Haberler logo Şubat '15 Arşivi


22 Şubat - 14 Mart 2015

İÇİNDE DEFİNE BULUNAN MÜZE

 

Ankaralı iş adamı Yüksel Erimtan iki bin parçalık koleksiyonunu müzeye dönüştürdü. Ankara Kalesi'nin hemen yanında inşa edilen müze binası bir kültür kurumu gibi çalışacak. Hititler'den Bizans'a farklı dönemlerden süs, mutfak eşyaları ve gündelik nesnelerin bulunduğu müzede 21 parçalık bir define de kırık küpüyle birlikte sergileniyor.

 

 

Biz İstanbul’da büyük sanat koleksiyonları özel müzelere dönüşecek diye beklerken, Ankara sürpriz yaptı. Küçük ama iddialı bir müze, Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi 14 Mart’ta açılıyor.

 

Eski Ankara’dan yadigar yegane yer olan Ankara Kalesi’nin hemen dibinde kurulan müze, Yüksel Ermitan’ın iki bin parçalık arkeoloji koleksiyonunun üzerine bina edilmiş. Yüksel Erimtan, 1960’lardan bu yana Türkiye’de daha sonra yurt dışında büyük inşaat projeleri gerçekleştirmiş Gama Grup’un kurucusu. Gençliğinde bir kuyumcuda gördüğü yüzük taşlarını almış ve arkası gelmiş. Belli ki koleksiyonculuk önemsediği bir uğraş olmuş, 1996’da kurduğu Kültür Varlıkları Koleksiyoncular Derneği’nin başkanı. Derken, birikimini herkese açmaya karar vermiş ve bu müze için işe koyulmuşlar.

 

Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Hisar Meydanı’nda yani Ankara Kalesi’nin hemen girişindeki üç eski yapı dönüştürülerek yapılmış. Vaktiyle depo olarak da kullanılan, çökmüş yapıları Kültür Bakanlığı’ndan 25 yıllığına kiralamışlar. Yerine de hem o eski yapılarla, hem kendi koleksiyonuyla, hem de bulunduğu çevreyle diyalog kuran yepyeni bir müze binası inşa etmişler. Toplam maliyeti 10 milyon lirayı bulmuş. Mimari projeyi Ayşen Savaş, Can Aker ve Onur Yüncü birlikte hazırlamış. Kale duvarlarını çağrıştıran taş cephesi, saat kulesine bakan dar pencereleri, teşhire uygun büyük tek bir iç alanı, Ankara manzaralı terasıyla kafe ve toplantı salonları da bulunan bir yapı. İlk bakışta mütevazi, arkasındaki uzun çalışmayla iddialı. Yapı ve müzenin kendisi, koleksiyonun önemli bir bölümünü oluşturan Roma dönemiyle de diyaloğa giriyor. Müze duvarları, tıpkı Roma döneminde olduğu gibi yazılarla döşeniyor. Hele devasa bakır kapısı… üzerindeki yazılarla insana düşsel bir Roma sarayını, hatta tapınağını çağrıştırıyor. Terasa bakan nişlere yerleştirilmiş Roma taklidi yeni heykeller dışında tamamen iddiasına uygun şıklıkta bir yapı.

 

Müzede Erimtan koleksiyonunun hemen hemen tamamı sergileniyor. MÖ 3000 yılına tarihlenen Hitit eserleri de Bizans’tan kalanlar da var. Mısır mezar resimleri diyebileceğimiz fayrum portreleri, takılar, Roma döneminden kalma çok sayıda mutfak eşyası, testiler, kaplar, cam kadehler, hatta salyangoz yemek için üretilmiş özel kaşıklar sergileniyor. Çeşitli amaçlara hizmet etmiş küçük cam şişeler, kadınların belini süsleyen kemerler, kullandıkları cımbızlar bir başka köşeyi oluşturuyor. Çekmecelerde küçük heykeller ve süs eşyaları var, çekip bakıyorsunuz. Ya da bir köşede Roma döneminde olduğu gibi U şeklinde dizilmiş üç tane uzanma koltuğu duruyor. İsterseniz üzerine uzanıp filmlerden aşina olduğumuz Roma ziyafet sahnelerinden birini hayal edebiliyorsunuz.

 

Koleksiyonun önemli kısmı Hellenistik ve Roma döneminden kalma yüzük taşlarıyla sikkeler. Sikkeler dikey çekmecelerde sergileniyor. Vaktiyle bir defineye ait olan 21 altın sikke ise hemen yanında kırık bir küple sergileniyor. Bütün bir Anadolu’nun define bulma hayalinin gerçekleştiği nadir anlardan birinin ve Türkiye’deki özel arkeoloji koleksiyonlarının simgesi olarak, orada meraklı gözleri bekliyor.

 

Erimtan Koleksiyonu, bir iş adamının beğenisi ve merakıyla oluşmuş. Arkasında eski uygarlıklara duyulan hayranlık, ilgi ve onlardan kalanlara sahip olmak, korumak, bir araya getirmek fikri var. Sonraki aşama ise, başkalarıyla paylaşmak. Dolayısıyla bu müze, mimar Ayşen Savaş’ın da söylediği gibi bir tür aydınlanma projesi, bir ‘nadire odası’ (curiosity cabinet). Sergiye her ne kadar dokunmatik ekranlar, pleksiglas panolar eşlik ediyorsa da aslında eski müzeler gibi, eserler tematik olarak gruplandırılmış. Koleksiyon ise ‘donmuş’. Yani yeni alımlar yapılmayacak, büyümeyecek, değişmeyecek. Peki müze nasıl yaşayacak?

 

Tabii ki süreli sergilerle. Müzenin müdürü Emin Mahir Balcıoğlu günümüz müzecilik anlayışına uygun biçimde, yaşayan bir kültür merkezi olarak işlev göreceklerini anlatıyor. Toplantı salonu farklı kurumların da kullanımına açık olacak, süreli sergiler ve eğitim programları düzenlenecek. Eğitime çok önem veriyorlar, farklı yaş gruplarından çocuklar ve gençler için programlar oluşturmuşlar. Sanırım bu konuda İstanbul Modern’in başarısını örnek alıyorlar. İlk geçici sergi ise Alev Ebüziya’ya ayrılmış. Tanınmış seramik sanatçısının kendisine has kapları, yıllar önce İslam Eserleri Müzesi’ndeki sergisinde olduğu gibi, uzun bir masanın üzerine yerleştirilerek sergileniyor. Bu kez, antik nesneler de Alev Ebuziya’nın işlerine eşlik ediyor. Müzenin kimliği bakımından iyi bir açılış sergisi. Ardından Murat Germen’in kent fotoğrafları ve Türkiye’nin en büyük güncel sanatçılarından biri olan Sarkis’in sergilerini açmayı planlıyorlar. İlerleyen aylarda konserler de düzenlenmesi de düşünülüyor. Yani, Erimtan, Anakara kültür ortamında kendine iyi bir yer edinmeye kararlı. Ankaralılara duyurulur…

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 06.03.2015

KUSAMA VE WARHOL MÜZAYEDEDE

 

Christie’s Müzayede Evi, 26 Mart tarihinde “Savaş sonrası dönem ve Güncel Sanat” konseptli bir müzayedeye ev sahipliği yapacak.

 

Müzayedede değerleri 700 sterlinden 300 bin sterline kadar değişen toplam 194 sanat eseri satışa sunulacak. Satışa çıkarılacak eserler arasında Japon sanatçı Yayoi Kusama, Koreli sanatçı Kim Tschang-Yeul’nun yanı sıra Otto Piene, Andy Warhol, Lucy Mckenzie, Dexter Dalwood gibi isimlerin eserleri bulunuyor.

Milliyet, 06.03.2015

"IŞİD, NİMRUD'U ÖNCE YAĞMALADI, SONRA YIKTI"

 

Irak ve Suriye'nin bazı bölgelerini kontrol altına almış olan IŞİD'in Milattan Önce 13. yüzyıldan kalma Nimrud'u dün yıkmaya başladığı bildirilmişti.

 

UNESCO'nun Irak sorumlusu Axel Plathe, bu gelişmeyi Irak'ın mirasına yönelik korkunç saldırılardan bir başkası diye nitelerken, Iraklı arkeolog Lamia al-Gailani, "Tarihimizi siliyorlar" dedi.

 

Musul'un 30 kilometre güneydoğusunda bulunan Nimrud'daki arkeolojik eserlerin birçoğu başkent Bağdat ile Irak dışındaki müzelere taşınmış olsa, bölgede hala çok önemli eserler yer alıyordu.

 


Kanatlı Boğalar gibi bazı Nimrud eserleri Bağdat'taki Ulusal Müze'ye taşınmıştı

 

Nimrud'un tahrip edilmesi girişimi, Taliban güçlerinin 2001'de Afganistan'daki Bamiyan heykellerini yıkmasına benzer bir 'kültürel barbarlık'' olarak görülüyor.

 

Nimrud geniş bir alana yayıldığından tamamiyle yok edilip edilmediği bilinmiyor.

 

Ancak yerel bir aşiret kaynağı, Reuters haber ajansına, "IŞİD üyeleri Nimrud arkeolojik kentine gelip değerli eserleri yağmaladı; sonra da alanı yerle bir etme işine girişti. Heykeller, duvarlar ve bir kale tamamen tahrip edildi" dedi.

 

 

'Keşke bu bir karabasan olsaydı'

Dr. Gailani BBC'ye yaptığı açıklamada "Nimrud, biz Iraklılar için ve bir arkeolog olarak benim için en önemli alanlardan biridir. Bugüne dek ayakta kalmış pek çok şey, kabartmalar, heykeller, ünlü kanatlı boğalar vardı. Ne yaptıklarını bilmiyorum. Tarihimizi siliyorlar. Keşke bu sadece uyanabileceğim bir karabasan olsaydı. Bunu niçin yaptıklarını anlayamıyorum" dedi.

 

Nimrud'daki eserlerin tapınma amaçlı olmadığını, Irak'ın kimliğinin bir parçası olduğunu söyleyen Dr. Gailani, Asurluların dünyaya ait bir uygarlık olduğunu belirterek, "İnsanın tarihi vardır. Biz hayvan değiliz. Hayvanlar bilmez tarihlerini. Biz ise biliriz ve aramızdaki fark da budur" dedi.

 

 

Irak kültürünün korunması konusunda uzman arkeolog Nineveh Yakou da, Nimrud'un pek çok bakımdan dünya için önem taşıdığını kaydetti ve "Çoğu insan ilk merceği Hollandalıların keşfettiğine inanır. Oysa mercek 3000 yıl önce keşfedildi ve Nimrud'da bulundu. İşte böyle bir tarih bizim elimizden alınıyor. Artık kimse erişemeyecek bunlara bir daha. Bu küresel bir kaygı. Ve küresel düzeyde ele alınmalı; yalnızca arkeologların ve tarihçilerin kaygı duyduğu bir konu olmamalı." dedi.

 

İngiltere Irak Araştırmaları Enstitüsü başkanı John Curtis de, Nimrud'un Irak'ta en iyi şekilde korunmuş Asur şehri olduğunu belirterek bu yapılanın tüm dünyanın kültür mirasına yönelik korkunç bir suç olduğunu söyledi.

BBC Türkçe, 06.03.2015

2,8 MİLYON YILLIK İLK İNSAN FOSİLİ!

 

Etiyopya’nın Afar bölgesinde, tarihte yaşayan ilk insanlardan birine ait olan çene kemiği fosili bulundu.

 

Fosil, 2013 yılında Chalachew Seyoum isimli Etiyopyalı öğrenci tarafından bulunmuştu. İlk insanların 2 milyon 350 bin yıl önce yaşadığını düşünen araştırmacılar bu gelişmeyle birlikte, Australopitekus türü ile modern insan ve yakın atalarının arasındaki boşluğun doldurulduğunu düşünüyor.

Milliyet, 06.03.2015

PARİS'TE EKOLOJİK AYAK İZİNİ AZALTMAK İÇİN EYFEL KULESİ YENİLENİYOR

 

1887'de, inşa edildiği ilk yıllarda Parisli sanatçılar, yazarlar, mimarlardan büyük tepki gören ancak bugün Paris'in simgesi konumundaki Eyfel Kulesi şimdilerde yeni işlevlerle donatılıyor.



 

Gustav Eiffel'in tasarladığı yaklaşık 270 metre uzunluğundaki bu kule, bazı kesimler tarafından beğenilmese de bir mühendislik harikası olarak değerlendirilmiş ve bugüne kadar radyo televizyon vericisi, billboard, kaykay pisti ve bungee jumping platformu gibi farklı işlevlere bürünmüştü.

 

Şimdilerde Paris İklim Planı çerçevesinde yüksek çevre kalitesinin hedeflendiği kentte ortaya koyulan projelerden biri de Eyfel Kulesi'nin yenilenebilir enerjileri destekleyecek şekilde yenilenmesi oldu.

 

 

Düşey akslı rüzgar türbinlerinin eklenmesiyle kulenin etrafındaki ticari mekanlar için yılda 10.000 kw enerji yaratılmış olacak. Bunun dışında LED aydınlatmalarla ışıklandırılan kuleye, bir güneş panelleri eklendi ve bir de yağmur suyunun geri dönüşümünü sağlayacak sistem kuruldu.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 05.03.2015

TARİH ÖNCESİNE AİT MABED BULUNDU

 

 

Lübnan'ın Sayda kentinde eş zamanlı yürütülen arkeolojik kazı ve müze inşası sırasında MÖ 1300'lerde inşa edildiği sanılan Kenanilere ait bir mabet bulundu.

 

 

Lübnan Kültür Bakanlığı Eski Eserler Müdürlüğü ile 1998'den bu yana Sayda'da kazı çalışmaları yapan İngiliz arkeoloji heyeti, Sayda'nın El-Ferir çukurunda MÖ 1300'de yapıldığı tahmin edilen Kenanilere ait bir mabedi gün ışığına çıkardı.

 

 

İngiliz arkeoloji heyeti Başkanı Claude Doumit Serhal, Sayda'da yapılacak müzenin inşaası ile arkeolojik kazılar yapan ekiplerinin ortak çalışmaları sırasında, Kenanilere ait bir mabede ulaşıldığını ifade ederek, mabedin tamamen ortaya çıkması için kazı çalışmalarının acilen hızlandırılması gerektiğini vurguladı.

 

 

Mabedin tüm odalarının yerin altında olduğuna dikkati çeken Serhal, "Bu bulgu, mabedin, Es-Saydavi topluluklarından özel bir cemaate ait olduğu ihtimalini arttırıyor.

 

 
Eskiden dini ritüeller günümüzdekinin aksine gizli yapılırdı. Şimdi cami veya kilise inşa edilse herkesin gözünün önünde olacak şekilde yapılıyor.

 

 

Bu tür dini ritüellere ait bazı bulguları Suriye'nin kuzeyindeki Alalah bölgesinde de bulmuştuk" ifadesini kullandı.

 

 

Serhal, Sayda'da MÖ 3 bin yılına ait eserler bulunduğuna işaret ederek, mabet hakkında şu bilgileri verdi: "MÖ 6'ncı asrındaki Persler dönemine ait olduğu bilinen taşlarla kapatılmış mabet yerin altında iyi durumda idi, herhangi bir zarar görmemiş. Mabedin duvarlarının yüksekliği 4,5 metre, genişliği 7,5 metre büyüklükte taşlarla örülmüş."

 

 

Arkeolojik kazı ekibinin şu anda Sayda tarihini yeniden yazdığını ifade eden Serhal, "Çalışmalar sırasında Yunanistan, Mısır, Kıbrıs'ın yanı sıra Türkiye'den Sayda'ya getirilmiş tarihi eserler de bulundu. Ulaşılan eserler arasında Akdeniz bölgelerindeki en eski eser diyebileceğiz parça ise Girit Adaları'ndan Sayda'ya getirilmiş.

 

 

17 yıldır bölgede yapılan çalışmalar, Akdeniz havzası ülkeleri arasında ticaret yapıldığına işaret ediyor" dedi.

 

 

Serhal, Sayda'da 5 bin senelik binlerce tarihi eserin sergileneceği müzenin inşaatına başlanıldığını dile getirerek, konu hakkında şu bilgileri verdi: "Akdeniz bölgesinin farklı yerlerinden gelecek çeşitli eserlerin yer alacağı müze, Ortadoğu'da nadir olarak rastlanacak mekanlardan biri olacaktır. Birkaç kattan oluşacak müzede tarihi eserlerin yanı sıra yerin altından üstüne doğru çıkan bir merdivenle asırlar arasında tarihi bir yolculuğa çıkıp, MÖ 4 bin yıllarından orta çağda inşa edilen kadim Sayda'nın duvarlarına ulaşacak."

 


Yeni Şafak, 06.03.2015

ANTİK İYON YOLU YENİDEN HAYAT BULACAK

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, tarihteki 6 İyon kentini birbirine bağlayacak 350 kilometrelik "tematik yol" için ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte saha çalışmalarına başladı. Projede ana hedef Yarımada’nın tanıtımı olarak belirlendi.

 

İzmir’in tanıtımına katkı ve yerelde kalkınma hedefleri doğrultusunda çalışmalar yürüten İzmir Büyükşehir Belediyesi, kentin güneybatı aksında kurulmuş 6 antik İyon kenti; Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenai ve Erythrai’yi birbirine bağlayarak, Karaburun yarımadasını saracak "tematik yol" için alan çalışmalarına başladı. Yürüyüş, bisiklet, tarih, bağ, zeytin ve deniz olmak üzere 6 rotada oluşturulacak İyon Yolu’nun bisiklet rotası ile Eurovelo Avrupa Bisikletli Turizm ağına, bağ rotası ile Wine Cities ağına, zeytin rotası ile Gurme Şehirler ağı Delice ve Slow Food’a dahil olması öngörülüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi, düzenlenecek ultra maratonlar, macera, orientiring, bisiklet, su sporları yarışları ve bölgeye özgü tematik şenlik/festivallerle 350 kilometrelik rotaya ulusal ve uluslararası nitelik kazandırmayı hedefliyor.

 

Selçuk Efes’ten başlayarak Çeşme Ildır- Erythrai’ye oradan Mimas hattı ile Karaburun’a ulaşacak olan "ana rotaya" tali güzergahlar da eklenerek bölgenin tarihsel, doğal ve sosyokültürel değerleri tanıtılacak ve yerinde görülmeleri sağlanacak.

 

İyon Yolu güzergahının belirlenmesi amacıyla, ilgili sivil toplum örgütlerinin katıldığı veri toplama çalışmaları başladı. 12 dağcılık kulübünün katılımıyla oluşturulan 8 ekip, haftanın değişik günlerinde sahada rota belirleme ve veri toplama çalışmalarını yürütüyor. Aynı şekilde zeytin rotası için Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, bisiklet rotası için de bisiklet dernekleriyle çalışmalar devam ediyor.

 

MOBİL REHBER

Saha çalışmalarının sonucunda belirlenen rotalar uluslararası standartlarda işaretlenerek, yönlendirici tabela ve bilgilendirici levhalarla donatılacak. Hazırlanacak el kitabı, haritalar ve web sayfasında yolun tanıtımı yapılırken, hazırlanacak mobil rehber uygulamasıyla da rotayı kullanmak isteyenlere online bilgilendirme hizmet sunulacak.

 

DOĞAYA KAÇIŞ

İyon Yolu, dünyada alternatif turizm odaklı çalışmalar arasında olan doğa sporları temeline dayanması nedeniyle, bölgede yeni bir turizm profili oluşmasına da olanak sağlayacak. Doğa sporcuları, izcilik kulüpleri, bisiklet kulüpleri, su sporları, zeytin ve bağ üretim alanlarına ilgi duyanların çekim merkezi olacak proje, hazırlanacak kamp ve rekreasyon alanlarıyla da İzmirlilere günübirlik "doğaya kaçışö imkanı yaratacak.

 

BÖLGE HALKINA EK GELİR

Çeşme, Kuşadası, Efes merkezli tarih ve deniz turizmi için bölgeye gelen turistlerin en az 1 veya 2 günlük turlarla İyon Yolu’na gelmeleri sağlanarak kırsalın yerelde kalkınması için önemli bir adım atılacak. Rotanın geçtiği köylerde kamp alanları, pansiyonculuk ve günübirlik hizmetler için küçük aile işletmelerinin kurulması desteklenerek köylüye yeni iş alanı ve ek gelir sağlanması hedefleniyor. Köylerde üretici pazarı, köy pazarı veya yeryüzü pazarı niteliğinde pazarlar kurularak ve şenlikler organize edilerek "tüketicinin üreticinin ayağına götürülmesi" de hedefler arasında yer alıyor.

Hürriyet, 06.03.2015

HAZİNEDAR KÜREĞİ SATILIYOR, VAR MI ALAN!

 
Alif Art’ın hafta sonu yapılacak müzayedesi ilginç bir satışa sahne olacak. Şimdiye kadar hiçbir müzayedede görülmemiş bir eser satışa sunuluyor.

 

Sultan IV. Mehmed’in (1648-1687) Hazinedarı Mustafa Ağa’ya ait “Edirnekari, Murassa, Hazinedar küreği” 400.000 TL muhammen bedelle açık artırmaya çıkarılacak. 8 Mart 2015 Pazar günü saat 14.30’da The Ritz-Carlton İstanbul Balo Salonu’nda yapılacak Cenap Yazansoy Hat Koleksiyonu Müzayedesi’nde “Hazinedar Küreği” dışında Osmanlı dönemine ait önemli hat eserleri ve tablolar yer alıyor. Müzayedenin başyapıtı; İzmir Milletvekili Mustafa Kamil Dursun için özel siparişle ünlü ressam Şevket Dağ’a yaptırılmış ve bugüne kadar aynı koleksiyonda muhafaza edilmiş “Ayçiçekleri” isimli iki adet tablo da 300.000 TL’den açık artırmaya sunulacak. Müzayedenin ilk bölümünde ise Osmanlı döneminin ünlü hattatlarından Raşid Eyyubi’nin torunu olan ve aynı zamanda kendisi de çok önemli bir koleksiyoner olan Cenap Yazansoy’a ait 57 eserden oluşan hat koleksiyonu toplam 550.000 TL muhammen değerden artırmaya çıkacak. Koleksiyonun en dikkat çeken eseri 18. yüzyılın önemli hat hocalarından “Saray-ı Sultani Hat Hocası Derviş Ahmed Bin Mehmed Tokadi” ketebeli ve 1699 tarihli Kur’an-ı Kerim.

Zaman, 06.03.2015

İMPARATOR HEYKELİNİN BAŞI İLE GÖVDESİ, 9 YIL SONRA BULUŞACAK

 

 

Balıkesir'in Marmara İlçesi'ndeki Saraylar Açık Hava Müzesi'nden 2006 yılında Almanya 'ya kaçırıldıktan sonra geri getirilen 1800 yıllık olduğu belirtilen imparator heykelinin başı, gövdesiyle birleştirildikten sonra Bandırma Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek.

 

Alınan bilgiye göre, Saraylar Açık Hava Müzesi'nde sergilenen 1800 yıllık imparator heykelinin başı, gövdesinden ayrılarak 2006'da Almanya'ya kaçırıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının yaptığı girişimlerle yeniden  Türkiye 'ye getirilen heykelin başı, gövdesiyle birleştirilecek.

 

Bandırma Arkeoloji Müdürü Tülin Tan, Roma dönemine ait heykelin başının, gövdesiyle birleştirilmesinin ardından müzede sergileneceğini belirterek, "Müzemiz, çok önemli bir tarihi yapıta kavuşacak. Heykelin, yeniden birleştirilip, sergilenmeye başlamasının ardından arkeoloji meraklılarının ilgisini çekeceğini düşünüyoruz" dedi.

Radikal, 05.03.2015

MOZAİKLER ÇİMENTODAN ÇIKTI

 

 

Geçen yıl aralıkta açılışı yapılan Hatay Arkeoloji müzesinin teşhir projesini üstlenen restoratörler binlerce metrekarelik mozaiklerin nasıl kurtarıldığını anlattı. Çalışmalar sırasında Fransa’dan, ABD’den, İngiltere’den arşivler incelendi, mozaiklerin yurtdışındaki parçalarına ulaşıldı.

 

Milliyet Gazetesi'nden Lora Baytar Çapar'ın haberine göre Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 28 Aralık’ta açılışını yaptığı, 10,700 metrekare sergileme alanı ile şu anda Türkiye’nin en büyük müzesi konumunda olan Hatay Arkeoloji Müzesi, 19 Şubat’ta Adana Rehberler Odası Çukurova Turizm Ödülleri kapsamında yılın müzesi seçildi.

Bu vesileyle müzenin teşhir ve tanzim projesini üstlenen Reskon Mimarlık’tan Restoratör Celaleddin Küçük ve Mine Yar ile bir müzenin doğuşunu anlattı.

Uzun bir zaman alan restorasyon çalışmasının zorlukları nelerdi?
Antakya mozaikleri dünyada en çok bilinen ve en iyi tanınan mozaikler. Antik dönemde bir Antakya mozaik okulu vardı. O okuldan gelmiş mozaiklerin restorasyonunu yapıyoruz ; bu ciddi bir sorumluluk. Bizi sıkıntıya sokan özellikle yüzyılın başından, 1970’li yıllara kadar süren bütün dünyada yaşanan restorasyon anlayışı oldu. O dönemde mozaikler, arkasına çimento dökülerek restore edilip sergileniyordu. Antakya mozaikleri de 1932-38 yılları arasında beton dökülerek restorasyonu yapılmış mozaikler. Yani elimizde 1400-1500 metrekare arkasında çimento dökülmüş ve çimentonun tüm olumsuzluklarını yaşamış mozaikler mevcut. Tüm dünya müzeleri için ciddi bir sorun teşkil eden bir şeye kalkıştık ve mozaikleri çimentodan kurtarmaya başladık. Mozaiklerin yeni harcı ise antik dönemde kullanılan kireç, kum ve taş tozundan oluşan, geri dönüşümlü ve esere hiçbir şekilde zarar vermeyen 2000 yıllık denenmişliği olan bir malzeme.

Restorasyonu bitip müzede sergi alanına yerleştirilen bir eser geleceğe nasıl teslim ediliyor?
Bugüne kadar müzelerin en büyük sorunu eserlerin restorasyonunu ve bakımını yapacak ekiplerin olmamasıydı. Ancak geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı bölge laboratuvarları oluşturmaya başladı ve her bölgeye bir grup restoratör gönderdi. Tüm eserlerin periyodik bakımının yapılması birkaç ayda bir kontrol edilmesi, bozulma söz konusu olduğunda zamanında müdahale edilmesi lazım, bunları giderecek olan altyapıyı bakanlık oluşturdu. Dolayısıyla gelecekten çok fazla endişeli değilim. Eskiden eserler müzeye konduktan sonra korundukları düşünülür ve yıllarca kimse onlara bakmazdı. Üzerinde bir karış toz birikir ama sorumluluğu üstlenecek uzaman olmadığı için kimse esere dokunmazdı. bugün öyle değil onlarla ilgilenip durumlarını gözleyecek ve gerekirse müdahale edecek uzmanlar var.

120 HEYKEL SERGİLENECEK
Müzede şu an, 10 ayrı alan canlandırması, 86 heykel, 6 sütun ve sütun başlığı, 1340 metrekare mozaik, yazıtlar, steller, mil taşları, 6 maket, 55 vitrin içerisinde çok sayıda metal, seramik ve cam eser sergileniyor. 2015 yılı sonunda proje tamamlandığında, 120 tane heykel, yaklaşık 3500 metrekare mozaik, 90 adet vitrinde çok sayıda eser, lahit salonu, mozaikli alan canlandırmaları, heykel sergi salonları ve Kurtuluş Caddesi canlandırması yer alacak. Müzenin birinci etabı artık ziyarete açık ancak, ikinci etap için çalışmalar halen devam ediyor.

TAŞLAR YOK OLUYORDU
Çimento çok sert bir malzeme olduğundan tesseraların (mozaiği oluşturan taşların) kırılmasına ve parçalanmasına yol açıyor. Nemle birleştiği zaman içindeki kullanılan demirler paslanıyor, paslarla birlikte yüzeye pas lekeleri çıkıyor nemle birlikte çimentonun içerisinde bolca bulunan tuz yüzeye çıkıyor ve tesseraların yok olmasına sebep oluyor. Bak ıldığı zaman mozaik tam gibi gözüküyor ama çok büyük eksikler olduğunu görü lüyor. Geçmişte Antakya mozaiklerinin neredeyse tamamının üzerine kat kat vernik sürülmüş, yağıboyalarla mozağin bozulan yerleri tamamlanmış. Onlar temizlendiğinde çok farklı bir görüntü ortaya çıkıyor. Varmış gibi görünen birçok şeyin aslında olmadığını görüyorsunuz.

PRINCETON ÜNİVERSİTESİ ARŞİVİNDEN YARARLANILDI
Hatay Arkeoloji Müzesi ’nin nasıl oluştuğunu Reskon Mimarlık’tan Restoratör Mine Yar anlattı: “Bakanlığın hedefi bir dünya müzesi oluşturmaktı . Bu proje Bakanımızın, Genel Müdürümüzün ve Valimizin üzerinde titrediği ve bizzat ilgilendikleri bir proje.


Sergileme çalışmalarına başlamadan önce eski müzede bulunan mozaikle rin ölçülerinin farklı olduğunu, bazı parçaların müze depolarında bulunduğunu fark ettik. Bu nedenle işe araştırma yaparak başladık. Bölgede kazı yapan yabancı hocaların danışman olduğu uluslararası bir ekiple çalışıyoruz. Ekipte Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hatay Valiliği, Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Hatay Müzesi Müdürlüğü, Türk ve yabancı danışman hocalarımız yer alıyor. Mozaikler ile ilgili yayınları topladık. Tesadüfen bizim çalışmaya başladığımız tarihte Louvre Müzesi’nde de 2013 Aralık ayında açılan Antakya mozaikleri sergi ve sempozyumuna katıldık. Bu sayede mozaikler ile ilgili son yayın ve bilgileri aldık.

Mozaiklerin yurtdışındaki parçalarına ulaştık, bu sayede tüm mozaikler, kazı alanındaki planları üzerine oturtuldu. Ayrıca Fransa’dan, ABD’den, İngiltere’den arşivler incelendi, fotoğraf ve 1930’lı yıllarda çekilmiş olan ve moza ik kazılarını gösteren bir film alındı. Bu konuda Princeton Üniversitesinin arşivine teşekkür etmek isterim. Tüm bunlar oluşturulduktan sonra restorasyon aşamasına geçtik.


Burada söz konusu olan sadece mozaikler değil. Heykeller, mimari parçalar, cam, taş, küçük eserler... Binlerce eserden bahsediyoruz. Bu anlamda dünyada örneğine çok az rastlanacak ve bu güne kadar yapılmış en kapsamlı restorasyon projesinden söz ediyoruz.”

Ntv, 05.03.2015

ROMA VE OSMANLI DÖNEMİNE AİT TARİH ESERLERİ SATMAK İSTERKEN YAKALANDI

 

 

İzmir’in Karşıyaka İlçesi'nde, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait tarihi eserleri satmak isteyen şahıs polis tarafından yakalanırken ifadesi alındıktan sonra savcı tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı


İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü Kültür ve Tabiat Varlıkları Kaçakçılığı Büro Amirliği ekipleri, kent genelinde tarihi eser kaçakçılığının önlenmesine yönelik olarak yapılan çalışmalar kapsamında, İ. K isimli şahsın elinde çok sayıda tarihi eser bulunduğunu tespit etti. Tarihi eserleri İzmir’de satışını yapmaya çalışması üzerine harekete geçen poli, Karşıyaka İlçesi'nde İ. K isimli şahıs tespit ederek şahıstan toplam 50 adet tarihi eser ele geçirdi.


ROMA VE OSMANLI DÖNEMLERİNE AİT
Tarihi eserler ile ilgili olarak İzmir Müze Müdürlüğü görevlilerince yapılan incelemeler sonucunda Roma dönemine ait;24 adet pişmiş toprak Unguentarium (gözyaşı şişesi), 7 adet pişmiş toprak Kase, 2 adet pişmiş toprak Tabak, 1 adet pişmiş toprak Kandil, 1 adet pişmiş toprak Guttus, 1 adet cam Vazo, 1 adet bronz Pazubent, 5 adet pişmiş toprak Tek Kulplu Testi, 2 adet pişmiş toprak Vazo, 1 adet pişmiş toprak Askos, 1 adet pişmiş toprak Emzikli Kap, 1 adet pişmiş toprak Çift Kulplu Testicik ele geçirildi. Ayrıca Osmanlı dönemine ait, 1 adet pişmiş toprak Barutluk, 1 adet pişmiş toprak Sırlı Testi olmak üzere toplam 49 adet tarihi eserin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kapsamında olan orijinal tarihi eser olduğu, 1 adet pişmiş toprak Erkek Büstünün ise sahte olduğu tespit edildi. İ.K. isimli şahıs hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet suçundan yasal işlem başlatılırken, şüpheli ifadesi alındıktan sonra Cumhuriyet Savcısının talimatına doğrultusunda tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Milliyet, 05.03.2015

ŞANLIURFA MOZAİKLERİ HALIYA İŞLENECEK

 

Şanlıurfa Valiliği ile Han Halı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi arasında vatandaşların niteliklerini artırmak ve belge almalarını sağlamak için düzenlenecek halı dokuma kurslarına ilişkin protokol imzalandı.

 

Valilik makamında düzenlenen imza törenine, AKP Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu, Vali İzzettin Küçük, İl Milli Eğitim Müdürü Metin İlci ve Han Halı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Nurhan Ör katıldı.

 

Milletvekili Karahan Uslu'nun girişimleriyle başlatılan projeyle Şanlıurfa'daki mozaikler halılara işlenerek hem tanıtılacak hem de kadınlara istihdam alanı oluşturulacak.

 

Karahan Uslu, imza törenin ardından yaptığı açıklamada, Şanlıurfa'nın tarihi ve dokusuyla dünyada sayılı şehirlerden birisi olduğunu söyledi.

 

Şanlıurfa'nın dünyada eşi ve benzeri olmayan mozaiklere ev sahipliği yaptığını belirten Uslu, "Bu projeyi paylaştığımda bir hayali gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadım. Bu proje sadece kadın istihdamı projesi ya da sadece bir el sanatları ayağa kaldırma projesi değil. Aynı zamanda Şanlıurfa'nın turizm ve kültür değerini artırmak adına mozaiklerimizi ilk defa ipek halılara işleyerek dünyada seçkin evlere sunmak için gerçekleştirilen bir proje. Kültür ve Turizm Bakanlığından izin almamız halinde yeni açılacak müzede küçük bir iş yerinde halılarımızı sergileyebileceğiz. Şehre gelen turistlere burada küçük ipek halılara işlenmiş mozaikleri tanıtmış olacağız" dedi.

 

Vali Küçük ise halk eğitim bünyesinde başlatılacak projenin sadece istihdam sağlanmaya yönelik olmadığını, projenin aynı zamanda kentteki kültürel değerlerin tanıtıma büyük katkı sağlayacağını kaydetti.

 

Projede Suriyeli kadınların da istihdam edilmesinin planlandığını anlatan Küçük, "Ücretle sınırlı bir iş değil bu, kadınlar beli bir eğitimden sonra bir sanat sahibi olacak. Kadınlar hayatlarında her zaman kendilerini güçlü kılacak sanat sahibi olacak" şeklinde konuştu.

Konuşmaların ardından Küçük, günün anısına Han Halı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Ör'e fincan takımı hediye etti.

Radikal, 05.03.2015

EVLE BİRLİKTE SATILIK YERALTI ŞEHRİ

 

 

Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya bölgesindeki Derinkuyu İlçesi'nde, Veli (55) ve Durmuş Ali Demir (53) kardeşler, altında tarihi yer altı şehri bulunan 700 metrekare alana sahip evlerini 900 bin liraya satışa çıkarttı.

 

İlçede çiftçilikle uğraşan Durmuş Ali Demir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bayramlı Mahallesi'ndeki satmak istedikleri arsa ve evin dedelerinden miras kaldığını, paraya ihtiyaçları olduğu için satmaya karar verdiklerini söyledi.

 

Derinkuyu Yer Altı Şehri ile bağlantısı var

Satılığa çıkarttıkları evi alacak kişinin evle bağlantılı tarihi yer altı şehrinin de sahibi olacağını aktaran Demir, "Burası 30 metre derinliğinde 75 metre uzunluğunda bir yer altı şehri ve evin de bir parçası. Derinkuyu yer altı şehrine de bağlantısı var ancak zamanla yaşanan çökmeler nedeniyle bağlantı yolu kapalı. İçerisindeki kilisede sütunlar, mermerler ve işaretler mevcut” diye konuştu.

Yer altı şehrinin evin altındaki girişinin taşlarla döşeli olduğunu aktaran Demir, girişi ve içerisinin geniş olması nedeniyle oldukça rahat gezilebildiğini kaydetti.

 

Demir, yer altı şehrinin kapısındaki tahta kapının orijinal olduğunu öne sürerek, "Kalınlığı 5 santimetredir. Kapıdan girdiğimizde yaklaşık 50 metrekarelik alana sahip bir bölüm var. Bu odadan koridorla diğer bölümlere geçiliyor. Birisi dedelerimizin peynirlik olarak kullandığı diğeri de 20 metrekarelik başka bir oda. Bu odanın hemen yanında bir kilise mevcut ve içerisinde mezarlar bulunuyor" şeklinde konuştu.

 

Demir, evlerinin altındaki yaşam alanlarının tünelle 50 metre uzaktaki ünlü Derinkuyu Yer Altı Şehri'ne bağlandığını belirterek, şöyle devam etti:

"Derinkuyu Yer Altı Şehri'nin ziyarete açık olan bölümlerinde kilise yok. Bu nedenle bizim evin altındaki bölüm ayrı bir öneme sahip. Zamanla yaşanan çökmeler nedeniyle yeraltı şehrine olan bağlantının bir bölümü kapalı durumda. İçeriye iş makinesi giremeyeceği için tamamen insan gücüyle açılması gerekiyor."

 

Yer altı şehri turizme kazandırılsın

Yer altı şehrinde, Bizans, Roma ve Hitit dönemlerinden kalan eserlere rastlamanın mümkün olduğunu ileri süren Demir, "Biz burayı ilçeden ya da bölgeden birine satarsak evi yıkıp yeni bina yapacağından yani tarihi yok edeceğinden korkuyoruz. Alacak kişinin burayı tarihi dokusunu koruyarak değerlendirmesini istiyoruz. Ben buranın turizme kazandırılmasından yanayım. Yıkılmadan değerlendirilmesini istiyorum" diye konuştu.

 

Demir, başka girişlerden yer altı şehrindeki kiliseye ulaşan bazı kaçakçıların buradaki taşlara ve yazıtlara zarar verdiğini sözlerine ekledi.

Anadolu Ajansı, Haber: Murat Kaya, 05.03.2015

BİT PAZARINDAN ÇIKAN SIR

 

Alman gezgin Dr. Lothar Carlowitz'in 1966 yılından önce çektiği görüntüler bir Türk tarafından bulundu ve büyük skandal ortaya çıktı. Nemrut Örenyeri, Kahta ve Arsemia antik kenti kazılarında bulunan Kommegene Kralı Antiokhos'un baş heykeli bir Alman tarafından yurtdışına çıkarılmaya çalışılırken yakalanmış!

 

 

Geçtiğimiz haftalarda Berlin’de bitpazarında bir Türk tarafından bulunan ve 1966 yılından önce Alman gezgin Dr. Lothar Carlowitz tarafından çekilen görüntülerde Nemrut Örenyeri, Kahta ve Arsemia antik kenti kazıları görülüyor. Arsemia’da yapılan kazılarda Kommegene Kralı Antiokhos’un baş heykelinin toprak altında bulunuşu ilk defa görüntüleniyor. Görüntüde heykel başı temizlenerek bir beze sarılıyor. Heykel başının şimdi nerede olduğunu merak edip peşine düştük. İnanılmaz bir hikaye ortaya çıktı.

 

GÖRÜNTÜLER 1966 YILI ÖNCESİ

Arkeoloji ve Sanat Dergisi editörü Nezih Başgelen ile birlikte görüntülerin kamuoyuna yansımasından sonra heykelin nerede olabileceğine dair kafa yorduk. Başgelen daha önce hazırladığı " Dünya Kültür Mirasında; Gaziantep" isimli kitapta bu heykeli kullandığını söyledi. Film görüntülerinde THY’nın TC–ALP uçağının kanadı görülüyor. Söz konusu Douglas C.47 A tipi uçak THY filosuna 18.11.1946 yılında dahil oldu, 1966 yılında da filodan çıkarılarak Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na devredildi. Bu bilgiye göre görüntüler 1966 yılı öncesini gösteriyor.

 

ALMAN PROF. DÖRNER HEYKELDEN NİYE SÖZ ETMEDİ?

Heykel başının bulunduğu Arsemia antik kentine ilk giden 1953 yılında Alman Prof.Dr.F. Karl Dörner’di. Görüntüler de Dörner’in kazısını gösteriyor. Bu durumda görüntülerin tarihinin 1953–1966 yılları arasında olduğu kesin. Dörner, 1986 yılına kadar bölgede araştırma ve kazı çalışmaları yaptı. Dörner, “Der Thron der Götter auf dem Nemrud Dağ” isimli 1987 yılında çıkardığı kitapta uzun yıllar yaptığı çalışmaları anlatıyor. Daha sonra Türk Tarih Kurumu tarafından Türkçe'ye çevrilen kitapta birçok buluntudan söz edilirken Antiokhos’un heykel başından tek kelime edilmiyor. Hatta Arsemia’da bulunan bir kadın başının hikayesi kitapta anlatılmasına ve heykelin Adıyaman Müzesi’ne teslim edildiğinden söz edilmesine rağmen Antiokhos başı yer almıyor.

 

MÜZEDEKİ DOSYA KAYBOLDU!

Bu tarihi geçmiş bilgilerin ışığında heykelin izini Gaziantep Zeugma Müzesi’nden sürmeye başladık. Gaziantep Müzesi yetkilileri eserin müzeye nasıl geldiğini bilmediklerini 1995 yılında envantere kaydedildiği bilgisini verdiler. Müzeye eserin nasıl geldiğine dair dosya kayıptı! Arşivde yapılan aramalara rağmen bulunamadı. Gaziantep Müzesi’nin eski müdürleri ile konuştuk. Eserin müzeye 1980’li yıllarda havaalanında yurt dışına çıkarken bir Alman vatandaşının bavulunda yakalandığı, polis tarafından müsadere ile müzeye verildiği bilgisine ulaştık. Ancak bu Alman vatandaşı kim, nasıl yakalandı ve mahkemesi ile ilgili müzedeki dosyası sırra kadem bastı.

 

30 YILLIK SIR!

Olay gittikçe ilginç hale gelmeye başladı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden konuyla ilgili bilgi istedik. Yaklaşık bir haftalık çalışmaya rağmen onlar da dosyaya ulaşamadı. Adıyaman Müzesi eski çalışanları ve müdürleri ile konuştuk. Arsemia antik kentinde bulunan Antiokhos başı ile ilgili müzede hiçbir kayıt ve bilgi yoktu. Tüm bu araştırmalardan sonra eserin 1950’li yıllardan havaalanında yakalandığı tarihe kadar yaklaşık 30 yıl kocaman bir sırdı. Üstelik Arsemia kazılarında çalışan Kahtalı köylülerin anlattığı onlarca eser kaçakçılığı hikayesi var. Bu film görüntüleri Antiokhos başının sırrı ve beraberinde yurtdışına kaçırılan diğer eserlerin ortaya çıkmasına vesile olabilir.

 

CEVAP BEKLEYEN SORULAR!

Cevap bekleyen çok sayıda soru var. Onca sene eser nerede saklandı? Gaziantep Havaalanı’ndaki Alman kimdi? Kazı ekibiyle ilişkisi var mıydı? Eser yakalandıktan sonra uzun yıllar bölgede çalışan Alman Prof. Dörner’in Türkiye’yi terk etmesi tesadüf müydü? Dörner’in kitabında bu kadar önemli bir eseri bulmasına rağmen söz etmemesi normal mi? Gaziantep Müzesi’nde sergilenen eserin menşeinin bilinmemesi için dosyayı kim yok etti? Görüntüleri çeken gezgin Dr. Lothar Carlowitz ile eseri kaçıranlar arasında bir bağlantı var mı?

 


Bugün Gaziantep Müzesi'nde yer alan eser

 

'ÇORAP SÖKÜĞÜ GİBİ GELİR'

Arkeoloji ve Sanat Dergisi editörü Nezih Başgelen konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: Filmin en ilginç ve tuhaf yönü Gaziantep Havaalanı'ndan kaçırılırken müsadere edildiği söylenen ve bugün Gaziantep Müzesinde olan Nemrut Dağı'ndaki sıradışı anıtsal tümülüsü, kutsal alanı ve devasa heykelleri yaptıran Kommagene Kralı Antiokhos başının bulunuşunu göstermesidir. Gaziantep Havaalanı'nın 1976'da ilk kez hizmete girdiğini biliyoruz. Müsaderenin bundan sonra olması gerek. Müzede ve emniyette bu konuda daha sarih bilgilerin olması gerekir. Gaziantep Müzesi 1995 yılında envanterine geçirmiş. 1966 öncesi bulunan başın 1995'e kadar bu süreçte nerede olduğu önemli. İlgili kazı heyeti eğer bildirmemişse bölgede yıllardır -kazı işçilerinden naklen- dillendirilen özellikle Arsemia'da bulunup müzeye teslim edilmeyip zamanla yavaş yavaş yurtdışına (Almanya'ya) yasadışı yollardan götürülen eserler hikayeleri kısmen doğrulanmış olacaktır. Olayı tüm boyutlarıyla ve her yönüyle irdelemeliyiz.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.03.2015

İÇDAŞ'TAN TROİA KAZILARINA 1 MİLYO LİRALIK DESTEK

 

Çanakkale’de, merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içinde yer alan 5 bin yıllık Troia Antik Kenti kazıları için İçdaş Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım Sanayi A.Ş. ile Kazı Başkanı Prof Dr. Rüstem Aslan arasında 5 yıllık sponsorluk anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre İçdaş, Troia’daki arkeolojik kazılara her yıl için 200 bin lira olmak üzere 1 milyon liralık destek sağlayacak.

 

Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası Kongre ve Fuar Merkezi’nde düzenlenen protokol imza törenine; Çanakkale Valisi Ahmet Çınar, İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Dokuz, Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı ve İçdaş Genel Müdürü Bülend Engin, Troia Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Rüstem Aslan ve Troia Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Reyhan Körpe katıldı. ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Başkanı Prof.Dr. Rüstem Aslan ile sporspor firma İçdaş’ın Genel Müdürü Bülend Engin beş yıllık protokole imzayı attı. İçdaş’ın sponsorluk bedeli olarak Troia kazılarına her yıl için 200 bin lira olmak kaydıyla beş yıl boyunca 1 milyon liralık katkı sağlayacağı açıklandı.

 

Troia Kazı Başkanı Prof.Dr.Rüstem Aslan, Troia’nın bir dünya kültür mirası olduğunu söyledi. Ören Yerini dünya merkezi haline getirmek istediklerini belirten Prof.Dr.Aslan, “Truva’da tüm işlerin dünyanın gözü önünde yapıldığını ve herkesin bizi izlediğini biliyoruz. Sadece Türkiye’de değil, dünyada yapılan müze projeleri konusunda en önemli en iddialı müzelerden birisi olan Troia Müzesi’dir. Organizasyonu için elimizden geleni yapıyoruz. Ören yerini de bu sürece hazırlamak bizim görevimiz” dedi. Önemli olan imzaların değil icraatlar olduğunu ifade eden İçdaş Genel Müdürü Bülend Engin ise, kalıcı eserlerin bırakılması gerektiğini ve kazılara bir milyonluk destek sağladıklarını söyledi.

 

Çanakkale Valisi Ahmet Çınar da, Troia Ören Yerinin dünya mirası olduğunu ve herkesin büyük ilgi duyduğunu belirtti. Çınar, imzalanan sponsorluk anlaşması ile her yıl adım adım ilerleyen kazılarla var olan yeraltındaki değerli eserlerin ortaya çıkarılacağını söyledi.

haberler.com, 04.03.2015

OSMANLI'NIN İLK DARPHANESİ KÜLTÜR MERKEZİ OLDU

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen "Osmanlı döneminin ilk darphanesi", kültür merkezi niteliğiyle hizmete açıldı.

 

Osmangazi İlçesi Maksem Mahallesi'nde, Orhan Gazi döneminde, 1300'lü yıllarda Osmanlı'nın ilk paralarının basıldığı binada gerçekleştirilen törende konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bu yapıda eskiden para basımında kullanılan araç ve gereçlerin sergilendiğini söyledi.

 

Eski darphanede Osmanlı dönemi paralarının da görülebileceğini anlatan Altepe, şöyle konuştu:

"Tarihi darphane hem sergi salonu olarak kullanılacak hem de kültürel bakımdan hizmet verecek. Tramvayımız, metromuz Bursa'da üretiliyor. Bursa artık konsept değiştirdi. 620 milyona alacağımız aracı 320 milyona aldık. Yerli üretilen araçlar sayesinde 320 milyon lira kara geçtik. İşte ne diyorlar; 'Bu parayı nereden buldular?' Parayı buradan buluyoruz. Bu şekilde teknolojiyi geliştiriyoruz üretimi destekliyoruz. Üretimin her alanında da öncülük yapıyoruz. Şimdiden sonra zaten parayı bulmak kolay, darphaneyi de açtık. 'Belediyeler bir tek para basamaz' diyorlardı. Artık para basacak darphanemiz de var."

 

Mahalle Muhtarı Mesut Gülaç da daha önce harabe halinde olan mekanın restore edilmesinde emeği geçenlere teşekkür etti.

 

Altepe ve beraberindekiler, açılış kurdelesinin kesilmesinin ardından binayı gezdi.

Anadolu Ajansı, Haber: Vedat Yücebaş, 04.03.2015

BÜYÜKŞEHİR'DEN 4 MADDELİK 'KALE' BİLDİRİSİ

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale Kültürel Tesis Alanı üzerindeki kamulaştırmalara karşı ortaya atılan iddiaları 4 maddede yanıtladı:
 
1- Kadifekale’deki kamulaştırma bölgesi, Kurul tarafından onaylı planda “Kültürel Tesis Alanı” olduğundan, orada konut ya da ticari yapılanma mümkün değil!
 
2- Kanuna göre kamulaştırılan özel mülkiyetler, kamulaştırma amacı dışında kullanılamaz. Dolayısıyla rant iddiası gerçeği yansıtmıyor.
 
3- Arkeolojik ve Kentsel Sit alanı olması nedeniyle, Kadifekale’yi Uzundere, Bayraklı ya da Ege Mahallesi gibi “yerinde dönüşüm” bölgeleriyle kıyaslamak doğru değil!
 
4- Fiyat belirlenirken vatandaşın lehine tüm şartlar zorlandı. Hemen yakın bölge için mahkemenin verdiği kamulaştırma rakamı, güncelleştirmelerle birlikte 642,90 TL/m². Oysa İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kültürel Tesis Alanı için zemin birim fiyatını 680 TL/m² olarak belirledi.
 
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 3. derece Arkeolojik ve Kentsel Sit alanı içinde yer alan Kadifekale’deki kamulaştırma bölgesinin, Kurul tarafından onaylı planda “Kültürel Tesis Alanı” olarak yer aldığından, konut ya da ticari yapılanmanın söz konusu olmayacağını açıkladı.

Bölgenin, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 16 Ağustos 2013 tarihli kararı ile “Kültürel Tesis Alanı” olarak planlandığını hatırlatan Büyükşehir yetkilileri, bu planın İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca da onaylandığının altını çizdi.
 
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
 
KEYFİYET YOK, ADALET VAR
“Kadifekale, Belediyemiz tarafından yürütülen çalışmalarda, Antik Tiyatro alanı, Arkeoloji Tarih Parkı ve ağaçlandırması tamamlanan heyelan bölgesi ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Bu, kentimizde gerek tarih gerekse turizm potansiyelini artırma düşüncesine yönelik önemli bir adımdır. Kamulaştırma Kanunu’nun 23. maddesine göre, özel mülkiyetli taşınmazlar, zaten kamulaştırma amacı dışında kullanılamaz. Dolayısıyla, bölgede kişi ve kuruluşlara ait herhangi bir konut ya da ticari faaliyete yönelik bir yapılanma hakkı verilmesi ya da hayata geçirilmesi söz konusu değildir.
 
Ayrıca Belediyemiz yetki alanı içinde yapılan kamulaştırma ve fiyat belirleme çalışmaları, herhangi bir kurum ya da kişilerin keyfiyeti altında değil, bu işlemlerle ilgili yasa ve yönetmelikler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Ayrıca söz konusu bölge, 3. derece Arkeolojik Sit ve Kentsel Sit alanı olarak belirlenmiş olduğundan Uzundere, Bayraklı ya da Ege Mahallesi gibi yerinde dönüşüm uygulanan bir ‘Kentsel Dönüşüm’ uygulama alanı değildir.
 
Kamulaştırma işlemlerinde taşınmazların bedelini belirleme çalışmaları ise kanunun belirlediği Kıymet Takdir Komisyonu tarafından yapılmaktadır. Belediyemiz Kıymet Takdir Komisyonu tarafından yapılan inceleme neticesinde, taşınmaz maliklerine ödenecek kamulaştırma bedelleri 2014 yılı Aralık ayı itibarıyla tespit edilmiştir.  Bölgeye yakın olan Kadifekale Antik Tiyatro alanı kamulaştırma projesinde uzlaşılamayan malikler için İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18 Haziran 2012 tarihli kararında zemin birim fiyatı 546 TL/m² dir. Bu bedel ÜFE Katsayılarıyla kıymet takdiri raporu tarihine güncellendiğinde 642,90 TL/m² bulunmuştur.  Belediyemiz Kıymet Takdir Komisyonu ise yasa gereği bölgede piyasa araştırması yaparak ve en önemlisi Antik Tiyatro Alanındaki mahkeme kararlarını baz alarak zemin birim fiyatını 680 TL/m² olarak belirlemiştir. Yapı sınıfı ve yapı sınıfına ait zemin üstü birim fiyatı belirlenirken; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın tebliği baz alınmıştır. Buna göre bölgede bulunan binaların yapı sınıfı ‘3-A’ olup, birim fiyatı 550 TL/m²’dir. Binaların yıpranma oranları belirlenirken; binanın yaşının yanı sıra fiziki durumu da dikkate alınmıştır.
 
Özetle, ‘İzmir’in en güzel manzarasına sahip evler sudan ucuz kamulaştırmaya çalışılıyor’ iddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.

Ege'de Son Söz, 04.03.2015

 

******


KADİFEKALE'DEKİ KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale'deki kamulaştırma çalışmalarına ilişkin, "İzmir'in en güzel manzarasına sahip evler sudan ucuz kamulaştırılmaya çalışılıyor" iddialarının gerçeği yansıtmadığını bildirdi.

 

Belediyeden yapılan açıklamada, Kadifekale'deki kamulaştırma bölgesinin Kurul tarafından onaylı planda "Kültürel Tesis Alanı" olduğu, bölgede konut ya da ticari yapılanmanın mümkün olmadığı kaydedildi.

 

Kanuna göre kamulaştırılan özel mülkiyetlerin "kamulaştırma amacı dışında kullanılamayacağı" ve rant iddiasının gerçeği yansıtmadığı bildirilen açıklamada, Arkeolojik ve Kentsel Sit alanı olması nedeniyle Kadifekale'yi Uzundere, Bayraklı ya da Ege Mahallesi gibi "yerinde dönüşüm" bölgeleriyle kıyaslamanın doğru olmadığı vurgulandı.

 

Kamulaştırma fiyatı belirlenirken vatandaşın lehine tüm şartların zorlandığı kaydedilen açıklamada, "Hemen yakın bölge için mahkemenin verdiği kamulaştırma rakamı, güncelleştirmelerle birlikte metrakare için 642,90 lira , oysa İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kültürel Tesis Alanı için zemin birim fiyatını metrekare için 680 lira olarak belirledi" ifadeleri kullanıldı.

 

Kamulaştırma çalışmalarında keyfiyet değil adalet olduğu vurgulanan açıklamada, şu bilgiler yer aldı: "Kadifekale, belediyemiz tarafından yürütülen çalışmalarda Antik Tiyatro alanı, Arkeoloji Tarih Parkı ve ağaçlandırması tamamlanan heyelan bölgesi ile bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Bu, kentimizde gerek tarih gerekse turizm potansiyelini artırma düşüncesine yönelik önemli bir adımdır. Kamulaştırma Kanunu'nun 23. maddesine göre, özel mülkiyetli taşınmazlar zaten kamulaştırma amacı dışında kullanılamaz. Dolayısıyla, bölgede kişi ve kuruluşlara ait herhangi bir konut ya da ticari faaliyete yönelik bir yapılanma hakkı verilmesi ya da hayata geçirilmesi söz konusu değildir. Ayrıca belediyemiz yetki alanı içinde yapılan kamulaştırma ve fiyat belirleme çalışmaları herhangi bir kurum ya da kişilerin keyfiyeti altında değil, bu işlemlerle ilgili yasa ve yönetmelikler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Ayrıca söz konusu bölge 3. derece Arkeolojik Sit ve Kentsel Sit alanı olarak belirlenmiş olduğundan Uzundere, Bayraklı ya da Ege Mahallesi gibi yerinde dönüşüm uygulanan bir 'Kentsel Dönüşüm' uygulama alanı değildir."

 

Kamulaştırma işlemlerinde taşınmazların bedelini Kıymet Takdir Komisyonu'nun belirlediği vurgulanan açıklamada, "Özetle, 'İzmir'in en güzel manzarasına sahip evler sudan ucuz kamulaştırmaya çalışılıyor' iddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır" ifadeleri kullanıldı.

Radikal, 04.03.2015

TARİHİ KÖYÜN ADI DEĞİŞTİRİLİYOR

 

Muğla'daki dünyaca ünlü Rum köyü Kayaköy'ün Osmanlı arşivlerinde 'Kayı' adında Türk köyü olduğu iddiası bir öğretmen tarafından ortaya atıldı ve isminin değiştirilmesi için 5 bin imza toplandı. Fethiye Belediye Meclisi de yılda 70 bin kişinin ziyaret ettiği Kayaköy'ün adının değiştirilmesi için referandum kararı aldı.

 

 

Yörük Türkmen araştırmacısı ve sosyal bilimler öğretmeni Eren Fehmi Eroğlu'nun, Kayaköy adının 'Kayıköy' olarak değiştirilmesini öngören dilekçesi onaylanınca, ilçede referandum tartışması başladı. 

 

CHP'li meclis üyesi Zafer Doğan, Kayaköy'ün tüm dünyada bilinen bir ad olduğunu belirterek, ad değişikliğinin turizm açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini söyledi. 

 

Köyün çevresindeki ev ve cami kalıntılarıyla mezar taşlarında 'Kayı' damgasına rastladıklarını belirten araştırmacılar, bölgede Rumlardan önce Türklerin yaşadığını öne sürüyor. 1923 yılındaki mübadeleyle Rumların Yunanistan'a göç etmesinin ardından boşalan Kayaköy Mahallesi'ndeki tarihi taş evler, 92 yıldır hayalet kent görünümünde duruyor. 

Bursa Olay, 04.03.2015

SAMSUN KENT MÜZESİ AVRUPA ÖDÜLÜNÜN PEŞİNDE

 

Avrupa Müze Akademisi (European Museum Academy-EMA)'nın her yıl düzenlediği 'Micheletti Award' yarışması'na Samsun Kent Müzesi de başvurdu. Müzede incelemede bulunacak olan akademi heyeti, gezi ve inceleme sonucunda rapor hazırlayacak.

 

Raporun ardından yarışma öncesinde yapılacak müze sunumu ve toplantısında Samsun Kent Müzesi ile ilgili karar verilecek. Micheletti Award Yarışması'na aday gösterilecek müzelerin sunumu ve toplantısı, 9-10 Mayıs tarihleri arasında İtalya'da yapılacak.

 

Yarışmaya başvuru yapan müzeleri gezerek incelemelerde bulunan ve rapor hazırlayan Avrupa Müze Akademisi (EMA) Başkanı Başkanı Wılhelmus Vander Weıden, yarışmaya kent müzeleri kategorisinde başvuru yapan Samsun Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi'ni gezip incelemek için kente geldi. EMA Türkiye Temsilcisi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi Müzeler Koordinatörü Ahmet Erdönmez ile birlikte Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ı ziyaret eden EMA Başkanı Vander Weıden, Samsun Kent Müzesi'nin başvurusu yapmış olmasından memnuniyet duyduklarını söyledi.

 

Farklı kategorilerde ödül veren Avrupa Müze Akademisi'ne Samsun Büyükşehir Belediyesi, toplumun hizmetine sunduğu Kent Müzesi ile başvurdu. Dünya'nın çok farklı ülkelerinden çok sayıda müzenin başvurduğu yarışmaya Samsun, Türkiye'de Bursa'dan sonra kent müzesi alanında giren ikinci şehir oldu.

 

Ziyarette Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, kent müzelerinin şehrin hafızaları ve çeyiz sandıkları olduğunu belirterek, köklü bir tarihe, sosyal ve kültürel geçmişe sahip olan Samsun'un değerlerini bu müzede toplayıp toplumun hizmetine ve ilgisine sunduklarını söyledi. Çok özel ve farklı bir müzeye sahip olduklarını ifade eden Başkan Yılmaz, Samsun Kent Müzesi'nin yarışmada başarı elde edeceğine inandığını kaydetti.

 

EMA Başkanı Wılhelmus Vander Weıden da müzeyi çok beğendiklerini belirterek, yarışmada bulunmasından memnun olacaklarını vurguladı. Müzeyi gezip her açıdan inceleyeceklerini bildiren Vander Weıden, inceleme sonucunda elde edecekleri bilgileri rapor haline getirip İtalya'daki toplantıda görüşeceklerini hatırlattı.

 

Avrupa Müze Akademisi, müzekolog Keneth Hudson'un vefatının 10. yıl dönümü sebebiyle kar amacı gütmeyen bir kurum olarak müzecilik alanında ve kültürel sektörde profesyonel bir grup tarafından kurulmuştu. EMA tarafından 1996'dan beri Avrupa'daki endüstri, teknoloji ve bilim müzelerine verilen 'Micheletti Ödülü', dünyanın müzecilik alanında en prestijli ödüllerinden biri olarak 18 yıldır çeşitli müzelere veriliyor.

Zaman, 03.03.2015

TARİHİ HAMAM ÇÖPLÜK OLMAKTAN KURTULUYOR

 
Geçtiğimiz Eylül ayında Radikal’de “Tarihi Hamam Çöplük Oldu” başlığıyla gündeme getirdiği, İstanbul'un Üsküdar İlçesinin Altunizade Mahallesi'nde yer alan ve Ayan Meclisi azasından İsmail Zühtü Paşa tarafından 1865-66 yılında inşa edilmiş olan tarihi Altunizade İsmail Paşa Hamamı, kaderine terk edilmekten son anda kurtuldu. Bakımsızlıktan harabeye dönmüş haliyle görenlerin içini sızlatan hamama bir de “ambulans park yeri” levhası çakılmıştı. 150 yıllık yapı kendisine uzanacak eli beklerken Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon kararı aldı. Vakıflar, hamamın yer aldığı alanı restorasyon karşılığı kiralayacak. Hamam binası, yanındaki arsayla restoran ve kafeterya olacak.

 

Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü’nce, “İstanbul İli, Üsküdar İlçesi, Altunizade Mahallesi, Tophanelioğlu Sokağında bulunan, mülkiyeti Altunizade İsmail Zühtü Paşa Vakfına ait olan, tapunun (108) pafta, (10) ada, 10 parsel sayılı 69,00 m2 sahalı arsa vasıflı, 11 parsel sayılı 90,00 m2 sahalı arsa vasıflı ve 12 parsel sayılı 362,00 m2 sahalı Harap Hamam vasıflı taşınmazların tevhit edilmesi ile oluşacak 521,00 m2 yüzölçümlü eski eser nitelikli taşınmazların, Vakıf KültürVarlıklarının Restorasyon veya Onarım Karşılığı Kiraya Verilmesi İşlemlerinin Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmeliğe göre 21 (Yirmibir) yıllığına restorasyon karşılığı kira ve işletme ihalesine çıkartılmıştır” denildi.  Muhammen bedel olarak da 1.369.930,00 TL belirlendi.

Radikal, Haber: Vildan Çiftsüren, 03.03.2015

YARGI SÜRECİNDEKİ SARAOĞLU'NDA ZORLA TAHLİYE

 

 

Saraçoğlu Mahallesi’nde oturanların zorla tahliye edilmek istenmesi mimarların tepkisini çekti. Saraçoğlu mahallesinde inceleme yapan ve muhtarla görüşen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Saraçoğlu Mahallesi dağ başı mı, insanların yerlerinden zorla tahliye edilmesi ne demek? Bunu kabul etmemiz mümkün değil? Bu neyin acelesi” diyerek tepkisini gösterdi.

 

"Yetkilileri akla ve bilime davet ediyoruz"

Candan, Saraçoğlu Mahallesi’nin lojman statüsünün kaldırılmasına ilişkin açtıkları davanın devam ettiğini hatırlatarak, “Cumhuriyetin ilk toplu konut alanı olan Saraçoğlu Mahallesinde oturanların polis zoruyla bir sabah kapılara dayanılarak tahliye edilmesi kabul edilemez. Alanın tamamı tescilli, ağaçlar tescilli, insanları zorla tahliye etmek diye bir şey olamaz. Yetkililer ne yaptıklarını sanıyorlar? Saraçoğlu Mahallesi taşıdığı değerlerle bizim için önemi büyüktür. Mimarlar Odası olarak Saraçoğlu Mahallesi’nin yıkılmadan restore edilerek kamusal bir kullanımla kente kazandırılması için dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün himayesinde başlayan katılımcı yarışma süreci, yöneticilerin müdahalesi ile durduruldu. Devlette devamlılık kalmamış. Söz namustur, biz kamuoyu önünde verdiğimiz sözün arkasındayız. Elimizi  taşın altına koyduk .Kimseye diyet borcumuz yok.Bu zorla tahliye Saraçoğlu Mahallesi'nin kapalı kapılar arkasında tehdit altında olduğunun göstergesidir. Perşembeye kadar sürecek olan zorla tahliye sürecinin davalarımız devam ederken yapılması manidardır. Yetkilileri akla ve bilimsel düşünmeye davet ediyoruz?”

Yapı, 03.03.2015

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A UCUBE CEZASI

 

'Ucube heykel' davasında karar açıklandı. Mahkeme, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın heykeltıraş Mehmet Aksoy'a 10 bin TL manevi tazminat ödemesini kararlaştırdı.

 

Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen 8. duruşmaya davacı heykeltıraş Mehmet Aksoy ve davalı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katılmadı. Duruşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı avukatı Ferah Yıldız, Mehmet Aksoy'u ise Avukat Turgut Kazan temsil etti.


"MÜVEKKİLİMİN HEYKELİ SANTİM SANTİM KESİLMİŞTİR"



 

Turgut Kazan, "Müvekklim sanatçı kimliği ve eserleri dosyaya yansıtılmıştır. 3 tanığımız dinlenilmiştir. Tanıklarımız sanatçı ve kültür adamıdır. Dava konusu olay nedeniyle Mehmet Aksoy'un nasıl üzüntü duyduğunu ve bu durumun kendisi için üzüntü kaynağı teşkil ettiğini açıklamışlardır. Davamızın kabulüne karar verilmesini talep ediyoruz. Davalı taraf cevaplarında 'Newyork'taki Özgürlük Heykeli olsa neyse' demektedir.  Söz konusu heykelde Süveyş Kanalı'nda dikilmek üzere dönemin Osmanlı Padişahı tarafından sipariş edilmiş ve peşinatı ödenmiştir. Daha sonra kanala dikilirse uğursuzluk getireceği düşüncesi ile alımında vazgeçilmiş ve parçalar halinde Paris'te bir depoda muhafaza edilmiş ilerleyen zamanda Amerika'da bir heykel düşünülünce götürülüp yerine dikilmiştir. Benim müvekkilimin ise davaya konu heykeli santim santim kesilmiştir" diye konuştu. 
 

"UCUBE KELİMESİ HAKARET DEĞİL, ELEŞTİRİ"
Erdoğan'ın avukatı Ferah Yıldız ise ,"Ucube kelimesi hakaret değil, eleştiridir. Garip bir şey anlamında kullanılmıştır. Türk Dil Kurumu'nun cevabi yazısında dosya arasında mevduttur. Heykel usulsüz işlemler nedeniyle idare mahkemesi ve Danıştay'ın ayrıntıları dosya içerisinde açıklanan kararları ile yerinden kaldırılmıştır. Davayı iadesi hükmedilmiştir. 'Davalının talimatı üzerine kaldırıldığı' şeklindeki beyanlar gerçek dışıdır. Böyle bir şey söz konusu değildir. Usulsüz işlemler ve ihaleler nedeniyle ve hazine arazisine ait yer üzerinde heykelin dikilmesi nedeniyle ilgililer ceza mahkemesinde yargılanmış ve ceza almıştır. Duruşmada dinlenen tanıklar alanlarında son derece saygı değer kişiler olmasına rağmen tanıklar görgüye dayalı beyanları yoktur, yoruma dayalı beyanda bulunmuşlardır. Davanın reddine karar verilmesini talep ediyoruz" dedi.

 

Davayı karara bağlayan mahkeme, davanın kısmen kabulüne karar verdi. Mahkeme, 10 bin TL manevi tazminatın, davalı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan tahsili ile davacı Mehmet Aksoy'a verilmesine karar verdi. Mahkeme, fazlaya ilişkin tazminat isteğinin ise reddine hükmetti. 
 

'UCUBE' TARTIŞMALARI

O dönemde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Kars'ta bulunan insanlık anıtı heykeli için 'ucube' demişti. Erdoğan'ın uzun süre tartışılan bu sözleriyle ilgili dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay 'Başbakan heykele ucube demedi' demişti.

 

Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Günay'ın bu açıklamalarına karşılık olarak 'Heykel için kullandım. Oradaki olayı değerlendirenler, Televizyonlara çıkanlar, o heykeli ve yeri gidip görmemişler.' yanıtını vermişti.

 

 


KARS'TAKİ İNSANLIK ANITI

‘İnsanlık Anıtı’ 2006 yılında Ermenistan’a karşı iyi niyet göstergesi amacıyla ünlü Heykeltraş Ahmet Aksoy’a yaptırıldı. 35 metre yükseklikte ve 350 ton ağırlığındaki anıtın inşaatı, birinci derecede SİT alanı üzerine yapıldığı gerekçesiyle Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından durdurulmuştu.

 

Daha sonra Kars Belediye Meclisi, kentteki "tartışmalı heykel" ile ilgili yıkım kararı almış ve heykel yıkılmıştı.

 


Hürriyet, 03.03.2015

ANTİK PERGE'DE BİR KADIN BAŞKAN: PLACİA MAGNA

 

 

Antalya Kültürel Miras Araştırmacıları Derneği (ANKA) tarafından yürütülen kültürel miras farkındalık çalışmaları kapsamında, Antalya Perge antik kenti ziyaret edildi. Eski çağ tarihçisi ve Epigrafi uzmanı Prof.Dr.M. Adak geziye eşik etti. 


Prof. Adak, Perge’nin Roma İmparatorluğu’na bağlılığının daha çok vergi yükümlülükleri ile ilgili olduğunu, bununla birlikte, kentin aslında Boule isimli bir halk meclisi tarafından yerinden yönetildiğini söyledi. Adak, varlıklı ailelerin temsil edildiği yaklaşık iki yüz üyeli bu meclisin aynı zamanda demiourgos isimli, günümüz belediye başkanlığına denk gelen yöneticiyi de seçmekle yükümlü olduklarını belirtti. Adak ayrıca, yaklaşık 1800 yıl önce halk meclisinin kenti yönetme görevini Plancia Magna isimli soylu bir kadına verdiğini söyledi. Köleler, kadınlar vs. için imkansız olan belediye başkanlığını yürüten Plancia Magna, aynı zamanda Halk Meclisi tarafından “Kentin Kızı” ünvanı ile onurlandırılmıştı. Gezi, kazılarına devam edilen Batı Kapı ve civarındaki yeni buluntuların yerinde görülmesi ile son buldu.

Evrensel, 03.03.2015

EVLİYA ÇELEBİ'NİN BAHSETTİĞİ HAMAM FARE YUVASI OLDU

 

 

İHA'nın haberine göre, Gaziantep’te 30 yılıdır kullanılmayan ve restore edilmeyen tarihi Pazar Hamamı’nda fare ve böcekler cirit atmaya başladı. Vatandaşlar, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsettiği tarihi hamama sahip çıkılmasını istedi.

 

Bir zamanlar türkülere konu olan, diziler ve filmlerde sıkça rastladığımız Gaziantep’in tarihi hamamları unutulmaya yüz tutmuş durumda. Tarihi Gaziantep Kalesi ve Tahtahane Camisinin hemen yanında bulunan tarihi pazar hamamının kapısı 30 yıldır kilitli durumda. Pazar hamamının ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamış olsa da 17. yüzyılda inşa edildiği tahmin ediliyor. Mimarisi incelendiğinde hamamın inşası sırasında düzgün kesme taş kullanıldığı görülürken, fakat hamam değişik zamanlarda onarımlardan geçtiği için mimari orijinalliğini kaybettiği belirtiliyor.

 

Fare ve böcekler cirit atıyor

Evliya Çelebi’nin seyahatname adlı kitabından bahsettiği tarihi pazar hamamı, yaklaşık 30 yıldır atıl durumda. Kapısı 30 yıldır kilitli olan hamamın içinde fare ve böcekler cirit atıyor. Hamamın üst bölümü çöplük haline dönerken, restore edilmeyen hamam yavaş yavaş dökülüyor. Mahalle sakini Mehmet Ateş, bu hamamın yıllardan bu yana bu şekilde durduğunu söyledi. Hamamın biran önce temizlenmesi, sinekler ve farelerden arındırılmasını istediklerini ifade eden Ateş, “Herkes buraya çöpünü atıyor. Hırsızlar buraya geliyor tel örgüleri keserek içeri giriyor. Buranın biran önce temizlenmesini istiyoruz” dedi.

 

Hamamın altında esnaflık yapan Cafer Özkebabçı, şahane ve güzel bir hamam olduğunu belirterek "Ama maalesef 20 seneden bu yana bu hamam işlemiyor. İşlemediğinden dolayı esnaf olarak tedirginiz. İçerisinde 10-15 senelik dut ağacı çıktı. Hamam kullanılamaz durumdadır. Esnaf olarak bu hamamın kullanılmamasından rahatsızlık duyuyoruz. En azından bu hamam restore edilerek turizme ve kültürümüze kazandırılırsa çok güzel olur” diye konuştu.

Yapı, 03.03.2015

YAŞAR KEMAL HEYKELİ MOLOZ YIĞINLARI ARASINDA

 

1994 yılında Metin Yurdanur tarafından yapılan Yaşar Kemal’in heykeli, İstanbul Yenikapı sahil yolunda yapılan miting alanı içinde kaldı. Heykel, belediyeye ait inşaat firmasının çalışmaları sırasında tahrip edildi. Türkiye Yazarlar Sendikasının (TYS), kurucusu olan Yaşar Kemal’in heykeline yapılan tahribat için TYS, heykelde meydana gelen tahribata dikkat çekmek amacıyla yürüyüş gerçekleştirdi. Heykelin önüne gelerek açıklama yapan TYS, belediyeye heykelin zarar görmemesi için önlem alması gerektiğini bildirmişlerdi.

Evrensel, 02.03.2015

1 MİLYAR DOLARLIK TABLO OLUR MU?

 

 

Geçen yıl tüm dünyada sanat eserleri pazarı rekor kırarken, fiyatlardaki artış da dikkat çekiyor. Uzmanlar, yakın zamanda 1 milyar dolara bir tablo satılmasının pek de yadırganamayacağına dikkat çekiyor.

 

Özellikle yeni kurulan müzeler ve Çinli zenginlerin piyasaya hızlı giriş yapmasıyla birlikte 2014 yılında sanat eserleri piyasası adeta altın yılını yaşadı. “Artprice” tarafından yapılan araştırmaya göre geçen yıl açık artırmalarda satılan eserlerin değeri 15.2 milyar dolara ulaşırken, 2013 yılına göre yüzde 26’lık artış anlamına geldiği belirtiliyor. Raporda, satılan eser sayısında 1.679 adetle bir rekor kırıldığına dikkat çekilirken, fiyatların ortalama 1 milyon dolar ve üzerinde olduğu vurgulanıyor.

 

Antprice’ın kurucu ve CEO’su Thierry Ehrmann, son 10 yılda fiyatlarda ve satılan eser sayısında yaklaşık yüzde 300’lük artış yaşandığını söylerken, satışların yüzde 54’ünün Çinlilere yapıldığını kaydetti. Geçen yıl 125 sanat eserinin 10 milyon ve üzeri fiyatlara alıcı bulduğunu belirten Ehrmann, bu sayının 2005’te sadece 8 olduğunu söyledi. Müzelerin ciddi alımlar yaptığını da anlatan Ehrmann, 2000-2015 yılları rasında açılan müze sayısında da artış olduğuna dikkati çekti.
Sanat eserlerine ilginin, artık her kıtadan alıcılara yayıldığını ifade eden Artprice, 2000’li yıllarda 100 milyon dolar olan en yüksek fiyatın, geçen ay 300 milyon dolara satılan Gauguin tablosuyla yeni bir eşiğe geldiğini, bunun yakın gelecekte 1 milyar dolara kadar çıkabileceğini kaydediyor.

Milliyet, 02.03.2015

KUBADABAD'IN RESTORASYONU BU YAZ BAŞLAYABİLİR

 

 

Konya’nın Beyşehir İlçesi'nde yapılan kazılar sonucu kalıntıları ortaya çıkarılan tarihi Kubadabad Sarayları’ının konservasyon ve restorasyon çalışmalarına bu yaz başlanması planlanıyor.

 

TBMM Başkanlığı İdare Teşkilatı ve Konya Valiliği arasında büyük ve küçük saray kalıntılarının konservasyon, restorasyon ve alanda yapılabilecek kazı işlerinde kullanılmak üzere ödenek tahsis edilmesi konusunda işbirliği protokolü kısa süre önce imzalanmış, restorasyon için 5 milyon liralık bir ödenek tahsis edilmişti.

 

Tarihi mekanın kazı çalışmalarını 36 yıldır yürüten Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Rüçhan Arık, Kubadabad Sarayları'nın bilinen en eski milli saray olduğunu belirtti. “Bu ülkenin kurucuları biliyorsunuz Selçuklular ve bu saraylar onların sarayı" diyen Arık, şöyle devam etti:

"Bugün, günümüze kalmış en muhteşem saraylardan birisi. Demek ki en milli saray bu. Biz uzun yıllardır burasının milli saraylar kapsamına alınması için girişimlerde bulunduk mücadele verdik. Başvurumuz sonunda uzman mimar gönderdiler. Onlara da önemi anlatıldı. Kazı için ‘restorasyon ve konservasyon projesi var mı?’ denildi, ‘tabii var’ dedik. O zaman kuruldan da geçti bu proje. TBMM’nin milli sarayların mimarları bunlar. Sonunda bir rapor hazırladılar ve o rapor komisyonda kabul edildi. Konservasyon için 5 milyon lira hiçbir zaman yeterli değil, daha da fazla olması gerekir paranın. Ama, bir başlangıçtır, iyi niyettir. Kubadabad'ın milli saraylarımızın içerisine dahil edilmesi önem taşıyor.”

 

Prof.Dr.Arık, uzun yıllardan beridir devam eden mücadelelerinden aldıkları sonucun sevindirici olduğunu da dile getirirken, 36 yıllık kazı başkanı olarak katkısı ve emeği geçen herkese müteşekkir olduğunu belirtti.

 

-"BİZ BU YOLA BAŞ KOYDUK"

Tarihi mekanda restorasyon ve konservasyon yapılırken, diğer yandan yürütülen kazı çalışmalarının da durmadan devam edeceğini vurgulayan Arık, “Bir taraftan kazı, diğer yandan da restorasyon devam edecek. Biz bu yola baş koyduk. Kazı çalışmaları için bu sene ödeneği sordular, 400 bin lira istedik. Verirler mi bilmiyorum, her şey tabii ki paraya bağlı. Kazı çalışmaları bu paranın çıkmasına bağlı, Bakanlıktan ne zaman çıkarsa o zaman başlayacağız. Kazı çalışmalarına haziran ortası falan başlayabiliriz diye umuyoruz” dedi.

 

Tarihi mekanda bugüne kadar yürütülen kazı çalışmaları sonrasında ortaya çıkarılan Büyük ve Küçük Saraylarda TBMM tarafından konservasyon ve restorasyon çalışmaları yapılacağını belirten Arık, daha sonra ortaya çıkarılan Köşk yapısı, küçük hamam ve tersane gibi yapıların da işin içerisine dahil edilmesi için de bir rapor vereceğini söyledi.

 

Bu konuda, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun vereceği karara göre hareket edeceklerini dile getiren Arık, bu çalışmayı üstlenecek olan mimarlar grubunun da Selçuklu mimarisini ve tarihini, yapısını çok iyi bilmesi ve tanıması gerektiğinin altını çizdi.

Memleket, 01.03.2015

GÜNÜMÜZ YAŞAYAN ARKEOLOJİSİ KONFERANSINA ÇATALHÖYÜK DAMGA VURDU

 

 

İngiliz Prof. Ian Adder, Londra'da düzenlenen bir toplantıda Çatalhöyük'teki arkeolojik kazı çalışmalarını anlattı. Dünyanın önemli arkeoloji alanlarından Çatalhöyük'te 20 yıldan uzun süreden bu yana devam eden kazı çalışmalarla Neolitik döneme ait önemli bilgiler gün yüzüne çıkıyor.

 

Londra Kültür ve Tanıtma Müşavirliği`nin sponsorluğunda gerçekleşen Günümüz Yaşayan Arkeolojisi 2015 Konferansı (Current Archeology Live) SOAS Üniversitesi Senate House binasında gerçekleşti. 27-28 Şubat tarihlerinde Londra'da yapılan konferansa yaklaşık 400 kişi katıldı. 

 

Birleşik Krallığın önde gelen arkeoloji yayınlarından Dünya Günümüz Arkeolojisi (Current World Archeology) dergisinin düzenlediği ve alanında önde gelen arkeolojistler ve konuşmacıların katılımıyla gerçekleşen etkinlikte Stanford Üniversitesinden Profesör Ian Adder Çatalhöyükle ilgili bir sunum yaptı. 

 

Konferans etkinliğiyle eşzamanlı olarak gerçekleşecek Arkeoloji Fuarı'nda Türkiye'ye ayrılan stand alanında çeşitli broşür ve tanıtım malzemeleri sergilendi. 

 

'YILIN ARKEOLOJİSTLERİ' SEÇİLDİ 

Cuma günü yapılan ödül töreninde İngiltere'deki Reading Üniversitesi'nden Michael Folford, İngiliz Kültürel Miras yüksek yöneticisi Simon Thurley ve Cotsworld Arkeoloji yüksek yöneticisi Neil Holbrook yılın arkeolojistleri olarak seçildi. 

 

Etkinlikte ayrıca büyük beğeni toplayan Türk müziği dinletisi de yer aldı. Başarılı çalışmalarıyla bilinen Londra Kültür ve Turizm Ataşesi Ali Selçuk Can, "Arkeoloji dünyasının ileri gelen isimlerini bir araya getiren bu etkinliğe destek vermekten ve ülkemizin arkeolojik değerlerinin tanıtılmasına katkıda bulunmaktan büyük memnuniyet duyuyorum" dedi. 

Zaman, 01.03.2015

İNŞAAT ALANINDA TARİHİ MEZAR VE KEMİK BULUNDU

 

İzmit Bağçeşme Mahallesi’nde, bir inşaatın temel kazısında, Doğu Roma dönemine ait olduğu belirlenen sandık tipi mezar bulundu. Alınan bilgiye göre, Bağçeşme Mahallesi'nde bir inşaatın temel kazısı sırasında kemik parçaları bulan işçiler, durumu yetkililere bildirdi. Olay yerine gelen Kocaeli Müze Müdürlüğü yetkililerce yapılan incelemede, parçaların Doğu Roma döneminden kalma sandık tipi mezar içinde yer aldığı tespit edildi. Bunun üzerine inşaat çalışmaları durdurularak söz konusu parçalar müzeye götürüldü. Diğer parçaların da çıkarılması için daha sonra kurtarma çalışması başlatılacağı öğrenildi.

Özgür Kocaeli, 28.02.2015

MİSBAH BAŞKAN DA 'ÇALIŞIYOR': BELEDİYEYE KAÇAK BİNA YAPMIŞ, KİRAYA BİLE VERMİŞ

 

 

İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanlığı’nın bulunduğu tarihi binanın çatı katı, giriş ve her iki yanında yapılan çelik konstrüksiyonların kaçak olduğu öğrenildi.

 

BirGün’e konuşan bir belediye çalışanı, binanın sağ tarafındaki kaçak yapının şahsa kiraya verildiğini, sol taraftaki kaçak yapıya ise yazı işleri, hukuk işleri ile İmar Müdürlüğü’nün taşındığını aktardı. Çatı katına yapılan ek konstrüksiyonu ise belediye yetkililerinin lokal olarak kullandığını belirten çalışan, belediyenin yurttaşların binalarını kaçak diyerek yıktığını, ancak kendisinin kaçak yapı yaptırarak halka hizmet vermesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.

 

Anıtlar Kurulu’ndan izin alınıp alınmadığının bilinmediğine de dikkat çeken çalışan, bu hukuksuzluk nedeniyle binaları boşaltmak durumunda kalan belediye çalışanlarının da mağdur edildiğini belirtti.  

Birgün, Haber: Zeynep Kuray, 28.02.2015

"BÜTÜN SERAMİKLERİM YIKILDI, BİR BEN KALDIM"

 

 

AKM, Çankaya Köşkü, Tarabya Oteli, Avrupa Konseyi binası ve daha pek çok mekan için seramik panolar yapan Sadi Diren’in yeni sergisi D’art Sanat Galerisi’nde açıldı. Seramik kesmekten artık flu gören ve Caddebostan’daki evinde emeklilik günlerini geçiren Diren, mahzun: “Bütün seramiklerim yıkıldı, bir ben kaldım. Ben de gidince rahatça yıksınlar artık.”

