20 Aralık 2015 - 2 Ocak 2016
|
PROF.DR. NİMET ÖZGÜÇ HAYATINI KAYBETTİ

Türkiye'nin Önasya arkeolojisi alanında önde gelen
bilim insanlarından emekli Ankara Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nimet Özgüç (99) yaşamını
yitirdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığından
edinilen bilgiye göre, dün vefat eden Özgüç için
yarın saat 11.00'de Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu önünde tören
yapılacak. Özgüç'ün cenazesi, ikindi namazını
müteakip Kocatepe Camii'nde düzenlenecek törenin
ardından toprağa verilecek.
Özgüç'ün vefatı
nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, sosyal
paylaşım sitesi twitter hesabından yayımladığı
başsağlığı mesajında, "Dün kaybettiğimiz,
arkeolojide önde gelen bilim insanlarımızdan
Prof.Dr. Nimet Özgüç'e Allah'tan rahmet, yakınlarına
başsağlığı diliyorum" ifadesini kullandı.
Özgüç,
1916 yılında Adapazarı'nda dünyaya geldi. Özgüç, eşi
merhum Prof.Dr. Tahsin Özgüç ile 1962'ye kadar
Kahramanmaraş- Elbistan yakınlarındaki Karahöyük ve
Erzincan Altıntepe'deki kazıları yürüttü.
Aksaray Acemhöyük'te 1962'den sonra başladığı kazı
çalışmalarına 1989 yılına kadar devam eden Özgüç,
1978-1989 arasında Atatürk Barajı'nın suları altında
kalan Adıyaman-Samsat kazılarını gerçekleştirdi.
Buranın ilk Sümer yerleşim birimlerinden biri
olduğunu saptayan Özgüç,1996 yılında Türkiye
Bilimler Akademisi şeref üyesi oldu.
Ankara
Üniversitesinden 1984'te emekli olan Prof.Dr.
Özgüç, arkeoloji bilimine katkılarından ötürü
Prof.Dr. Halet Çambel ile 2010'da Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık
görüldü.
Ulusal Kanal, 24.12.2015 |
ORASI PADİŞAH ODASI ÇIKTI

Boğaziçi Üniversitesi’nin, Bizans Araştırmaları Merkezi yapmak istediği Rumelihisarı Şehitlik Dergahı’nın padişah odası olduğu ve Sultan II. Mahmud tarafından ziyaret edildiği ortaya çıktı.
Boğaziçi Üniversitesi'nin, Bizans Merkezi yapmak istediği İstanbul'un ilk tekkelerinden Rumelihisarı Şehitlik Dergahı'ndaki büyük salonun 'Padişah Odası' olduğu ortaya çıktı. Dergah içindeki padişah odasının, tevhidhane olarak kullanılan orta salonun sağındaki ve solundaki büyük salondan birisi olduğu tahmin ediliyor. Cabi tarihine göre, Sultan II. Mahmud, Rumelihisarı Şehitlik Dergahı'nı ve Şehitlik Kabristanı'nı 1812 yılında ziyaret etti. Bu tarihten bir yıl sonra 1813'te yazılan belgede, Şehitlik Dergahı'ndaki bir odanın padişaha ayrıldığı ve tefriş edildiği yazıyor.

ŞEHİTLİK MÜZESİ OLSUN
Boğaziçi Üniversitesi tarafından Bizans Araştırma Merkezi olarak kullanılmak istenen dergah, tarihçilere göre, padişah odasının, tarihi belgede adı geçen malzemeyle aslına uygun yenilenerek Şehitlik Dergahı Müzesi olması gerektiği belirtildi.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki belgede, Dergah'a ilişkin şu ifadeler yer alıyor: “Bektaşî Tekkesinde şevketli efendimiz hazretlerine mahsus odaya müceddeden yaptırılıp ferş olunan malzemeler şunlardır: Lehkârî çit yastık, yün memlû minder, inci ve pul işlemeli şal kaplı altı çift zümrüd habbeli siyah tilki nafesi kürk, siyah tilki nafesi kürkü, pullu kılaptan kale bedeni, kılaptan kale bedeni, kılaptan bükme, tomar çini..."
Yeni Şafak, 02.01.2016
|
444 YILLIK
SİYAVUŞPAŞA MADDE BAĞIMLILARINA MESKEN OLDU
2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca
Bahçelievler Belediyesi'ne kütüphane olarak tahsis
edilen tarihî Siyavuşpaşa Kasrı'nın bakımsız hali
yürek burkuyor. 2009'da restore edileceği açıklanan
444 yıllık yapının madde bağımlılarının mekanı
haline gelmesi vatandaşların tepkisine sebep oluyor.
İstanbul Bahçelievler'deki
tarihî Siyavuşpaşa Kasrı adeta kaderine terk edildi.
1571 yılında Mimar Sinan tarafından yapıldığı tahmin
edilen köşkün bakımsız hali yürek burkuyor.
Bahçelievler Belediyesi tarafından restorasyon
izinleri alınamadığı için tadilat yapılamayan köşkün
geleceği belirsizliğini koruyor. Duvarlarına sprey
boya ile yazı yazılan tarihî yapı, madde
bağımlılarının mekanı haline geldi.
Bahçelievler Milli Egemenlik
Parkı'ndaki 5 asırlık Siyavuşpaşa Köşkü, 2005
yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Bahçelievler
Belediyesi'ne kütüphane olarak tahsis edildi. Kasrı
devralan Bahçelievler Belediyesi yetkilileri değerli
yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projelerini yapmak için yetkili kurumlara müracaat
etti. İddiaya göre, İstanbul 1 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne
başvuran Bahçelievler Belediyesi'nin projeleri
eksiklik sebebiyle kabul görmedi.
Gerekli belgeleri 6 senedir
ilgili yerlere ilettiklerini ama netice alınmadığını
belirten belediye yetkilileri, “Evraklar tam
hazırlanmasına rağmen sürekli geri gönderildi.
Restorasyon izin talepleri İstanbul 1 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na
iletildi. İzin çıkması halinde kasrı en kısa sürede
aslına uygun restore edeceğiz.” açıklamasında
bulundu.
ŞARTLAR YERİNE
GETİRİLİRSE İZİN ONAYLANIR
Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü
Müzeler Kurumlar Şube Müdürü Edip Şeref Bayar ise
belediyenin şartların tam olarak yerine getirmesi
durumda projenin onaylanacağını söyledi. Yapının
restorasyon ve rölöve projesinin uygun şekilde
yapılması gerektiğini vurgulayan Bayar, “Kurul,
kasrın onarılması konusunda, ‘Şöyle yapacaksın, bana
bu konuda restorasyon ve rölöve çalışmasını getir
onaylayayım.' der. Eğer belediye bu şartları yerine
getirmezse kurul onaylamaz. Bizim kurumlarımız
burada özverili çalışır. Proje gerektiği gibi
hazırlandığında kurul zaten toplanır, şartlara uygun
proje varsa onayı verir.” diye konuştu.
MAHALLELİ CANINDAN
BEZDİ
Siyavuşpaşa Köşkü'nün
korunması için mahalleli olarak tedbir almaya
hazırlandıklarını belirten Siyavuşpaşa Mahalle
Muhtarı Selami Aykut, birçok yere başvurduklarını
ama netice alamadıklarını söyledi.
Parkın girişinde
dükkanı bulunan İnci Terzioğlu da “Siyavuşpaşa
çeşmesi de yerinden taşındığı için kurudu. Ata
yadigarı eser, tam 6 yıldır onarılmayı bekliyor.
Özellikle geceleri köşkte her türlü olumsuzluk
yaşanıyor.” dedi.
Zaman, Haber: Rauf Ahmet,
31.12.2015
|
10 BİN YILLIK
KAPLUMBAĞA
Arjantin’in başkenti Buenos Aires’de bir nehir
kıyısına saklanmış halde bulunan dev gliptodon
kabuğu büyük ilgi çekti.
Kentte yaşayan bir adamın fark ettiği gliptadonun
dev büyüklükteki kabuğu Eitan Abramovich tarafından
görüntülendi. Volkswagen’in
‘kaplumbağa’ lakaplı ‘Beetle’ marka aracına
benzetilen gliptadon, yapısı ve evrimi açısından
kaplumbağalarla önemli benzerlikler taşıyor.
Uzunluğu 3 metreyi, ağırlığı 2 tonu aşan bu memeli
hayvanın soyunun 10 bin yıl önce tükendiği
belirtiliyor.
Milliyet, 31.12.2015
|
 |
TÜRKLERİN AYAZ
ATA'SI NOEL BABA'YA KARŞI
Türk mitolojisini araştıran uzmanların paylaştığı
bilgilere göre, eski Türkler’de Soğuk Hanı olarak
bilinen Ayaz Ata’mız, soğuk havalarda ortaya çıkan
ve garibanlara yardım eden bir evliya olarak
ünlenmiştir.

Yılbaşının en
önemli figürlerinden Noel Baba’nın Türk
rakibi Ayaz Ata... Türk mitolojisini
araştıran uzmanlar, Ayaz Ata ismiyle anılan
şahsiyetin Türkler’in Noel Babası olduğu
dile getiriyor. Orta Asya Türkleri’nin
yılbaşı olarak ‘Nardugan Bayramı’nı
kutladığını dile getiren Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi’nden Prof.Dr. Nurullah Çetin,
“Noel Bayramı, Hz. İsa’nın
Doğuşu
adına kutlanıyor. Ancak Noel Bayramı’nın
kahramanı Noel Baba diye bir kişi gerçekte
yoktur. Hakkında söylenenler tamamen uydurma
ve efsaneden ibarettir. Hristiyanlar’ın
‘Noel Babası’na karşı Türk’ün Ayaz Ata’sı
vardır. Eski Türkler’de Soğuk Hanı olarak
bilinen Ayaz Ata’mız, efsaneye göre kışın
soğuk havalarda ortaya çıkan ve aç, fakir,
kimsesiz garibanlara yardım eden bir
evliyadır. Ayaz kelimesi tüm Türk
coğrafyasında yakıcı soğuk anlamına gelir.
Ay Tanrısı’nın, soğuk havaya karşı Türkler’i
koruması için Ayaz Han’ı gönderdiğine
inanılır. Ayaz Ata, Türkler’in gerçek Noel
Babası’dır. Etimoloji ve kültürel olarak
Türk kültüründe bir kişilik olduğu kesindir”
dedi.
Prof.Dr. Çetin,
Nardugan Bayramı hakkında da şunları
söyledi; “Türkler’in yeniden doğuş bayramı
Nardugan’dır. Nar; güneş, dugan ise doğan
güneş anlamına gelir. İslam
öncesi eski Türk inanç ve kültürüne göre
dünyanın tam ortasında hayat ağacı olan bir
Akçam vardır. Gündüzlerin uzamaya başladığı
22 Aralık’ta gündüz, geceyi yenmiş yani
Güneş zafer kazanmış olur. Zira gece
karanlık kötü, gündüz aydınlık iyidir.
Türkler tanrı Ülgen’e teşekkür bağlamında
Akçam ağacı altında şarkılar söyleyip
kutlama yapardı. Akçam ağacının dallarına
Tanrıdan dilekler asılır, altına da
hediyeler konulurdu” diye konuştu.
‘Yel Ana’
deniyordu
Hacettepe
Üniversitesi Türk Halk Bilimi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Özkul Çobanoğlu da şöyle konuştu:
“Eski Türk mitolojisinde yel (rüzgar) evreni
yürütücü, oluşturucu bir güç, tanrı-tanrıça
veya bunlara denk bir ruh olarak yorumlanır.
Ayaz (Ayas) ise Türk dünyası kültür
ekolojisinin her yerinde keskin yakıcı soğuk
anlamına gelir. Ayazın oluşumu Ülker
burcuyla ilişkilendirilir. Efsaneye göre,
Ülker burcunun altı yıldızı göğün altı
deliğidir ve oradan yeryüzüne soğuk hava
üfler ve havalar soğuyup kış olur. Bu
bağlamda, Ayaz Ata Türk mitolojisinde önemli
bir yere sahiptir. İnanışa göre Ayaz Han
soğuk tanrısıdır. Soğukta, darda kalanlara
yardım edip onlara kut yani iyi ve güzel
baht verir.
Ayaz Ata tarihi geçmişi 10 bin yıla uzanan
proto Türk topluluklarında Yel Ana olarak
anılırdı. Çünkü o dönemki Türkler ana erkil
bir topluluktu. Ataerkil dönemle birlikte
Yel Ana’ya Yel Ata denilmeye başlandı. Zaman
içerisinde Ayaz Ata ismi verildi.”
Yılbaşı değil Nardugan Bayramı
Ünlü sümerolog
Prof.Dr. Muazzez
İlmiye Çığ
da kadim Türkler’in yılbaşını değil
Nardugan Bayramı’nı kutladıklarını dile
getirerek şunları söyledi: “Türkler,
güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu,
büyük şenliklerle ‘Akçam Ağacı’ altında
kutlardı. Nardugan olarak bilinen bu
bayram, Hunlar tarafından Avrupa’ya
taşındı. Hristiyanlar, Nardugan törenini
İsa’nın doğumuyla ilişkilendirip Noel
adıyla kutlamaya başladı.”
Milliyet,
Haber: Mert İnan, 31.12.2015
|
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ RESMİ WEB SİTESİNİN KAYNAK KODLARI, PORNO SİTELERLE DOLU!
İstanbul’un resmi arkeoloji müzesine ait web sitesinin kaynak kodlarında, 50’ye yakın porno sitesinin linki yer alıyor.
Hackerlar, kendi sitelerine ‘backlink’ sağlamak için altyapısı zayıf olan siteleri hackleyerek kaynak kodlarına kendilerine ait linkleri yerleştirirler. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin resmi web sitesinin başına da böyle bir olay gelmiş fakat linklerin hepsi maalesef porno içerikli.

Sitenin kaynak kodlarının yer aldığı view-source:http://istanbularkeoloji.gov.tr/ bağlantısına baktığınızda (URL’yi bakın diye paylaşmadım ama hani merak eden olursa diye), kaynak kodların en üst kısmında porno içerikli siteler karşımıza çıkıyor. Bu durum, aslında gov.tr uzantılı sitelerin güvenlik altyapısının ne kadar zayıf olduğunun bir göstergesi. Ayrıca bu yalnızca bizim denk geldiğimiz sitelerden bir tanesi. Muhtemelen buna benzer gov.tr uzantılı daha birçok site, kötü niyetli kişiler için birer backlink bankası görevi görüyordur.
Bu aralar ‘siber güvelik’ konusunda işler hiçte istediğimiz gibi gitmiyor. Bu konuda gerekli kurumların artık elini taşın altına koyması gerektiği bir gerçek.
WebTekno, Haber: Eser Şahin, 30.12.2015
|
5 BİN 108 PARÇA
TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Hatay'da polis, bir araçta yaptığı aramada Roma,
Bizans gibi çeşitli dönemlere ait sikke, yüzük, ev
eşyası gibi 5 bin 108 parça tarihi eser ele geçirdi.
Olayla ilgili Suriye uyruklu 3 kişi gözaltına
alındı.
Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, geçen 22
Aralık'ta Reyhanlı İlçesi'nde oluşturduğu uygulama
noktasında bir aracı durdurdu. Araçta yapılan
aramada tarihi eser olabileceği değerlendirilen çok
sayıda eşya ele geçirildi. Ekipler, araçta bulunan
ve isimleri açıklanmayan Suriyeli 3 kişiyi gözaltına
alınırken, ele geçirilen parçalar tarihi eser
uzmanlarınca incelemeye alındı.
Yapılan incelemeler
sonunda parçaların 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında olan tarihi eser
niteliği taşıdığı saptandı.
166 yüzük ve yüzük
parçası, 46 farklı ebatlarda çeşitli eşyalara ait
metal obje, 15 metal ok ucu, 536 muhtelif ebatlarda
metal ağırlıklar, 557 Roma ve Hellenistik dönemine
ait bronz sikke, 2 bin 676 okunamayan sikke, 1095
Bizans dönemine ait bronz sikke, 6 İslami döneme
ait sikke, 10 Roma dönemine ait gümüş sikke, 1
Perslere ait gümüş sikke olmak üzere toplam 5 bin
108 parça tarihi eser, Hatay Müze Müdürlüğü'ne
teslim edildi.
Gözaltındaki 3 Suriyeli
hakkında ise 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kanunu'na muhalefetten işlem başlatıldı.
Akşam, 30.12.2015
|
MOSTAR
KÖPRÜSÜ'NDEN OTOMOBİLLE GEÇMEYE ÇALIŞAN TÜRK BOSNA
HERSEK'İ KARIŞTIRDI
Bosna Hersek, polisi kiraladığı otomobille ülkenin
en önemli tarihsel ve kültürel
miraslarından olan Mostar Köprüsü'nden geçmeye
çalıştığı iddia edilen Türkü aryor.
Polis, kiraladığı siyah
otomobille gece saatlerinde ülkenin güneyindeki
Mostar şehrinin sembolü olan ve araç trafiğine
kapalı tutulan tarihi köprünün üzerine çıkan Türk
vatandaşı B. Giçin adeta alarma geçti.
Aracın Mostar Köprüsü
üzerindeki fotoğraflarının basına yansımasının
ardından bir açıklama yapan Hersek-Neretva Kantonu
Polis Sözcüsü Ljudevit Maric, UluslararasıSaraybosna
Havalimanı'ndaki bir araç kiralama şirketinden
kiralandığını belirledikleri otomobili ve sürücüyü
aramaya devam ettiklerini kaydederek, "Söz konusu
Türk vatandaşı ile konuştuğumuzda, niyetinin ne
olduğunu, kasıtlı olarak mı yoksa yanlışlıkla mı
köprüye çıktığını anlayacağız" dedi.

Maric, tarihi köprüde herhangi bir hasar olup
olmadığı konusunda incelemenin devam ettiğini
belirterek, zarar görmesi durumunda söz konusu
kişinin bundan sorumlu tutulacağını ifade etti.
Mimar Sinan'ın öğrencisi
Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilen köprü,
sadece şehre ismini vermekle kalmayıp yıllarca
medeniyetleri, kültürleri birleştiren simgelerden
biri haline geldi.
Bosna'daki savaşta Hırvat birliklerinin top atışları
sonucu yıkılan tarihi köprü, Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı'nın (TİKA) katkılarıyla aslına
uygun şekilde yeniden inşa edilerek 2004 yılında
açıldı. Mostar Köprüsü, eski Mostar şehriyle
birlikte 2005 yılında Dünya Mirası Listesi'ne
eklendi.
Radikal, 30.12.2015 |
MİMAR SİNAN'IN
ESERİ 5 ASIRLIK CAMİ DUVARINA PİSUAR
Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde bulunan tarihi
Çoban Mustafa Paşa Camii'nin erkek tuvaletine
mermer kaplamalar ve pisuvarlar yapıldı.
Gebze ilçe merkezinde
bulunan, Çoban Mustafa Paşa tarafından Mimar Sinan'a
1510 yılında yaptırılan Çoban Mustafa Camii ve
Külliyesi’nin erkek
tuvaletinde yeni düzenlemeler yapıldı. Tarihi
caminin tuvaletinde duvarlar mermerle kaplanarak
üzerine pisuvarlar monte edilirken, pisuvarların
arasına da yine mermerden paravanlar konuldu.
Ayrıca yeni lavabolar yapıldı.
Ancak tarihi caminin
dokusunu bozan düzenleme tepki gördü.
Vatandaşlar tarihi yapıya zarar veren
değişikliğin ortadan kaldırılmasını isterken,
bazı vatandaşlar da pisuvarların dinen de uygun
olmadığını ileri sürerek tarihi özelliğin
bozulmamasını istedi.

"YETKİLİLER BU
İŞİ BİLENLERE YAPTIRSIN"
Gebze Tarih Araştırma
Komisyonu Başkanı Resul Orman tarihi yapının
özelliğini bozmayacak şekilde düzenlemeler
yapılması gerektiğini belirterek şöyle dedi:
"Külliyenin
lavabolarının modernize edilmiş haliyle halkın
önüne sunulduğu, tarihi dokuya zarar verdiği
için biz tarihçiler ve tarih gönüllüleri olarak
bu süreci istemiyoruz. Restorasyonun aslına
uygun yapılmasını uygun görüyoruz. Külliyenin
tarihi dokusuna zarar vermesinler, yetkililer bu
işi bilenlere yaptırsınlar."

Hürriyet, Haber: Haluk
Turgut, 30.12.2015
|
KAPALIÇARŞI ÇATISINDA BAZ İSTASYONU YIĞINI
Türkiye’nin en eski çarşılarından Kapalıçarşı’nın
çatısındaki baz istasyonları görenleri şaşırtıyor.
Çatının üzerine konulan
klimalarla taşıyabileceğinden fazla yük konulduğunu
söyleyen esnaf, kendilerinden izinsiz yerleştirilen
baz istasyonları ile ağırlığın tehlikeli boyutlara
ulaştığını iddia etti. 3 bin 600 civarında dükkanın
bulunduğu çarşıda GSM operatörlerine ait onlarca baz
istasyonunun kısa süre önce yerleştirildiği
düşünülüyor. Denetimi Kültür Bakanlığı ve Anıtlar
Yüksek Kurulu’na bağlı olan çarşının çatısına
esnafın bile polisten alınan özel izinle çıktığı
öğrenilirken, onlarca baz istasyonunun ve binlerce
metre uzunluğundaki kabloların nasıl döşendiği
sorusu da gündeme geldi. Hakan Evin, “Burada 30
senelik esnafım. Dam akınca polisten izin alıp
çatıya çıktık. Resmen uzay üssü kurmuşlar” dedi.
Kapalıçarşı Esnafları Derneği Yönetim Kurulu
ise“Baz istasyonları sabit değildir” dedi.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 30.12.2015
|
 |
2015 YILININ EN
PAHALI 10 TABLOSU
2015 yılı geçtiğimiz yıllara göre koleksiyonerler ve
müzayedeler için oldukça hareketli geçti. Rekor
fiyatlara satılan tablolar sanat pazarında büyük
olay yarattı. Bu yılın en pahalı 10 tablosu arasında
Paul Gauguin, Picasso, Rembrandt, Amedeo Modigliani,
Vincent van Gogh gibi önemli sanatçıların eserleri
yer alıyor.
İlk
rekor Fransız post empresyonist ressam Paul Gauguin
ait. İsviçreli koleksiyoner Rudolf Staechelin’a ait
olan, Basel'deki Kunstmuseum'da sergilenen ressam
Paul Gauguin'in 1892 tarihli ‘Nafea Faaipoipo’ (Ne
Zaman Evleneceksin) tablosu şubat ayında Katar
emirliğine 300 milyon dolara satılarak dünyanın en
pahalı sanat eseri rekorunu ele geçirdi.
Ressamın Danimarkalı eşi ve beş çocuğunu bırakarak
1891-1893 yıllarında Tahiti'ye yaptığı ilk gezisi
sırasında Tahitili iki kadını primitif bir tarzda
tuvale aktaran ressam 2011 yılında 272 milyona
satılan Paul Cezanne’ın ‘The Card Players’ (İskambil
Oynayanlar) tablosunun da rekorunu kırdı.
Rembrandt van Rijn -
‘Oopjen Coppit’ ve ‘Maarten Solmans’
İkinci rekor ışığın ve gölgelerin ressamı Rembrandt
van Rijn’e ait. Amsterdam'daki Hollanda Kraliyet
Müzesi, Fransa'daki Rothschild ailesinde bulunan
Hollandalı ressam Rembrandt van Rijn’e ait döneminin
Amsterdam’daki seçkin ailelerinden birinin kızı olan
‘Oopjen Coppit’ ile kocası ‘Maarten Solmans'ın düğün
portrelerini 1634 yılında resmettiği 2 tabloyu 160
milyon dolarlık rekor bir ücretle eylül ayında
koleksiyonuna kattı.
Pablo Picasso – ‘Les Femmes d’Alger’
İspanyol kübist ressam Pablo Picasso'nun
‘Les Femmes d’Alger’ (Cezayirli Kadınlar) adlı
tablosu New York'taki Christie's müzayede evindeki
açık artırmada 179 milyon 365 bin dolara mayıs
ayında rekor fiyata satıldı. 1954 – 1955 yıllarında
15 eserden oluşan ve A'dan O'ya dek harflerle
sıralanan bir dizinin içinde olan, 1955 yılına ait
yağlıboya kübist çıplak kadınlar tablosu serinin O
versiyonu.
Amedeo Modigliani – ‘Nu couche’
Hayattayken keşfedilemeyen portrelerini kendine özgü
proporsiyonlarla yapan İtalyan ressam Amedeo
Modigliani’nin yaptığı 1900’lerin başında Paris’te
olay yaratan ‘Nu couche’ (Uzanan Çıplak) tablosu New
York'ta düzenlenen Christie's müzayede evindeki açık
artırmada 9 dakika içinde 170.4 milyon dolara kasım
ayında satıldı.
Roy Lichtenstein – ‘Nurse’
Pop
Art sanatçısı Roy Lichtenstein’ın 60’ların bir çizgi
roman resminden esinlenerek yaptığı Christie’s
müzayede evinin en özlü Lichtenstein kadın kahramanı
olarak tanımladığı ‘Nurse’ tablosu 95.4 milyon
dolara kasım ayında satıldı.
Mark Rothko – ‘No.10’
New York
okulunun kurucularından soyut ekspresyonist ressam
Mark Rothko’nun 1987’den beri ilk kez gösterilen
‘No.10’ isimli tablosu Christie’s müzayede evinin
‘Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat Akşamı’
Satışı’nda 81.9 milyona mayıs ayında satıldı.

Cy Twombly –
‘Untitled’
Cy Twombly’nin 1966 – 1973
yılları arasında yaptığı ‘Kara Tahta’ serisinin 1968
yılında yaptığı ‘Untitled’ tablosu Sotheby müzayede
evinde 70.53 milyon dolara satıldı.

Pablo Picasso –
‘La Gommeuse’
Pablo Picasso’nun
Mavi dönemi başında 1901 yılında sanatçının arkadaşı
Carlos Casagemas’ın intiharından sonra yapılan
resimde nü olarak bir kabare oyuncusu resmettiği ‘La
Gommeuse’ isimli tablo Sotheby's müzayede evinde
67.5 dolara kasım ayında satıldı.

Pablo Picasso -
‘Buste de Femme’
Pablo Picasso’nun
sevgilisi ve fotoğrafçısı Dora Maar’ın portresi olan
‘Buste de Femme’ isimli tablo Christie’s Açık
Arttırma Evi’nin 1902-2011 yılları arasında yapılmış
eserleri barındıran “İleriye Doğru Geçmişe Bakış”
isimli açık arttırmasında en pahalı üçüncü eser
oldu. Kumarhane sahibi Steve Wynn tarafından satılan
tablo 55 milyon dolarlık satış öncesi tahminini
geçti.

Vincent van
Gogh - 'L'Allée des Alyscamps'
Hollandalı ressam Vincent
van Gogh’un 1888’de Fransa’nın nekropal şehri
Arles’i resmettiği 'L'Allée des Alyscamps' adlı
tablo New York’taki Sotheby müzayede evinde 66.3
milyon dolara mayıs ayında satılarak 2015 yılının en
pahalı 10. tablosu oldu.

Radikal, 30.12.2015
|
FAZLA SANAT
HASTA MI EDİYOR?

Fazla sanat hasta
eder mi? ‘Stendhal sendromu’, ‘Floransa
sendromu’ ya da ‘sanat zehirlenmesi’ adı verilen
bu rahatsızlığın gerçekten var olup olmadığı ve
belirtileri bilimsel bir araştırmaya konu
olmuştu.
Deney ise şöyle :
İtalya’daki bir sanat araştırmaları merkezinin,
psikolog ve teknik uzmanlarla işbirliği içinde
yaptığı deneyde, Floransa’da bulunan Medici Riccardi
Sarayı’nın ziyaretçileri gözlemlendi. Medici
Riccardi Sarayı’nda, fresklerle süslü şapeli gezen
ziyaretçilerin kalp atış ve nefes alış hızları,
tansiyonları, göz ve kas hareketleri incelendi.
Fresklere bakan ziyaretçilerin görüntüleri
kaydedildi ve kendilerinden eserlere bakarken neler
hissettiklerini yazmaları da istendi.
Deneyde, bazı ziyaretçilerin
eserlere bakarken yüz kaslarının gevşediği,
gözbebeklerinin küçüldüğü, kalp atışı, nefes alış
hızı ve tansiyonlarında değişiklikler olduğu
belirlendi. Görsel sanat eserlerine işitsel
uyarıcılar da eşlik ettiğinde ise beyindeki
aktivitenin daha da arttığı görüldü. Ziyaretçilerin
bazıları da hislerini “aşırı duygulanma” ve “tatlı
bir yorgunluk” olarak tanımladı.
GERÇEK BİR PSİKOSOMATİK
BOZUKLUK OLABİLİR
Araştırma, Floransa’daki
Studi Uniti araştırma merkezinden Perla Gianni,
klinik psikolog Andrea Bonacchi ve teknik uzmanlar
tarafından yapılıyor. Araştırmanın ilk bulgularında
‘Stendhal sendromu’nun gerçek bir psikosomatik
bozukluk olabileceği ortaya çıktı. Yani sanat
eserleri karşısında yaşanan ‘stendhal sendromu’
olarak bilinen durum bir psikolojik soruna işaret
ediyor.
Sözcü, 30.12.2015
|
PALMİRA'YI NEW
YORK VE LONDRA'DA YAŞATACAKLAR
IŞİD tarafından
saldırıya uğrayan antik Baal Tapınağı’ndan
Palmira şehrinin 15 metre yüksekliğindeki
kemerinin kopyası önümüzdeki yıl Londra ve New
York’ta sergilenecek.

2000 yıllık Baal
Tapınağı’nın tam boyutlu rekrasyonları dünyanın en
büyük üç boyutlu yazıcıları kullanılarak yapılacak.
Rekreasyonların nisan ayında Londra’daki Trafalgar
Meydanı ile New York’taki Times Meydanı’nda
sergilenmesi planlanıyor.
IŞİD tarafından ele
geçirilen Palmira, UNESCO’nun da Dünya Mirası
listesinde yer alıyor. “Çölün İncisi” olarak
adlandırılan antik bölge geçtiğimiz mayıs ayında
IŞİD militanları tarafından ele geçirilmiş, üç ay
sonra antik kentin bakımından sorumlu olan 82
yaşındaki arkeolog Halid Esad öldürülmüştü. Eylül
ayında çekilen uydu görüntüleri antik kenti IŞİD’in
yok ettiğini doğruladı. IŞİD, savaşın başından beri
putperestlik olarak gördüğü İslam öncesi tarihi
eserleri, anıtları, mezarlarıve heykelleri yok
etmeye devam ediyor.
Birleşmiş Milletler
uzmanları yaptıkları açıklamada tapınağın ana
binasının yanı sıra sütunların da yok edildiğini
söyledi.
Oxford Dijital Arkeoloji Enstitüsü Direktörü Alleksi
Karenovska AFP’ye bir elektronik posta göndererek
dünya mirası haftasında Palmira Kemeri’nin minimal
kopyalarının bütün dünyadaki okul, müze ve kent
meydanlarında da gösterileceğini açıkladı.
Sözcü, 30.12.2015
|
'KURAN OKUYAN ADAM' AMERİKAN BANKASININ TEBRİK
KARTLARINDA
Sakıp Sabancı Müzesi’nin resim koleksiyonunda
yer alan Osman Hamdi Bey’in ‘Kuran Okuyan Adam’
eseri, Bank of America Merrill Lynch Yatırım
Bankası’nın ‘2015 Sanatı Koruma Projesi’
kapsamında hazırlanan tebrik kartları serisinde
yer aldı.
Restorasyon
maliyeti Bank of America Merrill Lynch
tarafından desteklenen dünya çapında farklı
sanatçılara ait 12 eserlik tebrik kartı serisi
bankanın bütün dünyadaki şubeleri tarafından
kullanılacak. Merrill Lynch’in her sene
düzenlediği ‘Sanatı Koruma Projesi’ kapsamında,
bu yıl Sakıp Sabancı Müzesi koleksiyonunda yer
alan Osman Hamdi Bey tablolarının konservasyon
ve
araştırma çalışmalarının yürütüldüğü bir
proje gerçekleştiriliyor.
Türk sanat
tarihinin önemli sanatçılarından Osman Hamdi
Bey’in 6 tablosunun kullanılan teknik ve malzeme
bakımından titizlikle inceleneceği projenin
bilimsel danışmanlığını Sakıp Sabancı Müzesi
Resim ve Çağdaş Sanat Konservasyon Uzmanı ve
Danimarka Güzel Sanatlar Akademisi mensubu Filiz
Kuvvetli üstleniyor. Projenin bilim komitesini
Getty Konservasyon Enstitüsü Asistan Kimya
Uzmanı Lynn Lee, Sabancı Üniversitesi Malzeme
Bilimi ve Mühendislik Öğretim Görevlisi Mehmet
Ali Gülgün, Sabancı Üniversitesi Mekanik
Mühendisliği Öğretim Görevlisi Güllü Kızıltaş
Şendur ve Filiz Kuvvetli oluşturuyor.
Hürriyet, 29.12.2015
|
TARİHİ AYIP!

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde Roma Dönemi'nde
yapılan, Bizanslılar, Cenevizliler, Osmanlılar
döneminde onarımlar görerek günümüze kadar
ulaşan ve 2013'de UNESCO Dünya Miras Geçici
Listesi'ne eklenen tarihi Amasra Kalesi'nin
duvarlarına, sprey boya ile yazılar yazılması
tepki çekti.
Amasra Kalesi, 15
Nisan 2013'te, Dünya Miras Merkezi tarafından,
'Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den
Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri'
adıyla UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne
eklendi. Amasra Kalesi'nin Dünya Miras
Listesi'ne alınması süreci devam ederken,
Boztepe ve Zindan Mahallelerini çevreleyen
duvarlarına yazılar yazılması tepki çekti.
'Sormagir' ve 'Zindan' adında iki ana kütleden
oluşan kaleyi ilçeye bağlayan Kemere Köprüsü'nün
bulunduğu 'Karanlık Tünel' olarak bilinen yer
ile kalenin çeşitli noktalarında duvarlara
farklı renklerde sprey boya ile yazılar yazıldı.
3 ana giriş kapısı bulunan kale duvarlarındaki
yazı, kalp ve şekiller kirliliğe neden oldu.
Boztepe Mahallesi
Muhtarı Hüseyin Göktepe, kale duvarlarına
yazılan yazılar ile ilgili Kaymakamlık ve Müze
Müdürlüğü'ne şikayette bulunduklarını söyledi.
Göktepe, "Amasra Kalemizin geçmişi 3 bin
yılıktır. Buraya gelen bazı insanlarımız kalenin
surlarını sprey boya ile boyamışlar. Bu bize hiç
yakışmıyor. Buraya yurt dışından da turistler
geliyor ve bu manzarayı görünce çok
şaşırıyorlar" dedi.

Amasra Belediye Başkan
Vekili AKP'li Recep Işık da Amasra Kalesi'nin,
Amasra için büyük önem taşıdığını söyledi.
Kalenin, geçmişten günümüze kadar korunarak
geldiğini anlatan Işık, şöyle konuştu:
"İnsanlarımız bunun
değerini bilmelidir. Çevreyi gezdiğimizde kale
surlarına, tarihi dokuya anlamsız, hiçbir
şekilde bir şey ifade etmeyen yazılar görüyoruz.
Bu yazılar kalemiz için tehlikeden ziyade,
görüntü bozukluğuna neden oluyor.
Vatandaşlarımızın, gençlerimizin daha duyarlı,
dikkatli olmasını istiyoruz. Amasra dünyanın
gözbebeği bir yerdir. Burası hepimize emanet
edilmiştir. Biz de en iyi keşilde korumalıyız."
Kale surlarında
çeşitli renklerde sprey boyalar ile yazılan yazı
ve şekillerin, kalenin tarihi dokusuna zarar
vermeden silinmesi için çalışma yapılacağı
bildirildi.
DHA, Haber: Ayhan Acar,
29.12.2015 |
KORUMA KURULU'NDAN 'VALİDEBAĞ KORUSU' KARARI
Üsküdar'da içerisine izcievi yapılması ve buna karşı
başlatılan nöbetle tekrar gündeme gelen Validebağ
Korusu ile ilgili Koruma Kurulu önemli kararlara
imza attı. Kurul, Koru'da bulunan kaçak yapılara
ilişkin belediyece işlem yapılmasını isterken,
ağaçların köklerine zarar veren mermerlerin
kaldırılmasını talep etti.
Validebağ Gönüllüleri Derneği Yönetim Kurulu
Başkanı Arif Belgin Koruyla ilgili Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı İstanbul 1 Numaralı Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'ne 5 şikayet
dilekçesi verdi. Bu dilekçeleri inceleyen Koruma
Bölge Müdürlüğü, şu kararları aldı:
1- Validebağ Korusuna ilişkin İBB tarafından
güncel ağaç rölövesinin hazırlanmasına,
2- Dosyasında mevcut kısmi ağaç rölövesiyle
güncel ağaç rölövesinin karşılaştırılmasına,
3- Komisyon raportörleri tarafından hazırlanan
inceleme raporunda kök boğazı daraltığı belirtilen
ağaçların gövde çapının 8 katından az olmamak üzere
sert zeminden arındırılmasına,
4- Komisyonumuz tarafından uygun bulunan
"Validebağ Adile Sultan Kasrı Çevre Düzenlemesi
Tadilat Projesi"nde mevcut olmakla beraber, parselde
ruhsatsız olarak yapıldığı anlaşılan 1 adet çay
ocağı, 1 adet kış bahçesi hakkında 2863 sayılı
kanunun 16. maddesi gereğince belediyesince
işlem yapılmasına,
5- Sert zemin uygulamasının (vaziyet planında alt
kottaki çay ocağının uzantısında bulunan yeşil alan
zonu) İstanbul 2. Bölge Tabiat Varlıklarını Koruma
Komisyonunca 12.11.2013 tarih ve 02-518 sayılı
komisyon kararı ile uygun bulunan "Validebağ Adile
Sultan Kasrı Çevre Düzenlemesi Tadilat Projesi"ne
uygun olarak yapılmasına.
İZİNSİZ AĞAÇ KESİLMİŞ!
Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin yol cephesinde ve
arka cephesinde izinsiz olarak kesildiği anlaşılan
ağaçlarla ilgili izinsiz kesim yapanlar hakkında
yasal işlem yapılmasının izin olmadan ağaç kesim,
budama ve ayrıaca parselde uygulama yapılmayacağının
ilgili kurumlara hatırlatılmasına.
İleri Haber,
Haber: Rıfat Doğan, 29.12.2015
|
GİTTİ EMEK, GELDİ TOUSSAUD
Sinemaseverlerin protestolarına rağmen yıkılan
Emek Sineması’nın yerine yapılan ve İstiklal
Caddesi’ndeki tarihi Serkildoryan (Cercle
d’Orient) binasını da içine alan Grand Pera adlı
komplekste dünyaca ünlü Madame Tussaud balmumu
heykeller müzesi açılacak.
2016 yılı mart
ayında açılması beklenen dünyanın en ünlü
balmumu heykel müzesi Madame Tussauds’nun Grand
Pera’daki mekanında Türkiye ve dünyadan sanat,
spor, siyaset, bilim gibi alanlarda önemli
başarılara imza atmış figürlerin balmumu
heykelleri sergilenecek. Yaklaşık 2 bin
metrekarelik alana yayılacak müzenin yılda 2
milyon ziyaretçi çekmesi hedefleniyor. Kültür,
sanat, eğlence, moda ve gastronominin hizmetine
sunulan yeni nesil bir yaşam merkezi olacağı
belirtilen Grand Pera’da Madame Tussauds
Müzesi’nin yanı sıra tarihi Cercle d’Orient
binası, 1.250 metrekarelik fuaye alanına sahip
600 kişilik Emek Sineması ile toplam 800 kişilik
8 yeni sinema salonu, 150 kişilik teleskopik
oturma düzenine sahip tiyatro salonu ve gösteri
merkezi yer alacak.
Hürriyet, 29.12.2015
|
İSTANBUL'UN ANTİK TİYATROSU NEREDE?
Neolitik dönem MÖ 6500 yılları bulgularına bile
ulaşılan İstanbul’da antik tiyatro ile ilgili
bilimsel bir çalışma bugüne kadar yapılmadı. Tarihi
Yarımada’da kazma vurulan her yerden kültür varlığı
çıkarken tiyatro ile ilgili henüz bir bulguya
rastlanılmaması antik kaynaklarda işaret edilen
yerin doğru olduğunu gösteriyor. Kaynaklara göre
Topkapı Sarayı’nın bulunduğu akropolden
Sarayburnu’na inen yamaçta 2 tiyatro olduğundan söz
ediliyor. Bugün Topkapı Sarayı’na ait arazide Büyük
Tiyatro (Theatrum Majus Amphitheatrum) ile Küçük
tiyatronun ( Theatrum Minus) toprak altında olduğu
sanılıyor.
Anadolu Yakası'ndaki Fikirtepe'de yapılan
kazılarda Bakır Çağı'nın sürdüğü MÖ 5500–3500
yıllarına ait izlerden sonra, Marmaray tüp geçidi
kazıları sırasında Cilalı Taş Devri'nin sürdüğü MÖ
6500'lü yıllara ait kalıntılara rastlanan İstanbul
oldukça eski bir şehir olarak tarih içindeki yerini
koruyor. Kadıköy'de Fenikelilere ait kalıntılar, MÖ
13. yüzyıl ve 11. yüzyıllarda Traklar İstanbul’a
yakın Semistra kentini kurdu. Kral Lygos zamanında
da Topkapı Sarayı'nın bulunduğu yerde bir Akropolis
oluşturuldu. MÖ 685'te Megara'dan gelen
Yunanlar burada bir koloni meydana getirip MÖ 667
yılında Byzantion şehrini kurdular. Daha sonra şehre
MS 196’da Roma İmparatorluğu hakim oldu. Kentin adı
önce Augusta Antonina, ardından İmparator I.
Konstantin zamanında kent Roma İmparatorluğu'nun
başkenti ilan edilerek adı Nova Roma olarak
değiştirildi. 337 yılında İmparator I. Konstantin'in
ölümüyle şehrin ismi Konstantinopolis'e çevrildi.

TİYATRO ANTİK ŞEHİRLERİN VAZGEÇİLMEZİYDİ
Antik dönemde tiyatrolar eğlence mekanı
olmalarının ötesinde, önemli kararların halka
duyurulduğu yer olarak da kullanılırdı. Antik
tiyatrolar yarım daire planlı, seyirci oturma
yerleri basamaklar halinde genellikle bir yamaca
yaslanırdı. İstanbul’un çağdaşları arasındaki tüm
antik kentlerde tiyatro şehrin önemli mimari
yapılarındandı. Efes, Milet, Perge, Pergamon,
Troia, Phokaia, Atina’da olduğu gibi İstanbul’un da
bir tiyatroya sahip olması gerekirdi.
Romalılar’ın şehre hakim olması ile birlikte Aya
İrini’nin bulunduğu alana yani Akrapol’de Jupiter,
Venüs ve Apollo adına tapınaklar yapıldı.
Sultanahmet Meydanı’nda uç kısmı hala ayakta olan
Hippodrom’un inşa edildi. Gülhane Parkı ile
Sarayburnu arasına denk gelen, Topkapı Sarayı’nın
boğaz girişine bakan yamaca da 2 tiyatro yapıldı.
KAYNAKLARDA YERİ BELLİ
Antik kaynaklarda bu tiyatrolardan şöyle
bahsedilir; Notitia Urbis Constantinopolitanea (MS
440) : Bu kitapta İstanbul’un 14 bölgeye ayrılarak
yönetildiğinden ve 2.Bölgede bir Theatrum Minus’tan
söz edilir. Janin’in , 1950 basımı “Constantinople
Byzantine, Dévelopment Urbain et Répertoir
Topographique” adlı kitabında da “Theatrum Minus,
büyük bir ihtimalle Afrodit Tapınağı’na bakan ve
Artemis Tapınağı yanında inşa edilen “eski
Megaralılar tiyatrosu” olarak değerlendirilmekte ve
tiyatronun birinci tepenin kuzeye doğru olan
yamacının uç noktasında yer aldığı söylenir. Bu
bölge içine alındığında batıdaki Gotlar Sütunu’nun
da küçük tiyatronun tam ortasını işaret edeceğini
belirtilmektedir. Janin, kitabının başka bir yerinde
“Sarayburnu’nda 1913’te ortaya çıkartılan kalıntılar
olasılıkla Theatrum Minus’a aittir ve Gotlar
Sütunu’nun da bu yerin merkezini işaret etmesi
gerekir” demektedir.
1909’da tatil için geldiği İstanbul’dan bir daha
ayrılamayan Ernest Mamboury tarafından hazırlanan
“Constantinople Guide Touristique” isimli İstanbul
rehberinde de “Gotlar Sütunu’nun, Septimius Severus
tarafından inşa edilen Theatrum Majus’un spinasına
ait olması gerekir” demektedir.
KAZILARDA PARÇALARI BULUNDU
Akrapolün çevreleyen Sur-u Sultani içinde yapılan
kazılarda tiyatroların bu bölgede olduğuna dair
işaretler alındı. 1913 yılında Gülhane Parkı
düzenlenirken ve Sarayburnu’ndaki kazılar esnasında
Gotlar Sütunu’nun çevresinde ortaya çıkarılan
kalıntılar tiyatroya ait olduğu düşünüldü. Topkapı
Sarayı’nın 2. avlusunda, saray mutfaklarının
bulunduğu noktada 1959 yılında yapılan kazılarda da
11 parça mermerden tiyatro oturma sırası bulundu.
Bu kadar bilgi ve antik kaynağa rağmen halen
İstanbul’un antik tiyatrosu için bilimsel bir
araştırma yapılmaması oldukça garip. Tiyatroların
var olduğu sanılan arazide uzun yıllar TSK’ya ait
askeri depolar bulunuyordu. Lakin bu depolar eski
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın ısrarları
ile Topkapı Sarayı’na kazandırıldı. TSK araziden
tamamen çıktı. Artık burada bir araştırma
yapılmaması için sebep yok. Gerek İstanbul Arkeoloji
Müzesi gerekse İstanbul’daki arkeoloji bölümü olan
üniversiteler bu bilimsel çalışmayı yürütebilir.
Üstelik teknoloji oldukça ilerledi. Jeoradar ve
jeofizik yöntemleriyle yerin altındaki mimari
yapıları keşfetmek mümkün. İstanbul bu araştırmayı
hak ediyor. Kültür turizmine de büyük katkı
sağlayacağı aşikar…
Radikal, Haber. Ömer Erbil,
29.12.2015
NEZİH BAŞGELEN:
SARAYIN ALTINDAKİ TİYATRONUN BASAMAKLARINI GÖRDÜM

Arkeoloji ve Sanat Dergisi Editörü ve arkeolog Nezih Başgelen ile Dr. Nezih Fıratlı tiyatroyu beraber yerinde inceledikleri gün İstanbul Arkeoloji Müzesi nin girişinde 1978 Arkeoloji ve Sanat Dergisi için poz verdiler.
İstanbul’un antik
tiyatrosunun yeri ile ilgili tartışma arkeoloji
dünyasında büyük yankı uyandırdı. Radikal’in dün
gündeme getirdiği geçmişi 8500 yıl geriye giden
İstanbul’da kazma vurulan her yerden kültür varlığı
çıkarken tiyatro ile ilgili henüz bir bulguya
rastlanılmaması aslında tarihi tiyatronun yeri
konusunda antik kaynakları doğruluyor. Tiyatro
Topkapı Sarayı'nın bulunduğu akropolden
Sarayburnu'na inen yamaçta bulunuyor. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın kullanımında bulunan arazide
olduğu arkeologlarca da doğrulanan antik tiyatro
için bakanlığın çalışma yapıp yapmayacağı ise merak
konusu oldu. Arkeoloji ve Sanat Dergisi Editörü ve
arkeolog Nezih Başgelen ile tarihi tiyatronun yerini
konuştuk. Başgelen tiyatronun basamaklarını Topkapı
Sarayı’nın altında Sarayburnu’na bakan yamaçta
gördüğünü ileri sürdü. Tiyatronun bir an önce
bilimsel araştırmalarının yapılmasını isteyen
Başgelen’in tiyatronun bulunması ile ilgili şunları
dile getirdi:
TESADÜF BULUNDU!
Arkeoloji ve Sanat Dergisi'nin hazırlıklarını
sürdürdüğüm 1976 yılı sonbaharında bir hafta sonu
sevgili arkadaşım rahmetli Engin Akyüz'le hafta sonu
Tarihi Yarımada da yaptığımız Antik İstanbul'u keşif
gezilerimizden dönerken Sarayburnu'nda Atatürk
heykelinin civarında çalışan dozerlerin geniş
kanallar açarak buradaki arkeolojik dolguları altüst
ettiğini gördük. Pek çok mermer sütün başlıkları,
mimari bloklar sütün parçaları kırılmış ve
çeşitli antik yapı kalıntıları tahrip ediliyordu.
Çalışmaların başındakilerden DSİ 14. Bölge
Müdürlüğü'nün Ömerli Barajı'ndan Avrupa
yakasına su getirebilmek için Salacak- Sarayburnu
arasında "Boğaz Denizaltı Boru Hattı" geçirdiğini ve
Gülhane parkının sahil kesiminden itibaren de hatla
bağlantılı kanalların açılmakta olduğunu öğrendik.
Anlaşıldığı kadarıyla DSİ İstanbul Arkeoloji
Müzelerine haber vermeden burada çalışmaya başlamış
inanılmaz bir tahribata da neden olmuştu. Böyle
durumlarda daha öncede yaptığım gibi hemen İstanbul
Arkeoloji Müzelerini haberdar ettim. Müze hemen
yerine uzman
göndererek çalışmaları durdurup yapılanları kontrol
altına aldı ve daha sonra yapılan sistematik
kazılarla erken döneme ait bir kule kalıntısını gün
ışığına çıkardı. Daha sonra kanal açma çalışmaları
Müze denetiminde Topkapı Sarayı ile demiryolu
arasındaki askerlerin kontrolündeki alanda da
sürdürüldü.
BASAMAKLARI YERİNDE
GÖRDÜM
1978
yılında Arkeoloji ve Sanat Dergisi'nin ilk sayısını
çıkardığım dönemde rahmetli Dr. Nezih Fıratlı ile
alandaki çalışmaları yerinde incelemeye birlikte
gittik. Topkapı Sarayı Mutfaklarının yanından söz
konusu alana inerken Nezih Bey'le Sarayburnu'nun
tarihi topoğrafya açısından önemini R. Demangel ile
E. Mamboury'nin bu alanda yaptıkları kazıları
konuşurken söz burada yer aldığı düşünülen
İstanbul'un büyük Tiyatrosuna gelmişti. Bu tiyatro
nerede olabilir diye sorduğumda Nezih Bey
Topkapı Sarayı’nın 2. avlusunda, Saray mutfaklarının
bağlı eski Yağhane ve Arşiv binalarının bulunduğu
yerde yapılan kazılarda yerinde korunmuş vaziyette
mermerden çok sayıda oturma sırasının bulunduğunu
bazı yerinde örneklerin ise Saray Mutfakları ile
Fatih Köşkünün olduğu sırtın yamaçlarında vaktiyle
görüldüğünden bahsetmişti. Söz konusu yere tırmanıp
ulaştığımda konumunun aynen yamaçtaki Bergama
tiyatrosuna benzediğini bizzat gözlemlemiştim. 1938
yılında Teatrum Maius - Büyük Tiyatro konusunda kısa
bir değerlendirme kaleme alan G. Martiny de bu yönde
görüş belirtmektedir. Gene Sarayburnu bölgesinde
olduğu düşünülen küçük antik tiyatronun ise
Gotlar Sütununun civarında olduğunu ortaya
koyabilecek bazı izlere 1913'te burada yapılan
kazılarda rastlanmıştır. Bunun
yanı sıra Galata- Pera'da da bir antik tiyatronun
varlığı antik kaynaklardan bilinmektedir.
Bugüne kadar ayrıntılı bilimsel bir araştırmanın
yapılmamış olması büyük bir kayıptır.
Radika, Haber: Ömer Erbil,
30.12.2015
|
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF.DR. KARSAK:
KİMSENİN SABRI KALMADI
Galatasaray Üniversitesi’nin tarihi binasında 22
Ocak 2013’te çıkan yangının ardından restorasyon
çalışmaları bir türlü başlayamayınca geçen ekim
ayında geçici ahşap çatı yapılmasına karar
verildi. Geçici çatının bu ay sonunda bitmesi
öngörülüyor. Rektör Prof.Dr. Ertuğrul Karsak,
“Üç yıl çok uzun bir süre. Bir an önce
uyuşmazlığın çözülmesini hedefliyoruz. Artık
kimsenin beklemeye sabrı kalmadı” dedi.
Galatasaray
Üniversitesi’nin 142 yıllık tarihi binası, 22
Ocak 2013’te çıkan yangın sonrası kullanılamaz
hale geldi. Feriye Sarayları olarak da bilinen
ve Çırağan Sarayı’nın müştemilatı olan tarihi
binanın restorasyonu yaklaşık üç yıldır
bekliyor. Birinci derece kültür varlığı
statüsündeki binanın tadilatına başlanması için
3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’ndan onaylı proje çıkması gerekiyor.
Ancak yangından sonra ortaya konulan projelerin
kurul tarafından onaylanmamasının ardından 10
Haziran 2015’te müellif mimar Sinan Genim de
istifa etti. Bu durum restorasyon sürecini daha
da belirsiz hale getirdi. 2015 Nisan ayında
Galatasaray Üniversitesi Rektörlük görevine
gelen Prof.Dr. Ertuğrul Karsak, binanın daha
fazla zarar görmemesi için Koruma Kurulu kararı
uyarınca, ihale yoluyla
üniversite bütçesinden yaklaşık 1 milyon 100
bin lira bedelli geçici ahşap çatı inşaatına
başlandığını açıkladı. Restorasyonla ilgili en
kısa sürede uzlaşma sağlanması gerektiğini dile
getiren Prof.Dr. Karsak, süreci ve gelinen
noktayı Hürriyet’e anlattı.
Yangının
ardından şimdiye kadar nasıl bir süreç izlendi?
- Yangından sonra
Galatasaray
Eğitim Vakfı, binanın restorasyonuna talip
oldu. 30 Nisan 2013’te üniversite ile vakıf
arasında protokol yapılarak binanın restorasyon
işi vakfa devredildi. Vakfın, üniversiteye göre
birçok esnekliği vardı ve bir bağış kampanyası
düzenlendi. Yaz aylarında söküm ve temizlik
işleri yapılarak proje çalışmaları başladı. İlk
önce rölöve (yapının bütün boyutlarını ölçerek
plan, kesit ve görünüşünü yeniden çıkarma) ve
restitüsyon (yeniden tasarlama) projeleri
hazırlandı ve bunlar 2014 yılı başında 3
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından onaylandı. Ardından restorasyon avan
projesi kurula teslim edildi ve onaylandı. En
son aşama olan restorasyon uygulama projesi yine
vakfın seçtiği proje müellifi olan mimar Sinan
Genim tarafından hazırlanıp Kurul’a teslim
edildi. Ancak Haziran 2014’te bu projenin
onaylanmadığı bilgisi ve gerekçesi geldi. Nisan
2015’te rektör olarak göreve başladım. Hemen
Prof.Dr. Haluk Sezgin, Dr. Doğan Hasol ve
Yüksek Mimar Köksal Anadol’dan oluşan bir
komisyon kurduk. Proje müellifi mimar Sinan
Genim ve vakıf yetkilileriyle toplantılar
yaptık. Genim, revize proje hazırladı ve bunu 13
Mayıs 2015’te Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’na sunduk. Kurul projeyi inceledi ve
projede hala uygun görmediği yerlerin olduğunu
söyledi. Bu da onaylanmayınca Sinan Genim,
Kurul’a 10 Haziran’da proje müellifliğinden
ayrıldığını bildiren bir yazı göndermiş. 2015
yazında restorasyonu başlatmak istiyorduk, Genim
ayrılınca proje çıkmaza girdi ve Koruma
Kurulu’nun ilk başta yapmamızı istediği geçici
çatıya ağırlık verdik. Ekim sonunda 1 milyon 100
bin lira bütçe ile çalışma başlatıldı. Bu ay
sonunda çatının bitmesi öngörülüyor.
Sorunun
temel kaynağı nedir?
- Görüş
ayrılıkları nedeniyle bu kadar çok zaman geçti.
Kurul, “Bu bir kültür varlığı ve biz bunu her
şekilde korumak istiyoruz” diyor. Proje müellifi
mimar Genim ise, “Tamam, ama sonuçta burası 80
yılı aşkın süredir eğitim kurumu ve bunu biz 150
yıl önce yapıldığı şekilde inşa edemeyiz” diye
konuşuyor. Aradaki görüş ayrılığının temeli, bu.
“Bina otel
olur” endişelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yapı, başka bir amaçla kullanılabilir mi?
- Benim böyle bir
endişem şu an itibariyle yok. Ancak bizim
binamızı artık zaman kaybetmeden restore etmemiz
gerekiyor.
Mimar
değişirse yol alınır mı?
- Bence mevcut
mimar da adım atarsa yol alınır. Mimar değişirse
de yol alınır. Proje müellifinin işvereni GS
Eğitim Vakfı. Bu protokol yürürlükte olduğu
sürece üniversite müdahale edemez. Herhalde
vakıf aynı mimarla devam etmek istiyor. Çünkü 10
Haziran’dan bugüne yaklaşık 6 ay geçti ve halen
başka bir mimar vakıf tarafından
görevlendirilmedi. Bizim için önemli olan
mimarın kim olduğu değil, bir an önce Koruma
Kurulu tarafından onaylanan projeye sahip
olmamız. Sinan Genim ile defalarca görüştüm ve
diyaloga önem veriyorum ama Genim’in iş vereni
değilim. Protokol uyarınca mimara vakıf karar
verir.
Bina için
ne kadar bağış toplandı?
- Bildiğim
kadarıyla bağış kampanyasıyla 4.6 milyon lira
elde edildi. Ayrıca yangından hemen sonra 2
kişinin 10’ar milyon lira vermeyi taahhüt ettiği
biliniyor. Finansal kaynak sorunu olmadığını
düşünüyorum. Böyle bir binaya birçok kişi bağış
yapmak ister ama insanlar somut ilerleme de
görmeyi umar.
Bu süreçte
iyi niyetten şüphe ettiğiniz oldu mu?
- Mimar, vakfa
karşı istifa etmiş değil. Vakıf böyle bir
istifanın kendilerine ulaşmadığını söylüyor.
Sinan Genim bu istifayı Koruma Kurulu’na
göndermiş. Alışılagelen uygulamada, istifa
ediliyorsa bu görevi veren kuruma istifa mektubu
gönderilir. Ama burada Koruma Kurulu’na
gönderiliyor. İnan Kıraç çok iyi bir
Galatasaraylı. Ben onun da işin bir an önce
çözülmesini istediğine yürekten inanıyorum. Biz
de bunu içtenlikle istiyoruz. Bazı yerlerde
yorum farkı var ama herkesin iyi niyetli
olduğunu düşünüyorum.
“Bu kadar
köklü bir kurum neden üç yıldır adım atmıyor”
eleştirileri var. Üniversite ne istiyor?
- Üç yıl çok uzun
bir süre. Elimizde şu an onaylı bir proje
bulunmuyor. Kurul projede düzeltmeler istiyor,
ancak bunlar çeşitli nedenlerle yapılmıyor. Şu
an çatının tamamlanmasıyla bir an önce
uyuşmazlığın çözülmesini hedefliyoruz. Artık
bekleyecek vaktimiz yok. Ocak 2016 itibariyle
proje müellifi mimar bu işe devam edecekse en
kısa sürede proje sonuçlandırılmalı. Devam
etmeyecekse başka birinin görevlendirilip proje
üzerinde çalışması uygun olur. Gerçekten uzun
süre geçti, artık kimsenin beklemeye sabrı
kalmadı. Bir an önce restorasyona başlanması
gerekiyor. Anlaşmazlıkları bir kenara koyup
olayı kişiselleştirmeden, gurur meselesi
yapmadan çözüm bulmamız lazım. Amacımız 22 Ocak
2016’dan önce proje üzerindeki revizyonları
gerçekleştirerek, 2 yılda restorasyonu
tamamlamak ve binamızı eğitim hizmetini verecek
hale getirmek.
Yükseköğretimdeki yenilikler
YÖK’ün son dönemde
yaptığı çalışmalar arasında yer alan fakültelere
baraj sınırlandırması getirilmesi üniversitemizi
etkilemedi. Ancak bu uygulamaya taraftarım. Bazı
üniversitelerde
öğrenciler arasında uçurumların olduğunu
duyuyoruz. Bu nedenle uygulamayı olumlu
buluyorum. Üniversitelerde farklı görüşlerin,
renklerin olması bir zenginlik. İfade özgürlüğü
çok önemli. Akademik özgürlük bir üniversite
için olmazsa olmaz. Türkiye’de üniversite
sayısında nicelik olarak artış oldu ama artık
niteliğe odaklanılmalı. Üniversitelerin
uluslararasılaşma süreci daha fazla ön planda
tutulmalı.
Hürriyet, Haber: Gülseven Özkan,
29.12.2015
|
SAKLI HAZİNE:
ADAMKAYALAR

Mersin'in Erdemli İlçesi'nde Şeytan Deresi
Kanyonu'nun sarp yamaçlarında MÖ 2'nci ve MS
3'üncü Yüzyıl arasında yapıldığı tahmin edilen
'Adamkayalar' olarak adlandırılan insan
kabartmaları, yerli ve yabancı turistlerin
ilgisini çekiyor. Ulaşımı zor olan bölgendeki
tarihi eserler define avcılarının talanına
uğrarken, uzmanlar bölgenin 'arkeolojik park'
olarak ilan edilmesini istiyor.
Mersin'in önemli
arkeolojik değerleri arasında yer alan 11 erkek,
4 kadın, 2 çocuk, bir dağ keçisi ve kartaldan
oluşan Adamkayalar, sarp bir yamaçta yer alması
nedeniyle ulaşımı büyük sorun yaratıyor.
Keçilerin bile zor inebildiği kayalıklardan
geçerek Adamkayalara ulaşan meraklılar, bu anı
görüntüleyerek ölümsüzleştiriyor. Tüm bu
zorluklara karşın Adamkayalar bölgesi bugüne
kadar hiç bir tarihi kalıntı bulunmamasına
karşın define avcıları tarafından talan
ediliyor.

Mersin Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Serra Durugönül, Adamkayalar
kabartmalarının, Türkiye dahil, dünyanın hiçbir
yerinde benzerinin olmadığını söyledi. Bölgeyi
ilk olarak 1980'de üniversite öğrencisi iken
gördüğünü ifade eden Durugönül, o dönem bugün ki
halinden çok daha iyi olduğunu hatırlattı.
Define avcılarının bu bölgede bir şey bulmasının
mümkün olmadığını belirten Durugönül, "O dönemde
yaşayanlar hırsızlara karşı, mezarlarını
bambaşka yerlere yapmışlar. Aslında mezarların
olduğu yerleri bulmak mümkün değil. Oraları
define kaçakçıları boşuna kazıp, tahrip
ediyorlar. Eskiçağ'da insanlar oraya
kabartmalarını yapmışlar ama mezarlarını bizim
bile bulamayacağımız, vadinin bambaşka
yerlerindeki ana kayalarda oluşturmuşlar. Bugüne
kadar hiç kimse oralardan bir şey bulamadı,
bulamazlar. Bu vadinin coğrafik ve topografik
örnekleri var ama içerisinde bu zenginlikte
kabartmalar yok. Şeytan Deresi'ni yürüdükçe
farklı mezarlar ve kabartmaları görmek mümkün
ama hepsi tahrip ediliyor" dedi.
KORUMA GÖREVLİSİ
TAHSİS EDİLMELİ
Bölgenin korunması
için biz dizi önlemleri içerek tekliklerini
Mersin Valiliği'ne ilettiklerini de hatırlatan
Durugönül, şöyle konuştu:
"Biz yıllar önce
Mersin Valiliği'ne resmi bir başvuruda bulunduk.
Oraya bakanlığın izin verdiği bir yürüyüş yolu,
insanların rahatlıkla üzerinde durabileceği bir
platform yapılarak, insanların rahatlıkla
gezebileceği ve güvenlik kameraların
yerleştirilmesi konusunda Valiliğe bir proje
önermiştik. En iyi çözüm orada bir koruma
görevlisinin bulundurulmasıdır. Buradaki kişi
hem giriş-çıkışı kontrol eder hem de bir turist
rehberi gibi bölge ile ilgili olarak gelenlere
bilgi verir. Valilik bu projeye sıcak baktı,
konuyu bakanlığa bildirdi ama hala aynı
noktadayız. Türkiye'yi bırakın çağdaşı eserler
sunan Akdeniz coğrafyasında hiçbir yerde bu
şekilde birbirleriyle bağlantılı anlatımı olan
ve yan yana çok figürlü kabartmaların bir arada
görüldüğü bir yer yok. Avrupa sınırlarında zaten
yok. Adamkayalar bir defada yapılıp
bitirilmemiş, arka arkaya yapılmış ve en erken
örneği MÖ 2'nci yüzyıl, en geç örneği MS 3.
Yüzyıl'da yapılmış. 500 yıl boyunca orada
insanlar ölülerini gömmüş, sonra da hep anma
törenleri için gelmişler."
DHA, Haber: Mustafa Ercan,
29.12.2015 |
TARSUS'TA ANTİK
YOL BULUNDU
Mersin'in Tarsus İlçesi'nde 3. derece sit alanında
yapılan çalışmada antik yol bulunduğu bildirildi.
Tarsus Müze Müdürü Mehmet
Çavuş, yaptığı yazılı açıklamada, Caminur
Mahallesi'nde 3. derece arkeolojik sit alanı
içerisinde bulunan alanda gerçekleştirilen sondaj
kazısında bazalt taştan, poligonal teknikte inşa
edilmiş antik yol ortaya çıkarıldığını belirterek,
kazı çalışmalarında Roma dönemi ve İslami
dönemlerini de kapsayan kültür katmanlarının
varlığının belirlendiğini kaydetti.
Yolun batı cephesinde yolla
bağlantılı sıra dükkanlar ile ayrıca pişmiş toprak
künk boru sisteminin de tespit edildiğini aktaran
Çavuş, açıklamasında şunları kaydetti:
"Deniz kapısı olarak bilinen tarihi Kleopatra
Kapısı'nın 215 metre kuzeydoğusunda ve kapı ile aynı
aksta ortaya çıkan kuzeydoğu-güneybatı
doğrultusunda uzantı veren bazalt taştan yapılan
yolun, antik dönem Tarsus kentinin hemen güneyinde
yer alan Regma (Aynaz) Gölü ve Kydnos (Berdan) Nehri
vasıtasıyla Akdeniz deniz ticaretine
ve Mersin güzergahına ulaşımı sağlayan şehrin
merkezindeki ana arterlerden birisi
olduğu anlaşılıyor."
Anadolu Ajansı,
Haber: Ahmet Can Erdogan, 29.12.2015
|
MUĞLA'DA KADERİNE TERK EDİLEN THERA ANTİK KENTİ YOK
OLUYOR
Muğla’nın Ula İlçesi
yakınlarındaki Thera antik kenti, yaklaşık 700 dönüm
alanıyla dev bir açık hava müzesini andırıyor.
Köylüler, geçtiğimiz yıllarda korumaya alınan mezar
kompleksini çevreleyen tellerin söküldüğünü, bazı
mezarların harman yeri yapılmak için tahrip
edildiğini belirtirken, bir çok antik kalıntının da
tarla sınırı olarak kullanıldığı öğrenildi.
Muğla – Marmaris
karayolunun 1 kilometre içerisinde Ula ile Yenice
köyleri arasında Okkataş mevkiinde bulunana Thera
Antik Kenti, korumasız bir açık hava müzesi
görünümünde. Yenice Köyü yakınlarındaki tarlalardan
başlayan yüzlerce kaya mezarının bir çoğu tahrip
edilmiş durumda. Yaklaşık beş yıl önce yüzey
çalışması yapıldıktan sonra kaderine terk edilen
antik kentte, bilinen kaya mezarlarının yanı sıra
diğer antik kentlerde rastlanılmayan, üstü lahit,
altı mezar kompleksi olan eserler de yer alıyor. Her
noktadan görülebilmesine rağmen antik kentte
definecilerin izlerine rastlanıyor.

