Haberler logo Eylül '14 Arşivi

28 Eylül - 4 Ekim 2014

OSMANCIK KALESİ İÇİN RESTORASYON SÖZLEŞMESİ

 

Osmancık Kandiber Kalesi restorasyonu için 9 Eylül’de yapılan birinci etap ihalesinin resmi süreci tamamlanarak sözleşme imzalandı.

İlçenin en büyük tarihi eserlerinden birisi olan Kandiber Kalesi’nin restorasyon ihalesini kazanan Boyut Grup Restorasyon firması yetkilileri resmi süreci tamamlayarak sözleşme imzaladı. Osmancık Belediye Başkanı Hamza Karataş ve firma yetkilisi Onur Beyazıt arasında yapılan sözleşme ile ihale süreci tamamlanmış oldu.

Restorasyon işinin 400 günde biteceğini belirten Karataş 7 bin yıllık tarihi geçmişi olan kalenin peyzaj düzenlemesini içeren ilk etabında çıkışın kolaylaşması için yolların yapılarak aydınlatmasının sağlanacağını, kaleye seyir terası kurularak güvenlik kamerası yerleştirileceğini dile getirdi.

Çorum Haber, 03.10.2014

ATM'DEN MÜZE BİLETİ ALMA DEVRİ BAŞLIYOR

 

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Müze Girişimleri ve Biletix arasında yapılan sözleşme çerçevesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve örenyeri biletleri, Harbiye Asker Müzesi biletleri ile Müzekart’lar, Biletix üzerinden satışa sunulacak.

 

Müze ziyaretçileri, satın alacakları biletlerini yazıcıdan bastırabilecek. Müzekart, Müzekart+ ve Museum Pass kartlar ise adrese kargoyla gönderilecek. İmzalanan anlaşmayla müze biletleri yakında; mobil uygulamalar, çağrı merkezleri, yurtdışı siteler, İDO iskeleleri ve 80 adet Biletix kiosk’u ile ATM’lerden de satın alınabilecek.

Milliyet, 03.10.2014

AKM'NİN TARİHİ VENEDİK'TE

 

 

Bu yıl 14.’sü gerçekleştirilen dünyanın en önemli mimarlık etkinliklerinden olan Venedik Mimarlık Bienali, 23 Kasım’a dek mimarinin temelleri ve moderniteye odaklanarak devam ediyor. Bienal bu yıl 70 yaşındaki Hollandalı mimar ve mimarlık teorisyeni Rem Koolhaas küratörlüğünde düzenleniyor. 2000 yılında Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazanan Rem Koolhaas, 2008 yılında Time dergisi tarafından dünyanın gidişatını en çok etkileyen 100 kişi arasında gösterilmişti. Koolhaas, bienalin ana sergisini bu yıl izleyicileri mimarinin esaslarına/temellerine davet ederek düzenliyor. “Fundamentals” (Esaslar) başlıklı ana sergide gerçekten de mimarinin temelleri var, basbayağı kapılar, merdivenler, çatılar, rampalar, duvarlar...

 

10 ülke ilk kez katılıyor

Dört duvarın arasındakileri oluşturan tüm elementleri tek tek inceleyen ana sergi, duvardan tuvalete eşyanın tarihiyle ilgili göndermelerde bulunuyor. Mimarlık teorileri sınırları zorlamaya devam ederken izleyicileri en başa dönüp tekrar bakmaya davet ediyor. Venedik Mimarlık Bienali’nde bu yıl 65 ulusal pavyonda ülkelerin hem bu ana serginin çizdiği çerçeve kapsamında hem de Absorbing Modernity 1914-2014 (Sürmekte olan modernite 1914-2014) başlığı altında ürettikleri projeler, eserler, çalışmalar sergileniyor. Türkiye’yle birlikte 10 ülke bu bienale ilk kez katılıyor. Türkiye’nin yanı sıra Kosta Rica, Dominik Cumhuriyeti, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Fildişi Sahili Cumhuriyeti, Kenya, Morako, Mozambik, Yeni Zelanda da bu kapsamda ilk kez bienalde yer alıyor.

 

İKSV’nın koordinasyonunda, Schüco Türkiye ve Vitra’nın eş sponsorluğunda düzenlenen Türkiye Pavyonu’nda mimar Tabanlıoğlu’nun İstanbul’da kendi kişisel tarihi ve toplumsal önemi bakımından odaklandığı Taksim- Tünel, Levent-Büyükdere Caddesi, Bab-ı Ali bölgesi, seçtiği beş sanatçı Alper Derinboğaz, Metehan Özcan, Candaş Şişman, Ali Taptık, Serkan Taycan’ın bu bölgelere odaklanan işleriyle yer alıyor.

‘Bireysel algı ve deneyimler’
Tabanlıoğlu sergi hakkında, “Hafıza Mekanları (Places of Memory) bir tarihçi bakışıyla Türkiye’deki modern mimarlığı ortaya çıkarmak, eksiksiz bir katalog sunmak ya da sadece ona özgü yerellikleri yakalamaya çalışmak yerine bienalin ana temasını bireysel algı ve deneyimler üzerinden ele almayı deniyor” diyor. Serginin ortasında Tabanlıoğlu’nun babası Hayati Tabanlıoğlu’nun mimarı olduğu AKM’nin geçmişten bugüne kadarki tarihi sergileniyor.

 

Detaylı şekilde anlatılan AKM, çizimleri, projelendirme süreci, yangınla uğradığı zararlar ve Gezi Süreci’ndeki posterlerle donatılmış halinden bir fotoğrafla gösteriliyor.

 

Sergide Mimar Alper Derinboğaz, ‘Gelişigüzelin Metodları’ ile İstanbul’un gelişimini farklı haritalardan oluşan beş rölyefle sergiliyor. İstanbul’dan Tabanlıoğlu’nun seçtiği bu üç bölgeye odaklanan rölyefler, şehrin topografik yapısının nelere izin verdiği ve nasıl etki ettiği üzerine sorular soruyor. Serkan Taycan’ın eseri, meydan yok denilen İstanbul’un meydanlarını, Ali Taptık’ın eseri şehirdeki değişimi, Metehan Özcan’ın eseri Hukukçular Sitesi’nden manzaraları gösteriyor. Candaş Şişman ses yerleştirmesiyle şehrin seslerini eserlere özgü yaptığı çalışmayla birleştiriyor.

Habertürk, 02.10.2014

DEFİNECİLERİN ALTIN UMUDU BİTTİ, KUTSAL GÖL KURTULDU

 

 

Muğla’nın Köyceğiz ile Denizli'nin Beyağaç ilçelerinin sınır çizgileri ortasında kalan Kartal Gölü definecilerin kazdığı çukurlar tekrar suyla dolarken göl eski görkemli günlerine dönmeye başladı.

KUTSAL GÖL
Efsaneye göre, Hititler döneminde, dağda törenler yapılırken bölgede yaşayan halk, kutsal saydığı Kartal Gölüne, sembolü olan som altından çift başlı kartal heykeli gömdü. Yine efsaneye göre, kutsal sayılan göle saygılarını sunmak için halk özellikle altın eşyalarını da attı.

Efsanenin kulaktan kulağa yayılmasıyla Köyceğiz'in en yüksek dağlarından olan 2 bin 265 metre yüksekliğindeki Sandras'ın 1903'üncü metresinde ve büyük bölümü Beyağaç İlçesi sınırlarında kalan Kartal Gölü, 1990 yılından itibaren definecilerin akınına uğradı.

YETKİ KARMAŞASI TALANI HIZLANDIRDI
Göl, uzun süre Denizli ile Muğla Orman Bölge Müdürlükleri arasında yetki karmaşasında kaldı. Doğal ve arkeolojik sit alanı olan göle dökülen kaynak suyunun yatağı defineciler tarafından değiştirildi. Su akışı olmadığı için zamanla kurumaya başlayan gölün bazı bölümlerine setler çeken defineciler, sudan arındırıldıktan sonra bu bölgeleri kazdı.

Ancak, efsaneye göre var olduğu söylenen çift başkı kartal heykeli bulanamadı. Hatta daha da ileri giden defineciler kepçelerle gölü kazıp, kamyon ve TIR'larla toprak çekilip, götürüldüğü bölgede içinde altın aradı. Ancak, yine sonuç alamadı.

UMUT BİTTİ, FLORA CANLANDI
Umudunu kesen definecelerin bölgeden ayrılmasıyla, göl kurtuldu. Bitki florası ve çevresindeki Anıt Ormanıyla nadide bir bölge olan, Çevre ve Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Yaban Hayvanı Koruma Genel Müdürlüğü tarafından koruma alanı olarak ilan edilen göldeki definecilerin kazdığı çukurlar, son yağmurlarla suyla doldu. Su seviyesi yükselen göl, eski görkemli zamanlarına dönmeye başladı.

VE ASIL HAZİNE...

 

 

Göl çevresindeki Türkiye'nin en yaşlı karaçam ormanı da doğa bilimcileri için ilgi odağı olmaya devam ederken, yol kenarındaki biri 25.4 metre boy, 144 santim çap ve 1214 yaşında, diğeri ise 22 metre boy, 115 santim çap ve 1320 yaşındaki karaçam ağacı görenleri hayrete düşürüyor.

Radikal, 02.10.2014

SELÇUK TARİHİNE SAHİP ÇIKACAK

 

İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram, Şirince Sokak Sağlıklaştırması ve Kentsel Tasarım Projesi Alımı ile ilgili olarak incelemeler yapmak için Selçuk’a geldi. Selçuk’un çok önemli bir tarihe dokuya sahip olduğunu belirten Karabayram, Selçuk Belediyesi’nin verdiği önemle ilçede yapılması planlananrestorasyon çalışmaları süreçlerinin hızlandığını ifade etti.

 

Şirince Sokak Sağlıklaştırması ve Kentsel Tasarım Projesi Alımı ile ilgili Selçuk Belediyesi Ahmet Taner Kışlalı Toplantı salonunda düzenlenen sunuma Selçuk Belediye Başkanı Dr. Dahi Zeynel Bakıcı, İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram, Belediye Başkan Yardımcısı Atilla Aksoy ile ilgili birim amirleri ve personel katıldı.


İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün sorumlu olduğu yedi ilk ilçe içerisinde Selçuk’u ziyaret ederek bir ilki gerçekleştirdiğini söyleyen Karabayram, kurumsal olarak gösterilen bu önemde Selçuk’un tarihi değerleri kadar yerel yönetimin bu konuya verdiği öneminde etkili olduğunu vurguladı.

Karabayram, “Selçuk, köklü tarihsel geçmişiyle ve geleceğiyle, ciddi anlamda tarihsel değer barındıran ve farklı dönemlerden kesitle beraber restorasyon ve iyileştirmelere ihtiyaç duyan bir ilçedir. Geldiği dönem itibariyle Selçuk’a 10 milyon ödenek ayrılmasına destek sağlayan belediye başkanımıza bu konuda teşekkür ediyorum. Bugün burada İzmir ilinde bir il gerçekleşiyor ve ilk defa bir ilçemizde belediyenin katkılarından dolayı bakanlık olarak buraya gelmeyi kendimize görev bilerek ve geldik” dedi.

Selçuk’un tarihi dokusunun altını çizen Karabayram, bugüne kadar Selçuk’ta yapılan ve yapılması planlanan restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verdi. Efes Müzesi onarım ve teşhir tanzim işini gerçekleştirdiklerini ifade eden Karabayram;“5 milyon 962 bin TL’ye ihale ettiğimiz proje ile 6 bin metrekarelik alanda 10 bin eserin kurtarılması ve depolara mahkum edilen tarihin gün ışığına çıkarılması için çaba harcadık. Belediye Başkanımızın çabalarıyla Efes Müzesi’nde yapılan çalışmalar son üç ayda hızlandı”  dedi.

Efes Ören Yeri ve Efes Antik Tiyatro’da yapılması planlanan restorasyon çalışmaları hakkında da detaylı bilgi veren Karabayram, “Çok ciddi mekanlara tarihi dokudan yoksun mekanlarla geçiş yapıyordunuz ama artık böyle bir şey olmayacak. Efes Ören Yeri’nde misafirleri karşılamak için seyir terasları, kafeler ve karşılama merkezlerini de içine alan ciddi bir kompleks oluşturulacak. Yaklaşık üç ay önce bu projenin ihalesi yapıldı. 201 bin TL’ye ihale edilen projeyi, önümüzdeki yıl 2,5 milyon TL kaynak bulunarak bitirmeyi planlıyoruz” bilgisini verdi.

Efes Antik Tiyatrosu ve Saint John Kilisesirestorasyon projeleri kapsamında atılması planlanan adımlar hakkında da bilgi veren Karabayram; “Efes Antik Tiyatrosu’nun proje ihalesi tamamlandı. 2015 yılında tiyatronun restorasyon ihalesi de tamamlanacak. Burada konserlerin yapıldığı, seminerlerin yapıldığı bir mekanoluşturulacak. Kayıp parçalar bulunacak, yerlerine monte edilecek. Gerekli onaylar alındıktan sonra 2015 yılında tiyatroyu hizmete açmış olacağız. Müdürlük olarak biz belediyemizin de girişiyle 627 bin TL ödenek bulduk. Bu proje ihalesi de 499 bin TL’ye mal oldu.  İzmir çok zengin bir bölge bu zenginliğin %40’lık dilimi Selçuk İlçesi'nde. Bizim burada ciddi çalışmalar yapmamız lazım. Hızlı ve seri bir şekilde davranmalıyız. Yerel yönetimce tarihsel dokuya bugüne kadar gösterilmeyen bir önem var. Biz kurum olarak belediye başkanımıza ve Selçuk Belediyesi’ne çok teşekkür ediyoruz. Müdürlüğümüz tüm belediyelere her türlü desteği vermeye hazır” dedi.

HER ZAMAN MERKEZİ İDAREYLE BERABERİZ
Merkezi idare ve onun temsilcileriyle bir arada uyum içinde çalışarak Selçuk’a katkı sunmanın temel çalışma prensibi oldukların vurgu yapan Selçuk Belediye Başkanı Dr. Dahi Zeynel Bakıcı; “Yedi ilden sorumlu olan İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü Selçuk’a özel bir önem ve tam destek veriyor. Biz her zaman yerel yönetimle merkezi yönetimin bir arada hareket etmesi gerektiğini savunduk. Selçuk ören yerleri açısından çok zengin bir yer. Bu zenginliğin ortaya çıkarılması için merkezi idareyle beraber çalışıyoruz. Bu birlikten Selçuk kazanacak. Bu çalışmalar sahip olduğumuz tarihi değerlerin korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasının yanı sıra tüm dünyadaki etkileri ile de ilçemize gelir getirecek” dedi.

ŞİRİNCE’NİN DOKUSUNU KORUYACAK PROJE
Toplantıda Selçuk Belediyesi Fen İşleri Müdürü adına İç Mimar Cem Serbest bir sunum yaptı. Turizm yoğunluğu yüksek bir bölge olan Şirince Mahallesi’nin yılda yaklaşık 2 milyon turisti bir yerleşke olduğunu belirten Cem Serbest “Yanlış restorasyonlar ve ilgisizlik nedeniyle “özgün Şirince Evi” niteliğindeki sivil mimarlık örneklerinin bir kısmı kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Kentin belirli akslarının çarşı niteliği kazandığı, kontrolsüz gelişen stant yapıları üst örtüler, pergolalar, tabelalar, uyumsuz yeni yapılar, yetersiz alt yapı, bakımsız tescilli kültür mirasları, uyumsuz kent mobilyaları ve yetersiz aydınlatma gibi birçok sorun ile karşı karşıya olan Şirince çarşısının belirlenen akslarında sokak sağlıklaştırma ve kentsel tasarım projesi hazırlanması öngörülmektedir” dedi.


Şirince’de yapılması planlanan  çarşı içi sokak sağlıklaştırma ve kentsel tasarım çalışmalar hakkında detaylı sunum yapan Cem Serbest, Şirince Çınar Altı Meydanı, çarşı ana aksı ve Aya Yani Kilisesi’ni bağlayan güzergahın proje alanında  yürürlükteki Şirince Koruma Amaçlı İmar Planı hükümlerine bağlı kalınarak, proje alanı içerisinde yer alan tescilli geleneksel yapıların sokak sağlıklaştırması yapılacağını kaydetti.

Bilgilendirme toplantısının ardından Şirince mahallesinde incelemelerde bulunan İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram, Selçuk Belediye Başkan Yardımcısı Atilla Aksoy’dan ve Şirince Mahallesi Muhtarı Levent Apak’tan bilgiler aldı. Şirince’deki HagiosDimitrios Kilisesi ve St.John (Aziz Yahya) Kilisesi de gezen Karabayram ve beraberindekiler, Şirince çarşısını da gezerek burada yapılması planlanan çalışmalar hakkında bilgiler aldılar. Şirince ziyaretinden sonra restorasyonu devam eden Efes Müzesine geçen İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram’a burada Selçuk Belediye Başkanı Dr. Dahi Zeynel Bakıcı da eşlik ederek, restorasyon çalışmaları hakkında Müze Müdür Cengiz Topal’dan bilgiler aldılar.  

Ege'de Son Söz, 02.10.2014

TARİHİ FABRİKA, KAĞIT MÜZESİ OLUYOR

 

Cumhuriyet tarihinin ilk kağıt fabrikası, 1,5 yıldır devam eden restore çalışmalarının tamamlanmasının ardından kağıt müzesi olacak. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Büyükakın, "Tamamlandığında Türkiye'nin ve Avrupa'nın en büyük kağıt müzesi olacak. Böyle bir kağıt müzesi ne Türkiye'de ne de Avrupa'da var" dedi.

 

 

Cumhuriyet tarihinin ilk sanayi kuruluşlarından olan İzmit'teki SEKA Kağıt Fabrikası, yaklaşık 1,5 yıldır devam eden restore çalışmalarının tamamlanmasının ardından Türkiye'nin ilk, Avrupa'nın da en büyük kağıt müzesi olarak hizmete girecek. 1934 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından temeli atılan fabrika, 1936 yılında dönemin İktisat Bakanı Celal Bayar ve beraberinde gelen 2 tren dolusu davetliyle açıldı. Fabrika sayesinde, ülkenin kağıttaki ithal bağımlılığı sona erdi, gazeteler Kocaeli'de üretilen milli kağıtlara basılmaya başlandı.

 

TARİHİ MAKİNELER ONARILDI

Kuruluş sürecinde "zarar eder" şeklinde tartışmalara sebep olan fabrika kısa sürede daha da büyüyerek, bölgedeki binlerce insanın ekmek kapısı oldu. Özelleştirme Yüksek Kurulu'nca 1997 yılında bünyesinde bulunduğu Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları AŞ'nin (SEKA) özelleştirme kapsamına alınmasıyla yatırımları durdurulan fabrika, işçilerin ve bölge insanının tepkisi nedeniyle uzayan sürecin ardından 2005 yılında Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'ne devredildi ve üretim faaliyeti sonlandırıldı. Belediye, bu tarihten sonra fabrikanın bin 100 dönümlük arazisi üzerinde Türkiye'nin en büyük endüstriyel dönüşüm projesini başlattı. Kıyı kesimini kapsayan alanda yapılan çalışmalar sonucunda 2006 yılında son halini alan Sekapark, ülkenin en büyük eğlence ve dinlence alanlarından biri olarak hizmete açıldı. Bunun yanında, fabrika binalarının değerlendirilmesi için de "Seka Bilim Merkezi" ve "Seka Kağıt Müzesi" projeleri hazırlandı. Yaklaşık 1,5 yıldır süren restore çalışmaları kapsamında üretimde kullanılan tarihi makineler onarılarak ilk günkü görünümüne kavuşturuldu. İç mekan düzenleme çalışmaları devam eden birinci fabrikanın, 2015 yılının ortalarında Avrupa'nın en büyük kağıt müzesi olarak hizmete açılması planlanıyor.

 

AVRUPA'NIN EN BÜYÜK MÜZESI OLACAK

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Tahir Büyükakın, İzmit'teki SEKA Kağıt Fabrikası'nın Cumhuriyetin endüstriyel bir mirası, ilk kurulduğu yıllarda kendi sanayisini oluşturmak isteyen Cumhuriyetin en önemli adımlarından biri olduğunu söyledi. Büyükakın, aslına uygun bir şekilde restore edilen fabrikayı gezenlerin o döneme ilişkin kağıt üretim teknolojisini görme imkanına sahip olacağına dikkati çekerek, "Tamamlandığında Türkiye'nin ve Avrupa'nın en büyük kağıt müzesi olacak. Restorasyonu aslına uygun, endüstriyel dönüşüm şeklinde planlanmış böyle bir kağıt müzesi ne Türkiye'de ne de Avrupa'da var" ifadesini kullandı.

Yeni Şafak, 02.10.2014

GELİBOLU'DA TRAKLARDAN KALMA KUTSAL ALAN BULUNDU

 

 

Gelibolu Yarımadası Yüzey Araştırmaları'nda ilk kez Saroz yakınlarında Traklara özgü çok önemli bir kutsal alan tespit edildi.

 

Bu topraklarda tarihin üzerinde yaşadığımız için en ilgisiz olanımız bile toprak altı kazılarından haberdardır. Ancak Yüzey Araştırmaları pek fazla bilinmez.


Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim üyesi Doçent Dr. Zeynep Koçel Erdem 2008 yılından beri Eski Roma dönemine ait yüzey araştırmaları yapıyor. Tekirdağ, Şarköy ve Gelibolu, antik adıyla Trakya Khersonesos’u çalışma alanına dahil.


Marmara Bölgesi’nde Trakya’da imar değişiklikleri söz konusu olduğu bir dönemde bu bölgede antik kalıntıların incelenmesi çok önemli olmaya başladı. Araştırma sonrasında buluşup konuştuk.

Çok fazla bilinen bir bilim dalı değil, Yüzey araştırmaları nedir?
Yüzey araştırmaları kazı yapmaksızın toprak üstünde görülen geçmiş uygarlıklara ait izleri kayda almak, belgelemek olarak açıklanabilir. Aslında çok fazla bilenen bir alan değil. Öğrenciliğim sırasında 20-25 yıl öncesinden hatırladığım kadarıyla başlı başına bir proje olarak bölgenin yüzey araştırmasını yapmak çok yaygın değildi.


1980’li yıllarda Prof.Dr. Mehmet Özdoğan Trakya araştırmalarını başlatmıştı. Mustafa Hamdi Sayar 1992 yılından beri her sene Çanakkale’de tarihi coğrafya alanında yüzey araştırmaları yapar. Yeni kurulan üniversiteler de kendi bölgelerini araştırmaya başladılar.

Neden önemli yüzey araştırmaları?

Her şeyden önce bir belgeleme. Ne var, ne yok onu anlıyorsunuz. Bir sütun başlığı, bir tarlada çanak çömlek, kemer taşları, anfora parçaları, sikkeler, nekropolse insan kemiği, blok taşları gözle görülüyor. Mesela Baklaburnu dediğimiz yer bir liman, Kardiya Antik kenti. Orada liman taşları, seramikler var. Seramikler Klasik, Hellenistik ve Roma gibi hangi dönemlerin olduğunu gösteriyor.

 

Gelibolu Yarımadası Toprak Üstü Araştırmaları hangi döneme yoğunlaşıyor?
Biz Klasik Roma Dönemi’ni araştırıyoruz. Bir de Sestos Antik Kenti Akbaş Şehitliğinde yüzey üstü araştırmaları devam ediyor.

Ne kadar geri gidiyor yüzey araştırmaları?
Çanakkale yarımadasında Kalkeolit dönem MÖ 4 bin yıllarına dek, yani günümüzden 6 bin yıl öncesine gidebiliyor.

Ganos Bölgesi’nde ilk detaylı araştırma size ait. Ganos’ta neler bulmuştunuz yüzeyde?
Evet, altı yıl Ganos’ta yüzey araştırmaları yapmıştık, hala da devam ediyor. Mesela Şarköy- Gelibolu sınırında bir kaya mezarı keşfetmiştik. Yerleşimden kutsal alana, mezar tiplerinden tekil buluntuya kadar çok çeşitli buluntular, farklı dönemler ait kültür varlıkları tespit ettik. Bazen köylüler traktöre takılan mezar taşlarını tarlaya zarar vermesin diye çıkarıp kenara koyuyor, bazen de tahrip ediyorlar. Kimi zaman bildiriyorlar müzeye, çoğu zaman da korktukları için “sit alanı yapılıp elimden alacaklar araziyi” diye bildirmiyorlar.

Bu korkunun dayanağı var mı?
Hayır, her yerin sit alanı yapılması mümkün değil. Çünkü nereye bakarsan bak bir şey var. Zaten çok önemli alanlar müze tarafından biliniyor ve SİT alanı halihazırda yapılmış. Kazı ya da yüzey araştırması yapanlar sadece önerebilir müze kurumuna. Çoğunlukla bakanlık takas yapıyor ya da parasını ödüyor.

Gelibolu Yarımadası’na gelirsek bu araştırmanın önemi ne?

Bugüne dek yapılmayan Klasik ve Roma dönemleri çok iyi araştırılmış olacak. İkincisi elbet ilerde kazılar olacak. Bence kazı öncesi tüm alanların çok iyi çok iyi tetkik edilmesi lazım. Saptama kazıdan çok daha önemli.


Gelibolu Yarımadası’nda çok önemli üç şey var: Birincisi Çokal barajı, köprü ve yazlık konutların yapımı. Bunlar yapılmadan ne var ne yok belgelensin. Bunu Türkiye Bilimler Enstitüsü ‘Türkiye Kültür Envanteri’ başlığı altında yapılıyordu, fakat yarım kaldı onu başlatan hocalarımız vefat edince. Bu arada bir envanter kirliliği de oldu, herkes kendine göre bir envanter yapmaya başladı.

Siz yüzey araştırmasını yaptıktan sonra kazı mı başlatılıyor?
Hayır, bilimsel yayınını yapıyor ve Gaziantep’te Kazı ve Yüzey Araştırmaları Sempozyumunda sunuyoruz. Kazı tamamen ayrı bir izin. O alanda arzu edilen yer varsa ve sponsor, ekip ve ev gibi alt yapısını oluşturabiliyorsanız kazı yapılabiliyor. Bakanlık birkaç sene yüzey araştırması yapıp alanı tanıdıktan sonra kazı yapılmasına izin vermek istiyor. Bir de kazı yapılacak alanın şahsa ait olmaması gerekiyor. Öncelikli alanlara izin veriliyor.

Nedir öncelikli alanlar?

Turizme açık bir yerse ya da çok büyük bir antik kentse veya baraj geçecek ya da yol yapımı olacaksa, onlara izin veriliyor. Bakanlık sitesinde bu var zaten.

Gelibolu Yarımadası’nda neden hiç kazı olmaz?

Bana göre bugüne dek kazı olmamasının en önemli nedeni askeri bölge ve Tarihi Yarımada olması

Trakya’da Efes gibi büyük antik kentler var mı?
Hayır yok, bir takım taşlar görüyorsunuz ama tarım arazisi olduğu için düzleştirilmiş, sürülmüş. Yoksa hem Çanakkale Boğazı hem de Saroz tarafına bakan çok sayıda çok önemli antik kentler var.

Dedektör kullanıyor, altın buluyor musunuz?

Bu tamamıyla şehir efsanesi. Dedektör ibresi sağ gösterişe gümüş, sağ gösterirse altınmış. Zamanın antik kentleri de zor zamanlar ancak zengin mezarlarında altın bulunuyor. Ilgardere’de kral mezarında bir taç çıkmıştı şimdi müzede o buluntu.

Gelibolu Yarımadası Yüzey Araştırmalarında sizi heyecanlandıran yeni bir şeyler var mı?
Bu yıl ilk kez Traklara özgü çok önemli bir kült alanı (kutsal alan) tespitimiz var. Daha önceki yıllarda benzer alanlara Şarköy ve çevresinde rastlanmıştı. Gelibolu’daki ise hiç bilinmeyen bir yer ve bir vadi içerisinde, doğal kayalar üzerinde pek çok sunu çukurunun, niş ve mağaranın olduğu, geniş bir alana yayılı bir açık hava tapınım alanı.


Trak tapınım şekillerine ve tanrılarına ait çok az bir şey biliyoruz. Bu kutsal alanı geçen haftalarda Uluslararası Avrupa Arkeologlar Birliği toplantısında sundum (EAA) ve şimdi yayına hazırlıyorum. Benim açımdan en ilginç saptama bu. Bu yıl ayrıca daha önce saptanmamış iki yerleşme de saptadık.

YERİN ALTI TAHRİP EDİLMİŞ ÜSTÜ ÇÖP YIĞINI
Eski eser tahribatının ve kaçak kazıların yanında gün geçtikçe artan çöp meselesi büyük sorun. Tüm Yarımada, Saroz kıyıları çöplüklerle kaplı.

Bu çalışmalar sırasında karşılaştığın ilginç durumlar oluyor mu?

Benim bu çalışmalar sırasında en çok üzüldüğüm ve gün geçtikçe de arttığını gördüğüm nokta şu: Eski eser tahribatının ve kaçak kazıların yanında gün geçtikçe artan çöp meselesi. Tüm Yarımada'ya, Saroz'un her noktasına, Bolayır Namık Kemal türbesi içine ve çevresine, şehitlikler çevresine yığınlarla çöp dökülmüş, maalesef dünyanın en eşsiz güzelliklerini barındıran Saroz kıyıları çöplüklerle kaplı.

Nedir bu çöpler?
Mesela Saroz'daki yazlık villaların çoğu tadilat yapmış ve eski çöplerini, küvetler, klozetler, yataklar, özetle yığınları dere yatakları ve orman alanlarına döküp kaçmışlar. Bu ülkeye turist neden gelsin ki, bir de yabancı şehitliklere bak lütfen. dediğim gibi bu konu başlı başına bir sorun. Bakanlığa da bildiriyorum ama onlar da bıktı benden ve artık Çevre ve Şehirciliğe yazın diyorlar, hangi birini yazayım ki?

Radikal, Haber: Müge Akgün, 01.10.2014

DÜNYANIN İLK SARAYI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

UNESCO'nun dünya mirası geçici listesine Türkiye'den son dahil edilen 13 alandan biri olan ve milattan önce 5 binli yıllara tarihlenen Malatya'daki Aslantepe Höyüğü'nde süren kazı çalışmalarında büyük bir bina bulundu. Roma La Sapienze Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Aslantepe Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane, dün Malatya Valisi Süleyman Kamçı'yı ziyaret ederek kazılar hakkında bilgi verdi.

MÖ 4000 YILLARINA AİT
Aslantepe Höyüğü'nün çok ilginç bir yer olduğunu dile getiren Frangipane, "Orada çok önemli, güzel ve büyük bir bina bulduk. Çok büyük bir saray var. O saray çok çok eski. MÖ 4 bin yıllarına tarihleniyor. Belki dünyadaki ilk saray sistemi burada başlıyor. Sarayın koridoruyla bu bina arasında bağlantı var. Belki kral yeri. Binada çok güzel bir platform var. Burada odun, kömür gibi bir şey bulduk" dedi. Vali Süleyman Kamçı da kültüre verdikleri öneme değinerek, "Değerli hocamıza saygımız, sevgimiz sonsuz. Burada yaptığı çalışmalar, bizi dünyaya tanıtacak. O anlamda kendilerine müteşekkiriz. Biz de elimizden geldiğince kendilerine yardımcı olacağız. Olmaya da devam ediyoruz" diye konuştu.

Sabah, 01.10.2014

NEOLİTİK DÖNEMİN GELENEĞİNİ SÜRDÜRÜYOR

 

 

Samsun’un Salıpazarı İlçesi'nde yaşayan 71 yaşındaki Nurettin Tok, arkeolojik kazılarda geçmişi 10 bin yıl önceki Neolitik döneme kadar giden, genellikle ekmek pişirmede kullanılan “bileki”yi, yarım asırdır kayaları oyarak yapıyor.

 

Salıpazarı İlçesi'nde yaşayan 71 yaşındaki Nurettin Tok, arkeolojik kazılarda geçmişi 10 bin yıl önceki Neolitik döneme kadar giden, genellikle ekmek pişirmede kullanılan bilekiyi (taştan yapılmış bir çeşit kap), yarım asırdır kayaları oyarak yapıyor.

 

Alanyaykin Mahallesi’nde eşi Emine Tok ile yaşamını sürdüren Nurettin Tok, çoğunlukla ekmek pişirmede kullanılan ama farklı yemeklerin hazırlanmasında da yararlanılan bilekiyi yapmayı, ağabeyinden öğrenerek yarım asırdır devam ettiriyor.

 

Küçüklüğünde bölgede çok sayıda bileki yapan usta olduğunu anlatan Tok, AA muhabirine, evinin alt tarafında yer alan taş ocağında, “tasar” adını verdiği ilk kalıbı kayaç zeminden çıkardığını belirtti.

 

Çıkardığı kayaya yuvarlak hatlar kazandırdığını ifade eden Tok, bilekiye bölgeye özgü motifler çizerek son şeklini verdiğini anlattı.

 

Hazırladığı bileki taşı ile ekmek pişirildiğini dile getiren Tok, “Günde ortalama 7-8 bileki yapıyorum. Taşların satışlarını Çarşamba’daki bir esnaf arkadaşım sayesinde gerçekleştiriyorum. Ailemin gelirini buradan sağlıyorum. 6′sı erkek 1′i kız olmak üzere 7 çocuğum var. Çocuklarım İstanbul’a yerleşti, maalesef hiçbiri bu mesleği öğrenemedi. Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yapımı bilinen bileki tamamen el emeğine dayanıyor. O yüzden kaybolan meslekler arasında” dedi.

 

Evlerinin avlusunda yaktıkları ateşte bileki içinde ekmek pişirdiklerini dile getiren Tok, ağaç yapraklarını bileki içine yerleştirdikten sonra Mısır ekmeği için hazırlanan hamuru döktüklerini, üzeri bir teneke parçasıyla kapatılan bilekide tadına doyumsuz Mısır ekmeği pişirdiklerini söyledi.

haberler.com, Haber: Yaşar Karaman, 01.10.2014

DA VİNCİ'NİN AŞK ŞİFRESİ

 

 

Leonardo da Vinci’nin "Lady with an Ermine" (Kakımlı Kadın) tablosunda daha önce görülmeyen çizimler ortaya çıktı. Yeni bir teknoloji sayesinde bulunan detaylar tarihi bir magazine de ışık tutuyor. Milano Dükü ve Cecilia Gallerani’nin saray tarafından onaylanmayan aşkı Da Vinci’nin tablosunda tekrar hayat buluyor. 

 

Fransız bilim adamı Pascal Cotte, yeni bir ışık teknolojisi kullanarak Rönesans'ın ustası Leonardo Da Vinci'nin "Lady with an Ermine"  tablosunda yeni bir keşif yaptı. Milano Dükü Ludovico Sforza’nın sevgilisi Cecilia Gallerani’nin resmedildiği ve 1489-1490 yılları arasında yapıldığı düşünülen tablonun Da Vinci tarafından daha önce 2 farklı şekilde çizildiği ortaya çıktı. Da Vinci’nin bu tablosunda Cecilia elinde tuttuğu bir sansar türü olan beyaz kakımla resmediliyor.

 Ancak tabloyu inceleyen Cotte, Da Vinci’nin tabloyu daha önce kakım olmadan çizdiğini, sonrasında kakımı eklediği ve en son olarak da hayvanın kürk rengini beyaza boyadığını ortaya çıkardı. Katman ayrıntılandırma methodu sayesinde ortaya çıkan gelişme Leonardo uzmanlarını oldukça heyecanlandırdı. 

 

SIRLARI AÇIĞA ÇIKARIR!

Uzmanlar bu tekniğin tarihe ışık tutabilecek sırları da aydınlatma imkanı sunabileceğini söylüyor. Zira bu resimde bile iki farklı teori üstüne tartışılmaya başlandı. Uzmanlardan bazıları, ressamın kakımı sonradan eklemesinin amacının Milano Dükü Sforza’yı yüceltmek olabileceğini söylüyor. Çünkü Sforza’nın soy simgesini beyaz kakım temsil ediyordu ve Leonardo da Vinci 18 yıl boyunca onun hizmetinde çalışmıştı. 

 

İLİŞKİSİ DUYULSUN DİYE YAPMIŞ!

Uzmanların diğer bir görüşü ise, Da Vinci’ye kakım resmetmesini Cecilia’nın söylemiş olabileceği. Çünkü soylu bir aileye mensup olmayan Cecilia’nın Dük’le yaşadığı ilişki saray tarafından onaylanmıyordu. Uzmanlar, Cecilia’nın tabloya beyaz kakım ekleterek saraydakilerin ilişkisini fark etmelerini sağlamaya çalışmış olabileceğini söylüyor. Polonya Krakow Ulusal Müzesi’nde sergilenen tablo müzenin yenileme çalışmaları nedeniyle Wawel Kalesi’ne gönderildi.

Akşam, 01.10.2014

150 MİLYON YAŞINDAKİ DİNOZOR SERGİYE ÇIKTI

 

 

Kopenhag Doğa Tarihi Müzesi, yaklaşık 150 milyon yıllık dinozor kalıntılarını, sergilemeye başladı.


ABD 'de 2010 yılında babalarıyla kazı yapan iki Alman çocuk tarafından bulunduğu belirtilen Diplodocus Longus türü dinozora ait kalıntılar, Danimarkalılar tarafından 2013'te Londra'da yapılan açık artırmada satın alındı.

 

Bir aile fonunun 4,3 milyon Danimarka Kronu bağışlayarak aldırdığı iskelet, 15 Eylül 'de başkent Kopenhag'daki Doğa Tarihi Müzesi'ne getirildi. Uzmanlar tarafından iskeleti ayağa kaldırılarak orijinal duruşunda sabitlenen ve "Misty" adı verilen 17 metre boyundaki dinozor, ziyaretlere açıldı.

 

Ziyaretçi akınına uğrayan dinozor iskeleti, özellikle çocukların ilgi odağı oldu. Yetkililer, dinozorun bundan sonra aynı yerde uzun süre sergileneceğini bildirdi.


Doğa Tarihi Müzesi, dünyada türünün tek örneği ve daha önce sergilenmemiş olan Danimarka örümceği, nesli tükenmiş ve dünyadaki iki örnekten biri olan dodo kuşu kafatasının da aralarında bulunduğu çok sayıda nadide parçayı bünyesinde barındırıyor.

Radikal, 01.10.2014

BANKSY'NİN YENİ ESERİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Genellikle eleştirel eserleriyle büyük ses getiren sanatçı Banksy’nin İngiltere’nin Kent bölgesinin Folkestone kasabasında yeni bir eseri ortaya çıktı. Sanatçının hayranları bölgeye akın etti.

Telegraph’ın haberine göre, yeni duvar resminde yaşlı bir kadın , kulaklık takarken ve bir sütuna bakarken görülüyor. Eserinin üzerini plastikle kaplayan Banksy’nin internet sitesine de yeni duvar resmi eklendi.

Eserin gece yarısı yapıldığı bilinirken, Shepway bölgesinin belediye meclisi üyesi Jenny Hollingbee, “Bu, Folkestone’da yaşayan insanların orijinal bir Banksy görmesi için bir inanılmaz bir fırsat. Folkestone’la gurur duymamız için bir başka sebep” ifadelerini kullandı. Hollingbee, eserin zarar görmemesi için çalışmalar yapacaklarını da sözlerine ekledi.

Radikal, 01.10.2014

TÜRKİYE'NİN İLK MULTİDİSİPLİNER ÇAĞDAŞ SANAT MERKEZİ!

Summart, sanat dünyasını yeni bir mekanla buluşturuyor. Görsel sanatlardan, performans sanatlarına, müzik gösterimlerinden edebiyat platformuna, bağımsız bir çağdaş sanat merkezi olan Summart, 30 Eylül Salı gecesi kapılarını açtı.

Müzisyenler, koleksiyonerler, sanat danışmanları, küratörler, eleştirmenler, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve sanatseverler ile yerli ve yabancı sanatçıları bir araya getirmeyi amaçlayan bir buluşma noktası olarak tasarlanan Summart; yeni sezonda en yüksek kalitede müzik dinletileri, sahne performansları, oyunlar ve sergilerle misafirlerini ağırlayacak.

Summart, sanat dünyasını yeni bir mekanla buluşturuyor. Görsel sanatlardan, performans sanatlarına, müzik gösterimlerinden edebiyat platformuna, bağımsız bir çağdaş sanat merkezi olan Summart, 30 Eylül Salı gecesi kapılarını açtı. Müzisyenler, koleksiyonerler, sanat danışmanları, küratörler, eleştirmenler, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve sanatseverler ile yerli ve yabancı sanatçıları bir araya getirmeyi amaçlayan bir buluşma noktası olarak tasarlanan Summart; yeni sezonda en yüksek kalitede müzik dinletileri, sahne performansları, oyunlar ve sergilerle misafirlerini ağırlayacak.

 

Selim Bora; “Yoğun bir iş gününün sonunda soluk almak, çağdaş sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumlamak isteyen tüm sanatseverleri Summart’a bekliyoruz”

 

Açılış gecesinde Summart’ın bu yıl 25. kuruluş yıldönümü olduğuna değinen Summa AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Selim Bora; “ Summa AŞ’nin 12 yıldır Summart adıyla yurt dışında düzenlediği resim sempozyumları 2014 yılında görsel sanatlar, müzik,  edebiyat, felsefe, sahne ve performans sanatları alanlarında yeni bir buluşma noktasının oluşturulmasında ilk adım oldu.” dedi. Summart olarak geleneksel uluslararası resim sempozyumlarını sürdüreceklerini belirten Bora, “ Summart ile sadece resim alanında değil tüm sanat dallarında, multidisipliner bir formatta yeni ve farklı bir çağdaş sanat merkezi olarak çalışmalarımızı gerçekleştireceğiz.”dedi.

 

Summart’ın sanat ortamından keyif alan bireylerin dostlarıyla keyifli ve nitelikli vakit geçirebileceği bir buluşma noktası olacağını belirten Bora ” Türkiye’de ilk defa farklı disiplinleri bir araya getiren, bir sanat merkezini İstanbul’a kazandırmaktan gurur duyuyoruz. Yoğun bir iş gününün sonunda soluk almak, çağdaş sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumlamak isteyen, tüm sanatseverleri Summart’a bekliyoruz” dedi.  


Bora, bağımsız ve kar amacı gütmeyen  bir girişim olarak Summart’ın ulusal ve uluslararası kurumlar, galeriler, müzeler,  üniversiteler, sanat vakıfları ve diğer benzer kuruluşlar ile ortak projeler gerçekleştirerek, Türkiye’deki yaratıcı potansiyeli ve sinerjiyi arttırmayı amaçladığını da sözlerine ekledi.

 

Uluslararası Alanda Tanınmış Sanat Danışmanları...

Summart danışmanlarıyla birlikte çağdaş sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumluyor. Summart Görsel Sanatlar Danışmanı Küratör Denizhan Özer;  “ Summart, günümüz sanatını ilgili kişilere taşıyan, sanat üzerinden diyalog sağlamayı amaçlayan, uluslararası bir sanat merkezidir. Farklı sanat disiplinlerini bir araya getiren yapısı ve ilgi çekici projeleriyle kar amacı gütmeyen gerçek bir buluşma noktası olup, entelektüel söylemin gelişimine katkıda bulunmaktadır.” dedi.

 

Summart’ın Müzik Danışmanı, Avrupa Korolar Federasyonu Gençlik Komitesi’nin Başkan Yardımcısı ve İstanbul Avrupa Korosu’nun şefliğini yürüten Burak Onur Erdem ise Summart’ı şu sözlerle yorumluyor; “Summart, sanatın birçok disiplininde olduğu gibi, müzik alanında da yenilikçi ve ilham verici bir rol üstleniyor. Türkiye'nin ve dünyanın fark yaratan müzisyenleri, Summart'ta buluşacak. Şehrin yaşayan, nefes alan, canlı ve dinamik yapısının bir parçası olarak Summart'taki müzik projeleri gerek farklı kültürleri sentezleyecek, gerekse müziğin en kaliteli icracılarını alışılmışın dışında bir şekilde izleyicilere sunulacak.”

 

Açılış Gecesinde Etkileyici Performanslar...

Gecenin ilk performansı Engin Gürkey tarafından kurulan Türkiye’nin ilk perküsyon topluluğu olan İstanbul Perküsyon Topluluğu’na aitti. Dört kişilik kadrosuyla dünya perküsyon ve ritimlerine dair topluluk müziği yapan grup, gecede sürpriz bir interaktif katılımla gelişen perküsyon şovu sahneledi.

 

Summart açılış gecesi Beste Naiboğlu’nun kurucusu olduğu sekiz kişilik bir ekipten oluşan And Sanat Topluluğu’nun performansıyla devam etti. Dans, mim, fiziksel tiyatro gibi hareket sanatlarının her alanından çeşitli unsurların kullanılarak kurgulanan "Kimliksizlik Mezarlığı" isimli gösteride diyalektik bir anlatım biçimi benimseyerek seyirci ile sözsüz iletişim kuruldu. İzleyicilerden büyük ilgi gören performansta, egemen kuvvetlerin örgütlü insan ve yaşamı üzerine, alenen veya hissettirilmeden yansıyan baskısı, 'kimlik'lerimiz sorunsalı bağlamında kompoze edildi.

 

Summart’ın açılış gecesi Moldova’dan bu gece için özel olarak gelen Aurel Chirtoaca ve Oleg Vitluic’ten oluşan Balkan Müzik Grubu’nun mini konseriyle sonlandı. Doğu Avrupa ve Balkan ezgilerini keman ve piyanoyla yorumlayan ikili katılımcılara keyifli anlar yaşattı.

 

Summart, “Summart Painter’s Campus” ile Genç Türk Ressamlarına Vizyon Kazandırıyor

Kültür alışverişini destekleyen Summart, gerçekleştirdiği “Summart Painter’s Campus” seminerleri kapsamında genç ressamları bir hafta süresince farklı ülkelerin sanat bakışıyla tanıştırıyor. Sempozyum sonunda üretilen tüm eserler müzayedede satılıyor ve elde edilen gelir ev sahibi organizasyon tarafından gidilen ülkenin ihtiyacı olan sanat öğrencilerine bağışlanıyor. Son 10 yıldır kesintisiz olarak gerçekleştirilen “Summart Painter’s Campus” sempozyumlarında 200’den fazla Türk sanatçı Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Moldova ve Avusturya gibi ülkeleri ziyaret ederek tanınmış küratörlerin gözetiminde çalıştı. Japonya, Çin ve Yunanistan gelecek yıllarda etkinlik düzenlenecek olan ülkeler arasında bulunuyor.

 

Bora Koleksiyonu

Bora Ailesi’nin koleksiyonundan seçilen uluslararası ve Türk çağdaş sanatçılara ait figüratif resim ve heykeller Summart'ta uzun vadeli ödünç anlaşması ile sergilenmektedir. Bora Koleksiyonu'ndaki eserlerin tamamına  www.borakoleksiyonu.com adresinden ulaşılabilir.

 

Zarif, Samimi ve Sanat Dolu Bir Buluşma Noktası…

150 kişilik kokteyl kapasitesine sahip Summart, zevkli ve ferah mekan tasarımı ile misafirlerine elit ve samimi bir ortam sunuyor.  Mekanın akışıyla uyumlu kuyruklu bir piyano ile taçlanan zarif sahne kurulumu ve 75 kişilik oturma kapasitesiyle, müzik dinletileri ve sahne sanatlarına mekan estetiği katan Summart, İstanbul’un gözde iş merkezlerinin yer aldığı Maslak-Levent hattı üzerinde bulunuyor.

 

Summart, özenle tasarlanmış engelli dostu altyapı ile programlara katılan  bütün sanatseverlerin sanat hayatından keyif alabilmesini mümkün kılıyor. Bu yıl 25. kuruluş yıldönümünü kutlayan Summa AŞ. bünyesinde yer alan Summart Sanat Merkezi, Summa Plaza’da 500 m² kullanım alanına sahip.

Habertürk, 01.10.2014

TABLO KOLEKSİYONU
ELİNDEN ALINDI

 

Filipinler'in eski diktatörü Ferdinand Marcos'un eşi Imelda Marcos'un, aralarında Picasso, Michelangelo ve Miro gibi ünlü sanatçıların tablolarının da bulunduğu koleksiyonuna el konuldu.

Ülkedeki özel bir mahkemenin, tabloların devlet fonu ile satın alındığına karar vermesi üzerine, dün sabah eski first lady'nin başkent Manila'daki konutu polis tarafından baskına uğradı.

Yetkililer, 85 yaşındaki Marcos'un diğer ev ve ofislerinin de aranacağını açıkladı.

Sabah, 01.10.2014

BERTÜR VADİSİ KORUMA ALTINA ALINACAK

 

Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Şırnak'taki Cudi ve Gabar dağlarının eteğinde yer alan Bertür Vadisi'nin "korunan alan" statüsüne alınması için çalışma başlattı.

 

Doğa Koruma Genel Müdürlüğü Malatya 15. Bölge Müdürü Ayhan Deligöz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, önemli tarihi varlıkların yer aldığı Şırnak'ın aynı zamanda büyük doğa turizmine sahip olduğunu söyledi. Hz. Nuh'un gemisinin Cudi Dağı'nda, mezarının ise Cizre İlçesi'nde yer aldığını ifade eden Deligöz, doğa ve inanç turizminin birleştirilmesi durumunda Şırnak'ın turizm alanında büyük gelişme kaydedeceğini dile getirdi. Akçay ve Kasrik mevkisinde yer alan Bertür Vadisi'nin çok önemli olduğunu, bu bölgenin korunan alan statüsüne alınması için çalışma başlatıldığını kaydeden Deligöz, şöyle konuştu:

 

"Cudi ve Gabar'ın eteğinde bulunan Bertür Vadisi çok müthiş bir potansiyele sahip. Bu vadide oluşturulan ekip incelemelerde bulundu. Bertür Vadisi, Türkiye'de ilk 3'e girecek doğa turizmi potansiyeline sahiptir. Vadinin doğa turizmine kazandırılmasını istiyoruz. Bu yönde başlatılan çalışmalar devam ediyor." 

 

Bakan Eroğlu özel talimat verdi

Deligöz, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun da bu konuda kendilerine özel talimat verdiğini sözlerine ekleyerek, "Bakanımızın talimatları doğrultusunda incelememiz devam ediyor. Raporlarımız sonuçlandıktan sonra Bakan Eroğlu'na sunacağız" diye konuştu.

Milliyet, 01.10.2014

MASKELİ YEDİLİ DEFİNE KAZISINDA

 

İstanbul Fatih'teki tarihi surlarda ameliyat maskeleri takıp define kazısı yapan 7 kişi yakalandı. 3 metrelik çukur açan biri heykeltıraş, biri reklamcı, diğerleri sağlık çalışanı 7 kişi hakkında dava açıldı. Geçen yıl temmuz ayında meydana gelen olayda yunus timlerinin aradığı Davut Y. ile Gencer G.'nin üzerinden sağlık memuru Fikret K., ameliyathane personeli Ömer Aydın E., hastane personeli Şaban A. ve Mehmet Ü.'ye ait kimlikler çıktı. Polis, ikiliyi sorgularken surların dibinden "imdat" çığlıkları duyuldu. Kimlikleri Davut Y. ile Gencer G.'nin üzerinden çıkan 4 kişi ellerinde kazmalarla çukurda bulundu. 4 kişi, kendilerine zorla kazı yaptırtıldığını iddia etti. Ancak savcılık, ortak hareket ettiğine kanaat getirdiği 7 defineci hakkında 5'er yıla kadar hapis ve 100'er bin liraya kadar para cezası istemiyle dava açtı. Geçen ayki ilk duruşmada bazı şüpheliler suçlarını itiraf ederken bazıları reddetti. Duruşma ertelendi.

Sabah, Haber: Ali Oktay, 01.10.2014

HEYBELİADA RUHBAN OKULU AÇILIŞA HAZIR

 

 

Rum Cemaat Vakıflarını Destekleme Derneği’nin (RUMVADER), "Azınlık vatandaşları = Eşit vatandaşlar" başlıklı projesi kapsamında Rum Cemaati ile gazeteciler Heybeliada Ruhban Okulu'nda buluştu.

 

Bursa Metropoliti ve Heybeliada Aya Triada Manastırı Başrahibi ve Selanik Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Elpidoforos Lambriniadis’in yanı sıra Patrikhane’nin Basın Bürosu temsilcisi ve Rum cemaat üyelerinin katıldığı toplantıda din özgürlüğünün bugün Türkiye’de nasıl algılandığı, Rum azınlığının hayatını nasıl etkilediği, Ruhban Okulu sorunu gibi konular ele alındı.

 

Toplantı Aralık 2012’de başlayan ve Rum toplumunun ülkenin sosyal hayatına katılımını arttırmayı hedefleyen projenin medya mensuplarını kapsayan üçüncü ayağı oldu.

 

Başrahip  Elpidoforos Lambriniadis, Ruhban Okulu’nun açılması için daha fazla vakit kaybedemeyeceklerini belirterek “Açılış günü için hazırlık yapmaya başladık” dedi.

 

Lambriniadis Heybeliada Ruhban Okulu’nun Müslüman bir ülkede, farklı dinlerle barış içinde yaşayan din insanlarının yetişmesinde önemini vurguladı. Batıda İslamiyet’e yönelik şüpheci anlayış olduğunu ve onlara İslamiyet’i bu okulda yetişen insanların en iyi şekilde anlatacağını belirterek “Bu okula İslamiyet’in Hristiyanlık’tan daha çok ihtiyacı var” dedi.

 

Boş sınıflar

 

 

Buluşma Ruhban Okulu gezisi ile başladı. Lambriniadis'in bahsettiği hazırlıklar sürüyor. Manastır'ın kapıları herkese açık, kütüphane dijitalleşiyor, bahçe düzenleniyor...  Geniş bahçeden girdiğimiz binada Ruhban Okulu'ndan önce gidilen lise katına çıkıyoruz. Sınıflar boş. Resmen açık lise öğrenciler olmadığı için eğitim vermiyor.

 

Gelmek isteyen öğrencinin çok olduğu Ruhban Okulu ise kapalı. Din eğitimi yurt dışında görülüyor. Geri dönüşler az.

 

Kütüphane, labaratuar, kilise, yatakhane, bahçe, yemekhane hazır. Turu tamamlayıp toplantı odasında Lambriniadis'i dinliyoruz.

 

“İbadet özgürlüğü elimizden alınıyor”

 

 

Lambriniadis, Ruhban  Okulu’nun 1844 yılında Heybeliada Argia Triada Manastırı içinde kurularak 1971’de kapatıldığını, Manastır’ın tarihinin Okul’dan bin yıl öncesine uzadığını söyledi.

 

Ruhban Okulu’nun hak olduğunun altını çizerek buranın kapalı kalmasıyla ilgili şöyle konuştu:

“Dini özgürlük sadece ibadet değil, ibadet edebilmek için papazlara ihtiyaç var. Papazların yetiştirileceği yerin olmaması demek, ibadet özgürlüğünün bile elimizden alınması demektir.”

 

Lambriniadis din insanlarının olmamasının o dine mensup insanların dini öğrenme ve ibadet haklarının da ellerinden alınması anlamına geldiğini ekledi.

 

Lambriniadis, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ruhban Okulu’nun açılması için Başbakan iken hukuki engel olmadığı açıklamasını ve kullandığı “mütekabiliyet” kavramına değindi.

 

Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti dönemine dek kendilerinin muhatap görülmediğini de ekleyen Lambriniadis mütakabiliyetin “kendi vatandaşlarına haklarını vermemek” anlamına geldiğini söyledi.

 

Okulun açılması için hukuki engel olmadığını vurguladı.

 

“Açılış gününe hazırız”

Ruhban Okulu’nun açılması için 40 yıl şikayet edip, haklarını istediklerini belirten Lambriniadis artık yeni bir tavır uygulamaya başladıklarını anlattı:

“40 yıl şikayet etmekten yorulduk. Daha fazla kaybedecek vaktimiz yok. Burayı faal bir mekana dönüştürmeye karar verdik.”

 

“Oturup devletimizin burayı ne zaman açacağını beklemeyeceğiz. Burayı açtık, okul olarak açma yetkimiz yok ama diğer alternatifleri kullanıyoruz.”

 

“Kapıları açtık”

 

 

Lambriniadis burayı canlandırmak istediklerini belirtti.

 “Manastır hiç kapanmadı ama hiç de rahibi olmadı. Şimdiye dek sadece bir başrahip vardı, şimdi dört rahip ve iki rahip adayı da var. Rahiplerle birlikte mekanı konfgre, konferans, kültürel etkinlikler gibi toplantılar için açtık.”

 

“Burası ortak bir zenginlik, herkesin bunu farketmesini istiyoruz.”

 

"İslamiyetin bu okula daha çok ihtiyacı var"

 

Lambriniadis Heybeliada Ruhban Okulu'nun farkının buradaki öğrencilerin kendilerinden farklı dindeki insanlardan korkmamayı öğrenmeleri olduğuna işaret etti.

 

"Bu okula İslamiyet'in Hristiyanlık'tan daha çok ihtiyacı var. Burada İslamiyet'i içinde yaşayarak öğreniyorlar. İslam kendini batıya anlatamıyor, anlatsa da şüpheci yaklaşılıyor. Batıya İslamiyet'i anlatabilecek olanlar Hristiyanlar, onlar için de en iyi biz anlatabiliriz çünkü burada barış içinde yaşıyoruz."

 

“Projeler çizildi”

 

 

“Açılış günü için hazırlık yapmaya başladık. Binanın projeleri yoktu, Selanik Üniversitesi öğrencileri hazırladı."

 

Yer altına kongre merkezi

“Proje çerçevesinde bir kongre merkezine ihtiyacımız var. Bina içinde yer yok, yeni bir alan lazım. Ancak etrafı bozup zarar verecek bir şey istemedik. Kilisenin arkasına yerin altında bir kültür merkezi ve kütüphane hazırlamak istiyoruz. Bütçemiz de hazır.”

 

Müfredat hazır

“Akademik programı hazırladık. Beş yıllık program sonunda sahip olacakları master diplomasıAvrupa ve Amerika’da da kabul görecek. Sınıflara 25-30 öğrenci kabul edeceğiz. Okulun kapasitesi d 120-150. İslamiyet de müfredatta. Türkçe dışında Rumca ve İngilizce de zorunlu olacak. Bu dilleri bilmeyenler için bir yıl hazırlık olacak.”

 

Öğrenciler

Peki öğrenciler nereden gelecek? Lambriniadis “Eskiden olduğu gibi heryerden” diye cevaplıyor.

“Sadece Rum Ortodoks dünyasından öğrenciler değil Katolik ve Protestan Kiliselerinden de öğrenciler kabul edilecek. Onlara Ortadoksluk’un özellikleri anlatılıp sertifika verilecek.

 

Kütüphane

 

Sabahtan akşama dek kapıları ziyarete açık Manastır içindeki kütüphanede 95 bin üzerinde neredeyse her dilde kitap var. Araştırmacılara açık, dijitalleştirilmesine önümüzdeki ay başlanacak. Yıpranan kitapların restorasyonunu için Almanya Münih Devlet Kütüphanesi ile anlaşma tamamlandı.

 

Kütüphanedeki işler için Erasmus programıyla her yaz üç aylığına öğrenciler geliyor. Burada kalıp kütüphanede yardımcı olup maaş alan öğrencilerin sertifikalarını Ruhban Okulu Başrahibi imzalıyor ve Avrupa Birliği bu sertifikaları kabul ediyor.

 

Çevre

Manastır’ın çevresindeki 200 dönümlük orman bir buçuk yıl önce tekrar Manastır Vakfı’na geri verildi. Çevresini ördürmeyi, yangın önlemi almayı ve temizlemeyi planlıyorlar. Bahçe için ise yine Selanik Üniversitesi’nin desteklediği proje ile İncil’de ismi geçen tüm bitkiler ekiliyor.

Bianet, Haber: Beyza Kural, 30.09.2014

SİLUETE YENİ HANÇER YARGIDA

 

 

Zeytinburnu'da İstanbul siluetini bozduğu gerekçesiyle 16:9 kulelerinin yıkım kararı Danıştay tarafından onaylanırken, sahil şeridine silueti bozacak yeni gökdelenler ekleniyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın Kazlıçeşme sahilinde eski Et ve Balık Kurumu arazisine 70 metre (23 kat) yüksekliğinde turizm, ticaret ve konut alanı ile sağlık tesisi alanı olarak inşaat yapılmasını öngören imar planları Şehir Plancıları Odası tarafından yargıya taşındı. Planların iptalini isteyen dava dilekçesinde, “Kamuoyunda 16:9 olarak bilinen yapıların yıkım gerekçesinin esası, kentin sahip olduğu özgün siluetin etkilenme bölgeleri ile birlikte etüt edilerek korunması ve gerekirse yapılaşmayı belirleyen değerlerin de aşağı çekilmesidir. Bu çalışma yapılmadan deniz seviyesinden itibaren inşa edilecek olan yapılara 70 metre yüksekliğinde inşaat izni verilmesi İstanbul silueti açısından sürdürülebilir olmadığı gibi, hukuka da uygun değildir” denildi.

'KAMU YARARINA AYKIRI'
Şehir Plancıları Odası, sahil şeridinde yapılaşma öngören 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planı değişikliğinin bölgedeki yapı ve nüfus yoğunluğunu artıracağına da dikkat çekti: “Bölge bütününün yeşil alan, eğitim, spor alanı, sağlık gibi donatı alanlarının dengesini bozacak ve donatı alanlarını azaltacak, konut ve ticaret alanı önerilmesiyle otopark ihtiyacını artıracak, plan bütününde tüm çevreye hizmet eden donatı alanlarını daha da azaltacaktır.” Dava dilekçesinde, araziye ayrıcalıklı imar hakkı tanıyan planların 3194 sayılı İmar Kanunu, şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına aykırı olduğu belirtildi.

1.14 MİLYAR TL'YE İHALE EDİLDİ
Zeytinburnu sahilinde daha önce Et ve Balık Kurumu Kombinesi ile tekstil fabrikası olarak kullanılan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne ait 69 dönümlük arazi 1,14 milyar TL bedelle Kalkavan Holding, Hasoğlu Yapı ve Gül Yapı A.Ş.’nin ortaklığına ihale edilmişti. Araziye rezidans, otel ve çarşıdan oluşacak bir karma proje yapılması planlanıyor.

16:9'UN HEMEN YAKININDA
Arazi, yıkım kararı verilen 16:9 kulelerinin hemen yakınında bulunuyor. 4. İdare Mahkemesi'nin yıkım öngören kararında kulelerin UNESCO Dünya Miras Listesi’nde olan Tarihi Yarımada siluetini olumsuz etkilediği belirtilmişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Ocak 2012'de onaylanan Tarihi Kent Merkezi Siluetini Etkileyen Alanlarda Olumsuz Yapılaşma Koşullarının Engellenmesine Yönelik 1/5.000 Ölçekli Nazım İmar Planı’nın plan notuna göre Zeytinburnu Kazlıçeşme'de yapılacak inşaatlara 70 metre sınırı getirildi. Meslek Odaları,  getirilen yükseklik sınırının bir hakmış gibi uygulanmasına karşı çıkıyor. Et ve Balık Kurumu arazisinin hemen bitişiğindeki Tank Fabrikası arazisi de askeri alan statüsünden çıkarılarak imara açılmış, bu araziye de ticaret, turizm ve konut alanı olarak 70 metre inşaat öngören imar planları meslek odaları tarafından yargıya taşınmıştı.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 30.09.2014

ARTINTERNATIONAL'I 20 BİN KİŞİ GEZDİ

 

 

Haliç Kongre Merkezi’nde bu yıl ikincisi düzenlenen uluslararası çağdaş sanat fuarı ArtInternational, önceki sona erdi.

 

24 ülkeden 76 galeri ve 400’den fazla sanatçıyı İstanbul’da buluşturan fuarı 20 binden fazla kişi gezdi, 26.500 milyon Euro’luk satış yapıldı. Üç gün süren fuarda, Paul Kasmin, Lelong, Lisson, Lehmann Maupin, Tina Kim/Kukje, Pearl Lam, Zilberman, Andersson Sandstrom, Edouard Malingue, Andipa, Tournabuoni gibi ünlü galerilerin yanı sıra Joan Miró’dan Jan Fabre’ye, Banksy’den Anish Kapoor’a, Marina Abramovic’ten Ai Weiwei’e modern sanatın usta isimlerinin eserleri sergilendi. 4 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye’de sergi açan Taner Ceylan’ın galerisi Paul Kasmin, işlerin tamamının satıldığını ve 118 bin Euro’yu bulan bir rakama ulaştıklarını söylerken, fuarın en yüksek ücretle satış yapan eserleri, 235 bin Euro’yla Galerie Lelong’dan Jaume Plensa’nın 2014 tarihli “Sanna in Umea” adlı heykeli ve 160 bin Euro’yla Deweer Gallery’den Jan Fabre’nin 1996 tarihli “Flemish Warrior”u (Warrior of Despair) oldu. Ayrıca Andersson Sandstrom’dan Assa Kauppi imzalı “The Race is Over” adlı bronz heykel 95 bin Euro, Hosfelt Gallery’den Patricia Piccinini’nin işleri 50 bin Euro, Galerie Krinzinger’den Marina Abramovic’in “Artist Portrait with a Rose” adlı işi 40 bin Euro’ya alıcı buldu.

Zaman, 30.09.2014

BELEDİYE KAZISINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Ankara'nın Ulus semtinde yapımı devam eden Hacı Bayram Veli Çarşısı Sokağı'nın kanalizasyon çalışmalarında tarihi eserler ortaya çıkardı.

 

Ankara Valiliği’nin arka sokağında belediye ekiplerinin kazı yaptığı sırada çıkartılan ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen sütun başı ve parçalarının ardından bölgede inceleme yapan ekipler, tarihi Roma Hamamı’nın sütun parçalarına ulaştı.

Ayrıca, yapılan kazılarda sütunların sıra halinde olduğu ve bir tünel boyunca devam ettiği belirlendi. Yapılan incelemeler ardından Ankara 2 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na gönderilen rapor neticesinde tarihi eserlerin akıbeti belli olacak.          
Ankara Valiliği’nin arka girişinde yapılan kanalizasyon çalışmaları kapsamında Belediye Fen İşleri ekipleri yolu kazarak beton boruları yerleştirmek istedi. Kepçe yardımıyla yapılan kazı çalışmalarında toprağın 5 metre altında sütun parçalarının olduğu fark edildi. Bunun üzerine çalışmalara ara verildi. Bölgedeki kanalizasyon çalışması durduruldu.

Ancak bölgenin doğalgaz hattı da aynı yerden geçmesi nedeniyle tarihi eserlerin üzerinden hat bağlanarak kullanıma açıldı. Daha sonra kazının yapıldığı alan beton bloklarla korumaya alındı.   

 

 

Topraktan çıkartılan bazı parçalar incelenmek üzere çıkartıldı. Çıkartılan parçalardan sütun direği ve işlemeli başı koruma altına alındı. Bunun üzerine bölgeye Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne bağlı görevliler gelerek ortaya çıkan eserleri inceledi. Yapılan araştırmalarda Roma Hamamı’nda kullanılan sisteme benzer bir tarihi yapının mevcut olduğu ortaya çıktı.         

Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkililerinin hazırladıkları rapor Ankara 2 numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu gönderildi. Sütun parçalarının çıktığı bölge Ankara Valiliği önünde bulunan Jülian Sütunu çevresinde olması, çıkan parçaların bölge tarihine ışık tutabileceğine yönelik kanaatleri güçlendirdi.

Taraf, 30.09.2014

BURHANİYE'DE ADRAMYTEİON KAZILARI SONA ERDİ

 

 

Balıkesir’in Burhaniye İlçesi'nde, 3 yıldan bu yana Mimar Sinan Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. H. Murat Özgen başkanlığında sürdürülen Ören Adramytteion kazılarının bu yılki bölümü tamamlanırken, Bizans sarayı kalıntısı ve 7 bin yıllık yerleşim bulguları ortaya çıktı.


Burhaniye’de Edremit Körfezi’ne adını veren 3 bin yıllık Adramytteion antik kentini ortaya çıkarmak için başlatılan kazıların bu yıl ki bölümü tamamlandı. Bu yıl yapılan sondaj çalışmalarında 7 bin yıllık yerleşim bulgularına rastlanırken, bir Bizans sarayının girişi de ortaya çıkarıldı. Kazının bu yıl ki bölümüne 35 kişi katıldı.






Verimli bir kazı dönemi geçirdiklerini anlatan Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. H.Murat Özgen, ”3 yıldır sürdürdüğümüz Ören Adramytteion kazı ve onarım çalışmalarının bu yılki arazi kampanyasını tamamladık. Bu yıl bir alan çalışmamız vardı. Bunun haricinde test sondajlarımız devam etti. Geçen yıl bulunduğumuz alanda ortaya çıkan, tahmini Bizans konutunun çok mekanlı konutunun kazısını tamamladık. Mimar hocalarımızla birlikte buranın çevre projelerini yapmaktayız. Diğer taraftan, Ören’in kuzey kesiminde Bergaz Tepe’ye doğru test sondajlarında çok önemli bulgulara ulaştık. Geçtiğimiz yıllarda kalkolitik döneme dair bulgular vardı. Yerleşimin gönümüzden yaklaşık 7 bin yıl öncesine dair kültür farkı izleri vardı. Bu sene, gene o alanda Tunç çağı tabakalarına kadar inebildik. Gene test sondajlarında milattan sonra 2.-3. yüzyılın nitelikli Roma konutları ile birlikte duvarları frenkslerle kaplı konutlarını tespit ettik. Diğer taraftan, kazı çalışmalarının yanı sıra Ören’in kendine has dokusu var. Yaşayan bir yerleşim. Anıt ağaçları, yeşillikler içersinde 60’lı, 70’li yılların mimarisini yansıtan evleriyle harmanlanacak bu arkeolojik potansiyelin koruma maksatlı imar planını geçtiğimiz yıl uzman hocalarımızın danışmanlığında başlatmıştık. Bu çalışma sonlandı. Önümüzdeki günlerde onay için kurullara gelecek. Bu açıdan mutluyuz” dedi.

Milliyet, 29.09.2014

BURSA ARKEOLOJİ MÜZESİ GÖZ KAMAŞTIRIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Bursa Arkeoloji Müzesi, yaklaşık dört yıllık aradan sonra baştan aşağıya yenilenmiş olarak kapılarını yeniden açtı.

 

18 yaşına kadar olan Türk vatandaşlarının ücretsiz gezebildiği müze pazartesi günleri hariç haftanın 6 günü ziyaret edilebilecek. Kültürpark’taki 41 yıllık binada hizmet veren Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Bursa Arkeoloji Müzesi’ndeki restorasyon çalışmaları yaklaşık 4 yılın ardından tamamlandı. Bithynia ve Mysia bölgesinde bulunan, MÖ 3000 yılından Bizans dönemi sonuna kadar süren devirlere ait eserlerin sergilendiği Bursa Arkeoloji Müzesi’nin açılış törenine Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Gürhan Özdeğer ile çok sayıda davetli katıldı. Müze yetkilileri, müzenin 1972 yılında arkeolojik eserlerin Bursa’ya taşınmasıyla kurulduğunu belirterek şu bilgileri verdi: “1972 yılından bu yana teşhir-tanzimde ve restorasyonda esaslı bir onarım geçirmemiştir. Günün yeni müzecilik anlayışına göre büyük bir ihtiyaç duyduğu anlaşılmış ve restorasyondan sonra teşhir-tanzim yenilemesi yapılmıştır. Yeni müzecilik anlayışına göre teşhir-tanzim ve müzeler, eğitim ve bilgi esası üzerine sergilenmektedir. Bu teşhir-tanzim bütün insanlarımızın anlayacağı bir şekilde tamamlanmıştır. Müzemiz pazartesi günleri hariç, haftanın 6 günü sabah 08.00 akşam 17.00 saatleri arasında ziyarete açık tutulacaktır.”

 

MÜZE GİRİŞ ÜCRETİ 5 LİRA

Müzede 17 bine yakın sikke, 12 bine yakın da arkejolojik eser bulunuyor. Bursa Arkeoloji Müzesi’nde yaklaşık 2 bir eser ziyarete açık. Bursa Arkeoloji Müzesi’nde Antandros Nekropolü’nden kap ve süs eşyaları, Greko-Pers mezar stili, Roma dönemine ait taş eserler, Zeus ve Herakles tasvirleri, Kybele heykelleri, Athena ve Apollon’un bronz büstleri yer alıyor. Müzenin giriş ücreti 5 lira olarak açıklandı. Müzeyi 18 yaş altındaki Türk vatandaşları ile 65 yaş üstü kişiler ücretsiz gezebiliyor. 

Zaman, 29.09.2014

TARİHİ STAT İLE İLGİLİ ŞAŞIRTAN KARAR YARGIYA TAŞINDI

 

 

Altay Spor Kulübü yöneticileri, Alsancak Stadı ile ilgili alınan “sportif faaliyetlere kapatılması” kararının iptali için dava açtı.

 

Altay Spor Kulübü yönetimi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığının Alsancak Stadının depreme dayanıklı olmadığı ve çökme riski taşıdığı gerekçesiyle tesisin boşaltılması kararına karşı dava açtı.

 

Altay Spor Kulübü Başkanı Aslan Savaşan ile birlikte avukatlar Cihangir Marmara, Şehrazat Mercan, Tayfun Ozankaya, Umut Köroğlu, Onur Koçanalı, Levent Kaya ve Sertan Feruzoğlu, İzmir Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı.

 

Avukat Cihangir Marmara, 19 Ağustos 2014 tarihinde alınan “il spor güvenlik kararı” sonucunda Alsancak Stadı'nın depreme dayanıksızlığı neden gösterilerek tüm sportif faaliyetlere kapatıldığını hatırlatarak, il spor müdürlüğü personelinin karardan 3 hafta sonra stattaki yerlerini boşaltılabildiğini, salonları kullanan güreş kulüplerinin faaliyetlerinin ise bir hafta önce sona erdirildiğini söyledi.

 

Yapılan incelemelerde 2013-2014 sezonunda bu statta maçlar oynanırken, kamuoyundan gizlenen incelemeler yaptırıldığının ortaya çıktığını savunan Marmara, “Meselenin kökenine bakıldığında, 2012 yılında da stadın TOKİ'ye devri ve buraya AVM yapımı gündeme gelmiş, İzmirlinin ortak tepkisiyle proje rafa kaldırılmıştı. Alınan bu yeni kararla yine İzmir kamuoyunun tepkisi test edilmektedir. Daha önce sonuçları alındığı halde dayanıklılık test sonuçlarının tam 2014-2015 sezonun başlayacağı hafta açıklanmış olması da zamanlama açısından manidardır" dedi.

 

Marmara, stadın kapanmasına dayanak gösterilen inceleme raporunu İl Spor Müdürlüğü'nden talep ettiklerini, bugüne kadar verilmemesi üzerine tekrar istediklerini belirterek, “Rapor elimize ulaştığında, raporun güvenirliği ile stadın güçlendirilmesi veya portatif çözümler bulunup bulunmayacağı konusunda gerekli incelemeler yaptırılacaktır” diye konuştu.

 

Altay'ın kiracılığı kapsamında stada yaptığı yatırımlar, iyileştirme ve tadilat işlemlerinin, stadın kapanması sebebiyle kiracılık haklarına dayalı olarak maddi zararlarının oluştuğunu ileri süren Marmara, “Bu zararlar nedeniyle ve reklam ve kira gelinlerinin tespiti için de mahkemeye başvurduk. Sadece bir teknik raporla karar verilmesi, başka çözümler düşünülmemesi, bunların tartışılmasına da imkan tanınmaması sebepleriyle idarenin aldığı karar yetki, şekil, konu, sebep ve maksat yönlerinden yasaya aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenlerden dolayı yasanın iptali için İdare Mahkemesi'ne başvuruyoruz. Bizler Altaylı hukukçular olarak yönetimin de desteği ile hukuk mücadelesini başlatmış bulunuyoruz" diye konuştu.

 

Basın açıklamasının ardından Aslan Savaşan ve beraberindeki avukatlar, dava dilekçesini nöbetçi idare mahkemesine verdi.

Yapı, 29.09.2014

LİKYA YOLU'NUN ROTASI YENİDEN BELİRLENDİ

 

Tarihi Likya Yolu'nun Demre'den göçen bölümü, yeniden belirlenerek Korumu Kurulu tarafından tescillendi. Gerekçe: Kışın karla kaplı o rotayı Likyalılar da kullanmıyordu.

 

 

Antalya Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı'nın (BAKA) desteğiyle hazırlanan 'Likya Yürüyüş Yolu Rehberi ve Haritaları' adlı kitapta Likya Yolu'nun güney rotası yeniden belirlendi.

İŞTE YENİ ROTA
Daha önce Demre bölgesinden geçen Likya Yolu güney rotası, 1860 metre yüksekliğindeki Goncatepe'den geçerken, kışın bu yolun kullanılması olanaksızdı. Likyalıların da bu yolu kullanmadığı biliniyordu. Bunun üzerine yeni yapılan çalışmada Likya Yolu'nun güney rotası belirlendi. Yeni rota Demre'deki Myra Antik Kenti yakınlarında Kınık olarak adlandırılan bölgeden başlıyor.

Buradan 4-5 kilometre mesafeden sonra, Yukarı Beymelek'te bulunan MÖ 2'nci yüzyıldan kalan İsion Kalesi'ne ulaşılıyor. Ardından BAKA desteğinde turizme açılan Beymelek Taş Evlerden geçen yeni rota, Beymelek Lagünü üstünden Finike'deki Bonda Tepesi'ne kadar uzanıyor. Yol burada eski rotadan devam ediyor. Likya Yolu'nun güney rotası yaklaşık 18 kilometrelik bir mesafeden oluşuyor. Bu rota sayesinde Beymelek Lagünü'nden Bonda'ya kadar olan bölümde Demre-Beymelek-Myra bölgesinin tüm doğa ve tarihi izlenebiliyor.

KORUMA KURULU TESCİLLEDİ
Yeni rotanın belirlenmesinde bilimadamlarına destek veren, kapanan Beymelek Belediyesi Başkanı Osman Güngör, şöyle dedi:
"Eski rota, kışın karla kaplıdır. Kış mevsiminde geçilmesi olanaksızdır. Bu nedenle bu yolu Likyalıların kullanması da mümkün değildir. Doğru olan bilimsel çalışmaların sonucu olarak belirlenen yeni rotadır. Yeni rotanın 8 kilometrelik bölümü Antalya Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü tarafından tescillenerek korumaya alındı. Ayrıca tespit edilen Likya Yolu güney rotası üzerindeki Kaklık Tepe'ye 150 metre mesafede Likyalılar tarafından Roma İmparatoru Tiberius Claudius adına yapıldığı belirtilen bir onurlandırma anıtının kalıntıları mevcuttur. Bu nedenle Likya Yolu'nun doğru rotası, bilim adamlarınca da onaylanmıştır. Yeni rota, Demre turizmi için önemli bir kazanımdır."

Radikal, 29.09.2014

TARİHİ EL YAZMASI ELE GEÇİRİLDİ

 

Çankırı'da polis, tarihi değere sahip orijinal deri kaplı el yazması bir kitap ele geçirdi.

 

Çankırı Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Kastamonu'dan gelen A.A., M.Y., O.A., A.S. ve F.İ.'nin, tarihi kitapları Çankırı'da satacakları ihbarını aldı. İki araçla Çankırı'ya gelen bu kişileri takibe alan polis, düzenlediği operasyonda deri kılıfı ile deri kapağın üzerinde haç işareti bulunan 101 sayfalı el yazması tarihi eser olduğu belirtilen bir kitap ele geçirdi.

 

Beş şüpheli gözaltına alınırken, çok değerli olduğu belirtilen el yazması kitabın incelenmesi için, Müze Müdürlüğü tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bilirkişi isteneceği açıklandı.

Akşam, 29.09.2014

TARİHİ TAŞHAN'DA YANGIN

 

 

Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde Osmanlılar tarafından 15. yüzyılda yaptırıldığı bilinen ve 2007 yılında restorasyonu tamamlanan Tarihi Taşhan, çıkan yangında hasar gördü.

 

Tarihi yapıda sabaha karşı elektrik kontağından çıktığı tahmin edilen yangına Vezirköprü ve Havza belediyeleri itfaiye ekipleri ile Vezirköprü Orman İşletme Müdürlüğünün arazöz ekipleri müdahale etti.

 

Restorasyonun ardından üst katları otel olarak kullanılan tarihi binada kalanlar tahliye edildi, emniyet güçleri çevrede güvenlik önlemi aldı. Söndürme çalışmaları sırasında dumandan etkilenen itfaiye erine olay yerinde bulunan sağlık personeli müdahale etti. 

 

Yaklaşık 3 saatlik çalışma ile kontrol altına alınan yangında soğutma çalışmaları sürüyor. Yangın sonucu tarihi yapıda büyük çaplı hasar oluştu.

 

Üst bölümünde otel, alt katlarında restoran ile dükkanların bulunduğu tarihi yapı, kaybolmak üzere olan el sanatlarının yaşatılmaya çalışıldığı bir mekandı

Akşam, 29.09.2014

BURSA'DA TARİHİ OTEL KEYFİ

 

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatı ile 1935'te inşa edilen Bursa'nın ilk beş yıldızlı oteli Çelik Palas Hotel, 1.5 yıl süren renovasyon çalışmaları sonucu yenilenen modern yüzü ile misafirlerini ağırlamaya devam ediyor. Hotel, MSN Yapı Yatırımları A.Ş'nin "tarihe modern dokunuş" anlayışı ile Kremlin Sarayı'nda da imzası olan İtalyan Galemberti firması tarafından sahip olduğu tarihi, kültürel ve manevi değerler ışığında tamamen yenilendi. Otel genelinde standart odaların yanı sıra, aile odaları, süit odalar, kral daireleri ve lüks süit odalar da dahil olmak üzere 160 oda yer alıyor. Yine otelde Prof.Dr. Nahit Kumbasar tarafından çok özel düğün ve balolar için hiç sütunsuz 6 metre yüksekliğinde ve tik ağacı ile kaplanmış olan 2 bin kişilik bir balo salonu oluşturuldu. Renovasyon kapsamında tarihi Roma hamamları esas alınarak yapılan SPA merkezi de orijinali korunarak yenilendi. Öte yandan Çelik Palas Oteli'nin hemen yanında yer alan, Atatürk'ün Bursa ziyaretlerinde istirahat ettiği ve bittiğinde Atatürk Palas adını alan Küçük Otel'in renovasyonu sırasında bir tarih de ortaya çıkarıldı. Çalışma sırasında 1930'da dönemin ünlü mimarı Guilio Mongeri'nin, Mona Lisa'nın tablosunda olduğu gibi altın oran kullanarak imkansızı başardığı tarihi kolonlar da gün yüzüne çıkarıldı.

MONGERİ AYLARCA LOKASYON ARADI
1900'lü yılların en iyi mimarlarından Guilio Mongeri, Çelik Palas'a başlamadan önce en muhteşem panoramanın yerini tespit etmek için aylarca Bursa'da yaşamış. Mongeri bir otel için en önemli kararın lokasyon olduğu gerçeğinden hareketle 360 derecelik panoramaya sahip bugünkü Çelik Palas'ın yerini tercih etmiş.

Sabah, 29.09.2014

DEFİNE AVCILARINA ERMENİ KÖYÜ YALANI

 

 

Bir dönem Ermeniler'in yaşadığı 700 yıllık Karsak Köyü'ne komşu olan Güvenli Köyü'ndeki arazilerin satışı için internete "Ermeni Köyünde satılık arazi" diye ilan verildi. Emlakçının arazileri özellikle define avcıları için cazip hale getirmeyi hedeflediği bu ilanına Güvenli Köyü halkı tepkili...

 

Bursa'nın Gemlik İlçesi'ne bağlı Güvenli Köyü ile hemen yanı başındaki Orhangazi İlçesi'ne bağlı Karsak Köyü'ndeki araziler son günlerde oldukça rağbet görüyor. Bunun nedeni ise bir gayrimenkul şirketinin kurnazlığı. Eskiden Ermenilerin de yaşadığı 700 yıllık tarihi bulunan Karsak Köyü'nün yakınında arazi satın alan gayrimenkul şirketi, arazileri bir alışveriş sitesi üzerinden '700 yıllık eski Ermeni köyünde satılık arazi' ilanıyla satışa çıkardı. Toplamda 30 dönüme yakın arazi için 4 ayrı ilan verildi.

ERMENİLER HABER YAPTI
'Ermeni köyü' ifadesinin yer alması ilana ilgiyi artırırken, ilginç ilan bazı haber sitelerinde yer aldı. Fransızca yayın yapan 'armenews' adlı sitede ise konu 'Türkiye'de Ermeni köyü satılıyor' şeklinde haber oldu. Gayrimenkul şirketi yetkilisi Mete S., "Arazileri alırken o bölgede eskiden Ermenilerin yaşadığı söylendi. Bizde cazip hale getirmek için böyle bir sunum yaptık. Köyün komple satıldığı filan yok. Yabancı internet sitesine de Ermeni köyü satılıyor gibi yansıtılması manevi yönden rahatsız etti bizi. Bu yüzden ilanları kaldırabiliriz. İlanlara rekor tıklama var. Araziler henüz satılmadı ama köye giden gelen çok oluyor. 2 bin liraya satılan araziyi köylüler şimdi 10 katı fiyatına vermiyor." Güvenli ve Karsak Köyü sakinleri ise köylerindeki arazilerin 'Ermeni köyü' ifadesi kullanılarak satışa çıkarılmasından rahatsız. Güvenli Köyü Muhtarı Hasan Elbüken, "Bizim köy Ermeni köyü değil. Eski adı Asayiş Köyü. Mübadeleden sonra Balkanlar'dan gelen Türklerin yerleştirilmesiyle oluşan bir köy. Ermeniler ise 3 km mesafedeki Karsak Köyü'nde yaşamış" dedi. Karsak Köyü sakinlerinden 80 yaşındaki Mücahit Ünver ise, "1300'lü yıllarda kurulan bir köy burası. Türklerle Ermeniler'in içiçe yaşadığı bir köy. Tamamen Ermeni köyü denilemez. Çünkü Köyün merkezi konumunda yüzyıllardır Türkler yaşıyor. Bizim dedelerimiz Ermenilerle komşuluk yapmış. Halen onlardan kalan birkaç yapı var. Ama çoğu yıkıldı. Sadece bir ev ayakta. 10 yıl öncesine kadar evde oturuluyordu. Ama simdi boş. Ona da yıkılma tehlikesi var diye yıkım kararı çıktı. Yakında o da yıkılır. Bu çevrede define arayanlar da oluyor. Sanırım gayrimenkul şirketi buna dikkat çekmek için 'Ermeni köyü' diye yazmış" dedi.

YÜZDE 95'İ SATILDI
Köy kahvesini işleten ve aynı zamanda gayrimenkul danışmanlığı yapan Eyüp Bayrak ise "Köydeki arazilerin fiyatları 3 sene önceki fiyatlara göre yüzde 300 arttı. Çünkü İzmir Otobanı hemen köyün altından geçiyor. Karsak'ta şu an arazilerin yüzde 95'i satıldı. Depolama imarı olan yerlerde arazi kalmadı. Köy imarı olan yerlerde ise zeytinlikler var." diye konuştu.

Sabah, Haber: Mesut Altun, 29.09.2014

"52.YILINDA ARSLANTEPE HÖYÜĞÜ FOTOĞRAFLARLA KAZI SERGİSİ"

 

 


6. Uluslararası Kervansaray Buluşması “Melita’dan Battalgazi’ye Tarih-arkeoloji-Kültür-Sanat Günleri” etkinliği kapsamında “52. Yılında Arslantepe Höyüğü Fotoğraflarla Kazı Sergisi” açıldı.


Sergide, 52 yıl boyunca yapılan kazı çalışmaları esnasında çıkan eserlerin fotoğrafları Malatyapark AVM’de sergilendi. Açılışa, Tunceli Valisi Osman Kaymak, Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, bazı kamu ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin yanı sıra Battalgazi Belediye Başkan yardımcıları, belediye meclis üyeleri, birim müdürleri ve çok sayıda vatandaş katıldı. Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, sergiye katılımın yüksek olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Kültürümüze sahip çıkmanın bilinci içerisindeyiz. Bu güzel fotoğraf sergisi için Prof.Dr. Marcella Frangipane hanımefendiye çok teşekkür ediyorum" dedi. Gürkan, Arslante’yi dünyaya en iyi şekilde tanıtacaklarını söyledi.
Tunceli Valisi Osman Kaymak ise yaptığı konuşmada, açılan serginin önemine değinerek, Arslantepe’nin dünya tarihi için önemli olduğunu ve buranın en iyi şekilde tanıtılması için bu tür sergilerin önemli olduğunu söyledi.

Milliyet, 28.09.2014

TARİHİN ÜSTÜNE VALİNİN BABASI OTURACAK

 

Sinop’ta, apartman yapmak için temeli kazılan bir dönümlük arazide, tarihi 10. yüzyıla dayandığı belirtilen antik bir amfora fırını (çanak çömlek fırını) ile seramik atölyesi ortaya çıktı. Alanın 1. derece arkeolojik sit alanı olduğu tescillenirken, apartman yapılmak üzere açılan arazinin kazıların  tamamlanmasının ardından apartman yapılacağı ileri sürüldü. Arazinin, adı kamuoyunda “Gezi eylemleri sırasında polisler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın haberlerini yapan gazeteci İsmail Saymaz’ı tehdit eden vali olarak” bilinen Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın babasına ait olduğu ortaya çıktı.

 

Sinop’ta Ada Mahallesi mevkisinde yer alan ve belediye tarafından imara açılan arazide yapılan temel kazma çalışması, çalışanları ve çevre halkını da şaşırttı. Arazinin altında tarihi 10. yüzyıla dayanan amfora fırınları ve tarihi kalıntılar çıktı. Bunun üzerine çalışanlar tarafından durum önce Sinop Valiliği’ne, daha sonra Sinop Kültür ve Müzeler Müdürlüğü’ne bildirildi. Müdürlüğün yaptığı çalışmalar sonrasında bölgeye Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar geldi. Kocapınar’ın ve bölge koruma kurulunun yaptığı incelemeler üzerine arazinin 1. derece sit alanı olduğu tescillendi.

 

Tarih üzerine apartman yapımına devam

Alanda kısa bir süreliğine arkeolojik kazı çalışmaları başlatılırken, çalışma bittikten sonra arazi üzerine inşaatın devam edeceği, tarihi kalıntıların bir bölümünün ise apartmanın altında kalacağı belirtildi. Sinop’taki yetkililer, “birinci derece sit alanı üzerine yapılacak inşaatın tarihi kalıntılara bir zarar verilmeyeceğini” iddia ederken, amfora fırınları üzerinde çalışmalar yapan tarihçiler ve arkeologlar ise alanın açık hava müzesine dönüştürülmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Sinop’ta bulunan sivil toplum kuruluşları temsilcileri ise konuyla ilgili birçok yetkiliye ulaşmalarına karşın arazi ile ilgili tatmin edici yanıt alamadıklarını kaydettiler.

 

Vali’nin babasına ait

Öte yandan söz konusu arazinin Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın babasına ait olduğu ortaya çıktı. Sinop Belediye Başkanı Baki Ergül, Sinop’un hemen hemen her yerinde bu tür kalıntılara rastlamanın mümkün olduğunu kaydetti.

 

“Söz konusu arazide böyle bir tarihi eserin olduğuna ilişkin bilgim yok” diyen Ergül, “Söylediğiniz arazi çok daracık bir arazi. Bir mahalle. Orada öyle amfora fırını çıkması falan bana göre mümkün değil. Ama amfora fırını olan yerler var, aşağıda, deniz kenarına yakın yerlerde. Tabii ben tarihçi de değilim” ifadelerini kullandı. Arazide incelemelerde bulunduğunu anlatan Ergül, “Oradaki kazıda bir ev tehlikeye girmişti. Ben o zaman gitmiştim oraya, ama öyle orada tarihi eserler var diyemem. Bilmiyorum tabii ben. Ama ben orada fırın falan görmedim” diye konuştu. “Biz belediye olarak eğer bir arazide böyle tarihi eserler çıkmışsa zaten ruhsat için müracat edenlere bir dipnot düşüyoruz. ‘Tarihi eser çıktığında durdurulacaktır’ diye. Sonuçta yerin altını bilemiyorsun. Anıtlar Kurulu’na yazıyoruz” dedi. Ergül, arazinin Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın babasına ait olduğunu söyledi.

Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 28.09.2014

KANAL İSTANBUL'DA ÇILGIN GELİŞME

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul projesinin temelinin yakında atılacağını açıkladı. Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde 'çılgın proje' olarak tanıtılan projeye uzmanlar, bir çevre felaketine sebep olacağı gerekçesiyle karşı çıkıyordu.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan , Türkiye İhracatçılar Meclisi ‘nin(TİM) "Türkiye Markası" tanıtımına katıldı. Toplantıda konuşan Erdoğan, yeni TL logosunda olduğu gibi Türkiye mallarının üzerine konulacak yeni logoyo da toplumun kısa sürede adapte olacağını söyledi.

BARCELONA’YI TAŞIYABİLİRSİN AMA...
Erdoğan, logo ve sloganın yaygınlaşmasında uluslararası markalara büyük görev düştüğünü belirterek, şöyle dedi:
"Örneğin; Kültür ve Turizm Bakanlığımızın artık uluslararası bir turizm markası olan Türkiye'yi bu logoyla tanıştırmalarını bekliyoruz. Aynı şekilde, Türk Hava Yolları gibi uluslararası ölçekte büyük bir markamızın da bu logo ve slogana sahip çıkıp, onun dünyanın onlarca ülkesine taşıyacaklarını umuyorum. Barcelona'yı, Real Madrid'i falan taşıyabilirsin o ayrı bir konu ama önemli olan bu. Bunu tabii ısrarla taşıyacaksın.


Bu yeni logo ve sloganı esasen yeni Türkiye'nin, güçlü Türkiye'nin artık küresel iddiaları ve hedefleri olan Türkiye'nin özgüven simgesi olarak görüyorum. Bu tasarım ve gücü keşfet sloganı, yeni Türkiye'nin özgüvenin simgesidir, özgüvenin sloganıdır. Biz sadece bu logoyu markalarımızın üzerine basmakla yetinmeyeceğiz. Bu logoyu üzerine basacağımız artık çok daha fazla
marka üretmeninde mücadelesini kararlılıkla yürüteceğiz."

 

‘EKONOMİDE SORUN YOK’
"Türkiye ekonomisinin de, Türkiye'nin dış politikasının da hiç olmadığı kadar güçlü, hiç olmadığı kadar sağlam ve istikrarlı şekilde yollarında ilerlediklerini belirten Erdoğan, "Bundan hiç endişeniz, tereddütünüz olmasın. Bazılar çıkıyor, 'Türkiye ekonomisi şöyle, böyle' diye afaki yorumlar yapıyor. İnanın karanlık bir operasyonun, karanlık bir algı operasyonun parçası olarak bunu yapıyorlar" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarını eleştirerek şu ifadeleri kullandı: "Aynı şekilde bazı kredi derecelendirme kuruluşları var. Bunların kimler olduğunu buradaki iş adamı arkadaşlarım gayet iyi bilirler. Bunların kökeninin ne olduğunu gayet iyi bilirsiniz. Batmakta olan ülkelerin notunu, bakıyorsunuz, 6 not birden yükseltiyor, Türkiye gibi büyüyen bir ekonomi hakkında olumsuz yorum yapıyor. İnsaf ya, edep denilen bir şey var. Ya ekonomi bilmiyor bunlar, ya bunların bilimden haberi yok veya gerçekten bu alanda daha yeni çırak bile değiller, tamamen siyasi bir karar veriyorlar. Siyasi bir karar. Bunun adı algı operasyonudur. Kendilerine verilen bir vazife var, bu vazifeyi yapıyorlar ve Türkiye'yi güya dünyada küçük gösterecekler. Vazife bu. Biz bu seviyelere, ulusal ya da uluslararası o medya kuruluşlarının, o bazı kredi derecelendirme kuruluşlarının üfürmeleriyle gelmedik. Biz bu seviyelere, işçimizin, çiftçimizin, sanayicimizin, esnafımızın gayretleriyle geldik."


KANAL İSTANBUL
Erdoğan, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 3. havalimanı gibi projeleri hayata geçirdiklerini aktararak, "Yakında bir kanal İstanbul projesinin de temeli atılacak. Bütün bunları yaparken dünyanın her yerinde, bunun yanında mazlumlara el uzatabilen bir Türkiye var" dedi.

Erdoğan, HDP milletvekili Aysel Tuğluk’un Suriye sınırındaki olaylar sırasında askere taş atmasını da “Birilerinin çıkıp Mehmetçiğe taş atması maalesef büyük bir densizliktir" sözleriyle eleştirdi.

Radikal, 28.09.2014

BİN YILLIK TARİH, TUVALETE GİRİŞ BASAMAĞI OLDU

 

 

Aspendos antik kenti yakınlarındaki bir köyde duvar taşı, su arığı ve tuvalete giriş basamağı olarak kullanıldığı belirlenen tarihi eserler, Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel tarafından tespit edilerek bulundukları yerlerden çıkarıldı.

Aspendos antik kentinee yakın alanda bulunan ve tarihi Roma su kemeri geçen Camili Mahallesi'nde tarihi buluntular olabileceği bilgisi üzerine Müze Müdürü Demirel, birinci derece sit alanı olan bölgede inceleme yaptı. Demirel, mahalle sakinlerinden Ahmet Demir'in evinin bahçesinde Roma dönemine ait mezar stelinin (taşı) tuvalet girişinde basamak olarak kullanıldığını görünce büyük şaşkınlık yaşadı.

Betonla bulunduğu yere sabitlenen mezar taşını kazmayla zarar vermeden çıkaran Demirel, tarihi eseri daha sonra Aspendos kazı ekibine teslim etti. Mahallede incelemelerine devam eden Demirel, su arığı, ev ve ahırlarda duvar taşı olarak aynı döneme ait eserlerin kullanıldığını belirledi.

Aspendos Kazı Başkanı ve hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Veli Köse ve diğer ilgililerin yardımıyla bulundukları eserler bulundukları yerlerden alındı. Demirel, tespit ettikleri mezar steli ve diğer eserlerin dışında köylüler tarafından geçmiş zamanlarda bahçelerinde bulunarak ev ve ahırların duvarlarına monte edilerek kullanılan mezar taşı, kitabe ve diğer antik dönem eserlerini de belirleyerek bulundukları yerlerden çıkartılması talimatı verdi.

AA muhabirinin de tanık olduğu incelemelerde, kazı ekiplerince geçen yıllarda yapılan yüzey araştırmalarında köylülerce bulunup kullanılan bazı eserlerin toplandığı ancak bazılarının duvar başta olmak üzere çeşitli yerlere sabitlenerek kullanılması nedeniyle mülk sahiplerince ilerleyen dönemlerde çıkarılması karşılığında korunduğu öğrenildi.

İki bin yıllık Roma mezar stelini tuvalet basamağı olarak kullanan 68 yaşındaki Ahmet Demir, "Bu mermer parçanın bu kadar eski olduğunu bilmiyordum. Bahçede çalışırken bulduk ve üzerindeki yazıları okuyamadığımız için çok önemli bir şey olacağını düşünmemiştik. Evimizin hemen dışındaki tuvaletimizde basamak olarak kullandık" ifadesini kullandı.

"Steller köylülerce evlerinde devşirme malzeme olarak kullanılmış"

Aspendos Kazı Başkanı Doç.Dr. Köse, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2014 Aspendos kazı sezonunda önceki sezonlarda olduğu gibi Aspendos'un hemen kuzeyindeki Camili Mahallesi'nde ve güneyindeki Belkıs'ta arkeolojik eserlerin tespitine devam edildiğini söyledi. Bu amaçla Camili Mahallesi'nde bazı evlerin bahçelerinin gezildiğini, tespit edilen arkeolojik eserlerin toplanarak Antalya Müzesi'ne taşındığını anlatan Köse, şöyle devam etti: "Bu eserler arasında en önemlileri mezar stelleridir. Steller, çevreden köylülerce toplanılarak evlerinde devşirme malzeme olarak kullanılmış. Mezar taşlarının üzerinde genelde sadece kimin oğlu ya da kızı olduğunu belirten yazıtlar bulundurur. Bazılarında ise yazıta ek olarak çiçek rozeti veya bağlı bir kurdele şeklinde süsler de olur. Stellerin altında bir çıkıntı vardır. Bu çıkıntı süssüz dörtgen ve içi kare şeklinde oyuk bir deliğe oturur. Stellerin hangi tip mezar ya da mezarlarda kullanıldığına dair henüz kanıtlara rastlanmamıştır." Hellenistik döneme tarihlenen stellerin Aspendos'a özgü olduğunu bildiren Köse, yazıtlarda gerek erkek gerek kız isimlerinin birbirlerinden farksız şekilde yer almasının toplumda kadın erkek eşitliğinin göstergesi şeklinde algılanabileceğini vurguladı. Şimdiye dek bulunan bu tip stellerde aileye ait olduğuna dair bir örneğe rastlanmadığını dile getiren Köse, "Hepsi bir kişinin mezarını işaret etmektedir. Steller bir nevi bireylerin var olduklarının kanıtı olarak düşünülerek mezar yakınlarına konulmuş olmalı" dedi.

Vatan, 28.09.2014

GELECEĞİN KABE'Sİ BÖYLE OLACAK

 

Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz'in talimatıyla başlatılan Kabe'yi genişletme projesi kapsamında, 10 yıl önce Osmanlı eseri Ecyad Kalesi yıkılarak yerine yapılan Al Baid kuleleri de yıkılacak.

 

 

Mekke Belediyesi Başkanvekili Dr. Semir Tevekkül’ün verdiği bilgiye göre, 20 yıl sonra proje kapsamında, yapımı tartışmalara konu olan, Zemzem Kuleleri adı da verilen Al Baid Kuleleri tamamen kaldırılacak. Her yıl milyonlarca Müslümana ev sahipliği yapan Mekke’de proje kapsamında devam eden istimlak çalışmaları sonucu hayata geçirilecek yeni proje ile Mekke’nin çehresi tamamen değiştiriyor.

GÖRKEMLİ GİRİŞ
Değişim, Mekke, Medine ve Cidde’yi önümüzdeki yıllarda gökdelenler şehirlerine dönüştürecek. Mekke’yi yeniden projelendirme kapsamında Kabe, 3’te bir oranında genişleyecek.

 

Kabe’nin hemen yanı başındaki Kral’ın sarayı dahil Hilton ve Tevhit otel olmak üzere birçok bina yıkılacak. Yıkılan yerlerin büyük bölümü Kabe’ye dahil edilecek.

 

1 milyon 500 bin metrekarelik bir inşaat alanı olan Safa, Merve, Zemzem, Kıble, Hacer, Sara ve en yüksek binası Bayt Otel’den oluşan 7 gökdelenden oluşan Al Bait Kuleleri de bu değişim kapsamında 20 yıl sonra kaldırılacak.

 

Dünyanın en zengin Müslümanlarının konakladığı Al Bait kulelerinin yıkımını da içine alan proje kapsamında Hilton’un olduğu yerin arkasına kurulacak yeni şehrin projesinin adı Cebeli Ömer. Bu proje için Suudiler, Ömer dağını aşağı indirdi. Mekke’de yeni inşa edilecek projeler arasında bir de Kral Abdülaziz’in adını taşıyacak cami projesi yer alıyor.

 

MEKKE’DEN MEDİNE’YE RAY
Mekke ve Medine arasında yapılacak raylı sistemin de yer aldığı ve Bin Ladin Grubu tarafından yürütülen proje kapsamında Mekke sil baştan yenileniyor.

 

Yeni projede hacı adayları, Cidde’den Mekke ve Medine’ye raylı sistemle ulaşacak. Mekke’ye görkemli bir kapıdan giriş yapılacak.

 

Dev kuleler arasında kalan Kabe’nin yıkılan revakları da Türk Şirketi Gürsoy Grup tarafından yenileniyor. İnşaat çalışmalarına hac ve umre hizmetlerine ara vermeden devam ediliyor.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 28.09.2014

ÜSTÜ SÜLEYMANİYE, ALTI RANTİYE

 

 

Süleymaniye Camii bütün güzelliğiyle ziyaretçilerini ağırlarken civarının hali içler acısı. Güvenliğin neredeyse kalmadığı mahalleler yıkılsa, yerine otel ve rezidans yapılsa her şey çözülecek gibi!

 

Beyazıt’a gittiniz, Süleymaniye’ye yolunuzu düşürmek şart. Adeti bozmayıp kuru fasulye de yediniz. Buraya kadar her şey iyi, güzel. “İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’na doğru yürüyeyim, Vefa’yı göreyim” derseniz işin tadı orada kaçıyor.

 

İstanbul’un anıt yapılarından Süleymaniye ve külliyesi altında başlayan dönüşüm, iş makineleri, molozlar, tahtası sökülmüş pencereler arasında sürüyor.

 

Mahalle uzun zamandır unutulmuş. Hatırladığı en son parlak günleri 1960’lı yıllar. Duvarlarını süsleyen Kuzgun Acar, Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Yavuz Görey, Ali Teoman Germaner, Sadi Diren ve Nedim Günsür imzalı eserlerle kapılarını açan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı toptancıların ve perakendecilerin yeni yüzü, İstanbul’un cazibe merkezi olur. Sonra? Sonra yavaş yavaş çevresine dolan atölyeler, merdivenaltı işletmeler, Vefa Mahallesi’ni terk eden sakinleri. Merkezileşip zenginleşen, zenginleşip itibarsızlaşan, itibarsızlaşıp değersizleşen bir semt hikayesi.

 

 

“Çöpü bile kıymetsiz”

Bu dönüşüm nasıl başladı? Önce mahalleliye “evler aslına uygun yeniden inşa edilecek” denilmiş, sonra “yıkılıp yeniden inşa edilecek”, en sonra “burada yeni bir düzen olacak”. Bütün bu olmayan vaatlerin üzerinden de bir 4 yıl geçmiş. Geçen süre zarfında güvenlik sorunu artan, kentten iyice kopan sokaklarda hayalet bir yaşam sürüyor.

 

Molla Gürani Camii’ne çıkan yollar çöpler, inşaat malzemeleri ve atık kağıtlarla dolu. Kağıt toplayıcıları ve çöpleri ayıranlar için bir vaha. Kendileri de bu durumu kabul ediyor, şikayetlerini ekliyorlar:

“Yaşamın olmadığı yerde çöp de olmaz. Çıkan çöplerin çoğu Süleymaniye’den, Beyazıt’tan gelenler. Kağıt artıkları iş görüyor ama çoğu sağlıksız. Böyle yerlerde haşarat çok olduğu için hastalık da çok olur. Geçenlerde bir arkadaşın eldivenini bir fare dişledi. Ertesi gün gitti kuduz aşısı olmaya. Kamu sağlığı olunca iş değişiyor, o zaman devlet de bize bakar.”

 

 

Kağıt toplayıcıların arasında Afgan kökenliler var. Onlarınki bir umut hikayesi. Türkiye’den İtalya’ya geçmeyi beklerken Unkapanı Köprüsü’nün ayaklarında bir şiltelik yer bulmuşlar. Müslim, “Buna da şükür.” diyor. Şükür.

 

Semtin eskisi olup gidip gelenler de var. Ramazan Doğru, misal. İşyeri vesilesiyle her gün geliyor. O semtin eskisi ve çocukluğunun geçtiği bu sokakların düştüğü hal karşısında üzgün:

“Çocukluğumuz evden eve gezerek geçerdi. Buradan Eminönü’ne kadar bizim sanırdık. Güven sorunumuz yoktu, anamız babamız kapıda beklemezdi. 1980’e doğru anarşi sıçradı. Sonra da tadı tuzu kalmadı zaten Vefa’nın.”

 

 

Tekinsizleşen bekar odaları

Bekar evleri zamanla odalara dönüşmüş. “Taşı toprağı altın İstanbul” efsanesi yıkılsa da yine de köyündeki yıkımdan kaçanların adresi Vefa. İsmini vermek istemeyen ve Güngören’de kaynak atölyesinde çalışan K. Liceli. Artık köyünde iş imkanı olmadığını düşünüyor. Buradaki hayali bir market açmak. Para biriktirmek istediği için ev tutmuyor, bu bekar odasına ve bir ranza üzerinde süren hayata razı. Buranın bekar odalarında hayatın giderek zorlaştığını düşünüyor:

“Bizim köyden gelenler uzun süre buralarda kaldı. Özellikle yurtdışından kaçak gelenler buradaki koşulların daha da zorlaşmasına neden oldu. Geçenlerde bir bıçaklanma olayı yaşandı. Hırsızlık, sıradan. Bir de bu evlerin yıkılması söz konusu. Şimdi bizim 5 lira verdiğimiz yere 200 lira verecek turist gelecek. Benim yeterince param var artık. Tarlabaşı tarafına geçmeyi düşünüyorum.”

 

 

Vefa’nın yersizleri: Suriyeliler

Semtin üç senelik yüzü: Suriyeli göçmenler. Yıkıntılar arasında koşturan çocuklar, kiremit üzerinde pişirilen yemekler, molozdan moloza uzanan çamaşırlar. Yine semtin sakinlerinden Ü.K., “Önce tepemize yıkılan evlerle uyandık, sonra bu evlerin içinde yaşayan Suriyelilerle.” diyor.

 

Suriyelilerin gelişini kendilerinden dinlemek mümkün değil. Yanaşmaya çalışanlara kızgın, taş atmaya yekiniyorlar.

 

Bu kaygıları yersiz değil. Mahallede türlü tevatür dolanıyor. Hırsızlık yapanlar olmuş, mahalleli tarafından dövülmüşler. Bu hafif rivayet. Daha şiddetlileri de var. Kesin olan şu ki; eski göçmenler yeni göçmenler ve evvelden beri burada olanlar aralarında bir anlaşma dili tutturamamış.

 

Dönüşümün bir yüzü buyken bir diğer yüzünde oteller yükselecekmiş. Halihazırda olan otellerin sahipleri sorulara yanıt vermiyor. Semtte esnaflık yapan N.C., otel yapılmasını insanlar kalmayacağı için kötü, semtin yüzü değişeceği için iyi buluyor.

 

“Bu binalar zaten eski, o eski binaların içinden kaçan göçen, çer çöp evlere doldu. Zaten burası fakir bir semt. Burası metro ve turizm yatırımlarıyla değişmeye başladı. Bazı konaklar otellerce kiralandı. Ama bütün eski evlerin niye yıkıldığı sorusu hala yanıtsız. Yıkılacak da yerine otel mi yapacaklar bilmiyoruz. Fatih Belediyesi’ne verilen dilekçelere ‘Binalar aslına uygun yapılacak’ yanıtı verildi. Bekliyoruz.”

 

Süleymaniye’de durum bu. Vefa’ya düşerse yolunuz bozacıya varıp soluklanmadan önce şahit olduklarınız nefesinizi kesecek.

Zaman, Haber: Ayça Örer, 28.09.2014

22 BİN ADET
MADENİ TARİHİ PARA
BULDU

 

İnşaat işçisi ve amatör hazine avcısı İngiliz Laurence Egerton'ın, geçtiğimiz kasım ayında ülkenin Devon bölgesinde 4'üncü yüzyıldan kalma ve Roma İmparatorluğu askerlerine ait olduğu düşünülen 22 bin adet madeni para bulduğu açıklandı.

Paralar 10 aydır uzmanlar tarafından temizlendikten sonra dünden itibaren Royal Albert Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.

Amatör hazine avcısı Egerton'ın bulduğu koleksiyon karşılığında on binlerce sterlin kazanması bekleniyor.

Sabah, 28.09.2014

KANUNİ'NİN HİÇ BİLİNMEYEN EN ESKİ PORTRESİ

 

 

Londra’da 8 Ekim’de 960 bin ile 1 milyon 300 bin lira başlangıç fiyatından arttırmaya konacak olan tabloyu “Beyoğlu” olarak bilinen ve bu semte ismini veren İtalyan asilzadesi Alvise Gritti’nin yaptırdığı düşünülüyor.

 

Londra’da önümüzdeki 8 Ekim’de tarihimiz bakımından çok önemli bir mezat yapılacak ve Kanuni Sultan Süleyman’ın sağlığında çizilmiş olan yağlıboya bir portresi açık arttırmaya konacak. Asırlar boyunca özel koleksiyonlarda kalan ve şimdiye kadar bilinmeyen tablo, ilk defa bu mezat sayesinde öğrenildi.

 

Londra'da müzayede kuruluşu Sothebys’de önümüzdeki 8 Ekim’de Kanuni Sultan Süleyman’ın yağlıboya bir portresi açık arttırmaya çıkartılacak. 250 bin ile 350 bin sterlin yani 960 bin ile 1 milyon 300 bin lira başlangıç fiyatından arttırmaya konacak olan tablonun özelliği 1520’li senelerde, yani Kanuni’nin tahta henüz geçtiği yıllarda yapılmış olması ve şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmaması.

 

ÜÇ KOLLEKSİYON DOLAŞTI
Tablo, daha önce üç ayrı yerde, İtalya’daki Monselice Şatosu’nun, İtalyan asillerinden Kont Contini Banacossi’nin ve Amerikalı meşhur sanatsever Samuel Kress’in kolleksiyonlarında yeralmış. Satışı yapacak olan Sothebys, tablonun geçmişi ile ilgili olarak sadece bu kadar bilgi veriyor ve kendilerine nereden ve ne şekilde geldiği konusunda bir açıklama yapmıyor.

 

Fatih Sultan Mehmed’in İtalyan ressam Gentile Bellini’ye yaptırdığı ve bugün Londra’da muhafaza edilen tablosu kadar, Kanuni Sultan Süleyman’ın yine o devirde yapılmış olan karakalem çizimleri ile madalyonlarının öyküsü sadece sanat tarihçileri arasında değil, konuya alaka duyan herkes için merak konusudur ve Kanuni çizimlerinin geçmişi hakkında ortaya çeşit çeşit görüşler atılmıştır.

 

‘AA’ RUMUZLU MADALYON
Kanuni Süleyman’ın bilinen en eski siyah-beyaz çizimi, 1471 ile 1528 arasında yaşamış Alman ressam Albrecht Dürer’e aittir ve çizim Fransa’daki Bonnat Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. Dürer’in portresini, yine aynı devirde yaşamış olan ve eserlerine “AA” rumuzunu koyan Avrupalı bir bakır oymacının yaptığı Kanuni madalyonu takip eder. Sonraki senelerde hükümdarı gösteren daha başka çizimler, porteler, oymalar da yapılmıştır ve 16. asırda yaşamış olan Venedikli meşhur ressam Titian’ın eserleri de bunlardan bazılarıdır.

 

Sothebys’nin uzmanları, satışa çıkarttıkları tablonun 1455 ile 1538 yılları arasında yaşayan ve İstanbul’da uzun seneler kaldıktan sonra Venedik’e “Doç” yani devlet başkanı olarak dönen Andrea Gritti’nin veya oğlu Alvise Gritti’nin siparişi üzerine yapılmış olabileceğini düşünüyorlar.

 

 

RUM METRESTEN DOĞAN ÇOCUK
“Gritti” ailesi sözkonusu olunca, mesele daha da ilginç bir hal alıyor: Andrea Gritti’nin oğlu Alvise, babasının Rum metresinden dünyaya gelmiştir, resmi çocuk değildir, üstelik hayatı boyunca gayrımeşru olarak kalmıştır ama İstanbul’un önde gelen, en meşhur semtlerinden biri asırlar sonra bile halen onun ismini taşımaktadır.

 

“Beyoğlu”ndan sözediyorum... Osmanlı yönetimi ile çok yakın ilişkiler kurmuş olan Andrea Gritti, İstanbul’un o zamanlar “Pera” denen semtinde büyük bir konağın sahibidir, uzun seneler o konakta yaşamıştır ve Türkler, Andrea Gritti’ye “Bey”; oğlu Alvise’ye de “Beyoğlu” demektedirler.

Babasının Venedik’e devlet başkanı olarak gitmesinin ardından İstanbul’da kalan Alvise de Pera’daki bu konakta yaşamış, saray ile çok yakın ilişkiler içerisinde bulunmuş, hatta söylentilere göre Pargalı İbrahim Paşa’ya danışmanlık bile yapmış ve konağın bulunduğu semtin ismi de zamanla “Beyoğlu” olmuş ve bugüne kadar bu şekilde devam etmiştir.

 

Londra’da önümüzdeki 8 Ekim’de müzayedeye çıkacak olan Kanuni Sultan Süleyman portresi hakkındaki tahminler, işte böyle...

 

 

ACABA TÜRKİYE’YE GELİR Mİ?
Sözkonusu tablo tarihimiz bakımından büyük önem taşımaktadır, zira Kanuni’nin kendi zamanında çizilmiş olan ve bugüne kadar pek bilinmeyen ilk yağlıboya portresidir...

 

Gönül tablonun ait olduğu yere, yani Türkiye’ye gelmesini istiyor ama Türk parası ile 920 bin ile 1 milyon 287 bin lira başlangıç fiyatından arttırmaya konacak ve büyük ihtimalle çok daha fazla meblağa satılacak olan Kanuni portresine bu kadar parayı verecek bir zengin acaba çıkar mı?

Zira, bizde “resim” denince sınırlarımızın dışında, hatta Edirne’nin birkaç yüz metre ötesinde bile para etmeyen ama fiyatları galeriler tarafından şişirilip rahatça müşteri bulan yerli ressamlara ait çizimler hatıra gelir de...

 

PADİŞAH PORTRELERİNDEKİ BEŞ ASIRLIK MUAMMA: ÇİZİMLERİN ŞABLONU PİSKOPOS GİOVİO'YA MI AİT?
Fransız tarihçi Jean- François Solnon’un “Le Turban et la Stamboluine” adında mükemmel bir kitabı vardır ve Ali Berktay’ın “Sarık ve İstanbulin” ismi ile mükemmel bir şekilde Türkçe’ye çevirdiği kitapta eskilerin “hurde malumat” dedikleri bir alay ayrıntı yazılıdır.

 

Solnon, kitabının bir yerinde 1552’de Como Gölü sahilindeki malikanesinde ölen Paolo Giovio adındaki kolleksiyoncudan bahseder...

 

 

Giovio piskopos olmasının yanısıra sanata da son derece düşkündür ve zamanının önde gelen entellektüellerindendir. Tarihçilik ve hekimlik yapmış, tabiat bilimciliği ile uğraşmıştır ama asıl şöhretini malikanesinde biraraya getirdiği ve çoğunu sipariş ederek yap tırdığı dörtyüze yakın portrelik kolleksiyonu ile yayınladığı eserler ve özellikle de Latince kaleme aldığı “Elogia”ları, yani biyografileri ile elde etmiştir.

 

Como Gölü sahilindeki malikane sadece bir koleksiyon mekanı değil, o devrin en meşhur özel müzelerindendir ve ziyaretçileri arasında zamanın hükümdarlarının yanısıra kralların Giovo’nun kolleksiyonunu görmeleri için gönderdiği en üst seviyede heyetler de vardır.

 

ÜNLÜLER RESMİGEÇİDİ
Koleksiyon, Giovo’nun 1552’deki ölümünden sonra dağılmıştır ama bugün Avrupa’nın belli başlı müzelerinde muhafaza edilen bazı portrelerin Como’daki müzeden geldiği düşünülmektedir ve bu portreler arasında Türk hükümdarları gösteren çizimler de vardır.

 

Paolo Giovio, topladığı yahut yaptırdığı resimlerden bazılarını kitaplarında da yayınlamıştır. Birkaç ciltlik “Elogia”- sında, eseri yazdığı senelerde tahtta bulunan Kanuni Sultan Süleyman’a kadar bütün Osmanlı hükümdarlarının portreleri yeralır. Bu portreler de Giovio’nun siparişi üzerine hazırlanmışlardır ve sanat meraklısı piskopos sadece padişah portrelerine değil, Timur’dan Memlük hükümdarı Kansugavri’ye ve hatta Barbaros’a kadar o devirde tarihe geçmiş diğer Türk ve Müslüman hükümdarlar ile diğer önemli şahsiyetlerin resimlerini de yaptırmıştır.

 

“Elogia”daki portrelerin başta gelen özelliği, daha sonraki devirlerde batılı sanatçılar kadar o asırların Türk ressamları tarafından yapılan hemen hemen bütün çizimlere ilham vermiş olmasıdır. Mesela, Fatih Sultan Mehmed’i bir elinde gül, diğerinde de mendil ile gösteren ve Şiblizade Ahmed’e yahut Sinan Bey’e atfedilen meşhur çizimin aslı, daha doğrusu “master kopyası” da Giovio’nun eserindedir.

 

İşin tuhaf ama tuhaftan da öte olan tarafı, Giovio’nun kitapları ve özellikle de kitaplarındaki çizimler hakkında sanat tarihçilerimizin şimdiye kadar ciddi bir çalışma yapmamış olmalarıdır...

 

ELLER VE YÜZLER AYNI
Padişah portrelerine bakıldığında, çizim tekniklerinin tamamının bir geleneğin devamı olduğu farkedilir ve bilinen en eski örneklerin başında, Giovio’nun kolleksiyonunda bulunan ve kitaplarında da yayınladığı çizimler gelir. Sonraki asırlarda minyatür değil, “resim” olarak yapılan hemen bütün çalışmalarda hükümdarların görünüşleri, sarıkları ve hatta ellerinin vaziyeti, hatta bazen ellerinde tuttukları objeler bile hep aynı şablonun uygulamasıdır ve bu devamlılık asırlar sonra bile aynen devam etmiştir.

 

Padişah portrelerindeki bu enteresan devamlılık, konuyu derinlemesine ele alacak sanat tarihçilerinin ortaya çıkmasını bekliyor...

Habertürk, Haber: Murat Bardakçı, 28.09.2014

"ARSLANTEPE ÖMRÜMÜ ALDI AMA..."

 

 

O, hakikaten artık bizden biri. Bir İtalyan bilim insanı ama tam 38 yıldır Arslantepe kazıları için düzenli olarak Malatya’ya geliyor ve yılın en az 2 ayını Arslantepe’de kazı programını yöneterek geçiriyor. 

 

Malatya’yı çok seviyor. Ekibiyle birlikte vaktinin büyük bölümünü kazı alanında geçiriyor. ‘Arslantepe ömrümü aldı’ derken son derece mutlu. 

 

İtalya La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcella Frangipane’den söz ediyoruz. 





1930’da Fransızların başlattığı Arslantepe kazılarının 1961’de İtalya La Sapienza Üniversitesi’nin devralmasından sonra, 1976’da genç bir doktora öğrencisi iken,  Arslantepe kazı heyetinin başkanlığını yapan hocası Profesör Doktor Salvatore Puglisi ile birlikte ilk defa Malatya’ya gelen Marcella Frangipane, o gün bugündür her yıl Malatya’ya geliyor ve en az 2 ayını Arslantepe kazılarını yöneterek geçiriyor. 

 

‘Arslantepe benim ikinci evim’ diyecek kadar Arslantepe’ye ilişkin yoğun ve içten bir aidiyet duygusu taşıyan Prof.Dr. Marcella Frangipane, Profesör Salvatore Puglisi’den sonra kazı heyeti başkanlığına getirilen Alba Palmieri’nin 1990 yılında genç yaşta ölmesinden sonra Arslantepe Kazı heyeti başkanlığını üstlenmiş. 





Marcella Frangipane, Arslantepe’deki kazıların arkeoloji ve dünya tarihi açısından olağanüstü önemde olduğuna vurgu yapıyor ve burada yapılan kazılarda bilim dünyasına kazandırılan yeni bilgi ve bulgular nedeniyle geçtiğimiz yıl ABD Ulusal Bilim Akademisi’nin ödülüne layık görüldüğünü hatırlatıyor. 

 

Arslantepe’nin MÖ 6000’lere tarihlendiğini, şu ana kadarki kazılarda MÖ 3000-3500’lere ulaşıldığını belirten Marcella Frangipane, Arslantepe’nin iktidar, bürokrasi, devlet ve toplumsal sınıfların doğduğu merkez olduğuna vurgu yapıyor. 

 

Arslantepe’de ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular sayesinde, devletin, bürokrasinin ve iktidar ilişkilerinin yeniden yorumlandığını belirten Arslantepe Kazı Heyeti başkanı ve İtalya La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcella Frangipane ile, Malatya serüvenini ve bir bakıma kendisinin bireysel tarihiyle de örtüşen Arslantepe kazılarını konuştuk: 

 

-Arslantepe kazıları 1930’da başladı. Ancak, 1961 yılından itibaren İtalyanlar devralıyor bu kazıları. Siz de tam 38 yıldır bu kazı heyetinin içindesiniz. 1990 yılından bu yana da heyetin başkanlığını yürütüyorsunuz. Arslantepe’de bugüne kadar yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan bulgular ve bu bulguların anlamı, önemi nedir? 

-Arslantepe’de MÖ 3 binlerde başlayan bir hayat var. Burada yaşayan aileler başlangıçta kendileri için çalışıyorlar. Tarımsal üretim yapıyor, seramik imal ediyorlar. Zamanla insanlar değişiyor, toplumsal sınıflar ortaya çıkıyor ve hiyerarşi ortaya çıkıyor. Bu aşamada ortaya devlete benzer bir yapı çıkıyor. Önce kendileri için çalışan aile büyük bir aile için, onların başında olan, belki kral değil ama, kral gibi diyelim birisinin yönettiği aile için çalışmaya başlıyor. Biz burada çok önemli şeyler bulduk. Bunların başında yaklaşık 2250 adet mühür baskı geliyor. Bunları saray kazılarını yaptığımız yerlerde bulduk ama sarayın içinde özelikle birkaç yerde daha fazla bulduk. Mühür baskılar bize memurların varlığının olduğu bir sistemi gösteriyor. Demek ki saray içerisinde bürokrasi başlamış. Çok sofistike (gelişmiş, karmaşık) bir sistem. Henüz yazı yok çünkü hiç tablete rastlamadık. Ama mühür ile not almışlar. Her mühür bir imza gibi işlev görüyor. Torbalar ve kapı üstlerine konulmuş bu mühürler. Ne zamanki mührü açıyorlar, kırıp o mührü ayırmışlar. Peki, arkeoloji bunları nasıl biliyor? Biz burada çok dikkatli kazı yaptık. Tam arşiv gibi değil ama gruplar halinde arşivlenmişçesine mühürler bulduk. Demek önce hesap yapmışlar ve hesap bitince bu mühürleri bir kenara atmışlar. Yaptığımız çok dikkatli kazılar sonrasında rekonstrüksiyon (yeniden yapım, onarma) yaptık. Buna dayanarak tam bir devlet sisteminin başladığını söyleyebiliyoruz. 

 

-Arslantepe’deki arkeolojik bulgular ile Mezopotamya’nın tarihselliğini kıyaslarsak nasıl bir tablo çıkar karşımıza?  

-Aynı dönem Mezopotamya’da, yani Fırat ve Dicle’nin geçtiği yerlerde, bu sistem başlıyor. Ancak Arslantepe’deki değişik sistem onu diğerlerinden önemli kılıyor. Mezopotamya’da büyük tapınaklar var. Sistem tapınaklarda başlıyor ancak Arslantepe’de karşımıza ilk defa bir saray yapısı çevresinde organize olmuş sistem çıkıyor. Saray Mezopotamya’da daha sonra ortaya çıkıyor ama burada çok erken başlamış. (Gülerek) Belki fazla erken. Bunun için devrilmiş ve bitmiş. Bu çok ilginç bir şey. Saray çok büyük bir kompleks yapı. Büyük tapınak, büyük binalar, avlu, koridor, depolar, hepsi bir arada ve birbiriyle bağlantılı. 

 

- Arslantepe’nin kentsel kimliği hakkında ne söylenebilir elde edilen bulgulara göre? 

Geçen sene yeni bir şey bulduk. Büyük bir bina var ve bu sarayın koridoruna bakıyor. Arkada bir kapı var ve bu kapı Saray’daki elit sınıfın evleriyle bağlantılı. Bu bize Arslantepe’nin, MÖ 3 bin 500 veya 3 bine kadar büyük bir merkez olduğunu gösteriyor. Belki büyükşehir değil, şehir küçük ama bütün ovayı kontrol ediyor. Mezopotamya ile ticaret bağlantısı vardı. Bunun dışında metalürji var. Dağlarda bulunan bakır, arsenik ve gümüş madenlerinden yapılmış güzel eserler bulduk. Bunların içerisinde en önemli olan kılıçlar. Şu ana kadar bulduğumuz 9 kılıç dünyada şimdiye kadar bulunan en eski kılıçlar. Buluntular arasında mızrak uçları da var ama bu kadar uzun kılıcı ilk defa burada kullanmışlar. Belki bundan sonra daha eskisini bulacaklar ama şimdiye kadar dünyada bulunan en eski kılıçlar Arslantepe höyüğünde ortaya çıktı. Arkeoloji böyledir. Küçük bir sondaj varsa bilgi azdır. Kazı yapıldıkça ortaya çok bilgi çıkıyor. Kazılar ise çok zaman ve çok para alıyor.

 

-Kazı alanının korunması da çok önemli. Bu konuda ne tür tedbirler alıyorsunuz? 

Haklısınız, kazı alanının korunması çok hassas bir konu. Biz her sene koruma yaptık. Yukarıda bin veya bin beş yüz yıllık tabakalar var. Çok uzun sürdü ve çok zaman aldı. Ve benim de (gülerek) hayatımı aldı. Yavaş yavaş çalışıp saray kapısını bulduğumuzda burada çok önemli arkeolojik zenginlikler olacağını anladık. Önceleri hemen üzerini, yağmur ve kardan etkilenmesin diye, sacla korumaya aldık. Kazı için gelince açıyorduk, giderken kapatıyorduk. Kerpiç için en tehlikeli unsur su. Ama ne zaman ki kazı sonrası sarayın büyük kalıntısı ortaya çıktı, proje yaptık ve buranın örtülmesi için Koruma Kuruluna başvurduk. Malatya Valiliğinin desteği ile şimdiki çatı yapıldı. Bu çatı şimdiye kadar çok iyi iş gördü, ortaya çıkardığımız yerleri sudan korudu.

 

Arslantepe'de ortaya çıkardığımız bu eser tümüyle orijinal. Turistler buraya geldiğinde tamamıyla eski, MÖ 3 bin 500 -3 bine dayanan bir eserin koridorunda yürümüş olacaklar. Duvarlar 5 bin 300 yıllık. O dönem çok iyi mimarlar olduğunu anlıyoruz. Çok iyi bir teknik ile çok dayanıklı bir malzeme olan kerpiç kullanılmış. Mezopotamya'da, Irak'ta da kerpiç yapı var ama savaş nedeniyle ya yıkılıyor ya da bozuluyor. Biz sadece olduğu gibi sarayı ortaya çıkardık. Duvarda orijinal sıva ve resimler var. Sürekli korumalarını da yapıyoruz. Her sene restoratör geliyor, konservasyon yapıyor. Küçük bir kırık varsa hemen kapatmak durumundasınız. 

 



-Ortaya çıkardığınız bulgulara göre, Arslantepe’deki saray büyük bir yangın geçiriyor. Yangın nasıl etkiliyor Arslantepe’yi? 

(Duvardaki yangın izlerini göstererek) Saray'da daha sonra büyük bir yangın olduğunu görüyoruz. Ne oldu bilmiyoruz ama belki dışarıdan bir saldırı veya belki doğal bir yangın veya belki bir isyan sonucu. Ama sonuçta bir yangın oldu ve saray yok oldu. Sarayın içinde çok ağaç vardı. Biz bunları analiz ettirdik. Kavak, dişbudak, çam, meşe ağaçları olduğu ortaya çıktı. Sarayın içinde kanalizasyon var. Kanalizasyon koridoru takip ediyor ve dışarı çıkıyor.

 

-İtalya'dan Malatya'ya uzanan serüveniniz nasıl başladı? 

-Ben öğrenciyken hocam Profesör Doktor Salvatore Puglisi ve sonra Alba Palmieri kazıları yönetiyordu. Her ikisi de hocamdı. Kazı benden önce başlamış. Ben o zaman öğrenciydim. Doktoramı yapıyordum. Her iki hocam beni birlikte çalışmak için davet ettiler. O zamana kadar Malatya'yı veya Arslantepe'yi bilmiyordum. 1976'da ilk kez geldim ve 38 yıldır Arslantepe'de kazı çalışmaları yapıyorum. Arslantepe benim ikinci evim oldu. Hocam Alba Palmieri’den çok şey öğrendim. Arkeoloji çok zaman istiyor. Mesela biz aynı tepede, aynı yerde yaklaşık kırk yıldır çalışıyoruz, her sene de yeni bir şey buluyoruz, yeni bir sürprizle karşılaşıyoruz.

 

Başlangıçta her şeyi bilmiyorsunuz çünkü bilginiz az. Zamanla, daha çok sondaj ve kazı yaptıkça, ışık geliyor, her sene yeni bir buluntuya ulaşıyor, karanlık yeri aydınlatıyorsunuz ve bulduğumuz her şey bizi aydınlatıyor. Ben o dönem kazılara başladım ve bırakmadım. Maalesef hocam Alba Palmieri genç yaşta ölünce, Kültür ve Turizm Bakanlığı bana yetki verdi ve 1990 yılında kazı başkanı oldum. Tam 24 yıl oldu. Aklıma gelmişken, bakanlığa teşekkür etmek istiyorum. Bana çok destek verdiler. İlk sene benim için çok zor olmuştu çünkü o zaman çok gençtim. Bakanlık bana çok destek verdi, hiç problem yaşamadık, her zaman birlikte çalıştık.

 

Arslantepe’de ilk kazılar 1930’da Fransız arkeologlar tarafından başlatıldı. İtalyan kazı heyeti ise 1961’de geldi Malatya’ya. Biz İnönü Üniversitesi’nde, 2011 yılında kazıların 50. Yılı anısına ‘Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’nun Malatya’da düzenledik, dünyanın farklı ülkelerinde çok sayıda arkeolog katıldı ve çok verimli geçen bir çalışma oldu. 

 

-Arslantepe'de kazı çalışmaları sizin akademik hayatındaki yeri nedir, buradaki çalışmaları İtalya'daki çalıştığınız üniversitede kullanıyor musunuz?

-Arslantepe benim için çok önemli bir yer. Burada bulduklarımıza dayanarak öğrencilerimize ders veriyoruz. İtalya’daki öğretim üyeliğim için büyük öneme sahip. Amerika Ulusal Bilimler Akademisi beni üye yaparak çok büyük onur verdi. Nisan ayında Washington’a gittim ve büyük bir törenle üyeliği verdiler. Bu üyeliği sırf Arslantepe’de ortaya çıkan sonuçların bilim adına çok önemli olduğu gerekçesiyle verdiklerini söylediler. Arslantepe buluntuları bilim tarihinde yeni bir şey. Kazı ve araştırma sonuçları hem bizim hem de genel tarihe katkısı açısından çok önemli.





-Arslantepe'de ortaya çıkartılan eserlerin dünya tarihini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Dünya genel tarihi için önem taşıyor. MÖ 6 binden itibaren başlıyor ve Bizans’a kadar sürüyor. Doğu Anadolu’da tarih buradan, Fırat’tan, çıkıyor. Bu tamam ama başka bir şey daha var. Saray içerisindeki buluntular, bürokrasinin nasıl başladığını, devletin ve gücün (iktidar) nasıl başladığını gösteriyor. O zaman bu bulgular Doğu Anadolu’nun tarihi için değil dünya tarihi için de önem taşıyor. Topluluklar nasıl oluştu, değişime uğradı, sınıflar ortaya çıktı, bunlar ortaya çıkıyor. Arslantepe’de bulunan eserler, toplumun evrimini, toplumsal dinamiklerin nasıl geliştiğini ve bütün bu dinamikleri yansıtıyor. Saray, bize sistemin ve toplumun dinamiklerini, nasıl olduğunu, ne olduğunu, dünyada ilk defa ortaya çıkan bürokrasi ve devlet sistemini anlatıyor. 

 

Burada her şey güzel korunmuş, devam etmiş, ta ki MÖ 3 binde bir yangın çıkana kadar. Tabi bu yangın o insanlar için korkutucu, ama biz arkeologlar için önemli. Sarayı bu yangın yok etmiş. Saraydan önce büyük bir tapınak bulmuştuk. Orada da yiyecek, mühür baskılar vardı ama orası sadece bir tapınaktı. Saray sonradan ortaya çıktı ve burada sistemin daha gelişmiş hale geldiğini gördük. Arslantepe’de MÖ 5 bin ve 6 binlerin olduğunu biliyoruz. Şimdi ortadaki bir tarihteyiz. Daha eskisinin olduğunu düşünüyoruz.15 metrelik bir katman var ve hepsini çıkarabilir miyiz, bilmiyoruz. Geleceğe yönelik bir kazı stratejisi belirlemek lazım. 

 

Ben Hitit dönemini de çalışmak istiyorum. Hititler döneminde Arslantepe çok önemli bir merkez durumundaydı. Kral Tarhunza (son Malatya kralı) Geç Hitit döneminde kraldı ama Hitit İmparatorluğu daha önceden başlamıştı. Muhtemelen burası Hititlerin çok önemli bir merkezi ve bu sebeple Hitit dönemini çalışmak istiyorum. İtalyanlar başta, 1961 yılından 1970’e kadar, Hitit dönemi buluntularına ulaşmak için kazı çalışmalarını yürütmüşler. O zamanlar kazıda daha değişik teknik ve metotlar vardı şimdi başka teknikler var. O halde Hitit bölümünü yeniden çalışmak lazım.

 

-Bulunan eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Malatya müzesinde sergileniyor. Neler var  bu müzelerde?

-Arslantepe’de, önce Delaporte çalışmış. 2. Dünya Savaşı araya girince çalışmalar durmuş ve savaş sonrası Fransız Schaeffer yaklaşık 4 yıl çalışıp bırakmış. Malatya’da o zaman müze yok, müze 1969 yılında yapılıyor, o nedenle eserler Ankara’ya gönderilmiş. İtalyanların 1961’de yaptığı kazılardan müze yapılana kadarki dönemde bulunan eserler de Ankara’ya gönderilmiş. Bu tarihten sonra yapılan kazılarda çıkarılan eserler Malatya Müzesi’nde sergileniyor.  Ama Ankara'da sergilenen eserlerin bazıları tekrar Malatya'ya getirildi. Büyük heykeller Ankara'da kaldı.

 

-İtalya kamuoyun Arslantepe'deki kazılarla ilgili neler biliyor? İtalyan Devlet Televizyonu belgesel de yapmıştı.

-Bir kere çalıştığımız üniversitedeki bilim adamları burayı çok iyi biliyorlar. Halk fazla bilmiyordu. Bunun için 2004 yılında, Arslantepe ile ilgili, Roma'da büyük bir sergi düzenledik. Eserler Malatya’dan Roma’ya getirildi. Panolar, fotoğraflar hazırladık. 2 ay kalan sergiyi yaklaşık 25 bin kişi ziyaret etti, çok güzel bir sergi oldu.





-Arkeoloji uzun soluklu bir çalışma alanı dediniz.  Siz daha uzun süre çalışmayı düşünüyor musunuz? Sizden sonra bu kazı heyetinin başkanlığını yürütecek bir isim sizin kafanızda var mı?

-Benim için uzun sürmeyecek, tabii emekli olacağım. Ama bu işi yürütecek arkadaşlar var. İnşallah devam edecekler. İnşallah bu proje devam edecek. Bu ekipte benim bir yardımcım var, adı Francesca Balossi. 20 yıldır benimle çalışıyor, burayı çok iyi biliyor. Türkçe biliyor. Şu an kazıda çalışıyor. Olur mu bilmiyorum ama benden sonra kazı başkanlığını yürütmesi için onu önereceğim. 

 

Biliyor musunuz, arkeoloji okul gibidir ve o zaman devam etmesi lazım. Bu kazının Türkiye ile işbirliği içerisinde devam etmesi lazım. Bu anlamda İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi'nden araştırmacı arkadaşlarımız var. Türk ve İtalyan ekibi strateji, metot belirleyip bu işi birlikte yürütmesi lazım. Ben böyle olmasını ümit ediyorum. Ne olur bilemiyorum ama çok güzel şeyler ortaya çıkacak diye düşünüyorum.

 

Burada en büyük problem para. İtalya’da, Avrupa’da kriz var ve kriz anında ilk önce kültür için ayrılan parayı kesiyorlar. Proje büyük olduğundan, devam etmesi gerektiğinden paraya ihtiyaç duyuyoruz. Sponsor bulmamız lazım. Uzun soluklu sponsorluklar olmaz ama belki kısa aralıklarla yardım ve sponsor bulabiliriz. Kazı ekibimizden, İtalya’da doktora yapan Hülya Çalışkan ile Arslantepe Derneği (Arslantepe Destekleme ve Geliştirme Derneği ) adında bir dernek kurduk. Sponsor bulmak, destek alabilmek için bir şeyler yapmaya çalışacağız. 

 

İnşallah bu proje devam edecek. Ekipte çok sayıda arkadaşımız var. Bizim üniversitemiz,   La Sapienza Üniversitesi, bu projenin önemini çok iyi biliyor ve en çok parayı üniversite veriyor. Biraz da İtalya Dışişleri Bakanlığı veriyor.





-İnönü Üniversitesi'nde Arkeoloji bölümü yok, açılmış olsaydı buraya nasıl bir katkısı olurdu?

-Rektör Prof.Dr. Cemil Çelik, arkeoloji bölümü açılmasını çok istiyor. Biz bu konuyu konuştuk ama zor. Türkiye’nin her tarafında çok üniversite olduğundan personel bulunmuyor. Arkeoloji alanında eğitim alan gençler çalışıyorlar, doktora yapıyorlar ama iş bulamıyorlar. Herkes kültür-kültür diyor, söyleme gelince kültür çok önemli diyorlar ama uygulamada kültür en sonda geliyor. Maalesef İtalya’da da öyle, dünyada da öyle… Kültür, her zaman ilk kısıntıya gidilecek alan olarak görülüyor. Bizim ekipte 20 yıldır kazı çalışmalarına katılan, çok iyi bir arkeolog olan ve Türkçe de bilen Julio Palombi şu ana kadar İtalya’da sürekli bir iş bulamamıştı. Geçen sene Fransa’da bir sınava katılıp birincilikle kazandı. Kasım’da orada işe başlayacak. Onun için iyi ama (gülerek) bizim için iyi değil.

 

-Bu sene şu ana kadar sürdürülen kazılarda neler ortaya çıktı?

-Bu yıl Ankara’dan bana, çökme tehlikesi olduğu gerekçesiyle, sarayın çatı kısmının üst tarafında çalışmamız söylendi. Orada küçücük bir alanda koruma amaçlı kazı yaparken, Bizans dönemine ait 30 tane mezar çıktı. Çocuk, genç ve yaşlılara ait, üst üste konulmuş kemikler bulduk. Mezarların altında Geç Hitit dönemine ulaştık. Onun üstünde küçük bir ev, mutfak olabilecek bir yapı ve fırın çıktı. Ancak bu bir koruma kazısı olduğundan ve sert toprağa ulaştığımızdan kazıyı orada bırakacağız. 

 

-Bu yıl ki kazı programı ne zaman sona erecek?

-Bu yıl biraz erken geldik. 2 Ağustos'ta başladık. Ama Kurban Bayram'ında sona erdireceğiz. 6 Ekim'de bitireceğiz.




Malatya Haber, Haber ve Fotoğraflar:  Selahattin Gökatalay - Güler Hazar, 27.09.2014

ROMA ANTİK TİYATROSUNDA 'RESTORASYON' KOMEDİSİ

 

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Roma Antik Tiyatrosu’nun restorasyonunda gül kurusu taşlar yerine beyaz mermer kullandı.  Kültür Bakanlığı arkeologlarının itirazları üzerine tiyatrodaki çalışmalar durdu.

 

Tarihi eserlerin restorasyonunda yaşanan hatalara bir yenisi daha eklendi. Bu kez adres; Hacı Bayram-ı Veli Camii ile Ankara Kalesi arasında kalan antik Roma tiyatrosu. MS 1. ve 2. yüzyıl arasında inşa edilen tiyatronun restorasyonu arkeologları kızdırdı. Nedeni ise Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, Ulus semtinde gül kurusu rengindeki taşlardan yapılma 2 bin yıllık antik Roma tiyatrosunun restorasyonunda beyaz renkli mermerler kullanması. Kültür ve Turizm Bakanlığı arkeologları, bu uygulamaya itiraz etti, tiyatrodaki restorasyon çalışmaları durduruldu.

 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları, birinci derece sit alanında yaptıkları kazı çalışmasıyla antik tiyatroyu ortaya çıkardı. Tiyatroyu turizme kazandırmayı planlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, kalıntılar üzerine sonradan inşa edilen yapıları 2009’da yıktırdı. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi kapsamında bölgeyi konser alanı yapmak istedi. Bakanlık ile protokol imzalayarak, restorasyonu üstlendi. Antik Roma tiyatrosunda özgün yapıları korumayı vaat eden belediye, 7 Temmuz 2013 tarihinde Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun onayladığı rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda çalışmaya başladı. Tiyatroda zamanla yok olmuş oturma alanlarının ilk iki sırası için özgün formun kullanılacağını ifade eden belediye, sonraki sıraları ise çelik ağ kutularıyla tamamlamayı planlıyordu. Bu kutuların üzeri, sudan etkilenmeyen kompozit ahşap döşeme ile kaplanacaktı. Belediye, restorasyon sırasında tiyatronun ilk üç oturma sırasını mermerden yaptı. Diğer taşlar gül kurusu rengindeyken, oturma sıralarının beyaz mermerle yapılması tepki çekti. Bu çarpıklığı gören bakanlık arkeologları itiraz etti. Belediyenin yürüttüğü çalışmaların uzun süredir durduğu ve hiçbir çalışma yapılmadığı gözlendi. Belediye ile bakanlık arasındaki 3 yıllık protokolün sona erdiği belirtildi. Protokolün yenilenip yenilenmeyeceği, mermer oturma sıralarının sökülüp sökülmeyeceği ise henüz netlik kazanmadı.

 

Restorasyon çalışmaları duran ve kaderine terk edilen antik Roma tiyatrosu, bugünlerde uyuşturucu madde bağımlıları, evsizler ve sokak hayvanlarının mekanı durumunda. Tarihi mekan, içki şişeleri ve yiyecek içecek atıkları ile dolu. Başıboş köpekler, bölgeye atılmış, yatak, yorgan döşek gibi malzemeleri yuva olarak kullanıyor. Çevrede bulunan vatandaşlar, geceleri orayı mesken tutan uyuşturucu çeteleri nedeniyle yakınında yürümekte bile zorlandıklarını söylüyor.

Zaman, Haber: Ünal Livaneli - Yavuz Akengin, 27.09.2014

 

******


ROMA TİYATROSUNDA EVSİZLERİN ANTİK YAŞAMI

 

 

Başkent’te her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği ve bir yandan da restorasyon çalışmalarının sürdüğü Ulus’taki Roma dönemine ait antik tiyatroyu, son günlerde evsizler mesken tuttu. Sur aralarında kalan evsizler, tarihi kalıntılar arasında ateş yakıp, asırlık sütunlara zarar veriyor.

 

Büyükşehir Belediyesi’nin, Ulus ve Hacıbayram bölgesinde yürüttüğü ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi’ kapsamında, çalışmalar devam ederken, ilgisizlik nedeniyle bazı tarihi bölgeler zarar gördü.


Bölgedeki Roma dönemine ait antik tiyatro, alkol ve bağımlılık yapıcı maddeler kullanan kişilere mesken oldu.


MS 1. ile 2. yüzyıl arasında yapıldığı sanılan Roma dönemi antik tiyatrosunun restorasyon çalışmaları sırasında eski dönemlerden kalma hamam, tapınak, agora, sur, hipodrom, sütun gibi çok sayıda tarihi eser ortaya çıkartıldı. Ancak uzun süredir etrafı derme çatma çevrili halde bekleyen tiyatro, son dönemlerde evsiz kişilerin yaşam alanına döndü. Gündüz surlar arasında kalan madde bağımlıları, gece ise sur diplerinde ateş yakıyor. Başı boş halde bırakılan tiyatroda tarihi izler her geçen gün yok oluyor.

 

 

İZLER SİLİNİYOR

Bölgeyi ziyarete gelen vatandaşlar gördükleri manzaraya tepki göstererek, “Eski Ankara’nın en önemli alanlarından olan Ulus’taki bu tarihi yapı neden atıl şekilde duruyor anlamış değiliz. Her sütunun arasında alkol şişeleri var. Bunun yanı sıra sanırım restorasyon yapılmaya çalışılmış ve yarım kaldığı için elektrik kabloları açıkta duruyor. Acil bir şekilde yetkililerin müdahale etmesi ve tiyatroyu Başkent’e kazandırması gerekiyor” diye konuştu.

 

2009’DA BAŞLADI

Önceki aylarda Suriyeli mülteciler tarafından kuşatılan tarihi tiyatronun, yapılan restorasyon çalışmaları arasında unutulduğunu savunan bölge esnafı da şunları söyledi:
“2009 yılında burada kazı çalışmaları başladı. Büyük bölümü gün yüzüne çıkartılan tiyatronun yenileneceği ve aslına uygun restore edileceği belirtildi. Ancak oturma sıralarının kullanılan malzeme dışarıdan bakıldığında çok sırıtıyor. Renk tonu hiç uymadı. Zaten onun dışında da bir şey yapılmadı. Aradan geçen beş yılın ardından ne olacağı henüz belli değil.”

Hürriyet, Haber: Ender Baykuş, 01.10.2014

ORTA ÇAĞ KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Edirne'nin Lalapaşa İlçesi'ndeki Sinanköy'de yürütülen arkeolojik kazılarda, Orta Çağ'dan kalma bir şehir gün yüzüne çıkarılıyor. Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Engin Beksaç, Sinanköy arkeolojik alanının, tarihi kayıtlarda bilinmesine rağmen bugüne kadar çalışılmadığını söyledi. Bu alanın hem Edirne hem de Trakya için arkeolojik veriler bütünü olduğunu belirten Beksaç, "Tarihi kayıtlarda adını Pravon veya Prabadon olarak gördüğümüz şehir önemli bir aktiviteler bütününü yansıtmaktadır. Özellikle Trakya'nın Orta Çağ ve Orta Çağ öncesi için önemli verileri ihtiva etmektedir" dedi. Çalışmaların kendilerine kentin arkeolojik kimliğini göstereceğini ve önemli turistik potansiyel sağlayacağını vurgulayan Beksaç, şöyle devam etti: "Şehrin içerisinde çok uzun bir Orta Çağ yerleşim alanı mevcut ve yerleşim alanının dışındaki kısımlarda Trak döneminden kalma kaya anıtları ve özellikle kutsal alanlar bulunmaktadır." Beksaç, arkeolojik alanın yaklaşık bin yıllık bir yerleşim alanına sahip olduğunu da sözlerine ekledi.

Sabah, 27.09.2014

UYGARLIĞIN AYAK İZLERİ BULUNDU

 

İngiltere’nin doğu kıyılarında bir plajda araştırma yapan uzmanlar, Afrika kıtası dışında dünyanın en eski insan ayak izlerini buldu.

 

 

İngiltere’nin doğusundaki Norfolk’ta bir plajda bulunan ayak izlerinin binlerce yıl önce yaşamış bir grup insana ait olduğu sanılıyor. Bu izler, İngiltere’de daha önce bulunan ayak izlerinden 500 bin yıl daha eski olabilir.

 

Ayak izlerinden birinin üç boyutlu görüntüleri ve modeli kısa süre önce Londra’daki British Museum’da düzenlenen basın toplantısında tanıtıldı.
 
Müzenin arkeologlarından Nick Ashton, geçen Mayıs ayında ayak izlerinin tarih öncesi insanlara ait olduğunu farkettiği anı şöyle anlatıyor:
 
“Ayak izlerinin havadan çekilen görüntüleri elektronik postayla bana gönderilmişti. Dosyayı hemen açtım. Görüntülerin insan ayak izine ait olduğundan hiç şüphe yoktu. Bu olağanüstü bir keşifti.”
 
Ashton, bu keşfin Avrupa’daki insanlık tarihine ilişkin anlayışı değiştireceği görüşünde. Liverpool’daki John Moores Üniversitesi’nden araştırmacı Isabelle de Groote, ayak izlerini inceleyen uzmanlardan:
 
“Ayak izlerinin boyutları bazılarının çocuklara, bazılarınınsa yetişkinlere ait olduğunu gösteriyor. Yetişkinlerden birinin erkek olma ihtimali var.”
 
İlk insanların Avrupa’nın kuzeyinde hüküm süren soğuk iklimde nasıl hayatta kaldıkları bilinmiyor.
 
Uzmanlar, İngiltere’nin bir milyon yıl önce Avrupa kıtasıyla birleşik olduğunu, ayak izleri bulunan insanlarınsa daha sıcak iklimlerde yaşayan atalarıyla akrabalık ilişkisi olduğunu kaydediyor.
 
Uzmanlar, insan fosilleri bulmak amacıyla Norfolk sahillerinde incelemeler yapmayı sürdürüyor.

Milliyet, 27.09.2014

HER ÜNLÜ SANATÇI BİR GÜN SATIN ALINABİLİR

 

Dünya sanatının yıldız isimlerini İstanbul’a getiren ArtInternational Sanat Fuarı açıldı. Bu hafta sonu Haliç Kongre Merkezi’ndeki fuarda, Miró’dan Banksy’ye, Ai Weiwei’den Anish Kapoor’a, Nuri Bilge Ceylan’dan Marina Abramovic’e dünyanın bütün ünlü sanatçılarının eserlerini görmek ve almak mümkün.

 

 

'ArtInternational bu yıl daha büyük, daha düzenli ve daha ilgi çekici biçimde karşımızda. Dünyanın dört bir tarafından 80 galeri, 400 sanatçının bin civarında eserini Haliç Kongre Merkezi’nin salonlarında sergiliyor ve satıyor. İçlerinde dünya sanatının önemli isimleri olduğu kadar tanıdığımız Türkiyeli yaratıcıların en yeni işleri ve tabii ki çağdaş sanat adına ilginç keşifler var. Türkiyeli birçok sanatçı fuara kendilerini dünyada temsil eden yabancı galerilerle katılıyor.
'Denizi sağınıza alıp kongre merkezinin sonuna kadar sabırla yürüyün. İki büyük giriş kapısından sondakini tercih etmek daha düzenli ve gittikçe iddiası artan bir güzergahta fuarı gezme imkanı veriyor. Fuar iki ana salon ve onu birbirine bağlayan ara salonlardan oluşuyor. İlk salon en iddialı yerli ve yabancı galerileri ağırlıyor. Ama dikkat, dip köşelere kadar mutlaka gidin yoksa mesela şakacı ve şaşırtıcı Çinli sanatçıların bulunduğu Galeri Paris Beijing’i ya da Selma Gürbüz’ün işlerinin yer aldığı Rampa’nın ikinci standını atlayabilirsiniz.

 

'Fuarın sürprizlerinden biri Nuri Bilge Ceylan’ın büyük boy fotoğrafı. Dirimart Galeri, fuardaki büyük standında Ceylan’ın daha önce fotoğraf kitabında yer alan işlerinden birinin büyük boy baskısını sergiliyor. Sanatçının yıl boyu Amerika ve Avrupa’daki film gösterimlerine sergilerle eşlik etmeyi tasarlıyorlar. Dirimart’ta Mısırlı sanatçı Ghada Amer’in resimleriyle birlikte Türkiye’de az bilinen heykelleri de var.

'Bilmeyenler Carlos Aires’le mutlaka tanışmalı. Barcelona’dan gelen ADN Galeri’nin standındaki ‘Felaketler Serisi’ müthiş. Dünyanın her yerinden banknotları oyup içlerine para hırsının sebep olduğu felaketlerin, savaşların fotoğraflarını koymuş. Çok sayıda Türk parası olduğunu da söylemekle yetinelim... Bienale layık işler.

 


Nuri Bilge Ceylan

 


Fuar bu yıl Ai Weiwei, Marina Abromovic ve Anish Kapoor gibi büyük isimlere ev sahipliği yapıyor.

 

'Galeri Zilberman’da Azade Köker’in dört yılda tamamladığı Devşirme adlı işi sergileniyor. Sanatçı Osmanlı’daki devşirme sistemini bir minyatürden çıkarak ele almış. Ama çocuklarını “Büyük adam olacak” diye biraz da sevinçle yollayanların aklını sorgulayan tersten bir bakışla...



 

AYŞE ERKMEN’DEN SOM GÜMÜŞ
'Galeri Mana’da Türkiye güncel sanatının en önemli isimlerinden ikisinin, Ayşe Erkmen ve Sarkis’in işleri var. Erkmen 2011 Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil etmişti, 2015’te de Türkiye pavyonunda Sarkis yer alacak. Erkmen’in duvar levhalarından oluşan iki işi, som gümüşten desenlerle renk kataloglarından esinlendiği Pantone’u ilgi çekici.
'Sabancı Müzesi’ndeki Miro sergisinde çok etkilendiğiniz sanatçının bir eserini almak istiyorsanız ve tabii ki bütçenize güveniyorsanız Galeri Lelong’a bir bakın. Türkiyeli sanatçı Ramazan Bayrakoğlu’nun yeni işleri de burada. Ama daha fuar açılır açılmaz biri satılmıştı, diğeri de bugüne kalır mı bilmem.

BANKSY HAKKINDA ŞAŞIRTICI GERÇEK

 

 

'Banksy’nin sadece gizemli duvar resimleri yaptığını sanıyorsanız mutlaka Londra’dan Andipa Gallery’e uğrayın. Çünkü 50 cm boyutlarında gayet alınıp satılabilir iki tuval resmi orada sergileniyor. Tam bir şöhretler karması olan bu galeride Turner ödüllü Grayson Perry’nin bir vazosu da Matisse baskıları da Damien Hirst resimleri ve Peter Burke heykelleri de hep beraber izleyiciyle buluşuyor.

 


Damien Hirst


CEYLAN’A BAKMAK CESARET İSTER
'Taner Ceylan’ın Altın Çağ adlı yeni serisini fuarda göreceğimizi biliyorduk ama Ay Teni (Moon Skin) adlı resminin ne kadar cüretkar olduğunu öğrenmek için fuara gitmek gerekiyormuş. Kalın yaldızlı çerçevesinin içinde romantik bir manzarada bir satire oral seks yapılıyor. Tabii ki Ay Teni’nin de yine homoerotik mükemmel bir bronz heykel olan Ay Masalı’nın da fotoğraflarını burada yayımlayamıyoruz...


'Sanat piyasasının ünlü galerilerinden Lisson’da Marina Abromovic’in AA-AAA adlı performansının videosunu mutlaka görün. Abromovic ve arkadaşı birbirlerinin yüzüne bağırıyor. Ünlü Ai Weiwei de burada. Ama koridordaki tel askılara bakmakla yetinmeyip içeri girin ve sanatçının mermer gaz maskesi heykelini de mutlaka görün.

 






Carlos Aires imzalı ‘Felaketler Serisi’ kaçırmamanız gereken işlerin başında geliyor.

 

ANSEN ÜÇÜNCÜ BOYUTA GEÇMİŞ
'En sürprizli işlerden biri de Ansen’in. Sanatçı bu kez üç boyutlu işler yapmış. Aslında üç boyutlu gözlük olan bir karnaval maskesini takıp işin içindeki tuhaf yaratıklardan biri gibi resmin karşısına oturmak da mümkün. Resim, müzayede aleminin tuhaflıkları üstüne. 

'Daha kapıların açılmasından bir saat sonra bazı eserler satılmıştı bile. Mesela İsveçli galeri Andersson/Sandstöm’ün iddialı sanatçısı Assa Koupi’nin bronz heykel serisi gibi...

 


Miro Galeri Lelong

 


Galeri Non

 

TÜRKİYELİ GALERİLERİ ATLAMAYIN
Türkiyeli galerilerden Pi Artworks’de Volkan Aslan’ın neonlarını, Ankara Nev’deki Necla Rüzgar’ın resimlerini, Galeri Non’da Extramücadele’yi, Rampa’da Servet Koçyiğit’in Duvar adlı işini, Hüseyin Bahri Alptekin’i ve Art Sümer’de Gözde İlkin’in kumaş üstüne ipliklerle yaptığı harika resimleri mutlaka görün.

 


Ekstramücadele, Galeri Non

 


Jan Fabre


HER ŞEY PİYASA DEĞİL
Fuar alanında bağımsız projeler de var. En önemlisi Başak Şenova’nın hazırladığı ‘Amnezi Salgını’ başlıklı video seçkisi. Ayrıca ticari olmayan kurumların büyük konferans salonunun sahnesine stand kurup kendilerini tanıttıkları Alternatifler bölümü de dikkate değer. Bu arada fuar alanında şair Lale Müldür’ü görürseniz şaşırmayın çünkü deli dolu filmi Azılı Yeşil’in yeni sahnelerini fuar sırasında çekecek. Fuara özel hazırlanmış canlı performanslar, grafik enstalasyonları ve kısa film gösteren ekranlar da beklemediğiniz anda karşınıza çıkabilir. SPOT’un düzenlediği söyleşi programında sanat dünyasını sorgulayabilir, Ülker’in çocuk atölyesine çocuğunuzu emanet edebilirsiniz.

Hürriyet, Haber: Cem Erciyes, 27.09.2014

TAPINAĞI ERİTİP YOL YAPMIŞLAR

 

 

Erdek’te “dünyanın sekizinci harikası” sayılan Hadrian Tapınağı’nın da yer aldığı Kyzikos antik kentindeki kazılarda iki kireç kuyusu bulundu. Ortaya çıkarılan ve bazı tarihi parçaların eritildiği tespit edilen iki kireç kuyusu, yeni bulgulara ulaşmayı hedefleyen arkeologlar arasında üzüntüye neden oldu. Eritilen parçaların yol yapımında bile kullanıldığı belirlendi. Kazı Başkanı Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Nurettin Koçhan, tapınaktaki kazıların bu yıl için sona erdiğini belirterek insan figürlerine ait baş, gövde, kol ve bacak parçaları çıkarıldığını söyledi. Ölçüleriyle Aydın’ın Didim İlçesi'ndeki Apollon ve İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Artemis tapınaklarıyla eşdeğer Hadrian Tapınağı’nın uzunluğunun 116.2 metre olduğunu söyleyen Koçhan şöyle konuştu:

“Bizans döneminde burada kireç ocağı çalıştırılmaya başlanmış. Sonra sayısı ikiye çıkmış ve bu ocaklar Osmanlı’nın bir döneminde  ve çıkarılan yüzlerce yıllık tarihe ışık tutacak mermer parçaları eritilip kireç yapılmış. Sadece kireç yapılmamış. Bizans, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde bazı yapılarda buradan giden işlenmiş mermerler kullanılmış. Osmanlı döneminde İstanbul’a buradan işlenmiş mermerlerden götürülmüş. Karayolları, buradan çıkarılan tapınak mermerlerini asfalt yapmak için yola döşemiş. Yıllar içinde çeşitli nedenlerle tahrip olmuş ya da edilmiş bir tarihi yerde kazı çalışması yapıyoruz.”

Cumhuriyet, 26.09.2014

HASTANE İNŞAATINDA 22 MEZAR BULUNDU

 

 

Çankırı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi inşaatında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 22 mezara ait kalıntılar bulundu.

 

Çankırı Müze Müdürü Ali Atmaca, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aksu Mahallesi'nde bulunan Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi temel kazısında temmuz ayında 4 mezara rastlandığını belirtti.

Bunun üzerine hafriyat çalışmalarının durdurulduğunu vurgulayan Atmaca, "Bölge, müdürlüğümüz tarafından kontrol altına alındı. Alandaki mezarların kaldırılmasından sonra hafriyat çalışmaları yeniden başlamıştı" dedi.

Geçen haftalarda bölgede yeni mezarlara rastlanıldığını ifade eden Atmaca, şunları söyledi:

TOPLAM 22 TARİHİ MEZAR
"Çalışmalar devam ederken, temel inşaatında 18 mezara daha rastladık. Mezarların bulunduğu bölgede inşaata yeniden ara verildi. Koruma kurulunun aldığı karar doğrultusunda bölgede yapılan incelemenin ardından yeni mezarlarda çıkan kemikler de kaldırıldı."

Atmaca, mezarların kireç taşından yapıldığını açıklayarak, kalıntıların bu bölgeden çıkarılmasının ardından ilgili firmaya yeniden çalışma izni verildiğini dile getirdi. Çalışmaların Müze Müdürlüğü kontrolünde süreceğini belirten Atmaca, mezarların Roma dönemine ait olduğunu tahmin ettiklerini sözlerine ekledi.

Sabah, 26.09.2014

AİGAİ KAZILARINA BAŞKAN DESTEĞİ

 

 

Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün, kazı çalışmaları 2004 yılından bu yana Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ersin Doğer başkanlığında devam eden Aigai antik kentinde incelemelerde bulundu, destek sözü verdi.

 

Başkan Ergün’e incelemeleri esnasında, Danışmanı Azmi Açıkdil, Kırsal Hizmetler Dairesi Başkanı Nedim Zurnacı ve kazı çalışmalarına sponsorluk yapan işadamı İsmail Akçura da eşlik etti. Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün incelemeler esnasında kazı Başkanı Prof.Dr. Ersin Doğer’den antik kentin şehrin ekonomik, kültürel ve askeri yapısı hakkında bilgiler aldı. İncelemesinin ardından bir açıklama yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Ergün, Aigai antik kentinin ayağa kaldırılması noktasında yapabilecekleri çalışmaları görüştüklerini belirtip, "Bu anlamda hocamızın bize sunacağı program dahilinde burada neleri yapabiliriz, nasıl bir katkıda bulunabiliriz bunları görüşüyoruz. Bu şehrin ayağa kaldırılması demek Manisa’da turizmin ve buna bağlı diğer belli alanlardaki birleştirmelerle burasını, turizme açılması noktasında belli bir safhaya getirmenin görüşmeleri olacak. Ona göre biz de üzerimize düşen her türlü katkıda bulunmaya çalışacağız" diye konuştu. Aigai’ye ilk defa geldiğini belirten Başkan Ergün, "Gerçekten yerin altında daha çok büyük eserler var. Bu eserleri ortaya çıkarmak bizim görevlerimiz arasında. Kentin gelişimi, ekonomisinin artması ve turizminin canlanması noktasında çok önemli bir değer olduğuna inanıyorum. O açıdan bir kere daha bugüne kadar yapılan çalışmalardan ötürü teşekkür ediyorum" diye konuştu.

 

"DAHA HEVESLİ ÇALIŞACAĞIZ"

Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ü kazı alanlarında görmekten büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Kazı Başkanı Prof.Dr. Ersin Doğer ise, "Aigai kazısı 2004’te başladı. Manisa il sınırları içerisinde Sardes’ten sonra en önemli ören yerlerinden bir tanesi. Özellikle İzmir-Bergama Karayolu’na da yakın olması bu önemi daha fazla arttırıyor. 10 yıldan bu yana kazıları işadamı İsmail Akçura’nın katkılarıyla götürmeye çalıştık. Bu yüzden Büyükşehir Belediyesi’nin de bize katılmasından son derece memnunuz. Bundan sonraki süreçte daha büyük bir hevesle çalışacağımıza söz veriyoruz" diye konuştu.

 

"BAŞKAN ERGÜN BİZE MORAL VERDİ"

Aigai antik kentinde yapılan kazılara sponsor olarak destek veren işadamı İsmail Akçura ise, "Büyükşehir Belediye Başkanımız Cengiz Ergün, buraya gelerek bizlere moral verdi. Kendisine çok teşekkür ederim. Ben burada sponsorluk yapıyorum ama esas iş hocada. Geldiler ve burada kazı yapmaya başladılar. Bende elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyorum. Burası 5-10 sene içerisinde Bergama gibi bir yer olacak. O bakımdan sizlere çok teşekkür ederim" dedi.

Hürriyet, Haber: Mehmet Hakkı Özbayır, 26.09.2014

ROMA HAMAMI RESTORE EDİLİYOR

 

Kuşadası Belediyesi Restorasyon projeleri kapsamında, Yavansu Mahallesi Ilıca mevkiindeki Roma hamamının gün yüzüne çıkarılması çalışmaları başladı.

 

 

Ilıca Tepe olarak bilinen alanda, Roma dönemine ait olduğu sanılan dev kayalardan yapılmış sur duvarları etrafında çalışmalara, Aydın Arkeoloji Müzesi denetiminde başlandı.




Kuşadası Belediye başkanı Özer Kayalı, arkeologlara göre etrafında çalışma yapılan yapının antik dönemin izlerini taşıdığını belirterek, “Yapının restorasyon ve koruma altına alınabilmesi için öncelikle etrafının temizlenmesi gerekir. Aydın Arkeoloji Müzesi'nden bir uzmanın gözetiminde belediyemiz elemanlarınca çok dikkatli bir çalışma yürütülüyor. Temeli, etrafındaki yapı olasılığı göz önünde bulunduruluyor. Uzmanlara göre burasının geçmiş dönemlerde kaplıca olarak kullanıldığı, hatta 20 yıl öncesine kadar burasının şifalı su kaynağı olduğu ve cilt hastalıklarının her çeşidine iyi geldiği inanışıyla çevre il ve ilçelerden ziyaretçilerin geldiği biliniyor. Yapılan araştırma ve kazı sonrası mevcut yapının Restorasyonu Kuşadası Belediyesi tarafından gerçekleştirilecek” dedi.




Milliyet, 26.09.2014

KAYALIPINAR 2014 KAZILARINDA ÖNEMLİ BULUŞ

 

Sivas İli Yıldızeli İlçesi, Kayalıpınar’da bu yıl Bakanlığımız ve Almanya Marburg Philipps Üniversitesi adına Doç.Dr. Vuslat Müller-Karpe başkanlığında yürütütülen olan kazılarda ele geçen bir tablet Anadolu arkeolojisine yeni bir antik Hititçe çivi yazılı bir tablette kentin eski ismi olarak Samuha ismine ulaşıldı.

 

Şimdiye kadar kazı yapılan Hitit yerleşmelerinden sadece beşinin eski adı bilinmekte olup, Kayalıpınar’ın eski adının Samuha olarak belirlenmesi bu alandaki önemli bir buluş olarak değerlendiriliyor. 

 

MÖ II. binde Anadolu’daki en önemli kentlerden biri olduğu öngörülen, SAMUHA isminin, Boğazköy’de bulunan yazılı kaynaklarda çok sık geçtiği bilinirken, Türkiye’de bulunan en eski yazılı belgeler olan ve Kültepe’de ele geçen Eski Assur dilindeki çivi yazılı tabletlerde de Samuha’dan bahsediliyor.


 


Hitit Çivi yazılı tablet

Asurlu tüccarların ticaret yaptığı ufak bir pazar yeri (Vabartum) olan Samuha daha sonra gelişerek MÖ 18. yüzyılda önemli bir ticaret merkezi (Karum) haline gelmişti. Kayalıpınar’da bu devirden kalma yazılı belgeler de bulunurken, bu yıl yapılan kazılarda Eski Assur dilinde yazılmış, Anadolulu bir tüccara ait tablet ele geçti.

 

Yine Hitit Krallığı devrinde de (MÖ 17.-13. yüzyıl) önemli bir şehir olan Samuha’da Hitit Kralı Telepinu’nun  (~MÖ1500) resmi bir depo inşa ettirdiği yazılı kaynaklardan biliniyor.

 

Hitit büyük Kralların ülkeyi yönettikleri Krallık merkezi de olan Samuha’ da MÖ14. yüzyılda büyük Kral Tuthaliya’nın saray halkıyla birlikte Samuha’ya geldiği ve ülkeyi buradan yönettiği, hatta Samuha’da öldüğü de biliniyor.

 

Oğlu I. Suppiluliuma’nın da birçok sefere Samuha’dan çıktığı,  o zamanlar Hitit Krallığı’nın çok gelişerek firavunların hüküm sürdüğü Mısır’la birlikte eski Dünyanın en kuvvetli devletlerinden biri olduğu biliniyor.

 

kulturvarliklari.gov.tr, 26.09.2014

5 YIL ZİYARET EDİLEMEYECEK

 

 

Bergama Müzesi'ndeki restorasyon çalışmaları nedeniyle sunağın bulunduğu salon, pazar günü ziyaretçilerini kabul ettikten sonra 5 yıl kapalı kalacak. Müzedeki onarım ve yenileme çalışmalarının 2025 yılına kadar devam etmesi bekleniyor. Berlin'in en çok ziyaret edilen müzesi olan Bergama Müzesi'ni her yıl yaklaşık 1,5 milyon kişi geziyor.

 

Prusya Kültür Varlığı Vakfı tarafından yapılan açıklamada “Bergama Müzesi'nin bütününün ve sunağın bulunduğu salonun yapısal olarak çok kötü durumda” olduğu kaydedildi.

 

Açıklamada çelik çatı konstrüksiyonu, ön cephe ve tavan aydınlatmasında büyük hasarlar görüldüğü, binanın teknik donanımının da eskimiş olduğu ifade edildi.

 

En erken 2019'da

Restorasyon çalışmaları sırasında müze açık kalmaya devam edecek ancak Bergama Zeus Sunağı'nın bulunduğu salon en erken 2019 yılında tekrar ziyarete açılabilecek.

 

Milattan önce ikinci yüzyıldan günümüze kalan Bergama Zeus Sunağı, Helen kültürünün başyapıtlarından biri sayılıyor.

 

Alman arkeologlar tarafından İzmir'in Bergama İlçesi'nde 1878-1886 yılları arasında yapılan kazılar sonucunda keşfedilen sunak, parçalar halinde Berlin'e getirilmişti.

Deutsche Welle Türkçe, 26.09.2014

TARİHİ SÜLEYMAN AĞA KONAĞI KURTARILDI

 

 

Meşrutiyetle aynı yıl yapılan 106 yıllık Süleyman Ağa Konağı, bitişiğinde yapılan kazı nedeniyle yıkılma tehlikesi atlattı. Büyük bir risk altına giren konakta bazı duvarlar ve tavanda göçükler meydana geldi. Yakutiye Belediyesi, inşaatı mühürlerken tarihi Camilerin yıkılıp yeniden yapılması gibi ucube bir uygulamaya sessiz kalan, tarihi eserin çökme riskine rağmen bitişikte inşaat yapımına izin veren Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nun tavrı merak konusu.
 

Erzurum’un en merkezi yerinde bulunan tarihi Süleyman Ağa konağı, bitişiğinde Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından verilen izinle yapılan inşaat çalışması nedeniyle yıkılma tehlikesi atlattı. Tarihi konağın bitişiğinde yapılan inşaat çalışmasında ağır tonajlı araçlar, kepçeler kullanıldı. Yıkım sırasında tarihi konağın bazı duvarları ve tavanlarında çatlamalar, ayrılmalar meydana geldi. Yakutiye Belediyesi, ihbar üzerine inşaatı durdurdu. Konak sahiplerinden Abdul Vahap Atmaca, ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. İnşaat kazısı nedeniyle büyük hasar gören tarihi Erzurum konağı, 1908 tarihinde yapılmış.


Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, konak sahiplerinin, Yakutiye İlçe Belediyesinin itirazlarına rağmen, içerisinde akademisyenlerinde yer aydığı 28.08.2012-403 sayılı toplantı kararıyla tarihi Erzurum konağı bitişiğinde inşaat yapılmasının hiçbir sakıncası olmadığına karar vermişler. Bu Kurul ve Kültür Varlıklarını Koruma ile görevli Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, yakın zamanda tescilli ve tarihi camilerin yıkılıp yeniden yapılmasına göz yummuşlardı. Kurulun göz yumduğu başka bir tarihi facia ise Erzurum Valilik Konağı olarak bilinen, şimdi İdare Mahkemesi tarafından kullanılan tarihi binanın adeta tarih kokan ve tescile konu özelliklerinin yok edilip, içeriden betonarmeye çevrilmesiyle yaşanmıştı.


Paha biçilmeyen ve Türkiye’de bir örneği bulunmayan konağın göz göre göre yok edilmeye çalışıldığını ifade eden Atmaca, “Bu olay tamamen tarihe bir saldırıdır. Bu binada oluşan hasarlardan Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu sorumludur. Buraya ruhsat ve izin verenler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunacağız. Acilen bu kazı ve inşaat durdurulmalıdır” dedi.


BATI YAPI SANATININ ENDER ÖRNEĞİ
Kayıtlarda 'Hacı Bekirzade Ağa Konağı" olarak geçiyor. Sahibi Erzurumlu Süleyman Ağa. Tüccar, ufuk sahibi, çocuklarını okutmuş. Onlardan biri bütün Erzurum'un tanıdığı Fizo Baba. Fizo Baba lakaplı Hüseyin Karagöl, Diş Hekimliği, ardından Fizik okumuş. Erzurum Lisesinde Fizik öğretmenliği yapmış. Konak, uzun ve ilginç öyküye sahip. Şayet elbirliğiyle yok edilmezse çeşitli öykülere konu olacak.


YAKUTİYE BELEDİYESİ MÜDAHALE ETTİ
Stili, tarzı, yapımından günümüze büyük bir tarih hazinesi olan Süleyman Ağa konağı adeta çevresi kötü yapılaşma ile tehdit altına alınmış. Yıkılması, yok edilmesi için neredeyse şartlar hazırlanmış. Konağın şimdiki sahibi ve ailenin varisi Abdul Vahap Atmaca, ciddi masraflar yaparak ayakta tutmaya çalıştıkları konağın yok edilmesine müsaade etmeyeceklerini söylüyor.
 Konak bitişiğinde yer alan, yıkımıyla tarihi konağı tehdit eden bina için inşaat ruhsatı mahkeme kararı sonucu Yakutiye Belediyesinden verilmiş. Yakutiye Belediyesi, burası için ruhsat vermemek için direnmiş. Kurul, tarihi konağa yönelik tehdit oluşmayacağı hükmüne varmış. Bina sahipleri kurulun kararına rağmen ruhsat vermeyen Yakutiye Belediyesi'ni dava etmiş. Ardından mahkeme Kurul Kararını dikkate alarak inşaat ruhsatı verilmesi yönünde karar vermiş. Bu kararın ardından bina sahiplerinin başlattığı ağır tonajlı iş makineleri ile kazı sırasında konak yıkılma tehlikesi atlattı. Tavan ve duvarlarında açılmaların oluştuğu konak sahipleri suç duyurusunda bulundu. Yakutiye Belediyesi ise inşaat kazısını durdurup kazılan alanı doldurdu.


Kurulun 2012 yılında inşaat ruhsatı verilmesinde sakınca olmadığına dair aldığı karar bilgileri yer alıyor. Bu kararın ardından bina sahipleri mahkeme aracılığıyla inşaat ruhsatı alarak kazı çalışması başlattı.

Erzurum Gazetesi, 23.09.2014

TEPE MEZARLIKTA İÇ SIZLATAN GÖRÜNTÜ

 

 

Erzurum’da 300 yıllık tarihi mezarlık adeta çöplüğe dönerken, mahalle sakinleri yağmur sonrası ortaya çıkan kafatası ve insan kemiklerini görünce panik yaşadı.


Erzurum’un Yakutiye İlçesi'ne bağlı Veyisefendi Mahallesi’nde bulunan tarihi 300 yıllık mezarlık adeta kaderine terk edilmiş durumda. Eski dönemlerden kalma mezarların bulunduğu alanda yağmur yapmasıyla oluşan toprak kayması sonucu insan kemikleri ve kafatasları ortaya çıkıyor. Vatandaşlar tarafından adeta çöplük haline çevrilen tarihi mezarlıkta, çocuklar oyun oynarken kemiklerle karşılaşıyor. Eski dönemlere ait mezar taşlarının bulunduğu alanda bir çok mezar kayıp olurken bazı mezarlardan da kemikler dışarı çıkıyor.


TARİHE SAYGI ÇAĞRISI
Mahalle sakinlerinin tedirginlik yaşadığı alanda bulunan kafatası ve kemikler toplanıp poşete konularak mezarlıklar müdürlüğüne teslim edildi. Mahalle sakinlerinden Abdulcabbar Yaşar, tarihi mezarlığa sahip çıkılması için yetkililerden yardım istedi. En az 300 yıllık mezarların bulunduğunu ifade eden Abdulcabbar Yaşar, yağmur yağdığında bütün kemiklerin ortaya çıktığını ifade ederek, çocukların kemiklerden korktuklarını söyledi. Yaşar, “300 yıllık tarihi bir mezarlığa hiç kimse sahip çıkmıyor. Kafatasları, kemikler hep dışarıda biz toplayıp poşetlere koyuyoruz ve mezarlık müdürlüğüne teslim ediyoruz. Bu mezarlıkların etrafının çevrilip korumaya alınmasını istiyoruz” dedi.

Erzurum Gazetesi, 21.09.2014

TEPEKÖY HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI

 

Varto İlçesi'ne bağlı Tepeköy Höyüğü’nde başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Ahlat Müze Müdürlüğü ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce yürütülen kazı çalışmalarının başkanlığını da yapan Ahlat Müze Müdürü Ziya Kılınç, alanda incelemelerde bulundu.

 

Eylül ayında başlatılan kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Kılınç, bölgede yapımı devam eden Alparslan 2 Barajı tamamlandığında 6 köyün tamamen sular altında kalacağını belirterek, baraj sularından etkilenecek alanlar arasında Tepeköy Höyüğü’nün de yer aldığını söyledi.

 

Bölgede 3 tescilli kültür varlığı bulunduğunu aktaran Kılınç, “Bunlar Tepeköy Höyüğü, Kayalıdere Köyünde bulunan Urartu yerleşimi ve Kızkalesi. Bu alanlarda aşamalı olarak kazı yapmayı ve kurtarmayı düşünüyoruz. Tepeköy’deki çalışmalar bittikten sonra Kayalıdere’deki Urartu yerleşimine kazı başlayacak. Daha sonra ise Kızkalesi’ne geçeceğiz. Çalışmalarımız havalar soğuyuncaya kadar devam edecek” diye konuştu.

 

Tepeköy Höyüğü’nde 1966 yılında bir deprem yaşandığını anlatan Kılınç, “Depremden önce yerleşim yeri buradaymış. Rivayetlere göre burada bir cami ve ev yerleşimleri varmış. Deprem olunca bölge terk edilmiş” dedi.

 

Kılınç, höyüklerde yerleşimlerin genelde Neolotik Dönemlere kadar uzandığını belirterek, kazılar sonucu eserlerin hangi döneme ait olduğunun ortaya çıkacağını ifade etti.

 

Kılınç, “Alan kesinlikle bir kültür merkezi, kültür alanı. Burada çıkacak veriler hangi döneme kadar ulaştığı, insanların nasıl yaşadığı, tarımla ilgili ne gibi faaliyetler olduğu hakkında bizlere ip uçları verecektir” dedi.

haberler.com, 20.09.2014

ERBAA HOROZTEPE HÖYÜĞÜ TURİZME AÇILIYOR


Erbaa Belediye Başkanı Hüseyin Yıldırım, yaptığı açıklamada, Horoztepe Höyüğü'nün turizme kazandırılacağını söyledi.

 

Yıldırım, Horoztepe'den çıkarılan çocuğunu emziren ana tanrıça heykelciğinin Ankara'daki Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde, bazı eserlerin ise New York ve Paris müzelerinde sergilendiğini kaydetti.

 

Höyüğün turizme kazandırılacağını ifade eden Yıldırım, şöyle devam etti:

"Erbaa Belediyesi, Tarihi Kentler Birliği üyesi. Birliğimizin Erbaa ile ilgili çok ciddi bir hevesi var. Buraların kent park ilan edilip korunması planlanıyor. Horoztepe'ye müze ile sosyal yaşam alanları yapmayı planlıyoruz. Artık Erbaa'nın tarih sayfasında hak ettiği yeri almasını istiyoruz. Burada fizibilite çalışmalarını yaptık. İnşallah bir ekip oluşturup bir kazı başlatacağız." 

tokattan.com, 17.09.2014

YALIHÖYÜK'TEKİ TARİHİ ESERLER İNCELENDİ

 

 

Yalıhüyük İlçesi'nde bulunan tarihi taşın üzerindeki kabartmalar deşifre edildi.

 

İlçedeki duyarlı vatandaşların girişimleri üzerine, Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, yaptığı araştırmalarla 5 bin yıllık olayın sırrını çözdü.

 

Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, "İlçede yaptığım araştırmalarda çiftçiler tarafından bulunan ve bazı evlerin duvarlarında ve belediye parkında bulan benzeri taş üzerinde kabartmalar var.  Roma dönemine ait bir eser, anlamı ise Süvarinin elinde bir şahin, üstte bir kartal ve geri planda bir hilal var. Daha önde de bir kadın. Bu inançlarla ilgili kartal Zeus'u, hilal ise 'tanrı' Men'i ve kadın da Kibele'yi simgeliyor. Bu ölen kişinin ruhunun bir çok 'tanrı' ile korumasını yansıtıyor’’ dedi.

 

Yalıhüyük’e iki kez teknik gezi dolayısı ile geldiğini ifade eden Bahar,’’1990 ve 2005 yıllarında iki üç kez incelemeye geldim. O sıralarda höyük boştu. Ancak sonradan yapılaşma ile tahribat  görmüş. Bu höyüğü de korumak lazım. Benim tespitlerime göre 5 bin yıllık bir yerleşim yeri’’ diye konuştu.

