretileceği bir estetik mimari projenin
geliştirilmesi, bu yolla kentin marka değerinin
arttırılması amaçlanmaktadır" denildikten sonra ise
müjdeli haber net bir şekilde verildi:
"Kamuoyundaki yanlış yönlendirmelerin aksine, söz
konusu taşınmazların satılarak elden çıkarılması,
sahadaki yapıların yıkılarak yerlerine alışveriş
merkezi yapılması söz konusu olmadığı gibi, ağaçlar
korunacak ve yeşil alanlar genişletilecektir."
Hürriyet, Haber: Aysel
Alp, 15.08.2014
|
"HALİÇ TERSANESİ
KORUNMALIDIR"

Haliç Dayanışması,
düzenlediği basın toplantısıyla Haliçport projesine
tepki gösterdi. Dayanışma adına açıklama yapan Deniz
Özgür, Haliçport projesi olarak bilinen “Haliç Yat
Limanı ve Kompleksi Projesi”nin, Haliç peyzajını ve
6 asırlık geçmişi olan Tersane-i Amire’yi (Haliç
Tersaneleri) parçalayacak, bütünlüğü ve kimliğini
yok edecek büyük bir tehdit oluşturduğunu; kamuya
ait ve özgün değerlerini koruyan bir sit alanının
imara açılması anlamına geldiğini söyledi.
1980’lere dek tersanenin
eğitim kurumları, sosyal tesisleri ve teknolojik
altyapısı ile önemli bir üretim kompleksi olduğunu
hatırlatan Özgür, şimdilerde turistik ve ticari
faaliyetlerin yapılacağı “bir arsa” olarak
nitelendirildiğini, böyle bir yaklaşımın İstanbul’a,
kültür değerlerine, sanayi mirasına büyük bir
haksızlık olduğunu ifade etti.
RANTSAL DÖNÜŞÜM
Yapılan açıklamada projenin Okmeydanı,
Kasımpaşa ve Galata üzerine yapacağı etkilerle, çok
büyük çaplı bir rantsal dönüşümün önünü açacağına
dikkat çekildi. Dayanışmanın kamuoyuna yaptığı
çağrıda; “Konumu ve sahip olduğu potansiyel
gözetilerek, tersanenin etkinliğini çağdaş koşullara
uygun olarak sürdürmesine destek verilmeli,
Türkiye’nin ve İstanbul’un ihtiyacı olan gemilerin
yapımı, bakım ve onarımını gerçekleştirmek üzere,
yeniden yapılandırılmalıdır” ifadeleri kullanıldı.
Tersane alanının afetler
sırasında da yaşamsal bir öneme sahip olduğunu
vurgulayan Özgür, geçmiş depremlerde
dayanıklılığının ispatlandığını söyledi. “Mevcut
şartlarda bile, olası bir depremde kentin gerek
duyacağı lojistik destek tersaneden sağlanabilir”
dedi.
Evrensel, 15.08.2014
|
RAMİ KIŞLASI'NI KİM
KURTARACAK?

Sanayi ve ticaretin
göbeğinde zamana direnen iki asırlık Rami Kışlası,
bakımsız ve harap haliyle görenlerin içini burkuyor.
III. Mustafa devri yapısı olan tarihi kışla, tuğla
örülen kapısı ve yıkılan duvarlarıyla unutulmaya
mahkum edilmiş.
Tarih cenderesinden
geçip de zarar görmemiş tek eser var mıdır
İstanbul’da bilinmez. Vefa gösterip tamir
ettiklerimiz ne ala, fakat atıl ve harap halleriyle
önlerinde yürüyenlerin dikkatinden dahi mahrum
birçok eser can çekişmeye devam ediyor. Günümüzde bu
tabloya misal teşkil edecekler tarihi eserlerin çoğu
Suriçi’nde. Ne var ki, Surdışı da bu mevzuda geri
kalmıyor. O yorgun, harap, mecalsiz tarihi eserlere
buralarda da rastlamak mümkün. Bilhassa, geçtiğimiz
yüzyıl İstanbul’da gerçekleşen, çarpık iskan
hareketleri birçok eski yapının tahrip olmasıyla
neticelendi. Taşradan İstanbul’a doğru yoğun bir göç
hareketiyle gelenler Surdışı’ndaki tarihi yapıların
çevresinde iskan edildi. Zamanla cazibesini yitiren
eserler ise plansız yerleşimin kurbanı oldu. Bu
tasvire can alıcı bir misal olarak bugün Eyüp İlçesi
sınırları içinde yer alan Rami semti verilebilir.

Ordu-yi Hümayun’u Rami Kışlası’na girerken gösteren
eski bir Avrupa gravürü.
Çevredeki tek tarihi
yapı
Sözü geçen mevki
halihazırda 18. asırdan kalma bir kışlaya ev
sahipliği yapıyor. İsmini de vaktiyle buradaki
çiftliğin sahibi olan Rami Mehmet Paşa’dan almış.
Sultan III. Mustafa’nın sadrazamı olan Paşa, kendi
döneminde avcılık yapılan bu mevkiyi bağ ve
bahçelerle mamur bir çiftlik kılmış. Ardından
çiftlik imara açılarak üzerine askeri binalar inşa
edilmiş (1757-1771) ve Rami Çiftliği Kışlası adıyla
kullanılmaya başlamış. II. Mahmut’un dönemine
gelindiğinde ise kışla, Yeniçeri Ocağı yerine
kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusunun
karargahı konumuna gelmiş. Rami Kışlası, Kırım Harbi
sırasında Osmanlı askerinin kilit noktalarından biri
olmuş.

Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’nde bulunan kayıtlardan anlaşıldığı üzere,
kışla içerisinde askerlere ait bir cami
bulunmaktaydı. Ancak caminin ne kendisi ne de
Keçecizade İzzet Molla tarafından yazılan kitabesi
günümüze kadar çıkabilmiş. Vesikalardan caminin de
Sultan II. Mahmut hayratı olduğu anlaşılıyor. Kışla
hakkındaki bu malumatı bina üzerinde yapılan tamir
ve tecdit çalışmalarından öğreniyoruz. Mesela,
1847-1951 yılları arasındaki yenileme çalışmalarına
göre, Rami Çiftliği Kışlası içinde geçtiğimiz
yüzyıla kadar tarihi bir hamam bile bulunuyormuş.
İlerleyen yıllarda kışla, Batı’ya intibak etmek
isteyen Osmanlı ordusunun, yeni sistemi uyguladığı
bir talim merkezi haline gelir. 1836-37 senelerinde
‘Mühendishane öğrencileri Rami Kışlası’nda bulunan
Mekteb-i Harbiye’ye taşınınca kışla Fünun-ı
Harbiye-i Mansure adıyla anılmaya başlar. 1960’lı
yıllarda ise Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından terk
edilir.

Kışlanın kemerli, demir sürgülü tarihi kapısının
şimdiki hali (üstte).
Osmanlı’ya reva
görülen
Rami’de o zamandan kalan
yegane bina işte bu Rami Çiftliği Kışlası. 18. asrın
ikinci yarısında inşa edilmiş tarihi bina bugün
fotoğraf ve gravürlerdeki ihtişamlı halinden çok
uzak. Gerekli kıymet ve ihtimamı görememesi bir
yana, askeri bina adeta bir tarih yağmasına
direniyor.
Kışla yıllarca sahipsiz
kaldıktan sonra 1985 senesinde belediye tarafından
kuru bakliyat toptancılarına tahsis edilmiş.
Dükkanları işletenler tarihi yapının içinde
değişiklikler yaparak eski dokuya zarar vermiş.
Kapalı mekanın büyük bir bölümü hala bu amaçla
kullanılıyor.

Eskiden yapının ortasında yer alan geniş meydanda,
tıpkı Taksim Topçu Kışlası’ndaki gibi spor
müsabakaları düzenleniyordu .
Talimgah olarak bilinen
ortadaki geniş açıklık kamyon parkı vazifesi
görürken, kışlanın eski duvarları ise bir spor
tesisine ev sahipliği yapıyor. Daha da vahimi,
sahipsiz kışlanın dökülen duvarları arasına ayyaş ve
tinerciler yuvalanmış. Esnaf, gelecek herhangi bir
tehlikeye karşı duvar ve kapıları dikenli tel
örgülerle çevirmiş. Kışlanın içindeki mektep binası
da benzer bir vaziyette. Uzun yıllar sahipsiz kalan
istihkam yapısı, sayısız yangın ve depremler
atlatmış, tabii afetlere karşı son derece dayanıksız
bir halde kurtarılmayı bekliyor.
Kışlanın en dışında yer
alan şaşaalı kapısı da içler acısı bir görüntü arz
ediyor. Kesme taşlı sövesi ve neoklasik tarzdaki
süslemeleri yapının bir sanat eseri olduğunu ortaya
koymasına rağmen kapı, tuğla örülerek kapatılmaktan
kurtulamamış.

Kütüphaneye
dönüşecekti
İki asrı aşkın yaşıyla
atıl vaziyette bekleyen kışla için birkaç sene evvel
sevindirici bir haber gelmişti. 2007 yılında
yayımlanan habere göre Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın verdiği talimatla kütüphane ihtiyacı
bulunan İstanbul’da İskenderiye Kütüphanesi emsali
büyük bir kültür merkezi inşa edilecekti. Bu
kapsamda, Kültür Bakanlığı 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Projeleri çerçevesinde Rami Kışlası’nı
seçerek bu projeyi uygulama alanı olarak
düşünüyordu. Hatta külliye mahiyetinde düzenlenen
yapıda el yazması ve nadir eserler, Kur’an
örnekleri, orijinal yazmalar, haritalar gibi tarihi
materyallerin sergilenmesi öngörülüyordu. Üzerine
toplantıların yapıldığı yeni projeden bugüne
herhangi bir gelişme sağlanamadı. O günden bugüne
bir kütüphaneye dönüştürülmek istenen kışlada bir
değişiklik gözükmüyor. Bir bölümü gıda toptancıları
çarşısı olarak yaşamaya devam eden kışla, eski
olağan hareketliliğinde devam ediyor. Etrafta
projeyi belgeleyen resmi bir levha da mevcut değil.

Zaman, Haber: Erkam
Emre, 15.08.2014
|
9 BİN YILLIK TARİH GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR

Mersin’in merkez
İlçesi Toroslar’da bulunan ve tarihi geçmişi MÖ 7
binlere varan Yumuktepe Höyüğü’nde kazı çalışmaları
başladı.
Anadolu’nun en eski
yerleşim yerlerinden olan Yumuktepe Höyüğü’ndeki
çalışmalarla ilgili İHA muhabirine açıklamalarda
bulunan İtalya’nın Lecce Üniversitesi’nden Arkeoloji
Bölümü Öğretim üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr.
İsabella Caneva, 3 gündür çalışmalara başladıklarını
söyledi.
Geçen yıl olduğu gibi bu
yılda çalışmaların 2 ay süreceğini belirten Caneva,
"Şimdilik ekip 6 kişiden oluşuyor ama daha ekip
arkadaşlarımız gelecek. Bizimle birlikte 9 işçi
çalışıyoruz. Restorasyona dönük bir kazı olduğu için
az kişi çalışıyor. Çok ince bir iş yapılıyor. Bizde
kazma, kürek yok. Yumuktepe’nin özelliği çok uzun
zaman yerleşim olmasıdır. O zaman biz değişik
tabakalarda, değişik dönemlerde çalışıyoruz. ilk
tabakalarda Neolotik Çağ tabakalarda o çok önemli
çünkü daha önce hiç kimse bunun üstüne çalışmadı.
İlk defa bunun üzerine kazı yapılıyor" diye konuştu.
"İLK KEZ BÜYÜK BİR
BİNA BULUNDU"
Kazılarda çok eski
tabakalar bulduklarını belirten Caneva, "Bunlar MÖ 7
bine ait tabakalar. Ondan sonra buralarda bu
kalkolitik tabakalar MÖ 5 bine ait. Burada yeni bir
büyük bir bina bulundu. Kerpiç bina ama çok odalı
bir bina. Yani saray gibi bir bina. Büyük bir aileye
ait muhtemelen. Odalar kerpiç döşemeli. Bu da çok
acayip ve çok yeni. Hiçbir yerde şimdiye kadar
bulunmadı. MÖ 5 binde tam bir döşeme yapılmış.
Yukarıda Orta Çağ tabakalarında çalışacağız. Bu sene
güneyde yeni bir açma yapacağız. Orada da Hitit
surlarını bulmaya çalışacağız. Burası
Mezopotamya’dan çok daha eski" şeklinde konuştu.
"MERSİN’DE BÜTÜN
TARİH BURADA BULUNUYOR"
Kazılarda sonuç
aldıklarına ancak yeni soru işaretleri çıktığını
vurgulayan Caneva, "Kazılara o yüzden sürekli devam
ediyoruz ve edeceğiz. Fakat aynı zamanda bir açık
hava müzesi çoktan beri benim projem var, ona
çalışacağım, çok istiyorum. Önemli bir sit alanı ama
kimse bilmiyor. Toprak gibi görünüyor ama önemli
yerleşim yerleri var burada. Heykeller, sütunlar yok
ama burası daha çok eski, daha çok enteresan
sonuçları verilen bir sit. Günümüzden önce 9 bin yıl
önce Yumuktepe başlıyor ve yerleşim devam ediyor.
13. yüzyılda ise yerleşim bitiyor. Ondan sonra
Mersin şehri başlıyor. Mersin’de bütün tarih burada
bulunuyor. Yani Mersin’in tarihi burada kalıyor"
ifadelerini kullandı.
"TARIMSAL ÜRÜNLERİN
ANADOLU’NUN İÇLERİNE YAYILMASINDA ANAHTAR BİR ROL
OYNADIĞINI DÜŞÜNÜYORUZ"
O dönemin tarımıyla
ilgili bilgi veren Roma La Sapienza
Üniversitesi’nden arkeobotanik uzmanı Burhan Ulaş
ise özellikle Yumuktepe’de yaptıkları arkeobotanik
çalışmalarda bu bölgeye dışarıdan yeni bitki
türlerinin ülkeye getirildiğini tespit ettiklerini
belirterek, "Bunun yanında Neolotik Çağ’ın erken
tabakalarından itibaren yoğun bir incir, üzüm,
zeytin tüketiminin olduğunu söyleyebiliriz. Yine
bunun yanında mercimek ve diğer baklagillerin
tüketildiğini söyleyebiliriz. Erken tabakayla
birlikte tarımsal ürünlerin depolandığı sistemlerin
geliştirildiğini tespit ettik. Yumuktepe yerleşmesi
genel olarak tüm tarihsel süreçler boyunca kültürler
arası bir geçiş bölgesi olarak niteleyebiliriz.
Burada ilk kez tarımı yapılan tarımsal ürünlerin
daha sonra Anadolu’nun içlerine yayılmasında
Yumuktepe’nin anahtar bir rol oynadığını
düşünüyoruz. İlk çiftçilerin tarımda kullandıkları
teknik ve yöntemleri de anlamaya çalışıyoruz" dedi.
Akşam, 14.08.2014
|
LMYRA ANTİK KENTİNDE
KAZI PROGRAMI BELİRLENDİ
Antalya’nın Finike
İlçesi’nde 1969 yılından bu yana devam eden Limyra
antik kentindeki kazıların bu sezon programı
belirlendi.
Antalya’nın Finike
İlçesi’nde 1969 yılından bu yana devam eden Limyra
antik kentindeki kazıların bu sezon programı
belirlendi. Kazı başkanı Avusturyalı Dr. Martin
Seyer, Eylül ayı sonuna kadar sürecek program
kapsamında kazı yapılmayacağını, bununla birlikte
jeofizik araştırmalar ve restorasyon çalışmalarının
sürdürüleceğini söyledi.
Finike’ye bağlı Saklısu
Köyü’nün Zengeder mevkisinde bulunan Limyra antik
kentinde, Kültür Bakanlığı ve Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü işbirliğiyle 45 yıl önce başlayan kazı
programı devam ediyor. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü
Uzmanlarından kazı başkanı Dr. Martin Seyer, ikinci
kazı başkanı İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi
Doç Dr. Zeynep Kuban ile Turizm ve Arkeolog, Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge
Müdürlüğü’nden Fatih Özdel kontrolünde
gerçekleştirilecek çalışmalar, yaklaşık 40 kişilik
ekiple sürdürülüyor.
GEÇEN YIL ÖNEMLİ VERİLER
ELDE EDİLDİ
Bu sezon
gerçekleştirilecek çalışmalar hakkında bilgi veren
Dr. Martin Seyer, geçen yıl başlatılan jeofizik
çalışmalarından önemli veriler elde ettiklerini,
bunu bu yıl devam ettireceklerini belirtti. İki
rölöve çalışması yapacaklarını anlatan Dr. Seyer,
“Birkaç yıl önce kazı çalışmaları ile ortaya
çıkarılan, belki de Likya bölgesinin en büyük hamamı
ile kentin güneyinde kemerli ve yazıtlı Roma
kapısına rölöve çalışması yapılacak. Rölöve ile kent
dokusunu veya arkeolojik kalıntının yakından
incelenmesi sağlanacak” dedi.
Bu sezon restorasyon
çalışmalarına devam etmek istediklerini de dile
getiren Dr. Seyer, şunları kaydetti: “Roma ve Bizans
dönemine ait surlar ile klasik dönemden bir lahdin
restorasyonu yapılacak. Arkeolojik aramalarda
jeofizik araştırmaları oldukça önemli. Bu nedenle
yeraltında gömülü kalıntıların yer, biçim, uzanım,
derinlik özelliklerini üç boyutta veren bilimsel
yöntemi kullanarak, bundan sonraki kazı
çalışmalarına ışık tutacak projeye yönelik
çalışmaları devam ettireceğiz.”
LİMYRA ÇOCUKLARLA HAYAT
BULACAK
Dr. Seyer, sezona
ilişkin yürütülen program kapsamında ‘Çocukların
Limyra’sı projesinin de sürdürüleceğini söyledi. Bu
yıl üçüncüsü yapılacak projenin, ikinci kazı başkanı
ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık
Fakültesi’nden Doç.Dr. Zeynep Kuban ile İTÜ’den
gelen bir ekip tarafından gerçekleştirileceğini
anlatan Dr. Seyer, “Proje çocuklara, üzerinde
yaşadıkları tarihi mirası çeşitli atölyelerle
anlatmayı hedefliyor. Programa dahil olacak çocuklar
müzeleri ve kazı alanlarını gezecek, tarihi yapıları
inceleyecek ve antik dönem hakkında bilgi edinecek.
Çocuklar, yaklaşık 10 gün sürecek etkinliklerin
ardından antik dönem hayatı üzerine öğrendiklerini
drama, müzik, iki ve üç boyutlu görsel tasarım
teknikleri ile sergileyecek” diye konuştu.
haberler.com, 14.08.2014
|
2 BİN YILLIK ANIT MEZAR
Denizli'nin Honaz
İlçesi, Kaklık Mahallesi yakınlarındaki kuru derede
yoğun yağmur sonrası oluşan sel, yaklaşık 2 bin
yıllık bir tarihi mezar ve yerleşimi ortaya çıkardı.
Antik Roma Dönemi’ne ait olduğu sanılan tarihi
mezar, vinçle bulunduğu yerden alınarak Denizli
Müzesi’ne götürülürken bulunan yerleşim yerinin
Colossae Antik Kenti’nin uzantısı olabileceği
belirtildi.

Kaklık Mahallesi
yakınlarındaki Emirçay Deresi’nde dün lahit parçası
gören vatandaşlar, jandarmayı aradı. Bölgeye gelen
jandarma ekipleri, tarihi mezar olduğu tespit edilen
bölgede önlem alıp durumu Denizli Müze Müdürlüğü’ne
bildirdi. Müze Müdürlüğü yetkilileri, yaklaşık 7 ton
ağırlığında olan tarihi mezarın etrafını kazıp gün
yüzüne çıkardı. Kapağı kapalı olan lahit, vinçle
çıkarılıp Denizli Müze Müdürlüğü’ne götürüldü.

COLOSSAE’NİN UZANTISI
MI?
Müze müdürlüğü
yetkilileri, ayrıca lahdin bulunduğu bölgenin
yaklaşık 2 bin yıllık yerleşim yeri olduğunu tespit
etti. Bölgenin Honaz İlçesi’ndeki antik kent
Colossae’nin devamı olabileceği üzerinde durulduğu
bildirildi.

Tarihi anıt mezarın üst
kısmının geçen günlerde yoğun yağmur sonrası oluşan
sel nedeniyle ortaya çıktığı belirlendi. Müze
Müdürlüğü’ne götürülen tarihi lahitte arkeologlar
detaylı inceleme başlatırken kapağı açıldığında
içinden ne çıkacağı merak konusu oldu.
Milliyet, Haber: Ramazan
Çetin, 14.08.2014
|
KIYI LİKYA'NIN ERKEN
TARİHİNE YENİ BİR BAKIŞ: PATARA KAZILARINDA ÖNEMLİ
BULUNTULAR ELE GEÇTİ
Likya Birliği’nin
başkenti Patara’da Tepecik Akropolisi’nde
yürütülen kazı çalışmaları sırasında, bu güne
kadar Likya kıyı kentlerinin erken tarihine
yönelik bilinen ve yazılanları değiştirecek özel
buluntulara ulaşıldı.
Buluntular arasında en erkeni olan ve MÖ 3.
binyıla tarihlenen figürin; ayrıca Likya
Bölgesi’nde bilinen tek örnek olup, Patara’da
daha önce de az sayıda olmasına rağmen
çanak-çömlekle belgelenen Erken Tunç Çağı, bu
figürinle yorumlanabilir bir boyuta ulaşarak
Anadolu’nun iç kesim kültürleri ile öngörülen
bağlantılar ortaya çıkmaya başladı.
MÖ 6. yüzyıl ilk
yarısına, Alyattes Dönemi’ne ait, ön yüzünde
kükreyen bir aslan protomunun betimlendiği Lidya
darbı bir elektron sikke olan diğer buluntu ise
şimdiye kadar Likya Bölgesi’ndeki kazılarda ele
geçmiş en erken sikke olup, Patara’nın Pers
öncesi dönemde bölgenin ana limanı olarak son
derece gelişkin ticari ilişkiler içinde olduğunu
gösteriyor.
Bu ticari
ilişkilerin kazıyla belgelenen bir diğer
göstergesi ise; Anadolu'da günümüze kadar
benzerine rastlanmamış olan, MÖ 7. yüzyıl
üretimi bir çıplak ana tanrıça figürini olup,
Doğu’da Astarte olarak tanımlanan Tanrıça,
değişik tiplemeleriyle Akdeniz ve Ege
bölgelerinde orijinal ve kopya örnekleriyle
biliniyor.
Tunç Çağı Figürini

Lidya Sikkesi

Astarte Heykelciği
kulturvarliklari, 14.08.2014
|
GEÇMİŞE DARBE -
VAHDETTİN KORUSU ÜZERİEN BİR AĞIT
İmparatorluğu her dem
yücelten, köprülere padişahların isimlerini veren,
Allah'ın iznini aldığını iddia eden Başbakan bu
Osmanlı mirası ahşap padişah köşküne neden böylesine
zarar verdi?

Çok uzun zamandır
bekleyen, bir türlü yazıya düşmeyen bir acı, öfke,
çıldırış... Bu yazı baştan ölü. Bilesiniz. Kendini
adadığı tepenin kafasını kopardıkları gün, bu yazı
da utancıyla öldü. Başka her şeyle mücadele edecek,
her şeye bir diş bileyecek, kaş bükecek, çene
kaldıracak, laf atacak gücü vardı belki yazarının
ama çocukluğunun kokusu hüüüp diye çekilip, taaa
aşağılarından, denizin güm güm vurduğu sahilden
başını kaldırıp kaldırıp baka baka sevdiği yegane,
süslü mü süslü büyük bir ev – evin hayali de-
yıkılınca... Kanlı bir öksürük tuttu.
Başbakan mimarlığı verem
etti.
60 dönümlük Vahdettin
Korusu'na "köşk" dediler önce. Köşk dedikçe
sahiplendiler. "Koruları" korudukları yoktu, şehre
cüret etmişlerdi bir kere. Çengelköy'ün en gözde
tepesindeki koruda yer alan ahşap Vahdettin Köşkü
1800'lerin başında inşa edilmiş 1. derecede tarihi
eserken bugün tümüyle yanlış restorasyonla mimarlık
mirası listesinden silindi.

Vahdettin Köşkleri eski hali (Kaynak: mustafacambaz)
Osmanlı bahçe düzeninde
tanzim edilen bahçesi Tanzimat peyzajının önemli
temsillerindendi. Boğaziçi'nin kimliğini yansıtan
bitki örtüsü botanik müzesiydi adeta. Bülbüllerin
öttüğü bahçede sedir, fıstık çamı, porsuk ağaçları,
at kestaneleri, akçakesme, ıhlamur, kermes meşesi,
yalancı akasya, Toros sediri, Himalaya sediri,
servi, erguvanlar ve daha pek çok anıtsal ağaç türü
yükseliyordu. Dev çınarlarla çevrili alanda
ağaçların hepsi yaşlı ve korunması gereken özel
varlıklardı. Leylak, karayemiş, gülibrişim, manolya,
yanından geçerken kokusuyla sizi mutlu eden
yaseminler, sonra meyve ağaçları; malta eriği,
yabani fındık, kızılcık ve yabani kirazlar bolca yer
alıyordu. Ve efsane ayva... Koruluğun yanından geçen
Çengelköy Mezarlığı'na dayanan yol boyunca ise her
türlü böğürtlen, çitlembik gibi çalı türleri dikkat
çekiyordu, diş budak, hatta zeytin ve iğde bile
vardı. Tepeden aşağı yürüyerek indiğinizde size,
yüzü yola yan bakan, cumbalı, mor sümbüllü, asma
bahçeli ahşap evler, az sayıda kagir bitişik nizam
konutlar eşlik ederdi. Dardı yolu. Dik yokuşu
tırmanmakta zorlanırdı Kemalettin Tuğcu evine
giderken.

Vahdettin Korusu eski hali (Kaynak: mustafacambaz)
Size şimdi eski
Çengelköy'ü, Çamlıca'dan Havuzbaşı'na -Hasbahçe
denilen yere- ta denize dek inen ağaçlıklı yürüyüş
yolunu, Boğaz'a şırıl şırıl akan derelerini, o
derelerin etrafındaki ahşap, derme çatma iskeleleri,
dizi dizi ahşap evleri, taş duvarların dibinden
fışkıran asma gülleri, Arnavut kaldırımlarını,
İstavroz Bahçelerine uzanan şahane yalılarını, pazar
kayıkhanelerini, hamallar iskelesine yanaşan süt,
meyve ve kömür dolu kayıklarını ve yüzü kırış kırış
kayıkçılarını, sonralarda bu iskelenin olduğu
Çengelköy kumsalında denize giren güzel kızları, o
kızların evlerinden çıkarken içlerine giydikleri
renkli mayolarını ve üzerlerine geçirdikleri mini
havlu elbiselerini, sandalla gezen ergenlerini,
Ortaköy'den kız kaçıran delikanlılarını,
meyhanelerini, bostanlarında yetişen bin bir çeşit
çiçeklerini, bostancılarını, onların eğilip
kalkmaktan bükülen emektar bellerini, çıtır çıtır
badem salatalıklarını, mahalle içlerine doğru
yayılan bahçeli evlerden görünen olağanüstü mavi ve
pembe ortancalarını, Rumların o tatlı anılarını,
reçellerini, geceleri Nur Sineması'nda yan yana
birleştirilmiş iki sandalyede uyuyan çocuklarını,
çocukların gözleri kapalı yüzüne vuran Türkan
Şoray'ın güzel aksini, Gülcü Mustafa'yı, Todori'yi,
Doktor Eleni'yi, 1950'lerde Çengelköy Caddesi'nde
tek kale top oynayan erkek çocuklarını, manolya
zamanı çiçek satan kız çocuklarını, balıkçıları ve
güzel kedilerini, hepsinin su içtiği dondurma
külahını andıran Lahana Çeşmesi'ni, eksik olmayan
karakolunu, bir bir yok olan festivallerini ve
ömrümü adasam da öğrenmekle bitiremeyeceğim
fevkaladeliklerini anlatacak değilim. Dedim ya ölü
doğdu bu yazı. Ben baba tarafından beşinci kuşak,
anne tarafından üçüncü kuşak Çengelköylü, bir garip
mimar. Bilmiyorum Orhan Veli şimdi "olmayan" bu
koruda mı yazmış "İstanbul'u Dinliyorum" adlı
şiirini. Hiç bilmiyorum gerçekten.
Ah bu kanlı öksürük...
Cumhurbaşkanlığı seçim
sonuçları gösteriyor ki Vahdettin Köşkü
cumhurbaşkanı konutu ya da çalışma ofisi olacak.
Tümüyle yıkılıp betonarme olarak yapılan 1 büyük ve
4 dört küçük köşk, ek yapılar, helikopter pisti,
istinat duvarlarıyla tamamen beton bir kutu artık.
Boğaz Köprüsü'nden Avrupa'ya geçerken başınızı sağa
çevirin, bir hapishaneyi andıracak size.

Restorasyon geri
dönülmez hatalarla dolu! (Restorasyon denmemeli
düpedüz bir müdahale yeni bir inşaat bu!)
Topoğrafyası tümüyle yok edildi, düzleştirildi, tepe
alçaldı ve doğal biçimini kaybetti. Taşıyıcı
sistemin ahşap olması gerekirdi en büyük yanlış
iskelette başladı. Ahşap köşklerin mimari
nitelikleri yenilemede tekrar edilmedi, pencereler
büyütülüp eklendi, sağır yüzeyle artırıldı. Bahçede
birkaç çam familyasından ağaç dışında hiçbir canlı
bırakılmadı. Son 2-3 yıldır yoğunlaşan inşaat pazar
günleri bile devam etti bölgede yaşayan halk şikayet
ettiği halde ses ve toz durdurulmadı. Bununla da
kalınmadı, Çengelköy'ün yol güzergahı sanki
coğrafyaya uygunmuş gibi yeniden düzenlendi, hukuka
aykırı kamulaştırmayla 4 bin m² alan daha ek
sağlandı, 13 eve 3 gün öncesinden yıkım kararı
tebligatı gönderildi. Hiçbir proje halkla, basınla,
mimari meslek odalarıyla şeffaf paylaşılmadı son ana
kadar ne yapılacağı bilinemedi. Bilinseydi de yeni
torba yasalarla yürütmeyi durdurmak imkansız
olacaktı zaten. Kamulaştırma kararı altında
fezlekesi bir türlü gelmeyen, haklarında yolsuzluk
iddiaları olan istifa etmiş bakanların da imzası
var. Kamulaştırma halkın yararına değil
imtiyazlarını kendi özel şahsına kar amacıyla alan
devlet başkanına sağlandı. Oysa padişah orada
yaşarken doğaya el sürmemiş, bülbüllere dokunmamış,
yöresine aykırı tek ot dikmemişti. İsteseydi oraya
dev bir mermer saray yapamaz mıydı?
Başbakan mimarlığı verem
ederken, malum, hedefi karşı devrim edasıyla
Cumhuriyet yapılarıydı. Aynı hırs ve cebirenle
Atatürk Orman Çiftlikleri'ni de ele geçirip
yapılaştırmıştı. Hepsi de halkın kullanamayacağı
devlet sarayları olarak işlevlendirilmişti. Öyle ya
Vahdettin Köşkü halka açılamaz mıydı? Bir Osmanlı
Müzesi, bir hasbahçe, bir nefes alanı olarak, tarihe
dokunulan, korunan onunla barışılan bir alan olamaz
mıydı? Neden her şeyi kendine istiyordu başbakan? Ve
neden bunu görmüyordu seçmenleri ve sormuyordu,
talep etmiyordu? Osmanlı'ya böyle mi sahip
çıkıyorlardı?
Peki, imparatorluğu her
dem yücelten, köprülere padişahların isimlerini
veren, Allah'ın iznini aldığını iddia eden başbakan
bu Osmanlı mirası ahşap padişah köşküne neden
böylesine zarar verdi? Neden Boğaziçi'nin
tescillenmesi gereken Osmanlı Bahçesi'sinin bile
isteye katili oldu? Güç ve iktidar onu öyle kör
etmişti ki darbe üstüne darbe indirdiği geçmişte
zamanı kaydırdı zaar, Cumhuriyet'ten Osmanlı'ya...
Öyle ya daha önce de antik kentleri bir bir betonla
örtmüşlerdi. Demek ki mesele geçmişin nereye
düştüğü, hangi ideolojiyi yansıttığı değildi. Mesele
sadece gösteriş ve paraydı!
Şimdi Çengelköy'ün, lüks
ve pahalı restoranların, çayhanelerin işgal ettiği
küçülen çok değerli kumsalı, tehdit altında. Zatı
muhteremlerin ayak izleri öyle büyük ki, doğal
mimari yerleşim yolların genişletilmesi nedeniyle
tehlikede. Bir kısım halk kamulaştırma sonrası imza
topladı, eylem yaptı, ne umutlu ki harekete geçti.
Ancak hukuki yollar kapalı. Başbakan cumhurbaşkanı
da seçildi, yeni kamulaştırmalar bekliyor bizi.
Şimdi bir mimar neden
yazar anlıyor musunuz?
Sonsuzluk büyüyen bir
şeyde mi, yoksa küçülen bir şeyde mi? Bulmak için.
Bina yıkılır, yazı
kalır.
Ah bu kanlı öksürük. Bi
tuttu ki!
Hırsız diyorduk hani,
sırtımıza, duvarlara, sosyal medya kutularımıza
yazıyorduk! Hır-sız. Bir kısım vatandaşı
inandıramıyorduk, hani.
Şimdi nelerin
çalındığını görebiliyor musunuz? İhbar ediyorum size
ey inananlar!
Başbakan çocukluğumu
çaldı!
* Vahdettin Köşküne'ne ait müdahale öncesi 2007 yılı fotoğrafları ve bilgiler için Mustafa Cambaz a teşekkürler;
Arkitera, Yazı:
Simla Sunay Özdemir,
13.08.2014
|
BİR KÜLTÜR DAHA
YIKILIYOR

Doğuş Holding’in yaptığı
otel, ofis, restoran ve mağazalar ve terminal
binasından oluşan Salıpazarı Kruvaziyer Limanı
Projesi kapsamında 2. derece kültür varlığı olarak
tescilli TDİ Genel Müdürlük binası, yolcu terminali
ve Çinili Han otele, Paket Postanesi de mağaza ve
restorana dönüştürülüyor. İstanbul Modern ile Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde devam eden
kira sözleşmeleri nedeniyle bu aşamada herhangi bir
yıkım planlanmıyor. Ancak İstanbul Modern’in sergi
salonu olarak kullandığı 3 numaralı antrepo ve Kıyı
Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün bulunduğu 6 numaralı
antrepo binası yıkılıyor.
Galataport olarak
bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi’nin
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başladı.
Projeye ilişkin bakanlık tarafından onaylanan ÇED
başvuru dosyası 2 Ağustos’ta Çevre ve Şehircilik İl
Müdürlüğü’nde askıya çıktı, 19 Ağustos’ta halk
toplantısı düzenlenecek. Tarihi yarımadanın
karşısındaki Karaköy ve Salıpazarı’nın çehresini
tamamen değiştirecek tartışmalı projenin ayrıntıları
da askıya çıkan ÇED başvuru dosyası ile ortaya
çıktı.
Projeye göre tarihi TDİ
Genel Müdürlük Binası, yolcu terminali binası,
Çinili Han ile Paket Postanesi’nde güçlendirme,
tadilat ve restorasyon çalışmaları yürütülecek.
Proje hayata geçtiğinde TDİ binası, yolcu terminali
binası ve Çinili Han ile yıkılıp yeniden yapılacak
olan 20 numaralı antrepo binası otel olarak
kullanılacak. 20 numaralı antrepo binası otele
dönüştüğünde maksimum yüksekliği 12.50 metre olacak.
Restore edilen Paket Postanesi de mağaza ve
restorana dönüşecek. Karaköy rıhtımı geri sahasında
planlanan bu otellerin toplam oda sayısı 190 olacak.
Proje kapsamında gerek Karaköy rıhtım arkasında
gerekse Salıpazarı rıhtım arkasında otel olarak
değerlendirilecek binalardaki toplam oda sayısının
440 olması hedefleniyor.
Yükseklik 18.50 metre
Karaköy rıhtım sahasında
tescilli binalar Merkez Han, Yolcu Salonu, Çinili
Han ve Paket Postanesi toplam 28 bin 555
metrekarelik yapı alanına sahip. 20 numaralı antrepo
20 alanına da 5 bin 208 metrekare yeni inşaat
yapılacak. Böylece bu alanda toplam 33 bin 763
metrekare zemin üstü kapalı alan olacak. Zemin
altına ise toplam 7 bin 69 metrekare inşaat
yapılması öngörülüyor. Yani sadece Karaköy tarafında
yaklaşık 40 metrekarelik alanda inşaat yapılacak. A
bölgesi olarak tanımlanan otel ve ticari alanların
bulunduğu rıhtım tarafında yükseklik maksimum 15.50
metre, ofisler ile kruvaziyer terminalinin bulunduğu
rıhtım arkasında ise maksimum yükseklik 18.50 metre
olarak belirlendi.
4 numaralı antrepoda
bulunan İstanbul Modern ve 5 numaralı antrepo
binasındaki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
yaptıkları 28 yıllık kira sözleşmeleri nedeniyle bu
aşamada planlama dışında tutuldu. Projede ve planda
“Sosyal Kültürel Tesis” alanı olarak belirlenen
İstanbul Modern ve üniversite ile anlaşma sağlanması
durumunda proje kapsamında değerlendirilecek.
Sergi salonu
yıkılıyor
İstanbul Modern’in sergi
salonu olarak kullandığı 3 numaralı antrepo, Kıyı
Emniyeti’nin bulunduğu 6 numaralı antrepo ile yolcu
salonu olarak kullanılan 1 ve 2 no’lu antrepo, Kıyı
Emniyeti’nin ofis olarak kullandığı 7 numaralı
antrepo ve nargileciler yıkılacak. Bu yapıların
yerine de otel, mağaza, restoran, ofis, gümrüksüz
satış, dolaşım alanları, kapalı otopark yapılması
planlanıyor. 6 numaralı antrepo, proje
tamamlandığında kruvaziyer terminali ile zemin kat
ticari alanlar ve üst kat ofis alanları olarak
değerlendirilecek.
400 bin metrekare
inşaat
Salıpazarı geri
sahasında ise zemin üstünde 108 bin, zemin altında
250 bin metrekare inşaat planlanıyor. Açık peyzaj
alanı olarak 65 bin 732 metrakare alan
oluşturulacak. Bunun 13 bin 934 metrekaresi saat
kulesi çevresi meydan ve rekreasyon alanı, 21 bin
343 metrekaresi diğer meydanlar ve sokaklar, 6 bin
600 metrekaresi rıhtım alanı ve 3 bin 829
metrekaresi üst kat dolaşım alanları olarak
planlanıyor. Karaköy’deki inşaat alanı ile birlikte
proje kapsamında ortalama 400 bin metrekarelik
alanda inşaat yapılacak. Proje kapsamında Karaköy
rıhtımı ve Salıpazarı rıhtımı önüne de dolgu
yapılarak en az 10 metre genişliğinde kazıklı rıhtım
inşa edilecek.
3 yılda bitecek
Projenin bedeli 1 milyar
100 milyon dolar. İstanbul 1 No’lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından Kentsel Sit
Alanı ilan edilen proje sahası, Bakanlar Kurulu
tarafından daha sonra Turizm Merkezi ilan edilmişti.
Proje ile çevredeki Tophane Çeşmesi, Nusretiye Saat
Kulesi, Nusretiye Camii, Kılıç Ali Paşa Camii,
Tophane Kasrı ve Çifte Saraylar’ın (Mimar Sinan
Üniversitesi) ön plana çıkarılması da hedefler
arasında. Projenin arazi hazırlığı ve inşaat aşaması
3 yıl sürecek. Projenin işletme ömrü, yer teslim
tarihi itibarıyla 30 yıl.
Cumhuriyet, Haber: Özlem
Güvemli, 13.08.2014
|
ANTANDROS ANTİK KENTİ
KAZILARI BAŞLADI

Yunan Mitolojisi’nde
önemli bir yer tutan Antandos antik kentinde 14.
dönem kazıları başladı. Kamulaştırmaya takılan
kazılar iki alanda devam edecek ayrıca bu yıl
Nekrapol alanı için bir yayın hazırlığı yapılacak.
Bu yıl 14 dönemi giren Antandros Kazılarında iki
alanda kazı çalışmaları devam ederken Nekropol
(Mezarlık) alanı için ise yayın,
Kitap çalışmaları
gerçekleştiriliyor. 23 kişilik
arkeolog,
restaratör ve mimarlardan oluşan bilimsel heyet ve
21 kişilik işçi kadrosuyla gerçekleştirilen kazılara
Kültür Bakanlığının yanı sıra
Edremit Belediyesi
de katkıda bulunuyor. Kazıya başkanlık yapan Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Gürcan Polat, “2014 yılını bu yıl açtık.
Biraz gecikmeli de olsa başladık. Eski alanlarımızın
devamı niteliğinde çalışmaları planlıyoruz. Çünkü
henüz daha kamulaştırmalarımız tamamlanmadı. Bundan
dolayı farklı alanlarda çalışmak pek mümkün olmuyor.
Kamulaştırmaları bekliyoruz. Ama bunu beklerken iki
alanda kazı çalışması yürütüyoruz. Bunlardan bir
tanesi nekropolis, mezarlık alanı. Oldukça görkemli
bir mezarlı alanımız var. Milattan önce geç
sekizinci yüzyıldan. Milattan önce birinci yüzyılın
içlerine kadar kullanılmış bir mezarlık. Burada
çalışmalarımız devam edecek. İkinci çalışma
alanımızda
Roma Villası olarak
isimlendirdiğimiz çalışma alanı 2001 yılından bu
yana süre gelen bir çalışma alanı. Duvar
resimleriyle süslü, tabanı mozaikler ile kaplı.
Oldukça görkemli bir roma villasını bu alanda ortaya
çıkarmaya başlamıştık. Ona ilişkin mimarisini
anlamamıza yönelik onları çözme yolunda bazı küçük
sondajlar ve her şeyden önemlisi de o çıkardığımız
duvar resimlerinin ve mozaiklerin restorasyon ve
konservasyonlarına ağırlık vermeye çalışacağız”
dedi.
Milliyet, 12.08.2014
|
AŞKLARIN VE
GLADYATÖRLERİN KENTİNE FİLM VE DİZİ DESTEĞİ
Yatağan’ın Eskihisar
Mahallesi’ndeki Stratonikeia antik kentinde son
yıllarda çekilen film ve diziler, bölgeye gelen
ziyaretçi sayısının artmasını sağladı.
Son dönemde çekilen film
ve diziler sayesinde kenti televizyonlardan gören
turistler, çekimlerin yapıldığı tarihi mekanları
gezip fotoğraf çektiriyor.
Stratonikeia Antik Kenti
Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 3 bin 500 yıllık yerleşimle
ilgili bulgular tespit ettikleri antik kentte
tarihin birçok döneminden kalıntılar bulabilmenin
mümkün olduğunu söyledi.
Söğüt, Karialılar ve
Lelegler’e ev sahipliği yapan Stratonikeia’nın
Helen, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemlerinde de önemini sürdürdüğünü
vurguladı.
Antik dönemden günümüze
bölgedeki yapıların bir bütün olarak korunduğuna
değinen Söğüt, “Son yıllarda yapılan çekimler
sayesinde antik kentin ve bölgenin tanıtımı
sağlandı. Önceki yıllara göre ziyaretçi sayısında da
büyük artış yaşanıyor” dedi.
Stratonikeia Antik
Kenti’nin tarihi kimliğiyle film ve dizi
yapımcılarına doğal bir film platosu olarak hizmet
verdiğini anlatan Söğüt, yerli ve yabancı
turistlerin ilgi odağı kentteki yapıların ayağa
kaldırıldığını ifade etti.
Muğla’nın sahip olduğu
tarihi ve kültürel güzelliklerle yerli ve yabancı
çok sayıda turist tarafından ziyaret edildiğini
belirten Söğüt, şöyle konuştu.
“Anadolu’nun pek çok
yerinde tarihi yapıları görmek mümkün ama
Stratonikeia’da antik dönemden günümüze yapıların
hepsi bir araya toplanmış. Kentteki her alanda
belirli bir yapıyı ön plana çıkarıyoruz. Osmanlı
dönemi köy meydanından tutun, Roma dönemine ait
meclis binası, tapınaklar, hamamlar, hepsini bir
arada görebiliyoruz. Buradaki farklılık herkesin
ilgisini çekiyor.
Söğüt, kentin son
yıllarda dizi ve film yapımcılarının da dikkatini
çektiğine işaret etti. Antik kentte “Robert’in
Filmi”, “Sürgün İnek”, “Dondurmam Gaymak”, “Dabbe”
gibi sinema filmleri ile “Güzel Köylü” dizisinin
çekimlerinin yapıldığını anlatan Söğüt, “Korku,
trajedi, komedi, hepsi çekildi. Çünkü her filme
uygun alan var. Bir taraftan kentte kazı
çalışmalarını sürdürürken bir taraftan dizi ve film
çalışmalarına destek veriyoruz” diye konuştu.
Kentte restore edilen
evlerde önümüzdeki süreçte yeni film ve dizilerin
çekileceğini düşündüklerini belirten Söğüt,
“Buradaki eski yapıların neredeyse tamamının bir
hikayesi var. Birçoğunun müzikli hikayesi bulunuyor.
Tescilli evlerden de restore edilenler var. Bunlar
da kente artı değer katıyor” ifadelerini kullandı.
Ölümüne aşkların
yaşandığı özel bir bölge
Stratonikeia antik
kentinin tarihte gladyatörlerin yetiştirildiği,
büyük aşkların yaşandığı özel bir bölge olduğunu
ifade eden Söğüt, şunları kaydetti:
“Özellikle hafta
sonlarında Muğla ile ilçelerinden gelin ve damatlar
gelerek fotoğraf çektiriyor. Burayı dolaşıp,
aşklarını ölümsüzleştiriyorlar. Dizi çekimleri için
de buradaki her yer bulunmaz alan. Çekimler
başlamadan önce antik kenti dolaştırıyoruz ve
özelliklerini anlatıyoruz. Kentin, Osmanlı dönemi
taş döşeli yollarında yürütüyoruz. Zaten herkesi
cezbediyor.”
Kültür ve Turizm
Bakanlığının destekleri ile son yıllarda kent
içerisinde ve girişlerinde karşılama merkezleri
yapılarak, elektrik hatlarının yer altına alındığını
bildiren Söğüt, ziyaretçilerin yönlendirme levhaları
ile de nereye gideceklerini anlayabildiklerini
söyledi.
haberler.com, Haber:
Durmuş Genç, 09.08.2014
|
KEMAH KALESİ'NDE 3.
DÖNEM KAZILARI BAŞLADI

Erzincan
Valisi Abdurrahman Akdemir, Kemah Kalesi'nde '3.
Dönem Kemah Kalesi Kazısı' çalışmalarını yerinde
inceleyerek yetkililerden kazı çalışması hakkında
bilgiler aldı. Başlatılan kazı çalışmalarında
Mengücek dönemine ait yaklaşık 800 yıllık üzerinde
bitki süslemeleri, aslan figürü ve kitabeler yazılı
olan alçı kalıntıları bulundu.
Erzincan'a 50 kilometre uzaklıktaki Kemah ilçe
merkezinin üst kısmında bulunan, dünyanın sayılı
doğal kalesinden biri olma özelliğine sahip,
yaklaşık 200 bin metrekarelik alana ve 60 metrelik
yüksekliğe sahip olan Kemah Kalesi'nde '3. Dönem
Kemah Kalesi Kazısı' 53 kişilik ekip ile başladı.
Başlatılan kazı çalışmalarında Mengücek dönemine ait
yaklaşık 800 yıllık üzerinde bitki süslemeleri,
aslan figürü ve kitabeler yazılı olan alçı
kalıntıları bulundu.
Erzincan Valisi Abdurrahman Akdemir yaklaşık bir yıl
önce göreve başladığı şehirde vaktinin büyük bir
bölümünü il genelinde ki tarihi kültürel varlıkları
ayağı kaldırmak ve bunu yeni nesillere aktarabilmek
için elinden gelen bütün gayreti göstermeye
çalıştığını belirtip, "İlk geldiğimizde bir toplantı
gerçekleştirdik. Bazı sözlerde bulunduk. Bunlardan
en önemlisi biliyorsunuz Tercan'da ki Mamahatun
Türbesi ve Kervansarayın restorasyonunun yapılması
turizme kazandırılmasıydı. Yaklaşık iki ay önce
orası başladı. Çok güzel bir şekilde yol üzerinde bu
bölgenin en güzel mekanlarını turizme kavuşturmuş
olacağız. Merkezde çadırcı hamamının restorasyon
işlerine başladık. Birçok ilçemizde eski
camilerimizin ve orada ki çeşmelerimizin tekrar eski
haline döndürülmesi, sokak sağlıklaştırması gibi
işlemleri tamamlıyoruz. Bu sene çok memnunuz. Çünkü
hem Kemah Kalesi'nde hem de Altıntepe'de çok ara
verilmişti. Burada kazı çalışmaları çok büyük bir
gayretle devam ediyor. Ben öncelikle hocamıza ve
ekibine çok teşekkür ediyorum. Gerçekten büyük bir
heyecan ve gayretle burayı ayağa kaldırmak için
çalışıyorlar. İnanıyorum ki Kemah gerek Sultan Melik
Türbesi gerekse Kemah Kalesinde ki bu kazılarla çok
daha böyle turizmin cazibe merkezlerinden olacak."
ifadelerini kullandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
tarafından yürütülen kazı çalışması yaklaşık bir ay
sürecek. Kemah Kalesi'nde yapılan kazı çalışması
hakkında açıklama yapan Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi, Kemah Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin
Yurttaş, "İlk kazmamızı 2011 yılında Atatürk
Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü
öğretim üyeleri bilhassa sanat tarihi öğretim
üyeleri olarak başladık. Tarihçi hocalarımız var.
Arkeolog hocalarımız var. İlahiyat Fakültesinden
geçen sene getirdiğimiz o yazma eserlerin
değerlendirilmesi açısından çalışmalara katılan
hocalarımız var. Onlarla birlikte biz kazı
çalışmalarına katıldık. Geçen sene ki kazı
çalışmalarında Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi
bölümü, Cumhuriyet Üniversitesi Antropoloji bölümü
öğrencileri de katıldı. Dolayısıyla geniş kapsamlı
bir kazı olarak devam ediyoruz.
İlk kazımıza kalenin hemen girişinde yer alan camii
alanında başladık. O bölüm tamamen ortaya çıkarıldı.
Geçen sene ki kazı çalışmalarımız da da hemen sol
tarafımızda yer alan Saray Hamamı olarak
nitelendirdiğimiz çünkü alt kısımda bir sarayın
varlığını tahmin ediyoruz. Çünkü Kemah Kalesi'nin en
güzel manzaralı yeri Kuzey Batı ucudur. Ona yakın
olduğu için bu hamama da Saray Hamamı ismini verdik.
Çalışmalarımız orada geçen sene başladı. Bu sene
devam ediyor. Bu sene ki yeni çalışmalarımız da da
hemen sarayın sağ tarafında ki yerleşim alanlarında
kazı çalışmalarını devam ettiriyoruz.
Şimdiye kadar genellikle mimari eserler ortaya
çıkarıldı. Bir Cami, bir hamam ve çeşitli mekanlar
ortaya çıkardık. Bu mekanların ne olduğu kazı
çalışmaları sonrasında netleşecek. Geçen sene ki
çalışmamızda hamamın içerisinde yazma eserler matbu
eserler ortaya çıkarıldı. Bunların büyük bir bölümü
tam değil zaten. Yine büyük bir bölümünde de
küflenme nedeniyle çürümeler meydana gelmişti.
Onların büyük bir kısmını biz temizledik.
Envanterlik olanları müzeye teslim ettik.
Bulunanların en eskisi 16 yüz yıllık bir Kur'an-ı
Kerim 37 varaktan ibaret. Ahmet Karahisari ekolüne
ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir Kur'an-ı Kerim.
Onun yanında özellikle 18. ve 19. yüzyıla ait
Kur'an-ı Kerimler, fıkıh kitapları, hadis kitapları,
dini eserler gibi bir takım buluntular ele geçti.
Kazı
çalışmaları sırasında 22 tane sikke buluntumuz var.
Bugün müzede onları da laboratuvarımızı
tamamladıktan sonra temizlemek üzere müzeden ödünç
alıp üzerinde çalışmalar yapacağız. Camiden ve
hamamdan çok güzel Mengücekli dönemine ait olduğunu
tahmin ettiğimiz yani günümüzden 800 sene öncesine
ait alçı buluntular ortaya çıkarıldı. Üzerlerinde
kitabeler var. Bitkisel süslemeler var. Birde küçük
bir aslan figürünün kalıntısı var.
Bu sene ki çalışmalarımız Saray olarak
nitelendirdiğimiz kısmın doğusunda devam ediyor.
Orada da bir fincan zarfı dünkü çalışmalarda ortaya
çıkarıldı. Bir tandır ortaya çıkarıldı. Öyle tahmin
ediyoruz ki en verimli alan yine saray çevresinde
ortaya çıkacak. Bu nedenle kazı çalışmalarının
sonunu beklemek durumundayız" dedi.
Haber Aktüel, 09.08.2014
|
DİVRİĞİ KALESİ'NE
MENGÜCEKLİLERİN İZİ SÜRÜLÜYOR

Sivas’ın Divriği
İlçesi'ndeki tarihi kalede yürütülen arkeolojik
kazılarda, Mengüceklilere ait izlere ulaşılması
hedefleniyor.
Divriği Kalesi’nde
Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle, Cumhuriyet
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erdal Eser başkanlığında
yürütülen kazı çalışmaları devam ediyor. Tarihi
kalede 8 Temmuz’da başlayan bu dönemki kazı
çalışmalarının Ekim ayında tamamlanması planlanıyor.
Doç.Dr. Eser, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 8 yıl önce
başladıkları kazılarda bu yıl surların bulunduğu
bölümde yoğunlaştırdıklarını belirterek, “Kazı
çalışmalarına 8 Temmuz’da başladık. Geçmişte 7 ayrı
yerde kazı çalışması yapıyorduk, bu sene alanı
daralttık çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı kalenin
surlarının restorasyonu ve çevre düzenlemesiyle
ilgili iki önemli proje hazırlattı. Bu projelerin
ihale süreci başlamak üzere. Bu anlamda biz de
restorasyonda çalışacak arkadaşlar için alanı
rahatlatmak istedik. Surların bulunduğu bölümde
restorasyon çalışması başlayacağı için belki de uzun
süre bu alanda kazı yapamayacağız. O nedenle burayı
temizleyerek, restorasyonu yapacak arkadaşlara biraz
yer sağlamaya, alan kazandırmaya çalışıyoruz” diye
konuştu.
Eser, sonraki süreçte
Kale Camisi’nin bulunduğu ve “bayrak direği” olarak
adlandırılan bölgede çalışmalara devam etmeyi
planladıklarını ifade ederek, şunları söyledi:
“Bulunduğumuz bölge ana
kapı bölgesi. Yaptığımız genel temizlik
çalışmalarına paralel olarak Kültür ve Turizm
Bakanlığının isteği doğrultusunda çevre düzenlemesi
ve onarım çalışmaları yapıyoruz. Çıkardığımız
yapıların duvarlarını onarım çalışmaları kapsamında
doldurarak sağlamlaştırıyoruz. Bulunduğumuz alan,
ilk ve dış surun hemen içinde. Sultan kapısı olarak
adlandırdığımız, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’na
daha yakın olan ikinci kapıda da kazı çalışmaları
yürütülüyor. En son 17. yüzyılda da açık olan kapı,
günümüzde bu sezon tekrar açıldı. Bir yandan,
kapının neden kapatıldığını anlamaya çalışıyoruz,
bir yandan da açtığımız kapı nedeniyle oluşan molozu
dışarıya çıkarmaya çalışıyoruz.”
- Mengüceklilere ait
izlere ulaşılması hedefleniyor
Henüz Geç Osmanlı ve
Erken Cumhuriyet dönemine tarihlenen tabakalarda
çalıştıklarını belirten Eser, “Buluntu türümüz çok
zengin olmakla birlikte henüz hedeflediğimiz
Mengücekliler dönemi eserine ulaşamıyoruz, Türk
beyliği olan Mengüceklilere ait tabakada değiliz.
Uzun yıllar burada çok büyük tahribatlar olduğu için
bu alanın malzemesi, çok karışık olarak erozyon
nedeniyle ve insan eliyle aşağıya akıtılmış durumda”
diye konuştu.
Kalenin alt kısmında
figürlü ağaç kaplamalar ve bazı malzemeler olduğunu
anlatan Eser, “Bu malzemelerin yukarıdan geldiğini
biliyoruz. Bunu aşağıda dolgu malzemesi olarak
görebiliyoruz. Bu, tahribatın büyük olduğunu
gösteren bir detaydır. Geçen yıl 75′e yakın eseri
müzeye envanter olarak teslim ettik. Bu yıl ise Ekim
ayına kadar o sayıda belki olmayacak ama müzeye
sergilenebilir nitelikte envanter eser götürebilmeyi
umuyoruz” dedi.
haberler.com, Haber:
Mücahit Erdal Koç, 09.08.2014
|
EFES ANTİK KENTİ'NDE EN
ÇOK KUYRUK ONUN ÖNÜNDE

Dünyanın en fazla
ziyaretçi çeken antik kentlerinden olan Efes'te
gözde ziyaret mekanlarından birisi de 2 bin yıllık
umumi tuvaletler. Roma döneminden kalan tuvaletleri
görmek isteyen binlerce kişi, uzun kuyruklar
oluşturuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine
göre yılın ilk yarısında 800 bine yakın kişinin
gezdiği Efes antik kenti, Celsus Kütüphanesi, Yamaç
Evler, antik tiyatro ve tapınaklarıyla tanınıyor.
Ancak kenti gezen farklı
ülkelerden insanların ilgisini en fazla çeken
yerlerden birisi de umumi tuvaletler. Kent içinde
farklı noktalarda bulunan ve 2 bin yılı aşkın bir
tarihe sahip umumi tuvaletlerden en korunmuş olanı
ise Yamaç Evler'in karşısında yer alıyor. Celsus
Kütüphanesi'nden Yamaç Evler'e doğru yürüyen
ziyaretçilerin önünde kuyruk oluşturduğu umumi
tuvaletler Roma döneminin tuvalet kültürünü merak
edenleri kendisine çekiyor.
Efes Müzesi eski
arkeoloğu Cengiz İçten, dünyada en iyi korunmuş
antik umumi tuvaletlerden birisinin Efes'te yer
aldığını, bu tuvaletlerin Roma dönemi tuvalet
kültürüne ilişkin gerçekleri günümüze taşıdığını
belirtti. Antik dönemde insanların yan yana oturarak
tuvalet ihtiyacını giderdiğini, Efes'teki umumi
tuvaletin de bir mermer blok üzerine açılan
deliklerden oluştuğunu belirten İçten, bu deliklerin
3 metre altında kanalizasyonun bulunduğuna dikkati
çekti. Tuvaletin arkasında bulunan hamamda
kullanılan suyun bu kanallardan geçtiğini,
böylelikle dışkıların taşınarak koku sorununun
çözüldüğünü anlatan İçten, tuvalette insanların
oturduğu bölümün hemen önünden de taharet temizliği
için sürekli suyun aktığı küçük bir kanalın
bulunduğunu ifade etti.
ANTİK TUVALETLER
ARKEOLOGLAR İÇİN BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR
"O dönemde tuvaletler
bir sosyalleşme mekanıydı. İnsanlar tuvaletlerini
yaparken sohbet edebiliyorlardı. Tuvalete oturan
insanların hemen karşısında bir havuz ve bunun
çevresinde de üzerinde heykel ve kabartmaların
bulunduğu bölümler vardı. Oturma bölümlerinin hemen
önünden geçen kanal, temizlenmek içindi. O dönemde
herkesin kendisine ait, ucunda sünger takılı olan
taharet çubuğu vardı. Bu çubuk ve kanaldan geçen
suyla taharet alıyorlardı."
Kentin içinde farklı
noktalarda da tuvaletler bulunduğunu, kent
temizliğine büyük önem verildiğini ifade eden İçten,
insanların sokakta ihtiyaç görmesinin engellenmesi
amacıyla belli noktalara uyarı yazıları yazıldığına
işaret etti. Celsus Kütüphanesi önündeki bölümde bir
duvarın üzerinde "Buraya çiş yapanı tanrıça Hekate
çarpsın" yazısının yer aldığını, okuma yazma
bilmeyenler için de Hekate'yi anlatan çam ağacı
resminin çizildiğini belirten İçten, bu sorunun
günümüzde de devam etmesi ve benzeri yazılarla
engellenmeye çalışılmasının ilginç karşılandığını
kaydetti. Antik tuvalet kazılarının arkeologlar için
çok önemli olduğuna da işaret eden İçten, tuvalete
giren insanların ceplerinden düşürdükleri para
benzeri materyallerin döneme ilişkin net bilgiler
sunabildiğini de sözlerine ekledi.
Yeni Asır, 08.08.2014
|
ADANA'DAKI TATARLI
HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Tatarlı Höyüğü’ndeki
kazı çalışmalarının bu yıl ki etabı başladı.
Çukurova
Üniversitesi’nden (ÇÜ) yapılan açıklamaya göre, 2007
yılında başlayan kazının 7. sezon çalışmaları,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü, ÇÜ ve Adana Büyükşehir
Belediyesi’nin maddi katkılarıyla yapılacak.
Kazıya, ÇÜ’den öğretim
üyeleri, uzman arkeologlar, öğrenciler katılıyor.
Açıklamada görüşlerine
yer verilen ÇÜ Arkeolojik Araştırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç. Serdar
Girginer, 6 yıllık çalışma sonucu höyükte yukarı ve
aşağı şehir ile yaklaşık 2,5 kilometrekarelik alanda
muazzam bir Hitit ve Kizzuwatna uygarlıklarını
yansıtan kentin ortaya çıkarıldığını, buradaki
tapınaklar ile rampalı ve taş döşemeli kapılarından
öne çıkan gösterişli ve kuvvetli savunma
sistemlerinin açığa çıkmaya başladığını kaydetti.
Höyüğün Adana’nın
tanıtımına katkı sağlayacağını belirten Girginer,
“Tatarlı Höyüğü kazısı Doğu Akdeniz’de, özellikle de
Kuzey Suriye, Kilikya ve Levant için MÖ 2 ve 1.
binyıl kronolojik sorunlarının çözümünde de anahtar
roller üstlenecek gibi görünmektedir. Bunların
dışında, ilerleyen yıllarda yapılması planlanan
koruma çalışmalarıyla da höyüğün bölge turizmine
önemli katkılar yapması beklenmektedir” ifadelerini
kullandı.
haberler.com, 08.08.2014
|
ANTİK KENTTE KİLİSE
KAZISI

Tokat'ta Komana
antik kentinde geçen yıl bulunan 10-12. yüzyıla ait
olduğu tahmin edilen kilisenin ortaya çıkarılması
için kazı çalışmaları devam ediyor.
Tokat’a 10 kilometre uzaklıkta Gümnek mevkisinde
bulunan Komana antik kentinde
Roma ve Helenistik
döneme ait izlerin bulunması amacıyla yürütülen kazı
çalışmaları devam ediyor. 2009 yılında başlayan kazı
çalışmaları Hamamtepe olarak adlandırılan alanda
yoğunlaştırıldı. Geçen yıl
Bizans döneminde
mezarlık olarak kullanılan alanla birlikte
10-12'inci yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kilise
kalıntısı bulundu. Ara verilen kazı çalışmaları
tekrar başlatıldı. Kazı ekibinden ODTÜ Yerleşim
Arkeolojisi'nde doktora öğrencisi olan Mustafa
Tatbul, kilise kalıntısının doğu ve batı tarafını
genişletip yapısını anlamaya çalıştıklarını
kaydetti. Kilisenin 10-12. yüzyıla ait olduğunu
düşündüklerini ifade eden Tatbul, “Azizlerden
Gregorius Thaumaturgus başta olmak Saint Basiliscus,
Saint Basil, John Chrysostom isimli azizlerin
sürgünde buraya geldikleri ve burada öldükleri
biliniyor. Komana birçok Bizans kaydında önemli bir
yerleşim yeri olarak geçiyor” dedi.
Öte yandan Mitridat Krallığı'nın idaresinde önemli
bir kült merkezi olduğu bilinen Komana'da, Roma
İmparatorluk Dönemi'nde de özerkliğini koruduğu,
Anadolu tanrısı
Ma'ya adanmış olan kutsal alan, aynı zamanda çevre
bölgeler için bir ticaret merkezi ve olasılıkla
Mitridat Krallığı için banka görevi gördüğü
kaydedildi.
Milliyet, 08.08.2014
|
SİLİFKE'DE SÜTUNLU
CADDELERE AİT DÜKKANLAR KEŞFEDİLDİ!
Kültür ve Turizm
Bakanlığının izniyle 2007 yılından beri Silifke’de
sürdürülen kazılarda sütunlu caddelere ait dükkanlar
keşfedildi.
Bu yıl 21 Temmuz’da
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ
Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Hamdi
Şahin başkanlığındaki bir ekiple doğuda Tarsus’tan,
batıda Alanya ve kuzeyde Karaman’a kadar olan
bölgede Dağlık Kilikia Yerleşim Tarihi ve Epigrafya
Araştırmaları yapılıyor. Konuyla ilgili bilgi veren
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ
Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hamdi
Şahin, “Bu kapsamda ilk olarak Silifke İlçesi ve
çevresindeki antik kırsal yerleşmeler üzerinde
yoğunlaşılmıştır. Çalışma programı içerisinde yer
alan ve bölgenin en iyi korunmuş eserlerinden biri
olan Zeus Olbios Tapınağı’nın bulunduğu
Uzuncaburç’ta (Diokaisareia) yerleşim tarihi odaklı
epigrafik ve arkeolojik araştırmalar
yürütülmektedir. Söz konusu çalışmalar kapsamında
Uzuncaburç’ta 2007 yılından bu yana kesintisiz
olarak yürütülen çalışmalarda antik kentin yerleşim
tarihine ilişkin önemli bulgular elde edilmiştir.
2011 yılında ise tapınak ve çevresinde yapılan
jeoradar çalışmaları sonucu, sütunlu caddede
dükkanlara ait olabilecek izlere rastlanmıştır. Söz
konusu tarihten itibaren Uzuncaburç ve çevresinde
gerçekleştirilen epigrafik araştırmalar sonucunda,
antik kentin sosyal, siyasal ve dini hayatına ışık
tutacak Roma Dönemi’ne ait yazıtlar saptanmıştır.”
dedi.
Doç.Dr. Hamdi Şahin ve
başkanlığındaki ekibin Uzuncaburç ve çevresindeki
çalışmalara önümüzdeki yıllarda da devam etmeyi
planladığı öğrenildi. Silifke Belediye
Başkanlığının, İstanbul Üniversitesi ekibine
çalışmalarını daha verimli yürütebilmeleri için
gerekli lojistik desteği büyük bir ilgiyle sağladığı
açıklandı. Doç.Dr. Hamdi Şahin, Silifke Belediye
Başkanı Dr. Mustafa Turgut’a desteklerinden ötürü
ayrıca teşekkür etti.
haberler.com, 04.08.2014
|
|