Kentte tespit
edilebilen yapı kalıntılarının tamamına yakını kaçak
kazı çukurları sayesinde fark edilebiliyor. Antik
tiyatrosu dinamitle patlatıldığı belirlenen kentte
bazı eserleri korumak için yerleştirilen tel örgüler
de yine defineciler tarafından parçalanmış durumda.
Milattan önce 4.
yüzyılda yapıldığı sanılan antik kentin kaderine
terk edildiğini belirten köylüler, zamanla toprak
altında kalan ve çalıların kapladığı eserlerin
sağlam olarak günümüze kadar geldiğini, bazı
eserlerin de tarla sınırı olarak kullanıldığını
belirtiyor.
Yeni Asır, 28.12.2015
|
İŞTE GILGAMIŞ DESTANI'NIN BİLİNMEYEN DİZELERİ
Geçen Eylül ayında, 4000 yıllık Sumer destanı
“Gılgamış”ın bilinmeyen bölümlerini içeren bir
tabletin bulunduğunu bildirmiştik.
Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentindeki Süleymaniye
Müzesi yetkilileri, 2011’de bir kaçakçıdan bir
dizi tablet ele geçirmiş; uzun süren incelemeler
sonucunda, tabletlerden birindeki çivi
yazılarının pek çoklarınca “dünyanın en eski
öyküsü” olarak nitelenen “Gılgamış” destanının
bugüne kadar bilinmeyen dizelerini içerdiği
anlaşılmıştı.
Tabletteki çivi yazılarının çeviri çalışması,
Londra’daki Doğu ve Afrika İncelemeleri
Okulu’nun (SOAS) Yakındoğu ve Ortadoğu Dilleri
ve Kültürleri Bölümü profesörlerinden Faruk
el-Ravi ve aynı okulun dekan yardımcısı Andrew
George tarafından yapılmıştı.
kulturservisi.com, Aşağıda, el-Ravi ile
George’un İngilizceye aktardıkları metnin bir
bölümünün Türkçedeki yaklaşık çevirisini
sunuyoruz.
Bu bölümde, bir sedir ormanındaki tahtalı
güvercinler, üveyikler, cırcırböcekleri,
leylekler, çil kuşları ve maymunlar, tanrıların
buyruğuyla ormana bekçilik eden Humbaba’nın
huzurunda adeta bir konser veriyorlar.
Bir kuş şakımaya başladı ormanın içinden:
[...] sesleniyorlardı birbirlerine, cıvıl
cıvıldı ortalık,
[Yalnız bir(?)] cırcırböceği bastı cayırtıyı
ağaçtan,
[…] türküye durmuşlardı, yeri göğü
çınlatıyorlardı.
Bir tahtalı güvercin sızlanıyor, yanıt
geliyordu bir üveyikten.
Leyleğin [çağrısıyla] düğün yerine döndü
orman,
çil kuşunun [çığlığıyla] orman bayram etti.
[Maymun analar] çığırıyor, genç bir maymun
basıyordu çığlığı:
tıpkı çalgıcılar ve davulculardan(?) [bir
çalgı takımı gibi(?)],
her gün çalıp söylüyorlardı Humbaba’nın
huzurunda.
kulturservisi.com, 28.12.2015
|
UNESCO DÜNYA MİRASI BURSA: FIRSATLAR VE BEKLENTİLER
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa’nın UNESCO Dünya
Miras Listesi’ne dahil edilme sürecinin adımlarını
atmaya 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici
(Tentative) Listesi’ne kentin girmesini sağlayarak
atmaya başlamıştır.
UNESCO Dünya Miras Listesi
Dünyada “Üstün Evrensel Değere” sahip
olan doğal ve kültürel varlıkları, bütün
insanlığın ortak mirası kabul ederek, tanıtmak,
toplumlarda evrensel mirasa sahip çıkacak
bilinci oluşturmak ve bu değerlerin korunması
için gerekli işbirliğini sağlamak amacı ile
UNESCO tarafından 1978 yılından itibaren, Dünya
Miras Listesi (World Heritage List) uygulaması
sürdürülmektedir. Türkiye, bu uygulamaya, 1982
yılında “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasını Koruma
Sözleşmesi”ni imzalayarak dahil olmuştur.
Sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya
başvurusuyla başlayan ve Uluslararası Anıtlar ve
Sitler Konseyi (ICOMOS) ve Uluslararası Doğayı
ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN)
uzmanlarının başvuruları değerlendirmesi sonunda
tamamlanan bir işlem dizisinden sonra aday
varlıklar Dünya Miras Komitesinin kararı
doğrultusunda bu statüyü kazanmaktadır.
2015 yılı itibariyle Dünya Miras
Listesi’ndeki alanların sayısı 1031’e,
Türkiye’deki alanların sayısı 15’e ulaşmıştır.
Bunlardan 13 tanesi [İstanbul’un Tarihi Alanları
(1985), Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası
(Sivas-1985), Hattuşaş (Boğazköy) - Hitit
Başkenti (Çorum-1986), Nemrut Dağı
(Adıyaman-Kahta-1987), Xanthos-Letoon
(Antalya-Muğla-1988), Safranbolu (Karabük-1994),
Truva Antik Kenti (Çanakkale-1998), Edirne
Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne-2011),
Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya-2012), Bursa ve
Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu
(Bursa-2014), Bergama Çok Katmanlı Kültürel
Peyzaj Alanı (İzmir-2014)], Diyarbakır Kalesi ve
Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı
(Diyarbakır-2015), Efes (İzmir-2015) kültürel
olarak, 2 tanesi ise [Göreme Milli Parkı ve
Kapadokya (Nevşehir-1985) ile
Pamukkale-Hierapolis (Denizli-1988)] doğal ve
kültürel miras olarak listeye alınmıştır. UNESCO
Dünya Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde
ise Türkiye’den 12 varlık yer almaktadır.
2000 yılından sonra
UNESCO Dünya Miras
Listesi’nde bulunan ve Liste’ye aday olacak tüm
alanlar için yönetim planı hazırlama ve uygulama
şartı getirilmiştir. Bu kapsamda, korunan
varlığın veya alanın, bütün yönleri ve ilgili
tüm tarafların katılımıyla korunmasının
sürekliliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Alan
Yönetimi Planları kültürel mirasın bütüncül bir
yaklaşım ve katılımcı planlama yöntemiyle tüm
paydaşların eşgüdümü ile korunabilmesi için
kullanılan bir araç, bir yol haritasıdır.
Bursa'nın Dünya Miras Listesine Giriş Süreci
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa’nın
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilme
sürecinin adımlarını atmaya 2000 yılında UNESCO
Dünya Mirası Geçici (Tentative) Listesi’ne
kentin girmesini sağlayarak atmaya başlamıştır.
Bir sure ara verilen çalışmalar, 2009 yılında
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yeniden
canlandırılmış, 2011 yılında Bursa Alan
Başkanlığı’nın kurulması ile hız kazanmıştır.
Adaylık Başvuru Dosyası’nın güçlendirilmesi
amacıyla, Hanlar Bölgesi ve Cumalıkızık Köyü
alanlarına, Sultan Külliyeleri’nin de
eklenmesiyle geliştirilen ve onlarca toplantı,
raporlama, değerlendirme, çalıştay gibi
süreçlerle olgunlaştırılan başvuru UNESCO Dünya
Miras Merkezi’ne 2013 yılında iletilmiştir.
Nihayet, 2014 yılında Katar’ın Doha kentinde
gerçekleştirilen 38. Dünya Miras Komitesi
toplantısında, Hanlar Bölgesi (Orhan Gazi
Külliyesi ve Çevresi), Sultan Külliyeleri
(Hüdavendigar, Yıldırım, Yeşil, Muradiye) ve
Cumalıkızık Köyü tarihi alanlarını içerecek
şekilde hazırlanan “Bursa ve Cumalıkızık:
Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu” isimli
“Adaylık Dosyası”nın değerlendirilmesi
sonucunda, Bursa UNESCO Dünya Miras Listesi’ne,
Türkiye'nin 12. dünyanın da 998. Üstün Evrensel
Değere Sahip Miras Alanı olarak kabul
edilmiştir.
Bursa'nın Tarihi Gelişiminde Erken Osmanlı
Döneminin Önemi
Bursa, Marmara Bölgesi'nin güneyinde,
Uludağ'ın (Bitinyalıların Olympos Dağı)
kuzeybatı yamaçlarında konumlanmıştır. Günümüzde
il nüfusu yaklaşık 2.800.000’e ulaşan Bursa,
halen Türkiye'nin dördüncü en kalabalık şehri ve
önemli bir metropolüdür. Bursa’da UNESCO Dünya
Miras Alanı olarak tanımlanan seri bileşenler,
Bursa’nın ilk Osmanlı başkenti olduğu dönemde
oluşturulan beş merkez (erken Osmanlı
dönemindeki ticaret merkezi ve Sultan
Külliyeleri) ile yine aynı dönemde inşa edilen
bir köy olmak üzere toplam altı alanı
kapsamaktadır (Şekil 1). Her alan için bir
tampon bölge belirlenmiştir. Aday gösterilen
bölgeler fiziksel, sosyal ve mimari özellikleri
göz önüne alınarak üç ana gruba ayrılmıştır.
Bunlar, Hanlar Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve
Cumalıkızık Köyü’dür.

Şekil1: Bursa'da
Dünya Mirasına Giren Alanlar
MÖ 185 tarihinde Bitinyalılar tarafından
bir tepe üzerinde kurularak etrafı sur
duvarlarıyla çevrelenen Bursa (ilk ismiyle
Prusa), Roma (MÖ 74 - MS 395) ve Bizans
(MS 395-MS 1326) dönemlerinde de aynı
sınırlarını korumuş, Osmanlı döneminde ise sur
duvarları dışında gelişmeye başlamış, İstanbul
başkent olana kadar başa geçen sultanların
kentin farklı bölgelerindeki tepeler üzerinde
yaptırdığı külliyeler çevresinde oluşan
mahallelerle giderek büyümüştür. İlk külliye,
Sultan Orhan tarafından 1339-1340 yılları
arasında Bursa kalesinin doğusunda, cami,
imaret, medrese, hamam ve handan oluşacak
şekilde inşa edilmiştir. Külliye içindeki Emir
Han, Osmanlı hanlarının ilk örneği
sayılmaktadır. Çok sayıda tarihi han, çarşı ve
pazardan oluşan ve Hanlar Bölgesi olarak bilinen
ticari merkez, Orhan Gazi tarafından yaptırılan
ilk külliyenin çevresinde gelişmiştir (Şekil 2).
Diğer külliyeler sırasıyla, I. Murad tarafından
yaptırılan Hüdavendigar (I. Murad) Külliyesi,
Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Yıldırım
(I. Bayezid) Külliyesi (Şekil 3), Çelebi Mehmed
tarafından yaptırılan Yeşil (I. Mehmed)
Külliyesi ve II. Murad tarafından yaptırılan
Muradiye (II. Murad) Külliyesi'dir (Şekil 4). Bu
külliyelerin her biri Uludağ'ın kuzey yüzünde,
farklı bir bölgede inşa edilmiş ve bu merkezler
o dönemde kentin sınırlarını belirlemiştir. Bir
köy yerleşimi olan Cumalıkızık ise kentin
doğusunda Uludağ yamaçlarında kurulmuş olan
Orhan Gazi Vakfı'na bağlı bir vakıf köyüdür
(Şekil 5).

Şekil2: Hanlar Bölgesi
21. yüzyıla kadar çeşitli evrelerden geçerek
ulaşan Bursa, hızlı kentleşmenin neticesinde
bazı olumsuz gelişmeleri de içerse bile,
Osmanlıların ilk başkenti olduğu dönemdeki
külliyeler ve kırsal yerleşmeler günümüze kadar
özgünlüğünü korumuştur. Batı Asya, Avrupa ve
Kuzey Afrika’nın çeşitli bölgelerine yüzyıllarca
hükmetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk
sultanlarının yaşadığı Bursa, tek bina
ölçeğinden (hanlar, bedestenler, camiler,
medreseler, mezarlar, hamamlar, evler) yapı
toplulukları ölçeğine kadar (külliyeler,
çarşılar ve köyler) insanlık tarihinin önemli
bir aşamasına ışık tutmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuş süreci, adını
hanedana ve imparatorluğa vermiş olan
Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’nin, 14. yüzyılın
başında küçük bir Bizans kalesi konumunda olan
Bursa’yı fethetmesinin ardından, burayı evi ve
başkenti yapmaya karar vermesi ile başlamıştır.
Bir Osmanlı kentinin fiziksel, yasal, ekonomik,
idari, sosyal, dini, askeri ve saltanata ait tüm
bileşenleri ilk olarak Bursa’da
oluşturulmuştur.

Şekil3: Muradiye Külliyesi
Bursa’nın sınırları, ilk Osmanlı sultanları
tarafından özgün bir kent planlama sisteminin
uygulanması sonucunda genişlemiş, kent yenilikçi
bir sistem ile yönetilmiştir. Ticari hayatı ve
dolayısıyla ekonomiyi idare etmek amacıyla Ahi
adı verilen yarı dini kardeşlik örgütlerini
kullanmak, Vakıf adı verilen kamusal yardım
sisteminden ve külliyeler ile köylerden en iyi
şekilde yararlanmak, tarihteki en önemli
imparatorluklardan birisinin canlı ve
sürdürülebilir yeni başkentinin hızla
oluşturulması için ustaca kullanılmış bir yöntem
olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şekil4: Yıldırım Külliyesi
Kent, güvenli bir tarım ve ticaret
hinterlandının oluşturulması ve mevcut surların
dışında kamusal fonksiyonlara sahip yeni
merkezler olan külliyelerin geliştirilmesiyle
hızla inşa edilmiştir. İlk külliye Sultan Orhan
tarafından oluşturulmuş, sonraki sultanlar da bu
sistemi devam ettirerek, külliyelerini kentin
farklı noktalarındaki tepeler üzerinde inşa
ettirmiş, böylece kentin sınırlarını belirlemiş,
ayrıca Orhan Gazi tarafından yaptırılan ilk
hanın çevresine yeni hanlar ve kamusal işlevli
başka binalar ekletmişlerdir. Bu sayede, hem
çevresinde mahallelerin geliştiği çeşitli odak
noktaları, hem de ticari bir merkez (Hanlar
Bölgesi) oluşturulmuştur. Külliyelerin
sürdürülebilirliğini sağlamak için Osmanlılarca
kullanılan vakıf sisteminin gelirleri, toplanan
vergilerden ve köylerden aktarılan ürünlerden
elde edilmiştir. Sistemin bir parçası olarak
Bursa çevresinde oluşturulan erken dönem Osmanlı
vakıf köylerinden Cumalıkızık günümüzde
özgünlüğünü en iyi koruyan kırsal yerleşim
örneklerinin başında gelmekte ve yaşam tarzı ile
orijinal arazi kullanımını sürdürmektedir.

Şekil5: Cumalıkızık
Özetle Bursa, Osmanlıların ilk başkenti
olduğu 14. yüzyıl başlarından 15. yüzyıl
ortalarında İstanbul’un başkent oluşuna kadar
geçirdiği evrede gerçekleştirilen Hanlar Bölgesi
(Orhan Gazi Külliyesi ve Çevresi), Sultan
Külliyeleri (Hüdavendigar, Yıldırım, Yeşil,
Muradiye) ve kırsal alanın en iyi korunmuş
örneği Cumalıkızık’tan oluşan altı alanı
kapsayan özgün kent planlama sistemiyle, üstün
evrensel değer taşımaktadır.
UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki Bursa'nın
Kazanımları ve Gelecekten Beklentiler
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmenin
Bursa için en büyük avantajı, üstün evrensel
değeri tescil edilen alanların tüm dünya
tarafından tanınacak ve ortak dünya mirası kabul
edilecek olması, bu nedenle sürekli bakım ve
koruma altında tutulmak zorunda olması,
gerektiğinde UNESCO’dan uzman ve eğitim desteği
sağlanabilmesi ve “Dünya Markası” niteliğini
taşımasının sunduğu avantajla beraber bölgenin
ve kentin “kültür turizmi” potansiyelinin
artacak olmasıdır. Bursa için son derece önemli
olan UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kabul edilme
sürecinde Danışma Kurulu ile Eşgüdüm ve
Denetleme Kurulu üyeleri ve diğer paydaşların
katkılarıyla yoğun bir çalışma süreci yaşanarak
başarılı sonuca ulaşılmıştır. Bundan sonraki
aşamada, bu önemli başarının gelecek nesillere
aktarılması ve Bursa’nın üstün evrensel
değerinin sürdürülebilmesi için onaylı yönetim
planının dikkatli bir biçimde uygulanması
gerekmektedir. Dünyaca kabul edilen görüşe göre
sadece anıtsal eserleri korumak yeterli
değildir. Tarihi eserlerin çevresinde yer alan
peyzajı ve dokuyu bütüncül olarak korumak da
önemlidir. Ayrıca alanlardaki sosyokültürel
çevre de önem taşımaktadır. Tarihi doku orada
yaşayan insanların yaşam biçimiyle değer
kazanır. Bu noktada somut olmayan kültürel
mirasın da önemi büyüktür. Alanlarda yaşayan
kişilerin, esnaf ve sanatkarların birbirleriyle
ilişkileri, ahilik kültürü, külliye çevresindeki
mahallelerin eskiden beri kendi isimleriyle var
olması ve komşuluk ilişkilerinin hala buralarda
sürmesi Hanlar Bölgesi ve Sultan Külliyeleri
açısından önem taşımaktadır. Cumalıkızık’ta ise
köy halkının oradaki yaşam tarzını yüzyıllardan
beri aynı şekilde sürdürmesi somut olmayan
kültürel miras bağlamında dikkat çekicidir.
Bursa Alan Başkanlığı’nın amacı, Hanlar
Bölgesi, Sultan Külliyeleri ve Cumalıkızık
Köyü’nün uluslararası normlara uygun bir şekilde
korunmasını sağlamak üzere tüm tarafların
katkıları ile hazırlanan Yönetim Planı’nı
uygulamaya koyarak; mevzuat ile belirlenmiş olan
yetki ve sorumluluklar çerçevesinde paydaşların
etkin rol alacakları yıllık eylem planları ile
yönetilebilmelerini sağlamaktır. Dünya Miras
Sözleşmesi şartlarına uygun olarak, Bursa’nın
sürdürülebilir şekilde korunması en önemli
hedeflerdendir. Bu kapsamda, Alan Başkanlığı
dünya mirası bilincinin oluşturulması ve koruma
uygulamaları için tüm paydaşlar
arasında koordinasyon görevini üstlenmiştir.
KAYNAKÇA
- Akkılıç, Yılmaz (ed.) (2002). Bursa
Ansiklopedisi, Bursa: Bursa Kültür ve Sanat
Yayınları, 4 cilt.
- Bierman, Irene A., Abou-El-Haj, Rıfa’at
A., Preziosi, Donald (eds.) (1991). The
Ottoman City and Its Parts: Urban Structure
and Social Order, New York: Aristide D.
Caratzas.
- Bursa Alan Başkanlığı ve Akan Mimarlık
(2013). Bursa (Hanlar Bölgesi & Sultan
Külliyeleri) ve Cumalıkızık Yönetim Planı
(2013-2018), Bursa: Bursa Büyükşehir
Belediyesi Yayını.
- Bursa Alan Başkanlığı ve Solar, Giora
(2013). Bursa and Cumalıkızık. The Birth of
the Ottoman Empire, World Heritage
Nomination File, Bursa: Bursa Büyükşehir
Belediyesi Yayını.
- Dostoğlu, Neslihan (2011). Bursa Kültür
Varlıkları Envanteri: Anıtsal Eserler,
Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi.
- Faroqhi, Suraiya (1994). Osmanlı’da
Kentler ve Kentliler, İstanbul: Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.
- Gabriel, Albert (2008), Bir Türk
Başkenti Bursa. vol. I-II (Çeviri. Neslihan
Er, Hamit Er, Aykut Kazancıgil), İstanbul:
Osmangazi Belediyesi Yayınları.
- Goodwin, Godfrey (2003). A History of
Ottoman Architecture, London: Thames&Hudson.
- Kaplanoğlu, Raif ve Elbas, Aziz (2009).
Uludağ’ın Beşibirliği Bursa Kızık Köyleri,
Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi
Yayınları.
- Kepecioğlu, Kamil (2009). Bursa Kütüğü,
Bursa: Bursa Kültür A.Ş, 4 cilt.
Arkitera, Yazı: Neslihan Dostoğlu, 28.12.2015
|
TARİHİ CAĞALOĞLU HAMAMINA NANOTEKNOLOJİK KORUMA

Osmanlı döneminde inşa edilen son büyük hamam olma
özelliği taşıyan üç yüz yıllık Cağaloğlu Hamamı,
tarihi kimliğini muhafaza etmesinin yanı sıra
hijyeni de Nano Teknoloji ile sağlıyor. Hamamın tüm
alanları özel bir solüsyon ile dezenfekte edilerek,
nano teknolojik koruma kalkanları sayesinde uzun
süreli ve yüksek performanslı hijyen sağlanıyor.
Solüsyon koruyucu bir tabaka oluşturarak bakteri,
virüs ve mikropları yok ediyor. Takunya, peştemal
gibi hamam aksesuarları da aynı yöntemle sterilize
ediliyor.
New York Times’ın “Ölmeden Önce Görülmesi
Gereken 1000 Yer” listesinde yer alan hamam, 1741
yılında, dönemin padişahı I. Mahmut’un
Ayasofya Külliyesindeki kütüphanesine ve Aya
Sofya Camiine gelir sağlamak için yaptırılmış.
Hamamın tüm alanları özel bir solüsyon ile
dezenfekte edilerek, nano teknolojik koruma
kalkanları sayesinde uzun süreli ve yüksek
performanslı hijyen sağlanıyor.
Milliyet,
28.12.2015 |
BOĞAZA NAZIR ASIRLIK KORUDA İNŞAAT BAŞLADI

İstanbul Kanlıca’daki 200 dönümlük boğaz manzaralı
Mihrabat Korusu da imara açıldı.
Koruda son
günlerde günü birlik tesis inşa etmek için yoğun bir
kazı ve hafriyat çalışması yapılıyor. Boğaziçi
Dernekleri Platformu ise İstanbul 2 Numaralı Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’na başvurarak
koruyu tahrip eden inşaatın durdurulmasını istedi.

Komisyona sunulan şikayet dilekçesinde, inşaat
çalışmaları ile tarihi korunun yeşilinin tahrip
edildiğine dikkat çekilerek doğal dokuyu bozan
devasa boyutlarda hafriyat, istinat duvarı ve çelik
konstrüksiyon işleri yapıldığı kaydedildi. Boğaziçi
Dernekleri Platformu Koordinatörü Kamile Yılmaz,
korunun sit alanı içinde yer aldığını hatırlattı.
Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 27.12.2015 |
FETTAH TAMİNCE'NİN PHASELİS RÜYASI BİTTİ
Phaselis,
Antalya Körfezi'nin batısında yükselen
Beydağları'nın eteğinde Antik Likya uygarlığının
Olimpos'la birlikte liman kentlerinden biri olarak
tanınıyor. Gün yüzüne çıkarılan tarihi eserlerden
çok daha fazlasının halen toprağın altında olduğu
antik kentin etkileşim içinde olduğu 180 dönümlük
alan, turizm yatırımları için işadamı Fettah
Tamince'ye ait Rixos Oteller Grubu'na tahsis edildi.
Tahsis, 'Ares Faselis' adlı şirket üzerinden
düzenlenen 'Dreams of Phaselis' (Phaselis Rüyası)
adı verilen projeyle bölgede içinde 6 tenis kortlu,
3 yüzme havuzlu, 280 odalı otel ve tatil köyü
yapılması planlandı. Proje için imar planları
değiştirildi, ilgili kurumlardan olumlu yazılar
alındı. Antalya Valiliği de projeyle ilgili 26
Aralık 2013'te 'ÇED Gerekli Değildir' kararı verdi.
Ancak, 'Phaselis İnisiyatifi' adıyla bir araya gelen
sivil toplum örgütleri, Kemer ve Kumluca'dan yöre
halkı projeye karşı büyük mücadele başlattı. İmza
kampanyaları ve davalar sonunda Antalya 2'nci İdare
Mahkemesi, Nisan ayında 'ÇED Gerekli Değildir'
kararının yürütmesini durdurdu. Ardından Antalya
1'inci İdare Mahkemesi de tahsise ilişkin yürütmeyi
durdurma kararı verdi.
Projeyle ilintili açılan birçok dava hala devam
ederken mahkemeye sunulan 29 sayfalık bilirkişi
raporunda tahsisi yapılan 180 dönüm alanın
Beydağları Sahil Milli Parkı içinde, Phaselis Antik
Kenti bitişiğinde bulunduğu belirtilerek, dava
konusu proje alanının 20 dönümünün 1. Derece
arkeolojik SİT alanı içinde yer aldığı kaydedildi.
Raporda, proje alanının 154'ü Türkiye, 25'i bölgeye
endemik 864 bitki türünü barındırdığı, tarihi-
kültürel miras açısından Phaselis Antik Kenti'nin
etkileşim sahası içinde yer aldığı kaydedildi.
Ayrıca valiliğin 'ÇED Gerekli Değildir' kararını 23
gün gibi bir sürede verdiğine de dikkat çekti.
Bilirkişi heyeti, ÇED kararı için şirketin 3
Aralık'ta müracaat ettiğini, 26 Aralık'ta da 'ÇED
Gerekli Değildir' kararının verildiğini vurguladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Phaselis Antik
Kenti'nde otel projesinin 20 dönümün içinde kaldığı
1'inci Derece Arkeolojik SİT alanında kalan 878
parselin, SİT alanı dışında kalan kısmında sondaj
çalışmalarına başladı. Akdeniz Üniversitesi Akdeniz
Uygarlıklarını Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof.Dr.
Murat Arslan başkanlığındaki ekibin yaptığı
çalışmalar, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun 22 Aralık tarihli toplantısında
değerlendirildi. Sondaj kazısı sırasında açığa çıkan
arkeolojik buluntuların 'korunması gerekli taşınmaz
kültür ve tabiat varlıkları' kapsamında olduğu
belirlendi. Bu kapsamda Phaselis Antik Kenti 1'inci
Derece Arkeolojik SİT Alanı sınırları yeniden
düzenlenip genişletilirken, bölgede mevcut imar
planlarının da iptaline karar verildi.
Antalya'da Phaselis projesine karşı başlatılan
sivil hareketin avukatlığını üstlenen Çevre ve
Ekoloji Hareketi avukatlarından Tuncay Koç, Kurulun
karara ekli haritasında, proje alanının 1'inci
Derece Arkeolojik SİT alanı olarak işaretlendiğini
söyledi. Koç, kararın Phaselis'te bugüne kadar
savundukları tezlerin ne kadar haklı ve bölgenin
gerçeklerine uygun olduğunun ispatı olduğunu
belirterek, “Kurulun aldığı bu kararla proje artık
tamamen bitmiştir" dedi.
Radikal, Haber: Emre
Baylan, 26.12.2015
|
OSMANİYE'DE İNŞAAT ALANINDAN TARİH FIŞKIRDI

Osmaniye Müze Müdürlüğü, Kadirli
İlçesi'nde 3'üncü derece sit alanında yaptığı
sondaj çalışmasında Roma Dönemi'ne ait hamam
kalıntıları ile taban mozaiği buldu.
Bir inşaat firması, 3'üncü derecede arkeolojik
sit alanı içerisinde yer alan Dere Mahallesi
Şehit İsmail Işıkbol Caddesi'nde inşaat yapmak
istediğini belirterek Osmaniye Müze
Müdürlüğü'nden sondaj kazı çalışması yapılmasını
istedi. Bunun üzerine alanda sondaj çalışmasına
başlayan ekipler, tarihi hamam kalıntıları
buldu. Roma Dönemi'ne ait olduğu değerlendirilen
kalıntıların yanında boğa, geyik ve aslan
motifli taban mozaikleri de tespit edildi.
Tarihi kalıntıların bulunduğu alanın etrafı
çevrilirken, çevrede başka tarihi kalıntıların
olup olmadığının tespiti için kazı
çalışmalarının başlatılacağı belirtildi.

Yasa uyarınca arkeolojik sit alanları olan
bölgelerde inşaat yapılmadan önce Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun izin
vermesi gerekiyor. Bunun içinde inşaatı yapacak
firma ya da kişinin başvurusu üzerine müze
müdürlüğü tarafından sondaj kazı çalışması
yapılıyor ve çalışmalarda tarihi eser
niteliğinde herhangi bir kalıntı çıkmazsa
inşaata izin veriliyor.
DHA, Haber:
Efendi Erkayıran, 26.12.2015
|
ÜLKELERİNDEKİ MÜZEDEN ÇALDIKLARI TARİHİ ESERİ SATMAK
İSTEYEN 2 SURİYELİ YAKALANDI

Suriye’ndeki iç savaş ortamını
fırsat bilip müzeden çaldıkları tarihi mozaiği
Türkiye’de satmak isteyen 2 Suriyeli tutuklandı.
Tarihi eserin, Geç
Roma dönemine ait olduğu tespit edildi.
İstanbul İl
Jandarma Komutanlığı, Suriye’deki iç karışıklık
nedeniyle müzelerden kaçırılan bazı tarihi eserlerin
Suriye uyruklu şahıslar tarafından illegal yollarla
İstanbul’a getirildiği bilgisi üzerine çalışma
başlattı. Yapılan fizik takiplerin ardından
eserlerin pazarlanmak üzere
Esenyurt’ta götürüleceği tespit edildi. Bunun
üzerine harekete geçen ekipler, takip altındaki
aracı durdurarak arama yaptı. Yapılan aramalarda,
valizlerin içerisinde battaniyeye sarılı vaziyette 5
parça halinde 150x200 cm. boyutlarında bir mozaik
ele geçirildi. Bunun üzerine Suriye uyruklu 2
şüpheli gözaltına alındı. Ele geçirilen bütün
malzeme, bilirkişi raporunun düzenlenmesi için
arkeoloji Müzesi Müdürlüğüne teslim edildi.
Burada yapılan incelemede, mozaiğin üzerinde kısa
tunikalı, omuzdan pelerini sarkan figür yer aldığı,
figürün sağında koç ve çoban köpeği, geri fonda ise
yapraklı ağaç dalları ve papağan görüldüğü, mozaiğin
kırmızı, bej, beyaz, sarı ve pembe tesara taşlarla
işlendiği tespit edildi. Ele geçirilen eserin Geç
Roma dönemine ait olduğu belirlendi. 2863 Sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında
tasnif ve tescile tabi tutulan eserin, müzelik
değerde olduğu tespit edildi.
Tarihi eser,
İstanbul Arkeoloji Müze Müdürlüğü tarafından koruma
altına alınırken, Suriyeli 2 şüpheli haklarında
“Kültür ve Tabiat Varlığı Kaçakçılığı” suçundan sevk
edildikleri mahkemece tutuklandı.
Milliyet,
26.12.2015 |
OSMANLI'DA NE CEVHERLER VARMIŞ

Osmanlı'nın kuyumculuk beğenisini yansıtan Cevher
sergisinde neler var neler… Enfiye kutularından
fincan zarflarına, kemer tokasından yelpazeye hatta
sakız koymak için yapılan kutulara kadar değerli
taşların, zarafet dolu işçiliğin girmediği eşya yok
gibi.
“Halayıklardan biri içinde kahve bulunan üç gümüş
zincirle asılmış ağır bir stil tutuyordu; bir diğeri
fincanlar ve pahalı mine zarfların durduğu ve
kenarından incilerle süslenmiş, saçaklı sırmadan
yapılma göz alıcı bir örtünün sarktığı büyük bir
altın tepsi taşıyordu. Üçüncüsü değerli taşlarla
süslenmiş altın kapakları olan, içlerinde nefis
reçellerin bulunduğu kesme cam tatlılıklarla dolu
yaldızlı bir tepsi getirmişti.”
Bahsi geçen ihtişamlı tablo, Osmanlı saray eşrafı
için sıradan bir gün. Topkapı Sarayı'nı bir şekilde
gezmiş biri için şaşırtıcı bir bilgi de değil.
Osmanlı'nın dünyadaki diğer hanedan aileleri gibi
süse, ihtişama, gösterişe önem verdiği malumun ilamı
çünkü. Enfiye kutularından fincan zarflarına, kemer
tokasından yelpazeye hatta sakız koymak için yapılan
kutulara kadar değerli taşların, zarafet dolu
işçiliğin özetle kuyum işinin girmediği eşya yok
gibi. Kimileri için ihtişamın kimileri için ise
israfın sembolü olsa da bir dönemin kuyumculuk
işlerini ve sanat anlayışını ortaya koyması
bakımından kıymetli bu eserler şu sıralar bir
serginin koleksiyonunu oluşturuyor. Sadberk Hanım
Müzesi de Osmanlı Devleti'nin kuyumculuk beğenisini
yansıtan elmas, zümrüt, yakut gibi değerli taşlarla
süslenmiş eşyalar (murassa) ve ince işçilikleriyle
birer mücevher niteliği taşıyan mineli eserlerin
bulunduğu bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Cevher
adıyla açılan ve 139 parça eserden oluşan sergide
kemer tokası, yazı kutusu, divit, kaşık, fincan
zarfı, sakızlık, şerbetlik, cep saati, yelpaze,
sineklik, tütün çubuğu, enfiye kutusu, broş, nişan
ve terlik gibi farklı türde objeler bulunuyor.
Avrupa'dan Osmanlı'ya özel saatler
Sergide en çok dikkat çeken eserlerden birini cep
saatleri oluşturuyor. Cep saatlerinin saray ve
Osmanlı halkı için önemini göstermek için önce Otto
Kurz'un yazdıklarına bakalım: “Saatçilik
teknolojisinde sayısız buluşlarıyla devrim yapan
Breguet, Türk müşterilerini İstanbul'da Le Roy
adında bir satış temsilcisi çalıştıracak denli
önemli sayıyordu.”
Bahsi geçen dönem 18. ve 19. yüzyıllar. Osmanlı
pazarı için üretilen Avrupa yapımı cep saatleri
padişahların en değerli eşyaları arasında yer
alıyormuş. Saatlerin Osmanlı pazarı için
üretilmesinden kasıt kadranlarındaki eski Türkçe
yazının olması. Kadınlar, cep saatlerini
elbiselerinin sol göğsündeki cebe koyar sadece
sarkan zinciri görünürmüş.
İstanbul manzaralı enfiye kutuları
Saatler gibi Osmanlı pazarı için üretilmiş Avrupa
yapımı gösterişli parçalardan biri de enfiye
kutuları. Buruna çekilen ve kurutulmuş tütünden
oluşan enfiye çekme alışkanlığı önce İngiltere'de
yaygınlaşmış. 18. yüzyıla gelindiğinde ise bütün
dünyaya yayılmış. Osmanlı'da yaygınlaşması ise 19.
yüzyılı bulmuş. Enfiye kutuları da Osmanlı'da en çok
itibar gören diplomatik hediyelerden olmuş. Sergide
29 adet enfiye kutusu ile iki adet sigara tabakası
bulunuyor. Osmanlı pazarı için üretilen kutularda
genellikle natürmort ve manzara resimleri tercih
edilmiş. Manzaralarda ağırlıklı olarak ise
İstanbul'un çeşitli semtleri yer alıyor.
Elmas işlemeli kahve takımları
Yazının girişinde bahsini ettiğimiz ritüel ise
bir kahve içme anı. Saray için özel bir öneme sahip
kahve içme adabının mühim malzemeleri var.
Koleksiyonda önemli ölçüde yer tutan fincan zarfları
mesela. Zarf, sultanların eli yanmasın diye fincanın
koyulduğu metal kap. Son yıllarda ortaya çıkan
Osmanlı modası sayesinde inceden haberimiz oldu
aslında. Bir Twitter kullanıcısının, ‘Türk kahvesi
istedim Sultanahmet Camii getirdiler.' derken
bahsettiği şeyi getirin gözünüzün önüne. Şu an
gördüklerimiz basit metaller olsa da Osmanlı'nın
özellikle geç dönemlerinde altın, gümüş, tombak ya
da boynuzdan yapılan fincan zarfları elmas, yakut
veya zümrütle süslenirmiş.
Osmanlı'nın son döneminde haremin altınlarının ve
mücevherlerinin korunaklı bir şekilde taşınması için
yapılmış bir çanta ise serginin en önemli
eserlerinden. Tuğralı ve gümüş aplikelerle süslü
deri üzerine kadife kaplı çantadaki gümüş plakada
ta'lik hatla eski Türkçe ‘Devletlü Hazinedar Usta'
ve H.1311/M.1893-1894 yazıyor.
Osmanlı ve kuyumculuk hakkında efsanelerle örülü
Kaşıkçı Elması'ndan daha fazlasının var olduğunu
öğrenmek isteyenler için adres Sarıyer'deki Sadberk
Hanım Müzesi. ‘Cevher' sergisi, 31 Mayıs 2016
tarihine kadar çarşamba günleri hariç her gün
10.00-17.00 saatleri arasında ziyaretçilerini
ağırlayacak.
Zaman, Haber: Zeynep Kılıç,
26.12.2015
|
Avusturya'da ortaya çıkarılan 800 yıllık nesnenin
cep telefonuna benzerliği şaşırttı. UFO uzmanları,
nesneyi uzaylıların getirmiş olabileceğini iddia
etti
Avusturya'da yapılan bir kazı çalışmasında
13'üncü yüzyıla ait olduğu tahmin edilen bir nesne
bulundu. Oyulmuş taştan yapılma nesnenin günümüzde
kullanılan cep telefonlarının ilk örneklerine olan
benzerliği herkesi şaşırttı.
SEMBOLLER, SÜMER ÇİVİ YAZISI...
Üzerinde hatları oldukça belirgin şekilde ekranı,
kontrol tuşları ve rakamlara benzeyen bazı
sembollerin yer aldığı 12 tuşun kazılı olduğu nesne,
kafalarda soru işaretleri yarattı. Bazı UFO
teorisyenleri, bulunan tarihi nesnenin o dönemde
uzaylılar tarafından getirilmiş olabileceğini iddia
etti. Dünya çapında üne sahip UFO uzmanı Daniel
Munoz ise nesnenin üzerindeki tuşların üzerine
kazınan sembollerin, Sümer çivi yazısı olduğunu
tespit etti. Daha çok Mezopotamya'nın Irak-Suriye
bölgesinde görülen Sümer eşyalarının Avusturya'ya
nasıl ulaşabileceği ise merak konusu oldu.
Tarihçiler, milattan önce 3 binli yıllarda
Mezopotamya'da hüküm süren Sümerlere ait eşyaların o
dönemki ticaret koşullarıyla dünyanın çeşitli
yerlerine iletilmiş olmasının mümkün olduğunu
kaydetti. Nesnenin 800 yıllık olduğunu doğrulayan
Munoz, işlevinin ise telefon olup olmayacağı
konusunda yorum yapmadı.
Sabah, 26.12.2015
|
İSTANBUL'UN KAÇIRDIĞI BÜYÜK FIRSAT
Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın ünlü mimar Frank
Gehry'ye ısmarladığı müze projesi neden hayata
geçmedi? Hürriyet'ten Gila Benmayor'un yazısına göre
işadamı İnan Kıraç, yılan hikayesine dönen projenin
kitabını yazmış. 'Suna Kıraç Kültür Merkezi Niye
Olmadı' kitabı yakında yayımlanacak.
Gila Benmayor’un Hürriyet’te yayımlanan yazısı
şöyle:
İnan Kıraç ‘Suna Kıraç Kültür Merkezi Niye
Olmadı’ kitabını yazdı. SUNA ve İnan Kıraç Vakfı’nın
ünlü mimar Frank Gehry’ye ısmarladığı müze
projesinin hayata geçmemesiyle İstanbul nasıl büyük
bir fırsat kaçırmış. Bu acı gerçeği dün gece Pera
Müzesi’nin 10. yıldönümünde müzedeki yemekte
buluştuğumuz İnan Kıraç bir kez daha dile getiriyor.
Kıraç, bir yılan hikayesine dönen, İstanbul’a tam
anlamıyla bir eşik atlatacak olan projenin neden
hayata geçmediğinin de kitabını yazdığını anlatıyor.
“Suna Kıraç Kültür Merkezi Niye Olmadı” kitabının
yakından yayınlanacağını belirten Kıraç “Gehry,
müzenin İstanbul’a ek 1 milyon turist getirmediği
takdirde para almayacağını söylemişti” diyor.
Gehry, Tepebaşı’nda TRT binasının yerine müze
projesini tasarladığı dönemde Paris’teki Louis
Vuitton Vakfı Müzesi’nin üzerinde de çalışıyormuş.
Louis Vuitton Vakfı Müzesi tam bir yıl önce
kapılarını açtı. Kıraç’ın hatırlattığı gibi, Paris
Belediyesi’nin Louis Vuitton Vakfı’na 55 yıllığına
bedelsiz verdiği Boulogne Ormanı’ndaki kocaman
araziye kuruldu müze. Gehry imzalı müzeyi günde 7
binin üzerinde kişi ziyaret ediyor. Gelin de
İstanbul’un kaçırdığı tarihi fırsata hayıflanmayın!
150 MİLYON DOLAR
Projenin TRT ile İBB
arasındaki anlaşmazlıktan dolayı İstanbul için bir
hayalden öteye geçemediği iddiası vardı. Gerçeği
İnan Kıraç’ın kitabından öğreneceğiz. Bundan 8 yıl
kadar önce Kıraç ile bu meseleyi konuştuğumuzda
“Umarım müze projesi İstanbul’un Avrupa Kültür
Başkenti olacağı 2010 yılına yetişir” demişti.
İnan Kıraç önceki gece vakıf olarak projeye 150
milyon doların üzerinde bir bütçe ayrılmış olduğunu
hatırlatıyor. “Bir ülkenin kültür ve sanatta bir
yere gelmesi için kişi başı milli gelirin 25 bin
dolar olması gerekiyor. Böyle bir gelir olmadığına
göre boşluğu özel sektör ya da kamu dolduracak”
diyor.

Kamunun boşluğu doldurması bir yana 150 milyon
dolarlık bir bütçeyi dahi elinin tersiyle ittiği bir
ülkedeyiz yazık ki. Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın
kültür ve sanat hayatımıza nasıl destek oldukları şu
hesapta ortada: Pera Müzesi’nin 10 yılda yaklaşık
1.5 milyon kişi gezmiş. Vakıf satın aldığı eserler
hariç müzeye 30 milyon lira harcamış. Dolayısıyla
İnan Kıraç diyor ki “Müze ziyaretçilerinin her
birinin cebine biz ekstra 20 lira koymuşuz!”
SERVETİN ÜÇTE BİRİ
Telefonun kapağına
oryantalist ressam Fausto Zonaro’nun bir resmini
koyan İnan Kıraç “300 tabloluk oryantalist
resim”koleksiyonumuzu vakfa verdik. Çok sevdiğim
Zonaro’nun bu resmi artık bizde değil. Görmek
istediğimde müzeye geliyorum” diyor.
Sanat ve
kültür faaliyetlerinin devamı için Suna ve İnan
Kıraç Vakfı’nın güçlü olması gerektiğini belirten
Kıraç, ailenin servetinin üçte birini de vakfa
bırakacağının altını çiziyor.
“Bu sektörü
yaşatmak gerek” diye konuşuyor.
Vakfın Kültür Sanat İşletmeleri Genel Müdürü
Özalp Birol’un da söylediği gibi Pera Müzesi güçlü
koleksiyonlarıyla uluslararası sanat haritasında
yerini almış durumda. Dünyada sektörün güçlü
kurumlarıyla sıkı bir işbirliği halinde.

Müze, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ait
‘Oryantalist Ressamlar’ koleksiyonunun yanı sıra
dünyanın en önemli ‘Anadolu Ağırlık Ölçüleri’
koleksiyonuyla ‘Kütahya Çini ve Seramikleri’
koleksiyonunu da sergiliyor.
Pera Müzesi’nin 10.
yıldönümünde, İpek Kıraç babasını bir saniye yalnız
bırakmıyor. Yanında değilse bile gözleriyle hep onu
izliyor.
Kıraç Grubu şirketlerinden Sirena Marine’in
CEO’su olan İpek Kıraç, annesinin rahatsızlığı
nedeniyle biyolojiyi okuduğu ve tıbba ilgi duyduğu
halde beklenmedik bir şekilde girdiği sanayi
dünyasını benimsemiş. Heyecanla Sirena Marine’in
projelerini, tasarım ve kalitesiyle uluslararası bir
tekne markası yaratmak için neler yaptığını
anlatıyor.
Gecenin sürprizi ise Sevgili Doğan Hızlan’ın
doğum günü. Hızlan, bir müzede, sanat ve kültürün
konuşulduğu bir ortamda doğum günü pastasının
mumlarını üflerken keyifli...
Radikal, 25.12.2015
|
ORTA CAMİ: YENİÇERİNİN GENELKURMAY DAİRESİ
Zaman ilerledikçe Osmanlı'nın ‘derin devleti' haline
dönüşen Yeniçerilerin maceraları oldukça ibretlik.
Bu sıra dışı serüvenin şahidi ise halen ayakta duran
ve devşirme askerlerce ‘üs' olarak kullanılan Orta
Camii!
Yeniçeri Ocağı'nın imparatorluğun 30. padişahı
tarafından 1826'da lağvedilmesi tarih kitaplarına
‘vaka-i hayriye' olarak geçer. Peki, yaklaşık beş
asır Osmanlı'nın askeri yükünü çeken ordunun ortadan
kaldırılması, neden hayırlı olay diye anılagelir?
Tarihçiler, tıpkı kuruluşundaki gibi onların zaman
içindeki fonksiyonları konusunda ikiye ayrılıyor.
Kimi 1826 sonrası Osmanlı'nın askeri gücünün
zayıfladığı teorisini, kimisi de Osmanlı
modernleşmesinin yeniçeri sonrası başladığı tezini
savunuyor. Haberden muradımız; uzun bir Yeniçeri
Ocağı tahlili değil elbette. Şimdilerde yeniden
gündemdeler; tarihini dizi ve filmlerden öğrenmeyi
yeğleyen Türk halkı, epey ilgili bu eski askerlere.
Maksudumuz, Necip Fazıl'ın ifadesiyle ‘Yeniçerilerin
genelkurmay dairesi haline gelmiş olan Orta Camii'ni
hatırlatmak. Tabii, yer yer kadim bir geleneği
sürdürmüş bulunan bu teşkilatla ilgili bilgiler de
vereceğiz.
Osmanlı'nın ‘derin devleti'
Ocağın Osmanoğulları'nın ikinci sultanı Orhangazi
zamanında Hünkar Hacı Bektaş'ın duasıyla kurulduğu
rivayet edilse de oğlu Birinci Murad devrinde yani
1363'te teşekkül ettiği de serdediliyor. Hıristiyan
çocuklardan devşirilen askerler, ocak kütüğüne
kaydettirilirdi. Sefer esnasında padişahı çevreleyen
yeniçeriler, devlet toprak kazandıkça itibar elde
eder olur. Ve o çok meşhur ‘ocak devlet içindir'
mülahazası, ‘devlet ocak içindir' kaidesine inkılap
eder. Artık, ulufe alamadı mı kazan kaldıran,
haklı-haksız menfaatlerine ters gelen bir olay
karşısında isyan eden bir çehreye bürünürler. Daha
düz bir ifadeyle söylemek icap ederse; Osmanlı'nın
‘derin devleti' haline gelirler. İstedikleri anda
padişah değiştiren, seferde lakayt tavırlarda
bulunan, İstanbul halkının can ve mal güvenliğini
tehdit eder hale gelen yeniçeriler, gerek toplumun,
gerekse Osmanlı'daki reformist sultan ve
bürokratların nefretini celp eder. Bu münaferetin
altında o kadar trajik hadiseler yer alır ki
imparatorluğun travma yaşamasına sebebiyet verir.
Mesela, Osmanlı'nın altıncı padişahı II. Osman'ın
tahttan edepsizce indirilerek; Yedikule
Zindanları'na götürülüşü ve sonrası, hala dün vuku
bulmuş gibi sıcak hafızalarda. Zaten İsmet Özel'in
tarih okumasına göre, Türkiye'de mütegallibelerin
sultası, bu hadiseden sonra başlar. Genç Osman'ı
bindirdikleri atın ilk durağı Orta Camii'dir
örneğin. Tiradı andıran şu sözler zamanın
padişahınındır: “Halime bakıp ibret alın! Dün
kudretli bir padişahtım; bugün çıplağım! Bu dünya
size kalmaz! Elbet bir soran olur! Hangi padişahın
kulları sultanlarına bu ihaneti ettiler?”
Bugün Fatih İlçesi'nde, apartmanların arasında
kalmış bu tarihi dostun mahzun gözlerine ve eğilmiş
boynuna tesadüf edebilirsiniz. Bu arada camiye
girdiğinizde sadece Genç Osman'a değil,
imparatorluğun diğer devrimci liderleri Sultan Cem
ve Şehzade Mustafa'ya da birer Fatiha yollayıverin.
Ne dersiniz, hoş olmaz mı?

İsyan
günlerinin merkezi!
Orta Camii'nin diğer adı Ahmediye. Bu isimde
Üsküdar'ın da bir camii var, meraklısı için not
düşelim. Orta ismi ise yeniçerilerin bağlı bulunduğu
birliği temsil eden bir tabir, yani caminin ismi
buradan mütevellit. Odaların mevcudu ilk zamanlarda
60-70 kişiden ibaretti. Bu sayı daha sonraları 100
kişiyi bulmuştur. Yeniçeri Kışlası'nın ortasında yer
alan cami bu isimle anılırdı. İmam, hatip, müezzin
gibi görevlileri yeniçerilerden teşekkül ederdi.
Kemal Beydilli diyor ki: “Bu cami aynı zamanda
meşveret mahalli, isyan günlerinde merkez gibi de
kullanılmıştır.” Tarihi hakkında da birkaç kelam
edip faslı hitama erdirelim: Yapının banii, Kanuni
Sultan Süleyman'ın meşhur sadrazamlarından Makbul ve
Maktul İbrahim Paşa. Kendisi de devşirme olan
Pargalı İbrahim, 1527'de hemşehrilerine burayı
hediye eyler. Alt tarafında Bizans devrinden kalma
mahzen (Bizans entrikaları buradan mı ses vermiş
olmasın asakire?) bulunan cami, sekizgen planlı ve
kagirdir. Zikrettiğimiz gibi 1826'da ocağın
lağvedilmesinin ardından cami de ‘cadı avı'ndan
nasibini alır. Ve topa tutularak yerle bir edilir.
Günümüzdeki halinin tarihi ise 1902'ye dayanıyor,
belirtelim.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş,
25.12.2015
|
DİYARBAKIR'DA MAĞARADA BULUNAN KEMİKLER ESKİ DÖNEME
AİT ÇIKTI
Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'nde insana ait 15
kafatası ile kemiklerin bulunduğu mağaranın, eski
dönemlere ait kaya mezar olduğu tespit edildi.
İlçeye bağlı Salihli Mahallesi'nde yaşayan Mehmet
Bakır'ın, fidan dikmek için iş makinesiyle Pirvınd
Tepesi'nde çalışma yaptığı sırada mağara girişine
rastlaması üzerine bölgeye giden Diyarbakır
Arkeoloji Müzesi ekipleri, incelemelerinin ardından
hazırlayacakları raporu Kültür ve Turizm Bakanlığına
sunacak.
Bakanlığın vereceği izin doğrultusunda alanda
kazı çalışmalarına başlanması planlanırken, mağarada
bulunan insana ait 15 kafatası ve kemiklerin,
detaylı inceleme için üzeri toprakla örtüldü.

Uzmanlar, eski döneme ait kaya mezar olduğunu
belirledikleri mağaranın, Roma döneminden kalmış
olabileceğini ancak bunun detaylı araştırma sonrası
saptanacağını bildirdi.
Salihli Mahallesi'nin muhtarı Ramazan Deniz,
mağarada hem jandarma ekiplerinin hem de
arkeologların inceleme yaptığını belirterek, "Bu
tepenin altında benzer mezarların çıkabileceği
yönünde bazı işaretler var. Bazı oyuklar mevcut. Bu
alanda arkeolojik kazı çalışması yapılmasını
istiyoruz" dedi.
Mahallenin korucubaşı Senai Damar ise kemiklerin
bulunması üzerine bilgi verilen jandarmanın
kendisini olay yerine yönlendirdiğini vurgulayarak,
"Geldiğimde içeride beş mezar gördüm. Her birisinde
4-5 kafatası ve kemikler vardı. Jandarma da burada
inceleme yaptı. Gelen arkeologlar da incelemelerinin
ardından kemiklerin üstünün toprakla kapatılmasını
istedi" ifadesini kullandı.
Radikal, 25.12.2015
|
NOEL BABA MÜZESİ'NİN İSMİ DEĞİŞTİ

Antalya Demre’de bulunan Noel Baba Anıt Müzesi’nin
ismi değişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı müzenin
yeni adınını "Aziz (St.) Nikolaos Anıt Müzesi"
olduğunu duyurdu.
Bakanlık açıklamasında şöyle denildi; ‘’Antalya
İli, Demre Müzesi Müdürlüğü bağlı birimi olan ve
Noel Baba Anıt Müzesi olarak isimlendirilen müzenin
ismi, Müsteşarlık Makamının 23.12.2015 tarih ve
240644 sayılı onayıyla ‘Aziz (St.) Nikolaos Anıt
Müzesi’ olarak değiştirilmiştir.’’
AZİZ NİKOLAS KİMDİR?
MS 3.
yüzyılın ikinci yarısında Patara'da doğup Myra'da
piskoposluk yapmış olan Aziz Nikolaos'ın saygın dini
kişiliği öldükten sonra aziz mertebesine ulaşmasını
sağlamış, başta eski Rusya Çarlığı olmak üzere
Avrupa'nın birçok ülkesinin en popüler azizi olarak
anılmıştır. Almanya'nın Freiburg, İtalya'nın Bari ve
Napoli kentleri ile tüm Sicilya adasında özel saygı
duyulan Aziz Nikolaos, Hollanda ve ingiliz
dillerinde Santa Klaus olarak tanınmıştır.
Avrupa'nın kuzey ülkelerinde çocukların koruyucusu
ve sevindiricisi Noel Baba geleneği Aziz Nikolaos
inancıyla bütünleştirilerek yarı dini ve çok popüler
efsanevi bir tipin yaratılmasına sebep olmuştur. Bu
tipin kökünün kuzey ülkelerinin çok eski
inançlarından alındığı, Noel Baba'nın geyikler
tarafından çekilen bir kızakla dolaşmasından
anlaşılır. Halbuki gerçek Myra'lı Aziz Nikolaos'ın
yaşadığı yerler hiç kar görmeyen Akdeniz
kıyılarıdır. Onun zor durumda olan çocukları
koruyucu kişiliği, Noel geceleri hediyeler
getirdiğine inanılan sempatik bir ihtiyara
dönüşmüştür.
EN ÇOK ZİYARET EDİLEN MÜZE
MS 5.yüzyılda Myra'nın (Demre) Likya eyaletinin
başkenti, Myra Başpiskoposu'nun da Anadolu'nun
ikinci büyük din otoritesi olması, Aziz Nikolaos'un
ölümünden sonraki, yıllarda şehrin saygınlığının
artmasında büyük rol oynamıştır. Myra halkı
ölümünden sonra Aziz adına önce bir anıt, sonra da
büyük bir bazilika inşa ettirmiştir. Yüzyıllar
içinde çeşitli nedenlerle tahrip olmuş kilisenin
diğer geniş kapsamlı onarımı 1862 yılında Rus Çarı
I.Nikolay tarafından gerçekleştirilmiştir. Orijinal
planından oldukça sapmış bu onarıma ait çan kulesi
ve omurgalı yeni orta kubbe ekleri bu çalışmaların
ürünüdür. 2008 senesinde Demere’deki Kiliseye Noel
Baba Anıt Müzesi ismi verildi. Müze geçen yıla
oranla ziyaretçi sayısı ve geliri düşmesine rağmen
bölgenin en çok ziyaretçi çeken ören yeri olma
özelliğini koruyor. Geçen yıl ekim ayında 44 bin 918
kişinin ziyaret edip, karşılığında 501 bin 238 lira
gelir elde edilen Noel Baba Müzesi'ni bu yıl ekim
ayında 32 bin 440 kişi ziyaret etti, karşılığında
353 bin 950 lira gelir elde edildi. Geçen yılın 10
aylık döneminde 508 bin 478 kişi ağırlayan müzeyi bu
yılın aynı döneminde 343 bin 250 kişi ziyaret etti.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.12.2015
|
700 YILLIK KÜMBET DUVARINA "ÖLMEK VAR, DÖNMEK YOK
GÜLÜM" YAZILDI
Kayseri’de
736 yıldır ayakta duran Döner Kümbet’in
üzerine sprey boya ile “Ölmek var, dönmek
yok gülüm” yazıldı.
Cihan Haber
Ajansı’dan (CHA) İsmail Yıldız’ın
haberine göre Kent merkezinden
Erciyes’e çıkan Seyyid Burhanettin Bulvarı
üzerinde yer alan 14. yüzyıl Selçuklu eseri
Döner Kümbet’inin duvarına sprey boya ile
yazı yazıldı.

Bezemelerindeki hayat ağacı, çift başlı
kartal ve arslan motifleriyle ünlü eserin bu
hali duyarlı vatandaşların tepkisine neden
oldu. Sokaklar gibi yadigarlarında
temizliğinin de önemli olduğunu vurgulayan
vatandaşlar, tepkilerini “Tarihi eserlerin
duvarlarını yazı tahtasına çevirmek çok
geride kalmış, ilkel bir yöntem.
Gençlerimizi tarihi eserlere saygılı olmaya
davet ediyoruz” sözleriyle dile getirdi.
T24, 25.12.2015
|
İLK YAZILAN KURAN-I KERİM BULUNDU MU?

İngiltere'nin Birmingham Üniversitesi'nde
bulunan ve en az 1370 yıllık olduğu düşünülen
Kuran-ı Kerim hakkındaki incelemeler sürüyor.
Temmuz ayında
İngiltere’nin Birmingham Üniversitesi
kütüphanesinden tesadüfen keşfedilen ve karbon testi
yapıldıktan sonra en az 1370 yıllık olduğu
anlaşılan, ve günümüze ulaşabilen ilk Kuran-Kerim
olduğu düşünülen kutsal metin sayfaları
hakkındaki birçok farklı görüş ortaya atıldı.
Yapılan incelemeler, el yazması bu sayfaların
kaynağı hakkında çok daha büyük soru işaretlerini
gündeme getirdi. Dünyanın farklı kesimlerinden
konuya yapılan tepkiler, durumun açıklanandan çok
daha önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Yapılan tahliller, parşömenin yüzde 95
olasılıkla, 568 ile 645 yılları arasındaki dönemden
kalmış olduğunu gösteriyor. Buna göre, bulunan
Kuran-Kerim sayfalarının, Hz. Muhammed’in 632
yılında ölümünden sonra halifelik görevine başlayan
Hz. Ebubekir tarafından kitaplaştırılan ilk Kuran-ı
Kerim’e ait olabileceği iddia ediliyor. Bu ise,
İslamiyet ve Müslümanlar açısından bugüne kadar
yapılmış en büyük keşif olabilir.
El yazması Kuran sayfalarının, Birmingham
Üniversitesi’ne ulaşmadan önce, Mısır’ın en eski
camisi olan Fustat şehrindeki Amr bin el-As Camiinde
yer aldığı biliniyor.

Birmingham’a ulaşan sayfaların, Mısır’ın Fustat şehrinde yer alan tarihi Amr bin el-As Camiinden getirildiği düşünülüyor.
ESERİN BİR KISMI PARİS’TE BULUNUYOR
Araştırmacılar, Birmingham Üniversitesi’nde
bulunan el yazması Kuran-ı Kerim’in, Paris’teki
Fransız ulusal kütüphanesi Bibliotheque Nationale de
France’de yer alan el yazmalarının parçası olduğunu
ileri sürüyor. Fransa ulusal kütüphanesi, bu konuda
Kuran tarihçisi Francois Deroche’nin görüşüne yer
veriyor. Deroche, her iki el yazmasının da aynı
eserin parçası olduğu konusunda hemfikir. Paris’teki
el yazması Kuran-ı Kerim sayfalarının kaynağının da
Mısır’daki Amr bin el-As Camii olduğu biliniyor.
Paris’e getirilen parçaların, 19. yüzyılın
başlarında Napolyon ordularının işgali altındaki
Mısır’da konsolos yardımcılığını yapan Asselin de
Cherville tarafından Fransa’ya getirildiği
düşünülüyor.
Deroche, 1820′lerde Asselin de Cherville öldükten
sonra eşinin el yazması birçok eseri İngiltere
kütüphanesine satmaya çalıştığını, ancak daha
sonrasında tüm eserlerin Fransa ulusal kütüphanesine
konulduğunu belirtiyor.
SAYFALARIN BİR KISMI ANTİKA PAZARINA DÜŞMÜŞ
Kuran tarihçisi Deroche, 19. yüzyıl sonunda bazı
el yazmalarının Fustat’taki Amr bin el-As Camiinden
alınıp, Kahire’deki ulusal kütüphaneye taşındığını
belirtiyor. Bu süreçte bazı kopyaların da,
asıllarından ayrılıp antika pazarına düştüğü iddia
ediliyor. Bu süreçte İngiltere’ye ulaşan kopyaların
1920′lere kadar birçok kez satıldığı, ancak Alphonse
Mingana’ya ulaştıktan sonra Birmingham
Üniversitesi’ne getirildiği düşünülüyor.
Esasen bir Suriyeli olan Alphonse Mingana,
günümüzde Irak sınırları içerisinde yer alan Zakho
kentinde doğdu. Varlıklı İngiliz ailesi Cadbury
tarafından fonlanan Mingana, Ortadoğu’da antika
topladığı bir tura çıktı.
Deroche, batılı koleksiyonerlerin elindeki birçok
parçanın da hala gün yüzüne çıkmadığını belirtiyor.
Aslında tüm ipuçları ve bilgiler birbiriyle
eşleşiyor olsa da, Birmingham Üniversitesi’ndeki
keşif, tartışmaları beraberinde getiriyor.
Radyokarbon testi, kütüphanedeki el yazmalarının 568
ve 645 yılları arasında yapıldığını ortaya koyuyor.
Bu da en geç, Hz. Muhammed’in ölümünden 13 yıl
sonraya denk geliyor.