 

Yalıhüyük Belediye Başkanı Hasan Koçer, kabartma taşlara insanların bilgi sahibi olması için bir tanıtım levhası asılacağını dile getirerek, ‘’Yalıhüyük’te bulunan birçok eser gün ışığına çıkmayı beklemekte. Çiftçiler tarafından ilçe merkezi çevresindeki ve çökelek mevkiindeki höyükten bazı eserleri buluyorlar. Bunların bazıları evlerin duvarlarında yer alıyor. Günümüze kadar bu eserler korunamamış. İlçe merkezindeki Höyük ve çevresi sit alanı içinde. Ödenek olmadığından hiçbir arkeolojik araştırma ve kazı yapılmamış. Kültür ve Turizm il Müdürlüğüne inceleme yapılması için girişimlerim var. İlçede bulunan eserleri de belediye parkında koruma altına aldım’’ dedi.

 

Ev sahibi Cafer Tekin ‘’Bu kabartma taşların anlamını bilmiyorduk. Öğrenince  sıva altına aldırmadım’’ diye konuştu.

Memleket, 17.09.2014



21 - 27 Eylül 2014

HAMAM MECLİSİ

 

Lüleburgaz Belediyesi, 450 yıllık Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi’ndeki hamamı 6 milyon liraya restore edip belediye meclis salonu haline getirdi. Salonun Türkiye’deki belediyeler arasında bir ilk olduğunu savunan CHP’li Belediye Başkanı Emin Halebak, “Oturma düzeniyle de Başkan’ı üyelerle eşitledik” yorumunu yapıyor.



 

Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesi Belediye Başkanı Emin Halebak aradı:
- 450 yıllık Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi’ndeki hamamı restore edip belediye meclis salonu haline getirdik. Bu, Türkiye’deki belediyeler arasında bir ilktir.

 

Prof. Kenan Mortan ve Dünya Gazetesi Başyazarı Osman Saffet Arolat’la birlikte geçenlerde Lüleburgaz’a açılış için gittik. Milli Eğitim eski bakanlarından Necdet Tekin, CHP İstanbul milletvekilleri Umut Oran ve Süleyman Çelebi’nin de katıldığı törende Lüleburgaz Belediyesi Fen İşleri Müdürü Nalan Koç, Sokollu Külliyesi’nin özelliklerini anımsattı:

 

 

- Sokollu Külliyesi, Mimar Sinan’ın Selimiye’den önce yaptığı eserlerden biridir. 1568’de yapımı gerçekleştirilen 3 bin metrekarelik alana sahip Külliye, Camii, Medrese, Arasta, Kervansaray, Hamam ve Sübyan Mektebi’nden oluşur. Bugün sadece cami, medrese, arasta, sübyan mektebi ve restorasyonunu gerçekleştirdiğimiz çifte hamam ayakta kalabilmiştir.

 

6 MİLYONA MAL OLDU
Restorasyonun bedelini ortaya koydu:
- 2006’da gerçekleşen satın alma süreci dahil restorasyon 6 milyon 205 bin liraya mal oldu. Bunun 235 bin 127 bin Euro’su, “Bulgaristan ile Tarihi Kültürel Mirasın Korunması” çerçevesinde gelen hibeden oluştu. Bu para da mobilya ve bilgisayar donanımlarına harcandı.

 

Emin Halebak, mecliste oturma düzenine işaret etti:
- TBMM dahil, birçok kurumun meclis salonunda başkanlık divanının bulunduğu yer daha yüksektedir. Biz, başkan ve meclis üyelerinin birbirlerini rahat görecekleri oturma düzeni tercih ettik.

 

 

Usta yazar Çetin Altan’ın İşçi Partisi milletvekili olarak TBMM’de bulunduğu günlerdeki sözüne gönderme yaptı:
- Çetin Altan, o günlerde meclis başkanı ve divan üyelerinin daha yukarıda bir noktada oturmasına “marangoz hatası” benzetmesi yapmıştı. Biz, “marangoz hatası” yapmadık.

 

Ardından Prof. Kenan Mortan, “Yerel Yönetimler ve Demokrasi” başlıklı sunum yaptı:
- Değer yaratan projeyle rant projeleri arasında ak ile kara arasındaki gibi bir fark vardır. Rant projesi çıkar sağlar. Değer yaratan proje ise yurttaşın hayatını etkiler ve olumlu yönde değiştirir.

 

 

Nobel ödüllü Prof. Hayek’ten alıntıyla şu noktaya dikkati çekti:
- Siyasi partiler için “sağ” ve “sol” kategorik hükümler yerine, “değer yaratan” ve “rant yaratan” ayrımı yapmak daha doğru olmaz mı?

 

YEREL YÖNETİMLERİN PAYI
Sonra yerel yönetimlerin kamu yatırımları içindeki payı konusunda örnekler verdi:
- Yerel yönetimlerin kamu yatırımları içindeki payı Türkiye’de yüzde 23 iken Fransa’da 70, İspanya’da 30, Polonya’da 62’dir. Türkiye’de kamu kaynağının yüzde 85’i merkezin tasarrufundayken, Avrupa’da bu pay ortalama yüzde 50’dir.

 

Gelir örneklerinin de altını çizdi:
- İtalya’da gelirlerin yüzde 60’ı, İngiltere ce Almanya’da da yüzde 34’ü yerel vergilerdendir. Türkiye’de ise yerel yönetimlerin vergi koyma, ekleme, azaltma yetkisi yoktur.

 

 

Prof. Mortan, sunumunu Montesquie’nun sözüyle noktaladı:
- İdeal devleti yerel topluluk yaratır.

 

Lüleburgaz Belediyesi, meclis salonunu tarihi mekana taşıyarak belki “fark” yarattı...


Bakalım o “fark” Lüleburgazlı’ya nasıl yansıyacak?

 

Kabul etmeyeni 5’inci kattan atarım

 

 

Lüleburgaz Belediye Başkanı Emin Halebak, Sokollu Külliyesi çifte hamam bölümünün alınması ve restorasyonunun belediye meclisindeki tüm partilerin desteğiyle gerçekleştiğini belirtti:
- Belediye binamız tamirdeyken toplantılarımızı Ata İş Merkezi’nin 5’inci katında yapıyorduk. Sokollu Külliyesi çifte hamam konusunu gündeme getirdiğimde, “Bu projeye oy vermeyeni 5’inci kattan atarım” dedim. Proje kabul gördü. Sokollu Külliyesi’ndeki salonumuz giriş katı. Artık kimseye “5’inci kattan atarım” demek de mümkün değil.

 

Belediyenin 2014 bütçesinin 86-88 milyon lira dolayında olduğunu kaydetti:
- Sokollu Külliyesi’ne harcadığımız 6 milyon lira, bizim için küçük bir rakam. Hedefimiz Kervansaray bölümünü de alıp restora ederek Lüleburgaz’a yeniden kazandırmak.

Hürriyet, Haber: Vahap Munyar, 26.09.2014

DEFİNE SANDIĞI

 

ABD'de 91 yaşında ölen adamın evindeki sandıkta, Nürnberg duruşmalarına ait belgeler bulundu. Nazi savaş suçlularının yargılandığı duruşmadan kalan belgeler müzayedede satılacak.

 

ABD'nin Alaska eyaletinde 91 yaşında hayatını kaybeden Chand Sud'un eşyalarını karıştıran varisleri, kilitli bir sandık içinde Nazi savaş suçlularının yargılandığı Nürnberg duruşmalarına ait önemli belgelerle karşılaştı. Sud'un, Nürnberg'de görevli eşi Maxine Carr tarafından toplandığı ifade edilen; içlerinde mahkumların kimlik kayıtları, Nazi armaları ve madalyalarının da bulunduğu koleksiyon, yarın satışa çıkarılacak. Tarihçiler II. Dünya Savaşı bitiminde Almanya'da başlayan mahkemelerde 32 ay görev yapan Maxine Carr'ın koleksiyonunun benzersiz olmadığını ancak koleksiyoncular için değerinin büyük olduğunu ifade etti. Yetkililer, Carr'ın mahkemeleri takip eden gönüllülerden biri olabileceğini ve davaların sonuçlanmasıyla birlikte bazı parçaları hatıra olarak saklamış olabileceğini belirtti.

Sabah, 26.09.2014

ÖMER AĞA CAMİİ'NİN USTALARLA İMTİHANI

 

 

Yolunuz düştüğünde mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir tarih mirası, ‘Hacı Ömer Ağa Camii’. Ulu bir çınarın gölgesinde duran o mütevazı yapının içinde eşsiz bir hazine var. Zamanın ve ustaların yıpratıcı etkilerine rağmen  ayakta duran.

 

Denizli’nin Acıpayam İlçesi'nin 17 km doğusunda, Antalya yolundan 7 km içeride, önünde uzayıp giden yemyeşil ovaya hakim bir tepe üzerinde kurulan Yazır Kasabası bir kültür hazinesine ev sahipliği yapıyor. Yolunuz düştüğünde mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir tarih mirası. Binbir hatıraya şahitlik yapmış ulu bir çınarın gölgesinde duran; mütevazı bir görünüşün içinde eşsiz bir hazine saklayan ‘Hacı Ömer Ağa Camii’.

 

Halk tarafından ‘Çarşı Camii’ ve ‘Yukarı Cami’ olarak bilinen ‘Hacı Ömer Ağa Camii’nin giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1801 yılında Hacı Ömer Efendi adında bir zat tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor.

 

Dışarıdan sade bir görüntüye sahip olan dikdörtgen planlı caminin içinde bir kültür hazinesi saklı. Caminin en önemli özelliği rengarenk süslemelerle bezeli olması. İçeri girdiğinizde sizi, duvarlardaki panolarda bulunan büyüleyici güzellikteki resimler karşılıyor. Zengin bir süslemeye sahip üç sıra halindeki tablolarda vazo, sepet ve ibrikler içindeki gül, lale ve karanfiller; elma, üzüm, nar, armut, karpuz gibi meyvelerden oluşan natürmortlar, perde motifleri var. Caminin diğer önemli özelliği ise 13. yüzyılda görülen ağaç direk ve işlemeli ahşap tavana sahip ibadet mekanlarından biri olması. Caminin tavanı, çıtalarla küçük karelere ayrılmış ve tavan belirli aralıklarla serpiştirilmiş bitki motiflerinden oluşan “ahşap üstü kalem işi” tekniğinin son derece güzel örnekleriyle bezenmiş. Cami, mimari ve süsleme özellikleri ile 13. yüzyıldaki ağaç direkli Selçuklu camilerini hatırlatıyor.

 

Yağmura fırtınaya bir de ustalara direndi

Hacı Ömer Ağa Camii zamanın yıpratıcılığına, yağmurlara, fırtınalara direnerek en önemlisi de ustalara direnerek bugünlere gelmiş.

 

Duvar ustaları, marangozlar caminin bir kültür mirası olduğunun şuurunda olmaksızın kendi yöntemleriyle zaman zaman tamiratlar yapmış.

 

Duvarlardaki resimlerin düşmemesi için tablolar ‘beşe beş’ diye tabir edilen dilmelerle duvarlara monte edilmiş. Sağ duvardan iki metre kadar içerde yapılan ‘minber’ cemaati bölüyor düşüncesiyle duvar dibine taşınmış. Tabii bu taşıma işi yapılırken eski yeri kaba sıva haliyle eşsiz güzellikteki tabloların arasında öylece kalmış. Minber, taşındığı yeni yerinde duvardaki güzelim tabloları örtmüş. Caminin dört duvarı boyunca pencere hizasında sıralanan rengarenk tablolar; nem, yağmur gibi dış etkilerle yıpranınca beyaz badana yapılarak düzeltilmiş (!) daha da kötüsü yine dört duvar boyunca pencere altları koyu yeşile boyanarak tamir edilmiş (!).

 

Hacı Ömer Ağa Camii zamana, doğaya ve ustalara direnerek geldiği 200 yılı aşkın bu çileli yolculuktan sonra bugün kültür mirasımız olarak Anıtlar Kurulu’nun koruması altına alınmış durumda. Yaklaşık bir yıldır restorasyon çalışmaları sürüyor. Yetkililer çalışmaların birkaç ay içinde bitirileceğini söylüyor.

 

Hacı Ömer Ağa Camii’ni anlatırken bahçesindeki yaşlı çınardan bahsetmemek haksızlık olur. Serin gölgesinde oturup iki lafın belini kıranların sayısını bilen var mıdır? Kim bilir, ne hikayeler dinledi, ne yarenliklere şahit oldu, ne sırlar saklıyordur sinesinde. Yaşlısıyla, genciyle birbirine hasret kaç gönlün kucaklaşmasına, bayramlaşma sevincine şahitlik etti. Kollarının altındaki musalla taşında kaç yolcu uğurlandı ebedi yolculuğa…

 

‘Hacı Ömer Ağa Camii’ yolunuz Denizli’den geçerse mutlaka görülmesi gereken bir kültür mirası. Buz gibi suların aktığı şadırvanda abdest almak, camiye geçip dantel gibi işlenmiş tabloların seyrine doyduktan sonra gönül huzuruyla iki rekat namaz kılmak ve ardından yaşlı çınarın gölgesinde bir fincan kahve yudumlamak hiç de fena olmayacaktır.

Zaman, Haber: İsa Olgun, 26.09.2014

5 BİN YILLIK SERAMİK ATÖLYESİ ÇIKTI

 

 

Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından 2006 yılından beri sürdürülen kazı çalışmalarında, şimdiye kadar binlerce seramik bulunarak Kütahya Müzesi'ne teslim edildi.

 

DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.Fikret Özbay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, höyüğe birçok medeniyetin ev sahipliği yaptığını söyledi.

 

Yaklaşık 9 yıldır kendi bölümleri tarafından Seyitömer Höyüğü Kurtarma Kazısı'nın yürütüldüğünü belirten Özbay, "Şu an yaklaşık 5 bin yıllık seramik fırınının önündeyiz. Sadece seramik fırını değil, bunun çevresinde bir kil havuzu ve bu havuzun içinde seramik üretimine yönelik izlerinin olduğu yapı kompleksi yer alıyor. Fırının önünde bir çevre duvarı ve bu duvarın dışında ise direkt sokağa açılan bir kapı yer alıyor" diye konuştu.

 

Özbay, Seyitömer Höyüğü'nde yaşayan insanların en önemli geçim kaynaklarından birinin seramik üretimi olduğunu dile getirdi.

 

Buradaki seramik üretiminin çark yapımı olmadığını, daha çok kalıp üretiminin oldukça öne çıktığını ifade eden Özbay, şöyle konuştu:

"Bu haliyle, özellikle kent merkezine yakınlığıyla da Seyitömer Höyüğü'nün belki Kütahya çini geleneğinin en erken örneklerinden biri olduğunu gösteriyor. Kütahya'daki çiniciliğinin başlangıcının buradan olma olasılığının çok yüksek olduğunu düşünüyoruz. Sadece bir fırınla temsil edilmiyor. Bunun dışında üst katmanlardan itibaren onlarca fırın açığa çıkarıldı. Bu fırınların üretimi olduğunu düşündüğümüz binlerce seramik, açığa çıkarıldı. Bunların tamamı Kütahya Müzesi'ne teslim edildi. O açıdan da höyüğün o kadar büyük bir yer olmamasına rağmen seramik üretiminin bu kadar yoğun olması, genel ticaretin seramikle ilişkili olduğunun göstergesi. Bize, Kütahya çiniciliğinin tarihsel geçmişini arayacak olursak, bu 5 bin yıllık fırınlar belkide en erken örnekleri olma olasılığının yüksek olduğunu düşündürüyor."

Yeni Şafak, 25.09.2014

1257 YILLIK ÇINAR TEDAVİ EDİLECEK

 

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde geçen yıl eylül ayında şiddetli rüzgarın dallarını kırdığı Osmanlı’nın ilk müderrislerinden Davud-i Kayseri’nin Türbesi başındaki 1257 yıllık tescilli çınar tedavi edilecek.

 

‘Davud-i Kayseri çınarı’ olarak bilinen ağaç, 2008 yılında tescil edilmişti. Kaymakam Hüseyin Karameşe ve uzmanlar önceki gün ağacı incelediler. Karameşe, tarihi çınarı bu konuda Türkiye’nin en iyi uzmanlarından Emir İnan’ın tedavi edeceğini belirterek, “Hastalığı varsa tedavi edilip, çürüyen bölgeleri özel bir yöntem ile kapatılacak. Doğal anıt olan çınarımızı kurtarmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız” dedi. Ayrıca Elbeyli kasabasında bulunan, 650 yaşındaki başka bir anıt çınarın da, zarar gördüğü tespit edildi. Karameşe, burası için de koruma ve onarım çalışması yapacaklarını kaydetti.

Hürriyet, 25.09.2014

POLİS PAHA BİÇİLMEZ TARİH ESER ELE GEÇİRDİ

 

Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, yaptığı operasyonda, paha biçilemez iki heykel ele geçirdi.






Adana Emniyet Müdürlüğü, uyuşturucu mücadele ile çalışma kapsamında operasyonlara ara vermeden devam ediyor. Dün yapılan operasyona katılan Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, bir otomobilden şüphelenip yapılan aramada koç başlı mezar taşı ve Roma dönemine ait heykel ele geçirdi. Polis tarihi eserleri Adana Müzesi’ne teslim ederken iki kişi hakkında adli işlem başlattı. Tarihi eserler müzede sergilenmeye başlandı. Kaçakçıların tarihi eserleri Hatay’dan getirip Antalya’ya götüreceği öğrenildi.

 

"KOÇBAŞLI MEZAR TAŞI MÜZEMİZDE İLK OLDU"

Adana Müzesinde görevli arkeolog Tülay Ünlü, emniyet tarafından kendilerine dün iki taş heykel getirildiğini belirterek, "Biri koçbaşlı mezar taşı diğeri de Roma dönemine ait erkek heykeli. Mezartaşı bu bölgenin malzemesi değil, özellikle Erzurum, Tunceli, Bitlis yöresine ait malzemelere benziyor. Muhtemelen kaçakçılar o taraftan getirip Adana üzerinden satmaya götürecekti. Bizim müzenin de ilk örneği oldu. Diğeri de giysili bir erkek heykeli. Bunlar bir bilimsel bir kazı malzemesi olmadığı için bunların hepsi birlikte değerlendiriliyor. Bu heykel tapınağa ait bir heykel mi, başka bir mimari ögeye ait bir heykel mi? Biz bunu bilmiyoruz bu nedenle heykelleri daha sonra bilimsel bir değerlendirmeyle hocaların yardımıyla incelenecek bundan sonra detaylı bir bilgi ortaya çıkacak. Yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine ait bir eserler gibi görünüyor" dedi.






Ünlü, tarihi eserleri kaçakçıların çok uçuk fiyatlara sattığını bu eserleri de 20 bin ile 60 bin dolar gibi fiyatlara sattıklarını anlatarak, "Şuan tarihi eserlerin fiyatıyla ilgili bir şey söylemek yanlış olur. Buna oluşturulan kurul karar verecek. Ancak bizim için tarihe eserlere paha biçilemez" diye konuştu.

 


Milliyet, 25.09.2014

VAN GOGH ARANIYOR

 

 

Ünlü ressam Vincent Van Gogh’un ölümünün 125’inci yılı için 2015’te Amsterdam’da bir müzikal sahneye koyulacak. Müzikalin prodüktörü, sanatçıyı canlandırması için kendisine çok benzeyen bir oyuncu arayışına başladı.

 

Dünyanın en ünlü sanatçılarından Hollandalı ressam Vincent Van Gogh'un benzeri aranıyor... Ayçiçekleri ve sarı rengi kullandığı resimleriyle olduğu kadar kulağını kesmesiyle de tanınan ressamın ölümünün 125'inci yılı için “Vincent” adıyla bir müzikal sahnelenecek. Müzikal, Amsterdam’da, Albert Verlinde prodüktörlüğünde gerçekleştirilecek. 2015 yılında başlaması planlanan  müzikal, ünlü ressamı canlandırması için bir oyuncu arıyor ancak şu an müzikalin hiçbir oyuncusu da seçilmiş değil. 

 

Alışılmışın dışında 

Van Gogh Avrupa Vakfı sözcüsü Martine Willekens, müzikalin amacının ressamın eserlerini alışılmışın dışında bir formla canlandırmak olduğunu söyledi. Amsterdam Van Gogh Müzesi yöneticisi Axel Rueger, ressamın ölümünün 125’inci yılına özel olarak düzenlenecek müzikal için “Van Gogh’un ölümünü ‘kutlamak’ belki kulağa biraz tuhaf gelebilir ancak sanatçı yıllar boyunca tıpkı bir rock star gibi küresel bir ün kazandı” dedi. Gelecek yıl Amsterdam’da “İlhamın 125 Yılı” adıyla organize edilecek olan kutlamalar arasında Van Gogh ve Edvard Munch’un eserlerinin yer alacağı bir sergi de bulunuyor.  

Akşam, 25.09.2014

500 YILLIK AŞK MEKTUBU

 

 

Birini sevdiğimiz zaman, onunla yaşam boyu sürecek bir yolculuğa çıkmak isteriz. Ancak hiç beklediğimiz bir anda ölüm bizi bu yolculuğu tamamlamaktan alıkoyabilir tıpkı 500 yıl öncesinde Eung-tae ve eşi gibi…

 

Andong National Universitesi araştırmacılarının Güney Korenin, Andong şehrinde yaptığı kazı çalışmaları sonucunda 16. yüzyılda yaşamış 30 yaşında ölen Eung-tae isimli kişinin mumyası bulundu. 1582 yılından günümüze ulaşan bu mumyada dikkat çeken şey ise mumyanın göğsünün bulunan bir mektup oldu.

 

 

İşte öldüğü esnada hamile olan karısı tarafından yazılmış olan bu duygu dolu mektup:

“Won’un babasına, Her zaman derdin ki “Sevgilim, saçlarımız aklaşana kadar birlikte yaşayalım ve aynı gün ölelim.” Bensiz nasıl gidebildin? Ben ve küçük oğlumuz kimi dinlemeli ve nasıl yaşamalıyız? Nasıl benim kalbimi kazandın ve nasıl kalbini kazandım? Ne zaman sırtüstü uzansak sen bana sorardın “Diğer insanlar da birbirini seviyor mudur bizim gibi? Onlar da gerçekten bizim gibiler mi?” diye.

Ben sensiz yaşayamam. Sadece seninle gitmek istiyorum. Lütfen beni de al yanına. Duygularım sana doğru, ben bu dünyada unutamam, kederim sonsuz. Kalbimi şimdi nereye koyacağım ve nasıl yaşayacağım seni özleyen bir çocukla? Şimdi bu mektuba bak ve bana detayları söyle rüyamda. Rüyamda senin diyeceklerini dinlemek istediğim için yazıyorum ve koyuyorum bu mektubu. Yakından bak ve konuş benimle.

İçimdeki çocuk dünyaya geldiğinde kime baba diyecek? Kim benim ne hissettiğimi derinlemesine anlayabilir ki? Gökyüzü altında yok böyle bir acı.

Şimdi sen başka bir yerdesin ve benim gibi derin bir kederde değilsin. Sonsuz, bitmek bilmeyen bir acıyla yazıyorum. Lütfen iyi bak bu mektuba ve gel rüyalarıma göster kendini ve anlat bana bunları. Gizlice gel ve göster kendini. Söylemek istediklerimin bir sonu yok o yüzden burada bitiriyorum. ”

Vatan, 25.09.2014

HATTUŞA'DA ROMA DÖNEMİNİN İZLERİ ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Hitit medeniyetinin başkenti Hattuşa'da yapılan kazı çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu belirlenen 20 metre genişliğinde, 40 metre uzunluğunda anıtsal yapı bulundu.

 

Bölgede Alman Arkeoloji Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten kazı başkanı Doç.Dr.Andreas Schachner yaptığı açıklamada, 1906 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi adına başlatılan kazı çalışmalarının, 108 yıldır sürdürüldüğünü söyledi.

 

Hititlerin başkenti Hattuşa'daki kazı çalışmalarına bu yıl da devam ettiklerini belirten Schachner, temmuz ayında başlatılan çalışmalar kapsamında 3 aylık yoğun bir sezonu geride bıraktıklarını anlattı.

 

Bu yıl Hattuşa'nın en kuzey kenarında bulunan ve "Aşağı Kent" olarak adlandırılan bölgede Roma dönemine ait anıtsal bir yapı bulunduğunu ve kazıların bu alanda yoğunlaştırıldığını ifade eden Schachner, şöyle devam etti:

"Bu senenin en ilginç sonucu, Hattuşa'da daha önce sistematik şekilde görülmemiş Roma döneminin kısmen açığa çıkarılmasıydı. Böylece hem bilimsel alanda hem de turistik açıdan boşluk dolduran bir yapı bulunmuştur. Hitit kentin en kuzey kenarında, Aşağı Kent olarak adlandırılan bölgenin bazı kısımlarda daha önce antik döneme ait yani Roma dönemine ait mezarlık alanının olduğunu biliyorduk. Daha önceki kazılarda bunu açığa çıkarmıştık ancak yerleşim alanının nerede olduğunu bilmiyorduk. Bu şansa bu sene eriştik."

 

Gerçekleştirilen jeofizik çalışmalarla, üzerinde niş (duvar içinde bırakılan oyuk) olan bir kaya parçasının bulunduğu alanda çalışmalara yoğunluk verdiklerini vurgulayan Schachner, şöyle konuştu:

"Anadolu'nun batısında bu tarz kaya üzerindeki nişler, kilise anlamı taşımaktadır ancak yaptığımız çalışmalarda bu nişe bağlı duvarlar bulduk. Kazı yapmaya karar verdik. Küçük ama önemli açmalar yaptık. 20 metre genişlikte 40 metre uzunlukta o nişe bağlanan büyük bir anıtsal yapı söz konusu. Bu yapı milattan sonra 2. yüzyılda inşa edilmiş olmalı. Bunu kullanılan yapı tekniğinden öğreniyoruz. Kullanılan harçlar Horasan harcı. Daha sonra bu alanın 4. yüzyılda farklı bir işlev için kullanıldığı anlaşılıyor. Bu bilgiyi de elde ettiğimiz iki sikkeden çıkartıyoruz. Bu alanda yoğun bir iskan, yoğun bir kullanım olduğunu kabul edebiliriz."

 

"KİLİSE DEĞİLSE NE"

Doç.Dr.Schachner, çalışmalarda söz konusu alanın "bir kilise değil ise ne olabileceği" sorusu üzerine yoğunlaştıklarını vurgulayarak, şunları kaydetti:

Bu kadar geniş bir meydan türü olan alanın bir toplanma yeri olduğunu kabul ediyoruz. İnsanların bir araya geldiği, belki ticaret yaptıkları belki de dini gereksinimlerini yerine getirdiği, karma fonksiyonlu bir yer olduğunu tahmin ediyoruz. 19. yüzyıldan beri bu nişin bir kiliseye ait olduğu düşünülüyordu fakat niş, çok güneye doğru çevrili olduğu için bizde bir kiliseye uygun olmadığı düşüncesi hakim oldu. Buradaki jeofizik çalışmalarının ardından bu nişe ait bir yapı olduğu görüldü. Bu nişin mimari plan itibarıyla kiliseye uygun olmadığını gördük. Kazılar da bunu doğruluyor. Kilise değilse nedir sorusunu cevaplandırmaya çalışıyoruz. Belki burası bir tapınma yeri, bir dua etme yeri olabilir."

 

Hattuşa'ya Hititleri araştırmak için geldiklerini ancak görevlerinin kazı yaptıkları bölgede sadece bir döneme odaklı çalışma yapmak olmadığının altını çizen Schachner, bulunan anıtsal yapının bölgenin kültürel silsilesinde bir boşluğu dolduracağına inandıklarını belirtti.

Anıtsal yapıdaki çalışmaların birkaç yıl daha sürebileceğini bildiren Schachner, yapının bölgeye olan merakı daha da artıracağını sözlerine ekledi.

Cumhuriyet, 25.09.2014

ATAKÖY SAHİLİNDE SİNPAŞ İNŞAATI DA MÜHÜRLENDİ

 

 

Ataköy sahildeki yapılaşmalara bir mahkeme kararı daha çıktı. 564 ada 181 parselde devam eden Sinpaş – Katar ortaklığındaki Sea Pearl Ataköy projesine ait inşaatlar mahkeme kararıyla durduruldu. Bakırköy Belediyesi önceki gün inşaatı mühürledi.

Ataköy Konaklarının tam karşısında yaklaşık 125 bin metrekare arazi TOKİ’den 2008 yılında 850 milyon liraya Sinpaş – Eksim Holding ortaklığına satılmıştı. Daha sonra bu ortaklığa Katar’ın TOKİ’si olarak bilinen ve dünyanın pek çok yerinde yatırımları bulunan Qatari Diar ile Kuzu Grup da ortak oldu. Proje 8 ayrı blok ve bir otelden oluşuyor. Sinpaş’ın verdiği bilgilere göre projenin 68 bin metrekarelik kısmı yeşil alan olarak değerlendirilecek. Kalan kısımlarda otel, rezidanslar, alışveriş alanları, sağlık tesisleri, kafeler, yat kulübü, marina ve eğlence tesisleri yer alacak. Teslimatlar Mart 2017 ile Şubat 2018 olarak belirlendi. Metre kare satış fiyatı 7 bin 200 dolar ile 10 bin 550 dolar olarak belirlendi.

HAFRİYAT DEVAM EDİYORDU
Ataköy sahildeki yapılaşma Aralık 2013’te başladı. Önce alandaki yeşil ağaçlar yok edildi. Ardından hafriyat çalışmalarına başlandı. Ataköy sahildeki yapılaşmalarla ilgili olarak gerek Mimarlar Odası gerekse Ataköy Dayanışma Derneği’nin davalarında 181 parsel dahil değildi. Ataköy Konakları’nda oturanlar Simpaş’ın inşaat faaliyetlerine başlaması ile birlikte Bakırköy Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesine 10. İdare Mahkemesi’nde dava açtılar. Polifarma İlaç sanayi adına İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nde açılan davada, ‘’Ataköy 6. Kısım Mahallesi sahil bandında bulunan 564 ada 181 parsel üzerindeki inşaata ilişkin 29.11.2013 tarih ve 5736 sayılı onaylı mimari projeye istinaden 03.12.2013 tarih 5736 sayılı inşaat ruhsatları ile ruhsatların dayanağı olan imar planlarının yürütmesinin durdurulması ve iptali’’ istendi.

MAHKEME BİLİRKİŞİ İSTEDİ
İdare Mahkemesi 15 Ağustos’ta verdiği kararda şöyle denildi; ‘’İstanbul nöbetçi idare mahkemesince işin gereği düşünüldü. Mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar 2577 sayılı yasanın 27. Maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin durdurulmasına oy birliği ile karar verildi.’’

BAŞKAN : YARGI KARARINI UYGULARIM
Bakırköy Belediye Başkanlığı’na karar 3 gün önce tebliğ edildi. Belediye önceki gün kararı uygulayarak inşaatı mühürledi. Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu şöyle konuştu; ‘’yargı kararlarına uymak zorundayız. Daha önceki kararlar da nasıl uyduysak da burada da yürütmeyi durdurduk. Yeni bir karar alınıncaya kadar inşaat yapılmasına müsaade etmeyeceğiz.’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.09.2014

3 BİN YILLIK HİTİT BARAJI YENİLENİYOR

 

 

Alacahöyük’teki tarihi Hitit Barajı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yeniden düzenleniyor.

MÖ 1240 yıllarında Anadolu’da büyük bir kuraklık olmuş, Hitit Kralı IV.Tudhalia’nın Mısır’dan buğday getirdiği, ertesi yıl da Orta Anadolu geneline 10 kadar baraj yaptırdığı çivi yazılı belgelerde geçiyor. Ancak bu barajlardan Alacahöyük hariç hepsinin işlevini yitirdiği belirtiliyor.

Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Çorum Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu, medeniyetlerin başkentliğine ev sahipliği yapmış Çorum’da tarihi turizmin gelişmesi için gerekli çalışmaların yapıldığını söyledi. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarla müzeler ve ören yerlerinin yeniden düzenlendiğini, ulaşım yollarının da modernize edildiğini kaydeden Uslu, “ Yaklaşık 100 yıl önce Alman arkeoglar tarafından yapılan kazılar sırasında bulunan Boğazköy Sfenks'inin anayurduna dönmesi de sağlanmıştır. Alacahöyük’e şu ana kadar 6 milyon liranın üzerinde yatırım yaptık” dedi.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün geçen yıl Alacahöyük örenyeri ile Müze’nin yakınından geçen ve kötü bir görüntü oluşturan Horanözü Deresi’nin ıslahını sağladığını belirten Uslu, “2002 yılında Alacahöyük kazı ekibinin baraj gövdesini temizleyerek, taş dolgu setini arkeolojik kazı metoduyla açtığı, 3254 yıllık tarihe sahip Hitit Gölpınar Barajı’nın çevre düzenlemesi ve peyzaj proje çalışması yatırım programına alınmıştır. Proje çalışmasının tamamlanmasıyla yapım işi ayrıca ihale edilecektir. Hitit Gölpınar Barajı çevre düzenlemesi ve peyzaj çalışmasının tamamlanması ile baraj halkımıza ve turizme açılacaktır” ifadelerini kullandı.

Çorum Haber, 25.09.2014

DENİZİN DİBİNDE BİN YILLIK HAZİNE

 

Ayvalık'taki Maden Adası açıkları... Su altı tutkunları, Prigos Batığı ve binlerce iki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnı geniş testinin meydana getirdiği ihtişamlı görüntüyü izliyor.

 

Tahminlere göre bin yıl önce bir gemi Prigos kayalıklarına çarparak battı. Üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen amfora tepesi ilk günkü özelliklerini koruyor. Bölge Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın koruma alanı ancak şimdiye kadar herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmamış.

Batık bölgesine izin alarak dalınabiliyor. Testilere ve gemiye zarar gelmemesi için izinsiz dalış ve avlanma yapılamıyor.

 

Dalış ekiplerine rehberlik eden Kubilay Kılıç, geminin üzerinde normalde olması gerekenden fazla amfora bulunduğunu söylüyor.

 

ÜRETİM YERİ TEKİRDAĞ OLABİLİR

Su altı fotoğraflarını yorumlayan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.Ahmet Kaan Şenol, amforaların 10'uncu yüzyıl başlarında Tekirdağ civarında üretildiğinin tahmin edildiğini aktardı.

 

Şenol'un verdiği bilgiye göre, testiler şarap taşımacılığında tercih ediliyordu. Bu tür batıklara özellikle Marmara Denizi'nde rastlamak mümkün. Doç.Dr.Şenol, bölgede kapsamlı bir arkeolojik çalışma yapılırsa yığının altında gemiye ait parçaların bulunabileceğini tahmin ediyor.

 







Akşam, Haber: Emrah Elmas, 24.09.2014

ANADOLU'NUN EN ERKEN KİLİSE ÖRNEKLERİ

 

 

Karabük'ün Eskipazar İlçesi'nde bulunan ve MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis antik kentindeki kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkartılan Bizans dönemine ait Kilise B'deki zemin mozaikleri, ziyaretçileriyle buluşacak.

 

Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar güzel nitelendirilen at, fil, panter, geyik ve grifon (sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana verilen isim) gibi birçok hayvan tasvir edilen mozaiklerle ünlenen antik kentte, daha önce başlatılan koruma amaçlı restorasyon çalışmaları tamamlandı.

Restorasyon çalışması kapsamında geçici koruma amaçlı toprakla üstü kapatılan Kilise B'deki mozaiklerin üstü açılarak temizlendi.

Karabük Üniversitesi'nde görevli arkeolog Ersin Çelikbaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.Vedat Keleş önderliğinde 2010 yılından bu yana koruma amaçlı çalışmaları sürdürdüklerini söyledi.

Çelikbaş, 2010 yılından önce de kazı çalışmalarının yapıldığını ancak ortaya çıkartılan eserlerin geçici koruma yöntemleri ile korunduğundan yıpranmaların yaşandığına şahit olduklarını anlatarak, yapılacak ilk işin yoğun tahribatı önlemek olduğunu düşünerek 4 yıldır restorasyon çalışması yaptıklarını belirtti.

Kilise B
Restorasyon çalışmasının Anadolu'nun en erken kilise örneklerinden olan Kilise B'de tamamlandığını dile getiren Çelikbaş, şöyle devam etti: "Kilisenin üstü kapatıldı. Kilisedeki mozaikler restore edildi ve temizlendi. Anadolu'nun en erken kilise örneklerinin bulunduğu alan, turizme açılmaya hazır. Mozaiklerde 4 figür var. Figürlerde Fırat, Dicle ve Nil Nehri ile varlığını henüz ispatlayamadığımız 4'üncü bir nehir anlatılıyor. Figürler ellerinde bereket boynuzu tutuyor ve bu boynuzların içinden çıkan nehir sularında balıklar resmedilmiş. Bunlar Anadolu'da tek. Dünyada ise Tunus ve Libya'da birer örneği var."

Çelikbaş, mozaiklerin yapım şeklinin Zeugma'dakilerle aynı olduğunu belirterek, "Kilisede ayrıca büyükbaş bir hayvan figürü de var. Figürün cennet suyundan içerken yüzünün suya yansıması resmedilmiş. Bunun bir örneği daha yok. Dolayısıyla buradaki mozaikler dünyada tekil olma özelliğine sahip. Bu nedenle çalışmalarımızı korumaya yönelik yaptık. Kısa süre içinde Anadolu'nun en erken kilise örnekleri ziyaretçileriyle buluşacak" şeklinde konuştu.

Sabah, 24.09.2014

TARİH DEĞİL, ÇİRKİNLİĞİ SEYREDİYORLAR

 

Antalya'ya gelen yerli ve yabancı turistler, Cumhuriyet Meydanı'ndan kuşbakışı izledikleri tarihi Kaleiçi'nde çöp ve evlerin bakımsız çatılarıyla karşılaşıyor.

 

 

DHA'nın haberine göre, her yıl 10 milyonu aşkın turistin geldiği Antalya'da yerli ve yabancı turist kafilelerinin uğrak yeri olan tarihi Kaleiçi, görüntüsüyle yürek burkuyor. Rehberler eşliğinde Kaleiçi'nin kartpostallardaki eşsiz manzarasını izlemeye gelen turistler, kuşbakışı seyrettikleri manzara karşısında hayal kırıklığına uğruyor.

 

Turist rehberleri ise Kaleiçi'nin tarihçesini anlatırken, bakımsız çatıları, çöpleri ve naylondan çadırları anlatmakta güçlük çekiyor. Durumu yetkililere bildiren bazı turist rehberleri ise "Kentin tarihsel ve kültürel en büyük mirası olan Kaleiçi, turist kafilelerinin en çok ziyaret etmek istedikleri yerlerden biri. Sokaklarını da gezmeden önce kuşbakışı seyretmek istiyorlar, ancak gördükleri manzara karşısında şok oluyorlar. Biz de durumu onlara izah etmekte güçlük çekiyoruz" dedi.

Yapı, 24.09.2014

URARTU KALESİ'NDE 30 YIL ARADAN SONRA BİR İLK

 

 

Urartu Kralı II. Sardur tarafından inşa edilen Çavuştepe Kalesi'nde, 30 yıl aradan sonra kazı çalışması başlatıldı.

 

Kent merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Gürpınar İlçesi'nde bulunan ve Urartu Krallığı'nın en parlak döneminde Kral II. Sardur tarafından inşa edilen Çavuştepe Kalesi'nde, çözüm sürecinin ardından kazma sesleri yükseliyor.

Günümüze kadar sağlam kalmayı başaran surları, su sarnıçları, dünyadaki ilk kanalizasyon sistemi, tapınakları ve saray yapıları ile her yıl çok sayıda turist ağırlayan kale, Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.Rafet Çavuşoğlu başkanlığındaki arkeologların yapacağı çalışmayla daha görkemli hale bürünecek.

Doç.Dr.Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle 30 yıl aradan sonra çalışmalara başladıklarını belirterek, restorasyon ve korumaya yönelik sürdürülen çalışmayı 25 günlük planlamayla devam ettireceklerini söyledi. Kalede, İstanbul Üniversitesi tarafından 1961-1984 yılları arasında kazı çalışması yapıldığını bildiren Çavuşoğlu, bu kazılarda gün ışığına çıkan birçok yapının kazılara devam edilmeyince büyük zarar gördüğünü ifade etti.

Çavuşoğlu, bu yıl kaledeki yapıları koruma ve restorasyona yönelik çalışma yapmayı amaçladıklarına değinerek, "İlk etapta alanın baştan sona kadar temizliğini yapıp 30 yılda tahrip olan kazı alanını ortaya çıkarmak istiyoruz. Daha sonra alandaki yapılar üzerinde nasıl bir restorasyon yapacağımıza bakacağız" dedi.

Gelecek yıldan itibaren çalışmaların daha sistemli yürütüleceğini anlatan Çavuşoğlu, her yıl çok sayıda turist ağırlayan kalenin inşa edildiği dönemki görüntüsüne kavuşması için çaba göstereceklerini dile getirdi.

Sabah, 24.09.2014

EFES, GELİRİNİ KATLADI

 

UNESCO Dünya Miras Geçici Listesindeki Efes antik kentinin yılın ilk 6 ayında 4 milyon lira olan geliri, Temmuz ve Ağustos ayındaki ziyaretlerle 8 milyon liraya yükseldi. 

 

AA muhabirinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerinden derlediği bilgiye göre, İzmir'deki Arkeoloji, Atatürk, Tarih ve Sanat müzeleri, Agora, Efes, St. Jean Anıtı, Yamaç Evleri, Bergama Müzesi, Akropol, Asklepion, Bazilika, Çeşme, Ödemiş ve Tire müzeleri ile Çakırağa Konağı'nı 1 Ocak ve 31 Ağustos tarihler arasında 1 milyon 946 bin kişi ziyaret etti. 

 

Türkiye'nin yurt dışında en çok tanınan tarihsel zenginliklerinden Efes Antik Kenti, 1 milyon 250 bin ziyaretçi sayısı ile müze ve ören yerleri arasında yine en çok ilgi çeken bölge oldu. 

 

Efes antik kentinin yılın ilk altı ayında 4 milyon lira olan geliri de Temmuz ve Ağustos ayındaki ziyaretlerle 7 milyon 788 bin liraya yükseldi. 

 

Tarihi MÖ 6'ncı bin yıllara uzanan Efes'in geliri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16 arttı. 

 

- Bergama'daki artış dikkat çekici

Efes antik kentinin gelir ve turist sayısındaki birinciliğini korumasına karşın ziyaretçi ve gelir konusunda en büyük artış, UNESCO'nun Dünya Miras Listesine bu yıl kabul edilen Bergama'da oldu.

 

Bergama Müzesi'nin 2013 yılının ilk 8 ayında 14 bin 219 olan ziyaretçi sayısı, bu yıl 16 bin 545'e, Akropol ziyaretçisi 139 bin 525'ten 148 bin 857'ye, Bazilika ziyaretçisi 5 bin 157'den 11 bin 537'ye yükseldi. 

 

Asklepieon'u ise geçen yıl ilk sekiz ayda 82 bin 122, bu yılın aynı döneminde 83 bin 434 kişi gezdi.

 

Bergama ve çevresindeki tarihsel zenginliğin ziyaretçileri 1 milyon 300 bin liranın üstünde gelir getirdi. 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının İzmir'deki müze ve ören yerlerinin toplam geliri de 11 milyon liraya çıktı. 

 

- Ediz: "2014 ciddi artış getirdi"

İzmir Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz de 2014 yaz aylarının kentteki ören yerleri için oldukça iyi geçtiğini ve ciddi gelir artışı olduğunu belirtti. 

 

Bakanlığın özellikle Efes ve Bergama'da son 2-3 yılda yaptığı düzenleme çalışmalarıyla ören yerlerinin herkes için erişilebilir hale geldiğini kaydeden Ediz, "2015 yılında Efes antik kentinin de UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesini arzu ediyoruz" dedi. 

 

Ediz, Teos ve Metropolis bölgelerinin de 2015 yılı için ücretli girişe hazır hale geldiğini sözlerine ekledi.

Memleket, Haber: Efsun Yılmaz, 24.09.2014

GELİBOLU YARIMADASI'NDA YENİ BİR ŞEHİTLİK BULUNDU!

 

Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı Gelibolu Yarımadası'nda, Devlet Su İşleri (DSİ) 252'nci Şube Müdürlüğü ekiplerinin Alçıtepe mevkisindeki su iletim hattı çalışmalarında daha önce bilinmeyen bir şehitlik ortaya çıktı.

 

 

Şehitliğin bulunduğu alanda inceleme yapan Vali Ahmet Çınar, AA muhabirine, kazı sırasında insan kemikleri fark eden ekiplerin, Doğa Koruma ve Milli Parklar 3'üncü Bölge Müdürlüğü yetkililerine haber verdiğini söyledi.





Bölgede çalışma yapıldığı bilgisini veren Çınar, şöyle konuştu: "İncelemede, kemiklerin kıble yönünde bulunması, mezarların oluşturulma şekliyle Müslüman mezarlığı, dolasıyla şehitlik olduğu ortaya çıktı. Şairin, Mehmet Akif'in dediği gibi 'Toprağı sıksan şüheda fışkıracak' ifadesi burada kendisini gösteriyor. Tabii belki bütün alanın kapsamlı olarak taranması gerekiyor. Buna benzer şehitliklerin ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Bu konuda çok ciddi bilimsel çalışmalar, teknikler kullanılarak yapılıyor ama bölge çok geniş ve tam olarak taranması bitmedi. Envanterimizde olmayan yeni bir şehitliğimiz ortaya çıkarıldı. Bu şehitliğimizi de kayda aldık. Burada yeniden teknik cihazlarla tarama yapılacak. Tespit işlemleri tamamlandıktan sonra burası yeni bir şehitlik olarak düzenlenecek."

 




Çınar'a, şehitlik alanındaki inceleme gezisinde İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Dokuz, Doğa Koruma ve Milli Parklar 3'üncü Bölge Müdürü İsrafil Erdoğan, Çanakkale 2015 Koordinasyon Merkezi Genel Sekreteri Mahmut Akkuş eşlik etti.

 


Milliyet, 24.09.2014

SARIKAYA'DA ROMA HAMAMI KAZILARINDA ÜÇÜNCÜ HAVUZA ULAŞILDI

 

Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi'ndeki 3 bin yıllık Roma hamamı kalıntıları çevresinde 4 yıldır devam eden kazılarda üçüncü havuza da ulaşıldı. Yeni bulgulara ulaşılması nedeniyle kazı alanı her geçen gün biraz daha genişletiliyor.

 

 

Dönemin Roma Kralı tarafından, kızının cildindeki yaralardan kurtulmasını sağlamasının ardından halkın da şifa bulabilmesi amacıyla yaptırdığı belirtilen hamam kalıntılarını kurtarmaya yönelik 4 yıl önce Müze Müdürlüğü tarafından çalışma başlatıldı. Sarıkaya ilçe merkezi yerleşim alanları arasında kalan tarihi Roma hamamına ait surun çevresindeki diğer parçalarının da ortaya çıkartılmasına yönelik Yozgat Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalar esnasında, hamama ait büyük bir havuzun bulunduğu belirlenip, bilimsel kazılar yapılabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin istendi. Verilen izin doğrultusunda iki arkeolog gözetiminde yürütülen kazılar devam ettikçe yeni bulgulara ulaşıldı, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait izler ortaya çıkartıldı.

 

Roma ile birlikte Cumhuriyet dönemine kadar birçok medeniyet tarafından yerleşim alanı olarak kullanılan Sarıkaya'daki Roma hamamı çevresinde yürütülen kazılarda ortaya çıkartılan iki havuzun ortasında 'Cariye havuzu' olarak adlandırılan üçüncü havuza da ulaşılması, kazı alanın daha da genişletilmesini gündeme getirdi.


Yozgat Valisi Abdülkadir Yazıcı, Roma hamamının tüm kalıntılarının ortaya çıkartılması için gerekenin yapılacağını, gerek görülmesi halinde yeni istimlakların yapılıp, binaların yıkılabileceğini söyledi. Vali Yazıcı, "Geçen yıl ise büyük havuz ortaya çıkartılmıştı. Üç ayrı havuzun bulunduğu, sıcak suyu içerisinde olan Roma dönemine ait ikinci hamamın Sarıkaya İlçesi'nde olması önemli. Bu önemli bulgular değerlendirildiğinde Yozgat'ımızın kalkınmasında turizm sektörü lokomotif görevi üstlenebilir" dedi.


Vali Yazıcı, son olarak ortaya çıkartılan havuzun o dönemlerde Kral ve cariyeleri ile prenslerin, prenseslerin yıkandığı, üzeri açık yanları kapalı bir havuz olduğunu, bu havuzun yer aldığı alanda süs işlemeleri, heykeller gibi bulguların da çıkabileceğinin tahmin edildiğinin altını çizdi.


Sarıkaya'daki Roma hamamının bulunduğu şehrin jeotermal kaynaktan yararlanılarak yerden ısınma sistemine sahip olduğu da belirtildi.

Cumhuriyet, 24.09.2014

TÜRK SİNEMASININ 100. YILINDA İNCİ SİNEMASI YIKILDI

 

Türk sineması 100. yılını kutluyor. Ve en eski sinema salonlarından, Yeşilçam ile özdeş İnci Sineması otel yapılmak için tamamen yıkıldı.

 


İnci Sineması uzun süredir bakımsızlıktan bu haldeydi...

 

İstanbul ’da Emek Sineması’nın ardından bir sinema salonu daha yıkıldı. Yeşilçam filmlerinin tarihi mekanı İnci Sineması yerine otel yapılmak için yerle bir edildi.

Fuat Uzkınay’ın “Ayestefanos’ta Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belgeseli ile tarihi yolcuğuna başlayan Türk Sineması bu yıl 100. yaşını kutlarken, bir tarihi sinema salonu daha yıkıldı.

1946 yılında inşa edilen ve uzun zaman Yeşilçam filmlerinin halkla buluşma noktası olan İnci Sineması, Gezi Parkı eylemleri öncesinde Beyoğlu’nda kurtarılması için eylemler düzenlenen ancak yıkımının önüne geçilemeyen Emek Sineması’nın akıbetini yaşadı.

 

 

OTEL VE ALIŞVERİŞ YERLERİ YAPILACAK

Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı’na ait bölgede İşadamı Mehmet Uyanoğlu ile birlikte hayata geçirilen proje kapsamında sinemanın da bulunduğu alana konutlar, “küçük bir şehir oteli” ve onun altında da “alışveriş birimleri” öngörülüyor.

 

Halaskargazi Caddesi ile Nişantaşı’nın birleştiren, toplam inşaat alanı 79 bin 150 metrekare olarak açıklanan proje için kilise vakfına ait dükkanlar 14 Mayıs akşamında boşaltılmıştı.

İnci Sineması Türk Sineması’nın ‘Sultan’ı Türkan Şoray için de değerli. Şoray ‘Sinemam ve Ben’ kitabında İnci Sineması’nı şu sözlerle anlatıyordu: “Melek Film’in sahipleri Şahan ve Kaçuni Haki aynı zamanda Pangaltı’daki İnci Sineması’nın da sahibiydiler… İnci Sineması’nda kendi şirketlerine yaptığım filmlerin galaları çok görkemli olurdu. Sinemada benim özel locam vardı. Filmleri Şahan Haki’nin eşi Melina ablam ve dünya tatlısı kızları Mayda ile Şeyda, hep birlikte bu locadan seyrederdik. İnci Sineması hep Türk filmi oynatırdı. Bazı sabahlar arabayla özellikle önünden geçerdim. Kalabalığı, sıraya girmiş beni seven, yüreklendiren seyircilerimi görmek isterdim, çok mutlu olurdum. Maalesef şimdi sinema kapandı. Haki ailesi sinemayı satıp Amerika’ya göç etti. İnci Sineması’nın olduğu yerden geçerken hala hüzünlenirim.”

Radikal, Haber: Serdar Korucu, 24.09.2014

 

İŞTE İNCİ SİNEMASI'NI YIKAN KARAR

Tarihe tanıklık eden İnci Sineması'nın yıkım kararını 2012 yılında Planlama Müdürlüğü'nün karşı çıkmasına rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi aldı. Sinemanın yerine otel ve rezidansa onay veren plan tadilatını iki CHP'li yargıya taşıdı. Dava sonuçlanmadan sinema yerle bir edildi. İnşaatı ise eski AKP'li meclis üyesi yapıyor.

 

Yeşilçam filmlerinin tarihi mekanı İnci Sineması yerine otel yapılmak için yerle bir edildi. Fuat Uzkınay’ın “Ayestefanos’ta Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belgeseli ile tarihi yolcuğuna başlayan Türk Sineması bu yıl 100. yaşını kutlarken, bir tarihi sinema salonu daha yıkıldı. 1946 yılında inşa edilen ve uzun zaman Yeşilçam filmlerinin halkla buluşma noktası olan İnci Sineması, Emek Sineması’nın akıbetini yaşadı. Peki İnci Sineması adım adım nasıl yok edildi?. Arkasındaki gerçek ne? 

İDAM FERMANI MECLİS KARARI OLDU

Halaskargazi Caddesi ile Nişantaşı’nın birleştiren yerde bulunan Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı’na ait 15 bin 409 metrekare arazi içinde İnci Sineması, dükkanlar, Pangaltı Özel Ermeni İlköğretim Okulu ve lisesi ile Pangaltı Ermeni Katolik Kilisesi bulunuyordu. Vakıf 2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne plan tadilatı için başvurdu. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi CHP ’li üyelerin karşı çıkmasına rağmen oyçokluğu ile arazi üzerindeki okul ve kiliseyi aynen koruyup geri kalan sineman ve mağazaların bulunduğu alana otel ve rezidans yapılmasının önünü açan karara imza attı.

 

PLANLAMA MÜDÜRLÜĞÜ DEĞİŞİKLİĞE KARŞI ÇIKMIŞ AMA… 
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne gönderilen İmar Komisyonu raporunda planlama müdürlüğü yapılan plan değişikliğini karşı çıkmış. Müdürlük görüş yazısında şunları vurgu yapmış: “Yaklaşık 8 bin 400 metrekarelik bir alan, sosyal donatı alanından çıkarılarak, otel alanına alınıyor. Kaldırılan donatı alanına karşılık yeni sosyal donatı ayrılmadığı görülmektedir. Ancak, Plan Yapım Yönetmeliği'ne göre; imar planlarında bulunan sosyal ve teknik altyapı alanlarının kaldırılması, küçültülmesi veya yerinin değiştirilmesine dair plan değişiklikleri zorunluluk olmadıkça yapılamaz. Zorunlu hallerde, bir tesisin hizmet götürdüğü bölge içinde eşdeğer yeni bir alanın ayrılması gerekmektedir. Plana okul ve kilise alanı da dahil edilerek inşaat alanı hesaplanmıştır. Turizm tesis alanında emsalin gerçekte zemin üstünde 5.40'a ulaşacağı, emsal hesabı dışında bırakılan bodrum katlar ve ticari otopark alanı ile birlikte bu emsalin daha da artacağı, ayrıca halen üzerinde mevcut yapılar bulunan okul ve kilise alanın imar hakkının iki kere kullanılmış olacağı, teklife konu alanın bir kısmının Taksim-4.Levent Metro Koruma Bandı içerisinde, yapı temeli kısıtlama alanı içinde kalmasına rağmen, bodrum katlardaki yapılaşmanın parsel tamamında yapılması öngörülerek, metro hattının dikkate alınmadığı görülmektedir. Yapılacak plan değişikliğinin caddesi üzerinde yapı, nüfus ve trafik yoğunluğunu arttırıcı, plan bütünlüğünü bozucu emsal teşkil edici ve sosyal donatı alanını azaltıcı nitelikte olduğu görülmektedir" denilerek plan değişikliğine karşı görüş vermiş. Ancak müdürlüğün bu karşı görüşüne rağmen karar meclisten oyçokluğu ile geçti.

80 BİN METREKARE İNŞAAT 
Büyükşehir Belediye Meclisi’nden geçen kararda şunlar vurgulandı: “Turizm Tesis Alanında, otel, motel, apart konaklama tesisleri, günübirlik tesisler ile birinci bodrum kat ve zemin katında ticari fonksiyonlar yer alabilir. Bodrum katlar arazinin tamamında yapılabilir. Birinci bodrum kat iskan edilebilir, emsal hesabına dahil değildir. Diğer bodrum katlarda, otopark yönetmeliği uyarınca ayrılması gereken otopark alanı ayrıldıktan sonra kalan alanda ticari kat otoparkı yapılabilir, bunlar emsal hesabına dahil edilmez. İnşaat emsali 3, yükseklik ise 27.50 metredir.” Meclis kararı ile İnci Sineması’nın bulunduğu alanda sadece yer üstünde 45 bin metrekarelik 9 katlı otel ve alışveriş merkezi inşaatının önü açıldı. Bodrum katlarla birlikte inşaat alanın yaklaşık 80 bin metrekareye ulaşacağı belirtiliyor.

PLANIN İPTALİ DAVASI SÜRÜYOR 
Planın meclisten geçmesi üzerine CHP’li meclis üyesi Dursun Çaltı ile Hüseyin Sağ planın iptali için mahkemeye başvurdu. İstanbul İdare Mahkemesi davayı ehliyet yönünden reddetti. Meclis üyeleri Danıştay’a başvurdu Danıştay yerel mahkemenin kararı bozdu. Dava, yerel mahkemede devam ederken İnci Sineması yerle bir edildi.

PROJEYİ ESKİ AKP MECLİS ÜYESİ YAPIYOR 
Vakfa ait arazideki projeyi eski Ak Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi işadamı Mehmet Uyanoğlu yapıyor. Uyanoğlu, Beşiktaş ’ta azınlıklara ait arazilerde yaptığı inşaatlar ile biliniyor.

Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 25.09.2014

SİRKECİ GARI'NDAN TAŞLAR DÖKÜLÜYOR

 

Banliyo hattının kapatılmasından sonra akıbetinin ne olacağı merak edilen tarihi Sirkeci Garı dökülüyor. Garın ön cephesinde bulunan saat kulelerinden aşağı taşlar düşüyor. Önlem olarak ise etrafı brandalarla çevrilmiş. TCDD Sirkeci Gar yetkilisi, "Restorasyon şu an ihale aşamasında, sonuçlanmadan herhangi bir müdahalede bulunulamıyor" dedi.

 

 

II. Abdülhamit devrinde İstanbul'un Avrupa yakasında inşa edilen ve Haydarpaşa Garı ile birlikte akıbeti çokça tartışılan Tarihi Sirkeci Garı dökülüyor. Binanın orta kirişinin iki yanında bulunan saat kulelerinden aşağı taşlar düşüyor. Şu an hiçbir çalışmanın olmadığı garın söz konusu yerleri brandalarla çevrelenmiş bir şekilde bekliyor. Aynı zamanda etrafına tehlike de saçan tarihi bina için müdahalede bulunulamıyor. Tescilli yapı statüsündeki binanın ihalesinin ne zaman olacağı da belli değil.

NEDEN FOTOĞRAFLADINIZ! 
Konuyla alakalı gar müdüründen bilgi almak istediğimizde ise sekreterinin tepkisiyle karşılaştık. Sekreter; düşen taş olmadığını, sadece önlem amaçlı uzun bir süredir çevresinin brandalandığını savundu. Düşen taşları fotoğrafladığımızı söylediğimizde ise, “Neden fotoğrafladınız! Böyle bir şey yapmanıza hiç gerek yoktu!” tepkisini gösterdi. 

 

 

RESTORASYON İHALE AŞAMASINDA 
Restorasyonun ne zaman başlayacağını sorduğumuz Sirkeci Garı yetkilisi ise şunları söyledi: “Gar şu an ihale aşamasında, ihalenin sonuçlanması beklendiğinden tarihi binaya herhangi bir müdahalede bulunulamıyor.” 

ABDÜLHAMİT DÖNEMİ YAPISI OTEL OLACAK
Sirkeci Garı'nın temeli, 11 Şubat 1888 günü atıldı. Sultan II. Abdülhamit'in güvenini kazanarak, sarayın danışman mimarı olan Alman mimar ve mühendis August Jasmund'un yaptığı Sirkeci Garı, 3 Kasım 1890'da görkemli bir törenle hizmete açıldı. İstanbul'dan Batı'ya gidenleri taşıyan trenlerin kalktığı Sirkeci Garı, tarihi boyunca bazı küçük restorasyonlar geçirdi. TCDD 2011 yılında garın restore edileceğini duyurmuştu. Ancak o tarihten sonra bir daha restorasyon için bir girişimde bulunulmadı.


20 bin metrekare alana sahip garın İBB'nin hazırladığı plana göre 8 bin metrekaresi kültürel tesis alanı, 12 bin metrekarelik alanı ise turizm kültür tesisleri alanı olarak düzenlendi. Garın otel olarak işletmeye açılması planlanıyor. Restorasyon ihalesinin de bu nedenle yapılamadığı, garın alan firmaya 'restore et-işlet-devret' yöntemi ile verilmesinin gündemde olduğu ileri sürülüyor.

Radikal, Haber: Vildan Çiftsüren, 24.09.2014

KEPÇENİN DEĞDİĞİ YERDEN MEZARLIK ÇIKIYOR

 

 

Kozluk İlçesi'nde Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının neredeyse tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor. Yıllardır yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında eski mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Kozluk İlçesi'nde Belediyenin yaptığı alt yapı kazılarının neredeyse tümünde eski mezarlıklar ortaya çıkıyor. Yıllardır yapılan her kazı ve hafriyat çalışmasında eski mezarlar ortaya çıkmaya devam ediyor.

 

“ESKİ KARAKOL ALANINDA MEZARLAR ÇIKTI”

Kozluk çarşı merkezinde, eski karakol alanı olarak bilinen boş arazide daha önceden yapılan kazı hafriyat çalışmalarında çok sayıda eski mezar gün yüzüne çıkmıştı. Belediye yetkililerince düzenli bir şekilde poşetlere alınan insan kemikleri ilçenin farklı mezarlıklarında yeniden toprağa gömülmüştü. Ayrıca, Dedaş binasının hemen bitişiğinde sıra sıra taşlarla örülü olarak, gün yüzüne çıkan mezarlarda insan kemikleri mevcut.

 

TARİHİ YAPILARIN ETRAFI MEZARLARLA DOLU

Kozluk ilçe merkezindeki tarihi yapılan etrafında halen gün yüzüne çıkmamış yüzlerce mezar olabileceğini ifade eden yurttaşlar, “İlçemizin tarihi oldukça eski olunca yapıların olduğu yerlerde mezarlar ve gömüler bulunuyor. Zaten yapılan her kazıda mezar veya insan kemiklerine rastlanması bunun bir kanıtı. Çoğunlukla kıbleye dönük olmaları, bu mezarda yatanların Müslüman olduğunu göstermektedir. Yetkililerin bu mezarları başka yerlere nakletmelerini istiyoruz” şeklinde konuştular.

Batman Gazetesi, 23.09.2014

TARAKLI'YA TALİH KUŞU

 

 

Son yıllarda turizm hamleleriyle adını ülke ve dünyada hızla duyurmaya başlayan Taraklı, şimdi de EDEN Projesi ile kendini tüm Avrupa ve dünyaya daha fazla tanıtma şansı yakaladı


2007’DE ÜYE OLDUK
Avrupa Birliği çapında sürdürülebilir turizm gelişim modelleri teşvik eden bir proje olan Avrupalı Seçkin Destinasyonlar Ağı’nın kısa adı. EDEN Projesi, her yıl Avrupa Birliği Üye ve Avrupa Birliği Adayı ülkelerden seçilen bir bölge Avrupalı Seçkin Destinasyonlar Ağı’nadahil oluyor. Türkiye bu projeye 2007 yılında üye oldu ve o yıldan sonra 2008’de Edirne, 2011’de Kars bu ağa dahil olurken, diğer yıllarda çeşitli aksaklıklar nedeniyle katılım olmadı.


25 BÖLGE İÇİNDE BİRİNCİ
2004 yılı için Türkiye’den Taraklı dahil 25 bölge müracaatta bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Avrupa Birliği Komisyon, müracaat sahibi 25 bölgeyi değerlendirdi. İlk değerlendirmede 22 bölge elendi ve üç aday adayı açıklandı. Bunlar; Ankara Şerefli Koçhisar, Konya Karaman ve Sakarya Taraklı oldu. Komisyon son değerlendirmesinde Karaman’ı 3ncü, Şerefli Koçhisar’ı 2nci ve Taraklı’yı 1nci ilan etti.


HAFTA SONU TOPLANTI
Taraklı, 1nci olduktan sonra bu ağa dahil olması ilçenin turizm kaynaklı önünü daha açacak. Son yıllarda attığı turizm adımlarıyla kendini aşan Taraklı, bu ağa dahil olarak, tüm Avrupa’da tanınan, gezilen ve turizm potansiyeli en üst düzey olan bir ilçe konumuna gelecek. Avrupa, söz konusu ağ aracılığıyla Taraklı’yı daha iyi tanıyabilecek. Bu doğrultuda 26-27 Eylül günleri Taraklı’da Kültür ve Turizm Bakanlığı, TRT ve Anadolu Ajansı’nın üst düzey bürokratları bir toplantı yapacak. Toplantıda, ağa katılmanın alt yapısı gözden geçirilecek.

Yeni Sakarya, 23.09.2014

TANAL: ERDOĞAN'IN KÖŞKÜ İÇİN AĞAÇLAR KATLEDİLİYOR

 

CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kullanacağı Çengelköy'deki Vahdettin Köşkü ile Beylerbeyi Sarayı çevresindeki trafiği çözmek için yapılan kavşak ve yol genişletme çalışmaları sırasında 50-60 senelik çınar ağaçlarının kesildiğini belirterek, konuyu bir soru önergesiyle Meclis'e taşıdı.

 

CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın ofisinden yapılan açıklamaya göre, Tanal, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın köşkü için ağaçların katledildiğini savunarak, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce'ye yanıtlaması istemiyle yazılı soru önergesi verdi. Tanal, soru önergesinde şu soruları yöneltti:

 

1- İstanbul Beylerbeyi'nde kesildiği iddia olunan ağaçların türleri nelerdir?

2- Beylerbeyi'nde kesilen ağaçların 6831 Sayılı Orman Kanunu kapsamında kalan bir ağaç statüsünde olması halinde ağaçların kesilebilmesi için yetkili mercilerden gerekli izinler alınmış mıdır?

3- İstanbul Beylerbeyi'nde bağlantı yolunun açılması amacıyla ağaçların katledilmesi hukuka uygun mudur?

4- İstanbul'un tarihi ve doğal değerlerinin onları korumakla yükümlü merciler tarafından katledildiği iddiası doğru mudur?

5- Kesilen ağaçların kesilmesini engellemeye yönelik olarak Bakanlığınızca ne gibi önlemler alınmaktadır?

6- Ağaçların kesilebilmesi için gerekli izinlerin alınmamış olması durumunda yetkililer ve sorumlular hakkında 5237 Sayılı TCK uyarınca ilgili Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunulacak mıdır?

Cumhuriyet, 23.09.2014

YASADIŞI OTEL YASAL OLDU

 

 

Gökçeada’da yasadışı yapılan 7 mahkeme kaybeden ve Gökçeada halkının 'ucube otel' diye adlandırdığı Masi Otel de yeni planda turizm merkezine alınmış. sit alanında yapıldığı ve üzerinde yıkım kararı olan otel yeni planla kurtarılmış oldu.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan Balıkesir-Çanakkale 1/100 bin ölçekli Çevre Düzeni Planı Gökçeada’yı da vurdu. Adanın sit kapsamında olan güney sahilleri turizm bölgesi ilan edilerek imara açıldı. Kentsel sit alanında yapıldığı mahkeme kararıyla belirlenen,  inşaat ruhsatları ile işyeri açma ruhsatları mahkeme kararıyla iptal edilen Bademli Köyü’ndeki Masi Otel’in bulunduğu alan da turizm merkezi yapılarak otel yasal hale getirilmiş. Gökçeada Gönülleri Derneği plana itiraz edecek dilekçeyi Çanakkale Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’ne sundu.

 

SİT ALANLARI İMARA AÇILDI
Alt ölçekli planlara emsal olan 1/100 bin ölçekli plan bölgeye yoğun yapılaşma öngörüyor. Nüfus yoğunluğunu 4 katına çıkaran planda yeni yapılaşma alanları belirlendi. Bozcada’yı ‘’betonada’’ statüsüne getiren plan Gökçeadalı çevrecileri de ayağa kaldırdı. Yeni planda adanın güney sahilleri tamamen turizm fonksiyonuna alınarak imara açılıyor. Kat yükseklikleri ve yapı yoğunluğu ise alt ölçekli planlarda ortaya çıkacak. Ada sakinlerinin bir kısmı kuzey sahillerinin imara açılmamasına tepki gösterirken çevreciler güney sahillerine getirilen yoğun imar izninin adayı beton yığını haline getireceğinden endişe duyuyor.

 

 

Eski Bademli Köyü bir Rum köyüydü. Adaya hakim bir tepede manzarası ile adanın balkonu deniyordu. Köy kentsel sit alanıydı. Köylüler çivi bile çakarken kurula soruyordu. 2011 yılında birden Masi Otel inşaatı yükselmeye başladı. Çatı arası ile tam 6 kat yükselen otel inşaatına Gökçeada Gönüllüleri Derneği yasal mücadele başlattı. 3 yıl süren mücadelede tam 7 dava kazanıldı. Otelin sit alanında kaldığı mahkeme kararıyla tespit edildi. Otel inşaatına izin veren 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planlar ile inşaat ruhsatı iptal edildi. Ayrıca gönüllüler Gökçeada Belediyesi tarafından verilen otelin işletme ve yapı kullanım izinleri ile iş yeri açma ve çalışma ruhsatlarına açtıkları davayı da kazandılar. Ancak tüm bu davalara karşı otelin yıkılması gerekirken bu yaz otel misafir ağırladı.

 


Sahil bölgeleri turizm alanı denilerek imara açıldı.

 

OTEL SİT ALANI DIŞINA ÇIKTI
Yeni Çevre Düzeni Planı’nda da otelin bulunduğu alan turizm alanı gösterildi. Ayrıca Bademli Köyü Kentsel sit alanı olarak gösterilirken otelin bulunduğu alan kentsel sit alanı dışına çıkarıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yapılan itirazda bu durumun altı çizilerek şöyle denildi; ‘’Plan lejantında (K) Kentsel Sit Alanı ibaresi Gökçeada Bademli Köyü için görülememiştir. Lejantla ilgili alan için (K) ibaresi olmaksızın çizgilerin Kentsel sit alanının ifade ettiği varsayılsa da bu kez kentsel sit alanının iptal edilen Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun 24.12.2004 tarihli kararı doğrultusunda hazırlandığı tespit edilmiştir. Oysa bu karar Çanakkale İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.‘’

 

‘Dava açacağız’

Gökçeada Gönüllüleri Derneği’nden yapılan açıklamada “Yıllardır açtığımız tüm davaları kazandık. Çevre Düzeni Planı yapılırken bu davaların hiçbiri dikkate alınmamış. Yıkılması gereken Masi oteli sit dışına çıkarıp, turizm alanına dahil etmişler. Böylelikle sil baştan yeniden dava açacağız. Plana da itirazımızı yaptık” denildi.

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 3.09.2014

ŞANLIURFA'DA ROMA DÖNEMİ KAYA MEZARI

 

Şanlıurfa Müze Müdürlüğü denetiminde Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca yürütülen Çevre Düzenlemesi Projesi çalışmaları kapsamında Kızılkoyun Nekropolü’nde kaya mezarları ve kaya mezarlarının içinde 2 adet Roma Dönemi heykel ve 1 adet kireç taşı lahit bulunmuştur.

 

 

Büyük heyecan yaratan lahit ve heykellerin bulunması üzerine Şanlıurfa Müzesi’nce acilen kurtarma kazısı çalışmaları başlatılmış, kaya mezarı arkeolojik açıdan değerlendirilmiştir. Yapılan çalışmalarda 1.85 cm. uzunluğundaki heykellerin MS 3-4. yüzyıla ait Roma Dönemi asker heykelleri olduğu; yekpare kaideli, şark giyimli ve askeri teçhizatla donatılmış tarzda betimlendiği; yapılış yönüyle aynı stili taşıdıkları ve bölgenin tipik taşı olan kalkerden yapıldığı anlaşılmıştır.

 

 

Arkeologlar, ana mezarın sağında ve solunda yer alan asker heykellerinin, mezarın korunması amacıyla yapılmış olabileceğini ifade etmekte olup, bilimsel belgeleme çalışmalarının ardından lahit ve heykelleri yeni mekanları olan Şanlıurfa Müzesi’ne taşımışlardır.

Arkeologlar, buluntu mekanının defineciler tarafından tahrip edilmemesinin büyük şans olduğu; ilk defa uzmanlarca açılan ve kurtarma kazısı çalışmaları devam eden mezarın arkeoloji dünyasına sürpriz yeni buluntular sunabileceğini belirtmektedirler.

kulturvarliklari.gov.tr, 23.09.2014

GENÇ HEYKELCİLERİN GÖVDE GÖSTERİSİ

 

Yeni döneminde kültür sanat çalışmalarına hız veren Şişli Belediyesi, çağdaş sanatın en iyi genç heykeltıraşlarını bir araya getiren 'Genç Heykel Sergisi'ni Nişantaşı Sanat Park'ında açtı.

 

 

Nişantaşı Sanat Parkı’nda 27 Eylül ’e kadar sürecek ‘ Genç Heykel Sergisi’, sanatsever kent sakinlerdine genç sanatçılarla tanışma ve sanatçıların yapıtlarını günün her saatinde görme fırsatı sunuyor. Ezgi Öz’ün küratörlüğünde farklı yaklaşımları bir araya getiren serginin sanatçıları; Ahmet Özparlak, Arif Çekderi, Ayhan Mutlu, Ayşe Kurşuncu, Bahadır Çolak, Bahadır Yıldız, Bilal Hakan Karakaya, Caner Şengünalp, Cansu Tanpolat, Çayan Yılmaz, Derya Özparlak, Dilşad Yiğitcan Akçagöz, Işık Özçelik, İmdat Avcı, Kalpten Dönmez, Kutlu Alican Düzel, Meliha Sözeri, Ozan Oganer, Özgür Demirci, Seval Selçuk, Sezai Akboğa, Şenay Ulusoy, Tanzer Arığ ve Uğur Cinel. 
 



Caner Şengülalp'in çalışması...

 

“Kamusal alanın aşındığı, kent mekanının insani ilişkilerden arındığı, bedenin duyularının işlevsellik ve hız adına yok edildiği kentte acilen insani yaşam alanları yaratmak gerektiğini” düşünen Şişli Belediyesi, “Heykel aracılığıyla hem mimari yapı hem de manzara olarak yeni kamusal kent mekanları yaratmayı, mekanı, insani duyular ve toplumsal ilişkilere açmayı, insan-doğa ilişkisini onarmayı” amaçlıyor.


Kamusal alanda gerçekleştirilen sergi, kentin iç mekanizmalarına, sanatın temsil anlam sorunsalına eleştirel bir bakış açısı geliştiriyor. Serginin parkta oluşu da çeşitli anlamlar taşıyor: Sergi bizleri, parka sanatsal yanı üzerinden bakmaya, kent – mimarisi üzerinden düşünmeye, sanatı ve sanat sosyolojisini tartışmaya davet ediyor.

HALKA AÇIK ALANLARDA PROJELERİMİZ DEVAM EDECEK

 


Yeni dönemde kültür sanat çalışmalarına hız verme kararı alan Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü’nün (solda) sanat danışmanı Arda Aydoğan (sağda), konuyla ilgili soruları yanıtladı.

 

Yeni dönemde Şişli Belediyesi’nin kültür- sanat aktivitelerinden bahseder misiniz?
Şişli Belediyesi Belediye Başkanı Sayın Hayri İnönü, yeni dönemde dinamik ve aktif bir ekiple kültür – sanat çalışmalarına hız kazandırıyor. Yeni dönem, yeni belediyecilik anlayışı ile kamusal alanları sanat ile bir araya getirmeyi hedefliyor. Halka açık alanlarda sanat oluşumlarına bu proje ve sonrası için pek çok kez tanık olacaksınız.

Genç Heykel Projesi İstanbul’da daha önce gerçekleştirildi mi?
Şişli Belediyesi bünyesinde gerçekleştirilen Genç Heykel Sergisi’nin Türkiye’de belediye desteğiyle kamusal alanda gerçekleştirilen ilk heykel sergisi olduğunun altını çizmek gerekir.

Genç Heykel Sergisi’nin amacı nedir?
Serginin amacı kamusal alanlarda insani ilişkilerin yeniden yapılandırılmasını sağlamak, insan ve doğa ilişkisini tekrar hatırlatmak ve bu ilişkiyi onarmak, insanları, sanat ve kamusal alan birliği üzerinden yepyeni bir bakış açısıyla düşünmeye teşvik etmek. 

Projenin devamı gelecek mi?

Sanat faaliyetlerini yeni dönemde ön planda tutan Şişli Belediyesi, Genç Heykel Sergisi’ni her yıl tekrarlayacak.

Nişantaşı Sanat Parkı’nda olmasının nedeni ne?

İstanbul’un parkları Şişli Belediyesi ile beraber, kamusal alan olarak kullanılmak adına, atıl ve örselenmiş alanlar olmanın ötesinde, sanatın bileşenlerine açıldı. Bizim de günlük hayatımızda çoğu kez içinden geçtiğimiz Nişantaşı Sanat Parkı, bu bakımdan kamusal alanların en güzel örneklerinden biri. Serginin de amacı sanatın tüm bileşenlerini kamusal alana çıkartmak olduğu için sergi ile Nişantaşı Sanat Parkı bu bakımdan birbirlerini tamamlıyor.

Radikal, 23.09.2014

18 YÜZYIL SONRA AZİZ EFREM

 

 

Türkiye genelinde 25 bine yakın nüfusu olan Süryanilerin 86 yıllık kendi dillerinde eğitim hasreti nihayet son buldu. Milli Eğitim Bakanlığı'nın verdiği onayın ardından Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanlığı dün İstanbul Valiliği'nden resmi belgeyi alıp Yeşilköy'deki Özel Mor Efrem Süryani Anaokulu'nda ders zilini çaldırdı. 60 öğrenci kapasiteli üç katlı okulun ismi ise Süryaniler için çok büyük öneme sahip. Yıllar sonra eğitim hakkı kazanan Süryanilerin, anaokuluna 3. yüzyılda Urfa'da doğan ilk Süryani öğretmen ve bilim adamı Mor Efrem'in (Aziz Efrem) adını vermesi dikkat çekti. 8 kişilik eğitim ve idari kadrosuyla ilk zilin çalındığı Mor Efrem Süryani Anaokulu'nda yüzler güldü. Okulun tefrişatını yapan Süryaniler, kendi dillerinde, kültürlerinde oluşturulan özel müfredatla eğitime start verdi. 1928'de okulları kapanan Süryanilerin hukuk mücadelesi geçen yıl Ankara 13. İdare Mahkemesi tarafından verilen 'devrim' niteliğinde kararla son bulmuştu. Mahkeme kararıyla azınlık olduklarını tescil ettirdiklerine dikkat çeken Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkan Yardımcısı Kenan Gürdal, "Yıllardır hasretini çektiğimiz kendi dilimizde eğitime kavuştuk" dedi.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 23.09.2014

BİLİRKİŞİ, TAMİNCE'YA 'OLMAZ' DEDİ

 

Hükümete yakın işadamı Fettah Tamince’nin Olimpos’a yapmak istediği oteli, bilirkişi veto etti. TMMOB’nin açtığı davada, otel yapılmak istenen yerin 1. derece sit alanı olduğu vurgulandı. Bilirkişi raporu çevre dersi niteliğinde.

 

 

Taraf’ın gündeme getirdiği Antalya’da Beydağları Milli Parkı sınırları içinde Phaselis antik kentinde yapılmak istenen otel projesini bilirkişi, veto etti. Hükümete yakınlığı ile bilinen Rixos Oteller zinciri sahibi Fettah Tamince’nin Dream Of Phaselis adını verdiği tatil köyü, doğal güzelliğiyle göz kamaştıran Beydağları Milli Parkı’nda yapılmak isteniyor. Üstelik tatil köyünün 19 dönümlük kısmı da Olimpos antik kentinin sınırında yer alan ve MÖ 7’nci yüzyılda kurulan Phaselis antik kentinde bulunuyor.

ÇED’SİZ DE OLUR RAPORU VERİLMİŞTİ
2011’de bölgedeki imar planları değiştirilmiş ve şirket otel yapımı için harekete geçmişti. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü de verdiği kararda “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” dedi. Ardından TMMOB Mimarlar Odası ve Çevre Mühendisleri Odası Antalya Şubesi 1’nci Derece Arkeolojik Sit Alanı içindeki projeye karşı dava açtı. Dava için atanan bilirkişi heyeti araştırmalarını tamamladı. Heyet, özetle “buraya otel yapılamaz” dedi.

Raporda, proje alanının tahsisi ve onayı turizm mevzuatına uygun görünse de alanın Milli Park sahası ve aynı zamanda 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde etki alanı olduğu ve Phaselis Territorium’da bulunduğu gerçeğinin değerlendirilmediğinin anlaşıldığı belirtildi.

ÇİZİLMİŞ SINIRLA DOĞA KORUNMAZ
29 sayfalık bilirkişi raporunda, bölgeyi korumayan Antalya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü de eleştirildi. Kurul, sit alanına müdahale edilmeden projenin uygulanabileceği yönünde karar vermişti. Bilirkişi heyeti, Phaselis’in yalnız fiziksel kalıntıların bulunduğu alan ile ilgili değil geniş bir çerçeve ölçeğinde, doğal yapısı ve kentin etkileşim geçiş sahaları ile birlikte bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, bunun korumanın sürdürülebilmesi için önem taşıdığını belirtti. “Doğayı korumak “çizilmiş” sınırlara dayalı bir kavram değildir” dedi. Raporda ayrıca, yapılması planlanan turizm tesisinin beraberinde getireceği yapılaşmayı, hemen yakındaki yörelere de taşıyacağı vurgulandı.

PROJEYE GÖRE PLAN YAPIYORLAR
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baran Bozoğlu ise bilirkişi raporundan da anlaşılacağı gibi projenin çevreye etkisinde pek çok belirsizliklerin olduğuna değindi. Bozoğlu: “Plana göre proje değil, projeye göre plan yaklaşımı ülkemizde içselleştirilmektedir. Bu nedenle, doğal ve kültürel alanlarımız sınır tanınmadan, hukuk, bilim ve kamu yararı göz ardı edilerek yok edilmektedir” dedi.

Öte yandan Fettah Tamince, tatil köyü ile ilgili haberler çıktığında bir açıklama yapmış ve “5 yıldızlı otel inşa edilmeyecek olup, bölgenin dokusuna uygun bungalov projesi gerçekleştirilecektir” demişti. 

Taraf, Haber: Ayfer Çalıkıran, 22.09.2014

ORUÇ BABA'DA ÇALIŞMA BAŞLADI, MAHALLELİ İSYAN ETTİ

 

 

Fatih Topkapı Mahallesi'nde bulunan Oruç Baba Türbesi'nin de içinde bulunduğu parkta Ümmi Sinan Tekkesi'nin kalıntılarının ortaya çıkarılması için kazı çalışması başlatıldı. Arsadaki parke taşların kaldırıldığını gören mahalleli çalışma alanında arkeolog olmadığını iddia ederek çalışmayı durdurdu. Olay yerine polis ve zabıta ekipleri sevk edildi.

 

Ayrıca arsaya 'İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 1675 Sayılı Kararıyla, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk ve İslam Eserleri Müzesi Sorumluluğunda Arkeolojik Kazı Sahasıdır. Girmek Yasaktır' yazılı bir tabela konulduğu görüldü. Öte yandan geçtiğimiz hafta parkın çevresini demir perdeyle çevreleme işlemi zabıta ekipleri tarafından, izinlerin eksik olduğu gerekçesiyle  durdurulmuştu.

 

"ARKEOLOG OLMADAN KAZIYA BAŞLANILMIŞ"
Avukat Arman Yılmaz ise, kazının arkeolog eşliğinde yapılması gerektiğini ve arkeolog olmadan kazıya başlandığını belirterek,"Geçtiğimiz hafta bu alanın çevresine saç levhalar konuldu. Belediyeden izinleri olmadığı gerekçesiyle durdurmuştu. Şu anda temeli kazıyorlar, arkeolog geleceğini söylüyorlar. Ancak onun eşliğinde bir temel kazısı yapılacağı söyleniyor. Müzeler Genel Müdürlüğü ile telefonla görüştük, böyle bir izinlerinin olmadığını öğrendim. Vakfın elinde Bölge koruma kurulundan alınması gereken temel kazı izinleri var. Bu çalışmayı Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen arkeolog eşliğinde yapmaları gerekiyor. Bu arkeolog yok, Müzeler Genel Müdürlüğü'ne de bir başvuruları yok. Bizde böyle bir başvuruları olmadığı gerekçesiyle bu çalışmayı yapaayacaklarını söylüyoruz. İzinsiz çalıştıkları için Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bildirdik, görevlileri yolladılar oları bekliyoruz" diye konuştu.

 

TEK DİNLENME ALANIMIZ
Zeynep Sevim isimli bir mahalleli ise, tek dinlenme alanlarının burası olduğunu ifade ederek, "Geylani vakıfı burada 3 katlı bir külliye yapacak. Fatih'in kıymetli bir bölgesinde çok değerli bir alan. Çok cüzi bir rakama kiralanmış. Biz mahalle halkı olarak hiçbir kurum ve kuruluşa antipati beslediğimizden değil, boş alan olarak kalmasını istiyoruz. Park olarak kalmasını istiyoruz. Deprem gibi olaylar olduğu zamanlarda biz buraya kaçıyoruz. Akşamları çayımızı burada içiyoruz. Bu mahalle için bu alan özel bir alan tek boş yerimiz burası" dedi.

 

VAKIF GÖNÜLLÜSÜ: MİLLET TEKKE KÜLTÜRÜNÜ ÖĞRENSİN DİYE YAPIYORUZ
Arazi içinde bekleyen Geylani Vakfı gönüllülerinden Kuddisi Usta, kendilerine tepki gösterenlerin mahalleli olmadığını, 3-5 provakatör olduğunu iddia etti. Usta, “Biz burayı kurtarıyoruz, belediyeye kalsa burada daha büyük yapılar yapılacak. Biz tekkeyi millet için yapıyoruz. Millet tekke kültürünün öğrensin diye açıyoruz" dedi. Oruç Baba türbesinin bulunduğu arazi içerisine 2 ya da 3 katlı bina yapılacağını ifade eden Usta, “Eğitim alanı olacak, gerisi halka açık olacak" şeklinde konuştu. Mahallelinin türbe kapıları önündeki bekleyişleri devam ediyor. 

Hürriyet, 22.09.2014

KADIN MUMYASINDA 70 KAYNAK SAÇ

 

 

Mısır'da yapılan Amarna kazılarından çıkarılan 3 bin yıllık kadın mumyasında ilginç tespit: Başta 70 postiş bulundu. Üstelik hepsi farklı renklerde boyanmış!

 

Mısır'ın en eski yerleşimlerinden Amarna'da bulunan 3 bin yıllık bir kadın mumyasının kafatası üzerinde tespit edilen tam 70 parça postiş (kaynak saç) bilim adamlarını şaşırttı. Amarna kazılarında uzman olarak çalışan Dr. Jolanda Bos, Live Science dergisine yaptığı açıklamada, kafatası üzerindeki postişlerde farklı renklerde saçlara rastlandığını kaydederek, "Binlerce yıl önce yaşayan kadınlar da günümüzdeki hemcinsleri gibi süslenmeye düşkündü. Amarna kadınlarıysa hem postişi hem de kısa saçı seviyordu" dedi. Mumya üzerinde araştırmalarını sürdüren bilim adamları, şimdi, postişin günlük hayatta kullanılan yaygın bir aksesuar olup olmadığını tespite çalışıyor. Uzmanlara göre, postiş takma adeti, ölen kişilere öbür dünyada güzel görünmeleri için uygulanan bir ölüm ritüeli de olabilir. Kafatasında 70 tane birbirine sıkıca iliştirilmiş postiş bulunan mumyanın kimliği ise henüz belirlenemedi. Amarna'da bulunan diğer mumyaların da tıpkı bunun gibi iyi korunmuş olduğuna dikkat çeken bilim adamları, söz konusu bedenlerin antik Mısır toplumunun asillerine ait olma olasılığı üzerinde duruyor. Amarna Projesi kapsamında ulaşılan mumyaların yaşlarının 4 ila 58 arasında değiştiği belirtiliyor.

Sabah, 22.09.2014

MOMA'NIN GENİŞLETME ÇALIŞMALARI TAM GAZ

 

MoMA'nın genişletme çalışmalarında son aşamaya gelindi.

 

 

Yatırımcı Hines firması 85,3 milyon Dolara arazi için gerekli anlaşmayı yaptı ve MoMA Kulesi olarak anılan (Tower Verre) Jean Nouvel'in tasarımı için gerekli imzayı attı.

 





 

10 yıldır süren tartışmalar Amerikan Halk Sanatları Müzesi'nin yıkılmasını da gündeme taşımış, MoMA bir sanat kurumu olması ve çok yeni bir yapının yıkımına sebep olacak olmasıyla eleştiri konusu olmuştu.

 

 

82 katlı yapının 5 katı MoMA tarafından kullanılacak.

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 22.09.2014

TARİHİ ALANLAR TİCARETHANE OLACAK

 

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisi 12 Eylül'de aldığı kararla yıllardır tarihi Yüksek Öğretmen Okulu'nun yıkılarak yerine ticarethane yapılmasına karar verdi.

 

Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Ankara'da bir çok tarihi bina ve yerleşkenin tescili için başvuruda bulunduklarının söyledi. Ancak bir çok yerin tescil edilmediğini ve bugün yıkılarak yerine ticaret merkezi yapılması planlanan  Beşevler’de bulunan Yüksek Öğretmen Okulu yerleşke alanı ve Etlik garajının ticaret merkezinin bunlarda biri olduğuna dikkat çekti.

 

KENT TALAN SÜRECİNDE

Büyükşehir Belediye Meclis kararlarını yargıya taşıyacaklarını belirten Candan, “Büyükşehir Belediye meclisi kararları ile kent talan sürecine girmiştir” dedi.  Beşevlerde bulunan Yüksek Öğretmen Okulu yerleşkesinin 1961 yılında Yatakhane ve okulları konferans salonu ile önemli bir kompleks olarak 65 bin hektarlık bir alana içinde kurulduğunu hatırlatan Candan, 2010 yılında bu alanın tescili için başvurduklarını fakat tescil edilmediğini ifade etti.

 

Ankara’da Etlik garajı olarak bilinen ASKİ Genel Müdürlüğü’nün kullanımında olan alanın ticaret merkezine açılmasını da dava açacaklarını açıklayan Candan, “Ağaçlandırılacak alanları yapılaşmaya açmak için plan değişiklikleri veriyorlar. Sadece Büyükşehir Belediyesi’nin bir meclis toplantısında 30 dan fazla bu şekilde karar var” dedi.

Evrensel, 22.09.2014

BEŞ BİN YILLIK ANTİK KENTTE MÜZİK ODASI BULUNDU

 

 

Hatay’ın Erzin İlçesi'nde, 5 bin yıllık tarihi geçmişi olan ‘’İsos antik kentinde’’ müzik dinleti odası bulundu. Roma dönemine ait olduğu tespit edilen ve dünyada çok az bulunan ‘’Odeon’’ mimarisi ile yapılan müzik dinleti odasının tedavi amaçlı kullanıldığı düşünülüyor.

 

MÖ 545 yılında önemli bir yerleşim merkezi olan ”İsos antik kentinde” (Epifenia) kazı çalışmaları devam ediyor. 5 bin yıllık geçmişi bulunan antik kentte, Makedonya Kralı Büyük İskender ile Pers Kralı Darius arasında geçen meydan savaşı bu bölgede yapılmış. Dönemin ticaret şehri olarak tarih sayfalarında yer alan İsos; Roma, Bizans, Geç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğu’na ev sahipliği yapan çok kültürlü bir kent. 5 bin yıl önceye kadar bölgenin önemli bir yerleşim merkezi olan kenti ayağa kaldırmak için 8 yıl önce başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam ediyor.

 

Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Ömer Çelik başkanlığında 20 kişilik kazı ekibi, 3 ayrı noktada çalışmalara devam ediyor. Kazı alanının batısında Roma yolunun bir kısmı açığa çıkarıldı. Bulunan yolun, sütunlu yol olduğu kesinleşti. Roma yolunun kuzey doğusuna kadar devam eden çalışmalarda dükkanların olduğu kısma ulaşıldı. Buradaki kazılarda mozaikler bulundu. Arazinin doğusuna uzanan noktada Odeon mimarisine rastlandı. 8 yıldır devam eden çalışmalarda, daha önce Bizans askerlerinin kullandıkları hamam kalıntılarına ulaşılmıştı. Kalıntılarda orjinal ”Artemis” mozaiği bulunmuştu. Son çalışmalarda Abbasi, Bizans ve Roma dönemlerine ait önemli yerleşim alanları bulundu. Bulunan bir kalıntıda yapılan çalışmada, tarihte çok az kullanılan ”Odeon” mimarisi ile yapıldığı saptanan müzik odası bulundu. Roma dönemine ait olduğu tespit edilen müzik odasında çalınan müzikle insanların tedavi edildiği düşünülüyor.

 

Kazı alanında tepelik bir bölgede yapılan çalışmalarda ise Roma dönemine ait amfi tiyatro bulundu. İnsanların oturdukları alanın açığa çıkarıldığı kazılarda, tiyatro sahnesinin de ortaya çıkarılması için çalışmalar sürdürülüyor.

haberler.com, 22.09.2014

ÇATALHÖYÜK'TE 9 BİN YIL ÖNCE HEM YERLEŞİK HEM DE HÜKÜMETSİZ EŞİT BİR YAŞAM VARDI

 

Ortadoğu'nun dışında yerleşik yaşama geçilen ilk yerlerden biri olan 9 bin yıllık Çatalhöyük'te devam eden kazılar, 8 bin kişinin yaşadığı bu yerleşimde Ortadoğu'nun aksine merkezileşmiş hiyerarşik bir siyasi yapı değil, eşitlik ilkesine dayalı bir toplumsal düzenin hüküm sürdüğünü ortaya koydu. Ayrıca kadın ve erkekler arasında da eşitliğin bulunduğu Çatalhöyük'te insanların biyolojik akrabası olmayanlarla aynı evlerde yaşadığı ve beraber gömüldüğü, sembolizmin ve sanatın da çok geliştiği ortaya çıktı.

 

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan ve yaklaşık 9 bin yıl önceye ait önemli bir neolitik yerleşme olan Çatalhöyük'ün sırlarını çözmek için yürütülen çalışmaların 2018'de tamamlanması planlanıyor. Çatalhöyük, ilk olarak 1958'de James Mellaart tarafından keşfedildi ve 1961-1965 arasında 4 sezon boyunca ilk kazılar gerçekleştirildi. 1993'te Çatalhöyük'ün ortaya çıkarılmasında yeni bir perde açıldı. Yüzey araştırmasını takiben Kuzey ve Güney bölgede 1995 yılında başlayan kazılar, 18 yıldır Yapı Kredi ana sponsorluğunda devam ediyor. Kazı çalışmalarına şu ana kadar 22 farklı ülkeden binlerce araştırmacı katıldı.

 

Kazı Başkanı Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ian Hodder, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, ekip olarak 1993'te başladıkları kazıları 2018 itibarıyla bitireceklerini dile getirdi.

 

Çatalhöyük'ü önemli ve popüler kılan nedenleri "9 bin yıllık olması" ve "çok büyük bir alanı kaplaması" şeklinde sıralayan Hodder, 8 bin kadar kişinin yaşadığı Çatalhöyük'le ilk defa Ortadoğu'nun dışında bir yerde yerleşik hayatın bulunduğuna işaret etti. Hodder, "Yerleşik hayatın hep Ortadoğu'da, Irak'ta, Mezapotamya'da, Suriye'de varolduğu düşünülüyordu. Kazılarla, Orta Anadolu'da da çiftçiliğin, yerleşik hayatın olduğu görüldü" dedi.

 

Hodder, yeni bilimsel teknikler aracılığıyla Çatalhöyük'teki beslenme, sosyal ilişkiler ve iş ilişkilerine ilişkin bulgular elde ettiklerini anlatarak, şunları söyledi:

"Kullandığımız modern bilimsel tekniklerle erkek ve kadınların çok benzer şeyler yediğini, çok benzer yaşamlar sürdürdüğünü, benzer işlerde çalıştığını, hem erkeğe hem de kadına aynı sosyal statünün verildiğini gördük. Kadın-erkek arasında insanların düşündüğünden çok daha eşit bir yaklaşım olduğunu öğrendik. Ayrıca evlerin içerisine, yerin altına gömülen insanların biyolojik olarak birbirleriyle akraba ve aynı aileden olmadığını gördük. Bir aile olarak yaşamışlar ama biyolojik olarak ebeveynleri aynı değil. Dolayısıyla Çatalhöyük'te doğduğunuzda biyolojik anne-babanızla yaşamıyorsunuz, başka insanlarla yaşıyorsunuz."

 

Duvar resimleri, heykeller ve gömütleri incelediklerinde Çatalhöyük'teki sanatın birbiriyle ilişkisi olduğunu gördüklerini anlatan Hodder, "Sanat eserlerinin, ölülerle iletişime geçmek ya da o ölüleri korumak niyetiyle yapıldığını düşünüyoruz. Çatalhöyük'ü ziyaret ettiğinizde, o evlere gittiğinizde hem insanları hem de insanlara ait parçaları da görebiliyorsunuz. İnsanlar beraberinde parçaları da saklamış, bir şekilde atalarınız hala sizinle yaşıyormuş izlenimi veriliyor" ifadelerini kullandı.

 

"Bütün evlerde duvar resimleri"

Sembolizm ve sanat eserleri açısından Çatalhöyük'ün çok zengin olduğuna işaret eden Hodder, "Sanat, evin içerisinde uygulanıyor. Çatalhöyük'te bütün evlerde bu duvar resimlerinin olduğunu görüyoruz. Çatalhöyük'ün önemli olmasının bir başka sebebi de tüm duvar resimleri, objelerin çok güzel korunması" diye konuştu.

 

Prof.Dr. Hodder, eserlerin çok iyi korunarak bugüne ulaşabilmesi sayesinde detaylı analizler yapabildiklerini vurgulayarak, insanların günlük hayatta neler yaptığının ve bazı evlerde 450 kata kadar ulaşan sıvalardan yüz yıl boyunca insanların her ay neler yaptığını net ve detaylı olarak görebildiklerini söyledi.

 

"İnsanlar eşitlik ilkesiyle yaşamış"

Nüfusuyla dönemin en kalabalık şehirlerinden biri olması, duvar resimlerinin ve aletlerinin bilinen neolitik geleneklerle bağdaşmaması, yönetim biçimi, iç içe ve paylaşımcı yaşam tarzı değerlendirildiğinde Çatalhöyük'ün arkeolojik açıdan önem taşıdığına dikkati çeken Hodder, şöyle devam etti:

"Özellikle Ortadoğu'daki diğer yerleşim birimlerinde belli bir büyüklüğe ulaşıldıktan sonra merkezileşmiş bir yönetim ve hiyerarşi ortaya çıkarken Çatalhöyük'te insanların eşitlik ilkesiyle yaşamaları bölgedeki diğer yerleşim birimlerinden ayrışmasına neden oluyor. 8 bin kişilik toplulukta genelde bir liderin, bir hükümetin olması ve bir hiyerarşi beklenir. Çatalhöyük'te herhangi bir lider, herhangi bir hükümet, idari bina yok; kadın ve erkekler eşit. Çatalhöyük'ün ilk kasabalardan, ilk yerleşim yerlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar, 'Büyük topluluklar halinde nasıl yaşanır?' sorununu çözmüşler."

 

"Her yıl 160 kişilik ekip çalışmalara katılıyor"

Prof.Dr. Ian Hodder, Çatalhöyük'teki kazı çalışmalarını 21 yıldır sürdürdüklerini ifade ederek, "Her yıl orada 160 kişilik bir ekip bulunuyor ancak insanlar sürekli değişiyor. 21 yıl içerisinde dünyanın 22 farklı ülkesinden binlerce kişi kazılarda çalıştı diyebiliriz. Bunların dörtte biri de Türk" dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin almaları halinde 2015-2016 döneminde de 6 aylık kazılara devam edeceklareni, 2017-2018 döneminde de bulunan verileri analiz edip, açıklayacaklarını belirten Hodder, "Yanıtlamak istediğimiz sorulardan biri Çatalhöyük'te yerleşimin, yaşamın nasıl başladığı. Çünkü en dipte bulunan, ilk evlere ilişkin hala henüz bir bilgimiz yok. Neden o zamanlarda insanlar biraraya gelip, Çatalhöyük'ü oluşturdular, bunu öğrenmek istiyoruz" diye konuştu.

 

"UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alması, turizmi artırdı"

UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer almasının ardından Çatalhöyük'te turizmin de artığına işaret eden Hodder, bu sene 70.yılını kutlayan Yapı Kredi'nin 18 yıldır kazı çalışmalarına sponsorluk yaptığını hatırlatarak, şunları söyledi:

"Arkeoloji çok yavaş ilerliyor, uzun dönemleri kapsıyor ve çok büyük sabır gerektiriyor. Böyle çok uzun dönemler için sponsor bulmak her zaman çok zor olur. Birçok araştırma da 1-3 yıllığına sponsor olunduktan sonra uzun dönemleri kapsayamadığı için bu sponsorluk iptal edilmek zorunda kalıyor. Genellikle sponsor olunan birçok arkeolojik alan klasik, net görebileceğiniz alanlardır. Çatalhöyük çok farklı. Burada kerpiç binalar olduğu için hemen analiz edilmesi gerekiyor; korunması ve halka gösterilmesi çok daha zor. Yapı Kredi burada kerpiç mimarisi olan tarih öncesine ait bir yerleşim alanını desteklemekle risk de almış oldu. Alınan risk de Çatalhöyük'ün UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmesiyle başarıya döndü."















Cnn Türk, 22.09.2014

SULAR ÇEKİLDİ, KALE GÖRÜNDÜ

 

Van'ın Erciş İlçesi'nde uzun yıllar su altında kalan Osmanlı kalesi, Van Gölü'nün sularının çekilmesiyle yeniden ortaya çıktı.

 

 

 

Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaşanan kuraklık nedeniyle birçok baraj, gölet ve su kaynağı kururken, Türkiye'nin en büyük gölü olan Van Gölü'ndeki su seviyesinin düşmesi, Erciş İlçesi'nde yıllardır su altında kalan Osmanlı kalesini ortaya çıkardı.

 

Yapının büyük bölümünün su altında kalması nedeniyle ziyaret edilemeyen Van Gölü sahilindeki kaleye, şimdilerde yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor.





Kaleyi gezen tarihçi-yazar Selahattin Koşar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Urartu Krallığı zamanında Van Gölü sahilinde inşa edilen kalenin, Karakoyunlu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de onarımdan geçirilerek kullanıldığını belirtti. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde de geçen Osmanlı kalesinin 521 yılında Sultan Kılıçaslan tarafından Urartu Krallığı'nın temelleri üzerine inşa edildiğini anlatan Koşar, Kanuni Sultan Süleyman'ın da İran seferi sırasında kalede bir hafta konakladığına dair bilgiye sahip olduklarını ifade etti.





Koşar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan onarımın ardından yerli halkın kale çevresindeki yapılarda yaşadığını bildirerek, Van Gölü sularının 1800'lu yıllardan itibaren yükselmeye başlamasıyla insanların bugünkü Erciş bölgesine yerleştiğini dile getirdi. Kalenin, göldeki yükselmenin etkisiyle tamamen su altında kaldığını anlatan Koşar, kaledeki yapıların hem suyun hem de Van'da 23 Ekim 2011'de yaşanan depremin etkisiyle büyük hasara uğradığına dikkati çekti.

 

Suların çekilmesiyle yeniden ortaya çıkan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Erciş'teki tek eseri olan kaledeki belirli bölümlerin restorasyondan geçirilmesi gerektiğine değinen Koşar, yapılacak restorasyonla kalenin turizme kazandırılabileceğini sözlerine ekledi.

Akşam, 21.09.2014

İSTİKLAL, TARİHİNE YÜZ MÜ ÇEVİRİYOR?

 

 

BBC, şehrin sembolü olan caddenin eski yapılarının ve mekanlarının birer birer yok edildiğini, yerine yapılan AVM ve mağazaların da yeni ziyaretçilerinin olduğunu vurguladı.

 

İstanbul'un en eski semtlerinden olan Beyoğlu'nda yer alan İstiklal Caddesi, pek çok kez değişimden geçti. Bunların bazıları yeni kurulan sinemalar, açılan sahnelerle, kitapçılarla, pastanelerle oldu. Bir kısmı bu dükkanların el değiştirmesi, yerlerine yeni dükkanların açılmasıyla... İstiklal Caddesi'nden Tünel'e yaklaşık 250 dükkan var. Bunlardan 200'e yakını irili ufaklı mağaza, kalanları ise kafe, lokanta veya büfe. Bununla birlikte bugün yüzü İstiklal'e bakan yedi kitabevi var. Galatasaray'daki kumaşçı, caddenin başlarındaki Ali Muhiddin Hacı Bekir şekerlemecisi veya Tünel'deki Lebon pastanesi dışında eskiden kalma dükkanların sayısı ise azalıyor artık. Emek Sineması'nın ve İnci Pastanesi'nin içinde bulunduğu Serkildoryan Han'ın boşaltılması... Tünel'deki asırlık sahaf Librairie de PÈra, sonrasında Robinson Crusoe'nun kapanması, Rumeli Han'ın tahliyesiyle birlikte Rebul Eczanesi'nin kepenklerini indirmesi, caddedeki değişimin istikrarlı işaretleri belki de. Dışına inşaat iskeleleri kurulmuş binalar adım başı karşınıza çıkıyor. İstiklal'deki değişime direnmeye çalışan bir başka dükkan da Kelebek Korse. Mal sahibi düşük kira bedeli nedeniyle tahliyesini istiyor. Dükkanın işletmecisi ise, "Dönerci yapmak istiyorlar burayı" diyerek isyan ediyor. Caddenin ziyaretçileri arasında, eskiyi özleyen de bugünden memnun olan da var. Tekstilci Hakan Şensu, "Alışverişten memnunuz da, eskiye dönük hiçbir şey kalmamış. Eski dükkanlar yok, eski düzenler yok" diyerek yakınıyor. 21 yaşındaki Yaprak ise, daha çok arkadaşlarıyla buluşmak için geliyor buraya. "Alışverişi AVM'den yapmayı, kitapları ikinci elden almayı tercih ediyorum" diyor.

Sabah, 21.09.2014

EVLERDE TOPKAPI SARAYI'NDAN FAZLA ESER VAR

 

 

Tavan arasında sakladığınız bir objenin milyonlar etme ihtimalini hiç göz önünde bulundurdunuz mu? "Olmaz" demeyin evdeki eşyalarınıza bir göz atın. Uzmanlar evlerde Topkapı Sarayı'ndan daha fazla değerli eşya olduğunu söylüyor.

 

Mazimiz Osmanlı gibi zengin bir imparatorluğa dayanıyor. Pek çoğumuzun evinde değerli olduğunu düşündüğü eski bir eşya vardır. Taşınırken atıp atmamakta kararsız kaldığımız, kaç para eder diye düşündüğümüz objelerden bahsediyorum. Peki ama ya sürekli üstüne bastığınız halınız yüz binlerce lira ediyorsa? Ya da tavan arasında çürümeye bıraktığınız yağlı boya tablonuz büyük ikramiye ile eş değerdeyse... Hemen size umut vermek istemem. Ama emsaller yok değil. Eskiciye sattığı şekerlikle hayatı değişen, evindeki kartpostal saray arşivine giren örnekler var. Hemen büyük umutlara kapılmayın elbette, ama evinizde gizli kalmış bir hazine varsa da gün yüzüne çıkartın. Bunun için yapmanız gerekenler basit. Eksperlere başvurmanız yeterli. Hem de internet ortamında artık kendi araştırmanızı kendiniz de yapabilirsiniz. İşte eksperlerden evdeki objeleriniz için tavsiyeler....

Murat Öztürk / Halı eksperi
ŞİMDİ AVRUPA VE AMERİKA'DAN ESER TOPLUYORUZ


- Halı eksperliğine nasıl başladınız?
- Öztürk Halı'yı rahmetli dedem 1960'lı yıllarda Kapalı Çarşı'da kurmuş. Ben bu işi yapan üçüncü kuşağım. Ama daha küçük yaşta genlerime işlemiş bu iş. Henüz ortaokuldayken komünizm çökmüş, Sovyetler dağılmış. O dönemde Azerbaycan ve Ermenistan'dan insanlar el dokuması değerli halılarını getirip burada satmaya çalışıyordu. O kadar da ucuza satıyorlar ki biz de iyilerini seçip alıyoruz. Bir gün dükkana valizlerle Azeriler geldi. Babam iki-üç parça aldı. Benim beğendiğim parçayı almadı. Ben de arkalarından koştum ve harçlıklarımdan ödeyip aldım. Birkaç saat sonra dükkana gelen Avrupalı bir koleksiyoner benim aldığım halıyı iki katı fiyatına aldı.


- Türkiye'deki evlerden hali hazırda değerli halı çıkıyor mu?
- Artık çok ama çok zor, pek kalmadı. Bazı çok zengin ailelerde var tabii ama öyle çok ucuza alma şansı yok. Dünya internet sayesinde küçüldü. Artık herkes bilgiye çok rahat ulaşıyor. Şimdi biz Avrupa ve Amerika'dan eser topluyoruz. Oradaki mezatları, koleksiyoncuları takip ediyoruz. Eserleri genelde yurtdışından alıyoruz. Her gün telefonlar geliyor "Antika halımız var" diye. Ama maalesef çoğu ekonomik açıdan hiç bir değer teşkil etmiyor.

Bayram Karşit / Resim eksperi
TÜRKİYE'DE YAPILAN SAHTE TABLOLAR ÇOK AMATÖR İŞİ


- Sık sahte resme rastlıyor musunuz ve en çok hangi ressamların sahteleri oluyor?
- Sahte resimlere ara ara rastlıyorum. En çok İbrahim Safi, Fikret Mualla, Hoca Ali Rıza ve son dönemde vefat etmiş olan bazı çağdaş sanatçıların sahte eserlerine rastladım.


- Türkiye'de sahte resim piyasası ne durumda?
- Son dönemde oldukça azaldı. Mesela eski klasik ressamların eserleri nadir olarak satışa çıkıyor ve fiyatları da yüksek olduğu için alıcı da satıcı da bu işi ciddiye alıyor ve mutlaka ekspertiz yaptırıyor.


- Bir eserin sahte olup olmadığını nasıl anlarız?
- Bir resmin sahte olup olmadığını anlamak için öncelikle ressamın eserlerini çok iyi tanımak, çok eser görmek ve bilgi sahibi olmak lazım. Bunun dışında ultraviolet ışık ve çeşitli kimyasallar kullanılır. Kimyasalların bazıları üzerindeki kirli tabakayı temizlememize, bazıları da eserin yeni olup olmadığını tespit etmemize yardımcı olur. Dünyada bile henüz zamanın getirdiği eskimeyi herhangi bir yöntemle yapmak mümkün değil. Ama Türkiye'de yapılan sahte tablolar çok amatör.

Turgay Artam / Antiş A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
MANDAL KARŞILIĞI TOMBAK SATTI


- Türkiye'deki insanlar ellerindeki değerlerin farkında mı?
- Elbette hayır. İstanbul'daki evlerde Topkapı Sarayı'ndan fazla eser var.


- Sizin bulduğunuz, rastladığınız ilginç hikayeler var mı?
- Yıldız Sarayı'nda düzenlediğimiz tombak sergisini gezen bir kadın kendisinde benzer bir şerbetlik olduğunu ama bunu bir gün önce eskiciye satıp mandal aldığını söyledi. Tombağın değerini anlatınca da hızlıca sergiyi terk etti. Eskiciyi bulmuş ve tombağını üç katı ödeyerek geri almış. 50 bin lira gibi bir fiyatla müzayedeye koyduğumuz tombak tam 500 bin liraya satıldı. Sahibi büyük ikramiye çıkmış gibi sevindi.


- En çok hangi objeler çıkıyor evlerden?
- Evlerde genellikle değerli hilyelere rastlıyoruz. Değerli yüz binler eden bu hilyelerin ne olduğunun insanlar farkında değil. İnsanlar bunları evlerine asıyor ama ne olduklarını bilmiyor. Hilyeler Peygamber Efendimiz'i tasvir eden levhalardır. Etrafında da tezhip sanatı vardır. Ama üzerlerindeki imzalar eski Türkçe olduğundan kimse anlamıyor değerini. Oysa Nisan 2010'da 1 milyon 150 bin liraya satılan Kazasker Mustafa İzzet'in Hilye-i Şerif'i bunun en güzel ispatı. Sahibi sadece 50 bin lira istiyordu.


- Günde size kaç kişi başvuruyor?
- Yaklaşık 50 kişi başvuruyor. Bazı günler 20 eve ekspertize gittiğimiz oluyor. Ekspertiz için bir ücret almıyoruz.


- En değerli eşyalar nereden çıkıyor?
- İstanbul'da Anadolu yakasından çıkıyor. Ankara, Amasya, Konya ve Eskişehir'den de çok sayıda değerli eşya çıktığı oluyor. Doğal olarak her gidilen evden müzayedede satılacak eser çıkmıyor. Bazı evlerde hayal kırıklığı yaşanırken beklenmedik bir evden muhteşem eserler çıkabiliyor.

Muazez Bodur / BuKaçparaEder.com'un kurucusu
HER ÇEYİZ SANDIĞI ASLINDA BİR HAZİNE


-Türkiye'de evlerde çok fazla değerli eşya var mı?
- Herkesin evinde değerli olduğunu düşündüğü veya değerli olduğunu büyüklerinden duyduğu nice obje var. Dededen kalma bir saat, büyükannenin çeyizinden porselen yemek takımı, babanın eski silahı... Belki bir servet değeri taşıyan nice eşya yıllarca evlerimizin bir köşesinde sessizce duruyor. Her çeyiz sandığı bir hazinedir aslında...


- En çok hangi objelerle kapınızı çalanlar oluyor?
- Site ziyaretçilerimize en çok halı, ahşap objeler, tablolar, tespihler, Kur'an-ı Kerim el yazmaları, paralar, silah ve savaş objeleri, saatler, eski fotoğraf makineleri, eski radyolar, vintage eşyalar, pul ve gümüş objeler konusunda hizmet veriyoruz. Osmanlı tarafından üretilmiş eserler ya da Osmanlı pazarı için yapılmış mobilyalar, porselenler, kılıçlar ve tablolar hala evlerimizi süslüyor. Vintage dediğimiz dönem kıyafetleri, eski fotoğraf makineleri, kameralar ve eski radyolar tahmin edilen değerin çok üstünde değerlenebiliyor.


- Peki ama en değerli objeler neler oluyor?
- Birinci sırada Kur'an-ı Kerim ve el yazmaları geliyor. Günümüzde evlerde hala çok sayıda el yazması eser ve Kur'an bulunuyor. Birçoğunun çok tahrip olduğunu görüyoruz. El yazması ve matbu eserler çok karıştırılıyor, ekspertiz için tarafımıza gönderilen bütün el yazması eserlerin çevirilerini yapıp, eserlerin ne olduğu, kim tarafından yazıldığı, hangi konuda yazıldığı hakkında eser sahiplerine bilgi veriyoruz. Kur'an ve el yazmalarını, halı, mobilya, eski savaş objeleri ve saat takip ediyor.


- Size şu ana kadar kaç kişi başvurdu?
- Online ve kurumsal müşterilerimizin 2,5 yıl içinde 250 bin eski değerli eşyasına ekspertiz yaptık. Elinde dedesinden, büyükannesinden kalma nadir ve eski eşyası olanlar, koleksiyonerler ya da olmak için çaba gösterenler, eski eşya almak ya da satmak isteyenler, antikacılar, mimarlar, iç mimarlar, avukatlar, sigorta şirketleri, özel müzeler ve kurumlar müşterilerimiz arasında.


- Ekspertiz işlemi nasıl yapılıyor? Gerçek olup olmadığını nasıl anlayacağız?
- Günümüzde ekspertiz, güven esasına dayalı, kendilerini belli konularda geliştirmiş insanların, geçmiş tecrübeleriyle verdikleri kanaat görüşlerine dayalıdır. Öncelikle bu kişilerin tarafsız, objektif ve iyi niyetli olması hususu bu aşamada en önemli kriterdir.


- Evlerde bir kenara atılmış ve çok değerli olan eşyalarla karşılaştınız mı?
- Bir mühür koleksiyonerinin, Osmanlıca bilmediği için okuyamadan aldığı bir mühür, döneminin çok önemli bir hattatına ait çıktı, alındığı fiyatın 300 katına değerlendi ve bu mühür ilgili bir kitapta içerik olarak kullanıldı. Ekspertiz için yollanan ve bir sarayımızda çekilen bir fotoğraf, saray arşivinde olmadığı için bağışlanarak sergilenmeye başlandı. Yine eski Türkçe yazılmış bir kitap, bu alanda araştırma yapılan bir üniversiteye ışık tutuyor şimdi.


- Hiç, bir evde bulduğunuz çok değerli ve sizi şaşırtan bir obje oldu mu?
- Duvarlarda unutulmuş tablolar, kitapların arasında unutulmuş el yazması mektuplar, evraklar, el yazması kitaplar, Kur'anlar bazen servet değeri taşıyor. Hem eser sahibi hem biz çok şaşırıyoruz. Boşaltılan bir evde eski diye bırakılmış eşyaların arasında tarihe ışık tutan kartpostallar, eski fotoğraflar, sandıkların içinde askeri üniformalar, depolarda çürümeye bırakılmış eski mobilyalar bulduğumuz çok oluyor. Evindeki sobayı satıp, kalorifer bağlatmak isteyen bir müşterinin duvarında yüz binler eden bir tablo olduğunu ve onun hiç farkında bile olmadığına da şahit olduk.


- En çok değerli eşyalar nerelerden çıkıyor? Örneğin Anadolu'dan çıkıyor mu?
- İnsanlar duygusal bağ kurduğu objeleri saklıyor ancak şaşırtıcı örnekler daha çok hiç umursamayıp köşeye attığınız, çatı katında, depoda unuttuğunuz eserler. Ekspertiz için en çok talebi İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Bursa'dan alıyoruz.


- Değerli eşyaları nasıl korumalıyız?
- Bazen büyük koleksiyon sahipleri bile sahip oldukları eşyanın ne olduğunu bilmiyor. Bizi en çok şaşırtan ve üzen şey bu aslında. Bir eserin korunması, güncel bir eserin ortaya çıkarılmasından daha zordur. Doğru koşullarda saklamak, gereken bakımları uzmanlara yaptırmak gerekir. Her tip materyalin farklı koruma ve bakım kuralları var. Temizlik ve restorasyon uzman ellerde yapılmazsa eser çok değer kaybedebilir. Öncelikle eserlerinizi temiz, direkt gün ışığına ve ısıya maruz kalmayacak şekilde sergilemenizi ve zarar gördüğü anda doğru, ehil restorastöre ulaşmaya çalışmanızı tavsiye ediyorum.


- Farklı kültürlerde tarihi eşyalara gösterilen ilgi de farklılaşıyor sanırım.
- Dünyada Çin, Türkiye, Rusya ve Hindistan tarihi değerlerini koruyamadı. Bu ülkelerden sayısız kültürel varlık yurtdışına çıktı. Şimdi bu ülkeler kültürel miraslarını geri almaya çalışıyor.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 21.09.2014

300 YILLIK TARİHİ MEZARLIK ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

 

 

Erzurum’da 300 yıllık tarihi mezarlık çöplüğe dönerken, mahalle sakinleri yağmur sonrası ortaya çıkan kafatası ve insan kemiklerini görünce panik yaşadılar.

 

Erzurum'un Yakutiye İlçesi'ne bağlı Veyisefendi Mahallesi'nde bulunan tarihi 300 yıllık mezarlık adeta kaderine terk edilmiş durumda. Eski dönemlerden kalma mezarların bulunduğu alanda yağmur yapmasıyla oluşan toprak kayması sonucu insan kemikleri ve kafatasları ortaya çıkıyor. Vatandaşlar tarafından adeta çöplük haline çevrilen tarihi mezarlıkta, çocuklar oyun oynarken kemiklerle karşılaşıyor. Eski dönemlere ait mezar taşlarının bulunduğu alanda bir çok mezar kayıp olurken bazı mezarlardan da kemikler dışarı çıkıyor.

Mahalle sakinlerinin tedirginlik yaşadığı alanda bulunan kafatası ve kemikler toplanıp poşete konularak mezarlıklar müdürlüğüne teslim edildi. Mahalle sakinlerinden Abdulcabbar Yaşar, tarihi mezarlığa sahip çıkılması için yetkililerden yardım istedi. En az 300 yıllık mezarların bulunduğunu ifade eden Abdulcabbar Yaşar, yağmur yağdığında bütün kemiklerin ortaya çıktığını ifade ederek, çocukların kemiklerden korktuklarını söyledi. Yaşar, "300 yıllık tarihi bir mezarlığa hiç kimse sahip çıkmıyor. Kafatasları, kemikler hep dışarıda biz toplayıp poşetlere koyuyoruz ve mezarlık müdürlüğüne teslim ediyoruz. Bu mezarlıkların etrafının çevrilip korumaya alınmasını istiyoruz." dedi.

Sabah, 21.09.2014

ERZURUM KALESİ'NE
TEHLİKELİ TIRMANIŞ

 

Erzurum'un en eski yapıları arasında bulunan ve binlerce turistin ziyaret ettiği Erzurum Kale'sinin duvarlarına tırmana çocuklar tehlike oluşturdu.

Kale duvarlarına adeta cambaz gibi tırmanan çocuklar, tehlikenin farkında olmayarak oyun oynadılar.

Üç arkadaşın birbirleriyle tırmanma yarışı yaptığını gören vatandaşlar, çocuklara uyarılarda bulundu.

Yaklaşık 3 metre yüksekliğinde duvara tırmanarak çıkan çocuklar çevredekilerin yardımıyla aşağıya indirildi.

Sabah, 21.09.2014

TARİHİ KENTİN KAPISI AYAĞA KALKIYOR

 

 

Isparta Yalvaç’ta Hıristiyanlar için ‘kutsal mekan’ kabul edilen Pisidia Antiokheia Antik Kenti girişinde bulunan Batı Kapısı’nın konservasyonu (muhafaza etme) için çalışma başlatıldı. 5 yıldan bu yana antik kentte kazı çalışmalarını sürdüren Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr Mehmet Özhanlı, bu yılki programlarında konservasyon çalışmalarına ağırlık verdiklerini belirtti.

 

“ŞEHRİN GÖRÜNTÜSÜ DEĞİŞECEK”

Antik kentte sürekli kazı çalışmaları yapıldığını aktaran Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı, antik kentte ilk kez 1908 yılında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Michigan Üniversitesi tarafından kazı çalışması yapıldığını söyledi. Daha sonraki yıllarda Yalvaç Müzesi tarafından yapıldığını anlatan Prof.Dr. Özhanlı şöyle dedi:

“Bu yıl ilk olarak şehrin girişinde yer alan 4 ayak ve 3 girişi bulunan Batı Kapısı ayağa kaldırılmak üzere çalışmamızda yer aldı. 45 gün boyunca proje üzerinde çalıştık. Digital olarak kapı ayağa kaldırıldı. Malzemelerinin nerelerde olduğu, hangi parçalarının eksik olduğu tek tek tespit edildi. Üzülerek söylüyorum ki, malzemenin yüzde 65′i kayıp. Biz bu eksik parçaları çizerek aynısını yapıp yerlerine koymayı ve kapıyı ayağa kaldırmayı planlıyoruz.”

 

PİSİDİA KALKANI KAPI GİRİŞİNE KONULDU

Eksik parçalardan Pisidia Kalkanı ve bazı zemin taşlarının bulunarak yerine konulduğunu kaydeden Prof.Dr. Özhanlı, şöyle dedi:

“Batı kapısı 3 girişi olan bir kapı. Buradan içeriye girdiğinizde ortada bir su kanalı görüyorsunuz. Caddenin her iki tarafında işyerleri var. Bu işyerlerinin parçalarını da temin ederek, kilden elde ettiğimiz sıvayla yerlerine yerleştirdik. Önümüzdeki dönemde de çatı kurup görsel malzemelerle dükkanları dolduracağız. Böylelikle gelen ziyaretçiler bu dükkanlarda neler yapıldığı konusunda bilgi sahibi olacak.”

 

ÇOK SAYIDA YABANCININ UĞRAK YERİ

Pisidia Antiokheia antik kentinin, Hıristiyanlık dininin yayılmasında önemli rol oynayan Saint Paul’ün Efes’ten gelerek ilk vaazını verdiği yer olarak bilindiğini söyleyen Prof.Dr. Özhanlı, antik kentin Hıristiyanlar için hac merkezi olarak kabul edildiğini ve her yıl çok sayıda ziyaretçi ağırladığını vurguladı.

 

Güney Kore, Arjantin, Almanya ve ABD’den grupların ziyaret ettiği antik kentte Augustus Tapınağı, Anıtsal Çeşme, Roma Hamamı, Amfitiyatro, Saint Paul Kilisesi gibi kutsal alanların yanında son yıllarda ortaya çıkarılan Roma villaları da ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

Mynet Haber, 21.09.2014

 JOAN MİRO'YU ANLAMA KILAVUZU

 

Sezonun en önemli sergilerinden biri Çarşamba günü Sakıp Sabancı Müzesi'nde açılıyor. 22 Eylül Pazartesi günü saat 10.00'da Miro için bir basın toplantısı yapılacak. Toplantı aynı anda radikal.com.tr'den yayınlanacak. Bu önemli sergi için Miro'nun beş yapıtını inceledik.

 

 

20. yüzyıl resminin en tanınmış isimlerinden biri Joan Miro, 125 eseriyle İstanbul ’a geliyor. İsmini herkesin bildiği resimlerini tanıdığı Joan Miro için canlı renkleri, neşeli desenleri ile Akdenizli İspanya’nın simgelerinden biri diyebiliriz. Hem İspanyol hem Katalan, hem soyut hem figürcü, hem sürrealist hem değil, biraz dışavurumcu… ama hepsinin ötesinde kendisi gibi bir ressam. Hayatı boyunca resmi değiştirmek, ona ‘süikast düzenlemekle’ uğraşmış bir sanatçı. Sonuçta resmi öldüremese de her faninin bir bakışta tanıyacağı, kendine ait bir dünya kurmayı başarmış bir imza.


Miro’nun eserleri ilk bakışta birer soyut resim gibi görünür. Lekeler, çizgiler, renkler ve desenler bir hikaye anlatmaz. Aslında sadece bir güzellik duygusu ve neşe vermeyi de hedeflemez. Çünkü o soyut görüntüye dikkatle baktığınızda Miro'nun hiç durmadan tekrar ettiği temel figürlerini görebilirsiniz: kuşlar, kadınlar, yıldızlar, ay ve güneş... 1920'lerde oluşturduğu ve ömrü boyunca sadık kaldığı bu semboller, insanın bilinçaltına, doğayla, hayatla, gökyüzüyle kurduğu ilişkiye dair simgelerdir. Miro'nun sanatı, bu sembolleri ve ana renklerini değiştirmeden farklı teknikleri denediği bir arayış olarak bilinir. Tuvalden dev duvar resimlerine, seramikten taş baskıya ve halılara geniş bir teknik yelpazede hep yeniyi arayan bir büyük alem.


Her ne kadar Miro bu şekillerin biraz da kendiliğinden oluştuğunu söylese de bugün onun son derece planlı, akılcı bir sanatçı olduğunu biliyoruz. Ne Dali gibi deli ne Picasso gibi kadınlara düşkün biriydi. Diğer çılgın İspanyollardan farklı olarak sakin ve planlı bir hayat sürdü, iyi bir aile babası oldu. Barcelona'daki Miro Vakfı'nda korunan arşivi sayesinde tüm resimlerini ayrıntılı biçimde önceden tasarladığını, resimlerin kime kaça satıldıklarını listeleyip hesabını tuttuğunu biliyoruz.


Miro, 50'lerin sonunda karısı Pillar'ın memleketi Mallorca'ya yerleşti. Buradaki harika manzaralı, ağaçlar arasındaki evinde uzun yıllar huzur içinde çalıştı. Denemeyi hiç bırakmadı tabii. Bazen eski bir tahta parçasının üzerine resim yaptı, bazen tuvallerinin ortasını yaktı... Belki de en çok seramik, halı, litografi çalıştığı dönem de bu oldu. En ünlü komşusu ise 1975'te tahta çıkan İspanya Kralı Joan Carlos'tu. Kralın kaskını takıp motorsikletiyle ünlü ressamı ziyarete geldiği ve İspanya'nın birliği, demokrasi üzerine uzun uzun sohbetler ettikleri Miro ailesinin anlatmayı sevdiği anılardan biri.


İstanbul'daki sergide de en çok Miro'nun bu en mutlu, en deneysel son döneminden eserler göreceğiz. Eserler Miro'nun kendi elleriyle kurduğu Barcelona'daki Miro Vakfı ile ölümünden sonra ailesinin Mallorca'da oluşturduğu iki kurum: Successió Miró ile Pilar ve Joan Miró Vakfı’ndan geliyor. Sergi, sanatçının çalışma biçimini, desenleri, özel eşyaları ve çeşitli belgelerle birlikte sunacak.


Sanat sezonumuz için görkemli bir açılış, resim severler için kaçırılmayacak bir fırsat.

MİRO'YA NASIL BAKMALI


FİGÜRLER KUŞLAR VE YILDIZ

 

 

Çok tipik bir Miro resmi. Geniş boş alanın yarattığı derinlik duygusu var. Hakim renk mavi, onu yine bir başka temel renk, kırmızı yırtıyor. Sol köşedeki yıldız, Miro'nun olmazsa olmazı. Altındaki nokta ve devam eden çizgide ellerini yere uzatmış insan figürleri var. Kuşlar ise ortadaki büyük çizgi ve onun üzerinden geçen kırmızı. İki kanadından tanıyabilirsiniz...


CONSTELLATIONS

 

 

Miro için eserlerini çoğaltan özgün baskılar ve özel kitaplar çok önemliydi. Çoğaltmalar hem popülerleşmek daha çok insana ulaşıp resmin burjuva yaşantısına özgü sınırlarını zorlamak imkanı, hem de farklı işbirlikleri olanağı veriyordu ona. İkinci Dünya Savaşı başladığında yaşadığı sıkışmışlık duygusuyla yarattığı bir seri olan Consellations, Miro'nun en tipik resimleridir. Çok sayıda çizgilerden oluşan kadınlar, kuşlar ve diğer canlılar, cansızlar. Miro o resimleri yaptığı dönemi “İçimde derin bir kaçma arzusu vardı. Umutsuzca kendime kapandım, gece, müzik ve yıldızlar resmimde rollerini üstlendiler” diye anlatıyor. İstanbul'da bu seriden yapılmış çok özel bir kitap da sergilenecek. Bu özel baskıdan dünyada sayılı miktarda bulunuyor.

KİŞİ

 

 

Miro müzesinin önündeki yerinden 10 yıldır hiç kımıldatılmayan heykel, ilk kez İstanbul sergisi için söküldü. Baş ve gövdesi tek bir hareketle tasarlanmış gibi duran bu figür, sanatçının en ünlü heykellerinden biri. Kolları, cinsel organı sonradan eklenmiş gibi. Ona daha gerçeküstü bir atmosfer katıyor. Spielberg'in ünlü filmi ET'ye de bu bronz heykelin ilham verdiği rivayet edilir. Sakıp Sabancı Müzesi'nin girişinde sergilenecek, tıpkı Barcelona'da olduğu gibi ziyaretçiler onunla hatıra fotoğrafları, selfiler filan çektirebilsin diye...

MAĞARA KUŞLARI

 

 

Miro'nun resminde en önemli simgelerden biri kuş. Bu resimde de kuşun yüzü açıkça görülüyor. Büyük bir eğimle uzanan çizgi de kuşun gövdesini simgeliyor. Miro için kuş, düşlerin, özgürlüğün, farklı dünyaların simgesi. “Kuşlar göğe doğru uçarken bizi yerden alıp daha yükseklere, hiç dünyevi olmayan rüyalara ve hayaller dünyasına doğru kaldırıp götürürler” diye anlatıyor resimlerindeki kuşları.

JOAN MİRO'YA GÜZELLEME

 

 

Adını Joan Brossa tarafından yazılmış ve sanatçıya ithaf edilmiş bir dizi şiirden alıyor. Miro, şiirle çok ilgili bir ressamdı ve çok sayıda taşbaskı seriyi şiirlere eşlik etsinler diye yaptı. Hatta onu baskıya bu kadar yönelten şeyin de şiir olduğu söylenir. Hareketli enerjik bu resmi bize Miro'nun kadınlarından birini de gösteriyor. “Benim kadın dediğim, bir canlı olarak kadın değildir, evrenin kendisidir” diye anlatıyor Miro. Bu resimde yukarıya bakan, sanki çığlık atan bir kadın var. Miró’nun çok sevdiği simgelerinden üç tel saç bu figürün de başında. Miro'nun resimlerinde sık sık kullandığı kırmızı renkli kadın cinsel organı da yerini almış... Ve tabii bir yıldızla birlikte... Bir başka tipik simgesi kaçış merdiveni de resmin alt köşesine yerleşmiş. Temel renkler ise sanatçının tipik kırmızısı ve sarısı ve mavisi…

Radikal, Haber: Cem Erciyes, 21.09.2014

 

******


'MİRO'NUN ÖZELİ' DÜNYADA İLK KEZ SABANCI'DA

 

20. yüzyıl sanatının büyük ismi Katalan ressam Joan Miro'nun aile koleksiyonunda kimi yapıtları ve özel eşyaları dünyada ilk kez Sabancı Müzesi'nde sergileniyor. Sabancı Holding sponsorluğunda açılan 'Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar' başlıklı sergi, 1 Şubat'a kadar SSM'de.

 

 

Geldi, geliyor derken nihayet Miro İstanbul ’da. Sakıp Sabancı Müzesi’nde bugün açılan ‘Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar’la kentin sanat mevsimi de uluslararası boyutta bir sergiyle başlangıç yapıyor. Aynı zamanda tüm izlemeye gelenler de sonbaharı çocuksu bir coşkuyla karşılayacak eminim.

 

 

‘Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar’ sergisi bu sabah SSM’inde müze müdürü Nazan Ölçer, serginin sponsoru Sabancı Holding CEO’su Zafer Kurtul, Joan Miro Vakfı Müdürü Rose Maria Malet Miro’nun torunu Joan Punyet Miro’nun katılımıyla yapılan basın toplantısı ve ardından düzenlenen turla kapılarını açtı.


Picasso, Dali, Rembrand, Monet gibi olağanüstü sergilere imza atmasına rağmen doğrusunu söylemek gerekirse Barcelona’daki Miro Müzesi, Mallorca’daki aile koleksiyonu Succesio Miro, Pilar ve Joan Miro Vakfı, evi ve atölyesini dolaştıktan sonra “İstanbul’da aynı etkiyi yaratmak mümkün olacak mı acaba?” diye düşünmeden edememiştim.


Tabii ki kuşkularım anlamsızmış. Nazan Ölçer ve Hüma Aslaner başta olmak üzere tüm SSM ekibi yine muhteşem bir sergiye imza atmış. Miro’nun dünyası mükemmel biçimde yansıtılıyor.

 

 

DÜNYADA İLK KEZ SABANCI’DA
Nazan Ölçer’in toplantıda “Müze olarak hayalimizde, Pablo Picasso ile başlayıp Salvador Dali ile devam eden İspanya’nın büyük ustalarının üçlemesinde son halkayı tamamlamak vardı. Bu süreçte Barcelona’daki Joan Miro Vakfı ile sanatçının olgunluk dönemine odaklanan, onun vazgeçemediği kadınlar, kuşlar ve yıldızları merkeze alan ve sanatçının çok yönlülüğünü ortaya çıkaran bir seçki yapmaya karar verdik. Ancak bu bir galeri sergisi değil. Çok yönlülüğü ortaya çıkarmak için ayrıca, Mallorca’daki aile koleksiyonunda yer alan eserlerle yine Mallorca’daki Pilar ve Joan Miro Vakfı’nda bulunan atölye malzemelerini ödünç aldık. Sanatçının farklı tekniklerdeki kimi eserleri ve bazı kişisel eşyaları ise dünyada ilk defa Türkiye’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenecek. Ayrıca sergide yer alan bir dizi belgesel filmde Katalan sanatçı Joan Miro’nun yaşamını, iç dünyasını, değişimleri, dostlarını, ülkesindeki ve dünyadaki siyasi olaylara duyduğu öfke ve tepkisini izleyerek sanatçının kolay ele vermediği gizli dünyasını tanıma imkanına sahip olacağız” diyerek sergiyi kısaca özetledi.

 



 

Gerçekten de sergi, resimlerinden heykellerine, seramiklerinden dokumalarına tüm yapıtlarıyla, belgelerle, özel eşyalarıyla, çalışma alanlarından dostlarından fotoğraflarla, onu anlamak için mutlaka izlenmesi gerektiğine inandığım belgeseliyle Miro’yu çok geniş bir spektrumda sadece sanatıyla değil, tüm insani yönleriyle de yansıtıyor.


İstanbul’a ilk kez gelen, torun Joan Punyet Miro da hem SSM’inden hem de serginin düzenlenmesinden çok etkilenmiş. “Yurt dışında bugüne dek açılan en iyi Miro sergisi” diyecek kadar da sergiden emin ve sonuçtan çok mutlu. Onun dediği gibi Akdeniz güneşinin bunaltıcı sıcağının Miro’nun ruhunu nasıl etkilediğine yakından şahit olacağız bu sergiyle.

 

 

MIRO HEP MIRO KALDI
Barcelona’daki Joan Miro Vakfı Müdürü Rosa Maria Malet’ye göre, Miro’nun son dönemine yoğunlaşmalarının en büyük nedeni, son dönem eserlerinin çoğunlukla, kendi dilini, söylemini yarattığı ve en özgür dönemi olması. Hem teknik, hem anlatım hem de ele aldığı konular açısından. Ancak Miro özünde hep aynıydı. Farklı teknikler kullansa, dönem dönem dili değişse de çocuksu ruhu hiç değişmiyor.


Yine de kimi uzmanlar Miro’nun yaşamında asıl kırılmanın 1956’da Mallorca’ya yerleştikten sonra başladığını söylüyor. Renkleri azalıyor, daha yalınlaşıyor. Bir süre kendini sadece taş baskılara ve seramiğe adıyor. Beş yıl sonra tekrar resme döndüğünde çalışmaları daha özgür ve hareketli olmaya başlıyor. Simgeler arka plana itiliyor, tuvalde akan damlalar, el izleri, renk lekeleri gibi dışa vurumcu öğeler görülüyor.

 

 

Kısacası, 90 yıllık uzun, son günlerine dek sanatla iç içe şiir gibi bir yaşama sahip Miro’yu anlatmak kolay değil. Zaten o da tüm yaşamı boyunca şiirle, şairlerle ilişkisini hiç kaybetmemiş. Aragon, Breton Eluard, Octavia Paz gibi ustalarının ona yazdığı şiirler de bunun en büyük kanıtı.
23 Eylül -1 Şubat tarihleri arasında ziyarete açık olan sergiyi kaçırmayın, hatta bir an önce gidin derim. Eminim bir kez dolaşmak yetmeyecektir, ikinci tura da vakit kalsın...

POLİTİK DURUŞU VE ETNİK KİMLİĞİNİN NE ÖNEMİ VAR?

 

 

Dünyadaki en önemli Miro uzmanı kabul edilen Rosa Maria Malet basın toplantısı sırasında sanatçının iki dünya savaşı sırasında ve sonrasındaki aldığı tavır hakkında sorulara cevap vermek istemedi. Miro gibi evrensel bir sanatçıyı politikaya çekmek doğru değil. İstanbul’daki sahte sergi konusu da bu sergiyi hiç etkilememiş. Sahte sergi ortaya çıktığında bu serginin hazırlıkları çoktan başladığı için ona göre bir tavır geliştirmeleri hiç söz konusu olmamış.

Radikal, Haber: Müge Akgün, 23.09.2014

 

******


MİRO'NUN KUŞLARI BOĞAZ'A KONDU

 

 

Katalan ressam Joan Miró’nun 125 eseri bugün Sakıp Sabancı Müzesi’nde ziyarete açıldı. “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” adıyla açılan sergide, ilk kez sergilenen eserlerin yanında sanatçının torunlarının evinde saklanan kişisel eşyaları da bulunuyor. Üç belgesel filmin de gösterildiği sergi, 1 Şubat 2015’e kadar görülebilir.

 

Ünlü Katalan ressam Joan Miró, arşivlerde korunan defterlerinden birinde şöyle diyordu: “Benim işlerim bir ressamın bestelediği bir şiire benzemeli.” Eserlerini, hatta hayatının kendisini resim ve şiir düzleminde yaşayan sanatçı için önemli olan, ruhundaki şiirin izlerini resimde aramaktı. Ferit Edgü’den dinleyecek olursak: “Miró tüm yaşamı boyunca şiirin yol göstericiliğine inandı. Kendini daha gençlik yıllarından itibaren bir şair-ressam ya da bir ressam-şair olarak gördü. Birçokları gibi şiirsel (lirik) resimler yapmadı. Şiiri, bir şiir olarak resminin odak noktasına oturttu.” Edgü’ye göre Aragon, Eluard, Breton, Char ya da Octavia Paz gibi dönemin büyük şairlerinin şiirlerinde onun sanatını ele almalarının sebebi, belki de Miró’nun resimlerinde aradığı şiir sayesindedir.

 



Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) yaklaşık üç yıl süren, Miró’nun sanatına ve hayatına ayna tutacak nitelikte bir sergi açma girişimleri bugün açılan sergiyle gerçekleşmiş oldu. Sanatçının 125 eserinin bir arada yer aldığı “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisinde ilk kez izleyiciyle buluşan eserlerin yanında Miró’nun torunlarının evinde bulunan kişisel eşyaları da yer alıyor. Sergi, sunduğu eser çeşitliliği bakımdan Miró’nun çok farklı yönelimlerini keşfetme imkanı da sunuyor. Joan Miró Vakfı Müdürü Rosa Maria Malet’in de ifade ettiği üzere, “Miró her tür teknikle çalışmış bir ressamdır; denediği her teknikte büyük bir kaşiftir ve büyük bir öğretmendir”. Her bir malzemenin ve tekniğin en iyi sonucunu almaya çalışan hatta bu uğurda sınırları zorlayan sanatçı, örneğin resimlerini sadece tuval üzerine yağlıboya yaparak sınırlandırmaz. Onun zemini bazen bir mukavva, bazen bir ahşap, bazen de çuval bezi ya da seramik olabilir. Taşbaskıdan aside yedirme baskı türüne kadar çeşitliliği artıran Miró, her ne kadar sarı, kırmızı, mavi ve siyah gibi temel renklere ağırlık veriyor olsa da, yağlıboya, suluboya, akrilik, çini mürekkebi, kurşunkalem gibi araçlardan da sonuna dek faydalanmayı bilir.  

 

Joan Miró’nun resimlerinde kurduğu dile değinecek olursak, bu konuda Fransız şair Raymond Que-neau’nun söylediklerine dikkat kesilmek gerekir. Şaire göre Miró’nun alfabesi Çin sembollerine benzer, “Anlamak için bir derse ihtiyaç duyarsınız.” Ancak Miró’nun evrenine girildiğinde, özellikle olgunluk döneminde, şiirsel sembollere yoğunlaştığı görülür; sanatçı kısıtlı sayıda öğeden oluşan biçimsel dilinde belli başlı evrensel konular işler. Temelde özgürlüğü dert edinen sanatçı, eserlerinde kadın, kuş, ay, güneş ve takımyıldızlarından oluşan bir dil geliştirir. Joan Miró’nun olgunluk dönemine odaklanan sergideki eserlerin yanı sıra, üç belgesel film de gösteriliyor. Bu filmlerde sanatçının hayatı, iç dünyası, dostları, geçirdiği değişimler, siyasi hadiselere karşı gösterdiği tepkilerle birlikte fazla bilinmeyen iç dünyası da izleyici ile buluşacak.

 

SSM’de Miró günleri

“Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisi kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi'nde bir dizi etkinlik de gerçekleştiriliyor. Bunlardan ilki bugün saat 11.00'de sanatçının torunu Joan Punyet Miró'nun dedesine dair hatıralarını anlatacağı konferans olacak. 27 Ekim Pazartesi saat 13.30 ile 17.00 arasında gerçekleştirilecek ikinci konferansın konusu ise “Sanat Eserlerinin Sırları, Sanat Konservasyonu Konuşmaları”. Miró etkinliklerinde çocuklar da unutulmamış. Hafta içi ve hafta sonu atölyelerinde, anaokulundan liseye kadar tüm öğrenciler ücretsiz olarak Miró'nun dünyasına kapı aralayan bu eğitimlere katılabiliyor. Müze, sergi kapsamında İspanyol sinemasından örnekleri de izleyiciyle buluşturuyor. Ekim, Kasım ve Aralık boyunca sürrealist yönetmen Luis Bunuel, Carlos Saura ve Pedro Almodovar'ın filmleri gösterilecek ve 3 Aralık Çarşamba akşamı saat 19.00'da, Atilla Dorsay'ın katılımıyla İspanyol sineması hakkında bir panel düzenlenecek.

Zaman, Haber: Zehra Onat, 23.09.2014

 

******


İSTANBUL'DA MİRO ZAMANI

 

20’nci yüzyılın en etkili sanatçılarından Joan Miró’nun olgunluk dönem işleri, Sabancı Müzesi’nde ziyarete açıldı. Geçen yıl “sahte eserlerini” gördüğümüz Miró, bu kez sanatının zirvesinde bir usta olarak sanatseverlerle buluşuyor.

 

 

O, resmi öldürmek istiyordu. Yaşamı ancak ölümün içinden doğurabileceğini biliyordu belki de; içindeki ressamı öldürmeyi göze alacak kadar kararlıydı. Elini kana bularken, bir efsane doğurdu: Joan Miró.


Sakıp Sabancı Müzesi, Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar adlı sergiye evsahipliği yapıyor. Sabancı Holding’in sponsorluğunda, Barselona’daki Joan Miró Vakfı, Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miró ile Pilar ve Joan Miró Vakfı’nın işbirliğiyle düzenlenen sergi, sanatçının olgunluk dönemi işlerine odaklanıyor. 125 eserden oluşan kapsamlı seçkide, yağlıboya ve akrilik tablolar, duvar halıları, taşbaskı ve aside yedirme baskıların yanısıra Miró’nun aile koleksiyonundan ödünç alınan kişisel eşyalar da bulunuyor.

EVRENSEL UĞRUNA
Dünyada Miró sergileri, ekseri iki farklı yörüngede ilerliyor: Hayatı boyunca denemekten hiç vazgeçmeyen sanatçının ya üslup ve form arayışları ya da “görünenin altındaki politik duruşu” inceleniyor. Sabancı seçkisi ise Miró’yu tartışmak değil, tanıtmak isteyen bir içerik hazırlamış. Burada “evrensel sanatçı” tanımını haklı çıkarmak istercesine, zamandan ve mekandan azade bir sanatçı portresi sunuluyor. Miró’nun işlerinde sıklıkla kendine yer bulan, kadın- kuş- takımyıldızları- ay- güneş gibi “leitmotiv” temalar üzerinden sanatçının olgunluk dönemi inceleniyor.

ARAYAN DEĞİL BULAN
Seçki, son dönem işlerinden oluştuğundan Miró’nun arayışlarını değil, oturan üslubunu yansıtıyor. Sanatçının dönemine, dönemin siyasetine verdiği cevap ise en iyi ihtimalle bir dipnot olarak kalıyor. İki dünya savaşı, kimilerine göre “II. Dünya Savaşı’nın provası” niteliğinde bir iç savaş ve Avrupa’nın en uzun soluklu faşist yönetimi olan Franco rejimini yaşamış bir sanatçı Miró. Bir hayatın içinden yürümüyorsunuz galeriyi gezerken, “arayan” değil “bulan” bir sanatçıyla karşılaşıyorsunuz.

Bu küratöryel tercihin, “Miró’yu tanıtmak” şeklindeki hedeften kaynaklandığını düşünüyorum. Halbuki tanımak, birinin “neleri öldürmeyi seçtiğini bilmekten” geçiyor biraz da.

Konuşmaya, dinlemeye ve anlamaya takati olmayanların ördükleri duvarlarda küçük pencereler açıyor Miró. Siz, perdelerinizi sımsıkı kapatabilirsiniz. Sanıyor musunuz ki, o zaman kuşların cıvıltısı da duyulmayacak.

Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar, 1 Şubat’a kadar Sabancı Müzesi’nde ziyaret edilebilir.

BİR DALGINLIKTIR PİCASSO
Sabancı Müzesi, Miró sergisini, 2005’te Picasso’yla başlayan ve 2008’de Dali’yle devam eden “Katalan üçlemesinin son halkası” olarak ziyarete sunuyor. İncelikle hazırlandığı gözlerden kaçmayan sergi kitabının Türkçe ve İngilizce edisyonlarında da bu vurguya yer veriliyor. Müze Müdürü Nazan Ölçer basın toplantısında, “bu üç büyük sanatçının Katalan olmasının tesadüf olamayacağını, buradaki özgürlükle ilgili platformdan kaynaklandığını” söyledi. Joan Miró Vakfı’nın Müdürü Rosa Maria Malet ise bir başka noktaya dikkat çekti: “Picasso, Malagalıdır. Barselona’da yaşamışsa da Katalan değildir.” Ayrıntılı ve titiz çalışmalarına hayranlık beslediğimiz müze yönetimi, bu “dalgınlık” yüzünden sergi kitaplarını yeniden basacak mı, merak ediyoruz. 

Taraf, Haber: Murat Şevki Çoban, 23.09.2014

ERDOĞAN'DAN VAHDETTİN KÖŞKÜ'NDE 1.5 SAAT TEFTİŞ

 

 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün öğle saatlerinde Üsküdar Kısıklı’daki konutundan çıkarak, Karacaahmet Mezarlığı’na gitti.

 

Erdoğan, annesinin ve babasının mezarlarını ziyaret edip dua etti. 15 dakika süren ziyaret sonrası Erdoğan, Çengelköy’deki Kerem Aydınlar Camisi’ne giderek cuma namazını kıldı.

 

Erdoğan’a, Merkez Valiliği’ne atanan Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok ve Ak Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu eşlik etti. Erdoğan daha sonra, girişi caminin hemen yanında olan Vahdettin Köşkü’ne yürüyerek geçti. Bu sırada korumaları bölgede sıkı güvenlik önlemleri alarak basın mensuplarının ve cuma namazını Erdoğan’la aynı camide kılan cemaatin köşke yaklaşmasını engelledi.

 

Erdoğan, hem devlet konukevi hem de Cumhurbaşkanlığı yazlık çalışma ofisi ve aynı zamanda ikamet olarak da kullanılabilecek şekilde yeniden inşa edilen tarihi Vahdettin Köşkü’nde incelemelerde bulundu.

 

Binalardaki çalışmalar ve bahçedeki düzenlemeler hakkında bilgi alan Erdoğan, burada 1.5 saat kaldı.

 

Padişah Vahdettin’in tahta çıkmadan önce yaşadığı Vahdettin Köşkü’nün de içinde bulunduğu 65 dönümlük alandaki eski Köçeoğlu Köşkü, Kadın Efendi Köşkü ve Ağalar Dairesi aynı hizaya çekildi. Köşk için 1988’de dönemin Başbakanı Turgut Özal da ‘Başbakanlık Dinlenme Evi’ yapılması için talimat vermiş, restorasyon başlamış fakat Özal’ın ölümü sonrası çalışma durdurulmuştu.  

Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 20.09.2014

EDİRNE'DE RESTORASYON HAMLESİ

 

Edirne'de, II. Murat zamanında yaptırılan ve günümüzde sadece minaresi ayakta kalan Şeyh Şüceaddin Cami'nin yeniden inşası için çalışma başlatıldı. Osmanlı-Rus Savaşı'nda yıkılan tarihi Gazimihal Hamamı da restore edilecek.

 

 

Günümüzde sadece minaresi ayakta kalan Şeyh Şüceaddin Camisi, aslına uygun şekilde yeniden yapılacak. Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, Tabakhane Caddesi'ndeki caminin bulunduğu alanın kamulaştırma işleminin tamamlandığını söyledi. Cami arazisinin mülkiyetinin, kamulaştırma sonrasında Vakıflar Bölge Müdürlüğüne devredildiğini belirten Şahin, şunları kaydetti:

"Göreve ilk geldiğim günlerde bölgeyi gezdiğimde çok hoş bir manzarayla karşılaşmadım ve hemen buranın ihyası için çalışmalara başladık. Kamulaştırma işlemini İl Özel İdaresi aracılığıyla 130 bin liraya tamamladık. Şeyh Şüceaddin Karamani'nin mezarının da bulunduğu yere, Bulgaristan'ın Şumnu kentindeki bir camide gördüğüm şadırvanın aynısından türbe yapacağız".

Şahin, Edirne Müze Müdürlüğü'nün, caminin oturum alanının tespiti ve projelendirme çalışmaları için kazılara başladığını ifade etti. Caminin fotoğraflarının arandığını vurgulayan Şahin, "Cami aslına uygun olarak projelendirilecek" diye konuştu.

 

 

592 yıllık hamam restore edilecek
Mülkiyeti Maliye Hazinesi'ne ait olan ve Edirne Valisi Dursun Ali Şahin'in girişimleriyle Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilen Gazimihal Hamamı da restorasyona girecek. Devir işlemlerinin tamamlanmasının ardından fizibilite çalışmalarına başlayan Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, işlemler sonrasında restorasyona başlayacağı bildirildi. Yıllardır metruk halde duran hamamın restorasyon çalışmalarına en kısa sürede başlanacağını bildiren Vali Dursun Ali Şahin, şunları kaydetti:

"Tam şehrin girişinde bulunan bu tarihi zenginliğimiz bakımsızlığı nedeniyle hiç hoş olmayan görüntülere neden oluyor. Yapılacak röleveden ve kazı çalışmalarının ardından projelendirip, en kısa sürede restorasyon ihalesini yapacağız. Hamamın restorasyonunun tamamlanmasıyla şehrimizin Avrupa tarafından girişi hoş olmayan görüntüden kurtulacak".

Yapı, 20.09.2014

DÜNYANIN SANATI BİZE GELİYOR

 

İstanbul’un en büyük sanat fuarlarından ArtInternational 26 Eylül’de başlıyor. Haliç Kongre Merkezi’nde üç gün sürecek fuara 24 ülkeden 80 galeri katılacak.

 

 

İlki geçtiğimiz yıl gerçekleşen Artinternational sanat fuarı bu yıl yine Haliç Kongre Merkezi’nde 26-28 Eylül tarihlerinde düzenlenecek. Geçtiğimiz yıl 15 bin sanatseveri ağırlayan, birçok ünlü koleksiyoneri İstanbul’a çeken, toplamda 21 milyon avroluk satışın yapıldığı fuar bu yıl da iddialı. Fuarın yönetmenliğini yine Dyala Nusseibeh, sanat yönetmenliğini ise Stephane Ackermann üstleniyor.

Türkiye’den 12 galeri
İstanbul’daki Rampa Galeri’den Leyla Tara Suyabatmaz, Pi Artworks’den Yeşim Turanlı, Viyana’daki Galerie Krinzinger’den Ursula Krinzinger, Paris’teki Yvon Lambert galeriden Olivier Belot ve New York’ta bulunan Leila Heller Gallery’den Leila Heller’ın oluşturduğu seçim komitesinin değerlendirmesi sonucu bu yıl fuara Amerika’dan Çin’e, Suudi arabistan’dan Finlandiya’ya 24 ülkeden 80 galeri katılacak.


Türkiye’den ise Artinternational’a, fuarda geçen yıl da stand açan Galeri Mana, NON, Pi Artworks, PİLOT, Rampa, ArtSümer, x-ist ile Galeri Zilberman ve bu yıl ilk kez Dirimart, Galeri Nev, Rodeo ve Sanatorium katılacak.

Fuarın yıldızları ve merakla beklenenler
Fuarın yıldızları ise geçtiğimiz yıl bir sergiyle Sakıp Sabancı Müzesi’nde konuk olan Anish Kapoor ve fuarla aynı tarihlerde yine Sakıp Sabancı Müzesi’nde bir sergisi açılacak olan Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miro olacak. Ai Weiwei, Marina Abramoviç, Andy Warhol, Banksy, Damien Hirst, Yayoi Kusama, Willem Oorebeek, Steve Sabella ise fuarın merakla beklenen diğer sanatçıları...

 

Taner Ceylan’ın ilk heykeli

Çağdaş sanatımızın bazı önemli sanatçıları da yabancı galerilerle birlikte İstanbul’a geliyor. Bunlar arasında Leila Heller Gallery’den Kezban Arca Batıbeki, Murat Pulat ve Gülay Semercioğlu; Edouard Malingue Gallery’den Nuri Kuzucan ve Galerie Lelong’dan Ramazan Bayrakoğlu var. Uzun bir aradan sonra eserlerini yeniden Türkiye’de görme şansına erişeceğimiz bir diğer sanatçı ise Taner Ceylan. Ceylan’ın yeni işleri ilk kez ArtInternational’da görücüye çıkacak. Paul Kasmin Gallery’nin standında yer alacak Ceylan ayrıca, sanat hayatının ilk heykelini de sergileyecek.

 

Lale Müldür’ün yeni şiirleri katalogda

Şair Lale Müldür’ün deneysel film projesi “Azılı Yeşil”in gösterimi ve çekim süreci fuarın en önemli etkinliklerinden biri. Müldür, Kaan Karacehennem ve Franz von Bodelschwingh’in eşliğinde yönettiği bu filmin gösterimine katılacak ve uzun versiyonun çekimlerini fuar alanında yapacak. Bir diğer sürpriz ise Lale Müldür’ün daha önce yayımlanmamış şiir ve görsel çalışmalarının ArtInternational’a özel fuar kataloğunda yer alacak olması.

Milliyet, Haber: Fırat Karadeniz, 20.09.2014

KANUNİ'NİN 'KÜRDİSTAN'INA SANSÜR

 

Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) Orta Öğretim Kurumları için hazırlattığı tarih kitabının bazı bölümlerinde 'Kürdistan' kelimesi sansürlendi. Aynı ders kitabında Osmanlı Devleti'nde yaşayan halklar arasında da Kürtler yer bulmuyor.

 

 

Vicdan Turan, İlhan Genç , Mehmet Çelik, Celal Genç ve Şenol Türedi tarafından hazırlanan, MEB tarafından bu yıl altıncı baskısı yapılan ‘Tarih 10’ ders kitabının 71. sayfasındaki “Kanuni Dönemindeki Siyasi Olaylar” başlıklı bölümde, Kanuni’nin Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği mektupta Kanuni’nin hakimiyeti altına aldığı yer adlarının sayıldığı bölümdeki ‘Kürdistan' ifadesi sansürlendi. Evrensel gazetesinden İsmail Afacan'ın haberine göre, Kürdistan ibaresinin sansürlendiği bölüm şu şekilde: “Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadolu ’nun, Azerbaycan’ın, Şam’ın, Halep’in, Mısır’ın, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, bütün Arap diyarının, Yemen’in, nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezit Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva’sın.” Bu mektubun orijinal metninde Kanuni Sultan Süleyman hakimiyet altına aldığı yerler arasında ‘Kürdistan’ın yanı sıra Diyarbakır ve Zülkadriye (Maraş) gibi iller de yer almadı.

OSMANLI’DA YOK!
Ders kitabında ikinci dikkat çeken nokta ise Osmanlı toplumsal yapısının anlatıldığı bölüm… Kitabın 66. sayfasında Osmanlı reayası (askeri sınıf dışında olan herkes) şöyle şematize ediliyor. Osmanlı millet sistemi anlayışına göre yönetici sınıfa dahil olmayan ‘reaya’ Müslim ve Gayrimüslim olarak ayrılıyor. Şematize edilen bölümde Osmanlı Devletindeki Müslüman halklar şöyle sıralanıyor: “Türkler, Araplar, Acemler, Boşnaklar, Arnavutlar”. Bu bölümde de Kürtlere Osmanlı devletinde yaşayan Müslüman halklar arasında yer verilmiyor.

Radikal, 20.09.2014

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Aksaray’da bulunan Nora antik kentindeki tarihi doku gün yüzüne çıkarılıyor.

 

Antik kent ile ilgili Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Doğan’dan bilgi alan Aksaray Valisi Şeref Ataklı, Helvadere Kasabası sınırları içerisinde Hasan Dağı'nın eteğinde geniş bir alanda yer alan Roma ve Bizans döneminden kalma antik şehir kalıntılarında incelemelerde bulundu.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Doğan, ''Nora, Viranşehir ve Mokisos’ isimleriyle de anılan bölgenin geniş bir yaşam alanı olduğunu, antik kentin bulunduğu alanda ve özellikle yamaç kısımlarında önemli yapı kalıntılarının bulunduğunu söyledi. Nora antik kentinin stratejik mevkide önemli bir askeri üs olduğunu ifade eden Doğan, Nora antik kentinin Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 1998 yılında aldığı karar ile birinci derece arkeolojik sit alanı ilan edildiğini, ancak bugüne kadar antik kentte kapsamlı bir çalışmanın gerçekleştirilemediğini belirtti. Doğan bölgede yapılacak kapsamlı bir çalışma ile Nora'nın turizme kazandırılabileceğini ifade ederek öncelikle Nora Antik kentine giden yolun iyileştirilmesi gerektiğini söyledi.

 

Belediye Başkanı Haluk Şahin Yazgı ile beraber Nora antik kentinde incelemeler yapan Vali Şeref Ataklı yaptığı açıklamada Aksaray’ın birçok bölgesinde çok eski medeniyetlerin izlerini görmenin mümkün olduğunu bu noktada Aksaray’ın yüksek turizm potansiyeline sahip olduğunu söyledi. Aksaray’ın turizmde hak ettiği yere gelmesi için hep beraber gayret göstereceklerini ifade eden Vali Ataklı, Nora antik kentinin Hasandağı'na yakınlığı nedeniyle dağcılık alanında doğa turizmiyle birlikte değerlendirilebileceğini söyledi.

 

Vali Ataklı, ‘’ Bölge Roma-Bizans dönemi ören yeri olarak kültür turizmi kapsamında dikkati çeken bir bölge burada bölgeye ulaşım imkanları ve diğer alternatif ulaşım imkanları değerlendirilerek buranın gezilip görülmesi sağlanabilir. Aksaray’ın her bölgesinde geçmiş medeniyetlerin izlerini görüyoruz. Kentin turizm potansiyeli çok iyi bunu ortaya çıkarmalı turizmin hizmetine sunmalıyız’ dedi.

 

Nora antik kentinden çok etkilendiğini belirten Aksaray Belediye Başkanı Haluk Şahin Yazgı, Aksaray'ın her bölgesinde farklı bir güzelliği barındırdığını, bu değerlerin tanıtımı ve gelecek kuşaklara aktarılması yönünde hep beraber güzel çalışmaların yapılacağını vurguladı.

Trt Haber, 20.09.2014

İKİ BİN YILLIK TARİHİ ESERLER GÜNLÜK İŞLERDE KULLANILIYOR

 





 

Adıyaman’daki Perre antik kentinin sit alanı üzerine kurulu olan Örenli (Pirin) Mahallesi'nde tarihi eserler yok oluyor.


Kommagene Uygarlığının beş büyük kentinden birisi olan Perre antik kentinin birinci derece sit alanı içerisinde bulunan Örenli (Pirin) mahallesinin her yerinden tarih fışkırıyor. Tarihi Roma Çeşmesi başta olmak üzere onlarca sütün, işlemeli taşlar, soku, lahitler her gecen gün tahrip oluyor.


Her yerinden tarihi eser çıkan mahallenin sakinleri çıkan bu eserleri günlük hayatta kullanıyor. Roma dönemine ait sütun ve taşların üzerine evler yapıldı. Yaklaşık 30 yılı aşkın süredir sit alanı ilan edilen bölgede daha önce yapılan yapılarda tarihi eserlerin kullanıldığı görülüyor. Perre antik kentinin kaya mezarlarının yanında bulunan Örenli mahallesinin altında yer altı şehri olduğu belirtiliyor.


2001 yılında Adıyaman Müze Müdürlüğü tarafından yerel imkanlarla başlatılan kazılarda yüzlerce kaya mezar ve bu mezar odalarında Kommagene dönemine ait kullanılan eserlerin yanı sıra mozaikli villa ortaya çıktı. Bazılarının yeri kesin olarak bilinin mozaikler, korunamayacağı gerekçesiyle üzeri yeniden kapatıldı.


Mahalle sakinleri de tarihi eserlerle iç içe yaşamaktan memnun değil. sit alanı olduğu için oturdukları evlerinde onarım, bakım yapamıyorlar. Yeni ev yapmalarına izin verilmiyor. Evlerin bazıları bakımsızlıktan dolayı yıkıldı.


Mahalle sakinleri, Devletin kamulaştırmayla ilgili başlattığı çalışmaların sonuçlandırmasını bekliyor. Arazileri ve yapılarının biran evvel kamulaştırılarak paralarının verilmesini isteyen mahalle sakinleri, evlerinin başlarına yıkılmasından korktuklarını dile getirdiler.


Örenli Mahalle Muhtarı Ömer Ekici, bulundukları mahallenin altının yer altı şehri olduğunu belirterek, mahalle sakinlerinin biran evvel kamulaştırma istediğini vurguladı.


Muhtar Ekici, Perre antik kentinin görülmeye değer tarihi dokuya sahip olduğunu ancak her geçen gün bu tarihi dokunun yıprandığını vurgulayarak, “Perre antik kentinin tarihi dokusu gün be gün zarar görüyor. Vatandaşımız bilerek veya bilmeyerek bu tarihi dokulara zarar veriyor. Eserler kırılıyor, aşınıyor. Sütunlu evlerimiz, lahitlerin bulunduğu evlerimiz var. Bu eserlere yazık oluyor. Biran evvel kamulaştırılmanın yapılması gerekiyor. Bu tarihi eserlerin bir yerde toplanarak açık hava müzesi gibi sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum” dedi.


Birinci derece sit alanı içerisinde oldukları için yapılaşmaya izin olmadığını, mevcut yapılarda bakım ve onarım yapamadıklarını dile getiren Ekici, vatandaşın çok zor durumda olduğunu aktardı.

Milliyet, 19.09.2014

XANTHOS ANTİK KENTİ KAZILARI 'PAYDOS' DEDİ

 

 

Antalya'nın Kaş İlçesi yakınlarında yer alan, Türkiye'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki 13 antik yapıtından biri olan Xanthos antik kentindeki kazıların bu yılki bölümü sona erdi.

 

Xanthos Antik Kenti'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ile birlikte yürütülen kazılar, 1950 yılından bu yana sürdürülüyor. Kazılar, 1950'den 2010 yılına kadar Fransızlarca yürütüldü. 2010'dan bu yana ise Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeloloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Burhan Varkıvanç başkanlığında yürütülüyor. Bu yıl 8 bilim adamı, 15 öğrenci, 20 işçinin katıldığı kazılar, yaklaşık 2.5 ay sürdü.

 

Kazıların bu yılki bölümünde beş alanda çalışma yapıldı. Batı agora, meclis binası, ana cadde şapeli, Likya yapısı ve güney doğu sektörde çalışmalar sürdü. Bu yılki kazı çalışmalarında, biri bey sarayı olduğu tahmin edilen yeni yapılar ortaya çıkarıldı. Ayrıca, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Hanife Yüksel ve öğrencilerince antik kentte düzenlenen sempozyumda yapılan 6 taş antik koltuk, antik kent içindeki anıt ağaçlar altına yerleştirildi ve gelen ziyaretçilerin hizmetine sunuldu.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Burhan Varkıvanç, Xanthos antik kentindeki 2014 kazılarının Temmuz başı itibariyle başladığını belirterek, "Bu yılki çalışmalarımızda beş temel alan belirledik. Bu alanların üçünde 2012 yılından beri kazılarımız devam ediyor. Geniş alana yayılan kazıları sürdürüyoruz. Özellikle güney doğu sektörde yeni yapılar ortaya çıkardık. Ancak Erken Bizans Dönemi'nde yapılan tahribat nedeniyle, tarihini ve hangi amaçla kullanıldığını belirleyemedik. Önümüzdeki yıllarda tarihlerini ve asıl kullanım amaçlarını belirleyeceğiz" diye konuştu.

 

EN ÖNEMLİ LİKYA KENTLERİNDEN BİRİ

1988 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan Xanthos antik kenti, kabartmaları İngiltere'deki British Museum'da sergilenen Harpy Dikme Anıtı, Dansözler Lahdi, Likya Anıt Mezarları ve Likya'nın erken yapıları ile ünlü, Likya Birliği'nin en önemli 6 kentinden biri. MÖ 8'inci yüzyıldan MS 7'nci yüzyıla kadar kesintisiz yerleşim olan bir kent. Klasik dönemde Likya Birliği'ne başkentlik yapan kent, Erken Bizans Dönemi'nde de psikoposluk merkezi.

Gerçek Gündem,19.09.2014

SİDE ANTİK KENTİNDE 2014 KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

 

Antalya’nın Side antik kentinde yaz dönemi kazı çalışması tamamlandı.

 

İzmir Efes’ten sonra kazı çalışması başlatılan Side’de 67 yıldır kazı çalışması yapılıyor. Antik kentte ilk kazı çalışmasının 1947 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Almanya’ya gönderdiği arkeologlar arasında yer alan Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafından yapıldığı belirtiliyor.

Dünyaca ünlü arkeolog Mansel’in antik kentte 1947-1966 yıllarında aralıksız kazı çalışması yaptığı ve Side Müzesi’nde sergilenen eserlerin önemli bir kısmının gün yüzüne çıkmasını sağladığı ifade ediliyor. Mansel’den sonra antik şehirde kazı çalışmasını öğrencisi Prof.Dr. Jale İnan’ın yaptığı ve Side’nin başta ABD ve Almanya olmak üzere dünyada tanıtılmasını sağladığı belirtildi. Antik Side’de Ülkü İzmirliğil’den sonra son 6 yıldır kazı çalışması Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı öncülüğünde yapılıyor. Anadolu Üniversitesi’nin Side kazılarına Avusturya Graz Karl-Franzens Üniversitesi Arkeoloji Bölümü arkeologları da eşlik ediyor.

 

Arkeologlar, antik Side’de yerleşim alanı olmasına bağlı ve şehrin Doğu Kapısı’nda önemli ölçüde kazı çalışması yapılmaması nedeniyle 67 yıl içinde tarihi Ören yerinin yüzde 10′nun ancak gün yüzüne çıkarılabildiği belirtiliyor. Arkeologlar, yüzde 90 toprak altında olan antik Side’nin tamamen gün yüzüne çıkarılması için 500 yıla ihtiyaç olduğunu dile getiriyor.

 

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Alanyalı, Side Antik Kent 2014 kazı çalışmalarının sona erdiğini söyledi. Bu sene kazı çalışmalarını antik Side’de Doğu Kapısı ve antik kenti ikiye ayıran agora içindeki Attius Philippus Suru çevresinde yaptıklarını belirten Alanyalı, kazı çalışmasını Avusturyalı arkeologlarda olmak üzere toplamda 30 kişilik ekiple yaptıklarını kaydetti. Side’de Doğu Kapısı’nda kazı çalışmasını Avusturya Graz Karl-Franzens Üniversitesi arkeologları Dr. Ute Lohner Urban, Melanie Eicher, Helmut Vrabel, Antonio Calabrd ve Selen Kanat’ın yaptığını belirten Alanyalı, Anadolu Üniversitesi olarak tarihi Ören yerinde 6 yıldır kazı çalışması yaptıklarını söyledi.

 

Alanyalı, Side kazıları ile ilgili şu bilgileri verdi: “Bu sene kazı çalışmalarımızı 2 alanda yaptık. Kazı çalışmalarımız bu sene 30 kişilik ekiple yaptık. Çalışmalarımızı Doğu Kapısı ve Agora içinde antik kenti ikiye bölen Attius Philippus Suru’nda sürdürdük. Ayrıca bu sene 6 yıllık çalışmalarımızın ön raporlarını 2 kitapta topladık.”

 

Karl-Franzens Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim üyesi Dr. Ute Lohnes Urban ise 2 yıldır Doğu Kapısı’nda kazı çalışması yaptıklarını, bu sene kapının giriş tabanına indiklerini söyledi. Doğu Kapısı tabanında MS 4′ncü yüzyıla kadar ulaşıldığını belirten Urban, taban yolunun kent girişine kadar ulaştığını, çalışmalar neticesinde MÖ 1′nci yüzyıla kadar ulaşmayı hedeflediklerini ve yolun kumul altında olması nedeniyle çalışmaların bölgede uzun süreceğini ifade etti.

haberler.com,19.09.2014



14 -  20 Eylül 2014

AVRUPALILAR NEREDEN GELİYOR?

 

 

Yapılan bir araştırma, modern Avrupalıların genetik kökenlerinin düşünülenden daha karmaşık olabileceğini ortaya koydu.

Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, Buz Çağı döneminde Sibirya'dan Amerika'ya ilk giren insanlar Avrupa'daki tarih öncesi insanlarla da karıştı ve günümüz Avrupalılarının DNA'larında iz bıraktı.

Araştırmanın modern halkların atalarını açıklama için yapılan en son kapsamlı genetik araştırma olduğu bildirildi.

Uzmanlar, günümüz Avrupalılarının iki farklı halk grubundan geldiklerini düşünüyordu. İlki yaklaşık 40 bin yıl önce türümüzün kıtaya ilk kez yerleşilmesinden itibaren Batı Avrupa'da yaşamış olan ilkel avcı toplayıcılardı. İkincisi ise yaklaşık 7 bin yıl önce Avrupa'ya bugünkü Suriye, Türkiye ve Irak topraklarının bulunduğu bölgeden göç eden çiftçilerdi.

Yeni çalışma ise “Antik Kuzey Avrasyalılar” denen ve Sibirya bölgesinden gelen avcı toplayıcıların rolünü gözler önüne serdi.

Bilim insanları, yaklaşık 7 bin yıl önce Almanya'da yaşamış bir çiftçinin ve 8 bin yıl önce Lüksemburg ve İsveç'te yaşamış 8 avcı toplayıcının DNA'sını inceledi. Avrupalıların atalarını bulmak için sonuçları bugün Avrupa'da yaşayan 2 bin 345 kişinin DNA'sıyla karşılaştırdı.

Harvard Tıp Okulu'ndan Iosif Lazaridis, “Çalışmamız Avrupalıların kökeninin sanılandan çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor” dedi.

Lazaridis, bugün bir grup olarak görülen Avrupalıların aslında geçmişte en az üç farklı grubun karışmasına dayanan çok daha karmaşık bir tarihe sahip olduğunu belirtti.

Kuzey-güney farkı Neredeyse tüm Avrupalılarda bu üç gruptan izler bulundu. Antik Kuzey Avrasyalı geni ise Avrupa DNA'sının yüzde 20'sini oluşturuyor.

Kuzey Avrupalılar, Batı Avrupalı avcı toplayıcı genine en fazla sahip olan halk. Litvanyalıların genlerinin yüzde 50'si Batı Avrupalı avcı toplayıcılardan geliyor.

Güney Avrupalılar ise daha fazla antik çiftçilerinkine benzer genlere sahip. Sardinyalıların genlerinin yüzde 90'ı da bu şekilde.

Vatan, 19.09.2014

HARVARD MEZUNU ARKEOLOG MOBBİNGE İSYAN ETTİ: NAMERT KORKAKLAR!

 

 

Mardin Artuklu Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Güner Coşkunsu facebook duvarından kendisine uygulanan mobbinge isyan etti. Coşkunsu kişisel duvarına şöyle yazdı:

“Usulsüzlüklere, yolsuzluklara, haksızlıklara, nepotizme, anti bilimselliğe, intihale, her türlü kadrolaşmaya (ajanlar dahil olmak üzere), bölücülüğe, fişlemeye, kısacası kurumsal ahlaksızlığa karşı duran, gerekli yasal işlemleri talep eden veya uygulayan akademisyene mobbing yapmanın yanında aba altından sopa gösterenlerden veciz sözler: - Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin...”

Harvard arkeoloji bölümü mezunu Güner Coşkunsu bir süredir Mardin’de yağmalanan sit alanlarına karşı tek başına mücadele veriyor, kültür varlıklarının korunması için ciddi tehditler alıyordu. Buna rağmen susmamış, haksızlıklara dur demek için elinden geleni yapmıştı. Mardin Müzesi’nde yaşanan usulsüzlükleri dile getirdiği için Müze Müdürü Nihat Erdoğan’ın küfürlü tacizlerine maruz kalmış, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verdiği şikayet dilekçelerinden de bir sonuç alamamıştı. Erdoğan’ın küfür ve hakaret dolu mesajları adli soruşturma konusu olduğundan yayınlamıyoruz.

Gelelim Coşkunsu’nun isyanına. Facebook sayfasında kişisel duvarında paylaştığı o isyanın noktasına virgülüne dokunmadan veriyorum:

“Önümdeki bir dosya dolusu rezalet belgeyi yeniden incelerken dışa vurmak istediğim düşüncelerimden bir özet:
Mardin'de çok kanunsuzluk var, çok. Neyse ki arkalarında kollektif aptallıkları sonucu suçlarına dair epey somut kanıt bıraktıkları için dokunulmaz olduklarını sanan o gafil kuklalar ve kuklaların ipini tutan büyük kuklalar bir gün adaletin hükmünden kaçamayacaklar. Bu ülkeyi sahipsiz, akademisyeni (bu ünvanı hakeden akademisyenlerden bahsediyorum, zira gerisi de zaten kukla) aciz sanıyorlar. Usulsüzlüklere, yolsuzluklara, haksızlıklara, nepotizme, anti bilimselliğe, intihale, her türlü kadrolaşmaya (ajanlar dahil olmak üzere), bölücülüğe, fişlemeye, kısacası kurumsal ahlaksızlığa karşı duran, gerekli yasal işlemleri talep eden veya uygulayan akademisyene mobbing yapmanın yanında aba altından sopa gösterenlerden veciz sözler:

- Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin...

- Hay Allah sizin doçentliğiniz hala bizlerin elinde, değil mi? (herkes alanındaki namert ve satılmış doçentlik jüri üyelerinin kim olduğunu, kimlerin eline kırbacı alarak jüriyi kontrol etmeye çalıştığını bilir.)

- Bakanlık'taki ahbaplarım kazı ve yüzey araştırması başvurularında çok etkin. Sahi neden hala başvurularınız onaylanmadı? (Bakanlığın adını kullanarak tehdit savurma cüreti ve Bakanlığın öcü olduğunu inandırmadaki başarı sadece korkakların ve kölelerin hakim olduğu toplumumuza özgü bir durum olsa gerek)

- Bölüm Başkanlığı görevinizin ve iş sözleşmenizin yenilenmesi de yaklaşıyor...

- Böyle yapmaya devam edersiniz herkes geçimsiz ve deli olduğumuza daha çok inanacak, yalnız kalacaksınız (bildiğiniz malum kitlesel sistematik algı yönlendirme taktiği. Dedikodudan beslenen ve önyargıdan kurtulamamış sorgulama yeteneği gelişmemiş toplumlardaki popüler bir silah)
- Aman hocam, yakınlarınız sizi bir köşede ölü bulmasın... Onca emeğiniz ve Harvard diplomanız da boşa gitmesin (Harvard'ın adı bile bazı hassas bünyelilerde bir çeşit biyolojik tolerans sorununa sebep oluyor, çölyak hastalığı gibi bir şey)

- Maaazallah bir köşede ayağınıza kurşunu yemiyesiniz (şehrin her karış sit alanını ranta satan bir arkeolog da aynı tehdidi yapmıştı)...

Haydi oradan namert korkarlar!

Bendeki yürek ve zeka sizde olsa zaten böyle pespaye yollara muhtaç olduğunuzu düşünmezdiniz. Hepiniz çirkin eylemleriniz ve ardınızda bıraktığınız somut suç delillerinizle tarihe kayıt olarak düşüldünüz. Elbet bir gün kitaplar sizi yazacak, haberler sizden bahsedecek, bilimsel platformlarda berbat örnekler olarak kullanılıp çatır çatır eleştirileceksiniz (karalama, iftira ve dedikodudan bahsetmiyorum. Hiç sevmediğiniz ve mahrum kaldığınız bilimsel eleştiri yeteneğinden bahsediyorum). Aldığınız ahlar hep ayağınıza dolanacak. Ve tarih sizi affetmeyecek ağalar, sultanlar!

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.09.2014

AYASOFYA'NIN TEMELİ ALTIN VE GÜMÜŞ DOLU!

 

 

Ayasofya Müzesi'yle ilgili efsaneler kitap oldu. "Ayasofya Efsaneleri" adlı kitapta yer alan efsaneler, Bizans İmparatorluğu'ndan Osmanlı Devleti'ne ve Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar uzanıyor. O efsanelerden birinde; "Ayasofya Müzesi'nin inşaatında Kaf Dağı'ndan devler tarafından taşınan sütunlar kullanıldı" deniyor. 16'ncı yüzyıldan önce dönemin en görkemli eseri olarak inşa edilen Ayasofya Müzesi'yle ilgili efsaneler bir kitapta toplandı. Kitap, Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından basıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Ferhat Aslan tarafından yapılan araştırmalar sonucunda hazırlanan eser, dini bir mabet olarak inşa edilen Ayasofya'nın yüzyıllardır dilden dile dolaşan gizemlerini de anlatıyor. İşte o efsanelerden birkaçı:


İnşaatında Kaf Dağı'ndan devler tarafından taşınan sütunlar kullanıldı. Sütunları taşıyan devler geride ayak izi bıraktı.

Temeli 70 metre derinde kazılarak bir Ayasofya daha yapıldı.

Temeline daha iyi tutsun diye altın ve gümüş yığıldı. Ayasofya yıkılırsa bu hazinelerle yeniden inşa edilebilecekti.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 19.09.2014

ABDÜLHAMİD'İN TAHTI ONARILMAYI BEKLİYOR

 

 

II. Abdülhamid'in 25'inci Cülûs Hediyeleri Sergisi, Yıldız Sarayı'nda açıldı. Sergi başkanı ve milletvekili Uslu "Abdülhamid'in tahtını restore ettirmek istiyoruz" dedi

 

Sultan II. Abdülhamid'in 25'nci Cülûs Hediyeleri Sergisi, İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda düzenlenen programla açıldı. Sergiye Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun eşi Sare Davutoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Gaziantep Milletvekili ve sergi başkanı Zeynep Karahan Uslu ile çok sayıda davetli katıldı.

18 HEDİYE SERGİLENİYOR

II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25'inci yılı dolayısıyla yurtiçi ve yurtdışından gönderilen 18 parça hediyeyi, 113 yıl sonra ilk kez sergide bir araya getiren Yıldız Sarayı Vakfı'nın Başkanı Zeynep Karahan Uslu, "Bir hayırseverimiz aracılığıyla Abdülhamid'in tahtını restore ettirmek istiyoruz" dedi. Dünya devlet başkanlarından Kudüs Patriği'ne; Rus Çarı'ndan Hint Müslümanlarına kadar dünyanın dört bir yanından ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli kesimlerinden hediyeler geldiğini aktaran Zeynep Karahan Uslu, "Bu hediyeler, Abdülhamid'e ve Osmanlı'ya son dönemlerinde dahi nasıl bir önem atfedildiğini gösteriyor. Yıkılırken dahi bu kadar büyük kalabilmiş bir medeniyetin mirasçısı olmak bile belki de bugünleri kurgulamayı başardığımız gibi yarınlarımızı kurgulamak adına şevkimizi, kuvvetimizi artıracak bir tarihsel mirasa sahip olduğumuzu hatırlamak adına da önemlidir. Çünkü milletler sadece bugünlerinden müteşekkil değildir. Milletleri büyük yapan aynı zamanda tarihleridir" dedi.

BİR AY AÇIK KALACAK

Uslu, 18 parça eserin bulunduğu serginin 1 ay boyunca açık kalacağını belirterek, "Bu sergiyle, tek taş pırlanta gibi parıltısını hiç kaybetmeden tarihe iz bırakan bu büyük padişahın kendi mekânında, siyasi kimliğini, kişiliğini ve uluslararası itibarını vurgulamak istedik" dedi. Ayrıca, vakıfla ilişkisi olan bir hayırsever aracılığıyla Abdülhamid'in tahtını restore ettirmek istediklerini de açıklayan Uslu, "İnşallah onu restore edip ekim ayı bitiminde sanatseverlerle buluşturmayı hedefliyoruz" bilgisini verdi.

SERGİYİ SARE DAVUTOĞLU AÇTI
Açılışına Kültür Bakanı Çelik dışında, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun eşi Sare Davutoğlu'nun da katıldığı sergi 17 Ekim'e kadar ziyaret edilebilir.

ELÇİ KABULLERİNDE KULLANIYORDU
Restore edilecek taht, II. Abdülhamid'in cuma selamlığında ve elçi kabullerinde kullandığı belirtildi. 19'uncu yüzyılda yapılan tahtın alt tarafındaki yıpranmış alçı parçaları değiştirilecek. Ayrıca, kumaşı orijinaline uygun olarak yenilenecek. Kumaş, Milli Saraylar'a bağlı Hereke fabrikasında aslına uygun olarak yeniden dokunacak. Altın varaklı olan taht, halen Yıldız Sarayı Müzesi sergi salonunda sergileniyor.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 19.09.2014

TÜRK MÜZECİLİK TARİHİ BURADA BAŞLADI

 


Yeni müze binasının 122 sene önceki hali

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde devam eden “Mendel—Sebah: Müze-i Hümayun’u Belgelemek” adlı sergi, Türk müzecilik tarihinin derinlerine iniyor.

 

Topkapı Sarayı bitişiğindeki İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret edenler, onun abidevi kapısı üzerinde iki ibareye rastlar; üstte müzenin banisi II. Abdülhamid’in tuğrası, hemen altında ise kûfi hat ile “Asar-ı Atike Müzesi” yazısı… Zamanın ibrelerini okuyanlara bu iki levha son derece açık işaretler sunacaktır. 19. asrın ortalarında başlayan Batılı modern müzecilik anlayışı, tesirini Osmanlı aydınları üzerinde göstermiş, imparatorluk, üzerinde yaşadığı mirası muhafaza etmeye başlamıştır. Modern müzeciliğin nüvelerini verdiği bu dönem, artık bu vasıftaki eski eserlerin toprak altından çıkarılarak ilim mecralarına sunulduğu bir dönem olacaktır. İlmî gelişmeler ışığında ilerleyen tetkikler, semeresini 1891 yılında tesis edilen Müze-i Humayun ile alır. Meşhur arkeolog, müzeci ve ressam Osman Hamdi Bey’in talebini kabul eden Padişah II. Abdülhamid, artan ihtiyacı da karşılamak üzere levanten mimar Alexandre Vallaury’ye bugünkü Arkeoloji Müzesi’ni inşa ettirir. Batılı üslupla vücut bulan bina, artık Avrupalı ve Türk mütehassısların Roma, Hitit ve Antik Yunan öncesine kadar uzanan araştırmalar için bir merkez hüviyetine kavuşacaktır.

 


Müze-i Hümayun’un yeni binasının ikinci kısmının açılışı, 7 Kasım 1903. Orta kümede soldan dördüncü kişi Osman Hamdi Bey. Yanında kardeşi Halil Edhem Bey bulunuyor. En önde kısa boylu Mimar Alexandre Vallaury’nin yanı sıra kütüphane memuru Vasilaki Mistakidi Efendi, Osman Hamdi Bey’in oğlu Edhem Bey, Müze-i Hümayun komiseri Theodor Makridi Bey de görülüyor.

 

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan Avrupa Arkeologlar Birliği Kongresi, biraz evvel bahsettiğimiz İmparatorluk Müzesi’nin ilk dönemine ışık tutacak önemli bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Dokuz yıl boyunca Müze-i Hümayun için çalışmalar yürüten Fransız arkeolog Gustave Mendel’in katalog çalışmasını ihtiva eden sergi, 1912-1914 yılları arasında toplamda 1860 sayfalık 3 cilt kataloğun hazırlanışını gözler önüne sermiş. Sergiden dikkat çekici unsurlar arasında arkeoloğun el yazısıyla tuttuğu notlar ve devrin önemli fotoğrafçısı Pascal & Sebah Joaillier’nin 1400 parçadan oluşan koleksiyonunu gösteren kareler yer alıyor. Geçtiğimiz sene Paris’teki Ulusal Sanat Tarihi Enstitüsü’nde gerçekleşen faaliyetin bir devamı mahiyetindeki bu sergi ilk defa “Eski Eserlerin Parıltıları. Heykel ve Fotoğraflarıyla Gustave Mendel İstanbul’da” başlığında tertip edilmişti. Serginin küratörü Edhem Eldem, İstanbul Arkeoloji Müzesi içinde gerçekleşecek meşherde, bilhassa depolarda muhafaza edilen tarihi eserlerin ziyaretçilere açılacağını ifade ediyor. Ayrıca mevcut bina kurulmadan evvel, Çinili Köşk’te hangi eserlerin yer aldığı, Fransız arşivci Jacques Doucet’nin cam negatiflerinden çıkarılıp bulunan fotoğraflardan anlaşılıyor.

 


Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ‘Çinili Köşk’ müze müştemilatının içinde kalmıştı. Sebah & Joaillier klişesinden elde edilmiş bu kartpostallar, bugün Odakule’nin yerinde yer alan dönemin en meşhur çarşısı Au Bon Marché’de satılıyordu.

 

 


Çinili Köşk’ün giriş kısmında sahanlığında yer alan Tanrı Bes heykeli. Dipte bulunan niş içerisinde. Anadolu’nun muhtelif yerlerinden getirilmiş tarihî eserler, Çinili Köşk’ün girişine alelade bırakılmış.

Zaman, Haber: Erkam Emre, 19.09.2014

10 YILDA 100 BİN KİŞİ ATİNA'DAKİ İSLAM ESERLERİNİ GÖRDÜ

 

 

Anadolu’dan Sicilya’ya, İspanya’dan Hindistan’a dünyanın farklı ülkelerinden eserlere ev sahipliği yapan Atina İslam Sanatları Müzesi 2004’te kapılarını açmıştı. 10 yılda 100 bin kişinin gezdiği müzenin müdürü Angelos Delivorias, “Gelecekte müze daha fazla takdir edilecek.” dedi.

 

Yunanistan’ın başkenti Atina’da bulunan İslam Sanatları Müzesi, 7.yy’dan 19.yy’a kadar çeşitli tarihlerde üretilmiş 8 bin esere ev sahipliği yapıyor. Yunanistan’dan çok yurtdışında tanınan müzede Benaki Müzelerinin kurucusu Antonis Benaki’nin 20. yüzyılın hemen başlarında Mısır’da toplamaya başladığı nadide koleksiyonlardan oluşuyor. Eserler İslamiyet’in ilk dönemlerinden Osmanlı’nın son dönemine kadar olan zaman dilimini kapsıyor. Hindistan, İran, Mezopotamya, Anadolu, Ortadoğu, Arap Yarımadası, Mısır, Kuzey Afrika, Sicilya, İspanya gibi geniş bir coğrafyadan toplanan eserlerden oluşan müze, alanında dünyanın en iyi ilk on müzesi arasında. Peygamberimiz’e (sas) ait mermer ayak izi, 16. yy dönemine ait ve 2. Beyazıt tuğrası taşıyan altın kaplamalı tas, Kabe’nin resmedildiği çini tablo, Ahmet b. es-Serrac tarafından imal edilmiş ve ‘usturlab’da zirve olarak kabul edilen alet müzedeki eserlerden bazıları. 10’uncu yılını çeşitli etkinliklerle kutlayan müzeyi şimdiye kadar 100 bin kişi ziyaret etti. İslam Sanatları Müzesi Müdürü Angelos Delivorias, “Kültür, insanlığın ortak mirası ve dilidir. Kültür vasıtasıyla, renk ve din ayrımı yapmaksızın birbirimizle buluşuyoruz. Gelecekte İslam Sanatları Müzesi, daha fazla takdir edilecek ve genç nesiller daha fazla ilgileneceklerdir.” dedi. 

Zaman, Haber: Hasan Hacı, 19.09.2014

400 YILLIK SARNIÇ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI

 

Van’ın Gürpınar İlçesi'ndeki Hoşap Kalesi’nde yürütülen kazı ve restorasyon çalışmaları sırasında 400 yıllık Sarnıç ortaya çıktı.

 

İlçenin Güzelsu Mahallesi’nde bulunan ve sarp kayalıklar üzerine inşa edilen Hoşap Kalesi’nde, Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top başkanlığında 2007 yılından bu yana yürütülen kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Kalede 7 yıldır süren restorasyon çalışmalarında önemli bir mesafe kat eden Top, kazı çalışmalarında da çok sayıda tarihi eseri ve yeni yapıları gün ışığına çıkardı.

 

Üzerinde titizlikle durdukları çalışmalar kapsamında 400 yıl önce inşa edilen bir su sarnıcını ortaya çıkaran Top ve ekibi, kaleden basamaklarla inilen sarnıçtaki çalışmalarını heyecanla yürütüyor.

 

Yrd. Doç.Dr. Top, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sarp kayalıklar üzerine kurulu kalenin ihtişamlı görüntüsüyle yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çektiğini belirterek, kaledeki kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmalarında her yıl yeni yapılarla karşılaştıklarını söyledi.

 

Bu yılki çalışmaları büyük hamam olarak nitelendirdikleri yapının kuzey doğusunda bulunan Harem ve seyir köşkünün giriş bölümlerinde yoğunlaştırdıklarını anlatan Top, şöyle konuştu:

“Buradaki çalışmalarımız önümüzdeki yıllarda sağlamlaştırma ve yolun düzenlenmesi şeklinde devam edecek. Yani kalenin üst katmanlarını, orijinal çıkış yolunu bu sene ortaya çıkarmış olduk. Bunun dışında hamamın kuzey batısındaki açmalarda bulunan toprak ve birikmiş külleri kaldırıyoruz. Yine burada yeni tandırlar ve ikinci sur duvarını ortaya çıkardık. Kazı çalışmaları sırasında tandırların içerisinde tavşan kafatası ve iskeletleri bulduk. O dönem tavşanların da yiyecek amaçlı kullandıklarını tahmin ediyoruz. Bu bizim için önemli bir bulguydu. Bunun dışında her sene olduğu gibi pipolar, gülle ve seramik parçaları kalenin buluntuları arasında yer aldı.”

 

Top, kazı çalışmalarında, savaş ve kuraklık gibi olağanüstü durumların yaşandığı dönemde kaledeki su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan Sarnıç bulduklarına değinerek, sarnıcın, kalede bugüne kadar gün ışığına çıkarılan en önemli bölümlerden biri olduğunu dile getirdi.

 

Geçen yıl bulunan ancak bu yıl ortaya çıkarılan sarnıca, bir tünelden basamaklar yardımıyla inildiğini vurgulayan Top, konuşmasına şöyle devam etti:

“Kazı çalışmaları sırasında, giriş burcunun içerisinde kalenin su ihtiyacını karşılayan bir sarnıçla karşılaştık. 160 santimetre yüksekliğindeki koridordan girdiğiniz zaman basamaklarla karşılaşıyorsunuz. Bu yıl 11 basamağın temizliğini yaptık. Önümüzdeki yıllarda bu yolu açmaya devam ederek suyun kaleyle olan bağlantısını ortaya çıkarmış olacağız. Böylelikle Hoşap Kalesi’nin içerisindeki hamamlarıyla, yaşam alanlarıyla su ihtiyacının nerelerden karşılandığı sorusuna büyük bir ışık tutmuş olduk. Tabii sadece bu kale içerisindeki sarnıçtan değil bunun dışında özellikle daha yüksek kodlarda bulunan künklerle kaleye su getirildiğini biliyoruz. Kazı çalışmalarımızda bu künklerin bir kısmını ortaya çıkarmıştık. Kalede bu şekilde değişik su sistemleri mevcut. Su ile ilgili hemen kalenin yanından geçen Hoşap çayından çıkrıklarla kaleye temiz su taşındığını, 1655 yılında kaleyi ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde görüyoruz.”

 

-”Sarnıç, restorasyona büyük katkı sağlıyor”

Kalede sürdürülen kazılarda önceki yıllarda su problemi yaşadıklarına dikkati çeken Top, kendilerinin de bu yıldan itibaren sarnıcı depo olarak kullanmaya başladığını kaydetti.

 

Top, bölgede yaşanan kuraklık nedeniyle sarnıçtaki suyun erken tükendiğini bildirerek, “Tankerlerle getirdiğimiz suyu sarnıca doldurduk. Sarnıç geçmiş dönemde olduğu gibi günümüzde de su depolama alanı olarak hizmet veriyor. Kaledeki çalışmalarımıza büyük bir olanak, güzellik sağlamış oldu” ifadelerini kullandı.

haberler.com, 18.09.2014

PATARA FELAKETİN EŞİĞİNDEN DÖNDÜ

 

Antalya'nın Kaş İlçesi'ndeki Patara antik kentinde, 15 Eylül'deki yangının kasıtlı çıkarıldığını iddia eden Kazı Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Patara felaketin eşiğinden döndü" dedi.

Kaş yakınlarında Likya Birliği'nin başkenti Patara antik kentinde Granaryum yapısı önünde 15 Eylül'de başlayan yangın, rüzgarın da etkisiyle kısa sürede yayıldı.

Neron Deniz Feneri, Tapınak Mezar ve Stadyum gibi tarihi yapıları tehdit eden yangın rüzgarın yön değiştirmesi sonucu Ay Gölü denilen sazlık alana yöneldi. Kaş Orman İşletme Müdürlüğü ekipleri tarafından yapılan müdahalenin ardından söndürülen yangında bazı yapı kalıntıları ve 6 dekar alan zarar gördü.

SAZLIK ALANLAR ATEŞE VERİLDİ

 

 

Yangın sonrası bölgede inceleme yapan Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık, yangının sazlık alandaki kuşları havalandırmak için avcılar tarafından kasıtlı çıkarıldığını ileri sürdü.

Bir önceki gün özel çevre koruma bölgesi olan Çayağazı mevkiinde de yangın çıkarıldığını savunan Prof.Dr. Işık, "İki gün içinde sayısız hayvan türünü bünyesinde barındıran Çayağzı ve Patara'daki sazlık alanlar ateşe verildi. Sazlıkta yaşamını sürdüren çok sayıda hayvan türü yanarak yok oldu. Birçok yapı kalıntısı ve taş bloklar yüksek ateşten zarar gördü. Doğadaki canlılara ve tarihi yapılara bu kötülüğü yapanlara insan demek olanaksız. Yeter artık diyerek isyan ediyoruz" dedi.

PATARA'YI KORUMAK VİCDAN BORCU

 

 

Patara'nın birinci derecede arkeolojik ve doğal sit alanı olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Işık şöyle dedi:
"Patara'nın taşıdığı statüler, doğayı yakmakla, doğal hayatı yok etmekle kaldırılamaz. Patara antik kenti, taşıdığı doğal ve tarihi zenginliklerle yöre insanının geçim kaynağı ve geleceğidir. Patara'yı korumak, gelecek kuşaklara taşımak Kaş için, ülkemiz ve dünya için herkesin bir vicdan borcu olmalıdır."

PATARA KAZILARINDA ÖNEMLİ BULGULAR   

Antalya'nın Kaş İlçesi Patara antik kentinde Akdeniz Üniversitesi (AÜ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen kazıların bu yılki bölümü sona erdi. Kazılarda, Asterta heykelciği ile Mısır Kralı Ptolemares ve eşi Arsinoe'ye ait mühür bulundu.

Patara antik kentindeki kazıların 26'ıncı yılı tamamlandı. AÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında yürütülen ve yaklaşık 2,5 ay süren kazılarda 30 bilimadamı, 5 arkeolog, 14 arkeoloji öğrencisi ve 20 işçi çalıştı.

YENİ BULUNTULARA ULAŞILDI
Yaklaşık 5 bin yıllık tarihe sahip, Likya Birliği'nin altı büyük kentinden biri olan Patara antik kentinde bu yıl yürütülen kazılarda, tarihe ışık tutacak yeni buluntulara ulaşıldı. Bunların başında 1 Tanrıça Astarte heykelciği, Mısır Kralı Ptolemares ve eşi Arsinoe'ye ait mühür, MÖ 610-570 yıllarına tarihlenen Lidya sikkesi ve MÖ 3 bin yılına tarihlenen figürin (heykelcik) yer aldı.
 


 

BİN YILLIK FİGÜRİN
Kazı Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, bu yıl Tepecik Akropolü, Liman Hamamı ve Büyük Bazilika olmak üzere 3 noktada kazı yaptıklarını anlattı. Kazılarda değerli bulgular elde ettiklerini söyleyen Prof.Dr. Işık, "Bizi en çok sevindiren buluntuların başında Patara'nın değil, bütün Kıyı Likya'nın tarihini Erken Tunç Çağı dediğimiz döneme, MÖ 3 binlere götüren bir figürine kavuşmamız oldu. Bu figürin Likya'nın dağlık bölgelerinden bildiğimiz erken tarihi, Kıyı Likya içinde artık net bir biçimde geçerli yapabilecek konuma getirdi" dedi.

İKİNCİ EMİSYON SİKKE
Kazılarda, tarihteki ilk sikkenin ardından basılan ikinci tür sikkenin bir örneğine ulaştıklarını vurgulayan Prof.Dr. Işık, "Lidya'da ilk sikkenin darp edilmesinden hemen sonra basılan ikinci emisyon sikkelerden bu. Bugüne kadar Likya Bölgesi'nde ele geçirilen en erken sikke olma özelliğini taşıyor. Ayrıca, bizim yıllar önce bulduğumuz yol kılavuz anıtımız vardı. Tüm Likya'nın şehirleri arasında uzaklıkları dönemin kilometresiyle ifade eden anıttı bu. Bu anıta ait bir mil taşı da, bu seneki buluntularımızı taçlandırdı."

Taraf, 18.09.2014

İZMİR'İN ANTİK KENTİ PARA BASTI!

 

İzmir turizmindeki durgunluk, müze ziyaretçilerine de yansıdı. Yılın ilk 8 ayında ildeki müze ve ören yerlerini gezen ziyaretçi sayısı sadece yüzde 0.23 arttı. 1 milyon 945 bin ziyaretçinin yüzde 63'ü Efes antik kentini ziyaret ederken, 11 milyona ulaşan müze gelirlerinin yaklaşık 8 milyonu Efes'ten geldi

 

 

İzmir'de bu yıl turizmde yaşanan gerilemeye bağlı olarak müze ve ören yerleri ziyaretçilerinde de durgunluk yaşanıyor. İzmir Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nün açıkladığı verilere göre geçtiğimiz ay İzmir'deki müzeleri 360 bin ziyaretçi gezdi. Geçen yılın ağustos ayına göre ziyaretçi sayısı yüzde 3.66 arttı. Ancak ocak-ağustos dönemindeki ziyaretçi sayısındaki artış sadece yüzde 0.23 oldu.

Geçen yılın ilk 8 ayında 1 milyon 941 bin ziyaretçinin gezdiği İzmir ilindeki müzeleri, bu yılın aynı döneminde 1 milyon 945 bin kişi ziyaret etti. En çok ziyaretçi çeken ve para kazandıran müze ise Efes antik kenti oldu. Ocak-ağustosta Efes'i gezen 1 milyon 230 bin ziyaretçi, 8 milyona yakın para bıraktı.

 

İzmir'deki müze ve ören yerlerinden ağustos ayında 2 milyon 918 bin lira gelir elde edildi. İlk 8 aylık gelir ise 10 milyon 954 bin liraya ulaştı. Geçen yıl bu rakam 9 miyon 162 bin liraydı. Müze ziyaretçi sayısındaki düşük artışa rağmen, müze gelirleri ağustos ayında yüzde 27, ilk 8 ayda ise yüzde 20 civarında artış gösterdi.

 

ARKEOLOJİ MÜZESİ PATLAMA YAPTI!

Müzelerde en çok ziyaretçiyi yine Efes antik kenti çekti. Efes'e ocak ağustos döneminde gelen turist sayısı 1 milyon 230 bin oldu. Her 100 müze ziyaretçisinden 63'ü Efes'i gezdi. Müzelerden elde edilen gelirin yüzde 71'i yine Efes'ten geldi. Efes'i gezenler 8 ayda 7 milyon 778 bin lira para bıraktı.  Selçuk'taki St. Jean 214 bin, Bergama'daki Akropol 148 bin, Efes Yamaç Evleri 109 bin, Asklepieion 83 bin turist çekti. Çeşme Müzesi'ni 26 bin, Bergama Müzesi'ni 16 bin turist gezerken, İzmir merkezdeki Agora'yı gezen turist sayısı ise geçen yıla göre yüzde 22 artışla 49 bine ulaştı. Müzeler arasındaki en büyük artış Arkeoloji Müzesi'nnde yaşandı. Müzeyi geçen yıl 6 bine yakın turist gezerken, bu yıl ziyaretçi sayısı yüzde 263 artarak 21 bini geçti.

Ege'de Son Söz, Haber: Sinan Doğan, 18.09.2014

HACILAR BÜYÜK HÖYÜK DÜNYA KÜLTÜR MİRASI'NA GİREBİLİR

 

 

Batı Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olan Hacılar Büyük Höyükte ortaya çıkarılan yerleşim alanı dikkatleri üzerine çekmeye devam ediyor.

Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır Hacılar Büyük Höyükte incelemelerde bulunarak kazı çalışmaları hakkında Prof.Dr. Refik Duru'dan bilgi aldı.

Burdur Kültür ve Turizm Müdürü Tanır kazılarla ilgili şu açıklamalarda bulundu:

'' İlimizde Kültür ve Turizm Bakanlığı kazılarının dönem sonuna geldik. 28 Temmuz'da Sagalassos kazılarını sonlandırdık. İncir Han ve Kibyra kazıları devam ediyor. Hacılar Büyük Höyük kazılarında sona gelindi. Kazı ekibinden Refik Duru'dan kazı hakkında bilgi aldık. Bu yerleşim yerinin sahip olduğu özellik farklı yerleşim yeri mimarisi ve ortaya çıkacak yeni verilerle gelecekte Dünya Kültür Mirasına aday olabileceğini, Anadolu'da henüz bu tür bir yerleşim alanına rastlanmadığını ifade edince heyecanlandım. Hacılar Büyük Höyükte yapılan çalışmaların insanlık tarihi ve İlimiz açısından ne denli önemli olduğunu gördük.

Göreve geldiğimizden beri Sagalassos ve Kibyra kazılarını hızla yürütürken Hacılar ve İncirhan kazılarını başlatarak ilimizin tarihine önemli katkı verdik. Kremna kazı yapılabilecek hale geldi. Ayrıca Hacılar, Sagalassos, Kibyra, İncirhan hakkında yayımlanan arkeolojik eserlerin dijitallerini halkımızın ve insanlığın hizmetine sunmak için Web sayfamızda yayınlayacağız.'' Dedi.

Prof.Dr. Refik Duru Hacılar Büyük Höyük hakkında şu bilgileri verdi:

'' Yuvarlak tabanlı bir höyük yüksekliği yaklaşık 10 m civarında bir birikim var. 4 sene önceki çalışmalarımız ve buradaki son yerleşme evresi MÖ 2200-2300'lere ait olan bizim arkeolojik ilk tunç çağ dediğimiz bir çağın sonlarına ait ama burayı yaparken bu kenarda da höyüğün sınırlarını bulmak için sondaj yaptık ve şu anda gördüğünüz ve bu tarafa doğru gelişen muhteşem bir sur çizgisi var. Anlaşılan Bu sur bu tepedeki ilk tunç dediğimiz dönemden daha erken bir dönemi ilk tunç 1 dönemine rastlıyor. Bu da bitiş tarihi tam MÖ 3000, 3080 yılları civarında bir tarih ama kendinden sonraki dönemlerin yerleşmelerine mukayese ederseniz çok daha güçlü çok daha akıl almaz. Şu gördüğünüz sistem belki fazla önemli değil gibi gözüküyor ama bizim arkeolojik açıdan incelendiği zaman görülüyor ki böyle bir sistem Anadolu'da yok.

Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bugün için o dönemde Hacılar Büyük Höyük Anadolu'da tek bir merkez olarak bu kadar görkemli bu kadar gösterişli ve zengin bir yerleşmedir. Bildiğimiz Troya'yı onları kat kat aşan güçte herhalde küçük bir krallık, belki küçük bir egemenliği altında tutan bir prenslik, beylik, yani o dönemin güçlü bir otoritesi burada yaşıyordu. İşte etrafı surlarla çevrilmiş akıl almaz güçlü bu yerleşim yerini hiç kimse yıkamaz. O dönemde iki metre kalınlığında taş duvar yani mümkün değil ancak deprem böyle bir şey kalın duvarları yıkmış olabilir yada başka savaş hileleriyle burası alınmış olabilir Tabi eninde sonunda her yer gibi burasıda düşmüş MÖ 3000 yıllarında yanmış yıkılmış ve şurda öbür taraftan bakacağız taşlar kaymış anlaşılan doğal afetten dolayı vurmuş bu haliyle hakikaten Anadolu'da görülmemiş nitelikte bir yer. '' dedi.

Prof.Dr. Refik Duru Hacılar Höyüğü'nün görkemli ve özgün yerleşim özelliği ile gelecekte Dünya Kültür Mirası listesine gireceğine inandığını belirtti. Hacılar büyük höyükte yerleşim alanları jeotekstil ile kapatma ve tel örgülerle güvenlik altına alma işlemlerinin tamamlanmasıyla Cuma günü kazı sezonu sona erecek.

Turizm Haberleri, 18.09.2014

3300 YILLIK SAÇ MODELİ

 

 

Mısır şehri yeni kurulduğu zamanlarda, yani bundan yaklaşık 3300 yıl önce dış görünüşüne özen veren kadınların, günümüzde de kullanılan 'saç ekletme' uygulamasını kullandığı keşfedildi.

 

Egyptian Archaeology Journal'de yayınlanan makalede, Mısır'da yürütülen arkeolojik 'Amarna Projesi' kapsamında yapılan kazılarda, kafasında ek saç ve boyanmış saçlar olan kafatasları bulunduğu açıklandı.

 

Projede görevli arkeologlardan Amanda Bos, söz konusu kafataslarının kadınlara ait olduğunu ve mumyalanmadığını, yalnızca kefenle sarılı olarak bulunduğunu söyledi. Kadınların yaşının bilinmediği ve Amarna kasabasında bir mezarda gömülmüş olduğu belirtildi.

 

Amarna, MÖ 1353-1335 yılları arasında yaşayan firavun  Akhenaten'in isteği üzerine Mısır'ın başkenti olarak kurulmuştu. Ancak Akhenaten'in ölümünden kısa bir süre sonra şehir boşaltıldığı biliniyor.

 

3300 yıl önce terk edilen şehrin arkeolojik kazıları sırasında, orada yaşayan kadınların hemen hemen hepsinin belirli saç modellerine ve özellikle ek saçlara sahip oldukları ortaya çıktı.

 

Amanda Bos, bulunan örneklerin saç renklerine göre farklı takı ve saç modelleri de taşıdığını belirterek bir moda trendinin söz konusu olabileceğini belirtti.

 

O zamanlarda da beyazlaşan saçlara karşı saç boyama tekniğinin kullanıldığını, incelediği bir örnekte keşfeden Bos, saçların kına ile kızıla boyandığını düşünüyor.

Habertürk, 18.09.2014

ANDY WARHOL'A KAVANOZDAN BAK

 

İngiltere’deki Barbican Sanat Galerisi Damien Hirst, Andy Warhol ve Sir Peter Blake’in sanat anlayışını etkileyen ve kendi kişisel koleksiyonlarında bulunan parçaları sergileyecek.

 

12 Şubat’ta ziyarete açılacak olan ve 25 Mayıs 2015’e kadar devam edecek olan sergide Damien Hirst’in kurukafa bibloları ve Andy Warhol’un kurabiye kavanozları da görülebilecek.

Mİlliyet, 18.09.2014

HATTUŞA KÜLTÜR HAVZASINDA ALTERNATİF TURİZM PLANLAMASI

 

 

Çorum’un Boğazkale Belediye Başkanı Osman Tangazoğlu ve beraberindeki heyet Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Tanıtma Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen’i ziyaret etti.

Çekül Evi’nde gerçekleşen ziyarette Başkan Osman Tangazoğlu, Hititlerin başkenti Hattuşa’da yaşanan sorunlar ve belediye olarak hazırladıkları projeler hakkında Prof.Dr. Metin Sözen’i bilgilendirdi.

Ziyarette 2010 yılında hazırlanan koruma amaçlı imar planının, Hattuşa Kültür Havzasına bütüncül bakış getirmediğini belirten Tangazoğlu, öncelikli hedeflerinin havzada bütüncül koruma olduğunu söyledi.

Toplantıda turizmin gelişmesi için alt yapı çalışmalarının başladığını dile getiren Boğazkale Belediye Başkanı Osman Tangazoğlu, konaklama ve dinlenme mekanlarının yapılması, arkeopark alanının düzenlenmesi, yöreye özgü el sanatlarının geliştirilmesi konularında Belediye olarak çalışma yaptıklarını ifade etti.

Çekül Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ise öncelikle Boğazkale kent merkezinde halkın kullanacağı sosyal alanların iyileştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, konut sorununa çözüm üretilmesi için planlanan toplu konut evlerinin konumu ve mimarisinin dokuyu zedelemeyecek şekilde planlanması gerektiğinin altını çizdi.
Çorum Haber, 18.09.2014

"BU ESER TURİZME ÇOK BÜYÜK ARTI KAZANDIRACAK"

 

 

Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük, tamamlanmak üzere olan Edessa Arkeoloji Müzesi inşaatında incelemelerde bulundu.

 

İncelemeleri sırasında Vali Küçük'e; İl Kültür ve Turizm Müdürü Aydın Arslan, Müze Müdürü Müslüm Ercan ve müze kompleksi müteahhidi Abdülkadir Göncü eşlik etti.


70 bin tarihi eserin sergileneceği müzede inceleme yapan Vali Küçük hızla ilerleyen çalışmalar hakkında yetkililerden bilgi aldı. İncelemeleri sırasında bir açıklama yapan Vali Küçük; müze inşaatında sona yaklaştıklarını belirterek, yıl sonuna doğru dünyada sayılı müzelerden biri olacak olan kompleksi hizmete açacaklarını kaydetti.


Yapılan müzenin ziyaretçilerini yormayan bir şekilde tasarlandığını ifade eden Vali Küçük; sıkılmadan, zevk alarak gezilecek bir müze inşa edildiğini ifade etti. İnsanlığın tüm çağlarının müzede canlandırıldığını sözlerine ekleyen Vali Küçük; dinlenme alanlarıyla, mozaik müzesiyle ve devasa bahçesiyle eşsiz bir eserin Şanlıurfa'ya kazandırılmak üzere olduğunu söyledi. Müzenin dışında da ziyaretçilere sunulmak üzere ışıklı görsellerin hazırlanacağını dile getiren Vali Küçük; müze içirişinde oluşturulacak olan Hz. İbrahim köşesinde de Kur'an-ı Kerim'de anlatıldığı şekilde Hz. İbrahim'in hikayesinin üç boyutlu olarak canlandırılacağını ifade etti. Yapılacak olan canlandırmanın Diyanet İşleri Başkanlığından alınan fetva doğrultusunda tasarlanacağını belirten Vali Küçük; ateşin suya dönüşmesi ve suyun oluşması canlandırmalarının ziyaretçilere o ortamı yaşatacağını kaydetti. Vali Küçük, müzeyi gezenlerin sadece tarihe yönelik bilgi sahibi olmayacaklarını aynı zamandainsanlık tarihine bakışın da değişeceğini belirtti.


"Bu eser Şanlıurfa'nın turizmine çok büyük bir artı kazandıracaktır" sözleriyle açıklamasını sürdüren Vali Küçük: "Bu vadi artık bir kültür ve turizm vadisi olacaktır. Sadece turistlere değil, Şanlıurfalılar için de büyük bir mekandır. Şanlıurfalı çocuklar için aynı zamanda bir eğitim merkezidir. Şanlıurfalıların ferahlama yeri olacaktır. Emeği geçenlere ayrı ayrı teşekkür ediyorum" dedi.


Açıklamasının ardından incelemelerine devam eden Vali İzzettin Küçük, daha sonra beraberindeki heyetle birlikte kompleksten ayrıldı.

Gap Gündemi, 18.09.2014

"GÖBEKLİ TEPE TARİHİMİZİ DEĞİŞTİRDİ"

 

Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Genel Merkez Yönetim Kurulu toplantısı için Şanlıurfa'ya gelen Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı, Başkan Güvenç'e ziyaretleri esnasında; futbol camiası, Şanlıurfa'nın kültür ve turizmi gibi konular görüşüldü.


Başkanlık makamında Şanlıurfa'yı ziyareti hakkında yaptığı açıklamada Şanlıurfa'da bulunmaktan duyduğu memnuniyeti aktaran Arıcı, konuşmasının başında Başkan Güvenç'in spora verdiği önemi belirterek " Şanlıurfa'nın kültür ve turizmi hakkında Büyükşehir Belediye Başkanımızı ziyaret ediyoruz. Kendisi Mülki Amirken, Valimizken çok büyük katkıları oldu. Şimdi de Şehrin Belediye Başkanı olarak da hakem arkadaşlarımıza ve spora bakış açısı belli olup, büyük katkılar sunacağını zaten biliyoruz. Kendisine görevinde başarılar diliyoruz" dedi.

 

Göbeklitepe, Tarihimizi Değiştirdi
Göbeklitepe'nin önemini vurgulayarak konuşmasını sürdüren Bakan Yardımcısı Arıcı, "Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı olarak da bu bölge bizim için çok önemlidir. Göbeklitepe, tarihimizi değiştirdi. Berlin'de; bir kentin tarihini değiştiren Göbeklitepe'nin tanıtımında bulundum. Bu tarihimizi bütün dünyaya tanıtmamız ve oradaki çalışmaları hızlandırmamız lazım. Bunun bilincindeyiz. Türkiye'ye deniz, kum ve güneş için gelen 36 milyon misafirimize, bundan sonraki süreçte kültür ve yayla turizmini ön palana çıkarmak durumundayız. O yüzden Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere yayla turizmi, kültür turizmi olarak da Şanlıurfa, Gaziantep, Van ve bu bölgeyi ayağa kaldırmamız gerektiği bilincindeyiz. Şanlıurfa'da yapılan büyük müzemizle beraber, Şanlıurfa'mıza gelen misafirleri şehrimizde daha fazla kalmalarını sağlamalıyız. Bu müzemizle beraber; bu bölgenin tarihi ve kültürel dokusunu ayağa kaldırıyoruz. Büyükşehir Belediye Başkanımız bize her konuda destek oluyor. Başkanımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Kendisine ve çalışanlarına teşekkür ediyorum" diyerek sözlerini tamamladı.

 

Şanlıurfa, Kültür Merkezi Kadim Bir Kent
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı'nın ziyaretinden duyduğu memnuniyeti aktararak değerlendirmede bulunan Başkan Güvenç, "Bugün, Sayın Bakan Yardımcımızı ve Türkiye Faal Grubu Hakemleri ve Gözlemciler Dernek Başkanımızı da ağırlamaktan büyük onur duyuyorum. Önemli temaslarda bulunduk. Hem futbol camiamızla, hem de Kültür ve Turizm Bakanlığımızla ilgili temaslarda bulunuyor. Bizi de onurlandırdı. Bizi, makamda ziyaret etti. Kendisine teşekkür ediyorum. Şimdi hem müzemizi, hem Göbeklitepe'yi gezeceğiz. İnşallah birlikte güzel işlere imza atacağız. Bahsettiği gibi Şanlıurfa, kültür merkezi kadim bir kenttir. Dünyanın eski medeniyetlerinin kurulduğu bir kent, bu kentin üzerindeki kül tabakasını ortadan kaldırıp, bu şehri dünya turizmine kazandıracağız. Bunun çabası ve çalışmaları içindeyiz. Müzemizin inşallah önümüzdeki ay Ekim ya da Kasım'da açılışını yapacağız. Geldiklerinde de inşallah Bakanımızla beraber bir kültür çalıştayını da birlikte burada icra ederiz. Kendisine teşekkür ediyorum" şeklinde konuştu.

Gap Gündemi, 18.09.2014

8 ASIRLIK TEHDİT

 

 

Beykoz Korusu’nda devrilip iki kişinin ölümüne yol açan ağaç faciası, İstanbul’daki tarihi ağaçların bakımını gündeme getirdi. Gözler ayda 100 bin kişinin ziyaret ettiği, ‘Süper Baba’ dizisinin de çekildiği Çengelköy’deki Tarihi Çınaraltı Aile Çay Bahçesi’ne çevrildi.

 

Çengelköy’de Boğaz’ın kenarında 1960’a kadar balıkçıların altında ağ ördüğü 800 yıllık ulu çınar 1967’den itibaren gölgesinde çay içilen Çınaraltı Çay Bahçesi’ne ev sahipliği yapıyor. Anıt ağacın bir kolu, 1993’te kırılıp, bahçedekilerin üzerine düşerek, bir kişinin ölümüne, bir kişinin de ağır yaralanmasına neden olduğu için, bölge sakinlerince “katil ağaç” olarak anılıyor. Çay bahçesinin işletmecilerinden İbrahim Ayan (87), tanık olduğu olayla ilgili şunları söyledi: “Ölen kişi o gün ilk kez kahveye gelmişti. O günün parasıyla ailesine 500 milyon lira verildi. Yaralı kişi de belediyeden emekli edildi.”

 

 

DEMİR, DALI KESİYOR

Ağacı 5 ayrı destek taşıyor. Çengelköy Muhtarı Can Cumhurcu, demir parçasının zaman içinde dev dalı kesmeye başladığını söyledi. Muhtar, en son 3-4 yıl önce, Üsküdar Belediyesi’nin çalışması kapsamında, Fen İşleri Park Bahçeler Müdürlüğü ekiplerinin geldiğini belirtip, “Bize, ağacın bakımından Büyükşehir Belediyesi’nin sorumlu olduğunu söyleyip, ‘Haber vereceğiz’ dediler. Burası arı kovanı gibi. Cuma saatinde dal düşse onlarca insan ölür” dedi.

 

Çay bahçesini işletenlerden Fikret Morgül şöyle konuştu: “Çengölköy, bu ağaçla özdeşleşti. Ağacın bakımı 4-5 yıl önce yapıldı. Bu ağaç sayesinde iş yapıyoruz. Demir destek değişmeli. Büyükşehir Belediyesi, ‘Sırası gelince bakarız’ dedi. Ayrıca çınar 30 yıllık başka ağacı tedhit ediyor. O da yıkılabilir.”

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 18.09.2014

DİNOZORLAR YOK OLDU, BİTKİ ÖRTÜSÜ DEĞİŞTİ

 

ABD'li bilim insanları, 66 milyon yıl önce dünyaya çarpan bir göktaşının sadece dinozorların yok olmasına neden olmadığını, dünyanın bitki örtüsünü de tamamen değiştirdiğini açıklayan bir makale yayımladı. Arizona Üniversitesi'nden Dr. Benjamin Blonder'a göre 10 kilometre çapındaki bu göktaşı yüzünden denizler taştı, tsunamiler oluştu, orman yangınları ve dev tayfunlar meydana geldi. Göktaşının bir diğer etkisi de yaprak dökmeyen ağaçların büyük bir kısmının yok olarak yerini mevsimlik ağaçlara bırakması oldu. Blonder, bu dev göktaşının bitki örtüsü üzerinde "yeniden açıp kapama" (reset) etkisi yarattığını söylüyor.

Sabah, 18.09.2014

BİN 800 YILLIK SOLİ POMPEİOPOLİS'TE 2014 KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

 

 

Mersin’in merkez Mezitli İlçesi'ne bağlı Viranşehir Mahallesi’nde bulunan Soli Pompeipolis antik kentinde 2014 kazı çalışmaları sona erdi. Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, "Pompeipolis sütunlu caddesinde yapılan çalışmalarda Roma döneminde önemli bir liman kenti olan Pompeipolis’in sosyal ve günlük yaşamı ile ticaretiyle ilgili önemli kesitler vermiştir. Soli Höyük’te de bir tapınağa ait olması gereken podyum ile terra cottalar bulduk" dedi.


Yaklaşık 1,5 ay süren Soli Pompeipolis antik kenti kazıları ile ilgili olarak İHA muhabirine açıklamalarda bulunan Prof.Dr. Remzi Yağcı, 15 işçi olmak üzere 30 kişiyle kazıları yaptıklarını söyledi. Bu yıl da geçen yıllarda olduğu gibi sütunlu cadde ve höyükte çalışma yaptıklarını belirten Yağcı, "Pompeiopolis sütunlu caddede restore edilen sütunlu cadde güney ucunun kuzeyindeki plan karelerde ve 2002 yılında bulunan latrinada koruma ve sergilemeye yönelik yaklaşık 250 metrekarelik bir alanda kazı-temizlik çalışmaları yapılmıştır. Sütunlu caddede kazı çalışmaları sırasında Doğu portikosunun altında Geç Roma dönemine ait kireç tabanlar, Erken Roma dönemine ait sıvalı ve basamaklı mekan tabanları, korinth stilinde bitkisel bezemeli yeni bir sütun başlığı, MÖ 66 Roma Cumhuriyet Dönemi ile MS 2. ve 5. yüzyıla ait imparatorluk dönemi sikkeleri ile Hellenistik seramik parçaları 2014’ün tipik buluntularıdır" diye konuştu.


"KAZILAR POMPEİPOLİS’İN SOSYAL VE GÜNLÜK YAŞAMI İLE TİCARETİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ KESİTLER VERMİŞTİR"
2014 kazılarının özellikle Roma dükkanlarının mimari olarak iç mekan düzeniyle Cumhuriyet Dönemi’nden imparatorluk dönemine kadar geçirdiği değişikliklerin anlaşılmasında yararlı olduğunu vurgulayan Yağcı, "2014 kazıları, alt yapı ile su kanal sistemindeki değişiklikleri göz önüne sermiştir. Örneğin erken dönemlerde pişmiş toprak su künkleri ile kanallar birlikte kullanılırken Geç Roma döneminde kurşun boruların kullanılmaya başlandığı görülmüştür. Roma dükkanlarının altında güçlü bir Hellenistik tabakanın olduğu arkeolojik olarak bir kez daha belgelenmiştir. Pompeipolis sütunlu caddesinde yapılan çalışmalar Roma döneminde önemli bir liman kenti olan Pompeipolis’in sosyal ve günlük yaşamı ile ticaretiyle ilgili önemli kesitler vermiştir. Örneğin günlük kullanım ve büyük depolama küpleri, bir havuz ile doğu portikosuna ait dükkanların arasında bulunan latrina (tuvalet) dükkanların ne amaçla kullanıldığına ilişkin bu arkeolojik verilerin başlıca örnekleridir" şeklinde konuştu.






Soli Höyük’te 2014 yılındaki kazı çalışmalarının Arkaik Teras olarak adlandırılan höyüğün kuzey doğu yamacında sürdüğünün altını çizen Yağcı, "Arkaik terasta MÖ 6. ve 7. yüzyıllara ait anıtsal yapılar, bir tapınağa ait olması gereken bir podyum ve çevresinden gelen mimari terra cottalar Soli’nin kolonizasyon dönemini yansıtmaktadır. Mimari terra cottalar tapınak benzeri anıtsal yapılara ait olmalıdır. Mimari terra cottalar üzerinde işlenen mitolojik sahneler antik kaynaklara göre bir Rodos Lindos kolonisi olan Soli’nin Doğu Grek bağlantısını ön plana çıkarmaktadır. Bunlar içinde işlenen başlıca temalar farklı üsluplarda işlenmiş Theseus-Minotauros savaşı, karşılıklı sfenslerdir. Çerçeve süslemesi olarak da ion kymationu ve meander motifleri sayılabilir. Bu buluntular İ.Ö. 6. ve 7. yüzyılda akropolde yerleşmiş bir Grek kolonisinin varlığını ortaya koymaktadır. Arkaik tabakanın altından gelen malzemeye göre Soli Geç Geometrik bir dönem yaşamıştır. Seramikler üzerinde görülen tek renkli ve iki renkli iç içe daire motifli amphora parçaları Soli’nin Batı Anadolu, Ege adaları ve Kıbrıs ile bağlantısını, Klasik Dönem Dionysos betimlemeli bir kap parçası ise Soli’nin Atina ile olan ticari bağlantısını ortaya koymaktadır" ifadelerini kullandı.

 




Milliyet, 17.09.2014

OSMANLI'NIN MİRASI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Dünyanın en önemli kazı alanları içerisinde ilk 10’a giren ve Türkiye’nin üç su altı kazı merkezinden olan Urla’da tarihi döneme ait olan Osmanlı’nın savaş gemileri denizaltından ilk defa gün yüzüne çıkartılacak.

 

İzmir’in Urla İlçesi'ndeki Limantepe Su Altı Kazı Merkezi’nde yıllardır yapılan kazıları ve su altı çalışmalarını yürüten Ankara Üniversitesi Kazı Heyeti Başkanı Prof. Hayat Erkanal, antik medeniyetin tarihi yüzünü gün yüzüne çıkarıyor. Denizin altında yaptıkları çalışmalarda özellikle Osmanlı dönemine ait savaş gemilerine rastladıklarını belirten Erkanal, “Çevremizde çok sayıda Osmanlı dönemine ait batık var. Şimdiye kadar hiçbir Osmanlı gemisi açığa çıkartılmadı. Suyun üstüne çıkartılıp da restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılmadı. Bunu inşallah ilk kez biz başaracağız” dedi.

 

Su altı merkezinde 2 bin 600 yıl öncesine ait bulgulara rastlandığını belirten Prof.Dr. Hayat Erkanal, Urla’nın insanoğlunun avcı toplayıcı dönemden üretici topluma ilk kez dönüştüğü yerlerden birisi olduğunu, Roma dönemine kadar 6 bin yıllık kesintisiz yerleşimin bulunduğunu söyledi.

 

DÜNYADA İLK 10’DA

Amerika’da yapılan araştırmalar sonucu dünyanın en önemli 10 su altı kazı çalışma alanları içerisine girmeyi başaran merkezden çıkartılan kalıntıların Türkiye’nin ilk Su Altı Arkeoloji Müzesi Arkeopark’ta sergileneceğini belirten Erkanal şunları söyledi: “Pek çok mimari özellik suyun altında kalıyor. 2000 yılından beri devamlı denizin altında her sene muntazam bir şekilde çalışıyoruz. Çalışmalarımızda iki deniz tabanı tespit ettik. Bunlardan biri 6. ve 7. yüzyıla ait, diğeri de 4. yüzyıla ait tabanlardı. Bu tabanlar üzerinde de çok sayıda arkeolojik malzeme elde ettik. Bunun yanı sıra bazı tekne batıklar da açığa çıktı. Bunlardan bir tanesi milattan önce 7. yüzyıla ait bir batık, diğeri de Osmanlı dönemine ait bir savaş gemisi olacak. Bunlar kısmen açığa çıkınca o anda bunların üzerinde bir program gerçekleştirmemiz mümkün olmadığından hemen üzerlerini kapattık. Önümüzdeki yıllarda inşallah bunlarla farklı bir programla ilgilenerek açığa çıkartacağız. Çünkü denizaltından çıkartılan kalıntıların normal ortama uyum sağlayabilmesi için uzun bir labaratuvar bakım aşamasından geçmesi gerekiyor. Biz de şu anda bu ortamı sağlamaya çalışıyoruz. Şimdi 1 sene içinde teknik açıdan da laboratuvarımızı donatacağız. Böylece Türkiye’de üçüncü büyük laboratuar olacak.”

 

20 BİN YIL ÖNCESİNE AİT FİL FOSİLLERİ BULUNDU

Yapılan kazı çalışmalarında Urla güney bölgesinde fil fosillerine de rastladıklarını ifade eden Erkanal, bölgede 20 bin yıl önce fillerin yaşadıklarını tespit ettiklerine dikkat çekti. Fillerin Asya fili olduğunu söyleyen Erkanal, Ödemiş Konaklı beldesinden bir kaya sığınağının altında da fil resimleri buldularını dile getirdi.

 

Önümüzdeki dönemde Ege Denizi ile Nil Nehri arasındaki doğrudan bağlantıyı kanıtlamak için eski bir tekne ile keşfe çıkacaklarını ifade eden Erkanal şunları söyledi: “Ege Denizi ile Nil Nehri arasında genel anlamda doğrudan doğruya bağlantı olduğu söyleniyor. Biz de bunu kanıtlamak istiyoruz. Bu amaçla da bir tekne yapacağız. Zaten daha önce böyle bir tekne ile ufak çaplı seyahat de yaptık 3 bin 500 yıllık bir tekneydi bu. Ama bu tekneyi yaparken malzeme olarak çam ağacını kullandık. Normal şartlarda antik tekneler sedir ağacından yapılıyordu.”

 

BAKAN VEYSEL EROĞLU’NDAN DESTEK

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun da kendilerine destek verdiğini ifade eden Erkanal, Bakan Eroğllu’nun gemilerin daha sağlam olmasını sağlayacak olan sedir ağacını merkeze temin edeceğini aktardı.

 

AHŞAP GEMİYLE MARSİLYA’YA GİTTİLER

Arkeolog Osman Erkurt ise Urla’da ortaya çıkarılan antik limanların bulunduğu dönemlerin özelliklerine sahip yaptıkları tekneleri ve tekneler ile yapılan deneysel mahiyetteki Doğu Akdeniz ve Marsilya gezilerini anlatarak şöyle konuştu: “Eskiye dair ne varsa onun bilgilerinden faydalanarak uygulamalarını yapıp denemelerini bilimsel formatla dünyaya tanıtmayı amaçlıyoruz. Her gün ilginç bir şeye rastlıyoruz. Çünkü binlerce yıl öncesine ait bilgiler ve bu bilgileri alıyorsunuz, yeniden yapıyorsunuz. Birçok açığımızın olduğunu gördük. Antik dönemin denizcileri bizden çok ileri, her şeyi çok iyi biliyorlar. Biz daha bilgi açısından onlara yetişmeye çalışıyoruz. Edinilen eskiye dair bilgilerden faydalanarak tekneleri yeniden yapıyoruz. Orta boyda bir savaş gemisi yaptık. Foça merkezli bir projeydi. Foçalıların Marsilya’yı kurmasının hikayesi. Marsilya’da büyük bir plaket var. Bu şehir 2 bin 600 yıl önce Foçalı denizciler tarafından kuruldu diye. Bu bile yeterli bizim için. O yüzden çalışmalarımızı bu tür gerekçelere dayandırıyoruz. Bizim bunu yapma sebebimiz de insanlığın ilk kullandığı deniz araçlarının bir tipolojik sergisidir.”

Akşam, 17.09.2014

AŞAĞIPINAR ARKEOLOJİK KAZILARI

 

Kırklareli'ndeki Aşağıpınar arkeolojik kazıları devam ediyor.

 

Kazı Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Prehistorik Bölümü Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazılarda, MÖ 6 bin yıllarına ait ilk toplulukların izlerini araştırdıklarını söyledi.

 

Kazı çalışmalarında önemli bulgulara rastladıklarını ifade eden Özdoğan, şöyle konuştu:

"Aşağıpınar, dünyada heyecanla izlenen bir kazı alanı haline geldi. Anadolu’dan gelen ilk çiftçilerin bölgedeki yaşamları, beslenmeleri ve neler yetiştirdiklerini anlamaya çalışıyoruz. Çalışmalar, bilimsel açıdan son derece olumlu sonuçlar verdi. Kazılarımızda çok zengin bir veri kaynağı var. O dönemin mimarisi ahşap olduğu için görsel bir boyut yok ancak açık hava müzesi yapıldıktan sonra eserlerimizi sergileyeceğiz. Önümüzdeki yıl çalışmalara devam edeceğiz."

 

Özdoğan, kazılarda bilimsel açıdan önemli bir mimari yapıya rastladıklarını,  çalışmaları heyecanla sürdürdüklerini vurguladı. 

 

Aşağıpınar kazılarının bu yılki bölümü, Özdoğan başkanlığındaki 50 ekip tarafından 10 Temmuz'da başlatılmıştı. 

Bugün, 17.09.2014

3. RICHARD KAMBUR DEĞİLDİ VE SİLAHI ELİNDE ÖLDÜ

 

Bir ata krallığım..." repliğiyle hafızalara kazınan 3. Richard'ın nasıl öldüğü 529 yıl sonra ortaya çıktı.

 

Hikayenin başını Sheakespeare yazmıştı.... Sonu saygın Tıp Dergisi Lancet’da yer aldı. Savaş meydanında öldürülen son İngiliz Kralı 3. Richard’ın ‘otopsi’ raporu yayınlandı.

- 1485 yılında Bosworth Çarpışması'nda öldürülen kraldan arta kalanlar üzerinde yapılan tıbbi taramalarda 11 saldırı izine rastlandı. Bunlardan 9’u kafatasındaydı. 32 yaşındaki kral, kafasının arkasına biri kılıç diğeri de baltayla yapılan darbeler sonucu öldü.

- Savaş meydanında atını ve miğferini kaybettikten sonra "Bir ata krallığım feda" dediği rivayet edilen 3. Richard’ın cesedi, 2012 yılında Leicester kentinde bir belediye otoparkında yapılan kazıda bulunmuştu.

- Kralın aldığı yaralardan 9’unun kafasında olması, miğferini kaybettiği tezini kuvvetlendirdi. Kalçalarındaki izlerin ise cesedi savaş meydanında sürüklenerek teşhis edilirken meydana geldiği tahmin ediliyor.

ÖLDÜRDÜĞÜNDEN EMİN OLANA KADAR ÖLDÜR...

- 3. Richard ile ilgili ‘ölüm raporu’ ünlü Tıp Dergisi Lancet’ta yayınlandı. Çalışmayı kaleme alan Profesör Sarah Hainsworth, kralın muhtemelen birden fazla sayıda kişinin saldırısı sonucu öldürüldüğünü söyledi.


Hainsworth, “Unutmayalım ki, Orta Çağ’da yaşanan savaşlar gerçekten son derece şiddetli ve kanlıydı. İnsanlar düşmanlarını gerçekten öldürdüklerine emin olmak isterlerdi ve daha sonra da bunu herkesin bilmesi için cesedi teşhir ederlerdi” dedi.





LANCASTER VE YORK HANELERİ
Kralın kollarında ve ellerinde savaş yarasına rastlanmaması, son ana kadar silahlı ve savaşmış olduğunu gösterdi. Hainsworth’a göre miğferini kaybeden kralın yüzünde iz olmamasının nedeni, öldürülenin kimliğini ispat etme ihtiyacı.


Lancaster ve York haneleri arasındaki Güller Savaşı'nın sonununu da getiren 3. Richard, savaş meydanında öldürülen son İngiliz kralı. Ve 529 yıl gecikmeyle yapılan otopsiye göre, 3. Richard, omurgasında hafif bir eğrilik bulunmakla birlikte Sheakespeare ve diğerlerinin eserlerinde iddia edilenin aksine kambur değildi.

 


Radikal, 17.09.2014

DANIŞTAY KYME'DI: ARKEOLOGSUZ BİLİRKİŞİ OLMAZ

 

Danıştay 14. Dairesi, İzmir'deki Kyme antik kenti üzerine yapılmak istenen santrale itiraz başvurusu için 'bilirkişi raporuna' dayanarak verilen ret kararını, "bilirkişi heyeti içinde arkeolog olmamasını eleştirerek" bozdu.

 

 

Kyme antik kenti üzerine yapılmak istenen ithal kömüre dayalı enerji santrali için verilen ÇED raporuna yapılan itiraz İzmir 2. İdare Mahkemesi tarafından reddedilmişti. Gerekçe olarak mahkeme bilirkişi raporunu göstermişti. Danıştay 14. Dairesi arkeolojik sit alanı içindeki bir uyuşmazlıkla ilgili çevre mühendislerinden oluşturulan bilirkişi heyeti içinde arkeolog olmamasını eleştirerek davanın yeniden görülmesini istedi.

İzmir Aliağa Horozgediği Köyü'nde İzmir Demir Çelik Sanayi mülkiyetinde olan araziye ithal kömüre dayalı olarak kurulmak istenen Enerji santraline ilişkin ÇED olumlu raporu verilmişti. Başta Menemen Belediyesi olmak üzere çok satıda STK rapora itiraz ederek İzmir 2. İdare Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği bölümünden 3 öğretim görevlisi keşifli bilirkişilik yaptı.

Bilirkişi heyeti; “Proje kapsamındaki santralin 1/1.000.000 ölçekli çevre düzeni planı içinde sanayi alanında olduğunu, depolama alanının ise tarımsal alan da kaldığını, santral arazisinin sit alanı içinde olmadığını, depolama ve soğutma ünitelerinin 1 ve 3. Derece arkeolojik sit alanı içinde olduğunu, ancak bu durumun sorun teşkil etmediğini, herhangi bir kültür varlığına rastlanıldığı anda derhal müzeye haber verileceğini, ayrıca arkeolojik alanla ilgili koruma planları yapıldığını” belirterek ÇED raporuna onay verdi. Mahkeme de bu bilirkişi raporuna uyarak davayı reddetmişti.

Danıştay’a yapılan itiraza 14. Daire baktı. Bilirkişi raporunun sadece çevre mühendislerinden oluşturulmasının yanlışlığına dikkat çekilerek şöyle denildi; ‘’adil bir yargılama yapılabilmesi için ÇED süreci sonunda verilecek kararların yargısal denetimi yapılırken bilirkişiler arasında bir çevre mühendisinin bulunması, diğer kişilerin ise projenin bulunduğu çevrenin özelliklerine göre seçilmesi gerekmektedir… En az biri çevre mühendisi olmak üzere öğretim üyelerinden oluşacak arkeolog, sanat tarihçi, şehir plancısı yeni bir bilirkişi heyetiyle, mahallinde yeniden keşif ve incelemesi yapılarak uyuşmazlığın esası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.’’ Mahkeme İzmir İdare Mahkemesi’nin kararını bozdu. Yargılama yeniden yapılacak.

KYME ANTİK KENTİ
Batı Anadolu ’nun en eski liman şehirlerinden olan Kyme, 3500 yıllık geçmişiyle birçok antik çağ yazarının dikkat çektiği bir şehir. Ancak bugün sanayileşme adına sınırları her geçen gün daralıyor. İzmir 2 No’lu Bölge Koruma Kurulu tarafından 1. derece arkeolojik sit olan nekropol (mezarlık) alanları 3. dereceye düşürmüştü. Bilimsel kazıyı yapan Prof.Dr. Antonia La Marca başkanlığındaki İtalyan arkeoloji ekibinin de kazıyı kaybetmek korkusuyla sanayiye açılan bölgede yapılaşmaya ses çıkarmıyordu.

Radikal, 17.09.2014

ILISU'YA ÇED RAPORU ZORUNLULUĞU GELDİ

 

 

Hasankeyf’i sular altında bırakan Ilısu Barajı’nın ÇED raporundan muaf tutulduğu madde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Hasankeyf Yaşatma Girişimi üyeleri, karar üzerine Batman DSİ 103 Şube Bölge Müdürlüğü’ne dilekçe vererek, baraj inşaatın derhal durdurulmasını istedi. Girişim üyesi Av. Kemal Üner, Anayasa Mahkemesi’nin baraj inşaatı iptali kararı ile birlikte Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu olmadan barajın inşaatının hukuk dışı olduğunu belirtti.

Anayasa Mahkemesi, Batman’da Dicle Nehri kıyısında bulunan 200 höyük, 74 köy, 100 mezra ve 374 km karelik bir alanı yok edecek Ilısu Barajı’nın ÇED raporu olmadan inşaat yapımı maddesini iptal etti.

“Hasankeyf ve çevresinde bulunan yüzlerce höyük ve köyü sular altında bırakan Ilısu Barajı’nın yapımında ısrar ediliyor. Biz Hasankeyf Yaşatma Girişimi olarak Ilısu Barajı’nın hukuksuzca yapıldığını defalarca dile getirdik” diyen girişim üyesi Av. Kemal Üner, daha önce Hasankeyf gibi yerlerin sular altında bırakılması önündeki engellerin kaldırılması için konulan çevresel etki muafiyeti için hükümetin bir madde koyduğunu sözlerine ekledi.

Birgün, 17.09.2014

TARİHİ İSKELE BAKIMSIZLIKTAN YIKILMAK ÜZERE

 

 

Şehir Hatları İşletmesi'nin TDİ A.Ş'den İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredilmesinden sonra, Haliç'te Vapur seferleri yapılan 6 iskeleden biri olan Tarihi Fener İskelesi, bakımsızlıktan dolayı denize batmaya başladı.

 

Deniz Haber Ajansı'ndan Onur Kaplan'ın haberine göre, İstanbul'un bir dokusu daha yok oluyor. Şehir Hatları İşletmesi'nin Türkiye Denizcilik İşletmeleri'den İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredilmesinden sonra, Haliç'te Vapur seferleri yapılan 6 iskeleden biri olan Tarihi Fener İskelesi, bakımsızlık ve ilgisilikten dolayı denize batmaya başladı.

 

Fener Mahallesi'nde 95 metre kare bir alana oturan ve 81 kazık üzerine kurulu Tarihi Fener iskelesi geçen sene İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin aldığı karar ile kapatıldı. Bu zaman süreci içerisinde kazıkların çürümesi ve bakımsızlıktan dolayı denize doğru kayarak batmaya başlayan Tarihi Fener iskelesi, görenlerin içine ince bir sızı düşmesine neden oluyor.

Yapı, Haber ve Fotoğraf: Onur Kaplan, 17.09.2014

İZMİR'DE 150 YILLIK DİREK DİRENİŞİ

 

İzmir’in Konak İlçesi Umurbey Mahallesi sakinleri, kentin havagazı ile aydınlatıldığı dönemden kalma aydınlatma direklerinin yenileriyle değiştirilip, eskilerinin hurdaya çıkarılmasına tepki gösterdi. Bu direklerin 150 yıllık olduğunu belirten vatandaşlar, sahip çıkılıp, korunmasını istedi.

 

 

Alsancak semtindeki Umurbey Mahallesi'nde, elektrik tellerinin yer altına alınıp, eski direklerin yenilenmesi çalışmaları vatandaşları sevindirirken, bir konuda da tepki geldi. Mahallede yaşayanlar, kentin 1862 yılından itibaren havagazı ile aydınlatılmaya başlandığı dönemden kalan, metal aydınlatma direklerinin sökülüp hurdaya çıkarıldığını, yerine beton direklerin yerleştirildiğini belirterek bu duruma tepki gösterdi. Vatandaşlar, tarihi değeri bulunduğunu belirttikleri bu direklerin korunması gerektiğini söyledi. Yerlerine yenileri konulsa bile bu direklerin sanayi müzelerinde muhafaza edilebileceğini dile getirdi.

 

Umurbey Mahallesi Muhtarı Fatma Kaçaro da bölgede birçok tescilli ev ve ağacın yanı sıra tarihi değeri olan elektrik diriklerinin de bulunduğu belirterek, "Mahallemizdeki 1495-1496 sokaklarında bulunan, Fransızlar'ın yakındaki Tarihi Havagazı Fabrikası'nı işlettiği dönemden kalma direkleri sökmeye çalışan görevlilere, bunların bir dönem kentin aydınlatılmasına damga vurduğunu, tarihi değerleri bulunduğunu söyledik. Bu direklerin hurdaya çıkarılmak yerine bir müzeye konulup, korunması gerektiğini belirttik. En azından birini bırakmalarını isteyip koruma altına aldık. Bu direği söküp götürmelerine izin vermeyeceğimizi söyledik. Bu direk yerinde kalmalı. Yenisini yanına diksinler ancak bu direği buradan sökemezler" dedi.

 

Alsancak Limanı karşısındaki tarihi Havagazı Fabrikası, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından sosyal ve kültürel etkinlikler için kullanılmak üzere restore edilmiş, 2008 yılında hizmete açılmıştı.

Gözlem Gazetesi, 17.09.2014

SİVAS KALESİ'NDEN TARİH FIŞKIRIYOR

 

 

Tarihi Sivas Kalesi'nde başlatılan kazı çalışmalarının ilk gününde "Geç Osmanlı dönemi"ne ait saat kulesi temeline ulaşıldı. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen kalenin doğu tarafındaki çay bahçesinin bulunduğu kısımda 3'ü uzman 8 kişilik ekiple kazı çalışması başlatıldı. Sivas Arkeoloji Müzesi Müdürü Atılgan Kaya, yaptığı açıklamada, Sivas Kalesi'nin belli bölümlerinin birinci, ikinci ve üçüncü derece sit alanı olarak tescil edildiğini söyledi. Kazı çalışması yapılan alanın ikinci derece sit alanı olduğunu ifade eden Kaya, kalede önceden saat kulesi olduğuna dair bilgilere Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünce yapılan arşiv taramaları sonucu ulaşıldığını belirtti. Kaya, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünün talebi üzerine kalede kazı çalışması başlatıldığını ifade ederek, kazının müdürlüklerinin denetiminde yürütüldüğünü söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığından sondaj kazısı yapılması yönünde talepte bulunduklarını dile getiren Kaya, şunları kaydetti: "Bununla ilgili de 5 bin lira ödenek sağlayarak burada temel olup olmadığı yönünde çalışma başlattık. Çalışmalarımızın ilk aşmasında Geç Osmanlı dönemine ait bir saat kulesinin temellerine ulaştık. Burayla ilgili çizim ve fotoğraflama yaptıktan sonra alanı kapatıp eski haline getireceğiz. Daha sonra belediyenin burayla ilgili yapacağı projede, bu alana saat kulesi inşa edilecek. Bu saat kuleleri, genelde Orta Anadolu'nun tamamında var. Kazıyı biraz daha genişleterek saat kulesinin ölçülerine de ulaşmış olacağız. Kazının yaklaşık 5 gün daha sürmesini planlıyoruz."

Sivas Hürdoğan, 17.09.2014

BERLİN'DEKİ BERGAMA MÜZESİ ZİYARETE KAPANIYOR

 

Tarihte bir yolculuğa çıkmak ve Antik Çağ’ın en önemli mirasını görmek için Berlin’deki ünlü Bergama Müzesi'ne gitmeyi planlayanların acele etmeleri gerekiyor, zira müze beş yıllığına ziyaretçilere kapatılacak.

 

 

Tarihte bir yolculuğa çıkmak ve Antik Çağ’ın en önemli mirasını görmek için Berlin’deki ünlü Bergama Müzesi'ne gitmeyi planlayanların acele etmeleri gerekiyor, zira müze beş yıllığına ziyaretçilere kapatılacak. Dört milyona yakın nüfusu ile Almanya’nın başkenti Berlin, kültürel yaşamının zenginliği  sayesinde dünyanın gözde metropolleri arasında yer alıyor. Yılda 30 milyon civarında turistin geldiği Berlin’in cazibe merkezi olmasında etkenlerden biri de müzeleri.

Yaklaşık 170 müzede, klasik ve çağdaş sanat eserlerinin yanısıra, dünyanın dört bir yanından getirilen objeler sergileniyor. Bu müzelerden en önemli ve ünlüsü Bergama Müzesi. Türkiye’den getirilen Zeus Sunağı’nın bulunduğu müze Almanya’nın en çok gezilenler listesinde birinci, dünyanın da en çok ziyaret edilen müzeler sıralamasında ilk 10’da yer almakta. Sadece bu yılın ilk altı ayında 700 bin kişinin gezdiği ve insanların içeri girebilmek için bazen saatlerce kuyrukta bekledikleri Bergama Müzesi tamirat çalışmaları nedeniyle 29 Eylül tarihinden itibaren en az beş yıl ziyaretçilere kapalı kalacak.

Tarih bilimcileri ve arkeologlar tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak adlandırılan Bergama Müzesi 1930’lu yıllardan bu yana küçük çaplı restorasyon çalışmaları dışında kapsamlı bir tamirattan geçmemiş. Müze yöneticileri II. Dünya Savaşının sonlarına doğru gerçekleşen Berlin bombardımanında ağır hasar alan müzenin mevcut halinin acil tamiratına alternatif olmadığını belirtiyor.

1999’da UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’ne giren müzenin kapanması ile sadece Zeus Sunağı değil, Babil'in Asma Bahçeleri'nin kapıları, Millet'in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi eşsiz değerde parçalar da 2019 yılına kadar depolara kaldırılacak. Bergama Müzesi'nin adını dünyada meşhur eden ve 1870’de Bergama’dan kaçırılan Zeus Sunağı şu anda müzenin en görkemli salonunda yer alıyor. 17 metre yüksekliğinde merdivenlerle çıkılan sunaktaki 94 kabartma tanrılar ile devlerin savaşını tasvir ediyor.

Söz konusu sunak 1865 yılında Alman arkeoloji meraklısı mühendis Carl Humann tarafından Bergama’da yapılan yol çalışmalarında bulundu. Bunlar daha sonra kaçak yollarla ve ‘değersiz taşlar’ şeklinde deklare edilerek Almanya’ya getirildi. Zeus Sunağı’nın o zamanki Osmanlı’dan izinsiz çıkarılması bugüne kadar Almanya ile Türkiye arasında gerilime neden olan bir konu. Yıllardır Türkiye bu eserlerin gün ışığına çıktığı yer olduğu için tapınağın geri iade edilmesini talep ediyor. Müze yönetimi Osmanlı yetkililerinin kazılarda bulunanları Almanlara hediye ettiğini savunuyor, ancak bunu doğruluyan bir belgeyi bugüne kadar ortaya çıkarmadılar.

Zeus Sunağı’nın meşruluğunu 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik bir kez daha gündeme getirmişti. Çelik’in Der Spiegel dergisine yaptığı açıklamalar, arkeolojik gerilime yol açmış, Bergama Müzesi’ni de yöneten Prusya Kültür Eserleri Vakfı Başkanı Hermann Parzinger  Türkiye’nin yabancı kazı ekiplerini uzaklaştırmaya çalıştığını iddia ederek, bu tutumun ‚şovenistçe olduğu‘ ifadesini kullanmıştı. 2011 yılında ise o  dönemin Kültür ve Turizm Bakanı  Ertuğrul Günay’in gene Bergama Müzesi'nde sergilenen Hattuşaş Sfenksi'nin geri gönderilmesi için yaptığı girişimler sonuç vermiş ve sfenks iade edilmişti.

Amerika'nın Sesi, 17.09.2014

STS BODRUM OKUL GEMİSİ YENİ KEŞİFLERLE DÖNDÜ

 

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından başlatılan sualtı arkeolojik araştırmaları kapsamında “Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi”ne destek için yapılan çalışmalarda ülkemiz karasularında 30 yıl sonra bir Tunç Çağı Batığı daha keşfedildi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan izin doğrultusunda, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Ege Bölgesi Araştırma ve Uygulama Merkezi (EBAMER) Müdür Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. A. Harun Özdaş başkanlığında sürdürülmekte olan Sualtı Arkeolojik Araştırmaları, 2014 yılı ikinci etap çalışmaları tamamlandı. Araştırmalarda Bodrum-belediyesi/ " target="_blank" class="tag">Bodrum Belediyesi’ne bağlı STS Bodrum Okul Gemisi kullanıldı. Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen “Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi” kapsamında yürütülen Türkiye Kıyıları Batık Envanteri çalışmalarında özellikle Osmanlı Dönemi batıkları üzerinde yoğunlaşıldı.


Özdaş başkanlığında, son 7 yıldır yürütülen sualtı arkeolojik araştırmalarında, ülkemiz kıyılarında bugüne kadar bulunan en eski batığın kalıntıları keşfedildi. Çalışmalar, Yrd. Doç.Dr. Nilhan Kızıldağ, Hüseyin Vural, İhsan Tercan, Dr. Güngör Muhtaroğlu, Cihat Vural, Onok Bozkurt, Doç.Dr. Şenay Özdemir, Cebrail Baydan, İrfan Yıldız, Selman Kahraman, Zeynep Demir’in yer aldığı Türk bilim adamlarından oluşan bir ekiple ve Mustafa Cengiz’in kaptanlığında STS Bodrum Okul Gemisi’yle sürdürüldü.


Araştırmaların ilk etabı Bodrum’dan finike’ye kadar olan bölgede gerçekleştirildi. Toplam 35 farklı alanda yapılan 100’ün üzerinde dalışta 10 adet yeni batığın yeri tespit edildi. Ayrıca daha önceki yıllarda bulunan birçok batığın üç boyutlu fotomozaiği çıkarıldı. 2014 yılı Ege Bölgesi çalışmaları kapsamında Hisarönü Körfezi’nde yapılan dalışlarda, günümüzden yaklaşık 4000 yıl öncesine ait Tunç Çağı’na tarihlenen bir batığın izlerine ulaşıldı. Bugüne kadar yapılan sualtı araştırmalarında tespit edilen en eski batık Hisarönü Körfezi’nde bulundu. Araştırma dalışları sırasında bulunan Tunç Çağı Batığı’na ait kalıntılar arasında çok ender görülen amphora formunun yanı sıra, gaga ağızlı testiler ve değişik formlarda seramik kaplara da rastlanıldı.


Ülkemiz kıyılarında bulunan ve MÖ 14.y.y.’a tarihlenen Kaş Uluburun Batığı’ndan daha eski olan Hisarönü Batığı, kıyıdan yaklaşık 50 m açıkta, 25-30 m derinde yer alıyor. Son 50 yılda Tunç Çağı’na tarihlenen toplam 3 adet batık bulunmuş olup, gaga ağızlı testilere ise ilk defa rastlanıyor. Batıktan çıkarılan ve konservasyon ile analiz için Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilen eserlerin içinde bulunan organik buluntuların tarihleme çalışmaları ise devam ediyor. Önümüzdeki yıl batığın daha ayrıntılı biri şekilde sualtı çalışması ve kazısı yapılması planlanıyor.

Milliyet, 16.09.2014

"GÜN YÜZÜNE ÇIKARACAĞIZ"

 

 

Vakıflar Malatya Bölge Müdürü Halil Taşkesen, Darende İlçesi'nde bulunan vakıflara ait eserleri inceledi. 

 

Taşkesen, “Kurumumuza ait bu eserleri koruyarak geleceğe aktarmak bizlerin en önemli görevidir. Eserlerimizin bakım onarımlarını düzenli olarak yapmaya çalışıyoruz, bu eserlerin ayakta kalmasında bize ne kadar görev düşüyorsa vatandaşlarımıza da görev düşmektedir. İnanlarımızın bu eserlere yapıtlara sahip çıkmalarını tahrip edilmesini önlemelerini istiyoruz. Darendemiz bu eserler bakımından oldukça zengin bu güzellikleri daha da güzel çalışmalarla gün yüzüne çıkaracağız” dedi.

 

Taşkesen'in incelemelerine Belediye BaşkanYardımcıları Tacettin Ateş ve Durmuş Doğan' da eşlik ederek ilçede yapılacak çalışmalar ile ilgili görüş alış verişinde bulundular.

 

Belediye Başkan Yardımcısı Durmuş Doğan ise, “İlçemiz tarihi kültür varlıkları açısından oldukça zengin bir yapıya sahip, bizlerde belediye olarak kurumlarımızla istişare ederek bu eserleri nasıl daha iyi değerlendirebilir, hem gelecek nesillere taşır hem de ilçemizin turizmine nasıl katkı sağlarız bunların çalışmalarını yapıyoruz” ifadelerini kullandı.

Malatya Haber, 16.09.2014

ANTİK ÇAĞLARIN KAYBOLMUŞ 7 TEKNOLOJİK HARİKASI





 

Geçmiş, hala gizemlerini çözmeye çalıştığımız bir bilinmezlik girdabı. Her gün kazıların altından ve araştırma dosyalarından şaşırtıcı bilgiler gelmeye devam ediyor. Bildiğimiz kadarıyla, teknolojiden uzak ve ilkel kalmış toplumların omuzlarında yükselen bir dünyada yaşıyoruz. Peki sandığımız gibi mi? İşte sizi şaşırtacak, antik çağların kaybolmuş 7 teknolojik harikası!

 

Günümüzde elektriği ve elektrikle çalışan bir çok aracı hayatımızın her alanında kullanıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla geçmiş zaman medeniyetleri bu nimetlerden yoksun bir hayat yaşıyordu. Ancak yapılan araştırmalar ve ortaya çıkartılan yeni keşifler, bizi geçmiş hakkında tekrar düşünmeye itiyor. Piller, uçak modelleri, akıl almaz işçilik örnekleri... Kim bilir toprağı kazdıkça daha neler çıkacak karşımıza?


Sizleri çağlar öncesine götürecek bir liste hazırladık. İşte antik çağların kaybolmuş teknolojik harikaları...

1. Babil Pili

 

 

Sene 1938...Avusturyalı Arkeolog Dr. Wilhelm Konig yaptığı kazılardan birinde 15 cm yüksekliğinde, parlak sarı renkte ve kilden yapılmış bir çömlek buldu. Çömlek bir düzenek gibiydi. İçinde bakır levhadan yapılmış, 3.81 cm. çapında ve 5 cm. yüksekliğinde bir silindir vardı. Cismin bir enerji kaynağı olması için yapıldığı hemen anlaşılıyordu. Bu yüzden 19. yüzyılda yapılmış ilkel bir pil olduğu düşünülmüştü. Ancak yapılan testler çömlek ve içindeki düzeneğin 2000 yıllık olduğunu ortaya çıkarttı! 2000 yıl önce, elektrik ve elektroniğe bağlı bir teknoloji yokken bu pili kimler ne için yapmıştı ve ne amaçla kullanmışlardı? Bu sorular hala cevabını arıyor. Pil ise Bağdat Müzesi'nde sergileniyor ve MÖ 248 tarihiyle ilişkilendiriliyor. Her ne kadar bu tarih de eski bir dönem olsa da, bazı araştırmacılar söz konusu çömleğin sahip olduğu teknolojinin Sümerlere kadar uzandığı noktasında birleşiyor. Bu da Babil Pili olarak nitelendirilen bu cismin ilk defa MÖ 2000'li yıllarda geliştirildiği yönünde bir teori ortaya koyuyor. Peki madem böyle bir teknoloji antik çağda vardı, insanlığın elektriği bir yaşam biçimi haline dönüştürmesi neden 4000 yıl sürdü? O dört bin yıl boyunca çömleklerde enerji saklanmadı da neden kebap yapıldı?


2. Dandera Işığı

 

 

Antik çağlarda elektirik teknolojisinin var olduğuna işaret eden bir başka unsur da Dandera Işığı'dır. Antik Mısır'da Dendera olarak adlandırılan bölgede, geç ptolemik dönemden kalma Hathor Tapınağı'nın farklı yerlerinde Eski Mısır uzmanlarının bir türlü geleneksel dinsel-mit terimiyle açıklayamadıkları garip duvar resimleri vardır. İlk bakışta bir bilim kurgu şakası olduğu izlenimi veren hiyeroglif ve resimler açık bir şekilde antik Mısır'da ampul kullanıldığını ortaya koymaktadır. İsveçli mühendis Henry Kjellson, "Forvunen Teknik/Kayıp Teknoloji" adlı kitabında bu simgeleri detaylı bir şekilde incelemiştir. Hiyeroglifte temsili olarak çizilen cismin, açık bir şekilde elektrik ışığı ile aydınlatma sağlayan bir ampul olduğunu incelemesinde yazan Kjellson'a göre Dandera ışığı modern ampullerin atası konumundadır. Aslında Dandera ışığı, Mısır piramitlerinin yapımıyla ilgili bir sırrı da açığa kavuşturmaktadır. Piramit araştırmacıları için en büyük soru şudur; piramitlerin içerisindeki tüneller sış yapı tamamlandıktan sonra şekillendirilmiş ve süslenmiştir. Son derece karanlık olan Piramitlerin iç kısmında bu işleri yapabilmek, ancak suni bir ışık kaynağıyla mümkündür. Bir meşale kullanmak intihar etmekle eşdeğerdir çünkü, ateşin çıkardığı duman ile mücadele etmek imkansızdır. Bu durum araştırmacılar tarafından test edilmiş ve meşale ile bu işin yapılamayacağı görülmüştür. Gaz lambası derseniz, ilk örneği 9. yüzyılda görülen gaz lambaları antik Mısır'da hiç kullanılmamıştır. Kullanıldığına dair bir bulgu da yoktur. Dandera ışığının sembolize edildiği lotus çiçeği ve yılan antik Mısır'da ; "verimlilik" anlamına gelmektedir. Bir çok bilim adamı Dandera ışığını bir antik Mısır büyüsü olarak tanımlamak istese de, Dandera ışığının tasviri teknolojik bir model olarak görülmektedir. Edison ve Tesla'nın kemiklerini sızlar mı bilmiyoruz ama sanki antik Mısır, elektrik ışığına ilk göz kırpan medeniyetmiş gibi duruyor...

3. Antikyhera Makinesi

 

 

20. yüzyılın hemen başında Yunanlı bir grup sünger avcısı tarafından Antikyhera adlı küçük bir adanın yakınında inanılmaz bir keşif yapıldı! Antik bir geminin kalıntıları arasında modern makinelere benzeyen bir cisim duruyordu. MÖ 50 yılından kaldığı düşünülen cisim, Atina Müzesi'nde yerini aldığında antik bir saat olduğu tahmin ediliyordu. Günümüzde kullandığımız modern saatlerin zembereğini andıran bir düzeneğe sahip olan cisim 1958'de yeniden incelemeye alındı. Bir çok dişliye ve hatta bir de fana sahip olan cisim "makine" olarak tanımlandı. Dişlilerin çalışması sonucunda Ay'ın ve Güneş'in hareketleri hesaplayabildiği anlaşılan Antikyhera makinesi, yıldızların geçmişteki ve gelecekteki konumlarını gösteriyordu! Nasa'nın bu makinenin çalışma prensibinden yola çıkarak, bir çok araştırmasında başarılı sonuçlar aldığı bilinir. Soru şu; bu makineyi yapabilecek kadar yüksek teknolojik bilgiyi milattan önce kimler nasıl elde etti? Elde etti de mutlu oldu mu, işine yaradı mı?

4. Antik Kolombiya Uçakları

 

 

İnsanlığın ilk çağlardan beri en büyük hayali olarak bilinir uçmak. Ancak uçmak için gerekli teknolojinin nasıl olacağını hiç bir medeniyet ön görememiştir. Dav Vinci'nin yaşadığı dönemde yaptığı bir çok modelin, mevcut uçuş teknolojisinin önünü açtığı bilinse de; Da Vinci'nin ilkel modellerinin hiçbiri günümüz uçak teknolojisiyle benzerlikler taşımamaktadır. Ancak milattan önce 1000 yıllarında Kolombiya'da yaşamış bir medeniyet, altından modern uçak modelleri yapmıştır! Bilinen hiç bir tür kuş, böcek ya da uçan canlı ile bağdaştırılamayan bu modeller, tüm detaylarıyla birer uçak figürüdür. Bu kadar eski bir çağda uçmak mümkün değil mi? Kolombiya'dan kalkan bir uçak muhtemelen kısa sürede Peru'ya ulaşabilir. Neden mi Peru? Nazka çizgileri olarak bilinen onlarca antik devasa çizime ev sahipliği yapan arazilerin yer aldığı Peru, Kolombiya'dan kalkan bu antik uçaklar ile yakın ilişkili olabilir. Nazka çizgilerinin MÖ 200 yıllarında yapıldığı düşünülüyor. 200 metre genişliğinde ve hökyüzünden bakılmadan görülmesi imkansız olan bu şekillerin, çizilebilmesi de yine yüksek bir noktadan bakmadan mümkün değildir. Nazca şekillerinin görülebileceği yüksek bir dağ da bölgenin çevresinde yoktur. Çizgilerin çizildiği dönemde, bu şekilleri görebilmek için Kolombiya'nın antik uçakları gibi araçlara sahip olmaktan başka çare yoktur. Yoksa düşünün size bir sürü taş verecek kabilenin rahibi, diyecek; "200 metre genişliğinde bir maymun sembolü yap yere." Yukarıdan görmeden yapamayacağınız için "Dalga mı geçiyorsun yahu?" der gidersiniz. Peki ya yapabilecek imkanınız olursa?

5. Hindistan'ın Vimanaları

 

 

Hindistan tarihine ışık tutan mitolojik unsurlarla dolu olan Mahabharata adlı eserlerde adı geçer Vimanaların. Vimanalar, Hint kültüründe "uçan saray" olarak tanımlanırlar. İlk başta "uçan halı" gibi bir masal öğesini çağrıştırsa da Mahabharata'nın içinde yer alan Vimana tasvirleri akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Bir savaş aracı olarak anlatılan Vimanaların uydu anteninden tutun, iniş ve kalkış takımlarına kadar her ayrıntı, görülmeden hayal edilebilecek türden değildir. Öyle ki, mühendislik harikası olarak görülen Vimana tasvirlerinden yola çıkılarak çizilen modeller günümüzde NASA'nın kullandığı uzay kapsülleriyle tek kelimeyle birebir özellikler ortaya koymaktadır. Mahabharata metinlerinin de MÖ 3000'li yıllara dayanan anlatımlardan oluştuğunu düşünecek olursak. O tarihlerde var olmamış teknolojiler üstünde, bu kadar detaylı bilgiler paylaşılmış olması ilgi çekicidir.

6. Bolivya'da Antik Lazer İşçiliği

 

 

Tivanaku , Bolivya'da MÖ 1500 civarında hüküm sürmüş antik bir uygarlığın başkentidir. Buraya kadar kulağa tarihsel sıradan bir bilgi gibi geliyor. Ta ki söz konusu medeniyetin inşa ettiği duvar ve yapıları görene kadar. Söz konusu döneme dair yapılan kazılarda sadece ilkel çekiçler ve kürekler bulabilen arkeologlar, adeta lazerle kesilmiş büyük taş kütlelerini açıklayamıyorlar. Su götürmez bir şekilde günümüz teknolojisinde kullanılan lazerlerle kesilmiş olan duvarların eşi benzeri yok! Günümüzde en yetenekli duvarcılar bile lazer olmaksızın taş kütleleri bu şekilde kesemiyorlar. Bir başka ilginç nokta ise tüm kesimlerin simetrik ve eş değerlerde yapılmış olması! Bu da işlemin bir makinayla yapıldığını gösteriyor. MÖ 1500 ve lazer kesim makinaları? Pardon?

7. Japonya'nın kayıp uygarlığı

 

 

1986'da bir grup Japon dalgıç tarafından keşfedilen ve Yonaguni açıklarında bulunduğu için Yonaguni Anıtı adını alan bir yapı herkesi şaşırtıyor. Yekpare bir kaya kütlesini son derece usta bir işçilikle yontup şehir haline getirmiş bir uygarlığın eseri olan bu gizemli yapı, Büyük Okyanus'un derinlerinde yatıyor. MÖ 10.000 yıllarında yapıldığı ve tahminen yine MÖ 3000 civarında sular altında kaldığı düşünülen Yonaguni'nin inşa edildiği tarihi bırakın, bugün bile bu şekilde bir şehir yapmak neredeyse imkansızdır. Merdivenleri, meydanları, odaları, sokak ve caddeleriyle tek parça bir kaya kütlesinden şehir yapmak belki de bundan bir kaç yüzyıl sonra başarabileceğimiz bir mühendislik teknolojisi gerektiriyor. Tahminlere göre bu antik kalıntıların üstünde, batmadan önce göz alıcı bir şehir yükseliyordu. Yonaguni çevresinde bulunan MÖ 2000 yılıyla ilişkilendirilebilen kalıntılar da bu teoriyi destekler nitelikte. Sen işi gücü bırak, koca kayaları yon şehir yap, sonra sular altında kalsın. Yazık...

Radikal, Haber: Oktay Volkan Alkaya, 16.09.2014

HİSARÖNÜ KÖRFEZİ'NDE TUNÇ ÇAĞI BATIĞI BULUNDU

 

 

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi kapsamında Muğla’nın Marmaris İlçesi Hisarönü Körfezi’nde yapılan araştırmalarda, yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait bir Tunç Çağı Batığı keşfedildi. Batığın, ülkemizdeki en eski batık olarak bilinen Antalya’nın Kaş İlçesi’ndeki Uluburun Batığı’ının bu unvanını elinden aldığı bildirildi. Kıyıdan yaklaşık 50 metre açıkta ve 25- 30 metre derinlikteki batığa ait kalıntılar arasında çok ender görülen amphora formunun yanı sıra, gaga ağızlı testiler ve değişik formlarda seramik kaplara da rastlandığı belirtildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Ege Bölgesi Araştırma ve Uygulama Merkezi (EBAMER) Müdür Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. A. Harun Özdaş başkanlığında yürütülen Sualtı arkeolojik Araştırmaları’nın 2014 yılı ikinci etap çalışmaları tamamlandı. Araştırmalarda Bodrum Belediyesi bünyesindeki STS Bodrum Okul Gemisi kullanıldı. Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen "Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi" kapsamında yürütülen Türkiye Kıyıları Batık Envanteri çalışmalarında özellikle Osmanlı Dönemi batıkları üzerinde yoğunlaşıldı. Yrd. Doç.Dr. Nilhan Kızıldağ, Hüseyin Vural, İhsan Tercan, Dr. Güngör Muhtaroğlu, Cihat Vural, Onok Bozkurt, Doç.Dr. Şenay Özdemir, Cebrail Baydan, İrfan Yıldız, Selman Kahraman, Zeynep Demir’den oluşan ekip, araştırmaların ilk etabı Bodrum’dan finike’ye kadar olan bölgede gerçekleştirildi. Toplam 35 farklı alanda yapılan 100’ün üzerinde dalışta 10 yeni batığın yeri tespit edildi. Ayrıca daha önceki yıllarda bulunan birçok batığın üç boyutlu fotomozaiği çıkarıldı. 2014 yılı Ege Bölgesi çalışmaları kapsamında Hisarönü Körfezi’nde yapılan dalışlarda, günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait Tunç Çağı’na tarihlenen bir batığın izlerine ulaşıldı. Hisarönü’nde bulunan batığın, bugüne kadar yapılan sualtı araştırmalarında tespit edilen en eski batık olduğu kaydedildi. Araştırma dalışları sırasında bulunan Tunç Çağı Batığı’na ait kalıntılar arasında çok ender görülen amphora formunun yanı sıra, gaga ağızlı testiler ve değişik formlarda seramik kaplara da rastlanıldı.

Bodrum Belediyesi’nden konuyla ilgili yapılan açıklamada çalışmalar hakkında bilgi verildi.
Bodrum Belediye Başkanı CHP’li Mehmet Kocadon, "Ülkemiz kıyılarında bulunan ve MÖ14’üncü Yüzyıl’a tarihlenen Kaş Uluburun Batığı’ndan daha eski olan Hisarönü Batığı, kıyıdan yaklaşık 50 metre açıkta, 25-30 metre derinde yer alıyor. Son 50 yılda Tunç Çağı’na tarihlenen toplam üç batık bulunmuş olup, gaga ağızlı testilere ise ilk defa rastlanıyor. Batıktan çıkarılan ve konservasyon ile analiz için Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilen eserlerin içinde bulunan organik buluntuların tarihleme çalışmaları ise devam ediyor. Önümüzdeki yıl batığın daha ayrıntılı biri şekilde sualtı çalışması ve kazısı yapılması planlandığı açıklandı. Su altı hazinelerimizin bulunması ve korunması için tarihe verdiğimiz destek devam edecek, su altı hazinelerimizin gün ışığına çıkması bölgeye olan ilgiyi daha da arttıracak" dedi.

Habertürk, 16.09.2014

MİRO'NUN KİŞİSEL EŞYALARI İLK KEZ SERGİLENİYOR

 

S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, 20. yüzyılın özgün sanatçılarından Joan Miró'nun eserlerinden oluşacak kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

 

Barselona'daki Joan Miró Vakfı, Mayorka’daki aile koleksiyonu Successió Miró ve yine Mayorka’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan sergide sanatçının farklı tekniklerdeki çalışmaları ve sanatçıya ait kişisel eşyalar, dünyada ilk defa Türkiye’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde izleyicilerle buluşacak. Sabancı Holding’in sponsor olduğu Joan Miró, Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar sergisi için Joan Miró’nun torunu Joan Punyet Miró İstanbul’a gelecek. 

Akşam, 16.09.2014

DEFİNE KAZISI ÖLÜMLE BİTTİ

 

Giresun'da izinsiz define arayan kişi, açtığı çukurda kayan toprağın altında kalarak hayatını kaybetti.

 

Alınan bilgiye göre, merkeze bağlı Hamidiye Köyü Meşeliyatak mevkisinde dün sabah evinden ayrılan Recep Gürel (71), akşam saatlerinde evine dönmeyince yakınları jandarmadan yardım istedi.

Jandarma, AFAD ve AKUT ekipleri ile köylülerin yaptığı arama sonucu, Gürel'in cesedi, gece geç saatlerde kendisine ait fındık bahçesinde toprak içinde bulundu.

Ekiplerin yaklaşık üç saatlik çalışması sonucu Gürel'in cesedi bulunduğu yerden çıkarılarak Giresun Prof.Dr. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.

Gürel'in, yaklaşık 5 aydır bölgede tek başına izinsiz define kazısı yaptığı, açtığı çukurda kayan toprağın altında kalarak hayatını kaybettiği öğrenildi.

Sabah, 16.09.2014

TARSUS ZEYTİNPAZARI YANI KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI

 


 

Tarsus Eski Ömerli Mahallesi Zeytinpazarı yanında 2012 yılında yapılan hafriyat çalışmaları sırasında bulunan tarihi kalıntıların tamamen günyüzüne çıkarılması adına Bakanlık ödeneğiyle yeniden kazı çalışması başlatıldı.

 

Tarsus Müze Müdürü Mehmet Çavuş, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, tarihi eserin korunması ve ortaya çıkarılması adına çalışmaların yeniden başladığını ifade etti.

 

Çavuş, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şu noktalara değindi: 

“Tarsus İlçesi, Eski Ömerli mMahallesi, 3590 ada, 1 nolu parsel üzerine (Zeytin Pazarı) 2012 yılında Tarsus Belediyesince kapalı semt pazarı yapımı hafriyat çalışmalarında anıtsal nitelikte mimariye sahip   kültür dokusuna rastlanılması sonucu Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden alınan kazı ve sondaj izin belgesi gereği, 2012-2013 yıllarında  kazı  çalışmaları gerçekleştirilmiştir.

 

Bu güne kadar yapılan kazılar sonucu Tarsus antik kentinin kuzey noktasında, üst zemin seviyesinden -90 cm kotta karşılaşılan ve tonozlu olması muhtemel, dış ve iç duvarları tuğla örgü sistemi ile içi harçlı moloz dolgu kullanılmak suretiyle inşa edilen sarnıç yapısının, 52 metre boyunda, 7.60 m. eninde,4.10 m. iç genişliğe, duvar kalınlıklarının ise 1.75 m. ölçülerinde olduğu belirlenmiştir. İç duvarları sıvalı anıtsal sarnıç yapısı ve yapı ile bağlantılı mimari kültür dokusu, su dağıtım sistemi, mozaikli zemin ve alandaki yoğun verilerden  bu alanın Erken Roma Döneminde kullanıma alınan  hamam, saray, villa veya idari yapılar kompleksini barındırdığı tespit edilmiştir.

 

Bu bağlamda Semt Pazarı hafriyat çalışmalarında ortaya çıkan Tarsus antik kentinin bu güne kadar koruna gelen, zengin tarihi kültürel dokusunun bir örneği olan ve kentin simgelerinden birisi konumundaki anıtsal boyutlara sahip sarnıç binasının iç dolgusunun temizliğinin yapılması ve anıtsal yapının yakın çevresindeki kültürel dokunun uzantılarının ve niteliğinin tamamen belgelenmesine yönelik 2014 yılında da kurtarma kazısı çalışmalarının gerçekleştirilmesi için Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden alınan 24.03.2014 tarih ve 58058 sayılı kazı ve sondaj izin belgesi alınmıştır.

 

Söz konusu kazı alanında Bakanlığımızdan sağlanan ödenekle 10.09.2014 tarihinden itibaren Müze Müdürlüğümüzce yapılacak   kazı çalışmalarında; Roma Döneminde  Tarsus şehrinin temiz su ihtiyacını karşılayan  sarnıç yapısı (su deposu) ve bu alandaki kalıntıların gün ışığına çıkarılarak Tarsus’un tarihi kültürel dokusunun turizme kazandırılmasına yönelik ziyaret edilebilir düzenlenmiş örenyeri haline getirilmesine yönelik çalışmalar gerçekleştirilecektir.”

Tarsus Haber, 15.09.2014

6 BİN KÖLENİN TAPINAK ARAZİSİNDE ÇALIŞTIĞI ANTİK KENT

 

  

 

Kaynaklarda Tanrıça Ma’ya adanmış olan 6 bin kölenin tapınak arazilerinde çalıştığı yer alan Tokat’taki Komana antik kentinde yapılan kazı çalışmalarında önemli eserlere ve verilere ulaşıldı.
Tokat-Niksar ve Tokat-Almus yolunun üzerinde Yeşilırmak Nehri kenarında yer alan Komana antik kentinde Roma ve Hellenistik döneme ait izlerin bulunması amacıyla başlatılan kazı çalışmaları 6 yıldır belirli aralıklarda devam ediyor. Tanrıça Ma’ya adanmış olan 6 bin kutsal kölenin tapınak arazilerinde çalışmakta olduğu kaynaklarda yer alan Komana, Armenia’dan gelen tüccarlar tarafından çokça rağbet edilen bir ticaret merkezi olarak biliniyor. Mitridat Krallığı’nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi olduğu ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan Komana’da yapılan kazı çalışmalarını İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz yerinde inceleyerek bilgi aldı.


ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yerleşim Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burcu Erciyas, antik kentin Hellenistik dönemden beri bir tapınak merkezi olarak bölgeye hizmet etmiş önemli merkezlerden birisi olduğunu söyledi. Komana’nın o tarihlerde sadece Tokat’ın değil tüm Karadeniz Bölgesi’nin çok önemli bir din merkezi konumunda olduğunu belirten Erciyas, “Anadolulu bir tanrıya adanmış Ma adında bu merkezde tapınak topraklarında yoğun faaliyet sonucu büyük bir zenginlik elde etmiş. Aynı zamanda yılda iki defa düzenlediği festivallerde hem çevre bölgelere eğlenmek ve dini görevlerini yerine getirme imkanı sağlamış hem de ticaret yapmalarına imkan sağlayarak bu bölgenin daha da zenginleşmesine sebep olmuştur. Komana’nın bu açıdan büyük bir önemi var. Hellenistik dönemlerden itibaren yol güzergahları üzerinde bulunmuş, doğu ile batıyı, güney ile kuzeyi birbirine bağlayan kesişme noktası görevi görmüş. Bunu da Osmanlı dönemine kadar devam ettirmiş yerleşim yeri Komana. Tokat’tan önce Komana Antik Kenti varmış. Tokat ise onun koruyucu kalesi görevi görüyormuş. Bu açıdan bu çalışmalar çok önemli. Çünkü bu din merkezinde biz dini faaliyetlerin sürdürüldüğü yapılara ulaşacağız. Bunların içinde tapınaklar olabilir, festival için düzenlenmiş alanlar olabilir. Yine eğlenceye yönelik tiyatro, konser yapıları olabilir. Biraz daha kazıların ilerlediği yıllarda tapınak merkezinin bu yapılarına ulaşmayı biz öngörüyoruz. Erken ipuçları elimize geçmeye başladı. Kazı çalışmalarımız 2009 yılından beri devam ediyor” dedi.






“OSMANLI DÖNEMİNDE DE DEVAM EDEN BU YERLEŞİM, İZNİK İLE Kütahya ÇİNİLERİNE KADAR ESERLER ORTAYA KOYUYOR”
Yapılan kazı çalışmalarında Osmanlı, Danişment ve Bizans dönemlerini şuanda ortaya koymuş durumda olduklarını ifade eden Erciyas, “Bizans döneminden geçen yıl ortaya çıkardığımız kilise hem müzemize eserler kazandırdı hem de ziyaretçiler açısından önemli bir merkez haline geldi. Duvar resimleri ile mimari süslemeleriyle ve de içerisinden elde ettiğimiz kiliseye ait eserlerle gerçekten de Komana ve Tokat’ın Bizans dönemindeki önemli pozisyonunu ortaya koydu. Ama Bizans’tan daha sonra Anadolu’da Danişmentlerin egemenliklerini temsil ettiği bir yerleşim Komana. Yine o dönemde oldukça kuvvetli bir sur duvarı ile çevrili bu tepe üzerinde Danişmentliler’in de buraya yerleştiği, ticaret faaliyetlerinde bulunduğu, hatta İran’dan çanak, çömlek, seramik getirdiği, Polonya ile dahi iletişim içerisinde olduğu elde ettiğimiz sonuçlar arasında. Osmanlı döneminde de devam eden bu yerleşim, İznik ile Kütahya çinilerine kadar eserler ortaya koyuyor. Bu açıdan Komana’da ilk 6 yıllık çalışmalarımız verimli sonuçlar ortaya koydu. Bundan sonraki yıllarda da bu çalışmalarımıza devam ederek, tapınak merkezini ortaya çıkarma sonucuna ulaşmayı istiyoruz. Bu da demek oluyor ki ziyaretçilerin binlerce yılı bir seferde görebilecekleri bir ziyaret alanı Tokat içinde önemli bir turizm cazibesi olacak” diye konuştu.


İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz ise, Komana’dan çıkan eserlerin tarihe ışık tutacağını kaydetti. 6 yıldır devam eden kazı çalışmalarında önemli mesafe alındığını ifade eden Akyüz, Tokat’ta ayrıca Sebastapolis antik kenti ile Tokat Kalesi’nde de kazı çalışmalarının devam ettiğini kaydetti.

Milliyet, 15.09.2014

TARİHİ YAPI KENTE KAZANDIRILMALI

 

Ankara Ulus semtinde Büyükşehir Belediyesi’nin kepçe ile kazdığı alanda çıkan tarihi eserler Koruma Kurulu’na soruldu.

 

Ankara Ulus’ta Hacı Bayram Veli Çarşısı sokağının kanalizasyon çalışmalarında, Büyükşehir Belediyesi’nin kepçe kullandığı kazıda Roma sütunları çıkması üzerine, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Koruma Kurulu’ndan resmi yazı ile bilgi istediklerini aktardı. Candan, “Büyükşehir Belediyesi’ne arkeolojik ve tarihi sit alanlarında kepçe ile kazı yapılamayacağını kaç kez söylemek gerekiyor?” ifadeleriyle tepkisini dile getirdi. Candan, “Kazı alanından çıkan sütunun altlığı ve iki sütunun yine Ulus’ta Roma Hamamı’na taşındığını biliyoruz. Şu an alanı Büyükşehir Belediyesi kapatmış değil, alanda tarihi yapı kalıntıları açıkça görünüyor. Büyük bir sütun altlığının çıkması orada büyük bir yapı olduğu anlamını taşıyabilir. Kültür Bakanlığını acil göreve çağırıyoruz. Kazı çalışmalarını başlatmalı tarihi yapı ortaya çıkartılarak kente kazandırılmalı.” Şeklinde konuştu. Candan, “Sütunlarla ilgili her türlü belge ve bilginin tarafımıza aktarılmasını resmi yazı ile Koruma Kurulu’na yazdık. Tarihin üstü kapatılamaz gerekeni Kültür Bakanlığı yapmalıdır. Ulus tarihi kent merkezi yenileme alanına ilişkin karara dava açtık, alan Hacı Bayram ve çevresini de kapsıyor. Alan tarihi ve arkeolojik sit alanı olması nedeniyle geri dönüşü olmayan hasarlara yol açılmadan mahkemenin sonuçlanmasını bekliyoruz” dedi.

 

Kanalizasyon çalışmaları ile gün yüzüne çıkan Tarihi yapı’nın Roma Hamamı’na ve antik tiyatroya yakın olması Roma Hamamı’nın devamı olabileceği tartışmalarını gündeme getirdi.

Sol Haber, 15.09.2014

ANTİK TİYATRODA 2 BİN 500 YIL SONRA 'PERDE' DENİLECEK

 

Adana'nın Karataş İlçesi'nde kazı çalışması süren Magarsus kenti antik tiyatrosu 2 bin 500 yıl sonra yeniden kültür ve sanat faaliyetlerine ev sahipliği yapacak.

 

Kültür ve Turizm Bakanılığı ile Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde,  Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Arkeoloji Bölümü, Adana Arkeoloji Müzesi, Adana Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü işbirliğinde Karataş'ta antik Magarsus kentinde geçen yıl başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Tarihi M.Ö 5'inci yüzyıla ulaşan antik kentin yaklaşık 2 bin 500 yıllık tiyatrosunda yapılan kazı çalışmaları sonucu tipik bir helen tiyatrosu özelliği taşıyan yapının yüzde 60'ı açığa çıkartıldı. Deniz manzaralı, 150 metre uzunluğunda, 30 metre genişliğinde ve yaklaşık 3 bin kişilik olduğu tahmin edilen antik tiyatro, kazı sonrası yapılacak çalışmalarla tekrar kültür ve sanat hayatına kazandırılacak. Antik tiyatroda 2 bin 500 yıl sonra yeniden "perde" denilerek,  sanatseverlere ev sahipliği yapacak.

 

Kazının bilimsel danışmanı ÇÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fatih Gülşen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Magarsus'un antik dünyanın en önemli liman kentlerinden birisi olduğunu, tiyatro, hamam, stadyum, sütunlu caddeler gibi devasa büyük devlet yapılarının kente damgasını vurduğunu söyledi.

 

Kent hakkında en net bilgilerin Büyük İskender ile bağlantılı olduğunu anlatan Gülşen, "Büyük İskender MÖ 333'te Pers Kralı Daryus ile giriştiği savaşa başlamadan önce buraya gelmiş, buradaki Athena tapınağına kurbanlar kesmiştir. Zaten Magarsus antik kenti de bu tapınakta bulunan Magarsiya rahibelerinden ismini almaktadır" dedi.

 

Gülşen, geçen yıl kazı çalışmasına başladıkları plansal olarak yamaca yaslanmış tipik bir Helen tiyatrosu olan yapının oturma son basamakları dahil 32 basamağının tamamının ortaya çıkarıldığını bildirdi.

 

Halihazırdaki tempoyla kazının sürmesi halinde en fazla 12-14 ay içinde kazının sona erip tiyatronun tamamının ortaya çıkartılmış olabileceğine dikkati çeken Gülşen, şunları söyledi:

"Kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından belgeleme çalışmaları başlayacak, orkestra ve sahne binasında blok taşların tamamı ortaya çıkartıldıktan sonra her taş numaralandırılacak. Her taşın orijinal bulunduğu nokta tespit edilecek, restitüsyon ve restorasyon çalışmalarına başlanacak. Restorasyon faaliyetlerinin tamamlanmasının ardından bölgenin en büyük tiyatrolarından birisi olan bu yapıda kültürel faaliyetlerin de yapılması düşünülmekte. Çeşitli festivallerle antik tiyatronun ülkenin sadece tarihine değil kültür ve turizm hayatına da katkı sağlamasını bekliyoruz."

 

Gülşen, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik başta olmak üzere kazıya destek veren tüm kişi ve kurumlara teşekkür etti.

 

- Side ve Aspendos kadar ihtişamlı

İl Kültür ve Turizm Müdürü Sabri Tari, Adana'nın kültür ve turizm olarak büyük potansiyele sahip olduğunu, 760 tescilli sit alanı, 545 kalesi, 49 bin arkeolojik ve etnografik esere sahip olmasıyla bu potansiyelini ortaya koyduğunu söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Çelik'in destekleriyle 2013 yılından beri Adana'nın farklı bölgelerinde Misis, Tatarlı, Tepebağ höyükleri, Anavarza Antik Kenti, Hipocampus Mozaik Kazıları gibi kazılar yaptıklarını anlatan Tari, şöyle devam etti:

 

"Bu anlamda da sahil kenti olan Karataş ilçemizde de antik tiyatroda yapılan kazı devam devam ediyor. 2 bin 500 yıllık tarihe sahip bu şirin ilçemizde ortaya çıkarılacak tiyatroyla kentimizin bir antik tiyatroya sahip olmasını istiyoruz. Aynı zamanda bundan sonra yapılacak kültürel etkinliklerin bir Side, Aspendos tiyatroları kadar ihtişamlı, onlara benzer bir antik tiyatroda düzenlenmesini amaçlıyoruz." 

 

Tari, ortaya çıkarılacak antik tiyatronun düzenlenip tekrar kültür ve sanat hayatına kazandırılmasının büyük önem taşıdığını belirterek, "Antik kentin tekrar eski şaşalı günlerine kavuşması Türkiye ve Adana'nın turizm potansiyeline katkı sağlayacak. 3 bin kişilik, 2 bin 500 yıllık tarihe sahip antik tiyatroda sanatsal faaliyetlerin yapılması ve tekrar 'perde' demek için bu çalışmamız tüm hızıyla devam etmektedir" diye konuştu.

Samanyolu Haber, Fotoğraf: Hürriyet, 15.09.2014

DÜLÜK ANTİK KENTTE KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI

 

  

 

Dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Dülük antik kentinde kazı çalışmaları 1 yıl aradan sonra yeniden başladı. Kazı alanını ziyaret eden Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, çalışmaları yerinde inceledi. Çalışmalar hakkında bilgiler veren Başkan Fadıloğlu, “Ümit ediyorum ki Eylül ayı sonuna kadar çok güzel buluntularla bu sezonu da kapatmış olacağız” dedi.


Şehitkamil Belediyesi’nin destekleriyle 2001 yılından bu yana kazı çalışmalarının yapıldığı Dülük antik kentinde, 1 yıl aradan sonra kazı çalışmalarına tekrar başlandı. Almanya Münster Üniversitesi’nden arkeolog Prof.Dr. Engelbert Winter başkanlığında başlatılan kazı çalışmaları 2 ay sürecek. Kazı alanını Prof.Dr. Engelbert Winter ile gezen Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, çalışmalar hakkında bilgi aldı.


Bu yılki kazı çalışmalarının da 2 ay süreceğini belirten Başkan Rıdvan Fadıloğlu, “Her yıl olduğu gibi bu yıl da Dülük antik kentinin kazısı devam ediyor. Almanya Münster Üniversitesi’nden Prof Dr. Engelbert Winter başkanlığında ve bizim burada kazı merkezlerinin organizasyonları çerçevesinde Samsun Müzesi’nden görevli eş başkanlık niteliğindeki arkadaşlarımızla birlikte kazı çalışmaları devam ediyor. Yaklaşık Ağustos ayının başında başlayan bu kazılar Eylül ayının sonuna kadar devam edecek. Her yıl olduğu gibi bu yılda belirli tarihler arasında bu kazılar yapılabiliyor. Şu anda burada 25 kişi üniversiteden, 31 kişiden dışarıdan işçi olarak gelen toplam 56 kişi ile kazı çalışmaları yapılıyor. Tabi her zaman söylenen bir şey var, bu kazıların neden her zaman değil de kısa süreli yapıldığı söyleniyor. Yapılan kazılarda mutlaka üniversiteden akademik arkadaşlarımızın olması gerekiyor. Onların eğitim ve öğretim yılı içerisindeki yapılan çalışmaların yanı sıra bu şekildeki çalışmaları da ancak 2 ay kadar sürüyor. Tabi burada yalnızca onların buradaki buluntuları elde etmesi değil, daha sonra çıkan bu buluntuların diğer taraftan da restorasyonu söz konusu. Bu yılda yapılan çalışmalara eş güdümlü olarak, iki ekip tarafından restorasyon çalışmaları devam ettirilecek. Dülük antik kentinin bütün olarak ortaya çıkması noktasında büyük emek veriliyor. Tabi bu kazılarda aceleci olmaması gerekiyor ve uzun süreç gerektiriyor. Öyle yerler var ki yaklaşık 70 yıldır kazılan yerler var. Dülük antik kentinin de biz bir an önce meydana çıkması adına gereken desteği vermeye gayret gösteriyoruz. Yine sayın Engelbert Winter’tin başkanlığında tüm ekibine teşekkür ediyorum. Şimdiden küçük buluntuları elde etmeye başladık, ama ümit ediyorum ki Eylül ayı sonuna kadar çok güzel buluntularla bu sezonu da kapatmış olacağız. Ben bu kültür mirasının tüm dünya insanlarına bir an önce takdim edilmesi dileğiyle, tüm ekibe tekrar teşekkür ediyorum. Burası adım adım açılması söz konusu. Önce burada açmalar yapılıyor, sonra o açmaların belirli kısımlarının restorasyonları yapılıyor. Restore edildikten sonra gezilebilecek yollar oluşturuluyor. Daha önce burada yollar dahi yoktu. Bunların yönlendirmeleri, levhaları yapılmaya başlandı. Fakat burada bir müddet çalışılıp, daha sonra bekleme olduğu için tam manasıyla sunulması şu anda mümkün değil. Biraz daha zamana ihtiyacımız var. En azından buradaki yapıların temellerinin veya fonksiyonlarının meydana çıkması sonuçlanırsa, ondan sonra gezenlerinde daha rahat bir şey görme imkanı olacak. Şuanda detaylı çalışma yapılıyor fakat, vatandaş nezdinde o algıyı yönetebilme imkanımız yok. Bunun için belirli bir organizasyondan sonra buranın sunumu mümkün olacak” diye konuştu.






"BU YILKİ ARAŞTIRMAMIZDA MANASTIRA AİT OLAN KİLİSEYİ ORTAYA ÇIKARMAYA ÇALIŞIYORUZ"
Almanya Münster Üniversitesi’nden Arkeolog Prof.Dr. Engelbert Winter ise, “Bulunduğumuz alan bir kutsal alan konumuydu ve milattan önce 1000’li yıllarda başlayıp ve milattan sonra yine 1100 yıllarına kadar yani 2000 yıllık süre boyunca burada kült işlevi görmüş bir alandayız. Önemi bu açıdan oldukça büyüktür. Antik dönemde çeşitli evreler geçirmiş olan bir alandayız ve bu alanda şu an ya da bu yılki araştırmamızın ağırlık noktasını manastır bölgesi oluşturmakta. Milattan sonra 4. ve 5. yüzyılda kurulmuş ve 12. yüzyıla kadar sürekli kullanıma sahip olan bir manastır olması gerekiyor. Bu yılki araştırmamızda manastıra ait olan kiliseyi ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Buluntularımız arasında geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yılda yine aynı şekilde devam ediyor. Ağırlıklı olarak takı boncuğu, silindir ile damga mühürleri oluşturuyor. Bu mühürler ve boncuklar, antik dönemde Tanrı’ya sunum olarak hediye edilmiş olan malzemeydi ve tapınakta bunları bırakılıyordu. Şu ana kadar yaptığımız ve geçmiş yıllarla beraber 3 bine aşkın mühür ve boncuk buluntumuz var. Bu Türkiye’de ve genel olarak nadir olan noktalardan biridir. Yani böyle yoğun bir şekilde mühürlerin ve boncukların bulunmuş olduğu bir nokta burası. Yaklaşık 15 yıldır burada çalışıyoruz. Kazılarımızın amacı, kutsal alanı açığa çıkardığımız antik dönemin kalıntılarını restorasyonunu ve konservasyonunu da gerçekleştirerek, önümüzdeki yıllarda bir şekilde turizme kazandırmak. Ama tabii ki en önce restorasyonunu ve konservasyonunu gerçekleştirmemiz gerekiyor ve önümüzdeki yıldan itibaren asıl kentin yer almış olduğu keber tepeye doğru da artık çalışmalarımızı yoğunlaştırmak istiyoruz” şeklinde konuştu.

Milliyet, 14.09.2014

ÜÇ GÜZELLER'İ 'AŞIKLAR' ÖLDÜRÜYOR

 

 

Kapadokya'nın simge peribacalarından 'Üç Güzeller'i ziyaret eden 'aşıklar', sevdiklerinin isimlerini yapılara kazıyarak ya da sprey boya ile yazarak farkında olmadan binlerce yılda oluşan bu tabi güzellikleri tahrip ediyor.

 

Kapadokya'nın simge peribacalarından 'Üç Güzeller'i ziyaret eden "aşıklar", sevdiklerinin isimlerini bu eşsiz yapılara kazıyarak ya da sprey boya ile yazarak farkında olmadan binlerce yılda oluşan tabi güzellikleri tahrip ediyor.

 

Nevşehir-Ürgüp yolunda bulunan doğa harikası Üç Güzeller, iki büyük ve bir küçük peribacasından oluşuyor.

 

Peribacalarını görmek isteyen milyonlarca turist dünyanın dört bir yanından Kapadokya'ya geliyor.  

Seyir tepesinden Üç Güzelleri izleyen turistler, hatıra fotoğrafı çektirmeden buradan ayrılmıyor. Ancak, dünyanın göz bebeği şaheserleri ziyarete gelen yerli turistlerden bazıları, peribacalarına "aşkları"nın isimlerini sert bir cisimle kazımadan, kalp şekli yapmadan ya da renkli sprey boyalarla isim yazmadan gitmiyor.

 

Yerli ve yabancı turistlerin de tepkisini çeken bu uygulamayı yetkililer de engelleyemiyor. 

 

Aksaray'dan bölgeyi gezmeye gelen Mehmet Timuçin, eşsiz doğal güzelliğe bu tür yazıların yazılmasının doğru olmadığını belirterek, "Yazan kişileri kınıyorum, çok ayıp bir şey. Adımızı dünyaya kötü duyuruyorlar" dedi.

 

Niğde'den gelen Aysun Özdemir ise peribacalarının bu şekilde tahrip edilmesini doğru bulmadığını ifade ederek, yetkililerin bir an önce tedbir almalarını ve insanlığın ortak mirası olan doğal güzelliklerin korunması gerektiğini dile getirdi.

Akşam, 14.09.2014

ÇİN'DE 'AVATAR' FİLMİNDEKİ UÇAN YARATIĞA BENZEYEN FOSİL BULUNDU

 

 

Şinhua ajansının haberine göre, Çin Bilimler Akademisi Omurgalı Paleontoloji ve Paleoantropoloji Enstitüsü'nden yapılan açıklamada, omurgalılar paleontoloğu Vang Şiaolin liderliğindeki bir ekip tarafından Avatar filmindeki uçan yaratık "ikran"a benzeyen bir yaratığın fosilleri bulundu. Bulunan pterozorun (uçan sürüngen) "ikran"a benzemesinden dolayı adı "Ikrandraco" konuldu.

Fosil analizi sonucunda, Vang ve ekibi bu yeni türün keskin dişleri, düz ve uzun bir kafatası ve alt çenesinde bıçağa benzer bir kemik çıkıntısı olduğu sonucuna vardı ve bu yüz hatları ile hasılat rekorları kıran Avatar filmindeki "ikran"lara benzer özellikler taşıdığını ifade etti.

Bu yeni türde aynı zamanda pelikandakiler gibi boğaz kesesinin bulunduğu ve bu kesenin yakaladıklarını biriktirme görevi yapıyor olabileceğini belirten Vang, fosilin 1,5 metre kanat genişliği ile Avatar filmindeki ikrana göre küçük olduğunu kaydetti. Vang, yaratığın kafatası özelliklerinin pterozor türleri arasında bilinmediğini ve sivri, yarı dairesel altçene kemiğinin hava direncini azaltıcı etkisi olabileceğini kaydetti.

Radikal,14.09.2014

BU FOTOĞRAFTA KAÇ KİŞİ VAR?

 

Sizce bu fotoğrafta kaç kişi vardır...

 




Dikkatle bakın, ama saymaya kalkışmayın.
Soldan sağa, arkadan öne, ne kadar saysanız 9.3 milyon rakamına ulaşamazsınız.
Çünkü o insanlar fotoğrafta gizli...

***

29 Temmuz gününden beri bu fotoğrafı bir kitabımın arasında saklıyorum.
Tuhaf bulabilirsiniz, hatta sapıkça bulabilirsiniz, ama o günden beri, fotoğraftaki bütün insanları tek tek inceliyorum...
Kıyafetlerine, yüzlerine, duruşlarına bakıyorum, onlardan kendimce bir sosyoloji çıkarmaya uğraşıyorum.
Burası Paris'te Louvre Müzesi...
Müzede, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa tablosunun tam karşısı.
Peki bir fotoğrafçı, Mona Lisa'ya bakmak yerine, niye karşısındaki kalabalıkla ilgilenir...

***

Fotoğraf New York Times'ın fotoğraçısı tarafından çekilmiş.
Bir müzeden çok, metro istasyonundaki kalabalığı hatırlatıyor.
Fotoğrafın anlattığı ilk gerçek şu...
Son yıllarda ünlü müzeleri ziyaret eden insan sayısında müthiş bir artış yaşanıyor.
Listenin başında Louvre var.
Geçen yıl müzeyi gezen insan sayısı 9.3 milyona ulaşmış.
Onu 6.7 milyon kişiyle British Museum izliyor.

***

Peki kim bu insanlar? Nereden çıktılar, daha önce neredeydiler?
İşte sosyoloji burada başlıyor.
Bunlar özellikle Uzak Asya ve eski sosyalist Avrupa'nın yeni orta sınıfı...
Ama yukarıdaki fotoğrafın anlattığı asıl gerçek, yeni orta sınıf değil, onun yeni merakı...
Selfie çılgınlığı...


Ben, Mona Lisa, selfie'm ötekiler ve bir de orası

Tabii ki, en çok ortadaki sarışın kadına takıldım.
En uygun yeri ve açıyı o kapmış.
Selfie'nin açısını iyi ayarlayabilmek için vücudunu geriye doğru atmış ve emniyet kuşağını biraz zorlamış.
Bu kalabalık, son yıllarda müzelerde fotoğraf çekilmesine izin verilmesiyle başlayan yeni sosyolojinin ifadesi.

***

Bu karar müzelere olan ilgiyi arttırdı ama ciddi bir "selfie izdihamı" sorununa yol açtı.
Mona Lisa, Michelangelo'nun Davud Heykeli gibi müzelerin süperstarlarının önünde oluşan kalabalıklar, ziyaretçilerin kalış süresini çok uzattı.
Çünkü, gelenlerin çoğu bu süperstarların önünde selfie yapmak için dakikalarca beklemeye başladı.
Bu bekleyiş müze gezme kültürünü de köklü biçimde etkiledi.
İnsanlar kendileri de selfie yapabilmek için önündekilerle itişip kakışmaya başladı.
O nedenle müzelerde görev yapan rehberler şikayetçi. Bir eserin önünde üç dakika durup müşterilerine bilgi veremiyorlar. Arkadan gelen selfie kalabalığı buna izin vermiyor.

***

Bir de arka sıradakilere dikkatle bakın.
Onlar daha çok Mona Lisa'nın fotoğrafını çekiyor.
İnsan, dijital dünyada her an her yerde, bir tıkla çok daha kalitelisini bulabileceği bir Mona Lisa fotoğrafını niye kendisi de çekmek ister?
Bir cevabı şu:
"Being there" yani "Ben oradaydım" deme duygusu.
Ama selfie fenomenini sadece "orada olmak" duygusuyla açıklamak yeterli olmaz.
Bunda, "sosyal paylaşım" teknolojilerinin insanlara verdiği "Bu dünyada artık ben de varım" duygusunun da etkisi var.

***

İnsan, 20'nci yüzyıl başından itibaren ortaya çıkan, faşist ve komünist kitle ideolojilerinin içinde kaybettiği "bireyliğini", şahsiyetini yeniden buluyor.
Üstelik bu defa, bu şahsiyetin üzerine harika bir "narsisist" duyguyu da ekliyor.
Yani "birey sanatçı" ile "birey sanat tüketicisi" eşitlenmiş bir narsisist buluşmayı gerçekleştiriyor.
Dudak bükmeyin...
Bu iyi bir şey...


İki binden fazla insan nefesi Michelangelo'yu bozabilir mi

Geçen yıl Vatikan Müzesi'ni 5.5 milyon kişi gezdi.
Bu yıl bu sayının 6 milyonu geçmesi bekleniyor.
Günlük ziyaretçi sayısı 22 bine ulaştı.
Bu da Michelangelo'nun freskolarının bulunduğu Sistine Şapeli için ciddi bir sorun yaratıyor.
Salondaki freskoların bozulmaması için, herhangi bir anda 2 binden fazla insanın salona girmemesi gerekiyor. Bunun üzerindeki sayı, insan nefesi yüzünden içerideki sıcaklığı ve rutubeti arttırıyor.
Onun için müzenin havalandırma sistemi yeniden yapılıyor.

 

Müzelerde rezervasyon ve seans uygulaması başladı

BORGHESE MÜZESİ Roma'daki Borghese Müzesi uzunca bir süredir önceden alınmış seans bileti uygulaması yapıyor. Ziyaretçilerin müzede kalış süresi 2 saatle sınırlandı.
UFFİZİ MÜZESİ Floransa'daki Uffizi Müzesi, beklemeleri önlemek için önceden bilet satışına başladı. Bunun için bilet fiyatının yüzde 14'ü kadar ek ücret alınıyor.
BRITISH MUSEUM Londra'daki British Museum özel sergiler için ücret uygulamasına geçti. 2011'deki Leonardo da Vinci sergisi sırasında 25 pound'luk biletler 400 pound'a kadar çıktı.
PRADO MÜZESİ Madrid'deki Prado Müzesi izin gününü kaldırarak 7 gün açık sisteme geçti. Ayrıca ziyaret saati 20.00'ye kadar uzatıldı.
LOUVRE MÜZESİ Paris'teki Louvre Müzesi çarşamba ve cuma günleri ziyaret saatini akşam 21.45'e kadar uzattı.

 

NOT: Bu yazıdaki bilgileri New York Times gazetesinin 29 Temmuz 2014 günkü sayısından derledim.

Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 14.09.2014

APOLLON TAPINAĞI'NI KÖYDEN TOPLADILAR

 

Çanakkale’de Hellenistik döneme ait Apollon Tapınağı’nın sütunları zaman içinde yağmalandı. Bölge halkının buğday ezmek için dibek taşı, eşik ve kuyu başı gibi amaçlarla kullandığı parçalar toplanarak tapınağa geri getirildi...

 

 

Çanakkale’nin Gülpınar Köyü'ndeki Apollon tapınağını eski görüntüsüne kavuşturmak çalışma yürüten arkeologlar, yıllar içinde parçalanan tarihi sütun parçalarını civardaki köylerde buldu.
Ege Bölgesi’ndeki önemli tarihsel alanlar arasında yer alan ve Hellenistik mimariyle günümüzden yaklaşık 2 bin 200 yıl önce yapılan Apollon Tapınağı’nın sütunları yeniden biraraya getiriliyor. Her yıl binlerce tarih tutkununu ağırlayan tapınakta Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında çalışan arkeologlar; 8 önde, 8 arkada, 14’er tane yanlarda ve 4 tane de içeride olan toplam 48 sütünü bulmak için çevresinde geniş çaplı araştırmalar yaptı. Yüksekliği 10 metre olan sütun parçalarının bulunması için civardaki tüm köyler ve yazlık evler araştırıldı.


Yapılan inceleme sonucu, yaklaşık 2.5 asır önce Marmara Adası’ndan getirilen mermerden yapılan 3-5 ton ağırlığındaki sütunların ilginç amaçlar için kullanıldığı ortaya çıktı. Depremlerle dağılan sütun parçalarından 45-50 tanesi bahçelerde bulunurken, bazılarının buğday ezmek için dibek taşı, merdiven basamağı(eşik), zeytinyağı yapmak için ağırlık ve kuyu başı gibi amaçlarla köylülerce kullanılan sütun parçaları tapınağa geri getirildi. Bazı köylüler de sütunları yaptıkları evlerin temellerinde kullandıklarını belirtirken, yazlık bahçelerinde dekor malzemesi olarak kullanılan sütunlara da rastlandı.

Eksik parçalar yeniden yapıldı
Kazının arkeoloğu Dr. Davut Kaplan, “50 kilometre uzaklıkta bile parçalar bulduk. Sütun parçalarını puzzle parçaları gibi birleştireceğiz. 80-100 parça sütun parçasından eksik olan 40 tanesini yapıldığı dönemdeki gibi Marmara Adası’ndan getirilen mermerden tamamladık. Bittiğinde bölgedeki tarih turizminin canlanacağını düşünüyoruz” dedi.

 

Taşların yüzeyinde Truva’dan sahneler

Hellenistik Medeniyeti’ne ait Apollon Smintheus Tapınağı, Gülpınar Köyü'nde yer alıyor. Jean Baptista le Chevalier, 1785’te Troya’ya giderken gördüğü tapınak kalıntılarını görerek Apollon Smintheus’u tanımlamıştı. 1861’de başlayan kazılar, 1980’den itibaren Prof.Dr. Coşkun Özgünel tarafından devam ediyor. Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar Köyü'ndeki tapınak, Truva Savaşı’ndaki ilk çarpışmaların yaşandığı yerde bulunuyor. Müzesinde sergilenen taş işlemelerinde; Yunan kahramanı Aşil ile Truvalı Hektor’un çarpışması gibi önemli sahneler göze çarpıyor.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 14.9.2014

TARİHİN KALEMLE KAVGASI

 

'Ali Ayşe'yi seviyor' veya 'Şampiyon Cimbom'... Peki ama bundan asırlık çeşmeye ne? Hislerimizi tarihi eserlere dökme merakımız onlara büyük zarar veriyor.

 

İstanbul'da Sultanahmet Camisi, Galata Kulesi, Alman Çeşmesi ve II. Mahmut Türbesi gibi birçok tarihi eser yazı ve resimlerle dolu. Aksaray'da esnaf, tarihi duvarlara çivi çakıp elbise asıyor. Tarihi eserler korunamıyor. Zarar günden güne artıyor. Başta Tarihi Yarımada'da olmak üzere tarihi eserlerdeki kirlilik, Türkiye'nin imajına darbe vuruyor."Bunları yazanlar, reklam amaçlı yapıyor, sevgilisinin adını kazıyor, iptidai adamlar" diyen Prof.Dr. İlber Ortaylı, çözüm için "Tıpkı izci taburları gibi eski eserleri koruma kulüpleri, kolları kurulması gerekli" diyor. Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu'ya göre ise "Tarihi eserin korunması, insanın güncel menfaatinin önüne geçmeli."

VATANDAŞ ÖRGÜTLENMELİ
Tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı sorunun eğitimle değil, denetimle çözüleceğini düşünüyor: "Tarihe verilen bu hasarın affedilecek tarafı yok. Yazıları ya reklam amaçlı yazıyorlar ya da sevgililerinin adını kazıyorlar. Tamamen iptidai adamlar. Bu büyük bir problem. Bunlarla baş edemezsiniz. Malesef Türkiye'de eseri korumakla görevli adam o muameleye göz yumuyor. Bunu yapmak için doğrudan doğruya milletin kendi örgütlenmesi gerekir. Tıpkı izci taburları gibi... Eski eserleri koruma kulüpleri, kolları kurulması gerekir. Başka çaresi yok bunun. İnsanların bilinçlendirilmesi için hiçbir şey yapamayız. Okulda bile öğretilse, öğrencilerin bir kulağından girer diğerinden çıkar. Çünkü okulun ne olduğu belli. Eğitim sistemimiz dökülüyor. Tarihi eserlerin yanında koca koca binalar var. Bu binaların, yolların yapıldığı bu ülkede, insanlar lakayıt ve küstah oluyor, yapacak bir şey yok. İnsanları bilinçlendireceğiz, korumak için gerekli tedbirleri alacağız. Koruma görevi alacak insanlar zarar verenleri gördüklerinde kovalayacak, bu kadar basit. Cezalar uygulanmıyor. Zaten uygulansa da yetersiz. Vatandaş kolluk görevini kendi üstlenecek, tarihi eserini kendi koruyacak mecburen."

ZİHNİYET DEĞİŞİMİ GEREKİYOR
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu tarihi eserin ne kadar önemli bir kültür varlığı olduğunu anladığımız gün işlerin değişmeye başlayacağı fikrinde: "Hangi seviyede öğrenim görmüş olursa olsun, insanlarımızın büyük çoğunluğu, sanat, kültür ve tarih bilincine sahip değil. Halkımızı oluşturan bireyler, tarihi eserlerin kendi toplumsal geçmişleri, bugünkü yaşamları ve geleceklerini kurgulamak açısından ne kadar büyük öneme sahip olduğunu bilmiyor. Bu nedenle çoğu zaman bir tarihi esere karşı nasıl bir yaklaşmaları gerektiğini anlayamıyor ve verdikleri zararın farkında bile olmuyorlar. Her şeyden önce hangi durum, konum ve seviyede olursa olsun, insanların zihniyetlerinin, bir başka deyişle bu konuya bakış açılarının tarihi eseri merkeze koyacak şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Tarihi eserin korunması insanın güncel menfaatinin önüne geçmeli. Bu da ancak 'bilimsel anlayışı' hakim kılmakla mümkün olabilir. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nunda tarihi eserlerin korunması için maddeler var ancak yeterli değil. Tarihi eserleri korumanın en etkili yolu halkın bilincinin arttırılması ve eğitim ve öğretimin buna uygun olarak düzenlenmesinden geçiyor."

Sabah, Haber: Mehmet Eren Demirezen, 14.09.2014

TEMEL KAZISINDA SELÇUKLU DÖNEMİNE AİT KALINTILAR BULUNDU

 

Sivas’ta inşaat temel kazısında Selçuklu dönemine ait olduğu tahmin edilen kalıntılara rastlandı. Bölgedeki inşaat çalışması, detaylı inceleme yapılmak üzere bir süreliğine durduruldu. Kızılırmak Mahallesi 12’inci Sokak’taki Zorlu Ateş’e ait arazide temel kazısı yapılırken, Selçuklu dönemine ait olduğu tahmin edilen çeşitli kalıntılar bulundu. Mahalle sakinlerinin ihbarı üzerine kazı alanına gelen Sivas arkeoloji Müzesi Müdürlüğü görevlileri inşaat sahasında incelemede bulundu. İncelemenin ardından bilgi veren arkeolog Hüseyin Güler, eserin Selçuklu dönemine ait olabileceğini belirterek sanat tarihçilerin incelemesi ardından kesin kararın verileceğini ifade etti. Pazartesi günü inşaat sahasında detaylı inceleme yapılacağı ve bu süre zarfınca alanda çalışma yapılamayacağı belirtildi.

Radikal, 13.09.2014

DÜNYANIN EN İYİ ANTİK MEZARI BULUNDU

 

2012 yılından beri devam eden arkeolojik kazılarda Amfipolis antik mezarı bulundu.

 

 

Yunanistan Kültür Bakanı Konstantinos Tassoulas, kazıda bulunan iki kadın heykelinin, mezarın önemine işaret ettiğini belirti.

 

İsa’dan 325 yıl öncesine tarihli tespit edilen,mezarın ikinci girişi koruyan kadın şeklindeki sütunlar uzun elbiseler, kıvırcık saçları ile gözlemlendi.

 

 

Mezar henüz açılmadı ancak uzmanlara göre, içinin iyi korunmuş olduğu belirtiliyor.

 

Keşfedilen mezar, tüm Balkanlarda daha önce hiç benzeri görülmemiş ölçülerde. Teknik açıdan da son derece etkileyici. Çarpıcı güzellikleri gözler önüne seriliyor ve dekoratif elementler gün yüzüne çıkıyor, kazı ilerledikçe gün yüzüne çıkıyor.

 

Antik mezarı 497 metre uzunluğundaki mermer duvarla cevrelendiğine, Selanik yakınlarında dikkat çekiyor.

 

 

20. yüzyılın başında aynı bölgede buldukları bir aslan heykelinin de, keşfedilen mezarla aynı noktada yer aldığı düşünülüyor.

 

Mermerden yapılmış, 5 metre boyundaki aslan heykeli uzmanlara göre mezarın tepe noktasında bulunuyordu. Bu da mezarın sahibinin çok önemli bir şahsiyet olduğunu gösteriyor.

Sözcü, 13.09.2014

PERGE'DEN NEKROPOLE UZANAN ANTİK CADDE AÇILIYOR

 

Antalya'nın Aksu İlçesi'ndeki Perge antik kentinde 2012 yılından günümüze gerçekleştirilen kazı ve restorasyon çalışmalarında, nekropole çıkan batı caddesinin sonuna yaklaşıldı. Batı caddesinin tamamıyla açılmasıyla antik kent, nekropolüyle buluşmuş olacak.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Müze Müdürlüğü'nce Perge'de gerçekleştirilen kazı çalışmalarında kentin anıtsal batı kapısına kadar gelindi. Bundan sonraki bölüm ise antik kentin mezarlığı olan ve 'ölüler şehri' anlamına gelen nekropole açılıyor. Batı kapısındaki çalışmaların tamamlanmasıyla antik kent ile tıpkı bir şehir gibi planlanan antik kentin mezarlığına yol açılmış olacak. Nekropolün yolu kapalı olduğu için bu bölgeye ziyaretçi girişine halen izin verilmiyor. Nekropol ile antik şehir arasındaki ulaşımı sağlayan batı caddesindeki kazı ve restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla önümüzdeki süreçte Perge'nin eşsiz mezarlığı da ziyaretçilere açılacak. 

YILBOYU KESİNTİSİZ KAZI VE RESTORASYON
Antalya Müzesi Müdürü Mustafa Demirel, kazı ve restorasyon çalışmalarının, 40 işçi ve 5 arkeologla 12 ay kesintisiz sürdüğünü açıkladı. Demirel, bu yılki çalışmalarda, önceki yıllarda Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu'nun başkanlığında gerçekleştirilen kazılara katılan İstanbul Üniversitesi'nden bir ekibin de görev aldığını açıkladı. Kazı ve restorasyon çalışmalarıyla antik şehrin görülebilecek alanının genişlediğini aktaran Demirel, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ödenek ve desteğiyle gerçekleştirilen kazı ve restorasyon çalışmalarında ayrıca antik kentin agora, güney hamamı gibi diğer bölümlerinde de ziyaretçi gezi güzergahlarında iyileştirme çalışmaları yapılıyor" dedi.

buyukantalya.com, 13.09.2014

ESKİ VAN ŞEHRİ'NDE AVM TİPİ YAPILAR ORTAYA ÇIKTI

 

Van Kalesi’nin güneyinde bulunan Eski Van Şehri’nde yürütülen kazı çalışmalarında, Osmanlı döneminde insanların yaşam tarzları, sosyo ekonomik durumları ve beslenmeleriyle ilgili bilgilerle günümüz itibarıyla AVM şeklinde düzenlenmiş birden çok yapının bir arada bulunduğu işletmeler de gün yüzüne çıkartıldı.

 

Birinci Dünya Savaşı döneminde Ruslar tarafından işgal edilerek yıkılan Eski Van Şehri’ndeki yapıların yeniden ayağa kaldırılması ve turizme kazandırılması amacıyla başlatılan kazılar, Osmanlı dönemindeki sivil mimariyle ilgili de bilim adamlarına önemli veriler sunuyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında 12 üniversiteden geniş bir ekiple Urartu döneminden kalma Van Kalesi’nin güneyindeki Eski Van Şehri’nde yürütülen kazı çalışmalarında bu yıl önemli bilgiler elde edildi.

 

Konyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına yürüttükleri kazı çalışmalarında 13′üncü yüzyıldan 20′nci yüzyılın başlarına kadar olan tarih dilimindeki yerleşme dokusu üzerinde çalıştıklarını söyledi.

 

Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait sokaklar, sivil mimari, kamusal yapılarla ilgili önemli verilerin ortaya çıktığını belirten Konyar, şu ana kadar 5 bin metrekarelik alanda çalışmanın yapıldığını ve genellikle ticari birimlerin ortaya çıkarıldığını kaydetti.

 

Konyar, “Eski Van Şehri’nin ortaya çıkarılan bölümlerinde, kumaşçı, parfümeri, camcı, kunduracı gibi iş yerlerine ait kalıntılar bulundu. Bunlar yaşayan mekanlardı ve büyük yangınlarla terk edildiği görülüyor. 19′uncu yüzyıla doğru tarihleniyor. Biz Kayaçelebi Cami, Hüsrevpaşa Külliyesi gibi büyük dini yapıların çevresinde çalışıyoruz. Bu çok önemli bir çalışma” dedi.

 

Kazılarla kentin dokusunu ortaya çıkarmayı amaçladıklarını belirten Konyar, 2 yıl içinde bir Osmanlı kentinin nasıl olduğuna yönelik çok verimli sonuçların elde edildiğini, bu alanların yeniden değerlendirilmesi ve korunması için projelerin hazırlandığını ifade etti.

 

Eski Van Şehri’nde genellikle kerpiç yapıların bulunduğunu ve bunların da çabuk yıprandığını vurgulayan Konyar, gelecek yıllarda bu alanların koruma projelerinin geliştirilmesi, bazı yapıların da restitüsyonunun yapılarak işlev kazandırılması konusunda çalışmaların yapılması gerektiğini belirtti.

 

“Ticari birimlerden oluşan 3 kompleks ortaya çıktı”

Konyar, kazı çalışmalarının Maltepe ve İstanbul üniversitelerinden hocaların nezaretinde 12 üniversiteden bilim adamı ve öğrencilerle yürütüldüğünü anımsatarak, şöyle konuştu:

“Burada ticari birimlerden oluşan 3 kompleks ortaya çıktı. Çok büyük ticari işletmelerin yanı sıra önünde tezgahları bulunan küçük çaplı dükkanlar da var. Aynı zamanda günümüz itibarıyla AVM şeklinde düzenlenmiş birden çok yapının bir arada bulunduğu işletmeler de var. Dönem dönem eklemeler yapılarak büyütülmüş ticarethaneler var. Kazılarda 19′uncu yüzyılda Van’da zengin bir kültürün olduğu anlaşılıyor. Eski Van Şehri’nde Fransız markalarının konfeksiyon, parfümeri, İngiliz, Rus porselen mağazalarının izlerini görmek mümkün. Eski Van kentinde insanların yaşamlarına, sosyo ekonomik durumlarına, beslenmelerine dair her şeyi buluyoruz. Batı kültürüyle çok fazla haşır neşir bir Van görüyoruz.”

 

Eski Van Şehri’nde entelektüel bir yapının hakim olduğunu, insanların elit sınıf grubunda yer aldığını söyleyen Konyar, kazı çalışmalarında dünyaca ünlü kumaş, parfümeri ve porselen mağazalarına dair kalıntıların ortaya çıkarıldığını, bunun da Van’da batıya açık bir yaşamın sürdürüldüğünü ortaya koyduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, Haber: Cemal Aşan, 12.09.2014

ARKEOLOJİK KAZIDAN 7 BİN YILLIK 'BİZ ALETİ' ÇIKTI

 

Ayvacık İlçesi Gülpınar Köyü'nde, "Apollon Smintheus" kutsal alanında yürütülen kazılarda, 7 bin yıl önce yaşayan insanların kullandığı "biz aleti" bulundu.

 

Kutsal alandaki kazılara, Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığındaki ekip tarafından devam ediliyor.

 

MÖ 5200-4800 yıllarına tarihlenen prehistorik Smintheion çalışmaları, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Turan Takaoğlu'nun bilimsel danışmanlığında gerçekleştirildi.

 

Takaoğlu, AA muhabirine, kazılarda, hayvan kemiğinden yapılmış biz aletinin gün ışığına çıkarıldığını söyledi.

 

Bu aletin benzerlerinin, kemikten veya tahtadan olmak üzere günümüzde bazı köylerde kullanıldığını dile getiren Takaoğlu, "Çuvaldızla aynı işleve sahip prehistorik alet olan biz, günümüzden 7 bin yıl öncesine ait" dedi.

 

Takaoğlu, o dönemde yaşayan insanların, bundan farklı amaçlar için yararlandığı bilgisini verdi.

 

Aletin, çanak ve çömlek yapımında kabın bezemelerinin işlenmesi, peynir üretiminde kaplara delik açılması gibi işlevleri bulunduğunu anlatan Takaoğlu, "Ayrıca balık ağı örme ve tamirat aşamasında, hasır sepetçilik, süs eşyası ve figürinlerin yapımı aşamasında, özellikle hızma ve küpe deliği açma esnasında, deriden giysi yapım aşamasında gibi çok amaçlı işlerde kullanılmış" diye konuştu.

 

Prehistorik Smintheion insanlarının, 7 bin yıl önce besin ekonomisinde kullandığı hayvanların etini yedikten sonra kemiklerinden de biz, iğne, spatula gibi aletler ürettiğini bildiren Takaoğlu, bunları günlük yaşamlarında kullandıklarını sözlerine ekledi.

Anadolu'da Bugün, Haber: Mehmet Bayer, 12.09.2014

TARİHİN EN ESKİ TAPINAĞI, EN ESKİ MUTFAKLA BULUŞTU

 

 11 bin 600 yıl önceki atalarımızın inşa ettiği Göbekli Tepe, Şanlıurfa’nın ‘En eski mutfak’ sloganıyla yaptığı ‘UNESCO Gastronomi Şehri’ başvurusunda en büyük silah olacak...

 

‘Avrupa 2010 Kültür Başkenti İstanbul’ projesiyle Avrupa’da büyük sükse yapan Türkiye, bu kez lezzet ve tarihiyle bir kez daha uluslararası arenada boy göstermeye hazırlanıyor. Bu kez aday şehir son dönemde Göbekli Tepe’nin keşfiyle birlikte tüm tarihçi ve arkeologların ilgisini çeken Şanlıurfa olacak. UNESCO’nun ‘Yaratıcı Şehirler’ (Creative Cities) başlığı altında her yıl dünyanın dört bir yanından şehirlere verdiği unvanlara Şanlıurfa, ‘Gastronomi Şehri’ dalında aday oldu. Mart’ta yapılan başvuruya dünyada daha önce bu unvanı almış Çin’den ChengDu, Lübnan’dan Zahle, Kolombiya’dan Popayan, İsveç’ten Ostersund, Güney Kore’den Jeonju şehirlerinden de Urfa’ya destek mektupları eklendi. Mutfağı binlerce yıl öncesine dayanan ve onlarca yöresel yemeğe sahip olan şehir şimdi bir tanıtım maratonuna hazırlanıyor. 

 

Dinin doğduğu yer

Proje kapsamında ziyaret ettiğimiz Şanlıurfa’da Vali İzzettin Küçük ile de bir araya gelme şansımız oldu. Küçük, ‘Şehrimizin dünyaya açılması için bu çok önemli bir fırsat’ ifadesini kullandı. Madalyalı milli aşçılarımız yaptığı Şanlıurfa’ya has soğan kebabı, şıllık, fıstıklı firik pilavı, kureyş kebabı, borani gibi lezzetleri tatma imkanı bulduk. Göbekli Tepe ziyaretimizde ise MÖ 8500-9000 yıllarında inşa edilmiş ve insanlık tarihinin en eski tapınağı olarak nitelendirilen kalıntıları yakından inceleme fırsatı bulduk. National Geographic dergisinin ‘Dinin doğduğu yer’ olarak kapak yaptığı ve arkeologlar tarafından ‘tarih kitaplarının yeniden yazılmasına sebep olacak yer’ olarak tanımlanan Göbekli Tepe, Şanlıurfa’ya bu yarışta büyük güç katacak. 

 

Dünya çapında yeni bir müze

Şanlıurfa şehir merkezinde 37 bin metrekarelik alana inşa edilen arkeoloji ve mozaik müzesi Ocak ayında kapılarını açacak. 10 bin eserin sergileneceği müzeyi açılıştan önce gezme imkanı bulduk. Daha eserlerin tümü yerlerini bulmasa da şu haliyle bile müzeyi gezerken kendinizi British Museum’da gibi hissediyorsunuz. Hem müzenin kurgusal yapısı hem de sadece burada sergilenecek tarihi eserler gerçekten mükemmel tasarlanmış. Hz. İbrahim döneminden kalan Balıklı Göl ile meşhur olan Urfa’nın bu tarihsel hikayesini anlatan bir 6D animasyon da müzenin içinde bir salonda yer alacak. Müzenin en önemli sürprizlerinden biri ise Göbekli Tepe’nin bire bir imitasyonunun burada içine girilip dolaşılacak şekilde kurulu olması. 

 
‘Bu heykeli dün bulduk’

Tarihte yapılmış ilk insan heykeli de müzenin en değerli parçalarından biri olacak. Arkeoloji müzesinin hemen yanında kurulan ve çalışmaları halen devam eden Mozaik Müzesi’nde ise eşsiz mozaikleri cam platformun üzerinde gezerek inceleme imkanı bulacaksınız. Şanlıurfa’da 11 merkezde tespit edilen 500 metrekare mozaik, kaldırılıp buraya getirilmiş. Urfa, topraklarından tarih fışkıran bir şehir. Müze müdürü ile yaptığımız gezi sırasında ‘Bakın bu heykeli dün bulduk’ diyerek gösterdiği eser de bunun en önemli göstergelerinden biri olsa gerek. 

Urfa’ya yeni unvan

 

30 Kasım’da açıklanacak olan UNESCO ödüllerinde Şanlıurfa ipi göğüslerse bundan böyle Urfalılar, ‘Şanlı’ unvanı dışında bir de ‘UNESCO Gastronomi Şehri’ unvanına sahip olacak ve şehrin logosunun altında bu ibarenin yer alması turizm açısından da büyük bir katkı sağlayacak. 

Vatan, Haber: Uğur Koçbaş, 12.09.2014

ERDEK'TEKİ DEV TAPINAĞI ERİTMİŞLER

 

Büyük depremlerle yıkılan Hadrianus Tapınağı'nın 17 metrelik devasa mermer sütunlarına nasıl ortadan yok olduğu ortaya çıktı.

 
Balıkesir’in Erdek İlçesi'ndeki Kyzikos antik kentinde kazıların 9’uncu yılı tamamlanıyor. Bu yılki kazılarda antik kentteki ünlü Hadrianus Tapınağı’nın mermerlerinin yakılıp kireç haline getirildiği 2 kireç kuyusu ortaya çıkarıldı.

Ocaklardan birinin Ortaçağ’da diğerinin ise Cumhuriyet döneminde açıldığı tahmin ediliyor.

Kazı Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Korkmaz Meral, "Bunlara baktığımız zaman ister istemez tapınak kalıntılarının neden bu kadar azaldığını ve tahribatın boyutlarını görebiliyoruz" dedi.

Yrd. Doç.Dr. Meral’in verdiği bilgiye göre bugüne kadar yapılan kazılarda, 40 sütunu olan Hadrianus Tapınağı'ndan tek sütun başlığı ortaya çıktı. Meral, "Bugüne kadar yaptığımız kazılarda daha çok sütun başlığı ortaya çıkması gerekirdi. Bu kadar büyük boyutlu yapıdan az sayıda kalıntı çıkması da ister istemez o dönemden itibaren tahribatın ne kadar üst düzeyde olduğunu gösteriyor. Zaten doğal tahribatlar var, depremler var, ama bir de kireç ocağı şeklinde kullanılınca, ister istemez tapınaktan büyük miktarda malzemenin kaybolduğunu görebiliyoruz" dedi.

 

ROMA DÜNYASININ EN BÜYÜK SÜTUN BAŞI KALDI YADİGAR...

Kyzikos’ta 9 yıldan bu yana sürdürülen kazılarda tapınağa ait mermer basamaklar, 3 giriş kapısı olan ve kilise olduğu tahmin edilen bir yapı, Pithos denilen küp şeklinde erzak deposu, 17 metre yüksekliğindeki dev sütunların, 2.25 metre çapındaki tamburları, tapınağa ait mermer çatı kiremidi, frizler, içinde 10 kişinin hediyeleriyle birlikte gömülü olduğu bir lahit mezar, Roma dünyasının en büyük sütün başı, Kyzikos paraları, aslan başlı su olukları ve tapınağın 116 metre olan gerçek boyutu ortaya çıkarıldı.

Radikal, 12.09.2014

ÇOBANIN İHBARIYLA ORTAYA ÇIKTI

 

Çorum'un Sungurlu İlçesi'nde bir çobanın ihbarı sonucu günümüzden yaklaşık 30 milyon yıl öncesine ait en büyük kara memelisi olarak bilinen dev gergedan fosili bulundu.

 

 

Bilim dünyasında büyük bir heyecan uyandıran dev gergedan fosilinin gün yüzüne çıkarılması için Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü ekiplerince titiz bir çalışma yürütülüyor. Yapılan incelemelerde omuz yüksekliği 5 metre olan dev gergedanın ağırlığının 10 tonun üzerinde olduğu belirtildi.

 

 

"Paraceratherium" olarak adlandırılan boynuzsuz dev gergedan fosilinin en önemli özelliği iskeletinin hemen hemen tamamına yakını bulunurken, fosilin yanında ayrıca yanında yavru bir dev gergedanın kafasına ve dişlerine de rastlandı. 

 

 

Soyu tükenmiş en büyük kara memelisi olan dev gergedan fosilinin Anadolu'da bulunması hayvanın göç yollarının tespiti açısından büyük önem taşırken, ayrıca bu fosil, Anadolu ile Asya arasında bir kara köprüsünün oluştuğuna dair çok önemli bir kanıt oluşturuyor.

 

MTA Genel Müdürlüğü Tabiat Tarihi Müzesi Omurgalı Paleontolojisi ekibi tarafından proje kapsamında bugüne kadar çeşitli bölgelerde 60 tane gergedan fosili bulundu. MTA yaptıkları çalışmalar sonucu buldukları parçaları hemen koruma altına alıyor. 

 

Dev gergedanın fosilinin parçalarını birleştirme çalışmaları ise MTA'da Tabiat Müzesi uzmanları tarafından yapılıyor. 30 milyon yıllık fosilin birleştirip MTA'da müzesinde sergilenmesi amaçlanırken, bunun için en az 2 yıl gerekli olduğu ifade ediliyor.

 

 

Dev gergedan fosiliyle ilgili yapılan çalışmalar yapan MTA Genel Müdürlüğü Tabiat Tarihi Müzesi Omurgalı Paleontolojisi ekip şefi Jeoloji Yüksek Mühendisi Neşe Oyal, "Buluntular ve eşlik eden diğer memeli fosilleri Anadolu'nun Oligosen'de Asya ile Avrupa arasında bir köprü görevi gördüğünü ve Asya'nın orta ve güney bölgeleri ile bağlantılı olup, benzer ortamda ve iklim koşullarını taşıdığını göstermektedir" dedi.

 

Dev gergedan fosilinin parçalarının geçtiğimiz yıl Ayhan Ayhan Yılmaz tarafından bulunduğunu açıklayan Oyal, "Proje kapsamında çalışılan dev gergedan fosilleri 2013 yılı Kasım ayında Sungurlu İlçesi'ndeki Kavşut Köyü'nde bulundu. Örnekler, MTA Genel Müdürlüğü Tabiat Tarihi Müze Müdürlüğüne Ayhan Yılmaz adlı çoban tarafından ihbar edildi. 2013 yılı Kasım ayından itibaren lokalitede fosil kurtarma çalışmaları devam etmektedir. Projemiz kapsamında ise 60 civarında dev gergedan fosili çıkartılmıştır" ifadelerini kullandı.

 

Fosilin erişkin bir erkek bireye ait iskeletin hemen hemen tüm bölümlerini içerdiğini dile getiren Oyal, erişkin erkek bireyin ağırlığının 10 tondan fazla, omuz yüksekliğinin ise 5 metrenin üstünde olduğunu tahmin ettiklerini açıkladı. Oyal, ayrıca lokalitede genç bir bireye ait kafa ve dişlere de rastlanıldığını ifade etti.

 

Türkiye'de bulunan dev gergedan örneklerinin özellikle dev gergedanların dağılımı ve göç yollarının tespiti açısından büyük öneme sahip olduğunu anlatan Oyal, "Dev gergedanların yalnızca Asya'da ve Balkanlarda orta eosen, genç oligosen (41.3-23.03 milyon yıl) zaman aralığında bilinirler. Eosen'de kapalı ormanlık ortamlarda yaşamış dev gergedanların omuz yükseklikleri 3 metreyi geçmez...."

 

"Boy artması Oligonsen'de ortamın daha açık ve seyrek ağaçlı olmasıyla başlar.Dünyada çok nadir bulunan ve gelmiş geçmiş en büyük kara memelisi olarak bilinen dev gergedan'a ait örnekler, Moğalistan, Çin, Orta Asya ve Hint Yarımadası'nda nispeten yaygın olarak bilinenler, son bir kaç on yılda Gürcistan ve Balkanlar'da da birkaç nadir türe değinilmiştir. Türkiye'de bulunan dev gergedan örnekleri de özellikle dev gergedanların dağılımı ve göç yollarının tespiti açısı9ndan büyük öneme sahiptir" şeklinde konuştu.

Habertürk, 12.09.2014

TÜRGEV'E TARİHİ KONAK HEDİYESİ

 

 

Üzeri örtülen 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına ilişkin TÜRGEV fezlekesinde, eski Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın Fatih’te bulunan Hırka-i Şerif Camii’nin yanındaki Muhafızlık Konağı’nın da peşkeş çekildiği ortaya çıktı. Fezlekede Bilal Erdoğan,Salih Koç isimli kişiyle yaptığı konuşmada, o dönem restorasyonu yapılan ve kendilerine “hediye” edilen Muhafızlık Konağı ile ilgili belediyeye restorasyonu çabuk bitirmeleri için baskı yapıyor. Restorasyon işlerini yapan Akın İnşaat isimli firma da Twitter hesabından 25 Eylül 2013’te ,“Hırka-i Şerif Muhafız Konağı 2. Etap Restorasyonu işi tamamlandı... TÜRGEV VAKFI’NA teslim edildi...” mesajı paylaşmış.

 

Takipsizlik verilen 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması kapsamında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çocuklarının yönetim kurulunda olduğu TÜRGEV hakkında hazırlanan fezleke, Fatih’te bulunan Hırka-i Şerif Camisi Muhafızlık Konağı ile ilgili ilginç bir gerçeği ortaya çıkardı. Fezlekede, TÜRGEV ofisi ile Fatih-Yeşilay şubesinin aynı binada bulunduğu belirtilerek, Yeşilay’ın kullandığı katı da kullanmak isteyen TÜRGEV’in, Yeşilay’ın kullanması amacıyla Hırka-i Şerif Camisi yanında bulunan tadilatı devam eden eski eser binayı Yeşilay’a tahsis ettiği kaydedildi.

 

TÜRGEV’e hediye edildi

Hırka-i Şerif yanındaki tarihi binanın TÜRGEV’e hediye edildiğinin iddia edildiği fezlekede, Bilal Erdoğan’ın Yeşilay’ı yerinden çıkarıp bir an önce TÜRGEV’in yerleşmesi ve inşaatın hızlanması için İBB’ye baskı yaptığı anlatıldı. Bilal Erdoğan ile ilgili Salih Koç isimli kişi arasında 18 Temmuz 2013’te 15.47’de geçen konuşmanın tam metni ise şöyle:

 

Necmeddin Bilal Erdoğan: Yeşilay sizi aradı mı bugün?

Salih Koç: Yo yo

N.B.E.: Yeşilay’dan kimse...

S.K.: yok

N.B.E.: Şimdi ben onlara şöyle dedim Salih Bey ee gidip Hırka-i Şerif’e beraber baksanız ondan sonra ben belediyeye de baskı yaptım bitirin çabuk diye

S.K.: Haa

N.B.E.: Ee ya orası uygun bi yer değil diye konuştuk Ahmet abiyle ama ya başka da yani Yeşilay’ı kurtarabilecek bi şeyimiz yok ya oraya girsinler onlar kullansın 6 ay… Biz nasılsa hediye kullanamayacağız yani.

S.K.: Hım abi tamam şey yapalım ıı

N.B.E.: Sırf yani o onlardan birisi sus payı.

S.K.: …evet

N.B.E.: … Yani bi sizi arayacaklar bir gör orayı gösterin Salih Bey

 

Tarihçesi

Muhafızlık Konağı, 1851 yılında Sultan Abdülmecid tarafından Hz. Muhammed’in Veysel Karani’ye verdiği Hırka- i Şerif’in muhafazası ve ziyareti için yaptırıldı. Hırka-i Şerif Muhafızlık Konağı, günümüze kadar korunabilmiş ender mimari örneklerden biri. Fatih Belediyesi’nin internet sitesinde verilen bilgiye göre tarihi yapı, restorasyondan sonra kültür merkezi olarak değerlendirilecekti. Zemin kattaki odalar el sanatları ve geleneksel sanat kursları için derslik, kütüphane, misafir kabul ve ofis mekanları olarak kullanılacak; birinci katta yönetim kurulu, müdür, sekreter ve Veysel Karani varisleri için ayrılmış odalar ve seminer odası bulunacaktı.

Cumhuriyet, Haber: Canan Coşkun, 12.09.2014

SERAPEİON TAPINAĞI 5 MİLYON EURO'YA CANLANACAK

 

 

Efes’te arkeolojik kazı, koruma, restorasyon ve tanıtım çalışmaları amacıyla kurulan Efes Vakfı, antik kente yeni bir simge yapı kazandırmak için Serapeion Tapınağı’nı ayağa kaldırmayı hedefl iyor. Efes Vakfı Başkanı Ahmet Kocabıyık, Serapeion Tapınağı için 5 milyon euroluk bir bütçeyle 7-8 yıllık bir projenin yürütülmesini planladıklarını açıkladı. Serapeion Tapınağı’nda incelemelerde bulunan Efes Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri, çalışmalar hakkında Vakıf Kazı Başkanı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Direktörü Sabine Ladstaatter’den bilgi aldı. Efes Kazı Evi’ndeki basın toplantısında konuşan Efes Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, en önemli projelerinin Serapeion Tapınağı’nı yeniden hayata döndürmek olduğunu söyledi. Tapınağın, Celsus Kütüphanesi gibi Efes’e yeni bir yüz olabilecek önemde olduğunu aktaran Kocabıyık, “Serapeion Tapınağı’nın sadece alınlığındaki üçgenin ağırlığı 600 ton. Ciddi bir çalışmayla üçgenin tamamınını bir araya getirebiliyoruz. Parçalarının tamamı kazı alanında tespit edildi. Ancak, orijinal sütunların bu ağırlığı taşımama ihtimali var. Üçgenin Serapeion Tapınağı’nda yerde sergilenmesi fikrini tartışıyoruz” dedi. Kocabıyık, Serapeion Tapınağı’nı Efes’in yeni simge yapılarından biri haline getirmek için yaklaşık 5 milyon euroluk tahmini bütçeyle 8 yıllık bir çalışmanın yürütülmesini hedeflediklerini vurguladı. 

 

Üçgenin yüksekliği 10 metre 

Ladstaater de tapınağı ortaya çıkarmak için 3 yıl çalışıldığını söyledi. Ladstaater, şimdiye kadar mimari ve restorasyon araştırmalarının yapıldığını, blokların gücünün ultrasonla incelendiğini, bölgenin jeofizik ve sismik araştırmalarının yapıldığını aktardı. Ladstaater, bu çalışmaların mabedin doğru ve kuvvetli bir altyapıda yeniden kurulması için son derece doğru çalışmalar olduğunu belirterek şunları söyledi: 

“Uluslararası normlara göre antik kazılarda bir binanın yüzde 80’inin ayağa kaldırılması restorasyon olarak kabul ediliyor. Serapeion Tapınağı’ndaki üçgenin yüzde 100’ü duruyor. 300 büyük parçaya ayrılmış üçgenin, tüm parçalarını bir araya getirerek yerde sergilemek ise yenilikçi bir fikir. Mimarisini öğrenme açısından son derece yararlı olacaktır. Zaten sadece üçgenin kendisinin boyu 10 metre yükseklikte.” 

 

Bu arada vakıf, Serapeion Tapınağı'nın yanı sıra 120 bin parçadan oluşan ve dünyanın en büyük puzzle projesi olarak değerlendirilen Yamaç Evi2’de de duvar resimleri restorasyon projesini yürütüyor.

 

Afrodisyas'tan etkilendi, Efes Vakfı'nı kurdu 

Efes Vakfı, Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın öncülüğünde kuruldu. Kurucuları arasında Doğuş Holding ve Eczacıbaşı Holding’in yer aldığı vakfın yönetim kurulunda eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Garanti Yatırım Başkanı Metin Ar ile Sabine Ladstaater de yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Avusturya Bilim ve Araştırma Federal Bakanı Dr. Beatrix Karl ve Avrupa Birliği Avusturya Resmi Temsilcisi Dr. Johannes Hahn da Onursal Başkan olarak görev yapıyor. Ahmet Kocabıyık, arkeolojiye çocuk yaşlardan itibaren ilgi duyduğunu belirterek, vakıf eliyle Afrodisyas’ta çok yararlı çalışmalar yapıldığını görünce de Efes için bir vakıf kurma fikrinin doğduğunu söyledi. Türkiye’nin önde gelen şirketleriyle 2010 yılında Efes Vakfı’nı kurduklarını aktaran Kocabıyık, Efes antik kentinde kazıların 150 yıl önce başlamış olmasına rağmen arkeolojik varlığın henüz yüzde 15’inin günışığına çıkarılabildiğine dikkat çekti.

Dünya, Haber: Sedat Alp, 11.09.2014

 

******


EFES, GEÇMİŞİNİ ARIYOR

 

 

Geçmişi Kalkolitik çağdan Selçuklular’a (15. yüzyıl) uzanan, döneminde hem ticaret hem de dini merkez olarak pek çok uygarlığı ağırlamış antik Efes kentinde kazılar sürüyor. Ancak görünen o ki Efes’i ayağa kaldırmak için daha uzun yıllara ihtiyaç var. Ayrıca, her katmanında ayrı bir uygarlığının izine rastlanan bu geniş alanda, tarihi toprağın altından çıkarmak, yeniden inşa etmek, ortaya çıkan eserleri korumak için zaman kadar büyük bir bütçe de gerekiyor.
 

2010 yılında Doğuş Holding, Borusan Holding ve Eczacıbaşı Topluluğu gibi katılımcılarla kurulan Efes Vakfı, Türkiye’de taşın altına elini koyan yegane oluşum. Kente yılda 200 bin Avro’luk bütçeyle destek veren vakıf, Yamaç Evler projesinin ardından, şimdi de Serapeion Tapınağı için fon yaratmaya çalışıyor.


Mısırlı sağlık tanrısı Serapis adına, 2. yüzyılda inşa edilen tapınak kabaca şöyle tasvir edilebilir: Kısmen dağa oyularak yapılmış 22 metre yüksekliğindeki tapınakta büyük kapıların ardında, suyun şifasını Romalılara taşıyan bir mimari vardı. Dağdan toplanan su, duvarlardaki küçük şelalelerle tapınağın içine taşınıyor, ardından Nil’deki döndü gibi, su yeniden doğaya veriliyordu. Eros kabartmalarının, çeşitli süslemelerin yer aldığı gösterişli bir görünümü vardı ve Serapeion Tapınağı, tıpkı Celsius Kütüphanesi gibi Efes’in simgelerinden biriydi.


Şimdi vakıf için ilk hedef, tapınağın girişinde, büyük sütunların üzerindeki üçgen biçimindeki alınlığı sergilenebilir hale getirmek. Arazide tamamı parçalar halinde bulunan, 600 ton ağırlığındaki alınlığın birleştirilmesi içinse 7-8 yılda, 5 milyon dolar harcanması öngörülüyor.
Vakfın desteklediği diğer proje olan, Roma dönemi konutlarının bulunduğu Yamaç Evler’de ise restorasyon çalışmaları sürüyor. Duvarları mermerlerle kaplı ve resimlerle süslü, zemininde mitolojik kahramanların tasvirlerinin bulunduğu mozaikler olan Yamaç Evler, İskenderiye’den sonra en büyük liman şehri olan Efes’in zenginliğinin diğer yüzü. Birçok evden oluşan yapıda, sadece 6 numaralı olanda bile 7 çeşit mermer kullanılmış. Şimdi buradaki, 120 bin parçadan oluşan mermer “puzzle” birleştiriliyor. Ayrıca evlerin duvarlarındaki resimler ve zemindeki mozaiklerin restorasyonu yapılıyor.


Serapeion Tapınağı ayağa kalkıp, Yamaç Evler projesi sona erdiğinde, yılda 2 milyon turist ağırlayan antik Efes kentinin cazibesi artacak. Belki böylece, Bergama’nın ardından, 1994 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer bulmaya çalışan Efes’in şansı gülebilir ve çalışmalar için daha fazla fon oluşturulabilir.

 

***

 

Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstatter

‘Hepimizin mirası...’

Antik Efes kentindeki kazılar Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından, Doç.Dr. Sabine Ladstatter başkanlığında yürütülüyor. Ladstatter, Efes’in önemini “Ticaretin, dinin merkezi olmuş, burada uygarlıklar, insanlar, dinler değişmiş. Ama ilginç olan Efes’te yaşam biçimi sürekli özünü korumuş” sözleriyle anlatıyor.


“Milli ya da evrensel bir miras değil; burası hepimizin, benim de mirasım” diye nitelendirdiği Efes’te yürüttüğü çalışmaların, akademik açıdan heyecan verici olduğunu söyleyen kazı başkanı, kentte özellikle bir alanda önemli bulgular elde ettiklerini aktarıyor:
“Bizansın orta bölümünden Türklerin ilk dönemine uzanan dilim çok önemli. Genellikle bu ara dönemden söz edilmez, sanki Efes’te yaşam sona ermiş gibi. Oysa Efes hiçbir zaman terk edilmemiş. İlgi çekici olan şu: Türkler geldiğinde oradaki halkla karışmışlar. Birleşmişler. Eski Yunan kültürü ile orta Türk kültürünün karışma anı çok önemli.”


Sabine Ladstatter, buradaki kültürel buluşmayla ilgili ise şu örneği veriyor:
“Ayasuluk’ta 11-12. yüzyıldan itibaren İslam motifli çömlekler, paralar bulunuyor. O dönemde Efes’e yerleşenler Müslüman. Ancak eski özelliklerini de korumuşlar. Örneğin ölülerini tabutlarla gömmüşler ki bu gelenek Müslüman inancında görülmez.”

Cumhuriyet, Haber: Aslı Uluşahin, 14.09.2014

BİN YILLIK KÖPRÜYE İLK RESTORASYON

 

 

Hatay'ın Yayladağı İlçesi'nin Tutlubahçe Mahallesi Dibitçe mevkisinde, Kureyşi deresi üzerine yapılan tarihi köprü, görünümü ve tarihi itibariyle dikkati çekiyor. Yıllardır araç geçişinin yanı sıra vatandaşların da yürüyüş yaptığı zaman zaman hatıra fotoğrafları çektirdiği Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından korumaya alınan ve tescillenen köprü, son yıllarda meydana gelen çökme ve çatlaklar dolayısıyla tehlike oluşturuyordu. İlçenin en önemli yollarını birbirine bağlayan tarihi köprü, Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek eski güzel görünümüne yeniden kavuşturulacak. 

 

Yayladağı Belediye Başkanı Mehmet Kalkan yaptığı açıklamada, Abbasiler döneminde Savcılar Aşireti Reisi Kasımbey tarafından 1040 yılında inşa edilen yapının yaklaşık bin yıldır bölge insanının "kahrını" çektiğini ifade ederek, 47 metre uzunluğunda 5 metre genişliğindeki 5 gözlü köprünün, bakımsızlık ve son yıllarda meydana gelen şiddetli yağışlardan zarar gördüğünü belirtti.

 

Köprünün bazı bölümlerinde çatlaklar oluştuğunu ve uzun zamandır yalnız 2 gözünün açık olduğunu kaydeden Kalkan, yapılan başvuru sonrası köprünün restore çalışmalarına başlandığını söyledi.

 

Turizme kazandırılacak- Kalkan, yaklaşık 5 ay sürecek çalışmaların ardından köprünün yeniden hizmete açılacağını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kasımbey Köprüsü, ilçenin sembolü haline gelmiş bölge ve ülkemizin önemli tarihi eserleri arasındadır. Bilinen yakın tarihte hiçbir restorasyona uğramayan köprümüz bu ay başlayan çalışmalarının ardından aslına uygun şekilde onarılacak. Ayrıca burada dere ıslah çalışması da gerçekleştirilecek. Bu çalışmalarla tarihi köprümüz gün ışığına çıkarılacak.

 

Anadolu'da 20'ye yakın emsalinin kaldığı tarihi köprümüz, restorasyon çalışmalarının ardından hem turizme kazandırılacak hem de vatandaşların hizmetini görmeye devam edecek." Köprünün çalışma süresince araç trafiğe kapatıldığını belirten Kalkan, ilçe halkının tamiratın bitişini heyecanla beklediğini sözlerine ekledi.

Trt Haber, 11.09.2014

HAYDARPAŞA GARI'NA 100 BİN METREKARELİK EKLEME

 

Kadıköy Belediyesi'nin'nin reddettiği Haydarpaşa Garı restorasyon projesinde, gara 100 bin metrekarelik wokshop, yeraltı otoparkı ve yeraltı çarsısı gibi yeni bölümler eklendiği, ahşap olan çatının çelik konstirksiyonlarla yapılmasının planladığı ortaya çıktı. Projede çalışan bir yetkili ise “Bizim çalıştığımız projede bu bölümler yoktu. Sonradan eklenmiş” dedi.

 

 

TCDD tarafından 12 milyon 473 bin TL'ye Işık Proje İnşaat firmasına ihale edilen ancak Kadıköy Belediyesi'nin reddettiği Haydarpaşa Garı ile ilgili projede garın özgün haline aykırı 100 bin metrekareyi bulan yeni bölümlerin eklendiği ortaya çıktı. Gara ilişkin restorasyon projesine yeni eklenen bölümler arasında 53 bin metrekare workshop, yeraltı çarşısı, yeraltı otoparkları, kongre merkezi alanı bulunuyor. Projede ayrıca TCDD Gar binasının yerinin de değiştiği görülüyor. Bu bölüme ilişkin alan da 42 bin metrekare alana sahip.

 

'BU BÖLÜMLER SONRADAN EKLENMİŞ'

Projede çalışan bir yetkili ise çalıştıkları projede bu bölümlerin olmadığını, sonradan eklendiğini söyledi.

 

Projede, yanan gar çatısıyla ilgili kısımda da ahşap kaplama yerine tarihi binanın orijinal dokusuna uygun olmayan çelik konstriksiyonların kullanılmasının hedeflendiği ortaya çıktı.

 

Kadıköy Belediye Başkanı Aykut Nuhoğlu, TCDD'den kendilerine Haydarpaşa Garı ile ilgili gelen restorasyon projesini reddettiklerini açıklamıştı. İstanbul 5 No'lu Koruma Kurulu'nun onay verdiği restorasyon projesinde garın çatısında kafeterya, asansör, çatı eklemesi bulunuyor. Nuhoğlu, bu projeyle garın orijinal halini koruyamayacağını belirterek, projeye onay vermediklerini ancak orijinal halini koruyan bir proje gelirse kabul edebileceklerini söylemişti.

 


İleri Haber, Haber: Rıfat Doğan, 06.09.2014

HELLENİSTİK DÖNEMİN 2 BİN 200 YILLIK SPOR OKULU AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

Stratonikeia antik kentinde bulunan 2 bin 200 yıllık Gymnasion’daki (spor okulu) kazı çalışmalarında kurtarılan sütunlar, vinç yardımıyla ayağa kaldırılarak bölgenin eski ihtişamına kavuşması için çalışma yürütülüyor.

 

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Stratonikeia antik kentinin birçok bölgesinde kazı çalışması yürütüldüğünü söyledi.

 

Söğüt, antik kentte bulunan 2 bin 200 yıllık Gymnasion’un her geçen gün biraz daha gün ışığına çıktığını, antik kentteki en anıtsal yapılardan biri olan Gymnasion’un ayağa kaldırılması için ciddi anlamda çalışma yaptıklarını dile getirdi.

 

Spor okulunun mimari anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu dile getiren Söğüt, “Spor okulu Stratonikeia antik kentinin en büyük yapılarından. Hatta Anadolu’da bilinen en büyük yapılardan birisi. 2 bin 200 yıllık yapının 3D yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik dönemde yapının hangi şekilde olduğunu belirledik” dedi.

 

Yapıyı ayağa kaldırmak için kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan 2 bin 200 yıllık sütunları vinç yardımıyla düzenlediklerine işaret eden Söğüt, “Buradaki yarım yuvarlak bir alanın her iki tarafındaki kare mekanları şu an biliyoruz. Kentte yürüttüğümüz çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından karşılanıyor. Sütunları ayağa kaldırmak için kullandığımız vincin kirası da Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri birimi tarafından rektörümüzün desteğiyle karşılanıyor” dye konuştu.

 

Gymnasion’un bir kısmının köy meydanının altında kaldığını vurgulayan Söğüt, şöyle konuştu:

“Bunun için kuzey mekanları açarak buradaki yıkanma, yağlanma, pudralanma ve gençlerin tarih, felsefe gibi dersleri aldıkları mekanları düzenleyip burayı insanların daha rahat gezebilecekleri bir alan haline getirmeye çalışıyoruz. Onunla ilgili çalışmalarımız başladı ve aşama aşama devam edecek.”

 

Söğüt, kentin bütününde 3D yöntemi ile tüm mimari elemanları görüp antik dönemde yapının hangi şekilde olduğunu belirlediklerini, kazıda görev yapan bir ressam tarafında da karakalem çalışması ile yapıların ayağa kaldırıldığını dile getirdi.

 

-”Osmanlı Dönemi taş döşeli yollardan kente giriş”

Osmanlı Dönemi’ne ait taş döşeli yolların antik kentin tamamında birebir takip edilebildiğine işaret eden Söğüt, bu özelliğin başka hiçbir antik kentte bulunmadığına vurgu yaparak, şunları söyledi:

 

“Kente gelen ziyaretçiler Osmanlı Dönemi taş döşeli yollardan geçerek spor okulunu gezebiliyorlar. Kentin genelinde bunu çözmüş durumdayız. Bu olay hem antik kente hem de buraya gelen ziyaretçilere inanılmaz bir katkı sağlıyor. Spor okulunun hem kuzey hem de güney tarafından gelen ziyaretçiler Osmanlı Dönemi taş döşeli yollardan buraya ulaşabiliyorlar.”

 

Spor okulunun mimari anlamda çok ihtişamlı bir yapı olduğunu anlatan Söğüt, “Sadece Gymnasion’un içi değil dışı da çok güzel. Dış tarafında da Hellenistik dönemin en gösterişli yapıları, sütunlar, dorik yapılar var. İçinde de Hellenistik dönemde Mısır’da örnekleri görülen ve sonrasında Anadolu’da ilk örnekleri görülen akansu yapraklarının içinden çıkan dorik sütunlarının olduğu gösterişli cephe düzenlemeleri ve taş içi elamanlar var. Bunların hepsini ziyaretçilere aşama aşama göstereceğiz” dedi.

 

Söğüt, çalışmalar tamamlanıp yapıdaki bilimsel verilerin elde edilmesinden sonra antik kenti gezen ziyaretçilerin yapı hakkında bilgi sahibi olmasını amaçladıklarını ifade etti.

haberler.com, 03.09.2014



7 - 13 Eylül 2014

OSMANCIK KALESİ RESTORE EDİLECEK

 

 

7 bin yıllık Osmancık Kalesi’nin restore edilmesi için Osmancık Belediyesi tarafından hazırlanan proje ihale edildi.

7 firmanın kapalı zarfta teklif verdiği ihale en düşük teklifi veren Boyut Grup’ta kaldı.

Osmancık Belediye Başkanı Hamza Karataş 7 bin yıllık kalenin restorasyonun ardından ziyarete açılacağını belirterek, “Osmancık tarih boyunca önemli bir yerleşim yeri konumunda. Osmanlı İmparatorluğunun temelleri de aslında burada atılmış diyebiliriz. Çünkü İmparatorluğa giden yol buradan geçiyor. Osmangazi Hazretleri burada doğmuştur ve şehre bu nedenle ‘Osmancık’ ismi verilmiştir. İlçemizde Osmanlı dönemine ait günümüzde cami olarak kullanılan medreseler yer almaktadır. Osmanlı’nın muazzam eserlerinden Anadolu’nun en büyük köprüsü Osmancık’tadır. Bu nedenle ilçemizin turizmden hak ettiği payı alabilmesi için turizm yatırımlarına önem veriyoruz. 7 bin yıllık Osmancık Kalesinin restore edilerek turizme kazandırılmasının ilçemize turizm noktasında önemli bir ivme kazandıracağını düşünüyorum” diye konuştu.

Karataş, projenin ihale edilen bölümünün 400 günde tamamlanacağını ve daha sonra projenin ikinci etabının ihale edileceğini sözlerine ekledi.

Çorum Haber, 12.09.2014

DENİZLİ'DE TAŞ HEYKELLER

 

Özel müzeler üzerine yazdıklarımdan sonra, dostum Mesut Ilgım'dan bir mektup, bir de Denizli'deki Taş Heykel çalışmalarını içeren iki katalog aldım.

 

Ilgım, özel müzelerin yönetimindeki aksaklıklardan söz ediyordu mektubunda, belki de özel müzelerin yönetiminin de özelleştirilmesi gerekiyor, diye düşündüm...


Denizli'de yapılan heykel çalışmalarından bu kataloglarla haberdar oldum. Büyük kentler dışında -Ankara, İzmir, İstanbul- yapılan etkinlikler, sempozyumlar, müzeler ne yazık ki medyaya yansımıyor.


Oysa bu kentler dışında yapılan çalışmalar bence çok daha önemli.


Kömürcüoğlu Uluslararası Taş Heykel Kolonisi'nin bu yıl dördüncü yılı.
Ilgım, mektubunda çalışmanın önemine değiniyor:
"Bu olay aslında son derece önemli, İtalyanların Carrera'da yaptıkları türden bir etkinlik ama ne yazık ki fazlaca bilinmiyor.
Şimdilerde Nihat Bey (Kömürcüoğlu), bu işin devamlılığını garantiye almak için bir de Vakıf kurma telaşında."


Denizlili işadamı Nihat Kömürcüoğlu, kataloğun başında bu çalışmaların önemine değiniyor ve sürekliliğini savunuyor.
Bir işadamının yaşadığı ve çalıştığı kentte bu tür çalışmalar yapması, gerçekten takdir edilmesi gereken bir davranış.
Üstelik bu çalışmaları devlet de çevre de destekler.

***

Ilgım, katalogdaki Egeli Heykel Ustaları Taşı Hala Yontuyorlar başlıklı yazısında Anadolu'nun birçok medeniyetin beşiği olduğunu bir reklamla bize iletiyor: "Seneler evvel Yunanistan'ın milli hava yolu Olympic Airways'in ön kapılarının yanına bir harita konulmuştu. Rumca ve İngilizce alt yazılı bu harita tamamiyle bizim Batı Anadolu'muzu gösteriyordu.
Altındaki yazıda ise kısaca; 'bu topraklar pek çok medeniyete beşiklik etti' deniliyordu."


Hepimizi heyecanlandıran; Ege Taş Heykel Akademisi.


Hierapolis Kazısı Başkanı Prof. Francesco D'Andria, heykel kolonisi için bakın ne yazmış?
"Heykel Kolonisi Projesi gelişmeye devam etmektedir ve gençler için taşocaklarından çıkartılan taş blokların sanat eserine dönüştürülmesi için gerekli bilgi ve becerinin edinildiği bir okula dönüştürülmektedir."


D'Andria, Carrera beyaz mermerinin çıkarıldığı ocaklardaki çalışmalara da buradakilerin katıldıklarından söz ediyor.


O memleketin doğal kaynaklarının sanat alanında kullanılması, özellikle heykel için burası bir malzeme sunuyor.


Heykel ve arkeoloji çalışmaları denince, mutlaka bu alana çok emek vermiş, yazılarıyla nice objeyi kurtarmış bir addan söz etmek zorunlu, Özgen Acar!


Acar, katalogdaki Heykelin Anavatanı Anadolu! yazısında; dünyadaki en eski heykelden bugüne kadar örneklerle heykelin tarihini özetliyor.


Çeşitli kıtalarda ve ülkelerde heykelin başlangıcını ve kısa tarihini inceledikten sonra yazının önemli bölümü şu ara başlıkla başlıyor:
"Heykelin anavatanı
Bu yöneliş, bizi 'heykelin anavatanı' olan Anadolu'ya götürür."

***

Denizli'deki heykel çalışmalarını bundan sonra daha yakından izleyeceğim.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 12.09.2014

ŞEHZADE MUSTAFA İLGİSİ KÜLLİYEYİ ERKEN AÇTIRACAK

 

Babası Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1553 yılında boğdurulmasının bir dizide canlandırılmasıyla yeniden gündeme gelen ve yurt içi ve dışından ziyaretçi akınına uğrayan Şehzade Mustafa’nın türbesinin de aralarında bulunduğu Muradiye Külliyesi’ndeki 12 türbeden 7’sinin restorasyonu tamamlandı.

 

Türbelerinin, yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisi dolayısıyla planlanandan önce, 18 Eylül’de Başbakan  Yardımcısı Bülent Arınç’ın da katılacağı törenle açılması bekleniyor.

Milliyet, 12.09.2014

300 YILLIK YALI, AĞAOĞLU'NA EMANET

 

Anadolu Hisarı'nda yer alan 300 yıllık İstanbul'un en eski sivil mimari örneği Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı Ali Ağaoğlu tarafından restore edilecek.

 

 

Konut inşaatı yapan firmanın tarihi eser restorasyonu yapacak olması şaşkınlık veriyor. Vakıflar mülk sahibi biz değiliz derken, Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa Vakfı Başkanı Ahmet Cengiz Köprülü ise ‘’ihalede en yüksek ücreti o şirket verdi’’ dedi. Tarihi yalı restorasyon sonrası Ali Ağaoğlu’nun konutu mu olacak yoksa butik otel mi yapılacak şimdilik belli değil.

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı 1697 yılında inşa edildi. Boğazın hatta İstanbul’un en eski sivil mimari örneklerinden biri. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın amcasının oğlu ve Sultan 2. Mustafa'nın sadrazamlarından "Amcazade" lakaplı, Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldı. Tarihi yalı Osmanlı tarihinde büyük önemi olan Karlofça ve Pasarofça anlaşmasının imzalanmasına şahitlik etti. Sultan 2. Mustafa, Sultan 3. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa da bu yalıda misafir olarak ağırlandı. Bu nedenle Padişah ağırlamış ender yalılardan da biri…

Mülkiyeti Mülhak Köprülü Amcazade Hüseyin Paşa Vakfı’na ait tarihi yalı 55 dönüm araziye sahip. 2007 yılında Ağaoğlu tarafından Restore et - işlet – devret modeliyle 25 yıllığına kiralanan yalının restorasyonuna tam 7 yıldır başlanılamadı. Tabelasında Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü yazmasına rağmen, Vakıflar ‘biz sadece denetleyiciyiz, söz sahibi değiliz’ diyor. Vakıf Başkanı Ahmet Cengiz Köprülü ise, ‘’ihalede en yüksek ücreti Ağaoğlu verdi, restorasyon projesini uygulamak zorunda aksine izin vermeyiz’’ diyor. 

 

 

Arazinin tamamının 800 dönümden 55 dönüme düştüğünü belirten Köprülü, külliyenin şuan 8 bin 711 metrekare arsaya sahip olduğunu söyledi. Yıllarca içindeki gecekonduları temizlemekle uğraştıklarını anlatan Cengiz, 2 harem binası, divanhane, meşruta ile kuzey yalısının ayağa kaldırılacağını kaydetti. Restitute, röleve ve restorasyon projelerinin bitirildiğini, Koruma Kurulu’nun restitute ve röleve projelerini onayladığını şimdi restorasyon projesi için kuruldan onay beklediklerini ifade eden Cengiz, ‘’Ekpertiz raporunu vakıflara yaptırdık. İhaleye o zaman Koç, Sabancı, Zorlu gibi önemli gruplar katıldı. İhaleyi Ağaoğlu kazandı. 25 yıllığına kiraladık. Toplam 85 milyon lira vakfa kaynak girecek. Şuan her ay 34 bin lira kira geliri getiriyor. 7 yıldır aksatmadan kiramız ödendi’’ dedi. 

RESTORASYONA ÖZEL BECERİ GEREKMEZ Mİ?
Ağaoğlu’nun normal konut inşaatı yaptığını restorasyonun özel bilgi ve beceri gerekmez mi sorumuza ise Cengiz şu yanıtı verdi; ‘’17. Yüzyıl mimarisi restore edecek bu çaplı bir restorasyon firması var mı? Ağaoğlu ya da başka bir firma. Kim alırsa alsın ihaledeki şartımız bizim restorasyon projemizin uygulanması. Proje dışında bir uygulamaya ne biz ne kurul izin vermez. Ağaoğlu da isterseniz biz çekilelim noktasına birkaç kez geldi. Çünkü yıllardır kurul ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ndeki bürokrasiden onlarda yıldı. 17. Yüzyıl üslubuna uygun ahşap olarak yapmak zorundalar. Aksi halde sözleşmemizi fesh ederiz. Bilim heyetimiz var her aşamasını denetleyecek.’’

Yalının bugünkü değeri yaklaşık 1 milyar dolar. 1893 Rus savaşı sırasında göçmenler bu yalıya yerleştirildiklerinden, yalı tamir olmaz şekilde tahrip oldu. Fildişi kakmayla tezyin edilmiş kapı cepheleri, altın yaldızlı bordürleri, lalelerle süslü iç mimarisi ile yalı muhteşem bir güzelliğe sahipti. 19. yy. sonunda ise harem tamamen yandı. 1972 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından yalı tamir gördü. Osmanlı devlet adamlarının yalılarının kırmızı olması geleneğine uygun olarak aşı boyalı rengiyle dikkat çekiciydi. Şimdi yalının etrafı tamamen kapatıldı. Kuruldan çıkacak onaya göre restorasyon için gün sayılmaya başlandı.

Ali Ağaoğlu proje ile ilgili daha önce tarihi yalının butik otel olarak işletileceğini açıklamıştı. Yakın zamanda bir gazeteye verdiği demeçte ise kendisinin taşınacağını belirtti.

 


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 12.09.2014

2 MİLYON EURO'LUK
TABLOLARI ÇALDILAR

 

Avusturya’nın başkenti Viyana’da 73 yaşında bir kadının villasına giren hırsızlar, 2 milyon Euro değerinde 71 tablo çaldı.

 

Tablolar arasında Oskar Kokoschka’nın ‘Çingene Kızı’, Albert Ritzberger’in ‘İkili Görüşme’, Oswald Grill’in ‘Okuyan’, Willy Eisenschitz’in ‘Nijer’ adlı eserleri var.

Güvenlik kameraları görüntülerini izleyen polis, zanlıları bulmaya çalışıyor.


Zaman, Haber: Ahmet Arif Güzeldere, 12.09.2014

ZAFER MÜZESİ'NE 8 AYDA 16 BİN 833 ZİYARETÇİ

 

Doğa Koruma ve Milli Parklar 5′inci Bölge Müdürü Mehmet Kuşcu, Afyonkarahisar’da, Kurtuluş Savaşı’nda bir dönem karargah olarak kullanılan ve müzeye dönüştürülen binayı yılın 8 ayında 16 bin 833 kişinin ziyaret ettiğini söyledi.

 

Kuşcu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentin düşman işgalinden kurtarılmasının ardından Atatürk ile silah arkadaşları İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Tevfik Bıyıklığıoğlu’nun kaldığı müze binasının karargah olarak kullanıldığını anlattı.

 

Binada, Büyük Taarruz’un 5′üncü gününe rastlayan 30 Ağustos 1922′de Başkomutan Meydan Muharebesi’nin planlarının tartışılıp kararlaştırıldığını dile getiren Kuşcu, dolayısıyla Cumhuriyet tarihinin en önemli anlarına tanıklık etmiş bir yapı olduğunu ifade etti.

 

 

Zafer Müzesi’nin, 1981′den itibaren Başkomutan Tarihi Milli Parkı sınırları içinde yer aldığını aktaran Kuşcu, şöyle konuştu:

“Şehir merkezinde, Milli Birlik Caddesi’nde, Anıtpark ile Afyonkarahisar Kalesi’nin tam karşısında yer alan Zafer Müzesi, 1913-1920 yıllarında dönemin Belediye Başkanı Saitoğlu Mehmet Sait Efendi tarafından yaptırılmıştır. Afyonkarahisar’ın ilk belediye binası olan yapının, Anadolu’da özel olarak inşa ettirilen ilk belediye binası olma özelliğiyle ilimiz için ayrı bir önemi bulunmaktadır. İki katlı kagir bir bina olan Zafer Müzesi’nde, Atatürk’ün 28-29 Ağustos 1922′de kullandığı eşyalar, Büyük Taarruz’dan kalma silah, cephane ve mühimmatların yanı sıra bu savaşa katılan komutanların fotoğrafları, savaşın cereyan edişini gösteren haritalar sergilenmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı 5′inci Bölge Müdürlüğünün sorumluluğunda bulunan binayı her yıl binlerce kişinin ziyaret etmektedir. Bu yıl ocak-ağustos aylarında 16 bin 833 kişi bu müzeyi ziyaret etmiştir.”

 

Kuşcu, ziyaretçi sayısının, Cumhuriyet Bayramı, Afyonkarahisar’ın kurtuluş yıl dönümü, Müzeler Haftası, Cumhuriyet Eğitim Gezileri gibi günlerde arttığını sözlerine ekledi.

Afyon Haber, 11.09.2014

"ARKEOLOJİK ŞEYLER" KONULU TOPLANTI
5-6 ŞUBAT 2015 TARİHİNDE DÜZENLENİYOR

Türkiye Teorik Arkeoloji Grubu'nun (TAG) kuramsal arkeoloji üzerine 2. toplantısı, önümüzdeki yıl 5-6 Şubat tarihleri arasında Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenecek.

TAG'dan elimize ulaşan açıklama şöyle:

"Sevgili meslektaşlarımız, arkadaşlarımız ve ilgililer, Türkiye Teorik Arkeoloji Grubu'nun ikinci toplantısının "Arkeolojik Şeyler" teması üzerine düzenleneceğini daha önce sizlere duyurmuştuk, ancak toplantının düzenleneceği tarihlerde değişiklik yapmak durumunda kaldığımız için sizlerle bu ikinci duyuruyu paylaşıyoruz.


Türkiye Teorik Arkeoloji Grubu'nun 2. toplantısı 5-6 Şubat 2015 tarihinde İstanbul'da Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenecektir. 20 dakikalık sunumlar için bildiri başlığı, 250 kelimeyi geçmeyecek özet metni, katılımcının isim, kurum, iletişim adresi ve e-posta adresi bilgilerini içeren bildiri özetlerini 30 Kasım 2014 tarihine dek tagturkey2014@gmail.com adresine yollamanızı rica ederiz.

Kabul edilen bildiriler 1 Ocak 2015 tarihinde duyurulacak ve ardından kesin program açıklanacaktır. TAG Türkiye'nin 2. toplantısına ilişkin tüm detaylı bilgilere http://tagturkiye2014.wordpress.com  adresinden ulaşabilir ve gelişmeleri bu adresten izleyebilirsiniz.

Şubat ayında İstanbul'da görüşmek dileğiyle,
TAG-Türkiye 2. Toplantısı Düzenleme Komitesi Güneş Duru Kenan Eren Elif Koparal"

TAYHaber, 11.09.2014

DEMİR ÇAĞ VE NEOLİTİK DÖNEMLERİNE AİT YERLEŞKELER BULUNDU

 

Beşiri İlçesi'nde günümüzden yaklaşık 7300 yıl öncesine ait olduğu belirtilen Neolitik ve Demir Çağ dönemlerine ait yerleşkeler yapılan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarıldı.

 

Tarihi antik kent Hasankeyf’ten sonra Batman’ın Beşiri İlçesi'nde de yaşayan tarih gün yüzüne çıkmaya başladı. MÖ yaklaşık 7300 yıl öncesine ait olduğu belirtilen Neolitik ve Demir Çağ dönemlerine ait yerleşkeler yıllarca yapılan kazı çalışmaları sayesinde gün yüzüne çıkarıldı.Gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen günümüzden binlerce yıl öncesine ait tarih, Batman’da yapılan kazılar sayesinde artık kendini gösteriyor. Geçmiş tarihimizi gösteren bu kazılardan Demir Çağ ve Neolitik dönemlerine ait iki tanesi de Batman’ın Beşiri İlçesi'nde yapılıyor.

 

 

İNSAN VE HAYVAN FİGÜRLERİ

Beşiri yakınlarında Sumaki Höyük’ü denilen Neolitik dönemi MÖ 7300 yıllarına ait olduğu tahmin edilen bir kazı çalışması yapıldı. Göçerlerin kaldığı tahmin edilen Sumaki Höyük’ünde yapılan kazılarda yerleşke ile killerden yapılmış insan ve hayvan figürleri ortaya çıktı. Genellikle hayvancılık ve çiftçiliğin yapıldığı belirtilen höyükte, kemiklerden aletler, keskiler, ıspatula, kemikten boncuk ve öğütme taşları da gün yüzüne çıktı.

 

 

BÜYÜK İSKENDER’E AİT SİKKE

Bir diğer kazı ise, günümüzden 2500 yıl öncesi Hellenistik ve Demir Çağ dönemine ait olduğu belirtilen Beşiri İlçesi Gedikli Köyü'ne bağlı Yazıhan (Memmıka) mezrasında yapılıyor. Burada yıllarca yapılan kazılar sayesinde Hellenistik ve Demir Çağ dönemine ait yerleşim yeri ortaya çıktı. Kazılar sayesinde ortaya çıkan evlerin içinde küp ve 35 adet taş sandık mezarları, Büyük İskender’e ait İskender sikkesi, tandırlar, çanak ve çömlekler, Hellenistik döneme ait minyatür heykel, silindir mühür, takı boncukları ve kemik aletleri çıkarıldı.

 

 

ESERLER BATMAN MÜZESİ’NE GETİRİLİYOR

Höyüklerden çıkarılan parçalar, kazı evinin atölyesine getirilerek ilk önce yıkanıyor. Daha sonra üzerlerindeki işlemlere göre parçalara ayrılıp tarihlerini belirlemek için çizimler yapılıyor. Son olarak eserler buradan sergilenmek üzere Batman Müzesi’ne getiriliyor. Kazı yapılan yerler hakkında bilgi veren Kazı Bilimsel Danışmanı Doç.Dr. Aslı Erim Özdoğan, arkeolog, lisans, yüksek lisans ve doktora yapan yaklaşık 30 öğrenci ile birlikte toplam 120 kişiyle çalışma yapıldığını söyledi.Ilısu Barajından etkilenecek yerleşim yerlerin 2002 yılında yüzey araştırmasıyla kültür varlıklarının tespit çalışması sıralarında ortaya çıkarıldığını belirten Özdoğan, ilk olarak günümüzden 2 bin 500 yıl öncesi Hellenistik ve Demir Çağ dönemine ait yerleşkelerden bahsetti.

 

 

DEMİR ÇAĞ DÖNEMİNE AİT YERLEŞKE

Özdoğan, “İlk defa 2009 yılında kazıya başladık. Bir yıl ara verdik ve sonra tekrar çalışmalara devam ettik. Bu sene Ağustos’un ilk haftasında kazı çalışmasına başladık. Havalar müsait olduğu müddetçe Kasım ayı ortalarına kadar kazı çalışmalarını yürütmeyi düşünüyoruz. Hem arkeologlar, hem deneyimli öğrencilerimiz ve hem de köyden aldığımız işçilerimizle birlikte toplam 120 kişiyle çalışıyoruz. Oldukça geniş bir alan açmak zorundayız. Çünkü fazla zamanımız da yok. Burası barajın altında kalacağı içinde mümkün olduğu kadar çok sayıda bilgiyi edinip, onu belgelemeye çalışıyoruz.” dedi.Kazı yapılan yerde çok sayıda değişik dönemlere ait bulgulara rastladıklarını ifade eden Özdoğan, “Buraya Persler bir süre yerleşmiş. Büyük İskender batıdan kalkıp Yunanistan’a giderken buraya da uğramış. İskender’e ait bir takım izlere rastladık. Kazılarda İskender’e ait küçük bir sikke çıktı. Çanak, çömlekler çıktı. Kazılarda bir sel dolgumuz var. Burada Garzan Çayının taşkınlarıyla yerleşmede bir örtünme söz konusudur. Binaların bir kısmı da yangınla sona erdiği içinde kerpiç yıkıntısı var. Bunun nedenini henüz bilmiyoruz. Bunun oturup değerlendirilmesi kazı çalışmaları bittikten sonra bulgularla karşılaştırarak saptayacağız. Burada çıkarılan her malzeme bir ön değerlendirmeye tabi tutuluyor. Kazılarımız üçüncü dönemdir. Demir Çağ dönemine ait olan yerin üstünde yapılan kazılarda Orta Çağ yerleşmesi de vardı. Fakat bu arazi çok yoğun mısır ve pamuk tarımda çok kullanıldığı için üsteki Orta Çağ tabakası oldukça tahrip olmuş.” diye konuştu.

 

 

NEOLİTİK DÖNEME AİT YERLEŞKE

Daha sonra MÖ 7300 yıllarında Neolitik dönemine ait kazı yaptıkları yer ile ilgili bilgi veren Özdoğan, şunları kaydetti: “Sumaki Höyüğümüz yaklaşık MÖ 7300 yılları Neolitik döneme ait bir yerleşkedir. Sumaki’nin önemi ilk defa Kuzey Mezopotamya’da taş ve kerpiç mimarinin yanı sıra bugünkü Göçerlerin de kullandığı ağırlıklı olarak kullanılmış olmasıdır. Bunu da doğal olaylar neticesinde kireçleşmiş olarak bulmamızdır. Bir başka önemli noktası da; bu bölgede en fazla opsidyen malzemeyi kullanan neolotik yerleşmedir. Burası aynı zamanda tektonik bir bölge ve burada Kıra Dağı’nda bazalt yatakları var. Oradan bazalt getirerek et dövmekte ve tahıl övülmektedir. Yerleşimciler, ilk olarak da çanak ve çömleği yapan topluluklardır. Bazıları yerleşik, bazıları da bugünkü Göçerler gibi yaylalara gidiyorlar. Burada tandırlar, çukurlar yoğunluktadır. Burası ya küçük bir çiftlik alanı ya da Beşiri’nin seyrek yerleşmenin uzantısıdır.”

 

 

4 TANE KURTARMA KAZISI YAPILIYOR

Batman’da yapılan kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Batman Müze Kazı Başkanı Müdiresi Tenzile Uysal ise, Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamında müdürlükleri başkanlığında kentin il sınırlarında 4 kurtarma kazılarının devam ettiğini vurguladı.Uysal, “Bu kazılardan bir tanesi merkeze bağlı Oymataş (Bedia) Köyünde Kuriki Höyük’tür. 3 tanesi de Beşiri ilçesi sınırlarında kalmaktadır. Bunlar Sumaki Höyük, Çemi Ala Höyük ve Gre Amer Höyük’tür. Bu kazılar 2011 yılından beri müdürlüğümüz başkanlığında devam etmektedir. Kazılardan çıkarılan eserler ilk olarak kazı evinde müdahalesi yapılmakta ve işlemleri bittikten sonra da müdürlüğümüze teslim edilmektedir.” ifadelerini kullandı.

Batman Gazetesi, 11.09.2014

O CAMİ 84 YIL SONRA İBADETE AÇILDI

 

 

Tek parti döneminde Halk Evi ve lokal olarak kullanılan, yıkılan minaresinin yerine parti amblemi asılan Mihrişah Valide Sultan (Küçüksu) Cami 84 yıl sonra yeniden inşa edilerek ibadete açıldı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beykoz Belediyesi tarafından 2013 yılında Tarihi Küçüksu Mesiresini canlandırmaya yönelik gerçekleştirilen projeyle Mihrişah Valide Sultan (Küçüksu) Cami’nin inşası başladı. Tarihi cami, arşiv fotoğrafları ve belgelerden yola çıkarak geçmişte olduğu gibi küfeki taşı ve horosan harcıyla aslına uygun olarak inşa edildi. Yaklaşık bir yıl süren inşaat sonunda Mihrişah Valide Sultan Camii 84 yıl sonra yeniden hayat buldu.

 

Cami’nin Halk Evi olarak kullanılmasının yanlış bir şey olduğunu ifade eden cami cemaatinden Mehmet Demir Öz, “Başka bir yere Halk Evi yapılabilir. Restore edilip tekrar cami olarak ibadete açılması bence doğru ve mantıklı bir karar” dedi.

 

MİHRİŞAH VALİDE SULTAN (KÜÇÜKSU) CAMİ

Mihrişah Valide Sultan (Küçüksu) Cami, Sultan II. Mustafa’nın zevcesi Mihrişah Sultan tarafından 1750’de Küçüksu Kasrı’nın karşısına yaptırıldı. Yıllar içerisinde bakıma muhtaç hale gelen cami Osmanlı padişahı II. Mahmut’un fermanı ile 1835’te restore edildi. 1930’larda ise caminin hemen yanında bulunan Küçüksu Kasrı, devlet büyüklerine tahsis edilince cami cemaati azaldı ve bu süreçte caminin minaresi anlaşılamayan bir sebeple yıkıldı. Minaresi yıkılan cami bir süre sonra Anadolu Hisarı İdman Yurdu’na tahsis edildi. İlerleyen zamanlarda bir siyasi parti tarafından lokal ve Halk Evi olarak kullanılmaya başlandı. 1950’de çok partili döneme geçildikten sonra, caminin lokal olarak kullanılması vatandaşların tepkisine yol açtı. Caminin tekrar ibadete açılması için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne dilekçeler verildi, ancak değişen bir şey olmadı. 1950’lerde, Celal Bayar’ın Küçüksu Kasrı’nda oturduğu sırada, tartışmalara son vermek için Halk Evi olarak kullanılan yer tamamen yıktırıldı.

Akşam, 11.09.2014

ASFALTIN ALTINDAKİ TARİH

 

 

Tarihi Yarımada’nın, hem Byzantion’a hem de İstanbul’un başkentlik ettiği Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarına ait pek çok tarihi kalıntıyı barındırmasına rağmen ne yazık ki üzerinde gerçekleşen talan ve tahribatın önüne geçilemiyor. Tarihi Yarımada üzerinde yaşayan insanlar da, yerel yöneticiler de bölgenin tarihi dokusuna gerekli hassasiyeti gösteremiyorlar. Bugün, Fatih İlçesi sınırları içerisinde yer alan bölgede, adım attığınız her yerde bir tarihi değeri çiğneyip geçiyor olmanız mümkün. Bunlardan biri de Zeyrek Mahallesi, Kadıçeşmesi Sokak’ta yer alan kemer kalıntısı… Zeyrek’e gittiğinizde, bir sokağın asfalt yolu üzerinde açıkta kalmış, çöp içinde ve tahrip olmuş bir halde duran kemer yapısının üzerinden insanların geçip gittiğini, çocukların koşuşturduğunu görebilirsiniz. Kemer kalıntısı, olasılıkla Doğu Roma İmparatorluğu’ndan kalma bir yapıya ait. Asfaltın altında ise neler olduğunu ne yazık ki bilemiyoruz. Bildiğimiz şu ki, bu bölge Ortaçağ’da, Doğu Roma İmparatorluğu tarafından kamusal alan olarak kullanılıyordu. Bir kamusal alanda imparatorluğun su kemeri, sarnıç, kilise ve saray gibi en önemli yapıları yer alır. Dolayısıyla üzerine asfalt dökülmüş olan bu yapının küçümsenecek bir kalıntıdan ibaret olmadığını söylemek mümkün. Tarihi Yarımada içerisinde şehirleşmenin ilk geliştiği yıllarda bilinçsiz ya da belki umursamazca yapılan inşa faaliyetleri esnasında, kelimenin tam anlamıyla kültürel bir “talan” söz konusuydu. Kemerin ait olduğu yapı da bu talandan nasibini almış olmalı. Yine de bugün, gözlerimizin önünde, pencerelerimizin önünde, ayaklarımızın altında yok olan bir değere sahip çıkamıyor oluşumuz trajikomik bir gerçek olarak bu örnekle de karşımızda duruyor.

arkeolojihaber.net, 11.09.2014

ÇİN'İN BÜYÜKANNESİNİN MEZARI MI?

 

Çin'in kuzeybatısındaki Şaanşi eyaletinde çok geniş bir alana yayılan antik bir mezar ortaya çıkarıldı. Mezarda Çin'in ilk imparatorunun büyükannesinin yattığı tahmin ediliyor.

 

 

Çin ’in Şaanşi eyaletinde bir üniversite kampüsünde gün yüzüne çıkarılan mezarın Çin'in ilk imparatoru Çin Şı Huang'ın büyükannesine ait olduğu öne sürüldü. Şian şehrinin güneybatısında buluanan Şian Finans ve Ekonomi Üniversitesi'nin yeni kampüsünde bulunan mezarın 173 bin 325 metrekarelik alanı kapsadığı ve mezar uzunluğunun 550 metre, genişliğinin ise 310 metre olduğu açıklandı.

6 AT TARAFINDAN ÇEKİLEN 2 AT ARABASI
Arkeologlar, mezardan altı at tarafından çekilen iki at arabası çıkardı. Bunun imparatora eşit yüksek bir mertebe sembolü olduğu ifade edildi. Bu nedenle Çin Şı Huang'ın büyükannesinin burada gömülü olduğu tahminlerinin doğru olabileceği belirtildi.


Mezarda yeşim, altın ve gümüş parçalarının yanı sıra ince bir biçimde işlenmiş çömlek bulguların tahminlere katkıda bulunduğu belirten uzmanlar, bunun ülkede şimdiye kadar keşfedilen en büyük ikinci mezar olduğunu ifade etti. Terracotta askerleri ile bilinen imparator Çin Şı Huang'ın mezarının yer aldığı bölge Çin'in en büyük turistik bölgelerinden ve çok önemli tarihi eserleri barındırıyor.

Radikal, 11.09.2014

TARİHİ HAMAM ÇÖPLÜK OLDU

 

İstanbul Üsküdar’da, Osmanlı Dönemi'nden kalma Altunizade İsmail Paşa Hamamı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bakımsızlıktan harabeye dönen tarihi hamama bir de “Ambulans park yeri” levhası çakılmış. Ne vakıflar ne Üsküdar belediyesi’nin sahip çıkmadığı 150 yıllık hamam adeta çöplüğe döndü.



 

İstanbul'un Üsküdar İlçesi'nin Altunizade Mahallesi'nde yer alan ve Ayan Meclisi azasından İsmail Zühtü Paşa tarafından 1865-66 yılında inşa edilmiş olan yapı, bakımsızlıktan harabeye dönmüş haliyle görenlerin içini sızlatıyor.

 

 

Atıl vaziyette kendisine uzanacak eli bekleyen tarihi yapının içi çöplük vazifesi görüyor. Osmanlı döneminde; ahşap camekanı, tamamen mermerden döşenmiş zemini, kapalı açık soyunma yerleri, mermer fıskiyesi, tuvaleti, temizlenme alanı, sıcaklık, ılıklık, soğukluk kısımlarına sahip bu bölümlerin büyük bir bölümü yıkılmış halde.

 

 

Yerdeki mermer zemin ise şiddetli bir depreme maruz kalmış gibi paramparça bir görünüm sergiliyor. Kapısı ve bilgilendirme tabelası olmayan hamamın içine girdiğimizde her an yıkılacakmış izlenimi veriyor.

 

Yer yer günümüz tuğlası ve beton kullanılarak onarılmaya(!) çalışıldığı gözlemlenen hamamın tavanı da yabani otların istilasına uğramış. Orijinal mimari yapısı yıllara meydan okuyarak ayakta kalmayı başarsa da, dış etkenler artık tarihi yapıyı çökme noktasına getirmiş.

 

 

TARİHİ HAMAMDA “AMBULANS PARK YERİ” LEVHASI!
Hamamın iç acıtan hali bunlarla da sınırlı değil. Tarihi yapının önü bir ambulans şirketi tarafından park yeri olarak kullanılıyor ve bir buçuk asırlık tarihi yapının duvarına “Ambulans park yeri” levhası çakılmış!

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgisiz kaldığı tarihi yapı, çevredekilerce hunharca kullanılıyor. Üsküdar Belediyesi de sahip çıkmayınca tarihi hamam her geçen gün biraz daha çöküyor.

 

 

ALTUNİZADE İSMAİL ZÜHTÜ PAŞA KİMDİR?
Altun varakçılar kahyası Hacı Ali Efendi'nin oğludur. Fatih Kurşunlu Medresesi’ni bitirdi (1827). Babasının yanında altın varakçılığı öğrendi, esnaf ustası oldu (1829). Babasının ölümü üzerine büyük bir servetin mirasçısı olarak bir süre ticaretle uğraştı. Bu arada, Enderun'u mimar olarak bitirdi (1831). Mimar ağa unvanıyla Mektebi Sultaninin ve Dolmabahçe saraylarının yapımını gözetmekle görevlendirildi, bina eminliğine yükseltildi. Ziraat meclisi üyeliğine atandı (1858). Darı şurayı askeri üyeliğine seçildi (1859). Abdülaziz tahta çıkınca (1861), tüm görevlerinden ayrılarak yeniden ticarete döndü.

 

 

Serasker Namık Paşa'nın ısrarına dayanamayarak Harbiye nezareti binasının (bugün İstanbul Üniversitesi) yapımını yönetmeyi kabul etti. 1877 -1878 Türk-Rus savaşında 3 tabur askerin tüm donanımını kendi parasıyla sağlayıp cepheye göndermesi ve "93 göçmenleri" adıyla anılan Rumelililere, Şehzadebaşı’ndaki 30 odalı konağını ayırması, onun vezir rütbesiyle Ayan meclisi üyeliğine (1878), ardından da Muhacirin komisyonu başkanlığına (1880) getirilmesine yol açtı. Bu arada, İstanbul’un çeşitli semtlerinde birçok cami, okul ve Kaşgar' da bir kitaplık yaptırdı. Öldüğünde kendi adını taşıyan (Altunizade) camisinin mezarlığına gömüldü.

 








Habertürk, Haber ve Fotoğraflar: Vildan Çiftsüren, 11.09.2014

2 BİN 550 AĞACA DOKUNMAK YASAK

 

Beykoz'da iki kişinin ölümüne neden olan asırlık ağacın devrilmesinin ardından gözler İstanbul'daki diğer anıt ağaçlara çevrildi.

Kent genelinde 2 bin 550 tescilli ağaç yer alıyor. Ağaçların bakımları özel yöntemlerle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılıyor.

Bunun dışında ağaçlara herhangi bir müdahalede bulunmak için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan izin alınması gerekiyor. Koruma Kurulu tarihi eser hükmünde kabul ettiği için ağaçlara müdahale etme imkanı zor. Prosedürleri çok ağır olduğu için ömrünü tamamlamış ağaçların kesilmesi gerekirken dokunulamıyor ve tehlike saçıyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 11.09.2014

BİN YILLIK KÖPRÜYE RESTORASYON

 




Hatay'ın Yayladağı İlçesi'nde Abbasiler döneminden kalma tarihi Kasımbey Köprüsü yıllar sonra onarıma alındı - Belediye Başkanı Kalkan: "Bilinen yakın tarihte hiçbir restorasyona uğramayan köprümüz bu ay başlayan çalışmalarının ardından aslına uygun şekilde onarılacak".

 

Yayladağı İlçesi'nde Abbasiler döneminde yapılan o günden bu yana ulaşıma açık olan bin yıllık Kasımbey Köprüsü restore ediliyor. Yayladağı İlçesi'nin Tutlubahçe Mahallesi Dibitçe mevkisinde, Kureyşi deresi üzerine yapılan tarihi köprü, görünümü ve tarihi itibariyle dikkati çekiyor.

Yıllardır araç geçişinin yanı sıra vatandaşların da yürüyüş yaptığı zaman zaman hatıra fotoğrafları çektirdiği Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından korumaya alınan ve tescillenen köprü, son yıllarda meydana gelen çökme ve çatlaklar dolayısıyla tehlike oluşturuyordu.

İlçenin en önemli yollarını birbirine bağlayan tarihi köprü, Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek eski güzel görünümüne yeniden kavuşturulacak.

Yayladağı Belediye Başkanı Mehmet Kalkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Abbasiler döneminde Savcılar Aşireti Reisi Kasımbey tarafından 1040 yılında inşa edilen yapının yaklaşık bin yıldır bölge insanının "kahrını" çektiğini ifade ederek, 47 metre uzunluğunda 5 metre genişliğindeki 5 gözlü köprünün, bakımsızlık ve son yıllarda meydana gelen şiddetli yağışlardan zarar gördüğünü belirtti.

Köprünün bazı bölümlerinde çatlaklar oluştuğunu ve uzun zamandır yalnız 2 gözünün açık olduğunu kaydeden Kalkan, yapılan başvuru sonrası köprünün restore çalışmalarına başlandığını söyledi.

-Turizme kazandırılacak-
Kalkan, yaklaşık 5 ay sürecek çalışmaların ardından köprünün yeniden hizmete açılacağını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kasımbey Köprüsü, ilçenin sembolü haline gelmiş bölge ve ülkemizin önemli tarihi eserleri arasındadır. Bilinen yakın tarihte hiçbir restorasyona uğramayan köprümüz bu ay başlayan çalışmalarının ardından aslına uygun şekilde onarılacak. Ayrıca burada dere ıslah çalışması da gerçekleştirilecek. Bu çalışmalarla tarihi köprümüz gün ışığına çıkarılacak. Anadolu'da 20'ye yakın emsalinin kaldığı tarihi köprümüz, restorasyon çalışmalarının ardından hem turizme kazandırılacak hem de vatandaşların hizmetini görmeye devam edecek."

Köprünün çalışma süresince araç trafiğe kapatıldığını belirten Kalkan, ilçe halkının tamiratın bitişini heyecanla beklediğini sözlerine ekledi. 

Hatay Gündem, 11.09.2014

KAYAKÖY 49 YILLIĞINA KİRALANACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde bulunan 5 bin yıllık tarihe sahip Kayaköy'ü 49 yıllığına kiralamak için ihale yapacak. 23 Ekim'de yapılacağı açıklanan ihaleyi alan şirket, Kayaköy'ün kısmen imar serbestisi yapılan bölümüne otel yapacak, karşılığında Rum evlerini restore edecek.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında 2013 yılı başlarında imzalanan protokolle Fethiye Kayaköy'de tarihi kalıntıların yer aldığı bölge turizme açılırken, diğer bölgeye de kısmi inşaat serbestliği getirildi. Yeni düzenleme sonrasında Kayaköy'e 300 yatak kapasiteli otel yapılması da kararlaştırıldı. Projeye göre “Kayaköy'ün üçte birlik kısmını kapsayacak oteli işleten firma, tarihi köyün kalan kısımlarının da onarımını sağlayacak. Yok olmaya yüz turmuş Rum evleri aslına uygun olarak onarılarak turizme kazandırılacak.”

YENİDEN İHALE KARARI ALINDI
Bu bağlamda daha önce çıkılan ihalelere katılımcı bulunamadığı için proje hayata geçirilememişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kayaköy için yeni bir ihale kararı aldı. 23 Ekim'de açık artırma usulü ile yapılacak ihale ile tarihi köye 300 yataklı turizm tesisi yapılacak. İhaleyi kazanan firma Rum evlerinin de onarılıp turizme kazandırılmasını sağlayacak. 220 dönümlük araziyi kapsayan projenin toplam maliyetinin 30 milyon TL olarak öngörülürken, ihale için 2 firmanın teklif verdiği öğrenildi.

İLK İHALEYE KATILIM OLMAMIŞTI
“Kayaköy'ün kurtarılması için” çalıştıklarını söyleyen Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası(FTSO) Başkanı Akif Arıcan, ihale sürecinin yeniden başlamasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. 2006 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile başlayan sürecin Ertuğrul Günay zamanında hız kazandığını hatırlatan Arıcan, 2013 yılında Kayaköy'ün ihaleye çıkarıldığını fakat yeterli tanıtım yapılmadığı için ihaleye katılımın olmadığını kaydetti. 23 Ekim’de yapılacağı açıklanan ihaleye ise 2 şirketin teklif vereceği öğrenildi.

Kayaköy'ün restore edilmesiyle Fethiye'nin dünyaya açılan bir penceresi olacağını kaydeden Arıcan, “Kayaköy'ün markalaşmasından dolayı bir çok firmanın da kendini daha düzenli ve kaliteli bir iş sahasına dönüştüreceğini düşünüyorum. Yapılan bu çalışmalar ile Fethiye olarak turizmde hak ettiğimiz yere gelmeyi hedefliyoruz. İlçemize kazandırılacak bu değer aynı zamanda ülke turizmine de büyük katkı sunacak.” dedi.

Radikal, 10.09.2014

AMBER İÇİNDE 50 MİLYON YILLIK KARINCA BULUNDU

 

 

Bilim insanları, amber içerisinde günümüze kadar bozulmadan kalmış 50 milyon yıllık bir karınca ve onun başında parazit olarak yaşamış mayt (akar) buldu.

 

İngiltere merkezli bilim dergisi Biology Letters'ın haberine göre, Berlin'deki Leibniz Enstitüsü'nde yer alan Doğa Tarihi Müzesi eklembacaklılar uzmanı Jason Dunlop önderliğindeki araştırma ekibi, gelişmiş tarayıcı ve kimyasallar ile amber içinde bozulmadan bulunan canlıların tam 50 milyon yıl yaşında olduğunu belirledi.

 

Rusya'nın Kaliningrad bölgesinde, bir ağaç reçinesinin içine gömülmüş halde bulunan iki fosilin, karınca ve akarlar arasındaki en eski ortak yaşam örneklerinden birisini gösterdiği belirtildi.

Araştırmaya göre, 54-38 milyon yıl önceki zaman aralığı Eosen'de yaşamış bu iki canlı, günümüzdeki benzer organizmalarla aynı özelikleri gösteriyor. Dergiye konuşan Jason Dunlop, "Keşif önemli çünkü bu parazit akarlar ile karıncalar arasındaki ortak yaşam, günümüzde hala sürüyor. Amberin içindeki görüntü, iki canlının bundan 50 milyon yıl önce de aynı ortaklığı sürdürdüğünü gösteriyor. Karıncanın başındaki akar, mesostigmatids adı verilen ve fosillerde hayli nadir rastlanan bir tür" dedi.

 

Akarlar, kalbi ve ciğerleri olmayan karıncaların 'hemolymph' adı verilen renksiz kanlarından beslenerek parazit bir yaşam sürdürebiliyor. Bitkilerden salınan reçine veya çeşitli sıvıların katılaşmış hali olan amberlerin içinde milyonlarca yıl öncesine ait canlılar mükemmel bir şekilde korunabiliyor. Eosen döneminde yaşanan iklim değişiklikleri, donan kutuplar, akıntılardaki yön değişiklikleri ve zorlu hava olayları sebebiyle dünya üzerinde yaşayan canlı türlerinin yüzde 20'sinin yok olduğu sanılıyor.

Zaman, 10.09.2014

168 YIL ÖNCE KAYBOLAN GEMİ BULUNDU

 

Ünlü İngiliz kaşif Sir John Franklin'in Kuzey Kutbu'nda 1846 yılında kaybolan iki gemisinden biri, 168 yıl sonra bulundu.

 

İngiliz kraliyetine ait gemi, 1846 yılında King William adası yakınlarında 129 kişilik mürettebatı ile birlikte  buzullara sıkışarak batmıştı.

 

 

Kanada Başbakanı Stephen Joseph Harper, konuyla ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Harper, enkaza ulaşılmasını "ülke tarihinin en büyük gizemlerinden biri çözüldü" şeklinde duyurdu.

 

Geminin dış iskeletinin iyi durumda olduğu belirtilirken, küresel ısınma nedeniyle bölgedeki buzulların erimesi gemi enkazına ulaşmayı kolaylaştırdı.

 

 

Bulunan geminin, kaybolan HMS Erebus ya da HMS Terror gemilerinden hangisi olduğunu henüz bilmediklerini kaydeden Harper, batık gemiye Kanada Milli Parklar İdaresi'nce sırf bu iş için satın alınan uzaktan kumandalı su altı arama aracıyla ulaşıldığını anlattı.

 

Bulunan geminin, Kanada'nın Kuzey Kutbu'ndaki egemenliğinin en önemli delili ve parçası olduğunu ifade eden Harper, "Bu Kanada için tarihi bir andır" dedi.

 

Geminin bulunmasında emeği geçenlere teşekkür eden Harper, pazar günü bulunan geminin görüntülerinin kayıp iki gemiden biri olup olmadığından emin olmak için incelendiğini ve incelemenin ardından kesin kanaate vardıklarını anlattı.

 

 

Arama çalışmalarına 2008 yılında başlanan ve federal bütçeden özel ödenek ayrılarak desteklenen çalışma için İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Kanada Genel Valisi David Johnston'a bir kutlama mesajı gönderdi.

Habertürk, 10.09.2014

EFES'İN YENİ YÜZÜ OLACAK

 

Her yıl dünyanın dört bir yanından ortalama 2 milyon turistin ziyaret ettiği Efes antik kentinde bulunan ve depremde yıkıldığı tahmin edilen Serapis Tapınağı, aslına uygun bir şekilde restore edilecek.

 

 

Roma döneminde MS 2. yüzyılda eski Mısır'ın bereket tanrılarından Serapis adına inşa edilen tapınağın, Anadolu'da en iyi şekilde muhafaza edilmiş en büyük tapınak olduğu belirtiliyor. 

 

Roma'da Hristiyanlık sonrası kilise olarak kullanıldığı tahmin edilen tapınak, toplamda 7 bin 700 metrekarelik alanda kurulurken, yapının alanı bin metrekarenin üzerinde. 1800 yıl önce inşa edilen tapınağın yıkıldıktan sonra etrafa dağılan kalıntılarının, yüzde 100'e yakınının mimari olarak sağlam olduğu ifade ediliyor. 





"EFES'İN YENİ YÜZÜ OLABİLİR"

Efes Vakfı'nın restorasyonunu üstlendiği tapınağın, ayağa kaldırıldığı takdirde, Efes'in, Celsus Kütüphanesi'nden sonra ikinci yüzü olması bekleniyor. Efes Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, tapınağın restorasyonuyla ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, bu tapınağı ayağa kaldırarak Efes'e yeni bir destinasyon eklemek istediklerini söyledi. 

 

Kocabıyık, "Efes deyince herkesin aklına Celsus Kütüphanesi geldiğini ancak Serapis gibi bir tapınağın canlandırıldığında Efes'in yeni yüzü olabilir" dedi. 

 

Restorasyon çalışması içerisinde en önemli noktanın "alınlık" diye tabir edilen üçgen çatının sütunların üzerine konulması işlemi olduğunu işaret eden Kocabıyık, şunları kaydetti:

"Üçgenin kaldırılmasıyla ilgili iki seçeneğimiz var. Ya o üçgen kısmı, sütunların üzerine koyacağız ya da başka bir yerde sergileyeceğiz. Büyük bir ihtimalle o üçgeni sütunların üzerine koyamayacağız çünkü o üçgen 600 ton. Onu oraya koymak ciddi bir maliyet. Onu başka bir yere koyarak Efes'i gezenlerin görebileceği bir yerde sergilemeyi planlıyoruz."

 

Kocabıyık, alınlık üçgenin üzerindeki mermer işçiliğin bozulmadan kaldığını belirterek, "Çok güzel bir işçilik var orada. Tüm restorasyon yaklaşık 7-8 yıl sürecek ve bunun için 3-5 milyon dolar arasında bir bütçe ayırdık. Üçgen kısmı, söz konusu sütunları üzerine koymak maliyeti iki katına çıkarır" dedi. 

 

Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Direktörü ve Efes Kazı Başkanı Sabine Ladstaater ise restorasyon projesi için kalıntıların analizlerinin yapıldığını, blokların tamamen kuvvetli olup olmadığının ultrasonla araştırıldığını, bölgenin arazi yapısının jeofizikçilerce kontrol edildiğini ve depreme karşı sismik analizlerin yapıldığını söyledi. 

 

Tapınağı yeniden kurulabilirliğinin araştırıldığını aktaran Ladstaater, ekim ayına kadar çalışmaların tamamlanacağını ve bu aydan sonra uygulamanın başlayacağını açıkladı. Uluslararası kurallara göre bir çalışmanın restorasyon sayılması için o binanın yüzde 80'inin ayağa kaldırılması gerektiğini hatırlatan Ladstaater, "Biz bunun için çalışma başladık. Üçgenin yüzde 100'ü toprak üzerinde duruyor. Bu üçgenin başka bir yerde sergilenmesi yenilikçi bir fikir" diye konuştu.

 


Akşam, 10.09.2014

ROMA LAHİT KAPAKLARI OSMAN HAMDİ YOLUNDA

 

Beyazıt Vezneciler’de altgeçidi genişletme çalışmalarında kepçelerle kaldırılan asfaltın altından iki lahit kapağı çıktı.

 

 

Çalışmaları yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin durumu ilettiği Arkeoloji Müzesi yetkilileri korumaya aldıkları mezar lahit kapaklarının MS 2’nci yüzyılda yapıldığını ve Roma dönemine ait olduğunu belirledi. Lahit kapaklarını müze bölgelerindeki Osman Hamdi Bey Yolu’na yerleştirdiklerini belirten İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Zeynep Kızıltan şu açıklamalarda bulundu: “Her dönemin kendine has stil özellikleri vardır. Bu özellikler o dönem için belirleyici şeylerdir. Dolayısıyla lahitlerin üzerinde Roma döneminde yapıldığını gösteren simgeler var. Keşke mezar teknesiyle beraber çıkmış olsaydı. O bölgenin, kaynaklardan Roma dönemi mezarlığı olduğu biliniyor.”

Hürriyet, Haber: Burcu Purtul Uçar, 10.09.2014

ARKEOLOGLAR, HYPAIPA İÇİN YENİDEN ÖDEMİŞ'TE

 

 

Ödemiş’in kuzeyindeki tarihi Hypaipa kenti için yapılan araştırma çalışmaları devam ediyor. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden arkeologlar, üçüncü dönem yüzey araştırması için ilçeye geldiler.


Yüzüncü Yıl Üniversitesi arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Hatice kalkan’ın başkanlığındaki bilim kuruluna, Ödemiş’ten de Prof.Dr. Necla Arslan Sevin ile Prof.Dr. Veli Sevin katılıyor.


Araştırma ile ilgili bilgi veren Prof.Dr. Veli Sevin, “Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle yapılan bu yılki çalışmalara Ege Üniversitesi’nden Prof.Dr. Tomris Bakır, Prof.Dr. Necla Arslan Sevin ve Prof.Dr. Veli Sevin katılacaklar. Bakanlık temsilciliği görevini de Ödemiş Müzesi Müdürlüğü’nden Sevda Çetin yürütecek. Çalışmalar Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Başkanlığı’nın destekleriyle yapılmaktadır” dedi. Bölgedeki çalışmaların 15 gün süreceğini belirten Sevin, “Bu yıl planlanan yüzey araştırmasında kentin topografik durumu ve antik çağ yapıları ile ulaşım sistemi konularında 2013 yılında başlayan gözlem ve tespitlere devam edilecek. 2014 yılında elde edilecek arkeolojik sonuçlar, her sene olduğu gibi, önümüzdeki yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenleyeceği uluslar arası karakterdeki 33. Kazı ve Araştırma Sonuçları Toplantısı’na bir bildiri ile sunularak yayınlanacak. Uluslar arası öneme sahip Hypaipa antik kenti çalışmasına, ülkemizin en doğusundaki üniversitelerden biri olan Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin destek vermesi kentimiz için ayrı bir anlam taşımaktadır” şeklinde konuştu.

Milliyet, 09.09.2014

KATO DAĞI'NDA ROMA KEŞFİ

 

Kato Dağı’nda Roma keşfi... 4 bin yıl önce işlettikleri madeni biz yeni bulduk. Terör değil, turizm ve ticaret patlaması bekleniyor.

 

Çözüm sürecine paralel, turizm ve ticaret faaliyetlerinde patlama beklenen Güneydoğu Bölgesi’nde yürütülen jeolojik araştırmalarda büyük maden yataklarına ve antik bulgulara ulaşılıyor. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Hüseyin Öztürk, başında bulunduğu ekiple yıllardır sürdürdüğü çalışmaların sonucunu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bir brifingle aktardı, Hakkari’de teknik bir toplantı yapma kararı alındı. Prof. Öztürk, Romalıların arayıp bulduğu, işlettiği, kurşununu erittiği yatakları biz yeni keşfettik. 4 bin yıl önce cevherin eritilip kurşun elde edildiği Anadolu’da bugün kurşun eritmesini yapamıyoruz, cevheri taş toprak yurt dışına gönderiyoruz. Metalürjisiz madencilikle yabancılara hammadde temininden öteye geçemedi madenciliğimiz.” diyor.

 

 

ÇİN VE İRAN’A SATILIYOR

Prof.Dr. Hüseyin Öztürk, Hakkari’deki Kato dağındaki araştırmalarıyla ilgili şunları söyledi:
“Hakkari de Türkiye’nin en büyük çinko kurşun yataklarında 10  yıldan beri  üretim çalışmaları  devam ediyor. Bu yataklara yabancıların ilgisi yoğun. Türkiye’nin en büyük çinko-kurşun yatakları Hakkari bölgesinde mi sorusuyla bu konuda bir makale de kaleme almıştım. İstanbul  Üniversitesi’nde yapılan ‘Türkiye  Kurşun-Çinko  Yataklarının Jeolojisi ve  Madenciliği’  sempozyumunda  yataklara ait  bulgularımızı  yayınlamıştık. MTA ve DPT’nin kayıtlarında bulunmayan Hakkari bölgesindeki çinko-kurşun yataklarında, açık ve yeraltı işletmeleriyle zor koşullarda madencilik yapıldı. 5-6 şirketin faaliyeti sonucu ortalama yüzde 25 çinko ve yüzde 5 kurşun içerikli yaklaşık 600 bin ton cevher üretildi ve Çin ve İran’a satıldı.

 

 

DERİ TORBALARLA KURŞUN MADENİ

Yeraltına inildikçe her yerde eski üretim galeriyle karşılaşıldı. 60 cm çapında galerilerden oluşan boşlukların, yüzeyden yerin 40 m altına indiğini hayretle gördük. Galeri duvarlarında ağaçlara ait kazıma izleri ve içeride muhtemelen deri torbalarda taşıdıkları kurşun madenini çekmede kullanılan ağaç aletlerle karşılaştık.  Fakat işin hayret verici olanı, bugün yeni ortaya çıkardığımız yatakları Romalılar muhtemelen 3-4 bin yıl önce kurşun madeni olarak işletmişlerdi. O zaman çinko metali bilinmediğinden, kurşun madeni alınmış, çinko cevherine  dokunmamışlardı. Bölgedeki tüm damarlarda karşılaştığımız eski işletme galerileri, bugünkü içler acısı halimizi gözler önüne seriyor.

 

 

ROMALILARIN İŞLETTİĞİ YATAK YENİ KEŞFEDİLDİ

Romalıların arayıp bulduğu, işlettiği ve kurşununu erittiği yatakları henüz yeni keşfettik. 4 bin yıl önce cevherin eritilip kurşun elde edildiği Anadolu’ da bugün kurşun eritmesini yapamıyoruz. Cevheri taş, toprak yurt dışına gönderiyoruz. Metalürjisiz madencilikle yabancılara hammadde temininden öteye geçemedi madenciliğimiz. İşin zor ve ister istemez doğayı tahrip eden yıpratıcı kısmını biz yapıyoruz. Yani yol yapıp ortamı bozuyoruz, yerin karnını yarıp içinden madeni canımız pahasına zorluklarla  alıyoruz. Bu kadar kirli ve zor işi yaptıktan sonra, işin karlı kısmını, yani metal eldesini yabancılara bırakıyoruz. Bununla ilgili adım atılması için Hakkarili madencilerle, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nda, Temmuz ayında toplantı yaptık. Bakan yardımcısının başkanlığındaki toplantıda teknik bir sunum yaptım.  Bölgenin  zorlukları nedeniyle  bazı  istekler  yapıldı. Önümüzdeki günlerde Hakkari’de bir  teknik toplantı  yapılarak bir  takım karaların alınması bekleniyor.”

Hürriyet, 09.09.2014

ROMA İMPARATORU AUGUSTUS ANISINA KONSER

 

 

Dünyanın en büyük mermer antik kenti olarak bilinen Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikaeia antik kenti, Türk ve Yunan müzisyenleri ağırlıyor. Stratonikeia ntik tiyatroda 14 Eyül’de düzenlenen konserde Türk ve Yunan müzik toplulukları konser verecek.


Roma İmparatoru Augustus’un 2000’inci ölüm yıldönümüne denk gelen ‘Türk-Yunan Şarkıları Dostluk Konseri’ne İzmir Başkonsolos Asistani İoanna Samuilidu, Yunan İzmir Konosolosluk ateşesi Fotini Mavru, Adalar Belediye başkanları ve Adalar Belediye Meclis üyeleri katılacak. Saat 20.00’de başlayacak konserde 10 Türkçe, 10 Yunanca ve 10 ortak şarkı seslendirilecek. Konser, Bodrum Akyarlar korosu AK-Der Türk müziği topluluğu ve Yunanistan Kos adasından Rebetiko grubu tarafından verilecek.


Yatağan Belediye Başkan Yardımcısı Tarcan Oğuz, “Stratonikeia antik kenti geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir kent. Hellenistik dönemden Cumhuriyet dönemine kadar her dönemin izlerini taşıyor. Tarih ortak mirasımız ise müzik de evrenseldir. Türk ve Yunan müzik grupları 14 Ekim’de antik çağlarda birçok sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapmış, Stratonikeia’da Türk ve Yunanca şarkılar seslendirecek. Konser tarihi Roma İmparatoru Augustus’un da 2000’inci ölüm yıldönümüne denk geliyor. Konsere Türk ve Yunanlı yetkililer katılacak. Amacımız hem Türk Yunan kardeşliğini sanatla pekiştirmek, hem de Stratonikeia antik kentinin sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapmasını sağlamak” dedi.

Milliyet, 09.09.2014

LİDYALILARLA BAŞLAYAN YAŞAM 11 BİN YILDIR SÜRÜYOR

 

 

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Tlos antik kentindeki yaşam, 11 bin yıldır sürüyor Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Korkut: “Buraya gelen insanların bölgede modern bir kültür kurduğunu biliyoruz.

 

Likya uygarlığının önemli yerleşim merkezleri arasında yer alan Seydikemer İlçesi'ndeki Tlos antik kentindeki yaşam, 11 bin yıldır sürüyor.

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan antik kentte, akropol, tiyatro, stadyum, büyük hamam, bazilika ve Kronos Tapınağı’nda yapılan kazılara öncelik veriliyor. Kentte, 2005 yılından bu yana yapılan kazı çalışmalarında Likya uygarlığına ışık tutan buluntuların yanı sıra, bölgede modern bir yaşamın 11 bin yıldır sürdüğünü gösteren belgeler gün yüzüne çıkartıldı. Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taner Korkut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Likya Bölgesi’nin batı ucunda yer alan ve Tlos Antik Kenti’nin üzerinde kurulu Yaka Mahallesi’nde yaklaşık 4 bin kişinin yaşadığını söyledi. 1 Temmuz’da başladıkları kazı çalışmalarını 5 Eylül itibariyle tamamladıklarını belirten Korkut, yurt içi ve yurt dışındaki farklı üniversitelerden öğretim üyeleri, üniversite öğrencileri ve bölgede yaşayan 25 işçinin de kazı çalışmalarına katıldığını ifade etti. Korkut, kazı çalışmalarında bugüne kadar güzel sonuçlar elde ettiklerini, kentin ve bölgenin tarihini aydınlatmanın yanı sıra Anadolu’nun tarihini şekillendiren çok önemli buluntulara ulaştıklarını dile getirdi.

 

Kentte yapılan kazı çalışmalarında bölgede yaşamın günümüzden 11 bin yıl önce başladığını tespit ettiklerine değinen Korkut, şöyle konuştu:

“Buraya gelen insanların bölgede modern bir kültür kurduğunu biliyoruz. Bize bu kültürel mirası bırakan insanların şu an bölgede yaşayan insanların akrabası olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki önümüzdeki yıllarda daha çarpıcı ve bunları destekleyecek buluntulara ulaşacağız. Tlos kent merkezi, Girmeler Höyük Yerleşimi ve Tavabaşı Mağarası buluntuları bu bölgede yaşayan modern insanların tarihini şimdilik günümüzden 11 bin yıl öncesine geri götürdü.”

 

Korkut, kent ile ilgili MÖ 500′lü yıllardan sonrasını içeren yazılı belgeler olduğunu, buna dayanarak da Likya uygarlığının bu bölgede yaşadığını vurguladı.

 

Daha önceki yazılı belgelerin günümüze ulaşmadığını kaydeden Korkut, “O dönemlerde ne konuştuklarını, ne yazdıklarını ve dillerini bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, hayatın burada sürekli olduğu. Dolayısıyla Likya olarak adlandırılan halkla, daha önceki halkların aynı olduğu. Bu doğrultuda insanların buraya çok önceden geldiği ve zaman içerisinde kültürlerini geliştirip, gelişmiş bir topluma dönüştüklerini söyleyebiliriz” dedi.

 

“Kalıcı listeye girmek istiyoruz”

Tlos Antik Kenti gibi diğer Likya kentlerinin bir çoğunun 2009 yılından bu yana, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer aldığına işaret eden Korkut, sadece Lettoon ve Ksantos’un Fransız meslektaşlarının yaptığı çalışmalarla kalıcı listede bulunduğuna dikkati çekti. Prof.Dr. Korkut, Tlos’taki çalışmaları kalıcı listeye girmeye yönelik sürdürdüklerini, bunun için de çok emek sarf etmeleri gerektiğini anlattı.

 

Kenti korumak ve yaşatmak için uzun vadeli programlar yapılması gerektiğini belirten Korkut, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kriterleri çok ağır ama bunu başarmak için çalışıyoruz. Kalıcı listeye herkes girmek istiyor. Bizde elimizden geldiği kadar yaptığımız çalışmalarla o listeye girmek istiyoruz. Ancak, o listeye girsek te, girmesek te gönlümüzde bu kent, bu doku bütün bu coğrafya korunması gereken bir öneme sahip. Kültür ve Turizm Bakanlığı da buna yönelik çalışma yapıyor.”

haberler.com, Haber: Utku Uçarak, 09.09.2014

KADIKALESİ KAZILARINDA SON DURUM

 

 

Aydın'ın Kuşadası İlçesi'ndeki, tarih öncesinden, Osmanlı'ya kadar uzanan süreçte deniz ticaretinde çok önemli bir konuma sahip olan Kadıkalesi (Anaia) kazılarının son durumu düzenlenen resepsiyonla başta turizmciler ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri olmak üzere katılımcılara yerinde anlatılıp, tanıtımı yapıldı.

Kuşadası'ndaki Kadıkalesi kazılarınının bu yılki bölümü tamamlandı. Kazıların tamamlanması nedeniyle resepsiyon düzenlendi. Kuşadası Belediye Başkanı Özer Kayalı'nın evsahipliğini yaptığı resepsiyona ilgi büyük oldu. Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, akademisyenler, belediye meclis üyeleri, Sivil Toplum Örgütü temsilcileri ile turizmcilerin katıldığı resepsiyon öncesinde, davetlilere kazı alanı gezdirildi.


Kazı başkanı Prof.Dr. Zeynep Mercangöz, kazılar hakkında bilgi verdi. Anaia'nın, tarih öncesi dönemden Osmanlı'ya kadar çok uzun bir zaman aralığında da iskan gördüğünü belirten Mercangöz, "Ege Deniz ticaretinde çok önemli bir noktaya kurulan Kadıkalesi (Anaia) Höyüğü'ndeki bilimsel kazılar 2001 yılından bu yana Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nden bir ekip tarafından özveriyle sürdürülüyor. Kuşadası ve bölge tarihine ışık tutan Anaia kazılarının kazı evi, kazı deposu gibi önemli sorunlarının yerel yönetim, ilgili kurumlar ve Kuşadalılar'ın desteğiyle bir an önce çözülmesi gerekmektedir. Önümüzdeki yıllarda höyükte, kalede, anıtsal kilise ve altyapısında hak ettiği desteği görerek yapılacak kazı ve restorasyon çalışmaları alanın değerini daha da artıracaktır. Ayrıca yapımı planlanan Kadıkalesi Ziyaretçi Tanıtım Merkezi ve Ege Araştırmaları Enstitüsü Kuşadası için önemli bir katma değer olacaktır" dedi.


Belediye Başkanı Özer Kayalı'da kazıların başladığı günden bu yana çok önemli buluntuların gün ışığına çıktığını belirterek, "Kadıkalesi'nde çok önemli bir çalışma yürütülüyor. Kazı başkanı hocamız Prof.Dr. Zeynep Mercangöz ve ekibini emekleri için yürekten kutluyorum. Önümüzdeki yıllarda, Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyemiz ve turizmcilerimizin desteği ile kazıda karşılaşılan sorunların üstesinden geleceğimize inanıyorum. Bir çok turizmcimiz böyle bir buluntudan habersizdi. Bugün herkesin gözlerindeki heyecanı gördüm" dedi.

Hürriyet, 09.09.2014

FATİH DÖKÜMHANESİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinde kullandığı top ve güllelerin yapıldığı Kırklareli’ndeki tarihi Demirköy Fatih Dökümhanesi’nde yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Kazı Başkanı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurcan Yazıcı Metin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesince yürütülen kazı çalışmalarını 35 kişilik ekiple gerçekleştirdiklerini söyledi.

Kazının dökümhane avlusu etrafındaki yaşam alanında yapıldığını belirten Metin, “Dökümhane Osmanlı’nın en önemli sanayi tesislerinden biri. Yaşam alanı olarak tanımladığımız alanda Osmanlı hamamı ortaya çıkarıldı. 2 birimli, tuvaleti ve ısıtma sistemi görülebilen bu hamamın beden duvarları ayakta. Osmanlı hamamı dökümhanede beden duvarlarıyla ayakta kalabilen tek yapı olduğu için oldukça önemli” dedi.

 

Metin, kazı sırasında hamamın üst örtü sistemine ve fırının işleyişine ait bir takım veriler elde ettiklerini vurguladı.

 

Bu yılki çalışmalarının 2,5 ay sürdüğünü ve kazı alanı çevresinde geçici onarım ve koruma önlemleri alındığını dile getiren Metin, “Bu yılki kazı çalışmalarımızda Osmanlı hamamı, gülleler, mermiler, dökümhanenin işlevine uygun metal parça ve burada kullanılmış olduğunu tahmin ettiğimiz porselen parçalar açığa çıkarıldı” diye konuştu.

 

Metin, gelecek yıl dökümhanenin projesinin hazırlanarak restorasyonunun yapılacağını, dökümhanede Açık Hava Endüstri Arkeoloji Müzesi kurulmasının hedeflendiğini kaydetti.

haberler.com, 09.09.2014

TARİHİ KIŞLA MÜZE OLACAK

 

 

Tunceli'de bulunan tarihi kışla binası müzeye dönüştürülecek. Projenin hayata geçirilmesiyle Tunceli de ilk müzesine kavuşmuş olacak.

 

Tuncelililerin hafızasında 1938 askeri harekatını çağrıştıran kışla binasının müzeye dönüştürülmesi projesi, kaynak bulunması halinde hayata geçirilecek. Mevcut binanın restore edilmesiyle üç katlı şekilde düşünülen müzenin en alt katında gelir getirici işyerleri, ikinci katında müze ve sergi salonları, üçüncü katında ise Dersim üzerine yazılmış bilgi ve belgeler yer alacak. 

 

KÜLTÜR ADASI OLUŞTURULACAK 

Binanın kent müzesine dönüştürülmesi için ödenek arayışına girilirken, projenin hayata geçirilmesiyle kent merkezinde müze, Seyit Parkı ve Dersim Kültür Merkezi ile kültür adası oluşturulması da hedefleniyor. 1939'dan sonra lojman olarak kullanılan kışla binasında şu anda da 60 aile yaşıyor. 

 

ELAZIĞ’DAKİ ESERLER GERİ GELECEK 

4 bin 304 metrekare üzerine kurulu yapının Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından "Erken Cumhuriyet Dönemi Yapısı" olarak tescillendiğini belirten Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmet Hakan Ulaşoğlu, "1968-72 yılları arasında Keban'da yapılan kazıları sonrasında çıkarılan eserler hala Elazığ'da sergileniyor. Müzenin bitirilmesi halinde Elazığ’da sergilenen ve ilimize ait olan eserlerin geri getirilmesi de gündeme gelecek" dedi. 

 

PSİKOLOJİK AÇIDAN ÖNEMLİ 

Yapının kent müzesine dönüştürülmesinin il için sosyal ve psikolojik açıdan önemli olduğunu belirten Ulaşoğlu, "Bu yapının kent müzesine dönüştürülmesi, ilimiz için sosyal ve psikolojik açıdan da önemli. 1937-38’de ilimiz genelinde yaşanan bir takım acı olaylar var. Bu olayların hem hatırlatılması hem de o izlerin silinmesi ve günümüzde bu konuların yerli yerine oturtulması bakımından sosyal-psikolojik öneme sahip. Tüm bilgiler, belgeler toplanarak araştırmacıların hizmetine sunulacak" dedi.

Akşam, 09.09.2014

KADIKÖY'DEKİ BOĞA HEYKELİ 150 YAŞINDA

 

Kadıköy'ün adeta bir simgesi olan ve Anadolu yakasının buluşma noktası haline gelen Boğa Heykeli 150 yaşına bastı!

 

 

Boğanın doğum günü hediyesini ise Kadıköy Belediyesi hazırladı. Boğanın, Paris'ten Kadıköy'e olan 150 yıllık hikayesini yayınladı.

 

 

Boğa'nın hikayesi, heykelin kaidesinde sağ ön tarafındaki Isidore Bonheur imzasından başlıyor.

 

 

Ve sol arka tarafındaki Paris 1864 yazısından...

 

 

Heykelin yaratıcısı Isidore Jules Bonheur, 1827'de ressam bir babanın ve müzisyen bir annenin çocuğu olarak Bordeux'da dünyaya gelir. Eseri, 1867'de Beynelmilel Fuarı'nda sergilenmekteyken Sultan Abdülaziz'in dikkatini çeker.

 

 

III. Napoléon'un Beynelmilel fuarına özel davet üzerine Mısır Valisinin hediye ettiği 120 metrelik yatıyla Fransa'ya doğru yola çıkan Sultan Abdülaziz, askeri sefer dışında Avrupa'ya giden ilk Osmanlı padişahı olur ve bir törenle karşılanır.

 

 

Paris'te Rus Çarı ve Fransız imparatoruyla özel görüşmeler yapan Abdülaziz, fuarda Beylerbeyi ve Çırağan Sarayı'nın bahçeleri için Rouillard'ın ekibine içinde Boğa'nın da bulunduğu 24 hayvan figürü heykeli sipariş verir.

 

 

Fransa-Almanya sınırında bulunan Alsace-Lorraine bölgesi, kömür rezervleri sebebiyle, Sanayi Devrimi sonrasında iki ülke arasında sürekli savaş sebebi olmaktadır. 1860'larda Fransızların aldığı zafer sonrasında, zaferin anısına bir Boğa Heykeli yapılır.

 

 

Boğa figür olarak MÖ 450'de Atina Sikkelerinde, MÖ 300'de Girit Adası'nda bulunan sikkelerde ve Roma İmparatoru olan Augustus'un MÖ 25'de kendi adıyla bastırdığı sikkelerde de kullanılıyor.

 

 

Bonheur'un boğasına benzemese de Kadıköy'ün Khalkedon adında bir ticaret şehri olduğu dönemdeki sikkelerde de boğa figürlerine rastlamak mümkün.

 

 

Sultan Abdülaziz'in 1867'deki Avrupa seyahatinden sonra, bizim Boğa bu sefer de 1878'deki Beynelmilel Fuarı'nda, Süveyş Kanalı'nın açılışı için sipariş edilen Özgürlük Anıtı'nın yanında karşımıza çıkıyor.

 

 

19. Yüzyıl'ın sonlarına doğru Ünlü Jersey Boğalarının yetiştirildiği bu çiftliğe iki adet şampiyon boğa getirildi. Boğalar övünç kaynağıydı ve kazandıkları yarışmalara ithafen fotoğraflarını Paris’te bir heykel atölyesine gönderildi.

 

 

Heykeller tamamlanmadan Conrad adlı boğa, çiftlik çalışanını öldürdüğü için Samuel P. Colt’un emriyle vuruldu. Conrad'ın heykeli Kadıköy Altıyol Meydanındaki heykelin bir eşi...

 

 

Dövüşen Boğa ve Diklenen Boğa Heykelleri'nin birer kopyası da Brüksel'deki Cureghem Sığır Mezbahasının girişine 1901'de yerleştirilmiş.

 

 

Bizim Boğa İstanbul'a geldiğinde Beylerbeyi'ndeki kardeşi Diklenen Boğa'nın yanında yerini aldığı söylense de Boğa'ya ait en eski fotoğraf Yıldız Şale'den...

 

 

İttihat ve Terakki Fırkası'nın başa gelmesiyle birlikte, sarayların bahçesindeki heykeller parti yöneticilerince çeşitli yerlere kaçırılır ve 1940'larda İstanbul'un çeşitli yerlerinde ortaya çıkar.

 

 

Ne hikmetse bizim Boğa'nın kardeşine kimse göz koymaz. (Boğaziçi Köprüsü'nden geçerken Beylerbeyi Sarayı'nın bahçesine dikkatlice bakarsanız "Diklenen Boğa" heykelini görebilirsiniz)

 

 

Uzun süre gözlerden uzak kalan Boğa Heykeli, 1940'ların sonunda Lütfi Kırdar Spor ve Sergi Sarayı'nın önünde tekrar ortaya çıkar.

 

 

1950'lerin ortasında Boğa Heykeli bir ara yeni açılan Hilton Oteli'nin Harbiye Girişine konduysa da, şimdiki adı Lütfi Kırdar olan Spor ve Sergi Sarayına geri getirilir ve 1970'e kadar da burada kalır.

 

Vatandaşların Boğa'yla fotoğraf çektirme sevdası o zamanlardan bugüne devam eder...

 

 

Heykel 1971'de, günümüzde Kadıköy Belediyesi Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi olarak hizmet veren Kadıköy Şehremaneti binasının önüne getirilir.

 

 

Paris'ten İstanbul'a birkaç ayda gelen Boğa Heykeli'nin 150 yıllık İstanbul turu 1987 yılında Kadıköy Altıyol'da son buluyor. Yeni yerine hemen alışan Boğa, kısa sürede Kadıköy'ün en önemli sembollerinden birine dönüştü.

 

 

Diklenen Boğa ve Dövüşen Boğa heykellerinin İngiltere, Cambridge'de Isolde Bonheur imzalı replikaları da bulunuyor. Heykeller çok uluslu firmaların hizmet verdiği bir iş merkezinin girişinde duruyor.

 

 

Eskişehir'de öğretmenlik yapan Şükrü Baysan, ahşap heykel tutkusunu dönemin Anadolu Üniversitesi Rektörü Yılmaz Büyükerşen'le paylaşır. Ahşap üzerine kalıpla yapılan heykel bugün Eskişehir Anadolu Üniversitesi Kampüsü'nde bulunuyor.

 

 

Isidor Bonheur’un Kayınbiraderi François Peyroul'un Dökümhanesi'nde hazırlanan ve Beynelmilel fuarlarında da sergilenen, şu an özel koleksiyonlarda bulunan 35x51x18 cm’lik Yavru Boğa denebilecek modelleri bile mevcut.

 

 

Genelde çift olarak üretilmiş olmasına rağmen, bizimkinin kardeşi dünyanın pek çok yerinde bulunuyor. (Venezuela Maracay)

 

 

Uruguay ve Guetemala

 

 

Paris'te Parc de Georges Brassens'ın girişi

 


Habertürk, 09.09.2014

ŞEREFİYE SARNICI ORTAYA ÇIKIYOR

 

Eski Eminönü Belediye binasının altında yer alan bin 586 yıllık Şerefiye Sarnıcı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2,7 milyon dolara restore edilecek. Sarnıç 2015'te hizmete açılacak.

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın 4 yıl önce restore edileceğini açıkladığı ve Yerebatan Sarnıcı'ndan yaklaşık 100 yaş daha büyük olan Şerefiye Sarnıcı restore ediliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından açılan 'Şerefiye Sarnıcı Restorasyon ve Çevre Düzenlemesi ile Kitap Satış, Kafeterya İnşaatı' ihalesini alan Sa-Fa Restorasyon ve Demars İnşaat ortaklığı çalışmayı 5 Ekim 2015'te tamamlayacak.

 

ESKİ BELEDİYE BİNASI YIKILDI

Restorasyon maliyeti ise 2,7 Milyon Dolar olarak belirlendi. Neredeyse Ayasofya'yla yaşıt olan ve Theodosius Sarnıcı olarak da anılan Şerefiye Sarnıcı üzerine 1910 yılında yapılan Arif Paşa Konağı'na ek olarak yapılan ve kapatılana kadar Eminönü Belediyesi olarak kullanılan binanın sarnıç üzerine gelen eklerinin yıkımına 2010 yılında başlandı. Yıkımın yapıldığı dönemde sarnıç üzerindeki boş alanda tarihi bazı eserlerin sergileneceği arkeolojik nitelikte bir park yapılacağını belirten Kadir Topbaş, Arif Paşa Konağı'nın korunan ve restore edilen bölümünün ise gençlik merkezi olarak kullanılacağını ifade etmişti.

 

Konak gençlik merkezi olacak

Eski belediye binasının bir bölümünü oluşturan ve 1910 yılında inşa edilen Arif Paşa Konağı ise İBB tarafından restore ediliyor. Çalışmalar tamamlandığında 104 yıllık konak gençlik merkezi olarak hizmet vermeye başlayacak. Konak, uzun süre Eminönü Belediyesi olarak hizmet vermişti.

 

Bizans imparatoru inşa ettirmişti

Eski İstanbul Adliyesi ile Çemberlitaş arasında, Piyer Loti Caddesi üzerinde bulunan Şerefiye Sarnıcı, 428 ve 443 tarihleri arasında Bizans İmparatoru 2. Theodosius tarafından yaptırıldı. Bozdoğan Kemeri üzerinden gelen suyun depolandığı bir yapı olarak inşa edilen sarnıç 45 x 25 metre ebatlarında ve 9 metre yüksekliğinde yapıldı. 32 mermer direk sayesinde ayakta duran sarnıç restorasyonu tamamlandığında Sultanahmet bölgesindeki ikinci müze sarnıç olma özelliği taşıyacak. Restorasyon tamamlandığında sarnıç fotoğraftaki görüntüye kavuşacak.

Yeni Şafak, Haber: Behül Çetinkaya, 08.09.2014

İŞTE KONT DRAKULA'NIN TOKAT'TAKİ ZİNDANLARI

 



Tokat Kalesi'nde sürdürülen restorasyon çalışmaları sırasında kent merkezindeki Pervane Hamamı'na inen gizli geçit ve askeri barınak ile 1400'lü yılların başında kalede esir tutulan Eflak Beyliği prensi Kont Dracula'nın kaldığı tahmin edilen zindanlar bulundu.

 

Tokat Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından Tokat Kalesi'nin turizme kazandırılması amacıyla 2009 yılında restore çalışmaları başlatıldı. 2010 yılında sona eren çalışmaların ikinci bölümü 2.5 ay önce başlatıldı.

 

Çalışmalar kapsamında, Selçuklu ve Osmanlı döneminde savunma amaçlı kullanılan kalenin burçları sağlamlaştırılarak, kale çevresinde kazı çalışmaları yapıldı. 3 arkeolog denetiminde yapılan çalışmalarda erzak küpleri, askeri barınak, kent merkezindeki Pervane Hamamına inen gizli geçit ve 2 zindan bulundu. Zindanlardan birinde, 1431-76 yılları arasında yaşayan Eflak Beyliği prensi Kont Dracula'nın esir tutulduğu tahmin ediliyor.





"GİZLİ GEÇİTLERLE KUŞATILMIŞ KALE"

Tokat Belediyesi'nde görevli arkeolog İbrahim Çetin, kazı çalışmaları ardından bazı yapıların ortaya çıktığını ifade ederek, şöyle dedi:

"Çıkardığımız yapı katmanları ile tarihe ışık tutmaya çalışıyoruz. 2010 yılındaki çalışmalarımızda çok güzel bir tabak elde ettik. Bu yılki çalışmalarda erzak küpleri ele geçirdik. Yeni yapılar ortaya çıkarıldı. Zeminde 1 metrelik kazı yaptık. Bu yapılar tamamen ortaya çıktı. İleri tarafta teras tarzında kullanıma açık alan çıktı. Zemine inildikçe bunlar daha da ortaya çıkacak. Yapıların üzeri açıldığı için ne amaçlı kullanıldıklarıda ortaya çıkarıldı. Bunlar tamamen asker barınağı ve zindan, hapishane tarzında kullanılmış. Yani yerleşim alanı olarak kullanılmamış. Ayrıca gizli geçit var, Pervane Hamamı'na yani şehir merkezine inen gizli bir geçit. Bir baskın anında şehirden yemek ve su ihtiyacını karşılamak amaçlı yapılmış gizli geçitler var. Tamemen gizli geçitlerle kuşatılmış bir kale. Yani çok gizemli, tarihe ışık tutacak bir kale."

 

 

"DRACULA BURADA KALDI"

Kazı çalışmaları kapsamında zindan şeklinde 2 ayrı yapı bulduklarını ve bunlardan birinde, 1476 yılında Osmanlı ordusu ile giriştiği savaşta esir alınan Eflak Beyliği prensi Kont Dracula'nın tutulduğunu belirten Çetin, şöyle konuştu:

"Burada bulunan iki yapının zindan olarak kullanıldığını düşünüyoruz. Çıkarılan yapılar bunu gösteriyor. Dracula'nın da oda olarak nerede kaldığını tahmin etmek zor ama buralarda bir yerde kaldığı tahmin ediliyor. Bu alana giriş tamamen sağdan sağlanıyor ve sol tarafları barınak olarak inşa edildiği için zindan olduğunu tahmin ediyoruz." 

 

Bu alandaki çalışmaların bir süre daha devam edeceği belirtildi.

Akşam, 08.09.2014

YUNANİSTAN'DA İLGİNÇ KEŞİF!

 

Yunanistan'ın Amphipolis kazı alanında yapılan çalışmalarda girişini kadın heykellerin koruduğu dev bir mezar keşfedildi. İçine girilemeyen mezarın Büyük İskender'in ailesi veya generallerine ait olabileceği düşünülüyor.

 

 

Al Jazeera'nin haberine göre, Selanik'in yaklaşık 105 km kuzeydoğusunda yer alan Amphipolis alanında kazı yapan arkeologlar, Büyük İskender'in yakınları veya generallerine ait olduğu düşünülen mezarlar keşfetti. Mezarların girişinde, daha önce benzeri görülmemiş iki karyatit (kadın heykeli) bulundu.

 

Arkeologlar, Yunanistan'daki en büyük antik mezar kalıntılarını ortaya çıkarmış olabileceklerini, karyatitlerin mezarın giriş kısmında yer aldığını belirtti. Mermerden oyulmuş karyatitlerin yer aldığı bölümde, koyu kırmızı ve sarı ile boyanmış ve üzerinde geometrik şekiller yer alan bir duvarın yer aldığı bilgisi verildi.

 

Yunanistan Kültür Bakanlığı, antik mezarlığın keşfini Cumartesi günü duyurdu. Mezarlarda yer alan karyatitlerin, mezarın ana girişinde Ağustos'ta ortaya çıkarılan iki sfenksle aynı heykeltıraşlık yöntemlerini barındırdığı belirtildi.

 

Yunan yetkililer, mezarın ikinci girişi olarak kabul edilen alanda bulunan karyatitlerin, 'büyük önem taşıyan bir define işaret ediyor olabileceğini' ifade etti. Karyatitlerden birinin yüzünün eksik olduğu ve her ikisinin gelenlere dışarı yönlendirmek istermiş gibi kollarını öne uzatmış halde durdukları belirtildi.

 

MÖ 300-325 yıllarında inşa edildiği tahmin edilen mezarlığın, Büyük İskender'in yakınları veya generallerine ait mezarları içerdiği düşünülüyor.

Yapı,08.09.2014

ANADOLU İNSANININ DNA'SI ÇIKARILACAK

 

 

Kahramanmaraş'taki Direkli Mağarası'nda yürütülen kazılarda ortaya çıkan insan kemiklerinden alınacak örneklerin DNA analizi yapılacak. Direkli Mağarası'ndaki kazılarda ortaya çıkan kemikler, Anadolu insanının gen yapısına ilişkin ipucu verecek.

 

Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek'in'in girişimiyle, Kahramanmaraş merkeze bağlı Döngel Mahallesi'nde 2007'de başlayan kazı devam ediyor. 

 

Erek'in başkanlığında yürütülen çalışmalara, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin yanı sıra üniversite öğrencileri de katılıyor.

Bu yılki kazılarda bulunan insan kemikleri, DNA analizi yapılmak üzere ABD'deki bir merkeze gönderilecek. 

 

DNA analiziyle, Anadolu insanı ve bölge arkeolojisine ilişkin önemli bilgilere ulaşılacağı tahmin ediliyor.

 

Yrd. Doç.Dr. Erek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Direkli Mağarası'nda yürütülen kazılarda kent ve Anadolu arkeolojisine yönelik çok farklı bilgiler elde ettiklerini söyledi.

 

Kazılarda ortaya çıkan bulguların kendilerini MÖ 14 bin yıla kadar götürdüğünü anlatan Erek, mağaranın, Anadolu ve Arap Yarımadası'nın kesişme noktasında bulunduğunu anımsattı. 

 

Direkli Mağarası'nın aynı zamanda göç yolu üzerinde yer aldığını aktaran Erek, "Burası, insanların belirli dönemde iskan ettiği bir yerleşim yeri. Besin kaynağı bol olduğu için tercih edildiğini tahmin ediyoruz. Mağarada en çok kaplumbağa ve dağ keçisi kemiğine rastladık. Bulgular bize en fazla bu hayvanların tüketildiğini gösteriyor" dedi.

 

Erek, mağaradan çıkan insan kemikleriyle genetik araştırmalara başlanacağını vurguladı. 

 

Kemiklerin ABD'deki bir merkezde inceleneceğini anımsatan Erek, şöyle konuştu: 

"Bu çalışma bize bölgede yaşayan insanların genetik özelliklerinin ne kadarlık bir alana yayıldığını gösterecek. İnsanların Anadolu'ya dışarıdan geldiği söylenir. DNA analiziyle Anadolu kültürünün dışarıya gidip gitmediği konusunda fikir sahibi olacağımızı düşünüyorum. Gen tahlili birçok konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak. Dolayısıyla elde edilecek sonuçların geçmişe ilişkin önemli ipucu vereceğini inanıyorum."

 

DİREKLİ MAĞARASI

Kahramanmaraş'a 65 kilometre uzaklıktaki Döngel Köyündeki Direkli Mağarası'nda çalışmalara 1959'da yaptığı araştırmayla ilk ışık tutan isim Prof.Dr. Kılıç Kökten oldu. Kökten'in yazdığı bir makaleden yola çıkılarak yürütülen çalışmalar doğrultusunda bölgede önemli gelişmeler kaydedildi. Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Cevdet Merih Erek'in başkanlığında yürütülen çalışmalar kapsamında, 4 yıl önce bulunan ana tanrıça figürü, dünyanın birçok ülkesinde meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı.

Akşam, 08.09.2014

VE BİLİRKİŞİ KONAK TÜNELİ'NDE

 

Şehir Plancıları Odası’nın açtığı dava nedeniyle bilirkişi heyeti Başladığı günden bu yana büyük tartışmalara yol açan Konak Tüneli inşaatında incelemelere başladı. Odadan süreçle ilgili önemli açıklamalar geldi.

 

 

AKP'nin ‘35 İzmir 35 Proje’ paketinin önemli ayaklarından Konak Tüneli yapımın başladığı günden bu yana tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Son olarak inşaat nedeniyle kentin tarihi semti Damlacık’ın kamulaştırılmak istenmesi bölge sakinleri, yerel idare ve sivil toplum örgütlerinin büyük tepkisine yol açarken, Şehir Plancıları Odası’nın tünelin imar planı olmadan başlatılmasına karşı açtığı davada flaş bir gelişme yaşandı. Davanın bilirkişi heyeti inceleme için Konak Meydanı’ndaki şantiyeye gelirken, TMMOB’a bağlı odadan da süreçle ilgili önemli açıklamalar geldi.

 

PROJENİN KENTE HİÇBİR FAYDASI YOK!
Konak Tünel Projesi’nin iktidarın kentlere, tarihe, kültürel bellek ve birikime bakışındaki yıkıcılığı temsil ettiğini söyleyen Şehir Plancıları Odası 2’inci Başkanı Uğur Bayrak, “Burada görmüş olduğunuz inşaat; Kentsel Sit, Tarihi Sit ve Arkeolojik Sit alanlarının, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının altında yapılmaktadır. Yapılan bu tünel üstteki tüm sit alanlarına zarar vermektedir. Biz başından beri bu tünelin İzmir kentine hiçbir fayda sağlamadığını, ulaşım hatlarında hiçbir oynamaya neden olmadığını ve gereksiz bir proje olduğunu başından beri söylüyoruz” açıklamasını yaptı.

İmar planı olmadan inşaatın başlatılmasının hukuksuz olarak nitelendiren Uğur Bayrak; “Söz konusu proje imar planı yapılmadan, tamamen kaçak olarak başlamış, daha sonradan üzerine imar planları eklenmiştir. Bizde bu planla ilgili olarak dava sürecimizi başlattık. Bugün dava sürecine ilişkin bilirkişi incelemesi yönetim kurulu temsilcilerimizle birlikte arazide yapılıyor. Kente hiçbir fayda sağlamayan, hiçbir şehircilik ve planlama ilkelerine uymayan, söz konusu Konak Tünelinin davanın sonuna kadar ve sonraki süreçte takipçisi olacağımızı buradan kamuoyuna duyuruyoruz” ifadesini kullandı.

ODA DAVAYI KAZANIRSA…
İçlerinde Dokuz Eylül Üniversitesi’nden konuyla ilgili uzman akademisyenlerin bulunduğu bilirkişi heyeti, yaklaşık iki aylık bir süre içerisinde raporlarının hazırlayacaklar. Davayı Şehir Plancıları Odası’nın kazanması sonucunda ise tünel planı iptal olacak ve yeniden imar planı onaylanması gerekecek.

Ege'de Son Söz, Haber: Onur Deniz, 08.09.2014

CADDEYİ KAPATTI, DEFİNE ARIYOR

 

 

Bir süre önce Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvuran Orhan Çırak, kent merkezindeki Adliye Sokak’da, yaklaşık 100 metrekarelik bir alanda define aramak için izin istedi. Başvurunun incelenmesi ardından izin verildi. Bu sabah sokak üzerindeki bir bölüm branda ile kapatıldı, ardından da makinesi ile kazı başlatıldı. Kazı çalışmasını, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ile Rize Belediyesi'nden gözlemciler de izledi. İş makinası ve işçilerin sürdürdüğü kazı çalışması, kanalizasyon borusunun patlaması üzerine durduruldu.

Bu arada, 1984 yılında Rize Belediyesi’nde çalışan bir kişinin bölgede altın heykeller gördüğünü anlatması üzerine define merakının arttığını ifade eden Orhan Çırak, konuyla ilgili açıklama yapmadı.

Radikal, Haber: Muhammet Kaçar, 08.09.2014

 

******


RİZE İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ: BİZ DE ŞAŞKINIZ

 

Orhan Eskiçırak adlı vatandaşın şehir merkezinde yolu kapatıp define kazısı yapmasını engelleyemediklerini söyleyen Rize İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu, 'adam kazı için bütün gerekli izinleri aldıktan sonra bize başvurdu. Yasal olarak kazıyı başlatmama gibi bir yetkimiz yok. Kazıdan vazgeçmesi için ikna edemedik. İlk defa şehir merkezinde kazı yapılmasına tanık olduk. Biz de şaşkınız' dedi.

 

 

Rize’de Orhan Eskiçırak (65) isimli bir vatandaş, Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden izin aldıktan sonra Rize Belediyesi ve Müze gözetiminde Atatürk Caddesi Adliye Sokak’ta 100 metrelik bir alanda define kazısı yapmaya başlamıştı. Eskiçırak’ın define kazısından vazgeçmesi için kendisiyle bizzat konuştuğunu, ancak Eskiçırak’ı kararından vazgeçiremediğini söyleyen Rize İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu Eskiçırak’ın define arama macerasını şöyle anlattı: ‘’define arama izni ilgili kanun ve yönetmeliklere göre verilir. Orhan Eskiçırak kazı yapacağı yerle ilgili Rize Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nden ‘kazı alanına uygundur yazısı’ alıyor. Daha sonra da Müze’ye başvurarak bir kazı ekibinin oluşturulmasını talep ediyor. Gerekli izinler alındıktan sonra Eskiçırak bize başvurdu. Yönetmelik gereği biz de izin verdik ve kazılara başlandı. Eğer kazı alanı için belediyenin verdiği kazıya uygundur görüşü olmasaydı biz bu kazıya izin vermezdik. Ancak belediye sokakta kazı yapılmasını uygun görmüş. Bu durumda kazı izni vermeme gibi bir yetkimiz yok. Vatandaş bütün bu şartları yerine getirdiyse, belediye gerekli izinleri vermişse ve Müze de kazı ekibi oluşturduysa bizim yasal olarak kazıyı başlatmama yetkimiz yok. Çünkü bu durumda kazı yapmak yasal olarak vatandaşın hakkı. Yönetmeliğe göre kazılar Müze’nin başkanlığında ve Müzeni’n sorumluluğunda yapılır. Normalde bir define kazısı en fazla bir ay sürebilir. Kazıyı erken bitirme yetkisi ise Müze Müdürlüğü’ne bağlıdır.’’ 

 

KAZIDAN VAZGEÇİREMEDİK!
İlk defa sokak ortasında yapılan bir kazıya tanıklık ettiğini söyleyen Hocaoğlu sözlerine şu şekilde devam etti: ‘’bu bölgede özellikle Artvin ve Rize’nin yüksek yerlerinde define kazıları hep yapılır. Ancak bu güne kadar yapılan onca kazıdan birşey bulan birisine hiç rastlamadım. Caddenin ortasında kazı yapmak isteyen bu kişi de buraya geldiğinde çok şaşırdım. Başvurusunu inceledikten sonra kendisiyle görüştüm. Kendisine, ‘niye şehir merkezinde kazı yapıyorsun kardeşim, paranı sokakta mı buldun?’ diye sordum. Ancak kendisi, ‘ben buradan hazine çıkacağına inanıyorum’ dedi. Adam oradan hazine çıkacağına inanıyor. Kendisini kazıdan vazgeçiremedik. İlk defa şehir merkezinde kazı yapılmasına tanık olduk. Biz de şaşkınız.’’

Radikal, Haber: İdris Emen, 09.09.2014

UÇAK BÜYÜKLÜĞÜNDE DİNOZOR FOSİLİ BULUNDU

 

Bilim insanları, dünya üzerinde yaşamış en büyük canlı olduğu iddia edilen yeni bir dinozor türüne ait fosiller ortaya çıkardı. ‘Dreadnoughts’ adı verilen dev canlının, yaşadığı dönemde 65 ton ağırlığa ve 26 metre uzunluğa sahip olduğu belirtildi.

 

 

Arjantin’in güney Patagonya bölgesinde, 2005’ten bu yana sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan ve yeni bir türe ait olan kemik fosillerinin, 77 milyon yıl önce yaşamış otobur bir dinozorun olduğu açıklandı. Boeing 737 tipi bir uçak büyüklüğünde olan ‘Dreadnoughts’, vahşi etobur Tyrannosaurus Rex (T-Rex)’ten tam 7 kat büyük.

 

 

Fosili bulan ekibin başındaki kişi ise ABD’nin California eyaletindeki Drexel Üniversitesi’nden Kenneth Lacovara. Konuyla ilgili bir basın açıklaması yayınlayan Lacovara, “Dinozor, bir düzine Afrika fili kadar ağır. Şok edici olan ise, iskelet yapısının bize onun öldüğü zaman hakkında da fikir vermesi. Yani tam anlamıyla büyümeden, en büyük haline ulaşmadan ölmüş. Dreadnoughts, dünya üzerinde yaşamış en büyük yaratıkların en güzel örneği” ifadelerini kullandı.

 

 

Şu ana kadar kemiklerinin yüzde 70’i açığa çıkarılan dinozorun, 80 milyon yıl önceki Cretaceous döneminin sonlarına doğru yeryüzünde yüksek rakımlarda ve ağaçlık vadilerde yaşadığı düşünülüyor. Titanosaurs adı verilen otçul dinozorların bir akrabası olduğu kaydediliyor.

 

 

Başka bir araştırma ekibi, Patagonya’da geçtiğimiz Mayıs ayında da devasa bir dinozorun fosillerini bulmuş, 77 ton ağırlığındaki canlının dünyada şimdiye kadar bilinen en büyük dinozor türü olan Arjantinozor'dan yedi ton daha ağır olduğunu iddia etmişlerdi.

 








Hürriyet, 08.09.2014

JOAN MİRO'NUN EVİNDEN HABERLER

 

 

Sabancı Müzesi, 23 Eylül’de açılacak Joan Miró sergisi öncesinde, sanatçının Mallorca’da yaşadığı eve ve vakfının yer aldığı Barcelona’ya bir ziyaret düzenledi. Sanatçının torunu Joan Punyet Miró, savaşlar, darbeler ve diktatörler gören dedesinin demokrasiyi sürekli savunan bir sanatçı olduğunu söylüyor.

 

Sanatçı evleri ve koleksiyonları biraz tehlikelidir. Ressamın sanat evreleri tüm sırlarıyla açığa çıkarken, geride bıraktığı izler ve hatıralar da onun dünyasına kolayca girmenin anahtarıdır. Sabancı Müzesi, 22 Eylül'de açılacak Miró sergisi öncesi, Katalan sanatçı Joan Miró'nun (1893-1983) İspanya'nın Mallorca adasında yaşadığı eve ve vakfının yer aldığı Barcelona'ya geçtiğimiz cuma günü sona eren dört günlük bir ziyaret düzenledi. Ziyaretin ilk durağı, sanatçının yaklaşık otuz yıl kadar yaşadığı ve hayatının son dönemlerini geçirdiği evi ve iki atölyesinin yer aldığı Mallorca'daki mekandı. Buradaki Pilar ve Joan Miró Vakfı'nın tüm yükünü kırk altı yaşındaki torun Joan Punyet Miró çekiyor. Torun Miró, neşeli ve hareketli üslubuyla hemen dedesini anlatmaya başlıyor: "Burası Miró için kendi kökleri, doğa, toprak, gökyüzü, şiir, mavi ve sessizlik gibi anlamlara sahipti. Haftada bir-iki gün kendisini burada görürdük. Hayatımda sadece bir kez dedemin atölyesine gittim o da seksen beş yaşındaydı. Merdivenden indiğimizde Mallarme ve Rimbaud'un kitapları yerde duruyordu ve bu şiir kitaplarından rastgele bölümler açarak ruhunu çalıştırdığını söylemişti.”

 

Masmavi bir denize tepeden bakan, zeytin, palmiye ve badem ağaçlarının arasındaki böyle bir eve ve atölyeye sahip olmayı Miró uzun süre düşler. Aynı anda birkaç tabloyla çalışacak büyüklükte bir mekanın hayalini mimar Josep Lluis Sert -aynı zamanda Miró'nun yakın arkadaşıdır- gerçeğe dönüştürür. Koleksiyonun sergilendiği vakıf binası, sanatçının önemli figürlerinden yıldız şeklinde tasarlanır. Aynı mekanda Miró'nun diğer atölyesi olan tarihi Son Boter binasında ise Miró odalardan birinden çıkacakmış gibi duruyor. Fırça darbeleri, boyalar, duvarlardaki karalamalar, taslaklar ve boya izleri ilk günkü gibi taze ve canlı. Torun Miró, binanın halka açık olmayan kısımlarını da gezdirirken bir yandan da anlatıyor: “Benim ve kardeşimin topları, şapkaları ve kuklaları ortadan kaybolduktan seneler sonra, bir heykelin üzerine sıvanmış veya birleştirilmiş olarak görünürdü.” Torun Miró dedesinin sanatçı olmanın dışında, kendi dönemiyle iç içe bir hayat yaşadığını söylüyor: “Çocuğun çıplak gözle dünyayı gördüğü gibi dedemin de bakışı ve sanat anlayışı bu doğrultudaydı. Sanat hayatında ünü yakalamasına rağmen son yıllarına kadar üretti ve kendini sürekli yeniden keşfeden bir sanatçı olarak hayatını sürdürdü.”

 

Miró'nun sanatın insanlar ve kültürler arasında köprü kurduğunu belirten Joan, savaşlar, darbeler ve diktatörler gören dedesinin yaşamı boyunca, demokrasiden yana biri olduğunu dile getirirken, Miró'nun kulağımızın arkasına saklanan rüyaları ve arzuları çekip önümüze bıraktığını anlatıyor. Kendisi de sanata düşkün olan torun Miró, para ve tabloların miras olarak kalabileceğini fakat yeteneğin devredilemeyeceğini söylüyor. Bunun yanı sıra, oldukça renkli gözüken tabloların ardında aslında yoğun ve saklı bir hüznün olduğunu belirtiyor. İspanyol ve Türk kültürünün birbirine çok yakın olduğunu söyleyen Joan, İstanbul'da açılacak serginin iki ülke insanını birbirine daha da yakınlaştıracağı kanısında. Sergide, Miró'nun evinden daha önce hiç çıkmamış tablolar ve seramikler de yer alacak.

 

 

Miró'nun saklı hazinesi

Ziyaretin ikinci durağı ise 1975'te Barcelona'da yer alan Joan Miró Vakfı'ydı. Ziyaretçilerle bir hayli kalabalık bu mekana girer girmez, bu binanın da mimarı olan Sert'in Miró'ya bir mektubunda yazdığı gibi "vakıf yaşayan bir mekan olmalı" sözlerinin nasıl gerçekleştiğini görebiliyorsunuz. Her yıl yüz binlerce sanatseverin ziyaret ettiği vakıfta Miró'ya ait büyük bir koleksiyon var. Eserlerin pek çoğu Miró tarafından bağışlanmış. Vakıf, sanatçı adına her iki yılda bir düzenlenen bir ödül veriyor. Miró'nun dünya çapında daha da tanınması için çalıştıklarını ve farklı ülkelerde düzenledikleri Miró sergileriyle bunu gerçekleştirdiklerini dile getiren vakfın müdürü Rosa Maria Malet, Türkiyeli sanatseverlerin de Miró'nun renkli evrenini yakından tanıyacağını belirtiyor. Miró'nun kendinden sonraki sanatçılara da yol açıcı olduğunu söyleyen Malet, onun eserlerinin gerçek hayatla sıkı sıkıya bir bağlantısı olduğunu söylüyor. Serginin küratörü Jordi J. Klavero ise Miró'nun bir Rönesans sanatçısı olduğunu belirterek serginin Miró'nun sanat hayatının son kırk yılına odaklandığını dile getiriyor. Müze ekibi, Miró'nun çalışma metodunun izlerini bir bir ele veren on bine yakın desen ve eskizin yer aldığı mekanı da gezdirdi. Sadece Miró üzerine çalışan araştırmacılara açılan bu hazine niteliğindeki bölümde, düzenli oluşuyla nam salan sanatçının tüm sanat evreleri saklı.

 

Sabancı Müzesi'nin gayreti

Sabancı Holding'in katkılarıyla açılacak "Joan Miró: Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar" adlı sergi için müze ekibi yaklaşık iki yıldır çalışıyor. Gezici bir sergiyi müze ekibine öneren Barcelona'daki Miró Vakfı'nın bu teklifini kabul etmeyen Nazan Ölçer'in yerinde kararıyla İstanbul sergisi için yeni bir seçki oluşturuldu. Ölçer’in, sanatçının hem Mallorca'daki evinden hem de Barcelona'daki vakıftan daha önce sergilenmemiş eserlerin yanı sıra vakfın senelerdir girişinde yer alan Miró'nun önemli bir heykelini bile yerinden söktürüp İstanbul'a getirmeyi başardığını belirtelim. Hem müze yetkililerinin hem de torun Joan'ın bu durumdan hiç şikayetçi olmadığı kesin.

 

Sahte Miró vakası

Hem Miró Vakfı hem de torun Joan Punyet Miró, İstanbul’da geçtiğimiz aralık ayında Tophane-i Amire’de sahte Miró eserlerinin sergilenmesinin ve ardından apar topar kapatılarak hukuki sürecin yaşandığı vakadan pek hoşnut değil. Bu duruma çok da şaşkın değiller zira dünyanın pek çok yerinde önemli sanatçılar için sahte eserlerin ustaca üretildiğinin farkındalar. Bu yüzden Paris’te titizlikle çalışarak sahte eserlerin peşine düşen ofis uzun süredir faaliyette. Müzayedelerde, kişisel koleksiyonlarda ya da açılan sergilerdeki sahte eserlere karşı bu uzman ekip sürekli tetikte. Bu tatsız vakadan sonra gerçek Miró ile karşılaşmak sanatseverler için değerli bir tecrübe olacak.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.09.2014

 

******


VE KADINLARI, KUŞLARI, YILDIZLARIYLA MİRO GELİYOR

 

Picasso, Dali ve şimdi de Miro. S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi sayesinde İspanya'da aynı dönemlerde yaşamış, 20. yüzyıl sanatına damgasını vurmuş bu üç sanatçıyı Türkiye'de dünya standartlarında sergilerle tanıma fırsatına erişiyoruz.

 


Joan Punyet Miro ve Nazan Ölçer...



SSM, Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró'nun eserlerinden oluşacak kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor, eserler Barselona ve Mayorka’dan yola çıktı. Joan Miró'nun olgunluk dönemine odaklanan, 23 Eylül’de kapılarını açacak serginin başlığı "Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar".

Sabancı Holding’in sponsorluğu üstlendiği sergi, Barselona'daki Joan Miró Vakfı, Mayorka’daki aile koleksiyonu Successió Miró ve yine Mallorca’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı işbirliğiyle hayata geçiriliyor.

Akdeniz insanına ve doğasına yoğunlaşan, resimleri, baskıları, heykelleri, ilham veren seramik objelerin olduğu heyecan dolu bir sergiyle karşılaşacağız.

Mayorka’da sanatçının atölyesinde, torununun evinde ve her iki kentteki son derece profesyonelce yürütülen hazırlıklara şahit olup yetkililerle konuşunca bu tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor.

Evde her şey yerinden oynamış, yüzlerce yapıt paketlenmiş kamyona yüklenirken Nazan Ölçer “Valla kendimi şimdi biraz suçlu hissediyorum, size çok zahmet” verdim derken evin sahibi torun Joan Punyet Miro’nun yanıtı “İyi ki daha fazlası için ısrar ettiniz, eşsiz bir sergi olacağı için ben çok mutluyum” oluyor.

80 yaşında parmaklarıyla yaptığı resmi ve aile koleksiyonunda bulunan küçük mavi seramik vazo gibi kimi yapıtlar da ilk kez sergileniyor.

 



Joan Punyet’e göre, Miro hiçbir zaman mükemmelin peşinde olmamış. Hep kendini yenilemeye ve tekrarlamamaya çalışmış. Proust, Kafka, Jung, Freud okumuş. Bilinçaltını, söylenemeyenleri resmederek insanlığın aynası olmuş.

Joan Punyet, iki dünya savaşı arasındaki döneme şahitlik etmesine karşın neden Picasso’nun 1937’de yaptığı Guernica’sı gibi savaşın acılarını anlatan anıtsal bir yapıtı yok sorusuna “Benzer konuyu işleyen bir duvar seramiği yapmıştı ama savaş sırasında yok olmuş. Ancak dedem her zaman demokrasiden yana oldu. Dedemin birçok politik afişi vardır” cevabını veriyor.

Miro belli ki planlanmış işleri sevmiyor, rastlantısal olmasını istiyor ve zaten öyle de üretiyor. İnsan bunu atölyesinde ve evinde yerlerde sanki dün akmış gibi duran boyalarının, ayak izlerinin arasında, evinde dolaşırken duvarlara çizdiği kimi zaman kabuslarını, kimi zaman zihninde ürettiği dünyayı yansıtan desenlerini gördüğünde çok daha iyi kavrıyor.

Miro, aslında yaşamının büyük bir bölümünü taşrada geçirmiş. Belki de biraz bu yüzden etkilere açık. Japonya’ya gittiğinde Uzakdoğu felsefesinden, Amerika’ya gittiğinde Jackson Pollock gibi soyut dışavurumcu sanatçılardan etkileniyor.

 




MİRO VAKFI ARŞİVİ

Miro Vakfı’nı 40 yıl önce kendi kurmuş. 1975’de açılan Miro Vakfı’nda hem kendi hem de diğer güncel sanatçıların işlerini sergilemek istemiş. Sanatçıyı yakından tanımak için çıktığımız Mayorka’da evi, atölyesi, Pilar -Miro Vakfı ve Barcelona’daki Miro Vakfı’na uzanan gezinin her bir durağı çok önemliydi.

Ancak Miro Vakfı’nın sanatçıya ait mektupların, eskizlerin, kağıt ve grafik işlerinin, taş baskıların orijinallerinin saklandığı 10 bin belgelik ‘Arşiv’ bölümüne girmek ayrıcalıktı.

8 yaşında yaptığı ilk balık resmi, ünlü tablolarının eskizlerini, çiziktirdiği hesaplarını görmek gerçekten de insana heyecan veriyor. Miro görüntüsü gibi çok düzenli ve tertipli bir sanatçıymış.

Onun sürrealist yanını Dali’de olduğu gibi tipine, tarzına bakıp çıkarmak mümkün değil. Bu yüzden de yerçekimsiz, zaman, mekan sınırlarının olmadığı kuşlar, insanlar, böcekler, güneş ve yıldızların bir arada olduğu kurmaca dünyasını daha iyi anlıyorsunuz.

Nazan Ölçer’e göre Miro kariyerinin erken döneminde sürrealizme yakın durmuş. Soyut değil, soyutlamalar yapan, fikri yaklaşımı olan bir sanatçı.

Türkiye’nin sanat serüveninde çok özel yeri olduğuna inandığım, 20 yılı aşkın süredir tanıdığım Nazan Ölçer’e ben kendim adına çok şey borçluyum. Aslında o tüm kültür sanat gazetecilerinin bir anlamda hocası sayılır. Hepimiz ondan çok şey öğrendik. Onunla her seyahat adeta bir atölye çalışması gibidir. Heyecanı, coşkusu, hiperaktivitesi ise bir başka öykü. Tabii bu arada serginin sponsoru Sabancı Holding’in sanata değerli katkısını unutmamak gerek... 

 




Sabancı için simge heykeli de yerinden söktüler

Barcelona'daki Miro Müzesi'nin önünde duran ünlü heykel, 10 yıl sonra ilk kez İstanbul sergisi için kaldırıldı. Miro'nun 1970 tarihli kendi üslubunda bir insanı tasvir eden 'Personatge' adını verdiği heykeli, Sabancı Müzesi'ndeki sergi için yerinden kaldırıldı, paketlendi ve İstanbul'a doğru yola çıktı. Ünlü film karakteri ET'ye de ilham verdiği söylenen heykel müzenin simgelerinden biri. Kapının hemen yanındaki heykelle fotoğraf çektirmek, bu müzenin önünde uzun kuyruklar oluşturan turistlerin ve gençlerin en sevdiği şey. Müze Müdürü Rosa Maria Malet, Nazan Ölçer'in 'Ne istediğini ve istemediğini iyi bilen' biri olduğunu söylüyor, biraz şakacı ama sonuçlardan çok memnun bir tarzda. Nitekim, Miro Müzesi'nin simgesi olan heykeli bir başka sergiye ödünç vermekle ilgili 'pek yapmadığımız, hiç adetimiz olmayan bir şey' diyor. Ama yapmışlar. Şimdi bu ünlü heykelin Barcelonadaki kaidesi boş. Ve İstanbul segisi bitene kadar da öyle kalacak. Çünkü Miro'nun bu ünlü heykeli İstanbul sergisi boyunca, ziyaretçileri kapıda karşılayacak. Tıpkı Barcelona'da olduğu gibi...

Radikal, Yazı: Müge Akgün, 08.09.2014

TARİHİ DOKUYA UYGUN YOL

 

 

Battalgazi Belediyesi tarafından asfalt ve kaldırım düzenleme çalışmaları devam ediyor. Bu kapsamda Eskimalatya Karahan Mahallesi’nde bulunan Hasan Poyraz Konağı’nın bulunduğu Ak Minare Caddesi’nde kaldırım düzenleme çalışmaları yapılıyor.

 

Battalgazi Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü tarafından Eskimalatya'daki Karahan Mahallesi’nde bulunan tarihi Hasan Poyraz Konağı’nın bulunduğu Ak Minare Caddesi’nde kaldırım düzenleme çalışmaları aralıksız devam ediyor.  736 metre uzunluğunda ve ortalama 7 metre genişliğindeki caddede, yörenin tarihi dokusuna uygun naturel bordür, oluk ve parke taşı döşeme çalışmalarına başlandı. 200 metre perde duvar ve 85 metre taş duvar çalışmasının da yapıldığı Ak Minare Caddesi, düzenleme çalışmalarının ardından asfaltlanarak vatandaşların hizmetine sunulacak.  

 

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, Battalgazi İlçesi genelinde kaldırım düzenleme, asfalt ve yama çalışmalarının devam ettiğini belirterek, hizmetlerin her geçen gün artarak devam edeceğini belirtti. 

Malatya Haber, 08.09.2014

KAZI BAŞKANLARININ SIKINTILARI MASAYA YATIRILDI

 

 

Muğla’nın dört bir köşesinde yapılan arkeolojik kazı çalışmaları, kazılarda yaşanan sıkıntılar, sorunlar, kazı ekiplerinin istek ve taleplerinin anlatıldığı toplantı, Muğla Büyükşehir Belediyesi Başkanlık Binası meclis salonunda yapıldı.


Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün daveti ve katılımıyla gerçekleştirilen toplantıya, Muğla Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanları, Stratonikeia Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, Pedasa Kazı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, Euromos kazısı adına arkeolog Dursun Ay, Beçin kazısı adına Zafer Topak, Tlos Kazı Başkanı Prof.Dr.Taner Korkut, Knidos Kazı Başkanı Doç.Dr. M. Ertekin Doksanaltı, Myndos kazısı adına Arş. Gör. Hazal Çıtakoğlu, Letoon Kazı Başkanı Doç.Dr. Sema Atik Korkmaz, Kaunos Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık katıldı. Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün daveti ile gerçekleşen toplantıda, il genelinde yapılan kazılar hakkında bilgiler verildi ayrıca kazı ekiplerinin sorunları, çözüm önerileri, yerel yönetimlerden istek ve talepleri konuşuldu.


Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, Muğla il sınırları içinde devam eden kazı çalışmalarının bir kentin kültür kimliğinin oluşması açısından önemli olduğunu ve kazı ekiplerine yerel yönetimler olarak gereken desteği vereceklerini söyledi. Başkan Gürün; “Muğla tarihi dokusu, sahip olduğu kültürel değerleriyle çok önemli bir potansiyele sahip. Devam eden arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkarılacak değerlerimiz tarihe ışık tutacak ve kültür kimliğimizin oluşmasına büyük katkı sağlayacak. Turizmde Muğla sadece deniziyle, güneşiyle değil, geçmişe ve geleceğe ışık tutan arkeolojik alanlarıyla da kültür turizminde söz sahibi olacak. Davetimize iştirak eden bütün katılımcılara çok teşekkür ediyorum. Yerel yönetimler olarak kazı çalışmaları yapılan alanlarda sorumluk alanlarına göre büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyeler istek ve taleplerinize yardımcı olacaktır” dedi.

Milliyet, 08.09.2014

ONLAR 'DENİZ, KUM VE GÜNEŞ'E HEM ÇOK YAKIN HEM DE ÇOK UZAK

 

 

Biga sahilinden yaklaşık 100 metre içerideki Parion antik kentinde kazılar, aşırı sıcak havalara rağmen 130 kişilik ekip tarafından yürütülüyor Kazı Grubu Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Ergürer: “Yaklaşık 100 metre uzağımızda denize giriliyor.

 

Arkeologlar ve işçiler, yaklaşık 100 metre ileride “deniz, kum ve güneş üçlüsü”nden yararlanan vatandaşlar gibi tatilin keyfine varamasa da tarihi eserleri gün ışığına çıkarmanın mutluluğunu yaşıyor.

 

Kazı Grubu Başkan Yardımcısı ve Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ertuğ Ergürer, AA muhabirine, Parion kazılarının 10′uncu sezonuna, güney nekropol, tiyatro, odeon, Roma hamamı, yamaç ve sondaj yapılarında devam ettiklerini söyledi.

 

İçdaş Çelik, Enerji, Tersane ve Ulaşım AŞ’nin ana sponsorluğunda yürütülen kazılarda 2006 yılından bu yana görev aldığını belirten Ergürer, “Arkeolojik kazılar bazı heyecanlar içerir. Bu bilim çok farklı. Yüzlerce öğrenci başvuruyor ama kısıtlı sayıda öğrenci seçebiliyoruz. Burada bir kamp ortamı ve çok büyük bir heyecan var” dedi.

 

Ergürer, kazı ekibinin, 60′ı akademisyen ve öğrenciler olmak üzere 130 kişiden oluştuğu bilgisini verdi.

 

Aşırı sıcak havalarda çalıştıklarını vurgulayan Ergürer, şunları kaydetti:

“Sıcağın en yoğun olduğu dönemde çalışıyoruz. Bunun önlemini şapka ya da çadırlarla alıyoruz ama çalışırken sıcak hava pek düşünülmüyor. Bizim için önemli olan çıkarılan eserlerdir. Öğrencilerimiz ve diğer ekibimiz, sıcağa aldırmadan sadece eser bulmaya çalışıyor. 2,5-3 ay buradayız. Yaklaşık 100 metre uzağımızda denize giriliyor. Deniz de çok güzel aslında ama bu deniz bize sadece bir fon oluşturuyor. Yani deniz burada bizim için sadece bir manzara. Denize gidebilecek zaman bulamıyoruz. Arazi işleri bittikten sonra laboratuvar çalışmaları başlıyor. Seramik çizimleri, eserlerin değerlendirilmesi, fotoğraflanması, belgelenmesi derken yoğun bir tempomuz var. Deniz, aklımızda bile değil.”

 

“Çok farklı bir heyecan”

Nekropol açma sorumlusu, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Dr. Büşra Elif Kasapoğlu da kazılara 2007′den bu yana katıldığını bildirdi. Seramik eserleri fotoğraflayıp kayıt altına alarak bilimsel araştırmaları yürüttüklerini anlatan Kasapoğlu, yaz aylarında tatile gitmek yerine kazıda çalıştıklarını dile getirdi. Arkeolojiyi “farklı bir aşk” olarak nitelendiren Kasapoğlu, “Kazıda bir şey bulup onu oradan çıkarmak, çok farklı bir heyecan” ifadesini kullandı.

 

Parion’daki Roma Hamamı’nda 9 sezondur görevli olduğunu söyleyen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Araştırma Görevlisi Alper Yılmaz, kazılarda Roma döneminin sosyal ve aktif hayatının gün yüzüne çıkarıldığını ifade etti. Çalışmalarının yoğun ve sıcak bir ortamda geçtiğine işaret eden Yılmaz, şöyle konuştu: “Kazılara başladığımızda lisans öğrencisiydik. Hoca olana kadar eğitimlerimizi burada tamamladık. Burası bizim için farklı anlamlar ifade ediyor. Bir arkeoloğun topraktan bir şey çıkarması ya da keşif yapması, onun için en önemli şeylerden biridir. Sadece kazı yapmıyoruz, yeni arkeologlar yetiştiriyoruz, bilinç oluşturmaya çalışıyoruz. Buradan çıkan 2 bin, 3 bin yıllık bir eseri Elle tutmak çok önemli bir duygu.”

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğrencilerinden Ömer Akbay ise işini ve görevini severek yaptığını belirtti. Mezun olduktan sonra da arkeolojiyle uğraşmak istediğini söyleyen Akbay, “Kazılarımız aşırı sıcak havalara rağmen çok eğlenceli geçiyor. Biz öğrenciler, her şeye merakla bakıyoruz. Çoğu arkadaşım şu anda tatil yaparken ben burada 40 derece civarında bir havada mesleğimin aşkıyla çalışıyorum” değerlendirmesinde bulundu.

haberler.com, Haber: Burak Akay, 08.09.2014

PERGE KAZILARINDA GÖZ KAMAŞTIRAN ESERLER

 

Antalya İli, Perge antik kentinde Antalya Müzesi Müdürlüğü başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında çok önemli ve benzersiz sayılabilecek heykeltıraşlık eserlerinin ortaya çıkarılmasına devam ediliyor.

 

Özellikle son iki yıldır artan çalışma gün sayısı ve ivme kazanan çalışmalar ile kentte yürütülen restorasyon çalışmaları yanında, göz kamaştıran heykeltıraşlık eserleri de Perge’nin ihtişamını ve sanatsal zenginliğini ortaya koyuyor.

 

2014 yılı kazı çalışmaları kapsamında, Güney Portiko olarak tanımlanan alanda, ortaya çıkarılan At Heykeli ve Tanrıça Başı elde edilen önemli eserlerin son halkası oldu.

 

Tykhe veya İsis Başı olduğu düşünülen ince gözenekli, beyaz mermerden yapılmış ideal boyuttaki tanrıça heykel başının yapılış ve sanatsal özellikleri ile MS 2. Yüzyılın sonlarına ait olduğu öngörülüyor.

 

Olasılıkla bir Heykel grubuna ait olduğu düşünülen, ince grenli beyaz mermerden yapılmış ince işçilikli, ön ayaklarının tamamı, arka ayaklarının ise baldır kısmından aşağısı kırık ve noksan olarak ortaya çıkarılan erkek at heykelinin ise,  Roma Dönemi’ne ait olduğu sanılıyor.

 

Karnının alt kısmında üzerinde durduğu kare kaideye ait kırık ve noksan bir parça bulunan ve koşum takımları detaylı bir şekilde verilmiş olan At Heykelinin, kulaklarının uç kısımları ve kuyruğunun kırık ve eksik olduğu görülüyor.

 

Ortaya çıkarılan eserlerin gerekli restorasyon ve konservasyon çalışmaları sonrasında Antalya Müzesinde sergilenmesi planlanıyor.

 


Tanrıça Başı (MS 2. yy)

 


At Heykeli (Roma Dönemi ?)

kulturvarliklari.gov.tr, 08.09.2014

YURTDIŞINDAKİ MÜZAYEDELERDEN YAZMA ESER SATIN ALINACAK

 
“Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Eser Sağlama Kurulu Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği” yayımlandı. Yeni yönetmeliğe göre, nadir eser satın alma görevi kurula devredildi. 7 kişiden oluşan kurul, satın alınacak yazma ve eski harfli nadir basma eserlerin değerlerini tespit edip alınıp alınmamasına karar verecek.

 

Her yıl yüzlerce nadir, elyazması eseri, sahiplerinden alıp kütüphanelere kazandıran Kültür ve Turizm Bakanlığı, satın alma yetkisini ‘Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Eser Sağlama Kurulu’na devretti. Kurulun çalışma esaslarını belirleyen yönetmelik, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. “Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Eser Sağlama Kurulu Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği”ne göre kurul; 7 kişilik üyeden oluşacak. Ankara, İstanbul ve Konya Yazma Eserler Bölge müdürlerinin görev yapacağı kurulda, ayrıca kütüphanecilik, arşivcilik, sanat tarihi bölümlerinden öğretim görevlileri yer alacak. Kurul, satın alınacak yazma ve eski harfli nadir basma eserlere karar verip, değerlendirme eserlerin maddi değerlerini tespit edecek. Ayrıca bölge ve kütüphane müdürlüklerine yapılan eser bağış başvurularının kabulüne yönelik karar alacak. Alınacak eserler için 7 kişilik kurul oy kullanacak. Oyçokluğuna göre eserlerin alınıp alınmayacağı karara bağlanacak. Eşitlik halinde kurul başkanının olduğu tarafın oyu geçerli olacak. Üyeler 2 yıllığına seçilecek. Kurul, yıl içinde en az beş üyenin imzası ile toplanacak. Kurula girecek eserler, kurul toplantısından hemen önce, eser sahipleri hakkında herhangi bir bilgi içermeyecek şekilde kurul başkanına teslim edilecek.

 

Bin 195 elyazması eser satın alındı

Her yıl alım yapılan yazma eserler koleksiyonuna kazandırılacak eserler için ilk kez oluşturulan kurul, ilk toplantılarını yönetmelik yayımlanmadan önce gerçekleştirmişti. Gerçekleştirilen ilk toplantılarda başvuruda bulunan vatandaşların ellerindeki elyazmalarını değerlendiren kurul üyeleri, rekor düzeyde alım yaptı. 2014 yılı içinde kurul kararına göre bin 195 yazma eser satın alındı. 2014 yılı sonuna kadar ise 2 bin yeni eser Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı yazma eserler kütüphanelerinde bulunan koleksiyonlara kazandırılacak. 2012’de bin 44 eser, 2013’te bin 534 eser ve 2014 yılının bu dönemine kadar bin 195 eser satın alındı. Bu dönemde alınan eserler arasında; Mehmed Vasfi’nin yazdığı yaklaşık 200 yıllık Kur’an-ı Kerim, Nur Ali Şah’ın Divan adlı eserinin lake cilt kaplı bir nüshası ve Esterabadi’nin Tarih-i Nadir Şah’ı, Müzehhip Salih Zühdi imzalı 1881-82 tarihli Amme Cüzü yer alıyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 08.09.2014

VALİZDEN MONET ÇIKTI

 

Claude Monet’ye ait bir manzara tablosu, sanat tarihçisi Cornelius Gurlitt’in valizinden çıktı.

 

Mayısta 81 yaşında hayatını kaybeden Gurlitt, Nazilerin çaldığı sanat eserlerinin ticaretini yapan babasından kalan bir koleksiyona sahip. Gurlitt, çalıntı eserlerin sahiplerine iade edilmesi için araştırma yapılmasına izin vermiş ve imzaladığı anlaşmayla ekiplere yardımcı olmuştu. Münih’teki evinde çalıntı olduğu düşünülen 1000’den fazla sanat eseri bulundu.

 

Valiz ise Gurlitt’in kaldığı hastahaneye yanında getirdiği bir eşya ve ölümünden sonra ailesine teslim edildi. Eserin fotoğrafının önümüzdeki günlerde basınla paylaşılması bekleniyor.

Milliyet, 07.09.2014

KARINDEŞEN JACK'IN KİMLİĞİ 126 YIL SONRA BULUNDU!

 

Tarihin en ünlü seri katillerinden Karındeşen Jack’in gerçek kimliği son cinayetini işlemesinden 126 yıl sonra tespit edildi.

 

Karındeşen Jack tarafından 1888 yılında Londra'nın doğusunda öldürülen Catherine Eddowes'in cinayet mahalinde bulunan kana bulanmış şalı, 126 yıllık sır perdesini kaldırdı.

 

DNA uzmanı Dr Jari Louhelainen şal üzerinde yaptığı testler sonucunda ünlü seri katilin Polonya göçmeni berber Aaron Kosminski olduğunu keşfettiğini açıkladı.

 

 

Dr. Louhelainen, 2007 yılında işadamı Russell Edwards'ın İngiltere'deki bir müzayede evinden satın alıp kendisine ulaştırdığı şaldan aldığı DNA örneklerini hem Eddowes'in hem de Kosminski'nin soyundan gelen kişilerle karşılaştırdı ve elde ettiği sonuçları İngiliz basını ile paylaşarak Karındeşen Jack'in Kosminski olduğunu "şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtladığını" söyledi.

 

 

Kosminski 1888 yılında Karındeşen Jack cinayetlerinin yaşandığı dönemde Scotland Yard tarafından sorgulanan şüphelilerden biriydi.

 

En az 5 kadının hunharca katledildiği Londra'nın doğusundaki Whitechapel kentinde bir berber dükkanı işleden Kosminski 1880'li yılların başında Rus yöneticilerin baskısı nedeniyle ailesi ile birlikte İngiltere'ye göç etmiş Polonyalı bir yahudiydi.

 

 

Yaşadığı dönemde akıl hastası olduğu bilinen Kosminski cinayetlerden sonra baş şüphelilerden biri olmasına rağmen delil yetersizliği nedeniyle mahkum edilememiş ancak toplum için bir risk oluşturduğuna kanaat getiriğinden bir akıl hastanesine kapatılmıştı.

 

 

Geçmişte Karındeşen Jack'in Kraliçe Victoris'nın torunu Prens Albert Victor, ressam Walter Sickert, başbakan William Gladstone hatta yazar Lewis Caroll olduğu da iddia edilmişti. Ancak Dr. Jari Louhelainen'in DNA teyidli buluşu, tartışmalara son noktayı koymuş oldu.


Habertürk, 07.09.2014

CEYHAN'DA 3 BİN 500 YILLIK KENT ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Tatarlı Höyük kazılarında Kizzuwatna uygarlığının izlerini taşıyan kentin büyük bir bölümü ortaya çıkartıldı.

 

Adana’nın Ceyhan İlçesi'nde bulunan Tatarlı Höyük kazılarında günümüzden yaklaşık 3 bin 500 yıl önceye ait Kizzuwatna uygarlığının izlerini taşıyan kentin büyük bir bölümü ortaya çıkartıldı.

 

Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) işbirliğinde Tatarlı Höyük’te 2007 yılında başlatılan kazıların bu yılki etabı devam ediyor. Hitit ve Kizzuwatna uygarlıklarını yansıtan bir şehrin gün yüzüne çıkarılmasına dönük kazıda günümüzden yaklaşık 3 bin 500 yıl önceye ait olan Kizzuwatna uygarlığının izlerini taşıyan tapınak kompleksi çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğu bildirildi.

 

ÇÜ Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Kazı Başkanı Yrd. Doç. Serdar Girginer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, MÖ 2′inci bin yılda Tatarlı Höyük yerleşmesinin kutsal özellikler gösteren dini bir merkez olduğunu belirtti.

 

Bu yerleşkenin yukarı kısmında 3 ayrı bölgede ÇÜ görevlileri ve uzman arkeologları nezaretinde 25 kişilik bir ekip, ayrıca Tatarlı ile çevre köylerden yaklaşık 35 işçi ile çalışmalarını sürdürdüklerini ifade eden Girginer, “Ünlü Hitit Kraliçesi Puduhepa’nın gençlik yıllarını geçirdiği Lawazantiya kentinin, Tatarlı Höyük ile aynı yer olduğunu düşünüyoruz. Bu kent, bilim insanlarının çok uzun yıllardan beri aradığı bir kent. Aynı zamanda bu yerleşim, Hititler döneminde Çukurova’da yer alan Kizzuwatna Ülkesi’nin de en önemli iki kentinden biri. Henüz bu yerleşmenin 50′de biri kazılmış durumda.”

 

Kraliçe Puduhepa, marka değeri

Girginer, kazının Kraliçe Puduhepa ve onun bir müddet yaşadığı Lawazantiya kentini içermesin Çukurova bölgesinin turizmi için son derece önemli olduğuna, bunların marka değeri olabileceğine işaret etti.

 

Tatarlı Höyük kazısının kısa bir sürede tanındığını ve kazı alanına gelen ziyaretçi sayısının her sene önemli miktarda arttığını ifade eden Girginer, “Bu konu doğal olarak turizmle ilişkili. İklim müsait olduğu için artmasını umduğumuz maddi desteklerle bu çalışmaların her yıl 5-6 ay sürmesi Ceyhan ve bölgeye daha yararlı olacaktır. 4-5 sene içinde açığa çıkarılan dini ve resmi yapıları, çevre düzenlemeleriyle birlikte de tüm yerleşmeyi bir Arkeopark olarak sunmayı planlıyoruz” dedi.

haberler.com, 06.09.2014

YOĞURT DEVRİ

 

Bursa Yenişehir'de 8 bin 600 yıl öncesine ait süt ve yoğurt kalıntıları bulundu.

Barcın Höyüğü'de arkeolojik kazı çalışmalır yürüten Hollanda Araştırma Enstitüsüne bağlı arkeologlar, yerleşimin 500-600 sene sürdüğü o dönemde bölgede yaşayan insanların sütten yoğurt ve kaymak gibi işlem görmüş yiyecekleri üretip tükettiğini belirledi.

Kazı grubu başkanı ve Enstitü müdürü Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen, yaptığı açıklamada, İnsanların 8 bin 600 yıl önce burada küçük bir köy oluşturup yaşadığını tespit ettiklerini söyledi.

Takvim, 06.09.2014

DOĞUNUN KAPADOKYASINA İLGİ ARTIYOR

 

 

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 2012 yılında Dünya Geçici Miras Listesi'ne alınan Narman Peribacaları turizmin yanı sıra gelin ve damatların en mutlu günlerine de tanıklık ediyor.

 

Erzurum'da evlenen bazı çiftler, en mutlu günlerini fotoğraf stüdyoları yerine UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 2012 yılında Dünya Geçici Miras Listesi'ne alınan Narman Peribacalarında ölümsüzleştiriyor.





Türkiye'nin peribacaları ile ünlü Kapadokya bölgesine benzerliğiyle dikkati çeken Narman Peribacaları, yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

 

Turizmin yanı sıra Doğu'nun Kapadokya'sı olarak da bilinen kırmızı peribacalarında gelin ve damatlar, en mutlu anlarını ölümsüzleştiriyor. Fotoğraf stüdyoları yerine doğasıyla büyüleyen peribacalarını tercih eden çiftler, düğün günlerini unutulmaz kılıyor.





Oluşumu ve görünümüyle ilgi gören peribacalarına yakınlarıyla giden çiftlerden Nutullah ve Hilal Kaplan, peribacalarının farklı bölümlerinde çektirdikleri karelerle mutlu günlerini ölümsüzleştirdi.

 

Damat Kaplan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, fotoğraf çektirmek için ilçeye 7 kilometre uzaklıktaki peribacalarını tercih ettiklerini belirterek, beyaz gelinlikle kırmızı rengin bütünleştiğini söyledi.

 

Yapay ortamlar yerine doğa ortamını tercih ettiklerini vurgulayan Kaplan, "Albümümüzde, kırmızı peribacaları da yer alacak. Fotoğraf çektirmek için güzel bir yer. Gelinlikle, kırmızı peribacaları bayrağın rengini oluşturuyor" diye konuştu.

Akşam, 06.09.2014

AKDENİZ'DE TUNÇ ÇAĞI'NA AİT LİMAN KALINTILARI BULUNDU

 

 

Türk bilim heyetince yürütülen çalışmalar kapsamında Akdeniz’de Tunç Çağı'na ait liman kalıntıları ile 2 bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen 12 batığa ulaşıldı.

 

AA muhabirinin Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü internet sitesinden derlediği bilgiye göre, Türkiye kıyılarında 1959 yılında başlayan ve çoğunlukla yabancı heyetler tarafından yürütülen arkeolojik sualtı araştırmaları Türk bilim heyetlerince yürütülüyor. 1959-2014 döneminde biri dışında tamamı yabancı heyetlerce yürütülen su altı kazıları da yine Türk bilim insanları ve Müze Müdürlükleri başkanlığında sürdürülüyor.

 

Bu yıl Türkiye kıyılarında Dokuz Eylül Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Harun Özdaş ile Selçuk Üniversitesi (SÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz tarafından sürdürülen çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı izin ve destekleriyle ilerliyor.

 

Özdaş tarafından Ege ve Akdeniz kıyılarında yürütülen arkeolojik yüzey araştırması çalışmalarıyla su altında bulunan mimari kalıntıların, liman yapılarının ve batıkların, çapalama alanlarının tespiti yapılarak belgeleniyor.

 

Tarihsel batıklar üzerinde çalışmalar

Aynı zamanda 2015 Çanakkale Deniz Savaşı’nın 100. Yılı Etkinlikleri kapsamında Çanakkale sahil şeridinde batan savaş gemileri ve Çanakkale’nin denizcilik tarihi içindeki önemini ortaya çıkaracağı düşünülen diğer tarihsel batıklar üzerinde de araştırmalar yapılıyor.

 

Söz konusu çalışmalarda Piri Reis Araştırma Gemisi kullanılıyor. Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz tarafından da Antalya kıyılarında su altı araştırmalarına devam ediliyor. Öte yandan, Türkiye kıyılarında yürütülecek su altı arkeoloji çalışmalarında kullanılacak olan SÜ Sualtı Araştırmaları ve Uygulama Merkezi’ne ait, Selçuk-1 isimli Sualtı Kazı ve Araştırma Gemisi de geçtiğimiz günlerde denize indirildi.

 

Görsel haritalar çıkartılıyor

Selçuk-1 ve beraberindeki Sonar teknesi ile Yrd. Doç.Dr. Öniz başkanlığındaki 20 kişilik bilimsel ekiple yürütülen çalışmalarda, Akdeniz’de Tunç Çağı’na ait liman kalıntıları ile 2 bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen 12 batığa ulaşıldığı bildirildi. Kemer’de bulunan SÜ Sualtı Araştırma Merkezi de çalışmalarda merkez olarak kullanılıyor.

 

Çalışmalar kapsamında, teknolojik altyapı kullanılarak su altının görsel haritaları çıkartılırken, dalıcı marifetiyle fotoğraflama ve kayıt çalışmaları da sürdürülüyor. Bakanlık tarafından yakından takip edilen ve desteklenen su altı araştırma ve kazılarına ekim ayına kadar devam edilmesi düşünülüyor.

 

Tabak Batığı Kurtarma Kazıları

Türkiye kıyılarında yürütülen su altı araştırmaları yanında bağımsız olarak gerçekleştirilen tek sualtı kazısı olma özelliği taşıyan Tabak Batığı Kurtarma Kazıları, Özdaş ve Öniz’in bilimsel danışmanlığındaki bir ekip tarafından Antalya Müze Müdürlüğünün başkanlığında devam ediyor.

 

Antalya kıyılarında yer alan Doğu Roma dönemine tarihlenen batıkta yürütülen kazı çalışmaları, Bizans tabak ticaretinin ulaştığı en uzak noktayı göstermesi açısından önem taşırken, antik çağdan çok sayıda tabağın gün ışığına çıkarılması, dönemin deniz ticaret tarihi hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşılması açısından da merakla takip ediliyor.

haberler.com, Haber: Metin Bolat, 06.09.2014

 

******


EN ESKİ BATIKLARDAN BİRİ

 

Ege Denizi’nde tunç dönemine ait bir batık bulundu. Marmaris Hisarönü Körfezi’nde keşfedilen buluntu, Türkiye’nin en eski batığı Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Uluburnu’ndan daha eski.

 

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknoloji Enstitüsü bilim adamları 2014 su altı arkeoloji çalışmalarında önemli bir başarıya imza attı.

 

“Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi” kapsamında yürütülen Türkiye Kıyıları Batık Envanteri çalışmalasında özellikle Osmanlı Dönemi batıkları üzerinde yoğunlaşıldı. İlk etabı Bodrum’dan Finike’ye kadar olan bölgede gerçekleştirililen çalışmada 35 farklı alanda yapılan 100’ün üzerinde dalışta 10 adet yeni batık bulundu.

 

Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen ve STS Bodrum Okul Gemisi’yle gerçekleştirilen çalışmaların ikinci bölümünde ise günümüzden yaklaşık 4000 - 4500 yıl öncesine ait Tunç Çağı’na tarihlenen bir batığın izlerine ulaşıldı.

 

Dokuz Üylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknoloji Enstitüsü ile Ege Bölgesi Araştırma ve Uygulama Merkezi (EBAMER) müdür yardımcılıkları görevini de üstlenen Doç.Dr. Harun Özdaş başkanlığında yürütülen çalışmada, Tunç Çağı Batığı’na ait kalıntılar arasında çok ender görülen amphora formunun yanı sıra, gaga ağızlı testiler ve değişik formlarda seramik kaplara rastlandı.

 

Doç.Dr. Harun Özdaş, Hisarönü Körfezi’nde yapılan çalışmalarda daha önce 5-6 atık tespit edildiğini belirtirken şunları söyledi:

“Yaptığımız çalışmalarda bize göre daha dogrusu bölgemızin, Türkiye’nin en eskı batıklarından bir tanesini keşfettik. Batık , Hisarönü Körfezi’nde karşımıza çıktı. Çalışmalarımız bu bölgede yogunlaşmıştı. Bunun nedenı de daha öncekı yıllarda buldugumuz 5-6 tane batık vardı. Bu batıkların bulundugu cografyada daha ayrıntılı çalışma gereksinimi hissettik. Bu çalışmaya baglı olarak da bölgedeki incelemelerimizi yogunlaştırdık ve bir tunç çagı batığıyla karşılaştık. Batık günümüzden yaklaşık 4000 yıl öncesine tarihlenıyor. İlk tunc çagının sonu orta tunc gibi görunmekte. Yanı MÖ. 1700-1900 yılları arasına tarhiliyoruz. Türkıye kıyılarında bulunmuş olan en eskı batık. Batıkda amforalar ve degısık formda kaplara rastladık. Bütün bunların en önemlı özellıgı hisaronu çevresınde yanı Rodos kanalını geçtikten hemen sonra biz anadolunun kıyılarındakı ilk denızcılerle karşılaşmış olduk.”

 

 

Buluntuyla büyük bir heyecan da yaşadıklarını belirten Doç.Dr. Özdaş, buluntuların özelliklerini de anlattı.

“Buldugumuz amfora formları gövdeden kulplu birde gaga ağızlı testiler çıktı. Özellikle gaga ağızlı testiler tunç çagının tipik malzemeleri oldugundan aynı zamanda amforalarda anadoluda üretılen ilk amfora tıplerı. Daha öncekı yıllarda yapılan çalışmalarda bunların biraz daha farklı formlarının tespiti yapılmış. onlar MÖ 16 yüz yıla tarihlenmiş. Fakat bızım buldugumuz gaga ağızlı testiler baktığımız zaman bu bahsettiğim tarih karşımıza çıkıyor. Amforlardan bir tanesini çıkarttık Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzise’ne teslim ettik. Bunun içerisindeki çamuru da eleyerek içinde bazı organik materyale ulaşma şansımız oldu. Bunu da karbon 14 ile tarihlemesini yapmayı planlıyoruz. Bunu yaptıktan sonra da kesin bir tarıhleme yada kesine yakın bir tarihleme elde etmeyi umuyoruz.”

 

Özdaş, teknenin bir ticari araç olduğunu düşündüklerini de söyledi. Özdaş, “Büyük olasılıkla ticari bir tekne. Amforalar içerisinde bir tür kargo taşıdıgını düşünüyoruz. Ama ne oldugu hakkında bızımde çok net fikrimiz yok. Bu ancak kazı sonrası belli olacak. Girit ve Minos bölgede baskın bir medenıyet. Genellıkle kabul edilen görüş Girit’in bölgede ticari faaliyette bulundugu. Gemileriyle bu bölgede aktif olduğu. Biz de böyle olduğunu düşünüyoruz. Giritli denizcilerin kullandıgı gemilerden biri oldugu muhtemel bir gemi. Ne taşıdıgı kazı sonrası ortaya çıkacak. Bunlar büyük gemiler değil ancak insanlık tarihıne denizcilik açısından ilk verileri sunması açısından çok önemli. İlk örnekler ilk denızcıler Giritli veya Guneybatı Egeli olması açısından çok önemlı. Çünkü bugune kadar böyle bir gemı henüz tespit edilemedi. Bulundugu ortam açısından önem arzediyor. Çünkü o belgede toplam 9 tane batık tespiti yaptık. İlk örnek bahsettıgım tunc cagı ve daha sonra bızans’a kadar giden örnekler” dedi.

Ülkemiz kıyılarında şimdiye dek bulunan en eski batık, Kaş Uluburun Batığı, MÖ 1400’lere tarihlenmişti. Bununla birlikte, son 50 yılda Tunç çağına tarihlenen toplam 3 adet batık bulundu, gaga ağızlı testi örneklerine ise sualtında bu çalışmayla ilk kez rastlandı. Batıktan çıkarılan eserler konservasyon ve analiz için Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi.

 

Bu eserlerin içinde bulunan organik buluntuların tarihleme çalışmaları devam ediyor.

Bölgedeki sualtı arkeolojik çalışmaların 2015’te başlaması planlanıyor.

Ntvmsnbc, 10.09.2014

9 BİN YILLIK SARAY

 

Mersin’in merkez Toroslar İlçesi'nde bulunan ve tarihi geçmişi MÖ 7 binlere varan Yumuktepe Höyüğü’nde kazı çalışmaları devam ediyor.

 

 

 

İtalya’nın Lecce Üniversitesi’nden Prof.Dr. İsabella Caneva başkanlığında yürütülen çalışmalarda, o döneme ait dev bir saray, odalarıyla birlikte ortaya çıkartıldı. Caneva, "Burası o döneme göre çok acayip çok daha anıtsal bir sarayı gösteriyor" dedi.





"HÖYÜKTE HER ŞEY VAR"

Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden olan Yumuktepe Höyüğü’ndeki çalışmalarla ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulunan İtalya’nın Lecce Üniversitesi’nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. İsabella Caneva, 11 Ağustos’da kazı çalışmalarına başladıklarını ifade ederek, "Yaklaşık 1 aydır çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kazı çalışmaları 1 ay daha sürecek. Şu anda ekipte 13 kişiyiz. Arkeolog, restoratör, boncuk ve botanik uzmanı ile öğrenciler kazılarda bulunuyor. Höyükte her şey var. MÖ 7 binden itibaren Ortaçağ’a kadar devam eden bir yerleşme. Hedef çok eskiden az bilinen dönemlere bakmak. O yüzden en aşağıda bir açma açtık. Yani en eski tabakalarda kazıyoruz. Ondan sonra Hitit tabakalarını inceliyoruz. Ondan sonra Ortaçağına ait sadece tepenin zirvesine eskiden bir kazı yapıldı ve orada bir kilise var. Fakat kilisenin dışında bir köy vardı ve köy tepenin eteğinde teras olarak bulunmuş, ona bakıyoruz. Çünkü Ortaçağı tabakalarında kilisi ya da kutsal binalara bakılıyor ama etrafındakilere bakılmıyor. Biz o etraftaki köyler üzerinde çalışıyoruz" diye konuştu.





"ORTAYA ÇIKAN SARAY ÇOK ACAYİP DAHA ÇOK ANITSAL BİR SARAYI GÖSTERİYOR"

O döneme ait bir saray ortaya çıkardıklarını vurgulayan Caneva, "Tabi kazı çalışmalarımız Yumuktepe’nin en meşhur tabakasında, kalkolitik sarayda sürüyor. MÖ 4 bin 500 yıllarına ait bir saray burası. Bu sarayın devamını arıyoruz. O döneme göre çok acayip daha çok anıtsal bir sarayı gösteriyor. Şimdiye kadar içinde kazı yaptık. Salon ve yanındaki odaları çıkardık. Şimdi onun dışındaki yerleşmeleri arıyoruz. Şu anda onun yanındaki yolda kazı yaptık. Yol bile döşemeli. Yol ve saray arasında çok iyi yapılmış kaldırım bulundu. Bu ilk defa ortaya çıkıyor. Bir evde kase, tencere ya da değişik çeşit kaplar var. Ancak burada sadece 2 çeşit kap var. Depo kaplar ve yanında yüzden fazla kase. Demek ki normal bir aile mutfağı değildi ama yemek dağıtımı vardı. Belki işçilere ya da misafirlere yemek veriliyordu. O zaman çok insan olduğunu gösteriyor ki kaseler seri üretim yapılmış. Tabii o zaman para yoktu ama iş vardı. İşçiler çalışıyordu. Para yerine yemek veriliyor da olabilir. Çünkü bu sistemi daha sonraki dönemlerden biliyoruz. Ancak bu çok eski önemli olan bu. Demek ki bu sistem hemen hemen bin sene daha önceden başlıyor" şeklinde konuştu.

 

Bu bölgenin çok önemli bir tarih olduğunun altını çizen Caneva, "Detaylı olarak çok güzel boncuklar, bir sepet izi ve buna benzer çok detaylar bulundu. Genel olarak istediğimize ulaştık. Sarayı genel anlamda ortaya çıkardık. Ama her zaman bir sürpriz oluyor. Çünkü burası tam bir saray. Sanki biraz abarttık gibi ama yok abartmadık. Kazdıkça bir şeyler buluyoruz" dedi.

Akşam, 06.09.2014

 

******


6 BİN 500 YILLIK SARAY BULUNDU

 

Obeyt Uygarlığı'nın izlerini taşıyan sarayın ve dışındaki kaldırımın kalitesi kazı ekibini şaşırttı.

 

Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mersin'deki Yumuktepe Höyüğü'nde devam eden arkeolojik kazılarda, tarihi izleri milattan önce 4 bin 500'lü yıllara uzanan bir "saray"ın kalıntıları bulundu. Sarayın dışındaki kaldırımın kalitesi, kazı ekibini bile şaşırttı.

 

 

Tarihi izlerinin MÖ 7 binli yıllara uzanması ve bu dönemden 13. yüzyıla kadar kesintisiz yerleşim yeri olması nedeniyle "Medeniyetler Beşiği" adıyla anılan merkez Toroslar İlçesi Yumuktepe Höyüğü'ndeki arkeolojik kazılar, İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İsabella Caneva'nın başkanlığında devam ediyor.

 

 

Caneva, kazı çalışmalarıyla ilgili yaptığı açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarının bir aydan beri devam ettiğini, bu süreçte güzel sonuçlar elde ettiklerini söyledi.

 

 

Kazıların restorasyon çerçevesinde ilerlediğini anlatan Caneva, çalışmaların MÖ 5 binli yıllarda oluştuğu tahmin edilen kalkolitik döneme ait tabakalarda yoğunlaştığını belirtti.

 

 

"BÜYÜK YA DA ELİT BİR AİLE YAŞIYORDU"

Caneva, Yumuktepe'de bir saray kalıntısının olduğunu geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda tespit ettiklerini ifade ederek şunları anlattı:

 

 

"Yeni kazılarımızda bu sarayı tam hatlarıyla ortaya çıkarabildik. Saray diyoruz çünkü büyük bir bina. Milattan önce 4 bin 500'lü yıllara, geç kalkolitik dönemine ait bir bina. O zamanlarda normal evler çok küçük, bir iki odalı, ama burada çok büyük bir salon var. Sadece büyük değil aynı zamanda kaliteli bir bina, her oda kerpiçle iyice döşenmiş"

 

 

"Buranın içerisinde ne var? O dönemlerde ailelerde 2-3 adet tencere, en fazla 11 tane de kase olurdu. Burada depo kaplar ve 200'e yakın çömlek ve kase bulundu. Demek ki burada yemek çok fazla insana veriliyordu. Ya işçilere, ya da misafirlere veriliyordu bu yemekler. Buradakiler normal bir aile değildi, büyük bir aile ya da elit bir aileydi."

 

 

Saray kalıntılarının Mezopotamya'da çok fazla bilinen Obeyt Uygarlığı'nın izlerini yansıttığını ifade eden Caneva, "Burası normal evlere göre daha anıtsal ve kaliteli bir şekilde yapılmış. Sarayın dışarısında iyi yapılmış bir kaldırım var. Böyle bir kaldırımı daha önce hiç görmedim, belki literatüre biraz bakarım. Ama bu kadar kaliteli bir şey olacağını beklemiyordum. O da önemli bir şey gelişme oldu" diye konuştu.

 

 

KAZI TARİHİ 1930'LU YILLARA DAYANIYOR

Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden olan Yumuktepe Höyüğü'nde ilk arkeolojik kazılar İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapıldı.

 

 

İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılara 1946'da yeniden başlanıp 1947'de çalışma sonuçlandırıldı. 1992 yılında hazırlanan ve 1993 yılında başlanan 'Yumuktepe Arkeolojik Kazısı' çalışmaları ise her yaz sürdürülüyor.

Habertürk, 10.09.2014

ASPENDOS'TA ARKEOLOGLARI ŞAŞIRTAN BULUŞ: ANADOLU'DA BENZERİ YOK

 

Yüzey araştırmalarından sonra kapsamlı kazı çalışmalarının başlatıldığı Aspendos antik kentinde, büyüklüğüyle benzerine bugüne kadar Anadolu'da rastlanmayan, tapınaklarda kült heykellerin bulunduğu hekatompedos yapısına rastlandığı bildirildi.

 

 

Aspendos antik kenti kazıları sırasında bulunan, tapınaklarda kült heykelin yer aldığı hekatompedos yapısının Anadolu'da bir benzerinin olmadığı bildirildi - Aspendos Kazı Başkanı Doç.Dr. Köse: "Bu buluntu ve 2013 sezonunda agoranın batısında bulunan erken Demir Çağı'na tarihlenen seramik ve pişmiş toprak heykelcikler, Aspendos'un tarihini en az 500-600 yıl daha erkene çekmektedir"

Antalya'nın Serik İlçesi sınırlarında bulunan 2 bin yıllık Aspendos antik tiyatrosu, zaman zaman sanatsal ve kültürel organizasyona ev sahipliği yapıyor. Kente gelen turistlerin en çok ziyaret ettiği tarihi yapılar arasında yer alan antik tiyatronun içinde bulunduğu Aspendos antik kenti ise yeterince tanınmıyor.

İlk kez 2008 yılında yüzey araştırması olarak başlayan Aspendos antik kenti kazıları, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Veli Köse başkanlığında daha kapsamlı hale getirildi. Kazılar, bu sezon, doğu düzlüğü, dükkan alanları ve Roma bazilikasında devam ediyor.

- "Anadolu'da benzeri yok"
Doç.Dr. Veli Köse, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son üç yıllık çalışmaların en önemli buluntusunun jeofizik çalışmalar neticesinde tespit edilen ve halen toprak altında bulunan apsisli bir hekatompedos yapısı (Tapınaklarda kült heykelinin bulunduğu mekanın sütunlarla çevrili olan kısmı) olduğunu bildirdi.

Bu büyüklükteki bir yapının benzerine Anadolu'da rastlanmadığını, az da olsa örneklerinin Yunanistan'da bulunduğunu belirten Köse, "Bu buluntu ve 2013 sezonunda agoranın batısında yer alan erken Demir Çağı'na tarihlenen seramik ve pişmiş toprak heykelcikler, Aspendos'un tarihini en az 500-600 yıl daha erkene çekmektedir" dedi.

- "Kent tiyatronun hemen arkasında"
Kazıların, Aspendos'un sadece tiyatrosuyla bilinen ününe gölge düşürmeyeceğini ifade eden Köse, çalışmaların, kentin antik yaşantısına ışık tutacağının altını çizdi.

Aspendos Tiyatrosu'nun yurt içi ve yurt dışında tanındığını vurgulayan Köse, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bazıları tiyatroya bakarak, burada kazıların bitmiş olduğunu sanıyordu. Herkes sadece tiyatroyu gördüğü için bunu söylüyordu. Tiyatro Aspendos'u ünlendiren bir yapı ancak asıl kent, tiyatronun hemen arka tarafındaki tepenin üzerinde. Meclisi, pazar alanı ve diğer antik şehirlerde görülen abidevi yapılar burada görkemli bir şekilde yer almakta. Aspendos'un hiç bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Antik kentin yeniden ortaya çıkarılması için çevre düzenleme çalışmaları yapılıyor. Büyük bir bölümü otlar ve çalılıklar altında kalan yapılar yüzeyin temizlenmesiyle ortaya çıktı. Önümüzdeki kazı dönemlerinde buradan çok daha fazla bizleri şaşırtan eserler çıkmasını bekliyoruz."

- Roma bazilikasındaki sütunlar dikkate değer
Doç.Dr. Veli Köse, bu yıl kente girişe izin veren doğu kapısının hemen batısında yer alan doğu düzlüğünde çalıştıklarını, altında kanalizasyon kanalı bulunan caddenin doğu kenarında genişletme kazıları yapıldığını ifade etti.

İki katlı dükkan olduğu düşünülen komplekste de çalışmalarının sürdüğünü belirten Köse, bu komplekste kuzeyden 7 ve 8. dükkanların kazıldığını kaydetti. Köse, "Henüz kazısı tamamıyla bitirilmese de odaların portikosunda (sundurma) mozaik olduğu tespit edilmiştir. Odalarda bazı bronz sikkeler ve baklava formunda tuğlalara da rastlandı" dedi.

Roma bazilikasında da kazıların sürdüğünü anlatan Köse, duvar ve döşeme benzeri kalıntıların, bu alanın geç antik dönemde de kullanılmış olduğuna işaret ettiğini bildirdi.

Bu sezonun en önemli buluntularından birinin Roma bazilikasındaki galerilerinden birinde bulunan sütun kaidesi olduğunu belirten Köse, kaidenin süslemesinden dolayı milattan sonra 1. yüzyıl başlarına tarihlenebileceğini söyledi.

Cumhuiyet, 05.09.2014

TARİH BİLGİMİZ DEĞİŞECEK

 

 

İzmir’de yerleşik yaşamın 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını ortaya koyan Yeşilova Höyüğü’nde yapılan kazılarda 100’e yakın yeni tarihi eser çıktı.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesi’nin desteği ile sürdürülen kazı çalışmalarının sonuçları kamuoyu ile paylaşıldı. Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila ve Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin ile Karacaoğlan ve Yeşilova Mahalleleri Kültür ve Dayanışma Derneği (KAYED) Başkanı Ramadan Güler kazı çalışmalarına verdikleri desteği sürdüreceklerini açıkladı.


Yeni dönem kazı çalışmalarının başlatıldığı Yeşilova Höyüğü’nden geçtiğimiz yıl içinde çıkarılan tarihi eserler tanıtıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesi’nin desteği ile sürdürülen kazılardan elde edilen eserler, Bornova Belediyesi’nin yaşama geçirdiği kazı alanının yanında bulunan Tarih Öncesi Yaşam Müzesi’nde gün yüzüne çıkarıldı. Kazı alanının çevresindeki Karacaoğlan ve Yeşilova mahallelerinin sakinlerinin kurduğu KAYED’in 5’incisini düzenlediği geleneksel kahvaltı, tarih duyarlılığını bir kez daha ortaya koydu. Toplantıya Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila, Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, KAYED Başkanı Ramadan Güler, meclis üyeleri ve vatandaşlar katıldı. Heyet, kazı alanında yapılan çalışmalar ve İzmir’in 8 bin 500 yıllık tarihe sahip olduğunu ortaya koyan eserler hakkında bilgi aldı.

 

BOYNUZLU KAPLAR BULUNDU

Geçen dönem kazı çalışmalarında Yeşilova Höyüğü Kazı Alanı’ndan 100’e yakın buluntu çıkardıklarını söyleyen Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, 9 yıldır aynı alanda çalıştıklarını vurguladı. Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila, Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz ve KAYED’e verdiği destekler nedeniyle teşekkür eden Derin, “Burada yaşanan kültürü yeniden canlandırmak istiyoruz. Günümüzden 8 bin 500 ve 5 bin yıl öncesine ait zengin buluntular elde ettik. Buğdayı öğütmek için yaptıkları havandan, sıvı kap testileri var. Bu yıl en çok dikkat çeken ise 5 bin yıllık boynuzlu kaplar. Yaptıkları kaplarda savaşçılık özelliklerini yansıtmışlar. Metal ve bronz işlemesinde kullandıkları döküm aleti bulduk” dedi.


KAYED Başkanı Ramadan Güler, derneklerini 2010 yılında kurduklarını, tarihi ve kültürel dokuya sahip çıkmak için çalışmalar yaptıklarını söyledi. Kazı sezonunda çalışmaları desteklemek ve çıkan eserlerin daha çok kişiyle paylaşılması için kahvaltı organizasyonlarını yaptıklarını belirten Güler, desteklerinin artarak devam edeceğini söyledi.

 

KAZI ALANININ ÜÇ ÖNEMLİ ÖZELLİĞİ VAR

Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Yeşilova Höyüğü kazı çalışmalarını çok önemsediklerini belirterek, “Bu kazı alanının üç önemli özelliği var. Birincisi tarihi bilgilerimizi değiştiriyor. 8 bin 500 yıllık bir yerleşkenin ilk buluntularını ortaya çıkardı. İkincisi kentin içinde olması nedeniyle uzun süreli açık bir kazı alanı. Üçüncüsü de bir derneğin bu işe sahip çıkması. Bunu Türkiye’ye örnek bir proje olarak sunuyoruz. Kültüre sahip çıkmak sadece üniversitenin, yerel yönetimin, kültür bakanlığının değildir. Asıl sahip çıkması gerekenler o kentte yaşayanlar. Bu nedenle KAYED’i kutluyorum” dedi.

 

"GÖNÜLLÜ ELÇİ OLACAĞIZ"

Bornova Belediye Başkanı Olgun Atila, Bornova’da amaçlarının öncelikle turizmi canlandırabilmek olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: “Bu anlamda Yeşilova Höyüğü sadece Bornova ve İzmir için değil ülkemiz ve dünya için de çok önemli bir kazı alanı. Farklı kültürlerin geçmişte ve günümüzde yaşadığı Bornova’da çıkarılan bu eserleri ilk olarak burada yaşayanların görebilmesi büyük bir şans. Buraya turist olarak gelecek insanlara da bizler gönüllü rehberlik yaparak Bornovamızın ve İzmirimizin tanıtımında öncülük yapacağız. KAYED’in Yeşilova Höyüğü, Homeros gibi pek çok alanda duyarlı olması bölgemiz açısından büyük şans. Önümüzdeki yıl üniversitemizin 60. kazı çalışmalarının 10. yılını büyük bir gururla kutlayacağız. Emeği geçen herkese sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Akşam, 05.09.2014

ANTİK KENTE SPONSOR ARANIYOR

 

 

Demir Çağ uygarlıkları içerisinde kurulmuş kentlerden biri olan Pedasa antik kentindeki kazı çalışmalarının hızlandırılması için destek bekleniyor.

 

Bodrum İlçesi'ne bağlı Konacık beldesinde yapılan kazı çalışmalarında, Pedasa antik kenti günyüzüne çıkarılıyor.

 

Kültür Ve Turizm Bakanlığı ile Muğla Üniversitesi adına 8 yıl önce başlatılan kazı çalışmaları, Athena kutsal alanı, mezarlık alanı, karakol binası, platform mezarları ve akropoliste sürüyor.

 

Pedasa Antik Kenti Kazı Başkanı, Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Adnan Diler, Pedasa Antik Kenti’nin Demirçağ uygarlıkları içerisinde kurulmuş kentlerden biri olduğunu söyledi.

 

Pedasa kentinin de içinde bulunduğu Karia Bölgesi’nin Anadolu’nun doğu ve batı kültürlerinin buluştuğu güneybatı köşesindeki antik yerleşimler bakımından en zengin bölgelerinden biri olduğunu ifade eden Diler, “Antik belgelerde Troya savaşı sırasında ve sonrasında adlarından söz ettiren Lelegler, Karya Bölgesi’nde, bugünkü Bodrum Yarımadası’nda sekiz kent kurmuştur. Kurulan bu şehirlerin en önemlilerinden biri de Pedasa’dır” dedi.

 

Yerleşim merkezindeki surla çevrili akropol ile onun nekropol (mezarlık) alanları, tarım terasları ve çiftlik evleri ile Pedasa’nın bir Leleg kenti olduğunu belirten Diler, “Belgelerde adından sıkça söz edilen ve bu nedenle iyi tanınan Pedasa antik kentinde yürütülen yüzey çalışmalarının ardından sistemli arkeolojik kazılar 2007 yılından itibaren başlatılmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Muğla Üniversitesi adına yürütülen kazı çalışmalarına destek bekliyoruz” diye konuştu.

 

Pedasa kazılarının 8′inci yılına başlandığını dile getiren Diler, antik kent için hazırlanan projelerin hayata geçirilmesi için iş adamlarının desteğini beklediklerini kaydetti.

 

Arkeolog Nuray Pehlivan ise Kültür Ve Turizm Bakanlığı’nın 2007′den bu yana Pedasa’ya destek verdiğini ifade etti.

 

Pedasa’nın ayağa kaldırılması için daha çok desteğe ihtiyaç duyulduğunu belirten Pehlivan, “Bakanlığa ek olarak buraya sponsorların destek vermesi gerekiyor. Buradaki kazıların çok daha hızlı ve etkili yapılabilmesi için desteğe ihtiyaç var. Kazılar bölge turizmine ciddi anlamda katkı sağlayacaktır” dedi.

haberler.com, 04.09.2014

DÜNYANIN EN ESKİ KERPİÇ SARAYINA ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Malatya’daki Aslantepe Höyüğü'nde bulunan ve “dünyanın en eski kerpiç sarayı” olduğu belirtilen yapıyı, 8 ayda 15 bin kişi ziyaret etti.

 

Roma La Sapienze Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Aslantepe Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aslantepe’deki kazılarda ortaya çıkardıkları sarayın 2011 yılında açık hava müzesine dönüştürüldüğünü hatırlattı.

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi”ne Türkiye’den son dahil edilen 13 alandan biri olan ve milattan önce 5 binli yıllara tarihlenen Aslantepe Höyüğü’nün tarih açısından önemine dikkati çeken Frangipane, “Malatya Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nden aldığım bilgiye göre, sene başından ağustos ayına kadar burayı 15 bin kişi ziyaret etmiş. Şimdi daha çok ziyaretçi var. Yaz mevsimi, ağustos-eylül döneminde çok daha fazla geliyorlar ancak yabancı turist az, daha çok Türkiye’den geliyorlar. O zaman, daha çok tanıtım lazım” diye konuştu.

 

Bu tarihi mekanın dünyanın her yerinde bilinmesi gerektiğini vurgulayan Frangipane, “Tabii, bilim adamları biliyor. Bu sene Amerika’da, Almanya’da ve Fransa’da konferanslar verdim ama insanlar fazla bilmiyor. O zaman daha anlatmak lazım. Bunun için Türk profesörlerle, Malatya Arkeoloji Müzesi ve Valilikle çalışıyoruz. Burası, tarih için çok önemli, dünya tarihi için önemli” ifadesini kullandı.

 

Açık hava müzesinde güvenlik tedbirlerinin artırılması gerektiğini belirten Frangipane, “Gündüz bir bekçi var. Çok iyi bir bekçi ama o adam gidiyor, geliyor, gidiyor, geliyor, kapı açık kalıyor. Valilikle konuşacağım, en az bir bekçi daha lazım. Bizim bekçi var ama bizim bekçi kazı evine bakıyor, depoya bakıyor, kazı alanına bakıyor. Yetmez. O zaman daha çok turist için daha güzel ve organize bir şey olacak” dedi.

 

Frangipane, Nemrut Dağı’nın Malatya’ya yakın olduğunu ifade ederek, “Şimdi bazı turlar düzenleniyor. Bu şekilde birkaç grup geldi. Malatya’ya ve Aslantepe’ye geliyorlar, sonra Nemrut Dağı’na gidiyorlar. O çok güzel. Turistler, Aslantepe’ye geliyor, çok beğeniyor” şeklinde konuştu.

 

“Medeniyetler burada başlamış”

Açık hava müzesine 3 dilde panolar koyduklarını belirten Frangipane, sarayı Türkçe, İngilizce ve İtalyanca anlattıklarını dile getirerek, şunları kaydetti:

“Saray sadece Malatya’da değil, Doğu Anadolu’da çok önemli. Medeniyetler burada başlamış. Saray, geç kalkolitik döneme tarihleniyor, milattan önce 3300-3200 yılları. O zaman Mezopotamya’da da çok önemli. Yeni sistem başladı. Sarayın çok büyük mimarisi var. Sadece tapınak değil, Mezopotamya’da büyük tapınaklar var ama buradaki Saray gibi oldu. Bu önemli. Değişik sistem, bir kompleks var. Devlet sistemi başlıyor, bürokrasi başlıyor. Buradaki kazılarda 2 bin 200 mühür baskıları bulduk. Demek ki memurlar ve bürokrasi vardı. Bu saray çok monumental (anıtsal) bir bina. İçinde değişik binalar, tapınak, avlu, depolar ve koridor var. Duvarında çok güzel çizim var. Bunun için biz koruma yaptık.”

 

Sarayın kuzeyinde kazılara devam ettiklerini bildiren Frangipane, sarayın üstünde bin yıllık tabaka olduğunu, bunu özenle kaldırmak için çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

 

Frangipane, sarayın kapısında kazılara 1979 yılında başladıklarını, kazıdan sonra tarihi yapının üstünü her sene çatıyla kapattıklarını belirterek, “Korumak için yaptık, bunun için aynen duruyor. 30 sene evvelki gibi duruyor” dedi.

 

İtalyan arkeolog Frangipane, şunları söyledi:

“Kerpiç için çok entresan bir test yaptık. En önemli şey, çatı koymak lazım, yoksa yağmur, su ve karda bozulur. İkinci şey hava. Komple kapatmak olmaz. Yoksa nem çeker. Her şey bozulur. Biz bu testten sonra açık hava müzesi için proje hazırladık. Malatya Valiliğine çok teşekkür ediyoruz, çok destek verdi. 2011 yılında üstüne çatı yaptık, kenarlarını açık bıraktık. O nedenle Saray 3 yıldır çok iyi korunuyor.”

haberler.com, 04.09.2014

ÇEŞME'DE BAĞLARARASI KAZISI GEÇMİŞE IŞIK TUTACAK

 

     

 

Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yürüttüğü İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırmalar Projesi çerçevesinde gerçekleştirilen Çeşme Bağlararası arkeolojik kazısı, öğretim üyesi Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu başkanlığında devam ediyor. Anadolu’nun bilinen en eski şaraphanelerinden birinin de bulunduğu kazılarda ayrıca, günümüzden 3 bin 700 yıl öncesine ait Çeşmelilere ait komple bir mutfak ortaya çıkarıldı. Kazılar sırasında rastlanılan bir kül tabakası ise analiz için Avusturya Atom Enstitüsü’ne gönderilmişti.






SANTORİNİ VOLKAN PATLAMASI ARKEOLOJİ DÜNYASINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR DOĞA OLAYI
Bağlararası Kazı Başkanı Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, iki yıl önceki kazılar esnasında sur duvarının dışında beyaz bir hat gibi görünen volkanik bir kül tabakasıyla karşılaştıklarını belirterek, “Bu kül tabakası çok önemliydi. Çünkü dönemsel olarak büyük bir olasılıkla bizi Santorini adasındaki volkanın patladığı döneme götürecekti. Santorini volkanının patlaması arkeoloji dünyasında çok önemli bir doğa olayı. Çünkü bütün Akdeniz’de insanlık tarihi boyunca, izleri çok geniş bir alanda izlenebilen tek doğa olayı bu. Düşünün ki bir volkan patlıyor, lavları havaya püskürüyor. O lavların külleri de Akdeniz’in üzerine iniyor. Dolayısıyla bu kül tabakası burada da bulunsa, Mısır’da, Kıbrıs’ta, Yunanistan’da da bulunsa hepsi bize o günü / o haftayı gösteriyor. Arkeolojik kazıda bu çok önemli, kesin bir veri çünkü” diye konuştu.






İKİNCİ BİR VOLKAN PATLAMASI MI VAR?
Avusturya’daki Atom Enstitüsü’ne gönderilen ve orada yapılan kül tabakası numuneleri analiz sonuçlarının kendilerini heyecanlandırdığını vurgulayan Kazı Başkanı Şahoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Her patlayan volkanın jeolojik bir imzası olur. Bu açıdan numune sadece Santorini’yi işaret etmedi. Bize verilen bilgiye göre; gönderdiğimiz numune içerisinde Santorini volkanı külleri var, ama başka bir volkanın külüyle karışmış. O yüzden durum biraz karmaşık hal aldı. Bu durumda külleri Çeşme’ye kadar gelebilecek bir mesafede ve Santorini volkanıyla aynı dönemde ikinci bir volkan patlaması daha olmuş olmalı. Bildiğimiz kadarıyla bu ikinci patlama ilk kez bizim Çeşme kazısıyla tespit ediliyor. Santorini’yi herkes biliyor ama ikinci patlama oldu mu, olduysa nerede olmuş olabilir, bu şimdilik soru işareti.”


KÜL PARÇACIKLARI BÜYÜK, UZAKLARDAN GELMİŞ OLAMAZ
“Kaynağı henüz bilinmeyen ikinci volkanik küller, Çeşme’ye yakın olan ve patlamalarıyla tarihsel kayıtlara geçen Kula veya Midilli volkanlarından gelmiş olabilir mi?” sorusu üzerine Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, “Santorini volkan patlaması günümüzden yaklaşık 3 bin 650 yıl öncesindeydi. Sözünü ettiğiniz volkanlar ise bu tarihlerde aktif değildi. Ayrıca bir nokta daha var. İkinci küllerin izini sürmek için çok uzaklara da gidemiyoruz. Çünkü numunedeki ikinci volkanın kül parçacıklarının boyutları, gökyüzünde uzun mesafelerden uçup gelebilecek büyüklükteki kül parçacıklarından daha büyük. Dolayısıyla daha yakındaki bir yerden gelmiş olması gerekiyor. Acaba bu bölgede, örneğin Sakız Adası’nda henüz bilinmeyen volkanik bir patlama olabilir mi? Konuyla ilgili çalışmalarımız sürüyor” diye konuştu.

Milliyet, 04.09.014

RESTORASYON BAHANE

 

 

Çatısı 2010 yılında yanan Haydarpaşa Garı için hazırlanan ve Anıtlar Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesine tepkiler büyüyor. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, Haydarpaşa Gar binası çatısının yangından sonra kullanılmaz hale geldiğini anımsatarak “Önce çatının aslına uygun restore edilmesi gerek. Binanın güçlendirilmesi lazım. 1 dereceden tarihi eserdir. Hiçbir eklenti yapamazsınız, fonksiyon yükleyemezsiniz. TCDD Müdürlüğü’nün hazırlamış olduğu bir başka projenin uygulamaya sokulması için restorasyon bahane ediliyor” dedi.

 

Haydarpaşa Dayanışması sözcüsü Tugay Kartal da Tarihi Gar için 2005 yılından bu yana hukuk ve sokak mücadelesi verdiklerini anlatarak mücadeleye devam edeceklerini söyledi.

Yapıcı garla ilgili yapılan bütün yeni projelerde demiryolunun deniz ile bağlantısından bahsedilmediğini belirterek “Garın iskele fonksiyonu da bitmiş durumda. Dava süreci bitmeden fiili bir durum yaratmaya çalışıyorlar. Parça parça uygulamaya geçirmek istiyorlar” dedi.

Cumhuriyet, Haber Hazal Ocak, 04.09.2014

KARATAY'DA 10 BİN YILLIK BONCUKLU HÖYÜK TANITILDI

 

 

Konya’nın merkez Karatay İlçesi Hayıroğlu Mahallesi’ndeki tarihi kazı çalışmaları sürdürülen Boncuklu Höyük, düzenlenen programla tanıtıldı.


Programa Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, İngiltere Liverpool Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Dougles Baird, Kazı Çalışmaları Başkan Yardımcısı Gökhan Mustafaoğlu, Belediye meclis üyeleri ve Hayıroğlu Mahallesi sakinleri katıldı.


Çatal Höyük’ten bin yıl daha eski olan Boncuklu Höyük’te eski dönem evleri ve ziyaretçi merkezi tanıtım programında konuşan Prof.Dr. Dougles Baird, Boncuklu Höyük insanoğlunun günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce yerleşik hayata geçiş evresinin delillerini bünyesinde barındırdığını belirterek insanlığın kültür tarihinin anlaşılması açısından çok önemli bir yere sahip olduğunu söyledi. Ele geçirilen buluntularla Boncuklu Höyük’ün, Çatal Höyük’ten bin yıl kadar daha eski bir yerleşim olduğunu ifade eden Prof.Dr. Dougles Baird, çiftçiliğin Avrupa’ya yayılmasında hareket noktasının bu topraklar olduğunu ve bu nedenle de insanlık tarihi açısından Karatay ve Konya’nın önemini vurguladı.


Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli ise, 6360 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle köy ve beldelerin mahalle olarak bağlandığını dile getirerek Hayıroğlu Mahallesi’nde bulunan Boncuklu Höyük’ün önemli bir tarihi mekan olduğunu söyledi. Karatay Belediyesi olarak buranın tanıtılması hususunda ellerinden gelen gayreti sarf edeceklerini kaydeden Hançerli, yapılan ve yapılacak olan kazı çalışmalarına destek olacaklarını dile getirdi. Boncuklu Höyük’ün dünyaya tanıtılması noktasında çalışma yapılması gerektiğinin altını çizen Başkan Hançerli, eski dönem evleri ve ziyaretçi merkezi tanıtımının hayırlı olmasını diledi.


Konuşmaların ardından İngiltere Liverpool Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Dougles Baird tarafından kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkan eski dönem evleri ve buluntuların sergilendiği ziyaretçi merkezinin tanıtımı gerçekleşti.

Milliyet, 04.09.2014

ULUCAK HÖYÜK'TE 8 BİN YILLIK ÇİPURA KEMİKLERİ BULUNDU

 

 

İzmir'in Kemalpaşa İlçesi, Ulucak Mahallesi'ndeki 1995 yılından beri kazıların devam ettiği Ulucak Höyük'te, 8 bin yıllık olduğu tespit edilen çipura çene kemikleri ve midye kabukları ile bunlardan yapılan bilezik ve kolye gibi takılar bulundu. Höyüğün denize uzak olması nedeniyle, burada yaşayanların diğer yerlerdeki insanlarla etkileşim içinde olup, değiş- tokuş yaptığı olasılığı üzerinde duruluyor.

 

Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Protohistoriya ve Ön Asya Arkeolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Özlem Çevik'in 2009 yılında kazı başkanlığın devraldığı Ulucak Höyük'ün Ege Bölgesi'nin ilk çiftçilerine ev sahipliği yaptığı ve bu ilk yerleşimcilerin 7.5 metrelik kültür tabakası boyunca evlerini birbiri üzerine inşa ederek kesintisiz 1300 yıl boyunca aynı yerde iskan ettiklerinin ortaya çıktı. 

 

Kazı çalışmaları ile ilgili bilgi veren Doç.Dr. Özlem Çevik, Ulucak Höyük'ün bu uzun iskan tarihi ile Ege Bölgesi'nde prehistorik (tarih öncesi) kültürlerin yaşam tarzının yeniden kurgulanmasında anahtar bir yerleşim yeri özelliği taşıdığını ifade etti. Doç.Dr. Çevik, "Günümüzden 9 bin yıl öncesine ait yerleşim yeri olan Ulucak Höyük, Ege Bölgesi'nde şimdiye dek bilinen en eski yerleşim yeri olma özelliğini taşıyor. Bu yıl yapmış olduğumuz kazı çalışmalarımızda, buradaki insanların yaşamlarını sadece tarım ve hayvancılığa dayalı olarak sürdürmediğini, kazı çalışmalarında bulduğumuz, çipuralara ait çene kemiklerinin yanı sıra midye kabuklarının hem besin olarak tüketildiği hem de bu kabuklarından, bilezik, kolye gibi takılar yaptıkları sonucuna ulaştık" dedi. 

 

Bölgede yaşayan insanların, çok uzak mesafelerde yaşayan insanlarla etkileşimde bulunduklarını belirten Doç.Dr. Özlem Çevik, "Bugün Ulucak Mahallesi'nin denize olan mesafesi 20 kilometredir. Günümüzden 8-9 bin yıl öncesinde bu mesafenin çok daha fazla olduğu bilinmekte. Bu kadar erken dönemde Ulucak tarih öncesi sakinlerinin denizle olan bağlantılarını sadece balık ve deniz kabuklarından değil, aynı zamanda alet yapımında kullandıkları obsidiyeni (Volkanik Cam) Melos adası kadar uzak bir bölgeden temin etmiş olmalarından da anlıyoruz. Bu da, bölgede yaşayan insanların, diğer yerleşim yerlerindeki insanlarla etkileşimde olduklarını ve aralarında bir değiş tokuş yapma olasılığını güçlendiriyor. Günümüzden yaklaşık 8 bin yıl önce şiddetli bir yangınla sona eren kerpiç evlerin içinde, seramik ve diğer kil nesnelerin yapımı için kullanılmak üzere hazırlanmış kil topaklarının üzerinde parmak izlerinin bulunması da ilginç. Bu tür parmak ve ayak izlerinin günümüzde gerekli analizleri yapılarak, söz konusu dönemde yaşayan insanların cinsiyet, kilo, boy gibi fiziksel özelliklerine dair bilgi vermesi de son derece önemlidir" dedi. 

Zaman, 03.09.2014

TARİHTEN YADİGAR 80 ESER

 

İstanbul’un Doğu Roma dönemine ait ayakta kalan tek kalesinde yapılan kazılarda günlük hayatta kullanılan 80 esere ulaşıldı.

 

En eskisi 1. Bayezid dönemine, en yenisi ise Osmanlıca yazılmış, Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait eserler arasında ilk kez, “zenne” denen hanım lülesi ve Yunan sikkesi de bulundu.

Akşam, 25.08.2014

SAHTE HEYKELLE VATANDAŞLARI DOLANDIRDILAR

 

 

Hatay’ın Erzin İlçesi'nde tarihi eser ve altın bulduklarını söyleyen kişilerin, bunları ucuza satacaklarını söyleyerek bazı vatandaşları dolandırdıkları tespit edildi. En son bir vatandaşı 130 bin lira dolandıran şahısların, ilçede yaklaşık 10 kişiyi daha aynı şekilde 1 milyon liraya yakın dolandırdıkları iddia ediliyor.

 

Erzin’de, ismi açıklanmayan bir vatandaşı gözüne kestiren dolandırıcılar, ilk olarak telefonla irtibata geçti. Dolandırıcılar, “Ben Erzin’de askerlik yaptım. Sizin dükkandan alışveriş yapardım.  Babanızı çok iyi tanıyorum. Müsaitseniz bu hafta sizi ziyarete geleceğim” diyerek vatandaşla samimiyet kurdu. Belirledikleri bir tarihte eve gelen şahıslar, tarihi eser bulduklarını belirterek eserleri birlikte çıkarma teklifinde bulundu. Daha önceden araziye gömülen ve içerisinde altın görünümü verilmiş heykellerin bulunduğu küpleri gören vatandaş, şahıslarla birlikte küpleri çıkardı. Küpleri kırdıklarında içerisinden çıkan altın görünümü verilmiş heykelleri gören vatandaş, dolandırıcıların tuzağına düştü.

 

VATANDAŞLAR 130 BİN TL'YE YAKIN PARA GÖNDERDİLER

Tarihi eserleri pazarlama bahanesiyle vatandaştan bir miktar para alan ve konuyu kimseye anlatmamasını isteyen dolandırıcılar, vatandaşı sık sık arayarak kendilerine para göndermesini istedi. Dolandırıcılara güvenen vatandaş, şahıslara 130 bin TL’ye yakın para yolladı. Daha sonra yaptığı araştırma sonucu eserlerin sahte olduğunu öğrenen vatandaş, dolandırıldığını anlayarak polise başvurdu. İlçede aralarında iş adamları ve emeklilerin de  bulunduğu çok sayıda kişinin daha bu dolandırıcıların tuzağına düştüğü öğrenildi. 

 

GENELLİKLE BİZANS, ROMA DÖNEMİNE AİT HEYKELLERİ KULLANIYORLAR

Son dönemde tarihi eserler üzerinden dolandırıcılık olaylarının artığını belirten eski resmi koleksiyoncu Hacı Ali Şenküçük, dolandırıcılık için genellikle Bizans, Roma dönemine ait eski para ve heykellerin kullanıldığını vurguladı. Şenküçük, dolandırıcıların izlediği yolu ise şöyle anlattı: “Eski, yırtık bir kıyafetle vatandaşın önüne çıkıyorlar. Boş bir tarlada tarihi küp bulduklarını söyleyip vatandaşı tarlaya götürüyorlar. Bu küpler kimi zaman madeni para ve bronz heykellerden oluşuyor. Vatandaşa ‘Bunu sen al, sakla, kimseye söyleme. Bunu biz satacağız. Bize şimdilik bir miktar para ver’ diyorlar. Daha sonra vatandaştan durmadan telefonla para istiyorlar. Bunlar sahtedir, kimse inanıp parasını kaptırmasın. Erzin’de bu yolla 10’a yakın insanı dolandırdılar.

 

'TANIMADIKLARI İNSANLARA PARA YOLLAMASINLAR'

Dolandırıcılık olaylarına karşı vatandaşlara uyarılarda bulunan Erzin Emniyet Müdürü Murat Ardıç, “Vatandaşlarımız kendilerini arayıp savcı, polis olduğunu iddia edip, para isteyen dolandırıcılara, benzer yöntemlerle kendilerinden para isteyen dolandırıcılara inanmasınlar. Bu konuda daha dikkatli olunması lazım. Tanımadıkları insanlara para yollamasınlar.” ifadelerini kullandı.

Akşam, 22.08.2014

'PERS OKÇUSU' ÇALINDI, YAKALANDI

 




Yurt dışına kaçırılmaya çalışılan 2500 yıllık tarihi sikke ve sınır kapısında ele geçirildi.

 

Edirne’de jandarma ekipleri tarafından durdurulan ve Almanya’ya gittiği öğrenilen bir TIR’da, çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili TIR sürücüsü A.H. gözaltına alınırken, eserlerin bilirkişi raporunu hazırlayan Prof.Dr. Engin Beksaç, üzerinde 'Pers Okçusu' kabartması bulunan 2500 yıllık sikkenin nadir rastlanan bir eser olduğunu ifade etti.

 

Jandarma Komutanlığı ekipleri Türkiye’nin çeşitli yerlerinden toplanan çok sayıda tarihi eserin Almanya’ya götürüleceği ihbarı üzerine harekete geçti. Plakası önceden belirlenen TIR, Edirne otoban gişelerinde jandarma ekiplerince durduruldu. Sürücü A.H. gözaltına alınırken, TIR da Kapıkule Gümrük Kapısı’ndaki x-ray cihazından geçirildi. Dorsenin yan kısmında kalan küçük depo içerisinde yoğunluk tespit edilmesi üzerine yapılan aramada Roma Dönemi'ne ait tanrıça başı, Hristiyan ayinlerinde kullanılan 2 haç, üzerinde Pers Okçusu kabartması bulunan altın sikke, Klasik Yunan Dönemi'ne ait altın inkuzum sikke, gümüş Hellenistik Dönem sikkesi ve tören kabı olarak bilinen seramik kap ele geçirildi.





2500 YILLIK ALTIN SİKKE

Tarihi eserleri bilirkişi olarak inceleyen Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü ve Görsel Kültür Programı Başkanı Prof.Dr. Engin Beksaç, 'Pers Okçusu' sikkesinin nadir rastlanan bir eser olduğunu ifade ederek şunları söyledi:

 
"Yaptığımız bilirkişi incelemesinde çok ilginç parçalara rastladık. Bunların içindeki en ilginç olanı ise altın ahamenid sikkesi. Bu sikke üzerinde bir Pers Okçusu resmedilmiş durumda. Günümüzden yaklaşık olarak 2500 yıl öncesine giden bir parça olarak teşhis ediliyor. Trakya müzelerinde bu sikkeden yok, çok nadir rastlanan bir sikke bu. Bir de altın inkuzum var, üzerindeki buluntulardan Klasik Dönem'i hatırlatıyor. Gümüş sikkeler üzerinde Hellenistik ve Klasik dönemlere ait. Roma İmparatorluğu'na ait sikkeler var. Bir tanesinin üzerinde net olarak imparatorun adı yazıyor. Mermer büst var. Muhtemelen bir binaya bitişik olarak kullanılmış, bir tanrıça başı. Üzerindeki kalıntılara bakarsak Seleni başı olma ihtimali yüksek. Diğer objeler birbirleriyle bağlantılı haç. Orta Çağ'da kullanılan Hristiyan objesi. Her ikisinin de kilise törenlerinde kullanılmış olduğu net olarak ortaya çıkıyor. Seramik bir kap var; Milattan Sonra 9’uncu yüzyılda kullanılan bir obje."

 

Ele geçirilen tarihi eserler Edirne Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Akşam, 05.08.2014

'AĞAÇ İÇİN AĞIT' KAYIP

 

 

Ressam ve kukla sanatçısı İskender Giray’ın ölü bir ağaca dikkat çekmek üzere yaptığı  heykeli çalındı. Giray çalınan yere dikmek üzere tekrar heykelin aynısını yapacak.


Moda’da yaşayan ressam ve kukla sanatçısı İskender Giray’ın Moda’daki ölü bir ağaca dikkat çekmek üzere yaptığı ve 20 Ağustos günü ağacın yanına koyduğu “Ağaç için ağıt” isimli heykel 3 gün sonra çalındı.


‘İNSANLAR ÖLÜ AĞACA BAKMAYA ALIŞKIN’
Konuyla ilgili görüştüğümüz İskender Giray söylemek istediklerini sanatı yoluyla ifade ettiğini, belli şeylere dikkat çekmek amacıyla bu yolu kullandığını belirtti. Yaşadığı yer olan Moda’yı evi olarak gördüğünü ve heykelinin bir sokak sanatı olduğunu vurgulayan Giray, “Sürekli o ağacın önünden geçiyordum. İnsanlar ölü bir ağaca bakıp buna çok alışkın oldukları için dönüp gidiyorlar. Ölü ağacın yanında bir heykel olursa daha çok dikkat çekeceğine inanıyordum. Bu nedenle hızlıca yapmam gerekiyordu. Yeterince sabitleyemedim oraya. Çalınacağını da tahmin ettim aslında. 3-4 gün içerisinde yok oldu” şeklinde konuştu.


Giray sözlerine şöyle devam etti:” Heykeli iki amaçla çaldıklarını düşünüyorum: Ya biri, bunun bir heykel olduğunu anlamadan sadece 5 liralık bir demir olduğunu düşünüp hurda demir masrafı için çaldı. Veya daha da kötüsü, yalnızca kendisi görmek ve evinde bir köşeye koymak için çaldı, diğer insanların görüş alanından kaldırdı. İkisi de çok üzücü ve maalesef her ikisinden de var ülkemizde.”


BERKİN HEYKELİ DE SALDIRIYA UĞRAMIŞTI
Giray, Kadıköy Belediyesi’nin kendisini arayıp durumu bildirdiğini anlatarak, “Belediye yetkililerine, oraya bir fidan dikilecekse yeniden heykeli yapıp koymayacağımı ama oradaki fidanın yaşamadığını, o ölü ağaç orada kalacaksa heykeli tekrar yapıp koyacağımı söyledim. İki hafta içerisinde tekrar aynısını yapıp yerine koyacağım” dedi.


Sanatçının daha önce de “Ekmekçi Berkin’i arıyor” isimli heykeli saldırıya uğramış, heykelin kolu kırılmıştı.

Aydınlık, Haber: Sevgim Yavız, 31.08.2014

 

******


BULUNDU

 

 

Müjde! Kayıp "Ağaç için Ağıt" heykelini taa Halkalı'da bulduk, Sanatçı İskender Giray bakımını yapıp aynı yere koyacak. Hemen yanındaki yaşlı ağacın kökleri yüzünden kuruyan ağacın yerine de bir süre sonra yeni bir ağaç dikilecek.

Kadıköy Belediyesi, 11.09.2014





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi