28 Eylül - 4 Ekim 2014
|
OSMANCIK KALESİ İÇİN
RESTORASYON SÖZLEŞMESİ
Osmancık Kandiber Kalesi
restorasyonu için 9 Eylül’de yapılan birinci etap
ihalesinin resmi süreci tamamlanarak sözleşme
imzalandı.
İlçenin en büyük tarihi eserlerinden birisi olan
Kandiber Kalesi’nin restorasyon ihalesini kazanan
Boyut Grup Restorasyon firması yetkilileri resmi
süreci tamamlayarak sözleşme imzaladı. Osmancık
Belediye Başkanı Hamza Karataş ve firma yetkilisi
Onur Beyazıt arasında yapılan sözleşme ile ihale
süreci tamamlanmış oldu.
Restorasyon işinin 400 günde biteceğini belirten
Karataş 7 bin yıllık tarihi geçmişi olan kalenin
peyzaj düzenlemesini içeren ilk etabında çıkışın
kolaylaşması için yolların yapılarak aydınlatmasının
sağlanacağını, kaleye seyir terası kurularak
güvenlik kamerası yerleştirileceğini dile getirdi.
Çorum Haber, 03.10.2014
|
ATM'DEN MÜZE BİLETİ ALMA DEVRİ BAŞLIYOR
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Müze
Girişimleri ve Biletix arasında yapılan sözleşme
çerçevesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
müze ve örenyeri biletleri, Harbiye Asker Müzesi
biletleri ile Müzekart’lar, Biletix üzerinden satışa
sunulacak.
Müze ziyaretçileri, satın alacakları biletlerini
yazıcıdan bastırabilecek. Müzekart, Müzekart+ ve
Museum Pass kartlar ise adrese kargoyla
gönderilecek. İmzalanan anlaşmayla müze biletleri
yakında; mobil uygulamalar, çağrı merkezleri,
yurtdışı siteler, İDO iskeleleri ve 80 adet
Biletix kiosk’u ile ATM’lerden de satın
alınabilecek.
Milliyet, 03.10.2014
|
AKM'NİN TARİHİ VENEDİK'TE

Bu yıl 14.’sü gerçekleştirilen dünyanın en önemli
mimarlık etkinliklerinden olan
Venedik Mimarlık Bienali, 23 Kasım’a dek
mimarinin temelleri ve moderniteye odaklanarak
devam ediyor. Bienal bu yıl 70 yaşındaki Hollandalı
mimar ve mimarlık teorisyeni Rem Koolhaas
küratörlüğünde düzenleniyor. 2000 yılında Pritzker
Mimarlık Ödülü’nü kazanan Rem Koolhaas, 2008 yılında
Time dergisi tarafından dünyanın gidişatını en çok
etkileyen 100 kişi arasında gösterilmişti. Koolhaas,
bienalin ana sergisini bu yıl izleyicileri
mimarinin esaslarına/temellerine davet ederek
düzenliyor. “Fundamentals” (Esaslar) başlıklı ana
sergide gerçekten de
mimarinin temelleri var, basbayağı kapılar,
merdivenler, çatılar, rampalar, duvarlar...
10 ülke ilk kez katılıyor
Dört duvarın arasındakileri oluşturan tüm
elementleri tek tek inceleyen ana sergi, duvardan
tuvalete eşyanın tarihiyle ilgili göndermelerde
bulunuyor. Mimarlık teorileri sınırları zorlamaya
devam ederken izleyicileri en başa dönüp tekrar
bakmaya davet ediyor.
Venedik Mimarlık Bienali’nde bu yıl 65 ulusal
pavyonda ülkelerin hem bu ana serginin çizdiği
çerçeve kapsamında hem de Absorbing Modernity
1914-2014 (Sürmekte olan modernite 1914-2014)
başlığı altında ürettikleri projeler, eserler,
çalışmalar sergileniyor. Türkiye’yle birlikte 10
ülke bu bienale ilk kez katılıyor. Türkiye’nin yanı
sıra Kosta Rica, Dominik Cumhuriyeti, Birleşik Arap
Emirlikleri, Endonezya, Fildişi Sahili Cumhuriyeti,
Kenya, Morako, Mozambik, Yeni Zelanda da bu kapsamda
ilk kez bienalde yer alıyor.
İKSV’nın koordinasyonunda, Schüco Türkiye ve
Vitra’nın eş sponsorluğunda düzenlenen Türkiye
Pavyonu’nda mimar Tabanlıoğlu’nun
İstanbul’da kendi kişisel tarihi ve toplumsal
önemi bakımından odaklandığı Taksim- Tünel,
Levent-Büyükdere Caddesi, Bab-ı Ali bölgesi, seçtiği
beş sanatçı Alper Derinboğaz, Metehan Özcan, Candaş
Şişman, Ali Taptık, Serkan Taycan’ın bu bölgelere
odaklanan işleriyle yer alıyor.
‘Bireysel algı ve deneyimler’
Tabanlıoğlu sergi hakkında, “Hafıza Mekanları
(Places of Memory) bir tarihçi bakışıyla
Türkiye’deki modern mimarlığı ortaya çıkarmak,
eksiksiz bir katalog sunmak ya da sadece ona özgü
yerellikleri yakalamaya çalışmak yerine bienalin ana
temasını bireysel algı ve deneyimler üzerinden ele
almayı deniyor” diyor. Serginin ortasında
Tabanlıoğlu’nun babası Hayati Tabanlıoğlu’nun mimarı
olduğu
AKM’nin geçmişten bugüne kadarki tarihi
sergileniyor.
Detaylı şekilde anlatılan
AKM, çizimleri, projelendirme süreci, yangınla
uğradığı zararlar ve Gezi Süreci’ndeki posterlerle
donatılmış halinden bir fotoğrafla gösteriliyor.
Sergide Mimar Alper Derinboğaz, ‘Gelişigüzelin
Metodları’ ile İstanbul’un gelişimini farklı
haritalardan oluşan beş rölyefle sergiliyor.
İstanbul’dan Tabanlıoğlu’nun seçtiği bu üç bölgeye
odaklanan rölyefler, şehrin topografik yapısının
nelere izin verdiği ve nasıl etki ettiği üzerine
sorular soruyor. Serkan Taycan’ın eseri, meydan yok
denilen İstanbul’un meydanlarını, Ali Taptık’ın
eseri şehirdeki değişimi, Metehan Özcan’ın eseri
Hukukçular Sitesi’nden manzaraları gösteriyor.
Candaş Şişman ses yerleştirmesiyle şehrin seslerini
eserlere özgü yaptığı çalışmayla birleştiriyor.
Habertürk, 02.10.2014
|
DEFİNECİLERİN ALTIN UMUDU BİTTİ, KUTSAL GÖL
KURTULDU

Muğla’nın Köyceğiz ile Denizli'nin Beyağaç
ilçelerinin sınır çizgileri ortasında kalan Kartal
Gölü definecilerin kazdığı çukurlar tekrar suyla
dolarken göl eski görkemli günlerine dönmeye
başladı.
KUTSAL GÖL
Efsaneye göre, Hititler döneminde, dağda törenler
yapılırken bölgede yaşayan halk, kutsal saydığı
Kartal Gölüne, sembolü olan som altından çift başlı
kartal heykeli gömdü. Yine efsaneye göre, kutsal
sayılan göle saygılarını sunmak için halk özellikle
altın eşyalarını da attı.
Efsanenin kulaktan kulağa yayılmasıyla Köyceğiz'in
en yüksek dağlarından olan 2 bin 265 metre
yüksekliğindeki Sandras'ın 1903'üncü metresinde ve
büyük bölümü Beyağaç İlçesi sınırlarında kalan
Kartal Gölü, 1990 yılından itibaren definecilerin
akınına uğradı.
YETKİ KARMAŞASI TALANI HIZLANDIRDI
Göl, uzun süre Denizli ile Muğla Orman Bölge
Müdürlükleri arasında yetki karmaşasında kaldı.
Doğal ve arkeolojik sit alanı olan göle dökülen
kaynak suyunun yatağı defineciler tarafından
değiştirildi. Su akışı olmadığı için zamanla
kurumaya başlayan gölün bazı bölümlerine setler
çeken defineciler, sudan arındırıldıktan sonra bu
bölgeleri kazdı.
Ancak, efsaneye göre var olduğu söylenen çift başkı
kartal heykeli bulanamadı. Hatta daha da ileri giden
defineciler kepçelerle gölü kazıp, kamyon ve
TIR'larla toprak çekilip, götürüldüğü bölgede içinde
altın aradı. Ancak, yine sonuç alamadı.
UMUT BİTTİ, FLORA CANLANDI
Umudunu kesen definecelerin bölgeden ayrılmasıyla,
göl kurtuldu. Bitki florası ve çevresindeki Anıt
Ormanıyla nadide bir bölge olan,
Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Yaban
Hayvanı Koruma Genel Müdürlüğü tarafından koruma
alanı olarak
ilan edilen göldeki definecilerin kazdığı
çukurlar, son yağmurlarla suyla doldu. Su seviyesi
yükselen göl, eski görkemli zamanlarına dönmeye
başladı.
VE ASIL HAZİNE...

Göl çevresindeki Türkiye'nin en yaşlı karaçam
ormanı da doğa bilimcileri için ilgi odağı olmaya
devam ederken, yol kenarındaki biri 25.4 metre boy,
144 santim çap ve 1214 yaşında, diğeri ise 22 metre
boy, 115 santim çap ve 1320 yaşındaki karaçam ağacı
görenleri hayrete düşürüyor.
Radikal, 02.10.2014
|
SELÇUK TARİHİNE SAHİP ÇIKACAK
İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram,
Şirince Sokak Sağlıklaştırması ve Kentsel Tasarım
Projesi Alımı ile ilgili olarak incelemeler yapmak
için Selçuk’a geldi. Selçuk’un çok önemli bir tarihe
dokuya sahip olduğunu belirten Karabayram, Selçuk
Belediyesi’nin verdiği önemle ilçede yapılması
planlananrestorasyon çalışmaları süreçlerinin
hızlandığını ifade etti.
Şirince Sokak Sağlıklaştırması ve
Kentsel Tasarım Projesi Alımı ile ilgili Selçuk
Belediyesi Ahmet Taner Kışlalı Toplantı salonunda
düzenlenen sunuma Selçuk Belediye Başkanı Dr. Dahi
Zeynel Bakıcı, İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil
Karabayram, Belediye Başkan Yardımcısı Atilla Aksoy
ile ilgili birim amirleri ve personel katıldı.
İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün sorumlu
olduğu yedi ilk ilçe içerisinde Selçuk’u ziyaret
ederek bir ilki gerçekleştirdiğini söyleyen
Karabayram, kurumsal olarak gösterilen bu önemde
Selçuk’un tarihi değerleri kadar yerel yönetimin bu
konuya verdiği öneminde etkili olduğunu vurguladı.
Karabayram, “Selçuk, köklü tarihsel geçmişiyle ve
geleceğiyle, ciddi anlamda tarihsel değer barındıran
ve farklı dönemlerden kesitle beraber restorasyon ve
iyileştirmelere ihtiyaç duyan bir ilçedir. Geldiği
dönem itibariyle Selçuk’a 10 milyon ödenek
ayrılmasına destek sağlayan belediye başkanımıza bu
konuda teşekkür ediyorum. Bugün burada İzmir ilinde
bir il gerçekleşiyor ve ilk defa bir ilçemizde
belediyenin katkılarından dolayı bakanlık olarak
buraya gelmeyi kendimize görev bilerek ve geldik”
dedi.
Selçuk’un tarihi dokusunun altını çizen Karabayram,
bugüne kadar Selçuk’ta yapılan ve yapılması
planlanan restorasyon çalışmaları hakkında bilgi
verdi. Efes Müzesi onarım ve teşhir tanzim işini
gerçekleştirdiklerini ifade eden Karabayram;“5
milyon 962 bin TL’ye ihale ettiğimiz proje ile 6 bin
metrekarelik alanda 10 bin eserin kurtarılması ve
depolara mahkum edilen tarihin gün ışığına
çıkarılması için çaba harcadık. Belediye
Başkanımızın çabalarıyla Efes Müzesi’nde yapılan
çalışmalar son üç ayda hızlandı” dedi.
Efes Ören Yeri ve Efes Antik Tiyatro’da yapılması
planlanan restorasyon çalışmaları hakkında da
detaylı bilgi veren Karabayram, “Çok ciddi mekanlara
tarihi dokudan yoksun mekanlarla geçiş yapıyordunuz
ama artık böyle bir şey olmayacak. Efes Ören
Yeri’nde misafirleri karşılamak için seyir
terasları, kafeler ve karşılama merkezlerini de
içine alan ciddi bir kompleks oluşturulacak.
Yaklaşık üç ay önce bu projenin ihalesi yapıldı. 201
bin TL’ye ihale edilen projeyi, önümüzdeki yıl 2,5
milyon TL kaynak bulunarak bitirmeyi planlıyoruz”
bilgisini verdi.
Efes Antik Tiyatrosu ve Saint John
Kilisesirestorasyon projeleri kapsamında atılması
planlanan adımlar hakkında da bilgi veren
Karabayram; “Efes Antik Tiyatrosu’nun proje ihalesi
tamamlandı. 2015 yılında tiyatronun restorasyon
ihalesi de tamamlanacak. Burada konserlerin
yapıldığı, seminerlerin yapıldığı bir
mekanoluşturulacak. Kayıp parçalar bulunacak,
yerlerine monte edilecek. Gerekli onaylar alındıktan
sonra 2015 yılında tiyatroyu hizmete açmış olacağız.
Müdürlük olarak biz belediyemizin de girişiyle 627
bin TL ödenek bulduk. Bu proje ihalesi de 499 bin
TL’ye mal oldu. İzmir çok zengin bir bölge bu
zenginliğin %40’lık dilimi Selçuk İlçesi'nde. Bizim
burada ciddi çalışmalar yapmamız lazım. Hızlı ve
seri bir şekilde davranmalıyız. Yerel yönetimce
tarihsel dokuya bugüne kadar gösterilmeyen bir önem
var. Biz kurum olarak belediye başkanımıza ve Selçuk
Belediyesi’ne çok teşekkür ediyoruz. Müdürlüğümüz
tüm belediyelere her türlü desteği vermeye hazır”
dedi.
HER ZAMAN MERKEZİ İDAREYLE BERABERİZ
Merkezi idare ve onun temsilcileriyle bir arada uyum
içinde çalışarak Selçuk’a katkı sunmanın temel
çalışma prensibi oldukların vurgu yapan Selçuk
Belediye Başkanı Dr. Dahi Zeynel Bakıcı; “Yedi ilden
sorumlu olan İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü
Selçuk’a özel bir önem ve tam destek veriyor. Biz
her zaman yerel yönetimle merkezi yönetimin bir
arada hareket etmesi gerektiğini savunduk. Selçuk
ören yerleri açısından çok zengin bir yer. Bu
zenginliğin ortaya çıkarılması için merkezi idareyle
beraber çalışıyoruz. Bu birlikten Selçuk kazanacak.
Bu çalışmalar sahip olduğumuz tarihi değerlerin
korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasının yanı sıra
tüm dünyadaki etkileri ile de ilçemize gelir
getirecek” dedi.
ŞİRİNCE’NİN DOKUSUNU KORUYACAK PROJE
Toplantıda Selçuk Belediyesi Fen İşleri Müdürü adına
İç Mimar Cem Serbest bir sunum yaptı. Turizm
yoğunluğu yüksek bir bölge olan Şirince
Mahallesi’nin yılda yaklaşık 2 milyon turisti bir
yerleşke olduğunu belirten Cem Serbest “Yanlış
restorasyonlar ve ilgisizlik nedeniyle “özgün
Şirince Evi” niteliğindeki sivil mimarlık
örneklerinin bir kısmı kaybolma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. Kentin belirli akslarının çarşı
niteliği kazandığı, kontrolsüz gelişen stant
yapıları üst örtüler, pergolalar, tabelalar, uyumsuz
yeni yapılar, yetersiz alt yapı, bakımsız tescilli
kültür mirasları, uyumsuz kent mobilyaları ve
yetersiz aydınlatma gibi birçok sorun ile karşı
karşıya olan Şirince çarşısının belirlenen
akslarında sokak sağlıklaştırma ve kentsel tasarım
projesi hazırlanması öngörülmektedir” dedi.
Şirince’de yapılması planlanan çarşı içi sokak
sağlıklaştırma ve kentsel tasarım çalışmalar
hakkında detaylı sunum yapan Cem Serbest, Şirince
Çınar Altı Meydanı, çarşı ana aksı ve Aya Yani
Kilisesi’ni bağlayan güzergahın proje alanında
yürürlükteki Şirince Koruma Amaçlı İmar Planı
hükümlerine bağlı kalınarak, proje alanı içerisinde
yer alan tescilli geleneksel yapıların sokak
sağlıklaştırması yapılacağını kaydetti.
Bilgilendirme toplantısının ardından Şirince
mahallesinde incelemelerde bulunan İzmir Rölöve ve
Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram, Selçuk Belediye
Başkan Yardımcısı Atilla Aksoy’dan ve Şirince
Mahallesi Muhtarı Levent Apak’tan bilgiler aldı.
Şirince’deki HagiosDimitrios Kilisesi ve St.John
(Aziz Yahya) Kilisesi de gezen Karabayram ve
beraberindekiler, Şirince çarşısını da gezerek
burada yapılması planlanan çalışmalar hakkında
bilgiler aldılar. Şirince ziyaretinden sonra
restorasyonu devam eden Efes Müzesine geçen İzmir
Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram’a burada
Selçuk Belediye Başkanı Dr. Dahi Zeynel Bakıcı da
eşlik ederek, restorasyon çalışmaları hakkında Müze
Müdür Cengiz Topal’dan bilgiler aldılar.
Ege'de Son Söz, 02.10.2014
|
TARİHİ FABRİKA, KAĞIT MÜZESİ OLUYOR
Cumhuriyet tarihinin ilk kağıt fabrikası, 1,5 yıldır
devam eden restore çalışmalarının tamamlanmasının
ardından kağıt müzesi olacak. Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi Genel Sekreteri Büyükakın,
"Tamamlandığında Türkiye'nin ve Avrupa'nın en büyük
kağıt müzesi olacak. Böyle bir kağıt müzesi ne
Türkiye'de ne de Avrupa'da var" dedi.

Cumhuriyet tarihinin ilk sanayi kuruluşlarından
olan İzmit'teki SEKA Kağıt Fabrikası, yaklaşık 1,5
yıldır devam eden restore çalışmalarının
tamamlanmasının ardından Türkiye'nin ilk, Avrupa'nın
da en büyük kağıt müzesi olarak hizmete girecek.
1934 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü
tarafından temeli atılan fabrika, 1936 yılında
dönemin İktisat Bakanı Celal Bayar ve beraberinde
gelen 2 tren dolusu davetliyle açıldı. Fabrika
sayesinde, ülkenin kağıttaki ithal bağımlılığı sona
erdi, gazeteler Kocaeli'de üretilen milli kağıtlara
basılmaya başlandı.
TARİHİ MAKİNELER ONARILDI
Kuruluş sürecinde "zarar eder" şeklinde
tartışmalara sebep olan fabrika kısa sürede daha da
büyüyerek, bölgedeki binlerce insanın ekmek kapısı
oldu. Özelleştirme Yüksek Kurulu'nca 1997 yılında
bünyesinde bulunduğu Türkiye Selüloz ve Kağıt
Fabrikaları AŞ'nin (SEKA) özelleştirme kapsamına
alınmasıyla yatırımları durdurulan fabrika,
işçilerin ve bölge insanının tepkisi nedeniyle
uzayan sürecin ardından 2005 yılında Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi'ne devredildi ve üretim
faaliyeti sonlandırıldı. Belediye, bu tarihten sonra
fabrikanın bin 100 dönümlük arazisi üzerinde
Türkiye'nin en büyük endüstriyel dönüşüm projesini
başlattı. Kıyı kesimini kapsayan alanda yapılan
çalışmalar sonucunda 2006 yılında son halini alan
Sekapark, ülkenin en büyük eğlence ve dinlence
alanlarından biri olarak hizmete açıldı. Bunun
yanında, fabrika binalarının değerlendirilmesi için
de "Seka Bilim Merkezi" ve "Seka Kağıt Müzesi"
projeleri hazırlandı. Yaklaşık 1,5 yıldır süren
restore çalışmaları kapsamında üretimde kullanılan
tarihi makineler onarılarak ilk günkü görünümüne
kavuşturuldu. İç mekan düzenleme çalışmaları devam
eden birinci fabrikanın, 2015 yılının ortalarında
Avrupa'nın en büyük kağıt müzesi olarak hizmete
açılması planlanıyor.
AVRUPA'NIN EN BÜYÜK MÜZESI OLACAK
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri
Tahir Büyükakın, İzmit'teki SEKA Kağıt Fabrikası'nın
Cumhuriyetin endüstriyel bir mirası, ilk kurulduğu
yıllarda kendi sanayisini oluşturmak isteyen
Cumhuriyetin en önemli adımlarından biri olduğunu
söyledi. Büyükakın, aslına uygun bir şekilde restore
edilen fabrikayı gezenlerin o döneme ilişkin kağıt
üretim teknolojisini görme imkanına sahip olacağına
dikkati çekerek, "Tamamlandığında Türkiye'nin ve
Avrupa'nın en büyük kağıt müzesi olacak.
Restorasyonu aslına uygun, endüstriyel dönüşüm
şeklinde planlanmış böyle bir kağıt müzesi ne
Türkiye'de ne de Avrupa'da var" ifadesini kullandı.
Yeni Şafak, 02.10.2014
|
GELİBOLU'DA TRAKLARDAN KALMA KUTSAL ALAN BULUNDU

Gelibolu Yarımadası Yüzey Araştırmaları'nda ilk
kez Saroz yakınlarında Traklara özgü çok önemli bir
kutsal alan tespit edildi.
Bu topraklarda tarihin üzerinde yaşadığımız için en
ilgisiz olanımız bile toprak altı kazılarından
haberdardır. Ancak Yüzey Araştırmaları pek fazla
bilinmez.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim
üyesi Doçent Dr. Zeynep Koçel Erdem 2008 yılından
beri Eski Roma dönemine ait yüzey araştırmaları
yapıyor. Tekirdağ, Şarköy ve Gelibolu, antik adıyla
Trakya Khersonesos’u çalışma alanına dahil.
Marmara Bölgesi’nde Trakya’da imar değişiklikleri
söz konusu olduğu bir dönemde bu bölgede antik
kalıntıların incelenmesi çok önemli olmaya başladı.
Araştırma sonrasında buluşup konuştuk.
Çok fazla bilinen bir bilim dalı değil,
Yüzey araştırmaları nedir?
Yüzey araştırmaları kazı yapmaksızın toprak üstünde
görülen geçmiş uygarlıklara ait izleri kayda almak,
belgelemek olarak açıklanabilir. Aslında çok fazla
bilenen bir alan değil. Öğrenciliğim sırasında 20-25
yıl öncesinden hatırladığım kadarıyla başlı başına
bir proje olarak bölgenin yüzey araştırmasını yapmak
çok yaygın değildi.
1980’li yıllarda Prof.Dr. Mehmet Özdoğan Trakya
araştırmalarını başlatmıştı. Mustafa Hamdi Sayar
1992 yılından beri her sene Çanakkale’de tarihi
coğrafya alanında yüzey araştırmaları yapar. Yeni
kurulan üniversiteler de kendi bölgelerini
araştırmaya başladılar.
Neden önemli yüzey araştırmaları?
Her
şeyden önce bir belgeleme. Ne var, ne yok onu
anlıyorsunuz. Bir sütun başlığı, bir tarlada çanak
çömlek, kemer taşları, anfora parçaları, sikkeler,
nekropolse insan kemiği, blok taşları gözle
görülüyor. Mesela Baklaburnu dediğimiz yer bir
liman, Kardiya Antik kenti. Orada liman taşları,
seramikler var. Seramikler Klasik, Hellenistik ve
Roma gibi hangi dönemlerin olduğunu gösteriyor.
Gelibolu Yarımadası Toprak Üstü
Araştırmaları hangi döneme yoğunlaşıyor?
Biz Klasik Roma Dönemi’ni araştırıyoruz. Bir de
Sestos Antik Kenti Akbaş Şehitliğinde yüzey üstü
araştırmaları devam ediyor.
Ne kadar geri gidiyor yüzey araştırmaları?
Çanakkale yarımadasında Kalkeolit dönem MÖ 4 bin
yıllarına dek, yani günümüzden 6 bin yıl öncesine
gidebiliyor.
Ganos Bölgesi’nde ilk detaylı araştırma size
ait. Ganos’ta neler bulmuştunuz yüzeyde?
Evet, altı yıl Ganos’ta yüzey araştırmaları
yapmıştık, hala da devam ediyor. Mesela Şarköy-
Gelibolu sınırında bir kaya mezarı keşfetmiştik.
Yerleşimden kutsal alana, mezar tiplerinden tekil
buluntuya kadar çok çeşitli buluntular, farklı
dönemler ait kültür varlıkları tespit ettik. Bazen
köylüler traktöre takılan mezar taşlarını tarlaya
zarar vermesin diye çıkarıp kenara koyuyor, bazen de
tahrip ediyorlar. Kimi zaman bildiriyorlar müzeye,
çoğu zaman da korktukları için “sit alanı yapılıp
elimden alacaklar araziyi” diye bildirmiyorlar.
Bu korkunun dayanağı var mı?
Hayır, her yerin sit alanı yapılması mümkün değil.
Çünkü nereye bakarsan bak bir şey var. Zaten çok
önemli alanlar müze tarafından biliniyor ve SİT
alanı halihazırda yapılmış. Kazı ya da yüzey
araştırması yapanlar sadece önerebilir müze
kurumuna. Çoğunlukla bakanlık takas yapıyor ya da
parasını ödüyor.
Gelibolu Yarımadası’na gelirsek bu
araştırmanın önemi ne?
Bugüne dek yapılmayan
Klasik ve Roma dönemleri çok iyi araştırılmış
olacak. İkincisi elbet ilerde kazılar olacak. Bence
kazı öncesi tüm alanların çok iyi çok iyi tetkik
edilmesi lazım. Saptama kazıdan çok daha önemli.
Gelibolu Yarımadası’nda çok önemli üç şey var:
Birincisi Çokal barajı, köprü ve yazlık konutların
yapımı. Bunlar yapılmadan ne var ne yok belgelensin.
Bunu Türkiye Bilimler Enstitüsü ‘Türkiye Kültür
Envanteri’ başlığı altında yapılıyordu, fakat yarım
kaldı onu başlatan hocalarımız vefat edince. Bu
arada bir envanter kirliliği de oldu, herkes kendine
göre bir envanter yapmaya başladı.
Siz yüzey araştırmasını yaptıktan sonra kazı
mı başlatılıyor?
Hayır, bilimsel yayınını yapıyor ve Gaziantep’te
Kazı ve Yüzey Araştırmaları Sempozyumunda sunuyoruz.
Kazı tamamen ayrı bir izin. O alanda arzu edilen yer
varsa ve sponsor, ekip ve ev gibi alt yapısını
oluşturabiliyorsanız kazı yapılabiliyor. Bakanlık
birkaç sene yüzey araştırması yapıp alanı tanıdıktan
sonra kazı yapılmasına izin vermek istiyor. Bir de
kazı yapılacak alanın şahsa ait olmaması gerekiyor.
Öncelikli alanlara izin veriliyor.
Nedir öncelikli alanlar?
Turizme
açık bir yerse ya da çok büyük bir antik kentse veya
baraj geçecek ya da yol yapımı olacaksa, onlara izin
veriliyor. Bakanlık sitesinde bu var zaten.
Gelibolu Yarımadası’nda neden hiç kazı
olmaz?
Bana göre bugüne dek kazı olmamasının
en önemli nedeni askeri bölge ve Tarihi Yarımada
olması
Trakya’da Efes gibi büyük antik kentler var
mı?
Hayır yok, bir takım taşlar görüyorsunuz ama tarım
arazisi olduğu için düzleştirilmiş, sürülmüş. Yoksa
hem Çanakkale Boğazı hem de Saroz tarafına bakan çok
sayıda çok önemli antik kentler var.
Dedektör kullanıyor, altın buluyor musunuz?
Bu
tamamıyla şehir efsanesi. Dedektör ibresi sağ
gösterişe gümüş, sağ gösterirse altınmış. Zamanın
antik kentleri de zor zamanlar ancak zengin
mezarlarında altın bulunuyor. Ilgardere’de kral
mezarında bir taç çıkmıştı şimdi müzede o buluntu.
Gelibolu Yarımadası Yüzey Araştırmalarında
sizi heyecanlandıran yeni bir şeyler var mı?
Bu yıl ilk kez Traklara özgü çok önemli bir kült
alanı (kutsal alan) tespitimiz var. Daha önceki
yıllarda benzer alanlara Şarköy ve çevresinde
rastlanmıştı. Gelibolu’daki ise hiç bilinmeyen bir
yer ve bir vadi içerisinde, doğal kayalar üzerinde
pek çok sunu çukurunun, niş ve mağaranın olduğu,
geniş bir alana yayılı bir açık hava tapınım alanı.
Trak tapınım şekillerine ve tanrılarına ait çok az
bir şey biliyoruz. Bu kutsal alanı geçen haftalarda
Uluslararası Avrupa Arkeologlar Birliği
toplantısında sundum (EAA) ve şimdi yayına
hazırlıyorum. Benim açımdan en ilginç saptama bu. Bu
yıl ayrıca daha önce saptanmamış iki yerleşme de
saptadık.
YERİN ALTI TAHRİP EDİLMİŞ ÜSTÜ ÇÖP YIĞINI
Eski eser tahribatının ve kaçak kazıların yanında
gün geçtikçe artan çöp meselesi büyük sorun. Tüm
Yarımada, Saroz kıyıları çöplüklerle kaplı.
Bu çalışmalar sırasında karşılaştığın ilginç
durumlar oluyor mu?
Benim bu çalışmalar
sırasında en çok üzüldüğüm ve gün geçtikçe de
arttığını gördüğüm nokta şu: Eski eser tahribatının
ve kaçak kazıların yanında gün geçtikçe artan çöp
meselesi. Tüm Yarımada'ya, Saroz'un her noktasına,
Bolayır Namık Kemal türbesi içine ve çevresine,
şehitlikler çevresine yığınlarla çöp dökülmüş,
maalesef dünyanın en eşsiz güzelliklerini barındıran
Saroz kıyıları çöplüklerle kaplı.
Nedir bu çöpler?
Mesela Saroz'daki yazlık villaların çoğu tadilat
yapmış ve eski çöplerini, küvetler, klozetler,
yataklar, özetle yığınları dere yatakları ve orman
alanlarına döküp kaçmışlar. Bu ülkeye turist neden
gelsin ki, bir de yabancı şehitliklere bak lütfen.
dediğim gibi bu konu başlı başına bir sorun.
Bakanlığa da bildiriyorum ama onlar da bıktı benden
ve artık Çevre ve Şehirciliğe yazın diyorlar, hangi
birini yazayım ki?
Radikal, Haber: Müge Akgün, 01.10.2014
|
DÜNYANIN İLK SARAYI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

UNESCO'nun dünya mirası geçici listesine
Türkiye'den son dahil edilen 13 alandan biri olan ve
milattan önce 5 binli yıllara tarihlenen
Malatya'daki Aslantepe Höyüğü'nde süren kazı
çalışmalarında büyük bir bina bulundu. Roma La
Sapienze Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Aslantepe
Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Marcella
Frangipane, dün Malatya Valisi Süleyman Kamçı'yı
ziyaret ederek kazılar hakkında bilgi verdi.
MÖ 4000 YILLARINA AİT
Aslantepe Höyüğü'nün çok ilginç bir yer olduğunu
dile getiren Frangipane, "Orada çok önemli, güzel ve
büyük bir bina bulduk. Çok büyük bir saray var. O
saray çok çok eski. MÖ 4 bin yıllarına
tarihleniyor. Belki dünyadaki ilk saray sistemi
burada başlıyor. Sarayın koridoruyla bu bina
arasında bağlantı var. Belki kral yeri. Binada çok
güzel bir platform var. Burada odun, kömür gibi bir
şey bulduk" dedi. Vali Süleyman Kamçı da kültüre
verdikleri öneme değinerek, "Değerli hocamıza
saygımız, sevgimiz sonsuz. Burada yaptığı
çalışmalar, bizi dünyaya tanıtacak. O anlamda
kendilerine müteşekkiriz. Biz de elimizden
geldiğince kendilerine yardımcı olacağız. Olmaya da
devam ediyoruz" diye konuştu.
Sabah, 01.10.2014
|
NEOLİTİK DÖNEMİN GELENEĞİNİ SÜRDÜRÜYOR

Samsun’un Salıpazarı
İlçesi'nde yaşayan 71
yaşındaki Nurettin Tok, arkeolojik kazılarda geçmişi
10 bin yıl önceki Neolitik döneme kadar giden,
genellikle ekmek pişirmede kullanılan “bileki”yi,
yarım asırdır kayaları oyarak yapıyor.
Salıpazarı İlçesi'nde yaşayan 71 yaşındaki
Nurettin Tok, arkeolojik kazılarda geçmişi 10 bin
yıl önceki Neolitik döneme kadar giden, genellikle
ekmek pişirmede kullanılan bilekiyi (taştan yapılmış
bir çeşit kap), yarım asırdır kayaları oyarak
yapıyor.
Alanyaykin Mahallesi’nde eşi Emine Tok ile
yaşamını sürdüren Nurettin Tok, çoğunlukla ekmek
pişirmede kullanılan ama farklı yemeklerin
hazırlanmasında da yararlanılan bilekiyi yapmayı,
ağabeyinden öğrenerek yarım asırdır devam ettiriyor.
Küçüklüğünde bölgede çok sayıda bileki yapan usta
olduğunu anlatan Tok, AA muhabirine, evinin alt
tarafında yer alan taş ocağında, “tasar” adını
verdiği ilk kalıbı kayaç zeminden çıkardığını
belirtti.
Çıkardığı kayaya yuvarlak hatlar kazandırdığını
ifade eden Tok, bilekiye bölgeye özgü motifler
çizerek son şeklini verdiğini anlattı.
Hazırladığı bileki taşı ile ekmek pişirildiğini
dile getiren Tok, “Günde ortalama 7-8 bileki
yapıyorum. Taşların satışlarını Çarşamba’daki bir
esnaf arkadaşım sayesinde gerçekleştiriyorum.
Ailemin gelirini buradan sağlıyorum. 6′sı erkek 1′i
kız olmak üzere 7 çocuğum var. Çocuklarım İstanbul’a
yerleşti, maalesef hiçbiri bu mesleği öğrenemedi.
Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yapımı bilinen
bileki tamamen el emeğine dayanıyor. O yüzden
kaybolan meslekler arasında” dedi.
Evlerinin avlusunda yaktıkları ateşte bileki
içinde ekmek pişirdiklerini dile getiren Tok, ağaç
yapraklarını bileki içine yerleştirdikten sonra
Mısır ekmeği için hazırlanan hamuru döktüklerini,
üzeri bir teneke parçasıyla kapatılan bilekide
tadına doyumsuz Mısır ekmeği pişirdiklerini söyledi.
haberler.com, Haber: Yaşar Karaman, 01.10.2014
|
DA VİNCİ'NİN AŞK ŞİFRESİ

Leonardo da Vinci’nin "Lady with an Ermine" (Kakımlı
Kadın) tablosunda daha önce görülmeyen çizimler
ortaya çıktı. Yeni bir teknoloji sayesinde bulunan
detaylar tarihi bir magazine de ışık tutuyor. Milano
Dükü ve Cecilia Gallerani’nin saray tarafından
onaylanmayan aşkı Da Vinci’nin tablosunda tekrar
hayat buluyor.
Fransız bilim adamı Pascal Cotte, yeni bir ışık
teknolojisi kullanarak Rönesans'ın ustası Leonardo
Da Vinci'nin "Lady with an Ermine" tablosunda yeni
bir keşif yaptı. Milano Dükü Ludovico Sforza’nın
sevgilisi Cecilia Gallerani’nin resmedildiği ve
1489-1490 yılları arasında yapıldığı düşünülen
tablonun Da Vinci tarafından daha önce 2 farklı
şekilde çizildiği ortaya çıktı. Da Vinci’nin bu
tablosunda Cecilia elinde tuttuğu bir sansar türü
olan beyaz kakımla resmediliyor.
Ancak tabloyu
inceleyen Cotte, Da Vinci’nin tabloyu daha önce
kakım olmadan çizdiğini, sonrasında kakımı eklediği
ve en son olarak da hayvanın kürk rengini beyaza
boyadığını ortaya çıkardı. Katman ayrıntılandırma
methodu sayesinde ortaya çıkan gelişme Leonardo
uzmanlarını oldukça heyecanlandırdı.
SIRLARI AÇIĞA ÇIKARIR!
Uzmanlar bu tekniğin tarihe ışık tutabilecek
sırları da aydınlatma imkanı sunabileceğini
söylüyor. Zira bu resimde bile iki farklı teori
üstüne tartışılmaya başlandı. Uzmanlardan bazıları,
ressamın kakımı sonradan eklemesinin amacının Milano
Dükü Sforza’yı yüceltmek olabileceğini söylüyor.
Çünkü Sforza’nın soy simgesini beyaz kakım temsil
ediyordu ve Leonardo da Vinci 18 yıl boyunca onun
hizmetinde çalışmıştı.
İLİŞKİSİ DUYULSUN DİYE YAPMIŞ!
Uzmanların diğer bir görüşü ise, Da Vinci’ye
kakım resmetmesini Cecilia’nın söylemiş olabileceği.
Çünkü soylu bir aileye mensup olmayan Cecilia’nın
Dük’le yaşadığı ilişki saray tarafından
onaylanmıyordu. Uzmanlar, Cecilia’nın tabloya beyaz
kakım ekleterek saraydakilerin ilişkisini fark
etmelerini sağlamaya çalışmış olabileceğini
söylüyor. Polonya Krakow Ulusal Müzesi’nde
sergilenen tablo müzenin yenileme çalışmaları
nedeniyle Wawel Kalesi’ne gönderildi.
Akşam, 01.10.2014
|
150 MİLYON YAŞINDAKİ DİNOZOR SERGİYE ÇIKTI

Kopenhag Doğa Tarihi Müzesi, yaklaşık 150 milyon
yıllık dinozor kalıntılarını, sergilemeye başladı.
ABD 'de 2010 yılında babalarıyla kazı yapan iki
Alman
çocuk tarafından bulunduğu belirtilen Diplodocus
Longus türü dinozora ait kalıntılar, Danimarkalılar
tarafından 2013'te Londra'da yapılan
açık artırmada satın alındı.
Bir
aile fonunun 4,3 milyon Danimarka Kronu
bağışlayarak aldırdığı iskelet, 15
Eylül 'de başkent Kopenhag'daki Doğa Tarihi
Müzesi'ne getirildi. Uzmanlar tarafından iskeleti
ayağa kaldırılarak orijinal duruşunda sabitlenen ve
"Misty" adı verilen 17 metre boyundaki dinozor,
ziyaretlere açıldı.
Ziyaretçi akınına uğrayan dinozor iskeleti,
özellikle
çocukların ilgi odağı oldu.
Yetkililer, dinozorun bundan sonra aynı yerde uzun
süre sergileneceğini bildirdi.
Doğa Tarihi Müzesi, dünyada
türünün tek örneği ve daha önce sergilenmemiş olan
Danimarka örümceği, nesli tükenmiş ve
dünyadaki iki örnekten biri
olan dodo kuşu kafatasının da aralarında bulunduğu
çok sayıda nadide parçayı bünyesinde barındırıyor.
Radikal, 01.10.2014
|
BANKSY'NİN YENİ ESERİ ORTAYA ÇIKTI

Genellikle eleştirel eserleriyle büyük ses
getiren sanatçı Banksy’nin İngiltere’nin Kent
bölgesinin Folkestone kasabasında yeni bir eseri
ortaya çıktı. Sanatçının hayranları bölgeye akın
etti.
Telegraph’ın haberine göre, yeni duvar resminde
yaşlı bir
kadın , kulaklık takarken ve bir sütuna bakarken
görülüyor. Eserinin üzerini plastikle kaplayan
Banksy’nin
internet sitesine de yeni duvar
resmi eklendi.
Eserin gece yarısı yapıldığı bilinirken, Shepway
bölgesinin
belediye meclisi üyesi Jenny Hollingbee, “Bu,
Folkestone’da yaşayan insanların orijinal bir Banksy
görmesi için bir inanılmaz bir fırsat. Folkestone’la
gurur duymamız için bir başka sebep” ifadelerini
kullandı. Hollingbee, eserin zarar görmemesi için
çalışmalar yapacaklarını da sözlerine ekledi.
Radikal, 01.10.2014
|
TÜRKİYE'NİN İLK MULTİDİSİPLİNER ÇAĞDAŞ SANAT
MERKEZİ!
Summart,
sanat dünyasını yeni bir mekanla buluşturuyor.
Görsel
sanatlardan, performans
sanatlarına, müzik gösterimlerinden edebiyat
platformuna, bağımsız bir çağdaş
sanat merkezi olan
Summart, 30 Eylül Salı gecesi kapılarını açtı.
Müzisyenler, koleksiyonerler,
sanat danışmanları, küratörler, eleştirmenler,
akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve
sanatseverler ile yerli ve yabancı
sanatçıları bir araya getirmeyi amaçlayan bir
buluşma noktası olarak tasarlanan
Summart; yeni sezonda en yüksek kalitede müzik
dinletileri, sahne performansları, oyunlar ve
sergilerle misafirlerini ağırlayacak.
Summart,
sanat dünyasını yeni bir mekanla buluşturuyor.
Görsel
sanatlardan, performans
sanatlarına, müzik gösterimlerinden edebiyat
platformuna, bağımsız bir çağdaş
sanat merkezi olan
Summart, 30 Eylül Salı gecesi kapılarını açtı.
Müzisyenler, koleksiyonerler,
sanat danışmanları, küratörler, eleştirmenler,
akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve
sanatseverler ile yerli ve yabancı
sanatçıları bir araya getirmeyi amaçlayan bir
buluşma noktası olarak tasarlanan
Summart; yeni sezonda en yüksek kalitede müzik
dinletileri, sahne performansları, oyunlar ve
sergilerle misafirlerini ağırlayacak.
Selim Bora; “Yoğun bir iş gününün sonunda soluk
almak, çağdaş
sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumlamak
isteyen tüm
sanatseverleri
Summart’a bekliyoruz”
Açılış gecesinde
Summart’ın bu yıl 25. kuruluş yıldönümü olduğuna
değinen Summa AŞ Yönetim Kurulu Başkanı
Selim Bora; “ Summa AŞ’nin 12 yıldır
Summart adıyla yurt dışında düzenlediği resim
sempozyumları 2014 yılında görsel
sanatlar, müzik, edebiyat, felsefe, sahne ve
performans
sanatları alanlarında yeni bir buluşma
noktasının oluşturulmasında ilk adım oldu.” dedi.
Summart olarak geleneksel uluslararası resim
sempozyumlarını sürdüreceklerini belirten Bora, “
Summart ile sadece resim alanında değil tüm
sanat dallarında, multidisipliner bir formatta
yeni ve farklı bir çağdaş
sanat merkezi olarak çalışmalarımızı
gerçekleştireceğiz.”dedi.
Summart’ın
sanat ortamından keyif alan bireylerin
dostlarıyla keyifli ve nitelikli vakit
geçirebileceği bir buluşma noktası olacağını
belirten Bora ” Türkiye’de ilk defa farklı
disiplinleri bir araya getiren, bir
sanat merkezini İstanbul’a kazandırmaktan gurur
duyuyoruz. Yoğun bir iş gününün sonunda soluk almak,
çağdaş
sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumlamak
isteyen, tüm
sanatseverleri
Summart’a bekliyoruz” dedi.
Bora, bağımsız ve kar amacı gütmeyen bir girişim
olarak
Summart’ın ulusal ve uluslararası kurumlar,
galeriler, müzeler, üniversiteler,
sanat vakıfları ve diğer benzer kuruluşlar ile
ortak projeler gerçekleştirerek, Türkiye’deki
yaratıcı potansiyeli ve sinerjiyi arttırmayı
amaçladığını da sözlerine ekledi.
Uluslararası Alanda Tanınmış
Sanat Danışmanları...
Summart danışmanlarıyla birlikte çağdaş
sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumluyor.
Summart Görsel
Sanatlar Danışmanı Küratör Denizhan Özer;
“
Summart, günümüz
sanatını ilgili kişilere taşıyan,
sanat üzerinden diyalog sağlamayı amaçlayan,
uluslararası bir
sanat merkezidir. Farklı
sanat disiplinlerini bir araya getiren yapısı ve
ilgi çekici projeleriyle kar amacı gütmeyen gerçek
bir buluşma noktası olup, entelektüel söylemin
gelişimine katkıda bulunmaktadır.” dedi.
Summart’ın Müzik Danışmanı, Avrupa Korolar
Federasyonu Gençlik Komitesi’nin Başkan Yardımcısı
ve İstanbul Avrupa Korosu’nun şefliğini yürüten
Burak Onur Erdem ise
Summart’ı şu sözlerle yorumluyor; “Summart,
sanatın birçok disiplininde olduğu gibi, müzik
alanında da yenilikçi ve ilham verici bir rol
üstleniyor. Türkiye'nin ve dünyanın fark yaratan
müzisyenleri,
Summart'ta buluşacak. Şehrin yaşayan, nefes
alan, canlı ve dinamik yapısının bir parçası olarak
Summart'taki müzik projeleri gerek farklı
kültürleri sentezleyecek, gerekse müziğin en
kaliteli icracılarını alışılmışın dışında bir
şekilde izleyicilere sunulacak.”
Açılış Gecesinde Etkileyici
Performanslar...
Gecenin ilk performansı
Engin Gürkey
tarafından kurulan Türkiye’nin ilk
perküsyon topluluğu olan
İstanbul Perküsyon Topluluğu’na aitti. Dört
kişilik kadrosuyla dünya perküsyon ve ritimlerine
dair topluluk müziği yapan grup, gecede sürpriz bir
interaktif katılımla gelişen perküsyon şovu
sahneledi.
Summart açılış gecesi
Beste Naiboğlu’nun
kurucusu olduğu sekiz kişilik bir ekipten oluşan And
Sanat Topluluğu’nun performansıyla devam etti. Dans,
mim, fiziksel tiyatro gibi hareket sanatlarının her
alanından çeşitli unsurların kullanılarak kurgulanan
"Kimliksizlik Mezarlığı" isimli gösteride diyalektik
bir anlatım biçimi benimseyerek seyirci ile sözsüz
iletişim kuruldu. İzleyicilerden büyük ilgi gören
performansta, egemen kuvvetlerin örgütlü insan ve
yaşamı üzerine, alenen veya hissettirilmeden
yansıyan baskısı, 'kimlik'lerimiz sorunsalı
bağlamında kompoze edildi.
Summart’ın açılış gecesi Moldova’dan bu gece için
özel olarak gelen Aurel Chirtoaca
ve Oleg Vitluic’ten oluşan Balkan
Müzik Grubu’nun mini konseriyle sonlandı. Doğu
Avrupa ve Balkan ezgilerini keman ve piyanoyla
yorumlayan ikili katılımcılara keyifli anlar
yaşattı.
Summart, “Summart Painter’s Campus” ile
Genç Türk
Ressamlarına Vizyon Kazandırıyor
Kültür alışverişini destekleyen Summart,
gerçekleştirdiği “Summart Painter’s Campus”
seminerleri kapsamında genç
ressamları bir hafta süresince farklı ülkelerin
sanat bakışıyla tanıştırıyor. Sempozyum sonunda
üretilen tüm eserler müzayedede satılıyor ve elde
edilen gelir ev sahibi organizasyon tarafından
gidilen ülkenin ihtiyacı olan sanat öğrencilerine
bağışlanıyor. Son 10 yıldır kesintisiz olarak
gerçekleştirilen “Summart Painter’s Campus”
sempozyumlarında 200’den fazla Türk sanatçı Amerika
Birleşik Devletleri, Kanada, Moldova ve Avusturya
gibi ülkeleri ziyaret ederek tanınmış küratörlerin
gözetiminde çalıştı. Japonya, Çin ve Yunanistan
gelecek yıllarda etkinlik düzenlenecek olan ülkeler
arasında bulunuyor.
Bora Koleksiyonu
Bora Ailesi’nin koleksiyonundan seçilen
uluslararası ve Türk çağdaş sanatçılara ait
figüratif resim ve heykeller Summart'ta uzun vadeli
ödünç anlaşması ile sergilenmektedir. Bora
Koleksiyonu'ndaki eserlerin tamamına
www.borakoleksiyonu.com adresinden ulaşılabilir.
Zarif, Samimi ve Sanat Dolu Bir Buluşma
Noktası…
150 kişilik kokteyl kapasitesine sahip Summart,
zevkli ve ferah mekan tasarımı ile misafirlerine
elit ve samimi bir ortam sunuyor. Mekanın akışıyla
uyumlu kuyruklu bir piyano ile taçlanan zarif sahne
kurulumu ve 75 kişilik oturma kapasitesiyle, müzik
dinletileri ve sahne sanatlarına mekan estetiği
katan Summart, İstanbul’un gözde iş merkezlerinin
yer aldığı Maslak-Levent hattı üzerinde bulunuyor.
Summart, özenle tasarlanmış engelli dostu altyapı
ile programlara katılan bütün sanatseverlerin sanat
hayatından keyif alabilmesini mümkün kılıyor. Bu yıl
25. kuruluş yıldönümünü kutlayan Summa AŞ.
bünyesinde yer alan Summart Sanat Merkezi, Summa
Plaza’da 500 m² kullanım alanına sahip.
Habertürk, 01.10.2014
|
TABLO KOLEKSİYONU
ELİNDEN ALINDI
Filipinler'in eski diktatörü Ferdinand Marcos'un eşi Imelda Marcos'un, aralarında Picasso, Michelangelo ve Miro gibi ünlü sanatçıların tablolarının da bulunduğu koleksiyonuna el konuldu.
Ülkedeki özel bir mahkemenin, tabloların devlet fonu ile satın alındığına karar vermesi üzerine, dün sabah eski first lady'nin başkent Manila'daki konutu polis tarafından baskına uğradı.
Yetkililer, 85 yaşındaki Marcos'un diğer ev ve ofislerinin de aranacağını açıkladı.
Sabah, 01.10.2014
|
|
BERTÜR VADİSİ KORUMA ALTINA ALINACAK
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Şırnak'taki Cudi ve
Gabar dağlarının eteğinde yer alan Bertür Vadisi'nin
"korunan alan" statüsüne alınması için çalışma
başlattı.
Doğa Koruma Genel Müdürlüğü
Malatya 15. Bölge Müdürü Ayhan Deligöz, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, önemli tarihi
varlıkların yer aldığı Şırnak'ın aynı zamanda
büyük doğa turizmine sahip olduğunu söyledi. Hz.
Nuh'un gemisinin
Cudi Dağı'nda, mezarının ise
Cizre
İlçesi'nde yer aldığını ifade eden
Deligöz, doğa ve inanç turizminin
birleştirilmesi durumunda Şırnak'ın turizm
alanında büyük gelişme kaydedeceğini dile
getirdi. Akçay ve Kasrik mevkisinde yer alan
Bertür Vadisi'nin çok önemli olduğunu, bu
bölgenin korunan alan statüsüne alınması için
çalışma başlatıldığını kaydeden Deligöz, şöyle
konuştu:
"Cudi ve Gabar'ın eteğinde bulunan Bertür
Vadisi çok müthiş bir potansiyele sahip. Bu
vadide oluşturulan ekip incelemelerde bulundu.
Bertür Vadisi, Türkiye'de ilk 3'e girecek doğa
turizmi potansiyeline sahiptir. Vadinin doğa
turizmine kazandırılmasını istiyoruz. Bu yönde
başlatılan çalışmalar devam ediyor."
Bakan Eroğlu özel talimat verdi
Deligöz, Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu'nun da bu konuda kendilerine
özel talimat verdiğini sözlerine ekleyerek,
"Bakanımızın talimatları doğrultusunda
incelememiz devam ediyor. Raporlarımız
sonuçlandıktan sonra Bakan Eroğlu'na sunacağız"
diye konuştu.
Milliyet, 01.10.2014
|
|
MASKELİ YEDİLİ DEFİNE KAZISINDA
İstanbul Fatih'teki tarihi surlarda ameliyat
maskeleri takıp define kazısı yapan 7 kişi
yakalandı. 3 metrelik çukur açan biri heykeltıraş,
biri reklamcı, diğerleri sağlık çalışanı 7 kişi
hakkında dava açıldı. Geçen yıl temmuz ayında
meydana gelen olayda yunus timlerinin aradığı Davut
Y. ile Gencer G.'nin üzerinden sağlık memuru Fikret
K., ameliyathane personeli Ömer Aydın E., hastane
personeli Şaban A. ve Mehmet Ü.'ye ait kimlikler
çıktı. Polis, ikiliyi sorgularken surların dibinden
"imdat" çığlıkları duyuldu. Kimlikleri Davut Y. ile
Gencer G.'nin üzerinden çıkan 4 kişi ellerinde
kazmalarla çukurda bulundu. 4 kişi, kendilerine
zorla kazı yaptırtıldığını iddia etti. Ancak
savcılık, ortak hareket ettiğine kanaat getirdiği 7
defineci hakkında 5'er yıla kadar hapis ve 100'er
bin liraya kadar para cezası istemiyle dava açtı.
Geçen ayki ilk duruşmada bazı şüpheliler suçlarını
itiraf ederken bazıları reddetti. Duruşma ertelendi.
Sabah, Haber: Ali
Oktay, 01.10.2014
|
HEYBELİADA RUHBAN OKULU AÇILIŞA HAZIR

Rum Cemaat Vakıflarını Destekleme Derneği’nin (RUMVADER), "Azınlık
vatandaşları = Eşit vatandaşlar" başlıklı projesi
kapsamında Rum Cemaati ile gazeteciler
Heybeliada Ruhban Okulu'nda buluştu.
Bursa Metropoliti ve Heybeliada Aya Triada
Manastırı Başrahibi ve Selanik Üniversitesi öğretim
üyesi Prof.Dr. Elpidoforos Lambriniadis’in yanı
sıra Patrikhane’nin Basın Bürosu temsilcisi ve Rum
cemaat üyelerinin katıldığı toplantıda din
özgürlüğünün bugün Türkiye’de nasıl algılandığı, Rum
azınlığının hayatını nasıl etkilediği, Ruhban Okulu
sorunu gibi konular ele alındı.
Toplantı Aralık 2012’de başlayan ve Rum
toplumunun ülkenin sosyal hayatına katılımını
arttırmayı hedefleyen projenin medya mensuplarını
kapsayan üçüncü ayağı oldu.
Başrahip Elpidoforos Lambriniadis,
Ruhban Okulu’nun açılması için daha fazla vakit
kaybedemeyeceklerini belirterek “Açılış günü için
hazırlık yapmaya başladık” dedi.
Lambriniadis Heybeliada Ruhban Okulu’nun Müslüman
bir ülkede, farklı dinlerle barış içinde yaşayan din
insanlarının yetişmesinde önemini vurguladı. Batıda
İslamiyet’e yönelik şüpheci anlayış olduğunu ve
onlara İslamiyet’i bu okulda yetişen insanların en
iyi şekilde anlatacağını belirterek “Bu okula
İslamiyet’in Hristiyanlık’tan daha çok ihtiyacı var”
dedi.
Boş sınıflar

Buluşma Ruhban Okulu gezisi ile başladı.
Lambriniadis'in bahsettiği hazırlıklar sürüyor.
Manastır'ın kapıları herkese açık, kütüphane
dijitalleşiyor, bahçe düzenleniyor... Geniş
bahçeden girdiğimiz binada Ruhban Okulu'ndan önce
gidilen lise katına çıkıyoruz. Sınıflar boş. Resmen
açık lise öğrenciler olmadığı için eğitim vermiyor.
Gelmek isteyen öğrencinin çok olduğu Ruhban Okulu
ise kapalı. Din eğitimi yurt dışında görülüyor. Geri
dönüşler az.
Kütüphane, labaratuar, kilise, yatakhane, bahçe,
yemekhane hazır. Turu tamamlayıp toplantı odasında
Lambriniadis'i dinliyoruz.
“İbadet özgürlüğü elimizden alınıyor”

Lambriniadis, Ruhban Okulu’nun 1844 yılında
Heybeliada Argia Triada Manastırı içinde kurularak
1971’de kapatıldığını, Manastır’ın tarihinin
Okul’dan bin yıl öncesine uzadığını söyledi.
Ruhban Okulu’nun hak olduğunun altını çizerek
buranın kapalı kalmasıyla ilgili şöyle konuştu:
“Dini özgürlük sadece ibadet değil, ibadet
edebilmek için papazlara ihtiyaç var. Papazların
yetiştirileceği yerin olmaması demek, ibadet
özgürlüğünün bile elimizden alınması demektir.”
Lambriniadis din insanlarının olmamasının o dine
mensup insanların dini öğrenme ve ibadet haklarının
da ellerinden alınması anlamına geldiğini ekledi.
Lambriniadis, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ruhban
Okulu’nun açılması için Başbakan iken hukuki engel
olmadığı açıklamasını ve kullandığı “mütekabiliyet”
kavramına değindi.
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti dönemine dek
kendilerinin muhatap görülmediğini de ekleyen
Lambriniadis mütakabiliyetin “kendi vatandaşlarına
haklarını vermemek” anlamına geldiğini söyledi.
Okulun açılması için hukuki engel olmadığını
vurguladı.
“Açılış gününe hazırız”
Ruhban Okulu’nun açılması için 40 yıl şikayet
edip, haklarını istediklerini belirten Lambriniadis
artık yeni bir tavır uygulamaya başladıklarını
anlattı:
“40 yıl şikayet etmekten yorulduk. Daha fazla
kaybedecek vaktimiz yok. Burayı faal bir mekana
dönüştürmeye karar verdik.”
“Oturup devletimizin burayı ne zaman açacağını
beklemeyeceğiz. Burayı açtık, okul olarak açma
yetkimiz yok ama diğer alternatifleri kullanıyoruz.”
“Kapıları açtık”

Lambriniadis burayı canlandırmak istediklerini
belirtti.
“Manastır hiç kapanmadı ama hiç de rahibi
olmadı. Şimdiye dek sadece bir başrahip vardı, şimdi
dört rahip ve iki rahip adayı da var. Rahiplerle
birlikte mekanı konfgre, konferans, kültürel
etkinlikler gibi toplantılar için açtık.”
“Burası ortak bir zenginlik, herkesin bunu
farketmesini istiyoruz.”
"İslamiyetin bu okula daha çok ihtiyacı var"
Lambriniadis Heybeliada Ruhban Okulu'nun farkının
buradaki öğrencilerin kendilerinden farklı dindeki
insanlardan korkmamayı öğrenmeleri olduğuna işaret
etti.
"Bu okula İslamiyet'in Hristiyanlık'tan daha çok
ihtiyacı var. Burada İslamiyet'i içinde yaşayarak
öğreniyorlar. İslam kendini batıya anlatamıyor,
anlatsa da şüpheci yaklaşılıyor. Batıya İslamiyet'i
anlatabilecek olanlar Hristiyanlar, onlar için de en
iyi biz anlatabiliriz çünkü burada barış içinde
yaşıyoruz."
“Projeler çizildi”

“Açılış günü için hazırlık yapmaya başladık.
Binanın projeleri yoktu, Selanik Üniversitesi
öğrencileri hazırladı."
Yer altına kongre merkezi
“Proje çerçevesinde bir kongre merkezine
ihtiyacımız var. Bina içinde yer yok, yeni bir alan
lazım. Ancak etrafı bozup zarar verecek bir şey
istemedik. Kilisenin arkasına yerin altında bir
kültür merkezi ve kütüphane hazırlamak istiyoruz.
Bütçemiz de hazır.”
Müfredat hazır
“Akademik programı hazırladık. Beş yıllık program
sonunda sahip olacakları master diplomasıAvrupa ve
Amerika’da da kabul görecek. Sınıflara 25-30 öğrenci
kabul edeceğiz. Okulun kapasitesi d 120-150.
İslamiyet de müfredatta. Türkçe dışında Rumca ve
İngilizce de zorunlu olacak. Bu dilleri bilmeyenler
için bir yıl hazırlık olacak.”
Öğrenciler
Peki öğrenciler nereden gelecek? Lambriniadis
“Eskiden olduğu gibi heryerden” diye cevaplıyor.
“Sadece Rum Ortodoks dünyasından öğrenciler değil
Katolik ve Protestan Kiliselerinden de öğrenciler
kabul edilecek. Onlara Ortadoksluk’un özellikleri
anlatılıp sertifika verilecek.
Kütüphane

Sabahtan akşama dek kapıları ziyarete açık
Manastır içindeki kütüphanede 95 bin üzerinde
neredeyse her dilde kitap var. Araştırmacılara açık,
dijitalleştirilmesine önümüzdeki ay başlanacak.
Yıpranan kitapların restorasyonunu için Almanya
Münih Devlet Kütüphanesi ile anlaşma tamamlandı.
Kütüphanedeki işler için Erasmus programıyla her
yaz üç aylığına öğrenciler geliyor. Burada kalıp
kütüphanede yardımcı olup maaş alan öğrencilerin
sertifikalarını Ruhban Okulu Başrahibi imzalıyor ve
Avrupa Birliği bu sertifikaları kabul ediyor.
Çevre
Manastır’ın çevresindeki 200 dönümlük orman bir
buçuk yıl önce tekrar Manastır Vakfı’na geri
verildi. Çevresini ördürmeyi, yangın önlemi almayı
ve temizlemeyi planlıyorlar. Bahçe için ise yine
Selanik Üniversitesi’nin desteklediği proje ile
İncil’de ismi geçen tüm bitkiler ekiliyor.
Bianet, Haber: Beyza Kural, 30.09.2014
|
SİLUETE YENİ HANÇER YARGIDA

Zeytinburnu'da İstanbul siluetini bozduğu
gerekçesiyle 16:9 kulelerinin yıkım kararı Danıştay
tarafından onaylanırken, sahil şeridine silueti
bozacak yeni gökdelenler ekleniyor. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı'nın Kazlıçeşme sahilinde eski
Et ve Balık Kurumu arazisine 70 metre (23 kat)
yüksekliğinde turizm, ticaret ve konut alanı ile
sağlık tesisi alanı olarak inşaat yapılmasını
öngören imar planları Şehir Plancıları Odası
tarafından yargıya taşındı. Planların iptalini
isteyen dava dilekçesinde, “Kamuoyunda 16:9 olarak
bilinen yapıların yıkım gerekçesinin esası, kentin
sahip olduğu özgün siluetin etkilenme bölgeleri ile
birlikte etüt edilerek korunması ve gerekirse
yapılaşmayı belirleyen değerlerin de aşağı
çekilmesidir. Bu çalışma yapılmadan deniz
seviyesinden itibaren inşa edilecek olan yapılara 70
metre yüksekliğinde inşaat izni verilmesi İstanbul
silueti açısından sürdürülebilir olmadığı gibi,
hukuka da uygun değildir” denildi.
'KAMU YARARINA AYKIRI'
Şehir Plancıları Odası, sahil şeridinde yapılaşma
öngören 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planı
değişikliğinin bölgedeki yapı ve nüfus yoğunluğunu
artıracağına da dikkat çekti: “Bölge bütününün yeşil
alan, eğitim, spor alanı, sağlık gibi donatı
alanlarının dengesini bozacak ve donatı alanlarını
azaltacak, konut ve ticaret alanı önerilmesiyle
otopark ihtiyacını artıracak, plan bütününde tüm
çevreye hizmet eden donatı alanlarını daha da
azaltacaktır.” Dava dilekçesinde, araziye
ayrıcalıklı imar hakkı tanıyan planların 3194 sayılı
İmar Kanunu, şehircilik ilkeleri, planlama esasları
ve kamu yararına aykırı olduğu belirtildi.
1.14 MİLYAR TL'YE İHALE EDİLDİ
Zeytinburnu sahilinde daha önce Et ve Balık Kurumu
Kombinesi ile tekstil fabrikası olarak kullanılan
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne ait 69
dönümlük arazi 1,14 milyar TL bedelle Kalkavan
Holding, Hasoğlu Yapı ve Gül Yapı A.Ş.’nin
ortaklığına ihale edilmişti. Araziye rezidans, otel
ve çarşıdan oluşacak bir karma proje yapılması
planlanıyor.
16:9'UN HEMEN YAKININDA
Arazi, yıkım kararı verilen 16:9 kulelerinin hemen
yakınında bulunuyor. 4. İdare Mahkemesi'nin yıkım
öngören kararında kulelerin UNESCO Dünya Miras
Listesi’nde olan Tarihi Yarımada siluetini olumsuz
etkilediği belirtilmişti. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından Ocak 2012'de onaylanan Tarihi
Kent Merkezi Siluetini Etkileyen Alanlarda Olumsuz
Yapılaşma Koşullarının Engellenmesine Yönelik
1/5.000 Ölçekli Nazım İmar Planı’nın plan notuna
göre Zeytinburnu Kazlıçeşme'de yapılacak inşaatlara
70 metre sınırı getirildi. Meslek Odaları,
getirilen yükseklik sınırının bir hakmış gibi
uygulanmasına karşı çıkıyor. Et ve Balık Kurumu
arazisinin hemen bitişiğindeki Tank Fabrikası
arazisi de askeri alan statüsünden çıkarılarak imara
açılmış, bu araziye de ticaret, turizm ve konut
alanı olarak 70 metre inşaat öngören imar planları
meslek odaları tarafından yargıya taşınmıştı.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 30.09.2014
|
ARTINTERNATIONAL'I 20 BİN KİŞİ GEZDİ

Haliç Kongre Merkezi’nde bu yıl ikincisi
düzenlenen uluslararası çağdaş sanat fuarı
ArtInternational, önceki sona erdi.
24 ülkeden 76 galeri
ve 400’den fazla sanatçıyı İstanbul’da buluşturan
fuarı 20 binden fazla kişi gezdi, 26.500 milyon
Euro’luk satış yapıldı. Üç gün süren fuarda, Paul
Kasmin, Lelong, Lisson, Lehmann Maupin, Tina
Kim/Kukje, Pearl Lam, Zilberman, Andersson
Sandstrom, Edouard Malingue, Andipa, Tournabuoni
gibi ünlü galerilerin yanı sıra Joan Miró’dan Jan
Fabre’ye, Banksy’den Anish Kapoor’a, Marina
Abramovic’ten Ai Weiwei’e modern sanatın usta
isimlerinin eserleri sergilendi. 4 yıl aradan sonra
ilk kez Türkiye’de sergi açan Taner Ceylan’ın
galerisi Paul Kasmin, işlerin tamamının satıldığını
ve 118 bin Euro’yu bulan bir rakama ulaştıklarını
söylerken, fuarın en yüksek ücretle satış yapan
eserleri, 235 bin Euro’yla Galerie Lelong’dan Jaume
Plensa’nın 2014 tarihli “Sanna in Umea” adlı heykeli
ve 160 bin Euro’yla Deweer Gallery’den Jan Fabre’nin
1996 tarihli “Flemish Warrior”u (Warrior of Despair)
oldu. Ayrıca Andersson Sandstrom’dan Assa Kauppi
imzalı “The Race is Over” adlı bronz heykel 95 bin
Euro, Hosfelt Gallery’den Patricia Piccinini’nin
işleri 50 bin Euro, Galerie Krinzinger’den Marina
Abramovic’in “Artist Portrait with a Rose” adlı işi
40 bin Euro’ya alıcı buldu.
Zaman, 30.09.2014
|
BELEDİYE KAZISINDAN TARİH ÇIKTI

Ankara'nın Ulus semtinde yapımı devam eden
Hacı Bayram Veli Çarşısı Sokağı'nın kanalizasyon
çalışmalarında tarihi eserler ortaya çıkardı.
Ankara Valiliği’nin
arka sokağında belediye ekiplerinin kazı yaptığı
sırada çıkartılan ve Roma dönemine ait olduğu
belirlenen sütun başı ve parçalarının ardından
bölgede inceleme yapan ekipler, tarihi Roma
Hamamı’nın sütun parçalarına ulaştı.
Ayrıca, yapılan kazılarda sütunların sıra halinde
olduğu ve bir tünel boyunca devam ettiği belirlendi.
Yapılan incelemeler ardından Ankara 2 numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
gönderilen rapor neticesinde tarihi eserlerin
akıbeti belli olacak.
Ankara Valiliği’nin arka girişinde yapılan
kanalizasyon çalışmaları kapsamında Belediye Fen
İşleri ekipleri yolu kazarak beton boruları
yerleştirmek istedi. Kepçe yardımıyla yapılan kazı
çalışmalarında toprağın 5 metre altında sütun
parçalarının olduğu fark edildi. Bunun üzerine
çalışmalara ara verildi. Bölgedeki kanalizasyon
çalışması durduruldu.
Ancak bölgenin doğalgaz hattı da aynı yerden geçmesi
nedeniyle tarihi eserlerin üzerinden hat bağlanarak
kullanıma açıldı. Daha sonra kazının yapıldığı alan
beton bloklarla korumaya alındı.

Topraktan
çıkartılan bazı parçalar incelenmek üzere
çıkartıldı. Çıkartılan parçalardan sütun direği ve
işlemeli başı koruma altına alındı. Bunun üzerine
bölgeye Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne bağlı
görevliler gelerek ortaya çıkan eserleri inceledi.
Yapılan araştırmalarda Roma Hamamı’nda kullanılan
sisteme benzer bir tarihi yapının mevcut olduğu
ortaya çıktı.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkililerinin
hazırladıkları rapor Ankara 2 numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu gönderildi. Sütun
parçalarının çıktığı bölge Ankara Valiliği önünde
bulunan Jülian Sütunu çevresinde olması, çıkan
parçaların bölge tarihine ışık tutabileceğine
yönelik kanaatleri güçlendirdi.
Taraf, 30.09.2014
|
BURHANİYE'DE ADRAMYTEİON KAZILARI SONA ERDİ

Balıkesir’in
Burhaniye
İlçesi'nde, 3 yıldan bu yana
Mimar Sinan Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. H. Murat Özgen başkanlığında sürdürülen Ören Adramytteion kazılarının bu yılki bölümü tamamlanırken, Bizans sarayı kalıntısı ve 7 bin yıllık yerleşim
bulguları ortaya çıktı.
Burhaniye’de
Edremit Körfezi’ne adını veren 3 bin yıllık
Adramytteion antik kentini ortaya çıkarmak için
başlatılan kazıların bu yıl ki bölümü tamamlandı. Bu
yıl yapılan sondaj çalışmalarında 7 bin yıllık
yerleşim bulgularına rastlanırken, bir Bizans
sarayının girişi de ortaya çıkarıldı. Kazının bu yıl
ki bölümüne 35 kişi katıldı.

Verimli bir kazı dönemi geçirdiklerini anlatan Kazı
Başkanı Yrd. Doç.Dr. H.Murat Özgen, ”3 yıldır
sürdürdüğümüz Ören Adramytteion kazı ve onarım
çalışmalarının bu yılki arazi kampanyasını
tamamladık. Bu yıl bir alan çalışmamız vardı. Bunun
haricinde test sondajlarımız devam etti. Geçen yıl
bulunduğumuz alanda ortaya çıkan, tahmini Bizans
konutunun çok mekanlı konutunun kazısını tamamladık.
Mimar hocalarımızla birlikte buranın çevre
projelerini yapmaktayız. Diğer taraftan, Ören’in
kuzey kesiminde Bergaz Tepe’ye doğru test
sondajlarında çok önemli bulgulara ulaştık.
Geçtiğimiz yıllarda kalkolitik döneme dair bulgular
vardı. Yerleşimin gönümüzden yaklaşık 7 bin yıl
öncesine dair kültür farkı izleri vardı. Bu sene,
gene o alanda Tunç çağı tabakalarına kadar
inebildik. Gene test sondajlarında milattan sonra
2.-3. yüzyılın nitelikli
Roma konutları ile birlikte duvarları
frenkslerle kaplı konutlarını tespit ettik. Diğer
taraftan, kazı çalışmalarının yanı sıra Ören’in
kendine has dokusu var. Yaşayan bir yerleşim. Anıt
ağaçları, yeşillikler içersinde 60’lı, 70’li
yılların mimarisini yansıtan evleriyle harmanlanacak
bu arkeolojik potansiyelin koruma maksatlı imar
planını geçtiğimiz yıl uzman hocalarımızın
danışmanlığında başlatmıştık. Bu çalışma sonlandı.
Önümüzdeki günlerde onay için kurullara gelecek. Bu
açıdan mutluyuz” dedi.
Milliyet, 29.09.2014
|
BURSA ARKEOLOJİ MÜZESİ GÖZ KAMAŞTIRIYOR
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na bağlı Bursa Arkeoloji Müzesi,
yaklaşık dört yıllık aradan sonra baştan aşağıya
yenilenmiş olarak kapılarını yeniden açtı.
18 yaşına kadar olan Türk vatandaşlarının
ücretsiz gezebildiği müze pazartesi günleri hariç
haftanın 6 günü ziyaret edilebilecek.
Kültürpark’taki 41 yıllık binada hizmet veren Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Bursa Arkeoloji
Müzesi’ndeki restorasyon çalışmaları yaklaşık 4
yılın ardından tamamlandı. Bithynia ve Mysia
bölgesinde bulunan, MÖ 3000 yılından Bizans dönemi
sonuna kadar süren devirlere ait eserlerin
sergilendiği Bursa Arkeoloji Müzesi’nin açılış
törenine Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler
Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Gürhan Özdeğer ile
çok sayıda davetli katıldı. Müze yetkilileri,
müzenin 1972 yılında arkeolojik eserlerin Bursa’ya
taşınmasıyla kurulduğunu belirterek şu bilgileri
verdi: “1972 yılından bu yana teşhir-tanzimde ve
restorasyonda esaslı bir onarım geçirmemiştir. Günün
yeni müzecilik anlayışına göre büyük bir ihtiyaç
duyduğu anlaşılmış ve restorasyondan sonra
teşhir-tanzim yenilemesi yapılmıştır. Yeni müzecilik
anlayışına göre teşhir-tanzim ve müzeler, eğitim ve
bilgi esası üzerine sergilenmektedir. Bu
teşhir-tanzim bütün insanlarımızın anlayacağı bir
şekilde tamamlanmıştır. Müzemiz pazartesi günleri
hariç, haftanın 6 günü sabah 08.00 akşam 17.00
saatleri arasında ziyarete açık tutulacaktır.”
MÜZE GİRİŞ
ÜCRETİ 5 LİRA
Müzede 17 bine yakın sikke, 12 bine yakın da
arkejolojik eser bulunuyor. Bursa Arkeoloji
Müzesi’nde yaklaşık 2 bir eser ziyarete açık. Bursa
Arkeoloji Müzesi’nde Antandros Nekropolü’nden kap ve
süs eşyaları, Greko-Pers mezar stili, Roma dönemine
ait taş eserler, Zeus ve Herakles tasvirleri, Kybele
heykelleri, Athena ve Apollon’un bronz büstleri yer
alıyor. Müzenin giriş ücreti 5 lira olarak
açıklandı. Müzeyi 18 yaş altındaki Türk vatandaşları
ile 65 yaş üstü kişiler ücretsiz gezebiliyor.
Zaman, 29.09.2014
|
TARİHİ STAT İLE İLGİLİ ŞAŞIRTAN KARAR YARGIYA
TAŞINDI

Altay Spor Kulübü yöneticileri, Alsancak Stadı
ile ilgili alınan “sportif faaliyetlere kapatılması”
kararının iptali için dava açtı.
Altay Spor Kulübü yönetimi, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığının Alsancak
Stadının depreme dayanıklı olmadığı ve çökme riski
taşıdığı gerekçesiyle tesisin boşaltılması kararına
karşı dava açtı.
Altay Spor Kulübü Başkanı Aslan Savaşan ile
birlikte avukatlar Cihangir Marmara, Şehrazat
Mercan, Tayfun Ozankaya, Umut Köroğlu, Onur
Koçanalı, Levent Kaya ve Sertan Feruzoğlu, İzmir
Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı.
Avukat Cihangir Marmara, 19 Ağustos 2014
tarihinde alınan “il spor güvenlik kararı” sonucunda
Alsancak Stadı'nın depreme dayanıksızlığı neden
gösterilerek tüm sportif faaliyetlere kapatıldığını
hatırlatarak, il spor müdürlüğü personelinin
karardan 3 hafta sonra stattaki yerlerini
boşaltılabildiğini, salonları kullanan güreş
kulüplerinin faaliyetlerinin ise bir hafta önce sona
erdirildiğini söyledi.
Yapılan incelemelerde 2013-2014 sezonunda bu
statta maçlar oynanırken, kamuoyundan gizlenen
incelemeler yaptırıldığının ortaya çıktığını savunan
Marmara, “Meselenin kökenine bakıldığında, 2012
yılında da stadın TOKİ'ye devri ve buraya AVM yapımı
gündeme gelmiş, İzmirlinin ortak tepkisiyle proje
rafa kaldırılmıştı. Alınan bu yeni kararla yine
İzmir kamuoyunun tepkisi test edilmektedir. Daha
önce sonuçları alındığı halde dayanıklılık test
sonuçlarının tam 2014-2015 sezonun başlayacağı hafta
açıklanmış olması da zamanlama açısından manidardır"
dedi.
Marmara, stadın kapanmasına dayanak gösterilen
inceleme raporunu İl Spor Müdürlüğü'nden talep
ettiklerini, bugüne kadar verilmemesi üzerine tekrar
istediklerini belirterek, “Rapor elimize
ulaştığında, raporun güvenirliği ile stadın
güçlendirilmesi veya portatif çözümler bulunup
bulunmayacağı konusunda gerekli incelemeler
yaptırılacaktır” diye konuştu.
Altay'ın kiracılığı kapsamında stada yaptığı
yatırımlar, iyileştirme ve tadilat işlemlerinin,
stadın kapanması sebebiyle kiracılık haklarına
dayalı olarak maddi zararlarının oluştuğunu ileri
süren Marmara, “Bu zararlar nedeniyle ve reklam ve
kira gelinlerinin tespiti için de mahkemeye
başvurduk. Sadece bir teknik raporla karar
verilmesi, başka çözümler düşünülmemesi, bunların
tartışılmasına da imkan tanınmaması sebepleriyle
idarenin aldığı karar yetki, şekil, konu, sebep ve
maksat yönlerinden yasaya aykırılık teşkil
etmektedir. Bu nedenlerden dolayı yasanın iptali
için İdare Mahkemesi'ne başvuruyoruz. Bizler Altaylı
hukukçular olarak yönetimin de desteği ile hukuk
mücadelesini başlatmış bulunuyoruz" diye konuştu.
Basın açıklamasının ardından Aslan Savaşan ve
beraberindeki avukatlar, dava dilekçesini nöbetçi
idare mahkemesine verdi.
Yapı, 29.09.2014
|
LİKYA YOLU'NUN ROTASI YENİDEN BELİRLENDİ
Tarihi Likya Yolu'nun Demre'den göçen bölümü,
yeniden belirlenerek Korumu Kurulu tarafından
tescillendi. Gerekçe: Kışın karla kaplı o rotayı
Likyalılar da kullanmıyordu.

Antalya
Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından
Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı'nın (BAKA)
desteğiyle hazırlanan 'Likya Yürüyüş Yolu Rehberi ve
Haritaları' adlı kitapta Likya Yolu'nun güney rotası
yeniden belirlendi.
İŞTE YENİ ROTA
Daha önce Demre bölgesinden geçen Likya Yolu güney
rotası, 1860 metre yüksekliğindeki
Goncatepe'den geçerken, kışın bu yolun kullanılması
olanaksızdı. Likyalıların da bu yolu kullanmadığı
biliniyordu. Bunun üzerine yeni yapılan
çalışmada
Likya Yolu'nun güney rotası belirlendi. Yeni rota
Demre'deki Myra Antik Kenti yakınlarında Kınık
olarak adlandırılan bölgeden başlıyor.
Buradan 4-5 kilometre mesafeden sonra, Yukarı
Beymelek'te bulunan MÖ 2'nci yüzyıldan kalan İsion
Kalesi'ne ulaşılıyor. Ardından BAKA desteğinde
turizme açılan Beymelek Taş Evlerden geçen yeni
rota, Beymelek Lagünü üstünden Finike'deki Bonda
Tepesi'ne kadar uzanıyor. Yol burada eski rotadan
devam ediyor. Likya Yolu'nun güney rotası yaklaşık
18 kilometrelik bir mesafeden oluşuyor. Bu rota
sayesinde Beymelek Lagünü'nden Bonda'ya kadar olan
bölümde Demre-Beymelek-Myra bölgesinin tüm doğa ve
tarihi izlenebiliyor.
KORUMA KURULU TESCİLLEDİ
Yeni rotanın belirlenmesinde bilimadamlarına
destek veren, kapanan Beymelek
Belediyesi Başkanı Osman Güngör, şöyle dedi:
"Eski rota, kışın karla kaplıdır. Kış mevsiminde
geçilmesi olanaksızdır. Bu nedenle bu yolu
Likyalıların kullanması da mümkün değildir. Doğru
olan bilimsel çalışmaların sonucu olarak belirlenen
yeni rotadır. Yeni rotanın 8 kilometrelik bölümü
Antalya Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü tarafından
tescillenerek korumaya alındı. Ayrıca tespit edilen
Likya Yolu güney rotası üzerindeki Kaklık Tepe'ye
150 metre mesafede Likyalılar tarafından Roma
İmparatoru Tiberius Claudius adına yapıldığı
belirtilen bir onurlandırma anıtının kalıntıları
mevcuttur. Bu nedenle Likya Yolu'nun doğru rotası,
bilim adamlarınca da onaylanmıştır. Yeni rota,
Demre turizmi için önemli bir kazanımdır."
Radikal, 29.09.2014
|
|
TARİHİ EL YAZMASI ELE GEÇİRİLDİ
Çankırı'da polis, tarihi değere sahip orijinal deri
kaplı el yazması bir kitap ele geçirdi.
Çankırı Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri,
Kastamonu'dan gelen A.A., M.Y., O.A., A.S. ve
F.İ.'nin, tarihi kitapları Çankırı'da satacakları
ihbarını aldı. İki araçla Çankırı'ya gelen bu
kişileri takibe alan polis, düzenlediği operasyonda
deri kılıfı ile deri kapağın üzerinde haç işareti
bulunan 101 sayfalı el yazması tarihi eser olduğu
belirtilen bir kitap ele geçirdi.
Beş şüpheli gözaltına alınırken, çok değerli
olduğu belirtilen el yazması kitabın incelenmesi
için, Müze Müdürlüğü tarafından Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan bilirkişi isteneceği açıklandı.
Akşam, 29.09.2014
|
TARİHİ TAŞHAN'DA YANGIN

Samsun'un Vezirköprü
İlçesi'nde Osmanlılar tarafından 15. yüzyılda
yaptırıldığı bilinen ve 2007 yılında restorasyonu
tamamlanan Tarihi Taşhan, çıkan yangında hasar
gördü.
Tarihi yapıda
sabaha karşı elektrik kontağından çıktığı tahmin
edilen yangına Vezirköprü ve Havza belediyeleri
itfaiye ekipleri ile Vezirköprü Orman İşletme
Müdürlüğünün arazöz ekipleri müdahale etti.
Restorasyonun ardından üst katları otel olarak
kullanılan tarihi binada kalanlar tahliye edildi,
emniyet güçleri çevrede güvenlik önlemi aldı.
Söndürme çalışmaları sırasında dumandan etkilenen
itfaiye erine olay yerinde bulunan sağlık personeli
müdahale etti.
Yaklaşık 3 saatlik çalışma ile kontrol altına
alınan yangında soğutma çalışmaları sürüyor. Yangın
sonucu tarihi yapıda büyük çaplı hasar oluştu.
Üst bölümünde otel, alt katlarında restoran ile
dükkanların bulunduğu tarihi yapı, kaybolmak üzere
olan el sanatlarının yaşatılmaya çalışıldığı bir
mekandı
Akşam, 29.09.2014
|
BURSA'DA TARİHİ OTEL KEYFİ

Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatı ile 1935'te
inşa edilen Bursa'nın ilk beş yıldızlı oteli Çelik
Palas Hotel, 1.5 yıl süren renovasyon çalışmaları
sonucu yenilenen modern yüzü ile misafirlerini
ağırlamaya devam ediyor. Hotel, MSN Yapı Yatırımları
A.Ş'nin "tarihe modern dokunuş" anlayışı ile Kremlin
Sarayı'nda da imzası olan İtalyan Galemberti firması
tarafından sahip olduğu tarihi, kültürel ve manevi
değerler ışığında tamamen yenilendi. Otel genelinde
standart odaların yanı sıra, aile odaları, süit
odalar, kral daireleri ve lüks süit odalar da dahil
olmak üzere 160 oda yer alıyor. Yine otelde Prof.Dr. Nahit Kumbasar tarafından çok özel düğün ve
balolar için hiç sütunsuz 6 metre yüksekliğinde ve
tik ağacı ile kaplanmış olan 2 bin kişilik bir balo
salonu oluşturuldu. Renovasyon kapsamında tarihi
Roma hamamları esas alınarak yapılan SPA merkezi de
orijinali korunarak yenilendi. Öte yandan Çelik
Palas Oteli'nin hemen yanında yer alan, Atatürk'ün
Bursa ziyaretlerinde istirahat ettiği ve bittiğinde
Atatürk Palas adını alan Küçük Otel'in renovasyonu
sırasında bir tarih de ortaya çıkarıldı. Çalışma
sırasında 1930'da dönemin ünlü mimarı Guilio
Mongeri'nin, Mona Lisa'nın tablosunda olduğu gibi
altın oran kullanarak imkansızı başardığı tarihi
kolonlar da gün yüzüne çıkarıldı.
MONGERİ AYLARCA LOKASYON ARADI
1900'lü yılların en iyi mimarlarından Guilio
Mongeri, Çelik Palas'a başlamadan önce en muhteşem
panoramanın yerini tespit etmek için aylarca
Bursa'da yaşamış. Mongeri bir otel için en önemli
kararın lokasyon olduğu gerçeğinden hareketle 360
derecelik panoramaya sahip bugünkü Çelik Palas'ın
yerini tercih etmiş.
Sabah, 29.09.2014
|
DEFİNE AVCILARINA ERMENİ KÖYÜ YALANI

Bir dönem Ermeniler'in yaşadığı 700
yıllık Karsak Köyü'ne komşu olan Güvenli Köyü'ndeki
arazilerin satışı için internete "Ermeni Köyünde
satılık arazi" diye ilan verildi. Emlakçının
arazileri özellikle define avcıları için cazip hale
getirmeyi hedeflediği bu ilanına Güvenli Köyü halkı
tepkili...
Bursa'nın Gemlik İlçesi'ne bağlı Güvenli Köyü ile
hemen yanı başındaki Orhangazi İlçesi'ne bağlı Karsak
Köyü'ndeki araziler son günlerde oldukça rağbet
görüyor. Bunun nedeni ise bir gayrimenkul şirketinin
kurnazlığı. Eskiden Ermenilerin de yaşadığı 700
yıllık tarihi bulunan Karsak Köyü'nün yakınında arazi
satın alan gayrimenkul şirketi, arazileri bir
alışveriş sitesi üzerinden '700 yıllık eski Ermeni
köyünde satılık arazi' ilanıyla satışa çıkardı.
Toplamda 30 dönüme yakın arazi için 4 ayrı ilan
verildi.
ERMENİLER HABER YAPTI
'Ermeni köyü' ifadesinin yer alması ilana ilgiyi
artırırken, ilginç ilan bazı haber sitelerinde yer
aldı. Fransızca yayın yapan 'armenews' adlı sitede
ise konu 'Türkiye'de Ermeni köyü satılıyor' şeklinde
haber oldu. Gayrimenkul şirketi yetkilisi Mete S.,
"Arazileri alırken o bölgede eskiden Ermenilerin
yaşadığı söylendi. Bizde cazip hale getirmek için
böyle bir sunum yaptık. Köyün komple satıldığı filan
yok. Yabancı internet sitesine de Ermeni köyü
satılıyor gibi yansıtılması manevi yönden rahatsız
etti bizi. Bu yüzden ilanları kaldırabiliriz.
İlanlara rekor tıklama var. Araziler henüz satılmadı
ama köye giden gelen çok oluyor. 2 bin liraya
satılan araziyi köylüler şimdi 10 katı fiyatına
vermiyor." Güvenli ve Karsak Köyü sakinleri ise
köylerindeki arazilerin 'Ermeni köyü' ifadesi
kullanılarak satışa çıkarılmasından rahatsız.
Güvenli Köyü Muhtarı Hasan Elbüken, "Bizim köy
Ermeni köyü değil. Eski adı Asayiş Köyü. Mübadeleden
sonra Balkanlar'dan gelen Türklerin
yerleştirilmesiyle oluşan bir köy. Ermeniler ise 3
km mesafedeki Karsak Köyü'nde yaşamış" dedi. Karsak
Köyü sakinlerinden 80 yaşındaki Mücahit Ünver ise,
"1300'lü yıllarda kurulan bir köy burası. Türklerle
Ermeniler'in içiçe yaşadığı bir köy. Tamamen Ermeni
köyü denilemez. Çünkü Köyün merkezi konumunda
yüzyıllardır Türkler yaşıyor. Bizim dedelerimiz
Ermenilerle komşuluk yapmış. Halen onlardan kalan
birkaç yapı var. Ama çoğu yıkıldı. Sadece bir ev
ayakta. 10 yıl öncesine kadar evde oturuluyordu. Ama
simdi boş. Ona da yıkılma tehlikesi var diye yıkım
kararı çıktı. Yakında o da yıkılır. Bu çevrede
define arayanlar da oluyor. Sanırım gayrimenkul
şirketi buna dikkat çekmek için 'Ermeni köyü' diye
yazmış" dedi.
YÜZDE 95'İ SATILDI
Köy kahvesini işleten ve aynı zamanda gayrimenkul
danışmanlığı yapan Eyüp Bayrak ise "Köydeki
arazilerin fiyatları 3 sene önceki fiyatlara göre
yüzde 300 arttı. Çünkü İzmir Otobanı hemen köyün
altından geçiyor. Karsak'ta şu an arazilerin yüzde
95'i satıldı. Depolama imarı olan yerlerde arazi
kalmadı. Köy imarı olan yerlerde ise zeytinlikler
var." diye konuştu.
Sabah, Haber: Mesut Altun, 29.09.2014
|
"52.YILINDA ARSLANTEPE HÖYÜĞÜ FOTOĞRAFLARLA KAZI
SERGİSİ"
6. Uluslararası Kervansaray Buluşması “Melita’dan
Battalgazi’ye Tarih-arkeoloji-Kültür-Sanat
Günleri” etkinliği kapsamında “52. Yılında
Arslantepe Höyüğü Fotoğraflarla Kazı Sergisi”
açıldı.
Sergide, 52 yıl boyunca yapılan kazı çalışmaları
esnasında çıkan eserlerin fotoğrafları Malatyapark
AVM’de sergilendi. Açılışa,
Tunceli Valisi Osman Kaymak, Battalgazi Belediye
Başkanı Selahattin Gürkan, bazı kamu ve sivil toplum
kuruluşu temsilcilerinin yanı sıra Battalgazi
Belediye Başkan yardımcıları, belediye meclis
üyeleri, birim müdürleri ve çok sayıda vatandaş
katıldı. Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin
Gürkan, sergiye katılımın yüksek olmasından duyduğu
memnuniyeti dile getirerek, “Kültürümüze sahip
çıkmanın bilinci içerisindeyiz. Bu güzel fotoğraf
sergisi için Prof.Dr. Marcella Frangipane
hanımefendiye çok teşekkür ediyorum" dedi. Gürkan,
Arslante’yi dünyaya en iyi şekilde tanıtacaklarını
söyledi.
Tunceli Valisi Osman Kaymak ise yaptığı konuşmada,
açılan serginin önemine değinerek, Arslantepe’nin
dünya tarihi için önemli olduğunu ve buranın en iyi
şekilde tanıtılması için bu tür sergilerin önemli
olduğunu söyledi.
Milliyet, 28.09.2014
|
TARİHİN ÜSTÜNE VALİNİN BABASI OTURACAK
Sinop’ta,
apartman yapmak için temeli kazılan bir dönümlük
arazide, tarihi 10. yüzyıla dayandığı belirtilen
antik bir amfora fırını (çanak çömlek fırını) ile
seramik atölyesi ortaya çıktı. Alanın 1. derece
arkeolojik sit alanı olduğu tescillenirken, apartman
yapılmak üzere açılan arazinin kazıların
tamamlanmasının ardından apartman yapılacağı ileri
sürüldü. Arazinin, adı kamuoyunda “Gezi eylemleri
sırasında polisler tarafından dövülerek öldürülen
Ali İsmail Korkmaz’ın haberlerini yapan gazeteci
İsmail Saymaz’ı tehdit eden vali olarak” bilinen
Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın babasına ait
olduğu ortaya çıktı.
Sinop’ta Ada Mahallesi mevkisinde yer alan ve
belediye tarafından imara açılan arazide yapılan
temel kazma çalışması, çalışanları ve çevre halkını
da şaşırttı. Arazinin altında tarihi 10. yüzyıla
dayanan amfora fırınları ve tarihi kalıntılar çıktı.
Bunun üzerine çalışanlar tarafından durum önce Sinop
Valiliği’ne, daha sonra Sinop Kültür ve Müzeler
Müdürlüğü’ne bildirildi. Müdürlüğün yaptığı
çalışmalar sonrasında bölgeye Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar geldi.
Kocapınar’ın ve bölge koruma kurulunun yaptığı
incelemeler üzerine arazinin 1. derece sit alanı
olduğu tescillendi.
Tarih üzerine apartman yapımına devam
Alanda kısa bir süreliğine arkeolojik kazı
çalışmaları başlatılırken, çalışma bittikten sonra
arazi üzerine inşaatın devam edeceği, tarihi
kalıntıların bir bölümünün ise apartmanın altında
kalacağı belirtildi. Sinop’taki yetkililer, “birinci
derece sit alanı üzerine yapılacak inşaatın tarihi
kalıntılara bir zarar verilmeyeceğini” iddia
ederken, amfora fırınları üzerinde çalışmalar yapan
tarihçiler ve arkeologlar ise alanın açık hava
müzesine dönüştürülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Sinop’ta bulunan sivil toplum kuruluşları
temsilcileri ise konuyla ilgili birçok yetkiliye
ulaşmalarına karşın arazi ile ilgili tatmin edici
yanıt alamadıklarını kaydettiler.
Vali’nin babasına ait
Öte yandan söz konusu arazinin Eskişehir Valisi
Güngör Azim Tuna’nın babasına ait olduğu ortaya
çıktı. Sinop Belediye Başkanı Baki Ergül, Sinop’un
hemen hemen her yerinde bu tür kalıntılara
rastlamanın mümkün olduğunu kaydetti.
“Söz konusu arazide böyle bir tarihi eserin
olduğuna ilişkin bilgim yok” diyen Ergül,
“Söylediğiniz arazi çok daracık bir arazi. Bir
mahalle. Orada öyle amfora fırını çıkması falan bana
göre mümkün değil. Ama amfora fırını olan yerler
var, aşağıda, deniz kenarına yakın yerlerde. Tabii
ben tarihçi de değilim” ifadelerini kullandı.
Arazide incelemelerde bulunduğunu anlatan Ergül,
“Oradaki kazıda bir ev tehlikeye girmişti. Ben o
zaman gitmiştim oraya, ama öyle orada tarihi eserler
var diyemem. Bilmiyorum tabii ben. Ama ben orada
fırın falan görmedim” diye konuştu. “Biz belediye
olarak eğer bir arazide böyle tarihi eserler
çıkmışsa zaten ruhsat için müracat edenlere bir
dipnot düşüyoruz. ‘Tarihi eser çıktığında
durdurulacaktır’ diye. Sonuçta yerin altını
bilemiyorsun. Anıtlar Kurulu’na yazıyoruz” dedi.
Ergül, arazinin Eskişehir Valisi Güngör Azim
Tuna’nın babasına ait olduğunu söyledi.
Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 28.09.2014
|
KANAL İSTANBUL'DA ÇILGIN GELİŞME

Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul projesinin temelinin
yakında atılacağını açıkladı. Erdoğan'ın
başbakanlığı döneminde 'çılgın proje' olarak
tanıtılan projeye uzmanlar, bir çevre felaketine
sebep olacağı gerekçesiyle karşı çıkıyordu.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan ,
Türkiye İhracatçılar Meclisi ‘nin(TİM) "Türkiye
Markası" tanıtımına
katıldı. Toplantıda konuşan
Erdoğan, yeni TL logosunda olduğu gibi
Türkiye mallarının üzerine konulacak yeni logoyo da
toplumun kısa sürede adapte olacağını söyledi.
BARCELONA’YI TAŞIYABİLİRSİN AMA...
Erdoğan, logo ve sloganın yaygınlaşmasında
uluslararası markalara büyük görev düştüğünü
belirterek, şöyle dedi:
"Örneğin; Kültür ve Turizm Bakanlığımızın artık
uluslararası bir turizm markası olan Türkiye'yi bu
logoyla tanıştırmalarını bekliyoruz. Aynı
şekilde, Türk Hava Yolları gibi uluslararası ölçekte büyük bir markamızın da bu logo ve slogana sahip çıkıp, onun dünyanın onlarca ülkesine taşıyacaklarını umuyorum. Barcelona'yı, Real Madrid'i falan taşıyabilirsin o ayrı bir konu ama önemli olan bu. Bunu tabii ısrarla taşıyacaksın.
Bu yeni logo ve sloganı esasen yeni Türkiye'nin,
güçlü Türkiye'nin artık küresel iddiaları ve
hedefleri olan Türkiye'nin özgüven simgesi olarak
görüyorum. Bu tasarım
ve gücü keşfet sloganı, yeni Türkiye'nin özgüvenin
simgesidir, özgüvenin sloganıdır. Biz sadece bu
logoyu markalarımızın üzerine basmakla
yetinmeyeceğiz. Bu logoyu üzerine basacağımız artık
çok daha fazla
marka üretmeninde mücadelesini kararlılıkla
yürüteceğiz."
‘EKONOMİDE SORUN YOK’
"Türkiye ekonomisinin de, Türkiye'nin dış
politikasının da hiç olmadığı kadar güçlü, hiç
olmadığı kadar sağlam ve istikrarlı
şekilde
yollarında ilerlediklerini belirten Erdoğan, "Bundan
hiç endişeniz, tereddütünüz olmasın. Bazılar
çıkıyor, 'Türkiye ekonomisi şöyle, böyle' diye afaki
yorumlar yapıyor. İnanın karanlık bir operasyonun,
karanlık bir algı operasyonun parçası olarak bunu
yapıyorlar" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası
kredi derecelendirme
kuruluşlarını eleştirerek şu ifadeleri kullandı:
"Aynı şekilde bazı
kredi
derecelendirme kuruluşları var. Bunların kimler
olduğunu buradaki iş adamı arkadaşlarım gayet iyi
bilirler. Bunların kökeninin ne olduğunu gayet iyi
bilirsiniz. Batmakta olan ülkelerin
notunu, bakıyorsunuz, 6
not
birden yükseltiyor, Türkiye gibi büyüyen bir ekonomi
hakkında olumsuz yorum yapıyor. İnsaf ya, edep
denilen bir şey var. Ya ekonomi bilmiyor bunlar, ya
bunların bilimden haberi yok veya gerçekten bu
alanda daha yeni çırak bile değiller, tamamen siyasi
bir karar veriyorlar. Siyasi bir karar. Bunun adı
algı operasyonudur. Kendilerine verilen bir vazife
var, bu vazifeyi yapıyorlar ve Türkiye'yi güya
dünyada küçük gösterecekler. Vazife
bu. Biz bu seviyelere, ulusal ya da uluslararası o
medya kuruluşlarının, o bazı
kredi
derecelendirme kuruluşlarının üfürmeleriyle
gelmedik. Biz bu seviyelere, işçimizin, çiftçimizin,
sanayicimizin, esnafımızın gayretleriyle geldik."
KANAL İSTANBUL
Erdoğan, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 3. havalimanı
gibi projeleri
hayata geçirdiklerini aktararak, "Yakında bir kanal
İstanbul projesinin de temeli atılacak. Bütün
bunları yaparken dünyanın her yerinde, bunun yanında
mazlumlara el uzatabilen bir Türkiye var" dedi.
Erdoğan, HDP milletvekili Aysel Tuğluk’un Suriye
sınırındaki olaylar sırasında askere taş atmasını da
“Birilerinin çıkıp Mehmetçiğe taş atması maalesef
büyük bir densizliktir" sözleriyle eleştirdi.
Radikal, 28.09.2014
|
BİN YILLIK TARİH, TUVALETE GİRİŞ BASAMAĞI OLDU

Aspendos antik kenti yakınlarındaki bir
köyde duvar taşı, su arığı ve tuvalete giriş
basamağı olarak kullanıldığı belirlenen tarihi
eserler,
Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel tarafından
tespit edilerek bulundukları yerlerden çıkarıldı.
Aspendos antik kentinee yakın alanda bulunan ve
tarihi
Roma su kemeri geçen Camili Mahallesi'nde tarihi
buluntular olabileceği bilgisi üzerine Müze Müdürü
Demirel, birinci derece sit alanı olan bölgede
inceleme yaptı. Demirel, mahalle sakinlerinden Ahmet
Demir'in evinin bahçesinde Roma dönemine ait mezar
stelinin (taşı) tuvalet girişinde basamak olarak
kullanıldığını görünce büyük şaşkınlık yaşadı.
Betonla bulunduğu yere sabitlenen mezar taşını
kazmayla zarar vermeden çıkaran Demirel, tarihi
eseri daha sonra Aspendos kazı ekibine teslim etti.
Mahallede incelemelerine devam eden Demirel, su
arığı, ev ve ahırlarda duvar taşı olarak aynı döneme
ait eserlerin kullanıldığını belirledi.
Aspendos Kazı Başkanı ve
hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Veli
Köse ve diğer ilgililerin yardımıyla bulundukları
eserler bulundukları yerlerden alındı. Demirel,
tespit ettikleri mezar steli ve diğer eserlerin
dışında köylüler tarafından geçmiş zamanlarda
bahçelerinde bulunarak ev ve ahırların duvarlarına
monte edilerek kullanılan mezar taşı, kitabe ve
diğer antik dönem eserlerini de belirleyerek
bulundukları yerlerden çıkartılması talimatı verdi.
AA muhabirinin de tanık olduğu incelemelerde, kazı
ekiplerince geçen yıllarda yapılan yüzey
araştırmalarında köylülerce bulunup kullanılan bazı
eserlerin toplandığı ancak bazılarının duvar başta
olmak üzere çeşitli yerlere sabitlenerek
kullanılması nedeniyle mülk sahiplerince ilerleyen
dönemlerde çıkarılması karşılığında korunduğu
öğrenildi.
İki bin yıllık Roma mezar stelini tuvalet basamağı
olarak kullanan 68 yaşındaki Ahmet Demir, "Bu mermer
parçanın bu kadar eski olduğunu bilmiyordum. Bahçede
çalışırken bulduk ve üzerindeki yazıları
okuyamadığımız için çok önemli bir şey olacağını
düşünmemiştik. Evimizin hemen dışındaki
tuvaletimizde basamak olarak kullandık" ifadesini
kullandı.
"Steller köylülerce evlerinde devşirme
malzeme olarak kullanılmış"
Aspendos Kazı Başkanı
Doç.Dr. Köse, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 2014 Aspendos kazı
sezonunda önceki sezonlarda olduğu gibi Aspendos'un
hemen kuzeyindeki Camili Mahallesi'nde ve
güneyindeki Belkıs'ta arkeolojik eserlerin tespitine
devam edildiğini söyledi. Bu amaçla Camili
Mahallesi'nde bazı evlerin bahçelerinin gezildiğini,
tespit edilen arkeolojik eserlerin toplanarak
Antalya Müzesi'ne taşındığını anlatan Köse, şöyle
devam etti: "Bu eserler arasında en önemlileri mezar
stelleridir. Steller, çevreden köylülerce
toplanılarak evlerinde devşirme malzeme olarak
kullanılmış. Mezar taşlarının üzerinde genelde
sadece kimin oğlu ya da kızı olduğunu belirten
yazıtlar bulundurur. Bazılarında ise yazıta ek
olarak çiçek rozeti veya bağlı bir kurdele şeklinde
süsler de olur. Stellerin altında bir çıkıntı
vardır. Bu çıkıntı süssüz dörtgen ve içi kare
şeklinde oyuk bir deliğe oturur. Stellerin hangi tip
mezar ya da mezarlarda kullanıldığına dair henüz
kanıtlara rastlanmamıştır." Hellenistik döneme
tarihlenen stellerin Aspendos'a özgü olduğunu
bildiren Köse, yazıtlarda gerek erkek gerek kız
isimlerinin birbirlerinden farksız şekilde yer
almasının toplumda kadın erkek eşitliğinin
göstergesi şeklinde algılanabileceğini vurguladı.
Şimdiye dek bulunan bu tip stellerde aileye ait
olduğuna dair bir örneğe rastlanmadığını dile
getiren Köse, "Hepsi bir kişinin mezarını işaret
etmektedir. Steller bir nevi bireylerin var
olduklarının kanıtı olarak düşünülerek mezar
yakınlarına konulmuş olmalı" dedi.
Vatan, 28.09.2014
|
GELECEĞİN KABE'Sİ BÖYLE OLACAK
Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz'in
talimatıyla başlatılan Kabe'yi genişletme projesi
kapsamında, 10 yıl önce Osmanlı eseri Ecyad Kalesi
yıkılarak yerine yapılan Al Baid kuleleri de
yıkılacak.

Mekke Belediyesi
Başkanvekili Dr. Semir Tevekkül’ün verdiği bilgiye
göre, 20 yıl sonra proje kapsamında, yapımı
tartışmalara konu olan, Zemzem Kuleleri adı da
verilen Al Baid Kuleleri tamamen kaldırılacak. Her
yıl milyonlarca Müslümana ev sahipliği yapan
Mekke’de proje kapsamında devam eden istimlak
çalışmaları sonucu hayata geçirilecek yeni proje ile
Mekke’nin çehresi tamamen değiştiriyor.
GÖRKEMLİ GİRİŞ
Değişim, Mekke, Medine ve Cidde’yi
önümüzdeki yıllarda gökdelenler şehirlerine
dönüştürecek. Mekke’yi yeniden projelendirme
kapsamında Kabe, 3’te bir oranında genişleyecek.
Kabe’nin hemen yanı başındaki Kral’ın sarayı
dahil Hilton ve Tevhit otel olmak üzere birçok bina
yıkılacak. Yıkılan yerlerin büyük bölümü Kabe’ye
dahil edilecek.
1 milyon 500 bin metrekarelik bir inşaat alanı
olan Safa, Merve, Zemzem, Kıble, Hacer, Sara ve en
yüksek binası Bayt Otel’den oluşan 7 gökdelenden
oluşan Al Bait Kuleleri de bu değişim kapsamında 20
yıl sonra kaldırılacak.
Dünyanın en zengin Müslümanlarının konakladığı Al
Bait kulelerinin yıkımını da içine alan proje
kapsamında Hilton’un olduğu yerin arkasına kurulacak
yeni şehrin projesinin adı Cebeli Ömer. Bu proje
için Suudiler, Ömer dağını aşağı indirdi. Mekke’de
yeni inşa edilecek projeler arasında bir de Kral
Abdülaziz’in adını taşıyacak cami projesi yer
alıyor.
MEKKE’DEN
MEDİNE’YE RAY
Mekke ve Medine arasında yapılacak raylı sistemin de
yer aldığı ve Bin Ladin Grubu tarafından yürütülen
proje kapsamında Mekke sil baştan yenileniyor.
Yeni projede hacı adayları, Cidde’den Mekke ve
Medine’ye raylı sistemle ulaşacak. Mekke’ye görkemli
bir kapıdan giriş yapılacak.
Dev kuleler arasında kalan Kabe’nin yıkılan
revakları da Türk Şirketi Gürsoy Grup tarafından
yenileniyor. İnşaat çalışmalarına hac ve umre
hizmetlerine ara vermeden devam ediliyor.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 28.09.2014
|
ÜSTÜ SÜLEYMANİYE, ALTI RANTİYE

Süleymaniye Camii bütün güzelliğiyle
ziyaretçilerini ağırlarken civarının hali içler
acısı. Güvenliğin neredeyse kalmadığı mahalleler
yıkılsa, yerine otel ve rezidans yapılsa her şey
çözülecek gibi!
Beyazıt’a gittiniz, Süleymaniye’ye yolunuzu
düşürmek şart. Adeti bozmayıp kuru fasulye de
yediniz. Buraya kadar her şey iyi, güzel. “İstanbul
Manifaturacılar Çarşısı’na doğru yürüyeyim, Vefa’yı
göreyim” derseniz işin tadı orada kaçıyor.
İstanbul’un anıt yapılarından Süleymaniye ve
külliyesi altında başlayan dönüşüm, iş makineleri,
molozlar, tahtası sökülmüş pencereler arasında
sürüyor.
Mahalle uzun zamandır unutulmuş. Hatırladığı en
son parlak günleri 1960’lı yıllar. Duvarlarını
süsleyen Kuzgun Acar, Füreya Koral, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Yavuz Görey, Ali Teoman
Germaner, Sadi Diren ve Nedim Günsür imzalı
eserlerle kapılarını açan İstanbul Manifaturacılar
Çarşısı toptancıların ve perakendecilerin yeni yüzü,
İstanbul’un cazibe merkezi olur. Sonra? Sonra yavaş
yavaş çevresine dolan atölyeler, merdivenaltı
işletmeler, Vefa Mahallesi’ni terk eden sakinleri.
Merkezileşip zenginleşen, zenginleşip
itibarsızlaşan, itibarsızlaşıp değersizleşen bir
semt hikayesi.

“Çöpü bile kıymetsiz”
Bu dönüşüm nasıl başladı? Önce mahalleliye “evler
aslına uygun yeniden inşa edilecek” denilmiş, sonra
“yıkılıp yeniden inşa edilecek”, en sonra “burada
yeni bir düzen olacak”. Bütün bu olmayan vaatlerin
üzerinden de bir 4 yıl geçmiş. Geçen süre zarfında
güvenlik sorunu artan, kentten iyice kopan
sokaklarda hayalet bir yaşam sürüyor.
Molla Gürani Camii’ne çıkan yollar çöpler, inşaat
malzemeleri ve atık kağıtlarla dolu. Kağıt
toplayıcıları ve çöpleri ayıranlar için bir vaha.
Kendileri de bu durumu kabul ediyor, şikayetlerini
ekliyorlar:
“Yaşamın olmadığı yerde çöp de olmaz. Çıkan
çöplerin çoğu Süleymaniye’den, Beyazıt’tan gelenler.
Kağıt artıkları iş görüyor ama çoğu sağlıksız. Böyle
yerlerde haşarat çok olduğu için hastalık da çok
olur. Geçenlerde bir arkadaşın eldivenini bir fare
dişledi. Ertesi gün gitti kuduz aşısı olmaya. Kamu
sağlığı olunca iş değişiyor, o zaman devlet de bize
bakar.”

Kağıt toplayıcıların arasında Afgan kökenliler
var. Onlarınki bir umut hikayesi. Türkiye’den
İtalya’ya geçmeyi beklerken Unkapanı Köprüsü’nün
ayaklarında bir şiltelik yer bulmuşlar. Müslim,
“Buna da şükür.” diyor. Şükür.
Semtin eskisi olup gidip gelenler de var. Ramazan
Doğru, misal. İşyeri vesilesiyle her gün geliyor. O
semtin eskisi ve çocukluğunun geçtiği bu sokakların
düştüğü hal karşısında üzgün:
“Çocukluğumuz evden eve gezerek geçerdi. Buradan
Eminönü’ne kadar bizim sanırdık. Güven sorunumuz
yoktu, anamız babamız kapıda beklemezdi. 1980’e
doğru anarşi sıçradı. Sonra da tadı tuzu kalmadı
zaten Vefa’nın.”

Tekinsizleşen bekar odaları
Bekar evleri zamanla odalara dönüşmüş. “Taşı
toprağı altın İstanbul” efsanesi yıkılsa da yine de
köyündeki yıkımdan kaçanların adresi Vefa. İsmini
vermek istemeyen ve Güngören’de kaynak atölyesinde
çalışan K. Liceli. Artık köyünde iş imkanı
olmadığını düşünüyor. Buradaki hayali bir market
açmak. Para biriktirmek istediği için ev tutmuyor,
bu bekar odasına ve bir ranza üzerinde süren hayata
razı. Buranın bekar odalarında hayatın giderek
zorlaştığını düşünüyor:
“Bizim köyden gelenler uzun süre buralarda kaldı.
Özellikle yurtdışından kaçak gelenler buradaki
koşulların daha da zorlaşmasına neden oldu.
Geçenlerde bir bıçaklanma olayı yaşandı. Hırsızlık,
sıradan. Bir de bu evlerin yıkılması söz konusu.
Şimdi bizim 5 lira verdiğimiz yere 200 lira verecek
turist gelecek. Benim yeterince param var artık.
Tarlabaşı tarafına geçmeyi düşünüyorum.”

Vefa’nın yersizleri: Suriyeliler
Semtin üç senelik yüzü: Suriyeli göçmenler.
Yıkıntılar arasında koşturan çocuklar, kiremit
üzerinde pişirilen yemekler, molozdan moloza uzanan
çamaşırlar. Yine semtin sakinlerinden Ü.K., “Önce
tepemize yıkılan evlerle uyandık, sonra bu evlerin
içinde yaşayan Suriyelilerle.” diyor.
Suriyelilerin gelişini kendilerinden dinlemek
mümkün değil. Yanaşmaya çalışanlara kızgın, taş
atmaya yekiniyorlar.
Bu kaygıları yersiz değil. Mahallede türlü
tevatür dolanıyor. Hırsızlık yapanlar olmuş,
mahalleli tarafından dövülmüşler. Bu hafif rivayet.
Daha şiddetlileri de var. Kesin olan şu ki; eski
göçmenler yeni göçmenler ve evvelden beri burada
olanlar aralarında bir anlaşma dili tutturamamış.
Dönüşümün bir yüzü buyken bir diğer yüzünde
oteller yükselecekmiş. Halihazırda olan otellerin
sahipleri sorulara yanıt vermiyor. Semtte esnaflık
yapan N.C., otel yapılmasını insanlar kalmayacağı
için kötü, semtin yüzü değişeceği için iyi buluyor.
“Bu binalar zaten eski, o eski binaların içinden
kaçan göçen, çer çöp evlere doldu. Zaten burası
fakir bir semt. Burası metro ve turizm
yatırımlarıyla değişmeye başladı. Bazı konaklar
otellerce kiralandı. Ama bütün eski evlerin niye
yıkıldığı sorusu hala yanıtsız. Yıkılacak da yerine
otel mi yapacaklar bilmiyoruz. Fatih Belediyesi’ne
verilen dilekçelere ‘Binalar aslına uygun yapılacak’
yanıtı verildi. Bekliyoruz.”
Süleymaniye’de durum bu. Vefa’ya düşerse yolunuz
bozacıya varıp soluklanmadan önce şahit olduklarınız
nefesinizi kesecek.
Zaman, Haber: Ayça Örer, 28.09.2014
|
22 BİN ADET
MADENİ TARİHİ PARA
BULDU
İnşaat işçisi ve amatör hazine avcısı İngiliz Laurence Egerton'ın, geçtiğimiz kasım ayında ülkenin Devon bölgesinde 4'üncü yüzyıldan kalma ve Roma İmparatorluğu askerlerine ait olduğu düşünülen 22 bin adet madeni para bulduğu açıklandı.
Paralar 10 aydır uzmanlar tarafından temizlendikten sonra dünden itibaren Royal Albert Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.
Amatör hazine avcısı Egerton'ın bulduğu koleksiyon karşılığında on binlerce sterlin kazanması bekleniyor.
Sabah, 28.09.2014
|
|
KANUNİ'NİN HİÇ BİLİNMEYEN EN ESKİ PORTRESİ

Londra’da 8 Ekim’de 960 bin ile 1 milyon 300 bin
lira başlangıç fiyatından arttırmaya konacak olan
tabloyu “Beyoğlu” olarak bilinen ve bu semte ismini
veren İtalyan asilzadesi Alvise Gritti’nin
yaptırdığı düşünülüyor.
Londra’da önümüzdeki 8 Ekim’de tarihimiz
bakımından çok önemli bir mezat yapılacak ve Kanuni
Sultan Süleyman’ın sağlığında çizilmiş olan
yağlıboya bir portresi açık arttırmaya konacak.
Asırlar boyunca özel koleksiyonlarda kalan ve
şimdiye kadar bilinmeyen tablo, ilk defa bu mezat
sayesinde öğrenildi.
Londra'da müzayede kuruluşu
Sothebys’de önümüzdeki 8 Ekim’de Kanuni Sultan
Süleyman’ın yağlıboya bir portresi açık arttırmaya
çıkartılacak. 250 bin ile 350 bin sterlin yani 960
bin ile 1 milyon 300 bin lira başlangıç fiyatından
arttırmaya konacak olan tablonun özelliği 1520’li
senelerde, yani Kanuni’nin tahta henüz geçtiği
yıllarda yapılmış olması ve şimdiye kadar hiçbir
yerde yayınlanmaması.
ÜÇ KOLLEKSİYON DOLAŞTI
Tablo, daha önce üç ayrı yerde, İtalya’daki
Monselice Şatosu’nun, İtalyan asillerinden Kont
Contini Banacossi’nin ve Amerikalı meşhur sanatsever
Samuel Kress’in kolleksiyonlarında yeralmış. Satışı
yapacak olan
Sothebys, tablonun geçmişi ile ilgili olarak
sadece bu kadar bilgi veriyor ve kendilerine nereden
ve ne şekilde geldiği konusunda bir açıklama
yapmıyor.
Fatih Sultan Mehmed’in İtalyan ressam
Gentile Bellini’ye yaptırdığı ve bugün
Londra’da muhafaza edilen tablosu kadar, Kanuni
Sultan Süleyman’ın yine o devirde yapılmış olan
karakalem çizimleri ile madalyonlarının öyküsü
sadece sanat tarihçileri arasında değil, konuya
alaka duyan herkes için merak konusudur ve Kanuni
çizimlerinin geçmişi hakkında ortaya çeşit çeşit
görüşler atılmıştır.
‘AA’ RUMUZLU MADALYON
Kanuni Süleyman’ın bilinen en eski siyah-beyaz
çizimi, 1471 ile 1528 arasında yaşamış Alman ressam
Albrecht Dürer’e aittir ve çizim Fransa’daki Bonnat
Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. Dürer’in
portresini, yine aynı devirde yaşamış olan ve
eserlerine “AA” rumuzunu koyan Avrupalı bir bakır
oymacının yaptığı Kanuni madalyonu takip eder.
Sonraki senelerde hükümdarı gösteren daha başka
çizimler, porteler, oymalar da yapılmıştır ve 16.
asırda yaşamış olan Venedikli meşhur ressam
Titian’ın eserleri de bunlardan bazılarıdır.
Sothebys’nin uzmanları, satışa çıkarttıkları
tablonun 1455 ile 1538 yılları arasında yaşayan ve
İstanbul’da uzun seneler kaldıktan sonra Venedik’e
“Doç” yani devlet başkanı olarak dönen Andrea
Gritti’nin veya oğlu Alvise Gritti’nin siparişi
üzerine yapılmış olabileceğini düşünüyorlar.

RUM METRESTEN DOĞAN ÇOCUK
“Gritti” ailesi sözkonusu olunca, mesele daha da
ilginç bir hal alıyor: Andrea Gritti’nin oğlu
Alvise, babasının Rum metresinden dünyaya gelmiştir,
resmi çocuk değildir, üstelik hayatı boyunca
gayrımeşru olarak kalmıştır ama İstanbul’un önde
gelen, en meşhur semtlerinden biri asırlar sonra
bile halen onun ismini taşımaktadır.
“Beyoğlu”ndan sözediyorum... Osmanlı yönetimi ile
çok yakın ilişkiler kurmuş olan Andrea Gritti,
İstanbul’un o zamanlar “Pera” denen semtinde büyük
bir konağın sahibidir, uzun seneler o konakta
yaşamıştır ve Türkler, Andrea Gritti’ye “Bey”; oğlu
Alvise’ye de “Beyoğlu” demektedirler.
Babasının
Venedik’e devlet başkanı olarak gitmesinin ardından
İstanbul’da kalan Alvise de Pera’daki bu konakta
yaşamış, saray ile çok yakın ilişkiler içerisinde
bulunmuş, hatta söylentilere göre Pargalı İbrahim
Paşa’ya danışmanlık bile yapmış ve konağın bulunduğu
semtin ismi de zamanla “Beyoğlu” olmuş ve bugüne
kadar bu şekilde devam etmiştir.
Londra’da önümüzdeki 8 Ekim’de müzayedeye
çıkacak olan Kanuni Sultan Süleyman portresi
hakkındaki tahminler, işte böyle...
 
ACABA TÜRKİYE’YE GELİR Mİ?
Sözkonusu tablo tarihimiz bakımından büyük önem
taşımaktadır, zira Kanuni’nin kendi zamanında
çizilmiş olan ve bugüne kadar pek bilinmeyen ilk
yağlıboya portresidir...
Gönül tablonun ait olduğu yere, yani Türkiye’ye
gelmesini istiyor ama Türk parası ile 920 bin ile 1
milyon 287 bin lira başlangıç fiyatından arttırmaya
konacak ve büyük ihtimalle çok daha fazla meblağa
satılacak olan Kanuni portresine bu kadar parayı
verecek bir zengin acaba çıkar mı?
Zira, bizde “resim” denince sınırlarımızın
dışında, hatta Edirne’nin birkaç yüz metre ötesinde
bile para etmeyen ama fiyatları galeriler tarafından
şişirilip rahatça müşteri bulan yerli ressamlara ait
çizimler hatıra gelir de...
PADİŞAH PORTRELERİNDEKİ BEŞ ASIRLIK
MUAMMA: ÇİZİMLERİN ŞABLONU PİSKOPOS GİOVİO'YA MI
AİT?
Fransız tarihçi Jean- François Solnon’un “Le Turban
et la Stamboluine” adında mükemmel bir kitabı vardır
ve Ali Berktay’ın “Sarık ve İstanbulin” ismi ile
mükemmel bir şekilde Türkçe’ye çevirdiği kitapta
eskilerin “hurde malumat” dedikleri bir alay ayrıntı
yazılıdır.
Solnon, kitabının bir yerinde 1552’de Como Gölü
sahilindeki malikanesinde ölen Paolo Giovio adındaki
kolleksiyoncudan bahseder...
 
Giovio piskopos olmasının yanısıra sanata da son
derece düşkündür ve zamanının önde gelen
entellektüellerindendir. Tarihçilik ve hekimlik
yapmış, tabiat bilimciliği ile uğraşmıştır ama asıl
şöhretini malikanesinde biraraya getirdiği ve çoğunu
sipariş ederek yap tırdığı dörtyüze yakın portrelik
kolleksiyonu ile yayınladığı eserler ve özellikle de
Latince kaleme aldığı “Elogia”ları, yani
biyografileri ile elde etmiştir.
Como Gölü sahilindeki malikane sadece bir
koleksiyon mekanı değil, o devrin en meşhur özel
müzelerindendir ve ziyaretçileri arasında zamanın
hükümdarlarının yanısıra kralların Giovo’nun
kolleksiyonunu görmeleri için gönderdiği en üst
seviyede heyetler de vardır.
ÜNLÜLER RESMİGEÇİDİ
Koleksiyon, Giovo’nun 1552’deki ölümünden sonra
dağılmıştır ama bugün Avrupa’nın belli başlı
müzelerinde muhafaza edilen bazı portrelerin
Como’daki müzeden geldiği düşünülmektedir ve bu
portreler arasında Türk hükümdarları gösteren
çizimler de vardır.
Paolo Giovio, topladığı yahut yaptırdığı
resimlerden bazılarını kitaplarında da
yayınlamıştır. Birkaç ciltlik “Elogia”- sında, eseri
yazdığı senelerde tahtta bulunan Kanuni Sultan
Süleyman’a kadar bütün Osmanlı hükümdarlarının
portreleri yeralır. Bu portreler de Giovio’nun
siparişi üzerine hazırlanmışlardır ve sanat
meraklısı piskopos sadece padişah portrelerine
değil, Timur’dan Memlük hükümdarı Kansugavri’ye ve
hatta Barbaros’a kadar o devirde tarihe geçmiş diğer
Türk ve Müslüman hükümdarlar ile diğer önemli
şahsiyetlerin resimlerini de yaptırmıştır.
“Elogia”daki portrelerin başta gelen özelliği,
daha sonraki devirlerde batılı sanatçılar kadar o
asırların Türk ressamları tarafından yapılan hemen
hemen bütün çizimlere ilham vermiş olmasıdır.
Mesela, Fatih Sultan Mehmed’i bir elinde gül,
diğerinde de mendil ile gösteren ve Şiblizade
Ahmed’e yahut Sinan Bey’e atfedilen meşhur çizimin
aslı, daha doğrusu “master kopyası” da Giovio’nun
eserindedir.
İşin tuhaf ama tuhaftan da öte olan tarafı,
Giovio’nun kitapları ve özellikle de kitaplarındaki
çizimler hakkında sanat tarihçilerimizin şimdiye
kadar ciddi bir çalışma yapmamış olmalarıdır...
ELLER VE YÜZLER AYNI
Padişah portrelerine bakıldığında, çizim
tekniklerinin tamamının bir geleneğin devamı olduğu
farkedilir ve bilinen en eski örneklerin başında,
Giovio’nun kolleksiyonunda bulunan ve kitaplarında
da yayınladığı çizimler gelir. Sonraki asırlarda
minyatür değil, “resim” olarak yapılan hemen bütün
çalışmalarda hükümdarların görünüşleri, sarıkları ve
hatta ellerinin vaziyeti, hatta bazen ellerinde
tuttukları objeler bile hep aynı şablonun
uygulamasıdır ve bu devamlılık asırlar sonra bile
aynen devam etmiştir.
Padişah portrelerindeki bu enteresan devamlılık,
konuyu derinlemesine ele alacak sanat tarihçilerinin
ortaya çıkmasını bekliyor...
Habertürk, Haber: Murat Bardakçı, 28.09.2014
|
"ARSLANTEPE ÖMRÜMÜ ALDI AMA..."

O, hakikaten artık bizden biri. Bir İtalyan
bilim insanı ama tam 38 yıldır Arslantepe kazıları
için düzenli olarak Malatya’ya geliyor ve yılın en
az 2 ayını Arslantepe’de kazı programını yöneterek
geçiriyor.
Malatya’yı çok seviyor. Ekibiyle birlikte
vaktinin büyük bölümünü kazı alanında geçiriyor.
‘Arslantepe ömrümü aldı’ derken son derece mutlu.
İtalya La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Marcella Frangipane’den söz ediyoruz.

1930’da Fransızların başlattığı Arslantepe
kazılarının 1961’de İtalya La Sapienza
Üniversitesi’nin devralmasından sonra, 1976’da genç
bir doktora öğrencisi iken, Arslantepe kazı
heyetinin başkanlığını yapan hocası Profesör Doktor
Salvatore Puglisi ile birlikte ilk defa Malatya’ya
gelen Marcella Frangipane, o gün bugündür her yıl
Malatya’ya geliyor ve en az 2 ayını Arslantepe
kazılarını yöneterek geçiriyor.
‘Arslantepe benim ikinci evim’ diyecek kadar
Arslantepe’ye ilişkin yoğun ve içten bir aidiyet
duygusu taşıyan Prof.Dr. Marcella Frangipane,
Profesör Salvatore Puglisi’den sonra kazı heyeti
başkanlığına getirilen Alba Palmieri’nin 1990
yılında genç yaşta ölmesinden sonra Arslantepe Kazı
heyeti başkanlığını üstlenmiş.

Marcella Frangipane, Arslantepe’deki
kazıların arkeoloji ve dünya tarihi açısından
olağanüstü önemde olduğuna vurgu yapıyor ve burada
yapılan kazılarda bilim dünyasına kazandırılan yeni
bilgi ve bulgular nedeniyle geçtiğimiz yıl ABD
Ulusal Bilim Akademisi’nin ödülüne layık görüldüğünü
hatırlatıyor.
Arslantepe’nin MÖ 6000’lere tarihlendiğini,
şu ana kadarki kazılarda MÖ 3000-3500’lere
ulaşıldığını belirten Marcella Frangipane,
Arslantepe’nin iktidar, bürokrasi, devlet ve
toplumsal sınıfların doğduğu merkez olduğuna vurgu
yapıyor.
Arslantepe’de ortaya çıkarılan arkeolojik
bulgular sayesinde, devletin, bürokrasinin ve
iktidar ilişkilerinin yeniden yorumlandığını
belirten Arslantepe Kazı Heyeti başkanı ve İtalya La
Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Marcella Frangipane ile, Malatya serüvenini ve bir
bakıma kendisinin bireysel tarihiyle de örtüşen
Arslantepe kazılarını konuştuk:
-Arslantepe kazıları 1930’da başladı.
Ancak, 1961 yılından itibaren İtalyanlar devralıyor
bu kazıları. Siz de tam 38 yıldır bu kazı heyetinin
içindesiniz. 1990 yılından bu yana da heyetin
başkanlığını yürütüyorsunuz. Arslantepe’de bugüne
kadar yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan bulgular
ve bu bulguların anlamı, önemi nedir?
-Arslantepe’de MÖ 3 binlerde başlayan
bir hayat var. Burada yaşayan aileler başlangıçta
kendileri için çalışıyorlar. Tarımsal üretim
yapıyor, seramik imal ediyorlar. Zamanla insanlar
değişiyor, toplumsal sınıflar ortaya çıkıyor ve
hiyerarşi ortaya çıkıyor. Bu aşamada ortaya devlete
benzer bir yapı çıkıyor. Önce kendileri için çalışan
aile büyük bir aile için, onların başında olan,
belki kral değil ama, kral gibi diyelim birisinin
yönettiği aile için çalışmaya başlıyor. Biz burada
çok önemli şeyler bulduk. Bunların başında yaklaşık
2250 adet mühür baskı geliyor. Bunları saray
kazılarını yaptığımız yerlerde bulduk ama sarayın
içinde özelikle birkaç yerde daha fazla bulduk.
Mühür baskılar bize memurların varlığının olduğu bir
sistemi gösteriyor. Demek ki saray içerisinde
bürokrasi başlamış. Çok sofistike
(gelişmiş,
karmaşık) bir sistem. Henüz yazı yok çünkü hiç
tablete rastlamadık. Ama mühür ile not almışlar. Her
mühür bir imza gibi işlev görüyor. Torbalar ve kapı
üstlerine konulmuş bu mühürler. Ne zamanki mührü
açıyorlar, kırıp o mührü ayırmışlar. Peki, arkeoloji
bunları nasıl biliyor? Biz burada çok dikkatli kazı
yaptık. Tam arşiv gibi değil ama gruplar halinde
arşivlenmişçesine mühürler bulduk. Demek önce hesap
yapmışlar ve hesap bitince bu mühürleri bir kenara
atmışlar. Yaptığımız çok dikkatli kazılar sonrasında
rekonstrüksiyon (yeniden yapım, onarma)
yaptık. Buna dayanarak tam bir devlet sisteminin
başladığını söyleyebiliyoruz.
-Arslantepe’deki arkeolojik bulgular ile
Mezopotamya’nın tarihselliğini kıyaslarsak nasıl bir
tablo çıkar karşımıza?
-Aynı dönem Mezopotamya’da, yani Fırat ve
Dicle’nin geçtiği yerlerde, bu sistem başlıyor.
Ancak Arslantepe’deki değişik sistem onu
diğerlerinden önemli kılıyor. Mezopotamya’da büyük
tapınaklar var. Sistem tapınaklarda başlıyor ancak
Arslantepe’de karşımıza ilk defa bir saray yapısı
çevresinde organize olmuş sistem çıkıyor. Saray
Mezopotamya’da daha sonra ortaya çıkıyor ama burada
çok erken başlamış.
(Gülerek) Belki fazla
erken. Bunun için devrilmiş ve bitmiş. Bu çok ilginç
bir şey. Saray çok büyük bir kompleks yapı. Büyük
tapınak, büyük binalar, avlu, koridor, depolar,
hepsi bir arada ve birbiriyle bağlantılı.
- Arslantepe’nin kentsel kimliği hakkında
ne söylenebilir elde edilen bulgulara göre?
Geçen sene yeni bir şey bulduk. Büyük bir bina
var ve bu sarayın koridoruna bakıyor. Arkada bir
kapı var ve bu kapı Saray’daki elit sınıfın
evleriyle bağlantılı. Bu bize Arslantepe’nin,
MÖ 3 bin 500 veya 3 bine kadar büyük bir
merkez olduğunu gösteriyor. Belki büyükşehir değil,
şehir küçük ama bütün ovayı kontrol ediyor.
Mezopotamya ile ticaret bağlantısı vardı. Bunun
dışında metalürji var. Dağlarda bulunan bakır,
arsenik ve gümüş madenlerinden yapılmış güzel
eserler bulduk. Bunların içerisinde en önemli olan
kılıçlar. Şu ana kadar bulduğumuz 9 kılıç dünyada
şimdiye kadar bulunan en eski kılıçlar. Buluntular
arasında mızrak uçları da var ama bu kadar uzun
kılıcı ilk defa burada kullanmışlar. Belki bundan
sonra daha eskisini bulacaklar ama şimdiye kadar
dünyada bulunan en eski kılıçlar Arslantepe
höyüğünde ortaya çıktı. Arkeoloji böyledir. Küçük
bir sondaj varsa bilgi azdır. Kazı yapıldıkça ortaya
çok bilgi çıkıyor. Kazılar ise çok zaman ve çok para
alıyor.
-Kazı alanının korunması da çok önemli.
Bu konuda ne tür tedbirler alıyorsunuz?
Haklısınız, kazı alanının korunması çok hassas
bir konu. Biz her sene koruma yaptık. Yukarıda bin
veya bin beş yüz yıllık tabakalar var. Çok uzun
sürdü ve çok zaman aldı. Ve benim de (gülerek)
hayatımı aldı. Yavaş yavaş çalışıp saray kapısını
bulduğumuzda burada çok önemli arkeolojik
zenginlikler olacağını anladık. Önceleri hemen
üzerini, yağmur ve kardan etkilenmesin diye, sacla
korumaya aldık. Kazı için gelince açıyorduk,
giderken kapatıyorduk. Kerpiç için en tehlikeli
unsur su. Ama ne zaman ki kazı sonrası sarayın büyük
kalıntısı ortaya çıktı, proje yaptık ve buranın
örtülmesi için Koruma Kuruluna başvurduk. Malatya
Valiliğinin desteği ile şimdiki çatı yapıldı. Bu
çatı şimdiye kadar çok iyi iş gördü, ortaya
çıkardığımız yerleri sudan korudu.
Arslantepe'de
ortaya çıkardığımız bu eser tümüyle orijinal.
Turistler buraya geldiğinde tamamıyla eski, MÖ 3
bin 500 -3 bine dayanan bir eserin koridorunda
yürümüş olacaklar. Duvarlar 5 bin 300 yıllık. O
dönem çok iyi mimarlar olduğunu anlıyoruz. Çok iyi
bir teknik ile çok dayanıklı bir malzeme olan kerpiç
kullanılmış. Mezopotamya'da, Irak'ta da kerpiç yapı
var ama savaş nedeniyle ya yıkılıyor ya da
bozuluyor. Biz sadece olduğu gibi sarayı ortaya
çıkardık. Duvarda orijinal sıva ve resimler var.
Sürekli korumalarını da yapıyoruz. Her sene
restoratör geliyor, konservasyon yapıyor. Küçük bir
kırık varsa hemen kapatmak durumundasınız.

-Ortaya çıkardığınız bulgulara göre,
Arslantepe’deki saray büyük bir yangın geçiriyor.
Yangın nasıl etkiliyor Arslantepe’yi?
(Duvardaki yangın izlerini göstererek)
Saray'da daha sonra büyük bir yangın olduğunu
görüyoruz. Ne oldu bilmiyoruz ama belki dışarıdan
bir saldırı veya belki doğal bir yangın veya belki
bir isyan sonucu. Ama sonuçta bir yangın oldu ve
saray yok oldu. Sarayın içinde çok ağaç vardı. Biz
bunları analiz ettirdik. Kavak, dişbudak, çam, meşe
ağaçları olduğu ortaya çıktı. Sarayın içinde
kanalizasyon var. Kanalizasyon koridoru takip ediyor
ve dışarı çıkıyor.
-İtalya'dan Malatya'ya uzanan serüveniniz
nasıl başladı?
-Ben öğrenciyken hocam Profesör Doktor Salvatore
Puglisi ve sonra Alba Palmieri kazıları yönetiyordu.
Her ikisi de hocamdı. Kazı benden önce başlamış. Ben
o zaman öğrenciydim. Doktoramı yapıyordum. Her iki
hocam beni birlikte çalışmak için davet ettiler. O
zamana kadar Malatya'yı veya Arslantepe'yi
bilmiyordum. 1976'da ilk kez geldim ve 38 yıldır
Arslantepe'de kazı çalışmaları yapıyorum. Arslantepe
benim ikinci evim oldu. Hocam Alba Palmieri’den çok
şey öğrendim. Arkeoloji çok zaman istiyor. Mesela
biz aynı tepede, aynı yerde yaklaşık kırk yıldır
çalışıyoruz, her sene de yeni bir şey buluyoruz,
yeni bir sürprizle karşılaşıyoruz.
Başlangıçta her şeyi bilmiyorsunuz çünkü bilginiz
az. Zamanla, daha çok sondaj ve kazı yaptıkça, ışık
geliyor, her sene yeni bir buluntuya ulaşıyor,
karanlık yeri aydınlatıyorsunuz ve bulduğumuz her
şey bizi aydınlatıyor. Ben o dönem kazılara başladım
ve bırakmadım. Maalesef hocam Alba Palmieri genç
yaşta ölünce, Kültür ve Turizm Bakanlığı bana yetki
verdi ve 1990 yılında kazı başkanı oldum. Tam 24 yıl
oldu. Aklıma gelmişken, bakanlığa teşekkür etmek
istiyorum. Bana çok destek verdiler. İlk sene benim
için çok zor olmuştu çünkü o zaman çok gençtim.
Bakanlık bana çok destek verdi, hiç problem
yaşamadık, her zaman birlikte çalıştık.
Arslantepe’de ilk kazılar 1930’da Fransız
arkeologlar tarafından başlatıldı. İtalyan kazı
heyeti ise 1961’de geldi Malatya’ya. Biz İnönü
Üniversitesi’nde, 2011 yılında kazıların 50. Yılı
anısına ‘Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu’nun Malatya’da düzenledik, dünyanın
farklı ülkelerinde çok sayıda arkeolog katıldı ve
çok verimli geçen bir çalışma oldu.
-Arslantepe'de kazı çalışmaları sizin
akademik hayatındaki yeri nedir, buradaki
çalışmaları İtalya'daki çalıştığınız üniversitede
kullanıyor musunuz?
-Arslantepe benim için çok önemli bir yer. Burada
bulduklarımıza dayanarak öğrencilerimize ders
veriyoruz. İtalya’daki öğretim üyeliğim için büyük
öneme sahip. Amerika Ulusal Bilimler Akademisi beni
üye yaparak çok büyük onur verdi. Nisan ayında
Washington’a gittim ve büyük bir törenle üyeliği
verdiler. Bu üyeliği sırf Arslantepe’de ortaya çıkan
sonuçların bilim adına çok önemli olduğu
gerekçesiyle verdiklerini söylediler. Arslantepe
buluntuları bilim tarihinde yeni bir şey. Kazı ve
araştırma sonuçları hem bizim hem de genel tarihe
katkısı açısından çok önemli.

-Arslantepe'de ortaya çıkartılan
eserlerin dünya tarihini nasıl etkileyeceğini
düşünüyorsunuz?
Dünya genel tarihi için önem taşıyor.
MÖ 6 binden itibaren başlıyor ve Bizans’a kadar
sürüyor. Doğu Anadolu’da tarih buradan, Fırat’tan,
çıkıyor. Bu tamam ama başka bir şey daha var. Saray
içerisindeki buluntular, bürokrasinin nasıl
başladığını, devletin ve gücün
(iktidar)
nasıl başladığını gösteriyor. O zaman bu bulgular
Doğu Anadolu’nun tarihi için değil dünya tarihi için
de önem taşıyor. Topluluklar nasıl oluştu, değişime
uğradı, sınıflar ortaya çıktı, bunlar ortaya
çıkıyor. Arslantepe’de bulunan eserler, toplumun
evrimini, toplumsal dinamiklerin nasıl geliştiğini
ve bütün bu dinamikleri yansıtıyor. Saray, bize
sistemin ve toplumun dinamiklerini, nasıl olduğunu,
ne olduğunu, dünyada ilk defa ortaya çıkan bürokrasi
ve devlet sistemini anlatıyor.
Burada her şey güzel korunmuş, devam etmiş, ta ki
MÖ 3 binde bir yangın çıkana kadar. Tabi
bu yangın o insanlar için korkutucu, ama biz
arkeologlar için önemli. Sarayı bu yangın yok etmiş.
Saraydan önce büyük bir tapınak bulmuştuk. Orada da
yiyecek, mühür baskılar vardı ama orası sadece bir
tapınaktı. Saray sonradan ortaya çıktı ve burada
sistemin daha gelişmiş hale geldiğini gördük.
Arslantepe’de MÖ 5 bin ve 6 binlerin olduğunu
biliyoruz. Şimdi ortadaki bir tarihteyiz. Daha
eskisinin olduğunu düşünüyoruz.15 metrelik bir
katman var ve hepsini çıkarabilir miyiz, bilmiyoruz.
Geleceğe yönelik bir kazı stratejisi belirlemek
lazım.
Ben Hitit dönemini de çalışmak istiyorum.
Hititler döneminde Arslantepe çok önemli bir merkez
durumundaydı. Kral Tarhunza
(son Malatya kralı)
Geç Hitit döneminde kraldı ama Hitit İmparatorluğu
daha önceden başlamıştı. Muhtemelen burası
Hititlerin çok önemli bir merkezi ve bu sebeple
Hitit dönemini çalışmak istiyorum. İtalyanlar başta,
1961 yılından 1970’e kadar, Hitit dönemi
buluntularına ulaşmak için kazı çalışmalarını
yürütmüşler. O zamanlar kazıda daha değişik teknik
ve metotlar vardı şimdi başka teknikler var. O halde
Hitit bölümünü yeniden çalışmak lazım.
-Bulunan eserler Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi ve Malatya müzesinde
sergileniyor. Neler var bu müzelerde?
-Arslantepe’de, önce Delaporte çalışmış. 2. Dünya
Savaşı araya girince çalışmalar durmuş ve savaş
sonrası Fransız Schaeffer yaklaşık 4 yıl çalışıp
bırakmış. Malatya’da o zaman müze yok, müze 1969
yılında yapılıyor, o nedenle eserler Ankara’ya
gönderilmiş. İtalyanların 1961’de yaptığı kazılardan
müze yapılana kadarki dönemde bulunan eserler de
Ankara’ya gönderilmiş. Bu tarihten sonra yapılan
kazılarda çıkarılan eserler Malatya Müzesi’nde
sergileniyor. Ama Ankara'da sergilenen eserlerin
bazıları tekrar Malatya'ya getirildi. Büyük
heykeller Ankara'da kaldı.
-İtalya kamuoyun Arslantepe'deki
kazılarla ilgili neler biliyor? İtalyan Devlet
Televizyonu belgesel de yapmıştı.
-Bir kere çalıştığımız üniversitedeki bilim
adamları burayı çok iyi biliyorlar. Halk fazla
bilmiyordu. Bunun için 2004 yılında, Arslantepe ile
ilgili, Roma'da büyük bir sergi düzenledik. Eserler
Malatya’dan Roma’ya getirildi. Panolar, fotoğraflar
hazırladık. 2 ay kalan sergiyi yaklaşık 25 bin kişi
ziyaret etti, çok güzel bir sergi oldu.

-Arkeoloji uzun soluklu bir çalışma alanı
dediniz. Siz daha uzun süre çalışmayı düşünüyor
musunuz? Sizden sonra bu kazı heyetinin başkanlığını
yürütecek bir isim sizin kafanızda var mı?
-Benim için uzun sürmeyecek, tabii emekli
olacağım. Ama bu işi yürütecek arkadaşlar var.
İnşallah devam edecekler. İnşallah bu proje devam
edecek. Bu ekipte benim bir yardımcım var, adı
Francesca Balossi. 20 yıldır benimle çalışıyor,
burayı çok iyi biliyor. Türkçe biliyor. Şu an kazıda
çalışıyor. Olur mu bilmiyorum ama benden sonra kazı
başkanlığını yürütmesi için onu önereceğim.
Biliyor musunuz, arkeoloji okul gibidir ve o
zaman devam etmesi lazım. Bu kazının Türkiye ile
işbirliği içerisinde devam etmesi lazım. Bu anlamda
İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara
Üniversitesi'nden araştırmacı arkadaşlarımız var.
Türk ve İtalyan ekibi strateji, metot belirleyip bu
işi birlikte yürütmesi lazım. Ben böyle olmasını
ümit ediyorum. Ne olur bilemiyorum ama çok güzel
şeyler ortaya çıkacak diye düşünüyorum.
Burada en büyük problem para. İtalya’da,
Avrupa’da kriz var ve kriz anında ilk önce kültür
için ayrılan parayı kesiyorlar. Proje büyük
olduğundan, devam etmesi gerektiğinden paraya
ihtiyaç duyuyoruz. Sponsor bulmamız lazım. Uzun
soluklu sponsorluklar olmaz ama belki kısa
aralıklarla yardım ve sponsor bulabiliriz. Kazı
ekibimizden, İtalya’da doktora yapan Hülya Çalışkan
ile Arslantepe Derneği
(Arslantepe Destekleme ve
Geliştirme Derneği ) adında bir dernek kurduk.
Sponsor bulmak, destek alabilmek için bir şeyler
yapmaya çalışacağız.
İnşallah bu proje devam edecek. Ekipte çok sayıda
arkadaşımız var. Bizim üniversitemiz, La Sapienza
Üniversitesi, bu projenin önemini çok iyi biliyor ve
en çok parayı üniversite veriyor. Biraz da İtalya
Dışişleri Bakanlığı veriyor.

-İnönü Üniversitesi'nde Arkeoloji bölümü
yok, açılmış olsaydı buraya nasıl bir katkısı
olurdu?
-Rektör Prof.Dr. Cemil Çelik, arkeoloji bölümü
açılmasını çok istiyor. Biz bu konuyu konuştuk ama
zor. Türkiye’nin her tarafında çok üniversite
olduğundan personel bulunmuyor. Arkeoloji alanında
eğitim alan gençler çalışıyorlar, doktora yapıyorlar
ama iş bulamıyorlar. Herkes kültür-kültür diyor,
söyleme gelince kültür çok önemli diyorlar ama
uygulamada kültür en sonda geliyor. Maalesef
İtalya’da da öyle, dünyada da öyle… Kültür, her
zaman ilk kısıntıya gidilecek alan olarak görülüyor.
Bizim ekipte 20 yıldır kazı çalışmalarına katılan,
çok iyi bir arkeolog olan ve Türkçe de bilen Julio
Palombi şu ana kadar İtalya’da sürekli bir iş
bulamamıştı. Geçen sene Fransa’da bir sınava katılıp
birincilikle kazandı. Kasım’da orada işe başlayacak.
Onun için iyi ama (gülerek) bizim için iyi
değil.
-Bu sene şu ana kadar sürdürülen
kazılarda neler ortaya çıktı?
-Bu yıl Ankara’dan bana, çökme tehlikesi olduğu
gerekçesiyle, sarayın çatı kısmının üst tarafında
çalışmamız söylendi. Orada küçücük bir alanda koruma
amaçlı kazı yaparken, Bizans dönemine ait 30 tane
mezar çıktı. Çocuk, genç ve yaşlılara ait, üst üste
konulmuş kemikler bulduk. Mezarların altında Geç
Hitit dönemine ulaştık. Onun üstünde küçük bir ev,
mutfak olabilecek bir yapı ve fırın çıktı. Ancak bu
bir koruma kazısı olduğundan ve sert toprağa
ulaştığımızdan kazıyı orada bırakacağız.
-Bu yıl ki kazı programı ne zaman sona
erecek?
-Bu yıl biraz erken geldik. 2 Ağustos'ta
başladık. Ama Kurban Bayram'ında sona erdireceğiz. 6
Ekim'de bitireceğiz.

Malatya Haber, Haber ve Fotoğraflar:
Selahattin Gökatalay - Güler Hazar, 27.09.2014
|
ROMA ANTİK TİYATROSUNDA 'RESTORASYON' KOMEDİSİ

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Roma Antik
Tiyatrosu’nun restorasyonunda gül kurusu taşlar
yerine beyaz mermer kullandı. Kültür Bakanlığı
arkeologlarının itirazları üzerine tiyatrodaki
çalışmalar durdu.
Tarihi eserlerin restorasyonunda yaşanan hatalara
bir yenisi daha eklendi. Bu kez adres; Hacı Bayram-ı
Veli Camii ile Ankara Kalesi arasında kalan antik
Roma tiyatrosu. MS 1. ve 2. yüzyıl
arasında inşa edilen tiyatronun restorasyonu
arkeologları kızdırdı. Nedeni ise Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin, Ulus semtinde gül kurusu rengindeki
taşlardan yapılma 2 bin yıllık antik Roma
tiyatrosunun restorasyonunda beyaz renkli mermerler
kullanması. Kültür ve Turizm Bakanlığı arkeologları,
bu uygulamaya itiraz etti, tiyatrodaki restorasyon
çalışmaları durduruldu.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları,
birinci derece sit alanında yaptıkları kazı
çalışmasıyla antik tiyatroyu ortaya çıkardı.
Tiyatroyu turizme kazandırmayı planlayan Kültür ve
Turizm Bakanlığı, kalıntılar üzerine sonradan inşa
edilen yapıları 2009’da yıktırdı. Ankara Büyükşehir
Belediyesi, Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı
Projesi kapsamında bölgeyi konser alanı yapmak
istedi. Bakanlık ile protokol imzalayarak,
restorasyonu üstlendi. Antik Roma tiyatrosunda özgün
yapıları korumayı vaat eden belediye, 7 Temmuz 2013
tarihinde Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun onayladığı rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda
çalışmaya başladı. Tiyatroda zamanla yok olmuş
oturma alanlarının ilk iki sırası için özgün formun
kullanılacağını ifade eden belediye, sonraki
sıraları ise çelik ağ kutularıyla tamamlamayı
planlıyordu. Bu kutuların üzeri, sudan etkilenmeyen
kompozit ahşap döşeme ile kaplanacaktı. Belediye,
restorasyon sırasında tiyatronun ilk üç oturma
sırasını mermerden yaptı. Diğer taşlar gül kurusu
rengindeyken, oturma sıralarının beyaz mermerle
yapılması tepki çekti. Bu çarpıklığı gören bakanlık
arkeologları itiraz etti. Belediyenin yürüttüğü
çalışmaların uzun süredir durduğu ve hiçbir çalışma
yapılmadığı gözlendi. Belediye ile bakanlık
arasındaki 3 yıllık protokolün sona erdiği
belirtildi. Protokolün yenilenip yenilenmeyeceği,
mermer oturma sıralarının sökülüp sökülmeyeceği ise
henüz netlik kazanmadı.
Restorasyon çalışmaları duran ve kaderine terk
edilen antik Roma tiyatrosu, bugünlerde uyuşturucu
madde bağımlıları, evsizler ve sokak hayvanlarının
mekanı durumunda. Tarihi mekan, içki şişeleri ve
yiyecek içecek atıkları ile dolu. Başıboş köpekler,
bölgeye atılmış, yatak, yorgan döşek gibi
malzemeleri yuva olarak kullanıyor. Çevrede bulunan
vatandaşlar, geceleri orayı mesken tutan uyuşturucu
çeteleri nedeniyle yakınında yürümekte bile
zorlandıklarını söylüyor.
Zaman, Haber: Ünal Livaneli - Yavuz Akengin,
27.09.2014
******
ROMA TİYATROSUNDA EVSİZLERİN ANTİK YAŞAMI

Başkent’te her yıl binlerce
turistin ziyaret ettiği ve bir yandan da
restorasyon çalışmalarının sürdüğü Ulus’taki
Roma dönemine ait antik tiyatroyu, son günlerde
evsizler mesken tuttu. Sur aralarında kalan
evsizler, tarihi kalıntılar arasında ateş yakıp,
asırlık sütunlara zarar veriyor.
Büyükşehir Belediyesi’nin, Ulus ve Hacıbayram
bölgesinde yürüttüğü ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi
Projesi’ kapsamında, çalışmalar devam ederken,
ilgisizlik nedeniyle bazı tarihi bölgeler zarar
gördü.
Bölgedeki Roma dönemine ait antik tiyatro, alkol
ve bağımlılık yapıcı maddeler kullanan kişilere
mesken oldu.
MS 1. ile 2. yüzyıl arasında yapıldığı sanılan
Roma dönemi antik tiyatrosunun restorasyon
çalışmaları sırasında eski dönemlerden kalma
hamam, tapınak, agora, sur, hipodrom, sütun gibi
çok sayıda tarihi eser ortaya çıkartıldı. Ancak
uzun süredir etrafı derme çatma çevrili halde
bekleyen tiyatro, son dönemlerde evsiz kişilerin
yaşam alanına döndü. Gündüz surlar arasında
kalan madde bağımlıları, gece ise sur diplerinde
ateş yakıyor. Başı boş halde bırakılan tiyatroda
tarihi izler her geçen gün yok oluyor.
İZLER
SİLİNİYOR
Bölgeyi ziyarete gelen vatandaşlar gördükleri
manzaraya tepki göstererek, “Eski
Ankara’nın en önemli alanlarından olan Ulus’taki
bu tarihi yapı neden atıl şekilde duruyor anlamış
değiliz. Her sütunun arasında alkol şişeleri var.
Bunun yanı sıra sanırım restorasyon yapılmaya
çalışılmış ve yarım kaldığı için elektrik kabloları
açıkta duruyor. Acil bir şekilde yetkililerin
müdahale etmesi ve tiyatroyu Başkent’e kazandırması
gerekiyor” diye konuştu.
2009’DA
BAŞLADI
Önceki aylarda Suriyeli mülteciler tarafından
kuşatılan tarihi tiyatronun, yapılan restorasyon
çalışmaları arasında unutulduğunu savunan bölge
esnafı da şunları söyledi:
“2009 yılında burada kazı çalışmaları başladı. Büyük
bölümü gün yüzüne çıkartılan tiyatronun yenileneceği
ve aslına uygun restore edileceği belirtildi. Ancak
oturma sıralarının kullanılan malzeme dışarıdan
bakıldığında çok sırıtıyor. Renk tonu hiç uymadı.
Zaten onun dışında da bir şey yapılmadı. Aradan
geçen beş yılın ardından ne olacağı henüz belli
değil.”
Hürriyet, Haber: Ender Baykuş, 01.10.2014
|
ORTA ÇAĞ KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Edirne'nin Lalapaşa İlçesi'ndeki Sinanköy'de
yürütülen arkeolojik kazılarda, Orta Çağ'dan kalma
bir şehir gün yüzüne çıkarılıyor. Trakya
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr.
Engin Beksaç, Sinanköy arkeolojik alanının, tarihi
kayıtlarda bilinmesine rağmen bugüne kadar
çalışılmadığını söyledi. Bu alanın hem Edirne hem de
Trakya için arkeolojik veriler bütünü olduğunu
belirten Beksaç, "Tarihi kayıtlarda adını Pravon
veya Prabadon olarak gördüğümüz şehir önemli bir
aktiviteler bütününü yansıtmaktadır. Özellikle
Trakya'nın Orta Çağ ve Orta Çağ öncesi için önemli
verileri ihtiva etmektedir" dedi. Çalışmaların
kendilerine kentin arkeolojik kimliğini
göstereceğini ve önemli turistik potansiyel
sağlayacağını vurgulayan Beksaç, şöyle devam etti:
"Şehrin içerisinde çok uzun bir Orta Çağ yerleşim
alanı mevcut ve yerleşim alanının dışındaki
kısımlarda Trak döneminden kalma kaya anıtları ve
özellikle kutsal alanlar bulunmaktadır." Beksaç,
arkeolojik alanın yaklaşık bin yıllık bir yerleşim
alanına sahip olduğunu da sözlerine ekledi.
Sabah, 27.09.2014
|
UYGARLIĞIN AYAK İZLERİ BULUNDU
İngiltere’nin doğu kıyılarında bir plajda araştırma
yapan uzmanlar, Afrika kıtası dışında dünyanın en
eski insan ayak izlerini buldu.

İngiltere’nin doğusundaki Norfolk’ta bir plajda
bulunan ayak izlerinin binlerce yıl önce yaşamış bir
grup insana ait olduğu sanılıyor. Bu izler,
İngiltere’de daha önce bulunan ayak izlerinden
500 bin yıl daha eski olabilir.
Ayak izlerinden birinin üç boyutlu görüntüleri ve
modeli kısa süre önce
Londra’daki British Museum’da düzenlenen basın
toplantısında tanıtıldı.
Müzenin arkeologlarından Nick Ashton, geçen Mayıs
ayında ayak izlerinin tarih öncesi insanlara ait
olduğunu farkettiği anı şöyle anlatıyor:
“Ayak izlerinin havadan çekilen görüntüleri
elektronik postayla bana gönderilmişti. Dosyayı
hemen açtım. Görüntülerin insan ayak izine ait
olduğundan hiç şüphe yoktu. Bu olağanüstü bir
keşifti.”
Ashton, bu keşfin
Avrupa’daki insanlık tarihine ilişkin anlayışı
değiştireceği görüşünde.
Liverpool’daki John Moores Üniversitesi’nden
araştırmacı Isabelle de Groote, ayak izlerini
inceleyen uzmanlardan:
“Ayak izlerinin boyutları bazılarının çocuklara,
bazılarınınsa yetişkinlere ait olduğunu gösteriyor.
Yetişkinlerden birinin erkek olma ihtimali var.”
İlk insanların Avrupa’nın kuzeyinde hüküm süren
soğuk iklimde nasıl hayatta kaldıkları bilinmiyor.
Uzmanlar, İngiltere’nin bir milyon yıl önce Avrupa
kıtasıyla birleşik olduğunu, ayak izleri bulunan
insanlarınsa daha sıcak iklimlerde yaşayan
atalarıyla akrabalık ilişkisi olduğunu kaydediyor.
Uzmanlar, insan fosilleri bulmak amacıyla Norfolk
sahillerinde incelemeler yapmayı sürdürüyor.
Milliyet, 27.09.2014
|
HER ÜNLÜ SANATÇI BİR GÜN SATIN ALINABİLİR
Dünya sanatının yıldız isimlerini İstanbul’a getiren
ArtInternational Sanat Fuarı açıldı. Bu hafta sonu
Haliç Kongre Merkezi’ndeki fuarda, Miró’dan
Banksy’ye, Ai Weiwei’den Anish Kapoor’a, Nuri Bilge
Ceylan’dan Marina Abramovic’e dünyanın bütün ünlü
sanatçılarının eserlerini görmek ve almak mümkün.

'ArtInternational bu yıl daha büyük, daha düzenli
ve daha ilgi çekici biçimde karşımızda. Dünyanın
dört bir tarafından 80 galeri, 400 sanatçının bin
civarında eserini Haliç Kongre Merkezi’nin
salonlarında sergiliyor ve satıyor. İçlerinde dünya
sanatının önemli isimleri olduğu kadar tanıdığımız
Türkiyeli yaratıcıların en yeni işleri ve tabii ki
çağdaş sanat adına ilginç keşifler var. Türkiyeli
birçok sanatçı fuara kendilerini dünyada temsil eden
yabancı galerilerle katılıyor.
'Denizi sağınıza alıp kongre merkezinin sonuna kadar
sabırla yürüyün. İki büyük giriş kapısından
sondakini tercih etmek daha düzenli ve gittikçe
iddiası artan bir güzergahta fuarı gezme imkanı
veriyor. Fuar iki ana salon ve onu birbirine
bağlayan ara salonlardan oluşuyor. İlk salon en
iddialı yerli ve yabancı galerileri ağırlıyor. Ama
dikkat, dip köşelere kadar mutlaka gidin yoksa
mesela şakacı ve şaşırtıcı Çinli sanatçıların
bulunduğu Galeri Paris Beijing’i ya da Selma
Gürbüz’ün işlerinin yer aldığı Rampa’nın ikinci
standını atlayabilirsiniz.
'Fuarın sürprizlerinden biri Nuri Bilge Ceylan’ın
büyük boy fotoğrafı. Dirimart Galeri, fuardaki büyük
standında Ceylan’ın daha önce fotoğraf kitabında yer
alan işlerinden birinin büyük boy baskısını
sergiliyor. Sanatçının yıl boyu Amerika ve
Avrupa’daki film gösterimlerine sergilerle eşlik
etmeyi tasarlıyorlar. Dirimart’ta Mısırlı sanatçı
Ghada Amer’in resimleriyle birlikte Türkiye’de az
bilinen heykelleri de var.
'Bilmeyenler Carlos Aires’le mutlaka tanışmalı.
Barcelona’dan gelen ADN Galeri’nin standındaki
‘Felaketler Serisi’ müthiş. Dünyanın her yerinden
banknotları oyup içlerine para hırsının sebep olduğu
felaketlerin, savaşların fotoğraflarını koymuş. Çok
sayıda Türk parası olduğunu da söylemekle
yetinelim... Bienale layık işler.

Nuri Bilge Ceylan

Fuar bu yıl Ai Weiwei, Marina
Abromovic ve Anish Kapoor gibi büyük isimlere ev
sahipliği yapıyor.
'Galeri Zilberman’da Azade Köker’in dört yılda
tamamladığı Devşirme adlı işi sergileniyor. Sanatçı
Osmanlı’daki devşirme sistemini bir minyatürden
çıkarak ele almış. Ama çocuklarını “Büyük adam
olacak” diye biraz da sevinçle yollayanların aklını
sorgulayan tersten bir bakışla...

AYŞE ERKMEN’DEN SOM GÜMÜŞ
'Galeri Mana’da Türkiye güncel sanatının en önemli
isimlerinden ikisinin, Ayşe Erkmen ve Sarkis’in
işleri var. Erkmen 2011 Venedik Bienali’nde
Türkiye’yi temsil etmişti, 2015’te de Türkiye
pavyonunda Sarkis yer alacak. Erkmen’in duvar
levhalarından oluşan iki işi, som gümüşten
desenlerle renk kataloglarından esinlendiği
Pantone’u ilgi çekici.
'Sabancı Müzesi’ndeki Miro sergisinde çok
etkilendiğiniz sanatçının bir eserini almak
istiyorsanız ve tabii ki bütçenize güveniyorsanız
Galeri Lelong’a bir bakın. Türkiyeli sanatçı Ramazan
Bayrakoğlu’nun yeni işleri de burada. Ama daha fuar
açılır açılmaz biri satılmıştı, diğeri de bugüne
kalır mı bilmem.
BANKSY HAKKINDA ŞAŞIRTICI GERÇEK

'Banksy’nin sadece gizemli duvar resimleri
yaptığını sanıyorsanız mutlaka Londra’dan Andipa
Gallery’e uğrayın. Çünkü 50 cm boyutlarında gayet
alınıp satılabilir iki tuval resmi orada
sergileniyor. Tam bir şöhretler karması olan bu
galeride Turner ödüllü Grayson Perry’nin bir vazosu
da Matisse baskıları da Damien Hirst resimleri ve
Peter Burke heykelleri de hep beraber izleyiciyle
buluşuyor.

Damien Hirst
CEYLAN’A BAKMAK CESARET İSTER
'Taner Ceylan’ın
Altın Çağ adlı yeni serisini fuarda göreceğimizi
biliyorduk ama Ay Teni (Moon Skin) adlı resminin ne
kadar cüretkar olduğunu öğrenmek için fuara gitmek
gerekiyormuş. Kalın yaldızlı çerçevesinin içinde
romantik bir manzarada bir satire oral seks
yapılıyor. Tabii ki Ay Teni’nin de yine homoerotik
mükemmel bir bronz heykel olan Ay Masalı’nın da
fotoğraflarını burada yayımlayamıyoruz...
'Sanat piyasasının ünlü galerilerinden Lisson’da
Marina Abromovic’in AA-AAA adlı performansının
videosunu mutlaka görün. Abromovic ve arkadaşı
birbirlerinin yüzüne bağırıyor. Ünlü Ai Weiwei de
burada. Ama koridordaki tel askılara bakmakla
yetinmeyip içeri girin ve sanatçının mermer gaz
maskesi heykelini de mutlaka görün.



Carlos Aires imzalı
‘Felaketler Serisi’ kaçırmamanız gereken işlerin
başında geliyor.
ANSEN ÜÇÜNCÜ BOYUTA GEÇMİŞ
'En sürprizli işlerden biri de Ansen’in. Sanatçı bu
kez üç boyutlu işler yapmış. Aslında üç boyutlu
gözlük olan bir karnaval maskesini takıp işin
içindeki tuhaf yaratıklardan biri gibi resmin
karşısına oturmak da mümkün. Resim, müzayede
aleminin tuhaflıkları üstüne.
'Daha kapıların açılmasından bir saat sonra bazı
eserler satılmıştı bile. Mesela İsveçli galeri
Andersson/Sandstöm’ün iddialı sanatçısı Assa
Koupi’nin bronz heykel serisi gibi...

Miro Galeri Lelong

Galeri Non
TÜRKİYELİ GALERİLERİ ATLAMAYIN
Türkiyeli galerilerden Pi Artworks’de Volkan
Aslan’ın neonlarını,
Ankara Nev’deki Necla Rüzgar’ın resimlerini,
Galeri Non’da Extramücadele’yi, Rampa’da Servet
Koçyiğit’in Duvar adlı işini, Hüseyin Bahri
Alptekin’i ve Art Sümer’de Gözde İlkin’in kumaş
üstüne ipliklerle yaptığı harika resimleri mutlaka
görün.

Ekstramücadele, Galeri Non

Jan Fabre
HER ŞEY PİYASA DEĞİL
Fuar alanında bağımsız projeler de var. En önemlisi
Başak Şenova’nın hazırladığı ‘Amnezi Salgını’
başlıklı
video seçkisi. Ayrıca ticari olmayan kurumların
büyük konferans salonunun sahnesine stand kurup
kendilerini tanıttıkları Alternatifler bölümü de
dikkate değer. Bu arada fuar alanında şair Lale
Müldür’ü görürseniz şaşırmayın çünkü deli dolu filmi
Azılı Yeşil’in yeni sahnelerini fuar sırasında
çekecek. Fuara özel hazırlanmış canlı performanslar,
grafik enstalasyonları ve kısa film gösteren
ekranlar da beklemediğiniz anda karşınıza çıkabilir.
SPOT’un düzenlediği söyleşi programında sanat
dünyasını sorgulayabilir, Ülker’in çocuk atölyesine
çocuğunuzu emanet edebilirsiniz.
Hürriyet, Haber: Cem Erciyes, 27.09.2014
|
TAPINAĞI ERİTİP YOL YAPMIŞLAR

Erdek’te “dünyanın sekizinci harikası” sayılan
Hadrian Tapınağı’nın da yer aldığı Kyzikos antik
kentindeki kazılarda iki kireç kuyusu bulundu.
Ortaya çıkarılan ve bazı tarihi parçaların
eritildiği tespit edilen iki kireç kuyusu, yeni
bulgulara ulaşmayı hedefleyen arkeologlar arasında
üzüntüye neden oldu. Eritilen parçaların yol
yapımında bile kullanıldığı belirlendi. Kazı Başkanı
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Nurettin Koçhan,
tapınaktaki kazıların bu yıl için sona erdiğini
belirterek insan figürlerine ait baş, gövde, kol ve
bacak parçaları çıkarıldığını söyledi. Ölçüleriyle
Aydın’ın Didim İlçesi'ndeki Apollon ve İzmir’in
Selçuk İlçesi'ndeki Artemis tapınaklarıyla eşdeğer
Hadrian Tapınağı’nın uzunluğunun 116.2 metre
olduğunu söyleyen Koçhan şöyle konuştu:
“Bizans döneminde burada kireç ocağı
çalıştırılmaya başlanmış. Sonra sayısı ikiye çıkmış
ve bu ocaklar Osmanlı’nın bir döneminde ve
çıkarılan yüzlerce yıllık tarihe ışık tutacak mermer
parçaları eritilip kireç yapılmış. Sadece kireç
yapılmamış. Bizans, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti
döneminde bazı yapılarda buradan giden işlenmiş
mermerler kullanılmış. Osmanlı döneminde İstanbul’a
buradan işlenmiş mermerlerden götürülmüş.
Karayolları, buradan çıkarılan tapınak mermerlerini
asfalt yapmak için yola döşemiş. Yıllar içinde
çeşitli nedenlerle tahrip olmuş ya da edilmiş bir
tarihi yerde kazı çalışması yapıyoruz.”
Cumhuriyet, 26.09.2014
|
HASTANE İNŞAATINDA 22 MEZAR BULUNDU

Çankırı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi
inşaatında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 22
mezara ait kalıntılar bulundu.
Çankırı Müze Müdürü Ali Atmaca, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Aksu Mahallesi'nde bulunan Ağız
ve Diş Sağlığı Merkezi temel kazısında temmuz ayında
4 mezara rastlandığını belirtti.
Bunun üzerine hafriyat çalışmalarının durdurulduğunu
vurgulayan Atmaca, "Bölge, müdürlüğümüz tarafından
kontrol altına alındı. Alandaki mezarların
kaldırılmasından sonra hafriyat çalışmaları yeniden
başlamıştı" dedi.
Geçen haftalarda bölgede yeni mezarlara
rastlanıldığını ifade eden Atmaca, şunları söyledi:
TOPLAM 22 TARİHİ MEZAR
"Çalışmalar devam ederken, temel inşaatında 18
mezara daha rastladık. Mezarların bulunduğu bölgede
inşaata yeniden ara verildi. Koruma kurulunun aldığı
karar doğrultusunda bölgede yapılan incelemenin
ardından yeni mezarlarda çıkan kemikler de
kaldırıldı."
Atmaca, mezarların kireç taşından yapıldığını
açıklayarak, kalıntıların bu bölgeden çıkarılmasının
ardından ilgili firmaya yeniden çalışma izni
verildiğini dile getirdi. Çalışmaların Müze
Müdürlüğü kontrolünde süreceğini belirten Atmaca,
mezarların Roma dönemine ait olduğunu tahmin
ettiklerini sözlerine ekledi.
Sabah,
26.09.2014
|
AİGAİ KAZILARINA BAŞKAN DESTEĞİ

Manisa Büyükşehir Belediye
Başkanı Cengiz Ergün, kazı çalışmaları 2004
yılından bu yana Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ersin
Doğer başkanlığında devam eden Aigai antik
kentinde incelemelerde bulundu, destek sözü
verdi.
Başkan Ergün’e incelemeleri esnasında, Danışmanı
Azmi Açıkdil, Kırsal Hizmetler Dairesi Başkanı
Nedim Zurnacı ve kazı çalışmalarına sponsorluk
yapan işadamı İsmail Akçura da eşlik etti.
Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün
incelemeler esnasında kazı Başkanı Prof.Dr.
Ersin Doğer’den antik kentin şehrin ekonomik,
kültürel ve askeri yapısı hakkında bilgiler
aldı. İncelemesinin ardından bir açıklama yapan
Büyükşehir Belediye Başkanı Ergün, Aigai antik
kentinin ayağa kaldırılması noktasında
yapabilecekleri çalışmaları görüştüklerini
belirtip, "Bu anlamda hocamızın bize sunacağı
program dahilinde burada neleri yapabiliriz,
nasıl bir katkıda bulunabiliriz bunları
görüşüyoruz. Bu şehrin ayağa kaldırılması demek
Manisa’da turizmin ve buna bağlı diğer belli
alanlardaki birleştirmelerle burasını, turizme
açılması noktasında belli bir safhaya getirmenin
görüşmeleri olacak. Ona göre biz de üzerimize
düşen her türlü katkıda bulunmaya çalışacağız"
diye konuştu. Aigai’ye ilk defa geldiğini
belirten Başkan Ergün, "Gerçekten yerin altında
daha çok büyük eserler var. Bu eserleri ortaya
çıkarmak bizim görevlerimiz arasında. Kentin
gelişimi, ekonomisinin artması ve turizminin
canlanması noktasında çok önemli bir değer
olduğuna inanıyorum. O açıdan bir kere daha
bugüne kadar yapılan çalışmalardan ötürü
teşekkür ediyorum" diye konuştu.
"DAHA HEVESLİ ÇALIŞACAĞIZ"
Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ü kazı
alanlarında görmekten büyük mutluluk duyduğunu ifade
eden Kazı Başkanı Prof.Dr. Ersin Doğer ise, "Aigai
kazısı 2004’te başladı. Manisa il sınırları
içerisinde Sardes’ten sonra en önemli ören
yerlerinden bir tanesi. Özellikle İzmir-Bergama
Karayolu’na da yakın olması bu önemi daha fazla
arttırıyor. 10 yıldan bu yana kazıları işadamı
İsmail Akçura’nın katkılarıyla götürmeye çalıştık.
Bu yüzden Büyükşehir Belediyesi’nin de bize
katılmasından son derece memnunuz. Bundan sonraki
süreçte daha büyük bir hevesle çalışacağımıza söz
veriyoruz" diye konuştu.
"BAŞKAN ERGÜN BİZE MORAL
VERDİ"
Aigai antik kentinde yapılan kazılara sponsor
olarak destek veren işadamı İsmail Akçura ise,
"Büyükşehir Belediye Başkanımız Cengiz Ergün, buraya
gelerek bizlere moral verdi. Kendisine çok teşekkür
ederim. Ben burada sponsorluk yapıyorum ama esas iş
hocada. Geldiler ve burada kazı yapmaya başladılar.
Bende elimden geldiği kadar yardımcı olmaya
çalışıyorum. Burası 5-10 sene içerisinde Bergama
gibi bir yer olacak. O bakımdan sizlere çok teşekkür
ederim" dedi.
Hürriyet, Haber: Mehmet Hakkı Özbayır, 26.09.2014
|
ROMA HAMAMI RESTORE EDİLİYOR
Kuşadası Belediyesi
Restorasyon projeleri kapsamında, Yavansu Mahallesi
Ilıca mevkiindeki Roma hamamının gün yüzüne
çıkarılması çalışmaları başladı.

Ilıca Tepe olarak bilinen alanda, Roma dönemine ait
olduğu sanılan dev kayalardan yapılmış sur duvarları
etrafında çalışmalara,
Aydın
Arkeoloji Müzesi denetiminde başlandı.

Kuşadası Belediye başkanı Özer Kayalı, arkeologlara
göre etrafında çalışma yapılan yapının antik dönemin
izlerini taşıdığını belirterek, “Yapının restorasyon
ve koruma altına alınabilmesi için öncelikle
etrafının temizlenmesi gerekir. Aydın Arkeoloji
Müzesi'nden bir uzmanın gözetiminde belediyemiz
elemanlarınca çok dikkatli bir çalışma yürütülüyor.
Temeli, etrafındaki yapı olasılığı göz önünde
bulunduruluyor. Uzmanlara göre burasının geçmiş
dönemlerde kaplıca olarak kullanıldığı, hatta 20 yıl
öncesine kadar burasının şifalı su kaynağı olduğu ve
cilt hastalıklarının her çeşidine iyi geldiği
inanışıyla çevre il ve ilçelerden ziyaretçilerin
geldiği biliniyor. Yapılan araştırma ve kazı sonrası
mevcut yapının Restorasyonu
Kuşadası Belediyesi tarafından
gerçekleştirilecek” dedi.

Milliyet, 26.09.2014
|
KAYALIPINAR 2014 KAZILARINDA ÖNEMLİ BULUŞ
Sivas İli Yıldızeli İlçesi, Kayalıpınar’da bu
yıl Bakanlığımız ve Almanya Marburg Philipps
Üniversitesi adına Doç.Dr. Vuslat Müller-Karpe
başkanlığında yürütütülen olan kazılarda ele
geçen bir tablet Anadolu arkeolojisine yeni bir
antik Hititçe çivi yazılı bir tablette kentin
eski ismi olarak Samuha ismine ulaşıldı.
Şimdiye kadar kazı yapılan Hitit
yerleşmelerinden sadece beşinin eski adı
bilinmekte olup, Kayalıpınar’ın eski adının
Samuha olarak belirlenmesi bu alandaki önemli
bir buluş olarak değerlendiriliyor.
MÖ II. binde Anadolu’daki en önemli kentlerden biri olduğu öngörülen, SAMUHA isminin, Boğazköy’de bulunan yazılı kaynaklarda çok sık geçtiği bilinirken, Türkiye’de bulunan en eski yazılı belgeler olan ve Kültepe’de ele geçen Eski Assur dilindeki çivi yazılı tabletlerde de Samuha’dan bahsediliyor.
Hitit Çivi yazılı tablet
Asurlu tüccarların ticaret yaptığı ufak bir
pazar yeri (Vabartum) olan Samuha daha sonra
gelişerek MÖ 18. yüzyılda önemli bir ticaret
merkezi (Karum) haline gelmişti. Kayalıpınar’da
bu devirden kalma yazılı belgeler de bulunurken,
bu yıl yapılan kazılarda Eski Assur dilinde
yazılmış, Anadolulu bir tüccara ait tablet ele
geçti.
Yine Hitit Krallığı devrinde de (MÖ 17.-13.
yüzyıl) önemli bir şehir olan Samuha’da Hitit
Kralı Telepinu’nun (~MÖ1500) resmi bir depo
inşa ettirdiği yazılı kaynaklardan biliniyor.
Hitit büyük Kralların ülkeyi yönettikleri
Krallık merkezi de olan Samuha’ da MÖ14.
yüzyılda büyük Kral Tuthaliya’nın saray halkıyla
birlikte Samuha’ya geldiği ve ülkeyi buradan
yönettiği, hatta Samuha’da öldüğü de biliniyor.
Oğlu I. Suppiluliuma’nın da birçok sefere
Samuha’dan çıktığı, o zamanlar Hitit
Krallığı’nın çok gelişerek firavunların hüküm
sürdüğü Mısır’la birlikte eski Dünyanın en
kuvvetli devletlerinden biri olduğu biliniyor.
kulturvarliklari.gov.tr, 26.09.2014
|
5 YIL ZİYARET EDİLEMEYECEK

Bergama Müzesi'ndeki restorasyon çalışmaları
nedeniyle sunağın bulunduğu salon, pazar günü
ziyaretçilerini kabul ettikten sonra 5 yıl kapalı
kalacak. Müzedeki onarım ve yenileme çalışmalarının
2025 yılına kadar devam etmesi bekleniyor. Berlin'in
en çok ziyaret edilen müzesi olan Bergama Müzesi'ni
her yıl yaklaşık 1,5 milyon kişi geziyor.
Prusya Kültür Varlığı Vakfı tarafından yapılan
açıklamada “Bergama Müzesi'nin bütününün ve sunağın
bulunduğu salonun yapısal olarak çok kötü durumda”
olduğu kaydedildi.
Açıklamada çelik çatı konstrüksiyonu, ön cephe ve
tavan aydınlatmasında büyük hasarlar görüldüğü,
binanın teknik donanımının da eskimiş olduğu ifade
edildi.
En erken 2019'da
Restorasyon çalışmaları sırasında müze açık
kalmaya devam edecek ancak Bergama Zeus Sunağı'nın
bulunduğu salon en erken 2019 yılında tekrar
ziyarete açılabilecek.
Milattan önce ikinci yüzyıldan günümüze kalan
Bergama Zeus Sunağı, Helen kültürünün
başyapıtlarından biri sayılıyor.
Alman arkeologlar tarafından İzmir'in Bergama
İlçesi'nde 1878-1886 yılları arasında yapılan kazılar
sonucunda keşfedilen sunak, parçalar halinde
Berlin'e getirilmişti.
Deutsche Welle Türkçe, 26.09.2014
|
TARİHİ SÜLEYMAN AĞA KONAĞI KURTARILDI

Meşrutiyetle aynı
yıl yapılan 106 yıllık Süleyman Ağa Konağı,
bitişiğinde yapılan kazı nedeniyle yıkılma tehlikesi
atlattı. Büyük bir risk altına giren konakta bazı
duvarlar ve tavanda göçükler meydana geldi. Yakutiye
Belediyesi, inşaatı mühürlerken tarihi Camilerin
yıkılıp yeniden yapılması gibi ucube bir uygulamaya
sessiz kalan, tarihi eserin çökme riskine rağmen
bitişikte inşaat yapımına izin veren Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun tavrı merak konusu.
Erzurum’un en merkezi yerinde bulunan tarihi
Süleyman Ağa konağı, bitişiğinde Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından verilen izinle yapılan
inşaat çalışması nedeniyle yıkılma tehlikesi
atlattı. Tarihi konağın bitişiğinde yapılan inşaat
çalışmasında ağır tonajlı araçlar, kepçeler
kullanıldı. Yıkım sırasında tarihi konağın bazı
duvarları ve tavanlarında çatlamalar, ayrılmalar
meydana geldi. Yakutiye Belediyesi, ihbar üzerine
inşaatı durdurdu. Konak sahiplerinden Abdul Vahap
Atmaca, ilgililer hakkında suç duyurusunda
bulunacaklarını söyledi. İnşaat kazısı nedeniyle
büyük hasar gören tarihi Erzurum konağı, 1908
tarihinde yapılmış.
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, konak
sahiplerinin, Yakutiye İlçe Belediyesinin
itirazlarına rağmen, içerisinde akademisyenlerinde
yer aydığı 28.08.2012-403 sayılı toplantı kararıyla
tarihi Erzurum konağı bitişiğinde inşaat
yapılmasının hiçbir sakıncası olmadığına karar
vermişler. Bu Kurul ve Kültür Varlıklarını Koruma
ile görevli Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü, yakın zamanda tescilli ve tarihi
camilerin yıkılıp yeniden yapılmasına göz
yummuşlardı. Kurulun göz yumduğu başka bir tarihi
facia ise Erzurum Valilik Konağı olarak bilinen,
şimdi İdare Mahkemesi tarafından kullanılan tarihi
binanın adeta tarih kokan ve tescile konu
özelliklerinin yok edilip, içeriden betonarmeye
çevrilmesiyle yaşanmıştı.
Paha biçilmeyen ve Türkiye’de bir örneği bulunmayan
konağın göz göre göre yok edilmeye çalışıldığını
ifade eden Atmaca, “Bu olay tamamen tarihe bir
saldırıdır. Bu binada oluşan hasarlardan Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu sorumludur. Buraya ruhsat
ve izin verenler hakkında savcılığa suç duyurusunda
bulunacağız. Acilen bu kazı ve inşaat
durdurulmalıdır” dedi.
BATI YAPI SANATININ ENDER ÖRNEĞİ
Kayıtlarda 'Hacı Bekirzade Ağa Konağı" olarak
geçiyor. Sahibi Erzurumlu Süleyman Ağa. Tüccar, ufuk
sahibi, çocuklarını okutmuş. Onlardan biri bütün
Erzurum'un tanıdığı Fizo Baba. Fizo Baba lakaplı
Hüseyin Karagöl, Diş Hekimliği, ardından Fizik
okumuş. Erzurum Lisesinde Fizik öğretmenliği yapmış.
Konak, uzun ve ilginç öyküye sahip. Şayet
elbirliğiyle yok edilmezse çeşitli öykülere konu
olacak.
YAKUTİYE BELEDİYESİ MÜDAHALE ETTİ
Stili, tarzı, yapımından günümüze büyük bir tarih
hazinesi olan Süleyman Ağa konağı adeta çevresi kötü
yapılaşma ile tehdit altına alınmış. Yıkılması, yok
edilmesi için neredeyse şartlar hazırlanmış. Konağın
şimdiki sahibi ve ailenin varisi Abdul Vahap Atmaca,
ciddi masraflar yaparak ayakta tutmaya çalıştıkları
konağın yok edilmesine müsaade etmeyeceklerini
söylüyor.
Konak bitişiğinde yer alan, yıkımıyla tarihi konağı
tehdit eden bina için inşaat ruhsatı mahkeme kararı
sonucu Yakutiye Belediyesinden verilmiş. Yakutiye
Belediyesi, burası için ruhsat vermemek için
direnmiş. Kurul, tarihi konağa yönelik tehdit
oluşmayacağı hükmüne varmış. Bina sahipleri kurulun
kararına rağmen ruhsat vermeyen Yakutiye
Belediyesi'ni dava etmiş. Ardından mahkeme Kurul
Kararını dikkate alarak inşaat ruhsatı verilmesi
yönünde karar vermiş. Bu kararın ardından bina
sahiplerinin başlattığı ağır tonajlı iş makineleri
ile kazı sırasında konak yıkılma tehlikesi atlattı.
Tavan ve duvarlarında açılmaların oluştuğu konak
sahipleri suç duyurusunda bulundu. Yakutiye
Belediyesi ise inşaat kazısını durdurup kazılan
alanı doldurdu.
Kurulun 2012 yılında inşaat ruhsatı verilmesinde
sakınca olmadığına dair aldığı karar bilgileri yer
alıyor. Bu kararın ardından bina sahipleri mahkeme
aracılığıyla inşaat ruhsatı alarak kazı çalışması
başlattı.
Erzurum Gazetesi, 23.09.2014
|
TEPE MEZARLIKTA İÇ SIZLATAN GÖRÜNTÜ

Erzurum’da 300
yıllık tarihi mezarlık adeta çöplüğe dönerken,
mahalle sakinleri yağmur sonrası ortaya çıkan
kafatası ve insan kemiklerini görünce panik yaşadı.
Erzurum’un Yakutiye İlçesi'ne bağlı Veyisefendi
Mahallesi’nde bulunan tarihi 300 yıllık mezarlık
adeta kaderine terk edilmiş durumda. Eski
dönemlerden kalma mezarların bulunduğu alanda yağmur
yapmasıyla oluşan toprak kayması sonucu insan
kemikleri ve kafatasları ortaya çıkıyor. Vatandaşlar
tarafından adeta çöplük haline çevrilen tarihi
mezarlıkta, çocuklar oyun oynarken kemiklerle
karşılaşıyor. Eski dönemlere ait mezar taşlarının
bulunduğu alanda bir çok mezar kayıp olurken bazı
mezarlardan da kemikler dışarı çıkıyor.
TARİHE SAYGI ÇAĞRISI
Mahalle sakinlerinin tedirginlik yaşadığı alanda
bulunan kafatası ve kemikler toplanıp poşete
konularak mezarlıklar müdürlüğüne teslim edildi.
Mahalle sakinlerinden Abdulcabbar Yaşar, tarihi
mezarlığa sahip çıkılması için yetkililerden yardım
istedi. En az 300 yıllık mezarların bulunduğunu
ifade eden Abdulcabbar Yaşar, yağmur yağdığında
bütün kemiklerin ortaya çıktığını ifade ederek,
çocukların kemiklerden korktuklarını söyledi. Yaşar,
“300 yıllık tarihi bir mezarlığa hiç kimse sahip
çıkmıyor. Kafatasları, kemikler hep dışarıda biz
toplayıp poşetlere koyuyoruz ve mezarlık müdürlüğüne
teslim ediyoruz. Bu mezarlıkların etrafının çevrilip
korumaya alınmasını istiyoruz” dedi.
Erzurum Gazetesi, 21.09.2014
|
TEPEKÖY HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI
Varto İlçesi'ne
bağlı Tepeköy Höyüğü’nde başlatılan kazı çalışmaları
devam ediyor.
Ahlat Müze Müdürlüğü ve İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğünce yürütülen kazı çalışmalarının
başkanlığını da yapan Ahlat Müze Müdürü Ziya Kılınç,
alanda incelemelerde bulundu.
Eylül ayında başlatılan kazı çalışmaları hakkında
bilgi veren Kılınç, bölgede yapımı devam eden
Alparslan 2 Barajı tamamlandığında 6 köyün tamamen
sular altında kalacağını belirterek, baraj
sularından etkilenecek alanlar arasında Tepeköy
Höyüğü’nün de yer aldığını söyledi.
Bölgede 3 tescilli kültür varlığı bulunduğunu
aktaran Kılınç, “Bunlar Tepeköy Höyüğü, Kayalıdere
Köyünde bulunan Urartu yerleşimi ve Kızkalesi. Bu
alanlarda aşamalı olarak kazı yapmayı ve kurtarmayı
düşünüyoruz. Tepeköy’deki çalışmalar bittikten sonra
Kayalıdere’deki Urartu yerleşimine kazı başlayacak.
Daha sonra ise Kızkalesi’ne geçeceğiz.
Çalışmalarımız havalar soğuyuncaya kadar devam
edecek” diye konuştu.
Tepeköy Höyüğü’nde 1966 yılında bir deprem
yaşandığını anlatan Kılınç, “Depremden önce yerleşim
yeri buradaymış. Rivayetlere göre burada bir cami ve
ev yerleşimleri varmış. Deprem olunca bölge terk
edilmiş” dedi.
Kılınç, höyüklerde yerleşimlerin genelde Neolotik
Dönemlere kadar uzandığını belirterek, kazılar
sonucu eserlerin hangi döneme ait olduğunun ortaya
çıkacağını ifade etti.
Kılınç, “Alan kesinlikle bir kültür merkezi,
kültür alanı. Burada çıkacak veriler hangi döneme
kadar ulaştığı, insanların nasıl yaşadığı, tarımla
ilgili ne gibi faaliyetler olduğu hakkında bizlere
ip uçları verecektir” dedi.
haberler.com, 20.09.2014
|
ERBAA HOROZTEPE HÖYÜĞÜ TURİZME AÇILIYOR
Erbaa Belediye Başkanı Hüseyin Yıldırım, yaptığı
açıklamada, Horoztepe Höyüğü'nün turizme
kazandırılacağını söyledi.
Yıldırım, Horoztepe'den çıkarılan çocuğunu
emziren ana tanrıça heykelciğinin Ankara'daki
Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde, bazı eserlerin ise
New York ve Paris müzelerinde sergilendiğini
kaydetti.
Höyüğün turizme kazandırılacağını ifade eden
Yıldırım, şöyle devam etti:
"Erbaa Belediyesi,
Tarihi Kentler Birliği üyesi. Birliğimizin Erbaa ile
ilgili çok ciddi bir hevesi var. Buraların kent park
ilan edilip korunması planlanıyor. Horoztepe'ye müze
ile sosyal yaşam alanları yapmayı planlıyoruz.
Artık Erbaa'nın
tarih sayfasında hak ettiği yeri almasını istiyoruz.
Burada fizibilite çalışmalarını yaptık. İnşallah bir
ekip oluşturup bir kazı başlatacağız."
tokattan.com, 17.09.2014
|
YALIHÖYÜK'TEKİ TARİHİ ESERLER İNCELENDİ

Yalıhüyük İlçesi'nde bulunan tarihi taşın
üzerindeki kabartmalar deşifre edildi.
İlçedeki duyarlı vatandaşların girişimleri
üzerine, Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar,
yaptığı araştırmalarla 5 bin yıllık olayın sırrını
çözdü.
Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, "İlçede
yaptığım araştırmalarda çiftçiler tarafından bulunan
ve bazı evlerin duvarlarında ve belediye parkında
bulan benzeri taş üzerinde kabartmalar var. Roma
dönemine ait bir eser, anlamı ise Süvarinin elinde
bir şahin, üstte bir kartal ve geri planda bir hilal
var. Daha önde de bir kadın. Bu inançlarla ilgili
kartal Zeus'u, hilal ise 'tanrı' Men'i ve kadın da
Kibele'yi simgeliyor. Bu ölen kişinin ruhunun bir
çok 'tanrı' ile korumasını yansıtıyor’’ dedi.
Yalıhüyük’e iki kez teknik gezi dolayısı ile
geldiğini ifade eden Bahar,’’1990 ve 2005 yıllarında
iki üç kez incelemeye geldim. O sıralarda höyük
boştu. Ancak sonradan yapılaşma ile tahribat
görmüş. Bu höyüğü de korumak lazım. Benim
tespitlerime göre 5 bin yıllık bir yerleşim yeri’’
diye konuştu.
Yalıhüyük Belediye Başkanı Hasan Koçer, kabartma
taşlara insanların bilgi sahibi olması için bir
tanıtım levhası asılacağını dile getirerek,
‘’Yalıhüyük’te bulunan birçok eser gün ışığına
çıkmayı beklemekte. Çiftçiler tarafından ilçe
merkezi çevresindeki ve çökelek mevkiindeki höyükten
bazı eserleri buluyorlar. Bunların bazıları evlerin
duvarlarında yer alıyor. Günümüze kadar bu eserler
korunamamış. İlçe merkezindeki Höyük ve çevresi sit
alanı içinde. Ödenek olmadığından hiçbir arkeolojik
araştırma ve kazı yapılmamış. Kültür ve Turizm il
Müdürlüğüne inceleme yapılması için girişimlerim
var. İlçede bulunan eserleri de belediye parkında
koruma altına aldım’’ dedi.
Ev sahibi Cafer Tekin ‘’Bu kabartma taşların
anlamını bilmiyorduk. Öğrenince sıva altına
aldırmadım’’ diye konuştu.
Memleket, 17.09.2014
|
21 - 27 Eylül 2014
|
HAMAM MECLİSİ
Lüleburgaz
Belediyesi, 450 yıllık Sokollu Mehmet Paşa
Külliyesi’ndeki hamamı 6 milyon liraya restore edip
belediye meclis salonu haline getirdi. Salonun
Türkiye’deki belediyeler arasında bir ilk olduğunu
savunan CHP’li Belediye Başkanı Emin Halebak,
“Oturma düzeniyle de Başkan’ı üyelerle eşitledik”
yorumunu yapıyor.