‘YAZAN KİŞİ HZ. MUHAMMED’İ TANIYORDU’
Birmingham Üniversitesi Hristyanlık ve İslam
profesörlerinden David Thomas ise, “Bunları yazan
kişi muhtemelen Hz. Muhammed’i de tanıyordu”
şeklinde konuştu.
Fakat bu bilgi, dönemin dil kullanımı ve yazım
şekli ile örtüşmüyor.
Londra’daki Doğu ve Afrika çalışmaları
araştırmacılarından Mustafa Şah, çizgisel
kanıtların, gramer işaretlerinin ve mısraların
ayrılma biçiminden yola çıkılarak bu el yazmalarının
daha ileri bir tarihe ait olduğunu ileri sürüyor.
Şah’a göre erken dönem Arapça ile Birmingham
Üniversitesi’nde bulunan el yazısı Arapça metinler
birbiriyle örtüşmüyor.
Öte yandan Profesör Deroche, radyokarbon
testlerinin, tarihi bilinen birçok ürünün tarihini
yanlış verdiğine dikkat çekiyor.
Ancak testi yapan Oxford Üniversitesi, test
sonuçlarının doğru olduğu konusunda ısrarcı ve
testin arkasında duruyor.
Birmingham Üniversitesi kütüphanesinde el yazması
Kuran’dan sadece 2 sayfa yer alıyor. Eserin
tamamının ise 200 sayfa civarında olduğu tahmin
ediliyor.
Mustafa Şah, 1990′lara kadar 8. yüzyıla kadar
yazılı bir bütün halinde Kuran-ı Kerim’e
rastlanmadığını belirtiyor. Ancak Paris’teki ve
Londra’daki el yazmaları bunun tam tersini kanıtlar
nitelikte…
İDDİALAR DOĞRUYSA NE OLACAK?
Peki Birmingham Üniversitesi’ndeki el yazmalarına
yapılan karbon testi doğruysa ne olacak?
David Thomas, bunun tarihi bir an olacağını
belirtiyor. Thomas, yazılan Kuran-ı Kerim’i kimin
organize ettiği ve kaynaklarının ne olduğu gibi
konuların tartışmaya açılacağını söylüyor.
Kuran’ın yazılı hale gelmesi, Hz. Muhammed’in
ölümünden sonra 632 ve 634 yılları arasında
halifelik yapan Hz. Ebubekir dönemine geldiği
biliniyor.
İslam konusunda çalışan birçok araştırmacı,
Birmingham’da keşfedilen Kuran’ın sayfalarının ilk
Kuran’a ait olduğu ve bunun İslam çalışmaları
konusunda bir ‘devrim’ olduğu konusunda hemfikir.
Öte yandan üzerinde el yazısı bulunan ve hayvan
derisinden yapılan parşömenlerin bu tarihlerde
üretildiği, yazının ise 650 ve 655 yılları arasında
yazıldığı da düşünülüyor. Bu tarih ise 644 ve 656
yılları arasında görev alan Hz. Osman’ın halifelik
dönemine denk geliyor. Hz. Osman’ın, o döneme kadar
yazılan tüm Kuran’lara bir standart getirmeye
çalıştığı ve revize ettiği Kuran-ı Kerim’leri
Müslüman topluluklara gönderdiği
biliniyor.
Bu teorilerin hiçbirini kanıtlamak ya da
reddetmek mümkün değil.
Birmingham Üniversitesi kütüphanesinden bir
doktora öğrencisinin, koyun veya keçi derisinden
parşömene yazılmış olan kitabın parçalarını dikkatle
incelemesinden sonra, karbon 14 tarihleme yöntemi
uygulanması kararlaştırılmış ve büyük heyecan
uyandıran, bu yazıların bugüne dek ulaşmış en eski
Kur’an-ı Kerim’e ait olabileceği sonucu ortaya
çıkmıştı.
Sözcü, Haber: Seda Türkoğlu, 25.12.2015
|
PİSİDİA ANTİOCHEİA'DA DÖRDÜNCÜ KİLİSE BULUNDU
Isparta’nın Yalvaç
İlçesi’ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde
geçtiğimiz yıl bulunan kilise, bu yılki kazılarda
tamamen açığa çıkarıldı. Kazı Başkanı Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı, son bulunanla birlikte antik
kentteki kilise sayısının 4’e ulaştığını belirtti.
Süleyman Demirel
Üniversitesi (SDÜ) tarafından 7 yıldır Yalvaç’taki
Pisidia Antiocheia antik kentinde yürütülen kazı
çalışmalarının bu yılki bölümü, 1 Aralık itibariyle
sonlandırıldı. Kazı çalışmalarını yürüten SDÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mehmet Özhanlı, 6 ay süren çalışmalarda önceki yıl
bulunan kilisenin tamamen açığa çıkarıldığını
belirtti. Son bulunanla birlikte antik kentteki
kilise sayısının 4’e ulaştığını aktaran Prof.Dr.
Özhanlı, “7 mahalleden oluşan antik kentte
tahminlerimize göre 7 kilise bulunuyor olması lazım.
Bu da bize Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir
yer tutan Pisidia Antiocheia’nın bir din merkezi
olduğunu gösteriyor” dedi.
‘KENTİN
MAHALLEYE BÖLÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUZ’
Açığa çıkarılan
kilisenin 3 nefli bir kilise olduğunu anlatan
Prof.Dr. Özhanlı, şöyle dedi: “Yapının korunan
kısımlarında duvarlar tamamen freskolarla (kireç
suyunda eritilmiş madeni boyaların kullanıldığı
resim tekniği) kaplanmış ve Hristiyanların
sembollerinin işlenmiş olduğu geometrik şekillerin
çokça yapılmış olduğunu görüyoruz. Kilisenin
tabanının tamamı ‘Opis Sektila’ dediğimiz mermer
plakalarla kaplı. Ancak çoğu sökülüp bu yapının
aşağısında bulunan bir kireç ocağında eritilmiş. Ana
apsisin (mimari öğe) tabanında renkli mermer
kullanılmış. Antik kent gibi kilisenin de 12’nci
yüzyıla kadar ayakta kaldığı kesin. Kilise Antoniler
döneminde yapılmış bir tapınağın üzerine inşa
edilmiş. Roma Antiocheia’sının dindar bir kente
dönüştürülmeye çalışıldığı, şu ana kadar bulduğumuz
4 kiliseden anlaşılıyor. Kentin mahalleye
bölündüğünü biliyoruz. Şu ana kadar kuzey bölümde
yaptığımız kazı çalışmalarında 4 kilise çıkması ve
bunlardan Saint Paul Kilisesi’nin 300 kişi, diğer
3’ünün en az 150 kişi kapasiteli olması sözlerimizi
doğruluyor nitelikte.”
‘TAŞ YAZIT
BULUNDU’
Ortaya çıkarılan
kilisede bir de taş yazıt bulunduğunu vurgulayan
Prof.Dr. Özhanlı, “Daha önce burada Tiberius
Meydanı’nın varlığı biliniyordu, ancak bu yazıtla
beraber Augustus Meydanı adıyla bir meydan daha
olduğunu düşünüyoruz. Yazıtta Latincesi ‘Tanrı için
toplanma alanı’ olarak yazan bir söz var. Ayrıca
yine kilise içersinde 6 mezarın bulunması,
kiliselerin ileri dönemde nekropol olarak
kullanıldığını göstermiş oldu” diye konuştu.
‘ÖNEMLİ
BULGULAR ELDE ETTİK’
Uzun süredir devam
eden kazı çalışmalarında Pisidia Antiocheia antik
kentinin tarihçesiyle ilgili de önemli bulgular
elde ettiklerini kaydeden Prof.Dr. Özhanlı, şöyle
dedi: “Şöyle bir şanssızlığı var Antiocheia’nın,
temel düzeyinde korunmuş bir kent. Yani toprak
yüzeyinde herhangi bir kalıntıya rastlanılmamakta.
Yoğun bir rüzgar dolgusu olan kentin yaklaşık 2
metre derinliğinde kazdığımızda yine yapıların temel
düzeyinde korunmuş olduğunu görüyoruz. Ancak
detaylara baktığımızda Antiocheia’nin gerek
Hellenistik dönemdeki önemi daha sonra Roma
dönemindeki kolonizasyonun başkenti olması ve
Hıristiyanlıkla birlikte burasının metropole
dönüşmüş olmasının o ihtişamını detaylarda görmek
oldukça mümkün.”
AFRODİT
HEYKELCİĞİ ÇIKARILDI
Bölgedeki kazı
çalışmalarında çıkarılan eserler içerisinde Knidos
Afrodit (Çıplak Afrodit) heykelciği bulunduğunu
belirten Prof.Dr. Özhanlı, aynı zamanda çok
sayıdaki kemik işçiliği eseriyle antik kentte kemik
atölyelerinin olduğu izleniminin ortaya çıktığını
anlattı. Antik kentin bir din merkezi olmasının yanı
sıra, askeri üs olarak da kullanılmış olduğuna
ilişkin kuvvetli veriler bulunduğuna işaret eden
Prof.Dr. Özhanlı, “Antik kentin geçmişte metal
işçiliğinde de ileri seviyede olduğunu görüyoruz. Bu
da burasının askeri garnizon olarak kullanılmasından
kaynaklanıyor olmalı. Silah parçalarından tutun da
mimari yapılarda kullanılan metal aksamlar ve
atların takımlarında kullanılan materyaller bunu
gösteriyor” dedi.
‘HAMAM TÜRÜ
YAPI HAZIR HALE GETİRİLECEK’
Bu yılki kazılarda
batı kapısı restorasyon projesinin de tamamlanarak
Antalya Koruma Bölge Kurulu’na gönderilmek üzere
hazır hale getirildiğini vurgulayan Prof.Dr.
Özhanlı, antik kent içersinde yer alan hamam türü
yapının da sağlamlaştırılarak önümüzdeki yıllarda
yapılacak çalışmalara hazır hale getirildiğini
belirtti.
‘ŞEHİR
YAKILMIŞ’
Kazı çalışmalarında
ortaya çıkan yanık tabakasının kentte büyük bir
yangın çıktığı ve bu yüzden terk edildiği ya da terk
edildikten sonra yakıldığına ilişkin şüpheler
uyandırdığını anlatan Prof.Dr. Özhanlı, 2015 yılı
kazı sezonunda sadece kazı çalışmaları
yapılmadığını, müze müdürlüğü ile ortak bir çalışma
yaparak metal kataloğu, taş eserler kataloğu ve
rehberler için Pisidia Antiocheia kılavuzu
hazırlandığını da söyledi.
DHA, Haber:
Nurettin Arkan, 25.12.2015
|
ŞEYTANİ RUHLAR, AŞK BÜYÜLERİ: 1300 YILLIK DUA VE
BÜYÜKİTABI DEŞİFRE EDİLDİ
Mısır’da bulunan, dua
ve büyüler serisini açığa vuran “Ritüel Gücün
Mısır El Kitabı” araştırmacılar tarafından
deşifre edildi. Aşk büyülerini, şeytan çıkarmaları
ve kara sarılık (ölümcül enfeksiyon taşıyan) için
tedaviyi içeren, Kıpti dilinde (Eski Mısır dili) 20
sayfalık görselli kodeks, yaklaşık bin 300 yıllık
bir geçmişe sahip.
Araştırmacılar
tarafından “Ritüel
Gücün El Kitabı”
şeklinde adlandırılan kitap bugün hala görülen ve
ölümcül derecede tehlike yaratabilecek bir
bakteriyel enfeksiyon olan “kara sarılık”
tedavisinin, aşk büyülerinin ve şeytan çıkarmaların
nasıl gerçekleştirildiği bilgisini okuyuculara
veriyor.
Kitap; eski bir Mısır
dili olan Kıpti dilinde yaklaşık bin 300 yıl önce
parşömen kağıtlarına yazılıp araştırmacılar
tarafından kodeks olarak bilinen bir kitapta
toplandı. Ritüel Gücün Kıpti El Kitabı’ndaki
(Brepols, 2014) profesörler, Avustralya Macquarie
Üniversitesi’ndeki Malcolm Choat
ve Sidney Üniversitesi’ndeki Iain Gardner,
kitaplarında “Ritüel uygulayıcının el kitabını
kapsayan bu kitabın tamamı 20 sayfalık parşömen
kodekstir” şeklinde açıklıyorlar.
Eski kitabın
“güç sözcükleri ve çizimlerle doruğa ulaşan uzun
büyü hikayeleri ile başladığını’’ yazan
araştırmacılar, “aşkta ve işte başarı getirmesi
için ruhlarla iletişime geçmek ya da farklı
rahatsızlıkları tedavi etmek için büyüler ya da
birçok sayıda buyruk” içerdiğini
belirtiyorlar. Örneğin, kitap birine boyun eğdirmek
için iki çivinin üzerine büyülü sözler söylemenizi
ve o kişinin kapısının sağ ve sol tarafına bu
çivileri çakmanız talimatını veriyor.
Hristiyanlardaki
kodeks algısı
Araştırmacılar,
kodeksin 7’nci ya da 8’inci yüzyıllara ait
olabileceğine inanıyorlar. O dönem birçok Mısırlı
Hristiyan olduğu için kodeks İsa ile ilgili referans
sunan birçok duayı içinde barındırıyor. Bu dualardan
bir kısmı bazen “Hristiyanlar” olarak adlandırılan
bir grup ile ilişkilendirilmiş görünüyor. “Seth“,
Hristiyanlığınn bir kolu olarak gözüken, Adem ve
Havva peygamberlerin üçüncü oğlu
Şit‘in
isminden geliyor. Bu grup Mısır’da ilk yüzyıllarda
Şit’in taraftarlarınca oluşturulmuştur. Yeni deşifre
edilen kodeks yazınlarından birinde bir duada şu
söylem geçmektedir: “Şit, Şit, yaşasın
Hristiyanlık.” [Kutsal Toprak: 7 Arkeolojik
Bulgu]
Araştırmacıların
söylediğine göre kodeksin açılışı, kimliği sır
tutulan, “Baktiotha”
isimli kutsal figüre atıfta bulunur ve der ki,
“Sana teşekkürlerimi sunuyorum ve seni ziyaret
ediyorum. Baktiotha; sen güvenilir olansın, 49
farklı canlının da üstünde bir kralsın.” Choat
ve Gardner, kodeksle ilgili araştırmalarının
bulunduğu kitap basılmadan bir konferansta,
“Baktiotha çelişkili duygular taşıyan bir figürdü.
Büyük bir güçtü ve materyalist dünyada güçlerin
kural kural koyucusuydu” şeklinde belirttiler.
Bahsi geçen
kodekste, Hristiyan ve Ortodoks dualarının bir arada
olması, tüm Hristiyan dualarının büyülü metinlerden
alınmasından önce yazılması, kodeksin bir geçiş
belgesi olma ihtimali işaret ediliyor. Yeni deşifre
edilen kodeksin diğer metinlere benzediğini fakat
daha çok Ortodoks Hristiyanlarından bilgiler
taşıdığını ve birkaç özelliğinin sadece Şit dönemine
ait olmasına dikkat çekiliyor.
Araştırmacılara
göre, kodeksteki dualar ve büyüler “Ritüel gücün
tek bir aracı” olması için birleştirildi.
Peki, bu kodeksi
kimler kullanmış olabilir?
Bu kodeksi
kullananların kimliği bir gizem. Kodeksin
kullanıcısı mutlaka bir keşiş ya da rahip
olmayabilir. Choat’a göre ritüel uygulayıcıları,
keşişlerin ve
rahiplerin dışındaki topluluklardı.
Kim oldukları insanların “büyücü” diye
etiketlemesine karşın gizli tutulmuştur. Kodekste
kullanılan dilin bu kodeksi yazanın bir erkek
olduğunu akla getiriyor ama yine de metinleri kadın
bir ritüel uygulayıcısının kullanmadığı anlamına da
gelmiyor, diyor Choat.

Kodeksin aslına
ilişkin
Kodeksin asıl hali
de bir sır aslında. Macquarie Üniversitesi
1981’lerde Viyana’daki bir antikacı olan Michael
Fackelmann’dan almıştır. Choat mailinde
“70’lerde ve 80’lerin başında, Macquarie
Üniversitesi’nin (dünyadaki diğer koleksiyoncular
gibi) Michael Fackelmann’dan papirüs aldığını”
belirtmiştir.
Fakat,
Fackelmann’ın kodeksi aldığı yer de bilinmiyor. Yazı
stili, kodeksin Yukarı Mısır’dan olabileceği
izlenimini veriyor. Yukarı Mısır’daki eski bir şehir
olan ve Choat ile Gardner’in kitaplarında yazdığı
Ashmunein/Hermopolis yakınlardaki bir şehir olma
ihtimali var. Kodeks şu anda, Sidney’de Macquarie
Üniversitesi, Eski Kültürler Müzesi’nde
bulunmaktadır.
Gaia Dergi, Kaynak: Live Science, 25.12.2015
|
MISIR'DA YENİ KRALLIK DÖNEMİNE AİT HEYKELLER BULUNDU
Mısır'ın Asvan kentinde MÖ 16'ncı ve
11'inci yıllar arasındaki Yeni Krallık
Dönemi'nden kalma 6 heykelin bulunduğu
bildirildi.
Mısır Tarihi Eserler Bakanı Memduh ed-Demati,
yaptığı yazılı açıklamada, İsviçre'deki Lund
Üniversitesi'nden heyetin Asvan
kentinde yürüttüğü arkeolojik kazı
çalışmalarında Cebel Silsile bölgesinde Yeni
Krallık Dönemi'ne ait kayalara oyulmuş 6 heykel
bulunduğunu belirtti.
Antik
Mısır'da Eski Krallık Dönemi'nde Cebel
Silsile bölgesinde depremler olduğunu bu nedenle
bölgenin dev kayalıklar altında kaldığını ifade
eden Demati, İsviçreli heyetin yürüttüğü kazı
çalışmalarında bölgenin temizlendiğini ve
heykellerin ortaya çıktığını kaydetti.
Heykellerin, firavunların bölgede görevli üst
düzey yetkilileri ile eşlerine ait olduğu
aktarıldı.
Antik
Mısır'da Firavunlar hanedanı dönemi içinde
yer alan Yeni Krallık Dönemi MÖ 16'ncı ve
11'inci yılları kapsıyor. Bu I. Tuhtmosis,
Kraliçe Hatşepsut ve Ramses gibi önemli
firavunların yaşadığı dönem olma özelliğini
taşıyor.
haberler.com, 24.12.2015
|
YENİKAPI LİMANININ DEVAMI BULUNDU
Avrasya Boğaz tüp geçit projesi kapsamında Yenikapı
Meydanı’nda devam eden bağlantı yolu çalışmalarında
Theodosius limanının devamı ortaya çıkarıldı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde devam eden
arkeolojik kazılarda 19. yüzyıl mimari
buluntularının altından batık ve neolitik dönem
gelme ihtimali ağır basıyor. Diğer yandan Theodosius
limanına ait mendirek tartışması önümüzdeki günlere
damgasını vuracağa benziyor.
FENER VE MENDİREK BULUNAMAMIŞTI
Marmaray ve Metro istasyonları için Yenikapı’da
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında
2004 yılında başlayan arkeolojik kazılarda Bizans
döneminin en ünlü Theodosius limanı tespit
edilmişti. Liman kazılarından 36 batık ve binlerce
kültür varlığı ortaya çıkarılmış, neolitik dönem
buluntuları ile birlikte İstanbul’un tarihi 8500
yıllarına kadar gitmişti. Metro ve Marmara istasyonu
kazılarında limanın sadece bir bölümü ortaya
çıkarılmıştı. Liman sınırlarının daha geniş olduğu
biliniyordu. Limana ait hem fener hem de mendirek
henüz tespit edilememişti.
AVRASYA PROJESİ
Avrasya
Tüneli Projesi (İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi
Projesi), Asya ve Avrupa yakalarını, deniz tabanının
altından geçen bir karayolu tüneli ile birbirine
bağlayacak. İstanbul’da araç trafiğinin yoğun olduğu
Kazlıçeşme-Göztepe hattında hizmet verecek olan
Avrasya Tüneli, toplam 14,6 kilometrelik bir
güzergahı kapsıyor. Bu güzergah üzerinde birçok
bağlantı yolları inşaatı sürüyor. Aksaray yönünden
gelen araçlar için de Yenikapı kavşağı bu kapsamda
yeniden düzenleniyor.
NEOLİTİK DE GELEBİLİR
Eski
Gar gazinosunun önünde Aksaray’ı sahile bağlayan
karayolunun hemen altında yapılan kazılarda
arkeolojik mimari kalıntılara rastlandı. İstanbul
Arkeoloji Müzeleri denetiminde süren kazılarda 18 ve
19. yüzyıl Osmanlı mimari yapılarının temelleri
çıkarıldı. Bu yapıların Theodosius limanının
doldurulduktan sonra üzerine inşa edildiği
düşünülüyor. Daha önceki Yenikapı kazılarında da
benzer mimari yapılara rastlanılmış daha sonra önce
batıklar ardından da neolitik dönem buluntuları
gelmişti. Müze yetkilileri buradaki mimari
buluntuların da kaldırıldıktan sonra alttan liman
dolgusu ile birlikte batıkların gelebileceğini,
-7 metreye kadar inileceğini ve neolitik dönem
buluntularının gelme ihtimali olduğunu
belirtiyorlar.
MENDİREK TARTIŞMASI
Kazı
alanının en ucunda dikkat çekici bir buluntuya
rastlandı. Yaklaşık 5 metre genişliğinde ‘’L’’
biçimli mimari yapı duvarının Theodosius limanına
ait mendirek olabileceği ileri sürülüyor. Müze
yetkilileri de kazdıkları alanın büyük ihtimalle
liman ağzı yani gemilerin giriş yaptığı yer olduğunu
tahmin ettiklerini, ‘’L’’ biçimli buluntunun da ilk
başta mendirek zannettiklerini ancak sonrasında
bunun Osmanlı döneminde kıyıdaki yapıları
dalgalardan korumak amacıyla yapılmış olduğunu
düşündüklerini ileri sürdüler. Mendirek tartışması
süreceğe benziyor. Kalıntıların kaldırılması
sırasında mendirek olarak iddia edilen yapının
mutlaka numaralandırılarak özenle taşınması fikri
ağır basıyor. Sürecin uzamasından korkan müteahhit
firma ise bir an önce iş makinaları ile kalıntıların
kaldırılıp yolun bitirilmesi yönünde görüş
bildiriyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil,
24.12.2015
|
TARİHİ KAPALIÇARŞI'DA RESTORASYON SÜRECİ 1 AY İÇİNDE
BAŞLIYOR
Geçtiğimiz yıl 92 milyona yakın kişinin ziyaret
ettiği Kapalıçarşı’da kapsamlı bir restorasyon
süreci başlıyor. Fatih Belediyesi ve çarşı
esnafı arasında yürütülen görüşmeler de olumlu
seyrediyor. 2016’nın ocak ayı sonunda
restorasyon için ilk ‘kazma’nın vurulması
planlanıyor.
92 MİLYON
KİŞİ ZİYARET ETTİ
İstanbul'un
tarihi, turistik ve ticari yapılarından biri
olan ve Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa
edilen
Kapalıçarşı, dünyanın en işlek noktalarından
biri. Çarşı’yı geçtiğimiz 92 milyona yakın kişi
ziyaret etti. 2 bin 500 esnafın iş yaptığı, 10
bini aşkın kişinin çalıştığı Kapalıçarşı’da
2009’dan bu yana gündemde olan ‘restorasyon’
sürecinde sona gelindi.
BELEDİYE,
ESNAFI TOPLADI
Anıtlar Yüksel
Kurulu’ndan da gerekli izinlerin çıkması ile
birlikte restorasyon sürecinde önemli bir eşik
de aşılmış oldu. Fatih Belediyesi, geçtiğimiz
pazartesi günü 300’e yakın Çarşı esnafının
katıldığı bir toplantı yaptı. Belediye Başkanı
Mustafa Demir’in yönettiği toplantıda esnaf ile
karşılıklı fikir alışverişinde bulunuldu.
Taraflar, büyük ölçüde anlaşmaya vardı.

SÜREÇ 5
YIL DEVAM EDEBİLİR
Restorasyon
sürecinin 5 yıla yakın sürmesi bekleniyor. Bu
sürecin muhatabı olarak ise yeni bir yönetim
oluşturulacak. 9 kişinin Çarşı esnafından 4
kişinin ise kamu kurumlarından olması
planlanıyor. Kapalıçarşı Esnaflar Derneği Başkan
Vekili Atilla Saraç, Hürriyet.com.tr’ye yaptığı
açıklamada, restorasyon sürecinin ocak sonu veya
şubat ayı başı başlamasını beklediklerini
kaydetti. Saraç, projenin finansmanı için Fatih
Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
Kültür Bakanlığı’nın destekte bulunduğunu
söyledi.
ÇATI DA ONARILACAK,
GÜÇLENDİRME YAPILACAK
Saraç,
finansmanın bir kısmının esnaftan karşılanması
durumunun söz konusu olabileceğini, ancak bu
rakamın düşük olacağını düşündüklerini
kaydetti.Restorasyor süreci, kanalizasyon
işlerin, yerlerin onarımı, bazı yerlerin
güçlendirilmesi, ve çatının onarı ve
ısıtma-soğutma işleri kapsıyor. Kapalıçarşı’nın
üzerinde bulunduğu alanın toplam büyüklüğü ise
46 dönüm olarak kayıtlara geçmiş durumda.
1932'den beri 4
nesil olarak Kapalıçarşı'da faaliyet gösteren
Hakan Evin, yürütülen süreçten memnun
olduklarını ifade etti. Önemli bir tarihi ve
kültürel değer olan Kapalıçarşı'da yapılacak
restorasyonun tüm taraflar için olumlu
sonuçlarortaya çıkaracağına işaret etti.

Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 24.12.2015
|
RESSAM SABİHA RÜŞTÜ BOZCALI'NIN AZ BİLİNEN HİKAYESİ

SALT Galata, yine tarihsel açıdan önemli,
Türkiye’nin ilk kadın illüstratörlerinden ressam
Sabiha Rüştü Bozcalı’yı tanıtan kapsamlı bir
sergiyle izleyici karşısında. Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e geçiş döneminde yetişen ressam Sabiha
Rüştü Bozcalı’nın (1904-1998) sanat ve kişisel
yaşamına odaklanan sergi, 2014’te SALT Araştırma’ya
bağışlanan arşivi ve şimdiye dek kapsamlı olarak
incelenmemiş üretimini kamuya açıyor. Türkiye’nin
ilk kadın illüstratörlerinden Bozcalı’nın kültür
tarihindeki rolüne ışık tutmayı amaçlayan sergide,
çeşitli desen, resim, fotoğraf, günlük, mektup ve
kartpostalları ile katkıda bulunduğu yayınlar yer
alıyor. Sergilenen belgeler arasında resim dışında
müziğe de ilgi duyan ve akerdeon çalan Bozcalı için
düzenlenmiş bir tango eseri de var.
PORTRELERİYLE
DİKKAT ÇEKTİ
Dahiliye Nazırı Memduh Paşa’nın sanatkar kızı Handan
Hanım ile Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Paşa’nın
oğlu Amiral Rüştü Paşa’nın ikinci çocuğu olan Sabiha
Rüştü, annesinin teşvikiyle beş yaşında resme
başladı. İlk derslerini ressam ve müze müdürü Ali
Sami Boyar’dan aldı. 15 yaşından itibaren farklı
dönemlerde Berlin, Münih, Paris ve Roma’da; Lovis
Corinth, Moritz Heymann, Karl Caspar, Paul Signac ve
Giorgio de Chirico gibi dönemin tanınmış
ressamlarının atölyelerinde çalıştı. 1928-1929
yıllarında, İstanbul’daki Güzel Sanatlar
Akademisi’nde Namık İsmail’in atölyesine devam etti.
Neo-Empresyonist ressam Paul Signac’ın “Kabiliyetli,
resim sanatının gerektirdiği hassasiyete sahip ve
kendini tamamen bu mesleğin zorlu çalışmasına adayan
biri” olarak tanımladığı Bozcalı, manzara ve
natürmortlar yaptı ama özellikle portreleriyle
dikkati çekti.
REKLAM VE YAYINCILIKTAKİ DÖNÜŞÜME DE IŞIK TUTUYOR

Bozcalı, Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkevleri
tarafından 1938-1943 yıllarında düzenlenen, belirli
sanatçıların Anadolu şehirlerini resmetmekle
görevlendirildiği “Yurt Gezileri”ne katıldı. Bu
kapsamda, modernleşme ve yeni bir kültürel kimlik
oluşturma sürecini belgelemek üzere 1939’da
Zonguldak’a gönderildi; fabrikalara yoğunlaşarak
şehirdeki endüstriyel gelişim sürecinden ayrıntıları
yansıttı. 1946’da adı TEKEL olarak değiştirilen
İnhisarlar İdaresi ve Yapı Kredi Bankası gibi önemli
kurumlar için yaptığı çizimlerle reklam ve
yayıncılık alanlarında dönüşüm geçirmekte olan
görsel anlatım diline katkıda bulundu. 1953’ten
itibaren Milliyet başta olmak üzere Yeni Sabah,
Hergün, Havadis, Cumhuriyet ve Tercüman’da gazete
ressamı olarak çalıştı. Reşad Ekrem Koçu’nun
İstanbul Ansiklopedisi’nin ressamlarından biri olan
Bozcalı, yakın iş birliğinde olduğu tarihçinin yanı
sıra Nezihe Araz, Cahit Uçuk ve Refii Cevad Ulunay
gibi yazarların eserleri için illüstrasyonlar yaptı.


Global Yatırım Holding’in desteğiyle açılan
sergi, sanatçının SALT Araştırma’daki arşivinden
belge, fotoğraf ve çizimler ile İstanbul Şehir
Üniversitesi Taha Toros Arşivi’nin Sabiha Bozcalı
bölümünden belgelerle hazırlandı. Bozcalı’nın
yaşamının nirengi noktaları üzerinden mesleki
üretiminin çeşitliliğinin vurgulandığı sergide, aile
koleksiyonundan sulu boya ve yağlı boya tablolar da
bulunuyor.
Radikal, 23.12.2015
|
ÇATALHÖYÜK'TE YANARDAĞ PATLAMASININ RESMEDİLDİĞİ
KESİNLEŞTİ
Volkanik taşlar
üzerinde yapılan tarihlendirme, Çatalhöyük’teki 8
bin 600 yıllık duvar resmi üzerindeki tartışmayı
noktalıyor.
Amerikalı ve Türk
arkeologların, Konya yakınlarındaki Hasan Dağı’nın
zirvesindeki volkanik döküntüler üzerinde yaptıkları
tarihlendirme çalışması, dünyanın en eski neolitik
yerleşme yerlerinden olan Çatalhöyük’te bulunan bir
duvar resminin patlamayı temsil edip etmediği
yolundaki tartışmaya sonuç getirmiş görünüyor. İkili
zirvesiyle tanınan Hasan Dağı, Çatalhöyük bir toplu
yerleşim merkezi olarak ortaya çıktıktan sonra
patlamış.

Konya yakınlarındaki
Çatalhöyük’te yapılan kazılarda yerleşkenin VII
katındaki bir evin kalıntılarında bulunup günümüzün
8 bin 600 yıl öncesine tarihlendirilen ve üzerinde
noktalar bulunan bir şekille altındaki bir yerleşim
krokisini andıran geometrik şekillerin neyi temsil
ettikleri uzun süredir arkeologlar arasında tartışma
konusuydu. İngiliz arkeolog James Mellaart ve
sonraki bazı arkeologlar, Çatalhöyük’te sıkça
rastlanan leopar motiflerine işaret ederek duvar
resmini bir leopar derisi, altındakileri de
geometrik desenler biçiminde yorumlamışlardı.
Başkalarına göreyse, Hasan Dağı gibi iki tepeli
resim, yanardağ patlamasını ve fırlayan “volkan
bombaları” ya da yarı katı lav parçalarını, alttaki
şekillerse yerleşkeyi temsil ediyordu.

California
Üniversitesi’nden (Los Angeles) Alex K. Schmitt
yönetiminde, aynı üniversiteden Oscar M. Lovera,
Ankara’da ATERRA R&D kurumundan Erkan Aydar,
Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği
Bölümü’nden Erdal Şen ve İnan Ulusoy ile Yeni
Zelanda’daki Waikato Üniversitesi’nden Martin
Danışık’tan oluşan ekip, resimdeki şekli en çok
andıran ve Çatalhöyük’ün 130 km kuzeydoğusunda
bulunan çift zirveli Hasan Dağı’ndaki krater ağzı ve
tabanından örnekler toplayarak incelemişler.
Örneklerdeki zirkon kristalleri içinde uranyumun,
alfa bozunumuyla toryuma dönüşme hızını temel alan
araştırmaların açık erişimli “Public Library of
Science” adlı sitede yayımlanan bulgularına göre,
Hasan Dağı 640 yıllık hata payıyla 8900 yıl önce
geniş bir çevreden izlenebilecek bir patlama yapmış.
Araştırmalar ayrıca tabanında 29.000 yıl önce de
bir patlamanın meydana gelmiş olduğu Hasan Dağı’nın
altındaki mağma faaliyetinin devam ettiğini
göstermiş.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
kurious.ku.edu.tr, 23.12.2015 |
HAYDARPAŞA'YA İYİ HABER

10 yıldır Tarihi Haydarpaşa Garı için süren
mücadelede sona yaklaşıldı. Tarihi garın sadece
aslına uygun kullanılması ve ranta açılmaması için
sivil toplum kuruluşları ve halk çok sayıda eylem
gerçekleştirdi. Haydarpaşa Gar Projesi’nin rant
odaklı olduğunu belirten bilim insanları sayısız
itirazda bulundu.
Ticaret alanları iptal
Aslına uygun restore edileceği müjdesinin
ardından Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı’nın hazırladığı yeni planların ayrıntıları
ortaya çıkmaya başladı. Yeni planlarda trenler yine
gara girecek. Bölgede planlanan birçok ticaret alanı
iptal edildi.
2010’da atlattığı şüpheli yangınla çatısı tamamen
kül olan Tarihi Haydarpaşa Garı’yla ilgili geçen yıl
eylül ayında Devlet Demiryolları İşletmesi Genel
Müdürlüğü’nce proje hazırlanmıştı. Garın otele
dönüşmesinin de önünü açacak şekilde kafeterya ve
asansör eklemesi yapılan projeye Kadıköy Belediyesi
ruhsat vermemişti. Bir yılın ardından Devlet
Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarihi gar
için geri adım atarak aslına uygun yeni bir
restorasyon projesi hazırladı; Kadıköy Belediyesi de
bu projeye ruhsat verdi.
Şimdi de Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı, sivil toplum kuruluşları, bilim insanları
ve halkın 10 yıldır süren mücadelesi sonucu geri
adım atıyor. Edinilen bilgiye göre yeni hazırlanan
planlar kapsamında trenler tarihi gara geri gelecek
ve birçok ticaret alanı da iptal edilecek.
Yeni planlar onay bekliyor
Yeni imar planlarının içeriğini gazetemizle
paylaşan İBB ve Kadıköy Belediyesi’nin CHP’li Meclis
üyesi Hüseyin Sağ şunları söyledi: “200 bin
metrekare ticaret alanı ciddi oranda küçültüldü.
Trenler gara dönecek. AVM yapılmayacak. Devlet Demir
Yolları’na ait lojmanları, binalar, hangarlar ve
ağaçlar korunacak. Raylı ulaşıma kapatılan gar yeni
proje ile birlikte eski görkemli günlerine geri
dönebilecek. Kadıköy Belediyesi tarafından yapılmak
kaydıyla amfitiyatro yapılabilir. Mücadele
meyvelerini veriyor. İlk planların ne kadar yanlış
olduğunu planı yapan kurum ve kuruluşlar da fark
etti ve planı revize ediyorlar. Yeni planlar dijital
ortamda var ve onay bekliyor. Onaydan sonra tüm
bileşenlerin katıldığı toplantılar düzenlenmeli ve
görüşleri alınmalı” dedi.
Cumhuriyet, Haber:
Hazal Ocak, 23.12.2015
|
"İNŞAAT MEZARLIĞA BİR ZARAR VERMEDİ"
Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, İstanbul
Koşuyolu’nda Karacaahmet Mezarlığı’nın bitişiğinde
bulunan ve Taş Yapı A.Ş.’ye ait şantiyenin mezarlığa
zarar vermediğini ileri sürdü. Ünal, inşaat
çalışmalarının ise Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü’nce durdurulduğunu açıkladı.
CHP’li Mahmut Tanal, eylül ayında Taş Yapı
tarafından Karacaahmet Mezarlığı sınırında
sürdürülen otel inşaatı alanında ağaçların kesilmesi
ve mezarların tahrip olması iddialarını TBMM
gündemine taşıdı. Cumhuriyet’in gündeme getirdiği
haberlerde, sağlıklı 32 ağacın kesildiği
belirtilmişti.
Tanal önergesinde, “Taş Yapı AŞ’ye, Koşuyolu
mevkiinde bulunan ve tarihi sit alanı kapsamında
olan Karacaahmet Mezarlığı’nın bitişiğinde bulunması
nedeniyle gerekli kurul görüşü verilmiş midir?
Şirketin tarihi sit alanı statüsünde bulunan
mezarlığa verdiği zararın neler olduğu tespiti
yapılmış mıdır? Taş Yapı A.Ş.’ye ait şantiyedeki
inşaat faaliyetlerinin İstanbul 5 No’lu Koruma
Kurulu tarafından verilen durdurma kararına rağmen
devam etmesi hakkında soruşturma açılacak mıdır?”
sorularını sormuştu.
‘Soruşturma açılmadı’
Bakan Ünal verdiği yanıtta, “İstanbul 5 Numaralı
Koruma Bölge Kurulu’nun kararı ile Karacaahmet
Mezarlığı’nın küçük bir bölümünü oluşturan mezarlık
alanının, parsel sınırlarının koruma alanı
belirlendiğinden söz konusu uygulamanın yasa
kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
İstanbul 6 Numaralı Koruma Bölge Kurulu’nun 7 Aralık
tarihli ve 2991 sayılı kararı ile 60 parselin
komşuluğunda bulunan mezarlık alanının bir parçası
olan tescilli 252 ada 17 parselin koruma alanının
parsel sınırı olarak belirlendiği ve bu doğrultuda
60 parselin, 17 parselin koruma alanı dışında
kalması sebebiyle Bölge Kurulu’nca yapılacak bir
işlem olmadığına karar verilmiştir” dedi. Ünal,
şunları kaydetti: “Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
uzmanlarınca yerinde yapılan incelemede tescilli
mezarlığa bir zarar verilmediği tespit edilmiştir.
Mezarlık bitişiğinde bulunan inşaat alanında,
kurulca verilen durdurma kararlarından sonra
herhangi bir inşa çalışması yapılmadığından ve
parselin, mezarlığın bir parçası olan 17 parselin
koruma alanı sınırları dışında kaldığından
soruşturma açılmamıştır.”
Cumhuriyet, Haber:
Fırat Kozok, 23.12.2015
|
RUSYA'DA BEŞİĞİYLE
BERABER GÖMÜLMÜŞ 4 BİN 500 YILLIKBEBEK İSKELETİ
BULUNDU
Rusya’nın kuzey batısında Itkul Gölü kıyısında yer
alan Okunev Kültürü’ne ait kurganda 4 bin 500 yıllık
bebek iskeleti bulundu.
Bebeğin kayın ağacı
kabuğundan yapılmış beşik gibi bir nesne beraber
gömüldüğünü ifade eden arkeologlar, mezarın içinde
tanrı karakterlerini temsil ettiği düşünülen boynuz,
kuş kafaları, geyik, yabani domuz ve çeşitli etobur
hayvan figürleri bulunduğunu söyledi. Uzmanlar,
figürlerin iskeletin göğüs kısmında bulunduğunu
oyuncak yada takı olarak beşiğe bağlı olabileceğini
belirtti.
Ayrıca mezarda 11 küçük
bakır plaka ve iki metal koniyi bir arada tutan deri
örgüden yapılma şapka ile bir adet küpe bulundu.
arkeolojihaber.net, Kaynak: archaeology.org, 22.12.2015
|
JANDARMA 4 BİN YILLIK HEYKEL ELE GEÇİRDİ

Balıkesir’de bir süre önce bin yıllık
İncil, 2 bin yıllık Tevrat yakalayan
Jandarma timleri, düzenlediği operasyon ile 4
bin yıllık heykel ele geçirdi.
Balıkesir’in
Bandırma
İlçesi'nde jandarma timlerinin
düzenlediği operasyonda 4 bin yıllık ve 750 bin
dolar değerinde heykel ele geçirildi. Bandırma
İlçesi Çalışkanlar Mahallesi'nde adli makamlardan
alınan arama kararına istinaden Y.K. isimli şahsın
üzerinde yapılan arama sonucu 4 bin yıllık olduğu
tahmin edilen
Mısır dönemine ait ve yaklaşık 750 bin Amerikan
Doları değerinde olduğu saptanan, 11,5 cm.
uzunluğunda, bir yüzünde erkek insan figürü diğer
yüzünde bayan insan figürü ve altında sadakat mührü
bulunan bronz heykel ele geçirildi.
Ele geçirilen
tarihi eser Müze Müdürlüğüne teslim edilmiş olup
şüpheli Y.K. sevk edildiği adli makamlarca tutuksuz
yargılanmaküzere serbest bırakıldı.
Milliyet,
22.12.2015 |
KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN MÜZE ÜCRETLERİNE YÜZDE 400'E
VARAN ZAM

Bu yıl müze ve örenyerlerini ziyaret eden sayısında
büyük düşüş yaşanmasına rağmen 2016 fiyatlarında
yüzde 400’e varan zamlar tepki çekti. Efes, Topkapı
Sarayı, Ayasofya Müzesi giriş fiyatları 30 TL’den 40
TL’ye, Olympos ve Side ören yerleri ziyaret ücreti 5
TL’den 20 TL’ye yükseltildi.
Dünya turizminde en
çok ziyaret edilen 5 kent arasındaki Antalya,
1990’lı yıllarda başlayan ve her yıl çift haneli
büyümelerle sürdürdüğü yolculuğunda ilk kez bu yıl
eksiyi gördü. Rusya’da geçen yılın son çeyreğinde
başlayan ekonomik krizin en büyük etken olduğu bu
düşüş, müze ve örenyerleri ziyaretlerinde de büyük
ölçüde hissedildi. Türkiye Seyahat Acentaları
Birliği (TÜRSAB) tarafından işletilen müze ve
örenyerlerinin büyük bölümüne 2016 yılı için zam
yapıldı. Yerli ve yabancı turistin en gözde
mekanlarından Olympos ve Side’de zam oranlarının
yüzde 400’e kadar yükseldiği görüldü.
ARTIŞ ORANI YÜZDE 400’Ü BULDU
2016’da geçerli müze ve ören yerleri giriş
ücretleri açıklandı. Olympos 5 TL’den 20 TL, Side
Örenyeri 5 TL’den 20 TL, Anadolu Medeniyetleri
Müzesi 15 TL’den 20 TL, Aspendos 20 TL’den 25 TL,
Bodrum Su Altı Müzesi 25 TL’den 30 TL, Derinkuyu
Yertaltı Şehri 20 TL’den 25 TL, Efes 30 TL’den 40
TL, Efes Yamaçevler 15 TL’den 20 TL, Göreme 20
TL’den 30 TL, Hatay Müzesi 10 TL’den 15 TL, Ihlara
Manastır Vadisi 10 TL’den 20 TL, İstanbul Arkeoloji
Müzesi 15 TL’den 20 TL, İstanbul Ayasofya Müzesi 30
TL’den 40 TL, İstanbul Mozaik Müzesi 10 TL’den 15
TL, Kariye Müzesi 15 TL’den 30 TL, Kaymaklı Yeraltı
Şehri 20 TL’den 30 TL, Muğla Sedir Adası 15 TL’den
20 TL, Myra ve Noel Baba Müzesi 15’er TL’den 20 TL,
Pamukkale 25 TL’den 35 TL, Patara 5 TL’den 15 TL,
Perge 20 TL’den 25 TL, Phaselis 10 TL’den 20 TL,
Sümela Müzesi 15 TL’den 25 TL, Topkapı Harem Dairesi
15 TL’den 25 TL, Topkapı Sarayı Müzesi 30 TL’den 40
TL, Troia 20 TL’den 25 TL’ye yükseltildi.
PERGE VE NOEL BABA’DA CİDDİ KAYIP
Antalya’daki müze ve örenyerlerini 11 ayda
ziyaret eden sayısında, geçen yıla göre yüzde 29’luk
düşüş yaşandı. Tarihi mekanların ziyaretçi sayısında
354 bin azalma meydana geldi. Antalya’nın dünyaca
ünlü tarihi değerlerini ziyaret sayılarına
bakıldığında en sert düşüş Demre’deki Noel Baba’da
gerçekleşti. Noel Baba Kilisesi’ni geçen yıl 375 bin
yabancı turist ziyaret ederken, bu yıl 152 bin
düşüşle 223 bine geriledi. Geçen yıl 313 bin
ziyaretçiye ulaşan Myra antik kenti, bu yıl 176 bin
ziyaretçide kaldı.
En yüksek düşüşün gerçekleştiği üçüncü tarihi
değer ise Perge antik kenti oldu. Perge’yi 2014’ün
Ocak-Ekim döneminde 103 bin kişi ziyaret ederken, bu
yıl aynı dönemde ziyaretçi sayısı 44 binde kaldı.
Geçen yıla göre kayıp yaşanan tarihi değerlerden
Alanya Kalesi’ni ziyaretçi sayısı 105 binden 75 bine
düşerken, Antalya Müzesi’ndeki ziyaretçi sayısı 35
binden 22 bine geriledi. Side Tiyatrosu’ndaki
ziyaretçi sayısı 22 binden 17 bine, Side antik
kentinde ise 1900’den 846’ya düştü.
Tarihi değerlerin büyük bölümünde bu düşüşler
gözlenirken sadece Aspendos ve Phaselis’in
ziyaretçisi arttı. Restorasyonu büyük tartışmalara
yol açan Aspendos Antik Tiyatrosu’nun ziyaretçi
sayısı 106 binden 146 bine, Phaselis’in ziyaretçisi
33 binden 35 bine yükseldi.
ZAMLAR ANLAŞILIR GİBİ DEĞİL
Antalya Kent Konseyi’nde 2015 yılı
değerlendirmesi ve 2016 yılı için önerilerin
konuşulduğu Turizm Komitesi toplantısında da müze ve
örenyerleri ziyaretçi sayısındaki düşüş ve 2016 yılı
fiyatlarındaki artış gündeme geldi. Komite Başkanı
Recep Yavuz, "Böyle bir sezonda bu zamlar anlaşılır
gibi değil. Bu gittikçe kan kaybeden örenyerleri
ziyaretlerinin iyice azalmasına yol açacaktır" dedi.
Radikal, Haber: Mehmet Çınar,
22.12.2015
******
MÜZE ZAMMI 1 NİSAN 2016'DAN İTİBAREN GEÇERLİ
OLACAK
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), 1
Nisan 2016'dan itibaren geçerli olmak üzere 5
Kasım'da yapılan müze ve ören yerleri giriş
ücreti uyarlamasının, önceki yıllara göre
sınırlı tutulduğunu, 205 müze ve ören yerinin
yalnızca 41'ine fiyat uyarlaması yapıldığını
bildirdi. Müze zamlarının 1 Nisan 2016'dan
itibaren geçerli olacağı bildirildi.
TÜRSAB'dan yapılan açıklamada, Kültür ve Turizm
Bakanlığı bünyesindeki müze ve ören yerleri
giriş ücreti uyarlamalarının bakanlıkça en son
15 Nisan 2014'te yapıldığı, bu tarihten itibaren
herhangi bir
fiyat artışına gidilmediği belirtildi.
Açıklamada, "1 Nisan 2016'dan itibaren geçerli
olmak üzere 5 Kasım'da yapılan müze ve ören
yerleri giriş ücreti uyarlaması, önceki yıllara
göre sınırlı tutulmuş ve giriş ücreti uygulanan
205 müze ve ören yerinin yalnızca 41'ine fiyat
uyarlaması yapılmıştır. Söz konusu fiyat
uyarlaması kapsamında, başta tur operatörleri ve
acenteler olmak üzere turizm sektörünün olumsuz
etkilenmemesi amacıyla uygulama 1 Nisan 2016'dan
itibaren geçerli kılınmıştır" denildi.
YÜZDE 25
İNDİRİMLİ TEMİN EDEBİLİRLER
Acentelerin her yıl yaptıkları tur
planlamalarını bir önceki yılın ağustos-eylül
ayları itibariyle tamamlamış olmaları dikkate
alınarak, 2016'da kullanacakları acente
biletlerini, 2015
bilet fiyatları üzerinden yüzde 25 indirimli
temin etme imkanının sağlandığı belirtilen
açıklamada, şu bilgilere yer verildi:
"Diğer taraftan Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya
Müzesi ve
Efes Ören Yeri gişelerinde, müzekart ve gişe
bilet fiyatının aynı olması nedeniyle, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olan ziyaretçilerimize, bilet
yerine tüm Türkiye müzelerinde bir yıl süreyle
geçerli olan müzekart ve öğrenciler için 20 liralık
öğrenci müzekartı verilerek fiyat artışından
etkilenmeden bir bilet bedeliyle ülkemizdeki tüm
müze ve ören yerlerine giriş imkanı sağlanmış
olacaktır. Yine önceden de uygulandığı gibi 18 yaşa
kadar ülkemiz vatandaşları, 65 yaş üstü
vatandaşlarımız, basın kartı sahipleri, engelliler,
gazi, gazi ve şehit yakınları, rehberler müze ve
ören yerlerine ücretsiz girme imkanına sahip
olacaktır. Bunun yanı sıra 1 Nisan itibariyle Kültür
ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bulunan 325 müze ve
ören yerinin ücretleri yüzde 38'i ücretsiz, yüzde
38'i 5 lira, yüzde 12'si 5-10 lira, yüzde 7'si 10-20
lira, yüzde 4'ü 20-30 lira, yüzde 1'i de 30-40 lira
aralığında olacaktır."
Hürriyet, 25.12.2015
|
KAYIP SENATO SARAYI BULUNDU

Eski İznik Müze Müdürü Taylan Sevil, 1. konsül
toplantısının yapıldığı ve bugün İznik'in her
köşesinde aranan Senato Sarayı’nın Mustafa Kemal
Paşa Mahallesi Arabacı Sokağı’nda olduğunu söyledi.
Sevil, "İhtimal demiyorum, çok büyük ihtimalle ilk
konsül toplantısının yapıldığı sarayın yeri burası.
MS 325 yıllarında yapıldı. Burada gördüğümüz
sadece üst yüzey kalıntısıdır. Bu yapının kolları
Bağkur Evleri'ne kadar gitmektedir. İstanbul
üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Ara Altun,
burada çok yıllar önce bir temizleme çalışması
başlatmıştı. Yapılan çalışmalarda saray kalıntıları
ortaya çıkarıldı"
Sevil, "Kalıntıların
bulunduğu alanda çalışmalar yeniden başlarsa
burasının Senato Sarayı olduğu apaçık ortaya
çıkacaktır. Yıllar önce de bu kalıntıların İstanbul
Kapı denilen yapıya ve etrafındaki diğer kiliselere
çok yakın olduğunu, ayrıca bu kalıntıların yine
Soğuk Kule'ye kadar uzanmakta olduğunu dile
getirmiştim. 1950'li yıllarda İznik rehberi
hazırlayanlar, maalesef yanlış bilgilendirildikleri
için sahildeki mevkii Senato Sarayı olarak
belirtmişler” diye konuştu.
Sevil, sözlerini
şöyle sürdürdü: “Senato Saray'ının olduğu alan bugün
Arabacı Sokak sakinlerince kullanılıyor. Tarihi
kalıntıların üzeri bugün ardiye görünümünde.
Bursa Hakimiyet, 22.12.2015 |
1800 YILLIK SÜTUNA ADINI YAZAN TÜRK ÖĞRENCİ
GÖZALTINA ALINDI

İtalyan Corriere della Sera gazetesinde yer
alan habere göre, Aziz M. adlı bir Erasmus
öğrencisi, İmparatorluk Forumları’ndaki (Fori
Imperiali) sütunlardan birine bozuk parayla adını
yazdı.
Pazar günkü olay sonrası çevredeki diğer
turistler tarafından İtalyan güvenlik güçlerine
ihbar edilen öğrenci gözaltına alındı. Bir gece
polis merkezinde bekletildikten sonra adliyeye
götürüldü.
‘Yasak olduğunu bilmiyordum’
Aziz M. adliyedeki ifadesinde, “Orada başka
isimlerin de yazılı olduğunu gördüm. Ben de kendi
adımı yazmak istedim. Bunun yasak olmadığını
sanıyordum” dedi.
Aziz M. tarihi kalıntılar açısından Roma’nın en
zengin bölgesi olan Palatino Tepesi’nde yer alan bu
esere ağır hasar verdiği gerekçesiyle 200 Euro para
cezası ödedi. Serbest bırakılan Aziz M. Roma
Belediyesi’ne ise 2 bin Euro tazminat daha ödemek
zorunda.
‘Vandal adını ölümsüzleştirdi’
Corriere della Sera, haberinde, “İki gün
önce tutuklanan vandal, adını sütunlara kazıyarak
ebedileştirdi. Tarihin bir parçasına acımasızca iz
bıraktı” gibi ifadeler kullandı.
Gazete bu izin, ancak çok hassas ve pahalı bir
restorasyondan sonra yok edilebileceğini de
belirtti.
Palatino Tepesi’ndeki sütunun tarihinin
MS
2’nci yüzyıla dayandığı belirtiliyor. Venedik
Meydanı (Piazza Venezia) ile Kolezyum arasında kalan
ve bir açık hava müzesine ev sahipliği yapan
Palatino Tepesi’nde Roma’nın köklerinin bulunduğuna
inanılıyor.
Roma Mitolojisi'ne göre Palatino Tepesi, Roma’nın
kurucuları Romulus ve Romus’un dişi bir kurt
tarafından bulunarak hayatlarının kurtarıldığı yer.
Rus turist 4 ay hapis cezasına
çarptırılmıştı
Geçen yıl da Kazbek Akaev adlı bir Rus turist,
yine aynı bölgede yer alan Kolezyum’un (Flavianus
Amfitiyatrosu) duvarına adının baş harfini kazımış,
4 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Al Jazeera,
22.12.2015
|
BU MÜZEDE 7 UYGARLIKTAN ESERLER SERGİLENİYOR
Kırşehir'in Kaman İlçesi'ndeki
Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, yaklaşık 30 yıldır
Çağırkan Köyü'ndeki höyükten çıkarılan Osmanlı,
Selçuklu, Bizans, Roma, Frigya, Hitit ve Asur
uygarlıklarına ait çok sayıda tarihi esere ev
sahipliği yapıyor.
Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi ve Japon Anadolu
Arkeoloji Enstitüsü adına höyükte yapılan kazılarda
çıkarılan av malzemeleri, mühürler, sikkeler,
seramik parçaları, Çin'den gelen porselen parçaları,
çeşitli yapılar, çanak, çömlekler, insan iskeletleri
gibi çok sayıda buluntu, müzede ziyaretçilerin
beğenisine sunuluyor.
Kalehöyük'teki kazılar, yaklaşık 30 yıldır bu
bölgede çalışan Japon Profesör Sachihiro Omura
tarafından yürütülüyor.
Omura, yaptığı açıklamada, 30 yılda 7 medeniyetin
kalıntılarına ulaştıklarını, çalışmalar kapsamında
milattan önce 5 veya 6 binli yıllara tarihlenen
neolitik döneme kadar inmeyi planladıklarını
söyledi.
Bunun için 5-6 metre daha kazmaları gerektiğine
işaret eden Omura, "İnmeyi planladığımız 5-6 metreyi
kazmak 50 yıl sürer. Kaman Kalehöyük'te daha çok
çalışmak lazım" dedi.
Müzedeki 7 uygarlığa ait izler hakkında bilgi
veren Omura, şunları kaydetti: "Şu ana kadar 7 medeniyeti ortaya çıkardık.
Milyonlarca seramik parçaları var. Asur ticaret
kolonilerinin kullandığı tarihi buluntular var.
Demir Çağı'na ait mühürler, Osmanlı dönemine ait
sikkeler, Çin'den gelmiş Quin Hanedanı'na ait
porselen parçaları var. Arkalarında Çince yazılar
bulunuyor ve bunlar 17. yüzyılda gelmiş. Kaman
Kelehöyük'ün İpek Yolu üzerinde olduğunu
söyleyebiliriz. En enteresan eserler arasında,
Asurların bronz silahları var, bunlar yaklaşık 3 bin
800 sene öncesine ait. Yangın tabakadan Asurlulara
ait 70'den fazla insan iskeletleri çıktı. Binanın
dışında da insan iskeletleri vardı.
Japon Bahçesi ile aynı yerleşke içinde olan müze,
2011 yılında "En İyi Müze" seçilmiş, 2012 yılında da
Avrupa'da "Yılın Müzesi" ödülüne aday gösterilmişti.
Sabah, 22.12.2015
|
SUR'DAKİ ÇATIŞMALAR KENTSEL DÖNÜŞÜME ZEMİN Mİ
HAZIRLIYOR?
Diyarbakır’ın Sur
İlçesi'nde 6
Eylül’den beri kısa aralıklarla kalkıp hala devam
eden sokağa çıkma yasağı sadece sivil ölümlere
değil, ilçedeki tarihi eserler dahil birçok yapının
da harap olmasına neden oluyor.
İlçede can güvenliği olmayan ve evleri harap olan
en az 20 bin kişinin göç ettiği söyleniyor. Tüm
bunlar Bakanlar Kurulu kararıyla 2012’de riskli alan
ilan edilen ilçede zorla yerinden etmeye neden
olacak bir kentsel dönüşüm tedirginliği yaratıyor.
Diyarbakır Valiliği’nin bu konuda Habertürk
gazetesine yaptığı açıklama bu tedirginliği daha da
arttırdı. Haberde, Diyarbakır Valiliği'nin aldığı
tedbir kararıyla, operasyon sonrasında sokak
çatışmalarında hasar gören tarihi yapılar dışındaki
sivil mekanların onarılmayıp bedelleri hak
sahiplerine ödenerek kentsel dönüşüm kapsamında
hızla yıkımının sağlanacağı belirtiliyor.
Yaklaşık 120 bin kişinin yaşadığı Sur
İlçesi 2.
derece kentsel sit alanı. 158 bin hektarlık alanda
yer alan ilçede, 124 anıtsal, 410 adet tescilli
sivil mimari yapı mevcut.
Sur’daki kentsel dönüşüm uzun süredir tartışılan
bir konu. 2010’da Sur’daki Alipaşa ve Lalebey
mahallesinde TOKİ, Bakanlık ve Belediye
işbirliğindeki kentsel dönüşüm kapsamında 850
yapının 330’u yıkıldı. Halkın tepkisini çeken bu
süreç 2013 yılının sonunda belediye tarafından
durduruldu.
Ancak bu süreçte 4 Aralık 2012’de afet yasası
olarak bilinen 6306 sayılı kanun kapsamında Sur’un
tamamı riskli alan ilan edildi.
Çatışma dönüşüme zemin hazırlayacak
bianet’e konuşan Mimarlar Odası Diyarbakır Şube
Başkanı Merthan Anık, bakanlığın çatışma ortamını
bahane ederek hızlıca binaları riskli ilan edip
kamulaştırmasından endişe ettiklerini söyledi.
“Uzun süredir Sur’un kentsel dönüşüm kapsamında
turizme açılarak soylulaştırılmaya çalışıldığını
biliyoruz. Bu çatışma ortamının buna zemin
hazırlayacağını da tahmin ediyorduk.
"Halk, 2010’da başlayan Lalebey ve Alipaşa
kentsel dönüşüm projesine tepkiliydi. Proje
Bakanlık, TOKİ, Belediye işbirliğinde de olsa
kamulaştırma işlemini Belediye devraldığı için halk
tepkisini Belediyeye göstermişti ve belediye bu
projeyi durdurmuştu.
"2012 yılı sonunda çıkan riskli karar ilanıyla
bütün yetki bakanlığa geçmişti. Ancak halkın bir
önceki projeye tepkisi nedeniyle bugüne kadar bir
ilerleme sağlanamadı. Sadece Ulucami etrafında
birkaç binayı yıkabildiler. Ancak şimdi çatışmaların
buna zemin hazırlamasından endişeliyiz.
Zahmetsizce kamulaştırma riski
"Şu anda bakanlıktan öğrendiğimiz resmi bir şey
yok. Ancak bu çatışma ortamında harap edilen
binaların ‘can ve mal güvenliği yok’ denerek kısa
süre içinde riskli raporu verilmesinden endişe
ediyoruz. Bu sayede tek tek binalara risk analizi
yapmak yerine, ki bu masraflı ve zaman alan bir
süreç, topluca, kısa sürede, zahmetsizce
kamulaştıracaklar, vatandaşın da itiraz hakkı da
olmayacak.
"Asıl göçün o zaman sonra başlamasından endişe
ediyoruz. Çünkü insanlar şu anda geri dönmek üzere
göç etti. Ancak geriye dönecekleri bir evleri
kalmayabilir.
Yıkılan binaların yerine ne yapılacak?
"Bugüne kadar riskli alan kararına dayanarak
yıkılan binalar kamulaştırılarak TOKİ’ye devredildi.
Ancak TOKİ’nin oraya ne yapacağına dair bir master
plan yok.
"Bakanlığın elindeki tek engel şu anda Diyarbakır
Belediyesi’nin 2012’de revize ettiği Koruma Amaçlı
İmar Planı. Bu plana göre, konut yükselikleri belli,
geleneksel mimari baz alınarak belirlenmiş ve tarihi
dokunun korunması hedefleniyor. Ancak şu anda
olağanüstü bir durum yaşanıyor. Bu da tedirginliği
arttırıyor."
Bianet, Haber: Nilay Vardar,
21.12.2015
|
İSTANBUL BİENAL SAYESİNDE DÜNYANIN EN ETKİN SANAT
ŞEHİRLERİ LİSTESİNDE
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 5
Eylül - 1 Kasım 2015 tarihleri arasında düzenlenen
ve 545 bin izleyiciye ulaşarak rekor kıran 14.
İstanbul Bienali’nin uluslararası arenadaki
yankıları devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta, ABD’nin önemli sanat
platformlarından Artsy’de, güncel sanat alanında
dünyanın en etkin ve ilham verici 15 kentini
listeleyen bir haber yayımlandı. İstanbul’a bu
listeye 12. sırada yer verilirken bu kararın başlıca
nedeni olarak da, uluslararası medya ve sanat
çevrelerinde geniş yankı uyandıran 14. İstanbul
Bienali gösterildi.
‘15 Sanat Şehri’ başlığıyla sunulan listede New
York, Londra gibi merkezler, Sao Paulo, Singapur ve
İstanbul gibi yükselen yıldızlarla aynı listede yer
alıyor. Haberde, Carolyn Christov-Bakargiev
tarafından şekillendirilen 14. İstanbul Bienali’nin,
geçtiğimiz sonbaharda tüm dikkatleri Boğaz eksenine
kaydırdığı belirtilirken, şehrin 30’dan fazla
galeri, 10’un üzerinde sanat müzesi ve iki önemli
sanat fuarına da ev sahipliği yaptığı vurgulanıyor.
(Habere şuradan ulaşabilirsiniz:
https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-contemporary-art-s-most-influential-cities)
BİENALİN İSTANBUL MODERN SERGİSİ 2015’İN
EN İYİ MÜZE SERGİLERİ ARASINDA

36 mekana yayılan 14. İstanbul Bienali’nin,
İstanbul Modern’de yer alan “Kanal” başlıklı
sergisi, ABD menşeli Blouin Art Info dergisi
tarafından 2015’in en iyi müze sergileri arasında
gösterildi. MoMA, Art Institute of Chicago,
Guggenheim, Whitney Museum of American Art gibi
dünyanın önde gelen müzelerinin yer aldığı listede,
Christov-Bakargiev’in İstanbul Modern’deki bienal
sergisinde, bilim insanları, felsefeciler,
tarihçiler, romancılar ve sanatçılar gibi farklı
disiplinlerden katılımcıları bir araya getirerek,
yılın en önemli sergilerinden birine imza attığı
vurgulanıyor.
(Habere şuradan ulaşabilirsiniz:
http://www.blouinartinfo.com/news/story/1296382/the-best-museum-exhibitions-of-2015)
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından, Koç
Holding sponsorluğunda 16 Eylül–12 Kasım 2017
tarihlerinde gerçekleştirilecek 15. İstanbul
Bienali’nin küratörü, 2016 yılında açıklanacak.
Radikal, 21.12.2015
|
AKIL HASTANESİ TALANINA HAYIR

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin
‘yenileme’ adı altında ranta açılmasına yönelik
tepkiler sürüyor. Birleşik Haziran Hareketi
(HAZİRAN) Bakırköy Meclisi, Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi Yerleşkesi’ndeki talana 'dur'
diyebilmek için bir panel düzenledi.
İstanbul
Tabip Odası’ndan Prof.Dr. Taner Gören, CHP 24.
Dönem Milletvekili Melda Onur, Mimarlar Odası’ndan
Mücella Yapıcı, Nöro-Psikiyatri Derneği’nden Doç.Dr. Zehra Betül Yalçıner ve HAZİRAN Bakırköy
Meclisi’nden Leyla Koç Üzüm’ün katıldığı panele
Bakırköylüler de yoğun ilgi gösterdi.
Panelin
açılış konuşmasını yapan HAZİRAN Bakırköy Meclisi
üyesi Leyla Koç Üzüm, ''Bu hastane sadece Bakırköy
ile değil, Türkiye ile özdeşleşmiş bir yerdir. Biz
yenilemeye değil, yenileme adı altında rant, talan
ve yağmaya karşıyız’’ diye konuştu.
KAÇAK SARAY'I YAPAN FİRMA
Yerleşke bünyesindeki Lepra Deri ve Zührevi
Hastalıklar Hastanesi’nin de yok edileceğini
vurgulayan Üzüm, ''Bu girişimlerle toplumsal hafıza
da yok edilmek isteniyor. Sağlık Bakanlığı’ndan 2010
yılında alınan bilgide, Sağlık kampüsü projesine
göre Lepra Hastanesi’nin bulunduğu 33 bin 245
metrekarelik araziye 200 yataklı yüksek güvenlikli
psikiyatri kliniklerinin yapılacağı yönündeydi.
Ancak bu gün öğreniyoruz ki; 2012 yılında Kamu Özel
Ortaklığı çerçevesinde proje Saray’ı yapan Rönesans
Medikal firmaya verilmiş’’ dedi.
‘BİRLİKTE
MÜCADELE EDECEĞİZ'
Dönüşüm adı
altında ciddi bir rant, talan ve yağma yapıldığını
belirten Melda Onur, ''Özelleştirme ile birlikte,
bir dönem çıkan yasaların bugün nasıl boğazımıza
yapıştığını görüyoruz. Bakırköy’ün de Çapa ve
Cerrahpaşa ile birlikte ele alınması gerekiyor.
Yarın dozerler araziye girerse hepimiz onların
karşısında olacağız. Hep birlikte mücadele
edeceğiz’’ dedi.
‘KALDIĞIMIZ
YERDEN DEVAM'
Mimarlar
Odası’ndan Mücella Yapıcı ise, ''Şimdi bu noktada ne
yapılacağını biz hepberaber bulduk ve yaptık. Neyi
yapamıyoruz ama? Birlikte davranmayı, birlikte
düşünmeyi, farklılıklarımıza rağmen birlikte olmayı
başardık bunu yaptık ama birden bire dağıldık. Bu
meseleler eskiden beri konuşuluyor. Ama çok şükür ki
Gezi oldu ve bunların politik olduğu, birlikte
hareket etmemiz gerektiği ortaya çıktı. Nerede
kalmışsak oradan devam etmemiz gerekiyor. Bakırköy
için de bir arada mücadele etmeliyiz. Ben
Bakırköy’ün çapa ve Cerrahpaşa ile birlikte yeni bir
Gezi olduğunu düşünüyorum’’ ifadelerini kullandı.
Birgün, Haber: Oktay Evsen, 21.12.2015 |
ŞİLE BELEDİYE BAŞKANI TABAKOĞLU: KALENİN SÜNGER
BOB'A BENZEMESİNİN ZARARI YOK
Şile Belediye Başkanı Can Tabakoğlu’yla Şile’yi
gezdik, bu turizm projelerini konuştuk. Tabii bir de
Sünger Bob’a benzetilen o meşhur kaleye gittik...
-Meşhur Şile Kalesi mevzuu var, bir de
Restorasyonun ardından Sünger Bob’a benzetilmiş ve
uzun süre tartışılmıştı...
Sünger Bob bize reklam
oldu, kim bulduysa kınamadan söyleyeyim uluslararası
arenada Şile ve Şile Kalesi duyuruldu. Bu işin
latifesi tabii ki arzu ettiğim bir reklam değil.
Uzmanlarından ziyade belli bir bilgi altyapısına ve
eğitime sahip olunmadan konuşulan bir konu.
Eleştirilerin hiçbirinde ilkesel bir yan yoktu. Şile
Kalesi on yıllık bir sürecin dahilinde restore
edildi. Anıtlar Kurulu projelerimizi onayladı.
Eleştirilen ilk projelerimiz geri çekildi, sonra İBB
başka bir proje gerçekleştirdi ve restorasyon esaslı
bir proje gerçekleştirildi. Yani orijinal vasfına
haiz olarak gerçekleştirilecek bir proje olarak
belirlendi. Konservasyon dediğimiz olduğu gibi
bırak, muhafaza et tarzı bir uygulama tercih
edilmedi. Restorasyonda orijinal taşa uygun olarak
tümlemeler yapılması takdir edildi.

İTÜ Restorasyon
Kürsüsü, Sanat Kürsüsü, İstanbul Üniversitesi
Arkeoloji Kürsüsü dahilinde bir bilim heyeti
oluşturuldu. Ben mimar olmama rağmen konuya
karışmadım. Malzeme için Mimar Sinan
Üniversitesi’nin ilgili kürsüleri mukayese etti.
Statiğini İTÜ’den aldık. Bunlar Türkiye’nin en üst
düzey isimleri. Hukuki ya da ilkesel açıdan bir
yanlış olmadığını iddia ediyoruz. Sünger Bob’a
benzemesinde bir mahzur görmüyorum. Yeni gözükmesi
restorasyonun yanlış olduğu anlamına gelmez. Kültür
Bakanlığı’na yansıdığında onlar da gerekli
araştırmaları yaptı. Gerek projeye uygunluğu gerek
geldiği noktanın doğruluğunu onlar da onayladı.
Eleştiriler romantik ve duygusal bir refleksti.
Eleştiriye karşı değilim ama bırakın uzmanlar
tartışsın. Şimdi asma germe bir köprüyle kaleye
ulaşım projesi kuruldan geçti.
Habertürk
(Kısaltarak), 21.12.2015
|
KARAMANOĞLU'NUN MEZARI VİRANE!
Mersin’in Değirmenlik Yaylası’ndaki Karamanoğlu
Beyliği’nin kurucusu Nure Sofi ve eşinin mezarları
içler acısı durumda. Sit alanı içerisinde bulunan
mezar için hiçbir çalışma yapılamadığı gibi yetkili
kurumlar da görmezden geliyor...

Anadolu Türk tarihinin en önemli figürlerinden biri
kabul edilen
karamanoğlu Beyliği’nin kurucusu Nure Sofi ve
eşinin
Mersin’in Değirmenlik Yaylası’ndaki mezarı içler
acısı halde.
Anadolu’ya ilk yerleşen Türkler’den Nure Sofi’ye
ait türbe görünümündeki mezarlık adeta viraneyi
andırıyor. Mezar, bakımsızlık nedeniyle yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya.

Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün sorumluluk
alanında olduğu belirtilen tarihi mezarın etrafı
taş yığınlarıyla çevrilirken, kulübeyi andıran
türbe ise yıkılma riski taşıyor. Mersin’in Mut
İlçesi Değirmenlik Yaylası’ndaki tarihi mezar,
sit alanı içerisinde yeraldığı için hiçbir
çalışmanın yapılmamasına izin verilmiyor. Tarihi
türbenin kurtarılması için 3 yıl önce Mut
Kaymakamlığı’na dilekçe yazan tarih
araştırmacısı Şerafettin Güç, “Çalmadık kapı
bırakmadım ancak hiç bir iktidar ve kurum bu
mirasa sahip çıkmıyor.
Nure Sofi, Türkiye’nin geçmişinde Ertuğrul Gazi,
Süleyman Şah, Osman Bey kadar önemli. 3 yıl önce
Mut Kaymaklığı’na dilekçe yazarak, mezarın harap
olduğunu, her sene doğa şartları ve bölge
halkının mezar taşlarını kendi evlerinde
kullanmak üzere götürdüklerini anlatarak anıt
niteliğindeki kabristana sahip çıkılması
belirttim. Aradan geçen onca zamanda rağmen
hiçbir şey yapılmadı” dedi.
Balbal taşları getirildi
Karaman ve Mersin’deki resmi kurumların bugüne
kadar harekete geçmediğini dile getiren Güç,
“Nure Sofi’nin mezarında Orta Asya Türk
kültürünün en önemli parçalarından kabul edilen
ve Anadolu’ya göç sırasında getirilen Balbal
taşları da zarar görüyor. Balbal taşları bazı
köylüler tarafından evlerinde kullanılmak üzere
mezarlıktan alınıyor. Türbe mezarın etrafından
her biri en az 300-400 yıllık ardıç ağaçları
bulunuyor. Bu ağaçlar‘Anıt Ağaç’ niteliğinde.
Türbenin bulunduğu bölgenin Karaman dışında
olması nedeniyle yereldeki resmi kurumların
müdahalesi olmamış. Ancak Mersin İlinden de bu
konuda hiçbir çalışma yapılmadı. Mezara yayla
sakinleri tarafından derme çatma kulübe inşa
edildi. Ancak bu kulübe de tamamen korumasız ve
yağmaya açık bir durumda. Tam anlamı ile yok
olmaya terk edilmiş olan türbenin bir an önce
kurtarılması gerekli” diye konuştu.
‘Kurtarılmalı’
Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü, Adem Akçay,
Nure Sofi’ye ait türbenin Adana Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nün uhdesinde olduğunu belirterek,
şunları söyledi; “Mezar bizim sorumluluk
alanımızda yer almasada da hem bölge müdürleri,
hem de vakıflarla görüşüp gerekli girişimlerde
bulunacağız.” Mut Belediye Başkanı Nebi Yılmaz
da yetkili kurum ve kişilerin duyarsız kalmaması
gerektiğini dile getirdi: “Mezarın tapusu bizde
değil. Sorumluluk vakıflara ait. Belediye olarak
çive bile çakamıyoruz. Geçtiğimiz günlerde bir
vakıflardan bir heyet gelerek bölgede inceleme
yaptığını öğrendik. Bir proje hazırlanması söz
konusu olabilir. Tarihi mezarın bir an önce
kurtarılması gerekiyor.”
Milliyet, Haber:
Mert İnan, 21.12.2015
******
KARAMANOĞLU TÜRBESİ
ONARILACAK
Mersin’in
Mut İlçesi'ne 70 kilometre uzaklıktaki
Değirmenlik Yaylası’nda bulunan Karamanoğulları
Beyliği’nin kurucusu Nure Sofi ve eşinin türbesi
için yenileme çalışması başlatılıyor.

Sit alanı içerisinde bulunan Nure Sofi
Türbesi, bakım ve koruma çalışmaları
yapılmayınca kaderine terk edilmiş ve yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Yıkılması halinde mezara ciddi zarar
verebilecek olan çatıya izin olmadan bir
çivi dahi çakılamazken,
Anadolu’ya yerleşen ilk Türklerden olan
Nure Sofi’nin mezarının son durumu ile
ilgili Milliyet’in yaptığı
haber ilgilileri harekete geçirdi.
Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürü
Bahattin Kabahasanoğlu türbe için ne
gerekiyorsa yapılacağını söylerken,
“Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile irtibata
geçtik. Türbenin aslına uygun hale
getirilmesi konusunda çalışma başlatıldı.
Öncelikle aslına uygun tarihi yapı ile
ilgili projelendirme çalışmaları
başlatılmıştır” dedi.
Milliyet,
23.12.2015
|
İSTİKLAL MAHKEMELERİ KAYITLARI DİJİTALDE
12 İstiklal Mahkemesi’ne ait toplam 915 bin
sayfa evrakın, 5 bin 182 sayfası Osmanlı
Türkçesinden günümüz alfabesine aktarıldı, bütün
evrakın tamamlanması ile ilgili çalışma devam
ediyor.
HDP Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın İstiklal Mahkemeleri zabıtları
ve kayıtlarına yönelik soru önergesini
yanıtlayan TBMM Başkanvekili Ahmet Aydın, 12
İstiklal Mahkemesi’ne ait toplam 915 bin sayfa
evraktan, 5 bin 182 sayfanın Osmanlı
Türkçesinden günümüz alfabesine aktarıldığını
belirterek, şunları aktardı:
5 CİLT
YAYIMLANDI
“İstiklal
Mahkemeleri Projesi, TBMM Başkanlığı’nın 11 Mart
2010 tarihli ‘olur’ vermesi ile başladı. Geçen
bu süre zarfında arşivde evrakı bulunan 12
İstiklal Mahkemesi’ne ait 5 bin 182 sayfa,
Osmanlı Türkçesinden günümüz alfabesine
aktarıldı. Bunların tasnif, analiz, elektronik
ortama aktarma, çeviri ve indeks işlemleri,
biten mahkemelere ait evrakın kitap olarak
basılması ve internet ortamında erişime açma
çalışmaları da devam etmektedir. Bu kapsamda
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu’ndan uzman görüşü de alınarak İstiklal
Mahkemeleriyle ilgili genel bilgilerin yer
aldığı İstiklal Mahkemeleri (Cilt I), İstanbul
İstiklal Mahkemesi (Cilt II), Elcezire İstiklal
Mahkemesi (Cilt III), Eskişehir İstiklal
Mahkemesi (Cilt IV) ve Isparta İstiklal
Mahkemesi (Cilt V) kitapları yayımlanıp,
İstanbul, Eskişehir ve Elcezire İstiklal
Mahkemelerinin belgeleri internet ortamında
erişime açılmıştır. Isparta İstiklal
Mahkemesinin belgelerinin yakın gelecekte
internet ortamında erişime açılması için
çalışmalar devam etmektedir.”
İZMİR
SUİKASTI ve ŞEYH SAİT DAVASI DA VAR
Aydın, İzmir
Suikastı, Şeyh Sait Davası gibi önemli olayların
yer aldığı kayıtlar için “İzmir Suikastı
Davası’nın evrakının yer aldığı Ankara 2, Şeyh
Said Davası’na ait evrakın yer aldığı Şark
İstiklal Mahkemesi’nin haricinde, Ankara 1,
Konya, Yozgat, Kastamonu, Amasya, Pozantı
İstiklal Mahkemelerine ait karar defterleri de
Osmanlı Türkçesinden günümüz alfabesine
aktarılmış durumda. Ancak, bu mahkemelerin
evrakının tasnif, elektronik ortama aktarma ve
indeksini çıkarma çalışmaları henüz sona ermiş
değil” dedi. Ahmet Aydın, “Menemen Olayı”nın
İstiklal Mahkemelerinin fiili olarak görev
yaptığı süre içerisinde gerçekleşmemesi
dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri evrakı içinde
Menemen Olayı’na ait evrak yer almadığını
belirtti.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem,
21.12.2015
|
MISIR'DA TUTANKHAMON'UN SÜT ANNESİ MAİA'NIN MEZARI
ZİYARETE AÇILDI
Mısır’ın
güneyindeki Luksor kentinde, Antik
Mısır’da 18’inci firavun hanedanlığından
Tutankamon’un (Tutankhamun) süt annesi Maia’nın
mezarı yerli ve yabancıların ziyaretine açıldı.
Luksor kentinin
Krallar Vadisi’ndeki Kral Tutankamon’un mezarının
bulunduğu bölgede yapılan arama çalışmaları
kapsamında 1996 yılında keşfedilen Maia’nın mezarı,
19 yıl sonra, Mısır Tarihi Eserler Bakanı Memduh
ed-Demati tarafından yerel ve uluslararası turizme
açıldı.
Tarihi Eserler
Bakanlığı, Kasım ayında “Altın Firavun” olarak
adlandırılan Tutankamon döneminden kalma tarihi
mezar üzerinde bazı araştırmalar yürütüldüğünü
açıklamıştı.
Bakanlık yetkililerinden Mahmud Afifi’den alınan
bilgiye göre, Maia’nın tarihi mezarı, ana salona
uzanan bir koridordan ve oradan da cenazelerin
defnedildiği hücrelere uzanan düşük bir koridordan
oluşuyor. Ana koridordaki kolonların üzerinde ise
mezar sahibi ve ismi nakşedilmiş.
haberler.com, 20.12.2015
|
DEFİNE AVCILARI TARİHİ MEZARLIKLARI YOK EDİYOR

Samandağ'da bulunan Roma İmparatorluğu’na ait
Seleukera Piera antik kentindeki Beşikli Mağarası
“Kaya Mezarlıkları”, define avcıları nedeniyle yok
olmayla karşı karşıya.
Hatay’ın Samandağ İlçesi'ne bağlı Çevlik
Mahallesi’nde bulunan Roma İmparatorluğu’na ait
Seleukera Piera antik kenti, tünel ve kanallardan
oluşan kompleks bir yapı olarak MÖ 300’lü yıllarda
Musa Dağı eteklerinde kuruldu. Tünel inşasının antik
kentin batısından akan Değirmendere Çayı’nın iç
liman bölgelere akmasıyla taşınan birikintinin
limanı sığlaştırması, limanı ani sel baskınlarından
koruma ve dere sularının denetimli olarak kullanımı
ile kente su temini amacıyla çok yönlü tasarlandığı
belirtilirken, kent ‘Saptırma Perdesi’, ‘Titus
Tünelleri’ ve ‘Kaya Mezarlıkları’ olarak 3 bölümden
oluşuyor.
Kesme kayalardan ya da kayaların oyulması ile
oluşturulan mezar odaların ortasında diğerlerine
göre daha yüksek olan mezarların bulunmasından
dolayı halk arasında Beşikli Mağara ismi verilen
‘Kaya Mezarlıkları’nın, Seleukera Piera şehrinde
yaşayan askeri komutanlar ile birlikleri için
kurulduğu düşünülüyor. Mumyalanarak defnedilen
cenazelerin altlarında oluşturulan gizli bölmede ise
değerli eşyaların gömüldüğü belirtilirken, yıllarca
define avcılarının hedefinde olan Beşikli Mağara
kaderine terk edilmiş durumda. Hatay’da bulunan
müzelerde, ‘Kaya Mezarları’ndan çıkarılan altınlar
ve değerli eşyalar sergilenirken, mezarlar define
avcıları tarafından tahrip edilerek, tarihi dokusu
yok edilme riski ile karşı karşıya.
Hatay Müzeler Müdürlüğü’ne bağlı olan ‘Kaya
Mezarları’nın korunmadığı her halinden belli iken,
Müzeler Müdürlüğü’nün yaptığı tek iş olarak antik
kente giriş çıkış yapanlardan sabah 08.00 saati ile
akşam 17.00 saatleri arasında 5 TL ücret tahsil
etmek.
Evrensel, 20.12.2015
|
EFSANE PİNTO SİNAGOGU ÇÖPÜN ALTINDAN ÇIKTI

İzmir'in Konak İlçesi'ne bağlı Sakarya Mahallesi'nde
çöplük gibi kullanılan arsada İzmir'in en eski
sinagogunun yıkıntılarının bulunduğu önesürüldü.
Yahudi kültürü üzerine araştırmalarla tanınan
araştırmacı, yazar, tarihçi Siren Bora bu sinagogun
İzmir'de kurulan ilk üç sinagogdan biri olan "Pinto
Sinagogu" olabileceğini söyledi. Kent tarihi
araştırmacısı Orhan Beşikçi Sakarya Mahallesi'nde
çöplük olarak kullanılan arsada bazı tarihi
buluntular gördü. Bunun üzerine Yahudi kültürü
üzerine araştırmalarla tanınan araştırmacı, yazar,
tarihçi Siren Bora'dan yardım istedi.
Burasını inceleyen Bora, yıkıntıların İzmir'de
kurulan ve şu anda yeri bilinmeyen üç sinagogtan
"Pinto Sinagogu" olabileceğini söyledi. Kent tarihi
araştırmacısı, yazar Orhan Beşikçi, "Eskiden İzmirli
Yahudiler o bölgeyi 'La Suvida de Pinto' (Pinto
Yokuşu) veya 'La Eskalera de Pinto' (Pinto
Merdivenleri) olarak tarif ediyor. Gerçekten de,
Pinto Sinagogu'nun bir yanında merdivenler diğer
yanında ise, dik bir yokuşun yer aldığını, iki
sütununun halen yerinde durduğunu görüyoruz" dedi.
Sinagogun yerini ilgili kurum ve kuruluşlara
haber veren araştırmacı yazar Orhan Beşikçi,
"Sakarya mahallesi dinler arası turizm için önemli
bir mahallemiz. Geçen yıllarda sokaklarında ezan,
çan ve hazan sesi duyulurdu. Mahallenin sınırında
bulunan Asmalı Mescit, Küçük Aya Yani Kilisesi ve
Roma su kanalı içerisinde gizli olan ayazmayı
biliyorduk. Şimdi bu zenginliğe İzmir'in en eski
Sinagogu'nu katıyoruz. Adı geçen sinagog bir an önce
çöplükten temizlenip tescillenmeli, koruma altına
alınıp, arkeolog ve sanat tarihçileri tarafından
incelenmesi gerekmektedir" dedi. Ortaya çıkartılan
sinagogun giriş kapısı, iki katlı mahseni, yan
duvarları hala ayakta duruyor.
Yeni Asır,
20.12.2015
|
DİYARBAKIR'DA 1376 YIL SONRA ULU CAMİ'DE CUMA NAMAZI
KILINMADI
İslam aleminin 5. Harem-i Şerif'i olarak
kabul edilen
Diyarbakır Ulu Camii'nde,
Diyarbakır'ın fethedilişinin üzerinden asırlar
geçmesinin ardından ilk kez Cuma namazı kılınmadı.
Sur'da 11 Aralık'ta Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Yılmaz ve Savaş mahalleleri ile Gazi Caddesi'nde ilan edilen sokağa çıkma yasağının ardından polis ve jandarma tarafından gerçekleştirilen operasyon sürüyor. Hava desteğiyle yürütülen operasyonlarda sık sık çatışma çıkarken Diyarbakır'ın tarihi ilçesi Sur tanınmaz hale geldi. Öyle ki fethedildiğinden bu yana yani tam 1376 yıl sonra Ulu Cami'de Cuma namazı kılınmadı.
ULU CAMİ'NİN TARİHİ
Diyarbakır'ın 639 yılında İslam dünyasının eline geçmesiyle şehrin en büyük kilisesi olan Mar Toma Kilisesi (Katedral) Ulu Camiye dönüştürüldü. Eserin kilise olarak kullanılmasından önce Pagan Dönemine ait putperest mekanı da olduğu biliniyor. Anadolu'nun en eski camilerinden biri olarak kabul edilen Ulu Cami, İslam dünyasının 5.Harem-i Şerifi (Mukaddes Mabet) olarak kabul ediliyor. Caminin dört ayrı cephesi de müslümanlığın dört ana mezhebine ayrılmıştır.
haberler.com, 18.12.2015
|
TARİHİ CAMİ TİNERCİLERİN MEKANI OLDU

1569 yılında Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Lala
Paşa Camisi ve çevresi ilgi bekliyor. Minaresinde
yaban otları çıkan, doğu çevre duvarı yıkık olan
caminin revaklarını sonradan yerleştirilen demir
çubuklar ayakta tutuyor. Pencere camlarının çoğunun
tahrip edildiği caminin hem bakımsızlığı hem de
tinercilerin cami bahçesini mesken tutması
mahalleliyi rahatsız ediyor. Manisa’nın merkez
ilçelerinden Yunus Emre’nin Mutlu mahallesindeki
tarihi camiye olan ilgisizlikten yakınan mahalle
sakinleri yetkililerin bu sorunu çözmesini bekliyor.
TÜRK-İSLAM ESERLERİNE SAHİP ÇIKALIM
Mahalle
Muhtarı Hasan Hüseyin Hastürkoğlu, caminin özellikle
minarelerinde kendiliğinden yetişen bitkilerin
tarihi binaya büyük zarar verdiğini belirterek, “Bu
bitkiler taşları kaldırıyor. Türk-İslam eserlerine
sahip çıkamıyoruz. Buradan kim sorumlu? Anıtlar
Kurulu. Anıtlar Kurulu burayı yapacaktı ama hala
yapmadı. Hayırseverler yapalım diyor ona da izin
vermiyorlar. Anıtlar Kurulu, tarihi eserlere ve
camiye sahip çıksın.” dedi.
CAMİ BAHÇESİNDE
UYGUNSUZ HAREKETLER
Caminin 1569 yılında Mehmet
Paşa tarafından yaptırıldığını belirten mahalle
sakini Ramazan Özmen, “Cami çok eski bir yapı olduğu
için yıkılmak üzere. Caminin revaklarını sonradan
monte edilen demirler ayakta tutuyor. Bu caminin
elden geçirilmesi gerekiyor” diye konuştu.
Tarihi
caminin çevre duvarlarının bir bölümünün yıkık
olması nedeniyle tinercilerin ve gençlerin bahçede
uygunsuz hallerde bulunmalarına olanak sağladığını
kaydeden Özmen, “Mutlu mahallesi sakiniyim.
Medeniyetimiz de kültürümüz de burası. Caminin bir
duvarı yıkık. Tinerciler geliyor. Polis ekiplerine
haber verdiğimiz zaman polis ekipleri önden geldiği
zaman bu yıkık duvardan kaçıyor. Caminin arka
tarafında uygunsuz hareketler yapıyorlar. Buraların
elden geçirilmesi gerekiyor. Tarihimize yakışmayacak
bir halde” şeklinde konuştu.
KIZLI ERKEKLİ
UZANIYORLAR
Bir başka mahalle sakini Şeref
Erdoğan da, cami duvarının yıkık olduğunu anlatarak
sözlerini şöyle sürdürdü: "Tinerciler buraya
geliyor, kızlar erkekler oturakların üzerinde
uzanıyor, uygunsuz hareketlerde bulunuyor. Bu
hareketler camide yakışmaz. Müslüman bir ülkeyiz.
Emniyet, belediye, valilik veya Anıtlar Kurulu
hangisi sahip çıkacaksa bu soruna sahip çıksın.”
Caminin tuvaletlerinin de sürekli tahrip edilerek
çeşmenin kırıldığını anlatan mahalle sakinleri
tarihi caminin ve çevresinin artık bir düzene
sokulmasını ve olumsuz tabloların yaşanmamasını
istedi.
Akşam, 15.12.2015
|
CAMİ RESTORASYONUNDA KAYIP MEZARLAR BULUNDU

Erzurum'da 277 yıllık Osmanlı eseri Narmanlı
Camii'nde süren restorasyon sırasında zaman içinde
bahçesinde kaybolan 23 mezar gün yüzüne çıkarıldı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü mezar taşlarını, yüksek
basınçlı sulu kumlama makinesi ile temizleyerek
koruma altına aldı.
Merkez Yakutiye
İlçesi'ndeki Tebrizkapı semtinde 1'inci Sultan
Mahmut döneminde Narmanlı Hacı Yusuf Efendi
tarafından yaptırılan Narmanlı Camii'nde Vakıflar
Bölge Müdürlüğü görevlilerince restorasyon çalışması
başlatıldı. Tarihi caminin kuzey ve güney
cephelerinde yer alan etrafı çevrili mezarlıkta
bulunan ve toprak kayması nedeniyle kaybolan
mezarlar yeniden ortaya çıkarıldı. Toplam 52
mezardan kaybolan 23 mezar bulunurken, mezar
taşlarına zarar vermeyen yüksek basınçlı sulu
kumlama makinesi ile temizlenerek koruma altına
alındı.
Osmanlı mimarisinin özelliklerini
taşıyan 277 yıllık caminin bahçesinde Erzurum eski
valilerinden Siyavuş paşa, şehrin önde gelenlerinden
Zeliha Hatun, Lütfullah Efendi, Hacı Salih Çelebi,
Mülazım Osman Ağa, Salih Efendi, Hacı Yusuf Efendi,
Musa Paşa, Şeyh Şamil'in silah arkadaşı Hasbulat
Bey'in mezarlarının bulunduğuna dikkati çeken
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, tarihi
mekandaki restorasyon çalışmalarının titizlikle
yürütüldüğünü bildirdi.
Sabah, 14.12.2015
|
BULGARİSTAN'DA TRAKLARA AİT MEZARLIK GÜN YÜZÜNE
ÇIKTI
Bulgaristan’ın
batısında gerçekleştirilen kurtarma kazıları
sırasında Traklara ait 3 bin yaşında olan nekropol
alanı bulundu.
Bulgaristan Bilim
Akademisi Ulusal Enstitü ve Arkeoloji Müzesi’nden
Borislab Borislavov, Bulgaristan’ın
batı bölgesinde ilk kez mezarlıklardan bu kadar
değerli eşyayı gün yüzüne çıkardıklarını ifade etti.
Borislavov, mezarda bir kadın ait 11 altın kolye
ve insan kafası şeklinde bronz bir muska bulunduğunu
söyledi.
Proje ekibi aynı
bölgede Roma dönemine ait bina temellerine rastladı.
Bina temellerinin bulunduğu kazı alanında henüz
üzerinde çalışılmamış içinde sikke bulunan küpler
bulundu.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeologyinbulgaria.com, 13.12.2015
|
FRANSA'DA ŞİDDET MAĞDURU, 6 BİN YILLIK İSKELETLER
BULUNDU

Fransa’nın
doğusunda 6 bin yıl öncesine tarihlenen toplu
mezar gün yüzüne çıkarıldı. Mezarda şiddet görmüş 7
iskelet bulundu.
Doğu Fransa’da
Bergheim Çukuru olarak adlandırılan alanda toplu
mezar bulundu. 2 metre derinliği olan yuvarlak
şekilli toplu mezarda şiddet görmüş yedi insan
iskeleti, taş bir ok ucu, bir domuz çenesi ve iki
tavşana ait kalıntılar gün yüzüne çıktı. Kazı
çalışmaları Antea Archéologie Enstitüsü’nde görev
yapan antropolog Fanny Chenal ve meslektaşları
tarafından yürütülüyor.
İskeletlerin 3
yetişkin ile 4 çocuğa ait olduğunu
söyleyen antropolog Fanny Chenal, kurbanların baskın
yada şiddet eylemleri sonucunda öldürülmüş
olabileceğini belirti. İskeletlerde birçok kesik izi
olduğunu anlatan Chenal, “Çukurun dibinde dağınık el
kemikleri ve kopmuş uzuv parçaları bulduk. Bu durum
bize iskeletlerin kollarının kesilerek çukura
atıldığını söylüyor. Kesik izlerine baktığımız zaman
kasten olarak bu işlemlerin yapıldığı anlaşılıyor”
dedi.
Kurbanların,
saldırganların hedefleri olup olmadığının
bilinmediğini fakat sol kollarının kesilmesinin
belirli bir gerekçesi olması gerektiğini vurgulayan
Chenal, Bergheim çukurundan çıkarılan iki kemiğin
radyokarbon testleri yapıldığını söyledi. Chenal,
“Testler kurbanların yaklaşık 6 bin yıl önce yaşamış
olduğunu gösteriyor”
Bordeaux
Üniversitesi’nden antropolog Bruno Boulestin ise, bu
tarz dairesel çukurlara savaşlarda ölen ve
sakatlanan insanlarında gömüldüğünü
anlattı. Bergheim Çukuru’nun yüksek rütbeli bir kişi
için kazılmış olabileceğini
söyleyen Boulestin, diğer iskeletlerin ise hizmet
görevlileri olduğu veya akrabalarının onlara eşlik
etmek için öldürülmüş olabileceğini düşünüyor.
Günümüzden 5 bin
500 ile 6 bin 500 yıl önce Orta ve Batı Avrupa’da
yapılan dairesel çukurlar, tarım topluluklarının
Neolitik döneme ait ölü gömme geleneklerinden biri
olarak biliniyor.
arkeolojihaber.net,
Kaynak: sciencenews.org, 10.12.2015
|
ARAPAŞI, LOKMA VE PEKSİMET 3500 YIL ÖNCE DE VARMIŞ

Çorum Eskiyapar Höyük Kazısı'nda elde edilen
bulgulara göre, Anadolu'da bayatlamış ekmek
kırıntılarından yapılıp tüketilen "papara",
"arabaşı" ve "lokma" ile Osmanlı döneminde askerler
için hazırlanan "peksimet" benzeri yemek ve
ekmeklerin, 3500 yıl önce Hitit döneminde de
yapıldığı ortaya çıktı.
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Protohistorya ve Önasya
Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Çorum
Eskiyapar Höyük Kazısı Başkanı Prof.Dr. İbrahim
Tunç Sipahi, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Anadolu'nun zengin topraklarında ortaya çıkan ve
gelişen uygarlıklar arasında önemli bir yere sahip
olan Hititler'in, MÖ 1650-1200 yılları arasında
Anadolu'da bir krallık kurduklarını belirterek,
monarşik kraliyet yönetimleriyle Ege'den Kuzey
Mezopotamya'ya kadar olan alanı kontrol altında
tuttuklarını söyledi.
Hititler'de başından itibaren tek kralın hakim
olduğu çeşitli yöneticileri ile kurumsal bir devlet
yapısının görüldüğünü dile getiren Sipahi, Hitit
devletinin, tarlalarını, bağlarını, bahçelerini ve
ürünlerini yasalarla kontrol altında tuttuğunu
vurguladı.
Sipahi, Hititler'in önemli merkezlerinden
yaklaşık 3 bin 500 yıllık geçmişe sahip Eskiyapar
Höyüğü'nde yürütülen arkeolojik kazılarda "Hitit
çağında beslenme"yle ilgili olabilecek, fırınların,
ocakların, çanak çömlek tiplerinin yanında bazı
tahıl ve tohum kalıntıları, hayvan kemiklerinin
bulunduğunu anlatarak, şöyle konuştu:
"Gıdalara ilişkin belli başlı ayrıntılara
ulaşılan Hitit çivi yazılı belgelerinde, öncelikle
ekmekle ilgili konular, ayrı bir yere sahiptir. Tüm
verilerin ışığında 3500 yıl önce Anadolu'da toplumun
yaşamı için gerekli olan gıdaların
kutsallaştırılarak kontrol ve denetimlerinin
sağlandığını anlıyoruz. Hitit yöneticilerinin
sağlıklı, itaatkar ve güçlü bir toplum için
beslenmenin önemini bildikleri ortaya çıkmaktadır.
Bu verilerin bilimsel ayrıntıları, bizlere
Anadolu'da idari ve dini alanlardaki köklü bir gıda
kültürünün varlığını göstermektedir. Bir Hitit
kralının 3500 yıl öncesinden günümüze ulaşan
sözleri, 'Ekmeği yesinler, suyu içsinler'
şeklindedir. Bugünün de temel iki gıdasını içeren
cümlemiz Hitit krallarının en çok sevdiği ve sık
kullandığı bir ifadedir."
Günümüzde olduğu gibi o dönemde de ekmeğin,
Anadolu'nun temel gıdası olarak dikkati çektiğini
ifade eden Sipahi, "Hitit yazılı belgelerinde
150'den fazla ekmek tipinin ve türevinin varlığı
bilinmektedir" dedi.
Sipahi, 3500 yıl önce de buğdaydan lapa gibi
yemek çeşitlerinin yapıldığını, ekmeğe değişik bir
tat vermesi amacıyla üstüne çörek otu veya kimyon
eklendiğini belirterek, tapınaklardaki dini
törenlerde tanrılara sunulan ekmeklerin kaliteli,
güncel ekmeklerin ise daha düşük kaliteli buğdaydan
yapıldığı bilgisine ulaşılmış olduğunu aktardı.
- Arabaşı, lokma ve peksimet
Bugün Anadolu'da bayatlamış ekmek
kırıntılarından yapılıp tüketilen "papara" yemeğinin
karşılığının o dönemde de mevcut olduğuna işaret
eden Sipahi, şunları kaydetti: "Anadolu'nun arabaşı ve lokma yemeklerinin
karşılıklarının da 3500 yıl önce olduğunu görüyoruz.
Bunların arasında en ilginci, Osmanlı döneminde
olduğu gibi askerler için hazırlanan ve tüketilen
ekmeğin karşılığı Hititçe'de karşımıza çıkıyor.
'Askerlerin ekmeği olarak' tanımlanan bu ekmek türü
bugünkü 'peksimet'le aynıdır. Ekmek, askerler için
hem besin hem de anlam olarak önemlidir.
Daha ilk Hitit kralının askerlerine verdiği
'ekmeği yiyiniz, suyu içiniz' öğüdü bu noktada
ekmeğin bir başka önemini de ortaya koyuyor. Hitit
kralı, sahip çıktığı ve beslediği askerlerine
nimetin değerini bilmelerini ve kurumlarına sahip
çıkmalarını öğütlemektedir. Bu güçlü ordunun
neferleri Anadolu içinde ve dışındaki birçok askeri
seferde başarılar kazanacaktır."
Hititler'in başlıca gıdası ekmeğin, kutsal bir
yere sahip olduğunu, Hitit tören tasvirlerinde
ekmeğin baş üstünde tutulduğunu vurgulayan Sipahi,
"Hitit kanunlarında yer alan 'kıtlık yılı' ibaresi
de ayrıca dikkatimizi çekiyor. Bugün de belirli
dönemlerde kuraklık artmakta, üretim sıkıntıya
düşmektedir. Dolayısıyla günümüzde yoğun olarak
başvurulan yağmur duası uygulamaları, geçmişte
hava/gök tanrısına yapılan törenlerle anlamsal
yakınlık gösterir" ifadesini kullandı.
Trt Haber,
01.12.2015
|
13 - 19 Aralık 2015
|
TOKİ HARİÇ HERKES
BARUTHANE PARK OLSUN DİYOR

Ataköy sahilde inşaat yapılmayan tek bir alan kaldı;
564 ada 160 parsel. İçinde tarihi baruthane
binalarının bulunduğu parsele dördü 72 metre, üçü
40, 25 ve 19 metrelik, toplam 7 blok inşa
edilecekti. Bakırköy Belediyesi Koruma Kurulu’nun
kararı ile şantiyeyi mühürledi. Bakırköylüler en
azından bu parselin park olarak ayrılmasını istiyor.
Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın
da fikri park olması yönünde. Ancak TOKİ buna
yanaşmıyor.
EMSAL 3’E ÇIKTI
Bakırköy Zeytinlik
mahallesi Ataköy sahilinde yer alan TOKİ
mülkiyetindeki 59.799.89 metrekare yüzölçümlü 564
ada 160 parsel 19.08.2010 tarihinde ihale ile
kiralandı. Çelebican İnşaat Otelcilik tarafından
tescilli tarihi yapıların aslına uygun restorasyonu
ile tescilli anıt ağaçların korunması ve yıllık 6
milyon lira bedel karşılığında 49 yıllığına
kiralandı. Tarihi baruthane kulesi ve binalar
İstanbul’un adeta simgesi niteliğinde. Ancak
bunların ortasına dördü 72 metre, üçü 40, 25 ve 19
metrelik, toplam 7 bloktan oluşan Blumar isimli
proje yapıldı. Toplam 200 bin metrekare kapalı
inşaat yapılacak böylelikle emsal 3’ü bile
geçecekti. Tarihi binalarda ucube gibi araya
sıkışacaktı.
HÜLLE ÜZERİNE HÜLLE
YAPILDI
İçindeki tarihi eserlere rağmen
proje Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na sorulmadan
onaylandı. Kurul bu duruma itiraz edince, şirket
4Nolu Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan izin
aldıklarını ileri sürdü. Arazi içindeki tek bir anıt
ağaç gerekçe gösterildi. Çünkü hem tarihi eser hem
de anıt ağaç olduğunda son söz Tabiat Varlıkları
Kurulu’na bırakılmıştı. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’na bağlı çalışan Tabiat Varlıkları Kurulu
da projeyi tereddütsüz onayladı. Ancak İstanbul 1
Nolu Koruma Kurulu diretince Bakırköy Belediyesi
inşaat alanını mühürledi. Şirket Tabiat
Varlıklarından inşaat onayının alındığını göstererek
mahkemeye gitti. Mahkeme şirketi haklı bulup mührü
söktürdü. Kısa süre sonra Tabiat Varlıkları
Komisyonu yaptığı hatanın farkına vardı ve Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu’nun izni olmadan inşaata
başlanılamayacağını belirterek daha önce verdiği
onayı geri çekti. Bakırköy Belediyesi de inşaatı bir
kez daha mühürledi. Blumar projesi henüz başlamadan,
arazi de hafriyat bile yapamadan durdu.
TOPBAŞ DA PARK
İSTİYOR
Şimdi Ataköylüler bu projenin
tamamen rafa kaldırılmasını ve en azından sahil
alanında nefes alacakları bir park yapılmasını
istiyor. Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu
da aynı düşüncede. Konu İBB meclisinde de AKP’li
meclis üyelerince gündeme getirildi. Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da buranın park
yapılmasını istediği ancak Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı ile TOKİ’nin buna yanaşmadığı ortaya
çıktı. TOKİ 2010 yılından bu yana araziden toplam 30
milyon lira kira bedeli aldı. Belli ki bunu geri
vermek istemiyor. Oysa Ataköy sahilden TOKİ milyar
liralar kazandı.
Ataköy’de tüm sahil şeridi
yağmalandı. Hatta deniz doldurularak tamamen beton
yığını bir hal aldı. En azından 60 bin metrekare bu
alan parka çevrilmeli. Hem yeni yapılaşmanın
getirdiği yoğunluk hem de o bölgede yaşayanların
nefes alacakları, denizle buluşacakları bir alan
oluşturulmalı. İçindeki tarihi yapılar restore
edilerek kültür sanat etkinliklerinin de yapılacağı
muazzam bir fırsat ele geçti. En son yan parselde
yapılan Ataköy Yalı Marine ile ilgili Danıştay arazi
satışının bile iptalini istemişken, buranın ihalesi
ile ilgili de yargı benzer karar verecek. Lakin Yalı
Marine’de inşaatlar bitti ve geri dönüşü oldukça zor
bir hukuk karmaşası oluştu.
Baruthanede de yeni bir
kaos yaşamamak için Başbakan Ahmet Davutoğlu’na
bağlı TOKİ’ye çağrıda bulunuyoruz ‘’Baruthane
yapılarının bulunduğu arsayı park yapın, hem tarihi
eserleri kurtarın hem de İstanbul güzel bir parka
kavuşsun!’’
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 18.12.2015
|
SGK'NIN 130
MİLYONLUK BİNA VE ARSASI ELDE KALDI

Unkapanı’nda uzun yıllar Sosyal Güvenlik Kurumu
(SGK) binası olarak hizmet veren bloklar, 10 Aralık
tarihinde Ankara’da SGK’nın hissedarı olduğu Emek
İnşaat tarafından ihaleye çıkarıldı fakat ihaleye
katılan olmadı. Toplamda 5 kere ihaleye çıkarılan
fakat satılamayan Fatih İlçesi, Kırk Çeşme
Mahallesi, 2962 ada, 68 parselde yer alan ve 100
milyon 800 bin lira+KDV muhammen bedel ile satışa
çıkarılan SGK binaları yaklaşık 3 bin 360
metrekarelik alan üzerine kurulu bulunuyor. Tasarımı
Sedat Hakkı Eldem tarafından yapılan ve bir dönem
‘SSK Zeyrek Tesisleri’ olarak anılan binaların
inşası 1962-1964 yılları arasında yapıldı. Ağa Han
Mimarlık Ödülü’nün de sahibi olan binalar,
Cumhuriyet Dönemi’nde inşa edilen en önemli
yapılardan biri olarak gösteriliyor. Aynı gün Emek
İnşaat tarafından ihaleye çıkarılan ve satılamayan
bir diğer gayrimenkul ise Fatih İlçesi, Neslişah
Mahallesi, 2712 Ada, 287 parselde yer alan ve 29
milyon 350 bin lira+KDV muhammen bedeli olan 5 bin
298 metrekare büyüklüğündeki arsaydı. Tarihi
yarımadada yer alan ve kolay ulaşım imkanı bulunan
gayrimenkullerin ihalesine hiçbir firmanın
katılmaması dikkat çekti. İhaleler ile ilgili
Habertürk’e açıklamada bulunan yetkililer, “Söz
konusu taşınmazlar için 10.12.2015 tarihindeki son
ihale de dahil olmak üzere bugüne kadar 5 defa
ihaleye çıkılmış olup ihalelere herhangi bir katılım
olmamıştır. İhale tutanakları komisyon üyelerince
(Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü Daire
Başkanı, Komisyon Başkanlığında) imzalanmış ve kayıt
altına alınmıştır’’ dedi.
Habertürk, Haber: Kurthan
Demir, 17.12.2015 |
KANADALI AİLE
YÜRÜYÜŞ YAPARKEN 25 MİLYON YILLIK KUŞ FOSİLİ BULDU
Kanada'nın British Columbia eyaletine bağlı
Vancouver Adası'nda 25 milyon yıllık bir kuş
fosili bulundu.
British Columbia Kraliyet
Müzesi Uzmanı Gary Kaiser, fosilin sahilde
yürüyüşe çıkan bir aile tarafından şans eseri
bulunduğunu açıkladı. Kaiser, üzerinde araştırma
yapılacak kadar iyi durumda bulunan fosilin
Kanada'da
daha önce hiç bulunmayan ve yaşadığı bile
bilinmeyen antik dönemden kalmış penguen ya da
karabatağa benzer bir kuş cinsinden
olabileceğini ifade etti.
Bu kuş fosilinin, 1895
yılından bu yana Vancouver Adası'nın doğusundaki
ikinci fosil olduğunu dile getiren Kaiser, kuş
fosillerinin diğer hayvanlarınkiyle
karşılaştırıldığında toprakta bulunan asit ve
diğer elementlere karşı dayanıklı olmadığını,
kemiklerin ya kırılıp ufalandığı ya da zamanla
eridiği için hiç bulunamadığını açıkladı.
Kaiser, söz konusu kuş
türünün
Japonya ve
Amerika'nın
Oregon eyaletinde akrabaları bulunduğunu, bu
aileden bazı kuşların hayattayken boyunun 2
metreyi geçtiği ve 200 kilogram ağırlığında
olduklarının tahmin edildiğini belirtti.
Kaiser ve Kyoto
Üniversitesi'nden meslektaşı Junya Wantanabe,
fosili bulunan kuşa, bölgenin yerlileri T'Sou-Ke
halkının dilinde Stemenec Suntokum (uzun boyunlu
su kuşu) adını verdi. Bulunan 25 milyon yıllık
fosile ilişkin inceleme ve bilimsel çalışma, The
Journal Palaeontologia Electronica isimli online
bilim sitesinde de yayımlandı.
Hürriyet, 17.12.2015
|
HASANKEYF'İ AİHM
KURTARACAK
Yapılacak baraj sonrası sular altında kalacak
Hasankeyf ile ilgili AİHM’de açılan davada önemli
bir karar çıktı. Davayı açanlardan avukat Murat
Cano, “İç hukuktaki gelişmeler, Hasankeyf’i
kurtarmaya yetmedi.
Barajın inşası
devam ediyor. Bunun üzerine davanın öncelikli
dava sayılmasını,
AİHM’den
talep ettik. AİHM, 19 Kasım 2015 tarihli yazı
ile davayı öncelikli dava olarak değerlendirmeye
karar verdiğini bildirdi. AİHM, konunun önemi ve
ivediliğini dikkate alarak davaların ele alınış
sıralarını tespit eder.
Hasankeyf
öncelikli dava olarak tespit edilmiş oldu” dedi.
İstisnai kültür değeri
Davacılardan Magma
Dergisi Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek, “Hasankeyf
ile insan hakları arasında bir ilişki kurarak bu
davayı açmıştık. İnsan yalnızca bedensel
işkenceye maruz kalmaz, kültürel işkenceyle de
karşılaşabilir. İnsanın kültürel değerlerinin
yok edilmesi de insan haklarına aykırı
sayılmalıdır” diye konuştu. AİHM’deki dava
dosyasında Hasankeyf, farklı uygarlıkların
ürettikleri 550 arkeolojik yerleşmeyi, bir bütün
halinde barındıran Türkiye’nin ve
Akdeniz
Kültür Havzası’nın istisnai kültür değerlerinden
biri olarak tanımlanıyor.
Vatan, Haber: İlker
Akgüngör, 17.12.2015
|
TUTANKHAMUN'UN
MASKESİ TEKRAR ONARILDI
Mısır’da
firavunlar dönemine ait eserlerden biri olan
Kral Tutankhamun’un altın maskesi orijinaline
uygun biçimde yeniden onarıldı.
Daha önce
Mısır
Müzesi’ndeki bir restorasyon çalışmasında zarar
gören maskenin sakal kısmı tutkalla
yapıştırılırken deforme olmuştu.
Bu kez Mısırlı uzmanlar
Alman meslektaşlarıyla birlikte çalışarak eseri
müzede sergilenmeye hazır hale getirdi: “Sadece
teknik restorasyon yapmak değil, fakat önce
nesneyi orijinal karatterinde anlamak son derece
önemli. Bu da hangi materyalin kullanıldığı,
neyden yapıldığı; o çağda hangi teknik ve
teknolojiden yararlanıldığının bilinmesi demek.
Nesnenin ilk olarak nasıl yapıldığını gerçekten
idrak ederseniz, ancak o zaman bu nesneyi
orijinal karateriyle uyum içinde restore etme ve
koruma yöntemini doğru seçebilirsiniz.”
Geçtiğimiz yıl bir
restorasyon çalışması esnasında maskenin
bulunduğu camekanda ışık ayarı yapılırken
yerinden kopan sakalın basit bir tutkalla monte
edilmesi Mısır’da tarihi mirasın korunmasında
yaşanan ihmalleri gündeme getirmişti.
Euronews muhabiri,
Kahire’den aktarıyor: “Mısır’da sadece
arkeolojik keşifler değil fakat bunların
tahribattan, hırsızlıktan muhafazası ve aslına
uygun biçimde onarımı zorlu bir iş. Bu, yer
altında halen tarihi zenginlik barındıran
Mısır’da hem uzmanlar hem resmi yetkililer için
bir sorumluluk.”
http://tr.euronews.com, 17.12.2015
|
TATLICI'NIN AİLESİNE TARİHİ ESER CEZASI
Merhum
işadamı Mehmet Salih Tatlıcı'ya ait Kanuni Sultan
Süleyman'ın fermanı, Sultan Abdülaziz ve III.
Selim'in tuğralı senetleri gibi tarihi eserlerin
kaçırılması ve kaybolmasıyla ilgili dava sonuçlandı.
6 yıl önce hayatını kaybeden Tatlıcı'nın mirasçısı
olan ikinci eşi Nurten Tatlıcı ve oğlu Uğur
Tatlıcı'ya hapis ve para cezası çıktı.
TARİHİ ESERLER DEVLETE
Yargılama, İstanbul
35. Asliye Ceza Mahkemesi'nde gerçekleşti. "2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasasına
Aykırılık" kanuna muhalefetten Nurten ve Uğur
Tatlıcı'ya 1 yıl 8'er ay hapis, 833'er gün para
cezası verildi. Ailenin çalışanları Bülent Gültekin,
Ertüne Biter ve Murat Yüce'ye 10'ar ay hapis ve
416'şar gün para cezası çıktı. Yüce hariç, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar veren
mahkeme, kaçırılırken ele geçirilen ve yargılama
sürecinde Topkapı Sarayı'nın Seferli Koğuşu'nda
bulunan tarihi eserlerin ise devlete verilmesine
hükmetti. Mehmet Salih Tatlıcı'nın ölümünün ardından
eşi ve oğluna 3 milyar dolarlık servet kalmıştı.
Sabah, 17.12.2015 |
HIRSIZLAR TARİHİ CAMİYİ TALAN ETTİLER

Kastamonu’da 830 yıllık olduğu tahmin edilen tarihi
caminin sancağı, hırsızlar tarafından çalındı.
Edinilen bilgiye göre, Kastamonu’nun merkeze
bağlı Gölköy Köyü'nde 830 yıllık olduğu tahmin edilen
tarihi Şeyh Ahmet Camisi, kimliği henüz
belirlenemeyen hırsızlar tarafından talan edildi.
Hırsızlar, caminin camını kırarak içeriye girdi ve
Şeyh Ahmet Hazretlerine ait olan duvarda asılı iki
adet sancağı çalarak kayıplara karıştılar. Bir süre
sonra cemaatin fark ettiği hırsızlık olayında, olay
yerine gelen jandarma ekipleri, incelemesinin
ardından soruşturma başlattı. Jandarma ekipleri,
camiye giren hırsız veya hırsızları yakalamak için
çalışma başlattı.
Gölköy
Köyü Muhtarı İsmail Dizdar, tarihi caminin
camını kırarak hırsızların içeriye girdiğini
belirterek, “Tornavida ile camı açmışlar. Şeyh Ahmet
Türbesine ait iki adet duvarda asılı sancak vardı.
Hırsızlar, bu sancakları almışlar, üst başlıkları
ile birlikte. Sancağın kırılan parçalarını
bırakmışlar fakat içerisindeki bez parçalarını alıp
gitmişler. Jandarma ekipleri, hırsızların parmak
içini tespit etti, inşallah yakın zamanda
yakalanmalarını bekliyoruz” dedi.
Şeyh Ahmet
Efendi denilen zatın Gölköy Köyü'nde yattığını ve
caminin de adının bu türbeden aldığını söyleyen
Muhtar Dizdar, “Zat, 830 yıl önce Kastamonu’ya
gelmiş ve buraya yerleşmiş. O zaman ordu komutanlığı
yapmış bir zattır. Bu zat, şeyh unvanını almıştır.
Daha sonra burada Tekkeşin adı altında bir aile
kurmuş. Şimdi bu aile, bu zatın bırakmış olduğu
yerleri hala ekip biçiyor. Ayrıca bizler köylü
vatandaş olarak, her dini bayramlarda Arefe günleri
bu zatın adına çorba ikram ediyoruz. Çevre
köylerinden çok sayıda kişi bu yüzden bu türbeye
gelir. Ayrıca türbenin içerisine konulmuş olan
üzerinde Kur’an-ı Kerim işlemesi bulunan bezler, iki
yıl önce çalınmıştı. Buraları iyi bilen birisi
tarafından bu hırsızlık olaylarının yapıldığını
düşünüyoruz. Büyük ihtimalle çaldıkları parçaların
değerli olduğunu bildikleri için gelip almışlar.
Fakat bunların bizlerce manevi değeri vardı.
Yüzyıllardır burada bu bezler ve sancaklar
korunuyordu. Zatın sancağı olarak biz, bunları
saklıyorduk. Maddi değerinden çok manevi değeri
bizler için büyük” diye konuştu.
Akşam,
16.12.2015
|
İNGİLİZ MİMARLAR, MİMAR SİNAN'I KEŞFEDİYOR
Turkishceramics (Türk Seramik Tanıtım Grubu) ve
Architects’ Journal ortaklığıyla hayata geçirilen
proje, önde gelen İngiliz mimarların ve uzman
yazarların katılımıyla, Mimar Sinan’ın dünyasını
keşfetmeyi amaçlıyor.
Kasım ayında Turkishceramics ve İngiltere’nin önde
gelen haftalık mimarlık dergisi the Architects’
Journal, bir grup İngiliz mimarı, Mimar Sinan’ın
eserlerini incelemek üzere, İstanbul ve Edirne’ye
davet etti. Bu araştırmanın sonuçlarının Sinan:
The First Starchitect (Sinan: İlk Yıldızmimar)
isminde, Mimar Sinan’ın seramik kullanımını,
tasarladığı cami komplekslerini, kentsel altyapıları
ve yapı sanatındaki ustalığını konu alan bir kitaba
ve sergiye dönüşmesi hedefleniyor.
Ekipte yer alacak altı İngiliz
mimari aktörü seçmek için Turkishceramics ve AJ
projeye bir yarışma düzenleyerek başladı. Bütün
yarışmacılardan beğendikleri bir binanın
seramiklerini vurgulayan el çizimi çalışmalar
yapmaları ve seramiklerin binanın kalitesini
arttırmada nasıl bir rol oynadığını tarif etmeleri
beklendi. Sam Jacob Studio’dan Eddie Blake’in,
Victoria devri mimarı Leslie Green’in Londra’daki
alt geçitlere yaptığı seramik tasarımlarını
incelediği, Blood Shot isimli çalışması yarışmayı
kazandı. Blake’in çalışması, Çin ve Makedonya da
dahil, tüm dünyadan gelen başvurular arasından
seçildi.

Türkiye seyahatinde Eddie Blake’e, Billy Mavropoulos
ve Katerina Dionysopoulou (Bureau de Change
Architects), Ian Ritchie (Ian Ritchie Architects),
Clare Hughes ve Peter Clegg (Feilden Clegg Bradley
Studios), Deborah Saunt ve Ellen Hadden (DSDHA),
John McElgunn (Rogers Stirk Harbour + Partners),
Neil Gillespie ve Laura Kinnaird (Reiach and Hall
Architects) katıldı

Gezi boyunca grupla beraber Süleymaniye Camii,
Selimiye Camii, Mihrimah Sultan Camii, Zal Mahmut
Paşa Kompleksi ve Büyükçekmece Köprüsü gibi önemli
Mimar Sinan eserleri ziyaret edildi. Türkiye’den
Süha Özkan, Engin Yenal ve Jale Erzen gibi
uzmanların katkıda bulunduğu gezide mimarlara Mimar
Sinan’ın ezber bozan çalışmaları ve çalışmalarının
kent gelişimini nasıl etkilediği hakkında geniş
çaplı bilgi verildi.
Turkishceramics genel başkanı
Bahadır Kayan projeyle ilgili: "Türk tarihindeki en büyük
yapı ustası Mimar Sinan’a hem İngiltere hem de
dünya mimarlığında ve tasarımında dikkat çekecek
bu projede, bu derece önemli mimarlarla ve
Architects’ Journal ile çalışmaktan gurur
duyuyoruz." yorumunu yaptı.
Architects’ Journal editörü Rory
Olcayto ise proje hakkındaki hislerini: "Mimar Sinan şüphesiz
imparatorluğun altın çağında Osmanlı’nın
görünüşünü ve hissiyatını tanımlamıştır. Sadece
İstanbul’da değil, Bosna ve Sofya’dan Mekke ve
Kudüs’e kadar Mimar Sinan’ın camileri,
köprüleri, su kemerleri, hamamları ve hala
kullanılan daha birçok yapısı yüzyıllar boyunca
mimarlara ilham kaynağı olmuştur.
Turkishceramics’le ve yedi İngiliz mimardan
oluşan ekibimizle bu saygıdeğer ustanın
eserlerini daha detaylı olarak incelemek bir
zevk ve onurdur." diyerek aktardı.

Üretilen kitap Mimar Sinan’ın
biyografisinden ve en önemli işlerinin derleneceği
bir ek bölümün yanı sıra Mimar Sinan uzmanlarının
makalelerinden ve mimarların araştırma projelerinden
oluşacak. Kitapta Mimar Sinan’ın en önemli
yapılarındaki seramiklere dair de detaylı çalışmalar
olacak. Kitap ile birlikte açılacak sergide
Turkishceramics ve Architects’ Journal dört hafta
sürecek bir sergi düzenleyecek.
Arkitera, Haber:
Burcu Bilgiç, 16.12.2015
|
100 YILLIK KİLİSE KAYAK PARKI OLDU
İspanya'da
bulunan 100 yıllık tarihi kilise, renkli
graffitilerle boyanarak kayak parkı haline
getirildi.

İspanya’nın Ilanera kentinde bulunan tarihi kilise,
artık kullanılmıyor olması nedeniyle sanatçılar
tarafından boyanmaya başlamıştı. Daha sonra tüm
duvarları renkli graffitilerle süslenen 100 yıllık
kilise, kayak parkına çevrildi.

Kaos Tapınağı adı verilen eski kilise, şimdilerde
bölgede patenciler ve kaykay meraklılarının gözdesi
haline geldi. Red Bull’un da sponsor olduğu Kaos
Tapınağı’nın duvarlarını, her gün farklı sanatçılar
süslemeye geliyor.
Sözcü, 16.12.2015 |
DÜNYADA SADECE 2 TANE VAR: 3 BİN 600 YILLIK
Çorum’da tarihi eser kaçakçılarına yönelik
düzenlenen operasyonda, 3 bin 600 yıllık mühür ele
geçirildi. Söz konusu mühürden dünyada sadece iki
adet bulunduğu öğrenildi.

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü
ekipleri, H.A. isimli şahsın Ankara’dan Çorum’a
tarihi eser getirerek satacağı bilgisine ulaştı.
Bunun üzerine şahsı takibe alan polis ekipleri,
H.A.’yı kullandığı otomobille Yaydiğin Kavşağı’nda
durdurdu. Yapılan aramada H.A.’nın ceketinin
cebindeki kutu içerisinde 1 adet üzerinde çeşitli
figür ve rakamlar bulunan yarım ay şeklinde kulplu
mühür, 2 adet sikke, 1 adet yaklaşık 10 santimetre
uzunluğunda demir obje ele geçirildi.
Çorum
Valiliği’nden yapılan açıklamada, “Müze
Müdürlüğü’nden alınan ön ekspertiz raporunda
özellikle tarihi mührün 3 bin 600 yıllık geçmişe
sahip olduğu, o dönemde kral ile katip arasında
yapılan yazışmalarda kullanıldığı belirtilen
mühürden dünyada sadece 2 adet olduğu, bir tanesinin
Amerika’da olduğu ve önceki tarihlerde Çorum’dan
Amerika’ya kaçırıldığı, diğerinin ise yakalanan
mühür olduğu ve çok değerli tarihi eser niteliğinde
olduğu belirlenmiştir” denildi.
Milliyet,
16.12.2015 |
TARİHİ ANTALYA DOKUMA FABRİKASI KENT PARKI OLARAK
AÇILACAK

Kepez Belediyesi tarafından halka açılan Dokuma
Fabrikası’nın tabelası aslına uygun şekilde
yenilendi. 1950'li yıllarda temeli atılan
fabrika Türkiye'nin sanayi devleri arasında yer
alıyordu.
Dokuma
Fabrikası’nın kent parkı olarak düzenlenerek
halka açılması için yapılan çalışmalar sürüyor.
Çalışmalar,
belediye meclis kararı ile kurulan Dokuma
Çalışma Grubu’nun hazırladığı rapora göre
yapılıyor.
Dokuma’da, ilk
olarak 70 dönümlük koruluk alan, kent parkı
olarak açılacak. Yapımı tamamlanan Dokuma Kent
Parkı, bu ay sonunda Antalyalıların hizmetinde
olacak.
DOKUMA’NIN
NİZAMİYESİ ÇİÇEK AÇTI
Antalya için
önemli bir değer olan tesiste yaşanan değişim,
en iyi nizamiye kısmında görülüyor. Yenileme
çalışması kapsamında çimlendirilen, çiçekler
dikilen, yolları ve nizamiye binası tamir edilen
Dokuma’nın ön bahçesi, eski günlerindeki
canlılığına yeniden kavuştu. Yenileme
çalışmalarında tesisteki orijinal dokunun
bozulmamasına, yeşil dokuya zarar verilmemesine
büyük önem veriliyor.
Değişimden,
fabrikanın tabelası da nasibini aldı. ’Antalya
Pamuklu Dokuma Sanayii T. A. Ş.’ tabelası,
aslına uygun şekilde restore edildi. Kepez
Belediyesi,
fabrika binasının bir kısmını bilim merkezi,
kreşi oyuncak müzesi, idare binasını Dokuma
Müzesi, yemekhaneyi ise Dokuma Fabrikası
çalışanları için lokal haline getirecek.
Nizamiye bahçesinde ise klasik araçlar
sergilenecek.
1950'LERDE KURULDU
Antalya İplikli ve
Pamuklu Dokuma Fabrikası, 1950’li yıllarda
Antalya’daki açlık ve işsizlik sorununu çözmek
için kuruldu. Yarım asrı aşkın bir süre faaliyet
gösteren tesiste üretim 2003 yılında durdu.
Cumhuriyetin ilk
yıllarının mimari ve peyzaj anlayışı ile inşa
edilmiş ve Alman teknolojisi ile kurulmuş
fabrikada, NATO ve Türk Silahlı Kuvvetleri için
üniforma üretimi yapıldı. Fabrika, kamuoyunun
baskısı ile özelleştirilmek yerine Kepez
Belediyesi’ne devredildi. Belediye tarafından
MDC TurkMall adlı Hollanda firmasına 49
yıllığına tahsis edildi.
Antalyalı Sivil
Toplum Örgütleri’nin oluşturduğu Dokuma Çalışma
Grubu, dokuma fabrikasının tahsisi konusundaki
sözleşmenin iptali ve fabrika binalarının
yıkımının engellemesi için uzun süre
çalışmalarını sürdürdü.
Fabrika, Antalya
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü tarafından taşınmaz kültür varlığı
ilan edildi.
Hürriyet, 15.12.2015
|
ANADOLU VE SURİYE ARASINDA TİCARET 4 BİN 500 YIL
ÖNCEYE DAYANIYOR
Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü’nde yapılan 2015 yılı
kazılarında, Anadolu’dan Suriye ve Mezopotamya’ya
yapılan resmi belgeli ticaretin 4 bin 500 yıl
öncesine dayandığı ortaya çıktı.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kültepe Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Kültepe’de 5,5 ay
süren 2015 dönemi kazı çalışmalarını
sonlandırdıklarını söyledi. Bu yıl
yapılan kazılardaki bulgulara göre, Anadolu’dan
Suriye ve Mezopotamya’ya yapılan resmi belgeli
ticaretin 4 bin 500 yıl öncesine dayandığı ortaya
çıktı.
Çalışmalarda Türk bilim adamlarının yanı sıra
Amerikan, Alman ve Fransız bilim heyetinden
oluşan 50 kişilik ekibin de görev aldığını ve Asurlu
tüccarların Anadolu’ya gelmesinden yaklaşık 500 yıl
kadar önceki döneme ait büyük saray yapısının
araştırıldığını belirten Kulakoğlu, ayrıca ilk defa
sarayın dışına çıkılarak halkın yaşadığı alanlarda
da küçük çaplı kazı çalışmaları başlattıklarını,
önümüzdeki yıllarda bu alanları genişleteceklerini
duyurdu. Kulakoğlu, halkın yaşadığı alanlarda
yaptıkları çalışmalarla Kültepe’nin en erken hangi
dönemde iskan edildiğini belirlemeye çalışacaklarını
vurguladı.
'ÇOK KUVVETLİ VE SİSTEMLİ BİR TİCARİ
İLİŞKİ'
Özellikle saray içinde bulunan
arkeolojik eserlerde Anadolu’nun 4 bin 500 yıl
öncesinden itibaren Suriye ve Mezopotamya ile çok
kuvvetli ve sistemli bir ticari ilişki içinde
olduğunu tespit ettiklerine dikkati çeken Kulakoğlu,
şunları kaydetti: 4 bin
500 yıl önce Anadolu insanı Suriyeli tüccarlara
altın, bakır, gümüş gibi madenler satıp karşılığında
işlenmiş takı, mücevherat, kap kacak, tekstil
ürünleri almış. Bu ticaret at pazarlığı şeklinde
değil, kayıtlı, resmi bir şekilde yapılmış. Ticaret
genel itibarıyla takas şeklinde yürütülmüş. O
nedenle de Suriye ve Mezopotamya bölgesiyle resmi
ticaretimizin 4 bin 500 yıl öncesine dayandığını
rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Çıkardığımız
tabletlerde ve diğer arkeolojik eserlerden bunları
görebiliyoruz.