 

Elbette Sadi Diren’in tüm seramikleri yıkılmadı, yok olmadı. 60 küsur yıllık sanat hayatına sığdırdığı yüzlerce eseri var. Kimi Çankaya Köşkü’nde, Atatürk Kültür Merkezi’nde, Manifaturacılar Çarşısı’nda, kimi Strasbourg’daki Avrupa Konseyi binasında, pek çoğu da koleksiyonlarda. Ama ‘en büyük işlerim’ diye ifade ettiği bazı seramik panoları ve duvar kaplamaları son yıllarda kendisine haber bile verilmeden yıkıldığı için öyle hissediyor ve “Bütün seramiklerim yıkıldı, kala kala ben kaldım. Ben de gidince rahatça yıksınlar!” diye üzüntüsünü dile getiriyor. Seramik sanatına yıllarca emek veren bir sanatçı için acı bir durum bu. Galata’daki D’art Sanat Galerisi’nde geçen hafta 62. sergisini açan sanatçı, eserlerinin başına gelenleri bir bir sıralıyor: “1973’te Nejat Eczacıbaşı villası için bir seramik istedi. Havuzu çevreleyen duvara bir pano yaptım. Nejat Bey’in vefatından sonra evi genişletmek için o seramiği yıkmışlar. Bir ay çalışmıştım o pano için, 14 bin parçadan oluşuyordu. Oysa yerinden çıkarılabilirdi. Üzüldüm doğrusu.” İkinci yıkılan eseri, 1972’de Tarabya Oteli’nin barına yaptığı rengarenk seramik. Tarihi otel, yeniden yapılmak üzere birkaç sene önce yıkılınca eser de tarihe karışmış. İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’nda yabancılar için lokantası ve lokali vardır. Diren, bu mekana da bir pano yapmış. Binanın üstünü kaplamak isteyince panoyu yıkmışlar. Ayakta olanlardan Manifaturacılar Çarşısı ve Atatürk Kültür Merkezi’ndekiler içinse ‘keşke yıkılsa, rezalet durumdalar’ diyor ve ekliyor: “Tarabya gitti, Baltalimanı gitti, Manifaturacılar keşke gitse, rezil ettiler. Önüne dükkanlar yapmışlar. Hiç bakılmamış. Şimdi sıra AKM’ye geldi. Depo gibi rezalet halde. O da yıkılmak üzeredir. AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu istemişti o seramiği benden, aylarca sürdü çalışma, montajını da ben yaptım. Şimdi sonu ne olacağı belirsiz. Dört ayda yaptığım Strasbourg’daki 20 metrelik eserime ise tertemiz bakıyorlar.”




Nejat Eczacıbaşı villası için yaptığı havuzu çevreleyen duvar panosu, 1973.

 

Sanat yaşamına 1949’da başlayan Sadi Diren, Türkiye’deki seramik sanatını ayakta tutan başlıca isimlerden. Çok çalıştı, çok eser üretti. Türkiye’den Almanya’ya, İtalya’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Macaristan’a kadar hem yüzlerce esere imza attı hem de seramik endüstrisi alanında yine yüzlerce tasarım gerçekleştirdi. Hem hocaları (Bedri Rahmi Eyüboğlu) hem de yabancı eleştirmenler tarafından övgüler aldı. 1964’te Almanya’dan yurda döndüğünde Eczacıbaşı Seramik Fabrikaları’nda süs ve mutfak eşyaları kısmına müdür ve sanatçı olarak girdi. 1982’de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dekan oldu. 1991’e kadar aynı göreve tekrar tekrar seçildi. 1991’de ise devlet sanatçılığı unvanı aldı. 1944’te de emekli oldu.  

 


1972'de Tarabya Oteli'nin barına yaptığı bu eserle birlikte bina da yıkıldı.



Sadi Diren, artık 88 yaşında. Caddebostan’daki evinde emeklilik günlerini geçiriyor. Kapısının zilinde hala ‘devlet sanatçısı ve dekan’ yazıyor. Son iki seneye kadar seramik yapmaya devam ediyordu. Artık yardımcısı Fevziye Topçu ile hayatına devam edebiliyor. Etrafını flu görüyor. Gözünde seramik kesmekten sarı leke hastalığı baş göstermiş. Ama olsun, flu da olsa görüyor olmaktan memnun. 1953’te ilk sergisini açtığı Maya Sanat Galerisi’nin sahibi Adalet Cimcoz, onu sanat çevresine tanıtırken şöyle demişti: “Bu delikanlıya iyi bakın, geleceğin seramik ustası o.” Cimcoz, onun değerini ta o zaman fark etmişti, şimdi sadece öğrencileri sahip çıkıyor kendisine. Öğrencisi Emre Zeytinoğlu ve D’art Sanat Galerisi’nin sahibi Duygu Bağlan’ın küratörlüğünde açılan sergide sanatçının 1957’den 2010’a kadar yaptığı yaklaşık 60 eseri sergileniyor. Diren, 22 Mart’ta sona erecek sergisi için “Bu benim son sergim.” dese de öğrencileri peşini bırakacak gibi değil.

 


Atatürk Kültür Merkezi için yaptığı dış duvar seramiği, 1971.


Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 28.02.2015

KARGODAN PICASSO TABLOSU ÇIKTI

 

ABD’nin New York kentindeki bir kargo şirketinde bir paketi açan görevliler, büyük bir sürprizle karşılaştı. Görevliler, kargoda eski bir tablonun olduğunu gördü. Kendilerine bilgi verilen Fransız yetkililer, New York'a giderek tablonun sahte olup olmadığını tespit etti. 

 

Söz konusu tablonun, Picasso'nun 1911'de yaptığı "Kuaför" adlı eser olduğu anlaşıldı. Ünlü tablo, 2001'de Paris'teki Modern Sanat Müzesi’nden çalınmıştı. Tablonun Mayıs'ta tekrar sergilenmesi hedefleniyor. 2.5 milyon dolar değerindeki tablonun sıradan bir kargoymuş gibi Belçika'dan ABD’ye gönderildiği tespit edildi. Kargonun değeri de 37 dolar olarak ibraz edildi.

Akşam, 28.02.2015

"ARTIK MÜZEDE OLDUĞUNU DUYURMAK BİR TREND"

 

 

Bundan 10 yıl önce, 2000’li yılların başında İstanbullulara, İstanbul’un Picasso, Dali, Frida Kahlo, Chagal, Rodin gibi isimleri ağırlayacağını söyleseydik bize inanmazlardı. Fakat bunların hepsi gerçekleşti. Hatta fazlasıyla... 2002’de Sakıp Sabancı Müzesi’nin açtığı yola 2004’ün sonunda İstanbul Modern, 2005’in başında ise Pera Müzesi katıldı ve sanat hayatımız değişti. Pera Müzesi’nin 10’uncu yılında bu üç müzenin yöneticilerine özel müzeciliğin bize ne kattığını sorduk...

 

 

“Özel müzeler devlet müzelerinin rehavetini ortadan kaldırdı”

Nazan Ölçer (Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü)

-Özel müzelerin ortaya çıkması İstanbul’un sanat ortamında farklı bir rüzgar esmesine sebebiyet verdi. Özel müzelerin yaptıklarını devlet müzeleri de yapıyordu. Fakat çok daha dar çerçevede, imkansızlıklarla yapılıyordu bunlar. En önemlisi ise bu çalışmaların iletişimleri yapılamıyordu. Devlet Reklam vermeyi sevmez, bu düşünülmez bile. Ben de bir devlet müzesinde uzun yıllarımı geçirdiğim için yakından biliyorum. Hiçbir zaman devlet “Billboard’lara ilan verip kültür ve sanatla ilgili olmayanları da müzelerime çekeyim” demiyor. Özel müzeler bu anlayışı değiştirdi.

 

-Sakıp Sabancı Müzesi’yle başlayan bir yenilik var. Türkiye’nin hasretini çektiği büyük sanatçılarla insanların bir araya gelmesini sağladık. Sanatla ilgisi olsun ya da olmasın herkesin adını bir şekilde duyduğu bir ismin birdenbire buraya orijinal eserleriyle gelmesi müthiş bir değişimdir. Memnuniyetle görüyorum ki Sabancı Müzesi’nin açtığı bu yoldan diğer kardeş kurumlar da ilerledi. 10’uncu yılını kutlayan Pera Müzesi de buna bir örnek. Orada da pek çok ünlü sanatçıyı tanıma ve görme fırsatı yakaladı insanlar.

 

-Özel müzelerin bıraktığı izler asla küçümsenemez. Yalnızca yaşadığımız şehirden değil, başka şehirlerden de bu müzeleri ziyaret etmek için İstanbul’a gelenler oldu. Hiç unutmuyorum, Sabancı Müzesi’nin büyük sergilere peş peşe ev sahipliği yaptığı zaman söylenen bir cümle vardı: “Biz eskiden bu sanatçıları görmek için yurt dışına giderdik. Şimdi kendi şehrimizde görüyoruz.” Bu insanlara farklı bir duygu veriyordu, Avrupa’da yaşıyormuş, oranın fırsatlarını değerlendiriyormuş gibi hissediyorlardı.

 

-Özel müzelerin yarattığı rüzgar sayesinde devlet müzeleri de değişti. Sık sık sergi düzenlemeyen, kendi koleksiyonlarını yeterli gören devlet müzeleride hareketlendi. Özel müzeler onların rehavetini ortadan kaldırdı.

 

-Genç bir sanat öğrencisi için bu kadar büyük sanatçıların orijinal eserlerini görmek, onları yakından incelemek büyük bir şans. Kişisel gelişimleri için temel sağlıyor.

 

-Sanatın, müzeciliğin, müzelerde çalışmanın eskiye oranla daha cazip olmasını sağladı bahsettiğimiz bu rüzgar. Uzun senelerdir bu meslekteyim ama ben hiçbir zaman bu kadar iyi eğitimli, donanımlı ve bu kadar hevesli genç insanın müzeci olmak için ortaya döküldüğünü, uğraştığını görmedim. Ne yazık ki hepsine iş verecek kadar alan yok. Fakat bu gelecek için bizi sevindiriyor.

 

-Özel müzelerin getirdiği bir diğer yenilik de şu: Diyelim ki bir resim sergisinden bahsediyoruz. Özel müzeler bunların artık sadece resimlerle ilgili olmadığını gösterdi. Bu sergiye eşlik edecek altyapılar da çıktıortaya. Picasso sergisi yaptığımız zaman uzmanların katılacağı bir seminer de düzenledik. Picasso’yu Picassoyapan siyasi olayları da anlatmaya çalıştık. İspanya İç Savaşı’nı bilmezsek “Guernica”yı bilemeyiz.

 

SAYILARLA SABANCI MÜZESİ

-SSM’nin koleksiyonlarında, ünlü sanatçılara ait zengin arşivin haricinde 1.379 eser bulunuyor.

 

-Müzenin Picasso sergisini 254 bin, “Rembrandt ve Çağdaşları” sergisini 150 bin, Salvador Dali sergisini 250 bin, Monet sergisini 150 bin ve son olarak Miro sergisini şimdiye dek
150 binden fazla sanatsever gezdi.

 

“Bu 10 yıl içinde bir nesil yarattık diye düşünüyorum”

Levent Çalıkoğlu (İstanbul Modern Şef Küratörü)

-11 Aralık 2004’ten yani İstanbul Modern’in açılmasından önce Türkiye’deki kültürel hayat içerisinde müze gezme tecrübesi geçmişle; tarih, arkeoloji ve etnografiyle ilgiliydi. Daha doğrusu bize miras kalanlarla ilgiliydi. Bizse şimdiki zamana hatta geleceğe baktık. Bu izleyici için şu anlama geliyordu, hala da öyle: Buraya geldiğinizde şimdiki zamanda üretilmiş bir sanat yapıtına sanatçıyla birlikte bakabiliyorsunuz. Böyle bir kültür ve yaşam tecrübesi yarattık. Bu müzeciğin yeni bir boyutuydu.

 

-Daha önce bir müzeye muhtemelen bir kere giderdik. Topkapı Sarayı’na bir kere gittik, “teşekkür ederiz”... Gördüğümüz zaman biterdi. Bu devamı olmayan bir tecrübeydi. Bizim ziyaretçilerimiz ise onlara sunduğumuz yeni sergi, sinema programları ve etkinlikler sayesinde buraya tekrar tekrar gelme ihtiyacı hissediyor. İstanbul Modern için bir ziyaretçinin müzeyi tekrar ziyaret etme yüzdesi 2.3’tür.

 

-Ben bu 10 yıl içinde bir nesil yarattık diye düşünüyorum. Bu, farklı yaşların bir arada olduğu bir nesil. Bizim eğitim programlarımız en erken 4-5 yaşlar için. Üst sınır ise yok. Dolayısıyla onları tek bir çatı altında buluşturabilecek bir alan yarattık biz. Bu bize şunu gösteriyor; böyle bir kitle vardı demek ki. Müzeye gitme ihtiyacı hisseden bir kitle varmış. Biz bu kitleyi daha da artırdık.

 

-İstanbul Modern’den önce İstanbul Bienali de vardı. Ama o iki yılda bir düzenleniyordu. İzleyicisi de daha farklıydı muhtemelen. Bienalden farklı olarak İstanbul Modern sürekli burada. İnsanlar “Bugün gitmezsem yarın giderim. Sergiyi kaçırırsam başka sergiye giderim” diye düşünüyor. Devamlı bir adrese gitme fikri ve heyecanı böyle bir müze ortaya çıktığı zaman gelişiyor demek ki.

 

-Türkiye’nin modern ve Çağdaş Sanat tarihinin ilk günden bugüne nasıl aktığını kronolojik olarak göstermeye çalışan tek müzeyiz. Bu bile izleyici için önemli. Çünkü Türkiye’nin çağdaş sanatını göstermek için insanlar misafirlerini buraya getiriyor. Bizim yabancı ziyaretçi oranımız sezonda yüzde 50 ile 52 arasındadır. Yurt dışından gelip İstanbul’u ziyaret edenlerde Türkiye’nin modern sanatı hakkında fikir sahibi olmak için İstanbul Modern’e geliyor.

 

-Biz bir buzkıran gibi alanı açtık. Peşimizden bir şeyler geliyor. Türkiye’nin sanat ortamında bir hareketlilikten söz edilebiliyorsa bunda bizimle birlikte diğer müzelerin ve sayısı artan galerilerinde etkisi var.

 

-Şu anda koleksiyonumuzda 101 sanatçının 180 eseri var. Sanatçılar açısından bu çok önemli. Çünkü sanatçılar için müze bir son noktadır. Sanatın takdir gördüğü en yüksek yerdir. Bu nedenle bu koleksiyona girmek sanatçı için çok önemli. Günlük ziyaretçi sayımız 1.800-2.000 civarında. Perşembe günü müze ücretsiz olduğu için bu sayı 3 bini buluyor. Geçen yılı 641 bin ile kapattık. Bu bilgiler bile sanatçıların bakış açısını değiştirebilir.

 

-Artık müze ziyaretinin temel motivasyonu merak değil, alışkanlık. Tabii merak var ama popülerlik de var. Bugün artık yazılı medyadan sosyal medyaya kadar her yerde müzede olmak, müzede selfie çekmek, müzede bir etkinliğe katılmak bir trend aslında. Bu bir teşvik yaratıyor. Fakat benim gördüğüm, insanlar burayı sahiplendi.

 

-Pek çok aile hafta sonları İstanbul Modern’e geliyor. Artık AVM’lere gitmek istemiyorlar. Çocuklar eğitim programlarına katılıyor, yetişkinler ise eğer sergileri gezmeyeceklerse restoranda kahvaltı yapıyor. Bu aile kültürünün olmazsa olmazına dönüştü. İnsanlar daha yaratıcı yaşamak istiyor.

 

Sayılarla İstanbul Modern

-1.220 sanatçı

- 105 sergi

- 2.600 film gösterimi

- 16.000 Kitap ve dergilik kütüphane

- 10 yılda 5.5 milyon ziyaretçi

- 1.400 etkinlik

 

“Diğer sermaye sahiplerini özendirdik”

Özalp Birol(Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat Genel Müdürü)

-Kıraç ailesinin hayali evlerinde yer alan eserleri korumak, geliştirmek ve bunların değerlerini gelecek kuşaklara aktarabilmekti. Bu amaçla koleksiyonlarının da kamuyla buluşturulacağı bir yapı düşünüyorlardı. Biz de bildiğimiz anlamda müzecilikle sınırlı olmayacak, kültür sanat alanından herkesi bir araya getirecek bir platform yarattık.

 

-Bir amacımız da özellikle sanat eğitimi veren okulları cesaretlendirmek. Bunun için yaz aylarında ulusal ya da uluslararası sanat okullarıyla el ele vererek gençlere yönelik güncel sanat projeleri düzenliyoruz. Açılışımızdan bu yana sürdürdüğümüz için artık bunların gelenekselleştiğini söyleyebiliriz.

 

-Programlarına özendiğimiz Batı ülkelerindeki özel müzelere baktığımızda, bizdeki müzelerle aralarında 100 yıllık bir fark olduğunu görüyoruz. Bu farkın son on küsur yılda kazanılmış bir devinimle kapatılamayacağının farkında olmak gerekir. Buna rağmen bu ülkede gerek ekonomik koşulların geçtiğimiz yıllarda istikrarlı gitmiş olması gerekse sermaye sahiplerinin kültür ve sanata ilgi duymasının getirdiği itibarın farkına varmış olmaları bu devinimi pekiştirdi. Ki bu konuda bizim gibi özel müzelerin performasının da etkisi büyük. Çünkü diğer sermaye sahipleri de bizim sayemizde kültür ve sanat alanına özenmeye başladı. Özel müzecilik işleri kötü planlanmış ve batan işler olsaydı bu alanda bir özenme ve olumlu bir devinimden bahsedemeyecektik.

 

-“Canım ne var? Sergileri getirip kuruyorlar” diyorlar. Öyle olsa bile bu tür etkinliklerin önemli olduğunu düşünüyorum. Neden önemli? Çünkü kültür ve sanata ilgi duyan herkesin yurt dışına giderek bu yapıtları yerlerinde görme şansı olmuyor. Bizim gibi müzelerin bu tür etkinlikler yapması, ülkemiz insanının değer verdiği ya da merak ettiği sanatçılarla buluşmasına imkan sağlıyor. Bu önemlidir. Dahası da var: İlk kez bu önemli sanatçıların yapıtlarını görerek kültür-sanat alanında kendini geliştirmek isteyenlere de bir platform sağlıyoruz. Hayatında ilk kez Giacometti’yi Pera Müzesi’nde görüp heykele merak salabilecek genç insanlarımız var. 10 kişi kazansak bu kardır.

 

-Biz memnuniyet anketleri yaptığımız zaman artık cevapların daha bilinçli verildiğini, eleştirilerin daha bilinçli olduğunu görüyoruz. Benim şaşmaz bir noktam var. O da şudur: Biz buraya ziyaretçi defteri koyduk. İsteyen küfür eder isteyen de eleştirisini en kaliteli biçimde iletir. Bir tür serbest kürsüdür. Arzu eden ziyaretçi oraya yazar. Benim şaşmaz barometrem ziyaretçi defterleridir. Her gün ilk işim müzenin ziyaretçi defterini okumaktır. Toplantılarımızda da bu defterler önemli bir kaynak olarak değerlendirilir. Eleştirileri mutlaka dikkate alırız.

 

-Kıraç ailesinin koleksiyonu artık halkımızındır. Çünkü kurucular koleksiyonlarını vakfa bağışladılar, onların kişisel mal varlıklarına ait değiller. Bu bakımdan bu eserlerin bir anlamda kamulaştığını söyleyebiliriz. Bu nedenle bizim buraya gösterdiğimiz saygı Kıraç ailesinden ziyade ziyaretçiye gösterdiğimiz saygıyı yansıtır.

 

-İlla “Kaplumbağa Terbiyecisi” gibi yıldız bir tabloya ihtiyaç duymaz müzeler. Louvre Müzesi dünyanın en büyük müzelerinden biri. Şu an için “Mona Lisa”ya ihtiyacı var mı? Yok. Peki Louvre Müzesi denilince akla ne geliyor? Mona Lisa. Bu nedenle Pera Müzesi’nin şu saatten sonra “Kaplumbağa Terbiyecisi”ne ihtiyacı olmayabilir. Fakat Türkiye’deki özel müzeciliğin temellerinin atıldığı bir evrede Pera Müzesi kurulmaya hazırlanırken biz bu tabloyu özellikle aldık. Hem dikkati yeni kurulacak müzenin ve ailenin duyarlılığının üzerine çektik hem de kendine göre bir efsanesi olan bir yapıtı aldık.

Milliyet, Haber: Fırat Karadeniz, 28.02.2015

TÜRBEYE BRANDALI ÖNLEM

 

 

İzmir’in Basmane semtindeki Şeyh Bedrettin Türbesi restorasyon çalışmalarının durması ve yapının kaderine terk edilmiş görüntüsünün tepkilere neden olması üzerine, Vakıflar Bölge Müdürlüğü brandalı önlem aldı. Türbenin girişi branda ile kapatılırken, inşaat alanına girmenin yasak olduğunu belirten tabelalar konuldu.

 

Basmane semtinde, 19 yüzyıl başında Mısır-i Ali Efendi tarafından kurulan ve içinde oğulları Şeyh Bedrettin ve kardeşi Semsettin’in sandukalarının bulunduğu türbede Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün başlattığı restorasyon çalışmaları, iddiaya göre Koruma Kurulu tarafından 1.5 ay önce durduruldu.

Her gün çok sayıda kİşinin dua etmeye geldiği türbe, adete kaderine terk edildi. Türbenin kapılarının açık, pencelerinin sökük hali tepki çekti. Türbenin bu durumunu anlatan haberin ardından Vakıflar Bölge Müdürlüğü, restorasyonu duran yapının girişini branda ile kapatırken, inşaat alanına girilmesinin yasak olduğunu belirtir tabelalar koyarak kendince önlem aldı.

Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 27.02.2015

ÇORUM MÜZE KOLEKSİYONUNDAKİ 'GÖZYAŞI ŞİŞESİ' ANLATILDI

 

 

Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 14 binden fazla eserin yer aldığı müzedeki eserleri tanıtmaya devam ediyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden yapılan açıklama da Roma dönemine ait 'Gözyaşı Şişesi' anlatıldı. Açıklama da herhangi bir artistik önemi olmayan ''tüp biçimli'' ya da ''parfüm şişesi'' olarak tanımlanan yeşilimsi camdan yapılan bu şişelerin Roma'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi Anadolu'da da cam üflemeciliğinin erken uygulamalarını yansıtmaları bakımından önem taşıdığı belirtildi.

 

Parfüm, merhem ve çeşitli yağları saklamak için kullanılan bu şişelerin çoğunlukla mezarlar içerisine ağızları alçı ile kapatılarak bırakılmış halde bulunduğu belirtilerek ''Ayrıca, mezarlarda bol sayıda bulunan bu şişeler ''gözyaşı şişesi'' olarak da adlandırılır. Bunun sebebi, Hristiyanlık öncesi Roma döneminde ölünün arkasından ağlamanın törensel bir adet olmasıdır. Ölünün arkasından ne kadar çok ağlanırsa onun öteki dünyada o denli itibar göreceğine inanılırdı. Bu yüzden ölünün arkasından ağlayacak özel ağlayıcılar tutulurdu. Ağlayıcıların gözyaşları bu şişelerde biriktirilir ve mezara bırakılırdı. Gözyaşı şişelerinin çokluğu ve doluluğu ölünün ne kadar sevilen birisi olduğunun en belirgin göstergesi olarak görülmektedir. müze koleksiyonundaki bu eserler, Roma Dönemine MS 4. yüzyıla tarihlenmektedir.'' denildi.

Zaman, 27.0.2015

VİLLA YAPILACAK ALANDAN TARİH FIŞKIRDI

 

Bodrum'da, kazı yapılan bir arazide 3 bin 500 yıllık Antik Halikarnassos Kenti'nin sur duvarları, bina kalıntıları ve 3 mezara rastlandı.

 

Yokuşbaşı Mahallesi Ballıkaya Mevkisi'nde, bir inşaat firması tarafından dört ay önce 12'si ultra lüks 92 villa yapmak için inşaat çalışması başlatıldı. Yaklaşık 150 dönüm arazi üzerine yapılacak inşaatın ruhsatının alınması için yapılan sondaj kazıları sırasında tarih fışkırdı.

 

Çalışmalar sırasında 3 bin 500 yıllık Antik Halikarnassos Kenti'ne ait sur duvarları, sur duvarlarında kullanılan taşlarla yapılan bina kalıntıları ve üç kaya mezarına rastlandı. Tarihi kalıntıların bulunmasının ardından arazideki sondajların sayısı arttırıldı. Bölge,

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi arkeologu Hande Savaş ve sondaj işçileri tarafından koruma altına alındı. Kaya mezarlarnın içinde herhangi bir buluntuya rastlanmadı. Kaya mezarlarının üzeri incelemenin ardından branda ile örtüldü. Çalışmalara sağanak yağmur nedeniyle pazartesi gününe kadar ara verildi. İnşaat alanında ise çalışmaların devam ettiği bildirildi.

 







 





Haber 7, 27.02.2015

TARİHİ YARIMADA'DA DÖNÜŞÜM İTO VE TOBB İLE BAŞLAYACAK

 

 

İTO ve TOBB’un sahip olduğu Eminönü’deki 3 ayrı alan için ihaleye çıkıldı. İTO otoparkı, 100 yıllık Liman Han ve Güneş Han’ın toplam 4 bin 529 m2’lik arsa alanında Yapİşlet- Devret modeliyle otel, iş merkezi, toplantı ve kültür merkezi yapılacak. İhale şartnamelerini almak isteyenler için süre 8 Nisan’da sona erecek. İstanbul Ticaret Odası (İTO) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Eminönü’de bulunan, İTO otoparkı, Güneş Han ve Liman Han’ın dönüştürülmesi için ihaleye çıkıyor. Yap-işlet-devret modeliyle toplamda 4 bin 529 metrekare alana ulaşan arsalarda otel, iş merkezi, toplantı ve kültür merkezi yapılacak.

23 Şubat’ta başlayan ihale şartnamelerinin temin süresi 8 Nisan’a kadar devam edecek ve teklif vermek isteyenler dosyalarını 13 Nisan’a kadar teslim edebilecek. İstekliler 2 bin 500 lira bedelle ihale şartnamelerini İTO’dan temin edebilecek. İTO ve TOBB’un binalarının yerine yapılması planlanan yeni binalarla bölgenin iş merkezi haline getirilmesi hedeflenirken, projeyle sürekli dillendirilen tarihi yarımadanın dönüştürülmesi yolunda ilk adım da atılmış olacak. 5 milyon lira geçici, 10 milyon lira ise kesin teminat miktarı konulan proje için sunulan teklifler, 14 Nisan’da açılacak.

Projede yer alan ve TOBB’a ait 440 metrekare arsa alanına sahip Güneş Han’ın yerine inşa edilecek yapının 2’nci derecede ticaret alanı olması öngörülüyor. Yapıda; perakende ticaret alanları, otel, lokanta, kafeterya, çayhane gibi yeme içmeye dönük birimler, turizm acentesi, kitabevi gibi hizmet birimleri, depolama faaliyeti gerektirmeyen hizmet türleri, geleneksel el sanatları üretim, planlama, sergileme alanları, büro, iş hanı, irtibat bürosu, banka ve finans kurumları, kültürel tesis, küçük ölçekte sağlık tesisi yapılabilecek.

100 yıllık Liman Han için proje onaylatıldı

İTO’ya ait 564 metrekarelik Liman Han’ın bulunduğu arsa ise sosyal-kültürel tesis alanı olarak belirlendi. Liman Han, 2’nci derecede korunması gerekli tescilli bina statüsüne sahip. Burada; konaklama tesisleri yer almamak koşuluyla günübirlik amaçlar için kullanılacak, sosyal tesis, kültür merkezleri, kütüphane, müze, sinema, tiyatro, sergi konferans salonları gibi kültürel yapılar, bu birimlere hizmet edecek asgari ölçüde düzenlenecek yeme içme birimleri, bilgi-beceri meslek edindirme kursları, teknik eğitim vb. eğitim yapıları, belediye idari birimleri, muhtarlık gibi yapılar, küçük ölçekte sağlık yapısı ve sosyal yardım birimleri, sivil toplum örgütleri, ve meslek odaları, ilköğretim öncesi eğitim gibi işlevler yer alabilecek. 1915’te yapılan Liman Han için ön cephesinin korunması suretiyle, arka kısmının yıkılarak yeniden betonarme olarak yapılacak şekilde hazırlanan restorasyon projesi, 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandı.

Son olarak İTO’ya ait ve 3 bin 525 metrekare arsa büyüklüğüne sahip otopark alanında, restorasyon ve uygulama projelerinin yüklenici tarafından hazırlanması planlandı. İnşaat yapım ruhsatı alınması da yüklenici firmanın sorumluluğunda olacak.

'Turistlerin gece keyif alabilecekleri yer yapmak istiyoruz'

TOBB- İTO Sirkeci Projesi için ihale duyurusuna çıkmadan önce İstanbul'daki en büyük 40 müteahhidi toplayarak bilgilendirme toplantısı yaptıklarını anlatan İTO Başkanı İbrahim Çağlar, projeyi Eminönü çevre düzenlemesi olarak plandıklarını söyledi. Gündüz çok yoğun kullanılmasına rağmen bölgenin geceleri boş kaldığını belirten Çağlar, "Turistlerin gece keyif alabilecekleri bir yer yaratmak istedik. Atıl haldeki tarihi binaları turizme kazandırmak istiyoruz. Binamızın yanındaki otoparkı belediyeye kullandırıyorduk. Liman Han'ı kaymaya başladığı için kapattık. Bunları rehabilite etmemiz gerekli. İBB'nin de Unkapanı'ndan Sarayburnu'na kadar yolu yer altına alıp, üstünü park yapma projesi var. İstanbul'a gelen turistlere alternatif mekanlar sunmamız gerekli" dedi.

Milliyet, 27.02.2015

TARİHİ KERPE LİMANI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, tarihi Kerpe Limanı'nı turizme kazandıracak.

Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü tarafından Antik Kerpe Limanı Mendireği (Bir limanın denizden korunmasını sağlayan iskele veya dalgakıran) Rekonstrüksiyon Yapım İhalesi yapıldı. İhaleye tek katılımcı Nomak İnşaat 329 bin 998 TL teklif verdi. Tarihi Kerpe Limanı'nın gün yüzüne çıkarılacağı rekonstrüksiyon çalışmalarıyla yüzyıllar önce Cenevizliler ve Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’de yoğun olarak kullandığı Kerpe Limanı turizm amaçlı kullanılmak üzere şekillendirilecek.

İKİ ADET CENEVİZ GEMİSİ YAPILACAK
Proje kapsamında mevcut tarihi limanın bir bölümü orijinal halinde bırakılırken bir bölümü de restore edilecek. Restorasyonda limanın kendi mevcut taşları ve yöresel malzeme kullanılacak. Limanın bulunduğu alanın ayrıca turizme kazandırılması da düşünülüyor. Limanın restorasyon çalışması tamamlandıktan sonra Ceneviz dönemini yansıtan iki küçük Ceneviz Gemisi yapılacak. Bu gemilerden biri denize batırılarak dalış turizmine hizmet verirken diğer gemi su üstünde turistik gezi amaçlı kullanılacak.

TARİHİ DOKUSUNA UYGUN BİR YAPIDA OLACAK
Limanın karakteristik olarak Kandıra taşı ve yöresel malzemeler kullanılarak yapıldığı tespit edildi.100 metreye yakın bir uzunluğa sahip olan liman zamanla deniz etkisiyle bozuldu. Limanın Büyükşehir Belediyesi tarafından rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlandı. Özellikle deniz yapıları konusunda uzman sualtı arkeologları ve akademik danışmanları tarafından incelemesi yapıldı. Proje Kültür ve Turizm Bakanlığı Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da onaylandı.

Limanın bulunduğu alanda yapılan dalışlarda iki adet de Osmanlı dönemine ait top bulundu. Bölgede dalış yapanlar bu topları da görebilecek. Limanın bulunduğu alana ayrıca yine dalış turizmi için imitasyon anforalar konulacak. Limanın yanında bir de dalış kulüpleri için dalış evi yapılacak.

Bugün, 27.02.2015

NARMANLI HAN'IN AKIBETİNİ MİMARI AÇIKLADI

 

 

"Otel mi, AVM mi" olacak diye merak edilen tarihi Narmanlı Han projesinin detaylarını mimarı Sinan Genim bianet'e anlattı. 

 

İstiklal Caddesi'nde 1831 yılında inşa edilen bina Beyoğlu'nun en güzel mekanlarından biri.  

 

Ahmet Tanpınar gibi sanatçıların da yaşadığı bina Narmanlı ailesi tarafından 57 milyon dolara Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı.

 

Satışın ardından binanın ne olarak kullanılacağı merak konusuydu. Otel ya da AVM yapılacağı söylentileri çıkmıştı. 

 

Projenin restorasyonunu yapacak mimar Sinan Genim, röleve/restitusyon projesinin koruma kurulunda onaylandığını restorasyon projesinin ise hazırlanma aşamasında olduğunu söyledi.

 

Dükkan ve lokantalar olacak

Proje kapsamında handa yedi dükkan, iki lokanta olacağını, otel ya da AVM yapılmasının mekanın küçüklüğü nedeniyle mümkün olmadığını belirtti. 

 

Genim, "binanın tarihi dokusu korunacak mı, hangi işlevle kullanılacak, ek bina yapılacak mı, ağaçlar ne olacak" gibi sorularımız ekseninde projenin detaylarıyla ilgili şunları aktardı: 

 

"Olduğu gibi binayı restore edeceğiz, biraz modernleştireceğiz. Otel ya da AVM nasıl olsun, 1000 metrekarelik yer, mekan büyük değil. 7 dükkan 2 lokanta olacak. Kaliteli dükkanlara bakacağız. Galeri tarzı, sanat kurumları tarzı bir şey yapmak istiyoruz. Sanatsal ağırlıklı dükkanlar olacak. Ama tabii bunlar arz talep meselesi. Mesela İstiklal’de Pera kitabevi bile kira artışı nedeniyle kapanmak zorunda kaldı.

 

Ağaçlar sökülür, mor salkımlar durur

 


Fotoğraf: Ekin Karaca

 

"Ek bina, kat olmayacak, avlunun üstü kapatılmayacak. Dış duvarlar olduğu gibi muhafaza edilecek. Akasya ağaçları falan var ama onlar kurumuş zaten, bir tane de çam ağacı vardı o da yan yatmış. Tehlike arz ettikleri için ağaçlar sökülür herhalde. Mor salkımlar korunur. İçerisi tamamen yıkık durumda o yüzden içini takviye edip toparlayacağız. Yönetmelik kapsamında yangın merdiveni, sığınak yapacağız. Çağdaş yaşamı destekleyecek şekilde elektrik tesisatı, havalandırma olacak; orayı mangalla ısıtacak halimiz yok."

 

Soylulaştırma dediğin arz talep meselesi

Genim, kamuoyunun Narmanlı Han'la ilgili tedirginlikleri ve soylulaştırma eleştirilerini ise şöyle yanıtladı:

"25 sene önce Karaköy'deki Fransız geçidine kimse girmezdi, orayı restore ettik. Elektronik çarşısı olsun dedik kimse böyle bir dükkan açmak istemedi. Şimdi ise kafeleriyle başka bir yaşantı oluştu. Mutenalaşma nedir? Arz, talep dengesi. O kafeye gidip kahve, bira içiyorsan her şeyin bir fiyatı var. Taksim’de bazı kitapçılar kapandı mesela, niye? İşini yürüten orada çalışıyor. Şartlara göre kendini hareketlendirecek, piyasa şartlarına uyacaksın."

 

Kamusal mekan olması gerekir

Beyoğlu Kent Savunması'ndan avukat Eren Can, esas olarak böyle tarihi bir mekanın kamulaştırlarak kamusal bir alan olarak kullanılması, içinde yaşayan ve çalışanların korunması gerektiğini belirtti. 

 

“Ancak devlet kamu malını bile özel şirkete devrederken bir alanı kamulaştırmasını beklemek hayal olur. Narmanlı Han tarihi bir bina olarak aslına uygun restore edilmeli ama ayrıca içindeki esnafıyla da korunmalı. Sonuç olarak bina restore edildikten sonra soylulaşacak, bu sınıfsal bir duruma tekabül ediyor. Biz restorasyon sürecinin takipçisiyiz."

 

Can, henüz proje geçmemesine rağmen binaya iskele kurulduğu için belediyeye dilekçe verdi ve bunu İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne de iletti. 

Handa şu anda sadece üç dükkan ve 46 yıllık kiracı Mithat Şahin var. Şahin'in de martta evini boşaltması isteniyor. 

 

Narmanlı Han'ın hikayesi 

Tünel'de yer alan Narmanlı Han 1831 Rusya Büyükelçiliği olarak İtalyan mimar Giuseppe Fossati tarafından inşa edilmiş. 1880 yılına kadar elçilik binası ardından 1914'e dek Rus hapishanesi olarak kullanılmış. Daha sonra Narmanlı ailesinin mülkü olmuş.

 

Sonraki yıllarda Narmanlı Yurdu olarak anılan binada Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar, sanatçı yaşamış ve çalışmış. 

 

Ermeni gazete Jamanak da bu binaydaydı. 80, 90’lı yıllarda avludaki çay bahçesi birçok kişinin meskeni olmuştu.

 

2001 yılında Yapı Kredi Koray İnşaat, restore etmek amacıyla hanın yüzde 15 hissesini satın aldı. Binaya üç kat eklenmesini öngöre mimar Halil Onur’un hazırladığı restorasyon projesi Anıtlar Kurulu tarafından kabul edildi. Ancak sivil toplum kuruluşlarının itirazı üzerine açılan davada mahkeme yürütmeyi durdurma verdi.

 

10 yıl restoraston yapılamayınca aile hisselerini geri aldı. Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e sattı.

Birgün Haber: Nilay Vardar, 27.02.2015

GİZEMLİ SANATÇI BANSKY, GAZZE'DE

 

Kimliği hala bilinmeyen ancak çizdiği duvar resimleriyle büyük üne kavuşan İngiliz sanatçı Bansky, Gazze'de ortaya çıktı. Tünellerden gizlice Gazze'ye giren sanatçının, 2 dakikalık videosunda İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırılar anlatılırken, evlerin yeniden inşa edilmesine izin verilmediği belirtildi. Bansky, çizdiği kedi için "İnsanlar sadece kedi fotoğraflarına bakıyor. Belki dikkatlerini çekebilirim" dedi.

Sabah, 27.02.2015

BAYEZİD MEYDANI'NI DA 'SIFIRLIYORLAR'

 

 

Tarihi Yarımada kentsel ve tarihi sit alanında yer alan Bayezid Meydanı’nda devam eden Darulfünun alt geçidi inşaatı hakkında İstanbul 1 No’lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun suç duyurusunda bulunduğu, ancak buna rağmen inşaat alanındaki çalışmaların devam ettiği ortaya çıktı.

 

Lahit kapaklarının kepçelerle tahrip edilmesi ve açığa çıkan bir sarnıcın beton ve molozla kaplanmasıyla gündeme gelen inşaat çalışmalarını yerinde inceleyen 1 No’lu Yenileme Kurulu, inşaatın 1/1000’lik koruma amaçlı uygulama imar planının genel hükümlerine aykırı olduğuna karar verdi. Plan hükümlerine göre, inşaat ruhsatı aşamasında Arkeoloji Müzesi denetiminde kazı yapılması ve Koruma Kurulu kararı doğrultusunda uygulama yapılması öngörülüyor.

 

Ancak 1 No’lu Kurul, aldığı kararda meydandaki inşaat çalışmalarının bu hükme aykırı yapıldığını tespit ederek, 2863 sayılı yasaya göre sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu. Kurul’un 25 Kasım 2014’te aldığı kararda, “Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde önemli bir yerleşim yeri olan bu alanda yapılacak tüm çalışmaların projelerinin Kurula iletilmesine ve Kurul onayı alındıktan sonra uygulamanın Arkeoloji Müzeleri denetiminde yapılmasına” karar verildi. Ancak bu karara rağmen inşaat sahasındaki çalışmalar devam etti.

İMAR PLANI YOK
Darulfünün altgeçidi inşaatı meydanı alt üst ederken, yapılan işlemin onaylı bir projesi yok, yalnızca altgeçit güçlendirme izni var.  1 No’lu Yenileme Kurulu, Darülfunun Alt Geçidi Güçlendirme Projesi’ni Mart 2013’te onayladı. Tünellerin geriye alınması için 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planlarının hazırlanarak Kurula iletilmesini istedi, ancak imar planları hazırlanıp onaylanmadan inşaat başladı. Bayezid Meydanı Projesi’nin ise yalnızca kentsel tasarım projesi onaylandı, Korumu Kurulu’nun henüz uygulama projesine dair verdiği bir onay yokken sit alanında inşaat yapıldı.

***

 

Mimarlar Odası: Proje geri çekilmeli

Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, Koruma Kurulu’nun suç duyurusuna rağmen onaylı bir proje ve plan tadilatı olmadan inşaatın devam etmesinin suç olduğunu belirtti. Yapıcı, “İstanbul Üniversitesi’nin merdivenleri kırılarak, oradaki ağaçlar yok edilerek, son derece yağmacı bir mantıkla, hukuksuz ve izinsiz bir uygulamayla, bu kadar önemli bir yer alt üst ediliyor” dedi.

 

Bayezid Meydanı Projesi’nin bir bölümü UNESCO Dünya Mirası alanı olan Süleymaniye yenileme alanında kalıyor. Dolayısıyla projenin bir kısmını 1 No’lu Yenileme Kurulu bakarken diğer kısmına 4 No’lu Koruma Kurulu bakıyor. Yapıcı, “İstanbul’un bu kadar önemli bir yerinde yapılması planlanan meydan projesinin yarısında yapılanlar diğer yarısına bakan Kurul’u ilgilendirmiyor. Bir meydan bu şekilde tasarlanamaz. Roma’nın, Bizans’ın ve Osmanlı’nın çok önemli bir arkeolojik alanı burası. Bayezid Meydanı’nın önüne korkunç bir trafik getiren, hiçbir şekilde yaya ile meydan arasındaki ilişkiyi kuramayan, meydanın doğal eğimini yok eden son derece kritik ve çok büyük bir alanı kapsayan bir proje söz konusu. Bütün üniversiteleri, tarihçileri ve belediyeyi saygı ve dikkate davet ediyoruz. Bu projenin derhal geri çekilmesi için hukuki girişimlerde bulunacağız” dedi.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 27.02.2015

IŞİD, MUSUL'DAKİ NİNEVEH ARKEOLOJİ MÜZESİ'Nİ YERLE BİR ETTİ

 

 

Radikal İslamcı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) işgal ettiği şehirlerde bulunan kültürel mirasları yok etmeye devam ediyor. IŞİD militanları, Irak’ta Musul’un da içinde bulunduğu Ninova eyaletinde bulunan bir arkeoloji müzesini yerle bir etti.

 




IŞİD militanlarının, Ninova’daki Nineveh Arkeoloji Müzesi’ndeki heykel yıkma görüntüleri ortaya çıktı. Görüntülerde, IŞİD militanlarınının heykelleri, ellerindeki çekiç, balyoz ve elektrikli matkaplarla heykel, kabartma ve diğer eserleri kırıp, parçaladığı görülüyor. Yaptıklarını kameraya kaydeden IŞİD, bu görüntüleri de yayınladı.

 

IŞİD, daha önce de Musul’da 10 binden fazla kitabın, en az 700 adet nadir el yazması eserin bulunduğu Musul Kütüphanesi’ni yakmıştı.

nediyor.com, 26.02.2015

 

 

 

UNESCO'DAN ACİL TOPLANTI ÇAĞRISI

 

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), terör örgütü IŞİD'in Musul Müzesi'ni tahrip etmesiyle ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) acilen toplantı yapmasını talep etti. Merkezi Paris'te bulunan UNESCO, IŞİD'in Irak'ın kuzeyinde yer alan Musul Müzesi'ndeki heykel ve diğer sanat eserlerini tahrip etmesini "kültürel bir trajedi" olarak değerlendirdi. Açıklamada, balyozla yıkılan eserlerden bazılarının UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesinde yer alan tarihi Hatra şehrinden getirildiği hatırlatıldı. Sosyal medyada dün yer alan videoda IŞİD'in müzede heykel ve kıymetli sanat eserlerini balyozla yıktığı görülüyordu.

Sabah, 28.02.2015



******


MUSUL'DA IŞİD'İN PARÇALADIĞI HEYKELLERLE İLGİLİ ŞOK İDDİA: GERÇEK DEĞİLLERDİ

 

 

Irak’ın Musul kentinin sürgündeki valisi Asil Nuceyfi, Kürt haber sitesi Rudaw’a yaptığı açıklamada geçtiğimiz günlerde Musul Müzesi’nde IŞİD’in imha ettiği eserlerin çoğunun 2003 yılındaki Irak savaşının ardından Bağdat’a götürülen esas eserlerin kopyası olduğunu öne sürdü.

 

IŞİD’in 7 eseri çaldığını belirterek UNESCO’nun çalıntı eserleri almaması için antik eser tüccarlarını uyardığını söyleyen Nuceyfi, şöyle konuştu:

SADECE 2’Sİ GERÇEK
“Musul Müzesi, Irak’ın ikinci büyük müzesi. Şans eseri, müzede değerli bazı eserler Bağdat’taki Ulusal Müze’ye aktarılmıştı. Videoda balyozla kırılan, imha edilenler gerçek eserlerin reprodüksiyonları. Ancak militanların imha ettiği gerçek 2 eser var; biri kanatlı boğa heykeli, diğeri Rozhan heykeli. Ayrıca videoda bazı gerçek eserlerin olmadığını tespit ettik, bu da IŞİD’in tahrip operasyonu öncesinde 7 tanesini aldığını gösteriyor.”

 

Irak’tan çalınan Akadlar dönemine ait eserlerin Türkiye, Suriye veya Lübnan üzerinden taşındığını iddia eden Nuceyfi, bu 2 ülkenin eserlerin kaçırılmasını önleyebileceğini belirtti.

Hürriyet, 01.03.2015

TOPHANE'DE MÜDAHALE SANATA MI, AHLAKA MI?

 

 

Çok sayıda güncel sanat galerisinin bulunduğu, Beyoğlu’nun Tophane semti, yine bir saldırı olayıyla gündeme geldi. Daire Galeri’deki sergi açılışı sırasında, bir grup mahalleli, bazı ziyaretçilerin uygunsuz davranışlarda bulunduğunu öne sürerek galerinin etrafını sardı.

 

Beyoğlu’nun yoğun güncel sanat rotası üzerinde bulunan ve çok sayıda galeriye ev sahipliği yapan Tophane’de yeni bir saldırı olayı yaşandı. 21 Şubat Cumartesi akşamı, Boğazkesen Caddesi üzerinde bulunan Daire Galeri’nin ‘çoktan seçmeli’ başlıklı sergisinin açılış kokteyli sırasında, bir grup mahalle sakini, açılışa gelen bir çiftin uygunsuz davranışlar sergilediğini iddia ederek ziyaretçilere saldırdı. Konukların bir süre mekanda mahsur kalmasına neden olan olay, sözlü saldırılarla devam etti ve mekandakilerin olanları kaydetmesi engellendi. Olaya polis müdahale etti. 
 

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi (AICA TR), konu hakkında yazılı bir açıklama yaptı. “Daire Sanat Galerisi’ne karşı gerçekleştirilen bilindik provokasyonların farkındayız ve Daire Sanat Galerisi’nin yanındayız!” sözleriyle başlayan bildiride “Bu tür saldırıların ülkenin aydınlarını hedef alan söylemlerden güç aldığını görüyor ve reddediyoruz. Yaratılmaya çalışılan kutuplaşmanın yanında olmayacağımızı, ülkenin çağdaş ve aydınlık yüzüne yapılan bu saldırılara emniyet ve yargının izin vermemesi gerektiğini hatırlatmaktayız” ifadelerine yer verilirken, saldırılar sistematik bir yıldırma çabası olarak nitelendirildi.

 

Polis eşliğinde açılış

Yaklaşık beş yıl önce de, 21 Eylül 2010 akşamı, sergi açılışlarını toplu halde yapan semt sakini galeriler, mahallelilerden oluştuğu söylenen kalabalık bir grubun saldırısına uğramıştı. Galeri NON, Outlet, Elipsis, Pi Artworks ve Galeri Apel’i hedef alan saldırılarda bazı galerilerin camları kırılmış, ziyaretçiler ve sanatçılar yumruklanmış, taşla yaralananlar olmuştu. Galerilere sığınmak zorunda kalanlar, ancak polisin olay yerine ulaşmasıyla dışarı çıkabilmişti. Saldırının planlı olduğu anlaşılıyordu. Bu olaydan birkaç gün önce açılan, Tophane’nin ilk galerilerinden Rodeo da tehditler almış, bir mahallelinin uyarısıyla konukların galeriye girmesi sağlanmış ve saldırı bir şekilde ‘önlenmişti’.

 

2010’da yaşanan bu ciddi saldırının ardından mahallede faaliyet göstermeye devam eden galerilere, açılış organizasyonlarını mutlaka polise haber vermeleri tembihlendi. Bunu takip eden birkaç yıl boyunca, galeri açılışlarına polis eşlik etti.

 

21 Şubat Cumartesi akşamı yaşananların ardından galericiler toplantılar yaparak, mahalleliyle aralarındaki uçurumun aşılması için neler yapılabileceğini tartıştılar. Ancak bu görüşmeler de sonuçsuz kaldı.

 

Istanbul Art News gazetesinin Şubat sayısı için yaptığımız söyleşide Rodeo Galeri’nin sahibi Sylvia Kouvali, mahalleliyle aralarındaki zıtlığın nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Fakir insanların yaşadığı bir bölgede, fiyatı bin ila 60 bin euro arasında değişen eserler satıyoruz. Bu bana tuhaf geliyor.” Yaklaşık iki yıl önce galerisini Tophane’den Sıraselviler’e taşıyan Kouvali, “Mahalleliyle aramızdaki ilişki zamanla Tom ve Jerry oyununa dönüşmüştü. 2007’de Tophane’ye taşındığımızda etrafımızda kimse yoktu, bölgedeki kiralar da düşüktü. Galerinin önünde hayvan kestiklerini bile gördüm. Tophane hala böyle bir yer ve bunu değiştirecek olan bizler değiliz. Tophane kültürü çok güçlü; güncel sanat kültüründen de güçlü” diyor.

 

Semtin sanat ortamı son dönemde etrafında açılan müze ve sanat kurumlarının etkisiyle daha da hareketlenmiş olsa da, Kouvali’nin de ifade ettiği gibi, bu durum mahalle kültürüne dair bir şeyi değiştirmiyor; aksine, korumacı ve öfkeli bir tutumun açığa çıkmasına yol açıyor. 

 

“Yeni Türkiye’yi temsil eden, örnek bir vaka”

Yaşamını yıllarca Tophane semtinde sürdürmüş olan Sosyolog Özge Altın, geçen hafta yaşanan olaylardan hareketle, son dönemde bölgede gözlemlenen gerilimleri değerlendirdi.

 

“Gerilim birbirinden çok farklı iki kültürün aynı yerde yan yana yaşamaya çalışmasından kaynaklanıyor. Tophanelilerin aşırı muhafazakar kültürü ile semtin galeri ve kafe sahibi olan yeni sakinlerinin daha seküler veya modern diyebileceğimiz kültürünün, birlikte olmasa da, yan yana yaşamayı öğrenmesi zaten zor. Fakat bu süreç semtin, kendinde başkasına müdahale etme hakkını gören kesiminin, ‘öteki’ne olan tahammülsüzlüğüyle daha da zorlaşıyor.

 

‘Mahalle’ye mekan açanların mahalle kültürünün farkında olup buna saygı duyması gerekiyor; öte yandan, yeni gelenler bu konuda dikkatli davransalar dahi mahalleli tarafından müdahaleye maruz kalabiliyorlar. Örneğin Tophaneliler alkol konusunda çok hassas ve sergi açılışları mekan içerisinde yapılsa dahi, ‘pencerelerden göründüğü için’ alkol alınmayacağını söyledikleri müdahale örnekleri var. Yani müdahalelerde esas mevzu, alkol alan kişiler tarafından mahallelinin rahatsız edilmesi değil; orada alkol alınıyor olması ve bu insanların temsil ettiği ‘öteki’ kültür.

 

Tophane’nin adı ilk olarak IMF eylemlerinde duyulmuştu. Ardından 1 Mayıs’lar, 2010’daki galeri baskınları ve tabii ki Gezi Direnişi... Bu bağlamda, Tophane’nin, ‘yeni’ Türkiye’yi temsil eden örnek bir vaka olduğunu söyleyebiliriz. Aslında önceleri Tophanelilerin kendinden olmayan ama semtte yaşayan insanlarla genel olarak bir dertleri ya da rahatsız edildikleri bir durum yoktu. Yaşanan sorunları karşılıklı konuşmayla ya da çatışmayla çözebilen bir mahalle kültürü vardı. Fakat bu kültür de iktidarın söylemleriyle değişti ve yıllardır yan yana yaşayan insanların, kendilerine benzemeyen komşularını (yalnız yaşayan gençleri ve özellikle kadınları) listeleyerek devlete şikayet etmelerine varan bir düzeye geldi.

 

İktidar, söylemleriyle insanları kışkırtmaya, kışkırttığı insanları desteklemeye ve korumaya devam ettikçe, insanların kendisi gibi olmayana müdahale etme hakkını kendinde görme hali maalesef daha da güçlenecektir. Bu durum Tophane’yle de sınırlı kalmayacaktır.” 

Agos, Haber: Tuğba Esen, 26.02.2015

EVİN BAHÇESİNDEN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

 

Balıkesir'in Manyas İlçesi'nde etkili olan yağışların ardından bir evin bahçesinde,  Roma dönemine ait 3 parça tarihi eser ortaya çıktı.

 

İlçenin kırsal mahallelerinden Darıca'da yaşayan O.K'nin bahçesinde, etkili olan yağışların ardından Roma dönemine ait olduğu belirtilen 3 parça eser ortaya çıktı. O.K'nin ihbarı üzerine bölgeye gelen jandarma ekipleri, durumu Bandırma Müze Müdürlüğüne bildirdi.

 

Müdürlükten gelecek ekibin, Roma dönemine ait olduğu belirtilen tarihi eserleri incelenmek üzere müzeye götüreceği belirtildi.

 

Bahçede yağmur sonrası dolaşırken ayağına bir taş parçasının takılmasıyla tarihi eserleri bulduğunu belirten O.K, "Kazma aracılığıyla toprak altından çıkardım. Taşları ters çevirdiğimde bir takım yazılar gördüm. Bunun eskiye ait bir taş olduğunu düşünüp jandarmaya haber verdim" dedi.

Radikal, 26.02.2015

BULGAR VAKFI'NI KENDİ BİNASINDA İŞGALCİ YAPTILAR

 

 

Balat’ta, Bulgar Eksarhlığı Ortadoks Kilisesi Vakfı’na ait Demir Kilise’nin din görevlilerinin kaldığı yaklaşık 170 yıllık bina, Vakıf tarafından kullanılmaya devam ederken, Maliye’ye bağlı Emlak İşleri Genel Müdürlüğü tarafından, 2000 yılında ‘kullanılmayan bina’ olduğu gerekçesiyle el konuldu. Tapusu, Maliye üzerine tescillendi. Ancak Tescil kararının ardından da Vakıf tarafından kullanılmasına izin verildi.
 

Vakıflar Kanunu’da azınlık vakıflarının mülklerinin iadesini öngören düzenlemenin yapılmasının ardından, Bulgar Vakfı, binanın iadesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurdu. Müdürlük, 2012 yılında mülkü, Demir Kilise ve Şişli Endüstri Meslek Lisesi arazisiyle birlikte Vakfa iade etti.

 

Ancak iadenin ardından Defterdarlık, binanın Hazine adına tescillendiği dönem için ecrimisil çıkarttı. Yani tapusu olmadığı işgal edilerek kullanıldığı  gerekçesiyle Vakıf’a 50 bin TL’lik borç çıkarttı. Defterdarlık, 1999 yılından iadenin gerçekleştiği 2012 yılına kadar dönem için işgal kirası istiyor.

 

Defterdarlığın çıkarttığı kararın ardından Vakfa ait hesaplara da haciz konuldu. Vakıf kendisine ait bina için işgalci olduğu iddiasıyla devlete ödeme yapmak zorunda.

 

Bulgar Vakfı, uygulamaya tepkili. Vakıf yönetiminden Milko Peçatikov, kendi mülkleri için ödeme yapılması için çıkartılan faturanın anlamsızlığına dikkat çekti. Peçatikov, “1936 Beyannamesinde yer alan mülkümüze el konuldu. Kayıtları var, yıllarca Hazine tapumuz hazinedeydi. Geri alındı. Şimdi böyle ilginç bir uygulamayla karşı karşıyayız” diye konuştu.

Agos, Haber: Uygar Gültekin, 26.02.2015

GELDİM, GÖRDÜM, YENDİM ŞİMDİ MÜZE OLACAĞIM

 

 

Roma İmparatoru Julius Sezar'ın Basforos Kralı 2. Pharnake'ye karşı zafer kazanarak, dünyaca ünlü ''Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)'' sözünü söylediği Zile Kalesi'ne yapılan müzede sona yaklaşıldı. Tarihi kalenin sağ tarafındaki alana inşa edilen taş binanın, tefrişatının tamamlanmasının ardından müze olarak hizmete açılması planlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Haluk Dursun, incelemelerde bulunmak üzere geldiği kalede Bakanlık olarak tarihi kentlerin önemini ortaya çıkarmak için çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Zile'nin sıra dışı bir yer olduğunu vurgulayan Dursun, "Zile'yi çok önemsiyoruz. Zile Kalesi'ni gezdik. Belediye Başkanımızla beraber gezdik ve değerlendirmeler yaptık" dedi. 

 

TARİHİ DOKU ÖN PLANA ÇIKACAK 

Kale içine yapılan binanın kültür hizmetinde kullanılabileceğini, müze veya kent müzesi olarak değerlendirilebileceğini belirten Dursun, "Kale içinde peyzaj düzenlemesi yapılmasını düşünüyoruz" diye konuştu. Dursun, kalede seyir mekanları oluşturulabileceğini ifade ederek, "Tarihi dokuyu ön plana çıkarmak, Zile'nin geri kalmış ve ortaya çıkmayan halini ön plana çıkarmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı çalışma yapıyor" şeklinde konuştu. 

 

HER AYRINTIYI TEK TEK ELE ALIYORUZ

Zile'yi bir bütün olarak ele aldıklarını belirten Dursun, "Zile'nin tarihi yapısını tek tek ele almıyoruz. Zile'nin tamamı, kalesi bunların en önemlilerinden biri. Güzel bir görünüme sahip, güzel yapısal özelliği var. Bunun tamamını şehirle bütünleştirmek üzere kent kültürünün, tarihi dokunun içinde önemli bir parça olarak değerlendiriyoruz. Müze olarak değerlendirilmesi gereken bölümlerin olduğunu da vurguluyoruz" ifadelerini kullandı.

 

TİYATROSU BiLE VAR

Kale, antik çağlarda kurulmuş, höyük üzerinde inşa edildi. Akropol (iç kale) özelliğine sahip Zile Kalesi'nin kuzeydoğusunda kayalıklara oyulmuş, Roma dönemine ait küçük bir tiyatro bulunuyor.

 

Turistlerin taş merakı

Zile Belediye Başkanı Lütfi Vidinel, "Zile Kalesi'nin sağında bulunan alanı müzeye çevireceğiz" dedi. Müzede çeşitli eserleri sergileyeceklerini ifade eden Vidinel, "İnşallah kaleye müze yapılmasıyla buraya çok sayıda turist gelecek. Kalemiz, Roma İmparatoru Julius Sezar'ın kalesi olarak biliniyor. Yabancı turistler, bu sözün yazıldığı taşı çok dikkatli inceliyor" dedi. 

 

Julius Sezar kimdir?

Romalı askeri ve politik lider. Aynı zamanda iyi bir hatip ve güçlü bir yazar olan Sezar, dünya tarihinin en etkili insanlarından birisi olarak kabul edilir. Eylemleriyle Roma Cumhuriyeti'nin Roma İmparatorluğu'na dönüşmesinde kritik bir rol oynamıştır.

Akşam, 26.02.2015

KAZI KAYBET! ARKEOLOGLARA YER YOK!

 

 

Türkiye ’de müzelerin önemli bir kısmının gişe gelirleri özelleştirilerek TÜRSAB’a verildi. Eskiden özellikle de Ayasofya, Topkapı, Efes gibi müze ve ören yerlerinin gişelerinde büyük yolsuzluklar yaşanırdı. Ardından görevden almalar, davalar…

 

Buna önlem alamayan (!) Kültür ve Turizm Bakanlığı çareyi gişeleri özelleştirmekte buldu. Kuş uçurtulmuyor. Eskiden arkeolog, sanat tarihçi gibi ileride mesleğe müzeci olarak devam edecek pek çok üniversite öğrencisi müzelere öğrenci kartlarını gösterir girerdi. Hatta öğretim görevlileri müzelerde uygulamalı ders yapardı. Şimdi ücretsiz girmek mümkün olmadığından, bırakın dersleri ziyarete bile gidemiyorlar. Müzekart alanlar da aynı müzeye yılda iki kez girebildiklerinden müzelerde öğrencileri görmenin imkanı neredeyse yok gibi.

 

Bunun bir adım ilerisi ise çok daha fena bir durum ortaya çıkardı. Arkeolojik kazılarda bedava çalışan öğrenciler eserlerini buldukları müzelere parayla girmek zorundalar. Ağustos sıcağında günlerce, haftalarca hatta aylarca her türlü zor şartlar altında bir heykeli toprak altından bulup çıkaran o öğrenci, eser müzeye gittiğinde onu artık görmesi için ücret ödemek zorunda kalıyor. 

Bir öğretim görevlisi geçen yıl Patara arkeolojik kazı heyetinde ismi olmasına rağmen, üstelik de arkeoloji alanında akademisyen kimliği de bulunmasına karşın kazı çalışmaları için gittiği ören yerine ücret ödeyerek girdi. Arkeoloji ya da sanat tarihi bölümlerinde öğretim görevlisi, öğrenci, lisans ya da yüksek yapanlar, emekli müzeciler, emekli arkeologlar hiç biri müzelere ücretsiz giremiyor. Oysa arkeolog kimlikleri ile Louvre, British Museum’a ücretsiz girebiliyorlar. Ama kendi ülkelerinde bu hak ellerinden alınıyor.

 

Yine arkeoloji bölüm başkanlığı yapan hocalarımızdan biri kazıda kendi çıkardığı bir heykelin yurt dışında vereceği seminerde bilimsel bir konuşma yapmak için hazırladığı sunumda kullanmak üzere müzede sergilenen heykelin fotoğraflarını çekmek istiyor. Müze kapısındaki görevli eski öğrencisi çıkıyor. Saygıyla hocasını karşılıyor. Eskilerden, hayattan, ordan burdan konuşup dertleştikten sonra hoca müzeye girmek istiyor. Lakin  ‘’ücretsiz alamayız’’ tepkisi ile karşılaşıyor. Hoca şaşkın. Öğrenci mahcup; ‘’Sizi ücretsiz alırsam benim maaşımdan kesiyorlar çünkü kameradan takibi yapılıyor’’ deyince,  hoca kendi bulduğu heykelin müzedeki fotoğraflarını çekmek için giriş ücretini ödeyip giriyor.

 

Akademisyenler artık isyan noktasına geldi. Birçoğu kazı başkanı görevi sıfatından dolayı bu duruma seslerini çıkarmasalar da birebir görüşmelerde bunu dile getirmekten çekinmiyorlar. Sanırım en büyük sorun da buradan kaynaklanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile aramızı iyi tutalım, arkeolojik kazılara destek alamayız ya da kazımızı elimizden alırlar korkusuyla susuluyor. Haliyle de sorunlar gittikçe büyüyor ve işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Üniversitelerde 41 arkeoloji bölümü var. Bu öğrencilerin yaşadığı sıkıntıları dile getiren, arkeolog istihdamına destek verip sesini yükselten bir akademisyen hatırlıyor musunuz? Kastım akademisyenlerimizi kırmak, üzmek değil ama kendi sorunlarını yüksek perdeden dile getirmedikleri takdirde sadece ortaya her yıl binlerce işsiz arkeolog yetiştirirler.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile TÜRSAB oturup bu soruna bir çözüm bulmaları gerekiyor. Arkeoloji, sanat tarihi bölümlerinde okuyan öğrencilerin kimliklerini beyan ettikleri takdirde müzelere girişleri ücretsiz biletle yapılmalı. Acil çözümlenmesi gereken bu sorun için TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’a büyük görev düşüyor. Bilime, kültüre, arkeolojiye değer verdiğini düşündüğüm pratikliği ve çözüm üretici kişiliği ile yıllardır TÜRSAB’ın başında kalmayı başaran Ulusoy için buna çözüm üretmek tabiri caiz ise çocuk oyuncağı olacaktır.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.02.2015

SAHTE TABLOYA SAHTE PARA

 

 

İki İspanyol kardeş ellerindeki sahte tabloyu 4 milyon euroya satması için komisyoncuya 300 bin euro ödedi. Ancak sahte tablo için aldıkları paranın da sahte olduğu anlaşıldı.

 

İspanya'da sıra dışı bir dolandırıcılık hikayesi yaşandı. Ülke basınına göre iki kardeş, ünlü İspanyol ressam Francisco de Goya'ya ait Don Antonio Maria Esquivel portresini 2003'te 20 bin euroya aldı. Ancak ikili tablonun sahte olduğunu öğrendi. İsimleri açıklanmayan kardeşler, Aralık 2014'te tabloyu gerçek gibi gösterip satacakları bir Arap şeyhi buldu. Arada ise bir İtalyan komisyoncu vardı. Kardeşler, ismi açıklanmayan komisyoncuya Arap şeyh ile ilişkileri kurması için 300 bin euro ödedi. Şeyhe tabloyu 4 milyon euroya satan kardeşler ilk ödeme olarak 1.5 milyon euro aldı. Ancak paraları İsviçre'de bankaya yatırmak üzere yola çıktıklarında gerçek anlaşıldı: Fransa'da gümrük memurları, bavuldaki paraların sahte olduğunu ortaya çıkardı. Çok geçmeden müşteri kılığındaki Arap şeyhinin de gerçek bir kişi olmadığı anlaşıldı. Kardeşler, İspanyol polisine teslim edildi. Yakında mahkemeye çıkacaklar. Alacakları hapis cezasının dışında hem ellerindeki sahte tablodan, hem de 300 bin eurodan oldular. Arap şeyhi kılığındaki müşteri ve İtalyan komisyoncu ise hala kayıp...

Sabah, 25.02.2015

YOL ÇALIŞMASINDA BULUNAN İSKELETLER ÜNVERSİTEDE İNCELENECEK

 

 

Isparta’nın Yalvaç İlçesi’nde 2013 yılında belediyenin yol açma çalışmaları sırasında bulunan Geç Roma ve Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen iskeletler, incelenmek üzere Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’ne (MAKÜ) gönderildi.

 

Yalvaç kent merkezinde yer alan Zafer Mahallesi’nde belediyenin 2013 yılı Haziran ayında yaptığı yol çalışması sırasında insan iskeletleri bulundu. Alana yayılmış haldeki iskeletlerin çıkarılması için Yalvaç Müze Müdürlüğü ile irtibata geçildi. Konu Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirilerek kazı çalışması başlatıldı. Yaklaşık 3 ay süren çalışmalar sonucu çıkarılan iskeletler korumaya alındı. Geç Roma ve Bizans döneminde yaşamış 50 insana ait olduğu tahmin edilen iskeletler, incelenmek üzere Burdur MAKÜ Antropoloji Bölümü’ne gönderildi.

 

60 KUTUDA TESLİM EDİLDİ
Yalvaç Müze Müdürü Özgür Çomak, sit alanı dışında bulunan mezarların Geç Roma ve Bizans dönemine ait olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Bakanlıktan gerekli izinler alınarak kurtarma çalışmasıyla ortaya çıkarılan iskeletlerin yine bakanlık oluruyla incelenmek üzere MAKÜ’ye gönderildiğini kaydeden Özgür Çomak, “2013 ve 2014 yıllarında Roma ve Bizans dönemi mezar kazılarında bulunan iskeletler muhtelif boyutlarda 60 kutu içerisinde paketlenerek, gerekli güvenlik tedbirleri alınarak teslim edildi” dedi.

 

YALVAÇ TARİHİNE IŞIK TUTACAK
MAKÜ’de yapılacak inceleme sonucu iskeletlerin hangi yüzyıla ait olduğu, ölenlerin cinsiyeti, neden öldükleri ve yaşları gibi önemli ipuçları elde edilecek. Bu bilgiler, Pisidia Antiokheia Antik Kenti’nin yanı sıra, birçok tarihi kalıntının yer aldığı düşünülen Yalvaç’ın tarihine ışık tutacak.

haberler.com, 25.02.2015

"DOĞALGAZ ÇALIŞMASINDA ARKEOLOGLAR DA GÖREV YAPSIN"

 

 

Seyrine doyum olmayan tarihi yapıların yoğunluğu nedeniyle "Gündüz seyranlık, gece gerdanlık" olarak nitelendirilen Mardin'e bu yıl doğalgaz verilmesi planlanırken, kentte tarihi yapıların fazlalığı nedeniyle hat döşeme çalışmalarının arkeologların da yer aldığı uzman bir ekip gözetiminde yapılması önerildi.

 

Vali Mustafa Taşkesen, tarihi kentin coğrafi yapısının farklı olduğunu, dar sokaklara sahih kentte evlerin kademeli şekilde yerleştiğini, bir evin balkonunun diğer evin bodrum katına denk geldiğini kaydetti.

 

"Şairin, 'şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda' dediği gibi, Mardin'de de nereyi kazsanız oradan tarih fışkıracak. En handikaplı konu bu. Eski Mardin'e doğalgaz götürülmesi zor olacak. Tarihi fışkırınca çalışmalar kesintiye uğrayacaktır ama teknolojik imkanlarla eminim ki bu aşılacaktır" ifadelerini kullanan Taşkesen, şunları dile getirdi:

"Dünyada bu tür tarihi mekanlara sahip otantik vilayetlerin sayısı da az değil. Başta Kudüs olmak üzere İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde tarihi mekanlar oldukça yoğun. Oralara doğalgaz nasıl geldi ise biz de kentimizi öyle doğalgaz ile buluşturacağız. Kentimizde çok daha fazla tarih fışkıracaktır diye düşünüyorum. İstanbul 'da yer altında metro çalışmaları nasıl bu şekilde sık sık kesintiye uğramış ise belki ondan daha fazla çalışmalardaki kesinti Mardin'de olacak ama önemli değil. Tarihi kentimiz bu yıl doğalgaza kavuşacak."

 

- "Arkeologlar da bu projede yer alabilir"

Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr.Güner Coşkunsu, tarihe, doğaya, kültüre ve insan haklarına saygılı her türlü kamusal projeyi desteklediklerini ancak Mardin'de yaygın bir boru hattının geçirilmesi için henüz bazı ön koşulların sağlanmadığını düşündüğünü söyledi.

 

Coşkunsu, bu nedenle çalışmaların kültürel ve doğal mirası tahrip edileceği, hatta bazılarının tamamıyle yok olmasına neden olacağı yönünde endişeleri bulunduğunu ifade ederek, "Kamusal projeler hayata geçirilmeden önce ilk başta kültürel ve doğal mirasın kültür envanteri çıkarılarak haritalandırılır ve daha sonra projeler tasarı aşamasına geçer. Mardin'de ise henüz doğalgaz hattının geçeceği bölgelerde yapılmış bir arkeolojik çalışma yok ve Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu yok" diye konuştu.

 

"İlk başta arkeolog, sanat tarihçileri, mimar, hidrolog, zeolog, botanist ve diğer bazı uzmanların bulunduğu bir araştırma grubu oluşturulmalı, daha sonra proje hayata geçirilmelidir" diyen Coşkunsu, şunları dile getirdi:

"Ben doğalgazın sit alanı olan Mardin'de kullanılmasının doğru olduğunu düşünmüyorum. Yaygın boru hattı geçirildiğinde yapılara büyük zarar verecektir. Bölgede yapılacak olan çalışmaya şahsen ve arkeoloji bölümü olarak seve seve destekte bulunurum. Projeler de geliştirebiliriz. Ayrıca Türkiye 'de istihdam edilmeyi bekleyen kalifiye arkeolog ve sanat tarihçileri var. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da onayı ile istihdam bekleyen arkeologlar da bu projede kolaylıkla yer alabilir. Eğer en sağlıklı ısıtma yöntemi olarak doğalgaz seçilirse konulacağı yerlerin özenle seçilmesi gerekir ki tarihi dokuyu bozmasın."

Radikal (Kısaltarak), Haber: İbrahim Sincar - Sema Kaplan, 25.02.2015

SAMSUN'DA TEMEL KAZISINDA BULUNDU

 

 

Samsun'un merkez İlkadım İlçesi Kadifekale Mahallesi 30 Ağustos Caddesi'nde Hacı Rendeci'ye ait arazide kepçeyle temel kazısı yapıldı. Kazı sırasında Rendeci'ye ait arazinin sınırındaki tarlada mezar ortaya çıkınca polise bilgi verildi. Kazı yerine gelen polis, çevrede güvenlik önlemi aldıktan sonra Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi yetkilileri bilgi verdi. Bölgeye gelen ekipler, incemele yaptı. Yapılan incelemede tarihi çocuk mezarı olduğu tespit edilen mezarlıkta metal çocuk bileziği, metal çocuk küpesi, mezar taşı parçaları ve bir kırık testi bulundu. Bulunan tarihi eserler yetkililer tarafından müzeye götürülerek hangi döneme ait olduğunun tespit edilmesi için çalışma başlatıldı.

Cnn Türk, 24.02.2015

NEMRUT DAĞI PANORAMİK MÜZEDE 3 BOYUTLU ANLATILACAK

 

 

Adıyaman Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nde Nemrut Dağı dini ritüelleri, İstanbul’un Fethi’ni anlatan Panorama 1453 Tarih Müzesi’ndeki gibi üç boyutlu olarak anlatılacak.


Adıyaman’da kurulacak olan Panorama ve Arkeoloji Müzesi, Panorama 1453 Tarih Müzesi’nden sonra ikinci panorama müzesi olma özelliğini taşıyacak. Alitaşı Mahallesi’nde kurulacak müzede, Nemrut Dağı’nın doğu terası üç boyutlu olarak kullanılacak. Nemrut Dağı’ndaki dini ritüellerin yer alacağı bir kompozisyon anlatılırken, arkeoloji müzesi bölümünde ise mevcut müzedeki eserler sergilenecek. Adıyaman Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nde sergi salonlarının yanı sıra, toplantı ve konferans salonları da yer alacak.


Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından GAP İdaresi Başkanlığı’na sağlanan ödenek kapsamında proje ihalesi yapılarak, teknik projeler hazırlanıyor. Bakanlık yetkilileri, sunulan 3 projeden birini beğendi. 26 bin metrekarelik alanda 12 bin metrekarelik oturuma sahip olacak Adıyaman Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nde, müze sergi salonlarının yanı sıra 500 kişilik konferans salonu, 250 kişilik toplantı salonu, hediyelik eşya ve Kitap satış mağazalarının yer aldığı ticari alanlar, kafeterya, mescit ve çocuk Oyun alanları, sosyal mekanlar, 100 metrekarelik ihtisas kütüphanesi, idari birimler ve atölyelerin yer alması planlanıyor.


Adıyaman Valisi Mahmut Demirtaş, “Erken Tunç Çağı’ndan Osmanlı Dönemi’nin sonuna kadar olan arkeolojik ve etnografik eserler, toplamda 3 bin metrekareyi bulan bir alanda sergilenecektir. Müzenin 2 bin metrekarelik alanında oluşturulacak ‘Panorama’ bölümünde ise dünyanın en yüksek açık hava müzesi olarak da adlandırılan ve 1987 yılında Dünya Miras Listesi’nde yer alan Nemrut Dağı’nın, yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki kitabelerinin panoramik olarak ziyaretçiye aktarılması sağlanacaktır” dedi.

Milliyet, 24.02.2015

MÜCEVHER SEKTÖRÜNDE 'URARTU' İZİ

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr.Rafet Çavuşoğlu, Urartu Krallığı tarafından yaklaşık 3 bin yıl önce kullanılan mücevher süsleme tekniklerinin, gelişen teknolojiye rağmen halen sektörün vazgeçilmezi olduğunu bildirdi.

 

Milattan önce 8. yüzyılda Doğu Anadolu Bölgesi'nde hüküm süren Urartu Krallığı, tarım, hayvancılık ve mimarideki ilerlemenin yanı sıra madenleri işlemede kullandığı yöntemlerle de günümüz mücevherat sektörüne ilham kaynağı oluyor. 

 

Urartu medeniyetine ait kalıntılarda yaptığı kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılan sayısız eseri Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterine kazandıran YYÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr.Çavuşoğlu, AA muhabirine, kazılarda ortaya çıkan yaklaşık 3 bin yıllık küpe, kolye, boyunluk, yüzük, broş, kemer gibi takılarda, "kaplama, kabartma, çökertme, kazıma, telkari ve granülasyon" gibi süsleme tekniklerinin kullanıldığını anlattı.

 

Urartulara ait mücevher süsleme tekniklerinin, gelişen teknolojiye rağmen günümüzde de en çok tercih edilen yöntem olduğunu vurgulayan Çavuşoğlu, gözle seçilemeyen küçüklükteki süslemelerin de dağ kristallerinden yararlanılarak takılara özenle işlendiğini söyledi.

 

Çavuşoğlu, gerek sarayda yaşayan aileler gerekse halk tarafından kullanılan takıların, üzerindeki süslemelerle insanları kendine hayran bıraktığını belirterek, şöyle konuştu:

"Urartular, altın, gümüş, bakır, kurşun, demir gibi madenleri takıların çeşitli türlerinde kullanmışlar. Bunun yanında şu ana kadar kazı çalışmalarında tespit edilen 20 çeşit yarı değerli taş da takılardaki yerini almış. Urartu takılarını, kullanıldığı yere göre baş, boyun, kol, el ve ayak takıları gibi bölümlere ayırıyoruz. Bunların döküm ve dövme olarak adlandırdığımız iki temel tekniği var. Bu yöntemler kullanılarak hayat bulan takıların, kabartma, kazıma, kaplama, delgi, telkari ve granülasyon teknikleriyle bütünleştiğini görüyoruz ki bu teknikler günümüzde de kullanılmaktadır."

 

Günümüzde, kadınların büyük ilgi gösterdiği  "Mardin işi" ve "Trabzon hasırı" olarak bilinen takıların yapımında telkari tekniği kullanıldığına değinen Çavuşoğlu, altın ya da gümüşün ince tel haline getirilerek işlendiği bu yöntemin, Urartular döneminde de tercih edildiğini dile getirdi. 

 

-"Büyüteç yerine dağ kristalleri kullanılmış"

Çavuşoğlu, bütün süsleme tekniklerinin bir arada kullanıldığı Urartulara ait nadide bir bileziğin Van müzesinde sergilendiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti:

"Takılar üzerindeki çok ince işçilik, Urartuların kullandığı aletlerin neler olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Hepsi göz nuruyla yapılan eserler. Çok küçük bir küpeyi incelediğimizde bile üzerinde çok ince işlemelerin olduğunu görüyoruz. Urartular dağ kristallerini büyüteç olarak kullanarak işlemeleri yapmış. Normal bir insanın en küçük geometrik desenleri takıların üzerine işlemesi çok zor. Biz bu desenleri büyüteçle baktığımızda ancak görebiliyoruz. Dağ kristalleri bu nedenle Urartular döneminde çok önemli bir yere sahip."

 

-"Altın, manda derileri arasında tabaka haline getiriliyordu"

Çavuşoğlu, geleneklerin nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaştığını ve o dönemde kullanılan tüm tekniklerin, bugün de mücevherat sektörünün vazgeçilmezi olduğunu bildirerek, şöyle devam etti:

"Teknoloji, günümüzde daha fazla gelişti ama kullanılan teknikler çok fazla değişmedi. Eski çağda altın, derinin arasına bırakılıp, vurularak levha haline getiriliyordu. Bugün bu işlem makineler aracılığıyla yapılıyor. Urartular altını manda derileri arasında tabaka haline getiriyordu. Urartuların kullandığı tekniklerin günümüzde birebir uygulamaları var. Bugün sadece teknoloji değişti ama kaplama, süsleme tekniği aynı şekilde devam ediyor. Urartulara ait olan ve şu anda müzelerde sergilenen bir kemerin birebir çizimini bir ayda ancak tamamlayabildim. Bu da Urartuların takı sektöründe ne kadar ileride olduğunun bir göstergesi."

haberler.com, 24.02.2015

ÖZHANLI: DENİZ TİCARETİNİ CANLI TUTMAK İÇİN SİDE'DE KEHANET MERKEZİ KURULMUŞ

 

 

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Arkeolog Prof.Dr Mehmet Özhanlı, Side antik kentinin kültür turizmi yanı sıra güçlü bir inanç turizmi merkezi olduğunu söyledi. Mehmet Özhanlı, yaptığı açıklamada, Pamfilya bölgesinin önemli deniz ticaret merkezi olan Side’de, geçmiş dönemlerde deniz ticaretin daha canlı tutulması için bir kehanet merkezi oluşturulduğunu iddia etti. Side Apollon Kehanet (Bilicilik) Merkezi ve Omphalos Taşı’nın Side Müzesi’nde bulunduğunu belirten Özhanlı, geçmiş yıllarda da kendisinde Side antik kentinde kazı çalışmalarına eşlik ettiğini ifade etti.

 

Side’de Apollon kehanet merkezi olduğu ve bu kehanet merkezinde çalışanların Side adında kadın kahinler olduğu ileri süren Özhanlı, “Side’de bilimsel olarak yapılan kazı çalışmaları sırasında Apollon Tapınağı’na yakın bir yerde yapılan kazılarda bulunan Omphalos Taşı bulunmuştur. Bunun da Side Apollon Tapınağı’nın bir kehanet merkezi olduğunu gösteriyor. “diye konuştu.

 

Bununa eserin Side Müzesi’nde koruma altında olduğunu, Omphalos’un 44 santim yükseklik, 32 santim genişlikte ve eserin üzerindeki bütün figürlerin tam orijinal olduğunu kaydetti.

 

Omphalos Taşı’nı, insanoğlunun en erken dönemlerden itibaren dünyanın şeklini, merkezinin neresi olduğunu ve yaşadıkları yerin dünyanın neresinde yer aldığını hep merak edildiğini aktaran Özhanlı, bu durumu anlamak, anlatmak ve sahip olunan yeri değerli kılmak için de mitosların oluşturulduğunu sözlerine ekledi.

 

Eser üzerindeki betimler aslanlı pençeli üç ayak, yılan kabartması, düyümlü yün bezeme ve aşı kırmızısı rengi gibi özelikler taşıdığı dile getirildi.

haberler.com, 24.02.2015

BEDRİ RAHMİ'NİN 'İSTANBUL'U SATILIYOR

 

 

Erol Akyavaş, Nedim Günsur, Orhan Peker, Turan Erol, Devrim Erbil gibi birçok sanatçıya hocalık yapmış ustaların ustası Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘İstanbul’ adlı eseri 7 Mart’ta müzayedeye çıkıyor.

 

Antik AŞ.’nin sahibi Olgaç Artam’ın yöneteceği müzayede 7 Mart 2015 Cumartesi günü saat 15.00’te Antik Palace’da gerçekleşecek. 195 x 335 cm ebatlarındaki “İstanbul” adlı eser, tuval üzerine yağlıboya, çift imzalı ve 1955 tarihli. eserin müzayede açılış fiyatı 800,000 TL. Ferid Edgü, eser hakkında şu cümleleri kaleme almıştı: “Tüm görsel motifler, camiler, kuleler, surlar, deniz ve balıklar, deniz kızları, dalgalar, bulutlar, bu renk cümbüşü, şiirlerinde, resimlerinde, yinelemekten bıkmadığı “Güzel İstanbul”un bir yansıması gibidir. Bir şehre duyulan aşk, bir ressamın fırçasından ancak böyle dile getirebilirdi.”  

 

Müzayedede ayrıca Ali Avni Çelebi'nin “Dünyayı Gören Göz”, Mübin Orhon’un 1963 dönemi "Delacroix'a Saygı Serisi'nden" 150 x 150 cm ebatlarındaki bir eseri, Fahrel Nisa Zeid’in “Soyut” çalışması, Nejad Melih Devrim imzalı soyut çalışmalar, Hakkı Anlı, Albert Bitran, Abidin Dino ve Avni Arbaş gibi Paris ekolünün önde gelen isimler ile Eren Eyüboğlu'nun "Sivaslı Gelin", Orhan Peker’in Gülibik serisinden “Çocuk” ve “Atbaşı” konulu eserleri, Erol Akyavaş’ın farklı dönemlerinden çalışmaları ve Burhan Doğançay’ın “Kurdeleler” serisinden tuvalleri, Ömer Uluç imzalı “Tanker ve Denizaltı” eseri ile heykeltıraş İlhan Koman’ın 1960 "İsimsiz Demirler" dönemi heykelleri de yer alıyor.

Zaman, 24.02.2015

ŞİRİNCE'DEKİ KİLİSE RESTORE EDİLECEK

 

 

Selçuk İlçesi'ne bağlı, Şirince Mahallesi'ndeki St. John Kilisesi'nin restorasyonuyla ilgili 24 Şubat'ta ihaleye çıkılacağı bildirildi.

 

Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı, açıklamasında, Şirince St. John Kilisesi için İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Selçuk Belediyesi ve İzmir Valiliği arasında yapılan protokol kapsamında, 24 Şubat'ta restorasyon yapım ihalesine çıkılacağını belirtti.

 

Restorasyon giderlerinin, İzmir Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığından alınan fonla karşılanacağını aktaran Bakıcı, restorasyonun ‘inanç turizmi’ için yapılan çalışmalardan biri olduğunu ifade etti. 

Agos, 23.02.2015

GİRESUN ADASI'NDA ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRECEK

 

 

Giresun Müze Müdürü Hulusi Güleç, Giresun Adası'nda başlatılan arkeolojik kazı çalışmalarının bu yıl da devam etmesini planladıklarını söyledi. 

 

Güleç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Giresun Adası'nda 2011 ve 2012 yıllarında arkeolojik kazı çalışmalarının gerçekleştirildiğini belirtti.

 

Yapılan çalışmalarda önemli tarihi kalıntı ve eserlere ulaşıldığını ifade eden Güleç, "O dönemde biri MÖ 4. yüzyıla, biri de MS 8. yüzyıla ait bazı yapılara ait kalıntılar, 128 insan iskeleti, yine bazı önemli taşınabilir, tarihi eserler bulunmuştu" dedi.

 

Bu yıl da kazı çalışmalarının devamını planladıklarını kaydeden Güleç, "Adada yüzey araştırmaları yaparak kazı çalışmaları için 4 bölge belirledik. Bu bölgelerde mayıs ayından itibaren arkeolojik kazı çalışması yapmayı planlıyoruz. 2015 içerisinde de tüm kazı faaliyetlerini tamamlamayı hedefliyoruz" diye konuştu.

 

Güleç, arkeolojik kazı çalışmalarının ardından adanın peyzaj ve koruma amaçlı imar planının hazırlanacağını sözlerine ekledi.

Hürriyet, 23.02.2015

ÇANAKKALE SERAMİKLERİ SERGİLENİYOR

 

Geçmişi 17. yüzyıla dayanan ve saray sanatından çok günlük ihtiyaçlar doğrultusunda gelişen, fakat son yıllarda kaybolmaya yüz tutan Çanakkale seramikleri, 2013 yılında restorasyonu tamamlanan Çanakkale Seramik Müzesi’nde (Tarihi Er Hamamı) toplanmıştı.

 

Müze şimdi de bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Doğup büyüdüğü şehre olan sevgisini ve bağını geleneksel Çanakkale seramikleriyle bütünleştiren Dardanel Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Niyazi Önen’in, 56 eserden oluşan koleksiyonu 20 Şubat 2016 tarihine müzede görülebilir.

Zaman, 23.02.2015

SARAY GELENEĞİ SÜRÜYOR: BELEDİYE SARAYI İÇİN MÜZEYİ KAPATTILAR

 

İtalya Catania Üniversitesi ile Aliağa Belediye Başkanlığı tarafından 1995 yılında yapılan Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi şimdi yıkılma tehdidi ile karşı karşıya. Binada bulunan Kyme antik kentinden çıkan 3000'e yakın arkeolojik eser kız öğrenci yurdunun sığınağına taşındı. Müze binasının yerine de Belediye Sarayı yapılmak isteniyor.

 

 

Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi 1995 yılında dönemin Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ve İtalya Catania Üniversitesi’nden dönemin Kyme antik kenti kazı başkanı Prof. Dr.Sebastian Lagona ile birlikte tasarlanmıştı. Aliağa Belediye Başkanlığı açık hava arkeoloji müzesi amaçlı olarak belirlenen alanın Maliye Bakanlığı’ndan tahsisi istenmiş, daha önceden Kültür Bakanlığı’na tahsisli arazinin, Kültür Bakanlığına ait tahsisi iptal edilerek, arazi Maliye Bakanlığınca Aliağa Belediye Başkanlığı’na “müze amaçlı” tahsisi yapıldı. Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi yapılması için dönemin Aliağa Belediyesi meclisi tarafından 1996 yılında karar alındı. Aliağa Belediye Başkanlığı ve İtalya Catania Üniversitesi Rektörlüğü ile 1997 yılında protokol imzalayarak müze yapımı için anlaştı. İtalyan mimar ve arkeolog R. Parapetti tarafından protokole uygun olarak, müze ve kazıevinin tüm işlevlerini karşılayacak bir düzenleme yapıldı. 1999 yılında inşaat özgün mimarisi ile ortaya çıktı. İtalya’nın da maddi destek verdiği binaya Aliağa Belediye Başkanlığı’nca 05.02.1999 tarihinde müze olarak yapı kullanma izin belgesi düzenlendi.


ÇÜRÜMEYE TERK EDİLDİ !
Mart 2004 yerel seçimlerinden sonra müzeye ilişkin çalışmalar biranda bıçak gibi kesildi. Kyme Kazı başkanlığı antik kentten çıkan eserleri burada oluşturulan depoya getirmiş, laboratuvar kurmuştu ama sergileme alanı için belediye bir türlü girişimde bulunmadı.. 2005 yılında müze ve kazı evi yıkılıp belediye hizmet binası yapılmak istendi. Ancak Maliye Bakanlığı arazinin müze tahsisli olduğunu belirterek belediyeye yıkım izni vermedi. 2004 yılında Catania Üniversitesi adına kazıları yürüten Prof. Sebastiana Lagona kazı başkanlığı görevini yaş haddinden Calabria Üniversitesi’nden Prof. Antonio La Marca’ya devretti. Belediye yeni kazı başkanı ile protokol yenilemesi yapmayarak müze çürümeye terk edildi.

HER SEÇİM DE MÜZENİN KADERİ DEĞİŞTİ!
2009 yılında yapılan yerel seçimler sonrası oluşan yeni dönem belediye başkanlığınca 2011 yılında müzenin adı “T.C. ALİAĞA BELEDİYESİ, Sosyal , Kültürel Ve İdari İşler Müdürlüğü, “SEBASTİANA LAGONA” Kültür Merkezi Ve Müzesi” olarak karar altına alındı. Ardından kazı başkanı Prof. La Marca ile Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazevine ilişkin protokol yenilemesi yapıldı. Ancak İtalyan kazı ekibinin ilgisizliği ve Prof. Sabastiana Lagona’ya duydukları bilimsel kıskançlığın da etkisi ile müze bir türlü faaliyete geçirilemedi. Bu dönemde Lagona’nın ismi müzeden çıkarılmak istendi.

YIKIM KARARI ALINDI!
2014 yerel seçimlerinden sonra bir kez daha müzeyle ilgili belediyenin tutumu değişti. Belediye hizmet binası yeniden gündeme geldi. Önce müze bahçesinin duvarı yıkıldı sonra bahçe 10 metre daraltıldı. Yıllarca atıl vaziyette tutulan bina için şimdide dayanıklılık raporu alınmaya çalışılıyor. Yıkım kararı alınan müzedeki 3000’e yakın arkeolojik eser de kız yurdunun sığınağına taşındı. Sığınağın eserlerin korunmasında sağlıklı bir ortam olmadığı sık sık sel bastığı da ileri sürülüyor.

Radikal, Haber Ömer Erbil, 23.02.2015

 

******


KYME ARKEOLOJİ MÜZESİ VE KAZIEVİ'NİN TAHLİYESİNİ BAKANLIK DURDURDU

 

İzmir'in Aliağa İlçesi'ndeki Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi'nin depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkılmak üzere tahliye edilmesi kararının, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen talimatla durdurulduğu açıklandı.

 

Aliağa Arkeoloji Müzesi'ni Koruma ve Yaşatma Hareketi aktivistleri, Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi'nin tahliyesini engellemek amacıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu ve çeşitli eylemler yaptı. Binanın dayanıklı olmadığı yönündeki kararların gerçeği yansıtmadığını söyleyen aktivistler, amacına ulaştı. Aliağa Arkeoloji Müzesi'ni Koruma ve Yaşatma Hareketi Sözcüsü ve Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Kurucu Başkanı Ahmet Tuncay Karaçorlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen talimatla tahliye işleminin durdurulduğunu açıkladı.

 

 

ÖN KAZANIM AÇIKLAMASI
Seslerinin duyulduğunu söyleyen Karaçorlu, "Savcılık incelemesi sürerken; Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yaptığı incelemeler sonucunda, kazı ürünlerinin Aliağa Belediyesi Misafirhanesi'nin sığınağına taşınması işlemi durduruldu. Bu karar, müzeye ilişkin verdiğimiz bilimsel, hukuksal ve toplumsal mücadelemizin bir ön kazanımıdır. Bu mücadelemizin nihayetlenmesi ancak müzenin tüm alanlarıyla Aliağa halkına açılması ve gelecek kuşaklara kazandırılması ile sonuçlanacaktır. Taşınma ve hatta yıkım gerekçesi olarak gösterilen binanın dayanıksızlığına ilişkin raporun ısmarlama olduğu çok açıktır. Bunun en açık kanıtı da müzeye ilişkin yıllar önce Türk ve İtalyan uzmanların incelemeleri ile ortaya koyulan bina dayanıklılık raporlarıdır. Bu raporların yok sayılarak böylesi eşsiz bir müzenin yıkımına ilişkin yapılan bu yasa dışı girişimler; 11 yıldır Aliağa halkına kapalı olan müzeden yararlanılmasını daha da geciktirmektedir. Ülke servetinin ve kamu kaynaklarının, toplumsal faydanın yok sayılması anlamına gelen bu duruma derhal son verilmeli, sorumlular hakkında işlemler de geciktirilmemelidir. Binanın yıkım riski taşımadığı gerçeği de tıpkı sığınağın uygunsuzluğu gibi ortaya çıkacaktır. Bu amaçla sürdüreceğimiz mücadele ile Belediye'nin Aliağa halkına 11 yıldır kazandırmadığı arkeoloji müzemizin en kısa zamanda Aliağa'ya kazandıracağız. Aliağalı öğrencilerin bilimsel gelişimine katkı sağlayacak. Aliağa halkının sosyal gelişimini güçlendirecek. Aliağa kent ekonomisine yüksek maddi kazanımların sağlayacağı bu sonuç ile Aliağa tüm kesim ve siyasi parti ayrımı gözetmeksizin üreticilere fayda sağlayacak bir oluşum olarak katkı sağlayacak ve Aliağa'nın tek bacasız fabrikası olarak Aliağa'nın uygarlık tarihinde yerini alacaktır" dedi.

 

 

PAZAR GÜNÜ BAKIM VE ONARIM
Müze binası ve çevresinin yıllardır bakımsızlıktan virane bir görünüm içinde olduğunu belirten Karaçorlu, Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevini Koruma ve Yaşatma Hareketi olarak yarın bir temizlik ve onarım kampanyası başlatacaklarını da belirtti.

Hürriyet, Haber: Şahap Avcı, 02.03.2015

 

******


KYME ARKEOLOJİ MÜZESİ ESERLERİNİN TAŞINDIĞI BİNAYI LAĞIM SUYU BASTI

 

 

Aliağa Belediyesi tarafından sağlam olmadığı gerekçesiyle yıkım kararı alınan Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi'nin 3 bine yakın arkeolojik eserinin taşındığı Aliağa Belediyesi Misafirhanesi'nin sığınağını kanalizasyon patlaması sonucunda, su ve lağım suyu bastı. İZSU ve belediyeye ait araçlar içerideki suyu tahliye etmeye çalıştı. 

 

'AĞIR CEZALIK SUÇ KAPSAMINDADIR'
Konuyla ilgili Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü ve Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Kurucu Başkanı Ahmet Tuncay Karaçorlu tarafından yapılan yazılı açıklamada taşınmanın yasa dışı ve bilim dışı olduğuna dair yaptıkları açıklamalarının üstünden 10 gün bile geçmediği hatırlatılarak, "Taşınma kararının girişimlerimizin üzerine bakanlıkça durdurulmasına ve müzeye geri taşınma kararı alınmasına rağmen hala geri taşınmayan üç bin kasa eserin, tahribatı, ağır cezalık bir suç kapsamındadır" dedi. 

 

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULACAK
Aliağa Belediye Başkanı Serkan Acar ve ilgili belediye ve müze yetkilileri hakkında Aliağa Cumhuriyet Savcılığı'na bir kez daha suç duyurusunda bulunacaklarını söyleyen Karaçorlu, Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi yeniden bulunduğu yere taşınıp halka açılana kadar eylemlerinin aralıksız devam edeceğini de açıkladı.

Evrensel, 06.03.2015

BAFA GÖLÜ'NÜN POTANSİYELİ ORTAYA ÇIKARILIYOR

 

 

Ekodosd Açıklaması;

Türkiye’de ve dünyanın birçok bölgesinde yoğun bir biçimde kitle turizmi yapılmaktadır. Kitle turizmi belirli bir bölge ve kısıtlı bir zaman diliminde gerçekleşen bir turizm türüdür.
Bu turizm türünün tüketim odaklı anlayışı doğa ve kültür tahribatına neden olmaktadır. Bu noktada ekoturizm; turizm faaliyetlerinin yıkıcılığını en aza indirmesi, kültür ve biyoçeşitliliği koruması, yöre halkına sürdürülebilir bir geçim kaynağı sunması ile dünyada ve Türkiye’de kitlesel turizme alternatif olarak uygulanmaktadır. Kısaca ekoturizmi doğal ve kültürel çevreyi koruyarak ve yerel halkın refahını gözeterek yapılan bir seyahat türü olarak tanımlayabiliriz. Türkiye doğal zenginlikleri ve farklı kültür yapılarıyla ekoturizm için elverişli bir alandır. Yapılan ekoturizm faaliyetleri olarak bitki inceleme, kuş gözlemciliği, yayla turizmi, rafting, dağ ve doğa yürüyüşleri, sportif olta balıkçılığı, bisiklet turları ve mağara turizmini söyleyebiliriz.


Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi adına Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Muammer Tuna tarafından yürütülen, proje ekibinde yüksek lisans öğrencileri Veli Ekim ve Bahar Öksüz ile birlikte 12 araştırmacının yer aldığı ve Güney Ege Kalkınma Ajansı (GEKA) desteğiyle gerçekleşmekte olan ‘Bafa Gölü ve Çevresinde Toplum Destekli Ekoturizm Faaliyetlerinin Belirlenmesi Projesi’ ekoturizm potansiyelini belirlemeye yönelik bölgesel bir çalışma olarak ortaya çıkmıştır. Proje; Bafa Gölü etrafında bulunan Kapıkırı, Gölyaka ve Pınarcık köylerini kapsamaktadır. Göl ve gölün çevresini turizm açısından değerlendirdiğimizde gerek doğal gerekse kültürel ve tarihsel olarak zengin bir alandır. MÖ 6000'lü yıllara tarihlenen ve Dünya'da benzeri olmayan kaya resimleri ve tarihi Heraklia kentinden kalma kalıntıların Bafa Gölü'nün kenarında yer alan yerleşim yerleri olduğu görülecektir. Bu özelliklerinden dolayı bölge birinci derece Arkeolojik SİT Alanı statüsündedir. Ayrıca; Bafa gölü, Büyük Menderes Deltası ile entegre bir sulak alanın parçasıdır. Bu entegre sistem içerdiği biyolojik çeşitlilik, nesli tükenmek üzere olan canlılar ve endemik türlerden dolayı uluslararası öneme sahiptir ve Uluslararası Ramsar Sözleşmesi, Bern Sözleşmesi, Rio Sözleşmeleri ve Barselona Konvansiyonu kararı ile korunmaktadır. 1994 yılında Tabiat Parkı ilan edilen Bafa gölü aynı zamanda Büyük Menderes Deltası Milli Parkı statüsü kapsamında da koruma altındadır. Proje doğrultusunda bu özel değerlere sahip bölgenin ekoturizme kazandırılarak sosyal, ekonomik ve ekolojik refah yönünden gelişmesi amaçlanmaktadır. Yöre, ekoturizm merkezi haline geldiği takdirde turistlerin olumsuz etkisini en aza indiren korumacı yaklaşımla, doğaya minimum etkiyle ekonomik kazanç sağlanabilecektir.

Projenin Ortaya Çıkışı
Bafa Gölü’nü etkileyen en büyük çevre sorunu kirliliktir. Büyük Menderes Havzası boyunca yoğun olarak Uşak, Denizli ve Aydın illerinde faaliyet gösteren sanayi tesisleri ve havza boyunca yer alan neredeyse bütün yerleşim birimlerinin atık suları Büyük Menderes Nehri’nin sularıyla birlikte göle girmekte ve gölün doğal dengesini etkilemektedir. Ayrıca göl çevresindeki yerleşim yerleri ve tesislerinin düzenli çöp depolama alanlarının bulunmaması nedeniyle çöpler genellikle dere yataklarına atılmakta ve yağmur yağdığında dere suları ile birlikte göle girmektedir. Göl kirliliği Büyük Menderes Nehri Havzası, Söke Ovasının kullanımı ve göl çevresi ile bütün olarak ele alınmalıdır. Bu proje; ekoturizm faaliyetleri ile bölgenin değerinin arttırılması ve ilgili kurumların dikkatinin kirlilik sorununa çekilmesini sağlamak fikriyle ortaya çıkmıştır.


Diğer bir ortaya çıkış noktası ise mermer ocaklarının bölgedeki tehdididir. Bafa Gölü kıyısından yükselmeye başlayan Beşparmak Dağları'nda yer alan MÖ 6000'lü yıllara tarihlenen Latmos’taki kaya resimlerinde çok sayıda insan figürünün çiftler ve gruplar halinde betimlenmesi; bereketlilik ve ilkbahar törenleri, geçiş ritüelleri ve düğün törenlerini yansıtmaktadır. Batı Anadolu’nun erken dönemlerine ait bu resimler, tüm dünyada örnekleri bulunan kaya resim sanatı içerisinde benzersiz olarak bilinmektedir. Fakat bu kaya resimleri ve doğal yapı bölgede faaliyet gösteren feldspat ocaklarının tehdidi altındadır. Benzersiz doğal ve kültürel değerlere sahip Beşparmak Dağları’nda kaya resimlerinin geri dönülmez bir biçimde tahrip edilmemesi için tüm kültürel değerler tescillenmeli ve arkeolojik sit alanı kapsamına alınmalıdır.

Projeden Beklentiler
Yapılmakta olan proje ile Bafa Gölü ve çevresi ekoturizm faaliyetleri ile tanınan bir bölge haline gelecektir. Yöre halkının paydaşlığı ile gerçekleşecek olan bu ekoturizm faaliyetleri yöre halkına yeni bir istihdam alanı yaratacaktır. Araştırma, bölgede turizmin dört mevsime yayılmasını sağlayacak, ekoturizm faaliyetleri gerçekleştirilmesi konusunda yöre insanının bilinç kazanmasını ve bu alanda birlikte hareket etmelerini sağlayacaktır. Proje raporu yerel yönetimlerin ve kamu kurumlarının dikkatini ekoturizm ve Bafa Gölü üzerine çekerek bu alanlarda daha fazla yatırım ve çalışma yapılmasını teşvik edecektir.

Bölgede var olan yasal koruma statülerinin daha etkin ve sıkı bir şekilde gerçekleşmesi için yerel yönetimlerle iş birliği yapılarak kritik öneme sahip doğal, tarihi ve kültürel değerlerin korumaya alınarak sonraki kuşaklara aktarılması sağlanmalıdır. Bundan dolayı binlerce yıldır var olan değerleri aynı şekilde gelecek nesillere bırakma sorumluluğunun öncelikle yörede yaşayan tüm insanlar tarafından hissedilmesi beklenmektedir. Bu araştırma projesi gerçekleştikten sonra uygulanacak ekoturizm çalışmaları ile hem bölgenin hem de ülkenin ekonomik ve ekolojik refahının artırılması yönünde olumlu adımlar atılarak örnek bir model olması hedeflenmektedir.

Proje, 22 Ocak 2015 tarihinde Milas-Kapıkırı Köy Kahvesinde yapılan bilgilendirme toplantısı ile başlamıştır. Mart ayı sonunda, proje ile ilgili gelişmelerin ve benzer projelerin değerlendirileceği bir çalıştay yapılacaktır.

sokerehber.com, 23.02.2015

BUDA HEYKELİNİN İÇİNDEN MUMYA ÇIKTI

 

Sergilenmek üzere Çin'den Hollanda'ya getirilen Buda heykelinin içinde, Budist bir rahibe ait olduğu tahmin edilen mumyalanmış bir beden çıktı. Hollanda'daki Drents Müzesi uzmanları, heykeli Meander Tıp Merkezi'ne gönderip bilgisayarlı tomografisini çektirdi. Yapılan DNA testlerinin ardından, mumyanın günümüzden bin yıl öncesine ait olduğu tespit edildi. Heykel ve içindeki mumyanın interaktif tomografisi, mayıs ayına kadar Macaristan'daki Ulusal Tarih Müzesi'nde sergilenecek.

Sabah, 22.02.2015

BİN 250 YILLIK DUVAR RESİMLERİ BULUNDU

 

Guatemala'nın yağmur ormanlarında yapılan arkeolojik araştırmalarda, günümüzden bin 250 yıl önceye ait bir duvar resmi bulundu. Resmi inceleyen uzmanlar, o dönem hüküm sürmekte olan Maya uygarlığına dair önemli ayrıntılara ulaştı. Resimde, Maya imparatoru ve imparatora danışmanlık hizmeti veren bir bilgin görülüyor. İmparatorun, rüzgar tanrısı kıyafetleriyle bilgini kabul ettiği, bilginin de kendisinden yüksek rütbeli bilginlerin gözetimi altında imparatora tavsiyelerde bulunduğu anlaşılıyor.

Sabah, 22.02.2015

KOCA AKM TALAN EDİLDİ

 

Polis tarafından “korunan” İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) içindeki pek çok önemli teknik aksam ve diğer eşyaların ikinci elcilerde, hurdacılarda satıldığı ortaya çıktı.

 

AKM’deki pek çok eşyanın arka cephedeki camlardan aşağıya atılarak kamyonlarla seyyar toplayıcılara verildiği bilgisini edindik. 7 yıldır kapalı olan AKM, bugün içi boş, camları kırık ve atıl bir halde hala onarılmayı bekliyor. Öte yandan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın AKM için ayırdığı 75 milyonluk bütçenin akıbeti de bilinmiyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ise konuyla ilgili herhangi bir cevap alamadık.

 

Dönemin en iyi teknolojik donanımlı aksamına sahip olan AKM’nin içinin boşaltılmasıyla ilgili olarak Sanatçılar Girişimi sözcüsü, tiyatro sanatçısı Orhan Aydın ile Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı Üstün Akmen’den de bilgi edindik. Aydın ile Akmen AKM’nin sürecini yakından takip eden iki isim.

 

Orhan Aydın, AKM’nin kendi içinde bir zenginlik taşıdığını, sahnesindeki inen çıkan, dönen asansörleriyle, kostüm dekor ve aksesuvar depolarıyla bu ülkede hiçbir kültür merkezinde olmayan teknik donanıma sahip olduğunu belirtti.

 

Aydın, AKM’nin ülkemizin yüz akı bir sanat fabrikası olduğunu da vurguladı:

“AKM’nin polis karargahına dönüştürüldüğü dönemde bir yandan da içinin boşaltıldığını; kamyonların binanın arkasına yanaştığını ve binanın bütün aksamının söküldüğünü öğrendik. Bu kamyonların AKM’nin yüreğini boşalttığını daha sonra algılayabildik. Nasıl oldu bu? Birdenbire piyasada, AKM kurulduğunda devlet tarafından oraya alınan spotları görmeye başladık. Ses, ışık masalarının satıldığını görmeye başladık. AKM içindeki sahne aksamı, perdeler... Bunlar ikinci elcilerde, hurdacılarda satılmaya başladı.”

 

Polis işgalinde içi boşaltıldı

Aydın, AKM’nin içinin boşaltılma süreciyle ilgili olarak da, “AKM’nin içi en çok polis işgali sırasında boşaltıldı, çünkü o zamanlar yaklaşmamıza bile izin verilmedi. Polis barikatı kuruldu ve AKM polis tarafından neredeyse bir tuvalet olarak kullanılmaya başladı. O süreçte perde gerisinde hükümetçe, AKM Müdürlüğü’nün bile haberi olmadan içi boşaltıldı” dedi.

 

Aydın, AKM talanının küçük çaplı bir talan olmadığını söyledi:

“Bu talanı kimin yaptığı kimlerin eliyle yapıldığı da belli değil. Kültür Bakanlığı direktifi olmadan kamyonun yanaşması ve içinden bir şeyler boşaltması mümkün değil. Bu başlı başına ülkemizde kültür sanat alanındaki düşmanlığın dışavurumudur. Çağdaş ve demokratik ülkelerde bu tür malzemeler, o binanın yüreği olan malzemeler toplanır elden geçirilir, sergilenir. Ayrıca ihaleye çıkmadan nasıl veriyorlar?”

 

Aydın, AKM’nin bugün bu durumda olmasının sorumlularıyla igili olarak da, “AKM’nin atıl kalmasının nedeni ve sorumlusu dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, hükümet ve onun sürekli yalan söyleyen bakanlarıdır. Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ‘Yapıyoruz, yapacağız, yaptık’ diye konuştu hep. Hiçbir zaman gerçek durumu kamuoyuyla paylaşmadılar” dedi.

 

Koltuklar Samsun DOB’da

Kendisini “AKM ihanetini didikleyenlerden” biri olarak niteleyen Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı Üstün Akmen ise AKM’nin koltuklarının bir kısmının Samsun Devlet Opera ve Balesi’nin (DOB) salonuna monte edildiğini, ses mikserleri, kolonları ve mikrofonların da aynı salonda kullanılmakta olduğunu söyledi. Akmen, Sanat Galerisi’nin tüm armatürleri ve kornişlerinin ise İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde olduğunu, sökülen radyatör, kazan ve benzeri hurdaların, hatta artık kalorifer yakıtının da kurulan komisyonlar nezaretinde kamyonlarla Milli Emlak’a devredildiğini belirtti. 75 milyonluk bütçe ne oldu? Akmen, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın AKM için ayrılan 75 milyon TL’lik bütçeyi bakanlığa hangi gerekçeyle aktarmadığını da sordu ve bunun soruşturulması gerektiğini vurguladı:

“Koruma Kurulu’nun 31 Aralık 2009 tarihinde AKM’nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara ajans tarafından neden uyulmadığı gerçeğinin altındaki nedeni kazımalı. AKM’nin onarımı için çeşitli bakanlıklar, kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü ve benzin gelirlerinden elde edilen maddi kaynakların bugüne kadar nerelere sarf edildiğini araştırmalı, bize de açıklamalı.

 

Kültür Bakanı dediğin kültürü, sanatı savunur! Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 (a) maddesi kültür ve tabiat varlıklarını tahrip edenlerle ilgili 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası uygulanmasına amir olduğuna göre, AKM’nin bu halde bırakılmasının bal gibi kültür varlığının tahrip olması anlamına geldiğini anlayıp savcılık makamına suç duyurusunda bulunmalı.”

 

AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu, aynı zamanda AKM için hazırlanan son tartışmalı yenileme projesinin sahibi Murat Tabanlıoğlu’nun sahibi olduğu Tabanlıoğlu Mimarlık’tan ise konuyla ilgili olarak “Tabanlıoğlu Mimarlık olarak bilgimiz yok, ama içerinin tamamen söküldüğünü duyduk” açıklaması yapıldı..

 

‘İtmişim sanatı der gibi davranmamalı’

Ömer Çelik Bakanıma, esasında Haziran 2008 tarihinde AKM apar topar boşaltıldıktan sonra, içinde bulunan Devlet Operası, Balesi, Devlet Tiyatrosu, Devlet Senfoni Orkestrası, koro ve toplulukları sağlıksız, işlevine uygun olmayan yerlere alelacele taşıyanları araştırdı mı, onu sormalı. Kim bunlar? Taşınılan binalara yüksek meblağlarda kiralar ödeyip tadilatlar yapan aslan parçaları kim? Bırakın İstanbul gibi bir metropolün sanat damarlarından en önemlisinin kesilmesini, bu zarar-ziyanı kimin üstleneceğini, kimin ya da kimlerin hesap vereceğini kültürlü bir Kültür Bakanı olarak o saptamalı. ‘İtmişim sanatı, kültürü’ der gibi davranmamalı.”

Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 20.02.2015

200 YILLIK TARİHİ BİNA KÜL OLDU

 

 

Konya'da 200 yıllık kullanılmayan tarihi ahşap bina çıkan yangın sonrasında kül oldu.

Yangın, saat 20.30 sıralarında merkez Karatay İlçesi Aziziye Mahallesi Mor Sokak'ta bulunan 2 katlı tarihi bir binada meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, mahalle sakinleri yıllardır kullanılmayan evden alevlerin yükseldiğini görünce hemen itfaiyeyi aradı. Olay yerine kısa sürede çok sayıda itfaiye ve polis ekibi sevk edildi. 2 katlı tarihi ev, çıkan yangınla bir anda alevler içinde kaldı. Polis şerit çekerek evin etrafında güvenlik önlemi alırken, itfaiye ekipleri de yangına müdahale etti. Yaklaşık 1 saatte kontrol altına alınabilen yangında alev alan ahşapları soğutma çalışmaları bir süre daha devam etti. Boş durumdaki tarihi bina alevler söndürüldükten sonra tamamen yanarak kullanılamaz hale geldi.

Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

HORTUMLA YANGINI SÖNDÜRMEYE ÇALIŞTI
Öte yandan yangın devam ederken itfaiye ekipleri de dört koldan yangına müdahale etmeye çalıştı. Bu esnada evin sahibi olduğu öğrenilen bir kişi yanan binanın hemen yanında bulunan evin mutfak bölümünden hortumla yangına su sıkması dikkat çekti. Tarihi evin sahibi 55 yaşındaki Nihat Tığılı evi tinercilerin yaktığını iddia ederek, "Yanan ev dedemizden yadigardı. 200 senelik evdi. Tinerciler çok giriyordu buraya. Ne kadar da şikayet etsek hakkında gelemediler. Sonunda yaktılar evi. Tarihi olduğu için yıkamıyorduk zaten. Restore de yaptıramadık. O kadar söyledik ama ilgilenmediler. En sonunda işte oldu bu. Bir tarihi eser daha kayboldu" dedi.

Sabah, 13.03.2015

ABD'NİN KOSOVA'DA ONARDIĞI OSMANLI KALESİ YIKILDI

 

Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da bulunduğu sürede kullandığı ve konum bakımından önemli bir yere sahip olan aynı zamanda Balkanlar’ın önemli eserlerinden kabul edilen tarihi Prizren Kalesi’nin dış cephesindeki önemli bir bölüm çöktü. 

 

ABD Büyükelçiliği tarafından bağışlanan 700 Bin Dolarlık projeyle geçtiğimiz yıl onarılmaya başlanan tarihi kalenin şehre bakan dış cephesindeki 10 metrelik bir bölüm yıkıldı. Kosova Kültürel Mirasın Korunması Bölgesel Müdürlüğü yaptığı açıklamada olayın araştırılacağını açıkladı. Kültürel Mirasın Korunması Prizren Bölge Müdürü Samir Hoxha, ekiplerin hasar tespit çalışmalarına başladığını söyledi. Kültürel Mirasın Korunması Mimarları, Prizren Kalesi’nin bu bölümünün 2008 yılında onarıldığını, ancak çalışmaların tamamlanmadığını belirtiyorlar. 

 

 

Kosova’nın güney bölgesinde yer alan ve Kosovalı Türklerin yoğun olarak yaşadığı Prizren şehrinde yer alan tarihi kalenin ilk hisarları Roma dönemine dayanıyor. Tarihi kale daha sonra Osmanlı döneminde genişlettirilerek 500 yıl boyunca Osmanlı’ya hizmet etti. Prizren’e tepeden bakan bir konuma sahip olan kalede çok sayıda han, hamam ve Camii yer alıyor. 

 
Osmanlı Devleti döneminde çeşitli eklemelerle geliştirilerek büyük bir kale haline getirilen tarihi kale, 1999 yılında NATO askerlerinin Kosova’ya girmesiyle Alman askerleri tarafından uzun yıllar kullanıldı. Bakımsızlıktan yıpranan tarihi kalenin yeniden onarılmasına ABD’nin Kosova Büyükelçiliği tarafından 700 bin dolar katkı sağlandı. Bir kaç yıl önce de tarihi Bayraklı Kütüphanesi’ni onaran ABD Büyükelçiliği Osmanlı’dan kalma tarihi kaleye de sahip çıkmış oldu.

Vatan, 12.03.2015

FAKÜLTE SEKRETERİNDEN PANEL AFİŞİNE: ŞUNA SANSÜR MANSÜR BİR ŞEY YAPIN

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kulübü “Sanat Tarihi Merceğinden Güzellik Tarihi” başlıklı bir panel düzenledi. Paneli duyurmak amacıyla hazırlanan afişte, 16’ncı yüzyılın önemli sanatçılarından İtalyan ressam Tiziano Vecellio’nun “Amor Sacro e Amor Profano” (Kutsal Aşk ve Beşeri Aşk) adlı resmi kullanıldı.

 

Hürriyet gazetesinin Kampüs ekinde yer alan habere göre bu afiş fakülte genel sekreteri Aliye Yücel’e götürüldü ve öğrencilerin aldığı yanıt “Ay bu ne? Şuna sansür mansür bir şey yapın!” oldu.

 

Yücel kendisini arayan, Hürriyet Kampüs muhabirine “Bu haber kullanılmamalı, ben onlarla konuşurum” dedi ve konuyla ilgili başka bir açıklama yapmayacağını söyledi.

 

SANSÜR TASARIMI

Sanat Tarihi Kolektifi, durumu üniversitede kullanılmak istenen afişle okulda duyurdu ve “Sansür tasarımı yapıyoruz” diyerek, öneriler istedi.

 

Çağrıda şöyle denildi: “Bildiğiniz gibi Sanat Tarihi Kulübü olarak çeşitli etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Bu etkinlikleri yapmadan önce kendi aramızda fikirlerimizi birleştirirken hocalarımızdan da destek alarak hem kendimize hem okuduğumuz bölüme hem de bilim etiğine faydalı olmaya çalışıyoruz. Yapılan her etkinlikte elbette karşımıza çıkan zorluklar oluyor. Amfi ya da salon bulamamak gibi. Ancak son zamanlarda bölüm hocamızdan rica ettiğimiz bir seminerimizin afişine yapılmak istenen bir sansür ile karşılaştık. Afişimizi değiştirmememiz halinde ya da diğer bir tabirle “sansür uygulamadığımız” takdirde afişin sekreterlik tarafından onaylanmayacağı cevabını aldık. Sekreterlik tarafından sergilenen bu tutuma karşı bizde, sanat tarihi bölümü öğrencileri olarak etkinliğimizin afişine yapılması istenilen sansürle ilgili tartışmak için hocalarımızın da katılımıyla toplanıp, sansür tasarımı yapıyoruz. Hepinizi fikirlerinizle bekliyoruz.”

 

ROMA’DA KOLEKSİYONDA

Tiziano’nun kutsal aşkı ve beşeri aşkı anlatan tablosu 118×279 santimetre boyutunda. Tual üzerine yağlı boya tablo İtalya’nın başkenti Roma’da Galleria Borghese koleksiyonunda.

Sanat tarihçileri 1515 tarihli eserin, Giorgione’nin gizemli hayal ürünü resimleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Kabartmalı küçük bir mermer havuzun sol tarafında, dönemin kıyafetleri içerisinde kutsal aşkı sembolize eden kadın figürünü, sağ tarafında ise beşeri aşkı sembolize eden çıplak kadın figürünü görü görülüyor. Arkalarında geniş bir manzara yer alıyor. Kompozisyon, dönemin aşk üzerine yoğunlaşan entelektüel ilgisiyle bağlantılı olduğu kadar dinsel ve beşeri, göksel ve dünyevi olan arasındaki karşıtlıkları gözler önüne seriyor.

Radikal, 12.03.2015

TARİHİ SİRKECİ GARI MÜZE OLUYOR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) arasında "Sirkeci Garı İçerisinde Bulunan Binalar İle Sirkeci - Yedikule Arasındaki Eski Banliyö Hattı Değerlendirilmesi" için hazırlanan ortak hizmet protokolü hazırlanması için İBB Başkanı Kadir Topbaş'a yetki verdi.

Karar İBB Meclisi'nde, CHP'lilerin ret oyuna karşılık kabul edildi. TCDD ile İBB arasında yapılacak protokolün ardından, tarihi garı müze olarak kullanılacak.

SİRKECİ GARI İSTANBUL KENT MÜZESİ OLACAK
Halkalı seferlerinin Marmaray nedeniyle sonlandırılması sonrası kapalı kalan, Marmaray açıldıktan sonra tekrar faaliyete geçen Sirkeci Garı'na bağlı binalar İstanbul Kent Müzesi, İstanbul Demiryolu Müzesi olarak dizayn edilecek. Protokole göre, Sirkeci Garı içinde bulunan binaların müze olarak kullanabilmesi amacıyla yapılacak proje çalışmaları, plan tadilatı, binalara ilişkin onarım, yenileme, restorasyon İBB tarafından yapılacak. İstanbul Demiryolu Müzesi olarak kullanılacak kısım ise TCDD'ye teslim edilecek. Hazırlanan projeler TCDD'nin onayına sunulacak, TCDD'nin onaylamadığı hususlar projelerde revize edilecek.

SİRKECİ'DEN YENİKAPI'YA UZANAN ALAN PARK OLACAK
TCDD ile İBB arasında imzalanacak protokolün ardından, Tarihi yarımadada, Sirkeci-Yedikule arası demir yolu hattının bulunduğu alan doğa ve sanat parkı olarak tasarlanacak. 8,5 kilometre uzunluğunda oluşturulacak doğa ve sanat parkı içerisinde İBB tarafından raylı toplu taşıma hattı yapılacak. Sirkeci-Yedikule arası demiryolu hattının doğa ve sanat parkına dönüştürülmesi için İBB'nin TCDD'ye ödeyeceği senelik ücret ise 10 bin TL. Protokole göre, İBB, Kazlıçeşme - Sirkeci İstasyonları arasındaki hattın acil durumlarda TCDD tarafından kullanımı ve ana hat trenlerinin Sirkeci Garı'na gelmelerine olanak sağlayacak düzenlemeleri yapacak.

CHP: "ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE DEVREDİLEBİLİR"
İBB Meclisinde oylanan protokolle ilgili söz alan CHP Meclis üyesi Hüseyin Sağ, Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının İBB'ye devrine karşı çıkarak konuyu yargıya taşıyacaklarını söyledi. Sağ, "Tarihi gar, TCDD tarafından kullanılması gerekirken, arkadan dolanıp İBB'ye devredildi. İBB'den Kültür A.Ş'ye, oradan da kendi yandaşlarınıza vereceksiniz. Biz ne kadar serzenişte bulunursak bulunalım, ne kadar yargıya taşırsak taşıyalım sonuç değişmeyecek"

Karar, CHP'lilerin red oylarına rağmen oyçokluğu ile kabul edildi.

Sabah, 12.03.2015

MİMARLAR ODASI'NDAN SARAÇOĞLU YANITI

 

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bürokratının "Saraçoğlu Projesi Ankara'ya çok değer katacak bir proje ama devam edemiyoruz. Ben burada sizden destek istiyorum. Bizi ve kamuoyunu bu konuda zorlayın. Eğer oraya AVM yapılacak olursa da AVM’yi yapan ben de olsam beni de oraya gömün" sözlerine yanıt verdi. Şube, bürokratın açıklamalarının inandırıcı olmadığını belirterek, kamuoyu önünde verdikleri sözleri tutmaya davet etti. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan “Saraçoğlu Mahallesi bizim için çok değerli, bakanlık bürokratının basına yansıyan sözleri inandırıcı değil, bakanlık adına kamuoyu önünde verdiği sözleri bile tutamayacak durumdalar. Türkiye Cumhuriyeti bir aşiret devleti değil ki kefeni alıp çıkıyorsunuz. Gömülmesine gerek yok, kamuoyu önünde verdikleri sözleri tutsunlar” dedi.

 

Tezcan Karakuş Candan: “Zorla Güzellik Olmaz”

Saraçoğlu Mahallesinde zorla tahliyelerin başladığını, kimsenin rızası olmadan yerinden edilemeyeceğini söyleyen Candan şunları kaydetti: “Saraçoğlu Mahallesinde zorla tahliye sürecinin başlaması hepimizi kaygılandırıyor. Eğer Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili güzel bir şey yapılacaksa, bunun yöntemi zorla tahliye değildir, ortak akılla, katılımcı yöntemle iknadır. Zorla güzellik olmaz. Saraçoğlu Mahallesi’nin TÜRGEV Vakfına verildiğine dair söylentiler dolaşıyor.  Davalarımız devam ediyor, kimseye davlarımızdan vazgeçeriz, Atatürk Orman Çiftliği'ndeki kaçak saraydaki mücadelemizden vazgeçeriz demedik. İyi bir şey yapılıyorsa, birlikte elimizi taşın altına koyarız dedik. Söz verdik, sözümüzün arkasındayız. Ancak yanlış bir şey yapıyorsanız, Mimarlar Odası Ankara Şubesi yanlışa yanlış der gereğini yapar. Kimseye diyetimiz yok. Kamu yararına bir mücadele veriyoruz. Saraçoğlu Mahallesine bahar geliyor. Baharda şenlenecek etkinliklerimize herkesi katılmaya çağırıyoruz”

 

Saraçoğlu Mahallesi’nin Bakanlar Kurulu tarafından riskli alan ilan edilmesi Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve lojmanlarda oturanlar tarafından yargı sürecine taşınmış ve karar iptal edilmişti. İkinci kez Riskli alan edilen Saraçoğlu Mahallesinin davsı devam ederken, bu kez de lojman statüsü kaldırılarak Maliye Bakanlığına devredilmişti. Lojman statüsünün kaldırılması kararı da Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yargıya taşınmıştı. Mimarlar Odası Ankara Şubesinin, Saraçoğlu Mahallesine ilişkin Mücadelesi 1994 li yılarda Mahallenin satışa çıkartılmasıyla başlamış ve verilen mücadele ile satış engellenmişti.  Saraçoğlu Mahallesi’nin yıkılmadan restore edilerek, Güvenpark ve Kızılay kent merkezini de içerisine alan bir kamusal kullanım fikri ile kentle bütünleşebilmesi için Ulucanlar Cezaevi’nin müze olması sürecinde olduğu gibi “kent düşleri fikir proje yarışması açılmıştı”.  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Çevre Şehircilik Bakanlığı ve Ankara Ticaret Odası, Saraçoğlu mahallesinin geleceğinin katılımcı bir yöntemle belirlenmesi için “Saraçoğlu geleceğini arıyor fikir proje yarışması”  açılması için kamuoyu önünde söz vermişlerdi. Ancak yarışma bakanlık tarafından açılmadı.

Yapı, 12.03.2015

TARİHİ KURUL KALESİ'NDEKİ ARKEOLOJİK KAZIYA 1 MİLYON LİRA ÖDENEK

 

Ordu'da, 6. Mithriadates dönemi kalesi olduğu tespit edilen 2 bin 300 yıllık Kurul Kalesi'nde kazıların devam edeceği, kazı için 1 milyon lira ödenek ayrıldığı bildirildi.

 

Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesinde olan Kurul Kalesi'nde incelemelerde bulunarak yetkililerden bilgi aldı.

 

İncelemelerinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Yılmaz, geçen yıl kazı için 50 bin liralık ödenek ayrıldığını belirterek, "Büyükşehir Belediyesi olarak bu yıl kazı çalışmaları için 1 milyon liralık kaynak ayırdık" dedi.

 

Kurul Kalesi'nde Doğu Karadeniz bölgesinin ilk arkeolojik kazısının yapıldığını ifade eden Yılmaz, "Kurul Kalesi, Ordu'muzun en önemli tarihi ve keşfedilmemiş yerlerinden biri. Kurul Kalesi, Kültür ve Turizm Bakanlığımızın, Özel İdaremizin geçmiş dönemlerde yaptığı çalışmalar sonrası yasal statü ve mülkiyet itibarıyla tamamen büyükşehire devredilmiş 35 dönümlük mülkiyet alanıyla keşfedilmeyi bekleyen olağanüstü bir yer" diye konuştu. 

 

Kazı çalışmalarının hızlandırılması için gerekli adımların atılacağını dile getiren Yılmaz, şunları kaydetti:

"Geçtiğimiz yıl sadece kazı için harcanan ödeneğin 50 bin lira olduğunu öğrendiğimizde üzüldük. Bu yıl sadece kazı ve restorasyon amaçlı 1 milyon liralık bir tahsisi yapmak suretiyle Kurul Kalesi'ni, bu güzel coğrafyamızı Ordu ve Türkiye turizmine kazandırmak konusunda gerekli teşebbüslerde bulunacağız. Bu alanımızın korunması, toprak altındaki cevherlerin ortaya çıkartılması ve tarihi misyona uygun bir şekilde tünellerin belki deniz belki nehirlere ulaşacak bu güzergahların ortaya çıkartılması konusunda gerekli çalışmayı yapacağız."

 

Yılmaz, Kurul Kalesi'nde yapılan kazıların tarih için çok önemli olduğunu vurgulayarak, "Kurul Kalesi'nde yapılan kazı, Doğu Karadeniz bölgesinde yapılan ilk arkeolojik kazıdır. 2010 yılında bu çalışmalar başladığında insanlar bir tarih üzerinde yürüdüklerinin farkında değildi. Kurul Kalesi, Ordu'nun tarihini değiştirecek, Ordu'yu bir çekim merkezi haline getirecek. Kale çevresindeki gezi alanları ve peyzaj çalışmaları bir an önce başlayacak" ifadesini kullandı. 

 

Kültür ve Turizm Müdürü Uğur Toparlak ise Kurul Kalesi'nde kazı çalışmalarının 2010 yılında başladığını, yürütülen çalışmalar sonucu kalenin 6. Mithriadates dönemine ait olduğunun tespit edildiğini söyledi.

 

Toparlak, yapılan kazı çalışmalarında tepe adaları, giriş kapısı, dinsel ve kültsel alanlar seramik, sikke, ok ucu, tanrı ve tanrıca büstleri ve birçok ürün bulunduğunu sözlerine ekledi.

Radikal, 11.03.2015

MUSSOLİNİ'NİN MİMARLIK MİRASI SATIŞA ÇIKARILDI

 

Roma'da Massimiliano Fuksas'ın yarışma projesinin uygulanması için Mussolini'nin ikinci dünya savaşı sırasında inşa ettirdiği binalar satışa çıkarıldı.

 

 

Roma'nın tarihi konut ve iş merkezi bölgesi olan EUR'da Mussolini dönemi mimarlığının simgelerinden Palazzo della Civilta del Lavoro binasının da aralarında bulunduğu dört yapı, Massimiliano Fuksas'ın tasarımı The Cloud konferans merkezi yapısınına ödenek oluşturulması için satışa çıkarıldı. Binada bir yer kiralayan İtalya'nın ünlü moda markası Fendi binayı satın almak için 50 milyon Euro önerdi.

 

Mussolini'nin 1942'de planladığı EUR bölgesi antik Roma yapılarından esinlenerek tasarlanan birçok modern binayı barındırıyor. Bunlardan en bilineni, 1938'de inşa edilen "Square Colosseum" olarak anılan Palazzo della Civilta del Lavoro binasıydı. 

 

 

Fuksas'ın 2000 yılında kazandığı bir yarışma sonrasında inşa edilmesine karar verilen projesi The Cloud, 2007 yılından beri inşaat halinde ve belirlenen bütçeyi aştığı için tamamlanamıyor.

 


Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 11.03.2015

AKM'YE 7 YILDA NE OLDU?

 

 

AKM'deyiz İnisiyatifi, 2008 yılından beri kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) derhal güçlendirme ve iyileştirme çalışmalarının başlamasını talep ediyor.

 

2008'de tadilat nedeniyle kapanan ancak yılan hikayesine dönen süreçte bir türlü tadilatına başlanmayan AKM, Gezi Direnişi'nin ardından adeta polis karargahına dönmüştü.

 

8 Haziran 2013'te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "AKM'ye barok tarzında opera yapalım" önerisi, binanın tadilat yerine yıkılacağı endişesi yaratmıştı.

 

Yıllar içinde bakımsızlıktan adeta çürümeye bırakılan binanın içindeki ses sistemlerinin hurdacılara satıldığı iddia edilmişti.

 

Belge, kimlik, bellek yeri

 

 

AKM'deyiz İnisiyatifi, başlattığı kampanya ile sadece "Türkiye’nin Opera olarak tasarlanan ilk binası" olma niteliği ile bile AKM’nin ulusal ve uluslararası bütün kurallar uyarınca korunmasını gerektiğini belirtti.

 

Tescilli 1. Grup Kültür Varlığı olan AKM'nin belge, kimlik, mimari, özgünlük, simge ve bellek değeri olduğu ifade edildi.

 

Herkese sesleniyoruz

"Biz biliyoruz ki, AKM’nin yıkımıyla amaçlanan, uygarlığın yarattığı emeğe, barışa, dayanışmaya, hukuka, bilime, kültüre, sanata, demokrasiye ve yurttaşlık haklarına dayanan bir toplumsal değerler sistemi yerine dogmayı, rantı, yağmayı, bireyciliği, fırsatçılığı ve küresel sermayenin çıkarlarına kulluk etmeyi esas alan bir değerler sisteminin inşa edilmesidir.

 

"Başta Üniversitelerimiz ve Anıtlar Kurullarımız olmak üzere yerel ve merkez yönetimlerde kamu adına görev yapan bütün bilim, sanat, meslek insanlarını ve yurttaşları; bilimi, hukuku, demokrasiyi, kültür ve sanatı hiçe sayan politikalara karşı çıkmaya ve tarihsel sorumluluklarını yerine getirerek AKM’nin yeniden hizmete açılmasına katkıda bulunmaya çağırıyoruz."

 

Mekanın mücadele tarihi

 

 

Taksim Meydanı'nda yer alan bina, ödeneksizlik nedeniyle süren 23 yıllık inşaatın ardından 1969 yılında “İstanbul Kültür Sarayı” adıyla hizmete girdi. O dönem dünyanın dördüncü büyük sanat merkeziydi.

 

Projesini mimar Feridun Kip ile mimar Rüknettin Güney çizdi ama 1956’da mimar Hayati Tabanlıoğlu projesi ile inşaata devam edildi.

 

Arada bir yangın atlatarak 1978'de yeniden hizmete girdi. Kurulduğu günden bugüne opera, bale, tiyatro, konser ve kongre, sergi amacı ile kullanıldı.

 

1999'da tescil edildi

1 Kasım 1999'da İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu, AKM'yi 1. grup kültür varlığı olarak tescil etti.

2005 yılında, binanın ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu gerekçesiyle dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından binanın yıkılması önerildi.

 

2006'da tescili Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kaldırılmak istendi.

 

Hazırlanan proje iptal edildi

Mayıs 2008'de tadilat nedeniyle kapatıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından imzalanan protokolle İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği AKM yenileme projesini hazırlamak üzere Tabanlıoğlu Mimarlık görevlendirildi.

 

Sivil toplum örgütleri ve meslek odaları, AKM'nin bu proje kapsamında yıkılmak istendiği uyarısında bulundu.

 

Bakanlıkla yeni projede uzlaşıldı

İstanbul 9.İdare Mahkemesi, Kültür Sanat Sendikası'nın açtığı dava sonucu AKM'ye ait avan proje tadilatını iptal etti.

 

Yargı kararının alınması üzerine proje müellifi, AKM'nin yıkım sürecine yönelik davacı olan Kültür Sen, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yetkilileri ile bazı uzmanlar Mimarlar Odası’nın çağrısı üzerine  bir araya gelerek korunma şekli üzerinde uzlaşıya vardı. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile oda 20.12.2009 tarihinde AKM'de bir araya gelerek eserin uzlaşılan restorasyon koşullarını içeren bu protokol imzaladı.

 

2010 Ajansı süresi bitiyor bahanesi

Bakanlık söz konusu projenin revize edildiği yapının tamiri ve tadilatı için yeni projeyi onaylayarak 05.05.2010 tarihinde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına gönderdi.

 

Sivil toplum örgütleri yaptıkları ortak açıklamada, ajans süresinin 31.12.2010 tarihinde sona ereceği bahanesi ile tadilat için gerekli olan ödeneğin sağlanmadığını belirtti.

 

2012'de Sabancı sponsoru

Şubat 2012’de Sabancı Holding ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında AKM restore işlemlerine dair mutabakat imzalandı. Restorasyonu projenin ilk mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu yapacaktı.

 

Mayıs 2013 çalışmalar durdu

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mimarlar Odası'nın sorusu üzerine yolladığı yanıtta Mayıs 2012'de onarıma başlandığını bina statiği etkileyecek can ve mal güvenliği nedeniyle 24 Mayıs 2013'te çalışmaların durdurulduğunu belirtti.

 

8 Haziran 2013'te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan "AKM'ye barok tarzında opera yapalım" dedi.

 

Geziden sonra polis karakolu

Gezi Direnişi'nin ardından AKM polis karakolu olarak kullanılmaya başlandı.

 

Mimarlar Odası, Nisan 2014'te binanın çürümeye terk edilmesine ve polis karakolu olarak kullanılmasına karşı suç duyurusunda bulundu. Ancak Ekim 2014'te kovuşturmaya yer olmadığına dair karan onandı.

Bianet, Haber: Nilay Vardar, 12.03.2015

ŞEHİTLER ABİDESİ'NDEKİ MÜZE 9 YILDIR AÇILAMIYOR

 

 

Çanakkale Savaşları'nda şehit düşen Mehmetçikler anısına yaptırılan Şehitler Abidesi'nin altındaki müze, onarım çalışması kapsamında 2006 yılında kapatıldı, 9 yıldır da açılamadı. Şehitler Abidesi'nin yıpranan ayakları güçlendirilip bakımı yapılarak ziyarete açılırken, alt katında genişletilen müzede ise birbirinden habersiz iki farklı proje hazırlayan iki bakanlık arasındaki çekişmeye konu oldu. Müze bir türlü açılamazken, şimdi de su sızıntısı sorunu yaşanıyor.

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda, Morto Koyu'nun gerisinde yükselen Hisarlık Tepe'de tüm şehitler anısına yaptırılarak 21 Ağustos 1960'ta ziyarete açılan 41.7 metre yüksekliğindeki Şehitler Abidesi'nin altında bulunan Çanakkale Savaşları Müzesi 9 yıldır kapalı. Sebebi ise Gelibolu Yarımadası'ndaki yatırımlar konusunda Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında yıllardır süren yetki kargaşası. İki bakanlık arasındaki çekişme yüzünden, onarım için kapatılan abidenin altındaki Çanakkale Savaşları Müzesi bir daha da açılamadı. 

 

Şehitler Abidesi'ndeki eksiklerin tamamlanması için yapılan çalışmalar sürerken, 2006 yılında abidenin yıkılma tehlikesi olduğu yönünde hazırlanan rapor doğrultusunda güçlendirme çalışması başlatıldı. Bu nedenle hem abide 1 yıl süreyle ziyarete kapatıldı hem de altındaki 100 metrekarelik müze. Müzedeki Çanakkale Savaşları'ndan kalma eserler başka bir yere taşındı. Çalışmalar kapsamında abidenin tabanındaki 2 bin granit taş söküldü. Tabandan temel noktasına kadar toprak kazıldı. Dört ayağın bağlantı kirişleri güçlendirildi. Abidenin altında aynı anda 200 kişinin gezebileceği 1600 metrekarelik yeni kapalı müze alanı oluşturuldu. Bu süreçte Gelibolu Yarımadası'ndaki yatırımları yürüten Orman ve Su İşleri Bakanlığı abidenin altındaki alan için bir müze projesi hazırladı. Aynı şekilde Kültür ve Turizm Bakanlığı da başka bir proje hazırladı. Üstelik bu projeleri birbirlerinden habersiz hazırladıkları yıllar sonra ortaya çıkan iki bakanlığın, çekişmesi müzenin yeniden ziyarete açılmasını yıllarca geciktirdi. Geçen 27 Şubat'ta iki bakanlık arasında protokol imzalanarak, bölgedeki tüm taşınmazlar Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildi. Ancak bugüne kadar iki bakanlık arasında yaşanan olumsuzluklar nedeniyle müze Çanakkale Savaşları'nın 100'üncü yıldönümüne yetiştirilemedi. 

 

SU SIZINTISI KESİLEMEDİ 

Şimdi ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müze için atacağı adımı bekleniyor. Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı Mehmet Gürkan ise, bugüne değin iki bakanlık tarafından hazırlanan projeler için icraata geçilme aşamasında su sızıntısı problemiyle karşılaşıldığını söyledi. Yapılan izolasyon çalışmalarına rağmen sorunun aşılamadığını vurgulayan Gürkan, "Yeni bir izolasyon çalışmasının ardından karar verilip, proje doğrultusunda müze en kısa sürede ziyarete açılacak" dedi. 

 

FOTOĞRAF MÜZESİ OLMASINI ÖNERMİŞTİ 

Çanakkale Valisi Ahmet Çınar ise, müzeyle ilgili iki bakanlık arasında geçmişte problem yaşandığına dikkati çekip, "Müze alanı, şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildiği için bir problem kalmadı. O zaman yöntemde bir sorun vardı. İki ayrı proje hazırlanıyor ve iki bakanlığın birbirinden o ara haberi yok. Sonra projeyi hazırlayan arkadaşlar metreyi iyi tutmamışlar. 'Bu tavan buna uymuyor' dediler ve böyle bir sıkıntı daha yaşandı. Ben de o dönemde, bölgede çok müze olduğunu belirtip, 'Buraya fotoğraf müzesi sergi salonu yapalım ve gelen insanlar o döneme ait fotoğrafları görsünler' önerisinde bulundum. Ama şimdi orası adresini buldu. O kargaşa bundan sonra olmayacak" dedi. 

Zaman, 11.03.2015

MİNARELİ AVM'YE SORUŞTURMA

 

 

Fındıklı’daki Süheyl Bey cami restorasyonu çok tartışılmıştı. Mimar Sinan’ın sekizgen planlı inşa ettiği cami cam cepheli bir ucube olarak ihya edildi. İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu da cam cepheli adı restorasyon (!) olarak nitelendirilen cami projesini onayladı. Proje hayata geçtiğinde ise minareli AVM tarzı bir mimari ortaya çıktı. Kamuoyunda eleştirileri yağmuruna tutulan cami projesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı soruşturma başlattı. Kurul üyelerinden bu projeye neden imza verdikleri soruldu. Kararda imzası olan Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu, ‘’caminin ihyası için arazinin yeterli olmadığını, adının yaşaması için modern görünümlü camiye onay verdiklerini’’ söyledi.

 

KURUL UYGUN BULDU!

1591’de Süheyl Bey tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilen cami, sekizgen planlı ve kubbeliydi. 1958 yol genişletme çalışmaları sırasında yıkılan camiyi Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü yeniden ihya etmek için kolları sıvadı. 2010 yılında bir proje gerçekleştirildi. Camini minaresi ve bazı duvar kalıntıları arsada duruyordu. Ancak camiye ait arsanın önemli bir kısmı yolda kalmıştı. Restorasyon için İstanbul 2 Nolu Koruma Kurulu’na müracaat edildi. Kurul, 15.09.2010 tarih 3772 sayılı kararı ile “...Süheyl Bey Camii kalıntılarına ait rölöve ile restitüsyon projesinin uygun bulunduğuna, koruma grubunun 1 olarak belirlenmesine, öneri restorasyon projesinin uygun bulunmadığına, mevcut kalıntıların konservasyon yapılarak korunmasına, minarenin özgün yerinde yeniden inşa edilmesine, kalıntılara müdahele edilmeden mevcut alana modern cami uygulaması ile ilgili önerilerin kurulumuza getirilmesine” karar verdi. Yaklaşık 5 ay sonra da Kurul, 16.03.2011 tarih ve 4337 sayılı kararı ile “...Süheyl Bey Camisine ait restorasyon projesinin uygun bulunduğuna’’ hükmetti.

 

BU NE NASIL RESTORASYON!

Bu tarihten sonra boş arsada hummalı bir inşaat faaliyeti başladı. Etrafı tahta paravanlarla çevrili inşaat bitip paravanlar kaldırıldığında çevredeki esnaf başta olmak üzere herkes şaşkındı. Kubbeli, sekizgen yapılı caminin yerine cam cepheli, çatılı yanında minaresi olan, AVM görünümlü bir cami ortaya çıktı. Görenlere bu nasıl ihya dedirtecek sözde restorasyonla ilgili başlayan tartışmalar TBMM gündemine kadar taşındı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ; “Süheyl Bey Camisi’nin ihyası, tarihsel belgeler, kazı çalışmalarında tespit edilen veriler ve koruma kriterleri göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmektedir. Caminin restorasyon projesinde, kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan duvarların korunmasına ve temel duvarları bulunarak yeri tespit edilebilmiş minarenin, özgün malzemeleri ile yeniden yapılarak ayağa kaldırılmasına karar verilmiştir’’ açıklamasını yaptı.

 

TEMSİLİ CAMİ!

Kültür ve Turizm Bakanlığı sözde restorasyon projesine onay veren İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu üyeleri hakkında soruşturma başlattı. Kararda imzası bulunan eski kurul üyesi Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu’dan da savunması istendi. İşte Çoruhlu o karara neden imza attığını şöyle anlattı; ‘’ yapı ortada yoktu ve parselin önemli bir bölümünün yola katılması sebebiyle cami yapılması düşünülen alan da küçülmüştü ve buraya camiyi özgün boyutlarıyla sığdırmak imkansız olacaktı. Bu nedenle eldeki veriler, imkanlara göre mevcut alanda tam ve doğru bir rekonstrüksiyon yapılamayacağından, mevcut kalıntıların konservasyonunun yapılarak olduğu gibi korunması, minarenin alt kısmı mevcut olduğundan özgün yerinde inşa edilerek tamamlanması, kalıntılara müdahale edilmeden en azından caminin adının yaşatılması maksadıyla  modern bir cami uygulamasının yapılması kararı alındı ve sonra bununla ilgili getirilen restorasyon projesi adı altındaki uygulama projesi 16.03.2011 tarih ve 4337 sayılı kararla kabul edildi. Bu restorasyon projesi Kurulumuzun rölöve projesindeki tescilli kalıntıların konservasyonlarının yapılmasını içermekteydi. …Bilimsel bir rekonstrüksiyonun yapılması mümkün olmadığından tamamen  yeni ve çağdaş anlayışla bir caminin inşa edilmesi doğru bir uygulama olmuştur. Restorasyon mevcut bir tarihi yapının zamanla bozulmuş bölümlerinin bilimsel metotlarla aslına göre tamamlanması işidir. Burada zaten bir restorasyon değil mevcut kalıntılara konservasyon uygulaması yapılmıştır, mevcut olmayan cami ise temsili olarak yeniden inşa edilmiştir.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.03.2015

İĞNE DELİĞİNDE SANAT

Jonty Hurwitz isimli sanatçının, iğne deliğinin içine sığabilen heykeli mikroskop yardımıyla fotoğraflanırken laboratuvar çalışanlarından birisi, heykelin yönünü parmağıyla değiştirmek isteyince yanlışlıkla kırıldı. 45 yaşındaki sanatçı yaşanan olay yüzünden çok sinirlendiğini ve teknisyene dönüp, ‘dünyanın en küçük heykelini kırdın be adam’ diye bağırdığını söyledi.

Milliyet, 11.03.2015

TARİHİ SURDA BÜYÜK GEDİK

 

 

Başkent tarihinin en eski yapılarından Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin hemen yanında yer alan ve Ankara Kalesi’nin devamı olarak bilinen tarihi surlar henüz belirlenemeyen bir nedenle yıkıldı.

Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında restorasyon çalışması yürüttüğü Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin hemen yanında, Ankara Kalesi’nin devamı olarak sayılan binlerce yıllık surlar yıkıldı.


Çevre sakinlerinin şikayeti üzerine bölgeye giden Ankara Hürriyet, yıkılan surları fotoğrafladı. Tarihi surların yıkılmasıyla ilgili soruları ismini vermeden cevaplandıran vatandaşlardan bazıları duvarın restorasyon çalışması sırasında yıkıldığını iddia ederken bazıları da kendi kendine çöktüğünü öne sürdü.

 

BARİYERLERLE KAPATILDI

Tarihi duvarın yıkılmasının ardından bölge bariyerlerle kapatıldı. Aynı zamanda duvarın Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin avlusunda yer alan kısmı da bariyerlerle kapatılarak duvarın hemen yanındaki banklara vatandaşların geçmemesi için önlem alındı. Çevre sakinleri, surların yıkılmasına üzüldüklerini belirterek, “Ankara tarihine şahitlik eden bu tarihi mirasın en iyi şekilde korunması gerekir. Yıkılan duvarın yanında bir güçlendirme çalışması yapılmış ama diğer tarafta neden yapılmadığını anlamadık” diye konuştu.

 

SURLARIN TARİHİ ÇOK ESKİYE DAYANIYOR

Binlerce yıllık Ankara Kalesi’nin ne zaman yapıldığı net olarak bilinmemekle birlikte MÖ 2.yy. başında Galatların Ankara’ya yerleşmeleri sırasında kalenin var olduğu biliniyor. Eski zamanlarda yerleşim yeri olarak çok geniş bir alanı kapsayan kale, tarih içinde Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlıların kontrolüne geçti. Surların yıkıldığı bölgede yer alan Hacıbayram Veli Camisi’nin zaviye olarak yapılış tarihi 1427-1428 olarak belirtiliyor. 714 yılında Hacı Bayram Veli’nin torunlarından Mehmet Baba tarafından tamir edilen, daha sonrada 1940 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilen cami ve külliyesi en son Ankara Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde orjinaline uygun olarak yenilenerek ve 14 Şubat 2011 tarihi itibariyle ibadete açıldı.

Hrriyet, Haber: Mert Gökhan Koç, 11.03.2015

DANİMARKA'DA KÖSTEBEKLER ARKEOLOJİ İÇİN KAZIYOR

 

Danimarka’daki Viborg Müzesi, bir arkeolojik projede köstebek kullanmak için Danimarka Kültür Bakanlığı’na bağlı Danimarka Kültür Ajansı’na başvurdu. Kültür Ajansı bunun ilk başta bir şaka olduğunu düşünse de, gülüşmeler bittikten sonra, Viborg Müzesi’nin köstebek kullanma başvurusunun gerçek olduğunu öğrendiler. Sonrasında fikri mantıklı ve yaratıcı bulan yetkililer, başvuruyu onayladı.

 

Viborg Müzesi, bu izni aldıktan sonra bir tarihi höyükte, köstebeklerin tünel açarken geride bıraktıkları toprak yığınlarını araştırdıkları birproje başlattı. Kültür Ajansı’ndan Jorgen Frandsen, Politiken Gazetesi’ne yaptığı açıklamada “Tarihi eserlere zarar vermeden inceleme yapılmasına yardım eden yeni yöntemlerin her zaman hayranı olduk” diyor.

 

The Copenhagen Post sitesinde yer alan habere göre köstebekler Viborg’un güneyinde, arkeologların toprak altında bir Orta Çağ kalesi olduğunu düşündüğü bir alanda çalışıyor. Arkeologlar kalenin yerini tam olarak bilmiyor.

 

 

Köstebek kullanma fikri Viborg Müzesi müfettişi ve arkeolog Jesper Hjermind’a ait. Hjermind, köstebeklerin kazdıkları toprak yığınlarında tuğla, seramik ve diğer küçük buluntuları yeryüzüne çıkarmasından esinlendiğini söyledi. Hjermind “Kalenin kalıntılarına yaklaştıkça, toprak yığınlarında litre başına çok daha fazla buluntu buluyoruz. Basit ama işe yarayan bir yöntem” diyor.

 

Bu bilgiler bir veri tabanına girildiğinde, kalenin kalıntılarının nerede olabileceğine dair bir bakış açısı sunuyor. Hjermind’in verdiği isimle “Köstebekoloji” metodu (moleology), teknik araştırma metodlarıyla aynı sonuçları ortaya koyuyor.

 

Hjermind “Bu yöntemin en büyük ödülü ise, birçok önemli bilgiye ulaşırken, tarihi höyüklerdeki hiçbir şeyi tahrip etmiyor olmamız” diyor.

 

Acaba yüzey araştırması ve oldukça pahalı olan uydu ve lazer kullanan metodlar yanında, köstebeklerden yararlanan böyle bir metoda arkeoloji dünyası hazır mı? Arkeolojik alanların bütünlüğüne zarar verdiği düşünülen hayvan delikleri ve tünelleri, mimari yapıları tespit etme aşamasında gerçekten arkeolojiye yardımcı olabilir mi?

Radikal, 10.03.2015

MISIR LUKSOR'DA YENİ BİR FİRAVUN MEZARI BULUNDU

 

 


Mısır’ın güneyindeki Luksor kentinde, Antik Mısır’da 18. firavun hanedanlığına ait olduğu tahmin edilen firavun mezarı bulunduğu bildirildi.





Mısır Tarihi Eserler Bakanı Memduh ed-Demati, yaptığı yazılı açıklamada, Amerikan Araştırma Merkezi Heyeti’yle çalışan Mısırlı arkeoloji grubunun kazı çalışmaları sırasında Luksor’un el-Karne bölgesinde yeni bir firavun mezarının bulunduğunu belirtti. Demati, “Mezarın, Antik Mısır’ın Yeni Krallık dönemine özellikle de18. hanedanlığa (MÖ 1550-1292) ait olduğu tahmin ediliyor. Firavunun isminin Samut olduğu düşünülüyor” ifadesine yer verdi.





Demati, mezarda dönemin günlük yaşantısının yanı sıra defin merasimlerinden kesitler sunan bulgulara ve duvarlarda metinlere ulaşıldığını ifade ederek, mezarda kısmi tahribatın olduğunu kaydetti. Amerikan Araştırma Merkezi Heyeti Başkanı John Sherman ise geçen hafta Antik Mısır’da “en güçlü tanrı” olarak bilinen Amon’un kapı bekçisine ait mezarın bulunmasına işaret ederek, “Bu hafta da 18. hanedanlığa ait firavun mezarının bulunması önümüzdeki zaman diliminde yeni keşiflerin habercisi” dedi.

 

Mısır Tarihi Eserler Bakanlığı, geçen hafta Antik Mısır tarihinde “güneş tanrısı” olarak bilinen “Ra” ile birleşerek Mısır’ın “en güçlü tanrısı” olarak tanımlanan Amon’un bekçisi Amenhotep Rebeo’ya ait bir mezar bulunduğunu duyurmuştu. Antik Mısır’da belirli dönemlerle tasvir edilen firavun hanedanlıklarından “Yeni Krallık” dönemi 18, 19 ve 20. hanedanlıkları kapsıyor. “İkinci Ara Dönem” olarak bilinen dönemi sonlandıran 18. Hanedanlık, ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmuş ve yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu.

 


Cnn Türk, Fotoğraflar: Luxor Times Magazine, 10.03.2015

ATATÜRK'ÜN VASİYETİ AK SARAY'DA KAYBOLDU

 

Atatürk’ün vasiyeti ihlal davasının 2. duruşması bugün Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülürken, Devlet Arşivleri genel Müdürlüğü’nden “Atatürk’ün vasiyeti arşivlerde yok” yanıtı geldi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Vasiyet yok” yanıtını skandal olarak nitelendirdi ve “Ülkenin kurucusunun el yazısı ile yazdığı vasiyetin olmadığını söylüyorlar. Bu Atatürk’ün vasiyetinin ihlalinin ne boyutlarda olduğunu da gösteren bir durum” dedi.

 

Candan yaptığı açıklamada, “Bugün öğrendiğimiz ülkemizin kurucusu Atatürk’ün vasiyetinin devlet arşivlerinde bulunamadığıdır. Sulh hukuk mahkemeleri devlet arşivlerine vasiyeti teslim ettiğine dair cevabı var. Yalnız devlet arşivleri yok diyor. Bu tüm ülke açısından skandaldır, ülkenin kurucusunun el yazısı ile yazdığı vasiyetin olmadığını söylüyorlar. Vasiyetin olmaması kayıp gibi kelimeler sarf etmeleri içler acısı ve skandal bir durum. Atatürk’ün vasiyetinin ihlalinin ne boyutlarda olduğunu da gösteren bir durum” vurgusu yaptı.

 

Candan mahkemenin davaları ayırdığı da kaydederek, “Kaçak sarayın olduğu yerleşkede yapılan, AOÇ talanına ve AOÇ’nin vasiyetine ilişkin 6 meslek odası olarak açtığımız davanın ikinci duruşması yapıldı. Mahkeme Büyükşehir Belediyesi ile Maliye Bakanlığı ve Başbakanlığa açılan davayı ayırdı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne açtığımız davalar devam ettiği için idari davaların sonucuna göre işlem yapılacak. Maliye Bakanlığı ve Büyükşehir Belediyesi’ne açılan davalar diğer davaların sonuçlanmasını beklerken, Başbakanlığa açtığımız Atatürk’ün vasiyetini ihlal davasının devamlılığına karar verdi. Atatürk’ün vasiyetinin devlet arşivlerinde kaybediliyor olması, Atatürk’ün vasiyetinin ne kadar ihlal edildiğini bize göstermiştir” şeklinde konuştu.

odatv.com, 10.03.2015



******


ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ KAYIP

 

TMMOB'a bağlı meslek odalarınca Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazilerine ilişkin Atatürk'ün vasiyetinin ihlal edildiği iddiasıyla açılan davada, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü mahkemeye, Atatürk'ün vasiyetnamesi ve bağış senedinin kurumda bulunmadığına yönelik yazı gönderdi.

AOÇ arazisine Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yapılmasıyla ilgili davayı gören Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi Asuman Şahin, yazı üzerine duruşmada çarpıcı bir bilgi paylaştı. Şahin’in okuduğu müzekkere yazısına göre, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi, Atatürk'ün vasiyetnamesi ve bağış senedinin, 1989'da Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne teslim edilmek üzere dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'ya verildiği bilgisini paylaştı. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün müzakere cevabında ise ne vasiyetnamenin ne de bağış senedinin kurumda bulunduğu bildirildi.  

DAVA AYRILDI
Hakim Şahin, Maliye Bakanlığı ve Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ilgili açılan davaların idari yargının görev alanı olduğu için davanın ayrılmasına hükmetti.  

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ise “Vasiyet yok” yanıtını skandal olarak nitelendirdi. Candan şunları söyledi: “Ülkemizin kurucusu Atatürk’ün vasiyeti devlet arşivlerinde bulunamamıştır. Sulh hukuk mahkemeleri devlet arşivlerine vasiyeti teslim ettiğine dair cevabı var. Yalnız devlet arşivleri yok diyor. Bu tüm ülke açısından skandal ve içler acısı bir durumdur.”

 

 

"GAZETECİLERİN ÖNÜNDE TÖRENLE TESLİM ETTİK"
Kurumun yazısı üzerine BUGÜN’e konuşan eski bakanlardan Oltan Sungurlu Atatürk’ün vasiyetnamesini kendi elleriyle kuruma teslim ettiğini belirterek, “Kayıp mı ettiler acaba” sorusunu yöneltti. Sungurlu şöyle konuştu: “Adalet Bakanlığı arşivlerini temizledik. Bu arada Atatürk’ün el yazısı küçük vasiyetnamesi ve nüfus cüzdanı çıktı. Her ikisinin de fotokopisini aldım. Vasiyetnamede, mirasından İsmet Paşa’nın çocuklarına tahsil parası olarak para ayrılması yazıyordu. Gazetecilerin huzurunda merasimle bu vasiyetnameyi teslim ettik. Verilmesi gereken belgeleri verdim. Kaybolmasın diye sağlam yere teslim ettik. Kayıp mı ettiler acaba? Biz bu işe o kadar ehemmiyet verdik.”

Bugün, 11.03.2015

KÜP İÇİNDE İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU

 

 

Konya'nın Kulu İlçesi'nde bir okulun foseptiği için yapılan kazı çalışmaları sırasında rastlanan küpün içinde insan kemikleri bulundu. Bulunan küp ve kemikler, incelenmek üzere Konya Müzesi'ne götürüldü.

 

Kulu İlçesi'nde eskiden belde statüsünde olan Kozanlı Mahallesi'ndeki Kozanlı 75. Yıl Birol Polat Ortaokulu ve Ahmet Yesevi İmam Hatip Ortaokulu'nun bahçesinde, okulun foseptiği için belediyeye ait iş makineleri çukur kazmaya başladı. Kazı çalışmaları sırasında rastlanan bir küpün içine bakıldığında insan kemikleri olduğu fark edildi. Bunun üzerine okul yetkililerine haber verildi. Okul yetkilileri de konuyu jandarmaya bildirdi. 

 

Jandarma, kazı alanında önlem alırken, çağrılan Konya Müze Müdürü Yusuf Benli ve beraberindeki arkeolog ekip, kazı alanı ile bulunan küp ve insan kemiklerini inceledi. Yusuf Benli, yapılan incelemenin ardından kazı yapılan alanın sit alanı olmadığını, bulunan küp ve kemiklerin Roma dönemine ait küçük bir mezar olduğunu tahmin ettiklerini belirtti. Küp ve kemikler detaylı incelenmek üzere Konya Müze Müdürlüğü'ne götürüldü. Kazı çalışmaları da kaldığı yerden devam etti.

Akşam, 10.03.2015

10. YÜZYILDAN KALAN KİLİSEYİ UÇURDULAR

 

 

Terör örgütü DAİŞ’in Irak’ın Musul kentinde 10. yüzyıldan kalma bir kiliseyi havaya uçurduğu iddia edildi.

 

Ninova Valisi Azınlıklar Meselesi Müsteşarı Dureyd Hikmet Tubiya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “DAİŞ, bugün Musul’un kuzeyindeki Hay el-Arabi’de bulunan Markourkas Kilisesi’ni havaya uçurdu” dedi.

 

Musul’dan kaçarak nüfusun çoğunluğunu Hristiyanların oluşturduğu ve Peşmergenin kontrolünde bulunan El-Koş nahiyesinde yaşayan Hristiyanlardan olan Tubiya, “DAİŞ, kilisenin yakınlarındaki bir tepede bulunan kiliseye ait özel mezarlıktaki kabirleri buldozerlerle yıktı” diye konuştu.

 

Olayın ilk olmadığına işaret eden Tubiya, DAİŞ’in daha önce de Musul’un kuzeyindeki Tel Keppe kazasında Hristiyanlara ait mezarları yıktığını belirtti.

 

Daha önce binlerce yıllık sanat eserlerinin bulunduğu Musul Müzesi’nde heykelleri balyozlarla parçalayan DAİŞ militanları, Musul Kütüphanesi’nde tarihi kıymeti yüksek kitapları da yakmıştı. DAİŞ, geçen hafta da Irak’ın Musul kentinde Osmanlı döneminden kalma tarihi Hema Kado Camisini patlayıcılarla havaya uçurmuştu.

 

DAİŞ, Irak ordusunun çekilmesi üzerine ülkenin ikinci büyük ili Musul’u 10 Haziran 2014′te kontrolüne almıştı.

Sözcü, 10.03.2015

'DENİZLİ ADAMI' FOSİLİ 1.2 MİLYON YAŞINDA

 

 

Denizli'nin Honaz İlçesi Kocabaş Mahallesi'nde 2002'de mermer ocağında bir işçi tarafından bulunan ve 'Denizli Adamı' ismi verilen fosil kafatasının 1.2 milyon yaşında olduğu çeşitli testlerle kesinleşti. İnsanlık tarihine ışık tutacak fosil kafatasının; anatomik ve kesin yaş bulguları ile Anadolu'da bilinen ilk ve tek taş devri insanı olduğu açıklandı.

 

İlk bulunduğunda 500 bin yıllık olduğu tahmin edilen 'Homo Erectus' fosili için kesin yaşının belirlenmesi amacıyla Fransa'nın Marsilya Üniversitesi'ndeki laboratuvarda, paleomanyetizma ve kozmik radyasyon yöntemleri uygulandı. 1 milyon 200 bin yaşında olduğu saptanan ve Dünya bilim çevrelerinin dikkatini çeken fosil kafatasının insanlık tarihine ışık tutacağı vurgulandı. Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Konferans Salonu'nda buluntuyla ilgili 'Denizli Taş Devri İnsanı' adlı konferans düzenlendi. Çok sayıda bilim adamı ve öğrencinin izlediği etkinlikte; PAÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Cihat Alçiçek, Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Işın Yalçınkaya, Marsilya Üniversitesi'nde Öğretim Görevlisi Dr. Amelie Vialet konuşmacı olarak yer aldı. 

 

 

'Avrupalıların atası Anadolulu'
Buluntuyla ilgili yapılan incelemelerden söz eden PAÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Alçiçek, "Fosilin dijital çekimleri, PAÜ Hastanesi'nde Bilgisayarlı Tomografi ile gerçekleştirildi. Karşılaştırmalı anatomik özelliklerinin taş devri insanına ait olduğu belirlendi. Ancak fosil üzerine uygulanan yaşlandırma eksikliği nedeniyle bu büyük buluş uzun süre hak ettiği alakayı görmemişti. Denizli adamı, TÜBİTAK ve CNRS (Centre National de la Recherche Scientifique) desteği ile Aix-Marseille Üniversitesi bünyesindeki CEREGE'nin (Centre Européen de Recherche et d'Enseignement des Géosciences de l'Environnement) çalışmaları sonrası 2014'te gündemde hak ettiği yere oturdu. CEREGE laboratuvarlarında paleomanyetizma ve kozmik radyasyon yöntemleriyle fosilin yaşının 1.2 milyon yıl olarak saptandı. Anatomik ve kesin yaş bulguları ile Anadolu'da bilinen ilk ve tek taş devri insanı belgelenmiş oldu. Sonuçlar 2014 yılı başında ünlü Earth and Planetary Science Letters dergisinde yayınlandı. Ayrıca, Anthropologie dergisinin 2014 yılı ilk sayısının tamamı bu fosile adandı. Çalışma sonuçları Avrupalıların atasının Anadolu kökenli olduğu yönü ile uluslararası basın ve bilimsel kuruluşlarının gündeminde geniş yer buldu. The Economist, SciLogs, Pour la Science gibi ünlü yayın organlarında; Chris Stringer, Robin Wylie ve François Savatier gibi ünlü yazarlar tarafından Europevia Turkey, Geology and the First Europeans ve Le deuxieme vague d'Homo erectus datee başlıkları ile uluslararası boyutta gündemde yer aldı" dedi. Prof.Dr. Alçiçek, ayrıca traverten mermer ocaklarında gergedan, geyik, timsah, mamut ve zürafa gibi hayvanların da fosillerini bulduklarını söyledi.

Avrupa'ya göçün aydınlatılmasındaki önemi vurgulandı
Denizli Adamı'nın Avrupa'ya göçün aydınlatılmasına dair günümüzün en önemli antropolojik buluşu olduğunu söyleyen Prof.Dr. Işın Yalçınkaya, "Bu bulgu ile kıtalararası köprü konumundaki Anadolu'nun insanların dünyaya yayılırken yaşadığı yerlerden biri olduğu ve Avrupa'ya buradan geçtiği varsayımı ispatlanmış oldu. Denizli Adamı, taş devri insanının tarihi ve dünyaya yayılış öyküsüne dair yeni ufuklar açılmasını sağladı. Anadolu'da benzer çalışmaların sürdürülmesi ve yeni bulgular edinilmesi, taş devri insanının göçüne dair yeni bilgiler sunacağı şüphesizdir. Denizli'de taş devri yaşamını anlamak, yaşam şartları ve ürettiği taş alet endüstrisini ve teknolojisini araştırmak amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle gerçekleştirilen ilk çalışmalarda, bu insanların kullandığı oldukça önemli taş alet endüstrisi ve teknolojik bulgulara rastlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı projesinin ilerleyen aşamalarında taş devri insanının yaşadığı düşünülen mağaralarda sistematik kazılar başlatılması ve bu sayede yaşamları, kültürleri, teknoloji ve endüstrilerinin anlaşılması amaçlanmaktadır. Böylece taş devrinden günümüze kadar Anadolu'da insanlığın yaşam ve kültürel gelişimleri anlaşılabilecektir. Mermer, taş ve kömür ocaklarında nesilleri tükenmiş hayvan ve insan kalıntılarına rastlanıyor. Bu işletmelerde çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kontrolünde yapılmalıdır" diye konuştu. Yalçınkaya, şu anda Pamukkale'de bulunan sıcak suyun eski dönemlerde traverten mermer ocaklarının bulunduğu alanlarda olduğunu ve insanlar ile hayvanları bu suyun çektiğini sözlerine ekleyerek, "Bu alanlarda nesilleri tükenmiş hayvanların da izlerine rastlıyoruz" dedi.

Marsilya Üniversitesi'nde görevli Dr. Amelie Vialet de Denizli Adamı'nın Anadolu'nun tek insan fosili olduğunu hatırlatarak, "En eski insan fosili Afrika'da bulundu. Afrika'da bulunan fosilin yaşının 2 milyon 8 bin yıllık olduğu belirlendi. Gürcistan'da bulunan bir başka insan fosili de 1 milyon 800 bin yıllık. Denizli'de bulunan fosil, insanlık tarihi açısından çok önemli. Bu fosil, ilk Afrika insanından biraz farklı. Denizli'de bulunan fosilin kafatası biraz daha küçük ve ince" dedi.

Denizli Adamı ile ilgili 11 Mart'ta İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Konferans Salonu'nda; 13 Mart'ta Ankara Üniversitesi Rektörlük binasında iki ayrı konferans daha yapılacağı kaydedildi.

Akşam, 10.03.2015

HAZRETİ İSA'NIN İLK EVİ BULUNDU

 

 

İsrail'in kuzeyinde yer alan Nasıra şehrinde yürütülen arkeolojik kazılarda keşfedilen bir manastırın, Hazreti İsa'nın çocukluğunun geçtiği yer olduğu iddia edildi. Hıristiyanlarca Meryem ve kocası Yusuf'un memleketi olarak kabul edilen Nasıra'daki arkeolojik kalıntıların birinci yüzyıla ait olduğu tespit edildi. Milattan sonra 670 yılına ait De Locus Sanctis isimli dokümanlarda Hazreti İsa'nın iki türbe ve bir kilisenin altında bulunan Nasıra Rahibeleri'nin kontrol ettiği manastırda büyüdüğü ifadelerinden hareketle başlayan araştırmalar, iddiaları bilimsel bir temele dayandırmayı hedefliyor. İngiltere'deki Reading Üniversitesi'nden arkeologların ve İsrail'deki Nasıra Arkeoloji Projesi uzmanlarının yürüttüğü çalışmalarda, kayalara oyulmuş ve kapı ile pencereleri günümüze kadar korunmuş halde olan manastırın, Hazreti Meryem'in İsa'yı dünyaya getirdiği yer olduğu üzerinde duruluyor. Araştırmayı yürüten ekibin başındaki arkeolog Ken Dark, Hazreti İsa'nın doğup büyüdüğü evin tasvirleriyle büyük benzerlikler taşıyan manastırın, sözü geçen olduğuna dair büyük deliller bulunduğunu ifade ediyor.

Sabah, 10.03.2015

ALLİANOİ PEŞİNİ BIRAKMIYOR!

 

Allianoi antik kenti sular altında kalmasın diye dönemin Kültür Bakanları ve Veysel Eroğlu ile verdiği mücadele eski kazı başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş'ın peşini bırakmıyor. O tarihten beri başka yerlerde yapmak istediği arkeolojik kazılara da izin alamadı.