Kırklareli’nin
Lüleburgaz İlçesi Belediye Başkanı Emin Halebak
aradı:
- 450 yıllık Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi’ndeki
hamamı restore edip belediye meclis salonu haline
getirdik. Bu, Türkiye’deki belediyeler arasında bir
ilktir.
Prof. Kenan Mortan ve
Dünya Gazetesi Başyazarı Osman Saffet Arolat’la
birlikte geçenlerde Lüleburgaz’a açılış için gittik.
Milli Eğitim eski bakanlarından Necdet Tekin, CHP
İstanbul milletvekilleri Umut Oran ve Süleyman
Çelebi’nin de katıldığı törende Lüleburgaz
Belediyesi Fen İşleri Müdürü Nalan Koç, Sokollu
Külliyesi’nin özelliklerini anımsattı:

- Sokollu Külliyesi,
Mimar Sinan’ın Selimiye’den önce yaptığı eserlerden
biridir. 1568’de yapımı gerçekleştirilen 3 bin
metrekarelik alana sahip Külliye, Camii, Medrese,
Arasta, Kervansaray, Hamam ve Sübyan Mektebi’nden
oluşur. Bugün sadece cami, medrese, arasta, sübyan
mektebi ve restorasyonunu gerçekleştirdiğimiz çifte
hamam ayakta kalabilmiştir.
6 MİLYONA MAL OLDU
Restorasyonun bedelini ortaya koydu:
- 2006’da gerçekleşen satın alma süreci dahil
restorasyon 6 milyon 205 bin liraya mal oldu. Bunun
235 bin 127 bin Euro’su, “Bulgaristan ile Tarihi
Kültürel Mirasın Korunması” çerçevesinde gelen
hibeden oluştu. Bu para da mobilya ve bilgisayar
donanımlarına harcandı.
Emin Halebak, mecliste
oturma düzenine işaret etti:
-
TBMM dahil, birçok
kurumun meclis salonunda başkanlık divanının
bulunduğu yer daha yüksektedir. Biz, başkan ve
meclis üyelerinin birbirlerini rahat görecekleri
oturma düzeni tercih ettik.

Usta yazar Çetin
Altan’ın İşçi Partisi milletvekili olarak TBMM’de
bulunduğu günlerdeki sözüne gönderme yaptı:
- Çetin Altan, o günlerde meclis başkanı ve divan
üyelerinin daha yukarıda bir noktada oturmasına
“marangoz hatası” benzetmesi yapmıştı. Biz,
“marangoz hatası” yapmadık.
Ardından Prof. Kenan
Mortan, “Yerel Yönetimler ve Demokrasi” başlıklı
sunum yaptı:
- Değer yaratan projeyle rant projeleri arasında ak
ile kara arasındaki gibi bir fark vardır. Rant
projesi çıkar sağlar. Değer yaratan proje ise
yurttaşın hayatını etkiler ve olumlu yönde
değiştirir.

Nobel ödüllü Prof.
Hayek’ten alıntıyla şu noktaya dikkati çekti:
- Siyasi partiler için “sağ” ve “sol” kategorik
hükümler yerine, “değer yaratan” ve “rant yaratan”
ayrımı yapmak daha doğru olmaz mı?
YEREL YÖNETİMLERİN
PAYI
Sonra yerel yönetimlerin kamu yatırımları
içindeki payı konusunda örnekler verdi:
- Yerel yönetimlerin kamu yatırımları içindeki payı
Türkiye’de yüzde 23 iken
Fransa’da 70,
İspanya’da 30, Polonya’da 62’dir. Türkiye’de kamu
kaynağının yüzde 85’i merkezin tasarrufundayken,
Avrupa’da bu pay ortalama yüzde 50’dir.
Gelir örneklerinin de
altını çizdi:
-
İtalya’da
gelirlerin yüzde 60’ı, İngiltere ce Almanya’da da
yüzde 34’ü yerel vergilerdendir. Türkiye’de ise
yerel yönetimlerin vergi koyma, ekleme, azaltma
yetkisi yoktur.

Prof. Mortan, sunumunu
Montesquie’nun sözüyle noktaladı:
- İdeal devleti yerel topluluk yaratır.
Lüleburgaz Belediyesi,
meclis salonunu tarihi mekana taşıyarak belki “fark”
yarattı...
Bakalım o “fark” Lüleburgazlı’ya nasıl yansıyacak?
Kabul etmeyeni 5’inci
kattan atarım

Lüleburgaz Belediye
Başkanı Emin Halebak, Sokollu Külliyesi çifte hamam
bölümünün alınması ve restorasyonunun belediye
meclisindeki tüm partilerin desteğiyle
gerçekleştiğini belirtti:
- Belediye binamız tamirdeyken toplantılarımızı Ata
İş Merkezi’nin 5’inci katında yapıyorduk. Sokollu
Külliyesi çifte hamam konusunu gündeme getirdiğimde,
“Bu projeye oy vermeyeni 5’inci kattan atarım”
dedim. Proje kabul gördü. Sokollu Külliyesi’ndeki
salonumuz giriş katı. Artık kimseye “5’inci kattan
atarım” demek de mümkün değil.
Belediyenin 2014
bütçesinin 86-88 milyon lira dolayında olduğunu
kaydetti:
- Sokollu Külliyesi’ne harcadığımız 6 milyon lira,
bizim için küçük bir rakam. Hedefimiz Kervansaray
bölümünü de alıp restora ederek Lüleburgaz’a yeniden
kazandırmak.
Hürriyet, Haber: Vahap
Munyar, 26.09.2014
|
DEFİNE SANDIĞI
ABD'de 91 yaşında ölen
adamın evindeki sandıkta, Nürnberg duruşmalarına ait
belgeler bulundu. Nazi savaş suçlularının
yargılandığı duruşmadan kalan belgeler müzayedede
satılacak.
ABD'nin Alaska eyaletinde 91 yaşında hayatını
kaybeden Chand Sud'un eşyalarını karıştıran
varisleri, kilitli bir sandık içinde Nazi savaş
suçlularının yargılandığı Nürnberg duruşmalarına ait
önemli belgelerle karşılaştı. Sud'un, Nürnberg'de
görevli eşi Maxine Carr tarafından toplandığı ifade
edilen; içlerinde mahkumların kimlik kayıtları, Nazi
armaları ve madalyalarının da bulunduğu koleksiyon,
yarın satışa çıkarılacak. Tarihçiler II. Dünya
Savaşı bitiminde Almanya'da başlayan mahkemelerde 32
ay görev yapan Maxine Carr'ın koleksiyonunun
benzersiz olmadığını ancak koleksiyoncular için
değerinin büyük olduğunu ifade etti. Yetkililer,
Carr'ın mahkemeleri takip eden gönüllülerden biri
olabileceğini ve davaların sonuçlanmasıyla birlikte
bazı parçaları hatıra olarak saklamış olabileceğini
belirtti.
Sabah, 26.09.2014
|
ÖMER AĞA CAMİİ'NİN
USTALARLA İMTİHANI

Yolunuz düştüğünde
mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir tarih mirası,
‘Hacı Ömer Ağa Camii’. Ulu bir çınarın gölgesinde
duran o mütevazı yapının içinde eşsiz bir hazine
var. Zamanın ve ustaların yıpratıcı etkilerine
rağmen ayakta duran.
Denizli’nin Acıpayam
İlçesi'nin 17 km doğusunda, Antalya yolundan 7 km
içeride, önünde uzayıp giden yemyeşil ovaya hakim
bir tepe üzerinde kurulan Yazır Kasabası bir kültür
hazinesine ev sahipliği yapıyor. Yolunuz düştüğünde
mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir tarih mirası.
Binbir hatıraya şahitlik yapmış ulu bir çınarın
gölgesinde duran; mütevazı bir görünüşün içinde
eşsiz bir hazine saklayan ‘Hacı Ömer Ağa Camii’.
Halk tarafından ‘Çarşı
Camii’ ve ‘Yukarı Cami’ olarak bilinen ‘Hacı Ömer
Ağa Camii’nin giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1801
yılında Hacı Ömer Efendi adında bir zat tarafından
yaptırıldığı anlaşılıyor.
Dışarıdan sade bir
görüntüye sahip olan dikdörtgen planlı caminin
içinde bir kültür hazinesi saklı. Caminin en önemli
özelliği rengarenk süslemelerle bezeli olması. İçeri
girdiğinizde sizi, duvarlardaki panolarda bulunan
büyüleyici güzellikteki resimler karşılıyor. Zengin
bir süslemeye sahip üç sıra halindeki tablolarda
vazo, sepet ve ibrikler içindeki gül, lale ve
karanfiller; elma, üzüm, nar, armut, karpuz gibi
meyvelerden oluşan natürmortlar, perde motifleri
var. Caminin diğer önemli özelliği ise 13. yüzyılda
görülen ağaç direk ve işlemeli ahşap tavana sahip
ibadet mekanlarından biri olması. Caminin tavanı,
çıtalarla küçük karelere ayrılmış ve tavan belirli
aralıklarla serpiştirilmiş bitki motiflerinden
oluşan “ahşap üstü kalem işi” tekniğinin son derece
güzel örnekleriyle bezenmiş. Cami, mimari ve süsleme
özellikleri ile 13. yüzyıldaki ağaç direkli Selçuklu
camilerini hatırlatıyor.
Yağmura fırtınaya bir
de ustalara direndi
Hacı Ömer Ağa Camii
zamanın yıpratıcılığına, yağmurlara, fırtınalara
direnerek en önemlisi de ustalara direnerek
bugünlere gelmiş.
Duvar ustaları,
marangozlar caminin bir kültür mirası olduğunun
şuurunda olmaksızın kendi yöntemleriyle zaman zaman
tamiratlar yapmış.
Duvarlardaki resimlerin
düşmemesi için tablolar ‘beşe beş’ diye tabir edilen
dilmelerle duvarlara monte edilmiş. Sağ duvardan iki
metre kadar içerde yapılan ‘minber’ cemaati bölüyor
düşüncesiyle duvar dibine taşınmış. Tabii bu taşıma
işi yapılırken eski yeri kaba sıva haliyle eşsiz
güzellikteki tabloların arasında öylece kalmış.
Minber, taşındığı yeni yerinde duvardaki güzelim
tabloları örtmüş. Caminin dört duvarı boyunca
pencere hizasında sıralanan rengarenk tablolar; nem,
yağmur gibi dış etkilerle yıpranınca beyaz badana
yapılarak düzeltilmiş (!) daha da kötüsü yine dört
duvar boyunca pencere altları koyu yeşile boyanarak
tamir edilmiş (!).
Hacı Ömer Ağa Camii
zamana, doğaya ve ustalara direnerek geldiği 200
yılı aşkın bu çileli yolculuktan sonra bugün kültür
mirasımız olarak Anıtlar Kurulu’nun koruması altına
alınmış durumda. Yaklaşık bir yıldır restorasyon
çalışmaları sürüyor. Yetkililer çalışmaların birkaç
ay içinde bitirileceğini söylüyor.
Hacı Ömer Ağa Camii’ni
anlatırken bahçesindeki yaşlı çınardan bahsetmemek
haksızlık olur. Serin gölgesinde oturup iki lafın
belini kıranların sayısını bilen var mıdır? Kim
bilir, ne hikayeler dinledi, ne yarenliklere şahit
oldu, ne sırlar saklıyordur sinesinde. Yaşlısıyla,
genciyle birbirine hasret kaç gönlün kucaklaşmasına,
bayramlaşma sevincine şahitlik etti. Kollarının
altındaki musalla taşında kaç yolcu uğurlandı ebedi
yolculuğa…
‘Hacı Ömer Ağa Camii’
yolunuz Denizli’den geçerse mutlaka görülmesi
gereken bir kültür mirası. Buz gibi suların aktığı
şadırvanda abdest almak, camiye geçip dantel gibi
işlenmiş tabloların seyrine doyduktan sonra gönül
huzuruyla iki rekat namaz kılmak ve ardından yaşlı
çınarın gölgesinde bir fincan kahve yudumlamak hiç
de fena olmayacaktır.
Zaman, Haber: İsa Olgun,
26.09.2014
|
5 BİN YILLIK SERAMİK
ATÖLYESİ ÇIKTI

Dumlupınar Üniversitesi
(DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
tarafından 2006 yılından beri sürdürülen kazı
çalışmalarında, şimdiye kadar binlerce seramik
bulunarak Kütahya Müzesi'ne teslim edildi.
DPÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr.Fikret Özbay, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, höyüğe birçok medeniyetin ev sahipliği
yaptığını söyledi.
Yaklaşık 9 yıldır kendi
bölümleri tarafından Seyitömer Höyüğü Kurtarma
Kazısı'nın yürütüldüğünü belirten Özbay, "Şu an
yaklaşık 5 bin yıllık seramik fırınının önündeyiz.
Sadece seramik fırını değil, bunun çevresinde bir
kil havuzu ve bu havuzun içinde seramik üretimine
yönelik izlerinin olduğu yapı kompleksi yer alıyor.
Fırının önünde bir çevre duvarı ve bu duvarın
dışında ise direkt sokağa açılan bir kapı yer
alıyor" diye konuştu.
Özbay, Seyitömer
Höyüğü'nde yaşayan insanların en önemli geçim
kaynaklarından birinin seramik üretimi olduğunu dile
getirdi.
Buradaki seramik
üretiminin çark yapımı olmadığını, daha çok kalıp
üretiminin oldukça öne çıktığını ifade eden Özbay,
şöyle konuştu:
"Bu haliyle, özellikle
kent merkezine yakınlığıyla da Seyitömer Höyüğü'nün
belki Kütahya çini geleneğinin en erken
örneklerinden biri olduğunu gösteriyor. Kütahya'daki
çiniciliğinin başlangıcının buradan olma
olasılığının çok yüksek olduğunu düşünüyoruz. Sadece
bir fırınla temsil edilmiyor. Bunun dışında üst
katmanlardan itibaren onlarca fırın açığa çıkarıldı.
Bu fırınların üretimi olduğunu düşündüğümüz binlerce
seramik, açığa çıkarıldı. Bunların tamamı Kütahya
Müzesi'ne teslim edildi. O açıdan da höyüğün o kadar
büyük bir yer olmamasına rağmen seramik üretiminin
bu kadar yoğun olması, genel ticaretin seramikle
ilişkili olduğunun göstergesi. Bize, Kütahya
çiniciliğinin tarihsel geçmişini arayacak olursak,
bu 5 bin yıllık fırınlar belkide en erken örnekleri
olma olasılığının yüksek olduğunu düşündürüyor."
Yeni Şafak, 25.09.2014
|
1257 YILLIK ÇINAR TEDAVİ EDİLECEK

Bursa’nın İznik
İlçesi'nde
geçen yıl eylül ayında şiddetli rüzgarın
dallarını kırdığı Osmanlı’nın ilk
müderrislerinden Davud-i Kayseri’nin Türbesi
başındaki 1257 yıllık tescilli çınar tedavi
edilecek.
‘Davud-i Kayseri çınarı’ olarak bilinen ağaç,
2008 yılında tescil edilmişti. Kaymakam Hüseyin
Karameşe ve uzmanlar önceki gün ağacı
incelediler. Karameşe, tarihi çınarı bu konuda
Türkiye’nin en iyi uzmanlarından Emir İnan’ın
tedavi edeceğini belirterek, “Hastalığı varsa
tedavi edilip, çürüyen bölgeleri özel bir yöntem
ile kapatılacak. Doğal anıt olan çınarımızı
kurtarmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız”
dedi. Ayrıca Elbeyli kasabasında bulunan, 650
yaşındaki başka bir anıt çınarın da, zarar
gördüğü tespit edildi. Karameşe, burası için de
koruma ve onarım çalışması yapacaklarını
kaydetti.
Hürriyet, 25.09.2014
|
POLİS PAHA BİÇİLMEZ
TARİH ESER ELE GEÇİRDİ
Adana Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri, yaptığı operasyonda, paha
biçilemez iki heykel ele geçirdi.

Adana Emniyet Müdürlüğü, uyuşturucu mücadele ile
çalışma kapsamında operasyonlara ara vermeden devam
ediyor. Dün yapılan operasyona katılan Adana Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri, bir otomobilden şüphelenip
yapılan aramada koç başlı mezar taşı ve
Roma dönemine ait
heykel ele geçirdi. Polis tarihi eserleri Adana
Müzesi’ne teslim ederken iki kişi hakkında adli
işlem başlattı. Tarihi eserler müzede sergilenmeye
başlandı. Kaçakçıların tarihi eserleri
Hatay’dan getirip
Antalya’ya
götüreceği öğrenildi.
"KOÇBAŞLI MEZAR TAŞI
MÜZEMİZDE İLK OLDU"
Adana Müzesinde görevli
arkeolog Tülay
Ünlü, emniyet tarafından kendilerine dün iki taş
heykel getirildiğini belirterek, "Biri koçbaşlı
mezar taşı diğeri de Roma dönemine ait erkek
heykeli. Mezartaşı bu bölgenin malzemesi değil,
özellikle
Erzurum,
Tunceli,
Bitlis yöresine ait
malzemelere benziyor. Muhtemelen kaçakçılar o
taraftan getirip Adana üzerinden satmaya
götürecekti. Bizim müzenin de ilk örneği oldu.
Diğeri de giysili bir erkek heykeli. Bunlar bir
bilimsel bir kazı malzemesi olmadığı için bunların
hepsi birlikte değerlendiriliyor. Bu heykel tapınağa
ait bir heykel mi, başka bir mimari ögeye ait bir
heykel mi? Biz bunu bilmiyoruz bu nedenle heykelleri
daha sonra bilimsel bir değerlendirmeyle hocaların
yardımıyla incelenecek bundan sonra detaylı bir
bilgi ortaya çıkacak. Yaklaşık 2 bin 500 yıl
öncesine ait bir eserler gibi görünüyor" dedi.

Ünlü, tarihi eserleri kaçakçıların çok uçuk
fiyatlara sattığını bu eserleri de 20 bin ile 60 bin
dolar gibi
fiyatlara sattıklarını anlatarak, "Şuan tarihi
eserlerin fiyatıyla ilgili bir şey söylemek yanlış
olur. Buna oluşturulan kurul karar verecek. Ancak
bizim için tarihe eserlere paha biçilemez" diye
konuştu.

Milliyet, 25.09.2014
|
VAN GOGH ARANIYOR

Ünlü ressam Vincent Van Gogh’un ölümünün 125’inci
yılı için 2015’te Amsterdam’da bir müzikal sahneye
koyulacak. Müzikalin prodüktörü, sanatçıyı
canlandırması için kendisine çok benzeyen bir oyuncu
arayışına başladı.
Dünyanın en ünlü sanatçılarından Hollandalı ressam
Vincent Van Gogh'un benzeri aranıyor... Ayçiçekleri
ve sarı rengi kullandığı resimleriyle olduğu kadar
kulağını kesmesiyle de tanınan ressamın ölümünün
125'inci yılı için “Vincent” adıyla bir müzikal
sahnelenecek. Müzikal, Amsterdam’da, Albert Verlinde
prodüktörlüğünde gerçekleştirilecek. 2015 yılında
başlaması planlanan müzikal, ünlü ressamı
canlandırması için bir oyuncu arıyor ancak şu an
müzikalin hiçbir oyuncusu da seçilmiş değil.
Alışılmışın dışında
Van Gogh Avrupa Vakfı sözcüsü Martine Willekens,
müzikalin amacının ressamın eserlerini alışılmışın
dışında bir formla canlandırmak olduğunu söyledi.
Amsterdam Van Gogh Müzesi yöneticisi Axel Rueger,
ressamın ölümünün 125’inci yılına özel olarak
düzenlenecek müzikal için “Van Gogh’un ölümünü
‘kutlamak’ belki kulağa biraz tuhaf gelebilir ancak
sanatçı yıllar boyunca tıpkı bir rock star gibi
küresel bir ün kazandı” dedi. Gelecek yıl
Amsterdam’da “İlhamın 125 Yılı” adıyla organize
edilecek olan kutlamalar arasında Van Gogh ve Edvard
Munch’un eserlerinin yer alacağı bir sergi de
bulunuyor.
Akşam, 25.09.2014
|
500 YILLIK AŞK MEKTUBU

Birini sevdiğimiz zaman, onunla yaşam
boyu sürecek bir yolculuğa çıkmak isteriz. Ancak hiç
beklediğimiz bir anda ölüm bizi bu yolculuğu
tamamlamaktan alıkoyabilir tıpkı 500 yıl öncesinde
Eung-tae ve eşi gibi…
Andong National Universitesi araştırmacılarının
Güney Korenin, Andong şehrinde yaptığı kazı
çalışmaları sonucunda 16. yüzyılda yaşamış 30
yaşında ölen Eung-tae isimli kişinin mumyası
bulundu. 1582 yılından günümüze ulaşan bu mumyada
dikkat çeken şey ise mumyanın göğsünün bulunan bir
mektup oldu.

İşte öldüğü esnada hamile olan karısı
tarafından yazılmış olan bu duygu dolu mektup:
“Won’un babasına, Her zaman derdin ki “Sevgilim,
saçlarımız aklaşana kadar birlikte yaşayalım ve aynı
gün ölelim.” Bensiz nasıl gidebildin? Ben ve küçük
oğlumuz kimi dinlemeli ve nasıl yaşamalıyız? Nasıl
benim kalbimi kazandın ve nasıl kalbini kazandım? Ne
zaman sırtüstü uzansak sen bana sorardın “Diğer
insanlar da birbirini seviyor mudur bizim gibi?
Onlar da gerçekten bizim gibiler mi?” diye.
Ben sensiz yaşayamam. Sadece seninle gitmek
istiyorum. Lütfen beni de al yanına. Duygularım sana
doğru, ben bu dünyada unutamam, kederim sonsuz.
Kalbimi şimdi nereye koyacağım ve nasıl yaşayacağım
seni özleyen bir çocukla? Şimdi bu mektuba bak ve
bana detayları söyle rüyamda. Rüyamda senin
diyeceklerini dinlemek istediğim için yazıyorum ve
koyuyorum bu mektubu. Yakından bak ve konuş benimle.
İçimdeki çocuk dünyaya geldiğinde kime baba diyecek?
Kim benim ne hissettiğimi derinlemesine anlayabilir
ki? Gökyüzü altında yok böyle bir acı.
Şimdi sen başka bir yerdesin ve benim gibi derin bir
kederde değilsin. Sonsuz, bitmek bilmeyen bir acıyla
yazıyorum. Lütfen iyi bak bu mektuba ve gel
rüyalarıma göster kendini ve anlat bana bunları.
Gizlice gel ve göster kendini. Söylemek
istediklerimin bir sonu yok o yüzden burada
bitiriyorum. ”
Vatan, 25.09.2014
|
HATTUŞA'DA ROMA
DÖNEMİNİN İZLERİ ORTAYA ÇIKIYOR

Hitit medeniyetinin
başkenti Hattuşa'da yapılan kazı çalışmaları
sırasında Roma dönemine ait olduğu belirlenen 20
metre genişliğinde, 40 metre uzunluğunda anıtsal
yapı bulundu.
Bölgede Alman Arkeoloji
Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten kazı
başkanı Doç.Dr.Andreas Schachner yaptığı açıklamada,
1906 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi adına
başlatılan kazı çalışmalarının, 108 yıldır
sürdürüldüğünü söyledi.
Hititlerin başkenti
Hattuşa'daki kazı çalışmalarına bu yıl da devam
ettiklerini belirten Schachner, temmuz ayında
başlatılan çalışmalar kapsamında 3 aylık yoğun bir
sezonu geride bıraktıklarını anlattı.
Bu yıl Hattuşa'nın en
kuzey kenarında bulunan ve "Aşağı Kent" olarak
adlandırılan bölgede Roma dönemine ait anıtsal bir
yapı bulunduğunu ve kazıların bu alanda
yoğunlaştırıldığını ifade eden Schachner, şöyle
devam etti:
"Bu senenin en ilginç
sonucu, Hattuşa'da daha önce sistematik şekilde
görülmemiş Roma döneminin kısmen açığa
çıkarılmasıydı. Böylece hem bilimsel alanda hem de
turistik açıdan boşluk dolduran bir yapı
bulunmuştur. Hitit kentin en kuzey kenarında, Aşağı
Kent olarak adlandırılan bölgenin bazı kısımlarda
daha önce antik döneme ait yani Roma dönemine ait
mezarlık alanının olduğunu biliyorduk. Daha önceki
kazılarda bunu açığa çıkarmıştık ancak yerleşim
alanının nerede olduğunu bilmiyorduk. Bu şansa bu
sene eriştik."
Gerçekleştirilen
jeofizik çalışmalarla, üzerinde niş (duvar içinde
bırakılan oyuk) olan bir kaya parçasının bulunduğu
alanda çalışmalara yoğunluk verdiklerini vurgulayan
Schachner, şöyle konuştu:
"Anadolu'nun batısında
bu tarz kaya üzerindeki nişler, kilise anlamı
taşımaktadır ancak yaptığımız çalışmalarda bu nişe
bağlı duvarlar bulduk. Kazı yapmaya karar verdik.
Küçük ama önemli açmalar yaptık. 20 metre genişlikte
40 metre uzunlukta o nişe bağlanan büyük bir anıtsal
yapı söz konusu. Bu yapı milattan sonra 2. yüzyılda
inşa edilmiş olmalı. Bunu kullanılan yapı
tekniğinden öğreniyoruz. Kullanılan harçlar Horasan
harcı. Daha sonra bu alanın 4. yüzyılda farklı bir
işlev için kullanıldığı anlaşılıyor. Bu bilgiyi de
elde ettiğimiz iki sikkeden çıkartıyoruz. Bu alanda
yoğun bir iskan, yoğun bir kullanım olduğunu kabul
edebiliriz."
"KİLİSE DEĞİLSE NE"
Doç.Dr.Schachner,
çalışmalarda söz konusu alanın "bir kilise değil ise
ne olabileceği" sorusu üzerine yoğunlaştıklarını
vurgulayarak, şunları kaydetti:
Bu kadar geniş bir
meydan türü olan alanın bir toplanma yeri olduğunu
kabul ediyoruz. İnsanların bir araya geldiği, belki
ticaret yaptıkları belki de dini gereksinimlerini
yerine getirdiği, karma fonksiyonlu bir yer olduğunu
tahmin ediyoruz. 19. yüzyıldan beri bu nişin bir
kiliseye ait olduğu düşünülüyordu fakat niş, çok
güneye doğru çevrili olduğu için bizde bir kiliseye
uygun olmadığı düşüncesi hakim oldu. Buradaki
jeofizik çalışmalarının ardından bu nişe ait bir
yapı olduğu görüldü. Bu nişin mimari plan itibarıyla
kiliseye uygun olmadığını gördük. Kazılar da bunu
doğruluyor. Kilise değilse nedir sorusunu
cevaplandırmaya çalışıyoruz. Belki burası bir
tapınma yeri, bir dua etme yeri olabilir."
Hattuşa'ya Hititleri
araştırmak için geldiklerini ancak görevlerinin kazı
yaptıkları bölgede sadece bir döneme odaklı çalışma
yapmak olmadığının altını çizen Schachner, bulunan
anıtsal yapının bölgenin kültürel silsilesinde bir
boşluğu dolduracağına inandıklarını belirtti.
Anıtsal yapıdaki
çalışmaların birkaç yıl daha sürebileceğini bildiren
Schachner, yapının bölgeye olan merakı daha da
artıracağını sözlerine ekledi.
Cumhuriyet, 25.09.2014
|
ATAKÖY SAHİLİNDE SİNPAŞ İNŞAATI DA MÜHÜRLENDİ

Ataköy sahildeki yapılaşmalara bir
mahkeme kararı daha çıktı. 564 ada 181 parselde
devam eden Sinpaş – Katar ortaklığındaki Sea Pearl
Ataköy projesine ait inşaatlar mahkeme kararıyla
durduruldu. Bakırköy Belediyesi önceki gün inşaatı
mühürledi.
Ataköy Konaklarının tam karşısında yaklaşık 125 bin
metrekare arazi TOKİ’den 2008 yılında 850 milyon
liraya Sinpaş – Eksim Holding ortaklığına
satılmıştı. Daha sonra bu ortaklığa Katar’ın TOKİ’si
olarak bilinen ve dünyanın pek çok yerinde
yatırımları bulunan Qatari Diar ile Kuzu Grup da
ortak oldu. Proje 8 ayrı blok ve bir otelden
oluşuyor. Sinpaş’ın verdiği bilgilere göre projenin
68 bin metrekarelik kısmı yeşil alan olarak
değerlendirilecek. Kalan kısımlarda otel,
rezidanslar, alışveriş alanları, sağlık tesisleri,
kafeler, yat kulübü, marina ve eğlence tesisleri yer
alacak. Teslimatlar Mart 2017 ile Şubat 2018 olarak
belirlendi. Metre kare satış fiyatı 7 bin 200 dolar
ile 10 bin 550 dolar olarak belirlendi.
HAFRİYAT DEVAM EDİYORDU
Ataköy sahildeki yapılaşma Aralık 2013’te başladı.
Önce alandaki yeşil ağaçlar yok edildi. Ardından
hafriyat çalışmalarına başlandı. Ataköy sahildeki
yapılaşmalarla ilgili olarak gerek Mimarlar Odası
gerekse Ataköy Dayanışma Derneği’nin davalarında 181
parsel dahil değildi. Ataköy Konakları’nda oturanlar
Simpaş’ın inşaat faaliyetlerine başlaması ile
birlikte Bakırköy Belediyesi ile
İstanbul Büyükşehir Belediyesine 10. İdare
Mahkemesi’nde dava açtılar. Polifarma İlaç sanayi
adına İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nde açılan
davada, ‘’Ataköy 6. Kısım Mahallesi sahil bandında
bulunan 564 ada 181 parsel üzerindeki inşaata
ilişkin 29.11.2013 tarih ve 5736 sayılı onaylı
mimari projeye istinaden 03.12.2013 tarih 5736
sayılı inşaat ruhsatları ile ruhsatların dayanağı
olan imar planlarının yürütmesinin durdurulması ve
iptali’’ istendi.
MAHKEME BİLİRKİŞİ İSTEDİ
İdare Mahkemesi 15 Ağustos’ta verdiği kararda şöyle
denildi; ‘’İstanbul nöbetçi idare mahkemesince işin
gereği düşünüldü. Mahallinde keşif ve bilirkişi
incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden
bir karar verilinceye kadar 2577 sayılı yasanın 27.
Maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin
durdurulmasına oy birliği ile karar verildi.’’
BAŞKAN : YARGI KARARINI UYGULARIM
Bakırköy Belediye Başkanlığı’na karar 3 gün önce
tebliğ edildi. Belediye önceki gün kararı
uygulayarak inşaatı mühürledi. Belediye Başkanı
Bülent Kerimoğlu şöyle konuştu; ‘’yargı kararlarına
uymak zorundayız. Daha önceki kararlar da nasıl
uyduysak da burada da yürütmeyi durdurduk. Yeni bir
karar alınıncaya kadar inşaat yapılmasına müsaade
etmeyeceğiz.’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.09.2014
|
3 BİN YILLIK HİTİT
BARAJI YENİLENİYOR

Alacahöyük’teki tarihi
Hitit Barajı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından yeniden düzenleniyor.
MÖ 1240 yıllarında Anadolu’da büyük bir kuraklık
olmuş, Hitit Kralı IV.Tudhalia’nın Mısır’dan buğday
getirdiği, ertesi yıl da Orta Anadolu geneline 10
kadar baraj yaptırdığı çivi yazılı belgelerde
geçiyor. Ancak bu barajlardan Alacahöyük hariç
hepsinin işlevini yitirdiği belirtiliyor.
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Çorum
Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu,
medeniyetlerin başkentliğine ev sahipliği yapmış
Çorum’da tarihi turizmin gelişmesi için gerekli
çalışmaların yapıldığını söyledi. Bu doğrultuda
yapılan çalışmalarla müzeler ve ören yerlerinin
yeniden düzenlendiğini, ulaşım yollarının da
modernize edildiğini kaydeden Uslu, “ Yaklaşık 100
yıl önce Alman arkeoglar tarafından yapılan kazılar
sırasında bulunan Boğazköy Sfenks'inin anayurduna
dönmesi de sağlanmıştır. Alacahöyük’e şu ana kadar 6
milyon liranın üzerinde yatırım yaptık” dedi.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün geçen yıl
Alacahöyük örenyeri ile Müze’nin yakınından geçen ve
kötü bir görüntü oluşturan Horanözü Deresi’nin
ıslahını sağladığını belirten Uslu, “2002 yılında
Alacahöyük kazı ekibinin baraj gövdesini
temizleyerek, taş dolgu setini arkeolojik kazı
metoduyla açtığı, 3254 yıllık tarihe sahip Hitit
Gölpınar Barajı’nın çevre düzenlemesi ve peyzaj
proje çalışması yatırım programına alınmıştır. Proje
çalışmasının tamamlanmasıyla yapım işi ayrıca ihale
edilecektir. Hitit Gölpınar Barajı çevre düzenlemesi
ve peyzaj çalışmasının tamamlanması ile baraj
halkımıza ve turizme açılacaktır” ifadelerini
kullandı.
Çorum Haber, 25.09.2014
|
DENİZİN DİBİNDE BİN YILLIK HAZİNE
Ayvalık'taki Maden
Adası açıkları... Su altı tutkunları, Prigos Batığı
ve binlerce iki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu,
karnı geniş testinin meydana getirdiği ihtişamlı
görüntüyü izliyor.
Tahminlere göre bin yıl önce bir gemi Prigos
kayalıklarına çarparak battı. Üzerinden yüzlerce yıl
geçmesine rağmen amfora tepesi ilk günkü
özelliklerini koruyor. Bölge Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın koruma alanı ancak şimdiye kadar
herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmamış.
Batık bölgesine izin alarak dalınabiliyor.
Testilere ve gemiye zarar gelmemesi için izinsiz
dalış ve avlanma yapılamıyor.
Dalış ekiplerine rehberlik eden Kubilay Kılıç,
geminin üzerinde normalde olması gerekenden fazla
amfora bulunduğunu söylüyor.
ÜRETİM YERİ TEKİRDAĞ OLABİLİR
Su altı fotoğraflarını yorumlayan Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr.Ahmet Kaan Şenol, amforaların
10'uncu yüzyıl başlarında Tekirdağ civarında
üretildiğinin tahmin edildiğini aktardı.
Şenol'un verdiği bilgiye göre, testiler şarap
taşımacılığında tercih ediliyordu. Bu tür batıklara
özellikle Marmara Denizi'nde rastlamak mümkün.
Doç.Dr.Şenol, bölgede kapsamlı bir arkeolojik çalışma
yapılırsa yığının altında gemiye ait parçaların
bulunabileceğini tahmin ediyor.
 
 

Akşam, Haber: Emrah Elmas, 24.09.2014
|
ANADOLU'NUN EN ERKEN KİLİSE ÖRNEKLERİ

Karabük'ün Eskipazar
İlçesi'nde
bulunan ve MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla
kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen
Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmaları
kapsamında ortaya çıkartılan Bizans dönemine ait
Kilise B'deki zemin mozaikleri, ziyaretçileriyle
buluşacak.
Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar
güzel nitelendirilen at, fil, panter, geyik ve
grifon (sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana
verilen isim) gibi birçok hayvan tasvir edilen
mozaiklerle ünlenen antik kentte, daha önce
başlatılan koruma amaçlı restorasyon çalışmaları
tamamlandı.
Restorasyon çalışması kapsamında geçici koruma
amaçlı toprakla üstü kapatılan Kilise B'deki
mozaiklerin üstü açılarak temizlendi.
Karabük Üniversitesi'nde görevli arkeolog Ersin
Çelikbaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr.Vedat Keleş önderliğinde 2010
yılından bu yana koruma amaçlı çalışmaları
sürdürdüklerini söyledi.
Çelikbaş, 2010 yılından önce de kazı çalışmalarının
yapıldığını ancak ortaya çıkartılan eserlerin geçici
koruma yöntemleri ile korunduğundan yıpranmaların
yaşandığına şahit olduklarını anlatarak, yapılacak
ilk işin yoğun tahribatı önlemek olduğunu düşünerek
4 yıldır restorasyon çalışması yaptıklarını
belirtti.
Kilise B
Restorasyon çalışmasının Anadolu'nun en erken kilise
örneklerinden olan Kilise B'de tamamlandığını dile
getiren Çelikbaş, şöyle devam etti: "Kilisenin üstü
kapatıldı. Kilisedeki mozaikler restore edildi ve
temizlendi. Anadolu'nun en erken kilise örneklerinin
bulunduğu alan, turizme açılmaya hazır. Mozaiklerde
4 figür var. Figürlerde Fırat, Dicle ve Nil Nehri
ile varlığını henüz ispatlayamadığımız 4'üncü bir
nehir anlatılıyor. Figürler ellerinde bereket
boynuzu tutuyor ve bu boynuzların içinden çıkan
nehir sularında balıklar resmedilmiş. Bunlar
Anadolu'da tek. Dünyada ise Tunus ve Libya'da birer
örneği var."
Çelikbaş, mozaiklerin yapım şeklinin
Zeugma'dakilerle aynı olduğunu belirterek, "Kilisede
ayrıca büyükbaş bir hayvan figürü de var. Figürün
cennet suyundan içerken yüzünün suya yansıması
resmedilmiş. Bunun bir örneği daha yok. Dolayısıyla
buradaki mozaikler dünyada tekil olma özelliğine
sahip. Bu nedenle çalışmalarımızı korumaya yönelik
yaptık. Kısa süre içinde Anadolu'nun en erken kilise
örnekleri ziyaretçileriyle buluşacak" şeklinde
konuştu.
Sabah, 24.09.2014
|
TARİH DEĞİL, ÇİRKİNLİĞİ SEYREDİYORLAR
Antalya'ya
gelen yerli ve yabancı turistler, Cumhuriyet
Meydanı'ndan kuşbakışı izledikleri tarihi
Kaleiçi'nde çöp ve evlerin bakımsız çatılarıyla
karşılaşıyor.

DHA'nın haberine göre, her yıl 10 milyonu aşkın
turistin geldiği Antalya'da yerli ve yabancı turist
kafilelerinin uğrak yeri olan tarihi Kaleiçi,
görüntüsüyle yürek burkuyor. Rehberler eşliğinde
Kaleiçi'nin kartpostallardaki eşsiz manzarasını
izlemeye gelen turistler, kuşbakışı seyrettikleri
manzara karşısında hayal kırıklığına uğruyor.
Turist rehberleri ise Kaleiçi'nin tarihçesini
anlatırken, bakımsız çatıları, çöpleri ve naylondan
çadırları anlatmakta güçlük çekiyor. Durumu
yetkililere bildiren bazı turist rehberleri ise
"Kentin tarihsel ve kültürel en büyük mirası olan
Kaleiçi, turist kafilelerinin en çok ziyaret etmek
istedikleri yerlerden biri. Sokaklarını da gezmeden
önce kuşbakışı seyretmek istiyorlar, ancak
gördükleri manzara karşısında şok oluyorlar. Biz de
durumu onlara izah etmekte güçlük çekiyoruz" dedi.
Yapı, 24.09.2014
|
URARTU KALESİ'NDE 30 YIL ARADAN SONRA BİR İLK

Urartu Kralı II. Sardur tarafından
inşa edilen Çavuştepe Kalesi'nde, 30 yıl aradan
sonra kazı çalışması başlatıldı.
Kent
merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Gürpınar
İlçesi'nde bulunan ve Urartu Krallığı'nın en parlak
döneminde Kral II. Sardur tarafından inşa edilen
Çavuştepe Kalesi'nde, çözüm sürecinin ardından kazma
sesleri yükseliyor.
Günümüze kadar sağlam kalmayı başaran surları, su
sarnıçları, dünyadaki ilk kanalizasyon sistemi,
tapınakları ve saray yapıları ile her yıl çok sayıda
turist ağırlayan kale, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
(YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr.Rafet Çavuşoğlu başkanlığındaki
arkeologların yapacağı çalışmayla daha görkemli hale
bürünecek.
Doç.Dr.Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle
30 yıl aradan sonra çalışmalara başladıklarını
belirterek, restorasyon ve korumaya yönelik
sürdürülen çalışmayı 25 günlük planlamayla devam
ettireceklerini söyledi. Kalede, İstanbul
Üniversitesi tarafından 1961-1984 yılları arasında
kazı çalışması yapıldığını bildiren Çavuşoğlu, bu
kazılarda gün ışığına çıkan birçok yapının kazılara
devam edilmeyince büyük zarar gördüğünü ifade etti.
Çavuşoğlu, bu yıl kaledeki yapıları koruma ve
restorasyona yönelik çalışma yapmayı amaçladıklarına
değinerek, "İlk etapta alanın baştan sona kadar
temizliğini yapıp 30 yılda tahrip olan kazı alanını
ortaya çıkarmak istiyoruz. Daha sonra alandaki
yapılar üzerinde nasıl bir restorasyon yapacağımıza
bakacağız" dedi.
Gelecek yıldan itibaren çalışmaların daha sistemli
yürütüleceğini anlatan Çavuşoğlu, her yıl çok sayıda
turist ağırlayan kalenin inşa edildiği dönemki
görüntüsüne kavuşması için çaba göstereceklerini
dile getirdi.
Sabah, 24.09.2014
|
EFES, GELİRİNİ
KATLADI
UNESCO Dünya Miras
Geçici Listesindeki Efes antik kentinin yılın ilk 6
ayında 4 milyon lira olan geliri, Temmuz ve Ağustos
ayındaki ziyaretlerle 8 milyon liraya yükseldi.
AA muhabirinin, Kültür
ve Turizm Bakanlığı verilerinden derlediği bilgiye
göre, İzmir'deki Arkeoloji, Atatürk, Tarih ve Sanat
müzeleri, Agora, Efes, St. Jean Anıtı, Yamaç Evleri,
Bergama Müzesi, Akropol, Asklepion, Bazilika, Çeşme,
Ödemiş ve Tire müzeleri ile Çakırağa Konağı'nı 1
Ocak ve 31 Ağustos tarihler arasında 1 milyon 946
bin kişi ziyaret etti.
Türkiye'nin yurt dışında
en çok tanınan tarihsel zenginliklerinden Efes Antik
Kenti, 1 milyon 250 bin ziyaretçi sayısı ile müze ve
ören yerleri arasında yine en çok ilgi çeken bölge
oldu.
Efes antik kentinin
yılın ilk altı ayında 4 milyon lira olan geliri de
Temmuz ve Ağustos ayındaki ziyaretlerle 7 milyon 788
bin liraya yükseldi.
Tarihi MÖ 6'ncı bin
yıllara uzanan Efes'in geliri geçen yılın aynı
dönemine göre yüzde 16 arttı.
- Bergama'daki artış
dikkat çekici
Efes antik kentinin
gelir ve turist sayısındaki birinciliğini korumasına
karşın ziyaretçi ve gelir konusunda en büyük artış,
UNESCO'nun Dünya Miras Listesine bu yıl kabul edilen
Bergama'da oldu.
Bergama Müzesi'nin 2013
yılının ilk 8 ayında 14 bin 219 olan ziyaretçi
sayısı, bu yıl 16 bin 545'e, Akropol ziyaretçisi 139
bin 525'ten 148 bin 857'ye, Bazilika ziyaretçisi 5
bin 157'den 11 bin 537'ye yükseldi.
Asklepieon'u ise geçen
yıl ilk sekiz ayda 82 bin 122, bu yılın aynı
döneminde 83 bin 434 kişi gezdi.
Bergama ve çevresindeki
tarihsel zenginliğin ziyaretçileri 1 milyon 300 bin
liranın üstünde gelir getirdi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığının İzmir'deki müze ve ören yerlerinin
toplam geliri de 11 milyon liraya çıktı.
- Ediz: "2014 ciddi
artış getirdi"
İzmir Kültür ve Turizm
Müdürü Abdülaziz Ediz de 2014 yaz aylarının kentteki
ören yerleri için oldukça iyi geçtiğini ve ciddi
gelir artışı olduğunu belirtti.
Bakanlığın özellikle
Efes ve Bergama'da son 2-3 yılda yaptığı düzenleme
çalışmalarıyla ören yerlerinin herkes için
erişilebilir hale geldiğini kaydeden Ediz, "2015
yılında Efes antik kentinin de UNESCO Dünya Miras
Listesi'ne girmesini arzu ediyoruz" dedi.
Ediz, Teos ve Metropolis
bölgelerinin de 2015 yılı için ücretli girişe hazır
hale geldiğini sözlerine ekledi.
Memleket, Haber: Efsun
Yılmaz, 24.09.2014
|
GELİBOLU YARIMADASI'NDA YENİ BİR ŞEHİTLİK BULUNDU!
Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı Gelibolu
Yarımadası'nda, Devlet Su İşleri (DSİ) 252'nci Şube
Müdürlüğü ekiplerinin Alçıtepe mevkisindeki su
iletim hattı çalışmalarında daha önce bilinmeyen bir
şehitlik ortaya çıktı.

Şehitliğin bulunduğu alanda inceleme yapan Vali
Ahmet Çınar, AA muhabirine, kazı sırasında insan
kemikleri fark eden ekiplerin, Doğa Koruma ve
Milli Parklar 3'üncü Bölge Müdürlüğü
yetkililerine
haber verdiğini söyledi.

Bölgede çalışma yapıldığı bilgisini veren
Çınar, şöyle konuştu: "İncelemede, kemiklerin
kıble yönünde bulunması, mezarların oluşturulma
şekliyle Müslüman mezarlığı, dolasıyla şehitlik
olduğu ortaya çıktı. Şairin, Mehmet Akif'in
dediği gibi 'Toprağı sıksan şüheda fışkıracak'
ifadesi burada kendisini gösteriyor. Tabii belki
bütün alanın kapsamlı olarak taranması
gerekiyor. Buna benzer şehitliklerin ortaya
çıkacağını tahmin ediyorum. Bu konuda çok ciddi
bilimsel çalışmalar, teknikler kullanılarak
yapılıyor ama bölge çok geniş ve tam olarak
taranması bitmedi. Envanterimizde olmayan yeni
bir şehitliğimiz ortaya çıkarıldı. Bu
şehitliğimizi de kayda aldık. Burada yeniden
teknik cihazlarla tarama yapılacak. Tespit
işlemleri tamamlandıktan sonra burası yeni bir
şehitlik olarak düzenlenecek."

Çınar'a, şehitlik alanındaki inceleme
gezisinde İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal
Dokuz, Doğa Koruma ve Milli Parklar 3'üncü Bölge
Müdürü İsrafil Erdoğan,
Çanakkale 2015 Koordinasyon Merkezi Genel
Sekreteri Mahmut Akkuş eşlik etti.
Milliyet, 24.09.2014
|
SARIKAYA'DA ROMA HAMAMI
KAZILARINDA ÜÇÜNCÜ HAVUZA ULAŞILDI
Yozgat'ın Sarıkaya
İlçesi'ndeki 3 bin yıllık Roma hamamı kalıntıları
çevresinde 4 yıldır devam eden kazılarda üçüncü
havuza da ulaşıldı. Yeni bulgulara ulaşılması
nedeniyle kazı alanı her geçen gün biraz daha
genişletiliyor.

Dönemin Roma Kralı
tarafından, kızının cildindeki yaralardan
kurtulmasını sağlamasının ardından halkın da şifa
bulabilmesi amacıyla yaptırdığı belirtilen hamam
kalıntılarını kurtarmaya yönelik 4 yıl önce Müze
Müdürlüğü tarafından çalışma başlatıldı. Sarıkaya
ilçe merkezi yerleşim alanları arasında kalan tarihi
Roma hamamına ait surun çevresindeki diğer
parçalarının da ortaya çıkartılmasına yönelik Yozgat
Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalar
esnasında, hamama ait büyük bir havuzun bulunduğu
belirlenip, bilimsel kazılar yapılabilmesi için
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin istendi.
Verilen izin doğrultusunda iki arkeolog gözetiminde
yürütülen kazılar devam ettikçe yeni bulgulara
ulaşıldı, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerine ait izler ortaya çıkartıldı.
Roma ile birlikte
Cumhuriyet dönemine kadar birçok medeniyet
tarafından yerleşim alanı olarak kullanılan
Sarıkaya'daki Roma hamamı çevresinde yürütülen
kazılarda ortaya çıkartılan iki havuzun ortasında
'Cariye havuzu' olarak adlandırılan üçüncü havuza da
ulaşılması, kazı alanın daha da genişletilmesini
gündeme getirdi.
Yozgat Valisi Abdülkadir Yazıcı, Roma hamamının tüm
kalıntılarının ortaya çıkartılması için gerekenin
yapılacağını, gerek görülmesi halinde yeni
istimlakların yapılıp, binaların yıkılabileceğini
söyledi. Vali Yazıcı, "Geçen yıl ise büyük havuz
ortaya çıkartılmıştı. Üç ayrı havuzun bulunduğu,
sıcak suyu içerisinde olan Roma dönemine ait ikinci
hamamın Sarıkaya İlçesi'nde olması önemli. Bu önemli
bulgular değerlendirildiğinde Yozgat'ımızın
kalkınmasında turizm sektörü lokomotif görevi
üstlenebilir" dedi.
Vali Yazıcı, son olarak ortaya çıkartılan havuzun o
dönemlerde Kral ve cariyeleri ile prenslerin,
prenseslerin yıkandığı, üzeri açık yanları kapalı
bir havuz olduğunu, bu havuzun yer aldığı alanda süs
işlemeleri, heykeller gibi bulguların da
çıkabileceğinin tahmin edildiğinin altını çizdi.
Sarıkaya'daki Roma hamamının bulunduğu şehrin
jeotermal kaynaktan yararlanılarak yerden ısınma
sistemine sahip olduğu da belirtildi.
Cumhuriyet, 24.09.2014
|
TÜRK SİNEMASININ 100. YILINDA İNCİ SİNEMASI YIKILDI
Türk sineması 100. yılını kutluyor. Ve en eski
sinema salonlarından, Yeşilçam ile özdeş İnci
Sineması otel yapılmak için tamamen yıkıldı.

İnci Sineması uzun süredir bakımsızlıktan bu haldeydi...
İstanbul ’da Emek Sineması’nın ardından bir
sinema salonu daha yıkıldı. Yeşilçam filmlerinin
tarihi mekanı İnci Sineması yerine otel yapılmak
için yerle bir edildi.
Fuat Uzkınay’ın “Ayestefanos’ta Rus Abidesi’nin
Yıkılışı” adlı belgeseli ile tarihi yolcuğuna
başlayan Türk Sineması bu yıl 100. yaşını kutlarken,
bir tarihi sinema salonu daha yıkıldı.
1946 yılında inşa edilen ve uzun
zaman Yeşilçam filmlerinin halkla buluşma
noktası olan İnci Sineması, Gezi Parkı eylemleri
öncesinde Beyoğlu’nda kurtarılması için eylemler
düzenlenen ancak yıkımının önüne geçilemeyen Emek
Sineması’nın akıbetini yaşadı.

OTEL VE ALIŞVERİŞ YERLERİ YAPILACAK
Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi
Vakfı’na ait bölgede İşadamı Mehmet Uyanoğlu ile
birlikte hayata geçirilen proje kapsamında sinemanın
da bulunduğu alana konutlar, “küçük bir şehir oteli”
ve onun altında da “alışveriş birimleri”
öngörülüyor.
Halaskargazi Caddesi ile Nişantaşı’nın
birleştiren, toplam inşaat alanı 79 bin 150
metrekare olarak açıklanan proje için kilise vakfına
ait dükkanlar 14 Mayıs akşamında boşaltılmıştı.
İnci Sineması Türk Sineması’nın ‘Sultan’ı Türkan
Şoray için de değerli. Şoray ‘Sinemam ve Ben’
kitabında İnci Sineması’nı şu sözlerle anlatıyordu:
“Melek Film’in sahipleri Şahan ve Kaçuni Haki aynı
zamanda Pangaltı’daki İnci Sineması’nın da
sahibiydiler… İnci Sineması’nda kendi şirketlerine
yaptığım filmlerin galaları çok görkemli olurdu.
Sinemada benim özel locam vardı. Filmleri Şahan
Haki’nin eşi Melina ablam ve dünya tatlısı kızları
Mayda ile Şeyda, hep birlikte bu locadan
seyrederdik. İnci Sineması hep Türk filmi oynatırdı.
Bazı sabahlar arabayla özellikle önünden geçerdim.
Kalabalığı, sıraya girmiş beni seven, yüreklendiren
seyircilerimi görmek isterdim, çok mutlu olurdum.
Maalesef şimdi sinema kapandı. Haki ailesi sinemayı
satıp Amerika’ya göç etti. İnci Sineması’nın olduğu
yerden geçerken hala hüzünlenirim.”
Radikal, Haber: Serdar Korucu, 24.09.2014
İŞTE İNCİ SİNEMASI'NI YIKAN KARAR
Tarihe tanıklık eden İnci Sineması'nın yıkım
kararını 2012 yılında Planlama Müdürlüğü'nün karşı
çıkmasına rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi aldı. Sinemanın yerine otel ve rezidansa
onay veren plan tadilatını iki CHP'li yargıya
taşıdı. Dava sonuçlanmadan sinema yerle bir edildi.
İnşaatı ise eski AKP'li meclis üyesi yapıyor.
Yeşilçam filmlerinin tarihi mekanı İnci Sineması
yerine otel yapılmak için yerle bir edildi. Fuat
Uzkınay’ın “Ayestefanos’ta Rus Abidesi’nin Yıkılışı”
adlı belgeseli ile tarihi yolcuğuna başlayan Türk
Sineması bu yıl 100. yaşını kutlarken, bir tarihi
sinema salonu daha yıkıldı. 1946 yılında inşa
edilen ve uzun zaman Yeşilçam filmlerinin halkla
buluşma noktası olan İnci Sineması, Emek
Sineması’nın akıbetini yaşadı. Peki İnci Sineması
adım adım nasıl yok edildi?. Arkasındaki gerçek ne?
İDAM FERMANI MECLİS KARARI OLDU
Halaskargazi Caddesi ile Nişantaşı’nın
birleştiren yerde bulunan Ermeni Katolik Mihitaryan
Manastır ve Mektebi Vakfı’na ait 15 bin 409
metrekare arazi içinde İnci Sineması, dükkanlar,
Pangaltı Özel Ermeni İlköğretim Okulu ve lisesi ile
Pangaltı Ermeni Katolik Kilisesi bulunuyordu. Vakıf
2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne plan
tadilatı için başvurdu. İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi
CHP ’li üyelerin karşı çıkmasına rağmen
oyçokluğu ile arazi üzerindeki okul ve kiliseyi
aynen koruyup geri kalan sineman ve mağazaların
bulunduğu alana otel ve rezidans yapılmasının önünü
açan karara imza attı.
PLANLAMA MÜDÜRLÜĞÜ DEĞİŞİKLİĞE KARŞI
ÇIKMIŞ AMA…
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne gönderilen
İmar Komisyonu raporunda planlama müdürlüğü yapılan
plan değişikliğini karşı çıkmış. Müdürlük görüş
yazısında şunları vurgu yapmış: “Yaklaşık 8 bin 400
metrekarelik bir alan, sosyal donatı alanından
çıkarılarak, otel alanına alınıyor. Kaldırılan
donatı alanına karşılık yeni sosyal donatı
ayrılmadığı görülmektedir. Ancak, Plan Yapım
Yönetmeliği'ne göre; imar planlarında bulunan sosyal
ve teknik altyapı alanlarının kaldırılması,
küçültülmesi veya yerinin değiştirilmesine dair plan
değişiklikleri zorunluluk olmadıkça yapılamaz.
Zorunlu hallerde, bir tesisin hizmet götürdüğü bölge
içinde eşdeğer yeni bir alanın ayrılması
gerekmektedir. Plana okul ve kilise alanı da dahil
edilerek inşaat alanı hesaplanmıştır. Turizm tesis
alanında emsalin gerçekte zemin üstünde 5.40'a
ulaşacağı, emsal hesabı dışında bırakılan bodrum
katlar ve ticari otopark alanı ile birlikte bu
emsalin daha da artacağı, ayrıca halen üzerinde
mevcut yapılar bulunan okul ve kilise alanın imar
hakkının iki kere kullanılmış olacağı, teklife konu
alanın bir kısmının Taksim-4.Levent Metro Koruma
Bandı içerisinde, yapı temeli kısıtlama alanı içinde
kalmasına rağmen, bodrum katlardaki yapılaşmanın
parsel tamamında yapılması öngörülerek, metro
hattının dikkate alınmadığı görülmektedir. Yapılacak
plan değişikliğinin caddesi üzerinde yapı, nüfus ve
trafik yoğunluğunu arttırıcı, plan bütünlüğünü
bozucu emsal teşkil edici ve sosyal donatı alanını
azaltıcı nitelikte olduğu görülmektedir" denilerek
plan değişikliğine karşı görüş vermiş. Ancak
müdürlüğün bu karşı görüşüne rağmen karar meclisten
oyçokluğu ile geçti.
80 BİN METREKARE İNŞAAT
Büyükşehir Belediye Meclisi’nden geçen kararda
şunlar vurgulandı: “Turizm Tesis Alanında, otel,
motel, apart konaklama tesisleri, günübirlik
tesisler ile birinci bodrum kat ve zemin katında
ticari fonksiyonlar yer alabilir. Bodrum katlar
arazinin tamamında yapılabilir. Birinci bodrum kat
iskan edilebilir, emsal hesabına dahil değildir.
Diğer bodrum katlarda, otopark yönetmeliği uyarınca
ayrılması gereken otopark alanı ayrıldıktan sonra
kalan alanda ticari kat otoparkı yapılabilir, bunlar
emsal hesabına dahil edilmez. İnşaat emsali 3,
yükseklik ise 27.50 metredir.” Meclis kararı ile
İnci Sineması’nın bulunduğu alanda sadece yer
üstünde 45 bin metrekarelik 9 katlı otel ve
alışveriş merkezi inşaatının önü açıldı. Bodrum
katlarla birlikte inşaat alanın yaklaşık 80 bin
metrekareye ulaşacağı belirtiliyor.
PLANIN İPTALİ DAVASI SÜRÜYOR
Planın meclisten geçmesi üzerine CHP’li meclis üyesi
Dursun Çaltı ile Hüseyin Sağ planın iptali için
mahkemeye başvurdu. İstanbul İdare Mahkemesi davayı
ehliyet yönünden reddetti. Meclis üyeleri Danıştay’a
başvurdu Danıştay yerel mahkemenin kararı bozdu.
Dava, yerel mahkemede devam ederken İnci Sineması
yerle bir edildi.
PROJEYİ ESKİ
AKP MECLİS ÜYESİ YAPIYOR
Vakfa ait arazideki projeyi eski Ak Parti İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi işadamı Mehmet
Uyanoğlu yapıyor. Uyanoğlu,
Beşiktaş ’ta azınlıklara ait arazilerde yaptığı
inşaatlar ile biliniyor.
Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 25.09.2014
|
SİRKECİ GARI'NDAN TAŞLAR DÖKÜLÜYOR
Banliyo hattının kapatılmasından sonra akıbetinin ne
olacağı merak edilen tarihi Sirkeci Garı dökülüyor.
Garın ön cephesinde bulunan saat kulelerinden aşağı
taşlar düşüyor. Önlem olarak ise etrafı brandalarla
çevrilmiş. TCDD Sirkeci Gar yetkilisi, "Restorasyon
şu an ihale aşamasında, sonuçlanmadan herhangi bir
müdahalede bulunulamıyor" dedi.

II. Abdülhamit devrinde İstanbul'un
Avrupa yakasında inşa edilen ve Haydarpaşa Garı
ile birlikte akıbeti çokça tartışılan Tarihi Sirkeci
Garı dökülüyor. Binanın orta kirişinin iki yanında
bulunan saat kulelerinden aşağı taşlar düşüyor. Şu
an hiçbir çalışmanın olmadığı garın söz konusu
yerleri brandalarla çevrelenmiş bir şekilde
bekliyor. Aynı zamanda etrafına tehlike de saçan
tarihi bina için müdahalede bulunulamıyor. Tescilli
yapı statüsündeki binanın ihalesinin ne zaman
olacağı da belli değil.
NEDEN FOTOĞRAFLADINIZ!
Konuyla alakalı gar müdüründen bilgi almak
istediğimizde ise sekreterinin tepkisiyle
karşılaştık. Sekreter; düşen taş olmadığını, sadece
önlem amaçlı uzun bir süredir çevresinin
brandalandığını savundu. Düşen taşları
fotoğrafladığımızı söylediğimizde ise, “Neden
fotoğrafladınız! Böyle bir şey yapmanıza hiç gerek
yoktu!” tepkisini gösterdi.

RESTORASYON İHALE AŞAMASINDA
Restorasyonun ne zaman başlayacağını sorduğumuz
Sirkeci Garı yetkilisi ise şunları söyledi: “Gar şu
an ihale aşamasında, ihalenin sonuçlanması
beklendiğinden tarihi binaya herhangi bir müdahalede
bulunulamıyor.”
ABDÜLHAMİT DÖNEMİ
YAPISI OTEL OLACAK
Sirkeci Garı'nın temeli, 11 Şubat 1888 günü atıldı.
Sultan II. Abdülhamit'in güvenini kazanarak, sarayın
danışman mimarı olan Alman mimar ve mühendis August
Jasmund'un yaptığı Sirkeci Garı, 3 Kasım 1890'da
görkemli bir törenle hizmete açıldı. İstanbul'dan
Batı'ya gidenleri taşıyan trenlerin kalktığı Sirkeci
Garı, tarihi boyunca bazı küçük restorasyonlar
geçirdi. TCDD 2011 yılında garın restore edileceğini
duyurmuştu. Ancak o tarihten sonra bir daha
restorasyon için bir girişimde bulunulmadı.
20 bin metrekare alana sahip garın İBB'nin
hazırladığı plana göre 8 bin metrekaresi kültürel
tesis alanı, 12 bin metrekarelik alanı ise turizm
kültür tesisleri alanı olarak düzenlendi. Garın otel
olarak işletmeye açılması planlanıyor. Restorasyon
ihalesinin de bu nedenle yapılamadığı, garın alan
firmaya 'restore et-işlet-devret' yöntemi ile
verilmesinin gündemde olduğu ileri sürülüyor.
Radikal, Haber: Vildan Çiftsüren, 24.09.2014
|
KEPÇENİN DEĞDİĞİ YERDEN
MEZARLIK ÇIKIYOR

Kozluk İlçesi'nde
Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının neredeyse
tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor. Yıllardır
yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında eski
mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Kozluk
İlçesi'nde Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının
neredeyse tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor.
Yıllardır yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında
eski mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor.
“ESKİ KARAKOL ALANINDA
MEZARLAR ÇIKTI”
Kozluk çarşı merkezinde,
eski karakol alanı olarak bilinen boş arazide daha
önceden yapılan kazı hafriyat çalışmalarında çok
sayıda eski mezar gün yüzüne çıkmıştı. Belediye
yetkililerince düzenli bir şekilde poşetlere alınan
insan kemikleri ilçenin farklı mezarlıklarında
yeniden toprağa gömülmüştü. Ayrıca, Dedaş binasının
hemen bitişiğinde sıra sıra taşlarla örülü olarak,
gün yüzüne çıkan mezarlarda insan kemikleri mevcut.
TARİHİ YAPILARIN ETRAFI
MEZARLARLA DOLU
Kozluk ilçe merkezindeki
tarihi yapılan etrafında halen gün yüzüne çıkmamış
yüzlerce mezar olabileceğini ifade eden yurttaşlar,
“İlçemizin tarihi oldukça eski olunca yapıların
olduğu yerlerde mezarlar ve gömüler bulunuyor. Zaten
yapılan her kazıda mezar veya insan kemiklerine
rastlanması bunun bir kanıtı. Çoğunlukla kıbleye
dönük olmaları, bu mezarda yatanların Müslüman
olduğunu göstermektedir. Yetkililerin bu mezarları
başka yerlere nakletmelerini istiyoruz” şeklinde
konuştular.
Batman Gazetesi,
23.09.2014
|
TARAKLI'YA TALİH KUŞU

Son yıllarda turizm
hamleleriyle adını ülke ve dünyada hızla duyurmaya
başlayan Taraklı, şimdi de EDEN Projesi ile kendini
tüm Avrupa ve dünyaya daha fazla tanıtma şansı
yakaladı
2007’DE ÜYE OLDUK
Avrupa Birliği çapında sürdürülebilir turizm
gelişim modelleri teşvik eden bir proje olan
Avrupalı Seçkin Destinasyonlar Ağı’nın kısa adı.
EDEN Projesi, her yıl Avrupa Birliği Üye ve Avrupa
Birliği Adayı ülkelerden seçilen bir bölge Avrupalı
Seçkin Destinasyonlar Ağı’nadahil oluyor. Türkiye bu
projeye 2007 yılında üye oldu ve o yıldan sonra
2008’de Edirne, 2011’de Kars bu ağa dahil olurken,
diğer yıllarda çeşitli aksaklıklar nedeniyle katılım
olmadı.
25 BÖLGE İÇİNDE BİRİNCİ
2004 yılı için Türkiye’den Taraklı dahil 25
bölge müracaatta bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Avrupa Birliği Komisyon, müracaat sahibi 25
bölgeyi değerlendirdi. İlk değerlendirmede 22 bölge
elendi ve üç aday adayı açıklandı. Bunlar; Ankara
Şerefli Koçhisar, Konya Karaman ve Sakarya Taraklı
oldu. Komisyon son değerlendirmesinde Karaman’ı
3ncü, Şerefli Koçhisar’ı 2nci ve Taraklı’yı 1nci
ilan etti.
HAFTA SONU TOPLANTI
Taraklı, 1nci olduktan sonra bu ağa dahil olması
ilçenin turizm kaynaklı önünü daha açacak. Son
yıllarda attığı turizm adımlarıyla kendini aşan
Taraklı, bu ağa dahil olarak, tüm Avrupa’da tanınan,
gezilen ve turizm potansiyeli en üst düzey olan bir
ilçe konumuna gelecek. Avrupa, söz konusu ağ
aracılığıyla Taraklı’yı daha iyi tanıyabilecek. Bu
doğrultuda 26-27 Eylül günleri Taraklı’da Kültür ve
Turizm Bakanlığı, TRT ve Anadolu Ajansı’nın üst
düzey bürokratları bir toplantı yapacak. Toplantıda,
ağa katılmanın alt yapısı gözden geçirilecek.
Yeni Sakarya, 23.09.2014
|
TANAL: ERDOĞAN'IN KÖŞKÜ İÇİN AĞAÇLAR KATLEDİLİYOR
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kullanacağı
Çengelköy'deki Vahdettin Köşkü ile Beylerbeyi Sarayı
çevresindeki trafiği çözmek için yapılan kavşak ve
yol genişletme çalışmaları sırasında 50-60 senelik
çınar ağaçlarının kesildiğini belirterek, konuyu bir
soru önergesiyle Meclis'e taşıdı.
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın
ofisinden yapılan açıklamaya göre, Tanal,
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın köşkü için ağaçların
katledildiğini savunarak, Çevre ve Şehircilik Bakanı
İdris Güllüce'ye yanıtlaması istemiyle yazılı soru
önergesi verdi. Tanal, soru önergesinde şu soruları
yöneltti:
1- İstanbul Beylerbeyi'nde kesildiği iddia olunan
ağaçların türleri nelerdir?
2- Beylerbeyi'nde kesilen ağaçların 6831 Sayılı
Orman Kanunu kapsamında kalan bir ağaç statüsünde
olması halinde ağaçların kesilebilmesi için yetkili
mercilerden gerekli izinler alınmış mıdır?
3- İstanbul Beylerbeyi'nde bağlantı yolunun
açılması amacıyla ağaçların katledilmesi hukuka
uygun mudur?
4- İstanbul'un tarihi ve doğal değerlerinin
onları korumakla yükümlü merciler tarafından
katledildiği iddiası doğru mudur?
5- Kesilen ağaçların kesilmesini engellemeye
yönelik olarak Bakanlığınızca ne gibi önlemler
alınmaktadır?
6- Ağaçların kesilebilmesi için gerekli izinlerin
alınmamış olması durumunda yetkililer ve sorumlular
hakkında 5237 Sayılı TCK uyarınca ilgili Cumhuriyet
Savcılığı'na suç duyurusunda bulunulacak mıdır?
Cumhuriyet, 23.09.2014
|
YASADIŞI OTEL YASAL OLDU

Gökçeada’da yasadışı yapılan
7 mahkeme kaybeden ve Gökçeada halkının 'ucube
otel' diye adlandırdığı Masi Otel de yeni planda
turizm merkezine alınmış. sit alanında yapıldığı
ve üzerinde yıkım kararı olan otel yeni planla
kurtarılmış oldu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
hazırlanan Balıkesir-Çanakkale 1/100 bin ölçekli
Çevre Düzeni Planı Gökçeada’yı da vurdu. Adanın
sit kapsamında olan güney sahilleri turizm
bölgesi
ilan edilerek imara açıldı. Kentsel
sit alanında yapıldığı mahkeme kararıyla
belirlenen, inşaat ruhsatları ile işyeri açma
ruhsatları mahkeme kararıyla iptal edilen
Bademli Köyü’ndeki Masi Otel’in bulunduğu alan
da turizm merkezi yapılarak otel yasal hale
getirilmiş. Gökçeada Gönülleri Derneği plana
itiraz edecek dilekçeyi Çanakkale Çevre
Şehircilik İl Müdürlüğü’ne sundu.
SİT
ALANLARI İMARA AÇILDI
Alt ölçekli planlara emsal olan 1/100 bin
ölçekli plan bölgeye yoğun yapılaşma öngörüyor.
Nüfus yoğunluğunu 4 katına çıkaran planda yeni
yapılaşma alanları belirlendi. Bozcada’yı
‘’betonada’’ statüsüne getiren plan Gökçeadalı
çevrecileri de ayağa kaldırdı. Yeni planda
adanın güney sahilleri tamamen turizm
fonksiyonuna alınarak imara açılıyor. Kat
yükseklikleri ve yapı yoğunluğu ise alt ölçekli
planlarda ortaya çıkacak. Ada sakinlerinin bir
kısmı kuzey sahillerinin imara açılmamasına
tepki gösterirken çevreciler güney sahillerine
getirilen yoğun imar izninin adayı beton yığını
haline getireceğinden endişe duyuyor.
Eski Bademli Köyü bir Rum köyüydü. Adaya hakim
bir tepede manzarası ile adanın balkonu deniyordu.
Köy kentsel sit alanıydı. Köylüler çivi bile
çakarken kurula soruyordu. 2011 yılında birden Masi
Otel inşaatı yükselmeye başladı. Çatı arası ile tam
6 kat yükselen otel inşaatına Gökçeada Gönüllüleri
Derneği yasal mücadele başlattı. 3 yıl süren
mücadelede tam 7 dava kazanıldı. Otelin sit alanında
kaldığı mahkeme kararıyla tespit edildi. Otel
inşaatına izin veren 1/5000 ve 1/1000 ölçekli
planlar ile inşaat ruhsatı iptal edildi. Ayrıca
gönüllüler Gökçeada Belediyesi tarafından verilen
otelin işletme ve yapı kullanım izinleri ile iş yeri
açma ve çalışma ruhsatlarına açtıkları davayı da
kazandılar. Ancak tüm bu davalara karşı otelin
yıkılması gerekirken bu yaz otel misafir ağırladı.

Sahil bölgeleri turizm alanı
denilerek imara açıldı.
OTEL SİT
ALANI DIŞINA ÇIKTI
Yeni Çevre Düzeni Planı’nda da otelin bulunduğu alan
turizm alanı gösterildi. Ayrıca Bademli Köyü Kentsel
sit alanı olarak gösterilirken otelin bulunduğu alan
kentsel sit alanı dışına çıkarıldı. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’na yapılan itirazda bu durumun
altı çizilerek şöyle denildi; ‘’Plan lejantında (K)
Kentsel Sit Alanı ibaresi Gökçeada Bademli Köyü için
görülememiştir. Lejantla ilgili alan için (K)
ibaresi olmaksızın çizgilerin Kentsel sit alanının
ifade ettiği varsayılsa da bu kez kentsel sit
alanının iptal edilen Çanakkale Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu’nun 24.12.2004 tarihli
kararı doğrultusunda hazırlandığı tespit edilmiştir.
Oysa bu karar Çanakkale İdare Mahkemesi tarafından
iptal edilmiştir.‘’
‘Dava
açacağız’
Gökçeada Gönüllüleri Derneği’nden yapılan
açıklamada “Yıllardır açtığımız tüm davaları
kazandık. Çevre Düzeni Planı yapılırken bu davaların
hiçbiri dikkate alınmamış. Yıkılması gereken Masi
oteli sit dışına çıkarıp, turizm alanına dahil
etmişler. Böylelikle sil baştan yeniden dava
açacağız. Plana da itirazımızı yaptık” denildi.
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 3.09.2014
|
ŞANLIURFA'DA ROMA DÖNEMİ KAYA MEZARI
Şanlıurfa
Müze Müdürlüğü denetiminde Şanlıurfa Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’nca yürütülen Çevre Düzenlemesi
Projesi çalışmaları kapsamında Kızılkoyun
Nekropolü’nde kaya mezarları ve kaya mezarlarının
içinde 2 adet Roma Dönemi heykel ve 1 adet kireç
taşı lahit bulunmuştur.

Büyük heyecan yaratan lahit ve heykellerin
bulunması üzerine Şanlıurfa Müzesi’nce acilen
kurtarma kazısı çalışmaları başlatılmış, kaya mezarı
arkeolojik açıdan değerlendirilmiştir. Yapılan
çalışmalarda 1.85 cm. uzunluğundaki heykellerin
MS 3-4. yüzyıla ait Roma Dönemi asker heykelleri
olduğu; yekpare kaideli, şark giyimli ve askeri
teçhizatla donatılmış tarzda betimlendiği; yapılış
yönüyle aynı stili taşıdıkları ve bölgenin tipik
taşı olan kalkerden yapıldığı anlaşılmıştır.

Arkeologlar, ana mezarın sağında ve solunda yer
alan asker heykellerinin, mezarın korunması
amacıyla yapılmış olabileceğini ifade etmekte
olup, bilimsel belgeleme çalışmalarının ardından
lahit ve heykelleri yeni mekanları olan
Şanlıurfa Müzesi’ne taşımışlardır.
Arkeologlar, buluntu mekanının defineciler
tarafından tahrip edilmemesinin büyük şans
olduğu; ilk defa uzmanlarca açılan ve kurtarma
kazısı çalışmaları devam eden mezarın arkeoloji
dünyasına sürpriz yeni buluntular sunabileceğini
belirtmektedirler.
kulturvarliklari.gov.tr, 23.09.2014
|
GENÇ HEYKELCİLERİN GÖVDE GÖSTERİSİ
Yeni döneminde kültür sanat çalışmalarına hız veren
Şişli Belediyesi, çağdaş sanatın en iyi genç
heykeltıraşlarını bir araya getiren 'Genç Heykel
Sergisi'ni Nişantaşı Sanat Park'ında açtı.

Nişantaşı Sanat Parkı’nda 27
Eylül ’e kadar sürecek ‘
Genç Heykel Sergisi’, sanatsever kent
sakinlerdine genç sanatçılarla tanışma ve
sanatçıların yapıtlarını günün her saatinde görme
fırsatı sunuyor. Ezgi Öz’ün küratörlüğünde farklı
yaklaşımları bir araya getiren serginin sanatçıları;
Ahmet Özparlak, Arif Çekderi, Ayhan Mutlu, Ayşe
Kurşuncu, Bahadır Çolak, Bahadır Yıldız, Bilal Hakan
Karakaya, Caner Şengünalp, Cansu Tanpolat, Çayan
Yılmaz, Derya Özparlak, Dilşad Yiğitcan Akçagöz,
Işık Özçelik, İmdat Avcı, Kalpten Dönmez, Kutlu
Alican Düzel, Meliha Sözeri, Ozan Oganer, Özgür
Demirci, Seval Selçuk, Sezai Akboğa, Şenay Ulusoy,
Tanzer Arığ ve Uğur Cinel.

Caner Şengülalp'in
çalışması...
“Kamusal alanın aşındığı, kent mekanının insani
ilişkilerden arındığı, bedenin duyularının
işlevsellik ve hız adına yok edildiği kentte acilen
insani yaşam alanları yaratmak gerektiğini” düşünen
Şişli Belediyesi, “Heykel aracılığıyla hem mimari
yapı hem de manzara olarak yeni kamusal kent
mekanları yaratmayı, mekanı, insani duyular ve
toplumsal ilişkilere açmayı, insan-doğa ilişkisini
onarmayı” amaçlıyor.
Kamusal alanda gerçekleştirilen sergi, kentin iç
mekanizmalarına, sanatın temsil anlam sorunsalına
eleştirel bir bakış açısı geliştiriyor. Serginin
parkta oluşu da çeşitli anlamlar taşıyor: Sergi
bizleri, parka sanatsal yanı üzerinden bakmaya, kent
– mimarisi üzerinden düşünmeye, sanatı ve sanat
sosyolojisini tartışmaya davet ediyor.
HALKA AÇIK ALANLARDA PROJELERİMİZ DEVAM EDECEK

Yeni dönemde kültür sanat çalışmalarına hız verme kararı alan Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü’nün (solda)
sanat danışmanı Arda Aydoğan (sağda),
konuyla ilgili soruları yanıtladı.
Yeni dönemde Şişli Belediyesi’nin kültür-
sanat aktivitelerinden bahseder misiniz?
Şişli Belediyesi Belediye Başkanı Sayın Hayri İnönü,
yeni dönemde dinamik ve aktif bir ekiple kültür –
sanat çalışmalarına hız kazandırıyor. Yeni dönem,
yeni belediyecilik anlayışı ile kamusal alanları
sanat ile bir araya getirmeyi hedefliyor. Halka açık
alanlarda sanat oluşumlarına bu proje ve sonrası
için pek çok kez tanık olacaksınız.
Genç Heykel Projesi İstanbul’da daha önce
gerçekleştirildi mi?
Şişli Belediyesi bünyesinde gerçekleştirilen Genç
Heykel Sergisi’nin Türkiye’de belediye desteğiyle
kamusal alanda gerçekleştirilen ilk heykel sergisi
olduğunun altını çizmek gerekir.
Genç Heykel Sergisi’nin amacı nedir?
Serginin amacı kamusal alanlarda insani ilişkilerin
yeniden yapılandırılmasını sağlamak, insan ve doğa
ilişkisini tekrar hatırlatmak ve bu ilişkiyi
onarmak, insanları, sanat ve kamusal alan birliği
üzerinden yepyeni bir bakış açısıyla düşünmeye
teşvik etmek.
Projenin devamı gelecek mi?
Sanat
faaliyetlerini yeni dönemde ön planda tutan Şişli
Belediyesi, Genç Heykel Sergisi’ni her yıl
tekrarlayacak.
Nişantaşı Sanat Parkı’nda olmasının nedeni
ne?
İstanbul’un parkları Şişli Belediyesi
ile beraber, kamusal alan olarak kullanılmak adına,
atıl ve örselenmiş alanlar olmanın ötesinde, sanatın
bileşenlerine açıldı. Bizim de günlük hayatımızda
çoğu kez içinden geçtiğimiz Nişantaşı Sanat Parkı,
bu bakımdan kamusal alanların en güzel örneklerinden
biri. Serginin de amacı sanatın tüm bileşenlerini
kamusal alana çıkartmak olduğu için sergi ile
Nişantaşı Sanat Parkı bu bakımdan birbirlerini
tamamlıyor.
Radikal, 23.09.2014
|
18 YÜZYIL SONRA AZİZ EFREM

Türkiye genelinde 25 bine yakın nüfusu olan
Süryanilerin 86 yıllık kendi dillerinde eğitim
hasreti nihayet son buldu. Milli Eğitim
Bakanlığı'nın verdiği onayın ardından Süryani Kadim
Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanlığı dün İstanbul
Valiliği'nden resmi belgeyi alıp Yeşilköy'deki Özel
Mor Efrem Süryani Anaokulu'nda ders zilini çaldırdı.
60 öğrenci kapasiteli üç katlı okulun ismi ise
Süryaniler için çok büyük öneme sahip. Yıllar sonra
eğitim hakkı kazanan Süryanilerin, anaokuluna 3.
yüzyılda Urfa'da doğan ilk Süryani öğretmen ve bilim
adamı Mor Efrem'in (Aziz Efrem) adını vermesi dikkat
çekti. 8 kişilik eğitim ve idari kadrosuyla ilk
zilin çalındığı Mor Efrem Süryani Anaokulu'nda
yüzler güldü. Okulun tefrişatını yapan Süryaniler,
kendi dillerinde, kültürlerinde oluşturulan özel
müfredatla eğitime start verdi. 1928'de okulları
kapanan Süryanilerin hukuk mücadelesi geçen yıl
Ankara 13. İdare Mahkemesi tarafından verilen
'devrim' niteliğinde kararla son bulmuştu. Mahkeme
kararıyla azınlık olduklarını tescil ettirdiklerine
dikkat çeken Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
Başkan Yardımcısı Kenan Gürdal, "Yıllardır hasretini
çektiğimiz kendi dilimizde eğitime kavuştuk" dedi.
Sabah, Haber: Erhan
Öztürk, 23.09.2014
|
BİLİRKİŞİ, TAMİNCE'YA 'OLMAZ' DEDİ
Hükümete yakın işadamı Fettah Tamince’nin Olimpos’a
yapmak istediği oteli, bilirkişi veto etti.
TMMOB’nin açtığı davada, otel yapılmak istenen yerin
1. derece sit alanı olduğu vurgulandı. Bilirkişi
raporu çevre dersi niteliğinde.

Taraf’ın gündeme getirdiği Antalya’da Beydağları
Milli Parkı sınırları içinde Phaselis antik kentinde yapılmak istenen otel projesini bilirkişi,
veto etti. Hükümete yakınlığı ile bilinen Rixos
Oteller zinciri sahibi Fettah Tamince’nin Dream Of
Phaselis adını verdiği tatil köyü, doğal
güzelliğiyle göz kamaştıran Beydağları Milli
Parkı’nda yapılmak isteniyor. Üstelik tatil köyünün
19 dönümlük kısmı da Olimpos antik kentinin
sınırında yer alan ve MÖ 7’nci yüzyılda
kurulan Phaselis antik kentinde bulunuyor.
ÇED’SİZ DE OLUR RAPORU VERİLMİŞTİ
2011’de bölgedeki imar planları değiştirilmiş ve
şirket otel yapımı için harekete geçmişti. Çevre ve
Şehircilik İl Müdürlüğü de verdiği kararda “Çevresel
Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” dedi.
Ardından TMMOB Mimarlar Odası ve Çevre Mühendisleri
Odası Antalya Şubesi 1’nci Derece Arkeolojik Sit
Alanı içindeki projeye karşı dava açtı. Dava için
atanan bilirkişi heyeti araştırmalarını tamamladı.
Heyet, özetle “buraya otel yapılamaz” dedi.
Raporda, proje alanının tahsisi ve onayı turizm
mevzuatına uygun görünse de alanın Milli Park sahası
ve aynı zamanda 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı
içinde etki alanı olduğu ve Phaselis Territorium’da
bulunduğu gerçeğinin değerlendirilmediğinin
anlaşıldığı belirtildi.
ÇİZİLMİŞ SINIRLA DOĞA KORUNMAZ
29 sayfalık bilirkişi raporunda, bölgeyi korumayan
Antalya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü de eleştirildi. Kurul, sit alanına
müdahale edilmeden projenin uygulanabileceği yönünde
karar vermişti. Bilirkişi heyeti, Phaselis’in yalnız
fiziksel kalıntıların bulunduğu alan ile ilgili
değil geniş bir çerçeve ölçeğinde, doğal yapısı ve
kentin etkileşim geçiş sahaları ile birlikte bir
bütün olarak ele alınması gerektiğini, bunun
korumanın sürdürülebilmesi için önem taşıdığını
belirtti. “Doğayı korumak “çizilmiş” sınırlara
dayalı bir kavram değildir” dedi. Raporda ayrıca,
yapılması planlanan turizm tesisinin beraberinde
getireceği yapılaşmayı, hemen yakındaki yörelere de
taşıyacağı vurgulandı.
PROJEYE GÖRE PLAN YAPIYORLAR
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu
Başkanı Baran Bozoğlu ise bilirkişi raporundan da
anlaşılacağı gibi projenin çevreye etkisinde pek çok
belirsizliklerin olduğuna değindi. Bozoğlu: “Plana
göre proje değil, projeye göre plan yaklaşımı
ülkemizde içselleştirilmektedir. Bu nedenle, doğal
ve kültürel alanlarımız sınır tanınmadan, hukuk,
bilim ve kamu yararı göz ardı edilerek yok
edilmektedir” dedi.
Öte yandan Fettah Tamince, tatil köyü ile ilgili
haberler çıktığında bir açıklama yapmış ve “5
yıldızlı otel inşa edilmeyecek olup, bölgenin
dokusuna uygun bungalov projesi
gerçekleştirilecektir” demişti.
Taraf, Haber: Ayfer Çalıkıran, 22.09.2014
|
ORUÇ BABA'DA ÇALIŞMA BAŞLADI, MAHALLELİ İSYAN ETTİ

Fatih Topkapı Mahallesi'nde
bulunan Oruç Baba Türbesi'nin de içinde
bulunduğu parkta Ümmi Sinan Tekkesi'nin
kalıntılarının ortaya çıkarılması için kazı
çalışması başlatıldı. Arsadaki parke taşların
kaldırıldığını gören mahalleli çalışma alanında
arkeolog olmadığını iddia ederek çalışmayı
durdurdu. Olay yerine polis ve zabıta ekipleri
sevk edildi.
Ayrıca arsaya 'İstanbul 4 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 1675 Sayılı
Kararıyla, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk
ve İslam Eserleri Müzesi Sorumluluğunda
Arkeolojik Kazı Sahasıdır. Girmek Yasaktır'
yazılı bir tabela konulduğu görüldü. Öte yandan
geçtiğimiz hafta parkın çevresini demir perdeyle
çevreleme işlemi zabıta ekipleri tarafından,
izinlerin eksik olduğu gerekçesiyle
durdurulmuştu.
"ARKEOLOG OLMADAN KAZIYA BAŞLANILMIŞ"
Avukat Arman Yılmaz ise, kazının arkeolog
eşliğinde yapılması gerektiğini ve arkeolog
olmadan kazıya başlandığını
belirterek,"Geçtiğimiz hafta bu alanın çevresine
saç levhalar konuldu. Belediyeden izinleri
olmadığı gerekçesiyle durdurmuştu. Şu anda
temeli kazıyorlar, arkeolog geleceğini
söylüyorlar. Ancak onun eşliğinde bir temel
kazısı yapılacağı söyleniyor. Müzeler Genel
Müdürlüğü ile telefonla görüştük, böyle bir
izinlerinin olmadığını öğrendim. Vakfın elinde
Bölge koruma kurulundan alınması gereken temel
kazı izinleri var. Bu çalışmayı Müzeler Genel
Müdürlüğü'nden gelen arkeolog eşliğinde
yapmaları gerekiyor. Bu arkeolog yok, Müzeler
Genel Müdürlüğü'ne de bir başvuruları yok. Bizde
böyle bir başvuruları olmadığı gerekçesiyle bu
çalışmayı yapaayacaklarını söylüyoruz. İzinsiz
çalıştıkları için Müzeler Genel Müdürlüğü'ne
bildirdik, görevlileri yolladılar oları
bekliyoruz" diye konuştu.
TEK
DİNLENME ALANIMIZ
Zeynep Sevim isimli bir mahalleli ise, tek
dinlenme alanlarının burası olduğunu ifade
ederek, "Geylani vakıfı burada 3 katlı bir
külliye yapacak. Fatih'in kıymetli bir
bölgesinde çok değerli bir alan. Çok cüzi bir
rakama kiralanmış. Biz mahalle halkı olarak
hiçbir kurum ve kuruluşa antipati
beslediğimizden değil, boş alan olarak kalmasını
istiyoruz. Park olarak kalmasını istiyoruz.
Deprem gibi olaylar olduğu zamanlarda biz buraya
kaçıyoruz. Akşamları çayımızı burada içiyoruz.
Bu mahalle için bu alan özel bir alan tek boş
yerimiz burası" dedi.
VAKIF
GÖNÜLLÜSÜ: MİLLET TEKKE KÜLTÜRÜNÜ ÖĞRENSİN DİYE
YAPIYORUZ
Arazi içinde bekleyen Geylani Vakfı
gönüllülerinden Kuddisi Usta, kendilerine tepki
gösterenlerin mahalleli olmadığını, 3-5
provakatör olduğunu iddia etti. Usta, “Biz
burayı kurtarıyoruz, belediyeye kalsa burada
daha büyük yapılar yapılacak. Biz tekkeyi millet
için yapıyoruz. Millet tekke kültürünün öğrensin
diye açıyoruz" dedi. Oruç Baba türbesinin
bulunduğu arazi içerisine 2 ya da 3 katlı bina
yapılacağını ifade eden Usta, “Eğitim alanı
olacak, gerisi halka açık olacak" şeklinde
konuştu. Mahallelinin türbe kapıları önündeki
bekleyişleri devam ediyor.
Hürriyet, 22.09.2014
|
KADIN MUMYASINDA 70 KAYNAK SAÇ

Mısır'da yapılan Amarna kazılarından
çıkarılan 3 bin yıllık kadın mumyasında ilginç
tespit: Başta 70 postiş bulundu. Üstelik hepsi
farklı renklerde boyanmış!
Mısır'ın en eski yerleşimlerinden Amarna'da bulunan
3 bin yıllık bir kadın mumyasının kafatası üzerinde
tespit edilen tam 70 parça postiş (kaynak saç) bilim
adamlarını şaşırttı. Amarna kazılarında uzman olarak
çalışan Dr. Jolanda Bos, Live Science dergisine
yaptığı açıklamada, kafatası üzerindeki postişlerde
farklı renklerde saçlara rastlandığını kaydederek,
"Binlerce yıl önce yaşayan kadınlar da günümüzdeki
hemcinsleri gibi süslenmeye düşkündü. Amarna
kadınlarıysa hem postişi hem de kısa saçı seviyordu"
dedi. Mumya üzerinde araştırmalarını sürdüren bilim
adamları, şimdi, postişin günlük hayatta kullanılan
yaygın bir aksesuar olup olmadığını tespite
çalışıyor. Uzmanlara göre, postiş takma adeti, ölen
kişilere öbür dünyada güzel görünmeleri için
uygulanan bir ölüm ritüeli de olabilir. Kafatasında
70 tane birbirine sıkıca iliştirilmiş postiş bulunan
mumyanın kimliği ise henüz belirlenemedi. Amarna'da
bulunan diğer mumyaların da tıpkı bunun gibi iyi
korunmuş olduğuna dikkat çeken bilim adamları, söz
konusu bedenlerin antik Mısır toplumunun asillerine
ait olma olasılığı üzerinde duruyor. Amarna Projesi
kapsamında ulaşılan mumyaların yaşlarının 4 ila 58
arasında değiştiği belirtiliyor.
Sabah, 22.09.2014
|
MOMA'NIN GENİŞLETME ÇALIŞMALARI TAM GAZ
MoMA'nın genişletme çalışmalarında son aşamaya
gelindi.

Yatırımcı Hines firması 85,3 milyon Dolara arazi
için gerekli anlaşmayı yaptı ve MoMA Kulesi olarak
anılan (Tower Verre) Jean Nouvel'in tasarımı için
gerekli imzayı attı.



10 yıldır süren tartışmalar Amerikan Halk
Sanatları Müzesi'nin yıkılmasını da gündeme taşımış,
MoMA bir sanat kurumu olması ve çok yeni bir yapının
yıkımına sebep olacak olmasıyla eleştiri konusu
olmuştu.

82 katlı yapının 5 katı MoMA tarafından
kullanılacak.
Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 22.09.2014
|
TARİHİ ALANLAR TİCARETHANE OLACAK

Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisi 12 Eylül'de
aldığı kararla yıllardır tarihi Yüksek Öğretmen
Okulu'nun yıkılarak yerine ticarethane yapılmasına
karar verdi.
Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Ankara'da
bir çok tarihi bina ve yerleşkenin tescili için
başvuruda bulunduklarının söyledi. Ancak bir çok
yerin tescil edilmediğini ve bugün yıkılarak yerine
ticaret merkezi yapılması planlanan Beşevler’de
bulunan Yüksek Öğretmen Okulu yerleşke alanı ve
Etlik garajının ticaret merkezinin bunlarda biri
olduğuna dikkat çekti.
KENT TALAN SÜRECİNDE
Büyükşehir Belediye Meclis kararlarını yargıya
taşıyacaklarını belirten Candan, “Büyükşehir
Belediye meclisi kararları ile kent talan sürecine
girmiştir” dedi. Beşevlerde bulunan Yüksek Öğretmen
Okulu yerleşkesinin 1961 yılında Yatakhane ve
okulları konferans salonu ile önemli bir kompleks
olarak 65 bin hektarlık bir alana içinde kurulduğunu
hatırlatan Candan, 2010 yılında bu alanın tescili
için başvurduklarını fakat tescil edilmediğini ifade
etti.
Ankara’da Etlik garajı olarak bilinen ASKİ Genel
Müdürlüğü’nün kullanımında olan alanın ticaret
merkezine açılmasını da dava açacaklarını açıklayan
Candan, “Ağaçlandırılacak alanları yapılaşmaya açmak
için plan değişiklikleri veriyorlar. Sadece
Büyükşehir Belediyesi’nin bir meclis toplantısında
30 dan fazla bu şekilde karar var” dedi.
Evrensel, 22.09.2014
|
BEŞ BİN YILLIK ANTİK KENTTE MÜZİK ODASI BULUNDU

Hatay’ın Erzin
İlçesi'nde, 5 bin yıllık tarihi
geçmişi olan ‘’İsos antik kentinde’’ müzik dinleti
odası bulundu. Roma dönemine ait olduğu tespit
edilen ve dünyada çok az bulunan ‘’Odeon’’ mimarisi
ile yapılan müzik dinleti odasının tedavi amaçlı
kullanıldığı düşünülüyor.
MÖ 545 yılında önemli bir yerleşim
merkezi olan ”İsos antik kentinde” (Epifenia) kazı
çalışmaları devam ediyor. 5 bin yıllık geçmişi
bulunan antik kentte, Makedonya Kralı Büyük İskender
ile Pers Kralı Darius arasında geçen meydan savaşı
bu bölgede yapılmış. Dönemin ticaret şehri olarak
tarih sayfalarında yer alan İsos; Roma, Bizans, Geç
Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğu’na ev sahipliği
yapan çok kültürlü bir kent. 5 bin yıl önceye kadar
bölgenin önemli bir yerleşim merkezi olan kenti
ayağa kaldırmak için 8 yıl önce başlatılan kazı
çalışmaları aralıklarla devam ediyor.
Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Ömer Çelik
başkanlığında 20 kişilik kazı ekibi, 3 ayrı noktada
çalışmalara devam ediyor. Kazı alanının batısında
Roma yolunun bir kısmı açığa çıkarıldı. Bulunan
yolun, sütunlu yol olduğu kesinleşti. Roma yolunun
kuzey doğusuna kadar devam eden çalışmalarda
dükkanların olduğu kısma ulaşıldı. Buradaki
kazılarda mozaikler bulundu. Arazinin doğusuna
uzanan noktada Odeon mimarisine rastlandı. 8 yıldır
devam eden çalışmalarda, daha önce Bizans
askerlerinin kullandıkları hamam kalıntılarına
ulaşılmıştı. Kalıntılarda orjinal ”Artemis” mozaiği
bulunmuştu. Son çalışmalarda Abbasi, Bizans ve Roma
dönemlerine ait önemli yerleşim alanları bulundu.
Bulunan bir kalıntıda yapılan çalışmada, tarihte çok
az kullanılan ”Odeon” mimarisi ile yapıldığı
saptanan müzik odası bulundu. Roma dönemine ait
olduğu tespit edilen müzik odasında çalınan müzikle
insanların tedavi edildiği düşünülüyor.
Kazı alanında tepelik bir bölgede yapılan
çalışmalarda ise Roma dönemine ait amfi tiyatro
bulundu. İnsanların oturdukları alanın açığa
çıkarıldığı kazılarda, tiyatro sahnesinin de ortaya
çıkarılması için çalışmalar sürdürülüyor.
haberler.com, 22.09.2014
|
ÇATALHÖYÜK'TE 9 BİN YIL ÖNCE HEM YERLEŞİK HEM DE
HÜKÜMETSİZ EŞİT BİR YAŞAM VARDI
Ortadoğu'nun dışında yerleşik yaşama geçilen ilk
yerlerden biri olan 9 bin yıllık Çatalhöyük'te devam
eden kazılar, 8 bin kişinin yaşadığı bu yerleşimde
Ortadoğu'nun aksine merkezileşmiş hiyerarşik bir
siyasi yapı değil, eşitlik ilkesine dayalı bir
toplumsal düzenin hüküm sürdüğünü ortaya koydu.
Ayrıca kadın ve erkekler arasında da eşitliğin
bulunduğu Çatalhöyük'te insanların biyolojik
akrabası olmayanlarla aynı evlerde yaşadığı ve
beraber gömüldüğü, sembolizmin ve sanatın da çok
geliştiği ortaya çıktı.

UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan ve
yaklaşık 9 bin yıl önceye ait önemli bir neolitik
yerleşme olan Çatalhöyük'ün sırlarını çözmek için
yürütülen çalışmaların 2018'de tamamlanması
planlanıyor. Çatalhöyük, ilk olarak 1958'de James
Mellaart tarafından keşfedildi ve 1961-1965 arasında
4 sezon boyunca ilk kazılar gerçekleştirildi.
1993'te Çatalhöyük'ün ortaya çıkarılmasında yeni bir
perde açıldı. Yüzey araştırmasını takiben Kuzey ve
Güney bölgede 1995 yılında başlayan kazılar, 18
yıldır Yapı Kredi ana sponsorluğunda devam ediyor.
Kazı çalışmalarına şu ana kadar 22 farklı ülkeden
binlerce araştırmacı katıldı.
Kazı Başkanı Stanford Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ian Hodder, AA muhabirinin
sorularını yanıtlarken, ekip olarak 1993'te
başladıkları kazıları 2018 itibarıyla
bitireceklerini dile getirdi.
Çatalhöyük'ü önemli ve popüler kılan
nedenleri "9 bin yıllık olması" ve "çok büyük bir
alanı kaplaması" şeklinde sıralayan Hodder, 8 bin
kadar kişinin yaşadığı Çatalhöyük'le ilk defa
Ortadoğu'nun dışında bir yerde yerleşik hayatın
bulunduğuna işaret etti. Hodder, "Yerleşik hayatın
hep Ortadoğu'da, Irak'ta, Mezapotamya'da, Suriye'de
varolduğu düşünülüyordu. Kazılarla, Orta Anadolu'da
da çiftçiliğin, yerleşik hayatın olduğu görüldü"
dedi.
Hodder, yeni bilimsel teknikler
aracılığıyla Çatalhöyük'teki beslenme, sosyal
ilişkiler ve iş ilişkilerine ilişkin bulgular elde
ettiklerini anlatarak, şunları söyledi:
"Kullandığımız modern bilimsel tekniklerle
erkek ve kadınların çok benzer şeyler yediğini, çok
benzer yaşamlar sürdürdüğünü, benzer işlerde
çalıştığını, hem erkeğe hem de kadına aynı sosyal
statünün verildiğini gördük. Kadın-erkek arasında
insanların düşündüğünden çok daha eşit bir yaklaşım
olduğunu öğrendik. Ayrıca evlerin içerisine, yerin
altına gömülen insanların biyolojik olarak
birbirleriyle akraba ve aynı aileden olmadığını
gördük. Bir aile olarak yaşamışlar ama biyolojik
olarak ebeveynleri aynı değil. Dolayısıyla
Çatalhöyük'te doğduğunuzda biyolojik anne-babanızla
yaşamıyorsunuz, başka insanlarla yaşıyorsunuz."
Duvar resimleri, heykeller ve gömütleri
incelediklerinde Çatalhöyük'teki sanatın birbiriyle
ilişkisi olduğunu gördüklerini anlatan Hodder,
"Sanat eserlerinin, ölülerle iletişime geçmek ya da
o ölüleri korumak niyetiyle yapıldığını düşünüyoruz.
Çatalhöyük'ü ziyaret ettiğinizde, o evlere
gittiğinizde hem insanları hem de insanlara ait
parçaları da görebiliyorsunuz. İnsanlar beraberinde
parçaları da saklamış, bir şekilde atalarınız hala
sizinle yaşıyormuş izlenimi veriliyor" ifadelerini
kullandı.
"Bütün evlerde duvar resimleri"
Sembolizm ve sanat eserleri açısından
Çatalhöyük'ün çok zengin olduğuna işaret eden
Hodder, "Sanat, evin içerisinde uygulanıyor.
Çatalhöyük'te bütün evlerde bu duvar resimlerinin
olduğunu görüyoruz. Çatalhöyük'ün önemli olmasının
bir başka sebebi de tüm duvar resimleri, objelerin
çok güzel korunması" diye konuştu.
Prof.Dr. Hodder, eserlerin çok iyi
korunarak bugüne ulaşabilmesi sayesinde detaylı
analizler yapabildiklerini vurgulayarak, insanların
günlük hayatta neler yaptığının ve bazı evlerde 450
kata kadar ulaşan sıvalardan yüz yıl boyunca
insanların her ay neler yaptığını net ve detaylı
olarak görebildiklerini söyledi.
"İnsanlar eşitlik ilkesiyle
yaşamış"
Nüfusuyla dönemin en kalabalık
şehirlerinden biri olması, duvar resimlerinin ve
aletlerinin bilinen neolitik geleneklerle
bağdaşmaması, yönetim biçimi, iç içe ve paylaşımcı
yaşam tarzı değerlendirildiğinde Çatalhöyük'ün
arkeolojik açıdan önem taşıdığına dikkati çeken
Hodder, şöyle devam etti:
"Özellikle Ortadoğu'daki diğer yerleşim
birimlerinde belli bir büyüklüğe ulaşıldıktan sonra
merkezileşmiş bir yönetim ve hiyerarşi ortaya
çıkarken Çatalhöyük'te insanların eşitlik ilkesiyle
yaşamaları bölgedeki diğer yerleşim birimlerinden
ayrışmasına neden oluyor. 8 bin kişilik toplulukta
genelde bir liderin, bir hükümetin olması ve bir
hiyerarşi beklenir. Çatalhöyük'te herhangi bir
lider, herhangi bir hükümet, idari bina yok; kadın
ve erkekler eşit. Çatalhöyük'ün ilk kasabalardan,
ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu
söyleyebiliriz. İnsanlar, 'Büyük topluluklar halinde
nasıl yaşanır?' sorununu
çözmüşler."
"Her yıl 160 kişilik ekip
çalışmalara katılıyor"
Prof.Dr. Ian Hodder, Çatalhöyük'teki kazı
çalışmalarını 21 yıldır sürdürdüklerini ifade
ederek, "Her yıl orada 160 kişilik bir ekip
bulunuyor ancak insanlar sürekli değişiyor. 21 yıl
içerisinde dünyanın 22 farklı ülkesinden binlerce
kişi kazılarda çalıştı diyebiliriz. Bunların dörtte
biri de Türk" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin
almaları halinde 2015-2016 döneminde de 6 aylık
kazılara devam edeceklareni, 2017-2018 döneminde de
bulunan verileri analiz edip, açıklayacaklarını
belirten Hodder, "Yanıtlamak istediğimiz sorulardan
biri Çatalhöyük'te yerleşimin, yaşamın nasıl
başladığı. Çünkü en dipte bulunan, ilk evlere
ilişkin hala henüz bir bilgimiz yok. Neden o
zamanlarda insanlar biraraya gelip, Çatalhöyük'ü
oluşturdular, bunu öğrenmek istiyoruz" diye konuştu.
"UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde
yer alması, turizmi artırdı"
UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer
almasının ardından Çatalhöyük'te turizmin de
artığına işaret eden Hodder, bu sene 70.yılını
kutlayan Yapı Kredi'nin 18 yıldır kazı çalışmalarına
sponsorluk yaptığını hatırlatarak, şunları söyledi:
"Arkeoloji çok yavaş ilerliyor, uzun
dönemleri kapsıyor ve çok büyük sabır gerektiriyor.
Böyle çok uzun dönemler için sponsor bulmak her
zaman çok zor olur. Birçok araştırma da 1-3
yıllığına sponsor olunduktan sonra uzun dönemleri
kapsayamadığı için bu sponsorluk iptal edilmek
zorunda kalıyor. Genellikle sponsor olunan birçok
arkeolojik alan klasik, net görebileceğiniz
alanlardır. Çatalhöyük çok farklı. Burada kerpiç
binalar olduğu için hemen analiz edilmesi gerekiyor;
korunması ve halka gösterilmesi çok daha zor. Yapı
Kredi burada kerpiç mimarisi olan tarih öncesine ait
bir yerleşim alanını desteklemekle risk de almış
oldu. Alınan risk de Çatalhöyük'ün UNESCO Dünya
Mirası Listesi'ne girmesiyle başarıya döndü."
 
 
 
 
 
 
Cnn Türk, 22.09.2014
|
SULAR ÇEKİLDİ, KALE GÖRÜNDÜ
Van'ın Erciş
İlçesi'nde uzun yıllar su altında kalan
Osmanlı kalesi, Van Gölü'nün sularının çekilmesiyle
yeniden ortaya çıktı.
Doğu Anadolu
Bölgesi'nde yaşanan kuraklık nedeniyle birçok baraj,
gölet ve su kaynağı kururken, Türkiye'nin en büyük
gölü olan Van Gölü'ndeki su seviyesinin düşmesi,
Erciş İlçesi'nde yıllardır su altında kalan Osmanlı
kalesini ortaya çıkardı.
Yapının büyük bölümünün su altında kalması
nedeniyle ziyaret edilemeyen Van Gölü sahilindeki
kaleye, şimdilerde yerli ve yabancı turistler büyük
ilgi gösteriyor.

Kaleyi gezen tarihçi-yazar Selahattin Koşar, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Urartu Krallığı
zamanında Van Gölü sahilinde inşa edilen kalenin,
Karakoyunlu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu
döneminde de onarımdan geçirilerek kullanıldığını
belirtti. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde de
geçen Osmanlı kalesinin 521 yılında Sultan
Kılıçaslan tarafından Urartu Krallığı'nın temelleri
üzerine inşa edildiğini anlatan Koşar, Kanuni Sultan
Süleyman'ın da İran seferi sırasında kalede bir
hafta konakladığına dair bilgiye sahip olduklarını
ifade etti.

Koşar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan
onarımın ardından yerli halkın kale çevresindeki
yapılarda yaşadığını bildirerek, Van Gölü sularının
1800'lu yıllardan itibaren yükselmeye başlamasıyla
insanların bugünkü Erciş bölgesine yerleştiğini dile
getirdi. Kalenin, göldeki yükselmenin etkisiyle
tamamen su altında kaldığını anlatan Koşar, kaledeki
yapıların hem suyun hem de Van'da 23 Ekim 2011'de
yaşanan depremin etkisiyle büyük hasara uğradığına
dikkati çekti.
Suların çekilmesiyle yeniden ortaya çıkan ve
Osmanlı İmparatorluğu'nun Erciş'teki tek eseri olan
kaledeki belirli bölümlerin restorasyondan
geçirilmesi gerektiğine değinen Koşar, yapılacak
restorasyonla kalenin turizme kazandırılabileceğini
sözlerine ekledi.
Akşam, 21.09.2014
|
İSTİKLAL, TARİHİNE YÜZ MÜ ÇEVİRİYOR?

BBC, şehrin sembolü olan caddenin
eski yapılarının ve mekanlarının birer birer yok
edildiğini, yerine yapılan AVM ve mağazaların da
yeni ziyaretçilerinin olduğunu vurguladı.
İstanbul'un en eski semtlerinden olan Beyoğlu'nda
yer alan İstiklal Caddesi, pek çok kez değişimden
geçti. Bunların bazıları yeni kurulan sinemalar,
açılan sahnelerle, kitapçılarla, pastanelerle oldu.
Bir kısmı bu dükkanların el değiştirmesi, yerlerine
yeni dükkanların açılmasıyla... İstiklal
Caddesi'nden Tünel'e yaklaşık 250 dükkan var.
Bunlardan 200'e yakını irili ufaklı mağaza,
kalanları ise kafe, lokanta veya büfe. Bununla
birlikte bugün yüzü İstiklal'e bakan yedi kitabevi
var. Galatasaray'daki kumaşçı, caddenin başlarındaki
Ali Muhiddin Hacı Bekir şekerlemecisi veya
Tünel'deki Lebon pastanesi dışında eskiden kalma
dükkanların sayısı ise azalıyor artık. Emek
Sineması'nın ve İnci Pastanesi'nin içinde bulunduğu
Serkildoryan Han'ın boşaltılması... Tünel'deki
asırlık sahaf Librairie de PÈra, sonrasında Robinson
Crusoe'nun kapanması, Rumeli Han'ın tahliyesiyle
birlikte Rebul Eczanesi'nin kepenklerini indirmesi,
caddedeki değişimin istikrarlı işaretleri belki de.
Dışına inşaat iskeleleri kurulmuş binalar adım başı
karşınıza çıkıyor. İstiklal'deki değişime direnmeye
çalışan bir başka dükkan da Kelebek Korse. Mal
sahibi düşük kira bedeli nedeniyle tahliyesini
istiyor. Dükkanın işletmecisi ise, "Dönerci yapmak
istiyorlar burayı" diyerek isyan ediyor. Caddenin
ziyaretçileri arasında, eskiyi özleyen de bugünden
memnun olan da var. Tekstilci Hakan Şensu,
"Alışverişten memnunuz da, eskiye dönük hiçbir şey
kalmamış. Eski dükkanlar yok, eski düzenler yok"
diyerek yakınıyor. 21 yaşındaki Yaprak ise, daha çok
arkadaşlarıyla buluşmak için geliyor buraya.
"Alışverişi AVM'den yapmayı, kitapları ikinci elden
almayı tercih ediyorum" diyor.
Sabah, 21.09.2014
|
EVLERDE TOPKAPI SARAYI'NDAN FAZLA ESER VAR

Tavan arasında sakladığınız bir
objenin milyonlar etme ihtimalini hiç göz önünde
bulundurdunuz mu? "Olmaz" demeyin evdeki
eşyalarınıza bir göz atın. Uzmanlar evlerde Topkapı
Sarayı'ndan daha fazla değerli eşya olduğunu
söylüyor.
Mazimiz Osmanlı gibi zengin bir imparatorluğa
dayanıyor. Pek çoğumuzun evinde değerli olduğunu
düşündüğü eski bir eşya vardır. Taşınırken atıp
atmamakta kararsız kaldığımız, kaç para eder diye
düşündüğümüz objelerden bahsediyorum. Peki ama ya
sürekli üstüne bastığınız halınız yüz binlerce lira
ediyorsa? Ya da tavan arasında çürümeye bıraktığınız
yağlı boya tablonuz büyük ikramiye ile eş
değerdeyse... Hemen size umut vermek istemem. Ama
emsaller yok değil. Eskiciye sattığı şekerlikle
hayatı değişen, evindeki kartpostal saray arşivine
giren örnekler var. Hemen büyük umutlara kapılmayın
elbette, ama evinizde gizli kalmış bir hazine varsa
da gün yüzüne çıkartın. Bunun için yapmanız
gerekenler basit. Eksperlere başvurmanız yeterli.
Hem de internet ortamında artık kendi araştırmanızı
kendiniz de yapabilirsiniz. İşte eksperlerden evdeki
objeleriniz için tavsiyeler....
Murat Öztürk / Halı eksperi
ŞİMDİ AVRUPA VE AMERİKA'DAN ESER TOPLUYORUZ
- Halı eksperliğine nasıl başladınız?
- Öztürk Halı'yı rahmetli dedem 1960'lı yıllarda
Kapalı Çarşı'da kurmuş. Ben bu işi yapan üçüncü
kuşağım. Ama daha küçük yaşta genlerime işlemiş bu
iş. Henüz ortaokuldayken komünizm çökmüş, Sovyetler
dağılmış. O dönemde Azerbaycan ve Ermenistan'dan
insanlar el dokuması değerli halılarını getirip
burada satmaya çalışıyordu. O kadar da ucuza
satıyorlar ki biz de iyilerini seçip alıyoruz. Bir
gün dükkana valizlerle Azeriler geldi. Babam iki-üç
parça aldı. Benim beğendiğim parçayı almadı. Ben de
arkalarından koştum ve harçlıklarımdan ödeyip aldım.
Birkaç saat sonra dükkana gelen Avrupalı bir
koleksiyoner benim aldığım halıyı iki katı fiyatına
aldı.
- Türkiye'deki evlerden hali hazırda değerli halı
çıkıyor mu?
- Artık çok ama çok zor, pek kalmadı. Bazı çok
zengin ailelerde var tabii ama öyle çok ucuza alma
şansı yok. Dünya internet sayesinde küçüldü. Artık
herkes bilgiye çok rahat ulaşıyor. Şimdi biz Avrupa
ve Amerika'dan eser topluyoruz. Oradaki mezatları,
koleksiyoncuları takip ediyoruz. Eserleri genelde
yurtdışından alıyoruz. Her gün telefonlar geliyor
"Antika halımız var" diye. Ama maalesef çoğu
ekonomik açıdan hiç bir değer teşkil etmiyor.
Bayram Karşit / Resim eksperi
TÜRKİYE'DE YAPILAN SAHTE TABLOLAR ÇOK AMATÖR
İŞİ
- Sık sahte resme rastlıyor musunuz ve en çok
hangi ressamların sahteleri oluyor?
- Sahte resimlere ara ara rastlıyorum. En çok
İbrahim Safi, Fikret Mualla, Hoca Ali Rıza ve son
dönemde vefat etmiş olan bazı çağdaş sanatçıların
sahte eserlerine rastladım.
- Türkiye'de sahte resim piyasası ne durumda?
- Son dönemde oldukça azaldı. Mesela eski klasik
ressamların eserleri nadir olarak satışa çıkıyor ve
fiyatları da yüksek olduğu için alıcı da satıcı da
bu işi ciddiye alıyor ve mutlaka ekspertiz
yaptırıyor.
- Bir eserin sahte olup olmadığını nasıl anlarız?
- Bir resmin sahte olup olmadığını anlamak için
öncelikle ressamın eserlerini çok iyi tanımak, çok
eser görmek ve bilgi sahibi olmak lazım. Bunun
dışında ultraviolet ışık ve çeşitli kimyasallar
kullanılır. Kimyasalların bazıları üzerindeki kirli
tabakayı temizlememize, bazıları da eserin yeni olup
olmadığını tespit etmemize yardımcı olur. Dünyada
bile henüz zamanın getirdiği eskimeyi herhangi bir
yöntemle yapmak mümkün değil. Ama Türkiye'de yapılan
sahte tablolar çok amatör.
Turgay Artam / Antiş A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
MANDAL KARŞILIĞI TOMBAK SATTI
- Türkiye'deki insanlar ellerindeki değerlerin
farkında mı?
- Elbette hayır. İstanbul'daki evlerde Topkapı
Sarayı'ndan fazla eser var.
- Sizin bulduğunuz, rastladığınız ilginç
hikayeler var mı?
- Yıldız Sarayı'nda düzenlediğimiz tombak
sergisini gezen bir kadın kendisinde benzer bir
şerbetlik olduğunu ama bunu bir gün önce eskiciye
satıp mandal aldığını söyledi. Tombağın değerini
anlatınca da hızlıca sergiyi terk etti. Eskiciyi
bulmuş ve tombağını üç katı ödeyerek geri almış. 50
bin lira gibi bir fiyatla müzayedeye koyduğumuz
tombak tam 500 bin liraya satıldı. Sahibi büyük
ikramiye çıkmış gibi sevindi.
- En çok hangi objeler çıkıyor evlerden?
- Evlerde genellikle değerli hilyelere
rastlıyoruz. Değerli yüz binler eden bu hilyelerin
ne olduğunun insanlar farkında değil. İnsanlar
bunları evlerine asıyor ama ne olduklarını bilmiyor.
Hilyeler Peygamber Efendimiz'i tasvir eden
levhalardır. Etrafında da tezhip sanatı vardır. Ama
üzerlerindeki imzalar eski Türkçe olduğundan kimse
anlamıyor değerini. Oysa Nisan 2010'da 1 milyon 150
bin liraya satılan Kazasker Mustafa İzzet'in Hilye-i
Şerif'i bunun en güzel ispatı. Sahibi sadece 50 bin
lira istiyordu.
- Günde size kaç kişi başvuruyor?
- Yaklaşık 50 kişi başvuruyor. Bazı günler 20
eve ekspertize gittiğimiz oluyor. Ekspertiz için bir
ücret almıyoruz.
- En değerli eşyalar nereden çıkıyor?
- İstanbul'da Anadolu yakasından çıkıyor.
Ankara, Amasya, Konya ve Eskişehir'den de çok sayıda
değerli eşya çıktığı oluyor. Doğal olarak her
gidilen evden müzayedede satılacak eser çıkmıyor.
Bazı evlerde hayal kırıklığı yaşanırken beklenmedik
bir evden muhteşem eserler çıkabiliyor.
Muazez Bodur / BuKaçparaEder.com'un kurucusu
HER ÇEYİZ SANDIĞI ASLINDA BİR HAZİNE
-Türkiye'de evlerde çok fazla değerli eşya var mı?
- Herkesin evinde değerli olduğunu düşündüğü
veya değerli olduğunu büyüklerinden duyduğu nice
obje var. Dededen kalma bir saat, büyükannenin
çeyizinden porselen yemek takımı, babanın eski
silahı... Belki bir servet değeri taşıyan nice eşya
yıllarca evlerimizin bir köşesinde sessizce duruyor.
Her çeyiz sandığı bir hazinedir aslında...
- En çok hangi objelerle kapınızı çalanlar
oluyor?
- Site ziyaretçilerimize en çok halı, ahşap
objeler, tablolar, tespihler, Kur'an-ı Kerim el
yazmaları, paralar, silah ve savaş objeleri,
saatler, eski fotoğraf makineleri, eski radyolar,
vintage eşyalar, pul ve gümüş objeler konusunda
hizmet veriyoruz. Osmanlı tarafından üretilmiş
eserler ya da Osmanlı pazarı için yapılmış
mobilyalar, porselenler, kılıçlar ve tablolar hala
evlerimizi süslüyor. Vintage dediğimiz dönem
kıyafetleri, eski fotoğraf makineleri, kameralar ve
eski radyolar tahmin edilen değerin çok üstünde
değerlenebiliyor.
- Peki ama en değerli objeler neler oluyor?
- Birinci sırada Kur'an-ı Kerim ve el yazmaları
geliyor. Günümüzde evlerde hala çok sayıda el
yazması eser ve Kur'an bulunuyor. Birçoğunun çok
tahrip olduğunu görüyoruz. El yazması ve matbu
eserler çok karıştırılıyor, ekspertiz için
tarafımıza gönderilen bütün el yazması eserlerin
çevirilerini yapıp, eserlerin ne olduğu, kim
tarafından yazıldığı, hangi konuda yazıldığı
hakkında eser sahiplerine bilgi veriyoruz. Kur'an ve
el yazmalarını, halı, mobilya, eski savaş objeleri
ve saat takip ediyor.
- Size şu ana kadar kaç kişi başvurdu?
- Online ve kurumsal müşterilerimizin 2,5 yıl
içinde 250 bin eski değerli eşyasına ekspertiz
yaptık. Elinde dedesinden, büyükannesinden kalma
nadir ve eski eşyası olanlar, koleksiyonerler ya da
olmak için çaba gösterenler, eski eşya almak ya da
satmak isteyenler, antikacılar, mimarlar, iç
mimarlar, avukatlar, sigorta şirketleri, özel
müzeler ve kurumlar müşterilerimiz arasında.
- Ekspertiz işlemi nasıl yapılıyor? Gerçek olup
olmadığını nasıl anlayacağız?
- Günümüzde ekspertiz, güven esasına dayalı,
kendilerini belli konularda geliştirmiş insanların,
geçmiş tecrübeleriyle verdikleri kanaat görüşlerine
dayalıdır. Öncelikle bu kişilerin tarafsız, objektif
ve iyi niyetli olması hususu bu aşamada en önemli
kriterdir.
- Evlerde bir kenara atılmış ve çok değerli olan
eşyalarla karşılaştınız mı?
- Bir mühür koleksiyonerinin, Osmanlıca
bilmediği için okuyamadan aldığı bir mühür,
döneminin çok önemli bir hattatına ait çıktı,
alındığı fiyatın 300 katına değerlendi ve bu mühür
ilgili bir kitapta içerik olarak kullanıldı.
Ekspertiz için yollanan ve bir sarayımızda çekilen
bir fotoğraf, saray arşivinde olmadığı için
bağışlanarak sergilenmeye başlandı. Yine eski Türkçe
yazılmış bir kitap, bu alanda araştırma yapılan bir
üniversiteye ışık tutuyor şimdi.
- Hiç, bir evde bulduğunuz çok değerli ve sizi
şaşırtan bir obje oldu mu?
- Duvarlarda unutulmuş tablolar, kitapların
arasında unutulmuş el yazması mektuplar, evraklar,
el yazması kitaplar, Kur'anlar bazen servet değeri
taşıyor. Hem eser sahibi hem biz çok şaşırıyoruz.
Boşaltılan bir evde eski diye bırakılmış eşyaların
arasında tarihe ışık tutan kartpostallar, eski
fotoğraflar, sandıkların içinde askeri üniformalar,
depolarda çürümeye bırakılmış eski mobilyalar
bulduğumuz çok oluyor. Evindeki sobayı satıp,
kalorifer bağlatmak isteyen bir müşterinin duvarında
yüz binler eden bir tablo olduğunu ve onun hiç
farkında bile olmadığına da şahit olduk.
- En çok değerli eşyalar nerelerden çıkıyor?
Örneğin Anadolu'dan çıkıyor mu?
- İnsanlar duygusal bağ kurduğu objeleri
saklıyor ancak şaşırtıcı örnekler daha çok hiç
umursamayıp köşeye attığınız, çatı katında, depoda
unuttuğunuz eserler. Ekspertiz için en çok talebi
İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Bursa'dan
alıyoruz.
- Değerli eşyaları nasıl korumalıyız?
- Bazen büyük koleksiyon sahipleri bile sahip
oldukları eşyanın ne olduğunu bilmiyor. Bizi en çok
şaşırtan ve üzen şey bu aslında. Bir eserin
korunması, güncel bir eserin ortaya çıkarılmasından
daha zordur. Doğru koşullarda saklamak, gereken
bakımları uzmanlara yaptırmak gerekir. Her tip
materyalin farklı koruma ve bakım kuralları var.
Temizlik ve restorasyon uzman ellerde yapılmazsa
eser çok değer kaybedebilir. Öncelikle eserlerinizi
temiz, direkt gün ışığına ve ısıya maruz kalmayacak
şekilde sergilemenizi ve zarar gördüğü anda doğru,
ehil restorastöre ulaşmaya çalışmanızı tavsiye
ediyorum.
- Farklı kültürlerde tarihi eşyalara gösterilen
ilgi de farklılaşıyor sanırım.
- Dünyada Çin, Türkiye, Rusya ve Hindistan
tarihi değerlerini koruyamadı. Bu ülkelerden sayısız
kültürel varlık yurtdışına çıktı. Şimdi bu ülkeler
kültürel miraslarını geri almaya çalışıyor.
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 21.09.2014
|
300 YILLIK TARİHİ MEZARLIK ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

Erzurum’da 300 yıllık tarihi
mezarlık çöplüğe dönerken, mahalle sakinleri yağmur
sonrası ortaya çıkan kafatası ve insan kemiklerini
görünce panik yaşadılar.
Erzurum'un Yakutiye İlçesi'ne bağlı Veyisefendi
Mahallesi'nde bulunan tarihi 300 yıllık mezarlık
adeta kaderine terk edilmiş durumda. Eski
dönemlerden kalma mezarların bulunduğu alanda yağmur
yapmasıyla oluşan toprak kayması sonucu insan
kemikleri ve kafatasları ortaya çıkıyor. Vatandaşlar
tarafından adeta çöplük haline çevrilen tarihi
mezarlıkta, çocuklar oyun oynarken kemiklerle
karşılaşıyor. Eski dönemlere ait mezar taşlarının
bulunduğu alanda bir çok mezar kayıp olurken bazı
mezarlardan da kemikler dışarı çıkıyor.
Mahalle sakinlerinin tedirginlik yaşadığı alanda
bulunan kafatası ve kemikler toplanıp poşete
konularak mezarlıklar müdürlüğüne teslim edildi.
Mahalle sakinlerinden Abdulcabbar Yaşar, tarihi
mezarlığa sahip çıkılması için yetkililerden yardım
istedi. En az 300 yıllık mezarların bulunduğunu
ifade eden Abdulcabbar Yaşar, yağmur yağdığında
bütün kemiklerin ortaya çıktığını ifade ederek,
çocukların kemiklerden korktuklarını söyledi. Yaşar,
"300 yıllık tarihi bir mezarlığa hiç kimse sahip
çıkmıyor. Kafatasları, kemikler hep dışarıda biz
toplayıp poşetlere koyuyoruz ve mezarlık müdürlüğüne
teslim ediyoruz. Bu mezarlıkların etrafının çevrilip
korumaya alınmasını istiyoruz." dedi.
Sabah, 21.09.2014
|
ERZURUM KALESİ'NE
TEHLİKELİ TIRMANIŞ
Erzurum'un en eski yapıları arasında bulunan ve binlerce turistin ziyaret ettiği Erzurum Kale'sinin duvarlarına tırmana çocuklar tehlike oluşturdu.
Kale duvarlarına adeta cambaz gibi tırmanan çocuklar, tehlikenin farkında olmayarak oyun oynadılar.
Üç arkadaşın birbirleriyle tırmanma yarışı yaptığını gören vatandaşlar, çocuklara uyarılarda bulundu.
Yaklaşık 3 metre yüksekliğinde duvara tırmanarak çıkan çocuklar çevredekilerin yardımıyla aşağıya indirildi.
Sabah, 21.09.2014
|
|
TARİHİ KENTİN KAPISI AYAĞA KALKIYOR

Isparta Yalvaç’ta Hıristiyanlar için ‘kutsal mekan’ kabul edilen Pisidia Antiokheia Antik Kenti girişinde bulunan Batı Kapısı’nın konservasyonu (muhafaza etme) için çalışma başlatıldı. 5 yıldan bu yana antik kentte kazı çalışmalarını sürdüren Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr Mehmet Özhanlı, bu yılki programlarında konservasyon çalışmalarına ağırlık verdiklerini belirtti.
“ŞEHRİN GÖRÜNTÜSÜ DEĞİŞECEK”
Antik kentte sürekli kazı çalışmaları yapıldığını
aktaran Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, antik
kentte ilk kez 1908 yılında Amerika Birleşik
Devletleri (ABD) Michigan Üniversitesi tarafından
kazı çalışması yapıldığını söyledi. Daha sonraki
yıllarda Yalvaç Müzesi tarafından yapıldığını
anlatan Prof.Dr. Özhanlı şöyle dedi:
“Bu yıl ilk olarak şehrin girişinde yer alan 4
ayak ve 3 girişi bulunan Batı Kapısı ayağa
kaldırılmak üzere çalışmamızda yer aldı. 45 gün
boyunca proje üzerinde çalıştık. Digital olarak kapı
ayağa kaldırıldı. Malzemelerinin nerelerde olduğu,
hangi parçalarının eksik olduğu tek tek tespit
edildi. Üzülerek söylüyorum ki, malzemenin yüzde
65′i kayıp. Biz bu eksik parçaları çizerek aynısını
yapıp yerlerine koymayı ve kapıyı ayağa kaldırmayı
planlıyoruz.”
PİSİDİA KALKANI KAPI GİRİŞİNE KONULDU
Eksik parçalardan Pisidia Kalkanı ve bazı zemin
taşlarının bulunarak yerine konulduğunu kaydeden
Prof.Dr. Özhanlı, şöyle dedi:
“Batı kapısı 3 girişi olan bir kapı. Buradan
içeriye girdiğinizde ortada bir su kanalı
görüyorsunuz. Caddenin her iki tarafında işyerleri
var. Bu işyerlerinin parçalarını da temin ederek,
kilden elde ettiğimiz sıvayla yerlerine
yerleştirdik. Önümüzdeki dönemde de çatı kurup
görsel malzemelerle dükkanları dolduracağız.
Böylelikle gelen ziyaretçiler bu dükkanlarda neler
yapıldığı konusunda bilgi sahibi olacak.”
ÇOK SAYIDA YABANCININ UĞRAK YERİ
Pisidia Antiokheia antik
kentinin, Hıristiyanlık
dininin yayılmasında önemli rol oynayan Saint
Paul’ün Efes’ten gelerek ilk vaazını verdiği yer
olarak bilindiğini söyleyen Prof.Dr. Özhanlı, antik
kentin Hıristiyanlar için hac merkezi olarak kabul
edildiğini ve her yıl çok sayıda ziyaretçi
ağırladığını vurguladı.
Güney Kore, Arjantin, Almanya ve ABD’den
grupların ziyaret ettiği antik kentte Augustus
Tapınağı, Anıtsal Çeşme, Roma Hamamı, Amfitiyatro,
Saint Paul Kilisesi gibi kutsal alanların yanında
son yıllarda ortaya çıkarılan Roma villaları da
ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Mynet Haber, 21.09.2014
|
JOAN
MİRO'YU ANLAMA KILAVUZU
Sezonun en önemli sergilerinden biri Çarşamba günü
Sakıp Sabancı Müzesi'nde açılıyor. 22 Eylül
Pazartesi günü saat 10.00'da Miro için bir basın
toplantısı yapılacak. Toplantı aynı anda
radikal.com.tr'den yayınlanacak. Bu önemli sergi
için Miro'nun beş yapıtını inceledik.

20. yüzyıl resminin en tanınmış isimlerinden biri
Joan Miro, 125 eseriyle
İstanbul ’a geliyor. İsmini herkesin bildiği
resimlerini tanıdığı Joan Miro için canlı renkleri,
neşeli desenleri ile Akdenizli İspanya’nın
simgelerinden biri diyebiliriz. Hem İspanyol
hem Katalan, hem soyut hem figürcü, hem sürrealist
hem değil, biraz dışavurumcu… ama hepsinin ötesinde
kendisi gibi bir ressam. Hayatı boyunca
resmi değiştirmek, ona ‘süikast düzenlemekle’
uğraşmış bir sanatçı. Sonuçta resmi öldüremese de
her faninin bir bakışta tanıyacağı, kendine ait bir
dünya kurmayı başarmış bir imza.
Miro’nun eserleri ilk bakışta birer soyut
resim gibi görünür. Lekeler, çizgiler, renkler ve
desenler bir hikaye anlatmaz. Aslında sadece bir
güzellik duygusu ve neşe vermeyi de hedeflemez.
Çünkü o soyut görüntüye dikkatle baktığınızda
Miro'nun hiç durmadan tekrar ettiği temel
figürlerini görebilirsiniz: kuşlar, kadınlar,
yıldızlar, ay ve güneş... 1920'lerde
oluşturduğu ve ömrü boyunca sadık kaldığı bu
semboller, insanın bilinçaltına, doğayla, hayatla,
gökyüzüyle kurduğu ilişkiye dair simgelerdir.
Miro'nun sanatı, bu sembolleri ve ana renklerini
değiştirmeden farklı teknikleri denediği bir arayış
olarak bilinir. Tuvalden dev duvar resimlerine,
seramikten taş baskıya ve halılara geniş bir teknik
yelpazede hep yeniyi arayan bir büyük alem.
Her ne kadar Miro bu şekillerin biraz da
kendiliğinden oluştuğunu söylese de bugün onun son
derece planlı, akılcı bir sanatçı olduğunu
biliyoruz. Ne Dali gibi deli ne Picasso gibi
kadınlara düşkün biriydi. Diğer çılgın
İspanyollardan farklı olarak sakin ve planlı bir
hayat sürdü, iyi bir aile babası oldu.
Barcelona'daki Miro Vakfı'nda korunan arşivi
sayesinde tüm resimlerini ayrıntılı biçimde önceden
tasarladığını, resimlerin kime kaça satıldıklarını
listeleyip hesabını tuttuğunu biliyoruz.
Miro, 50'lerin sonunda karısı Pillar'ın memleketi
Mallorca'ya yerleşti. Buradaki harika manzaralı,
ağaçlar arasındaki evinde uzun yıllar huzur içinde
çalıştı. Denemeyi hiç bırakmadı tabii. Bazen eski
bir tahta parçasının üzerine resim yaptı, bazen
tuvallerinin ortasını yaktı...
Belki de en
çok seramik, halı, litografi çalıştığı dönem de bu
oldu. En ünlü komşusu ise 1975'te tahta çıkan
İspanya Kralı Joan Carlos'tu. Kralın
kaskını takıp motorsikletiyle ünlü ressamı ziyarete
geldiği ve İspanya'nın birliği, demokrasi üzerine
uzun uzun sohbetler ettikleri Miro ailesinin
anlatmayı sevdiği anılardan biri.
İstanbul'daki sergide de en çok Miro'nun bu en
mutlu, en deneysel son döneminden eserler göreceğiz.
Eserler Miro'nun kendi elleriyle kurduğu
Barcelona'daki Miro Vakfı ile ölümünden sonra
ailesinin Mallorca'da oluşturduğu iki kurum:
Successió Miró ile Pilar ve Joan Miró Vakfı’ndan
geliyor. Sergi, sanatçının çalışma biçimini,
desenleri, özel eşyaları ve çeşitli belgelerle
birlikte sunacak.
Sanat sezonumuz için görkemli bir açılış, resim
severler için kaçırılmayacak bir fırsat.
MİRO'YA NASIL BAKMALI
FİGÜRLER KUŞLAR VE YILDIZ
Çok tipik bir Miro resmi. Geniş boş alanın yarattığı
derinlik duygusu var. Hakim renk mavi, onu yine bir
başka temel renk, kırmızı yırtıyor. Sol köşedeki
yıldız, Miro'nun olmazsa olmazı. Altındaki nokta ve
devam eden çizgide ellerini yere uzatmış insan
figürleri var. Kuşlar ise ortadaki büyük çizgi ve
onun üzerinden geçen kırmızı. İki kanadından
tanıyabilirsiniz...
CONSTELLATIONS
Miro için eserlerini çoğaltan özgün baskılar ve özel
kitaplar çok önemliydi. Çoğaltmalar hem
popülerleşmek daha çok insana ulaşıp resmin burjuva
yaşantısına özgü sınırlarını zorlamak imkanı, hem de
farklı işbirlikleri olanağı veriyordu ona. İkinci
Dünya Savaşı başladığında yaşadığı sıkışmışlık
duygusuyla yarattığı bir seri olan Consellations,
Miro'nun en tipik resimleridir. Çok sayıda
çizgilerden oluşan kadınlar, kuşlar ve diğer
canlılar, cansızlar. Miro o resimleri yaptığı dönemi
“İçimde derin bir kaçma arzusu vardı. Umutsuzca
kendime kapandım, gece, müzik ve yıldızlar resmimde
rollerini üstlendiler” diye anlatıyor. İstanbul'da
bu seriden yapılmış çok özel bir kitap da
sergilenecek. Bu özel baskıdan dünyada sayılı
miktarda bulunuyor.
KİŞİ
Miro müzesinin önündeki yerinden 10 yıldır hiç
kımıldatılmayan heykel, ilk kez İstanbul sergisi
için söküldü. Baş ve gövdesi tek bir hareketle
tasarlanmış gibi duran bu figür, sanatçının en ünlü
heykellerinden biri. Kolları, cinsel organı sonradan
eklenmiş gibi. Ona daha gerçeküstü bir atmosfer
katıyor. Spielberg'in ünlü filmi ET'ye de bu bronz
heykelin ilham verdiği rivayet edilir. Sakıp Sabancı
Müzesi'nin girişinde sergilenecek, tıpkı
Barcelona'da olduğu gibi ziyaretçiler onunla hatıra
fotoğrafları, selfiler filan çektirebilsin diye...
MAĞARA KUŞLARI
Miro'nun resminde en önemli simgelerden biri kuş. Bu
resimde de kuşun yüzü açıkça görülüyor. Büyük bir
eğimle uzanan çizgi de kuşun gövdesini simgeliyor.
Miro için kuş, düşlerin, özgürlüğün, farklı
dünyaların simgesi. “Kuşlar göğe doğru uçarken bizi
yerden alıp daha yükseklere, hiç dünyevi olmayan
rüyalara ve hayaller dünyasına doğru kaldırıp
götürürler” diye anlatıyor resimlerindeki kuşları.
JOAN MİRO'YA GÜZELLEME
Adını Joan Brossa tarafından yazılmış ve sanatçıya
ithaf edilmiş bir dizi şiirden alıyor. Miro, şiirle
çok ilgili bir ressamdı ve çok sayıda taşbaskı
seriyi şiirlere eşlik etsinler diye yaptı. Hatta onu
baskıya bu kadar yönelten şeyin de şiir olduğu
söylenir. Hareketli enerjik bu resmi bize Miro'nun
kadınlarından birini de gösteriyor. “Benim kadın
dediğim, bir canlı olarak kadın değildir, evrenin
kendisidir” diye anlatıyor Miro. Bu resimde yukarıya
bakan, sanki çığlık atan bir kadın var. Miró’nun çok
sevdiği simgelerinden üç tel saç bu figürün de
başında. Miro'nun resimlerinde sık sık kullandığı
kırmızı renkli kadın cinsel organı da yerini
almış... Ve tabii bir yıldızla birlikte... Bir başka
tipik simgesi kaçış merdiveni de resmin alt köşesine
yerleşmiş. Temel renkler ise sanatçının tipik
kırmızısı ve sarısı ve mavisi…
Radikal, Haber: Cem
Erciyes, 21.09.2014
******
'MİRO'NUN ÖZELİ'
DÜNYADA İLK KEZ SABANCI'DA
20. yüzyıl sanatının büyük ismi Katalan ressam Joan
Miro'nun aile koleksiyonunda kimi yapıtları ve özel
eşyaları dünyada ilk kez Sabancı Müzesi'nde
sergileniyor. Sabancı Holding sponsorluğunda açılan
'Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar' başlıklı
sergi, 1 Şubat'a kadar SSM'de.

Geldi, geliyor derken nihayet Miro
İstanbul ’da. Sakıp Sabancı Müzesi’nde
bugün açılan ‘Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar,
Yıldızlar’la kentin sanat mevsimi de uluslararası
boyutta bir sergiyle başlangıç yapıyor. Aynı zamanda
tüm izlemeye gelenler de sonbaharı çocuksu bir
coşkuyla karşılayacak eminim.
‘Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar’ sergisi
bu sabah SSM’inde müze müdürü Nazan Ölçer, serginin
sponsoru Sabancı Holding CEO’su Zafer Kurtul, Joan
Miro Vakfı Müdürü Rose Maria Malet Miro’nun torunu
Joan Punyet Miro’nun katılımıyla yapılan basın
toplantısı ve ardından düzenlenen turla kapılarını
açtı.
Picasso, Dali, Rembrand, Monet gibi olağanüstü
sergilere imza atmasına rağmen doğrusunu söylemek
gerekirse Barcelona’daki Miro Müzesi, Mallorca’daki
aile koleksiyonu Succesio Miro, Pilar ve Joan Miro
Vakfı, evi ve atölyesini dolaştıktan sonra
“İstanbul’da aynı etkiyi yaratmak mümkün olacak mı
acaba?” diye düşünmeden edememiştim.
Tabii ki kuşkularım anlamsızmış. Nazan Ölçer ve Hüma
Aslaner başta olmak üzere tüm SSM ekibi yine
muhteşem bir sergiye imza atmış. Miro’nun dünyası
mükemmel biçimde yansıtılıyor.
DÜNYADA İLK KEZ SABANCI’DA
Nazan Ölçer’in toplantıda “Müze olarak hayalimizde,
Pablo Picasso ile başlayıp Salvador Dali ile devam
eden İspanya’nın büyük ustalarının üçlemesinde son
halkayı tamamlamak vardı. Bu süreçte Barcelona’daki
Joan Miro Vakfı ile sanatçının olgunluk dönemine
odaklanan, onun vazgeçemediği kadınlar, kuşlar ve
yıldızları merkeze alan ve sanatçının çok
yönlülüğünü ortaya çıkaran bir seçki yapmaya karar
verdik. Ancak bu bir galeri sergisi değil. Çok
yönlülüğü ortaya çıkarmak için ayrıca, Mallorca’daki
aile koleksiyonunda yer alan eserlerle yine
Mallorca’daki Pilar ve Joan Miro Vakfı’nda bulunan
atölye malzemelerini ödünç aldık. Sanatçının farklı
tekniklerdeki kimi eserleri ve bazı kişisel eşyaları
ise dünyada ilk defa Türkiye’de Sakıp Sabancı
Müzesi’nde sergilenecek. Ayrıca sergide yer alan bir
dizi belgesel filmde Katalan sanatçı Joan Miro’nun
yaşamını, iç dünyasını, değişimleri, dostlarını,
ülkesindeki ve dünyadaki siyasi olaylara duyduğu
öfke ve tepkisini izleyerek sanatçının kolay ele
vermediği gizli dünyasını tanıma imkanına sahip
olacağız” diyerek sergiyi kısaca özetledi.

Gerçekten de sergi, resimlerinden heykellerine,
seramiklerinden dokumalarına tüm yapıtlarıyla,
belgelerle, özel eşyalarıyla, çalışma alanlarından
dostlarından fotoğraflarla, onu anlamak için mutlaka
izlenmesi gerektiğine inandığım belgeseliyle Miro’yu
çok geniş bir spektrumda sadece sanatıyla değil, tüm
insani yönleriyle de yansıtıyor.
İstanbul’a ilk kez gelen, torun Joan Punyet Miro da
hem SSM’inden hem de serginin düzenlenmesinden çok
etkilenmiş. “Yurt dışında bugüne dek açılan en iyi
Miro sergisi” diyecek kadar da sergiden emin ve
sonuçtan çok mutlu. Onun dediği gibi Akdeniz
güneşinin bunaltıcı sıcağının Miro’nun ruhunu nasıl
etkilediğine yakından şahit olacağız bu sergiyle.
MIRO HEP MIRO KALDI
Barcelona’daki Joan Miro Vakfı Müdürü Rosa Maria
Malet’ye göre, Miro’nun son dönemine
yoğunlaşmalarının en büyük nedeni, son dönem
eserlerinin çoğunlukla, kendi dilini, söylemini
yarattığı ve en özgür dönemi olması. Hem teknik, hem
anlatım hem de ele aldığı konular açısından. Ancak
Miro özünde hep aynıydı. Farklı teknikler kullansa,
dönem dönem dili değişse de çocuksu ruhu hiç
değişmiyor.
Yine de kimi uzmanlar Miro’nun yaşamında asıl
kırılmanın 1956’da Mallorca’ya yerleştikten sonra
başladığını söylüyor. Renkleri azalıyor, daha
yalınlaşıyor. Bir süre kendini sadece taş baskılara
ve seramiğe adıyor. Beş yıl sonra tekrar resme
döndüğünde çalışmaları daha özgür ve hareketli
olmaya başlıyor. Simgeler arka plana itiliyor,
tuvalde akan damlalar, el izleri, renk lekeleri gibi
dışa vurumcu öğeler görülüyor.
Kısacası, 90 yıllık uzun, son günlerine dek sanatla
iç içe şiir gibi bir yaşama sahip Miro’yu anlatmak
kolay değil. Zaten o da tüm yaşamı boyunca şiirle,
şairlerle ilişkisini hiç kaybetmemiş. Aragon, Breton
Eluard, Octavia Paz gibi ustalarının ona yazdığı
şiirler de bunun en büyük kanıtı.
23 Eylül -1 Şubat tarihleri arasında ziyarete açık
olan sergiyi kaçırmayın, hatta bir an önce gidin
derim. Eminim bir kez dolaşmak yetmeyecektir, ikinci
tura da vakit kalsın...
POLİTİK DURUŞU VE ETNİK KİMLİĞİNİN NE ÖNEMİ VAR?
Dünyadaki en önemli Miro uzmanı kabul edilen Rosa
Maria Malet basın toplantısı sırasında sanatçının
iki dünya savaşı sırasında ve sonrasındaki aldığı
tavır hakkında sorulara cevap vermek istemedi. Miro
gibi evrensel bir sanatçıyı politikaya çekmek doğru
değil. İstanbul’daki sahte sergi konusu da bu
sergiyi hiç etkilememiş. Sahte sergi ortaya
çıktığında bu serginin hazırlıkları çoktan başladığı
için ona göre bir tavır geliştirmeleri hiç söz
konusu olmamış.
Radikal, Haber: Müge Akgün,
23.09.2014
******
MİRO'NUN KUŞLARI BOĞAZ'A KONDU
Katalan ressam Joan Miró’nun 125 eseri bugün Sakıp
Sabancı Müzesi’nde ziyarete açıldı. “Joan Miró.
Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” adıyla açılan sergide,
ilk kez sergilenen eserlerin yanında sanatçının
torunlarının evinde saklanan kişisel eşyaları da
bulunuyor. Üç belgesel filmin de gösterildiği sergi,
1 Şubat 2015’e kadar görülebilir.
Ünlü Katalan ressam
Joan Miró, arşivlerde korunan defterlerinden birinde
şöyle diyordu: “Benim işlerim bir ressamın
bestelediği bir şiire benzemeli.” Eserlerini, hatta
hayatının kendisini resim ve şiir düzleminde yaşayan
sanatçı için önemli olan, ruhundaki şiirin izlerini
resimde aramaktı. Ferit Edgü’den dinleyecek olursak:
“Miró tüm yaşamı boyunca şiirin yol göstericiliğine
inandı. Kendini daha gençlik yıllarından itibaren
bir şair-ressam ya da bir ressam-şair olarak gördü.
Birçokları gibi şiirsel (lirik) resimler yapmadı.
Şiiri, bir şiir olarak resminin odak noktasına
oturttu.” Edgü’ye göre Aragon, Eluard, Breton, Char
ya da Octavia Paz gibi dönemin büyük şairlerinin
şiirlerinde onun sanatını ele almalarının sebebi,
belki de Miró’nun resimlerinde aradığı şiir
sayesindedir.
Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) yaklaşık üç yıl
süren, Miró’nun sanatına ve hayatına ayna tutacak
nitelikte bir sergi açma girişimleri bugün açılan
sergiyle gerçekleşmiş oldu. Sanatçının 125 eserinin
bir arada yer aldığı “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar,
Yıldızlar” sergisinde ilk kez izleyiciyle buluşan
eserlerin yanında Miró’nun torunlarının evinde
bulunan kişisel eşyaları da yer alıyor. Sergi,
sunduğu eser çeşitliliği bakımdan Miró’nun çok
farklı yönelimlerini keşfetme imkanı da sunuyor.
Joan Miró Vakfı Müdürü Rosa Maria Malet’in de ifade
ettiği üzere, “Miró her tür teknikle çalışmış bir
ressamdır; denediği her teknikte büyük bir kaşiftir
ve büyük bir öğretmendir”. Her bir malzemenin ve
tekniğin en iyi sonucunu almaya çalışan hatta bu
uğurda sınırları zorlayan sanatçı, örneğin
resimlerini sadece tuval üzerine yağlıboya yaparak
sınırlandırmaz. Onun zemini bazen bir mukavva, bazen
bir ahşap, bazen de çuval bezi ya da seramik
olabilir. Taşbaskıdan aside yedirme baskı türüne
kadar çeşitliliği artıran Miró, her ne kadar sarı,
kırmızı, mavi ve siyah gibi temel renklere ağırlık
veriyor olsa da, yağlıboya, suluboya, akrilik, çini
mürekkebi, kurşunkalem gibi araçlardan da sonuna dek
faydalanmayı bilir.
Joan Miró’nun resimlerinde kurduğu dile değinecek
olursak, bu konuda Fransız şair Raymond Que-neau’nun
söylediklerine dikkat kesilmek gerekir. Şaire göre
Miró’nun alfabesi Çin sembollerine benzer, “Anlamak
için bir derse ihtiyaç duyarsınız.” Ancak Miró’nun
evrenine girildiğinde, özellikle olgunluk döneminde,
şiirsel sembollere yoğunlaştığı görülür; sanatçı
kısıtlı sayıda öğeden oluşan biçimsel dilinde belli
başlı evrensel konular işler. Temelde özgürlüğü dert
edinen sanatçı, eserlerinde kadın, kuş, ay, güneş ve
takımyıldızlarından oluşan bir dil geliştirir. Joan
Miró’nun olgunluk dönemine odaklanan sergideki
eserlerin yanı sıra, üç belgesel film de
gösteriliyor. Bu filmlerde sanatçının hayatı, iç
dünyası, dostları, geçirdiği değişimler, siyasi
hadiselere karşı gösterdiği tepkilerle birlikte
fazla bilinmeyen iç dünyası da izleyici ile
buluşacak.
SSM’de Miró
günleri
“Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisi
kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi'nde bir dizi
etkinlik de gerçekleştiriliyor. Bunlardan ilki bugün
saat 11.00'de sanatçının torunu Joan Punyet Miró'nun
dedesine dair hatıralarını anlatacağı konferans
olacak. 27 Ekim Pazartesi saat 13.30 ile 17.00
arasında gerçekleştirilecek ikinci konferansın
konusu ise “Sanat Eserlerinin Sırları, Sanat
Konservasyonu Konuşmaları”. Miró etkinliklerinde
çocuklar da unutulmamış. Hafta içi ve hafta sonu
atölyelerinde, anaokulundan liseye kadar tüm
öğrenciler ücretsiz olarak Miró'nun dünyasına kapı
aralayan bu eğitimlere katılabiliyor. Müze, sergi
kapsamında İspanyol sinemasından örnekleri de
izleyiciyle buluşturuyor. Ekim, Kasım ve Aralık
boyunca sürrealist yönetmen Luis Bunuel, Carlos
Saura ve Pedro Almodovar'ın filmleri gösterilecek ve
3 Aralık Çarşamba akşamı saat 19.00'da, Atilla
Dorsay'ın katılımıyla İspanyol sineması hakkında bir
panel düzenlenecek.
Zaman, Haber: Zehra Onat, 23.09.2014
******
İSTANBUL'DA MİRO ZAMANI
20’nci
yüzyılın en etkili sanatçılarından Joan Miró’nun
olgunluk dönem işleri, Sabancı Müzesi’nde ziyarete
açıldı. Geçen yıl “sahte eserlerini” gördüğümüz
Miró, bu kez sanatının zirvesinde bir usta olarak
sanatseverlerle buluşuyor.

O, resmi öldürmek istiyordu. Yaşamı ancak ölümün
içinden doğurabileceğini biliyordu belki de;
içindeki ressamı öldürmeyi göze alacak kadar
kararlıydı. Elini kana bularken, bir efsane doğurdu:
Joan Miró.
Sakıp Sabancı Müzesi, Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar,
Yıldızlar adlı sergiye evsahipliği yapıyor. Sabancı
Holding’in sponsorluğunda, Barselona’daki Joan Miró
Vakfı, Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miró
ile Pilar ve Joan Miró Vakfı’nın işbirliğiyle
düzenlenen sergi, sanatçının olgunluk dönemi
işlerine odaklanıyor. 125 eserden oluşan kapsamlı
seçkide, yağlıboya ve akrilik tablolar, duvar
halıları, taşbaskı ve aside yedirme baskıların
yanısıra Miró’nun aile koleksiyonundan ödünç alınan
kişisel eşyalar da bulunuyor.
EVRENSEL UĞRUNA
Dünyada Miró sergileri, ekseri iki farklı yörüngede
ilerliyor: Hayatı boyunca denemekten hiç vazgeçmeyen
sanatçının ya üslup ve form arayışları ya da
“görünenin altındaki politik duruşu” inceleniyor.
Sabancı seçkisi ise Miró’yu tartışmak değil,
tanıtmak isteyen bir içerik hazırlamış. Burada
“evrensel sanatçı” tanımını haklı çıkarmak
istercesine, zamandan ve mekandan azade bir sanatçı
portresi sunuluyor. Miró’nun işlerinde sıklıkla
kendine yer bulan, kadın- kuş- takımyıldızları- ay-
güneş gibi “leitmotiv” temalar üzerinden sanatçının
olgunluk dönemi inceleniyor.
ARAYAN DEĞİL BULAN
Seçki, son dönem işlerinden oluştuğundan Miró’nun
arayışlarını değil, oturan üslubunu yansıtıyor.
Sanatçının dönemine, dönemin siyasetine verdiği
cevap ise en iyi ihtimalle bir dipnot olarak
kalıyor. İki dünya savaşı, kimilerine göre “II.
Dünya Savaşı’nın provası” niteliğinde bir iç savaş
ve Avrupa’nın en uzun soluklu faşist yönetimi olan
Franco rejimini yaşamış bir sanatçı Miró. Bir
hayatın içinden yürümüyorsunuz galeriyi gezerken,
“arayan” değil “bulan” bir sanatçıyla
karşılaşıyorsunuz.
Bu küratöryel tercihin, “Miró’yu tanıtmak”
şeklindeki hedeften kaynaklandığını düşünüyorum.
Halbuki tanımak, birinin “neleri öldürmeyi seçtiğini
bilmekten” geçiyor biraz da.
Konuşmaya, dinlemeye ve anlamaya takati olmayanların
ördükleri duvarlarda küçük pencereler açıyor Miró.
Siz, perdelerinizi sımsıkı kapatabilirsiniz. Sanıyor
musunuz ki, o zaman kuşların cıvıltısı da
duyulmayacak.
Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar, 1 Şubat’a
kadar Sabancı Müzesi’nde ziyaret edilebilir.
BİR DALGINLIKTIR PİCASSO
Sabancı Müzesi, Miró sergisini, 2005’te Picasso’yla
başlayan ve 2008’de Dali’yle devam eden “Katalan
üçlemesinin son halkası” olarak ziyarete sunuyor.
İncelikle hazırlandığı gözlerden kaçmayan sergi
kitabının Türkçe ve İngilizce edisyonlarında da bu
vurguya yer veriliyor. Müze Müdürü Nazan Ölçer basın
toplantısında, “bu üç büyük sanatçının Katalan
olmasının tesadüf olamayacağını, buradaki özgürlükle
ilgili platformdan kaynaklandığını” söyledi. Joan
Miró Vakfı’nın Müdürü Rosa Maria Malet ise bir başka
noktaya dikkat çekti: “Picasso, Malagalıdır.
Barselona’da yaşamışsa da Katalan değildir.”
Ayrıntılı ve titiz çalışmalarına hayranlık
beslediğimiz müze yönetimi, bu “dalgınlık” yüzünden
sergi kitaplarını yeniden basacak mı, merak
ediyoruz.
Taraf, Haber: Murat Şevki Çoban,
23.09.2014
|
ERDOĞAN'DAN VAHDETTİN KÖŞKÜ'NDE 1.5 SAAT TEFTİŞ

Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan, dün öğle saatlerinde Üsküdar
Kısıklı’daki konutundan çıkarak, Karacaahmet
Mezarlığı’na gitti.
Erdoğan, annesinin ve babasının mezarlarını
ziyaret edip dua etti. 15 dakika süren ziyaret
sonrası Erdoğan, Çengelköy’deki Kerem Aydınlar
Camisi’ne giderek cuma namazını kıldı.
Erdoğan’a, Merkez Valiliği’ne atanan Hüseyin
Avni Mutlu,
İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok ve
Ak Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu
eşlik etti. Erdoğan daha sonra, girişi caminin
hemen yanında olan Vahdettin Köşkü’ne yürüyerek
geçti. Bu sırada korumaları bölgede sıkı
güvenlik önlemleri alarak basın mensuplarının ve
cuma namazını Erdoğan’la aynı camide kılan
cemaatin köşke yaklaşmasını engelledi.
Erdoğan, hem devlet konukevi hem de
Cumhurbaşkanlığı yazlık çalışma ofisi ve aynı
zamanda ikamet olarak da kullanılabilecek
şekilde yeniden inşa edilen tarihi Vahdettin
Köşkü’nde incelemelerde bulundu.
Binalardaki çalışmalar ve bahçedeki
düzenlemeler hakkında bilgi alan Erdoğan, burada
1.5 saat kaldı.
Padişah Vahdettin’in tahta çıkmadan önce
yaşadığı Vahdettin Köşkü’nün de içinde bulunduğu
65 dönümlük alandaki eski Köçeoğlu Köşkü, Kadın
Efendi Köşkü ve Ağalar Dairesi aynı hizaya
çekildi. Köşk için 1988’de dönemin Başbakanı
Turgut Özal da ‘Başbakanlık Dinlenme Evi’
yapılması için talimat vermiş, restorasyon
başlamış fakat Özal’ın ölümü sonrası çalışma
durdurulmuştu.
Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 20.09.2014
|
EDİRNE'DE RESTORASYON HAMLESİ
Edirne'de, II. Murat
zamanında yaptırılan ve günümüzde sadece minaresi
ayakta kalan Şeyh Şüceaddin Cami'nin yeniden inşası
için çalışma başlatıldı. Osmanlı-Rus Savaşı'nda
yıkılan tarihi Gazimihal Hamamı da restore edilecek.

Günümüzde sadece minaresi ayakta kalan
Şeyh Şüceaddin Camisi, aslına uygun şekilde
yeniden yapılacak. Edirne Valisi
Dursun Ali
Şahin, Tabakhane Caddesi'ndeki caminin
bulunduğu alanın kamulaştırma işleminin
tamamlandığını söyledi. Cami arazisinin
mülkiyetinin, kamulaştırma sonrasında Vakıflar Bölge
Müdürlüğüne devredildiğini belirten Şahin, şunları
kaydetti:
"Göreve ilk geldiğim günlerde bölgeyi gezdiğimde çok
hoş bir manzarayla karşılaşmadım ve hemen buranın
ihyası için çalışmalara başladık. Kamulaştırma
işlemini İl Özel İdaresi aracılığıyla 130 bin liraya
tamamladık. Şeyh Şüceaddin Karamani'nin mezarının da
bulunduğu yere, Bulgaristan'ın Şumnu kentindeki bir
camide gördüğüm şadırvanın aynısından türbe
yapacağız".
Şahin, Edirne Müze Müdürlüğü'nün, caminin oturum
alanının tespiti ve projelendirme çalışmaları için
kazılara başladığını ifade etti. Caminin
fotoğraflarının arandığını vurgulayan Şahin, "Cami
aslına uygun olarak projelendirilecek" diye konuştu.

592 yıllık hamam restore edilecek
Mülkiyeti Maliye Hazinesi'ne ait olan ve Edirne
Valisi Dursun Ali Şahin'in girişimleriyle Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne devredilen
Gazimihal
Hamamı da restorasyona girecek. Devir
işlemlerinin tamamlanmasının ardından fizibilite
çalışmalarına başlayan Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün,
işlemler sonrasında restorasyona başlayacağı
bildirildi. Yıllardır metruk halde duran hamamın
restorasyon çalışmalarına en kısa sürede
başlanacağını bildiren Vali Dursun Ali Şahin,
şunları kaydetti:
"Tam şehrin girişinde bulunan bu tarihi
zenginliğimiz bakımsızlığı nedeniyle hiç hoş olmayan
görüntülere neden oluyor. Yapılacak röleveden ve
kazı çalışmalarının ardından projelendirip, en kısa
sürede restorasyon ihalesini yapacağız. Hamamın
restorasyonunun tamamlanmasıyla şehrimizin Avrupa
tarafından girişi hoş olmayan görüntüden
kurtulacak".
Yapı, 20.09.2014
|
DÜNYANIN SANATI BİZE GELİYOR
İstanbul’un en büyük sanat fuarlarından
ArtInternational 26 Eylül’de başlıyor. Haliç Kongre
Merkezi’nde üç gün sürecek fuara 24 ülkeden 80
galeri katılacak.

İlki geçtiğimiz yıl gerçekleşen Artinternational
sanat fuarı bu yıl yine
Haliç Kongre Merkezi’nde 26-28 Eylül
tarihlerinde düzenlenecek. Geçtiğimiz yıl
15 bin sanatseveri ağırlayan, birçok ünlü
koleksiyoneri
İstanbul’a çeken, toplamda 21 milyon avroluk
satışın yapıldığı fuar bu yıl da iddialı. Fuarın
yönetmenliğini yine Dyala Nusseibeh, sanat
yönetmenliğini ise Stephane Ackermann
üstleniyor.
Türkiye’den 12 galeri
İstanbul’daki Rampa Galeri’den Leyla Tara
Suyabatmaz, Pi Artworks’den Yeşim Turanlı,
Viyana’daki Galerie Krinzinger’den Ursula
Krinzinger,
Paris’teki Yvon Lambert galeriden Olivier
Belot ve
New York’ta bulunan Leila Heller Gallery’den
Leila Heller’ın oluşturduğu seçim komitesinin
değerlendirmesi
sonucu bu yıl fuara
Amerika’dan
Çin’e, Suudi
arabistan’dan
Finlandiya’ya
24 ülkeden 80 galeri katılacak.
Türkiye’den ise Artinternational’a, fuarda geçen
yıl da stand açan Galeri Mana, NON, Pi Artworks,
PİLOT, Rampa, ArtSümer, x-ist ile Galeri
Zilberman
ve bu yıl ilk kez Dirimart, Galeri Nev, Rodeo ve
Sanatorium katılacak.
Fuarın yıldızları ve merakla beklenenler
Fuarın yıldızları ise geçtiğimiz yıl bir
sergiyle
Sakıp Sabancı Müzesi’nde konuk olan Anish
Kapoor ve fuarla aynı tarihlerde yine Sakıp
Sabancı Müzesi’nde bir sergisi açılacak olan
Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miro olacak.
Ai Weiwei, Marina Abramoviç, Andy Warhol,
Banksy, Damien Hirst, Yayoi Kusama, Willem
Oorebeek, Steve Sabella ise fuarın
merakla beklenen diğer sanatçıları...
Taner
Ceylan’ın ilk heykeli
Çağdaş sanatımızın bazı önemli sanatçıları da
yabancı galerilerle birlikte İstanbul’a geliyor.
Bunlar arasında Leila Heller Gallery’den Kezban
Arca Batıbeki, Murat Pulat ve Gülay Semercioğlu;
Edouard Malingue Gallery’den Nuri Kuzucan ve
Galerie Lelong’dan
Ramazan Bayrakoğlu var. Uzun bir aradan
sonra eserlerini yeniden Türkiye’de görme
şansına erişeceğimiz bir diğer sanatçı ise Taner
Ceylan. Ceylan’ın yeni işleri ilk kez
ArtInternational’da görücüye çıkacak. Paul
Kasmin Gallery’nin standında yer alacak Ceylan
ayrıca, sanat hayatının ilk heykelini de
sergileyecek.
Lale
Müldür’ün yeni şiirleri katalogda
Şair Lale Müldür’ün deneysel film projesi
“Azılı Yeşil”in gösterimi ve çekim süreci fuarın
en önemli etkinliklerinden biri. Müldür, Kaan
Karacehennem ve Franz von Bodelschwingh’in
eşliğinde yönettiği bu filmin gösterimine
katılacak ve uzun versiyonun çekimlerini fuar
alanında yapacak. Bir diğer sürpriz ise Lale
Müldür’ün daha önce yayımlanmamış şiir ve görsel
çalışmalarının ArtInternational’a özel fuar
kataloğunda yer alacak olması.
Milliyet, Haber: Fırat Karadeniz, 20.09.2014
|
KANUNİ'NİN 'KÜRDİSTAN'INA SANSÜR
Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) Orta Öğretim
Kurumları için hazırlattığı tarih kitabının bazı
bölümlerinde 'Kürdistan' kelimesi sansürlendi. Aynı
ders kitabında Osmanlı Devleti'nde yaşayan halklar
arasında da Kürtler yer bulmuyor.

Vicdan Turan, İlhan
Genç , Mehmet Çelik, Celal Genç ve Şenol Türedi
tarafından hazırlanan,
MEB tarafından bu yıl altıncı baskısı yapılan
‘Tarih 10’ ders kitabının 71. sayfasındaki “Kanuni
Dönemindeki
Siyasi Olaylar” başlıklı bölümde, Kanuni’nin
Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği mektupta
Kanuni’nin hakimiyeti altına aldığı yer adlarının
sayıldığı bölümdeki ‘Kürdistan' ifadesi sansürlendi.
Evrensel gazetesinden İsmail Afacan'ın haberine
göre, Kürdistan ibaresinin sansürlendiği bölüm şu
şekilde: “Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı,
hükümdarlara taç veren, Allah’ın yeryüzündeki
gölgesi, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin,
Anadolu ’nun, Azerbaycan’ın, Şam’ın, Halep’in,
Mısır’ın, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, bütün
Arap diyarının, Yemen’in, nice memleketlerin sultanı
ve padişahı Sultan Bayezit Han oğlu Sultan Selim Han
oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa
vilayetinin kralı Fransuva’sın.” Bu mektubun
orijinal metninde Kanuni Sultan Süleyman hakimiyet
altına aldığı yerler arasında ‘Kürdistan’ın yanı
sıra Diyarbakır ve Zülkadriye (Maraş) gibi iller de
yer almadı.
OSMANLI’DA YOK!
Ders kitabında ikinci dikkat çeken nokta ise Osmanlı
toplumsal yapısının anlatıldığı bölüm… Kitabın 66.
sayfasında Osmanlı reayası (askeri sınıf dışında
olan herkes) şöyle şematize ediliyor. Osmanlı millet
sistemi anlayışına göre yönetici sınıfa dahil
olmayan ‘reaya’ Müslim ve Gayrimüslim olarak
ayrılıyor. Şematize edilen bölümde Osmanlı
Devletindeki Müslüman halklar şöyle sıralanıyor:
“Türkler, Araplar, Acemler, Boşnaklar, Arnavutlar”.
Bu bölümde de Kürtlere Osmanlı devletinde yaşayan
Müslüman halklar arasında yer verilmiyor.
Radikal, 20.09.2014
|
TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Aksaray’da bulunan Nora
antik kentindeki tarihi
doku gün yüzüne çıkarılıyor.
Antik kent ile ilgili Kültür ve Turizm Müdürü
Mustafa Doğan’dan bilgi alan Aksaray Valisi Şeref
Ataklı, Helvadere Kasabası sınırları içerisinde
Hasan Dağı'nın eteğinde geniş bir alanda yer alan
Roma ve Bizans döneminden kalma antik şehir
kalıntılarında incelemelerde bulundu.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Doğan, ''Nora,
Viranşehir ve Mokisos’ isimleriyle de anılan
bölgenin geniş bir yaşam alanı olduğunu, antik
kentin bulunduğu alanda ve özellikle yamaç
kısımlarında önemli yapı kalıntılarının bulunduğunu
söyledi. Nora antik kentinin stratejik mevkide
önemli bir askeri üs olduğunu ifade eden Doğan, Nora
antik kentinin Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun 1998 yılında aldığı karar
ile birinci derece arkeolojik sit alanı ilan
edildiğini, ancak bugüne kadar antik kentte kapsamlı
bir çalışmanın gerçekleştirilemediğini belirtti.
Doğan bölgede yapılacak kapsamlı bir çalışma ile
Nora'nın turizme kazandırılabileceğini ifade ederek
öncelikle Nora Antik kentine giden yolun
iyileştirilmesi gerektiğini söyledi.
Belediye Başkanı Haluk Şahin Yazgı ile beraber
Nora antik kentinde incelemeler yapan Vali Şeref
Ataklı yaptığı açıklamada Aksaray’ın birçok
bölgesinde çok eski medeniyetlerin izlerini görmenin
mümkün olduğunu bu noktada Aksaray’ın yüksek turizm
potansiyeline sahip olduğunu söyledi. Aksaray’ın
turizmde hak ettiği yere gelmesi için hep beraber
gayret göstereceklerini ifade eden Vali Ataklı, Nora
antik kentinin Hasandağı'na yakınlığı nedeniyle
dağcılık alanında doğa turizmiyle birlikte
değerlendirilebileceğini söyledi.
Vali Ataklı, ‘’ Bölge Roma-Bizans dönemi ören
yeri olarak kültür turizmi kapsamında dikkati çeken
bir bölge burada bölgeye ulaşım imkanları ve diğer
alternatif ulaşım imkanları değerlendirilerek
buranın gezilip görülmesi sağlanabilir. Aksaray’ın
her bölgesinde geçmiş medeniyetlerin izlerini
görüyoruz. Kentin turizm potansiyeli çok iyi bunu
ortaya çıkarmalı turizmin hizmetine sunmalıyız’
dedi.
Nora antik kentinden çok etkilendiğini belirten
Aksaray Belediye Başkanı Haluk Şahin Yazgı,
Aksaray'ın her bölgesinde farklı bir güzelliği
barındırdığını, bu değerlerin tanıtımı ve gelecek
kuşaklara aktarılması yönünde hep beraber güzel
çalışmaların yapılacağını vurguladı.
Trt Haber, 20.09.2014
|
İKİ BİN YILLIK TARİHİ ESERLER GÜNLÜK İŞLERDE
KULLANILIYOR
 
 
 
Adıyaman’daki Perre
antik kentinin sit alanı
üzerine kurulu olan Örenli (Pirin) Mahallesi'nde
tarihi eserler yok oluyor.
Kommagene Uygarlığının beş büyük kentinden birisi
olan Perre antik kentinin birinci derece sit alanı
içerisinde bulunan Örenli (Pirin) mahallesinin her
yerinden tarih fışkırıyor. Tarihi
Roma Çeşmesi başta olmak üzere onlarca sütün,
işlemeli taşlar, soku, lahitler her gecen gün tahrip
oluyor.
Her yerinden tarihi eser çıkan mahallenin sakinleri
çıkan bu eserleri günlük hayatta kullanıyor. Roma
dönemine ait sütun ve taşların üzerine evler
yapıldı. Yaklaşık 30 yılı aşkın süredir sit alanı
ilan edilen bölgede daha önce yapılan yapılarda
tarihi eserlerin kullanıldığı görülüyor. Perre antik
kentinin kaya mezarlarının yanında bulunan Örenli
mahallesinin altında yer altı şehri olduğu
belirtiliyor.
2001 yılında Adıyaman Müze Müdürlüğü tarafından
yerel imkanlarla başlatılan kazılarda yüzlerce kaya
mezar ve bu mezar odalarında Kommagene dönemine ait
kullanılan eserlerin yanı sıra mozaikli villa ortaya
çıktı. Bazılarının yeri kesin olarak bilinin
mozaikler, korunamayacağı gerekçesiyle üzeri yeniden
kapatıldı.
Mahalle sakinleri de tarihi eserlerle iç içe
yaşamaktan memnun değil. sit alanı olduğu için
oturdukları evlerinde onarım, bakım yapamıyorlar.
Yeni ev yapmalarına izin verilmiyor. Evlerin
bazıları bakımsızlıktan dolayı yıkıldı.
Mahalle sakinleri, Devletin kamulaştırmayla ilgili
başlattığı çalışmaların sonuçlandırmasını bekliyor.
Arazileri ve yapılarının biran evvel
kamulaştırılarak paralarının verilmesini isteyen
mahalle sakinleri, evlerinin başlarına yıkılmasından
korktuklarını dile getirdiler.
Örenli Mahalle Muhtarı Ömer Ekici, bulundukları
mahallenin altının yer altı şehri olduğunu
belirterek, mahalle sakinlerinin biran evvel
kamulaştırma istediğini vurguladı.
Muhtar Ekici, Perre antik kentinin görülmeye değer
tarihi dokuya sahip olduğunu ancak her geçen gün bu
tarihi dokunun yıprandığını vurgulayarak, “Perre
antik kentinin tarihi dokusu gün be gün zarar görüyor.
Vatandaşımız bilerek veya bilmeyerek bu tarihi
dokulara zarar veriyor. Eserler kırılıyor, aşınıyor.
Sütunlu evlerimiz, lahitlerin bulunduğu evlerimiz
var. Bu eserlere yazık oluyor. Biran evvel
kamulaştırılmanın yapılması gerekiyor. Bu tarihi
eserlerin bir yerde toplanarak açık hava müzesi gibi
sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Birinci derece sit alanı içerisinde oldukları için
yapılaşmaya izin olmadığını, mevcut yapılarda bakım
ve onarım yapamadıklarını dile getiren Ekici,
vatandaşın çok zor durumda olduğunu aktardı.
Milliyet, 19.09.2014
|
XANTHOS ANTİK KENTİ KAZILARI 'PAYDOS' DEDİ

Antalya'nın Kaş İlçesi yakınlarında yer alan,
Türkiye'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki 13
antik yapıtından biri olan Xanthos antik
kentindeki kazıların bu yılki bölümü sona erdi.
Xanthos Antik Kenti'nde Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü ile birlikte
yürütülen kazılar, 1950 yılından bu yana
sürdürülüyor. Kazılar, 1950'den 2010 yılına
kadar Fransızlarca yürütüldü. 2010'dan bu yana
ise Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeloloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Burhan
Varkıvanç başkanlığında yürütülüyor. Bu yıl 8
bilim adamı, 15 öğrenci, 20 işçinin katıldığı
kazılar, yaklaşık 2.5 ay sürdü.
Kazıların bu yılki bölümünde beş alanda
çalışma yapıldı. Batı agora, meclis binası, ana
cadde şapeli, Likya yapısı ve güney doğu
sektörde çalışmalar sürdü. Bu yılki kazı
çalışmalarında, biri bey sarayı olduğu tahmin
edilen yeni yapılar ortaya çıkarıldı. Ayrıca,
Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Öğretim Üyesi Hanife Yüksel ve öğrencilerince
antik kentte düzenlenen sempozyumda yapılan 6
taş antik koltuk, antik kent içindeki anıt
ağaçlar altına yerleştirildi ve gelen
ziyaretçilerin hizmetine sunuldu.
Kazı Başkanı
Prof.Dr. Burhan Varkıvanç,
Xanthos antik kentindeki 2014 kazılarının
Temmuz başı itibariyle başladığını belirterek,
"Bu yılki çalışmalarımızda beş temel alan
belirledik. Bu alanların üçünde 2012 yılından
beri kazılarımız devam ediyor. Geniş alana
yayılan kazıları sürdürüyoruz. Özellikle güney
doğu sektörde yeni yapılar ortaya çıkardık.
Ancak Erken Bizans Dönemi'nde yapılan tahribat
nedeniyle, tarihini ve hangi amaçla
kullanıldığını belirleyemedik. Önümüzdeki
yıllarda tarihlerini ve asıl kullanım amaçlarını
belirleyeceğiz" diye konuştu.
EN ÖNEMLİ LİKYA KENTLERİNDEN BİRİ
1988 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
alınan Xanthos antik kenti, kabartmaları
İngiltere'deki British Museum'da sergilenen
Harpy Dikme Anıtı, Dansözler Lahdi, Likya Anıt
Mezarları ve Likya'nın erken yapıları ile ünlü,
Likya Birliği'nin en önemli 6 kentinden biri. MÖ 8'inci yüzyıldan
MS 7'nci yüzyıla kadar
kesintisiz yerleşim olan bir kent. Klasik
dönemde Likya Birliği'ne başkentlik yapan kent,
Erken Bizans Dönemi'nde de psikoposluk merkezi.
Gerçek Gündem,19.09.2014
|
SİDE ANTİK KENTİNDE 2014 KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ
Antalya’nın Side antik kentinde yaz dönemi kazı
çalışması tamamlandı.
İzmir Efes’ten sonra kazı çalışması başlatılan
Side’de 67 yıldır kazı çalışması yapılıyor. Antik
kentte ilk kazı çalışmasının 1947 yılında Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün Almanya’ya gönderdiği
arkeologlar arasında yer alan Ordinaryüs Prof.Dr.
Arif Müfid Mansel tarafından yapıldığı belirtiliyor.
Dünyaca ünlü arkeolog Mansel’in antik kentte
1947-1966 yıllarında aralıksız kazı çalışması
yaptığı ve Side Müzesi’nde sergilenen eserlerin
önemli bir kısmının gün yüzüne çıkmasını sağladığı
ifade ediliyor. Mansel’den sonra antik şehirde kazı
çalışmasını öğrencisi Prof.Dr. Jale İnan’ın yaptığı
ve Side’nin başta ABD ve Almanya olmak üzere dünyada
tanıtılmasını sağladığı belirtildi. Antik Side’de
Ülkü İzmirliğil’den sonra son 6 yıldır kazı
çalışması Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Sabri
Alanyalı öncülüğünde yapılıyor. Anadolu
Üniversitesi’nin Side kazılarına Avusturya Graz
Karl-Franzens Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
arkeologları da eşlik ediyor.
Arkeologlar, antik Side’de yerleşim alanı
olmasına bağlı ve şehrin Doğu Kapısı’nda önemli
ölçüde kazı çalışması yapılmaması nedeniyle 67 yıl
içinde tarihi Ören yerinin yüzde 10′nun ancak gün
yüzüne çıkarılabildiği belirtiliyor. Arkeologlar,
yüzde 90 toprak altında olan antik Side’nin tamamen
gün yüzüne çıkarılması için 500 yıla ihtiyaç
olduğunu dile getiriyor.
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side
Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı, Side Antik
Kent 2014 kazı çalışmalarının sona erdiğini söyledi.
Bu sene kazı çalışmalarını antik Side’de Doğu Kapısı
ve antik kenti ikiye ayıran agora içindeki Attius
Philippus Suru çevresinde yaptıklarını belirten
Alanyalı, kazı çalışmasını Avusturyalı arkeologlarda
olmak üzere toplamda 30 kişilik ekiple yaptıklarını
kaydetti. Side’de Doğu Kapısı’nda kazı çalışmasını
Avusturya Graz Karl-Franzens Üniversitesi
arkeologları Dr. Ute Lohner Urban, Melanie Eicher,
Helmut Vrabel, Antonio Calabrd ve Selen Kanat’ın
yaptığını belirten Alanyalı, Anadolu Üniversitesi
olarak tarihi Ören yerinde 6 yıldır kazı çalışması
yaptıklarını söyledi.
Alanyalı, Side kazıları ile ilgili şu bilgileri
verdi: “Bu sene kazı çalışmalarımızı 2 alanda
yaptık. Kazı çalışmalarımız bu sene 30 kişilik
ekiple yaptık. Çalışmalarımızı Doğu Kapısı ve Agora
içinde antik kenti ikiye bölen Attius Philippus
Suru’nda sürdürdük. Ayrıca bu sene 6 yıllık
çalışmalarımızın ön raporlarını 2 kitapta topladık.”
Karl-Franzens Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim üyesi Dr. Ute Lohnes Urban ise 2 yıldır Doğu
Kapısı’nda kazı çalışması yaptıklarını, bu sene
kapının giriş tabanına indiklerini söyledi. Doğu
Kapısı tabanında MS 4′ncü yüzyıla kadar ulaşıldığını
belirten Urban, taban yolunun kent girişine kadar
ulaştığını, çalışmalar neticesinde MÖ 1′nci yüzyıla
kadar ulaşmayı hedeflediklerini ve yolun kumul
altında olması nedeniyle çalışmaların bölgede uzun
süreceğini ifade etti.
haberler.com,19.09.2014
|
14 - 20 Eylül 2014
|
AVRUPALILAR NEREDEN
GELİYOR?
Yapılan bir araştırma, modern
Avrupalıların
genetik kökenlerinin düşünülenden daha karmaşık
olabileceğini ortaya koydu.
Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre,
Buz Çağı döneminde
Sibirya'dan
Amerika'ya ilk
giren insanlar Avrupa'daki tarih öncesi insanlarla
da karıştı ve günümüz Avrupalılarının DNA'larında iz
bıraktı.
Araştırmanın modern halkların atalarını açıklama
için yapılan en son kapsamlı genetik araştırma
olduğu bildirildi.
Uzmanlar, günümüz Avrupalılarının iki farklı halk
grubundan geldiklerini düşünüyordu. İlki yaklaşık 40
bin yıl önce türümüzün kıtaya ilk kez
yerleşilmesinden itibaren Batı Avrupa'da yaşamış
olan ilkel avcı toplayıcılardı. İkincisi ise
yaklaşık 7 bin yıl önce Avrupa'ya bugünkü
Suriye, Türkiye ve
Irak topraklarının
bulunduğu bölgeden göç eden çiftçilerdi.
Yeni çalışma ise “Antik Kuzey Avrasyalılar” denen ve
Sibirya bölgesinden gelen avcı toplayıcıların rolünü
gözler önüne serdi.
Bilim insanları, yaklaşık 7 bin yıl önce
Almanya'da yaşamış
bir çiftçinin ve 8 bin yıl önce Lüksemburg ve
İsveç'te yaşamış 8 avcı toplayıcının DNA'sını
inceledi. Avrupalıların atalarını bulmak için
sonuçları bugün Avrupa'da yaşayan 2 bin 345 kişinin
DNA'sıyla karşılaştırdı.
Harvard Tıp Okulu'ndan Iosif Lazaridis, “Çalışmamız
Avrupalıların kökeninin sanılandan çok daha karmaşık
olduğunu gösteriyor” dedi.
Lazaridis, bugün bir grup olarak görülen
Avrupalıların aslında geçmişte en az üç farklı
grubun karışmasına dayanan çok daha karmaşık bir
tarihe sahip olduğunu belirtti.
Kuzey-güney farkı Neredeyse tüm Avrupalılarda bu üç
gruptan izler bulundu. Antik Kuzey Avrasyalı geni
ise Avrupa DNA'sının yüzde 20'sini oluşturuyor.
Kuzey Avrupalılar, Batı Avrupalı avcı toplayıcı
genine en fazla sahip olan halk. Litvanyalıların
genlerinin yüzde 50'si Batı Avrupalı avcı
toplayıcılardan geliyor.
Güney Avrupalılar ise daha fazla antik
çiftçilerinkine benzer genlere sahip.
Sardinyalıların genlerinin yüzde 90'ı da bu şekilde.
Vatan, 19.09.2014
|
HARVARD MEZUNU ARKEOLOG
MOBBİNGE İSYAN ETTİ: NAMERT KORKAKLAR!
Mardin Artuklu
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Güner
Coşkunsu facebook duvarından kendisine uygulanan
mobbinge isyan etti. Coşkunsu kişisel duvarına şöyle
yazdı:
“Usulsüzlüklere, yolsuzluklara, haksızlıklara,
nepotizme, anti bilimselliğe, intihale, her türlü
kadrolaşmaya (ajanlar dahil olmak üzere),
bölücülüğe, fişlemeye, kısacası kurumsal
ahlaksızlığa karşı duran, gerekli yasal işlemleri
talep eden veya uygulayan akademisyene mobbing
yapmanın yanında aba altından sopa gösterenlerden
veciz sözler: - Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan
gidersin...”
Harvard arkeoloji bölümü mezunu Güner Coşkunsu bir
süredir Mardin’de yağmalanan sit alanlarına karşı
tek başına mücadele veriyor, kültür varlıklarının
korunması için ciddi tehditler alıyordu. Buna rağmen
susmamış, haksızlıklara dur demek için elinden
geleni yapmıştı. Mardin Müzesi’nde yaşanan
usulsüzlükleri dile getirdiği için Müze Müdürü Nihat
Erdoğan’ın küfürlü tacizlerine maruz kalmış, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na verdiği şikayet
dilekçelerinden de bir sonuç alamamıştı. Erdoğan’ın
küfür ve hakaret dolu mesajları adli
soruşturma konusu
olduğundan yayınlamıyoruz.
Gelelim Coşkunsu’nun isyanına. Facebook sayfasında
kişisel duvarında paylaştığı o isyanın noktasına
virgülüne dokunmadan veriyorum:
“Önümdeki bir dosya dolusu rezalet belgeyi yeniden
incelerken dışa vurmak istediğim düşüncelerimden bir
özet:
Mardin'de çok kanunsuzluk var, çok. Neyse ki
arkalarında kollektif aptallıkları sonucu suçlarına
dair epey somut kanıt bıraktıkları için dokunulmaz
olduklarını sanan o gafil kuklalar ve kuklaların
ipini tutan büyük kuklalar bir gün adaletin
hükmünden kaçamayacaklar. Bu ülkeyi sahipsiz,
akademisyeni (bu ünvanı hakeden akademisyenlerden
bahsediyorum, zira gerisi de zaten kukla) aciz
sanıyorlar. Usulsüzlüklere, yolsuzluklara,
haksızlıklara, nepotizme, anti bilimselliğe,
intihale, her türlü kadrolaşmaya (ajanlar dahil
olmak üzere), bölücülüğe, fişlemeye, kısacası
kurumsal ahlaksızlığa karşı duran, gerekli yasal
işlemleri talep eden veya uygulayan akademisyene
mobbing yapmanın yanında aba altından sopa
gösterenlerden veciz sözler:
- Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin...
- Hay Allah sizin doçentliğiniz hala bizlerin
elinde, değil mi? (herkes alanındaki namert ve
satılmış doçentlik jüri üyelerinin kim olduğunu,
kimlerin eline kırbacı alarak jüriyi kontrol etmeye
çalıştığını bilir.)
- Bakanlık'taki ahbaplarım kazı ve yüzey araştırması
başvurularında çok etkin. Sahi neden hala
başvurularınız onaylanmadı? (Bakanlığın adını
kullanarak tehdit savurma cüreti ve Bakanlığın öcü
olduğunu inandırmadaki başarı sadece korkakların ve
kölelerin hakim olduğu toplumumuza özgü bir durum
olsa gerek)
- Bölüm Başkanlığı görevinizin ve iş sözleşmenizin
yenilenmesi de yaklaşıyor...
- Böyle yapmaya devam edersiniz herkes geçimsiz ve
deli olduğumuza daha çok inanacak, yalnız
kalacaksınız (bildiğiniz malum kitlesel sistematik
algı yönlendirme taktiği. Dedikodudan beslenen ve
önyargıdan kurtulamamış sorgulama yeteneği
gelişmemiş toplumlardaki popüler bir silah)
- Aman hocam, yakınlarınız sizi bir köşede ölü
bulmasın... Onca emeğiniz ve Harvard diplomanız da
boşa gitmesin (Harvard'ın adı bile bazı hassas
bünyelilerde bir çeşit biyolojik tolerans sorununa
sebep oluyor, çölyak hastalığı gibi bir şey)
- Maaazallah bir köşede ayağınıza kurşunu
yemiyesiniz (şehrin her karış sit alanını ranta
satan bir arkeolog da aynı tehdidi yapmıştı)...
Haydi oradan namert korkarlar!
Bendeki yürek ve zeka sizde olsa zaten böyle pespaye
yollara muhtaç olduğunuzu düşünmezdiniz. Hepiniz
çirkin eylemleriniz ve ardınızda bıraktığınız somut
suç delillerinizle
tarihe kayıt olarak düşüldünüz. Elbet bir gün
kitaplar sizi yazacak,
haberler sizden
bahsedecek, bilimsel platformlarda berbat örnekler
olarak kullanılıp çatır çatır eleştirileceksiniz
(karalama, iftira ve dedikodudan bahsetmiyorum. Hiç
sevmediğiniz ve mahrum kaldığınız bilimsel eleştiri
yeteneğinden bahsediyorum). Aldığınız ahlar hep
ayağınıza dolanacak. Ve tarih sizi affetmeyecek
ağalar, sultanlar!
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 19.09.2014
|
AYASOFYA'NIN TEMELİ
ALTIN VE GÜMÜŞ DOLU!
Ayasofya Müzesi'yle ilgili efsaneler kitap
oldu. "Ayasofya Efsaneleri" adlı kitapta yer alan
efsaneler, Bizans İmparatorluğu'ndan Osmanlı
Devleti'ne ve Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar uzanıyor.
O efsanelerden birinde; "Ayasofya Müzesi'nin
inşaatında Kaf Dağı'ndan devler tarafından taşınan
sütunlar kullanıldı" deniyor. 16'ncı yüzyıldan önce
dönemin en görkemli eseri olarak inşa edilen
Ayasofya Müzesi'yle ilgili efsaneler bir kitapta
toplandı. Kitap,
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından basıldı. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi
Ferhat Aslan tarafından yapılan araştırmalar
sonucunda hazırlanan eser, dini bir mabet olarak
inşa edilen Ayasofya'nın yüzyıllardır dilden dile
dolaşan gizemlerini de anlatıyor. İşte o
efsanelerden birkaçı:
İnşaatında Kaf Dağı'ndan devler tarafından taşınan sütunlar kullanıldı. Sütunları taşıyan devler geride ayak izi bıraktı.
Temeli 70 metre derinde kazılarak bir Ayasofya daha yapıldı.
Temeline daha iyi tutsun diye altın ve gümüş yığıldı. Ayasofya yıkılırsa bu hazinelerle yeniden inşa edilebilecekti.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 19.09.2014
|
ABDÜLHAMİD'İN TAHTI
ONARILMAYI BEKLİYOR
II. Abdülhamid'in
25'inci Cülûs Hediyeleri Sergisi, Yıldız Sarayı'nda
açıldı. Sergi başkanı ve milletvekili Uslu
"Abdülhamid'in tahtını restore ettirmek istiyoruz"
dedi
Sultan II. Abdülhamid'in 25'nci Cülûs Hediyeleri
Sergisi, İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda düzenlenen
programla açıldı. Sergiye Başbakan Ahmet
Davutoğlu'nun eşi Sare Davutoğlu, Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik, Gaziantep Milletvekili ve sergi
başkanı Zeynep Karahan Uslu ile çok sayıda davetli
katıldı.
18 HEDİYE SERGİLENİYOR
II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25'inci yılı
dolayısıyla yurtiçi ve yurtdışından gönderilen 18
parça hediyeyi, 113 yıl sonra ilk kez sergide bir
araya getiren Yıldız Sarayı Vakfı'nın Başkanı Zeynep
Karahan Uslu, "Bir hayırseverimiz aracılığıyla
Abdülhamid'in tahtını restore ettirmek istiyoruz"
dedi. Dünya devlet başkanlarından Kudüs Patriği'ne;
Rus Çarı'ndan Hint Müslümanlarına kadar dünyanın
dört bir yanından ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
çeşitli kesimlerinden hediyeler geldiğini aktaran
Zeynep Karahan Uslu, "Bu hediyeler, Abdülhamid'e ve
Osmanlı'ya son dönemlerinde dahi nasıl bir önem
atfedildiğini gösteriyor. Yıkılırken dahi bu kadar
büyük kalabilmiş bir medeniyetin mirasçısı olmak
bile belki de bugünleri kurgulamayı başardığımız
gibi yarınlarımızı kurgulamak adına şevkimizi,
kuvvetimizi artıracak bir tarihsel mirasa sahip
olduğumuzu hatırlamak adına da önemlidir. Çünkü
milletler sadece bugünlerinden müteşekkil değildir.
Milletleri büyük yapan aynı zamanda tarihleridir"
dedi.
BİR AY AÇIK KALACAK
Uslu, 18 parça eserin bulunduğu serginin 1 ay
boyunca açık kalacağını belirterek, "Bu sergiyle,
tek taş pırlanta gibi parıltısını hiç kaybetmeden
tarihe iz bırakan bu büyük padişahın kendi
mekânında, siyasi kimliğini, kişiliğini ve
uluslararası itibarını vurgulamak istedik" dedi.
Ayrıca, vakıfla ilişkisi olan bir hayırsever
aracılığıyla Abdülhamid'in tahtını restore ettirmek
istediklerini de açıklayan Uslu, "İnşallah onu
restore edip ekim ayı bitiminde sanatseverlerle
buluşturmayı hedefliyoruz" bilgisini verdi.
SERGİYİ SARE DAVUTOĞLU AÇTI
Açılışına Kültür Bakanı Çelik dışında, Başbakan
Ahmet Davutoğlu'nun eşi Sare Davutoğlu'nun da
katıldığı sergi 17 Ekim'e kadar ziyaret edilebilir.
ELÇİ KABULLERİNDE KULLANIYORDU
Restore edilecek taht, II. Abdülhamid'in cuma
selamlığında ve elçi kabullerinde kullandığı
belirtildi. 19'uncu yüzyılda yapılan tahtın alt
tarafındaki yıpranmış alçı parçaları değiştirilecek.
Ayrıca, kumaşı orijinaline uygun olarak yenilenecek.
Kumaş, Milli Saraylar'a bağlı Hereke fabrikasında
aslına uygun olarak yeniden dokunacak. Altın varaklı
olan taht, halen Yıldız Sarayı Müzesi sergi
salonunda sergileniyor.
Sabah, Haber: Hasan Ay,
19.09.2014
|
TÜRK MÜZECİLİK TARİHİ
BURADA BAŞLADI
Yeni müze binasının 122 sene önceki hali
İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nde devam eden “Mendel—Sebah: Müze-i
Hümayun’u Belgelemek” adlı sergi, Türk müzecilik
tarihinin derinlerine iniyor.
Topkapı Sarayı
bitişiğindeki İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret
edenler, onun abidevi kapısı üzerinde iki ibareye
rastlar; üstte müzenin banisi II. Abdülhamid’in
tuğrası, hemen altında ise kûfi hat ile “Asar-ı
Atike Müzesi” yazısı… Zamanın ibrelerini okuyanlara
bu iki levha son derece açık işaretler sunacaktır.
19. asrın ortalarında başlayan Batılı modern
müzecilik anlayışı, tesirini Osmanlı aydınları
üzerinde göstermiş, imparatorluk, üzerinde yaşadığı
mirası muhafaza etmeye başlamıştır. Modern
müzeciliğin nüvelerini verdiği bu dönem, artık bu
vasıftaki eski eserlerin toprak altından çıkarılarak
ilim mecralarına sunulduğu bir dönem olacaktır. İlmî
gelişmeler ışığında ilerleyen tetkikler, semeresini
1891 yılında tesis edilen Müze-i Humayun ile alır.
Meşhur arkeolog, müzeci ve ressam Osman Hamdi Bey’in
talebini kabul eden Padişah II. Abdülhamid, artan
ihtiyacı da karşılamak üzere levanten mimar
Alexandre Vallaury’ye bugünkü Arkeoloji Müzesi’ni
inşa ettirir. Batılı üslupla vücut bulan bina, artık
Avrupalı ve Türk mütehassısların Roma, Hitit ve
Antik Yunan öncesine kadar uzanan araştırmalar için
bir merkez hüviyetine kavuşacaktır.
Müze-i Hümayun’un yeni
binasının ikinci kısmının açılışı, 7 Kasım 1903.
Orta kümede soldan dördüncü kişi Osman Hamdi Bey.
Yanında kardeşi Halil Edhem Bey bulunuyor. En önde
kısa boylu Mimar Alexandre Vallaury’nin yanı sıra
kütüphane memuru Vasilaki Mistakidi Efendi, Osman
Hamdi Bey’in oğlu Edhem Bey, Müze-i Hümayun komiseri
Theodor Makridi Bey de görülüyor.
Geçtiğimiz hafta
İstanbul’da yapılan Avrupa Arkeologlar Birliği
Kongresi, biraz evvel bahsettiğimiz İmparatorluk
Müzesi’nin ilk dönemine ışık tutacak önemli bir
sergiye ev sahipliği yapıyor. Dokuz yıl boyunca
Müze-i Hümayun için çalışmalar yürüten Fransız
arkeolog Gustave Mendel’in katalog çalışmasını
ihtiva eden sergi, 1912-1914 yılları arasında
toplamda 1860 sayfalık 3 cilt kataloğun
hazırlanışını gözler önüne sermiş. Sergiden dikkat
çekici unsurlar arasında arkeoloğun el yazısıyla
tuttuğu notlar ve devrin önemli fotoğrafçısı Pascal
& Sebah Joaillier’nin 1400 parçadan oluşan
koleksiyonunu gösteren kareler yer alıyor.
Geçtiğimiz sene Paris’teki Ulusal Sanat Tarihi
Enstitüsü’nde gerçekleşen faaliyetin bir devamı
mahiyetindeki bu sergi ilk defa “Eski Eserlerin
Parıltıları. Heykel ve Fotoğraflarıyla Gustave
Mendel İstanbul’da” başlığında tertip edilmişti.
Serginin küratörü Edhem Eldem, İstanbul Arkeoloji
Müzesi içinde gerçekleşecek meşherde, bilhassa
depolarda muhafaza edilen tarihi eserlerin
ziyaretçilere açılacağını ifade ediyor. Ayrıca
mevcut bina kurulmadan evvel, Çinili Köşk’te hangi
eserlerin yer aldığı, Fransız arşivci Jacques
Doucet’nin cam negatiflerinden çıkarılıp bulunan
fotoğraflardan anlaşılıyor.
Fatih Sultan Mehmet
tarafından yaptırılan ‘Çinili Köşk’ müze
müştemilatının içinde kalmıştı. Sebah & Joaillier
klişesinden elde edilmiş bu kartpostallar, bugün
Odakule’nin yerinde yer alan dönemin en meşhur
çarşısı Au Bon Marché’de satılıyordu.
Çinili Köşk’ün giriş
kısmında sahanlığında yer alan Tanrı Bes heykeli.
Dipte bulunan niş içerisinde. Anadolu’nun muhtelif
yerlerinden getirilmiş tarihî eserler, Çinili
Köşk’ün girişine alelade bırakılmış.
Zaman, Haber: Erkam
Emre, 19.09.2014
|
10 YILDA 100 BİN KİŞİ
ATİNA'DAKİ İSLAM ESERLERİNİ GÖRDÜ
Anadolu’dan Sicilya’ya,
İspanya’dan Hindistan’a dünyanın farklı ülkelerinden
eserlere ev sahipliği yapan Atina İslam Sanatları
Müzesi 2004’te kapılarını açmıştı. 10 yılda 100 bin
kişinin gezdiği müzenin müdürü Angelos Delivorias,
“Gelecekte müze daha fazla takdir edilecek.” dedi.
Yunanistan’ın başkenti
Atina’da bulunan İslam Sanatları Müzesi, 7.yy’dan
19.yy’a kadar çeşitli tarihlerde üretilmiş 8 bin
esere ev sahipliği yapıyor. Yunanistan’dan çok
yurtdışında tanınan müzede Benaki Müzelerinin
kurucusu Antonis Benaki’nin 20. yüzyılın hemen
başlarında Mısır’da toplamaya başladığı nadide
koleksiyonlardan oluşuyor. Eserler İslamiyet’in ilk
dönemlerinden Osmanlı’nın son dönemine kadar olan
zaman dilimini kapsıyor. Hindistan, İran,
Mezopotamya, Anadolu, Ortadoğu, Arap Yarımadası,
Mısır, Kuzey Afrika, Sicilya, İspanya gibi geniş bir
coğrafyadan toplanan eserlerden oluşan müze,
alanında dünyanın en iyi ilk on müzesi arasında.
Peygamberimiz’e (sas) ait mermer ayak izi, 16. yy
dönemine ait ve 2. Beyazıt tuğrası taşıyan altın
kaplamalı tas, Kabe’nin resmedildiği çini tablo,
Ahmet b. es-Serrac tarafından imal edilmiş ve
‘usturlab’da zirve olarak kabul edilen alet müzedeki
eserlerden bazıları. 10’uncu yılını çeşitli
etkinliklerle kutlayan müzeyi şimdiye kadar 100 bin
kişi ziyaret etti. İslam Sanatları Müzesi Müdürü
Angelos Delivorias, “Kültür, insanlığın ortak mirası
ve dilidir. Kültür vasıtasıyla, renk ve din ayrımı
yapmaksızın birbirimizle buluşuyoruz. Gelecekte
İslam Sanatları Müzesi, daha fazla takdir edilecek
ve genç nesiller daha fazla ilgileneceklerdir.”
dedi.
Zaman, Haber: Hasan
Hacı, 19.09.2014
|
400 YILLIK SARNIÇ GÜN IŞIĞINA
ÇIKARILDI
Van’ın Gürpınar İlçesi'ndeki Hoşap
Kalesi’nde yürütülen kazı ve restorasyon çalışmaları
sırasında 400 yıllık Sarnıç ortaya çıktı.
İlçenin Güzelsu Mahallesi’nde bulunan
ve sarp kayalıklar üzerine inşa edilen Hoşap
Kalesi’nde, Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top
başkanlığında 2007 yılından bu yana yürütülen kazı
ve restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Kalede 7 yıldır süren restorasyon
çalışmalarında önemli bir mesafe kat eden Top, kazı
çalışmalarında da çok sayıda tarihi eseri ve yeni
yapıları gün ışığına çıkardı.
Üzerinde titizlikle durdukları
çalışmalar kapsamında 400 yıl önce inşa edilen bir
su sarnıcını ortaya çıkaran Top ve ekibi, kaleden
basamaklarla inilen sarnıçtaki çalışmalarını
heyecanla yürütüyor.
Yrd. Doç.Dr. Top, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, sarp kayalıklar üzerine kurulu
kalenin ihtişamlı görüntüsüyle yerli ve yabancı
turistlerin büyük ilgisini çektiğini belirterek,
kaledeki kazı, restorasyon ve konservasyon
çalışmalarında her yıl yeni yapılarla
karşılaştıklarını söyledi.
Bu yılki çalışmaları büyük hamam
olarak nitelendirdikleri yapının kuzey doğusunda
bulunan Harem ve seyir köşkünün giriş bölümlerinde
yoğunlaştırdıklarını anlatan Top, şöyle konuştu:
“Buradaki çalışmalarımız önümüzdeki
yıllarda sağlamlaştırma ve yolun düzenlenmesi
şeklinde devam edecek. Yani kalenin üst
katmanlarını, orijinal çıkış yolunu bu sene ortaya
çıkarmış olduk. Bunun dışında hamamın kuzey
batısındaki açmalarda bulunan toprak ve birikmiş
külleri kaldırıyoruz. Yine burada yeni tandırlar ve
ikinci sur duvarını ortaya çıkardık. Kazı
çalışmaları sırasında tandırların içerisinde tavşan
kafatası ve iskeletleri bulduk. O dönem tavşanların
da yiyecek amaçlı kullandıklarını tahmin ediyoruz.
Bu bizim için önemli bir bulguydu. Bunun dışında her
sene olduğu gibi pipolar, gülle ve seramik parçaları
kalenin buluntuları arasında yer aldı.”
Top, kazı çalışmalarında, savaş ve
kuraklık gibi olağanüstü durumların yaşandığı
dönemde kaledeki su ihtiyacını karşılamak amacıyla
yapılan Sarnıç bulduklarına değinerek, sarnıcın,
kalede bugüne kadar gün ışığına çıkarılan en önemli
bölümlerden biri olduğunu dile getirdi.
Geçen yıl bulunan ancak bu yıl ortaya
çıkarılan sarnıca, bir tünelden basamaklar
yardımıyla inildiğini vurgulayan Top, konuşmasına
şöyle devam etti:
“Kazı çalışmaları sırasında, giriş
burcunun içerisinde kalenin su ihtiyacını karşılayan
bir sarnıçla karşılaştık. 160 santimetre
yüksekliğindeki koridordan girdiğiniz zaman
basamaklarla karşılaşıyorsunuz. Bu yıl 11 basamağın
temizliğini yaptık. Önümüzdeki yıllarda bu yolu
açmaya devam ederek suyun kaleyle olan bağlantısını
ortaya çıkarmış olacağız. Böylelikle Hoşap
Kalesi’nin içerisindeki hamamlarıyla, yaşam
alanlarıyla su ihtiyacının nerelerden karşılandığı
sorusuna büyük bir ışık tutmuş olduk. Tabii sadece
bu kale içerisindeki sarnıçtan değil bunun dışında
özellikle daha yüksek kodlarda bulunan künklerle
kaleye su getirildiğini biliyoruz. Kazı
çalışmalarımızda bu künklerin bir kısmını ortaya
çıkarmıştık. Kalede bu şekilde değişik su sistemleri
mevcut. Su ile ilgili hemen kalenin yanından geçen
Hoşap çayından çıkrıklarla kaleye temiz su
taşındığını, 1655 yılında kaleyi ziyaret eden Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sinde görüyoruz.”
-”Sarnıç, restorasyona büyük katkı
sağlıyor”
Kalede sürdürülen kazılarda önceki
yıllarda su problemi yaşadıklarına dikkati çeken
Top, kendilerinin de bu yıldan itibaren sarnıcı depo
olarak kullanmaya başladığını kaydetti.
Top, bölgede yaşanan kuraklık
nedeniyle sarnıçtaki suyun erken tükendiğini
bildirerek, “Tankerlerle getirdiğimiz suyu sarnıca
doldurduk. Sarnıç geçmiş dönemde olduğu gibi
günümüzde de su depolama alanı olarak hizmet
veriyor. Kaledeki çalışmalarımıza büyük bir olanak,
güzellik sağlamış oldu” ifadelerini kullandı.
haberler.com, 18.09.2014
|
PATARA FELAKETİN
EŞİĞİNDEN DÖNDÜ
Antalya'nın Kaş
İlçesi'ndeki Patara antik kentinde, 15 Eylül'deki
yangının kasıtlı çıkarıldığını iddia eden Kazı
Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Patara felaketin
eşiğinden döndü" dedi.
Kaş yakınlarında
Likya Birliği'nin başkenti Patara antik kentinde
Granaryum yapısı önünde 15 Eylül'de başlayan yangın,
rüzgarın da etkisiyle kısa sürede yayıldı.
Neron Deniz Feneri, Tapınak Mezar ve Stadyum gibi
tarihi yapıları tehdit eden yangın rüzgarın yön
değiştirmesi sonucu Ay Gölü denilen sazlık alana
yöneldi. Kaş Orman İşletme Müdürlüğü ekipleri
tarafından yapılan müdahalenin ardından söndürülen
yangında bazı yapı kalıntıları ve 6 dekar alan zarar
gördü.
SAZLIK ALANLAR ATEŞE
VERİLDİ

Yangın sonrası
bölgede inceleme yapan Kazı Başkanı ve Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık, yangının
sazlık alandaki kuşları havalandırmak için avcılar
tarafından kasıtlı çıkarıldığını ileri sürdü.
Bir önceki gün özel çevre koruma bölgesi olan
Çayağazı mevkiinde de yangın çıkarıldığını savunan
Prof.Dr. Işık, "İki gün içinde sayısız hayvan türünü
bünyesinde barındıran Çayağzı ve Patara'daki sazlık
alanlar ateşe verildi. Sazlıkta yaşamını sürdüren
çok sayıda hayvan türü yanarak yok oldu. Birçok yapı
kalıntısı ve taş bloklar yüksek ateşten zarar gördü.
Doğadaki canlılara ve tarihi yapılara bu kötülüğü
yapanlara insan demek olanaksız. Yeter artık diyerek
isyan ediyoruz" dedi.
PATARA'YI KORUMAK
VİCDAN BORCU
Patara'nın birinci
derecede arkeolojik ve doğal sit alanı olduğunu
vurgulayan Prof.Dr. Işık şöyle dedi:
"Patara'nın taşıdığı statüler, doğayı yakmakla,
doğal hayatı yok etmekle kaldırılamaz. Patara antik
kenti, taşıdığı doğal ve tarihi zenginliklerle yöre
insanının geçim kaynağı ve geleceğidir. Patara'yı
korumak, gelecek kuşaklara taşımak Kaş için, ülkemiz
ve dünya için herkesin bir vicdan borcu olmalıdır."
PATARA KAZILARINDA
ÖNEMLİ BULGULAR
Antalya'nın Kaş
İlçesi Patara antik kentinde Akdeniz Üniversitesi
(AÜ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen
kazıların bu yılki bölümü sona erdi. Kazılarda,
Asterta heykelciği ile Mısır Kralı Ptolemares ve eşi
Arsinoe'ye ait mühür bulundu.
Patara antik kentindeki kazıların 26'ıncı yılı
tamamlandı. AÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık
başkanlığında yürütülen ve yaklaşık 2,5 ay süren
kazılarda 30 bilimadamı, 5 arkeolog, 14 arkeoloji
öğrencisi ve 20 işçi çalıştı.
YENİ BULUNTULARA
ULAŞILDI
Yaklaşık 5 bin yıllık tarihe sahip, Likya
Birliği'nin altı büyük kentinden biri olan Patara
antik kentinde bu yıl yürütülen kazılarda, tarihe
ışık tutacak yeni buluntulara ulaşıldı. Bunların
başında 1 Tanrıça Astarte heykelciği, Mısır Kralı
Ptolemares ve eşi Arsinoe'ye ait mühür, MÖ 610-570
yıllarına tarihlenen Lidya sikkesi ve MÖ 3 bin
yılına tarihlenen figürin (heykelcik) yer aldı.

BİN YILLIK
FİGÜRİN
Kazı Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, bu yıl
Tepecik Akropolü, Liman Hamamı ve Büyük Bazilika
olmak üzere 3 noktada kazı yaptıklarını anlattı.
Kazılarda değerli bulgular elde ettiklerini söyleyen
Prof.Dr. Işık, "Bizi en çok sevindiren buluntuların
başında Patara'nın değil, bütün Kıyı Likya'nın
tarihini Erken Tunç Çağı dediğimiz döneme, MÖ 3
binlere götüren bir figürine kavuşmamız oldu. Bu
figürin Likya'nın dağlık bölgelerinden bildiğimiz
erken tarihi, Kıyı Likya içinde artık net bir
biçimde geçerli yapabilecek konuma getirdi" dedi.
İKİNCİ EMİSYON SİKKE
Kazılarda, tarihteki ilk sikkenin ardından basılan
ikinci tür sikkenin bir örneğine ulaştıklarını
vurgulayan Prof.Dr. Işık, "Lidya'da ilk sikkenin
darp edilmesinden hemen sonra basılan ikinci emisyon
sikkelerden bu. Bugüne kadar Likya Bölgesi'nde ele
geçirilen en erken sikke olma özelliğini taşıyor.
Ayrıca, bizim yıllar önce bulduğumuz yol kılavuz
anıtımız vardı. Tüm Likya'nın şehirleri arasında
uzaklıkları dönemin kilometresiyle ifade eden anıttı
bu. Bu anıta ait bir mil taşı da, bu seneki
buluntularımızı taçlandırdı."
Taraf, 18.09.2014
|
İZMİR'İN ANTİK KENTİ
PARA BASTI!
İzmir turizmindeki
durgunluk, müze ziyaretçilerine de yansıdı. Yılın
ilk 8 ayında ildeki müze ve ören yerlerini gezen
ziyaretçi sayısı sadece yüzde 0.23 arttı. 1 milyon
945 bin ziyaretçinin yüzde 63'ü Efes antik kentini
ziyaret ederken, 11 milyona ulaşan müze gelirlerinin
yaklaşık 8 milyonu Efes'ten geldi
İzmir'de bu yıl turizmde
yaşanan gerilemeye bağlı olarak müze ve ören yerleri
ziyaretçilerinde de durgunluk yaşanıyor. İzmir
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nün açıkladığı
verilere göre geçtiğimiz ay İzmir'deki müzeleri 360
bin ziyaretçi gezdi. Geçen yılın ağustos ayına göre
ziyaretçi sayısı yüzde 3.66 arttı. Ancak
ocak-ağustos dönemindeki ziyaretçi sayısındaki artış
sadece yüzde 0.23 oldu.
Geçen yılın ilk 8 ayında 1
milyon 941 bin ziyaretçinin gezdiği İzmir ilindeki
müzeleri, bu yılın aynı döneminde 1 milyon 945 bin
kişi ziyaret etti. En çok ziyaretçi çeken ve para
kazandıran müze ise Efes antik kenti oldu.
Ocak-ağustosta Efes'i gezen 1 milyon 230 bin
ziyaretçi, 8 milyona yakın para bıraktı.
İzmir'deki müze ve ören
yerlerinden ağustos ayında 2 milyon 918 bin lira
gelir elde edildi. İlk 8 aylık gelir ise 10 milyon
954 bin liraya ulaştı. Geçen yıl bu rakam 9 miyon
162 bin liraydı. Müze ziyaretçi sayısındaki düşük
artışa rağmen, müze gelirleri ağustos ayında yüzde
27, ilk 8 ayda ise yüzde 20 civarında artış
gösterdi.
ARKEOLOJİ MÜZESİ PATLAMA
YAPTI!
Müzelerde en çok
ziyaretçiyi yine Efes antik kenti çekti. Efes'e ocak
ağustos döneminde gelen turist sayısı 1 milyon 230
bin oldu. Her 100 müze ziyaretçisinden 63'ü Efes'i
gezdi. Müzelerden elde edilen gelirin yüzde 71'i
yine Efes'ten geldi. Efes'i gezenler 8 ayda 7 milyon
778 bin lira para bıraktı. Selçuk'taki St. Jean 214
bin, Bergama'daki Akropol 148 bin, Efes Yamaç Evleri
109 bin, Asklepieion 83 bin turist çekti. Çeşme
Müzesi'ni 26 bin, Bergama Müzesi'ni 16 bin turist
gezerken, İzmir merkezdeki Agora'yı gezen turist
sayısı ise geçen yıla göre yüzde 22 artışla 49 bine
ulaştı. Müzeler arasındaki en büyük artış Arkeoloji
Müzesi'nnde yaşandı. Müzeyi geçen yıl 6 bine yakın
turist gezerken, bu yıl ziyaretçi sayısı yüzde 263
artarak 21 bini geçti.
Ege'de Son Söz, Haber:
Sinan Doğan, 18.09.2014
|
HACILAR BÜYÜK HÖYÜK
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI'NA GİREBİLİR
Batı Anadolu'nun en eski
yerleşim yeri olan Hacılar Büyük Höyükte ortaya
çıkarılan yerleşim alanı dikkatleri üzerine çekmeye
devam ediyor.
Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır Hacılar
Büyük Höyükte incelemelerde bulunarak kazı
çalışmaları hakkında Prof.Dr. Refik Duru'dan bilgi
aldı.
Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Tanır kazılarla
ilgili şu açıklamalarda bulundu:
'' İlimizde Kültür ve Turizm Bakanlığı kazılarının
dönem sonuna geldik. 28 Temmuz'da Sagalassos
kazılarını sonlandırdık. İncir Han ve Kibyra
kazıları devam ediyor. Hacılar Büyük Höyük
kazılarında sona gelindi. Kazı ekibinden Refik
Duru'dan kazı hakkında bilgi aldık. Bu yerleşim
yerinin sahip olduğu özellik farklı yerleşim yeri
mimarisi ve ortaya çıkacak yeni verilerle gelecekte
Dünya Kültür Mirasına aday olabileceğini, Anadolu'da
henüz bu tür bir yerleşim alanına rastlanmadığını
ifade edince heyecanlandım. Hacılar Büyük Höyükte
yapılan çalışmaların insanlık tarihi ve İlimiz
açısından ne denli önemli olduğunu gördük.
Göreve geldiğimizden beri Sagalassos ve Kibyra
kazılarını hızla yürütürken Hacılar ve İncirhan
kazılarını başlatarak ilimizin tarihine önemli katkı
verdik. Kremna kazı yapılabilecek hale geldi. Ayrıca
Hacılar, Sagalassos, Kibyra, İncirhan hakkında
yayımlanan arkeolojik eserlerin dijitallerini
halkımızın ve insanlığın hizmetine sunmak için Web
sayfamızda yayınlayacağız.'' Dedi.
Prof.Dr. Refik Duru Hacılar Büyük Höyük hakkında şu
bilgileri verdi:
'' Yuvarlak tabanlı bir höyük yüksekliği yaklaşık 10
m civarında bir birikim var. 4 sene önceki
çalışmalarımız ve buradaki son yerleşme evresi MÖ
2200-2300'lere ait olan bizim arkeolojik ilk tunç
çağ dediğimiz bir çağın sonlarına ait ama burayı
yaparken bu kenarda da höyüğün sınırlarını bulmak
için sondaj yaptık ve şu anda gördüğünüz ve bu
tarafa doğru gelişen muhteşem bir sur çizgisi var.
Anlaşılan Bu sur bu tepedeki ilk tunç dediğimiz
dönemden daha erken bir dönemi ilk tunç 1 dönemine
rastlıyor. Bu da bitiş tarihi tam MÖ 3000, 3080
yılları civarında bir tarih ama kendinden sonraki
dönemlerin yerleşmelerine mukayese ederseniz çok
daha güçlü çok daha akıl almaz. Şu gördüğünüz sistem
belki fazla önemli değil gibi gözüküyor ama bizim
arkeolojik açıdan incelendiği zaman görülüyor ki
böyle bir sistem Anadolu'da yok.
Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bugün
için o dönemde Hacılar Büyük Höyük Anadolu'da tek
bir merkez olarak bu kadar görkemli bu kadar
gösterişli ve zengin bir yerleşmedir. Bildiğimiz
Troya'yı onları kat kat aşan güçte herhalde küçük
bir krallık, belki küçük bir egemenliği altında
tutan bir prenslik, beylik, yani o dönemin güçlü bir
otoritesi burada yaşıyordu. İşte etrafı surlarla
çevrilmiş akıl almaz güçlü bu yerleşim yerini hiç
kimse yıkamaz. O dönemde iki metre kalınlığında taş
duvar yani mümkün değil ancak deprem böyle bir şey
kalın duvarları yıkmış olabilir yada başka savaş
hileleriyle burası alınmış olabilir Tabi eninde
sonunda her yer gibi burasıda düşmüş MÖ 3000
yıllarında yanmış yıkılmış ve şurda öbür taraftan
bakacağız taşlar kaymış anlaşılan doğal afetten
dolayı vurmuş bu haliyle hakikaten Anadolu'da
görülmemiş nitelikte bir yer. '' dedi.
Prof.Dr. Refik Duru Hacılar Höyüğü'nün görkemli ve
özgün yerleşim özelliği ile gelecekte Dünya Kültür
Mirası listesine gireceğine inandığını belirtti.
Hacılar büyük höyükte yerleşim alanları jeotekstil
ile kapatma ve tel örgülerle güvenlik altına alma
işlemlerinin tamamlanmasıyla Cuma günü kazı sezonu
sona erecek.
Turizm Haberleri,
18.09.2014
|
3300 YILLIK SAÇ MODELİ
Mısır
şehri yeni kurulduğu zamanlarda, yani bundan
yaklaşık 3300 yıl önce dış görünüşüne özen veren
kadınların, günümüzde de kullanılan 'saç ekletme'
uygulamasını kullandığı keşfedildi.
Egyptian Archaeology
Journal'de yayınlanan makalede,
Mısır'da yürütülen
arkeolojik 'Amarna
Projesi' kapsamında yapılan kazılarda, kafasında
ek saç ve boyanmış
saçlar olan kafatasları bulunduğu açıklandı.
Projede görevli
arkeologlardan Amanda Bos, söz konusu kafataslarının
kadınlara ait olduğunu ve mumyalanmadığını, yalnızca
kefenle sarılı olarak bulunduğunu söyledi.
Kadınların yaşının bilinmediği ve
Amarna kasabasında
bir mezarda gömülmüş olduğu belirtildi.
Amarna,
MÖ 1353-1335 yılları arasında yaşayan firavun
Akhenaten'in isteği üzerine
Mısır'ın başkenti
olarak kurulmuştu. Ancak Akhenaten'in ölümünden kısa
bir süre sonra şehir boşaltıldığı biliniyor.
3300 yıl önce terk
edilen şehrin
arkeolojik kazıları
sırasında, orada yaşayan kadınların hemen hemen
hepsinin belirli saç modellerine ve özellikle
ek saçlara sahip
oldukları ortaya çıktı.
Amanda Bos, bulunan
örneklerin saç renklerine göre farklı takı ve saç
modelleri de taşıdığını belirterek bir moda
trendinin söz konusu olabileceğini belirtti.
O zamanlarda da
beyazlaşan saçlara karşı saç boyama tekniğinin
kullanıldığını, incelediği bir örnekte keşfeden Bos,
saçların
kına ile kızıla
boyandığını düşünüyor.
Habertürk, 18.09.2014
|
ANDY WARHOL'A KAVANOZDAN BAK
İngiltere’deki Barbican Sanat Galerisi Damien Hirst,
Andy Warhol ve Sir Peter Blake’in sanat anlayışını
etkileyen ve kendi kişisel koleksiyonlarında bulunan
parçaları sergileyecek.
12 Şubat’ta ziyarete açılacak olan ve
25 Mayıs 2015’e kadar devam edecek olan sergide
Damien Hirst’in kurukafa bibloları ve Andy Warhol’un
kurabiye kavanozları da görülebilecek.
Mİlliyet, 18.09.2014
|
HATTUŞA KÜLTÜR
HAVZASINDA ALTERNATİF TURİZM PLANLAMASI

Çorum’un Boğazkale
Belediye Başkanı Osman Tangazoğlu ve beraberindeki
heyet Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Tanıtma
Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen’i ziyaret etti.
Çekül Evi’nde gerçekleşen ziyarette Başkan Osman
Tangazoğlu, Hititlerin başkenti Hattuşa’da yaşanan
sorunlar ve belediye olarak hazırladıkları projeler
hakkında Prof.Dr. Metin Sözen’i bilgilendirdi.
Ziyarette 2010 yılında hazırlanan koruma amaçlı imar
planının, Hattuşa Kültür Havzasına bütüncül bakış
getirmediğini belirten Tangazoğlu, öncelikli
hedeflerinin havzada bütüncül koruma olduğunu
söyledi.
Toplantıda turizmin gelişmesi için alt yapı
çalışmalarının başladığını dile getiren Boğazkale
Belediye Başkanı Osman Tangazoğlu, konaklama ve
dinlenme mekanlarının yapılması, arkeopark alanının
düzenlenmesi, yöreye özgü el sanatlarının
geliştirilmesi konularında Belediye olarak çalışma
yaptıklarını ifade etti.
Çekül Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ise
öncelikle Boğazkale kent merkezinde halkın
kullanacağı sosyal alanların iyileştirilmesi
gerektiğini vurgulayarak, konut sorununa çözüm
üretilmesi için planlanan toplu konut evlerinin
konumu ve mimarisinin dokuyu zedelemeyecek şekilde
planlanması gerektiğinin altını çizdi.
Çorum Haber, 18.09.2014
|
"BU ESER TURİZME ÇOK
BÜYÜK ARTI KAZANDIRACAK"

Şanlıurfa Valisi
İzzettin Küçük, tamamlanmak üzere olan Edessa
Arkeoloji Müzesi inşaatında incelemelerde bulundu.
İncelemeleri
sırasında Vali Küçük'e; İl Kültür ve Turizm Müdürü
Aydın Arslan, Müze Müdürü Müslüm Ercan ve müze
kompleksi müteahhidi Abdülkadir Göncü eşlik etti.
70 bin tarihi eserin sergileneceği müzede inceleme
yapan Vali Küçük hızla ilerleyen çalışmalar hakkında
yetkililerden bilgi aldı. İncelemeleri sırasında bir
açıklama yapan Vali Küçük; müze inşaatında sona
yaklaştıklarını belirterek, yıl sonuna doğru dünyada
sayılı müzelerden biri olacak olan kompleksi hizmete
açacaklarını kaydetti.
Yapılan müzenin ziyaretçilerini yormayan bir şekilde
tasarlandığını ifade eden Vali Küçük; sıkılmadan,
zevk alarak gezilecek bir müze inşa edildiğini ifade
etti. İnsanlığın tüm çağlarının müzede
canlandırıldığını sözlerine ekleyen Vali Küçük;
dinlenme alanlarıyla, mozaik müzesiyle ve devasa
bahçesiyle eşsiz bir eserin Şanlıurfa'ya
kazandırılmak üzere olduğunu söyledi. Müzenin
dışında da ziyaretçilere sunulmak üzere ışıklı
görsellerin hazırlanacağını dile getiren Vali Küçük;
müze içirişinde oluşturulacak olan Hz. İbrahim
köşesinde de Kur'an-ı Kerim'de anlatıldığı şekilde
Hz. İbrahim'in hikayesinin üç boyutlu olarak
canlandırılacağını ifade etti. Yapılacak olan
canlandırmanın Diyanet İşleri Başkanlığından alınan
fetva doğrultusunda tasarlanacağını belirten Vali
Küçük; ateşin suya dönüşmesi ve suyun oluşması
canlandırmalarının ziyaretçilere o ortamı
yaşatacağını kaydetti. Vali Küçük, müzeyi gezenlerin
sadece tarihe yönelik bilgi sahibi olmayacaklarını
aynı zamandainsanlık tarihine bakışın da
değişeceğini belirtti.
"Bu eser Şanlıurfa'nın turizmine çok büyük bir artı
kazandıracaktır" sözleriyle açıklamasını sürdüren
Vali Küçük: "Bu vadi artık bir kültür ve turizm
vadisi olacaktır. Sadece turistlere değil,
Şanlıurfalılar için de büyük bir mekandır.
Şanlıurfalı çocuklar için aynı zamanda bir eğitim
merkezidir. Şanlıurfalıların ferahlama yeri
olacaktır. Emeği geçenlere ayrı ayrı teşekkür
ediyorum" dedi.
Açıklamasının ardından incelemelerine devam eden
Vali İzzettin Küçük, daha sonra beraberindeki
heyetle birlikte kompleksten ayrıldı.
Gap Gündemi,
18.09.2014
|
"GÖBEKLİ TEPE TARİHİMİZİ
DEĞİŞTİRDİ"
Türkiye Faal Futbol
Hakemleri ve Gözlemcileri Genel Merkez Yönetim
Kurulu toplantısı için Şanlıurfa'ya gelen Kültür ve
Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı, Başkan
Güvenç'e ziyaretleri esnasında; futbol camiası,
Şanlıurfa'nın kültür ve turizmi gibi konular
görüşüldü.
Başkanlık makamında Şanlıurfa'yı ziyareti hakkında
yaptığı açıklamada Şanlıurfa'da bulunmaktan duyduğu
memnuniyeti aktaran Arıcı, konuşmasının başında
Başkan Güvenç'in spora verdiği önemi belirterek "
Şanlıurfa'nın kültür ve turizmi hakkında Büyükşehir
Belediye Başkanımızı ziyaret ediyoruz. Kendisi Mülki
Amirken, Valimizken çok büyük katkıları oldu. Şimdi
de Şehrin Belediye Başkanı olarak da hakem
arkadaşlarımıza ve spora bakış açısı belli olup,
büyük katkılar sunacağını zaten biliyoruz. Kendisine
görevinde başarılar diliyoruz" dedi.
Göbeklitepe,
Tarihimizi Değiştirdi
Göbeklitepe'nin önemini vurgulayarak konuşmasını
sürdüren Bakan Yardımcısı Arıcı, "Kültür ve Turizm
Bakan Yardımcısı olarak da bu bölge bizim için çok
önemlidir. Göbeklitepe, tarihimizi değiştirdi.
Berlin'de; bir kentin tarihini değiştiren
Göbeklitepe'nin tanıtımında bulundum. Bu tarihimizi
bütün dünyaya tanıtmamız ve oradaki çalışmaları
hızlandırmamız lazım. Bunun bilincindeyiz.
Türkiye'ye deniz, kum ve güneş için gelen 36 milyon
misafirimize, bundan sonraki süreçte kültür ve yayla
turizmini ön palana çıkarmak durumundayız. O yüzden
Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere yayla turizmi,
kültür turizmi olarak da Şanlıurfa, Gaziantep, Van
ve bu bölgeyi ayağa kaldırmamız gerektiği
bilincindeyiz. Şanlıurfa'da yapılan büyük müzemizle
beraber, Şanlıurfa'mıza gelen misafirleri şehrimizde
daha fazla kalmalarını sağlamalıyız. Bu müzemizle
beraber; bu bölgenin tarihi ve kültürel dokusunu
ayağa kaldırıyoruz. Büyükşehir Belediye Başkanımız
bize her konuda destek oluyor. Başkanımıza
huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Kendisine ve
çalışanlarına teşekkür ediyorum" diyerek sözlerini
tamamladı.
Şanlıurfa, Kültür
Merkezi Kadim Bir Kent
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman
Arıcı'nın ziyaretinden duyduğu memnuniyeti aktararak
değerlendirmede bulunan Başkan Güvenç, "Bugün, Sayın
Bakan Yardımcımızı ve Türkiye Faal Grubu Hakemleri
ve Gözlemciler Dernek Başkanımızı da ağırlamaktan
büyük onur duyuyorum. Önemli temaslarda bulunduk.
Hem futbol camiamızla, hem de Kültür ve Turizm
Bakanlığımızla ilgili temaslarda bulunuyor. Bizi de
onurlandırdı. Bizi, makamda ziyaret etti. Kendisine
teşekkür ediyorum. Şimdi hem müzemizi, hem
Göbeklitepe'yi gezeceğiz. İnşallah birlikte güzel
işlere imza atacağız. Bahsettiği gibi Şanlıurfa,
kültür merkezi kadim bir kenttir. Dünyanın eski
medeniyetlerinin kurulduğu bir kent, bu kentin
üzerindeki kül tabakasını ortadan kaldırıp, bu şehri
dünya turizmine kazandıracağız. Bunun çabası ve
çalışmaları içindeyiz. Müzemizin inşallah önümüzdeki
ay Ekim ya da Kasım'da açılışını yapacağız.
Geldiklerinde de inşallah Bakanımızla beraber bir
kültür çalıştayını da birlikte burada icra ederiz.
Kendisine teşekkür ediyorum" şeklinde konuştu.
Gap Gündemi, 18.09.2014
|
8 ASIRLIK TEHDİT

Beykoz Korusu’nda
devrilip iki kişinin ölümüne yol açan ağaç
faciası, İstanbul’daki tarihi ağaçların bakımını
gündeme getirdi. Gözler ayda 100 bin kişinin
ziyaret ettiği, ‘Süper Baba’ dizisinin de
çekildiği Çengelköy’deki Tarihi Çınaraltı Aile
Çay Bahçesi’ne çevrildi.
Çengelköy’de
Boğaz’ın kenarında 1960’a kadar balıkçıların
altında ağ ördüğü 800 yıllık ulu çınar 1967’den
itibaren gölgesinde çay içilen Çınaraltı Çay
Bahçesi’ne ev sahipliği yapıyor. Anıt ağacın bir
kolu, 1993’te kırılıp, bahçedekilerin üzerine
düşerek, bir kişinin ölümüne, bir kişinin de
ağır yaralanmasına neden olduğu için, bölge
sakinlerince “katil ağaç” olarak anılıyor. Çay
bahçesinin işletmecilerinden İbrahim Ayan (87),
tanık olduğu olayla ilgili şunları söyledi:
“Ölen kişi o gün ilk kez kahveye gelmişti. O
günün parasıyla ailesine 500 milyon lira
verildi. Yaralı kişi de belediyeden emekli
edildi.”
DEMİR, DALI KESİYOR
Ağacı 5 ayrı destek
taşıyor. Çengelköy Muhtarı Can Cumhurcu, demir
parçasının zaman içinde dev dalı kesmeye başladığını
söyledi. Muhtar, en son 3-4 yıl önce, Üsküdar
Belediyesi’nin çalışması kapsamında, Fen İşleri Park
Bahçeler Müdürlüğü ekiplerinin geldiğini belirtip,
“Bize, ağacın bakımından Büyükşehir Belediyesi’nin
sorumlu olduğunu söyleyip, ‘Haber vereceğiz’
dediler. Burası arı kovanı gibi. Cuma saatinde dal
düşse onlarca insan ölür” dedi.
Çay bahçesini
işletenlerden Fikret Morgül şöyle konuştu:
“Çengölköy, bu ağaçla özdeşleşti. Ağacın bakımı 4-5
yıl önce yapıldı. Bu ağaç sayesinde iş yapıyoruz.
Demir destek değişmeli. Büyükşehir Belediyesi,
‘Sırası gelince bakarız’ dedi. Ayrıca çınar 30
yıllık başka ağacı tedhit ediyor. O da yıkılabilir.”
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, 18.09.2014
|
DİNOZORLAR YOK OLDU,
BİTKİ ÖRTÜSÜ DEĞİŞTİ
ABD'li bilim insanları, 66 milyon yıl önce dünyaya
çarpan bir göktaşının sadece dinozorların yok
olmasına neden olmadığını, dünyanın bitki örtüsünü
de tamamen değiştirdiğini açıklayan bir makale
yayımladı. Arizona Üniversitesi'nden Dr. Benjamin
Blonder'a göre 10 kilometre çapındaki bu göktaşı
yüzünden denizler taştı, tsunamiler oluştu, orman
yangınları ve dev tayfunlar meydana geldi.
Göktaşının bir diğer etkisi de yaprak dökmeyen
ağaçların büyük bir kısmının yok olarak yerini
mevsimlik ağaçlara bırakması oldu. Blonder, bu dev
göktaşının bitki örtüsü üzerinde "yeniden açıp
kapama" (reset) etkisi yarattığını söylüyor.
Sabah, 18.09.2014
|
|
BİN 800 YILLIK SOLİ
POMPEİOPOLİS'TE 2014 KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

Mersin’in merkez
Mezitli İlçesi'ne bağlı
Viranşehir
Mahallesi’nde bulunan Soli Pompeipolis antik
kentinde 2014 kazı çalışmaları sona erdi. Kazı
Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, "Pompeipolis sütunlu
caddesinde yapılan çalışmalarda
Roma döneminde
önemli bir liman kenti olan Pompeipolis’in sosyal ve
günlük yaşamı ile ticaretiyle ilgili önemli kesitler
vermiştir. Soli Höyük’te de bir tapınağa ait olması
gereken podyum ile terra cottalar bulduk" dedi.
Yaklaşık 1,5 ay süren Soli Pompeipolis antik kenti
kazıları ile ilgili olarak İHA muhabirine
açıklamalarda bulunan Prof.Dr. Remzi Yağcı, 15 işçi
olmak üzere 30 kişiyle kazıları yaptıklarını
söyledi. Bu yıl da geçen yıllarda olduğu gibi
sütunlu cadde ve höyükte çalışma yaptıklarını
belirten Yağcı, "Pompeiopolis sütunlu caddede
restore edilen sütunlu cadde güney ucunun
kuzeyindeki plan karelerde ve 2002 yılında bulunan
latrinada koruma ve sergilemeye yönelik yaklaşık 250
metrekarelik bir alanda kazı-temizlik çalışmaları
yapılmıştır. Sütunlu caddede kazı çalışmaları
sırasında Doğu portikosunun altında Geç Roma
dönemine ait kireç tabanlar, Erken Roma dönemine ait
sıvalı ve basamaklı mekan tabanları, korinth
stilinde bitkisel bezemeli yeni bir sütun başlığı,
MÖ 66 Roma Cumhuriyet Dönemi ile MS 2. ve 5. yüzyıla
ait imparatorluk dönemi sikkeleri ile Hellenistik
seramik parçaları 2014’ün tipik buluntularıdır" diye
konuştu.
"KAZILAR POMPEİPOLİS’İN SOSYAL VE GÜNLÜK YAŞAMI
İLE TİCARETİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ KESİTLER VERMİŞTİR"
2014 kazılarının özellikle Roma dükkanlarının
mimari olarak iç mekan düzeniyle Cumhuriyet
Dönemi’nden imparatorluk dönemine kadar geçirdiği
değişikliklerin anlaşılmasında yararlı olduğunu
vurgulayan Yağcı, "2014 kazıları, alt yapı ile su
kanal sistemindeki değişiklikleri göz önüne
sermiştir. Örneğin erken dönemlerde pişmiş toprak su
künkleri ile kanallar birlikte kullanılırken Geç
Roma döneminde kurşun boruların kullanılmaya
başlandığı görülmüştür. Roma dükkanlarının altında
güçlü bir Hellenistik tabakanın olduğu arkeolojik
olarak bir kez daha belgelenmiştir. Pompeipolis
sütunlu caddesinde yapılan çalışmalar Roma döneminde
önemli bir liman kenti olan Pompeipolis’in sosyal ve
günlük yaşamı ile ticaretiyle ilgili önemli kesitler
vermiştir. Örneğin günlük kullanım ve büyük depolama
küpleri, bir havuz ile doğu portikosuna ait
dükkanların arasında bulunan latrina (tuvalet)
dükkanların ne amaçla kullanıldığına ilişkin bu
arkeolojik verilerin başlıca örnekleridir" şeklinde
konuştu.

Soli Höyük’te 2014 yılındaki kazı çalışmalarının
Arkaik Teras olarak adlandırılan höyüğün kuzey doğu
yamacında sürdüğünün altını çizen Yağcı, "Arkaik
terasta MÖ 6. ve 7. yüzyıllara ait anıtsal yapılar,
bir tapınağa ait olması gereken bir podyum ve
çevresinden gelen mimari terra cottalar Soli’nin
kolonizasyon dönemini yansıtmaktadır. Mimari terra
cottalar tapınak benzeri anıtsal yapılara ait
olmalıdır. Mimari terra cottalar üzerinde işlenen
mitolojik sahneler antik kaynaklara göre bir Rodos
Lindos kolonisi olan Soli’nin Doğu Grek bağlantısını
ön plana çıkarmaktadır. Bunlar içinde işlenen
başlıca temalar farklı üsluplarda işlenmiş
Theseus-Minotauros savaşı, karşılıklı sfenslerdir.
Çerçeve süslemesi olarak da ion kymationu ve meander
motifleri sayılabilir. Bu buluntular İ.Ö. 6. ve 7.
yüzyılda akropolde yerleşmiş bir Grek kolonisinin
varlığını ortaya koymaktadır. Arkaik tabakanın
altından gelen malzemeye göre Soli Geç Geometrik bir
dönem yaşamıştır. Seramikler üzerinde görülen tek
renkli ve iki renkli iç içe daire motifli amphora
parçaları Soli’nin Batı
Anadolu, Ege
adaları ve
Kıbrıs ile
bağlantısını, Klasik Dönem Dionysos betimlemeli bir
kap parçası ise Soli’nin
Atina ile olan
ticari bağlantısını ortaya koymaktadır" ifadelerini
kullandı.


Milliyet, 17.09.2014
|
OSMANLI'NIN MİRASI GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR

Dünyanın en önemli
kazı alanları içerisinde ilk 10’a giren ve
Türkiye’nin üç su altı kazı merkezinden olan Urla’da
tarihi döneme ait olan Osmanlı’nın savaş gemileri
denizaltından ilk defa gün yüzüne çıkartılacak.
İzmir’in Urla
İlçesi'ndeki Limantepe Su Altı Kazı Merkezi’nde
yıllardır yapılan kazıları ve su altı çalışmalarını
yürüten Ankara Üniversitesi Kazı Heyeti Başkanı
Prof. Hayat Erkanal, antik medeniyetin tarihi yüzünü
gün yüzüne çıkarıyor. Denizin altında yaptıkları
çalışmalarda özellikle Osmanlı dönemine ait savaş
gemilerine rastladıklarını belirten Erkanal,
“Çevremizde çok sayıda Osmanlı dönemine ait batık
var. Şimdiye kadar hiçbir Osmanlı gemisi açığa
çıkartılmadı. Suyun üstüne çıkartılıp da restorasyon
ve konservasyon çalışmaları yapılmadı. Bunu inşallah
ilk kez biz başaracağız” dedi.
Su altı merkezinde 2
bin 600 yıl öncesine ait bulgulara rastlandığını
belirten Prof.Dr. Hayat Erkanal, Urla’nın
insanoğlunun avcı toplayıcı dönemden üretici topluma
ilk kez dönüştüğü yerlerden birisi olduğunu, Roma
dönemine kadar 6 bin yıllık kesintisiz yerleşimin
bulunduğunu söyledi.
DÜNYADA İLK 10’DA
Amerika’da yapılan
araştırmalar sonucu dünyanın en önemli 10 su altı
kazı çalışma alanları içerisine girmeyi başaran
merkezden çıkartılan kalıntıların Türkiye’nin ilk Su
Altı Arkeoloji Müzesi Arkeopark’ta sergileneceğini
belirten Erkanal şunları söyledi: “Pek çok mimari
özellik suyun altında kalıyor. 2000 yılından beri
devamlı denizin altında her sene muntazam bir
şekilde çalışıyoruz. Çalışmalarımızda iki deniz
tabanı tespit ettik. Bunlardan biri 6. ve 7. yüzyıla
ait, diğeri de 4. yüzyıla ait tabanlardı. Bu
tabanlar üzerinde de çok sayıda arkeolojik malzeme
elde ettik. Bunun yanı sıra bazı tekne batıklar da
açığa çıktı. Bunlardan bir tanesi milattan önce 7.
yüzyıla ait bir batık, diğeri de Osmanlı dönemine
ait bir savaş gemisi olacak. Bunlar kısmen açığa
çıkınca o anda bunların üzerinde bir program
gerçekleştirmemiz mümkün olmadığından hemen
üzerlerini kapattık. Önümüzdeki yıllarda inşallah
bunlarla farklı bir programla ilgilenerek açığa
çıkartacağız. Çünkü denizaltından çıkartılan
kalıntıların normal ortama uyum sağlayabilmesi için
uzun bir labaratuvar bakım aşamasından geçmesi
gerekiyor. Biz de şu anda bu ortamı sağlamaya
çalışıyoruz. Şimdi 1 sene içinde teknik açıdan da
laboratuvarımızı donatacağız. Böylece Türkiye’de
üçüncü büyük laboratuar olacak.”
20 BİN YIL ÖNCESİNE
AİT FİL FOSİLLERİ BULUNDU
Yapılan kazı
çalışmalarında Urla güney bölgesinde fil fosillerine
de rastladıklarını ifade eden Erkanal, bölgede 20
bin yıl önce fillerin yaşadıklarını tespit
ettiklerine dikkat çekti. Fillerin Asya fili
olduğunu söyleyen Erkanal, Ödemiş Konaklı
beldesinden bir kaya sığınağının altında da fil
resimleri buldularını dile getirdi.
Önümüzdeki dönemde Ege
Denizi ile Nil Nehri arasındaki doğrudan bağlantıyı
kanıtlamak için eski bir tekne ile keşfe
çıkacaklarını ifade eden Erkanal şunları söyledi:
“Ege Denizi ile Nil Nehri arasında genel anlamda
doğrudan doğruya bağlantı olduğu söyleniyor. Biz de
bunu kanıtlamak istiyoruz. Bu amaçla da bir tekne
yapacağız. Zaten daha önce böyle bir tekne ile ufak
çaplı seyahat de yaptık 3 bin 500 yıllık bir
tekneydi bu. Ama bu tekneyi yaparken malzeme olarak
çam ağacını kullandık. Normal şartlarda antik
tekneler sedir ağacından yapılıyordu.”
BAKAN VEYSEL
EROĞLU’NDAN DESTEK
Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu’nun da kendilerine destek
verdiğini ifade eden Erkanal, Bakan Eroğllu’nun
gemilerin daha sağlam olmasını sağlayacak olan sedir
ağacını merkeze temin edeceğini aktardı.
AHŞAP GEMİYLE
MARSİLYA’YA GİTTİLER
Arkeolog Osman Erkurt
ise Urla’da ortaya çıkarılan antik limanların
bulunduğu dönemlerin özelliklerine sahip yaptıkları
tekneleri ve tekneler ile yapılan deneysel
mahiyetteki Doğu Akdeniz ve Marsilya gezilerini
anlatarak şöyle konuştu: “Eskiye dair ne varsa onun
bilgilerinden faydalanarak uygulamalarını yapıp
denemelerini bilimsel formatla dünyaya tanıtmayı
amaçlıyoruz. Her gün ilginç bir şeye rastlıyoruz.
Çünkü binlerce yıl öncesine ait bilgiler ve bu
bilgileri alıyorsunuz, yeniden yapıyorsunuz. Birçok
açığımızın olduğunu gördük. Antik dönemin
denizcileri bizden çok ileri, her şeyi çok iyi
biliyorlar. Biz daha bilgi açısından onlara
yetişmeye çalışıyoruz. Edinilen eskiye dair
bilgilerden faydalanarak tekneleri yeniden
yapıyoruz. Orta boyda bir savaş gemisi yaptık. Foça
merkezli bir projeydi. Foçalıların Marsilya’yı
kurmasının hikayesi. Marsilya’da büyük bir plaket
var. Bu şehir 2 bin 600 yıl önce Foçalı denizciler
tarafından kuruldu diye. Bu bile yeterli bizim için.
O yüzden çalışmalarımızı bu tür gerekçelere
dayandırıyoruz. Bizim bunu yapma sebebimiz de
insanlığın ilk kullandığı deniz araçlarının bir
tipolojik sergisidir.”
Akşam, 17.09.2014
|
AŞAĞIPINAR ARKEOLOJİK
KAZILARI
Kırklareli'ndeki
Aşağıpınar arkeolojik kazıları devam ediyor.
Kazı Başkanı İstanbul
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Prehistorik Bölümü Ana
Bilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kazılarda, MÖ 6 bin yıllarına ait ilk
toplulukların izlerini araştırdıklarını söyledi.
Kazı çalışmalarında
önemli bulgulara rastladıklarını ifade eden Özdoğan,
şöyle konuştu:
"Aşağıpınar, dünyada
heyecanla izlenen bir kazı alanı haline
geldi. Anadolu’dan gelen ilk çiftçilerin bölgedeki
yaşamları, beslenmeleri ve neler yetiştirdiklerini
anlamaya çalışıyoruz. Çalışmalar, bilimsel açıdan
son derece olumlu sonuçlar verdi. Kazılarımızda çok
zengin bir veri
kaynağı var. O dönemin mimarisi ahşap olduğu için
görsel bir boyut yok ancak açık hava müzesi
yapıldıktan sonra eserlerimizi
sergileyeceğiz. Önümüzdeki yıl çalışmalara devam
edeceğiz."
Özdoğan,
kazılarda bilimsel açıdan önemli bir mimari yapıya
rastladıklarını, çalışmaları heyecanla
sürdürdüklerini vurguladı.
Aşağıpınar kazılarının
bu yılki bölümü, Özdoğan
başkanlığındaki 50 ekip tarafından 10 Temmuz'da
başlatılmıştı.
Bugün, 17.09.2014
|
3. RICHARD KAMBUR
DEĞİLDİ VE SİLAHI ELİNDE ÖLDÜ
Bir ata krallığım..." repliğiyle hafızalara kazınan
3. Richard'ın nasıl öldüğü 529 yıl sonra ortaya
çıktı.
Hikayenin başını
Sheakespeare yazmıştı.... Sonu saygın Tıp Dergisi
Lancet’da yer aldı. Savaş meydanında öldürülen son
İngiliz Kralı 3. Richard’ın ‘otopsi’ raporu
yayınlandı.
- 1485 yılında Bosworth Çarpışması'nda öldürülen
kraldan arta kalanlar üzerinde yapılan tıbbi
taramalarda 11 saldırı izine rastlandı. Bunlardan
9’u kafatasındaydı. 32 yaşındaki kral, kafasının
arkasına biri kılıç diğeri de baltayla yapılan
darbeler sonucu öldü.
- Savaş meydanında atını ve miğferini kaybettikten
sonra "Bir ata krallığım feda" dediği rivayet edilen
3. Richard’ın cesedi, 2012 yılında Leicester
kentinde bir
belediye
otoparkında yapılan kazıda bulunmuştu.
- Kralın aldığı yaralardan 9’unun kafasında olması,
miğferini kaybettiği tezini kuvvetlendirdi.
Kalçalarındaki izlerin ise cesedi savaş meydanında
sürüklenerek teşhis edilirken meydana geldiği tahmin
ediliyor.
ÖLDÜRDÜĞÜNDEN EMİN
OLANA KADAR ÖLDÜR...
- 3. Richard ile ilgili
‘ölüm raporu’
ünlü Tıp Dergisi
Lancet’ta yayınlandı. Çalışmayı kaleme alan Profesör
Sarah Hainsworth, kralın muhtemelen birden fazla
sayıda kişinin saldırısı sonucu öldürüldüğünü
söyledi.
Hainsworth, “Unutmayalım ki, Orta Çağ’da yaşanan
savaşlar gerçekten son
derece şiddetli ve
kanlıydı. İnsanlar düşmanlarını gerçekten
öldürdüklerine emin olmak isterlerdi ve daha sonra
da bunu herkesin bilmesi için cesedi teşhir
ederlerdi” dedi.

LANCASTER VE YORK
HANELERİ
Kralın kollarında ve ellerinde savaş yarasına
rastlanmaması, son ana kadar silahlı ve savaşmış
olduğunu gösterdi. Hainsworth’a göre miğferini
kaybeden kralın yüzünde iz olmamasının nedeni,
öldürülenin kimliğini ispat etme ihtiyacı.
Lancaster ve York haneleri arasındaki Güller
Savaşı'nın sonununu da getiren 3. Richard, savaş
meydanında öldürülen son İngiliz kralı. Ve 529 yıl
gecikmeyle yapılan otopsiye göre, 3. Richard,
omurgasında hafif bir eğrilik bulunmakla birlikte
Sheakespeare ve diğerlerinin eserlerinde
iddia edilenin
aksine kambur değildi.

Radikal, 17.09.2014
|
DANIŞTAY KYME'DI:
ARKEOLOGSUZ BİLİRKİŞİ OLMAZ
Danıştay 14. Dairesi, İzmir'deki Kyme antik kenti
üzerine yapılmak istenen santrale itiraz başvurusu
için 'bilirkişi raporuna' dayanarak verilen ret
kararını, "bilirkişi heyeti içinde arkeolog
olmamasını eleştirerek" bozdu.

Kyme antik kenti üzerine
yapılmak istenen ithal kömüre dayalı enerji santrali
için verilen ÇED raporuna yapılan itiraz
İzmir 2. İdare
Mahkemesi tarafından reddedilmişti. Gerekçe olarak
mahkeme bilirkişi raporunu göstermişti. Danıştay 14.
Dairesi arkeolojik sit alanı içindeki bir
uyuşmazlıkla ilgili çevre mühendislerinden
oluşturulan bilirkişi heyeti içinde arkeolog
olmamasını eleştirerek davanın yeniden görülmesini
istedi.
İzmir Aliağa Horozgediği Köyü'nde İzmir Demir Çelik
Sanayi mülkiyetinde olan araziye ithal kömüre dayalı
olarak kurulmak istenen Enerji santraline ilişkin
ÇED olumlu raporu verilmişti. Başta Menemen
Belediyesi olmak üzere çok satıda STK rapora itiraz
ederek İzmir 2. İdare Mahkemesi’nde dava açtı.
Mahkeme Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi
Çevre Mühendisliği bölümünden 3 öğretim görevlisi
keşifli bilirkişilik yaptı.
Bilirkişi heyeti; “Proje kapsamındaki santralin
1/1.000.000 ölçekli çevre düzeni planı içinde sanayi
alanında olduğunu, depolama alanının ise tarımsal
alan da kaldığını, santral arazisinin sit alanı
içinde olmadığını, depolama ve soğutma ünitelerinin
1 ve 3. Derece arkeolojik sit alanı içinde olduğunu,
ancak bu durumun sorun teşkil etmediğini, herhangi
bir kültür varlığına rastlanıldığı anda derhal
müzeye
haber verileceğini,
ayrıca arkeolojik alanla ilgili koruma planları
yapıldığını” belirterek ÇED raporuna onay verdi.
Mahkeme de bu bilirkişi raporuna uyarak davayı
reddetmişti.
Danıştay’a yapılan itiraza 14. Daire baktı.
Bilirkişi raporunun sadece çevre mühendislerinden
oluşturulmasının yanlışlığına dikkat çekilerek şöyle
denildi; ‘’adil bir yargılama yapılabilmesi için ÇED
süreci sonunda verilecek kararların yargısal
denetimi yapılırken bilirkişiler arasında bir çevre
mühendisinin bulunması, diğer kişilerin ise projenin
bulunduğu çevrenin özelliklerine göre seçilmesi
gerekmektedir… En az biri çevre mühendisi olmak
üzere öğretim üyelerinden oluşacak arkeolog, sanat
tarihçi, şehir plancısı yeni bir bilirkişi
heyetiyle, mahallinde yeniden keşif ve incelemesi
yapılarak uyuşmazlığın esası hakkında yeniden bir
karar verilmesi gerekmektedir.’’ Mahkeme İzmir İdare
Mahkemesi’nin kararını bozdu. Yargılama yeniden
yapılacak.
KYME ANTİK KENTİ
Batı
Anadolu ’nun en
eski liman şehirlerinden olan Kyme, 3500 yıllık
geçmişiyle birçok antik çağ yazarının dikkat çektiği
bir şehir. Ancak
bugün sanayileşme
adına sınırları her geçen gün daralıyor. İzmir 2
No’lu Bölge Koruma Kurulu tarafından 1. derece
arkeolojik sit olan nekropol (mezarlık) alanları 3.
dereceye düşürmüştü. Bilimsel kazıyı yapan Prof.Dr.
Antonia La Marca başkanlığındaki İtalyan arkeoloji
ekibinin de kazıyı kaybetmek korkusuyla sanayiye
açılan bölgede yapılaşmaya ses çıkarmıyordu.
Radikal, 17.09.2014
|
ILISU'YA ÇED RAPORU
ZORUNLULUĞU GELDİ

Hasankeyf’i sular altında bırakan
Ilısu Barajı’nın ÇED raporundan muaf tutulduğu madde
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Hasankeyf Yaşatma Girişimi üyeleri, karar üzerine
Batman DSİ 103 Şube Bölge Müdürlüğü’ne dilekçe
vererek, baraj inşaatın derhal durdurulmasını
istedi. Girişim üyesi Av. Kemal Üner, Anayasa
Mahkemesi’nin baraj inşaatı iptali kararı ile
birlikte Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu
olmadan barajın inşaatının hukuk dışı olduğunu
belirtti.
Anayasa Mahkemesi, Batman’da Dicle Nehri kıyısında
bulunan 200 höyük, 74 köy, 100 mezra ve 374 km
karelik bir alanı yok edecek Ilısu Barajı’nın ÇED
raporu olmadan inşaat yapımı maddesini iptal etti.
“Hasankeyf ve çevresinde bulunan yüzlerce höyük ve
köyü sular altında bırakan Ilısu Barajı’nın
yapımında ısrar ediliyor. Biz Hasankeyf Yaşatma
Girişimi olarak Ilısu Barajı’nın hukuksuzca
yapıldığını defalarca dile getirdik” diyen girişim
üyesi Av. Kemal Üner, daha önce Hasankeyf gibi
yerlerin sular altında bırakılması önündeki
engellerin kaldırılması için konulan çevresel etki
muafiyeti için hükümetin bir madde koyduğunu
sözlerine ekledi.
Birgün, 17.09.2014
|
TARİHİ İSKELE
BAKIMSIZLIKTAN YIKILMAK ÜZERE

Şehir Hatları
İşletmesi'nin TDİ A.Ş'den İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'ne devredilmesinden sonra, Haliç'te Vapur
seferleri yapılan 6 iskeleden biri olan Tarihi Fener
İskelesi, bakımsızlıktan dolayı denize batmaya
başladı.
Deniz Haber Ajansı'ndan
Onur Kaplan'ın haberine göre, İstanbul'un bir dokusu
daha yok oluyor. Şehir Hatları İşletmesi'nin Türkiye
Denizcilik İşletmeleri'den İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'ne devredilmesinden sonra, Haliç'te Vapur
seferleri yapılan 6 iskeleden biri olan Tarihi Fener
İskelesi, bakımsızlık ve ilgisilikten dolayı denize
batmaya başladı.
Fener Mahallesi'nde 95
metre kare bir alana oturan ve 81 kazık üzerine
kurulu Tarihi Fener iskelesi geçen sene İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin aldığı karar ile
kapatıldı. Bu zaman süreci içerisinde kazıkların
çürümesi ve bakımsızlıktan dolayı denize doğru
kayarak batmaya başlayan Tarihi Fener iskelesi,
görenlerin içine ince bir sızı düşmesine neden
oluyor.
Yapı, Haber ve Fotoğraf:
Onur Kaplan, 17.09.2014
|
İZMİR'DE 150 YILLIK
DİREK DİRENİŞİ
İzmir’in Konak İlçesi
Umurbey Mahallesi sakinleri, kentin havagazı ile
aydınlatıldığı dönemden kalma aydınlatma
direklerinin yenileriyle değiştirilip, eskilerinin
hurdaya çıkarılmasına tepki gösterdi. Bu direklerin
150 yıllık olduğunu belirten vatandaşlar, sahip
çıkılıp, korunmasını istedi.

Alsancak semtindeki Umurbey
Mahallesi'nde, elektrik tellerinin yer altına
alınıp, eski direklerin yenilenmesi çalışmaları
vatandaşları sevindirirken, bir konuda da tepki
geldi. Mahallede yaşayanlar, kentin 1862 yılından
itibaren havagazı ile aydınlatılmaya başlandığı
dönemden kalan, metal aydınlatma direklerinin
sökülüp hurdaya çıkarıldığını, yerine beton
direklerin yerleştirildiğini belirterek bu duruma
tepki gösterdi. Vatandaşlar, tarihi değeri
bulunduğunu belirttikleri bu direklerin korunması
gerektiğini söyledi. Yerlerine yenileri konulsa bile
bu direklerin sanayi müzelerinde muhafaza
edilebileceğini dile getirdi.
Umurbey Mahallesi Muhtarı
Fatma Kaçaro da bölgede birçok tescilli ev ve ağacın
yanı sıra tarihi değeri olan elektrik diriklerinin
de bulunduğu belirterek, "Mahallemizdeki 1495-1496
sokaklarında bulunan, Fransızlar'ın yakındaki Tarihi
Havagazı Fabrikası'nı işlettiği dönemden kalma
direkleri sökmeye çalışan görevlilere, bunların bir
dönem kentin aydınlatılmasına damga vurduğunu,
tarihi değerleri bulunduğunu söyledik. Bu direklerin
hurdaya çıkarılmak yerine bir müzeye konulup,
korunması gerektiğini belirttik. En azından birini
bırakmalarını isteyip koruma altına aldık. Bu direği
söküp götürmelerine izin vermeyeceğimizi söyledik.
Bu direk yerinde kalmalı. Yenisini yanına diksinler
ancak bu direği buradan sökemezler" dedi.
Alsancak Limanı
karşısındaki tarihi Havagazı Fabrikası, İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından sosyal ve kültürel
etkinlikler için kullanılmak üzere restore edilmiş,
2008 yılında hizmete açılmıştı.
Gözlem Gazetesi, 17.09.2014
|
SİVAS KALESİ'NDEN
TARİH FIŞKIRIYOR

Tarihi Sivas Kalesi'nde
başlatılan kazı çalışmalarının ilk gününde "Geç
Osmanlı dönemi"ne ait saat kulesi temeline ulaşıldı.
Yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen kalenin doğu
tarafındaki çay bahçesinin bulunduğu kısımda 3'ü
uzman 8 kişilik ekiple kazı çalışması başlatıldı.
Sivas Arkeoloji Müzesi Müdürü Atılgan Kaya, yaptığı
açıklamada, Sivas Kalesi'nin belli bölümlerinin
birinci, ikinci ve üçüncü derece sit alanı olarak
tescil edildiğini söyledi. Kazı çalışması yapılan
alanın ikinci derece sit alanı olduğunu ifade eden
Kaya, kalede önceden saat kulesi olduğuna dair
bilgilere Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünce yapılan
arşiv taramaları sonucu ulaşıldığını belirtti. Kaya,
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünün talebi üzerine
kalede kazı çalışması başlatıldığını ifade ederek,
kazının müdürlüklerinin denetiminde yürütüldüğünü
söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığından sondaj
kazısı yapılması yönünde talepte bulunduklarını dile
getiren Kaya, şunları kaydetti: "Bununla ilgili de 5
bin lira ödenek sağlayarak burada temel olup
olmadığı yönünde çalışma başlattık. Çalışmalarımızın
ilk aşmasında Geç Osmanlı dönemine ait bir saat
kulesinin temellerine ulaştık. Burayla ilgili çizim
ve fotoğraflama yaptıktan sonra alanı kapatıp eski
haline getireceğiz. Daha sonra belediyenin burayla
ilgili yapacağı projede, bu alana saat kulesi inşa
edilecek. Bu saat kuleleri, genelde Orta Anadolu'nun
tamamında var. Kazıyı biraz daha genişleterek saat
kulesinin ölçülerine de ulaşmış olacağız. Kazının
yaklaşık 5 gün daha sürmesini planlıyoruz."
Sivas Hürdoğan,
17.09.2014
|
BERLİN'DEKİ BERGAMA MÜZESİ ZİYARETE KAPANIYOR
Tarihte bir yolculuğa çıkmak ve
Antik Çağ’ın en önemli mirasını görmek için
Berlin’deki ünlü Bergama Müzesi'ne gitmeyi
planlayanların acele etmeleri gerekiyor, zira müze
beş yıllığına ziyaretçilere kapatılacak.

Tarihte bir yolculuğa çıkmak ve Antik Çağ’ın en
önemli mirasını görmek için Berlin’deki ünlü Bergama
Müzesi'ne gitmeyi planlayanların acele etmeleri
gerekiyor, zira müze beş yıllığına ziyaretçilere
kapatılacak. Dört milyona yakın nüfusu ile
Almanya’nın başkenti Berlin, kültürel yaşamının
zenginliği sayesinde dünyanın gözde metropolleri
arasında yer alıyor. Yılda 30 milyon civarında
turistin geldiği Berlin’in cazibe merkezi olmasında
etkenlerden biri de müzeleri.
Yaklaşık 170 müzede, klasik ve çağdaş sanat
eserlerinin yanısıra, dünyanın dört bir yanından
getirilen objeler sergileniyor. Bu müzelerden en
önemli ve ünlüsü Bergama Müzesi. Türkiye’den
getirilen Zeus Sunağı’nın bulunduğu müze Almanya’nın
en çok gezilenler listesinde birinci, dünyanın da en
çok ziyaret edilen müzeler sıralamasında ilk 10’da
yer almakta. Sadece bu yılın ilk altı ayında 700 bin
kişinin gezdiği ve insanların içeri girebilmek için
bazen saatlerce kuyrukta bekledikleri Bergama Müzesi
tamirat çalışmaları nedeniyle 29 Eylül tarihinden
itibaren en az beş yıl ziyaretçilere kapalı kalacak.
Tarih bilimcileri ve arkeologlar tarafından dünyanın
sekizinci harikası olarak adlandırılan Bergama
Müzesi 1930’lu yıllardan bu yana küçük çaplı
restorasyon çalışmaları dışında kapsamlı bir
tamirattan geçmemiş. Müze yöneticileri II. Dünya
Savaşının sonlarına doğru gerçekleşen Berlin
bombardımanında ağır hasar alan müzenin mevcut
halinin acil tamiratına alternatif olmadığını
belirtiyor.
1999’da UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’ne giren
müzenin kapanması ile sadece Zeus Sunağı değil,
Babil'in Asma Bahçeleri'nin kapıları, Millet'in
Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi
eşsiz değerde parçalar da 2019 yılına kadar depolara
kaldırılacak. Bergama Müzesi'nin adını dünyada
meşhur eden ve 1870’de Bergama’dan kaçırılan Zeus
Sunağı şu anda müzenin en görkemli salonunda yer
alıyor. 17 metre yüksekliğinde merdivenlerle çıkılan
sunaktaki 94 kabartma tanrılar ile devlerin savaşını
tasvir ediyor.
Söz konusu sunak 1865 yılında Alman arkeoloji
meraklısı mühendis Carl Humann tarafından Bergama’da
yapılan yol çalışmalarında bulundu. Bunlar daha
sonra kaçak yollarla ve ‘değersiz taşlar’ şeklinde
deklare edilerek Almanya’ya getirildi. Zeus
Sunağı’nın o zamanki Osmanlı’dan izinsiz çıkarılması
bugüne kadar Almanya ile Türkiye arasında gerilime
neden olan bir konu. Yıllardır Türkiye bu eserlerin
gün ışığına çıktığı yer olduğu için tapınağın geri
iade edilmesini talep ediyor. Müze yönetimi Osmanlı
yetkililerinin kazılarda bulunanları Almanlara
hediye ettiğini savunuyor, ancak bunu doğruluyan bir
belgeyi bugüne kadar ortaya çıkarmadılar.
Zeus Sunağı’nın meşruluğunu 2013 yılında Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik bir kez daha gündeme
getirmişti. Çelik’in Der Spiegel dergisine yaptığı
açıklamalar, arkeolojik gerilime yol açmış, Bergama
Müzesi’ni de yöneten Prusya Kültür Eserleri Vakfı
Başkanı Hermann Parzinger Türkiye’nin yabancı kazı
ekiplerini uzaklaştırmaya çalıştığını iddia ederek,
bu tutumun ‚şovenistçe olduğu‘ ifadesini
kullanmıştı. 2011 yılında ise o dönemin Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’in gene Bergama
Müzesi'nde sergilenen Hattuşaş Sfenksi'nin geri
gönderilmesi için yaptığı girişimler sonuç vermiş ve
sfenks iade edilmişti.
Amerika'nın Sesi, 17.09.2014
|
STS BODRUM OKUL GEMİSİ
YENİ KEŞİFLERLE DÖNDÜ
Dokuz Eylül Üniversitesi
(DEÜ) tarafından başlatılan sualtı
arkeolojik
araştırmaları kapsamında “Sualtı Kültür Mirası
Araştırmaları Projesi”ne destek için yapılan
çalışmalarda ülkemiz karasularında 30 yıl sonra bir
Tunç Çağı Batığı daha keşfedildi.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan
alınan izin doğrultusunda, Dokuz Eylül Üniversitesi
(DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Müdür
Yardımcısı ve Ege Bölgesi Araştırma ve Uygulama
Merkezi (EBAMER) Müdür Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. A.
Harun Özdaş başkanlığında sürdürülmekte olan Sualtı
Arkeolojik Araştırmaları, 2014 yılı ikinci etap
çalışmaları tamamlandı. Araştırmalarda
Bodrum-belediyesi/
" target="_blank" class="tag">Bodrum Belediyesi’ne
bağlı STS Bodrum Okul Gemisi kullanıldı. Kalkınma
Bakanlığı tarafından desteklenen “Sualtı Kültür
Mirası Araştırmaları Projesi” kapsamında yürütülen
Türkiye Kıyıları Batık Envanteri çalışmalarında
özellikle Osmanlı Dönemi batıkları üzerinde
yoğunlaşıldı.
Özdaş başkanlığında, son 7 yıldır yürütülen sualtı
arkeolojik araştırmalarında, ülkemiz kıyılarında
bugüne kadar bulunan en eski batığın kalıntıları
keşfedildi. Çalışmalar, Yrd. Doç.Dr. Nilhan
Kızıldağ, Hüseyin Vural, İhsan Tercan, Dr. Güngör
Muhtaroğlu, Cihat Vural, Onok Bozkurt, Doç.Dr. Şenay
Özdemir, Cebrail Baydan, İrfan Yıldız, Selman
Kahraman, Zeynep Demir’in yer aldığı Türk bilim
adamlarından oluşan bir ekiple ve Mustafa Cengiz’in
kaptanlığında STS Bodrum Okul Gemisi’yle sürdürüldü.
Araştırmaların ilk etabı Bodrum’dan
finike’ye kadar
olan bölgede gerçekleştirildi. Toplam 35 farklı
alanda yapılan 100’ün üzerinde dalışta 10 adet yeni
batığın yeri tespit edildi. Ayrıca daha önceki
yıllarda bulunan birçok batığın üç boyutlu
fotomozaiği çıkarıldı. 2014 yılı Ege Bölgesi
çalışmaları kapsamında Hisarönü Körfezi’nde yapılan
dalışlarda, günümüzden yaklaşık 4000 yıl öncesine
ait Tunç Çağı’na tarihlenen bir batığın izlerine
ulaşıldı. Bugüne kadar yapılan sualtı
araştırmalarında tespit edilen en eski batık
Hisarönü Körfezi’nde bulundu. Araştırma dalışları
sırasında bulunan Tunç Çağı Batığı’na ait kalıntılar
arasında çok ender görülen amphora formunun yanı
sıra, gaga ağızlı testiler ve değişik formlarda
seramik kaplara da rastlanıldı.
Ülkemiz kıyılarında bulunan ve MÖ 14.y.y.’a
tarihlenen Kaş Uluburun Batığı’ndan daha eski olan
Hisarönü Batığı, kıyıdan yaklaşık 50 m açıkta, 25-30
m derinde yer alıyor. Son 50 yılda Tunç Çağı’na
tarihlenen toplam 3 adet batık bulunmuş olup, gaga
ağızlı testilere ise ilk defa rastlanıyor. Batıktan
çıkarılan ve konservasyon ile analiz için Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilen eserlerin
içinde bulunan organik buluntuların tarihleme
çalışmaları ise devam ediyor. Önümüzdeki yıl batığın
daha ayrıntılı biri şekilde sualtı çalışması ve
kazısı yapılması planlanıyor.
Milliyet, 16.09.2014
|
"GÜN YÜZÜNE ÇIKARACAĞIZ"

Vakıflar Malatya Bölge
Müdürü Halil Taşkesen, Darende İlçesi'nde bulunan
vakıflara ait eserleri inceledi.
Taşkesen, “Kurumumuza
ait bu eserleri koruyarak geleceğe aktarmak bizlerin
en önemli görevidir. Eserlerimizin bakım
onarımlarını düzenli olarak yapmaya çalışıyoruz, bu
eserlerin ayakta kalmasında bize ne kadar görev
düşüyorsa vatandaşlarımıza da görev düşmektedir.
İnanlarımızın bu eserlere yapıtlara sahip
çıkmalarını tahrip edilmesini önlemelerini
istiyoruz. Darendemiz bu eserler bakımından oldukça
zengin bu güzellikleri daha da güzel çalışmalarla
gün yüzüne çıkaracağız” dedi.
Taşkesen'in
incelemelerine Belediye BaşkanYardımcıları Tacettin
Ateş ve Durmuş Doğan' da eşlik ederek ilçede
yapılacak çalışmalar ile ilgili görüş alış verişinde
bulundular.
Belediye Başkan
Yardımcısı Durmuş Doğan ise, “İlçemiz tarihi kültür
varlıkları açısından oldukça zengin bir yapıya
sahip, bizlerde belediye olarak kurumlarımızla
istişare ederek bu eserleri nasıl daha iyi
değerlendirebilir, hem gelecek nesillere taşır hem
de ilçemizin turizmine nasıl katkı sağlarız bunların
çalışmalarını yapıyoruz” ifadelerini kullandı.
Malatya Haber,
16.09.2014
|
ANTİK ÇAĞLARIN KAYBOLMUŞ 7 TEKNOLOJİK HARİKASI

Geçmiş, hala gizemlerini çözmeye çalıştığımız bir
bilinmezlik girdabı. Her gün kazıların altından ve
araştırma dosyalarından şaşırtıcı bilgiler gelmeye
devam ediyor. Bildiğimiz kadarıyla, teknolojiden
uzak ve ilkel kalmış toplumların omuzlarında
yükselen bir dünyada yaşıyoruz. Peki sandığımız gibi
mi? İşte sizi şaşırtacak, antik çağların kaybolmuş 7
teknolojik harikası!
Günümüzde elektriği ve
elektrikle çalışan bir çok aracı hayatımızın her
alanında kullanıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla geçmiş
zaman medeniyetleri bu nimetlerden yoksun bir
hayat yaşıyordu. Ancak yapılan araştırmalar ve
ortaya çıkartılan yeni keşifler, bizi geçmiş
hakkında tekrar düşünmeye itiyor. Piller, uçak
modelleri, akıl almaz işçilik örnekleri... Kim bilir
toprağı kazdıkça daha neler çıkacak karşımıza?
Sizleri çağlar öncesine götürecek bir liste
hazırladık. İşte antik çağların kaybolmuş teknolojik
harikaları...
1. Babil Pili

Sene 1938...Avusturyalı Arkeolog Dr. Wilhelm
Konig yaptığı kazılardan birinde 15 cm
yüksekliğinde, parlak sarı renkte ve kilden yapılmış
bir çömlek buldu. Çömlek bir düzenek gibiydi. İçinde
bakır levhadan yapılmış, 3.81 cm. çapında ve 5 cm.
yüksekliğinde bir silindir vardı. Cismin bir enerji
kaynağı olması için yapıldığı hemen anlaşılıyordu.
Bu yüzden 19. yüzyılda yapılmış ilkel bir pil olduğu
düşünülmüştü. Ancak yapılan testler çömlek ve
içindeki düzeneğin 2000 yıllık olduğunu ortaya
çıkarttı! 2000 yıl önce, elektrik ve elektroniğe
bağlı bir teknoloji yokken bu pili kimler ne için
yapmıştı ve ne amaçla kullanmışlardı? Bu sorular
hala cevabını arıyor. Pil ise Bağdat Müzesi'nde
sergileniyor ve MÖ 248 tarihiyle
ilişkilendiriliyor. Her ne kadar bu tarih de eski
bir dönem olsa da, bazı araştırmacılar söz konusu
çömleğin sahip olduğu teknolojinin Sümerlere kadar
uzandığı noktasında birleşiyor. Bu da Babil Pili
olarak nitelendirilen bu cismin ilk defa MÖ
2000'li yıllarda geliştirildiği yönünde bir teori
ortaya koyuyor. Peki madem böyle bir teknoloji antik
çağda vardı, insanlığın elektriği bir yaşam biçimi
haline dönüştürmesi neden 4000 yıl sürdü? O dört bin
yıl boyunca çömleklerde enerji saklanmadı da neden
kebap yapıldı?
2. Dandera Işığı

Antik çağlarda elektirik teknolojisinin var
olduğuna işaret eden bir başka unsur da Dandera
Işığı'dır. Antik Mısır'da Dendera olarak
adlandırılan bölgede, geç ptolemik dönemden kalma
Hathor Tapınağı'nın farklı yerlerinde Eski Mısır
uzmanlarının bir türlü geleneksel dinsel-mit
terimiyle açıklayamadıkları garip duvar resimleri
vardır. İlk bakışta bir bilim kurgu şakası olduğu
izlenimi veren hiyeroglif ve resimler açık bir
şekilde antik Mısır'da ampul kullanıldığını ortaya
koymaktadır. İsveçli mühendis Henry Kjellson,
"Forvunen Teknik/Kayıp Teknoloji" adlı kitabında bu
simgeleri detaylı bir şekilde incelemiştir.
Hiyeroglifte temsili olarak çizilen cismin, açık bir
şekilde elektrik ışığı ile aydınlatma sağlayan bir
ampul olduğunu incelemesinde yazan Kjellson'a göre
Dandera ışığı modern ampullerin atası konumundadır.
Aslında Dandera ışığı, Mısır piramitlerinin
yapımıyla ilgili bir sırrı da açığa
kavuşturmaktadır. Piramit araştırmacıları için en
büyük soru şudur; piramitlerin içerisindeki tüneller
sış yapı tamamlandıktan sonra şekillendirilmiş ve
süslenmiştir. Son derece karanlık olan Piramitlerin
iç kısmında bu işleri yapabilmek, ancak suni bir
ışık kaynağıyla mümkündür. Bir meşale kullanmak
intihar etmekle eşdeğerdir çünkü, ateşin çıkardığı
duman ile mücadele etmek imkansızdır. Bu durum
araştırmacılar tarafından test edilmiş ve meşale ile
bu işin yapılamayacağı görülmüştür. Gaz lambası
derseniz, ilk örneği 9. yüzyılda görülen gaz
lambaları antik Mısır'da hiç kullanılmamıştır.
Kullanıldığına dair bir bulgu da yoktur. Dandera
ışığının sembolize edildiği lotus çiçeği ve yılan
antik Mısır'da ; "verimlilik" anlamına gelmektedir.
Bir çok bilim adamı Dandera ışığını bir antik Mısır
büyüsü olarak tanımlamak istese de, Dandera ışığının
tasviri teknolojik bir model olarak görülmektedir.
Edison ve Tesla'nın kemiklerini sızlar mı bilmiyoruz
ama sanki antik Mısır, elektrik ışığına ilk göz
kırpan medeniyetmiş gibi duruyor...
3. Antikyhera Makinesi

20. yüzyılın hemen başında Yunanlı bir grup
sünger avcısı tarafından Antikyhera adlı küçük bir
adanın yakınında inanılmaz bir keşif yapıldı! Antik
bir geminin kalıntıları arasında modern makinelere
benzeyen bir cisim duruyordu. MÖ 50 yılından
kaldığı düşünülen cisim, Atina Müzesi'nde yerini
aldığında antik bir saat olduğu tahmin ediliyordu.
Günümüzde kullandığımız modern saatlerin zembereğini
andıran bir düzeneğe sahip olan cisim 1958'de
yeniden incelemeye alındı. Bir çok dişliye ve hatta
bir de fana sahip olan cisim "makine" olarak
tanımlandı. Dişlilerin çalışması sonucunda Ay'ın ve
Güneş'in hareketleri hesaplayabildiği anlaşılan
Antikyhera makinesi, yıldızların geçmişteki ve
gelecekteki konumlarını gösteriyordu! Nasa'nın bu
makinenin çalışma prensibinden yola çıkarak, bir çok
araştırmasında başarılı sonuçlar aldığı bilinir.
Soru şu; bu makineyi yapabilecek kadar yüksek
teknolojik bilgiyi milattan önce kimler nasıl elde
etti? Elde etti de mutlu oldu mu, işine yaradı mı?
4. Antik Kolombiya Uçakları

İnsanlığın ilk çağlardan beri en büyük hayali
olarak bilinir uçmak. Ancak uçmak için gerekli
teknolojinin nasıl olacağını hiç bir medeniyet ön
görememiştir. Dav Vinci'nin yaşadığı dönemde yaptığı
bir çok modelin, mevcut uçuş teknolojisinin önünü
açtığı bilinse de; Da Vinci'nin ilkel modellerinin
hiçbiri günümüz uçak teknolojisiyle benzerlikler
taşımamaktadır. Ancak milattan önce 1000 yıllarında
Kolombiya'da yaşamış bir medeniyet, altından modern
uçak modelleri yapmıştır! Bilinen hiç bir tür kuş,
böcek ya da uçan canlı ile bağdaştırılamayan bu
modeller, tüm detaylarıyla birer uçak figürüdür. Bu
kadar eski bir çağda uçmak mümkün değil mi?
Kolombiya'dan kalkan bir uçak muhtemelen kısa sürede
Peru'ya ulaşabilir. Neden mi Peru? Nazka çizgileri
olarak bilinen onlarca antik devasa çizime ev
sahipliği yapan arazilerin yer aldığı Peru,
Kolombiya'dan kalkan bu antik uçaklar ile yakın
ilişkili olabilir. Nazka çizgilerinin MÖ 200
yıllarında yapıldığı düşünülüyor. 200 metre
genişliğinde ve hökyüzünden bakılmadan görülmesi
imkansız olan bu şekillerin, çizilebilmesi de yine
yüksek bir noktadan bakmadan mümkün değildir. Nazca
şekillerinin görülebileceği yüksek bir dağ da
bölgenin çevresinde yoktur. Çizgilerin çizildiği
dönemde, bu şekilleri görebilmek için Kolombiya'nın
antik uçakları gibi araçlara sahip olmaktan başka
çare yoktur. Yoksa düşünün size bir sürü taş verecek
kabilenin rahibi, diyecek; "200 metre genişliğinde
bir maymun sembolü yap yere." Yukarıdan görmeden
yapamayacağınız için "Dalga mı geçiyorsun yahu?" der
gidersiniz. Peki ya yapabilecek imkanınız olursa?
5. Hindistan'ın Vimanaları

Hindistan tarihine ışık tutan mitolojik
unsurlarla dolu olan Mahabharata adlı eserlerde adı
geçer Vimanaların. Vimanalar, Hint kültüründe "uçan
saray" olarak tanımlanırlar. İlk başta "uçan halı"
gibi bir masal öğesini çağrıştırsa da
Mahabharata'nın içinde yer alan Vimana tasvirleri
akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Bir savaş aracı
olarak anlatılan Vimanaların uydu anteninden tutun,
iniş ve kalkış takımlarına kadar her ayrıntı,
görülmeden hayal edilebilecek türden değildir. Öyle
ki, mühendislik harikası olarak görülen Vimana
tasvirlerinden yola çıkılarak çizilen modeller
günümüzde NASA'nın kullandığı uzay kapsülleriyle tek
kelimeyle birebir özellikler ortaya koymaktadır.
Mahabharata metinlerinin de MÖ 3000'li yıllara
dayanan anlatımlardan oluştuğunu düşünecek olursak.
O tarihlerde var olmamış teknolojiler üstünde, bu
kadar detaylı bilgiler paylaşılmış olması ilgi
çekicidir.
6. Bolivya'da Antik Lazer İşçiliği

Tivanaku , Bolivya'da MÖ 1500 civarında hüküm
sürmüş antik bir uygarlığın başkentidir. Buraya
kadar kulağa tarihsel sıradan bir bilgi gibi
geliyor. Ta ki söz konusu medeniyetin inşa ettiği
duvar ve yapıları görene kadar. Söz konusu döneme
dair yapılan kazılarda sadece ilkel çekiçler ve
kürekler bulabilen arkeologlar, adeta lazerle
kesilmiş büyük taş kütlelerini açıklayamıyorlar. Su
götürmez bir şekilde günümüz teknolojisinde
kullanılan lazerlerle kesilmiş olan duvarların eşi
benzeri yok! Günümüzde en yetenekli duvarcılar bile
lazer olmaksızın taş kütleleri bu şekilde
kesemiyorlar. Bir başka ilginç nokta ise tüm
kesimlerin simetrik ve eş değerlerde yapılmış
olması! Bu da işlemin bir makinayla yapıldığını
gösteriyor. MÖ 1500 ve lazer kesim makinaları?
Pardon?
7. Japonya'nın kayıp uygarlığı

1986'da bir grup Japon dalgıç tarafından
keşfedilen ve Yonaguni açıklarında bulunduğu için
Yonaguni Anıtı adını alan bir yapı herkesi
şaşırtıyor. Yekpare bir kaya kütlesini son derece
usta bir işçilikle yontup şehir haline getirmiş bir
uygarlığın eseri olan bu gizemli yapı, Büyük
Okyanus'un derinlerinde yatıyor. MÖ 10.000
yıllarında yapıldığı ve tahminen yine MÖ 3000
civarında sular altında kaldığı düşünülen
Yonaguni'nin inşa edildiği tarihi bırakın, bugün
bile bu şekilde bir şehir yapmak neredeyse
imkansızdır. Merdivenleri, meydanları, odaları,
sokak ve caddeleriyle tek parça bir kaya kütlesinden
şehir yapmak belki de bundan bir kaç yüzyıl sonra
başarabileceğimiz bir mühendislik teknolojisi
gerektiriyor. Tahminlere göre bu antik kalıntıların
üstünde, batmadan önce göz alıcı bir şehir
yükseliyordu. Yonaguni çevresinde bulunan MÖ 2000
yılıyla ilişkilendirilebilen kalıntılar da bu
teoriyi destekler nitelikte. Sen işi gücü bırak,
koca kayaları yon şehir yap, sonra sular altında
kalsın. Yazık...
Radikal, Haber:
Oktay Volkan Alkaya,
16.09.2014
|
HİSARÖNÜ KÖRFEZİ'NDE TUNÇ ÇAĞI BATIĞI BULUNDU

Dokuz Eylül
Üniversitesi (DEÜ) tarafından Sualtı Kültür Mirası
Araştırmaları Projesi kapsamında
Muğla’nın
Marmaris İlçesi
Hisarönü Körfezi’nde yapılan araştırmalarda,
yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait bir Tunç Çağı Batığı
keşfedildi. Batığın, ülkemizdeki en eski batık
olarak bilinen Antalya’nın Kaş İlçesi’ndeki Uluburun
Batığı’ının bu unvanını elinden aldığı bildirildi.
Kıyıdan yaklaşık 50 metre açıkta ve 25- 30 metre
derinlikteki batığa ait kalıntılar arasında çok
ender görülen amphora formunun yanı sıra, gaga
ağızlı testiler ve değişik formlarda seramik kaplara
da rastlandığı belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dokuz Eylül
Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji
Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Ege Bölgesi Araştırma
ve Uygulama Merkezi (EBAMER) Müdür Yardımcısı Yrd.
Doç.Dr. A. Harun Özdaş başkanlığında yürütülen
Sualtı arkeolojik Araştırmaları’nın 2014 yılı ikinci
etap çalışmaları tamamlandı. Araştırmalarda
Bodrum Belediyesi bünyesindeki STS
Bodrum Okul Gemisi kullanıldı. Kalkınma
Bakanlığı tarafından desteklenen "Sualtı Kültür
Mirası Araştırmaları Projesi" kapsamında yürütülen
Türkiye Kıyıları Batık Envanteri çalışmalarında
özellikle Osmanlı Dönemi batıkları üzerinde
yoğunlaşıldı. Yrd. Doç.Dr. Nilhan Kızıldağ, Hüseyin
Vural, İhsan Tercan, Dr. Güngör Muhtaroğlu, Cihat
Vural, Onok Bozkurt, Doç.Dr. Şenay Özdemir, Cebrail
Baydan, İrfan Yıldız, Selman Kahraman, Zeynep
Demir’den oluşan ekip, araştırmaların ilk etabı
Bodrum’dan finike’ye kadar olan bölgede
gerçekleştirildi. Toplam 35 farklı alanda yapılan
100’ün üzerinde dalışta 10 yeni batığın yeri tespit
edildi. Ayrıca daha önceki yıllarda bulunan birçok
batığın üç boyutlu fotomozaiği çıkarıldı. 2014 yılı
Ege Bölgesi çalışmaları kapsamında
Hisarönü Körfezi’nde yapılan dalışlarda,
günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait Tunç
Çağı’na tarihlenen bir batığın izlerine ulaşıldı.
Hisarönü’nde bulunan batığın, bugüne kadar yapılan
sualtı araştırmalarında tespit edilen en eski batık
olduğu kaydedildi. Araştırma dalışları sırasında
bulunan Tunç Çağı Batığı’na ait kalıntılar arasında
çok ender görülen amphora formunun yanı sıra, gaga
ağızlı testiler ve değişik formlarda seramik kaplara
da rastlanıldı.
Bodrum Belediyesi’nden konuyla ilgili yapılan
açıklamada çalışmalar hakkında bilgi verildi.
Bodrum Belediye Başkanı CHP’li Mehmet Kocadon,
"Ülkemiz kıyılarında bulunan ve MÖ14’üncü Yüzyıl’a
tarihlenen Kaş Uluburun Batığı’ndan daha eski olan
Hisarönü Batığı, kıyıdan yaklaşık 50 metre açıkta,
25-30 metre derinde yer alıyor. Son 50 yılda Tunç
Çağı’na tarihlenen toplam üç batık bulunmuş olup,
gaga ağızlı testilere ise ilk defa rastlanıyor.
Batıktan çıkarılan ve konservasyon ile analiz için
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilen
eserlerin içinde bulunan organik buluntuların
tarihleme çalışmaları ise devam ediyor. Önümüzdeki
yıl batığın daha ayrıntılı biri şekilde sualtı
çalışması ve kazısı yapılması planlandığı açıklandı.
Su altı hazinelerimizin bulunması ve korunması için
tarihe verdiğimiz destek devam edecek, su altı
hazinelerimizin gün ışığına çıkması bölgeye olan
ilgiyi daha da arttıracak" dedi.
Habertürk, 16.09.2014
|
|
MİRO'NUN KİŞİSEL EŞYALARI İLK KEZ SERGİLENİYOR
S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, 20. yüzyılın özgün
sanatçılarından Joan Miró'nun eserlerinden oluşacak
kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapmaya
hazırlanıyor.
Barselona'daki
Joan Miró Vakfı, Mayorka’daki aile koleksiyonu
Successió Miró ve yine Mayorka’daki Pilar ve Joan
Miró Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan
sergide sanatçının farklı tekniklerdeki çalışmaları
ve sanatçıya ait kişisel eşyalar, dünyada ilk defa
Türkiye’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde izleyicilerle
buluşacak. Sabancı Holding’in sponsor olduğu Joan
Miró, Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar sergisi için Joan
Miró’nun torunu Joan Punyet Miró İstanbul’a
gelecek.
Akşam, 16.09.2014
|
DEFİNE KAZISI ÖLÜMLE BİTTİ
Giresun'da
izinsiz define arayan kişi, açtığı çukurda kayan
toprağın altında kalarak hayatını kaybetti.
Alınan bilgiye göre, merkeze bağlı Hamidiye Köyü
Meşeliyatak mevkisinde dün sabah evinden ayrılan
Recep Gürel (71), akşam saatlerinde evine dönmeyince
yakınları jandarmadan yardım istedi.
Jandarma, AFAD ve AKUT ekipleri ile köylülerin
yaptığı arama sonucu, Gürel'in cesedi, gece geç
saatlerde kendisine ait fındık bahçesinde toprak
içinde bulundu.
Ekiplerin yaklaşık üç saatlik çalışması sonucu
Gürel'in cesedi bulunduğu yerden çıkarılarak Giresun
Prof.Dr. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi morguna
kaldırıldı.
Gürel'in, yaklaşık 5 aydır bölgede tek başına
izinsiz define kazısı yaptığı, açtığı çukurda kayan
toprağın altında kalarak hayatını kaybettiği
öğrenildi.
Sabah, 16.09.2014
|
TARSUS ZEYTİNPAZARI YANI
KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI

Tarsus Eski
Ömerli Mahallesi Zeytinpazarı yanında 2012
yılında yapılan hafriyat çalışmaları
sırasında bulunan tarihi kalıntıların
tamamen günyüzüne çıkarılması adına Bakanlık
ödeneğiyle yeniden kazı çalışması
başlatıldı.
Tarsus Müze
Müdürü Mehmet Çavuş, konuyla ilgili yaptığı
açıklamada, tarihi eserin korunması ve
ortaya çıkarılması adına çalışmaların
yeniden başladığını ifade etti.
Çavuş, konuyla
ilgili yaptığı açıklamada şu noktalara
değindi:
“Tarsus İlçesi,
Eski Ömerli mMahallesi, 3590 ada, 1 nolu
parsel üzerine (Zeytin Pazarı) 2012 yılında
Tarsus Belediyesince kapalı semt pazarı
yapımı hafriyat çalışmalarında anıtsal
nitelikte mimariye sahip kültür dokusuna
rastlanılması sonucu Bakanlığımız, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden
alınan kazı ve sondaj izin belgesi gereği,
2012-2013 yıllarında kazı çalışmaları
gerçekleştirilmiştir.
Bu güne kadar
yapılan kazılar sonucu Tarsus antik kentinin
kuzey noktasında, üst zemin seviyesinden -90
cm kotta karşılaşılan ve tonozlu olması
muhtemel, dış ve iç duvarları tuğla örgü
sistemi ile içi harçlı moloz dolgu
kullanılmak suretiyle inşa edilen sarnıç
yapısının, 52 metre boyunda, 7.60 m.
eninde,4.10 m. iç genişliğe, duvar
kalınlıklarının ise 1.75 m. ölçülerinde
olduğu belirlenmiştir. İç duvarları sıvalı
anıtsal sarnıç yapısı ve yapı ile bağlantılı
mimari kültür dokusu, su dağıtım sistemi,
mozaikli zemin ve alandaki yoğun verilerden
bu alanın Erken Roma Döneminde kullanıma
alınan hamam, saray, villa veya idari
yapılar kompleksini barındırdığı tespit
edilmiştir.
Bu bağlamda Semt
Pazarı hafriyat çalışmalarında ortaya çıkan
Tarsus antik kentinin bu güne kadar koruna
gelen, zengin tarihi kültürel dokusunun bir
örneği olan ve kentin simgelerinden birisi
konumundaki anıtsal boyutlara sahip sarnıç
binasının iç dolgusunun temizliğinin
yapılması ve anıtsal yapının yakın
çevresindeki kültürel dokunun uzantılarının
ve niteliğinin tamamen belgelenmesine
yönelik 2014 yılında da kurtarma kazısı
çalışmalarının gerçekleştirilmesi için
Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğünden alınan 24.03.2014 tarih
ve 58058 sayılı kazı ve sondaj izin belgesi
alınmıştır.
Söz konusu kazı
alanında Bakanlığımızdan sağlanan ödenekle
10.09.2014 tarihinden itibaren Müze
Müdürlüğümüzce yapılacak kazı
çalışmalarında; Roma Döneminde Tarsus
şehrinin temiz su ihtiyacını karşılayan
sarnıç yapısı (su deposu) ve bu alandaki
kalıntıların gün ışığına çıkarılarak
Tarsus’un tarihi kültürel dokusunun turizme
kazandırılmasına yönelik ziyaret edilebilir
düzenlenmiş örenyeri haline getirilmesine
yönelik çalışmalar gerçekleştirilecektir.”
Tarsus Haber,
15.09.2014
|
6 BİN KÖLENİN TAPINAK ARAZİSİNDE ÇALIŞTIĞI ANTİK KENT
Kaynaklarda Tanrıça Ma’ya adanmış olan 6 bin
kölenin tapınak arazilerinde çalıştığı yer alan
Tokat’taki Komana antik kentinde yapılan kazı
çalışmalarında önemli eserlere ve verilere ulaşıldı.
Tokat-Niksar ve Tokat-Almus yolunun üzerinde
Yeşilırmak Nehri kenarında yer alan Komana antik
kentinde
Roma ve Hellenistik döneme ait izlerin bulunması
amacıyla başlatılan kazı çalışmaları 6 yıldır
belirli aralıklarda devam ediyor. Tanrıça Ma’ya
adanmış olan 6 bin kutsal kölenin tapınak
arazilerinde çalışmakta olduğu kaynaklarda yer alan
Komana, Armenia’dan gelen tüccarlar tarafından çokça
rağbet edilen bir ticaret merkezi olarak biliniyor.
Mitridat Krallığı’nın yönetiminde önemli bir kültür
merkezi olduğu ve Roma İmparatorluğu döneminde de
özerkliğini koruyan Komana’da yapılan kazı
çalışmalarını İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman
Akyüz yerinde inceleyerek bilgi aldı.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yerleşim Arkeolojisi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burcu Erciyas,
antik kentin Hellenistik dönemden beri bir tapınak
merkezi olarak bölgeye hizmet etmiş önemli
merkezlerden birisi olduğunu söyledi. Komana’nın o
tarihlerde sadece Tokat’ın değil tüm
Karadeniz Bölgesi’nin çok önemli bir din merkezi
konumunda olduğunu belirten Erciyas, “Anadolulu
bir tanrıya adanmış Ma adında bu merkezde tapınak
topraklarında yoğun faaliyet sonucu büyük bir
zenginlik elde etmiş. Aynı zamanda yılda iki defa
düzenlediği festivallerde hem çevre bölgelere
eğlenmek ve dini görevlerini yerine getirme imkanı
sağlamış hem de ticaret yapmalarına imkan sağlayarak
bu bölgenin daha da zenginleşmesine sebep olmuştur.
Komana’nın bu açıdan büyük bir önemi var.
Hellenistik
dönemlerden itibaren yol güzergahları üzerinde
bulunmuş, doğu ile batıyı, güney ile kuzeyi
birbirine bağlayan kesişme noktası görevi görmüş.
Bunu da Osmanlı dönemine kadar devam ettirmiş
yerleşim yeri Komana. Tokat’tan önce Komana Antik
Kenti varmış. Tokat ise onun koruyucu kalesi görevi
görüyormuş. Bu açıdan bu çalışmalar çok önemli.
Çünkü bu din merkezinde biz dini faaliyetlerin
sürdürüldüğü yapılara ulaşacağız. Bunların içinde
tapınaklar olabilir, festival için düzenlenmiş
alanlar olabilir. Yine eğlenceye yönelik tiyatro,
konser yapıları olabilir. Biraz daha kazıların
ilerlediği yıllarda tapınak merkezinin bu yapılarına
ulaşmayı biz öngörüyoruz. Erken ipuçları elimize
geçmeye başladı. Kazı çalışmalarımız 2009 yılından
beri devam ediyor” dedi.

“OSMANLI DÖNEMİNDE DE DEVAM EDEN BU YERLEŞİM, İZNİK
İLE
Kütahya ÇİNİLERİNE KADAR ESERLER ORTAYA KOYUYOR”
Yapılan kazı çalışmalarında Osmanlı, Danişment ve
Bizans dönemlerini şuanda ortaya koymuş durumda
olduklarını ifade eden Erciyas, “Bizans döneminden
geçen yıl ortaya çıkardığımız kilise hem müzemize
eserler kazandırdı hem de ziyaretçiler açısından
önemli bir merkez haline geldi. Duvar resimleri ile
mimari süslemeleriyle ve de içerisinden elde
ettiğimiz kiliseye ait eserlerle gerçekten de Komana
ve Tokat’ın Bizans dönemindeki önemli pozisyonunu
ortaya koydu. Ama Bizans’tan daha sonra Anadolu’da
Danişmentlerin egemenliklerini temsil ettiği bir
yerleşim Komana. Yine o dönemde oldukça kuvvetli bir
sur duvarı ile çevrili bu tepe üzerinde
Danişmentliler’in de buraya yerleştiği, ticaret
faaliyetlerinde bulunduğu, hatta
İran’dan çanak, çömlek, seramik getirdiği,
Polonya ile dahi iletişim içerisinde olduğu elde
ettiğimiz sonuçlar arasında. Osmanlı döneminde de
devam eden bu yerleşim, İznik ile Kütahya çinilerine
kadar eserler ortaya koyuyor. Bu açıdan Komana’da
ilk 6 yıllık çalışmalarımız verimli sonuçlar ortaya
koydu. Bundan sonraki yıllarda da bu çalışmalarımıza
devam ederek, tapınak merkezini ortaya çıkarma
sonucuna ulaşmayı istiyoruz. Bu da demek oluyor ki
ziyaretçilerin binlerce yılı bir seferde
görebilecekleri bir ziyaret alanı Tokat içinde
önemli bir turizm cazibesi olacak” diye konuştu.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz ise,
Komana’dan çıkan eserlerin tarihe ışık tutacağını
kaydetti. 6 yıldır devam eden kazı çalışmalarında
önemli mesafe alındığını ifade eden Akyüz, Tokat’ta
ayrıca Sebastapolis antik kenti ile Tokat Kalesi’nde
de kazı çalışmalarının devam ettiğini kaydetti.
Milliyet, 15.09.2014
|
TARİHİ YAPI KENTE KAZANDIRILMALI
Ankara Ulus semtinde Büyükşehir
Belediyesi’nin kepçe ile kazdığı alanda çıkan tarihi
eserler Koruma Kurulu’na soruldu.
Ankara Ulus’ta Hacı Bayram Veli Çarşısı sokağının
kanalizasyon çalışmalarında, Büyükşehir
Belediyesi’nin kepçe kullandığı kazıda Roma
sütunları çıkması üzerine, Mimarlar Odası Ankara
Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Koruma
Kurulu’ndan resmi yazı ile bilgi istediklerini
aktardı. Candan, “Büyükşehir Belediyesi’ne
arkeolojik ve tarihi sit alanlarında kepçe ile kazı
yapılamayacağını kaç kez söylemek gerekiyor?”
ifadeleriyle tepkisini dile getirdi. Candan, “Kazı
alanından çıkan sütunun altlığı ve iki sütunun yine
Ulus’ta Roma Hamamı’na taşındığını biliyoruz. Şu an
alanı Büyükşehir Belediyesi kapatmış değil, alanda
tarihi yapı kalıntıları açıkça görünüyor. Büyük bir
sütun altlığının çıkması orada büyük bir yapı olduğu
anlamını taşıyabilir. Kültür Bakanlığını acil göreve
çağırıyoruz. Kazı çalışmalarını başlatmalı tarihi
yapı ortaya çıkartılarak kente kazandırılmalı.”
Şeklinde konuştu. Candan, “Sütunlarla ilgili her
türlü belge ve bilginin tarafımıza aktarılmasını
resmi yazı ile Koruma Kurulu’na yazdık. Tarihin üstü
kapatılamaz gerekeni Kültür Bakanlığı yapmalıdır.
Ulus tarihi kent merkezi yenileme alanına ilişkin
karara dava açtık, alan Hacı Bayram ve çevresini de
kapsıyor. Alan tarihi ve arkeolojik sit alanı olması
nedeniyle geri dönüşü olmayan hasarlara yol
açılmadan mahkemenin sonuçlanmasını bekliyoruz”
dedi.
Kanalizasyon çalışmaları ile gün yüzüne çıkan
Tarihi yapı’nın Roma Hamamı’na ve antik tiyatroya
yakın olması Roma Hamamı’nın devamı olabileceği
tartışmalarını gündeme getirdi.
Sol Haber, 15.09.2014
|
ANTİK TİYATRODA
2 BİN 500 YIL SONRA 'PERDE' DENİLECEK
Adana'nın Karataş
İlçesi'nde kazı çalışması süren Magarsus kenti antik
tiyatrosu 2 bin 500 yıl sonra yeniden kültür ve
sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapacak.
Kültür ve Turizm
Bakanılığı ile Kültür Varlıkları Müzeler Genel
Müdürlüğü denetiminde, Çukurova Üniversitesi (ÇÜ)
Arkeoloji Bölümü, Adana Arkeoloji Müzesi, Adana
Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
işbirliğinde Karataş'ta antik Magarsus kentinde
geçen yıl başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor.
Tarihi M.Ö 5'inci
yüzyıla ulaşan antik kentin yaklaşık 2 bin 500
yıllık tiyatrosunda yapılan kazı çalışmaları sonucu
tipik bir helen tiyatrosu özelliği taşıyan
yapının yüzde 60'ı açığa çıkartıldı. Deniz
manzaralı, 150 metre uzunluğunda, 30 metre
genişliğinde ve yaklaşık 3 bin kişilik olduğu tahmin
edilen antik tiyatro, kazı sonrası yapılacak
çalışmalarla tekrar kültür ve sanat hayatına
kazandırılacak. Antik tiyatroda 2 bin 500 yıl sonra
yeniden "perde" denilerek, sanatseverlere ev
sahipliği yapacak.
Kazının bilimsel
danışmanı ÇÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Fatih Gülşen, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Magarsus'un antik dünyanın en önemli
liman kentlerinden birisi olduğunu, tiyatro, hamam,
stadyum, sütunlu caddeler gibi devasa büyük devlet
yapılarının kente damgasını vurduğunu söyledi.
Kent hakkında en net
bilgilerin Büyük İskender ile bağlantılı olduğunu
anlatan Gülşen, "Büyük İskender MÖ 333'te Pers Kralı
Daryus ile giriştiği savaşa başlamadan önce buraya
gelmiş, buradaki Athena tapınağına kurbanlar
kesmiştir. Zaten Magarsus antik kenti de bu
tapınakta bulunan Magarsiya rahibelerinden ismini
almaktadır" dedi.
Gülşen, geçen yıl kazı
çalışmasına başladıkları plansal olarak yamaca
yaslanmış tipik bir Helen tiyatrosu olan
yapının oturma son basamakları dahil 32 basamağının
tamamının ortaya çıkarıldığını bildirdi.
Halihazırdaki tempoyla
kazının sürmesi halinde en fazla 12-14 ay içinde
kazının sona erip tiyatronun tamamının ortaya
çıkartılmış olabileceğine dikkati çeken Gülşen,
şunları söyledi:
"Kazı çalışmalarının
tamamlanmasının ardından belgeleme çalışmaları
başlayacak, orkestra ve sahne binasında blok
taşların tamamı ortaya çıkartıldıktan sonra her taş
numaralandırılacak. Her taşın orijinal bulunduğu
nokta tespit edilecek, restitüsyon ve restorasyon
çalışmalarına başlanacak. Restorasyon
faaliyetlerinin tamamlanmasının ardından bölgenin en
büyük tiyatrolarından birisi olan bu yapıda kültürel
faaliyetlerin de yapılması düşünülmekte. Çeşitli
festivallerle antik tiyatronun ülkenin sadece
tarihine değil kültür ve turizm hayatına da katkı
sağlamasını bekliyoruz."
Gülşen, Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik başta olmak üzere kazıya destek
veren tüm kişi ve kurumlara teşekkür etti.
- Side ve Aspendos kadar
ihtişamlı
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Sabri Tari, Adana'nın kültür ve turizm olarak
büyük potansiyele sahip olduğunu, 760 tescilli sit
alanı, 545 kalesi, 49 bin arkeolojik ve etnografik
esere sahip olmasıyla bu potansiyelini ortaya
koyduğunu söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Çelik'in destekleriyle 2013 yılından beri Adana'nın
farklı bölgelerinde Misis, Tatarlı, Tepebağ
höyükleri, Anavarza Antik Kenti, Hipocampus Mozaik
Kazıları gibi kazılar yaptıklarını anlatan Tari,
şöyle devam etti:
"Bu anlamda da sahil
kenti olan Karataş ilçemizde de antik tiyatroda
yapılan kazı devam devam ediyor. 2 bin 500 yıllık
tarihe sahip bu şirin ilçemizde ortaya çıkarılacak
tiyatroyla kentimizin bir antik tiyatroya sahip
olmasını istiyoruz. Aynı zamanda bundan sonra
yapılacak kültürel etkinliklerin bir Side, Aspendos
tiyatroları kadar ihtişamlı, onlara benzer bir antik
tiyatroda düzenlenmesini amaçlıyoruz."
Tari, ortaya çıkarılacak
antik tiyatronun düzenlenip tekrar kültür ve sanat
hayatına kazandırılmasının büyük önem taşıdığını
belirterek, "Antik kentin tekrar eski şaşalı
günlerine kavuşması Türkiye ve Adana'nın
turizm potansiyeline katkı sağlayacak. 3 bin
kişilik, 2 bin 500 yıllık tarihe sahip antik
tiyatroda sanatsal faaliyetlerin yapılması ve tekrar
'perde' demek için bu çalışmamız tüm hızıyla devam
etmektedir" diye konuştu.
Samanyolu Haber,
Fotoğraf: Hürriyet, 15.09.2014
|
DÜLÜK ANTİK KENTTE KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI
Dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan
Dülük antik kentinde kazı çalışmaları 1 yıl aradan
sonra yeniden başladı. Kazı alanını ziyaret eden
Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu,
çalışmaları yerinde inceledi. Çalışmalar hakkında
bilgiler veren Başkan Fadıloğlu, “Ümit ediyorum ki
Eylül ayı sonuna kadar çok güzel buluntularla bu
sezonu da kapatmış olacağız” dedi.
Şehitkamil Belediyesi’nin destekleriyle 2001
yılından bu yana kazı çalışmalarının yapıldığı Dülük
antik kentinde, 1 yıl aradan sonra kazı
çalışmalarına tekrar başlandı.
Almanya Münster Üniversitesi’nden
arkeolog Prof.Dr. Engelbert Winter
başkanlığında başlatılan kazı çalışmaları 2 ay
sürecek. Kazı alanını Prof.Dr. Engelbert Winter ile
gezen Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu,
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Bu yılki kazı çalışmalarının da 2 ay süreceğini
belirten Başkan Rıdvan Fadıloğlu, “Her yıl olduğu
gibi bu yıl da Dülük antik kentinin kazısı devam
ediyor. Almanya Münster Üniversitesi’nden Prof Dr.
Engelbert Winter başkanlığında ve bizim burada kazı
merkezlerinin organizasyonları çerçevesinde
Samsun Müzesi’nden görevli eş başkanlık
niteliğindeki arkadaşlarımızla birlikte kazı
çalışmaları devam ediyor. Yaklaşık Ağustos ayının
başında başlayan bu kazılar Eylül ayının sonuna
kadar devam edecek. Her yıl olduğu gibi bu yılda
belirli tarihler arasında bu kazılar yapılabiliyor.
Şu anda burada 25 kişi üniversiteden, 31 kişiden
dışarıdan işçi olarak gelen toplam 56 kişi ile kazı
çalışmaları yapılıyor. Tabi her zaman söylenen bir
şey var, bu kazıların neden her zaman değil de kısa
süreli yapıldığı söyleniyor. Yapılan kazılarda
mutlaka üniversiteden akademik arkadaşlarımızın
olması gerekiyor. Onların
eğitim ve öğretim yılı içerisindeki yapılan
çalışmaların yanı sıra bu şekildeki çalışmaları da
ancak 2 ay kadar sürüyor. Tabi burada yalnızca
onların buradaki buluntuları elde etmesi değil, daha
sonra çıkan bu buluntuların diğer taraftan da
restorasyonu söz konusu. Bu yılda yapılan
çalışmalara eş güdümlü olarak, iki ekip tarafından
restorasyon çalışmaları devam ettirilecek. Dülük
antik kentinin bütün olarak ortaya çıkması noktasında
büyük emek veriliyor. Tabi bu kazılarda aceleci
olmaması gerekiyor ve uzun süreç gerektiriyor. Öyle
yerler var ki yaklaşık 70 yıldır kazılan yerler var.
Dülük antik kentinin de biz bir an önce meydana
çıkması adına gereken desteği vermeye gayret
gösteriyoruz. Yine sayın Engelbert Winter’tin
başkanlığında tüm ekibine teşekkür ediyorum.
Şimdiden küçük buluntuları elde etmeye başladık, ama
ümit ediyorum ki Eylül ayı sonuna kadar çok güzel
buluntularla bu sezonu da kapatmış olacağız. Ben bu
kültür mirasının tüm dünya insanlarına bir an önce
takdim edilmesi dileğiyle, tüm ekibe tekrar teşekkür
ediyorum. Burası adım adım açılması söz konusu. Önce
burada açmalar yapılıyor, sonra o açmaların belirli
kısımlarının restorasyonları yapılıyor. Restore
edildikten sonra gezilebilecek yollar oluşturuluyor.
Daha önce burada yollar dahi yoktu. Bunların
yönlendirmeleri, levhaları yapılmaya başlandı. Fakat
burada bir müddet çalışılıp, daha sonra bekleme
olduğu için tam manasıyla sunulması şu anda mümkün
değil. Biraz daha zamana ihtiyacımız var. En azından
buradaki yapıların temellerinin veya
fonksiyonlarının meydana çıkması sonuçlanırsa, ondan
sonra gezenlerinde daha rahat bir şey görme imkanı
olacak. Şuanda detaylı çalışma yapılıyor fakat,
vatandaş nezdinde o algıyı yönetebilme imkanımız
yok. Bunun için belirli bir organizasyondan sonra
buranın sunumu mümkün olacak” diye konuştu.

"BU YILKİ ARAŞTIRMAMIZDA MANASTIRA AİT OLAN KİLİSEYİ
ORTAYA ÇIKARMAYA ÇALIŞIYORUZ"
Almanya Münster Üniversitesi’nden Arkeolog Prof.Dr.
Engelbert Winter ise, “Bulunduğumuz alan bir kutsal
alan konumuydu ve milattan önce 1000’li yıllarda
başlayıp ve milattan sonra yine 1100 yıllarına kadar
yani 2000 yıllık süre boyunca burada kült işlevi
görmüş bir alandayız. Önemi bu açıdan oldukça
büyüktür. Antik dönemde çeşitli evreler geçirmiş
olan bir alandayız ve bu alanda şu an ya da bu yılki
araştırmamızın ağırlık noktasını manastır bölgesi
oluşturmakta. Milattan sonra 4. ve 5. yüzyılda
kurulmuş ve 12. yüzyıla kadar sürekli kullanıma
sahip olan bir manastır olması gerekiyor. Bu yılki
araştırmamızda manastıra ait olan kiliseyi ortaya
çıkarmaya çalışıyoruz. Buluntularımız arasında
geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yılda yine aynı
şekilde devam ediyor. Ağırlıklı olarak takı boncuğu,
silindir ile damga mühürleri oluşturuyor. Bu
mühürler ve boncuklar, antik dönemde Tanrı’ya sunum
olarak hediye edilmiş olan malzemeydi ve tapınakta
bunları bırakılıyordu. Şu ana kadar yaptığımız ve
geçmiş yıllarla beraber 3 bine aşkın mühür ve boncuk
buluntumuz var. Bu Türkiye’de ve genel olarak nadir
olan noktalardan biridir. Yani böyle yoğun bir
şekilde mühürlerin ve boncukların bulunmuş olduğu
bir nokta burası. Yaklaşık 15 yıldır burada
çalışıyoruz. Kazılarımızın amacı, kutsal alanı açığa
çıkardığımız antik dönemin kalıntılarını
restorasyonunu ve konservasyonunu da
gerçekleştirerek, önümüzdeki yıllarda bir şekilde
turizme kazandırmak. Ama tabii ki en önce
restorasyonunu ve konservasyonunu gerçekleştirmemiz
gerekiyor ve önümüzdeki yıldan itibaren asıl kentin
yer almış olduğu keber tepeye doğru da artık
çalışmalarımızı yoğunlaştırmak istiyoruz” şeklinde
konuştu.
Milliyet, 14.09.2014
|
ÜÇ GÜZELLER'İ 'AŞIKLAR' ÖLDÜRÜYOR

Kapadokya'nın simge peribacalarından 'Üç Güzeller'i
ziyaret eden 'aşıklar', sevdiklerinin isimlerini
yapılara kazıyarak ya da sprey boya ile yazarak
farkında olmadan binlerce yılda oluşan bu tabi
güzellikleri tahrip ediyor.
Kapadokya'nın simge peribacalarından 'Üç
Güzeller'i ziyaret eden "aşıklar", sevdiklerinin
isimlerini bu eşsiz yapılara kazıyarak ya da sprey
boya ile yazarak farkında olmadan binlerce yılda
oluşan tabi güzellikleri tahrip ediyor.
Nevşehir-Ürgüp yolunda bulunan doğa harikası Üç
Güzeller, iki büyük ve bir küçük peribacasından
oluşuyor.
Peribacalarını görmek isteyen milyonlarca turist
dünyanın dört bir yanından Kapadokya'ya geliyor.
Seyir tepesinden Üç Güzelleri izleyen turistler,
hatıra fotoğrafı çektirmeden buradan ayrılmıyor.
Ancak, dünyanın göz bebeği şaheserleri ziyarete
gelen yerli turistlerden bazıları, peribacalarına
"aşkları"nın isimlerini sert bir cisimle kazımadan,
kalp şekli yapmadan ya da renkli sprey boyalarla
isim yazmadan gitmiyor.
Yerli ve yabancı turistlerin de tepkisini çeken
bu uygulamayı yetkililer de engelleyemiyor.
Aksaray'dan bölgeyi gezmeye gelen Mehmet Timuçin,
eşsiz doğal güzelliğe bu tür yazıların yazılmasının
doğru olmadığını belirterek, "Yazan kişileri
kınıyorum, çok ayıp bir şey. Adımızı dünyaya kötü
duyuruyorlar" dedi.
Niğde'den gelen Aysun Özdemir ise peribacalarının
bu şekilde tahrip edilmesini doğru bulmadığını ifade
ederek, yetkililerin bir an önce tedbir almalarını
ve insanlığın ortak mirası olan doğal güzelliklerin
korunması gerektiğini dile getirdi.
Akşam, 14.09.2014
|
ÇİN'DE 'AVATAR' FİLMİNDEKİ UÇAN YARATIĞA BENZEYEN
FOSİL BULUNDU

Şinhua ajansının haberine göre,
Çin Bilimler Akademisi Omurgalı Paleontoloji ve
Paleoantropoloji Enstitüsü'nden yapılan açıklamada,
omurgalılar paleontoloğu Vang Şiaolin liderliğindeki
bir ekip tarafından
Avatar filmindeki uçan yaratık "ikran"a benzeyen
bir yaratığın fosilleri bulundu. Bulunan pterozorun
(uçan sürüngen) "ikran"a benzemesinden dolayı adı
"Ikrandraco" konuldu.
Fosil analizi sonucunda, Vang ve ekibi bu yeni türün
keskin dişleri, düz ve uzun bir kafatası ve alt
çenesinde bıçağa benzer bir kemik çıkıntısı olduğu
sonucuna vardı ve bu yüz hatları ile hasılat
rekorları kıran Avatar filmindeki "ikran"lara benzer
özellikler taşıdığını ifade etti.
Bu yeni türde aynı zamanda pelikandakiler gibi boğaz
kesesinin bulunduğu ve bu kesenin yakaladıklarını
biriktirme görevi yapıyor olabileceğini belirten
Vang, fosilin 1,5 metre kanat genişliği ile Avatar
filmindeki ikrana göre küçük olduğunu kaydetti.
Vang, yaratığın kafatası özelliklerinin pterozor
türleri arasında bilinmediğini ve sivri, yarı
dairesel altçene kemiğinin
hava direncini azaltıcı etkisi olabileceğini
kaydetti.
Radikal,14.09.2014
|
BU FOTOĞRAFTA KAÇ KİŞİ VAR?
Sizce bu fotoğrafta
kaç kişi vardır...

Dikkatle bakın, ama saymaya kalkışmayın.
Soldan sağa, arkadan öne, ne kadar saysanız 9.3
milyon rakamına ulaşamazsınız.
Çünkü o insanlar fotoğrafta gizli...
***
29 Temmuz gününden beri bu fotoğrafı bir kitabımın
arasında saklıyorum.
Tuhaf bulabilirsiniz, hatta sapıkça bulabilirsiniz,
ama o günden beri, fotoğraftaki bütün insanları tek
tek inceliyorum...
Kıyafetlerine, yüzlerine, duruşlarına bakıyorum,
onlardan kendimce bir sosyoloji çıkarmaya
uğraşıyorum.
Burası Paris'te Louvre Müzesi...
Müzede, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa tablosunun
tam karşısı.
Peki bir fotoğrafçı, Mona Lisa'ya bakmak yerine,
niye karşısındaki kalabalıkla ilgilenir...
***
Fotoğraf New York Times'ın fotoğraçısı tarafından
çekilmiş.
Bir müzeden çok, metro istasyonundaki kalabalığı
hatırlatıyor.
Fotoğrafın anlattığı ilk gerçek şu...
Son yıllarda ünlü müzeleri ziyaret eden insan
sayısında müthiş bir artış yaşanıyor.
Listenin başında Louvre var.
Geçen yıl müzeyi gezen insan sayısı 9.3 milyona
ulaşmış.
Onu 6.7 milyon kişiyle British Museum izliyor.
***
Peki kim bu insanlar? Nereden çıktılar, daha önce
neredeydiler?
İşte sosyoloji burada başlıyor.
Bunlar özellikle Uzak Asya ve eski sosyalist
Avrupa'nın yeni orta sınıfı...
Ama yukarıdaki fotoğrafın anlattığı asıl gerçek,
yeni orta sınıf değil, onun yeni merakı...
Selfie çılgınlığı...
Ben, Mona Lisa, selfie'm ötekiler ve bir de
orası
Tabii ki, en çok ortadaki sarışın kadına
takıldım.
En uygun yeri ve açıyı o kapmış.
Selfie'nin açısını iyi ayarlayabilmek için vücudunu
geriye doğru atmış ve emniyet kuşağını biraz
zorlamış.
Bu kalabalık, son yıllarda müzelerde fotoğraf
çekilmesine izin verilmesiyle başlayan yeni
sosyolojinin ifadesi.
***
Bu karar müzelere olan ilgiyi arttırdı ama ciddi bir
"selfie izdihamı" sorununa yol açtı.
Mona Lisa, Michelangelo'nun Davud Heykeli gibi
müzelerin süperstarlarının önünde oluşan
kalabalıklar, ziyaretçilerin kalış süresini çok
uzattı.
Çünkü, gelenlerin çoğu bu süperstarların önünde
selfie yapmak için dakikalarca beklemeye başladı.
Bu bekleyiş müze gezme kültürünü de köklü biçimde
etkiledi.
İnsanlar kendileri de selfie yapabilmek için
önündekilerle itişip kakışmaya başladı.
O nedenle müzelerde görev yapan rehberler şikayetçi.
Bir eserin önünde üç dakika durup müşterilerine
bilgi veremiyorlar. Arkadan gelen selfie kalabalığı
buna izin vermiyor.
***
Bir de arka sıradakilere dikkatle bakın.
Onlar daha çok Mona Lisa'nın fotoğrafını çekiyor.
İnsan, dijital dünyada her an her yerde, bir tıkla
çok daha kalitelisini bulabileceği bir Mona Lisa
fotoğrafını niye kendisi de çekmek ister?
Bir cevabı şu:
"Being there" yani "Ben oradaydım" deme duygusu.
Ama selfie fenomenini sadece "orada olmak"
duygusuyla açıklamak yeterli olmaz.
Bunda, "sosyal paylaşım" teknolojilerinin insanlara
verdiği "Bu dünyada artık ben de varım" duygusunun
da etkisi var.
***
İnsan, 20'nci yüzyıl başından itibaren ortaya çıkan,
faşist ve komünist kitle ideolojilerinin içinde
kaybettiği "bireyliğini", şahsiyetini yeniden
buluyor.
Üstelik bu defa, bu şahsiyetin üzerine harika bir
"narsisist" duyguyu da ekliyor.
Yani "birey sanatçı" ile "birey sanat tüketicisi"
eşitlenmiş bir narsisist buluşmayı gerçekleştiriyor.
Dudak bükmeyin...
Bu iyi bir şey...
İki binden fazla insan nefesi
Michelangelo'yu bozabilir mi
Geçen yıl Vatikan Müzesi'ni 5.5 milyon kişi
gezdi.
Bu yıl bu sayının 6 milyonu geçmesi bekleniyor.
Günlük ziyaretçi sayısı 22 bine ulaştı.
Bu da Michelangelo'nun freskolarının bulunduğu
Sistine Şapeli için ciddi bir sorun yaratıyor.
Salondaki freskoların bozulmaması için, herhangi bir
anda 2 binden fazla insanın salona girmemesi
gerekiyor. Bunun üzerindeki sayı, insan nefesi
yüzünden içerideki sıcaklığı ve rutubeti arttırıyor.
Onun için müzenin havalandırma sistemi yeniden
yapılıyor.
Müzelerde rezervasyon ve seans uygulaması başladı
BORGHESE MÜZESİ Roma'daki Borghese Müzesi uzunca
bir süredir önceden alınmış seans bileti uygulaması
yapıyor. Ziyaretçilerin müzede kalış süresi 2 saatle
sınırlandı.
UFFİZİ MÜZESİ Floransa'daki Uffizi Müzesi,
beklemeleri önlemek için önceden bilet satışına
başladı. Bunun için bilet fiyatının yüzde 14'ü kadar
ek ücret alınıyor.
BRITISH MUSEUM Londra'daki British Museum özel
sergiler için ücret uygulamasına geçti. 2011'deki
Leonardo da Vinci sergisi sırasında 25 pound'luk
biletler 400 pound'a kadar çıktı.
PRADO MÜZESİ Madrid'deki Prado Müzesi izin gününü
kaldırarak 7 gün açık sisteme geçti. Ayrıca ziyaret
saati 20.00'ye kadar uzatıldı.
LOUVRE MÜZESİ Paris'teki Louvre Müzesi çarşamba ve
cuma günleri ziyaret saatini akşam 21.45'e kadar
uzattı.
NOT: Bu yazıdaki bilgileri New
York Times gazetesinin 29 Temmuz 2014 günkü
sayısından derledim.
Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 14.09.2014
|
APOLLON TAPINAĞI'NI KÖYDEN TOPLADILAR
Çanakkale’de
Hellenistik döneme ait Apollon
Tapınağı’nın sütunları zaman içinde yağmalandı.
Bölge halkının buğday ezmek için dibek taşı, eşik ve
kuyu başı gibi amaçlarla kullandığı parçalar
toplanarak tapınağa geri getirildi...

Çanakkale’nin
Gülpınar Köyü'ndeki Apollon tapınağını eski
görüntüsüne kavuşturmak çalışma yürüten arkeologlar,
yıllar içinde parçalanan tarihi sütun parçalarını
civardaki köylerde buldu.
Ege Bölgesi’ndeki önemli tarihsel alanlar arasında
yer alan ve Hellenistik mimariyle günümüzden yaklaşık
2 bin 200 yıl önce yapılan Apollon Tapınağı’nın
sütunları yeniden biraraya getiriliyor. Her yıl
binlerce tarih tutkununu ağırlayan tapınakta
Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında çalışan
arkeologlar; 8 önde, 8 arkada, 14’er tane yanlarda
ve 4 tane de içeride olan toplam 48 sütünü bulmak
için çevresinde geniş çaplı araştırmalar yaptı.
Yüksekliği 10 metre olan sütun parçalarının
bulunması için civardaki tüm köyler ve yazlık evler
araştırıldı.
Yapılan inceleme sonucu, yaklaşık 2.5 asır önce
Marmara Adası’ndan getirilen mermerden yapılan
3-5 ton ağırlığındaki sütunların ilginç amaçlar için
kullanıldığı ortaya çıktı. Depremlerle dağılan sütun
parçalarından 45-50 tanesi bahçelerde bulunurken,
bazılarının buğday ezmek için dibek taşı, merdiven
basamağı(eşik), zeytinyağı yapmak için ağırlık ve
kuyu başı gibi amaçlarla köylülerce kullanılan sütun
parçaları tapınağa geri getirildi. Bazı köylüler de
sütunları yaptıkları evlerin temellerinde
kullandıklarını belirtirken, yazlık bahçelerinde
dekor malzemesi olarak kullanılan sütunlara da
rastlandı.
Eksik parçalar yeniden yapıldı
Kazının arkeoloğu Dr. Davut Kaplan, “50 kilometre
uzaklıkta bile parçalar bulduk. Sütun parçalarını
puzzle parçaları gibi birleştireceğiz. 80-100 parça
sütun parçasından eksik olan 40 tanesini yapıldığı
dönemdeki gibi Marmara Adası’ndan getirilen
mermerden tamamladık. Bittiğinde bölgedeki tarih
turizminin canlanacağını düşünüyoruz” dedi.
Taşların
yüzeyinde Truva’dan sahneler
Hellenistik Medeniyeti’ne ait Apollon Smintheus
Tapınağı, Gülpınar Köyü'nde yer alıyor. Jean Baptista
le Chevalier, 1785’te
Troya’ya giderken gördüğü tapınak kalıntılarını
görerek Apollon Smintheus’u tanımlamıştı. 1861’de
başlayan kazılar, 1980’den itibaren Prof.Dr. Coşkun
Özgünel tarafından devam ediyor.
Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar
Köyü'ndeki
tapınak, Truva Savaşı’ndaki ilk çarpışmaların
yaşandığı yerde bulunuyor. Müzesinde sergilenen taş
işlemelerinde; Yunan kahramanı Aşil ile Truvalı
Hektor’un çarpışması gibi önemli sahneler göze
çarpıyor.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 14.9.2014
|
TARİHİN KALEMLE KAVGASI
'Ali Ayşe'yi seviyor' veya 'Şampiyon
Cimbom'... Peki ama bundan asırlık çeşmeye ne?
Hislerimizi tarihi eserlere dökme merakımız onlara
büyük zarar veriyor.
İstanbul'da Sultanahmet Camisi, Galata
Kulesi, Alman Çeşmesi ve II. Mahmut Türbesi gibi
birçok tarihi eser yazı ve resimlerle dolu.
Aksaray'da esnaf, tarihi duvarlara çivi çakıp elbise
asıyor. Tarihi eserler korunamıyor. Zarar günden
güne artıyor. Başta Tarihi Yarımada'da olmak üzere
tarihi eserlerdeki kirlilik, Türkiye'nin imajına
darbe vuruyor."Bunları yazanlar, reklam amaçlı
yapıyor, sevgilisinin adını kazıyor, iptidai
adamlar" diyen Prof.Dr. İlber Ortaylı, çözüm için
"Tıpkı izci taburları gibi eski eserleri koruma
kulüpleri, kolları kurulması gerekli" diyor.
Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu'ya göre ise "Tarihi eserin
korunması, insanın güncel menfaatinin önüne
geçmeli."
VATANDAŞ ÖRGÜTLENMELİ
Tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı sorunun
eğitimle değil, denetimle çözüleceğini düşünüyor:
"Tarihe verilen bu hasarın affedilecek tarafı yok.
Yazıları ya reklam amaçlı yazıyorlar ya da
sevgililerinin adını kazıyorlar. Tamamen iptidai
adamlar. Bu büyük bir problem. Bunlarla baş
edemezsiniz. Malesef Türkiye'de eseri korumakla
görevli adam o muameleye göz yumuyor. Bunu yapmak
için doğrudan doğruya milletin kendi örgütlenmesi
gerekir. Tıpkı izci taburları gibi... Eski eserleri
koruma kulüpleri, kolları kurulması gerekir. Başka
çaresi yok bunun. İnsanların bilinçlendirilmesi için
hiçbir şey yapamayız. Okulda bile öğretilse,
öğrencilerin bir kulağından girer diğerinden çıkar.
Çünkü okulun ne olduğu belli. Eğitim sistemimiz
dökülüyor. Tarihi eserlerin yanında koca koca
binalar var. Bu binaların, yolların yapıldığı bu
ülkede, insanlar lakayıt ve küstah oluyor, yapacak
bir şey yok. İnsanları bilinçlendireceğiz, korumak
için gerekli tedbirleri alacağız. Koruma görevi
alacak insanlar zarar verenleri gördüklerinde
kovalayacak, bu kadar basit. Cezalar uygulanmıyor.
Zaten uygulansa da yetersiz. Vatandaş kolluk
görevini kendi üstlenecek, tarihi eserini kendi
koruyacak mecburen."
ZİHNİYET DEĞİŞİMİ GEREKİYOR
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu tarihi
eserin ne kadar önemli bir kültür varlığı olduğunu
anladığımız gün işlerin değişmeye başlayacağı
fikrinde: "Hangi seviyede öğrenim görmüş olursa
olsun, insanlarımızın büyük çoğunluğu, sanat, kültür
ve tarih bilincine sahip değil. Halkımızı oluşturan
bireyler, tarihi eserlerin kendi toplumsal
geçmişleri, bugünkü yaşamları ve geleceklerini
kurgulamak açısından ne kadar büyük öneme sahip
olduğunu bilmiyor. Bu nedenle çoğu zaman bir tarihi
esere karşı nasıl bir yaklaşmaları gerektiğini
anlayamıyor ve verdikleri zararın farkında bile
olmuyorlar. Her şeyden önce hangi durum, konum ve
seviyede olursa olsun, insanların zihniyetlerinin,
bir başka deyişle bu konuya bakış açılarının tarihi
eseri merkeze koyacak şekilde değiştirilmesi
gerekiyor. Tarihi eserin korunması insanın güncel
menfaatinin önüne geçmeli. Bu da ancak 'bilimsel
anlayışı' hakim kılmakla mümkün olabilir. 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nunda tarihi eserlerin korunması için
maddeler var ancak yeterli değil. Tarihi eserleri
korumanın en etkili yolu halkın bilincinin
arttırılması ve eğitim ve öğretimin buna uygun
olarak düzenlenmesinden geçiyor."
Sabah, Haber: Mehmet Eren Demirezen, 14.09.2014
|
TEMEL KAZISINDA SELÇUKLU DÖNEMİNE AİT KALINTILAR
BULUNDU
Sivas’ta
inşaat temel kazısında Selçuklu dönemine ait
olduğu tahmin edilen kalıntılara rastlandı.
Bölgedeki inşaat çalışması, detaylı
inceleme yapılmak üzere bir süreliğine
durduruldu. Kızılırmak Mahallesi 12’inci Sokak’taki
Zorlu Ateş’e ait arazide temel kazısı yapılırken,
Selçuklu dönemine ait olduğu tahmin edilen çeşitli
kalıntılar bulundu. Mahalle sakinlerinin ihbarı
üzerine kazı alanına gelen Sivas arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü görevlileri inşaat sahasında incelemede
bulundu. İncelemenin ardından bilgi veren arkeolog
Hüseyin Güler, eserin Selçuklu dönemine ait
olabileceğini belirterek
sanat tarihçilerin incelemesi ardından kesin
kararın verileceğini ifade etti. Pazartesi günü
inşaat sahasında detaylı inceleme yapılacağı ve bu
süre zarfınca alanda çalışma yapılamayacağı
belirtildi.
Radikal, 13.09.2014
|
|
DÜNYANIN EN İYİ ANTİK MEZARI BULUNDU
2012
yılından beri devam eden arkeolojik kazılarda
Amfipolis antik mezarı bulundu.

Yunanistan Kültür Bakanı Konstantinos Tassoulas,
kazıda bulunan iki kadın heykelinin, mezarın önemine
işaret ettiğini belirti.
İsa’dan 325 yıl öncesine tarihli tespit
edilen,mezarın ikinci girişi koruyan kadın
şeklindeki sütunlar uzun elbiseler, kıvırcık saçları
ile gözlemlendi.

Mezar henüz açılmadı ancak uzmanlara göre, içinin
iyi korunmuş olduğu belirtiliyor.
Keşfedilen mezar, tüm Balkanlarda daha önce hiç
benzeri görülmemiş ölçülerde. Teknik açıdan da son
derece etkileyici. Çarpıcı güzellikleri gözler önüne
seriliyor ve dekoratif elementler gün yüzüne
çıkıyor, kazı ilerledikçe gün yüzüne çıkıyor.
Antik mezarı 497 metre uzunluğundaki mermer
duvarla cevrelendiğine, Selanik yakınlarında dikkat
çekiyor.

20. yüzyılın başında aynı bölgede buldukları bir
aslan heykelinin de, keşfedilen mezarla aynı noktada
yer aldığı düşünülüyor.
Mermerden yapılmış, 5 metre boyundaki aslan
heykeli uzmanlara göre mezarın tepe noktasında
bulunuyordu. Bu da mezarın sahibinin çok önemli bir
şahsiyet olduğunu gösteriyor.
Sözcü, 13.09.2014
|
PERGE'DEN NEKROPOLE UZANAN ANTİK CADDE AÇILIYOR
Antalya'nın Aksu İlçesi'ndeki Perge antik kentinde
2012 yılından günümüze gerçekleştirilen kazı ve
restorasyon çalışmalarında, nekropole çıkan batı
caddesinin sonuna yaklaşıldı. Batı caddesinin
tamamıyla açılmasıyla antik kent, nekropolüyle
buluşmuş olacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Müze
Müdürlüğü'nce Perge'de gerçekleştirilen kazı
çalışmalarında kentin anıtsal batı kapısına kadar
gelindi. Bundan sonraki bölüm ise antik kentin
mezarlığı olan ve 'ölüler şehri' anlamına gelen
nekropole açılıyor. Batı kapısındaki çalışmaların
tamamlanmasıyla antik kent ile tıpkı bir şehir gibi
planlanan antik kentin mezarlığına yol açılmış
olacak. Nekropolün yolu kapalı olduğu için bu
bölgeye ziyaretçi girişine halen izin verilmiyor.
Nekropol ile antik şehir arasındaki ulaşımı sağlayan
batı caddesindeki kazı ve restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasıyla önümüzdeki süreçte Perge'nin eşsiz
mezarlığı da ziyaretçilere açılacak.
YILBOYU KESİNTİSİZ KAZI VE RESTORASYON
Antalya Müzesi Müdürü Mustafa Demirel, kazı ve
restorasyon çalışmalarının, 40 işçi ve 5 arkeologla
12 ay kesintisiz sürdüğünü açıkladı. Demirel, bu
yılki çalışmalarda, önceki yıllarda Prof.Dr. Haluk
Abbasoğlu'nun başkanlığında gerçekleştirilen
kazılara katılan İstanbul Üniversitesi'nden bir
ekibin de görev aldığını açıkladı. Kazı ve
restorasyon çalışmalarıyla antik şehrin
görülebilecek alanının genişlediğini aktaran
Demirel, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ödenek ve
desteğiyle gerçekleştirilen kazı ve restorasyon
çalışmalarında ayrıca antik kentin agora, güney
hamamı gibi diğer bölümlerinde de ziyaretçi gezi
güzergahlarında iyileştirme çalışmaları yapılıyor"
dedi.
buyukantalya.com, 13.09.2014
|
ESKİ VAN ŞEHRİ'NDE AVM TİPİ YAPILAR ORTAYA ÇIKTI
Van Kalesi’nin güneyinde bulunan Eski Van Şehri’nde
yürütülen kazı çalışmalarında, Osmanlı döneminde
insanların yaşam tarzları, sosyo ekonomik durumları
ve beslenmeleriyle ilgili bilgilerle günümüz
itibarıyla AVM şeklinde düzenlenmiş birden çok
yapının bir arada bulunduğu işletmeler de gün yüzüne
çıkartıldı.
Birinci Dünya Savaşı döneminde Ruslar tarafından
işgal edilerek yıkılan Eski Van Şehri’ndeki
yapıların yeniden ayağa kaldırılması ve turizme
kazandırılması amacıyla başlatılan kazılar, Osmanlı
dönemindeki sivil mimariyle ilgili de bilim
adamlarına önemli veriler sunuyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van
Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd.
Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında 12 üniversiteden
geniş bir ekiple Urartu döneminden kalma Van
Kalesi’nin güneyindeki Eski Van Şehri’nde yürütülen
kazı çalışmalarında bu yıl önemli bilgiler elde
edildi.
Konyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel
Müdürlüğü adına yürüttükleri kazı çalışmalarında
13′üncü yüzyıldan 20′nci yüzyılın başlarına kadar
olan tarih dilimindeki yerleşme dokusu üzerinde
çalıştıklarını söyledi.
Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait sokaklar, sivil
mimari, kamusal yapılarla ilgili önemli verilerin
ortaya çıktığını belirten Konyar, şu ana kadar 5 bin
metrekarelik alanda çalışmanın yapıldığını ve
genellikle ticari birimlerin ortaya çıkarıldığını
kaydetti.
Konyar, “Eski Van Şehri’nin ortaya çıkarılan
bölümlerinde, kumaşçı, parfümeri, camcı, kunduracı
gibi iş yerlerine ait kalıntılar bulundu. Bunlar
yaşayan mekanlardı ve büyük yangınlarla terk
edildiği görülüyor. 19′uncu yüzyıla doğru
tarihleniyor. Biz Kayaçelebi Cami, Hüsrevpaşa
Külliyesi gibi büyük dini yapıların çevresinde
çalışıyoruz. Bu çok önemli bir çalışma” dedi.
Kazılarla kentin dokusunu ortaya çıkarmayı
amaçladıklarını belirten Konyar, 2 yıl içinde bir
Osmanlı kentinin nasıl olduğuna yönelik çok verimli
sonuçların elde edildiğini, bu alanların yeniden
değerlendirilmesi ve korunması için projelerin
hazırlandığını ifade etti.
Eski Van Şehri’nde genellikle kerpiç yapıların
bulunduğunu ve bunların da çabuk yıprandığını
vurgulayan Konyar, gelecek yıllarda bu alanların
koruma projelerinin geliştirilmesi, bazı yapıların
da restitüsyonunun yapılarak işlev kazandırılması
konusunda çalışmaların yapılması gerektiğini
belirtti.
“Ticari birimlerden oluşan 3 kompleks ortaya
çıktı”
Konyar, kazı çalışmalarının Maltepe ve İstanbul
üniversitelerinden hocaların nezaretinde 12
üniversiteden bilim adamı ve öğrencilerle
yürütüldüğünü anımsatarak, şöyle konuştu:
“Burada ticari birimlerden oluşan 3 kompleks
ortaya çıktı. Çok büyük ticari işletmelerin yanı
sıra önünde tezgahları bulunan küçük çaplı dükkanlar
da var. Aynı zamanda günümüz itibarıyla AVM şeklinde
düzenlenmiş birden çok yapının bir arada bulunduğu
işletmeler de var. Dönem dönem eklemeler yapılarak
büyütülmüş ticarethaneler var. Kazılarda 19′uncu
yüzyılda Van’da zengin bir kültürün olduğu
anlaşılıyor. Eski Van Şehri’nde Fransız markalarının
konfeksiyon, parfümeri, İngiliz, Rus porselen
mağazalarının izlerini görmek mümkün. Eski Van
kentinde insanların yaşamlarına, sosyo ekonomik
durumlarına, beslenmelerine dair her şeyi buluyoruz.
Batı kültürüyle çok fazla haşır neşir bir Van
görüyoruz.”
Eski Van Şehri’nde entelektüel bir yapının hakim
olduğunu, insanların elit sınıf grubunda yer
aldığını söyleyen Konyar, kazı çalışmalarında
dünyaca ünlü kumaş, parfümeri ve porselen
mağazalarına dair kalıntıların ortaya çıkarıldığını,
bunun da Van’da batıya açık bir yaşamın
sürdürüldüğünü ortaya koyduğunu sözlerine ekledi.
haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 12.09.2014
|
ARKEOLOJİK KAZIDAN 7 BİN YILLIK 'BİZ ALETİ' ÇIKTI
Ayvacık İlçesi Gülpınar
Köyü'nde, "Apollon Smintheus"
kutsal alanında yürütülen kazılarda, 7 bin yıl önce
yaşayan insanların kullandığı "biz aleti" bulundu.
Kutsal alandaki kazılara,
Prof.Dr. Coşkun
Özgünel başkanlığındaki ekip tarafından devam
ediliyor.
MÖ 5200-4800 yıllarına tarihlenen prehistorik
Smintheion çalışmaları, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Turan Takaoğlu'nun bilimsel
danışmanlığında gerçekleştirildi.
Takaoğlu, AA muhabirine, kazılarda, hayvan
kemiğinden yapılmış biz aletinin gün ışığına
çıkarıldığını söyledi.
Bu aletin benzerlerinin, kemikten veya tahtadan
olmak üzere günümüzde bazı köylerde kullanıldığını
dile getiren Takaoğlu, "Çuvaldızla aynı işleve sahip
prehistorik alet olan biz, günümüzden 7 bin yıl
öncesine ait" dedi.
Takaoğlu, o dönemde yaşayan insanların,
bundan farklı amaçlar için yararlandığı bilgisini
verdi.
Aletin, çanak ve çömlek yapımında kabın
bezemelerinin işlenmesi, peynir üretiminde kaplara
delik açılması gibi işlevleri bulunduğunu anlatan
Takaoğlu, "Ayrıca balık ağı örme ve tamirat
aşamasında, hasır sepetçilik, süs eşyası ve
figürinlerin yapımı aşamasında, özellikle hızma ve
küpe deliği açma esnasında, deriden giysi yapım
aşamasında gibi çok amaçlı işlerde kullanılmış" diye
konuştu.
Prehistorik Smintheion insanlarının, 7 bin yıl
önce besin ekonomisinde kullandığı hayvanların etini
yedikten sonra kemiklerinden de biz, iğne,
spatula gibi aletler ürettiğini bildiren Takaoğlu,
bunları günlük yaşamlarında kullandıklarını
sözlerine ekledi.
Anadolu'da Bugün, Haber: Mehmet Bayer, 12.09.2014
|
TARİHİN EN ESKİ TAPINAĞI, EN ESKİ MUTFAKLA BULUŞTU
11 bin 600 yıl önceki atalarımızın inşa ettiği
Göbekli Tepe,
Şanlıurfa’nın ‘En eski mutfak’ sloganıyla
yaptığı ‘UNESCO Gastronomi Şehri’ başvurusunda en
büyük silah olacak...
‘Avrupa 2010 Kültür Başkenti
İstanbul’ projesiyle
Avrupa’da büyük sükse yapan Türkiye, bu kez
lezzet ve tarihiyle bir kez daha uluslararası
arenada boy göstermeye hazırlanıyor. Bu kez aday
şehir son dönemde Göbekli Tepe’nin keşfiyle
birlikte tüm tarihçi ve arkeologların ilgisini
çeken Şanlıurfa olacak.
UNESCO’nun ‘Yaratıcı Şehirler’ (Creative
Cities) başlığı altında her yıl dünyanın dört
bir yanından şehirlere verdiği unvanlara
Şanlıurfa, ‘Gastronomi Şehri’ dalında aday oldu.
Mart’ta yapılan başvuruya dünyada daha önce bu
unvanı almış Çin’den ChengDu, Lübnan’dan Zahle,
Kolombiya’dan Popayan, İsveç’ten Ostersund,
Güney
Kore’den Jeonju şehirlerinden de Urfa’ya
destek mektupları eklendi. Mutfağı binlerce yıl
öncesine dayanan ve onlarca yöresel yemeğe sahip
olan şehir şimdi bir tanıtım maratonuna
hazırlanıyor.
Proje kapsamında ziyaret ettiğimiz Şanlıurfa’da
Vali İzzettin Küçük ile de bir araya gelme
şansımız oldu. Küçük, ‘Şehrimizin dünyaya
açılması için bu çok önemli bir
fırsat’ ifadesini kullandı. Madalyalı milli
aşçılarımız yaptığı Şanlıurfa’ya has soğan
kebabı, şıllık, fıstıklı firik pilavı, kureyş
kebabı, borani gibi lezzetleri tatma imkanı
bulduk. Göbekli Tepe ziyaretimizde ise MÖ
8500-9000 yıllarında inşa edilmiş ve insanlık
tarihinin en eski tapınağı olarak nitelendirilen
kalıntıları yakından inceleme fırsatı bulduk.
National Geographic dergisinin ‘Dinin doğduğu
yer’ olarak kapak yaptığı ve arkeologlar
tarafından ‘tarih kitaplarının yeniden
yazılmasına sebep olacak yer’ olarak tanımlanan
Göbekli Tepe, Şanlıurfa’ya bu yarışta büyük güç
katacak.
Dünya çapında yeni bir müze
Şanlıurfa şehir merkezinde 37 bin
metrekarelik alana inşa edilen
arkeoloji ve mozaik müzesi Ocak ayında
kapılarını açacak. 10 bin eserin
sergileneceği müzeyi açılıştan önce gezme
imkanı bulduk. Daha eserlerin tümü yerlerini
bulmasa da şu haliyle bile müzeyi gezerken
kendinizi British Museum’da gibi
hissediyorsunuz. Hem müzenin kurgusal yapısı
hem de sadece burada sergilenecek tarihi
eserler gerçekten mükemmel tasarlanmış.
Hz. İbrahim döneminden kalan Balıklı Göl
ile meşhur olan Urfa’nın bu tarihsel
hikayesini anlatan bir 6D animasyon da
müzenin içinde bir salonda yer alacak.
Müzenin en önemli sürprizlerinden biri ise
Göbekli Tepe’nin bire bir imitasyonunun
burada içine girilip dolaşılacak şekilde
kurulu olması.
‘Bu heykeli dün bulduk’
Tarihte yapılmış ilk insan heykeli de müzenin en
değerli parçalarından biri olacak. Arkeoloji
müzesinin hemen yanında kurulan ve çalışmaları
halen devam eden Mozaik Müzesi’nde ise eşsiz
mozaikleri cam platformun üzerinde gezerek
inceleme imkanı bulacaksınız. Şanlıurfa’da 11
merkezde tespit edilen 500 metrekare mozaik,
kaldırılıp buraya getirilmiş. Urfa,
topraklarından tarih fışkıran bir şehir. Müze
müdürü ile yaptığımız gezi sırasında ‘Bakın bu
heykeli dün bulduk’ diyerek gösterdiği eser de
bunun en önemli göstergelerinden biri olsa
gerek.
30 Kasım’da açıklanacak olan UNESCO ödüllerinde
Şanlıurfa ipi göğüslerse bundan böyle Urfalılar,
‘Şanlı’ unvanı dışında bir de ‘UNESCO Gastronomi
Şehri’ unvanına sahip olacak ve şehrin logosunun
altında bu ibarenin yer alması turizm açısından
da büyük bir katkı sağlayacak.
Vatan, Haber: Uğur Koçbaş, 12.09.2014
|
ERDEK'TEKİ DEV TAPINAĞI ERİTMİŞLER
Büyük depremlerle yıkılan Hadrianus Tapınağı'nın 17
metrelik devasa mermer sütunlarına nasıl ortadan yok
olduğu ortaya çıktı.
Balıkesir’in Erdek
İlçesi'ndeki Kyzikos antik kentinde kazıların 9’uncu yılı tamamlanıyor. Bu
yılki kazılarda antik kentteki
ünlü Hadrianus Tapınağı’nın mermerlerinin
yakılıp kireç haline getirildiği 2 kireç kuyusu
ortaya çıkarıldı.
Ocaklardan birinin Ortaçağ’da diğerinin ise
Cumhuriyet döneminde açıldığı tahmin ediliyor.
Kazı
Başkan Yardımcısı Yrd.
Doç.Dr. Korkmaz Meral,
"Bunlara baktığımız
zaman ister istemez tapınak kalıntılarının neden
bu kadar azaldığını ve tahribatın boyutlarını
görebiliyoruz" dedi.
Yrd. Doç.Dr. Meral’in verdiği bilgiye göre bugüne
kadar yapılan kazılarda, 40 sütunu olan Hadrianus
Tapınağı'ndan tek sütun başlığı ortaya çıktı. Meral,
"Bugüne kadar yaptığımız kazılarda daha çok sütun
başlığı ortaya çıkması gerekirdi. Bu kadar büyük
boyutlu yapıdan az sayıda kalıntı çıkması da ister
istemez o dönemden itibaren tahribatın ne kadar üst
düzeyde olduğunu gösteriyor. Zaten doğal tahribatlar
var, depremler var, ama bir de kireç ocağı şeklinde
kullanılınca, ister istemez tapınaktan büyük
miktarda malzemenin kaybolduğunu görebiliyoruz"
dedi.
ROMA DÜNYASININ EN BÜYÜK SÜTUN BAŞI KALDI
YADİGAR...
Kyzikos’ta 9 yıldan bu yana sürdürülen kazılarda
tapınağa ait mermer basamaklar, 3 giriş kapısı olan
ve kilise olduğu tahmin edilen bir yapı, Pithos
denilen küp şeklinde erzak deposu, 17 metre
yüksekliğindeki dev sütunların, 2.25 metre çapındaki
tamburları, tapınağa ait mermer çatı kiremidi,
frizler, içinde 10 kişinin hediyeleriyle birlikte
gömülü olduğu bir lahit mezar, Roma dünyasının en
büyük sütün başı, Kyzikos paraları, aslan başlı su
olukları ve tapınağın 116 metre olan gerçek boyutu
ortaya çıkarıldı.
Radikal, 12.09.2014
|
ÇOBANIN İHBARIYLA ORTAYA ÇIKTI
Çorum'un Sungurlu
İlçesi'nde bir çobanın ihbarı sonucu günümüzden
yaklaşık 30 milyon yıl öncesine ait en büyük kara
memelisi olarak bilinen dev gergedan fosili bulundu.

Bilim dünyasında büyük bir heyecan uyandıran dev
gergedan fosilinin gün yüzüne çıkarılması için Maden
Tetkik Arama Genel Müdürlüğü ekiplerince titiz bir
çalışma yürütülüyor. Yapılan incelemelerde omuz
yüksekliği 5 metre olan dev gergedanın ağırlığının
10 tonun üzerinde olduğu belirtildi.

"Paraceratherium" olarak adlandırılan boynuzsuz
dev gergedan fosilinin en önemli özelliği
iskeletinin hemen hemen tamamına yakını bulunurken,
fosilin yanında ayrıca yanında yavru bir dev
gergedanın kafasına ve dişlerine de rastlandı.

Soyu tükenmiş en büyük kara memelisi olan dev
gergedan fosilinin Anadolu'da bulunması hayvanın göç
yollarının tespiti açısından büyük önem taşırken,
ayrıca bu fosil, Anadolu ile Asya arasında bir kara
köprüsünün oluştuğuna dair çok önemli bir kanıt
oluşturuyor.
MTA Genel Müdürlüğü Tabiat Tarihi Müzesi Omurgalı
Paleontolojisi ekibi tarafından proje kapsamında
bugüne kadar çeşitli bölgelerde 60 tane gergedan
fosili bulundu. MTA yaptıkları çalışmalar sonucu
buldukları parçaları hemen koruma altına alıyor.
Dev gergedanın fosilinin parçalarını birleştirme
çalışmaları ise MTA'da Tabiat Müzesi uzmanları
tarafından yapılıyor. 30 milyon yıllık fosilin
birleştirip MTA'da müzesinde sergilenmesi
amaçlanırken, bunun için en az 2 yıl gerekli olduğu
ifade ediliyor.

Dev gergedan fosiliyle ilgili yapılan çalışmalar
yapan MTA Genel Müdürlüğü Tabiat Tarihi Müzesi
Omurgalı Paleontolojisi ekip şefi Jeoloji Yüksek
Mühendisi Neşe Oyal, "Buluntular ve eşlik eden diğer
memeli fosilleri Anadolu'nun Oligosen'de Asya ile
Avrupa arasında bir köprü görevi gördüğünü ve
Asya'nın orta ve güney bölgeleri ile bağlantılı
olup, benzer ortamda ve iklim koşullarını taşıdığını
göstermektedir" dedi.
Dev gergedan fosilinin parçalarının geçtiğimiz
yıl Ayhan Ayhan Yılmaz tarafından bulunduğunu
açıklayan Oyal, "Proje kapsamında çalışılan dev
gergedan fosilleri 2013 yılı Kasım ayında Sungurlu
İlçesi'ndeki Kavşut Köyü'nde bulundu. Örnekler, MTA
Genel Müdürlüğü Tabiat Tarihi Müze Müdürlüğüne Ayhan
Yılmaz adlı çoban tarafından ihbar edildi. 2013 yılı
Kasım ayından itibaren lokalitede fosil kurtarma
çalışmaları devam etmektedir. Projemiz kapsamında
ise 60 civarında dev gergedan fosili çıkartılmıştır"
ifadelerini kullandı.
Fosilin erişkin bir erkek bireye ait iskeletin
hemen hemen tüm bölümlerini içerdiğini dile getiren
Oyal, erişkin erkek bireyin ağırlığının 10 tondan
fazla, omuz yüksekliğinin ise 5 metrenin üstünde
olduğunu tahmin ettiklerini açıkladı. Oyal, ayrıca
lokalitede genç bir bireye ait kafa ve dişlere de
rastlanıldığını ifade etti.
Türkiye'de bulunan dev gergedan örneklerinin
özellikle dev gergedanların dağılımı ve göç
yollarının tespiti açısından büyük öneme sahip
olduğunu anlatan Oyal, "Dev gergedanların yalnızca
Asya'da ve Balkanlarda orta eosen, genç oligosen
(41.3-23.03 milyon yıl) zaman aralığında bilinirler.
Eosen'de kapalı ormanlık ortamlarda yaşamış dev
gergedanların omuz yükseklikleri 3 metreyi
geçmez...."
"Boy artması Oligonsen'de ortamın daha açık ve
seyrek ağaçlı olmasıyla başlar.Dünyada çok nadir
bulunan ve gelmiş geçmiş en büyük kara memelisi
olarak bilinen dev gergedan'a ait örnekler,
Moğalistan, Çin, Orta Asya ve Hint Yarımadası'nda
nispeten yaygın olarak bilinenler, son bir kaç on
yılda Gürcistan ve Balkanlar'da da birkaç nadir türe
değinilmiştir. Türkiye'de bulunan dev gergedan
örnekleri de özellikle dev gergedanların dağılımı ve
göç yollarının tespiti açısı9ndan büyük öneme
sahiptir" şeklinde konuştu.
Habertürk, 12.09.2014
|
TÜRGEV'E TARİHİ KONAK HEDİYESİ

Üzeri örtülen 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk
soruşturmasına ilişkin TÜRGEV fezlekesinde, eski
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal
Erdoğan’ın Fatih’te bulunan Hırka-i Şerif Camii’nin
yanındaki Muhafızlık Konağı’nın da peşkeş çekildiği
ortaya çıktı. Fezlekede Bilal Erdoğan,Salih Koç
isimli kişiyle yaptığı konuşmada, o dönem
restorasyonu yapılan ve kendilerine “hediye” edilen
Muhafızlık Konağı ile ilgili belediyeye restorasyonu
çabuk bitirmeleri için baskı yapıyor. Restorasyon
işlerini yapan Akın İnşaat isimli firma da Twitter
hesabından 25 Eylül 2013’te ,“Hırka-i Şerif Muhafız
Konağı 2. Etap Restorasyonu işi tamamlandı... TÜRGEV
VAKFI’NA teslim edildi...” mesajı paylaşmış.
Takipsizlik verilen 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk
soruşturması kapsamında dönemin Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın çocuklarının yönetim kurulunda
olduğu TÜRGEV hakkında hazırlanan fezleke, Fatih’te
bulunan Hırka-i Şerif Camisi Muhafızlık Konağı ile
ilgili ilginç bir gerçeği ortaya çıkardı. Fezlekede,
TÜRGEV ofisi ile Fatih-Yeşilay şubesinin aynı binada
bulunduğu belirtilerek, Yeşilay’ın kullandığı katı
da kullanmak isteyen TÜRGEV’in, Yeşilay’ın
kullanması amacıyla Hırka-i Şerif Camisi yanında
bulunan tadilatı devam eden eski eser binayı
Yeşilay’a tahsis ettiği kaydedildi.
TÜRGEV’e hediye edildi
Hırka-i Şerif yanındaki tarihi binanın TÜRGEV’e
hediye edildiğinin iddia edildiği fezlekede, Bilal
Erdoğan’ın Yeşilay’ı yerinden çıkarıp bir an önce
TÜRGEV’in yerleşmesi ve inşaatın hızlanması için
İBB’ye baskı yaptığı anlatıldı. Bilal Erdoğan ile
ilgili Salih Koç isimli kişi arasında 18 Temmuz
2013’te 15.47’de geçen konuşmanın tam metni ise
şöyle:
Necmeddin Bilal Erdoğan: Yeşilay sizi aradı mı
bugün?
Salih Koç: Yo yo
N.B.E.: Yeşilay’dan kimse...
S.K.: yok
N.B.E.: Şimdi ben onlara şöyle dedim Salih Bey ee
gidip Hırka-i Şerif’e beraber baksanız ondan sonra
ben belediyeye de baskı yaptım bitirin çabuk diye
S.K.: Haa
N.B.E.: Ee ya orası uygun bi yer değil diye
konuştuk Ahmet abiyle ama ya başka da yani Yeşilay’ı
kurtarabilecek bi şeyimiz yok ya oraya girsinler
onlar kullansın 6 ay… Biz nasılsa hediye
kullanamayacağız yani.
S.K.: Hım abi tamam şey yapalım ıı
N.B.E.: Sırf yani o onlardan birisi sus payı.
S.K.: …evet
N.B.E.: … Yani bi sizi arayacaklar bir gör orayı
gösterin Salih Bey
Tarihçesi
Muhafızlık Konağı, 1851 yılında Sultan Abdülmecid
tarafından Hz. Muhammed’in Veysel Karani’ye verdiği
Hırka- i Şerif’in muhafazası ve ziyareti için
yaptırıldı. Hırka-i Şerif Muhafızlık Konağı,
günümüze kadar korunabilmiş ender mimari örneklerden
biri. Fatih Belediyesi’nin internet sitesinde
verilen bilgiye göre tarihi yapı, restorasyondan
sonra kültür merkezi olarak değerlendirilecekti.
Zemin kattaki odalar el sanatları ve geleneksel
sanat kursları için derslik, kütüphane, misafir
kabul ve ofis mekanları olarak kullanılacak; birinci
katta yönetim kurulu, müdür, sekreter ve Veysel
Karani varisleri için ayrılmış odalar ve seminer
odası bulunacaktı.
Cumhuriyet, Haber: Canan Coşkun, 12.09.2014
|
SERAPEİON TAPINAĞI 5 MİLYON EURO'YA CANLANACAK

Efes’te arkeolojik kazı, koruma, restorasyon ve
tanıtım çalışmaları amacıyla kurulan Efes Vakfı,
antik kente yeni bir simge yapı kazandırmak için
Serapeion Tapınağı’nı ayağa kaldırmayı hedefl iyor.
Efes Vakfı Başkanı Ahmet Kocabıyık, Serapeion
Tapınağı için 5 milyon euroluk bir bütçeyle 7-8
yıllık bir projenin yürütülmesini planladıklarını
açıkladı. Serapeion Tapınağı’nda incelemelerde
bulunan Efes Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri,
çalışmalar hakkında Vakıf Kazı Başkanı ve Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü Direktörü Sabine Ladstaatter’den
bilgi aldı. Efes Kazı Evi’ndeki basın toplantısında
konuşan Efes Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet
Kocabıyık, en önemli projelerinin Serapeion
Tapınağı’nı yeniden hayata döndürmek olduğunu
söyledi. Tapınağın, Celsus Kütüphanesi gibi Efes’e
yeni bir yüz olabilecek önemde olduğunu aktaran
Kocabıyık, “Serapeion Tapınağı’nın sadece
alınlığındaki üçgenin ağırlığı 600 ton. Ciddi bir
çalışmayla üçgenin tamamınını bir araya
getirebiliyoruz. Parçalarının tamamı kazı alanında
tespit edildi. Ancak, orijinal sütunların bu
ağırlığı taşımama ihtimali var. Üçgenin Serapeion
Tapınağı’nda yerde sergilenmesi fikrini
tartışıyoruz” dedi. Kocabıyık, Serapeion Tapınağı’nı
Efes’in yeni simge yapılarından biri haline getirmek
için yaklaşık 5 milyon euroluk tahmini bütçeyle 8
yıllık bir çalışmanın yürütülmesini hedeflediklerini
vurguladı.
Üçgenin yüksekliği 10 metre
Ladstaater de tapınağı ortaya çıkarmak için 3 yıl
çalışıldığını söyledi. Ladstaater, şimdiye kadar
mimari ve restorasyon araştırmalarının yapıldığını,
blokların gücünün ultrasonla incelendiğini, bölgenin
jeofizik ve sismik araştırmalarının yapıldığını
aktardı. Ladstaater, bu çalışmaların mabedin doğru
ve kuvvetli bir altyapıda yeniden kurulması için son
derece doğru çalışmalar olduğunu belirterek şunları
söyledi:
“Uluslararası normlara göre antik kazılarda bir
binanın yüzde 80’inin ayağa kaldırılması restorasyon
olarak kabul ediliyor. Serapeion Tapınağı’ndaki
üçgenin yüzde 100’ü duruyor. 300 büyük parçaya
ayrılmış üçgenin, tüm parçalarını bir araya
getirerek yerde sergilemek ise yenilikçi bir fikir.
Mimarisini öğrenme açısından son derece yararlı
olacaktır. Zaten sadece üçgenin kendisinin boyu 10
metre yükseklikte.”
Bu arada vakıf, Serapeion Tapınağı'nın yanı sıra
120 bin parçadan oluşan ve dünyanın en büyük puzzle
projesi olarak değerlendirilen Yamaç Evi2’de de
duvar resimleri restorasyon projesini yürütüyor.
Afrodisyas'tan etkilendi, Efes Vakfı'nı kurdu
Efes Vakfı, Borusan Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın öncülüğünde kuruldu.
Kurucuları arasında Doğuş Holding ve Eczacıbaşı
Holding’in yer aldığı vakfın yönetim kurulunda eski
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Garanti
Yatırım Başkanı Metin Ar ile Sabine Ladstaater de
yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
Avusturya Bilim ve Araştırma Federal Bakanı Dr.
Beatrix Karl ve Avrupa Birliği Avusturya Resmi
Temsilcisi Dr. Johannes Hahn da Onursal Başkan
olarak görev yapıyor. Ahmet Kocabıyık, arkeolojiye
çocuk yaşlardan itibaren ilgi duyduğunu belirterek,
vakıf eliyle Afrodisyas’ta çok yararlı çalışmalar
yapıldığını görünce de Efes için bir vakıf kurma
fikrinin doğduğunu söyledi. Türkiye’nin önde gelen
şirketleriyle 2010 yılında Efes Vakfı’nı
kurduklarını aktaran Kocabıyık, Efes antik kentinde
kazıların 150 yıl önce başlamış olmasına rağmen
arkeolojik varlığın henüz yüzde 15’inin günışığına
çıkarılabildiğine dikkat çekti.
Dünya, Haber: Sedat Alp, 11.09.2014
******
EFES, GEÇMİŞİNİ ARIYOR

Geçmişi Kalkolitik çağdan Selçuklular’a (15.
yüzyıl) uzanan, döneminde hem ticaret hem de dini
merkez olarak pek çok uygarlığı ağırlamış antik Efes
kentinde kazılar sürüyor. Ancak görünen o ki Efes’i
ayağa kaldırmak için daha uzun yıllara ihtiyaç var.
Ayrıca, her katmanında ayrı bir uygarlığının izine
rastlanan bu geniş alanda, tarihi toprağın altından
çıkarmak, yeniden inşa etmek, ortaya çıkan eserleri
korumak için zaman kadar büyük bir bütçe de
gerekiyor.
2010 yılında Doğuş Holding, Borusan Holding ve
Eczacıbaşı Topluluğu gibi katılımcılarla kurulan
Efes Vakfı, Türkiye’de taşın altına elini koyan
yegane oluşum. Kente yılda 200 bin Avro’luk bütçeyle
destek veren vakıf, Yamaç Evler projesinin ardından,
şimdi de Serapeion Tapınağı için fon yaratmaya
çalışıyor.
Mısırlı sağlık tanrısı Serapis adına, 2. yüzyılda
inşa edilen tapınak kabaca şöyle tasvir edilebilir:
Kısmen dağa oyularak yapılmış 22 metre
yüksekliğindeki tapınakta büyük kapıların ardında,
suyun şifasını Romalılara taşıyan bir mimari vardı.
Dağdan toplanan su, duvarlardaki küçük şelalelerle
tapınağın içine taşınıyor, ardından Nil’deki döndü
gibi, su yeniden doğaya veriliyordu. Eros
kabartmalarının, çeşitli süslemelerin yer aldığı
gösterişli bir görünümü vardı ve Serapeion Tapınağı,
tıpkı Celsius Kütüphanesi gibi Efes’in simgelerinden
biriydi.
Şimdi vakıf için ilk hedef, tapınağın girişinde,
büyük sütunların üzerindeki üçgen biçimindeki
alınlığı sergilenebilir hale getirmek. Arazide
tamamı parçalar halinde bulunan, 600 ton
ağırlığındaki alınlığın birleştirilmesi içinse 7-8
yılda, 5 milyon dolar harcanması öngörülüyor.
Vakfın desteklediği diğer proje olan, Roma dönemi
konutlarının bulunduğu Yamaç Evler’de ise
restorasyon çalışmaları sürüyor. Duvarları
mermerlerle kaplı ve resimlerle süslü, zemininde
mitolojik kahramanların tasvirlerinin bulunduğu
mozaikler olan Yamaç Evler, İskenderiye’den sonra en
büyük liman şehri olan Efes’in zenginliğinin diğer
yüzü. Birçok evden oluşan yapıda, sadece 6 numaralı
olanda bile 7 çeşit mermer kullanılmış. Şimdi
buradaki, 120 bin parçadan oluşan mermer “puzzle”
birleştiriliyor. Ayrıca evlerin duvarlarındaki
resimler ve zemindeki mozaiklerin restorasyonu
yapılıyor.
Serapeion Tapınağı ayağa kalkıp, Yamaç Evler projesi
sona erdiğinde, yılda 2 milyon turist ağırlayan
antik Efes kentinin cazibesi artacak. Belki böylece,
Bergama’nın ardından, 1994 yılından beri UNESCO
Dünya Miras Listesi’nde yer bulmaya çalışan Efes’in
şansı gülebilir ve çalışmalar için daha fazla fon
oluşturulabilir.
***
Efes Kazıları Başkanı
Doç.Dr. Sabine
Ladstatter
‘Hepimizin mirası...’
Antik Efes kentindeki kazılar Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü tarafından, Doç.Dr. Sabine Ladstatter
başkanlığında yürütülüyor. Ladstatter, Efes’in
önemini “Ticaretin, dinin merkezi olmuş, burada
uygarlıklar, insanlar, dinler değişmiş. Ama ilginç
olan Efes’te yaşam biçimi sürekli özünü korumuş”
sözleriyle anlatıyor.
“Milli ya da evrensel bir miras değil; burası
hepimizin, benim de mirasım” diye nitelendirdiği
Efes’te yürüttüğü çalışmaların, akademik açıdan
heyecan verici olduğunu söyleyen kazı başkanı,
kentte özellikle bir alanda önemli bulgular elde
ettiklerini aktarıyor:
“Bizansın orta bölümünden Türklerin ilk dönemine
uzanan dilim çok önemli. Genellikle bu ara dönemden
söz edilmez, sanki Efes’te yaşam sona ermiş gibi.
Oysa Efes hiçbir zaman terk edilmemiş. İlgi çekici
olan şu: Türkler geldiğinde oradaki halkla
karışmışlar. Birleşmişler. Eski Yunan kültürü ile
orta Türk kültürünün karışma anı çok önemli.”
Sabine Ladstatter, buradaki kültürel buluşmayla
ilgili ise şu örneği veriyor:
“Ayasuluk’ta 11-12. yüzyıldan itibaren İslam motifli
çömlekler, paralar bulunuyor. O dönemde Efes’e
yerleşenler Müslüman. Ancak eski özelliklerini de
korumuşlar. Örneğin ölülerini tabutlarla gömmüşler
ki bu gelenek Müslüman inancında görülmez.”
Cumhuriyet, Haber: Aslı Uluşahin, 14.09.2014
|
BİN YILLIK KÖPRÜYE İLK RESTORASYON

Hatay'ın Yayladağı
İlçesi'nin Tutlubahçe Mahallesi
Dibitçe mevkisinde, Kureyşi deresi üzerine yapılan
tarihi köprü, görünümü ve tarihi itibariyle dikkati
çekiyor. Yıllardır araç geçişinin yanı sıra
vatandaşların da yürüyüş yaptığı zaman zaman hatıra
fotoğrafları çektirdiği Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından korumaya alınan ve tescillenen
köprü, son yıllarda meydana gelen çökme ve çatlaklar
dolayısıyla tehlike oluşturuyordu. İlçenin en önemli
yollarını birbirine bağlayan tarihi köprü,
Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından restore
edilerek eski güzel görünümüne yeniden
kavuşturulacak.
Yayladağı Belediye Başkanı Mehmet Kalkan yaptığı
açıklamada, Abbasiler döneminde Savcılar Aşireti
Reisi Kasımbey tarafından 1040 yılında inşa edilen
yapının yaklaşık bin yıldır bölge insanının
"kahrını" çektiğini ifade ederek, 47 metre
uzunluğunda 5 metre genişliğindeki 5 gözlü köprünün,
bakımsızlık ve son yıllarda meydana gelen şiddetli
yağışlardan zarar gördüğünü belirtti.
Köprünün bazı bölümlerinde çatlaklar oluştuğunu
ve uzun zamandır yalnız 2 gözünün açık olduğunu
kaydeden Kalkan, yapılan başvuru sonrası köprünün
restore çalışmalarına başlandığını söyledi.
Turizme kazandırılacak- Kalkan, yaklaşık 5 ay
sürecek çalışmaların ardından köprünün yeniden
hizmete açılacağını belirterek, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Kasımbey Köprüsü, ilçenin sembolü haline
gelmiş bölge ve ülkemizin önemli tarihi eserleri
arasındadır. Bilinen yakın tarihte hiçbir
restorasyona uğramayan köprümüz bu ay başlayan
çalışmalarının ardından aslına uygun şekilde
onarılacak. Ayrıca burada dere ıslah çalışması da
gerçekleştirilecek. Bu çalışmalarla tarihi köprümüz
gün ışığına çıkarılacak.
Anadolu'da 20'ye yakın emsalinin kaldığı tarihi
köprümüz, restorasyon çalışmalarının ardından hem
turizme kazandırılacak hem de vatandaşların
hizmetini görmeye devam edecek." Köprünün çalışma
süresince araç trafiğe kapatıldığını belirten
Kalkan, ilçe halkının tamiratın bitişini heyecanla
beklediğini sözlerine ekledi.
Trt Haber, 11.09.2014
|
HAYDARPAŞA GARI'NA
100 BİN METREKARELİK EKLEME
Kadıköy
Belediyesi'nin'nin reddettiği Haydarpaşa Garı
restorasyon projesinde, gara 100 bin metrekarelik
wokshop, yeraltı otoparkı ve yeraltı çarsısı gibi
yeni bölümler eklendiği, ahşap olan çatının çelik
konstirksiyonlarla yapılmasının planladığı ortaya
çıktı. Projede çalışan bir yetkili ise “Bizim
çalıştığımız projede bu bölümler yoktu. Sonradan
eklenmiş” dedi.

TCDD tarafından 12
milyon 473 bin TL'ye Işık Proje İnşaat firmasına
ihale edilen ancak Kadıköy Belediyesi'nin reddettiği
Haydarpaşa Garı ile ilgili projede garın özgün
haline aykırı 100 bin metrekareyi bulan yeni
bölümlerin eklendiği ortaya çıktı. Gara ilişkin
restorasyon projesine yeni eklenen bölümler arasında
53 bin metrekare workshop, yeraltı çarşısı, yeraltı
otoparkları, kongre merkezi alanı bulunuyor. Projede
ayrıca TCDD Gar binasının yerinin de değiştiği
görülüyor. Bu bölüme ilişkin alan da 42 bin
metrekare alana sahip.
'BU BÖLÜMLER SONRADAN
EKLENMİŞ'
Projede çalışan bir
yetkili ise çalıştıkları projede bu bölümlerin
olmadığını, sonradan eklendiğini söyledi.
Projede, yanan gar
çatısıyla ilgili kısımda da ahşap kaplama yerine
tarihi binanın orijinal dokusuna uygun olmayan çelik
konstriksiyonların kullanılmasının hedeflendiği
ortaya çıktı.
Kadıköy Belediye Başkanı
Aykut Nuhoğlu, TCDD'den kendilerine Haydarpaşa Garı
ile ilgili gelen restorasyon projesini
reddettiklerini açıklamıştı. İstanbul 5 No'lu Koruma
Kurulu'nun onay verdiği restorasyon projesinde garın
çatısında kafeterya, asansör, çatı eklemesi
bulunuyor. Nuhoğlu, bu projeyle garın orijinal
halini koruyamayacağını belirterek, projeye onay
vermediklerini ancak orijinal halini koruyan bir
proje gelirse kabul edebileceklerini söylemişti.

İleri Haber, Haber:
Rıfat Doğan, 06.09.2014
|
HELLENİSTİK DÖNEMİN 2
BİN 200 YILLIK SPOR OKULU AYAĞA KALDIRILIYOR

Stratonikeia antik
kentinde bulunan 2 bin 200 yıllık Gymnasion’daki
(spor okulu) kazı çalışmalarında kurtarılan
sütunlar, vinç yardımıyla ayağa kaldırılarak
bölgenin eski ihtişamına kavuşması için çalışma
yürütülüyor.
Stratonikeia Antik Kenti
Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Stratonikeia antik kentinin
birçok bölgesinde kazı çalışması yürütüldüğünü
söyledi.
Söğüt, antik kentte
bulunan 2 bin 200 yıllık Gymnasion’un her geçen gün
biraz daha gün ışığına çıktığını, antik kentteki en
anıtsal yapılardan biri olan Gymnasion’un ayağa
kaldırılması için ciddi anlamda çalışma yaptıklarını
dile getirdi.
Spor okulunun mimari
anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu dile getiren
Söğüt, “Spor okulu Stratonikeia antik kentinin en
büyük yapılarından. Hatta Anadolu’da bilinen en
büyük yapılardan birisi. 2 bin 200 yıllık yapının 3D
yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik
dönemde yapının hangi şekilde olduğunu belirledik”
dedi.
Yapıyı ayağa kaldırmak
için kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan 2 bin 200
yıllık sütunları vinç yardımıyla düzenlediklerine
işaret eden Söğüt, “Buradaki yarım yuvarlak bir
alanın her iki tarafındaki kare mekanları şu an
biliyoruz. Kentte yürüttüğümüz çalışmalar Kültür ve
Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından
karşılanıyor. Sütunları ayağa kaldırmak için
kullandığımız vincin kirası da Pamukkale
Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri birimi
tarafından rektörümüzün desteğiyle karşılanıyor” dye
konuştu.
Gymnasion’un bir
kısmının köy meydanının altında kaldığını vurgulayan
Söğüt, şöyle konuştu:
“Bunun için kuzey
mekanları açarak buradaki yıkanma, yağlanma,
pudralanma ve gençlerin tarih, felsefe gibi dersleri
aldıkları mekanları düzenleyip burayı insanların
daha rahat gezebilecekleri bir alan haline getirmeye
çalışıyoruz. Onunla ilgili çalışmalarımız başladı ve
aşama aşama devam edecek.”
Söğüt, kentin bütününde
3D yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik
dönemde yapının hangi şekilde olduğunu
belirlediklerini, kazıda görev yapan bir ressam
tarafında da karakalem çalışması ile yapıların ayağa
kaldırıldığını dile getirdi.
-”Osmanlı Dönemi taş
döşeli yollardan kente giriş”
Osmanlı Dönemi’ne ait
taş döşeli yolların antik kentin tamamında birebir
takip edilebildiğine işaret eden Söğüt, bu özelliğin
başka hiçbir antik kentte bulunmadığına vurgu
yaparak, şunları söyledi:
“Kente gelen
ziyaretçiler Osmanlı Dönemi taş döşeli yollardan
geçerek spor okulunu gezebiliyorlar. Kentin
genelinde bunu çözmüş durumdayız. Bu olay hem antik
kente hem de buraya gelen ziyaretçilere inanılmaz
bir katkı sağlıyor. Spor okulunun hem kuzey hem de
güney tarafından gelen ziyaretçiler Osmanlı Dönemi
taş döşeli yollardan buraya ulaşabiliyorlar.”
Spor okulunun mimari
anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu anlatan
Söğüt, “Sadece Gymnasion’un içi değil dışı da çok
güzel. Dış tarafında da Hellenistik dönemin en
gösterişli yapıları, sütunlar, dorik yapılar var.
İçinde de Hellenistik dönemde Mısır’da örnekleri
görülen ve sonrasında Anadolu’da ilk örnekleri
görülen akansu yapraklarının içinden çıkan dorik
sütunlarının olduğu gösterişli cephe düzenlemeleri
ve taş içi elamanlar var. Bunların hepsini
ziyaretçilere aşama aşama göstereceğiz” dedi.
Söğüt, çalışmalar
tamamlanıp yapıdaki bilimsel verilerin elde
edilmesinden sonra antik kenti gezen ziyaretçilerin
yapı hakkında bilgi sahibi olmasını amaçladıklarını
ifade etti.
haberler.com, 03.09.2014
|
7 - 13 Eylül 2014
|
OSMANCIK KALESİ RESTORE
EDİLECEK

7 bin yıllık Osmancık
Kalesi’nin restore edilmesi için Osmancık Belediyesi
tarafından hazırlanan proje ihale edildi.
7 firmanın kapalı zarfta teklif verdiği ihale en
düşük teklifi veren Boyut Grup’ta kaldı.
Osmancık Belediye Başkanı Hamza Karataş 7 bin yıllık
kalenin restorasyonun ardından ziyarete açılacağını
belirterek, “Osmancık tarih boyunca önemli bir
yerleşim yeri konumunda. Osmanlı İmparatorluğunun
temelleri de aslında burada atılmış diyebiliriz.
Çünkü İmparatorluğa giden yol buradan geçiyor.
Osmangazi Hazretleri burada doğmuştur ve şehre bu
nedenle ‘Osmancık’ ismi verilmiştir. İlçemizde
Osmanlı dönemine ait günümüzde cami olarak
kullanılan medreseler yer almaktadır. Osmanlı’nın
muazzam eserlerinden Anadolu’nun en büyük köprüsü
Osmancık’tadır. Bu nedenle ilçemizin turizmden hak
ettiği payı alabilmesi için turizm yatırımlarına
önem veriyoruz. 7 bin yıllık Osmancık Kalesinin
restore edilerek turizme kazandırılmasının ilçemize
turizm noktasında önemli bir ivme kazandıracağını
düşünüyorum” diye konuştu.
Karataş, projenin ihale edilen bölümünün 400 günde
tamamlanacağını ve daha sonra projenin ikinci
etabının ihale edileceğini sözlerine ekledi.
Çorum Haber, 12.09.2014
|
DENİZLİ'DE TAŞ HEYKELLER
Özel müzeler üzerine
yazdıklarımdan sonra, dostum Mesut Ilgım'dan bir
mektup, bir de Denizli'deki Taş Heykel çalışmalarını
içeren iki katalog aldım.
Ilgım, özel müzelerin
yönetimindeki aksaklıklardan söz ediyordu
mektubunda, belki de özel müzelerin yönetiminin de
özelleştirilmesi gerekiyor, diye düşündüm...
Denizli'de yapılan heykel çalışmalarından bu
kataloglarla haberdar oldum. Büyük kentler dışında
-Ankara, İzmir, İstanbul- yapılan etkinlikler,
sempozyumlar, müzeler ne yazık ki medyaya
yansımıyor.
Oysa bu kentler dışında yapılan çalışmalar bence çok
daha önemli.
Kömürcüoğlu Uluslararası Taş Heykel Kolonisi'nin bu
yıl dördüncü yılı.
Ilgım, mektubunda çalışmanın önemine değiniyor:
"Bu olay aslında son derece önemli, İtalyanların
Carrera'da yaptıkları türden bir etkinlik ama ne
yazık ki fazlaca bilinmiyor.
Şimdilerde Nihat Bey (Kömürcüoğlu), bu işin
devamlılığını garantiye almak için bir de Vakıf
kurma telaşında."
Denizlili işadamı Nihat Kömürcüoğlu, kataloğun
başında bu çalışmaların önemine değiniyor ve
sürekliliğini savunuyor.
Bir işadamının yaşadığı ve çalıştığı kentte bu tür
çalışmalar yapması, gerçekten takdir edilmesi
gereken bir davranış.
Üstelik bu çalışmaları devlet de çevre de destekler.
***
Ilgım, katalogdaki Egeli Heykel Ustaları Taşı Hala
Yontuyorlar başlıklı yazısında Anadolu'nun birçok
medeniyetin beşiği olduğunu bir reklamla bize
iletiyor: "Seneler evvel Yunanistan'ın milli hava
yolu Olympic Airways'in ön kapılarının yanına bir
harita konulmuştu. Rumca ve İngilizce alt yazılı bu
harita tamamiyle bizim Batı Anadolu'muzu
gösteriyordu.
Altındaki yazıda ise kısaca; 'bu topraklar pek çok
medeniyete beşiklik etti' deniliyordu."
Hepimizi heyecanlandıran; Ege Taş Heykel Akademisi.
Hierapolis Kazısı Başkanı Prof. Francesco D'Andria,
heykel kolonisi için bakın ne yazmış?
"Heykel Kolonisi Projesi gelişmeye devam etmektedir
ve gençler için taşocaklarından çıkartılan taş
blokların sanat eserine dönüştürülmesi için gerekli
bilgi ve becerinin edinildiği bir okula
dönüştürülmektedir."
D'Andria, Carrera beyaz mermerinin çıkarıldığı
ocaklardaki çalışmalara da buradakilerin
katıldıklarından söz ediyor.
O memleketin doğal kaynaklarının sanat alanında
kullanılması, özellikle heykel için burası bir
malzeme sunuyor.
Heykel ve arkeoloji çalışmaları denince, mutlaka bu
alana çok emek vermiş, yazılarıyla nice objeyi
kurtarmış bir addan söz etmek zorunlu, Özgen Acar!
Acar, katalogdaki Heykelin Anavatanı Anadolu!
yazısında; dünyadaki en eski heykelden bugüne kadar
örneklerle heykelin tarihini özetliyor.
Çeşitli kıtalarda ve ülkelerde heykelin başlangıcını
ve kısa tarihini inceledikten sonra yazının önemli
bölümü şu ara başlıkla başlıyor:
"Heykelin anavatanı
Bu yöneliş, bizi 'heykelin anavatanı' olan
Anadolu'ya götürür."
***
Denizli'deki heykel çalışmalarını bundan sonra daha
yakından izleyeceğim.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 12.09.2014
|
ŞEHZADE MUSTAFA İLGİSİ
KÜLLİYEYİ ERKEN AÇTIRACAK
Babası Kanuni Sultan
Süleyman tarafından 1553 yılında boğdurulmasının bir
dizide canlandırılmasıyla yeniden gündeme gelen ve
yurt içi ve dışından ziyaretçi akınına uğrayan
Şehzade Mustafa’nın türbesinin de aralarında
bulunduğu Muradiye Külliyesi’ndeki 12 türbeden
7’sinin restorasyonu tamamlandı.
Türbelerinin, yerli ve
yabancı ziyaretçilerin ilgisi dolayısıyla
planlanandan önce, 18 Eylül’de Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ın da
katılacağı törenle açılması bekleniyor.
Milliyet, 12.09.2014
|
300 YILLIK YALI,
AĞAOĞLU'NA EMANET
Anadolu Hisarı'nda yer alan 300 yıllık İstanbul'un
en eski sivil mimari örneği Amcazade Hüseyin Paşa
Yalısı Ali Ağaoğlu tarafından restore edilecek.

Konut inşaatı yapan
firmanın tarihi eser restorasyonu yapacak olması
şaşkınlık veriyor. Vakıflar mülk sahibi biz değiliz
derken, Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa Vakfı Başkanı
Ahmet Cengiz Köprülü ise ‘’ihalede en yüksek ücreti
o şirket verdi’’ dedi. Tarihi yalı restorasyon
sonrası Ali Ağaoğlu’nun konutu mu olacak yoksa butik
otel mi yapılacak şimdilik belli değil.
Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı 1697 yılında inşa
edildi. Boğazın hatta İstanbul’un en eski sivil
mimari örneklerinden biri. Sadrazam Köprülü Fazıl
Ahmet Paşa'nın amcasının oğlu ve Sultan 2.
Mustafa'nın sadrazamlarından "Amcazade" lakaplı,
Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldı. Tarihi yalı
Osmanlı tarihinde büyük önemi olan Karlofça ve
Pasarofça anlaşmasının imzalanmasına şahitlik etti.
Sultan 2. Mustafa, Sultan 3. Ahmet ve Sadrazam Damat
İbrahim Paşa da bu yalıda misafir olarak ağırlandı.
Bu nedenle Padişah ağırlamış ender yalılardan da
biri…
Mülkiyeti Mülhak Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa
Vakfı’na ait tarihi yalı 55 dönüm araziye sahip.
2007 yılında Ağaoğlu tarafından Restore et - işlet –
devret modeliyle 25 yıllığına kiralanan yalının
restorasyonuna tam 7 yıldır başlanılamadı.
Tabelasında Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü
yazmasına rağmen, Vakıflar ‘biz sadece
denetleyiciyiz, söz sahibi değiliz’ diyor. Vakıf
Başkanı Ahmet Cengiz Köprülü ise, ‘’ihalede en
yüksek ücreti Ağaoğlu verdi, restorasyon projesini
uygulamak zorunda aksine izin vermeyiz’’ diyor.

Arazinin tamamının 800
dönümden 55 dönüme düştüğünü belirten Köprülü,
külliyenin şuan 8 bin 711 metrekare arsaya sahip
olduğunu söyledi. Yıllarca içindeki gecekonduları
temizlemekle uğraştıklarını anlatan Cengiz, 2 harem
binası, divanhane, meşruta ile kuzey yalısının ayağa
kaldırılacağını kaydetti. Restitute, röleve ve
restorasyon projelerinin bitirildiğini, Koruma
Kurulu’nun restitute ve röleve projelerini
onayladığını şimdi restorasyon projesi için kuruldan
onay beklediklerini ifade eden Cengiz, ‘’Ekpertiz
raporunu vakıflara yaptırdık. İhaleye o zaman Koç,
Sabancı, Zorlu gibi önemli gruplar katıldı. İhaleyi
Ağaoğlu kazandı. 25 yıllığına kiraladık. Toplam 85
milyon lira vakfa kaynak girecek. Şuan her ay 34 bin
lira kira geliri getiriyor. 7 yıldır aksatmadan
kiramız ödendi’’ dedi.
RESTORASYONA ÖZEL
BECERİ GEREKMEZ Mİ?
Ağaoğlu’nun normal konut inşaatı yaptığını
restorasyonun özel bilgi ve beceri gerekmez mi
sorumuza ise Cengiz şu yanıtı verdi; ‘’17. Yüzyıl
mimarisi restore edecek bu çaplı bir restorasyon
firması var mı? Ağaoğlu ya da başka bir firma. Kim
alırsa alsın ihaledeki şartımız bizim restorasyon
projemizin uygulanması. Proje dışında bir uygulamaya
ne biz ne kurul izin vermez. Ağaoğlu da isterseniz
biz çekilelim noktasına birkaç kez geldi. Çünkü
yıllardır kurul ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ndeki
bürokrasiden onlarda yıldı. 17. Yüzyıl üslubuna
uygun ahşap olarak yapmak zorundalar. Aksi halde
sözleşmemizi fesh ederiz. Bilim heyetimiz var her
aşamasını denetleyecek.’’
Yalının bugünkü değeri yaklaşık 1 milyar dolar. 1893
Rus savaşı sırasında göçmenler bu yalıya
yerleştirildiklerinden, yalı tamir olmaz şekilde
tahrip oldu. Fildişi kakmayla tezyin edilmiş kapı
cepheleri, altın yaldızlı bordürleri, lalelerle
süslü iç mimarisi ile yalı muhteşem bir güzelliğe
sahipti. 19. yy. sonunda ise harem tamamen yandı.
1972 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu
tarafından yalı tamir gördü. Osmanlı devlet
adamlarının yalılarının kırmızı olması geleneğine
uygun olarak aşı boyalı rengiyle dikkat çekiciydi.
Şimdi yalının etrafı tamamen kapatıldı. Kuruldan
çıkacak onaya göre restorasyon için gün sayılmaya
başlandı.
Ali Ağaoğlu proje ile ilgili daha önce tarihi
yalının butik otel olarak işletileceğini
açıklamıştı. Yakın zamanda bir gazeteye verdiği
demeçte ise kendisinin taşınacağını belirtti.

Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 12.09.2014
|
|
2 MİLYON EURO'LUK
TABLOLARI ÇALDILAR
Avusturya’nın başkenti
Viyana’da 73 yaşında bir kadının villasına giren
hırsızlar, 2 milyon Euro değerinde 71 tablo çaldı.
Tablolar arasında Oskar Kokoschka’nın ‘Çingene Kızı’, Albert Ritzberger’in ‘İkili Görüşme’, Oswald Grill’in ‘Okuyan’, Willy Eisenschitz’in ‘Nijer’ adlı eserleri var.
Güvenlik kameraları görüntülerini izleyen polis, zanlıları bulmaya çalışıyor.
Zaman, Haber:
Ahmet Arif Güzeldere,
12.09.2014
|
ZAFER MÜZESİ'NE 8 AYDA
16 BİN 833 ZİYARETÇİ
Doğa Koruma ve Milli
Parklar 5′inci Bölge Müdürü Mehmet Kuşcu,
Afyonkarahisar’da, Kurtuluş Savaşı’nda bir dönem
karargah olarak kullanılan ve müzeye dönüştürülen
binayı yılın 8 ayında 16 bin 833 kişinin ziyaret
ettiğini söyledi.
Kuşcu, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kentin düşman işgalinden
kurtarılmasının ardından Atatürk ile silah
arkadaşları İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Tevfik
Bıyıklığıoğlu’nun kaldığı müze binasının karargah
olarak kullanıldığını anlattı.
Binada, Büyük Taarruz’un
5′üncü gününe rastlayan 30 Ağustos 1922′de
Başkomutan Meydan Muharebesi’nin planlarının
tartışılıp kararlaştırıldığını dile getiren Kuşcu,
dolayısıyla Cumhuriyet tarihinin en önemli anlarına
tanıklık etmiş bir yapı olduğunu ifade etti.

Zafer Müzesi’nin,
1981′den itibaren Başkomutan Tarihi Milli Parkı
sınırları içinde yer aldığını aktaran Kuşcu, şöyle
konuştu:
“Şehir merkezinde, Milli
Birlik Caddesi’nde, Anıtpark ile Afyonkarahisar
Kalesi’nin tam karşısında yer alan Zafer Müzesi,
1913-1920 yıllarında dönemin Belediye Başkanı
Saitoğlu Mehmet Sait Efendi tarafından
yaptırılmıştır. Afyonkarahisar’ın ilk belediye
binası olan yapının, Anadolu’da özel olarak inşa
ettirilen ilk belediye binası olma özelliğiyle
ilimiz için ayrı bir önemi bulunmaktadır. İki katlı
kagir bir bina olan Zafer Müzesi’nde, Atatürk’ün
28-29 Ağustos 1922′de kullandığı eşyalar, Büyük
Taarruz’dan kalma silah, cephane ve mühimmatların
yanı sıra bu savaşa katılan komutanların
fotoğrafları, savaşın cereyan edişini gösteren
haritalar sergilenmektedir. Orman ve Su İşleri
Bakanlığı 5′inci Bölge Müdürlüğünün sorumluluğunda
bulunan binayı her yıl binlerce kişinin ziyaret
etmektedir. Bu yıl ocak-ağustos aylarında 16 bin 833
kişi bu müzeyi ziyaret etmiştir.”
Kuşcu, ziyaretçi
sayısının, Cumhuriyet Bayramı, Afyonkarahisar’ın
kurtuluş yıl dönümü, Müzeler Haftası, Cumhuriyet
Eğitim Gezileri gibi günlerde arttığını sözlerine
ekledi.
Afyon Haber, 11.09.2014
|
"ARKEOLOJİK ŞEYLER" KONULU TOPLANTI
5-6 ŞUBAT 2015 TARİHİNDE DÜZENLENİYOR
Türkiye Teorik Arkeoloji Grubu'nun (TAG) kuramsal arkeoloji üzerine 2. toplantısı, önümüzdeki yıl 5-6 Şubat tarihleri arasında Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenecek.
TAG'dan elimize ulaşan açıklama şöyle:
"Sevgili meslektaşlarımız, arkadaşlarımız ve ilgililer, Türkiye Teorik Arkeoloji Grubu'nun ikinci toplantısının "Arkeolojik Şeyler" teması üzerine düzenleneceğini daha önce sizlere duyurmuştuk, ancak toplantının düzenleneceği tarihlerde değişiklik yapmak durumunda kaldığımız için sizlerle bu ikinci duyuruyu paylaşıyoruz.
Türkiye Teorik Arkeoloji Grubu'nun 2. toplantısı 5-6 Şubat 2015 tarihinde İstanbul'da Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenecektir. 20 dakikalık sunumlar için bildiri başlığı, 250 kelimeyi geçmeyecek özet metni, katılımcının isim, kurum, iletişim adresi ve e-posta adresi bilgilerini içeren bildiri özetlerini 30 Kasım 2014 tarihine dek tagturkey2014@gmail.com adresine yollamanızı rica ederiz.
Kabul edilen bildiriler 1 Ocak 2015 tarihinde duyurulacak ve ardından kesin program açıklanacaktır. TAG Türkiye'nin 2. toplantısına ilişkin tüm detaylı bilgilere http://tagturkiye2014.wordpress.com adresinden ulaşabilir ve gelişmeleri bu adresten izleyebilirsiniz.
Şubat ayında İstanbul'da görüşmek dileğiyle,
TAG-Türkiye 2. Toplantısı Düzenleme Komitesi
Güneş Duru
Kenan Eren
Elif Koparal"
TAYHaber, 11.09.2014 |
 |
DEMİR ÇAĞ VE NEOLİTİK
DÖNEMLERİNE AİT YERLEŞKELER BULUNDU
Beşiri İlçesi'nde
günümüzden yaklaşık 7300 yıl öncesine ait olduğu
belirtilen Neolitik ve Demir Çağ dönemlerine ait
yerleşkeler yapılan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne
çıkarıldı.
Tarihi antik kent Hasankeyf’ten sonra
Batman’ın Beşiri İlçesi'nde de yaşayan tarih gün
yüzüne çıkmaya başladı. MÖ yaklaşık 7300 yıl
öncesine ait olduğu belirtilen Neolitik ve Demir Çağ
dönemlerine ait yerleşkeler yıllarca yapılan kazı
çalışmaları sayesinde gün yüzüne çıkarıldı.Gün
yüzüne çıkarılmayı bekleyen günümüzden binlerce yıl
öncesine ait tarih, Batman’da yapılan kazılar
sayesinde artık kendini gösteriyor. Geçmiş
tarihimizi gösteren bu kazılardan Demir Çağ ve
Neolitik dönemlerine ait iki tanesi de Batman’ın
Beşiri İlçesi'nde yapılıyor.

İNSAN VE HAYVAN
FİGÜRLERİ
Beşiri yakınlarında
Sumaki Höyük’ü denilen Neolitik dönemi MÖ 7300
yıllarına ait olduğu tahmin edilen bir kazı
çalışması yapıldı. Göçerlerin kaldığı tahmin edilen
Sumaki Höyük’ünde yapılan kazılarda yerleşke ile
killerden yapılmış insan ve hayvan figürleri ortaya
çıktı. Genellikle hayvancılık ve çiftçiliğin
yapıldığı belirtilen höyükte, kemiklerden aletler,
keskiler, ıspatula, kemikten boncuk ve öğütme
taşları da gün yüzüne çıktı.

BÜYÜK İSKENDER’E AİT
SİKKE
Bir diğer kazı ise,
günümüzden 2500 yıl öncesi Hellenistik ve Demir Çağ
dönemine ait olduğu belirtilen Beşiri İlçesi Gedikli
Köyü'ne bağlı Yazıhan (Memmıka) mezrasında yapılıyor.
Burada yıllarca yapılan kazılar sayesinde
Hellenistik ve Demir Çağ dönemine ait yerleşim yeri
ortaya çıktı. Kazılar sayesinde ortaya çıkan evlerin
içinde küp ve 35 adet taş sandık mezarları, Büyük
İskender’e ait İskender sikkesi, tandırlar, çanak ve
çömlekler, Hellenistik döneme ait minyatür heykel,
silindir mühür, takı boncukları ve kemik aletleri
çıkarıldı.

ESERLER BATMAN MÜZESİ’NE
GETİRİLİYOR
Höyüklerden çıkarılan
parçalar, kazı evinin atölyesine getirilerek ilk
önce yıkanıyor. Daha sonra üzerlerindeki işlemlere
göre parçalara ayrılıp tarihlerini belirlemek için
çizimler yapılıyor. Son olarak eserler buradan
sergilenmek üzere Batman Müzesi’ne getiriliyor. Kazı
yapılan yerler hakkında bilgi veren Kazı Bilimsel
Danışmanı Doç.Dr. Aslı Erim Özdoğan, arkeolog,
lisans, yüksek lisans ve doktora yapan yaklaşık 30
öğrenci ile birlikte toplam 120 kişiyle çalışma
yapıldığını söyledi.Ilısu Barajından etkilenecek
yerleşim yerlerin 2002 yılında yüzey araştırmasıyla
kültür varlıklarının tespit çalışması sıralarında
ortaya çıkarıldığını belirten Özdoğan, ilk olarak
günümüzden 2 bin 500 yıl öncesi Hellenistik ve Demir
Çağ dönemine ait yerleşkelerden bahsetti.

DEMİR ÇAĞ DÖNEMİNE AİT
YERLEŞKE
Özdoğan, “İlk defa 2009
yılında kazıya başladık. Bir yıl ara verdik ve sonra
tekrar çalışmalara devam ettik. Bu sene Ağustos’un
ilk haftasında kazı çalışmasına başladık. Havalar
müsait olduğu müddetçe Kasım ayı ortalarına kadar
kazı çalışmalarını yürütmeyi düşünüyoruz. Hem
arkeologlar, hem deneyimli öğrencilerimiz ve hem de
köyden aldığımız işçilerimizle birlikte toplam 120
kişiyle çalışıyoruz. Oldukça geniş bir alan açmak
zorundayız. Çünkü fazla zamanımız da yok. Burası
barajın altında kalacağı içinde mümkün olduğu kadar
çok sayıda bilgiyi edinip, onu belgelemeye
çalışıyoruz.” dedi.Kazı yapılan yerde çok sayıda
değişik dönemlere ait bulgulara rastladıklarını
ifade eden Özdoğan, “Buraya Persler bir süre
yerleşmiş. Büyük İskender batıdan kalkıp
Yunanistan’a giderken buraya da uğramış. İskender’e
ait bir takım izlere rastladık. Kazılarda İskender’e
ait küçük bir sikke çıktı. Çanak, çömlekler çıktı.
Kazılarda bir sel dolgumuz var. Burada Garzan
Çayının taşkınlarıyla yerleşmede bir örtünme söz
konusudur. Binaların bir kısmı da yangınla sona
erdiği içinde kerpiç yıkıntısı var. Bunun nedenini
henüz bilmiyoruz. Bunun oturup değerlendirilmesi
kazı çalışmaları bittikten sonra bulgularla
karşılaştırarak saptayacağız. Burada çıkarılan her
malzeme bir ön değerlendirmeye tabi tutuluyor.
Kazılarımız üçüncü dönemdir. Demir Çağ dönemine ait
olan yerin üstünde yapılan kazılarda Orta Çağ
yerleşmesi de vardı. Fakat bu arazi çok yoğun mısır
ve pamuk tarımda çok kullanıldığı için üsteki Orta
Çağ tabakası oldukça tahrip olmuş.” diye konuştu.

NEOLİTİK DÖNEME AİT
YERLEŞKE
Daha sonra MÖ 7300
yıllarında Neolitik dönemine ait kazı yaptıkları yer
ile ilgili bilgi veren Özdoğan, şunları kaydetti:
“Sumaki Höyüğümüz yaklaşık MÖ 7300 yılları Neolitik
döneme ait bir yerleşkedir. Sumaki’nin önemi ilk
defa Kuzey Mezopotamya’da taş ve kerpiç mimarinin
yanı sıra bugünkü Göçerlerin de kullandığı ağırlıklı
olarak kullanılmış olmasıdır. Bunu da doğal olaylar
neticesinde kireçleşmiş olarak bulmamızdır. Bir
başka önemli noktası da; bu bölgede en fazla
opsidyen malzemeyi kullanan neolotik yerleşmedir.
Burası aynı zamanda tektonik bir bölge ve burada
Kıra Dağı’nda bazalt yatakları var. Oradan bazalt
getirerek et dövmekte ve tahıl övülmektedir.
Yerleşimciler, ilk olarak da çanak ve çömleği yapan
topluluklardır. Bazıları yerleşik, bazıları da
bugünkü Göçerler gibi yaylalara gidiyorlar. Burada
tandırlar, çukurlar yoğunluktadır. Burası ya küçük
bir çiftlik alanı ya da Beşiri’nin seyrek
yerleşmenin uzantısıdır.”

4 TANE KURTARMA KAZISI
YAPILIYOR
Batman’da yapılan kazı
çalışmaları hakkında bilgi veren Batman Müze Kazı
Başkanı Müdiresi Tenzile Uysal ise, Ilısu Barajı ve
HES Projesi kapsamında müdürlükleri başkanlığında
kentin il sınırlarında 4 kurtarma kazılarının devam
ettiğini vurguladı.Uysal, “Bu kazılardan bir tanesi
merkeze bağlı Oymataş (Bedia) Köyünde Kuriki
Höyük’tür. 3 tanesi de Beşiri ilçesi sınırlarında
kalmaktadır. Bunlar Sumaki Höyük, Çemi Ala Höyük ve
Gre Amer Höyük’tür. Bu kazılar 2011 yılından beri
müdürlüğümüz başkanlığında devam etmektedir.
Kazılardan çıkarılan eserler ilk olarak kazı evinde
müdahalesi yapılmakta ve işlemleri bittikten sonra
da müdürlüğümüze teslim edilmektedir.” ifadelerini
kullandı.
Batman Gazetesi,
11.09.2014
|
O CAMİ 84 YIL SONRA
İBADETE AÇILDI

Tek parti
döneminde Halk Evi ve lokal olarak kullanılan,
yıkılan minaresinin yerine parti amblemi asılan
Mihrişah Valide Sultan (Küçüksu) Cami 84 yıl sonra
yeniden inşa edilerek ibadete açıldı.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ile Beykoz Belediyesi tarafından 2013
yılında Tarihi Küçüksu Mesiresini canlandırmaya
yönelik gerçekleştirilen projeyle Mihrişah Valide
Sultan (Küçüksu) Cami’nin inşası başladı. Tarihi
cami, arşiv fotoğrafları ve belgelerden yola çıkarak
geçmişte olduğu gibi küfeki taşı ve horosan harcıyla
aslına uygun olarak inşa edildi. Yaklaşık bir yıl
süren inşaat sonunda Mihrişah Valide Sultan Camii 84
yıl sonra yeniden hayat buldu.
Cami’nin Halk Evi olarak
kullanılmasının yanlış bir şey olduğunu ifade eden
cami cemaatinden Mehmet Demir Öz, “Başka bir yere
Halk Evi yapılabilir. Restore edilip tekrar cami
olarak ibadete açılması bence doğru ve mantıklı bir
karar” dedi.
MİHRİŞAH VALİDE
SULTAN (KÜÇÜKSU) CAMİ
Mihrişah Valide Sultan
(Küçüksu) Cami, Sultan II. Mustafa’nın zevcesi
Mihrişah Sultan tarafından 1750’de Küçüksu Kasrı’nın
karşısına yaptırıldı. Yıllar içerisinde bakıma
muhtaç hale gelen cami Osmanlı padişahı II.
Mahmut’un fermanı ile 1835’te restore edildi.
1930’larda ise caminin hemen yanında bulunan Küçüksu
Kasrı, devlet büyüklerine tahsis edilince cami
cemaati azaldı ve bu süreçte caminin minaresi
anlaşılamayan bir sebeple yıkıldı. Minaresi yıkılan
cami bir süre sonra Anadolu Hisarı İdman Yurdu’na
tahsis edildi. İlerleyen zamanlarda bir siyasi parti
tarafından lokal ve Halk Evi olarak kullanılmaya
başlandı. 1950’de çok partili döneme geçildikten
sonra, caminin lokal olarak kullanılması
vatandaşların tepkisine yol açtı. Caminin tekrar
ibadete açılması için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne
dilekçeler verildi, ancak değişen bir şey olmadı.
1950’lerde, Celal Bayar’ın Küçüksu Kasrı’nda
oturduğu sırada, tartışmalara son vermek için Halk
Evi olarak kullanılan yer tamamen yıktırıldı.
Akşam, 11.09.2014
|
ASFALTIN ALTINDAKİ TARİH

Tarihi Yarımada’nın, hem Byzantion’a hem de İstanbul’un başkentlik ettiği Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarına ait pek çok tarihi kalıntıyı barındırmasına rağmen ne yazık ki üzerinde gerçekleşen talan ve tahribatın önüne geçilemiyor. Tarihi Yarımada üzerinde yaşayan insanlar da, yerel yöneticiler de bölgenin tarihi dokusuna gerekli hassasiyeti gösteremiyorlar. Bugün, Fatih İlçesi sınırları içerisinde yer alan bölgede, adım attığınız her yerde bir tarihi değeri çiğneyip geçiyor olmanız mümkün. Bunlardan biri de Zeyrek Mahallesi, Kadıçeşmesi Sokak’ta yer alan kemer kalıntısı… Zeyrek’e gittiğinizde, bir sokağın asfalt yolu üzerinde açıkta kalmış, çöp içinde ve tahrip olmuş bir halde duran kemer yapısının üzerinden insanların geçip gittiğini, çocukların koşuşturduğunu görebilirsiniz. Kemer kalıntısı, olasılıkla Doğu Roma İmparatorluğu’ndan kalma bir yapıya ait. Asfaltın altında ise neler olduğunu ne yazık ki bilemiyoruz. Bildiğimiz şu ki, bu bölge Ortaçağ’da, Doğu Roma İmparatorluğu tarafından kamusal alan olarak kullanılıyordu. Bir kamusal alanda imparatorluğun su kemeri, sarnıç, kilise ve saray gibi en önemli yapıları yer alır. Dolayısıyla üzerine asfalt dökülmüş olan bu yapının küçümsenecek bir kalıntıdan ibaret olmadığını söylemek mümkün. Tarihi Yarımada içerisinde şehirleşmenin ilk geliştiği yıllarda bilinçsiz ya da belki umursamazca yapılan inşa faaliyetleri esnasında, kelimenin tam anlamıyla kültürel bir “talan” söz konusuydu. Kemerin ait olduğu yapı da bu talandan nasibini almış olmalı. Yine de bugün, gözlerimizin önünde, pencerelerimizin önünde, ayaklarımızın altında yok olan bir değere sahip çıkamıyor oluşumuz trajikomik bir gerçek olarak bu örnekle de karşımızda duruyor.
arkeolojihaber.net,
11.09.2014
|
ÇİN'İN BÜYÜKANNESİNİN
MEZARI MI?
Çin'in kuzeybatısındaki Şaanşi eyaletinde çok geniş
bir alana yayılan antik bir mezar ortaya çıkarıldı.
Mezarda Çin'in ilk imparatorunun büyükannesinin
yattığı tahmin ediliyor.

Çin ’in Şaanşi
eyaletinde bir üniversite kampüsünde gün yüzüne
çıkarılan mezarın Çin'in ilk imparatoru Çin Şı
Huang'ın büyükannesine ait olduğu öne sürüldü. Şian
şehrinin güneybatısında buluanan Şian Finans ve
Ekonomi
Üniversitesi'nin yeni kampüsünde bulunan mezarın 173
bin 325 metrekarelik alanı kapsadığı ve mezar
uzunluğunun 550 metre, genişliğinin ise 310 metre
olduğu açıklandı.
6 AT TARAFINDAN
ÇEKİLEN 2 AT ARABASI
Arkeologlar, mezardan altı at tarafından çekilen iki
at arabası çıkardı. Bunun imparatora eşit yüksek bir
mertebe sembolü olduğu ifade edildi. Bu nedenle Çin
Şı Huang'ın büyükannesinin burada gömülü olduğu
tahminlerinin doğru olabileceği belirtildi.
Mezarda yeşim,
altın ve
gümüş parçalarının
yanı sıra ince bir biçimde işlenmiş çömlek
bulguların tahminlere katkıda bulunduğu belirten
uzmanlar, bunun ülkede şimdiye kadar keşfedilen en
büyük ikinci mezar olduğunu ifade etti. Terracotta
askerleri ile bilinen imparator Çin Şı Huang'ın
mezarının yer aldığı bölge Çin'in en büyük turistik
bölgelerinden ve çok önemli tarihi eserleri
barındırıyor.
Radikal, 11.09.2014
|
TARİHİ HAMAM ÇÖPLÜK OLDU
İstanbul Üsküdar’da, Osmanlı Dönemi'nden kalma
Altunizade İsmail Paşa Hamamı yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya. Bakımsızlıktan harabeye dönen tarihi
hamama bir de “Ambulans park yeri” levhası çakılmış.
Ne vakıflar ne Üsküdar belediyesi’nin sahip
çıkmadığı 150 yıllık hamam adeta çöplüğe döndü.

İstanbul'un Üsküdar
İlçesi'nin Altunizade
Mahallesi'nde yer alan ve Ayan Meclisi azasından
İsmail Zühtü Paşa tarafından 1865-66 yılında inşa
edilmiş olan yapı, bakımsızlıktan harabeye dönmüş
haliyle görenlerin içini sızlatıyor.

Atıl vaziyette kendisine
uzanacak eli bekleyen tarihi yapının içi çöplük
vazifesi görüyor. Osmanlı döneminde; ahşap camekanı,
tamamen mermerden döşenmiş zemini, kapalı açık
soyunma yerleri, mermer fıskiyesi, tuvaleti,
temizlenme alanı, sıcaklık, ılıklık, soğukluk
kısımlarına sahip bu bölümlerin büyük bir bölümü
yıkılmış halde.

Yerdeki mermer zemin ise
şiddetli bir depreme maruz kalmış gibi paramparça
bir görünüm sergiliyor. Kapısı ve bilgilendirme
tabelası olmayan hamamın içine girdiğimizde her an
yıkılacakmış izlenimi veriyor.
Yer yer günümüz tuğlası
ve beton kullanılarak onarılmaya(!) çalışıldığı
gözlemlenen hamamın tavanı da yabani otların
istilasına uğramış. Orijinal mimari yapısı yıllara
meydan okuyarak ayakta kalmayı başarsa da, dış
etkenler artık tarihi yapıyı çökme noktasına
getirmiş.

TARİHİ HAMAMDA “AMBULANS
PARK YERİ” LEVHASI!
Hamamın iç acıtan hali bunlarla da sınırlı değil.
Tarihi yapının önü bir ambulans şirketi tarafından
park yeri olarak kullanılıyor ve bir buçuk asırlık
tarihi yapının duvarına “Ambulans park yeri” levhası
çakılmış!

Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün ilgisiz kaldığı tarihi yapı,
çevredekilerce hunharca kullanılıyor. Üsküdar
Belediyesi de sahip çıkmayınca tarihi hamam her
geçen gün biraz daha çöküyor.

ALTUNİZADE İSMAİL ZÜHTÜ
PAŞA KİMDİR?
Altun varakçılar kahyası Hacı Ali Efendi'nin
oğludur. Fatih Kurşunlu Medresesi’ni bitirdi (1827).
Babasının yanında altın varakçılığı öğrendi, esnaf
ustası oldu (1829). Babasının ölümü üzerine büyük
bir servetin mirasçısı olarak bir süre ticaretle
uğraştı. Bu arada, Enderun'u mimar olarak bitirdi
(1831). Mimar ağa unvanıyla Mektebi Sultaninin ve
Dolmabahçe saraylarının yapımını gözetmekle
görevlendirildi, bina eminliğine yükseltildi. Ziraat
meclisi üyeliğine atandı (1858). Darı şurayı askeri
üyeliğine seçildi (1859). Abdülaziz tahta çıkınca
(1861), tüm görevlerinden ayrılarak yeniden ticarete
döndü.

Serasker Namık Paşa'nın
ısrarına dayanamayarak Harbiye nezareti binasının
(bugün İstanbul Üniversitesi) yapımını yönetmeyi
kabul etti. 1877 -1878 Türk-Rus savaşında 3 tabur
askerin tüm donanımını kendi parasıyla sağlayıp
cepheye göndermesi ve "93 göçmenleri" adıyla anılan
Rumelililere, Şehzadebaşı’ndaki 30 odalı konağını
ayırması, onun vezir rütbesiyle Ayan meclisi
üyeliğine (1878), ardından da Muhacirin komisyonu
başkanlığına (1880) getirilmesine yol açtı. Bu
arada, İstanbul’un çeşitli semtlerinde birçok cami,
okul ve Kaşgar' da bir kitaplık yaptırdı. Öldüğünde
kendi adını taşıyan (Altunizade) camisinin
mezarlığına gömüldü.
  
  
  
 
Habertürk, Haber ve Fotoğraflar: Vildan
Çiftsüren, 11.09.2014
|
2 BİN 550 AĞACA DOKUNMAK YASAK
Beykoz'da iki kişinin ölümüne neden olan asırlık ağacın devrilmesinin ardından gözler İstanbul'daki diğer anıt ağaçlara çevrildi.
Kent genelinde 2 bin 550 tescilli ağaç yer alıyor. Ağaçların bakımları özel yöntemlerle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılıyor.
Bunun dışında ağaçlara herhangi bir müdahalede bulunmak için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan izin alınması gerekiyor. Koruma Kurulu tarihi eser hükmünde kabul ettiği için ağaçlara müdahale etme imkanı zor. Prosedürleri çok ağır olduğu için ömrünü tamamlamış ağaçların kesilmesi gerekirken dokunulamıyor ve tehlike saçıyor.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 11.09.2014
|

|
BİN YILLIK KÖPRÜYE
RESTORASYON

Hatay'ın Yayladağı
İlçesi'nde Abbasiler döneminden kalma tarihi Kasımbey
Köprüsü yıllar sonra onarıma alındı - Belediye
Başkanı Kalkan: "Bilinen yakın tarihte hiçbir
restorasyona uğramayan köprümüz bu ay başlayan
çalışmalarının ardından aslına uygun şekilde
onarılacak".
Yayladağı
İlçesi'nde
Abbasiler döneminde yapılan o günden bu yana ulaşıma
açık olan bin yıllık Kasımbey Köprüsü restore
ediliyor. Yayladağı İlçesi'nin Tutlubahçe Mahallesi
Dibitçe mevkisinde, Kureyşi deresi üzerine yapılan
tarihi köprü, görünümü ve tarihi itibariyle dikkati
çekiyor.
Yıllardır araç geçişinin yanı sıra vatandaşların da
yürüyüş yaptığı zaman zaman hatıra fotoğrafları
çektirdiği Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından korumaya alınan ve tescillenen köprü, son
yıllarda meydana gelen çökme ve çatlaklar
dolayısıyla tehlike oluşturuyordu.
İlçenin en önemli yollarını birbirine bağlayan
tarihi köprü, Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından
restore edilerek eski güzel görünümüne yeniden
kavuşturulacak.
Yayladağı Belediye Başkanı Mehmet Kalkan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Abbasiler döneminde
Savcılar Aşireti Reisi Kasımbey tarafından 1040
yılında inşa edilen yapının yaklaşık bin yıldır
bölge insanının "kahrını" çektiğini ifade ederek, 47
metre uzunluğunda 5 metre genişliğindeki 5 gözlü
köprünün, bakımsızlık ve son yıllarda meydana gelen
şiddetli yağışlardan zarar gördüğünü belirtti.
Köprünün bazı bölümlerinde çatlaklar oluştuğunu ve
uzun zamandır yalnız 2 gözünün açık olduğunu
kaydeden Kalkan, yapılan başvuru sonrası köprünün
restore çalışmalarına başlandığını söyledi.
-Turizme kazandırılacak-
Kalkan, yaklaşık 5 ay sürecek çalışmaların ardından
köprünün yeniden hizmete açılacağını belirterek,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kasımbey Köprüsü, ilçenin sembolü haline gelmiş
bölge ve ülkemizin önemli tarihi eserleri
arasındadır. Bilinen yakın tarihte hiçbir
restorasyona uğramayan köprümüz bu ay başlayan
çalışmalarının ardından aslına uygun şekilde
onarılacak. Ayrıca burada dere ıslah çalışması da
gerçekleştirilecek. Bu çalışmalarla tarihi köprümüz
gün ışığına çıkarılacak. Anadolu'da 20'ye yakın
emsalinin kaldığı tarihi köprümüz, restorasyon
çalışmalarının ardından hem turizme kazandırılacak
hem de vatandaşların hizmetini görmeye devam
edecek."
Köprünün çalışma süresince araç trafiğe
kapatıldığını belirten Kalkan, ilçe halkının
tamiratın bitişini heyecanla beklediğini sözlerine
ekledi.
Hatay Gündem, 11.09.2014
|
KAYAKÖY 49 YILLIĞINA KİRALANACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Muğla'nın Fethiye
İlçesi'nde bulunan 5 bin yıllık tarihe sahip
Kayaköy'ü 49 yıllığına kiralamak için ihale yapacak.
23 Ekim'de yapılacağı açıklanan ihaleyi alan şirket,
Kayaköy'ün kısmen imar serbestisi yapılan bölümüne
otel yapacak, karşılığında Rum evlerini restore
edecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı arasında 2013 yılı başlarında
imzalanan protokolle Fethiye Kayaköy'de tarihi
kalıntıların yer aldığı bölge turizme açılırken,
diğer bölgeye de kısmi inşaat serbestliği getirildi.
Yeni düzenleme sonrasında Kayaköy'e 300 yatak
kapasiteli otel yapılması da kararlaştırıldı.
Projeye göre “Kayaköy'ün üçte birlik kısmını
kapsayacak oteli işleten firma, tarihi köyün kalan
kısımlarının da onarımını sağlayacak. Yok olmaya yüz
turmuş Rum evleri aslına uygun olarak onarılarak
turizme kazandırılacak.”
YENİDEN İHALE KARARI ALINDI
Bu bağlamda daha önce çıkılan ihalelere katılımcı
bulunamadığı için
proje hayata geçirilememişti. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kayaköy için yeni bir ihale kararı aldı.
23 Ekim'de açık artırma usulü ile yapılacak ihale
ile tarihi köye 300 yataklı turizm tesisi yapılacak.
İhaleyi kazanan firma Rum evlerinin de onarılıp
turizme kazandırılmasını sağlayacak. 220 dönümlük
araziyi kapsayan projenin toplam maliyetinin 30
milyon TL olarak öngörülürken, ihale için 2 firmanın
teklif verdiği öğrenildi.
İLK İHALEYE KATILIM OLMAMIŞTI
“Kayaköy'ün kurtarılması için” çalıştıklarını
söyleyen Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası(FTSO)
Başkanı Akif Arıcan, ihale sürecinin yeniden
başlamasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. 2006
yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç
ile başlayan sürecin Ertuğrul Günay zamanında hız
kazandığını hatırlatan Arıcan, 2013 yılında
Kayaköy'ün ihaleye çıkarıldığını fakat yeterli
tanıtım yapılmadığı için ihaleye katılımın
olmadığını kaydetti. 23 Ekim’de yapılacağı açıklanan
ihaleye ise 2 şirketin teklif vereceği öğrenildi.
Kayaköy'ün restore edilmesiyle Fethiye'nin dünyaya
açılan bir penceresi olacağını kaydeden Arıcan,
“Kayaköy'ün markalaşmasından dolayı bir çok firmanın
da kendini daha düzenli ve kaliteli bir iş sahasına
dönüştüreceğini düşünüyorum. Yapılan bu çalışmalar
ile Fethiye olarak turizmde hak ettiğimiz yere
gelmeyi hedefliyoruz. İlçemize kazandırılacak bu
değer aynı zamanda
ülke turizmine de büyük katkı sunacak.” dedi.
Radikal, 10.09.2014
|
AMBER İÇİNDE 50 MİLYON YILLIK KARINCA BULUNDU

Bilim insanları, amber içerisinde günümüze kadar
bozulmadan kalmış 50 milyon yıllık bir karınca ve
onun başında parazit olarak yaşamış mayt (akar)
buldu.
İngiltere merkezli bilim dergisi Biology
Letters'ın haberine göre, Berlin'deki Leibniz
Enstitüsü'nde yer alan Doğa Tarihi Müzesi
eklembacaklılar uzmanı Jason Dunlop önderliğindeki
araştırma ekibi, gelişmiş tarayıcı ve kimyasallar
ile amber içinde bozulmadan bulunan canlıların tam
50 milyon yıl yaşında olduğunu belirledi.
Rusya'nın Kaliningrad bölgesinde, bir ağaç
reçinesinin içine gömülmüş halde bulunan iki
fosilin, karınca ve akarlar arasındaki en eski ortak
yaşam örneklerinden birisini gösterdiği belirtildi.
Araştırmaya göre, 54-38 milyon yıl önceki zaman
aralığı Eosen'de yaşamış bu iki canlı, günümüzdeki
benzer organizmalarla aynı özelikleri gösteriyor.
Dergiye konuşan Jason Dunlop, "Keşif önemli çünkü bu
parazit akarlar ile karıncalar arasındaki ortak
yaşam, günümüzde hala sürüyor. Amberin içindeki
görüntü, iki canlının bundan 50 milyon yıl önce de
aynı ortaklığı sürdürdüğünü gösteriyor. Karıncanın
başındaki akar, mesostigmatids adı verilen ve
fosillerde hayli nadir rastlanan bir tür" dedi.
Akarlar, kalbi ve ciğerleri olmayan karıncaların
'hemolymph' adı verilen renksiz kanlarından
beslenerek parazit bir yaşam sürdürebiliyor.
Bitkilerden salınan reçine veya çeşitli sıvıların
katılaşmış hali olan amberlerin içinde milyonlarca
yıl öncesine ait canlılar mükemmel bir şekilde
korunabiliyor. Eosen döneminde yaşanan iklim
değişiklikleri, donan kutuplar, akıntılardaki yön
değişiklikleri ve zorlu hava olayları sebebiyle
dünya üzerinde yaşayan canlı türlerinin yüzde
20'sinin yok olduğu sanılıyor.
Zaman, 10.09.2014
|
168 YIL ÖNCE KAYBOLAN GEMİ BULUNDU
Ünlü İngiliz kaşif Sir John Franklin'in Kuzey
Kutbu'nda 1846 yılında kaybolan iki gemisinden biri,
168 yıl sonra bulundu.
İngiliz kraliyetine ait gemi, 1846 yılında
King William adası yakınlarında 129 kişilik
mürettebatı ile birlikte buzullara
sıkışarak batmıştı.
Kanada Başbakanı Stephen Joseph Harper, konuyla
ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Harper,
enkaza ulaşılmasını "ülke tarihinin en büyük
gizemlerinden biri çözüldü" şeklinde duyurdu.
Geminin dış iskeletinin iyi durumda olduğu
belirtilirken, küresel ısınma nedeniyle bölgedeki
buzulların erimesi gemi enkazına ulaşmayı
kolaylaştırdı.

Bulunan geminin, kaybolan HMS Erebus ya da HMS
Terror gemilerinden hangisi olduğunu henüz
bilmediklerini kaydeden Harper, batık gemiye Kanada
Milli Parklar İdaresi'nce sırf bu iş için satın
alınan uzaktan kumandalı su altı arama aracıyla
ulaşıldığını anlattı.
Bulunan geminin, Kanada'nın Kuzey Kutbu'ndaki
egemenliğinin en önemli delili ve parçası olduğunu
ifade eden Harper, "Bu Kanada için tarihi bir andır"
dedi.
Geminin bulunmasında emeği geçenlere teşekkür
eden Harper, pazar günü bulunan geminin
görüntülerinin kayıp iki gemiden biri olup
olmadığından emin olmak için incelendiğini ve
incelemenin ardından kesin kanaate vardıklarını
anlattı.

Arama çalışmalarına 2008 yılında başlanan ve
federal bütçeden özel ödenek ayrılarak desteklenen
çalışma için İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth,
Kanada Genel Valisi David Johnston'a bir kutlama
mesajı gönderdi.
Habertürk, 10.09.2014
|
EFES'İN YENİ YÜZÜ OLACAK
Her yıl dünyanın dört bir yanından ortalama 2 milyon
turistin ziyaret ettiği Efes antik kentinde bulunan
ve depremde yıkıldığı tahmin edilen Serapis
Tapınağı, aslına uygun bir şekilde restore edilecek.

Roma döneminde MS 2. yüzyılda eski
Mısır'ın bereket tanrılarından Serapis adına inşa
edilen tapınağın, Anadolu'da en iyi şekilde muhafaza
edilmiş en büyük tapınak olduğu belirtiliyor.
Roma'da Hristiyanlık sonrası kilise olarak
kullanıldığı tahmin edilen tapınak, toplamda 7 bin
700 metrekarelik alanda kurulurken, yapının alanı
bin metrekarenin üzerinde. 1800 yıl önce inşa edilen
tapınağın yıkıldıktan sonra etrafa dağılan
kalıntılarının, yüzde 100'e yakınının mimari olarak
sağlam olduğu ifade ediliyor.

"EFES'İN YENİ YÜZÜ OLABİLİR"
Efes Vakfı'nın restorasyonunu üstlendiği
tapınağın, ayağa kaldırıldığı takdirde, Efes'in,
Celsus Kütüphanesi'nden sonra ikinci yüzü olması
bekleniyor. Efes Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet
Kocabıyık, tapınağın restorasyonuyla ilgili
gazetecilere yaptığı açıklamada, bu tapınağı ayağa
kaldırarak Efes'e yeni bir destinasyon eklemek
istediklerini söyledi.
Kocabıyık, "Efes deyince herkesin aklına Celsus
Kütüphanesi geldiğini ancak Serapis gibi bir
tapınağın canlandırıldığında Efes'in yeni yüzü
olabilir" dedi.
Restorasyon çalışması içerisinde en önemli
noktanın "alınlık" diye tabir edilen üçgen çatının
sütunların üzerine konulması işlemi olduğunu işaret
eden Kocabıyık, şunları kaydetti:
"Üçgenin kaldırılmasıyla ilgili iki seçeneğimiz
var. Ya o üçgen kısmı, sütunların üzerine koyacağız
ya da başka bir yerde sergileyeceğiz. Büyük bir
ihtimalle o üçgeni sütunların üzerine koyamayacağız
çünkü o üçgen 600 ton. Onu oraya koymak ciddi bir
maliyet. Onu başka bir yere koyarak Efes'i
gezenlerin görebileceği bir yerde sergilemeyi
planlıyoruz."
Kocabıyık, alınlık üçgenin üzerindeki mermer
işçiliğin bozulmadan kaldığını belirterek, "Çok
güzel bir işçilik var orada. Tüm restorasyon
yaklaşık 7-8 yıl sürecek ve bunun için 3-5 milyon
dolar arasında bir bütçe ayırdık. Üçgen kısmı, söz
konusu sütunları üzerine koymak maliyeti iki katına
çıkarır" dedi.
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Direktörü ve Efes
Kazı Başkanı Sabine Ladstaater ise restorasyon
projesi için kalıntıların analizlerinin yapıldığını,
blokların tamamen kuvvetli olup olmadığının
ultrasonla araştırıldığını, bölgenin arazi yapısının
jeofizikçilerce kontrol edildiğini ve depreme karşı
sismik analizlerin yapıldığını söyledi.
Tapınağı yeniden kurulabilirliğinin
araştırıldığını aktaran Ladstaater, ekim ayına kadar
çalışmaların tamamlanacağını ve bu aydan sonra
uygulamanın başlayacağını açıkladı. Uluslararası
kurallara göre bir çalışmanın restorasyon sayılması
için o binanın yüzde 80'inin ayağa kaldırılması
gerektiğini hatırlatan Ladstaater, "Biz bunun için
çalışma başladık. Üçgenin yüzde 100'ü toprak
üzerinde duruyor. Bu üçgenin başka bir yerde
sergilenmesi yenilikçi bir fikir" diye konuştu.

Akşam, 10.09.2014
|
ROMA LAHİT KAPAKLARI OSMAN HAMDİ YOLUNDA
Beyazıt Vezneciler’de altgeçidi genişletme
çalışmalarında kepçelerle kaldırılan asfaltın
altından iki lahit kapağı çıktı.

Çalışmaları yürüten
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin durumu
ilettiği Arkeoloji Müzesi yetkilileri korumaya
aldıkları mezar lahit kapaklarının MS 2’nci
yüzyılda yapıldığını ve Roma dönemine ait olduğunu
belirledi. Lahit kapaklarını müze bölgelerindeki
Osman Hamdi Bey Yolu’na yerleştirdiklerini belirten
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Zeynep Kızıltan şu
açıklamalarda bulundu: “Her dönemin kendine has stil
özellikleri vardır. Bu özellikler o dönem için
belirleyici şeylerdir. Dolayısıyla lahitlerin
üzerinde Roma döneminde yapıldığını gösteren
simgeler var. Keşke mezar teknesiyle beraber çıkmış
olsaydı. O bölgenin, kaynaklardan Roma dönemi
mezarlığı olduğu biliniyor.”
Hürriyet, Haber: Burcu Purtul Uçar, 10.09.2014
|
ARKEOLOGLAR, HYPAIPA İÇİN YENİDEN ÖDEMİŞ'TE

Ödemiş’in kuzeyindeki tarihi Hypaipa kenti için
yapılan araştırma çalışmaları devam ediyor.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden arkeologlar,
üçüncü dönem yüzey araştırması için ilçeye geldiler.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Hatice kalkan’ın başkanlığındaki bilim kuruluna,
Ödemiş’ten de Prof.Dr. Necla Arslan Sevin ile
Prof.Dr. Veli Sevin katılıyor.
Araştırma ile ilgili bilgi veren Prof.Dr. Veli
Sevin, “Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın izniyle yapılan bu yılki
çalışmalara
Ege Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Tomris Bakır,
Prof.Dr. Necla Arslan Sevin ve Prof.Dr. Veli Sevin
katılacaklar. Bakanlık temsilciliği görevini de
Ödemiş Müzesi Müdürlüğü’nden Sevda Çetin yürütecek.
Çalışmalar Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bilimsel
Araştırmalar Başkanlığı’nın destekleriyle
yapılmaktadır” dedi. Bölgedeki çalışmaların 15 gün
süreceğini belirten Sevin, “Bu yıl planlanan yüzey
araştırmasında kentin topografik durumu ve antik çağ
yapıları ile ulaşım sistemi konularında 2013 yılında
başlayan gözlem ve tespitlere devam edilecek. 2014
yılında elde edilecek arkeolojik sonuçlar, her sene
olduğu gibi, önümüzdeki yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın düzenleyeceği uluslar arası
karakterdeki 33. Kazı ve Araştırma Sonuçları
Toplantısı’na bir bildiri ile sunularak
yayınlanacak. Uluslar arası öneme sahip Hypaipa
antik kenti çalışmasına, ülkemizin en doğusundaki
üniversitelerden biri olan Yüzüncü Yıl
Üniversitesi’nin destek vermesi kentimiz için ayrı
bir anlam taşımaktadır” şeklinde konuştu.
Milliyet, 09.09.2014
|
KATO DAĞI'NDA ROMA KEŞFİ
Kato
Dağı’nda Roma keşfi... 4 bin yıl önce işlettikleri
madeni biz yeni bulduk. Terör değil, turizm ve
ticaret patlaması bekleniyor.
Çözüm sürecine paralel, turizm ve ticaret
faaliyetlerinde patlama beklenen Güneydoğu
Bölgesi’nde yürütülen jeolojik araştırmalarda büyük
maden yataklarına ve antik bulgulara ulaşılıyor.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Jeoloji Mühendisliği
Bölümü Öğretim Üyesi Hüseyin Öztürk, başında
bulunduğu ekiple yıllardır sürdürdüğü çalışmaların
sonucunu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bir
brifingle aktardı, Hakkari’de teknik bir toplantı
yapma kararı alındı. Prof. Öztürk, Romalıların
arayıp bulduğu, işlettiği, kurşununu erittiği
yatakları biz yeni keşfettik. 4 bin yıl önce
cevherin eritilip kurşun elde edildiği Anadolu’da
bugün kurşun eritmesini yapamıyoruz, cevheri taş
toprak yurt dışına gönderiyoruz. Metalürjisiz
madencilikle yabancılara hammadde temininden öteye
geçemedi madenciliğimiz.” diyor.

ÇİN VE
İRAN’A SATILIYOR
Prof.Dr. Hüseyin Öztürk, Hakkari’deki Kato
dağındaki araştırmalarıyla ilgili şunları söyledi:
“Hakkari de Türkiye’nin en büyük çinko kurşun
yataklarında 10 yıldan beri üretim çalışmaları
devam ediyor. Bu yataklara yabancıların ilgisi
yoğun. Türkiye’nin en büyük çinko-kurşun yatakları
Hakkari bölgesinde mi sorusuyla bu konuda bir makale
de kaleme almıştım. İstanbul Üniversitesi’nde
yapılan ‘Türkiye Kurşun-Çinko Yataklarının
Jeolojisi ve Madenciliği’ sempozyumunda yataklara
ait bulgularımızı yayınlamıştık. MTA ve DPT’nin
kayıtlarında bulunmayan Hakkari bölgesindeki
çinko-kurşun yataklarında, açık ve yeraltı
işletmeleriyle zor koşullarda madencilik yapıldı.
5-6 şirketin faaliyeti sonucu ortalama yüzde 25
çinko ve yüzde 5 kurşun içerikli yaklaşık 600 bin
ton cevher üretildi ve Çin ve İran’a satıldı.

DERİ
TORBALARLA KURŞUN MADENİ
Yeraltına inildikçe her yerde eski üretim
galeriyle karşılaşıldı. 60 cm çapında galerilerden
oluşan boşlukların, yüzeyden yerin 40 m altına
indiğini hayretle gördük. Galeri duvarlarında
ağaçlara ait kazıma izleri ve içeride muhtemelen
deri torbalarda taşıdıkları kurşun madenini çekmede
kullanılan ağaç aletlerle karşılaştık. Fakat işin
hayret verici olanı, bugün yeni ortaya çıkardığımız
yatakları Romalılar muhtemelen 3-4 bin yıl önce
kurşun madeni olarak işletmişlerdi. O zaman çinko
metali bilinmediğinden, kurşun madeni alınmış, çinko
cevherine dokunmamışlardı. Bölgedeki tüm damarlarda
karşılaştığımız eski işletme galerileri, bugünkü
içler acısı halimizi gözler önüne seriyor.

ROMALILARIN
İŞLETTİĞİ YATAK YENİ KEŞFEDİLDİ
Romalıların arayıp bulduğu, işlettiği ve
kurşununu erittiği yatakları henüz yeni keşfettik. 4
bin yıl önce cevherin eritilip kurşun elde edildiği
Anadolu’ da bugün kurşun eritmesini yapamıyoruz.
Cevheri taş, toprak yurt dışına gönderiyoruz.
Metalürjisiz madencilikle yabancılara hammadde
temininden öteye geçemedi madenciliğimiz. İşin zor
ve ister istemez doğayı tahrip eden yıpratıcı
kısmını biz yapıyoruz. Yani yol yapıp ortamı
bozuyoruz, yerin karnını yarıp içinden madeni
canımız pahasına zorluklarla alıyoruz. Bu kadar
kirli ve zor işi yaptıktan sonra, işin karlı
kısmını, yani metal eldesini yabancılara
bırakıyoruz. Bununla ilgili adım atılması için
Hakkarili madencilerle, Enerji ve Tabi Kaynaklar
Bakanlığı’nda, Temmuz ayında toplantı yaptık. Bakan
yardımcısının başkanlığındaki toplantıda teknik bir
sunum yaptım. Bölgenin zorlukları nedeniyle bazı
istekler yapıldı. Önümüzdeki günlerde Hakkari’de
bir teknik toplantı yapılarak bir takım karaların
alınması bekleniyor.”
Hürriyet, 09.09.2014
|
ROMA İMPARATORU AUGUSTUS ANISINA KONSER

Dünyanın en büyük mermer antik kenti olarak
bilinen
Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikaeia antik kenti,
Türk ve Yunan müzisyenleri ağırlıyor. Stratonikeia
ntik tiyatroda 14 Eyül’de düzenlenen konserde Türk
ve Yunan müzik toplulukları konser verecek.
Roma İmparatoru Augustus’un 2000’inci ölüm
yıldönümüne denk gelen ‘Türk-Yunan Şarkıları Dostluk
Konseri’ne
İzmir Başkonsolos Asistani İoanna Samuilidu,
Yunan İzmir Konosolosluk ateşesi Fotini Mavru,
Adalar Belediye başkanları ve Adalar Belediye
Meclis üyeleri katılacak. Saat 20.00’de başlayacak
konserde 10 Türkçe, 10 Yunanca ve 10 ortak şarkı
seslendirilecek. Konser,
Bodrum Akyarlar korosu AK-Der Türk müziği
topluluğu ve
Yunanistan Kos adasından Rebetiko grubu
tarafından verilecek.
Yatağan Belediye Başkan Yardımcısı Tarcan Oğuz,
“Stratonikeia antik kenti geçmişte birçok medeniyete
ev sahipliği yapmış bir kent. Hellenistik dönemden
Cumhuriyet dönemine kadar her dönemin izlerini
taşıyor. Tarih ortak mirasımız ise müzik de
evrenseldir. Türk ve Yunan müzik grupları 14 Ekim’de
antik çağlarda birçok sanatsal etkinliğe ev
sahipliği yapmış, Stratonikeia’da Türk ve Yunanca
şarkılar seslendirecek. Konser tarihi Roma
İmparatoru Augustus’un da 2000’inci ölüm yıldönümüne
denk geliyor. Konsere Türk ve Yunanlı yetkililer
katılacak. Amacımız hem Türk Yunan kardeşliğini
sanatla pekiştirmek, hem de Stratonikeia antik
kentinin sanatsal etkinliklere ev sahipliği
yapmasını sağlamak” dedi.
Milliyet, 09.09.2014
|
LİDYALILARLA BAŞLAYAN YAŞAM 11 BİN YILDIR SÜRÜYOR

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan
Tlos antik kentindeki yaşam, 11 bin yıldır sürüyor
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Korkut: “Buraya gelen insanların bölgede
modern bir kültür kurduğunu biliyoruz.
Likya uygarlığının önemli yerleşim merkezleri
arasında yer alan Seydikemer İlçesi'ndeki Tlos antik
kentindeki yaşam, 11 bin yıldır sürüyor.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütünün (UNESCO) Dünya Mirası Geçici Listesi’nde
yer alan antik kentte, akropol, tiyatro, stadyum,
büyük hamam, bazilika ve Kronos Tapınağı’nda yapılan
kazılara öncelik veriliyor. Kentte, 2005 yılından bu
yana yapılan kazı çalışmalarında Likya uygarlığına
ışık tutan buluntuların yanı sıra, bölgede modern
bir yaşamın 11 bin yıldır sürdüğünü gösteren
belgeler gün yüzüne çıkartıldı. Akdeniz Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner
Korkut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Likya
Bölgesi’nin batı ucunda yer alan ve Tlos Antik
Kenti’nin üzerinde kurulu Yaka Mahallesi’nde
yaklaşık 4 bin kişinin yaşadığını söyledi. 1
Temmuz’da başladıkları kazı çalışmalarını 5 Eylül
itibariyle tamamladıklarını belirten Korkut, yurt
içi ve yurt dışındaki farklı üniversitelerden
öğretim üyeleri, üniversite öğrencileri ve bölgede
yaşayan 25 işçinin de kazı çalışmalarına katıldığını
ifade etti. Korkut, kazı çalışmalarında bugüne kadar
güzel sonuçlar elde ettiklerini, kentin ve bölgenin
tarihini aydınlatmanın yanı sıra Anadolu’nun
tarihini şekillendiren çok önemli buluntulara
ulaştıklarını dile getirdi.
Kentte yapılan kazı çalışmalarında bölgede
yaşamın günümüzden 11 bin yıl önce başladığını
tespit ettiklerine değinen Korkut, şöyle konuştu:
“Buraya gelen insanların bölgede modern bir
kültür kurduğunu biliyoruz. Bize bu kültürel mirası
bırakan insanların şu an bölgede yaşayan insanların
akrabası olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki
önümüzdeki yıllarda daha çarpıcı ve bunları
destekleyecek buluntulara ulaşacağız. Tlos kent
merkezi, Girmeler Höyük Yerleşimi ve Tavabaşı
Mağarası buluntuları bu bölgede yaşayan modern
insanların tarihini şimdilik günümüzden 11 bin yıl
öncesine geri götürdü.”
Korkut, kent ile ilgili MÖ 500′lü yıllardan
sonrasını içeren yazılı belgeler olduğunu, buna
dayanarak da Likya uygarlığının bu bölgede
yaşadığını vurguladı.
Daha önceki yazılı belgelerin günümüze
ulaşmadığını kaydeden Korkut, “O dönemlerde ne
konuştuklarını, ne yazdıklarını ve dillerini
bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, hayatın
burada sürekli olduğu. Dolayısıyla Likya olarak
adlandırılan halkla, daha önceki halkların aynı
olduğu. Bu doğrultuda insanların buraya çok önceden
geldiği ve zaman içerisinde kültürlerini geliştirip,
gelişmiş bir topluma dönüştüklerini söyleyebiliriz”
dedi.
“Kalıcı listeye girmek istiyoruz”
Tlos Antik Kenti gibi diğer Likya kentlerinin bir
çoğunun 2009 yılından bu yana, UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi’nde yer aldığına işaret eden Korkut,
sadece Lettoon ve Ksantos’un Fransız
meslektaşlarının yaptığı çalışmalarla kalıcı listede
bulunduğuna dikkati çekti. Prof.Dr. Korkut,
Tlos’taki çalışmaları kalıcı listeye girmeye yönelik
sürdürdüklerini, bunun için de çok emek sarf
etmeleri gerektiğini anlattı.
Kenti korumak ve yaşatmak için uzun vadeli
programlar yapılması gerektiğini belirten Korkut,
sözlerini şöyle tamamladı:
“Kriterleri çok ağır ama bunu başarmak için
çalışıyoruz. Kalıcı listeye herkes girmek istiyor.
Bizde elimizden geldiği kadar yaptığımız
çalışmalarla o listeye girmek istiyoruz. Ancak, o
listeye girsek te, girmesek te gönlümüzde bu kent,
bu doku bütün bu coğrafya korunması gereken bir
öneme sahip. Kültür ve Turizm Bakanlığı da buna
yönelik çalışma yapıyor.”
haberler.com, Haber: Utku Uçarak, 09.09.2014
|
KADIKALESİ KAZILARINDA SON DURUM

Aydın'ın Kuşadası
İlçesi'ndeki, tarih öncesinden, Osmanlı'ya kadar
uzanan süreçte deniz ticaretinde çok önemli bir
konuma sahip olan Kadıkalesi (Anaia) kazılarının
son durumu düzenlenen resepsiyonla başta
turizmciler ve sivil toplum kuruluşu
temsilcileri olmak üzere katılımcılara yerinde
anlatılıp, tanıtımı yapıldı.
Kuşadası'ndaki Kadıkalesi kazılarınının bu yılki
bölümü tamamlandı. Kazıların tamamlanması
nedeniyle resepsiyon düzenlendi. Kuşadası
Belediye Başkanı Özer Kayalı'nın evsahipliğini
yaptığı resepsiyona ilgi büyük oldu. Aydın İl
Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka,
akademisyenler, belediye meclis üyeleri, Sivil
Toplum Örgütü temsilcileri ile turizmcilerin
katıldığı resepsiyon öncesinde, davetlilere kazı
alanı gezdirildi.
Kazı başkanı Prof.Dr. Zeynep Mercangöz, kazılar
hakkında bilgi verdi. Anaia'nın, tarih öncesi
dönemden Osmanlı'ya kadar çok uzun bir zaman
aralığında da iskan gördüğünü belirten
Mercangöz, "Ege Deniz ticaretinde çok önemli bir
noktaya kurulan Kadıkalesi (Anaia) Höyüğü'ndeki
bilimsel kazılar 2001 yılından bu yana Ege
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nden bir ekip
tarafından özveriyle sürdürülüyor. Kuşadası ve
bölge tarihine ışık tutan Anaia kazılarının kazı
evi, kazı deposu gibi önemli sorunlarının yerel
yönetim, ilgili kurumlar ve Kuşadalılar'ın
desteğiyle bir an önce çözülmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki yıllarda höyükte, kalede, anıtsal
kilise ve altyapısında hak ettiği desteği
görerek yapılacak kazı ve restorasyon
çalışmaları alanın değerini daha da
artıracaktır. Ayrıca yapımı planlanan Kadıkalesi
Ziyaretçi Tanıtım Merkezi ve Ege Araştırmaları
Enstitüsü Kuşadası için önemli bir katma değer
olacaktır" dedi.
Belediye Başkanı Özer Kayalı'da kazıların
başladığı günden bu yana çok önemli buluntuların
gün ışığına çıktığını belirterek,
"Kadıkalesi'nde çok önemli bir çalışma
yürütülüyor. Kazı başkanı hocamız Prof.Dr.
Zeynep Mercangöz ve ekibini emekleri için
yürekten kutluyorum. Önümüzdeki yıllarda, Kültür
ve Turizm Bakanlığı, belediyemiz ve
turizmcilerimizin desteği ile kazıda
karşılaşılan sorunların üstesinden geleceğimize
inanıyorum. Bir çok turizmcimiz böyle bir
buluntudan habersizdi. Bugün herkesin
gözlerindeki heyecanı gördüm" dedi.
Hürriyet, 09.09.2014
|
FATİH DÖKÜMHANESİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinde
kullandığı top ve güllelerin yapıldığı
Kırklareli’ndeki tarihi Demirköy Fatih
Dökümhanesi’nde yürütülen kazı çalışmalarının bu
yılki bölümü tamamlandı.
Kazı Başkanı Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurcan Yazıcı
Metin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesince yürütülen kazı çalışmalarını 35
kişilik ekiple gerçekleştirdiklerini söyledi.
Kazının dökümhane avlusu etrafındaki yaşam
alanında yapıldığını belirten Metin, “Dökümhane
Osmanlı’nın en önemli sanayi tesislerinden biri.
Yaşam alanı olarak tanımladığımız alanda Osmanlı
hamamı ortaya çıkarıldı. 2 birimli, tuvaleti ve
ısıtma sistemi görülebilen bu hamamın beden
duvarları ayakta. Osmanlı hamamı dökümhanede beden
duvarlarıyla ayakta kalabilen tek yapı olduğu için
oldukça önemli” dedi.
Metin, kazı sırasında hamamın üst örtü sistemine
ve fırının işleyişine ait bir takım veriler elde
ettiklerini vurguladı.
Bu yılki çalışmalarının 2,5 ay sürdüğünü ve kazı
alanı çevresinde geçici onarım ve koruma önlemleri
alındığını dile getiren Metin, “Bu yılki kazı
çalışmalarımızda Osmanlı hamamı, gülleler, mermiler,
dökümhanenin işlevine uygun metal parça ve burada
kullanılmış olduğunu tahmin ettiğimiz porselen
parçalar açığa çıkarıldı” diye konuştu.
Metin, gelecek yıl dökümhanenin projesinin
hazırlanarak restorasyonunun yapılacağını,
dökümhanede Açık Hava Endüstri Arkeoloji Müzesi
kurulmasının hedeflendiğini kaydetti.
haberler.com, 09.09.2014
|
TARİHİ KIŞLA MÜZE OLACAK

Tunceli'de bulunan tarihi kışla binası müzeye
dönüştürülecek. Projenin hayata geçirilmesiyle
Tunceli de ilk müzesine kavuşmuş olacak.
Tuncelililerin hafızasında 1938 askeri harekatını
çağrıştıran kışla binasının müzeye dönüştürülmesi
projesi, kaynak bulunması halinde hayata
geçirilecek. Mevcut binanın restore edilmesiyle üç
katlı şekilde düşünülen müzenin en alt katında gelir
getirici işyerleri, ikinci katında müze ve sergi
salonları, üçüncü katında ise Dersim üzerine
yazılmış bilgi ve belgeler yer alacak.
KÜLTÜR ADASI OLUŞTURULACAK
Binanın kent müzesine dönüştürülmesi için ödenek
arayışına girilirken, projenin hayata geçirilmesiyle
kent merkezinde müze, Seyit Parkı ve Dersim Kültür
Merkezi ile kültür adası oluşturulması da
hedefleniyor. 1939'dan sonra lojman olarak
kullanılan kışla binasında şu anda da 60 aile
yaşıyor.
ELAZIĞ’DAKİ ESERLER GERİ GELECEK
4 bin 304 metrekare üzerine kurulu yapının
Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
"Erken Cumhuriyet Dönemi Yapısı" olarak
tescillendiğini belirten Kültür ve Turizm İl Müdürü
İsmet Hakan Ulaşoğlu, "1968-72 yılları arasında
Keban'da yapılan kazıları sonrasında çıkarılan
eserler hala Elazığ'da sergileniyor. Müzenin
bitirilmesi halinde Elazığ’da sergilenen ve ilimize
ait olan eserlerin geri getirilmesi de gündeme
gelecek" dedi.
PSİKOLOJİK AÇIDAN ÖNEMLİ
Yapının kent müzesine dönüştürülmesinin il için
sosyal ve psikolojik açıdan önemli olduğunu belirten
Ulaşoğlu, "Bu yapının kent müzesine dönüştürülmesi,
ilimiz için sosyal ve psikolojik açıdan da önemli.
1937-38’de ilimiz genelinde yaşanan bir takım acı
olaylar var. Bu olayların hem hatırlatılması hem de
o izlerin silinmesi ve günümüzde bu konuların yerli
yerine oturtulması bakımından sosyal-psikolojik
öneme sahip. Tüm bilgiler, belgeler toplanarak
araştırmacıların hizmetine sunulacak" dedi.
Akşam, 09.09.2014
|
KADIKÖY'DEKİ BOĞA HEYKELİ 150 YAŞINDA
Kadıköy'ün
adeta bir simgesi olan ve Anadolu yakasının buluşma
noktası haline gelen Boğa Heykeli 150 yaşına bastı!

Boğanın doğum günü hediyesini ise Kadıköy
Belediyesi hazırladı. Boğanın, Paris'ten Kadıköy'e
olan 150 yıllık hikayesini yayınladı.

Boğa'nın hikayesi, heykelin kaidesinde sağ ön
tarafındaki Isidore Bonheur imzasından başlıyor.

Ve sol arka tarafındaki Paris 1864 yazısından...

Heykelin yaratıcısı Isidore Jules Bonheur,
1827'de ressam bir babanın ve müzisyen bir annenin
çocuğu olarak Bordeux'da dünyaya gelir. Eseri,
1867'de Beynelmilel Fuarı'nda sergilenmekteyken
Sultan Abdülaziz'in dikkatini çeker.

III. Napoléon'un Beynelmilel fuarına özel davet
üzerine Mısır Valisinin hediye ettiği 120 metrelik
yatıyla Fransa'ya doğru yola çıkan Sultan Abdülaziz,
askeri sefer dışında Avrupa'ya giden ilk Osmanlı
padişahı olur ve bir törenle karşılanır.

Paris'te Rus Çarı ve Fransız imparatoruyla özel
görüşmeler yapan Abdülaziz, fuarda Beylerbeyi ve
Çırağan Sarayı'nın bahçeleri için Rouillard'ın
ekibine içinde Boğa'nın da bulunduğu 24 hayvan
figürü heykeli sipariş verir.

Fransa-Almanya sınırında bulunan Alsace-Lorraine
bölgesi, kömür rezervleri sebebiyle, Sanayi Devrimi
sonrasında iki ülke arasında sürekli savaş sebebi
olmaktadır. 1860'larda Fransızların aldığı zafer
sonrasında, zaferin anısına bir Boğa Heykeli yapılır.

Boğa figür olarak MÖ 450'de Atina Sikkelerinde,
MÖ 300'de Girit Adası'nda bulunan sikkelerde ve
Roma İmparatoru olan Augustus'un MÖ 25'de kendi
adıyla bastırdığı sikkelerde de kullanılıyor.

Bonheur'un boğasına benzemese de Kadıköy'ün
Khalkedon adında bir ticaret şehri olduğu dönemdeki
sikkelerde de boğa figürlerine rastlamak mümkün.

Sultan Abdülaziz'in 1867'deki Avrupa seyahatinden
sonra, bizim Boğa bu sefer de 1878'deki Beynelmilel
Fuarı'nda, Süveyş Kanalı'nın açılışı için sipariş
edilen Özgürlük Anıtı'nın yanında karşımıza çıkıyor.

19. Yüzyıl'ın sonlarına doğru Ünlü Jersey
Boğalarının yetiştirildiği bu çiftliğe iki adet
şampiyon boğa getirildi. Boğalar övünç kaynağıydı ve
kazandıkları yarışmalara ithafen fotoğraflarını
Paris’te bir heykel atölyesine gönderildi.

Heykeller tamamlanmadan Conrad adlı boğa, çiftlik
çalışanını öldürdüğü için Samuel P. Colt’un emriyle
vuruldu. Conrad'ın heykeli Kadıköy Altıyol
Meydanındaki heykelin bir eşi...

Dövüşen Boğa ve Diklenen Boğa Heykelleri'nin
birer kopyası da Brüksel'deki Cureghem Sığır
Mezbahasının girişine 1901'de yerleştirilmiş.

Bizim Boğa İstanbul'a geldiğinde Beylerbeyi'ndeki
kardeşi Diklenen Boğa'nın yanında yerini aldığı
söylense de Boğa'ya ait en eski fotoğraf Yıldız
Şale'den...

İttihat ve Terakki Fırkası'nın başa gelmesiyle
birlikte, sarayların bahçesindeki heykeller parti
yöneticilerince çeşitli yerlere kaçırılır ve
1940'larda İstanbul'un çeşitli yerlerinde ortaya
çıkar.

Ne hikmetse bizim Boğa'nın kardeşine kimse göz
koymaz. (Boğaziçi Köprüsü'nden geçerken Beylerbeyi
Sarayı'nın bahçesine dikkatlice bakarsanız "Diklenen
Boğa" heykelini görebilirsiniz)

Uzun süre gözlerden uzak kalan Boğa Heykeli,
1940'ların sonunda Lütfi Kırdar Spor ve Sergi
Sarayı'nın önünde tekrar ortaya çıkar.

1950'lerin ortasında Boğa Heykeli bir ara yeni
açılan Hilton Oteli'nin Harbiye Girişine konduysa
da, şimdiki adı Lütfi Kırdar olan Spor ve Sergi
Sarayına geri getirilir ve 1970'e kadar da burada
kalır.
Vatandaşların Boğa'yla fotoğraf çektirme sevdası
o zamanlardan bugüne devam eder...

Heykel 1971'de, günümüzde Kadıköy Belediyesi
Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi olarak hizmet
veren Kadıköy Şehremaneti binasının önüne getirilir.

Paris'ten İstanbul'a birkaç ayda gelen Boğa
Heykeli'nin 150 yıllık İstanbul turu 1987 yılında
Kadıköy Altıyol'da son buluyor. Yeni yerine hemen
alışan Boğa, kısa sürede Kadıköy'ün en önemli
sembollerinden birine dönüştü.

Diklenen Boğa ve Dövüşen Boğa heykellerinin
İngiltere, Cambridge'de Isolde Bonheur imzalı
replikaları da bulunuyor. Heykeller çok uluslu
firmaların hizmet verdiği bir iş merkezinin
girişinde duruyor.
 
Eskişehir'de öğretmenlik yapan Şükrü Baysan,
ahşap heykel tutkusunu dönemin Anadolu Üniversitesi
Rektörü Yılmaz Büyükerşen'le paylaşır. Ahşap üzerine
kalıpla yapılan heykel bugün Eskişehir Anadolu
Üniversitesi Kampüsü'nde bulunuyor.

Isidor Bonheur’un Kayınbiraderi François
Peyroul'un Dökümhanesi'nde hazırlanan ve Beynelmilel
fuarlarında da sergilenen, şu an özel
koleksiyonlarda bulunan 35x51x18 cm’lik Yavru Boğa
denebilecek modelleri bile mevcut.

Genelde çift olarak üretilmiş olmasına rağmen,
bizimkinin kardeşi dünyanın pek çok yerinde
bulunuyor. (Venezuela Maracay)

Uruguay ve Guetemala

Paris'te Parc de Georges Brassens'ın girişi

Habertürk, 09.09.2014
|
ŞEREFİYE SARNICI ORTAYA ÇIKIYOR
Eski Eminönü Belediye binasının altında yer alan bin
586 yıllık Şerefiye Sarnıcı, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından 2,7 milyon dolara restore
edilecek. Sarnıç 2015'te hizmete açılacak.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş'ın 4 yıl önce restore edileceğini açıkladığı
ve Yerebatan Sarnıcı'ndan yaklaşık 100 yaş daha
büyük olan Şerefiye Sarnıcı restore ediliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından
açılan 'Şerefiye Sarnıcı Restorasyon ve Çevre
Düzenlemesi ile Kitap Satış, Kafeterya İnşaatı'
ihalesini alan Sa-Fa Restorasyon ve Demars İnşaat
ortaklığı çalışmayı 5 Ekim 2015'te tamamlayacak.
ESKİ BELEDİYE BİNASI YIKILDI
Restorasyon maliyeti ise 2,7 Milyon Dolar olarak
belirlendi. Neredeyse Ayasofya'yla yaşıt olan ve
Theodosius Sarnıcı olarak da anılan Şerefiye Sarnıcı
üzerine 1910 yılında yapılan Arif Paşa Konağı'na ek
olarak yapılan ve kapatılana kadar Eminönü
Belediyesi olarak kullanılan binanın sarnıç üzerine
gelen eklerinin yıkımına 2010 yılında başlandı.
Yıkımın yapıldığı dönemde sarnıç üzerindeki boş
alanda tarihi bazı eserlerin sergileneceği
arkeolojik nitelikte bir park yapılacağını belirten
Kadir Topbaş, Arif Paşa Konağı'nın korunan ve
restore edilen bölümünün ise gençlik merkezi olarak
kullanılacağını ifade etmişti.
Konak gençlik merkezi olacak
Eski belediye binasının bir bölümünü oluşturan ve
1910 yılında inşa edilen Arif Paşa Konağı ise İBB
tarafından restore ediliyor. Çalışmalar
tamamlandığında 104 yıllık konak gençlik merkezi
olarak hizmet vermeye başlayacak. Konak, uzun süre
Eminönü Belediyesi olarak hizmet vermişti.
Bizans imparatoru inşa
ettirmişti
Eski İstanbul Adliyesi ile Çemberlitaş arasında,
Piyer Loti Caddesi üzerinde bulunan Şerefiye
Sarnıcı, 428 ve 443 tarihleri arasında Bizans
İmparatoru 2. Theodosius tarafından yaptırıldı.
Bozdoğan Kemeri üzerinden gelen suyun depolandığı
bir yapı olarak inşa edilen sarnıç 45 x 25 metre
ebatlarında ve 9 metre yüksekliğinde yapıldı. 32
mermer direk sayesinde ayakta duran sarnıç
restorasyonu tamamlandığında Sultanahmet
bölgesindeki ikinci müze sarnıç olma özelliği
taşıyacak. Restorasyon tamamlandığında sarnıç
fotoğraftaki görüntüye kavuşacak.
Yeni Şafak, Haber: Behül Çetinkaya, 08.09.2014
|
İŞTE KONT DRAKULA'NIN TOKAT'TAKİ ZİNDANLARI

Tokat Kalesi'nde sürdürülen restorasyon çalışmaları
sırasında kent merkezindeki Pervane Hamamı'na inen
gizli geçit ve askeri barınak ile 1400'lü yılların
başında kalede esir tutulan Eflak Beyliği prensi
Kont Dracula'nın kaldığı tahmin edilen zindanlar
bulundu.
Tokat Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
tarafından Tokat Kalesi'nin turizme kazandırılması
amacıyla 2009 yılında restore çalışmaları
başlatıldı. 2010 yılında sona eren çalışmaların
ikinci bölümü 2.5 ay önce başlatıldı.
Çalışmalar kapsamında, Selçuklu ve Osmanlı
döneminde savunma amaçlı kullanılan kalenin burçları
sağlamlaştırılarak, kale çevresinde kazı çalışmaları
yapıldı. 3 arkeolog denetiminde yapılan çalışmalarda
erzak küpleri, askeri barınak, kent merkezindeki
Pervane Hamamına inen gizli geçit ve 2 zindan
bulundu. Zindanlardan birinde, 1431-76 yılları
arasında yaşayan Eflak Beyliği prensi Kont
Dracula'nın esir tutulduğu tahmin ediliyor.

"GİZLİ GEÇİTLERLE KUŞATILMIŞ KALE"
Tokat Belediyesi'nde görevli arkeolog İbrahim
Çetin, kazı çalışmaları ardından bazı yapıların
ortaya çıktığını ifade ederek, şöyle dedi:
"Çıkardığımız yapı katmanları ile tarihe ışık
tutmaya çalışıyoruz. 2010 yılındaki çalışmalarımızda
çok güzel bir tabak elde ettik. Bu yılki
çalışmalarda erzak küpleri ele geçirdik. Yeni
yapılar ortaya çıkarıldı. Zeminde 1 metrelik kazı
yaptık. Bu yapılar tamamen ortaya çıktı. İleri
tarafta teras tarzında kullanıma açık alan çıktı.
Zemine inildikçe bunlar daha da ortaya çıkacak.
Yapıların üzeri açıldığı için ne amaçlı
kullanıldıklarıda ortaya çıkarıldı. Bunlar tamamen
asker barınağı ve zindan, hapishane tarzında
kullanılmış. Yani yerleşim alanı olarak
kullanılmamış. Ayrıca gizli geçit var, Pervane
Hamamı'na yani şehir merkezine inen gizli bir geçit.
Bir baskın anında şehirden yemek ve su ihtiyacını
karşılamak amaçlı yapılmış gizli geçitler var.
Tamemen gizli geçitlerle kuşatılmış bir kale. Yani
çok gizemli, tarihe ışık tutacak bir kale."

"DRACULA BURADA KALDI"
Kazı çalışmaları kapsamında zindan şeklinde 2
ayrı yapı bulduklarını ve bunlardan birinde, 1476
yılında Osmanlı ordusu ile giriştiği savaşta esir
alınan Eflak Beyliği prensi Kont Dracula'nın
tutulduğunu belirten Çetin, şöyle konuştu:
"Burada bulunan iki yapının zindan olarak
kullanıldığını düşünüyoruz. Çıkarılan yapılar bunu
gösteriyor. Dracula'nın da oda olarak nerede
kaldığını tahmin etmek zor ama buralarda bir yerde
kaldığı tahmin ediliyor. Bu alana giriş tamamen
sağdan sağlanıyor ve sol tarafları barınak olarak
inşa edildiği için zindan olduğunu tahmin
ediyoruz."
Bu alandaki çalışmaların bir süre daha devam
edeceği belirtildi.
Akşam, 08.09.2014
|
YUNANİSTAN'DA İLGİNÇ KEŞİF!
Yunanistan'ın
Amphipolis kazı alanında yapılan çalışmalarda
girişini kadın heykellerin koruduğu dev bir mezar
keşfedildi. İçine girilemeyen mezarın Büyük
İskender'in ailesi veya generallerine ait
olabileceği düşünülüyor.

Al Jazeera'nin haberine göre, Selanik'in yaklaşık
105 km kuzeydoğusunda yer alan Amphipolis alanında
kazı yapan arkeologlar, Büyük İskender'in yakınları
veya generallerine ait olduğu düşünülen mezarlar
keşfetti. Mezarların girişinde, daha önce benzeri
görülmemiş iki karyatit (kadın heykeli) bulundu.
Arkeologlar, Yunanistan'daki en büyük antik mezar
kalıntılarını ortaya çıkarmış olabileceklerini,
karyatitlerin mezarın giriş kısmında yer aldığını
belirtti. Mermerden oyulmuş karyatitlerin yer aldığı
bölümde, koyu kırmızı ve sarı ile boyanmış ve
üzerinde geometrik şekiller yer alan bir duvarın yer
aldığı bilgisi verildi.
Yunanistan Kültür Bakanlığı, antik mezarlığın
keşfini Cumartesi günü duyurdu. Mezarlarda yer alan
karyatitlerin, mezarın ana girişinde Ağustos'ta
ortaya çıkarılan iki sfenksle aynı heykeltıraşlık
yöntemlerini barındırdığı belirtildi.
Yunan yetkililer, mezarın ikinci girişi olarak
kabul edilen alanda bulunan karyatitlerin, 'büyük
önem taşıyan bir define işaret ediyor olabileceğini'
ifade etti. Karyatitlerden birinin yüzünün eksik
olduğu ve her ikisinin gelenlere dışarı yönlendirmek
istermiş gibi kollarını öne uzatmış halde durdukları
belirtildi.
MÖ 300-325 yıllarında inşa edildiği tahmin
edilen mezarlığın, Büyük İskender'in yakınları veya
generallerine ait mezarları içerdiği düşünülüyor.
Yapı,08.09.2014
|
ANADOLU İNSANININ DNA'SI ÇIKARILACAK

Kahramanmaraş'taki Direkli Mağarası'nda yürütülen
kazılarda ortaya çıkan insan kemiklerinden alınacak
örneklerin DNA analizi yapılacak.
Direkli Mağarası'ndaki kazılarda ortaya çıkan
kemikler, Anadolu insanının gen yapısına ilişkin
ipucu verecek.
Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek'in'in girişimiyle,
Kahramanmaraş merkeze bağlı Döngel Mahallesi'nde
2007'de başlayan kazı devam ediyor.
Erek'in başkanlığında yürütülen çalışmalara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin yanı sıra
üniversite öğrencileri de katılıyor.
Bu yılki kazılarda bulunan insan kemikleri, DNA
analizi yapılmak üzere ABD'deki bir merkeze
gönderilecek.
DNA analiziyle, Anadolu insanı ve bölge
arkeolojisine ilişkin önemli bilgilere ulaşılacağı
tahmin ediliyor.
Yrd. Doç.Dr. Erek, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Direkli Mağarası'nda yürütülen kazılarda
kent ve Anadolu arkeolojisine yönelik çok farklı
bilgiler elde ettiklerini söyledi.
Kazılarda ortaya çıkan bulguların kendilerini
MÖ
14 bin yıla kadar götürdüğünü anlatan Erek,
mağaranın, Anadolu ve Arap Yarımadası'nın kesişme
noktasında bulunduğunu anımsattı.
Direkli Mağarası'nın aynı zamanda göç yolu
üzerinde yer aldığını aktaran Erek, "Burası,
insanların belirli dönemde iskan ettiği bir yerleşim
yeri. Besin kaynağı bol olduğu için tercih
edildiğini tahmin ediyoruz. Mağarada en çok
kaplumbağa ve dağ keçisi kemiğine rastladık.
Bulgular bize en fazla bu hayvanların tüketildiğini
gösteriyor" dedi.
Erek, mağaradan çıkan insan kemikleriyle genetik
araştırmalara başlanacağını vurguladı.
Kemiklerin ABD'deki bir merkezde inceleneceğini
anımsatan Erek, şöyle konuştu:
"Bu çalışma bize bölgede yaşayan insanların
genetik özelliklerinin ne kadarlık bir alana
yayıldığını gösterecek. İnsanların Anadolu'ya
dışarıdan geldiği söylenir. DNA analiziyle Anadolu
kültürünün dışarıya gidip gitmediği konusunda fikir
sahibi olacağımızı düşünüyorum. Gen tahlili birçok
konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak. Dolayısıyla
elde edilecek sonuçların geçmişe ilişkin önemli
ipucu vereceğini inanıyorum."
DİREKLİ MAĞARASI
Kahramanmaraş'a 65 kilometre uzaklıktaki Döngel
Köyündeki Direkli Mağarası'nda çalışmalara 1959'da
yaptığı araştırmayla ilk ışık tutan isim Prof.Dr.
Kılıç Kökten oldu. Kökten'in yazdığı bir makaleden
yola çıkılarak yürütülen çalışmalar doğrultusunda
bölgede önemli gelişmeler kaydedildi. Gazi
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç
Dr. Cevdet Merih Erek'in başkanlığında yürütülen
çalışmalar kapsamında, 4 yıl önce bulunan ana
tanrıça figürü, dünyanın birçok ülkesinde
meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı.
Akşam, 08.09.2014
|
VE BİLİRKİŞİ KONAK TÜNELİ'NDE
Şehir Plancıları Odası’nın açtığı dava nedeniyle
bilirkişi heyeti Başladığı günden bu yana büyük
tartışmalara yol açan Konak Tüneli inşaatında
incelemelere başladı. Odadan süreçle ilgili önemli
açıklamalar geldi.

AKP'nin ‘35 İzmir 35 Proje’
paketinin önemli ayaklarından Konak Tüneli yapımın
başladığı günden bu yana tartışma konusu olmaya
devam ediyor.
Son olarak inşaat nedeniyle kentin tarihi semti
Damlacık’ın kamulaştırılmak istenmesi bölge
sakinleri, yerel idare ve sivil toplum örgütlerinin
büyük tepkisine yol açarken, Şehir Plancıları
Odası’nın tünelin imar planı olmadan başlatılmasına
karşı açtığı davada flaş bir gelişme yaşandı.
Davanın bilirkişi heyeti inceleme için Konak
Meydanı’ndaki şantiyeye gelirken, TMMOB’a bağlı
odadan da süreçle ilgili önemli açıklamalar geldi.
PROJENİN KENTE HİÇBİR
FAYDASI YOK!
Konak Tünel Projesi’nin iktidarın kentlere, tarihe,
kültürel bellek ve birikime bakışındaki yıkıcılığı
temsil ettiğini söyleyen Şehir Plancıları Odası
2’inci Başkanı Uğur Bayrak, “Burada görmüş olduğunuz
inşaat; Kentsel Sit, Tarihi Sit ve Arkeolojik Sit
alanlarının, korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının altında yapılmaktadır. Yapılan bu
tünel üstteki tüm sit alanlarına zarar vermektedir.
Biz başından beri bu tünelin İzmir kentine hiçbir
fayda sağlamadığını, ulaşım hatlarında hiçbir
oynamaya neden olmadığını ve gereksiz bir proje
olduğunu başından beri söylüyoruz” açıklamasını
yaptı.
İmar planı olmadan inşaatın başlatılmasının hukuksuz
olarak nitelendiren Uğur Bayrak; “Söz konusu proje
imar planı yapılmadan, tamamen kaçak olarak
başlamış, daha sonradan üzerine imar planları
eklenmiştir. Bizde bu planla ilgili olarak dava
sürecimizi başlattık. Bugün dava sürecine ilişkin
bilirkişi incelemesi yönetim kurulu
temsilcilerimizle birlikte arazide yapılıyor. Kente
hiçbir fayda sağlamayan, hiçbir şehircilik ve
planlama ilkelerine uymayan, söz konusu Konak
Tünelinin davanın sonuna kadar ve sonraki süreçte
takipçisi olacağımızı buradan kamuoyuna duyuruyoruz”
ifadesini kullandı.
ODA DAVAYI KAZANIRSA…
İçlerinde Dokuz Eylül Üniversitesi’nden konuyla
ilgili uzman akademisyenlerin bulunduğu bilirkişi
heyeti, yaklaşık iki aylık bir süre içerisinde
raporlarının hazırlayacaklar. Davayı Şehir
Plancıları Odası’nın kazanması sonucunda ise tünel
planı iptal olacak ve yeniden imar planı onaylanması
gerekecek.
Ege'de Son Söz, Haber: Onur Deniz, 08.09.2014
|
CADDEYİ KAPATTI, DEFİNE ARIYOR

Bir süre önce
Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvuran Orhan
Çırak, kent merkezindeki Adliye Sokak’da, yaklaşık
100 metrekarelik bir alanda define aramak için izin
istedi. Başvurunun incelenmesi ardından izin
verildi. Bu
sabah sokak üzerindeki bir bölüm branda ile
kapatıldı, ardından da
iş makinesi ile kazı başlatıldı. Kazı
çalışmasını, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ile Rize
Belediyesi'nden gözlemciler de izledi. İş makinası
ve işçilerin sürdürdüğü kazı çalışması, kanalizasyon
borusunun patlaması üzerine durduruldu.
Bu arada, 1984 yılında Rize Belediyesi’nde çalışan
bir kişinin bölgede
altın heykeller gördüğünü anlatması üzerine
define merakının arttığını ifade eden Orhan Çırak,
konuyla ilgili açıklama yapmadı.
Radikal, Haber: Muhammet Kaçar, 08.09.2014
******
RİZE İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ: BİZ DE ŞAŞKINIZ
Orhan Eskiçırak adlı
vatandaşın şehir merkezinde yolu kapatıp define
kazısı yapmasını engelleyemediklerini söyleyen Rize
İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu, 'adam
kazı için bütün gerekli izinleri aldıktan sonra bize
başvurdu. Yasal olarak kazıyı başlatmama gibi bir
yetkimiz yok. Kazıdan vazgeçmesi için ikna edemedik.
İlk defa şehir merkezinde kazı yapılmasına tanık
olduk. Biz de şaşkınız' dedi.

Rize’de Orhan Eskiçırak (65) isimli bir vatandaş,
Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’nden izin aldıktan sonra Rize
Belediyesi ve Müze gözetiminde
Atatürk Caddesi Adliye Sokak’ta 100 metrelik bir
alanda define kazısı yapmaya başlamıştı.
Eskiçırak’ın define kazısından vazgeçmesi için
kendisiyle bizzat konuştuğunu, ancak Eskiçırak’ı
kararından vazgeçiremediğini söyleyen Rize İl Kültür
ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu Eskiçırak’ın define
arama macerasını şöyle anlattı: ‘’define arama izni
ilgili kanun ve yönetmeliklere göre verilir. Orhan
Eskiçırak kazı yapacağı yerle ilgili Rize Belediyesi
Fen İşleri Müdürlüğü’nden ‘kazı alanına uygundur
yazısı’ alıyor. Daha sonra da Müze’ye başvurarak bir
kazı ekibinin oluşturulmasını talep ediyor. Gerekli
izinler alındıktan sonra Eskiçırak bize başvurdu.
Yönetmelik gereği biz de izin verdik ve kazılara
başlandı. Eğer kazı alanı için belediyenin verdiği
kazıya uygundur görüşü olmasaydı biz bu kazıya izin
vermezdik. Ancak belediye sokakta kazı yapılmasını
uygun görmüş. Bu durumda kazı izni vermeme gibi bir
yetkimiz yok. Vatandaş bütün bu şartları yerine
getirdiyse, belediye gerekli izinleri vermişse ve
Müze de kazı ekibi oluşturduysa bizim yasal olarak
kazıyı başlatmama yetkimiz yok. Çünkü bu durumda
kazı yapmak yasal olarak vatandaşın hakkı.
Yönetmeliğe göre kazılar Müze’nin başkanlığında ve
Müzeni’n sorumluluğunda yapılır. Normalde bir define
kazısı en fazla bir ay sürebilir. Kazıyı erken
bitirme yetkisi ise Müze Müdürlüğü’ne bağlıdır.’’
KAZIDAN VAZGEÇİREMEDİK!
İlk defa sokak ortasında yapılan bir kazıya tanıklık
ettiğini söyleyen Hocaoğlu sözlerine şu şekilde
devam etti: ‘’bu bölgede özellikle Artvin ve
Rize’nin yüksek yerlerinde define kazıları hep
yapılır. Ancak bu güne kadar yapılan onca kazıdan
birşey bulan birisine hiç rastlamadım. Caddenin
ortasında kazı yapmak isteyen bu kişi de buraya
geldiğinde çok şaşırdım. Başvurusunu inceledikten
sonra kendisiyle görüştüm. Kendisine, ‘niye şehir
merkezinde kazı yapıyorsun kardeşim, paranı sokakta
mı buldun?’ diye sordum. Ancak kendisi, ‘ben buradan
hazine çıkacağına inanıyorum’ dedi. Adam oradan
hazine çıkacağına inanıyor. Kendisini kazıdan
vazgeçiremedik. İlk defa şehir merkezinde kazı
yapılmasına tanık olduk. Biz de şaşkınız.’’
Radikal, Haber: İdris Emen, 09.09.2014
|
UÇAK BÜYÜKLÜĞÜNDE DİNOZOR FOSİLİ BULUNDU
Bilim
insanları, dünya üzerinde yaşamış en büyük canlı
olduğu iddia edilen yeni bir dinozor türüne ait
fosiller ortaya çıkardı. ‘Dreadnoughts’ adı verilen
dev canlının, yaşadığı dönemde 65 ton ağırlığa ve 26
metre uzunluğa sahip olduğu belirtildi.

Arjantin’in güney Patagonya bölgesinde, 2005’ten
bu yana sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan ve
yeni bir türe ait olan kemik fosillerinin, 77 milyon
yıl önce yaşamış otobur bir dinozorun olduğu
açıklandı. Boeing 737 tipi bir uçak büyüklüğünde
olan ‘Dreadnoughts’, vahşi etobur Tyrannosaurus Rex
(T-Rex)’ten tam 7 kat büyük.

Fosili bulan ekibin başındaki kişi ise ABD’nin
California eyaletindeki Drexel Üniversitesi’nden
Kenneth Lacovara. Konuyla ilgili bir basın
açıklaması yayınlayan Lacovara, “Dinozor, bir düzine
Afrika fili kadar ağır. Şok edici olan ise, iskelet
yapısının bize onun öldüğü zaman hakkında da fikir
vermesi. Yani tam anlamıyla büyümeden, en büyük
haline ulaşmadan ölmüş. Dreadnoughts, dünya üzerinde
yaşamış en büyük yaratıkların en güzel örneği”
ifadelerini kullandı.

Şu ana kadar kemiklerinin yüzde 70’i açığa
çıkarılan dinozorun, 80 milyon yıl önceki Cretaceous
döneminin sonlarına doğru yeryüzünde yüksek
rakımlarda ve ağaçlık vadilerde yaşadığı
düşünülüyor. Titanosaurs adı verilen otçul
dinozorların bir akrabası olduğu kaydediliyor.

Başka bir araştırma ekibi, Patagonya’da
geçtiğimiz Mayıs ayında da devasa bir dinozorun
fosillerini bulmuş, 77 ton ağırlığındaki canlının
dünyada şimdiye kadar bilinen en büyük dinozor türü
olan Arjantinozor'dan yedi ton daha ağır olduğunu
iddia etmişlerdi.
 
 

 
Hürriyet, 08.09.2014
|
JOAN MİRO'NUN EVİNDEN HABERLER

Sabancı Müzesi, 23 Eylül’de açılacak Joan Miró
sergisi öncesinde, sanatçının Mallorca’da yaşadığı
eve ve vakfının yer aldığı Barcelona’ya bir ziyaret
düzenledi. Sanatçının torunu Joan Punyet Miró,
savaşlar, darbeler ve diktatörler gören dedesinin
demokrasiyi sürekli savunan bir sanatçı olduğunu
söylüyor.
Sanatçı evleri ve koleksiyonları biraz
tehlikelidir. Ressamın sanat evreleri tüm sırlarıyla
açığa çıkarken, geride bıraktığı izler ve hatıralar
da onun dünyasına kolayca girmenin anahtarıdır.
Sabancı Müzesi, 22 Eylül'de açılacak Miró sergisi
öncesi, Katalan sanatçı Joan Miró'nun (1893-1983)
İspanya'nın Mallorca adasında yaşadığı eve ve
vakfının yer aldığı Barcelona'ya geçtiğimiz cuma
günü sona eren dört günlük bir ziyaret düzenledi.
Ziyaretin ilk durağı, sanatçının yaklaşık otuz yıl
kadar yaşadığı ve hayatının son dönemlerini
geçirdiği evi ve iki atölyesinin yer aldığı
Mallorca'daki mekandı. Buradaki Pilar ve Joan Miró
Vakfı'nın tüm yükünü kırk altı yaşındaki torun Joan
Punyet Miró çekiyor. Torun Miró, neşeli ve hareketli
üslubuyla hemen dedesini anlatmaya başlıyor: "Burası
Miró için kendi kökleri, doğa, toprak, gökyüzü,
şiir, mavi ve sessizlik gibi anlamlara sahipti.
Haftada bir-iki gün kendisini burada görürdük.
Hayatımda sadece bir kez dedemin atölyesine gittim o
da seksen beş yaşındaydı. Merdivenden indiğimizde
Mallarme ve Rimbaud'un kitapları yerde duruyordu ve
bu şiir kitaplarından rastgele bölümler açarak
ruhunu çalıştırdığını söylemişti.”
Masmavi bir denize tepeden bakan, zeytin, palmiye
ve badem ağaçlarının arasındaki böyle bir eve ve
atölyeye sahip olmayı Miró uzun süre düşler. Aynı
anda birkaç tabloyla çalışacak büyüklükte bir
mekanın hayalini mimar Josep Lluis Sert -aynı
zamanda Miró'nun yakın arkadaşıdır- gerçeğe
dönüştürür. Koleksiyonun sergilendiği vakıf binası,
sanatçının önemli figürlerinden yıldız şeklinde
tasarlanır. Aynı mekanda Miró'nun diğer atölyesi
olan tarihi Son Boter binasında ise Miró odalardan
birinden çıkacakmış gibi duruyor. Fırça darbeleri,
boyalar, duvarlardaki karalamalar, taslaklar ve boya
izleri ilk günkü gibi taze ve canlı. Torun Miró,
binanın halka açık olmayan kısımlarını da
gezdirirken bir yandan da anlatıyor: “Benim ve
kardeşimin topları, şapkaları ve kuklaları ortadan
kaybolduktan seneler sonra, bir heykelin üzerine
sıvanmış veya birleştirilmiş olarak görünürdü.”
Torun Miró dedesinin sanatçı olmanın dışında, kendi
dönemiyle iç içe bir hayat yaşadığını söylüyor:
“Çocuğun çıplak gözle dünyayı gördüğü gibi dedemin
de bakışı ve sanat anlayışı bu doğrultudaydı. Sanat
hayatında ünü yakalamasına rağmen son yıllarına
kadar üretti ve kendini sürekli yeniden keşfeden bir
sanatçı olarak hayatını sürdürdü.”
Miró'nun sanatın insanlar ve kültürler arasında
köprü kurduğunu belirten Joan, savaşlar, darbeler ve
diktatörler gören dedesinin yaşamı boyunca,
demokrasiden yana biri olduğunu dile getirirken,
Miró'nun kulağımızın arkasına saklanan rüyaları ve
arzuları çekip önümüze bıraktığını anlatıyor.
Kendisi de sanata düşkün olan torun Miró, para ve
tabloların miras olarak kalabileceğini fakat
yeteneğin devredilemeyeceğini söylüyor. Bunun yanı
sıra, oldukça renkli gözüken tabloların ardında
aslında yoğun ve saklı bir hüznün olduğunu
belirtiyor. İspanyol ve Türk kültürünün birbirine
çok yakın olduğunu söyleyen Joan, İstanbul'da
açılacak serginin iki ülke insanını birbirine daha
da yakınlaştıracağı kanısında. Sergide, Miró'nun
evinden daha önce hiç çıkmamış tablolar ve
seramikler de yer alacak.

Miró'nun saklı hazinesi
Ziyaretin ikinci durağı ise 1975'te Barcelona'da
yer alan Joan Miró Vakfı'ydı. Ziyaretçilerle bir
hayli kalabalık bu mekana girer girmez, bu binanın
da mimarı olan Sert'in Miró'ya bir mektubunda
yazdığı gibi "vakıf yaşayan bir mekan olmalı"
sözlerinin nasıl gerçekleştiğini görebiliyorsunuz.
Her yıl yüz binlerce sanatseverin ziyaret ettiği
vakıfta Miró'ya ait büyük bir koleksiyon var.
Eserlerin pek çoğu Miró tarafından bağışlanmış.
Vakıf, sanatçı adına her iki yılda bir düzenlenen
bir ödül veriyor. Miró'nun dünya çapında daha da
tanınması için çalıştıklarını ve farklı ülkelerde
düzenledikleri Miró sergileriyle bunu
gerçekleştirdiklerini dile getiren vakfın müdürü
Rosa Maria Malet, Türkiyeli sanatseverlerin de
Miró'nun renkli evrenini yakından tanıyacağını
belirtiyor. Miró'nun kendinden sonraki sanatçılara
da yol açıcı olduğunu söyleyen Malet, onun
eserlerinin gerçek hayatla sıkı sıkıya bir
bağlantısı olduğunu söylüyor. Serginin küratörü
Jordi J. Klavero ise Miró'nun bir Rönesans sanatçısı
olduğunu belirterek serginin Miró'nun sanat
hayatının son kırk yılına odaklandığını dile
getiriyor. Müze ekibi, Miró'nun çalışma metodunun
izlerini bir bir ele veren on bine yakın desen ve
eskizin yer aldığı mekanı da gezdirdi. Sadece Miró
üzerine çalışan araştırmacılara açılan bu hazine
niteliğindeki bölümde, düzenli oluşuyla nam salan
sanatçının tüm sanat evreleri saklı.
Sabancı Müzesi'nin gayreti
Sabancı Holding'in katkılarıyla açılacak "Joan
Miró: Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" adlı sergi için
müze ekibi yaklaşık iki yıldır çalışıyor. Gezici bir
sergiyi müze ekibine öneren Barcelona'daki Miró
Vakfı'nın bu teklifini kabul etmeyen Nazan Ölçer'in
yerinde kararıyla İstanbul sergisi için yeni bir
seçki oluşturuldu. Ölçer’in, sanatçının hem
Mallorca'daki evinden hem de Barcelona'daki vakıftan
daha önce sergilenmemiş eserlerin yanı sıra vakfın
senelerdir girişinde yer alan Miró'nun önemli bir
heykelini bile yerinden söktürüp İstanbul'a
getirmeyi başardığını belirtelim. Hem müze
yetkililerinin hem de torun Joan'ın bu durumdan hiç
şikayetçi olmadığı kesin.
Sahte Miró
vakası
Hem Miró Vakfı hem de torun Joan Punyet Miró,
İstanbul’da geçtiğimiz aralık ayında Tophane-i
Amire’de sahte Miró eserlerinin sergilenmesinin ve
ardından apar topar kapatılarak hukuki sürecin
yaşandığı vakadan pek hoşnut değil. Bu duruma çok da
şaşkın değiller zira dünyanın pek çok yerinde önemli
sanatçılar için sahte eserlerin ustaca üretildiğinin
farkındalar. Bu yüzden Paris’te titizlikle çalışarak
sahte eserlerin peşine düşen ofis uzun süredir
faaliyette. Müzayedelerde, kişisel koleksiyonlarda
ya da açılan sergilerdeki sahte eserlere karşı bu
uzman ekip sürekli tetikte. Bu tatsız vakadan sonra
gerçek Miró ile karşılaşmak sanatseverler için
değerli bir tecrübe olacak.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.09.2014
******
VE KADINLARI, KUŞLARI, YILDIZLARIYLA MİRO GELİYOR
Picasso, Dali ve şimdi de Miro. S.Ü. Sakıp Sabancı
Müzesi sayesinde İspanya'da aynı dönemlerde yaşamış,
20. yüzyıl sanatına damgasını vurmuş bu üç sanatçıyı
Türkiye'de dünya standartlarında sergilerle tanıma
fırsatına erişiyoruz.

Joan Punyet Miro ve Nazan Ölçer...
SSM, Katalan ressam ve heykeltıraş Joan
Miró'nun eserlerinden oluşacak kapsamlı bir
sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor,
eserler Barselona ve Mayorka’dan yola çıktı.
Joan Miró'nun olgunluk dönemine odaklanan, 23
Eylül’de kapılarını açacak serginin başlığı
"Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar".
Sabancı Holding’in sponsorluğu üstlendiği sergi,
Barselona'daki Joan Miró Vakfı, Mayorka’daki
aile koleksiyonu Successió Miró ve yine
Mallorca’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı
işbirliğiyle hayata geçiriliyor.
Akdeniz insanına ve doğasına yoğunlaşan,
resimleri, baskıları, heykelleri, ilham veren
seramik objelerin olduğu heyecan dolu bir
sergiyle karşılaşacağız.
Mayorka’da sanatçının atölyesinde, torununun
evinde ve her iki kentteki son derece
profesyonelce yürütülen hazırlıklara şahit olup
yetkililerle konuşunca bu tüm açıklığıyla ortaya
çıkıyor.
Evde her şey yerinden oynamış, yüzlerce yapıt
paketlenmiş kamyona yüklenirken Nazan Ölçer
“Valla kendimi şimdi biraz suçlu hissediyorum,
size çok zahmet” verdim derken evin sahibi torun
Joan Punyet Miro’nun yanıtı “İyi ki daha fazlası
için ısrar ettiniz, eşsiz bir sergi olacağı için
ben çok mutluyum” oluyor.
80 yaşında parmaklarıyla yaptığı resmi ve aile
koleksiyonunda bulunan küçük mavi seramik vazo
gibi kimi yapıtlar da ilk kez sergileniyor.
Joan Punyet’e göre, Miro hiçbir zaman mükemmelin
peşinde olmamış. Hep kendini yenilemeye ve
tekrarlamamaya çalışmış. Proust, Kafka, Jung,
Freud okumuş. Bilinçaltını, söylenemeyenleri
resmederek insanlığın aynası olmuş.
Joan Punyet, iki dünya savaşı arasındaki döneme
şahitlik etmesine karşın neden Picasso’nun
1937’de yaptığı Guernica’sı gibi savaşın
acılarını anlatan anıtsal bir yapıtı yok
sorusuna “Benzer konuyu işleyen bir duvar
seramiği yapmıştı ama savaş sırasında yok olmuş.
Ancak dedem her zaman demokrasiden yana oldu.
Dedemin birçok politik afişi vardır” cevabını
veriyor.
Miro belli ki planlanmış işleri sevmiyor,
rastlantısal olmasını istiyor ve zaten öyle de
üretiyor. İnsan bunu atölyesinde ve evinde
yerlerde sanki dün akmış gibi duran boyalarının,
ayak izlerinin arasında, evinde dolaşırken
duvarlara çizdiği kimi zaman kabuslarını, kimi
zaman zihninde ürettiği dünyayı yansıtan
desenlerini gördüğünde çok daha iyi kavrıyor.
Miro, aslında yaşamının büyük bir bölümünü
taşrada geçirmiş. Belki de biraz bu yüzden
etkilere açık. Japonya’ya gittiğinde Uzakdoğu
felsefesinden, Amerika’ya gittiğinde Jackson
Pollock gibi soyut dışavurumcu sanatçılardan
etkileniyor.

MİRO VAKFI ARŞİVİ
Miro Vakfı’nı 40 yıl önce kendi kurmuş.
1975’de açılan Miro Vakfı’nda hem kendi hem de
diğer güncel sanatçıların işlerini sergilemek
istemiş. Sanatçıyı yakından tanımak için
çıktığımız Mayorka’da evi, atölyesi, Pilar -Miro
Vakfı ve Barcelona’daki Miro Vakfı’na uzanan
gezinin her bir durağı çok önemliydi.
Ancak Miro Vakfı’nın sanatçıya ait mektupların,
eskizlerin, kağıt ve grafik işlerinin, taş
baskıların orijinallerinin saklandığı 10 bin
belgelik ‘Arşiv’ bölümüne girmek ayrıcalıktı.
8 yaşında yaptığı ilk balık resmi, ünlü
tablolarının eskizlerini, çiziktirdiği
hesaplarını görmek gerçekten de insana heyecan
veriyor. Miro görüntüsü gibi çok düzenli ve
tertipli bir sanatçıymış.
Onun sürrealist yanını Dali’de olduğu gibi
tipine, tarzına bakıp çıkarmak mümkün değil. Bu
yüzden de yerçekimsiz, zaman, mekan sınırlarının
olmadığı kuşlar, insanlar, böcekler, güneş ve
yıldızların bir arada olduğu kurmaca dünyasını
daha iyi anlıyorsunuz.
Nazan Ölçer’e göre Miro kariyerinin erken
döneminde sürrealizme yakın durmuş. Soyut değil,
soyutlamalar yapan, fikri yaklaşımı olan bir
sanatçı.
Türkiye’nin sanat serüveninde çok özel yeri
olduğuna inandığım, 20 yılı aşkın süredir
tanıdığım Nazan Ölçer’e ben kendim adına çok şey
borçluyum. Aslında o tüm kültür sanat
gazetecilerinin bir anlamda hocası sayılır.
Hepimiz ondan çok şey öğrendik. Onunla her
seyahat adeta bir atölye çalışması gibidir.
Heyecanı, coşkusu, hiperaktivitesi ise bir başka
öykü. Tabii bu arada serginin sponsoru Sabancı
Holding’in sanata değerli katkısını unutmamak
gerek...

Sabancı için simge
heykeli de yerinden söktüler
Barcelona'daki Miro Müzesi'nin önünde duran
ünlü heykel, 10 yıl sonra ilk kez İstanbul
sergisi için kaldırıldı. Miro'nun 1970 tarihli
kendi üslubunda bir insanı tasvir eden
'Personatge' adını verdiği heykeli, Sabancı
Müzesi'ndeki sergi için yerinden kaldırıldı,
paketlendi ve İstanbul'a doğru yola çıktı. Ünlü
film karakteri ET'ye de ilham verdiği söylenen
heykel müzenin simgelerinden biri. Kapının hemen
yanındaki heykelle fotoğraf çektirmek, bu
müzenin önünde uzun kuyruklar oluşturan
turistlerin ve gençlerin en sevdiği şey. Müze
Müdürü Rosa Maria Malet, Nazan Ölçer'in 'Ne
istediğini ve istemediğini iyi bilen' biri
olduğunu söylüyor, biraz şakacı ama sonuçlardan
çok memnun bir tarzda. Nitekim, Miro Müzesi'nin
simgesi olan heykeli bir başka sergiye ödünç
vermekle ilgili 'pek yapmadığımız, hiç adetimiz
olmayan bir şey' diyor. Ama yapmışlar. Şimdi bu
ünlü heykelin Barcelonadaki kaidesi boş. Ve
İstanbul segisi bitene kadar da öyle kalacak.
Çünkü Miro'nun bu ünlü heykeli İstanbul sergisi
boyunca, ziyaretçileri kapıda karşılayacak.
Tıpkı Barcelona'da olduğu gibi...
Radikal, Yazı: Müge Akgün, 08.09.2014
|
TARİHİ DOKUYA UYGUN YOL

Battalgazi Belediyesi
tarafından asfalt ve kaldırım düzenleme çalışmaları
devam ediyor. Bu kapsamda Eskimalatya Karahan
Mahallesi’nde bulunan Hasan Poyraz Konağı’nın
bulunduğu Ak Minare Caddesi’nde kaldırım düzenleme
çalışmaları yapılıyor.
Battalgazi Belediyesi
Fen İşleri Müdürlüğü tarafından Eskimalatya'daki
Karahan Mahallesi’nde bulunan tarihi Hasan Poyraz
Konağı’nın bulunduğu Ak Minare Caddesi’nde kaldırım
düzenleme çalışmaları aralıksız devam ediyor. 736
metre uzunluğunda ve ortalama 7 metre genişliğindeki
caddede, yörenin tarihi dokusuna uygun naturel
bordür, oluk ve parke taşı döşeme çalışmalarına
başlandı. 200 metre perde duvar ve 85 metre taş
duvar çalışmasının da yapıldığı Ak Minare Caddesi,
düzenleme çalışmalarının ardından asfaltlanarak
vatandaşların hizmetine sunulacak.
Battalgazi Belediye
Başkanı Selahattin Gürkan, Battalgazi İlçesi
genelinde kaldırım düzenleme, asfalt ve yama
çalışmalarının devam ettiğini belirterek,
hizmetlerin her geçen gün artarak devam edeceğini
belirtti.
Malatya Haber,
08.09.2014
|
KAZI BAŞKANLARININ SIKINTILARI MASAYA YATIRILDI

Muğla’nın dört bir köşesinde yapılan arkeolojik
kazı çalışmaları, kazılarda yaşanan sıkıntılar,
sorunlar, kazı ekiplerinin istek ve taleplerinin
anlatıldığı toplantı, Muğla Büyükşehir Belediyesi
Başkanlık Binası meclis salonunda yapıldı.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün
daveti ve katılımıyla gerçekleştirilen toplantıya,
Muğla Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanları,
Stratonikeia Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt,
Pedasa Kazı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, Euromos
kazısı adına
arkeolog Dursun Ay, Beçin kazısı adına Zafer
Topak, Tlos Kazı Başkanı Prof.Dr.Taner Korkut,
Knidos Kazı Başkanı Doç.Dr. M. Ertekin Doksanaltı,
Myndos kazısı adına Arş. Gör. Hazal Çıtakoğlu,
Letoon Kazı Başkanı Doç.Dr. Sema Atik Korkmaz,
Kaunos Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık katıldı.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün
daveti ile gerçekleşen toplantıda, il genelinde
yapılan kazılar hakkında bilgiler verildi ayrıca
kazı ekiplerinin sorunları, çözüm önerileri, yerel
yönetimlerden istek ve talepleri konuşuldu.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, Muğla
il sınırları içinde devam eden kazı çalışmalarının
bir kentin kültür kimliğinin oluşması açısından
önemli olduğunu ve kazı ekiplerine yerel yönetimler
olarak gereken desteği vereceklerini söyledi. Başkan
Gürün; “Muğla tarihi dokusu, sahip olduğu kültürel
değerleriyle çok önemli bir potansiyele sahip. Devam
eden arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkarılacak
değerlerimiz tarihe ışık tutacak ve kültür
kimliğimizin oluşmasına büyük katkı sağlayacak.
Turizmde Muğla sadece deniziyle, güneşiyle değil,
geçmişe ve geleceğe ışık tutan arkeolojik
alanlarıyla da kültür turizminde söz sahibi olacak.
Davetimize iştirak eden bütün katılımcılara çok
teşekkür ediyorum. Yerel yönetimler olarak kazı
çalışmaları yapılan alanlarda sorumluk alanlarına
göre büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyeler istek
ve taleplerinize yardımcı olacaktır” dedi.
Milliyet, 08.09.2014
|
ONLAR 'DENİZ, KUM VE GÜNEŞ'E HEM ÇOK YAKIN HEM DE
ÇOK UZAK

Biga sahilinden yaklaşık 100 metre içerideki
Parion antik kentinde kazılar, aşırı sıcak havalara
rağmen 130 kişilik ekip tarafından yürütülüyor Kazı
Grubu Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Ergürer:
“Yaklaşık 100 metre uzağımızda denize giriliyor.
Arkeologlar ve işçiler, yaklaşık 100 metre
ileride “deniz, kum ve güneş üçlüsü”nden yararlanan
vatandaşlar gibi tatilin keyfine varamasa da tarihi
eserleri gün ışığına çıkarmanın mutluluğunu yaşıyor.
Kazı Grubu Başkan Yardımcısı ve Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ertuğ Ergürer, AA
muhabirine, Parion kazılarının 10′uncu sezonuna,
güney nekropol, tiyatro, odeon, Roma hamamı, yamaç
ve sondaj yapılarında devam ettiklerini söyledi.
İçdaş Çelik, Enerji, Tersane ve Ulaşım AŞ’nin ana
sponsorluğunda yürütülen kazılarda 2006 yılından bu
yana görev aldığını belirten Ergürer, “Arkeolojik
kazılar bazı heyecanlar içerir. Bu bilim çok farklı.
Yüzlerce öğrenci başvuruyor ama kısıtlı sayıda
öğrenci seçebiliyoruz. Burada bir kamp ortamı ve çok
büyük bir heyecan var” dedi.
Ergürer, kazı ekibinin, 60′ı akademisyen ve
öğrenciler olmak üzere 130 kişiden oluştuğu
bilgisini verdi.
Aşırı sıcak havalarda çalıştıklarını vurgulayan
Ergürer, şunları kaydetti:
“Sıcağın en yoğun olduğu dönemde çalışıyoruz.
Bunun önlemini şapka ya da çadırlarla alıyoruz ama
çalışırken sıcak hava pek düşünülmüyor. Bizim için
önemli olan çıkarılan eserlerdir. Öğrencilerimiz ve
diğer ekibimiz, sıcağa aldırmadan sadece eser
bulmaya çalışıyor. 2,5-3 ay buradayız. Yaklaşık 100
metre uzağımızda denize giriliyor. Deniz de çok
güzel aslında ama bu deniz bize sadece bir fon
oluşturuyor. Yani deniz burada bizim için sadece bir
manzara. Denize gidebilecek zaman bulamıyoruz. Arazi
işleri bittikten sonra laboratuvar çalışmaları
başlıyor. Seramik çizimleri, eserlerin
değerlendirilmesi, fotoğraflanması, belgelenmesi
derken yoğun bir tempomuz var. Deniz, aklımızda bile
değil.”
“Çok farklı bir heyecan”
Nekropol açma sorumlusu, Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Dr. Büşra
Elif Kasapoğlu da kazılara 2007′den bu yana
katıldığını bildirdi. Seramik eserleri fotoğraflayıp
kayıt altına alarak bilimsel araştırmaları
yürüttüklerini anlatan Kasapoğlu, yaz aylarında
tatile gitmek yerine kazıda çalıştıklarını dile
getirdi. Arkeolojiyi “farklı bir aşk” olarak
nitelendiren Kasapoğlu, “Kazıda bir şey bulup onu
oradan çıkarmak, çok farklı bir heyecan” ifadesini
kullandı.
Parion’daki Roma Hamamı’nda 9 sezondur görevli
olduğunu söyleyen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Araştırma
Görevlisi Alper Yılmaz, kazılarda Roma döneminin
sosyal ve aktif hayatının gün yüzüne çıkarıldığını
ifade etti. Çalışmalarının yoğun ve sıcak bir
ortamda geçtiğine işaret eden Yılmaz, şöyle konuştu:
“Kazılara başladığımızda lisans öğrencisiydik. Hoca
olana kadar eğitimlerimizi burada tamamladık. Burası
bizim için farklı anlamlar ifade ediyor. Bir
arkeoloğun topraktan bir şey çıkarması ya da keşif
yapması, onun için en önemli şeylerden biridir.
Sadece kazı yapmıyoruz, yeni arkeologlar
yetiştiriyoruz, bilinç oluşturmaya çalışıyoruz.
Buradan çıkan 2 bin, 3 bin yıllık bir eseri Elle
tutmak çok önemli bir duygu.”
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğrencilerinden Ömer Akbay ise işini ve
görevini severek yaptığını belirtti. Mezun olduktan
sonra da arkeolojiyle uğraşmak istediğini söyleyen
Akbay, “Kazılarımız aşırı sıcak havalara rağmen çok
eğlenceli geçiyor. Biz öğrenciler, her şeye merakla
bakıyoruz. Çoğu arkadaşım şu anda tatil yaparken ben
burada 40 derece civarında bir havada mesleğimin
aşkıyla çalışıyorum” değerlendirmesinde bulundu.
haberler.com, Haber: Burak Akay, 08.09.2014
|
PERGE KAZILARINDA GÖZ KAMAŞTIRAN ESERLER
Antalya İli, Perge antik
kentinde Antalya
Müzesi Müdürlüğü başkanlığında sürdürülen kazı
çalışmalarında çok önemli ve benzersiz
sayılabilecek heykeltıraşlık eserlerinin ortaya
çıkarılmasına devam ediliyor.
Özellikle son iki yıldır artan çalışma gün
sayısı ve ivme kazanan çalışmalar ile kentte
yürütülen restorasyon çalışmaları yanında, göz
kamaştıran heykeltıraşlık eserleri de Perge’nin
ihtişamını ve sanatsal zenginliğini ortaya
koyuyor.
2014 yılı kazı çalışmaları kapsamında, Güney
Portiko olarak tanımlanan alanda, ortaya
çıkarılan At Heykeli ve Tanrıça Başı elde edilen
önemli eserlerin son halkası oldu.
Tykhe veya İsis Başı olduğu düşünülen ince
gözenekli, beyaz mermerden yapılmış ideal
boyuttaki tanrıça heykel başının yapılış ve
sanatsal özellikleri ile MS 2. Yüzyılın
sonlarına ait olduğu öngörülüyor.
Olasılıkla bir Heykel grubuna ait olduğu
düşünülen, ince grenli beyaz mermerden yapılmış
ince işçilikli, ön ayaklarının tamamı, arka
ayaklarının ise baldır kısmından aşağısı kırık
ve noksan olarak ortaya çıkarılan erkek at
heykelinin ise, Roma Dönemi’ne ait olduğu
sanılıyor.
Karnının alt kısmında üzerinde durduğu kare
kaideye ait kırık ve noksan bir parça bulunan ve
koşum takımları detaylı bir şekilde verilmiş
olan At Heykelinin, kulaklarının uç kısımları ve
kuyruğunun kırık ve eksik olduğu görülüyor.
Ortaya çıkarılan eserlerin gerekli restorasyon
ve konservasyon çalışmaları sonrasında Antalya
Müzesinde sergilenmesi planlanıyor.

Tanrıça Başı (MS 2. yy)
 
At Heykeli (Roma Dönemi ?)
kulturvarliklari.gov.tr, 08.09.2014
|
YURTDIŞINDAKİ MÜZAYEDELERDEN YAZMA ESER SATIN
ALINACAK
“Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Eser
Sağlama Kurulu Çalışma Usul ve Esasları Hakkında
Yönetmeliği” yayımlandı. Yeni yönetmeliğe göre,
nadir eser satın alma görevi kurula devredildi. 7
kişiden oluşan kurul, satın alınacak yazma ve eski
harfli nadir basma eserlerin değerlerini tespit edip
alınıp alınmamasına karar verecek.
Her yıl yüzlerce nadir, elyazması eseri,
sahiplerinden alıp kütüphanelere kazandıran Kültür
ve Turizm Bakanlığı, satın alma yetkisini ‘Türkiye
Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Eser Sağlama
Kurulu’na devretti. Kurulun çalışma esaslarını
belirleyen yönetmelik, Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girdi. “Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Eser Sağlama Kurulu Çalışma Usul ve
Esasları Hakkında Yönetmeliği”ne göre kurul; 7
kişilik üyeden oluşacak. Ankara, İstanbul ve Konya
Yazma Eserler Bölge müdürlerinin görev yapacağı
kurulda, ayrıca kütüphanecilik, arşivcilik, sanat
tarihi bölümlerinden öğretim görevlileri yer alacak.
Kurul, satın alınacak yazma ve eski harfli nadir
basma eserlere karar verip, değerlendirme eserlerin
maddi değerlerini tespit edecek. Ayrıca bölge ve
kütüphane müdürlüklerine yapılan eser bağış
başvurularının kabulüne yönelik karar alacak.
Alınacak eserler için 7 kişilik kurul oy kullanacak.
Oyçokluğuna göre eserlerin alınıp alınmayacağı
karara bağlanacak. Eşitlik halinde kurul başkanının
olduğu tarafın oyu geçerli olacak. Üyeler 2
yıllığına seçilecek. Kurul, yıl içinde en az beş
üyenin imzası ile toplanacak. Kurula girecek
eserler, kurul toplantısından hemen önce, eser
sahipleri hakkında herhangi bir bilgi içermeyecek
şekilde kurul başkanına teslim edilecek.
Bin 195
elyazması eser satın alındı
Her yıl alım yapılan yazma eserler koleksiyonuna
kazandırılacak eserler için ilk kez oluşturulan
kurul, ilk toplantılarını yönetmelik yayımlanmadan
önce gerçekleştirmişti. Gerçekleştirilen ilk
toplantılarda başvuruda bulunan vatandaşların
ellerindeki elyazmalarını değerlendiren kurul
üyeleri, rekor düzeyde alım yaptı. 2014 yılı içinde
kurul kararına göre bin 195 yazma eser satın alındı.
2014 yılı sonuna kadar ise 2 bin yeni eser Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na bağlı yazma eserler
kütüphanelerinde bulunan koleksiyonlara
kazandırılacak. 2012’de bin 44 eser, 2013’te bin 534
eser ve 2014 yılının bu dönemine kadar bin 195 eser
satın alındı. Bu dönemde alınan eserler arasında;
Mehmed Vasfi’nin yazdığı yaklaşık 200 yıllık
Kur’an-ı Kerim, Nur Ali Şah’ın Divan adlı eserinin
lake cilt kaplı bir nüshası ve Esterabadi’nin
Tarih-i Nadir Şah’ı, Müzehhip Salih Zühdi imzalı
1881-82 tarihli Amme Cüzü yer alıyor.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 08.09.2014
|
VALİZDEN MONET ÇIKTI
Claude Monet’ye ait bir manzara tablosu, sanat
tarihçisi Cornelius Gurlitt’in valizinden çıktı.
Mayısta 81 yaşında hayatını kaybeden Gurlitt,
Nazilerin çaldığı sanat eserlerinin ticaretini yapan
babasından kalan bir koleksiyona sahip. Gurlitt,
çalıntı eserlerin sahiplerine iade edilmesi için
araştırma yapılmasına izin vermiş ve imzaladığı
anlaşmayla ekiplere yardımcı olmuştu. Münih’teki
evinde çalıntı olduğu düşünülen 1000’den fazla sanat
eseri bulundu.
Valiz ise Gurlitt’in kaldığı hastahaneye yanında
getirdiği bir eşya ve ölümünden sonra ailesine
teslim edildi. Eserin fotoğrafının önümüzdeki
günlerde basınla paylaşılması bekleniyor.
Milliyet, 07.09.2014
|
KARINDEŞEN JACK'IN KİMLİĞİ 126 YIL SONRA BULUNDU!
Tarihin en ünlü seri katillerinden Karındeşen
Jack’in gerçek kimliği son cinayetini işlemesinden
126 yıl sonra tespit edildi.
Karındeşen Jack tarafından 1888 yılında
Londra'nın doğusunda öldürülen Catherine
Eddowes'in cinayet mahalinde bulunan kana
bulanmış şalı, 126 yıllık sır perdesini
kaldırdı.
DNA uzmanı Dr Jari Louhelainen
şal üzerinde yaptığı testler sonucunda ünlü
seri katilin Polonya göçmeni berber Aaron
Kosminski olduğunu keşfettiğini açıkladı.
Dr. Louhelainen, 2007 yılında işadamı Russell
Edwards'ın İngiltere'deki bir müzayede evinden satın
alıp kendisine ulaştırdığı şaldan aldığı DNA
örneklerini hem Eddowes'in hem de Kosminski'nin
soyundan gelen kişilerle karşılaştırdı ve elde
ettiği sonuçları İngiliz basını ile paylaşarak
Karındeşen Jack'in Kosminski olduğunu "şüpheye yer
bırakmayacak şekilde kanıtladığını" söyledi.

Kosminski 1888 yılında Karındeşen Jack
cinayetlerinin yaşandığı dönemde Scotland Yard
tarafından sorgulanan şüphelilerden biriydi.
En az 5 kadının hunharca katledildiği Londra'nın
doğusundaki Whitechapel kentinde bir berber dükkanı
işleden Kosminski 1880'li yılların başında Rus
yöneticilerin baskısı nedeniyle ailesi ile birlikte
İngiltere'ye göç etmiş Polonyalı bir yahudiydi.

Yaşadığı dönemde akıl hastası olduğu bilinen
Kosminski cinayetlerden sonra baş şüphelilerden
biri olmasına rağmen delil yetersizliği
nedeniyle mahkum edilememiş ancak toplum için
bir risk oluşturduğuna kanaat getiriğinden bir
akıl hastanesine kapatılmıştı.

Geçmişte Karındeşen Jack'in Kraliçe Victoris'nın
torunu Prens Albert Victor, ressam Walter
Sickert, başbakan William Gladstone hatta yazar
Lewis Caroll olduğu da iddia edilmişti. Ancak
Dr. Jari Louhelainen'in DNA teyidli buluşu,
tartışmalara son noktayı koymuş oldu.
Habertürk, 07.09.2014
|
CEYHAN'DA 3 BİN 500 YILLIK KENT ORTAYA ÇIKIYOR

Tatarlı Höyük kazılarında Kizzuwatna uygarlığının
izlerini taşıyan kentin büyük bir bölümü ortaya
çıkartıldı.
Adana’nın Ceyhan
İlçesi'nde bulunan Tatarlı Höyük
kazılarında günümüzden yaklaşık 3 bin 500 yıl önceye
ait Kizzuwatna uygarlığının izlerini taşıyan kentin
büyük bir bölümü ortaya çıkartıldı.
Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü ile Çukurova Üniversitesi
(ÇÜ) işbirliğinde Tatarlı Höyük’te 2007 yılında
başlatılan kazıların bu yılki etabı devam ediyor.
Hitit ve Kizzuwatna uygarlıklarını yansıtan bir
şehrin gün yüzüne çıkarılmasına dönük kazıda
günümüzden yaklaşık 3 bin 500 yıl önceye ait olan
Kizzuwatna uygarlığının izlerini taşıyan tapınak
kompleksi çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğu
bildirildi.
ÇÜ Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi
Müdürü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç. Serdar Girginer, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, MÖ 2′inci bin yılda
Tatarlı Höyük yerleşmesinin kutsal özellikler
gösteren dini bir merkez olduğunu belirtti.
Bu yerleşkenin yukarı kısmında 3 ayrı bölgede ÇÜ
görevlileri ve uzman arkeologları nezaretinde 25
kişilik bir ekip, ayrıca Tatarlı ile çevre köylerden
yaklaşık 35 işçi ile çalışmalarını sürdürdüklerini
ifade eden Girginer, “Ünlü Hitit Kraliçesi
Puduhepa’nın gençlik yıllarını geçirdiği Lawazantiya
kentinin, Tatarlı Höyük ile aynı yer olduğunu
düşünüyoruz. Bu kent, bilim insanlarının çok uzun
yıllardan beri aradığı bir kent. Aynı zamanda bu
yerleşim, Hititler döneminde Çukurova’da yer alan
Kizzuwatna Ülkesi’nin de en önemli iki kentinden
biri. Henüz bu yerleşmenin 50′de biri kazılmış
durumda.”
Kraliçe Puduhepa, marka değeri
Girginer, kazının Kraliçe Puduhepa ve onun bir
müddet yaşadığı Lawazantiya kentini içermesin
Çukurova bölgesinin turizmi için son derece önemli
olduğuna, bunların marka değeri olabileceğine işaret
etti.
Tatarlı Höyük kazısının kısa bir sürede
tanındığını ve kazı alanına gelen ziyaretçi
sayısının her sene önemli miktarda arttığını ifade
eden Girginer, “Bu konu doğal olarak turizmle
ilişkili. İklim müsait olduğu için artmasını
umduğumuz maddi desteklerle bu çalışmaların her yıl
5-6 ay sürmesi Ceyhan ve bölgeye daha yararlı
olacaktır. 4-5 sene içinde açığa çıkarılan dini ve
resmi yapıları, çevre düzenlemeleriyle birlikte de
tüm yerleşmeyi bir Arkeopark olarak sunmayı
planlıyoruz” dedi.
haberler.com, 06.09.2014
|
YOĞURT DEVRİ
Bursa Yenişehir'de 8 bin 600 yıl öncesine ait süt ve yoğurt kalıntıları bulundu.
Barcın Höyüğü'de arkeolojik kazı çalışmalır yürüten Hollanda Araştırma Enstitüsüne bağlı arkeologlar, yerleşimin 500-600 sene sürdüğü o dönemde bölgede yaşayan insanların sütten yoğurt ve kaymak gibi işlem görmüş yiyecekleri üretip tükettiğini belirledi.
Kazı grubu başkanı ve Enstitü müdürü Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen, yaptığı açıklamada, İnsanların 8 bin 600 yıl önce burada küçük bir köy oluşturup yaşadığını tespit ettiklerini söyledi.
Takvim, 06.09.2014
|
|
DOĞUNUN KAPADOKYASINA İLGİ ARTIYOR

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 2012
yılında Dünya Geçici Miras Listesi'ne alınan Narman
Peribacaları turizmin yanı sıra gelin ve damatların
en mutlu günlerine de tanıklık ediyor.
Erzurum'da evlenen bazı çiftler, en mutlu
günlerini fotoğraf stüdyoları yerine UNESCO Türkiye
Milli Komisyonu tarafından 2012 yılında Dünya Geçici
Miras Listesi'ne alınan Narman Peribacalarında
ölümsüzleştiriyor.

Türkiye'nin peribacaları ile ünlü Kapadokya
bölgesine benzerliğiyle dikkati çeken Narman
Peribacaları, yerli ve yabancı ziyaretçilerin
ilgisini çekiyor.
Turizmin yanı sıra Doğu'nun Kapadokya'sı olarak
da bilinen kırmızı peribacalarında gelin ve
damatlar, en mutlu anlarını ölümsüzleştiriyor.
Fotoğraf stüdyoları yerine doğasıyla büyüleyen
peribacalarını tercih eden çiftler, düğün günlerini
unutulmaz kılıyor.

Oluşumu ve görünümüyle ilgi gören peribacalarına
yakınlarıyla giden çiftlerden Nutullah ve Hilal
Kaplan, peribacalarının farklı bölümlerinde
çektirdikleri karelerle mutlu günlerini
ölümsüzleştirdi.
Damat Kaplan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
fotoğraf çektirmek için ilçeye 7 kilometre
uzaklıktaki peribacalarını tercih ettiklerini
belirterek, beyaz gelinlikle kırmızı rengin
bütünleştiğini söyledi.
Yapay ortamlar yerine doğa ortamını tercih
ettiklerini vurgulayan Kaplan, "Albümümüzde, kırmızı
peribacaları da yer alacak. Fotoğraf çektirmek için
güzel bir yer. Gelinlikle, kırmızı peribacaları
bayrağın rengini oluşturuyor" diye konuştu.
Akşam, 06.09.2014
|
AKDENİZ'DE TUNÇ ÇAĞI'NA AİT LİMAN KALINTILARI
BULUNDU

Türk bilim heyetince yürütülen çalışmalar
kapsamında Akdeniz’de Tunç Çağı'na ait liman
kalıntıları ile 2 bin 500 yıllık olduğu tahmin
edilen 12 batığa ulaşıldı.
AA muhabirinin Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü internet
sitesinden derlediği bilgiye göre, Türkiye
kıyılarında 1959 yılında başlayan ve çoğunlukla
yabancı heyetler tarafından yürütülen arkeolojik
sualtı araştırmaları Türk bilim heyetlerince
yürütülüyor. 1959-2014 döneminde biri dışında tamamı
yabancı heyetlerce yürütülen su altı kazıları da
yine Türk bilim insanları ve Müze Müdürlükleri
başkanlığında sürdürülüyor.
Bu yıl Türkiye kıyılarında Dokuz Eylül
Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi
Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Harun Özdaş
ile Selçuk Üniversitesi (SÜ) Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Hakan Öniz tarafından sürdürülen çalışmalar
Kültür ve Turizm Bakanlığı izin ve destekleriyle
ilerliyor.
Özdaş tarafından Ege ve Akdeniz kıyılarında
yürütülen arkeolojik yüzey araştırması
çalışmalarıyla su altında bulunan mimari
kalıntıların, liman yapılarının ve batıkların,
çapalama alanlarının tespiti yapılarak belgeleniyor.
Tarihsel batıklar üzerinde çalışmalar
Aynı zamanda 2015 Çanakkale Deniz Savaşı’nın 100.
Yılı Etkinlikleri kapsamında Çanakkale sahil
şeridinde batan savaş gemileri ve Çanakkale’nin
denizcilik tarihi içindeki önemini ortaya çıkaracağı
düşünülen diğer tarihsel batıklar üzerinde de
araştırmalar yapılıyor.
Söz konusu çalışmalarda Piri Reis Araştırma
Gemisi kullanılıyor. Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz
tarafından da Antalya kıyılarında su altı
araştırmalarına devam ediliyor. Öte yandan, Türkiye
kıyılarında yürütülecek su altı arkeoloji
çalışmalarında kullanılacak olan SÜ Sualtı
Araştırmaları ve Uygulama Merkezi’ne ait, Selçuk-1
isimli Sualtı Kazı ve Araştırma Gemisi de geçtiğimiz
günlerde denize indirildi.
Görsel haritalar çıkartılıyor
Selçuk-1 ve beraberindeki Sonar teknesi ile Yrd.
Doç.Dr. Öniz başkanlığındaki 20 kişilik bilimsel
ekiple yürütülen çalışmalarda, Akdeniz’de Tunç
Çağı’na ait liman kalıntıları ile 2 bin 500 yıllık
olduğu tahmin edilen 12 batığa ulaşıldığı
bildirildi. Kemer’de bulunan SÜ Sualtı Araştırma
Merkezi de çalışmalarda merkez olarak kullanılıyor.
Çalışmalar kapsamında, teknolojik altyapı
kullanılarak su altının görsel haritaları
çıkartılırken, dalıcı marifetiyle fotoğraflama ve
kayıt çalışmaları da sürdürülüyor. Bakanlık
tarafından yakından takip edilen ve desteklenen su
altı araştırma ve kazılarına ekim ayına kadar devam
edilmesi düşünülüyor.
Tabak Batığı Kurtarma Kazıları
Türkiye kıyılarında yürütülen su altı
araştırmaları yanında bağımsız olarak
gerçekleştirilen tek sualtı kazısı olma özelliği
taşıyan Tabak Batığı Kurtarma Kazıları, Özdaş ve
Öniz’in bilimsel danışmanlığındaki bir ekip
tarafından Antalya Müze Müdürlüğünün başkanlığında
devam ediyor.
Antalya kıyılarında yer alan Doğu Roma dönemine
tarihlenen batıkta yürütülen kazı çalışmaları,
Bizans tabak ticaretinin ulaştığı en uzak noktayı
göstermesi açısından önem taşırken, antik çağdan çok
sayıda tabağın gün ışığına çıkarılması, dönemin
deniz ticaret tarihi hakkında ayrıntılı bilgilere
ulaşılması açısından da merakla takip ediliyor.
haberler.com, Haber: Metin Bolat, 06.09.2014
******
EN ESKİ BATIKLARDAN BİRİ
Ege Denizi’nde tunç
dönemine ait bir batık bulundu. Marmaris Hisarönü
Körfezi’nde keşfedilen buluntu, Türkiye’nin en eski
batığı Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen
Uluburnu’ndan daha eski.

Dokuz Eylül Üniversitesi
Deniz Bilimleri Teknoloji Enstitüsü bilim adamları
2014 su altı arkeoloji çalışmalarında önemli bir
başarıya imza attı.
“Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi”
kapsamında yürütülen Türkiye Kıyıları Batık
Envanteri çalışmalasında özellikle Osmanlı Dönemi
batıkları üzerinde yoğunlaşıldı. İlk etabı
Bodrum’dan Finike’ye kadar olan bölgede
gerçekleştirililen çalışmada 35 farklı alanda
yapılan 100’ün üzerinde dalışta 10 adet yeni batık
bulundu.
Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen ve STS
Bodrum Okul Gemisi’yle gerçekleştirilen çalışmaların
ikinci bölümünde ise günümüzden yaklaşık 4000 - 4500
yıl öncesine ait Tunç Çağı’na tarihlenen bir batığın
izlerine ulaşıldı.
Dokuz Üylül Üniversitesi
Deniz Bilimleri Teknoloji Enstitüsü ile Ege Bölgesi
Araştırma ve Uygulama Merkezi (EBAMER) müdür
yardımcılıkları görevini de üstlenen Doç.Dr. Harun
Özdaş başkanlığında yürütülen çalışmada, Tunç Çağı
Batığı’na ait kalıntılar arasında çok ender görülen
amphora formunun yanı sıra, gaga ağızlı testiler ve
değişik formlarda seramik kaplara rastlandı.
Doç.Dr. Harun Özdaş, Hisarönü Körfezi’nde yapılan
çalışmalarda daha önce 5-6 atık tespit edildiğini
belirtirken şunları söyledi:
“Yaptığımız çalışmalarda bize göre daha dogrusu
bölgemızin, Türkiye’nin en eskı batıklarından bir
tanesini keşfettik. Batık , Hisarönü Körfezi’nde
karşımıza çıktı. Çalışmalarımız bu bölgede
yogunlaşmıştı. Bunun nedenı de daha öncekı yıllarda
buldugumuz 5-6 tane batık vardı. Bu batıkların
bulundugu cografyada daha ayrıntılı çalışma
gereksinimi hissettik. Bu çalışmaya baglı olarak da
bölgedeki incelemelerimizi yogunlaştırdık ve bir
tunç çagı batığıyla karşılaştık. Batık günümüzden
yaklaşık 4000 yıl öncesine tarihlenıyor. İlk tunc
çagının sonu orta tunc gibi görunmekte. Yanı MÖ.
1700-1900 yılları arasına tarhiliyoruz. Türkıye
kıyılarında bulunmuş olan en eskı batık. Batıkda
amforalar ve degısık formda kaplara rastladık. Bütün
bunların en önemlı özellıgı hisaronu çevresınde yanı
Rodos kanalını geçtikten hemen sonra biz anadolunun
kıyılarındakı ilk denızcılerle karşılaşmış olduk.”

Buluntuyla büyük bir
heyecan da yaşadıklarını belirten Doç.Dr. Özdaş,
buluntuların özelliklerini de anlattı.
“Buldugumuz amfora formları gövdeden kulplu birde
gaga ağızlı testiler çıktı. Özellikle gaga ağızlı
testiler tunç çagının tipik malzemeleri oldugundan
aynı zamanda amforalarda anadoluda üretılen ilk
amfora tıplerı. Daha öncekı yıllarda yapılan
çalışmalarda bunların biraz daha farklı formlarının
tespiti yapılmış. onlar MÖ 16 yüz yıla tarihlenmiş.
Fakat bızım buldugumuz gaga ağızlı testiler
baktığımız zaman bu bahsettiğim tarih karşımıza
çıkıyor. Amforlardan bir tanesini çıkarttık Bodrum
Sualtı ve Arkeoloji Müzise’ne teslim ettik. Bunun
içerisindeki çamuru da eleyerek içinde bazı organik
materyale ulaşma şansımız oldu. Bunu da karbon 14
ile tarihlemesini yapmayı planlıyoruz. Bunu
yaptıktan sonra da kesin bir tarıhleme yada kesine
yakın bir tarihleme elde etmeyi umuyoruz.”
Özdaş, teknenin bir ticari araç olduğunu
düşündüklerini de söyledi. Özdaş, “Büyük olasılıkla
ticari bir tekne. Amforalar içerisinde bir tür kargo
taşıdıgını düşünüyoruz. Ama ne oldugu hakkında
bızımde çok net fikrimiz yok. Bu ancak kazı sonrası
belli olacak. Girit ve Minos bölgede baskın bir
medenıyet. Genellıkle kabul edilen görüş Girit’in
bölgede ticari faaliyette bulundugu. Gemileriyle bu
bölgede aktif olduğu. Biz de böyle olduğunu
düşünüyoruz. Giritli denizcilerin kullandıgı
gemilerden biri oldugu muhtemel bir gemi. Ne
taşıdıgı kazı sonrası ortaya çıkacak. Bunlar büyük
gemiler değil ancak insanlık tarihıne denizcilik
açısından ilk verileri sunması açısından çok önemli.
İlk örnekler ilk denızcıler Giritli veya Guneybatı
Egeli olması açısından çok önemlı. Çünkü bugune
kadar böyle bir gemı henüz tespit edilemedi.
Bulundugu ortam açısından önem arzediyor. Çünkü o
belgede toplam 9 tane batık tespiti yaptık. İlk
örnek bahsettıgım tunc cagı ve daha sonra bızans’a
kadar giden örnekler” dedi.
Ülkemiz kıyılarında şimdiye dek bulunan en eski
batık, Kaş Uluburun Batığı, MÖ 1400’lere
tarihlenmişti. Bununla birlikte, son 50 yılda Tunç
çağına tarihlenen toplam 3 adet batık bulundu, gaga
ağızlı testi örneklerine ise sualtında bu çalışmayla
ilk kez rastlandı. Batıktan çıkarılan eserler
konservasyon ve analiz için Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi’ne teslim edildi.
Bu eserlerin içinde bulunan organik buluntuların
tarihleme çalışmaları devam ediyor.
Bölgedeki sualtı arkeolojik çalışmaların 2015’te
başlaması planlanıyor.
Ntvmsnbc, 10.09.2014
|
9 BİN YILLIK SARAY
Mersin’in merkez Toroslar İlçesi'nde bulunan ve
tarihi geçmişi MÖ 7 binlere varan Yumuktepe
Höyüğü’nde kazı çalışmaları devam ediyor.
İtalya’nın Lecce Üniversitesi’nden Prof.Dr.
İsabella Caneva başkanlığında yürütülen
çalışmalarda, o döneme ait dev bir saray, odalarıyla
birlikte ortaya çıkartıldı. Caneva, "Burası o döneme
göre çok acayip çok daha anıtsal bir sarayı
gösteriyor" dedi.

"HÖYÜKTE HER ŞEY VAR"
Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden olan
Yumuktepe Höyüğü’ndeki çalışmalarla ilgili İHA
muhabirine açıklamalarda bulunan İtalya’nın Lecce
Üniversitesi’nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Kazı Başkanı Prof.Dr. İsabella Caneva, 11
Ağustos’da kazı çalışmalarına başladıklarını ifade
ederek, "Yaklaşık 1 aydır çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Kazı çalışmaları 1 ay daha sürecek. Şu
anda ekipte 13 kişiyiz. Arkeolog, restoratör, boncuk
ve botanik uzmanı ile öğrenciler kazılarda
bulunuyor. Höyükte her şey var. MÖ 7 binden
itibaren Ortaçağ’a kadar devam eden bir yerleşme.
Hedef çok eskiden az bilinen dönemlere bakmak. O
yüzden en aşağıda bir açma açtık. Yani en eski
tabakalarda kazıyoruz. Ondan sonra Hitit
tabakalarını inceliyoruz. Ondan sonra Ortaçağına ait
sadece tepenin zirvesine eskiden bir kazı yapıldı ve
orada bir kilise var. Fakat kilisenin dışında bir
köy vardı ve köy tepenin eteğinde teras olarak
bulunmuş, ona bakıyoruz. Çünkü Ortaçağı
tabakalarında kilisi ya da kutsal binalara bakılıyor
ama etrafındakilere bakılmıyor. Biz o etraftaki
köyler üzerinde çalışıyoruz" diye konuştu.

"ORTAYA ÇIKAN SARAY ÇOK ACAYİP DAHA ÇOK
ANITSAL BİR SARAYI GÖSTERİYOR"
O döneme ait bir saray ortaya çıkardıklarını
vurgulayan Caneva, "Tabi kazı çalışmalarımız
Yumuktepe’nin en meşhur tabakasında, kalkolitik
sarayda sürüyor. MÖ 4 bin 500 yıllarına ait bir
saray burası. Bu sarayın devamını arıyoruz. O döneme
göre çok acayip daha çok anıtsal bir sarayı
gösteriyor. Şimdiye kadar içinde kazı yaptık. Salon
ve yanındaki odaları çıkardık. Şimdi onun dışındaki
yerleşmeleri arıyoruz. Şu anda onun yanındaki yolda
kazı yaptık. Yol bile döşemeli. Yol ve saray
arasında çok iyi yapılmış kaldırım bulundu. Bu ilk
defa ortaya çıkıyor. Bir evde kase, tencere ya da
değişik çeşit kaplar var. Ancak burada sadece 2
çeşit kap var. Depo kaplar ve yanında yüzden fazla
kase. Demek ki normal bir aile mutfağı değildi ama
yemek dağıtımı vardı. Belki işçilere ya da
misafirlere yemek veriliyordu. O zaman çok insan
olduğunu gösteriyor ki kaseler seri üretim yapılmış.
Tabii o zaman para yoktu ama iş vardı. İşçiler
çalışıyordu. Para yerine yemek veriliyor da
olabilir. Çünkü bu sistemi daha sonraki dönemlerden
biliyoruz. Ancak bu çok eski önemli olan bu. Demek
ki bu sistem hemen hemen bin sene daha önceden
başlıyor" şeklinde konuştu.
Bu bölgenin çok önemli bir tarih olduğunun altını
çizen Caneva, "Detaylı olarak çok güzel boncuklar,
bir sepet izi ve buna benzer çok detaylar bulundu.
Genel olarak istediğimize ulaştık. Sarayı genel
anlamda ortaya çıkardık. Ama her zaman bir sürpriz
oluyor. Çünkü burası tam bir saray. Sanki biraz
abarttık gibi ama yok abartmadık. Kazdıkça bir
şeyler buluyoruz" dedi.
Akşam, 06.09.2014
******
6 BİN 500 YILLIK SARAY BULUNDU
Obeyt Uygarlığı'nın izlerini taşıyan sarayın ve
dışındaki kaldırımın kalitesi kazı ekibini şaşırttı.
Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden
biri olan Mersin'deki Yumuktepe Höyüğü'nde
devam eden arkeolojik kazılarda, tarihi
izleri milattan önce 4 bin 500'lü yıllara
uzanan bir "saray"ın kalıntıları bulundu.
Sarayın dışındaki kaldırımın kalitesi, kazı
ekibini bile şaşırttı.
Tarihi izlerinin MÖ 7 binli yıllara
uzanması ve bu dönemden 13. yüzyıla kadar kesintisiz
yerleşim yeri olması nedeniyle "Medeniyetler Beşiği"
adıyla anılan merkez Toroslar İlçesi Yumuktepe
Höyüğü'ndeki arkeolojik kazılar, İtalya'nın Lecce
Üniversitesi'nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. İsabella Caneva'nın başkanlığında devam
ediyor.

Caneva, kazı çalışmalarıyla ilgili yaptığı
açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarının bir aydan
beri devam ettiğini, bu süreçte güzel sonuçlar elde
ettiklerini söyledi.

Kazıların restorasyon çerçevesinde ilerlediğini
anlatan Caneva, çalışmaların MÖ 5 binli
yıllarda oluştuğu tahmin edilen kalkolitik döneme
ait tabakalarda yoğunlaştığını belirtti.

"BÜYÜK YA DA ELİT BİR AİLE YAŞIYORDU"
Caneva, Yumuktepe'de bir saray kalıntısının
olduğunu geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda
tespit ettiklerini ifade ederek şunları anlattı:
"Yeni kazılarımızda bu sarayı tam hatlarıyla
ortaya çıkarabildik. Saray diyoruz çünkü büyük bir
bina. Milattan önce 4 bin 500'lü yıllara, geç
kalkolitik dönemine ait bir bina. O zamanlarda
normal evler çok küçük, bir iki odalı, ama burada
çok büyük bir salon var. Sadece büyük değil aynı
zamanda kaliteli bir bina, her oda kerpiçle iyice
döşenmiş"

"Buranın içerisinde ne var? O dönemlerde
ailelerde 2-3 adet tencere, en fazla 11 tane de kase
olurdu. Burada depo kaplar ve 200'e yakın çömlek ve
kase bulundu. Demek ki burada yemek çok fazla insana
veriliyordu. Ya işçilere, ya da misafirlere
veriliyordu bu yemekler. Buradakiler normal bir aile
değildi, büyük bir aile ya da elit bir aileydi."

Saray kalıntılarının Mezopotamya'da çok fazla
bilinen Obeyt Uygarlığı'nın izlerini yansıttığını
ifade eden Caneva, "Burası normal evlere göre daha
anıtsal ve kaliteli bir şekilde yapılmış. Sarayın
dışarısında iyi yapılmış bir kaldırım var. Böyle bir
kaldırımı daha önce hiç görmedim, belki literatüre
biraz bakarım. Ama bu kadar kaliteli bir şey
olacağını beklemiyordum. O da önemli bir şey gelişme
oldu" diye konuştu.

KAZI TARİHİ 1930'LU YILLARA DAYANIYOR
Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden olan
Yumuktepe Höyüğü'nde ilk arkeolojik kazılar
İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937
yıllarında yapıldı.
İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle ara
verilen kazılara 1946'da yeniden başlanıp 1947'de
çalışma sonuçlandırıldı. 1992 yılında hazırlanan ve
1993 yılında başlanan 'Yumuktepe Arkeolojik Kazısı'
çalışmaları ise her yaz sürdürülüyor.
Habertürk, 10.09.2014
|
ASPENDOS'TA ARKEOLOGLARI ŞAŞIRTAN BULUŞ: ANADOLU'DA
BENZERİ YOK
Yüzey araştırmalarından sonra kapsamlı
kazı çalışmalarının başlatıldığı Aspendos antik
kentinde, büyüklüğüyle benzerine bugüne kadar
Anadolu'da rastlanmayan, tapınaklarda kült
heykellerin bulunduğu hekatompedos yapısına
rastlandığı bildirildi.

Aspendos antik kenti kazıları sırasında bulunan,
tapınaklarda kült heykelin yer aldığı hekatompedos
yapısının Anadolu'da bir benzerinin olmadığı
bildirildi - Aspendos Kazı Başkanı Doç.Dr. Köse:
"Bu buluntu ve 2013 sezonunda agoranın batısında
bulunan erken Demir Çağı'na tarihlenen seramik ve
pişmiş toprak heykelcikler, Aspendos'un tarihini en
az 500-600 yıl daha erkene çekmektedir"
Antalya'nın Serik İlçesi sınırlarında bulunan 2 bin
yıllık Aspendos antik tiyatrosu, zaman zaman
sanatsal ve kültürel organizasyona ev sahipliği
yapıyor. Kente gelen turistlerin en çok ziyaret
ettiği tarihi yapılar arasında yer alan antik
tiyatronun içinde bulunduğu Aspendos antik kenti ise
yeterince tanınmıyor.
İlk kez 2008 yılında yüzey araştırması olarak
başlayan Aspendos antik kenti kazıları, Hacettepe
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Veli Köse başkanlığında daha kapsamlı hale
getirildi. Kazılar, bu sezon, doğu düzlüğü, dükkan
alanları ve Roma bazilikasında devam ediyor.
- "Anadolu'da benzeri yok"
Doç.Dr. Veli Köse, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, son üç yıllık çalışmaların en önemli
buluntusunun jeofizik çalışmalar neticesinde tespit
edilen ve halen toprak altında bulunan apsisli bir
hekatompedos yapısı (Tapınaklarda kült heykelinin
bulunduğu mekanın sütunlarla çevrili olan kısmı)
olduğunu bildirdi.
Bu büyüklükteki bir yapının benzerine Anadolu'da
rastlanmadığını, az da olsa örneklerinin
Yunanistan'da bulunduğunu belirten Köse, "Bu buluntu
ve 2013 sezonunda agoranın batısında yer alan erken
Demir Çağı'na tarihlenen seramik ve pişmiş toprak
heykelcikler, Aspendos'un tarihini en az 500-600 yıl
daha erkene çekmektedir" dedi.
- "Kent tiyatronun hemen arkasında"
Kazıların, Aspendos'un sadece tiyatrosuyla bilinen
ününe gölge düşürmeyeceğini ifade eden Köse,
çalışmaların, kentin antik yaşantısına ışık
tutacağının altını çizdi.
Aspendos Tiyatrosu'nun yurt içi ve yurt dışında
tanındığını vurgulayan Köse, sözlerini şöyle
sürdürdü:
"Bazıları tiyatroya bakarak, burada kazıların bitmiş
olduğunu sanıyordu. Herkes sadece tiyatroyu gördüğü
için bunu söylüyordu. Tiyatro Aspendos'u ünlendiren
bir yapı ancak asıl kent, tiyatronun hemen arka
tarafındaki tepenin üzerinde. Meclisi, pazar alanı
ve diğer antik şehirlerde görülen abidevi yapılar
burada görkemli bir şekilde yer almakta. Aspendos'un
hiç bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmayı
amaçlıyoruz. Antik kentin yeniden ortaya çıkarılması
için çevre düzenleme çalışmaları yapılıyor. Büyük
bir bölümü otlar ve çalılıklar altında kalan yapılar
yüzeyin temizlenmesiyle ortaya çıktı. Önümüzdeki
kazı dönemlerinde buradan çok daha fazla bizleri
şaşırtan eserler çıkmasını bekliyoruz."
- Roma bazilikasındaki sütunlar dikkate değer
Doç.Dr. Veli Köse, bu yıl kente girişe izin veren
doğu kapısının hemen batısında yer alan doğu
düzlüğünde çalıştıklarını, altında kanalizasyon
kanalı bulunan caddenin doğu kenarında genişletme
kazıları yapıldığını ifade etti.
İki katlı dükkan olduğu düşünülen komplekste de
çalışmalarının sürdüğünü belirten Köse, bu
komplekste kuzeyden 7 ve 8. dükkanların kazıldığını
kaydetti. Köse, "Henüz kazısı tamamıyla bitirilmese
de odaların portikosunda (sundurma) mozaik olduğu
tespit edilmiştir. Odalarda bazı bronz sikkeler ve
baklava formunda tuğlalara da rastlandı" dedi.
Roma bazilikasında da kazıların sürdüğünü anlatan
Köse, duvar ve döşeme benzeri kalıntıların, bu
alanın geç antik dönemde de kullanılmış olduğuna
işaret ettiğini bildirdi.
Bu sezonun en önemli buluntularından birinin Roma
bazilikasındaki galerilerinden birinde bulunan sütun
kaidesi olduğunu belirten Köse, kaidenin
süslemesinden dolayı milattan sonra 1. yüzyıl
başlarına tarihlenebileceğini söyledi.
Cumhuiyet, 05.09.2014
|
TARİH BİLGİMİZ DEĞİŞECEK

İzmir’de yerleşik yaşamın 8 bin 500 yıl öncesine
dayandığını ortaya koyan Yeşilova Höyüğü’nde yapılan
kazılarda 100’e yakın yeni tarihi eser çıktı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova
Belediyesi’nin desteği ile sürdürülen kazı
çalışmalarının sonuçları kamuoyu ile paylaşıldı. Ege
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz,
Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila ve Kazı Heyeti
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin ile Karacaoğlan ve
Yeşilova Mahalleleri Kültür ve Dayanışma Derneği
(KAYED) Başkanı Ramadan Güler kazı çalışmalarına
verdikleri desteği sürdüreceklerini açıkladı.
Yeni dönem kazı çalışmalarının başlatıldığı Yeşilova
Höyüğü’nden geçtiğimiz yıl içinde çıkarılan tarihi
eserler tanıtıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve
Bornova Belediyesi’nin desteği ile sürdürülen
kazılardan elde edilen eserler, Bornova
Belediyesi’nin yaşama geçirdiği kazı alanının
yanında bulunan Tarih Öncesi Yaşam Müzesi’nde gün
yüzüne çıkarıldı. Kazı alanının çevresindeki
Karacaoğlan ve Yeşilova mahallelerinin sakinlerinin
kurduğu KAYED’in 5’incisini düzenlediği geleneksel
kahvaltı, tarih duyarlılığını bir kez daha ortaya
koydu. Toplantıya Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Candeğer Yılmaz, Bornova Belediye Başkanı Olgun
Atila, Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer
Derin, KAYED Başkanı Ramadan Güler, meclis üyeleri
ve vatandaşlar katıldı. Heyet, kazı alanında yapılan
çalışmalar ve İzmir’in 8 bin 500 yıllık tarihe sahip
olduğunu ortaya koyan eserler hakkında bilgi aldı.
BOYNUZLU KAPLAR BULUNDU
Geçen dönem kazı çalışmalarında Yeşilova Höyüğü
Kazı Alanı’ndan 100’e yakın buluntu çıkardıklarını
söyleyen Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer
Derin, 9 yıldır aynı alanda çalıştıklarını
vurguladı. Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila,
Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz ve KAYED’e verdiği
destekler nedeniyle teşekkür eden Derin, “Burada
yaşanan kültürü yeniden canlandırmak istiyoruz.
Günümüzden 8 bin 500 ve 5 bin yıl öncesine ait
zengin buluntular elde ettik. Buğdayı öğütmek için
yaptıkları havandan, sıvı kap testileri var. Bu yıl
en çok dikkat çeken ise 5 bin yıllık boynuzlu
kaplar. Yaptıkları kaplarda savaşçılık özelliklerini
yansıtmışlar. Metal ve bronz işlemesinde
kullandıkları döküm aleti bulduk” dedi.
KAYED Başkanı Ramadan Güler, derneklerini 2010
yılında kurduklarını, tarihi ve kültürel dokuya
sahip çıkmak için çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Kazı sezonunda çalışmaları desteklemek ve çıkan
eserlerin daha çok kişiyle paylaşılması için
kahvaltı organizasyonlarını yaptıklarını belirten
Güler, desteklerinin artarak devam edeceğini
söyledi.
KAZI ALANININ ÜÇ ÖNEMLİ ÖZELLİĞİ VAR
Ege Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Candeğer
Yılmaz, Yeşilova Höyüğü kazı çalışmalarını çok
önemsediklerini belirterek, “Bu kazı alanının üç
önemli özelliği var. Birincisi tarihi bilgilerimizi
değiştiriyor. 8 bin 500 yıllık bir yerleşkenin ilk
buluntularını ortaya çıkardı. İkincisi kentin içinde
olması nedeniyle uzun süreli açık bir kazı alanı.
Üçüncüsü de bir derneğin bu işe sahip çıkması. Bunu
Türkiye’ye örnek bir proje olarak sunuyoruz. Kültüre
sahip çıkmak sadece üniversitenin, yerel yönetimin,
kültür bakanlığının değildir. Asıl sahip çıkması
gerekenler o kentte yaşayanlar. Bu nedenle KAYED’i
kutluyorum” dedi.
"GÖNÜLLÜ ELÇİ OLACAĞIZ"
Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila, Bornova’da
amaçlarının öncelikle turizmi canlandırabilmek
olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: “Bu anlamda
Yeşilova Höyüğü sadece Bornova ve İzmir için değil
ülkemiz ve dünya için de çok önemli bir kazı alanı.
Farklı kültürlerin geçmişte ve günümüzde yaşadığı
Bornova’da çıkarılan bu eserleri ilk olarak burada
yaşayanların görebilmesi büyük bir şans. Buraya
turist olarak gelecek insanlara da bizler gönüllü
rehberlik yaparak Bornovamızın ve İzmirimizin
tanıtımında öncülük yapacağız. KAYED’in Yeşilova
Höyüğü, Homeros gibi pek çok alanda duyarlı olması
bölgemiz açısından büyük şans. Önümüzdeki yıl
üniversitemizin 60. kazı çalışmalarının 10. yılını
büyük bir gururla kutlayacağız. Emeği geçen herkese
sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Akşam, 05.09.2014
|
ANTİK KENTE SPONSOR ARANIYOR

Demir Çağ uygarlıkları içerisinde kurulmuş
kentlerden biri olan Pedasa antik kentindeki kazı
çalışmalarının hızlandırılması için destek
bekleniyor.
Bodrum İlçesi'ne bağlı Konacık beldesinde yapılan
kazı çalışmalarında, Pedasa antik kenti günyüzüne
çıkarılıyor.
Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile Muğla Üniversitesi
adına 8 yıl önce başlatılan kazı çalışmaları, Athena
kutsal alanı, mezarlık alanı, karakol binası,
platform mezarları ve akropoliste sürüyor.
Pedasa Antik Kenti Kazı Başkanı, Muğla
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Adnan Diler, Pedasa Antik Kenti’nin Demirçağ
uygarlıkları içerisinde kurulmuş kentlerden biri
olduğunu söyledi.
Pedasa kentinin de içinde bulunduğu Karia
Bölgesi’nin Anadolu’nun doğu ve batı kültürlerinin
buluştuğu güneybatı köşesindeki antik yerleşimler
bakımından en zengin bölgelerinden biri olduğunu
ifade eden Diler, “Antik belgelerde Troya savaşı
sırasında ve sonrasında adlarından söz ettiren
Lelegler, Karya Bölgesi’nde, bugünkü Bodrum
Yarımadası’nda sekiz kent kurmuştur. Kurulan bu
şehirlerin en önemlilerinden biri de Pedasa’dır”
dedi.
Yerleşim merkezindeki surla çevrili akropol ile
onun nekropol (mezarlık) alanları, tarım terasları
ve çiftlik evleri ile Pedasa’nın bir Leleg kenti
olduğunu belirten Diler, “Belgelerde adından sıkça
söz edilen ve bu nedenle iyi tanınan Pedasa antik
kentinde yürütülen yüzey çalışmalarının ardından
sistemli arkeolojik kazılar 2007 yılından itibaren
başlatılmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Muğla
Üniversitesi adına yürütülen kazı çalışmalarına
destek bekliyoruz” diye konuştu.
Pedasa kazılarının 8′inci yılına başlandığını
dile getiren Diler, antik kent için hazırlanan
projelerin hayata geçirilmesi için iş adamlarının
desteğini beklediklerini kaydetti.
Arkeolog Nuray Pehlivan ise Kültür Ve Turizm
Bakanlığı’nın 2007′den bu yana Pedasa’ya destek
verdiğini ifade etti.
Pedasa’nın ayağa kaldırılması için daha çok
desteğe ihtiyaç duyulduğunu belirten Pehlivan,
“Bakanlığa ek olarak buraya sponsorların destek
vermesi gerekiyor. Buradaki kazıların çok daha hızlı
ve etkili yapılabilmesi için desteğe ihtiyaç var.
Kazılar bölge turizmine ciddi anlamda katkı
sağlayacaktır” dedi.
haberler.com, 04.09.2014
|
DÜNYANIN EN ESKİ KERPİÇ SARAYINA ZİYARETÇİ AKINI

Malatya’daki Aslantepe Höyüğü'nde bulunan ve
“dünyanın en eski kerpiç sarayı” olduğu belirtilen
yapıyı, 8 ayda 15 bin kişi ziyaret etti.
Roma La Sapienze Üniversitesi Öğretim Üyesi ve
Aslantepe Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.
Marcella Frangipane, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Aslantepe’deki kazılarda ortaya
çıkardıkları sarayın 2011 yılında açık hava müzesine
dönüştürüldüğünü hatırlattı.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü’nün (UNESCO) “Dünya Kültür Mirası Geçici
Listesi”ne Türkiye’den son dahil edilen 13 alandan
biri olan ve milattan önce 5 binli yıllara
tarihlenen Aslantepe Höyüğü’nün tarih açısından
önemine dikkati çeken Frangipane, “Malatya Arkeoloji
Müzesi Müdürlüğü’nden aldığım bilgiye göre, sene
başından ağustos ayına kadar burayı 15 bin kişi
ziyaret etmiş. Şimdi daha çok ziyaretçi var. Yaz
mevsimi, ağustos-eylül döneminde çok daha fazla
geliyorlar ancak yabancı turist az, daha çok
Türkiye’den geliyorlar. O zaman, daha çok tanıtım
lazım” diye konuştu.
Bu tarihi mekanın dünyanın her yerinde bilinmesi
gerektiğini vurgulayan Frangipane, “Tabii, bilim
adamları biliyor. Bu sene Amerika’da, Almanya’da ve
Fransa’da konferanslar verdim ama insanlar fazla
bilmiyor. O zaman daha anlatmak lazım. Bunun için
Türk profesörlerle, Malatya Arkeoloji Müzesi ve
Valilikle çalışıyoruz. Burası, tarih için çok
önemli, dünya tarihi için önemli” ifadesini
kullandı.
Açık hava müzesinde güvenlik tedbirlerinin
artırılması gerektiğini belirten Frangipane, “Gündüz
bir bekçi var. Çok iyi bir bekçi ama o adam gidiyor,
geliyor, gidiyor, geliyor, kapı açık kalıyor.
Valilikle konuşacağım, en az bir bekçi daha lazım.
Bizim bekçi var ama bizim bekçi kazı evine bakıyor,
depoya bakıyor, kazı alanına bakıyor. Yetmez. O
zaman daha çok turist için daha güzel ve organize
bir şey olacak” dedi.
Frangipane, Nemrut Dağı’nın Malatya’ya yakın
olduğunu ifade ederek, “Şimdi bazı turlar
düzenleniyor. Bu şekilde birkaç grup geldi.
Malatya’ya ve Aslantepe’ye geliyorlar, sonra Nemrut
Dağı’na gidiyorlar. O çok güzel. Turistler,
Aslantepe’ye geliyor, çok beğeniyor” şeklinde
konuştu.
“Medeniyetler burada başlamış”
Açık hava müzesine 3 dilde panolar koyduklarını
belirten Frangipane, sarayı Türkçe, İngilizce ve
İtalyanca anlattıklarını dile getirerek, şunları
kaydetti:
“Saray sadece Malatya’da değil, Doğu Anadolu’da
çok önemli. Medeniyetler burada başlamış. Saray, geç
kalkolitik döneme tarihleniyor, milattan önce
3300-3200 yılları. O zaman Mezopotamya’da da çok
önemli. Yeni sistem başladı. Sarayın çok büyük
mimarisi var. Sadece tapınak değil, Mezopotamya’da
büyük tapınaklar var ama buradaki Saray gibi oldu.
Bu önemli. Değişik sistem, bir kompleks var. Devlet
sistemi başlıyor, bürokrasi başlıyor. Buradaki
kazılarda 2 bin 200 mühür baskıları bulduk. Demek ki
memurlar ve bürokrasi vardı. Bu saray çok monumental
(anıtsal) bir bina. İçinde değişik binalar, tapınak,
avlu, depolar ve koridor var. Duvarında çok güzel
çizim var. Bunun için biz koruma yaptık.”
Sarayın kuzeyinde kazılara devam ettiklerini
bildiren Frangipane, sarayın üstünde bin yıllık
tabaka olduğunu, bunu özenle kaldırmak için
çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.
Frangipane, sarayın kapısında kazılara 1979
yılında başladıklarını, kazıdan sonra tarihi yapının
üstünü her sene çatıyla kapattıklarını belirterek,
“Korumak için yaptık, bunun için aynen duruyor. 30
sene evvelki gibi duruyor” dedi.
İtalyan arkeolog Frangipane, şunları söyledi:
“Kerpiç için çok entresan bir test yaptık. En
önemli şey, çatı koymak lazım, yoksa yağmur, su ve
karda bozulur. İkinci şey hava. Komple kapatmak
olmaz. Yoksa nem çeker. Her şey bozulur. Biz bu
testten sonra açık hava müzesi için proje
hazırladık. Malatya Valiliğine çok teşekkür
ediyoruz, çok destek verdi. 2011 yılında üstüne çatı
yaptık, kenarlarını açık bıraktık. O nedenle Saray 3
yıldır çok iyi korunuyor.”
haberler.com, 04.09.2014
|
ÇEŞME'DE BAĞLARARASI KAZISI GEÇMİŞE IŞIK TUTACAK
Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz
arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin
yürüttüğü
İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırmalar Projesi
çerçevesinde gerçekleştirilen
Çeşme Bağlararası arkeolojik kazısı, öğretim
üyesi Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu başkanlığında devam
ediyor.
Anadolu’nun bilinen en eski şaraphanelerinden
birinin de bulunduğu kazılarda ayrıca, günümüzden 3
bin 700 yıl öncesine ait Çeşmelilere ait komple bir
mutfak ortaya çıkarıldı. Kazılar sırasında
rastlanılan bir kül tabakası ise analiz için
Avusturya Atom Enstitüsü’ne gönderilmişti.

SANTORİNİ VOLKAN PATLAMASI ARKEOLOJİ DÜNYASINDA ÇOK
ÖNEMLİ BİR DOĞA OLAYI
Bağlararası Kazı Başkanı Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, iki
yıl önceki kazılar esnasında sur duvarının dışında
beyaz bir hat gibi görünen volkanik bir kül
tabakasıyla karşılaştıklarını belirterek, “Bu kül
tabakası çok önemliydi. Çünkü dönemsel olarak büyük
bir olasılıkla bizi Santorini adasındaki volkanın
patladığı döneme götürecekti. Santorini volkanının
patlaması arkeoloji dünyasında çok önemli bir doğa
olayı. Çünkü bütün
Akdeniz’de insanlık tarihi boyunca, izleri çok
geniş bir alanda izlenebilen tek doğa olayı bu.
Düşünün ki bir volkan patlıyor, lavları havaya
püskürüyor. O lavların külleri de Akdeniz’in üzerine
iniyor. Dolayısıyla bu kül tabakası burada da
bulunsa,
Mısır’da,
Kıbrıs’ta,
Yunanistan’da da bulunsa hepsi bize o günü / o
haftayı gösteriyor. Arkeolojik kazıda bu çok önemli,
kesin bir veri çünkü” diye konuştu.

İKİNCİ BİR VOLKAN PATLAMASI MI VAR?
Avusturya’daki Atom Enstitüsü’ne gönderilen ve orada
yapılan kül tabakası numuneleri analiz sonuçlarının
kendilerini heyecanlandırdığını vurgulayan Kazı
Başkanı Şahoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Her patlayan volkanın jeolojik bir imzası olur. Bu
açıdan numune sadece Santorini’yi işaret etmedi.
Bize verilen bilgiye göre; gönderdiğimiz numune
içerisinde Santorini volkanı külleri var, ama başka
bir volkanın külüyle karışmış. O yüzden durum biraz
karmaşık hal aldı. Bu durumda külleri Çeşme’ye kadar
gelebilecek bir mesafede ve Santorini volkanıyla
aynı dönemde ikinci bir volkan patlaması daha olmuş
olmalı. Bildiğimiz kadarıyla bu ikinci patlama ilk
kez bizim Çeşme kazısıyla tespit ediliyor.
Santorini’yi herkes biliyor ama ikinci patlama oldu
mu, olduysa nerede olmuş olabilir, bu şimdilik soru
işareti.”
KÜL PARÇACIKLARI BÜYÜK, UZAKLARDAN GELMİŞ OLAMAZ
“Kaynağı henüz bilinmeyen ikinci volkanik küller,
Çeşme’ye yakın olan ve patlamalarıyla tarihsel
kayıtlara geçen Kula veya Midilli volkanlarından
gelmiş olabilir mi?” sorusu üzerine Doç.Dr. Vasıf
Şahoğlu, “Santorini volkan patlaması günümüzden
yaklaşık 3 bin 650 yıl öncesindeydi. Sözünü
ettiğiniz volkanlar ise bu tarihlerde aktif değildi.
Ayrıca bir nokta daha var. İkinci küllerin izini
sürmek için çok uzaklara da gidemiyoruz. Çünkü
numunedeki ikinci volkanın kül parçacıklarının
boyutları, gökyüzünde uzun mesafelerden uçup
gelebilecek büyüklükteki kül parçacıklarından daha
büyük. Dolayısıyla daha yakındaki bir yerden gelmiş
olması gerekiyor. Acaba bu bölgede, örneğin Sakız
Adası’nda henüz bilinmeyen volkanik bir patlama
olabilir mi? Konuyla ilgili çalışmalarımız sürüyor”
diye konuştu.
Milliyet, 04.09.014
|
RESTORASYON BAHANE

Çatısı 2010 yılında yanan Haydarpaşa Garı için
hazırlanan ve Anıtlar Kurulu tarafından onaylanan
restorasyon projesine tepkiler büyüyor. Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu
Sekreteri Mücella Yapıcı, Haydarpaşa Gar binası
çatısının yangından sonra kullanılmaz hale geldiğini
anımsatarak “Önce çatının aslına uygun restore
edilmesi gerek. Binanın güçlendirilmesi lazım. 1
dereceden tarihi eserdir. Hiçbir eklenti
yapamazsınız, fonksiyon yükleyemezsiniz. TCDD
Müdürlüğü’nün hazırlamış olduğu bir başka projenin
uygulamaya sokulması için restorasyon bahane
ediliyor” dedi.
Haydarpaşa Dayanışması sözcüsü Tugay Kartal da
Tarihi Gar için 2005 yılından bu yana hukuk ve sokak
mücadelesi verdiklerini anlatarak mücadeleye devam
edeceklerini söyledi.
Yapıcı garla ilgili yapılan bütün yeni projelerde
demiryolunun deniz ile bağlantısından
bahsedilmediğini belirterek “Garın iskele fonksiyonu
da bitmiş durumda. Dava süreci bitmeden fiili bir
durum yaratmaya çalışıyorlar. Parça parça uygulamaya
geçirmek istiyorlar” dedi.
Cumhuriyet, Haber Hazal Ocak, 04.09.2014
|
KARATAY'DA 10 BİN YILLIK BONCUKLU HÖYÜK
TANITILDI

Konya’nın merkez
Karatay İlçesi Hayıroğlu Mahallesi’ndeki tarihi
kazı çalışmaları sürdürülen Boncuklu Höyük,
düzenlenen programla tanıtıldı.
Programa Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli,
İngiltere
Liverpool Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr.
Dougles Baird, Kazı Çalışmaları Başkan Yardımcısı
Gökhan Mustafaoğlu, Belediye meclis üyeleri ve
Hayıroğlu Mahallesi sakinleri katıldı.
Çatal Höyük’ten bin yıl daha eski olan Boncuklu
Höyük’te eski dönem evleri ve ziyaretçi merkezi
tanıtım programında konuşan Prof.Dr. Dougles Baird,
Boncuklu Höyük insanoğlunun günümüzden yaklaşık 10
bin yıl önce yerleşik hayata geçiş evresinin
delillerini bünyesinde barındırdığını belirterek
insanlığın kültür tarihinin anlaşılması açısından
çok önemli bir yere sahip olduğunu söyledi. Ele
geçirilen buluntularla Boncuklu Höyük’ün, Çatal
Höyük’ten bin yıl kadar daha eski bir yerleşim
olduğunu ifade eden Prof.Dr. Dougles Baird,
çiftçiliğin
Avrupa’ya yayılmasında hareket noktasının bu
topraklar olduğunu ve bu nedenle de insanlık tarihi
açısından Karatay ve Konya’nın önemini vurguladı.
Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli ise, 6360
sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle köy ve
beldelerin mahalle olarak bağlandığını dile
getirerek Hayıroğlu Mahallesi’nde bulunan Boncuklu
Höyük’ün önemli bir tarihi mekan olduğunu söyledi.
Karatay Belediyesi olarak buranın tanıtılması
hususunda ellerinden gelen gayreti sarf edeceklerini
kaydeden Hançerli, yapılan ve yapılacak olan kazı
çalışmalarına destek olacaklarını dile getirdi.
Boncuklu Höyük’ün dünyaya tanıtılması noktasında
çalışma yapılması gerektiğinin altını çizen Başkan
Hançerli, eski dönem evleri ve ziyaretçi merkezi
tanıtımının hayırlı olmasını diledi.
Konuşmaların ardından İngiltere Liverpool
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Dougles Baird
tarafından kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkan eski
dönem evleri ve buluntuların sergilendiği ziyaretçi
merkezinin tanıtımı gerçekleşti.
Milliyet, 04.09.2014
|
ULUCAK HÖYÜK'TE 8 BİN YILLIK ÇİPURA KEMİKLERİ BULUNDU

İzmir'in Kemalpaşa İlçesi, Ulucak Mahallesi'ndeki
1995 yılından beri kazıların devam ettiği Ulucak
Höyük'te, 8 bin yıllık olduğu tespit edilen çipura
çene kemikleri ve midye kabukları ile bunlardan
yapılan bilezik ve kolye gibi takılar bulundu.
Höyüğün denize uzak olması nedeniyle, burada
yaşayanların diğer yerlerdeki insanlarla etkileşim
içinde olup, değiş- tokuş yaptığı olasılığı üzerinde
duruluyor.
Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Protohistoriya ve Ön Asya Arkeolojisi Anabilim Dalı
öğretim üyesi Doç.Dr. Özlem Çevik'in 2009 yılında
kazı başkanlığın devraldığı Ulucak Höyük'ün Ege
Bölgesi'nin ilk çiftçilerine ev sahipliği yaptığı ve
bu ilk yerleşimcilerin 7.5 metrelik kültür tabakası
boyunca evlerini birbiri üzerine inşa ederek
kesintisiz 1300 yıl boyunca aynı yerde iskan
ettiklerinin ortaya çıktı.
Kazı çalışmaları ile ilgili bilgi veren
Doç.Dr.
Özlem Çevik, Ulucak Höyük'ün bu uzun iskan tarihi
ile Ege Bölgesi'nde prehistorik (tarih öncesi)
kültürlerin yaşam tarzının yeniden kurgulanmasında
anahtar bir yerleşim yeri özelliği taşıdığını ifade
etti. Doç.Dr. Çevik, "Günümüzden 9 bin yıl öncesine
ait yerleşim yeri olan Ulucak Höyük, Ege Bölgesi'nde
şimdiye dek bilinen en eski yerleşim yeri olma
özelliğini taşıyor. Bu yıl yapmış olduğumuz kazı
çalışmalarımızda, buradaki insanların yaşamlarını
sadece tarım ve hayvancılığa dayalı olarak
sürdürmediğini, kazı çalışmalarında bulduğumuz,
çipuralara ait çene kemiklerinin yanı sıra midye
kabuklarının hem besin olarak tüketildiği hem de bu
kabuklarından, bilezik, kolye gibi takılar
yaptıkları sonucuna ulaştık" dedi.
Bölgede yaşayan insanların, çok uzak mesafelerde
yaşayan insanlarla etkileşimde bulunduklarını
belirten Doç.Dr. Özlem Çevik, "Bugün Ulucak
Mahallesi'nin denize olan mesafesi 20 kilometredir.
Günümüzden 8-9 bin yıl öncesinde bu mesafenin çok
daha fazla olduğu bilinmekte. Bu kadar erken dönemde
Ulucak tarih öncesi sakinlerinin denizle olan
bağlantılarını sadece balık ve deniz kabuklarından
değil, aynı zamanda alet yapımında kullandıkları
obsidiyeni (Volkanik Cam) Melos adası kadar uzak bir
bölgeden temin etmiş olmalarından da anlıyoruz. Bu
da, bölgede yaşayan insanların, diğer yerleşim
yerlerindeki insanlarla etkileşimde olduklarını ve
aralarında bir değiş tokuş yapma olasılığını
güçlendiriyor. Günümüzden yaklaşık 8 bin yıl önce
şiddetli bir yangınla sona eren kerpiç evlerin
içinde, seramik ve diğer kil nesnelerin yapımı için
kullanılmak üzere hazırlanmış kil topaklarının
üzerinde parmak izlerinin bulunması da ilginç. Bu
tür parmak ve ayak izlerinin günümüzde gerekli
analizleri yapılarak, söz konusu dönemde yaşayan
insanların cinsiyet, kilo, boy gibi fiziksel
özelliklerine dair bilgi vermesi de son derece
önemlidir" dedi.
Zaman, 03.09.2014
|
TARİHTEN YADİGAR 80 ESER
İstanbul’un Doğu Roma dönemine ait ayakta kalan tek
kalesinde yapılan kazılarda günlük hayatta
kullanılan 80 esere ulaşıldı.
En eskisi 1. Bayezid dönemine, en yenisi ise
Osmanlıca yazılmış, Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait
eserler arasında ilk kez, “zenne” denen hanım lülesi
ve Yunan sikkesi de bulundu.
Akşam, 25.08.2014
|
|
SAHTE HEYKELLE VATANDAŞLARI DOLANDIRDILAR

Hatay’ın Erzin
İlçesi'nde tarihi eser ve altın
bulduklarını söyleyen kişilerin, bunları ucuza
satacaklarını söyleyerek bazı vatandaşları
dolandırdıkları tespit edildi. En son bir vatandaşı
130 bin lira dolandıran şahısların, ilçede yaklaşık
10 kişiyi daha aynı şekilde 1 milyon liraya yakın
dolandırdıkları iddia ediliyor.
Erzin’de, ismi açıklanmayan bir vatandaşı gözüne
kestiren dolandırıcılar, ilk olarak telefonla
irtibata geçti. Dolandırıcılar, “Ben Erzin’de
askerlik yaptım. Sizin dükkandan alışveriş yapardım.
Babanızı çok iyi tanıyorum. Müsaitseniz bu hafta
sizi ziyarete geleceğim” diyerek vatandaşla
samimiyet kurdu. Belirledikleri bir tarihte eve
gelen şahıslar, tarihi eser bulduklarını belirterek
eserleri birlikte çıkarma teklifinde bulundu. Daha
önceden araziye gömülen ve içerisinde altın görünümü
verilmiş heykellerin bulunduğu küpleri gören
vatandaş, şahıslarla birlikte küpleri çıkardı.
Küpleri kırdıklarında içerisinden çıkan altın
görünümü verilmiş heykelleri gören vatandaş,
dolandırıcıların tuzağına düştü.
VATANDAŞLAR 130 BİN TL'YE YAKIN PARA
GÖNDERDİLER
Tarihi eserleri pazarlama bahanesiyle vatandaştan
bir miktar para alan ve konuyu kimseye anlatmamasını
isteyen dolandırıcılar, vatandaşı sık sık arayarak
kendilerine para göndermesini istedi.
Dolandırıcılara güvenen
vatandaş, şahıslara
130 bin TL’ye yakın para yolladı. Daha
sonra yaptığı araştırma sonucu eserlerin sahte
olduğunu öğrenen vatandaş, dolandırıldığını
anlayarak polise başvurdu. İlçede aralarında iş
adamları ve emeklilerin de bulunduğu çok sayıda
kişinin daha bu dolandırıcıların tuzağına düştüğü
öğrenildi.
GENELLİKLE BİZANS, ROMA DÖNEMİNE AİT
HEYKELLERİ KULLANIYORLAR
Son dönemde tarihi eserler üzerinden
dolandırıcılık olaylarının artığını belirten eski
resmi koleksiyoncu Hacı Ali Şenküçük, dolandırıcılık
için genellikle Bizans, Roma dönemine ait
eski para ve heykellerin kullanıldığını vurguladı.
Şenküçük, dolandırıcıların izlediği yolu
ise şöyle anlattı: “Eski, yırtık bir kıyafetle
vatandaşın önüne çıkıyorlar. Boş bir tarlada tarihi
küp bulduklarını söyleyip vatandaşı tarlaya
götürüyorlar. Bu küpler kimi zaman madeni para ve
bronz heykellerden oluşuyor. Vatandaşa ‘Bunu
sen al, sakla, kimseye söyleme. Bunu biz satacağız.
Bize şimdilik bir miktar para ver’ diyorlar.
Daha sonra vatandaştan durmadan telefonla para
istiyorlar. Bunlar sahtedir, kimse inanıp parasını
kaptırmasın. Erzin’de bu yolla 10’a yakın
insanı dolandırdılar.”
'TANIMADIKLARI İNSANLARA PARA
YOLLAMASINLAR'
Dolandırıcılık olaylarına karşı vatandaşlara
uyarılarda bulunan Erzin Emniyet Müdürü Murat Ardıç,
“Vatandaşlarımız kendilerini arayıp savcı, polis
olduğunu iddia edip, para isteyen dolandırıcılara,
benzer yöntemlerle kendilerinden para isteyen
dolandırıcılara inanmasınlar. Bu konuda daha
dikkatli olunması lazım.
Tanımadıkları
insanlara para yollamasınlar.” ifadelerini
kullandı.
Akşam, 22.08.2014
|
'PERS OKÇUSU' ÇALINDI, YAKALANDI

Yurt dışına kaçırılmaya çalışılan 2500 yıllık tarihi
sikke ve sınır kapısında ele geçirildi.
Edirne’de jandarma ekipleri tarafından durdurulan ve
Almanya’ya gittiği öğrenilen bir TIR’da, çok sayıda
tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili TIR
sürücüsü A.H. gözaltına alınırken, eserlerin
bilirkişi raporunu hazırlayan Prof.Dr. Engin
Beksaç, üzerinde 'Pers Okçusu' kabartması bulunan
2500 yıllık sikkenin nadir rastlanan bir eser
olduğunu ifade etti.
Jandarma Komutanlığı ekipleri Türkiye’nin çeşitli
yerlerinden toplanan çok sayıda tarihi eserin
Almanya’ya götürüleceği ihbarı üzerine harekete
geçti. Plakası önceden belirlenen TIR, Edirne otoban
gişelerinde jandarma ekiplerince durduruldu. Sürücü
A.H. gözaltına alınırken, TIR da Kapıkule Gümrük
Kapısı’ndaki x-ray cihazından geçirildi. Dorsenin
yan kısmında kalan küçük depo içerisinde yoğunluk
tespit edilmesi üzerine yapılan aramada Roma
Dönemi'ne ait tanrıça başı, Hristiyan ayinlerinde
kullanılan 2 haç, üzerinde Pers Okçusu kabartması
bulunan altın sikke, Klasik Yunan Dönemi'ne ait
altın inkuzum sikke, gümüş Hellenistik Dönem sikkesi
ve tören kabı olarak bilinen seramik kap ele
geçirildi.

2500 YILLIK ALTIN SİKKE
Tarihi eserleri bilirkişi olarak inceleyen Trakya
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü ve Görsel Kültür
Programı Başkanı Prof.Dr. Engin Beksaç, 'Pers
Okçusu' sikkesinin nadir rastlanan bir eser olduğunu
ifade ederek şunları söyledi:
"Yaptığımız bilirkişi incelemesinde çok ilginç
parçalara rastladık. Bunların içindeki en ilginç
olanı ise altın ahamenid sikkesi. Bu sikke üzerinde
bir Pers Okçusu resmedilmiş durumda. Günümüzden
yaklaşık olarak 2500 yıl öncesine giden bir parça
olarak teşhis ediliyor. Trakya müzelerinde bu
sikkeden yok, çok nadir rastlanan bir sikke bu. Bir
de altın inkuzum var, üzerindeki buluntulardan
Klasik Dönem'i hatırlatıyor. Gümüş sikkeler üzerinde
Hellenistik ve Klasik dönemlere ait. Roma
İmparatorluğu'na ait sikkeler var. Bir tanesinin
üzerinde net olarak imparatorun adı yazıyor. Mermer
büst var. Muhtemelen bir binaya bitişik olarak
kullanılmış, bir tanrıça başı. Üzerindeki
kalıntılara bakarsak Seleni başı olma ihtimali
yüksek. Diğer objeler birbirleriyle bağlantılı haç.
Orta Çağ'da kullanılan Hristiyan objesi. Her
ikisinin de kilise törenlerinde kullanılmış olduğu
net olarak ortaya çıkıyor. Seramik bir kap var;
Milattan Sonra 9’uncu yüzyılda kullanılan bir obje."
Ele geçirilen tarihi eserler Edirne Müze
Müdürlüğü’ne teslim edilirken, olayla ilgili
soruşturma başlatıldı.
Akşam, 05.08.2014
|
'AĞAÇ İÇİN AĞIT' KAYIP

Ressam ve kukla sanatçısı İskender Giray’ın ölü
bir ağaca dikkat çekmek üzere yaptığı heykeli
çalındı. Giray çalınan yere dikmek üzere tekrar
heykelin aynısını yapacak.
Moda’da yaşayan ressam ve kukla sanatçısı İskender
Giray’ın Moda’daki ölü bir ağaca dikkat çekmek üzere
yaptığı ve 20 Ağustos günü ağacın yanına koyduğu
“Ağaç için ağıt” isimli heykel 3 gün sonra çalındı.
‘İNSANLAR ÖLÜ AĞACA BAKMAYA ALIŞKIN’
Konuyla ilgili görüştüğümüz İskender Giray söylemek
istediklerini sanatı yoluyla ifade ettiğini, belli
şeylere dikkat çekmek amacıyla bu yolu kullandığını
belirtti. Yaşadığı yer olan Moda’yı evi olarak
gördüğünü ve heykelinin bir sokak sanatı olduğunu
vurgulayan Giray, “Sürekli o ağacın önünden
geçiyordum. İnsanlar ölü bir ağaca bakıp buna çok
alışkın oldukları için dönüp gidiyorlar. Ölü ağacın
yanında bir heykel olursa daha çok dikkat çekeceğine
inanıyordum. Bu nedenle hızlıca yapmam gerekiyordu.
Yeterince sabitleyemedim oraya. Çalınacağını da
tahmin ettim aslında. 3-4 gün içerisinde yok oldu”
şeklinde konuştu.
Giray sözlerine şöyle devam etti:” Heykeli iki
amaçla çaldıklarını düşünüyorum: Ya biri, bunun bir
heykel olduğunu anlamadan sadece 5 liralık bir demir
olduğunu düşünüp hurda demir masrafı için çaldı.
Veya daha da kötüsü, yalnızca kendisi görmek ve
evinde bir köşeye koymak için çaldı, diğer
insanların görüş alanından kaldırdı. İkisi de çok
üzücü ve maalesef her ikisinden de var ülkemizde.”
BERKİN HEYKELİ DE SALDIRIYA UĞRAMIŞTI
Giray, Kadıköy Belediyesi’nin kendisini arayıp
durumu bildirdiğini anlatarak, “Belediye
yetkililerine, oraya bir fidan dikilecekse yeniden
heykeli yapıp koymayacağımı ama oradaki fidanın
yaşamadığını, o ölü ağaç orada kalacaksa heykeli
tekrar yapıp koyacağımı söyledim. İki hafta
içerisinde tekrar aynısını yapıp yerine koyacağım”
dedi.
Sanatçının daha önce de “Ekmekçi Berkin’i arıyor”
isimli heykeli saldırıya uğramış, heykelin kolu
kırılmıştı.
Aydınlık, Haber: Sevgim Yavız, 31.08.2014
******
BULUNDU

Müjde! Kayıp "Ağaç için
Ağıt" heykelini taa Halkalı'da bulduk, Sanatçı
İskender Giray bakımını yapıp aynı yere koyacak.
Hemen yanındaki yaşlı ağacın kökleri yüzünden
kuruyan ağacın yerine de bir süre sonra yeni bir
ağaç dikilecek.
Kadıköy Belediyesi,
11.09.2014
|