Kültepe’den çıkan tabletlerin üzerindeki
yazılarda tüccarların veya alışveriş yapan
insanların duygularının da yansıtılması
nedeniyle dünyada eşi olmayan nitelikte olduğuna
dikkat çeken Kulakoğlu, bu tabletlerden
Kültepe Kaniş/Karum’un yani Anadolu’nun güvenlik
konusunda sıkıntı yaşanmaması nedeniyle tüccarlar
tarafından tercih edildiğini de belirlediklerini
belirtti.
KANİŞ KRALLIĞI ÖNEMLİ BİR AKTÖR

Anadolu’da o dönem
için en büyük krallık olan Kaniş Krallığı’nın
ticaret sisteminin en önemli aktörlerinden birisi
olduğunu dile getiren Kulakoğlu, şöyle devam etti: Tabletlerden Kaniş Kralı’nın Suriyeli tüccarların
emniyetini sağlama ve huzurlu bir şekilde ticaret
yapmalarına imkan tanıdığını görüyoruz. Günümüzde
olduğu gibi 4 bin 500 yıl önce de Ortadoğu’nun en
güvenli bölgesi Anadolu’ydu. Bundan dolayı da
tüccarlar eşek kervanlarıyla güvenli gördükleri
Anadolu’ya gelip ticaretini yapmış ve hiçbir sorun
yaşamadan yol güvenlikleri sağlanarak tekrar
ülkelerine dönmüşler. Ticaret her dönem yapılmış ama
bu işler yapılırken günümüzde nasıl ki güven ve
istikrar ön plana çıkıyorsa o zamanlar da bu konu
ticaretin ilk önceliği olmuş. Suriyeli tüccarların
ticaret için Anadolu’yu tercih etmesinin en önemli
nedenleri arasında güvenlik konusunun geldiğini
çıkardığımız arkeolojik eserlerden anlayabiliyoruz.
Kulakoğlu, bu yılki kazılarda dev küplerin yanı
sıra ev ve mutfak aletleri, saray malzemeleri gibi
eserlerin çıkarıldığını ve incelemesi tamamlandıktan
sonra arkeoloji müzesine teslim edileceğini söyledi.
Sol Haber, 15.12.2015
|
İBB'DEN TRAJİKOMİK AKM AÇIKLAMASI

İstanbul Büşükşehir Belediyesi (İBB) çürümeye
terk edilen Türkiye’nin ilk opera binası Atatürk
Kültür Merkezi’nin (AKM) reklam panosuna
dönüştürülmesine gerekçe olarak “Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Birleşelim Kampanyası”nı
gösterdi. Afişin kaldırılması için Beyoğlu Kent
Savunması adına İBB'ye başvuruda bulunan avukat
Eren Can gerekçeyi “kadına yönelik
şiddete karşı yürütülen kampanyayla ilgisini
anlamadık” sözleriyle yorumladı.
7 senedir ‘tadilatta’ olan ve
yenileme projesi yılan hikayesine dönüşen
Taksim’deki AKM’ye geçtiğimiz günlerde boydan
boya Ertuğrul 1890 filminin afişi asılmıştı.
Beyoğlu Kent Savunması aktivistleri de binaya
reklam afişi asılmasına sert tepki göstermişti.
Beyoğlu Kent Savunması adına avukat Eren Can
Beyoğlu Belediyesi, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB), Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu’na konuyla ilgili
dilekçe vererek, binaya zarar verildiği
gerekçesiyle reklamın kaldırılmasını istemişti.
Avukat Can’ın İBB’ye “kurumunuz denetim
görevini yerine getirerek AKM gibi bir kültür
varlığına pervasızca zarar veren bu reklam
panosu yasal yollar kullanılarak
kaldırılmalıdır” ifadelerini kullanarak
yaptığı talep başvurusuna yanıt geldi.
Başvuruyla ilgili İBB Avrupa Yakası Zabıta
Müdürlüğü’yle görüşüldüğü belirtilen yanıtta
şöyle denildi: “Ertuğrul 1890 adlı film afişinin
farkındalığının artması ve filmin geniş
kitlelere ulaştırılması amacıyla AKM Binasının
Taksim cephesine Ocak 2016 sonuna kadar
asılmasına dair İstanbul 2 numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 13 Kasım
2015 - 3913 sayılı kararı bulunduğundan Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Birleşelim Kampanyası
Kapsamında bahse konu uygulamanın konulduğu
anlaşılmaktadır.”
“Anlamadık”
Gazetemize konuşan Can “Kültür
Bakanlığı’ndan beklediğimiz AKM’yi reklam panosu
yapması değil, bu kültür varlığını çürümeye terk
etmek yerine restorasyonun tamamlanarak AKM’nin
yeniden kullanıma açılmasıdır” dedi.
İBB’den kendisine gelen yanıtı da yorumlayan Can,
“İBB’nin verdiği cevap trajikomik. Ertuğrul
1890 adlı film afişinin AKM üzerine konulması ile
‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Birleşelim
Kampanyası’nın ilgisi tarafımızca anlaşılamamıştır.
Koruma Kurulu’ndan izin alırken bu kampanya
kullanılıp sonra film reklamı mı binaya
yerleştirilmiştir, biz de merak içindeyiz”
ifadesini kullandı.
Cumhuriyet, Haber: Hazal
Ocak, 15.12.2015
|
METROPOLİS'TE ZEUS İÇİN KÜLT ALANI BULUNDU
Torbalı İlçesi'ndeki Metropolis antik
kentinde,
antik Helen mitolojisinin baş tanrısı Zeus için inşa
edilmiş bir kült alanı bulundu.
Sabancı Vakfı'ndan yapılan açıklamaya göre, vakıf
ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü desteğiyle sürdürülen 2015
yılı kazı çalışmaları tamamlandı.
Kazı alanında yürütülen çalışmalarda bölgenin bir
tapınma merkezi olduğunu gösteren yazıtlı sütun
parçaları, bir sunak parçası ve heykel kaidesi
bulundu.
Kazı ekibinin yaptığı detaylı çalışmalar
sonucunda ise bölgenin Zeus'a adanmış bir kült alanı
olduğu ortaya çıktı. Yapılan kazılarda dünyada ilk
defa Metropolis antik kentinde baş tanrı Zeus'un
"Krezimos" sıfatıyla anıldığının belirlendi.
Metropolis'e özgü yerel bir sıfat olan
Krezimos'un, Latincede bitkilerin büyümesi anlamına
gelen "crescere" kelime köküne benzerliği açısından
"Metropolis'e bereket ve bolluk getiren koruyucu
Zeus" anlamına geldiğinin tahmin ediliyor.
Metropolis'te Zeus Krezimos'a tapınmanın,
milattan önce 2. yüzyılda başladığı ve Roma
döneminde devam ettiği düşünülüyor.
- "Gelecek yıllarda yapılacak çalışmalar büyük
önem taşıyor"
Açıklamada, Metropolis Antik Kenti Kazı
Başkanı Manisa Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek'in şu
değerlendirmelerine yer verildi:
"Bugüne kadar sosyal içerikli yapıların
keşfedildiği antik kentte ilk defa dini içerikli bir
alan ortaya çıkarıldı. 25 yıldır tarihin izlerini
sürdüğümüz Metropolis'te bu yıl çok önemli bir
bilgiye ulaştık. Yapılan çalışmalarda Zeus Krezimos
kültünün sadece Metropolis antik kentinde var
olduğu, hem yazıtlar hem de mimari veriler
aracılığıyla kanıtlandı. Bu yıl keşfedilen kült
alanın ve mimarisinin tam olarak anlaşılması için
gelecek yıllarda yapılacak çalışmalar büyük önem
taşımaktadır."
Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan da
antik kentin bu yıl kültür turizmine kazandırılarak
ziyarete açıldığını ifade etti.
-Metropolis hakkında
Açıklamada, 1990'dan bu yana sürdürülen kazılarla
gün ışığına çıkarılmaya çalışılan Metropolis antik
kentinin İzmir'in Torbalı İlçesi'ne bağlı Yeniköy ve
Özbey mahalleleri arasında yer aldığına işaret
edildi. Metropolis'in tarihinin, kentin
yakınlarındaki Geç Neolitik Çağ'daki ilk yerleşim
izlerinden Klasik Çağ'a, Hellenistik Çağ'dan Roma ve
Bizans dönemlerine, Beylikler ve Osmanlı tarihine
kadar uzandığı vurgulanan açıklamada, şunlar
kaydedildi:
"Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Hellenistik
döneme ait antik tiyatro, meclis binası, sütunlu
galeri ile Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilen
iki hamam yapısı, hamam ve spor alanı kompleksi,
mozaikli salon, peristil ev, dükkanlar, genel
tuvalet, sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan
yapılar ve mekanlar bulundu. Ayrıca bu mekanların
kazı çalışmaları sırasında çoğunluğu Hellenistik ve
Roma dönemine ait seramik, sikke, cam, mimari
parçalar, heykeller, kemik, fildişi ve maden
eserlerden oluşan 10 binlerce buluntu gün yüzüne
çıkartıldı."
Radikal, 15.12.2015
|
ANTİK MEZARLARIN KORUMALIKLARI DEĞİŞTİRİLDİ
Olimpos antik kentinde bulunan mezarların eskiyen
korumalıklarının değiştirildiği bildirildi.
Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya,
gazetecilere yaptığı açıklamada, Olimpos sahilinde
bulunan antik mezarların üzerinde bulunan şeffaf
korumalıkların zamanla eskidiğini belirtti.
Korumalıkların Fen İşleri Müdürlüğü tarafından
mezarlara zarar verilmeden değiştirildiğini dile
getiren Çetinkaya, şunları kaydetti: "Olimpos hem turizm, hem de tarih olarak dünyaca
ünlü bir antik kentimiz. Buradaki tarihi ve antik
eserlerin korunması için belediye olarak elimizden
gayreti gösteriyoruz. Yapılan yenileme işlemi, hem
görüntü olarak hem de antik mezarların doğal
etkilerden korunması adına güzel oldu."
Radikal,
15.12.2015
|
VENEDİK MİMARLIK BİENALİ TÜRKİYE PAVYONU'NDA YER
ALACAK PROJE BELİRLENDİ
Bu yıl
28 Mayıs - 27 Kasım 2016 tarihlerinde düzenlenen
Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi
kapsamında Türkiye Pavyonu'nda yer alacak proje,
finale kalan 9 proje arasından seçildi.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın (İKSV)
koordinasyonunu yürüttüğü Türkiye Pavyonu'nda
yer alacak proje, iki aşamalı bir açık çağrı
değerlendirmesi sonucunda Prof.Dr. Sibel
Bozdoğan, Levent Çalıkoğlu, Prof.Dr. Arzu Erdem,
Prof.Dr. Murat Güvenç, Yeşim Hatırlı, Prof.Dr.
Süha Özkan ve Prof.Dr. Uğur Tanyeli'den
oluşan seçici kurul tarafından belirlendi.
Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık
Sergisi Türkiye Pavyonu'nda, Mehmet Kütükçüoğlu,
Ertuğ Uçar ve Feride Çiçekoğlu'nun
önderliğindeki Hüner Aldemir, Hande Ciğerli,
Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit
Yalgın'dan oluşan ekibin hazırlayacağı; Namık
Erkal ile Cemal Emden'in destekleriyle
şekillendirilecek Darzanà başlıklı proje yer
alacak.
Bir zamanlar Akdeniz'in ikiz limanları ve iki
tersane şehri olan Venedik ve İstanbul'dan
esinlenen proje adını, Grek, Latin, Musevi, Arap
ve Türk kültürlerinde gemi yapımı için
kullanılan deniz girintisi anlamına gelen
Darzanà kelimesinden alıyor. Proje, Arsenale ile
tarihi İstanbul tersanelerini bienalde bir araya
getirmeyi, Venedik'teki bir tersane gözüne
İstanbul tersanesini beraberindeki tarihi
çağrışımlar, alışverişler, tartışmalar,
benzerlikler ve gelecek hayalleriyle birlikte
taşımayı amaçlıyor.
Arkiera, Haber: Bahar Bayhan,
15.12.2015
|
YETKİ BÜYÜKŞEHİR
KUDEB'İN
Arslantepe ve Eskimalatya başta olmak üzere şehir
genelinde çok sayıda tarihi eseri bulunan
Malatya’da, bu eserlerin korunması, Malatya
Büyükşehir Belediyesi bünyesinde oluşturulan bir
ekip tarafından yapılacak.
Malatya’nın Büyükşehir
statüsüne kavuşmasıyla birlikte kapanan İl Özel
İdaresi bünyesindeki kültür ve tabiat varlıkları ile
ilgili ‘Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu’ (KUDEB),
Malatya Büyükşehir Belediyesi bünyesinde tekrar
kuruldu.
7 kişilik ekip, 3 ay
eğitim aldı
Büyükşehir Belediyesi İmar
ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı’na bağlı Tarihi
Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü bünyesinde
kurulan KUDEB’de görevli 7 kişilik uzman ekip, Sivas
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’nde 3 aylık bir eğitimin sonunda kültür ve
tabiat varlıkları konusunda yetki aldı.
Konuyla ilgili olarak verilen
bilgilere göre; Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği
Şube Müdürü Yüksek Mimar Gökçek Poyraz
başkanlığında, mimar Vefik Şahin, mimar Ruhan Doğan,
Şehir Plancısı Mehmet Gül, İnşaat Mühendisi Fuat
Mandal, Arkeolog Taylan Kızıldağ ve Sanat Tarihçisi
Fatih Bahçeci’den olaşan 7 kişilik KUDEB ekibinin,
Malatya’da kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasına dönük projeler konusunda hızlı ve etkin
bir çalışma yapılmasının hedeflendiği belirtildi.
Kültür ve Tabiat
varlıkları ile ilgili yetki KUDEB’de
Malatya genelinde bulunan taşınmaz kültür
varlıklarının tamamıyla ilgili işlem ve uygulamaları
yürütmek ve denetlemekten sorumlu olan KUDEB’in,
Koruma, Uygulama ve Denetim Büroları, Proje Büroları
ile Eğitim Birimlerinin Kuruluş, İzin, Çalışma Usul
ve Esaslarına Dair Yönetmelik’ çerçevesinde 2863
sayılı kanun ve bu kanuna göre hazırlanarak
çıkarılan yönetmelikler, Koruma Yüksek Kurulu’nun
ilke kararları ile Koruma Bölge Kurulu’nun almış
olduğu kararları göz önüne alarak çalışmalar
yürütmekle sorumlu ve yetkili olduğu kaydedildi.
Malatya Haber, 14.12.2015
|
KAYSERİ HARİKA BİR
MÜZEYE DAHA KAVUŞUYOR
Türkiye'deki en özel müzelerden biri olacak olan
Kayseri Lisesi
Milli Mücadele Müzesi iki ay sonra açılışa hazır
hale gelecek.
Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik,
Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi'ni
inceleyerek Büyükşehir Belediyesi Etüt ve
Projeler Daire Başkanı Hamdi Elcüman'dan
çalışmaların son durumuna ilişkin bilgi aldı.
Şubat ayında ziyarete açılması düşünülen müze,
tüm yönleriyle Kurtuluş Savaşı'nı, Anadolu'nun
milli mücadeleye katkısını ve milli mücadele
kahramanlarını anlatacak. Müzede elektronik
uygulamalar, maketler, sergi elemanları ve
canlandırmalar yer alacak.
SAKARYA ŞEHİTLERİ DE YER ALACAK
Kayseri Lisesi Milli
Mücadele Müzesi'nde Sakarya Savaşı'nda şehit
düşen Kayseri Lisesi son sınıf öğrencilerinin
kahramanlıklarına da yer veriliyor. Müze
kapsamında Kayseri Lisesi'nin tarihi de
anlatılacak. Temsili olarak Kayseri Lisesi'nin
bir sınıfının gösterileceği müzede liseden mezun
olan ünlüler de yer alacak. Müzede ayrıca milli
mücadele ve Kayseri Lisesi'ne ait anılar da
dinlenebilecek.
Kayseri Gündem,
14.12.2015
|
TEPEBAĞ KAZISI ADANA'NIN TARİHİNİ YENİDEN YAZDIRACAK
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi
arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Önasya
Arkeolojisi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr.
Fatma Şahin, Tepebağ kazılarında Geç Tunç
Çağı’na kadar kesintisiz iskanın olduğunun
anlaşıldığını belirterek, bundan sonra 10 metre
dolgudan elde edilecek bulguların
Adana ve Çukurova Bölgesi’nin tarihinin yeniden
yazılmasına katkı sağlayacağını söyledi.
Dr.
Şahin, ÇÜ Adana Halk Kültür Evi’nde gerçekleştirilen
konferanslar dizisi kapsamında “Adana Tepebağ Höyük
Kazısı” konulu sunum yaptı.
Son yıllarda
kimliklerini kanıtlama çabası içine girmiş bazı
Avrupa kentlerinde kentsel arkeoloji
çalışmalarının hız kazandığını belirterek sunumuna
başlayan Dr. Şahin “Urban Archaeology” olarak
adlandırılan bu kavramın, bir kentin kökeni ve daha
eski dönemlerini aydınlatmasına yönelik bilimsel bir
çalışma olduğunu söyledi. Dr. Şahin, bununda “Kentin
Arkeolojisi” olarak yorumlandığını bildirdi.
Adana’nın tarih ve arkeolojisini ortaya koymanın bu
anlamda büyük önem taşıdığına dikkat çeken Dr.
Şahin, “Adana kent merkezinde yer alan Tepebağ
Höyüğü bu tür araştırmalar için ideal bir
başlangıçtır. Doğudan Seyhan Nehri ile sınırlı olan
höyük 360x620 metre ölçülerinde olup, aşağı şehir
ile birlikte 20 hektarlık bir alana yayılmıştır.
Yaklaşık 15 metrelik yükseltiye sahip olan Tepebağ,
bölgedeki en büyük höyüklerden biridir” dedi.
KAZILARA 2013 YILINDA BAŞLANDI
Çok büyük
zorluklar aşıldıktan sonra, Tepebağ Höyük’teki ilk
kazılara kendisinin bilimsel danışmanlığında 2013
yılında başlanabildiğini belirten Dr. Fatma Şahin,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü’nün izni ile başlatılan kazıların,
Adana Arkeoloji Müze Müdürlüğü başkanlığında ve
Adana Büyükşehir Belediyesi’nin maddi katkıları ile
sürdürüldüğünü söyledi.
Tepebağ’da ilk olarak,
höyüğün en üst tepe kısmında kamulaştırma
çalışmaları yapılarak burada yer alan niteliksiz
yapıların kaldırıldığını hatırlatan Dr. Şahin, kazı
yapabilecek boş alanın oluşturulmasından sonra bu
alanda, höyük üzerinde yer alan ve çoğunluğu 18.
yüzyıla ait olan tarihi yapıların koruma altına
alındığını söyledi. Dr. Şahin, “Höyükte şimdiye
kadar yapılan çalışmalarda yüzeyden yaklaşık 5 metre
derinliğe kadar inilmiş ve bu çalışmalarda 6 kültür
tabakası saptanmıştır. Buna göre inilen derinlikte,
günümüzden yaklaşık 3500 yıl öncesine yani Geç Tunç
Çağı’na kadar kesintisiz iskanın olduğu anlaşılıyor”
dedi.
“BULUNTULAR SEYHAN NEHRİ’NİN DENİZ AŞIRI
TİCARETTE ÖNEMLİ ROL OYNADIĞINA İŞARET EDİYOR”
Osmanlı, Ortaçağ,
Bizans,
Roma, Hellenistik, Demir Çağ ve Geç Tunç
Çağ’larına ait tabakalarda her dönemin sosyokültürel
ve sosyoekonomik yaşamına ışık tutan mimarinin yanı
sıra; pipolar, ağırlıklar, kandiller, sikkeler,
amphoralar, unguentarium, figürinler ve çeşitli
çanak çömlek parçaları bulunduğunu belirten Dr.
Şahin, "Kazılarda ortaya çıkarılan kültür
tabakalarındaki buluntular uzak bölgeler ile yoğun
ticari ilişkilerin kurulduğunu gösteriyor. Bu durum
yerleşimin hemen doğusundan akan Seyhan Nehri’nin
önceki dönemlerde deniz aşırı ticarette önemli bir
rol oynadığına işaret ediyor" diye konuştu.
Tarihte Adana ismine ilk kez
MÖ 2 bin ortalarına
tarihlendirilen Boğazköy metinlerinde
rastlanıldığını belirten Dr. Şahin Tepebağ’da
sürdürülen kazılarda, Adana kentinin ilk yerleşim
yerinin burası olduğu konusunda önemli kanıtlar
sunulduğunu savundu. Dr. Şahin, “Titizlikle
sürdürülen kazıların devam etmesi halinde, bundan
sonra kazılması planlanan 10 metre dolgudan elde
edilecek bulguların Adana ve Çukurova Bölgesi’nin
tarihinin yeniden yazılmasına katkıda bulunacağı
aşikardır” ifadelerini kullandı.
Milliyet,
14.12.2015 |
İŞTE EMEK SİNEMASI'NIN SON HALİ

İstanbul’un tarihi binalarından, İstiklal
Caddesi’ndeki Cercle d’Orient’ın restorasyonu
tamamlanıyor. Tarihi bina, 2016’nın ilk çeyreğinde
kapılarını açacak..
Bina, Türkiye’de ilk defa
açılacak ve yılda yaklaşık 2 milyon ziyaretçiyi
ağırlayacak Madame Tussauds Müzesi’ne de ev
sahipliği yapacak. Tarihi Cercle d’Orient binası,
1.250 m2’lik fuaye alanına sahip 600 kişilik Emek
Sineması ve toplam 800 kişilik 8 yeni sinema
salonunun 1.400 kişiye ulaşan izleyici kapasiteye
sahip. Binada ayrıca 150 kişilik teleskopik oturma
düzenine sahip tiyatro salonu, performans ve gösteri
merkezi de yer alacak.
Özak Grubu'nun yürüttüğü restorasyon
çalışmalarında son aşamaya gelinmesiyle birlikte,
tarihi Cercle d’Orient’ın dününü ve bugününü anlatan
ilk fotoğraflar, binanın İstiklal Caddesi’ne bakan
cephesinde, özellikle mimarlık ve kent kültürüne
ilgi duyanlara sunulmaya başlandı.
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yapı, 14.12.2015
|
"HZ.İSA BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL" İDDİASI
İngiliz bilim adamlarıyla İsrailli arkeologların
birlikte yürüttüğü ve sonuçları Popular Mechanics
adlı internet sitesinde yayınlanan bir araştırma,
Hz. İsa’nın gerçek yüz hatlarının, bugüne kadar
resmedilenden çok farklı olduğu iddiasını gündeme
getirdi.
Günümüz adli
antropoloji yöntemlerinden yararlanılan araştırmaya
göre, sanılanın aksine Hz. İsa’nın yüzü zayıf ve
narin değil, iri ve kaslıydı.
Hz. İsa’nın yaşadığı
ve bugün İsrail sınırları içinde yer alan Celile
bölgesinde yürütülen araştırmada, gerçeğe en yakın
resme ulaşmak için İsa ile aynı döneme ait
kafatasları incelendi ve Sami ırkının deri renkleri
dikkate alındı.
Araştırmanın
sonuçlarına göre, Hz. İsa’nın zayıf değil iri yüzlü,
beyaz değil koyu tenli olduğu iddia edildi.
Saçlarının ise uzun ve düz değil, kısa ve kıvırcık
olduğu öne sürüldü.
Habertürk, 14.12.2015
|
GÖZ KAMAŞTIRAN SERGİ
“Anlatmadan
duramayacağım. Kaftandan farklı olarak kolları
geriye kıvrılan ve dolama denilen önden açık
giysisinin ön yüzünde ve kollarının etrafında en iyi
cins inciler sık aralıklarla dikilmişti. Bezelye
büyüklüğündeki düğmeler elmastan iliklere
tutturuluyordu.

Kemeri de tamamen elmasla kaplıydı. Boynundan
dizlerine kadar sarkan üç zincir takmıştı. Ucunda
hindi yumurtası büyüklüğünde güzel renkli bir zümrüt
asılıydı. Hiçbir Avrupalı kraliçenin bunun yarısı
kadar bile mücevherata sahip olmadığından eminim...”
Bu sözler hepsi Sultan II. Mustafa’nın gözdesi Afife
Kadın’ı ziyaret eden Lady Mary Wortley Montagu’ya
ait. Yüzlerce yıl önce anlatılanlara çıplak gözle
şahit olmak ister misiniz?
Sadberk Hanım
Müzesi’nin 35. kuruluş yıldönümüne özel bir sergiyle
karşımızda. Geçen hafta açılan “Cevher” adlı
sergide, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuyumculuk
zevkini yansıtan 139 özel eser var; 17. ile 20.
yüzyıl arasında Osmanlı topraklarında ya da Osmanlı
pazarı için Avrupa’da üretilmiş değerli taşlarla ve
mine işçiliğiyle bezeli nadide kemer tokası, yazı
kutusu, divit, kaşık, fincan zarfı, cep saati,
yelpaze, sineklik, tütün çubuğu, dürbün, enfiye
kutusu... Her birinin işçiliği, kullanım amacı ve
hikayesi başka.

"DEVLETLÜ HAZİNEDAR USTA"
Sultan II. Abdülhamid
döneminden bir hazinedar ustasına ait çanta serginin
en kıymetlilerinden. Osmanlı’nın son döneminde
haremin altınlarının ve mücevherlerinin korunaklı
bir şekilde taşınması için yapılmış. Şimdiki
mücevher taşıma sistemi göz önünde bulundurulunca
epey basit kalıyor. Tuğralı ve gümüş aplikelerle
süslü deri üzerine kadife kaplı çantadaki gümüş
plakada ta’lik hatla eski Türkçe “Devletlü Hazinedar
Usta” ve H.1311/M.1893-1894 yazıyor.
İSVİÇRE'DE YAPILIR
CENEVRE'DE SÜSLENİR
Osmanlı’nın saatle
tanışması, namaz vakitlerinden dolayı çok eskiye
dayanıyor. İster saraylı olsun ister esnaf, herkesin
cebinde saat olurdu. Ama saraylıların saatleri
Galata’daki saatçiyanlardan değildi, İsviçre, Fransa
veya İngiltere’de yapılırdı. Hatta Cenevre’de
resimlendirildikten sonra yakut, elmas, kabartma ve
kalem işi süslemelerle bezenirdi. Kadınlar, cep
saatlerini elbiselerinin sol göğsündeki cebe koyar
sadece sarkan zinciri görünürdü. Günümüzde bu antika
saatlerin değeri çok değişiyor ama 100 milyon lirayı
geçtiği zamanlar oldu.

FIRINLANMIŞI MAKBUL
Enfiye kutuları hem
diplomatik hediye hem de aksesuvar olarak görülürdü.
Kimileri kutulara İstanbul manzaraları çizdirirken
kimisi hiç gitmediği ülkelerin resimlerini tercih
ederdi. Özellikle kıymetli taşlarla süslü olanlar
başka ülkeden misafirlere verilirdi. En pahalıca
olanlarıysa parlak görünsün diye yapılan resmin
üzerine son bir saydan mine tabakası sürülüp
yaklaşık 750 derecede tekrar fırınlananlar. Kimisi
tütün kimisi kıymetli eşya koyarmış bu kutuların
içine. Fatih Sultan Mehmed enfiye kutusunun içinde
gül koyar, arada koklardı... Üstelik günümüzde de
koleksiyonerlerin gözde parçalarından bu kutular.
Birkaç yıl önce Rus Çarı’nın Turhan Paşa’ya hediye
ettiği kutu 937 bin 250 sterline satın alınmıştı.
ELMASTAN FİNCAN KABI!
Osmanlı döneminin
yükseliş dönemlerinde kahve içmek gösterişli bir
ritüel gerektirirdi. O zaman yazılanlara göre
imparatoriçe, kahveci kalfaların büyük altın tepsi,
incili örtü ve pırlanta işlemeli zarflarla servis
ettikleri kahveyi içermiş. Zarfı bilmeyenler
olabilir; fincan zarfı, kahve içerken sultanların
eli yanmaması için fincanın koyulduğu bir nevi kap.
Altın, gümüş, tombak ya da boynuzdan yapılan fincan
zarfları elmas, yakut veya zümrütle süslenirdi. Bu
zarfları yapmak da herkesin harcı değildi, özel
ustalar vardı ve yapımı aylar sürerdi.

Haremdeki kadınların
en büyük akşam keyfi çubuk üfleyip elmaslarla süslü
zarflarındaki fincanlardan kahve içmek. Kahveyle
çubuk içmek bir adetti. Sapı yasemin ve kiraz
ağacından, tütün içmeye yarayan çubuk ağızlığı
kehribar veya mercandandır. Bahçekapı, Tahtakale;
Galata ve Tophane İstanbul’da çubuk yapılan
semtlerdi.
Eli kalem tutanlar
için anlamlı hediye, kadınların çeyizinin nadide
parçası; yazı takımı... Şimdi ki beyaz eşya
setlerini düşününce pek tuhaf geliyor kulağa.
Sergideki ikinci en nadide eser bir yazı takımı.
Ahşap üzerine gümüş ve bağa kaplamalı kutunun içinde
6 hokka ve bağa ve gümüşten makas var. Hokka, hattat
için önemli ve kutsaldı... Ayrıca bu yazı takımının
değerini arttıran bir de takımın Sultan Abdülaziz’e
ait olduğunu belirten bir mektup bulunuyor.
Çeyizlerde bulunan bir diğer nesne yelpaze.
Osmanlı’da yelpazeler genellikle yuvarlak biçimli ve
çoğunlukla yazın evlerde, nadiren de dışarıda
kullanılırdı. Yelpazeler tarih boyunca modada,
seremonilerde ve hatta savaşlardaki önemli
ganimetti. Cevher sergisindeki yelpazelerdeyse
fildişi, sedef, değerli taşlar, tüyler, danteller
kullanılmış ve hatta üstüne minyatür resimler
uygulanmış, çerçevelenerek tablo gibi kullanılmış.

"SANATSAL OLARAK İLGİ
ÇEKİCİ"
Sadberk Hanım Müzesi
Müdürü Hülya Bilgi: “Sergileri düzenlerken toplumun
ilgisini çekebilecek temaların seçiyoruz. Müzemizin
uzmanları sergi kataloğu hazırlar. Yayın
çalışmalarına bir yıl önce başlanır. Bu nedenle
yayınlarımız akademik ortamlarda takdir görüyor.
‘Cevher’ sergisinde yer alan eserlerin çoğu Osmanlı
zevkine uygun olarak Osmanlı pazarı için Avrupa’da
üretilmiş eserler. Ziyaretçiler bu sergiyle müzenin
koleksiyonu aracılığıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun
geleneğinde, yaşantısında ve sarayında kullanılan ve
ihtişamıyla gözleri kamaştıran mineli ve murassa
eserleri üzerine fikir edinebilir ve sanatsal olarak
ilgi çekici olan bu eserleri gözlemlemekten keyif
alabilir...
Habertürk, Haber: Ece Ulusum,
13.12.2015
|
TUNUS'TA DİNOZORLARIN AYAK İZİ BULUNDU
Tunus'un Tatavin kentinde dinozorlara ait
yaklaşık 100 ayak izi bulundu.
Tatavin kentine bağlı Gamrassin İlçesi'ndeki Kültürel Mirası Koruma Derneği Başkanı El-Habib Alcan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Gamrassin'de hükümete bağlı Ulusal Madenler Divanı ve İtalya'daki
Bologna Üniversitesi işbirliğiyle çalışmalar
yürütüldüğünü söyledi.
Çalışmalarda, tarihi 140-150 milyon yıl önceye
dayanan dinozorlara ait yaklaşık 100 ayak izinin
bulunduğunu belirtildi.
Milliyet, 13.12.2015
|
 |
IŞİD LİBYA'DA 2 BİN YILLIK ANTİK KENTİ ELE GEÇİRDİ

Libya’nın başkenti Trablus’a 80 kilometre uzaklıkta
bulunan UNECO’nun Dünya Mirası listesindeki Sabratha
antik kentinin IŞİD tarafından yıkılma tehdidiyle
karşı karşıya olduğu bildirildi.
İran’ın yarı resmi Fars haber ajansına göre, IŞİD
Roma İmparatorluğu’nun bugüne dek en iyi korunmuş
amfitiyatrolarından birine de ev sahipliği yapan
Sabratha’yı dün ele geçirdi.
Kente 30 araç dolusu silahlı militanla saldırı
düzenleyen, bölgedeki kontrol noktalarını ve askeri
merkezlere baskın düzenledi. IŞİD’in kentte binlerce
yıllık tarihi eserleri yok etmesinden endişe
ediliyor.
Sol Haber, 13.12.2015
|
BURSA'DA İKİ BİN YILLIK TARİH YOK OLUYOR

Bursa’nın İznik İlçesi'nde bulunan Roma dönemine ait
yaklaşık iki bin yıllık Herkül kaya kabartması
tahrip edildi. Bakımsız kalan tarihi eser yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

İznik’in Hisardere Köyü yolu üzerindeki Deliktaş
mevkisinde bin 800 yıl önce taş ocağında çalışan
işçilerin hem korunması hem de dini ibadetlerini
yapabilmesi için kaya üzerine işlenen Herkül
kabartması, kimliği belirsiz kişilerce tahrip
edildi. Kaya üzerine kabartma olarak işlenen heykel,
korunmadığı için zaman aşımına yenik düştü. Heykelin
sağ elindeki gücünü temsil ettiğine inanılan asa yok
oldu. Ayrıca, herkül kabartmasının olduğu eski taş
ocağı alanı daha önce dökülen zeytin çorağı ile
bataklığa dönüştü. Heykel ve çevresi bugün kaderine
terk edilmiş durumda görüldü.

MS 3. yüzyılda taş ocağında bulunan doğal kaya
parçasına işlenen ve Yunan mitolojisinde göre
Herakles olarak anılan Herkül’ün; Zeus ile Miken
kralının kızı Alkmene’nin oğlu olduğuna inanılıyor.
Heykel ve kabartmaların o yüzyılda kötülüklerden
insanları koruduğuna inanılıyor. Herkül'ün, Deliktaş
taş ocaklarında çalışan işçilere manevi ve bedensel
güç aşılamak ve korumak amacıyla yapıldığı
düşünülüyor. Kabartmada resmedilen Herkül’ün sağ
elinde gücünü temsil eden asa, sol elinde öldürdüğü
yedi başlı yılan bulunuyor. Tanrısal güçleri
olduğuna inanılan mitolojik karakter, Yunan
mitolojisinde Herakles ve Roma mitolojisinde Herkül
olarak biliniyor.
bursa.com, 13.12.2015
|
ARKEOLOGLARDAN ÖNCE DEFİNECİLER ORTAYA ÇIKARACAK
Tarihi Roma dönemine kadar uzanan Bursa'nın Keles
İlçesi'nin Kemaliye Köyü'nde yerin altında olduğu
tespit edilen 2 bin yıllık kilise gün yüzüne
çıkarılmayı bekliyor. Definecilerin kaçak kazı
yapmasından rahatsız olan köylüler, arkeologlar
tarafından çalışmalara bir an evvel başlanmasını
istiyor.

Uludağ'ın arka yüzündeki
Bursa'nın tarihi açıdan en zengin ilçelerinden
Keles'in Kemaliye Köyü'nün altında tarih yatıyor.
Bundan yaklaşık 15 yıl önceye kadar köyün çeşitli
yerlerinde tarihi eser kalıntılarına rastlanırken,
günümüzde tarihi eser
Kaçakçıları tarafından eserlerin kaçırılmasıyla
gün yüzünde hiçbir eser kalmadı. Eski ismi Kızıl
Kilise olan Kemaliye Köyü'nün görünürdeki eserleri
yok olurken şimdilerde defineciler yaptıkları kaçak
kazılarla yerin altına göz dikti. Köy sakinleri ise,
uzmanlar tarafından köy merkezinde olduğu tespit
edilen toprak altındaki
Roma dönemine kilisenin defineciler tarafından
tamamen tahrip edilmeden gün yüzüne çıkarılmasını
istiyor.
"KÖYÜN ALTINDA TÜNELLER VAR"
Tarihi Roma dönemine kadar uzanan Kemaliye
Köyü'nün
muhtarı Ali Esen, köyün altında tüneller olduğunu
iddia etti.
Jandarma ekipleri ve köylülerin yardımıyla
definecileri köyden uzak tuttuklarını dile getiren
Ali Esen, "Köyümüzün tarihi çok eskilere dayanıyor.
Köyümüzün eski ismi Kızıl Kilise diye geçiyor.
Köyümüzde Roma dönemine ait kilise var, fakat toprak
altında. Daha önceden defneciler köyümüze ve
çevresine gelerek her tarafı kazıyorlardı. Kazılmış
çok yer var. Yıllar önce köyümüzün içinde sütun
taşlar vardı. Şu an o sütun taşlar Kültür Park
içerisindeki
arkeoloji Müzesi'nde teşhir ediliyor.
Kilisemizin yeri belli, arkeologların buraya gelip
kiliseyi ortaya çıkarmasını istiyoruz. 2 bin 3 bin
yıllık bir kilise olduğu tahmin ediliyor. Kesin
tarihini bilen yok. Kilisenin olduğu yerden köyün
karşısındaki tepelere kadar tüneller olduğu
söyleniyor. Diğer bir tepede ise tarihi nöbet
kulelerinin varlığından bahsediliyor. Bunların
ortaya çıkarılmasını, Türkiye turizmine katkı
sağlamasını istiyoruz" dedi.
Milliyet, 12.12.2015 |
BİZANS MOZAİKLERİNE BİLİMSEL DOKUNUŞ
Dünyanın en
büyük mermer kentleri arasında yer alan Stratonikeia
antik kentindeki bin 600 yıllık mozaikler,
konservasyon çalışmaları ile turizme kazandırılıyor.
Karia bölgesinin en önemli kentlerinden,
Anadolu'nun yerli halkı olan Karialılar ve Leleglere
ait yerleşim yeri Stratonikeia antik kenti,
Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de önemini
sürdürdü.
Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,
Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümünde
görevli Uzman Ali Yaşar, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, şehrin kuzey kapısı olarak adlandırılan
alanın, antik kentin en önemli yapıları bünyesinde
barındırdığını söyledi.
Bizans dönemi mozaiklerin de şehrin kuzey
kapısının doğu kısmında yer aldığını belirten Yaşar,
bölgede 3 yıldır konservasyon çalışması yaptıklarını
ifade etti.
Stratonikeia antik kentindeki Kuzey Cadde'nin
doğusunda bulunan mozaikleri gün yüzüne
çıkardıklarını belirten Yaşar, "Çalışmalara 2013
yılında başladık ve bu yıl tamamlayacağız.
Mozaiklerin bulunduğu alandaki konservasyon
çalışmaları tamamlandıktan sonra burası artık
ziyaretçilere açılacak. Kente gelen ziyaretçiler
rahatlıkla mozaik döşeme üzerinde
yürüyebilecekler" dedi.
-"Özgün malzeme kullandık"
Konservasyon çalışmalarına başlamadan önce ön
hazırlık yaptıklarına işaret eden Yaşar, "Bu
kapsamda özgün mozaik harcından örnekler aldık.
Mozaiği oluşturan kısımlardan örnekler aldık ve bu
örneklerden yola çıkarak özgün malzemeye en yakın
malzemeye ulaşmak için analizler yaptırdık. Bu
analizler sonucunda da buradaki konservasyon
çalışmalarına başladık" diye konuştu.
Yaşar, bölgede antik dönemde meydana gelen
depremlerin yol açtığı büyük hasarların bulunduğunu
anlatarak, üst örtüdeki sütunların, mimari yapı
elemanlarının kazı esnasında mozaik döşeme üzerine
düştüğünü ve bu nedenle de mozaiklerin yoğun bir
tahribata uğradığını tespit ettiklerini dile
getirdi.
Kazı sonrasında konservasyon çalışmalarına
başladıklarına işaret ederek Yaşar, şöyle konuştu: "Amacımız buradaki mozaik döşemelerin daha uzun
yıllar burada kalması ve ziyaretçiler tarafından
görülmesi. 4 restöratör ve 3 işçi ile çalışmaları
yürütüyoruz. Mozaik döşemeler Bizans Dönemine ait.
Yaklaşık bin 600 yıllık. Mozaik döşenirken farklı
panellere ayrılmış ve her panelde farklı desenler,
figürler var. Buradaki konservasyon çalışmalarında
Antik dönemdeki mozaik ustalarının kullanmış olduğu
tekniği biz aynen devam ettiriyoruz. Aynı teknikle
çalışmalarını yürütüyoruz. Konservasyonda
kullandığımız hiçbir hazır malzeme yok. "
Yaşar, bölgedeki mozaiklerde Bizans
sanatı örneklerini de görmenin mümkün olduğunu
vurgulayarak, mozaiklerde bölgeye özgün çalışma
yapıldığını ve bölgede sıkça karşılaşılan mermer
malzemeden mozaiklerin üretildiğini bildirdi.
Mozaikleri olduğu gibi korumayı amaçladıklarını
belirterek, "Burada var olan çöküntüler ve
çatlamaların olduğu gibi konservasyonu yapıldı. Bir
halı serer gibi değil özgün dokuyu bozmadan olduğu
gibi sağlamlaştırma yolunu tercih ediyoruz" dedi.
- "Ziyaretçiler için dijital gösterime sunuldu"
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Sratonikeia Antik
Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt ise kentte
yapılan kazı çalışmalarında her yıl önemli verilere
ulaştıklarını söyledi.
Antik kentteki yapılarda konservasyon ve
restorasyon çalışmalarına devam ettiklerini ve
önemli veriler elde ettiklerini belirten Söğüt,
antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkan
mozaiklerin ziyaretçilerin de görmesi için 3D ile
ayağa kaldırdıklarını ve dijital ortamda gösterime
sunduklarını kaydetti.
Memleket, Haber: Durmuş
Genç, 12.12.2015
|
MİMAR SİNAN'IN ESERİ ARDİYE OLDU

Orhan Gazi tarafından 1331 yılında İznik
fethedilince camiye çevrilen Ayasofya'nın (Orhan
Camii) tarihi minaresini görenler ardiye ile
karşılaşıyor. Başta temizlik ve çeşitli malzemelerin
tıka pasa doldurulduğu minareyi görenler şaşırıyor.
Diğer camilerde olduğu gibi hoparlör ile ezan
okunduğu için müezzinlerin çıkmadığı minarenin
ardiye gibi kullanılması tepkiye sebep oluyor.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan
tarafından yapılan önemli değişiklerle Orhan
Camii'nin önüne minare eklenmişti. Tarihi minarenin
eskiden olduğu gibi ezan okumak için kullanılmasını
isteyen vatandaşlar, "Minarenin içi temizlik
malzemeleri ve diğer levazımatla dolu. Güzelim
minareyi ardiyeye döndürmüşler. Bu saygısızlığa son
verilmeli" diye konuştu.
Cumhuriyet döneminde
uzun yıllar müze olarak kullanılan Ayasofya, 6 kasım
2011 tarihinde yeniden cami olarak ibadete
açılmıştı.
Bursa Hakimiyet, 12.12.2015 |
ALLAH'IN EVİNE NASIL KIYDINIZ?
Diyarbakır Sur'da sokağa çıkma yasağının kalkmasının
ardından 500 yıllık Kurşunlu Camii'nin içler acısı
hali de gün yüzüne çıktı. Ön cephesi kurşunlarla
delik deşik olan ve içerisi harabeye dönen camiyi
gören vatandaşlar, duruma adeta isyan etti: “Bunu
kim yapmışsa Allah belasını versin, Allah'ın evine
nasıl kıydınız?”
Çözüm sürecinde
Diyarbakır'ın en merkezi ilçelerini silah deposu
haline çeviren PKK ile güvenlik güçleri arasında
çatışmalar sürüyor. Tarihi
Sur İlçesi de 9 günlük çatışmalardan dolayı
harabeye dönüştü. İlçede bulunan 500 yıllık
Kurşunlu Camii ile 4 okul yakıldı, onlarca ev ve
işyeri de harap oldu. İlçede sokağa çıkma yasağının
kalkmasıyla, Kurşunlu Camii'nin içler acısı hali de
ortaya çıktı. Bölgeye giren gazeteciler caminin
perişan durumunu görüntüledi. İçerideki her şey
adeta kül olmuş durumda. Caminin mihrap ve
minberinin yandığını, ahşap işlemelerinin küle
döndüğünü, mermer sütunlarının delik deşik hale
geldiğini gören vatandaşlar, duruma tepki gösterdi.
 

 
Diyarbakır Baro
Başkanı Tahir Elçi'nin katledilmesin ardından Sur
İlçesi'nde sokağa çıkma başlatılmıştı. İlçede
güvenlik güçleri ile PKK'lı teröristler arasında
şiddetli çatışmalar yaşanırken Kurşunlu Camii, Paşa
Hamamı ile 4 okul yakılmıştı. Mimar Sinan'ın
imzasını taşıyan tarihi yapılar, alevler içinde
kalarak büyük zarar görmüştü. Ancak caminin
yangından sonraki hali sokağa çıkma yasağından
dolayı görüntülenmemişti. Sur Kaymakamlığı'nın
sokağa çıkma yasağını önceki gece saat 23.00'te
kaldırması üzerine basın mensupları ilçeye
girebildi. Dağkapı, Gazi Caddesi ve Fatihpaşa
mahallesindeki üç ayrı güvenlik noktasından üst
aramasından geçen gazeteciler, caminin olduğu
mahalleye ulaştı. Yakılan caminin içindeki her şeyin
kül olduğu görüldü. Caminin tarihi kapı ve
pencereleri, ahşap işlemeleri ile halı ve bütün
elektrik tesisatının kullanılamaz hale geldiği
gözlendi. Caminin içinde bulunan Kur'an-ı
Kerim'lerin bazılarının yanarken bazılarını ise
zarar gördüğü belirlendi. Yine, caminin ön cephesi
büyük hasar almış. Tarihi yapının 500 yıllık mermer
kolonlarına yüzlerce kurşun isabet etmiş.
Zaman,
Haber: İsmail Avcı - Sinan Yılmaz, 12.12.2015
|
"MODA İSKELESİ'NİN KİRAYA VERİLDİĞİ DOĞRUDUR"

Şu günlerde, tarihi Moda İskelesi’yle ilgili
tartışmalar devam ediyor. Bir taraftan iskeledeki
restorasyon çalışmalarında birtakım hatalar
yapıldığına, diğer taraftan da iskelenin Mado’ya
dönüştürüleceğine dair iddialar var. Peki dönemin
ünlü mimarlarından Vedat Tek tarafından, 1916-1917
yılları arasında inşa edilen Moda İskelesi sahiden
kafe mi olacak? Restorasyon sırasında aslına uygun
olmayan müdahaleler yapıldı mı? İşte bu soruları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerine
yönelttim. Yetkililer, Moda İskelesi’nin Şehir
Hatları tarafından bir firmaya kiralandığını
doğruladı fakat bir şirket ismi vermedi.
Restorasyonun da Koruma Kurulu’nun kararı
doğrultusunda aslına uygun olarak devam edeceğini
belirtti.

1916-1917 yılları arasında yapılan Moda İskelesi’nde
restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Habertürk,
Haber: Esra Boğazlıyan, Fotoğraf: Barış Can Ünal,
12.12.2015 |
KANUNİ'NİN MEZARI BURASI MI?
TİAK'ın öncülüğünde yapılan çalışma sonucunda Kanuni
Sultan Süleyman’ın iç organlarının Macaristan'da,
‘Üzüm Tepesi’nde gömülü olduğu açıklandı. Bu haber
tarihçiler arasında da büyük yankı uyandırdı. Ancak
pek çok tarihçi bu bilginin doğru olmadığı
görüşünde.
Habertürk'ten Nihat Uludağ ve Aykut Yılmaz'ın
haberine göre, Zigetvar Seferi sırasında, 1566
yılında Macaristan’da hayatını kaybeden Osmanlı
Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın (76) iç
organlarının Üzüm Tepesi’nde gömülü olduğunun
açıklanması tartışmaya neden oldu.
TİKA (Türk
İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ve Pecs Üniversitesi
tarafından 2012 yılında başlatılan çalışma önceki
gün Macaristan’da düzenlenen basın toplantısıyla
açıklanmış, Türk ve Macar bilim adamları, Kanuni
Sultan Süleyman’ın yıllardır tartışma konusu olan iç
organlarının gömüldüğü ‘kayıp türbenin yerini
bulduklarını’ bildirmişti.
HZ. SÜLEYMAN’IN MÜHRÜ TÜRBEDEN ÇIKTI
Türk bilim adamı ekibinin başında bulunan ODTÜ
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Uzay Peker, Zigetvar’da
tahrip olan türbede bulunan 6 köşeli yıldız
motifinin çalışmalarını desteklediğini ifade ederek,
şöyle konuştu: “O motiflerin Kanuni’nin İstanbul’daki
türbesinde, cenazesini taşıyan at arabasında yer
alması ve bazı minyatürlerde de sık sık görülmesi
ilgi çekici bir durum. 6 köşeli yıldız (iç içe
geçmiş üçgen yıldız) Barbaros Hayreddin Paşa’nın
sancağında da bulunuyor. 6 köşeli yıldız aslında
‘Mühr-i Süleyman’dır. Başka bir deyişle Hz.
Süleyman’ın mührünü temsil ediyor. Kanuni Sultan
Süleyman da bu yıldızı çok kullanmıştır.”

'ŞÜPHELER ORTADAN KALKTI’
Geçen yıl TİKA ile bölgede inceleme yapan 29
Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Feridun Mustafa Emecan da “Bu bulguların
çıkmasıyla şüpheler ortadan kalktı ve Kanuni’nin
türbesi netleşmiş oldu. Daha önce türbenin aynı
bölgede bulunan bir kilisede olduğu biliniyordu.
Orada yapılan kazılarda bir şey çıkmadı. Kiliseye 2
kilometre uzaklıktaki Üzüm Tepesi’ndeki kazılar
sonucunda bulgulara rastlandı ve şüpheler ortadan
kalktı” değerlendirmesinde bulundu.
Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Refik Turan ise
şu değerlendirmeyi yaptı: “Mehmet Zeki İbrahimgil ve
Hamza Keleş çalışmaları birlikte yürütüyorlar. Onlar
eminler. Onu takip edeceğiz. Açıklama yapan Macar
araştırmacıların belgelerine bakmak lazım ama biz
arkadaşlarımıza daha çok inanıyoruz. Arkadaşlarımız
arşivlere dayanarak söylüyorlar."

Diyanet İşleri Başkanlığı adına mezarın yerinin
bulunması için yürütülen projeye koordinatörlük
yapan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Mehmet Zeki İbrahimgil de kendi kaynaklarının 2.
Selim’in belgelerine dayandığını belirtti.
İbrahimgil, "Bu belgeler, Kanuni’nin iç organlarının
bulunduğu mezarın Zigetvar Kalesi’nin içinde
olduğunu gösteriyor. Onların dediğiyse 13 kilometre
dışarıda. Kesinlikle Kanuni Türbesi orada değil”
dedi.
AFYONCU: BİR BİNA BULMAKLA ‘DOĞRU YER’
DEMEK OLMAZ
Tarihçi ve yazar
Prof.Dr. Erhan Afyoncu,
Kanuni’nin mezarının bulunduğunun söylenmesi için
erken olduğunu ifade etti. Afyoncu, “Kazı yapılan
tepe Osmanlı kaynaklarında bahsedilen konuma çok
benziyor" derken, "Bir mühür motifi bulmakla, bir
bina bulmakla ‘burası doğru yer’ demek olmaz. Kanuni
Sultan Süleyman’ın türbesinin bulunduğu alanda cami,
türbe, kaleden oluşan bir kompleks bulunmalıdır.
Kazı çalışmaları çok önemli ve değerlidir" diye
konuştu.
Radikal, 11.12.2015
|
JANDARMADAN PAHA BİÇİLMEZ OPERASYON
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin
Büyükçekmece ve Bahçelievler'de yaptığı operasyonda,
Büyük İskender dönemine ve Kapadokya Krallığı'na ait
olduğu öğrenilen 162 gümüş sikke, 2 adet heykel ve
çeşitli tarihi eserler ele geçirildi. Ele geçirilen
heykellerden birinin Kibele, sikkelerin de paha
biçilmez değerde olduğu belirlendi.
Jandarma ekipleri İstanbul’da büyük bir
tarihi eser kaçakçılığına imza attı.
Büyükçekmece’de bir otomobilde tarihi eser
bulunduğu, Yenibosna’daki Kuyumcukent’te de bir
iş yerinde de çok sayıda tarihi eser saklandığı
bilgisi üzerine, jandarma operasyon düzenledi.
Büyükçekmece ve Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılıklarından alınan arama kararı ile söz
konusu araç ve dükkanda arama yaptı. Araç içinde
yapılan aramada 162 adet gümüş sikke; dükkanda
yapılan aramada ise 2 adet heykel, 5 adet cam
süs eşyası, 4 adet metal eşya, 5 adet metal
çubuk, 2 adet halka şeklinde obje, 1 adet lamba
şeklinde metal obje, 300 adet sahte olduğu
değerlendirilen 100 dolar, 24 adet tabanca
mermisi geçirildi. Operasyon kapsamında 3 kişi
de gözaltına alındı.
Ele geçirilen
tarihi eserlerle ilgili Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğün’nde rapor hazırlandı. Burada yapılan
incelemede; 1 gümüş sikkenin (Drahmi) Kapadokya
Krallığına, 161 gümüş sikkenin (Yunan Drahmisi)
Büyük İskender Dönemi’ne ait toplu buluntu
özelliği gösteren aynı serinin parçaları olduğu,
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kanunu kapsamında tasnif ve tescile tabi,
müzelik değerde eserlerden olduğu anlaşıldı.
Ayasofya İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü, sikkelerin Roma Dönemi'ne ait tek
kalıptan çıkan seri numaralı sikkeler
olduklarını tespit etti. Serinin bozulmadan
günümüze kadar ulaşmasının ender görülen bir
durum olduğu, bu nedenle paha biçilemez nitelik
taşıdıkları belirtildi.
KİBELE’NİN HEYKELİ DE BULUNDU
Yapılan incelemede, ele geçirilen heykellerden
birinin Kibele olduğu belirlendi. Antik Anadolu
tarihinde toprağın simgesi ana tanrıça olarak
kabul edilen Kibele heykelinin yanı sıra, 5 cam
şişe, 2 bronz kaşık, 1 bronz iğne, 2 bronz tıp
aleti ve 2 cam bileziğin Roma dönemine, 1 bronz
şişe ile 1 bronz kandilin ise Bizans dönemine
ait olduğu tespit edildi. Tarihi eserler
Arkeoloji Müze Müdürlüğü tarafından koruma
altına alındı. Gözaltına alınan 3 kişi ise,
Kültür ve Tabiat Varlığı Kaçakçılığı suçundan
düzenlenen suç dosyası ile adli makamlara sevk
edildi.
Ntv, 11.12.2015
******
JANDARMADAN TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA OPERASYON

İstanbul Jandarma Komutanlığı ekipleri, Büyükçekmece
ve Bahçelievler'de yaptıkları tarihi eser
operasyonunda, 162 gümüş sikke, 2 heykel, 12 parça
cam ve metal eşya, 30 bin Amerikan doları ve mermi
ele geçirdi. Olayla ilgili 3 şüpheli gözaltına
alındı.
Jandarma ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı ile
ilgili aldıkları bir ihbar üzerine Büyükçekmece ve
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılıkları'ndan arama izini
aldı. Bunun üzerine harekete geçen ekipler,
Büyükçekmece Celaliye Mahallesi'nde bir otomobili
durdurdu. Ekipler otomobilde yaptıkları aramada, bir
çanta içerisinde 162 adet gümüş sikke ele geçirdi.
Ekipler, Bahçelievler Çobançeşme Mahallesi
Kuyumcukent'te bulunan bir dükkanda yaptıkları
aramada da, 2 heykel, 5 cam süs eşyası, 4 metal
eşya, 5 metal çubuk, 2 halka şeklinde obje, 1 adet
metal lamba ve sahte olduğu değerlendirilen 300 adet
100 Amerikan doları ile çok sayıda mermi ele
geçirdi.
İki
operasyonla ilgili 3 şüpheli gözaltına alındı.
Büyükçekmece İlçe
Jandarma Komutanlığı'nda işlemleri tamamlanan 3
şüpheli, 'Kültür ve Tabiat Varlığı Kaçakçılığı'
suçundan mahkemeye sevk edildi.
ROMA VE
BİZANS DÖNEMİNE AİT EŞYALAR
Jandarma ekipleri, ele geçirdikleri tarihi
eserleri, incelenmesi için İstanbul Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü'ne teslim etti. Müzede görevli
bilirkişiler, yaptıkları ilk incelemede, 1 taş
heykelin 'Kybele' olduğunu, diğerlerinin de 5 cam
şişe, 2 bronz kaşık, 2 bronz tıp aleti, Roma
dönemine ait 2 cam bilezik, bronz iğne, bronz şişe
ve Bizans dönemine ait bronz kandil olduğunu
belirledi.
TEK
KALIPTAN BASILMA, PAHA BİÇİLEMEZ SİKKE SERİSİ
Bilirkişilerin sikkelerle ilgili yaptığı
çalışmada ise 1 sikkenin Kapadokya Krallığı'na ait
olduğu belirlenirken, 161 gümüş sikkenin de Büyük
İskender dönemine ait tek kalıptan çıkan seri
numaralı sikkeler olduğu, serinin bozulmadan
günümüze kadar ulaşmasının ender görüldüğü için paha
biçilemez nitelikte olduğu vurgulandı.
ESERLER
ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE KORUMAYA ALINDI
Ele geçirilen sikkeler ve eşyalar 2863 Sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında
tasnif ve tescile tabi, müzelik değerde eserlerden
olduğu raporlanarak, Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü
tarafından koruma altına alındı.
Zaman,
12.12.2015
|
TARİHİ TABLAKAYA
PROJESİ BAŞLADI
Talas Belediyesi'nin kendi bütçesinin yanı sıra Orta
Anadolu Kalkınma Ajansı (ORAN) ile diğer kurumların
mali destek verdiği Tablakaya mahallesi Restorasyon
Projesi kar kış demeden başladı.
Altyapı kurumlarının
çalışmalarını sürdürdüğü mahalle restorasyonuyla
ilgili bilgiler veren Talas Belediye Başkanı Mustafa
Palancıoğlu, projenin 3 ayaklı olduğunu söyledi.
Başkan Palancıoğlu, projenin ilk ayağının tarihi
eski belediye binasının restorasyonu olduğunu
hatırlatarak, "Projenin diğer ayakları ise altyapı
kurumlarının elektrik, su, telekom ve gaz ile ilgili
çalışmalarıyla beraber, 2 cadde ve 9 sokakta devam
eden Arnavut taşı döşeme işinden oluşuyor" dedi.
Tablakaya projesinin ana ayağını oluşturan eski
belediye binasının restorasyonuna ORAN'ın
desteğini anlatan Başkan Palancıoğlu, "Yaklaşık
394 bin TL olan restorasyon bedelinin yüzde
75'lik kısmı olan 295 bin 270 TL'sini ORAN
karşılayacak. Bu kısımla beraber Tablakaya
Meydanı ve çevresini restorasyonla tarihi
görünümüne kavuşturacağız" ifadelerini kullandı.
Başkan Palancıoğlu,
projenin diğer ayaklarıyla 18 ayda
tamamlanmasının planlandığını belirterek, "Proje
tamamen bittiğinde tarihi eski belediye
binamızın üst katı misafirlerimiz için kabul
evi, alt katı ise nikah işlemleri olarak hizmet
verecek. Elektrik direkleri kaldırılıp hatların
yer altına alınıp sadece aydınlatma direklerinin
yer alacağı mahallemizde görüntü kirliliğinden
de kurtulmuş olacağız. Ayrıca diğer altyapı
çalışmaları da güçlendirilerek Yaman Dede Kültür
ve Sanat Evi ile Yaman Dede Cami arasındaki
mahallemiz turizme yönelik çalışmaların yer
aldığı ana bölgeler içinde yer alacak.
Böylelikle Talas olarak turizmden daha fazla pay
almaya çalışacağız" diye konuştu.
Kayseri Gündem,
11.12.2015
|
HERA TIP TARİHİNE IŞIK TUTUYOR
Tekirdağ'ın Karaevlialtı mevkisindeki Hera'nın Şehri
(Heraion-Teikhos) antik kentinde yapılan kazı
çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan buluntular, 2
bin yıl önce kullanılan tıp yöntemleri hakkında
bilgi veriyor.
Namık Kemal
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Neşe
Atik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik
şehirde 16 yıldır kazı çalışması yaptıklarını
söyledi.
Kazı çalışmaları
sonucunda, Heraion Teikhos yerleşiminin akropolünde,
geniş bir alana yayılmış, milattan önce 1. yüzyıla
ait "Kült ve Sağlık Merkezi"nin varlığı, mimarisi ve
küçük buluntularının saptandığını belirten Atik, "Bu
alanda, antik kaynaklarda betimlenen, ilaç yapımında
kullanılan tandır şeklinde fırınlar bulundu fakat
bunlardan sadece bir tanesi şans eseri bozulmadan ve
çökmeden çıkartıldı" dedi.
Antik şehirdeki sağlık
merkezinden çıkartılan buluntuların 2 bin yıl önce
Trak medeniyetinin tıp yöntemleri hakkında bilgi
verdiğini ifade eden Atik, "Kazılarla gün ışığına
çıkartılan demir, tunç, kurşun, kemikten yapılmış
tıp aletleri (spatula, cımbız, kulak kaşığı, kanca,
iğne, çift çatal vb.) ilaç yapımında ve
saklanmasında kullanılan kaplar, ölçü kaşıkları ve
sağlık tanrısı Asklepios'a sunulan adak figürleri,
ilaç fırınlarının da olduğu alanın işlevini
belirlemektedir" diye konuştu.
Anadolu Ajansı,
Haber: Yavuz Karaduman, 10.12.2015
|
KNİDOS ESERLERİNİ BEKLİYOR
Datça Belediyesi, Knidos antik kentinde bulunan ve
İngiltere'deki "British Museum" da sergilenen
"Knidos Aslanı" ve "Knidos Demeteri" heykelleriyle
Marmaris ve Bodrum Müzelerindeki eserleri ilçeye
yeniden kazandırmak için çalışma başlattı.
Datça Belediye Başkanı Gürsel Uçar, Knidos'tan
götürülen eserleri geri almakta kararlı olduklarını
ve bu amaçla Kültür ve Turizm Bakanlığına yeniden
başvuracaklarını söyledi.
Knidos'tan çıkarılan eserlerin Marmaris ve Bodrum
müzeleriyle ODTÜ ve Selçuk Üniversitesinin
depolarında yer aldığını belirten Uçar, bu durumun
Datça için kabul edilemez bir kayıp olduğunu
bildirdi.
Uçar, Kültür ve Turizm Bakanlığına daha önce de
başvuruda bulunduklarını ancak "küçük müzelerin
kapatılarak birleştirme yoluna gidileceği" gerekçe
gösterilerek Bakanlığın bu taleplerini reddettiğini
anlattı.
Marmaris ve Bodrum'daki müzelerin halen
kapanmadığına dikkati çeken Uçar, Knidos'tan
götürülen binlerce tarihi eseri geri almakta kararlı
olduklarını ifade ederek, şöyle konuştu: "Knidos'tan
çıkarılan eserler bu gün Marmaris ve Bodrum müzeleri
ile Selçuk ve ODTÜ üniversitelerinin depolarında yer
alıyor. Belediye olarak bu eserlerin Datça'ya
getirilmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığına
yazışmalar yaptık şu ana kadar herhangi bir gelişme
olmadı. Biz Datça'dan çıkan eserlerin burada
sergilenmesi konusunda kararlıyız. Tekrar
yazışmalarımızı yapacağız. Kesinlikle, Marmaris'te
ve Bodrum'daki gibi bir müzeyi Datça'ya da
kazandırmak için mücadelemiz devam edecek."
"MÜZE YERİ HAZIR"
Reşadiye Mahallesi Uçurtma Tepesi'nde bulunan 20
hektarlık alanın müze yeri için belirlediklerini
aktaran Uçar, "Datça'mızın kentsel sit olarak
planlanan iki yerleşim alanı mevcut. Bunlardan
birisi Reşadiye bir diğeri ise Eski Datça Mahallesi.
Eski Datça Mahallesi yapılarıyla bugün insanların
ziyaretçi akınına uğrayan bir yer. Bunun aynısını
Reşadiye'ye de taşımak istiyoruz. Reşadiye'nin her
bir alanı kentsel sit gibi planlansa da bir kentsel
sit görünümü yok. Buraya da müze yaparak geliştirip
kentsel sit dokusuna ve müzeye sahip olmasını
istiyoruz" diye konuştu.
Eski ve yeni Knidos'tan şu ana kadar çıkarılan
binlerce eser olduğuna dikkati çeken turist rehberi
ve Datça Belediyesi kültür birimi görevlisi Osman
Akın ise özellikle yeni Knidos'tan çıkarılan
eserlerin önemli bir bölümünün İngiltere'de olduğunu
ifade etti.
Akın, 1855 yılında Datça'dan götürülen Knidos Aslanı
ve Knidos Demeteri heykellerinin halen Londra'daki
British Museum'da sergilendiğini belirterek, "Ancak
daha acı olan bir şey var ki şu anda eski ve yeni
Knidos'tan çıkan eserler de Datça'da değil. Bodrum
ve Marmaris Müzesi'ne Datça'dan giden çok sayıda
tarihi eser ziyaretçilerini kabul ediyor. Aynı
zamanda eski Knidos'u kazan ODTÜ ekibinin ve yeni
Knidos'u kazan Selçuk Üniversitesi ekibinin
bulguları da bu iki üniversitenin depolarında tasnif
edilmiş olarak bekliyor" dedi.
"1855 YILINDA GEMİYLE GÖTÜRÜLDÜ"
Knidos Aslanı ve Knidos Demeteri heykellerinin
Datça'ya ait olduğunun insanların hafızasında yer
alması için eserlerin kopyalarını yaptırdıklarını
vurgulayan Akın, heykellerin orijinalleri hakkında
ise şunları söyledi: "British Museum dünyanın
en önemli arkeolojik müzesi olarak kabul ediliyor ve
bir numaralı giriş kapısında sizi Knidos'tan
götürülmüş olan antik aslan heykeli karşılıyor. 8
metrelik 11 tonluk tek parça mermerden yontulma
devasa bir heykel. Oldukça önemli bir eser. Amiral
Conon yönetiminde büyük bir deniz savaşını kazanan
Knidoslular, zaferin anısına bu heykeli
yaptırıyorlar. Heykel, 1855 yılında İngiliz
subay-arkeolog Sir Charles Newton tarafından bir
savaş gemisine yüklenerek götürülüyor. Aslan heykeli
gibi Knidos'tan İngiltere'ye götürülmüş olan Demeter
Heykeli de bu coğrafyaya ait. Bunlar yurt dışındaki
çok önemli değerlerimiz. Biz bunların da kentimize
kazandırılmasını istiyoruz. Bu amaçla çalışma
başlattık."
Muğla Devrim, 09.12.2015
|
ERZURUM'UN TARİHİ ESERLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI
Erzurum'da, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma
tarihi eserlerin etrafındaki kötü yapılaşma,
yaklaşık 95 milyon lira kamulaştırma bedeli ödenerek
yıkıldı.
Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, ilçe sınırları
içerisinde birçok tarihi eserlerin bulunduğunu
söyledi.
Göreve geldiğinde Yakutiye Medresesi ve
Lala Paşa Camisi'nin çevre düzenlemesini
yaptıklarını, tarihi eserlerin çevresini açmayı ilk
kez gündeme aldıklarını ifade eden Korkut, Üç
Kümbetler gibi çok önemli eserlerin yer aldığı 150
dönümlük alanda 26 taşınmaz kültür varlığı için
Kalkınma Bakanlığı ile ortak proje
gerçekleştirdiklerini dile getirdi.
Türkiye
Gazetesi, 08.12.2015
|
İSKOÇYA'DA BRİTANYA'NIN EN ESKİ ÇAKMAK TAŞI BULUNDU

İskoçya kıyılarında
yer alan küçük bir adada, Britanya’nın en eski
çakmak taşı silahı buldu. Çakmak taşı
aletler Hebrides’de silahlı çatışma ve bir klanının
burayı koruduğunu gösteriyor.
İskoçya kıyılarında
bulunan ve uçurumlarla çevrili Dùn Èistean adacığı,
Lewis adasının kuzey ucu olan Ness’ten kopan 15
metre genişliğinde kayalıklardan oluşuyor. Ada, 16.
ve 17. yüzyılda hüküm sürmüş Klan Morrison ailesinin
muhafazası altında. Konumundan dolayı erişimin hayli
zor olduğu adaya, 2002 yılında Klan Morrison Derneği
tarafından yaptırılan çelik halatlı köprü düzeneği
ile ulaşılıyor.
Bulunan toprak kap ve
sikkeleri inceleyen arkeologlar, kayalığın ıssız bir
yer olmadığını aksine vaktiyle deniz ticareti
güzergahında yer aldığını söyledi.
Glasgow
Üniversitesi’nden Rachel Barrowman, adanın deniz
trafiğini kontrol etmede önemli bir rolü olduğunu ve
oldukça fazla sayıda silah üretildiğini söyledi.
Projeye Lewis ve
Harris’in iyi belgelenememiş tarihini
aydınlatabilmek amacıyla başladıklarını belirten
Barrowman, ‘Arkeolojik inceleme, kazılar ve kapsamlı
bir tarihi araştırma ile 1500-1600 yılları arası
Kelt kültürüne dair oldukça geniş bilgi edindik’
dedi.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
culture24.org.uk Çeviri: Ayşen Yolcu,
08.12.2015
|
Marmaris'te bulunan ve geçmişi 2 bin 200 yıl
öncesine kadar uzanan Amos antik kentinde kazı
çalışmaları başlatılacak.
Turunç Mahallesi Kumlubük mevkisinde bir tepenin
üzerine kurulu ve güneşin doğuşu ile batışının
izlenebildiği Amos'un tarihi eserleri, Marmaris Müze
Müdürlüğü, Selçuk Üniversitesi ve Marmaris Ticaret
Odasınca (MTO) gün yüzüne çıkartılacak.
İlçe merkezine yaklaşık 25 kilometre uzaklıktaki
antik kentin turizme kazandırılması için çalışmalar
yürüten MTO'unun başkanı Mehmet Baysal, yaptığı
açıklamada, daha önce Amos antik kentinin çevre
düzenlemesi ve anıt eserlerin tescilini
yaptırdıklarını söyledi.
İkinci aşama olan kazılar için ise Marmaris Müze
Müdürlüğü ve Selçuk Üniversitesi ile ortak çalışma
başlattıklarını ifade eden Baysal, "Fizibilite
çalışmalarını tamamladık. Selçuk Üniversitesi 3 yıl
sürmesi planlanan kazı çalışmaları için 467 bin
liralık bir bütçeye ihtiyaç olduğunu belirledi"
dedi.
Üniversitenin bütçenin hazırlanması durumunda
antik kentte kazı çalışmalarına başlanabileceğini
bildirdiğini dile getiren Baysal, sponsor
aradıklarını, bulunamazsa oda olarak gerekli desteği
vereceklerini dile getirdi.
Kazı çalışmalarını gelecek yılın bahar aylarında
başlatmayı hedeflediklerini belirten Baysal, "Amos
antik kentinde bugüne kadar hiçbir kazı çalışması
yapılmamış. Kazıları yapacak üniversitedeki hocalar,
Amos'tan çok değerli ve Marmaris'teki kültür
turizmine çok büyük katkı verecek eserlerin
bulunabileceği düşüncesindeler" diye konuştu.
Amos Antik Kenti
Rodos birliğinin önemli kentlerinden Amos, Helen
dilinde ''Ana Tanrıça Tapınağı'' anlamına geliyor.
Helenistlik dönemde Samnaios adıyla bilinen
Apollon, bu kentin baş tanrısı sayılıyor. Tepe
üzerinde kurulan kentin etrafı 1,8 metre
kalınlığında ve 3,5 metre yüksekliğinde kulelerle
desteklenmiş surlarla çevrilmiş. Helenistlik
devirden Doğu Roma dönemine kadar sürekli yerleşim
gören kentin, ayakta kalan en önemli yapısı
tiyatrosu.
Amos, çevresindeki koyları görebilen hakim bir
noktada kurulmuş. Güneşin doğuşu ve batışını
görebilme imkanı sunan antik kentte, teraslar da yer
alıyor.
Rodos'un karşı yakasının önemli yerleşmelerinden
sayılan ve günümüze kadar kazı çalışması yapılamayan
Amos antik kentindeki tiyatroya iki ayrı kent suru
aşılarak ulaşılabiliyor.
1948 yılında Prof.Dr. George Ewart Bean
tarafından yapılan kazılarda ortaya çıkarılan,
milattan önce 2. yüzyıla ait kira sözleşmeleri,
Amos'un 2 bin 200 yıllık bir geçmişi olduğunu
gösteriyor.
Amos, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulunun 14 Ekim 1978 tarihli kararıyla Birinci
Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edildi.
Sabah, 07.12.2015
|
6 - 12 Aralık 2015
|
KİLİKYA ERMENİ KATALİKOSLUĞU ARAZİSİ ANAYASA
MAHKEMESİ'NDE
"Yalnızca duvarları kalmış" diye başladı anlatmaya.
Mekanın eski fotoğrafı olarak ellerinde bir tane bulunduğunu söyledi.
1915 yılı öncesi fotoğrafta görkemli bir manastır yapılanması görülüyor.
Yeni fotoğrafta ise, duvarlar, kilise kalıntıları yer alıyor.
Beyrut'taki Ermeni Katalikosluğu adına avukat Cem Sofuoğlu, 1915 Ermeni Tehciri'nden tam 100 yıl
sonra Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunduğunu belirtti.
Katalikos, 1915 yılına kadar içinde yaşadıkları, ibadet ettikleri Sis(Kozan) ya da Kilikya Ermeni Katalikosluğunun 600 yıldan fazla üzerinde yaşadıkları mekanı istiyordu.
Manastırın
duvarları, binaların yalnızca yıkıntıları kalmış.
Kilikya deyince bir bölgeden
söz ediyoruz.
Mersin'den Maraş'a kadar
uzanan geniş bir bölge.
Bu bölgede üç yüz yıla yakın
bir süre Kilikya Ermeni devleti egemen olmuş.
Kilikya Ermeni Krallığı,
1080-1199 arası Beylik ve 1199-1375 arası krallık
olan Çukurova bölgesinde bulunan bir devletti.
Kilikya Ermeni
Katalikosluğu'nun tarihçesi ise daha değişik ve daha
uzun.
Sis ya da bugünkü adıyla
Kozan'da yer alan Kilikya Ermeni Katalikosluğu, 1293
yılında kurulmuş, 1915'e kadar orada varlığını
sürdürmüş.

1915'LE BAŞLAYAN
SÜRGÜN
Katalikosluğun 1915 yılında
başlayan yolculuğu, değişik inişler ve çıkışların
sonunda Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta son buldu.
1915 Tehcir Kanunu uyarınca,
Sis Katolikosluğu'nun içinde yer aldığı Ayasofya
Manastırı boşaltıldı.
Herkesin Halep'e gitmesi
emredildi.
13 Eylül 1915 çıkarılan
Emval-i Metruke Kanunu'yla manastıra el kondu.
Halep'e sürülen Kilikya
Katolikosluğu 1915 Tehciri sonrasında Halep’te
tehcir edilmiş Ermenilerin yaralarının sarılması,
kampların idaresi, yardım faaliyetlerinin organize
edilmesi gibi konularda bir merkezi idare kurumu
gibi davrandı.
O dönemin Katalikosu Sahak,
Kilikya'dan ayrıldıktan sonra önce Halep'e, sonra
Kudüs'e gitti.
Orada Osmanlı İmparatorluğu
tarafından birleştirilen Ermeni kiliselerinin başına
getirildi.
1917'de Kudüs'ün İngiltere
tarafından ele geçirilmesi üzerine Sahak'la birlikte
din görevlileri Şam'a geçtiler.
1918:GERİYE DÖNÜŞ
1918'de Osmanlı
İmparatorluğu 1.Dünya Savaşından yenik çıkınca
koşullar yeniden değişti.
Mondros Ateşkes Antlaşması
uyarınca, Tehcir kararı kaldırıldı, Ermeniler
topraklarına yeniden dönme hakkını elde ettiler.
Katalikos Sahak, Adana'ya,
oradan da Sis'teki makamına döndü.
1921 yılında bölgeyi işgal
eden Fransa, Çukurova'yı terk etmeye karar verdi.
Kendileri geri çekilirken 31
Mayıs 1921'de Sis'teki Ermenilerin de bölgeyi terk
etmelerini istedi.
Sahak da aynı yıl diğer dini
görevlilerle birlikte Halep'e döndü.
Katalikosluk, 1921-1930
arasında Halep-Beyrut-Şam-Zahle-Halep şehirleri
arasında yer değiştirdi.
O dönemde yönetimi elinde
bulunduran Fransız Hükümetine başvurarak 1924
yılından itibaren Beyrut'a yerleşti.
O günden beri Beyrut'un
Antilyas semtinde faaliyetlerini sürdürüyor.

YURTDIŞINDAN İLK
BAŞVURU
Kilikya Katalikosluğu'nun
avukatı Cem Sofuoğlu, Adana'nın Kozan İlçesi'ndeki
mülklerini geri alabilmek amacıyla Anayasa
Makhemesine 27 Nisan 2015 tarihinde başvurduklarını
açıkladı.
"Bu yurtdışında bulunan bir
Ermeni dini merkez tarafından açılan ilk dava"
dedi.
Katalikos'un, sorunun
Türkiye'nin hukuk sistemi içinde halledilmesinden
yana olduğunu dile getirdi.
Neden Anayasa Mahkemesine
başvurduklarını ise, şu gerekçelerle açıkladı:
"Gerek geçmişteki yargı
kararları, gerek doktrindeki yaygın görüşler ve
gerekse yayınlanan genelgeler dolayısıyla, tapu
kayıtları hakkında bilgi almanın olanaksız olduğu
dikkate alınarak, Kilikya Katolikosluğu'nun eski
adıyla Sis bugünkü adıyla Kozan'da bulanan manastır,
kilise ve müştemilatın arazisinin mülkiyetini, iç
hukuk yollarını tüketerek, talep etme hakkına
yönelik etkili ve başarı şansı olan bir kanun yolu
olmadığından, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş
bulunmaktayız."
Avukat Sofuoğlu, dava
ettikleri sözkonusu gayrımenkülün; tarihi, dini ve
hukuki özellikleri nedeniyle sit alanı ilan edilmiş
olduğunu ifade etti:
"Mülkiyet, muhtemelen
Hazineye ait iken Belediye'ye intikal etmiş olmalı\"
diyen Sofuoğlu, sözlerini şöyle
tamamladı:\"Muhtemelen diyoruz, çünkü tapu
kayıtlarını incelemek için yaptığımız yazılı
başvuru, söz konusu gayrımenkulle ilişkimiz olmadığı
gerekçesiyle reddedildi. 600 yıl burada yaşadıktan
sonra, bu gayrımenkul ile ilişkiniz yok demek,
aslında işin ironik ve acı tarafı."
Anayasa Mahkemesi nasıl bir
karar verecek bilemeyiz.
Ancak, kendi yakın tarihimizle bir kez daha
yüzleşmek açısından, bu davanın anlamlı olduğunu
söyleyebiliriz.
Hürriyet, Yazı: Oral
Çalışlar, 11.12.2015
|
İSTANBUL'UN TARİHİ
YARIMADASI'NDA TARİHE ÇATI AYARI
İstanbul’un tarihi yarımadasında çatı arası terasa
izin çıktı. Böylece, bu bölgedeki binaların
çatılarına, belli şartlarla da olsa her türlü
kullanıma açık ‘teras’ yapılabilecek.

Tarihi Yarımada’da turizmi
canlandırmak için “Çatı arası teras” dönemi
başlıyor.
Fatih Belediyesi’nin
talebi doğrultusunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB)
Meclisi, oy çokluğuyla aldığı kararla binalarda çatı
arasının kullanılmasına ilişkin yeni düzenlemeye
onay verdi. Turistik yapılarda, çatının dışarıyla
ilişkisi daha önce “kuşgözü” olarak nitelendirilen
pencerelerle yapılırken, değişen plan notu ile sokak
siluetini etkilemeyecek şekilde, binaların çatısında
2 metre geriden başlayan teras yapımı mümkün olacak.
Böylece, özellikle konaklama faaliyeti gösteren
otellerde Tarihi Yarımada siluetinden faydalanmak
amacıyla ortak kullanıma ait yeme-içme mekanlarının
önü açılacak.
PLANDA NOT
DEĞİŞİKLİĞİ
Fatih Belediye Meclisi’nde,
6 Mart 2015 tarihinde aldığı kararla, Tarihi
Yarımada’yı korumaya yönelik mevcut plana, not
değişikliğine gidilerek, “Konaklama Tesis Alanları,
Konut-Konaklama Alanları, Turizm Kültür Alanları ve
2. Derece Ticaret Alanlarında, ortak alan kullanımı
şartıyla teras çatı veya kış bahçesi yapılabilir.
Teras çatı yapılması halinde yalnızca sökülüp
takılabilir ve şeffaf malzeme kullanılabilir. Kapalı
alan yapılması halinde yüksekliği 2,80 metreyi
aşamaz” şeklinde düzenlemeye gidildi. Söz konusu
plan notu değişikliği için hazırlanan 1/1000 ölçekli
koruma amaçlı uygulama imar planı plan notu tadilatı
teklifi, geçtiğimiz ay İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’ne iletildi.
YÜKSEKLİK 3.5 METRE
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi İmar ve Bayındırlık Komisyonu’nun görüşü
doğrultusunda, yapılan düzenleme şöyle: Hiçbir
durumda çatı mahya yüksekliği 3,50 metreyi
aşmayacak.Genel olarak çatı kaplamaları kiremit
olacak, çatı aralarına bağımsız bölüm yapılamayacak.
Sosyal kültürel tesis amaçlı binalarda ise bu
fonksiyona
hizmet edecek
toplantı salonu, yeme-içme bölümleri, mescit gibi
birimler yapılabilecek. Çatılarda saçak ucundan
itibaren 2 metrelik kısımda çatı formunun bina
cephesi boyunca devam etmesi kaydıyla teras
kullanımlarına ait değişik çözümler getirmeye ilçe
belediyesi yetkili olacak. Bunun dışında kalan
konularda mevcut plan hükümleri korunacak.
DOKUYU BOZAR
Teklİfe ilişkin söz konusu
raporda, şu kurumların olumsuz görüşleri de yer
aldı:
- Şehir Planlama Müdürlüğü:
“Konaklama tesis alanları, konut, konaklama, turizm
kültür alanları ve 2. derece ticaret alanlarında
teras çatı ve kat bahçesi yapılmasının önü açıldığı
görülmekte. Söz konusu değişiklik bölgenin tarihi
dokusu ve tescilli yapıların bulunması da göz önüne
alındığında, dokuyu bozabilecek nitelik arz
etmektedir.”
- İmar Müdürlüğü: “Mekansal
Planlar Yapım Yönetmeliği’ne uygun değil. Kültürel
mirasın korunmasına ilişkin hiçbir ön kabul
geliştirmeden silueti etkileyecek ve zedeleyecek
çatı katı gibi yapılanmalara izin verilerek sadece
turizm fonksiyonunun ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik bir teklif.”
Ulaşım Planlama Müdürlüğü: “Plan notu tadilatı,
UNESCO mevzuatı ve yargı kararları açısından
olumsuzluklar içeriyor.”
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, 11.12.2015
|
DÜNYA BU ESERLERİN
PEŞİNDE
Türkiye’de sıkça rastlanan tarihi eser kaçakçılığı
tüm dünyada kötü bir örnek olarak uygulanıyor.
Özellikle iç karışıklıkların yaşandığı ve savaşların
olduğu bölgelerde ilk yağmalanan o ülkenin kültür
envanteri oluyor. Suriye, Irak, Mısır ait çok sayıda
eser kayıp. Hem İnterpol hem de UNESCO, ICOMOS
gibi kurumların çabalarıyla tüm dünyada bu eserler
aranıyor. Bu eserlerin yasal olarak alım satımı
yasak. Kimin koleksiyonunda bulunsa el konulur.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü bir süredir
Türkiye’de çalınan ve bulunan eserlerin yayınını
yapıyordu. Amaç eserlerin bulunmasına yardımcı
olmanın dışında bu eserleri satın alacak
koleksiyonerleri de bir bakıma bilgilendirmekti.
Antika pazarlarında ve müzayedelerde satılan
eserlerin alıcıları için de bu site önem arz
ediyordu. Resim Heykel Müzesi’nden çalınan onlarca
eser birçok koleksiyoner işadamının başını belaya
sokmuştu. Eserlerin yasal olduğunu sanan
koleksiyonerler bunların müzeden çalıntı eser
olduklarını yıllar sonra kapılarına gelen savcı
vasıtasıyla öğrendi. Tabi bunların çalıntı olduğunu
bildiği halde koleksiyonuna katmaktan imtina
etmeyenlerde yok değildi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
ülkemize ait eserler için başlattığı uygulamayı
şimdi yurt dışında çalınan eserler içinde yapıyor.
Ülkelerin İnterpol yada ICOMOS, UNESCO aracılığıyla
duyurduğu çalıntı ve kayıp eserleri resmi internet
sitesinden yayınlıyor. Mısır, Suriye ve Irak’tan
çalınan yüzlerce eser envanter bilgileri ve
fotoğraflarıyla yer alıyor. Bir anlamda Türk
koleksiyonerler de bu eserleri almamaları noktasında
uyarılıyor. Fransa, Japonya, Peru, Yunanistan gibi
ülkelerden çalınan eserler de bu bölümde bulunuyor.
Ülkelerden bildirim yapıldıkça siteden duyurulara
devam edilecek.

1 - Japonya'nın Kochi
Kentindeki Enichidera Tapınağı'ndan 12-13 Mart 2012
Tarihlerinde Arasında Çalınan Buda Heykeli

2 -
Peru'nun Junin Şehrindeki San Ignocia de Loyola
Kilisesi'nden 19.06.2011 Tarihinde Çalınan Eserler

3 -
Fransa'dan Çalınan Lava Hazinesi'ne Ait Sikkeler…


4 –
Yunanistan Folklore Müzesi ve Ioannia Arşivi'nden
Çalınan Tarihi Eserler…
5- Japonya'nın Nagasaki
Şehri Yakınındaki Kijin Tapınağı'ndan Çalınan
Heykel…


6-
Ukrayna'da Çalındığı Belirtilen Madeni Paralar ve
Madalyonlar…




7 -
Mısır’ın Al Minya Şehrindeki Malawi Eski Eserler
Müzesi'nden 14.08.2013 Tarihinde Çalınan Eserler…




8-
Suriye’den çalınan eserler…
Radikal, Haber: Ömer Erbil,
10.12.2015
|
ALMAN MİMAR BRAUNFELS: YIKMAYIN, ÖRNEK ALIN
Alman Mimar Prof. Stephan
Braunfels, kent mimarisini inceledi.Başkent’teki
Cumhuriyet dönemi yapılarının korunması gerektiğini
vurgulayan Braunfels, “Saraçoğlu Mahallesi’ndeki
Türk geleneğini yansıtan mimari özellikler, yeni
yapılacak projelere örnek olmalı” dedi.

Ankara Ticaret Odası’nın
(ATO), Başkent’i ‘marka kent’ haline getirmek
amacıyla bu yıl ilkini düzenlediği Ankara Marka
Festivali kapsamında Ankara’ya gelen ünlü Alman
Mimar Prof. Stephan Braunfels, kent mimarisi
hakkında değerlendirmelerde bulundu. Berlin’deki
Alman Parlamento Binası başta olmak üzere farklı
ülkelerdeki çok sayıda yapıda imzası bulunan
Braunfels, Ankara’nın kalbi Kızılay’a çıktı.
Braunfels, yurttaşları Hermann Jansen’ın 1928’de
projelendirdiği planda ‘kent meydanı’ olarak
tasarlanan Güvenpark ile Paul Bonatz’ın 1945’te
projelendirdiği Saraçoğlu Mahallesi’ni gezdi.
Hürriyet'ten Sedat Cenikli'nin haberine göre,
geleneksel Türk mimarisinin büyüleyici olduğuna
dikkat çeken Braunfels, Saraçoğlu Mahallesi’nin yeni
yapılacak konut projelerine örnek olması gerektiğini
belirterek, şunları söyledi:
Büyük ve modern bir şehir
“İlk defa geldiğim
Ankara’nın bu kadar büyük ve modern bir şehir
olmasına şaşırdım. Nüfusuyla Berlin’in iki katı.
Avrupa’ya göre modern bir yapılaşma var. Alman mimar
olduğum ya da yapıları Alman mimarlar yaptığı için
demiyorum ama kent planlaması iyi olduğu için şimdi
bile İstanbul’a kıyasla trafik çok daha hızlı
akıyor. Ayrıca Cumhuriyet’in ilk yıllarında
tasarlanan ‘yeşil şehir’ planı kendisini koruyor.
Türk geleneğine uygun
yapılar önemli
Cumhuriyet’in ilk 20-30
yılında, Atatürk döneminde yapılan yapıların
korunması gerekiyor. Çok şaşırdığım bir konu, o
yıllarda Alman mimarlar yeni binalara Türk bir hava
katmak istemişler. Saraçoğlu bunun en güzel örneği.
Saraçoğlu Mahallesi’ndeki evler, eski Türk evlerine
benziyor. Şimdi yapılanların ise ya hiç mimarlıkla
alakası yok ya da çok Amerikan ve İngiliz tarzı.
Türkiye için özünü bulup, kendine has, Türk
geleneğine uygun yapılar inşaa edilmesi daha önemli.
Bulvarda yenileme gerekiyor
Atatük Bulvarın’daki çirkin
görüntüyü görünce 60’lı, 80’li yılara gittim. Bence
bulvardaki yapıların yenilenmesi gerek. Evler çok
eskimiş; restoreye gerek yok, daha değişik şeyler
uygulanabilir. Ankara’da 1950’ye kadar olan mimari
ile son 10 sene içinde yapılan binalar çok güzel.
Ama arada kalan 50 yıl içinde yapılan binaların
yenilenmesi gerekiyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında
yapılan şehir planlamasında, Ankara Kalesi başta
olmak üzere kent manzarasının kapanmamasına çok
dikkat edilmiş.
Yüksek binalar dikilebilir
Atatürk’ün ‘Geçmişini
bilmeyen, geleceğine yön veremez’ sözü çok önemli.
Saraçoğlu Mahallesi’ndeki Türk geleneğini yansıtan
mimari özellikler, yeni yapılacak kentsel dönüşüm ve
konut projelerine örnek olmalı. Türk mimarisinde
açık yapılar var. Onun için yan yana bloklardan
ziyade özündeki açık konut mimarisine uygun projeler
yapılmalı. Manzarayı kapatmamak kaydı ile geniş
yeşil alanlara sahip yüksek binalar dikilebilir.”
Braunfels kimdir?
55
yaşındaki Alman mimar, Berlin’deki en önemli
binalardan olan Alman Parlamento binası ile üçünücü
parlamento binası olan Marie-Elisabeth-Lueders-Haus
yapılarına imza attı. İlk bürosunu 1958 yılında
Almanya’nın Münih kentinde açan Braunfels,
çalışmalarına Berlin’deki ofisinde devam ediyor.
Başta Almanya olmak üzere farklı ülkelerde çok
sayıda yapının projelerini çizen Braunfels,
Türkiye’de de İstanbul’da bir ofis açmayı planlıyor
Yapı, 10.12.2015
|
HASANKEYF "BÜYÜK TEHLİKE ALTINDAKİ KÜLTÜR
VARLIKLARI" LİSTESİ'NDE
2016 yılı ‘Büyük Tehlike
Altındaki 7 Kültür Varlığı’ programı için kısa
listede yer alan 14 anıt eser ve miras alanı,
kültürel miras konusunda Europa Nostra ile Avrupa
Yatırım Bankası Enstitüsü tarafından farklı
disiplinlerden uzmanların katılımıyla
bgerçekleştirilen panelde açıklandı.
14 farklı Avrupa ülkesinde
bulunan tehlike altındaki varlıklar şunlar:
Ermenistan’daki Ererouyk Arkeolojik Sit Alanı ve Ani
Pemza Köyü; Belçika Brüksel’deki Adalet Sarayı;
Estonya Tallinn’deki Patarei Hisarı; Finlandiya’daki
Helsinki-Malmi Havalimanı; Fransa Dieppe’deki
Colbert Döner Köprüsü; Almanya Divitz’deki Şato;
Yunanistan Sakız Adası’ndaki Kampos Bölgesi;
İtalya’daki Venedik Lagünü; Hollanda’daki Rijswijk
Şatosu; Norveç Oslo’daki Y Bloku; Portekiz Lizbon
yakınlarındaki Valflores Sarayı ve Malikanesi;
İspanya Ekstremadura’daki Padovalı Aziz Antuan
Manastırı; Türkiye’deki Hasankeyf antik kenti ve
çevresi ve Birleşik Krallık Edinburgh’daki Mavisbank
Evi.
Bu alanlardan bazıları
bakımsızlık veya yanlış planlama/imar projeleri
nedeniyle risk altındayken bazıları da kaynak
yetersizliği veya uzman eksikliği nedeniyle
tehlikeyle karşı karşıya. 7 kültürel miras alanından
oluşan nihai liste 16 Mart’ta Venedik’te
düzenlenecek halka açık bir etkinlikle açıklanacak.
14 anıt eser ve miras
alanından oluşan kısa liste belirlenirken
taşıdıkları olağanüstü kültürel değerin yanı sıra
karşı karşıya oldukları büyük tehlike göz önüne
alınıyor. Ayrıca kamu ve özel sektörden çeşitli
paydaşların bu varlıkların kurtarılması konusundaki
kararlılığı ve yerel toplulukların katılımı da esas
alınıyor. Bu alanların bulundukları konumda bölgesel
ölçekte sürdürülebilir kalkınma için bir kaynak
oluşturma ve yönlendirici olma açısından taşıdığı
potansiyel de kısa listenin şekillendirilmesinde rol
oynayan bir başka önemli kriter.
2016 yılı ‘Büyük Tehlike
Altındaki 7 Kültür Varlığı’ programı için adaylar
Europa Nostra’nın Avrupa’nın dört bir yanındaki
üyelerden ve ilişkili kuruluşlardan oluşan geniş
ağının bir parçası olan sivil toplum kuruluşları ve
kamu kurumları tarafından gösterildi. On dört miras
alanından oluşan kısa liste Tarih, Arkeoloji,
Mimarlık, Koruma, Proje Analizi ve Ekonomi
alanlarında uzmanlar tarafından şekillendirildi. 7
kültürel miras alanından oluşan nihai liste ise
Europa Nostra Yönetim Kurulu tarafından
belirlenecek.
‘Büyük Tehlike Altındaki 7
Kültür Varlığı’ programı, Avrupa Yatırım Bankası
Enstitüsü’nün kurucu ortaklığı ve Avrupa Konseyi
Kalkınma Bankası’nın bağlı ortaklığı ile Europa
Nostra tarafından Ocak 2013’te başlatıldı. Program,
ABD Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Örgütü’nün (US
National Trust for Historic Preservation) yürüttüğü
bir projeden ilham alınarak oluşturuldu. ‘Büyük
Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’ programı
finansman sağlama amacını taşımamakta. Europa
Nostra’nın ‘Mainstreaming Heritage’ adlı 3 yıllık Ağ
Oluşturma Projesinin parçası olan ‘Büyük Tehlike
Altındaki 7 Kültür Varlığı’ programı, Avrupa
Birliği’nin Yaratıcı Avrupa (Creative Europe)
programı tarafından destekleniyor.
2016 Yılı ‘Büyük Tehlike
altındaki 7 Kültür Varlığı’ programı için kısa
listeye giren Avrupa’daki 14 kültürel miras alanı
Hasankeyf antik
kenti ve çevresi, TÜRKİYE
12.000 yıllık Hasankeyf
yerleşimi Türkiye’nin güneydoğusunda Fırat Nehri’nin
kıyısında yer almaktadır. Neolitik mağaralardan Roma
kalıntılarına ve Orta Çağ anıtlarına kadar pek çok
esere ev sahipliği yapan Hasankeyf eşi bulunmaz bir
müzedir. Ilısu Hidroelektrik Santrali projesinin
planlandığı gibi uygulanması durumunda, Hasankeyf’in
%80’i barındırdığı inanılmaz zengin, çok kültürlü
tarihi değere ve mirasa karşın sular altında
kalacaktır. Buna rağmen antik kentteki eserlerin
taşınması ve korunması için uluslararası ölçekte
onaylanmış bir plan bulunmamaktadır. Acil olarak
yapılması gereken ilk iş koruma ile sürdürülebilir
kalkınma arasındaki dengeyi gözeten bağımsız bir
stratejik planın oluşturulmasıdır. Hasankeyf,
yürüttüğü kampanya ulusal ve uluslararası pek çok
kuruluş tarafından destek gören Kültür Bilincini
Geliştirme Vakfı tarafından 2016 yılı ‘Büyük Tehlike
Altındaki 7 Kültür Varlığı’ programına aday
gösterilmiştir.
Ererouyk Arkeolojik
Sit Alanı ve Ani Pemza Köyü, ERMENİSTAN
Türkiye-Ermenistan sınırı
yakınındaki kayalık bir düzlükte bulunan Ererouyk
bir zamanlar bölgenin en önemli ibadet merkezleri
arasındaydı. Geride bıraktığımız 20 yıl içinde bazı
restorasyon çalışmaları yapılmış olsa da 6.
yüzyıldan kalma bu bazilika halen büyük risk
altındadır. Bazilikanın çevresindeki arkeolojik sit
alanı ise henüz üzerinde kapsamlı bir çalışma
yapılamadan yok olup gitme tehlikesiyle karşı
karşıyadır. Alanı 2016 yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki
7 Kültür Varlığı’ programına aday gösteren
İtalya’daki Ermeni Kültürünü Araştırma ve Belgeleme
Merkezi (Centre of Studies and Documentation of
Armenian Culture - CSDCA), bu kültürel miras
alanının araştırılması ve onarılması için
disiplinlerarası bir proje yapılmasını ve Arpaçay
Nehri boyunca bir arkeolojik park oluşturulmasını
önermektedir. 1926’da inşa edilen ve bazilikadan
birkaç yüz metre uzaklıkta bulunan Ani Pemza Köyü,
bir kültür turizmi merkezi olarak işlev yaparak
bölgedeki sosyoekonomik canlanmaya katkıda
bulunabilir.
Brüksel’deki Adalet
Sarayı, BELÇİKA
Belçika’nın yüksek
mahkemelerine ev sahipliği yapan Adalet Sarayı 19.
yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da inşa edilmiş en
büyük yapıdır. Belçikalı mimar Joseph Poelaert
tarafından tasarlanan ve eklektik bir mimari tarza
sahip olan bu yapı dönemin en ileri endüstriyel
demir teknolojileri kullanılarak inşa edilmiştir.
Üstün mimari, tarihi ve kamusal değerine rağmen
yapıya hak ettiği değer verilmemiştir. 30 yıl kadar
önce binanın ön cephesine ve galerisine kurulan
iskele zaman içinde paslanmış ve kullanılamaz hale
gelmiştir. Saray büyük oranda boştur ve adli
faaliyetler için bitişik binalardan ofisler
kiralanmaktadır. Saray, Taşınmaz Kültür Varlıkları
(Patrimoine Culturel Immobilier) tarafından 2016
yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’
programına aday gösterilmiştir. 2016 Dünya Anıtlar
Takip Listesi’nde de yer alan yapının onarılması
için geniş kapsamlı ulusal ve uluslararası teknik
bilgi ve destek gerekmektedir.
Tallinn’deki Patarei
Hisarı, ESTONYA
1840’ta inşa edilen Patarei
Hisarı, Estonya’da klasik tarza sahip en büyük
savunma yapısıdır. Hisar, 1920 ile 2005 yılları
arasında siyasi mahkumların tutulduğu bir hapishane
olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise hem Komünist
rejime hem de Nazi rejimine karşı sergilenen
direnişi hatırlatan bir mekan ve güçlü bir
semboldür. Sert iklim şartları ve bakımsızlık
nedeniyle hızla yaşanan yıpranma yapının karşı
karşıya olduğu en büyük tehlikedir. Hisarın bazı
bölümleri güvenlik nedeniyle kapatılmıştır. 2016
yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’
programı için yapıyı aday gösteren Estonya Kültür
Varlıkları Derneği (Estonian Heritage Society) bu
büyük yapının yenilenmesini ve bir müze kompleksi,
yaratıcı sektörler tarafından kullanılan bir merkez,
otel veya ofis ve konut olarak yeniden
kullanılmasını önermektedir. Patarei, Tallinn Deniz
Uçağı Limanı (2013’te AB Kültürel Miras Ödülü/Europa
Nostra Ödülü kapsamında Büyük Ödüle layık
görülmüştür), Tallinn Tarihi Kent Merkezi ve
Helsinki’deki Suomenlinna Hisarı ile birlikte Baltık
Denizi Bölgesi’nde çok sayıda turistin ilgisini
çeken bir adres olma potansiyelini taşımaktadır.
Helsinki-Malmi
Havalimanı, FİNLANDİYA
1930’lu yılların ortasında
işlevselci mimari anlayışıyla inşa edilen
Helsinki-Malmi Havalimanı, dünyada 2. Dünya Savaşı
öncesinde inşa edilen ve halen kullanımda olan iyi
korunmuş uluslararası havalimanları arasında yer
almaktadır. Yılda yaklaşık 40.000 uçağın iniş
yaptığı havalimanı Helsinki‐Vantaa Uluslararası
Havalimanı’nın ardından Finlandiya’nın en yoğun
havalimanıdır. Düzenli bakım yapılması sayesinde
terminal ve hangar yıllar geçmesine rağmen çok iyi
durumdadır. Ancak havalimanı yeni bir imar projesi
nedeniyle tehlike altındadır. Helsinki
Belediyesi’nin Yeni İmar Planı kapsamında 2020’li
yılların başında alanda yeni konut bölgelerinin inşa
edilmesi öngörülmektedir. Europa Nostra Finlandiya
tarafından desteklenen Malmi Havalimanını Yaşatma
Derneği (Friends of Malmi Airport - FoMA)
havalimanını 2016 yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki 7
Kültür Varlığı’ programına aday göstermiştir ve
havalimanının ticari bir liman olarak kullanılmaya
devam etmesini veya başka bir kullanım verilerek
korunmasını önermektedir.
Normandiya bölgesi
Dieppe’deki Colbert Döner Köprüsü, FRANSA
Eyfel Kulesi’yle aynı
dönemde aynı yapı yöntemleri ve malzemeleri (demir)
kullanılarak inşa edilen Colbert Köprüsü Avrupa’da
halen orijinal hidrolik mekanizmasıyla kullanılmakta
olan son büyük döner köprüdür. Köprüden her gün
12.000 araç ve 1.800 yaya geçmektedir. 2014’te,
köprünün sahibi olan Dieppe Köprü Ortaklığı Birliği
(Syndicat Mixte du Port de Dieppe - SMPD), 1889’da
inşa edilen köprünün yerine yeni bir yapı
yapılmasına karar vermiştir. Buna karşılık,
Dieppe'deki Colbert Köprüsü Koruma Komisyonu
(Colbert Bridge Protection Committee) köprünün
restore edilmesinin teknik ve ekonomik olarak mümkün
olduğunu ortaya koymanın yanı sıra bu restorasyon
çalışmasının SMPD tarafından önerilen plandan çok
daha az maliyetle gerçekleştirilebileceğini
göstermiştir. Köprüyü 2016 yılı ‘Büyük Tehlike
Altındaki 7 Kültür Varlığı’ programına aday gösteren
Kültür Varlıkları Derneği (Fondation du Patrimoine),
köprünün restore edilmesini ve dönme mekanizmasının
modern hale getirilmesini önermektedir.
Mecklenburg-Vorpommern eyaleti Divitz’deki şato,
ALMANYA
Schloss Divitz, Almanya’nın
kuzeyinde bulunan hendekle korunan tarihi bir
şatodur. Şatonun günümüze kalan en eski kısımları
15. yüzyılda inşa edilmiştir ve yapının mevcut
görünümü 1785’ten 1850’ye dek süren restorasyonlar
sonucu ortaya çıkmıştır. 12 hektarlık bahçe 19.
yüzyıl peyzaj mimarisini temsil eden bir örnektir.
Yıllarca bakımsız kalan yapı oldukça kötü
durumdadır. Almanya Federal Hükümeti Kültür ve Basın
Komisyonu (Federal Government Commissioner for
Culture and the Media - BKM) tarafından yaptırılan
kavramsal bir çalışmaya göre Divitz’deki Şato ulusal
ölçekte önem taşıyan bir anıt eserin sahip olması
gereken tüm karakteristiklere sahiptir ve bu nedenle
en kısa sürede yenilenmesi gereklidir. Çalışmada
alanın restore edilmesi ve içinde bir müze, otel ve
yazlık tiyatro barındıran “günübirlik gezi amaçlı
bir şato” olarak kullanılması önerilmektedir. Şato,
Europa Nostra Almanya tarafından programa aday
gösterilmiştir.
Sakız Adası’ndaki
Kampos bölgesi, YUNANİSTAN
Sakız Adası’nda bulunan
Kampos bölgesi kentin sınırları içinde yer alan ve
Bizans, Genova ve yerel mimari tarzlarının ve
bunların etkilerinin bir arada görüldüğü yarı kırsal
bir alandır. Bölge, üzerinde bostanların (tipik
tarımsal kültürel ekosistemler), malikanelerin ve
kiliselerin bulunduğu 200 arsadan oluşmaktadır.
Mevcut kent dokusunu 14-18. yüzyıllardan kalma
yapıların yanı sıra 20. yüzyılın başında inşa
edilmiş neoklasik yapılar oluşturmaktadır. Alan,
arsa sahiplerinin gerekli bakımı yapacak kaynaklara
sahip olmaması ve 2008’de hazırlanan Sakız Adası
Kent Planı ile önerilen uyumsuz kullanımlar ve
hükümler nedeniyle ciddi tehdit altındadır. Elliniki
Etairia ‐ Doğal ve Kültürel Miras Derneği (Elliniki
Etairia ‐ Society for the Environment and Cultural
Heritage) ve Sakız Adası Kampos Bölgesi’ni Yaşatma
Derneği (The Society of Friends of the Kampos of
Chios) ortak bir şekilde Kampos bölgesini 2016 yılı
‘Büyük Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’
programına aday göstermiş ve alanın korunması ve
daha iyi bir duruma getirilmesi için bir takım
önerilerde bulunmuştur.
Venedik Lagünü,
İTALYA
550 km²’lik bir alanı
kaplayan Venedik Lagünü Avrupa’daki en ünlü lagündür
ve Akdeniz’deki ekosistemler arası geçiş
bölgelerinin en önemlilerinden biridir. Lagün
çeşitli AB mevzuatı ve ulusal yasalar ile
korunmaktadır ve 1987’de Venedik kentiyle birlikte
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Tüm
bunlara rağmen, özellikle büyük konteynerler ve
kruvaziyer gemileri nedeniyle artan trafik
yoğunluğu, kanal diplerinin daha derin hale gelecek
şekilde temizlenmesi, deniz yatağında ve tuzlu
bataklıklarda görülen erozyon, kirlilik ve
endüstriyel balıkçılık gibi faktörler lagünün
karşısındaki en büyük riskler arasındadır. Bu
faktörler, lagünün bütünlüğünü ve varlığını
tehlikeye atarak tarihi Venedik kentini de büyük bir
riskle karşı karşıya bırakmaktadır. Venedik Lagünü,
lagünün gerektiği gibi korunması için kısa ve uzun
vadeli bir dizi önlem alınmasını öneren Italia
Nostra tarafından 2016 yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki
7 Kültür Varlığı’ programına aday gösterilmiştir.
Gelderland ilindeki
Rijswijk Şatosu, HOLLANDA
Groessen Köyü'nün yakınında
yer alan Rijswijk Şatosu 14. yüzyıldan kalma bir
malikanedir. 19. yüzyılda oldukça değiştirilmiş
olmasına rağmen kalın duvarlar, kule kalıntıları,
kemerli bodrum ve merdivenler gibi orijinal
özelliklerinden bazıları günümüze dek korunmuştur.
Şato 1966’da Ulusal Anıt Eser olarak
tescillenmiştir. Ancak son yıllarda koruma açısından
durumu oldukça kötüye gitmiştir. Hollanda Hükümeti,
2012’de şatonun bulunduğu alanın ortasından geçerek
bu kültürel miras alanını ortadan kaldıracak bir
otoyolun inşa edilmesinin planlandığını duyurmuştur.
Şatoyu ‘Büyük Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’
programına aday gösteren Bond Heemschut adlı kuruluş
otoyol güzergahının değiştirilmesi ve bu sayede
Rijswijk Şatosu’nun korunup onarılarak şatoya otoyol
projesiyle uyumlu bir kullanım verilmesi gerektiğini
savunmaktadır. Malikane eğlencelik faaliyetlere
yönelik bir tesis ve/veya küçük bir müze olarak
kullanılma potansiyeline sahiptir.
Oslo’daki Y Bloku
Hükümet Binaları Bölgesi, NORVEÇ
Bir araya gelerek bir bina
grubu oluşturan H Bloku (1958) ve Y Bloku (1969)
Norveçli mimar Erling Viksjø tarafından
tasarlanmıştır ve Norveç’teki modern mimari tarzı
yansıtan en önemli yapılardır. Yapıların inşasında
da eşsiz bir teknik kullanılmıştır. Y Bloku Pablo
Picasso tarafından yapılan duvar resimleriyle de
meşhurdur. Hükümet Binaları 22 Temmuz 2011
tarihindeki terörist saldırıda hedef alınan yerler
arasında yer almıştır. Mevcut alanda bir imar
projesi uygulamaya karar veren Norveç Hükümeti, Y
Bloku’nu yolun üzerinde konumlandığı ve güvenlik
açısından büyük bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle
yıkmaya karar vermiştir. Yapı, Hükümet Binaları
Bölgesi’nde güvenliğin artırılmasının mümkün
olduğunu ve böylece Y Bloku’nun korunabileceğini
savunan Norveç Tarihi Anıt Eserleri Koruma Derneği
(Fortidsminneforeningen), tarafından 2016 yılı
‘Büyük Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’
programına aday gösterilmiştir.
Lizbon yakınındaki
Valflores Sarayı ve Malikanesi, PORTEKİZ
Valflores Sarayı (1558)
Portekiz’deki 16. yüzyıl konut mimarisini yansıtan
başarılı bir örnektir ve Rönesans
karakteristiklerini taşıması nedeniyle bu dönemde
inşa edilen yapılar arasında ender rastlanan bir
yapıdır. 4,5 hektarlık bir alan üzerinde bulunan
saray, Tejo Nehri’nin ağzında yer alan Santa Iria de
Azoia kasabasına yakınlığıyla da dikkat çekmektedir.
Saray Kamu için Yararlı Bir Kültür Varlığı olarak
tescillenmiş olmasına rağmen bugün oldukça kötü
durumdadır. On adet kemerin çoğu ve güney cephede
bulunan sundurmadaki Toskana düzeni çökmüştür.
Tarihi bahçenin ve alanda bulunan su kemerinin de
acilen onarılması gerekmektedir. Saray ve malikane
Ulusal Kültür Merkezi (Centro Nacional de Cultura)
tarafından 2016 yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki 7
Kültür Varlığı’ programına aday gösterilmiştir. Bu
kültür mirası restore edilerek bir el sanatları
okulu ve küçük bir müze barındıran bir kültür
merkezi olarak işlevlendirilebilir ve böylece
sosyokültürel bir bütünlük sağlanmasının yanı sıra
sarayın bölgedeki kentsel gelişme kapsamında
konumlandırılması da başarılabilir.
Ekstremadura’daki
Padovalı Aziz Antuan Manastırı, İSPANYA
Garrovillas de Alconétar
Köyü yakınında bulunan Padovalı Aziz Antuan
Fransiskan Manastırı yüzyıllar boyunca Batı
İspanya’nın dini ve kültürel merkezi olarak işlev
görmüştür. 15. yüzyılın sonunda inşa edilen ve 17.
yüzyılın ortalarında büyük onarımlar geçirerek
genişletilen manastırın bünyesinde Gotik bir kilise
ve bir Rönesans manastırı bulunmaktadır. Manastır,
1991’de Kültürel Miras Varlığı olarak tescillenmiş
olmasına karşın günümüzde üzüntü verici durumdadır.
Manastır, deneyimli uzmanlar tarafından yürütülen ve
gönüllü çalışmalara dayanan bir acil müdahale planı
ortaya koyan Hispania Nostra tarafından 2016 yılı
‘Büyük Tehlike Altındaki 7 Kültür Varlığı’
programına aday gösterilmiştir. Hispania Nostra
tarafından önerilen plan kapsamında, manastırı
programa aday gösteren kuruluş farklı kademelerdeki
kamu kurumlarının anıt eserin restore edilmesi için
harekete geçirmeye ek olarak ülke genelinde benzer
durumdaki eserler için bir örnek teşkil etmeyi
hedeflemektedir.
İskoçya Edinburgh
yakınlarındaki Mavisbank Evi, BİRLEŞİK KRALLIK
İskoç mimar William Adam ve evin sahibi Penicuik
Sörü John Clerk tarafından tasarlanan Mavisbank
(1726), İskoçya’daki erken dönem 18. yüzyıl
mimarisinin en önemli örnekleri arasında yer
almaktadır. Sıradışı güzellikte bir görüntü
oluşturan bir merkez blokuna ve iki yan kanada sahip
olan yapı, esasen Palladyanizm akımı Kuzey Avrupa
koşullarına göre uyarlanarak inşa edilen bir
villadır. Taşıdığı tarihi ve mimari öneme rağmen,
Mavisbank Evi uzun süredir bakım görmemiştir ve
yıkılma riskiyle karşı karşıyadır. Yapının Mavisbank
Trust tarafından 2016 yılı ‘Büyük Tehlike Altındaki
7 Kültürel Varlık’ programına aday gösterilmesiyle
birlikte ilgili yetkililerin mülkiyet ve erişim
konusundaki zorlu sorunları çözmeye odaklanacakları
ve kuruluşun binayı halka hizmet veren bir tesis
olarak restore etmek üzere ekonomik açıdan
uygulanabilir bir çözüm bulmaya yönelik
çalışmalarına devam edebileceği umut edilmektedir.
Yapı, 10.11.2015
|
GOYA'DAN İNSANLIĞIN HALLERİ

İspanyol sanatçı Francisco de Goya (1746-1828) kral
ailesinin ve İspanya sosyetesinin ressamı olarak ün
salmasının yanı sıra bir baskı altındaydı.
Avrupa Hıristiyan dünyasını büyük bir sıkıntıya
sokan Engizisyon uygulamaları onu da etkilemişti. Bu
zorlu zamanların büyük bir tanığı olarak kendi
sanatını icra ederken, dönemin toplumsal olaylarını
eleştirel bir bakış açısıyla ele almayı da ihmal
etmemişti. Cesur tekniğiyle 19. yüzyıl Avrupa resim
sanatının öncülerinden olan Goya'nın geride
bıraktığı 150 portre var. Bunların pek çoğu çeşitli
koleksiyonlar ve müzelerde yer alırken,
İngiltere'nin başkenti Londra Ulusal Galeri'de
açılan ‘Goya Portreleri' adlı sergi bir arada pek de
görülemeyecek 70 portreyi dünyanın dört bir yanından
derlemiş.
Mütevazı bir ailede doğan Goya erken yaşlarda
resim eğitimi alır. Genç yaşta ürettiği portreler,
gravürler ve duvar resimleriyle bu benzersiz
yeteneği onu saray ressamı olmaya götürür. 40'lı
yaşlarında geçirdiği ağır ateşli hastalıkların
sonucu olarak sağır kalan Goya, zorlu bir dönem
geçirir ve bu onun sanatını etkiler. “Resimde
kural yoktur.” diyen Goya, sanatçının, üretiminde
özgür olması gerektiğini sık sık dile getirmişti.
Goya, portelerini yaptığı isimlerin sadece fiziksel
görünüşlerine değil onların ruh hallerini de oldukça
iyi çözebilen ve resim dilinde bunu dile getiren bir
ressam. İnsanın iç dünyasına yönelik bu gözlemleri
ve bunu eserlerinde göstermeye çalışmasıyla ‘filozof
ressam' olarak anılır.
Dehşet
uyandıran sanatçı
The Duchess of Alba (Alba Düşesi) adlı portresi,
Avrupa sanat tarihinin en önemli eserlerinden.
Goya'nın İspanya Krallığı'nın en zengin ve güçlü
ailesine mensup Alba Düşesi María del Pilar de
Silva'yı resmettiği eser, sanatçının güçlü bir figür
olan düşes ile yakın dostluğunun meyvesidir. Oldukça
dramatik olan bu portrede düşes, yeri işaret eden
parmağıyla, kuma yazılmış “Solo Goya” (Bir Tek Goya)
adlı yazıyı gösterir. Yalnızca Goya'nın onu
resmedecek kadar usta olduğunu anlatan bu yazı
resmin önemli bir parçasıdır.
Sergide, Goya'nın Kraliyet ailesine mensup
isimleri resmettiği tabloların yanı sıra dönemin
şairleri, ressamları ve mimarları da var. Başı
ellerinde politikacı Gaspar Melchor de Jovellanos;
parlak bir sofada oturan oyuncu Antonia Zárate;
Altamira'nın Kont ve Kontes'lerinin kırmızılar
içindeki oğulları gibi pek çok isim dikkat çekiyor.
Küratör Xavier Bray'ın tespitiyle Goya'nın hayran
olduğu ya da nefret ettiği kişiler portrelerdeki
ışıklandırmadan kolayca anlaşılıyor. Sanatçının
kendi portrelerinin de olduğu bölümde giydiği elbise
her ne kadar üstüne küçük gelse de resimdeki güçlü
ve özgür bir dil kendini gösteriyor. Goya'nın
doktorun kolları arasındaki güçsüz ve hasta halini
gösteren portrenin ise sarsıcı ve huzursuz edici bir
tarafı var. Goya, tüm bu ‘yüksek' bağlantılarına
rağmen servet ve gücün karşısında esir olmaz ve
yetmiş yaşına geldiğinde hala maddi sıkıntılarla baş
eden biriydi. Sansür yine ülkeyi kuşatmış ve
Engizisyon yeniden kurulmuştu, Goya bu yüzden zorlu
zamanlar yaşadı.
Goya, kendisinden sonra gelen Manet, Picasso ve
Bacon gibi pek çok sanatçıyı etkiledi. Charles
Baudelaire'in deyişiyle Goya “her zaman büyük bir
sanatçı, sık sık da dehşet uyandıran bir
sanatçıdır”. Kronolojik olarak yerleştirilen
portreler boyunca Baudelaire'in bu tespitini görmek
mümkün. Unutulmayan portrelerin yer aldığı sergi, 10
Ocak 2016'ya kadar gezilebilir.
Zaman, Haber:
Musa İğrek, 10.12.2015
|
OPRAMOAS ANITI'NDA RESTORASYON SÜRÜYOR

Kumluca'daki Rhodiapolis
antik kentinde bulunan ve dünyanın en hayırsever
insanı olarak bilinen Opramoas'ın anıtında yapılan
restorasyon çalışmalarında büyük aşama kaydedildi.
Geçen mart ayında
Rhodiapolis antik kentinde başlanan tiyatro ve
stoanın (sütunlu galeri) restorasyon çalışmasının
ardından, Opramoas Anıtı'nda da restorasyon
çalışmalarına başlandı. Antik kenti ziyaret eden
Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya,
restorasyon çalışmaları hakkında bilgi aldı.
Rhodiapolis antik kentinin
2000 yılında meydana gelen yangından sonra ortaya
çıktığı ve 2006 yılında Akdeniz Üniversitesi
tarafından kazı çalışmalarına başlandığını söyleyen
Başkan Çetinkaya, aradan geçen süre içerisinde antik
kentin büyük bölümünün gün yüzüne çıkartıldığını
vurguladı.
Geçen yıl antik kentte
restorasyon çalışması yapılması için ihale
gerçekleştirildiğini kaydeden Başkan Çetinkaya,
şöyle dedi:
"Restorasyon çalışmasının
ödeneği Antalya Valiliği Yatırım İzleme ve
Koordinasyon Başkanlığı tarafından karşılandı.
Kumluca Belediyesi olarak biz de ihalesini
gerçekleştirdik. İhale şartnamesi gereği buradaki iş
400 günde tamamlanacaktı, ancak yüklenici firma bunu
biraz daha öne çekti.
Şu anda antik kentin en
önemli ismi ve dünyadaki bilinen en hayırsever insan
olan Opramoas'ın anıtında restorasyon sürüyor.
Restorasyonu tamamlandığında, Rhodiapolis Antik
Kenti şehirle de bütünleşmiş olacak. Antik kentin
hem tarih, hem de sosyal hayata yapacağı katkı
Kumluca'ya artı değerdir."
Rhodiapolis antik kentinin
restorasyonunu üstlenen firmanın şantiye şefi Bülent
Adede de restorasyon çalışmalarında öncelikle amfi
tiyatronun zarar gören bölümlerini ve tiyatro
sahnesini aslına uygun olarak restore ettiklerini,
daha sonra da kentin stoası ve Opramoas Anıtı'nın
restoresine başladıklarını söyledi. Çalışmaları
ihale süresinden önce tamamlamak için çalıştıklarını
anlatan Adede, çalışmalar tamamlandığında antik
kentin tarih, kültür ve turizm anlamında ilçeye
büyük katkısı olacağı görüşünü aktardı.
Kemer
Gözcü, 10.12.2015
|
MEVLANA'NIN ANNESİ ONA SELAM GÖTÜRECEK
ZİYARETÇİLERİ BEKLİYOR

Karaman'da 1370 yılında
Karamanoğlu beylerinden Alaaddin Bey tarafından
Mevlana Celaleddin Rumi'nin ailesinin konaklaması
için yaptırılan, annesi Mümine Hatun, kardeşi
Alaaddin Çelebi ile yakınlarına ait sandukaların
bulunduğu tarihi Aktekke Camisi ziyaretçilerini
bekliyor.
"Mader-i Mevlana"
(Mevlana'nın annesi) olarak da bilinen
Aktekke Camii, Karamanlıların yanı sıra
kenti ziyarete gelen yerli ve yabancı
turistlerin en çok ilgi gösterdikleri
mekanlar arasında.
Kesme taştan
yapılan, merkezi tek kubbesi ve yüksek
minaresi ile Karamanoğlu mimarisinin en
seçkin eserlerinden olan cami, birkaç kez
aslına uygun olarak restore edilmiş. 2 katlı
olan ve üst katında kadınların ibadet
edebildiği camiyi, ilginç ve önemli kılan
detay ise Mevlana'nın annesi, kardeşi ve
birçok akrabasının sandukalarının burada
bulunması. Caminin avlusunda da birçok
Mevlevi'nin mezarı bulunuyor.
- Mevlana'ya
verilen değerin göstergesi
Karaman Belediye
Başkanı Ertuğrul Çalışkan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Mevlana'nın Belh'ten
Karaman'a gelmek için yola çıktıklarını, bu
kente yerleşmelerinin tesadüf olmadığını
söyledi.
Mevlana'nın bu uzun
yolculukta birçok ülke ve şehir
geçtiğini ifade eden Çalışkan, "Birçok
davetler aldılar. Fakat hiçbirini kabul
etmediler. Karamanoğlu Beyi Alaaddin Bey'in
daveti üzerine buraya geldiler. Çünkü
Karaman binlerce yıldır çok önemli bir
kenttir. İlim ve irfan merkezidir. Bu bina
da Mevlana ve ailesinin Karaman'da
konaklamaları ve ilimlerini çevreye
yayabilmeleri için yapıldı. Binanın
yapılması bile o dönemde Karaman'ın
Mevlana'ya verdiği değerin
bir göstergesidir" diye konuştu.
- "Gözünün
nuru annesini bize emanet etmiştir"
Çalışkan, gençlik
yıllarını Karaman'da geçiren Mevlana'nın
eğitimini de burada tamamladığını
vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Mevlana
Karaman'da 7 yıl kalmış, bu süre içerisinde
sevginin, hoşgörünün pekişmesine, bütün
Anadolu'ya yayılmasında önderlik
etmiştir. Mevlana, 7 yılın sonunda Selçuklu
Sultanı'nın daveti sonucunda Konya'ya göç
etmiştir. Fakat kendisi için çok önemli
değerlerini, gözünün nuru annesini ve
ağabeyini bize emanet etmiştir. Attekke
Camisi'ndeki bu emanetler şehrimiz için çok
önemlidir. Bugünlerde başka ülkelerden ve
ülkemizin değişik yerlerinden binlerce
ziyaretçi Konya'ya gelmektedir. Şunun net
şekilde altını çizmek lazım. Mevlana
Hazretleri için en güzel
ziyaretçiler, annesinden de selam getiren
ziyaretçilerdir. Karaman'a gelip, kenti
gezen, Mevlana'nın yakınlarının mezarlarını
ziyaret edenlerin, onlardan aldıkları selamı
Konya'ya götürmeleri daha anlamlı
olacaktır."
Karaman halkının
yüzyıllar önce Mevlana'nın kente
geldiğinde duyduğu heyecanı hala
yaşadıklarının altını çizen Çalışkan, "Biz
emanetlerimize yüzyıllardır sahip çıktık,
çıkmaya da devam ediyoruz. Her yıl mayıs
ayında düzenlediğimiz etkinliklerle
Mevlana'yı temsili olarak Konya'ya
uğurluyoruz. Mevlana'nın Vuslat Yıl Dönümü
Uluslararası Anma Törenleri'ni Karaman'dan
başlatıyoruz. Tüm Mevlana dostlarını
Karaman'a bekliyoruz. Karaman, Mevlana'dan
aldığı sevgi ve hoşgörüyle en iyi şekilde
onları ağırlayacaktır" ifadelerini kullandı.
Konya Hakimiyet,
10.12.2015
|
ALTINBEŞİK MAĞARASI'NDA YENİ KEŞİFLER
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli
Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü, Çek
Cumhuriyeti'niden bir mağara dalış ekibinin 2012
yılından bu yana sürdürdüğü keşif çalışmalarında
Antalya'da Manavgat Vadisi içinde bulunan Altınbeşik
mağarasının içinde yeni galeriler keşfedildi.

Altınbeşik Mağarası Milli Parkı’nın ana kaynak
değerini oluşturan mağara Antalya’nın İbradi
İlçesi'ne 7 km uzaklıktaki Ürünlü Köyü’nün yaklaşık 5
km güneydoğusunda, derin ve sarp Manavgat Vadisi’nin
batı yamacında yer alıyor.
DKMP Genel Müdürlüğü, Çek Cumhuriyeti’nden bir
mağara dalış ekibi ile birlikte 2012 yılından bu
tarafa mağarada araştırma ve haritalandırma işlerini
yürütüyordu. Bu çalışmalar neticesinde Altınbeşik
mağarasında yeni galeriler tespit edildi ve
haritalaması yapıldı.
Mağaraya Yeraltı Gölü Üzerinden Botla Giriliyor
Çok katlı bir mağara olan Altınbeşik Mağarası’nın
uzunluğu yaklaşık 1600 metreyi buluyor. Mağaraya 125
metre uzunluğundaki bir yeraltı gölü üzerinden botla
giriliyor. Gölün bitiminden sonra 44 metrelik dikey
bir traverten oluşumu üzerinden ikinci kata
çıkılıyor. Mağaranın ikinci katında yaklaşık 1 km
uzunluğa sahip birbiriyle bağlantılı 5 yeraltı gölü
bulunuyor.
Ziyaretçiler Yöre Halkının Ekonomik Kalkınmasına
Katkı Sağlıyor
Bu mağarada olduğu gibi ülkemizin
tabi zenginliklerinden olan diğer mağaralarda da
çalışmalarını sürdürdüklerini ifade eden Orman ve Su
İşleri Bakanı Prof.Dr. Veysel Eroğlu ise “Bunun
gibi mağaralar ülke turizmimiz açısından oldukça
önemli. Mağaraya gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler
botlarla mağara içerisinde gezerek Altınbeşik Milli
Parkı’nın gizemli dünyasını keşfe çıkabiliyorlar.
Ayrıca bu mağaraya gelen ziyaretçiler yöre halkının
ekonomik kalkınmasına önemli ölçüde katkı sağlıyor.
Yörede ev pansiyonculuğu ve yöresel lezzetlerin
tattırıldığı mekanların sayısı da giderek artıyor”
değerlendirmesinde bulundu.
Yatay ve kısmen aktif bir mağara sistemi olan
Altınbeşik Mağarası’nın adını üst kısımda yer alan
Altınbeşik Tepesi’nden aldığını belirten Prof.Dr.
Veysel Eroğlu “Torosların bu bölgesi hem jeolojik
hem de jeomorfolojik yönden çok karışık bir yapıya
sahip bulunuyor. Altınbeşik Mağarası adeta
Denizli’de bulunan Pamukkale travertenlerinin
yeraltında meydana gelmiş çok büyük çapta ki bir
benzeri konumunda bulunuyor” diye konuştu.
Radikal, 09.12.2015
|
8500 YILLIK TARİH YENİDEN HAYAT BULUYOR

Ege Üniversitesi (EÜ) 6. Uluslararası EgeArt Sanat
Günleri kapsamında Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi'nde başlayan "Geçmişin İzinde Ege
Üniversitesi Arkeoloji Kazı Fotoğrafları Sergisi"
ile tarihe ve kültüre ışık tutuyor.
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi; Kazı Evi, Neolitik Köy ile birlikte
kafeterya, sergi salonları, konferans salonu ve
aktivite alanlarından oluşuyor. Kazı alanları yanına
inşa edilen binada, kentin tarih öncesi döneminin
farklı bir anlayışla sergilendiğini belirten Kazı
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin projenin
Türkiye'nin yaşayan tek aktif arkeolojik alanına
sahip olduğunu dile getirdi. Höyüğün 8500 yıllık
tarihiyle İzmir'in en eski yerleşim alanı olduğunu
kaydeden Yrd. Doç.Dr. Derin, "Anaokulundan
ilköğretime, ilköğretimden üniversitelere kadar
yayılan bir arkeolojik öğrenim sürecini burada
görmek mümkün" dedi.
2003 yılında buldukları
arkeolojik alanı 2005 yılında Bornova Belediyesi'nin
katkılarıyla kazmaya başladıklarını açıklayan Yrd.
Doç.Dr. Derin, "Sergide Batı Anadolu'dan, Doğu
Anadolu'ya kadar olan çalışmalar yer almakta.
Bunların bir kısmı klasik diyebileceğimiz Roma-
Hellenistik dönem ve öncesinden kalan yapıları ortaya
çıkaran çalışmalar, bir kısmı ise Bizans ve Osmanlı
dönemini kapsayan kazı çalışmalarıdır" dedi.
Yeni
Asır, 09.12.2015
|
KARS'TA BÜYÜK KEŞİF: TARİH ÖNCESİNDEN 14 RESİM!
Kars Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz,
Ani ören kenti yakınındaki Alem Köyü çevresinde kaya
resimleri bulduklarını, tescil için Müze
Müdürlüğü'ne başvurduklarını söyledi.

Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz,
Türkiye-Ermenistan sınırındaki Ani Ören kentine 11
kilometre uzaklıktaki Alem Köyü'nde kazıma tekniği
ile yapılmış, av sahnelerini betimleyen at, köpek,
dağ keçisi, geyik ve insanı anlatan 14 kaya resmi
bulduklarını bildirdi. Yaptıkları başvuru üzerine
Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, Müze
Müdürü Necmettin Alp ve Kültür Varlıkları Koruma
Kurul Müdürü Yasin Dursun'un Prehistorik döneme ait
kaya resimlerinin tescil işlemlerine başladıklarını
belirtti.

Bölgenin sit alanı ilan edilmesini istediklerine
dikkati çeken Akçayöz, Ani Ören Yeri ve çevresinin
2016 yılında UNESCO Dünya Mirası asıl listesine
girmesini umut ettiklerini vurguladı. Derneğin 15
yıldır Kars'ın kültürüne ve sanatına destek
verdiğine işaret eden Başkan Vedat Akçayöz, şöyle
konuştu:
“2016 yılı Ani, Kars ve Türkiye’nin turizm
geleceği için çok önemli bir yıl olacaktır. Alem
Köyü kaya resimleri, kültür ve turizm açısında
araştırılmamış, insanlığın malı olan, 15 kaya
resminden oluşmaktadır. Bu buluşun önemi, Ani
çevresinin bilinen Prehistorik tarihinin binlerce
yıl daha eski olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu neden
ile Alem Köyü kaya resimlerinin çevresinde bulunan,
yaşam mağaraları, mezarlıklar ve yerleşim yerleri
ile beraber tümünün SİT alanı olarak tescili için
Kars Müze Müdürlüğüne başvurduk. Alem Köyü
mezrasında bulunan Kaya Mezarlarına gidilerek tescil
işlemlerine başlandı. Kaya resimleri Ani
harabelerinin 2016 UNESCO Dünya Mirası asıl
listesine girmesinde önemli rol oynayacak."

Radikal, Haber: Bedir Altunok, 09.12.2015
|
HOLLANDA'DAN ÇALINAN TABLOLARIN UKRAYNA'DA OLDUĞU
İDDİA EDİLDİ
Hollanda’nın Amsterdam kentinin
banliyösü Hoorn’daki Westfries Müzesi’nden 10 yıl
önce çalınan Hollanda resminin altın çağına ait 24
tablonun Ukrayna’da satılmaya çalışıldığı ileri
sürüldü. Müzenin müdürü Ad Geerdink, “Ukrayna’da
aralarında üst düzey politikacıların da bulunduğu
sanat hırsızları tabloları elden çıkarmaya
çalışıyor” iddiasında bulundu. Geerdink’e göre
tabloları satmaya çalışan şebekede Ukrayna Gizli
Servisi elemanları, aşırı sağcı Svoboda Partisi
yetkilileri de bulunuyor. Geerdink, “Tablolar
satılırsa bir daha bulunamayacağından endişe
ediyoruz, yetkililerin alarma geçmesi gerekiyor”
diye konuştu. Müzeden çalınan eserler arasında Jan
van Goyen, Hendrick Bogaert, Floris van Schooten ve
Jacob Waben gibi ressamlara ait tablolar ile 70
kadar antika eser bulunuyordu.
Habertürk,
09.1.2015
|

|
DEFİNEYİ 60 LİRA YEVMİYEYLE ÇALIŞAN İŞÇİ BULDU
İzmir'in Tire İlçesi'ndeki tarihi hanın restorasyonu
sırasında bin 16 altın ve gümüş sikke bulup
yetkililere teslim eden işçi Mehmet Yazar'ın, 60
lira yevmiyle çalıştığı öğrenildi. 50 yaşındaki işçi
Yazar: "Biz her gün altın görüyoruz, içimiz altın,
bir altın bizi bozar mı? Bizimle dalga geçiyorlar,
'altınları niye verdiniz?' diye soruyorlar. Ben çok
iyi yaptım" "Benim kazandığım bana yetiyor".

Tire
İlçesi'ndeki tarihi Kutu Han'ın
restorasyonu sırasında 18. ve 19. yüzyıllara ait
toplam bin 16 altın ve gümüş sikkeyi bulup
yetkililere teslim eden işçinin, 60 lira yevmiyeyle
çalışan 50 yaşındaki Mehmet Yazar olduğu ortaya
çıktı.
Tire'de
define heyecanı, 15 Kasım günü Kutu Han'da kırık
bir çömlek bulunmasıyla başladı. Restorasyon
çalışmaları sırasında bir dükkanın duvarında bulunan
çömleğin içindeki 1700 ve 1800'lü yıllara ait
sikkelerin henüz tahmin edilemeyen değeri de tarihi
hanın 50'den fazla ortağı ile hanı 29 yıllığına
sahiplerinden kiralayan Tire Belediyesinde beklenti
oluşturdu.
Tire Müzesi'nde korumaya alınan define
karşılığında kimin hak sahibi olacağına ilişkin
görüş Kültür ve Turizm Bakanlığından beklenirken,
altınları bulan kişinin bir şirkette günlük 60 lira
yevmiyeyle çalıştığı ve defineyi "elini bile
sürmeden" yetkililere teslim ettiği belirlendi.
Belediyenin restorasyon işini ihaleyle alan
şirketin işçilerinden 2 çocuk babası 50 yaşındaki
Mehmet Yazar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gözü
tok olan insanın başkasının malına yan gözle
bakmayacağını söyledi.
Hanın restorasyonunda kazmayla çalıştığı sırada
önüne bir kaya düştüğünü, arkasında bir küp
gördüğünü anlatan Yazar, yetkililere
haber verdiğini, küpün içindeki altınların
sayıldığını ve teslim edildiğini vurguladı.

Olayı öğrenenlerden bazılarının kendisiyle ve o
an orada bulunan 3 işçi arkadaşıyla dalga geçtiğini
söyleyen Mehmet Yazar, şöyle konuştu:
"Biz her gün altın görüyoruz, içimiz altın, bir
altın bizi bozar mı? Bizimle dalga geçiyorlar,
'altınları niye verdiniz?' diye soruyorlar. Ben çok
iyi yaptım. Siz içerideki mistik kokuyu biliyor
musunuz, tarihi bilenler devletine sahip çıkarlar.
Gözü aç olan ise saldırır. Gelin bir gün bizimle
çalışın, ortamımızı görün. Herkesin gönlü zengin
olsun. Kişisel olarak değil ama arkadaşlarımla
beraber kaymakamlığa başvuracağız. Altını ben bulsam
da tek başıma ne yapacağım altını? Hepimiz aynı
parayı alacağız. Ben definecilere şaşırıyorum.
Devlet size hakkınızı zaten verir."
Devletin, altın değerinin karşılığı olarak
bulanlara yüzde 40-60 pay verdiğini duyduğunu da
söyleyen Yazar, "Biz burada aylığımızı alıyoruz
zaten. Altınlar devletimize kalsa, bize bir şey
verilmese bile olur. Benim kazandığım bana yetiyor"
diye konuştu.
Tire Kaymakamı Mehmet Demirezer de tarihi Kutu
Han'da bir süredir restorasyon çalışmasının
sürdüğünü ifade etti.
Kazı yapan ekibin bulduğu çömleğin içindeki
binden fazla sikkenin tespitinin yapıldığını ve
müzeye teslim edildiğini kaydeden Demirezer, Kültür
ve Turizm Bakanlığına da durumun rapor ile
iletildiğini belirtti.
Definenin maddi değerinin de bakanlık
uzmanlarınca yapılacağına dikkati çeken Demirezer,
şu bilgileri verdi:
"Belediye, hanın mirasçılarından çalışma yapmak
için izin almış. Hanın da 50'nin üzerinde gerçek
kişi olan mirasçısı var. Restorasyon işçiliği
belediye aracılığıyla yürütülüyor. Hanın da
sahipleri var. Son 6 padişah dönemine isabet eden bu
varlıklarda hak sahipliği iddia edilebiliyor.
Bulanlar bunlar üzerinde hak sahipliği iddia
edebiliyorlar. Daha önceki dönemlere aitse doğrudan
devletin kabul ediliyor. Sahiplik nasıl tespit
edilecek? Biz Müze Müdürlüğü ile bir sonuca
varamadık. Bakanlık gerekli tespiti yapacak diye
düşünüyoruz."
Mehmet Demirezer, kimsenin "taşı toprağı altın
Tire'de biz de kazı yapalım" diye düşünmemesi
gerektiğini, devletin kolluk güçleriyle ilçede
denetimlerini sürdürdüğünü dile getirdi.
- "Han sahiplerinin de girişimi var"
Tire Belediye Başkanı Tayfur
çiçek ise belediyenin hanı 29 yıllığına
kiraladığını belirterek, "Han sahiplerinin sahiplik
için girişimde bulunduğunu biliyoruz. Biz de yasa ve
yönetmelikler ne derse kabulleneceğiz" ifadelerini
kullandı.
Tire Müze Müdürlüğünün tespitine göre çömlek
içinde 502 adet 24 ayar Fransız altını, 288 Osmanlı
altını ve 226 Osmanlı gümüşünden oluşan sikke
bulunuyor.
Altın ve gümüş sikkelerinin, Osmanlı
padişahlarından 3. Mustafa, 1. Abdülhamid, 3. Selim,
2. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerine ait olduğu
biliniyor.
Milliyet, 09.12.2015
|
MACARİSTAN'DA
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN MEZARI BULUNDU
Zigetvar
seferi sırasında 72 yaşında ölen ve iç organları
çıkartılarak Zigetvar önünde gömülen Osmanlı
Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın kayıp mezarı
bulundu. Yillardir bir muamma olan mezar yeriyle
ilgili en kapsamlı çalışma, 2012'de TİKA (Türk
İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ve Pecs Üniversitesi
arasında başlatıldı ve sonuçları dün (Çarşamba)
kamuoyuna açıklandı.
Yapılan çalışmalarda tüm bilimsel yöntemler
seferber edildi. Türk ve Macar devlet arşivleri,
tapu kayıtları, seyyah notlarının yanı sıra Alman,
Fransız, Hırvat, Avusturya ve İtalyan arşivleri de
tarandı. ‘Türbek' adı verilen Sultan Süleyman
Türbesi ve Osmanlı kasabası, 16'ncı yüzyılda
yapılmış mimari çizimi ve son olarak bir hafta önce
toprak altında yapılan jeotermal taramada birebir
örtüştü.

Yapılan arkeolojik kazı ve bulguların ardından,
Türk ve Macar bilim adamlarının deyimiyle, Sultan
Süleyman'ın mezarı yüzde 99 oranında bulundu.
DÖRT ASIRLIK ÇİZİM VE JEOFİZİK TARAMA
EŞLEŞTİ
Budapeşte'te Türk ve Macar büyükelçileri, TİKA ve
Pecs Üniversitesi öğretim üyelerinin katılımıyla
düzenlenen basın toplantısında elde edilen sonuçlar
açıklandı. Çalışmaları yürüten ekibin başında
bulunan Pecs Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr.
Nobert Pap, araştırmalarına temel olarak 1689'da
Anguissola haritası ve mimari çizimlerine
dayanılarak Sultan Süleyman'ın türbesinin tahmini
yerini bulduklarını kaydetti. Pap, vliya Çelebi'nin
eserlerindeki detaylı tariflerin de kendilerine
yardımcı olduğunu söyledi. Doç. Pap,, "Kanuni Sultan
Süleyman'ın türbesini ve Osmanlı kasabasını ararken,
bazen bir polis, bazen bir dedektifi aratmayacak
şekilde çalıştık ve tüm teknolojik imkanları
kullandık" dedi.
İZ SÜRÜLDÜ
ODTÜ Prof Dr. Ali Uzay
Peker ise, arazinin son sahipleri olan Macar aile
ile kilise arasında çıkan arazi anlaşmazlığına dair
devlet kayıtlarının, türbenin yerinin
belirlenmesinde etkili olduğuna dikkat çekti. Peker,
"Macar bilim adamları, Alman ve Macar arşiv
kayıtlarından, türbenin bulunduğu Üzümlü Tepesi'nin
arazi kayıtlarına indi. Latince yazılan kayıtlarda
çok ilginç bir veriye ulaşıldı. 80 yaşındaki bir
tanığın arazi anlaşmazlığı yüzünden ifadesinin
alındığı, türbenin bulunduğu arazinin eskiden tekke
bulunan Osmanlı arazisi olduğunu, daha sonra bu
arazinin Cizvit papazlarına geçtiğini söyledi. 1738
tarihli başka bir belgede de arazide Türk
Tabyası'nın bulunduğundan bahsediyor. Yine 1747
tarihli başka bir belgede de Zigetvar Kilisesi'nin
topraklarından bahsediyordu" dedi.
MACARİSTAN'A TEŞEKKÜR
TİKA Balkanlar Bölge Başkanı Dr. Mahmut Çevik
"Sultanımızın iç organlarının gömülü olduğu palanga
bulunmuştur. Cami, türbe ve tekkelerin bulunduğu
palanga bulunmuştur. Türbe mi cami mi olduğunun
tespit edileceği bir kalıntı da ortaya çıkmıştır.
Macar devletine vermiş oldukları destekten dolayı
sonsuz teşekkürler ediyorum" dedi.
OSMANLI KASABASI DA ORTAYA ÇIKARTILDI
"Macarlar neden
Osmanlı sultanının mezarını arıyor" sorusuna yanıt
veren kazı başkanı Doç.Dr. Norbert Pap, olayın
Türkler için muhteşem bir sultanlarının mezar yerini
bulmak ama Macarlar içinse milli kahramanları Zriski
ve askerlerinin şerefli bir savunmayla hayatlarını
kaybetmesidir" dedi. Pap, buluntunun Macar
milliyetçiliği için de önemine dikkat çekti.
Doç.
Pap, buluntuların sadece Sultan Süleyman'a ait türbe
değil bir Osmanlı kasabasını da ortaya çıkardığını
belirterek "Artık söyleyebiliriz ki Macaristan'da
Osmanlı zamanında kalma yerleşim yeri vardır. Mezar
alanının, ‘Eşkıya çukuru' denilen yöntemle ve define
avcılarına karşı derine kazıldığını da gördük.
Mezar, Mekke'ye, yani Kıble'ye bakıyor ve sadece 1
derecelik bir yanılgı var" diye konuştu.
Habertürk,
Haber: Nihat Uludağ, 09.12.2015
******
"KANUNİ'NİN MEZARI
BULUNDU" AÇIKLAMASI TARTIŞMA YARATTI
Zigetvar Seferi sırasında,
1566 yılında Macaristan’da hayatını kaybeden Osmanlı
Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın (76) iç
organlarının Üzüm Tepesi’nde gömülü olduğunun
açıklanması tartışmaya neden oldu. TİKA (Türk
İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ve Pecs Üniversitesi
tarafından 2012 yılında başlatılan çalışma önceki
gün Macaristan’da düzenlenen basın toplantısıyla
açıklanmış, Türk ve Macar bilim adamları, Kanuni
Sultan Süleyman’ın yıllardır tartışma konusu olan iç
organlarının gömüldüğü ‘kayıp türbenin yerini
bulduklarını’ bildirmişti. TİKA yetkilileri,
kazıların tamamlanmasının ardından yapının aslına
uygun olarak yeniden inşa edileceğini belirtti.
HZ. SÜLEYMAN’IN
MÜHRÜ TÜRBEDEN ÇIKTI
Türk bilim adamı ekibinin
başında bulunan ODTÜ Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Uzay
Peker, Zigetvar’da tahrip olan türbede bulunan 6
köşeli yıldız motifinin çalışmalarını desteklediğini
ifade ederek, şöyle konuştu: “O motiflerin
Kanuni’nin İstanbul’daki türbesinde, cenazesini
taşıyan at arabasında yer alması ve bazı
minyatürlerde de sık sık görülmesi ilgi çekici bir
durum. 6 köşeli yıldız (iç içe geçmiş üçgen yıldız)
Barbaros Hayreddin Paşa’nın sancağında da bulunuyor.
6 köşeli yıldız aslında ‘Mühr-i Süleyman’dır. Başka
bir deyişle Hz. Süleyman’ın mührünü temsil ediyor.
Kanuni Sultan Süleyman da bu yıldızı çok
kullanmıştır.”
‘ŞÜPHELER ORTADAN
KALKTI’
Geçen yıl TİKA ile bölgede
inceleme yapan 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Feridun Mustafa Emecan da
“Bu bulguların çıkmasıyla şüpheler ortadan kalktı ve
Kanuni’nin türbesi netleşmiş oldu. Daha önce
türbenin aynı bölgede bulunan bir kilisede olduğu
biliniyordu. Orada yapılan kazılarda bir şey
çıkmadı. Kiliseye 2 kilometre uzaklıktaki Üzüm
Tepesi’ndeki kazılar sonucunda bulgulara rastlandı
ve şüpheler ortadan kalktı” değerlendirmesinde
bulundu.
‘Üzüm Tepe’de Kanuni Sultan
Süleyman’ın da kullandığı Hz. Süleyman’ın mührü
olarak bilinen ‘6 köşeli yıldız’ çıktığı açıklandı.
TTK BAŞKANI
DESTEKLEDİ
Türk Tarih Kurumu (TTK)
Başkanı Refik Turan, “Mehmet Zeki İbrahimgil ve
Hamza Keleş çalışmaları birlikte yürütüyorlar. Onlar
eminler. Onu takip edeceğiz. Açıklama yapan Macar
araştırmacıların belgelerine bakmak lazım ama biz
arkadaşlarımıza daha çok inanıyoruz. Arkadaşlarımız
arşivlere dayanarak söylüyorlar. Onların
belirttikleri kuvvetle muhtemel doğru. Bu konuda
Osmanlı arşivleri genelde güvenilen, zamanına göre
daha çağdaş belgeler” diye konuştu.
‘TÜRBE ZİGETVAR
KALESİ ’NİN İÇİNDE’
Diyanet İşleri Başkanlığı
adına mezarın yerinin bulunması için yürütülen
projeye koordinatörlük yapan Gazi Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil ise
“Bizim kaynaklarımız 2. Selim’in, bizzat belgelerine
dayanıyor. Bu belgeler, Kanuni’nin iç organlarının
bulunduğu mezarın Zigetvar Kalesi’nin içinde
olduğunu gösteriyor. Onların dediğiyse 13 kilometre
dışarıda. Kesinlikle Kanuni Türbesi orada değil”
dedi. Kayıp mezarla ilgili açıklamalara tepki
gösteren İbrahimgil, “Belgelerde tekke-türbe
birliktedir. Üçü de kale içerisinde. Onların dediği
yer otağın olduğu yerde. Belgelerdeyse otağın olduğu
yerde defnedilmediğine dair kesin bilgi var.
Elimizdeki belgeler ve jeofizik taraması tam aksini
söylüyor” diye konuştu.

‘YERİN TAM TESPİTİ
ZOR ’
İstanbul Ünversitesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Tarım Ertuğ ise
“Üzüm Bağları, arkeolojik çalışmalarının
yoğunlaştığı yerdi. Organların defnedildiği tahmin
edilen üç nokta vardı ve Üzüm Tepesi de o
noktalardan biriydi. Ancak otağın kurulduğu ve
organların defnedildiği yeri tam olarak tespit etmek
zor. Doğru bilgilere ulaşmak için biraz bekleyip
çıkarılan bulguların incelenmesi bize daha sağlıklı
bilgi verecektir.”
AFYONCU: BİR BİNA
BULMAKLA ‘DOĞRU YER’ DEMEK OLMAZ
Tarihçi ve yazar Prof.Dr. Erhan Afyoncu, Kanuni’nin
mezarının bulunduğunun söylenmesi için erken
olduğunu ifade etti. Afyoncu, “Kazı yapılan tepe
Osmanlı kaynaklarında bahsedilen konuma çok
benziyor. Bir mühür motifi bulmakla, bir bina
bulmakla ‘Burası doğru yer’ demek olmaz. Kanuni
Sultan Süleyman’ın türbesinin bulunduğu alanda cami,
türbe, kaleden oluşan bir kompleks bulunmalıdır.
Kazı çalışmaları çok önemli ve değerlidir.
Türkiye’de Osmanlı arkeolojisi alanı yoktur.
Yurtdışında bu tarz bir çalışma yapılması önemlidir.
Tahmin ediyorum ilkbaharın gelişiyle aramalar devam
edecek. Biz de gerçek cevaba o zaman ulaşacağız.
Şimdi her sonuç için çok erken” dedi.
Habertürk, Haber: Nihat
Erdoğan, 11.12.2015
|
TARİHİ BİNA BELEDİYEDE KALDI

Konak Belediyesi’nin uzun yıllardır semt merkezi
olarak kullandığı Basmane’deki tarihi binanın
akıbeti belli oldu. Tahsis süresi bittiği için
İzmir Aile ve Sosyal Politikalar İl
Müdürlüğü’nce belediyeden alınmak istenen
binayla ilgili dosyayı görüşen Danıştay, Konak
Belediyesi’ne devri yönünde karar verdi. Sonucu
belediye meclis toplantısında açıklayan Konak
Belediye Başkanı Sema Pekdaş, tarihi binayı
bedelini ödeyerek satın alacaklarını ve semt
merkezi olarak Konak halkına hizmet için
kullanmaya devam edeceklerini söyledi.
Konak Belediyesi’nin aralık ayı olağan
meclis toplantılarının ilk oturumu Belediye
Başkanı Sema Pekdaş yönetiminde
gerçekleştirildi. Büyükşehir Belediyesi Meclis
Salonu’nda düzenlenen toplantıda gündem
maddelerine geçilmeden önce söz alan Başkan
Pekdaş, 10 yıllık tahsis süresi sona erdiği için
İzmir Aile ve Sosyal Politikalar İl
Müdürlüğü’nce geri alınmak istenen Basmane Semt
Merkezi’nin içinde bulunduğu tarihi bina ile
ilgili Danıştay’ın verdiği kararı açıkladı.
SEMT MERKEZİ KALACAK
Restorasyonu Konak Belediyesi’nce yaptırılan
ve uzun yıllardır bölge halkına semt merkezi
olarak hizmet veren binanın mülkiyetini elinde
bulunduran İzmir Aile ve Sosyal Politikalar İl
Müdürlüğü’nün kendilerinden binayı
boşaltmalarını istediğini hatırlatan Başkan
Pekdaş, "Restorasyonu belediyemizce yaptırılan
ve 10 yıllığına tahsis edilen tarihi binanın
süresi bitince yeniden tahsisini istedik. Ancak
tüm çabalarımıza rağmen bir sonuç alamadık.
Binayı boşaltmamız istendi. Çabalarımız sonuçsuz
kalınca biz de Danıştay’a başvurduk. Konak
Belediyesi olarak binaya ihtiyacımızın daha
fazla olduğunu, burada halkla iç içe bir hizmeti
sürdürdüğümüzü söylemiştik. Danıştay’da görülen
bu dava geçen hafta lehimize bitti. Danıştay
Konak Belediyesi’nin ihtiyacının daha gerçek ve
samimi bir ihtiyaç olduğunu, belediye
çalışmalarının devam ettiğini belirterek bu
yerin Konak Belediyesi’ne ait olması gerektiğine
karar verdi" dedi.
HİZMET İÇİN
BEDEL ÖDENECEK
Danıştay kararına
rağmen Semt Merkezi olarak kullanılan tarihi
binayı bedelsiz değil, para ödeyerek satın
alacaklarını da belirten Pekdaş, "Maalesef biz
bu yeri satın alıyoruz. Bize tahsis edilmiş
yerin tahsisini uzatıp, kira ödememizin
engellenmesi üzerine gidilen bu dava yolunda biz
bedel ödeyerek bu yeri satın almak zorunda
kalıyoruz. Belediyemize, hizmet verebilmek adına
bedel ödemek sorumluluğu da getirilmiş oldu. Bu
anlamda da bir zararımız söz konusu ama biz bu
bedeli ödeyerek hizmet vermeyi sürdüreceğiz"
diye konuştu. Konak Belediyesi’nce satın
alınacak Basmane’deki tarihi bina için rayiç
bedel bir ay içinde Defterdarlık’a sunulacak. Bu
bedel kabul edilmezse bedel tespiti mahkeme ile
yapılacak.
SINIRLAR DEĞİŞMEYECEK
Meclis toplantısında ayrıca Bayraklı
Belediyesi ile yaşanan sınır itilafının sonucunu
da açıklayan Başkan Pekdaş, İçişleri
Bakanlığı’na yaptıkları itirazı da
kazandıklarını söyledi. Pekdaş, "Bayraklı
Belediye Meclisi’nin, İzmir Adliyesi’ni de içine
alan sınırın Ankara Asfaltı’na kadar
genişletilmesi yönünde bir kararı vardı. Buranın
doğal sınır olduğu iddia ediliyordu. Bunun
üzerine Konak Belediyesi olarak İçişleri
Bakanlığı’na sözlü ve yazılı görüş bildirdik. Bu
bölgeye uzun yıllardır Konak Belediyesi olarak
biz hizmet veriyoruz. Dolayısıyla ’Konak’a
aittir’ diye karar verilmiştir" dedi.
Konuşmaların ardından yapılan meclis oturumunda
gündemdeki maddeler görüşüldü.
Hürriyet, 09.12.2015
|
ARKEOLOGLAR CENGİZ HAN'IN KAYIP KALESİNİ BULDU
Temuçin adı ile doğup daha sonra sonra Cengiz
Han adını almış askeri deha Cengiz Han’ın kayıp
kalesi arkeologlar tarafından ortaya çıkarıldı.

1162 yılında doğan Cengiz Han hakimiyetinin
sınırlarını Çin’den Polonya’ya kadar uzatmıştı.
Cenazesi gizli bir yere gömüldüğünden hala
bulunamadı. Ancak Moğollar ve Japonlardan oluşan bir
arkeologlar ekibi 13 yüzyıla ait bir kale
keşfettiler. Bu buluş tarihçilere Moğolların batıya,
yani Avrupa’ya yaptıkları seferleri daha iyi
anlamaya yardım edebilecek.
Ekibin başkanı Osaka International University
öğretim üyesi Koiçi Matsuda, ta 2001’de güneybatı
Moğolistan’da bu kaleyi keşfetmişti. Bir Tao ruhani
liderinin tarif ettiği gibi kale bir düzlük alanda
bulunuyordu. Moğolistan’ın başkenti Ulan Bator’ un
880 km. batısında bulunuyor.
KALE MERKEZİ ÖNEME SAHİP
Kalıntı yerinde hayvan kemikleri, Çin
porselenleri ve yün eşyalar bulundu. Karbon
yaşlarının incelemesinden bu eşyaların 12 ile 14.
yüzyıla ait oldukları anlaşıldı. 170 ile 200 metre
çapındaki kalenin duvarları topraktan yapılmış.
1212’de inşa edilmiş olup, Cengiz Han’ın komutanları
tarafından kullanıldığı tahmin ediliyor. Matsuda,
Nihon Keyzay Şinbun adlı Japon gazetesine verdiği
mülakatta kalenin dönemine göre etkili-güçlü bir
kale olduğunu ifade etti. Çinkay Sarayı adı verilen
bu kale tarım alanlarına yakın ve İpek Yolu
güzergahı üzerinde bulunuyordu. Böylece Moğol
orduları için buradan batıya sefere çıkmak daha
kolay oluyordu. Bu kale çevresi sayesinde gerekli
gıdayı ve tüccar ile seyyahlardan hayli bilgiyi elde
edebiliyordu.
Moğol İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Çinkai
Sarayı önemini kaybedip 14. yüzyılda harabeye
dönüşmüş ve tarih sayfalarından silinmiş olmalı.
Onun tekrardan keşfi Asya tarihinin önemli bir
bölümünün aydınlanmasına da yardımcı olacaktır.
Tarihçiler için Cengiz Hanın ordularının batıya
yayılması hakkında bir ders niteliği de
taşımaktadır.
Sözcü, 08.12.2015
|
MONA LİSA'NIN ALTINDAN İKİ KADIN DAHA ÇIKTI
Rönesans döneminin efsanevi ustası Leonardo da
Vinci'nin "Mona Lisa" eserinin altında iki kadın
portresi bulundu.

BBC’nin haberine göre, Fransız optik mühendisi
Pascal Cotte, yaklaşık 10 yıldır reflektif ışık
tekniği kullanarak incelediği Mona Lisa’nın
yağlıboya katmanının altında başka bir portreyle bir
de taslak bulduğunu söyledi. Lumiere Teknoloji’nin
kurucularından Cotte, Mona Lisa’nın altındaki
resimde, oturur vaziyette, yan tarafa doğru bakan
farklı bir kadının portresinin yer aldığını
belirterek, "Bu resimdeki kadın gülümsemiyor.
Kesinlikle başka bir kadın" dedi. Bu portrenin
altında da bir taslak çizim bulunduğunu dile getiren
Cotte, "Daha yakın plandan çalışılan taslakta büyük
bir burnu, ince dudakları ve kaba elleri olan bir
kadın görülüyor" diye konuştu.
TABLOYU
SOĞAN GİBİ KATMANLARA AYIRIYOR!
Louvre Müzesi’nde sergilenen tabloyu 2004’ten bu
yana inceleyen Cotte, Katman Ayrıntılandırma Yöntemi
(LAM) adlı bir teknik geliştirmişti. Tablo üzerine
"bir dizi yoğun ışık verilerek" uygulanan yöntemde,
kamera yardımıyla ışıkların yansımaları ölçülüyor ve
resmin katmanları arasında neler olduğu ortaya
çıkarılıyor.
Cotte, "Bu yöntemle, tıpkı bir
soğan gibi katmanlara ayırdığımız tablonun,
yapılışındaki tüm aşamaları görebiliyoruz" ifadesini
kullandı.
KUMAŞ TÜCCARININ EŞİ LISA
İtalya’da 1452-1519 yılları arasında yaşayan
Leonardo da Vinci, aynı zamanda mimarlık,
mühendislik, matematik, anatomi ve müzik alanlarında
da eserlere ve buluşlara imza atmıştı. Da Vinci’nin
başyapıtı sayılan "Mona Lisa", tüm dünyada en çok
tanınan birkaç eserden biri olarak kabul ediliyor.
Rönesans döneminin büyük ustasının Mona Lisa’yı
resmetmeye 1503’te başladığı düşünülüyor.

Tahta pano üzerine boyanan ve 1517’de tamamlanan
Mona Lisa’nın Floransa yakınlarındaki Greve in
Chianti kasabasında yaşayan kumaş tüccarı Francesco
Bartholomeo Giocondo’nun genç eşi Lisa’nın portresi
olduğu düşünülüyor.
Gizemli gülümsemesiyle
milyonlarca kişinin hayranlığını kazanan Mona Lisa,
daha önce de çeşitli kızıl ötesi ışıklar ve çoklu
tayf analizi gibi bilimsel yöntemlerle incelenmişti.
Habertürk, 08.12.2015
|
"BANA TÜRKİYE ÖZGÜR DEDİLER"

Bir Suriyeli, Atatürk Havalimanı’nda tarihi
altın sikkelerle yakalandı. Stockholm uçağına
binmeden yakalanan ve “Bana ‘Türkiye özgür ülke’
dediler. Ondan bildirmedim” diyen şüphelinin 12
yıla kadar hapsi istendi.
Suriye vatandaşı,
evli ve üç çocuklu Salwa Jerbakah (36), İsveç’in
Stockholm kentine gitmek için 9 Nisan’da
Atatürk Havalimanı dış hatlar terminaline
geldi. Uçağa binmeden önceki son
arama noktasında, Jerbakah’ın üzerindeki
tarihi para ve altın sikkeler fark edildi ve
Suriyeli gözaltına aldı.
‘Lokanta
açacaktım’
Polise verdiği
ifadede öğrenci olduğunu söyleyen Jerbakah,
olaydan 3 gün önce Türkiye’ye geldiğini
belirterek, “Her biri 100 gramlık olan 10 altın
külçeyi babamla Beyrut’tan aldık. Babam
Türkiye’de yaşadığı için onu ziyarete geldim.
Külçe altın dışındaki altınları Lübnan’dan
aldım. Altınları İsveç’te lokanta açmak için
kullanacaktım. Bana ‘Türkiye özgür bir ülke’
dedikleri için altın ve paraları gümrüğe beyan
edilmesi gerektiğini düşünmedim” dedi. İfadesi
alınan Jerbakah, serbest bırakıldı.
Suriyeli Jerbakah
hakkında
dava açan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı,
‘Kültür ve tabiat varlıklarını aykırı olarak
yurt dışına çıkarmak’ suçundan 12 yıl hapis
cezasına çarptırılmasını istedi.
17 TANESİ
TAKLİT ÇIKTI
Yakalanan 173
parça altın paradan 10’u satışı yasak, 134’ü ise
satışı serbest ama yurtdışına çıkışı yasak
Osmanlı sikkesi çıktı. 17 Arap ve İngiltere
altın sikkesinin ise taklit olduğu belirlendi.
Hürriyet, 08.12.2015
|
YENİ KADERİNİ BEKLİYOR
Haliç’te kamuoyunda
Haliçport olarak bilinen “Haliç Yat Limanı ve
Kompleksi Projesi”nin için Çevre Etki Değerlendirme
(ÇED) süreci başlamış, geçtiğimiz ay da TMMOB’ya
bağlı 4 oda, projeye ilişkin imar planlarına dava
açtıklarını açıklamışlardı.

Haliçport için yapılmak istenen ÇED toplantısı da
protestolar yüzünden yapılamamıştı. DHA, projenin
gerçekleştirileceği Tarihi Haliç Tersaneleri alanını
havadan görüntüledi.
İlk defa Başbakanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan
tarafından açıklanan "Haliç Yat Limanı ve Kompleksi"
projesi 2013 yılının Temmuz ayında ihaleye
çıkarılmıştı. İhaleyi 1 milyar 346 milyon dolarla
Rixos otelleriyle bilinen Sembol Uluslararası
Yatırım ile Ekopark Turizm- Fine Otel’den oluşan
konsorsiyum kazanmıştı. Proje, 4 yılı inşaat, 45
yılı işletme süresi olmak üzere 49 yıllığına
Yap-İşlet-Devret modeliyle gerçekleştirilecek.

Dava açıldı
Türkiye Mühendis ve Mimarlar Odası'na (TMMOB)
bağlı 4 oda, Haliçport projesine yönelik imar
planlarını yargıya taşımıştı. Gemi Mühendisleri
Odası, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi,
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve Şehir
Plancıları Odası İstanbul Şubesi tarafından konuyla
ilgili yapılan ortak açıklamada Haliçport Projesi'ne
ilişkin imar planlarına yürütmenin durdurulması ve
iptali istemiyle 3 Kasım 2015 tarihinde dava
açıldığı belirtilmişti.

3 adet 5 yıldızlı otel, 2 yat limanı
yapılacak
Öte yandan tarihi Haliç Tersanesinin bulunduğu
alanla ilgili Çevre Etki Değerlendirme(ÇED) süreci
de başladı. Ulaştırma Denizlik ve Haberleşme
Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü’nün
hazırladığı ÇED başvuru dosyasına göre; projede 3
adet 5 yıldızlı otel, 2 yat limanı ve iskeleler yer
alacak. Alan büyüklüğü 250 bin metrekare olan
projenin bedeli 850 milyon lira olarak belirlendi.
ÇED başvurusunda yer alan proje detaylarına göre,
Haliç tersanesine 700 oda kapasiteli 5 yıldızlı 3
otel yapılacak. 100 odadan oluşacak Otel 1 için
Hangar tipinde tescilli bir bina otele
dönüştürülecek. 400 oda ve 200 odadan oluşacak
2’inci ve 3’inci otel ise temelden inşa edilecek.
Haliç Kongre Merkezi’nde yapılmak istenen ÇED
toplantısı geçtiğimiz günlerde protestolar yüzünden
yapılamamıştı.
Haliç tersanelerinin tarihi
İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan
Mehmet’in talimatıyla 1455’te kurulan Haliç
Tersanesi, en uzun süre faaliyet gösteren
tersanelerden birisi oldu. O zamanki adıyla,
‘Tersane-i Amire’, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni
Sultan Süleyman döneminde dev bir tersaneye dönüştü.
Zaman içinde bölünerek Camialtı, Taşkızak ve Haliç
tersaneleri adıyla işlevine devam etti.
Denizcilikteki gelişmeyle birlikte bu bölge inşa
tezgahları, havuzlar, depolar, kışlalar ve yelken
dikim atölyelerini de içine alan bir kompleks haline
geldi. II.Abdülhamid döneminde de tersaneye yeni bir
havuz eklendi. . Böylece 150 tona kadar küçük
gemilerin tamiri bu yüzer havuzlarda yapılmaya
başlandı. Tersane-i Amire 1908 yılından itibaren bir
daha eski parlak dönemlerininden uzaklaştı.
Cumhuriyet döneminde Tersane, Türkiye Seyr-i Sefain
İdaresi’ne bağlandı. 1952 yılında ise Denizcilik
Bankası’na devredildi. Bu dönemde de yeni bazı
havuzlar inşa edildi. 1960’lı yıllarda 8 adet
çıkarma gemisi inşa etti. Son senelerde ise
tersanede yolcu gemileri, araba vapurları ve
feribotlar inşa ediliyordu. Ancak yeni Galataköprüsü
inşaatı sırasında gemilerin haliç’e giriş çıkış
yapamaması nedeniyle Tersaneler üretim yapamadı ve
bu kapanma sürecinin başlangıcı oldu.
Yapı,
08.12.2015
|
ANTİK KENT DİNAMİTLE HAVAYA UÇURULUYOR

Daha önce de kaçak kazılar nedeniyle büyük zarar gören Amyzon antik kenti şimdi de dinamitle havaya uçuruluyor.
Aydın’ın Koçarlı İlçesi'nin 30 kilometre güneyinde Gaffarlar Köyü'nde bulunan ve ‘Mazın Kalesi’ olarak da anılan Amyzon antik kenti birçok antik kent gibi yetkililerin ilgisizliği nedeniyle talan ediliyor. Uzun zaman önce terk edildiği anlaşılan bekçi kulübesinin malzemelerini dahi çalan hırsızlar, her fırsatta antik kentte kaçak kazı yapmaya devam ediyor. Son olarak çok sayıda delik delip içlerine koydukları dinamitleri patlatarak hazine arayan talancılar, antik kente onarılmaz zararlar veriyor. Kaçak kazdıkları yerlerin üstünü kapatıp daha sonra tekrar gelecek kadar rahat davranan talancıların dinamit sesleri yetkililerin kulağına maalesef ulaşmıyor. Ülkenin ve halkın kültür zenginliği olan antik kentleri kazıp restore etmek bir yana, korumak bile mümkün olamıyor.
AMYZON ANTİK KENTİ
Antik kenti gezmeye gelen yurttaşlar, restoratör ve arkeologlar işsiz gezerken antik kentlerin bu şekilde kaderine terk edilmesine anlam veremediklerini söyleyerek birçok önemli kazıyı da yabancıların sürdürmesinden duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar. Strabon’a göre Alabanda’nın kuzeyinde, düşman saldırısını durdurmak ve savunmasını yapmak amacıyla kurulan Amyzonlular, MÖ 300 yıllarında Mısır’a egemen olan Tolemaios’la, sonra da Seleukoslularla yakın ilişki kurmuşlardır. MÖ 203’de de III. Antiokhos, Amyzon’a bazı haklar tanımıştır. Kentte, kaynaklara göre Apollon ve Artemis’e adanmış olması gereken ve bugün tamamen yıkılmış olan tapınağa ait kalıntılar, akropolünde tiyatro, agora ve çeşme kalıntıları ile MÖ 3. yüzyıla ait çok güzel taş işçiliği gösteren surları bulunuyor. Amyzon kenti Roma döneminde önemli bir yerleşim yeri olmuş, XV. yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren bölgeye Koçarlı aşireti yerleştirilmiştir.
Aydınlık, Haber: Mehmey Aydoğan,
|
LİKÖR FABRİKASI ARAZİSİNDE GÖKDELEN İÇİN PLAN ÜSTÜNE
PLAN

Mecidiyeköy’de eski Likör fabrikasının bulunduğu
araziye dikilen Quasar isimli 2 gökdelen için 10
yılda tam 5 plan yapıldı ve her değişiklik idari
mahkemelerce iptal edildi. İptal gerekçeleri
mahkemelerce ‘’şehircilik ilkelerine ve planlama
esaslarına uygun olmadığına’’ kararıyla bitti.
Gökdelenleri yapabilmek için İBB, Özel İdare
Başkanlığı ile Çevre Şehircilik Bakanlığı hülle
üstüne hülle yaptı.
İLK HÜLLE 2005’TE
Gökdelenlerin yapıldığı arazi 29.12.2003
tarihinde 1 / 5000 ölçekli Şişli Merkez ve çevresi
Revizyon Nazım İmar planı yapıldı. Bu plana göre söz
konusu Likör Fabrikası’nın bulunduğu parsel kısmen
yeşil alan ve ticaret alanı lejantında kaldı.
Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca
06.04.2005 tarihinde plan tadilatı yapılarak Emsal
3, yükseklik 35.50 metre olarak belirlendi. Bu
değişikliğe dava açıldı. İstanbul 1. İdare Mahkemesi
31.07.2007 tarihinde bu planı iptal etti. Bu sırada
arazi Özelleştirme İdaresinden TOKİ’ye devredildi.
17.02.2008 tarihinde TOKİ yeni bir plan tadilatı
yaptı. Bu tadilata göre parsel özel koşullu ticaret
alanı vasfına büründü.
MAHKEMENİN İPTALİ ANLAŞILDIKÇA YENİ PLAN
YAPILDI
Bu plan tadilatına da dava açıldı. Mahkeme
24.07.2009 günü yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Davanın kaybedileceği anlaşılınca 22.02.2011
tarihinde İBB Meclisince onaylanan yeni bir plan
tadilatı yapıldı ve inşaat ruhsatları bu plana göre
verildi. İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nde dava
sonuçlanmadan önce yeni bir plan yapıldığından bu
dava sonucunun hükmü kalmadı. Yeni plan tadilatına
göre ise emsal 3 yükseklik serbest bırakıldı. Bu
plana da dava açıldı. İstanbul 6. İdare Mahkemesi
04.12.2013 günü planı yine iptal etti. Ancak mahkeme
sonuçlanmasına yakın yani 19.06.2013 günü hülle ile
yeni bir plan değişikliği daha yapılarak mahkeme
kararı yine boşa çıkarıldı. Bu plan değişikliğinde
de Emsal yine 3 ve yükseklik serbest olarak
belirlendi. Sadece 'Ticaret' lejantı 'Yerleşime
Uygun alan' lejantı ile değiştirildi. İşte bu yeni
plana açılan dava geçtiğimiz günlerde sonuçlandı.
İstanbul 5. İdare Mahkemesi bu plan değişikliğini de
'şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına
aykırı' bularak iptal etti.
HER YOLDAN HÜLLE
Hülle sadece plan tadilatlarında yapılmadı.
Atatürk ’ün emriyle 1930 yılında kurulan Şişli Likör
Fabrikası ‘art-deco’ döneminin ünlü mimarı Robert
Mallet Stevens (1886-1945) tarafından inşa edildi.
İlk betonarme tekniğini gösteren ender yapılar
arasındaydı. Bu özellikleriyle 2 No’lu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca 2006’da
‘Endüstriyel Miras’ kapsamında ‘’kültür varlığı’’
olarak tescil edildi. 2008’de de bu kez fabrika
giriş pavyonu ve parseldeki ağaçlar 'anıt ağaç'
olarak tescillendi. Koruma Kurulu inşaat için
yapılan projeye sürekli bu gözle bakıp her defasında
geri gönderdi. Kurul, 28 Haziran 2011’de bir rapor
hazırlayarak, projenin uygun olmadığını belirtti.
Koruma Kurulları 2011 yılında Tabiat Varlıkları ve
Kültür varlıkları olarak ikiye ayrıldı. Tabiat
Varlıkları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na
bağlandı. Hem ‘kültür varlığı’ hem de ‘tescilli
ağaç’ olan parsellerde son söz Tabiat Varlıkları
Koruma Komisyonu’na bırakıldı. İstanbul 4 Nolu
Komisyon, 2 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun
yıllardır onay vermediği projeyi jet hızıyla
onayladı. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu devre dışı
kaldı.
HÜLLELERLE İNŞAAT TAMAMLANDI
Mahkemelerin iptal kararlarından önce sadece
lejant değişikliği ile hülle yapılarak yeni planlar
çıkarılıp inşaata ara vermeden gökdelenler
tamamlandı. Plansız kalan gökdelenler için verilen
inşaat ruhsatları da mahkeme tarafından iptal
edilirse – ki plansız ruhsat olmaz – Quasar
gökdelenleri yasa dışı duruma düşecek. Mahkemenin
istediği şartlara binaların getirilmesi gerekecek.
İmar yasasına göre 69 bin metrekare kapalı alan
yapılması gerekirken şuan bodrumlar hariç 120 bin
metrekare kapalı alan yapıldı. Mahkeme kararına
uyması için gökdelenlerin tıraşlanması icap edecek.
Plansız ve ruhsatsız bir bina için de belediyenin
iskan izni vermemesi gerekecek. Şimdi gözler inşaat
ruhsatlarının iptal edilip edilmeyeceğine çevrildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.12.2015
|
STONEHENGE, GALLER'DE İNŞA EDİLDİKTEN SONRA
WILTSHIRE'A TAŞINMIŞ

Araştırmalara göre
Stonehenge’de kullanılan yerel olmayan dolerit
(diyabaz) taşlar, Galler’de inşa edildikten 500 yıl
sonra Wiltshire’a yani şimdiki yerine taşındı.
The Guardian’ın
haberine göre bu fantastik buluşun ardından
arkeologların düşüncesi ise, Preseli Tepesi’nde
bulunan taşların kendisinden yüzyıllarca evvel
Galler’de yapılan ünlü anıtla uyuştuğu ve
Galler’deki büyük taş çemberinden bazı kayaların 500
yıl sonra sökülerek bir şekilde Wiltshire’a
götürüldüğü şeklinde.
College London
Üniversitesi profesörlerinden Mike Parker
Pearson ise, taş ocaklarından çıkartılan kayaların
ilk olarak yöresel anıtta kullanıldığını ve daha
sonra sökülerek Wiltshire’a götürülerek
Stonehenge’i oluşturduğunu belirtti. Carn Goedag ve
Craig Rhos-y- Felin’deki taşların (göztaşı) benzer
niteliklerde olması da bu iddiayı güçlendiriyor.

Günümüzden 5 bin yıl
öncesinden itibaren mezarlık olarak kullanılan taş
çember, MÖ 3 bin yıllarında İngiltere’nin en büyük
mezarlığı olma özelliğine sahipti.
arkeolojihaber.net, Kaynak: İndependent.co.uk Çeviri:
Ayşen Yolcu, 07.12.2015 i
|
HİTİT BAŞKENTLERİNDEN KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

Hititlerin başkenti Hattuşa ile Hitit medeniyetinin dini başkenti bilinen Alacahöyük'te bir asrı aşkın süredir devam eden kazı çalışmalarında 109'u "envanterlik" olmak üzere bin 671 eser gün yüzüne çıkarıldı.
Çorum'un Boğazkale İlçesi'ndeki Hattuşa ören yeri ile Alaca İlçesi yakınlarında bulunan Alacahöyük'te arkeolojik kazı çalışmaları, 109 yıldır sürüyor.
Türkiye'nin "ilk milli kazı alanı" unvanına sahip Alacahöyük'te Ankara Üniversitesince gerçekleştirilen çalışmalar hakkında AA muhabirine bilgi veren kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, bu yılki çalışmaların yaklaşık 100 gün sürdüğünü söyledi.
Alacahöyük'teki kazı çalışmalarına yaklaşık 20 yıldır başkanlık yaptığını ve her yıl yüzlerce eseri gün yüzüne çıkardıklarını ifade eden Çınaroğlu, bu yılki çalışmalarda da bin 82 eser bulunduğunu belirtti.
Çınaroğlu, bu eserlerden 82'sinin bakım çalışmalarının ardından "envanterlik" olarak müzeye teslim edildiğini anlatan Çınaroğlu, bin eserin de "etütlük" olduğunu kaydetti.
Alacahöyük'ün turizme açık ören yeri olduğunu, ayrıca Hitit medeniyetinin dini başkenti bilindiğine dikkati çeken Çınaroğlu, "Şu ana kadar Alacahöyük'ün sadece yüzde 13-14'ü kazıldı. Burada toprağı kazdıkça her türlü yapı ve eser karşımıza çıkıyor" dedi.
Kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan en önemli eserlerin, Hitit Güneş Kursları ile kral ve prens mezarları olduğunu vurgulayan Çınaroğlu, halen özelliğini koruyan bu eserlerin başka bölgede bulunmadığına işaret etti.
Çınaroğlu, Alacahöyük'te sadece son 19 yıldaki kazılarda 3 binden fazla "envanterlik" eser çıkarıldığını dile getirdi.
- Hattuşa'da 589 eser gün yüzüne çıkarıldı
Hitit medeniyetinin başkenti Hattuşa'da Alman Arkeoloji Enstitüsü adına çalışma yürüten kazı heyeti başkanı Doç.Dr. Andreas Schachner de bu yılki çalışmaların yaklaşık 90 gün sürdüğünü söyledi.
İşçilerin de bulunduğu 90 kişilik ekibin görev aldığı çalışmalarda 27'si envanterlik 589 eseri gün ışığına çıkardıkları bilgisini paylaşan Schachner, "envanterlik" eserlerin müzeye teslim edildiğini, "etütlük" eserlerin de incelendiğini vurguladı.
Hattuşa'da 1906 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi adına başlatılan kazı çalışmalarının 109 yıldır sürdürüldüğüne dikkati çeken Schachner, çalışmalara gelecek yıl temmuzda tekrar başlanacağını sözlerine ekledi.
Radikal, Haber: Gazi Nogay, 07.12.2015
|
TEMEL KAZISINDAN 1900 YILLIK LAHİT ÇIKTI

Çorum'da ev için yapılan temel kazısı sırasında
Roma dönemine ait yaklaşık bin 900 yıllık lahit
bulundu. İçerisinden insan iskeleti parçaları,
pişmiş toprak tabak parçası ile cam bir kaba ait
parçalar bulunan lahit, uzmanlarca yapılan
kurtarma kazısının ardından Çorum Müzesi'ne
götürüldü
Merkeze bağlı
Kazıklıkaya Köyü'nün Köyiçi mevkisinde ruhsatlı
ev yapmak amacıyla iş makinesi ile temel kazısı
yaptıran Elvan Metin, kazı alanından lahit
çıkınca durumu İl
Jandarma Komutanlığına bildirdi.
Jandarma
ekipleriyle beraber köye giden Çorum Müzesi
uzmanları lahidin bulunduğu alanda inceleme
yaptı. Uzmanlarca gerçekleştirilen
kurtarma kazısıyla lahit teknesi bulunduğu
alandan çıkarılarak müze bahçesine götürüldü.

Valilikten yapılan
yazılı açıklamada, müze bahçesinde koruma altına
alınan 2 metre 30 santimetre uzunluğundaki
lahidin, Roma dönemine ait yaklaşık bin 900
yıllık bir eser olduğu belirtildi.
İçi
tamamen toprak ve inşaat molozları ile
dolmuş olan lahit içerisinden dağınık halde
insan iskeleti parçaları, pişmiş toprak tabak
parçası ile cam bir kaba ait parçalar bulunduğu
belirtilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
"Lahit teknesi 230x100 santimetre
ölçülerindedir. Teknenin içi 75 santimetre
derinliğinde oyulmuştur. Ağız kenarları kapağın
rahatlıkla oturtulabilmesi için geçmeli olarak
yontulmuştur. Alt ve üst kısmı profilli olarak
şekillendirilmiştir. Profillerin üzeri dört bir
tarafını çepeçevre dolanan sarmaşık motifleri
ile bezenmiştir. Lahit teknesinin ön yüzünde üç
adet sütun arasında iki ayrı girland içinde iki
adet Gorgo (Medusa) başı işlenmiştir. Arka ve
kısa yüzün birinde ortada yer alan süslemeli bir
saksı içinden çıkarak tüm yüzeyi dolanan bir
üzüm asması motifi kabartma olarak işlenmiştir.
Bir kısa yüzünde ise girland ortasında tahra ve
balta kabartması yapılmıştır. Kabartmaların
bazılarının siyah ve kırmızı renkte boyalı
olduğu tespit edilmiştir."

Söz konusu lahidin
bölgede nadir olarak bulunan bir eser olduğu
vurgulanan açıklamada, "Lahit örneği, yerel
malzeme ile belki de yine yerel taş ustaları ve
sanatçıları tarafından yapılmış örneklerden biri
olması açısından büyük önem arz etmektedir"
ifadeleri kullanıldı.

Hürriyet, 07.12.2015
|
İSTANBUL SİLUETİNE İKİNCİ 16:9 HANÇERİ: 70 METRE

İstanbul silüetine bir hançer darbesi olarak
adlandırılan ve AKP'ye yakınlığıyla bilinen
Mesut Toprak'ın sahibi olduğu 16:9 kuleleri
tıraşlanmadan yanına yeni gökdelenlerin
dikilmesine izin verildi. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü, Özak Yenigün
Ziylan Adi Ortaklığı'nın askeri araziye 70 metre
yüksekliğinde gökdelenler yapabilmesi için "ÇED
gerekli değildir" kararı verdi.
365 TANE REZİDANS
İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl
Müdürlüğü tarafından 2 Aralık tarihinde verilen
"Çevresel Etki Değerlendirme gerekli değildir"
kararına göre Özak Yenigün Ziylan Adi
Ortaklığı'nın ihale sonucu 4.2 milyar lirayla
kazandığı projede 364 adet rezidans, 572 adet
konut, 57 adet ticari ünite, 36 adet ticari
ünite (işyeri), parsel numarası 73 olan 33 bin
409. 63 meterakre arazi üzerine 369 adet ofis,
242 adet apart ünite kapasiteli apart otel, 228
odalı otel ve 19 adet ticari ünite (işyeri)
yapılması planlanıyor.
YÜZLERCE AĞAÇ KESİLECEK
TOKİ’ye devredilen alanda yer alan ve askeri
amaçlı kullanılan yapıların önemli bir kısmı
1900 yılından önce inşa edilmiş ve tarihi eser
statüsünde idi. Alanda, Zeytinburnu
Belediyesi’ne ait Sosyal Tesis yapıları da
bulunuyor.
Rapora göre İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi tarafından inceleme yapıldığı
hazırlanan Ağaç Revizyon ve Transplantasyon
Raporu’ndan alınan bilgiler doğrultusunda proje
sahasında 234 adet yapraklı ve 584 adet olmak
üzere toplam 818 adet ağaç olduğu belirtildi.
TOKİ ALDI YANDAŞA
VERDİ
Askeri arazi, TOKİ ve Milli Savunma Bakanlığı
arasında 2008’de imzalanan protokol kapsamında
arsa, Doğu ve Güneydoğu’da karakol yapımları
karşılığında TOKİ’ye devredildi. Emlak Konut
GYO, Nisan 2013’te arsayı TOKİ’den 635 milyon
liraya aldı. Arazinin yaklaşık 8’de 1’inde
1990’larda tescillenmiş 1. Ordu Zeytinburnu Ağır
Bakım tamir fabrikası, demirhane, dökümhane,
marangozhane, er yemekhanesi, bölük karargahı,
hamam, ve gazino gibi endüstriyel miras
niteliğinde binalar var.
İSİMLER ÇOK
TANIDIK
Arazinin büyük bir bölümü 2007 planlarına göre
askeri amaçla kullanılıyordu. TOKİ’nin iki yıl
önce hazırladığı yeni imar planları da Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanmıştı.
Aynı işlemle kullanımı konut, ticaret ve turizm
alanı olarak belirlenen alana 2-2.5 emsal
(toplam inşaat alanını belirleyen katsayı)
verildi. Bu yapılaşma haklarıyla 111 dönümlük
arazi üzerine yapılabilecek toplam inşaat alanı
da 225 bin 906 metrekareye çıkmıştı.
Projenin ortaklarından biri olan Özak GYO'nun
Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Akbalık, Erdoğan
ailesinin Antalya'da tercih ettiği Ela Quality
Resort Otel'in sahibi. Yine başka bir ortak olan
Yenigün İnşaat, "Avrupa Gayrimenkul
Ödülleri"nde, "En İyi Konut Yatırımı Geliştirme"
ödülü, Türkiye'nin En Başarılı Turizm
Yatırımları Araştırmasında "En Başarılı Kültür
Turizmi Yatırımı" ödülü, Engineering News Record
(ENR) dergisinin Top 250 Listesi'ne giren 38
Türk firmasından biri olarak da Başbakan
Erdoğan'ın elinden başarı plaketi almıştı.
İleri Haber, Haber: Rıfat Doğan, 07.12.2015
|
İZNİK'TE BULUNAN TABAN MOZAİĞİNE GİRİŞ BÖLGESİ
ASFALTLA KAPLANDI

Bursa’nın İznik İlçesi'nde, geçen yıl eylül ayında
belediyenin kanalizasyon kazısı sırasında bulunan
Roma dönemine ait taban mozaiğinin giriş noktası
belediye ekiplerince asfaltlandı.
İznik Müze Müdürlüğü yetkilileri, taban
mozaiğinin yoldan ahır olarak kullanılan bir binaya
doğru ilerlediğini belirterek, "Ön kazıyı yaptıktan
sonra kamulaştırma için bakanlığa başvuru yapıldı.
Ancak kamulaştırma gerçekleşmedi. Mozaik jeotekstil
malzemeyle kaplayarak, üzerine dere kumu dökülerek
koruma altına alındı. Kamulaştırma gerçekleşirse
arkeoloji kazı yapılacak" dedi. İznik Belediye
Başkanı AK Partili Osman Sargın da, taban mozaiğinin
binanın altına doğru ilerlediğini ve asfaltlanan
bölgeyle ilgisi olmadığını söyledi.
ROMA SARAY KALINTISI OLABİLİR
İznik Belediyesi tarafından geçen yıl ağustos
ayında Beyler Mahallesi, Afyon Sokak'ta yürütülen
kanalizasyon çalışması sırasında, 2 metre derinlikte
üzerinde insan yüzü figürünün bulunduğu taban
mozaiği bulundu. Roma Sarayı kalıntısı olabileceği
bildirilen mozaiğin yer aldığı alanda İznik Müze
Müdürlüğü genişletme çalışması yaptı. İnsan yüzü
figürlü mozaiğin etrafındaki toprak tabakayı
yaklaşık 1 metrekare genişliğinde açarak büyüten
arkeologlar mozaiğin yılan figürleri ile devam
ettiğini, toprakta kalan bölümlerde de yine altıgen
biçiminde farklı motiflerin olduğunu tespit etti.
Yapılan alan genişletme çalışmasının ardından
yetkililer, mozaiğin üzerini kumdan bir örtü ile
kapattı. Müze müdürlüğünün çalışmasının ardından
üzeri örtülen bölge geçtiğimiz günlerde İznik
Belediyesi tarafından asfaltlandı.
KAMULAŞTIRILMASI İSTENDİ
Müze Müdürlüğü yetkilileri, genişletme
çalışmaları sırasında taban mozaiğinin ilerlediği ve
ahır olarak kullanılan binanın kamulaştırılması için
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yazı gönderildiğini
belirterek, "Ancak kamulaştırma gerçekleşmedi.
Mozaik jeotekstil malzemeyle kaplayarak üzerine dere
kumu dökülerek 5 katlı sandviç gibi yapılarak koruma
altına alındı. Kamulaştırma gerçekleşirse arkeoloji
kazı yapılacak" dedi.
İznik Belediye Başkanı Osman Sargın ise taban
mozaiğinin binanın altında yer aldığını belirterek,
"Yolda sadece giriş bölümü vardı. Asfaltlanan
bölgenin mozaik ile ilgisi yok" dedi.
Evrensel,
07.12.2015
******
MOZAİĞİN ÜSTÜNDEKİ
ASFALT KÜLTÜR BAKANI ÜNAL'IN TALİMATIYLA KALDIRILDI

Bursa'da, 7
Aralık'taki "İznik'te bulunan mozaiğin üstü asfaltla
kaplandı" haberlerinin ardından Kültür ve Turizm
Bakanlığı, harekete geçti.
Daha önce koruma amaçlı
olarak jeotekstil malzemelerle üstü kapatılan
mozaiğin, "üzerine dökülen asfalt", Kültür ve Turizm
Bakanı Mahir Ünal'ın talimatıyla kaldırıldı ve
çevresinde güvenlik tedbiri alındı.
İznik Müze Müdürlüğü
yetkililerinden alınan bölgeye göre, haberlere konu
olan mozaik, geçen yıl ilçede devam eden altyapı
kanalizasyon çalışmaları sırasında bulundu. Keşfin
ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İznik Müze
Müdürlüğü koordinasyonunda kurtarma
kazısı başlatıldı ve mozaik açığa çıkarıldı.
3. derece arkeolojik sit
alanı olan bölgenin tescil düzeyi, mozaiğin ortaya
çıkmasıyla 1'inci dereceye yükseltilirken, mozaiğin
yakınındaki bir yapının altına doğru
ilerlemesi ve parsel sahibiyle kazı çalışmalarının
devamına yönelik görüşmelerde muvafakat alınamaması
yüzünden kazı çalışmaları durduruldu.
Bunun üzerine mozaiğin açığa
çıkan kısmı, koruma tedbirleri alınarak jeotekstil
malzeme ile tekniğine uygun şekilde kapatıldı
ve çalışmalara ara verildi.
7 Aralık'taki "İznik'te bulunan mozaiğin üstü
asfaltla kaplandı" haberleri Kültür ve Turizm
Bakanlığını harekete geçirdi. Bakan Mahir Ünal'ın
talimatıyla bazı çalışmalar yapıldı.
Anadolu Ajansı,
Haber: İsmail Ersan, 10.12.2015
|
DİYARBAKIR'DA TARİHİ CAMİDE YANGIN ÇIKTI

Diyarbakır’ın merkez Sur İlçesi’nde 6 mahalle, bir
cadde ve Dağkapı Meydanı’nda uygulanan sokağa çıkma
yasağı sürerken, teröristlerin kazdığı hendeklerin
kapatılması ve barikatların kaldırılması için
başlatılan helikopter destekli operasyonlar da
aralıksız devam ediyor. Operasyon kapsamında ilçede
zaman zaman çatışmalar şiddetleniyor. Bugün sabah
saatlerinde de çatışmalar sürerken, kentin ilk
Osmanlı eseri Fatihpaşa Camisi’nde yangın çıktı.
Sokağa çıkma yasağı uygulanan 6 mahalleden biri olan
Fatihpaşa Mahallesi’ndeki yaklaşık 500 yıllık
Fatihpaşa Camisi’nde (Kurşunlu Camisi) alevler
yükselmeye başladı. Daha önceki çatışmalarda da
kurşunların hedefi olan ve ağır hasar gören tarihi
camideki yangın, saat 10.00 sıralarında itfaiyeye
ihbar edildi. İtfaiye ekipleri caminin bulunduğu
bölgeye hareket ederken, aynı bölgede çatışmanın
sürmesi ve can güvenliği bulunmadığı gerekçesiyle
yangına müdahale edemeden geri dönmek zorunda kaldı.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, tarihi
Fatihpaşa Camisi dışında dün yine tarihi Paşa Hamamı
ile bugün merkez Sur İlçesi’nde 2 ev ile ilgili
yangın ihbarları geldiğini, ancak ekiplerin söz
konusu bölgeye gittiğinde çatışmaların sürmesi ve
can güvenliği bulunmadığı gerekçesiyle müdahale
edemediğini söyledi.
DSİ’YE AİT İŞ MAKİNESI CAMİ YAKINLARINDA KALDI
Sokağa çıkma yasağı nedeniyle girişlerin
yasaklandığı merkez Sur İlçesi’nde yürütülen
operasyonlar kapsamında açılan hendekleri kapatmak
için DSİ’den alınan bir iş makinesinin dün Fatihpaşa
Camisi yakınlarında hendeklerin kapatılması
sırasında çatışma çıkması üzerine operatörü
tarafından terk edildi. İş makine bölgede kalırken,
operatörün yara almadığı belirtildi.
1516-1520 yıllarında dönemin Diyarbakır Valisi
Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırılan ve
kubbelerinin kurşunla kaplı olması nedeniyle
‘Kurşunlu’ diye de anılan, Diyarbakır’daki ilk
Osmanlı eseri Fatihpaşa Camisi’nin içinden
teröristlerce önceki gün açılan ateş sonucu Özel
Harekat Şube Müdürlüğü’nde görevli polis memuru
Mustafa Katırlı ağır yaralanmış, hastanedeki
müdahaleye rağmen hayatını kaybetmişti.
Taraf,
07.12.2015
******
DÜN TAHİR'İ BUGÜN TARİH'İ VURDULAR
Tahir
Elçi'nin katledilmesiyle sarsılan Diyarbakır, tarihi
eserlerini de kaybetmeye başladı. Şehirdeki ilk
Osmanlı eseri olan 500 yıllık Kurşunlu Camii,
çatışmalar sırasında yakıldı. Kapı ve kepenkler
yandı, duvarlar büyük hasar gördü. Çatışmalar
nedeniyle itfaiye yangına müdahale edemedi.
Sokağa çıkma yasağının 6 gündür devam ettiği
Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde 500 yıllık tarihi
Kurşunlu Camii ile Paşa Hamamı yakıldı. Mimar
Sinan'ın imzasını taşıyan tarihi yapılar, alevler
içinde kalarak büyük zarar gördü. Diyarbakır
Valiliği yangının PKK'lı teröristler tarafından
çıkartıldığını belirtirken örgüte yakın kaynaklar
iddiaları reddetti. Çatışmalar sebebiyle itfaiye
yangına müdahale edemedi. Valilik, yangının
kendiliğinden söndüğünü duyurdu.
 
 
 
 

Diyarbakır'daki çatışmalarda Hacı Hamid, Kadı ve
Hasırlı camileri ile Surp Giragos Kilisesi, Ermeni
Katolik Kilisesi büyük hasar gördü. Bunlara dün
Kurşunlu Camii de eklendi.
Diyarbakır'daki ilk
Osmanlı eseri olan ve Vali Bıyıklı Mehmet Paşa
tarafından 1516'da yaptırılan camide sabah yangın
çıktı. Orijinal kapı ve kepenkler yandı, duvarlar
hasar gördü. İtfaiye, can güvenliği gerekçesiyle
bölgeye gelmedi. Dün akşam çıkan çatışmada biri ağır
4 polis yaralandı.
Camiye ilk
kurşun 3 ay önce
Kurşunlu Camii ilk darbeyi 7 Eylül'de almış,
kurşunların isabet ettiği ön duvarı delik deşik
olmuştu. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, bir gün
sonra caminin önüne gelerek tarihi eserlere zarar
verilmemesi çağrısında bulunmuştu. Teröristler ile
güvenlik güçleri arasında 26 Kasım'da çıkan
çatışmada ise Dört Ayaklı Minare kurşunların hedefi
oldu, ağır makineli silahtan çıkan kurşunlar tarihi
minareye isabet etti. Tahir Elçi, olaydan iki gün
sonra ayakları tahrip olan minarenin önünde
çatışmaların durması için açıklama yaparken
katledildi.
Diyarbakır'ın
Dünya Mirası Listesi'ne girmesi hayal oldu
Diyarbakır'daki tarihi Kurşunlu Camii'nde çıkan
yangına bir tepki de eski Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay'dan geldi. Günay, özetle şunları söyledi:
“UNESCO bu yıl geçici olarak Diyarbakır Surları ve
Hevsel Bahçeleri'ni Dünya Mirası Listesi'ne almıştı.
Bunun kalıcı olmasını umut ediyordum. Ama yaşanan
olaylar, Tahir Elçi'nin öldürülmesi, çatışma
ortamının günlerden bu yana sürmesi ve Kurşunlu
Camii gibi 500 yıllık tarihi eserlerin tahribi bu
amacımızı bir hayal haline dönüştürdü. Bundan derin
bir acı duydum. Görev dönemimde Diyarbakır'daki
tarihi eserlerin ayağa kaldırılması için defalarca
Diyarbakır'a gittim. Ne yazık şu anki tablo çok
üzücü.”
Zaman, Haber: İsmail Avcı, 08.12.2015
******
MİMARLAR ODASI'NDAN İNSANLIK MİRASININ KORUNMASI
İÇİN ÇAĞRI
UNESCO'nun dünya kültür mirası listesinde de
yer alan Diyarbakır Kalesi ve Hevsel
Bahçeleri'nin içinde olduğu tarihi yapıların
korunması için UNESCO'ya çağrıda bulunmak
amacıyla Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Aziz Yağan tarafından
Change.org üzerinden başlatılan kampanyanın
ardından TMMOB Mimarlar Odası da bir basın
açıklaması yayınlayarak Diyarbakır'da yaşanan
çatışmalar nedeniyle tahrip olan dünya mirası
eserlerinin korunması için ellerinden gelen
yardımı sunmaya hazır olduğunu bildirdi.
Sözkonusu açıklamanın tam metni şu şekilde:
Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde Kasım ayı
içerisinde şiddetlenen çatışma ve saldırılarda
Paşa Hamamı, Yoğurt Pazarı, Surp Giragos Ermeni
Kilisesi'nin de aralarında olduğu pek çok kültür
varlığı zarar görmüştür. Son olarak; 25 Kasım
tarihinde Şeyh Mutahhar Camii Dört Ayaklı
Minaresi ayakları ağır silahlarla açılan ateş
nedeniyle; ardından Fatih Paşa Camisi (Kurşunlu
Cami) ise 7 Aralık tarihli çatışmalarda çıkan
yangın nedeniyle tahrip olmuştur.
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel
Peyzaj Alanı; 28 Haziran 2015 tarihinde başlayan
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) Dünya Miras Komitesi 39.
Toplantısında Dünya Kültür Mirası Listesine
alınmıştır. Bölgede 124 anıtsal, 410 adet
tescilli sivil mimari yapı bulunmaktadır.
Sorunların barışçıl yollardan çözümüne
yönelik çabaların arttırılması yerine; katılımcı
politikaları reddeden savaş stratejileri
sebebiyle ülkemizde etkin olan gerilim ve
çatışma; sivil yurttaşların ölümüne, sakat
kalmasına, yaşam çevrelerini terk ederek göç
etmelerine sebep olurken aynı zamanda insanlığın
ortak değerleri olan kentlerin, tarihsel,
kültürel ve doğal mirasın geri dönülemez biçimde
zarar görmesine neden olmaktadır.
Antik
uygarlıkların kesişiminde yer alan, mimarlık ve
sanatın kültürel ve tarihi zenginliklerin beşiği
olan ülkemizde; giderek daha geniş bir alana
yayılan çatışma ve yıkımın getirdiği şiddetin
biran önce durdurularak toplumsal barışın
sağlanması, doğa ve kültür değerlerinin
korunması yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Türkiye; "Lahey Silahlı Çatışma Halinde
Kültür Varlıklarının Korunmasına Dair
Sözleşme"yi 1965 yılında ve "Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya
Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme"yi 1983 yılında kabul ederek
imzalamıştır. Ulusararası sözleşmelerin yanı
sıra anayasamız gereği devlet; kültürel
varlıkların tespiti, korunması ve gelecek
nesillere aktarılması için gerekli tedbirleri
almakla; ayrıca silahlı bir çatışmanın
etkilerine karşı bu varlıkları önceden güvence
altına almakla yükümlüdür. Bu bağlamda,
insanlığın mirası olan kültür mirasının
korunması için duyarlı tüm kesimleri ve
sorumluları harekete geçmeye çağırıyoruz.
Mimarlar Odası olarak; kültürel, sosyal ve
coğrafi farklılıkların sürdürülebilirliği
konusundaki sorumluluğumuzu biliyor; kültürün,
çatışmanın ön saflarında değil; barışın
inşasının ön saflarında olması gerektiğini
yineliyoruz. Sahip olduğumuz mesleki uzmanlık
kapsamında, zarar gören mimari ve kültürel
mirasın korunması için katkı ve yardımlarımızı
sunmaya hazır olduğumuzu vurguluyoruz.
Değerli kamuoyumuza saygı ile duyurulur.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 08.12.2015
******
UNESCO'YA ÇAĞRI: DİYARBAKIR'DAKİ TARİHİ
ESERLERİ KORUYUN
Sokağa çıkma yasağı ve çatışmaların
sürdüğü Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde,
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü'nün (UNESCO) dünya kültür mirası
listesinde de yer alan Diyarbakır Kalesi ve
Hevsel Bahçeleri'nin de içinde olduğu tarihi
yapıların korunması için UNESCO'ya
seslenilen bir imza kampanyası başlatıldı.
Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç.Dr.
Aziz Yağan tarafından
Change.org üzerinden başlatılan
kampanya, Türkçe, İngiliz, Fransızca,
Kürtçe, Ermenice, Lazca, Süryanice, İsveçce,
Yunanca, İspanyolca, Almanca, Arapça, Farsça
olmak üzere 13 farlı dilde hazırlandı.
"Bu trajediye kayıtsız kalmayın"
Kampanyanın metninde şunlar ifade
ediliyor. "Sadece Kürdlerin, Ermenilerin,
Süryanilerin, Yahudilerin, Türklerin,
Arapların değil, tüm milletlerin ve dinlerin
ortak mirası olan ve gelecek nesillerin de
görmeye, dokunmaya hakkı olduğu Diyarbakır
Kalesi içindeki binlerce yıllık tarihi
eserler umursamazca tahrip ediliyor. Bu
tarihi eserlerin dostu/koruyucusu siviller
katlediliyor.
"Bu trajediye kayıtsız kalmayın."
"Lütfen bir şeyler yapın, tarih ve insan
katliamını durdurun!"
Arkitera, Haber:
Nilüfer Karakoç, 08.12.2015
******
KURŞUNLU CAMİİ'NDE HASAR BÜYÜK
Osmanlı'nın Diyarbakır'daki ilk eseri
olan 500 yıllık Kurşunlu Camisi'nde hasar
büyük. Caminin tarihi kapısı, duvarlardaki
orijinal hatlar ve minber teröristlerin
ateşiyle yandı
Terör örgütü PKK'lı militanların geçen
pazartesi el yapımı patlayıcılarla hedef
aldığı Diyarbakır Sur'daki tarihi Fatih Paşa
Camisi'ndeki (Kurşunlu Cami) hasar ortaya
çıktı. Kentin ilk Osmanlı eseri olan 500
yıllık camiye yönelik terör saldırısında
yapının orijinal kapısının tamamen yandığı
belirlendi. Altın varaklı minber de terörün
kurbanı oldu. "Türkiye Kültür Mirasları"
arasında yer alan camide, PKK'lı
teröristlerin silahlı saldırıları nedeniyle
halen hasar tespiti yapılamazken, gelen ilk
değerlendirmelere göre camide ciddi oranda
hasar meydana geldi.
TARİHİ KATLETTİLER
Vakıflar
Bölge Müdürü Metin Evsen caminin bu
durumunun kendilerini sarstığını belirterek,
"Bu eserleri korumamız lazım, bunlar ata
yadigarıdır. Bu kimliğe, Diyarbakırlıların
sahip çıkması lazım. Fatih Paşa Camisi'nde
çıkan yangın nedeniyle büyük tahribat var"
derken saldırıya STK'lardan da büyük tepki
geldi. Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Savaş Zafer Şahin ise
"UNESCO Dünya Miras Listesi'ne kaydedilen
Diyarbakır Surları'nın bulunduğu Sur
İlçesi'nde PKK'lı teröristlerin saldırıları,
tarihi dokuyu ortadan kaldırıyor" dedi. İşte
tepkiler:
EMNİYET,
YÜKSEKDAĞ'A YANIT VERDİ
HDP Eş
Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın "camiyi
polis helikopteri bombaladı" iddiasını
yalanlayan Emniyet Müdürü Adnan Taşdan,
"Elimizde bomba atan helikopter yok.
Helikopterler bölgeden sadece görüntü
alıyor" dedi.
Diyarbakır Müftüsü
Burhan İşliyen:
Dünyadaki bütün
camiler, Kabe'nin şubeleridir. Öyle bakmak
ve saygınlığını muhafaza etmek lazım.
Çatışma ortamından camilerin de
etkilenmesinden büyük üzüntü duymaktayız.
Türkiye Gençlik Kulüpleri
Konfederasyonu (GENÇKONFED) Genel Başkanı
Bilal Okudan:
İbadet hane lerin hedef
alınması insanlığın hedef alınmasıdır. İslam
dininde, savaşlarda bile mabetlere
dokunulmamış, dokunulmayacaktır. Halkın
inanç değerlerine, ibadethanelere ve
kültürel mirasa yapılan saldırı kabul
edilemez.
Türkiye İmam Hatipliler
Vakfı (TİMAV) Genel Başkanı Ecevit Öksüz:
Saldırıyı lanetliyor, camilerimize yapılan
saldırıları sadece bir ibadethaneye değil
aynı zamanda inançlarımıza yapılmış saldırı
olarak görüyoruz.
Sabah, 10.12.2015
|
İZNİK'TE BULUNAN LAHDİN FOTOĞRAFI BAKALIK SİTESİNDE
YAYINLANDI

İznik’te, geçen kasım ayında, ilçe merkezine 5
kilometre uzaklıkta Hisardere Köyü yolu üzerindeki
zeytinliğine giden çiftçi Hatice Süren bahçede
üzerindeki toprağın bir bölümü kaldırılmış lahiti
görünce jandarmaya bilgi verdi. Bölgede İznik Müze
Müdürlüğü uzmanlarınca kazı yapıldı. Kazıda, ’Geç
Roma Dönemi’ olarak adlandırılan 3’üncü Yüzyıl’dan
kalma iki lahit bulundu. Her biri 7 ton
ağırlığındaki lahitlerin çevresindeki toprak
temizlenince kapak kenarlarında bugüne kadar bölgede
görülmeyen lotus çiçeğine sarılı Eros kabartmaları
ve aslan başı figürleri görüldü. Kazı sırasında,
lahitin üst kapağında 30 santimetre çapında delik
açılarak içine girildiği ortaya çıktı. Define
avcılarının yağmaladığı belirlenen lahit uzmanların
dört gün süren çalışmaları sonucu topraktan tamamen
çıkarılarak, İznik Müze Müdürlüğü bahçesine
nakledildi.


Sır gibi saklanan lahitle ilgili bakanlık
sitesine 3 fotoğrafla birlikte konulan yazıda, şu
bilgilere verildi: "Gerçekleştirilen kazı
çalışmaları ile tamamen açığa çıkarılan ve yapım
tekniği ile stil özellikleri dikkate alındığında
MS 2.-3. yüzyıla tarihlenen Sütunlu-Sidemara tipi
lahit mezarın kapak kısmı daha önceki bir dönemde
kaçak kazı yapan şahıslar tarafından kırılarak
tahrip edilmiştir. Gövde ve kapak bütünlüğünü
korunmuş, dört tarafı yüksek kabartmalarla çevrili
oldukça nitelikli bir mermerden yapılmış olan lahide
ilişkin ilk incelemelerde; kısa kenarlarda yüksek
kabartma ile yapılmış üç insan figürü ile figürler
arasında sütunlar yer almaktadır. Lahidin uzun
kenarlarında ise beş insan figürü ile aralarında
sütunlar bulunmaktadır. Söz konusu lahidin
kapağında dört köşede kanatlı eros bulunmakta olup
lahidin uzun kenarlarında da beşer adet aslan başı
yer almaktadır. Açığa çıkarılan lahit gerekli
güvenlik önlemleri alınarak İznik Müzesi’ne
nakledilmiştir."
Milliyet, 07.12.2015
|
LAGERFELD'SİZ ASLA OLMAZ
“Her yıl sanat fuarlarında birbirinin aynısı ya da
benzeri eserleri görüyoruz,” diyenler için Artnet
adlı web sitesi yazarı Cait Munro, dün sona eren ve
dünyanın önde gelen 267 sanat galerisinden yeni
eserlere ev sahipliği yapan Art Basel Miami
Beach’teki 5 anahtar eğilimi belirledi.
Günümüzün en dikkat çekici
fuarlarından olan
ART Basel Miami Beach’te bu sene sanat
eserlerinde ortaya çıkan eğilimlerden ilki öncü
kadın sanatçıların eserlerinin çokça yer alması.
Diğer eğilimler ise iri gözlü figürlerin çizilmesi
ve dünyaca ünlü modacı Karl Lagerfeld’in bir figür
olarak kullanılması olarak belirtiliyor.
Milliyet, 07.12.2015
|

|
BİR KÜLTÜREL MİRAS DAHA YERLE BİR EDİLDİ

Ankara’nın tarihsel mekanları ve mimarlık tarihi
açısından örnek teşkil eden binaları birer birer
ortadan kaldırılıyor. Daha önce İmar ve İskan şimdi
ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
kullanılan, 1956 yılında 3 bloktan oluşan konut
yapısı olarak tasarlanan ünlü Kumrular İkamet
Sitesi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin tescil
davası devam ederken yıkıldı.
3 bloktan oluşan ve
mavi mozaikli duvarlarıyla dikkatleri çeken yapı
yerle bir edildi.
Ankara’da 1950’lerin çağdaş mimarlık anlayışını
yansıtan site acımadan ortadan kaldırıldı. Mimarlar
Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan,
“Yapı kültürü olmayan, elindeki değerin farkında
olmayan ‘kültürsüz’ bir anlayışla karşı karşıyayız.
Su Süzgeci, Havagazı Fabrikası, Etibank binası gibi,
dava sürecimiz devam ederken Kumrular İkamet
Sitesi’ne de kıydılar” dedi.
Ranta kurban edildi
Üç bloktan oluşan 1956 yılında Orhan Bozkurt ve
Gazanfer Beken tarafından tasarlanan yapı, özgün
sivil mimari eserlerden biriydi. “Koruma Kurulu
tescil başvurumuzu reddettiği için dava açmıştık”
açıklaması yapan Candan şöyle devam etti:
“İç bahçesiyle U planı ile lokantası ile konut
yerleşimdeki sosyal ortamların çözülmesine olanak
sağlayan toplumcu bir bakış açısı ile tasarlanan
yapı, plan değişikliği ile ranta kurban ediliyor.
Tescil davamız ve plan değişikliği için iptal
davamız devam ederken, binanın yıkılmış olması
üzüntü verici. Davamız devam ediyor. Değerlerimizi
altüst eden bu yaklaşım ‘yık-yap’ kültürü ile
kendisinden önceki bütün değerleri ötekileştirerek,
yapılı çevreyi tekleştirme gayreti içerisinde.”
Davayı kazanırsak ne olacak?
U mimarisi mavi mozaikli duvarları ve küçük süs
havuzuyla 1960’larda Ankaralıların bir devlet binası
olmasına karşın zaman zaman yanında soluklandıkları
binadan geriye taş çimento yığını kaldı. Mahkeme
süreci beklenmeden sitenin yıkılmasını hukuku
dolanmak olarak niteleyen Candan “Plan davamızda
bilirkişi keşfi alanda yapıldı. Tescil davasını
kazanırsak ne olacak? Tescil davası devam ediyor
bina ortada yok. Bu telafi edilemez bir yıkımdır.
Kızılay ikamet sitesi ile yıkılan Cumhuriyet’in
kültürel mirasıdır” dedi.
Yapı, 07.12.2015
|
DİRİ DİRİ GÖMÜLMÜŞLER

Çin'in Şandong eyaletinde, 2 bin 500 yıl önce ölen
imparatorun mezarında onunla birlikte diri diri
gömülen 500'den fazla atın iskeletinin bulundu.

Çin Devleti'nin "İlkbahar ve Sonbahar Dönemi" (MÖ
770-476) olarak adlandırılan döneminin sonlarında
hükümdarlık yapan İmparator Çi Jinggong'un mezarına
imparatora "eşlik etmesi" geleneği gereğince diri
olarak gömülen 500'den fazla atın iskeleti, gelecek
yıl sergilenecek.

Ülkenin doğusundaki Şandong eyaletine bağlı Zıbo
kenti yönetimi, at iskeletlerinin yeniden tanzim
edilerek yıl sergileneceğini duyurdu.

Atların
büyük bir çoğunluğunun 6-7 yaşındayken gömüldüğünü
açıklayan arkeologlar, atların dönemin ekonomisine,
tarihine, askeriyesine ve cenaze törenlerine ışık
tutacağını belirtti.

Kent
yönetimi yetkilileri, kazı çalışmalarının ve at
mezarlarının 3 ila 5 yıl süresince korunmasının
maliyetinin 11 milyondan dolardan fazlaya mal
olacağını açıkladı.

Habertürk, 07.12.2015
|
'SURRE ALAYI'NA 930 BİN LİRA

Türkiye’nin önde gelen müzayede evlerinden Antik
A.Ş. Müzayede Evi, dün Antik Palace’ta 289’uncu
müzayedesi olan ‘Değerli Tablolar ve Osmanlı
Eserleri’ müzayedesini gerçekleştirdi. 14.30’da
başlayan müzayedeye kalabalık bir kitle katılım
gösterdi.
Müzayede başlar başlamaz tıklım tıklım dolan
salonda heyecanlı bir bekleyiş hakimdi. Antik A.
Ş. Yönetim Kurulu başkanı Turgay Artam’ın
keyifli sunumuyla gerçekleşen müzayedede eserler
için koleksiyoncular birbirleriyle yarıştı.
Müzayedede özel koleksiyonlardan seçilmiş
değerli tablolar ve antikalar satışa sunuldu.
Müzayedenin en dikkat çekici ve merakla beklenen
eserlerinden biri Stefano Ussi’nin ‘Sürre Alayı’
tablosu oldu. 1822 - 1901 yılları arasında
yaşamış İtalyan sanatçı Ussi’nin önemli
tablolarından biri olan bu eser, müzayedeye 700
bin TL’den çıktı ve 920 bin TL’ye alıcı buldu.
Müzayedede bir diğer dikkat çekici eser ise Naci
Kalmukoğlu’nun 600 bin TL’den satışa sunulan
‘Padişahın Cuma Selamlığı’nda Yeni Cami’ye
Gelişi’ oldu. Müzayedede eserin 800 bin TL’ye
satışı gerçekleştirildi. Böylece sanatçının
dünya müzayede rekoru kırılmış oldu. Müzayedede
ayrıca Nazmi Ziya’nın ‘Natürmort’ tablosu 530
bin TL, Hikmet Onat’ın ‘Sarıyer Yeni Mahallede
Tekneler’ adlı eseri 250 bin TL, İbrahim Çallı
‘Boğaz’da Balıkçılar’ adlı eseri 240 bin TL
fiyata satıldı.
Hat eserleri ilgi topladı
Müzayedede ayrıca Osmanlı dönemi hat
eserlerine de büyük ilgi gösterildi. Bu
kapsamda Mahmut Celaleddin’in hilye-i
şerifesi 265 bin TL Kamil Akdik’in hat
levhası ise 310 bin TL’ye satıldı.
Müzayedeyi yöneten Turgay Artam, müzayedeyle
ilgili olarak, “Müzayedemizdeki eserler
önemli koleksiyonlarda yerlerini aldı.
Klasik sanatçılarımızın hak ettikleri
değerlere ulaşmaları önemliydi” diyerek
klasik tabloların satışının önemini
belirtti.

Naci Kalmukoğlu’nun 600 bin TL’den satışa sunulan ‘Padişahın Cuma Selamlığı’nda Yeni Cami’ye Gelişi’ adlı eser 800 bin TL’ye satıldı.
Milliyet, Haber:
Can Aydoğan, 07.12.2015
|
İSTANBUL'DA VİKİNG İZİ

Dünyanın en ünlü
arkeoloji yayınlarından olan ve makaleleri büyük
yankı uyandıran İngiliz World Archaeoloji Dergisi,
son sayısının ana konusu olarak
İstanbul’da ki Bathonea kazılarına 8 sayfa yer
verdi. Türkiye’nin tanıtımına önemli katkı sağlayan
makalede Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve
Kocaeli Üniversitesi adına
Doç.Dr. Şengül
Aydıngün başkanlığımda yürütülen kazılar anlatıldı.
2007’den beri alanda araştırma yapan bilim insanları
2015 kazılarında Erken Hitit dönemine ait olduğu
düşünülen bir kurşun figür buldu. Bilim insanlarının
şaşırtan başka bir keşfi de İstanbul’a geldikleri
hep söylenen ama arkeolojik olarak kanıtlanamayan
savaşçı Vikinglere ait bir amber kolye oldu.
Bathonea Antik kentindeti kazıda ı yapılan
kurşundan Hitit tanrıçası figürü günümüzden
yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait. Figürün 2 yıl
önce aynı alanda bulunan Hitit tanrı ve tanrıça
heykelleriyle uyum gösterdiği de belirtildi.
Kurşundan yapıldığı anlaşılan figür de ön
ayaklarını geriye bükmüş, boynuzlu bir hayvanın
(geyik) üzerinde ayakta duran figürün başındaki
polosu nedeniyle bir tanrıça betimlemesi olduğu
düşünülüyor. 3,5 santim boyundaki figür
Küçükçekmece Nükleer Araştırma ve
eğitim Merkezi Uzmanları tarafından analiz
edildi. İstanbul Restorasyon ve Konservasyon
Laboratuvarı’nın özel mikroskoplarında incelenen
ve temizliği yapılan figürün 2013’teki tanrı ve
tanrıça heykelleriyle uyumu keşfin önemini
kanıtlıyor. Figür, İstanbul’daki Erken Hitit
Dönemi varlığını kuvvetlendiren en önemli kanıt
olarak gösteriliyor.

9. yüzyılda İstanbul’a gelerek Doğu
Roma İmparatorluğu’nda paralı asker olarak
görev yaptığı bilinen ama varlıklarına dair çok
kanıt olmayan Vikinglerle ilgili çok önemli bir
keşif de yine Bathonea’da yapıldı.
İskandinavya ve
Danimarka’dan yola çıkarak
Rusya üzerinden İstanbul’a gelen 700 kadar
Vikingin 400 yıl kadar İstanbul’da kaldığı
biliniyor. Kazılarda bulunan bir amber (değerli
taş) ise uzmanlar ve arkeoloji camiasını
heyecanlandırdı.
Kazıda görevli
Polonya ekibinin başkanı Dr. Blazej
Stanislawski; bulunan değerli taşın Viking eseri
olduğunu ve Polonya Volin’de çıkan kırmızı
amberle eş olduğunu belirledi.
Ayasofya’nın güney galerisinin orta kısmında
yer alan mermer korkulukların üzerinde ki
‘Halvdan buradaydı’ yazısının da Vikinglerden
kaldığı biliniyor. 9. yüzyıla ait olduğu tespit
edilen yazı Doğu Roma İmparatorluğu’nda paralı
asker olan Viking savaşçısının izi olduğu
düşünülüyor.
Pişmiş topraktan 400 ilaç şişesi:
Unguanterium
Arkeologlar başka bir keşif daha yaparak,
dünyada toplu halde en çok pişmiş toprak
ilaç şişesini ortaya çıkardı. Kazı alanında
bulunan 400’den fazla pişmiş toprak ilaç
şişesinin “unguanterium” (saklama kabı)
olduğu öğrenildi. Antik dönemde ilaç ve
merhemleri saklamak için kullanılan pişmiş
toprak kapların yoğunluğu, Bathonea’daki
popülasyonu ve kazıların önemini de ortaya
koydu.
Kocaeli, İstanbul,
Madrid Autonomo, La Hey, Kiel,
Bristol,
Arizona Üniversiteleri ile Polonya
ve Avusturya Bilimler Akademilerinden
bilim insanlarının katılımıyla yürütülen
arkeolojik kazılar daha önce de Amerikan
Arkeoloji Enstitüsü Dergisi, The
New York Times, Heritage Key,
National Geographic, The İndependent ve
Newsweek gibi ünlü yayın organlarında
yer almıştı. Makaleleri dünya çapında
etki yaratan World Archaeoloji Dergisi,
kazılarda elde edilen bilgilerin dünya
kültür tarihine büyük katkı
sağladığından bahsetti.
Ekim-Kasım 2015 sayısında yer alan
makalede
Anadolu’nun tarihsel zenginliğinin
bir kez daha kanıtlandığı belirtildi.
Yazıda Bathonea kazılarının yeni
bulgularla İstanbul’un kültür tarihine
katkı sunduğu ve MÖ 2000’li yıllara
ait kronolojik boşluğu da doldurduğundan
bahsedildi. Dünyaca ünlü arkeoloji
dergisi İstanbul’da ki Yarımburgaz,
fikirtepe,
Pendik ve
Yenikapı kazılarıyla binlerce yıl
öncesine giden tarihindeki boşluğu Hitit
eseleriyle tamamlandığını yazdı.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş,
07.12.2015
|
FATİH CAMİSİ ALTINDAKİ BİZANS

"İstanbul tarih açısından bir mücevher.
Yazmakla
biteceğini zannetmiyorum" diyor Üstat Radi Dikici..
"Şu ana kadar hiç yazılmamış bir konuyu okurlarımıza
sunacağız. 1056 yılına kadar gömülen
imparatorların ve imparatoriçelerin mezarları..
Okurlarımız, yürüdükleri yerlerin altında
imparator ve imparatoriçe mezarları olduğunu
öğrenince şaşıracaklardır, sanırım."
Söz Bizans
araştırmacısı, yazar Radi Dikici'de..
***
İmparator Büyük Konstantin Roma
İmparatorluğu'nun başkentini İzmit'ten (Nikomedia),
Byzantium'a taşımaya karar verince 326-330 yılları
arasında büyük bir imar hareketine girişir ve
imparatorluğun eski başkenti Roma'dan daha görkemli
bir şehir yaratır.
11 Mayıs 330 Pazartesi günü
yapılan büyük bir törenle şehrin yeni adını bizzat
kendi açıklar:
Yeni Roma (Nouvo Roma).
Ancak
bu isim çok tutmaz, onun yerine şehir, önce
Kontantinapolis ve daha sonra Konstantinople,
Osmanlı döneminde Konstantiniyye ve de en sonunda da
İstanbul olarak adlandırılır.
Konstantin 325
yılında İmparatorluğun resmi dinini Hıristiyanlık
olarak ilan ettikten sonra 330 yılına kadar üç
kilisenin yapımına öncelik verir. Bunlar Ayasofya,
Aya İrini ve Kutsal Havariler Kilisesi'dir.
Ayasofya zamanında tamamlanamaz ama Kutsal
Havariler'in büyük bölümü ile Aya İrini 330 yılına
yetişir.
İmparator Konstantin için Kutsal
Havariler Kilisesi'nin özel bir önemi vardır.
İnşaat sırasında, kiliseye, güney cephesinin sol
tarafından girişi olmak üzere ana caddeye doğru
uzanan oldukça büyük bir bölüm ekler. İçine 13 mezar
için yer hazırlatır. Ortada kendisi yatacak, sağına
ve soluna 6 ve 6 olmak üzere İsa'nın 12 havarisinin
kemikleri daha doğrusu onlardan kalan kutsal
parçalar konulacaktır.
Böylece kendisi de 13.
Havari olarak onlar arasında yer almış olacaktır.
Amacı dünyanın en kutsal değerlerini bir araya
getirerek eşi bulunmaz bir kilise yaratmaktır.
Ancak, havarilerden St Andrew'un ve ayrıca Luke ve
Timothy'nin parçalarını getirmek mümkün olur. Buna
karşı 330'dan 1056 yılına kadar, tam 16 imparator,
bunlar arasında Büyük Konstantin de vardır, 17
imparatoriçe buraya gömülür.
Kilisenin inşaatının
tamamlanmasından iki ay sonra, İsa'nın çarmıha
gerildiği haçı bulan annesi Helena 80 yaşında iken
ölür. İlk gömülen de o olur. (Helena'nın Roma'da
gömülü olduğu ve lahdinin Vatikan Müzesinde
bulunduğuna dair kayıt vardır ama doğru değildir.)
Kutsal Havariler Kilisesi'nin diğer bir özelliği
yine Konstantin tarafından yaptırılan o zamanki
adıyla Mese olan geniş bir bulvar üzerinde
olmasıdır.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un Fethi sırasında,
ordusuna bütün Konstantinople'un güzelliklerini
bahşettiğini açıklar. Bunun anlamı, o zamanın
kurallarına göre üç gün süreyle, fetih sonrası
ordunun şehri yağmalamasıdır. 29 Mayıs 1453 Salı
günü erken saatlerde Konstantinople fethedilir.
Yaklaşık 50 bin kişi, bunlar arasında her milletten
sırf bu yağma için orduya katılmış başıbozuklar
dahil, akın akın şehre giren herkes Kutsal Havariler
Kilisesi'nin önünden geçen bulvarı kullanmak
zorundadırlar.

Padişah Kutsal Havariler Kilisesi'nin yağmalanmasını
yasakladığı için, hiç kimse hiçbir surette kiliseye
dokunmaya cesaret edemez.
Aynı gün öğleden sonra
şehre giren II. Mehmed, fetih gününden itibaren
Konstantinople'da sadece 17 gün kalır ama ilk işi
harabe halinde olan imparatorluk sarayını (Büyük
Saray), Tekfur Sarayı'nı ve belirli bölümleri çökmüş
Kutsal Havariler Kilisesi'ni gezmek olur.
Aradan
tam on yıl geçince, 1463 yılı geldiğinde Fatih,
külliyesi ile birlikte cami yaptırmaya karar verir.
Bunun için de Kutsal Havariler Kilisesi'nin
bulunduğu yerin en uygun olduğunu görür.
Önce
kilise yıkılır ondan sonra inşaat başlar.
Fatih'in imparator ve imparatoriçe mezarlarının
olduğu yeri görmemiş olması mümkün değildir.
Üzerine bir cami ve külliyesini koymaktan kaçınması
ve o alanı boş bırakması kadar doğal bir şey olamaz.
Cami, mezarların olduğu bölümün yaklaşık 20 metre
kadar gerisine inşa edilir. Cami ile külliyelerin
arası, yani bugün bir kısmı taşlarla ve çimle kaplı
alan boş bırakılır.
Gözlemlerimize göre mezarlar
işte bu alanın altındadır. Unutmayalım fetihten bu
yana geçen 562 yıl geçmiş ve bu süre içinde, o güne
göre İstanbul tam 7 metre daha yükselmiştir. Bugün
imparator ve imparatoriçe mezarları, (krokide
gösterilmiştir) toprağın 7 metre altında
bulunmaktadır.
1-Vasily Sergeevich
Smirnov'un ( 1858- 1890) "İmparatoriçe, Kutsal
Havariler Kilisesi'nde atalarının mezarlarını
ziyaret ediyor" adlı tablosu.. Bu resimde Kutsal
Havariler Kilisesi'nin altındaki mezarları da
görebiliyoruz.
2-Fatih Camisi'nin yukarıdan
görünüşü
3-Fatih Camisi'nin önünde Kutsal
Havariler Kilisesi ve kilisenin altında olan ve
altında kırmızı ile taranmış alan imparator ve
imparatoriçelerin mezar yerlerini gösteren kroki.
Sabah, Yazı: Hıncal Uluç, 06.12.2015
|
KARAMAN'DA PİRAMİDAL ANIT MEZAR VE TAPINAK BULUNDU

Karaman'ın kuzeyinde sönmüş bir volkanik dağ olan
Karadağ'da sürdürülen kazılarda, daha önce İç
Anadolu'da örneğine rastlanmadığı
belirtilen piramidal anıt mezar ile podyumlu tapınak
bulundu.

Karaman Müze Müdürü Abdülbari Yıldız, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Karadağ
eteklerindeki Değle ve Madenşehri
köylerinde 2014'ten beri kazı ve
temizleme çalışmaları yürüttüklerini söyledi.

Bölgede ilk kez rastlandı
Ortaya çıkarılan piramidal (piramit biçiminde
olan) anıt mezar ile podyumlu tapınağın 3. yüzyıla
tarihlendirildiğini belirten Yıldız, şunları
kaydetti:
"Anıt mezar ve tapınak tamamen ortaya çıktı.
Çevre düzenlemesi yapılıyor. Bunlar Roma dönemine
ait yapılar. 2 katlı anıt mezarın çatısı
yıkılmış. Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un bu
bölgede sikke bastırdığı biliniyor. Bu anıt mezarın
da üst düzey bir Roma yöneticisine ait olabileceğini
düşünüyoruz. Hristiyanlık özellikle 5. yüzyıldan
sonra bölgeye hakim olduktan sonra onlarca kilise
inşa edildi. Bölge bir piskoposluk ve hac merkezi
olarak kabul edildi.
Yeni bulduğumuz yapılar
Hristiyanlığın yaygın olmadığı Roma dönemine ait.
Bölgede onlarca kilise bulunmuştu ama tespit edilen
bir tapınak yoktu. Bu tür yapıları genellikle Ege
kıyılarında görebiliyoruz. İç Anadolu'da şimdiye
kadar ortaya çıkarılan tek piramidal anıt mezar ve
podyumlu tapınak olduğu için çok önemli."
Anadolu Ajansı, Haber: Mehmet Çetin, 06.12.2015
|
GÖZÜN AYDIN HAYDARPAŞA

Tarihi Haydarpaşa Garı'na garın çatısında cafeterya,
asansör, çatı eklemesi Kadıköy Belediyesi,
Haydarpaşa Dayanışması ve halkın mücadelesi sonucu
iptal edildi. Kadıköy Belediyesi Devlet Demiryolları
İşletmesi Genel Müdürlüğü'nce hazırlanan yeni
restorasyon projesinde tarihi garın aslına uygun
restore edileceğini belirterek projeye onayladı.
Kadıköy Belediyesi Başkanı Aykurt Nuhoğlu "Ama asıl
olan Garın eski tarihi fonksiyonuna dönmesi ve
İstanbullulara bir gar olarak hizmet etmesi " dedi.
Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü
geçen yıl eylül ayında, 2010’da atlattığı yangında
çatısı tamamen kül olan ve yeniden düzenlenen tarihi
Haydarpaşa Garı’nın çatısına otele dönüşmesinin de
önünü açacak şekilde ekleme yapılarak kafeterya ile
asansör yapılmasını öngören bir proje hazırlamıştı.
Söz konusu projenin hayata geçebilmesi için Kadıköy
Belediyesi’nin projeye yapı ruhsatı vermesi
gerekiyordu. Belediye tarihi garın aslına uygun
restore edilmediğini belirterek ruhsatı vermedi.
Meslek odaları ve halk projeye tepki göstererek
onlarca eylem düzenledi.
Belediye ruhsat verdi
Bir yılın ardından Devlet Demiryolları İşletmesi
Genel Müdürlüğü tarihi gar için yeni bir restorasyon
projesi hazırlayarak ilçe belediyesi ruhsat
başvurusunda bulundu. Kadıköy Belediyesi Başkanı
Aykurt Nuhoğlu yeni hazırlanan projesinin Anıtlar
Kurulu tarafından da onaylandığını belirterek tarihi
binanın aslına uygun restore edileceği için ruhsat
verdiklerini söyledi.
Nuhoğlu şöyle konuştu:
"Haydarpaşa Garı tarihi bir mirastır. Yangından
sonra gar binası adeta kendi kaderine terk
edilmişti. Devlet Demiryolları'nın binanın orjinal
haline uygun bir restorasyon projesi hazırlaması
oldukça sevindirici. Ama asıl olan Garın eski tarihi
fonksiyonuna dönmesi ve İstanbullulara bir gar
olarak hizmet etmesi. Kadıköylüler binanın daha
fazla zarar görmeden bir an önce restore edilmesini
ve gar olarak hizmet vermesini istiyor. Gar çevresi
de sermayeye peşkeş çekilmemeli. Garın çevresi
halkın doğrudan kullanımına yönelik, İstanbul'un
ihtiyaç duyduğu toplumun beklentilerine dönük yeşil
ve sosyal alanlar olarak kullanılmalıdır."
"Gar çevresi için mücadele sürecek"
İBB'nin CHP'li Meclis üyesi Hüseyin Sağ da "ilk
hazırlanan proje tarihi garın yapısını bozacak
bir denemeydi direniş neticesinde yapılamadı. Şimdi
gar ve yakın çevresi için yapılması planlanan AVM ve
ticaret planlarına karşı mücadele devam edecek ve
kazanacağız" dedi.
NE OLMUŞTU?
Haydarpaşa Garı'nın çatısında 28 Kasım 2010'da
yangın çıktı ve tarihi yapının çatısı tamamen yandı.
Kamuoyunda otel yapılmak üzere yakıldığı iddiaları
gündeme geldi. Yüksek Hızlı Tren Projesi neden
gösterilerek 1 Şubat 2012'den itibaren önce ülke
çapındakı tren seferleri arkasından 18 Haziran
2013'te de banliyo tren seferleri durduruldu.
Kadıköy Belediyesi, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin 2012 tarihli Haydarpaşa garını otele
dönüştüren, çevresindeki 1 milyon metrekarelik
bölgeyi ise ticaret ve turizm alanı olarak gösteren
plana karşı iptal davası açmıştı. Hukuki süreç devam
ediyor.
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 06.12.2015
|
MÜZELERİN YENİ MERAKI 3D

Geleneksel müzecilik anlayışı yavaş yavaş
kabuklarını kırıyor. Teknolojiyle birlikte bu alana
kayıtsız kalamayan müzeler, sayısız şekil, doku ve
model üretmeyi kolaylaştıran üç boyutlu (3D)
yazıcıları kullanmaya başladı. Koleksiyonlarındaki
eserlerin 3D modellerini üreten müzeler, hem yeni
izleyici kazanıyor hem de sanatçılara heyecanlı bir
üretim alanı sunuyor.
Teknolojiyle birlikte müzelerin de rolleri
değişti. Yakın zamanda, geleneksel müzelerin bu
kırılmaya karşı direnme gücü daha da azalacak.
Savunma, otomotiv, sağlık, moda ve tasarım olmak
üzere pek çok sahada parça ve model üretmek amacıyla
kullanılan 3D (üç boyutlu) teknolojisini artık sanat
kurumları da kullanıyor. Müzelerin ‘evde sanat eseri
üretmek' fikriyle sanatseverleri çekmek istediği üç
boyutlu modeller büyük ilgi görürken,
koleksiyonlarını tarayarak online erişime açan
kurumlar da çoğalıyor.
1986'da Charles Hull tarafından geliştirilen 3D
yazıcı teknolojisi sayısız şekil, doku ve model
üretmeyi kolaylaştırıyor. Müzeler koleksiyonlarını
erişime açmak için bu teknolojiyi etkili bir araç
olarak görüyor. Dünyanın en önemli müzelerinden biri
olan Londra'daki British Museum, geçtiğimiz yıl
başlattığı bir projeyle, koleksiyonundan derlediği
3D formatındaki pek çok eseri Sketchfab
(www.sketchfab.com) üzerinden paylaştı. Üç boyutlu
pek çok modelin ücretsiz erişime açıldığı
Sketchfab'da Amerika, Almanya ve Fransa gibi
ülkelerden de müzeler var.
Koleksiyonlarını paylaşan
müzeler, sanatseverlerin bunları kendi 3D
yazıcılarından basmasına imkan veriyor. Londra'daki
The Science Museum ve Brüksel'deki Bozar da 3D
teknolojisiyle üretilmiş günlük hayattan birçok
objeye yer verirken, müzelerin geleceği olarak
görülen bu yeniliğe dikkat çeken sergiler açıyor.
Konservasyon kolaylaşacak
3D teknolojisiyle yeni projeler üretmeyi
amaçlayan müzeler, geleneksel müze anlayışından
sıyrılarak, bu mekanlarda pek de yer alamayan güncel
sanatçılara da kapı açmış durumda. Sanatçı ve müze
arasındaki bu ilişki her iki taraf da fayda
sağlıyor. Koleksiyonlarını açan müzeler sanatçılara
büyük bir hazine sunarken, bu etkileşim müzeye yeni
ziyaretçiler kazandırıyor. 3D teknolojisine artan
ilgi, müzelerin kendi koleksiyonlarında saklı olan
pek çok eserin de gün yüzüne çıkmasına imkan
tanıyor. Müzeler bu alana daha çok yatırım yapıyor,
zira 3D teknolojisi müzelerin eğitim ve konservasyon
alanlarında da işini kolaylaştıracak bir alan
sunuyor.
Engelsiz sanat için 3D teknolojisi
3D teknolojisi sadece müzelerle sınırlı değil.
Helsinkili tasarımcı Marc Dillon'un öncülüğünde
başlayan “Görülmemiş Sanat” (The Unseen Art) adlı
proje kapsamında sanat tarihinin klasik eserleri 3D
olarak üretiyor. “3D teknolojisi sanat
galerilerinden nefret eden görme engelliler için bir
devrim olacak, çünkü galerilerde dokunabilecekleri
bir şey yok.” diyen Dillon'un bu çabası ilgi
görüyor. Leonardo da Vinci'nin ‘Mona Lisa' tablosunu
3D olarak üreten ekip, dünyanın dört bir yanından
sanatçılardan ve sanat kurumlarından destek
bekliyor. Proje ekibi, bu alana meraklı olanların 3D
formatında eserlerini yayımlayabilecekleri ve
dileyenlerin de ücretsiz olarak erişebileceği online
bir site kurmayı hedefliyor. Sitenin kurulması için
gerekli olan 30 bin doların toplanması için bir
kampanya başlatan Dillon, bu ayın sonuna kadar
parayı sağlamayı amaçlıyor.
Müzelerin arşivinden ve online sitelerden
paylaşılan 3D modelleri yazıcılardan çıkarmak,
meraklısı için biraz külfetli olabilir. Yazıcının
fiyatının yanı sıra üretim için kullanılan malzeme
düşünülünce sevdiğiniz bir eserin reprodüksiyonunu
müzenin mağazasından almak şimdilik daha ucuza
gelebilir. Fakat, 3D yazıcılara artan bu ilgi
sayesinde cihazların daha da erişilebilir olacağını
tahmin etmek zor değil.
Zaman, Haber: Musa İğrek,
06.12.2015
|
PICASSO'NUN BOĞALARI VE KADINLARI

20'inci yüzyıl modemist sanatının en büyük
temsilcisi olan ressam, heykeltıraş, taşbaskı ve
seramik ustası Pablo Picasso’nun eserleri, şehrin
yeni simgelerinden biri olmaya şimdiden aday
gösterilen Antalya Kültür Sanat’ta sergilenmeye
başladı. Picasso Vakfı ile Picasso Evi Müzesi
Koleksiyonu’ndan derlenen gravür ve seramiklerden
oluşan eserlerin yer aldığı “Picasso: Kadın ve Boğa”
sergisini 28 Şubat’a kadar gezebilirsiniz
20'inci yüzyıl
sanatına damgasını vuran Pablo Ruiz Picasso ilk
resmini henüz 9 yaşındayken, doğduğu kent Malaga’da
çizmişti. Bugünden bakıldığında bile insana
etkileyici gelen bu küçük çizim, atının üzerindeki
bir matadoru, yani boğa güreşçisini gösteriyordu.
Tamamlayamadığı son eseriyse bir nü kadın resmiydi.
1973’ün Nisan ayında başlamış ve son gecesinde bile
üzerinde çalışmayı sürdürmüştü. Sanat tarihçilerine
göre bu iki resimdekiler, yani boğalar, matadorlar
ve kadınlar aslında Picasso’nun uzun sanat
yolculuğunun bir mikro özeti.
Picasso eserlerinde
aykırı figürleri, akrobatları ve soytarıları,
tiyatro ve bale gösterilerini, savaşı ve cinselliği,
kaosu ve şehveti de resmetti ama boğa güreşleri ve
kadınlar belli ki hepsinden önemliydi. Özellikle
20’lerinden sonra, arenanın dışına pek az çıktı,
çıktığı zamanlarda da mutlaka geri döndü. Boğa,
kıran kırana mücadelede ölen at, karna saplanmış
mızrak, kanlar içindeki matador, izleyiciler
arasındaki dehşete kapılmış çocuk, onu korumak
istercesine sarılan anne ve güzel, diri, kanlı canlı
kadınlar Picasso’nun tablolarındaki değişmez
mizansenin parçaları oldu. Sergiyi birlikte
gezdiğimiz Suna ve İnan Kıraç Vakfı Genel Müdürü M.
Özalp Birol’un söylediklerini aktaracak olursam;
Picasso’nun siyasi görüşlerini açıkça ortaya koyduğu
bir manifesto niteliği taşıyan savaş karşıtı
“Guernica”nın temelinde bile boğa güreşlerinin kanlı
ve kaotik görüntüsü vardı. “Dünya bir tiyatro
sahnesidir” diyen William Shakespeare’e benzer
şekilde, Picasso da dünyayı bir boğa güreşi arenası
olarak görüyordu.

Sanatçı, son büyük
koleksiyonu Suite 347’de yine aynı temaları ele aldı
ama bu kez, kendi hayatının bir özeti olarak...
Picasso’nun, yoğun erotizm içeren, teatral ve devrim
niteliğindeki yapıbozumcu eserleri düşünüldüğünde
şaşırtıcı derecede figüratif denebilecek bu
resimlerinde özdeşleştiği karakter değişkenlik
gösteriyordu. Kimi zaman matador oluyordu, kimi
zaman boğa. Kimi zaman bozguna uğruyordu, kimi zaman
dünyayı yeniyordu. Bir eleştirmene göre, antik Yunan
mitolojisindeki Minotor adlı yarı insan-yarı boğa
figürü İspanyol geleneğindeki güreş arenasına
taşıyarak tutkulu ve kararlı bir şekilde şahsi
mitolojisini yaratmıştı.
KARANLIK BİR
ŞÖLEN: BOĞA, MATADOR, AT...
Picasso’nun,
İspanyolların “corrida” adını verdiği boğa
güreşlerine merakının sebebi, Malaga’da geçen
çocukluğu sırasında, iflah olmaz bir boğa güreşi
meraklısı olan babasından etkilenmesiymiş. İspanya
geleneksel sanatlarına olan yakınlığının da etkisi
olmalı. Bir de, henüz küçük bir çocukken babası onu
ünlü matador Cara Ancha’yla tanıştırmış. Picasso
hatıralarında Ancha’nın dizleri üstüne oturup
kıyafetinin püskülleriyle oynadığı o günü hiç
unutamadığını anlatıyor.
Sergideki “Boğa
Oyunları” serisi çok önemli. Bu bölümdeki üç
gravürde, elinde boğa maskesi taşıyan ve
çevresindeki kadınlara kur yapan bir erkeği,
muhtemelen bizzat sanatçıyı görüyoruz. (Picasso’nun
fotoğrafçılara kimi zaman boğa maskesiyle poz
verdiğini unutmayalım.) İlk gravürde sezdiğimiz
tehditkar hava, sonrakilerde tevekkül içeren bir
oyuna dönüşüyor.
Bana kalırsa serginin
can alıcı bölümü, at, matador ve boğa imgelerinin
karanlık bir şölen gibi canlandırıldığı “Boğa
Güreşleri” serisiydi. Aynı anda hem ürkütücü hem de
büyüleyici olan bu gravürlerde bir boğa güreşine ait
vahşi görüntülere bakarken, aslında hayatla ölüm
arasındaki mücadeleyi izledik; müthişti.
APPLE'IN DERS
OLARAK ÇALIŞTIRDIĞI SERİ
Serginin “Boğayı
Yapısöküme Uğratmak” adlı bölümü, Picasso’yu daha
iyi tanımak, sanatta neyi başardığını daha iyi
anlamak isteyen herkese ilginç gelecektir. Ayrıca
Apple’ın ünlü okulunda “Nasıl Picasso gibi çizilir?”
diye bir ders olduğunu ve ders verenlerin, Steve
Jobbs’un izinden gitmeyi hayal eden genç tasarım
öğrencilerine minimalleşmenin önemini kavramaları
adına bu 11 taşbaskı eseri çalıştırdığını öğrenince,
kendi adıma seriyi daha da ilginç buldum.
Picasso’nun “Benim için resim, bir dizi yıkma
eyleminin toplamıdır. Bir resim yapar ve sonra onu
yok ederim. Lakin en sonunda, hiçbir şey ortadan
kaybolmamış olur” sözüyle açılan bu bölümde, 1945
tarihli 11 taşbaskı eser yer alıyor. Bunlarda
Picasso, boğa figürünü farklı üsluplarla ve her
seferinde biraz daha minimalleşerek, biraz daha
sadeleşerek ele almış. İlkinde gerçekçi ve gelenekçi
bir boğa temsili, yani bildiğimiz boğaya benzeyen
sıradan bir boğanın resmini görüyoruz. Sonrakilerde
boğa aşama aşama değişiyor, önce zengin ve görkemli
bir hal alıyor, ardından anatomik olarak parçalara
ayrılıyor. Hatta bir tanesi bir kasabın boğanın
yenebilecek kısımlarına dair hazırladığı bir rehberi
andırıyor. Aynı boğa daha sonra kübist normlara
teslim oluyor, en nihayetinde de gerçeküstücülüğe
yakın bir estetikle fazlalıklarından ayıklanıyor.
Son boğa, gövde, boynuzlar, kuyruk ve cinsel
organdan oluşan birkaç küçük çizgiden ibaret.
KADINLARI
SEVEN ADAM MI , YIKICI VE ŞEHVETLİ BİR GÜNAH KEÇİSİ
Mİ?
Picasso’nun çocukluğu
Malaga’da, annesi, büyükannesi, iki kız kardeşi, iki
teyzesi ve bir hizmetçiyle birlikte geçmişti. Evde
sadece iki erkek vardı, o ve babası... Eserlerinde
kadınları saplantılı bir meşguliyetle resmetmesinin
sebeplerinden biri, kadınlara ait bir dünyanın
sakini olarak büyümesiydi. “Surviving Picasso”
filminde onu tenin çağrısına, şehvete teslim olan
bir “günah keçisi” olarak izlemiş, hayatına girmiş
kadınlara ne kadar yıkıcı olabildiğini öğrenmiştim.
Yine de Picasso’nun resimlerinde göz göze geldiğim
şahsiyetli, mağrur, bağımsız ruhlu, enerjisi yüksek,
en kışkırtıcı oldukları anlarda bile masumiyetlerini
yitirmeyen kadınları bana göre mükemmeldi.
Habertürk, Haber: Gülenay Börekçi, 06.12.2015
|
İSRAİL'DE ANADOLU İZLERİ
İsral’in kuzeyinde yer alan Ashalim mağarasında
bulunan ve bölgenin en eski kurşun objesi
olduğuna inanılan 6 bin yıllık boncuğun Anadolu
kaynaklı olduğu ortaya çıktı.
Kudüs ve
Tel Aviv Üniversiteleri’nden arkeologlar,
içinden ince ahşap bir çubuk geçen 3.5 cm
uzunluğundaki boncuk benzeri objenin yapımında
kullanılan kurşunun kaynağının Güney
Anadolu’daki bir maden olduğunu tespit
ettiklerini söyledi. Objenin objenin ne amaçla
kullanıldığı tam olarak bilinmese de ‘boncuğun’
iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen bir
ağırlık olabileceğini tahmin ettiklerini
söyledi.
Hürriyet, 05.12.2015
|

|
YERLİ KOLEKSİYONERİN U DÖNÜŞÜ

Sanat piyasasında son 30 yılda büyük bir
hareketlenme yaşandı. Önce klasik döneme ait eserler
rekor üstüne rekor kırdı. 2004 yılında Antik A.Ş
tarafından düzenlenen müzayedede Osman Hamdi Bey'in
Kaplumbağa Terbiyecisi isimli eseri 5 milyon TL'ye
satılınca büyük yankı uyandırmış ve gözler
müzayedelere ve sanat çevresine dönmüştü. Türk
çağdaş sanatının altın çağıysa 2009 yılında Burhan
Doğançay'ın Mavi Senfoni isimli eserinin 2.2 milyon
liraya satılmasıyla başladı. İlk defa yaşayan Türk
bir ressamın eseri bu kadar yüksekten alıcı buldu.
Ancak Türk çağdaş resminin altın çağı çok da uzun
sürmedi. Birkaç ismin dışında sanatçılarımızın
uluslararası arenada önemli başarılara imza
atamaması global markette yerini alamamasına yol
açtı. Bu durum da yerli koleksiyoneri dünyaca ünlü
sanatçıların peşine düşmeye itti. Biz de bu durumu
sanat camiasının önemli isimleriyle tartıştık. Ortak
kanı: "Koleksiyonelerin uluslararası alana döndüğünü
doğruluyor ve bunu Türkiye için müthiş bir gelişme
olarak değerlendiriyor.
Dağhan Özil ,
Galerici: Dünya pazarında yeri yok
"Türkiye'de son otuz yılda sanat pazarı ciddi
değişiklik gösterdi. 30 yıl önce o günün
avangartları olan Erol Akyavaşların, Ömer Uluçların
bir pazarı vardı. O zaman marketin yüzde 80'ini
klasik ve empresyonist akım oluşturuyordu. 10 yıl
sonra empresyonist resmin birkaç ismin dışında
Avrupa emresyonizmin gerisinden geldiğini gördük.
Alıcılar da deli fiyatları vermekten vazgeçti. Çünkü
gördü ki bunların uluslararası pazarda yeri yok.
Bunun üzerine klasik eserden kaçış başladı.
Koleksiyon yapan kesim zeki bir kesim, gelişmelere
çok çabuk adapte oluyor. Klasikleri bırakan
koleksiyonerler Türk modern ve çağdaş resmini almaya
başladılar. Şimdiyse anladılar ki bunların da
uluslararası pazarda yeri yok. Bunun nedeni fiyatın
yüksek ya da düşük olması da değil. Çünkü fiyatı
karşılaştırabileceğiniz uluslararası bir mecra yok.
Oysa aldığınız dünya sanatına katkı sağlamış bir
sanatçının eseri New York'a da gitseniz aynı fiyat,
Paris'e de gitseniz aynı fiyat. Türk çağdaş
sanatınınsa dünya pazarında bir yeri yok.
Koleksiyoneler kendilerini kandırılmış hissetti.
Bazıları küstü ve koleksiyon yapmayı bıraktı.
Bazıları da önemli sanat fuarlarının büyük alıcıları
haline geldi. Türkiye'de çok başarılı sanatçılar
var. Ancak bunların dünya pazarına girmesi için
sanatçı-galeri ve koleksiyonerin ortak çabası şart.
Bir de yurtdışında 30-40 yıldır beraber çalışan
galeri ve sanatçılar var, birlikte büyüyorlar."
Yahşi Baraz, Galerici: Bu durum
Türkiye'nin milli değerine katkı sağlıyor
"Türkiye'de son 30 yılda Türk resminin Türkiye
içinde alınıp satıldığı bir pazar doğdu. 2005'te ise
bu pazar şekil değiştirmeye başladı.
Koleksiyonerlerin çoğu yurtdışı bağlantıları kurup
fuarlara gitmeye ve oradaki sanat eserlerini
keşfetmeye başladı. Lokal sanattan evrense sanata
dönüş başladı. Koleksiyoner anladı ki sanat evrensel
etkisi varsa alınır yoksa lokal bir şeydir. Artık
Türkiye'deki önemli koleksiyonerler Roy
Lichtenstein, Andy Warhol, Jasper Johns, Damien
Hirst gibi dünyanın en pahalı sanatçılarının
işlerini toplamaya başladı. Bu eserlerin alınması
Türkiye'nin milli değerini artıracaktır. Dünya
sanatında yeri olan bu eserler Türkiye'ye giriş
yapacak ve katlanarak büyüyecek. Bu sevindirici bir
haber. Yeni nesiller bu eserler sergilendiği
takdirde onları yakından görme ffırsatı bulacak ve
genel kültür seviyeleri artacak. Bu sanatçılara
büyük sürpriz oldu. 10 bin dolarken 1 milyon
dolarlık resimler almaya başladılar. Bülent
Eczacıbaşı, Faruk Eczacıbaşı, Nezih Barut, Ömer Koç,
Cengiz Çetindoğan bu işin başını çeken isimler.
Önümüzdeki 10 yıl içinde sanatseverleri hayrete
düşerecek müzeler zinciri açılacak. Ve bu müzelerde
uluslararası alanda rüştünü ispatlamış sanatçıların
eserleri sergilenecek. Bu durum elbette Türkiye'deki
sanatçılarda panik yarattı. Ama paniğe gerek yok.
Sanat iltimas tanımaz. Önümüzdeki birkaç yıl içinde
sanatçılar arasında önemli bir ayıklanma
yaşanacaktır."
Murat Pilevneli , Galerici: Türk sanatı eşantiyon kategorisinde sunuldu
-Türk koleksiyoner önce klasik resmi
toplamaya başladı. Ardından çağdaşa döndü, şimdiyse
uluslararası sanatçıları topluyor. Sizce bunların
nedenleri neler?
-Klasikten çağdaşa geçiş
son derece doğal bir süreç elbette. Ancak ilginin
yerelden uluslararasına kayması yerel piyasa
açısından sorgulanması gereken bir durum. Nedenini
anlamak için son 10-15 yıllık sürece bakmak yeterli.
2000-2010 yılları arası, çağdaş Türk sanatının,
galeriler, müzeler, sanat kurumları ve de
koleksiyonerler çerçevesinde konumlandırıldığı bir
dönem. Tüm bunlar olurken belli başlı beklentiler
yaratıldı yada ortaya çıktı diyelim.
-Neydi sanat piyasasındaki beklenti?
-Dünyaya açılım arzusu ve buna bağlı olarakolası
fiyat artışı, yani potansiyeli. Türk alıcısı bu
beklentiler içerisinde özellikle 2005-2006
sonrasında, sanatın da daha popüler hale gelmesiyle
ciddi şekilde eser alımı yaptı. Eş zamanlı olarak
Türk galerilerin uluslararası fuarlarda boy
göstermesi ve sanatımızın yurtdışında daha sık
görülmeye başlaması tabii yabancı koleksiyonerler ve
sanat profesyonellerin dikkatini çekmeye başladı.
2009 yılında Sotheby's in Londra'da düzenlemeye
başladığı "Contemporary Art / Turkish Art "
müzayedeleri ile bu ivme iyice yükseldi. Ancak ne
kadar çok çabalandıysa da Hint, Çin veya İran sanatı
gibi arzu edilen etki bir yurtdışında yaratılamadı.
-Sotheby's gibi
dünyanın önde gelen müzayedeevleri de Türkiye'den
çekilme kararı aldı.
-Yatırım, ticaret
amaçlı alım yapan yabancılar ellerindeki işleri çok
kısa sürede geri satmaya başladılar ve bütün
bunların sonucu olarak 2011-2012 yıllarında nerdeyse
10 yıldır yaratılmaya çalışılan bu açılım durma
noktasına geldi. VeSotheby's 2012 yılında ilgi
eksikliği dolaysıyla Türk çağdaş sanatı odaklı
müzayedelerine ara verdi, Türk sanatını Ortadoğu
pazarına bağlayarak Dubai'ye aktardı. Türk sanatı;
İran, Suriye ve benzeri ülkelerle aynı potaya
koyuldu ve bu yapılırken de eşit şartlarla değil,
adeta Türk sanat eserleri 'eşantiyon' kategorisinde
sunulmaya başlandı.
-Eser fiyatlarını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
-2000'lerin
başından itibaren başlayan süreçte eser fiyatları
ciddi oranda yükseldi, yabancılar da ellerindeki
eserleri geri satınca Türkler tekrar neredeyse
kapalı bir piyasaya geri döndü. Türk alıcısı
yükselen Türk eserlerinin fiyatlarını yabancı
eserlerle kıyaslamaya başladı. Ve gördü ki Türk
sanatçıların işleri pahalı ya da yabancı
sanatçıların işleriyle neredeyse eş fiyatlı. Bunu
görünce yabancı sanatçının işlerini tercih etmeye
başladı. Sonuç olarak sermaye dışarıya çıkınca doğal
olarak bir durgunluk dönemi başlamış oldu.
-"Bir dönem Türk çağdaş resim piyasası çok şişti"
mi diyorsunuz?
-Kuşkusuz piyasada bir şişme
ve tıkanma yaşandı. Bu tıkanma tüm sanatçılar için
geçerli olmayabilir. Burada şunu belirtmek lazım:
'Taş yerinde ağırdır' sözünün gerçekliğinden yola
çıkıldığında her dönem talep gören, buna bağlı yerel
piyasada prim yapan sanat eserleri elbette var ve
olacaktır. Ancak bu piyasanın geneli için geçerli
değil.
Sabah, 05.12.2015
|
YENİKAPI BATIKLARI EMİN ELLERDE

Yenikapı kazılarından çıkan yaklaşık 1500 yıllık
batıklar konservasyon için havuzlarda bekletiliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin finansörlüğünde
İstanbul Üniversitesi tarafından kurulan
Yenikapı’daki laboratuvarda tam 27 batık üzerinde
bilim adamları çalışmalarını sürdürüyor. Kurulacak
müzede sergilenmek üzere konservasyonları yapılan
ahşap gemiler dünyanın en büyük batık filosunu
oluşturuyor.
Yenikapı Metro ve Marmaray kazıları 2004 yılında
başladı. Tüm dünyanın dikkatini çeken kazılarda
neolitik buluntular İstanbul tarihini 2000 yıl kadar
geriye götürdü. İlk İstanbulluların mezarları, ayak
izleri, kano küreği, kaşık gibi 8500 yıllık
buluntular büyük yankı uyandırmıştı. İstanbul’un
antik çağdaki Theodosius limanındaki batıklar da su
altı arkeoloji tarihi açısından oldukça büyük öneme
sahipti. 2005 yılında bulunan ilk batıktan sonra tam
36 batık daha çıkarıldı. Bazıları yükleri ile
beraber bulundu. Dönemin savaş gemisi olarak bilinen
kadırgalar bilim dünyasını heyacanlandırdı.
İçlerinde malzeme bulunan amforalar, çapalar,
halatları ile birlikte sanki dün batmışçasına
sapasağlam buluntular elde edildi. Bilim dünyası
teyakkuza geçti. Bizans döneminin en önemli batık
koleksiyonu toprağın altından geliyordu.
BATIKLARA NE OLDU?
Bizim sapasağlam dediğimiz batıklar aslında
toprağın içinde sadece resim veriyordu. Geminin
gövdesini oluşturan o koca koca kalaslar
dokunduğunuzda bir kağıttan farkı yoktu. Ülkemiz
arkeolojisi batık çıkarma ve onun konservasyonu
konusunda çok da bilgili değildi. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür
Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü başkanı
Prof.Dr. Ufuk Kocabaş, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğünün daveti üzerine batıkların bilimsel
kaldırılma ve konservasyon işini yapmayı kabul etti.
Kocabaş Viking batıkları üzerine uzman olan
dünyadaki sualtı arkeoloji ekiplerini gezdi, hem
kaldırma hem de konservasyon aşamalarını inceledi.
ABD'nin Texas A&M Üniversitesi Deniz Arkeolojisi
Enstitüsü'nden Cemal Pulak’da batıkların bir
kısmının bilimsel konservasyonunu üstlendi.
BATIK HAVUZLARI KURULDU
Arkeologlar kazdıkça batık sayısı arttı. Toplam
37 batık çıktı. Raylı sistem projesini yürütenler
üzgün, arkeologlar sevinçliydi. Bunların hepsi büyük
bir titizlikle araziden alınarak, içleri kimyasal
ilaçlı suyla dolu havuzlara alındı. Yenikapı
istasyonunun yanı başında 2 katlı konservasyon
laboratuvarı oluşturuldu. İstanbul Üniversitesi
adına Prof. Kocabaş laboratuvarda hem belgeleme hem
de onarım sürecini başlattı. Gemilerin
konservasyonları tamamlandıktan sonra projede yer
alan Yenikapı müzesinde sergilenebilecek hale
gelmesi için bilimsel çalışmalara hız verildi.
LABORATUVARDA NELER YAPILIYOR?
Binlerce yıl toprak altında kalan ahşap
malzemeler kimyasal ilaçlı havuzlardan çıkarılıp
dijital belgeleme çalışmaları yapılıyor. Batığa ait
her ahşap parçası 3 boyutlu olarak dijital siteme
aktarılıyor. Bu belgeleme çalışması sırasında ahşap
malzemenin üzerindeki çiviler, balta kesik izleri,
budaklar gibi her ayrıntı kayda alınıyor. Daha sonra
ahşap malzeme kurutulmak üzere dondurarak kurutma
yöntemine tabi tutuluyor. Ahşabın içindeki su normal
kurutma yöntemi yapıldığında malzeme küçülüyor,
eğriliyor ve geri dönüşü olmayacak bir şekil
bozukluğuna uğruyor. Bunun önüne geçmek için
kullanılan dondurarak kurutma yöntemi için pahalı da
olsa İBB’si ikna edilerek o cihaz temin edildi.
Bugün müze kurulsa bir batık hemen sergilenebilecek
noktaya geldi.

EKİBİN SİVRİSİNEKLE İMTİHANI
Ahşap malzeme içi su dolu havuzlarda bekletildiği
için özellikle yaz aylarında sivrisinek problemi
büyük oldu. Dışardaki havuzlar için kimyasal ilaçlar
kullanıldı ama üzerinde çalıştıkları ahşap malzemeyi
tuttukları laboratuvar içindeki havuzlarda ilaç
kullanmak çalışanların sağlığını tehdit ediyordu.
Prof. Kocabaş Danimarka’da başka bir amaçla
kullanılan Japon balıklarını hatırladı. Laboratuvar
içindeki havuzlarda Japon balıklarını kullandı.
Sonuç mükemmeldi. Balıklar sivrisinek larvalarını
yiyor üremelerine engel oluyordu. Balıklar hem
eğlenceleri olmuş hem de çalışanları büyük bir
dertten kurtarmıştı.
TEŞEKKÜRÜ HAK EDİYORLAR
Yenikapı arkeoloji kazıları bitti. Olağanüstü
sonuçlar elde edildi. Binlerce eser müze depolarına
kaldırıldı. Batıkların bilimsel konservasyonları
hızla sürüyor. İstasyonun yanında oldukça geniş bir
arzi de mevcut. Artık Yenikapı Müzesi için düğmeye
basılmalı ve bir an önce bulunan eserlerin halk ve
bilim dünyası ile buluşması sağlanmalı. Başta
İstanbul Arkeoloji Müzeleri olmak üzere İstanbul
Üniversitesi adına çalışmaları yürüten Prof.Dr.
Ufuk Kocabaş ve ekibi, Doç.Dr. Cemal Pulak,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi katkılarından dolayı
teşekkürü hak ediyorlar.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 05.12.2015
|
KOLOMBİYA'DA BATIK HAZİNE GEMİSİ BULUNDU

Kolombiya Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos, 1708
yılında Karayip Denizi'nde batan ve uzun
yıllardır aranan San Jose adlı İspanyol
gemisinin bulunduğunu duyurdu.
Santos, twitter
hesabından yaptığı paylaşımda, San Jose'nin
bulunduğunu açıklayıp, detayları yarın
düzenleyeceği basın toplantısında vereceğini
belirtti. İçinde 3 ila 17 milyar dolarlık hazine
taşıdığı varsayılan San Jose gemisi, hazineyi
çalmak isteyen İngiliz korsanların saldırısı
sonrasında 8 Haziran 1708 tarihinde
Kolombiya'nın Cartagena kentinin kuzeyinde
batmıştı.

Batık gemiyi aramak için 1980'li yıllarda Kolombiya
hükümetinden izin alan Amerikan firması "Sea Search
Armada"nın, dönemin Cumhurbaşkanı Belisario Betancur
(1982-1986) ile anlaşarak bulunacak hazinenin yüzde
5'ini alacağının ortaya çıkması üzerine konu
mahkemelik olmuş ve 2007 yılında Kolombiya Adalet
Yüksek Mahkemesi, San Jose'deki her şeyin Kolombiya
devletinin kültürel varlığı olarak tanınmasına karar
vermişti. Ancak Amerikan firması arama
çalışmalarının masrafının 50 milyon dolardan fazla
tuttuğunu belirtip, Kolombiya hükümetinden yüksek
miktarda tazminat talep etse de henüz hiçbir şey
elde edemedi.

Hürriyet, 05.12.2015
|
MUĞLA'DA İLK TUNÇ ÇAĞI'NA AİT KALINTILAR BULUNDU
Muğla'nın Milas İlçesi'nde İlk Tunç Çağı'na ait küp
tipi mezar ve bazı yerleşim kalıntıları bulundu.
Milas Müze Müdürlüğünce Hüsamlar Mahallesi'nde
yürütülen kazı çalışmaları sırasında arkeologlar,
tarihi yerleşim kalıntılarına rastladı.
Çalışmalarını yoğunlaştıran ekipler, buldukları
küpün içinde insan kemikleri ve ölülere hediye
olarak bırakılan ikili ve tek kulplu çanaklar, gaga
ağızlı testiler ve üç ayaklı testilerden oluşan çok
sayıda pişmiş toprak eseri gün yüzüne çıkardı.
Kazıda bulunan iki mezar ve yanındaki
kalıntıların İlk Tunç Çağı'na ait olduğu belirlendi.
Milas Arkeoloji Müzesinde koruma altına alınan
eserlerin, MÖ 3000'li yıllara ait olduğu
değerlendiriliyor.
Kazı çalışmaları devam ediyor.
Radikal,
04.12.2015
|
İZNİK GÖLÜ'NDEKİ BAZİLİKADA KİREMİT VE İNSAN
KEMİKLERİ BULUNDU

Bursa’nın İznik İlçesi’nde, göl kıyısının
20 metre açığında 1.5- 2 metre derinlikte
bulunan ve 1500 yıl önce Aziz Neophytos’un adına
inşa edildiği belirlenen bazilikada sualtı
arkeoloji ekiplerinin yaptığı araştırmada,
kiremit ve insan kemikleri bulundu.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Ak Partili
Recep Altepe, göle kuracakları su altı müzesiyle
birlikte İznik’in Hıristiyan alemi için önemli
turizm duraklarından biri haline geleceğini
söyledi.
Tarihi MÖ 4'üncü Yüzyıl'a
kadar uzanan, Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı
uygarlıklarına ev sahipliği yapan İznik’te geçen
ocak ayında Bursa Büyükşehir Belediyesi
tarafından havadan yapılan fotoğraf çekimleri
sırasında, ilçe ile aynı adı taşıyan gölün 20
metre açığında 1.5- 2 metre derinlikte bazilika
formunda bir kilise kalıntısı ortaya çıktı.
Fotoğrafları inceleyen Uludağ Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, yapının Roma
askerleri tarafından İznik Gölü kıyısında
öldürülen 'Aziz Neophytos' adına yapılan kilise
olduğunu belirledi. Prof.Dr. Şahin, Aziz
Neophytos'un önce bazilikanın içine gömüldüğü,
ardından 740’da meydana gelen deprem nedeniyle
yakındaki Koimesis Kilisesi’ne götürüldüğünü
açıkladı. İznik’teki bu keşif dünyadan da büyük
yankı buldu. Uluslararası haber ajanslarının
yayını sonrası Amerika Arkeoloji Enstitüsü,
Prof.Dr. Mustafa Şahin ile bağlantı kurarak
detayları hakkında bilgi aldı. Enstitü
dergesinin bu ay yayınlanan sayısında da
bazilika 2014 yılında, 'Dünyadaki En Önemli 10
Arkeolojik Keşif' arasına alındı.
Batık
bazilikanın evrensel bir değer olarak turizme
kazandırılmasını hedefleyen Büyükşehir
Belediyesi, Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin koordinatörlüğünde çalışmalara
başladı. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’ndeki sualtı arkeologları göl içindeki
bazilikanın Aziz Neophytos Kilisesi mi yoksa
İznik Konsili’nin toplandığı Konstantin
Sarayı’nın bir parçası mı olduğunun belirlenmesi
için dalış yaptı. Prof.Dr. Mustafa Şahin’in
yönettiği çalışmada balık adam kıyafetlerini
giyen arkeologlar, İznik Gölü’ne dalarak
bazilika çevresinde ilk tespit çalışmalarını
gerçekleştirdi.
Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe de İznik Belediye Başkanı
Osman Sargın ile birlikte bazilika çevresinde
yapılan dalışları yerinde inceledi. Bursa’dan da
önce başkent olan İznik’in Hıristiyan dünyası
açısından da büyük önem taşıdığını, ilk konsülün
toplandığı ve İncil’in 4’e indiği İznik’e büyük
önem verdiklerini ifade eden Başkan Altepe, "Göl
içinde yapılacak çevre düzenlemeleri ile burayı
sualtı müzesi olarak Bursa’ya kazandırmayı
hedefliyoruz. Dünyanın ilgisini bu bölgeye
çekecek özel bir proje hazırlamak istiyoruz"
dedi.
Bu kapsamda göl kıyısında
imalatlar gerçekleştirdiklerini, bazilika için
platformlar ve dalgıçlar için ofisler
kurduklarını belirten Başkan Altepe, "Yapılan
düzenlemelerle tespit faaliyetlerimiz de
başlamış oldu. Artık bundan sonra yer altı
bulgular birer birer alınarak, su yüzeyine
çıkartılacak. Burada tek tek incelenen tortular
tekrar denize bırakılmış olacak" diye konuştu.
Şu anda 10 kişilik bir ekibin iş başında
olduğunu, ilk ekibin göle dalarak tarihi
bazilikadan kiremit ve çevresindeki hazireden
kemik parçalarını su yüzeyine çıkardığını
söyleyen Başkan Altepe, "Projenin büyüklüğünü ve
özelliğini en etkin şekliyle ortaya çıkarmakta
kararlıyız. Her küçük bir bulgu, bize birçok şey
hakkında ipucu verecek. Arkeoloji ilginç bir
dal. Küçük bir parçadan çok önemli sonuçlar
ortaya koyabiliyorsunuz. Alınan bulgularla
birlikte bazilikanın kesin olarak ne olduğu
konusunda her şey açıklığa kavuşmuş olacak" diye
konuştu.
Su altı arkeoloji çalışmalarının
tamamlanmasıyla birlikte İznik Gölü’ne bir su
altı müzesi kurmayı planladıklarını açıklayan
Başkan Altepe, tarihi bazilikanın Hristiyan
aleminin en önemli ziyaret duraklarından biri
olacağını kaydetti. Başkan Altepe, "Bu konuda,
herhangi bir masraftan kaçınmıyoruz ve üzerimize
düşeni yapıyoruz. Bugün de su altı arkeoloji
çalışmaları için start verdik. Kazılar Kültür ve
Turizm Bakanlığı izniyle Uludağ Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve İznik
Belediyesi’nin desteğiyle Büyükşehir Belediyesi
tarafından sürdürülüyor" dedi.
İznik
Belediye Başkanı Osman Sargın ise, tarihi
bazilikanın ortaya çıkartılmasıyla birlikte
ilçenin inanç turizmi açısından öne çıkacağını
vurguladı. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin de tamamı kendi
öğrencilerinden oluşan 10 sualtı arkeoloğunun
dalış yaparak göl altında tespitlerde
bulunacağını vurguladı.
Haber 24, 04.12.2015
|
YEHUDA KRALI HEZEKİYA'YA AİT MÜHÜR BULUNDU

İsrail'in Kudüs kentinde Yehuda Krallığı'nın 14. Kralı Hezekiya'nın damgasını taşıyan, 2 bin 700 yıllık bir kraliyet mührü bulundu.
Daily Mail Online'ın
haberine göre, arkeologlar, içinde
"Yehuda Kralı Ahaz'ın oğlu
Hezekiya'ya aittir" yazan bir mühür
bulduklarını açıkladı.
Mührün, MÖ 727 ve MÖ 698 yılları arasında yaşayan Kral Hezekiya döneminde kullanılan antik bir "çöplükte" yapılan kazı sırasında bulunduğu belirtildi.
Kilden yapılmış oval şeklindeki küçük mührün üzerinde, iki yanında "hayatı" temsil eden eski Mısır hiyerogliflerinin yer aldığı iki kanadı aşağı doğru dönmüş bir güneş baskısının bulunduğu ifade edildi.
Genişliği bir, kalınlığı da 0,3 santimetre olan mührün, arkeolojik bir kazıda keşfedilen bir İsrail ya da Yehuda kralına ait ilk damga olduğu sanılıyor.
Hezekiya'ya ait gibi görünen başka mühürlerin var olduğu biliniyor, ancak bunların kaynakları bugüne kadar teyit edilmedi.
Bulunan mührün, Yehuda Krallığı'nın o dönemde bölgede oynadığı rolle ilgili önemli ipuçları sağlaması bekleniyor.
Yahuda Krallığı'nın yükselişinde önemli rol oynayan Hezekiya, hükümdarlığı döneminde uyguladığı dini reformlarla putperestliğe karşı çıkmış ve tek tanrı inanışını benimsemişti.
Al Jazeera, Kaynak: Daily Mail Online, 03.12.2015
|
SANDAL BEDESTENİ HİZMETE AÇILACAK

Dünyanın en fazla ziyaret edilen turistik mekanı
Kapalıçarşı’da bu aralar hummalı bir çalışma var.
Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılan iki
bedestenden biri olan Sandal Bedesteni restore
edilerek yeniden hayat buluyor…
Bilmeyenler için; Sandal Bedesteni, Fatih'teki
Tarihi Kapalıçarşı içerisinde Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün mülkiyetinde olan halı, turistik eşya,
çanta, takı ve giysilerin satıldığı dükkanların
bulunduğu Bizans döneminin izlerini taşıyan bir
yapı.
Buram buram tarih kokan Kapalıçarşı'nın
çekirdeğini oluşturan iki bedesten bulunuyor.
Bunlardan biri İç Bedesten yani Cevahir Bedesteni
..Diğeri ise Yeni Bedesten..1461 yılında Fatih
Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Kapalıçarşı'nın
bu ikinci önemli yapısı Sandal Bedesteni olarak da
anılıyor.
Burada bir yolu pamuk bir yolu ipekten dokunan ve
Sandal adı verilen kumaş satıldığı için Sandal
Bedesteni ismi verilmiş.
Yaklaşık 80 dükkanın bulunduğu sandal bedesteni
yeni dokusuyla yakında hizmet vermeye başlayacak.
İstanbul Valisi Vasip Şahin Kapalıçarşı’da
bulunan Sandal Bedesteni’nin restorasyon çalışması
hakkında incelemelerde bulundu.
Yapı, 01.12.2015
|
BAHÇESİNDE BULDUĞU LAHDE 30 YIL GÖZÜ GİBİ BAKTI

Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi'nde bir vatandaşın 30
yıldır bahçesinde koruma altında tutuğu mermer
lahit, Roma Hamamı önüne taşındı.
Kaplıca Mahallesi'nde yaşayan Mustafa Doğan (64),
yaklaşık 30 yıl önce evinin temelini kazarken mermer
bir lahit buldu. Tarihi bin 500 yıl öncesine kadar
uzanan lahit, bugüne dek Doğan'ın
gayretleriyle bahçesinde korundu. Doğan'ın
başvurusuyla müze müdürlüğü yetkilileri tarafından
teslim alınan lahit, ilçede kazı çalışmaları devam
eden Roma Hamamı yerleşkesine nakledildi.
Mustafa Doğan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 30 yıl önce yaptığı evin temelini
kazarken lahidi bulduğunu ve bahçesinde muhafaza
ettiğini belirtti.
Lahdin orijinalliğinin bozulmaması için elinden
gelen gayreti gösterdiğini ifade eden
Doğan, ''Yozgat Müze Müdürlüğü ile irtibata geçtik.
Görevliler gelip lahidi inceledi. Roma Hamamı kazı
çalışmalarının da devam etmesiyle birlikte lahidin
orada daha güzel sergileneceğini, gelen turistlerin
görebileceğini söylediler ve oraya intikali
sağlandı. Lahidi 30 yıl bahçemizde muhafaza ettik,
yağmurdan, kardan korunması için üzerini zaman zaman
örttük. Tarihi bir değeri olan lahide gözümüz gibi
baktık'' diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber:
Özcan Güney, 01.12.2015
|
İZMİR'İN KONAKLARI KAN AĞLIYOR

İzmir’in Basmane semtinde bulunan ve bir döneme
damgasını vuran tarihi konaklar, ilgisizlik
nedeniyle tarihten siliniyor.
Kentte yıkılıp,
yok olup gitme tehlikesi bulunan konaklardan üçü
Basmane semtindeki Altınordu Mahallesi’nde ve
Oteller Sokağı’nda yer alıyor. Bu yıl yaşamını
yitiren gazeteci, şair, yazar ve eleştirmen
Tarık Dursun K’nın çocukluk ve gençlik
yıllarının geçtiği bu semtteki 945 sokakta
bulunan devasa konak ile yine hemen yanıbaşında
yer alan Osman Paşa Konağı, Oteller Sokağı
girişindeki,
Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın da yaşadığı
Yeni Sadık Bey Oteli olan bina restore edilmeyi
bekliyor. Semt halkı, Latife Hanım’ın yaşadığı
konağın ayakta kaldığını, diğer iki konakta ise
geçirdiği yangınlarla ve bakımsızlıktan
çöküntüler meydana geldiğini belirterek, "Tarık
Dursun K’nın bir dönemler yaşadığı köşkün
yeniden ayağa kaldırılarak adına bir kültür
merkezine dönüştürülmesi en büyük hayalimizdi.
Ancak bu konuda bu güne kadar henüz bir adım
atılmadı. Latife Hanım’ın yaşadığı konağın da
kendisine ait özel eşyalarının sergilendiği aynı
şekilde bir müzeye dönüştürülmesini istiyoruz.
Bölgede, yok olma tehlikesi bulunan onlarca
İzmir konağı var. Devlet ve yerel yönetimler
güçbirliği yaparak, bu konaklara aslına uygun
onararak tekrar hayat vermelerini bekliyoruz"
dedi.
Hürriyet, 30.11.2015
|