 

 

Baraj suları altında bırakılan Allianoi eski kazı başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş’a bir türlü yeni arkeolojik kazı verilmiyor. Güre Ilıcası için üç yıldır Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müracaat etmesine rağmen bakanlık arkeolojik kazı iznini vermiyor. Edremit Belediyesi kazılara sponsor olmasına rağmen Ilıca kazıları yıllardır yapılamadı ve kazı alanı adeta çöplüğe döndü.

 

HAKLI MÜCADELESİ BAŞINA DERT OLDU!
Dünyada şaşırtıcı ölçüde sağlam kalabilmiş bir Roma dönemi sağlık kompleksini barındıran Allianoi, İzmir İli, Bergama İlçesi sınırları içinde, Bergama-İvrindi karayolunun 18. km’sinde, Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii’nde yer almaktadır.Paşa Ilıcası olarak tanınan bu ören yeri, antik köprüleri, tarihi ılıcası ve diğer taşınamaz eserleriyle yerinde korunması ve sergilenmesi gereken eşsiz bir arkeolojik mirasımızdı. Yortanlı Barajı suları altında kaldı. Kazı başkanlığı görevini yapan Ahmet Yaraş yıllarca antik kenti kurtarmak için mücadele verdi. Basına çıkıp politik kararı eleştirdi. Kültür Bakanlarının şimşeklerini üzerine çekti. Allianoi sular altında kalmasın diye çevrecilerle birlikte kendisini zincirleyerek eylem yaptı.  Çevrecilerin, arkeologların sevgisini Ankara’nın ise nefretini kazandı.

 

10 AY SONRA ‘UYGUN DEĞİL’ DENİLDİ
Ahmet Yaraş 1998 yılında başladığı Allianoi kazı başkanlığı görevini 2006 yılına kadar sürdürdü. Bu tarihten sonra da bir daha kendisine bilimsel kazı verilmedi. Antik dönem ılıcaları konusunda uzman olan Yaraş Güre Ilıcası ile ilgili 3 yıldır Bakanlıktan kazı izni bekliyor. Her yıl sudan bir bahane ile kazı izni geri çevriliyor. Edremit Belediyesi kazılara sponsor oldu. Balıkesir Valiliği de 2007 yılında sadece 1 yıl yapılan bilimsel kazıların devam etmesini istiyor. Roma dönemine ait bu eşsiz ılıcanın ortaya çıkarılmasının, bilimsel verilerin elde edilmesinin önünde tek engel ise Kültür ve Turizm Bakanlığı. Yaraş’ın 2014 yılı için Şubat ayında yaptığı kazı başvurusuna bakanlık Aralık 2014’te verdiği cevapta, ‘’2014 yılı kazı programımızın yoğunluğundan dolayı uygun bulunmamıştır ‘’ denildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.03.2015

ÜSKÜDAR MEYDANI'NA NE OLUYOR?

 

Üsküdar, geçmişi en az MÖ 5. yy’a, Atinalılar Dönemi’ne dayanan, günümüzde yarım milyonu geçen nüfusu ile, Anadolu Yakası’nın önemli, tarihsel bir yerleşkesidir. Üsküdar’ın, İstanbul’un bütünü içinde, orta halli, sakin insanları, zengin tarihsel çevresi ile kendine özgü, adeta kutsal bir havası, bir ruhu, bir kimliği vardır.

 

 

İskele Meydanı ise, Üsküdar’ın merkezi, kalbinin attığı yerdir. İstanbul’u, İmparatorlukları Asya Yakası’ndaki topraklarına ulaştırmada, o toprakların da İstanbul’a bağlanmasında önemli bir kavşak noktası olmuştur. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra İskele Meydanı çevresi; hanlar, hamamlar, bedestenler, çeşmeler, türbeler ve camilerle zenginleşmiş, bugünkü özel tarihsel kimliğini kazanmıştır.

 


Üsküdar Meydanı, 1950

 

Bu Meydan, 2005 yılında, Marmaray inşaatının başlamasıyla birlikte, adeta gözden çıkarılmıştır. Doğal olarak geniş bir alana gereksinimi olan Marmaray şantiyesi; meydandan gelip geçen on binlerce insanın dikkate alınmadığı izlenimini verecek şekilde genişletilmiştir. Bugün hala, meydandan gelip geçen insanlar, trafik karmaşası arasında, yol bulabilmek için, oradan oraya koşarak, çile çekmeye devam ediyorlar.

 

Marmaray hizmete açılırken, geniş şantiye alanını çevreleyen perdelerin bir kısmı kaldırılmış, meydanın büyük bir bölümü görünür hale gelmiştir. Böylece Marmaray’ın giriş-çıkış ve servis yapıları olarak inşa edilen bloklar; oldukça iri kitleleri ve özensiz mimarileri ile ortaya çıkmıştır. Bu yapılar, gerek meydan içindeki yerleri, gerek Üsküdar’ın ölçeğine, tarihine saygılı olmayan mimarileri ile hepimizi rahatsız etmektedirler. Kanımca, mutlaka yeniden ele alınmaları gerekmektedir.

 

Marmaray gündeme gelmeden epey önce, Dalan’ın Belediye Başkanlığı döneminde, İstanbul’un Taksim ve Beyazıt Meydanları için olduğu gibi, Üsküdar Meydanı da uluslararası bir kentsel tasarım proje yarışmasına konu olmuştur. Yarışma sonunda, 1.’lik ödülünü kazanan Doruk Pamir ve arkadaşlarının güzel projesi, kamuoyunda kabul görmüşse de Dalan’ın Başkanlık döneminden sonra, unutulmuştur. Bugünkü iktidarımız döneminde ise, hepimizin bildiği gibi kentsel tasarım projeleri, bir yerlerde, kentlilerin fikri alınmadan hazırlanmakta ve bir oldu-bitti olarak, karşımıza çıkarılmaktadır. 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Marmaray inşaatının başlamasından ancak 6 yıl sonra Üsküdar Meydanı için bir kentsel tasarım projesi hazırlayabilmiş ve 2011 yılı Temmuz ayında askıya çıkarmıştır. Bu proje de artık alışıldığı gibi, herhalde kimseye danışılmadan hazırlandığı için, tepki görmüştür. Sonuçta 2012 yılı Ocak ayında, Üsküdar Belediye Başkanı, bir basın toplantısı düzenleyerek, söz konusu projenin mahkeme kararı ile iptal edildiğini ve gündemden düştüğünü bildirmiştir.

 

Buna karşın İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1 ay sonra 17.02.2012’de Üsküdar Meydanı inşaatının 50 milyon lira bedelle ihale edildiğini ilan etmiştir. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra 2013 yılı Ağustos ayında hizmete açılan sahil yolu, herhalde bu ihale ile gerçekleştirilmiştir. Ne var ki, hangi projeye göre inşa edildiği belirtilmemiştir.

 

Oldukça uzun bir aradan sonra, 18 Ekim 2014’te İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bu kez de; Üsküdar Meydanı derelerinin, ıslah edileceğini ve meydanın altyapısının değişeceğini bildirmiştir. Bu bildiriye göre; meydan yeniden trafiğe kapatılacak ve ıslah çalışmaları 150 gün yani Mart 2015 sonuna kadar sürecektir.

 

Bu arada, sosyal medyada Üsküdar Meydanı’nın nasıl düzenleneceğine ilişkin birtakım görseller yayımlandığı görülmektedir.








 

Son olarak, Üsküdar Belediye Başkanı, Sayın Hilmi Türkmen’in resmi web sitesinde, Üsküdar meydanı ve sahil yolu projesi adı altında yayımlanan bu görsellerin, nerede ve kimler tarafından hazırlandığı anlaşılamıyor. Bunların Üsküdar Belediyesi’nin meydan düşüncesini yansıttığını, ama onaylanıp onaylanmadığının belli olmadığı söylenebilir. Ancak, bu görsellerin yalnızca bir niyeti ifade ettiklerini, uygulama projesi olmadıklarını ümit etmek istiyorum.

 

Gerçekte, Üsküdar Meydanı düşüncesinin kamuoyunda tartışılmasını, nelerin olabilip, nelerin olamayacağının tespit edilmesinin şart olduğunu düşünüyorum. Üsküdar Meydanı ile ilgili belirsizlik sürdüğü için, bilgi rica etmek ve düşüncelerimden söz edebilmek amacıyla Sayın Başkan, meslektaşımız Kadir Topbaş ile görüşmek istedimse de kendisine ulaşmam mümkün olmadı. Sayın Üsküdar Belediye Başkanı’ndan da hala başvuruma yanıt bekliyorum. Bu nedenle, meydanla ilgili düşüncelerimi, ilgililerin ve kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum.

 

Meydanın en önemli işlevinin, yoğun bir kavşak noktası olması dikkate alınırsa; bu kavşak noktasının özellikle otobüsler için bir bekleme yeri olmaktan çıkarılması, çeşitli yönlere gidecek araçlar için düzenlenecek yeteri kadar durak yerinin, uygun noktalara yerleştirilmesi gerekecektir.

 

Meydandan geçecek yoğun araç trafiğinin, Sn. Türkmen’in yayımladığı görsellerin bazılarında olduğu gibi; kısmen yer altına alınması, elbette meydandaki yaya akışını olumlu yönde etkileyecektir. Aslında bir olasılık ve fizibilite sorunu olan bu yeraltı geçitleri, olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak görülmemelidir.

 



 

Londra’daki Piccadilly Meydanı’nı düşünüyorum. Küçük bir meydan, adeta bir yol genişlemesi gibi; ortada bir anıt ve çevresindeki yapılarla mekan, bir meydan haline geliyor. İnanılmaz bir otobüs, taksi ve insan kalabalığı, meydan ve meydana açılan yollardaki otobüs duraklarını kullanarak, olanca canlılıklarıyla Piccadilly’i yaşatmaya devam ediyorlar. 

 

Yayımlanan görsellerden anladığımıza göre; meydan, Üsküdar’ın kentsel ölçeği ile uyumsuz, büyük bir boşluk haline getiriliyor. Bu boşluğun nasıl doldurulacağı da gene görsellerden anlaşılıyor. Neredeyse bir çocuk parkı düzenlemesi. Bunların Üsküdar’ın ruhu ve tarihsel kimliğiyle hiç mi hiç bir ilişkisi yoktur.

 

Gene yayımlanan görsellere göre, meydanın en önemli öğesi Mihrimah Sultan Camisi, 3. Ahmet Çeşmesi, bir köşede kalmış, meydanın büyük boyutları yanında adeta ezilmiş, küçülmüş gibi görünüyorlar. Marmarayın giriş-çıkış yapıları ise; meydanın tam ortasında belki bir anıtın olması gereken yerde durarak, gözleri rahatsız ediyor. Meydan altındaki yapılaşma olanak verebilirse bunların bir kenara çekilmeleri çok iyi olurdu. Yeni düzenlemede meydan boyutları kavranabilir ölçülere indirgenmeli, yeni yapılar; çevreye saygılı boyutlar ve duyarlı bir mimari yaklaşımla ele alınmalıdır.

 

Üsküdar Meydanı’nın, Taksim Meydanı gibi İstanbulluları düş kırıklığına uğratmadan; tarihine, ölçeğine ve İstanbul’a yakışan bir projeye göre inşa edilmesini diliyorum.

Yapı, Kaynak: Yapı Dergisi 400. sayısı, 09.03.2015

SARAYDA SELFİE ÇUBUĞU YASAĞI

 

 

Versailles Sarayı’nı hergün binlerce kişinin ziyaret ettiği ve bazı salonların son derece kalabalıklaştığı kaydedilerek, selfie çubuklarının değerli resim, heykel ve halı gibi sanat eserlerine zarar verebileceği bildirildi.

 

EN YARARLI KEŞİF SEÇİLMİŞTİ

Cep telefonuyla daha uzaktan ve geniş bir açıdan, kullanıcının veya bir grubun fotoğrafını çekme olanağı sağlayan, dolayısıyla turistler arasında büyük rağbet gören selfie çubukları, geçen yıl “en yararlı keşifler” arasında yer almıştı. ABD’nin başkenti Washington’daki Smithsonian müzesiyle, New York’taki MoMA (Modern Sanatlar Müzesi) ve Canberra’daki Avustralya Ulusal Müzesi, selfie çubuklarının kullanımını yasaklayan kurumlar arasında sayılıyor. Versailles, Avrupa’da bu yasağı getiren ilk müze oldu. Paris’teki Louvre Müzesi’yle ve Pompidou Sanat Merkezi’nin de selfie çubuklarını yasaklamayı düşündüğü belirtiliyor.

Sözcü, 09.03.2015

BODRUM'DA KAZILAN BİR MEZARDAN TARİHİ BİR SÜTUN ÇIKTI

 

 

İlçenin Yalıkavak Mahallesi'nde vefat eden bir kişi için merkez  mezarlığında Bodrum Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü ekiplerince mezar açma  çalışması başlatıldı.

 

Ekipler, yaklaşık bir metre kazdıkları mezar yerinde eski dönemlerde  kullanılan ve sütunu andıran tarihi bulguyla karşılaştı.
 
 Haber verilmesi üzerine bölgeye gelen Bodrum Müze Müdürlüğü  görevlileri, eseri inceledikten sonra mezarın kapatılarak yeni bir mezar  açılmasına karar verdi. Sütunun tarihi değer taşıdığını belirten yetkililer,  yapılacak çalışmanın ardından eserin dönemiyle ilgili veri elde edilebileceğini  kaydetti.
 
Tarihi eseri bulanlardan Sezai Topçu, gazetecilere yaptığı açıklamada,  ilk defa böyle bir olayla karşılaştığını dile getirerek, "Mezar kazarken tarihi  eserle karşılaştık, şaşkınız" dedi.
 
Eseri bulanlardan Mehmet Alaçal da açılan yerin iptal edilerek yeni  bir mezar açtıklarını söyledi. Alaçal, "Sütuna zarar vermemek için uğraştık.  Bodrum için önemli bir eser olabilir diye düşündük. Ne olduğu yetkililerin  araştırmaları sonucunda ortaya çıkacak" diye konuştu.

Milliyet, 09.03.2015

DÜNYA MİRASI KOLEZYUM'A ADLARINI KAZIDILAR

 

 

21 ve 25 yaşlarındaki ABD'li 2 kadın turist Roma'da bulunan ünlü Kolezyum'un duvarına isimlerini kazıyınca polis tarafından göz altına alındı.

 

 

Turist ikili bozuk para kullanarak Kolezyum'un batı kanadından yer alan bir duvara 25 cm boyutlarında harflerle  isimlerini kazıyarak bir de üstüne selfie çekti. Gruplarından ayrılarak kendi başlarına gezmeye başladıkları söylenen kadınlar diğer turistlerin şikayeti üzerine göz altına alındı. Olayın bu kadar büyüyeceğini tahmin etmeyen ikili polisten özür diledi. Olayı hayat boyu unutamayacaklarını da sözlerine ekledi.

2014 yılında Kolezyum'a zarar verdiği tespit edilen bir Rus turist 20 bin euro para cezasına çarptırılmıştı.

UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde bulunan Kolezyum'u her yıl ortalama 6 milyon kişi ziyaret ediyor.

KOLEZYUM'UN TARİHİ VE ÖNEMİ
İtalya'nın başkenti Roma'da bulunan Flavianus Amfitiyatro olarak da bilinen Kolezyum bir arenadır. Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından MS 72 yılında yapımına başlandı ve M.S. 80 yılında Titus döneminde tamamlandı. Daha sonraki değişiklikler Domitian hükümdarlığı zamanında yapılmıştır. Günümüzde depremden dolayı harap vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen Kolezyum, Roma İmparatorluğu'nun uzun zamandan beri ikonik sembolü olarak görülür. Bugün modern Roma'nın en çok turist çeken yerlerinden biridir.

Ntv, 09.03.2015

RİZE'DE TARİHİ ORTA CAMİ'NİN YIKIMI YİNE GÜNDEMDE

 

 

Rize'de yıllar önce bulvar yapımı için aynısı yapılmak şartıyla taşınmasına izin verilen, ancak yeni cami binası aslına uygun inşa edilmediği için taşınması gerçekleşmeyen Orta Cami'nin, yıkımı yine gündeme geldi.

 

Çarşı Mahallesinde bulunan ve 1737 yılında yapılan Orta Cami, 1941 yılında kalın taş duvarlar kullanılarak yeniden inşa edildi. Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca koruma altına alınan tarihi Orta Cami ile ilgili ilk yıkım isteği 2003 yılında geldi. Bulvar açılması için cami binasının bire bir aynısı yapılmak koşuluyla taşınmasına karar verildi. Bunun üzerine de Orta Cami'nin yaklaşık 50 metre gerisinde yeni bir cami binası inşa edildi. Ancak caminin ebatları büyük tutulup minaresi de ters tarafa yapılınca Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu caminin taşınmasına izin vermedi.

 

BU KEZ HATASIZ OLACAK

Rize Belediyesi, caminin bulunduğu bölgede bulvar yapımı amacıyla Orta Cami'nin taşınması için yeniden çalışma başlattı. Yeniköy Mahallesi'nde sürdürülen kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında eski Orta Cami'nin yıkılıp yenisinin inşa edilmesi kararlaştırıldı. Daha önce yapılan hatalar nedeniyle caminin taşınamamasını dikkate alan belediye bu kez işi sıkı tuttu. Özel yöntemle filmi çekilen caminin tüm estetik yapıları, en küçük detaylara kadar kayda alındı. Bölgede yapılacak yeni cami binası, aslına uygun inşa edilirse Çarşı Mahallesi'ndeki tarihi cami ile daha önce taşınması için yapılan cami binası yıkılacak, Orta Cami, yeni inşa edilecek binada hizmet verecek.

 

KORUMA KURULU'NU KANDIRABİLECEKLERİNİ DÜŞÜNDÜLER AMA OLMADI

Yöre sakinlerinden Abdulkadir Karali Orta Cami'nin taşınmamasını isterken,

Mustafa Kul, sonradan yapılan cami binasının beğenilmediğini anlattı, "Şimdi yeniden deneyecekler" dedi. Ali Avcı ise, "Eski caminin yerine yenisini yaptılar ama aslından büyük olunca kabul edilmedi. Öncelikle ölçüleri tutturmaları gerekiyor" diye konuştu. Sonradan yapılan caminin minaresinin yanlış yere inşa edildiğini anlatan İlyas Tüfekçi de, "Ahşap pencereler de beton yapıldı. Boyutlarda uymadı. O zaman ki yöneticiler Koruma Kurulu'nu kandırabileceklerini düşündü ama tutmadı" dedi. -

haberler.com, 09.03.2015

İPEK YOLU MÜZESİ İLE TARİHE YOLCULUK

 

 

Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası (TTSO) tarafından kurulan Özel İpek Yolu Müzesi'nde 16. ve 18. yüzyıl döneminden kalan 136 parça tarihi eser, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

TTSO Yönetim Kurulu Başkanı Suat Hacısalioğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, modern müzecilik anlayışında müzelerin değişik açılardan toplum için büyük önem taşıdığını vurguladı.

Hacısalihoğlu, ülkelerin, sahip olduğu değerleri koruyup bu değerleri dünya insanlığına sunabildiği ölçüde çekim merkezi haline gelebileceğini anlatarak, "Biz de oda olarak böyle bir merkez oluşturmak istedik. Hazırladığımız proje ile odamızın binasının girişinde tüm ziyaretçilerin rahatlıkla gezebileceği bir müze alanı oluşturduk" dedi.

Müzenin oluşturulmasına Kalkınma Bakanlığı ve Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı'nın da destek verdiğini ifade eden Hacısalihoğlu, 1884 yılında kurulması ile öne çıkan Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası, bugün de adına yakışır bir sorumlulukla, Trabzon’un köklü tarihine ışık tutacak bir projeyi hayata geçirmiştir" şeklinde konuştu.

Hacısalihoğlu, 4 bin yıllık tarihi ile birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Trabzon'un, tarihi İpek Yolu'nun en önemli şehirleri arasında yer aldığını belirterek, şunları kaydetti:

"Müzede bölge için çok önemli ve kültürel değerlere sahip olan Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait 16. ve 18. yüzyıldan kalan ve büyük çoğunluğu Kur’an-ı Kerim, fıkıh kitapları, icazetname, risaleler gibi çeşitli kaplardan oluşan el yazmaları, hat levhaları, yanında madeni eserler, gümüş ve işlemeli hokka ve divitlerden oluşan 136 parça eser, oluşturduğumuz müze ile vatandaşların ziyaretine açıldı. Eserlerin çoğunluğu klasik Osmanlı dönemi kitap sanatlarımızı kapsamaktadır."

Doğu Karadeniz'in tarih, kültür ve sanat bakımından en önemli şehirleri arasında olan Trabzon'un, fetihten sonra önemli bir bilim şehri olduğunu vurgulayan Hacısalihoğlu, "Çok önemli bilim adamları bu şehirdeki medreselerde yetişmiştir. Bu medreselerde okutulan el yazması kitaplar, klasik kitap sanatlarımız hat, tezhip, minyatür ve cilt kapakları bakımından döneminin en güzel örneklerini vermiştir" dedi.

Müzede yer alan eserlerin Trabzon’un sosyal ve kültürel tarihinin belgeleri olmaları bakımından sergilenmelerinin çok büyük önem taşıdığını kaydeden Hacısalihoğlu, bu eserlerin küreselleşen dünyada, şehir tarihinin ve ulusal kimliğin kanıtları olarak eşsiz değer taşıdığını ifade etti.

Ntv, 09.03.2015

DERİNKUYU'DAKİ YERALTI MANASTIRI

 

 

Derinkuyu Belediye Başkanı Ahmet Balcı, ilçedeki tarihi Aya Merganos Yeraltı Manastırının restore edilerek turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.

 

Balcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan Aya Merganos Yeraltı Manastırının,Kültür ve Turizm Bakanlığınca inanç turizmine kazandırılması gerektiğini kaydetti.

 

Tarihi manastırın önemine vurgu yapan Balcı, "Kültür ve Turizm Bakanlığının aynı zamanda akıl hastalarının tedavi edildiği ilk hastane olan manastırı acilen ziyarete açması gerekmektedir. Manastırın turizme açılması, ilçemize inanç turizmi ve ekonomik açıdan katkı sağlayacaktır. Manastırın daha fazla tahrip edilmeden ve harap hale gelmeden acilen restore edilmesini, yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılmasını bekliyoruz" diye konuştu.

 

Balcı, 1970'li yıllarda turizme açık olan manastırın sonraki yıllarda ziyaretçi sayısı düştüğü için kapatıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:

"Manastırın ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Bizans döneminde yapıldığı öne sürülen bu manastır, dünyanın en eski akıl hastanesi olarak da biliniyor. Manastır ziyarete açık olduğu yıllarda buraya getirilen bazı hastaları zincire vurulurlar ve burada yatırırlardı. Manastır turizme kapatıldıktan sonra definecilerin istilasına uğradı. Kazma vurulmadık yeri kalmayan manastırın yer döşemeleri ve ahşapları kimliği belirsiz kişilerce tahrip edildi."

Radikal, 09.03.2015

HES PROJESİ İPTAL EDİLDİ, DİCLE NEHRİ KURTULDU

 

Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından, Diyarbakır’da Dicle Nehri üzerinde yapılacak olan ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nca (EPDK) da onaylanan 3 HES projesi, projeyi yapacak firmaların vazgeçmesi nedeniyle iptal edildi.

 
Diyarbakır’daki STK’lar, Dicle Nehri’nin 90 kilometre üzerinde yapılacak olan 3 HES projesinin suyu kurutacağını belirterek, olaya tepki göstermiş ve HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ile birlikte Çevre Ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ile görüşmüşlerdi.

 

Yapılması halinde tarihi Diyarbakır surlarının Uluslararası UNESCO Kültürel Mirası listesine adaylık sürecini de olumsuz etkileyeceğini savunan Diyarbakır İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Turan Kapan, HES’lerin iptal edilmesinin doğru bir karar olduğunu söyledi.

Milliyet, 09.03.2015

APOLLON TAPINAĞI'NIN ÖNÜ OTOMOBİL GALERİSİNE DÖNDÜ

 

 

Turizm seyahat acenteleri ve rehberleri, her yıl 7 milyon turistin ziyaret ettiği Apollon Tapınağı önününün 'oto galeri' gibi ziyaret edilmesine dur denilmesi gerektiğini belirtiyor. Apollon Tapınağı'na otomobille yapılan ziyaretler, tapınak önünde görüntü kirliliği oluşturuyor. Tapınağı görmeye gelen yerli ve yabancı turistler, hatıra fotoğrafı çektirmek isterken tapınak önündeki otomobil engeline takılıyor.

 

Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü Natalia Baranov, kültür turuna çıkan Rus turistlerin en fazla şikayet ettiği konuların başında Apollon Tapınağı önüne konan otomobiller olduğunu söyledi. Tapınak önüne konan araçların Rus turistlerin geniş alanlı fotoğraf çekmesine engel olduğunu belirten Baranov, "Biz İtalya, İspanya ve Nepal'de de kültür turuna çıkıyoruz. Ruslar en fazla dünyada kültür turuna Antalya'da çıkıyor. Rus turistler için Apollon Tapınağı çok önemli. Antalya tatillerini, tapınakta hatıra fotoğrafı çektirerek taçlandırıyorlar. Tapınak önüne konan araçların görüntüsü hoş değil." diye konuştu.

 

Güney Kore Krizantam Turizm Seyahat Acentesi Kültür Turu Sorumlusu Dr. Yeondong Hwang da Antalya Side Antik Kent'e haftanın 4 günü kültür turu düzenlediklerini söyledi. Side Antik Kent turuna antik tiyatroda başladıklarını belirten Hwang, tur bitimini Apollon Tapınağı'nda toplu hatıra fotoğrafı çektirerek sonlandırdıklarını ifade etti. Hwang, "Güney Koreli turistler, tapınak önünde toplu hatıra fotoğrafı çektirmek istiyor. Tapınağın önüne konan otomobiller toplu hatıra fotoğrafı çektirmede negatif bir görüntü oluşturuyor. Otomobille tarihi tapına girilmesini yanlış buluyorum." ifadesini kullandı.

 

Es Es Turizm Seyahat Acentesi Sahibi Levent Akgün, Türk kültür turizminin sembolü olan Apollon Tapınağı'nın önünün otomobil galerisi gibi görüntü oluşturmasının hoş bir durum olmadığını kaydetti. Tapınak önündeki otomobil görüntüsünü yanlış bulduklarını belirten Akgün, otomobilden çıkan egzoz gazının uçuşunun tapınağın sütunlarına zarar verebileceğinden bölgeye araçla girilmemesi gerektiğine inandığını ifade etti. Akgün, "Bakanlık artık tapınaklar bölgesinde düzenleme yaparak turist ziyaretlerini daha estetik bir görüntü içinde açmalı. Tapınak Türk turizminin sembolü. Bu sembol gözümüz gibi korunmalı." şeklinde konuştu.

 

DSP Manavgat İlçe Başkanı Ahmet Çakmak, Apollon Tapınağı'nın korunması, güçlendirilmesi ve restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na üç defa yazı yazdıklarını söyledi. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay döneminde tapınağın korunması ve bölgede motorlu araçların önlenmesine yönelik önemli adımlar atıldığını belirten Çakmak, dünyada motorlu araçla girilen tek tapınağın Apollon olduğunun altını çizdi. Çakmak, şunları kaydetti: "Tapınak önüne galeri sistemi araç koymak her yıl 7 milyon turistin ziyaret ettiği yer için hiç şık bir durum değil. Üzüntü verici bir durum. Tapınak sütunlarının zarar görmemesi için havai fişek atımı, motorlu araç giriş ve çıkışlarına izin verilmemeli. Zaten tapınağın sütunlarına denizde tuz uçuşu zarar veriyor, bir de buna karbon uçuşu eklemeyelim."

Zaman, Abdurrahman Büyükkeskin, 08.03.2015

BÜYÜK SİNAGOG 26 MART'TA AÇILIYOR

 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, restorasyonu tamamlanan Edirne'deki tarihi Büyük Sinagog'un 26 Mart'ta açılacağını söyledi. 4 milyon 700 bin liraya restore edilen sinagogun açılışına uluslar arası düzeyde de katılım beklendiğini ifade eden Ertem, "Edirne'deki Selimiye camii turist için müzedir ama bir Müslüman için ibadethanedir. Sinagogun cemaati yok. Ama Edirne'ye giden bir Musevi gitsin orada ibadetini yapsın" dedi. Genel Müdürlüğün ihtiyaç sahibi 500 gayrimüslim aileye gıda yardımı yapılacağını da belirten Adnan Ertem, "Mesela bir vakıf kurulmuş, Ermeni çocuklarına yardım yapmayı vakfiyesinde emrediyor. Biz bunu yapmaya mecburuz" ifadesini kullandı.

Sabah, 08.03.2015

1450 MİLYONLUK 'İSTANBUL'

 

Antik A.Ş. müzayede evi tarafından dün düzenlenen müzayedede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘İstanbul’ adlı tablosu 1 milyon 450 bin TL’ye satıldı. Tablo sanatçının bugüne dek müzayedede satılan en pahalı eseri oldu.

 

 

İstanbul Maçka’da bulunan Antik Palace, dün tatlı bir rekabetle geçen başarılı bir müzayedeye ev sahipliği yaptı. Antik A.Ş. Müzayede Evi’nin düzenlediği Antik A.Ş. yönetim kurulu üyesi Olgaç Artam tarafından yönetilen 285’inci müzayedede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun başyapıt eseri olan ve aile koleksiyonundan satışa sunulan ‘İstanbul’ ilk kez bir müzayedeye çıktı.

 

Bu yüzden müzayedenin başlangıcından itibaren salonu tıklım tıklım dolduran koleksiyonerler ve sanat meraklıları 800 bin TL’ye satışa çıkacak 1955 tarihli başyapıtı beklediler.

‘Şehre duyulan aşk
Ferit Edgü’nün  “Tüm görsel motifler, camiler, kuleler, surlar, deniz ve balıklar, deniz kızları, dalgalar, bulutlar, bu renk cümbüşü, şiirlerinde, resimlerinde, yinelemekten bıkmadığı ‘Güzel İstanbul’un bir yansıması gibidir. Bir şehre duyulan aşk, bir ressamın fırçasından ancak böyle dile getirebilirdi” dediği eser kıyasıya bir mücadele sonrası, vergiler hariç çekiç fiyatıyla 1 milyon 450 bin TL’ye satıldı. Böylece eser Eyüboğlu’nun bir müzayedede en pahalıya satılan eseri olarak sanatçının rekorunu kırmış oldu.


Müzayedede ayrıca Ali Avni Çelebi’nin devrim olarak kabul edilen ‘Dünyayı Gören Göz’ konulu başyapıt eseri 600 bin TL açılış fiyatı ile satışa sunulup eser çekiç fiyatıyla 750 bin TL’ye alıcı buldu. Müzayedenin gözde parçalarından olan Burhan Doğançay’ın Breakthrough serisinden ‘PJ’ adlı eseri çekiç fiyatıyla 240 bin TL’ye alıcı buldu.


Müzayedede Fahrelnissa Zeid ’in ‘Soyut’ çalışması, çekiç fiyatıyla 325 bin TL’ye, Eren Eyüboğlu’nun ‘Sivaslı Gelin’ isimli eseri çekiç fiyatıyla 190 bin TL’ye, Orhan Peker ’in Gülibik serisinden ‘Çocuk’ ve ‘Atbaşı’ konulu eserleri çekiç fiyatlarıyla 115 bin ve 65 bin TL’ye alıcı buldu.

Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 08.03.2015

ARKEOLOGLAR DERNEĞİ'NDEN IŞİD İÇİN ACİL ÇAĞRI

 

Dünya uygarlığının beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya topraklarında, bütün dünyanın gözü önünde son yılların en büyük kültürel miras katliamı yapılıyor. Dünya’nın ortak kültür mirasına ait Irak ve Suriye’de müzeler, ören yerleri, balyoz, buldozer ve bombalarla yok edilirken, savaşlarda bile koruma altına alınması gereken müzeler, kütüphaneler, terör örgütü İŞİD’e bağlı insanlıktan nasibini almamış caniler tarafından talan ediliyor. Bu coğrafyada insanların canlı canlı yakıldığı, boğazlarının kesildiği, çocukların ve kadınların köle pazarlarında satıldığı, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek. Üstelik bütün bu süreç, ret ettikleri teknolojik aletlerle kin ve öfkeyle bütün dünyaya canlı olarak izlettiriliyor.

 

Dünya sadece kendi vatandaşlarını bu canilerden kurtarmak için her türlü girişimde bulunurken, İnsanlığın ortak kültür mirası olan arkeolojik alanların sahipsiz kalması, yeterli duyarlılığın gösterilmemesi, insanlık tarihi için kara bir leke olarak tarihe geçecektir.

 

Yazının bulunduğu, tarihin ilk kez yazıldığı, uygarlığın doğup, geliştiği, bu coğrafya 21. yüzyılda bu kez uygarlığın yok edildiği bölge olarak insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Maalesef bu gün tarihte belki de “Utanç Yılları” olarak anılacak ters bir süreç işlemektedir.

 

Arkeologlar Derneği olarak insanlığın ortak geçmişini yok etmeye yönelik bu katliamın Birleşmiş Milletler (BM) tarafından derhal durdurulmasını talep ediyoruz. Pek çok ülkeden gelen insanlıktan, uygarlık bilincinden yoksun bu katillerin, insanlık suçu işledikleri için yargılanmasını, savaş suçlusu ilan edilmesini, sürece yardımcı olanların, göz yumanların, bu canilerle bağlantısı olanların teşhir edilmesini ve yargılanmasını bekliyoruz.

 

Arkeologlar Derneği olarak bütün ülke hükümetlerinin, yetkili STK’larının özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ivedi olarak toplanmasını ve Dünya’nın Ortak Kültür Mirası katliamına son verilmesi için harekete geçmesini talep ediyoruz.

 

Basına ve Kamuoyuna Duyurulur.

 

Arkeologlar Derneği Yönetim Kurulu Adına
Dernek Başkanı Dr. Soner ATEŞOĞULLARI

08.03.2015

GÖBEKLİTEPE ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜ YIKTI

 
Klaus Schmidt’in hayatının keşfi ve görevi olarak adlandırdığı Göbekli Tepe tapınakları, İngiltere’deki Stonehenge’den 7 bin yıl, Mısır Piramitlerinden 7 bin 500 yıl daha eski. 

Milattan sonra 21. yüzyıldayız. Bir yandan uzayda neslimizi sürdürecek kolonilerin temellerini atarken bir yandan da tarihe gömülmüş kolonilerimizin izlerini sürüyoruz.

 

İnsanlığın varoluş serüveni ne kadar geriye uzanıyor? Arkeolojik kazılar bir yandan bizi ilk insanlara yakınlaştırırken bir yandan da geçmişi bizden uzaklaştırıyor. Kazı sonucu ortaya çıkarılan her bulguyla birlikte insanlığın ve medeniyetin kökleri sürekli daha geriye çekiliyor. Şanlıurfa’da keşfedilen dünyanın en eski tapınaklarının olduğu Göbekli Tepe, bunun en tipik örneği. İnsanlık tarihini 12 bin yıl geriye çeken Göbekli Tepe tapınakları İngiltere’deki Stonehenge’den 7 bin yıl, Mısır Piramitlerinden 7 bin 500 yıl daha eski. Alman Arkeolog Prof.Dr. Klaus Schmidt’in hayatının keşfi ve görevi olarak adlandırdığı Göbekli Tepe kazılarının yirminci yılı geride bırakılırken arkeolog Prof.Dr. Refik Duru ile kazıların tarihi açıdan önemini konuştuk. Duru, “Göbekli Tepe bize bilmediğimiz bir şeyi öğretti. Ön Asya’daki bir anormallik bu ve bizim bildiğimiz süreçten çok farklı bir süreç. Burası bir kült mahalli. Dinsel törenlerin yapıldığı yerler. Ta paleolitik devirlerden bir takım kanıtlardan en büyük ilahi yaratığın kadın olduğu düşünülüyordu. Burada baş tanrı ya da tanrılık kadın değil erkek. Ezber bozuldu” diyor.

 

 
İSTİSNA OLABİLİR

Duru’nun bu sözleri akıllara “Acaba ana tanrıçanın yanında belki kanıtları bize kadar gelmeyen bir erkek büyük tanrı var mıydı?” sorusunu getiriyor. Belki de vardı. Paleolitik dönem çok uzun bir dönem. Bu dönemde bildiğimiz ana tanrıça sayısının 3 veya dört olduğunu söyleyen Duru, insanlık tarihiyle ilgili Göbekli Tepe’nin ortaya çıkardığı gizemlerin ancak kazılar bittiğinde çözüleceğini ekliyor. Belki de bütün bildiklerimiz doğru. Göbekli Tepe sadece bir istisna. Baba tanrı inancının sadece buraya özgü olabileceğinin üzerinde duran Duru, Göbekli Tepe’nin çözülmeyi bekleyen her bulgusunun insanlık tarihini etkileyecek sürprizlerle dolu olduğunu belirtiyor. Göbekli Tepe’nin de onu keşfeden Schmidt’in de ne kadar şanslı olduğunu sözlerine ekleyerek…

 

İNSAN BETİMİ YOK

Göbekli Tepe, 8 tanesi kazıyla ortaya çıkarılmış, çapı 30 metreye ulaşan yuvarlak ya da oval planlı, sayısı 20yi bulan bugüne kadar benzerlerine rastlanmamış yapılardan oluşuyor. Karakteristik mimari yapısı bu şekilde. Diğer tapınaklar ise jeomanyetik ve georadar yöntemleriyle yapılan toprak üstü ölçümler sonucunda belirlenmiş. Göbekli Tepe’nin en ilginç bulguları bu yapıları oluşturan genelde üzeri hayvan betimlemeleriyle süslenmiş ‘T’ biçimli anıtsal dikilitaşlar. Ortadaki bir çift karşılıklı dikilitaşın çevresindeki dikilitaşlar yuvarlak veya oval biçimli kapalı mekanlar oluşturuyor. ‘T’ ve ‘ters L’ biçimli dikilitaşların insanları simgelediği düşünülüyor. Üzerinde her cins hayvanın betimlenmiş olmasına karşın hiç insan figürünün olmayışı da bu savı güçlendiriyor.

 

 
Eller göbek üstünde

Schmidt’in ‘Buzul çağının Roma’sı diye adlandırdığı Göbekli Tepe’de dünyanın en eski tapınakları yer alıyor. Ancak kazılar başlamadan, tapınaklar ortaya çıkarılmadan da önce yörede yaşayanlar orayı kutsal bir yer olarak kabul ediyordu. Tepede bulunan mezarların Müslüman ermişlere ait olduğuna inananlar yine tepede bulunan dilek ağacına çaput bağlıyorlardı. Yani Göbekli Tepe’yi bugüne taşıyan dinsel kimliği. Ancak 12 bin yıl önce burayı inşa edenlerin ve burayı dini amaçla ziyaret edenlerin neye inandıklarını henüz bilmiyoruz. Göbekli Tepe’de hiç insan kemiği bulunmadı ama birçok hayvan kemiği bulundu. Bulunan hayvan kemiklerininse tek bir yerleri eksik o da kafatasları. Tapınak var ama buradaki insanların yerleşik hayata geçip geçmedikleri konusu belirsiz. T şeklindeki taşlardan oluşan tapınma kültürü izlerinin sadece burada görülmesi, T şekilli insan sembollerinin ellerini göbek hizasında bağlamış olması ayrıca dikkat çekici.

Yeni Şafak, 08.03.2015

SONDAJ ÇALIŞMALARI SIRASINDA TARİH FIŞKIRDI

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde yapılan sondaj çalışmaları sırasında, İlk Tunç Devri'ne ait kalıntılar ortaya çıktı. Gümüşlük Mahallesi, Kadıkalesi mevkisindeki inşaat çalışmaları sırasında sondaj uygulaması yapılan bölgede, MÖ 3 bin yılına ait 10 adet pitos mezarı bulundu. Arkeologların koruma altına aldığı bölgede başlayan kazı çalışmalarında, mezarların içinden küpler ve iskelet kalıntıları da çıktı. Aynı bölgenin 2 km. yakınında, Bizans dönemine ait olduğu öğrenilen tekme örgülü bir mezar daha bulundu.

 

 

Bölgedeki çalışmalarını genişleten arkeologlar, Çukurbükü mevkisinde MÖ 3 bin yılına ait beş adet pitos mezarı, Yalıkavak Mahallesi'nde bir kaya üzerinde erkek figürü buldu. İnşaat atıklarının arasında bulunan figürün çizildiği kayanın, eski çağlarda hamile kalamayan kadınların adak adadığı kaya olduğu öğrenildi. Kayanın 2 bin 600 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Bodrum Müze Müdürlüğü tarafından, kazı çalışmalarıyla günyüzüne çıkarılan kaya parçasının etrafında temizlik yapılıyor.

Çalışmalarını ilçe merkezinde sürdüren arkeologlar, Bodrum Emniyet Müdürlüğü yanında, Hellenistik döneme ait dokuz adet mezar daha buldu. Mezarların kazı çalışmaları devam ederken birçok iskelet parçaları da çıktı öğrenildi. Aynı döneme ait olduğu düşünülen üç mezar ise Şalvarağa Tepesi'nde bulundu.

Bodrum Müze Müdürlüğü'nün önderliğinde yürütülen çalışmalar sonucunda, son iki ay içinde beş bölgede birçok tarihi kalıntı ortaya çıktığı ve koruma altına alındığı, çalışmaların da devam ettiği öğrenildi.

 


haberler.com, 07.03.2015

VAN GOGH TABLOSU TOKAT'TA BULUNDU

 

 

Tokat'ta polis ekipleri, Hollandalı Ressam Vincent Van Gogh'a ait olduğu öne sürülen yağlı boya tablo ele geçirdi. Tokat Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, haklarında daha önceden "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet" suçundan işlem yapılan A.K. ve A.G.K'nin tekrar tarihi eser satma hazırlığı yaptığı bilgisine ulaştı. Polis ekipleri, TOKİ Köprüsü yakınlarında yaptıkları uygulamada şüphelilerin içinde bulunduğu aracı durdurdu. Araçta yapılan aramada, 44x64 santimetre ebatlarında bir yağlı boya tablo ele geçirdi. Tablonun çerçevesinin ön yüzünde metal plaka üzerinde "Vincent Van Gogh Amsterdam 1882", arka kısmında ise "Vincent Van Gogh 1882 Orphan Man, Standing" ibarelerinin olduğunu gören polis, tabloyu incelenmesi için Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'ne gönderdi. Burada yapılan ön incelemede, tablonun "tarihi nitelikli eser" olduğu ifade edildi.

 

TAKLİT İHTİMALİ DÜŞÜK
Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyelerinin raporunda, tablonun Van Gogh'un 1882-1883 yıllarında yaptığı "Yetim Adamlar" serisinde yer alan 37 eserinden biri olabileceği belirtildi. Raporda, tablonun fırça darbeleriyle yapılmış özel bir eser olması nedeniyle taklit edilme ihtimalinin düşük olduğu kaydedildi. Eserin üzerinde New York Metropolitan Müzesi mührünün bulunması nedeniyle söz konusu müze ve Hollanda'daki Van Gogh Müzesi ile görüşme ve yazışmaların yapıldığı öğrenildi. Gözaltına alınan zanlılar Emniyet Müdürlüğündeki işlemlerinin ardından Cumhuriyet savcısının talimatıyla serbest bırakıldı.

 


Milliyet, 07.03.2015

KAYATEPE'DEN MADEN DEĞİL, TARİH ÇIKACAK

 

 

Özaltın Madencilik, Ordu’nun Fatsa İlçesi'nde maden sahası içerisinde kalan 200 dönümlük Kayatepe arkeolojik SİT alanının SİT statüsünden çıkartılması için Ordu İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Bölgede tarih öncesi kalıntıların bulunduğunu tespit eden mahkeme davayı reddetti.

 

Radikal Gazetesi’nden İdris Emen’in haberine göre, Ordu’nun Fatsa İlçesi'nde altın madenciliği yapmak için ruhsat alan Altıntepe Madencilik, 2012 yılında bölgede çevresel etki değerlendirme (ÇED) çalışmalarına başladı. ÇED sürecinde maden ruhsatını kapsayan içerisinde bulunan Kayatepe bölgesinde Roma dönemine ait arkeolojik kalıntılara rastlanınca Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu bölgede inceleme yaparak Kayatepe’de bulunan 1773 ve 1829 sayılı parselleri 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan etti. 2013 yılında bölgede madencilik faaliyetine başlayan Altıntepe Madencilik koruma kurulunun aldığı sit kararının iptal edilmesi için 2013 yılında Ordu İdare Mahkemesi’ne başvurdu.

 

Mahkemeden davaya ret
Başvuruyu değerlendiren Ordu İdare Mahkemesi arkeolojik sit alanı için bir bilirkişi incelemesi istedi. Bölgede incelemede bulunan bilirkişi heyeti, bölgede tunç çağına ait seramik parçalarına rastladı. Bilirkişi heyeti ayrıca bölgede höyük tipi prehistorik yerleşimlerin yaşandığını da tespit etti. Bilirkişi incelemesini dikkate alan mahkeme sit alanı iptal davasını ret etti.

 

Siyanür de tehdit ediyor
Kararı değerlendiren ve altın madenciliğinin bölgenin su kaynaklarını tehdit ettiğini söyleyen avukat Alp Tekin Ocak şunları söyledi, “Fatsa ve Ünye İlçesi sınırlarına denk gelen bu proje, dünyanın en ilkel metotlarından biri olan siyanür yöntemiyle altın çıkarmaya dayanıyor. Altıntepe Maden projesinin, Ünye ve Fatsa’da yapılması tarafımızca bir kaç temel sebep yüzünden kabul edilemez. Çok yağış alan bir bölgede siyanür ile altın çıkarılması, siyanür havuzlarından çıkan zehirli atıkların toprağa karışma riskini artırıyor. Bölge ikliminin nemli oluşundan dolayı buharlaşarak havaya karışacak siyanür kent merkezlerini, bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerini doğrudan tehdit etmekte. Ayrıca madencilik projesi yönetmeliklere de aykırı şekilde Fatsa İlçesinin içme suyunun temin edildiği Elekçi Deresine çok yakın planlanmıştır. İşletme ruhsat sahasında SİT alanı oluşu da projeye bölge halkının karşı çıkmasına neden oluyor.’’

 

Mahkeme ÇED davası için bilirkişi incelemesi istedi
2013 yılında altın madeni için verilen ÇED olumlu raporuna itiraz eden bölge halkı 2013 yılında ÇED olumlu raporunun iptal edilmesi için Ordu İdare Mahkemesi’ne başvurmuştu. Mahkeme ÇED olumlu raporu iptal davası için bilirkişi incelemesi istedi. Bilirkişi incelemesi 20 Mart 2015 tarihinde yapılacak.

Cnn Türk, 07.03.2015

ORDU'DA 'İKİ KÜP ALTIN' HEYECANI

 

 

Eskipazar Mahallesi’ndeki tarihi Eskipazar hamamının yakınında inşaatı süren botanik bahçesinde, kazı sırasında işçilerin 2 küp altın bulduğu iddiaları yerel medyada yer alınca ortalık karıştı. Haberin sosyal medyada da hızla yayılması üzerine kentte altın heyecanı yaşandı.

İddialar üzerine Vali İrfan Balkanlıoğlu’nun talimatıyla Jandarma ekipleri, botanik bahçesi inşaat alanında inceleme yaptı. Jandarma, kentte yayılan altın iddialarının gerçeği yansıtmadığını tespit etti. Sosyal medyada hızla yayılan haberlerin tamamen hayali olduğuna dikkat çeken Vali Balkanlıoğlu, “Ordu’da geçtiğimiz yıl fındık olmadığı için millet ekonomik sıkıntıya girince, kazmayı küreği alan her yeri kazmaya başladı. Vatandaşlara tavsiyem, bu tür şeylere kanmamaları” dedi

Milliyet, Haber: Nedim Kovan, 07.03.2015

ANKARA'NIN ARTIK ÖZEL BİR ARKEOLOJİ MÜZESİ VAR



 

İki yıl önce, Türkiye Koleksiyonerler Derneği’nin 87 yaşındaki kurucusu, işadamı Yüksel Erimtan 55 yıldır topladığı tarihi eser koleksiyonunu halka açmaya karar verdi ve Ankara Kalesi’nin hemen yanında vakıf çatısı altında bir müze inşa etti. Üç eski evin temeli yok edilmeden tasarlanan Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Ankara’nın ilk özel arkeoloji müzesi olma özelliğini taşıyor. 14 Mart’ta kapılarını açacak müzeyi gezdik. İçeri girer girmez Roma döneminden kalma bir köşe sizi karşılıyor. Nereye dönüp baksanız hikayelerle dolu eserler... 2 bin eser var Erimtan Müzesi’nde. Dünyadaki en eski görsel belge niteliği taşıyan Fayum Portreleri, eski Kültepe tabletleri, Urartu dönemine ait işlenmiş kemerler, Antik Roma dönemi camlar, Bizans damga mühürleri, mitolojik hikayeleri bulunan yüzük taşları, Roma ve Helenistik döneme ait sikkeler ve bu dönemlere ait canlandırmalar yer alıyor.

 

MÜZENİN ‘BİRİCİĞİ’ ALTIN SİKKE

Fakat bir de “müzenin biriciği” eser var. Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nin koleksiyon yöneticisi Selma Ünal’ın anlattığına göre Kırkkale’deki Kapulkaya Barajı’nın yanında bir yerlinin kazısı esnasında bulunan testide tam 21 tane altın sikke çıkmış. Yani bir define! Testiyi bulan kişi sikkeleri ve testiyi Yüksel Erimtan’a satmış. Hepsi birbirinden kıymetli sikkelerin birinin ön yüzünde Roma İmparatoru Valentinion II’nin diademli ve zırhlı büstü, arka yüzündeyse iki imparator ayakta. Bu sikkenin gümüşü Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergileniyor. Ama altını sadece Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde!

 

GÜNCEL SERGİLER DE OLACAK

Erimtan Müzesi’nin müdürü Emin Mahir Balcıoğlu’yu SanArt ve Sakıp Sabancı Müzesi’nden tanıyoruz. Müze için Ankara’ya yerleşen Balcıoğlu, “Burası küçük ama potansiyeli çok büyük. Çünkü dünya standartlarında bir müze ortaya koyduk” diye anlatıyor. “Mutluyuz. Bu mutluluğumuz önemli bir koleksiyoner Yüksel Bey’in eserleri halka açmasından dolayı. Bunun yanı sıra seneye dünyaca ünlü sergilerin burada sergilenmesi için elimizden geleni yapacağız...” Müze, koleksiyon sergilerinin yanı sıra özel ve çağdaş sanat sergilerine de yer verecek. Bu sergilerin ilk konuğu dünyaca tanınan seramik sanatçısı Alev Ebuziyya. Harmonices Mundi adını taşıyacak sergide sanatçı Ebuziyya’nın 1985-2012 yılları arasında yaptığı 22 eseri yer alacak. Sergi 7 Haziran’a kadar devam edecek.

 

Urartu kadınlarının takıları Kadın her yerde her dönemde dış görünüşüne dikkat ediyor. Urartu döneminin kuyumcuları buldukları küçük taşları oyarak yüzük ve küpe modelleri çıkarıyormuş. Müzede bir kuyumcu çekici ve taş kalıp da bulunuyor. Zamanında üzerine altın dökülerek yüzük yapılmış.

 

Roma’dan kalma salyangoz kaşıkları Müzede Roma döneminden kalma eserler arasında kaşıklar var. İlk bakışta çay kaşığına benzese de bu kaşıklar sadece salyangoz yemek için kullanılırmış. Salyangoz, Roma döneminin en sevilen atıştırmalıkları arasında yer alıyor.

 

İster dinle, ister gez, istersen de yemek ye Müzede resital ve konserlerin verileceği, akustiği mimarlar tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir salon var. Sadece eserlerle değil, güncel sanat aktiviteleriyle de dikkat çekecek Erimtan Müzesi’nin bir de gurme kafesi var. Seçkin şarapların ve özel atıştırmalıkların servis edileceği kafe herkese açık.

 

Her yaşa SANAT

Müzede koleksiyon sergisine paralel olarak farklı yaş gruplarındaki çocuklar için eğitim ve etkinlikler düzenlenecek. Eğitim programlarından bazıları şunlar: Sikkelerin öneminin ve işlevinin öğretileceği Sihirli Sikkeler, çocuklara kilden tabletlerin yaptırılacağı Bir Dilek Tut... 

Habertürk, Haber: Ece Ulusum, 07.03.2015

GELİBOLU 'AÇIK HAVA MÜZESİ'NE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı Mehmet Gürkan, 100’üncü yıl hazırlıkları kapsamında bölgenin yeni bir çehreye bürüneceğini, bunun için çalışmaların sürdüğünü söyledi.   

 

Açık hava müzesinde canlandırmalar, maketler, siperlerin orijinal açık  hallerinin ziyaretçilerin incelemesine sunulacağını anlatan Gürkan, arkeolojik  kazılarda ortaya çıkacak olan mekanların, bugün sadece savaş esnasında çekilmiş fotoğraflarda görülen mekanları da açığa çıkaracağını bildirdi. Gürkan, “Alana girmiş olan  ziyaretçilerin istedikleri anda, istedikleri yerlere gitmelerini sağlayacak  şekilde bir bisiklet güzergahı planlaması da yapılacak” dedi.

Milliyet, 07.03.2015

MISIR'DAKİ ÜNLÜ GİZE PİRAMİTLERİNİN BULUNDUĞU ALANDA PORNO ÇEKEN EKİBE SORUŞTURMA

 

Mısır'da ünlü Büyük Gize Piramitleri’nin bulunduğu alanda gizlice porno film çekilmesi ve ardından da internette yayınlanması Mısırlı yetkilileri kızdırdı. Antik bir mezarlık olan Gize Nekropolü’nün içine giren bir Rus ekibinin çektiği anlaşılan 10 dakikalık ve İngilizce altyazılı videonun 9 aydır internette dolaştığı ortaya çıktı.

 

Mısır Antik Eserler Bakanı Memduh el Dimeti, yasa dışı olarak çekilen videoya izin vererek antik mirasa saygısızlık edilmesine katkıda bulunan görevliler hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Habertürk, 07.03.2014

ÇATALHÖYÜK KAZILARINDA YENİ BULGULAR ORTAYA ÇIKTI

 

 

Çatalhöyük Araştırma Projesi’nde arazi çalışmalarının son yıllarına yaklaşılırken, çapı genişletilen kazı araştırmalarında, neolitik dönem ile ilgili en eski miras alanlarından birinin tümüyle ortaya çıkarılması hedefleniyor.

 

2014 yılının, hız kazanan çalışmalarla birlikte, 9000 yıllık binaların yapısının ve tarihçesinin anlaşılması açısından oldukça verimli geçtiğini belirten Çatalhöyük Kazı Başkanı Prof. Dr Ian Hodder, “Geçmiş kazılardaki veril­erin etkisiyle, geç dönem binaların bir önceki binanın hemen üzerine yapıldığı düşüncesi hakimdi. Ancak, Bina 77 olarak adlandırılan bu yıl bulduğumuz yapıda yeni bir bilgiye ulaştık. Bu da Bina 77’den önce gelen yapının, aynı büyüklükte ya da şekilde olmamasıydı. Bunun yerine Bina 77’nin 2 katı genişliğinde ve benzeri görülmemiş kalınlıkta duvarları olan bir bina bulduk. 2015 kazı sezonunda binanın büyüklüğünün özel bir amaç gösterip göster­mediğini anlamak için yapının tamamını ortaya çıkartmayı planlıyoruz.”dedi.

 

Sıradışı yeni bir resim

Bina 119 adı verilen alanda sıra dışı bir resmin ortaya çıkarıldığını da belirten Ian Hodder; “Çatal­höyük’teki neredeyse tüm binaların kullanım süreleri boyunca çeşitli şekillerde duvarlarının boyandığı bilgisine ulaşmış bulunuyoruz. Ancak Bina 119’da bulunan resim düz sıva üzerine boyanarak yapılmamış. Öncelikle duvar oyulmuş sonrasında ise boyanmış. Bu duvar resmi hem oyulma hem de boyanma işlemlerinin gerçekleştiği ilk duvar resmi olma özelliğini taşıyor. Bu yıl ayrıca kazı çalışmalarının sürdüğü Kuzey Alanı’nda işlenmiş hayvan kemiğinden bir alet, kilden yapılmış hayvan figürü ve yine kilden yapılmış bir obje bulundu” dedi.

edebiyathaber.net, Fotoğraf: Sabah, 06.03.2015

YAŞAR KEMAL HEYKELİ KURTULDU

 

 

Yenikapı’da inşaat alanında kalan Yaşar Kemal heykeli, taşınıyor. Bir yıl önce Radikal’de yazar Atilla Birkiye’nin gündeme getirdiği, heykelin inşaat alanındaki yakışıksız hali düzeltilecek. Konu, Yaşar Kemal’in ölümü üzerine yeniden gündeme gelmiş, edebiyat dünyasının tepkisini çekmişti. Dün CNN Türk’te Pınar Çıtak’ın yaptığı haberde konuşan heykeltraş Metin Yurdanur, eserin taşınması için belediyenin kendisiyle temasa geçtiğini açıkladı. Yaşar Kemal heykelini yapan sanatçı Yurdanur, kendisine heykelin Mrt ayı içinde taşınacağının söylendiğini aktardı.

 

Yaşar Kemal heykeli  1994 yılında yapılmış, açılışına dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Fikri Sağlar ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen ve bizzat Yaşar Kemal de katılmıştı. 1994’ten bu yana aynı yerde duran heykel, sonra Avrasya Tüneli inşaatının ortasında kaldı. Son birkaç yıldır çevresinde inşaat malzemeleri, kamyonlar ve vinçlerle çevrili vaziyette duruyordu. Bu halini Radikal’de yayımlanan yazılarıyla Atilla Birkiye gündeme getirmiş, ama Belediye’den her hangi bir yanıt gelmemişti.

 

Dün CNN Türk’e konuşan Metin Yurdanur, hem tünel inşaatını yürüten şirketle hem de Park ve Bahçeler Müdürülüğü ile görüştüğünü kendisine üç farklı yer önerildiğini, deniz kıyısında yaya trafiğine açık bir noktayı seçtiklerini söyledi.

 

“Heykel hafriyatların arasında duruyor, hiç kimseyi yaklaştırmıyorlar. Ben de gittim eşimle kızlarımla beraber. Sokmadılar beni oraya. Çeşitli yerleri araştırdıktan sonra birilerine ulaştık. Meğer Avrasya Tüneli İnşaatıymış onlar da panik halinden heykelin sahibini arıyorlarmış” diyen Yurdanur önerilen üç yerden birini seçtiklerini anlattı: Heykel için bana üç alternatif sundular. Ben bunların içinden en uygun olanı seçtim. Ve öyle sanıyorum ki 20 gün içinden bu heykeli taşıyacaklar. Deniz kıyısında olacak yeni bir çevre düzenlemesi olacak insanların yaya trafiğinin en yoğun olan yerini tercih ettim ben. İyi niyetli bir yaklaşım bu öyle düşünüyorum. Olumsuz olan Yaşar Kemal heykelinin bir yıla yakın zamandır hafriyatların arasında kalması.”

 

Heykel inşat alanından çıkartılıp yüzü denize dönük olarak sahile yerleştirilecek. Vinçle taşınacak heykele yeni bir kaide yapılacak.

Radikal, 06.03.2015

BODRUM'DA 2 BİN 500 YILLIK MEZAR KAPATILARAK KORUMA ALTINA ALINDI

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi'nde yol ortasından ortaya bulunan 2 bin 500 yıllık tarihi mezar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, kurtarma çalışmalarının tamamlanması üzerine tekrar asfaltlanıp, kapatılmasında bir sakınca olmadığını bildirdirilmesi üzerine mezar korunaklı bir şekilde kapatıldı.


2010 yılında başlayan Bodrum Yarımadası İçme Suyu İsale hattı projesi kapsamında yapılan çalışmalar sırasında Antik Myndos kentinin Nekropol alanında, Helenistik Dönem’e ait üç mezar bulunmuştu. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kanunu gereği, kurtarma kazısı, mezarların bulunduğu alanın Turgutreis-Gümüşlük-Yalıkavak hattını birbirine bağlayan 8 kilometrelik ana yol üzerinde olması nedeniyle su hattı projesi durdurularak yeni bir proje yapılmıştı. Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 20 Şubat 2015 tarihli ve 3166 nolu yazısı gereği AKP İlçe Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri ile Bodrum Müze Müdürlüğü ve diğer yetkililerin de denetiminde mezar usulüne uygun bir proje ile kapatılarak koruma altına alındı.






AKP İLÇE BAŞKANI AÇIKLAMA YAPTI
AKP İlçe Başkanı usulüne uygun olarak kapatılmasına karar verilen mezarın kapatılması sırasında bir basın açıklaması yaptı. Başkan Demiralp mezarın başında yaptığı basın açıklamasında şöyle konuştu; “Bakanlık tarafından alınan bir karar. Kurul kararıdır. Kurulumuz, tarihi varlıkları da korumak adına da çok ciddi bir inceleme yaptı. Altı aydan bu yana bu incelemeler yapılıyor. Gerekli, konu ile ilgili her türlü done kendilerine ulaştırıldı. Müze müdürlüğünden, kazı başkanına kadar Ankara’da gerekli bilgileri verdiler. Bize de konu ile ilgili olarak detaylı bilgi verildi. Şu anda mezar kapatılıyor. Ama korunarak kapatılıyor. Ben bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

Korunarak kapatılması çok önemli. Lalettayin bir şekilde toprak atılmıyor. Bununla ilgili özel b ir proje üretildi ve mezar bu proje kapsamında kapatılıyor. Kapatıldıktan sonra yolun açılması ile ilgili, o yerel yönetimlerin işi. O konuda benim söyleyeceğim başka bir şey yok. Ona yerel yönetimler karar verecek. Bizim için önemli olan hem tarihi korumak, hem de burada yaşayanların yaşamlarını daha kolay hale getirmek. O yüzden bu gün buradayız. Yaklaşık altı aydır süren çalışmalarımızın sonucunu aldık, olumlu bir karar olarak görüyoruz. Bölgeye hayırlı olsu”dedi.
Gümüşlüklülerin mutlu olduğunu ve herkesin teşekkür ettiğini söyleyen Başkan Demiralp açıklamasının sonunda bu konuda emeği geçen herkese teşekkür ederken, mezarı kapatırken koruduklarını tekrar etti. Yaklaşık 3 metrekarelik bir mezar odası jeotekstil denilen bir örtü ile kapatılarak, kum atıldı. Mezarın üzerine daha sonra çökmesini engellemek için demirden bir koruma kafesi konuldu. En son olarak demir korumalığın üzeri de toprak ile kapatılarak mezar koruma altına alınmış oldu. Mezarın kapatılması ile yolun yeniden faaliyete geçip geçmeyeceğine ise Bodrum belediyesi karar verecek.

Hürriyet, 06.03.2015

FETVA VERİLDİ: SFENKSLERİ VE PİRAMİTLERİ YIKMAMAK GÜNAHTIR

 

 

Geçtiğimiz günlerde Katar merkezli İslami bir internet sitesinden Mısır ’da bulunan ve dünyanın en önemli antik eserlerinden olan ünlü sfenks ve piramitlerin yıkımı için fetva yayınlandı. Mısır basınında oldukça geniş bir yer bulan fetvada “sfenks ve piramitlerin İslam’a aykırı olduğu ve yıkılmaları gerektiği” belirtildi.

 

El Arabiya’nın haberine göre fetva aslında ilk olarak Aralık 2012’de yayınlanmıştı. Ancak geçtiğimiz günlerde tekrar yayınlanınca Mısır televizyonlarında tartışma konusu oldu. Mısır’da bu fetvaya destek veren başka İslami portallar da var. Fetvalarda bu kişi ve kişiler tarafından yazılan yazılarla, fetvaya uymanın dini bir görev olduğu belirtiliyor.

 

Fetvada şu ifadelere yer veriliyor; “Anıtların yıkılması şeriat kanunları içerisinde şart koşulmuştur. Bunu engelleyen otoriteler ve destek olmayan Müslüman kesim büyük bir günah işlemektedir.” Benzer cümlelerle devam eden fetva, bu düşünceyi halk tabanına yaymak adına dinin her alanını kullanıyor.

 

KATAR FETVACILARA DESTEK VERİYOR

Katar’da bu tür fetvaların yayınlandığı ve Katar hükümeti tarafından kontrol edilen bazı siteler de bulunuyor. Bu fetvanın Doha hükümetinin desteği sayesinde bu kadar yayıldığı düşünülüyor. Zira Mısır’da 2013 yılında Müslüman Kardeşler hükümetinin bir darbe ile devrilmesinden sonra, Mısır-Katar ilişkileri gittikçe gerginleşmişti.

Radikal, 06.03.2015

PARİS'TE SÜPERMARKETİN ALTINDA ORTA ÇAĞ'A AİT TOPLU MEZAR BULUNDU

 

 

Fransa ’nın başkenti Paris’te, bir süpermarketin altında en az 200 iskeletin yer aldığı büyük bir Ortaçağ toplu mezarı bulundu. Arkeologlar, bu insanların nasıl öldüklerini ya da neden buraya gömüldükleri konusunda emin değil.

 

The Guardian’da yer alan habere göre kazıları yapan Ulusal Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsü (Inrap) tarafından yapılan açıklamada, iskeletlerin bulunduğu yerin Ortaçağ’da faaliyet gösteren Trinité Hastanesi’nin mezarlığı olabileceği kaydedildi. Hastane, 12’inci yüzyılda kurulmuş ve 17’inci yüzyıl sonunda yıkılmıştı.

 

Süpermarket yönetimi, marketin bodrumunda iyileştirme çalışmaları yapılmasına karar verdiğinde, arkeologlar da marketin altında ne olduğunu görme şansını yakalamış oldu. Böylece oldukça nizami şekilde gömüşmüş, kadın , erkek ve çocuklardan oluşan yüzlerce kişinin iskeletine ulaşılmış oldu.

 

 

Süpermarket Müdürü Pascal Roy konuyla ilgili “Birkaç kemik bulunmasını bekliyorduk ama toplu bir mezarlık hiç düşünmemiştik” dedi.

 

Şu ana kadar iskeletler sekiz farklı çukurda bulundu. İlk yedi çukurda beş ila on ikişer tane iskelet bulundu. Fakat asıl herkesi şaşırtan sekizinci çukur oldu. Sekizinci çukurda 150’den fazla iskelet gömülüydü. Arkeologlar, çalışmalar ilerledikçe daha da fazlasını bulabileceklerini söylediler.

 

 

BÜYÜK BİR SALGIN OLABİLİR

Bu insanların nasıl öldüğü henüz bilinmese de, şu ana kadar yapılan en iyi tahmin toplu bir ölüm olduğu yönünde. Kazıyı yürüten Arkeolog Isabella Abadie, “Burada birçok insan aynı anda gömülmüş. Bu mezarın bu kadar büyük olması bize bir ölüm krizi olduğunu gösteriyor. Bu kriz bir salgın, kıtlık ya da aşırı derecede yüksek bir ateş sonucu olabilir” dedi.

 

Paris’te 14., 15. ve 16. yüzyıllarda meydana gelen veba salgınında binlerce kişi yaşamını yitirirken, 17’inci yüzyılda da büyük bir çiçek hastalığı salgını yaşandı. Bulunan iskeletlerde yapılacak olan DNA analizleri ve karbon tarihlendirmesi, bu insanların nereye ait olduklarını ve nasıl öldüklerini gösterebilir.

 


Radikal, 05.03.2015

FRANSA'DA KELT PRENSİ MEZARINDA SIRA DIŞI BRONZ KAZAN GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

 





 

Fransa’nın doğusunda MÖ 5. yüzyıla ait bir mezar keşfedildi. Fransa Ulusal Arkeoloji Araştırma Enstitüsü Başkanı Dominique Garcia mezarın muhtemelen yerel bir prense ait olabileceğini söyledi. Höyükte yapılan kazıda muhtemelen Yunan sanatçılar veya Etrüskler tarafından yapılmış olan ve boynuzlu Yunan nehir tanrısı Acheleos’un başı ile dekore edilmiş bir kazan bulundu. Yunan şarap testisinde ise altın süslemelerle şarap tanrısı Dionysos bir kadınla birlikte betimlenmiş. Garcia’ya göre buluntular antik çağda Akdeniz medeniyetleri ile Keltler arasındaki ticarete işaret ediyor. Bugünkü Güney Fransa’da bulunan Akdeniz kenti Marsilya o dönemde bir Yunan yerleşimiydi. Ölünün ve savaş arabasının kalıntılarını da barındıran bu mezar odası dönemin bilinen en büyüklerinden biri.

arkeolojihaber.net, Kaynak: archaeology.org Çeviri: Cüneyt Acar, 05.03.2015



15 - 21 Şubat 2015

500 YILLIK ŞATO 5.7 MİLYON DOLARA SATILIK

 

 

5.7 milyon dolar günümüz gayrimenkul sektöründe ultra lüks bir daire için biçilen ortalama fiyat... Bu artık şaşırtıcı değil. Ancak şaşırtıcı olan, bu fiyata şu günlerde Fransa'da 16. yüzyıldan kalma bir şatonun satışa çıkması...

 

Bir Fransız Kardinal için 1504 yılında inşa edilen muhteşem kale, yüzyıllardır taşıdığı tarihi anılarıyla yeni sahibini arıyor.

 

37 bin metrekarelik dev alana yayılan kale 1867 yılında yenilenmiş. 

 

Hürriyet, 20.02.2015

DEFİNECİLER TARİHİ ALANLARA ZARAR VERDİLER

 

 

Kozluk İlçesine bağlı Dereköy Köyü'nde duvar kalıntısı bulunan tarihi kilise alanında define arayan şahıslar, tarihi alanlara zarar verdi. Bölgedeki tarihi alanlarda kaçak kazılar yapan hazine avcıları boş durmuyor. Kozluk İlçesine bağlı Dere Köyü'nde tarihi kilise kalıntılarının bulunduğu alana zara veren defineciler, köylülerin tepkisini çekti. Köyde eskiden tarihi bir kilisenin bulunduğunu anımsatan köylüler, “O tarihi kilisenin yerinde bugün yeller esiyor. Maalesef harabesini bile bırakmamışlar” dedi.





Dereköy sakinleri şunları söylediler; “Şu anda kayalık tepedeki kilisenin sadece duvar kalıntıları toprak altında bulunuyor. İl Kültür Müdürlüğü’nün burada araştırma yapmasını isterdik. Ne yazık ki hazine avcıları burada geceleri kaçak kazılar yapıyorlar. Altın arayanların tarihi alanlara saygıları yok” şeklinde konuştular.

Batman Gazetesi, 19.02.2015

HERMITAGE MÜZESİ ÇALIŞANI YAZMA ESERLERİ SATMIŞ



 

Dünyaca ünlü Hermitage müzesinde büyük bir hırsızlık vakası yaşandığı ortaya çıktı. 

 

Bir müze çalışanı, tarihi elyazmaları ve gravürlerin sayfalarını keserek sahaflara sattığı suçlamasıyla tutuklandı. Soruşturma kapsamında bir dizi müze görevlisi ve antikacı da tutuklananlar arasında. Leningrad şehrinde bulunan ve dünyanın en eski müzelerinden olan Hermitage’da yaşanan bu skandalın ardından Rus istihbaratı (FSB) olayın uluslararası bir tarihi eser kaçakçılığı olması şüpheleri üzerine soruşturmaya dahil oldu.

 

Müzenin internet sitesinden yapılan açıklamaya göre, hırsızlık önceki ay gercekleşen rutin kontroller esnasında ortaya çıkarıldı. FSB yetkililerinin Tass Haber Ajansı’na yapmış olduğu açıklamaya göre, çalınanlar arasında bulunan 17. ve 19. yüzyıldan çok fazla sayıda kıymetli gravür, taşbaskı resim, fotoğraf ve tarihi eser, müze çalışanının evinde ve şehirdeki bazı antikacılarda bulundu.

 

Dünyanın en büyük müzelerinden olan Hermitage, 1764’te Çariçe II. Yekaterina tarafından kurulmuş, ancak 1852 senesinde kamunun hizmetine açılmıştı. 3 milyondan fazla sanat eserinden oluşan müzenin koleksiyonunun ancak küçük bir bölümü müzede sergilenebiliyor.

Dünyanın en büyük resim koleksiyonuna sahip müzede 2006 senesinde gercekleşen bir kontrolde de sanat ve mücevher koleksiyonunda bulunan 200’den fazla eserin eksik olduğu saptanmıştı . Eski bir küratör ile bağlantılı olduğu anlaşılan hırsızlık olayında çalınan eserlerin ancak 30 parçası müzeye kazandırılabilmişti.

 

Hermitage Müzesi’nin depolarında yanan Edirne Sarayı'ndan yurtdışına kaçırılan çinilerin de olduğu biliniyor.

Sol Haber, 18.02.2015

PORTEKİZ'DE ESKİ İLE UYUMU YAKALAYAN BİR ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ

 

Portekiz'de eski içki ve sigara fabrikası yenilenerek çağdaş sanatlar merkezine dönüştürüldü.

 

 

Menos é Mais Arquitectos ve mimar João Mendes Ribeiro ortaklığında ortaya çıkan projeyle Portekiz'de taş yapıları barındıran eski bir depo kompleksi sanat merkezine dönüştürüldü. Proje, bu yıl Mies Ödülleri'nde son elemeye kalan 40 projeden biri olmuştu.

 

 

Projede mevcutta bulunan binaların taş duvarları volkanik taşla yenilendi. Alanda sadece yenileme ile yetinmeyen mimarlar, komplekse iki yeni beton bina da ekledi. Yeni binalardan biri beyaz renge bürünürken diğer bina ise bazalt taş görünümünü ortaya çıkarmak için çıplak bırakıldı.

 

 

Mimarları, projenin eski ile yeni arasındaki farkı abartmayı amaçlamadığını; tam tersine farklı ölçekleri ve zamanları malzeme ve formun akıllıca kullanımı ile bir araya getirmeyi planladıklarını söylüyor. Var olan yapılar volkanik taş ile öne çıkarılırken yeni binalara ise soyut bir form ile karakter kazandırılmış.





 

Geçtiğimiz yıl tamamlanan projede sergi galerileri, performans sanatları için çok amaçlı salonlar, stüdyolar ve laboratuvarlar ile sanatçılar için konaklama mekanları yer alıyor.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 18.02.2015

5 FARKLI ÜLKEDEN 7 SANATÇI İSTANBUL'DA

 

 

Gelenekselleşen galericilik anlayışına farklı bir soluk getirmeyi amaçlayan Galeri Bohem, Türkiye'den Ahmet Özel ve Müfit İşler, Rusya'dan Aleksandr Belugin, İngiltere'den Svetlana Elentseva ve Helen Svetlana Williams, Slovenya'dan Lucka Sparovec ve Bulgaristan'dan Svetlozar Nedev'in eserlerinden oluşan karma sergiye ev sahipliği yapacak.

 

Türk Çağdaş Sanatı'nın önemli temsilcilerinden Ressam Ahmet Özel küratörlüğünde gerçekleşecek olan 'Sınırsız-Boundless' sergisi, 20 Şubat-03 Mart 2015 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak.

 

Sınırların kalktığı ve hegomonyacı dayatmaların anlamını yitirdiği yeni paylaşım döneminin yansıması olan eserleri içeren serginin küratörü Ahmet Özel, gerçekleştirdiği sayısız kişisel ve karma serginin yanı sıra birçok kurumun koleksiyon köşesinde yer alan eserleriyle de tanınıyor.

Habertürk, 18.02.2015

AKDENİZ'DEN ALTIN PARA FIŞKIRDI

 

 

Akdeniz'in İsrail kıyılarında yapılan dalışlarda bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen 2 bin adet altın bulundu. Dalgıçlar ilk bulduklarında bunların oyuncak para zannettikleri altın paraların paha biçilemez olduğu tespit edildi. 

Dalış kulübünün limanda yaptığı dalışlar sırasında dalgıçların şans eseri ayağına takılan dokuz kilolu ağırlığındaki Roma dönemine ait altınlar sayesinde hazine bin yıllık paralar gün yüzüne çıktı. 

 

 

İsrail Tarihi Eserler İdaresi tarafından yapılan açıklamaya göre, bulunan altın paraların 909-1171 yıllarında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da hüküm süren Fatımi Hilafeti tarafından basılan altın sikkeler olduğu tespit edildi. Yetkililer bulunan paralarla ilgili detaylı incelemeler yapacağının açıklamasında bulundu.

Değeri paha biçilemez bu altınlar devletin malı sayıldığından dalgıçlar bir tanesini dahi alamadı.

Akşam, 18.02.2015

"KÜLTÜR VARLIKLARININ YAĞMALANMAMASI İÇİN ENSTİTÜ ŞART"

 

 

AB ’den alınan yaklaşık 10 milyon Euro fonla Gaziantep’te Anadolu Arkeoloji Enstitüsü kuruluyor. Geçtiğimiz hafta sonu Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin Zeugma Müzesi’nde gerçekleştirilen toplantı ile bunu duyurdu. Toplantıya kazı başkanlarının ilgisi yoğundu. 3 gün içinde Edirne’den Kars’a kadar pek çok üniversite ve kazı başkanı toplantıya iştirak etti. Bilim insanlarının kısa süredeki bu ilgisinin gerçek sebebi kurulacak enstitünün heyecanıydı.

Toplantıda konuştuğum akademisyenlerin hemen hepsi enstitünün kurulmasını önemsediklerini söyledi. Enstitünün sadece Gaziantep ve civarında kalmaması gerektiği, tüm bilimsel kazıların enstitü tarafından yönetilmesi düşüncesi hakimdi. Tıpkı ülkemizdeki diğer yabancı enstitüler gibi. Bir kaç aykırı fikir vardı. Prof.Dr. Mehmet Özdoğan enstitünün bölgesel kalması fikrini öne sürdü. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün bir model olamayacağını savundu. Özdoğan’a göre Alman arkeoloji enstitüsü Almanya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı çalışıyordu. Kurulacak enstitünün bu modele uyması mümkün değildi. Yine Özdoğan’a göre enstitü bölgesel kalmalı hatta diğer belediyeler de özenerek kendi enstitülerini kurmalı ve rekabetçi bir ortam oluşmalıydı.

Özdoğan’ın bu fikrine ben de dahil Arkeoloji Sanat Dergisi Editörü Nezih Başgelen, Bathonea Kazı Başkanı Şengül Aydıngün, Allionai’nin sular altında kalmaması için müthiş çaba sarf eden eski kazı başkanı Doç.Dr. Ahmet Yaraş, Karain Mağarası Kazı Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya gibi pek çok akademisyen katılmadı. Çünkü yaklaşık yarım asırdır Türk arkeoloji Enstitüsü’nün kurulma özlemi bir türlü yerine getirilememişti ve ilk defa bu kadar ciddi boyutta bir girişim mutlaka değerlendirilmeliydi. Enstitü tüm bilimsel kazıları yönlendiren, bilgi alış verişini sağlayan, kütüphane ve bilimsel yayınları ile arkeolojiye hizmet etmeliydi.

Bu girişime ön ayak olan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’e nasıl bir enstitü kurmak istediğini sordum. Acaba Başkan Şahin de belediye bürokratlarınca idare edilen sadece Antep ve civarındaki arkeolojik kazılar ve kültürel mirasa hizmet edecek bir enstitü mü kurmayı düşünüyordu? Şahin bu soruyu şöyle yanıtladı; "Hayır efendim. Belediyenin işi bu olmamalı. Ben Türk arkeolojisinin böyle bir ihtiyacı olduğunu duyunca sadece ön ayak olmak istedim. Belediye bu işten anlamaz. Tüm arkeologları 2 ay sonra Gaziantep’te toplayıp bir çalıştay yapacağız. Enstitü nasıl yönetilmeli, hangi faaliyetleri yapmalı bilim insanları karar vermeli. Binayı yapar biz kenara çekiliriz. Yönetim biçimi ve faaliyetler bilim dünyasının olmalı."

Doğru olan da bu. Enstitü bilim insanlarının yönettiği bir kurum olmalı. Kültür ve Turizm Bakanlığı her yıl yaklaşık 120 bilimsel kazıya milyonlarca lira kaynak aktarıyor. Bu kaynak bazen siyasi nedenlerle kimine az kimine çok gidiyor. Kazı başkanı siyasi iktidarın aleyhine bir tavır sergilemişse çoğu zaman o kazıya para bile verilmiyor. Kazı başkanları da kültür varlıkları yok edilirken bile iktidarın aleyhine konuşmaktan çekiniyor. Hatta STK başkanlığı yapan kazı başkanları ‘kazım elimden alınır', 'kazıma destek vermezler’ diye kültür varlıklarının yağmalanmasına sessiz kalıyor.

Arkeolojik kazıları politik arenadan kurtarmak sadece bilime hizmet eder duruma getirmek için Anadolu Arkeoloji Enstitüsü büyük bir şans. Arkeologlar bilimsel kıskançlıkları, kişisel çıkar çatışmalarını bir kenara bırakıp Fatma Şahin’in çağrısına kulak vermeli. Türk arkeolojisinin geleceği için çalıştayda en iyi modeli tespit edip, her yıl onlarca yitirdiğimiz kültür varlığının geleceği için güçlü bir enstitü oluşturmalılar. Türk arkeolojisinin geleceği sizin elinizde…

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.02.2015

SURİYE'DEKİ MÜZELERDEN GETİRİLEN İKİ TABLO ELE GEÇİRİLDİ

 

Elazığ’da jandarmanın düzenlediği operasyonda Suriye’de IŞİD’in talan ettiği müzelerden getirildiği belirlenen 17’nci yüzyıla ait iki tablo ele geçirildi. Kaçakçıların tabloları Fenerbahçe forması içine gizledikleri ortaya çıktı.

 

 

Elazığ İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Harput Mahallesi’nde tarihi eser Kaçakçılığı yapıldığı yönünde ihbar üzerine bölgede önlem aldı. Kaçak tabloların bulunduğu belirlenen Şanlıurfa plakalı bir Otomobil durdurularak arandı.

 

Aramada Suriye’de IŞİD tarafından talan edilen müzelerden getirilen 17’nci yüzyıla ait olduğu değerlendirilen kadın konulu 2 tablo ele geçirildi. Tabloların Fenerbahçe formasına sarıldığını belirleyen jandarma araçta bulunan V.K.M. ile M.Ç. ve onlara dışarıda gözcülük yapan M.A.’yı gözaltına aldı.

 

Şüpheliler, tabloları Şanlıurfa’ya Suriye’den gelen mültecilerden aldıklarını söyledi. Jandarma, ele geçirilen tabloları incelenmek üzere Elazığ Müze Müdürlüğü’ne teslim etti.

 


Milliyet, 18.02.2015

649 YILLIK TARİHİ SAAT ÇALINDI

 

Spil Dağı eteğinde, şehre hakim konumda bulunan ve Saruhan Bey'in torunu İshak Çelebi tarafından 1366 yılında Mimar Emet Bin Osman'a yaptırılan Ulucami önünde, tarihi saat kulesi içerisindeki tarihi değeri olan saat çalındı. Manisa Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Azmi Açıkdil hırsızlıkla ilgili yaptığı açıklamada, geçtiğimiz dönemde tarihe saygı projesi kapsamında saat kulesindeki saatin tamiri konusunda çalışmalar yapıldığını belirterek, “Bütün mekanizmalarını özel olarak yaptırdığımız saat kimliği belirlenemeyen kişilerce çalındı" dedi.

Saatin başka bir yerde kullanılma ihtimalinin olmadığını dile getiren Açıkdil, "Bu saat tarihi, tescilli bir saat. Yaşanan olayı esefle kınıyoruz. Bu Manisalıların malıdır. Manisa'ya kazandırılmış bir eserdir. Böyle bir olayın yaşanması bizleri üzdü" dedi.

Hürriyet, 18.02.2015

1965'DEKİ NEMRUT DAĞI GÖRÜNTÜLERİ BULUNDU

 

 

Almanya'da yaşayan araştırmacı Şenol Şahin Çörekçi yaptığı açıklamada, bir Türk koleksiyoner tarafından tesadüfen bulunan, 50 yıl öncesine ait Nemrut kazılarının görüntülerinin dijital ortama taşınarak Türkiye'ye getirildiğini söyledi.

 

Alman araştırmacı Lothar Carlowitz tarafından 50 yıl önce çekilen kamera kayıtlarında Nemrut kazılarına ait çok ilginç görüntülerin yer aldığını ifade eden Çörekçi, görüntülerde kazı çalışmalarına katılan köylülerle henüz toprak altında bulunan heykellerin dikkati çektiğini belirtti.

 

Yıllardır Türklerle ilgili tarihi önem taşıyan belgeleri topladığını anlatan Çörekçi, şöyle konuştu:

"Buradaki bit pazarlarında Osmanlı döneminden günümüze kadar Türklerle ilgili mutlaka bir obje veya dokümanı bulmanız mümkün. Nemrut görüntülerine de bu şekilde ulaştım. Burada koleksiyon amaçlı belge toplayan bir Türk arkadaşım bu fotoğraf ve görüntüleri bulduğunu söyledi. Tabi bu görüntüler eski kameralarla çekildiği, içerisinde ne tür görüntülerin olduğu özel bir çalışma sonucunda ortaya çıkartılabildi."

 

 

Araştırmacının asıl mesleği doktorluk

16 milimetre ve mıknatıs çekim olarak tabir edilen görüntülerde araştırmacının, görüntüler eşliğinde Türkiye ve özellikle bölgeyle ilgili bilgiler verdiğini belirten Çörekçi, Adıyaman'ın Kahta İlçesine ait sosyal yaşama ait görüntülerin de dikkat çekici olduğunu kaydetti.

Nemrut'ta devam eden kazı çalışmalarının görüntülerde detaylı şekilde yer aldığını ifade eden Çörekçi, Alman araştırmacının burada görev yapan arkeologlarla da röportaj yaparak çalışmalar hakkında bilgi aldığını ifade etti.

 

 

20 dakikalık görüntülerde, Alman araştırmacının mesleğinin doktorluk olduğunun anlaşıldığını da belirten Çörekçi, Carlowitz'in bölge halkıyla yakından ilgilendiğini ve bazılarını muayene ettiğinin görüldüğünü anlattı. Çörekçi, görüntülerin tarihi bir belge özelliği taşıdığını da ifade ederek talep edilmesi durumunda bunların ilgili kurumlarla paylaşılabileceğini sözlerine ekledi.

Trt Türk, 17.02.2015

TARİHİ DAVUTPAŞA KIŞLASI'NDA İZİNSİZ İNŞAAT

 

 

Mülkiyeti Maliye Hazinesi’ne ait olan ve 1999’da Yıldız Teknik Üniversitesi’ne yerleşke olarak tahsis edilen tarihi Davutpaşa Kışlası’nda Koruma Kurulu’ndan izinsiz inşaat yapıldığı ortaya çıktı. II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırarak yerine oluşturduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusu için mimar Krikor Amira Balyan’a 1826 yılında yaptırdığı kışlada koruma kurulları tarafından tescillenmiş toplam 16 adet tescilli yapı yer alıyor. Dolayısıyla kışlanın yer aldığı alanda yapılacak her inşaat faaliyeti için İstanbul I No’lu Koruma Kurulu’ndan izin alınması gerekiyor. 1 No’lu Kurul ise Ocak 2014’te aldığı kararda Kışla binasının bitişiğinde yapılan Teknopark yapılarının inşaatının kuruldan izinsiz inşa edildiğini tespit etti. 67 ada 29 parselde yapılan izinsiz inşaat faaliyetleri ile ilgili sorumlular hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

 

İZİNSİZ UYGULAMA YAPILMAZ
I No’lu Koruma Kurulu tarafından alınan kararın ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğü, Kurul’a yazı yazarak yerleşkedeki tescilli eserlerin koruma alanlarının belirlenmesini istedi. 1 No’lu Kurul ise bunun üzerine aldığı kararda 1999 tarihli 664 sayılı ilke kararını hatırlattı. 664 sayılı ilke kararı; sit alanları dışında yer alan ve üzerinde korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı bulunan parsellerin koruma alanını belirliyor. Buna göre tescilli parsele komşu olan veya bu parsele cephe veren parseller koruma alanı olarak belirlenmiş durumda. İlke kararında Koruma Kurulu’ndan karar alınmadan koruma alanı olarak belirlenmiş parsellerde herhangi bir uygulama yapılamayacağı ise açıkça belirtiliyor.
 

ÜNİVERSİTE SESSİZ KALDI
1 No’lu Kurul, izinsiz inşa edilen Teknopark yapılarına ek olarak Davutpaşa Kışlası’nın yer aldığı yerleşke alanında bulunan tescilli yapılara ilişkin de bir dizi izinsiz uygulama tespit etti. Buna göre Kışla avlusuna yeni yapı inşa edildiği, tescilli Fil Ahırları yapısına izinsiz merdiven çekildiği, tescilli askeri yapıların çöp, moloz ve yapıya zarar veren çalılarla kaplandığı, tescilli kışla camisinin restore edilerek özgün haline getirilmesi gerektiği  kararda yer aldı. Kurul kararından sonra kışla avlusuna sonradan inşa edilen yapı yıkıldı. Üniversite tescilli kışla camisinin tescilinin düşürülmesini talep ettiyse de bu talep 1 No’lu Kurul tarafından reddedildi. Davutpaşa Kışlası’ndaki tarihi yapıların korunması için Koruma Kurulu’nca alınması gerektiği belirlenen önlemlere ilişkin ulaştığımız Yıldız Teknik Üniversitesi yetkilileri BirGün’ün sorularını yanıtlamadı.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 17.02.2015

KRAL 8. HENR'NİN EŞLERİ KARIŞMIŞ

 

İngiltere Kralı 8. Henry’nin 3. eşine ait olduğu sanılan bir portrenin aslında Anne Boleyn’in yani kralın 2. eşinin portresi olduğu belirlendi.

 

Gelişmiş teknolojiyle bu tespiti yapan bilim adamları, yüzyıllardır Kral’ın 2. eşi Jane Seymour’un olduğu düşünülen, Kuzey Yorkshire Bölgesi’nde sergilenen portreyle ilgili yanılgıyı düzeltmiş oldu.

 

Bilgisayar mühendisi Amit Roy-Chowdhury, portreyi incelerken yüz tanımlama uygulaması kullanarak gerçeği ortaya çıkardı.

 

Boleyn’in olduğu ortaya çıkan portre Kral 8’inci Henry’nin 1536’da öldürttüğü ve tarihten izlerini silmeye çalıştığı Boleyn’in günümüze ulaşan birkaç resminden biri.

Habertürk, 17.02.2015

ROMA DÖNEMİNE AİT HEYKELLER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

İstanbul Bağcılar'da tarihi eser kaçaklığı yapıldığı yönünde bir ihbarı değerlendiren polis ekipleri operasyon düzenledi. Operasyonda Roma dönemine ait olduğu belirlenen 1 adet minyatür insan kafası figürlü heykel ile 2 adet kartal figürlü heykel ele geçirildi.

 

İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği ekipleri 31 Ocak'ta İnönü Mahallesi'nde bulunan bir araçta ki şahısların tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı ihbarını değerlendirdi. Polis ekipleri, M.Ç.(31) ve Y.Ç.(33)'nin bulunduğu aracı durdurarak inceleme yaptı. Araçta yapılan aramada, 1 adet minyatür insan kafası figürlü heykel ile 2 adet kartal figürlü heykel ele geçirildi.

 

Polis, şüpheli M.Ç. ve Y.Ç.'yi gözaltına aldı. Ekipler, şüpheli M.Ç. ve Y.Ç.'nin ifadelerini aldıktan sonra mahkemeye sevk etti. Şüphelilerin, sevk edildikleri mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı öğrenildi.


Mahkeme heykellerin gerçekliğinin belirlenmesi için eksper talep etti. İnceleme sonucunda gelen ekspertiz raporlarında heykellerin Roma dönemine ait oldukları belirlendi.

Yeni Şafak, 16.02.2015

BAYEZİD MEYDANI'NDA NELER OLUYOR?

 

 

Beyazıt Meydanı Darulfünun alt geçiti yenileme çalışmaları sırasında önce lahit kapakları bulundu. İş makinaları ile tahrip edilerek çıkarılan lahit kapakları müzeye kaldırıldı. Ardından açığa çıkan bir sarnıç yapısı ise moloz ve betona gömülerek gizlenmeye çalışılırken vatandaşların ihbarı üzerine fark edildi. İstanbul Üniversitesinin tarihi kapısı ile meydan arasında ilişki kuran Turgut Cansever tasarımı merdivenler yıkıldı. Bugün elde ettiğimiz görüntülerde ise bir kamyona yüklenerek meydandan götürülen mermer bloklar görülmekte. Beyazıt Meydanı gibi arkeolojik önemi bilinen bir alanda yapılan inşaat çalışmalarının arkeoloji biliminin gerekliliklerine göre yapılmasını birkez daha vurguluyor. Bu alanlara yapılacak müdahaleler öncesi karar ve tasarım sürecinde arkeolojik katmanların göz önüne alınması gerektiğini ve Beyazıt Meydanı'ndaki çalışmaları izlemeye devam ettiğimizi bildiriyoruz.




Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 16.02.2015

 

******


BAYEZİD'DE MERMER BLOKLAR SIR OLDU

İstanbul’da tarihi Beyazıt Meydanı’nda yapılan Darulfünun alt geçidi yenileme çalışmaları sırasında nereden söküldüğü bilinmeyen mermer bloklar Arkeoloji Müzesi’nin denetimi olmadan bir kamyona yüklenerek götürüldü. Daha önce lahit kapaklarının kepçelerle tahrip edilmesi ve açığa çıkan bir sarnıcın beton ve molozla kaplanmasıyla gündeme gelen inşaat çalışmaları için Arkeologlar Derneği hassasiyet çağrısında bulunuyor. Arkeologlar, Beyazıt Meydanı gibi arkeolojik önemi bilinen bir alanda yapılan inşaat çalışmalarının arkeoloji biliminin gerekliliklerine göre yapılması gerektiğini belirtirken, mermer blokların nereye götürüldüğüne ilişkin BirGün’e bilgi vermeyen alt yüklenici Vizyon İnşaat, “Blokların tarihi olduğunu nereden çıkarıyorsunuz” demekle yetindi.

 

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nden Yiğit Ozar, mermer blokların tarihi olup olmadığının uzmanlarca belirlenmesi gerektiğini belirterek şöyle konuştu: “Yapılacak bu tür bir sevkiyatın Arkeoloji Müzesi’nin denetiminde olması gerekiyor. Kamyonun taşıdığı parçaların ne olup olmadığını bir uzmanın değerlendirmesi gerekir. Bu tür işlemler müteahhidin inisiyatifine bırakılamaz. Beyazıt Meydanı arkeolojik potansiyeli bilinen bir alan. Dolayısıyla yapılacak düzenlemelerde daha tasarım sürecinin başında arkeolojik katmanlar göz önüne alınmalı. Ve bu alanlardaki her türlü uygulama sürecinde  arkeologların gözetimi sağlanmalı” dedi.

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 18.02.2015

6 BİN YILLIK AŞK ŞAŞIRTTI

 

Associated Press’in haberine göre 2013 yılında Yunanistan ’da bir mağarada bulunan Neolitik (Cilalı Taş Devri) çağa ait iki iskelet, DNA testine tabi tutuldu. Yapılan testler bu hafta sonuçlandı ve birbirine sarılmış halde bulunan iskeletlerden birinin yetişkin bir kadın , diğerinin de yetişkin bir erkeğe ait olduğu anlaşıldı.

 

Ayrı incelendiğinde cenin pozisyonunda yattığı görülen çiftin bir aradayken kaşık pozisyonunda uzandıkları gözlemlendi. Yirmili yaşların başında olan çift, 5.800 yıldır Yunanistan’ın güneyindeki Diros bölgesinde bulunuyordu.

 

Mezarlığı ortaya çıkaran kazı ekibinden Anastassia Papathanassiou yaptığı açıklamada Diros mağaralar alanında yer alan Alepotrypa mağarasında bulunan çiftin, birbirine sarılmış halde olduğunu ve bunun çok nadir karşılaşılan bir gömülme biçimi olduğunu belirtti.

 

 

Discovery News’a konuşan Yunanistan Kültür Bakanı, “iki kişinin sarılmış vaziyette gömülmesi, oldukça nadir karşılaşılan bir durum. Diros İskeletleri adını verdiğimiz bu 2 iskelet, bugüne dek bulunan en eski iskeletler arasında” diye konuştu.

 

 

Çiftin hikayesi, ölüm nedeni, hatta birbirleriyle bir bağları olup olmadığı merak konusu. Bu gibi soruların cevaplarına ulaşmak için DNA testlerine devam ediliyor.

Radikal, Çeviri: Özge Çetin, 16.02.2015

SARKİS: BABAM TAMAMEN SUSTU, ANNESİNİN ADINI ANMADAN GİTTİ

 

Venedik Bienali'nde Türkiye'yi temsil edecek Sarkis: "Bu kilitlenmiş şeyin açılması, nefes alması lazım. Burada bir asırlık bir sıkışmışlık var. Bunun sanat diliyle açılması lazım. Türkiye'nin daimi pavyonunun 2015'de açılması ve o yıl benim çağrılmış olmam, ben bunu tarihi bir durum olarak görüyorum. Sonuçta bunu yeşertmemiz gerektiğini hissettim ben. Bunu pozitif bir duruma getirmemiz gerek."

 

 

Türkiye Venedik Bienali’ndeki daimi pavyonunu Sarkis sergisiyle açıyor. Sarkis Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük çağdaş sanatçılardan biri. Belki de birincisi. Katıldığı sergiler, yer aldığı müzeler hesaba katıldığında durum böyle. Dolayısıyla pavyonun açılışını onun yapması çok doğal. Öte yandan 1915’in yüzüncü yılı dolayısıyla soykırım tartışmalarının sürekli gündemde olacağı bir yıl bu. Ve Sarkis’in davet edilmesi anlamlı. Peki Sarkis nasıl bir sergi hazırlayacak, bu tartışmalar hakkında ne düşünüyor? Onunla ve serginin küratörü Defne Ayas’la buluşup bu sorulara cevap aradık.

 

-Venedik’te ulusal temsil, aslında ulus devletler döneminden kalma bir şey. 60’larda sizin de içinde olduğunuz küratörlü sergiler başlıyor. Evet, Venedik’in kimliğini veren ulusal pavyonlar ve biz Türkiye’nin sürekli bir pavyonu olduğu için seviniyoruz. Ama bir yandan da bunun sorunlu bir durum olduğunu biliyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz, ulusal pavyonlar ve Türkiye pavyonu hakkında.
SARKİS: Biz 60’ların sonundan beri böyle kapalı kutu sergilere karşı çıktık. Mesela ben Fransa’da Fransız sanatı sergilerine bir şartla katılırdım, adlarını değiştirsinler. Fransız sanatı filan değil, Fransa’daki sanat desinler… Bu bakımdan 60’larda Fransa’ya avangardın girişi, Arte Povera’nın girişi, 68-69 yıllarında Jannis Kounellis’in Bruce Naumann’ın sergisi filan… artık kalıplar yok. Bizim o kalıpları kıran tavrımızdan sonra ulusal pavyonlar filan diye bir şey kalmadı. Bienalin içinde de bu tür kırılmalar başladı. Mesela Alman Pavyonu’nun bir kısmını Nam June Paik’a verdiler, geçen sene Fransız ve Almanya pavyonları yer değiştirdi, Ai Weiwei’ye verdiler… Yani ulusal şarkı söylemek diye bir olay pek kalmadı.


DEFNE: Ama bir yandan da söylüyor duruyoruz haliyle … Sarkis 60’larda biz bunu yaptık diyor, ama her şeyde olduğu gibi, ki buna demokrasi, insan hakları dahil, her nesilde bir şeyleri tekrar hatırlamak gerekiyor, bir önceki neslin yaptıklarını unutanlar olabiliyor. Öte yandan bir şeyleri değiştirmek istiyorsan da o sistemin içine girerek değiştirebiliyorsun, dışında durarak olmuyor. Sarkis’in ilgi alanı, yaptıkları kurduğu sahne biraz da buna cevap olacak. Çünkü ulusal temsile dair hiçbir bir referansımız yok. Sanatçı dediğin kontrole, sınırlara alerjilidir.

-Peki siz Türkiye’nin bir pavyonu olmasını nasıl karşılamıştınız. Bunu bir gereklilik olarak görüyor musunuz?
SARKİS: Yapı Kredi’nin sanatçı monografileri kapsamında benimle ilgili bir kitap yayımlanmıştı. Bir konuşmada Evrim Altuğ bana en son bir soru sormuştu, yıl 2006. “Eğer Türkiye sizi çağırırsa, Türkiye pavyonunda olmayı kabul eder misiniz?” diye. Benim cevabım şu oldu, “Çağrılayım, cevabımı o zaman veririm”. Ama o zamandan bu yana öyle bir şey olmadı. Dokuz yıl beklendi…

-Dokuz yıl sonra ‘neden 2015’de beni çağırıyorlar?’ diye tereddüt ettiğinizi söylediniz basın toplantısında. Bu tereddütün esas sebebi davetin dokuz yıl sonra gelmesi mi, yoksa 2015’in bütün anlamları ve beklentileriyle uğraşmak mı?
SARKİS: Bu 2015 benim kafamda patladı. Hemen onlara beni çağırdığınız bu yılın sembolik olduğunu düşündünüz mü? dedim. Bu bakımdan çok sarsıldığımı söylemeliyim, hala da bu sarsıntım geçmiş değil. Bu bir ilk. Bizden önce bir örnek, böyle bir durum yaşamış bir sanatçı yok. O nedenle basın toplantısında Tarkovski’ye gönderme yaptım. Onun Rublev’den öğrendiğiyle kardeş kardeşi öldürdüğünde tarihin nasıl yolundan çıktığını ve bütün hayatı boyunca bunu yoluna sokmaya çalışmasını anlattım. Bunu bu kilitlenmiş şeyin açılması, nefes alması lazım. Burada bir asırlık bir sıkışmışlık var. Bunun sanat diliyle açılması lazım. Benim kafamda patlayan da buydu ve Defne’yi istemem, babasından ister gibi konuştum şimdi…, bu nedenledir. Defne’yle çalışmaya başladığımızda ne babasından ne annesinden haberdardım. Benim buradaki varlığım bir temsil durumu değil. Türkiye’nin daimi pavyonunun 2015’de açılması ve o yıl benim çağrılmış olmam, ben bunu tarihi bir durum olarak görüyorum. Sonuçta bunu yeşertmemiz gerektiğini hissettim ben. Bunu pozitif bir duruma getirmemiz gerek.


DEFNE: Eğer temsilse de bugünün, dünün, yarının temsili değil, zamansız, zamanötesi… Konjonktürel bir durumun temsiliyetinden çok eşzamanlılık. Bir bağ var, bir toprak bilgisi var o toprağın ürettikleri var ve ona sahip çıkma. Ayrıca Sarkis’in anlattığı gibi, sergiye girenler, yerleştirdiğimiz aynalara baktıklarında, neon gökkuşağını sırtlandıklarını görecekler. Yani ışığın kırılmasını sırtlanma yükü hepimizin. Onu sırtlanma eylemi hepimizin borcu. Bu konu Türkiye’de epeydir konuşulmaya başlandı ve konuşulmaya başlanmasının da bedelleri de ödendi. Bu açıdan da ilk ya da son olmuyoruz. Endişelerden biri araçlandırılacak mıyız, araç olarak kullanılacak mıyız? Yoksa ne Sarkis ne ben 2015’de bir sergi yapmaktan çekinmeyiz elbet.


SARKİS: Çekinmeyiz çünkü bu bir yıllık, on yıllık, yüz yıllık bir şey değil. Daha genişletme, daha geniş bir zamanın içine koyma durumu var. Bir Taoist hikaye vardır. Okçu bir adam hakkında. Genç ve müthiş bir okçu varmış, ona diyorlar ki “Bir büyük usta var, onu görmen lazım.” Doğanın içinde adamın yaşadığı yeri buluyor. Bakıyor tek bir kişi yaşıyor orada ama o büyük usta olamaz çünkü adam kör. Fakat attığı hiçbir şeyi kaçırmıyor. Onun metodunu öğreniyor, gözü kapalı olarak. Meğer usta gözü kör olduğu için geleni kafasında büyütüyor, büyütüyormuş. Öyle bir büyütüyor ki, okunu attığı zaman onu vurmaması imkansız… Bu mesele bir asırdan beri sıkışmış ve bunu açmak lazım. Benim Defne’yi istemememin sebebi de buydu. O kültürler, inançlar, coğrafyalar arasında çalışan biri.

 

-Defne, sen de Türkiye Ermenileri ile yakın bir ailede büyüdün.
DEFNE: Istanbul’da anneannemden Rum ninnileri dinleyerek, ailemden Selanik-Girit-Yanya bilgileri ile büyüdüm. Bizim ekipte biraz böyle, Osmanlı artığı, Bizans kırıntıları gibiyiz. Ailem evet, annem (Tuba Çandar) Sarkis’in de çok içsellestirdiği Hrant Dink’in destanını yazdı, 700 sayfalık biyografisini sırtlandı. Sarkis Bey annemin kim olduğunu biz çalışmaya başladıktan sonra, Bülent Erkmen’den öğrenmiş. Babam (Cengiz Çandar), Ermenistan’a ilk gidenlerden, Osmanlı’da Ermeniler konulu konferansında sırtına yumurta yemişliği var.


2005’te Amerika’dayken Türkiyeli ve Ermeni sanatçılar arasında ortak çalışmalar yapmaya başlamıştım. Bana bazı sanatçı arkadaşlarım “Kızım niye uğraşıyorsun bu tür işlerle. Ne gerek var?” filan diyordu. Sonra 2007 oldu, Hrant Dink’i kaybettik ve birden bire herkes bu konuyla ilgilenmeye başladı, kırılma oldu. Biz o arada yine de birçok proje gerçekleştirdik. Daha o zamandan bu konudaki nüansların ne kadar kaçtığı, diasporanın da soykırım konusunda ne kadar tıkanık olduğu Ermenistan ile Ermeni diasporası arasındaki farklılıkların farkındaydık. Meselenin birçok ayrıntısı, uzun bir tarihi var. Ama biz hep aynı şeylere fiksleniyoruz, özür olacak mı olmayacak mı, tazminat olacak mı olmayacak mı? 

 

-Evet, Ermenistan da Türkiye de sıkışıp kalmış... Özür dilenecek mi dilenmeyecek mi, soykırım denilecek mi, denilmeyecek mi?
SARKİS: Bunu açmak lazım. Bir zaman acısını çektim. Aileden filan bahsetmek istemiyorum. Babam, tamamen sustu. Annesinin adını ağzına almadan bu dünyadan gitti. Hiç konuşmadı. Annem de babam da 1915’i, sürgünü yaşadılar. Babalar gitti, her şey gitti. Fakat annem konuşuyordu. Babam tamamen o devri ve ondan sonraki devri suskun yaşadı, dili yokmuş gibi yaşadı. Tabii bu sana geliyor. Bir de 90’ların başında Ayasofya Hazine Dairesi’ne yaptığım Avize projesiyle büyük saldırılar başladı bana. Çaylak Sokağı sergisinden yola çıkarak. 90’ların başında resmen ırkçı bir saldırıya geçtiler bana. Fakat etrafımda 90 küsur kişilik bir grup oldu, sıcaklıklarıyla benim yanımda olduklarını gördüm. Bu durumu ben açıkçası tarihi bir durum olarak görüyorum.

-2006’da “Türkiye Ermeni sorununu çözebilmiş değil, aydınlar uğraşıyor” demiştiniz. Şimdi bir mesafe alındığını düşünüyor musunuz?
SARKİS: Düşünüyorum. Çıkan kitaplar, Hrant’ın varlığı, o dili, o tavrı doğurması önemli. Ben açıkçası ondan çok şey öğrendim. Açıldığını hissediyorum. Ancak diasporanın pek açıldığını düşünmüyorum.. Zaten ben kendimi diasporadan saymıyorum. Anama bağlılığımdan. Kadın Anadolulu gibi yaşayarak öldü burada. Evini saklıyorum hala. Hrant’ın söylediği “diaspora Anadolu’da büyük bir köydür’ bu çok güzel bir imaj. O da büyütüyor, nefes aldırıyor. Bizim sözümüze, cümlemizi hepsini genişletmemiz lazım, o anlattığım Taoist hikayedeki gibi. Onun içinde çarpışma yok…


Bu demek değil ki bize bir takım saldırılar olmayacak, ben yine de olabilir diyorum. Saldırılara hazır olmamız lazım. Burada büyük bir takım çalışıyor bu iş için. Bunun genişlemesi lazım, çünkü saldırı gelebilir.


DEFNE: Açıkçası benim saldırılmaktan çok kullanılmaktan endişem var.


SARKİS: Ben saldırılmaktan da endişeleniyorum. Bunu hiç konuşmadık aramızda fakat ben bir takım fanatiklerin çıkabileceğini düşünüyorum.

-Şimdi size bakarken görüyorum, aranızda bir nesil fark var ve endişeleriniz de farklı. Tabii Sarkis tecrübeye binaen saldırılmaktan endişeleniyor çünkü böyle bir belleğiniz var. Defne’nin belleğinde ise, politik tartışmalar, devletle mesafelenmek var…
DEFNE: Devlet, kendi politikasını geliştirirken, kendi kültür sanat politikasını oluştururken kullanılabilecek, araçlandırılabilecek bir şey olmaması lazım bizim serginin.

-O zaman bu projenin küratörü olarak kullanılmamaya karşı nasıl bir tedbir alıyorsun?
DEFNE: Tedbirden çok biz işimizi yapıyoruz. Zaten cevabımızı da işimizle vereceğiz. İşimizi yaparak endişeyi de bertaraf ediyoruz diyeyim. Mümkün olduğu kadar zehirli, manipülasyona temayüllü olan durumları bertaraf edip işimizi yapmaya devam ediyoruz. Bunu hep yaptık, yapmaya devam edeceğiz. Ama bir tedbir almak diye bir durum… var mı?


SARKİS: Bir şekilde var. Ben halen bir takım fenalıkların olabileceğini de hesaba katıyorum. Sergide kullanılan malzemelere bakarsan, ‘neon’ camdan yapılıyor. Sen bir Lira ya da Euro’yla, on saniyede kırabilirsin. ‘Vitraylar’… aynı şekilde kırabilirsin. ‘Ayna’, büyük kırmızı bir cam koyuyoruz. Onu da kırabilirsin. Yani zırh yok. Korkunun bir şeklini yaparsın ya zırhtır o, bu sergide yok. Çıplak bir hal bu. Biri gelip yok edebilir bunu. Koruyucu bir malzemeyle de yapabilirdim, demirden bronzdan, katrandan yapabilirdim, o tür malzemelerle de uğraştım. Bununsa bir çıplaklık, dolu bir çıplaklık, büyük bir nefes gibi olması lazım.

 

-Mekanla ilk karşılaşma anı neydi, ne hissettiniz. Bu özellikle Sarkis’e sorulması gereken bir soru, her şey mekana özgü olduğu için.
SARKİS: Evvela kalkıp içindekini soyutladım. Mekanda o sırada Mimarlık Bienali sergisi.vardı. Mekanı göremiyordun. Ben kafamda içini boşalttım. O nasıl nefes alıyor, onu hissettim. Neye dokunabilirsin, neye dokunamazsın. Nasıl havalandırıyorsun, çünkü bir havayı getirmen lazım ki bütün o duran objeler nefes alsın. Pencerelerin durumunu, iki taraftan ışık geliyor. Orkestra şeflerinin bazıları partisyondan tamamen bağımsız yönetir çünkü hepsi kafasındadır. Bir zaman sonra sergiyi kurguladığım, sürekli üzerinde çalıştığım çizim defterimi açmamaya başladım, çünkü hepsini ezbere biliyordum. Daha sonra onlar yer değiştirmeye başlıyor ve onların orkestrasyonuna başlıyorsun, icrasına başlıyorsun. Fakat en çok dikkat edeceğim şey onun donmaması.

 

-Ama sergiyi kurup açtığınız zaman bir nevi donmuş olmayacak mı? Duygusu yaşayacak, ışığı müziği… ama bir sergi hep aynı hareketi tekrar eder.
SARKİS: Katiyetle! Şuradaki panjurları açtığımızda günün ışığı giriyor o değişken bir ışık. Buradaki sabit bir ışık. Sen değişken bir ışıkla değişmeyeni bir araya koyduğunda devamlı değişen bir şey ortaya koyuyorsun. Her anı farklı bir şey.

-O mekan bir silahhane. Venedik Bienali’nin yapıldığı bütün Arsenale zaten bir silahhane. Binanın bu belleği sizi nasıl ilgilendiriyor.
SARKİS: Valla o silahhanenin canına okuyorum. (Gülüyor) Ben Rotterdam’da bir denizaltı üssünün canına okudum. Denizaltı getireceğime balinanın şarkısını getirdim. Dönüştürme bizim 60’lardan kalan, o zaman öğrendiğimiz, öğrettiğimiz bir şeydir.

-Vitrayı tercih etmenizin özel bir sebebi olmalı mutlaka.
SARKİS: O bir 14., 15. yüzyıl tekniği, pencereler ışıklanıyor ve görüntülerin bize bir söz söyleme yeri çıkıyor. Bir koro gibi. Bir de kutsal bir görüntüye bulanıyor. Öyle bir dil doğuyor. Bizim Edirnekapı’daki Mihrimah Camii, pırıl pırıl hali pencerelerdeki vitraylardan da gelir. Dışarısını ve içerisini birleştiriyor. Sadece ışıkla değil. Dışarıdaki bir takım görüntüleri içeri çağırıyor. Fakat içeri çağırdığında bir limit yeri var. Pencereler. İçerisini bir kutsal yere dönüştürüyor ve dolayısıyla o vitray görüntüleri birden bire canavarı bile kutsal durumuna getirebiliyor. O teknikle ben değişik yörelerden, kültürlerden ögeler çağırıyorum ve onlar vitray tekniğiyle birleşiyorlar. Benim en sevdiğim şey bu: ‘birleştirme’, ‘buluşturma’.

 

 

-Bienal sırasında, St Lazzaro adasındaki Mıkhitarist Manastırı’nda da Ermenistan’ın sergisi olacak. Siz aynı zamanda oraya da katılıyorsunuz. St Lazzaro’daki manastır nasıl bir mekan, size ne çağrıştırıyor, o sergiye nasıl bir iş vereceksiniz?
SARKİS: Orası 1700’lerin başlarında Katolik Ermenilere verilmiş bir yer. Ben 1990’da şimdiki Ermenistan Pavyonu’nun küratörü olan Adelina (Adelina Cüberyan von Fürstenberg) benim oradaki kişisel bir sergimin küratörlüğünü yapmıştı. Sergi çok tutmuştu, Fransız gazeteleri ‘İyi ki Sarkis’in orada sergisi vardı bizim pavyonu kurtardı’ filan dediler. Benim hiç umurumda değildi tabii. Katalog da oradaki matbaada basıldı. Müthiş bir yerdi, sonra bozulmaya başladı. Adelina’nın benim Türkiye pavyonuna iş yapacağımdan haberi yoktu. Yazın telefon etti, “Beni küratör yaptılar, bir takım sanatçılar çağırmak istiyorum” filan dedi. Ben de “Dur, sana bir haber vereyim” dedim: “Türkiye’nin yeni bir mekanı var ve beni çağırdılar”. “Ah müthiş!” diye cevapladı, çok hoşuna gitti. Aslında projesi Ermenistan dışındaki 15-16 çağdaş sanatçıyla bir sergi kurmak orada. Karma sergilerde ben orkestra şefliğini küratöre bırakıyorum. Ben dört iş veriyorum. Ufak bir yerde, iki cam var. O iki camı iki vitraya ben sürükledim.

-Ben bu sergiyi ilk kez yazın Ermenistan’a gittiğimde duymuştum. Orada bana Venedik Bienali’nde ‘soykırım’ konulu bir sergi yapılacak demişlerdi. Öyle mi peki?
SARKİS: Hiç alakası yok.


DEFNE: Benim çalıştığım, bildiğim birkaç sanatçı da var o sergide, Melik Ohanian, Nina Katchadourian gibi. Bence diaspora temsiliyet ekonomisi içinde farklı duruşlar da olacaktır o sergide. Bu nüansları da kaçırmayalım derim…

-Siz Fransa’da yaşıyorsunuz. Charlie Hebdo katliamı orada çok büyük bir etki yarattı tabii ki. Bir yanıyla da sizin bunca uğraştığınız kültürlerin birbirine dokunması, birlikte olması durumunun da tersine bir hava da yarattı. O katliamın Sarkis’deki etkisi ne oldu?
SARKİS: Çok korkunç bir olay tabii. İki kişinin kafasını yıka ve gönder ve 12 kişiyi katlet. Barbarlık bu. Bununla nasıl savaşılır bilmiyorum valla. Fakat bizim bir iki asırdır savaşını verdiğimiz ifade özgürlüğü var fakat halen bir şeyler patlak verebiliyor.


DEFNE: Öngörmüş gibi sanki Sarkis, bizim vitraylarımızdan birinde 12 mum var.

-Sizi umutsuzluğa sevk ediyor mu bazen böyle şeyler?
SARKİS: Belki yaşımdan dolayı içinden çıkacak bir şeyler buluyorsun. Tekrar edeyim, ben bu sergide tamamen rahatlamış değilim. Tansiyon diyelim sürekli var.


DEFNE: Gerçekten Sarkis, bu pavyonunu etrafındaki bir takım doğumlardan da ışık geldi.


SARKİS: Evet bir şey oldu ve etrafımda, beraber çalıştığım kişiler bebek doğurmaya başladı. Benim asistanım doğum yaptı, küratörüm Defne doğum yaptı, Bienal direktörü Bige doğum yaptı, şimdi koordinatorümüz Tuna bebek bekliyor…

 

-Taksim’de, Çaylak Sokak’taki Zabun Apartmanı duruyor. Onu müzeye gibi özel bir mekana dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?
SARKİS: Ben 25 yıl önce ortaya atmıştım bu fikri ve saldırılara uğradım. O zaman yaptığım Çaylak Sokak enstalasyonu bir müzeye gitti. Apartmanı ne kadar saklayabileceğimizi bilmiyorum, şüpheyle bekliyorum. Orada apart oteller oluşmaya başladı. Yaşayanlar gitmeye başladı. Biz katları satmak zorunda kaldık, bir tek annemin babamın katı bizde. Yani geleceği çok parlak değil oranın ama sonuna kadar götüreceğim. İçeride çok önemli bir işim var. 90’ların sonunda Maçka Sanat’ta yanık kasa ve neonla yaptığım önemli bir işim var. O orada yaşıyor. Ama tabii onun da bir müzeye gitmesi lazım sonunda.

Radikal, Haber: Cem Erciyes, Fotoğraf: Muhsin Akgün, 16.02.2015

BEŞKONAKLAR YENİLENİYOR

 

Anadolu'nun tarih mirasına sahip çıkan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Osmanlı mimarisinin Malatya'daki örneklerinden Beşkonaklar için harekete geçti. Bakanlık, Beşkonaklar'ı, tarihi dokuyu koruyarak aslına uygun olarak restore edecek. Daha önce müze statüsünde korumaya alınan Beşkonaklar, bakım ve restorasyon çalışması tamamlandıktan sonra, yeniden ziyarete açılacak. Restorasyon çalışmasının ardından Beşkonaklar'dan ikisi müze olarak yeniden ziyarete açılacak. Müze'de, Malatya tarihi ve kültürünün tanıtıldığı yöresel ürünler ile Malatyalıların yaşamını yansıtan canlandırmalara da yer verilecek. Tarihi yapı, dönemin mimarisini en iyi yansıtan eserler arasında sayılıyor. 

Akşam, Haber: Yelda Gökdağ, 16.02.2015

HEYKELİN DEV İSMİ İSTANBUL'DA

 

Yirminci yüzyıl sanatının büyük ismi Alberto Giacometti’nin Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisi Pera Müzesi’nde açıldı. 26 Nisan’a kadar devam edecek sergide, uzun heykelleri ve modelinin bilinçaltını açığa çıkardığı çarpıcı portreleriyle ünlü sanatçının 35’i heykel, 19’u resim, toplam 123 yapıtı yer alıyor.

 

 

Hatırlayacaksınız, ‘Yürüyen Adam I’ (Walking Man I) yapıtı 2010 yılında 104.3 milyon dolara satılarak, ‘tüm zamanların en yüksek fiyatlı heykeli’ rekorunu kırmıştı. Dahası, Salvador Dali onun ‘Asılı Top’ yapıtını gerçeküstücülükteki “simgesel işleyişli nesneler”in ilk örneği olarak tanımlar. Aslında sürrealizmin yanı sıra izlenimcilik, kübizm, dışavurumculuk ve biçimcilik akımlarına da pek mühim katkıları bulunmuştur, fakat ne hikmetse daha önce Türkiye’de Alberto Giacometti’nin eserlerine yer veren kapsamlı bir sergi açılmamıştı.

 

 

Hafta içinde Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde ziyarete açılan sergi, retrospektif yaklaşıma sahip. Yani sanatçının tüm üretim sürecini kapsayan belli başlı dönemlerinden eserlere bir arada yer veriyor. Gençlik dönemi çalışmalarından son yapıtlarına ve tamamlanmamış bir eserine dek, sanatçının neredeyse yaşamı boyunca içinden çıkmadığı Montparnasse’taki atölyesini İstanbul’a taşıyor. Küratörü ise, sergiye katkısı da bulunan Giacometti Vakfı’nın yöneticisi Catherine Grenier.

İLK ÖĞRETMENİ RESSAM BABASI

 


Kara Annette, 1962


Yirminci yüzyıl sanatının simge isimlerinden Giacometti, Paris Ekolü’ne dahil. En önemli eserlerini de yine bu şehirde verdi. Evvela kendisi de bir ressam olan babası Giovanni Giacometti’nin etkisinde kalarak izlenimci resimler yaptı. Sonra post-kübist, daha sonra gerçeküstücü akımla ilişki kurdu. Fakat ilk yaptığı eserlerden biri olan kardeşi Diego’nun baş heykelindeki gibi yine modelle çalışmaya dönünce, gerçeküstücüler tarafından dışlandı. Sanat hayatının büyük bölümünde modelden çalışsa da, bir dönem insan figürlerinden bile uzaklaştı.

 


Yürüyen Adam

 

Yani Giacometti, yaşamı boyunca geçirdiği zihinsel değişimleri eserlerine köklü değişiklikler olarak yansıtan ve dolayısıyla hiçbir zaman hiçbir akıma dahil edilemeyecek, her daim özgün kalabilmiş bir heykeltıraş ve ressam. İşte bu yüzden olacak, Pera Müzesi’ndeki sergi çalışmalarının belirleyici iki dönemi olarak görebileceğimiz, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası çevresinde kurgulanmış. Paris’te, dönemin Pablo Picasso, Balthus, Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Jean Genet gibi ünlü sanatçı ve entelektüelleriyle kurduğu dostlukları da yansıtan, zamandizinsel ve tematik bir güzergahı izliyor.

 


Erkek Büstü, 1964


Serginin sanatçının gençlik dönemi yapıtlarına ayrılan ilk bölümünde, ressam babası Giovanni Giacometti’nin genç sanatçının gelişimindeki etkisi açıkça izlenebilir. 1922 ve 1935 yılları arasında, post-kübist sanatçılar ve gerçeküstücü akımla kurduğu ilişki, Paris’te yaptığı önemli bir heykel grubu, Paris’teki ilk yılları ve dönemin sanat sahnesinde oynadığı belirleyici rol de yine bu bölümde görülüyor. İkinci bölümde ise, çoğunluğunu 1950-1960 yılları arasında yaptığı, dünya algısını geliştirdiği ve gerçeği ‘olduğu gibi değil de gördüğü gibi’ yansıttığı olgunluk dönemi eserleri var. 1960’lı yıllarda, Giacometti’nin yaşadığı kente, Paris’e, sokaklarını, kafelerini, atölyesini ya da karısı Annette’in dairesi gibi daha özel yerleri de çizerek saygısını sunduğu kitabı ‘Paris sans fin’i (Sonsuz Paris) oluşturan çizimlerinin desenleri de bu bölümde.

 


Atılacak Yavan Nesne, 1931


Bu, ayrıca Giacometti’nin insan figürü üzerine yoğun biçimde çalıştığı bir dönem. Resimde olduğu gibi, heykelde de, doğadan ya da bellekten aralıksız çalıştığı, yakınlarının yüz çizgilerinde insanlığın evrensel ifadesini yakalamaya uğraştığı döneminin ürünleri. “Gözleri yapabilmek için. Yalnızca gözleri yapabilmek için. Bana öyle geliyor ki, bir gözü, birazcık bile olsa, -yaklaşık olarak- kopya etmeyi başarabilsem, başın bütününü elde etmiş olurdum. Başka bir kaygım yok. Ne var ki bu, kesinlikle olanaksız görünüyor,” dediği ünlü portrelerini ve figürleri bozup uzatarak, modern insanın müthiş bir tarifini verdiği uzun insan heykelleri işte bu bölümde yer alıyor. Giacometti’nin sergisine sadece bu bölümdeki yapıtları görmek ve onların hemen yanı başındaki odada yer alan, sanatçının zihnine girip sanatsal üretimini izleme imkanı sunacak belgesel videosunu izlemek için bile gidilmeli!

Hürriyet, Haber: Ezgi Atabilen, 16.02.2015

YILDIZ'DAKİ OSMANLI MİRASINA RESTORASYON

 



Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), Yıldız ve Davutpaşa kampuslarındaki Osmanlı eserlerini restore ederek eğitim ve araştırma amaçlı olarak kullanıma sunuyor. Yıldız kampusunda Sultan 2. Abdülhamid'in oğullarından Abdürrahim, Abdülkadir, Burhanettin, Ahmet gibi şehzaedeler "Beyaz Köşk" olarak da bilinen Şehzade Köşkü'nde kalmış.

YTÜ Rektörü Prof.Dr. İsmail Yüksek, bu tarihi mekanda tamamlanan ve devam eden restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verdi. Yüksek, göreve başladıklarında tarihi bir dokunun içerisinde yaşadıklarını fark ettiklerini belirterek bu dokunun da korunması konusunda heyecan duyduklarını ifade etti. Birçok eserin boyasının ve kalem işlerinin yok edildiğini gördüklerini aktaran Yüksek, "Hatta Çukursaray'ın içerisinde çelik konstrüksiyondan asma katlar yapıldı. Burada bir eğitim öğretim süreci devam ettiği için ihtiyaçtan dolayı bu tür alanların kontrolsüz bir şekilde yapıldığını gördük" diye konuştu. Bu alanları üniversitedeki akademisyenlerin desteğiyle restore etme konusunda çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Yüksek, ilk etapta Anıtlar Kurulu'ndan geçecek şekilde raporların hazırlandığını söyledi. Yüksek, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" sürecinde Davutpaşa'daki eserlerin yenilendiğini kaydetti.

"ÖĞRENCİYKEN FARK EDEMEDİK"
Rektör Yüksek, İl Özel İdaresi'nin desteğiyle Yıldız'daki şehzade köşklerinin restorasyonuna başladıklarını anımsatarak bu köşklerden "Beyaz Köşk" olarak anılanın restorasyonunun tamamlandığını aktardı. Çukursaray ve rektörlük binası olarak kullanılan Hünkar Köşkü'nün de üniversite imkanlarıyla yenilendiğini dile getiren Yüksek, şöyle devam etti: "Makine mühendisiyim. Aslında ilk geldiğimde böyle tarihi bir duyarlılığım yoktu. Burada yaşarken, öğrencilik yıllarımda böyle bir değerin içerisinde yaşadığımın farkında değildim. Ama mekanları kullanınca, insanların tepkilerini görünce biz de buraların farkına vardık. Restorasyonu devlet ve valilik desteğiyle yaptık."

 

 

KÖŞK BAŞINA 2 MİLYON LİRA
Şehzade köşklerinin restorasyon süresi hakkında Yüksek, şunları söyledi: “İzinleri almamız 6-7 ay sürdü. Projelerin hazırlanması ve onayların alınması 1 yıl kadar sürdü. Daha sonra İl Özel İdaresi’nden izin alınması için 5 aylık bir süre geçti. Asıl uzun süre restorasyon süreciydi. Köşklerin restorasyonu 2 yıl sürdü. Restorasyon projelerinde öngörülemeyen bazı şeyler olabiliyor. Açtıkça, araştırdıkça taşıyıcı sistemlerde çürükler olduğu görüldü. Çatı değişti. Birçok şey yenilendi. Ardından ikinci bir ihale yapıldı. Bununla da toplamda köşk başına 2 milyon liralık bir bütçeyle bunları tamamladık. Şu anda Davutpaşa’da Otağ-ı Hümayun’un restorasyonunu tamamladık. Orada bir de hamam var onun çalışması devam ediyor. Davutpaşa’da bir de kışla binası var. Onun da restorasyonu için proje çalışmalarına başladık. Burada oda oda bütçemizin el vermesi dahilinde her yeri yenilemeye çalışıyoruz.”

Habertürk, 15.02.2015

ATATÜRK GERÇEKTE HANGİ EVDE DOĞDU?

 

Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris’in “Atatürk’ün Langada’da esas doğduğu evi bulduk” açıklaması olay oldu. Peki, gerçek ne? Danışmanı Butaris’in, yanlış anlaşıldığını söylüyor. Atatürk’ün Langada’da doğduğuna yönelik hiçbir akademik kanıt yok.

 

 

Tarihçi değil sadece gazeteciyim. Baştan söyleyeyim.

 

Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris, 6 Şubat’ta İzmir ziyareti sırasında “Mustafa Kemal Atatürk’ün Langada’da (Selanik’e 20 kilometre mesafede) esas doğduğu evi (Langada’nın Hrisavgi Köyü) bulduk. Selanik’teki ev büyüdüğü evdir” dedi.

 

Haber ertesi gün Hürriyet’te Selanik Başkonsolosu Tuğrul Biltekin’in “Langada’nın bir köyü olan Sarıyer’de (Hrisavgi) annesi Zübeyde Hanım’ın doğduğu bilinmektedir. Atatürk’ün burada doğduğuna yönelik bilimsel çalışmaya rastlamadım” açıklamasıyla birlikte başka bir boyuta taşındı. Aynı gün Atina Büyükelçisi Kerim Uras, Twitter hesabından “Selanik’teki ev Atamız hayatta iken hediye edilmiştir. Burada doğduğuna dair en ufak bir tereddüt bulunmamaktadır” dedi.

 

YANLIŞ ANLAŞILMA

 

 

Peki, gerçek ne? Atatürk, şu anda müze olan evde mi, yoksa Langada’da mı doğdu?

 

Onca gürültüden sonra Butaris şimdi ne diyor?  Bu soruları danışmanı Leonidas Makris cevaplıyor: “Yanlış anlaşılma söz konusu. Butaris, İzmir’e beraberinde Langada Belediye Başkanı ile gitmişti. Açıklamasında ‘Langada Belediye Başkanı, Atatürk’ün Langada’nın Hrisavgi Köyü'nde doğduğuna inanıyor’ dedi”.  

 

Danışmandan anladığım Butaris, “Ben demiyorum, Langada Belediye Başkanı öyle inanıyor” demek istemiş.  

 

Bana sorarsanız, Butaris, Atatürk’ün doğduğu Selanik’teki ev ile annesi Zübeyde Hanım’ın doğduğu Langada’yı karıştırmış olabilir. Ya da Langada Belediye Başkanı “Selanik’e o kadar Türk turist geliyor, bunların onda biri bize de gelse yeter” tarzı düşünüp Butaris’e mesela “Benim için de bir şeyler söyle” demiş olabilir.

 

Takibe devam. 

 

LANGADA'DA EV YOK 

 

 

Langada Belediye Başkanlığı’nı aradım. Telefonun öbür ucunda belediyenin basın sorumlusu: 

 

-Langada’da Atatürk’ün evi mi var?
-Yok
-Yani ev mev yok...
-Hayır yok. 
-Peki orada doğduğu nereden çıktı?
-Langada’nın Köyü olan Hrisavgi’de eskiden yaşayanların anlattıkları...
-Kim nereye anlatmış, hangi kitapta?
-Telefonunuzu bırakın biz sizi ararız.

 

Bekliyorum. 

 

KAYNAK TUHAF BİR GAZETE

 

 

Hrisavgi’deki ev iddiası ile ilgili haberlerin tümü adını ilk kez duyduğum aylık ‘Zigalisa’ adlı Pomak gazetesini kaynak göstermiş. Anladığım kadarıyla Türkiye’ye ve Batı Trakya’daki Türklere takmış bir gazete bu. Eğer kaynak ise vay halimize.

 

Ama yine de 2009 Kasım sayısında ne yazmış Zigalisa aktarayım:

- Müslümanlar 1923’te Hrisavgi’yi terk etmeden bir yıl önce Trakya’da bu köye gelen Yunanlarla dost olmuşlar ve Kemal’in 8 yaşına kadar burada yaşadığını anlatmışlar.
- Kemal’i doğuran ebe Fatma Hanım’ın 1911 civarında ölmüş olması gerek.
- 2007 yazında İzmirli bir Türk gelip toprağı öptü, evin olduğu yerden taşlar alıp götürdü.
- 1981’de dönemin Türk Başkonsolosu köy sakinlerinden Mustafa Kemal’in doğduğu evi göstermelerini istemiş. Eve geldiğinde saygı duruşunda bulunmuş ve yanındaki Yunanlı refakatçilere

“Gerçeğin bu olduğunu biliyorum ancak resmen kabul etmemiz zor” demiş. (Kendi yorumum: Hangi Yunan refakatçilere ve hangi dilde acaba?) 


“Zagalisa”daki fotoğraflara baktım bomboş herhangi bir tarla...

 

KİRA TEODORA

 

 

Araştırmacı gazeteci Hristos Hristodulu 2007’de yayımladığı ‘Mustafa Kemal’in Selanik Yılları’ Atatürk’ün Langada’daki Hrisavgi Köyü'nde doğduğu iddiasının Selanik Osmanlı yönetimindeyken doğan Yorgo Stambulis’in ‘1912 Öncesi ve Sonrası Selaniklilerin Hayatı’ isimli kitabında ortaya atıldığını belirtiyor. Ancak, Stambulis’in bile bu iddiayı paylaşmadığını ve  “Atatürk 1881’de Selanik’te doğdu” diye yazdığına dikkat çekiyor. 

 

Bu arada, Atatürk’ü doğuran ebenin yarı Türk yarı Rum ‘Kira Teodora’ yani ‘Bayan Teodora’ olduğu yazılı Hristodulu’nun kitabında. Farklı bir Yunan kaynağa pek rastlamadım. Resmi bir Yunan belgesi okumadım.

 

Selanik Başkonsolosu Tuğrul Biltekin, 9 Şubat’ta Belediye Başkanı Butaris’e resmi bir mektup yazarak, 134 yıl sonra ortaya koyduğu iddialar hakkında akademik kanıt bulunmadığını söyledi. Eğer cevap yazacaksa Butaris ne diyecek merak ediyorum. 

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 15.02.2015

KAYIP KALELER

 

Don Kazaklarının 20 Temmuz 1624 günü Boğaziçi’ne girip Yeniköy ve Sarıyer yerleşmelerine saldırması sonrası Sultan IV. Murad (1623-40) Boğaz girişinin kalelerle tahkim edilmesine karar verir. Bir dönem Bağdatçık ve Revançık olarak da isimlendirilen bu kaleleri Evliya Çelebi Rumeli ve Anadolu Kilid-ül Bahir’leri (deniz kilitleri) olarak belirtir ve iki kalenin, deniz kıyısında dört köşe sağlam yapılar olduğunu yazar...

 

 

İstanbul’un fethi tamamlandıktan sonra gerek Güzelcehisar gerekse Rumelihisarı askeri açıdan önemini kaybeder. Karadeniz artık bir Türk gölü haline gelmiştir; kuzeyden deniz yolu ile şehre yönelik bir tehdit oluşması söz konusu değildir. 16. yüzyılın sonlarına doğru Rusya steplerine ateşli silahların gelişi bu bölgedeki Türk-Moğol asıllı atlı göçebelerin yüzyıllarca süren hakimiyetini tehdit etmeye başlar. Ateşli silahlarla donanmış Kazak grupları Tatar boyları karşısında üstünlük kurmayı başarırlar. Ancak gerek ateşli silahlar gerekse barutun temini için Kazak grupları büyük oranda Leh ve Rus hükümetlerine bağımlı olmak mecburiyetinde kalırlar. Bu bağımlılığın bir sonucu olarak özellikle Dinyeper nehri üzerine yerleşik Zaporog Kazakları ile Don Kazakları ilişkili oldukları devletler tarafından Osmanlılara karşı kullanılmaya başlanırlar. Bunun sonucu olarak 17. yüzyıl başlarında küçük, hızlı ve “şayka” adı verilen tekneleri ile Karadeniz çevresindeki yerleşmeleri tehdit ederler.

 

 

Kazakların saldırısı
1614 yılı Ağustos ayı içinde bir grup Kazak, Karadeniz’in en zengin ve mamur limanlarından biri olan ve Naima tarafından “Medinet-ül uşşak” yani Aşıklar Şehri olarak adlandırılan Sinop limanını basarak yağmalarlar; şehir büyük oranda yanar. Geriye dönen Kazakları Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa Kırım’da yakalayarak yok eder. Ancak on yıl kadar sonra Karadeniz donanmasının Kırım’da bulunmasından faydalanan Don Kazakları, sayıları yüzü aşan şaykaları ile 20 Temmuz 1624 günü Boğaziçi’ne girip Yeniköy ve Sarıyer yerleşmelerini yağmalarlar. İstanbul’da yaşayanlar arasında büyük bir hayret uyandıran bu saldırı sonucu şehirde bulunan Lehistan vatandaşları sıkıntılı günler geçirir. Bu saldırı artık Karadeniz’in tam anlamıyla güvenli olmadığını göstermektedir. Kısa süre için Sultan IV. Murad (1623-40) Boğaz girişinin kalelerle tahkim edilmesine karar verir.


Daha sonraları bir dönem Bağdatçık ve Revançık olarak da isimlendirilen bu kaleleri Evliya Çelebi Rumeli ve Anadolu Kilid-ül Bahir’leri (deniz kilitleri) olarak belirterek bu iki kalenin, deniz kıyısında dört köşe sağlam yapılar olduğunu yazar. Rumeli Kalesi’nde altmış ev, bir cami ve iki buğday ambarı ile yüz adet top, Anadolu Kalesi’nde ise seksen kadar asker odası, bir cami ve iki ambar ile yüz adet top bulunmaktadır. Bu kaleden günümüze herhangi bir iz kalmaz, hatta bu kalelerin bulunduğu yerler hakkında bile çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bize göre Rumeli Kilid-ül Bahir’i günümüz Rumelikavağı yerleşmesinin deniz kıyısında vapur iskelesinin hemen yanında yer alan eski kışlanın bulunduğu yerde olmalıdır. Anadolu Kilid-ül Bahir’i ise Yoros Kalesi’nin denize doğru indiği burnun üzerinde daha sonraları Anadolukavağı kalesi veya tabyası olarak anılacak olup ve günümüzde İstanbul Boğaz Komutanlığı arazisi içinde bulunmaktaydı.


Güzelcehisar ve Rumelihisarı’ndan sonra Boğaziçi’ne yapılan bu iki kale ile Boğaziçi’nin güvenliğinin artırılmasına çalışılmışsa da bu tedbirler yeterli olmamış ve Rusya’nın Karadeniz’de güçlenmesi oranında yeni kale ve tabyaların yapılması gündeme gelmiştir. Bu bölgede Osmanlı hakimiyeti öncesi yapılan ve Yoros Kalesi’nin karşı kıyısında yer alan ve günümüzde hemen hiç hatırlanmayan bir kalenin daha bulunduğunu hatırlatmak isterim. Rumelikavağı yerleşmesinin üzerindeki tepede yer alan ve İmros Kalesi adıyla anılan bu kale, Moltke’nin 1836-37 tarihinde hazırladığı İstanbul haritasında net olarak görülmektedir.


Boğaziçi’nin, özellikle de Boğaz girişinin güçlendirilmesine Sultan III. Mustafa döneminde büyük önem verilir. Anadolukavağı’nın güneyinde Karadeniz’e doğru büyük bir alanı kontrol eden buruna kale benzeri büyük bir tabya yapılır. Adını hemen yanından akan akarsudan alan bu kale-tabya uzun yıllar boyunca halk arasında asıl isminden galat Macar Tabya olarak bilinirdi. 12 Eylül 1980 sonrası bir aklı evvel bu ismi Acar Tabya olarak değiştirir. Halbuki biraz araştırılsa asıl isminin “Ma-i Cari”yani Akarsu Tabyası olduğu anlaşılırdı. Moltke haritasında 58 top ile donatıldığı belirtilen bu tabyanın hemen karşı kıyısında ise 10 top ile donatılmış Mezarburnu ve 23 topu bulunan Telli Tabya yer almaktadır. Rumelikavağı ile Anadolukavağı çizgisinin kuzeyinde ise tam anlamı ile bir askeri düzenleme görülmektedir. Anadolu sahilinde Filburnu Tabyası, Poyraz ve Anadolufeneri kaleleri, Rumeli sahilinde ise Büyük Liman, Papaz Burnu ve İşaret tabyaları ile Garipçe ve Rumelifeneri Kaleleri inşa edilir. Bu arada Rumelikavağı ile Anadolukavağı arasına ahşap şamandıralara bağlı bir ağ çekildiği de ileri sürülür. Benzer bir uygulama 1936 yılında imzalanan Montrö Antlaşması sonrası metal şamandıralara bağlı olarak 1960’lı yılların ortalarına kadar mevcudiyetini koruyan bir ağ ile yapılacaktır.

 

Asker sayısı artırıldı
H.1210/1795-96 tarihinde uzun süredir tamir ve yeniden yapımına özen verilen Bağdatcık, Revancık, Rumelifeneri, Anadolufeneri, Garipçe, Büyük Liman ve Poyraz Kaleleri’ne mevcut askerinin yanı sıra 500 adet asker daha gönderildiği kayıtlıdır. Karadeniz’den deniz yolu ile gelecek tehlikelere karşı asker sayısı artırılarak güçlendirilen bu kale ve tabyalardaki birlikler ve yamak adıyla onlara yardımcı olan gençler, tarihin garip bir tecellisi olarak “Kabakçı İsyanı” olarak bilinen bir isyanın ateşleyicisi olarak Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine ve şehit edilmesine sebep olacaklardır.

 

Turistleri çekmek için gezi alanları yapılabilir

Günümüzde Boğaziçi’nin kuzey bölümü ekonomik açıdan oldukça sıkıntı içindedir. Bu bölgenin kısa süren deniz mevsimi içindeki canlılığını uzun süre devam ettirmesi, gerek İstanbullular gerekse turistler için bir cazibe merkezi oluşturması için yeterince kültürel varlığa sahip olduğu görülmektedir. İstanbul’da bilinen turizm rotalarının dışında yeni gezi alanları yaratılması gerektiği konusunda çalışmalar yapıldığı bir dönemde bin yılı aşkın geçmişi olan bu yapıları görmezden gelmek akılcı değildir. Güzelcehisar, Rumelihisarı, Yoros, İmros, Poyraz, Garipçe, Anadolufeneri ve Rumelifeneri kaleleri, Ma-i Cari, Filburnu, Telli Tabya, Büyük Liman, Papazburnu ve İşaret tabyaları onarılır ve çağdaş koşullarla donatılırsa İstanbul meraklıları için yeni bir gezi alanı güzergahı yaratılmış olunur. Geçmişten bize miras kalan bu yapılar değerli birer sermayedir. Üretime katkı sağlamayan, yastık altına giren ekonomik değerin büyüklüğünden şikayet edilen bir ülkede, görmezden gelinen bu sermayenin büyüklüğünü düşünmemiz gerekiyor.

 

Yeni iş alanı yaratır
Biraz merak, biraz akıl, biraz çaba var olan bu ve benzeri kültür varlıklarının birer üretim merkezi olarak ekonomiye kazandırılmasına yardımcı olacaktır. Genç nüfus için yeni iş alanları yaratılmasında önemli bir alternatif de gelişmiş ülkelerdeki gibi hizmet sektörünün büyütülmesidir. Türkiye hizmet sektörünün uzun yıllar büyümesine imkan sağlayacak binlerce yıllık sermaye birikimine sahiptir, yeter ki kültür varlıkları üzerinde yoğun bir baskı kuran bürokrasinin ufku açılsın. Turizm kuruluşları ve yatırımcılarının güneş, deniz ve kum sarmalından çıkarak yeni açılımlar için araştırma ve atılım yapmaları dileğiyle...

Milliyet, Haber: Sinan Genim, 15.02.2015

DİNOZORLARIN KAFASI GÜZELMİŞ

 

 

ABD’nin Oregon Üniversitesi’nin yaptığı araştırmayla, dinozorların milyonlarca yıl halüsinasyona neden olan uyuşturucu içeren bir maddeye maruz kaldığı belirlendi.

 

Paleodiversity Dergisi’nde yayımlanan araştırmada, 100 milyon yıl öncesinden kalan iyi korunmuş çim örneklerinde LSD izine rastlandığı ifade edildi. Myanmar’daki bir reçine madeninde bulunan fosili analiz eden bilim adamları, çimin LSD elde edilen mantara çok benzeyen kalıntılarla kaplı olduğunu tespit etti. Katılaşmış ağaç reçinesi halinde bulunan fosilin 97-110 milyon yıl öncesine, erken veya orta Kretas dönemine rastladığı açıklandı.

 

100 milyon yıl öncesine uzanan fosil, LSD elde edilen ergot adlı mantarın benzeri olan palaeoclaviceps parasiticus’a ait. İnsan yaşamında fazlasıyla etkili olan ergot, sayısız insanın ölümüne de yol açtı.

Habertürk, 14.02.2015

DİDİM UNESCO LİSTESİ'NE GİRMEK İSTİYOR

 

 

Ege'nin tarihi ve turistik merkezlerinden Didim, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde girişim başlattı.

 

Didim Ticaret Odası tarafından ilçede bulunan Milet Ören Yeri, İlyas Bey Külliyesi ve Apollon Tapınağı için başlatılan girişimle ilgili inceleme gezisi düzenlendi.

 

Gezide açıklamalarda bulunan Didim Ticaret Odası Başkanı Şaban Üstündağ, Milet, Apollon Tapınağı ve İlyas Bey Külliyesi'ni bünyesinde barındıran Didyma Ören Yeri için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne Dünya Mirası Listesi'ni başvurulması için talep yazısı ilettiklerini söyledi.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün incelemesinden sonra UNESCO tarafından 2 ön inceleme çalışmasının yapılacağı ifade eden Üstündağ, ilçe olarak hak ettikleri listeye bir an önce girmek istediklerini dile getirdi.

 

Didim Ticaret Odası Meclis Üyesi ve Strateji Geliştirme Komisyonu Başkanı Hikmet Atilla ise dünya genelinde dünya miras listesine kayıtlı bin 7 kültürel ve doğal varlığın bulunduğunu, Türkiye’nin de 13 alanla listede yer aldığını, 52 alanı için adaylık sürecinin devam ettiğini ifade etti.





- Dünyanın en görkemli tapınağı Apollon

Antik coğrafyacı Strabon’un Didim’deki Apollon Tapınağı’nı dünyanın en büyük ve en görkemli tapınağı kabul ettiğini dile getiren Hikmet Atilla, "Antik dünyanın en önemli kehanet merkezlerinden biri olarak ünlenen tapınak, dört yanından basamaklarla çıkılan bir platform üzerinde çift sıra oturtulmuş, 124 sütunla çevrelenmiştir. İnşası MS 2.yüzyıl ortalarına dek süren görkemli tapınak, tam olarak bitirilememiştir” dedi.





Didim’in 20 kilometre uzaktaki Milet’e heykellerle dolu kutsal yolla bağlı olduğuna dikkati çeken Atilla, antik çağın yedi bilgesinden biri olan Tales, dünyanın ilk haritasını yapan Anaksimandros, filozof ve tarihçi Hekaitos, şehir plancısı ve mimar Hyppodamos’un Milet’te yaşadığını kaydetti.

 

Atilla, Anadolu beylikleri dönemine ait olan İlyas Bey Camii ve yanındaki medrese ile hamam yapılarının ise Milet arkeolojik alanı içinde yer alan benzersiz bir külliye olduğunu sözlerine ekledi.

Hürriyet, 14.02.2015

MARMARAY'IN BATIK GEMİLERİ SERGİLENMEYE HAZIRLANIYOR

 

İstanbul Marmaray ve metro projeleri kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin konservasyon işlemleri devam ediyor - Ortaçağ'da Theodosius Limanı'nın yer aldığı bölge olduğu bilinen Yenikapı semtinde bulunan kalıntılar, İstanbul'a "dünyanın en büyük batık gemi müzesini" kazandıracak - İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Kocabaş: - "Uzun ve zahmetli bir süreci, Türk bilim insanları olarak tüm prosedürlerin hakkını vererek sürdürüyoruz ve atılması gereken teknik adımların tamamını titizlikle uyguluyoruz. Kazıdan sergilemeye kadar geçen sürenin, Yenikapı 12 için 9-10 yıl olması bekleniyor" .

 

 

İstanbul Marmaray ve metro projeleri kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da bulunan, 8 yılda araziden taşınan 37 batık geminin konservasyon (eserleri sergilemeye hazır hale getirme)  işlemleri devam ediyor.

 

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Marmaray ve metro projeleri kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin araziden taşınma işleminin 8 yılda tamamlandığını hatırlattı.

 

Kocabaş, İÜ uzmanlarının 2005-2013 yıllarında Yenikapı kurtarma kazılarında ortaya çıkan batıklardan 27'sinin aralıksız dokümantasyon çalışmalarını yaparak araziden kaldırdığını belirterek, geçen yıl İÜ Yenikapı Batıkları Araştırma Merkezi'nde batıkların kazı sonrası belgeleme, konservasyon-restorasyon ve analiz çalışmaları üzerinde yoğunlaşıldığını söyledi.





Ortaçağ’da İstanbul’un en önemli limanlarından “Theodosius Limanı”ndaki yapıların, on binlerce arkeolojik eserin yanı sıra dünyanın en geniş Ortaçağ tekne koleksiyonunun ülkeye kazandırıldığına dikkati çeken Kocabaş, batık gemi kalıntıları üzerindeki bilimsel çalışmaların sürdüğünü, en eskisi yaklaşık bin 500 yaşındaki ahşap kalıntıların restorasyonunun yıllar alabileceğini anlattı.

 

Dünyanın en geniş arkeolojik batık koleksiyonunu gün ışığına çıkaran benzer kazıların Avrupa’nın tarihsel dokusuyla ön plana çıkan kent merkezlerinde de gerçekleştirildiğine işaret eden Kocabaş, "İlk aklıma gelenler, İtalya’da Pisa, Napoli, Roma, Norveç’te Oslo, Bulgaristan’da Sofya, Yunanistan’da Atina, Selanik, Fransa’da Marsilya, Danimarka’da Kopenhag, Hollanda’da Amsterdam, İngiltere’de Londra, Liverpool. Yenikapı’yı bunlardan özel kılan ise zengin tabakalanmanın yanı sıra ele geçen batıkların nitelikleri. Aynı zamanda burası başkent limanı ve onun ihtişamına yakışır eserlerle karşılaştık" değerlendirmesinde bulundu.

 

 

Yenikapı 12 batığının replikasını yapmayı planladıklarını ancak ödenek sıkıntısı çektikleri bilgisini veren Kocabaş, şunları söyledi:

"MS 9. yüzyıla tarihlenen Yenikapı 12 batığı kargosuyla çok iyi durumda, günümüze ulaşmış ticaret gemisidir. Yaklaşık 10 metre uzunluğundaki geminin kıyı ticaretinde kullanıldığı ve şiddetli fırtına esnasında Thedosius Limanı'nda battığı düşünülmektedir. Geminin tekrar yapımı, kentin zengin denizcilik kültürüne dikkat çekerek, bin yıllık denizcilik geleneklerine tanık olma imkanı sağlayacaktır. Oldukça teknik işlem basamakları olan, detaylı ve titiz çalışma gerektiren süreçten bahsediyoruz. Batığın kazısı 2007'de yapıldı ve şu an konservasyonun son aşamalarına yaklaşmış bulunuyoruz."

 

- "Teknenin illüstrasyon ve animasyonları hazırlanmıştır" 

Kocabaş, Yenikapı 12'nin 2007-2009 yıllarında tuzdan arındırma prosedürünün sürdürüldüğünü dile getirdi.

 

Kocabaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu tuz özellikle sergi aşamasında, konservasyonda kullanılmış kimyasal maddeyle tepkimeye girerek bozulmalara neden olabiliyor. Kazı laboratuvarında ise teknenin ahşap elemanları Yrd. Doç.Dr. Işıl Özsait Kocabaş denetiminde, Can Ciner tarafından gerçek ölçülerinde 3 boyutlu bilgisayar ortamında çizilmiştir. Kocabaş tarafından hazırlanan doktora tezi kapsamında ahşaplar üzerindeki detaylı analizler sonucunda, inşasında kullanılan standart birimler, yapım ustasının işaretleri, kullandığı aletler, ahşap elemanın ağacın neresinden elde edildiği gibi pek çok bilgiye ulaşılmıştır. Yenikapı 12’nin boyutları, kaybolmuş kısımlarının biçimi ve tasarım ilkeleri belirlenmiştir.

Bu verilere göre teknenin restitüsyon çizimleri yapılmıştır. Daha sonra bu çizimler etiketlendirilerek teknenin deniz üzerinde ve liman içindeki durumunu gösteren illüstrasyon ve animasyonları hazırlanmıştır." 

 

 İÜ Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ünal Akkemik'in batığın adeta ahşap haritasını hazırladığını vurgulayan Kocabaş, batığın suya doymuş ahşaplarının konservasyon işlemlerinin sürdürüldüğünü ve bir doktora tezi hazırlandığını aktardı.

 

Kocabaş, gelecek yılın başında Yenikapı 12'nin, Türkiye'de ilk defa İÜ ekibinin kullandığı dondurarak kurutma cihazıyla sergiye hazır hale getirileceği bilgisini paylaşarak, "Bu işlemlerin tamamlanmasının ardından batığın rekonstrüksiyonu yani parçalar tek tek iskelet üzerinde birleştirilerek sergilenebilecektir. Uzun ve zahmetli bir süreci, Türk bilim insanları olarak tüm prosedürlerin hakkını vererek sürdürüyoruz ve atılması gereken teknik adımların tamamını titizlikle uyguluyoruz. Kazıdan sergilemeye kadar geçen sürenin, Yenikapı 12 için 9-10 yıl olması bekleniyor" değerlendirmesinde bulundu.

 

 

- "Her yıl en az iki batığın konservasyonunu bitirmeyi hedefliyoruz"

Kocabaş, tüm batıkların konservasyonunun yapılacağını ancak 37 geminin hepsinin sergilenmeyeceğini vurgulayarak, bazı kriterlere göre seçki yapılarak belli başlı batıkların sergileneceğini belirtti.

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin, bu konuda kendilerinin ve batıklar üzerinde çalışan Dr. Cemal Pulak'ın da görüşlerini alarak koleksiyon hazırlanacağını düşündüğünü vurgulayan Kocabaş, "Bunun da 10-15 gemiden az olmaması, koleksiyonun ihtişamını sergileme açısından önemlidir. Esasen kazı alanındaki batıklardan Yenikapı 36’nın konservasyon çalışmaları 2014 içinde tamamlandı. Bu, alanın en çok bozulmaya uğramış batıklarından birisiydi ve bu nedenle ilk olarak bu batık ele alınarak koruma-onarım işlemleri tamamlandı. Bundan sonra da her yıl en az iki batığın konservasyonunu bitirmeyi hedefliyoruz" ifadesini kullandı.





Kocabaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın konuya büyük önem verdiğini ve müze projeleri hazırlattığına işaret ederek, "Ben de çalışma alanlarımdan biri olduğu ve pek çok su altı arkeoloji-denizcilik müzesini teknik anlamda incelemiş, bu konuda dersler veren akademisyen olarak birkaç toplantıya katıldım ve görüşlerimi aktardım. Umarım oluşturulan müze, İstanbul’un tarihine, arkeolojisine, denizciliğine ışık tutan çok katmanlı yapıda olur" dedi. 

 

- "Amerikan bilim çevreleri, bu tür büyük projelere çok ilgi gösteriyor"

Kocabaş, 2012'de projeyi anlatmak için “Amerika turnesi" gerçekleştirdiklerini hatırlattı.





"Amerika'yı dolaşarak 22 günde 14 konferans vermiştim Yenikapı ve batıklar hakkında" diyen Kocabaş, konuşmasını şöyle tamamladı:

"Amerika’nın önemli bilim merkezlerinde, üniversite ve müzelerde konuşma fırsatı buldum. Harvard Üniversitesi-Dumbarton Oaks, Smithsonian Enstitüsü, Texas A&M Üniversitesi, The Museum of History in Raleigh, Ocean Institute (Dana Point), UCLA (University of California, Los Angeles) bazıları. Onun dışında Kanada Büyükelçiliğimizin davetiyle Toronto ve Ottowa’da, Houston Başkonsolosluğumuzun davetiyle Science Museum'da konferanslarım oldu. Nisanda da Boston Başkonsolosluğumuzun davetiyle aralarında Harward Üniversitesi Sanat Tarihi ve United Nations Association of Greater Boston olmak üzere 3 konferans daha vereceğim.

 

Amerikan bilim çevreleri, bu tür büyük projelere çok ilgi gösteriyor. Bu konferanslarda projenin bilimsel yönünü anlatıyorum, aynı zamanda ülke tanıtımına da katkı sağladığımı düşünüyorum. Yenikapı’da bu dev altyapı projesi sürerken devletimizin verdiği desteği, eski eserlere ve kültüre verdiği önemi bir kez daha vurgulama imkanım oluyor."

Hürriyet, Haber: Şengül Oymak, 13.02.2015

BULUNAN ŞAPELİN MOZAİKLERİ MÜZEYE GÖTÜRÜLDÜ

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki kazı çalışmalarında açığa çıkarılan Erken Bizans dönemine ait olduğu düşünülen şapeldeki taban mozaikleri Antalya Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü restoratörlerinin katılımıyla Yalvaç Müze Müdürlüğü’ne taşındı. 


Isparta'nın Yalvaç İlçesi Yukarıkaşıkara Köyü Sarayyeri mevkiinde 2014 yılında Isparta Yalvaç Müzesi Müdürlüğü başkanlığında ve Pisidia Antiokheia Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özhanlı’nın bilimsel danışmanlığında kazı çalışmaları gerçekleştirildi. Bölgede kaçak kazılarla açığa çıkarılan mozaikli alanda gerçekleştirilen kazı çalışmalarında bir şapel yapısı açığa çıkarıldı. Zemini mozaik döşeli olan şapelin duvarlarının devşirme malzeme ile yapıldığı belirlendi.

ERKEN BİZANS DÖNEMİ
Hıristiyanlık ikonografisinin işlendiği mozaik stil ve ikonografik olarak Erken Bizans dönemini işaret ederken, yapının küçüklüğü, duvar örgüsü ve ele geçen buluntular daha geç bir dönemi düşündürüyor. Şapelin içten ve dıştan yarım yuvarlak bir apsisi bulunuyor. Şapelin girişinde 4 parça taban mozaiği bulunurken, güneybatısında yer alan taban mozaiği parçasının 295x160 santimetre olduğu tespit edildi.Başında hale olan erkek figürünün tasvir edildiği taban mozaiği parçasının doğu-batı yönünde bitkisel motiflerle dikdörtgen çerçeve içerisinde tasvir edildiği ve figürün iki elinde stilize balık tasvirleri yer aldığı görüldü.

HRİSTİYANLIĞI VE İSA'YI SEMBOLİZE EDİYOR
Şapelin naos kısmında da taban mozaikleri tespit edilirken, naosun güneyindeki taban mozaiğinde yer alan balık tasvirinin Hıristiyanlığı ve İsa’yı sembolize ettiği belirtildi. Taban mozaiklerinde Roma döneminde sıkça görülen bitkisel motifler de tasvir edildiği için şapelde yer alan mozaiklerin teknik ve üslup olarak Erken Bizans dönemine ait olduğu düşünülüyor. Kazı çalışmalarında ayrıca bir adet İslami dönem bronz sikke, cam eser parçaları ile mimaride kullanılan insitu durumda olmayan çok sayıda devşirme mimari parçalar bulundu.

KOORDİNAT FOTOĞRAF ÇEKİMLERİ YAPILDI
Mozaiklerin kaldırılması amacıyla belgeleme çalışmaları kapsamında mozaiğin tüm parçalarının asetat kağıdına birebir çizimleri ile çeşitli açılardan standart ve dijital ortam çizimleri için gerekli olan diogonal ölçülü, koordinatlı fotoğraf çekimleri yapıldı. Kazı çalışmalarında açığa çıkarılan taban mozaikleri, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı doğrultusunda Antalya Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü restoratörlerinin katılımıyla Yalvaç Müze Müdürlüğü’ne taşındı. 

Ajans Haber, 11.02.2015

KAYIP MERDİVEN GÖBEKLİTEPE'DE

 

 

Bonn Üniversitesi Eski Mısır Etnologu Prof.Dr. Ludwig Morenz “Göbekli Tepe kazılarını 16 yıl boyunca yürüten ve bu yaz yitirdiğimiz Prof.Dr. Klaus Schmidt ortaya çıkardığı buluntular, 12 bin yıl öncesinden resimlerden harf sembolüne giden, Eski Mısır alfabesinin oluşmasına yol açan evrimin çok önemli kanıtı” olduğunu belirtti.

 

 

Göbekli Tepe ve 150 km genişliğindeki çevrelerde bulunan 20'yi aşkın resimlerin taş devri döneminin ilk sembolle anlaşmanın ürünü olduğu ve duygu, düşünce ve eylem arasındaki bağın ilk ürün olmasıyla bir devrimin başlangıcı olduğunu belirten Morenz "Göbekli Tepe'de bulunanlar resim ve harfler arasındaki evrimin eksik olan merdivenini bizlere gösteriyor. 12 bin yıl önce bu bölgede yaşayanlar, bir çember içindeki “ T” çizgisiyle (formuyla) ortak bir dilin kullanılmasının ilk örneğini oluşturuyor. Daha önceki resimler, yani İspanya'da, Mısır'daki resimlerde insanların avladıkları, korktukları hayvanları anlatırken, bu bölgedeki insanlar biçimlendirilmiş resimleri bir iletişim sembolü olarak kullanılmasıdır.Bu yeni bir dönemin başlangıcı özelliği taşıyor. Diğer bir anlatımla medyanın ilk kullanılması olarak da görebiliriz. Üstelik burada bulunanlardan bu sembollerin cepte taşınacak kadar küçük taşlardan olması, bu sembollerin iletişim aracı olarak da kullanıldığını kanıtlıyor" dedi.

Cumhuriyet, Haber: Mete Kızık, 01.02.2015



08 - 14 Şubat 2015

TARİHİ SİLUETİ BOZAN ÜÇÜZLERİN RUHSATINI PATAGONYA MI VERDİ?

 

 

Danıştay’ın tarihi silueti bozan katları tıraşlama kararına rağmen 16/9’da herhangi bir adım atılmadı. Eleştirilere katılmakla birlikte konunun ruhsat izni kısmına dikkat çeken Ali Ağaoğlu, “Mesut Bey (Toprak) orayı ruhsatsız yapmadı. Tamam eleştirelim ama önce sormamız lazım, ruhsatı Patagon-ya’dan mı aldı? ‘Muz Cumhuriyeti’nden mi aldı? Önce izni verenlerin sorgulanması lazım.” dedi.

 

Ağaoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, Türkiye’de itibarı en düşük sektörün inşaat olduğunu söyledi. “Ancak en gelişmiş ülkelerde lokomotif. Mesela ABD’de inşaatın milli hasılasındaki payı yüzde 8. Bu rakam Türkiye’de yüzde 5 seviyesinde. Burada en önemlisi güven problemi.” diyen Ağaoğlu, bir proje için aldığı ruhsatın sonradan iptal edilmesinin sektörde güvensizliğe sebep olduğunu söyledi. “Ruhsatın güvencede olması lazım. Mesela Zeytinburnu’ndaki 16/9 projesi. Mesut Bey orayı ruhsatsız yapmadı. Tamam adamı idam edelim ama önce sormamız lazım, ruhsatı Patagonya’dan mı aldı? ‘Muz cumhuriyeti’nden mi aldı? Önce izni verenlerin sorgulanması lazım. Ceza varsa önce ona uygulanmalı.” dedi.

Zaman (Kısaltarak) Haber: Arif Bayraktar, 13.02.2015

TAKSİM KIŞLASI HORTLAR MI?

 

 

Taksim, Beyoğlu bölgesine bakan 2 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan ismini vermek isteyemeyen bir üye ile görüştüm. Gezi Parkı’na yapılmak istenen Topçu Kışlası’nın oraya yapılmasının önünde hiçbir engel olmadığını söyledi. İtiraz ettim, ‘mahkeme kararları var, planlar iptal nasıl engel olmaz’ dedim. Açıklamaya başladı, şaşırdım…

 

 

Taksim yayalaştırma projesi ve Gezi parkına kışlanın yapılabilmesinin dayanağı olan 1/5000 ölçekli Beyoğlu Koruma amaçlı Nazım İmar Planı ile 1 / 1000 ölçekli Uygulama imar planları mahkemece iptal edildi. 2 No’lu Koruma Kurulu 11.12.2012 tarih ve 883 sayılı kararı ile ortasında buz pateni olan Topçu Kışlası’na ait avan projeyi reddetmişti.

 

 

Hatırlanacağı gibi dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’da ‘o kurulun da üzerinde de kurul var’ açıklaması yapmıştı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu 27.02.2013 tarih 139 sayılı karar ile avan projenin uygun olduğuna 2 Nolu Koruma Kurulu kararını da iptal etmişti.

 

 

Koruma Yüksek Kurulu’nun 139 sayılı kararına hem TMMOB hem de Taksim Gezi Parkı Koruma ve Yaşatma Derneği dava açtı. İstanbul 4.İdare Mahkemesinde 2013/994 sasında TMMOB Şehir Plancıları Odası-Mimarlar Odası tarafından Kültür Varlıkları Yüksek Kurulun 27/02/2013 tarih ve 139 sayılı kurul kararının iptalini istemiş, mahkeme ehliyet yönünden reddetmişti. Odalar temyiz etmiş, Danıştay 24.10.2013 tarih 2013/7093 sayılı karar ile mahkemenin kararını bozmuştu. Dava süreci devam ediyor.

 

 

İstanbul 6.İdare Mahkemesi 2013/956 esasında Taksim Gezi Parkı Koruma Derneği’de Koruma Yüksek Kurulu’nun 139 sayılı kararının iptali istemiyle dava açtı. 19.06.2013'te yürütmeyi durdurma kararı verildi. Bakanlık itiraz edince, 17.07.2013'te önce yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı daha sonra 21/02/2014 tarih ve K:2014/277 sayılı karar ile davanın reddine karar verildi. Dava temyiz aşamasında.

 

 

İstanbul 9.İdare Mahkemesi’nde 2013/940 esasında Uğur Emine Erdoğmuş’un 139 sayılı kurul kararının iptali istemiyle açtığı dava da reddedildi. Aynı şekilde Nazlı Eğinlioğlu İstanbul 2.İdare Mahkemesi’nde Yüksek Kurul kararını iptali sebebiyle açmış olduğu dava da süre aşımı yönünden reddedildi.

 

 

Bu durumda temyizden bu davalarla ilgili olumlu bir sonuç çıkmaz ise hali hazırdaki buz patenli proje yürürlükte olur. Beyoğlu Koruma amaçlı Nazım İmar Planı hazırlıklarının da bu doğrultuda olduğu ortada. 2015 – 2019 yıllarını kapsayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Stratejik Plan içinde de Taksim Kışlası Restitüsyon Projesi’nin yer alması boşuna değil.

 

 

Bir başka açı daha var. İstanbul Çevre Kültür ve Tarihi Eserleri Koruma Derneği 10.06.2014 tarihinde Koruma Kurulu’na başvuru yaparak ‘’Taksim Kışlası ile Mete caddesine bakan orta bloğun mescid olduğu gerekçesiyle ihyası ve tescilini istedi. Kurul bu talebe mahkeme aşaması devam ettiği için işlem yapılamayacağını belirtti. Mahkemeler temyizde sonuçlandıktan sonra bu talep yeniden gelebilir ve Koruma Kurulu bu talebi sonuçlandırmak zorunda kalır.

 

 

İşte kurul üyesinin bu anlattıklarından sonra Topçu Kışlası’nın ihyasının yeniden gündeme geleceğine ikna oldum. Açıkçası temyizden de çok umutlu olmadığımı söyleyebilirim. Koruma Yüksek Kurulu’nun 139 sayılı kararı halen yürürlükte ve bu durum kışlanın yeniden inşasına onay veriyor. Beyoğlu Koruma Amaçlı Nazım İmar Planlarına da işlenmesi halinde kışlanın hortlaması mümkün görünüyor.

 






Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.02.2015

ARKEOLOGLAR DERNEĞİ, CHP ANKARA MİLLETVEKİLİ AYLİN NAZLIAKA'YA TEŞEKKÜR ZİYARETİNDE BULUNDU





Derneğin girişimleriyle arkeologların ek göstergesinin 3600’e yükseltilmesi için Meclis Başkanlığına Kanun Teklifi veren CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’ya teşekkür ziyaretinde bulunuldu.

Dernek Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları, Başkan Yardımcısı M. And Atasoy ve Yönetim Kurulu Üyesi Aynur Talaakar’dan oluşan heyetle gerçekleştirilen ziyarette; Dernek Başkanı Soner Ateşoğulları, arkeologların kazılar yoluyla paha biçilemeyecek eserleri toprak altından çıkartarak envanterlenmesi, korunması ve müzelerde sergilenmesi gibi hizmet özelliği açısından oldukça zahmetli ancak bir o kadar da önemli görev üstlendiğini dile getirdi. Bu nedenle 657 sayılı Kanunun Teknik Hizmetler Sınıfı başlıklı bölümünün (a) bendine “…Yüksek Mimar ve Mimar…” ibaresinden sonra gelmek üzere “Arkeolog” ibaresinin eklenmesini talep ettiklerini vurguladı.

Ziyarette Türkiye’nin birçok uygarlığa beşiklik etmiş zengin arkeolojik geçmişe sahip bir ülke olduğu, arkeologların kazı ve araştırmalar yoluyla Anadolu’nun ve insanlığın binlerce yıllık tarihine ışık tutacak bilgileri büyük bir özveri ile elde ederek, insanlığın hizmetine sunmaya çalıştığı, Anadolu’nun zengin tarihi ve kültürel mirasını ortaya çıkartarak korumak gibi önemli ve zahmetli bir misyonu üstlenmelerine rağmen, ülkemizde gereken değeri görmedikleri dile getirildi.

Öte yandan büyük idealler ile bu mesleği seçenlerin büyük bir kısmının mezuniyet sonrasında mesleğiyle ilgili iş bulamadığı, mesleğine ilişkin bütün umutlarını kısa sürede kaybettiği, derneğimizin verilerine göre ülkemizde halen 12.000 kadar işsiz arkeolog bulunduğu, her yıl üniversitelerin arkeoloji bölümünden mezun olan arkeologların sayısı yaklaşık 2.850 iken, yılda kamuda iş bulabilenlerin sayısının yüzde 1’i bile bulmadığı ifade edildi. Ziyarette arkeologların çalışabilecekleri kurumların Üniversiteler, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulları, Belediyelerin bünyesinde bulunan KUDEB’ler, özel müzeler, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Maden Tetkik Arama Enstitüsü gibi kamu kurumları olduğunu, dolayısıyla çalışma alanlarının oldukça sınırlı olduğunu, buna bağlı olarak da personel alımının çok az sayıda olduğu ifade edildi...

Arkeologların istihdam sorununun çözülebilmesi için, arkeologlara mesleklerini yapabilecekleri yeni çalışma alanlarının açılması gerektiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve üniversiteler dışında da iş bulabilmelerinin sağlanması gerektiğini de ifade ettik. Yaşanmakta olan bu olumsuzluklara devletin en kısa sürede bir çözüm bulması gerektiği, devlet ve özel üniversitelerden mezun olan çok sayıda arkeoloğa yeterli iş olanağı yaratma yolunun bulunması gerektiği dile getirildi.

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka da arkeologların mağduriyetinin giderilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi ve diğer çağdaş ülkelerde olduğu gibi toplumda statülerinin yükseltilmesi için mecliste gerekli desteği vereceğini ve özellikle arkeologların ek göstergesinin 3600’e çıkarılması konusunun takipçisi olacağını ifade ederek, geçmişimizi araştırıp geleceğimize ışık tutan bu bilim dalını uygulayan meslek grubuna sahip çıkmanın kendileri için de önemli olduğunu vurguladı.

TAY Haber, 13.02.2015

JOSE MARTİ'YE KALAS DESTEĞİ

 

Erdoğan, Havana’daki yabancı bir devlet başkanına ait tek büst olan Atatürk büstüne çiçek bıraktı. Ardından da Küba’nın ulusal kahramanı Jose Marti anıtını ziyaret etti. Aynı zamanda büyük bir ozan da olan Jose Marti’nin de Türkiye’de iki büstü var. Bunlardan biri İstanbul Esenyurt’ta, diğeri ise Ankara’da. Çankaya Belediyesi 2006’da içinde büstünün de bulunduğu Jose Marti Parkı’nı açmıştı. Parkın içindeki büst, Kasım 2013’te bazı kişilerce tahrip edilmiş ancak büstü yapan heykeltıraş Metin Yurdanur yenisi yapmıştı. İstanbul’daki Jose Marti büstü ise bakımsızlıktan dökülüyor. 

 

Esenkent Mahallesi’ndeki Havana Parkı’nda Atatürk’ünkiyle yan yana bulunan büstteki mermer plaka dökülmüş. Düşmek üzere olan büst ise çevredeki inşaatlardan alınan ince bir kalas ile desteklenerek ayakta duruyor. 

 

 

‘İnönü değil mi o?’

 Jose Marti’ye ait büstte isim yazmadığı gibi ünlü şair hakkında bir bilgi de bulunmuyor. Çevredeki vatandaşlar onu tanımıyor. Bölgede yaşayan ve torununu okula götürürken devamlı parkın önünden geçen 79 yaşındaki Fatma Güneş, “Parka hem torunumu hem de köpeğimizi gezdirmek için sık sık geliyoruz. Büstlerden biri Atatürk’e ait. Yanındaki de İsmet İnönü’ye benziyor yavrum. Jose Marti kim bilmiyorum hiç duymadım” diye konuşuyor. yani Esenyurtlular Jose Marti’yi İsmet İnönü olarak bağırlarına basmış durumda. Tek tük hatırlayanlar ise 3-4 yıl öncesine kadar ünlü şairin doğum günlerinde program düzenlendiğini yerel yetkililer ile Kübalı temsilcilerin törenlere katıldığını belirtiyor. Ancak bir süredir ziyarete gelen olmadığını anlatıyorlar.

Havana’daki Atatürk büstü çok bakımlı

 

Esenyurt’taki Havana Parkı eski belediye başkanı Gürbüz Çapan’ın 1993’teki Küba ziyaretinin ardından açıldı. Çapan’ın yaptırdığı Atatürk büstü Havana’ya gönderilirken, Küba’dan gelen Jose Marti büstü 19 Mayıs 1995’te sergilenmeye başlandı. Havana’daki Atatürk büstü eskiyince 2008’de heykeltraş Metin Yurdanur’un yaptığı yenisiyle değiştirildi.  

 

 

Guantanamera şarkısını yazdı

Kübalı ozan Jose Marti (1853-1895) 1869’da özgürlük düşünceleri yüzünden hapsedilerek İspanya’ya sürüldü. Bir süre New York’ta gazetecilik yapan Marti, Küba Devrimci Partisi’ni kurarak Venezuela’ya geçti. Küba’nın İspanyollara karşı verdiği özgürlük savaşını başlatan Marti, 42 yaşında Dos Rios savaşında öldürüldü. Ünlü Guantanamera şarkısının sözlerini yazan Marti, Güney Amerika’nın en çok saygı duyulan özgürlük kahramanlarından biri. 

Vatan, 12.02.2015

DÜNYANIN EN PAHALI HEYKELCİSİ GİACOMETTİ PERA MÜZESİ'NDE

 

 

Walking Man I' adlı heykeli 2010 yılında 104.3 milyon dolara satılarak tüm zamanların en yüksek fiyata satılan heykeli rekorunu kıran 20. yüzyıl sanatının büyük ismi Alberto Giacometti'nin 31'i heykel toplam 123 eseri Pera Müzesi'nde sanatseverlerle buluşuyor.

 

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, kuruluşunun 10. yılı kutlama programını dünya sanatında çok özel bir yeri olan Alberto Giacometti’nin seçme yapıtlarından oluşan bir sergiyle başlatıyor. ‘Walking Man I’ adlı heykeli 2010 yılında 104.3 milyon dolara satılarak tüm zamanların en yüksek fiyata satılan heykeli rekorunu kıran 20. yüzyıl sanatının büyük ismi heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) retrospektif bir yaklaşımla hazırlanan Türkiye ’deki ilk kapsamlı sergisi, 11 Şubat – 26 Nisan 2015 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.

 

 

Paris, Giacometti Vakfı’nın katkılarıyla hazırlanan ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünü yaptığı sergi, Giacometti’nin gençlik dönemi çalışmalarından son yapıtlarına ve tamamlanmamış bir eserine dek büyük ölçüde, sanatçının yaşamı boyunca çalıştığı Montparnasse’taki atölyesinde geçen verimli sanat yaşamını gözler önüne seriyor.

 

 

Sergi, Giacometti’nin çalışmalarının belirleyici iki dönemi olan, II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası çevresinde, Paris’te, dönemin önde gelen sanatçı ve entelektüelleriyle dostluklarına da uzanan zamandizinsel ve tematik bir güzergah sunuyor.

 

 

Gençlik dönemi yapıtlarına ayrılan ilk bölümde, az bilinen bir dizi resim üstünden, babası, İsviçreli art-izlenimci ressam Giovanni Giacometti’nin etkisi ve genç sanatçının gelişimindeki rolü ortaya konuyor. Alberto Giacometti’nin 1922-1935 arasında, post-kübist sanatçılar ve gerçeküstücü akımla ilişkisi, Paris’te yaptığı önemli bir heykel grubu, Paris’teki ilk yıllarını ve dönemin sanat sahnesinde oynadığı belirleyici rolü açığa vuruyor.

 

 

İkinci bölüm, büyük yapıtlarla birlikte çoğunluğu 1950-1960 yılları arasında gerçekleştirilmiş, sanatçının dünya algısını geliştirdiği ve gerçeği olduğu gibi değil de gördüğü gibi yansıttığı olgunluk dönemi yapıtlarını ele alıyor. Bu, ayrıca insan figürü üstüne çok yoğun biçimde çalıştığı bir dönem. Giacometti, resimde olduğu gibi heykelde de doğadan ya da bellekten aralıksız çalışıyor, yakınlarının yüz çizgilerinde insanlığın evrensel ifadesini yakalamaya uğraşıyor.

 

 

1960’lı yıllarda Giacometti, yaşadığı kent olan Paris’e sokaklarını, kafelerini, atölyesini ya da karısı Annette’in dairesi gibi daha özel yerleri de çizerek saygısını sunuyor ve bu çizimler onun en son kitabı ‘Paris sans fin’ı (Sonsuz Paris) oluşturuyor. Sergide söz konusu çizimlerden geniş bir litografi seçkisi de yer alıyor.


Sergiye ayrıca arşiv belgeleri (mektuplar, hazırlık desenleri, yayınlar) ve dönemin önde gelen fotoğrafçılarının sanatçıyı yorumladığı bir fotoğraf seçkisi de eşlik ediyor.

 

 

Alberto Giacometti’nin toplam 123 eserinin (35 heykel, 19 resim, ‘Sonsuz Paris’ dizisinden 37 desen, 28 fotoğraf ve 4 arşiv belgesi) yer aldığı sergi 26 Nisan’a kadar Pera Müzesi’nde.

 

 

Alberto Giacometti'nin ‘Walking Man I’ adlı heykeli 2010 yılında 104.3 milyon dolara satılarak tüm zamanların en yüksek fiyata satılan heykeli rekorunu kırmıştı.

 









Radikal, 12.02.2015

"UNESCO ARTIK DAHA ANLAYIŞLI"

 

 

Tartışma yaratan Haliç Metro Köprüsü’nün mimarı Hakan Kıran, UNESCO ile yeni bir döneme girildiğini belirterek, “UNESCO artık yeni yapılara daha anlayışlı bakıyor” dedi.

 

Tarİhİ yarımadanın siluetini bozacağı için İstanbul’u UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılma tehlikesine sokan Haliç Metro Köprüsü bir yıl önce, 15 Şubat tarihinde açıldı. Köprü, projenin açıklandığı 2005 tarihinden itibaren ciddi itirazlar ve tartışmalara sahne olmuştu.

UNESCO, 2009’daki olağan toplantısında Türkiye’yi, tarihi yarımadada yapılacak düzenlemeler, özellikle de Haliç Metro Köprüsü’yle ilgili gerekli revizyonlar yapılmadığı takdirde bölgenin ‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası’ listesine alınabileceği konusunda uyarmış, belediye planları revize etmek durumunda kalmıştı. Ancak UNESCO’nun yeniden uyarması üzerine köprünün inşaatı 2010-2011 tarihleri arasında durduruldu. UNESCO’nun tarihi yarımadayla ilgili 2012 ve 2013 raporlarında, bazı düzeltmelere rağmen “köprünün tarihi yarımadaya olumsuz etki edeceği” yolundaki endişeler yine vurgulandı. 2014 raporunda ise hiç değinilmedi. UNESCO’nun Dünya Mirası Komitesi’nin bu yıl haziran ayında Almanya’nın Bonn kentinde yapacağı toplantıda tarihi yarımada yeniden gündemde olacak. Bu çerçevede en çok merak edilen sorulardan biri UNESCO’nun Haliç Metro Köprüsü konusunda nasıl bir tutum alacağı.
 

‘Artık müze kentte yaşamak İstemiyoruz’
UNESCO Genel Direktörü Irina Bokova’nın geçen ay başında İstanbul’a yaptığı ziyaretindeki “Haliç Metro Köprüsü Projesi tarihi yarımadanın etkilenmemesi için UNESCO’nun uyarılarıyla yeniden düzenlendi. Yönetim de diyaloğa açık” sözleri UNESCO ile ilişkilerin düzelmekte olduğuna işaret ediyor. Köprünün mimarı Hakan Kıran da UNESCO’yla ilişkilerin yeni dönemde çok daha bilimsel bir çerçeveye oturmakta olduğunu belirterek şöyle dedi: “Artık sistem çalışıyor. Ayrıca köprü tartışmaları, başka şehirlerdeki tarihi alanlara yapılacak çağdaş yapılarla ilgili referans oldu. Dresden, Londra, St. Petersburg ve Bordeaux da bizimle aynı tartışmaları yaşıyor. ‘Artık müze kentte yaşamak istemiyoruz’ anlayışı ortaya çıktı. Bu görüş bizdeki köprü tartışmaları üzerinden etkinleşti. UNESCO, yeni yapıları daha anlayışla karşılamaya başladı.”

‘PROBLEM KÖPRÜNÜN MİMARİSİ DEĞİLDİ’
UNESCO’nun itirazlarının köprünün tasarımıyla ilgili olmadığını söyleyen Kıran sözlerini şöyle sürdürdü: “Proje, 1985’te metro ağı planlarının hazırlanması sırasında, metronun Haliç’in üzerinden geçme kararıyla gündeme alındı. Benim tasarımım 2005’te Koruma Kurulu tarafından tasdik edildi. Ardından itirazlar gelmeye başladı. Esas problem köprünün mimarisi değil, UNESCO’yla imzaladığımız anlaşmanın yükümlülüklerinin yerine getirilmemesiydi. Yapılacak köprünün incelenmesi gerekiyordu ve kızmakta haklılardı. Nihayetinde inşaat bir yıl süreyle durduruldu. UNESCO’nun kurduğu bağımsız bir heyet denetiminde inşaatı tamamladık. Böylece UNESCO danışmanlarının görevi sona erdi.”

‘ZAMANLA ANLAŞILACAK’
Peki UNESCO’yla ilişkilerin düzelmesi, insanların köprüyle ilgili algısını değiştirecek mi? Kıran bu soruyu, “Tek yönlü bilgilenmiş insanlara yeniden bakma fırsatı doğabilir” diye cevaplıyor: “O zaman son derece iyi çözülmüş, karakterli, 21’inci yüzyılı temsil eden bir yapı görecekler. Köprünün anlaşılması zaman alabilir. Korumacılık anlayışı da değişiyor. Örneğin Paris bu konuda en gelişmiş şehirlerden. Zamanında Louvre Müzesi’nin meşhur piramidi yapıldığında protesto gösterileri düzenlenmişti. Şimdiyse piramitlerini kimseyle paylaşmak istemiyorlar. Bu süreçler her yerde yaşanıyor.”

 

Neden tartışma yarattı?

Köprü projesi Temmuz 2005’te Koruma Kurulu’nca onaylandı. Ancak uzmanlar köprünün kulelerinin Süleymaniye Camisi’ni gölgelediği ve tarihi yarımadanın siluetini bozduğu gerekçesiyle köprünün tasarımına karşı çıktı. Mart 2012’de İstanbul SOS Girişimi, aralarında Orhan Pamuk, Cemal Kafadar, Ara Güler ve Serra Yılmaz gibi isimlerin de bulunduğu 4 bin kişinin imzaladığı ‘Başka Bir Köprü Mümkün’ dilekçelerini Belediye ve Cumhurbaşkanlığı’na gönderdi.

Hürriyet, Haber: Zeynep Bilgehan, 12.02.2015

MÜZEDEN LAHİT TAŞIMA

 

 

Hatay’da 28 Aralık Pazar günü Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da katılımıyla açılan Hatay Arkeoloji Müzesi, 10 Şubat Salı günü tarihi anlar yaşadı. 1993 yılında yapılan bir temel kazısı sırasında tesadüfen bulunan ve MS 3. yüzyıla tarihlendirilen Antakya Lahdi alınan yoğun güvenlik önlemleri eşliğinde yeni yerine taşındı.

1993’ten bu yana eski müzede kendisi için düzenlenen özel bir alanda sergilenen, kapağıyla birlikte 10 ton civarında ağırlığa sahip olan lahitin taşınması oldukça zordu. Arkeologlar, uzman restoratör ve müzecilerin gözetiminde haftalar öncesinden yapılan planlamalar ve alınan koruma önlemleri sonucunda 10 Şubat günü taşıma gerçekleşti ve lahit artık yeni evine kavuştu.


Antakya Lahdi’nin müzedeki en önemli ve taşınması en zor eserlerden biri olduğunu söyleyen Arkeolog Şule Açıkgöz, “Yoğun bir süslemeye sahip olan lahitin zarar görmeden müzemize taşınması çok büyük ve tarihi bir sorumluluktu bu süreci başarıyla atlatmak hepimiz için gurur verici” dedi. Vinç ve forkliftlerin eşliğinde müzenin teşhir ve tanzim işlerini yapan Reskon Mimarlık’ın üstlendiği taşıma Mimar Jeni Naseh, Restorarör Celalettin Küçük, Arkeolog Şule Açıkgöz ve Hatay Arkeoloji Müzesi arkeologlarından Ömer Çelik tarafından yapıldı.


Antakya Lahdi, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki İskender Lahdi'nden sonra gelmiş geçmiş en önemli eserler arasında sayılıyor. Yoğun ve çok ayrıntılı süslemeye sahip olan lahitin taşınması sırasında oluşabilecek en ufak bir hata bile zarar verebilirdi. Bunun için çok hassas ve özenli bir çalışma gerçekleştirildi. 

 

 

ANTAKYA LAHİTİ
Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, Antakya´nın Harbiye Caddesi Kışlasaray Mahallesi'nde SİT sahası içerisinde bir temelin hafriyatında bulundu. Roma İmparatorluğu döneminde moda olmuş ve Anadolu'nun birçok yöresinde de kullanılmış olan Sidamara olarak bilinen lahit grubuna giren Antakya Lahdi, ters tekne (semerdam) şeklindedir ve burmalı sütunlarla süslenmiştir. Lahdin, içinden çıkan sikkelerden yola çıkarak MS 265–270 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Lahit 2.47 m uzunluğunda, 1.22 m genişliğinde, 1.20 m yüksekliğindedir. Üzerindeki betimlemelerden aristokrat bir aileye ait oldugu anlaşılan lahtin içinden yetişkin bir kadına, yetişkin bir erkeğe ve genç bir kıza ait kemikler çıkmıştır. Lahdin kapak bölümünde yüzleri işlenmemiş uzanan bir erkek, bir kadın, iki çocuk, bir at ve kuş figürü yer almaktadır. Kapağın kenarında çeşitli yaratıklar, köşelerinde ise Pan ve satyr kabartmaları bulunur. Kapaktaki eroslar, çiftin huzurlu bir evlilik yaşamış olduklarının işareti sayılmaktadır.

Radikal, Haber: Lora Baytar, 12.02.2015

KAYIP TABLO DAVASINDA TAHLİYE

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden kaybolan 302 eserle ilgili başlatılan soruşturmada tutuklanan galerici Orhan Dağhan Özil ile antikacı Mete Aktuna tahliye edildi. Soruşturma kapsamında tutuklanan ve çete lideri olduğu iddia edilen Ahmet Sarı ile müzenin güvenlik görevlisi Veli Topal cezaevinde kaldı.

 

İKİ AYDIR TUTUKLUYDU
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında aralarında eski müze müdürü Ö.O.G. ile müze müdür yardımcısı A.A.T.’nin de bulunduğu 18 kişiyi geçen aralık ayında gözaltına almıştı. Şüphelilerin sorgusunun ardından çete lideri olduğu iddia edilen Ahmet Sarı, müzenin güvenlik görevlisi Veli Topal ile antikacı Mehmet Tuna tutuklandı. O sırada yurtdışında bulunan galerici Orhan Dağhan Özil ise daha sonra kendisi gelerek savcılığa teslim oldu, sorgusunun ardından tutuklandı. Yaklaşık iki aydır cezaevinde bulunan şüpheliler için yapılan itiraz sonucunda, Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliği, 30 Ocak günü Özil’in “kaçma şüphesinin bulunması”, “delil karartma ihtimalinin bulunmaması” gerekçesiyle tahliyesine karar verdi. Diğer şüphelilerin tutukluluk halinin devamına yönelik karara yapılan itiraz üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hakimliği, antikacı Mete Aktuna’nın da tahliyesini açıkladı.

Hürriyet, 12.02.2015

RESTORASYON İÇİN RHODİAPOLİS'TE YER TESLİMİ YAPILDI

 

 

Kumluca Belediyesi tarafından, Rhodiapolis antik kentindeki tiyatro ve stoanın (sütunlu galeri) restorasyonu için gerçekleştirilen ihale sözleşmesinin imzalanmasının ardından yüklenici firmaya yer teslimi yapıldı.

 

Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya, yer tesliminin ardından yaptığı açıklamada, Rhodiapolis antik kentinde Akdeniz Üniversitesi tarafından 2006 yılında kazı çalışmaları başladığını hatırlattı.

 

Belediye olarak antik kentte yürütülen çalışmalara büyük destek verdiklerini belirten Çetinkaya, şunları söyledi:

"Kazı ekibi burada başarılı bir çalışma yürüttü ve antik kentin büyük bölümü gün yüzüne çıktı. Bundan sonra restorasyon çalışması yapılacak, bu konuda ihale yapıldı ve yer teslimi gerçekleştirildi. İnşallah restorasyon çalışmaları belirlenen süreden daha önce tamamlanır ve ilçemizin tarih ve turizme açılan penceresi olacak Rhodiapolis Antik Kenti insanların ziyaretine açılır."  

 

Restorasyon ihalesinin kazanan Er-Bil firması sahibi Bilal Tunç da firma olarak daha önce başka illerde de antik ve tarihi mekanlarda restorasyon çalışması yürüttüklerini anlattı. Rhodiapolis antik kentini tarihi dokusuna en uygun şekilde restore edeceklerini belirten Tunç, ihaleye göre çalışmaların 400 iş gününde tamamlanması gerektiğini bildirdi.

 

Firma olarak belirlenen süreden önce işi tamamlamak istediklerini ifade eden Tunç, "Böyle güzel bir antik kentin restorasyon işini firma olarak gerçekleştirecek olmaktan dolayı çok mutluyuz. Restorasyon çalışmalarını tamamladığımızda bu mutluluğumuz daha da artacak" diye konuştu.

Hürriyet, 11.02.2015

FOÇA'DA FIRTINA 350 YILLIK KONAĞI YIKTI

 

 

Foça’da üç gündür devam eden fırtına zaman zaman etkisini artırması ilçede hayatı olumsuz etkiledi. Saatteki hızı 90 kilometreyi bulan tam poyraz fırtınası Tarihi Beşkapılar Kalesi’nin bitişiğindeki mülkiyeti Güler Sanlı’ya ait olan 15 yıldır kullanılmayan taş binanın yıkılmasına neden oldu. Binanın duvarlarının yıkıldığı sırada çevrede kimse olmaması nedeniyle yaralanan ya da ölen olmadı.

 

“AŞIRI KORUMACILIK TARİHİ ESERİ KAYBETTİRİYOR”

15 odalı konağın onarım gerektirdiği için 2000′li yılların başında boşaltıldığını belirten Foçalı turizmci Işıl Dirim Kavitaş, restorasyon için gerekli iznin verilmediğini öne sürdü. Kavitaş, “Önce depremlerde köşeleri ayrıldı. Daha sonra içeriye izinsiz giren madde bağımlıları ve evsizlerce çıkarılan yangınla çatısı tutuştu. Binanın korunması ve arz ettiği tehlikeye önlem alınması için komşularla birlikte defalarca yazılı müracaat ettik. Biz bu süreçte birkaç projeyle başvurularımızı yeniledik. Kimisi reddedildi. Kimisi düzeltmeler ve değişiklikler yapılması istenerek iade edildi. Fazla korumacılıkta zarar veriyor. Tarihi eserlerin aşırı korumacılıkla ve uzayan zaman nedeniyle tamamen kaybediyoruz” diye konuştu.

 

“MALİYET 10 KAT ARTTI”

Bu işin önemli bir maddi boyutu olduğunu da vurgulayan Kavitaş, şunları söyledi:

“İlk başvurumuzda aslına uygun restore edebilecek durumdaydık. Ama aradan geçen zaman binayı iyice harap etti. Şimdi onarım ve restorasyonun maliyeti belki 10 katına çıktı. Biz bu binayı durumumuz uygun olduğunda yine onarmak, restorasyonunu yapmak istiyoruz. Bu konuda bürokratik işlemler için ilgili kurumlardan, parasal konularda da devletten destek istiyoruz.”

 

“YIKMAK İÇİNDE YAPMAK İÇİNDE İZİN YOK”

Binanın sahipleri olarak ne yapacaklarını bilemediklerini vurgulayan Kavitaş, “Yıkmak istiyoruz izin verilmiyor. Yapmak istiyoruz yine izin yok. Binanın yıkılmaması için bir taş koysam ağır cezalık suç ama yıkıldığında altında biri kalsa hesabını yine bizden soruyorlar. Bugün yine yıkım için Foça Belediyesi’ne dilekçe ile müracaat ettik. Ama hemen sonuç alacağımızı sanmıyorum” diyerek bu tür eserlerin milli servet olduğunu ve devletin bu tür restorasyonlarda zaman kaybını önleyici düzenlemeler yapmasını istedi.

Sözcü, 11.02.2015

KARŞIYAKA'DAKİ MÜZELERE ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Karşıyaka’da hem sosyal ve kültürel yaşamın hem de turizmin vazgeçilmezi olan müze ve anı evleri, yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası oldu. Karşıyaka Belediyesi’ne bağlı 6 müze arasında en çok ilgiyi ise ’Latife Hanım Köşkü Anı Evi’ gördü. 2008 yılında aslına uygun restore edilip ziyarete açılan köşk, bugüne dek 600 bin ziyaretçiyi ağırladı. Karşıyaka Belediyesi’ne bağlı Latife Hanım Köşkü Anı Evi, Bostanlı Açıkhava arkeoloji Müzesi, Bilim Müzesi, Deprem Müzesi, Hamza Rüstem Fotoğraf Müzesi ve Haberleşme Müzesi; son bir yılda 200 bin ziyaretçi sayısına ulaştı.

 

 

Karşıyaka’yı, kültür ve turizmde marka kent haline getirmek için çalıştıklarını belirten Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar, “Müze ve anı evleri, geçmişimizi daha iyi tanımamız, geleceği öngörebilmemiz noktasında hepimiz için çok önemli. Kültür ve turizm alanlarında ‘marka kent’ hedefimiz doğrultusunda, önümüzdeki süreçte Karşıyakamıza yeni müzeler kazandırmak için çalışacağız. Vatandaşlarımız, mevcut tesisleri ücretsiz olarak gezebilir” dedi.

 


Milliyet, 11.02.2015

VENEDİK BİENALİ 56. ULUSLARARASI SANAT SERGİSİ TÜRKİYE PAVYONU'NDA SARKİS'İN RESPIRO PROJESİ YER ALACAK

 

Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu'nda, günümüzün önemli kavramsal sanatçılarından Sarkis'in eserleri yer alacak.

 

 

Respiro başlıklı yerleştirme, 9 Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri arasında Venedik Bienali'nde izlenebilecek. Defne Ayas küratörlüğünde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda gerçekleştirilecek Türkiye Pavyonu sergisi, bienalin ana mekanlarından Arsenale'deki Sale d'Armi binasında yer alacak.

 

Uluslararası arenada günümüzün önde gelen sanatçıları arasında sayılan Sarkis, yarım yüzyılı aşkın süredir devam ettiği sanat üretiminde farklı din, felsefe ve sanat tarihlerini hafıza ve mekanla ilişkilendirmesiyle tanınıyor.

 

Sarkis, toplantıda, projeyle ilgili olarak: "Zamanların başlangıcına, ilk gökkuşağına, diğer bir deyişle ışığın ilk kırılma anına gideceğiz. Tarih içindeki belirli anlara sabitlenmek yerine bugünün ve uzak geçmişin güncelliğine aynı anda sahip çıkacağız. Durağanlığa karşı dönüşmeye, dönüştürmeye, nefes almaya, hissettirmeye devam edeceğiz," dedi.

 

İtalyanca'da nefes anlamına gelen Respiro başlıklı projesinde Türkiye Pavyonu'nu bir tiyatro sahnesi gibi düzenleyecek olan Sarkis, obje ve görselleri, düşünce ve kodlar ile bir araya getirecek ve eserlerinin özünü oluşturan sonsuz diyalog ve dönüşüm fikirlerini incelemeye devam edecek. Aynalar, vitray panolar ve mekana özgü üretilmiş neon ışıklandırmalardan oluşacak yerleştirme, sanatçının ürettiği gökkuşağının yedi renginin çiziminden esinlenen Jacopo Baboni-Schilingi'ye ait bir besteyle tamamlanacak.

 

Basın toplantısında Defne Ayas ise şunları söyledi: "Sarkis, sanat ile evrene dair duruşunu ustaca bir araya getirebilen ender sanatçılardan. Günümüzdeki derin belirsizlikler karşısında, Sarkis'in bu başyapıtı, insanlık tarihini yeniden değerlendirmek için taptaze bir önerme. Respiro ile sanatın potansiyeli yeniden ivme alacak, sergi bizlere yeniden bir alan açacak. Mimari kurgu, vitraylarda şifrelenmiş sinyaller, saklanmış çerçeveler sayesinde belki biraz canımız acıyacak fakat ışıkla da buluşup iyileşme şansımız olacak. Sarkis'in zengin birikimi, sanatının dönüştürücü gücü, zamansızlığı ve zamanındalığı bize umut veren... Kendisine İKSV'nin davetini kabul ettiği ve beni davet ettiği için müteşekkirim."

 

Respiro sergisi ile Sarkis'in yerleştirmesine dair denemeler ve görsel okumaların yer alacağı bir kitap da yayımlanacak. Defne Ayas'ın editörlüğünü yapacağı yayının yazarları arasında Ruben Arevshatyan, Uwe Fleckner, David Kazanjian, Wendy Meryem Kural Shaw, W. J. T. Mitchell, Aaron Schuster ve Jalal Toufic yer alıyor. Tasarımını APFEL'in (A Practice for Every Day Life) yapacağı kitap, Venedik Bienali'nin açılışı sırasında yayımlanacak ve seçkin kitapçılarda da satışa sunulacak.

 

Sarkis'in 7 Mayıs tarihinde eş zamanlı olarak İstanbul ve Cenevre'de iki yerleştirmesi daha olacak. Böylelikle, Türkiye Pavyonu'nda yer alacak eserler ile bu yerleştirmeler arasında devam eden bir diyalog da yaratılacak.

 

Okwui Enwezor'un küratörlüğündeki Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi, 9 Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri arasında izleyicilere açık olacak.

 

Türkiye Pavyonu'ndaki sergi, İKSV koordinasyonunda, Fiat'ın sponsorluğunda, TC Dışişleri Bakanlığı ile TC Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde, Mehveş-Dalınç Arıburnu ve SAHA Derneği'nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştiriliyor. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, İKSV'nin girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla 20 yıllığına kiralanan sabit bir mekanda yer alıyor.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 11.02.2015

KULLANILMAYAN TARİH BİR YAPIYI SOKAKTA CANLANDIRMAK

 

Camposaz atölyesinde bir araya gelen katılımcılar müzeye dönüşmesi beklenen tarihi bir yapının önünde bulunan meydanı basit elemanlarla dönüştürdü.

 





 

Camposaz, İtalya'da Dolomites sıradağlarının eteğinde bulunan bölgede yapılan bir atölye. Amacı, ahşap mimari öğelerle bölgedeki peyzajı geliştirmek. Çalıştay süresince katılımcıların yapması gereken tek şey, organizatörler tarafından geliştirilen tematik öneriler ışığında sürdürülebilir, pratik projeler geliştirmek ve oluşturulan ahşap yapıları monte etmekti.

 

Proje, Transacqua Belediyesi ile Aguaz ve Campomarzio kültürel derneklerinin birlikte yürüttüğü bir girişim. Fiera di Primiero tarihi kent merkezinde yer alan 17. yüzyıl yapısı Casa Piazza şu anda kullanılmıyor ama bina restore edilecek ve yerel tarih müzesine dönüştürülecek. Bu yapının iki cephesini kullanan Camposaz projesi de binayı çevreleyecek şekilde ahşap basamaklar ve basit yapılar içeriyor. Köşelere yerleştirilen 3 boyutlu elemanlarsa binaya zarar vermemesi için güvenli bir mesafede tutulmuş ve kullanılmayan bir alanı buluşma mekanına çevirmesi bekleniyor. 

 






Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 11.02.2015

KAPALIÇARŞI İÇİN DEĞİŞİM ZAMANI

 

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Kapalıçarşı Yenileme Avan ve Uygulama Projesi'nin onaylandığını belirterek, ilk olarak çarşının en büyük problemi olan altyapıyı onaracaklarını ve yönetim sorununu gidereceklerini anlattı.  

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir yaptığı açıklamada, 554 yıllık Kapalıçarşı'da 2009'dan bu yana süren proje ve onay sürecinin tamamlandığını kaydetti.  

 

Dünyanın en büyük restorasyonu olacak proje kapsamında 3 bin 150 dükkanın baştan aşağı yenileneceğini ifade eden Demir, 3 etap halinde yapılacak ihaleler kapsamında önce 46 bin metrekarelik bölgenin ele alınacağını, ikinci etapta ise 8 han ve 635 dükkan, 3. etapta da 444 dükkanın restore edileceğini anlattı. 

 

Kapalıçarşı'nın en büyük sorununun yönetim olduğuna dikkati çeken Demir, mevcut hukuk sistemi içerisinde Kapalıçarşı'da yönetim kurulu oluşturmanın mümkün olmadığını söyledi.  

 

Yönetim problemini çözebilmek için kanun çıkarıldığını hatırlatan Demir, "Bir taraftan projeler yaparken öbür taraftan hukuki altyapı oluşturuyoruz. Yakın zamanda Kapalıçarşı'nın en büyük problemlerinden biri olan altyapı problemine el atacağız. İSKİ ile çalıştık. Projeler bitti. Bu sene içerisinde altyapı çalışmalarını başlatıp, bitirmeyi düşünüyoruz. Son derece önemli. Tahrip olan yağmur ve pis suları giderlerini yapacağız" diye konuştu. 

 

"Kapalıçarşı'nın en kritik döneminin geçildiğini düşünüyorum"  

Fatih Belediye Başkanı Demir, Kapalıçarşı'nın her tarafında çeşitli kablolar bulunduğunu ifade ederek, bunları yer altına alacaklarını söyledi.  

 

En büyük problem olan ısıtma, soğutma ve havalandırma problemini de çözeceklerini anlatan Demir, sözlerini şöyle südürdü:  

 "Düşük gerilimli internet hatlarının hepsini de bu sistemin içine dahil edeceğiz. Daha sonra da esnaf ve mülk sahipleri tarafından müdahale edilmiş ve süreç içerisinde Kapalıçarşı'ya zarar verebileceğini düşündüğümüz yerler elden geçirilecek. En sonunda da çatısı yapılacak. Artık Kapalıçarşı'nın kanunu ve onaylı projesi var. Yakın zamanda yönetimi olacak. O yönetime biz de destek vereceğiz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi, İstanbul Valiliği ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü de projemize destek oluyor. Kapalıçarşı'nın en kritik döneminin geçildiğini düşünüyorum. Bundan sonra Kapalıçarşı'da iyi yıllarımız olacak." 

 

"Bu saatten sonra yağmurlarda 'akmasın' diye dua etmeyeceğiz" 

Kapalıçarşı Esnaflar Derneği Başkan Vekili İsmail Yeşil, yönetim planı hazırladıklarını, belediye ile her çarşamba toplantıları olduğunu ve çalışmaların sürdüğünü söyledi. 

 

Toplantıda mal ve mülk sahipleriyle konuşmalar gerçekleştirildiğini dile getiren Yeşil, "Şu ana kadar 750'ye yakın esnafa ulaştık. Onlara, Kapalıçarşı'nın tamiratı, onarımı, yönetim planını tek tek anlatıyoruz. Projenin yüzde 65'inin bittiğini biliyoruz" ifadelerini kullandı. 

 

Yeşil, Kapalıçarşı'nın dünyanın en çok turistin ziyaret ettiği yerlerden biri olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti: 

 "Burası Çarşı. Kapalıçarşı'yı AVM veya alışveriş merkeziyle karıştırmayın. Çarşının anlamı da oturup sohbet edilip, çay içilen yerdir. Ürünler sergilenir. Bu çarşının geleneğini devam ettiriyoruz. Bu saatten sonra da yağmurlarda 'akmasın' diye dua etmeyeceğiz. Bunun önünü kesmiş olacağız. Kapalıçarşı'nın altyapısı ve üstyapısı düzenlenecek. Yangına dayanıklı kablolar döşenecek. Başkanla görüşüyoruz. Tamirat ve onarımdan sonra da giriş çıkış saatleriyle ilgili düzenleme isteyeceğiz." 

Dünya, 11.02.2015

700 YILLIK TARİHİ BELGE

 

İngiltere'de bir belediyenin arşivindeki defterin arasında 700 yıllık orijinal Magna Carta kopyası bulundu.

 

 

Tarihi belgeyle ilgili açıklama yapan İngiltere’nin doğusundaki Kent Bölgesi Belediyesi (KCC), araştırmacıların belediyeye ait Kent Tarih ve Kütüphane Merkezi’nin (KHLC) arşivinde bir defterin içerisinde Magna Carta’nın kopyası olan orijinal bir belge bulduğunu açıkladı.

 

 

ÜÇTE BİRİ EKSİK

Magna Carta Projesi’nde araştırmacı olarak görev yapan Sophie Ambler, belgenin 1215 tarihli Magna Carta’nın 13′üncü yüzyıldaki 24′üncü kopyası olduğunu kaydetti. Yaklaşık 50 santimetre uzunluğundaki belgenin üçte birinin eksik olduğunu belirten Ambler, belgenin ıslandığı için zarar gördüğünü ve üzerindeki kraliyet damgasının kayıp olduğunu belirterek, ancak belgenin yayın tarihinin okunabildiğini söyledi.

 

İMZALANDIKTAN 85 YIL SONRA BASILMIŞTI

Tarihçiler, yeni bulunan belgenin dönemin İngiltere Kralı John’un ilk Magna Carta’yı imzalamasından 85 yıl sonra, Kral John’un torunu olan İngiltere Kralı Birinci Edward döneminde basıldığını bildirdi. Belediye’nin arşivlerini tarayan KCC Tarih Sorumlusu Dr Mark Bateson tarafından bulunan belge ayrıca, 2007 yılından bu yana keşfedilen ilk Magna Carta kopyası olma özelliğini taşıyor.

 

 

ANAYASAL DÜZENİN EN ÖNEMLİ BELGESİ

1215 yılında İngiltere Kralı John tarafından imzalanan Magna Carta ile Birleşik Krallık’ta ilk kez kralın yetkileri kısıtlanarak, halka temel hak ve özgürlükler tanınmıştı. Magna Carta, günümüzdeki anayasal düzenin oluşması sürecinde en önemli belgelerden biri olarak kabul ediliyor ve bu yıl Magna Carta’nın 800′üncü yılı kutlanıyor.

Sözcü, 11.02.2015

BANKA KASASINDAKİ TABLOYA EL KONULDU

 

 

İsviçre'de, bir bankanın kasasında bulunan ve İtalya'dan yasa dışı yollarla çıkarıldığından şüphelenilen İtalyan ressam Leonardo da Vinci'ye atfedilen bir kadın portresine el konuldu.

İtalya Savcılığından yapılan açıklamada, Leonardo da Vinci'nin eseri olduğu iddia edilen ve ülkenin güneyindeki İtalya sınırında bulunan Ticino kantonunda bulunan Lugano şehrindeki bir özel bankadan ele geçirilen portreye, İtalya polisinin talebiyle ülkeden yasa dışı yollarla çıkarıldığından şüphelenildiği için el konulduğu ifade edildi.

Savcılık açıklamasında, İsviçre'de yaşayan İtalyan bir ailenin, tabloyu 135 milyon dolara satmaya çalıştığı ileri sürüldü.

Habertürk, 11.02.2015

YEŞİL MÜZE KAZISINDA BİZANS TEMELLERİ ÇIKTI

 

 

Kültür Ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından ihale edilen İznik Nilüfer Hatun İmarethanesi ve Müştemilatı Yapımı Teşhir Tanzimi ve Çevre Düzenlemesi Projesi çerçevesinde Yeşil Müze adıyla ek bina yapımı için sondaj çalışması başlatıldı. Ancak restorasyonu süren müzedeki temel kazılarında, Bizans dönemine ait olabileceği tahmin edilen konut temelleri çıktı. Bunun üzerine ortaya çıkan tarihi yapının ortaya çıkarılması için çalışma başlatıldı. Toplam 7 milyon 299 bin liralık proje kazılarında ortaya çıkan tarihi yapının temizleme ve sondaj çalışmaları sürüyor. 

 

KENDİ ENERJİSİNİ KENDİ ÜRETECEK

İznik Yeşil Müze Projesi'nin Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan gelecek karara göre şekilleneceğini ifade eden İznik Kaymakamı Hüseyin Karameşe, bilinen kent müzelerinin yanı sıra alışılmışın dışında bir mimari projeye sahip olacağını dile getirdi. 


İznik Yeşil Müze Projesi'nde, idari binaların yanı sıra arkeoloji bölümünün yer alacağı yeni binanın terasının temiz enerji kullanımı için yeşil alandan oluşacağını belirten Kaymakam Karameşe, “Bu alanda yine güneş enerjisini elektriğe çevirecek mimariye uygun ayrı çatılar inşa edilerek, yapının kendi elektriğini kendisinin üretmesi planlanıyordu' dedi.

Bursa Olay, 11.02.2015

PERGE'NİN DÜNÜ BUGÜNÜ

 

Antalya arkeoloji Müzesi, Erdem Bayazıt Kültür Merkezi’nde “Perge Antik Kenti’nin Dünü Bugünü” adlı fotoğraf sergisini açtı.


Kepez Belediyesi Başkan Yardımcısı Mustafa Özsoy, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Erdal Çelik ile Toros Meslek Lisesi öğrencilerinin katıldığı sergi açılışında, Müze Müdürü Mustafa Demirel ve yardımcısı Mustafa Samur bilgiler verdi. 20 Şubat’a kadar açık kalacak olan sergide, Perge’den çıkarılan ve müzede sergilenen buluntuları fotoğrafları da yer alıyor.


Demirel, Aksu’daki antik kentte 1946 yılından bu yana arkeolojik kazı çalışması yapıldığını belirtirken, Akdeniz Üniversitesi işbirliğiyle sürdürdükleri kazı çalışması boyunca yapılanları gösteren fotoğrafları gösterdiklerini söyledi.Demirel, “Perge’de temizlik, çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışması yapmadan önceki ve sonraki halini gösteren fotoğraflarla sergiyi oluşturduk. Amacımız kazı başkanlığımız döneminde yaptıklarımızı anlatmak. Bunun anlamı bizden önceki kazı başkanlığı yapmış olan değerli akademisyenlerden daha verimli çalıştığımızı göstermek değil. Perge’de bizden önceki kazılarda, bilimine ve arkeoloji dünyasına çok değerli katkılar yapıldı” diye konuştu.

Milliyet, 11.02.2015

LÜTFEN

 

Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız'dan, Sayın Belediye Başkanımız Kadir Topbaş’tan, hükumetimizden bu işte rolü olan herkesten rica ediyorum.

 

Lütfen şu “Topçu Kışlası”nı yapmaktan vazgeçin. Mahkeme ne karar verirse versin gönül rızası ile vazgeçin.

 

Bu yazıyı “Gezi” meselesine bağlamayın, hiç alakası yoktur.

 

Akl-ı selim şunu gösteriyor:

Taksim-Şişli-Mecidiyeköy yeşil alandan yoksun, binalarla dolu, nefes alınmaz semtler olmuştur.

Mecidiyeköy’den Taksim’e kadar bir yeşil alan yoktur. “Taksim Bahçesi” mevcut hali ile hem meydanı süsleyen, hem oraya yeşil örtüsü ile ferahlık veren bir mekandır.

 

Bu yeşilliğin üzerine titrememiz gerekirken oraya devasa bir bina yapmak (isterse tarihi geri getirsin) akla ziyandır. Bülbülü eti için öldürmeye benzer.

 

Böyle akla ziyan işler maalesef İstanbul’u berbat etmektedir. Misal: Gökkafes. Bir kez yapıldı, o kadar itiraz geldi ama netice alınamadı. Orada bir heyula gibi dikilmektedir.

 

Buna mukabil “Taksim Camii” bir ihtiyaçtır.

 

Bu ihtiyacı görmemek için kör olmak lazım gelir. Şişli Camii’nden Ağa Camii’ne kadar, nüfusun çok yoğun olduğu bu bölgede cami yok.

 

Taksim’deki Maksem Sokağı'nda yüz metrekarelik bir apartman katında bir mescit var, inanın Cuma günlerinde insanlar sokakta namaz kılıyor. Zaten Ağa Camii de küçüktür, oradakiler de sokakta namaz kılıyor.

 

Bunun kışı var, karı var, yağmuru çamuru var insanların sokakta namaz kılmasına nasıl gönlünüz razı geliyor. Bu kabul edilemez bir şey. Allah’a inanmayanlar bir yana Taksim’e cami projesine aklı olan kimse karşı çıkamaz.

 

Üstelik yeri hazır, derneği var, cami yapacağınız dediğiniz anda cemaat oraya para yağdırır.

 

Bence Sular İdaresi önündeki, zaman zaman musluklarından su akan seti de kaldırmalı. Hatta Maksem’e kadar olan kısmı istimlak etmeli, o bölgeyi iyice genişletmeli, camiyi meydanı daraltacak, basacak ölçülerde yapmamalı, ama en azından Cuma günleri tenteleri açılarak yağmurdan, güneşten koruyacak bir mekanizma ile avlu sayılacak mekan iyice geniş olmalıdır.

 

Bu cami üzerinde çok tartışıldı. Tartışmalar siyasi olup vatandaşın ihtiyacının uzağında idi. Yeniden cami yapmak üzere harekete geçildiğinde yine birileri maraza çıkaracaklardır. Buna göğüs germek lazımdır, çünkü halkımız kahir ekseriyet ile bu caminin yapımına destek verecektir. Bunun için referanduma ihtiyaç yoktur.

 

Sayın Başkanım Kadir Topbaş, Sayın Başbakanım Ahmet Davutoğlu, Sayın Cumhurbaşkanım Recep Tayyip Bey ve sayın ilgililer lütfen şu “Taksim Kışlası” tartışmasına son verelim.

Bu bir ihtiyaç değildir.

 

Üstelik kimin aklına geldi bilmiyorum, aynı ile yapılsa bile eklektik mimarisiyle makbul bir yapı değildir.

 

Zaten etraftaki binaların baskısı altında olan meydan bu projeyle iyice daralacak nefes alma imkanı kalmayacaktır.

 

Ak Parti iktidarı ve belediyeleri İstanbul’daki yeşil alan oranını ikiye, dörde, on dörde katlamıştır. Dikilen fidanlar ağaç olmuş, sahiller vatandaşın rahatça zevkle dolaşacak hale getirilmiştir.

 

Buna mukabil Maslak hattı bir gökdelen istilasına uğramıştır. Diğer semtleri bu istiladan kurtarmak gerekmektedir.

 

Sayın Cumhurbaşkanı uyarıda bulunarak “Artık yüksek bina yapmayın” demesine rağmen Maslak dışındaki semtlerde de gökdelenler yükseliyor.

 

Korkarım bundan böyle İstanbul “kubbeler ve minareler şehri” olmaktan çıkacak New York’a benzeyecektir. Bu babda TOKİ’nin artık dikey değil yatay yapılaşma kararı alkışlanacak bir tutumdur.

 

Sözü bir istatistik rakamı ile bağlayalım. Halkımızın yüzde seksen beşi, tek katlı, bahçeli ev istiyor. Bu nasıl gerçekleşir? Eh, onu da uzmanlar düşünsün.

Yeni Şafak, Yazı: Mustafa Kutlu, 11.02.2015

RÜYAYDI GERÇEK OLDU: TÜRK ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ

 

Uzun yıllardır beklenen arkeoloji enstitüsü sonunda kuruluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın uzun yıllardır yapamadığını Gaziantep Büyükşehir Belediyesi yaptı. Anadolu Arkeoloji Enstitüsü için Avrupa Birliği'nden 10 milyon Euro destek alındı. Başkan Fatma Şahin, önümüzdeki günlerde arkeologları Gaziantep'te toplayarak enstitü müjdesini açıklayacak.

 
Ülkemizde 2014 verilerine göre Bakanlar Kurulu kararıyla gerçekleştirilen 117 Türk kazısı, 36 yabancı kazı çalışmaları sürdürülüyor. Yine 82’si Türk, 14’de yabancı ülkelerin bilimsel arkeolojik yüzey araştırması sürüyor. Türkiye ’de Alman, Avusturya, Amerika, Fransa, İngiliz, Japon ve Hollanda arkeoloji Enstitüleri bulunuyor. Arkeologların yıllardır dillendirdikleri enstitü nihayet Gaziantep’te kuruluyor. AB Bakanı Volkan Bozkır ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’de enstitüye destek veriyor.

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi bir süredir Avrupa Birliği nezdinde diplomatik girişimlerini sürdürüyordu. Gaziantep’te kurulacak enstitü için AB’den 10 milyon Euro destek alındı. Kurulacak arkeoloji enstitüsünün yüzde 90 bütçesi AB’nden sağlanırken yüzde 10’u ulusal kaynaklardan karşılanacak.

Anadolu Arkeoloji Enstitüsü fikri Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığının Haziran 2014’de gerçekleştirdiği 2014 Yılı Uluslararası Arkeolojik Kazı Sonuçları Değerlendirme Toplantısı’nda ortaya çıktı. 428 yerli ve yabancı Kazı Başkanının katıldığı toplantıda gelişen fikir Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in girişimleriyle Kültür ve Turizm Bakanlığı, Avrupa Birliği Bakanlığı ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonuna yansıtıldı. AB çalışmanın Avrupa kültür mirasına da katkı sağlayacağını düşünerek projeye büyük destek verdi.

Bu kapsamda Anadolu coğrafyasında bilimsel arkeolojik çalışma ve araştırmalar yapılacak, Anadolu arkeolojisi alanında seminer, yayın ve araştırma faaliyetleri düzenlenecek, dinler tarihi kütüphanesi kurulacak. Enstitünün çalışmalarına önümüzdeki Nisan ayı içinde uluslararası bir katılımla başlanacak.

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin konuyla ilgili şunları söyledi: " 12 yıla yakın parlamenterliğim döneminde de elimden geldiğince Gaziantep’in tarihi ve kültürel miras alanları ile ilgili girişimlerde bulundum. Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım topraklardaki bu önemli mirasın hep farkındaydım. Birilerini evinize davet eden bir ev sahibesi olarak cevap vermeniz gereken ilk soru ‘elinizde ne var?’ oluyor. Bu sorunun bizdeki önemli cevaplarından biri arkeolojik buluntular. Ama onları da dünyaya yeterince tanıtamıyoruz. Gaziantep’teki sempozyumda yıllardan bu yana Anadolu Arkeolojisi ile ilgili bir enstitü olmadığını öğrendim. Konuyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığımızla, AB Bakanımız Volkan Bozkır’la, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ile iletişime geçtik. Yani anlayacağınız arkadaşlarımızla ciddi bir mekik diplomasisi yaptık. Projenin, Avrupa kültürüne yapacağı katkılar Avrupa Birliğinin en çok dikkatini çeken yönü oldu ve geçen haftalarda kabul edildi.’’

ENSTİTÜNÜN ÖNEMİ

Ülkemizde kazı yapan her ülkenin aynı zamanda enstitüleri var. Kazılara verilecek maddi destekler, bilimsel veriler bu enstitüler tarafından sağlanıyor. 117 Türk kazısı olmasına rağmen Türk arkeolojisinin veri bilgilerinin toplandığı bir bilimsel kurum yok. Her üniversite kazılarla ilgili verilerini arkeoloji bölümlerinde topluyor. Üniversitelerin yayın haricinde birbirleriyle iletişimleri yok denecek kadar az. Enstitü tüm kazıları bir araya toplamak açısından oldukça önemli. Ancak bu enstitü sadece belediyenin değil tüm Türk arkeolojisinin merkezi haline gelmeli. Bunun için de üniversitelerden bir bilim heyeti kurulmalı ve o heyet enstitü başkanını dönemlik seçmeli. İdare büyükşehir belediye başkanlığınca yapılsa bile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetiminde olmalı. Tüm kazı ödenekleri de bakanlıkça enstitüye aktarılarak buradan kazı başkanlıklarına verilmeli. Türk arkeolojisi için yepyeni bir çığır açacak enstitü aynı zamanda arkeolog istihdamına da önemli bir katkı sağlayacaktır.

Radikal, Haber Ömer Erbil, 11.02.2015

JULİOPOLİS TURİSTLERİN İLGİSİNİ ÇEKİYOR

 

Nallıhan’ın Çayırhan Mahallesi, Gülşehri bölgesinde bulunan Juliopolis antik kenti ve nekropolünde, 4 yıldır sürdürülen kazılarda, bugüne kadar 6 değişik tipte 460’ın üzerinde mezar odasına ulaşıldı.

 

Kazılarda ortaya çıkan klineli mezar odalarında, cesetlerin konulduğu özel bölmeler ve kemerle birbirini tamamlayan mezarlar oldukça ilgi görüyor. Juliopolis antik kentine ait bir kilise ve kentin etrafını çeviren sur duvarları da ortaya çıkarıldı.

Hürriyet, 11.02.2015

EMEK SİNEMASININ SON DURUMUNU BİNANIN ORTAĞI ANLATTI

 

Geçen akşam gittiğim bir mekanda, Emek Sineması'nı "yıkan" projenin ortaklarından Levent Eyüboğlu'yla tanıştım. Hazır yakalamışken, aklımdaki soruları bizzat kendisine yönelttim. Cevaplarını, noktasına virgülüne dokunmadan yayınlıyorum.

 

* Kusura bakmayın ama konuya bodoslama gireceğim... Emek Sineması'nı yıkarken vicdanınız hiç mi cız etmedi?
- Bu projeye imza attığımız için çok mutluyum.

* Bunu nasıl böyle rahat söyleyebiliyorsunuz anlayamadım. Siz hiç Emek Sineması'nda film seyretmediniz mi?
- Galatasaray Lisesi'nde okudum ve ömrümün önemli bir kısmı Beyoğlu'nda geçti. Ama izin verirseniz önce ben size bir soru sorayım. Peki ya siz Emek Sineması'nın binasını biliyor musunuz?

* Tabii ki biliyorum, defalarca film izledim orada...
- Emek Sineması'nın binasının dış görünüşünü kimse tarif edemez. Sinema Cercle D'orient, İpek, Melek ve İsketinj binalarının arasındaki avluya yapılıp üzeri kapatılmış. Hemen yandaki Melek Apartmanı'ndan da girişi verilmiş. Sinemanın balkonlarının olduğu yerde apartmanın birinci katı var. İkinci kat ise makine dairesi... Başka bir binanın altından ise yangın çıkışı verilmiş.

EMEK SİNEMASI'NIN TARİHİ DENEBİLECEK BİR BİNASI YOK
* Ne yani, bu anlattıklarınız Emek Sineması'nı yıkabileceğinizi mi gösteriyor?

- Diyorum ki bu binanın kendisi yok aslında. Dört duvar yapılmış, o dört duvarın üzerine de bir çatı. Yani Emek Sineması'nın tarihi denebilecek bir binası yok.

* Diyelim ki binası yok, ama sonuçta tarihi bir sinema salonu burası. Onun gibi kaç tane kaldı ki şehirde?
- İşte buna katılıyorum ama tekrar ediyorum, Emek Sineması'nın mimari olarak korunması gereken bir binası yok. Korunması gereken, salonun içindeki dekorasyonları...

* Bu yüzden mi "Emek'i taşıyabilirim" diye düşündünüz? Ee Topkapı Sarayı'nı da taşıyalım o zaman?
- Topkapı Sarayı ile Emek Sineması'nı kıyaslamak gerçekten akla ziyan bir durum. Eski olan her şeyin tarihi olduğunu düşünmek gibi bir şey... Emek Sineması tarihi değerden çok anı değeri olan bir mekan. Ve biz salonu orijinal haliyle geleceğe taşıyarak anı değerinin çok daha uzun yıllar yaşamasını sağlıyoruz. Anıtlar Kurulu bize bu adada korunması gereken yerlerin listesini verdi. Emek'in hemen yanındaki Cercle D'orient, İpek ve Melek Apartmanı'nı da koruma altında tutuyoruz. Kurul, sinemadaki dekorasyonu korumak şartıyla salonu başka yere taşıyabilirsin diyor. Biz her şeyi kanuna ve evrensel koruma kurallarına uygun olarak yapıyoruz. Zaten öyle olmasa bu kadar ciddi bir yatırım da yapmazdık değil mi?

* Yaklaşık bütçesi ne kadar bu ciddi yatırımın?
- 60 milyon Euro civarında... Yani öyle aman boş ver önemli değil diyebileceğimiz bir rakam değil. Biz burada bir sentez yapıyoruz. Eski binaları olduğu gibi koruyup, tepesindeki en prestijli yere de Emek Sineması'nı koyuyoruz. İnşallah mayısta bittiğinde herkes bizi alkışlayacak.

* Ama anıların sindiği o doku yok olacak...
- Emek'te en son hangi filmi izlediniz diye sorsam ne cevap vereceksiniz merak ediyorum. Projeye başladığımızda sinemayı Kurtuluş Ailesi'nin son jenerasyonundaki temsilci Süheyla Hanım yönetiyordu. Babasından kalan işletme, maalesef ki sinema zincirleriyle rekabete dayanamamış. Üstelik çok büyük olduğu için salon dolmadığı zaman ısıtamıyorlarmış. İKSV ile anlaşmışlar ama o da gemiyi yürütememiş. Aynı zamanda yapı çok riskli bir halde. 800 kişilik salonunun tahliye sistemi bile evlere şenlik. Yani orayı "usulüne uygun" biçimde taşımak değil de, o haliyle bırakıp insanların girmesine izin vermek bana göre çok daha tehlikeli...

SİNEMANIN SAHİBİ "BENİ KURTARIN BATTIM, BUYRUN ANAHTARLAR" DEDİ
* Peki sahibi gerçekten can-ı gönülden mi teslim etti anahtarı?

- Kadın kendi gelip "Beni kurtarın, battım! Buyrun anahtar" dedi. "Sokakta projeyi protesto etmek için yürüyenler bir kere film izlemek için sinemaya gelselerdi ben batmazdım" diye de ekledi.

* Tarihi dokuyu konuşuyorduk ama konu nerelere geldi...
- Anıtlar Kurulu'nun bize korunması için öngördüğü parçaları teker teker kesip, Topkapı Sarayı'nın restorasyonunda çalışan ekiple renove ediyoruz. Tavanı, duvarlardaki süsleri ve sahneyi tamamen orijinal halinde muhafaza ediyoruz. Yedi yeni sinema salonu ve fuaye alanı da ekledik. Galalar ve özel gösterimler için fıstık gibi bir yer olacak.

* Peki bu projenize evden hiç "protesto" geldi mi?
- Kızım Pierre Loti'de okuyordu. Başlangıçta arkadaşlarından çok sıkıntı çekti. Ama araştırdı, mimarlarla konuştu ve "Baba sana inanıyorum" dedi. Galatasaray Lisesi'ndeki arkadaşlarım "Levent nasıl böyle bir şey yaparsın?" diye çıkıştılar ama onlar da işin aslını astarını öğrenince beni tebrik etmeye başladılar.

İNCİ PASTANESİ KONUSUNDA BEN DE ÇOK ÜZGÜNÜM
* Beyoğlu'nun göbeğine bir AVM yapmak sizce ne kadar doğru?
- Binadan dolayı buranın bir AVM olma şansı yok... Biz Beyoğlu'nun ruhuna uygun bir pasaj yapıyoruz. Zaten daha önce de orada dükkanlar, kafeler, restoranlar yok muydu? Ayrıca İstiklal Caddesi'nin arkasında açık bir sokak yarattık.

* Emek Sineması'yla bu kadar rahat anlaştınız da İnci Pastanesi'nden ne istediniz?
- İnci bizim için de çok önemli bir değer. Bu yüzden defalarca sahiplerine "Siz buradan çıkın, biz size yakınlarda başka bir yer bulalım. Restorasyon bittikten sonra sizi tekrar buraya alalım" dedik. 65 tane kiracının hiçbiri karşı çıkmadı, İnci'ye özel ilgi göstermemize rağmen bu konuda direndi. Onu çıkarmadan da inşaata başlamamız söz konusu değildi. Ancak ne dediysek "hayır" cevabı verdiler. İnanın ben de çok üzüldüm İnci meselesine..

PEK YAKINDA İSTANBUL'DA MADAME TUSSAUDS AÇILIYOR
* Bir de Madame Tussauds'yu sormak istiyorum. Müzenin bu binanın içinde yer alacağı söylentileri doğru mu?

- Evet, anlaşmayı çok yeni imzaladık. Merkezi Londra'da olan balmumu heykel müzesi Madame Tussauds İstanbul'da açılıyor. Az önce de söylediğim gibi Yeşilçam'ın o eski havasını geri döndürmek istiyoruz. Hollywood'da ünlülerin el ve ayak izlerinin olduğu sokaktaki yıldızlar zamanında Madame Tussauds tarafından yapılmış. Biz de burada aynısını yapacağız.

* Peki müzede "bal mumuna dönen" Türkler de olacak mı?
- Tabii ki... Türk sineması için özel bir bölüm yapılması anlaşmamızda var. Yurtdışında gördüğünüz örnekleri kadar başarılı olacak.

Hürriyet, Haber: İzzet Çapa, 10.02.2015

PICASSO VE ELEKTRİKÇİNİN SIRRI NE?

 

 

Picasso 271 eserini birkaç yıl onun için çalışmış Fransa'nın güneyindeki bir elektrikçiye bağışlamış olabilir mi? Bir Fransiz mahkemesi Pierre Le Guennec ve karısı Danielle'e açılan 3 günlük mahkemenin başında bu gizemli olay üzerine düşündükafa yormaya başladı.

Elektrikçi ve karısının iddiasına göre Picasso ya da karısı, 1970'lerde Le Guennec, Picasso'nun malikanesinde çalışmaya başladığı dönemde ona 180 taşbasması resim, kolaj resimler, yağlı boyalar ve ayrıca 91 kara kalem çizim olmak üzere birçok eserini vermişti.

Picasso mirasçıları ve devlet davacısı çiftin açıklamasını komik olarak nitelendirdi.

Le Guennec, eserleri yıllarca garajında saklamıştı. 1900 ve 1932 yılları arasında yapılan eserler henüz hiç açıkça sergilenmedi. Le Guennec'lerin bu eserleri çaldığı kanıtlanırsa, 5 yıl hapis ve  375,000 euro para cezasıyla karşı karşıya kalacaklar.

 

 

Potansiyel tanıkların ölmüş olması ve 40 yıl önce işlenen bir hırsızlık suçunun ortaya çıkarılması zor olduğu  ve devletin kendi dosyasında bile kimin çalmış olabileceğine yer verilmediği için dava genel olarak “o öyle dedi, bu böyle söyledi” üzerinden şekilleniyor.

Avukatının açıklamasına göre yaklaşık 5 yıl önce  Le Guennec ölümünden sonra eserlere ne olacağıyla ilgili endişelenmeye başladı. Çocuklarına herhangi bir kanuni baş ağrısı bırakmak istemediği için Picasso'nun idarecileriyle iletişime geçti.

Eylül 2010'da  Le Guennec, idarecilerin eserlere değer biçmesi için Paris'e seyahat etti. Birkaç gün sonra ise hepsine polis tarafından kanunen el koyuldu.

 

 

Le Guennec'lerin eserleri nasıl aldıklarıyla ilgili farklı hikayeler var.

İddialara göre Pierre, Picasso'nun karısı  Jacqueline'in kapalı bir kutu içinde bu eserleri verdiğini ve “İşte bunlar senin için. Eve götür” dediğini ve üzerine bir daha hiç konuşmadıklarını hatırlıyor.

Danielle ise kocasının eve içi dolu bir çöp torbasıyla geldiğini ve Picasso'nun bazı eserlerini ona verdiğini söylediğini hatırlıyor. Bu hikayeye göre ise ressam stüdyosunu topluyordu ve önem vermediği işleri bir torbaya koyup adama vermişti.

Habertürk, 10.02.2015

DÜNYANIN EN ESKİ MÜZİK ALETİ BULUNDU

 

 

Geçtiğimiz Temmuz ayında, Suriye'deki antik kent Ugarit'de MÖ 14. yüzyılda dünyanın en eski şarkısı olduğu düşünülen bir yazılı kayıt bulunmuştu. Müzikologlar, bir lirle çalınmış olması muhtemel şarkıyı Hurri kült şarkısı ya da ilahisi olarak yorumlamışlardı.

 

İnsanlık tarihinde yazılı kültürün de gerisine gidildiğinde, müzik formlarının tamamen kayıp olduğu düşünülüyor. Öte yandan, insanlığın yaşamında müziksiz bir dönem olmadığı, müziğin yaşamlarının bir parçası olduğu ve bununla ilgili bazı ses kanıtları olduğu belirtiliyor. 

 

2008 yılında arkeologlar güney Almanya'da Taş Devri mağaralarında akbaba ve mamut kemiklerinden oyulmuş flüt parçaları keşfetmişti. Bu müzik aletlerinin yaşının en az 42-43 bin yıl olduğu tahmin edilmişti. Büyük ustalıkla hazırlanan bu flütleri yapmanın çok zor olduğu düşünülüyor.

 

Araştırmacılar, bu "ilk flüt"lerin Avrupa'ya 50 bin yıl kadar önce ayak basan Homo sapiens'in (modern insan) ürünü olduğunu tahmin etmişti. Oysa aynı dönemde kuzenimiz Homo neanderthalis'ler de aynı bölgede yaşıyordu. Neandertalların zeka kapasitelerinin flüt yapmaya imkan vermediği zannediliyordu. Ancak bazı arkeologlar, flütlerin yapımcılarının Neandertallar olabileceğini ısrarla vurguluyor.

 

1995 yılında Slovenya'da, zamanında Neandertalların kullandığı bir mağarada bulunan ve ayı femurundan yapılmış olan flüt de aynı yöne işaret ediyor. Müzikolog Bob Fink, bu dört delikli flütün 4 notayı kusursuza yakın şekilde çıkarabileceğini belirtiyor.

 

Bunun gerçek bir flüt olduğunu kanıtlamak için Slovenya Ulusal Müzesi bir kopyasını yaptırdı. Sloven müzisyen Ljuben Dimkaroski de aleti seslendirdi. 

 

Flütlerin gerçekten modern insan mı, Neandertallar mı tarafından yapıldığına kesin karar vermek için daha fazla araştırma gerekecek.

Sol Haber, 10.02.2015

HASANKEYF'TEKİ ARKEOLOJİK KAZILAR

 

      

 

Batman Üniversitesi Rektörü ve aynı zamanda Hasankeyf arkeolojik kazı çalışmaları başkanı Prof.Dr. Abdulselam Uluçam, Hasankeyf arkeolojik kazı çalışmalarını değerlendirdi.






Yaklaşık 12 yıldan beri tarihi antik kent Hasankeyf İlçesi'nde arkeolojik kazı çalışmaları başkanlığını yürüten Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdulselam Uluçam, Hasankeyf’te arkeolojik kazı çalışması yapılabilecek kültür varlığı niteliği taşıyan kamu alanlarının tamamının kazıldığını, yeni kazıların yapılabilmesi için Hasankeyflilerin yeni yere taşınması gerektiğini söyledi.


Hasankeyflilerin şu an bulunduğu yerden bir başka alana taşınarak bu alanların boşaltılması gerektiğini ifade eden Prof.Dr. Uluçam, kazıları yapılmış durumunda olan, ören yerinde vücut bulan kültür varlıklarının barajdan etkileme kapsamında bulunanların taşınması ya da korunması söz konusu olduğunu, bunlarla ilgili çalışmaların da proje aşamasından uygulama sefasına kadar değişik noktalara geldiğini kaydetti.






AÇIK HAVA MÜZESİ OLUŞTURULDU
Kültür varlıklarının Ilısu Baraj’ından sonra sergilenebilmesi için açık hava müzesi ve kültürel bir park alanı oluşturulduğunu aktaran Prof.Dr. Uluçam, "Zeynel Bey Türbesi’nin yakın bir mesafeye yani baraj gölünün kenarında olabilecek makul ölçüdeki bir yere taşınması söz konusu. Bu da şu an ihale aşamasında. Bunun dışında tarihi Artuklu Köprüsü’nün ayaklarının kendi yerinde korunması için çalışmalar sürüyor. Ancak bunun için de bir süreç gerekiyor. Taşınabilir ya da yeniden montajı gereken kültür varlıklarında yeni yerlerine taşınabilmesi için mutlaka yaşayan Hasankeyflilerin bir an önce bu kültür varlığının üzerindeki kendi varlıklarını bir başka bir yere taşıma durumları birinci şart diyebiliriz" diye konuştu.

Milliyet, 10.02.2015

İZMİR'İN TARİHİ SEMTİNDE TALAN!

 

 

Konak Tüneli çalışmalarıyla gündeme gelen Damlacık semtinde sıkıntılar bir türlü bitmek bilmiyor. Kamulaştırılanlar ile henüz kamulaştırılması yapılmayan, aralarında tescilli olanların da bulunduğu binalar, hırsızlar ve hurdacıların gazabına uğradı. Evlerin kapı ve pencereleri, demir aksamları çalındı. Bu durum mahalle halkını tedirgin etti. Mahalleli yetkililerden önlem almasını isterken, tünel inşaatını yapan mütahit firma, sökülüp çalınan kapı ve pencereleri sac levhalarla kapatıp hırsızlara karşı önlem aldı.
 
Talan edilen binalar arasında, daha önce boşaltılan, aynı zamanda tescilli olan Namık Kemal Mahallesi Muhtarı İbrahim Cebeci'nin evinin de bulunduğunu dile getiren mahalle halkı, Bakanlar Kurulu tarafından 2012 yılında kamulaştırma kararı alınmasına rağmen bunun 2014 yılı Haziran ayında açıklandığına dikkat çekerek, "Kamulaştırılan birçok ev zamanında yıkılmadığı için hurdacı ve hırsızların talanına uğradı. Her gece gözümüze uyku girmiyor ve tedirgin oluyoruz. Kötü hava koşulları, havanın rüzgarlı olması bunu yapanların işlerine yarıyor. Talan edilen evler arasında kamulaştırılan, ancak tescilli olan binalar da var. Polisler bölgede devriye geziyor ancak bu hırsızlıkların önüne geçmede yeterli olmuyor" dedi.

Ege'de Son Söz, Haber: Mustafa Oğuz, 10.02.2015

İMÇ'NİN SEMBOLÜ 'KUŞLAR' RESTORE EDİLİYOR

 

 

Heykel sanatçısı Kuzgun Acar’ın 1967 yılında tamamladığı Kuşlar heykeli olarak bilinen eseri, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından restore ediliyor.

 

1967’den bu yana İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok dış cephesinde asılı duran ve İMÇ’nin sembolü haline gelen Kuşlar heykeli, yıpranmış, bazı parçaları da kopmaya başlamıştı.

 

2008 yılında İMÇ içindeki duvar mozaiklerinin temizlik ve bakımlarını gerçekleştiren, eserler ve sanatçıları hakkında bilgilendirme levhaları hazırlayan Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, 2013 yılında İMÇ yönetimi ve Fatih Belediyesi’nin de desteğiyle Kuşlar heykelinin restorasyon ve konservasyon işlerini üstlendi.

 

 

UZMAN EKİP OLUŞTURULDU

Restorasyon ve konservasyon çalışmaları için Prof.Dr. Üzlifat Özgümüş, Serra Kanyak, Halenur Katipoğlu, Hayri Fehmi Yılmaz ve Sibel Horada gibi konunun uzmanı sanatçı ve akademisyenlerin bir araya geldikleri bir Bilim ve Danışma Kurulu oluşturuldu. Mali desteğin Op. Dr. Oya Bayrı, sanatçı Canan Bozbağ, Vakıf Onursal Başkanı Faruk Pekin ve İMÇ Yönetimi’nce sağlandığı çalışmalar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Konservasyon Bölümü’nden Uzman Yrd. Doç. Özer Aktimur tarafından sürdürülüyor.

 

Proje Bilim ve Danışma Kurulu’nun, İMÇ Yönetimi’nin ve sanata, kültüre, kentsel dokuya duyarlı vatandaşlarımızın yakından takip ettikleri restorasyon çalışmaları Özer Aktimur’un İstanbul Seyrantepe’deki atölyesinde devam ediyor. Aktimur’un hazırladığı restorasyon raporuna göre, eserin farklı bölümlerinde iki düzeyde hasar bulunuyor; nispeten sağlam sayılabilecek yüzeylerde mekanik müdahalelerde bulunulsa da, çok hasarlı olan bölümler yalnızca kimyasal tekniklerle temizlenebiliyor.

 

 

Restorasyon tamamlandığında, İMÇ’ye iade edilecek olan eserin bundan sonrası için en uygun koşullar altında korunması ve sergilenmesinin yolları üzerine çalışılıyor. Proje Bilim ve Danışma Kurulu’nun önerileri ve İMÇ Yönetimi’nin sağlayacağı olanaklarla Kuşlar heykeli, kısa süre sonra yeniden ait olduğu ve özdeşleştiği yerinde İstanbullularla beraber olacak.

 

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, restorasyon sonrasında eserin İMÇ’ye iadesiyle birlikte bir dizi etkinlik de düzenlemeyi planlıyor. Hem eserin hem de sanatçının kamuoyunca bilinirliğinin artması, sanat eserlerinin korunması ve bu alanda uygulanan teknikler konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi, sanatın kent yaşamı içindeki öneminin vurgulanması gibi amaçlarla düzenlenecek panelde, Kuzgun Acar’ın öğrencileri ve konunun uzmanlarının bir araya gelecekler. Ayrıca sanatçının diğer çalışmalarına da referans olacak bir teatral performans da bu panele eşlik edecek.

Radikal, 10.02.2015

BAŞBAKANLIKTAN AÇIKLAMA: 1014 VAKIF ARAZİSİ İADE EDİLDİ

 


İade edilen son vakıf mülkü olan Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na ait 42 bin 259 metrekarelik arsaya 1974’te el konmuştu.

 

Başbakanlık kamu diplomasisi koordinatörlüğü, ‘Türkiye’de farklı inanç gruplarına yönelik reformlar’ başlığıyla bir açıklama yayımladı. Açıklamaya göre bugüne kadar 1014 vakıf arazisi iade edildi, 150 gayrimenkul için değerlendirme süreci devam ediyor.

 

Yayımlanan açıklamada verilen bilgiler şöyle:   

 

- 2008’de çıkarılan yeni Vakıflar Kanunu’yla bugüne kadar 1014 adet vakıf arazisi cemaatlere iade edildi. Son olarak, Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfına ait, hastane binasının karşısında yer alan 42 bin 259 metrekarelik arazi, Vakıflar Genel Meclisi kararının ardından, vakıf adına tapuya tescil edildi. 30 Eylül 2013’te Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan Demokratikleşme Paketi kapsamında, Mor Gabriel Vakfına ait 12 parsel arazi Ekim ayında Süryani Cemaatine iade edildi. 21 gayrimenkulün günümüz rayiç bedelinden tazmin edilmesine karar verildi. Halihazırda 150 gayrimenkul iadesi için ise değerlendirme süreci devam ediyor. 

 

- Türkiye’de halihazırda 165 cemaat vakfı faaliyetlerini aktif olarak sürdürüyor. Bu vakıfların 76’sı Rum, 53’ü Ermeni, 19’u Musevi, 10’u Süryani, 3’ü Keldani, 2’si Bulgar, biri Gürcü, biri de Maroni cemaatine ait.

 

- İmar Kanunu’nda yapılan değişiklikle ‘cami’ ifadesi ‘ibadet yeri’ olarak değiştirilerek tüm ibadet yerleri kanun kapsamına alındı. Bu kapsamda ‘İl, ilçe ve kasabalarda mülki idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla ibadethane yapılabilir’ düzenlemesi getirilerek tüm dinlere ilişkin ibadethane inşasına ilişkin şikayetler ortadan kaldırıldı.

 

Onarımlar

- Diyarbakırdaki Surp Giragos Kilisesi Ekim 2011de ibadete açıldı. Kumkapı Meryemana Kilisesi ile Mektebi Vakfına ait VorvoksVorodman Kilisesi de restore edilip ibadete açıldı. Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Trabzon Sümela Manastırında ve Van Akdamar Kilisesinde ayin yapılmasına izin verildi.

 

Onarımı biten taşınmazlar: Gökçeada Aya Nikola Kilisesi, Gökçeada Ayamarina Rum Ortodoks Kilisesi, Hatay İskenderun Süryani Katolik Kilisesi, Surp Giragos Kilisesi, Kumkapı Meryemana Kilisesi, Hatay İskenderun Rum Katolik Kilisesi, Diyarbakır Sur Ermeni Protestan Kilisesi, VorvoksVorodman Kilisesi, Diyarbakır Sur Ermeni Katolik Kilisesi, Gaziantep Nizip Fevkani Kilisesi, Gaziantep Şahinbey Havra

 

Onarımı süren taşınmazlar: Ayvalık Cunda Taksiyarhis (Ayanikola ) Kilisesi, İstanbul Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi, Edirne Merkez Havra (Büyük Sinagog)

 

Projesi hazırlanan taşınmazlar: Kilis Merkez Havra, Hatay Yayladağı Rum Ortodoks Kilisesi, İskenderun ArsuzMaryo Hanna Kilisesi, Samandağ Yoğunoluk Köyü Ermeni Kilisesi

 

Açıklamada, reform olarak adlandırılan adımlar arasında 2009’dan bugüne farklı inanç gruplarıyla yapılan 12 toplantı, ücretsiz dağıtılan Ermenice ders kitapları ve Basın İlan Kurumu’nun 6 azınlık gazetesine verdiği mali destek sayıldı.

Agos,10.02.2015

HİTİTLERİN BAŞKENTİNE GELEN ZİYARETÇİ SAYISI DÜŞTÜ

 

 

Dünyanın en büyük medeniyetlerinden biri olan Hititler'e başkentlik yapan Çorum'da turist sayısında düşme yaşanırken otellerdeki konaklama da artış meydana geldi.

 

Boğazkale Müzesi'nin ücretli hale getirilmesiyle ziyaretçi sayısında düşüş olduğunu belirten Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, bu verilere göre kente geçtiğimiz yıl 135 bin turistin geldiğini söyledi.

 

Özüdoğru ''Bu verilere göre tam rakamı çıkartamıyoruz ama otellerimizde konaklama sayısı 180 bin civarında. ''dedi. İncesu Kanyonu'nda ciddi bir hareketlilik yaşandığını dile getiren Özüdoğru, turizmdeki tek eksikliğin tanıtım olduğunu belirtti. Kent genelinde bulunan kazı alanlarından çıkan eserlerle ilgili de bilgi veren Ali Özüdoğru, ''Şuanda çıkartılan eserlerle birlikte kazı alanlarından bulunan 31 bin tarihi eser bulunuyor. Kazı alanlarımızda herhangi bir ödenek eksikliği yok, çalışmalarımız devam ediyor.'' ifadelerini kullandı.

Zaman, Haber: İdris Okur, 09.02.2015

 

İtalya'nın Piedmont bölgesinde bulunan 74 odalı saray, 3.8 milyon sterlin (15 milyon TL) fiyatla satışa çıkarıldı.

 

 

18'inci yüzyılda inşa edilen saray Napolyon Bonapart'a da ev sahipliği yapmıştı.

 

 

13 adet yatak odası ve 30 kişiyi ağırlıyabşlecek bir şapeli bulunan saray, Barok tarzındaki çalışmalarıyla bilinen mimar Filippo Juvarra tarafından çizilmişti.

 

 

Tarihi bir öneme sahip olan saray, 1800 yılında Habsburg Monarşisi ve Fransa arasındaki Marengo Savaşı sırasında Napolyon Bonapart'ın karargahı olarak hizmet vermişti.

 

 

Saray iç dekorasyonu ile de göz dolduruyor.

 





Sabah, 09.02.2015

ANKARA KALESİ'NDE BASINÇLI TEMİZLİK

 

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Dairesi temizlik ekipleri, Başkent'in en fazla turist çeken bölgesi olan Ankara Kalesi'nde temizlik gerçekleştirdi.

 

Kalenin ziyaretçilere açık olan kısmında gerçekleştirilen çalışmada burçlara yazılan yazılar silindi, uyuşturucu ve alkol bağımlıları tarafından kirletilen gözetleme kuleleri yıkanarak temizlendi. Basınçlı su ile duvarlardaki yazıları silebilen makine, zor koşullar altında sur dibine kadar yaklaştırarak, hortumlar burçlara taşındı. Kaleye gelen turistlerin ve yerli ziyaretçilerin merakla izlediği temizlik sırasında ekipler, 2 ton kumlama malzemesi, 1.5 ton temizleyici madde kullanarak kaledeki görsel çirkinliğe son verdi. Kent Estetiği Dairesi yetkilileri, “Kale turistlerin akınına uğrarken çirkin görüntülerin oluşmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Ancak Ankara Kalesi'nin korunmasında vatandaşların daha fazla duyarlılığına ihtiyacımız var.” diye konuştu.

Hürriyet, 09.02.2015

EN PAHALI TABLO 'TAHİTİLİ KIZLAR'

 

Fransız ressam Paul Gauguin’in Tahitili iki kızı resmettiği 1892 tarihli tablosu, 300 milyon dolara (yaklaşık 741 milyon TL) satılarak ‘en pahalı sanat eseri’ rekorunu ele geçirdi.

 

Basel’deki Kunstmuseum’da sergilenen tablo, İsviçreli koleksiyoner Rudolf Staechelin’a aitti. ‘Nafea Faa Ipoipo’ (Ne Zaman Evleneceksin) adlı eserin Katar’da bir müzeye satıldığı iddia edildi. Ancak Katar Müzesi, gizlilik politikası nedeniyle bir açıklama yapmadı.

Hürriyet, 08.02.2015

"İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ, DÜNYADAKİ EN BÜYÜK BEŞ MÜZEDEN BİRİ OLACAK"

 

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi, dünyaca ünlü müze mimarı Boris Micka tarafından yeniden tasarlandı. Ne yapılacağına yıllardır karar verilemeyen Darphane-i Amire binaları da müzeye dahil edildi. Şu anda bir kısmı kapalı olan müze, 7 bin metrekarelik yeni alanı ve tasarımıyla 2016'da açılacak. Boris Micka, "Yaklaşık 7 bin metrekarelik bir alanı tasarladık. İstanbul Arkeoloji Müzesi, dünyadaki en iyi beş arkeoloji müzesi arasındaydı. Yeni tasarımıyla, dünyadaki üzerindeki en büyük arkeoloji müzelerinden biri olacak.” diyor.

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri (İAM), ülkemizdeki en talihsiz müzelerden biri. Türkiye'de en çok gezilen iki müze; Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi ile dip dibe olmasına rağmen ziyaretçi sayısı onların üçte biri kadar. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın geçtiğimiz aralık ayında açıkladığı rakamlara göre Topkapı ve Ayasofya'yı 2014'te 3'er milyondan fazla kişi ziyaret etti. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin ziyaretçi sayısı ise yaklaşık 300 bin. İAM'ın çevresiyle ilişki kuramama gibi bir sorunu da var. Müze, Gülhane Parkı'nın içinden Topkapı Sarayı'na çıkan Osman Hamdi Bey Yokuşu'nda fakat bilhassa yaz aylarında sayıları artan parkın sakinleri, burunlarının dibindeki müzeyi fark etmiyor bile.

 

Bu olumsuzluklar bir yana, İstanbul Arkeoloji Müzesi, dünyanın en iyi 5 arkeoloji müzesinden biri oluyor. 2016'da müzecilik teknolojileri kullanılarak yapılan yeni sergileme tasarımı bitince hem en iyi hem de en büyük müzelerinden biri haline gelecek. Çünkü ne yapılacağına yıllardır karar verilemeyen tartışmalı tarihi binalardan biri olan ve Topkapı Sarayıbirinci avlusundan ta Gülhane Parkı'nın girişine kadar uzanan eğimli ve geniş alandaki Darphane-i Amire binaları artık İstanbul Arkeoloji Müzeleri kullanacak. Böylece müzenin hem metrekaresi büyüyecek hem de depolarda bugüne kadar hiç sergilenmeyen eserler gün yüzüne çıkacak. Tüm bunları, müzenin sergileme alanlarını yeniden tasarlayan Boris Micka'dan öğreniyoruz.  

 

Dünyaca ünlü müze mimarı ve sergileme tasarımcısı Boris Micka, ‘müzelerin kaderini değiştiren adam' olarak tanınıyor. Müzecilerin yapmak istediklerini o ziyaretçilerin anlayacakları dile çeviriyor. Yaptığı iş, müzeografi olarak tanımlanıyor. Kendisi Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda dün sona eren Heritage Restorasyon, Arkeoloji, Müzecilik Teknolojileri Fuarı'nda, İAM için nasıl bir tasarım yaptığını anlattı. Micka ile sunumu sonrasında ayrıntıları konuştuk.

 

“OSMAN HAMDİ BEY GÖRSE MUTLU OLURDU”

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bir kısmı şu anda kapalı. Depreme karşı sağlamlaştırılıyor ve restore ediliyor. Micka'ya 100 yıl önce kurulan müzede neyi değiştirdiğini soruyoruz. Öncelikle 'derleyip toplayıp temizlik yaptığını' söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Çok fazla katman, çok fazla yorum vardı. Osman Hamdi Bey, müzeyi kurarken aklında ne varsa, ona geri dönüyoruz. Ama tabii ki 21. yüzyılın teknolojisini kullanarak. Bence Osman Hamdi Bey, yaptığımızı görseydi mutlu olurdu. Hala onun ruhunu koruduğumuzu düşünüyorum.”

 

‘Bilmem kaçıncı yüzyıldan kalan çanak, çömlek' gibi bir sergileme anlayışı yeni planda yok. 7 bin metrekarelik bir alanı tasarlayan Micka, müzeyi salonlara bölmüş ve her salonda farklı hikayeler anlatmış. Onun ifadesiyle konuşmayan bütün eserler dile geliyor. Mesela Troya salonuna kentin interaktif bir modeli kurulmuş ve Osman Hamdi Bey'in satın aldığı orijinal vitrinleri kullanarak Troya kazılarının tarihi anlatılmış.

 

Darphane-i Amire binalarında ise iki ana sergi alanı hazırlanıyor. Birinde, depodan çıkarılan, bugüne kadar hiç sergilememiş sikke koleksiyonu olacak ve mekanın tarihi anlatılacak. Diğerinde İstanbul'un arkeolojik geçmişine uzanılacak. Micka, “Arkeoloji Müzesi'nin inanılmaz bir sikke koleksiyonu var. Tabii ki böyle bir koleksiyonu Darphane'de sergilemek en doğrusu.” diyor. Peki, yeni tasarım İAM'ın kaderini değiştirecek mi? Micka, “Evet… Eğer buna inanmasaydım bu işi yapmazdım. Dünyadaki diğer arkeoloji müzeleri eğitim sistemiyle bağlantılı çalışıyor. Yeni tasarımda buna çok önem verdik. Yerli ziyaretçiler, özellikle küçük ziyaretçilerimiz artacak.” diyor.

 

İstanbul Kent Müzesi'ni de tasarladı

1962 doğumlu Çek mimar Boris Micka, 1992 yılından beri yönettiği İspanya'nın Seville kentindeki GPD-Museums and Exhibitions firmasından 2013'te ayrılarak İstanbul merkezli Arnas & Micka Mimarlık şirketini ortağı Naim Arnas ile birlikte kurdu. Tasarımlarıyla İspanya’daki tüm müzelerin konseptlerinin değişmesine öncülük eden Micka, Türkiye'de 2010'da Sakıp Sabancı Müzesi'nde sergilenen "Efsane İstanbul: Bizantion'dan İstanbul'a-Bir Başkentin 8000 Yılı" sergisi ve yine Sakıp Sabancı Müzesi koleksiyonlarından derlenerek oluşturulan ve 2014'te Bahreyn'de sergilenen "İslam Hat Sanatının Beş Yüz Yılı" sergisini tasarladı. Micka, İstanbul Arkeoloji Müzeleri dışında, bir türlü kurulamayan ve sürekli tartışılan İstanbul Kent Müzesi'nin de tasarımcısı. “İstanbul Kent Müzesi'nin tasarımı bitti. Şu anda bu uygulamayı kimin yapacağı ihale aşamasında. Bu kadar büyük bir müzenin yönetimsel prosedürleri uzun sürüyor.” diyor. Micka'nın, 19-21 Şubat'ta Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda yapılacak All Design 2015'in konuşmacıları arasında olduğunu belirtelim.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 08.02.2015

3 BİN YILLIK HEYKELLERİN YAPIM AŞAMASINI YERİNDE GÖRÜN

 

Gaziantep'in İslahiye İlçesi'nde Hitit dönemine ait eserlerin yer aldığı "Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi", heykelin yapım aşamasındaki hemen her evreyi doğal ortamında görme fırsatı sunuyor -Yaklaşık 100 dönümlük alana yayılan açık hava müzesindeki eserler arasında, ayı-insan karışımı yaratık, sfenksler, savaş arabası ile kaldırılmayı bekleyen çok sayıda heykel dikkati çekiyor.

 

 

UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan İslahiye İlçesi'ndeki "Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi", heykelin yapım aşamasındaki hemen her evresini doğal ortamında görme fırsatı sunuyor.

 

İlçeye 20 kilometre mesafedeki Yesemek Köyü Karatepe mevkisinde yaklaşık 100 dönümlük alana yayılan açık hava müzesinde, yapım ve işleme sürecinin değişik basamaklarındaki taslaklar halinde 300'den fazla bazalt heykel ve kabartma yer alıyor.





Alman Doğu Araştırmaları Kurumu adına Felix Von Luschan tarafından Zincirli Höyük'te yapılan kazılar sırasında 1890'da keşfedilen bölgede, 1957-1961 yıllarında Prof.Dr. Bahadır Alkim, 1989-1991 arasında ise arkeolog İlhan Temizsoy'un yürüttüğü kazılarda bulunan heykeller geniş bir alana yayılıyor.

 

Ortadoğu'nun en büyük ve en açık hava müzesi niteliği taşıyan Yesemek'te, heykel atölyesinin nasıl işletildiği, çalışmalarda hangi teknik ve malzemelerin kullanıldığı örnekleriyle doğal ortamlarında görülebiliyor. 

 

UNESCO tarafından 2012'de Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan müzede, sfenksler, kapı aslanları, oturan aslanlar, kanatlı aslanlar, Amanos Dağları'nı temsil eden Dağ Tanrısı kabartmaları, savaş sahnesi kabartmaları ve mimari parçalar bulunuyor.





Taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına kadar geçen evrelerin örnekleriyle yer aldığı müzedeki eserler arasında, ayı-insan karışımı yaratık heykeli, kökeni eski Mısır'a dayanan insan başlı aslan gövdeli sfenksler ile saat 13.00-15.00 arası güneşin yatay gelmesi nedeniyle üzerine düşen gölgeyle daha net görülebilen savaş arabası sahnesi dikkati çekiyor.

 

- "Heykel tarlası"

Yesemek Açık Hava Müzesi görevlisi Haydar Çiçek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bölgenin halk arasında "heykel tarlası" olarak anıldığını söyledi.





Kazılarla gün yüzüne çıkarılan 300'e yakın heykelin yanı sıra, binlerce heykelin de geniş bir alanda ayağa kaldırılmayı beklediğine işaret eden Çiçek, "Açık hava müzesinde heykelin her aşamasına ilişkin evreler yer alıyor. Ziyaretçiler, özellikle de heykele ilişkin bölümde okuyan üniversite öğrencileri heykellerin yapım aşamasını yerinde görebilir" dedi.

 

Ziyaretçilere heykel ve kabartmalar hakkında bilgi veren Çiçek, özellikle yabancılar tarafından bilinen bölgenin turizme kazandırılması gerektiğini kaydetti.





Yesemek'te o döneme ait  çalışmalar hakkında da bilgi veren Çiçek, şöyle devam etti:

"Kesilmek istenen blok kenarına açılan oyuklara sıkıştırılan kuru ağaçlar ıslatılmak suretiyle genişletilmiş. Oluşan basınçla meydana gelen çatlaklar, balyoz ve kama tipi aletlerle genişletilip kaya, ana kütleden ayrılmış. Hazırlanan bloklar, dağın yanındaki heykel atölyesine getirilerek, istenilen şekiller şablonlarla bloklar üzerine çizilmiş. Daha sonra bazı detaylar işlenmiş. Üçüncü aşamada da detayların daha özenli işlendiği görülüyor. Eserlerin en son rötuşlarının ise kullanıldığı mimari yapı içinde yapıldığı anlaşılıyor. Bu yontu taslaklarını bugün Yesemek'te görmek mümkün."

 

Kazı ve düzenleme çalışmasında uzun yıllar görev alan Ali Çiçek de Anadolu Kültür Varlıkları Envanteri'nde seçkin yeri olan ve bugüne kadar değişik nedenlerle yeteri kadar tanıtımı yapılamayan Yesemek'in gerek kazı anlamında gerekse ziyaret anlamında ilgi beklediğini vurguladı.





- Asur ve Suriye kültürüne ait unsurlara rastlamak mümkün

Bilimsel yayınlara "Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi" olarak giren bölge, Gaziantep Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Hitit kralı I. Şuppiluliuma döneminde (MÖ 1375-1335) Hitit hakimiyetine girmesiyle işletmeye açılmış ve bölgede yerli halk Hurriler de çalışmış.

 

Frigler'in Hitit şehirlerini ele geçirmesiyle bir süre duran çalışmalar, Geç Hitit Dönemi'nde kurulan Sam'al (Zincirli) krallığı tarafından milattan önce 9. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tekrar başladı. Bu döneme ait buluntularda bölgenin karışık siyasi durumu sebebiyle Asur, Hitit ve Suriye kültürüne ait unsurlar görülmektedir. Daha sonraki dönemde bölgeye gelen Aramiler'in de eserler üzerindeki etkisi izlenebilmektedir.

 

Birçok devletin sanat özelliklerini yansıtan eserlerin bulunması "Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi"nin sanatsal yönden önemini daha da arttırıyor. Sam'al krallığının MÖ 7. yüzyılın son çeyreğinde Asurlular tarafından yıkılması ile bölge Asur egemenliğine girdi. Asur egemenliğinde Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi'nin çalışmadığı belirtiliyor. Yesemek Höyüğü buluntularından, bu dönemde bölgenin terk edildiği anlaşılıyor.




Hürriyet, Haber: Veli Gürgah, 08.02.2015

BU MÜZE HEM CANLI HEM ÜÇ BOYUTLU

 

 

Hisart Canlı Tarih Müzesi’ndeki eserler gerçek veya kurgu ürünü olayların, üç boyutlu modellenmesi anlamına gelen diorama tekniğiyle sergileniyor. İşadamı Nejat Çuhadaroğlu’nun otuz yıllık emeğinin ürünü olan müzeyi ziyaret edenler, koridorlarda dünyanın kaderini belirleyen dönüm noktalarına şahitlik ediyor.

 

Yolu İstanbul Çağlayan’a düşenlerin gözüne Hisart Canlı Tarih ve Diorama Müzesi tabelası mutlaka çarpmıştır. Adalet Sarayı’nın hemen arkasında Cemil Bengü Caddesi’nde bulunan müze kısa bir zaman önce açıldı ama ünü kulaktan kulağa yayılıyor. İşin gerçeği, çokları gibi biz de burayı ziyarete giderken bir işadamının şahsi koleksiyonundan daha fazlasını görmeyi tahmin etmiyorduk. Ancak gördüklerimiz bizi adeta şaşkına çevirdi ve ‘burayı mutlaka herkes görmeli’ duygusuyla ayrıldık.

 

Hisart Canlı Tarih ve Diorama Müzesi’nde yaklaşık bin yıllık bir tarih gözlerimizin önüne seriliyor. Roma İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu, Kurtuluş Savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşı, Körfez Savaşı gibi dünya tarihine etki eden medeniyet ve olaylara ait askeri ve etnografik eserlerin sergilendiği bir müze burası. Eserler, gerçek veya kurgu ürünü olayların, üç boyutlu olarak modellenmesi anlamına gelen ‘diorama tekniği’ ile sergileniyor. Müzede askeri ekipmanlar ve kıyafetler gibi orijinal on binlerce obje yer alıyor. Müzede, armalı Selçuklu kılıçları, henüz literatüre dahi girmemiş birçok paha biçilmez nadide eserler de bulunuyor. Tüm bu özellikleriyle Hisart, dünyanın ilk canlı tarih ve diorama müzesi unvanını da alıyor.

 

Çuhadaroğlu Şirketler Grubu’nun İstanbul Çağlayan’daki binasının restore edilmesiyle kurulan altı katlı müze, bin 500 metrekarelik bir alana sahip. Yaklaşık 30 yıllık bir emeğin ve bir tarih aşkının meyvesi. Hisart Müzesi’nin kurucusu, Çuhadaroğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Çuhadaroğlu. Her bir eserinde 30 senelik maket deneyimi, 25 senelik diorama yeteneği ve 18 senelik koleksiyoner kimliğini bu müzede ziyaretçilerle buluşturuyor. Müzeye adımınızı attığınız andan itibaren geçmişten günümüze doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Sizi kimi zaman kıyafetleri ve mühimmatlarıyla askerler, kimi zaman bir matara, kimi zaman tüm heybetiyle yeniçeriler, kimi zaman da bir cephede Alman askeri karşılıyor… Bir zamanların en iyi savaş makineleri, kılıçlar, paşalar, leventler… Hepsi bir konu bütünlüğü içinde ve olayı anlatan maketlerin hemen yanında. Giysisinden silahına, nişanından sigara tablasına kadar o dönemi yansıtan her şeyi görebiliyorsunuz. İstanbul’un fethinde üstüne surlardan yağ dökülen bir askerin çığlığını ya da bir Alman askerinin savaşmaktan bitkin düşen halini... Mankenler öylesine gerçekçi ki, bazı askerlerin korku dolu bakışlarını ve gözlerinden süzülen yaşları bile görmek mümkün. Bunların dışında sizi her katta önemli isimlerin savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu hatırlatan sözleri... Müzeyi gezip bitirdikten sonra yeniden birinci kata inip bir kere de detaylara bakmak istiyor insan. Kısacası Hisart, savaşın toplumları nasıl şekillendirdiğini kanıtlarıyla gösteriyor. Savaşlarla birlikte yaşanan ekonomik, sosyolojik ve kültürel değişimlere ışık tutuyor. Müzeye gelenler, burada savaşın çok ötesinde bir tarih görüyor.

 

Gelelim müzenin hikayesine. Buraya adeta hayatını adayan Nejat Çuhadaroğlu’nun tarihe ilgisi çizgi romanlarla başlamış. Eli kalem tutmaya başladığından beri de resim yapıyormuş. Akranları dışarıda oyun oynarken o küçük yaşta maketler yapmaya başlamış. Ona ilham olan ise babasının yurtdışından aldığı uçak maketleri olmuş. Tarih merakıyla birlikte maket merakı da giderek bir aşka dönüşmüş. Bir yandan da bugün müzede sergilenen ve sayısı on binleri bulan objeleri toplamaya başlamış. Önce çizgi romanlar sonra da bin yıllık tarihe ışık tutan savaş malzemeleri... Bu müze için ayrıca bir de servet harcamış işadamı. Bu miktar 25 milyon doların üzerinde ve her geçen gün artıyor.

 

Peki neden diorama tekniğini kullandı? “Yaptığım maketlere bir anlam, bir mizansen vermek istedim. Bu tekniğin diorama olduğunu öğrendim. Adını bilmiyordum ama görsel bir tiyatro sahnesi kurgulama merakım vardı. Mesela İkinci Dünya Savaşı’nın dioramasını yaparken yanında bir Alman miğferi koysam fena olmaz diye düşündüm. Bu fikirlerle başladım ve iş buralara kadar vardı. Öyle bir hale geldi ki, kendi tarzımı oluşturmuş oldum.” diyor Çuhadaroğlu.

 

 

‘Guinness’e başvursak ödül alırız’

Diğer müzelerde tek tek sergilenen nesneler bu müzede bir bütünlük içinde. Müzeye gelen ziyaretçiler, burada hem maketini görüyor hem gerçeğini. Yani olayın bütününü görme şansını yakalıyor. Çuhadaroğlu, müzelerdeki sergileme anlayışının çok sıkıcı ve rutin olduğunu söylüyor: “Bütüncül bir müze anlayışı yönüyle dünyada ilk. Burada 350 gerçek manken kullanıldı. Bu sayıya yaklaşacak bir müze dünyada yok. Sadece bu yönüyle bile Guinness’e başvursak ödül alırız.”

 

Müzeyle ilgili yanlış anlamalara meydan vermemek için bir şeyin altını özellikle çiziyor Çuhadaroğlu. Her ne kadar bu müzede savaş başlığı öne çıksa da burasının bir canlı tarih müzesi olduğunu söylüyor ve ekliyor:  “Savaşlar dünyada tarih boyunca en çok can almış olaylar. Ne salgın hastalıklar ne de felaketler, savaşlardaki kadar insanın ölmesine sebep olmadı. Bugün de hala insanlar savaşıyor, yarın da savaşacak. Savaş, insan geninde olan bir hastalık. Bu hastalığı yok edebilmek için üzerine gitmeniz, iyi teşhis etmeniz ve tanımanız gerek. Savaşa karşıyım demekle bu hastalığı yenemezsiniz. İnsanlar neden, nasıl savaşmış öğrenmek lazım ki önlem alınsın. İnsanların geçmişini çok iyi öğrenmek gerek. Özellikle de Türkiye’nin çünkü burası dünyanın merkezi. Dünyanın en eski kültürlerine sahip. Nereden gelip gittiğimizi bilmemiz gerek.”

 

Vaktini ve parasını neden bu müzeye harcadığını sorduğumuzda cevabı herkese örnek olacak türden Çuhadaroğlu’nun: “Her dünya vatandaşı bu dünyaya bir eser bırakıp gitmelidir. Kalıcı bir şey bırakmak gerekiyor. Tarihsel konularda bir eksikliğimiz var, ben de bu birikim ve yeteneğimi kullanıp böyle bir eser bırakmak istedim. En azından ismim yaşayacak. ‘Bir zamanlar bir çılgın vardı’ diyecekler.”

 

 

‘Yurtdışında sergiler açacağım’

Hisart Müzesi’nde on binlerce obje var ve burada yüzlerce temalık sergiler çıkabilir. Zaten Nejat Çuhadaroğlu’nun da hedefinde böyle düşünceler var. Amacının Türk kültürünü tanıtmak olduğunu söyleyen Çuhadaroğlu, özellikle Amerika ve Avrupa’da sergi açmayı düşünüyor. Sadece yurtdışında değil, ülkemizde de tabii. Onun bu konudaki birikimi herkesin dikkatini çekiyor. Önümüzdeki günlerde açılacak Çanakkale sergisinin küratörü de o. Ayrıca tarihi dönem filmlerine danışmanlık yapmak istiyor çünkü birçok hata yapıldığına ve ortaya gülünç durumlar çıktığını düşünüyor.

 

 

‘Keşke Suriçi’nde olsa’

Müze, İstanbul’un tur rotasına da girdi ancak Nejat Çuhadaroğlu’nun bu konuda büyük bir yarası var. “Bina olarak da lokasyon olarak da doğru yerde değil bu müze. Eski şirket merkezimizi müze yaptık. Yerli ve yabancı turistlerin ayaküstü ulaşabilecekleri bir yerde olmalı. Mesela devlet büyüklerimizin burayı görmelerini mutlaka istiyorum. Bu müze tarihi Suriçi’nde olsa daha güzel olur. Bunu yetkililer yapabilir. Gelip görmeden insanlar buranın ciddiyetini algılayamıyor. Burayı aynı zamanda bir araştırma merkezi haline çevirmek istiyoruz. Türkiye’de uzman yok. Bu konuları danışıp soracağımız kimse yok. Daha bir kılıç kitabımız bile yok.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 07.02.2015

BULDUĞU TARİHİ PARALARI TESLİM ETMEK İÇİN BİN 500 KM YOL KATETTİ

 

 

Kars'ın Selim İlçesi'nde hayvancılıkla uğraşan Gürler Yücel, ağıl yapmak için taş toplarken üzerinde Arapça yazılar bulunan 7 adet gümüş para buldu. Paraların Hz. Ömer dönemine ait olduğunu ifade eden Yücel, Kars'tan İstanbul'a gelerek paraları İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim etti.

 

Yaptığı araştırmalarına göre eski paraların Hazreti Ömer dönemine ait olduğu bulgusuna ulaştığını ileri süren 53 Yaşındaki Güler Yücel, "Paraları çobanlık yaparken taşların arasında buldum. Yaptığım bazı incelemelere göre, paraların Hz Ömer dönemine ait olduğunu, İslamiyet'in ilk parası olduğunu öğrendim. Paranın üzerinde Allah (C.C.) ve Hz. Muhammed'e övgüler bulunan yazılar var. Antik değeri olan bir para. Cumhurbaşkanlığı'na bir mektup yazdım. Fotoğraflarını gönderdim. Cumhurbaşkanlığının bir an önce mektubuma cevap vermesini istiyorum." dedi.

 

'BAZI HABERLERE GÖRE PARALARIN TANESİ 900 BİN STERLİN'

Paraların maddi değerlerinin çok yüksek olduğunu öne süren Yücel, "Bazı haberlere göre tanesi 900 bin Sterlin. Ben yine de müzeye vermeyi tercih ettim. İslamiyet'in değeridir. İslamiyet için çok önemli bir değerdir." ifadelerini kullandı.

 

Yücel, daha sonra 7 adet parayı Gülhane Parkı'nın içinde bulunan İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim etti.

Zaman, Haber: Ali Cansev, 07.02.2015

SAFRANBOLU'DA YAPILAŞMAYI 'MİMARİ ESTETİK KOMİSYONU' BELİRLEYECEK

 

Safranbolu'da yapılacak binalar, sokaklar ve caddeler, geleneksel Türk mimarisinin izlerini taşıyacak. Safranbolu Belediye Başkanı Aksoy, "Safranbolu’nun dünya çapında ünlü geleneksel evleri ve o evlerin yerleşim düzenlerini, güncel mimariye adapte etmeyi hedefliyoruz" dedi.

 

 

UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde binalar, sokaklar ve caddeler, geleneksel mimari dokuya uygun inşa edilecek. Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, belediye meclisinde alınan kararla 'Mimari Estetik Komisyonu' kurulduğunu söyledi. Komisyonunun, Safranbolu’da dizayn çalışmaları yapacağını ifade eden Aksoy, geleneksel mimariyi yansıtacak kararlar alacağını anlattı.

Aksoy, komisyonda yapmak istedikleri farklı çalışmalar olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Safranbolu’nun tüm imar alanlarının mimarisine müdahaleyi, şekil vermeyi, silüet belirlemeyi, dünya çapında ünlü geleneksel evleri ve o evlerin yerleşim düzenlerini güncel mimariye adapte etmeyi hedefliyoruz. Şunu da belirtmek isterim, 'birebir aynısı olsun' demiyoruz fakat oradaki estetiği yukarıda da yakalamak amacındayız. Bunu yakalayabilecek, gerek önceden hazırlanmış çalışmalarla gerekse uygulama esnasında karşımıza gelecek uygulamalarla bu bütünlüğü sağlayabilmeyi hedefliyoruz”.

Komisyonun yeni yerleşime açılacak bölgelerde ana ilkeler oluşturacağı bilgisini veren Aksoy, ilçedeki mimari faaliyetlere estetik açıdan yaklaşacaklarını dile getirdi. "Bu bölge ve diğer bölgelerle ilgili de komisyon çalışmalarını yapıp geleneksel mimarimizin özelliklerini taşıyan yeni binaların oluşmasına mutlaka katkıda bulunacak' diye düşünüyorum" ifadesini kullanan Aksoy, "Yeni yerleşim bölgelerinde cadde, sokak tasarımları, binaların dış cephe, boya, diğer uygulama ile mevcut binaların da değiştirilmesi amaçlanıyor. Binaların birbirleriyle koordinasyonu sağlanarak, Safranbolu mimarisinin unsurları pencere ve balkonlar ilave edilecek" değerlendirmesinde bulundu.

Yapı, 07.02.2015

MERSIN'DEKİ 500 YILLIK TARİHİ ESERİ ÇALDILAR

 

 

Mersin'in Anamur İlçesi'nde 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine giren bin 500 yıllık Mamure Kalesi'nin girişindeki savunma topu çalındı.

 

Bu sabah saatlerinde Mamure Kalesi'nin asırlardır yerinde duran kapı savunma topunun yerinde olmadığını gören görevliler, önce İlçe Müze Müdürlüğü'ne sonra da jandarmaya bilgi verdi. Jandarma ekipleri, hırsızlık olayıyla ilgili çalışma başlattı. Anamur İlçe Müze Müdürü Murat Kalas'ın, jandarma güçlerine çalınan topun daha önce müzenin envanter listesinde olmadığını söylediği öğrenildi. Topun kimin ya da kimlerin çalındığı belirlenemezken, hurdacılar veya kaçak antikacılık yapanlar üzerinde duruluyor.

 

KALENİN TARİHİ
1500 yıllık Mamure Kalesi Akdeniz kıyısında en iyi şekilde korunmuş Orta Çağ kalelerinden biri. Zafer kazanan Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlılar gibi farklı orduların üsluplarını taşıyan özgün bir Orta Çağ tahkimatına sahip. 23.500 metrekarelik bir alanı kaplayan kale Türkiye’nin en büyük kalelerinden. Mamure Kalesi, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış bu topraklarda insanlık tarihinin önemli aşamalarına tanıklıK ediyor. Kale’nin mimari öğeleri farklı uygarlıkların egemenlik dönemlerinde inşa edilmiş. Bu nedenle, inşa edildiği döneme özgü mimari özellikler taşıyor. Savunma açısından mükemmel bir konuma sahip kale, çevresinin saran bölgede denize hükmeder durumda. Gözetleme kuleleri özellikle güneyde yer alan ana kule, kalenin görüş açısını genişlemiş. Kale burcunda yer alan mazgallı siper ve kara tarafında kalenin etrafını saran hendek alanı savunma sisteminin diğer elemanları arasında. Mazgallı siper ve gözetleme kulelerinin pencereleri, kale içinden ok atışını kolaylaştıran fakat dışarıdan gelen atışları zorlaştıran iç kısımda daha geniş olmak üzere V şeklinde.

 

OSMANLI MİMARİSİNİ YANSITIYOR
Karamanoğulları tarafından inşa edilmiş tek minareli cami 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin niteliklerini yansıtıyor. Onarım geçiren tarihi cami hala kullanılmaktadır. Kalenin kuzeyinde yer alan hamam yapısının da Karamanoğulları tarafından inşa edildiği düşünülür. Hamamın giriş kısmı yıkılmış diğer kısımları ise hala ayaktadır.

 

Kalenin yapılış tarihi kesin değil. 3'ncü ya da 4'ncü yüzyılda Romalılar tarafından inşa edildiği tahmin edilmekte. 1988 yılında Anamur Müzesi Müdürlüğü başkanlığında yürütülen kazılarda Geç Roma döneminin seçkin kentlerinden ‘Ryg Monai’ kentine ait mozaik taban kaplaması ortaya çıkarılmış. Diğer taraftan, Kale Anamurium antik kentinin harici koruyucu kalesi olarak da bilinmekte.

Sol Haber, 07.02.2015

BİR HANÇER DE IHLAMUR KASRI'NA

 

 

Emirgan Korusu’nun komşu parselinin yapılaşmaya açılmasının ardından 3. derece sit alanında bulunan Beşiktaş Ihlamur Kasrı’nın komşu parselindeki açık otoparkın, katlı otopark haline getirilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan izin çıktı. CHP’li Meclis Üyesi Hüseyin Sağ, “Ihlamur Kasrı’nın yanında yeni bir 16/9 garabeti olmasın” uyarısı yapıyor.

 

“Beşiktaş Ihlamur Kasrı 3. Derece Doğal Sit Alanı ve Etkileme Geçiş Sahasına İlişkin 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı Değişikliği”, 4 Şubat günü Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nde askıya çıktı. 5 Mart’a kadar askıda kalacak plana 30 gün içinde itiraz edilebilecek. Bir maddeden oluşan plan değişikliğinde “Plan hükümlerine göre belediyeler veya diğer kamu kuruluşları ve özel kişiler tarafından kapalı veya katlı olarak kültür ve tabiat varlıkları yeraltı, yerüstü envanter ile mevcut ve kayıp korunması gerekli kültür varlığı araştırma envanterinde yer alan eserler korunmak şartı ile topoğrafyaya uyarak görsel etkiyi bozmayacak şekilde ilgili kurumların görüşleri ve ilgili tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonunun uygun görüşü alınmak koşulu ile otopark yapılabilecek” deniliyor. Bu değişiklik, Ihlamur Kasrı’nın komşu parselindeki açık otoparkın koruma kurulu kararı ile çok katlı otoparka dönüştürülmesi anlamına geliyor.

 

Plan değişikliğini inceleyen İBB Meclis Üyesi Hüseyin Sağ “Kasrın yanında aynı Zeytinburnu’ndaki gibi 16-9 gibi bir katlı otopark yükselebilir” dedi. Plan değişikliği ile Yıldız Parkı’nın yanındaki park fonksiyonundaki başka bir parselde yüzde 17 olan yapılaşma oranının yüzde 28’e çıkarıldığını da vurgulayan Sağ, “Çok önemli birinin ayrıcalıklı yeri olmalı ki araya bu değişikliği de sıkıştırmışlar” diye konuştu.

 

Yeşile imar baskısı

Ihlamur Kasrı, etrafı devasa inşaatlarla çevrilen son yeşil alan oldu. İstanbul’da benzer uygulamalara her gün adeta bir yenisi ekleniyor.

 

Korunun komşu parselinde cami inşaatı, Emirgan Korusu’nun yanına otel ve konut projesi kamuoyunun büyük tepkisini çekmişti. Kentin ortasında kalan son yeşil alanlar, birbiri ardına yapılan plan değişiklikleri ile yoğun bir şekilde imar baskısı altına alınıyor.

Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 07.02.2015

OKULLARDA NEDEN HEP MÜZE PROJESİ YAPTIRILIR?

 

HERITAGE 2015 Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansları'nın ilk gününde Can Binan, Gülsün Tanyeli ve Emre Arolat'ın sunumları dikkat çekiciydi.

 

 

Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'nda düzenlenen fuarda farklı alanlarda konferanslar verildi. Bunlardan öne çıkanlardan biri Can Binan ve Gülsün Tanyeli'nin, ICOMOS'un hazırladığı ve 2013 yılında kabul edilen "Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi" ile ilgili sunumlarıydı.

 

YENİDEN YAPIM AYNI ZAMANDA BİR POLİTİKA ALANI

Bildirgenin kavramsal çerçevesini aktarmak üzere sözü alan Can Binan, bildirgenin "Koruma ve restorasyon sürecinde bulunan tüm aktörlere yasal süreçlerin değişken alanlarında, etik anlamda bir yol gösterici" olduğunu belirtti. Binan'ın ardından sözü alan Gülsün Tanyeli, bildirgenin pratikte nasıl yansıma bulacağı ile ilgili aktarımlarda bulundu.

 

 

Bildirgenin müdahale tiplerine bakışını aktaran Tanyeli, yeniden kullanım ve işlevlendirme konusuna vurgu yaparak "Eminim bunun üzerine yapılmış çok başarılı projeler vardır ama Türkiye'de iyi uygulanmış bir proje olduğunu düşünmüyorum" dedi. Bu projelerde tasarım dışında birçok farklı kriterin de önemli olduğunu belirten Tanyeli, "Yapının yaşı, kaldırabileceği işlev ve kullanım kapasitesi gibi diğer alanlardaki detaylar da önemli" dedi. Yeniden yapımın ise aynı zamanda bir politika alanı olduğunu düşündüğünü belirtti.

 

MİMARLIĞIN DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM

Heritage 2015 konferanslarında bir diğer dikkat çekici konuşma Emre Arolat'ın "Karmaşık ve Müphem Bir Mimarlık Alanı Olarak Müze" başlıklı sunumuydu. Sunumuna "Bizim okullarımızda hep müze yapılır, apartman yaptırılmaz sanki ülkemizde sürekli müze yapılıyormuş gibi..." diyerek başlayan Arolat sunumunun ilk bölümünde müzenin mekansallaşması sürecinde sanat ve birikim fenomeninin değişiminden bahsetti.

 

 

"Benim anladığım kadarıyla nadire kabinelerinin kendini önemli hale getirdiği "16. Koleksiyonları" bu işin başlangıcı. 18.yy ise bir kırılma noktası ve modern anlamda müzenin ortaya çıktığı süreç. 19.yy'da ise aydınlama müzeleri diyebileceğimiz müzeler var, bu noktadan sonra 'nesneye göre mekan' gibi bir ilişki başlıyor... Dolayısıyla mimari de koşullanmaya başlıyor. Sanat müzeleri, teknoloji müzeleri gibi temsil eden mekanlar ortaya çıkıyor." diyen Arolat, 20.yy'ın ve avangart sanatın, tarafsız mekanları ortaya çıkardığına ve bu sürecin 21. yy'da da devam ettiğine dikkat çekti. "Sanatın şekil değiştirmesiyle mimarinin paralel değişmesi normal bir durum ama sanatın dünyayı değiştirebildiği gibi mimarinin dünyayı değiştirebileceğine inanmıyorum. Mimarlık dünyanın değişimine uyum sağlar." dedi.

 

Emre Arolat, konuşmasının ikinci bölümünü Santral İstanbul, Antakya Müzesi ve Antrepo 5'e ayırmıştı.

 

Santral İstanbul'un yapım sürecini aktaran mimar, yapı ile ilgili "Çok iyi sergiler düzenlenmişti ve çok yeni bir şey söylemeden eski yapının izini takip ederek yapılan, geride duran bir yapıydı. Türkiye'de ilk defa bir çağdaş sanatlar merkezi tasarlanmıştı ve yapı mimarlık okuluna dönüştürüldü. Bunu bir mimar olarak onaylamadığımı söylemek istiyorum!" dedi. Mimar, yapının dönüşümünün ardından kampüse ayak basmadığını da sözlerine ekledi.

 

Antakya Müze Otel'in yapım süreci hakkında da bilgi veren Arolat yapının, özel mülkiyette bulunan bir arazide çıkan arkeolojik kalıntıların nasıl korunabileceğine dair önemli bir örnek olduğunu belirterek; "Belki proje sosyal anlamda eleştirilebilir ama mimari ve arkeolojik anlamda yepyeni bir koruma ve mimari anlayış ortaya koyuyor. Dolayısıyla değerli bir proje olduğunu düşünüyorum." dedi.

 

 

Arkeolojik kalıntıların bulunduğu bir alanda inşaat yapmanın zorluklarına da değinen Arolat "Kazı alanına hiçbir makine girmedi" diyerek "İnşaat yapılması da ayrı bir tartışma konusudur ama bu alan başka bir durumda ya üstü kapanacaktı ya harap edilip bırakılacaktı; bu projede yeni bir turizm anlayışı ile halka kazandırılıyor" dedi.

 

ANTREPOLARIN SİLÜETTEKİ VARLIĞI HER ŞEYDEN ÖNEMLİ

Son dönemin tartışmalı bir diğer projesi olan Antrepo projesi ile ilgili de bilgi veren Arolat, yapının temelde Antrepoların silüette oluşturduğu "ızgara" dokuyu korumayı hedeflediğini belirterek "Antrepoların ömrünü tamamladığını, koscakoca çirkin yapılar olduğunu düşünenler olabilir; ben hiç öyle düşünmüyorum, bunlar bir dönemin yansımasıdır, bu ızgaranın silüetteki varlığı bana her şeyden daha önemli geliyor. Hatta İstanbul Modern'in kendini griye boyayarak bu gridi nasıl bozduğunu da ayrıca ele almak gerektiğini düşünüyorum." dedi.

 

Yapıyı ele alırken stürüktürel girdi soyduklarını ve çeşitli güçlendirmeler yaparak yeni konteynırlar ile doldurduklarını belirten Arolat içeride ise steril olması gereken alanlarda da "white box"lar yarattıklarını belirtti.

Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 06.02.2015

NEUES MÜZESİ

 

 

Neues Museum Restorasyon Projesi ile 2011 yılında Mies van der Rohe Ödülü alan Chipperfield, 1800'lerde inşa edilen ve 2. Dünya Savaşı sırasında bombardımanla büyük hasar alan eski müzeyi 11 sene içerisinde yeniden yarattı.

 

Berlin'in Müze Adası'nda yer alan Neues Müzesi Friedrich August Stüler tarafından tasarlanmış ve 1841-1859 yılları arasında inşa edilmişti. 2. Dünya Savaşı sırasında bombardımanla büyük hasar alan yapı harabeye döndü. Savaş sonrasında birkaç onarım girişimi sonrasında olduğu gibi bırakıldı. 1997 yılında David Chipperfield Architects, Julian Harrap ile birlikte müzenin yenilenmesi için açılan uluslararası yarışmayı kazandı.

 

Projenin amacı, özgün hacimi tamamlamak ve 2. Dünya Savaşı'nda zarar gören bölümlerini tamir ve restore etmekti. Odaların özgün dizilimi, mevcut yapıyla süreklilik oluşturacak şekilde yeni kısımlar eklenerek restore edildi. Tarihi yapının farklı koruma gereklilikleri gösteren kısımlarımda Venedik Anlaşması'ndaki prensipler doğrultusunda arkeolojik restorasyon yapıldı. Savaşta oluşan boşluklar parlaklık ve yüzey açısından tarihi yapıyla rekabet etmeyecek şekilde dolduruldu. Restorasyon ve onarım, özgün yapının mekansal bağlamı ve özgün malzemesinin vurgulanması fikriyle yapıldı. Eklenen yeni kısımlar ise eskiyi taklit etmeden kaybolanı yansıtıyor.

 

 

Yeni sergi odaları, büyük oranda beyaz çimento ile Saxonian mermer parçaları karışımından oluşan prefabrike beton elemanlarla inşa edildi. Aynı malzemeden inşa edilen yeni ana merdiven orijinal olanı taklit etmeden tekrarlıyor. Diğer yeni hacimler - kuzeybatı kanadı, Mısır Avlusu, Yunan Avusu'ndaki apsis ve güney kubbe - korunmuş bölgeleri tamamlamak adına geri dönüştürülmüş el yapımı tuğlalarla yapıldı.

 

Müzenin güney ve doğu bölgelerindeki sütunlar özgün yerlerine konuldu ve tamamlandı. Eski binaya eklemlenen James Simon Galerisi ise müze ile Kupfergraben Kanalı arasında inşa edildi. Ekim 2009'da, harabeye dönüşünmesinden yaklaşık 60 yıl sonra Neues Müzesi halka yeniden açıldı ve şu anda Mısır ile Erken Tarih koleksiyonlarını sergiliyor.

Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 06.02.2015

DEFİNE KAZISI ROMA MOZAİKLERİNİ AÇIĞA ÇIKARDI

 

Yozgat'ın Sorgun İlçesi'nde, definecilerin buğday tarlasında yaptığı kaçak kazı sonucu geç Roma dönemine ait mozaikler açığa çıktı - İl Kültür ve Turizm Müdürü İbiş: "Mozaiklerle ilgili koruma kuruluna müracaat edeceğiz. Bölgenin sit alanına dahil edilmesi için elimizden gelen çalışmaları yapacağız" - Yozgat Müze Müdürü Şenyurt: "Bu mozaiklerin taşınması ve müzede korunması daha mantıklı olacaktır".

 

 

Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı Köyü'nde definecilerin buğday ekili tarlada yaptığı kaçak kazı sonucunda geç Roma dönemine ait mozaikler açığa çıktı.

 

Tarihte, Akamenid İmparatorluğu Kralı Büyük Kiros ve Lidya Kralı Krezüs arasında yapılan Pteria Muharebesi ile yıkılan ve bir demir çağı başkenti olarak bilinen Kerkenes Harabeleri'nin 5 kilometre uzağında, buğday ekili tarlada kimliği henüz belirlenemeyen defineciler tarafından 3 metre arayla iki noktada çukur kazıldığı belirlendi.

 

Kaçak kazı sırasında yaklaşık 1 metre derinlikte mozaik yapı ve duvarlara rastlayan definecilerin, bu yapının altında kıymetli eser bulma umuduyla mozaiklerin bir bölümünü tahrip ettiği tespit edildi.

 

Bunun üzerine Kültür ve Turizm İl Müdürü Lütfi İbiş ve Yozgat Müze Müdürü Hasan Kerim Şenyurt, kaçak kazı alanında inceleme yaptı. 

 

İbiş, inceleme sonrasında AA muhabirine yaptığı açıklamada, kaçak kazıları engellemek için çalışmalarının devam ettiğini, bu tür olayların üzerine hassasiyetle gittiklerini belirtti.

 

Kaçak kazıyla ilgili yasal işlem başlatılacağını bildiren İbiş, "Burada geç Roma dönemine ait mozaikler tespit edildi. Mozaiklerle ilgili koruma kuruluna müracaat edeceğiz. Bölgenin sit alanına dahil edilmesi için elimizden gelen çalışmaları yapacağız" dedi.

 

Müze Müdürü Şenyurt da Şahmuratlı Köyü'nde 1993'ten bu yana Kerkenes Dağı’nın sağında kazı çalışmaları ve araştırmaların sürdüğünü hatırlattı.





Kerkenes Harabeleri'nin, Orta Anadolu’nun en büyük antik kenti olarak nitelendirilebileceğini ifade eden Şenyurt, şu bilgileri verdi:

"Kaçak kazı yapılan alan, köyün yaklaşık 700-750 metre kadar doğusunda kalıyor. Sit alanının dışında bir yer. Burayla ilgili daha önce herhangi bir tespit yapılmamış. Definecilerin kazdığı iki çukurdan birinde 240x150 santimetre ölçülerinde mozaik bulundu. Mozaiklerde dairesel ve baklava dilimi şeklinde motifler kullanılmış. Mozaikleri oluşturan küçük taşlarda beyaz, yeşil, koyu kahve ve açık kahve renkler dikkati çekiyor. Burayla ilgili sit çalışmalarımızı başlatacağız. Kayseri Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından sit alanı tespiti yapıldıktan sonra hava şartlarının kazı yapmaya müsait olduğu zamanlarda Kerkenes kazı ekibiyle burada kurtarma çalışmaları yaparak bu mozaikleri ortaya çıkarmayı düşünüyoruz."

 

- Mozaikler müzede korunacak

Mozaiklerin öncelikle bulunduğu yerde korunması gerektiğinin düşünüldüğünü fakat bunun mümkün olmayacağını kaydeden Şenyurt, mozaik buluntunun müzeye taşınacağını söyledi.

 

Mozaiklerin açıkta kalmasının tahribata neden olabileceğini dile getiren Şenyurt, "Bu mozaiklerin taşınması ve müzede korunması daha mantıklı olacaktır. Vatandaşlarımızın bilinçsiz şekilde kazarak tahrip etmeleri sonucunda bu kültür varlıkları bir daha dönüşü olmayacak şekilde kayboluyor. Bunların zaten burada bulunması kendi başına bir zenginlik" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Özcan Güney, 06.02.2015

ANTİK DÖNEMDE ZAMAN ÖLÇÜMÜ NASIL YAPILIYORDU?

 

 Çorum Müzesi'nde sergilenen Güneş Saati'nin, MS 3'ncü yüzyılda, Roma Dönemi tarihinden kalma olduğu ifade edildi. Tek parça mermerden yapılan saatin üzerinde ''Emekli asker Marcus Baebius Pius'' yazısı okunuyor.

 

Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Antik Dönemde zamanı ölçmenin en kolay yolunun insan bedeninin başka bir gerçeğe ihtiyaç duymadan gölge boyunun kullanımı olduğunu açıkladı.

 

Müdürlükten yapılan açıklama da ''Bu yöntem gölge boyunun güneş ışınlarının eğik geldiği sabah ve akşam vakitleri daha uzun; güneşin tepe noktasına ulaştığı öğle vakti ise, daha kısa olduğu basit gözlemine dayanmaktadır. Bu yöntem basit olmakla birlikte son derece genel olduğundan zamanı daha kesin sınırlar içinde ölçebilmek için başka gereçlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu konuda tarihçi Herodotpolos (iç bükey gölge düzlemi) ve Gnomon'dan (gölge çubuğu) oluşan bir düzenekle gündüzü 12 saate bölme yöntemini Yunanların Babil'den öğrendiklerini aktarmaktadır. ''ifadelerine yer verildi.

 

Güneş saatinin Arkaik Dönem'de Hellen Dünyası'na girdiği (MÖ 8.-6. yüzyıl) ilk başlarda birkaç bilim adamı tarafından kullanılan bu araçların MÖ 4. yüzyıldan itibaren sıradan yurttaşların da günlük kullanım gereci haline geldiği kaydedildi.

 

Çorum Müzesi'nde 14 binden fazla eser bulunuyor. Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bu eserlerden her hafta bir tanesinin tarihi geçmişi ve anlamını araştırarak yayınlıyor. Bu haftada Güneş Saatleri'nin anlatıldığı araştırmalarda bu saatlerin avlular, bahçeler ve mezarların yanı sıra, caddeler, hamamlar, tapınaklar ve resmi alanlara da dikildiği ifade ediliyor.

 

Açıklama da şunlara yer verildi: ''MS 1. yüzyıldan itibaren portatif güneş saati örneklerine rastlanmaktadır. Hellenistik ve Roma dönemlerinde en sık rastlanan tip genellikle 30-40 cm yüksekliğinde, sabit duran, çeyrek küre formlu güneş saatleridir. Bu güneş saatleri, üst kısımları çeyrek küre oluşturacak şekilde oyulan mermer veya kireç taşı bloklardan yapılmıştır. Çeyrek küreye üç yatay (ay çizgileri) ve on bir dikey (saat çizgileri) çizgi kazınmıştır. Kimi örneklerde çizgilere rakam veya ay adları da kazınmıştır. Çeyrek kürenin merkezine demir veya bronzdan bir gölge çubuğu kurşun dökülerek sabitlenmektedir. Gölge çubuğu gölgesinin, çeyrek küreye düşebilmesi için yere paralel yerleştirilmektedir. '' diye kaydedildi.

Haber 3, 06.02.2015

100 YILLIK ÇİNİLİ HAN MÜZİSYENLERE EMANET

 

Galata’yı Karaköy’e bağlayan Yüksek Kaldırım’da yer alan müzik enstrümanı dükkanları birer birer kapanır ya da civardaki tenha sokaklara taşınırken, Yüksek Kaldırım’ın paralelindeki İlk Belediye Caddesi, müzik sektörünün yeni merkezi haline geldi. Bu dönüşüme önayak olan yüz yıllık Çinili Han’ın yeni misafirleri, girişe ‘Stüdyolar Hanı’ tabelasını asarak, varlıklarını belirginleştirmişler. Çinili Han’ın günümüzdeki önemini ve Galip Dede’deki müzik enstrümanı satan dükkanların taşınmasını, hanın ilk kiracılarından Oya Erkaya, handa bulunan Studio Drum&Bass’ın sahiplerinden Burhan Hasdemir ve 13 yıldır handa kiracı olan davulcu Atilla Atalay’la konuştuk.

 

 

1910’da İtalyan mimarlar tarafından inşa edilen ve uzun yıllar sadece elektrikçilere ve avizecilere ev sahipliği yapan Çinili Han’dan, şimdilerde müzik sesleri yükseliyor. Yaklaşık 30 yıl önce Nedim Akagündüz tarafından satın alındığında birçok dairesi boş olan han, hızlı bir dönüşümle, müzik sektörünün Tünel’den Galata’ya taşınmasında büyük rol oynamış.
 

İlk kiracılardan Oya Erkaya, Çinili Han’a taşınmalarının hikayesini şöyle anlatıyor: “Bir dostumuz, arkadaşlarıyla çay-kahve içip müzik yapmak için bir daire tutmuştu handa. Biz de bu fikirle yola çıktık. Esnaf, Nedim diye biriyle konuşmamızı söyledi, meğer Nedim tüm hanın sahibiymiş. O zamanlar eşimle daha 20’li yaşlarımızdayız, üniversiteyi yeni bitirmişiz. Nedim, şaşkın ve meraklı bir halde, neden bir daire kiralamak istediğimizi sordu. Benim gitar, eşimin bateri çaldığını ve özel derslerimizi burada vermek istediğimizi anlatınca, üç kuruş paraya kiraladı bize daireyi. Taşındığımız dönemde yalnızca o arkadaşımız ve biz vardık, gerisi avizeciydi ve birçoğu burayı depo olarak kullanıyordu.”

 

‘İçeride kuş ölüleri vardı’

2008’de Çinili Han’dan taşınan Erkaya’lar, handa geçirilen 10 güzel yılı özetliyor: “Girdiğimizde içeride kuş ölüleri vardı, bakılacak halde değildi, terk edilmişti. Zamanla tüm dairenin tadilatını yaptık. Daha sonra Burhan Hasdemir devraldı burayı; Drum&Bass bizden kalma. Bizden sonra üst kata Duman’ın davulcusu Cengiz Baysal geldi. İki alt kata kız kardeşim taşındı, o da müzikle ilgileniyordu. Şimdi üst katta başka bir davulcu var. Burada hepimiz kendi dairesinde bir şeyler çalar ve kimse birbirinden rahatsız olmaz.”

 

Studio Drum&Bass’ın şimdiki sahibi Burhan Hasdemir ise, stüdyoyu devraldığı dönemde handaki dönüşümün zaten başlamış olduğunu söylüyor: “Çinili Han’a ilk kez 2006’da, Oya’nın eşi Serkan’dan ders almak için geldim. İki yıl sonra onlar başka yere taşınınca, burayı iki arkadaşımla birlikte devraldım. O dönemde de binadaki dairelerin çoğu stüdyoydu. Dışarı bakan katlarda tek tük elektrikçiler vardı ama onlar da giderek azalıyor, iki tane kaldı en son.”

 

‘Ben yaşadığım sürece...’

Hasdemir, Tünel’deki müzik mağazalarının Galata’ya taşınmasının ve semtteki dönüşümün temelinde ekonomik nedenler olduğunu söylüyor: “Geldiğimde bu civarda yaşayan pek yoktu, bir ara biraz arttı ancak şimdi de otel trendi başladı. Müzik mağazalarının olduğu Galip Dede Caddesi de çehre değiştirmeye başladı. Artık sadece büyük mağazalar tutunabiliyor bu caddede. Her yerde hediyelik eşya satan dükkanlar, kafeler ve oteller var. Binaların çoğu satılıyor. Sürekli olarak bir otel tehdidiyle karşı karşıyayız. Bu durum müzik piyasasını da etkiledi. Enstrüman dükkanları da biraz daha aşağıya veya bizim sokağa taşındı. Buradaki değişim ve kira artışları hepimizi zor duruma sokuyor. Eskiden burada, bugünün fiyatlarıyla 300-500 liraya daire kiralanırdı. Stüdyo sahibi olmak meşakkatli bir iş. Kiralar daha da artarsa burada duramayabilir, başka çözümler üretmek zorunda kalırız.”

 

Hasdemir, Çinili Han’ın da satın alınmak istendiğini ama mal sahibi Akagündüz’ün binayı satmayı düşünmediğini söylüyor: “Nedim Abi, buranın müzisyenlerin girip çıktığı bir yer olmasını istediğini, bizden memnun olduğunu söylüyor. ‘Ben yaşadığım sürece buradan çıkmayacaksınız’ demişliği de var. Kendisi de buranın eski esnaflarından, dolayısıyla burayla duygusal bir bağı da var. Ama tabii, satılma ihtimali her zaman mevcut.”

 

13 yıldır Çinili Han’da yaşayan davulcu Atilla Atalay, hanın akıbetinden endişe duyanlardan. Müzik sektörünün önümüzdeki dönemde Galata’da tutunmasını zor olduğunu düşünen Atalay, kiralardaki artıştan şikayetçi: “Örneğin, bu civardaki dükkanlar daha önce 1500 TL’ye kiralanırken, stüdyo olarak kullanacaklara kapıyı 2500 TL’den açıyorlar. Belki birkaç yıl sonra hepimiz yok olacağız ve buralar hep apart olacak.” Atalay yine de, handaki yaşantısından memnun: “Evim hem Boğaz, hem Haliç manzarası görüyor. İşim gereği benim için en önemlisi, ses problemi yaşamıyor oluşum. Burada herkes birbirini tanır. İsterseniz halay çekin, alt kattakiler ‘Ne oluyor?’ diye sormaz. Tam tersi, halay var diye kalkıp gelirler.”

Agos, Haber:

BALYANLARIN MEZARI İHYA EDİLİYOR

 


Fotoğraf: Berge Arabian

 

Geçtiğimiz hafta Agos'un ortaya çıkardığı Garabet Balyan'ın mezartaşının ardından ailenin Bağlarbaşı'nda bulunan mezarıyla iligli olumlu gelişmeler yaşanıyor. 

 

İhyayla ilgili gerekli tüm izinlerin alındığını ve kısa zamanda çalışmalara başlayacaklarını söyleyen HAYCAR mimarlarından Tavit Aynalı, yurt dışında yaşayan Hagop ve Hraç Kırmızıyan kardeşlerin, Balyanların mezarının ihya edilmesi için yola nasıl çıktığını şöyle anlattı: “Bu kardeşlerden biri elektronik mühendisi, Fransa’da yaşıyor; diğeri ise Romanya’da konfeksiyonla uğraşıyor ve gençliğinde Türkiye Basketbol Milli Takımı’nda oynamış bir kişi. Aile mezarları Bağlarbaşı’nda olduğu için, yazın mezarlığa yaptıkları ziyaretlerde Balyanların mezarının yıpranmış halini görerek, bu konuda bir şey yapmak istemişler. HAYCAR üyeleriyle temasa geçmeleriyle birlikte, proje de resmen başlamış oldu.” 
 

HAYCAR üyelerinden Kevork Özkaragöz, Kırmızıyan kardeşlerin bu arzusunu derneğin gündemine taşıyınca, HAYCAR mimarları da proje üzerinde çalışmaya başlamışlar. Çizilen projeler arasında hayırsever kardeşlerin kendi projesini uygun gördüğünü söyleyen mimar Tavit Aynalı, projenin anıtsal bir nitelik taşıdığını belirtiyor.

 

Topbaş onayladı

Projelerin çizim ve onay sürecinin kısa süre önce tamamlandığını söyleyen Aynalı, izinler konusunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın kendilerine çok olumlu yaklaştığını ifade ediyor: “1984’te Kadir Topbaş’a ait iki dükkanı yapmıştım. Bu nedenle, kendisiyle o yıllara uzanan bir hukukumuz var. Bu proje için randevu istediğimde, görüşme talebimi hemen kabul etti. Projeyi kendisine sunduğumda yakından ilgilendi ve Mezarlıklar Müdürlüğü’nü bizzat arayarak işlemlerin hemen yapılmasını istedi. Gerekli evrakları da teslim ettik ve sayın Topbaş’ın sözlü izninin ardından çalışmalara başladık.”

 

Anıtsal boyutlarda mezar

Projenin ayrıntılarını da aktaran Aynalı, Balyanların eseri olan Beşiktaş Meryemana Kilisesi’nin Horan (Sunak) bölümünden ilham aldıklarını belirtiyor. Yapılacak anıt mezar, 6 metre genişlik ve 6 metre uzunluğa sahip. Tavit Aynalı, tamamı mermerden yapılacak anıt mezarın ciddi bir maliyete sahip olduğunu, bu yüzden çeşitli mermer firmalarından teklif aldıklarını ifade ediyor. Aynalı, mali çalışmaların da tamamlanmasıyla birlikte, yapım işine geçeceklerini söylüyor. Çok ağır bir işçilik gerektiren anıt mezar, girişte üç metrelik tek parça mermerden sütunlar, arkada ayrı bir grup sütun ve üzerine yerleşecek kubbe ile kemerden oluşuyor. Arka bölümde yer alacak blok mermerlerde, Ermenice olarak Balyan Ailesi’nin eserleri yazılacak. Diğer tarafta ise, Osmanlı Tuğrası yer alacak.  

 

Mezar taşlarının başında zabıta bekliyor

Öte yandan, İstanbul’un önemli mimarlarından Garabet Balyan’ın mezar taşıyla birlikte bulunan lahitlerle ilgili inceleme başlatıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın talimatıyla, taşların bulunduğu alanda belediye ekipleri inceleme yaptı. İnceleme raporlarının hazırlanmasının ardından, taşlar şantiyeden kaldırılacak. Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü de taşlarla ilgili hazırlanacak raporu bekliyor. Büyükşehir Belediyesi, taşların korunabilmesi için bulundukları alanda güvenlik önlemi aldı. Taşların başında 24 saat süreyle zabıta ekipleri bekliyor. 

 

 

Taşlar oraya nasıl gitti?

Taşların bulunmasından hemen sonra, HAYCAR mimarları da incelemelerde bulundu. Mimar Zakarya Mildanoğlu, taşların oraya nasıl gittiğini şöyle anlattı: “Mezar taşları, Beşiktaş’ta bulunan ve şu anda Barabaros Bulvarı olan alandaki Ermeni Mezarlığı kaldırılırken, Köy Hizmetleri şantiyesine taşınmış. Köy Hizmetleri, daha sonra Beşiktaş’taki şantiyesini Kartal’a taşıyor ve bu aşamada Balyan’ın mezar taşını da, diğer mezar taşlarıyla birlikte şantiyeye götürüyor.”   

 

Balyanların kemikleri kalmadı 

Geçtiğimiz hafta ortaya çıkan Garabet Balyan’ın mezar taşı da, yapılacak bu anıt mezara taşınacak. Kartal’da bulunan mezar taşının buraya yerleştirilmesi için Topbaş’la görüştüğünü söyleyen Aynalı, “Proje için kendisiyle 15 gün önce görüşmüştüm. İlginçtir ki, mezar taşıyla ilgili Kadir Topbaş’ı aradığımda, kendisini niçin aradığımı biliyordu ve taşın yapılacak anıt mezara taşınması için gerekli lojistik desteği sağlayacağının teminatını da verdi” dedi.

 

Bağlarbaşı’nda bulunan Balyanların aile kabristanın durumu, Garabet Balyan’ın mezarından farklı değil. Bağlarbaşı’ndaki mezarlığın bir kısmı 60’lı yıllarda istimlak edilerek üzerinden yol geçirilmiş. O tarihte Balyanlara ait mezarlarda bulunan kemikler, çeşitli nedenlerle taşınamamış. Şu anda Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı’nda bulunan aile kabristanındaki taşlar, Mezarlıklar Müdürlüğü tarafından şimdiki yerine taşınmış.

Agos, 02.02.2015

 

******


BALYAN'IN ALTINDAN DADYAN ÇIKTI

 

Garabet Balyan’ın mezar taşının altında kaldığı için üzerindeki yazıları okunamayan mezar taşının, Simon Amira Dadyan’a ait olduğu anlaşıldı. Her iki mezar taşı da, Ermeni toplumuna iade edilmek üzere Arkeoloji Müzesi’nde koruma altına alındı.

 

 

Geçtiğimiz haftalarda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Kartal Soğanlık’taki bir şantiye alanında bulunan Garabet Balyan’a ait mezar taşının altından, bu kez de dönemin bir diğer önemli ailesinin üyesi Simon Amira Dadyan’ın mezar taşı çıktı. Kartal’da ikamet eden duyarlı bir baba oğul sayesinde fark edilen mezar taşları, Ermeni toplumuna iade edilmek üzere Arkeoloji Müzesi’nde bekliyor. Şantiye alanında bulunan Garabet Balyan’ın mezar taşı gündem yaratmış ve Büyükşehir Belediyesi, taşları korumak üzere özel bir zabıta birimini 24 saatlik nöbetle görevlendirmişti. Agos’ta yer alan haberin ardından, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte İstanbul İl Kültür Müdürlüğü de harekete geçti. Müdürlüğün talimatıyla, taşlar, İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkililerince Kartal’dan alınarak, Arkeoloji Müzesi’ne götürüldü. Koruma altına alınan taşlarla ilgili inceleme de başlatıldı.
 

Kurul inceleyecek

Agos’a konuşan İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri, mezar taşlarının ‘Taşınmaz Kültür Mirası’ olduğunu ve incelemenin Koruma Kurulu tarafından yapılacağını söylediler. Taşlarla ilgili rapor, İstanbul 5 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun ilk toplantısında gündeme gelecek.  Koruma Kurulu’nun kararının ardından, taşların akıbeti de belli olacak.

 

Patrikhane devrede

Öte yandan Taşınmaz Kültür Mirası olarak kabul edilen taşların dışındaki diğer mezar taşlarının ne olduğu sorusu da halen yanıtsız. İstanbul Ermenilerinin tarihi açısından büyük öneme sahip şahsiyetlere ait mezar taşları için, Patrikhane de devreye girdi. Konuyla ilgili süreci takip eden Ermeni Mimar ve Mühendisler Derneği (HAYCAR) mimarlarının Patrikhane’deki toplantısının ardından, Anıtlar Kurulu’ndan taşların iadesini talep etmek üzere bir dilekçe hazırlanması kararlaştırıldı. Taşların iadesi için en doğru kurumun, istimlak edilen mezarlık alanının bağlı olduğu Beşiktaş Meryemana Ermeni Kilisesi olduğu düşünülüyor. 

 

Dolmabahçe Sarayı’nın da aralarında bulunduğu, İstanbul’daki çok sayıda önemli eserin mimarı olan Garabet Balyan’ın mezar taşı, İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından koruma altına alınmak üzere taşındı. Kartal’daki şantiye alanında bulunan taşlar üst üste konulmuş ve Garabed Balyan’ın mezar taşı üstte olduğu için üzerindeki yazılar rahatlıkla okunabilmişti. Balyan’ın mezar taşının dışında, yazıları okunmayan bir başka mezar taşı ve sütun parçaları da bulunmuştu. Arkeoloji Müzesi’ne gitmek üzere taşınırken, diğer mezar taşının da kime ait olduğu okunabildi. Buna göre diğer taş, Osmanlı İmparatorluğu Barutçubaşı’sı Simon Amira Dadyan’a ait. 12 Mart 1832’de vefat eden ve Beşiktaş Ermeni Mezarlığı’a gömülen Dadyan’a ait mezar taşı üzerindeki kitabe, rahatlıkla okunabilecek kadar iyi korunabilmiş. İsminin yazılı olduğu bölüm kırılmış olsa da, kitabedeki bilgilerden mezar taşının, Simon Amira Dadyan’a ait olduğu anlaşıldı.

 

Kitabedeki ‘barutçu başı’ anlamına gelen ‘varotabed’ kelimesinden ve üzerinde yazılı ölüm tarihinden, mezar taşının Simon Amira Dadyan’a olduğunu tespit eden sanat tarihçisi Elmon Hançer, Dadyan Ailesi’nin Osmanlı’daki sanayi yapılanmasını başlatan çok önemli bir aile olduğunu vurguladı. Hançer, iki mezar taşının da çok özel bir kaligrafiyle yazıldığını ve dönemi yansıtan kıymetli parçalar olduğunu söyledi.

 

1950'lilerden beri kayıplar

Söz konusu mezarlık, 1887’de Sultan II. Abdülhamid’in duvarlarının yıkılarak bahçeye dönüştürülmesi ve buraya yeni cenaze gömülmemesi kararı dolayısıyla, ilerleyen yıllarda metruk hale gelmişti. 1950’li yıllarda ise tamamen kamulaştırılan mezarlık alanın üzerinde bugün, çeşitli binalar ve Boğaziçi Köprüsü’ne bağlanan Yıldız kavşağı bulunuyor. 

 

İstimlak edilen mezara ait çok fazla fotoğraf olmasa da, mezar taşları bulunan Garabed Balyan ve Simon Amira Dadyan’ın burada gömülü oldukları biliniyor. Söz konusu taşlar, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli görevler üstlenen iki Ermeni aileyi bir kez daha gündeme taşıdı.  

 

Beşiktaştan Kartala taşların hikayesi

Mezar taşlarının bulunduğu ilk günden itibaren konuyla ilgilenen HAYCAR mimarlarından Zakarya Mildanoğlu, süreci de ayrıntılı olarak anlattı: Kartalda ikamet eden Tıbrevanklı bir abimiz olan Krikor Kasakyanın evi, tam da taşların bulunduğu yerin karşısındaymış. Otuz yıldan fazla bir süredir orada ikamet eden Kasakyan, dairesine taşındığı ilk günden bu yana taşları penceresinden görebildiğini söylüyordu. Ayrıca, civardaki herkesin, taşların Roma döneminden olduğuna dair bir de inanışı varmış. Köy İşleri Enstitüsüne ait bazı binaların yıkılmasıyla birlikte, taşlar tamamen ortaya çıkınca, oğluyla birlikte gidip taşlara yakından bakmışlar ve üzerindeki yazıların Ermenice olduğunu fark etmişler. Durumu Agosa bildirmeleriyle, biz de ilk andan itibaren ilgilendik. Taşların oraya gitmesi, son derece ilginç. Krikor abinin eşi Bulgar göçmeni bir hanımefendi. Bacanağı da Köy İşlerinin Beşiktaştaki tesisinde çalışıyormuş ve Kartaldaki Köy İşlerinin ilk çalışanlarından olmuş. Taşları Kartala nakleden kişi de bizzat Kasakyanın bacanağı. Fakat bugüne kadar taşların ne olduğu konusunda hiçbir fikirleri yokmuş. Beşiktaş Ermeni Mezarlığında gömülü başka önemli şahsiyetler de var. Bulunan taşlarda elle yazılmış kodlar var, bu da tasnif edildikleri anlamına geliyor. Mezarlıktaki taşlara ve naaşlara ne olduğu ise, tamamen meçhul.    

 

Simon Amira Dadyan kimdir?

Kırım Savaşı’ndaki rolü nedeniyle ‘Bey’ unvanını alan Hovannes Bey Dadyan’ın kardeşi olan Simon Amira Dadyan, Yeşilköy Ermeni Kilisesi’ni kuran kişi olarak da biliniyor. Babası Dad Arakel’in kurduğu Osmanlı Baruthanesi’nin başına, babasının 1812’deki ölümünün ardından geçen Simon Amira, ölümüne kadar bu görevi sürdürdü. Mezar taşındaki kitabede Sultan II. Mahmud’la yakın dostluğundan da bahsedilen Simon Amira, kardeşi Hovannes Dadyan’la birlikte önemli icatlara imza attı ve Baruthane’nin kapsamını genişletti. İki kardeşin ayrıca Hereke’deki halı fabrikalarının kurucusu olduğu da biliniyor. Sultan II. Mahmud tarafından ‘Murassa’ nişanına da layık görülen Simon Amira Dadyan’ın, Müslümanlar gibi giyinebilme imtiyazı bulunuyordu. Osmanlı Darphanesi’nin Kazaz Artin Amira Bezciyan’a teslim edildiği bir dönemde görev yapan Simon Amira’nın, Darphane’de kullanılan bazı icatlara da imza attığı biliniyor. 

Agos, Haber:

MARMARAY'DAN ÇIKAN SIRLAR

 

Marmaray kazı çalışmalarından çıkan eski çağlara ait kemik ve kafa tasları incelenerek, o dönemde yaşayan insanların fiziki yapıları, beslenme şekilleri ve sosyal hayatlarıyla ilgili önemli bulgulara ulaşıldı.

 

Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi Biyolojik Materyal İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü, ağırlıklı olarak Marmaray kazılarından çıkan bin yıllık iskeletler üzerinde inceleme yaptıklarını söyledi ve çıkan ilginç sonuçları anlattı.

 

 

“Yapılan incelemelerde, Yenikapı’da yaşayan insanların iyi bir beslenme şekline sahip olduğu saptandı. Biz bunlara ‘Yenikapı toplumu’ diyoruz."

 

 

"Liman toplumu bu insanlar. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılardan çıkarılan iskeletler üzerindeki incelemelerde beslenme konusunda ciddi sıkıntılar olduğu belirlenmişti."

 

 

"Yenikapı toplumu dediğimiz liman toplumundaki insanların, beslenme açısından çok sıkıntı içerisinde olmadıkları bilgisine ulaştık. Bu insanların 20’lik dişlerinde de çok ciddi bir düzgünlük saptadık."

 

 

"Halk arasında eski insanların devasa ve iri oldukları yönünde bir inanış vardır ancak incelemelerde bu inanışın doğru olmadığını gördük. Fiziksel yapı olarak bu insanların orta boylu olduğunu saptadık. Kadınlar 1.58-1.59 metre civarında, erkekler 1.60-1.68 metre civarında."

 

"O dönemlerde çok çocuk ölümleri olduğu bilgisine ulaştık. Çok çocuk iskeleti vardı. O dönemin tıbbi şartları, enfeksiyon hastalıkları, doğal afetler, çevresel faktörler, çocuk ölümlerinin fazla olmasına yol açmış. Çocuk iskeletlerinin ortalama 13 yaş civarında olduğu belirlendi. Erişkin insanların yaşam süreleri 30-35 yaş civarında çıktı.”

 


Habertürk, 05.01.2015



1 - 7 Şubat 2015

SULTANAHMET CAMİSİ'NİN BİR MİNARESİNDE KAYMA

 

 

İstanbul’da 1616’da yaptırılan 6 minareli Sultanahmet Camisi’ni inceleyen Vakıflar Genel Müdürlüğü, kayma nedeniyle can güvenliğini tehdit eden bir minareyi restorasyona aldı. Minareyi güçlendirme için rapor hazırlanacak, külah ve petekler yerine takılacak.

 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Türkiye'nin 6 minareli tek tarihi camisi olan ve I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar Mehmet Ağa'ya 1616 yılında yaptırılan Sultanahmet Camisi'nin, baştan aşağı incelendiğini söyledi. Caminin öncelikle zeminin röntgeninin çekildiğini belirten Ertem, caminin yapımının üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen zeminde ciddi sorun olmadığının belirlendiğini anlattı. Çalışmalar kapsamında minarelerin statiğinin kontrol edildiğini dile getiren Ertem, ön çalışmalarda caminin 6 minaresinden birinin kaymakta olduğunun görüldüğünü aktardı. Ertem, "Minarenin bu haliyle can güvenliği açısından tehlike oluşturduğu tespit edildi. Zaman zaman minareden taşlar düştüğü gözlendi ve duruma acil olarak müdahale edildi" diye konuştu. Vakıflar Genel Müdürü Ertem, ilgili koruma kurulu onayıyla minarenin külah ve peteklerinin söküldüğünü dile getirerek, şu bilgileri verdi: "İncelemede minarenin çok kötü durumda olduğu görüldü. Şu anda nasıl bir güçlendirme yapılması gerektiği hususunda statik raporu hazırlanması bekleniyor. Raporun sonucunda uygulamaya geçilecek ve 1 sene içinde minare güçlendirilmiş olacak, külah ve petekler yerine takılacak."

Hürriyet, 06.02.2015

RESTORASYON, ARKEOLOJİ VE MÜZECİLİK İLK KEZ TEK ÇATI ALTINDA

 

Kültürel miras sektörü ile ilgili paydaşları buluşturmak amacıyla All Fuarcılık tarafından, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun destekleriyle düzenlenen "HERITAGE 2015 Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansları", 5 Şubat 2015 Perşembe günü Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda başladı. Türkiye’de ilk kez düzenlenen fuara, “Yeni Perspektifler, Yeni Teknolojiler, Yeni Uygulamalar” temalı konferanslar eşlik ediyor.

 

ALL Fuarcılık A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Murat Akan’ın ev sahipliğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. A. Haluk Dursun, Beşiktaş Belediyesi Başkanı Murat Hazinedar, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) Danışma Kurulu Başkanı Suay Aksoy ve MSGSÜ Mimarlık ve Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Demet Binan'ın katılımıyla gerçekleşen açılış konuşmalarında, organizasyona da adını veren 'Heritage / Kültürel Miras' olgusu ele alındı.


Müze ve ören yerleri 435 milyon TL getirdi

Restorasyon, müzecilik ve arkeoloji sektörlerinin ilk kez bir arada ve önemli bir platformda buluştuğuna dikkat çeken All Fuarcılık Yönetim Kurulu Üyesi Murat Akan açılış konuşmasında, “Ülkemiz tarih konusunda büyük bir potansiyele sahip fakat sektörel gelişiminin başında olması nedeniyle her üç konuda ne yazık ki ayrı birer fuara sahip olabilecek gücü ve oluşumu henüz bulunmuyor. Türkiye’de bu üç sektörü bir araya getirip 'Kültürel Miras' adı altında toplamak kapsayıcı bir yaklaşım oldu. Kültürel miras tüm dünyada ülke ekonomisine güç katan bir endüstri. İstatistiksel verilere göre, 2014 yılında Türkiye'deki müze ve ören yerlerinden 435 milyon TL gelir elde edildi. Bunun daha da geliştirilmesi için kültürel miras sektörünün güç kazanması çok önemli. Hedefimiz bu organizasyonu yurtdışına açmak." dedi.


Yoğurt kutusundan kazısız tespite...

Meslekte 50 yılı geride bıraktığını ifade eden Arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, "Bu işe başladığımda elimizde hiçbir teknolojik imkan yoktu. Buluntuları sigara paketi ya da yoğurt kutularına koyuyorduk. Çağımızda hızla gelişen teknolojiler kültürel miras alanına yeni bir boyut kazandırırken, geleceğe umutla bakmamızı sağladı. Bugün teknolojik olanaklardan faydalanmayan bir bilimsel çalışma düşünmek mümkün değil. Toprak altındaki arkeolojik kalıntıları kazı yapmadan ölçen, tarihlendiren, en karmaşık sanat eserlerini hassas olarak çizen teknolojiler artık neredeyse gelenekselleşti. Her yıl yeni yöntemler ortaya çıkıyor. Artık bir kemik analizi ile insanın soyağacından beslenmesine kadar her türlü bilgiyi alabildiğimiz gibi, sanal ortamda bilgiyi toplum ile paylaşacak olanaklara da sahibiz. Yeni gelişen teknoloji ve yaklaşımların ülkemize kazandırılması açısından bu fuarın büyük bir kazanım sağlayacağı kuşkusuz. Umarız kazandığı ivme ile her yıl yinelenen bir geleneğe dönüşür.” şeklinde konuştu.


Dünyanın kültürel miras alanındaki 'süper gücüyüz'

Bir eğitimci ve koruma uzmanı olarak bu etkinliğin destekçileri arasında yer aldığını belirten MSGSÜ Mimarlık ve Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Demet Binan, 'Heritage' (Kültürel Miras) adlı etkinliğin, neolitik çağdan günümüze uzanan çok katmanlı bir yapıya sahip İstanbul 'da gerçekleştirilmesinin önemine dikkat çekti.

 

TDK'nın miras kelimesini tanımlarken kullandığı 'emanet' kavramına vurgu yapan Binan; "Kültürel ve doğal mirası ancak emanet bilinci ile geleceğe aktarabiliriz. Aynı zamanda manzara, tarihi bütünler, bilgi-deneyim vb. kavramları da kapsayan miras, dinamik bir referans aracı. Yerine konulamaz olanın geleceğe aktarılması , farklı disiplinlerden koruma uzmanlarının görevi. Kültürel miras aynı zamanda bir ekonomik kazanç öğesi ve gelişim faktörü. Kötü yönetilen turizm bu mirası yok edecektir. Neye sahip olduğumuzu görmek için ortak bir veri tabanına ihtiyacımız var. Uluslararası bir konferansta yabancı bir profesör, dünyada farklı anlamlarda süper güçler olduğuna dikkat çekerek, 'Türkiye de kültürel miras alanının süper gücüdür' demişti. Bu gücümüze sahip çıkmalıyız." şeklinde konuştu.

 

Müzelerde ezici çoğunluk hala arkeolojide

Türkiye'nin bugün müzecilik alanında büyük bir hamle içinde olduğuna dikkat çeken Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) Danışma Kurulu Başkanı Suay Aksoy, “Ancak ezici olarak arkeolojik sit ve müzelere sahibiz. Bu hamleye insan hakları, spor, müzik, çağdaş kent müzeleri de eklenmeli. Müzecilik dinamik bir süreç. Peki biz bu zenginlikleri nasıl sunuyoruz? Kaç tane uluslararası yayın müzelerimize atıfta bulunuyor? Turizmin ülkeye sağladığı gelir önemli ancak müzelerin asıl görevi, topluma kültür katmak ve eğitime katkıda bulunmak." dedi. 

 

2016 yılında Milano'da gerçekleşecek ICOM 24. Genel Konferansı'nın temasının "Müzeler ve Kültürel Peyzaj" olarak belirlendiğini söyleyen Aksoy, bulunduğu köyün hayatını değiştiren Baksı Müzesi'nin Türkiye'de bu anlamda gerçekleştirilmiş başarılı bir örnek olduğunu vurguladı. Suay Aksoy'un HERITAGE 2015 ile ilgili değerlendirmesi ise şöyle oldu:

 

"Kültürel miras sektörüyle ilgili bileşenleri biraraya getiren HERITAGE 2015, Baksı gibi bağımsız müzeleri de sürece katarak, birbirimizden beslenip güçlenmemizi sağladı. Arkeoloji, restorasyon ve müzecilik gibi birbirini besleyen temel uzmanlıkların yerli ve yabancı temsilcilerine karşılıklı bilgi ve fikir alışverişi için fırsat yaratan etkinliğe fuarın eşlik etmesi, uygulamalı bir disiplin olan müzecilik için teknolojik gelişmelerin izlenmesi açısından yararlı olacaktır.”


157 müzenin işletmesi TÜRSAB'da

Kültür bilincini geliştirecek çalışmalar içinde olduklarını, karşılayan ve ağırlayan müze anlayışını desteklediklerini belirten TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, "Ticaretimiz, turizm. TÜRSAB 2011 yılında 50, sonrasında 107 müzenin işletmesini aldı. Şu anda toplam 157 müzenin pazarlamasını yapmaktayız." dedi. Ulusoy, bu süreçte gelir sağlamada %101, Topkapı Sarayı ziyaretçi sayısında %17, yabancı turiste Müzekart satışında %50 artış sağlandıklarını ekledi.

Beşiktaş'a kent ve açıkhava sanat müzeleri geliyor

HERITAGE 2015'in açılışında konuşan Beşiktaş Belediyesi Başkanı Murat Hazinedar da, yerel yönetimlerin kültürel miras konusunun önemli bir bileşeni olduğunu ifade etti. Tarihi yapıları incelemek üzere her sabaha Beşiktaş'taki mahalleleri gezdiğine dikkat çeken Hazinedar, konuşmasını şöyle sürdürdü:

 

"Beşiktaş, tarihi, coğrafyası, mahalle kültürü ile özel bir ilçe; İstanbul'un kalbi. Kalbinizle ilgili bir sorun olduğunda konuya daha hassas yaklaşırsınız. Beşiktaş Meydanı Düzenleme Projesi' ni İstanbul Büyükşehir Belediyesi gündeme getirdi. Biz de yönetime geldiğimizden bu yana 10 aydır, bu konudaki farklı projeleri topladık. Bu aynı zamanda bir uygulama deneyimi de istiyor. Yenikapı örneği bize bunu gösterdi. Katılımcı bir süreçle, üniversitelerin de katkısını alarak bu projeyi yürüteceğiz."

 

Kentsel dönüşümün çok kötü örneklerini gördüğümüzü ama bunun restorasyon alanındaki kötü uygulamaları geriye döndürmek için de bir fırsat olarak söyleyen Murat Hazinedar, "Ancak bunu imar yoğunluğunu artırarak değil, sindirerek yapmalıyız. Rantı kamu lehine geliştirmeyi arzuluyoruz." dedi.

 

Mahalle ölçeğindeki tarihi değerlerin küçük dokunuşlar ile yenilenerek önce kentlilere, sonra turistlere tanıtılabileceğini belirten Beşiktaş Belediyesi Başkanı, 200'ün üzerinde tarihi çeşmeye sahip ilçede, 63 çeşmenin restorasyon projesinin hazırlandığını müjdeledi. Beşiktaş Belediyesi bünyesindeki KUDEB biriminin geleneksel konut mimarisini bir envanter ile kayıt altına aldığını da bildiren Başkan Hazinedar, Ortaköy Sıraevler 'de bir restorasyon çalışması yürütüldüğünü, yakın zamanda yenilenecek olan tarihi belediye binasının da işleyen bir kent müzesine çevrilmesinin amaçlandığını söyledi.

 

Murat Hazinedar'ın kültürel miras alanında verdiği müjdelerden biri de, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun 1950'li yıllarda ürettiği 4. Levent Mozaikleri'nin tescillendiği idi. Hazinedar, bu eserlerin yer aldığı bölgenin Açıkhava Sanat Müzesi haline getirileceğini belirtti. Beşiktaş Belediyesi'nin miras konusundaki diğer bir çalışması da, yeni kurulmakta olan Geleneksel Ahşap ve Taş Atölyesi.


Kültür oluşum merkezine dönüşen müzeler eğitim sorumluluğunu üstüne almalı

"İstanbul'un başına gelen felaketler dile getirilirken yangınlar, depremler, belediye başkanları ve yanlış restorasyonlar sıralanır" diyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. A. Haluk Dursun, bu etkinliğin sloganının, önceki konuşmacıların da dikkat çektikleri 'emanet' kavramı olması gerektiğini söyledi. Bakanlık olarak; Anadolu mirasını kimden kaldığını merak etmeden, reddi miras yapmadan benimseyen, bunu mirasyedi gibi harcamadığını beyan eden ve gelecek kuşaklara aktarma bilincinde bir yaklaşım izlediklerini belirten Dursun, Ayasofya ve Topkapı Sarayı'nda Müze Başkanlığı görevini yürütmüş bir uzman olarak, müzecilik alanındaki gelişmelere de değindi:

 

"Müzeler artık sadece koruma işlevini yerine getirmiyor. Bu kurumların artık gerçekten bir kültür oluşum merkezi olması ve eğitim sorumluluğunu üstüne alması lazım. Topkapı Sarayı Müzesi Yıllığı 22 yıl sonra yeniden çıkarıldı. İstanbul'un kültür envanteri ve veritabanı 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında hazırlandı. Özel müze sayısı ilk defa devlet müzesi sayısını geçti. Kapital artık kültüre yatırım yapıyor. Bu gücü evrensel değerlere uygun bir şekilde sunduğumuz zaman çok daha iyi yerlere geleceğiz."

Yapı,05.02.2015

BEŞ PARASIZ ÖLDÜ, PORTRESİ SERVET ETTİ

 

 

Ressam Matisse'in 'in Fransa'da muhtaçlar koğuşunda ölen torunu 'ı resmettiği tablosu Londra'daki açık artırmada 57.8 milyon TL'ye satıldı.

 

Çağdaş resim sanatının ünlü isimlerinden Fransız ressam 'in, hem anne hem de baba tarafından üyesi olan 1923 doğumlu 'ı resmettiği tablosu satıldı. Nermin Sultan'ın Güney Fransa'da Nice kentinde geçirdiği gençlik yıllarında yapılan "Siyah Koltuktaki Cariye" (Odalisque Au Fauteuil) adlı tablo, Sotheby's Müzayede Evi tarafından Londra'da 15.8 milyon sterline (57.8 milyon TL) el değiştirdi. Aynı tablo geçen yıl Christie's müzayedede yapılan açık artırmada 32.4 milyon TL'ye satılmıştı. Asıl adı Nezahat Nermin Hamide Şefkat olan sultanın Fransız hükümetinin verdiği vatansızlara mahsus kimlik belgesinde isminin hemen yanında "Osmanlı İmparatorluk Prensesi" yazılıydı. 1923'te İstanbul'da doğan prensesin babası Şehzade Şevket Efendi, 'in oğluydu. Annesi Adile Hanımsultan ise Sultan Abdülhamid'in kızı Naime Sultan'ın çocuğuydu. 1924 Mart'ında hanedanla beraber Türkiye'den ayrıldığında bir yaşında olan sultan çocukluğu ve genç kızlığını anneannesi Naime Sultan'la beraber Nice'te geçirdi. Orada dönemin en büyük ressamı Henri Matisse ile tanıştı. Cimiez semtinde şimdi Matisse Müzesi olan malikaneye yerleşen ressam, Naime Sultan'ın ailesiyle komşu oldu. Genç prensesin yüzüne hayran kalan sanatçı Nermin Sultan'ı bin bir ricayla tablosunu yapmaya ikna edebildi. Meşhur tablo işte böyle doğdu. Nermin Sultan, 1999'da 76 yaşında Fransa'daki bir hastanenin muhtaçlar koğuşunda sefalet içinde öldü. Geçirdiği felç nedeniyle gözleri dahi görmeyen sultan, son 25 yılını yatağa mahkum geçirdi.

BÜYÜK KANAL'A 85 MİLYON LİRA
Aynı müzayedede Fransız ressam Claude Monet'ye ait beş tablo da el değiştirdi. Monet'nin meşhur "Grand Canal in Venice" isimli tablosunun ön plana çıktığı beş tablo, toplamda 200 milyon liraya satılarak Londra'daki bir müzayedede en yüksek fiyata alıcı bulan satış oldu. "Venedik'teki Büyük Kanal" tablosu 85 milyon liraya satıldı.

Sabah, 05.02.2015

 

******


35 MİLYON DOLARLIK VENEDİK MANZARASI

 

 

İzlenimci resim akımının en önemli isimlerinden Claude Monet’e ait bir tablo 35 milyon dolara satıldı.

 

Le Grand Canal isimli tabloda Venedik’te su manzarası tasvir ediliyor. Sotheby’s müzayede evinde kendine alıcı bulan bir diğer Monet eseri ise Giverny’de Kavaklar oldu. Tablo 16 milyon dolara satıldı. Rus, Ortadoğulu ve Çinli koleksiyoncuların yoğun ilgi gösterdiği müzayede gecesinde alıcılar ise açıklanmadı. Ayrıca, müzayedede 280 milyon dolarlık satış yapıldı. Bu tek seferde yapılan en büyük satıştı.

Zaman, 05.02.2015

BELEDİYEDEN ARKEOLOJİK KAZIYA DESTEK

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, kentin tarihinin ortaya çıkarılması ve turizminin gelişmesi amacıyla kent genelindeki antik kent ve höyüklerde yürütülen arkeolojik çalışmalara destek veriyor.

 

 

Gaziantep ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda bölgenin tarihinin Paleolitik döneme (Milattan önce 10.000-7.000) kadar gittiği belirlendi.

 

Bölgedeki en eski yerleşim yeri olan Dülük antik kentinin ortaya çıkarılması için Almanya'nın Münster Üniversitesi'nden Prof. Dr. Engelbert Winter başkanlığında kazı çalışmaları sürdürülürken, büyükşehir belediyesi de antik kentin çevre düzenleme projesini yürütüyor.

Proje kapsamında antik kente yol, kaldırım, aydınlatma, bilgilendirme ve yönlendirme tabelaları, oturma grupları, gezi güzergahı, tuvalet, otopark, peyzaj çalışmaları yapılarak, merkez turizme kazandırılacak.

 

 

Büyükşehir Belediyesi, İslahiye ilçesinin 10 kilometre doğusundaki Karasu Çayı kıyısında milattan önce 4 bin yıllarında kurulan ve Anadolu'da Hattuşa'dan sonra en görkemli şehirlerden birisi olan Tilmen Höyük'ün turizme kazandırılması için de çevre düzenleme projesi hazırladı.

 

Kentin önemli turizm merkezlerinden olan ve İslahiye İlçesi'ne bağlı Yesemek Köyü Karatepe mevkiinde yaklaşık 100 dönümlük alanda taslaklar halinde 300'den fazla bazalttan yapılmış heykel ve kabartmanın bulunduğu Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi'nin de turizme kazandırılması için çalışmalar gerçekleştiren büyükşehir belediyesi, tarihi heykel atölyesinin 2012 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesine girmesini sağladı.

 

 

Büyükşehir belediyesi ayrıca bölgenin tarihi için son derece önemli merkezlerden Karkamış Antik Kenti'ndeki kazıların tamamlanması ve verilerin sağlıklı olarak yorumlanabilmesi için "kazı evi" yaptırdı. Kentin, bilimsel kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla Efes, Truva ve Boğazköy gibi önemli bir turizm merkezi olması hedefleniyor.

 

Büyükşehir belediyesi, Roma dönemi hakkında önemli bilgiler veren ve uluslararası tanınırlığı olan Zeugma Antik Kenti'ndeki bilimsel kazı çalışmalarının sürdürülmesi için de maddi destek sağlıyor.

 

- "Turizm pastasından daha çok pay almayı hedefliyoruz"

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'nin, her karış toprağından tarih fışkıran, kültür ve tabiat varlığı bakımından zengin bir ülke olduğunu söyledi.

 

Gaziantep'in, Mezopotamya ile Akdeniz'i birbirine bağlayan stratejik bölgede bulunduğunu belirten Şahin, kentin kültürel zenginliğinin, somut ve somut olmayan kültürel mirasının korunması, yaşatılması, gelecek nesillere aktarılması ve turizme kazandırılması amacıyla kent genelindeki arkeolojik çalışmalara destek verdiklerini ifade etti.

 

Tarih boyunca pek çok medeniyete, inanca ev sahipliği yapan topraklardaki değerlerin ortaya çıkartılması, korunması ve tanıtımı bakımından herkese düşen görevler olduğunu dile getiren Şahin, şunları kaydetti:

 

"Her şeyden önce, insanlığın ortak mirası olan tarihi ve kültürel değerlere sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Büyükşehir Belediyesi olarak her türlü çabayı ortaya koyacak, imkanlarımız ölçüsünde yürütülen çalışmalara destek olacağız. Türkiye'de sanayi ve ihracatıyla ön plana çıkan Gaziantep'in, tarihiyle de turizm pastasından daha çok pay almasını hedefliyoruz."

Trt Türk, 05.02.2015

ANTİK KENTTE TEMİZLİK ZAMANI

 

 

Ayışığı Koyu sahiline yakın bir mevkide bulunan ve Akdeniz bölgesinin en eski tarihi yerleşim yerlerinden birisi olarak kabul edilen ve içerisinde çok sayıda tarihi kalıntı, kilise, mezarlık ve yer mozaiği bulunan Idyros Antik kentinde çöp ve yüzeyde oluşan bitki temizliği yapılıyor.  

 

Kemer Belediyesi’nin talebi üzerine Antalya Müzesi’nin denetiminde ve Kemer’de bulunan Selçuklu Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin katkılarıyla yapılan çöp ve yüzeyde oluşan bitki temizliği çalışmalarına Selçuklu Üniversitesi Arkeoloji bölümünden 25 gönüllü öğrenci ve Kemer Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekiplerince yapılıyor.

 

Yapılan çalışmaları Kemer Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Can, Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel’de yakında takip etti.

 

Antalya Turizm İl Müdürü İbrahim Acar yaptığı açıklamada; “İki türlü kazı çalışması yapılabilme şansı var birinci kurtarma kazısı küçük yollu diğeri ise büyük çapta ve bununda kararını Bakanlar Kurulu karar veriyor. Bunun için müzenin ve uzman kişilerin vereceği karara göre her türlü desteği vereceğiz. Idyros antik kentini ele aldık artık. Tarihi bir kent olan bu bölge için tüm şartlarımızı zorlayacağız ve çalışmalarımızı yapacağız” dedi. 

Kemer Gözcü, 04.02.2015

ZİYARETÇİ SAYISI AZALDI

 

Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Ocak'ta kente gelen yabancı turist sayısı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 2,26 azalırken, yerli turist sayısı yüzde 19,10 arttı. Yabancıların yüzde 53,41'i Almanya'dan, yüzde 13,4'ü Rusya Federasyonu'ndan, yüzde 5,76'sı Hollanda'dan, yüzde 3,50'si İngiltere'den, yüzde 3,37'si Belçika'dan, yüzde 2,38'i Avusturya'dan geldi. Almanya'dan gelen turist sayısı yüzde 17,55, Hollanda'dan gelen turist sayısı yüzde 4,58, Belçika'dan gelen turist sayısı 30,16 artış gösterdi. Rusya Federasyonu'ndan gelen turist sayısı yüzde 39,30, İngiltere'den gelen turist sayısı yüzde 28,65, İsrail'den gelen turist sayısı ise yüzde 31,51 düştü. Geçen ay Antalya'ya gelen 19 bin 21 yerli turistle birlikte toplam ziyaretçi sayısı 117 bin 746, geçen yılın aynı dönemine göre turist artışı da yüzde 0,66 oldu.

Yeni Alanya, 04.02.2015

ERTUĞRUL FIRKATEYNİ'NİN KASASININ İZİN BULUNDU

 

 

Japon imparatoru Meiji’ye yapılan ziyaretten dönerken 1890 yılında Pasifik Okyanusu’nda 550 denizcisiyle batan Ertuğrul Firkateyninde yapılan kazı ve kurtarma çalışmalarında geminin kasasından savrulan, Japon, İngiliz ve Hong Kong’a ait altın, gümüş ve bronz paralar bulundu. 20 metre derinliğindeki bir mağarada, Başka bir batığın bulunmadığı bölgede bulunan paralar, sergilenmek üzere Kushimoto kentindeki Türk Müzesi yetkililerine teslim edildi. Kasanın bulunması için su altında çalışmaların sürdüğü bildirildi.

Pasifik Okyanusu’nda batan Ertuğrul Firkateyninde 6 yıl önce başlayan kazı ve kurtarma çalışmalarında bulunan yeni eserler heyecan yarattı. Ertuğrul Firkateyni Başkanı Tufan Turanlı’nın öncülüğündeki kazı çalışmaları sekiz Japon dalgıç, İspanyol arkeolog ve ABD ’li bilim adamlarının yer aldığı bir ekip tarafından 19 Ocak’ta tekrar başladı.

100 METRE AÇIKTA ARANIYOR
Mersin Deniz Ticaret Odası’nın ana sponsorluğunu ve Türk Hava Yolları’nın ulaşım sponsorluğunu yaptığı Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’nün tarafından hazırlanan proje kapsamında kazı ve kurtarma çalışmaları, sahilden 100 metre açıkta ve 20 ila 40 metre derinlik arasında yürütüldüğü belirtildi. Çalışmalar sırasında 20 metre derinliğindeki bir mağarada Ertuğrul’un kasasına ait altın, gümüş ve bronz paralar bulundu. Daha önceden de Osmanlı altın paralarının bulunduğu belirtildi.


Kasaya ait olduğu sanılan kilit parçaları ile bulunan paralar belgelenip korumaya alındı. Ayrıca firkateyne ve denizcilere ait 264 kalıntının daha gün yüzüne çıkartıldığı belirtildi. Ertuğrul Araştırma Merkezi’nde konservasyon ve restorasyon çalışmalarının sürdüğü, yeni eserlerin önceki eserlerle birlikte Kushimoto’daki Türk Müzesi’nde sergileneceği kaydedildi.

ŞU ANA KADAR 7 BİN 550 ESER KURTARILDI
Kazı başkanı Turanlı, "Çalışmalar Ertuğrul kalıntılarının nispeten daha iyi korunmuş olduğu ’mağara’ olarak adlandırılan büyük bir kayanın altında sualtı çökmesiyle oluşan bölgede yoğunlaşıyor. 2008-2010 tarihleri arasında da araştırmacıların çalıştığı mağarada bulunan eserler, yörede devamlı esen fırtına ve tayfunlardan oldukça iyi korunmuş durumda.

12-17 metre arasında değişen nispeten sığ derinlikte olan Ertuğrul Firkateyni kalıntıları yörede esen fırtınalardan devamlı zarar görmekte. Gerek şiddetli kazanın, gerekse battığı yerdeki devamlı fırtına ve deniz hareketleriyle Ertuğrul’dan kalan sınırlı malzeme her geçen gün yok olmakta. Bu eserlerin yok olmasıyla Ertuğrul şehitlerinin anıları da ortadan kayboluyor. Projeye başladığımız 2007 yılından beri 7550 eseri kurtardık, konservasyonunu gerçekleştirdik. Geminin bulunduğu Kushimoto kentindeki Türk Müzesi yetkililerine teslim ettik" dedi.

 

 

OSMANLI PARASI OLMAMASI NORMAL
Kazı başkanı Turanlı, "Daha öncede değerli altın ve gümüş paraların çıktığı bölgede; üç gün önce 1889 yılına ait değerli gümüş Meiji Yen’ine ulaştık. Araştırmacıların ve Japon uzmanların ilgisini çekti. Yoğun olarak aynı noktadan İngiliz, Japon, Hong Kong parası çıkarken, Osmanlı parası çıkmamasını ilk önce yadırgamıştık. Fakat biraz düşününce bunun son derece normal olduğuna kanaat getirdim. Bugün bile yurt dışına çıkan herhangi bir ülke vatandaşı yanında kendi ülkesinin parasını değil, ziyaret edeceği ülkenin parasını veya o gün kabul gören para birimini taşımayı tercih eder. Bugün nasıl ABD doları uluslararası rağbet gören bir para birimi ise 19’uncu yüzyıl sonlarında rağbette olan para ise İngilizlerin altınıydı.

PARA KADAR DEĞERLİ ESERLER MUHAFAZA EDİLİR
Haliyle Ertuğrul’un İngiliz altını ve ziyaret etmekte olduğu Japonya ve Hong Kong paralarını kasasında bulundurması doğaldır. Bulduğumuz para kasasının kilidi olabilecek malzeme yani metali; kaliteli ve her türlü etkene bilhassa denize dayanıklı olduğu kesin. Danıştığımız bir uzman bunun en güçlü ve üstün metallerden yapılmış bir kilit aksamı olabileceği görüşünde.

 

 

Bu nedenle bütün paraların bu mağaranın içerisinde bulmamız nedeniyle, geminin kasasının da buralarda bir yerde olduğunu düşünüyoruz. Acaba Ertuğrul’un kasasını mı bulduk diye açıkçası heyecanlanıyorum. Daha fazla para bulmak beni heyecanlandıran konu değil. Kasalar para kadar diğer kıymetli eserlerin muhafaza edilmesinde kullanılır. Belki de Ertuğrul’un son günlerine şehit denizcilere ait bir kalıntı veya belgeye rastlayabilir miyiz düşüncesindeyiz. Su altında ve araştırma merkezindeki çalışmalarımız sürüyor" dedi.

Radikal, Haber: Yaşar Anter, 04.02.2015

POLİSTEN EV GÖRÜNÜMLÜ KAÇAK MÜZEYE OPERASYON

 

 

Afyonkarahisar’da, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı belirlenen bir şahsın evine düzenlenen polis operasyonunda, adeta bir müzeyi dolduracak kadar tarihi eserler ele geçirildi.

 

 

Operasyonla ilgili Afyonkarahisar İl Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan yazılı açıklamada, 29 Ocak günü Emirdağ’da bir şahsın elinde çeşitli tarihi eserle bulunduğu ihbarını alan polis, mahkemeden aldığı arama kararı ile şahsın evine baskın düzenledi. Operasyonda 1 adet Picasso 1905 yazılı tablo, 1 adet İbranice kitap, 3 Adet Osmanlıca- Farsça kitap, 1 adet vazo, 2 adet tarihi eser niteliğinde oyma taş, 1 adet kemik saplı kama, 1 adet Roma döneminden kaldığı değerlendirilen rölyef, 1 adet Roma döneminden kaldığı değerlendirilen oval tabak, 2 adet pirinç tepelik ele geçirdi. Arıca operasyonda 1 adet işlemeli pipo, 1 adet sarı broş, 14 adet Osmanlı sikkesi, 1 adet eski roma döneminden kalan para, 1 adet erken Roma döneminden sürmelik, 2 adet eski Roma döneminden kalan Meryem Ana figürü, 4 adet geç Roma döneminden kalan madalyon, 1 adet Osmanlı döneminden kalan yüzük ele geçirildiği kaydedildi.


Operasyonla ilgili başlatılan soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

 


Afyon Haber, 04.02.2015

KÖYLÜLER RUM KÖYÜNÜN KORUNMAMASINA İSYAN ETTİ

 

Silivri Fenerköy’de rüzgar gülü inşaatında Rumlara ait 500 yıllık yerleşim merkezi ortaya çıktı. Kazılarda tarihi sur, küp ve mezarlar bulundu. Havanın soğumasının ardından çalışmalara ara verildi. Güvenliği sağlayan 2 bekçiye “Evinize gidin” denildi. Tarihi köy korumasız kaldı.

 

 

İstanbul Silivri Fenerköy’deki rüzgar gülü inşaatı sırasında toprak altında arkeolojik kalıntı olduğu ortaya çıktı. Yetkililer durumu İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne bildirdi. Tarihi eser çıkan alana giden arkeologlar, iki ayrı alanı çevirerek kazı çalışmalarına başladı.

TARİHİ SURLAR, KÜPLER, MEZARLAR
Uzmanlar ve işçiler için çadırlar kuruldu. 2 bekçi işe alınarak, kazı alanının güvenliği sağlandı. Rumlara ait 400-500 yıllık eski yerleşim yeri olduğu düşünülen alanda çalışmalar sırasında tarihi surlar, küpler ve eski döneme ait mezarlar ortaya çıktı. 45 gün süren çalışmanın ardından hava şartlarının zorlaşması ve kar yağışı nedeniyle kazı çalışmalarına ara verildi. Kazı alanının güvenliğini sağlayan bekçiler de gönderildi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü yetkilileri, kontrollü kazı çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

‘TARİHİ ALANIN GÜVENLİĞİ NEDEN SAĞLANMIYOR?’
Güvenliğinin sağlanmamasına bir anlam veremediklerini anlatan Fenerköy Muhtarı Muharrem Eren, “Bizim köyde rüzgar gülü alanı vardır. Burada 2 rüzgar gülü daha eklemek istediler. Araziyi istimlak ettiler. Tarihi eserler ortaya çıkınca alanı çevirdiler, yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar. 2 bekçiyle de güvenliği sağladılar. Tüm çalışmalar devam ederken bize hiç bilgi vermediler. Biz ne olduğunu anlamadık. Sonra da birden bu çalışmaları durdurup gittiler. Bu alanların güvenliğini neden sağlamıyorlar? Buradan tarihi eserler çalınsa bunun hesabını kim verecek?" dedi.

Habertürk, 04.02.2015

TÜTÜN TARLASINDAKİ TARİH ORTAYA ÇIKARILACAK

 

 

Tokat’ın Erbaa İlçesi'nde MÖ 2400’lü yıllardan kaldığı tahmin edilen tütün tarlasındaki Horoztepe nekropolünde(mezarlık) arkeolojik kazı yapılması için çalışmalar başladı.


Erbaa Belediyesi önderliğinde yapılan çalışmalar kapsamında belediyenin daveti üzerine Almanya’dan Tokat’a gelen Frankfurt Goethe Üniversitesi Arkeolojik Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı Başkanı PD Dr. Dirk Wicke Erbaa’da Horoztepe nekropol (mezarlık) alanını gezerek sondaj çalışması raporlarını inceledi. Horoztepe alanında 3 farklı medeniyetin varlığına dair bulgulara rastladıklarını belirten arkeolog Dirk Wicke, yapılacak kazı çalışmaları sonucu tarihi alanla ilgili fikirlerin netleşeceğini söyledi.






Erbaa Belediye Başkanı Hüseyin Yıldırım, tarihi bir envanter çalışması yaparak Erbaa’daki tarihi ortaya çıkarmak için harekete geçtiklerini kaydetti. Horoz tepe olarak bilenen alanın tütün tarlası veya tarımla uğraşılan yerler olduğunu ifade eden Başkan Yıldırım, "Burasıyla ilgili arkeolojik sondaj çalışmaları Müze Müdürlüğü gözetiminde gerçekleşti. Bu sondaj çalışmaları sonucu yaklaşık 25 dönüm olan sit alanı, Sivas Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 85 dönüme çıkartıldı. Biz burayı ortaya çıkartmak istiyorduk, Türkiye’de bir hoca arayışına girdik. Yaptığımız araştırma sonucu buna vakit ayıracak bir bilim adamı bulamadık. Bu çalışmayı iki türlü yapma yöntemi vardı. Bu çalışmayı ya Kültür Bakanlığı vasıtasıyla Türk hocalarla yapacaktık ya da müze ile yapacaktık ama müzenin de yeterli personeli bulunmadığı için biz yönümüzü yurt dışına çevirdik. Yurt dışında yaptığımız çalışmalar sonucu Frankfurt Goethe Üniversitesinde görevli Dr. Dirk Wicke’yi Türkiye’ye davet ettik. Erbaa’ya gelerek burada yapılan çalışmaları inceledi. Burada 3 farklı medeniyetin varlığına dair bulgular olduğunu belirtti. Buradaki alanı şöyle tarif etti "Ben burada kazıya başladığımda buradan emekli olurum." böylesine uzun soluklu bir çalışma olacak. Dirk Wicke ve biz Horoztepe ile ilgili dosyamızı hazırladık ve Kültür Bakanlığımıza sunduk. Nisan ayı gibi izinlerimiz çıkacak. Kazılar öncelikle Erbaa Belediyesine ait olan nekropol dediğimiz mezarlık kısmında başlayacak. Burada temennimiz çıkacak eserlerle tüm dünyada ses getirmek. İnşallah burayı ortaya çıkaracağız" diye konuştu.


HOROZTEPE’DE İLK KAZI 61 YIL ÖNCE YAPILDI
Horoztepe nekropolünde 1954 yılında Tahsin Özgüç ve Mahmut Akok tarafından gerçekleştirilen ilk kurtarma kazısında Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sergilenen Ana tanrıça Heykeli, Sisturm, Boğa Heykelciği, Geyik Heykelciği, Kirmen ve Güneş Kursu gibi bir çok eser çıkarılmıştı.

Milliyet, 04.02.2015

İSTANBUL'UN SARNIÇLARI TURİSTLERİN İLGİ ODAĞI

 

 

Yapımı asırlar öncesine dayanan İstanbul'daki sarnıçlara, yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor.

Binlerce yıllık tarihe sahip eserlerin bulunduğu İstanbul'da, Yerebatan, Binbirdirek, Nakkaş ve Nuruosmaniye gibi çok sayıda tarihi sarnıç da önemli kültürel miras arasında yer alıyor.

İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, AA muhabirine İstanbul'un sarnıçları ve bu sarnıçların gelecek nesillere aktarımında yapılması gerekenler hakkında değerlendirmede bulundu.

Tarihte suyun çok stratejik unsur olduğunu dile getiren Bilgili, bu nedenle insanların suyu biriktirmek için çeşitli fikirler geliştirdiklerini söyledi.

Bunlardan birisinin sarnıçlar olduğunu ifade eden Bilgili, şu bilgileri verdi:
"Bugün suyu depolamak için başka teknolojiler kullanmamız gerekiyor. Ama sarnıçlar çok büyük kültürel miras. Bizim için öncelikli olan bunların korunmasıdır. Bu sarnıçlara tekrar su doldurup aynı fonksiyonu veremeyeceğimize göre başka fonksiyonlar düşünmemiz gerekir. Biz şunu da biliyoruz ki, kültürel miras restorasyonla beraber yaşıyor. Ama restorasyonla beraber fonksiyon veremediğiniz zaman yine yaşamıyor. Eskisinden daha da kötü olabiliyor. Dolayısıyla bu tarihi sarnıçların yaşaması için mutlaka bir fonksiyon vermemiz gerekiyor."

"Koruma-kullanma" dengesi
Bilgili, sarnıçların gelecek nesillere aktarımında dikkat edilecek en önemli noktanın koruma ve kullanma dengesi olduğunu vurguladı.

Kullanmadan korumanın pek mümkün olmadığına dikkati çeken Bilgili, "Dolayısıyla koruma-kullanma dengesini iyi hesap ederek fonksiyonlar vermemiz gerekiyor. Bu sarnıcın yeri ve yapısına göre fonksiyonlar değişebilir. Turizm amaçlı kullanılabilir, müze yapılabilir, sarnıcın kendisi sergilenebilir, etkinlik alanı olabilir. Ama verdiğimiz fonksiyon ne olursa olsun mutlaka o sarnıcı, koruma kurallarına riayet ederek kullanmalıyız. Koruma-kullanma dengesine dikkat ettiğimiz takdirde bu yapılara bir şey olmaz" ifadelerini kullandı.

Bilgili, ticari kaygıların ön plana çıkmaması gerektiğini ifade ederek, "İstanbul'da çok sayıda sarnıç var. Yeni kazılarda ortaya çıkan sarnıçlar var. Çünkü sarnıç evde, küçük sarayda da kullanılabilen yapılardır. Asıl olan sarnıçların gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak" diye konuştu.

Turist ilgisi
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, turistlerin sarnıçlara ilgisine değinerek, şöyle devam etti:
"Turistler buraları görmek istiyor. Bugün Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya Müzesi'nin yarısı kadar ziyaretçi alıyor. Yerebatan Sarnıcı'nı 2014'te 2 milyon 120 bin 862 kişi ziyaret etmiş. Bu demek ki sarnıçlara büyük ilgi var. Onun için bunları daha çok kültür, turizm amaçlı kullanmalıyız. Tabii ki farklı etkinliklerle de değerlendirilebilir ama asıl amacını hiçbir zaman unutmamalı ona göre hareket etmeliyiz."

Bilgili, İstanbul'daki sarnıçların daha çok Bizans döneminde inşa edildiğinin altını çizerek, Osmanlı ile birlikte su kültürünün çeşmelerle sürdürüldüğünü dile getirdi.

İstanbul'da Yerebatan ve Binbirdirek sarnıçları en çok bilinen sarnıçlar arasında bulunurken, Aetios, Bizans, Bodrum Camisi, Cağaloğlu, Çukurbostan, Nakkaş, Nuruosmaniye, Şerefiye, Seferikoz, Myraleion, Üsküdar Mevlevihanesi, Yeşilköy, Şeyh Vefa Külliyesi sarnıçları yer alıyor.

Sabah, 04.02.2015

ANAVARZA ANTİK KENTİNDEKİ ARKEOLOJİK KAZI

 

 

Adana'daki Anavarza antik kentinde arkeolojik kazı çalışmaları sürüyor.

 

Dilekkaya Köyü yakınlarında Roma dönemine ait antik kentteki kazı çalışmaları, Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.  Fatih Gülşen'in bilimsel danışmanlığında 50 kişilik ekiple yürütülüyor.

 

Gülşen, AA muhabirine, 2 ay önce başlanan kazıda önemli mesafe kaydedildiğini belirterek, "35 metre genişliğinde. 2 bin 700 metre uzunluğundaki sütunlu caddenin 250 metrelik bölümü tamamlanmak üzere. Anıtsal giriş kapısından zamanla düşen 500 parça için restitüsyon aşamasına gelindi. Ortadan kırılmış 3 sütun, kaideleriyle ortaya çıkartıldı" dedi.

 

Antik kentte gelecek ay restorasyon aşamasına geçileceğini anlatan Gülşen, sütunlu cadde üzerindeki sütun, kaide ve parçaların tesbit edildiğini ve belgelendirme çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

 

Anavarza antik kentinin, Anadolu 'nun tarihi açısından önem taşıdığına dikkati çeken Gülşen, şu bilgileri verdi:

"Anavarza antik kenti, bin 143 dönümü kapsıyor. Yerleşkede, kale, zafer kapsı, amfi tiyatro, tapınak, hamam ve kral mezarları, su kemerleri, ve stadyum bulunuyor. Kapladığı alan ve taşıdığı özellikleriyle dünyanın en büyük antik kentleri arasında gösteriliyor. Toprak altındaki kalıntılar  açığa çıkarıldığında antik önemli kültür ve turizm merkezlerinden biri haline gelecek. Kazı çalışmalarına büyük bütçe ayıran Kültür ve Turizm Bakanlığına ve teknik imkanlarını kullandıran, laboratuvarlarını açan Çukurova Üniversitesi'ne teşekkür ediyorum."

Radikal, 04.02.2015

DÜNYANIN EN ESKİ ŞARKISINI DİNLEYİN

 

 

1950’lerin başlarında arkeologlar milattan önce 14. yüzyıla ait kil tabletler buldular. WFMU’nun açıklamasına göre antik Suriye’de yer alan Ugarit kentinde bulunan bu tabletler Hurrian dilinde çivi yazısıyla yazılmış işaretler içeriyor. Bu işaretler 3400 yıllık bir ilahi olduğu düşünülen dünyanın bilinen en eski müzik parçası. Kaliforniya Üniversitesi’nden Asuroloji profesörü Anne Draffkorn Kilmer notaların çevirisini 1972’de tamamladı. Bu Sümer tabletleri ve üzerindeki müzik teorisi ile ilgili 1960’lardaki ilk yayınlarından bu yana meslektaşları çevirinin kendi versiyonlarını da yayınlamış.

 

Richard Fink tarafından 1988’de yazılan Archeologia Musicalis makalesine göre parça 7 notalı diatonik skala 3400 yıl önce de var olduğuna dair teoriyi destekliyor. Fink’e göre bu durum antik melodilerin görsel olarak kaydedilmediğini söyleyenlere bir cevap niteliği taşıyor. Kilmer’in meslektaşı Richard Crocker bu keşfin batı müziğinin kökleri ile ilgili bilgileri de tamamıyla değiştiriyor. Dünyadaki en eski şarkının kulağa nasıl geldiğini merak ediyorsanız şarkının orta boy bir kalvye ile çalınmış versiyonunu aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz. Tabii ki klavye Asurluların bir enstrümanı değil ancak bize bir fikir vermesi açısından yardımcı olabilir. Çünkü parçanın ritmi sadece bir tahmin.

arkeolojihaber.net, Kaynak: openculture.com, Çeviri: Cüneyt Acar, 04.02.2015

ANITLAR KURULU'NDAN KARAR GELENE KADAR DUVAR ÇÖKTÜ

 

 

İzmir'in Konak İlçesi'ndeki Cumhuriyet Müzesi'nin bahçe duvarı, vatandaşların başvurularına rağmen onarılmadı. Anıtlar Kurulu'ndan izin beklendiği söylenip onarım çalışmaları ertelenince, duvar, yağışların ardından öndeki binanın çatısına devrildi. Depo olarak kullanılan binada kimsenin bulunmaması, olası ölüm ve yaralanmayı önledi.

 

Karataş semtindeki Cumhuriyet Müzesi'nin bahçe duvarında, uzun süredir yağışların da etkisiyle yıkılma tehlikesi baş gösterdi. Duvarın alt bölgesinde oturan vatandaşlar da, Konak Belediyesi'ne başvurdu. Ancak bölgede inceleme yapan belediye görevlileri, Anıtlar Kurulu'na yazı yazacaklarını, izin alınmasının ardından onarım yapılabileceğini söyleyip ayrıldı.

BİNANIN ÜZERİNE ÇÖKTÜ
Geçen hafta meydana gelen sağanak yağışların ardından müzenin duvarı, toprak aşınmasının da etkisiyle, Mithatpaşa Caddesi 143 numaradaki depo alarak kullanılan binanın çatısına devrildi. Duvarın ağırlığına dayanamayan çatının da büyük bir bölümü çöktü. Olay sırasında, depoda kimsenin bulunmaması, olası bir ölüm ve yaralanmayı önledi.

DEPO SAHİBİ TEPKİ GÖSTERDİ
Deponun sahibi olan Serdar Akkaya, bu duruma tepki gösterdi. Geçen yıldan beri duvarın her an yıkılma tehlikesi bulunduğun söyleyen Akkaya, "Belediye görevlileri geldi, inceledi, gitti. Anıtlar Kurulu'ndan izin alınması gerektiği söylendi. Her gelen resim çekip gitti. Ne bir onarım oldu ne de önlem alındı. En sonunda, duvar yağışların da altındaki toprağı aşındırmasıyla tepemize yıkıldı. Biz her sabah buraya gelip mal alıyoruz. Ya başımıza yıkılsaydı bana ya da yakınlarımın birisinin başına birşey gelseydi, hesabını kim verecekti? Bu önlemler illa acı olaylar yaşandıktan sonra mı alınır? Ben bunun bir ders olması gerektiğine inanıyorum ve artık alınmayan önlem alınsın. Bu duvar yeniden inşa edilsin" dedi. Serdar Akkaya ayrıca, yaşanan olayın tarihe de saygısızlık olduğunu, müzelerde tarihi eserlerin sergilendiğini ama binaların da illa eski ve bakımsız olmasına gerek olmadığını ifade etti.

DHA, Haber: Taylan Yıldırdım, 04.02.2014

MERAM'DA TARİHİ YAPILAR KORUNUYOR

 

 

Kentsel dönüşüm çalışmalarına başlayan Meram Belediyesi, dönüşümü gerçekleştirirken tarihi ve kültürel özelliği olan yapıların korunması için çalışmalar yapıyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun ilçede tescillediği yapılar Meram Belediyesi tarafından restore ediyor. Bu kapsamda kentsel dönüşüm çalışmalarının yapıldığı Şükran Mahallesi Gazezler Sokak’ta bulunan tarihi Sarıgüzel Evi’nde restorasyon çalışması başlatıldı. Meram Belediyesi tarafından kamulaştırması yapılan 2 katlı ev aslına uygun olarak restore ediliyor. Aralık ayında başlayan çalışmaların mayıs ayında tamamlanması planlanıyor.

KÜLTÜRÜ OLMAYANIN GELECEĞİ DE YOKTUR
Tarihi ve kültürel mirasın korunmasına önem verdiklerini belirten Meram Belediye Başkanı Fatma Toru, ilçedeki restorasyon çalışmalarının devam edeceğini belirtti. Tarihine ve kültürüne sahip çıkmayan toplumların geleceğinin olmadığını vurgulayan Başkan Toru, “Meram’da yeşil dokunun korunması ve artırılması için nasıl çaba gösteriyorsak aynı duyarlılığı tarihi ve kültürel değerlerimizin korunması için de göstermek zorunda olduğumuzun farkındayız” şeklinde konuştu.

TARİHE SAYGI İNSANA SAYGIDIR
İlçede tarihi ve kültürel önemi olan yapıların korunması için Meram Belediyesi olarak azami derecede özen gösterdiklerinin altını çizen Başkan Toru; tarihe ve kültüre saygının insana saygı demek olduğunu belirterek, “İlçemizde bulunan tarihi yapıların korunması için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu kapsamda Sarıgüzel Evi olarak bilinen yapı da restore ediliyor. Bizlere emanet olarak bırakılan ilçemizin farklı noktalarındaki diğer tarihi yapıların da restoresi için çalışmalarımız sürüyor. Konyamız tarih kokan bir şehir. Bu tarih ve kültürel mirasın korunması için bizler çaba sarf ediyoruz. Bu alandaki çalışmalarımız artarak devam edecektir” dedi.

Konya Hakimiyet, 03.02.2015

TATE'İN DİREKTÖRÜ İSTANBUL MODERN'E GELİYOR

 

İstanbul Modern'de düzenlenen 'Müzeler Konuşuyor: Konuğumuz Birleşik Krallık' programı, yıllık 5.5 milyon ziyaretçiyle dünyanın en çok ziyaret edilen çağdaş sanat müzesi konumundaki Tate Modern'in direktörü Chris Dercon'la sürüyor. Dercon, 13 Şubat'taki konuşmasında 'Müzelerin Geleceği'ni sorgulayacak.

 

 

İstanbul Modern’in dünyada öncü rol üstlenen müzelerin yöneticilerini Türkiye ’den izleyiciler ile buluşturarak güncel müzecilik alanında yeni bir bilgi paylaşım ağı ve iletişim platformu yaratmak amacıyla 2012 yılında başlattığı ‘Müzeler Konuşuyor’ programı Birleşik Krallık’la devam ediyor. İstanbul Modern ve British Council’ın birlikte düzenlediği ‘Müzeler Konuşuyor: Konuğumuz Birleşik Krallık’ programının 13 Şubat’taki konuğu, 2011 yılında Tate Modern’in direktörlüğüne atandığından beri kurumun yenilikçi programları ve benzersiz genişleme programının öncülüğünü yapan, sanat tarihçi, belgeselci ve kültür programları yapımcısı Chris Dercon. ‘Müzelerin Geleceği’ başlıklı konuşmasında Tate Modern Direktörü Chris Dercon, karşılaştıkları engeller karşısında sürekli bir dönüşüm gerçekleştiren mekanlar olan sanat müzelerinin geleceğini sorgulayacak. İnsanların bir araya gelmesi için eşsiz bir platform sunan müzelerin; izleyicilerin sanatla ve birbiriyle etkileşim kurdukları, yeni sanat formları ve düşünce biçimlerinin oluşmasına imkan veren, sosyal ilişkilere oyuncul yaklaşan, yeni bir kamusal alana dönüşme potansiyelini ele alacak.


13 Şubat saat 19.00’da başlayacak etkinlik ücretsiz, konuşma dili ise İngilizce olacak ve simultane çeviri yapılacak. Katılım için rezervasyon gereklidir: etkinlik@istanbulmodern.org

TATE MODERN

 

 

Tate grubunun dört müzesinden biri olan Tate Modern, Britanya’nın ulusal modern ve güncel sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. 2013 yılında 5.5 milyon ziyaretçiye ulaşan kurum, dünyanın en çok ziyaret edilen modern sanat müzesi.

Radikal, 03.02.2015

'ZİKZAK'LI RESTORASYON

 

 

Her yıl binlerce turisti ağırlayan Nevşehir Ürgüp’ün eski taş evleriyle geleneksek dokusunu koruyan  Kayakapı Mahallesi’nde geçen yıllarda başlayan restorasyon çalışmalarında aslına uygun olmayan şekilde zikzak bir yol yapıldı. Bir otel grubuna kiralanan mahallenin 1968 yılında açık hava müzesi yapılması kararlaştırıldı. Ancak müze yapılması için mahallenin boşaltılması gerekiyordu.

Kanser riski
1984 yılına gelindiğinde ise afet evleri yapılarak bölgede yaşayan vatandaşlar oradan çıkartıldı. 1999 yılında bölge, 1. derecede kentsel sit ilan edildi. Bölge daha sonra kamulaştırmaya açıldı ancak süreç sona ermeden belediye bölgeyi tek bir firmaya ihale etti. Yaklaşık 400 parsellik alanın 221 parseli kamulaştırmaya açıldı.


ÇEKÜL Ürgüp temsilcisi Mustafa Kaya, bölgede restorasyon çalışmalarının ardından yapılan zikzak yolun alt kısmında mülk sahiplerinin de olduğunu belirterek, “Burası bir otel firmasına tahsis edildi. Bu alanda kayalar oyuluyor, artık kayalar mahalleye saçılıyor. Bu kayalar Nevşehir’e has tüf kayaları. Şehrin içinde ve yüksekte olduğu için erionit minerali taşıyor. Yiyeceklere bulaştığı takdirde akciğer zarı, kolon ve mide kanserlerine neden oluyor. Rüzgarlı havalarda bütün şehre dağılıyor” dedi. Kaya, bölgeye ilişkin suç duyurusunda bulunduklarını söyledi.
 

Türkiye’nin en lüksü

Kayakapı’daki otel dünyanın en büyük seyahat değerlendirme sitesi TripAdvisor tarafından 8 dalda ödül kazandı. Türkiye’den “Dünya’nın En İyi Otelleri” kategorisinde ödül kazanan tek tesis olan otel, Türkiye’nin de en lüks oteli.

Milliyet, Haber: Arif Balkan, 03.02.2015

IŞIK ÜLKESİ'NDE DEVRİALEM

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu'nun en eski uygarlıklarından Likya'nın yolunu aydınlattı. Fethiye'den başlayıp Antalya'ya kadar uzanan 509 kilometrelik "Işık Yolu"nun haritası dört ayrı dilde hazırlanarak kitaplaştırıldı. Fethiye'den başlayıp Antalya'ya kadar uzanan yol, Teke yarımadasındaki bazı patikaları da içinde barındırıyor. Bakanlık tarafından oluşturulan haritada, antik kent Likya'ya uzanan yoldaki, tarihi kalıntılara ve Likya uygarlığına ilişkin bilgilere de yer verildi. 

 

SANAL ORTAMA TAŞINDI

Çeşitli kaynaklarca, dünyanın en uzun ve en eski 10 yürüyüş yolu arasında sayılan Likya'nın ticaret hattı, tarihçiler tarafından "Işık Yolu" olarak tanımlanıyor. Likya Yolu haritası için özel sayfa oluşturan bakanlık, bu rotadaki tarihi yerleşim noktalarına ilişkin bilgileri web sayfasında da yayınladı. Likya Yolu'na ilişkin sitede, yolun güncesi, yol rehberi videoları, parkur ve GPS bilgileri, konaklama bilgileri, yolun harita ve paftaları gibi faydalı bilgiler ile fotoğraf galerisi de yer alıyor. 

 

Antik kentler durağı

"Işık Yolu" diye nitelenen hat üzerinde Sdyma, Pyndai, Phellos, Apelia, Theimussa, Letoon, Xanthos, Patara, Antiphellos, Apollonia, İdyros, Simena, Myra, Limyra, Gagae, Olympos, Sura, Belos, Phaselis ve birçok antik kent bulunuyor. Likya sınırları, Antalya'nın batı kesimi, Muğla'nın güneydoğu ucu Köyceğiz'den Antalya'ya çekilecek bir çizginin güneyinde kalan kısım olarak tanımlanıyor. Uygarlığın batı sınırını Dalaman Çayı, doğusunu Phasalis kenti, kuzeyini Akdağ sınırlıyor.

Akşam, Haber: Yelda Gökdağ, 03.02.2014

EMİRGAN GERÇEKLERİ: BÜYÜK REZALET

 

Emirgan korusunun komşuluğunda imara açılan hazine arazilerinde sit alanı da var, korunun devamı niteliğinde yeşil alanda. Emlak GYO'nun ihale şartnamesine göre imara açılan 6 parsel de 3 katlı istedikleri tür de otel de, konut da inşa edecekler. Emsal açıklandığı gibi 1 değil. İnşaat yapamayacakları araziyi de hesaba katarak emsal brüt üzerinden verilmiş. Üstelik cafe, bar, restoran emsale dahil değil. Bu da emsali en az 3'e çıkarır.

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ihaleye çıkan Emirgan’daki 6 parsel için kesinlikle koruyla ilgisi yok açıklaması yaptı. Ancak 1352 Ada 7 nolu parsel Emirgan Korusu’nun devamı niteliğinde. 15 bin 525 metrekare arazi tıpkı koru gibi yeşil alan. Boğaziçi ön görünümünde kalan arazinin Emirgan Korusu ile arasında belediyenin sosyal tesisleri var. Bu alana AVM değil ama 5 yıldızlı otel dikecekler.

EMSAL 3’Ü BULUYOR!

Emlak GYO ihale şartnamesi incelendiğinde 360 Ada 3 parsel ile 1352 ada 7 parsel üzerinde 17 bin metrekare emsale esas inşaat alanlı 5 yıldızlı otel yapılması planlanıyor. Neden bu parselde düşünülüyor? Çünkü 360 Ada 3 parselin büyük bir bölümü ile 1352 Ada 7 Parselin tamamı Boğaziçi geri görünüm alanında yer alıyor. Üstelik bu alan turizm merkezinde kalıyor. Önü arkası yeşil alan olan arazi park özellikleri taşıyor. Ama otel olmak üzere ihaleye çıkıyor. Plana göre bu arazide Yükseklik 9.50 metre. Yani söylendiği gibi 2 değil 3 kat. Emsal 1 gösteriliyor. Ama restoran, cafe, bar olarak ayrılan bölümler emsale dahil değil. Plan notlarına göre emsal brüt alan üzerinden hesaplanacak. Bu da bölgedeki emsalin 1 değil en az 3 olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor. Koruyla dip dibe yapılacak otel için yakın zamanda korunun da özelleştirilmesi yapılır. Böylelikle koru otelin bir bahçesi özelliği taşır.

 

LÜTUF DEĞİL MECBURİYET!

Park olarak ayırdık dedikleri alan zaten Boğaziçi ön görünüm sınırları içinde kalıyor. Yaklaşık 29 bin metrekare büyüklüğündeki 360 Ada 64 parselin tamamı Boğaziçi ön görünüm alanı sınırları içinde yer alıyor. Bu nedenle de bu alan park olarak ayrılıyor. Zaten yasa gereği hiçbir şekilde inşaat yapılamaz. Aynı şekilde 360 Ada 3 parselin de 19 bin 876 metrekaresi Boğaziçi ön görünüm alanı sınırları içinde. Yani bu bölümde de inşaat yapmaları mümkün değil. Emlak GYO dünkü yaptığı açıklamada 48 bin metrekare park alanı ayırdıklarını bir lütuf olarak açıklamıştı. Boğaziçi ön görünüm alanında kalan arazilerin toplam büyüklüğü de 48 bin metrekare. Yani bir lütuf değil yasa gereği inşaat yapamıyorlar.

 

 

DOĞAL SİT ALANI!
Boğaziçi geri görünüm alanı sınırları içinde kalan 380 ada 38,17 ve 18 parseller de turizm Merkezi alanında kalıyor. Bu parsellerde de emsal 1 yükseklik 3 kat olarak planlanmış. Aslında 17 ve 18 numaralı parsellerin önemli bir kısmı 1. Derece doğal sit alanı. 38 numaralı parselin bir kısmı yol bir kısmı ise eğitim tesisleri lejantında kalıyor. Ancak çıkılan ihalede fonksiyon olarak sadece turizm tesis ve park olarak belirtiliyor. 1. Derece doğal sit alanlarındaki yapılaşma şartları düşünülmüyor. I. Derece Doğal (Tabii) Sit alanlarında Bilimsel muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır. Bu alanlarda, bitki örtüsü, topografya, siluet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağı açıktır. Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun Doğal (Tabii) Sitler, Koruma Ve Kullanma Koşulları İle İlgili İlke Kararı bunu açıkça belirtir. Ancak günübirlik tuvalet, büfe, yeme içme mekanına izin verilir.

 

AĞAÇLANDIRIP PARK YAPILMALI!
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere maliye hazinesine ait 1. Derece Doğal Sit alanında, ayrıca Boğaziçi Ön görünüm alanında yer alan 6 parsel resmen imara açıldı. Özellikle otel olarak ayrılan parsel Emirgan Korusu’nun devamı özelliğini taşıyor. Yeşil alan olarak ayrılması gerekirken 5 yıldızlı otel inşaatına kurban ediliyor. İBB Emirgan korusu ile ilgisi yok dese de 1352 Ada 7 nolu parsel uydu ve hava fotoğraflarından da anlaşılacağı üzere gözle görülür şekilde korunun devamıdır. Hazineye ait bu parselleri imara açmak Boğaziçi’ni betona teslim etmektir. Yapılması gereken bu parsellerin ağaçlandırılarak, İstanbul’a kazandırılmasıdır.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.02.2015

400 BİN YILLIK TARİH HARABEYE DÖNMÜŞ

 

 

CHP’li Meclis Üyeleri tarafından yapılan incelemede; tarihe ışık tutan 400binyıllık Yarımburgaz Mağaraları, Birinci Derece Su Alanı ve Koruma Kurulu tarafından Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescillenmesinin bir anlamı olmadığının ve korunmasının yapılmadığının gerçeği ortaya çıkarıldı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li Üyeleri; Zeynel Yılmaz, Ümit Yurdakul, Av. Erhan Aslaner ve Müh. Ercan Ulaş Kaya, Başakşehir Yarımburgaz Mağaralarında inceleme gerçekleştirdiler. CHP’li Meclis Üyelerinin yerinde gerçekleştirdikleri inceleme neticesinde; Birinci Derece Su Alanı ve Koruma Kurulu tarafından Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescillemesinin bir anlamı olmadığının ve korunmasının olmadığının gerçeği ortaya çıkarıldı.

 

Mağaraların Film Yapımcıları, Mantar Üreticileri ve Tinercilerin istilası sonucu tahrip edildiği gözlendi. İnsanlık tarihi için en önemli merkezlerinden olan Yarımburgaz Mağaraları’nın korunması ve turizme kazandırılması için harekete geçen CHP’li İBB Meclis Üyeleri gördükleri manzarayı ve yapılması gerekenleri yazılı önerge haline getirdi. Önergeyi Başakşehir Belediyesi ve İBB Meclisinin CHP’li Meclis Üyesi Zeynel Yılmaz İBB Meclisinde sözlü olarak okuduğu önerge:

“Atalarımız “Home Erectus” namı diğer ademoğulları günümüzden yüz binlerce yıl önce dünyaya yayılırken bir kısmı da Avrupa’ya geçmek için “Yarımburgaz Mağaraları ve Menekşe Plajı” parkurunu güney kuzey istikametinde kat etmiş. Yaklaşık 400 bin yıl önce Marmara Denizinin doğusundan geçip Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere’yi takip ederek Yarımburgaz Mağaralarına gelmiş ve binlerce yıl bu mağaraları barınak olarak kullanmış, aletler üretmiş, avlanmış, çoğalmış ve evrimi sürdürmüş. Gazeteci Coşkun Aral’da “İlk Avrupalı” belgeselinde bu yolu izlemiş ve yolun insanlık tarihi için evrensel değerde ipuçları taşıdığını anlatmaya çalışmıştı.

 

Mağara 1.8 milyon yıl önce kalkerli kayaların yer altı sularıyla oyulması sonucu olmuştur. Mağaralardan söz eden ilk isim Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane ‘de Jeoloji ve Maden Öğretmeni olan Macarlı İbrahim Bey olmuştur. İlk sistematik arkeoloji araştırmalarını ise Şevket Aziz Kansu yapmıştır. 1986- 88 yıllarında ise İstanbul Üniversite’nden Mehmet Özdoğan ve Güven Arsebük Öğrencileriyle mağarada kazılar yaptılar. Paleolitik çağa ait çok önemli bulgulara rastladılar. Türkiye’de Paleolitik çağlardan Bizans’a kadar 400 bin yıllık insanın yerleşim serüvenine ait çok az rastlanacak kadar iyi korunmuş buluntularla en eski yerleşim yeri bu mağaralardır. Mağaranın duvarındaki eski gemi resimleri buranın bir zamanlar deniz ticaretinin deposu olarak kullanıldığını da gösteriyor.

 

Türkiye’de bilinen en eski yerleşim yeri yakın geçmişte definecilerin, kaçak kazı yapanların, mantar üreticilerinin, filmcilerin ve tinercilerin tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Mağaralar filmcileri için 1960’lardan beri bir film platosu işlevi de görüyor. Hemen hemen bütün tarihi filmler burada kaydedildi. Tarkan filmlerini izleyenler hatırlar, Leyla ile Mecnun, Küçük Ağa gibi filmlere de mekan oldu burası. Daha önemsiz yüzlerce macera filmlerini saymıyoruz. Kısa bir zaman önce burada Muhteşem Süleyman dizisi için mağaranın içinde ateşler yakıldı, çukurlar açıldı. Birkaç sene önce “Yor” filmi için mağaranın içinde bir su havuzu yapılmış ve sahne gereği bu havuz dinamitle patlatılmıştı. Yani çok hassas el aletleriyle, diş fırçalarıyla arkeologların çalışması gereken alan dinamitlenmişti maalesef.

 

Birinci Derece Su Alanı ve Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescilli olan mağarada 1.No’lu Koruma Kurulu bu bilgilerin ışığında 10 Mayıs 2012 günü söyle karar almıştı: “Altınşehir Güvercintepe Mahallesi’nde yer alan Yarımburgaz Mağarası’na daha önce verilen zararlarla ilgili olarak suç duyurusu kararının devamına mağaradaki film çekimleri sırasında tahrip olan yapının ilgili belediyece tekrar yapılmasına, bundan sonra mağarada yapılmak istenen film, dizi çekimlerinin geri dönülmesi mümkün olmayan zararlar vereceği nedeniyle uygun olmadığına, mağara ve çevresinin bütününü kapsayacak bir çevre düzenlemesi projesi hazırlanarak kurula iletilmesine, mağara ve çevresinde güvenlik önemlerinin ilgili belediye tarafından alınmasına karar verildi” ibareleri yer aldı.

 

Aradan 3 yıla yakın bir zaman geçti. Girişinde demir parmaklıklı bir kapısı olan, ama her yeri kırılan parmaklıklardan içeri girmenin zor olmadığı mağaraya Belediye Meclis Üyeleri Erhan Aslaner, Ercan Ulaş Kaya, Zeynel Yılmaz ve Ümit Yurdakul olarak girdik ve resimlerini çektik. İnsanlık tarihine yakışmayan ve mezbele durumda olan bu evrensel değerin, içler acısı durumundan kurtulması için meclise taşınmasına karar verdik. Parti ayrımı yapmadan hepimizin ortak değeri olduğuna inandığımız, bu sorun için soru sormuyoruz. Öneri getiriyoruz; Kurulun almış olduğu kararları takiben ve kurul kararları esas alınarak Yarımburgaz Mağarası’nın rehabilete edilmesi, yapılaşma tehdidinden kurtarılması, onarılması, çevre düzeni yapılması, tanıtım broşürleri hazırlanması, yön levhaları konulması, korunması ve turizme açılması için gereğinin yapılmasını istiyoruz.

Gerçek Gündem, Haber: Hızır Ulağ, 02.02.2014

DÜNYANIN EN BÜYÜ YERALTI ŞEHRİNDE BÜYÜK KEŞİF

 

 

Nevşehir Kalesi çevresinde başlayan kentsel dönüşüm projesi kapsamında evler yıkılınca,Nevşehir Kalesi altında 5 bin yıl öncesine ait olan 785 bin metrekare büyüklüğünde, dünyanın en büyük yeraltı şehri keşfedilmişti. Hatta bu keşif bir çok ulusal kanalda haber olmuştu. Dünyada ki birçok turizm kanalıda bu gelişmeyi manşetten yayınlamıştı.

ACİL DURUM KAÇIŞ GALERİLERİ KEŞFEDİLDİ
Nevşehir Kalesi altında bulunan yeraltı şehri içerisinde olası bir çökme, yangın ve afet durumunda kaçış galerileri keşfedildi. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında Soma'da 301 madencimiz kaçış galerileri olmadığı için hayatını kaybetmişti. Nevşehir Kalesi altındaki yeraltı şehrini yapanlar 5 bin yıl öncesinden kaçış galerileri yapmayı düşünmüşler. Günümüzde ki madenlerde bulunmayan kaçış galerileri, Nevşehir'de 5 bin yıl öncesinden yapılmış.

Sabah, 02.02.2014

ERMENİ MEZARLIĞININ TAPUSU KİLİSEYE VERİLDİ

 

 

İstanbul’un merkezi Şişli’de bulunan 700 milyon TL değerindeki tarihi Ermeni Mezarlığı’nın tapusu 80 yıl sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı’na iade edildi.

 

Vatan'dan Çağdaş Ulus'un haberine göre Vakıflar Genel Müdürlüğü, Şişli’de bulunan 41 bin 950 metre karelik tarihi Ermeni mezarlığının tapusunu Ermeni Cemaati’nin İstanbul’da bulunan en zengin vakfı Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfına devretti. Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı 2011 yılında yeni Vakıflar Kanunu çerçevesinde Ermeni Mezarlığı’nın tescilini ve tapusunu almak için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurdu. Vakıflar, konuyla ilgili olumlu karar vererek, durumu Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfına bildirdi. Vakıf, kararın İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne gelmesinin ardından 41 bin 950 metrekarelik Ermeni Mezarlığı’nın tapusunu tescil ve tapu için gerekli işlemleri başlattı. Geçtiğimiz günlerde de vakıf avukatı Simon Çekem Şişli Tapu Müdürlüğünün onayıyla vakıf adına mezarlığın tapusunu teslim aldı. Şehrin merkezinde bulunan mezarlığın tapudaki değeri 750 milyon TL’yi buluyor.

 

“Mutlu olduk”

80 yıl sonra Mecidiyeköy’deki Ermeni Gragori Mezarlığı’nın tapusunun kendilerine verilmesinden dolayı mutlu olduklarını dile getiren Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı vekili Simon Çekem, “Mecidiyeköy’deki arazi, bize ilk verildiği günden beri mezarlıktır. Osmanlı tarafından 1830’lu yıllarda da mezarlık olarak kullanılan alan, yayınlanan bir fermanla Ermenilere verilmişti. Başlangıçta 50 bin metrekarelik bir alan olan mezarlık, 1930’da çıkarılan Belediyeler Kanunu çerçevesinde İstanbul Belediyesi’ne devredildi. Tapusu ve tescili ellerinde olmamasına rağmen Ermeniler bugüne kadar cenazelerini Şişli’deki Gragori Mezarlığı’na defnediyordu.”

 

Ünlü isimler burada yatıyor

Şişli Ermeni Mezarlığı’nda askeri birlikte hayatını kaybeden er Sevag Balıkçı, Türk eğitimci, yazar ve ekonomist Arman Manukyan, Genelev patroniçesi Matild Manukyan, Cem Karaca’nın annesi Opera sanatçısı Toto Karaca, Onno Tunç, Ermeni Şair Antan Özer, Milli Takımın ilk golünü atan Garbis İstanbulluoğlu, ilk Ermeni milletvekili-Türk Dil Kurumu Profesörü Berc Keresteciyan Türker, servetini TSK’ya bırakan Avadis Ohanyan Çakır, Akordeon sanatçısı Anahit Yulanda Varan, Abdülhamit’in servetini yöneten Agop Paşa Kazasyan, 1961 Anayasası’nı yapan Meclis’te yer alan matematikçi Hermine Agavni Kalustyan ve Ermeni patrikleri yatıyor.

 

Stat ve mezarlık verilmişti...

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2012 yılında Şişli’deki 40 bin 500 metrekarelik Ermeni Katolik Mezarlığı’nın tapusunu Surp Agop Hastanesi Vakfı’na, Zeytinburnu Stadı’nın da bulunduğu 42 bin metrekarelik kıymetli araziyi de Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na iade etmişti.

 

Kanun 2011’de çıktı

Gayrimüslim cemaate ait vakıfların gayrimenkul edinmesine ilişkin sorun Cumhuriyet öncesine dayanıyor. Tüzel kişiliklerini ve gayrimenkul sahibi olma hakkını 1912 yılında kazanan vakıflar için 1935 yılında mülklerini beyan etme ve tapuya kayıt ettirme zorunluluğu getirildi. Bunun ardından vakıf yönetimleri sahibi oldukları gayrimenkullerin listesini Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim etti. 1936 Beyannamesi olarak bilinen bu liste, 1974 yılında Yargıtay’ın ulusal güvenlik gerekçesiyle vakıfların beyannamede belirtilenden başka gayrimenkul elde edemeyeceklerini hükme bağlamasıyla sınırlandı. Kararın ardından da vakıfların bağış ve vasiyet yoluyla edindikleri mülklerin Hazine’ye devrine başlandı. Türkiye’nin AİHM’de pek çok kez tazminata mahkum edilmesine neden olan bu sorunu dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan 2011 yılında çözdü. Ve vakıfların mal varlıklarının asli sahiplerine iadesinin yolu açıldı.

Gerçek Gündem, 02.02.2015

8 ASIRLIK CAMİ ONARIM BEKLERKEN ÇATISI ÇÖKTÜ

 

 

İzmir'in Tire İlçesi'ndeki, 15 yıl önce ibadete kapatılan, 8 asırlık tarihi Hisarlık Camisi'nin tavanı, bakımsızlıktan çöktü. Kerpiç ve ahşaptan yapılmış olan caminin, son günlerdeki sağanak yağmur ve kuvvetli rüzgara dayanamadığı belirtildi.

 

Tire'ye 5 kilometre mesafedeki, 30 Mart'taki yerel seçimlerin ardından mahalleye dönüştürülen Hisarlık Köyü'ndeki Anadolu Selçuklu Dönemi'ne ait tarihi cami, 15 yıl önce cemaat açısından tehlikeli olduğu gerekçesiyle ibadete kapatıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait 8 asırlık tarihi cami 5 yıl önce tavan süslemelerinin çalınmasıyla gündeme geldi. Ancak, daha sonra süslemelerin Muhtar Mustafa Gökoğlu tarafından koruma altına alınıp, Tire Müzesi'ne teslim ettiğinin ortaya çıkmasıyla herkes rahat bir nefes aldı. Köyün kapatılan bu tek camisi bakımsızlıktan viran hale geldi. Köylülerin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden gelen yetkililerin camiyi inceledikten sonra restore edeceklerini söylemelerine rağmen, yıllardır harekete geçmemesinden yakındığı kerpiç ve ahşaptan yapılmış olan caminin tavanı, son sağnak yağmur ve rüzgarlara dayanamıp, çöktü.

 

Hisarlık Mahallesi'nde başka cami olmadığını, bu nedenle sıkıntı çektiklerini ifade eden köylülerden Osman Özcan (49), "İbadetimizi yapmak için komşu Yuvalı Mahallesi'ne gidiyoruz. 15 yıldır köyümüzde ezan sesi yok. Cenazelerimizi bile Tire'de yıkayıp, dini vecibeleri yerine getirdikten sonra köyümüzde defnediyoruz. Ramazan aylarında ise boş duran okulu ibadet yapmak için kullanıyoruz. Köyümüzün tek tarihi camisi göz göre göre yıkıldı. Tarihimize kimse sahip çıkmadı. Cami en kısa sürede restore edilip, tekrar ibadete açılmasını istiyoruz" dedi.

Zaman, 02.02.2015

YUNANİSTAN'DA OSMANLI KÖPRÜSÜ YIKILDI

 

 

Yunanistan'da, Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından 1866'da yaptırılan ve Balkanlar'ın tek kemerli en büyük taş köprülerinden olan Plaka, yoğun yağışların etkisiyle su seviyesinin yükselmesi nedeniyle yıkıldı.

 

İki gündür etkili olan yoğun yağış, başta batı bölgeleri olmak üzere ülkenin birçok yerinde hayatı olumsuz yönde etkiledi. Birçok karayolu taşkınlar nedeniyle ulaşıma kapanırken, yağışın etkili olduğu alanlarda hasar oluştu.

 

Yunanistan'ın batısındaki Epir bölgesinde bulunan, Balkanlar'ın en büyük Osmanlı taş köprülerinden Plaka, yükselen su seviyesine dayanamayarak yıkıldı. Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından 1866'da yaptırılan ve o dönemden beri restore edilmeyen köprü, şiddetli rüzgarın da etkisiyle sulara gömüldü.

 

 

Başbakan Aleksis Çipras, yaptığı açıklamada, Epir bölgesinde etkili olan olumsuz hava şartları sebebiyle can kaybı yaşanmamasının önemli olduğunu belirtirken, Plaka Köprüsü'nün yıkılmasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi.

 

Kültür ve Eğitim Bakanlığı'nın, hava koşulları elverişli olduğu zaman köprünün yeniden inşası için çalışma başlatacağı ifade edildi.

 

 

Yoğun yağışlar nedeniyle 2007'de hasar gören köprünün restorasyonu o dönemde gündeme gelse de bu konuda herhangi bir adım atılmamıştı.

Hürriyet, 02.02.2015

 

******


OSMANLI KÖPRÜSÜNÜ LULİS ONARACAK

 
Yunanistan’ın Epir bölgesinde yağışlar sonucu yükselen sulara dayanamayıp yıkılan Osmanlı’dan kalma ‘Plaka’ köprüsünün yeniden inşası için tüm masrafları Yunanistanlı işadamı Nikos Lulis (29) üstlendi.

 

Ülkenin önde gelen un ve un mamulleri fabrikası olan “Luli Değirmenleri”nin sahibi Nikos Lulis, dedelerinin de 2 kez “Plaka” köprüsündeki onarım çalışmalarının finansörü olduklarını belirtti.

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 04.02.2015

DÜNYANIN İLK MADEN RUHSATI KORUMA ALTINA ALINDI

 

 

Niğde'nin Ulukışla İlçesi'ne bağlı Maden Köyü'nde, Geç Hitit Dönemi'ne ait olan ve dünyada bilinen ilk maden ruhsatı olduğu belirtilen yazıt, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenip koruma altına alındı.

 

Ulukışla Kaymakamı Ferhat Atar, Bolkar Dağları'nda bir kaya üzerinde bulunan ve yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen yazıtın 1973'te arkeolog Mustafa Kalaç tarafından bulunduğunu hatırlattı. Kaymakam Atar, "İçeriği o zaman okunmuş ve dünyanın ilk maden ruhsatı olduğu tespit edilmiştir" dedi. Köy gezileri sırasında Maden Köyü'nü ziyaret ettiğinde köylülerin kendine yazılı bir taş olduğunu söylemesi üzerine yazıtta incelemelerde bulunduğunu kaydeden Atar, şunları söyledi: 

 

"Sayın Valimiz Necmeddin Kılıç başkanlığında yapılan Aralık Ayı ilçe Değerlendirme Toplantısı'nda Maden Köyü Kalkankaya mevkisinde yazılı bir taşın dünyada bilinen ilk maden ruhsatı olduğu ve bunun koruma altına alınması gerektiği belirttim. Sayın Valimizin girişimleriyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen uzmanların yaptıkları inceleme sonunda, dünyanın ilk maden ruhsatı olan yazıt tescillenip koruma altına alındı. Yaklaşık 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen yazıt, çalışma sonucunda mumyalama tekniğiyle kopyalanarak Niğde Müzesi'nde sergilenecektir. Orijinali ise koruma altına alınacak olup Kayseri Rulo ve Anıtlar Müdürlüğü ile Nevşehir Restorasyon ve Konserversiyon Müdürlüğü'nün koordineli bir şekilde tadilatı ve koruması yapılacak." 

Zaman, 02.02.2015

ULUDAĞ'IN UNUTULAN MANASTIRLARI

 

Antik Çağ’da “Olympos” olarak anılan Uludağ’ın kaderi Roma İmparatorluğu’nun resmi dininin Hıristiyanlık olmasıyla değişti. Dağ kısa sürede keşişlerin kurduğu manastırlarla ünlü oldu.   

 

Orhan Gazi döneminde Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına giren şehirde keşişlerin bir kısmı manastırlarında yaşamayı sürdürürken, ayrılanların yerine İslam inancının inzivaya çekilenleri, dervişleri geldi. Ancak bu dönemde bölgenin Hıristiyan geçmişi göz ardı edilmedi.

 

Ayasofya'dan Keşis Dağı'na uçup gelen patrik ve rahipler

17. yüzyılın önemli gezginlerinden Evliya Çelebi de Keşiş Dağı’nın manastırlarının önemine değiniyordu. Evliya Çelebi, “Cebel-i Ruhban” yani Ruhban / Keşiş Dağı diye andığı dağ ile ilgili bir efsaneyi ünlü “Seyahatnamesi”nde paylaşıyordu: “Bu dağa Keşiş Dağı denmesinin sebebi, Ayasofya’ daki patrik ve rahiplerin perhiz ile uçarak gelip bu dağda dinlenmeleridir.”

 

19. yüzyılda Anadolu’yu ziyaret eden ünlü Fransız arkeolog ve gezgini Charles (Felix-Marie) Texier ise “Küçük Asya coğrafyası” kitabında bölgedeki manastırların yoğunluğunu Yunanistan’daki Athos (Aynaroz) Dağı’na benzetiyordu: 

 

“Eskiden söylendiği gibi, Olimpos zirvesinin, bir yayla oluşturan iki başı vardır. Doğu tarafındaki başında kuru taştan yapılmış bir yapının kalıntısı görülür. Bu bir ufak kilise ya da manastır olabilir. Şekil ve yapımından hangi devre ait olduğunu belirleyecek hiçbir özelliği yoktur… Bizans İmparatorları zamanında Olympos vadileri, başkentin gürültüsünden kaçıp inzivaya çekilmek isteyenlerin mekanı oldu. Athos Dağı’nda olduğu gibi burada da küçük kiliseler ve inziva yerlerinin sayısı arttı. Dünyadan elini eteğini çekenlerin anılarını muhafaza ederek bugün de gururlu olan Olympos dağı, Türkler tarafından verilen Keşiş Dağı adını taşır.”

 

Uludağ’ın eski ismi “Keşiş Dağı” bölgeyle o kadar özdeşleşmişti ki İstanbul’un güneydoğusunda kaldığı için esen rüzgara bile bu nedenle “keşişleme” denildiği rivayet ediliyordu.  

 

Yüzlerce yıl dağın kimliğini oluşturan manastırlarla ilgili en kapsamlı çalışmayı Bursa'daki Fransız Kilisesi rahibi Bernardin Menthon yaptı. Menthon, 1935 yılında yayınlanan “L'Olympe de Bithynie” kitabında hem bölgenin Hıristiyan kültürü hem de manastırlarının geçmişi hakkında detaylı bilgi veriyordu.

 

 Onun Bizans kaynaklarından derlediği bilgilerden yaralanarak bir yıl sonra, 1936 yılında Türkçe bir kitap basılıyordu. Osman Şevki Bey, “Uludağ: Keşişleri, Dervişleri, Tapınakları” kitabında manastırların yayılma alanlarını üç bölgeye ayrılıyor, 28 manastır hakkında bilgi veriyordu.

 

"Bursa bir keşişin gölgesi altında mustarip" 

Osman Şevki Bey, bu kitabından önceyse, dağın yüzlerce yıllık ismi olan “Keşiş Dağı”nı değiştiren öneriyi sunan isimdi. 1925’te Coğrafya Encümen Azası gezisine katılan Osman Şevki Bey, inceleme gezisinin ardından hazırladığı raporunda önerisini iletiyordu:

“Bütün dünya bu dağa Olemp der. Biz ise Keşiş Dağı diyoruz. Garbi Anadolu'nun en yüksek tepesine çıktım. Etrafıma baktım; ne keşiş gördüm, ne derviş. Güzel Bursa bir keşişin gölgesi altında mustaripti. Halk bu ismi sevmiyor; haklıdır. Olemp kelimesi de halkımızın diline uygun değildir. Biz buna, dağın bünyesine en uygun olan bir ismi verelim ve Uludağ diyelim.” Bu öneriye Mareşal Fevzi Çakmak’tan da olumlu yanıt gelmesiyle önce dağın adı ardından Osman Şevki Bey’in soyadı –kanun çıktığında– “Uludağ” oluyordu.

 

 Genç Cumhuriyet için daha önceleri dönemin gazetelerinin tabiriyle “kutuplar gibi meçhul ve esrarengiz bir yer zannedilen” Uludağ, 1930’larda ilk otelin inşa edilmesiyle “Türkiye’nin İsviçre’si” diye anılmaya başladı. Bundan sonra da kimse “Keşiş Dağı” ve manastırlarından bahsetmedi.  

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 2012’de kurduğu “Uludağ Mağara ve Manastır Araştırma Ekibi” manastırların yerlerini tespit etse de, kalıntılara ulaşılabilecek rotalar çıkartılsa da bölgede durum değişmiş değil. Kalıntılar korunmadığı, ayakta kalmayı başaran manastırlar da önlem alınmadığı için birer birer yok olmayı bekliyor.

Agos, Haber: Serdar Korucu, 01.02.2015

ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA SEYİT ONBAŞI'NIN KALDIRDIĞI TOP MERMİSİ TARTILDI

 

 

İki rehber, Çanakkale Savaşı'nda Seyit Onbaşı'nın kaldırdığı top mermisini tarttı. Merminin, bugüne kadar söylendiği gibi 276 değil, 214 kg. olduğunu iddia ettiler.

 

Çanakkale kahramanlarından Seyit Onbaşı, mekanizması bozulan bir topun mermisini sırtına alarak namluya sürmüş, ateşleyip İngiliz zırhlısını vurarak savaşın seyrini değiştirmişti. Tek başına kaldırdığı merminin ağırlığı için bugüne kadar farklı rakamlar söylendi. Resmi kaynaklarda da yer alan 276 kg. ağırlık, birçok kez tartışma konusu oldu. Bu tartışmaya, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı alan klavuzlarından, emekli Topçu Yüzbaşı Rıdvan Arı ve emekli öğretmen Zafer Aydoğan da katıldı.  

 

 

"25 SENEMİ TSK'DA GEÇİRDİM"

Arı, Mecidiye Tabyası'nda sergilenen Seyit Onbaşı heykelinin yanındaki top mermilerinin orijinal olduğunu iddia etti. Daha sonra Aydoğan’la birlikte bunları tartmaya karar verdi. Dört kişinin güçlükle taşıyıp tartıya koyduğu bir merminin ağırlığı 215 kg. çıktı. Rıdvan Arı, “Ben 25 senemi TSK’da geçirdim. Topçu yüzbaşı olarak emekli oldum. 2004 senesinden beri de alan klavuzu olarak görev yapıyorum. Seyit Onbaşı'nın taşıdığı top mermisinin farklı rakamlarla ifade edilmesi dikkatimi çekti. Tarih kitaplarında birçok araştırma yaptım ancak net bir rakama ulaşamadım. Alan klavuzu arkadaşım Zafer Aydoğan ile birlikte, Mecidiye Tabyası'ndaki top mermilerini tartarak sonucu bulmaya karar verdim.

 

"FOTOĞRAFLARLA BELGELEDİK"

25 yılımı topçu olarak geçirdim, bu nedenle bu top mermilerinin orijinal olduğunu, 24 cm.’lik bu mermilerin, Seyit Onbaşı'nın kullandığı topunkilerle aynı olduğunu biliyorum. Çanakkale’den emaneten dijital bir tartı alarak Mecidiye Tabyası'na götürdük. Burada mermiyi bir battaniyenin üzerine koyup dört kişi güçlükle tartıya kadar taşıdık. Dijital tartı aleti, 219 kg. gösterdi. Ardından mermiyi indirip darasını almak için bu kez battaniyeyi boş olarak tarttık, 5 kg. geldiğini gördük. Yaptığım incelemede, merminin alt kısmında bulunan 1 kg. ağırlığındaki tapanın olmadığını gördüm. Bunu da ekleyince, merminin gerçekten 215 kg. ağırlığında olduğunu tespit ettik. Bunu da fotoğraflarla belgeledik. Kafa karışıklığının bu sayede giderildiğini umuyorum." şeklinde konuştu.

 

 

TARTIŞMA
18 Mart 1915'te Müttefik donanması, Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırdı. Bu sırada Seyit Onbaşı, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevliydi. Türk topçusunun yoğun karşı ateşi ve daha önceden Nusret Mayın Gemisi'nin döktüğü mayınlar, bu saldırıyı püskürttü. Atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun, mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, bir mermiyi sırtlayarak top kundağına yerleştirdi.

 

Attığı mermi, "Ocean" adlı İngiliz zırhlısına isabet etti. İsabet alan gemi, sürüklenerek Nusret'in yerleştirdiği mayınlara çarpıp battı. Bu atış, savaşın seyrini değiştirdi. Müttefik donanması, boğazı geçemeyeceklerini anlayarak geri çekildi. Seyit Onbaşı'nın kahramanlığı dilden dile dolaştı. Kasım 1915’te Harp mecmuası, Seyit Onbaşı’yla ilgili habere yer verdi ancak merminin ağırlığı, 215 kıyye olarak kayda geçirildi. Eskiden kullanılan ve 1282 gr.'a tekabül eden "kıyye", çevrildiğinde merminin ağırlığı 275,63 kg. çıktı.

 

 

Günümüze kadar, aralarında resmi kaynakların da yer aldığı birçok belgede bu rakam kullanıldı. Mecidiye Tabyası'nda sergilenen Seyit Onbaşı heykelinin kaidesinde de kaldırdığı top mermisinin 276 kg. olduğu yer aldı ancak daha sonra bu rakam düzeltildi. Çanakkale Valiliği'nin internet sitesindeki "Kültürel Değerler" sayfasının "Anıtlar ve Heykeller" bölümünde, halen Seyit Onbaşı'nın 276 kg. mermi kaldırdığı bilgisi veriliyor. TSK internet sitesinde ise bu 215 kg. olarak yer alıyor. Bugüne kadar Çanakkale Savaşları ile ilgili kitaplarda da merminin ağırlığı 215 ve 276 kg. olarak farklı farklı yer aldı. Zaman içerisinde bazı tarihçiler, 215 kg.'ın yanlışlıkla "kıyye" olarak yazıldığını belirtti. Bu durum, kafa karışıklığını daha da arttırdı.

Hürriyet, 31.01.2015

İSTESEK KAPALIÇARŞI'DA KAMULAŞTIRMA YETKİSİ KULLANABİLİRİZ AMA..."

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Kapalıçarşı'yla ilgili durum tespiti yaparken James Bond'un çekiminden örnek verdi:

 

- İyi ki motosikletle Kapalıçarşı'nın çatısında dolaşmalarına izin vermişiz. O sayede çatının üzerinde tuvalet bile olduğunu farkettik.


Kapalıçarşı'nın restorasyonu için 2007'de sürecin başlatıldığına değindi:
- 2009'da Eminönü İlçesi ile Fatih birleşti. Böylece Kapalıçarşı'ya biz el attık. Ekim 2009'da restorasyon projesi için ihale açtık. Mayıs 2010'da ilk restorasyon projesi raporu çıktı. Koruma Kurulu yeterli görmedi. Yeniden çalışıldı, Nisan 2012'de raporu yeniden gönderdik. Onayların önemli bölümü Eylül 2014'te tamamlandı.


25 milyon liralık bütçeyle Kapalıçarşı'nın restorasyonu projesini hazır hale getirdiklerini vurguladı:
- Bundan sonrası hak sahiplerine kalıyor. Anlaşıp, restorasyona karar verecekler. Biz de bu süreçte altyapıyı hazır hale getireceğiz. Örneğin İSKİ, 13 milyon lira harcayarak su ve kanalizasyon sorununu tümüyle çözecek. Isıtma ve soğutma işi de halledilecek.


Kapalıçarşı'daki hak sahibi sayısını sorduk:
- 3 bin 125 dükkan, 2 bin 700 parsel var.


Sonra 27 handan 2'sini örnek gösterdi:
- Hanlar otele dönüştürülebilir görünüyor. İkisini bu amaçla örnek gösterdik. Birisinde 200'ü aşkın hak sahibi çıktı. Diğerinde de çoğunluk hissenin 87 yaşında bir kadına ait olduğunu tespit ettik. "Sizin han otel ruhsatına kavuştu" dedik. Yanıtı, "Dokunmayın" oldu.


Kapalıçarşı'yı şu anda bir derneğin yönettiğini anımsattı:
- Restorasyon kararı için daha güçlü yönetim yapısına ihtiyaç var. Oradaki esnaf ve mülk sahipleriyle en az 30 kez görüştük. Yönetim konusunda 3 farklı öneride bulunduk.


Önerileri sıraladı:
- Birincisi: İBB, Fatih Belediyesi, İstanbul Valiliği ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün birer temsilcisinin yer alacağı 11 kişilik bir yönetim kurulu olsun. 7 kişiyle çoğunluk ve Başkanlık hak sahiplerine kalsın. İkincisi: Kamudan söz konusu 4 temsilci yönetim kuruluna girsin ama oy hakkı olmasın. Üçüncüsü: Kamudan 4 temsilci, danışma kurulunda yer alsın. Dördüncüsü: Kamudan hiç kimse yönetim veya danışma kuruluna girmesin. Beşincisi: Hak sahiplerinin alternatif önerisine bakalım.


Fatih Belediyesi'nin ve kendisinin söz konusu yönetimde görev almak istemediğini kaydetti:
- Bence en iyisi, 4 kamu temsilcisinin yer aldığı bir danışma kurulunun oluşması. Danışma kurulu, Kapalıçarşı'nın restorasyonuna önemli katkı verebilir.


- Hak sahipleri kendi anlaşamazsa ne olacak?
- Anlaşıp restore ettirmek onların yararına. Mülklerinin değeri artacak. Yılda 91 milyon kişinin ziyaret ettiği Kapalıçarşı daha cazip olacak.


Yetkisine işaret etti:
- Aslında Kapalıçarşı'da restorasyon başlamadığı takdirde kamulaştırma yetkimiz var. Ancak, bunu asla kullanmak istemiyoruz.


Demir'in hesaplarına göre Kapalıçarşı'nın restorasyonuna toplam 250 milyon lira gerekiyor.
Oradaki paramparça hak sahibi yapısı, bu kararı alabilir mi?
Fatih Belediyesi bir gün kamulaştırma yetkisini kullanmak zorunda kalır mı?

Hürriyet, Yazı: Vahap Munyar, 31.01.2015

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü (KOM) ekipleri tarafından, bir evde gizlenen ve satılmak istenen tarihi eser ele geçirilirken, bir kişi gözaltına alındı.





Gerçekleştirilen tarihi eser operasyonu ile ilgili şu açıklama yapıldı:

"Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Kaçakçılık Suçları Büro Amirliği görevlilerince yapılan istihbarı çalışmalarda A.T.C. isimli şahsın elinde tarihi eser bulundurduğu ve satmak için müşteri aradığı, söz konusu tarihi eserleri işyeri ve evinde sakladığı bilgisi alınmıştır.





A.T.C. isimli şahsın ikametinde ve işyerinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığından alınan arama kararına istinaden yapılan aramada;

•1 Adet Metal Arama Detektörü ve bu cihaza ait aparatlar,

•Tunç Dönemine ait 6 Adet Vazo, 3 Adet Asacaklı Vazo, 11 Adet Küçük Vazo, 3 Adet Sivri Dipli Vazo, 3 Adet Testi, 1 Adet Gaga Ağızlı Testi, 3 Adet Küçük Testi, 6 Adet Kase, 1 Adet Küçük Kase, 5 Adet Fincan, - Adet Disk, 1 Adet Meyvelik, 2 Adet Halka, 16 Adet Toplu İğne, 4 Adet İğne, 5 Adet Eğik Başlı İğne, 1 Adet Bilezik,

•Bizans Dönemine ait 1 Adet Haç, 1 Adet Haç Kolye Ucu, 1 Adet Sikke,

•Roma Dönemine ait 1 Adet Yüzük, 2 Adet Keski,

•Kalkolitik Döneme ait 1 Adet Öğütme Taşı 

•Bronz  4 adet sikke, 1 Adet Zincir Halkası ele geçirilmiştir.

 

Şüpheli A.T.C. isimli şahıs hakkında 2863 SKM ( Kültür  ve Tabiat Varlıkları Kaçakçılığı ) suçundan yasal işlem yapılmıştır. Şüpheli şahsın yapılan UYAP kayıt tetkikinde 1 adet hırsızlık suçundan kaydının olduğu anlaşılmıştır."


Malatya Haber, 30.01.2015

BAYEZİD MEYDANI DÜZENLEME PROJESİ

 

 

Cami çevresindeki ağaç altları ve meydanın otomobil parkı olmaktan kurtarılmış bulunması her şeye rağmen şehrin bu köşesinde insanlara büyük bir mimari abidenin çevresinde insanca yaşamak imkanı vermiş bulunuyor.

 

Turgut Cansever, Beyazıd Meydanı projesinin öyküsünü ve tasarımının uygulama sorunlarını anlatıyor:

Beyazıd Meydanı geçen asır başından evvel şehrin önemli idari merkezi olan Eski Saray ile Beyazıd Külliyesi arasında, en önemli toplantı alanlarından birisi idi. Geçen asır ikinci yarısında Eski Sarayın, saray duvarlarının yıkılıp yerine Harbiye Nezareti binası ve giriş kapısı inşa edilirken bütün bu tesisler, geleneksel değerlerin reddedilişinin bir sembolü olarak, cami-kıble yönünden 45° farklı yerlestirilmişti. Harbiye Nezareti aksi istikametinde bir yol meydanı kal ediyor, iki yanında ağaç dizileri ve dükkanlar yerleşerek tarihi meydanı tamamen yok ediyordu.

Bu başarısız ve saygısız düzenlemeye karşı oluşan tepki sonunda 1926'da, İstanbul'un kurtuluşundan sonra, şehirde yapılan ilk önemli iş olarak meydanı işgal eden yol ve dükkanlar kaldırıldı. Yeni düzenlemede meydanın ortasında bir oval-beyzi havuz yer alıyor ve bu havuz (Eski Harbiye Nezareti Kapısi) üniversite kapısı ile camii akslannın farldarından doğan çelişkiyi bir ölçüye kadar çözümlüyordu. 1957'de karayolu mühendislerinin yönetimi altında tarihi şehirde sayısız mimari abide yıkılıp yeni yollar açılırken Beyazıd Meydanı da tahrip edilerek yol ve meydan seviyeleri değiştirilerek bir karayolu kavşagı haline sokuldu.

1957'de meydanı yaya alanı haline getirmek üzere yaptığım teklif reddedilirken ağaçların kesilmemesi konusundaki ikaz ve çabalarım da neticesiz kaldı. İstanbul Belediyesi'nin o yıllardaki yetkilileri ile Karayolları mühendislerinin bu felaketli, çirkin uygulamalarının yarattığı tepki üzerine Prof. Högg, Prof Piccinato ve Prof. Sedad H. Eldem yeni proje çalışmaları yaptılar. Büyük bir heyetin tetkikine sunulan projelerden, hazırlamış olduğum ve meydanı tamamen insanlara hizmet edecek bir yaya alanı haline dönüştüren, Üniversite yapıları ile camii arasındaki yön çelişkisini camii kible doğruitusunu hakim hale getirerek ve bu yöne uyarak, camiyi yücelterek çözümleyen teklifim tercih edilerek seçildi (Nisan 1960).

Proje daha sonra 1957'de yapılan tahribatın sorumlularının entrika ve muhalefetleri ile taninrnayacak kadar eksik bırakıldı. Halkın bilinçle, binlerce mektup ile talep ettiği ve projemin esasını teşkil eden eski "Güllük'ün yerinde inşa edilecek kahve, lokanta vs. tesisler, Ordu Caddesi mekanını camii çevresinden ayıracak yapı grupları inşa ettirilmedi.

Bu yapıların taşıyıcısı, temeli ve istinat duvarı niteliğindeki duvarlar, bu binaların inşaası ile bu binaların altında ve arkasında gizlenecek iken, (yapıların 20 yıl boyunca engellenerek inşa eltirilmeyerek) duvarların projemizin nihai hali olduğu izlenimi yaratıldı. Bu engellemenin birinci aşamasında gerçek tahrif edilerek ve cami ile bu yapılar arasında meydana getirilecek yaşama alanlarının güzelliği gizlenerek bu kahve, lokanta, kitapçı vs. gibi bir iki katlı yapıların camiyi kapatacağı ileri sürüldü. Daha sonra da bu iddiaların geçersizliği, yanlışlığı ortaya çıkınca daha da gülünç bir iddia, Beyazıd Meydanı çevresinde inşa edilecek dükkan, kahve, lokantaların gelirlerinin çok düşük olacağı, bu sebeple inşa edilmeleri halinde Belediye'nin zarar edeceği görüşü (Bunların yanısıra) ileri sürüldü.

(Ayrıca) Üniversite kapısı önündeki platforma dikilmesi planlanan ağaçların dikilmesi engellendi. Meydanın öngörülen zarif tuğla döşeme ve mozaik granit parke ile (bugün yer yer numuneleri mevcut bulunan şekilde) kaplanması yerine meydan kaba, granit kaya bioklan ile kaplandı. Projelerde öngörülen meyil düzeni bozuldu. Meydanı süsleyecek çeşme, havuz, çiçek tarhları inşa edilmedi.

Meydanın önemli bir unsuru olan alt geçit tamamlanmadı ve yıllarca çöplük gibi kullanıldı.

Bugün de proje hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan ve kim oldukları belirsiz kişiler, isimlerini açıklamadan ve sorumluluk yüklenmeden meydanda ilkel müdahalelerini sürdürüyorlar.

Ancak Sahaflar Çarşısı girişinde büyük kestane ağacı altındaki açık kahve, cami çevresindeki ağaç altları ve meydanın otomobil parkı olmaktan kurtarılmış bulunması her şeye rağmen şehrin bu köşesinde insanlara büyük bir mimari abidenin çevresinde insanca yaşamak imkanı vermiş bulunuyor.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan 30.01.2015

YOL ÇALIŞMASINDA 3 İSKELET BULUNDU

 

 

Sakarya'nın merkez Serdivan İlçesi'nde, Sakarya Üniversitesi Esentepe Kampüsü yolunda yapılan yol gelişmetme çalışmaları sırasında Erken Bizans Dönemi'ne ait, içerisinde üç isleketin bulundugu lahit bulundu.

 

Dün akşam saatlerinde Büyükşehir Belediyesi ekiplerinin yol kenarında yaptığı çalışma sırasında, iş makinesinin kepçesine sert bir cisim katıldı. Görevliler burasını biraz daha açtıklarında lahit mezar olduğunu anlayınca durumu polise bildirdi.

 

Bölgeye gelen polis ve Sakarya Müze Müdürlüğü yetkilileri gözetiminde açılan lahit mezarın içerisinde 3 tane isleket çıktı. Sakarya Müzesi yetkilileri mezarın Erken Bizans Dönemi'ne ait halk mezarı olduğunu ve o dönemde bölgede yaşayan insanların ekonomik ve çeşitli nedenlerden dolayı bir lahit mezara aynı aile fertlerinden birden fazla ölülerini gömdüklerini belirtti.

Akşam, 30.01.2015

TOPKAPI SARAYI MUTFAKLARI

 

 

Teğet Mimarlık'ın Topkapı Saray'ında yer alan kalıcı sergi tasarımı "Mutfak Kültürü Sergisi" 2014 yılında tamamlandı.

 

Teğet Mimarlık projesini anlatıyor:

"Topkapı Sarayı Divan meydanının Marmaray'a bakan doğu cephesinin tamamı Matbah-ı Amire, yani Saray Mutfakları'dır. İlk mutfak yapıları Fatih döneminde inşa edildi. Sonraki dönemdeki büyümelerinin doğru bir kaydı yoktur. Ancak 1574'te yandığını ve Mimar Sinan tarafından büyük kısmının yenilendiğini biliyoruz. Saray nüfusuna, Padişaha ve ziyafet sofralarına yemeklerin yanında helva, tatlı, şurup, ilaç, macun da burada yapılırdı.

 

Saray Mutfaklarını Marmara Denizi'nden yaklaşırken görünen tipik baca dizisi manzarasıyla tanırız. Ancak Mutfaklar aslında bu bacaların örttüğünden çok fazlasını içeren, Saray içinde ayrı bir kurumdur. 175x30 metrelik bir tabanda 5000 m2 civarında alanı kaplar. Aşçılar ile yamakların kaldığı koğuşlar, hamam, cami ve müştemilatıyla kendi özel iç kurallarına sahip ayrı bir teşkilat olarak işletilmiştir. Birimler Divan meydanına paralel ince uzun bir avlu etrafında toplanır. Çapraz tonozlu 3 giriş, bu avluyu Divan Meydanı'na bağlar.

 

Proje konusu ise konik bacalarıyla tanıdığımız 20 kubbeli aşhane ve 3 kubbeli helvahaneden oluşan kısma bir Mutfak Kültürü Sergisi tasarımıydı.

 

 

Restorasyon işleri devam ederken başlayan projenin en önemli problemi mekanda tesisat ve sergi kurulumunun yapıya zarar vermeden ve istendiğinde sökülebilecek bir kurguda nasıl yapılacağıydı.

 

Bizce ikinci bir hedef de sergiyi, mekan dizisinin etkileyici atmosferini zedelemeden kurmaktı.

 

Önerimiz basit. Duvarlardan ve zeminden koparılmış bir yüzer platform. Bu platform vitrinlerin ve duvar panolarının karkasını da içeren ortogonal bir topografya olarak da adlandırılabilir. Güçlendirilmiş alüminyum karkas üzerine alüminyum bal peteği döşeme paneli ve mukavemeti yüksek laminat levha kullandık. Bu kesit yatayda ve dikeyde devam ederek monokrom yüzer platformu oluşturdu. Vitrinleri ise mutfak gözlerinin merkezi kurgusuna ve ölçeğine uygun, sayıca az, ancak büyükçe, tamamıyla cam parçalar olarak hayal ettik. Projelendirme aşamasında sergilenecek malzeme net olmadığından bunun bugün ve ileride sergi kurgularının esnekliğine de katkıda bulunacağını düşünüyoruz."

Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 28.01.2014

ARAPGİR'DE TARİHİ TAŞ KÖPRÜ TESCİL EDİLDİ

 

 

Arapgir’de Suceyin Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve bölgedeki en eski tarihi eserler arasında yer alan Taş Köprü Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nce tescil edildi.


Doğal şartlara bağlı olarak her geçen gün tahrip olan tarihi eser tescil edilemediği için restorasyonu yapılamıyordu. Arapgir Belediyesi’nin müracaatı üzerine Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne bağlı uzman ekipler tarafından yerinde yapılan incelemeler neticesinde hazırlanan rapor kurul tarafından incelendi ve Bölge Kurulunun kararı ile tarihi köprü 1.Gurup yapı olarak tescil edildi.


Köprünün mimari üslup, yapım tekniği ve kullanılan malzeme bakımından Roma dönemine ait olduğu ifade edilirken köprünün uzunluğunun 19 metre, yüksekliğinin 14 metre, kemer açıklığının 14 metre, kemer yüksekliğinin ise 8 metre olduğu biliniyor. Tarihi köprünün her iki yönündeki kasnaklarda bulunan taşların dökülmüş olduğu, yapımında kaba yonu taş ve horasan harç kullanıldığı raporda belirtilirken Taş köprünün acilen onarılması gerektiği de raporda yer aldı.

Milliyet, 27.01.2015




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi