22 Şubat - 14 Mart 2015
|
İÇİNDE DEFİNE BULUNAN
MÜZE
Ankaralı iş adamı Yüksel
Erimtan iki bin parçalık koleksiyonunu müzeye
dönüştürdü. Ankara Kalesi'nin hemen yanında inşa
edilen müze binası bir kültür kurumu gibi çalışacak.
Hititler'den Bizans'a farklı dönemlerden süs, mutfak
eşyaları ve gündelik nesnelerin bulunduğu müzede 21
parçalık bir define de kırık küpüyle birlikte
sergileniyor.

Biz İstanbul’da büyük
sanat koleksiyonları özel müzelere dönüşecek diye
beklerken, Ankara sürpriz yaptı. Küçük ama iddialı
bir müze, Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi 14
Mart’ta açılıyor.
Eski Ankara’dan yadigar
yegane yer olan Ankara Kalesi’nin hemen dibinde
kurulan müze, Yüksel Ermitan’ın iki bin parçalık
arkeoloji koleksiyonunun üzerine bina edilmiş.
Yüksel Erimtan, 1960’lardan bu yana Türkiye’de daha
sonra yurt dışında büyük inşaat projeleri
gerçekleştirmiş Gama Grup’un kurucusu. Gençliğinde
bir kuyumcuda gördüğü yüzük taşlarını almış ve
arkası gelmiş. Belli ki koleksiyonculuk önemsediği
bir uğraş olmuş, 1996’da kurduğu Kültür Varlıkları
Koleksiyoncular Derneği’nin başkanı. Derken,
birikimini herkese açmaya karar vermiş ve bu müze
için işe koyulmuşlar.
Erimtan Arkeoloji ve
Sanat Müzesi, Hisar Meydanı’nda yani Ankara
Kalesi’nin hemen girişindeki üç eski yapı
dönüştürülerek yapılmış. Vaktiyle depo olarak da
kullanılan, çökmüş yapıları Kültür Bakanlığı’ndan 25
yıllığına kiralamışlar. Yerine de hem o eski
yapılarla, hem kendi koleksiyonuyla, hem de
bulunduğu çevreyle diyalog kuran yepyeni bir müze
binası inşa etmişler. Toplam maliyeti 10 milyon
lirayı bulmuş. Mimari projeyi Ayşen Savaş, Can Aker
ve Onur Yüncü birlikte hazırlamış. Kale duvarlarını
çağrıştıran taş cephesi, saat kulesine bakan dar
pencereleri, teşhire uygun büyük tek bir iç alanı,
Ankara manzaralı terasıyla kafe ve toplantı
salonları da bulunan bir yapı. İlk bakışta mütevazi,
arkasındaki uzun çalışmayla iddialı. Yapı ve müzenin
kendisi, koleksiyonun önemli bir bölümünü oluşturan
Roma dönemiyle de diyaloğa giriyor. Müze duvarları,
tıpkı Roma döneminde olduğu gibi yazılarla
döşeniyor. Hele devasa bakır kapısı… üzerindeki
yazılarla insana düşsel bir Roma sarayını, hatta
tapınağını çağrıştırıyor. Terasa bakan nişlere
yerleştirilmiş Roma taklidi yeni heykeller dışında
tamamen iddiasına uygun şıklıkta bir yapı.
Müzede Erimtan
koleksiyonunun hemen hemen tamamı sergileniyor. MÖ
3000 yılına tarihlenen Hitit eserleri de Bizans’tan
kalanlar da var. Mısır mezar resimleri
diyebileceğimiz fayrum portreleri, takılar, Roma
döneminden kalma çok sayıda mutfak eşyası, testiler,
kaplar, cam kadehler, hatta salyangoz yemek için
üretilmiş özel kaşıklar sergileniyor. Çeşitli
amaçlara hizmet etmiş küçük cam şişeler, kadınların
belini süsleyen kemerler, kullandıkları cımbızlar
bir başka köşeyi oluşturuyor. Çekmecelerde küçük
heykeller ve süs eşyaları var, çekip bakıyorsunuz.
Ya da bir köşede Roma döneminde olduğu gibi U
şeklinde dizilmiş üç tane uzanma koltuğu duruyor.
İsterseniz üzerine uzanıp filmlerden aşina olduğumuz
Roma ziyafet sahnelerinden birini hayal
edebiliyorsunuz.
Koleksiyonun önemli
kısmı Hellenistik ve Roma döneminden kalma yüzük
taşlarıyla sikkeler. Sikkeler dikey çekmecelerde
sergileniyor. Vaktiyle bir defineye ait olan 21
altın sikke ise hemen yanında kırık bir küple
sergileniyor. Bütün bir Anadolu’nun define bulma
hayalinin gerçekleştiği nadir anlardan birinin ve
Türkiye’deki özel arkeoloji koleksiyonlarının
simgesi olarak, orada meraklı gözleri bekliyor.
Erimtan Koleksiyonu, bir
iş adamının beğenisi ve merakıyla oluşmuş. Arkasında
eski uygarlıklara duyulan hayranlık, ilgi ve
onlardan kalanlara sahip olmak, korumak, bir araya
getirmek fikri var. Sonraki aşama ise, başkalarıyla
paylaşmak. Dolayısıyla bu müze, mimar Ayşen Savaş’ın
da söylediği gibi bir tür aydınlanma projesi, bir
‘nadire odası’ (curiosity cabinet). Sergiye her ne
kadar dokunmatik ekranlar, pleksiglas panolar eşlik
ediyorsa da aslında eski müzeler gibi, eserler
tematik olarak gruplandırılmış. Koleksiyon ise
‘donmuş’. Yani yeni alımlar yapılmayacak,
büyümeyecek, değişmeyecek. Peki müze nasıl
yaşayacak?
Tabii ki süreli
sergilerle. Müzenin müdürü Emin Mahir Balcıoğlu
günümüz müzecilik anlayışına uygun biçimde, yaşayan
bir kültür merkezi olarak işlev göreceklerini
anlatıyor. Toplantı salonu farklı kurumların da
kullanımına açık olacak, süreli sergiler ve eğitim
programları düzenlenecek. Eğitime çok önem
veriyorlar, farklı yaş gruplarından çocuklar ve
gençler için programlar oluşturmuşlar. Sanırım bu
konuda İstanbul Modern’in başarısını örnek
alıyorlar. İlk geçici sergi ise Alev Ebüziya’ya
ayrılmış. Tanınmış seramik sanatçısının kendisine
has kapları, yıllar önce İslam Eserleri Müzesi’ndeki
sergisinde olduğu gibi, uzun bir masanın üzerine
yerleştirilerek sergileniyor. Bu kez, antik nesneler
de Alev Ebuziya’nın işlerine eşlik ediyor. Müzenin
kimliği bakımından iyi bir açılış sergisi. Ardından
Murat Germen’in kent fotoğrafları ve Türkiye’nin en
büyük güncel sanatçılarından biri olan Sarkis’in
sergilerini açmayı planlıyorlar. İlerleyen aylarda
konserler de düzenlenmesi de düşünülüyor. Yani,
Erimtan, Anakara kültür ortamında kendine iyi bir
yer edinmeye kararlı. Ankaralılara duyurulur…
Radikal, Yazı: Cem
Erciyes, 06.03.2015
|
KUSAMA VE WARHOL MÜZAYEDEDE
Christie’s Müzayede Evi, 26 Mart tarihinde “Savaş
sonrası dönem ve Güncel Sanat” konseptli bir
müzayedeye ev sahipliği yapacak.
Müzayedede değerleri 700 sterlinden 300 bin
sterline kadar değişen toplam 194 sanat eseri satışa
sunulacak. Satışa çıkarılacak eserler arasında Japon
sanatçı Yayoi Kusama, Koreli sanatçı Kim
Tschang-Yeul’nun yanı sıra Otto Piene, Andy Warhol,
Lucy Mckenzie, Dexter Dalwood gibi isimlerin
eserleri bulunuyor.
Milliyet, 06.03.2015
|
"IŞİD, NİMRUD'U ÖNCE YAĞMALADI, SONRA YIKTI"
Irak ve
Suriye'nin bazı bölgelerini kontrol altına almış
olan IŞİD'in Milattan Önce 13. yüzyıldan kalma
Nimrud'u dün yıkmaya başladığı bildirilmişti.
UNESCO'nun Irak sorumlusu Axel Plathe, bu
gelişmeyi Irak'ın mirasına yönelik korkunç
saldırılardan bir başkası diye nitelerken, Iraklı
arkeolog Lamia al-Gailani, "Tarihimizi siliyorlar"
dedi.
Musul'un 30 kilometre güneydoğusunda bulunan
Nimrud'daki arkeolojik eserlerin birçoğu başkent
Bağdat ile Irak dışındaki müzelere taşınmış olsa,
bölgede hala çok önemli eserler yer alıyordu.

Kanatlı Boğalar gibi bazı Nimrud eserleri
Bağdat'taki Ulusal Müze'ye taşınmıştı
Nimrud'un tahrip edilmesi girişimi, Taliban
güçlerinin 2001'de Afganistan'daki Bamiyan
heykellerini yıkmasına benzer bir 'kültürel
barbarlık'' olarak görülüyor.
Nimrud geniş bir alana yayıldığından tamamiyle
yok edilip edilmediği bilinmiyor.
Ancak yerel bir aşiret kaynağı, Reuters haber
ajansına, "IŞİD üyeleri Nimrud arkeolojik kentine
gelip değerli eserleri yağmaladı; sonra da alanı
yerle bir etme işine girişti. Heykeller, duvarlar ve
bir kale tamamen tahrip edildi" dedi.

'Keşke bu bir
karabasan olsaydı'
Dr. Gailani BBC'ye yaptığı açıklamada "Nimrud,
biz Iraklılar için ve bir arkeolog olarak benim için
en önemli alanlardan biridir. Bugüne dek ayakta
kalmış pek çok şey, kabartmalar, heykeller, ünlü
kanatlı boğalar vardı. Ne yaptıklarını bilmiyorum.
Tarihimizi siliyorlar. Keşke bu sadece
uyanabileceğim bir karabasan olsaydı. Bunu niçin
yaptıklarını anlayamıyorum" dedi.
Nimrud'daki eserlerin tapınma amaçlı olmadığını,
Irak'ın kimliğinin bir parçası olduğunu söyleyen Dr.
Gailani, Asurluların dünyaya ait bir uygarlık
olduğunu belirterek, "İnsanın tarihi vardır. Biz
hayvan değiliz. Hayvanlar bilmez tarihlerini. Biz
ise biliriz ve aramızdaki fark da budur" dedi.

Irak kültürünün korunması konusunda uzman
arkeolog Nineveh Yakou da, Nimrud'un pek çok
bakımdan dünya için önem taşıdığını kaydetti ve
"Çoğu insan ilk merceği Hollandalıların keşfettiğine
inanır. Oysa mercek 3000 yıl önce keşfedildi ve
Nimrud'da bulundu. İşte böyle bir tarih bizim
elimizden alınıyor. Artık kimse erişemeyecek bunlara
bir daha. Bu küresel bir kaygı. Ve küresel düzeyde
ele alınmalı; yalnızca arkeologların ve tarihçilerin
kaygı duyduğu bir konu olmamalı." dedi.
İngiltere Irak Araştırmaları Enstitüsü başkanı
John Curtis de, Nimrud'un Irak'ta en iyi şekilde
korunmuş Asur şehri olduğunu belirterek bu yapılanın
tüm dünyanın kültür mirasına yönelik korkunç bir suç
olduğunu söyledi.
BBC Türkçe, 06.03.2015
|
2,8 MİLYON YILLIK İLK İNSAN FOSİLİ!
Etiyopya’nın Afar bölgesinde, tarihte yaşayan ilk
insanlardan birine ait olan çene kemiği fosili
bulundu.
Fosil, 2013 yılında Chalachew Seyoum isimli
Etiyopyalı öğrenci tarafından bulunmuştu. İlk
insanların 2 milyon 350 bin yıl önce yaşadığını
düşünen araştırmacılar bu gelişmeyle birlikte,
Australopitekus türü ile modern insan ve yakın
atalarının arasındaki boşluğun doldurulduğunu
düşünüyor.
Milliyet, 06.03.2015
|
|
PARİS'TE EKOLOJİK AYAK İZİNİ AZALTMAK İÇİN EYFEL
KULESİ YENİLENİYOR
1887'de,
inşa edildiği ilk yıllarda Parisli sanatçılar,
yazarlar, mimarlardan büyük tepki gören ancak bugün
Paris'in simgesi konumundaki Eyfel Kulesi şimdilerde
yeni işlevlerle donatılıyor.

Gustav Eiffel'in tasarladığı yaklaşık 270 metre
uzunluğundaki bu kule, bazı kesimler tarafından
beğenilmese de bir mühendislik harikası olarak
değerlendirilmiş ve bugüne kadar radyo televizyon
vericisi, billboard, kaykay pisti ve bungee jumping
platformu gibi farklı işlevlere bürünmüştü.
Şimdilerde Paris İklim Planı çerçevesinde yüksek
çevre kalitesinin hedeflendiği kentte ortaya koyulan
projelerden biri de Eyfel Kulesi'nin yenilenebilir
enerjileri destekleyecek şekilde yenilenmesi oldu.

Düşey akslı rüzgar türbinlerinin eklenmesiyle
kulenin etrafındaki ticari mekanlar için yılda
10.000 kw enerji yaratılmış olacak. Bunun dışında
LED aydınlatmalarla ışıklandırılan kuleye, bir güneş
panelleri eklendi ve bir de yağmur suyunun geri
dönüşümünü sağlayacak sistem kuruldu.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 05.03.2015
|
TARİH ÖNCESİNE AİT MABED BULUNDU

Lübnan'ın Sayda kentinde eş zamanlı yürütülen
arkeolojik kazı ve müze inşası sırasında MÖ
1300'lerde inşa edildiği sanılan Kenanilere ait bir
mabet bulundu.

Lübnan Kültür Bakanlığı Eski Eserler Müdürlüğü
ile 1998'den bu yana Sayda'da kazı çalışmaları yapan
İngiliz arkeoloji heyeti, Sayda'nın El-Ferir
çukurunda MÖ 1300'de yapıldığı tahmin edilen
Kenanilere ait bir mabedi gün ışığına çıkardı.

İngiliz arkeoloji heyeti Başkanı Claude Doumit
Serhal, Sayda'da yapılacak müzenin inşaası ile
arkeolojik kazılar yapan ekiplerinin ortak
çalışmaları sırasında, Kenanilere ait bir mabede
ulaşıldığını ifade ederek, mabedin tamamen ortaya
çıkması için kazı çalışmalarının acilen
hızlandırılması gerektiğini vurguladı.

Mabedin tüm odalarının yerin altında olduğuna
dikkati çeken Serhal, "Bu bulgu, mabedin, Es-Saydavi
topluluklarından özel bir cemaate ait olduğu
ihtimalini arttırıyor.

Eskiden dini ritüeller günümüzdekinin aksine
gizli yapılırdı. Şimdi cami veya kilise inşa edilse
herkesin gözünün önünde olacak şekilde yapılıyor.

Bu tür dini ritüellere ait bazı bulguları
Suriye'nin kuzeyindeki Alalah bölgesinde de
bulmuştuk" ifadesini kullandı.

Serhal, Sayda'da MÖ 3 bin yılına ait eserler
bulunduğuna işaret ederek, mabet hakkında şu
bilgileri verdi: "MÖ 6'ncı asrındaki Persler
dönemine ait olduğu bilinen taşlarla kapatılmış
mabet yerin altında iyi durumda idi, herhangi bir
zarar görmemiş. Mabedin duvarlarının yüksekliği 4,5
metre, genişliği 7,5 metre büyüklükte taşlarla
örülmüş."

Arkeolojik kazı ekibinin şu anda Sayda tarihini
yeniden yazdığını ifade eden Serhal, "Çalışmalar
sırasında Yunanistan, Mısır, Kıbrıs'ın yanı sıra
Türkiye'den Sayda'ya getirilmiş tarihi eserler de
bulundu. Ulaşılan eserler arasında Akdeniz
bölgelerindeki en eski eser diyebileceğiz parça ise
Girit Adaları'ndan Sayda'ya getirilmiş.

17 yıldır bölgede yapılan çalışmalar, Akdeniz
havzası ülkeleri arasında ticaret yapıldığına işaret
ediyor" dedi.

Serhal, Sayda'da 5 bin senelik binlerce tarihi
eserin sergileneceği müzenin inşaatına
başlanıldığını dile getirerek, konu hakkında şu
bilgileri verdi: "Akdeniz bölgesinin farklı
yerlerinden gelecek çeşitli eserlerin yer alacağı
müze, Ortadoğu'da nadir olarak rastlanacak
mekanlardan biri olacaktır. Birkaç kattan oluşacak
müzede tarihi eserlerin yanı sıra yerin altından
üstüne doğru çıkan bir merdivenle asırlar arasında
tarihi bir yolculuğa çıkıp, MÖ 4 bin yıllarından
orta çağda inşa edilen kadim Sayda'nın duvarlarına
ulaşacak."

Yeni Şafak, 06.03.2015
|
ANTİK İYON YOLU YENİDEN HAYAT BULACAK

İzmir Büyükşehir Belediyesi, tarihteki 6 İyon kentini
birbirine bağlayacak 350 kilometrelik "tematik
yol" için ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla
birlikte saha çalışmalarına başladı. Projede ana
hedef Yarımada’nın tanıtımı olarak belirlendi.
İzmir’in tanıtımına katkı ve yerelde
kalkınma hedefleri doğrultusunda çalışmalar
yürüten İzmir Büyükşehir Belediyesi, kentin
güneybatı aksında kurulmuş 6 antik İyon kenti;
Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenai ve
Erythrai’yi birbirine bağlayarak, Karaburun
yarımadasını saracak "tematik yol" için alan
çalışmalarına başladı. Yürüyüş, bisiklet, tarih,
bağ, zeytin ve deniz olmak üzere 6 rotada
oluşturulacak İyon Yolu’nun bisiklet rotası ile
Eurovelo Avrupa Bisikletli Turizm ağına, bağ
rotası ile Wine Cities ağına, zeytin rotası ile
Gurme Şehirler ağı Delice ve Slow Food’a dahil
olması öngörülüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi,
düzenlenecek ultra maratonlar, macera,
orientiring, bisiklet, su sporları yarışları ve
bölgeye özgü tematik şenlik/festivallerle 350
kilometrelik rotaya ulusal ve uluslararası
nitelik kazandırmayı hedefliyor.
Selçuk Efes’ten
başlayarak Çeşme Ildır- Erythrai’ye oradan Mimas
hattı ile Karaburun’a ulaşacak olan "ana rotaya"
tali güzergahlar da eklenerek bölgenin tarihsel,
doğal ve sosyokültürel değerleri tanıtılacak ve
yerinde görülmeleri sağlanacak.
İyon Yolu güzergahının
belirlenmesi amacıyla, ilgili sivil toplum
örgütlerinin katıldığı veri toplama çalışmaları
başladı. 12 dağcılık kulübünün katılımıyla
oluşturulan 8 ekip, haftanın değişik günlerinde
sahada rota belirleme ve veri toplama çalışmalarını
yürütüyor. Aynı şekilde zeytin rotası için Ekolojik
Yaşamı Destekleme Derneği, bisiklet rotası için de
bisiklet dernekleriyle çalışmalar devam ediyor.
MOBİL REHBER
Saha çalışmalarının
sonucunda belirlenen rotalar uluslararası
standartlarda işaretlenerek, yönlendirici tabela ve
bilgilendirici levhalarla donatılacak. Hazırlanacak
el kitabı, haritalar ve web sayfasında yolun
tanıtımı yapılırken, hazırlanacak mobil rehber
uygulamasıyla da rotayı kullanmak isteyenlere online
bilgilendirme hizmet sunulacak.
DOĞAYA KAÇIŞ
İyon Yolu, dünyada
alternatif turizm odaklı çalışmalar arasında olan
doğa sporları temeline dayanması nedeniyle, bölgede
yeni bir turizm profili oluşmasına da olanak
sağlayacak. Doğa sporcuları, izcilik kulüpleri,
bisiklet kulüpleri, su sporları, zeytin ve bağ
üretim alanlarına ilgi duyanların çekim merkezi
olacak proje, hazırlanacak kamp ve rekreasyon
alanlarıyla da İzmirlilere günübirlik "doğaya kaçışö
imkanı yaratacak.
BÖLGE HALKINA EK
GELİR
Çeşme, Kuşadası, Efes
merkezli tarih ve deniz turizmi için bölgeye gelen
turistlerin en az 1 veya 2 günlük turlarla İyon
Yolu’na gelmeleri sağlanarak kırsalın yerelde
kalkınması için önemli bir adım atılacak. Rotanın
geçtiği köylerde kamp alanları, pansiyonculuk ve
günübirlik hizmetler için küçük aile işletmelerinin
kurulması desteklenerek köylüye yeni iş alanı ve ek
gelir sağlanması hedefleniyor. Köylerde üretici
pazarı, köy pazarı veya yeryüzü pazarı niteliğinde
pazarlar kurularak ve şenlikler organize edilerek
"tüketicinin üreticinin ayağına götürülmesi" de
hedefler arasında yer alıyor.
Hürriyet, 06.03.2015
|
HAZİNEDAR KÜREĞİ
SATILIYOR, VAR MI ALAN!
Alif Art’ın hafta sonu
yapılacak müzayedesi ilginç bir satışa sahne olacak.
Şimdiye kadar hiçbir müzayedede görülmemiş bir eser
satışa sunuluyor.
Sultan IV. Mehmed’in
(1648-1687) Hazinedarı Mustafa Ağa’ya ait
“Edirnekari, Murassa,
Hazinedar küreği” 400.000 TL muhammen
bedelle açık artırmaya çıkarılacak. 8 Mart 2015
Pazar günü saat 14.30’da The Ritz-Carlton İstanbul
Balo Salonu’nda yapılacak Cenap Yazansoy Hat
Koleksiyonu Müzayedesi’nde “Hazinedar Küreği”
dışında Osmanlı dönemine ait önemli hat eserleri ve
tablolar yer alıyor. Müzayedenin başyapıtı; İzmir
Milletvekili Mustafa Kamil Dursun için özel
siparişle ünlü ressam Şevket Dağ’a yaptırılmış ve
bugüne kadar aynı koleksiyonda muhafaza edilmiş
“Ayçiçekleri” isimli iki adet tablo da 300.000
TL’den açık artırmaya sunulacak. Müzayedenin ilk
bölümünde ise Osmanlı döneminin ünlü hattatlarından
Raşid Eyyubi’nin torunu olan ve aynı zamanda kendisi
de çok önemli bir koleksiyoner olan Cenap Yazansoy’a
ait 57 eserden oluşan hat koleksiyonu toplam 550.000
TL muhammen değerden artırmaya çıkacak. Koleksiyonun
en dikkat çeken eseri 18. yüzyılın önemli hat
hocalarından “Saray-ı Sultani Hat Hocası Derviş
Ahmed Bin Mehmed Tokadi” ketebeli ve 1699 tarihli
Kur’an-ı Kerim.
Zaman, 06.03.2015
|
İMPARATOR HEYKELİNİN BAŞI İLE GÖVDESİ, 9 YIL SONRA
BULUŞACAK

Balıkesir'in Marmara
İlçesi'ndeki Saraylar Açık Hava Müzesi'nden
2006 yılında Almanya 'ya
kaçırıldıktan sonra geri getirilen 1800 yıllık
olduğu belirtilen imparator heykelinin başı,
gövdesiyle birleştirildikten sonra Bandırma
Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek.
Alınan bilgiye göre, Saraylar Açık Hava
Müzesi'nde sergilenen 1800 yıllık imparator
heykelinin başı, gövdesinden ayrılarak 2006'da
Almanya'ya kaçırıldı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığının yaptığı girişimlerle yeniden Türkiye 'ye
getirilen heykelin başı, gövdesiyle birleştirilecek.
Bandırma Arkeoloji Müdürü Tülin Tan, Roma
dönemine ait heykelin başının, gövdesiyle
birleştirilmesinin ardından müzede sergileneceğini
belirterek, "Müzemiz, çok önemli bir tarihi yapıta
kavuşacak. Heykelin, yeniden birleştirilip,
sergilenmeye başlamasının ardından arkeoloji
meraklılarının ilgisini çekeceğini düşünüyoruz"
dedi.
Radikal, 05.03.2015
|
MOZAİKLER ÇİMENTODAN ÇIKTI

Geçen yıl aralıkta
açılışı yapılan Hatay Arkeoloji müzesinin teşhir
projesini üstlenen restoratörler binlerce
metrekarelik mozaiklerin nasıl kurtarıldığını
anlattı. Çalışmalar sırasında Fransa’dan, ABD’den,
İngiltere’den arşivler incelendi, mozaiklerin
yurtdışındaki parçalarına ulaşıldı.
Milliyet Gazetesi'nden
Lora Baytar Çapar'ın
haberine göre Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 28
Aralık’ta açılışını yaptığı, 10,700 metrekare
sergileme alanı ile şu anda Türkiye’nin en büyük
müzesi konumunda olan
Hatay Arkeoloji
Müzesi, 19 Şubat’ta Adana Rehberler
Odası Çukurova Turizm Ödülleri kapsamında yılın
müzesi seçildi.
Bu vesileyle müzenin teşhir ve tanzim projesini
üstlenen Reskon Mimarlık’tan Restoratör
Celaleddin Küçük ve Mine Yar ile bir müzenin
doğuşunu anlattı.
Uzun bir zaman alan restorasyon
çalışmasının zorlukları nelerdi?
Antakya mozaikleri dünyada en çok bilinen ve en
iyi tanınan mozaikler. Antik dönemde bir Antakya
mozaik okulu vardı. O okuldan gelmiş mozaiklerin
restorasyonunu yapıyoruz ; bu ciddi bir
sorumluluk. Bizi sıkıntıya sokan özellikle
yüzyılın başından, 1970’li yıllara kadar süren
bütün dünyada yaşanan restorasyon anlayışı oldu.
O dönemde mozaikler, arkasına çimento dökülerek
restore edilip sergileniyordu. Antakya
mozaikleri de 1932-38 yılları arasında beton
dökülerek restorasyonu yapılmış mozaikler. Yani
elimizde 1400-1500 metrekare arkasında çimento
dökülmüş ve çimentonun tüm olumsuzluklarını
yaşamış mozaikler mevcut. Tüm dünya müzeleri
için ciddi bir sorun teşkil eden bir şeye
kalkıştık ve mozaikleri çimentodan kurtarmaya
başladık. Mozaiklerin yeni harcı ise antik
dönemde kullanılan kireç, kum ve taş tozundan
oluşan, geri dönüşümlü ve esere hiçbir şekilde
zarar vermeyen 2000 yıllık denenmişliği olan bir
malzeme.
Restorasyonu bitip müzede sergi alanına
yerleştirilen bir eser geleceğe nasıl teslim
ediliyor?
Bugüne kadar müzelerin en büyük sorunu eserlerin
restorasyonunu ve bakımını yapacak ekiplerin
olmamasıydı. Ancak geçen yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığı bölge laboratuvarları oluşturmaya
başladı ve her bölgeye bir grup restoratör
gönderdi. Tüm eserlerin periyodik bakımının
yapılması birkaç ayda bir kontrol edilmesi,
bozulma söz konusu olduğunda zamanında müdahale
edilmesi lazım, bunları giderecek olan altyapıyı
bakanlık oluşturdu. Dolayısıyla gelecekten çok
fazla endişeli değilim. Eskiden eserler müzeye
konduktan sonra korundukları düşünülür ve
yıllarca kimse onlara bakmazdı. Üzerinde bir
karış toz birikir ama sorumluluğu üstlenecek
uzaman olmadığı için kimse esere dokunmazdı.
bugün öyle değil onlarla ilgilenip durumlarını
gözleyecek ve gerekirse müdahale edecek uzmanlar
var.
120 HEYKEL SERGİLENECEK
Müzede şu an, 10 ayrı alan canlandırması, 86
heykel, 6 sütun ve sütun başlığı, 1340 metrekare
mozaik, yazıtlar, steller, mil taşları, 6 maket,
55 vitrin içerisinde çok sayıda metal, seramik
ve cam eser sergileniyor. 2015 yılı sonunda
proje tamamlandığında, 120 tane heykel, yaklaşık
3500 metrekare mozaik, 90 adet vitrinde çok
sayıda eser, lahit salonu, mozaikli alan
canlandırmaları, heykel sergi salonları ve
Kurtuluş Caddesi canlandırması yer alacak.
Müzenin birinci etabı artık ziyarete açık ancak,
ikinci etap için çalışmalar halen devam ediyor.
TAŞLAR YOK OLUYORDU
Çimento çok sert bir malzeme olduğundan
tesseraların (mozaiği oluşturan taşların)
kırılmasına ve parçalanmasına yol açıyor. Nemle
birleştiği zaman içindeki kullanılan demirler
paslanıyor, paslarla birlikte yüzeye pas
lekeleri çıkıyor nemle birlikte çimentonun
içerisinde bolca bulunan tuz yüzeye çıkıyor ve
tesseraların yok olmasına sebep oluyor. Bak
ıldığı zaman mozaik tam gibi gözüküyor ama çok
büyük eksikler olduğunu görü lüyor. Geçmişte
Antakya mozaiklerinin neredeyse tamamının
üzerine kat kat vernik sürülmüş, yağıboyalarla
mozağin bozulan yerleri tamamlanmış. Onlar
temizlendiğinde çok farklı bir görüntü ortaya
çıkıyor. Varmış gibi görünen birçok şeyin
aslında olmadığını görüyorsunuz.
PRINCETON ÜNİVERSİTESİ ARŞİVİNDEN
YARARLANILDI
Hatay Arkeoloji Müzesi ’nin nasıl oluştuğunu
Reskon Mimarlık’tan Restoratör Mine Yar
anlattı: “Bakanlığın hedefi bir dünya müzesi
oluşturmaktı . Bu proje Bakanımızın, Genel
Müdürümüzün ve Valimizin üzerinde titrediği ve
bizzat ilgilendikleri bir proje.
Sergileme çalışmalarına başlamadan önce eski
müzede bulunan mozaikle rin ölçülerinin farklı
olduğunu, bazı parçaların müze depolarında
bulunduğunu fark ettik. Bu nedenle işe araştırma
yaparak başladık. Bölgede kazı yapan yabancı
hocaların danışman olduğu uluslararası bir
ekiple çalışıyoruz. Ekipte Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Hatay Valiliği, Adana Rölöve ve
Anıtlar Müdürlüğü, Hatay Müzesi Müdürlüğü, Türk
ve yabancı danışman hocalarımız yer alıyor.
Mozaikler ile ilgili yayınları topladık.
Tesadüfen bizim çalışmaya başladığımız tarihte
Louvre Müzesi’nde de 2013 Aralık ayında açılan
Antakya mozaikleri sergi ve sempozyumuna
katıldık. Bu sayede mozaikler ile ilgili son
yayın ve bilgileri aldık.
Mozaiklerin yurtdışındaki parçalarına ulaştık,
bu sayede tüm mozaikler, kazı alanındaki
planları üzerine oturtuldu. Ayrıca Fransa’dan,
ABD’den, İngiltere’den arşivler incelendi,
fotoğraf ve 1930’lı yıllarda çekilmiş olan ve
moza ik kazılarını gösteren bir film alındı. Bu
konuda Princeton Üniversitesinin arşivine
teşekkür etmek isterim. Tüm bunlar
oluşturulduktan sonra restorasyon aşamasına
geçtik.
Burada söz konusu olan sadece mozaikler değil.
Heykeller, mimari parçalar, cam, taş, küçük
eserler... Binlerce eserden bahsediyoruz. Bu
anlamda dünyada örneğine çok az rastlanacak ve
bu güne kadar yapılmış en kapsamlı restorasyon
projesinden söz ediyoruz.”
Ntv, 05.03.2015
|
ROMA VE OSMANLI DÖNEMİNE AİT TARİH ESERLERİ SATMAK
İSTERKEN YAKALANDI
İzmir’in
Karşıyaka
İlçesi'nde,
Roma ve Osmanlı dönemlerine ait tarihi eserleri
satmak isteyen şahıs polis tarafından yakalanırken
ifadesi alındıktan sonra savcı tarafından tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı
İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla
Mücadele Şube Müdürlüğü Kültür ve Tabiat Varlıkları
Kaçakçılığı Büro Amirliği ekipleri, kent genelinde
tarihi eser kaçakçılığının önlenmesine yönelik
olarak yapılan çalışmalar kapsamında,
İ. K isimli şahsın elinde çok sayıda tarihi eser
bulunduğunu tespit etti. Tarihi eserleri İzmir’de
satışını yapmaya çalışması üzerine harekete geçen
poli, Karşıyaka İlçesi'nde İ. K isimli şahıs tespit
ederek şahıstan toplam 50 adet tarihi eser ele
geçirdi.
ROMA VE OSMANLI DÖNEMLERİNE AİT
Tarihi eserler ile ilgili olarak İzmir Müze
Müdürlüğü görevlilerince yapılan incelemeler
sonucunda Roma dönemine ait;24 adet pişmiş toprak
Unguentarium (gözyaşı şişesi), 7 adet pişmiş toprak
Kase, 2 adet pişmiş toprak Tabak, 1 adet pişmiş
toprak
Kandil, 1 adet pişmiş toprak Guttus, 1 adet cam
Vazo, 1 adet bronz Pazubent, 5 adet pişmiş toprak
Tek Kulplu Testi, 2 adet pişmiş toprak Vazo, 1 adet
pişmiş toprak Askos, 1 adet pişmiş toprak Emzikli
Kap, 1 adet pişmiş toprak Çift Kulplu Testicik ele
geçirildi. Ayrıca Osmanlı dönemine ait, 1 adet
pişmiş toprak Barutluk, 1 adet pişmiş toprak Sırlı
Testi olmak üzere toplam 49 adet tarihi eserin 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kapsamında
olan orijinal tarihi eser olduğu, 1 adet pişmiş
toprak Erkek Büstünün ise sahte olduğu tespit
edildi. İ.K. isimli şahıs hakkında 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa
Muhalefet suçundan yasal işlem başlatılırken,
şüpheli ifadesi alındıktan sonra Cumhuriyet
Savcısının talimatına doğrultusunda tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Milliyet, 05.03.2015
|
ŞANLIURFA MOZAİKLERİ HALIYA İŞLENECEK
Şanlıurfa
Valiliği ile Han Halı Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi arasında vatandaşların niteliklerini
artırmak ve belge almalarını sağlamak için
düzenlenecek halı dokuma kurslarına ilişkin protokol
imzalandı.
Valilik makamında düzenlenen imza törenine,
AKP Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu,
Vali İzzettin Küçük, İl Milli Eğitim Müdürü Metin
İlci ve Han Halı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
Yönetim Kurulu Başkanı Nurhan Ör katıldı.
Milletvekili Karahan Uslu'nun girişimleriyle
başlatılan projeyle Şanlıurfa'daki mozaikler
halılara işlenerek hem tanıtılacak hem de kadınlara
istihdam alanı oluşturulacak.
Karahan Uslu, imza törenin ardından yaptığı
açıklamada, Şanlıurfa'nın tarihi ve dokusuyla
dünyada sayılı şehirlerden birisi olduğunu söyledi.
Şanlıurfa'nın dünyada eşi ve benzeri olmayan
mozaiklere ev sahipliği yaptığını belirten Uslu, "Bu
projeyi paylaştığımda bir hayali gerçekleştirmenin
mutluluğunu yaşadım. Bu proje sadece kadın istihdamı
projesi ya da sadece bir el sanatları ayağa kaldırma
projesi değil. Aynı zamanda Şanlıurfa'nın turizm ve
kültür değerini artırmak adına mozaiklerimizi ilk
defa ipek halılara işleyerek dünyada seçkin evlere
sunmak için gerçekleştirilen bir proje. Kültür ve
Turizm Bakanlığından izin almamız halinde yeni
açılacak müzede küçük bir iş yerinde halılarımızı
sergileyebileceğiz. Şehre gelen turistlere burada
küçük ipek halılara işlenmiş mozaikleri tanıtmış
olacağız" dedi.
Vali Küçük ise halk eğitim bünyesinde
başlatılacak projenin sadece istihdam sağlanmaya
yönelik olmadığını, projenin aynı zamanda kentteki
kültürel değerlerin tanıtıma büyük katkı
sağlayacağını kaydetti.
Projede Suriyeli kadınların da istihdam
edilmesinin planlandığını anlatan Küçük, "Ücretle
sınırlı bir iş değil bu, kadınlar beli bir eğitimden
sonra bir sanat sahibi olacak. Kadınlar hayatlarında
her zaman kendilerini güçlü kılacak sanat sahibi
olacak" şeklinde konuştu.
Konuşmaların ardından Küçük, günün anısına Han
Halı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi Yönetim
Kurulu Başkanı Ör'e fincan takımı hediye etti.
Radikal, 05.03.2015
|
EVLE BİRLİKTE SATILIK YERALTI ŞEHRİ

Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden
Kapadokya bölgesindeki
Derinkuyu
İlçesi'nde, Veli (55) ve Durmuş Ali
Demir (53) kardeşler, altında tarihi
yer altı şehri bulunan 700 metrekare alana sahip
evlerini 900 bin liraya satışa çıkarttı.
İlçede çiftçilikle uğraşan Durmuş Ali Demir, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Bayramlı
Mahallesi'ndeki satmak istedikleri arsa ve evin
dedelerinden miras kaldığını, paraya ihtiyaçları
olduğu için satmaya karar verdiklerini söyledi.
Derinkuyu Yer Altı Şehri ile bağlantısı var
Satılığa çıkarttıkları evi alacak kişinin evle
bağlantılı tarihi yer altı şehrinin de sahibi
olacağını aktaran Demir, "Burası 30 metre
derinliğinde 75 metre uzunluğunda bir
yer altı şehri ve evin de bir parçası.
Derinkuyu yer altı şehrine de bağlantısı var
ancak zamanla yaşanan çökmeler nedeniyle bağlantı
yolu kapalı. İçerisindeki kilisede
sütunlar, mermerler ve işaretler mevcut” diye
konuştu.
Yer altı şehrinin evin altındaki girişinin
taşlarla döşeli olduğunu aktaran Demir, girişi ve
içerisinin geniş olması nedeniyle oldukça rahat
gezilebildiğini kaydetti.
Demir, yer altı şehrinin kapısındaki tahta
kapının orijinal olduğunu öne sürerek, "Kalınlığı 5
santimetredir. Kapıdan girdiğimizde yaklaşık 50
metrekarelik alana sahip bir bölüm var. Bu odadan
koridorla diğer bölümlere geçiliyor. Birisi
dedelerimizin peynirlik olarak kullandığı diğeri de
20 metrekarelik başka bir oda. Bu odanın hemen
yanında bir kilise mevcut ve içerisinde mezarlar
bulunuyor" şeklinde konuştu.
Demir, evlerinin altındaki yaşam alanlarının
tünelle 50 metre uzaktaki ünlü
Derinkuyu Yer Altı Şehri'ne bağlandığını
belirterek, şöyle devam etti:
"Derinkuyu
Yer Altı Şehri'nin ziyarete açık olan bölümlerinde
kilise yok. Bu nedenle bizim evin altındaki bölüm
ayrı bir öneme sahip. Zamanla yaşanan çökmeler
nedeniyle yeraltı şehrine olan bağlantının bir
bölümü kapalı durumda. İçeriye iş makinesi
giremeyeceği için tamamen insan gücüyle açılması
gerekiyor."
Yer altı şehri turizme kazandırılsın
Yer altı şehrinde, Bizans, Roma ve
Hitit dönemlerinden kalan eserlere rastlamanın
mümkün olduğunu ileri süren Demir, "Biz burayı
ilçeden ya da bölgeden birine satarsak evi yıkıp
yeni bina yapacağından yani tarihi yok edeceğinden
korkuyoruz. Alacak kişinin burayı tarihi dokusunu
koruyarak değerlendirmesini istiyoruz. Ben buranın
turizme kazandırılmasından yanayım. Yıkılmadan
değerlendirilmesini istiyorum" diye konuştu.
Demir, başka girişlerden yer altı
şehrindeki kiliseye ulaşan bazı kaçakçıların
buradaki taşlara ve yazıtlara zarar verdiğini
sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı, Haber: Murat Kaya, 05.03.2015
|
BİT PAZARINDAN ÇIKAN SIR
Alman gezgin Dr. Lothar
Carlowitz'in 1966 yılından önce çektiği görüntüler
bir Türk tarafından bulundu ve büyük skandal ortaya
çıktı. Nemrut Örenyeri, Kahta ve Arsemia antik kenti
kazılarında bulunan Kommegene Kralı Antiokhos'un baş
heykeli bir Alman tarafından yurtdışına çıkarılmaya
çalışılırken yakalanmış!

Geçtiğimiz haftalarda Berlin’de bitpazarında bir
Türk tarafından bulunan ve 1966 yılından önce Alman
gezgin Dr. Lothar Carlowitz tarafından çekilen
görüntülerde Nemrut Örenyeri, Kahta ve Arsemia antik
kenti kazıları görülüyor. Arsemia’da yapılan
kazılarda Kommegene Kralı Antiokhos’un baş
heykelinin toprak altında bulunuşu ilk defa
görüntüleniyor. Görüntüde heykel başı temizlenerek
bir beze sarılıyor. Heykel başının şimdi nerede
olduğunu merak edip peşine düştük. İnanılmaz bir
hikaye ortaya çıktı.
GÖRÜNTÜLER 1966 YILI ÖNCESİ
Arkeoloji ve Sanat Dergisi editörü Nezih Başgelen
ile birlikte görüntülerin kamuoyuna yansımasından
sonra heykelin nerede olabileceğine dair kafa
yorduk. Başgelen daha önce hazırladığı " Dünya
Kültür Mirasında; Gaziantep" isimli kitapta bu
heykeli kullandığını söyledi. Film görüntülerinde
THY’nın TC–ALP uçağının kanadı görülüyor. Söz konusu
Douglas C.47 A tipi uçak THY filosuna 18.11.1946
yılında dahil oldu, 1966 yılında da filodan
çıkarılarak Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na
devredildi. Bu bilgiye göre görüntüler 1966 yılı
öncesini gösteriyor.
ALMAN PROF. DÖRNER HEYKELDEN NİYE SÖZ ETMEDİ?
Heykel başının bulunduğu Arsemia antik kentine
ilk giden 1953 yılında Alman Prof.Dr.F. Karl
Dörner’di. Görüntüler de Dörner’in kazısını
gösteriyor. Bu durumda görüntülerin tarihinin
1953–1966 yılları arasında olduğu kesin. Dörner,
1986 yılına kadar bölgede araştırma ve kazı
çalışmaları yaptı. Dörner, “Der Thron der Götter auf
dem Nemrud Dağ” isimli 1987 yılında çıkardığı
kitapta uzun yıllar yaptığı çalışmaları anlatıyor.
Daha sonra Türk Tarih Kurumu tarafından Türkçe'ye
çevrilen kitapta birçok buluntudan söz edilirken
Antiokhos’un heykel başından tek kelime edilmiyor.
Hatta Arsemia’da bulunan bir kadın başının hikayesi
kitapta anlatılmasına ve heykelin Adıyaman Müzesi’ne
teslim edildiğinden söz edilmesine rağmen Antiokhos
başı yer almıyor.
MÜZEDEKİ DOSYA KAYBOLDU!
Bu tarihi geçmiş bilgilerin ışığında heykelin
izini Gaziantep Zeugma Müzesi’nden sürmeye başladık.
Gaziantep Müzesi yetkilileri eserin müzeye nasıl
geldiğini bilmediklerini 1995 yılında envantere
kaydedildiği bilgisini verdiler. Müzeye eserin nasıl
geldiğine dair dosya kayıptı! Arşivde yapılan
aramalara rağmen bulunamadı. Gaziantep Müzesi’nin
eski müdürleri ile konuştuk. Eserin müzeye 1980’li
yıllarda havaalanında yurt dışına çıkarken bir Alman
vatandaşının bavulunda yakalandığı, polis tarafından
müsadere ile müzeye verildiği bilgisine ulaştık.
Ancak bu Alman vatandaşı kim, nasıl yakalandı ve
mahkemesi ile ilgili müzedeki dosyası sırra kadem
bastı.
30 YILLIK SIR!
Olay gittikçe ilginç hale gelmeye başladı. Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden konuyla
ilgili bilgi istedik. Yaklaşık bir haftalık
çalışmaya rağmen onlar da dosyaya ulaşamadı.
Adıyaman Müzesi eski çalışanları ve müdürleri ile
konuştuk. Arsemia antik kentinde bulunan Antiokhos
başı ile ilgili müzede hiçbir kayıt ve bilgi yoktu.
Tüm bu araştırmalardan sonra eserin 1950’li
yıllardan havaalanında yakalandığı tarihe kadar
yaklaşık 30 yıl kocaman bir sırdı. Üstelik Arsemia
kazılarında çalışan Kahtalı köylülerin anlattığı
onlarca eser kaçakçılığı hikayesi var. Bu film
görüntüleri Antiokhos başının sırrı ve beraberinde
yurtdışına kaçırılan diğer eserlerin ortaya
çıkmasına vesile olabilir.
CEVAP BEKLEYEN SORULAR!
Cevap bekleyen çok sayıda soru var. Onca sene
eser nerede saklandı? Gaziantep Havaalanı’ndaki
Alman kimdi? Kazı ekibiyle ilişkisi var mıydı? Eser
yakalandıktan sonra uzun yıllar bölgede çalışan
Alman Prof. Dörner’in Türkiye’yi terk etmesi tesadüf
müydü? Dörner’in kitabında bu kadar önemli bir eseri
bulmasına rağmen söz etmemesi normal mi? Gaziantep
Müzesi’nde sergilenen eserin menşeinin bilinmemesi
için dosyayı kim yok etti? Görüntüleri çeken gezgin
Dr. Lothar Carlowitz ile eseri kaçıranlar arasında
bir bağlantı var mı?

Bugün Gaziantep Müzesi'nde yer alan eser
'ÇORAP SÖKÜĞÜ GİBİ GELİR'
Arkeoloji ve Sanat Dergisi editörü Nezih Başgelen
konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: Filmin en
ilginç ve tuhaf yönü Gaziantep Havaalanı'ndan
kaçırılırken müsadere edildiği söylenen ve bugün
Gaziantep Müzesinde olan Nemrut Dağı'ndaki sıradışı
anıtsal tümülüsü, kutsal alanı ve devasa heykelleri
yaptıran Kommagene Kralı Antiokhos başının
bulunuşunu göstermesidir. Gaziantep Havaalanı'nın
1976'da ilk kez hizmete girdiğini biliyoruz.
Müsaderenin bundan sonra olması gerek. Müzede ve
emniyette bu konuda daha sarih bilgilerin olması
gerekir. Gaziantep Müzesi 1995 yılında envanterine
geçirmiş. 1966 öncesi bulunan başın 1995'e kadar bu
süreçte nerede olduğu önemli. İlgili kazı heyeti
eğer bildirmemişse bölgede yıllardır -kazı
işçilerinden naklen- dillendirilen özellikle
Arsemia'da bulunup müzeye teslim edilmeyip zamanla
yavaş yavaş yurtdışına (Almanya'ya) yasadışı
yollardan götürülen eserler hikayeleri kısmen
doğrulanmış olacaktır. Olayı tüm boyutlarıyla ve her
yönüyle irdelemeliyiz.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.03.2015
|
İÇDAŞ'TAN TROİA KAZILARINA 1 MİLYO LİRALIK DESTEK
Çanakkale’de, merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içinde yer alan 5 bin yıllık Troia Antik Kenti kazıları için İçdaş Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım Sanayi A.Ş. ile Kazı Başkanı Prof Dr. Rüstem Aslan arasında 5 yıllık sponsorluk anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre İçdaş, Troia’daki arkeolojik kazılara her yıl için 200 bin lira olmak üzere 1 milyon liralık destek sağlayacak.
Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası Kongre ve Fuar
Merkezi’nde düzenlenen protokol imza törenine;
Çanakkale Valisi Ahmet Çınar, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Kemal Dokuz, Çanakkale Ticaret ve Sanayi
Odası Yönetim Kurulu Başkanı ve İçdaş Genel Müdürü
Bülend Engin, Troia Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.
Rüstem Aslan ve Troia Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr.
Reyhan Körpe katıldı. ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Başkanı
Prof.Dr. Rüstem Aslan ile sporspor firma İçdaş’ın
Genel Müdürü Bülend Engin beş yıllık protokole
imzayı attı. İçdaş’ın sponsorluk bedeli olarak Troia
kazılarına her yıl için 200 bin lira olmak kaydıyla
beş yıl boyunca 1 milyon liralık katkı sağlayacağı
açıklandı.
Troia Kazı Başkanı
Prof.Dr.Rüstem Aslan,
Troia’nın bir dünya kültür mirası olduğunu söyledi.
Ören Yerini dünya merkezi haline getirmek
istediklerini belirten Prof.Dr.Aslan, “Truva’da
tüm işlerin dünyanın gözü önünde yapıldığını ve
herkesin bizi izlediğini biliyoruz. Sadece
Türkiye’de değil, dünyada yapılan müze projeleri
konusunda en önemli en iddialı müzelerden birisi
olan Troia Müzesi’dir. Organizasyonu için elimizden
geleni yapıyoruz. Ören yerini de bu sürece
hazırlamak bizim görevimiz” dedi. Önemli olan
imzaların değil icraatlar olduğunu ifade eden İçdaş
Genel Müdürü Bülend Engin ise, kalıcı eserlerin
bırakılması gerektiğini ve kazılara bir milyonluk
destek sağladıklarını söyledi.
Çanakkale Valisi Ahmet Çınar da, Troia Ören
Yerinin dünya mirası olduğunu ve herkesin büyük ilgi
duyduğunu belirtti. Çınar, imzalanan sponsorluk
anlaşması ile her yıl adım adım ilerleyen kazılarla
var olan yeraltındaki değerli eserlerin ortaya
çıkarılacağını söyledi.
haberler.com, 04.03.2015
|
OSMANLI'NIN İLK DARPHANESİ KÜLTÜR MERKEZİ OLDU

Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen
"Osmanlı döneminin ilk darphanesi", kültür merkezi
niteliğiyle hizmete açıldı.
Osmangazi İlçesi Maksem Mahallesi'nde, Orhan Gazi
döneminde, 1300'lü yıllarda Osmanlı'nın ilk
paralarının basıldığı binada gerçekleştirilen
törende konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, bu yapıda eskiden para basımında kullanılan
araç ve gereçlerin sergilendiğini söyledi.
Eski darphanede Osmanlı dönemi paralarının da
görülebileceğini anlatan Altepe, şöyle konuştu:
"Tarihi darphane hem sergi salonu olarak
kullanılacak hem de kültürel bakımdan hizmet
verecek. Tramvayımız, metromuz Bursa'da üretiliyor.
Bursa artık konsept değiştirdi. 620 milyona
alacağımız aracı 320 milyona aldık. Yerli üretilen
araçlar sayesinde 320 milyon lira kara geçtik. İşte
ne diyorlar; 'Bu parayı nereden buldular?' Parayı
buradan buluyoruz. Bu şekilde teknolojiyi
geliştiriyoruz üretimi destekliyoruz. Üretimin her
alanında da öncülük yapıyoruz. Şimdiden sonra zaten
parayı bulmak kolay, darphaneyi de açtık.
'Belediyeler bir tek para basamaz' diyorlardı. Artık
para basacak darphanemiz de var."
Mahalle Muhtarı Mesut Gülaç da daha önce harabe
halinde olan mekanın restore edilmesinde emeği
geçenlere teşekkür etti.
Altepe ve beraberindekiler, açılış kurdelesinin
kesilmesinin ardından binayı gezdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Vedat Yücebaş, 04.03.2015
|
BÜYÜKŞEHİR'DEN 4 MADDELİK 'KALE' BİLDİRİSİ

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale Kültürel
Tesis Alanı üzerindeki kamulaştırmalara karşı ortaya
atılan iddiaları 4 maddede yanıtladı:
1- Kadifekale’deki kamulaştırma bölgesi,
Kurul tarafından onaylı planda “Kültürel Tesis
Alanı” olduğundan, orada konut ya da ticari
yapılanma mümkün değil!
2- Kanuna göre kamulaştırılan özel
mülkiyetler, kamulaştırma amacı dışında
kullanılamaz. Dolayısıyla rant iddiası gerçeği
yansıtmıyor.
3- Arkeolojik ve Kentsel Sit alanı
olması nedeniyle, Kadifekale’yi Uzundere, Bayraklı
ya da Ege Mahallesi gibi “yerinde dönüşüm”
bölgeleriyle kıyaslamak doğru değil!
4- Fiyat belirlenirken vatandaşın lehine
tüm şartlar zorlandı. Hemen yakın bölge için
mahkemenin verdiği kamulaştırma rakamı,
güncelleştirmelerle birlikte 642,90 TL/m². Oysa
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kültürel Tesis Alanı
için zemin birim fiyatını 680 TL/m² olarak
belirledi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 3. derece Arkeolojik ve
Kentsel Sit alanı içinde yer alan Kadifekale’deki
kamulaştırma bölgesinin, Kurul tarafından onaylı
planda “Kültürel Tesis Alanı” olarak yer aldığından,
konut ya da ticari yapılanmanın söz konusu
olmayacağını açıkladı.
Bölgenin, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 16
Ağustos 2013 tarihli kararı ile “Kültürel Tesis
Alanı” olarak planlandığını hatırlatan Büyükşehir
yetkilileri, bu planın İzmir 1 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca da
onaylandığının altını çizdi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan
açıklamada şu ifadelere yer verildi:
KEYFİYET YOK, ADALET VAR
“Kadifekale, Belediyemiz tarafından yürütülen
çalışmalarda, Antik Tiyatro alanı, Arkeoloji Tarih
Parkı ve ağaçlandırması tamamlanan heyelan bölgesi
ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmektedir.
Bu, kentimizde gerek tarih gerekse turizm
potansiyelini artırma düşüncesine yönelik önemli bir
adımdır. Kamulaştırma Kanunu’nun 23. maddesine göre,
özel mülkiyetli taşınmazlar, zaten kamulaştırma
amacı dışında kullanılamaz. Dolayısıyla, bölgede
kişi ve kuruluşlara ait herhangi bir konut ya da
ticari faaliyete yönelik bir yapılanma hakkı
verilmesi ya da hayata geçirilmesi söz konusu
değildir.
Ayrıca Belediyemiz yetki alanı içinde yapılan
kamulaştırma ve fiyat belirleme çalışmaları,
herhangi bir kurum ya da kişilerin keyfiyeti altında
değil, bu işlemlerle ilgili yasa ve yönetmelikler
çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Ayrıca söz
konusu bölge, 3. derece Arkeolojik Sit ve Kentsel
Sit alanı olarak belirlenmiş olduğundan Uzundere,
Bayraklı ya da Ege Mahallesi gibi yerinde dönüşüm
uygulanan bir ‘Kentsel Dönüşüm’ uygulama alanı
değildir.
Kamulaştırma işlemlerinde taşınmazların bedelini
belirleme çalışmaları ise kanunun belirlediği Kıymet
Takdir Komisyonu tarafından yapılmaktadır.
Belediyemiz Kıymet Takdir Komisyonu tarafından
yapılan inceleme neticesinde, taşınmaz maliklerine
ödenecek kamulaştırma bedelleri 2014 yılı Aralık ayı
itibarıyla tespit edilmiştir. Bölgeye yakın olan
Kadifekale Antik Tiyatro alanı kamulaştırma
projesinde uzlaşılamayan malikler için İzmir 10.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18 Haziran 2012 tarihli
kararında zemin birim fiyatı 546 TL/m² dir. Bu bedel
ÜFE Katsayılarıyla kıymet takdiri raporu tarihine
güncellendiğinde 642,90 TL/m² bulunmuştur.
Belediyemiz Kıymet Takdir Komisyonu ise yasa gereği
bölgede piyasa araştırması yaparak ve en önemlisi
Antik Tiyatro Alanındaki mahkeme kararlarını baz
alarak zemin birim fiyatını 680 TL/m² olarak
belirlemiştir. Yapı sınıfı ve yapı sınıfına ait
zemin üstü birim fiyatı belirlenirken; Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın tebliği baz alınmıştır.
Buna göre bölgede bulunan binaların yapı sınıfı
‘3-A’ olup, birim fiyatı 550 TL/m²’dir. Binaların
yıpranma oranları belirlenirken; binanın yaşının
yanı sıra fiziki durumu da dikkate alınmıştır.
Özetle, ‘İzmir’in en güzel manzarasına sahip evler
sudan ucuz kamulaştırmaya çalışılıyor’ iddiaları
kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.
Ege'de Son Söz, 04.03.2015
******
KADİFEKALE'DEKİ KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kadifekale'deki
kamulaştırma çalışmalarına ilişkin, "İzmir'in en
güzel manzarasına sahip evler sudan ucuz
kamulaştırılmaya çalışılıyor" iddialarının gerçeği
yansıtmadığını bildirdi.
Belediyeden yapılan açıklamada, Kadifekale'deki
kamulaştırma bölgesinin Kurul tarafından onaylı
planda "Kültürel Tesis Alanı" olduğu, bölgede konut
ya da ticari yapılanmanın mümkün olmadığı
kaydedildi.
Kanuna göre kamulaştırılan özel mülkiyetlerin
"kamulaştırma amacı dışında kullanılamayacağı" ve
rant iddiasının gerçeği yansıtmadığı bildirilen
açıklamada, Arkeolojik ve Kentsel Sit alanı olması
nedeniyle Kadifekale'yi Uzundere, Bayraklı ya da Ege
Mahallesi gibi "yerinde dönüşüm" bölgeleriyle
kıyaslamanın doğru olmadığı vurgulandı.
Kamulaştırma fiyatı belirlenirken vatandaşın lehine
tüm şartların zorlandığı kaydedilen açıklamada,
"Hemen yakın bölge için mahkemenin verdiği
kamulaştırma rakamı, güncelleştirmelerle birlikte
metrakare için 642,90 lira , oysa İzmir Büyükşehir
Belediyesi, Kültürel Tesis Alanı için zemin birim
fiyatını metrekare için 680 lira olarak belirledi"
ifadeleri kullanıldı.
Kamulaştırma çalışmalarında keyfiyet değil adalet
olduğu vurgulanan açıklamada, şu bilgiler yer aldı:
"Kadifekale, belediyemiz tarafından yürütülen
çalışmalarda Antik Tiyatro alanı, Arkeoloji Tarih
Parkı ve ağaçlandırması tamamlanan heyelan bölgesi
ile bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Bu,
kentimizde gerek tarih gerekse turizm potansiyelini
artırma düşüncesine yönelik önemli bir adımdır.
Kamulaştırma Kanunu'nun 23. maddesine göre, özel
mülkiyetli taşınmazlar zaten kamulaştırma amacı
dışında kullanılamaz. Dolayısıyla, bölgede kişi ve
kuruluşlara ait herhangi bir konut ya da ticari
faaliyete yönelik bir yapılanma hakkı verilmesi ya
da hayata geçirilmesi söz konusu değildir. Ayrıca
belediyemiz yetki alanı içinde yapılan kamulaştırma
ve fiyat belirleme çalışmaları herhangi bir kurum ya
da kişilerin keyfiyeti altında değil, bu işlemlerle
ilgili yasa ve yönetmelikler çerçevesinde
gerçekleştirilmektedir. Ayrıca söz konusu bölge 3.
derece Arkeolojik Sit ve Kentsel Sit alanı olarak
belirlenmiş olduğundan Uzundere, Bayraklı ya da Ege
Mahallesi gibi yerinde dönüşüm uygulanan bir
'Kentsel Dönüşüm' uygulama alanı değildir."
Kamulaştırma işlemlerinde taşınmazların bedelini
Kıymet Takdir Komisyonu'nun belirlediği vurgulanan
açıklamada, "Özetle, 'İzmir'in en güzel manzarasına
sahip evler sudan ucuz kamulaştırmaya çalışılıyor'
iddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır"
ifadeleri kullanıldı.
Radikal, 04.03.2015
|
TARİHİ KÖYÜN ADI DEĞİŞTİRİLİYOR
Muğla'daki dünyaca
ünlü Rum köyü Kayaköy'ün Osmanlı arşivlerinde 'Kayı'
adında Türk köyü olduğu iddiası bir öğretmen
tarafından ortaya atıldı ve isminin değiştirilmesi
için 5 bin imza toplandı. Fethiye Belediye Meclisi
de yılda 70 bin kişinin ziyaret ettiği Kayaköy'ün
adının değiştirilmesi için referandum kararı aldı.

Yörük Türkmen
araştırmacısı ve sosyal bilimler öğretmeni Eren
Fehmi Eroğlu'nun, Kayaköy adının 'Kayıköy'
olarak değiştirilmesini öngören dilekçesi
onaylanınca, ilçede referandum tartışması
başladı.
CHP'li meclis üyesi Zafer
Doğan, Kayaköy'ün tüm dünyada bilinen bir ad
olduğunu belirterek, ad değişikliğinin turizm
açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini
söyledi.
Köyün çevresindeki ev ve cami kalıntılarıyla
mezar taşlarında 'Kayı' damgasına
rastladıklarını belirten araştırmacılar, bölgede
Rumlardan önce Türklerin yaşadığını öne sürüyor.
1923 yılındaki mübadeleyle Rumların Yunanistan'a
göç etmesinin ardından boşalan Kayaköy
Mahallesi'ndeki tarihi taş evler, 92 yıldır
hayalet kent görünümünde duruyor.
Bursa Olay, 04.03.2015
|
SAMSUN KENT MÜZESİ
AVRUPA ÖDÜLÜNÜN PEŞİNDE
Avrupa Müze Akademisi
(European Museum Academy-EMA)'nın her yıl
düzenlediği 'Micheletti Award' yarışması'na Samsun
Kent Müzesi de başvurdu. Müzede incelemede bulunacak
olan akademi heyeti, gezi ve inceleme sonucunda
rapor hazırlayacak.
Raporun ardından yarışma
öncesinde yapılacak müze sunumu ve toplantısında
Samsun Kent Müzesi
ile ilgili karar verilecek. Micheletti Award
Yarışması'na aday gösterilecek müzelerin sunumu ve
toplantısı, 9-10 Mayıs tarihleri arasında İtalya'da
yapılacak.
Yarışmaya başvuru yapan
müzeleri gezerek incelemelerde bulunan ve rapor
hazırlayan Avrupa Müze Akademisi (EMA) Başkanı
Başkanı Wılhelmus Vander Weıden, yarışmaya kent
müzeleri kategorisinde başvuru yapan Samsun
Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi'ni gezip incelemek
için kente geldi. EMA Türkiye Temsilcisi ve Bursa
Büyükşehir Belediyesi Müzeler Koordinatörü Ahmet
Erdönmez ile birlikte Samsun Büyükşehir Belediye
Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ı ziyaret eden EMA Başkanı
Vander Weıden, Samsun Kent Müzesi'nin başvurusu
yapmış olmasından memnuniyet duyduklarını söyledi.
Farklı kategorilerde
ödül veren Avrupa Müze Akademisi'ne Samsun
Büyükşehir Belediyesi, toplumun hizmetine sunduğu
Kent Müzesi ile başvurdu. Dünya'nın çok farklı
ülkelerinden çok sayıda müzenin başvurduğu yarışmaya
Samsun, Türkiye'de Bursa'dan sonra kent müzesi
alanında giren ikinci şehir oldu.
Ziyarette Büyükşehir
Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, kent müzelerinin
şehrin hafızaları ve çeyiz sandıkları olduğunu
belirterek, köklü bir tarihe, sosyal ve kültürel
geçmişe sahip olan Samsun'un değerlerini bu müzede
toplayıp toplumun hizmetine ve ilgisine sunduklarını
söyledi. Çok özel ve farklı bir müzeye sahip
olduklarını ifade eden Başkan Yılmaz, Samsun Kent
Müzesi'nin yarışmada başarı elde edeceğine
inandığını kaydetti.
EMA Başkanı Wılhelmus
Vander Weıden da müzeyi çok beğendiklerini
belirterek, yarışmada bulunmasından memnun
olacaklarını vurguladı. Müzeyi gezip her açıdan
inceleyeceklerini bildiren Vander Weıden, inceleme
sonucunda elde edecekleri bilgileri rapor haline
getirip İtalya'daki toplantıda görüşeceklerini
hatırlattı.
Avrupa Müze Akademisi,
müzekolog Keneth Hudson'un vefatının 10. yıl dönümü
sebebiyle kar amacı gütmeyen bir kurum olarak
müzecilik alanında ve kültürel sektörde profesyonel
bir grup tarafından kurulmuştu. EMA tarafından
1996'dan beri Avrupa'daki endüstri, teknoloji ve
bilim müzelerine verilen 'Micheletti Ödülü',
dünyanın müzecilik alanında en prestijli
ödüllerinden biri olarak 18 yıldır çeşitli müzelere
veriliyor.
Zaman, 03.03.2015
|
TARİHİ HAMAM ÇÖPLÜK OLMAKTAN KURTULUYOR
Geçtiğimiz Eylül ayında
Radikal’de “Tarihi Hamam Çöplük Oldu” başlığıyla
gündeme getirdiği, İstanbul'un
Üsküdar İlçesinin Altunizade Mahallesi'nde yer alan
ve Ayan Meclisi azasından İsmail Zühtü Paşa
tarafından 1865-66 yılında inşa edilmiş olan tarihi
Altunizade İsmail Paşa Hamamı, kaderine terk
edilmekten son anda kurtuldu. Bakımsızlıktan
harabeye dönmüş haliyle görenlerin içini sızlatan
hamama bir de “ambulans park yeri” levhası
çakılmıştı. 150 yıllık yapı kendisine uzanacak eli
beklerken Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon
kararı aldı. Vakıflar, hamamın yer aldığı alanı
restorasyon karşılığı kiralayacak. Hamam binası,
yanındaki arsayla restoran ve kafeterya olacak.
Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü’nce, “İstanbul İli,
Üsküdar İlçesi, Altunizade Mahallesi, Tophanelioğlu
Sokağında bulunan, mülkiyeti Altunizade İsmail Zühtü
Paşa Vakfına ait olan, tapunun (108) pafta, (10)
ada, 10 parsel sayılı 69,00 m2 sahalı arsa vasıflı,
11 parsel sayılı 90,00 m2 sahalı arsa vasıflı ve 12
parsel sayılı 362,00 m2 sahalı Harap Hamam vasıflı
taşınmazların tevhit edilmesi ile oluşacak 521,00 m2
yüzölçümlü eski eser nitelikli taşınmazların, Vakıf KültürVarlıklarının
Restorasyon veya Onarım Karşılığı Kiraya Verilmesi
İşlemlerinin Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmeliğe
göre 21 (Yirmibir) yıllığına restorasyon karşılığı
kira ve işletme ihalesine çıkartılmıştır” denildi.
Muhammen bedel olarak
da 1.369.930,00 TL belirlendi.
Radikal, Haber: Vildan Çiftsüren, 03.03.2015
|
YARGI SÜRECİNDEKİ SARAOĞLU'NDA ZORLA TAHLİYE

Saraçoğlu Mahallesi’nde oturanların zorla tahliye
edilmek istenmesi mimarların tepkisini çekti.
Saraçoğlu mahallesinde inceleme yapan ve muhtarla
görüşen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan
Karakuş Candan, “Saraçoğlu Mahallesi dağ başı mı,
insanların yerlerinden zorla tahliye edilmesi ne
demek? Bunu kabul etmemiz mümkün değil? Bu neyin
acelesi” diyerek tepkisini gösterdi.
"Yetkilileri akla ve bilime davet
ediyoruz"
Candan, Saraçoğlu Mahallesi’nin lojman statüsünün
kaldırılmasına ilişkin açtıkları davanın devam
ettiğini hatırlatarak, “Cumhuriyetin ilk toplu konut
alanı olan Saraçoğlu Mahallesinde oturanların polis
zoruyla bir sabah kapılara dayanılarak tahliye
edilmesi kabul edilemez. Alanın tamamı tescilli,
ağaçlar tescilli, insanları zorla tahliye etmek diye
bir şey olamaz. Yetkililer ne yaptıklarını
sanıyorlar? Saraçoğlu Mahallesi taşıdığı değerlerle
bizim için önemi büyüktür. Mimarlar Odası olarak
Saraçoğlu Mahallesi’nin yıkılmadan restore edilerek
kamusal bir kullanımla kente kazandırılması için
dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün himayesinde
başlayan katılımcı yarışma süreci, yöneticilerin
müdahalesi ile durduruldu. Devlette devamlılık
kalmamış. Söz namustur, biz kamuoyu önünde
verdiğimiz sözün arkasındayız. Elimizi taşın altına
koyduk .Kimseye diyet borcumuz yok.Bu zorla tahliye
Saraçoğlu Mahallesi'nin kapalı kapılar arkasında
tehdit altında olduğunun göstergesidir. Perşembeye
kadar sürecek olan zorla tahliye sürecinin
davalarımız devam ederken yapılması manidardır.
Yetkilileri akla ve bilimsel düşünmeye davet
ediyoruz?”
Yapı, 03.03.2015
|
CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A UCUBE CEZASI
'Ucube heykel' davasında karar açıklandı.
Mahkeme, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
heykeltıraş Mehmet Aksoy'a 10 bin TL manevi
tazminat ödemesini kararlaştırdı.
Çağlayan'daki İstanbul Adalet
Sarayı'nda bulunan İstanbul 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde görülen 8. duruşmaya davacı
heykeltıraş Mehmet Aksoy ve davalı Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip
Erdoğan katılmadı.
Duruşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı avukatı Ferah
Yıldız, Mehmet Aksoy'u ise Avukat Turgut Kazan
temsil etti.
"MÜVEKKİLİMİN HEYKELİ SANTİM SANTİM KESİLMİŞTİR"
Turgut Kazan, "Müvekklim sanatçı kimliği ve eserleri
dosyaya yansıtılmıştır. 3 tanığımız dinlenilmiştir.
Tanıklarımız sanatçı ve kültür adamıdır. Dava konusu
olay nedeniyle Mehmet Aksoy'un nasıl üzüntü
duyduğunu ve bu durumun kendisi için üzüntü kaynağı
teşkil ettiğini açıklamışlardır. Davamızın kabulüne
karar verilmesini talep ediyoruz. Davalı taraf
cevaplarında 'Newyork'taki Özgürlük Heykeli olsa
neyse' demektedir. Söz konusu heykelde Süveyş
Kanalı'nda dikilmek üzere dönemin Osmanlı Padişahı
tarafından sipariş edilmiş ve peşinatı ödenmiştir.
Daha sonra kanala dikilirse uğursuzluk getireceği
düşüncesi ile alımında vazgeçilmiş ve parçalar
halinde Paris'te bir depoda muhafaza edilmiş
ilerleyen zamanda Amerika'da bir heykel düşünülünce
götürülüp yerine dikilmiştir. Benim müvekkilimin ise
davaya konu heykeli santim santim kesilmiştir" diye
konuştu.
"UCUBE KELİMESİ HAKARET DEĞİL, ELEŞTİRİ"
Erdoğan'ın avukatı Ferah Yıldız ise ,"Ucube kelimesi
hakaret değil, eleştiridir. Garip bir şey anlamında
kullanılmıştır. Türk Dil Kurumu'nun cevabi yazısında
dosya arasında mevduttur. Heykel usulsüz işlemler
nedeniyle idare mahkemesi ve Danıştay'ın ayrıntıları
dosya içerisinde açıklanan kararları ile yerinden
kaldırılmıştır. Davayı iadesi hükmedilmiştir.
'Davalının talimatı üzerine kaldırıldığı' şeklindeki
beyanlar gerçek dışıdır. Böyle bir şey söz konusu
değildir. Usulsüz işlemler ve ihaleler nedeniyle ve
hazine arazisine ait yer üzerinde heykelin dikilmesi
nedeniyle ilgililer ceza mahkemesinde yargılanmış ve
ceza almıştır. Duruşmada dinlenen tanıklar
alanlarında son derece saygı değer kişiler olmasına
rağmen tanıklar görgüye dayalı beyanları yoktur,
yoruma dayalı beyanda bulunmuşlardır. Davanın
reddine karar verilmesini talep ediyoruz" dedi.
Davayı karara bağlayan mahkeme, davanın kısmen
kabulüne karar verdi. Mahkeme, 10 bin TL manevi
tazminatın, davalı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'dan tahsili ile davacı Mehmet Aksoy'a
verilmesine karar verdi. Mahkeme, fazlaya ilişkin
tazminat isteğinin ise reddine hükmetti.
'UCUBE' TARTIŞMALARI
O dönemde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan,
Kars'ta bulunan insanlık anıtı heykeli için 'ucube'
demişti. Erdoğan'ın uzun süre tartışılan bu
sözleriyle ilgili dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay 'Başbakan
heykele ucube demedi' demişti.
Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Günay'ın bu
açıklamalarına karşılık olarak 'Heykel için
kullandım. Oradaki olayı değerlendirenler,
Televizyonlara çıkanlar, o heykeli ve yeri gidip
görmemişler.' yanıtını vermişti.

KARS'TAKİ İNSANLIK ANITI
‘İnsanlık Anıtı’ 2006 yılında Ermenistan’a karşı iyi
niyet göstergesi amacıyla ünlü Heykeltraş Ahmet
Aksoy’a yaptırıldı. 35 metre yükseklikte ve 350 ton
ağırlığındaki anıtın inşaatı, birinci derecede SİT
alanı üzerine yapıldığı gerekçesiyle Erzurum Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
durdurulmuştu.
Daha sonra Kars Belediye Meclisi, kentteki
"tartışmalı heykel" ile ilgili yıkım kararı almış ve
heykel yıkılmıştı.

Hürriyet, 03.03.2015
|
ANTİK PERGE'DE BİR KADIN BAŞKAN: PLACİA MAGNA

Antalya Kültürel Miras Araştırmacıları Derneği
(ANKA) tarafından yürütülen kültürel miras
farkındalık çalışmaları kapsamında, Antalya Perge
antik kenti ziyaret edildi. Eski çağ tarihçisi ve
Epigrafi uzmanı Prof.Dr.M. Adak geziye eşik etti.
Prof. Adak, Perge’nin Roma İmparatorluğu’na
bağlılığının daha çok vergi yükümlülükleri ile
ilgili olduğunu, bununla birlikte, kentin aslında
Boule isimli bir halk meclisi tarafından yerinden
yönetildiğini söyledi. Adak, varlıklı ailelerin
temsil edildiği yaklaşık iki yüz üyeli bu meclisin
aynı zamanda demiourgos isimli, günümüz belediye
başkanlığına denk gelen yöneticiyi de seçmekle
yükümlü olduklarını belirtti. Adak ayrıca, yaklaşık
1800 yıl önce halk meclisinin kenti yönetme görevini
Plancia Magna isimli soylu bir kadına verdiğini
söyledi. Köleler, kadınlar vs. için imkansız olan
belediye başkanlığını yürüten Plancia Magna, aynı
zamanda Halk Meclisi tarafından “Kentin Kızı” ünvanı
ile onurlandırılmıştı. Gezi, kazılarına devam edilen
Batı Kapı ve civarındaki yeni buluntuların yerinde
görülmesi ile son buldu.
Evrensel, 03.03.2015
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN BAHSETTİĞİ HAMAM FARE YUVASI OLDU

İHA'nın haberine göre, Gaziantep’te 30 yılıdır
kullanılmayan ve restore edilmeyen tarihi Pazar
Hamamı’nda fare ve böcekler cirit atmaya başladı.
Vatandaşlar, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde
bahsettiği tarihi hamama sahip çıkılmasını istedi.
Bir zamanlar türkülere konu olan, diziler ve
filmlerde sıkça rastladığımız Gaziantep’in tarihi
hamamları unutulmaya yüz tutmuş durumda. Tarihi
Gaziantep Kalesi ve Tahtahane Camisinin hemen
yanında bulunan tarihi pazar hamamının kapısı 30
yıldır kilitli durumda. Pazar hamamının ne zaman
yapıldığı kesinlik kazanamamış olsa da 17. yüzyılda
inşa edildiği tahmin ediliyor. Mimarisi
incelendiğinde hamamın inşası sırasında düzgün kesme
taş kullanıldığı görülürken, fakat hamam değişik
zamanlarda onarımlardan geçtiği için mimari
orijinalliğini kaybettiği belirtiliyor.
Fare ve böcekler cirit atıyor
Evliya Çelebi’nin seyahatname adlı kitabından
bahsettiği tarihi pazar hamamı, yaklaşık 30 yıldır
atıl durumda. Kapısı 30 yıldır kilitli olan hamamın
içinde fare ve böcekler cirit atıyor. Hamamın üst
bölümü çöplük haline dönerken, restore edilmeyen
hamam yavaş yavaş dökülüyor. Mahalle sakini Mehmet
Ateş, bu hamamın yıllardan bu yana bu şekilde
durduğunu söyledi. Hamamın biran önce temizlenmesi,
sinekler ve farelerden arındırılmasını istediklerini
ifade eden Ateş, “Herkes buraya çöpünü atıyor.
Hırsızlar buraya geliyor tel örgüleri keserek içeri
giriyor. Buranın biran önce temizlenmesini
istiyoruz” dedi.
Hamamın altında esnaflık yapan Cafer Özkebabçı,
şahane ve güzel bir hamam olduğunu belirterek "Ama
maalesef 20 seneden bu yana bu hamam işlemiyor.
İşlemediğinden dolayı esnaf olarak tedirginiz.
İçerisinde 10-15 senelik dut ağacı çıktı. Hamam
kullanılamaz durumdadır. Esnaf olarak bu hamamın
kullanılmamasından rahatsızlık duyuyoruz. En azından
bu hamam restore edilerek turizme ve kültürümüze
kazandırılırsa çok güzel olur” diye konuştu.
Yapı, 03.03.2015
|
|
YAŞAR KEMAL HEYKELİ MOLOZ YIĞINLARI ARASINDA
1994
yılında Metin Yurdanur tarafından yapılan Yaşar
Kemal’in heykeli, İstanbul Yenikapı sahil yolunda
yapılan miting alanı içinde kaldı. Heykel,
belediyeye ait inşaat firmasının çalışmaları
sırasında tahrip edildi. Türkiye Yazarlar
Sendikasının (TYS), kurucusu olan Yaşar Kemal’in
heykeline yapılan tahribat için TYS, heykelde
meydana gelen tahribata dikkat çekmek amacıyla
yürüyüş gerçekleştirdi. Heykelin önüne gelerek
açıklama yapan TYS, belediyeye heykelin zarar
görmemesi için önlem alması gerektiğini
bildirmişlerdi.
Evrensel, 02.03.2015
|
1 MİLYAR DOLARLIK TABLO OLUR MU?

Geçen yıl tüm dünyada
sanat eserleri pazarı rekor kırarken, fiyatlardaki
artış da dikkat çekiyor. Uzmanlar, yakın zamanda 1
milyar dolara bir tablo satılmasının pek de
yadırganamayacağına dikkat çekiyor.
Özellikle yeni kurulan müzeler ve Çinli
zenginlerin piyasaya hızlı giriş yapmasıyla birlikte
2014 yılında sanat eserleri piyasası adeta altın
yılını yaşadı. “Artprice” tarafından yapılan
araştırmaya göre geçen yıl açık artırmalarda satılan
eserlerin değeri 15.2 milyar
dolara ulaşırken, 2013 yılına göre yüzde 26’lık
artış anlamına geldiği belirtiliyor. Raporda,
satılan eser sayısında 1.679 adetle bir rekor
kırıldığına dikkat çekilirken, fiyatların ortalama 1
milyon dolar ve üzerinde olduğu vurgulanıyor.
Antprice’ın kurucu ve
CEO’su Thierry Ehrmann, son 10 yılda fiyatlarda
ve satılan eser sayısında yaklaşık yüzde 300’lük
artış yaşandığını söylerken, satışların yüzde
54’ünün Çinlilere yapıldığını kaydetti. Geçen yıl
125 sanat eserinin 10 milyon ve üzeri fiyatlara
alıcı bulduğunu belirten Ehrmann, bu sayının 2005’te
sadece 8 olduğunu söyledi. Müzelerin ciddi alımlar
yaptığını da anlatan Ehrmann, 2000-2015 yılları
rasında açılan müze sayısında da artış olduğuna
dikkati çekti.
Sanat eserlerine ilginin, artık her kıtadan
alıcılara yayıldığını ifade eden Artprice, 2000’li
yıllarda 100 milyon dolar olan en yüksek fiyatın,
geçen ay 300 milyon dolara satılan Gauguin
tablosuyla yeni bir eşiğe geldiğini, bunun yakın
gelecekte 1 milyar dolara kadar çıkabileceğini
kaydediyor.
Milliyet, 02.03.2015
|
KUBADABAD'IN RESTORASYONU BU YAZ BAŞLAYABİLİR

Konya’nın Beyşehir
İlçesi'nde yapılan kazılar
sonucu kalıntıları ortaya çıkarılan tarihi
Kubadabad Sarayları’ının konservasyon ve
restorasyon çalışmalarına bu yaz başlanması
planlanıyor.
TBMM
Başkanlığı İdare Teşkilatı ve Konya Valiliği
arasında büyük ve küçük saray kalıntılarının
konservasyon, restorasyon ve alanda
yapılabilecek kazı işlerinde kullanılmak üzere
ödenek tahsis edilmesi konusunda işbirliği
protokolü kısa süre önce imzalanmış, restorasyon
için 5 milyon liralık bir ödenek tahsis
edilmişti.
Tarihi mekanın kazı
çalışmalarını 36 yıldır yürüten Çanakkale 18
Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Rüçhan
Arık, Kubadabad Sarayları'nın bilinen en eski
milli saray olduğunu belirtti. “Bu ülkenin
kurucuları biliyorsunuz Selçuklular ve bu
saraylar onların sarayı" diyen Arık, şöyle devam
etti:
"Bugün, günümüze kalmış en muhteşem
saraylardan birisi. Demek ki en milli saray bu.
Biz uzun yıllardır burasının milli saraylar
kapsamına alınması için girişimlerde bulunduk
mücadele verdik. Başvurumuz sonunda uzman mimar
gönderdiler. Onlara da önemi anlatıldı. Kazı
için ‘restorasyon ve konservasyon projesi var
mı?’ denildi, ‘tabii var’ dedik. O zaman
kuruldan da geçti bu proje. TBMM’nin milli
sarayların mimarları bunlar. Sonunda bir rapor
hazırladılar ve o rapor komisyonda kabul edildi.
Konservasyon için 5 milyon lira hiçbir zaman
yeterli değil, daha da fazla olması gerekir
paranın. Ama, bir başlangıçtır, iyi niyettir.
Kubadabad'ın milli saraylarımızın içerisine
dahil edilmesi önem taşıyor.”
Prof.Dr.Arık, uzun yıllardan beridir devam
eden mücadelelerinden aldıkları sonucun
sevindirici olduğunu da dile getirirken, 36
yıllık kazı başkanı olarak katkısı ve emeği
geçen herkese müteşekkir olduğunu belirtti.
-"BİZ BU YOLA BAŞ KOYDUK"
Tarihi mekanda restorasyon ve konservasyon
yapılırken, diğer yandan yürütülen kazı
çalışmalarının da durmadan devam
edeceğini vurgulayan Arık, “Bir taraftan kazı,
diğer yandan da restorasyon devam edecek. Biz bu
yola baş koyduk. Kazı çalışmaları için bu sene
ödeneği sordular, 400 bin lira istedik. Verirler
mi bilmiyorum, her şey tabii ki paraya bağlı.
Kazı çalışmaları bu paranın çıkmasına bağlı,
Bakanlıktan ne zaman çıkarsa o zaman
başlayacağız. Kazı çalışmalarına haziran ortası
falan başlayabiliriz diye umuyoruz” dedi.
Tarihi mekanda bugüne kadar yürütülen kazı
çalışmaları sonrasında ortaya çıkarılan Büyük ve
Küçük Saraylarda TBMM tarafından konservasyon ve
restorasyon çalışmaları yapılacağını belirten
Arık, daha sonra ortaya çıkarılan Köşk yapısı,
küçük hamam ve tersane gibi yapıların da işin
içerisine dahil edilmesi için de bir rapor
vereceğini söyledi.
Bu konuda, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu’nun vereceği karara göre hareket
edeceklerini dile getiren Arık, bu çalışmayı
üstlenecek olan mimarlar grubunun da Selçuklu
mimarisini ve tarihini, yapısını çok iyi
bilmesi ve tanıması gerektiğinin altını çizdi.
Memleket, 01.03.2015
|
GÜNÜMÜZ YAŞAYAN ARKEOLOJİSİ KONFERANSINA ÇATALHÖYÜK
DAMGA VURDU

İngiliz Prof. Ian Adder, Londra'da düzenlenen bir
toplantıda Çatalhöyük'teki arkeolojik kazı
çalışmalarını anlattı. Dünyanın önemli arkeoloji
alanlarından Çatalhöyük'te 20 yıldan uzun süreden bu
yana devam eden kazı çalışmalarla Neolitik döneme
ait önemli bilgiler gün yüzüne çıkıyor.
Londra Kültür ve Tanıtma Müşavirliği`nin
sponsorluğunda gerçekleşen
Günümüz Yaşayan Arkeolojisi 2015 Konferansı
(Current Archeology Live) SOAS Üniversitesi Senate
House binasında gerçekleşti. 27-28 Şubat
tarihlerinde
Londra'da yapılan konferansa yaklaşık 400 kişi
katıldı.
Birleşik Krallığın önde gelen arkeoloji
yayınlarından Dünya Günümüz Arkeolojisi (Current
World Archeology) dergisinin düzenlediği ve alanında
önde gelen arkeolojistler ve konuşmacıların
katılımıyla gerçekleşen etkinlikte Stanford
Üniversitesinden Profesör Ian Adder
Çatalhöyükle ilgili bir sunum yaptı.
Konferans etkinliğiyle eşzamanlı olarak
gerçekleşecek Arkeoloji Fuarı'nda Türkiye'ye ayrılan
stand alanında çeşitli broşür ve tanıtım malzemeleri
sergilendi.
'YILIN ARKEOLOJİSTLERİ' SEÇİLDİ
Cuma günü yapılan ödül töreninde İngiltere'deki
Reading Üniversitesi'nden Michael Folford, İngiliz
Kültürel Miras yüksek yöneticisi Simon Thurley ve
Cotsworld Arkeoloji yüksek yöneticisi Neil Holbrook
yılın arkeolojistleri olarak seçildi.
Etkinlikte ayrıca büyük beğeni toplayan Türk
müziği dinletisi de yer aldı. Başarılı
çalışmalarıyla bilinen Londra Kültür ve Turizm
Ataşesi Ali Selçuk Can, "Arkeoloji dünyasının ileri
gelen isimlerini bir araya getiren bu etkinliğe
destek vermekten ve ülkemizin arkeolojik
değerlerinin tanıtılmasına katkıda bulunmaktan büyük
memnuniyet duyuyorum" dedi.
Zaman, 01.03.2015
|
İNŞAAT ALANINDA TARİHİ MEZAR VE KEMİK BULUNDU
İzmit Bağçeşme Mahallesi’nde, bir inşaatın temel
kazısında, Doğu Roma dönemine ait olduğu belirlenen
sandık tipi mezar bulundu. Alınan bilgiye göre,
Bağçeşme Mahallesi'nde bir inşaatın temel kazısı
sırasında kemik parçaları bulan işçiler, durumu
yetkililere bildirdi. Olay yerine gelen Kocaeli Müze
Müdürlüğü yetkililerce yapılan incelemede,
parçaların Doğu Roma döneminden kalma sandık tipi
mezar içinde yer aldığı tespit edildi. Bunun üzerine
inşaat çalışmaları durdurularak söz konusu parçalar
müzeye götürüldü. Diğer parçaların da çıkarılması
için daha sonra kurtarma çalışması başlatılacağı
öğrenildi.
Özgür Kocaeli, 28.02.2015
|
|
MİSBAH BAŞKAN DA 'ÇALIŞIYOR': BELEDİYEYE KAÇAK BİNA
YAPMIŞ, KİRAYA BİLE VERMİŞ

İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanlığı’nın bulunduğu
tarihi binanın çatı katı, giriş ve her iki yanında
yapılan çelik konstrüksiyonların kaçak olduğu
öğrenildi.
BirGün’e konuşan bir belediye çalışanı, binanın sağ
tarafındaki kaçak yapının şahsa kiraya verildiğini,
sol taraftaki kaçak yapıya ise yazı işleri, hukuk
işleri ile İmar Müdürlüğü’nün taşındığını aktardı.
Çatı katına yapılan ek konstrüksiyonu ise belediye
yetkililerinin lokal olarak kullandığını belirten
çalışan, belediyenin yurttaşların binalarını kaçak
diyerek yıktığını, ancak kendisinin kaçak yapı
yaptırarak halka hizmet vermesinin kabul edilemez
olduğunu söyledi.
Anıtlar Kurulu’ndan izin alınıp alınmadığının
bilinmediğine de dikkat çeken çalışan, bu
hukuksuzluk nedeniyle binaları boşaltmak durumunda
kalan belediye çalışanlarının da mağdur edildiğini
belirtti.
Birgün, Haber: Zeynep Kuray, 28.02.2015
|
"BÜTÜN SERAMİKLERİM YIKILDI, BİR BEN KALDIM"

AKM, Çankaya Köşkü, Tarabya Oteli, Avrupa Konseyi
binası ve daha pek çok mekan için seramik panolar
yapan Sadi Diren’in yeni sergisi D’art Sanat
Galerisi’nde açıldı. Seramik kesmekten artık flu
gören ve Caddebostan’daki evinde emeklilik günlerini
geçiren Diren, mahzun: “Bütün seramiklerim yıkıldı,
bir ben kaldım. Ben de gidince rahatça yıksınlar
artık.”
Elbette
Sadi Diren’in tüm seramikleri yıkılmadı, yok
olmadı. 60 küsur yıllık sanat hayatına sığdırdığı
yüzlerce eseri var. Kimi
Çankaya Köşkü’nde, Atatürk Kültür Merkezi’nde,
Manifaturacılar Çarşısı’nda, kimi Strasbourg’daki
Avrupa Konseyi binasında, pek çoğu da
koleksiyonlarda. Ama ‘en büyük işlerim’ diye ifade
ettiği bazı seramik panoları ve duvar kaplamaları
son yıllarda kendisine haber bile verilmeden
yıkıldığı için öyle hissediyor ve “Bütün
seramiklerim yıkıldı, kala kala ben kaldım. Ben de
gidince rahatça yıksınlar!” diye üzüntüsünü dile
getiriyor. Seramik sanatına yıllarca emek veren bir
sanatçı için acı bir durum bu. Galata’daki D’art
Sanat Galerisi’nde geçen hafta 62. sergisini açan
sanatçı, eserlerinin başına gelenleri bir bir
sıralıyor: “1973’te Nejat Eczacıbaşı villası için
bir seramik istedi. Havuzu çevreleyen duvara bir
pano yaptım. Nejat Bey’in vefatından sonra evi
genişletmek için o seramiği yıkmışlar. Bir ay
çalışmıştım o pano için, 14 bin parçadan oluşuyordu.
Oysa yerinden çıkarılabilirdi. Üzüldüm doğrusu.”
İkinci yıkılan eseri, 1972’de
Tarabya Oteli’nin barına yaptığı rengarenk
seramik. Tarihi otel, yeniden yapılmak üzere birkaç
sene önce yıkılınca eser de tarihe karışmış.
İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’nda yabancılar
için lokantası ve lokali vardır. Diren, bu mekana da
bir pano yapmış. Binanın üstünü kaplamak isteyince
panoyu yıkmışlar. Ayakta olanlardan Manifaturacılar
Çarşısı ve Atatürk Kültür Merkezi’ndekiler içinse
‘keşke yıkılsa, rezalet durumdalar’ diyor ve
ekliyor: “Tarabya gitti, Baltalimanı gitti,
Manifaturacılar keşke gitse, rezil ettiler. Önüne
dükkanlar yapmışlar. Hiç bakılmamış. Şimdi sıra
AKM’ye geldi. Depo gibi rezalet halde. O da
yıkılmak üzeredir. AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu
istemişti o seramiği benden, aylarca sürdü çalışma,
montajını da ben yaptım. Şimdi sonu ne olacağı
belirsiz. Dört ayda yaptığım Strasbourg’daki 20
metrelik eserime ise tertemiz bakıyorlar.”

Nejat Eczacıbaşı villası için yaptığı havuzu
çevreleyen duvar panosu, 1973.
Sanat yaşamına
1949’da başlayan Sadi Diren, Türkiye’deki seramik
sanatını ayakta tutan başlıca isimlerden. Çok
çalıştı, çok eser üretti. Türkiye’den Almanya’ya,
İtalya’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Macaristan’a
kadar hem yüzlerce esere imza attı hem de seramik
endüstrisi alanında yine yüzlerce tasarım
gerçekleştirdi. Hem hocaları (Bedri Rahmi Eyüboğlu)
hem de yabancı eleştirmenler tarafından övgüler
aldı. 1964’te Almanya’dan yurda döndüğünde
Eczacıbaşı Seramik Fabrikaları’nda süs ve mutfak
eşyaları kısmına müdür ve sanatçı olarak girdi.
1982’de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi’ne dekan oldu. 1991’e kadar aynı göreve
tekrar tekrar seçildi. 1991’de ise devlet
sanatçılığı unvanı aldı. 1944’te de emekli oldu.

1972'de Tarabya Oteli'nin barına yaptığı bu eserle
birlikte bina da yıkıldı.
Sadi Diren, artık 88
yaşında. Caddebostan’daki evinde emeklilik günlerini
geçiriyor. Kapısının zilinde hala ‘devlet sanatçısı
ve dekan’ yazıyor. Son iki seneye kadar seramik
yapmaya devam ediyordu. Artık yardımcısı Fevziye
Topçu ile hayatına devam edebiliyor. Etrafını flu
görüyor. Gözünde seramik kesmekten sarı leke
hastalığı baş göstermiş. Ama olsun, flu da olsa
görüyor olmaktan memnun. 1953’te ilk sergisini
açtığı Maya Sanat Galerisi’nin sahibi Adalet Cimcoz,
onu sanat çevresine tanıtırken şöyle demişti: “Bu
delikanlıya iyi bakın, geleceğin seramik ustası o.”
Cimcoz, onun değerini ta o zaman fark etmişti, şimdi
sadece öğrencileri sahip çıkıyor kendisine.
Öğrencisi Emre Zeytinoğlu ve D’art Sanat
Galerisi’nin sahibi Duygu Bağlan’ın küratörlüğünde
açılan sergide sanatçının 1957’den 2010’a kadar
yaptığı yaklaşık 60 eseri sergileniyor. Diren, 22
Mart’ta sona erecek sergisi için “Bu benim son
sergim.” dese de öğrencileri peşini bırakacak gibi
değil.

Atatürk Kültür Merkezi için yaptığı dış duvar
seramiği, 1971.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 28.02.2015
|
KARGODAN PICASSO TABLOSU ÇIKTI
ABD’nin New York
kentindeki bir kargo şirketinde bir paketi açan
görevliler, büyük bir sürprizle karşılaştı.
Görevliler, kargoda eski bir tablonun olduğunu
gördü. Kendilerine bilgi verilen Fransız yetkililer,
New York'a giderek tablonun sahte olup olmadığını
tespit etti.
Söz konusu tablonun, Picasso'nun 1911'de yaptığı
"Kuaför" adlı eser olduğu anlaşıldı. Ünlü tablo,
2001'de Paris'teki Modern Sanat Müzesi’nden
çalınmıştı. Tablonun Mayıs'ta tekrar sergilenmesi
hedefleniyor. 2.5 milyon dolar değerindeki tablonun
sıradan bir kargoymuş gibi Belçika'dan ABD’ye
gönderildiği tespit edildi. Kargonun değeri de 37
dolar olarak ibraz edildi.
Akşam, 28.02.2015
|
|
"ARTIK MÜZEDE OLDUĞUNU DUYURMAK BİR TREND"

Bundan 10 yıl önce, 2000’li yılların başında
İstanbullulara, İstanbul’un
Picasso, Dali, Frida Kahlo, Chagal, Rodin gibi
isimleri ağırlayacağını söyleseydik bize
inanmazlardı. Fakat bunların hepsi gerçekleşti.
Hatta fazlasıyla... 2002’de
Sakıp Sabancı Müzesi’nin açtığı yola 2004’ün
sonunda İstanbul Modern, 2005’in başında ise Pera
Müzesi katıldı ve sanat hayatımız değişti. Pera
Müzesi’nin 10’uncu yılında bu üç müzenin
yöneticilerine özel müzeciliğin bize ne kattığını
sorduk...

“Özel
müzeler devlet müzelerinin rehavetini ortadan
kaldırdı”
Nazan Ölçer (Sakıp
Sabancı Müzesi Müdürü)
-Özel müzelerin ortaya çıkması İstanbul’un sanat
ortamında farklı bir rüzgar esmesine sebebiyet
verdi. Özel müzelerin yaptıklarını devlet müzeleri
de yapıyordu. Fakat çok daha dar çerçevede,
imkansızlıklarla yapılıyordu bunlar. En önemlisi ise
bu çalışmaların iletişimleri yapılamıyordu. Devlet
Reklam vermeyi sevmez, bu düşünülmez bile. Ben
de bir devlet müzesinde uzun yıllarımı geçirdiğim
için yakından biliyorum. Hiçbir zaman devlet
“Billboard’lara ilan verip kültür ve sanatla ilgili
olmayanları da müzelerime çekeyim” demiyor. Özel
müzeler bu anlayışı değiştirdi.
-Sakıp Sabancı Müzesi’yle başlayan bir yenilik
var. Türkiye’nin hasretini çektiği büyük
sanatçılarla insanların bir araya gelmesini
sağladık. Sanatla ilgisi olsun ya da olmasın
herkesin adını bir şekilde duyduğu bir ismin
birdenbire buraya orijinal eserleriyle gelmesi
müthiş bir değişimdir. Memnuniyetle görüyorum ki
Sabancı Müzesi’nin açtığı bu yoldan diğer kardeş
kurumlar da ilerledi. 10’uncu yılını kutlayan Pera
Müzesi de buna bir örnek. Orada da pek çok ünlü
sanatçıyı tanıma ve görme fırsatı yakaladı insanlar.
-Özel müzelerin bıraktığı izler asla
küçümsenemez. Yalnızca yaşadığımız şehirden değil,
başka şehirlerden de bu müzeleri ziyaret etmek için
İstanbul’a gelenler oldu. Hiç unutmuyorum, Sabancı
Müzesi’nin büyük sergilere peş peşe ev sahipliği
yaptığı zaman söylenen bir cümle vardı: “Biz eskiden
bu sanatçıları görmek için yurt dışına giderdik.
Şimdi kendi şehrimizde görüyoruz.” Bu insanlara
farklı bir duygu veriyordu, Avrupa’da yaşıyormuş,
oranın fırsatlarını değerlendiriyormuş gibi
hissediyorlardı.
-Özel müzelerin yarattığı rüzgar sayesinde devlet
müzeleri de değişti. Sık sık sergi düzenlemeyen,
kendi koleksiyonlarını yeterli gören devlet
müzeleride hareketlendi. Özel müzeler onların
rehavetini ortadan kaldırdı.
-Genç bir sanat öğrencisi için bu kadar büyük
sanatçıların orijinal eserlerini görmek, onları
yakından incelemek büyük bir şans. Kişisel
gelişimleri için temel sağlıyor.
-Sanatın, müzeciliğin, müzelerde çalışmanın
eskiye oranla daha cazip olmasını sağladı
bahsettiğimiz bu rüzgar. Uzun senelerdir bu
meslekteyim ama ben hiçbir zaman bu kadar iyi
eğitimli, donanımlı ve bu kadar hevesli genç
insanın müzeci olmak için ortaya döküldüğünü,
uğraştığını görmedim. Ne yazık ki hepsine iş verecek
kadar alan yok. Fakat bu gelecek için bizi
sevindiriyor.
-Özel müzelerin getirdiği bir diğer yenilik de
şu: Diyelim ki bir resim sergisinden bahsediyoruz.
Özel müzeler bunların artık sadece resimlerle ilgili
olmadığını gösterdi. Bu sergiye eşlik edecek
altyapılar da çıktıortaya. Picasso sergisi
yaptığımız zaman uzmanların katılacağı bir seminer
de düzenledik. Picasso’yu Picassoyapan siyasi
olayları da anlatmaya çalıştık.
İspanya İç Savaşı’nı bilmezsek “Guernica”yı
bilemeyiz.
SAYILARLA SABANCI
MÜZESİ
-SSM’nin koleksiyonlarında, ünlü sanatçılara ait
zengin arşivin haricinde 1.379 eser bulunuyor.
-Müzenin Picasso sergisini 254 bin,
“Rembrandt ve Çağdaşları” sergisini 150 bin,
Salvador Dali sergisini 250 bin, Monet sergisini
150 bin ve son olarak Miro sergisini şimdiye dek
150 binden fazla sanatsever gezdi.
“Bu 10 yıl
içinde bir nesil yarattık diye düşünüyorum”
Levent Çalıkoğlu
(İstanbul Modern Şef Küratörü)
-11 Aralık 2004’ten yani İstanbul Modern’in
açılmasından önce Türkiye’deki kültürel hayat
içerisinde müze gezme tecrübesi geçmişle; tarih,
arkeoloji ve etnografiyle ilgiliydi. Daha
doğrusu bize miras kalanlarla ilgiliydi. Bizse
şimdiki zamana hatta geleceğe baktık. Bu izleyici
için şu anlama geliyordu, hala da öyle: Buraya
geldiğinizde şimdiki zamanda üretilmiş bir sanat
yapıtına sanatçıyla birlikte bakabiliyorsunuz. Böyle
bir kültür ve yaşam tecrübesi yarattık. Bu müzeciğin
yeni bir boyutuydu.
-Daha önce bir müzeye muhtemelen bir kere
giderdik. Topkapı Sarayı’na bir kere gittik,
“teşekkür ederiz”... Gördüğümüz zaman biterdi. Bu
devamı olmayan bir tecrübeydi. Bizim
ziyaretçilerimiz ise onlara sunduğumuz yeni sergi,
sinema programları ve etkinlikler sayesinde
buraya tekrar tekrar gelme ihtiyacı hissediyor.
İstanbul Modern için bir ziyaretçinin müzeyi tekrar
ziyaret etme yüzdesi 2.3’tür.
-Ben bu 10 yıl içinde bir nesil yarattık diye
düşünüyorum. Bu, farklı yaşların bir arada olduğu
bir nesil. Bizim eğitim programlarımız en erken 4-5
yaşlar için. Üst sınır ise yok. Dolayısıyla onları
tek bir çatı altında buluşturabilecek bir alan
yarattık biz. Bu bize şunu gösteriyor; böyle bir
kitle vardı demek ki. Müzeye gitme ihtiyacı hisseden
bir kitle varmış. Biz bu kitleyi daha da artırdık.
-İstanbul Modern’den önce İstanbul Bienali de
vardı. Ama o iki yılda bir düzenleniyordu.
İzleyicisi de daha farklıydı muhtemelen. Bienalden
farklı olarak İstanbul Modern sürekli burada.
İnsanlar “Bugün gitmezsem yarın giderim. Sergiyi
kaçırırsam başka sergiye giderim” diye düşünüyor.
Devamlı bir adrese gitme fikri ve heyecanı böyle bir
müze ortaya çıktığı zaman gelişiyor demek ki.
-Türkiye’nin modern ve
Çağdaş Sanat tarihinin ilk günden
bugüne nasıl aktığını kronolojik olarak
göstermeye çalışan tek müzeyiz. Bu bile izleyici
için önemli. Çünkü Türkiye’nin çağdaş sanatını
göstermek için insanlar misafirlerini buraya
getiriyor. Bizim yabancı ziyaretçi oranımız sezonda
yüzde 50 ile 52 arasındadır. Yurt dışından gelip
İstanbul’u ziyaret edenlerde Türkiye’nin modern
sanatı hakkında fikir sahibi olmak için İstanbul
Modern’e geliyor.
-Biz bir buzkıran gibi alanı açtık. Peşimizden
bir şeyler geliyor. Türkiye’nin sanat ortamında bir
hareketlilikten söz edilebiliyorsa bunda bizimle
birlikte diğer müzelerin ve sayısı artan
galerilerinde etkisi var.
-Şu anda koleksiyonumuzda 101 sanatçının 180
eseri var. Sanatçılar açısından bu çok önemli. Çünkü
sanatçılar için müze bir son noktadır. Sanatın
takdir gördüğü en yüksek yerdir. Bu nedenle bu
koleksiyona girmek sanatçı için çok önemli. Günlük
ziyaretçi sayımız 1.800-2.000 civarında. Perşembe
günü müze ücretsiz olduğu için bu sayı 3 bini
buluyor. Geçen yılı 641 bin ile kapattık. Bu
bilgiler bile sanatçıların bakış açısını
değiştirebilir.
-Artık müze ziyaretinin temel motivasyonu merak
değil, alışkanlık. Tabii merak var ama popülerlik de
var. Bugün artık yazılı medyadan sosyal medyaya
kadar her yerde müzede olmak, müzede selfie çekmek,
müzede bir etkinliğe katılmak bir trend aslında. Bu
bir teşvik yaratıyor. Fakat benim gördüğüm, insanlar
burayı sahiplendi.
-Pek çok aile hafta sonları İstanbul Modern’e
geliyor. Artık AVM’lere gitmek istemiyorlar.
Çocuklar eğitim programlarına katılıyor, yetişkinler
ise eğer sergileri gezmeyeceklerse restoranda
kahvaltı yapıyor. Bu aile kültürünün olmazsa
olmazına dönüştü. İnsanlar daha yaratıcı yaşamak
istiyor.
Sayılarla İstanbul Modern
-1.220 sanatçı
- 105 sergi
- 2.600 film gösterimi
- 16.000
Kitap ve dergilik kütüphane
- 10 yılda 5.5 milyon ziyaretçi
- 1.400 etkinlik
“Diğer
sermaye sahiplerini özendirdik”
Özalp Birol(Suna ve İnan
Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat Genel Müdürü)
-Kıraç ailesinin hayali evlerinde yer alan
eserleri korumak, geliştirmek ve bunların
değerlerini gelecek kuşaklara aktarabilmekti. Bu
amaçla koleksiyonlarının da kamuyla buluşturulacağı
bir yapı düşünüyorlardı. Biz de bildiğimiz anlamda
müzecilikle sınırlı olmayacak, kültür sanat
alanından herkesi bir araya getirecek bir platform
yarattık.
-Bir amacımız da özellikle sanat eğitimi veren
okulları cesaretlendirmek. Bunun için yaz aylarında
ulusal ya da uluslararası sanat okullarıyla el ele
vererek gençlere yönelik güncel sanat projeleri
düzenliyoruz. Açılışımızdan bu yana sürdürdüğümüz
için artık bunların gelenekselleştiğini
söyleyebiliriz.
-Programlarına özendiğimiz Batı ülkelerindeki
özel müzelere baktığımızda, bizdeki müzelerle
aralarında 100 yıllık bir fark olduğunu görüyoruz.
Bu farkın son on küsur yılda kazanılmış bir
devinimle kapatılamayacağının farkında olmak
gerekir. Buna rağmen bu ülkede gerek ekonomik
koşulların geçtiğimiz yıllarda istikrarlı gitmiş
olması gerekse sermaye sahiplerinin kültür ve sanata
ilgi duymasının getirdiği itibarın farkına varmış
olmaları bu devinimi pekiştirdi. Ki bu konuda bizim
gibi özel müzelerin performasının da etkisi büyük.
Çünkü diğer sermaye sahipleri de bizim sayemizde
kültür ve sanat alanına özenmeye başladı. Özel
müzecilik işleri kötü planlanmış ve batan işler
olsaydı bu alanda bir özenme ve olumlu bir
devinimden bahsedemeyecektik.
-“Canım ne var? Sergileri getirip kuruyorlar”
diyorlar. Öyle olsa bile bu tür etkinliklerin önemli
olduğunu düşünüyorum. Neden önemli? Çünkü kültür ve
sanata ilgi duyan herkesin yurt dışına giderek bu
yapıtları yerlerinde görme şansı olmuyor. Bizim gibi
müzelerin bu tür etkinlikler yapması, ülkemiz
insanının değer verdiği ya da merak ettiği
sanatçılarla buluşmasına imkan sağlıyor. Bu
önemlidir. Dahası da var: İlk kez bu önemli
sanatçıların yapıtlarını görerek kültür-sanat
alanında kendini geliştirmek isteyenlere de bir
platform sağlıyoruz. Hayatında ilk kez Giacometti’yi
Pera Müzesi’nde görüp heykele merak salabilecek genç
insanlarımız var. 10 kişi kazansak bu kardır.
-Biz memnuniyet anketleri yaptığımız zaman artık
cevapların daha bilinçli verildiğini, eleştirilerin
daha bilinçli olduğunu görüyoruz. Benim şaşmaz bir
noktam var. O da şudur: Biz buraya ziyaretçi defteri
koyduk. İsteyen küfür eder isteyen de eleştirisini
en kaliteli biçimde iletir. Bir tür serbest
kürsüdür. Arzu eden ziyaretçi oraya yazar. Benim
şaşmaz barometrem ziyaretçi defterleridir. Her gün
ilk işim müzenin ziyaretçi defterini okumaktır.
Toplantılarımızda da bu defterler önemli bir kaynak
olarak değerlendirilir. Eleştirileri mutlaka dikkate
alırız.
-Kıraç ailesinin koleksiyonu artık halkımızındır.
Çünkü kurucular koleksiyonlarını vakfa bağışladılar,
onların kişisel mal varlıklarına ait değiller. Bu
bakımdan bu eserlerin bir anlamda kamulaştığını
söyleyebiliriz. Bu nedenle bizim buraya
gösterdiğimiz saygı Kıraç ailesinden ziyade
ziyaretçiye gösterdiğimiz saygıyı yansıtır.
-İlla “Kaplumbağa Terbiyecisi” gibi yıldız bir
tabloya ihtiyaç duymaz müzeler. Louvre Müzesi
dünyanın en büyük müzelerinden biri. Şu an için
“Mona Lisa”ya ihtiyacı var mı? Yok. Peki Louvre
Müzesi denilince akla ne geliyor? Mona Lisa. Bu
nedenle Pera Müzesi’nin şu saatten sonra “Kaplumbağa
Terbiyecisi”ne ihtiyacı olmayabilir. Fakat
Türkiye’deki özel müzeciliğin temellerinin atıldığı
bir evrede Pera Müzesi kurulmaya hazırlanırken biz
bu tabloyu özellikle aldık. Hem dikkati yeni
kurulacak müzenin ve ailenin duyarlılığının üzerine
çektik hem de kendine göre bir efsanesi olan bir
yapıtı aldık.
Milliyet, Haber: Fırat Karadeniz, 28.02.2015
|
TÜRBEYE BRANDALI ÖNLEM

İzmir’in Basmane semtindeki Şeyh Bedrettin Türbesi restorasyon çalışmalarının durması ve yapının kaderine terk edilmiş görüntüsünün tepkilere neden olması üzerine, Vakıflar Bölge Müdürlüğü brandalı önlem aldı. Türbenin girişi branda ile kapatılırken, inşaat alanına girmenin yasak olduğunu belirten tabelalar konuldu.
Basmane semtinde, 19 yüzyıl başında Mısır-i Ali
Efendi tarafından kurulan ve içinde oğulları
Şeyh Bedrettin ve kardeşi Semsettin’in
sandukalarının bulunduğu türbede Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nün başlattığı restorasyon
çalışmaları, iddiaya göre Koruma Kurulu
tarafından 1.5 ay önce durduruldu.
Her gün çok sayıda kİşinin dua etmeye geldiği
türbe, adete kaderine terk edildi. Türbenin
kapılarının açık, pencelerinin sökük hali tepki
çekti. Türbenin bu durumunu anlatan haberin
ardından Vakıflar Bölge Müdürlüğü, restorasyonu
duran yapının girişini branda ile kapatırken,
inşaat alanına girilmesinin yasak olduğunu
belirtir tabelalar koyarak kendince önlem aldı.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 27.02.2015
|
ÇORUM MÜZE KOLEKSİYONUNDAKİ 'GÖZYAŞI ŞİŞESİ'
ANLATILDI

Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 14 binden
fazla eserin yer aldığı müzedeki eserleri tanıtmaya
devam ediyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden yapılan
açıklama da Roma dönemine ait 'Gözyaşı Şişesi'
anlatıldı. Açıklama da herhangi bir artistik önemi
olmayan ''tüp biçimli'' ya da ''parfüm şişesi''
olarak tanımlanan yeşilimsi camdan yapılan bu
şişelerin Roma'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi
Anadolu'da da cam üflemeciliğinin erken
uygulamalarını yansıtmaları bakımından önem taşıdığı
belirtildi.
Parfüm, merhem ve çeşitli yağları saklamak için
kullanılan bu şişelerin çoğunlukla mezarlar
içerisine ağızları alçı ile kapatılarak bırakılmış
halde bulunduğu belirtilerek ''Ayrıca, mezarlarda
bol sayıda bulunan bu şişeler ''gözyaşı şişesi''
olarak da adlandırılır. Bunun sebebi, Hristiyanlık
öncesi Roma döneminde ölünün arkasından ağlamanın
törensel bir adet olmasıdır. Ölünün arkasından ne
kadar çok ağlanırsa onun öteki dünyada o denli
itibar göreceğine inanılırdı. Bu yüzden ölünün
arkasından ağlayacak özel ağlayıcılar tutulurdu.
Ağlayıcıların gözyaşları bu şişelerde biriktirilir
ve mezara bırakılırdı. Gözyaşı şişelerinin çokluğu
ve doluluğu ölünün ne kadar sevilen birisi olduğunun
en belirgin göstergesi olarak görülmektedir.
müze koleksiyonundaki bu eserler, Roma Dönemine
MS 4. yüzyıla tarihlenmektedir.'' denildi.
Zaman, 27.0.2015
|
VİLLA YAPILACAK ALANDAN TARİH FIŞKIRDI
Bodrum'da, kazı yapılan bir arazide 3 bin 500 yıllık
Antik Halikarnassos Kenti'nin sur duvarları, bina
kalıntıları ve 3 mezara rastlandı.
Yokuşbaşı Mahallesi
Ballıkaya Mevkisi'nde, bir inşaat firması tarafından
dört ay önce 12'si ultra lüks 92
villa yapmak için inşaat çalışması başlatıldı.
Yaklaşık 150 dönüm arazi üzerine yapılacak inşaatın
ruhsatının alınması için yapılan sondaj
kazıları sırasında
tarih fışkırdı.
Çalışmalar sırasında 3
bin 500 yıllık
Antik Halikarnassos Kenti'ne ait sur duvarları,
sur duvarlarında kullanılan taşlarla yapılan bina
kalıntıları ve üç kaya mezarına rastlandı. Tarihi
kalıntıların bulunmasının ardından arazideki
sondajların sayısı arttırıldı. Bölge,
Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi arkeologu Hande Savaş ve sondaj
işçileri tarafından koruma altına alındı. Kaya
mezarlarnın içinde herhangi bir buluntuya
rastlanmadı. Kaya mezarlarının üzeri incelemenin
ardından branda ile örtüldü. Çalışmalara sağanak
yağmur nedeniyle pazartesi gününe kadar ara verildi.
İnşaat alanında ise çalışmaların devam ettiği
bildirildi.
 
 
 
 

Haber 7, 27.02.2015
|
TARİHİ YARIMADA'DA DÖNÜŞÜM İTO VE TOBB İLE
BAŞLAYACAK

İTO ve
TOBB’un sahip olduğu
Eminönü’deki 3 ayrı alan için ihaleye çıkıldı.
İTO otoparkı, 100 yıllık Liman Han ve Güneş
Han’ın toplam 4 bin 529 m2’lik arsa alanında
Yapİşlet- Devret modeliyle otel, iş merkezi,
toplantı ve kültür merkezi yapılacak. İhale
şartnamelerini almak isteyenler için süre 8 Nisan’da
sona erecek.
İstanbul Ticaret Odası (İTO) ve Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliği (TOBB) Eminönü’de bulunan, İTO
otoparkı, Güneş Han ve Liman Han’ın dönüştürülmesi
için ihaleye çıkıyor. Yap-işlet-devret modeliyle
toplamda 4 bin 529 metrekare alana ulaşan arsalarda
otel, iş merkezi, toplantı ve kültür merkezi
yapılacak.
23 Şubat’ta başlayan ihale şartnamelerinin temin
süresi 8 Nisan’a kadar devam edecek ve teklif vermek
isteyenler dosyalarını 13 Nisan’a kadar teslim
edebilecek. İstekliler 2 bin 500 lira bedelle ihale
şartnamelerini İTO’dan temin edebilecek. İTO ve
TOBB’un binalarının yerine yapılması planlanan yeni
binalarla bölgenin iş merkezi haline getirilmesi
hedeflenirken, projeyle sürekli dillendirilen tarihi
yarımadanın dönüştürülmesi yolunda ilk adım da
atılmış olacak. 5 milyon lira geçici, 10 milyon lira
ise kesin teminat miktarı konulan proje için sunulan
teklifler, 14 Nisan’da açılacak.
Projede yer alan ve TOBB’a ait 440 metrekare arsa
alanına sahip Güneş Han’ın yerine inşa edilecek
yapının 2’nci derecede ticaret alanı olması
öngörülüyor. Yapıda; perakende ticaret alanları,
otel, lokanta, kafeterya, çayhane gibi yeme içmeye
dönük birimler, turizm acentesi, kitabevi gibi
hizmet birimleri, depolama faaliyeti gerektirmeyen
hizmet türleri, geleneksel el sanatları üretim,
planlama, sergileme alanları, büro, iş hanı, irtibat
bürosu, banka ve finans kurumları, kültürel tesis,
küçük ölçekte
sağlık tesisi yapılabilecek.
100 yıllık Liman Han için proje onaylatıldı
İTO’ya ait 564 metrekarelik Liman Han’ın
bulunduğu arsa ise sosyal-kültürel tesis alanı
olarak belirlendi. Liman Han, 2’nci derecede
korunması gerekli tescilli bina statüsüne sahip.
Burada; konaklama tesisleri yer almamak koşuluyla
günübirlik amaçlar için kullanılacak, sosyal tesis,
kültür merkezleri, kütüphane, müze,
sinema, tiyatro, sergi konferans salonları gibi
kültürel yapılar, bu birimlere hizmet edecek asgari
ölçüde düzenlenecek yeme içme birimleri,
bilgi-beceri meslek edindirme kursları, teknik
eğitim vb. eğitim yapıları, belediye idari
birimleri, muhtarlık gibi yapılar, küçük ölçekte
sağlık yapısı ve sosyal yardım birimleri, sivil
toplum örgütleri, ve meslek odaları, ilköğretim
öncesi eğitim gibi işlevler yer alabilecek. 1915’te
yapılan Liman Han için ön cephesinin korunması
suretiyle, arka kısmının yıkılarak yeniden betonarme
olarak yapılacak şekilde hazırlanan restorasyon
projesi, 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından onaylandı.
Son olarak İTO’ya ait ve 3 bin 525 metrekare arsa
büyüklüğüne sahip otopark alanında, restorasyon ve
uygulama projelerinin yüklenici tarafından
hazırlanması planlandı. İnşaat yapım ruhsatı
alınması da yüklenici firmanın sorumluluğunda
olacak.
'Turistlerin gece keyif alabilecekleri yer
yapmak istiyoruz'
TOBB- İTO Sirkeci Projesi için ihale duyurusuna
çıkmadan önce İstanbul'daki en büyük 40 müteahhidi
toplayarak bilgilendirme toplantısı yaptıklarını
anlatan İTO Başkanı
İbrahim Çağlar, projeyi Eminönü çevre
düzenlemesi olarak plandıklarını söyledi. Gündüz çok
yoğun kullanılmasına rağmen bölgenin geceleri boş
kaldığını belirten Çağlar, "Turistlerin gece keyif
alabilecekleri bir yer yaratmak istedik. Atıl
haldeki tarihi binaları turizme kazandırmak
istiyoruz. Binamızın yanındaki otoparkı belediyeye
kullandırıyorduk. Liman Han'ı kaymaya başladığı için
kapattık. Bunları rehabilite etmemiz gerekli.
İBB'nin de
Unkapanı'ndan Sarayburnu'na kadar yolu yer
altına alıp, üstünü park yapma projesi var.
İstanbul'a gelen turistlere alternatif mekanlar
sunmamız gerekli" dedi.
Milliyet, 27.02.2015
|
TARİHİ KERPE LİMANI TURİZME KAZANDIRILACAK
Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi, tarihi Kerpe Limanı'nı
turizme kazandıracak.
Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi
Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube
Müdürlüğü tarafından Antik Kerpe Limanı Mendireği
(Bir limanın denizden korunmasını sağlayan iskele
veya dalgakıran) Rekonstrüksiyon Yapım İhalesi
yapıldı. İhaleye tek katılımcı Nomak İnşaat 329 bin
998 TL teklif verdi. Tarihi Kerpe Limanı'nın gün
yüzüne çıkarılacağı rekonstrüksiyon çalışmalarıyla
yüzyıllar önce Cenevizliler ve Osmanlı Devleti’nin
Karadeniz’de yoğun olarak kullandığı Kerpe Limanı
turizm amaçlı kullanılmak üzere şekillendirilecek.
İKİ ADET CENEVİZ GEMİSİ YAPILACAK
Proje kapsamında mevcut tarihi limanın bir bölümü
orijinal halinde bırakılırken bir bölümü de restore
edilecek. Restorasyonda limanın kendi mevcut taşları
ve yöresel malzeme kullanılacak. Limanın bulunduğu
alanın ayrıca turizme kazandırılması da düşünülüyor.
Limanın restorasyon çalışması tamamlandıktan sonra
Ceneviz dönemini yansıtan iki küçük Ceneviz Gemisi
yapılacak. Bu gemilerden biri denize batırılarak
dalış turizmine hizmet verirken diğer gemi su
üstünde turistik gezi amaçlı kullanılacak.
TARİHİ DOKUSUNA UYGUN BİR YAPIDA OLACAK
Limanın karakteristik olarak Kandıra taşı ve yöresel
malzemeler kullanılarak yapıldığı tespit edildi.100
metreye yakın bir uzunluğa sahip olan liman zamanla
deniz etkisiyle bozuldu. Limanın Büyükşehir
Belediyesi tarafından rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projeleri hazırlandı. Özellikle deniz
yapıları konusunda uzman sualtı arkeologları ve
akademik danışmanları tarafından incelemesi yapıldı.
Proje Kültür ve Turizm Bakanlığı Kocaeli Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da
onaylandı.
Limanın bulunduğu alanda yapılan dalışlarda iki adet
de Osmanlı dönemine ait top bulundu. Bölgede dalış
yapanlar bu topları da görebilecek. Limanın
bulunduğu alana ayrıca yine dalış turizmi için
imitasyon anforalar konulacak. Limanın yanında bir
de dalış kulüpleri için dalış evi yapılacak.
Bugün, 27.02.2015
|
NARMANLI HAN'IN AKIBETİNİ MİMARI AÇIKLADI

"Otel mi, AVM mi" olacak diye merak edilen tarihi
Narmanlı Han projesinin detaylarını mimarı Sinan
Genim bianet'e anlattı.
İstiklal Caddesi'nde 1831 yılında inşa edilen
bina Beyoğlu'nun en güzel mekanlarından biri.
Ahmet Tanpınar gibi sanatçıların da yaşadığı bina
Narmanlı ailesi tarafından 57 milyon dolara Mehmet
Erkul ve Tekin Esen’e satıldı.
Satışın ardından binanın ne olarak kullanılacağı
merak konusuydu. Otel ya da AVM yapılacağı
söylentileri çıkmıştı.
Projenin restorasyonunu yapacak mimar Sinan
Genim, röleve/restitusyon projesinin koruma
kurulunda onaylandığını restorasyon projesinin ise
hazırlanma aşamasında olduğunu söyledi.
Dükkan ve lokantalar olacak
Proje kapsamında handa yedi dükkan, iki lokanta
olacağını, otel ya da AVM yapılmasının mekanın
küçüklüğü nedeniyle mümkün olmadığını belirtti.
Genim, "binanın tarihi dokusu korunacak mı, hangi
işlevle kullanılacak, ek bina yapılacak mı, ağaçlar
ne olacak" gibi sorularımız ekseninde projenin
detaylarıyla ilgili şunları aktardı:
"Olduğu gibi binayı restore edeceğiz, biraz
modernleştireceğiz. Otel ya da AVM nasıl olsun, 1000
metrekarelik yer, mekan büyük değil. 7 dükkan 2
lokanta olacak. Kaliteli dükkanlara bakacağız.
Galeri tarzı, sanat kurumları tarzı bir şey yapmak
istiyoruz. Sanatsal ağırlıklı dükkanlar olacak. Ama
tabii bunlar arz talep meselesi. Mesela İstiklal’de
Pera kitabevi bile kira artışı nedeniyle kapanmak
zorunda kaldı.
Ağaçlar sökülür, mor salkımlar durur

Fotoğraf: Ekin Karaca
"Ek bina, kat olmayacak, avlunun üstü
kapatılmayacak. Dış duvarlar olduğu gibi muhafaza
edilecek. Akasya ağaçları falan var ama onlar
kurumuş zaten, bir tane de çam ağacı vardı o da yan
yatmış. Tehlike arz ettikleri için ağaçlar sökülür
herhalde. Mor salkımlar korunur. İçerisi tamamen
yıkık durumda o yüzden içini takviye edip
toparlayacağız. Yönetmelik kapsamında yangın
merdiveni, sığınak yapacağız. Çağdaş yaşamı
destekleyecek şekilde elektrik tesisatı,
havalandırma olacak; orayı mangalla ısıtacak halimiz
yok."
Soylulaştırma dediğin arz talep meselesi
Genim, kamuoyunun Narmanlı Han'la ilgili
tedirginlikleri ve soylulaştırma eleştirilerini ise
şöyle yanıtladı:
"25 sene önce Karaköy'deki Fransız geçidine kimse
girmezdi, orayı restore ettik. Elektronik çarşısı
olsun dedik kimse böyle bir dükkan açmak istemedi.
Şimdi ise kafeleriyle başka bir yaşantı oluştu.
Mutenalaşma nedir? Arz, talep dengesi. O kafeye
gidip kahve, bira içiyorsan her şeyin bir fiyatı
var. Taksim’de bazı kitapçılar kapandı mesela, niye?
İşini yürüten orada çalışıyor. Şartlara göre kendini
hareketlendirecek, piyasa şartlarına uyacaksın."
Kamusal mekan olması gerekir
Beyoğlu Kent Savunması'ndan avukat Eren Can, esas
olarak böyle tarihi bir mekanın kamulaştırlarak
kamusal bir alan olarak kullanılması, içinde yaşayan
ve çalışanların korunması gerektiğini belirtti.
“Ancak devlet kamu malını bile özel şirkete
devrederken bir alanı kamulaştırmasını beklemek
hayal olur. Narmanlı Han tarihi bir bina olarak
aslına uygun restore edilmeli ama ayrıca içindeki
esnafıyla da korunmalı. Sonuç olarak bina restore
edildikten sonra soylulaşacak, bu sınıfsal bir
duruma tekabül ediyor. Biz restorasyon sürecinin
takipçisiyiz."
Can, henüz proje geçmemesine rağmen binaya iskele
kurulduğu için belediyeye dilekçe verdi ve bunu
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü'ne de iletti.
Handa şu anda sadece üç dükkan ve 46 yıllık
kiracı Mithat Şahin var. Şahin'in de martta evini
boşaltması isteniyor.
Narmanlı Han'ın hikayesi
Tünel'de yer alan Narmanlı Han 1831 Rusya
Büyükelçiliği olarak İtalyan mimar Giuseppe Fossati
tarafından inşa edilmiş. 1880 yılına kadar elçilik
binası ardından 1914'e dek Rus hapishanesi olarak
kullanılmış. Daha sonra Narmanlı ailesinin mülkü
olmuş.
Sonraki yıllarda Narmanlı Yurdu olarak anılan
binada Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri
Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar,
sanatçı yaşamış ve çalışmış.
Ermeni gazete Jamanak da bu binaydaydı. 80, 90’lı
yıllarda avludaki çay bahçesi birçok kişinin meskeni
olmuştu.
2001 yılında Yapı Kredi Koray İnşaat, restore
etmek amacıyla hanın yüzde 15 hissesini satın aldı.
Binaya üç kat eklenmesini öngöre mimar Halil Onur’un
hazırladığı restorasyon projesi Anıtlar Kurulu
tarafından kabul edildi. Ancak sivil toplum
kuruluşlarının itirazı üzerine açılan davada mahkeme
yürütmeyi durdurma verdi.
10 yıl restoraston yapılamayınca aile hisselerini
geri aldı. Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve
Tekin Esen’e sattı.
Birgün Haber: Nilay Vardar, 27.02.2015
|
GİZEMLİ SANATÇI BANSKY, GAZZE'DE
Kimliği hala
bilinmeyen ancak çizdiği duvar resimleriyle büyük
üne kavuşan İngiliz sanatçı Bansky, Gazze'de ortaya
çıktı. Tünellerden gizlice Gazze'ye giren
sanatçının, 2 dakikalık videosunda İsrail'in
Gazze'ye düzenlediği saldırılar anlatılırken,
evlerin yeniden inşa edilmesine izin verilmediği
belirtildi. Bansky, çizdiği kedi için "İnsanlar
sadece kedi fotoğraflarına bakıyor. Belki
dikkatlerini çekebilirim" dedi.
Sabah, 27.02.2015
|
|
BAYEZİD MEYDANI'NI DA 'SIFIRLIYORLAR'

Tarihi Yarımada kentsel ve tarihi sit alanında yer
alan Bayezid Meydanı’nda devam eden Darulfünun alt
geçidi inşaatı hakkında İstanbul 1 No’lu Yenileme
Alanları Koruma Kurulu’nun suç duyurusunda
bulunduğu, ancak buna rağmen inşaat alanındaki
çalışmaların devam ettiği ortaya çıktı.
Lahit kapaklarının kepçelerle tahrip edilmesi ve
açığa çıkan bir sarnıcın beton ve molozla
kaplanmasıyla gündeme gelen inşaat çalışmalarını
yerinde inceleyen 1 No’lu Yenileme Kurulu, inşaatın
1/1000’lik koruma amaçlı uygulama imar planının
genel hükümlerine aykırı olduğuna karar verdi. Plan
hükümlerine göre, inşaat ruhsatı aşamasında
Arkeoloji Müzesi denetiminde kazı yapılması ve
Koruma Kurulu kararı doğrultusunda uygulama
yapılması öngörülüyor.
Ancak 1 No’lu Kurul, aldığı kararda meydandaki
inşaat çalışmalarının bu hükme aykırı yapıldığını
tespit ederek, 2863 sayılı yasaya göre sorumlular
hakkında suç duyurusunda bulundu. Kurul’un 25 Kasım
2014’te aldığı kararda, “Roma, Bizans ve Osmanlı
döneminde önemli bir yerleşim yeri olan bu alanda
yapılacak tüm çalışmaların projelerinin Kurula
iletilmesine ve Kurul onayı alındıktan sonra
uygulamanın Arkeoloji Müzeleri denetiminde
yapılmasına” karar verildi. Ancak bu karara rağmen
inşaat sahasındaki çalışmalar devam etti.
İMAR PLANI YOK
Darulfünün altgeçidi inşaatı meydanı alt üst
ederken, yapılan işlemin onaylı bir projesi yok,
yalnızca altgeçit güçlendirme izni var. 1 No’lu
Yenileme Kurulu, Darülfunun Alt Geçidi Güçlendirme
Projesi’ni Mart 2013’te onayladı. Tünellerin geriye
alınması için 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı
imar planlarının hazırlanarak Kurula iletilmesini
istedi, ancak imar planları hazırlanıp onaylanmadan
inşaat başladı. Bayezid Meydanı Projesi’nin ise
yalnızca kentsel tasarım projesi onaylandı, Korumu
Kurulu’nun henüz uygulama projesine dair verdiği bir
onay yokken sit alanında inşaat yapıldı.
***
Mimarlar Odası: Proje geri çekilmeli
Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella
Yapıcı, Koruma Kurulu’nun suç duyurusuna rağmen
onaylı bir proje ve plan tadilatı olmadan inşaatın
devam etmesinin suç olduğunu belirtti. Yapıcı,
“İstanbul Üniversitesi’nin merdivenleri kırılarak,
oradaki ağaçlar yok edilerek, son derece yağmacı bir
mantıkla, hukuksuz ve izinsiz bir uygulamayla, bu
kadar önemli bir yer alt üst ediliyor” dedi.
Bayezid Meydanı Projesi’nin bir bölümü UNESCO Dünya
Mirası alanı olan Süleymaniye yenileme alanında
kalıyor. Dolayısıyla projenin bir kısmını 1 No’lu
Yenileme Kurulu bakarken diğer kısmına 4 No’lu
Koruma Kurulu bakıyor. Yapıcı, “İstanbul’un bu kadar
önemli bir yerinde yapılması planlanan meydan
projesinin yarısında yapılanlar diğer yarısına bakan
Kurul’u ilgilendirmiyor. Bir meydan bu şekilde
tasarlanamaz. Roma’nın, Bizans’ın ve Osmanlı’nın çok
önemli bir arkeolojik alanı burası. Bayezid
Meydanı’nın önüne korkunç bir trafik getiren, hiçbir
şekilde yaya ile meydan arasındaki ilişkiyi
kuramayan, meydanın doğal eğimini yok eden son
derece kritik ve çok büyük bir alanı kapsayan bir
proje söz konusu. Bütün üniversiteleri, tarihçileri
ve belediyeyi saygı ve dikkate davet ediyoruz. Bu
projenin derhal geri çekilmesi için hukuki
girişimlerde bulunacağız” dedi.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 27.02.2015
|
IŞİD, MUSUL'DAKİ NİNEVEH ARKEOLOJİ MÜZESİ'Nİ YERLE
BİR ETTİ

Radikal İslamcı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)
işgal ettiği şehirlerde bulunan kültürel
mirasları yok etmeye devam ediyor. IŞİD
militanları, Irak’ta Musul’un da içinde
bulunduğu Ninova eyaletinde bulunan bir
arkeoloji müzesini yerle bir etti.

IŞİD militanlarının, Ninova’daki Nineveh Arkeoloji Müzesi’ndeki heykel yıkma görüntüleri ortaya çıktı. Görüntülerde, IŞİD
militanlarınının heykelleri, ellerindeki çekiç,
balyoz ve elektrikli matkaplarla heykel,
kabartma ve diğer eserleri kırıp, parçaladığı
görülüyor. Yaptıklarını kameraya kaydeden IŞİD,
bu görüntüleri de yayınladı.
IŞİD, daha önce de Musul’da 10 binden fazla
kitabın, en az 700 adet nadir el yazması eserin
bulunduğu Musul Kütüphanesi’ni yakmıştı.
nediyor.com, 26.02.2015
UNESCO'DAN
ACİL TOPLANTI ÇAĞRISI
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO), terör örgütü IŞİD'in Musul
Müzesi'ni tahrip etmesiyle ilgili Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) acilen
toplantı yapmasını talep etti. Merkezi Paris'te
bulunan UNESCO, IŞİD'in Irak'ın kuzeyinde yer alan
Musul Müzesi'ndeki heykel ve diğer sanat eserlerini
tahrip etmesini "kültürel bir trajedi" olarak
değerlendirdi. Açıklamada, balyozla yıkılan
eserlerden bazılarının UNESCO Dünya Kültürel Mirası
listesinde yer alan tarihi Hatra şehrinden
getirildiği hatırlatıldı. Sosyal medyada dün yer
alan videoda IŞİD'in müzede heykel ve kıymetli sanat
eserlerini balyozla yıktığı görülüyordu.
Sabah, 28.02.2015
******
MUSUL'DA
IŞİD'İN PARÇALADIĞI HEYKELLERLE İLGİLİ ŞOK İDDİA:
GERÇEK DEĞİLLERDİ
Irak’ın Musul kentinin
sürgündeki valisi Asil Nuceyfi, Kürt haber
sitesi Rudaw’a yaptığı açıklamada geçtiğimiz
günlerde Musul Müzesi’nde IŞİD’in imha ettiği
eserlerin çoğunun 2003 yılındaki Irak savaşının
ardından Bağdat’a götürülen esas eserlerin
kopyası olduğunu öne sürdü.
IŞİD’in 7 eseri
çaldığını belirterek UNESCO’nun çalıntı eserleri
almaması için antik eser tüccarlarını uyardığını
söyleyen Nuceyfi, şöyle konuştu:
SADECE 2’Sİ GERÇEK
“Musul Müzesi,
Irak’ın ikinci büyük müzesi. Şans eseri,
müzede değerli bazı eserler
Bağdat’taki Ulusal Müze’ye aktarılmıştı.
Videoda balyozla kırılan, imha edilenler gerçek
eserlerin reprodüksiyonları. Ancak militanların
imha ettiği gerçek 2 eser var; biri kanatlı boğa
heykeli, diğeri Rozhan heykeli. Ayrıca videoda
bazı gerçek eserlerin olmadığını tespit ettik,
bu da IŞİD’in tahrip operasyonu öncesinde 7
tanesini aldığını gösteriyor.”
Irak’tan çalınan Akadlar dönemine ait eserlerin
Türkiye, Suriye veya Lübnan üzerinden taşındığını
iddia eden Nuceyfi, bu 2 ülkenin eserlerin
kaçırılmasını önleyebileceğini belirtti.
Hürriyet, 01.03.2015
|
TOPHANE'DE MÜDAHALE SANATA MI, AHLAKA MI?

Çok sayıda güncel sanat galerisinin bulunduğu,
Beyoğlu’nun Tophane semti, yine bir saldırı olayıyla
gündeme geldi. Daire Galeri’deki sergi açılışı
sırasında, bir grup mahalleli, bazı ziyaretçilerin
uygunsuz davranışlarda bulunduğunu öne sürerek
galerinin etrafını sardı.
Beyoğlu’nun yoğun güncel sanat rotası üzerinde
bulunan ve çok sayıda galeriye ev sahipliği yapan
Tophane’de yeni bir saldırı olayı yaşandı. 21 Şubat
Cumartesi akşamı, Boğazkesen Caddesi üzerinde
bulunan Daire Galeri’nin ‘çoktan seçmeli’ başlıklı
sergisinin açılış kokteyli sırasında, bir grup
mahalle sakini, açılışa gelen bir çiftin uygunsuz
davranışlar sergilediğini iddia ederek ziyaretçilere
saldırdı. Konukların bir süre mekanda mahsur
kalmasına neden olan olay, sözlü saldırılarla devam
etti ve mekandakilerin olanları kaydetmesi
engellendi. Olaya polis müdahale etti.
Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye
Şubesi (AICA TR), konu hakkında yazılı bir açıklama
yaptı. “Daire Sanat Galerisi’ne karşı
gerçekleştirilen bilindik provokasyonların
farkındayız ve Daire Sanat Galerisi’nin yanındayız!”
sözleriyle başlayan bildiride “Bu tür saldırıların
ülkenin aydınlarını hedef alan söylemlerden güç
aldığını görüyor ve reddediyoruz. Yaratılmaya
çalışılan kutuplaşmanın yanında olmayacağımızı,
ülkenin çağdaş ve aydınlık yüzüne yapılan bu
saldırılara emniyet ve yargının izin vermemesi
gerektiğini hatırlatmaktayız” ifadelerine yer
verilirken, saldırılar sistematik bir yıldırma
çabası olarak nitelendirildi.
Polis eşliğinde açılış
Yaklaşık beş yıl önce de, 21 Eylül 2010 akşamı,
sergi açılışlarını toplu halde yapan semt sakini
galeriler, mahallelilerden oluştuğu söylenen
kalabalık bir grubun saldırısına uğramıştı. Galeri
NON, Outlet, Elipsis, Pi Artworks ve Galeri Apel’i
hedef alan saldırılarda bazı galerilerin camları
kırılmış, ziyaretçiler ve sanatçılar yumruklanmış,
taşla yaralananlar olmuştu. Galerilere sığınmak
zorunda kalanlar, ancak polisin olay yerine
ulaşmasıyla dışarı çıkabilmişti. Saldırının planlı
olduğu anlaşılıyordu. Bu olaydan birkaç gün önce
açılan, Tophane’nin ilk galerilerinden Rodeo da
tehditler almış, bir mahallelinin uyarısıyla
konukların galeriye girmesi sağlanmış ve saldırı bir
şekilde ‘önlenmişti’.
2010’da yaşanan bu ciddi saldırının ardından
mahallede faaliyet göstermeye devam eden galerilere,
açılış organizasyonlarını mutlaka polise haber
vermeleri tembihlendi. Bunu takip eden birkaç yıl
boyunca, galeri açılışlarına polis eşlik etti.
21 Şubat Cumartesi akşamı yaşananların ardından
galericiler toplantılar yaparak, mahalleliyle
aralarındaki uçurumun aşılması için neler
yapılabileceğini tartıştılar. Ancak bu görüşmeler de
sonuçsuz kaldı.
Istanbul Art News gazetesinin Şubat sayısı için
yaptığımız söyleşide Rodeo Galeri’nin sahibi Sylvia
Kouvali, mahalleliyle aralarındaki zıtlığın nedenini
şu sözlerle açıklıyor: “Fakir insanların yaşadığı
bir bölgede, fiyatı bin ila 60 bin euro arasında
değişen eserler satıyoruz. Bu bana tuhaf geliyor.”
Yaklaşık iki yıl önce galerisini Tophane’den
Sıraselviler’e taşıyan Kouvali, “Mahalleliyle
aramızdaki ilişki zamanla Tom ve Jerry oyununa
dönüşmüştü. 2007’de Tophane’ye taşındığımızda
etrafımızda kimse yoktu, bölgedeki kiralar da
düşüktü. Galerinin önünde hayvan kestiklerini bile
gördüm. Tophane hala böyle bir yer ve bunu
değiştirecek olan bizler değiliz. Tophane kültürü
çok güçlü; güncel sanat kültüründen de güçlü” diyor.
Semtin sanat ortamı son dönemde etrafında açılan
müze ve sanat kurumlarının etkisiyle daha da
hareketlenmiş olsa da, Kouvali’nin de ifade ettiği
gibi, bu durum mahalle kültürüne dair bir şeyi
değiştirmiyor; aksine, korumacı ve öfkeli bir
tutumun açığa çıkmasına yol açıyor.
“Yeni Türkiye’yi temsil eden, örnek bir vaka”
Yaşamını yıllarca Tophane semtinde sürdürmüş olan
Sosyolog Özge Altın, geçen hafta yaşanan olaylardan
hareketle, son dönemde bölgede gözlemlenen
gerilimleri değerlendirdi.
“Gerilim birbirinden çok farklı iki kültürün aynı
yerde yan yana yaşamaya çalışmasından kaynaklanıyor.
Tophanelilerin aşırı muhafazakar kültürü ile semtin
galeri ve kafe sahibi olan yeni sakinlerinin daha
seküler veya modern diyebileceğimiz kültürünün,
birlikte olmasa da, yan yana yaşamayı öğrenmesi
zaten zor. Fakat bu süreç semtin, kendinde başkasına
müdahale etme hakkını gören kesiminin, ‘öteki’ne
olan tahammülsüzlüğüyle daha da zorlaşıyor.
‘Mahalle’ye mekan açanların mahalle kültürünün
farkında olup buna saygı duyması gerekiyor; öte
yandan, yeni gelenler bu konuda dikkatli davransalar
dahi mahalleli tarafından müdahaleye maruz
kalabiliyorlar. Örneğin Tophaneliler alkol konusunda
çok hassas ve sergi açılışları mekan içerisinde
yapılsa dahi, ‘pencerelerden göründüğü için’ alkol
alınmayacağını söyledikleri müdahale örnekleri var.
Yani müdahalelerde esas mevzu, alkol alan kişiler
tarafından mahallelinin rahatsız edilmesi değil;
orada alkol alınıyor olması ve bu insanların temsil
ettiği ‘öteki’ kültür.
Tophane’nin adı ilk olarak IMF eylemlerinde
duyulmuştu. Ardından 1 Mayıs’lar, 2010’daki galeri
baskınları ve tabii ki Gezi Direnişi... Bu bağlamda,
Tophane’nin, ‘yeni’ Türkiye’yi temsil eden örnek bir
vaka olduğunu söyleyebiliriz. Aslında önceleri
Tophanelilerin kendinden olmayan ama semtte yaşayan
insanlarla genel olarak bir dertleri ya da rahatsız
edildikleri bir durum yoktu. Yaşanan sorunları
karşılıklı konuşmayla ya da çatışmayla çözebilen bir
mahalle kültürü vardı. Fakat bu kültür de iktidarın
söylemleriyle değişti ve yıllardır yan yana yaşayan
insanların, kendilerine benzemeyen komşularını
(yalnız yaşayan gençleri ve özellikle kadınları)
listeleyerek devlete şikayet etmelerine varan bir
düzeye geldi.
İktidar, söylemleriyle insanları kışkırtmaya,
kışkırttığı insanları desteklemeye ve korumaya devam
ettikçe, insanların kendisi gibi olmayana müdahale
etme hakkını kendinde görme hali maalesef daha da
güçlenecektir. Bu durum Tophane’yle de sınırlı
kalmayacaktır.”
Agos, Haber: Tuğba Esen, 26.02.2015
|
EVİN BAHÇESİNDEN TARİHİ ESER ÇIKTI

Balıkesir'in Manyas
İlçesi'nde etkili olan
yağışların ardından bir evin bahçesinde,
Roma dönemine ait 3 parça tarihi eser ortaya
çıktı.
İlçenin kırsal mahallelerinden Darıca'da
yaşayan O.K'nin bahçesinde, etkili olan yağışların
ardından Roma dönemine ait olduğu belirtilen 3 parça
eser ortaya çıktı. O.K'nin ihbarı üzerine bölgeye
gelen
jandarma ekipleri, durumu Bandırma Müze
Müdürlüğüne bildirdi.
Müdürlükten gelecek ekibin, Roma dönemine ait
olduğu belirtilen tarihi eserleri incelenmek üzere
müzeye götüreceği belirtildi.
Bahçede yağmur sonrası dolaşırken ayağına bir taş
parçasının takılmasıyla tarihi eserleri bulduğunu
belirten O.K, "Kazma aracılığıyla toprak altından
çıkardım. Taşları ters çevirdiğimde bir takım
yazılar gördüm. Bunun eskiye ait bir taş olduğunu
düşünüp jandarmaya haber verdim" dedi.
Radikal, 26.02.2015
|
BULGAR VAKFI'NI KENDİ BİNASINDA İŞGALCİ YAPTILAR

Balat’ta, Bulgar Eksarhlığı Ortadoks Kilisesi
Vakfı’na ait Demir Kilise’nin din görevlilerinin
kaldığı yaklaşık 170 yıllık bina, Vakıf tarafından
kullanılmaya devam ederken, Maliye’ye bağlı Emlak
İşleri Genel Müdürlüğü tarafından, 2000 yılında
‘kullanılmayan bina’ olduğu gerekçesiyle el konuldu.
Tapusu, Maliye üzerine tescillendi. Ancak Tescil
kararının ardından da Vakıf tarafından
kullanılmasına izin verildi.
Vakıflar Kanunu’da azınlık vakıflarının
mülklerinin iadesini öngören düzenlemenin
yapılmasının ardından, Bulgar Vakfı, binanın iadesi
için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurdu. Müdürlük,
2012 yılında mülkü, Demir Kilise ve Şişli Endüstri
Meslek Lisesi arazisiyle birlikte Vakfa iade etti.
Ancak iadenin ardından Defterdarlık, binanın
Hazine adına tescillendiği dönem için ecrimisil
çıkarttı. Yani tapusu olmadığı işgal edilerek
kullanıldığı gerekçesiyle Vakıf’a 50 bin TL’lik
borç çıkarttı. Defterdarlık, 1999 yılından iadenin
gerçekleştiği 2012 yılına kadar dönem için işgal
kirası istiyor.
Defterdarlığın çıkarttığı kararın ardından Vakfa
ait hesaplara da haciz konuldu. Vakıf kendisine ait
bina için işgalci olduğu iddiasıyla devlete ödeme
yapmak zorunda.
Bulgar Vakfı, uygulamaya tepkili. Vakıf
yönetiminden Milko Peçatikov, kendi mülkleri için
ödeme yapılması için çıkartılan faturanın
anlamsızlığına dikkat çekti. Peçatikov, “1936
Beyannamesinde yer alan mülkümüze el konuldu.
Kayıtları var, yıllarca Hazine tapumuz hazinedeydi.
Geri alındı. Şimdi böyle ilginç bir uygulamayla
karşı karşıyayız” diye konuştu.
Agos, Haber: Uygar Gültekin, 26.02.2015
|
GELDİM, GÖRDÜM, YENDİM ŞİMDİ MÜZE OLACAĞIM

Roma İmparatoru Julius Sezar'ın Basforos Kralı 2.
Pharnake'ye karşı zafer kazanarak, dünyaca ünlü
''Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)'' sözünü
söylediği Zile Kalesi'ne yapılan müzede sona
yaklaşıldı. Tarihi kalenin sağ tarafındaki alana
inşa edilen taş binanın, tefrişatının
tamamlanmasının ardından müze olarak hizmete
açılması planlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Müsteşarı Haluk Dursun, incelemelerde bulunmak üzere
geldiği kalede Bakanlık olarak tarihi kentlerin
önemini ortaya çıkarmak için çalışmalar
yürüttüklerini söyledi. Zile'nin sıra dışı bir yer
olduğunu vurgulayan Dursun, "Zile'yi çok
önemsiyoruz. Zile Kalesi'ni gezdik. Belediye
Başkanımızla beraber gezdik ve değerlendirmeler
yaptık" dedi.
TARİHİ DOKU ÖN PLANA ÇIKACAK
Kale içine yapılan binanın kültür hizmetinde
kullanılabileceğini, müze veya kent müzesi olarak
değerlendirilebileceğini belirten Dursun, "Kale
içinde peyzaj düzenlemesi yapılmasını düşünüyoruz"
diye konuştu. Dursun, kalede seyir mekanları
oluşturulabileceğini ifade ederek, "Tarihi dokuyu ön
plana çıkarmak, Zile'nin geri kalmış ve ortaya
çıkmayan halini ön plana çıkarmak için Kültür ve
Turizm Bakanlığı çalışma yapıyor" şeklinde konuştu.
HER AYRINTIYI TEK TEK ELE ALIYORUZ
Zile'yi bir bütün olarak ele aldıklarını belirten
Dursun, "Zile'nin tarihi yapısını tek tek ele
almıyoruz. Zile'nin tamamı, kalesi bunların en
önemlilerinden biri. Güzel bir görünüme sahip, güzel
yapısal özelliği var. Bunun tamamını şehirle
bütünleştirmek üzere kent kültürünün, tarihi dokunun
içinde önemli bir parça olarak değerlendiriyoruz.
Müze olarak değerlendirilmesi gereken bölümlerin
olduğunu da vurguluyoruz" ifadelerini kullandı.
TİYATROSU BiLE VAR
Kale, antik çağlarda kurulmuş, höyük üzerinde
inşa edildi. Akropol (iç kale) özelliğine sahip Zile
Kalesi'nin kuzeydoğusunda kayalıklara oyulmuş, Roma
dönemine ait küçük bir tiyatro bulunuyor.
Turistlerin taş merakı
Zile Belediye Başkanı Lütfi Vidinel, "Zile
Kalesi'nin sağında bulunan alanı müzeye çevireceğiz"
dedi. Müzede çeşitli eserleri sergileyeceklerini
ifade eden Vidinel, "İnşallah kaleye müze
yapılmasıyla buraya çok sayıda turist gelecek.
Kalemiz, Roma İmparatoru Julius Sezar'ın kalesi
olarak biliniyor. Yabancı turistler, bu sözün
yazıldığı taşı çok dikkatli inceliyor" dedi.
Julius Sezar kimdir?
Romalı askeri ve politik lider. Aynı zamanda iyi
bir hatip ve güçlü bir yazar olan Sezar, dünya
tarihinin en etkili insanlarından birisi olarak
kabul edilir. Eylemleriyle Roma Cumhuriyeti'nin Roma
İmparatorluğu'na dönüşmesinde kritik bir rol
oynamıştır.
Akşam, 26.02.2015
|
KAZI KAYBET! ARKEOLOGLARA YER YOK!

Türkiye ’de müzelerin önemli bir kısmının gişe
gelirleri özelleştirilerek TÜRSAB’a verildi. Eskiden
özellikle de Ayasofya, Topkapı, Efes gibi müze ve
ören yerlerinin gişelerinde büyük yolsuzluklar
yaşanırdı. Ardından görevden almalar, davalar…
Buna önlem alamayan (!)
Kültür ve Turizm Bakanlığı çareyi gişeleri
özelleştirmekte buldu. Kuş uçurtulmuyor. Eskiden
arkeolog,
sanat tarihçi gibi ileride mesleğe müzeci olarak
devam edecek pek çok üniversite öğrencisi müzelere
öğrenci kartlarını gösterir girerdi. Hatta öğretim
görevlileri müzelerde uygulamalı ders yapardı. Şimdi
ücretsiz girmek mümkün olmadığından, bırakın
dersleri ziyarete bile gidemiyorlar. Müzekart
alanlar da aynı müzeye yılda iki kez
girebildiklerinden müzelerde öğrencileri görmenin
imkanı neredeyse yok gibi.
Bunun bir adım ilerisi ise çok daha fena bir
durum ortaya çıkardı. Arkeolojik kazılarda bedava
çalışan öğrenciler eserlerini buldukları müzelere
parayla girmek zorundalar. Ağustos sıcağında
günlerce, haftalarca hatta aylarca her türlü zor
şartlar altında bir heykeli toprak altından bulup
çıkaran o öğrenci, eser müzeye gittiğinde onu artık
görmesi için ücret ödemek zorunda kalıyor.
Bir öğretim görevlisi geçen yıl Patara arkeolojik
kazı heyetinde ismi olmasına rağmen, üstelik de
arkeoloji alanında akademisyen kimliği de
bulunmasına karşın kazı çalışmaları için gittiği
ören yerine ücret ödeyerek girdi. Arkeoloji ya da
sanat tarihi bölümlerinde öğretim görevlisi,
öğrenci, lisans ya da yüksek yapanlar, emekli
müzeciler, emekli arkeologlar hiç biri müzelere
ücretsiz giremiyor. Oysa arkeolog kimlikleri ile
Louvre, British Museum’a ücretsiz girebiliyorlar.
Ama kendi ülkelerinde bu hak ellerinden alınıyor.
Yine arkeoloji bölüm başkanlığı yapan
hocalarımızdan biri kazıda kendi çıkardığı bir
heykelin yurt dışında vereceği seminerde bilimsel
bir konuşma yapmak için hazırladığı sunumda
kullanmak üzere müzede sergilenen heykelin
fotoğraflarını çekmek istiyor. Müze kapısındaki
görevli eski öğrencisi çıkıyor. Saygıyla hocasını
karşılıyor. Eskilerden, hayattan, ordan burdan
konuşup dertleştikten sonra hoca müzeye girmek
istiyor. Lakin ‘’ücretsiz alamayız’’ tepkisi ile
karşılaşıyor. Hoca şaşkın. Öğrenci mahcup; ‘’Sizi
ücretsiz alırsam benim maaşımdan kesiyorlar çünkü
kameradan takibi yapılıyor’’ deyince, hoca kendi
bulduğu heykelin müzedeki fotoğraflarını çekmek için
giriş ücretini ödeyip giriyor.
Akademisyenler artık isyan noktasına geldi.
Birçoğu kazı başkanı görevi sıfatından dolayı bu
duruma seslerini çıkarmasalar da birebir
görüşmelerde bunu dile getirmekten çekinmiyorlar.
Sanırım en büyük sorun da buradan kaynaklanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile aramızı iyi tutalım,
arkeolojik kazılara destek alamayız ya da kazımızı
elimizden alırlar korkusuyla susuluyor. Haliyle de
sorunlar gittikçe büyüyor ve işin içinden çıkılmaz
bir hal alıyor. Üniversitelerde 41 arkeoloji bölümü
var. Bu öğrencilerin yaşadığı sıkıntıları dile
getiren, arkeolog istihdamına destek verip sesini
yükselten bir akademisyen hatırlıyor musunuz? Kastım
akademisyenlerimizi kırmak, üzmek değil ama kendi
sorunlarını yüksek perdeden dile getirmedikleri
takdirde sadece ortaya her yıl binlerce işsiz
arkeolog yetiştirirler.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile
TÜRSAB oturup bu soruna bir çözüm bulmaları
gerekiyor. Arkeoloji, sanat tarihi bölümlerinde
okuyan öğrencilerin kimliklerini beyan ettikleri
takdirde müzelere girişleri ücretsiz biletle
yapılmalı. Acil çözümlenmesi gereken bu sorun için
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’a büyük görev düşüyor.
Bilime, kültüre, arkeolojiye değer verdiğini
düşündüğüm pratikliği ve çözüm üretici kişiliği ile
yıllardır TÜRSAB’ın başında kalmayı başaran Ulusoy
için buna çözüm üretmek tabiri caiz ise
çocuk oyuncağı olacaktır.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 26.02.2015
|
SAHTE TABLOYA SAHTE PARA

İki İspanyol kardeş ellerindeki sahte tabloyu 4
milyon euroya satması için komisyoncuya 300 bin euro
ödedi. Ancak sahte tablo için aldıkları paranın da
sahte olduğu anlaşıldı.
İspanya'da sıra dışı bir dolandırıcılık hikayesi
yaşandı. Ülke basınına göre iki kardeş, ünlü
İspanyol ressam Francisco de Goya'ya ait Don Antonio
Maria Esquivel portresini 2003'te 20 bin euroya
aldı. Ancak ikili tablonun sahte olduğunu öğrendi.
İsimleri açıklanmayan kardeşler, Aralık 2014'te
tabloyu gerçek gibi gösterip satacakları bir Arap
şeyhi buldu. Arada ise bir İtalyan komisyoncu vardı.
Kardeşler, ismi açıklanmayan komisyoncuya Arap şeyh
ile ilişkileri kurması için 300 bin euro ödedi.
Şeyhe tabloyu 4 milyon euroya satan kardeşler ilk
ödeme olarak 1.5 milyon euro aldı. Ancak paraları
İsviçre'de bankaya yatırmak üzere yola çıktıklarında
gerçek anlaşıldı: Fransa'da gümrük memurları,
bavuldaki paraların sahte olduğunu ortaya çıkardı.
Çok geçmeden müşteri kılığındaki Arap şeyhinin de
gerçek bir kişi olmadığı anlaşıldı. Kardeşler,
İspanyol polisine teslim edildi. Yakında mahkemeye
çıkacaklar. Alacakları hapis cezasının dışında hem
ellerindeki sahte tablodan, hem de 300 bin eurodan
oldular. Arap şeyhi kılığındaki müşteri ve İtalyan
komisyoncu ise hala kayıp...
Sabah, 25.02.2015
|
YOL ÇALIŞMASINDA BULUNAN İSKELETLER ÜNVERSİTEDE
İNCELENECEK

Isparta’nın Yalvaç İlçesi’nde 2013 yılında
belediyenin yol açma çalışmaları sırasında bulunan
Geç Roma ve Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen
iskeletler, incelenmek üzere Burdur Mehmet Akif
Ersoy Üniversitesi’ne (MAKÜ) gönderildi.
Yalvaç kent merkezinde
yer alan Zafer Mahallesi’nde belediyenin 2013 yılı
Haziran ayında yaptığı yol çalışması sırasında insan
iskeletleri bulundu. Alana yayılmış haldeki
iskeletlerin çıkarılması için Yalvaç Müze Müdürlüğü
ile irtibata geçildi. Konu Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na bildirilerek kazı çalışması başlatıldı.
Yaklaşık 3 ay süren çalışmalar sonucu çıkarılan
iskeletler korumaya alındı. Geç Roma ve Bizans
döneminde yaşamış 50 insana ait olduğu tahmin edilen
iskeletler, incelenmek üzere Burdur MAKÜ Antropoloji
Bölümü’ne gönderildi.
60 KUTUDA TESLİM EDİLDİ
Yalvaç Müze Müdürü Özgür Çomak, sit alanı dışında
bulunan mezarların Geç Roma ve Bizans dönemine ait
olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Bakanlıktan
gerekli izinler alınarak kurtarma çalışmasıyla
ortaya çıkarılan iskeletlerin yine bakanlık oluruyla
incelenmek üzere MAKÜ’ye gönderildiğini kaydeden
Özgür Çomak, “2013 ve 2014 yıllarında Roma ve Bizans
dönemi mezar kazılarında bulunan iskeletler muhtelif
boyutlarda 60 kutu içerisinde paketlenerek, gerekli
güvenlik tedbirleri alınarak teslim edildi” dedi.
YALVAÇ TARİHİNE IŞIK TUTACAK
MAKÜ’de yapılacak inceleme sonucu iskeletlerin hangi
yüzyıla ait olduğu, ölenlerin cinsiyeti, neden
öldükleri ve yaşları gibi önemli ipuçları elde
edilecek. Bu bilgiler, Pisidia Antiokheia Antik
Kenti’nin yanı sıra, birçok tarihi kalıntının yer
aldığı düşünülen Yalvaç’ın tarihine ışık tutacak.
haberler.com, 25.02.2015
|
"DOĞALGAZ ÇALIŞMASINDA ARKEOLOGLAR DA GÖREV YAPSIN"

Seyrine doyum olmayan tarihi yapıların yoğunluğu
nedeniyle "Gündüz seyranlık,
gece gerdanlık" olarak nitelendirilen Mardin'e
bu yıl doğalgaz verilmesi planlanırken, kentte
tarihi yapıların fazlalığı nedeniyle hat döşeme
çalışmalarının arkeologların da yer aldığı uzman bir
ekip gözetiminde yapılması önerildi.
Vali Mustafa Taşkesen, tarihi kentin coğrafi yapısının farklı
olduğunu, dar sokaklara sahih kentte evlerin
kademeli şekilde yerleştiğini, bir evin balkonunun
diğer evin bodrum katına denk geldiğini kaydetti.
"Şairin, 'şüheda fışkıracak toprağı sıksan
şüheda' dediği gibi, Mardin'de de nereyi kazsanız
oradan tarih fışkıracak. En handikaplı konu bu. Eski
Mardin'e doğalgaz götürülmesi zor olacak. Tarihi
fışkırınca çalışmalar kesintiye uğrayacaktır
ama teknolojik imkanlarla eminim ki bu aşılacaktır"
ifadelerini kullanan Taşkesen, şunları dile getirdi:
"Dünyada bu tür tarihi mekanlara sahip otantik
vilayetlerin sayısı da az değil. Başta Kudüs olmak
üzere İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde tarihi
mekanlar oldukça yoğun. Oralara doğalgaz nasıl geldi
ise biz de kentimizi öyle doğalgaz ile
buluşturacağız. Kentimizde çok daha fazla tarih
fışkıracaktır diye düşünüyorum.
İstanbul 'da yer altında metro çalışmaları nasıl
bu şekilde sık sık kesintiye uğramış ise belki ondan
daha fazla çalışmalardaki kesinti Mardin'de olacak
ama önemli değil. Tarihi kentimiz bu yıl doğalgaza
kavuşacak."
- "Arkeologlar da bu projede yer alabilir"
Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) Arkeoloji
Bölümü Başkanı Doç.Dr.Güner Coşkunsu, tarihe,
doğaya, kültüre ve insan haklarına saygılı her türlü
kamusal projeyi desteklediklerini ancak Mardin'de
yaygın bir boru hattının geçirilmesi için henüz bazı
ön koşulların sağlanmadığını düşündüğünü söyledi.
Coşkunsu, bu nedenle çalışmaların kültürel
ve doğal mirası tahrip edileceği, hatta bazılarının
tamamıyle yok olmasına neden olacağı yönünde
endişeleri bulunduğunu ifade ederek, "Kamusal
projeler hayata geçirilmeden önce ilk başta kültürel
ve doğal mirasın kültür envanteri çıkarılarak
haritalandırılır ve daha sonra projeler tasarı
aşamasına geçer. Mardin'de ise henüz doğalgaz
hattının geçeceği bölgelerde yapılmış bir
arkeolojik çalışma yok ve Çevre Etki Değerlendirme
(ÇED) raporu yok" diye konuştu.
"İlk başta arkeolog, sanat tarihçileri, mimar,
hidrolog, zeolog, botanist ve diğer
bazı uzmanların bulunduğu bir araştırma grubu
oluşturulmalı, daha sonra proje hayata
geçirilmelidir" diyen Coşkunsu, şunları dile
getirdi:
"Ben doğalgazın sit alanı olan Mardin'de
kullanılmasının doğru olduğunu düşünmüyorum. Yaygın
boru hattı geçirildiğinde yapılara büyük zarar
verecektir. Bölgede yapılacak olan çalışmaya şahsen
ve arkeoloji bölümü olarak seve seve destekte
bulunurum. Projeler de geliştirebiliriz. Ayrıca
Türkiye 'de istihdam edilmeyi bekleyen kalifiye
arkeolog ve sanat tarihçileri var. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın da onayı ile istihdam bekleyen
arkeologlar da bu projede kolaylıkla yer
alabilir. Eğer en sağlıklı ısıtma yöntemi olarak
doğalgaz seçilirse konulacağı yerlerin özenle
seçilmesi gerekir ki tarihi dokuyu bozmasın."
Radikal (Kısaltarak), Haber: İbrahim Sincar - Sema Kaplan,
25.02.2015
|
SAMSUN'DA TEMEL KAZISINDA BULUNDU

Samsun'un merkez İlkadım İlçesi Kadifekale
Mahallesi 30 Ağustos Caddesi'nde Hacı Rendeci'ye ait
arazide kepçeyle temel kazısı yapıldı. Kazı
sırasında Rendeci'ye ait arazinin sınırındaki
tarlada mezar ortaya çıkınca polise bilgi verildi.
Kazı yerine gelen polis, çevrede güvenlik önlemi
aldıktan sonra Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi
yetkilileri bilgi verdi. Bölgeye gelen
ekipler, incemele yaptı. Yapılan incelemede tarihi
çocuk mezarı olduğu tespit edilen mezarlıkta metal
çocuk bileziği, metal çocuk küpesi, mezar taşı
parçaları ve bir kırık testi bulundu. Bulunan tarihi
eserler yetkililer tarafından müzeye götürülerek
hangi döneme ait olduğunun tespit edilmesi için
çalışma başlatıldı.
Cnn Türk, 24.02.2015
|
NEMRUT DAĞI PANORAMİK MÜZEDE 3 BOYUTLU ANLATILACAK

Adıyaman Panorama ve
Arkeoloji Müzesi’nde Nemrut Dağı dini
ritüelleri,
İstanbul’un Fethi’ni anlatan Panorama 1453 Tarih
Müzesi’ndeki gibi üç boyutlu olarak anlatılacak.
Adıyaman’da kurulacak olan Panorama ve Arkeoloji
Müzesi, Panorama 1453 Tarih Müzesi’nden sonra ikinci
panorama müzesi olma özelliğini taşıyacak. Alitaşı
Mahallesi’nde kurulacak müzede, Nemrut Dağı’nın doğu
terası üç boyutlu olarak kullanılacak. Nemrut
Dağı’ndaki dini ritüellerin yer alacağı bir
kompozisyon anlatılırken, arkeoloji müzesi bölümünde
ise mevcut müzedeki eserler sergilenecek. Adıyaman
Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nde sergi salonlarının
yanı sıra, toplantı ve konferans salonları da yer
alacak.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından
GAP İdaresi Başkanlığı’na sağlanan ödenek
kapsamında proje ihalesi yapılarak, teknik projeler
hazırlanıyor. Bakanlık yetkilileri, sunulan 3
projeden birini beğendi. 26 bin metrekarelik alanda
12 bin metrekarelik oturuma sahip olacak Adıyaman
Panorama ve Arkeoloji Müzesi’nde, müze sergi
salonlarının yanı sıra 500 kişilik konferans salonu,
250 kişilik toplantı salonu, hediyelik eşya ve
Kitap satış mağazalarının yer aldığı ticari
alanlar, kafeterya, mescit ve çocuk
Oyun alanları, sosyal mekanlar, 100 metrekarelik
ihtisas kütüphanesi, idari birimler ve atölyelerin
yer alması planlanıyor.
Adıyaman Valisi Mahmut Demirtaş, “Erken Tunç
Çağı’ndan Osmanlı Dönemi’nin sonuna kadar olan
arkeolojik ve etnografik eserler, toplamda 3 bin
metrekareyi bulan bir alanda sergilenecektir.
Müzenin 2 bin metrekarelik alanında oluşturulacak
‘Panorama’ bölümünde ise dünyanın en yüksek açık
hava müzesi olarak da adlandırılan ve 1987 yılında
Dünya Miras Listesi’nde yer alan Nemrut Dağı’nın,
yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici
heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki kitabelerinin
panoramik olarak ziyaretçiye aktarılması
sağlanacaktır” dedi.
Milliyet, 24.02.2015
|
MÜCEVHER SEKTÖRÜNDE 'URARTU' İZİ
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ)
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr.Rafet
Çavuşoğlu, Urartu Krallığı tarafından yaklaşık 3 bin
yıl önce kullanılan mücevher süsleme tekniklerinin,
gelişen teknolojiye rağmen halen sektörün
vazgeçilmezi olduğunu bildirdi.
Milattan önce 8. yüzyılda
Doğu Anadolu Bölgesi'nde hüküm süren Urartu
Krallığı, tarım, hayvancılık ve mimarideki
ilerlemenin yanı sıra madenleri işlemede kullandığı
yöntemlerle de günümüz mücevherat sektörüne ilham
kaynağı oluyor.
Urartu medeniyetine ait kalıntılarda yaptığı kazı
çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılan sayısız eseri
Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterine
kazandıran YYÜ
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr.Çavuşoğlu, AA
muhabirine, kazılarda ortaya çıkan yaklaşık 3 bin
yıllık küpe, kolye, boyunluk, yüzük, broş,
kemer gibi takılarda, "kaplama, kabartma,
çökertme, kazıma, telkari ve granülasyon" gibi
süsleme tekniklerinin kullanıldığını anlattı.
Urartulara ait mücevher süsleme tekniklerinin,
gelişen teknolojiye rağmen günümüzde de en çok
tercih edilen yöntem olduğunu vurgulayan Çavuşoğlu,
gözle seçilemeyen küçüklükteki süslemelerin de dağ
kristallerinden yararlanılarak takılara
özenle işlendiğini söyledi.
Çavuşoğlu, gerek sarayda yaşayan aileler gerekse
halk tarafından kullanılan takıların, üzerindeki
süslemelerle insanları kendine hayran bıraktığını
belirterek, şöyle konuştu:
"Urartular, altın,
gümüş, bakır, kurşun, demir gibi madenleri
takıların çeşitli türlerinde kullanmışlar. Bunun
yanında şu ana kadar kazı çalışmalarında tespit
edilen 20 çeşit yarı değerli taş da takılardaki
yerini almış. Urartu takılarını, kullanıldığı yere
göre baş, boyun, kol, el ve ayak takıları gibi
bölümlere ayırıyoruz. Bunların döküm ve dövme olarak
adlandırdığımız iki temel tekniği var. Bu yöntemler
kullanılarak hayat bulan takıların, kabartma,
kazıma, kaplama, delgi, telkari ve granülasyon
teknikleriyle bütünleştiğini görüyoruz ki bu
teknikler günümüzde de kullanılmaktadır."
Günümüzde, kadınların büyük ilgi gösterdiği "Mardin
işi" ve "Trabzon
hasırı" olarak bilinen takıların yapımında telkari
tekniği kullanıldığına değinen Çavuşoğlu, altın ya
da gümüşün ince tel haline getirilerek işlendiği bu
yöntemin, Urartular döneminde de tercih edildiğini
dile getirdi.
-"Büyüteç yerine dağ kristalleri kullanılmış"
Çavuşoğlu, bütün süsleme tekniklerinin bir arada
kullanıldığı Urartulara ait nadide bir bileziğin Van
müzesinde sergilendiğine dikkati çekerek, şunları
kaydetti:
"Takılar üzerindeki çok ince işçilik, Urartuların
kullandığı aletlerin neler olduğu sorusunu akıllara
getiriyor. Hepsi göz nuruyla yapılan eserler. Çok
küçük bir küpeyi incelediğimizde bile üzerinde çok
ince işlemelerin olduğunu görüyoruz. Urartular dağ
kristallerini büyüteç olarak kullanarak işlemeleri
yapmış. Normal bir insanın en küçük geometrik
desenleri takıların üzerine işlemesi çok zor. Biz bu
desenleri büyüteçle baktığımızda ancak
görebiliyoruz. Dağ kristalleri bu nedenle Urartular
döneminde çok önemli bir yere sahip."
-"Altın, manda derileri arasında tabaka haline
getiriliyordu"
Çavuşoğlu, geleneklerin nesilden nesile
aktarılarak günümüze kadar ulaştığını ve o dönemde
kullanılan tüm tekniklerin, bugün de mücevherat
sektörünün vazgeçilmezi olduğunu bildirerek, şöyle
devam etti:
"Teknoloji, günümüzde daha fazla gelişti ama
kullanılan teknikler çok fazla değişmedi. Eski çağda
altın, derinin arasına bırakılıp, vurularak levha
haline getiriliyordu. Bugün bu işlem makineler
aracılığıyla yapılıyor. Urartular altını manda
derileri arasında tabaka haline
getiriyordu. Urartuların kullandığı tekniklerin
günümüzde birebir uygulamaları var. Bugün sadece
teknoloji değişti ama kaplama, süsleme tekniği aynı
şekilde devam ediyor. Urartulara ait olan ve şu
anda müzelerde sergilenen bir kemerin birebir
çizimini bir ayda ancak tamamlayabildim. Bu da
Urartuların takı sektöründe ne kadar ileride
olduğunun bir göstergesi."
haberler.com, 24.02.2015
|
ÖZHANLI: DENİZ TİCARETİNİ CANLI TUTMAK İÇİN SİDE'DE
KEHANET MERKEZİ KURULMUŞ

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Arkeolog Prof.Dr Mehmet Özhanlı, Side antik kentinin kültür turizmi yanı sıra güçlü bir inanç turizmi merkezi olduğunu söyledi. Mehmet Özhanlı, yaptığı açıklamada, Pamfilya bölgesinin önemli deniz ticaret merkezi olan Side’de, geçmiş dönemlerde deniz ticaretin daha canlı tutulması için bir kehanet merkezi oluşturulduğunu iddia etti. Side Apollon Kehanet (Bilicilik) Merkezi ve Omphalos Taşı’nın Side Müzesi’nde bulunduğunu belirten Özhanlı, geçmiş yıllarda da kendisinde Side antik kentinde kazı çalışmalarına eşlik ettiğini ifade etti.
Side’de Apollon kehanet merkezi olduğu ve bu
kehanet merkezinde çalışanların Side adında kadın
kahinler olduğu ileri süren Özhanlı, “Side’de
bilimsel olarak yapılan kazı çalışmaları sırasında
Apollon Tapınağı’na yakın bir yerde yapılan
kazılarda bulunan Omphalos Taşı bulunmuştur. Bunun
da Side Apollon Tapınağı’nın bir kehanet merkezi
olduğunu gösteriyor. “diye konuştu.
Bununa eserin Side Müzesi’nde koruma altında
olduğunu, Omphalos’un 44 santim yükseklik, 32 santim
genişlikte ve eserin üzerindeki bütün figürlerin tam
orijinal olduğunu kaydetti.
Omphalos Taşı’nı, insanoğlunun en erken
dönemlerden itibaren dünyanın şeklini, merkezinin
neresi olduğunu ve yaşadıkları yerin dünyanın
neresinde yer aldığını hep merak edildiğini aktaran
Özhanlı, bu durumu anlamak, anlatmak ve sahip olunan
yeri değerli kılmak için de mitosların
oluşturulduğunu sözlerine ekledi.
Eser üzerindeki betimler aslanlı pençeli üç ayak,
yılan kabartması, düyümlü yün bezeme ve aşı
kırmızısı rengi gibi özelikler taşıdığı dile
getirildi.
haberler.com, 24.02.2015
|
BEDRİ RAHMİ'NİN 'İSTANBUL'U SATILIYOR

Erol Akyavaş, Nedim Günsur, Orhan Peker, Turan
Erol, Devrim Erbil gibi birçok sanatçıya hocalık
yapmış ustaların ustası Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
‘İstanbul’ adlı eseri 7 Mart’ta müzayedeye çıkıyor.
Antik AŞ.’nin sahibi Olgaç Artam’ın yöneteceği
müzayede 7 Mart 2015 Cumartesi günü saat 15.00’te
Antik Palace’da gerçekleşecek. 195 x 335 cm
ebatlarındaki “İstanbul” adlı eser, tuval üzerine
yağlıboya, çift imzalı ve 1955 tarihli. eserin
müzayede açılış fiyatı 800,000 TL. Ferid Edgü, eser
hakkında şu cümleleri kaleme almıştı: “Tüm görsel
motifler, camiler, kuleler, surlar, deniz ve
balıklar, deniz kızları, dalgalar, bulutlar, bu renk
cümbüşü, şiirlerinde, resimlerinde, yinelemekten
bıkmadığı “Güzel
İstanbul”un bir yansıması gibidir. Bir şehre
duyulan aşk, bir ressamın fırçasından ancak böyle
dile getirebilirdi.”
Müzayedede ayrıca Ali Avni Çelebi'nin “Dünyayı
Gören Göz”, Mübin Orhon’un 1963 dönemi "Delacroix'a
Saygı Serisi'nden" 150 x 150 cm ebatlarındaki bir
eseri, Fahrel Nisa Zeid’in “Soyut” çalışması, Nejad
Melih Devrim imzalı soyut çalışmalar, Hakkı Anlı,
Albert Bitran, Abidin Dino ve Avni Arbaş gibi Paris
ekolünün önde gelen isimler ile Eren Eyüboğlu'nun
"Sivaslı Gelin", Orhan Peker’in Gülibik serisinden
“Çocuk” ve “Atbaşı” konulu eserleri, Erol Akyavaş’ın
farklı dönemlerinden çalışmaları ve Burhan
Doğançay’ın “Kurdeleler” serisinden tuvalleri, Ömer
Uluç imzalı “Tanker ve Denizaltı” eseri ile
heykeltıraş İlhan Koman’ın 1960 "İsimsiz Demirler"
dönemi heykelleri de yer alıyor.
Zaman, 24.02.2015
|
ŞİRİNCE'DEKİ KİLİSE RESTORE EDİLECEK

Selçuk İlçesi'ne bağlı, Şirince Mahallesi'ndeki
St. John Kilisesi'nin restorasyonuyla ilgili 24
Şubat'ta ihaleye çıkılacağı bildirildi.
Selçuk Belediye Başkanı Zeynel Bakıcı,
açıklamasında, Şirince St. John Kilisesi için İzmir
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Selçuk Belediyesi ve
İzmir Valiliği arasında yapılan protokol kapsamında,
24 Şubat'ta restorasyon yapım ihalesine çıkılacağını
belirtti.
Restorasyon giderlerinin, İzmir Valiliği Yatırım
İzleme ve Koordinasyon Başkanlığından alınan fonla
karşılanacağını aktaran Bakıcı, restorasyonun ‘inanç
turizmi’ için yapılan çalışmalardan biri olduğunu
ifade etti.
Agos, 23.02.2015
|
GİRESUN ADASI'NDA ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI
SÜRECEK

Giresun Müze Müdürü Hulusi Güleç, Giresun
Adası'nda başlatılan arkeolojik kazı
çalışmalarının bu yıl da devam etmesini
planladıklarını söyledi.
Güleç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Giresun
Adası'nda 2011 ve 2012 yıllarında arkeolojik kazı
çalışmalarının gerçekleştirildiğini belirtti.
Yapılan çalışmalarda önemli tarihi kalıntı ve
eserlere ulaşıldığını ifade eden Güleç, "O dönemde
biri MÖ 4. yüzyıla, biri de MS 8. yüzyıla ait bazı
yapılara ait kalıntılar, 128 insan iskeleti, yine
bazı önemli taşınabilir, tarihi eserler bulunmuştu"
dedi.
Bu yıl da kazı çalışmalarının devamını
planladıklarını kaydeden Güleç, "Adada yüzey
araştırmaları yaparak kazı çalışmaları için 4 bölge
belirledik. Bu bölgelerde mayıs ayından itibaren
arkeolojik kazı çalışması yapmayı planlıyoruz. 2015
içerisinde de tüm kazı faaliyetlerini tamamlamayı
hedefliyoruz" diye konuştu.
Güleç, arkeolojik kazı çalışmalarının
ardından adanın peyzaj ve koruma amaçlı imar
planının hazırlanacağını sözlerine ekledi.
Hürriyet, 23.02.2015
|
ÇANAKKALE SERAMİKLERİ SERGİLENİYOR
Geçmişi 17.
yüzyıla dayanan ve saray sanatından çok günlük
ihtiyaçlar doğrultusunda gelişen, fakat son yıllarda
kaybolmaya yüz tutan Çanakkale seramikleri, 2013
yılında restorasyonu tamamlanan Çanakkale Seramik
Müzesi’nde (Tarihi Er Hamamı) toplanmıştı.
Müze şimdi de bir
koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Doğup büyüdüğü
şehre olan sevgisini ve bağını geleneksel Çanakkale
seramikleriyle bütünleştiren Dardanel Şirketler
Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Niyazi Önen’in, 56
eserden oluşan koleksiyonu 20 Şubat 2016 tarihine
müzede görülebilir.
Zaman, 23.02.2015
|
|
SARAY GELENEĞİ SÜRÜYOR: BELEDİYE SARAYI İÇİN MÜZEYİ
KAPATTILAR
İtalya
Catania Üniversitesi ile Aliağa Belediye Başkanlığı
tarafından 1995 yılında yapılan Aliağa Kyme
Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi şimdi yıkılma tehdidi
ile karşı karşıya. Binada bulunan Kyme antik
kentinden çıkan 3000'e yakın arkeolojik eser kız
öğrenci yurdunun sığınağına taşındı. Müze binasının
yerine de Belediye Sarayı yapılmak isteniyor.

Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi 1995
yılında dönemin Aliağa
Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ve İtalya Catania
Üniversitesi’nden dönemin Kyme antik kenti kazı
başkanı Prof. Dr.Sebastian Lagona ile birlikte
tasarlanmıştı. Aliağa Belediye Başkanlığı açık
hava arkeoloji müzesi amaçlı olarak belirlenen
alanın Maliye Bakanlığı’ndan tahsisi istenmiş, daha
önceden
Kültür Bakanlığı’na tahsisli arazinin, Kültür
Bakanlığına ait tahsisi iptal edilerek, arazi Maliye
Bakanlığınca Aliağa Belediye Başkanlığı’na “müze
amaçlı” tahsisi yapıldı. Aliağa Kyme Arkeoloji
Müzesi ve Kazıevi yapılması için dönemin Aliağa
Belediyesi meclisi tarafından 1996 yılında karar
alındı. Aliağa Belediye Başkanlığı ve İtalya Catania
Üniversitesi Rektörlüğü ile 1997 yılında protokol
imzalayarak müze yapımı için anlaştı. İtalyan mimar
ve arkeolog R. Parapetti tarafından protokole uygun
olarak, müze ve kazıevinin tüm işlevlerini
karşılayacak bir düzenleme yapıldı. 1999 yılında
inşaat özgün mimarisi ile ortaya çıktı. İtalya’nın
da maddi destek verdiği binaya Aliağa Belediye
Başkanlığı’nca 05.02.1999 tarihinde müze olarak yapı
kullanma izin belgesi düzenlendi.
ÇÜRÜMEYE TERK EDİLDİ !
Mart 2004 yerel seçimlerinden sonra müzeye ilişkin
çalışmalar biranda bıçak gibi kesildi. Kyme Kazı
başkanlığı antik kentten çıkan eserleri burada
oluşturulan depoya getirmiş, laboratuvar kurmuştu
ama sergileme alanı için belediye bir türlü
girişimde bulunmadı.. 2005 yılında müze ve kazı evi
yıkılıp belediye hizmet binası yapılmak istendi.
Ancak Maliye Bakanlığı arazinin müze tahsisli
olduğunu belirterek belediyeye yıkım izni vermedi.
2004 yılında Catania Üniversitesi adına kazıları
yürüten Prof. Sebastiana Lagona kazı başkanlığı
görevini yaş haddinden Calabria Üniversitesi’nden
Prof. Antonio La Marca’ya devretti. Belediye yeni
kazı başkanı ile protokol yenilemesi yapmayarak müze
çürümeye terk edildi.
HER SEÇİM DE MÜZENİN KADERİ DEĞİŞTİ!
2009 yılında yapılan yerel seçimler sonrası oluşan
yeni dönem belediye başkanlığınca 2011 yılında
müzenin adı “T.C. ALİAĞA BELEDİYESİ,
Sosyal , Kültürel Ve İdari İşler Müdürlüğü,
“SEBASTİANA LAGONA” Kültür Merkezi Ve Müzesi” olarak
karar altına alındı. Ardından kazı başkanı Prof. La
Marca ile Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazevine
ilişkin protokol yenilemesi yapıldı. Ancak İtalyan
kazı ekibinin ilgisizliği ve Prof. Sabastiana
Lagona’ya duydukları bilimsel kıskançlığın da etkisi
ile müze bir türlü faaliyete geçirilemedi. Bu
dönemde Lagona’nın ismi müzeden çıkarılmak istendi.
YIKIM KARARI ALINDI!
2014 yerel seçimlerinden sonra bir kez daha müzeyle
ilgili belediyenin tutumu değişti. Belediye hizmet
binası yeniden gündeme geldi. Önce müze bahçesinin
duvarı yıkıldı sonra bahçe 10 metre daraltıldı.
Yıllarca atıl vaziyette tutulan bina için şimdide
dayanıklılık raporu alınmaya çalışılıyor. Yıkım
kararı alınan müzedeki 3000’e yakın arkeolojik eser
de kız yurdunun sığınağına taşındı. Sığınağın
eserlerin korunmasında sağlıklı bir ortam olmadığı
sık sık sel bastığı da ileri sürülüyor.
Radikal, Haber Ömer Erbil, 23.02.2015
******
KYME ARKEOLOJİ MÜZESİ VE KAZIEVİ'NİN TAHLİYESİNİ
BAKANLIK DURDURDU
İzmir'in Aliağa İlçesi'ndeki
Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi'nin depreme
dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkılmak üzere
tahliye edilmesi kararının, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan gelen talimatla durdurulduğu
açıklandı.
Aliağa Arkeoloji Müzesi'ni Koruma ve Yaşatma
Hareketi aktivistleri, Kyme Arkeoloji Müzesi ve
Kazıevi'nin tahliyesini engellemek amacıyla
savcılığa suç duyurusunda bulundu ve çeşitli
eylemler yaptı. Binanın dayanıklı olmadığı
yönündeki kararların gerçeği yansıtmadığını
söyleyen aktivistler, amacına ulaştı. Aliağa
Arkeoloji Müzesi'ni Koruma ve Yaşatma Hareketi
Sözcüsü ve Şehir Plancıları Odası
İzmir Şubesi Kurucu Başkanı Ahmet Tuncay
Karaçorlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen
talimatla tahliye işleminin durdurulduğunu
açıkladı.
ÖN KAZANIM AÇIKLAMASI
Seslerinin duyulduğunu söyleyen Karaçorlu,
"Savcılık incelemesi sürerken; Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın yaptığı incelemeler sonucunda, kazı
ürünlerinin Aliağa Belediyesi Misafirhanesi'nin
sığınağına taşınması işlemi durduruldu. Bu karar,
müzeye ilişkin verdiğimiz bilimsel, hukuksal ve
toplumsal mücadelemizin bir ön kazanımıdır. Bu
mücadelemizin nihayetlenmesi ancak müzenin tüm
alanlarıyla Aliağa halkına açılması ve gelecek
kuşaklara kazandırılması ile sonuçlanacaktır.
Taşınma ve hatta yıkım gerekçesi olarak gösterilen
binanın dayanıksızlığına ilişkin raporun ısmarlama
olduğu çok açıktır. Bunun en açık kanıtı da müzeye
ilişkin yıllar önce Türk ve İtalyan uzmanların
incelemeleri ile ortaya koyulan bina dayanıklılık
raporlarıdır. Bu raporların yok sayılarak böylesi
eşsiz bir müzenin yıkımına ilişkin yapılan bu yasa
dışı girişimler; 11 yıldır Aliağa halkına kapalı
olan müzeden yararlanılmasını daha da
geciktirmektedir. Ülke servetinin ve kamu
kaynaklarının, toplumsal faydanın yok sayılması
anlamına gelen bu duruma derhal son verilmeli,
sorumlular hakkında işlemler de geciktirilmemelidir.
Binanın yıkım riski taşımadığı gerçeği de tıpkı
sığınağın uygunsuzluğu gibi ortaya çıkacaktır. Bu
amaçla sürdüreceğimiz mücadele ile Belediye'nin
Aliağa halkına 11 yıldır kazandırmadığı arkeoloji
müzemizin en kısa zamanda Aliağa'ya kazandıracağız.
Aliağalı öğrencilerin bilimsel gelişimine katkı
sağlayacak. Aliağa halkının sosyal gelişimini
güçlendirecek. Aliağa kent ekonomisine yüksek maddi
kazanımların sağlayacağı bu sonuç ile Aliağa tüm
kesim ve siyasi parti ayrımı gözetmeksizin
üreticilere fayda sağlayacak bir oluşum olarak katkı
sağlayacak ve Aliağa'nın tek bacasız fabrikası
olarak Aliağa'nın uygarlık tarihinde yerini
alacaktır" dedi.
PAZAR GÜNÜ BAKIM VE ONARIM
Müze binası ve çevresinin yıllardır bakımsızlıktan
virane bir görünüm içinde olduğunu belirten
Karaçorlu, Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevini
Koruma ve Yaşatma Hareketi olarak yarın bir temizlik
ve onarım kampanyası başlatacaklarını da belirtti.
Hürriyet, Haber: Şahap Avcı, 02.03.2015
******
KYME ARKEOLOJİ MÜZESİ ESERLERİNİN TAŞINDIĞI BİNAYI
LAĞIM SUYU BASTI
Aliağa Belediyesi
tarafından sağlam olmadığı gerekçesiyle yıkım kararı
alınan Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi'nin
3 bine yakın arkeolojik eserinin taşındığı Aliağa
Belediyesi Misafirhanesi'nin sığınağını kanalizasyon
patlaması sonucunda, su ve lağım suyu bastı. İZSU ve
belediyeye ait araçlar içerideki suyu tahliye etmeye
çalıştı.
'AĞIR CEZALIK SUÇ KAPSAMINDADIR'
Konuyla ilgili Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi
Sözcüsü ve Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi
Kurucu Başkanı Ahmet Tuncay Karaçorlu tarafından
yapılan yazılı açıklamada taşınmanın yasa dışı ve
bilim dışı olduğuna dair yaptıkları açıklamalarının
üstünden 10 gün bile geçmediği hatırlatılarak,
"Taşınma kararının girişimlerimizin üzerine
bakanlıkça durdurulmasına ve müzeye geri taşınma
kararı alınmasına rağmen hala geri taşınmayan üç bin
kasa eserin, tahribatı, ağır cezalık bir suç
kapsamındadır" dedi.
SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULACAK
Aliağa Belediye Başkanı Serkan Acar ve ilgili
belediye ve müze yetkilileri hakkında Aliağa
Cumhuriyet Savcılığı'na bir kez daha suç duyurusunda
bulunacaklarını söyleyen Karaçorlu, Aliağa Kyme
Arkeoloji Müzesi ve Kazı Evi yeniden bulunduğu yere
taşınıp halka açılana kadar eylemlerinin aralıksız
devam edeceğini de açıkladı.
Evrensel, 06.03.2015
|
BAFA GÖLÜ'NÜN POTANSİYELİ ORTAYA ÇIKARILIYOR

Ekodosd Açıklaması;
Türkiye’de ve dünyanın birçok bölgesinde yoğun bir
biçimde kitle turizmi yapılmaktadır. Kitle turizmi
belirli bir bölge ve kısıtlı bir zaman diliminde
gerçekleşen bir turizm türüdür.
Bu turizm türünün tüketim odaklı anlayışı doğa ve
kültür tahribatına neden olmaktadır. Bu noktada
ekoturizm; turizm faaliyetlerinin yıkıcılığını en
aza indirmesi, kültür ve biyoçeşitliliği koruması,
yöre halkına sürdürülebilir bir geçim kaynağı
sunması ile dünyada ve Türkiye’de kitlesel turizme
alternatif olarak uygulanmaktadır. Kısaca ekoturizmi
doğal ve kültürel çevreyi koruyarak ve yerel halkın
refahını gözeterek yapılan bir seyahat türü olarak
tanımlayabiliriz. Türkiye doğal zenginlikleri ve
farklı kültür yapılarıyla ekoturizm için elverişli
bir alandır. Yapılan ekoturizm faaliyetleri olarak
bitki inceleme, kuş gözlemciliği, yayla turizmi,
rafting, dağ ve doğa yürüyüşleri, sportif olta
balıkçılığı, bisiklet turları ve mağara turizmini
söyleyebiliriz.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
adına Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Muammer Tuna tarafından yürütülen, proje ekibinde
yüksek lisans öğrencileri Veli Ekim ve Bahar Öksüz
ile birlikte 12 araştırmacının yer aldığı ve Güney
Ege Kalkınma Ajansı (GEKA) desteğiyle gerçekleşmekte
olan ‘Bafa Gölü ve Çevresinde Toplum Destekli
Ekoturizm Faaliyetlerinin Belirlenmesi Projesi’
ekoturizm potansiyelini belirlemeye yönelik bölgesel
bir çalışma olarak ortaya çıkmıştır. Proje; Bafa
Gölü etrafında bulunan Kapıkırı, Gölyaka ve Pınarcık
köylerini kapsamaktadır. Göl ve gölün çevresini
turizm açısından değerlendirdiğimizde gerek doğal
gerekse kültürel ve tarihsel olarak zengin bir
alandır. MÖ 6000'lü yıllara tarihlenen ve Dünya'da
benzeri olmayan kaya resimleri ve tarihi Heraklia
kentinden kalma kalıntıların Bafa Gölü'nün kenarında
yer alan yerleşim yerleri olduğu görülecektir. Bu
özelliklerinden dolayı bölge birinci derece
Arkeolojik SİT Alanı statüsündedir. Ayrıca; Bafa
gölü, Büyük Menderes Deltası ile entegre bir sulak
alanın parçasıdır. Bu entegre sistem içerdiği
biyolojik çeşitlilik, nesli tükenmek üzere olan
canlılar ve endemik türlerden dolayı uluslararası
öneme sahiptir ve Uluslararası Ramsar Sözleşmesi,
Bern Sözleşmesi, Rio Sözleşmeleri ve Barselona
Konvansiyonu kararı ile korunmaktadır. 1994 yılında
Tabiat Parkı ilan edilen Bafa gölü aynı zamanda
Büyük Menderes Deltası Milli Parkı statüsü
kapsamında da koruma altındadır. Proje doğrultusunda
bu özel değerlere sahip bölgenin ekoturizme
kazandırılarak sosyal, ekonomik ve ekolojik refah
yönünden gelişmesi amaçlanmaktadır. Yöre, ekoturizm
merkezi haline geldiği takdirde turistlerin olumsuz
etkisini en aza indiren korumacı yaklaşımla, doğaya
minimum etkiyle ekonomik kazanç sağlanabilecektir.
Projenin Ortaya Çıkışı
Bafa Gölü’nü etkileyen en büyük çevre sorunu
kirliliktir. Büyük Menderes Havzası boyunca yoğun
olarak Uşak, Denizli ve Aydın illerinde faaliyet
gösteren sanayi tesisleri ve havza boyunca yer alan
neredeyse bütün yerleşim birimlerinin atık suları
Büyük Menderes Nehri’nin sularıyla birlikte göle
girmekte ve gölün doğal dengesini etkilemektedir.
Ayrıca göl çevresindeki yerleşim yerleri ve
tesislerinin düzenli çöp depolama alanlarının
bulunmaması nedeniyle çöpler genellikle dere
yataklarına atılmakta ve yağmur yağdığında dere
suları ile birlikte göle girmektedir. Göl kirliliği
Büyük Menderes Nehri Havzası, Söke Ovasının
kullanımı ve göl çevresi ile bütün olarak ele
alınmalıdır. Bu proje; ekoturizm faaliyetleri ile
bölgenin değerinin arttırılması ve ilgili kurumların
dikkatinin kirlilik sorununa çekilmesini sağlamak
fikriyle ortaya çıkmıştır.
Diğer bir ortaya çıkış noktası ise mermer
ocaklarının bölgedeki tehdididir. Bafa Gölü
kıyısından yükselmeye başlayan Beşparmak Dağları'nda
yer alan MÖ 6000'lü yıllara tarihlenen Latmos’taki
kaya resimlerinde çok sayıda insan figürünün çiftler
ve gruplar halinde betimlenmesi; bereketlilik ve
ilkbahar törenleri, geçiş ritüelleri ve düğün
törenlerini yansıtmaktadır. Batı Anadolu’nun erken
dönemlerine ait bu resimler, tüm dünyada örnekleri
bulunan kaya resim sanatı içerisinde benzersiz
olarak bilinmektedir. Fakat bu kaya resimleri ve
doğal yapı bölgede faaliyet gösteren feldspat
ocaklarının tehdidi altındadır. Benzersiz doğal ve
kültürel değerlere sahip Beşparmak Dağları’nda kaya
resimlerinin geri dönülmez bir biçimde tahrip
edilmemesi için tüm kültürel değerler tescillenmeli
ve arkeolojik sit alanı kapsamına alınmalıdır.
Projeden Beklentiler
Yapılmakta olan proje ile Bafa Gölü ve çevresi
ekoturizm faaliyetleri ile tanınan bir bölge haline
gelecektir. Yöre halkının paydaşlığı ile
gerçekleşecek olan bu ekoturizm faaliyetleri yöre
halkına yeni bir istihdam alanı yaratacaktır.
Araştırma, bölgede turizmin dört mevsime yayılmasını
sağlayacak, ekoturizm faaliyetleri
gerçekleştirilmesi konusunda yöre insanının bilinç
kazanmasını ve bu alanda birlikte hareket etmelerini
sağlayacaktır. Proje raporu yerel yönetimlerin ve
kamu kurumlarının dikkatini ekoturizm ve Bafa Gölü
üzerine çekerek bu alanlarda daha fazla yatırım ve
çalışma yapılmasını teşvik edecektir.
Bölgede var olan yasal koruma statülerinin daha
etkin ve sıkı bir şekilde gerçekleşmesi için yerel
yönetimlerle iş birliği yapılarak kritik öneme sahip
doğal, tarihi ve kültürel değerlerin korumaya
alınarak sonraki kuşaklara aktarılması
sağlanmalıdır. Bundan dolayı binlerce yıldır var
olan değerleri aynı şekilde gelecek nesillere
bırakma sorumluluğunun öncelikle yörede yaşayan tüm
insanlar tarafından hissedilmesi beklenmektedir. Bu
araştırma projesi gerçekleştikten sonra uygulanacak
ekoturizm çalışmaları ile hem bölgenin hem de
ülkenin ekonomik ve ekolojik refahının artırılması
yönünde olumlu adımlar atılarak örnek bir model
olması hedeflenmektedir.
Proje, 22 Ocak 2015 tarihinde Milas-Kapıkırı Köy
Kahvesinde yapılan bilgilendirme toplantısı ile
başlamıştır. Mart ayı sonunda, proje ile ilgili
gelişmelerin ve benzer projelerin değerlendirileceği
bir çalıştay yapılacaktır.
sokerehber.com, 23.02.2015
|
BUDA HEYKELİNİN İÇİNDEN MUMYA ÇIKTI
Sergilenmek üzere Çin'den Hollanda'ya getirilen Buda
heykelinin içinde, Budist bir rahibe ait olduğu
tahmin edilen mumyalanmış bir beden çıktı.
Hollanda'daki Drents Müzesi uzmanları, heykeli
Meander Tıp Merkezi'ne gönderip bilgisayarlı
tomografisini çektirdi. Yapılan DNA testlerinin
ardından, mumyanın günümüzden bin yıl öncesine ait
olduğu tespit edildi. Heykel ve içindeki mumyanın
interaktif tomografisi, mayıs ayına kadar
Macaristan'daki Ulusal Tarih Müzesi'nde
sergilenecek.
Sabah, 22.02.2015
|
|
|
BİN 250 YILLIK DUVAR RESİMLERİ BULUNDU
Guatemala'nın yağmur ormanlarında yapılan
arkeolojik araştırmalarda, günümüzden bin 250 yıl
önceye ait bir duvar resmi bulundu. Resmi inceleyen
uzmanlar, o dönem hüküm sürmekte olan Maya
uygarlığına dair önemli ayrıntılara ulaştı. Resimde,
Maya imparatoru ve imparatora danışmanlık hizmeti
veren bir bilgin görülüyor. İmparatorun, rüzgar
tanrısı kıyafetleriyle bilgini kabul ettiği,
bilginin de kendisinden yüksek rütbeli bilginlerin
gözetimi altında imparatora tavsiyelerde bulunduğu
anlaşılıyor.
Sabah, 22.02.2015
|
KOCA AKM TALAN EDİLDİ
Polis tarafından “korunan”
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) içindeki
pek çok önemli teknik aksam ve diğer eşyaların
ikinci elcilerde, hurdacılarda satıldığı ortaya
çıktı.
AKM’deki pek çok eşyanın arka cephedeki camlardan
aşağıya atılarak kamyonlarla seyyar toplayıcılara
verildiği bilgisini edindik. 7 yıldır kapalı olan
AKM, bugün içi boş, camları kırık ve atıl bir halde
hala onarılmayı bekliyor. Öte yandan, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın AKM için ayırdığı
75 milyonluk bütçenin akıbeti de bilinmiyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ise konuyla
ilgili herhangi bir cevap alamadık.
Dönemin en iyi teknolojik donanımlı aksamına
sahip olan AKM’nin içinin boşaltılmasıyla ilgili
olarak Sanatçılar Girişimi sözcüsü, tiyatro
sanatçısı Orhan Aydın ile Tiyatro Eleştirmenleri
Birliği Başkanı Üstün Akmen’den de bilgi edindik.
Aydın ile Akmen AKM’nin sürecini yakından takip eden
iki isim.
Orhan Aydın, AKM’nin kendi içinde bir zenginlik
taşıdığını, sahnesindeki inen çıkan, dönen
asansörleriyle, kostüm dekor ve aksesuvar
depolarıyla bu ülkede hiçbir kültür merkezinde
olmayan teknik donanıma sahip olduğunu belirtti.
Aydın, AKM’nin ülkemizin yüz akı bir sanat
fabrikası olduğunu da vurguladı:
“AKM’nin polis karargahına dönüştürüldüğü dönemde
bir yandan da içinin boşaltıldığını; kamyonların
binanın arkasına yanaştığını ve binanın bütün
aksamının söküldüğünü öğrendik. Bu kamyonların
AKM’nin yüreğini boşalttığını daha sonra
algılayabildik. Nasıl oldu bu? Birdenbire piyasada,
AKM kurulduğunda devlet tarafından oraya alınan
spotları görmeye başladık. Ses, ışık masalarının
satıldığını görmeye başladık. AKM içindeki sahne
aksamı, perdeler... Bunlar ikinci elcilerde,
hurdacılarda satılmaya başladı.”
Polis işgalinde içi boşaltıldı
Aydın, AKM’nin içinin boşaltılma süreciyle ilgili
olarak da, “AKM’nin içi en çok polis işgali
sırasında boşaltıldı, çünkü o zamanlar yaklaşmamıza
bile izin verilmedi. Polis barikatı kuruldu ve AKM
polis tarafından neredeyse bir tuvalet olarak
kullanılmaya başladı. O süreçte perde gerisinde
hükümetçe, AKM Müdürlüğü’nün bile haberi olmadan içi
boşaltıldı” dedi.
Aydın, AKM talanının küçük çaplı bir talan
olmadığını söyledi:
“Bu talanı kimin yaptığı kimlerin eliyle
yapıldığı da belli değil. Kültür Bakanlığı direktifi
olmadan kamyonun yanaşması ve içinden bir şeyler
boşaltması mümkün değil. Bu başlı başına ülkemizde
kültür sanat alanındaki düşmanlığın dışavurumudur.
Çağdaş ve demokratik ülkelerde bu tür malzemeler, o
binanın yüreği olan malzemeler toplanır elden
geçirilir, sergilenir. Ayrıca ihaleye çıkmadan nasıl
veriyorlar?”
Aydın, AKM’nin bugün bu durumda olmasının
sorumlularıyla igili olarak da, “AKM’nin atıl
kalmasının nedeni ve sorumlusu dönemin Başbakanı
Tayyip Erdoğan, hükümet ve onun sürekli yalan
söyleyen bakanlarıdır. Dönemin Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ‘Yapıyoruz, yapacağız, yaptık’ diye
konuştu hep. Hiçbir zaman gerçek durumu kamuoyuyla
paylaşmadılar” dedi.
Koltuklar Samsun DOB’da
Kendisini “AKM ihanetini didikleyenlerden” biri
olarak niteleyen Tiyatro Eleştirmenleri Birliği
Başkanı Üstün Akmen ise AKM’nin koltuklarının bir
kısmının Samsun Devlet Opera ve Balesi’nin (DOB)
salonuna monte edildiğini, ses mikserleri, kolonları
ve mikrofonların da aynı salonda kullanılmakta
olduğunu söyledi. Akmen, Sanat Galerisi’nin tüm
armatürleri ve kornişlerinin ise İslam Bilim ve
Teknoloji Tarihi Müzesi’nde olduğunu, sökülen
radyatör, kazan ve benzeri hurdaların, hatta artık
kalorifer yakıtının da kurulan komisyonlar
nezaretinde kamyonlarla Milli Emlak’a devredildiğini
belirtti. 75 milyonluk bütçe ne oldu? Akmen,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın AKM
için ayrılan 75 milyon TL’lik bütçeyi bakanlığa
hangi gerekçeyle aktarmadığını da sordu ve bunun
soruşturulması gerektiğini vurguladı:
“Koruma Kurulu’nun 31 Aralık 2009 tarihinde
AKM’nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara
ajans tarafından neden uyulmadığı gerçeğinin
altındaki nedeni kazımalı. AKM’nin onarımı için
çeşitli bakanlıklar, kurum, kuruluş, sivil toplum
örgütü ve benzin gelirlerinden elde edilen maddi
kaynakların bugüne kadar nerelere sarf edildiğini
araştırmalı, bize de açıklamalı.
Kültür Bakanı dediğin kültürü, sanatı savunur!
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65
(a) maddesi kültür ve tabiat varlıklarını tahrip
edenlerle ilgili 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası
uygulanmasına amir olduğuna göre, AKM’nin bu halde
bırakılmasının bal gibi kültür varlığının tahrip
olması anlamına geldiğini anlayıp savcılık makamına
suç duyurusunda bulunmalı.”
AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu, aynı
zamanda AKM için hazırlanan son tartışmalı yenileme
projesinin sahibi Murat Tabanlıoğlu’nun sahibi
olduğu Tabanlıoğlu Mimarlık’tan ise konuyla ilgili
olarak “Tabanlıoğlu Mimarlık olarak bilgimiz yok,
ama içerinin tamamen söküldüğünü duyduk” açıklaması
yapıldı..
‘İtmişim sanatı der gibi davranmamalı’
Ömer Çelik Bakanıma, esasında Haziran 2008
tarihinde AKM apar topar boşaltıldıktan sonra,
içinde bulunan Devlet Operası, Balesi, Devlet
Tiyatrosu, Devlet Senfoni Orkestrası, koro ve
toplulukları sağlıksız, işlevine uygun olmayan
yerlere alelacele taşıyanları araştırdı mı, onu
sormalı. Kim bunlar? Taşınılan binalara yüksek
meblağlarda kiralar ödeyip tadilatlar yapan aslan
parçaları kim? Bırakın İstanbul gibi bir metropolün
sanat damarlarından en önemlisinin kesilmesini, bu
zarar-ziyanı kimin üstleneceğini, kimin ya da
kimlerin hesap vereceğini kültürlü bir Kültür Bakanı
olarak o saptamalı. ‘İtmişim sanatı, kültürü’ der
gibi davranmamalı.”
Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 20.02.2015
|
200 YILLIK TARİHİ BİNA
KÜL OLDU
Konya'da 200 yıllık
kullanılmayan tarihi ahşap bina çıkan yangın
sonrasında kül oldu.
Yangın, saat 20.30 sıralarında merkez Karatay İlçesi
Aziziye Mahallesi Mor Sokak'ta bulunan 2 katlı
tarihi bir binada meydana geldi. Edinilen bilgiye
göre, mahalle sakinleri yıllardır kullanılmayan
evden alevlerin yükseldiğini görünce hemen itfaiyeyi
aradı. Olay yerine kısa sürede çok sayıda itfaiye ve
polis ekibi sevk edildi. 2 katlı tarihi ev, çıkan
yangınla bir anda alevler içinde kaldı. Polis şerit
çekerek evin etrafında güvenlik önlemi alırken,
itfaiye ekipleri de yangına müdahale etti. Yaklaşık
1 saatte kontrol altına alınabilen yangında alev
alan ahşapları soğutma çalışmaları bir süre daha
devam etti. Boş durumdaki tarihi bina alevler
söndürüldükten sonra tamamen yanarak kullanılamaz
hale geldi.
Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
HORTUMLA YANGINI SÖNDÜRMEYE ÇALIŞTI
Öte yandan yangın devam ederken itfaiye ekipleri de
dört koldan yangına müdahale etmeye çalıştı. Bu
esnada evin sahibi olduğu öğrenilen bir kişi yanan
binanın hemen yanında bulunan evin mutfak bölümünden
hortumla yangına su sıkması dikkat çekti. Tarihi
evin sahibi 55 yaşındaki Nihat Tığılı evi
tinercilerin yaktığını iddia ederek, "Yanan ev
dedemizden yadigardı. 200 senelik evdi. Tinerciler
çok giriyordu buraya. Ne kadar da şikayet etsek
hakkında gelemediler. Sonunda yaktılar evi. Tarihi
olduğu için yıkamıyorduk zaten. Restore de
yaptıramadık. O kadar söyledik ama ilgilenmediler.
En sonunda işte oldu bu. Bir tarihi eser daha
kayboldu" dedi.
Sabah, 13.03.2015
|
ABD'NİN KOSOVA'DA
ONARDIĞI OSMANLI KALESİ YIKILDI
Osmanlı Devleti’nin
Balkanlar’da bulunduğu sürede kullandığı ve
konum bakımından önemli bir yere sahip olan aynı
zamanda Balkanlar’ın önemli eserlerinden kabul
edilen tarihi Prizren Kalesi’nin dış
cephesindeki önemli bir bölüm çöktü.
ABD Büyükelçiliği
tarafından bağışlanan 700 Bin
Dolarlık
projeyle geçtiğimiz yıl onarılmaya başlanan
tarihi kalenin şehre bakan dış cephesindeki 10
metrelik bir bölüm yıkıldı.
Kosova Kültürel
Mirasın Korunması Bölgesel Müdürlüğü yaptığı
açıklamada olayın araştırılacağını açıkladı.
Kültürel Mirasın Korunması Prizren Bölge Müdürü
Samir Hoxha, ekiplerin hasar tespit
çalışmalarına başladığını söyledi. Kültürel
Mirasın Korunması Mimarları, Prizren Kalesi’nin
bu bölümünün 2008 yılında onarıldığını, ancak
çalışmaların tamamlanmadığını belirtiyorlar.
Kosova’nın güney
bölgesinde yer alan ve Kosovalı Türklerin yoğun
olarak yaşadığı Prizren şehrinde yer alan tarihi
kalenin ilk hisarları
Roma dönemine
dayanıyor. Tarihi kale daha sonra Osmanlı döneminde
genişlettirilerek 500 yıl boyunca Osmanlı’ya hizmet
etti. Prizren’e tepeden bakan bir konuma sahip olan
kalede çok sayıda han, hamam ve Camii yer alıyor.
Osmanlı Devleti
döneminde çeşitli eklemelerle geliştirilerek büyük
bir kale haline getirilen tarihi kale, 1999 yılında
NATO askerlerinin
Kosova’ya girmesiyle Alman askerleri tarafından uzun
yıllar kullanıldı. Bakımsızlıktan yıpranan tarihi
kalenin yeniden onarılmasına
ABD’nin Kosova
Büyükelçiliği tarafından 700 bin dolar katkı
sağlandı. Bir kaç yıl önce de tarihi Bayraklı
Kütüphanesi’ni onaran ABD Büyükelçiliği Osmanlı’dan
kalma tarihi kaleye de sahip çıkmış oldu.
Vatan, 12.03.2015
|
FAKÜLTE SEKRETERİNDEN
PANEL AFİŞİNE: ŞUNA SANSÜR MANSÜR BİR ŞEY YAPIN

İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kulübü
“Sanat Tarihi Merceğinden Güzellik Tarihi” başlıklı
bir panel düzenledi. Paneli duyurmak amacıyla
hazırlanan afişte, 16’ncı yüzyılın önemli
sanatçılarından İtalyan ressam Tiziano Vecellio’nun
“Amor Sacro e Amor Profano” (Kutsal Aşk ve Beşeri
Aşk) adlı
resmi kullanıldı.
Hürriyet gazetesinin
Kampüs ekinde yer alan habere göre bu afiş
fakülte genel sekreteri Aliye Yücel’e götürüldü ve
öğrencilerin aldığı yanıt
“Ay bu ne? Şuna
sansür mansür bir şey yapın!” oldu.
Yücel kendisini arayan,
Hürriyet Kampüs muhabirine “Bu haber kullanılmamalı,
ben onlarla konuşurum” dedi ve konuyla ilgili başka
bir açıklama yapmayacağını söyledi.
SANSÜR TASARIMI
Sanat Tarihi Kolektifi,
durumu üniversitede kullanılmak istenen afişle
okulda duyurdu ve “Sansür tasarımı yapıyoruz”
diyerek, öneriler istedi.
Çağrıda şöyle denildi:
“Bildiğiniz gibi Sanat Tarihi Kulübü olarak çeşitli
etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Bu etkinlikleri
yapmadan önce kendi aramızda fikirlerimizi
birleştirirken hocalarımızdan da destek alarak hem
kendimize hem okuduğumuz bölüme hem de bilim etiğine
faydalı olmaya çalışıyoruz. Yapılan her etkinlikte
elbette karşımıza çıkan zorluklar oluyor. Amfi ya da
salon bulamamak gibi. Ancak son zamanlarda bölüm
hocamızdan rica ettiğimiz bir seminerimizin afişine
yapılmak istenen bir sansür ile karşılaştık.
Afişimizi değiştirmememiz halinde ya da diğer bir
tabirle “sansür uygulamadığımız” takdirde afişin
sekreterlik tarafından onaylanmayacağı cevabını
aldık. Sekreterlik tarafından sergilenen bu tutuma
karşı bizde, sanat tarihi bölümü öğrencileri olarak
etkinliğimizin afişine yapılması istenilen sansürle
ilgili tartışmak için hocalarımızın da katılımıyla
toplanıp, sansür tasarımı yapıyoruz. Hepinizi
fikirlerinizle bekliyoruz.”
ROMA’DA KOLEKSİYONDA
Tiziano’nun kutsal aşkı
ve beşeri aşkı anlatan tablosu 118×279 santimetre
boyutunda. Tual üzerine yağlı boya tablo İtalya’nın
başkenti Roma’da Galleria Borghese koleksiyonunda.
Sanat tarihçileri 1515
tarihli eserin, Giorgione’nin gizemli hayal ürünü
resimleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor.
Kabartmalı küçük bir mermer havuzun sol tarafında,
dönemin kıyafetleri içerisinde kutsal aşkı sembolize
eden
kadın figürünü, sağ
tarafında ise beşeri aşkı sembolize eden çıplak
kadın figürünü görü görülüyor. Arkalarında geniş bir
manzara yer alıyor. Kompozisyon, dönemin aşk üzerine
yoğunlaşan entelektüel ilgisiyle bağlantılı olduğu
kadar dinsel ve beşeri, göksel ve dünyevi olan
arasındaki karşıtlıkları gözler önüne seriyor.
Radikal, 12.03.2015
|
TARİHİ SİRKECİ GARI MÜZE
OLUYOR

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet
Demiryolları (TCDD) arasında "Sirkeci Garı
İçerisinde Bulunan Binalar İle Sirkeci - Yedikule
Arasındaki Eski Banliyö Hattı Değerlendirilmesi"
için hazırlanan ortak hizmet protokolü hazırlanması
için İBB Başkanı Kadir Topbaş'a yetki verdi.
Karar İBB Meclisi'nde, CHP'lilerin ret oyuna
karşılık kabul edildi. TCDD ile İBB arasında
yapılacak protokolün ardından, tarihi garı müze
olarak kullanılacak.
SİRKECİ GARI İSTANBUL
KENT MÜZESİ OLACAK
Halkalı seferlerinin Marmaray nedeniyle
sonlandırılması sonrası kapalı kalan, Marmaray
açıldıktan sonra tekrar faaliyete geçen Sirkeci
Garı'na bağlı binalar İstanbul Kent Müzesi, İstanbul
Demiryolu Müzesi olarak dizayn edilecek. Protokole
göre, Sirkeci Garı içinde bulunan binaların müze
olarak kullanabilmesi amacıyla yapılacak proje
çalışmaları, plan tadilatı, binalara ilişkin onarım,
yenileme, restorasyon İBB tarafından yapılacak.
İstanbul Demiryolu Müzesi olarak kullanılacak kısım
ise TCDD'ye teslim edilecek. Hazırlanan projeler
TCDD'nin onayına sunulacak, TCDD'nin onaylamadığı
hususlar projelerde revize edilecek.
SİRKECİ'DEN
YENİKAPI'YA UZANAN ALAN PARK OLACAK
TCDD ile İBB arasında imzalanacak protokolün
ardından, Tarihi yarımadada, Sirkeci-Yedikule arası
demir yolu hattının bulunduğu alan doğa ve sanat
parkı olarak tasarlanacak. 8,5 kilometre uzunluğunda
oluşturulacak doğa ve sanat parkı içerisinde İBB
tarafından raylı toplu taşıma hattı yapılacak.
Sirkeci-Yedikule arası demiryolu hattının doğa ve
sanat parkına dönüştürülmesi için İBB'nin TCDD'ye
ödeyeceği senelik ücret ise 10 bin TL. Protokole
göre, İBB, Kazlıçeşme - Sirkeci İstasyonları
arasındaki hattın acil durumlarda TCDD tarafından
kullanımı ve ana hat trenlerinin Sirkeci Garı'na
gelmelerine olanak sağlayacak düzenlemeleri yapacak.
CHP: "ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE
DEVREDİLEBİLİR"
İBB Meclisinde oylanan protokolle ilgili söz alan
CHP Meclis üyesi Hüseyin Sağ, Sirkeci ve Haydarpaşa
garlarının İBB'ye devrine karşı çıkarak konuyu
yargıya taşıyacaklarını söyledi. Sağ, "Tarihi gar,
TCDD tarafından kullanılması gerekirken, arkadan
dolanıp İBB'ye devredildi. İBB'den Kültür A.Ş'ye,
oradan da kendi yandaşlarınıza vereceksiniz. Biz ne
kadar serzenişte bulunursak bulunalım, ne kadar
yargıya taşırsak taşıyalım sonuç değişmeyecek"
Karar, CHP'lilerin red oylarına rağmen oyçokluğu ile
kabul edildi.
Sabah, 12.03.2015
|
MİMARLAR ODASI'NDAN
SARAÇOĞLU YANITI

Mimarlar Odası Ankara
Şubesi, Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı bürokratının "Saraçoğlu Projesi
Ankara'ya çok değer katacak bir proje ama devam
edemiyoruz. Ben burada sizden destek istiyorum. Bizi
ve kamuoyunu bu konuda zorlayın. Eğer oraya AVM
yapılacak olursa da AVM’yi yapan ben de olsam beni
de oraya gömün" sözlerine yanıt verdi. Şube,
bürokratın açıklamalarının inandırıcı olmadığını
belirterek, kamuoyu önünde verdikleri sözleri
tutmaya davet etti. Mimarlar Odası Ankara Şube
Başkanı Tezcan Karakuş Candan “Saraçoğlu Mahallesi
bizim için çok değerli, bakanlık bürokratının basına
yansıyan sözleri inandırıcı değil, bakanlık adına
kamuoyu önünde verdiği sözleri bile tutamayacak
durumdalar. Türkiye Cumhuriyeti bir aşiret devleti
değil ki kefeni alıp çıkıyorsunuz. Gömülmesine gerek
yok, kamuoyu önünde verdikleri sözleri tutsunlar”
dedi.
Tezcan Karakuş
Candan: “Zorla Güzellik Olmaz”
Saraçoğlu Mahallesinde
zorla tahliyelerin başladığını, kimsenin rızası
olmadan yerinden edilemeyeceğini söyleyen Candan
şunları kaydetti: “Saraçoğlu Mahallesinde zorla
tahliye sürecinin başlaması hepimizi
kaygılandırıyor. Eğer Saraçoğlu Mahallesi ile ilgili
güzel bir şey yapılacaksa, bunun yöntemi zorla
tahliye değildir, ortak akılla, katılımcı yöntemle
iknadır. Zorla güzellik olmaz. Saraçoğlu
Mahallesi’nin TÜRGEV Vakfına verildiğine dair
söylentiler dolaşıyor. Davalarımız devam ediyor,
kimseye davlarımızdan vazgeçeriz, Atatürk Orman
Çiftliği'ndeki kaçak saraydaki mücadelemizden
vazgeçeriz demedik. İyi bir şey yapılıyorsa,
birlikte elimizi taşın altına koyarız dedik. Söz
verdik, sözümüzün arkasındayız. Ancak yanlış bir şey
yapıyorsanız, Mimarlar Odası Ankara Şubesi yanlışa
yanlış der gereğini yapar. Kimseye diyetimiz yok.
Kamu yararına bir mücadele veriyoruz. Saraçoğlu
Mahallesine bahar geliyor. Baharda şenlenecek
etkinliklerimize herkesi katılmaya çağırıyoruz”
Saraçoğlu Mahallesi’nin
Bakanlar Kurulu tarafından riskli alan ilan edilmesi
Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve lojmanlarda
oturanlar tarafından yargı sürecine taşınmış ve
karar iptal edilmişti. İkinci kez Riskli alan edilen
Saraçoğlu Mahallesinin davsı devam ederken, bu kez
de lojman statüsü kaldırılarak Maliye Bakanlığına
devredilmişti. Lojman statüsünün kaldırılması kararı
da Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yargıya
taşınmıştı. Mimarlar Odası Ankara Şubesinin,
Saraçoğlu Mahallesine ilişkin Mücadelesi 1994 li
yılarda Mahallenin satışa çıkartılmasıyla başlamış
ve verilen mücadele ile satış engellenmişti.
Saraçoğlu Mahallesi’nin yıkılmadan restore edilerek,
Güvenpark ve Kızılay kent merkezini de içerisine
alan bir kamusal kullanım fikri ile kentle
bütünleşebilmesi için Ulucanlar Cezaevi’nin müze
olması sürecinde olduğu gibi “kent düşleri fikir
proje yarışması açılmıştı”. Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül’ün himayesinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi,
Çevre Şehircilik Bakanlığı ve Ankara Ticaret Odası,
Saraçoğlu mahallesinin geleceğinin katılımcı bir
yöntemle belirlenmesi için “Saraçoğlu geleceğini
arıyor fikir proje yarışması” açılması için kamuoyu
önünde söz vermişlerdi. Ancak yarışma bakanlık
tarafından açılmadı.
Yapı, 12.03.2015
|
TARİHİ KURUL
KALESİ'NDEKİ ARKEOLOJİK KAZIYA 1 MİLYON LİRA ÖDENEK
Ordu'da, 6. Mithriadates
dönemi kalesi olduğu tespit edilen 2 bin 300 yıllık
Kurul Kalesi'nde kazıların devam edeceği, kazı için
1 milyon
lira ödenek
ayrıldığı bildirildi.
Ordu Büyükşehir
Belediye Başkanı
Enver Yılmaz, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesinde
olan Kurul Kalesi'nde incelemelerde bulunarak
yetkililerden bilgi aldı.
İncelemelerinin ardından
gazetecilerin sorularını yanıtlayan Yılmaz, geçen
yıl kazı için 50 bin liralık ödenek ayrıldığını
belirterek, "Büyükşehir Belediyesi olarak bu yıl
kazı çalışmaları için 1 milyon liralık kaynak
ayırdık" dedi.
Kurul Kalesi'nde Doğu
Karadeniz bölgesinin ilk arkeolojik kazısının
yapıldığını ifade eden Yılmaz, "Kurul Kalesi,
Ordu'muzun en önemli tarihi ve keşfedilmemiş
yerlerinden biri. Kurul Kalesi,
Kültür ve Turizm
Bakanlığımızın, Özel İdaremizin geçmiş dönemlerde
yaptığı çalışmalar sonrası yasal statü ve mülkiyet
itibarıyla tamamen büyükşehire devredilmiş 35
dönümlük mülkiyet alanıyla keşfedilmeyi bekleyen
olağanüstü bir yer" diye konuştu.
Kazı çalışmalarının
hızlandırılması için gerekli adımların atılacağını
dile getiren Yılmaz, şunları kaydetti:
"Geçtiğimiz yıl sadece
kazı için harcanan ödeneğin 50 bin lira olduğunu
öğrendiğimizde üzüldük. Bu yıl sadece kazı ve
restorasyon amaçlı 1 milyon liralık bir tahsisi
yapmak suretiyle Kurul Kalesi'ni, bu güzel
coğrafyamızı Ordu ve
Türkiye turizmine
kazandırmak konusunda gerekli teşebbüslerde
bulunacağız. Bu alanımızın korunması, toprak
altındaki cevherlerin ortaya çıkartılması ve tarihi
misyona uygun bir şekilde tünellerin belki deniz
belki nehirlere ulaşacak bu güzergahların ortaya
çıkartılması konusunda gerekli çalışmayı yapacağız."
Yılmaz, Kurul Kalesi'nde
yapılan kazıların tarih için çok önemli olduğunu
vurgulayarak, "Kurul Kalesi'nde yapılan kazı, Doğu
Karadeniz bölgesinde yapılan ilk arkeolojik kazıdır.
2010 yılında bu çalışmalar başladığında insanlar bir
tarih üzerinde yürüdüklerinin farkında değildi.
Kurul Kalesi, Ordu'nun tarihini değiştirecek,
Ordu'yu bir çekim merkezi haline getirecek. Kale
çevresindeki gezi alanları ve peyzaj çalışmaları bir
an önce başlayacak" ifadesini kullandı.
Kültür ve Turizm Müdürü
Uğur Toparlak ise Kurul Kalesi'nde kazı
çalışmalarının 2010 yılında başladığını, yürütülen
çalışmalar sonucu kalenin 6. Mithriadates dönemine
ait olduğunun tespit edildiğini söyledi.
Toparlak, yapılan kazı
çalışmalarında tepe adaları, giriş kapısı, dinsel ve
kültsel alanlar seramik, sikke, ok ucu, tanrı ve
tanrıca büstleri ve birçok ürün bulunduğunu
sözlerine ekledi.
Radikal, 11.03.2015
|
MUSSOLİNİ'NİN MİMARLIK
MİRASI SATIŞA ÇIKARILDI
Roma'da Massimiliano
Fuksas'ın yarışma projesinin uygulanması için
Mussolini'nin ikinci dünya savaşı sırasında inşa
ettirdiği binalar satışa çıkarıldı.

Roma'nın tarihi konut ve
iş merkezi bölgesi olan EUR'da Mussolini dönemi
mimarlığının simgelerinden Palazzo della Civilta del
Lavoro binasının da aralarında bulunduğu dört yapı,
Massimiliano Fuksas'ın tasarımı The Cloud konferans
merkezi yapısınına ödenek oluşturulması için satışa
çıkarıldı. Binada bir yer kiralayan İtalya'nın ünlü
moda markası Fendi binayı satın almak için 50 milyon
Euro önerdi.
Mussolini'nin 1942'de
planladığı EUR bölgesi antik Roma yapılarından
esinlenerek tasarlanan birçok modern binayı
barındırıyor. Bunlardan en bilineni, 1938'de inşa
edilen "Square Colosseum" olarak anılan Palazzo
della Civilta del Lavoro binasıydı.

Fuksas'ın 2000 yılında
kazandığı bir yarışma sonrasında inşa edilmesine
karar verilen projesi The Cloud, 2007 yılından beri
inşaat halinde ve belirlenen bütçeyi aştığı için
tamamlanamıyor.

Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 11.03.2015
|
AKM'YE 7 YILDA NE OLDU?

AKM'deyiz İnisiyatifi,
2008 yılından beri kapalı olan Atatürk Kültür
Merkezi'nin (AKM) derhal güçlendirme ve iyileştirme
çalışmalarının başlamasını talep ediyor.
2008'de tadilat
nedeniyle kapanan ancak yılan hikayesine dönen
süreçte bir türlü tadilatına başlanmayan AKM, Gezi
Direnişi'nin ardından adeta polis karargahına
dönmüştü.
8 Haziran 2013'te
dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "AKM'ye
barok tarzında opera yapalım" önerisi, binanın
tadilat yerine yıkılacağı endişesi yaratmıştı.
Yıllar içinde
bakımsızlıktan adeta çürümeye bırakılan binanın
içindeki ses sistemlerinin hurdacılara satıldığı
iddia edilmişti.
Belge, kimlik, bellek
yeri

AKM'deyiz İnisiyatifi,
başlattığı kampanya ile sadece
"Türkiye’nin Opera
olarak tasarlanan ilk binası" olma niteliği
ile bile AKM’nin ulusal ve uluslararası bütün
kurallar uyarınca korunmasını gerektiğini belirtti.
Tescilli 1. Grup Kültür
Varlığı olan AKM'nin belge, kimlik, mimari,
özgünlük, simge ve bellek değeri olduğu ifade
edildi.
Herkese sesleniyoruz
"Biz biliyoruz ki,
AKM’nin yıkımıyla amaçlanan, uygarlığın yarattığı
emeğe, barışa, dayanışmaya, hukuka, bilime, kültüre,
sanata, demokrasiye ve yurttaşlık haklarına dayanan
bir toplumsal değerler sistemi yerine dogmayı,
rantı, yağmayı, bireyciliği, fırsatçılığı ve küresel
sermayenin çıkarlarına kulluk etmeyi esas alan bir
değerler sisteminin inşa edilmesidir.
"Başta Üniversitelerimiz
ve Anıtlar Kurullarımız olmak üzere yerel ve merkez
yönetimlerde kamu adına görev yapan bütün bilim,
sanat, meslek insanlarını ve yurttaşları; bilimi,
hukuku, demokrasiyi, kültür ve sanatı hiçe sayan
politikalara karşı çıkmaya ve tarihsel
sorumluluklarını yerine getirerek AKM’nin yeniden
hizmete açılmasına katkıda bulunmaya çağırıyoruz."
Mekanın mücadele
tarihi

Taksim Meydanı'nda yer
alan bina, ödeneksizlik nedeniyle süren 23 yıllık
inşaatın ardından 1969 yılında “İstanbul Kültür
Sarayı” adıyla hizmete girdi. O dönem dünyanın
dördüncü büyük sanat merkeziydi.
Projesini mimar Feridun
Kip ile mimar Rüknettin Güney çizdi ama 1956’da
mimar Hayati Tabanlıoğlu projesi ile inşaata devam
edildi.
Arada bir yangın
atlatarak 1978'de yeniden hizmete girdi. Kurulduğu
günden bugüne opera, bale, tiyatro, konser ve
kongre, sergi amacı ile kullanıldı.
1999'da tescil edildi
1 Kasım 1999'da İstanbul
2 No'lu Koruma Kurulu, AKM'yi 1. grup kültür varlığı
olarak tescil etti.
2005 yılında, binanın
ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu gerekçesiyle
dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından binanın
yıkılması önerildi.
2006'da tescili Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından kaldırılmak istendi.
Hazırlanan proje
iptal edildi
Mayıs 2008'de tadilat
nedeniyle kapatıldı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından imzalanan protokolle İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği
AKM yenileme projesini hazırlamak üzere Tabanlıoğlu
Mimarlık görevlendirildi.
Sivil toplum örgütleri
ve meslek odaları, AKM'nin bu proje kapsamında
yıkılmak istendiği uyarısında bulundu.
Bakanlıkla yeni
projede uzlaşıldı
İstanbul 9.İdare
Mahkemesi, Kültür Sanat Sendikası'nın açtığı dava
sonucu AKM'ye ait avan proje tadilatını iptal etti.
Yargı kararının alınması
üzerine proje müellifi, AKM'nin yıkım sürecine
yönelik davacı olan Kültür Sen, İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı Yetkilileri ile bazı uzmanlar
Mimarlar Odası’nın çağrısı üzerine bir araya
gelerek korunma şekli üzerinde uzlaşıya vardı. TC
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile oda 20.12.2009
tarihinde AKM'de bir araya gelerek eserin uzlaşılan
restorasyon koşullarını içeren bu protokol imzaladı.
2010 Ajansı süresi
bitiyor bahanesi
Bakanlık söz konusu
projenin revize edildiği yapının tamiri ve tadilatı
için yeni projeyi onaylayarak 05.05.2010 tarihinde
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına
gönderdi.
Sivil toplum örgütleri
yaptıkları ortak açıklamada, ajans süresinin
31.12.2010 tarihinde sona ereceği bahanesi ile
tadilat için gerekli olan ödeneğin sağlanmadığını
belirtti.
2012'de Sabancı
sponsoru
Şubat 2012’de Sabancı
Holding ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında AKM
restore işlemlerine dair
mutabakat imzalandı. Restorasyonu projenin ilk mimarı Hayati
Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu yapacaktı.
Mayıs 2013 çalışmalar
durdu

Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Mimarlar Odası'nın sorusu üzerine
yolladığı yanıtta Mayıs 2012'de onarıma başlandığını
bina statiği etkileyecek can ve mal güvenliği
nedeniyle 24 Mayıs 2013'te çalışmaların
durdurulduğunu belirtti.
8 Haziran 2013'te
dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan "AKM'ye barok
tarzında opera yapalım" dedi.
Geziden sonra polis
karakolu
Gezi Direnişi'nin
ardından AKM polis karakolu olarak kullanılmaya
başlandı.
Mimarlar Odası, Nisan
2014'te binanın çürümeye terk edilmesine ve polis
karakolu olarak kullanılmasına karşı suç duyurusunda
bulundu. Ancak Ekim 2014'te kovuşturmaya yer
olmadığına dair karan onandı.
Bianet, Haber: Nilay
Vardar, 12.03.2015
|
ŞEHİTLER ABİDESİ'NDEKİ
MÜZE 9 YILDIR AÇILAMIYOR

Çanakkale Savaşları'nda
şehit düşen Mehmetçikler anısına yaptırılan Şehitler
Abidesi'nin altındaki müze, onarım çalışması
kapsamında 2006 yılında kapatıldı, 9 yıldır da
açılamadı. Şehitler Abidesi'nin yıpranan ayakları
güçlendirilip bakımı yapılarak ziyarete açılırken,
alt katında genişletilen müzede ise birbirinden
habersiz iki farklı proje hazırlayan iki bakanlık
arasındaki çekişmeye konu oldu. Müze bir türlü
açılamazken, şimdi de su sızıntısı sorunu yaşanıyor.
Gelibolu Yarımadası
Tarihi Milli Parkı'nda, Morto Koyu'nun gerisinde
yükselen Hisarlık Tepe'de tüm şehitler anısına
yaptırılarak 21 Ağustos 1960'ta ziyarete açılan 41.7
metre yüksekliğindeki
Şehitler Abidesi'nin altında bulunan
Çanakkale Savaşları Müzesi
9 yıldır kapalı. Sebebi ise Gelibolu
Yarımadası'ndaki yatırımlar konusunda Orman ve Su
İşleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
arasında yıllardır süren yetki kargaşası. İki
bakanlık arasındaki çekişme yüzünden, onarım için
kapatılan abidenin altındaki Çanakkale Savaşları
Müzesi bir daha da açılamadı.
Şehitler Abidesi'ndeki
eksiklerin tamamlanması için yapılan çalışmalar
sürerken, 2006 yılında abidenin yıkılma tehlikesi
olduğu yönünde hazırlanan rapor doğrultusunda
güçlendirme çalışması başlatıldı. Bu nedenle hem
abide 1 yıl süreyle ziyarete kapatıldı hem de
altındaki 100 metrekarelik müze. Müzedeki Çanakkale
Savaşları'ndan kalma eserler başka bir yere taşındı.
Çalışmalar kapsamında abidenin tabanındaki 2 bin
granit taş söküldü. Tabandan temel noktasına kadar
toprak kazıldı. Dört ayağın bağlantı kirişleri
güçlendirildi. Abidenin altında aynı anda 200
kişinin gezebileceği 1600 metrekarelik yeni kapalı
müze alanı oluşturuldu. Bu süreçte Gelibolu
Yarımadası'ndaki yatırımları yürüten Orman ve Su
İşleri Bakanlığı abidenin altındaki alan için bir
müze projesi hazırladı. Aynı şekilde Kültür ve
Turizm Bakanlığı da başka bir proje hazırladı.
Üstelik bu projeleri birbirlerinden habersiz
hazırladıkları yıllar sonra ortaya çıkan iki
bakanlığın, çekişmesi müzenin yeniden ziyarete
açılmasını yıllarca geciktirdi. Geçen 27 Şubat'ta
iki bakanlık arasında protokol imzalanarak,
bölgedeki tüm taşınmazlar Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na devredildi. Ancak bugüne kadar iki
bakanlık arasında yaşanan olumsuzluklar nedeniyle
müze Çanakkale Savaşları'nın 100'üncü yıldönümüne
yetiştirilemedi.
SU SIZINTISI
KESİLEMEDİ
Şimdi ise Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın müze için atacağı adımı
bekleniyor. Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan
Başkanı Mehmet Gürkan ise, bugüne değin iki bakanlık
tarafından hazırlanan projeler için icraata geçilme
aşamasında su sızıntısı problemiyle karşılaşıldığını
söyledi. Yapılan izolasyon çalışmalarına rağmen
sorunun aşılamadığını vurgulayan Gürkan, "Yeni bir
izolasyon çalışmasının ardından karar verilip, proje
doğrultusunda müze en kısa sürede ziyarete açılacak"
dedi.
FOTOĞRAF MÜZESİ
OLMASINI ÖNERMİŞTİ
Çanakkale Valisi Ahmet
Çınar ise, müzeyle ilgili iki bakanlık arasında
geçmişte problem yaşandığına dikkati çekip, "Müze
alanı, şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
devredildiği için bir problem kalmadı. O zaman
yöntemde bir sorun vardı. İki ayrı proje
hazırlanıyor ve iki bakanlığın birbirinden o ara
haberi yok. Sonra projeyi hazırlayan arkadaşlar
metreyi iyi tutmamışlar. 'Bu tavan buna uymuyor'
dediler ve böyle bir sıkıntı daha yaşandı. Ben de o
dönemde, bölgede çok müze olduğunu belirtip, 'Buraya
fotoğraf müzesi sergi salonu yapalım ve gelen
insanlar o döneme ait fotoğrafları görsünler'
önerisinde bulundum. Ama şimdi orası adresini buldu.
O kargaşa bundan sonra olmayacak" dedi.
Zaman, 11.03.2015
|
MİNARELİ AVM'YE SORUŞTURMA

Fındıklı’daki Süheyl Bey cami restorasyonu çok
tartışılmıştı. Mimar Sinan’ın sekizgen planlı inşa
ettiği cami cam cepheli bir ucube olarak ihya
edildi. İstanbul 2
Numaralı Koruma Kurulu da cam cepheli adı
restorasyon (!) olarak nitelendirilen cami projesini
onayladı. Proje hayata geçtiğinde ise minareli AVM
tarzı bir mimari ortaya çıktı. Kamuoyunda
eleştirileri yağmuruna tutulan cami projesi için Kültür ve
Turizm Bakanlığı soruşturma başlattı.
Kurul üyelerinden bu projeye neden imza verdikleri
soruldu. Kararda imzası olan Prof.Dr. Yaşar
Çoruhlu, ‘’caminin ihyası için arazinin yeterli
olmadığını, adının yaşaması için modern görünümlü
camiye onay verdiklerini’’ söyledi.
KURUL UYGUN BULDU!
1591’de Süheyl Bey tarafından Mimar Sinan’a inşa
ettirilen cami, sekizgen planlı ve kubbeliydi. 1958
yol genişletme çalışmaları sırasında yıkılan camiyi
Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü yeniden ihya etmek
için kolları sıvadı. 2010 yılında bir proje
gerçekleştirildi. Camini minaresi ve bazı duvar
kalıntıları arsada duruyordu. Ancak camiye ait
arsanın önemli bir kısmı yolda kalmıştı. Restorasyon
için İstanbul 2 Nolu Koruma Kurulu’na müracaat
edildi. Kurul, 15.09.2010 tarih 3772 sayılı
kararı ile “...Süheyl Bey Camii kalıntılarına ait
rölöve ile restitüsyon projesinin uygun bulunduğuna,
koruma grubunun 1 olarak belirlenmesine, öneri
restorasyon projesinin uygun bulunmadığına, mevcut
kalıntıların konservasyon yapılarak korunmasına,
minarenin özgün yerinde yeniden inşa edilmesine,
kalıntılara müdahele edilmeden mevcut alana modern
cami uygulaması ile ilgili önerilerin kurulumuza
getirilmesine” karar verdi. Yaklaşık 5 ay sonra da
Kurul, 16.03.2011 tarih ve 4337 sayılı kararı ile
“...Süheyl Bey Camisine ait restorasyon projesinin
uygun bulunduğuna’’ hükmetti.
BU NE NASIL RESTORASYON!
Bu tarihten sonra boş arsada hummalı bir inşaat
faaliyeti başladı. Etrafı tahta paravanlarla çevrili
inşaat bitip paravanlar kaldırıldığında çevredeki
esnaf başta olmak üzere herkes şaşkındı. Kubbeli,
sekizgen yapılı caminin yerine cam cepheli, çatılı
yanında minaresi olan, AVM görünümlü bir cami ortaya
çıktı. Görenlere bu nasıl ihya dedirtecek sözde
restorasyonla ilgili başlayan tartışmalar TBMM gündemine
kadar taşındı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ; “Süheyl Bey Camisi’nin ihyası, tarihsel
belgeler, kazı çalışmalarında tespit edilen veriler
ve koruma kriterleri göz önünde bulundurularak
gerçekleştirilmektedir. Caminin restorasyon
projesinde, kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan
duvarların korunmasına ve temel duvarları bulunarak
yeri tespit edilebilmiş minarenin, özgün malzemeleri
ile yeniden yapılarak ayağa kaldırılmasına karar
verilmiştir’’ açıklamasını yaptı.
TEMSİLİ CAMİ!
Kültür ve Turizm Bakanlığı sözde restorasyon
projesine onay veren İstanbul 2 Numaralı Koruma
Kurulu üyeleri hakkında soruşturma başlattı. Kararda
imzası bulunan eski kurul üyesi Prof.Dr. Yaşar
Çoruhlu’dan da savunması istendi. İşte Çoruhlu o
karara neden imza attığını şöyle anlattı; ‘’ yapı
ortada yoktu ve parselin önemli bir bölümünün yola
katılması sebebiyle cami yapılması düşünülen alan da
küçülmüştü ve buraya camiyi özgün boyutlarıyla
sığdırmak imkansız olacaktı. Bu nedenle eldeki
veriler, imkanlara göre mevcut alanda tam ve doğru
bir rekonstrüksiyon yapılamayacağından, mevcut
kalıntıların konservasyonunun yapılarak olduğu gibi
korunması, minarenin alt kısmı mevcut olduğundan
özgün yerinde inşa edilerek tamamlanması,
kalıntılara müdahale edilmeden en azından caminin
adının yaşatılması maksadıyla modern bir cami
uygulamasının yapılması kararı alındı ve sonra
bununla ilgili getirilen restorasyon projesi adı
altındaki uygulama projesi 16.03.2011 tarih ve 4337
sayılı kararla kabul edildi. Bu restorasyon projesi
Kurulumuzun rölöve projesindeki tescilli
kalıntıların konservasyonlarının yapılmasını
içermekteydi. …Bilimsel bir rekonstrüksiyonun
yapılması mümkün olmadığından tamamen yeni ve
çağdaş anlayışla bir caminin inşa edilmesi doğru bir
uygulama olmuştur. Restorasyon mevcut bir tarihi
yapının zamanla bozulmuş bölümlerinin bilimsel
metotlarla aslına göre tamamlanması işidir. Burada
zaten bir restorasyon değil mevcut kalıntılara
konservasyon uygulaması yapılmıştır, mevcut olmayan
cami ise temsili olarak yeniden inşa edilmiştir.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.03.2015
|
|
İĞNE DELİĞİNDE SANAT
Jonty Hurwitz isimli
sanatçının, iğne deliğinin içine sığabilen heykeli
mikroskop yardımıyla fotoğraflanırken laboratuvar
çalışanlarından birisi, heykelin yönünü parmağıyla
değiştirmek isteyince yanlışlıkla kırıldı. 45
yaşındaki sanatçı yaşanan olay yüzünden çok
sinirlendiğini ve teknisyene dönüp, ‘dünyanın en
küçük heykelini kırdın be adam’ diye bağırdığını
söyledi.
Milliyet, 11.03.2015
|
TARİHİ SURDA BÜYÜK GEDİK

Başkent
tarihinin en eski yapılarından Hacı Bayram-ı
Veli Camisi’nin hemen yanında yer alan ve Ankara
Kalesi’nin devamı olarak bilinen tarihi surlar
henüz belirlenemeyen bir nedenle yıkıldı.
Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus Tarihi Kent
Merkezi Projesi kapsamında restorasyon çalışması
yürüttüğü Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin hemen
yanında,
Ankara Kalesi’nin devamı olarak sayılan
binlerce yıllık surlar yıkıldı.
Çevre sakinlerinin şikayeti üzerine bölgeye
giden Ankara Hürriyet, yıkılan surları
fotoğrafladı. Tarihi surların yıkılmasıyla
ilgili soruları ismini vermeden cevaplandıran
vatandaşlardan bazıları duvarın restorasyon
çalışması sırasında yıkıldığını iddia ederken
bazıları da kendi kendine çöktüğünü öne sürdü.
BARİYERLERLE KAPATILDI
Tarihi duvarın
yıkılmasının ardından bölge bariyerlerle
kapatıldı. Aynı zamanda duvarın Hacı Bayram-ı
Veli Camisi’nin avlusunda yer alan kısmı da
bariyerlerle kapatılarak duvarın hemen yanındaki
banklara vatandaşların geçmemesi için önlem
alındı. Çevre sakinleri, surların yıkılmasına
üzüldüklerini belirterek, “Ankara tarihine
şahitlik eden bu tarihi mirasın en iyi şekilde
korunması gerekir. Yıkılan duvarın yanında bir
güçlendirme çalışması yapılmış ama diğer tarafta
neden yapılmadığını anlamadık” diye konuştu.
SURLARIN TARİHİ ÇOK ESKİYE DAYANIYOR
Binlerce yıllık
Ankara Kalesi’nin ne zaman yapıldığı net olarak
bilinmemekle birlikte MÖ 2.yy. başında
Galatların Ankara’ya yerleşmeleri sırasında
kalenin var olduğu biliniyor. Eski zamanlarda
yerleşim yeri olarak çok geniş bir alanı
kapsayan kale, tarih içinde Romalılar,
Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlıların
kontrolüne geçti. Surların yıkıldığı bölgede yer
alan Hacıbayram Veli Camisi’nin zaviye olarak
yapılış tarihi 1427-1428 olarak belirtiliyor.
714 yılında Hacı Bayram Veli’nin torunlarından
Mehmet Baba tarafından tamir edilen, daha
sonrada 1940 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından restore edilen cami ve külliyesi en
son Ankara Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde
orjinaline uygun olarak yenilenerek ve 14 Şubat
2011 tarihi itibariyle ibadete açıldı.
Hrriyet, Haber: Mert Gökhan Koç, 11.03.2015
|
DANİMARKA'DA KÖSTEBEKLER ARKEOLOJİ İÇİN KAZIYOR
Danimarka’daki Viborg Müzesi, bir arkeolojik projede
köstebek kullanmak için Danimarka Kültür Bakanlığı’na
bağlı Danimarka Kültür Ajansı’na başvurdu. Kültür
Ajansı bunun ilk başta bir şaka olduğunu düşünse de,
gülüşmeler bittikten sonra, Viborg Müzesi’nin
köstebek kullanma başvurusunun gerçek olduğunu
öğrendiler. Sonrasında fikri mantıklı ve yaratıcı
bulan yetkililer, başvuruyu onayladı.
Viborg Müzesi, bu izni aldıktan sonra bir tarihi
höyükte, köstebeklerin tünel açarken geride
bıraktıkları toprak yığınlarını araştırdıkları birproje başlattı.
Kültür Ajansı’ndan Jorgen Frandsen, Politiken
Gazetesi’ne yaptığı açıklamada “Tarihi eserlere
zarar vermeden inceleme yapılmasına yardım eden yeni
yöntemlerin her zaman hayranı
olduk” diyor.
The Copenhagen Post sitesinde yer alan habere göre
köstebekler Viborg’un güneyinde, arkeologların
toprak altında bir Orta Çağ kalesi olduğunu
düşündüğü bir alanda çalışıyor. Arkeologlar kalenin
yerini tam olarak bilmiyor.

Köstebek kullanma fikri Viborg Müzesi müfettişi ve
arkeolog Jesper Hjermind’a ait. Hjermind,
köstebeklerin kazdıkları toprak yığınlarında tuğla,
seramik ve diğer küçük buluntuları yeryüzüne
çıkarmasından esinlendiğini söyledi. Hjermind
“Kalenin kalıntılarına yaklaştıkça, toprak
yığınlarında litre başına çok daha fazla buluntu
buluyoruz. Basit ama işe yarayan bir yöntem” diyor.
Bu bilgiler bir veri tabanına girildiğinde, kalenin
kalıntılarının nerede olabileceğine dair bir bakış
açısı sunuyor. Hjermind’in verdiği isimle
“Köstebekoloji” metodu (moleology), teknik araştırma
metodlarıyla aynı sonuçları ortaya koyuyor.
Hjermind “Bu yöntemin en büyük ödülü ise, birçok
önemli bilgiye ulaşırken, tarihi höyüklerdeki hiçbir
şeyi tahrip etmiyor olmamız” diyor.
Acaba yüzey araştırması ve oldukça pahalı olan uydu
ve lazer kullanan metodlar yanında, köstebeklerden
yararlanan böyle bir metoda arkeoloji dünyası hazır
mı? Arkeolojik alanların bütünlüğüne zarar verdiği
düşünülen hayvan delikleri ve tünelleri, mimari
yapıları tespit etme aşamasında gerçekten
arkeolojiye yardımcı olabilir mi?
Radikal, 10.03.2015
|
MISIR LUKSOR'DA YENİ BİR
FİRAVUN MEZARI BULUNDU
Mısır’ın güneyindeki
Luksor kentinde, Antik Mısır’da 18. firavun
hanedanlığına ait olduğu tahmin edilen firavun
mezarı bulunduğu bildirildi.

Mısır Tarihi Eserler
Bakanı Memduh ed-Demati, yaptığı yazılı açıklamada,
Amerikan Araştırma Merkezi Heyeti’yle çalışan
Mısırlı arkeoloji grubunun kazı çalışmaları
sırasında Luksor’un el-Karne bölgesinde yeni bir
firavun mezarının bulunduğunu belirtti. Demati,
“Mezarın, Antik Mısır’ın Yeni Krallık dönemine
özellikle de18. hanedanlığa (MÖ 1550-1292) ait
olduğu tahmin ediliyor. Firavunun isminin Samut
olduğu düşünülüyor” ifadesine yer verdi.

Demati, mezarda dönemin
günlük yaşantısının yanı sıra defin merasimlerinden
kesitler sunan bulgulara ve duvarlarda metinlere
ulaşıldığını ifade ederek, mezarda kısmi tahribatın
olduğunu kaydetti. Amerikan Araştırma Merkezi Heyeti
Başkanı John Sherman ise geçen hafta Antik Mısır’da
“en güçlü tanrı” olarak bilinen Amon’un kapı
bekçisine ait mezarın bulunmasına işaret ederek, “Bu
hafta da 18. hanedanlığa ait firavun mezarının
bulunması önümüzdeki zaman diliminde yeni keşiflerin
habercisi” dedi.
Mısır Tarihi Eserler
Bakanlığı, geçen hafta Antik Mısır tarihinde “güneş
tanrısı” olarak bilinen “Ra” ile birleşerek Mısır’ın
“en güçlü tanrısı” olarak tanımlanan Amon’un bekçisi
Amenhotep Rebeo’ya ait bir mezar bulunduğunu
duyurmuştu. Antik Mısır’da belirli dönemlerle tasvir
edilen firavun hanedanlıklarından “Yeni Krallık”
dönemi 18, 19 ve 20. hanedanlıkları kapsıyor.
“İkinci Ara Dönem” olarak bilinen dönemi sonlandıran
18. Hanedanlık, ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmuş ve
yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu.

Cnn Türk, Fotoğraflar:
Luxor Times Magazine, 10.03.2015
|
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ AK SARAY'DA KAYBOLDU
Atatürk’ün vasiyeti ihlal davasının 2. duruşması
bugün Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde
görülürken, Devlet Arşivleri genel Müdürlüğü’nden
“Atatürk’ün vasiyeti arşivlerde yok” yanıtı
geldi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan
Karakuş Candan, “Vasiyet yok” yanıtını
skandal olarak nitelendirdi ve “Ülkenin
kurucusunun el yazısı ile yazdığı vasiyetin
olmadığını söylüyorlar. Bu Atatürk’ün vasiyetinin
ihlalinin ne boyutlarda olduğunu da gösteren bir
durum” dedi.
Candan yaptığı açıklamada, “Bugün öğrendiğimiz
ülkemizin kurucusu Atatürk’ün vasiyetinin devlet
arşivlerinde bulunamadığıdır. Sulh hukuk mahkemeleri
devlet arşivlerine vasiyeti teslim ettiğine dair
cevabı var. Yalnız devlet arşivleri yok diyor. Bu
tüm ülke açısından skandaldır, ülkenin kurucusunun
el yazısı ile yazdığı vasiyetin olmadığını
söylüyorlar. Vasiyetin olmaması kayıp gibi kelimeler
sarf etmeleri içler acısı ve skandal bir durum.
Atatürk’ün vasiyetinin ihlalinin ne boyutlarda
olduğunu da gösteren bir durum” vurgusu yaptı.
Candan mahkemenin davaları ayırdığı da
kaydederek, “Kaçak sarayın olduğu yerleşkede
yapılan, AOÇ talanına ve AOÇ’nin vasiyetine ilişkin
6 meslek odası olarak açtığımız davanın ikinci
duruşması yapıldı. Mahkeme Büyükşehir Belediyesi ile
Maliye Bakanlığı ve Başbakanlığa açılan davayı
ayırdı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne açtığımız
davalar devam ettiği için idari davaların sonucuna
göre işlem yapılacak. Maliye Bakanlığı ve Büyükşehir
Belediyesi’ne açılan davalar diğer davaların
sonuçlanmasını beklerken, Başbakanlığa açtığımız
Atatürk’ün vasiyetini ihlal davasının devamlılığına
karar verdi. Atatürk’ün vasiyetinin devlet
arşivlerinde kaybediliyor olması, Atatürk’ün
vasiyetinin ne kadar ihlal edildiğini bize
göstermiştir” şeklinde konuştu.
odatv.com, 10.03.2015
******
ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ KAYIP
TMMOB'a bağlı meslek odalarınca
Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazilerine ilişkin
Atatürk'ün
vasiyetinin ihlal edildiği iddiasıyla açılan
davada,
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü mahkemeye,
Atatürk'ün
vasiyetnamesi ve bağış senedinin kurumda
bulunmadığına yönelik yazı gönderdi.
AOÇ arazisine Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın
yapılmasıyla ilgili davayı gören Ankara 26. Asliye
Hukuk Mahkemesi hakimi Asuman Şahin, yazı üzerine
duruşmada çarpıcı bir bilgi paylaştı. Şahin’in
okuduğu müzekkere yazısına göre, Ankara 3. Sulh Ceza
Mahkemesi,
Atatürk'ün
vasiyetnamesi ve bağış senedinin, 1989'da
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne teslim
edilmek üzere dönemin Adalet Bakanı Oltan
Sungurlu'ya verildiği bilgisini paylaştı.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün müzakere
cevabında ise ne
vasiyetnamenin ne de bağış senedinin kurumda
bulunduğu bildirildi.
DAVA AYRILDI
Hakim Şahin, Maliye Bakanlığı ve Ankara Büyükşehir
Belediyesi ile ilgili açılan davaların idari
yargının görev alanı olduğu için davanın ayrılmasına
hükmetti.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan ise “Vasiyet yok” yanıtını skandal olarak
nitelendirdi. Candan şunları söyledi: “Ülkemizin
kurucusu
Atatürk’ün
vasiyeti devlet arşivlerinde bulunamamıştır.
Sulh hukuk mahkemeleri devlet arşivlerine
vasiyeti teslim ettiğine dair cevabı var. Yalnız
devlet arşivleri yok diyor. Bu tüm ülke açısından
skandal ve içler acısı bir durumdur.”

"GAZETECİLERİN ÖNÜNDE TÖRENLE TESLİM ETTİK"
Kurumun yazısı üzerine BUGÜN’e konuşan eski
bakanlardan Oltan Sungurlu
Atatürk’ün
vasiyetnamesini kendi elleriyle kuruma teslim
ettiğini belirterek, “Kayıp mı ettiler acaba”
sorusunu yöneltti. Sungurlu şöyle konuştu: “Adalet
Bakanlığı arşivlerini temizledik. Bu arada
Atatürk’ün el yazısı küçük
vasiyetnamesi ve nüfus cüzdanı çıktı. Her
ikisinin de fotokopisini aldım. Vasiyetnamede,
mirasından İsmet Paşa’nın çocuklarına tahsil parası
olarak para ayrılması yazıyordu. Gazetecilerin
huzurunda merasimle bu
vasiyetnameyi teslim ettik. Verilmesi gereken
belgeleri verdim. Kaybolmasın diye sağlam yere
teslim ettik. Kayıp mı ettiler acaba? Biz bu işe o
kadar ehemmiyet verdik.”
Bugün, 11.03.2015
|
KÜP İÇİNDE İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU

Konya'nın Kulu İlçesi'nde bir okulun foseptiği için
yapılan kazı çalışmaları sırasında rastlanan küpün
içinde insan kemikleri bulundu. Bulunan küp ve
kemikler, incelenmek üzere Konya Müzesi'ne
götürüldü.
Kulu
İlçesi'nde
eskiden belde statüsünde olan Kozanlı
Mahallesi'ndeki Kozanlı 75. Yıl Birol Polat
Ortaokulu ve Ahmet Yesevi İmam Hatip Ortaokulu'nun
bahçesinde, okulun foseptiği için belediyeye ait iş
makineleri çukur kazmaya başladı. Kazı çalışmaları
sırasında rastlanan bir küpün içine bakıldığında
insan kemikleri olduğu fark edildi. Bunun üzerine
okul yetkililerine haber verildi. Okul yetkilileri
de konuyu jandarmaya bildirdi.
Jandarma, kazı alanında önlem alırken, çağrılan
Konya Müze Müdürü Yusuf Benli ve beraberindeki
arkeolog ekip, kazı alanı ile bulunan küp ve insan
kemiklerini inceledi. Yusuf Benli, yapılan
incelemenin ardından kazı yapılan alanın sit alanı
olmadığını, bulunan küp ve kemiklerin Roma dönemine
ait küçük bir mezar olduğunu tahmin ettiklerini
belirtti. Küp ve kemikler detaylı incelenmek üzere
Konya Müze Müdürlüğü'ne götürüldü. Kazı çalışmaları
da kaldığı yerden devam etti.
Akşam, 10.03.2015
|
10. YÜZYILDAN KALAN KİLİSEYİ UÇURDULAR

Terör örgütü DAİŞ’in Irak’ın Musul kentinde 10.
yüzyıldan kalma bir kiliseyi havaya uçurduğu iddia
edildi.
Ninova Valisi Azınlıklar Meselesi Müsteşarı
Dureyd Hikmet Tubiya, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, “DAİŞ, bugün Musul’un
kuzeyindeki Hay el-Arabi’de bulunan Markourkas
Kilisesi’ni havaya uçurdu” dedi.
Musul’dan kaçarak nüfusun çoğunluğunu
Hristiyanların oluşturduğu ve
Peşmergenin kontrolünde bulunan El-Koş nahiyesinde
yaşayan Hristiyanlardan olan Tubiya, “DAİŞ,
kilisenin yakınlarındaki bir tepede bulunan kiliseye
ait özel
mezarlıktaki kabirleri buldozerlerle yıktı” diye
konuştu.
Olayın ilk olmadığına işaret eden Tubiya, DAİŞ’in
daha önce de Musul’un kuzeyindeki Tel Keppe
kazasında Hristiyanlara ait mezarları yıktığını
belirtti.
Daha önce binlerce yıllık sanat eserlerinin
bulunduğu Musul Müzesi’nde
heykelleri balyozlarla parçalayan DAİŞ militanları,
Musul Kütüphanesi’nde tarihi
kıymeti yüksek kitapları da yakmıştı. DAİŞ, geçen
hafta da Irak’ın Musul kentinde
Osmanlı döneminden kalma tarihi Hema Kado Camisini
patlayıcılarla havaya
uçurmuştu.
DAİŞ, Irak ordusunun çekilmesi üzerine ülkenin
ikinci büyük ili Musul’u 10 Haziran 2014′te
kontrolüne almıştı.
Sözcü, 10.03.2015
|
'DENİZLİ ADAMI' FOSİLİ 1.2 MİLYON YAŞINDA

Denizli'nin Honaz
İlçesi Kocabaş Mahallesi'nde
2002'de mermer ocağında bir işçi tarafından bulunan
ve 'Denizli Adamı' ismi verilen fosil kafatasının
1.2 milyon yaşında olduğu çeşitli testlerle
kesinleşti. İnsanlık tarihine ışık tutacak fosil
kafatasının; anatomik ve kesin yaş bulguları ile
Anadolu'da bilinen ilk ve tek taş devri insanı
olduğu açıklandı.
İlk bulunduğunda 500 bin yıllık olduğu tahmin
edilen 'Homo Erectus' fosili için kesin yaşının
belirlenmesi amacıyla Fransa'nın Marsilya
Üniversitesi'ndeki laboratuvarda, paleomanyetizma ve
kozmik radyasyon yöntemleri uygulandı. 1 milyon 200
bin yaşında olduğu saptanan ve Dünya bilim
çevrelerinin dikkatini çeken fosil kafatasının
insanlık tarihine ışık tutacağı vurgulandı.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Konferans Salonu'nda buluntuyla ilgili 'Denizli Taş
Devri İnsanı' adlı konferans düzenlendi. Çok sayıda
bilim adamı ve öğrencinin izlediği etkinlikte; PAÜ
Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Mehmet Cihat Alçiçek, Ankara Üniversitesi Jeoloji
Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Işın
Yalçınkaya, Marsilya Üniversitesi'nde Öğretim
Görevlisi Dr. Amelie Vialet konuşmacı olarak yer
aldı.

'Avrupalıların atası Anadolulu'
Buluntuyla ilgili yapılan incelemelerden söz eden
PAÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
Alçiçek, "Fosilin dijital çekimleri, PAÜ
Hastanesi'nde Bilgisayarlı Tomografi ile
gerçekleştirildi. Karşılaştırmalı anatomik
özelliklerinin taş devri insanına ait olduğu
belirlendi. Ancak fosil üzerine uygulanan
yaşlandırma eksikliği nedeniyle bu büyük buluş uzun
süre hak ettiği alakayı görmemişti. Denizli adamı,
TÜBİTAK ve CNRS (Centre National de la Recherche
Scientifique) desteği ile Aix-Marseille Üniversitesi
bünyesindeki CEREGE'nin (Centre Européen de
Recherche et d'Enseignement des Géosciences de
l'Environnement) çalışmaları sonrası 2014'te
gündemde hak ettiği yere oturdu. CEREGE
laboratuvarlarında paleomanyetizma ve kozmik
radyasyon yöntemleriyle fosilin yaşının 1.2 milyon
yıl olarak saptandı. Anatomik ve kesin yaş bulguları
ile Anadolu'da bilinen ilk ve tek taş devri insanı
belgelenmiş oldu. Sonuçlar 2014 yılı başında ünlü
Earth and Planetary Science Letters dergisinde
yayınlandı. Ayrıca, Anthropologie dergisinin 2014
yılı ilk sayısının tamamı bu fosile adandı. Çalışma
sonuçları Avrupalıların atasının Anadolu kökenli
olduğu yönü ile uluslararası basın ve bilimsel
kuruluşlarının gündeminde geniş yer buldu. The
Economist, SciLogs, Pour la Science gibi ünlü yayın
organlarında; Chris Stringer, Robin Wylie ve
François Savatier gibi ünlü yazarlar tarafından
Europevia Turkey, Geology and the First Europeans ve
Le deuxieme vague d'Homo erectus datee başlıkları
ile uluslararası boyutta gündemde yer aldı" dedi.
Prof.Dr. Alçiçek, ayrıca traverten mermer
ocaklarında gergedan, geyik, timsah, mamut ve zürafa
gibi hayvanların da fosillerini bulduklarını
söyledi.
Avrupa'ya göçün aydınlatılmasındaki önemi
vurgulandı
Denizli Adamı'nın Avrupa'ya göçün aydınlatılmasına
dair günümüzün en önemli antropolojik buluşu
olduğunu söyleyen Prof.Dr. Işın Yalçınkaya, "Bu
bulgu ile kıtalararası köprü konumundaki Anadolu'nun
insanların dünyaya yayılırken yaşadığı yerlerden
biri olduğu ve Avrupa'ya buradan geçtiği varsayımı
ispatlanmış oldu. Denizli Adamı, taş devri insanının
tarihi ve dünyaya yayılış öyküsüne dair yeni ufuklar
açılmasını sağladı. Anadolu'da benzer çalışmaların
sürdürülmesi ve yeni bulgular edinilmesi, taş devri
insanının göçüne dair yeni bilgiler sunacağı
şüphesizdir. Denizli'de taş devri yaşamını anlamak,
yaşam şartları ve ürettiği taş alet endüstrisini ve
teknolojisini araştırmak amacıyla Kültür ve Turizm
Bakanlığı izniyle gerçekleştirilen ilk çalışmalarda,
bu insanların kullandığı oldukça önemli taş alet
endüstrisi ve teknolojik bulgulara rastlandı. Kültür
ve Turizm Bakanlığı projesinin ilerleyen
aşamalarında taş devri insanının yaşadığı düşünülen
mağaralarda sistematik kazılar başlatılması ve bu
sayede yaşamları, kültürleri, teknoloji ve
endüstrilerinin anlaşılması amaçlanmaktadır. Böylece
taş devrinden günümüze kadar Anadolu'da insanlığın
yaşam ve kültürel gelişimleri anlaşılabilecektir.
Mermer, taş ve kömür ocaklarında nesilleri tükenmiş
hayvan ve insan kalıntılarına rastlanıyor. Bu
işletmelerde çalışmalar Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın kontrolünde yapılmalıdır" diye
konuştu. Yalçınkaya, şu anda Pamukkale'de bulunan
sıcak suyun eski dönemlerde traverten mermer
ocaklarının bulunduğu alanlarda olduğunu ve insanlar
ile hayvanları bu suyun çektiğini sözlerine
ekleyerek, "Bu alanlarda nesilleri tükenmiş
hayvanların da izlerine rastlıyoruz" dedi.
Marsilya Üniversitesi'nde görevli Dr. Amelie Vialet
de Denizli Adamı'nın Anadolu'nun tek insan fosili
olduğunu hatırlatarak, "En eski insan fosili
Afrika'da bulundu. Afrika'da bulunan fosilin yaşının
2 milyon 8 bin yıllık olduğu belirlendi.
Gürcistan'da bulunan bir başka insan fosili de 1
milyon 800 bin yıllık. Denizli'de bulunan fosil,
insanlık tarihi açısından çok önemli. Bu fosil, ilk
Afrika insanından biraz farklı. Denizli'de bulunan
fosilin kafatası biraz daha küçük ve ince" dedi.
Denizli Adamı ile ilgili 11 Mart'ta İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Konferans
Salonu'nda; 13 Mart'ta Ankara Üniversitesi Rektörlük
binasında iki ayrı konferans daha yapılacağı
kaydedildi.
Akşam, 10.03.2015
|
HAZRETİ İSA'NIN İLK EVİ BULUNDU

İsrail'in kuzeyinde yer alan Nasıra
şehrinde yürütülen arkeolojik kazılarda keşfedilen
bir manastırın, Hazreti İsa'nın çocukluğunun geçtiği
yer olduğu iddia edildi. Hıristiyanlarca Meryem ve
kocası Yusuf'un memleketi olarak kabul edilen
Nasıra'daki arkeolojik kalıntıların birinci yüzyıla
ait olduğu tespit edildi. Milattan sonra 670 yılına
ait De Locus Sanctis isimli dokümanlarda Hazreti
İsa'nın iki türbe ve bir kilisenin altında bulunan
Nasıra Rahibeleri'nin kontrol ettiği manastırda
büyüdüğü ifadelerinden hareketle başlayan
araştırmalar, iddiaları bilimsel bir temele
dayandırmayı hedefliyor. İngiltere'deki Reading
Üniversitesi'nden arkeologların ve İsrail'deki
Nasıra Arkeoloji Projesi uzmanlarının yürüttüğü
çalışmalarda, kayalara oyulmuş ve kapı ile
pencereleri günümüze kadar korunmuş halde olan
manastırın, Hazreti Meryem'in İsa'yı dünyaya
getirdiği yer olduğu üzerinde duruluyor. Araştırmayı
yürüten ekibin başındaki arkeolog Ken Dark, Hazreti
İsa'nın doğup büyüdüğü evin tasvirleriyle büyük
benzerlikler taşıyan manastırın, sözü geçen olduğuna
dair büyük deliller bulunduğunu ifade ediyor.
Sabah, 10.03.2015
|
ALLİANOİ PEŞİNİ BIRAKMIYOR!
Allianoi antik kenti sular altında kalmasın diye
dönemin Kültür Bakanları ve Veysel Eroğlu ile
verdiği mücadele eski kazı başkanı Doç. Dr. Ahmet
Yaraş'ın peşini bırakmıyor. O tarihten beri başka
yerlerde yapmak istediği arkeolojik kazılara da izin
alamadı.

Baraj suları altında bırakılan Allianoi eski kazı
başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş’a bir türlü yeni
arkeolojik kazı verilmiyor. Güre Ilıcası için üç
yıldır Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na müracaat etmesine rağmen
bakanlık arkeolojik kazı iznini vermiyor. Edremit
Belediyesi kazılara sponsor olmasına rağmen Ilıca
kazıları yıllardır yapılamadı ve kazı alanı adeta
çöplüğe döndü.
HAKLI MÜCADELESİ BAŞINA DERT OLDU!
Dünyada şaşırtıcı ölçüde sağlam kalabilmiş bir Roma
dönemi sağlık kompleksini barındıran Allianoi, İzmir İli,
Bergama İlçesi sınırları içinde, Bergama-İvrindi
karayolunun 18. km’sinde, Yortanlı Barajı gölet
alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii’nde yer
almaktadır.Paşa Ilıcası olarak tanınan bu ören yeri,
antik köprüleri, tarihi ılıcası ve diğer taşınamaz
eserleriyle yerinde korunması ve sergilenmesi
gereken eşsiz bir arkeolojik mirasımızdı. Yortanlı
Barajı suları altında kaldı. Kazı başkanlığı
görevini yapan Ahmet Yaraş yıllarca antik kenti
kurtarmak için mücadele verdi. Basına çıkıp politik
kararı eleştirdi. Kültür Bakanlarının şimşeklerini
üzerine çekti. Allianoi sular altında kalmasın diye
çevrecilerle birlikte kendisini zincirleyerek eylem yaptı.
Çevrecilerin, arkeologların sevgisini Ankara’nın
ise nefretini kazandı.
10 AY SONRA ‘UYGUN DEĞİL’ DENİLDİ
Ahmet Yaraş 1998 yılında başladığı Allianoi
kazı başkanlığı görevini 2006 yılına kadar sürdürdü.
Bu tarihten sonra da bir daha kendisine bilimsel
kazı verilmedi. Antik dönem ılıcaları konusunda
uzman olan Yaraş Güre Ilıcası ile ilgili 3 yıldır
Bakanlıktan kazı izni bekliyor. Her yıl sudan bir
bahane ile kazı izni geri çevriliyor. Edremit
Belediyesi kazılara sponsor oldu. Balıkesir Valiliği
de 2007 yılında sadece 1 yıl yapılan bilimsel
kazıların devam etmesini istiyor. Roma dönemine ait
bu eşsiz ılıcanın ortaya çıkarılmasının, bilimsel
verilerin elde edilmesinin önünde tek engel ise
Kültür ve Turizm Bakanlığı. Yaraş’ın 2014 yılı için
Şubat ayında yaptığı kazı başvurusuna bakanlık
Aralık 2014’te verdiği cevapta, ‘’2014 yılı kazı
programımızın yoğunluğundan dolayı uygun
bulunmamıştır ‘’ denildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.03.2015
|
ÜSKÜDAR MEYDANI'NA NE OLUYOR?
Üsküdar, geçmişi en
az MÖ 5. yy’a, Atinalılar Dönemi’ne dayanan,
günümüzde yarım milyonu geçen nüfusu ile, Anadolu
Yakası’nın önemli, tarihsel bir yerleşkesidir.
Üsküdar’ın, İstanbul’un bütünü içinde, orta halli,
sakin insanları, zengin tarihsel çevresi ile kendine
özgü, adeta kutsal bir havası, bir ruhu, bir kimliği
vardır.

İskele Meydanı ise, Üsküdar’ın merkezi, kalbinin
attığı yerdir. İstanbul’u, İmparatorlukları Asya
Yakası’ndaki topraklarına ulaştırmada, o toprakların
da İstanbul’a bağlanmasında önemli bir kavşak
noktası olmuştur. Özellikle İstanbul’un fethinden
sonra İskele Meydanı çevresi; hanlar, hamamlar,
bedestenler, çeşmeler, türbeler ve camilerle
zenginleşmiş, bugünkü özel tarihsel kimliğini
kazanmıştır.

Üsküdar
Meydanı, 1950
Bu Meydan, 2005 yılında, Marmaray inşaatının
başlamasıyla birlikte, adeta gözden çıkarılmıştır.
Doğal olarak geniş bir alana gereksinimi olan
Marmaray şantiyesi; meydandan gelip geçen on
binlerce insanın dikkate alınmadığı izlenimini
verecek şekilde genişletilmiştir. Bugün hala,
meydandan gelip geçen insanlar, trafik karmaşası
arasında, yol bulabilmek için, oradan oraya koşarak,
çile çekmeye devam ediyorlar.
Marmaray hizmete açılırken, geniş şantiye alanını
çevreleyen perdelerin bir kısmı kaldırılmış,
meydanın büyük bir bölümü görünür hale gelmiştir.
Böylece Marmaray’ın giriş-çıkış ve servis yapıları
olarak inşa edilen bloklar; oldukça iri kitleleri ve
özensiz mimarileri ile ortaya çıkmıştır. Bu yapılar,
gerek meydan içindeki yerleri, gerek Üsküdar’ın
ölçeğine, tarihine saygılı olmayan mimarileri ile
hepimizi rahatsız etmektedirler. Kanımca, mutlaka
yeniden ele alınmaları gerekmektedir.
Marmaray gündeme gelmeden epey önce, Dalan’ın
Belediye Başkanlığı döneminde, İstanbul’un Taksim ve
Beyazıt Meydanları için olduğu gibi, Üsküdar Meydanı
da uluslararası bir kentsel tasarım proje
yarışmasına konu olmuştur. Yarışma sonunda, 1.’lik
ödülünü kazanan Doruk Pamir ve arkadaşlarının güzel
projesi, kamuoyunda kabul görmüşse de Dalan’ın
Başkanlık döneminden sonra, unutulmuştur. Bugünkü
iktidarımız döneminde ise, hepimizin bildiği gibi
kentsel tasarım projeleri, bir yerlerde, kentlilerin
fikri alınmadan hazırlanmakta ve bir oldu-bitti
olarak, karşımıza çıkarılmaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı
Marmaray inşaatının başlamasından ancak 6 yıl sonra
Üsküdar Meydanı için bir kentsel tasarım projesi
hazırlayabilmiş ve 2011 yılı Temmuz ayında askıya
çıkarmıştır. Bu proje de artık alışıldığı gibi,
herhalde kimseye danışılmadan hazırlandığı için,
tepki görmüştür. Sonuçta 2012 yılı Ocak ayında,
Üsküdar Belediye Başkanı, bir basın toplantısı
düzenleyerek, söz konusu projenin mahkeme kararı ile
iptal edildiğini ve gündemden düştüğünü
bildirmiştir.
Buna karşın İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1 ay
sonra 17.02.2012’de Üsküdar Meydanı inşaatının 50
milyon lira bedelle ihale edildiğini ilan etmiştir.
Yaklaşık bir buçuk yıl sonra 2013 yılı Ağustos
ayında hizmete açılan sahil yolu, herhalde bu ihale
ile gerçekleştirilmiştir. Ne var ki, hangi projeye
göre inşa edildiği belirtilmemiştir.
Oldukça uzun bir aradan sonra, 18 Ekim 2014’te
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bu kez de; Üsküdar
Meydanı derelerinin, ıslah edileceğini ve meydanın
altyapısının değişeceğini bildirmiştir. Bu bildiriye
göre; meydan yeniden trafiğe kapatılacak ve ıslah
çalışmaları 150 gün yani Mart 2015 sonuna kadar
sürecektir.
Bu arada, sosyal medyada Üsküdar Meydanı’nın
nasıl düzenleneceğine ilişkin birtakım görseller
yayımlandığı görülmektedir.




Son olarak, Üsküdar Belediye Başkanı, Sayın Hilmi
Türkmen’in resmi web sitesinde, Üsküdar meydanı ve
sahil yolu projesi adı altında yayımlanan bu
görsellerin, nerede ve kimler tarafından
hazırlandığı anlaşılamıyor. Bunların Üsküdar
Belediyesi’nin meydan düşüncesini yansıttığını, ama
onaylanıp onaylanmadığının belli olmadığı
söylenebilir. Ancak, bu görsellerin yalnızca bir
niyeti ifade ettiklerini, uygulama projesi
olmadıklarını ümit etmek istiyorum.
Gerçekte, Üsküdar Meydanı düşüncesinin kamuoyunda
tartışılmasını, nelerin olabilip, nelerin
olamayacağının tespit edilmesinin şart olduğunu
düşünüyorum. Üsküdar Meydanı ile ilgili belirsizlik
sürdüğü için, bilgi rica etmek ve düşüncelerimden
söz edebilmek amacıyla Sayın Başkan, meslektaşımız
Kadir Topbaş ile görüşmek istedimse de kendisine
ulaşmam mümkün olmadı. Sayın Üsküdar Belediye
Başkanı’ndan da hala başvuruma yanıt bekliyorum. Bu
nedenle, meydanla ilgili düşüncelerimi, ilgililerin
ve kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum.
Meydanın en önemli işlevinin, yoğun bir kavşak
noktası olması dikkate alınırsa; bu kavşak
noktasının özellikle otobüsler için bir bekleme yeri
olmaktan çıkarılması, çeşitli yönlere gidecek
araçlar için düzenlenecek yeteri kadar durak
yerinin, uygun noktalara yerleştirilmesi
gerekecektir.
Meydandan geçecek yoğun araç trafiğinin, Sn.
Türkmen’in yayımladığı görsellerin bazılarında
olduğu gibi; kısmen yer altına alınması, elbette
meydandaki yaya akışını olumlu yönde etkileyecektir.
Aslında bir olasılık ve fizibilite sorunu olan bu
yeraltı geçitleri, olmazsa olmaz bir zorunluluk
olarak görülmemelidir.


Londra’daki Piccadilly Meydanı’nı düşünüyorum.
Küçük bir meydan, adeta bir yol genişlemesi gibi;
ortada bir anıt ve çevresindeki yapılarla mekan, bir
meydan haline geliyor. İnanılmaz bir otobüs, taksi
ve insan kalabalığı, meydan ve meydana açılan
yollardaki otobüs duraklarını kullanarak, olanca
canlılıklarıyla Piccadilly’i yaşatmaya devam
ediyorlar.
Yayımlanan görsellerden anladığımıza göre;
meydan, Üsküdar’ın kentsel ölçeği ile uyumsuz, büyük
bir boşluk haline getiriliyor. Bu boşluğun nasıl
doldurulacağı da gene görsellerden anlaşılıyor.
Neredeyse bir çocuk parkı düzenlemesi. Bunların
Üsküdar’ın ruhu ve tarihsel kimliğiyle hiç mi hiç
bir ilişkisi yoktur.
Gene yayımlanan görsellere göre, meydanın en
önemli öğesi Mihrimah Sultan Camisi, 3. Ahmet
Çeşmesi, bir köşede kalmış, meydanın büyük boyutları
yanında adeta ezilmiş, küçülmüş gibi görünüyorlar.
Marmarayın giriş-çıkış yapıları ise; meydanın tam
ortasında belki bir anıtın olması gereken yerde
durarak, gözleri rahatsız ediyor. Meydan altındaki
yapılaşma olanak verebilirse bunların bir kenara
çekilmeleri çok iyi olurdu. Yeni düzenlemede meydan
boyutları kavranabilir ölçülere indirgenmeli, yeni
yapılar; çevreye saygılı boyutlar ve duyarlı bir
mimari yaklaşımla ele alınmalıdır.
Üsküdar Meydanı’nın, Taksim Meydanı gibi
İstanbulluları düş kırıklığına uğratmadan; tarihine,
ölçeğine ve İstanbul’a yakışan bir projeye göre inşa
edilmesini diliyorum.
Yapı, Kaynak: Yapı Dergisi 400. sayısı,
09.03.2015
|
SARAYDA SELFİE ÇUBUĞU YASAĞI

Versailles Sarayı’nı hergün binlerce kişinin
ziyaret ettiği ve bazı salonların son derece
kalabalıklaştığı kaydedilerek, selfie çubuklarının
değerli resim, heykel ve halı gibi sanat eserlerine
zarar verebileceği bildirildi.
EN YARARLI KEŞİF SEÇİLMİŞTİ
Cep telefonuyla daha uzaktan ve geniş bir açıdan,
kullanıcının veya bir grubun fotoğrafını çekme
olanağı sağlayan, dolayısıyla turistler arasında
büyük rağbet gören selfie çubukları, geçen yıl “en
yararlı keşifler” arasında yer almıştı. ABD’nin
başkenti Washington’daki Smithsonian müzesiyle, New
York’taki MoMA (Modern Sanatlar Müzesi) ve
Canberra’daki Avustralya Ulusal Müzesi, selfie
çubuklarının kullanımını yasaklayan kurumlar
arasında sayılıyor. Versailles, Avrupa’da bu yasağı
getiren ilk müze oldu. Paris’teki Louvre Müzesi’yle
ve Pompidou Sanat Merkezi’nin de selfie çubuklarını
yasaklamayı düşündüğü belirtiliyor.
Sözcü, 09.03.2015
|
BODRUM'DA KAZILAN BİR MEZARDAN TARİHİ BİR SÜTUN
ÇIKTI

İlçenin Yalıkavak Mahallesi'nde vefat eden bir
kişi için merkez mezarlığında
Bodrum Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü
ekiplerince mezar açma çalışması başlatıldı.
Ekipler, yaklaşık bir metre kazdıkları mezar
yerinde eski dönemlerde kullanılan ve sütunu
andıran tarihi bulguyla karşılaştı.
Haber verilmesi üzerine bölgeye gelen Bodrum Müze
Müdürlüğü görevlileri, eseri inceledikten sonra
mezarın kapatılarak yeni bir mezar açılmasına karar
verdi. Sütunun tarihi değer taşıdığını belirten
yetkililer, yapılacak çalışmanın ardından eserin
dönemiyle ilgili veri elde edilebileceğini
kaydetti.
Tarihi eseri bulanlardan Sezai Topçu, gazetecilere
yaptığı açıklamada, ilk defa böyle bir olayla
karşılaştığını dile getirerek, "Mezar kazarken
tarihi eserle karşılaştık, şaşkınız" dedi.
Eseri bulanlardan Mehmet Alaçal da açılan yerin
iptal edilerek yeni bir mezar açtıklarını söyledi.
Alaçal, "Sütuna zarar vermemek için uğraştık.
Bodrum için önemli bir eser olabilir diye düşündük.
Ne olduğu yetkililerin araştırmaları sonucunda
ortaya çıkacak" diye konuştu.
Milliyet, 09.03.2015
|
DÜNYA MİRASI KOLEZYUM'A ADLARINI KAZIDILAR

21 ve 25 yaşlarındaki ABD'li 2 kadın turist
Roma'da bulunan ünlü Kolezyum'un
duvarına isimlerini kazıyınca polis tarafından göz
altına alındı.

Turist ikili bozuk para kullanarak Kolezyum'un
batı kanadından yer alan bir duvara 25 cm
boyutlarında harflerle isimlerini kazıyarak bir de
üstüne selfie çekti. Gruplarından ayrılarak kendi
başlarına gezmeye başladıkları söylenen kadınlar
diğer turistlerin şikayeti üzerine göz altına
alındı. Olayın bu kadar büyüyeceğini tahmin etmeyen
ikili polisten özür diledi. Olayı hayat boyu
unutamayacaklarını da sözlerine ekledi.
2014 yılında Kolezyum'a zarar verdiği tespit edilen
bir Rus turist 20 bin euro para cezasına
çarptırılmıştı.
UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde
bulunan Kolezyum'u her yıl ortalama 6 milyon kişi
ziyaret ediyor.
KOLEZYUM'UN TARİHİ VE ÖNEMİ
İtalya'nın başkenti Roma'da bulunan Flavianus
Amfitiyatro olarak da bilinen Kolezyum bir arenadır.
Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından MS 72
yılında yapımına başlandı ve M.S. 80 yılında Titus
döneminde tamamlandı. Daha sonraki değişiklikler
Domitian hükümdarlığı zamanında
yapılmıştır. Günümüzde depremden dolayı harap
vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen
Kolezyum, Roma İmparatorluğu'nun uzun zamandan beri
ikonik sembolü olarak görülür. Bugün modern Roma'nın
en çok turist çeken yerlerinden biridir.
Ntv, 09.03.2015
|
RİZE'DE TARİHİ ORTA CAMİ'NİN YIKIMI YİNE GÜNDEMDE

Rize'de yıllar önce bulvar yapımı için
aynısı yapılmak şartıyla taşınmasına izin
verilen, ancak yeni cami binası aslına uygun
inşa edilmediği için taşınması gerçekleşmeyen
Orta Cami'nin, yıkımı yine gündeme geldi.
Çarşı Mahallesinde bulunan ve 1737 yılında
yapılan Orta Cami, 1941 yılında kalın taş
duvarlar kullanılarak yeniden inşa edildi.
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nca koruma altına alınan tarihi
Orta Cami ile ilgili ilk yıkım isteği 2003
yılında geldi. Bulvar açılması için cami
binasının bire bir aynısı yapılmak koşuluyla
taşınmasına karar verildi. Bunun üzerine de Orta
Cami'nin yaklaşık 50 metre gerisinde yeni bir
cami binası inşa edildi. Ancak caminin ebatları
büyük tutulup minaresi de ters tarafa yapılınca
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu caminin taşınmasına izin vermedi.
BU KEZ HATASIZ OLACAK
Rize Belediyesi, caminin bulunduğu bölgede
bulvar yapımı amacıyla Orta Cami'nin taşınması
için yeniden çalışma başlattı. Yeniköy
Mahallesi'nde sürdürülen kentsel
dönüşüm çalışmaları kapsamında eski Orta
Cami'nin yıkılıp yenisinin inşa edilmesi
kararlaştırıldı. Daha önce yapılan hatalar
nedeniyle caminin taşınamamasını dikkate alan
belediye bu kez işi sıkı tuttu. Özel yöntemle
filmi çekilen caminin tüm estetik yapıları, en
küçük detaylara kadar kayda alındı. Bölgede
yapılacak yeni cami binası, aslına uygun inşa
edilirse Çarşı Mahallesi'ndeki tarihi cami ile
daha önce taşınması için yapılan cami binası
yıkılacak, Orta Cami, yeni inşa edilecek binada
hizmet verecek.
KORUMA KURULU'NU KANDIRABİLECEKLERİNİ
DÜŞÜNDÜLER AMA OLMADI
Yöre sakinlerinden Abdulkadir Karali Orta
Cami'nin taşınmamasını isterken,
Mustafa Kul, sonradan yapılan cami binasının
beğenilmediğini anlattı, "Şimdi yeniden
deneyecekler" dedi. Ali Avcı ise, "Eski caminin
yerine yenisini yaptılar ama aslından büyük
olunca kabul edilmedi. Öncelikle ölçüleri
tutturmaları gerekiyor" diye konuştu. Sonradan
yapılan caminin minaresinin yanlış yere inşa
edildiğini anlatan
İlyas Tüfekçi de, "Ahşap pencereler de beton
yapıldı. Boyutlarda uymadı. O zaman ki
yöneticiler Koruma Kurulu'nu
kandırabileceklerini düşündü ama tutmadı" dedi.
-
haberler.com, 09.03.2015
|
İPEK YOLU MÜZESİ İLE TARİHE YOLCULUK

Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası (TTSO) tarafından
kurulan Özel İpek Yolu Müzesi'nde 16. ve 18. yüzyıl
döneminden kalan 136 parça tarihi eser,
ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
TTSO Yönetim Kurulu Başkanı Suat Hacısalioğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, modern müzecilik
anlayışında müzelerin değişik açılardan toplum için
büyük önem taşıdığını vurguladı.
Hacısalihoğlu, ülkelerin, sahip olduğu değerleri
koruyup bu değerleri dünya insanlığına sunabildiği
ölçüde çekim merkezi haline gelebileceğini
anlatarak, "Biz de oda olarak böyle bir merkez
oluşturmak istedik. Hazırladığımız proje ile
odamızın binasının girişinde tüm ziyaretçilerin
rahatlıkla gezebileceği bir müze alanı oluşturduk"
dedi.
Müzenin oluşturulmasına Kalkınma Bakanlığı ve Doğu
Karadeniz Kalkınma Ajansı'nın da destek verdiğini
ifade eden Hacısalihoğlu, 1884 yılında kurulması ile
öne çıkan Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası, bugün de
adına yakışır bir sorumlulukla, Trabzon’un köklü
tarihine ışık tutacak bir projeyi hayata
geçirmiştir" şeklinde konuştu.
Hacısalihoğlu, 4 bin yıllık tarihi ile birçok
uygarlığa ev sahipliği yapan Trabzon'un, tarihi İpek
Yolu'nun en önemli şehirleri arasında yer aldığını
belirterek, şunları kaydetti:
"Müzede bölge için çok önemli ve kültürel değerlere
sahip olan Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait 16. ve
18. yüzyıldan kalan ve büyük çoğunluğu Kur’an-ı
Kerim, fıkıh kitapları, icazetname, risaleler gibi
çeşitli kaplardan oluşan el yazmaları, hat
levhaları, yanında madeni eserler, gümüş ve işlemeli
hokka ve divitlerden oluşan 136 parça eser,
oluşturduğumuz müze ile vatandaşların ziyaretine
açıldı. Eserlerin çoğunluğu klasik Osmanlı dönemi
kitap sanatlarımızı kapsamaktadır."
Doğu Karadeniz'in tarih, kültür ve sanat bakımından
en önemli şehirleri arasında olan Trabzon'un,
fetihten sonra önemli bir bilim şehri olduğunu
vurgulayan Hacısalihoğlu, "Çok önemli bilim adamları
bu şehirdeki medreselerde yetişmiştir. Bu
medreselerde okutulan el yazması kitaplar, klasik
kitap sanatlarımız hat, tezhip, minyatür ve cilt
kapakları bakımından döneminin en güzel örneklerini
vermiştir" dedi.
Müzede yer alan eserlerin Trabzon’un sosyal ve
kültürel tarihinin belgeleri olmaları bakımından
sergilenmelerinin çok büyük önem taşıdığını kaydeden
Hacısalihoğlu, bu eserlerin küreselleşen dünyada,
şehir tarihinin ve ulusal kimliğin kanıtları olarak
eşsiz değer taşıdığını ifade etti.
Ntv, 09.03.2015
|
DERİNKUYU'DAKİ YERALTI MANASTIRI

Derinkuyu Belediye Başkanı
Ahmet Balcı, ilçedeki tarihi Aya Merganos Yeraltı
Manastırının restore edilerek turizme kazandırılması
gerektiğini söyledi.
Balcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Cumhuriyet
Mahallesi'nde bulunan Aya Merganos Yeraltı
Manastırının,Kültür ve Turizm Bakanlığınca
inanç turizmine kazandırılması gerektiğini kaydetti.
Tarihi manastırın önemine vurgu yapan Balcı, "Kültür
ve Turizm Bakanlığının aynı zamanda akıl
hastalarının tedavi edildiği ilk hastane olan
manastırı acilen ziyarete açması gerekmektedir.
Manastırın turizme açılması, ilçemize inanç turizmi
ve ekonomik açıdan katkı sağlayacaktır. Manastırın
daha fazla tahrip edilmeden ve harap hale gelmeden
acilen restore edilmesini, yerli ve yabancı
turistlerin ziyaretine açılmasını bekliyoruz" diye
konuştu.
Balcı, 1970'li yıllarda turizme açık olan manastırın
sonraki yıllarda ziyaretçi sayısı düştüğü için
kapatıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Manastırın ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı
bilinmemektedir. Bizans döneminde yapıldığı öne
sürülen bu manastır, dünyanın en eski akıl hastanesi
olarak da biliniyor. Manastır ziyarete açık olduğu
yıllarda buraya getirilen bazı hastaları zincire
vurulurlar ve burada yatırırlardı. Manastır turizme
kapatıldıktan sonra definecilerin istilasına uğradı.
Kazma vurulmadık yeri kalmayan manastırın yer
döşemeleri ve ahşapları kimliği belirsiz kişilerce
tahrip edildi."
Radikal, 09.03.2015
|
HES PROJESİ İPTAL EDİLDİ, DİCLE NEHRİ KURTULDU
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından,
Diyarbakır’da Dicle Nehri üzerinde yapılacak olan ve
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nca (EPDK) da
onaylanan 3 HES projesi, projeyi yapacak firmaların
vazgeçmesi nedeniyle iptal edildi.
Diyarbakır’daki STK’lar,
Dicle Nehri’nin 90 kilometre üzerinde yapılacak
olan 3
HES projesinin suyu kurutacağını belirterek,
olaya tepki göstermiş ve HDP
Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ile birlikte
Çevre Ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ile
görüşmüşlerdi.
Yapılması halinde tarihi Diyarbakır surlarının
Uluslararası
UNESCO Kültürel Mirası listesine adaylık
sürecini de olumsuz etkileyeceğini savunan
Diyarbakır İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Turan
Kapan, HES’lerin iptal edilmesinin doğru bir karar
olduğunu söyledi.
Milliyet, 09.03.2015
|
APOLLON TAPINAĞI'NIN ÖNÜ OTOMOBİL GALERİSİNE DÖNDÜ

Turizm seyahat acenteleri ve rehberleri, her yıl
7 milyon turistin ziyaret ettiği Apollon Tapınağı
önününün 'oto galeri' gibi ziyaret edilmesine dur
denilmesi gerektiğini belirtiyor. Apollon
Tapınağı'na otomobille yapılan ziyaretler, tapınak
önünde görüntü kirliliği oluşturuyor. Tapınağı
görmeye gelen yerli ve yabancı turistler, hatıra
fotoğrafı çektirmek isterken tapınak önündeki
otomobil engeline takılıyor.
Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü
Natalia Baranov, kültür turuna çıkan Rus turistlerin
en fazla şikayet ettiği konuların başında
Apollon Tapınağı önüne konan otomobiller
olduğunu söyledi. Tapınak önüne konan araçların Rus
turistlerin geniş alanlı fotoğraf çekmesine engel
olduğunu belirten Baranov, "Biz İtalya, İspanya ve
Nepal'de de kültür turuna çıkıyoruz. Ruslar en fazla
dünyada kültür turuna
Antalya'da çıkıyor. Rus turistler için Apollon
Tapınağı çok önemli. Antalya tatillerini, tapınakta
hatıra fotoğrafı çektirerek taçlandırıyorlar.
Tapınak önüne konan araçların görüntüsü hoş değil."
diye konuştu.
Güney Kore Krizantam Turizm Seyahat Acentesi
Kültür Turu Sorumlusu Dr. Yeondong Hwang da Antalya
Side Antik Kent'e haftanın 4 günü kültür turu
düzenlediklerini söyledi. Side Antik Kent turuna
antik tiyatroda başladıklarını belirten Hwang, tur
bitimini Apollon Tapınağı'nda toplu hatıra fotoğrafı
çektirerek sonlandırdıklarını ifade etti. Hwang,
"Güney Koreli turistler, tapınak önünde toplu hatıra
fotoğrafı çektirmek istiyor. Tapınağın önüne konan
otomobiller toplu hatıra fotoğrafı çektirmede
negatif bir görüntü oluşturuyor. Otomobille tarihi
tapına girilmesini yanlış buluyorum." ifadesini
kullandı.
Es Es Turizm Seyahat Acentesi Sahibi Levent
Akgün, Türk kültür turizminin sembolü olan Apollon
Tapınağı'nın önünün otomobil galerisi gibi görüntü
oluşturmasının hoş bir durum olmadığını kaydetti.
Tapınak önündeki otomobil görüntüsünü yanlış
bulduklarını belirten Akgün, otomobilden çıkan egzoz
gazının uçuşunun tapınağın sütunlarına zarar
verebileceğinden bölgeye araçla girilmemesi
gerektiğine inandığını ifade etti. Akgün, "Bakanlık
artık tapınaklar bölgesinde düzenleme yaparak turist
ziyaretlerini daha estetik bir görüntü içinde
açmalı. Tapınak Türk turizminin sembolü. Bu sembol
gözümüz gibi korunmalı." şeklinde konuştu.
DSP Manavgat İlçe Başkanı Ahmet Çakmak, Apollon
Tapınağı'nın korunması, güçlendirilmesi ve
restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na üç
defa yazı yazdıklarını söyledi. Eski Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay döneminde tapınağın
korunması ve bölgede motorlu araçların önlenmesine
yönelik önemli adımlar atıldığını belirten Çakmak,
dünyada motorlu araçla girilen tek tapınağın Apollon
olduğunun altını çizdi. Çakmak, şunları kaydetti:
"Tapınak önüne galeri sistemi araç koymak her yıl 7
milyon turistin ziyaret ettiği yer için hiç şık bir
durum değil. Üzüntü verici bir durum. Tapınak
sütunlarının zarar görmemesi için havai fişek atımı,
motorlu araç giriş ve çıkışlarına izin verilmemeli.
Zaten tapınağın sütunlarına denizde tuz uçuşu zarar
veriyor, bir de buna karbon uçuşu eklemeyelim."
Zaman, Abdurrahman Büyükkeskin, 08.03.2015
|
BÜYÜK SİNAGOG 26 MART'TA AÇILIYOR
Vakıflar Genel
Müdürü Adnan Ertem, restorasyonu tamamlanan
Edirne'deki tarihi Büyük Sinagog'un 26 Mart'ta
açılacağını söyledi. 4 milyon 700 bin liraya restore
edilen sinagogun açılışına uluslar arası düzeyde de
katılım beklendiğini ifade eden Ertem, "Edirne'deki
Selimiye camii turist için müzedir ama bir Müslüman
için ibadethanedir. Sinagogun cemaati yok. Ama
Edirne'ye giden bir Musevi gitsin orada ibadetini
yapsın" dedi. Genel Müdürlüğün ihtiyaç sahibi 500
gayrimüslim aileye gıda yardımı yapılacağını da
belirten Adnan Ertem, "Mesela bir vakıf kurulmuş,
Ermeni çocuklarına yardım yapmayı vakfiyesinde
emrediyor. Biz bunu yapmaya mecburuz" ifadesini
kullandı.
Sabah, 08.03.2015
|
|
1450 MİLYONLUK 'İSTANBUL'
Antik A.Ş. müzayede evi tarafından dün düzenlenen
müzayedede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘İstanbul’ adlı
tablosu 1 milyon 450 bin TL’ye satıldı. Tablo
sanatçının bugüne dek müzayedede satılan en pahalı
eseri oldu.

İstanbul Maçka’da bulunan Antik Palace, dün tatlı
bir rekabetle geçen başarılı bir müzayedeye ev
sahipliği yaptı. Antik A.Ş. Müzayede Evi’nin
düzenlediği Antik A.Ş. yönetim kurulu üyesi Olgaç
Artam tarafından yönetilen 285’inci müzayedede Bedri
Rahmi Eyüboğlu’nun başyapıt eseri olan ve aile
koleksiyonundan satışa sunulan ‘İstanbul’ ilk kez
bir müzayedeye çıktı.
Bu yüzden müzayedenin başlangıcından itibaren
salonu tıklım tıklım dolduran koleksiyonerler ve
sanat meraklıları 800 bin TL’ye satışa çıkacak 1955
tarihli başyapıtı beklediler.
‘Şehre duyulan
aşk’
Ferit Edgü’nün “Tüm görsel motifler, camiler,
kuleler, surlar, deniz ve balıklar, deniz kızları,
dalgalar, bulutlar, bu renk cümbüşü, şiirlerinde,
resimlerinde, yinelemekten bıkmadığı ‘Güzel
İstanbul’un bir yansıması gibidir. Bir şehre
duyulan aşk, bir ressamın fırçasından ancak böyle
dile getirebilirdi” dediği eser kıyasıya bir
mücadele sonrası, vergiler hariç çekiç fiyatıyla 1
milyon 450 bin TL’ye satıldı. Böylece eser
Eyüboğlu’nun bir müzayedede en pahalıya satılan
eseri olarak sanatçının rekorunu kırmış oldu.
Müzayedede ayrıca Ali Avni
Çelebi’nin devrim olarak kabul edilen ‘Dünyayı
Gören Göz’ konulu başyapıt eseri 600 bin TL açılış
fiyatı ile satışa sunulup eser çekiç fiyatıyla 750
bin TL’ye alıcı buldu. Müzayedenin gözde
parçalarından olan Burhan Doğançay’ın Breakthrough
serisinden ‘PJ’ adlı eseri çekiç fiyatıyla 240 bin
TL’ye alıcı buldu.
Müzayedede Fahrelnissa Zeid ’in ‘Soyut’ çalışması,
çekiç fiyatıyla 325 bin TL’ye, Eren Eyüboğlu’nun
‘Sivaslı Gelin’ isimli eseri çekiç fiyatıyla 190 bin
TL’ye, Orhan Peker ’in Gülibik serisinden ‘Çocuk’ ve
‘Atbaşı’ konulu eserleri çekiç fiyatlarıyla 115 bin
ve 65 bin TL’ye alıcı buldu.
Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 08.03.2015
|
ARKEOLOGLAR DERNEĞİ'NDEN IŞİD İÇİN ACİL ÇAĞRI
Dünya uygarlığının beşiği olarak kabul edilen
Mezopotamya topraklarında, bütün dünyanın gözü
önünde son yılların en büyük kültürel miras katliamı
yapılıyor. Dünya’nın
ortak kültür mirasına ait Irak ve Suriye’de müzeler,
ören yerleri, balyoz, buldozer ve bombalarla yok
edilirken, savaşlarda bile koruma altına alınması
gereken müzeler, kütüphaneler, terör örgütü İŞİD’e
bağlı insanlıktan nasibini almamış caniler
tarafından talan ediliyor. Bu coğrafyada insanların
canlı canlı yakıldığı, boğazlarının kesildiği,
çocukların ve kadınların köle pazarlarında
satıldığı, insanlık tarihine kara bir leke olarak
geçecek. Üstelik bütün bu süreç, ret ettikleri
teknolojik aletlerle kin ve öfkeyle bütün dünyaya
canlı olarak izlettiriliyor.
Dünya sadece kendi vatandaşlarını bu canilerden
kurtarmak için her türlü girişimde bulunurken,
İnsanlığın ortak kültür mirası olan arkeolojik
alanların sahipsiz kalması, yeterli duyarlılığın
gösterilmemesi, insanlık tarihi için kara bir leke
olarak tarihe geçecektir.
Yazının bulunduğu, tarihin ilk kez yazıldığı,
uygarlığın doğup, geliştiği, bu coğrafya 21.
yüzyılda bu kez uygarlığın yok edildiği bölge olarak
insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecektir.
Maalesef bu gün tarihte belki de “Utanç Yılları”
olarak anılacak ters bir süreç işlemektedir.
Arkeologlar Derneği olarak insanlığın ortak
geçmişini yok etmeye yönelik bu katliamın Birleşmiş
Milletler (BM) tarafından derhal durdurulmasını
talep ediyoruz. Pek çok ülkeden gelen insanlıktan,
uygarlık bilincinden yoksun bu katillerin, insanlık
suçu işledikleri için yargılanmasını, savaş suçlusu
ilan edilmesini, sürece yardımcı olanların, göz
yumanların, bu canilerle bağlantısı olanların teşhir
edilmesini ve yargılanmasını bekliyoruz.
Arkeologlar Derneği olarak bütün ülke
hükümetlerinin, yetkili STK’larının özellikle
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ivedi
olarak toplanmasını ve Dünya’nın Ortak Kültür Mirası
katliamına son verilmesi için harekete geçmesini
talep ediyoruz.
Basına ve Kamuoyuna Duyurulur.
Arkeologlar Derneği Yönetim Kurulu Adına
Dernek Başkanı Dr. Soner ATEŞOĞULLARI
08.03.2015
|
GÖBEKLİTEPE ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜ YIKTI
Klaus Schmidt’in hayatının keşfi ve görevi
olarak adlandırdığı
Göbekli Tepe tapınakları, İngiltere’deki
Stonehenge’den 7 bin yıl, Mısır Piramitlerinden 7
bin 500 yıl daha eski.
Milattan sonra 21.
yüzyıldayız. Bir yandan uzayda neslimizi sürdürecek
kolonilerin temellerini atarken bir yandan da tarihe
gömülmüş kolonilerimizin izlerini sürüyoruz.
İnsanlığın varoluş
serüveni ne kadar geriye uzanıyor? Arkeolojik
kazılar bir yandan bizi ilk insanlara
yakınlaştırırken bir yandan da geçmişi bizden
uzaklaştırıyor. Kazı sonucu ortaya çıkarılan her
bulguyla birlikte insanlığın ve medeniyetin kökleri
sürekli daha geriye çekiliyor. Şanlıurfa’da
keşfedilen dünyanın en eski tapınaklarının olduğu
Göbekli Tepe, bunun en tipik örneği. İnsanlık
tarihini 12 bin yıl geriye çeken Göbekli Tepe
tapınakları İngiltere’deki Stonehenge’den 7 bin yıl,
Mısır Piramitlerinden 7 bin 500 yıl daha eski. Alman
Arkeolog Prof.Dr. Klaus Schmidt’in hayatının keşfi
ve görevi olarak adlandırdığı Göbekli Tepe
kazılarının yirminci yılı geride bırakılırken
arkeolog
Prof.Dr. Refik Duru ile kazıların tarihi açıdan
önemini konuştuk. Duru, “Göbekli Tepe bize
bilmediğimiz bir şeyi öğretti. Ön Asya’daki bir
anormallik bu ve bizim bildiğimiz süreçten çok
farklı bir süreç. Burası bir kült mahalli. Dinsel
törenlerin yapıldığı yerler. Ta paleolitik
devirlerden bir takım kanıtlardan en büyük ilahi
yaratığın kadın olduğu düşünülüyordu. Burada baş
tanrı ya da tanrılık kadın değil erkek. Ezber
bozuldu” diyor.
İSTİSNA OLABİLİR
Duru’nun bu sözleri
akıllara “Acaba ana tanrıçanın yanında belki
kanıtları bize kadar gelmeyen bir erkek büyük tanrı
var mıydı?” sorusunu getiriyor. Belki de vardı.
Paleolitik dönem çok uzun bir dönem. Bu dönemde
bildiğimiz ana tanrıça sayısının 3 veya dört
olduğunu söyleyen Duru, insanlık tarihiyle ilgili
Göbekli Tepe’nin ortaya çıkardığı gizemlerin ancak
kazılar bittiğinde çözüleceğini ekliyor. Belki de
bütün bildiklerimiz doğru. Göbekli Tepe sadece bir
istisna. Baba tanrı inancının sadece buraya özgü
olabileceğinin üzerinde duran Duru, Göbekli Tepe’nin
çözülmeyi bekleyen her bulgusunun insanlık tarihini
etkileyecek sürprizlerle dolu olduğunu belirtiyor.
Göbekli Tepe’nin de onu keşfeden Schmidt’in de ne
kadar şanslı olduğunu sözlerine ekleyerek…
İNSAN BETİMİ YOK
Göbekli Tepe, 8 tanesi
kazıyla ortaya çıkarılmış, çapı 30 metreye ulaşan
yuvarlak ya da oval planlı, sayısı 20yi bulan bugüne
kadar benzerlerine rastlanmamış yapılardan oluşuyor.
Karakteristik mimari yapısı bu şekilde. Diğer
tapınaklar ise jeomanyetik ve georadar yöntemleriyle
yapılan toprak üstü ölçümler sonucunda belirlenmiş.
Göbekli Tepe’nin en ilginç bulguları bu yapıları
oluşturan genelde üzeri hayvan betimlemeleriyle
süslenmiş ‘T’ biçimli anıtsal dikilitaşlar. Ortadaki
bir çift karşılıklı dikilitaşın çevresindeki
dikilitaşlar yuvarlak veya oval biçimli kapalı
mekanlar oluşturuyor. ‘T’ ve ‘ters L’ biçimli
dikilitaşların insanları simgelediği düşünülüyor.
Üzerinde her cins hayvanın betimlenmiş olmasına
karşın hiç insan figürünün olmayışı da bu savı
güçlendiriyor.
Eller göbek
üstünde
Schmidt’in
‘Buzul çağının
Roma’sı diye adlandırdığı Göbekli
Tepe’de dünyanın en eski tapınakları yer
alıyor. Ancak kazılar başlamadan, tapınaklar
ortaya çıkarılmadan da önce yörede
yaşayanlar orayı kutsal bir yer olarak kabul
ediyordu. Tepede bulunan mezarların Müslüman
ermişlere ait olduğuna inananlar yine tepede
bulunan dilek ağacına çaput bağlıyorlardı.
Yani Göbekli Tepe’yi bugüne taşıyan dinsel
kimliği. Ancak 12 bin yıl önce burayı inşa
edenlerin ve burayı dini amaçla ziyaret
edenlerin neye inandıklarını henüz
bilmiyoruz. Göbekli Tepe’de hiç insan kemiği
bulunmadı ama birçok hayvan kemiği bulundu.
Bulunan hayvan kemiklerininse tek bir
yerleri eksik o da kafatasları. Tapınak var
ama buradaki insanların yerleşik hayata
geçip geçmedikleri konusu belirsiz. T
şeklindeki taşlardan oluşan tapınma kültürü
izlerinin sadece burada görülmesi, T şekilli
insan sembollerinin ellerini göbek hizasında
bağlamış olması ayrıca dikkat çekici.
Yeni Şafak, 08.03.2015
|
SONDAJ ÇALIŞMALARI SIRASINDA TARİH FIŞKIRDI

Muğla'nın
Bodrum
İlçesi'nde yapılan sondaj çalışmaları
sırasında, İlk Tunç Devri'ne ait kalıntılar
ortaya çıktı. Gümüşlük Mahallesi, Kadıkalesi
mevkisindeki inşaat çalışmaları sırasında sondaj
uygulaması yapılan bölgede, MÖ 3 bin yılına ait
10 adet pitos mezarı bulundu. Arkeologların
koruma altına aldığı bölgede başlayan kazı
çalışmalarında, mezarların içinden küpler ve
iskelet kalıntıları da çıktı. Aynı bölgenin 2
km. yakınında, Bizans dönemine ait olduğu
öğrenilen tekme örgülü bir mezar daha bulundu.
Bölgedeki çalışmalarını genişleten arkeologlar,
Çukurbükü mevkisinde MÖ 3 bin yılına ait beş adet
pitos mezarı, Yalıkavak Mahallesi'nde bir kaya
üzerinde erkek figürü buldu. İnşaat atıklarının
arasında bulunan figürün çizildiği kayanın, eski
çağlarda hamile kalamayan kadınların adak adadığı
kaya olduğu öğrenildi. Kayanın 2 bin 600 yıllık
olduğu tahmin ediliyor.
Bodrum Müze Müdürlüğü tarafından, kazı
çalışmalarıyla günyüzüne çıkarılan kaya parçasının
etrafında temizlik yapılıyor.
Çalışmalarını ilçe merkezinde sürdüren arkeologlar,
Bodrum
Emniyet Müdürlüğü yanında, Hellenistik döneme ait
dokuz adet mezar daha buldu. Mezarların kazı
çalışmaları devam ederken birçok iskelet parçaları
da çıktı öğrenildi. Aynı döneme ait olduğu düşünülen
üç mezar ise Şalvarağa Tepesi'nde bulundu.
Bodrum Müze Müdürlüğü'nün önderliğinde yürütülen
çalışmalar sonucunda, son iki ay içinde beş bölgede
birçok tarihi kalıntı ortaya çıktığı ve koruma
altına alındığı, çalışmaların da devam ettiği
öğrenildi.

haberler.com, 07.03.2015
|
VAN GOGH TABLOSU TOKAT'TA BULUNDU

Tokat'ta polis ekipleri,
Hollandalı Ressam Vincent
Van Gogh'a ait olduğu öne sürülen yağlı boya
tablo ele geçirdi.
Tokat Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, haklarında daha
önceden "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununa Muhalefet" suçundan işlem yapılan A.K. ve
A.G.K'nin tekrar tarihi eser satma hazırlığı yaptığı
bilgisine ulaştı. Polis ekipleri,
TOKİ Köprüsü yakınlarında yaptıkları uygulamada
şüphelilerin içinde bulunduğu aracı durdurdu. Araçta
yapılan aramada, 44x64 santimetre ebatlarında bir
yağlı boya tablo ele geçirdi. Tablonun çerçevesinin
ön yüzünde metal plaka üzerinde "Vincent Van Gogh
Amsterdam 1882", arka kısmında ise "Vincent Van Gogh
1882 Orphan Man, Standing" ibarelerinin olduğunu
gören polis, tabloyu incelenmesi için
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölümü'ne gönderdi. Burada yapılan ön incelemede,
tablonun "tarihi nitelikli eser" olduğu ifade
edildi.
TAKLİT İHTİMALİ DÜŞÜK
Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyelerinin raporunda,
tablonun Van Gogh'un 1882-1883 yıllarında yaptığı
"Yetim Adamlar" serisinde yer alan 37 eserinden biri
olabileceği belirtildi. Raporda, tablonun fırça
darbeleriyle yapılmış özel bir eser olması nedeniyle
taklit edilme ihtimalinin düşük olduğu kaydedildi.
Eserin üzerinde
New York Metropolitan Müzesi mührünün bulunması
nedeniyle söz konusu müze ve Hollanda'daki Van Gogh
Müzesi ile görüşme ve yazışmaların yapıldığı
öğrenildi. Gözaltına alınan zanlılar Emniyet
Müdürlüğündeki işlemlerinin ardından Cumhuriyet
savcısının talimatıyla serbest bırakıldı.

Milliyet, 07.03.2015
|
KAYATEPE'DEN MADEN DEĞİL, TARİH ÇIKACAK

Özaltın Madencilik, Ordu’nun Fatsa
İlçesi'nde
maden sahası içerisinde kalan 200 dönümlük Kayatepe
arkeolojik SİT alanının SİT statüsünden çıkartılması
için Ordu İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Bölgede tarih
öncesi kalıntıların bulunduğunu tespit eden mahkeme
davayı reddetti.
Radikal Gazetesi’nden İdris Emen’in haberine
göre, Ordu’nun Fatsa İlçesi'nde altın madenciliği
yapmak için ruhsat alan Altıntepe Madencilik, 2012
yılında bölgede çevresel etki değerlendirme (ÇED)
çalışmalarına başladı. ÇED sürecinde maden ruhsatını
kapsayan içerisinde bulunan Kayatepe bölgesinde Roma
dönemine ait arkeolojik kalıntılara rastlanınca
Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu bölgede inceleme yaparak Kayatepe’de bulunan
1773 ve 1829 sayılı parselleri 1. Derece arkeolojik
sit alanı ilan etti. 2013 yılında bölgede madencilik
faaliyetine başlayan Altıntepe Madencilik koruma
kurulunun aldığı sit kararının iptal edilmesi için
2013 yılında Ordu İdare Mahkemesi’ne başvurdu.
Mahkemeden davaya ret
Başvuruyu değerlendiren Ordu İdare Mahkemesi
arkeolojik sit alanı için bir bilirkişi incelemesi
istedi. Bölgede incelemede bulunan bilirkişi heyeti,
bölgede tunç çağına ait seramik parçalarına
rastladı. Bilirkişi heyeti ayrıca bölgede höyük tipi
prehistorik yerleşimlerin yaşandığını da tespit
etti. Bilirkişi incelemesini dikkate alan mahkeme
sit alanı iptal davasını ret etti.
Siyanür de tehdit ediyor
Kararı değerlendiren ve altın madenciliğinin
bölgenin su kaynaklarını tehdit ettiğini söyleyen
avukat Alp Tekin Ocak şunları söyledi, “Fatsa ve
Ünye İlçesi sınırlarına denk gelen bu proje,
dünyanın en ilkel metotlarından biri olan siyanür
yöntemiyle altın çıkarmaya dayanıyor. Altıntepe
Maden projesinin, Ünye ve Fatsa’da yapılması
tarafımızca bir kaç temel sebep yüzünden kabul
edilemez. Çok yağış alan bir bölgede siyanür ile
altın çıkarılması, siyanür havuzlarından çıkan
zehirli atıkların toprağa karışma riskini artırıyor.
Bölge ikliminin nemli oluşundan dolayı buharlaşarak
havaya karışacak siyanür kent merkezlerini,
bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerini
doğrudan tehdit etmekte. Ayrıca madencilik projesi
yönetmeliklere de aykırı şekilde Fatsa İlçesinin
içme suyunun temin edildiği Elekçi Deresine çok
yakın planlanmıştır. İşletme ruhsat sahasında SİT
alanı oluşu da projeye bölge halkının karşı
çıkmasına neden oluyor.’’
Mahkeme ÇED davası için bilirkişi incelemesi
istedi
2013 yılında altın madeni için verilen ÇED
olumlu raporuna itiraz eden bölge halkı 2013 yılında
ÇED olumlu raporunun iptal edilmesi için Ordu İdare
Mahkemesi’ne başvurmuştu. Mahkeme ÇED olumlu raporu
iptal davası için bilirkişi incelemesi istedi.
Bilirkişi incelemesi 20 Mart 2015 tarihinde
yapılacak.
Cnn Türk, 07.03.2015
|
ORDU'DA 'İKİ KÜP ALTIN' HEYECANI

Eskipazar Mahallesi’ndeki tarihi Eskipazar
hamamının yakınında inşaatı süren botanik
bahçesinde, kazı sırasında işçilerin 2 küp altın
bulduğu iddiaları yerel medyada yer alınca ortalık
karıştı. Haberin sosyal medyada da hızla yayılması
üzerine kentte altın heyecanı yaşandı.
İddialar üzerine Vali
İrfan Balkanlıoğlu’nun talimatıyla
Jandarma ekipleri, botanik bahçesi inşaat
alanında inceleme yaptı. Jandarma, kentte yayılan
altın iddialarının gerçeği yansıtmadığını tespit
etti. Sosyal medyada hızla yayılan haberlerin
tamamen hayali olduğuna dikkat çeken Vali
Balkanlıoğlu, “Ordu’da geçtiğimiz yıl fındık
olmadığı için millet ekonomik sıkıntıya girince,
kazmayı küreği alan her yeri kazmaya başladı.
Vatandaşlara tavsiyem, bu tür şeylere kanmamaları”
dedi
Milliyet, Haber: Nedim Kovan, 07.03.2015
|
ANKARA'NIN ARTIK ÖZEL BİR ARKEOLOJİ MÜZESİ VAR

İki yıl önce, Türkiye Koleksiyonerler Derneği’nin
87 yaşındaki kurucusu, işadamı Yüksel Erimtan 55
yıldır topladığı tarihi eser koleksiyonunu halka
açmaya karar verdi ve Ankara Kalesi’nin hemen
yanında vakıf çatısı altında bir müze inşa etti. Üç
eski evin temeli yok edilmeden tasarlanan Erimtan
Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Ankara’nın ilk özel
arkeoloji müzesi olma özelliğini taşıyor. 14 Mart’ta
kapılarını açacak müzeyi gezdik. İçeri girer girmez
Roma döneminden kalma bir köşe sizi karşılıyor.
Nereye dönüp baksanız hikayelerle dolu eserler... 2
bin eser var Erimtan Müzesi’nde. Dünyadaki en eski
görsel belge niteliği taşıyan Fayum Portreleri, eski
Kültepe tabletleri, Urartu dönemine ait işlenmiş
kemerler, Antik Roma dönemi camlar, Bizans damga
mühürleri, mitolojik hikayeleri bulunan yüzük
taşları, Roma ve Helenistik döneme ait sikkeler ve
bu dönemlere ait canlandırmalar yer alıyor.
MÜZENİN ‘BİRİCİĞİ’ ALTIN SİKKE
Fakat bir de “müzenin biriciği” eser var. Erimtan
Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nin koleksiyon yöneticisi
Selma Ünal’ın anlattığına göre Kırkkale’deki
Kapulkaya Barajı’nın yanında bir yerlinin kazısı
esnasında bulunan testide tam 21 tane altın sikke
çıkmış. Yani bir define! Testiyi bulan kişi
sikkeleri ve testiyi Yüksel Erimtan’a satmış. Hepsi
birbirinden kıymetli sikkelerin birinin ön yüzünde
Roma İmparatoru Valentinion II’nin diademli ve
zırhlı büstü, arka yüzündeyse iki imparator ayakta.
Bu sikkenin gümüşü Paris’teki Louvre Müzesi’nde
sergileniyor. Ama altını sadece Erimtan Arkeoloji ve
Sanat Müzesi’nde!
GÜNCEL SERGİLER DE OLACAK
Erimtan Müzesi’nin müdürü Emin Mahir Balcıoğlu’yu
SanArt ve Sakıp Sabancı Müzesi’nden tanıyoruz. Müze
için Ankara’ya yerleşen Balcıoğlu, “Burası küçük ama
potansiyeli çok büyük. Çünkü dünya standartlarında
bir müze ortaya koyduk” diye anlatıyor. “Mutluyuz.
Bu mutluluğumuz önemli bir koleksiyoner Yüksel
Bey’in eserleri halka açmasından dolayı. Bunun yanı
sıra seneye dünyaca ünlü sergilerin burada
sergilenmesi için elimizden geleni yapacağız...”
Müze, koleksiyon sergilerinin yanı sıra özel ve
çağdaş sanat sergilerine de yer verecek. Bu
sergilerin ilk konuğu dünyaca tanınan seramik
sanatçısı Alev Ebuziyya. Harmonices Mundi adını
taşıyacak sergide sanatçı Ebuziyya’nın 1985-2012
yılları arasında yaptığı 22 eseri yer alacak. Sergi
7 Haziran’a kadar devam edecek.
Urartu kadınlarının takıları Kadın her yerde her
dönemde dış görünüşüne dikkat ediyor. Urartu
döneminin kuyumcuları buldukları küçük taşları
oyarak yüzük ve küpe modelleri çıkarıyormuş. Müzede
bir kuyumcu çekici ve taş kalıp da bulunuyor.
Zamanında üzerine altın dökülerek yüzük yapılmış.
Roma’dan kalma salyangoz kaşıkları Müzede Roma
döneminden kalma eserler arasında kaşıklar var. İlk
bakışta çay kaşığına benzese de bu kaşıklar sadece
salyangoz yemek için kullanılırmış. Salyangoz, Roma
döneminin en sevilen atıştırmalıkları arasında yer
alıyor.
İster dinle, ister gez, istersen de yemek ye
Müzede resital ve konserlerin verileceği, akustiği
mimarlar tarafından en ince ayrıntısına kadar
düşünülmüş bir salon var. Sadece eserlerle değil,
güncel sanat aktiviteleriyle de dikkat çekecek
Erimtan Müzesi’nin bir de gurme kafesi var. Seçkin
şarapların ve özel atıştırmalıkların servis
edileceği kafe herkese açık.
Her yaşa SANAT
Müzede koleksiyon sergisine paralel olarak farklı
yaş gruplarındaki çocuklar için eğitim ve
etkinlikler düzenlenecek. Eğitim programlarından
bazıları şunlar: Sikkelerin öneminin ve işlevinin
öğretileceği Sihirli Sikkeler, çocuklara kilden
tabletlerin yaptırılacağı Bir Dilek Tut...
Habertürk, Haber: Ece Ulusum, 07.03.2015
|
GELİBOLU 'AÇIK HAVA MÜZESİ'NE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

Kültür ve
Turizm Bakanlığı
Çanakkale Savaşları
Gelibolu Tarihi Alan Başkanı Mehmet Gürkan,
100’üncü yıl hazırlıkları kapsamında bölgenin
yeni bir çehreye bürüneceğini, bunun için
çalışmaların sürdüğünü söyledi.
Açık hava müzesinde canlandırmalar, maketler,
siperlerin orijinal açık hallerinin ziyaretçilerin
incelemesine sunulacağını anlatan Gürkan,
arkeolojik kazılarda ortaya çıkacak olan
mekanların,
bugün sadece savaş esnasında çekilmiş
fotoğraflarda görülen mekanları da açığa
çıkaracağını bildirdi. Gürkan, “Alana girmiş olan
ziyaretçilerin istedikleri anda, istedikleri yerlere
gitmelerini sağlayacak şekilde bir bisiklet
güzergahı planlaması da yapılacak” dedi.
Milliyet, 07.03.2015
|
MISIR'DAKİ ÜNLÜ GİZE PİRAMİTLERİNİN BULUNDUĞU ALANDA
PORNO ÇEKEN EKİBE SORUŞTURMA
Mısır'da ünlü Büyük
Gize Piramitleri’nin bulunduğu alanda gizlice
porno film çekilmesi ve ardından da internette
yayınlanması Mısırlı yetkilileri kızdırdı. Antik bir
mezarlık olan
Gize Nekropolü’nün içine giren bir Rus ekibinin
çektiği anlaşılan 10 dakikalık ve İngilizce
altyazılı videonun 9 aydır internette dolaştığı
ortaya çıktı.
Mısır Antik Eserler Bakanı Memduh el Dimeti,
yasa dışı olarak çekilen videoya izin vererek antik
mirasa saygısızlık edilmesine katkıda bulunan
görevliler hakkında soruşturma başlatıldığını
açıkladı.
Habertürk, 07.03.2014
|
ÇATALHÖYÜK KAZILARINDA YENİ BULGULAR ORTAYA ÇIKTI

Çatalhöyük Araştırma Projesi’nde arazi
çalışmalarının son yıllarına yaklaşılırken, çapı
genişletilen kazı araştırmalarında, neolitik dönem
ile ilgili en eski miras alanlarından birinin
tümüyle ortaya çıkarılması hedefleniyor.
2014 yılının, hız kazanan çalışmalarla birlikte,
9000 yıllık binaların yapısının ve tarihçesinin
anlaşılması açısından oldukça verimli geçtiğini
belirten Çatalhöyük Kazı Başkanı Prof. Dr Ian
Hodder, “Geçmiş kazılardaki verilerin etkisiyle,
geç dönem binaların bir önceki binanın hemen üzerine
yapıldığı düşüncesi hakimdi. Ancak, Bina 77 olarak
adlandırılan bu yıl bulduğumuz yapıda yeni bir
bilgiye ulaştık. Bu da Bina 77’den önce gelen
yapının, aynı büyüklükte ya da şekilde olmamasıydı.
Bunun yerine Bina 77’nin 2 katı genişliğinde ve
benzeri görülmemiş kalınlıkta duvarları olan bir
bina bulduk. 2015 kazı sezonunda binanın
büyüklüğünün özel bir amaç gösterip göstermediğini
anlamak için yapının tamamını ortaya çıkartmayı
planlıyoruz.”dedi.
Sıradışı yeni bir resim
Bina 119 adı verilen alanda sıra dışı bir resmin
ortaya çıkarıldığını da belirten Ian Hodder;
“Çatalhöyük’teki neredeyse tüm binaların kullanım
süreleri boyunca çeşitli şekillerde duvarlarının
boyandığı bilgisine ulaşmış bulunuyoruz. Ancak Bina
119’da bulunan resim düz sıva üzerine boyanarak
yapılmamış. Öncelikle duvar oyulmuş sonrasında ise
boyanmış. Bu duvar resmi hem oyulma hem de boyanma
işlemlerinin gerçekleştiği ilk duvar resmi olma
özelliğini taşıyor. Bu yıl ayrıca kazı
çalışmalarının sürdüğü Kuzey Alanı’nda işlenmiş
hayvan kemiğinden bir alet, kilden yapılmış hayvan
figürü ve yine kilden yapılmış bir obje bulundu”
dedi.
edebiyathaber.net,
Fotoğraf: Sabah, 06.03.2015
|
YAŞAR KEMAL HEYKELİ KURTULDU

Yenikapı’da inşaat alanında kalan
Yaşar Kemal heykeli, taşınıyor. Bir yıl önce
Radikal’de
yazar
Atilla Birkiye’nin
gündeme getirdiği, heykelin inşaat alanındaki
yakışıksız hali düzeltilecek. Konu, Yaşar Kemal’in
ölümü üzerine yeniden gündeme gelmiş, edebiyat
dünyasının tepkisini çekmişti. Dün
CNN Türk’te Pınar
Çıtak’ın yaptığı haberde konuşan heykeltraş
Metin Yurdanur,
eserin taşınması için belediyenin kendisiyle temasa
geçtiğini açıkladı. Yaşar Kemal heykelini yapan
sanatçı Yurdanur, kendisine heykelin Mrt ayı içinde
taşınacağının söylendiğini aktardı.
Yaşar Kemal heykeli 1994 yılında
yapılmış, açılışına dönemin
Kültür ve Turizm
Bakanı Fikri Sağlar ile
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Nurettin Sözen ve bizzat Yaşar
Kemal de katılmıştı. 1994’ten bu yana aynı yerde
duran heykel, sonra Avrasya Tüneli inşaatının
ortasında kaldı. Son birkaç yıldır çevresinde inşaat
malzemeleri, kamyonlar ve vinçlerle çevrili
vaziyette duruyordu. Bu halini Radikal’de yayımlanan
yazılarıyla Atilla Birkiye gündeme getirmiş, ama
Belediye’den her hangi bir yanıt gelmemişti.
Dün CNN Türk’e konuşan Metin
Yurdanur, hem tünel inşaatını yürüten şirketle hem
de Park ve Bahçeler Müdürülüğü ile görüştüğünü
kendisine üç farklı yer önerildiğini, deniz
kıyısında yaya trafiğine açık bir noktayı
seçtiklerini söyledi.
“Heykel hafriyatların arasında
duruyor, hiç kimseyi yaklaştırmıyorlar. Ben de
gittim eşimle kızlarımla beraber. Sokmadılar beni
oraya. Çeşitli yerleri araştırdıktan sonra
birilerine ulaştık. Meğer Avrasya Tüneli İnşaatıymış
onlar da panik halinden heykelin sahibini
arıyorlarmış” diyen Yurdanur önerilen üç yerden
birini seçtiklerini anlattı: Heykel için bana üç
alternatif sundular. Ben bunların içinden en uygun
olanı seçtim. Ve öyle sanıyorum ki 20 gün içinden bu
heykeli taşıyacaklar. Deniz kıyısında olacak yeni
bir çevre düzenlemesi olacak insanların yaya
trafiğinin en yoğun olan yerini tercih ettim ben.
İyi niyetli bir yaklaşım bu öyle düşünüyorum.
Olumsuz olan Yaşar Kemal heykelinin bir yıla yakın
zamandır hafriyatların arasında kalması.”
Heykel inşat alanından çıkartılıp
yüzü denize dönük olarak sahile yerleştirilecek.
Vinçle taşınacak heykele yeni bir kaide yapılacak.
Radikal, 06.03.2015
|
BODRUM'DA 2 BİN 500 YILLIK MEZAR KAPATILARAK KORUMA
ALTINA ALINDI

Muğla’nın Bodrum
İlçesi'nde yol ortasından ortaya
bulunan 2 bin 500 yıllık tarihi mezar Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, kurtarma
çalışmalarının tamamlanması üzerine tekrar
asfaltlanıp, kapatılmasında bir sakınca olmadığını
bildirdirilmesi üzerine mezar korunaklı bir şekilde
kapatıldı.
2010 yılında başlayan Bodrum Yarımadası İçme Suyu
İsale hattı projesi kapsamında yapılan çalışmalar
sırasında Antik Myndos kentinin Nekropol alanında,
Helenistik Dönem’e ait üç mezar bulunmuştu. 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kanunu
gereği, kurtarma kazısı, mezarların bulunduğu alanın
Turgutreis-Gümüşlük-Yalıkavak hattını birbirine
bağlayan 8 kilometrelik ana yol üzerinde olması
nedeniyle su hattı projesi durdurularak yeni bir
proje yapılmıştı. Muğla Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun 20 Şubat 2015 tarihli ve 3166 nolu
yazısı gereği AKP İlçe Başkanı ve Yönetim
Kurulu üyeleri ile Bodrum Müze Müdürlüğü ve diğer
yetkililerin de denetiminde mezar usulüne uygun bir
proje ile kapatılarak koruma altına alındı.

AKP İLÇE BAŞKANI AÇIKLAMA YAPTI
AKP İlçe Başkanı usulüne uygun olarak
kapatılmasına karar verilen mezarın kapatılması
sırasında bir basın açıklaması yaptı. Başkan
Demiralp mezarın başında yaptığı basın açıklamasında
şöyle konuştu; “Bakanlık tarafından alınan bir
karar. Kurul kararıdır. Kurulumuz, tarihi varlıkları
da korumak adına da çok ciddi bir inceleme yaptı.
Altı aydan bu yana bu incelemeler yapılıyor.
Gerekli, konu ile ilgili her türlü done kendilerine
ulaştırıldı. Müze müdürlüğünden, kazı başkanına
kadar Ankara’da gerekli bilgileri verdiler. Bize de
konu ile ilgili olarak detaylı bilgi verildi. Şu
anda mezar kapatılıyor. Ama korunarak kapatılıyor.
Ben bunun altını özellikle çizmek istiyorum.
Korunarak kapatılması çok önemli. Lalettayin bir
şekilde toprak atılmıyor. Bununla ilgili özel b ir
proje üretildi ve mezar bu proje kapsamında
kapatılıyor. Kapatıldıktan sonra yolun açılması ile
ilgili, o yerel yönetimlerin işi. O konuda benim
söyleyeceğim başka bir şey yok. Ona yerel yönetimler
karar verecek. Bizim için önemli olan hem tarihi
korumak, hem de burada yaşayanların yaşamlarını daha
kolay hale getirmek. O yüzden bu gün buradayız.
Yaklaşık altı aydır süren çalışmalarımızın sonucunu
aldık, olumlu bir karar olarak görüyoruz. Bölgeye
hayırlı olsu”dedi.
Gümüşlüklülerin mutlu olduğunu ve herkesin teşekkür
ettiğini söyleyen Başkan Demiralp açıklamasının
sonunda bu konuda emeği geçen herkese teşekkür
ederken, mezarı kapatırken koruduklarını tekrar
etti. Yaklaşık 3 metrekarelik bir mezar odası
jeotekstil denilen bir örtü ile kapatılarak, kum
atıldı. Mezarın üzerine daha sonra çökmesini
engellemek için demirden bir koruma kafesi konuldu.
En son olarak demir korumalığın üzeri de toprak ile
kapatılarak mezar koruma altına alınmış oldu.
Mezarın kapatılması ile yolun yeniden faaliyete
geçip geçmeyeceğine ise Bodrum belediyesi karar
verecek.
Hürriyet, 06.03.2015
|
FETVA VERİLDİ: SFENKSLERİ VE PİRAMİTLERİ YIKMAMAK
GÜNAHTIR

Geçtiğimiz günlerde
Katar merkezli İslami bir
internet sitesinden
Mısır ’da bulunan
ve dünyanın en önemli antik eserlerinden olan
ünlü sfenks ve
piramitlerin yıkımı için fetva yayınlandı. Mısır
basınında oldukça geniş bir yer bulan fetvada
“sfenks ve piramitlerin İslam’a aykırı olduğu ve
yıkılmaları gerektiği” belirtildi.
El Arabiya’nın haberine
göre fetva aslında ilk olarak Aralık 2012’de
yayınlanmıştı. Ancak geçtiğimiz günlerde tekrar
yayınlanınca Mısır televizyonlarında tartışma konusu
oldu. Mısır’da bu fetvaya destek veren başka İslami
portallar da var. Fetvalarda bu kişi ve kişiler
tarafından yazılan yazılarla, fetvaya uymanın dini
bir görev olduğu belirtiliyor.
Fetvada şu ifadelere yer
veriliyor; “Anıtların yıkılması şeriat kanunları
içerisinde şart koşulmuştur. Bunu engelleyen
otoriteler ve destek olmayan Müslüman kesim büyük
bir günah işlemektedir.” Benzer cümlelerle devam
eden fetva, bu düşünceyi halk tabanına yaymak adına
dinin her alanını kullanıyor.
KATAR FETVACILARA
DESTEK VERİYOR
Katar’da bu tür
fetvaların yayınlandığı ve Katar hükümeti tarafından
kontrol edilen bazı siteler de bulunuyor. Bu
fetvanın Doha hükümetinin desteği sayesinde bu kadar
yayıldığı düşünülüyor. Zira Mısır’da 2013 yılında
Müslüman Kardeşler hükümetinin bir darbe ile
devrilmesinden sonra, Mısır-Katar ilişkileri
gittikçe gerginleşmişti.
Radikal, 06.03.2015
|
PARİS'TE SÜPERMARKETİN ALTINDA ORTA ÇAĞ'A AİT TOPLU
MEZAR BULUNDU

Fransa ’nın
başkenti Paris’te, bir süpermarketin altında en az
200 iskeletin yer aldığı büyük bir Ortaçağ toplu
mezarı bulundu. Arkeologlar, bu insanların nasıl
öldüklerini ya da neden buraya gömüldükleri
konusunda emin değil.
The Guardian’da yer alan
habere göre kazıları yapan Ulusal Arkeolojik
Araştırmalar Enstitüsü (Inrap) tarafından yapılan
açıklamada, iskeletlerin bulunduğu yerin Ortaçağ’da
faaliyet gösteren Trinité Hastanesi’nin mezarlığı
olabileceği kaydedildi. Hastane, 12’inci yüzyılda
kurulmuş ve 17’inci yüzyıl sonunda yıkılmıştı.
Süpermarket yönetimi,
marketin bodrumunda iyileştirme çalışmaları
yapılmasına karar verdiğinde, arkeologlar da
marketin altında ne olduğunu görme şansını yakalamış
oldu. Böylece oldukça nizami şekilde gömüşmüş,
kadın ,
erkek ve
çocuklardan oluşan yüzlerce kişinin iskeletine
ulaşılmış oldu.

Süpermarket Müdürü Pascal Roy konuyla ilgili “Birkaç
kemik bulunmasını bekliyorduk ama toplu bir mezarlık
hiç düşünmemiştik” dedi.
Şu ana kadar iskeletler sekiz farklı çukurda
bulundu. İlk yedi çukurda beş ila on ikişer tane
iskelet bulundu. Fakat asıl herkesi şaşırtan
sekizinci çukur oldu. Sekizinci çukurda 150’den
fazla iskelet gömülüydü. Arkeologlar, çalışmalar
ilerledikçe daha da fazlasını bulabileceklerini
söylediler.

BÜYÜK BİR SALGIN OLABİLİR
Bu insanların nasıl öldüğü henüz bilinmese de, şu
ana kadar yapılan en iyi tahmin toplu bir ölüm
olduğu yönünde. Kazıyı yürüten Arkeolog Isabella
Abadie, “Burada birçok insan aynı anda gömülmüş. Bu
mezarın bu kadar büyük olması bize bir ölüm krizi
olduğunu gösteriyor. Bu kriz bir salgın, kıtlık ya
da aşırı derecede yüksek bir ateş sonucu olabilir”
dedi.
Paris’te 14., 15. ve 16. yüzyıllarda meydana
gelen veba salgınında binlerce kişi yaşamını
yitirirken, 17’inci yüzyılda da büyük bir çiçek
hastalığı salgını yaşandı. Bulunan iskeletlerde
yapılacak olan DNA analizleri ve karbon
tarihlendirmesi, bu insanların nereye ait
olduklarını ve nasıl öldüklerini gösterebilir.

Radikal, 05.03.2015
|
FRANSA'DA KELT PRENSİ
MEZARINDA SIRA DIŞI BRONZ KAZAN GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI



Fransa’nın doğusunda MÖ
5. yüzyıla ait bir mezar keşfedildi. Fransa Ulusal
Arkeoloji Araştırma Enstitüsü Başkanı Dominique
Garcia mezarın muhtemelen yerel bir prense ait
olabileceğini söyledi. Höyükte yapılan kazıda
muhtemelen Yunan sanatçılar veya Etrüskler
tarafından yapılmış olan ve boynuzlu Yunan nehir
tanrısı Acheleos’un başı ile dekore edilmiş bir
kazan bulundu. Yunan şarap testisinde ise altın
süslemelerle şarap tanrısı Dionysos bir kadınla
birlikte betimlenmiş. Garcia’ya göre buluntular
antik çağda Akdeniz medeniyetleri ile Keltler
arasındaki ticarete işaret ediyor. Bugünkü Güney
Fransa’da bulunan Akdeniz kenti Marsilya o dönemde
bir Yunan yerleşimiydi. Ölünün ve savaş arabasının
kalıntılarını da barındıran bu mezar odası dönemin
bilinen en büyüklerinden biri.
arkeolojihaber.net,
Kaynak:
archaeology.org
Çeviri: Cüneyt Acar, 05.03.2015
|
|
15 - 21 Şubat 2015
|
500 YILLIK ŞATO 5.7
MİLYON DOLARA SATILIK

5.7 milyon dolar
günümüz gayrimenkul sektöründe ultra lüks bir daire
için biçilen ortalama fiyat... Bu artık şaşırtıcı
değil. Ancak şaşırtıcı olan, bu fiyata şu günlerde
Fransa'da 16. yüzyıldan kalma bir şatonun satışa
çıkması...
Bir Fransız Kardinal
için 1504 yılında inşa edilen muhteşem
kale, yüzyıllardır taşıdığı tarihi anılarıyla yeni
sahibini arıyor.
Paris'e
sadece 30 kilometre uzaklıkta olan şato,
neo-gotik mimarisiyle
inşa edilmiş.
Altı kuleden oluşan ve
etrafını küçük bir göletin
ve asma köprülerin sardığı
Fransız kalesinin içi ise
lüks ayrıntılarla dikkat
çekiyor.
37 bin metrekarelik
dev alana yayılan kale
1867 yılında yenilenmiş.
Hürriyet, 20.02.2015
|
DEFİNECİLER TARİHİ
ALANLARA ZARAR VERDİLER

Kozluk İlçesine bağlı
Dereköy Köyü'nde duvar kalıntısı bulunan tarihi
kilise alanında define arayan şahıslar, tarihi
alanlara zarar verdi. Bölgedeki tarihi alanlarda
kaçak kazılar yapan hazine avcıları boş durmuyor.
Kozluk İlçesine bağlı Dere Köyü'nde tarihi kilise
kalıntılarının bulunduğu alana zara veren
defineciler, köylülerin tepkisini çekti. Köyde
eskiden tarihi bir kilisenin bulunduğunu anımsatan
köylüler, “O tarihi kilisenin yerinde bugün yeller
esiyor. Maalesef harabesini bile bırakmamışlar”
dedi.

Dereköy sakinleri
şunları söylediler; “Şu anda kayalık tepedeki
kilisenin sadece duvar kalıntıları toprak altında
bulunuyor. İl Kültür Müdürlüğü’nün burada araştırma
yapmasını isterdik. Ne yazık ki hazine avcıları
burada geceleri kaçak kazılar yapıyorlar. Altın
arayanların tarihi alanlara saygıları yok” şeklinde
konuştular.
Batman Gazetesi,
19.02.2015
|
HERMITAGE MÜZESİ ÇALIŞANI YAZMA ESERLERİ SATMIŞ

Dünyaca ünlü Hermitage müzesinde büyük bir
hırsızlık vakası yaşandığı ortaya çıktı.
Bir müze çalışanı, tarihi elyazmaları ve
gravürlerin sayfalarını keserek sahaflara sattığı
suçlamasıyla tutuklandı. Soruşturma kapsamında bir
dizi müze görevlisi ve antikacı da tutuklananlar
arasında. Leningrad şehrinde bulunan ve dünyanın en
eski müzelerinden olan Hermitage’da yaşanan bu
skandalın ardından Rus istihbaratı (FSB) olayın
uluslararası bir tarihi eser kaçakçılığı
olması şüpheleri üzerine soruşturmaya dahil oldu.
Müzenin internet sitesinden yapılan açıklamaya
göre, hırsızlık önceki ay gercekleşen rutin
kontroller esnasında ortaya çıkarıldı. FSB
yetkililerinin Tass Haber Ajansı’na yapmış olduğu
açıklamaya göre, çalınanlar arasında bulunan 17. ve
19. yüzyıldan çok fazla sayıda kıymetli gravür,
taşbaskı resim, fotoğraf ve tarihi eser, müze
çalışanının evinde ve şehirdeki bazı antikacılarda
bulundu.
Dünyanın en büyük müzelerinden olan Hermitage,
1764’te Çariçe II. Yekaterina tarafından kurulmuş,
ancak 1852 senesinde kamunun hizmetine açılmıştı. 3
milyondan fazla sanat eserinden oluşan müzenin
koleksiyonunun ancak küçük bir bölümü müzede
sergilenebiliyor.
Dünyanın en büyük resim
koleksiyonuna sahip müzede 2006 senesinde
gercekleşen bir kontrolde de sanat ve mücevher
koleksiyonunda bulunan 200’den fazla eserin eksik
olduğu saptanmıştı . Eski bir küratör ile bağlantılı
olduğu anlaşılan hırsızlık olayında çalınan
eserlerin ancak 30 parçası müzeye
kazandırılabilmişti.
Hermitage Müzesi’nin depolarında yanan Edirne
Sarayı'ndan yurtdışına kaçırılan çinilerin de olduğu
biliniyor.
Sol Haber, 18.02.2015
|
PORTEKİZ'DE ESKİ İLE UYUMU YAKALAYAN BİR ÇAĞDAŞ
SANATLAR MERKEZİ
Portekiz'de
eski içki ve sigara fabrikası yenilenerek çağdaş
sanatlar merkezine dönüştürüldü.

Menos é Mais Arquitectos ve mimar João Mendes
Ribeiro ortaklığında ortaya çıkan projeyle
Portekiz'de taş yapıları barındıran eski bir depo
kompleksi sanat merkezine dönüştürüldü. Proje, bu
yıl Mies Ödülleri'nde son elemeye kalan 40 projeden
biri olmuştu.

Projede mevcutta bulunan binaların taş duvarları
volkanik taşla yenilendi. Alanda sadece yenileme ile
yetinmeyen mimarlar, komplekse iki yeni beton bina
da ekledi. Yeni binalardan biri beyaz renge
bürünürken diğer bina ise bazalt taş görünümünü
ortaya çıkarmak için çıplak bırakıldı.

Mimarları, projenin eski ile yeni arasındaki
farkı abartmayı amaçlamadığını; tam tersine farklı
ölçekleri ve zamanları malzeme ve formun akıllıca
kullanımı ile bir araya getirmeyi planladıklarını
söylüyor. Var olan yapılar volkanik taş ile öne
çıkarılırken yeni binalara ise soyut bir form ile
karakter kazandırılmış.


Geçtiğimiz yıl tamamlanan projede sergi
galerileri, performans sanatları için çok amaçlı
salonlar, stüdyolar ve laboratuvarlar ile sanatçılar
için konaklama mekanları yer alıyor.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 18.02.2015
|
5 FARKLI ÜLKEDEN 7 SANATÇI İSTANBUL'DA

Gelenekselleşen
galericilik anlayışına farklı bir soluk
getirmeyi amaçlayan
Galeri Bohem, Türkiye'den
Ahmet Özel ve Müfit İşler, Rusya'dan Aleksandr
Belugin, İngiltere'den Svetlana Elentseva ve Helen
Svetlana Williams, Slovenya'dan Lucka Sparovec ve
Bulgaristan'dan Svetlozar Nedev'in eserlerinden
oluşan karma
sergiye ev sahipliği yapacak.
Türk Çağdaş Sanatı'nın önemli temsilcilerinden
Ressam
Ahmet Özel küratörlüğünde gerçekleşecek olan
'Sınırsız-Boundless'
sergisi, 20 Şubat-03 Mart 2015 tarihleri
arasında sanatseverlerle buluşacak.
Sınırların kalktığı ve hegomonyacı dayatmaların
anlamını yitirdiği yeni paylaşım döneminin yansıması
olan eserleri içeren serginin küratörü Ahmet Özel,
gerçekleştirdiği sayısız kişisel ve karma serginin
yanı sıra birçok kurumun koleksiyon köşesinde yer
alan eserleriyle de tanınıyor.
Habertürk, 18.02.2015
|
AKDENİZ'DEN ALTIN PARA FIŞKIRDI

Akdeniz'in İsrail kıyılarında yapılan dalışlarda
bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen 2 bin adet
altın bulundu. Dalgıçlar ilk bulduklarında bunların
oyuncak para zannettikleri altın paraların paha
biçilemez olduğu tespit edildi.
Dalış kulübünün limanda yaptığı dalışlar sırasında
dalgıçların şans eseri ayağına takılan dokuz kilolu
ağırlığındaki Roma dönemine ait altınlar sayesinde
hazine bin yıllık paralar gün yüzüne çıktı.

İsrail Tarihi Eserler İdaresi tarafından yapılan
açıklamaya göre, bulunan altın paraların 909-1171
yıllarında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da hüküm süren
Fatımi Hilafeti tarafından basılan altın sikkeler
olduğu tespit edildi. Yetkililer bulunan paralarla
ilgili detaylı incelemeler yapacağının açıklamasında
bulundu.
Değeri paha biçilemez bu altınlar devletin malı
sayıldığından dalgıçlar bir tanesini dahi alamadı.
Akşam, 18.02.2015
|
"KÜLTÜR VARLIKLARININ YAĞMALANMAMASI İÇİN ENSTİTÜ
ŞART"

AB ’den alınan yaklaşık 10 milyon Euro fonla
Gaziantep’te Anadolu Arkeoloji Enstitüsü kuruluyor.
Geçtiğimiz hafta sonu Büyükşehir Belediye Başkanı
Fatma Şahin Zeugma Müzesi’nde gerçekleştirilen
toplantı ile bunu duyurdu. Toplantıya kazı
başkanlarının ilgisi yoğundu. 3 gün içinde
Edirne’den Kars’a kadar pek çok üniversite ve kazı
başkanı toplantıya iştirak etti. Bilim insanlarının
kısa süredeki bu ilgisinin gerçek sebebi kurulacak
enstitünün heyecanıydı.
Toplantıda konuştuğum akademisyenlerin hemen hepsi
enstitünün kurulmasını önemsediklerini söyledi.
Enstitünün sadece Gaziantep ve civarında kalmaması
gerektiği, tüm bilimsel kazıların enstitü tarafından
yönetilmesi düşüncesi hakimdi. Tıpkı ülkemizdeki
diğer yabancı enstitüler gibi. Bir kaç aykırı fikir
vardı. Prof.Dr. Mehmet Özdoğan enstitünün bölgesel
kalması fikrini öne sürdü. Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nün bir model olamayacağını savundu.
Özdoğan’a göre Alman arkeoloji enstitüsü Almanya
Dışişleri Bakanlığı’na bağlı çalışıyordu. Kurulacak
enstitünün bu modele uyması mümkün değildi. Yine
Özdoğan’a göre enstitü bölgesel kalmalı hatta diğer
belediyeler de özenerek kendi enstitülerini kurmalı
ve rekabetçi bir ortam oluşmalıydı.
Özdoğan’ın bu fikrine ben de dahil Arkeoloji Sanat
Dergisi Editörü Nezih Başgelen, Bathonea Kazı
Başkanı Şengül Aydıngün, Allionai’nin sular altında
kalmaması için müthiş çaba sarf eden eski kazı
başkanı Doç.Dr. Ahmet Yaraş, Karain Mağarası Kazı
Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya gibi pek çok
akademisyen katılmadı. Çünkü yaklaşık yarım asırdır
Türk arkeoloji Enstitüsü’nün kurulma özlemi bir
türlü yerine getirilememişti ve ilk defa bu kadar
ciddi boyutta bir girişim mutlaka
değerlendirilmeliydi. Enstitü tüm bilimsel kazıları
yönlendiren, bilgi alış verişini sağlayan, kütüphane
ve bilimsel yayınları ile arkeolojiye hizmet
etmeliydi.
Bu girişime ön ayak olan Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Fatma Şahin’e nasıl bir enstitü
kurmak istediğini sordum. Acaba
Başkan Şahin de belediye bürokratlarınca idare
edilen sadece Antep ve civarındaki arkeolojik
kazılar ve kültürel mirasa hizmet edecek bir enstitü
mü kurmayı düşünüyordu? Şahin bu soruyu şöyle
yanıtladı; "Hayır efendim. Belediyenin işi bu
olmamalı. Ben Türk arkeolojisinin böyle bir ihtiyacı
olduğunu duyunca sadece ön ayak olmak istedim.
Belediye bu işten anlamaz. Tüm arkeologları 2 ay
sonra Gaziantep’te toplayıp bir çalıştay yapacağız.
Enstitü nasıl yönetilmeli, hangi faaliyetleri
yapmalı bilim insanları karar vermeli. Binayı yapar
biz kenara çekiliriz. Yönetim biçimi ve faaliyetler
bilim dünyasının olmalı."
Doğru olan da bu. Enstitü bilim insanlarının
yönettiği bir kurum olmalı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı her yıl yaklaşık 120 bilimsel kazıya
milyonlarca lira kaynak aktarıyor. Bu kaynak bazen
siyasi nedenlerle kimine az kimine çok gidiyor.
Kazı başkanı siyasi iktidarın aleyhine bir tavır
sergilemişse çoğu
zaman o kazıya para bile verilmiyor. Kazı
başkanları da kültür varlıkları yok edilirken bile
iktidarın aleyhine konuşmaktan çekiniyor. Hatta STK
başkanlığı yapan kazı başkanları ‘kazım elimden
alınır', 'kazıma destek vermezler’ diye kültür
varlıklarının yağmalanmasına sessiz kalıyor.
Arkeolojik kazıları politik arenadan kurtarmak
sadece bilime hizmet eder duruma getirmek için
Anadolu Arkeoloji Enstitüsü büyük bir şans.
Arkeologlar bilimsel kıskançlıkları, kişisel çıkar
çatışmalarını bir kenara bırakıp Fatma Şahin’in
çağrısına kulak vermeli. Türk arkeolojisinin
geleceği için çalıştayda en iyi modeli tespit edip,
her yıl onlarca yitirdiğimiz kültür varlığının
geleceği için güçlü bir enstitü oluşturmalılar. Türk
arkeolojisinin geleceği sizin elinizde…
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 18.02.2015
|
SURİYE'DEKİ MÜZELERDEN GETİRİLEN İKİ TABLO ELE
GEÇİRİLDİ
Elazığ’da
jandarmanın düzenlediği operasyonda Suriye’de
IŞİD’in talan ettiği müzelerden getirildiği
belirlenen 17’nci yüzyıla ait iki tablo ele
geçirildi. Kaçakçıların tabloları Fenerbahçe forması
içine gizledikleri ortaya çıktı.

Elazığ İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Harput
Mahallesi’nde tarihi eser
Kaçakçılığı yapıldığı yönünde ihbar üzerine
bölgede önlem aldı. Kaçak tabloların bulunduğu
belirlenen
Şanlıurfa plakalı bir
Otomobil durdurularak arandı.
Aramada
Suriye’de IŞİD tarafından talan edilen
müzelerden getirilen 17’nci yüzyıla ait olduğu
değerlendirilen kadın konulu 2 tablo ele geçirildi.
Tabloların
Fenerbahçe formasına sarıldığını belirleyen
jandarma araçta bulunan V.K.M. ile M.Ç. ve onlara
dışarıda gözcülük yapan M.A.’yı gözaltına aldı.
Şüpheliler, tabloları Şanlıurfa’ya Suriye’den
gelen mültecilerden aldıklarını söyledi. Jandarma,
ele geçirilen tabloları incelenmek üzere
Elazığ Müze Müdürlüğü’ne teslim etti.

Milliyet, 18.02.2015
|
649 YILLIK TARİHİ SAAT ÇALINDI
Spil Dağı eteğinde,
şehre hakim konumda bulunan ve Saruhan Bey'in torunu
İshak Çelebi tarafından 1366 yılında Mimar Emet Bin
Osman'a yaptırılan Ulucami önünde, tarihi saat
kulesi içerisindeki tarihi değeri olan saat çalındı.
Manisa Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Azmi
Açıkdil hırsızlıkla ilgili yaptığı açıklamada,
geçtiğimiz dönemde tarihe saygı projesi kapsamında
saat kulesindeki saatin tamiri konusunda çalışmalar
yapıldığını belirterek, “Bütün mekanizmalarını özel
olarak yaptırdığımız saat kimliği belirlenemeyen
kişilerce çalındı" dedi.
Saatin başka bir yerde kullanılma ihtimalinin
olmadığını dile getiren Açıkdil, "Bu saat tarihi,
tescilli bir saat. Yaşanan olayı esefle kınıyoruz.
Bu Manisalıların malıdır. Manisa'ya kazandırılmış
bir eserdir. Böyle bir olayın yaşanması bizleri
üzdü" dedi.
Hürriyet, 18.02.2015
|
|
1965'DEKİ NEMRUT DAĞI GÖRÜNTÜLERİ BULUNDU

Almanya'da yaşayan araştırmacı Şenol Şahin
Çörekçi yaptığı açıklamada, bir Türk koleksiyoner
tarafından tesadüfen bulunan, 50 yıl öncesine ait
Nemrut kazılarının görüntülerinin dijital ortama
taşınarak Türkiye'ye getirildiğini söyledi.
Alman araştırmacı Lothar Carlowitz tarafından 50
yıl önce çekilen kamera kayıtlarında Nemrut
kazılarına ait çok ilginç görüntülerin yer aldığını
ifade eden Çörekçi, görüntülerde kazı çalışmalarına
katılan köylülerle henüz toprak altında bulunan
heykellerin dikkati çektiğini belirtti.
Yıllardır Türklerle ilgili tarihi önem taşıyan
belgeleri topladığını anlatan Çörekçi, şöyle
konuştu:
"Buradaki bit pazarlarında Osmanlı döneminden
günümüze kadar Türklerle ilgili mutlaka bir obje
veya dokümanı bulmanız mümkün. Nemrut görüntülerine
de bu şekilde ulaştım. Burada koleksiyon amaçlı
belge toplayan bir Türk arkadaşım bu fotoğraf ve
görüntüleri bulduğunu söyledi. Tabi bu görüntüler
eski kameralarla çekildiği, içerisinde ne tür
görüntülerin olduğu özel bir çalışma sonucunda
ortaya çıkartılabildi."

Araştırmacının asıl mesleği doktorluk
16 milimetre ve mıknatıs çekim olarak tabir
edilen görüntülerde araştırmacının, görüntüler
eşliğinde Türkiye ve özellikle bölgeyle ilgili
bilgiler verdiğini belirten Çörekçi, Adıyaman'ın
Kahta İlçesine ait sosyal yaşama ait görüntülerin de
dikkat çekici olduğunu kaydetti.
Nemrut'ta devam eden kazı çalışmalarının görüntülerde detaylı şekilde yer aldığını ifade eden Çörekçi, Alman araştırmacının burada görev yapan arkeologlarla da röportaj yaparak çalışmalar hakkında bilgi aldığını ifade etti.

20 dakikalık görüntülerde, Alman araştırmacının
mesleğinin doktorluk olduğunun anlaşıldığını da
belirten Çörekçi, Carlowitz'in bölge halkıyla
yakından ilgilendiğini ve bazılarını muayene
ettiğinin görüldüğünü anlattı. Çörekçi, görüntülerin
tarihi bir belge özelliği taşıdığını da ifade ederek
talep edilmesi durumunda bunların ilgili kurumlarla
paylaşılabileceğini sözlerine ekledi.
Trt Türk, 17.02.2015
|
TARİHİ DAVUTPAŞA KIŞLASI'NDA İZİNSİZ İNŞAAT

Mülkiyeti Maliye Hazinesi’ne ait olan ve 1999’da
Yıldız Teknik Üniversitesi’ne yerleşke olarak tahsis
edilen tarihi Davutpaşa Kışlası’nda Koruma
Kurulu’ndan izinsiz inşaat yapıldığı ortaya çıktı.
II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırarak yerine
oluşturduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusu
için mimar Krikor Amira Balyan’a 1826 yılında
yaptırdığı kışlada koruma kurulları tarafından
tescillenmiş toplam 16 adet tescilli yapı yer
alıyor. Dolayısıyla kışlanın yer aldığı alanda
yapılacak her inşaat faaliyeti için İstanbul I No’lu
Koruma Kurulu’ndan izin alınması gerekiyor. 1 No’lu
Kurul ise Ocak 2014’te aldığı kararda Kışla
binasının bitişiğinde yapılan Teknopark yapılarının
inşaatının kuruldan izinsiz inşa edildiğini tespit
etti. 67 ada 29 parselde yapılan izinsiz inşaat
faaliyetleri ile ilgili sorumlular hakkında 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
uyarınca suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
İZİNSİZ UYGULAMA
YAPILMAZ
I No’lu Koruma
Kurulu tarafından alınan kararın ardından Yıldız
Teknik Üniversitesi Rektörlüğü, Kurul’a yazı yazarak
yerleşkedeki tescilli eserlerin koruma alanlarının
belirlenmesini istedi. 1 No’lu Kurul ise bunun
üzerine aldığı kararda 1999 tarihli 664 sayılı ilke
kararını hatırlattı. 664 sayılı ilke kararı; sit
alanları dışında yer alan ve üzerinde korunması
gerekli taşınmaz kültür varlığı bulunan parsellerin
koruma alanını belirliyor. Buna göre tescilli
parsele komşu olan veya bu parsele cephe veren
parseller koruma alanı olarak belirlenmiş durumda.
İlke kararında Koruma Kurulu’ndan karar alınmadan
koruma alanı olarak belirlenmiş parsellerde herhangi
bir uygulama yapılamayacağı ise açıkça belirtiliyor.
ÜNİVERSİTE SESSİZ KALDI
1 No’lu Kurul,
izinsiz inşa edilen Teknopark yapılarına ek olarak
Davutpaşa Kışlası’nın yer aldığı yerleşke alanında
bulunan tescilli yapılara ilişkin de bir dizi
izinsiz uygulama tespit etti. Buna göre Kışla
avlusuna yeni yapı inşa edildiği, tescilli Fil
Ahırları yapısına izinsiz merdiven çekildiği,
tescilli askeri yapıların çöp, moloz ve yapıya zarar
veren çalılarla kaplandığı, tescilli kışla camisinin
restore edilerek özgün haline getirilmesi gerektiği
kararda yer aldı. Kurul kararından sonra kışla
avlusuna sonradan inşa edilen yapı yıkıldı.
Üniversite tescilli kışla camisinin tescilinin
düşürülmesini talep ettiyse de bu talep 1 No’lu
Kurul tarafından reddedildi. Davutpaşa Kışlası’ndaki
tarihi yapıların korunması için Koruma Kurulu’nca
alınması gerektiği belirlenen önlemlere ilişkin
ulaştığımız Yıldız Teknik Üniversitesi yetkilileri
BirGün’ün sorularını yanıtlamadı.
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 17.02.2015
|
|
KRAL 8. HENR'NİN EŞLERİ KARIŞMIŞ
İngiltere Kralı
8. Henry’nin 3. eşine ait olduğu sanılan bir
portrenin aslında
Anne Boleyn’in yani kralın 2. eşinin
portresi olduğu belirlendi.
Gelişmiş teknolojiyle bu tespiti yapan bilim
adamları, yüzyıllardır Kral’ın 2. eşi
Jane Seymour’un olduğu düşünülen, Kuzey
Yorkshire Bölgesi’nde sergilenen
portreyle ilgili yanılgıyı düzeltmiş oldu.
Bilgisayar mühendisi Amit Roy-Chowdhury,
portreyi incelerken yüz tanımlama uygulaması
kullanarak gerçeği ortaya çıkardı.
Boleyn’in olduğu ortaya çıkan portre Kral 8’inci
Henry’nin 1536’da öldürttüğü ve tarihten izlerini
silmeye çalıştığı Boleyn’in günümüze ulaşan birkaç
resminden biri.
Habertürk, 17.02.2015
|
ROMA DÖNEMİNE AİT HEYKELLER ELE GEÇİRİLDİ

İstanbul Bağcılar'da tarihi eser kaçaklığı
yapıldığı yönünde bir ihbarı değerlendiren polis
ekipleri operasyon düzenledi. Operasyonda Roma
dönemine ait olduğu belirlenen 1 adet minyatür insan
kafası figürlü heykel ile 2 adet kartal figürlü
heykel ele geçirildi.
İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği
ekipleri 31 Ocak'ta İnönü Mahallesi'nde bulunan bir
araçta ki şahısların tarihi eser kaçakçılığı
yapıldığı ihbarını değerlendirdi. Polis ekipleri,
M.Ç.(31) ve Y.Ç.(33)'nin bulunduğu aracı durdurarak
inceleme yaptı. Araçta yapılan aramada, 1 adet
minyatür insan kafası figürlü heykel ile 2 adet
kartal figürlü heykel ele geçirildi.
Polis, şüpheli M.Ç. ve Y.Ç.'yi gözaltına aldı.
Ekipler, şüpheli M.Ç. ve Y.Ç.'nin ifadelerini
aldıktan sonra mahkemeye sevk etti. Şüphelilerin,
sevk edildikleri mahkemece tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldığı öğrenildi.
Mahkeme heykellerin gerçekliğinin belirlenmesi için
eksper talep etti. İnceleme sonucunda gelen
ekspertiz raporlarında heykellerin Roma dönemine ait
oldukları belirlendi.
Yeni Şafak, 16.02.2015
|
BAYEZİD MEYDANI'NDA NELER OLUYOR?

Beyazıt Meydanı Darulfünun alt geçiti yenileme
çalışmaları sırasında önce lahit kapakları bulundu.
İş makinaları ile tahrip edilerek çıkarılan lahit
kapakları müzeye kaldırıldı. Ardından açığa çıkan
bir sarnıç yapısı ise moloz ve betona gömülerek
gizlenmeye çalışılırken vatandaşların ihbarı üzerine
fark edildi. İstanbul Üniversitesinin tarihi kapısı
ile meydan arasında ilişki kuran Turgut Cansever
tasarımı merdivenler yıkıldı. Bugün elde ettiğimiz
görüntülerde ise bir kamyona yüklenerek meydandan
götürülen mermer bloklar görülmekte. Beyazıt Meydanı
gibi arkeolojik önemi bilinen bir alanda yapılan
inşaat çalışmalarının arkeoloji biliminin
gerekliliklerine göre yapılmasını birkez daha
vurguluyor. Bu alanlara yapılacak müdahaleler öncesi
karar ve tasarım sürecinde arkeolojik katmanların
göz önüne alınması gerektiğini ve Beyazıt
Meydanı'ndaki çalışmaları izlemeye devam ettiğimizi
bildiriyoruz.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 16.02.2015
******
BAYEZİD'DE MERMER
BLOKLAR SIR OLDU
İstanbul’da tarihi Beyazıt Meydanı’nda yapılan
Darulfünun alt geçidi yenileme çalışmaları sırasında
nereden söküldüğü bilinmeyen mermer bloklar
Arkeoloji Müzesi’nin denetimi olmadan bir kamyona
yüklenerek götürüldü. Daha önce lahit kapaklarının
kepçelerle tahrip edilmesi ve açığa çıkan bir
sarnıcın beton ve molozla kaplanmasıyla gündeme
gelen inşaat çalışmaları için Arkeologlar Derneği
hassasiyet çağrısında bulunuyor. Arkeologlar,
Beyazıt Meydanı gibi arkeolojik önemi bilinen bir
alanda yapılan inşaat çalışmalarının arkeoloji
biliminin gerekliliklerine göre yapılması
gerektiğini belirtirken, mermer blokların nereye
götürüldüğüne ilişkin BirGün’e bilgi vermeyen alt
yüklenici Vizyon İnşaat, “Blokların tarihi olduğunu
nereden çıkarıyorsunuz” demekle yetindi.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nden Yiğit Ozar,
mermer blokların tarihi olup olmadığının uzmanlarca
belirlenmesi gerektiğini belirterek şöyle konuştu:
“Yapılacak bu tür bir sevkiyatın Arkeoloji
Müzesi’nin denetiminde olması gerekiyor. Kamyonun
taşıdığı parçaların ne olup olmadığını bir uzmanın
değerlendirmesi gerekir. Bu tür işlemler müteahhidin
inisiyatifine bırakılamaz. Beyazıt Meydanı
arkeolojik potansiyeli bilinen bir alan. Dolayısıyla
yapılacak düzenlemelerde daha tasarım sürecinin
başında arkeolojik katmanlar göz önüne alınmalı. Ve
bu alanlardaki her türlü uygulama sürecinde
arkeologların gözetimi sağlanmalı” dedi.
Birgün, Haber:
Olgu Kundakçı, 18.02.2015
|
6 BİN YILLIK AŞK ŞAŞIRTTI
Associated Press’in
haberine göre 2013 yılında
Yunanistan ’da bir mağarada bulunan Neolitik
(Cilalı Taş Devri) çağa ait iki iskelet,
DNA testine tabi tutuldu. Yapılan testler bu
hafta sonuçlandı ve birbirine sarılmış halde bulunan
iskeletlerden birinin yetişkin bir
kadın , diğerinin de yetişkin bir erkeğe ait
olduğu anlaşıldı.
Ayrı incelendiğinde cenin pozisyonunda yattığı
görülen çiftin bir aradayken kaşık pozisyonunda
uzandıkları gözlemlendi. Yirmili yaşların başında
olan çift, 5.800 yıldır Yunanistan’ın güneyindeki
Diros bölgesinde bulunuyordu.
Mezarlığı ortaya çıkaran kazı ekibinden
Anastassia Papathanassiou yaptığı açıklamada Diros
mağaralar alanında yer alan Alepotrypa mağarasında
bulunan çiftin, birbirine sarılmış halde olduğunu ve
bunun çok nadir karşılaşılan bir gömülme biçimi
olduğunu belirtti.

Discovery News’a konuşan Yunanistan Kültür
Bakanı, “iki kişinin sarılmış vaziyette gömülmesi,
oldukça nadir karşılaşılan bir durum. Diros
İskeletleri adını verdiğimiz bu 2 iskelet, bugüne
dek bulunan en eski iskeletler arasında” diye
konuştu.

Çiftin hikayesi, ölüm nedeni, hatta birbirleriyle
bir bağları olup olmadığı merak konusu. Bu gibi
soruların cevaplarına ulaşmak için DNA testlerine
devam ediliyor.
Radikal, Çeviri: Özge Çetin, 16.02.2015
|
SARKİS: BABAM TAMAMEN SUSTU, ANNESİNİN ADINI ANMADAN
GİTTİ
Venedik
Bienali'nde Türkiye'yi temsil edecek Sarkis: "Bu
kilitlenmiş şeyin açılması, nefes alması lazım.
Burada bir asırlık bir sıkışmışlık var. Bunun sanat
diliyle açılması lazım. Türkiye'nin daimi pavyonunun
2015'de açılması ve o yıl benim çağrılmış olmam, ben
bunu tarihi bir durum olarak görüyorum. Sonuçta bunu
yeşertmemiz gerektiğini hissettim ben. Bunu pozitif
bir duruma getirmemiz gerek."

Türkiye Venedik Bienali’ndeki daimi pavyonunu
Sarkis sergisiyle açıyor. Sarkis Türkiye’nin
yetiştirdiği en büyük çağdaş sanatçılardan biri.
Belki de birincisi. Katıldığı sergiler, yer aldığı
müzeler hesaba katıldığında durum böyle. Dolayısıyla
pavyonun açılışını onun yapması çok doğal. Öte
yandan 1915’in yüzüncü yılı dolayısıyla soykırım
tartışmalarının sürekli gündemde olacağı bir yıl bu.
Ve Sarkis’in davet edilmesi anlamlı. Peki Sarkis
nasıl bir sergi hazırlayacak, bu tartışmalar
hakkında ne düşünüyor? Onunla ve serginin küratörü
Defne Ayas’la buluşup bu sorulara cevap aradık.
-Venedik’te ulusal temsil, aslında ulus
devletler döneminden kalma bir şey. 60’larda sizin
de içinde olduğunuz küratörlü sergiler başlıyor.
Evet, Venedik’in kimliğini veren ulusal pavyonlar ve
biz Türkiye’nin sürekli bir pavyonu olduğu için
seviniyoruz. Ama bir yandan da bunun sorunlu bir
durum olduğunu biliyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz,
ulusal pavyonlar ve Türkiye pavyonu hakkında.
SARKİS: Biz 60’ların sonundan beri
böyle kapalı kutu sergilere karşı çıktık. Mesela ben
Fransa’da Fransız sanatı sergilerine bir şartla
katılırdım, adlarını değiştirsinler. Fransız sanatı
filan değil, Fransa’daki sanat desinler… Bu bakımdan
60’larda Fransa’ya avangardın girişi, Arte
Povera’nın girişi, 68-69 yıllarında Jannis
Kounellis’in Bruce Naumann’ın sergisi filan… artık
kalıplar yok. Bizim o kalıpları kıran tavrımızdan
sonra ulusal pavyonlar filan diye bir şey kalmadı.
Bienalin içinde de bu tür kırılmalar başladı. Mesela
Alman Pavyonu’nun bir kısmını Nam June Paik’a
verdiler, geçen sene Fransız ve Almanya pavyonları
yer değiştirdi, Ai Weiwei’ye verdiler… Yani ulusal
şarkı söylemek diye bir olay pek kalmadı.
DEFNE: Ama bir yandan da söylüyor
duruyoruz haliyle … Sarkis 60’larda biz bunu yaptık
diyor, ama her şeyde olduğu gibi, ki buna demokrasi,
insan hakları dahil, her nesilde bir şeyleri tekrar
hatırlamak gerekiyor, bir önceki neslin yaptıklarını
unutanlar olabiliyor. Öte yandan bir şeyleri
değiştirmek istiyorsan da o sistemin içine girerek
değiştirebiliyorsun, dışında durarak olmuyor.
Sarkis’in ilgi alanı, yaptıkları kurduğu sahne biraz
da buna cevap olacak. Çünkü ulusal temsile dair
hiçbir bir referansımız yok. Sanatçı dediğin
kontrole, sınırlara alerjilidir.
-Peki siz Türkiye’nin bir pavyonu olmasını
nasıl karşılamıştınız. Bunu bir gereklilik olarak
görüyor musunuz?
SARKİS: Yapı Kredi’nin sanatçı
monografileri kapsamında benimle ilgili bir kitap
yayımlanmıştı. Bir konuşmada Evrim Altuğ bana en son
bir soru sormuştu, yıl 2006. “Eğer Türkiye sizi
çağırırsa, Türkiye pavyonunda olmayı kabul eder
misiniz?” diye. Benim cevabım şu oldu, “Çağrılayım,
cevabımı o zaman veririm”. Ama o zamandan bu yana
öyle bir şey olmadı. Dokuz yıl beklendi…
-Dokuz yıl sonra ‘neden 2015’de beni
çağırıyorlar?’ diye tereddüt ettiğinizi söylediniz
basın toplantısında. Bu tereddütün esas sebebi
davetin dokuz yıl sonra gelmesi mi, yoksa 2015’in
bütün anlamları ve beklentileriyle uğraşmak mı?
SARKİS: Bu 2015 benim kafamda patladı.
Hemen onlara beni çağırdığınız bu yılın sembolik
olduğunu düşündünüz mü? dedim. Bu bakımdan çok
sarsıldığımı söylemeliyim, hala da bu sarsıntım
geçmiş değil. Bu bir ilk. Bizden önce bir örnek,
böyle bir durum yaşamış bir sanatçı yok. O nedenle
basın toplantısında Tarkovski’ye gönderme yaptım.
Onun Rublev’den öğrendiğiyle kardeş kardeşi
öldürdüğünde tarihin nasıl yolundan çıktığını ve
bütün hayatı boyunca bunu yoluna sokmaya çalışmasını
anlattım. Bunu bu kilitlenmiş şeyin açılması, nefes
alması lazım. Burada bir asırlık bir sıkışmışlık
var. Bunun sanat diliyle açılması lazım. Benim
kafamda patlayan da buydu ve Defne’yi istemem,
babasından ister gibi konuştum şimdi…, bu
nedenledir. Defne’yle çalışmaya başladığımızda ne
babasından ne annesinden haberdardım. Benim buradaki
varlığım bir temsil durumu değil. Türkiye’nin daimi
pavyonunun 2015’de açılması ve o yıl benim çağrılmış
olmam, ben bunu tarihi bir durum olarak görüyorum.
Sonuçta bunu yeşertmemiz gerektiğini hissettim ben.
Bunu pozitif bir duruma getirmemiz gerek.
DEFNE: Eğer temsilse de bugünün,
dünün, yarının temsili değil, zamansız, zamanötesi…
Konjonktürel bir durumun temsiliyetinden çok
eşzamanlılık. Bir bağ var, bir toprak bilgisi var o
toprağın ürettikleri var ve ona sahip çıkma. Ayrıca
Sarkis’in anlattığı gibi, sergiye girenler,
yerleştirdiğimiz aynalara baktıklarında, neon
gökkuşağını sırtlandıklarını görecekler. Yani ışığın
kırılmasını sırtlanma yükü hepimizin. Onu sırtlanma
eylemi hepimizin borcu. Bu konu Türkiye’de epeydir
konuşulmaya başlandı ve konuşulmaya başlanmasının da
bedelleri de ödendi. Bu açıdan da ilk ya da son
olmuyoruz. Endişelerden biri araçlandırılacak mıyız,
araç olarak kullanılacak mıyız? Yoksa ne Sarkis ne
ben 2015’de bir sergi yapmaktan çekinmeyiz elbet.
SARKİS: Çekinmeyiz çünkü bu bir
yıllık, on yıllık, yüz yıllık bir şey değil. Daha
genişletme, daha geniş bir zamanın içine koyma
durumu var. Bir Taoist hikaye vardır. Okçu bir adam
hakkında. Genç ve müthiş bir okçu varmış, ona
diyorlar ki “Bir büyük usta var, onu görmen lazım.”
Doğanın içinde adamın yaşadığı yeri buluyor. Bakıyor
tek bir kişi yaşıyor orada ama o büyük usta olamaz
çünkü adam kör. Fakat attığı hiçbir şeyi kaçırmıyor.
Onun metodunu öğreniyor, gözü kapalı olarak. Meğer
usta gözü kör olduğu için geleni kafasında
büyütüyor, büyütüyormuş. Öyle bir büyütüyor ki,
okunu attığı zaman onu vurmaması imkansız… Bu mesele
bir asırdan beri sıkışmış ve bunu açmak lazım. Benim
Defne’yi istemememin sebebi de buydu. O kültürler,
inançlar, coğrafyalar arasında çalışan biri.
-Defne, sen de Türkiye Ermenileri ile
yakın bir ailede büyüdün.
DEFNE: Istanbul’da anneannemden Rum
ninnileri dinleyerek, ailemden Selanik-Girit-Yanya
bilgileri ile büyüdüm. Bizim ekipte biraz böyle,
Osmanlı artığı, Bizans kırıntıları gibiyiz. Ailem
evet, annem (Tuba Çandar) Sarkis’in de çok
içsellestirdiği Hrant Dink’in destanını yazdı, 700
sayfalık biyografisini sırtlandı. Sarkis Bey annemin
kim olduğunu biz çalışmaya başladıktan sonra, Bülent
Erkmen’den öğrenmiş. Babam (Cengiz Çandar),
Ermenistan’a ilk gidenlerden, Osmanlı’da Ermeniler
konulu konferansında sırtına yumurta yemişliği var.
2005’te Amerika’dayken Türkiyeli ve Ermeni
sanatçılar arasında ortak çalışmalar yapmaya
başlamıştım. Bana bazı sanatçı arkadaşlarım “Kızım
niye uğraşıyorsun bu tür işlerle. Ne gerek var?”
filan diyordu. Sonra 2007 oldu, Hrant Dink’i
kaybettik ve birden bire herkes bu konuyla
ilgilenmeye başladı, kırılma oldu. Biz o arada yine
de birçok proje gerçekleştirdik. Daha o zamandan bu
konudaki nüansların ne kadar kaçtığı, diasporanın da
soykırım konusunda ne kadar tıkanık olduğu
Ermenistan ile Ermeni diasporası arasındaki
farklılıkların farkındaydık. Meselenin birçok
ayrıntısı, uzun bir tarihi var. Ama biz hep aynı
şeylere fiksleniyoruz, özür olacak mı olmayacak mı,
tazminat olacak mı olmayacak mı?
-Evet, Ermenistan da Türkiye de sıkışıp
kalmış... Özür dilenecek mi dilenmeyecek mi,
soykırım denilecek mi, denilmeyecek mi?
SARKİS: Bunu açmak lazım. Bir zaman
acısını çektim. Aileden filan bahsetmek istemiyorum.
Babam, tamamen sustu. Annesinin adını ağzına almadan
bu dünyadan gitti. Hiç konuşmadı. Annem de babam da
1915’i, sürgünü yaşadılar. Babalar gitti, her şey
gitti. Fakat annem konuşuyordu. Babam tamamen o
devri ve ondan sonraki devri suskun yaşadı, dili
yokmuş gibi yaşadı. Tabii bu sana geliyor. Bir de
90’ların başında Ayasofya Hazine Dairesi’ne yaptığım
Avize projesiyle büyük saldırılar başladı bana.
Çaylak Sokağı sergisinden yola çıkarak. 90’ların
başında resmen ırkçı bir saldırıya geçtiler bana.
Fakat etrafımda 90 küsur kişilik bir grup oldu,
sıcaklıklarıyla benim yanımda olduklarını gördüm. Bu
durumu ben açıkçası tarihi bir durum olarak
görüyorum.
-2006’da “Türkiye Ermeni sorununu çözebilmiş
değil, aydınlar uğraşıyor” demiştiniz. Şimdi bir
mesafe alındığını düşünüyor musunuz?
SARKİS: Düşünüyorum. Çıkan
kitaplar, Hrant’ın varlığı, o dili, o tavrı
doğurması önemli. Ben açıkçası ondan çok şey
öğrendim. Açıldığını hissediyorum. Ancak diasporanın
pek açıldığını düşünmüyorum.. Zaten ben kendimi
diasporadan saymıyorum. Anama bağlılığımdan. Kadın
Anadolulu gibi yaşayarak öldü burada. Evini
saklıyorum hala. Hrant’ın söylediği “diaspora
Anadolu’da büyük bir köydür’ bu çok güzel bir imaj.
O da büyütüyor, nefes aldırıyor. Bizim sözümüze,
cümlemizi hepsini genişletmemiz lazım, o anlattığım
Taoist hikayedeki gibi. Onun içinde çarpışma yok…
Bu demek değil ki bize bir takım saldırılar
olmayacak, ben yine de olabilir diyorum. Saldırılara
hazır olmamız lazım. Burada büyük bir takım
çalışıyor bu iş için. Bunun genişlemesi lazım, çünkü
saldırı gelebilir.
DEFNE: Açıkçası benim
saldırılmaktan çok kullanılmaktan endişem var.
SARKİS: Ben saldırılmaktan da
endişeleniyorum. Bunu hiç konuşmadık aramızda fakat
ben bir takım fanatiklerin çıkabileceğini
düşünüyorum.
-Şimdi size bakarken görüyorum, aranızda bir
nesil fark var ve endişeleriniz de farklı. Tabii
Sarkis tecrübeye binaen saldırılmaktan endişeleniyor
çünkü böyle bir belleğiniz var. Defne’nin belleğinde
ise, politik tartışmalar, devletle mesafelenmek var…
DEFNE: Devlet, kendi politikasını
geliştirirken, kendi kültür sanat politikasını
oluştururken kullanılabilecek, araçlandırılabilecek
bir şey olmaması lazım bizim serginin.
-O zaman bu projenin küratörü olarak
kullanılmamaya karşı nasıl bir tedbir alıyorsun?
DEFNE: Tedbirden çok biz işimizi yapıyoruz.
Zaten cevabımızı da işimizle vereceğiz. İşimizi
yaparak endişeyi de bertaraf ediyoruz diyeyim.
Mümkün olduğu kadar zehirli, manipülasyona temayüllü
olan durumları bertaraf edip işimizi yapmaya devam
ediyoruz. Bunu hep yaptık, yapmaya devam edeceğiz.
Ama bir tedbir almak diye bir durum… var mı?
SARKİS: Bir şekilde var. Ben halen
bir takım fenalıkların olabileceğini de hesaba
katıyorum. Sergide kullanılan malzemelere bakarsan,
‘neon’ camdan yapılıyor. Sen bir Lira ya da
Euro’yla, on saniyede kırabilirsin. ‘Vitraylar’…
aynı şekilde kırabilirsin. ‘Ayna’, büyük kırmızı bir
cam koyuyoruz. Onu da kırabilirsin. Yani zırh yok.
Korkunun bir şeklini yaparsın ya zırhtır o, bu
sergide yok. Çıplak bir hal bu. Biri gelip yok
edebilir bunu. Koruyucu bir malzemeyle de
yapabilirdim, demirden bronzdan, katrandan
yapabilirdim, o tür malzemelerle de uğraştım.
Bununsa bir çıplaklık, dolu bir çıplaklık, büyük bir
nefes gibi olması lazım.
-Mekanla ilk karşılaşma anı neydi, ne
hissettiniz. Bu özellikle Sarkis’e sorulması gereken
bir soru, her şey mekana özgü olduğu için.
SARKİS: Evvela kalkıp içindekini
soyutladım. Mekanda o sırada Mimarlık Bienali
sergisi.vardı. Mekanı göremiyordun. Ben kafamda
içini boşalttım. O nasıl nefes alıyor, onu
hissettim. Neye dokunabilirsin, neye dokunamazsın.
Nasıl havalandırıyorsun, çünkü bir havayı getirmen
lazım ki bütün o duran objeler nefes alsın.
Pencerelerin durumunu, iki taraftan ışık geliyor.
Orkestra şeflerinin bazıları partisyondan tamamen
bağımsız yönetir çünkü hepsi kafasındadır. Bir zaman
sonra sergiyi kurguladığım, sürekli üzerinde
çalıştığım çizim defterimi açmamaya başladım, çünkü
hepsini ezbere biliyordum. Daha sonra onlar yer
değiştirmeye başlıyor ve onların orkestrasyonuna
başlıyorsun, icrasına başlıyorsun. Fakat en çok
dikkat edeceğim şey onun donmaması.
-Ama sergiyi kurup açtığınız zaman bir
nevi donmuş olmayacak mı? Duygusu yaşayacak, ışığı
müziği… ama bir sergi hep aynı hareketi tekrar eder.
SARKİS: Katiyetle! Şuradaki panjurları
açtığımızda günün ışığı giriyor o değişken bir ışık.
Buradaki sabit bir ışık. Sen değişken bir ışıkla
değişmeyeni bir araya koyduğunda devamlı değişen bir
şey ortaya koyuyorsun. Her anı farklı bir şey.
-O mekan bir silahhane. Venedik Bienali’nin
yapıldığı bütün Arsenale zaten bir silahhane.
Binanın bu belleği sizi nasıl ilgilendiriyor.
SARKİS: Valla o silahhanenin canına
okuyorum. (Gülüyor) Ben Rotterdam’da bir denizaltı
üssünün canına okudum. Denizaltı getireceğime
balinanın şarkısını getirdim. Dönüştürme bizim
60’lardan kalan, o zaman öğrendiğimiz, öğrettiğimiz
bir şeydir.
-Vitrayı tercih etmenizin özel bir sebebi
olmalı mutlaka.
SARKİS: O bir 14., 15. yüzyıl
tekniği, pencereler ışıklanıyor ve görüntülerin bize
bir söz söyleme yeri çıkıyor. Bir koro gibi. Bir de
kutsal bir görüntüye bulanıyor. Öyle bir dil
doğuyor. Bizim Edirnekapı’daki Mihrimah Camii, pırıl
pırıl hali pencerelerdeki vitraylardan da gelir.
Dışarısını ve içerisini birleştiriyor. Sadece ışıkla
değil. Dışarıdaki bir takım görüntüleri içeri
çağırıyor. Fakat içeri çağırdığında bir limit yeri
var. Pencereler. İçerisini bir kutsal yere
dönüştürüyor ve dolayısıyla o vitray görüntüleri
birden bire canavarı bile kutsal durumuna
getirebiliyor. O teknikle ben değişik yörelerden,
kültürlerden ögeler çağırıyorum ve onlar vitray
tekniğiyle birleşiyorlar. Benim en sevdiğim şey bu:
‘birleştirme’, ‘buluşturma’.

-Bienal sırasında, St Lazzaro adasındaki
Mıkhitarist Manastırı’nda da Ermenistan’ın sergisi
olacak. Siz aynı zamanda oraya da katılıyorsunuz. St
Lazzaro’daki manastır nasıl bir mekan, size ne
çağrıştırıyor, o sergiye nasıl bir iş vereceksiniz?
SARKİS: Orası 1700’lerin başlarında Katolik
Ermenilere verilmiş bir yer. Ben 1990’da şimdiki
Ermenistan Pavyonu’nun küratörü olan Adelina
(Adelina Cüberyan von Fürstenberg) benim oradaki
kişisel bir sergimin küratörlüğünü yapmıştı. Sergi
çok tutmuştu, Fransız gazeteleri ‘İyi ki Sarkis’in
orada sergisi vardı bizim pavyonu kurtardı’ filan
dediler. Benim hiç umurumda değildi tabii. Katalog
da oradaki matbaada basıldı. Müthiş bir yerdi, sonra
bozulmaya başladı. Adelina’nın benim Türkiye
pavyonuna iş yapacağımdan haberi yoktu. Yazın
telefon etti, “Beni küratör yaptılar, bir takım
sanatçılar çağırmak istiyorum” filan dedi. Ben de
“Dur, sana bir haber vereyim” dedim: “Türkiye’nin
yeni bir mekanı var ve beni çağırdılar”. “Ah
müthiş!” diye cevapladı, çok hoşuna gitti. Aslında
projesi Ermenistan dışındaki 15-16 çağdaş sanatçıyla
bir sergi kurmak orada. Karma sergilerde ben
orkestra şefliğini küratöre bırakıyorum. Ben dört iş
veriyorum. Ufak bir yerde, iki cam var. O iki camı
iki vitraya ben sürükledim.
-Ben bu sergiyi ilk kez yazın Ermenistan’a
gittiğimde duymuştum. Orada bana Venedik Bienali’nde
‘soykırım’ konulu bir sergi yapılacak demişlerdi.
Öyle mi peki?
SARKİS: Hiç alakası yok.
DEFNE: Benim çalıştığım, bildiğim
birkaç sanatçı da var o sergide, Melik Ohanian, Nina
Katchadourian gibi. Bence diaspora temsiliyet
ekonomisi içinde farklı duruşlar da olacaktır o
sergide. Bu nüansları da kaçırmayalım derim…
-Siz Fransa’da yaşıyorsunuz. Charlie Hebdo
katliamı orada çok büyük bir etki yarattı tabii ki.
Bir yanıyla da sizin bunca uğraştığınız kültürlerin
birbirine dokunması, birlikte olması durumunun da
tersine bir hava da yarattı. O katliamın Sarkis’deki
etkisi ne oldu?
SARKİS: Çok korkunç bir olay tabii.
İki kişinin kafasını yıka ve gönder ve 12 kişiyi
katlet. Barbarlık bu. Bununla nasıl savaşılır
bilmiyorum valla. Fakat bizim bir iki asırdır
savaşını verdiğimiz ifade özgürlüğü var fakat halen
bir şeyler patlak verebiliyor.
DEFNE: Öngörmüş gibi sanki Sarkis,
bizim vitraylarımızdan birinde 12 mum var.
-Sizi umutsuzluğa sevk ediyor mu bazen böyle
şeyler?
SARKİS: Belki yaşımdan dolayı içinden
çıkacak bir şeyler buluyorsun. Tekrar edeyim, ben bu
sergide tamamen rahatlamış değilim. Tansiyon diyelim
sürekli var.
DEFNE: Gerçekten Sarkis, bu
pavyonunu etrafındaki bir takım doğumlardan da ışık
geldi.
SARKİS: Evet bir şey oldu ve
etrafımda, beraber çalıştığım kişiler bebek
doğurmaya başladı. Benim asistanım doğum yaptı,
küratörüm Defne doğum yaptı, Bienal direktörü Bige
doğum yaptı, şimdi koordinatorümüz Tuna bebek
bekliyor…
-Taksim’de, Çaylak Sokak’taki Zabun
Apartmanı duruyor. Onu müzeye gibi özel bir mekana
dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?
SARKİS: Ben 25 yıl önce ortaya atmıştım bu
fikri ve saldırılara uğradım. O zaman yaptığım
Çaylak Sokak enstalasyonu bir müzeye gitti.
Apartmanı ne kadar saklayabileceğimizi bilmiyorum,
şüpheyle bekliyorum. Orada apart oteller oluşmaya
başladı. Yaşayanlar gitmeye başladı. Biz katları
satmak zorunda kaldık, bir tek annemin babamın katı
bizde. Yani geleceği çok parlak değil oranın ama
sonuna kadar götüreceğim. İçeride çok önemli bir
işim var. 90’ların sonunda Maçka Sanat’ta yanık kasa
ve neonla yaptığım önemli bir işim var. O orada
yaşıyor. Ama tabii onun da bir müzeye gitmesi lazım
sonunda.
Radikal, Haber: Cem Erciyes, Fotoğraf: Muhsin
Akgün, 16.02.2015
|
BEŞKONAKLAR YENİLENİYOR
Anadolu'nun tarih mirasına
sahip çıkan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Osmanlı
mimarisinin Malatya'daki örneklerinden Beşkonaklar
için harekete geçti. Bakanlık, Beşkonaklar'ı, tarihi
dokuyu koruyarak aslına uygun olarak restore edecek.
Daha önce müze statüsünde korumaya alınan
Beşkonaklar, bakım ve restorasyon çalışması
tamamlandıktan sonra, yeniden ziyarete açılacak.
Restorasyon çalışmasının ardından Beşkonaklar'dan
ikisi müze olarak yeniden ziyarete açılacak.
Müze'de, Malatya tarihi ve kültürünün tanıtıldığı
yöresel ürünler ile Malatyalıların yaşamını yansıtan
canlandırmalara da yer verilecek. Tarihi yapı,
dönemin mimarisini en iyi yansıtan eserler arasında
sayılıyor.
Akşam, Haber: Yelda Gökdağ, 16.02.2015
|
|
HEYKELİN DEV İSMİ İSTANBUL'DA
Yirminci yüzyıl sanatının büyük ismi Alberto
Giacometti’nin Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisi
Pera Müzesi’nde açıldı. 26 Nisan’a kadar devam
edecek sergide, uzun heykelleri ve modelinin
bilinçaltını açığa çıkardığı çarpıcı portreleriyle
ünlü sanatçının 35’i heykel, 19’u resim, toplam 123
yapıtı yer alıyor.

Hatırlayacaksınız, ‘Yürüyen Adam I’ (Walking Man
I) yapıtı 2010 yılında 104.3 milyon dolara
satılarak, ‘tüm zamanların en yüksek fiyatlı
heykeli’ rekorunu kırmıştı. Dahası, Salvador Dali
onun ‘Asılı Top’ yapıtını gerçeküstücülükteki
“simgesel işleyişli nesneler”in ilk örneği olarak
tanımlar. Aslında sürrealizmin yanı sıra
izlenimcilik, kübizm, dışavurumculuk ve biçimcilik
akımlarına da pek mühim katkıları bulunmuştur, fakat
ne hikmetse daha önce Türkiye’de Alberto
Giacometti’nin eserlerine yer veren kapsamlı bir
sergi açılmamıştı.

Hafta içinde Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera
Müzesi’nde ziyarete açılan sergi, retrospektif
yaklaşıma sahip. Yani sanatçının tüm üretim sürecini
kapsayan belli başlı dönemlerinden eserlere bir
arada yer veriyor. Gençlik dönemi çalışmalarından
son yapıtlarına ve tamamlanmamış bir eserine dek,
sanatçının neredeyse yaşamı boyunca içinden
çıkmadığı Montparnasse’taki atölyesini
İstanbul’a taşıyor. Küratörü ise, sergiye
katkısı da bulunan Giacometti Vakfı’nın yöneticisi
Catherine Grenier.
İLK ÖĞRETMENİ RESSAM BABASI

Kara Annette, 1962
Yirminci yüzyıl sanatının simge isimlerinden
Giacometti, Paris Ekolü’ne dahil. En önemli
eserlerini de yine bu şehirde verdi. Evvela kendisi
de bir ressam olan babası Giovanni Giacometti’nin
etkisinde kalarak izlenimci resimler yaptı. Sonra
post-kübist, daha sonra gerçeküstücü akımla ilişki
kurdu. Fakat ilk yaptığı eserlerden biri olan
kardeşi Diego’nun baş heykelindeki gibi yine modelle
çalışmaya dönünce, gerçeküstücüler tarafından
dışlandı. Sanat hayatının büyük bölümünde modelden
çalışsa da, bir dönem insan figürlerinden bile
uzaklaştı.

Yürüyen Adam
Yani Giacometti, yaşamı boyunca geçirdiği
zihinsel değişimleri eserlerine köklü değişiklikler
olarak yansıtan ve dolayısıyla hiçbir zaman hiçbir
akıma dahil edilemeyecek, her daim özgün kalabilmiş
bir heykeltıraş ve ressam. İşte bu yüzden olacak,
Pera Müzesi’ndeki sergi çalışmalarının belirleyici
iki dönemi olarak görebileceğimiz, İkinci Dünya
Savaşı öncesi ve sonrası çevresinde kurgulanmış.
Paris’te, dönemin Pablo Picasso, Balthus, Jean Paul
Sartre, Simone de Beauvoir ve Jean Genet gibi ünlü
sanatçı ve entelektüelleriyle kurduğu dostlukları da
yansıtan, zamandizinsel ve tematik bir güzergahı
izliyor.

Erkek Büstü, 1964
Serginin sanatçının gençlik dönemi yapıtlarına
ayrılan ilk bölümünde, ressam babası Giovanni
Giacometti’nin genç sanatçının gelişimindeki etkisi
açıkça izlenebilir. 1922 ve 1935 yılları arasında,
post-kübist sanatçılar ve gerçeküstücü akımla
kurduğu ilişki, Paris’te yaptığı önemli bir heykel
grubu, Paris’teki ilk yılları ve dönemin sanat
sahnesinde oynadığı belirleyici rol de yine bu
bölümde görülüyor. İkinci bölümde ise, çoğunluğunu
1950-1960 yılları arasında yaptığı, dünya algısını
geliştirdiği ve gerçeği ‘olduğu gibi değil de
gördüğü gibi’ yansıttığı olgunluk dönemi eserleri
var. 1960’lı yıllarda, Giacometti’nin yaşadığı
kente, Paris’e, sokaklarını, kafelerini, atölyesini
ya da karısı Annette’in dairesi gibi daha özel
yerleri de çizerek saygısını sunduğu kitabı ‘Paris
sans fin’i (Sonsuz Paris) oluşturan çizimlerinin
desenleri de bu bölümde.

Atılacak Yavan Nesne, 1931
Bu, ayrıca Giacometti’nin insan figürü üzerine yoğun
biçimde çalıştığı bir dönem. Resimde olduğu gibi,
heykelde de, doğadan ya da bellekten aralıksız
çalıştığı, yakınlarının yüz çizgilerinde insanlığın
evrensel ifadesini yakalamaya uğraştığı döneminin
ürünleri. “Gözleri yapabilmek için. Yalnızca gözleri
yapabilmek için. Bana öyle geliyor ki, bir gözü,
birazcık bile olsa, -yaklaşık olarak- kopya etmeyi
başarabilsem, başın bütününü elde etmiş olurdum.
Başka bir kaygım yok. Ne var ki bu, kesinlikle
olanaksız görünüyor,” dediği ünlü portrelerini ve
figürleri bozup uzatarak, modern insanın müthiş bir
tarifini verdiği uzun insan heykelleri işte bu
bölümde yer alıyor. Giacometti’nin sergisine sadece
bu bölümdeki yapıtları görmek ve onların hemen yanı
başındaki odada yer alan, sanatçının zihnine girip
sanatsal üretimini izleme imkanı sunacak belgesel
videosunu izlemek için bile gidilmeli!
Hürriyet, Haber: Ezgi Atabilen, 16.02.2015
|
YILDIZ'DAKİ OSMANLI MİRASINA RESTORASYON

Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), Yıldız ve
Davutpaşa kampuslarındaki Osmanlı eserlerini restore
ederek eğitim ve araştırma amaçlı olarak kullanıma
sunuyor. Yıldız kampusunda Sultan 2. Abdülhamid'in
oğullarından Abdürrahim, Abdülkadir, Burhanettin,
Ahmet gibi şehzaedeler "Beyaz Köşk" olarak da
bilinen
Şehzade Köşkü'nde kalmış.
YTÜ Rektörü Prof.Dr. İsmail Yüksek, bu tarihi
mekanda tamamlanan ve devam eden
restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Yüksek, göreve başladıklarında tarihi bir dokunun
içerisinde yaşadıklarını fark ettiklerini belirterek
bu dokunun da korunması konusunda heyecan
duyduklarını ifade etti. Birçok eserin boyasının ve
kalem işlerinin yok edildiğini gördüklerini aktaran
Yüksek, "Hatta Çukursaray'ın içerisinde çelik
konstrüksiyondan asma katlar yapıldı. Burada bir
eğitim öğretim süreci devam ettiği için ihtiyaçtan
dolayı bu tür alanların kontrolsüz bir şekilde
yapıldığını gördük" diye konuştu. Bu alanları
üniversitedeki akademisyenlerin desteğiyle restore
etme konusunda çalışmalar yaptıklarını hatırlatan
Yüksek, ilk etapta Anıtlar Kurulu'ndan geçecek
şekilde raporların hazırlandığını söyledi. Yüksek,
"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" sürecinde
Davutpaşa'daki eserlerin yenilendiğini kaydetti.
"ÖĞRENCİYKEN FARK EDEMEDİK"
Rektör Yüksek, İl Özel İdaresi'nin desteğiyle
Yıldız'daki şehzade köşklerinin
restorasyonuna başladıklarını anımsatarak bu
köşklerden "Beyaz Köşk" olarak anılanın
restorasyonunun tamamlandığını aktardı.
Çukursaray ve rektörlük binası olarak kullanılan
Hünkar Köşkü'nün de üniversite imkanlarıyla
yenilendiğini dile getiren Yüksek, şöyle devam etti:
"Makine mühendisiyim. Aslında ilk geldiğimde böyle
tarihi bir duyarlılığım yoktu. Burada yaşarken,
öğrencilik yıllarımda böyle bir değerin içerisinde
yaşadığımın farkında değildim. Ama mekanları
kullanınca, insanların tepkilerini görünce biz de
buraların farkına vardık.
Restorasyonu devlet ve valilik desteğiyle
yaptık."

KÖŞK BAŞINA 2 MİLYON LİRA
Şehzade
köşklerinin restorasyon süresi hakkında Yüksek,
şunları söyledi: “İzinleri almamız 6-7 ay sürdü.
Projelerin hazırlanması ve onayların alınması 1 yıl
kadar sürdü. Daha sonra İl Özel İdaresi’nden izin
alınması için 5 aylık bir süre geçti. Asıl uzun süre
restorasyon süreciydi. Köşklerin restorasyonu 2 yıl
sürdü. Restorasyon projelerinde öngörülemeyen bazı
şeyler olabiliyor. Açtıkça, araştırdıkça taşıyıcı
sistemlerde çürükler olduğu görüldü. Çatı değişti.
Birçok şey yenilendi. Ardından ikinci bir ihale
yapıldı. Bununla da toplamda köşk başına 2 milyon
liralık bir bütçeyle bunları tamamladık. Şu anda
Davutpaşa’da Otağ-ı Hümayun’un restorasyonunu
tamamladık. Orada bir de hamam var onun çalışması
devam ediyor. Davutpaşa’da bir de kışla binası var.
Onun da restorasyonu için proje çalışmalarına
başladık. Burada oda oda bütçemizin el vermesi
dahilinde her yeri yenilemeye çalışıyoruz.”
Habertürk, 15.02.2015
|
ATATÜRK GERÇEKTE HANGİ EVDE DOĞDU?
Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris’in
“Atatürk’ün Langada’da esas doğduğu evi bulduk”
açıklaması olay oldu. Peki, gerçek ne? Danışmanı
Butaris’in, yanlış anlaşıldığını söylüyor.
Atatürk’ün Langada’da doğduğuna yönelik hiçbir
akademik kanıt yok.

Tarihçi değil sadece gazeteciyim. Baştan
söyleyeyim.
Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris, 6
Şubat’ta
İzmir ziyareti sırasında
“Mustafa Kemal
Atatürk’ün Langada’da (Selanik’e 20 kilometre
mesafede) esas doğduğu evi (Langada’nın Hrisavgi
Köyü) bulduk. Selanik’teki ev büyüdüğü evdir”
dedi.
Haber ertesi gün Hürriyet’te Selanik
Başkonsolosu Tuğrul Biltekin’in
“Langada’nın
bir köyü olan Sarıyer’de (Hrisavgi) annesi Zübeyde
Hanım’ın doğduğu bilinmektedir. Atatürk’ün burada
doğduğuna yönelik bilimsel çalışmaya rastlamadım”
açıklamasıyla birlikte başka bir boyuta taşındı.
Aynı gün Atina Büyükelçisi Kerim Uras,
Twitter hesabından
“Selanik’teki ev
Atamız hayatta iken hediye edilmiştir. Burada
doğduğuna dair en ufak bir tereddüt bulunmamaktadır”
dedi.
YANLIŞ ANLAŞILMA

Peki, gerçek ne? Atatürk, şu anda müze olan evde
mi, yoksa Langada’da mı doğdu?
Onca gürültüden sonra Butaris şimdi ne diyor? Bu
soruları danışmanı Leonidas Makris cevaplıyor: “Yanlış
anlaşılma söz konusu. Butaris, İzmir’e beraberinde
Langada Belediye Başkanı ile gitmişti. Açıklamasında
‘Langada Belediye Başkanı, Atatürk’ün Langada’nın
Hrisavgi Köyü'nde doğduğuna inanıyor’ dedi”.
Danışmandan anladığım Butaris, “Ben
demiyorum, Langada Belediye Başkanı öyle inanıyor”
demek istemiş.
Bana sorarsanız, Butaris, Atatürk’ün doğduğu
Selanik’teki ev ile annesi Zübeyde Hanım’ın doğduğu
Langada’yı karıştırmış olabilir. Ya da Langada
Belediye Başkanı “Selanik’e o kadar Türk
turist geliyor, bunların onda biri bize de gelse
yeter” tarzı düşünüp Butaris’e mesela
“Benim için de bir şeyler söyle”
demiş olabilir.
Takibe devam.
LANGADA'DA EV
YOK

Langada Belediye Başkanlığı’nı aradım. Telefonun
öbür ucunda belediyenin basın sorumlusu:
-Langada’da Atatürk’ün evi mi var?
-Yok
-Yani ev mev yok...
-Hayır yok.
-Peki orada doğduğu nereden çıktı?
-Langada’nın Köyü olan Hrisavgi’de eskiden
yaşayanların anlattıkları...
-Kim nereye anlatmış, hangi kitapta?
-Telefonunuzu bırakın biz sizi ararız.
Bekliyorum.
KAYNAK TUHAF BİR
GAZETE

Hrisavgi’deki ev iddiası ile ilgili haberlerin
tümü adını ilk kez duyduğum aylık
‘Zigalisa’
adlı Pomak gazetesini kaynak göstermiş.
Anladığım kadarıyla Türkiye’ye ve Batı Trakya’daki
Türklere takmış bir gazete bu. Eğer kaynak ise vay
halimize.
Ama yine de 2009 Kasım sayısında ne yazmış
Zigalisa aktarayım:
- Müslümanlar 1923’te Hrisavgi’yi terk etmeden
bir yıl önce Trakya’da bu köye gelen Yunanlarla dost
olmuşlar ve Kemal’in 8 yaşına kadar burada
yaşadığını anlatmışlar.
- Kemal’i doğuran ebe Fatma Hanım’ın 1911 civarında
ölmüş olması gerek.
- 2007 yazında İzmirli bir Türk gelip toprağı öptü,
evin olduğu yerden taşlar alıp götürdü.
- 1981’de dönemin Türk Başkonsolosu köy
sakinlerinden Mustafa Kemal’in doğduğu evi
göstermelerini istemiş. Eve geldiğinde saygı
duruşunda bulunmuş ve yanındaki Yunanlı
refakatçilere
“Gerçeğin bu olduğunu biliyorum ancak
resmen kabul etmemiz zor” demiş. (Kendi
yorumum: Hangi Yunan refakatçilere ve hangi dilde
acaba?)
“Zagalisa”daki
fotoğraflara baktım
bomboş herhangi bir tarla...
KİRA TEODORA

Araştırmacı gazeteci Hristos Hristodulu 2007’de
yayımladığı ‘Mustafa Kemal’in Selanik
Yılları’ Atatürk’ün Langada’daki Hrisavgi
Köyü'nde doğduğu iddiasının Selanik Osmanlı
yönetimindeyken doğan Yorgo Stambulis’in
‘1912 Öncesi ve Sonrası Selaniklilerin Hayatı’
isimli kitabında ortaya atıldığını
belirtiyor. Ancak, Stambulis’in bile bu iddiayı
paylaşmadığını ve
“Atatürk 1881’de
Selanik’te doğdu” diye yazdığına dikkat
çekiyor.
Bu arada, Atatürk’ü doğuran ebenin yarı Türk yarı
Rum ‘Kira Teodora’
yani
‘Bayan Teodora’ olduğu yazılı
Hristodulu’nun kitabında. Farklı bir Yunan kaynağa
pek rastlamadım. Resmi bir Yunan belgesi okumadım.
Selanik Başkonsolosu Tuğrul Biltekin, 9 Şubat’ta
Belediye Başkanı Butaris’e resmi bir mektup yazarak,
134 yıl sonra ortaya koyduğu iddialar hakkında
akademik kanıt bulunmadığını söyledi. Eğer cevap
yazacaksa Butaris ne diyecek merak ediyorum.
Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 15.02.2015
|
KAYIP KALELER
Don
Kazaklarının 20 Temmuz 1624 günü Boğaziçi’ne girip
Yeniköy ve Sarıyer yerleşmelerine saldırması sonrası
Sultan IV. Murad (1623-40) Boğaz girişinin kalelerle
tahkim edilmesine karar verir. Bir dönem Bağdatçık
ve Revançık olarak da isimlendirilen bu kaleleri
Evliya Çelebi Rumeli ve Anadolu Kilid-ül Bahir’leri
(deniz kilitleri) olarak belirtir ve iki kalenin,
deniz kıyısında dört köşe sağlam yapılar olduğunu
yazar...

İstanbul’un fethi tamamlandıktan sonra gerek
Güzelcehisar gerekse Rumelihisarı askeri açıdan
önemini kaybeder.
Karadeniz artık bir Türk gölü haline gelmiştir;
kuzeyden deniz yolu ile şehre yönelik bir tehdit
oluşması söz konusu değildir. 16. yüzyılın sonlarına
doğru
Rusya steplerine ateşli silahların gelişi bu
bölgedeki Türk-Moğol asıllı atlı göçebelerin
yüzyıllarca süren hakimiyetini tehdit etmeye başlar.
Ateşli silahlarla donanmış Kazak grupları Tatar
boyları karşısında üstünlük kurmayı başarırlar.
Ancak gerek ateşli silahlar gerekse barutun temini
için Kazak grupları büyük oranda Leh ve Rus
hükümetlerine bağımlı olmak mecburiyetinde kalırlar.
Bu bağımlılığın bir sonucu olarak özellikle Dinyeper
nehri üzerine yerleşik Zaporog Kazakları ile Don
Kazakları ilişkili oldukları devletler tarafından
Osmanlılara karşı kullanılmaya başlanırlar. Bunun
sonucu olarak 17. yüzyıl başlarında küçük, hızlı ve
“şayka” adı verilen tekneleri ile Karadeniz
çevresindeki yerleşmeleri tehdit ederler.

Kazakların saldırısı
1614 yılı Ağustos ayı içinde bir grup Kazak,
Karadeniz’in en zengin ve mamur limanlarından biri
olan ve Naima tarafından “Medinet-ül uşşak” yani
Aşıklar Şehri olarak adlandırılan
Sinop limanını basarak yağmalarlar; şehir büyük
oranda yanar. Geriye dönen Kazakları Karadeniz
muhafızı İbrahim Paşa Kırım’da yakalayarak yok eder.
Ancak on yıl kadar sonra Karadeniz donanmasının
Kırım’da bulunmasından faydalanan Don Kazakları,
sayıları yüzü aşan şaykaları ile 20
Temmuz 1624 günü Boğaziçi’ne girip Yeniköy ve
Sarıyer yerleşmelerini yağmalarlar.
İstanbul’da yaşayanlar arasında büyük bir hayret
uyandıran bu saldırı sonucu şehirde bulunan Lehistan
vatandaşları sıkıntılı günler geçirir. Bu saldırı
artık Karadeniz’in tam anlamıyla güvenli olmadığını
göstermektedir. Kısa süre için Sultan
IV. Murad (1623-40) Boğaz girişinin kalelerle
tahkim edilmesine karar verir.
Daha sonraları bir dönem Bağdatçık ve Revançık
olarak da isimlendirilen bu kaleleri Evliya
Çelebi Rumeli ve
Anadolu Kilid-ül Bahir’leri (deniz kilitleri)
olarak belirterek bu iki kalenin, deniz kıyısında
dört köşe sağlam yapılar olduğunu yazar. Rumeli
Kalesi’nde altmış ev, bir cami ve iki buğday ambarı
ile yüz adet top, Anadolu Kalesi’nde ise seksen
kadar asker odası, bir cami ve iki ambar ile yüz
adet top bulunmaktadır. Bu kaleden günümüze herhangi
bir iz kalmaz, hatta bu kalelerin bulunduğu yerler
hakkında bile çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bize
göre Rumeli Kilid-ül Bahir’i günümüz Rumelikavağı
yerleşmesinin deniz kıyısında vapur iskelesinin
hemen yanında yer alan eski kışlanın bulunduğu yerde
olmalıdır. Anadolu Kilid-ül Bahir’i ise Yoros
Kalesi’nin denize doğru indiği burnun üzerinde daha
sonraları Anadolukavağı kalesi veya tabyası olarak
anılacak olup ve günümüzde İstanbul Boğaz
Komutanlığı arazisi içinde bulunmaktaydı.
Güzelcehisar ve Rumelihisarı’ndan sonra Boğaziçi’ne
yapılan bu iki kale ile Boğaziçi’nin güvenliğinin
artırılmasına çalışılmışsa da bu tedbirler yeterli
olmamış ve Rusya’nın Karadeniz’de güçlenmesi
oranında yeni kale ve tabyaların yapılması gündeme
gelmiştir. Bu bölgede Osmanlı hakimiyeti öncesi
yapılan ve Yoros Kalesi’nin karşı kıyısında yer alan
ve günümüzde hemen hiç hatırlanmayan bir kalenin
daha bulunduğunu hatırlatmak isterim. Rumelikavağı
yerleşmesinin üzerindeki tepede yer alan ve İmros
Kalesi adıyla anılan bu kale, Moltke’nin 1836-37
tarihinde hazırladığı İstanbul haritasında net
olarak görülmektedir.
Boğaziçi’nin, özellikle de Boğaz girişinin
güçlendirilmesine Sultan III. Mustafa döneminde
büyük önem verilir. Anadolukavağı’nın güneyinde
Karadeniz’e doğru büyük bir alanı kontrol eden
buruna kale benzeri büyük bir tabya yapılır. Adını
hemen yanından akan akarsudan alan bu kale-tabya
uzun yıllar boyunca halk arasında asıl isminden
galat Macar Tabya olarak bilinirdi. 12 Eylül 1980
sonrası bir aklı evvel bu ismi Acar Tabya olarak
değiştirir. Halbuki biraz araştırılsa asıl isminin
“Ma-i Cari”yani Akarsu Tabyası olduğu anlaşılırdı.
Moltke haritasında 58 top ile donatıldığı belirtilen
bu tabyanın hemen karşı kıyısında ise 10 top ile
donatılmış Mezarburnu ve 23 topu bulunan Telli Tabya
yer almaktadır. Rumelikavağı ile Anadolukavağı
çizgisinin kuzeyinde ise tam anlamı ile bir askeri
düzenleme görülmektedir. Anadolu sahilinde Filburnu
Tabyası, Poyraz ve Anadolufeneri kaleleri, Rumeli
sahilinde ise Büyük Liman, Papaz Burnu ve İşaret
tabyaları ile Garipçe ve Rumelifeneri Kaleleri inşa
edilir. Bu arada Rumelikavağı ile Anadolukavağı
arasına ahşap şamandıralara bağlı bir ağ çekildiği
de ileri sürülür. Benzer bir uygulama 1936 yılında
imzalanan Montrö Antlaşması sonrası metal
şamandıralara bağlı olarak 1960’lı yılların
ortalarına kadar mevcudiyetini koruyan bir ağ ile
yapılacaktır.
Asker sayısı artırıldı
H.1210/1795-96 tarihinde uzun süredir tamir ve
yeniden yapımına özen verilen Bağdatcık, Revancık,
Rumelifeneri, Anadolufeneri, Garipçe, Büyük Liman ve
Poyraz Kaleleri’ne mevcut askerinin yanı sıra 500
adet asker daha gönderildiği kayıtlıdır.
Karadeniz’den deniz yolu ile gelecek tehlikelere
karşı asker sayısı artırılarak güçlendirilen bu kale
ve tabyalardaki birlikler ve yamak adıyla onlara
yardımcı olan gençler, tarihin garip bir tecellisi
olarak “Kabakçı İsyanı” olarak bilinen bir isyanın
ateşleyicisi olarak Sultan III. Selim’in tahttan
indirilmesine ve şehit edilmesine sebep
olacaklardır.
Turistleri çekmek için gezi alanları
yapılabilir
Günümüzde Boğaziçi’nin kuzey bölümü ekonomik
açıdan oldukça sıkıntı içindedir. Bu bölgenin kısa
süren deniz mevsimi içindeki canlılığını uzun süre
devam ettirmesi, gerek İstanbullular gerekse
turistler için bir cazibe merkezi oluşturması için
yeterince kültürel varlığa sahip olduğu
görülmektedir. İstanbul’da bilinen turizm
rotalarının dışında yeni gezi alanları yaratılması
gerektiği konusunda çalışmalar yapıldığı bir dönemde
bin yılı aşkın geçmişi olan bu yapıları görmezden
gelmek akılcı değildir. Güzelcehisar, Rumelihisarı,
Yoros, İmros, Poyraz, Garipçe, Anadolufeneri ve
Rumelifeneri kaleleri, Ma-i Cari, Filburnu, Telli
Tabya, Büyük Liman, Papazburnu ve İşaret tabyaları
onarılır ve çağdaş koşullarla donatılırsa İstanbul
meraklıları için yeni bir gezi alanı güzergahı
yaratılmış olunur. Geçmişten bize miras kalan bu
yapılar değerli birer sermayedir. Üretime katkı
sağlamayan, yastık altına giren ekonomik değerin
büyüklüğünden şikayet edilen bir ülkede, görmezden
gelinen bu sermayenin büyüklüğünü düşünmemiz
gerekiyor.
Yeni iş alanı yaratır
Biraz merak, biraz akıl, biraz çaba var olan bu ve
benzeri kültür varlıklarının birer üretim merkezi
olarak ekonomiye kazandırılmasına yardımcı
olacaktır. Genç nüfus için yeni iş alanları
yaratılmasında önemli bir alternatif de gelişmiş
ülkelerdeki gibi hizmet sektörünün büyütülmesidir.
Türkiye hizmet sektörünün uzun yıllar büyümesine
imkan sağlayacak binlerce yıllık sermaye birikimine
sahiptir, yeter ki kültür varlıkları üzerinde yoğun
bir baskı kuran bürokrasinin ufku açılsın. Turizm
kuruluşları ve yatırımcılarının güneş, deniz ve kum
sarmalından çıkarak yeni açılımlar için araştırma ve
atılım yapmaları dileğiyle...
Milliyet, Haber: Sinan Genim, 15.02.2015
|
DİNOZORLARIN KAFASI GÜZELMİŞ

ABD’nin
Oregon Üniversitesi’nin yaptığı
araştırmayla,
dinozorların milyonlarca yıl halüsinasyona neden
olan uyuşturucu içeren bir maddeye maruz kaldığı
belirlendi.
Paleodiversity Dergisi’nde yayımlanan
araştırmada, 100 milyon yıl öncesinden kalan iyi
korunmuş çim örneklerinde
LSD izine rastlandığı ifade edildi. Myanmar’daki
bir reçine madeninde bulunan
fosili analiz eden bilim adamları, çimin
LSD elde edilen
mantara çok benzeyen kalıntılarla kaplı olduğunu
tespit etti. Katılaşmış ağaç reçinesi halinde
bulunan
fosilin 97-110 milyon yıl öncesine, erken veya
orta Kretas dönemine rastladığı açıklandı.
100 milyon yıl öncesine uzanan fosil, LSD elde
edilen ergot adlı mantarın benzeri olan
palaeoclaviceps parasiticus’a ait. İnsan yaşamında
fazlasıyla etkili olan ergot, sayısız insanın
ölümüne de yol açtı.
Habertürk, 14.02.2015
|
DİDİM UNESCO LİSTESİ'NE GİRMEK İSTİYOR

Ege'nin tarihi ve turistik merkezlerinden Didim,
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmek için
Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde girişim
başlattı.
Didim Ticaret Odası tarafından ilçede bulunan
Milet Ören Yeri, İlyas Bey Külliyesi ve
Apollon Tapınağı için başlatılan girişimle ilgili
inceleme gezisi düzenlendi.
Gezide açıklamalarda bulunan Didim Ticaret Odası
Başkanı Şaban Üstündağ, Milet, Apollon Tapınağı ve
İlyas Bey Külliyesi'ni bünyesinde barındıran Didyma
Ören Yeri için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne Dünya
Mirası Listesi'ni başvurulması için talep yazısı
ilettiklerini söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nün incelemesinden sonra
UNESCO tarafından 2 ön inceleme çalışmasının
yapılacağı ifade eden Üstündağ, ilçe olarak hak
ettikleri listeye bir an önce girmek istediklerini
dile getirdi.
Didim Ticaret Odası Meclis Üyesi ve Strateji
Geliştirme Komisyonu Başkanı Hikmet Atilla ise dünya
genelinde dünya miras listesine kayıtlı bin 7
kültürel ve doğal varlığın bulunduğunu, Türkiye’nin
de 13 alanla listede yer aldığını, 52 alanı
için adaylık sürecinin devam ettiğini ifade etti.

- Dünyanın en görkemli tapınağı Apollon
Antik coğrafyacı Strabon’un Didim’deki Apollon
Tapınağı’nı dünyanın en büyük ve en görkemli
tapınağı kabul ettiğini dile getiren Hikmet Atilla,
"Antik dünyanın en önemli kehanet merkezlerinden
biri olarak ünlenen tapınak, dört yanından
basamaklarla çıkılan bir platform üzerinde çift sıra
oturtulmuş, 124 sütunla çevrelenmiştir. İnşası MS
2.yüzyıl ortalarına dek süren görkemli tapınak, tam
olarak bitirilememiştir” dedi.

Didim’in 20 kilometre uzaktaki Milet’e heykellerle dolu kutsal yolla bağlı olduğuna dikkati çeken Atilla, antik çağın yedi bilgesinden biri olan Tales, dünyanın ilk haritasını yapan Anaksimandros, filozof ve tarihçi Hekaitos, şehir plancısı ve mimar Hyppodamos’un Milet’te yaşadığını kaydetti.
Atilla, Anadolu beylikleri dönemine ait olan
İlyas Bey Camii ve yanındaki medrese ile hamam
yapılarının ise Milet arkeolojik alanı içinde yer
alan benzersiz bir külliye olduğunu sözlerine
ekledi.
Hürriyet, 14.02.2015
|
MARMARAY'IN BATIK GEMİLERİ SERGİLENMEYE HAZIRLANIYOR
İstanbul Marmaray ve metro projeleri
kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında
Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin konservasyon
işlemleri devam ediyor - Ortaçağ'da Theodosius
Limanı'nın yer aldığı bölge olduğu bilinen Yenikapı
semtinde bulunan kalıntılar, İstanbul'a "dünyanın en
büyük batık gemi müzesini" kazandıracak - İÜ
Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Kocabaş:
- "Uzun ve zahmetli bir süreci, Türk bilim insanları
olarak tüm prosedürlerin hakkını vererek
sürdürüyoruz ve atılması gereken teknik adımların
tamamını titizlikle uyguluyoruz. Kazıdan sergilemeye
kadar geçen sürenin, Yenikapı 12 için 9-10 yıl
olması bekleniyor" .

İstanbul Marmaray ve metro projeleri kapsamında
yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da
bulunan, 8 yılda araziden taşınan 37 batık geminin
konservasyon (eserleri sergilemeye hazır hale
getirme) işlemleri devam ediyor.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi
Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı
Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı
Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Marmaray ve metro projeleri kapsamında
yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da
bulunan 37 batık geminin araziden taşınma işleminin
8 yılda tamamlandığını hatırlattı.
Kocabaş, İÜ uzmanlarının 2005-2013 yıllarında
Yenikapı kurtarma kazılarında ortaya çıkan
batıklardan 27'sinin aralıksız dokümantasyon
çalışmalarını yaparak araziden kaldırdığını
belirterek, geçen yıl İÜ Yenikapı Batıkları
Araştırma Merkezi'nde batıkların kazı sonrası
belgeleme, konservasyon-restorasyon ve analiz
çalışmaları üzerinde yoğunlaşıldığını söyledi.

Ortaçağ’da İstanbul’un en önemli limanlarından
“Theodosius Limanı”ndaki yapıların, on binlerce
arkeolojik eserin yanı sıra dünyanın en geniş
Ortaçağ tekne koleksiyonunun ülkeye kazandırıldığına
dikkati çeken Kocabaş, batık gemi kalıntıları
üzerindeki bilimsel çalışmaların sürdüğünü, en
eskisi yaklaşık bin 500 yaşındaki ahşap kalıntıların
restorasyonunun yıllar alabileceğini anlattı.
Dünyanın en geniş arkeolojik batık koleksiyonunu
gün ışığına çıkaran benzer kazıların Avrupa’nın
tarihsel dokusuyla ön plana çıkan kent merkezlerinde
de gerçekleştirildiğine işaret eden Kocabaş, "İlk
aklıma gelenler, İtalya’da Pisa, Napoli,
Roma, Norveç’te Oslo, Bulgaristan’da
Sofya, Yunanistan’da Atina, Selanik, Fransa’da
Marsilya, Danimarka’da Kopenhag, Hollanda’da
Amsterdam, İngiltere’de Londra,
Liverpool. Yenikapı’yı bunlardan özel kılan ise
zengin tabakalanmanın yanı sıra ele geçen batıkların
nitelikleri. Aynı zamanda burası başkent limanı ve
onun ihtişamına yakışır eserlerle karşılaştık"
değerlendirmesinde bulundu.

Yenikapı 12 batığının replikasını yapmayı
planladıklarını ancak ödenek sıkıntısı çektikleri
bilgisini veren Kocabaş, şunları söyledi:
"MS 9. yüzyıla tarihlenen Yenikapı 12 batığı
kargosuyla çok iyi durumda, günümüze ulaşmış ticaret
gemisidir. Yaklaşık 10 metre uzunluğundaki geminin
kıyı ticaretinde kullanıldığı ve şiddetli fırtına
esnasında Thedosius Limanı'nda battığı
düşünülmektedir. Geminin tekrar yapımı, kentin
zengin denizcilik kültürüne dikkat çekerek, bin
yıllık denizcilik geleneklerine tanık olma imkanı
sağlayacaktır. Oldukça teknik işlem basamakları
olan, detaylı ve titiz çalışma gerektiren süreçten
bahsediyoruz. Batığın kazısı 2007'de yapıldı ve şu
an konservasyonun son aşamalarına yaklaşmış
bulunuyoruz."
- "Teknenin illüstrasyon ve animasyonları
hazırlanmıştır"
Kocabaş, Yenikapı 12'nin 2007-2009 yıllarında
tuzdan arındırma prosedürünün sürdürüldüğünü dile
getirdi.
Kocabaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu tuz özellikle sergi aşamasında,
konservasyonda kullanılmış kimyasal maddeyle
tepkimeye girerek bozulmalara neden olabiliyor. Kazı
laboratuvarında ise teknenin ahşap elemanları
Yrd. Doç.Dr. Işıl Özsait Kocabaş denetiminde, Can
Ciner tarafından gerçek ölçülerinde 3 boyutlu
bilgisayar ortamında çizilmiştir. Kocabaş tarafından
hazırlanan doktora tezi kapsamında ahşaplar
üzerindeki detaylı analizler sonucunda, inşasında
kullanılan standart birimler, yapım ustasının
işaretleri, kullandığı aletler, ahşap elemanın
ağacın neresinden elde edildiği gibi pek çok bilgiye
ulaşılmıştır. Yenikapı 12’nin boyutları, kaybolmuş
kısımlarının biçimi ve tasarım ilkeleri
belirlenmiştir.

Bu verilere göre teknenin restitüsyon çizimleri
yapılmıştır. Daha sonra bu çizimler
etiketlendirilerek teknenin deniz üzerinde ve liman
içindeki durumunu gösteren illüstrasyon ve
animasyonları hazırlanmıştır."
İÜ Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ünal
Akkemik'in batığın adeta ahşap haritasını
hazırladığını vurgulayan Kocabaş, batığın suya
doymuş ahşaplarının konservasyon işlemlerinin
sürdürüldüğünü ve bir doktora tezi hazırlandığını
aktardı.
Kocabaş, gelecek yılın başında Yenikapı
12'nin, Türkiye'de ilk defa İÜ ekibinin kullandığı
dondurarak kurutma cihazıyla sergiye hazır hale
getirileceği bilgisini paylaşarak, "Bu işlemlerin
tamamlanmasının ardından batığın rekonstrüksiyonu
yani parçalar tek tek iskelet üzerinde
birleştirilerek sergilenebilecektir. Uzun ve
zahmetli bir süreci, Türk bilim insanları olarak tüm
prosedürlerin hakkını vererek sürdürüyoruz ve
atılması gereken teknik adımların tamamını
titizlikle uyguluyoruz. Kazıdan sergilemeye kadar
geçen sürenin, Yenikapı 12 için 9-10 yıl olması
bekleniyor" değerlendirmesinde bulundu.

- "Her yıl en az iki batığın konservasyonunu
bitirmeyi hedefliyoruz"
Kocabaş, tüm batıkların konservasyonunun
yapılacağını ancak 37 geminin hepsinin sergilenmeyeceğini vurgulayarak, bazı
kriterlere göre seçki yapılarak belli başlı
batıkların sergileneceğini belirtti.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin, bu konuda
kendilerinin ve batıklar üzerinde çalışan Dr. Cemal
Pulak'ın da görüşlerini alarak koleksiyon
hazırlanacağını düşündüğünü vurgulayan Kocabaş,
"Bunun da 10-15 gemiden az olmaması, koleksiyonun
ihtişamını sergileme açısından önemlidir. Esasen
kazı alanındaki batıklardan Yenikapı 36’nın
konservasyon çalışmaları 2014 içinde tamamlandı. Bu,
alanın en çok bozulmaya uğramış batıklarından
birisiydi ve bu nedenle ilk olarak bu batık ele
alınarak koruma-onarım işlemleri tamamlandı. Bundan
sonra da her yıl en az iki batığın konservasyonunu
bitirmeyi hedefliyoruz" ifadesini kullandı.

Kocabaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş'ın konuya büyük önem verdiğini ve müze
projeleri hazırlattığına işaret ederek, "Ben de
çalışma alanlarımdan biri olduğu ve pek çok su altı
arkeoloji-denizcilik müzesini teknik anlamda
incelemiş, bu konuda dersler veren akademisyen
olarak birkaç toplantıya katıldım ve görüşlerimi
aktardım. Umarım oluşturulan müze, İstanbul’un
tarihine, arkeolojisine, denizciliğine ışık tutan
çok katmanlı yapıda olur" dedi.
- "Amerikan bilim çevreleri, bu tür büyük
projelere çok ilgi gösteriyor"
Kocabaş, 2012'de projeyi anlatmak için “Amerika
turnesi" gerçekleştirdiklerini hatırlattı.

"Amerika'yı dolaşarak 22 günde 14 konferans
vermiştim Yenikapı ve batıklar hakkında" diyen
Kocabaş, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Amerika’nın önemli bilim merkezlerinde,
üniversite ve müzelerde konuşma fırsatı buldum.
Harvard Üniversitesi-Dumbarton Oaks, Smithsonian
Enstitüsü, Texas A&M Üniversitesi, The Museum of
History in Raleigh, Ocean Institute (Dana Point),
UCLA (University of California, Los Angeles)
bazıları. Onun dışında Kanada Büyükelçiliğimizin
davetiyle Toronto ve Ottowa’da, Houston
Başkonsolosluğumuzun davetiyle Science Museum'da
konferanslarım oldu. Nisanda da Boston
Başkonsolosluğumuzun davetiyle aralarında Harward
Üniversitesi Sanat Tarihi ve United Nations
Association of Greater Boston olmak üzere 3
konferans daha vereceğim.
Amerikan bilim çevreleri, bu tür büyük projelere
çok ilgi gösteriyor. Bu konferanslarda projenin
bilimsel yönünü anlatıyorum, aynı zamanda ülke
tanıtımına da katkı sağladığımı düşünüyorum.
Yenikapı’da bu dev altyapı projesi sürerken
devletimizin verdiği desteği, eski eserlere ve
kültüre verdiği önemi bir kez daha vurgulama imkanım
oluyor."
Hürriyet, Haber: Şengül Oymak, 13.02.2015
|
BULUNAN ŞAPELİN MOZAİKLERİ MÜZEYE GÖTÜRÜLDÜ

Isparta'nın Yalvaç
İlçesi'ndeki kazı
çalışmalarında açığa çıkarılan Erken Bizans
dönemine ait olduğu düşünülen şapeldeki taban
mozaikleri Antalya Restorasyon ve Konservasyon
Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü restoratörlerinin
katılımıyla Yalvaç Müze Müdürlüğü’ne taşındı.
Isparta'nın Yalvaç İlçesi Yukarıkaşıkara Köyü
Sarayyeri mevkiinde 2014 yılında Isparta Yalvaç
Müzesi Müdürlüğü başkanlığında ve Pisidia
Antiokheia Kazı Başkanı Prof.Dr. Mehmet
Özhanlı’nın bilimsel danışmanlığında kazı
çalışmaları gerçekleştirildi. Bölgede kaçak
kazılarla açığa çıkarılan mozaikli alanda
gerçekleştirilen kazı çalışmalarında bir şapel
yapısı açığa çıkarıldı. Zemini mozaik döşeli
olan şapelin duvarlarının devşirme malzeme ile
yapıldığı belirlendi.
ERKEN BİZANS DÖNEMİ
Hıristiyanlık ikonografisinin işlendiği mozaik
stil ve ikonografik olarak Erken Bizans dönemini
işaret ederken, yapının küçüklüğü, duvar örgüsü
ve ele geçen buluntular daha geç bir dönemi
düşündürüyor. Şapelin içten ve dıştan yarım
yuvarlak bir apsisi bulunuyor. Şapelin girişinde
4 parça taban mozaiği bulunurken, güneybatısında
yer alan taban mozaiği parçasının 295x160
santimetre olduğu tespit edildi.Başında hale
olan erkek figürünün tasvir edildiği taban
mozaiği parçasının doğu-batı yönünde bitkisel
motiflerle dikdörtgen çerçeve içerisinde tasvir
edildiği ve figürün iki elinde stilize balık
tasvirleri yer aldığı görüldü.
HRİSTİYANLIĞI VE İSA'YI SEMBOLİZE EDİYOR
Şapelin naos kısmında da taban mozaikleri tespit
edilirken, naosun güneyindeki taban mozaiğinde
yer alan balık tasvirinin Hıristiyanlığı ve
İsa’yı sembolize ettiği belirtildi. Taban
mozaiklerinde Roma döneminde sıkça görülen
bitkisel motifler de tasvir edildiği için
şapelde yer alan mozaiklerin teknik ve üslup
olarak Erken Bizans dönemine ait olduğu
düşünülüyor. Kazı çalışmalarında ayrıca bir adet
İslami dönem bronz sikke, cam eser parçaları ile
mimaride kullanılan insitu durumda olmayan çok
sayıda devşirme mimari parçalar bulundu.
KOORDİNAT FOTOĞRAF ÇEKİMLERİ YAPILDI
Mozaiklerin kaldırılması amacıyla belgeleme
çalışmaları kapsamında mozaiğin tüm parçalarının
asetat kağıdına birebir çizimleri ile çeşitli
açılardan standart ve dijital ortam çizimleri
için gerekli olan diogonal ölçülü, koordinatlı
fotoğraf çekimleri yapıldı. Kazı çalışmalarında
açığa çıkarılan taban mozaikleri, Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı
doğrultusunda Antalya Restorasyon ve
Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü
restoratörlerinin katılımıyla Yalvaç Müze
Müdürlüğü’ne taşındı.
Ajans Haber, 11.02.2015
|
KAYIP MERDİVEN GÖBEKLİTEPE'DE

Bonn Üniversitesi Eski Mısır Etnologu
Prof.Dr.
Ludwig Morenz “Göbekli Tepe kazılarını 16
yıl boyunca yürüten ve bu yaz yitirdiğimiz Prof.Dr.
Klaus Schmidt ortaya çıkardığı buluntular, 12 bin
yıl öncesinden resimlerden harf sembolüne giden,
Eski Mısır alfabesinin oluşmasına yol açan evrimin
çok önemli kanıtı” olduğunu belirtti.

Göbekli Tepe ve 150 km genişliğindeki çevrelerde
bulunan 20'yi aşkın resimlerin taş devri döneminin
ilk sembolle anlaşmanın ürünü olduğu ve duygu,
düşünce ve eylem arasındaki bağın ilk ürün olmasıyla
bir devrimin başlangıcı olduğunu belirten Morenz
"Göbekli Tepe'de bulunanlar resim ve harfler
arasındaki evrimin eksik olan merdivenini bizlere
gösteriyor. 12 bin yıl önce bu bölgede yaşayanlar,
bir çember içindeki “ T” çizgisiyle (formuyla) ortak
bir dilin kullanılmasının ilk örneğini oluşturuyor.
Daha önceki resimler, yani İspanya'da, Mısır'daki
resimlerde insanların avladıkları, korktukları
hayvanları anlatırken, bu bölgedeki insanlar
biçimlendirilmiş resimleri bir iletişim sembolü
olarak kullanılmasıdır.Bu yeni bir dönemin
başlangıcı özelliği taşıyor. Diğer bir anlatımla
medyanın ilk kullanılması olarak da görebiliriz.
Üstelik burada bulunanlardan bu sembollerin cepte
taşınacak kadar küçük taşlardan olması, bu
sembollerin iletişim aracı olarak da kullanıldığını
kanıtlıyor" dedi.
Cumhuriyet, Haber: Mete Kızık, 01.02.2015
|
08 - 14 Şubat 2015
|
TARİHİ SİLUETİ BOZAN
ÜÇÜZLERİN RUHSATINI PATAGONYA MI VERDİ?
Danıştay’ın tarihi
silueti bozan katları tıraşlama kararına rağmen
16/9’da herhangi bir adım atılmadı. Eleştirilere
katılmakla birlikte konunun ruhsat izni kısmına
dikkat çeken Ali Ağaoğlu, “Mesut Bey (Toprak) orayı
ruhsatsız yapmadı. Tamam eleştirelim ama önce
sormamız lazım, ruhsatı Patagon-ya’dan mı aldı? ‘Muz
Cumhuriyeti’nden mi aldı? Önce izni verenlerin
sorgulanması lazım.” dedi.
Ağaoğlu Şirketler Grubu
Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, Türkiye’de
itibarı en düşük sektörün inşaat olduğunu söyledi.
“Ancak en gelişmiş ülkelerde lokomotif. Mesela
ABD’de inşaatın milli hasılasındaki payı yüzde 8. Bu
rakam Türkiye’de yüzde 5 seviyesinde. Burada en
önemlisi güven problemi.” diyen Ağaoğlu, bir proje
için aldığı ruhsatın sonradan iptal edilmesinin
sektörde güvensizliğe sebep olduğunu söyledi.
“Ruhsatın güvencede olması lazım. Mesela
Zeytinburnu’ndaki 16/9 projesi. Mesut Bey orayı
ruhsatsız yapmadı. Tamam adamı idam edelim ama önce
sormamız lazım, ruhsatı Patagonya’dan mı aldı? ‘Muz
cumhuriyeti’nden mi aldı? Önce izni verenlerin
sorgulanması lazım. Ceza varsa önce ona
uygulanmalı.” dedi.
Zaman (Kısaltarak)
Haber: Arif Bayraktar, 13.02.2015
|
TAKSİM KIŞLASI HORTLAR
MI?
Taksim, Beyoğlu
bölgesine bakan 2 Nolu Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu’ndan ismini vermek isteyemeyen bir üye ile
görüştüm. Gezi Parkı’na yapılmak istenen Topçu
Kışlası’nın oraya yapılmasının önünde hiçbir engel
olmadığını söyledi. İtiraz ettim, ‘mahkeme kararları
var, planlar iptal nasıl engel olmaz’ dedim.
Açıklamaya başladı, şaşırdım…
Taksim yayalaştırma
projesi ve Gezi parkına kışlanın yapılabilmesinin
dayanağı olan 1/5000 ölçekli Beyoğlu Koruma amaçlı
Nazım İmar Planı ile 1 / 1000 ölçekli Uygulama imar
planları mahkemece iptal edildi. 2 No’lu Koruma
Kurulu 11.12.2012 tarih ve 883 sayılı kararı ile
ortasında buz pateni olan Topçu Kışlası’na ait avan
projeyi reddetmişti.
Hatırlanacağı gibi
dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’da ‘o kurulun
da üzerinde de kurul var’ açıklaması yapmıştı. Bu
açıklamadan kısa bir süre sonra Kültür Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu 27.02.2013 tarih 139 sayılı
karar ile avan projenin uygun olduğuna 2 Nolu Koruma
Kurulu kararını da iptal etmişti.

Koruma Yüksek Kurulu’nun
139 sayılı kararına hem TMMOB hem de Taksim Gezi
Parkı Koruma ve Yaşatma Derneği dava açtı. İstanbul
4.İdare Mahkemesinde 2013/994 sasında TMMOB Şehir
Plancıları Odası-Mimarlar Odası tarafından Kültür
Varlıkları Yüksek Kurulun 27/02/2013 tarih ve 139
sayılı kurul kararının iptalini istemiş, mahkeme
ehliyet yönünden reddetmişti. Odalar temyiz etmiş,
Danıştay 24.10.2013 tarih 2013/7093 sayılı karar ile
mahkemenin kararını bozmuştu. Dava süreci devam
ediyor.

İstanbul 6.İdare
Mahkemesi 2013/956 esasında Taksim Gezi Parkı Koruma
Derneği’de Koruma Yüksek Kurulu’nun 139 sayılı
kararının iptali istemiyle dava açtı. 19.06.2013'te
yürütmeyi durdurma kararı verildi. Bakanlık itiraz
edince, 17.07.2013'te önce yürütmeyi durdurma kararı
kaldırıldı daha sonra 21/02/2014 tarih ve K:2014/277
sayılı karar ile davanın reddine karar verildi. Dava
temyiz aşamasında.

İstanbul 9.İdare
Mahkemesi’nde 2013/940 esasında Uğur Emine
Erdoğmuş’un 139 sayılı kurul kararının iptali
istemiyle açtığı dava da reddedildi. Aynı şekilde
Nazlı Eğinlioğlu İstanbul 2.İdare Mahkemesi’nde
Yüksek Kurul kararını iptali sebebiyle açmış olduğu
dava da süre aşımı yönünden reddedildi.

Bu durumda temyizden bu
davalarla ilgili olumlu bir sonuç çıkmaz ise hali
hazırdaki buz patenli proje yürürlükte olur. Beyoğlu
Koruma amaçlı Nazım İmar Planı hazırlıklarının da bu
doğrultuda olduğu ortada. 2015 – 2019 yıllarını
kapsayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Stratejik
Plan içinde de Taksim Kışlası Restitüsyon
Projesi’nin yer alması boşuna değil.

Bir başka açı daha var.
İstanbul Çevre Kültür ve Tarihi Eserleri Koruma
Derneği 10.06.2014 tarihinde Koruma Kurulu’na
başvuru yaparak ‘’Taksim Kışlası ile Mete caddesine
bakan orta bloğun mescid olduğu gerekçesiyle ihyası
ve tescilini istedi. Kurul bu talebe mahkeme aşaması
devam ettiği için işlem yapılamayacağını belirtti.
Mahkemeler temyizde sonuçlandıktan sonra bu talep
yeniden gelebilir ve Koruma Kurulu bu talebi
sonuçlandırmak zorunda kalır.

İşte kurul üyesinin bu
anlattıklarından sonra Topçu Kışlası’nın ihyasının
yeniden gündeme geleceğine ikna oldum. Açıkçası
temyizden de çok umutlu olmadığımı söyleyebilirim.
Koruma Yüksek Kurulu’nun 139 sayılı kararı halen
yürürlükte ve bu durum kışlanın yeniden inşasına
onay veriyor. Beyoğlu Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planlarına da işlenmesi halinde kışlanın hortlaması
mümkün görünüyor.



Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 13.02.2015
|
ARKEOLOGLAR DERNEĞİ, CHP ANKARA MİLLETVEKİLİ AYLİN NAZLIAKA'YA TEŞEKKÜR ZİYARETİNDE BULUNDU

Derneğin girişimleriyle arkeologların ek göstergesinin 3600’e yükseltilmesi için Meclis Başkanlığına Kanun Teklifi veren CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’ya teşekkür ziyaretinde bulunuldu.
Dernek Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları, Başkan Yardımcısı M. And Atasoy ve Yönetim Kurulu Üyesi Aynur Talaakar’dan oluşan heyetle gerçekleştirilen ziyarette; Dernek Başkanı Soner Ateşoğulları, arkeologların kazılar yoluyla paha biçilemeyecek eserleri toprak altından çıkartarak envanterlenmesi, korunması ve müzelerde sergilenmesi gibi hizmet özelliği açısından oldukça zahmetli ancak bir o kadar da önemli görev üstlendiğini dile getirdi. Bu nedenle 657 sayılı Kanunun Teknik Hizmetler Sınıfı başlıklı bölümünün (a) bendine “…Yüksek Mimar ve Mimar…” ibaresinden sonra gelmek üzere “Arkeolog” ibaresinin eklenmesini talep ettiklerini vurguladı.
Ziyarette Türkiye’nin birçok uygarlığa beşiklik etmiş zengin arkeolojik geçmişe sahip bir ülke olduğu, arkeologların kazı ve araştırmalar yoluyla Anadolu’nun ve insanlığın binlerce yıllık tarihine ışık tutacak bilgileri büyük bir özveri ile elde ederek, insanlığın hizmetine sunmaya çalıştığı, Anadolu’nun zengin tarihi ve kültürel mirasını ortaya çıkartarak korumak gibi önemli ve zahmetli bir misyonu üstlenmelerine rağmen, ülkemizde gereken değeri görmedikleri dile getirildi.
Öte yandan büyük idealler ile bu mesleği seçenlerin büyük bir kısmının mezuniyet sonrasında mesleğiyle ilgili iş bulamadığı, mesleğine ilişkin bütün umutlarını kısa sürede kaybettiği, derneğimizin verilerine göre ülkemizde halen 12.000 kadar işsiz arkeolog bulunduğu, her yıl üniversitelerin arkeoloji bölümünden mezun olan arkeologların sayısı yaklaşık 2.850 iken, yılda kamuda iş bulabilenlerin sayısının yüzde 1’i bile bulmadığı ifade edildi. Ziyarette arkeologların çalışabilecekleri kurumların Üniversiteler, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulları, Belediyelerin bünyesinde bulunan KUDEB’ler, özel müzeler, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Maden Tetkik Arama Enstitüsü gibi kamu kurumları olduğunu, dolayısıyla çalışma alanlarının oldukça sınırlı olduğunu, buna bağlı olarak da personel alımının çok az sayıda olduğu ifade edildi...
Arkeologların istihdam sorununun çözülebilmesi için, arkeologlara mesleklerini yapabilecekleri yeni çalışma alanlarının açılması gerektiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve üniversiteler dışında da iş bulabilmelerinin sağlanması gerektiğini de ifade ettik. Yaşanmakta olan bu olumsuzluklara devletin en kısa sürede bir çözüm bulması gerektiği, devlet ve özel üniversitelerden mezun olan çok sayıda arkeoloğa yeterli iş olanağı yaratma yolunun bulunması gerektiği dile getirildi.
CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka da arkeologların mağduriyetinin giderilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi ve diğer çağdaş ülkelerde olduğu gibi toplumda statülerinin yükseltilmesi için mecliste gerekli desteği vereceğini ve özellikle arkeologların ek göstergesinin 3600’e çıkarılması konusunun takipçisi olacağını ifade ederek, geçmişimizi araştırıp geleceğimize ışık tutan bu bilim dalını uygulayan meslek grubuna sahip çıkmanın kendileri için de önemli olduğunu vurguladı.
TAY Haber, 13.02.2015 |
JOSE MARTİ'YE KALAS
DESTEĞİ
Erdoğan,
Havana’daki yabancı
bir devlet başkanına ait tek büst olan Atatürk
büstüne çiçek bıraktı. Ardından da Küba’nın ulusal
kahramanı Jose Marti anıtını ziyaret etti. Aynı
zamanda büyük bir ozan da olan Jose Marti’nin de
Türkiye’de iki büstü var. Bunlardan biri
İstanbul
Esenyurt’ta, diğeri
ise
Ankara’da. Çankaya
Belediyesi 2006’da içinde büstünün de bulunduğu Jose
Marti Parkı’nı açmıştı. Parkın içindeki büst, Kasım
2013’te bazı kişilerce tahrip edilmiş ancak büstü
yapan heykeltıraş Metin Yurdanur yenisi yapmıştı.
İstanbul’daki Jose Marti büstü ise bakımsızlıktan
dökülüyor.
Esenkent Mahallesi’ndeki
Havana Parkı’nda Atatürk’ünkiyle yan yana bulunan
büstteki mermer plaka dökülmüş. Düşmek üzere olan
büst ise çevredeki inşaatlardan alınan ince bir
kalas ile desteklenerek ayakta duruyor.
‘İnönü değil
mi o?’
Jose Marti’ye ait
büstte isim yazmadığı gibi ünlü şair hakkında
bir bilgi de bulunmuyor. Çevredeki vatandaşlar
onu tanımıyor. Bölgede yaşayan ve torununu okula
götürürken devamlı parkın önünden geçen 79
yaşındaki Fatma Güneş, “Parka hem torunumu hem
de köpeğimizi gezdirmek için sık sık geliyoruz.
Büstlerden biri Atatürk’e ait. Yanındaki de
İsmet İnönü’ye benziyor yavrum. Jose Marti kim
bilmiyorum hiç duymadım” diye konuşuyor. yani
Esenyurtlular Jose Marti’yi İsmet İnönü olarak
bağırlarına basmış durumda. Tek tük
hatırlayanlar ise 3-4 yıl öncesine kadar ünlü
şairin doğum günlerinde program düzenlendiğini
yerel yetkililer ile Kübalı temsilcilerin
törenlere katıldığını belirtiyor. Ancak bir
süredir ziyarete gelen olmadığını anlatıyorlar.
Havana’daki
Atatürk büstü çok bakımlı
Esenyurt’taki
Havana Parkı eski belediye başkanı Gürbüz
Çapan’ın 1993’teki Küba ziyaretinin ardından
açıldı. Çapan’ın yaptırdığı Atatürk büstü
Havana’ya gönderilirken, Küba’dan gelen Jose
Marti büstü 19 Mayıs 1995’te sergilenmeye
başlandı. Havana’daki Atatürk büstü
eskiyince 2008’de heykeltraş Metin
Yurdanur’un yaptığı yenisiyle değiştirildi.
Guantanamera
şarkısını yazdı
Kübalı ozan Jose
Marti (1853-1895) 1869’da özgürlük düşünceleri
yüzünden hapsedilerek
İspanya’ya
sürüldü. Bir süre
New York’ta
gazetecilik yapan Marti, Küba Devrimci
Partisi’ni kurarak
Venezuela’ya
geçti. Küba’nın İspanyollara karşı verdiği
özgürlük savaşını başlatan Marti, 42 yaşında Dos
Rios savaşında öldürüldü. Ünlü Guantanamera
şarkısının sözlerini yazan Marti, Güney
Amerika’nın en
çok saygı duyulan özgürlük kahramanlarından
biri.
Vatan, 12.02.2015
|
DÜNYANIN EN PAHALI
HEYKELCİSİ GİACOMETTİ PERA MÜZESİ'NDE

Walking Man I' adlı
heykeli 2010 yılında 104.3 milyon dolara satılarak
tüm zamanların en yüksek fiyata satılan heykeli
rekorunu kıran 20. yüzyıl sanatının büyük ismi
Alberto Giacometti'nin 31'i heykel toplam 123 eseri
Pera Müzesi'nde sanatseverlerle buluşuyor.

Suna ve İnan Kıraç
Vakfı Pera Müzesi, kuruluşunun 10. yılı kutlama
programını dünya sanatında çok özel bir yeri olan
Alberto Giacometti’nin seçme yapıtlarından oluşan
bir sergiyle başlatıyor. ‘Walking Man I’ adlı
heykeli 2010 yılında 104.3 milyon dolara satılarak
tüm zamanların en yüksek fiyata satılan heykeli
rekorunu kıran 20. yüzyıl sanatının büyük ismi
heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti’nin
(1901-1966) retrospektif bir yaklaşımla hazırlanan
Türkiye ’deki ilk kapsamlı sergisi, 11 Şubat – 26
Nisan 2015 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde
sanatseverlerle buluşuyor.

Paris, Giacometti
Vakfı’nın katkılarıyla hazırlanan ve vakfın
yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünü
yaptığı sergi, Giacometti’nin gençlik dönemi
çalışmalarından son yapıtlarına ve tamamlanmamış bir
eserine dek büyük ölçüde, sanatçının yaşamı boyunca
çalıştığı Montparnasse’taki atölyesinde geçen
verimli sanat yaşamını gözler önüne seriyor.

Sergi, Giacometti’nin
çalışmalarının belirleyici iki dönemi olan, II.
Dünya Savaşı öncesi ve sonrası çevresinde, Paris’te,
dönemin önde gelen sanatçı ve entelektüelleriyle
dostluklarına da uzanan zamandizinsel ve tematik bir
güzergah sunuyor.

Gençlik dönemi
yapıtlarına ayrılan ilk bölümde, az bilinen bir dizi
resim üstünden, babası, İsviçreli art-izlenimci
ressam Giovanni Giacometti’nin etkisi ve genç
sanatçının gelişimindeki rolü ortaya konuyor.
Alberto Giacometti’nin 1922-1935 arasında,
post-kübist sanatçılar ve gerçeküstücü akımla
ilişkisi, Paris’te yaptığı önemli bir heykel grubu,
Paris’teki ilk yıllarını ve dönemin sanat sahnesinde
oynadığı belirleyici rolü açığa vuruyor.

İkinci bölüm, büyük
yapıtlarla birlikte çoğunluğu 1950-1960 yılları
arasında gerçekleştirilmiş, sanatçının dünya
algısını geliştirdiği ve gerçeği olduğu gibi değil
de gördüğü gibi yansıttığı olgunluk dönemi
yapıtlarını ele alıyor. Bu, ayrıca insan figürü
üstüne çok yoğun biçimde çalıştığı bir dönem.
Giacometti, resimde olduğu gibi heykelde de doğadan
ya da bellekten aralıksız çalışıyor, yakınlarının
yüz çizgilerinde insanlığın evrensel ifadesini
yakalamaya uğraşıyor.

1960’lı yıllarda
Giacometti, yaşadığı kent olan Paris’e sokaklarını,
kafelerini, atölyesini ya da karısı Annette’in
dairesi gibi daha özel yerleri de çizerek saygısını
sunuyor ve bu çizimler onun en son kitabı ‘Paris
sans fin’ı (Sonsuz Paris) oluşturuyor. Sergide söz
konusu çizimlerden geniş bir litografi seçkisi de
yer alıyor.
Sergiye ayrıca arşiv belgeleri (mektuplar, hazırlık
desenleri, yayınlar) ve dönemin önde gelen
fotoğrafçılarının sanatçıyı yorumladığı bir fotoğraf
seçkisi de eşlik ediyor.

Alberto
Giacometti’nin toplam 123 eserinin (35 heykel, 19
resim, ‘Sonsuz Paris’ dizisinden 37 desen, 28
fotoğraf ve 4 arşiv belgesi) yer aldığı sergi 26
Nisan’a kadar Pera Müzesi’nde.

Alberto
Giacometti'nin ‘Walking Man I’ adlı heykeli 2010
yılında 104.3 milyon dolara satılarak tüm zamanların
en yüksek fiyata satılan heykeli rekorunu kırmıştı.




Radikal, 12.02.2015
|
"UNESCO ARTIK DAHA
ANLAYIŞLI"

Tartışma yaratan
Haliç Metro Köprüsü’nün mimarı Hakan Kıran,
UNESCO ile yeni bir döneme girildiğini
belirterek, “UNESCO artık yeni yapılara daha
anlayışlı bakıyor” dedi.
Tarİhİ yarımadanın
siluetini bozacağı için
İstanbul’u
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nden
çıkarılma tehlikesine sokan Haliç Metro Köprüsü
bir yıl önce, 15 Şubat tarihinde açıldı. Köprü,
projenin açıklandığı 2005 tarihinden itibaren
ciddi itirazlar ve tartışmalara sahne olmuştu.
UNESCO, 2009’daki
olağan toplantısında Türkiye’yi, tarihi
yarımadada yapılacak düzenlemeler, özellikle de
Haliç Metro Köprüsü’yle ilgili gerekli
revizyonlar yapılmadığı takdirde bölgenin
‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası’ listesine
alınabileceği konusunda uyarmış, belediye
planları revize etmek durumunda kalmıştı. Ancak
UNESCO’nun yeniden uyarması üzerine köprünün
inşaatı 2010-2011 tarihleri arasında durduruldu.
UNESCO’nun tarihi yarımadayla ilgili 2012 ve
2013 raporlarında, bazı düzeltmelere rağmen
“köprünün tarihi yarımadaya olumsuz etki
edeceği” yolundaki endişeler yine vurgulandı.
2014 raporunda ise hiç değinilmedi. UNESCO’nun
Dünya Mirası Komitesi’nin bu yıl haziran ayında
Almanya’nın Bonn kentinde yapacağı toplantıda
tarihi yarımada yeniden gündemde olacak. Bu
çerçevede en çok merak edilen sorulardan biri
UNESCO’nun Haliç Metro Köprüsü konusunda nasıl
bir tutum alacağı.
‘Artık müze
kentte yaşamak İstemiyoruz’
UNESCO Genel Direktörü Irina Bokova’nın
geçen ay başında İstanbul’a yaptığı
ziyaretindeki “Haliç Metro Köprüsü Projesi
tarihi yarımadanın etkilenmemesi için UNESCO’nun
uyarılarıyla yeniden düzenlendi. Yönetim de
diyaloğa açık” sözleri UNESCO ile ilişkilerin
düzelmekte olduğuna işaret ediyor. Köprünün
mimarı Hakan Kıran da UNESCO’yla ilişkilerin
yeni dönemde çok daha bilimsel bir çerçeveye
oturmakta olduğunu belirterek şöyle dedi: “Artık
sistem çalışıyor. Ayrıca köprü tartışmaları,
başka şehirlerdeki tarihi alanlara yapılacak
çağdaş yapılarla ilgili referans oldu. Dresden,
Londra, St. Petersburg ve Bordeaux da bizimle
aynı tartışmaları yaşıyor. ‘Artık müze kentte
yaşamak istemiyoruz’ anlayışı ortaya çıktı. Bu
görüş bizdeki köprü tartışmaları üzerinden
etkinleşti. UNESCO, yeni yapıları daha anlayışla
karşılamaya başladı.”
‘PROBLEM KÖPRÜNÜN MİMARİSİ DEĞİLDİ’
UNESCO’nun itirazlarının köprünün
tasarımıyla ilgili olmadığını söyleyen Kıran
sözlerini şöyle sürdürdü: “Proje, 1985’te metro
ağı planlarının hazırlanması sırasında, metronun
Haliç’in üzerinden geçme kararıyla gündeme
alındı. Benim tasarımım 2005’te Koruma Kurulu
tarafından tasdik edildi. Ardından itirazlar
gelmeye başladı. Esas problem köprünün mimarisi
değil, UNESCO’yla imzaladığımız anlaşmanın
yükümlülüklerinin yerine getirilmemesiydi.
Yapılacak köprünün incelenmesi gerekiyordu ve
kızmakta haklılardı. Nihayetinde inşaat bir yıl
süreyle durduruldu. UNESCO’nun kurduğu bağımsız
bir heyet denetiminde inşaatı tamamladık.
Böylece UNESCO danışmanlarının görevi sona
erdi.”
‘ZAMANLA ANLAŞILACAK’
Peki UNESCO’yla ilişkilerin düzelmesi,
insanların köprüyle ilgili algısını değiştirecek
mi? Kıran bu soruyu, “Tek yönlü bilgilenmiş
insanlara yeniden bakma fırsatı doğabilir” diye
cevaplıyor: “O zaman son derece iyi çözülmüş,
karakterli, 21’inci yüzyılı temsil eden bir yapı
görecekler. Köprünün anlaşılması zaman alabilir.
Korumacılık anlayışı da değişiyor. Örneğin Paris
bu konuda en gelişmiş şehirlerden. Zamanında
Louvre Müzesi’nin meşhur piramidi yapıldığında
protesto gösterileri düzenlenmişti. Şimdiyse
piramitlerini kimseyle paylaşmak istemiyorlar.
Bu süreçler her yerde yaşanıyor.”
Neden tartışma
yarattı?
Köprü projesi Temmuz
2005’te Koruma Kurulu’nca onaylandı. Ancak
uzmanlar köprünün kulelerinin Süleymaniye
Camisi’ni gölgelediği ve tarihi yarımadanın
siluetini bozduğu gerekçesiyle köprünün
tasarımına karşı çıktı. Mart 2012’de İstanbul
SOS Girişimi, aralarında Orhan Pamuk, Cemal
Kafadar, Ara Güler ve Serra Yılmaz gibi
isimlerin de bulunduğu 4 bin kişinin imzaladığı
‘Başka Bir Köprü Mümkün’ dilekçelerini Belediye
ve Cumhurbaşkanlığı’na gönderdi.
Hürriyet, Haber: Zeynep
Bilgehan, 12.02.2015
|
MÜZEDEN LAHİT TAŞIMA

Hatay’da 28 Aralık Pazar
günü Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da katılımıyla
açılan Hatay Arkeoloji Müzesi, 10 Şubat Salı günü
tarihi anlar yaşadı. 1993 yılında yapılan bir temel
kazısı sırasında tesadüfen bulunan ve MS 3. yüzyıla
tarihlendirilen Antakya Lahdi alınan yoğun
güvenlik önlemleri
eşliğinde yeni yerine taşındı.
1993’ten bu yana eski müzede kendisi için düzenlenen
özel bir alanda sergilenen, kapağıyla birlikte 10
ton civarında ağırlığa sahip olan lahitin taşınması
oldukça zordu. Arkeologlar, uzman restoratör ve
müzecilerin gözetiminde haftalar öncesinden yapılan
planlamalar ve alınan koruma önlemleri sonucunda 10
Şubat günü taşıma gerçekleşti ve lahit artık yeni
evine kavuştu.
Antakya Lahdi’nin müzedeki en önemli ve taşınması en
zor eserlerden biri olduğunu söyleyen Arkeolog Şule
Açıkgöz, “Yoğun bir süslemeye sahip olan lahitin
zarar görmeden müzemize taşınması çok büyük ve
tarihi bir sorumluluktu bu süreci başarıyla atlatmak
hepimiz için gurur verici” dedi. Vinç ve
forkliftlerin eşliğinde müzenin teşhir ve tanzim
işlerini yapan Reskon Mimarlık’ın üstlendiği taşıma
Mimar Jeni Naseh, Restorarör Celalettin Küçük,
Arkeolog Şule Açıkgöz ve Hatay Arkeoloji Müzesi
arkeologlarından Ömer Çelik tarafından yapıldı.
Antakya Lahdi,
İstanbul Arkeoloji
Müzesi'ndeki İskender Lahdi'nden sonra gelmiş geçmiş
en önemli eserler arasında sayılıyor. Yoğun ve çok
ayrıntılı süslemeye sahip olan lahitin taşınması
sırasında oluşabilecek en ufak bir hata bile zarar
verebilirdi. Bunun için çok hassas ve özenli
bir çalışma gerçekleştirildi.

ANTAKYA LAHİTİ
Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, Antakya´nın
Harbiye Caddesi Kışlasaray Mahallesi'nde SİT sahası
içerisinde bir temelin hafriyatında bulundu. Roma
İmparatorluğu döneminde moda olmuş ve Anadolu'nun
birçok yöresinde de kullanılmış olan Sidamara olarak
bilinen lahit grubuna giren Antakya Lahdi, ters
tekne (semerdam) şeklindedir ve burmalı sütunlarla
süslenmiştir. Lahdin, içinden çıkan sikkelerden yola
çıkarak MS 265–270 yılları arasında yapıldığı tahmin
edilmektedir. Lahit 2.47 m uzunluğunda, 1.22 m
genişliğinde, 1.20 m yüksekliğindedir. Üzerindeki
betimlemelerden aristokrat bir aileye ait oldugu
anlaşılan lahtin içinden yetişkin bir kadına,
yetişkin bir erkeğe ve genç bir kıza ait kemikler
çıkmıştır. Lahdin kapak bölümünde yüzleri işlenmemiş
uzanan bir erkek, bir kadın, iki çocuk, bir at ve
kuş figürü yer almaktadır. Kapağın kenarında çeşitli
yaratıklar, köşelerinde ise Pan ve satyr
kabartmaları bulunur. Kapaktaki eroslar, çiftin
huzurlu bir evlilik yaşamış olduklarının işareti
sayılmaktadır.
Radikal, Haber: Lora
Baytar, 12.02.2015
|
KAYIP TABLO DAVASINDA
TAHLİYE
Devlet Resim ve
Heykel Müzesi’nden kaybolan 302 eserle ilgili
başlatılan soruşturmada tutuklanan galerici
Orhan Dağhan Özil ile antikacı Mete Aktuna
tahliye edildi. Soruşturma kapsamında tutuklanan
ve çete lideri olduğu iddia edilen Ahmet Sarı
ile müzenin güvenlik görevlisi Veli Topal
cezaevinde kaldı.
İKİ AYDIR
TUTUKLUYDU
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında
aralarında eski müze müdürü Ö.O.G. ile müze
müdür yardımcısı A.A.T.’nin de bulunduğu 18
kişiyi geçen aralık ayında gözaltına almıştı.
Şüphelilerin sorgusunun ardından çete lideri
olduğu iddia edilen Ahmet Sarı, müzenin güvenlik
görevlisi Veli Topal ile antikacı Mehmet Tuna
tutuklandı. O sırada yurtdışında bulunan
galerici Orhan Dağhan Özil ise daha sonra
kendisi gelerek savcılığa teslim oldu,
sorgusunun ardından tutuklandı. Yaklaşık iki
aydır cezaevinde bulunan şüpheliler için yapılan
itiraz sonucunda, Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliği,
30 Ocak günü Özil’in “kaçma şüphesinin
bulunması”, “delil karartma ihtimalinin
bulunmaması” gerekçesiyle tahliyesine karar
verdi. Diğer şüphelilerin tutukluluk halinin
devamına yönelik karara yapılan itiraz üzerine
Ankara 5. Sulh Ceza Hakimliği, antikacı Mete
Aktuna’nın da tahliyesini açıkladı.
Hürriyet, 12.02.2015
|
RESTORASYON İÇİN
RHODİAPOLİS'TE YER TESLİMİ YAPILDI
Kumluca Belediyesi
tarafından, Rhodiapolis antik kentindeki tiyatro ve
stoanın (sütunlu galeri) restorasyonu için
gerçekleştirilen ihale sözleşmesinin imzalanmasının
ardından yüklenici firmaya yer teslimi yapıldı.
Kumluca Belediye Başkanı
Hüsamettin Çetinkaya, yer tesliminin ardından
yaptığı açıklamada, Rhodiapolis antik kentinde
Akdeniz Üniversitesi tarafından 2006 yılında kazı
çalışmaları başladığını hatırlattı.
Belediye olarak antik
kentte yürütülen çalışmalara büyük destek
verdiklerini belirten Çetinkaya, şunları söyledi:
"Kazı ekibi burada
başarılı bir çalışma yürüttü ve antik kentin büyük
bölümü gün yüzüne çıktı. Bundan sonra restorasyon
çalışması yapılacak, bu konuda ihale yapıldı ve yer
teslimi gerçekleştirildi. İnşallah restorasyon
çalışmaları belirlenen süreden daha önce tamamlanır
ve ilçemizin tarih ve turizme açılan penceresi
olacak Rhodiapolis Antik Kenti insanların ziyaretine
açılır."
Restorasyon ihalesinin
kazanan Er-Bil firması sahibi Bilal Tunç da firma
olarak daha önce başka illerde de antik ve tarihi
mekanlarda restorasyon çalışması yürüttüklerini
anlattı. Rhodiapolis antik kentini tarihi dokusuna
en uygun şekilde restore edeceklerini belirten Tunç,
ihaleye göre çalışmaların 400 iş gününde
tamamlanması gerektiğini bildirdi.
Firma olarak belirlenen
süreden önce işi tamamlamak istediklerini ifade eden
Tunç, "Böyle güzel bir antik kentin restorasyon
işini firma olarak gerçekleştirecek olmaktan dolayı
çok mutluyuz. Restorasyon çalışmalarını
tamamladığımızda bu mutluluğumuz daha da
artacak" diye konuştu.
Hürriyet, 11.02.2015
|
FOÇA'DA FIRTINA 350
YILLIK KONAĞI YIKTI

Foça’da üç gündür devam
eden fırtına zaman zaman etkisini artırması ilçede
hayatı olumsuz etkiledi. Saatteki hızı 90
kilometreyi bulan tam poyraz fırtınası Tarihi
Beşkapılar Kalesi’nin bitişiğindeki mülkiyeti Güler
Sanlı’ya ait olan 15 yıldır kullanılmayan taş
binanın yıkılmasına neden oldu. Binanın duvarlarının
yıkıldığı sırada çevrede kimse olmaması nedeniyle
yaralanan ya da ölen olmadı.
“AŞIRI KORUMACILIK
TARİHİ ESERİ KAYBETTİRİYOR”
15 odalı konağın onarım
gerektirdiği için 2000′li yılların başında
boşaltıldığını belirten Foçalı turizmci Işıl Dirim
Kavitaş, restorasyon için gerekli iznin
verilmediğini öne sürdü. Kavitaş, “Önce depremlerde
köşeleri ayrıldı. Daha sonra içeriye izinsiz giren
madde bağımlıları ve evsizlerce çıkarılan yangınla
çatısı tutuştu. Binanın korunması ve arz ettiği
tehlikeye önlem alınması için komşularla birlikte
defalarca yazılı müracaat ettik. Biz bu süreçte
birkaç projeyle başvurularımızı yeniledik. Kimisi
reddedildi. Kimisi düzeltmeler ve değişiklikler
yapılması istenerek iade edildi. Fazla korumacılıkta
zarar veriyor. Tarihi eserlerin aşırı korumacılıkla
ve uzayan zaman nedeniyle tamamen kaybediyoruz” diye
konuştu.
“MALİYET 10 KAT
ARTTI”
Bu işin önemli bir maddi
boyutu olduğunu da vurgulayan Kavitaş, şunları
söyledi:
“İlk başvurumuzda aslına
uygun restore edebilecek durumdaydık. Ama aradan
geçen zaman binayı iyice harap etti. Şimdi onarım ve
restorasyonun maliyeti belki 10 katına çıktı. Biz bu
binayı durumumuz uygun olduğunda yine onarmak,
restorasyonunu yapmak istiyoruz. Bu konuda
bürokratik işlemler için ilgili kurumlardan, parasal
konularda da devletten destek istiyoruz.”
“YIKMAK İÇİNDE YAPMAK
İÇİNDE İZİN YOK”
Binanın sahipleri olarak
ne yapacaklarını bilemediklerini vurgulayan Kavitaş,
“Yıkmak istiyoruz izin verilmiyor. Yapmak istiyoruz
yine izin yok. Binanın yıkılmaması için bir taş
koysam ağır cezalık suç ama yıkıldığında altında
biri kalsa hesabını yine bizden soruyorlar. Bugün
yine yıkım için Foça Belediyesi’ne dilekçe ile
müracaat ettik. Ama hemen sonuç alacağımızı
sanmıyorum” diyerek bu tür eserlerin milli servet
olduğunu ve devletin bu tür restorasyonlarda zaman
kaybını önleyici düzenlemeler yapmasını istedi.
Sözcü, 11.02.2015
|
KARŞIYAKA'DAKİ MÜZELERE
ZİYARETÇİ AKINI

Karşıyaka’da hem sosyal
ve kültürel yaşamın hem de turizmin vazgeçilmezi
olan müze ve anı evleri, yerli ve yabancı
turistlerin uğrak noktası oldu.
Karşıyaka
Belediyesi’ne bağlı 6 müze arasında en çok ilgiyi
ise ’Latife Hanım Köşkü Anı Evi’ gördü. 2008 yılında
aslına uygun restore edilip ziyarete açılan köşk,
bugüne dek 600 bin ziyaretçiyi ağırladı.
Karşıyaka Belediyesi’ne
bağlı Latife Hanım Köşkü Anı Evi, Bostanlı Açıkhava
arkeoloji Müzesi,
Bilim Müzesi, Deprem Müzesi, Hamza Rüstem Fotoğraf
Müzesi ve Haberleşme Müzesi; son bir yılda 200 bin
ziyaretçi sayısına ulaştı.

Karşıyaka’yı, kültür ve
turizmde marka kent haline getirmek için
çalıştıklarını belirten Belediye Başkanı Hüseyin
Mutlu Akpınar, “Müze ve anı evleri, geçmişimizi daha
iyi tanımamız, geleceği öngörebilmemiz noktasında
hepimiz için çok önemli. Kültür ve turizm
alanlarında ‘marka kent’ hedefimiz doğrultusunda,
önümüzdeki süreçte Karşıyakamıza yeni müzeler
kazandırmak için çalışacağız. Vatandaşlarımız,
mevcut tesisleri ücretsiz olarak gezebilir” dedi.

Milliyet, 11.02.2015
|
VENEDİK BİENALİ 56.
ULUSLARARASI SANAT SERGİSİ TÜRKİYE PAVYONU'NDA
SARKİS'İN RESPIRO PROJESİ YER ALACAK
Venedik Bienali 56.
Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu'nda,
günümüzün önemli kavramsal sanatçılarından Sarkis'in
eserleri yer alacak.

Respiro başlıklı
yerleştirme, 9 Mayıs-22 Kasım 2015 tarihleri
arasında Venedik Bienali'nde izlenebilecek.
Defne Ayas küratörlüğünde, İstanbul Kültür Sanat
Vakfı (İKSV) koordinasyonunda gerçekleştirilecek
Türkiye Pavyonu sergisi, bienalin ana
mekanlarından Arsenale'deki Sale d'Armi
binasında yer alacak.
Uluslararası arenada
günümüzün önde gelen sanatçıları arasında
sayılan Sarkis, yarım yüzyılı aşkın süredir
devam ettiği sanat üretiminde farklı din,
felsefe ve sanat tarihlerini hafıza ve mekanla
ilişkilendirmesiyle tanınıyor.
Sarkis, toplantıda,
projeyle ilgili olarak: "Zamanların
başlangıcına, ilk gökkuşağına, diğer bir deyişle
ışığın ilk kırılma anına gideceğiz. Tarih
içindeki belirli anlara sabitlenmek yerine
bugünün ve uzak geçmişin güncelliğine aynı anda
sahip çıkacağız. Durağanlığa karşı dönüşmeye,
dönüştürmeye, nefes almaya, hissettirmeye devam
edeceğiz," dedi.
İtalyanca'da nefes
anlamına gelen Respiro başlıklı projesinde
Türkiye Pavyonu'nu bir tiyatro sahnesi gibi
düzenleyecek olan Sarkis, obje ve görselleri,
düşünce ve kodlar ile bir araya getirecek ve
eserlerinin özünü oluşturan sonsuz diyalog ve
dönüşüm fikirlerini incelemeye devam edecek.
Aynalar, vitray panolar ve mekana özgü üretilmiş
neon ışıklandırmalardan oluşacak yerleştirme,
sanatçının ürettiği gökkuşağının yedi renginin
çiziminden esinlenen Jacopo Baboni-Schilingi'ye
ait bir besteyle tamamlanacak.
Basın toplantısında
Defne Ayas ise şunları söyledi: "Sarkis, sanat
ile evrene dair duruşunu ustaca bir araya
getirebilen ender sanatçılardan. Günümüzdeki
derin belirsizlikler karşısında, Sarkis'in bu
başyapıtı, insanlık tarihini yeniden
değerlendirmek için taptaze bir önerme. Respiro
ile sanatın potansiyeli yeniden ivme alacak,
sergi bizlere yeniden bir alan açacak. Mimari
kurgu, vitraylarda şifrelenmiş sinyaller,
saklanmış çerçeveler sayesinde belki biraz
canımız acıyacak fakat ışıkla da buluşup
iyileşme şansımız olacak. Sarkis'in zengin
birikimi, sanatının dönüştürücü gücü,
zamansızlığı ve zamanındalığı bize umut veren...
Kendisine İKSV'nin davetini kabul ettiği ve beni
davet ettiği için müteşekkirim."
Respiro sergisi ile
Sarkis'in yerleştirmesine dair denemeler ve
görsel okumaların yer alacağı bir kitap da
yayımlanacak. Defne Ayas'ın editörlüğünü
yapacağı yayının yazarları arasında Ruben
Arevshatyan, Uwe Fleckner, David Kazanjian,
Wendy Meryem Kural Shaw, W. J. T. Mitchell,
Aaron Schuster ve Jalal Toufic yer alıyor.
Tasarımını APFEL'in (A Practice for Every Day
Life) yapacağı kitap, Venedik Bienali'nin
açılışı sırasında yayımlanacak ve seçkin
kitapçılarda da satışa sunulacak.
Sarkis'in 7 Mayıs
tarihinde eş zamanlı olarak İstanbul ve
Cenevre'de iki yerleştirmesi daha olacak.
Böylelikle, Türkiye Pavyonu'nda yer alacak
eserler ile bu yerleştirmeler arasında devam
eden bir diyalog da yaratılacak.
Okwui Enwezor'un
küratörlüğündeki Venedik Bienali 56.
Uluslararası Sanat Sergisi, 9 Mayıs-22 Kasım
2015 tarihleri arasında izleyicilere açık
olacak.
Türkiye
Pavyonu'ndaki sergi, İKSV koordinasyonunda,
Fiat'ın sponsorluğunda, TC Dışişleri Bakanlığı
ile TC Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde,
Mehveş-Dalınç Arıburnu ve SAHA Derneği'nin
prodüksiyon desteğiyle gerçekleştiriliyor.
Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, İKSV'nin
girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla 20
yıllığına kiralanan sabit bir mekanda yer
alıyor.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 11.02.2015
|
KULLANILMAYAN TARİH BİR
YAPIYI SOKAKTA CANLANDIRMAK
Camposaz atölyesinde
bir araya gelen katılımcılar müzeye dönüşmesi
beklenen tarihi bir yapının önünde bulunan meydanı
basit elemanlarla dönüştürdü.



Camposaz, İtalya'da
Dolomites sıradağlarının eteğinde bulunan
bölgede yapılan bir atölye. Amacı, ahşap mimari
öğelerle bölgedeki peyzajı geliştirmek. Çalıştay
süresince katılımcıların yapması gereken tek
şey, organizatörler tarafından geliştirilen
tematik öneriler ışığında sürdürülebilir, pratik
projeler geliştirmek ve oluşturulan ahşap
yapıları monte etmekti.
Proje, Transacqua
Belediyesi ile Aguaz ve Campomarzio kültürel
derneklerinin birlikte yürüttüğü bir girişim. Fiera
di Primiero tarihi kent merkezinde yer alan 17.
yüzyıl yapısı Casa Piazza şu anda kullanılmıyor ama
bina restore edilecek ve yerel tarih müzesine
dönüştürülecek. Bu yapının iki cephesini
kullanan Camposaz projesi de binayı çevreleyecek
şekilde ahşap basamaklar ve basit yapılar içeriyor.
Köşelere yerleştirilen 3 boyutlu elemanlarsa binaya
zarar vermemesi için güvenli bir mesafede tutulmuş
ve kullanılmayan bir alanı buluşma mekanına
çevirmesi bekleniyor.



Arkitera, Haber: İlknur
Sudaş, 11.02.2015
|
KAPALIÇARŞI İÇİN DEĞİŞİM
ZAMANI

Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, Kapalıçarşı Yenileme Avan ve Uygulama
Projesi'nin onaylandığını belirterek, ilk olarak
çarşının en büyük problemi olan altyapıyı
onaracaklarını ve yönetim sorununu gidereceklerini
anlattı.
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir yaptığı açıklamada, 554 yıllık
Kapalıçarşı'da 2009'dan bu yana süren proje ve onay
sürecinin tamamlandığını kaydetti.
Dünyanın en büyük
restorasyonu olacak proje kapsamında 3 bin 150
dükkanın baştan aşağı yenileneceğini ifade eden
Demir, 3 etap halinde yapılacak ihaleler kapsamında
önce 46 bin metrekarelik bölgenin ele alınacağını,
ikinci etapta ise 8 han ve 635 dükkan, 3. etapta da
444 dükkanın restore edileceğini anlattı.
Kapalıçarşı'nın en büyük
sorununun yönetim olduğuna dikkati çeken Demir,
mevcut hukuk sistemi içerisinde Kapalıçarşı'da
yönetim kurulu oluşturmanın mümkün olmadığını
söyledi.
Yönetim problemini
çözebilmek için kanun çıkarıldığını hatırlatan
Demir, "Bir taraftan projeler yaparken öbür taraftan
hukuki altyapı oluşturuyoruz. Yakın zamanda
Kapalıçarşı'nın en büyük problemlerinden biri olan
altyapı problemine el atacağız. İSKİ ile çalıştık.
Projeler bitti. Bu sene içerisinde altyapı
çalışmalarını başlatıp, bitirmeyi düşünüyoruz. Son
derece önemli. Tahrip olan yağmur ve pis suları
giderlerini yapacağız" diye konuştu.
"Kapalıçarşı'nın en kritik döneminin geçildiğini
düşünüyorum"
Fatih Belediye Başkanı
Demir, Kapalıçarşı'nın her tarafında çeşitli
kablolar bulunduğunu ifade ederek, bunları yer
altına alacaklarını söyledi.
En büyük problem olan
ısıtma, soğutma ve havalandırma problemini de
çözeceklerini anlatan Demir, sözlerini şöyle
südürdü:
"Düşük gerilimli
internet hatlarının hepsini de bu sistemin içine
dahil edeceğiz. Daha sonra da esnaf ve mülk
sahipleri tarafından müdahale edilmiş ve süreç
içerisinde Kapalıçarşı'ya zarar verebileceğini
düşündüğümüz yerler elden geçirilecek. En sonunda da
çatısı yapılacak. Artık Kapalıçarşı'nın kanunu ve
onaylı projesi var. Yakın zamanda yönetimi olacak. O
yönetime biz de destek vereceğiz. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi, İstanbul
Valiliği ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü de projemize
destek oluyor. Kapalıçarşı'nın en kritik döneminin
geçildiğini düşünüyorum. Bundan sonra Kapalıçarşı'da
iyi yıllarımız olacak."
"Bu saatten sonra
yağmurlarda 'akmasın' diye dua etmeyeceğiz"
Kapalıçarşı Esnaflar
Derneği Başkan Vekili İsmail Yeşil, yönetim planı
hazırladıklarını, belediye ile her çarşamba
toplantıları olduğunu ve çalışmaların sürdüğünü
söyledi.
Toplantıda mal ve mülk
sahipleriyle konuşmalar gerçekleştirildiğini dile
getiren Yeşil, "Şu ana kadar 750'ye yakın esnafa
ulaştık. Onlara, Kapalıçarşı'nın tamiratı, onarımı,
yönetim planını tek tek anlatıyoruz. Projenin yüzde
65'inin bittiğini biliyoruz" ifadelerini kullandı.
Yeşil, Kapalıçarşı'nın
dünyanın en çok turistin ziyaret ettiği yerlerden
biri olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Burası Çarşı.
Kapalıçarşı'yı AVM veya alışveriş merkeziyle
karıştırmayın. Çarşının anlamı da oturup sohbet
edilip, çay içilen yerdir. Ürünler sergilenir. Bu
çarşının geleneğini devam ettiriyoruz. Bu saatten
sonra da yağmurlarda 'akmasın' diye dua etmeyeceğiz.
Bunun önünü kesmiş olacağız. Kapalıçarşı'nın
altyapısı ve üstyapısı düzenlenecek. Yangına
dayanıklı kablolar döşenecek. Başkanla görüşüyoruz.
Tamirat ve onarımdan sonra da giriş çıkış
saatleriyle ilgili düzenleme isteyeceğiz."
Dünya, 11.02.2015
|
700 YILLIK TARİHİ BELGE
İngiltere'de bir
belediyenin arşivindeki defterin arasında 700 yıllık
orijinal Magna Carta kopyası bulundu.

Tarihi belgeyle ilgili açıklama yapan
İngiltere’nin doğusundaki Kent Bölgesi Belediyesi
(KCC), araştırmacıların belediyeye ait Kent Tarih ve
Kütüphane Merkezi’nin (KHLC) arşivinde bir defterin
içerisinde Magna Carta’nın kopyası olan orijinal bir
belge bulduğunu açıkladı.

ÜÇTE BİRİ EKSİK
Magna Carta Projesi’nde araştırmacı olarak görev
yapan Sophie Ambler, belgenin 1215 tarihli Magna
Carta’nın 13′üncü yüzyıldaki 24′üncü kopyası
olduğunu kaydetti. Yaklaşık 50 santimetre
uzunluğundaki belgenin üçte birinin eksik olduğunu
belirten Ambler, belgenin ıslandığı için zarar
gördüğünü ve üzerindeki kraliyet damgasının kayıp
olduğunu belirterek, ancak belgenin yayın tarihinin
okunabildiğini söyledi.
İMZALANDIKTAN 85 YIL SONRA BASILMIŞTI
Tarihçiler, yeni bulunan belgenin dönemin
İngiltere Kralı John’un ilk Magna Carta’yı
imzalamasından 85 yıl sonra, Kral John’un torunu
olan İngiltere Kralı Birinci Edward döneminde
basıldığını bildirdi. Belediye’nin arşivlerini
tarayan KCC Tarih Sorumlusu Dr Mark Bateson
tarafından bulunan belge ayrıca, 2007 yılından bu
yana keşfedilen ilk Magna Carta kopyası olma
özelliğini taşıyor.

ANAYASAL DÜZENİN EN ÖNEMLİ BELGESİ
1215 yılında İngiltere Kralı John tarafından
imzalanan Magna Carta ile Birleşik Krallık’ta ilk
kez kralın yetkileri kısıtlanarak, halka temel hak
ve özgürlükler tanınmıştı. Magna Carta, günümüzdeki
anayasal düzenin oluşması sürecinde en önemli
belgelerden biri olarak kabul ediliyor ve bu yıl
Magna Carta’nın 800′üncü yılı kutlanıyor.
Sözcü, 11.02.2015
|
BANKA KASASINDAKİ TABLOYA EL KONULDU

İsviçre'de, bir
bankanın kasasında bulunan ve İtalya'dan yasa
dışı yollarla çıkarıldığından şüphelenilen İtalyan
ressam
Leonardo da Vinci'ye atfedilen bir kadın
portresine el konuldu.
İtalya Savcılığından yapılan açıklamada,
Leonardo da Vinci'nin eseri olduğu iddia edilen
ve ülkenin güneyindeki İtalya sınırında bulunan
Ticino kantonunda bulunan Lugano şehrindeki bir özel
bankadan ele geçirilen portreye, İtalya
polisinin talebiyle ülkeden yasa dışı yollarla
çıkarıldığından şüphelenildiği için el konulduğu
ifade edildi.
Savcılık açıklamasında,
İsviçre'de yaşayan İtalyan bir ailenin, tabloyu
135 milyon dolara satmaya çalıştığı ileri sürüldü.
Habertürk, 11.02.2015
|
YEŞİL MÜZE KAZISINDA BİZANS TEMELLERİ ÇIKTI

Kültür Ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel
Müdürlüğü Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü
tarafından ihale edilen İznik Nilüfer Hatun
İmarethanesi ve Müştemilatı Yapımı Teşhir Tanzimi ve
Çevre Düzenlemesi Projesi çerçevesinde Yeşil Müze
adıyla ek bina yapımı için sondaj çalışması
başlatıldı. Ancak restorasyonu süren müzedeki temel
kazılarında, Bizans dönemine ait olabileceği tahmin
edilen konut temelleri çıktı. Bunun üzerine ortaya
çıkan tarihi yapının ortaya çıkarılması için çalışma
başlatıldı. Toplam 7 milyon 299 bin liralık proje
kazılarında ortaya çıkan tarihi yapının temizleme ve
sondaj çalışmaları sürüyor.
KENDİ
ENERJİSİNİ KENDİ ÜRETECEK
İznik Yeşil Müze Projesi'nin Bursa Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan gelecek karara
göre şekilleneceğini ifade eden İznik Kaymakamı
Hüseyin Karameşe, bilinen kent müzelerinin yanı sıra
alışılmışın dışında bir mimari projeye sahip
olacağını dile getirdi.
İznik Yeşil Müze Projesi'nde, idari binaların yanı
sıra arkeoloji bölümünün yer alacağı yeni binanın
terasının temiz enerji kullanımı için yeşil alandan
oluşacağını belirten Kaymakam Karameşe, “Bu alanda
yine güneş enerjisini elektriğe çevirecek mimariye
uygun ayrı çatılar inşa edilerek, yapının kendi
elektriğini kendisinin üretmesi planlanıyordu' dedi.
Bursa Olay, 11.02.2015
|
PERGE'NİN DÜNÜ BUGÜNÜ
Antalya
arkeoloji Müzesi, Erdem Bayazıt Kültür
Merkezi’nde “Perge Antik Kenti’nin Dünü Bugünü” adlı
fotoğraf sergisini açtı.
Kepez Belediyesi Başkan Yardımcısı Mustafa
Özsoy, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Erdal Çelik ile
Toros Meslek Lisesi öğrencilerinin katıldığı sergi
açılışında, Müze Müdürü Mustafa Demirel ve
yardımcısı Mustafa Samur bilgiler verdi. 20 Şubat’a
kadar açık kalacak olan sergide, Perge’den çıkarılan
ve müzede sergilenen buluntuları fotoğrafları da yer
alıyor.
Demirel, Aksu’daki antik kentte 1946 yılından bu
yana arkeolojik kazı çalışması yapıldığını
belirtirken,
Akdeniz Üniversitesi işbirliğiyle sürdürdükleri
kazı çalışması boyunca yapılanları gösteren
fotoğrafları gösterdiklerini söyledi.Demirel,
“Perge’de temizlik, çevre düzenlemesi ve restorasyon
çalışması yapmadan önceki ve sonraki halini gösteren
fotoğraflarla sergiyi oluşturduk. Amacımız kazı
başkanlığımız döneminde yaptıklarımızı anlatmak.
Bunun anlamı bizden önceki kazı başkanlığı yapmış
olan değerli akademisyenlerden daha verimli
çalıştığımızı göstermek değil. Perge’de bizden
önceki kazılarda, bilimine ve arkeoloji dünyasına
çok değerli katkılar yapıldı” diye konuştu.
Milliyet, 11.02.2015
|
LÜTFEN
Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın
Başbakanımız'dan, Sayın Belediye Başkanımız Kadir
Topbaş’tan, hükumetimizden bu işte rolü olan
herkesten rica ediyorum.
Lütfen şu “Topçu Kışlası”nı yapmaktan vazgeçin.
Mahkeme ne karar verirse versin gönül rızası ile
vazgeçin.
Bu yazıyı “Gezi” meselesine bağlamayın, hiç
alakası yoktur.
Akl-ı selim şunu gösteriyor:
Taksim-Şişli-Mecidiyeköy yeşil alandan yoksun,
binalarla dolu, nefes alınmaz semtler olmuştur.
Mecidiyeköy’den Taksim’e kadar bir yeşil alan
yoktur. “Taksim Bahçesi” mevcut hali ile hem meydanı
süsleyen, hem oraya yeşil örtüsü ile ferahlık veren
bir mekandır.
Bu yeşilliğin üzerine titrememiz gerekirken oraya
devasa bir bina yapmak (isterse tarihi geri
getirsin) akla ziyandır. Bülbülü eti için öldürmeye
benzer.
Böyle akla ziyan işler maalesef İstanbul’u berbat
etmektedir. Misal: Gökkafes. Bir kez yapıldı, o
kadar itiraz geldi ama netice alınamadı. Orada bir
heyula gibi dikilmektedir.
Buna mukabil “Taksim Camii” bir ihtiyaçtır.
Bu ihtiyacı görmemek için kör olmak lazım gelir.
Şişli Camii’nden Ağa Camii’ne kadar, nüfusun çok
yoğun olduğu bu bölgede cami yok.
Taksim’deki Maksem Sokağı'nda yüz metrekarelik
bir apartman katında bir mescit var, inanın Cuma
günlerinde insanlar sokakta namaz kılıyor. Zaten Ağa
Camii de küçüktür, oradakiler de sokakta namaz
kılıyor.
Bunun kışı var, karı var, yağmuru çamuru var
insanların sokakta namaz kılmasına nasıl gönlünüz
razı geliyor. Bu kabul edilemez bir şey. Allah’a
inanmayanlar bir yana Taksim’e cami projesine aklı
olan kimse karşı çıkamaz.
Üstelik yeri hazır, derneği var, cami yapacağınız
dediğiniz anda cemaat oraya para yağdırır.
Bence Sular İdaresi önündeki, zaman zaman
musluklarından su akan seti de kaldırmalı. Hatta
Maksem’e kadar olan kısmı istimlak etmeli, o bölgeyi
iyice genişletmeli, camiyi meydanı daraltacak,
basacak ölçülerde yapmamalı, ama en azından Cuma
günleri tenteleri açılarak yağmurdan, güneşten
koruyacak bir mekanizma ile avlu sayılacak mekan
iyice geniş olmalıdır.
Bu cami üzerinde çok tartışıldı. Tartışmalar
siyasi olup vatandaşın ihtiyacının uzağında idi.
Yeniden cami yapmak üzere harekete geçildiğinde yine
birileri maraza çıkaracaklardır. Buna göğüs germek
lazımdır, çünkü halkımız kahir ekseriyet ile bu
caminin yapımına destek verecektir. Bunun için
referanduma ihtiyaç yoktur.
Sayın Başkanım Kadir Topbaş, Sayın Başbakanım
Ahmet Davutoğlu, Sayın Cumhurbaşkanım Recep Tayyip
Bey ve sayın ilgililer lütfen şu “Taksim Kışlası”
tartışmasına son verelim.
Bu bir ihtiyaç değildir.
Üstelik kimin aklına geldi bilmiyorum, aynı ile
yapılsa bile eklektik mimarisiyle makbul bir yapı
değildir.
Zaten etraftaki binaların baskısı altında olan
meydan bu projeyle iyice daralacak nefes alma imkanı
kalmayacaktır.
Ak Parti iktidarı ve belediyeleri İstanbul’daki
yeşil alan oranını ikiye, dörde, on dörde
katlamıştır. Dikilen fidanlar ağaç olmuş, sahiller
vatandaşın rahatça zevkle dolaşacak hale
getirilmiştir.
Buna mukabil Maslak hattı bir gökdelen istilasına
uğramıştır. Diğer semtleri bu istiladan kurtarmak
gerekmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı uyarıda bulunarak “Artık
yüksek bina yapmayın” demesine rağmen Maslak
dışındaki semtlerde de gökdelenler yükseliyor.
Korkarım bundan böyle İstanbul “kubbeler ve
minareler şehri” olmaktan çıkacak New York’a
benzeyecektir. Bu babda TOKİ’nin artık dikey değil
yatay yapılaşma kararı alkışlanacak bir tutumdur.
Sözü bir istatistik rakamı ile bağlayalım.
Halkımızın yüzde seksen beşi, tek katlı, bahçeli ev
istiyor. Bu nasıl gerçekleşir? Eh, onu da uzmanlar
düşünsün.
Yeni Şafak, Yazı: Mustafa Kutlu, 11.02.2015
|
RÜYAYDI GERÇEK OLDU: TÜRK ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ
Uzun yıllardır beklenen arkeoloji enstitüsü sonunda
kuruluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın uzun
yıllardır yapamadığını Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi yaptı. Anadolu Arkeoloji Enstitüsü için
Avrupa Birliği'nden 10 milyon Euro destek alındı.
Başkan Fatma Şahin, önümüzdeki günlerde arkeologları
Gaziantep'te toplayarak enstitü müjdesini
açıklayacak.
Ülkemizde 2014 verilerine göre Bakanlar Kurulu
kararıyla gerçekleştirilen 117 Türk kazısı, 36
yabancı kazı çalışmaları sürdürülüyor. Yine 82’si
Türk, 14’de yabancı ülkelerin bilimsel arkeolojik
yüzey araştırması sürüyor.
Türkiye ’de Alman, Avusturya, Amerika, Fransa,
İngiliz, Japon ve Hollanda arkeoloji Enstitüleri
bulunuyor. Arkeologların yıllardır dillendirdikleri
enstitü nihayet Gaziantep’te kuruluyor.
AB Bakanı Volkan Bozkır ile Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik’de enstitüye destek veriyor.
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi bir süredir
Avrupa Birliği nezdinde diplomatik girişimlerini
sürdürüyordu. Gaziantep’te kurulacak enstitü için
AB’den 10 milyon Euro destek alındı. Kurulacak
arkeoloji enstitüsünün yüzde 90 bütçesi AB’nden
sağlanırken yüzde 10’u ulusal kaynaklardan
karşılanacak.
Anadolu Arkeoloji Enstitüsü fikri Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm
Bakanlığının Haziran 2014’de gerçekleştirdiği 2014
Yılı Uluslararası Arkeolojik Kazı Sonuçları
Değerlendirme Toplantısı’nda ortaya çıktı. 428 yerli
ve yabancı Kazı Başkanının katıldığı toplantıda
gelişen fikir Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı
Fatma Şahin’in girişimleriyle Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Avrupa Birliği Bakanlığı ve Avrupa
Komisyonu Türkiye Delegasyonuna yansıtıldı. AB
çalışmanın Avrupa kültür mirasına da katkı
sağlayacağını düşünerek projeye büyük destek verdi.
Bu kapsamda Anadolu coğrafyasında bilimsel
arkeolojik çalışma ve araştırmalar yapılacak,
Anadolu arkeolojisi alanında seminer, yayın ve
araştırma faaliyetleri düzenlenecek, dinler tarihi
kütüphanesi kurulacak. Enstitünün çalışmalarına
önümüzdeki Nisan ayı içinde uluslararası bir
katılımla başlanacak.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin
konuyla ilgili şunları söyledi: " 12 yıla yakın
parlamenterliğim döneminde de elimden geldiğince
Gaziantep’in tarihi ve kültürel miras alanları ile
ilgili girişimlerde bulundum. Doğduğum, büyüdüğüm,
yaşadığım topraklardaki bu önemli mirasın hep
farkındaydım. Birilerini evinize davet eden bir ev
sahibesi olarak cevap vermeniz gereken ilk soru
‘elinizde ne var?’ oluyor. Bu sorunun bizdeki önemli
cevaplarından biri arkeolojik buluntular. Ama onları
da dünyaya yeterince tanıtamıyoruz. Gaziantep’teki
sempozyumda yıllardan bu yana Anadolu Arkeolojisi
ile ilgili bir enstitü olmadığını öğrendim. Konuyla
ilgili olarak Dışişleri Bakanlığımızla, AB Bakanımız
Volkan Bozkır’la, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ile iletişime
geçtik. Yani anlayacağınız arkadaşlarımızla ciddi
bir mekik diplomasisi yaptık. Projenin, Avrupa
kültürüne yapacağı katkılar Avrupa Birliğinin en çok
dikkatini çeken yönü oldu ve geçen haftalarda kabul
edildi.’’
ENSTİTÜNÜN ÖNEMİ
Ülkemizde kazı yapan her ülkenin aynı zamanda
enstitüleri var. Kazılara verilecek maddi destekler,
bilimsel veriler bu enstitüler tarafından
sağlanıyor. 117 Türk kazısı olmasına rağmen Türk
arkeolojisinin veri bilgilerinin toplandığı bir
bilimsel kurum yok. Her üniversite kazılarla ilgili
verilerini arkeoloji bölümlerinde topluyor.
Üniversitelerin yayın haricinde birbirleriyle
iletişimleri yok denecek kadar az. Enstitü tüm
kazıları bir araya toplamak açısından oldukça
önemli. Ancak bu enstitü sadece belediyenin değil
tüm Türk arkeolojisinin merkezi haline gelmeli.
Bunun için de üniversitelerden bir bilim heyeti
kurulmalı ve o heyet enstitü başkanını dönemlik
seçmeli. İdare büyükşehir belediye başkanlığınca
yapılsa bile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
denetiminde olmalı. Tüm kazı ödenekleri de
bakanlıkça enstitüye aktarılarak buradan kazı
başkanlıklarına verilmeli. Türk arkeolojisi için
yepyeni bir çığır açacak enstitü aynı zamanda
arkeolog istihdamına da önemli bir katkı
sağlayacaktır.
Radikal, Haber Ömer Erbil, 11.02.2015
|
|
JULİOPOLİS TURİSTLERİN İLGİSİNİ ÇEKİYOR
Nallıhan’ın Çayırhan
Mahallesi, Gülşehri bölgesinde bulunan
Juliopolis antik kenti ve nekropolünde, 4 yıldır
sürdürülen kazılarda, bugüne kadar 6 değişik
tipte 460’ın üzerinde mezar odasına ulaşıldı.
Kazılarda ortaya çıkan klineli mezar odalarında,
cesetlerin konulduğu özel bölmeler ve kemerle
birbirini tamamlayan mezarlar oldukça ilgi
görüyor. Juliopolis antik kentine ait bir
kilise ve kentin etrafını çeviren sur duvarları
da ortaya çıkarıldı.
Hürriyet, 11.02.2015
|
EMEK SİNEMASININ SON
DURUMUNU BİNANIN ORTAĞI ANLATTI
Geçen akşam gittiğim bir
mekanda, Emek Sineması'nı "yıkan" projenin
ortaklarından Levent Eyüboğlu'yla tanıştım. Hazır
yakalamışken, aklımdaki soruları bizzat kendisine
yönelttim. Cevaplarını, noktasına virgülüne
dokunmadan yayınlıyorum.
* Kusura bakmayın ama
konuya bodoslama gireceğim... Emek Sineması'nı
yıkarken vicdanınız hiç mi cız etmedi?
- Bu projeye imza attığımız için çok mutluyum.
* Bunu nasıl böyle
rahat söyleyebiliyorsunuz anlayamadım. Siz hiç Emek
Sineması'nda film seyretmediniz mi?
- Galatasaray Lisesi'nde okudum ve ömrümün
önemli bir kısmı Beyoğlu'nda geçti. Ama izin
verirseniz önce ben size bir soru sorayım. Peki ya
siz Emek Sineması'nın binasını biliyor musunuz?
* Tabii ki
biliyorum, defalarca film izledim orada...
- Emek Sineması'nın binasının dış görünüşünü
kimse tarif edemez. Sinema Cercle D'orient, İpek,
Melek ve İsketinj binalarının arasındaki avluya
yapılıp üzeri kapatılmış. Hemen yandaki Melek
Apartmanı'ndan da girişi verilmiş. Sinemanın
balkonlarının olduğu yerde apartmanın birinci katı
var. İkinci kat ise makine dairesi... Başka bir
binanın altından ise yangın çıkışı verilmiş.
EMEK SİNEMASI'NIN
TARİHİ DENEBİLECEK BİR BİNASI YOK
* Ne yani, bu anlattıklarınız Emek Sineması'nı
yıkabileceğinizi mi gösteriyor?
- Diyorum ki bu binanın kendisi yok aslında.
Dört duvar yapılmış, o dört duvarın üzerine de bir
çatı. Yani Emek Sineması'nın tarihi denebilecek bir
binası yok.
* Diyelim ki
binası yok, ama sonuçta tarihi bir sinema salonu
burası. Onun gibi kaç tane kaldı ki şehirde?
- İşte buna katılıyorum ama tekrar ediyorum,
Emek Sineması'nın mimari olarak korunması gereken
bir binası yok. Korunması gereken, salonun içindeki
dekorasyonları...
* Bu yüzden mi
"Emek'i taşıyabilirim" diye düşündünüz? Ee Topkapı
Sarayı'nı da taşıyalım o zaman?
- Topkapı Sarayı ile Emek Sineması'nı kıyaslamak
gerçekten akla ziyan bir durum. Eski olan her şeyin
tarihi olduğunu düşünmek gibi bir şey... Emek
Sineması tarihi değerden çok anı değeri olan bir
mekan. Ve biz salonu orijinal haliyle geleceğe
taşıyarak anı değerinin çok daha uzun yıllar
yaşamasını sağlıyoruz. Anıtlar Kurulu bize bu adada
korunması gereken yerlerin listesini verdi. Emek'in
hemen yanındaki Cercle D'orient, İpek ve Melek
Apartmanı'nı da koruma altında tutuyoruz. Kurul,
sinemadaki dekorasyonu korumak şartıyla salonu başka
yere taşıyabilirsin diyor. Biz her şeyi kanuna ve
evrensel koruma kurallarına uygun olarak yapıyoruz.
Zaten öyle olmasa bu kadar ciddi bir yatırım da
yapmazdık değil mi?
* Yaklaşık
bütçesi ne kadar bu ciddi yatırımın?
- 60 milyon Euro civarında... Yani öyle aman
boş ver önemli değil diyebileceğimiz bir rakam
değil. Biz burada bir sentez yapıyoruz. Eski
binaları olduğu gibi koruyup, tepesindeki en
prestijli yere de Emek Sineması'nı koyuyoruz.
İnşallah mayısta bittiğinde herkes bizi
alkışlayacak.
* Ama anıların
sindiği o doku yok olacak...
- Emek'te en son hangi filmi izlediniz diye
sorsam ne cevap vereceksiniz merak ediyorum. Projeye
başladığımızda sinemayı Kurtuluş Ailesi'nin son
jenerasyonundaki temsilci Süheyla Hanım yönetiyordu.
Babasından kalan işletme, maalesef ki sinema
zincirleriyle rekabete dayanamamış. Üstelik çok
büyük olduğu için salon dolmadığı zaman
ısıtamıyorlarmış. İKSV ile anlaşmışlar ama o da
gemiyi yürütememiş. Aynı zamanda yapı çok riskli bir
halde. 800 kişilik salonunun tahliye sistemi bile
evlere şenlik. Yani orayı "usulüne uygun" biçimde
taşımak değil de, o haliyle bırakıp insanların
girmesine izin vermek bana göre çok daha
tehlikeli...
SİNEMANIN SAHİBİ
"BENİ KURTARIN BATTIM, BUYRUN ANAHTARLAR" DEDİ
* Peki sahibi gerçekten can-ı gönülden mi teslim
etti anahtarı?
- Kadın kendi gelip "Beni kurtarın, battım!
Buyrun anahtar" dedi. "Sokakta projeyi protesto
etmek için yürüyenler bir kere film izlemek için
sinemaya gelselerdi ben batmazdım" diye de ekledi.
* Tarihi
dokuyu konuşuyorduk ama konu nerelere geldi...
- Anıtlar Kurulu'nun bize korunması için
öngördüğü parçaları teker teker kesip, Topkapı
Sarayı'nın restorasyonunda çalışan ekiple renove
ediyoruz. Tavanı, duvarlardaki süsleri ve sahneyi
tamamen orijinal halinde muhafaza ediyoruz. Yedi
yeni sinema salonu ve fuaye alanı da ekledik.
Galalar ve özel gösterimler için fıstık gibi bir yer
olacak.
* Peki bu projenize
evden hiç "protesto" geldi mi?
- Kızım Pierre Loti'de okuyordu. Başlangıçta
arkadaşlarından çok sıkıntı çekti. Ama araştırdı,
mimarlarla konuştu ve "Baba sana inanıyorum" dedi.
Galatasaray Lisesi'ndeki arkadaşlarım "Levent nasıl
böyle bir şey yaparsın?" diye çıkıştılar ama onlar
da işin aslını astarını öğrenince beni tebrik etmeye
başladılar.
İNCİ PASTANESİ
KONUSUNDA BEN DE ÇOK ÜZGÜNÜM
* Beyoğlu'nun göbeğine bir AVM yapmak sizce ne kadar
doğru?
- Binadan dolayı buranın bir AVM olma şansı
yok... Biz Beyoğlu'nun ruhuna uygun bir pasaj
yapıyoruz. Zaten daha önce de orada dükkanlar,
kafeler, restoranlar yok muydu? Ayrıca İstiklal
Caddesi'nin arkasında açık bir sokak yarattık.
* Emek Sineması'yla
bu kadar rahat anlaştınız da İnci Pastanesi'nden ne
istediniz?
- İnci bizim için de çok önemli bir değer. Bu
yüzden defalarca sahiplerine "Siz buradan çıkın, biz
size yakınlarda başka bir yer bulalım. Restorasyon
bittikten sonra sizi tekrar buraya alalım" dedik. 65
tane kiracının hiçbiri karşı çıkmadı, İnci'ye özel
ilgi göstermemize rağmen bu konuda direndi. Onu
çıkarmadan da inşaata başlamamız söz konusu değildi.
Ancak ne dediysek "hayır" cevabı verdiler. İnanın
ben de çok üzüldüm İnci meselesine..
PEK YAKINDA
İSTANBUL'DA MADAME TUSSAUDS AÇILIYOR
* Bir de Madame Tussauds'yu sormak istiyorum.
Müzenin bu binanın içinde yer alacağı söylentileri
doğru mu?
- Evet, anlaşmayı çok yeni imzaladık. Merkezi
Londra'da olan balmumu heykel müzesi Madame Tussauds
İstanbul'da açılıyor. Az önce de söylediğim gibi
Yeşilçam'ın o eski havasını geri döndürmek
istiyoruz. Hollywood'da ünlülerin el ve ayak
izlerinin olduğu sokaktaki yıldızlar zamanında
Madame Tussauds tarafından yapılmış. Biz de burada
aynısını yapacağız.
* Peki müzede
"bal mumuna dönen" Türkler de olacak mı?
- Tabii ki... Türk sineması için özel bir
bölüm yapılması anlaşmamızda var. Yurtdışında
gördüğünüz örnekleri kadar başarılı olacak.
Hürriyet, Haber: İzzet
Çapa, 10.02.2015
|
PICASSO VE ELEKTRİKÇİNİN SIRRI NE?

Picasso 271 eserini birkaç yıl onun için
çalışmış Fransa'nın güneyindeki bir elektrikçiye
bağışlamış olabilir mi? Bir Fransiz mahkemesi
Pierre Le Guennec ve karısı Danielle'e açılan 3
günlük mahkemenin başında bu gizemli olay üzerine
düşündükafa yormaya başladı.
Elektrikçi ve karısının iddiasına göre
Picasso ya da karısı, 1970'lerde Le Guennec,
Picasso'nun malikanesinde çalışmaya başladığı
dönemde ona 180 taşbasması resim, kolaj resimler,
yağlı boyalar ve ayrıca 91 kara kalem çizim olmak
üzere birçok eserini vermişti.
Picasso mirasçıları ve devlet davacısı çiftin
açıklamasını komik olarak nitelendirdi.
Le Guennec, eserleri yıllarca garajında saklamıştı.
1900 ve 1932 yılları arasında yapılan eserler henüz
hiç açıkça sergilenmedi. Le Guennec'lerin bu
eserleri çaldığı kanıtlanırsa, 5 yıl hapis ve
375,000 euro para cezasıyla karşı karşıya
kalacaklar.

Potansiyel tanıkların ölmüş olması ve 40 yıl önce
işlenen bir hırsızlık suçunun ortaya çıkarılması zor
olduğu ve devletin kendi dosyasında bile kimin
çalmış olabileceğine yer verilmediği için dava genel
olarak “o öyle dedi, bu böyle söyledi” üzerinden
şekilleniyor.
Avukatının açıklamasına göre yaklaşık 5 yıl önce Le
Guennec ölümünden sonra eserlere ne olacağıyla
ilgili endişelenmeye başladı. Çocuklarına herhangi
bir kanuni baş ağrısı bırakmak istemediği için
Picasso'nun idarecileriyle iletişime geçti.
Eylül 2010'da Le Guennec, idarecilerin eserlere
değer biçmesi için Paris'e seyahat etti. Birkaç gün
sonra ise hepsine polis tarafından kanunen el
koyuldu.

Le Guennec'lerin eserleri nasıl aldıklarıyla
ilgili farklı hikayeler var.
İddialara göre Pierre, Picasso'nun karısı
Jacqueline'in kapalı bir kutu içinde bu eserleri
verdiğini ve “İşte bunlar senin için. Eve götür”
dediğini ve üzerine bir daha hiç konuşmadıklarını
hatırlıyor.
Danielle ise kocasının eve içi dolu bir çöp
torbasıyla geldiğini ve Picasso'nun bazı eserlerini
ona verdiğini söylediğini hatırlıyor. Bu hikayeye
göre ise
ressam stüdyosunu topluyordu ve önem vermediği
işleri bir torbaya koyup adama vermişti.
Habertürk, 10.02.2015
|
DÜNYANIN EN ESKİ MÜZİK ALETİ BULUNDU

Geçtiğimiz Temmuz ayında, Suriye'deki antik kent
Ugarit'de MÖ 14. yüzyılda dünyanın en eski şarkısı
olduğu düşünülen bir yazılı kayıt bulunmuştu.
Müzikologlar, bir lirle çalınmış olması muhtemel
şarkıyı Hurri kült şarkısı ya da ilahisi olarak
yorumlamışlardı.
İnsanlık tarihinde yazılı kültürün de gerisine
gidildiğinde, müzik formlarının tamamen kayıp olduğu
düşünülüyor. Öte yandan, insanlığın yaşamında
müziksiz bir dönem olmadığı, müziğin yaşamlarının
bir parçası olduğu ve bununla ilgili bazı ses
kanıtları olduğu belirtiliyor.
2008 yılında arkeologlar güney Almanya'da Taş
Devri mağaralarında akbaba ve mamut kemiklerinden
oyulmuş flüt parçaları keşfetmişti. Bu müzik
aletlerinin yaşının en az 42-43 bin yıl olduğu
tahmin edilmişti. Büyük ustalıkla hazırlanan bu
flütleri yapmanın çok zor olduğu düşünülüyor.
Araştırmacılar, bu "ilk flüt"lerin Avrupa'ya 50
bin yıl kadar önce ayak basan Homo sapiens'in
(modern insan) ürünü olduğunu tahmin etmişti. Oysa
aynı dönemde kuzenimiz Homo neanderthalis'ler de
aynı bölgede yaşıyordu. Neandertalların zeka
kapasitelerinin flüt yapmaya imkan vermediği
zannediliyordu. Ancak bazı arkeologlar, flütlerin
yapımcılarının Neandertallar olabileceğini ısrarla
vurguluyor.
1995 yılında Slovenya'da, zamanında
Neandertalların kullandığı bir mağarada bulunan ve
ayı femurundan yapılmış olan flüt de aynı yöne
işaret ediyor. Müzikolog Bob Fink, bu dört delikli
flütün 4 notayı kusursuza yakın şekilde
çıkarabileceğini belirtiyor.
Bunun gerçek bir flüt olduğunu kanıtlamak için
Slovenya Ulusal Müzesi bir kopyasını yaptırdı.
Sloven müzisyen Ljuben Dimkaroski de aleti
seslendirdi.
Flütlerin gerçekten modern insan mı,
Neandertallar mı tarafından yapıldığına kesin karar
vermek için daha fazla araştırma gerekecek.
Sol Haber, 10.02.2015
|
HASANKEYF'TEKİ ARKEOLOJİK KAZILAR
Batman Üniversitesi Rektörü ve aynı zamanda
Hasankeyf arkeolojik kazı çalışmaları başkanı
Prof.Dr. Abdulselam Uluçam, Hasankeyf arkeolojik
kazı çalışmalarını değerlendirdi.

Yaklaşık 12 yıldan beri tarihi antik kent Hasankeyf
İlçesi'nde arkeolojik kazı çalışmaları başkanlığını
yürüten Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Abdulselam Uluçam, Hasankeyf’te arkeolojik kazı
çalışması yapılabilecek kültür varlığı niteliği
taşıyan kamu alanlarının tamamının kazıldığını, yeni
kazıların yapılabilmesi için Hasankeyflilerin yeni
yere taşınması gerektiğini söyledi.
Hasankeyflilerin şu an bulunduğu yerden bir başka
alana taşınarak bu alanların boşaltılması
gerektiğini ifade eden Prof.Dr. Uluçam, kazıları
yapılmış durumunda olan, ören yerinde vücut bulan
kültür varlıklarının barajdan etkileme kapsamında
bulunanların taşınması ya da korunması söz konusu
olduğunu, bunlarla ilgili çalışmaların da proje
aşamasından uygulama sefasına kadar değişik
noktalara geldiğini kaydetti.

AÇIK HAVA MÜZESİ OLUŞTURULDU
Kültür varlıklarının Ilısu Baraj’ından sonra
sergilenebilmesi için açık hava müzesi ve kültürel
bir park alanı oluşturulduğunu aktaran Prof.Dr.
Uluçam, "Zeynel Bey Türbesi’nin yakın bir mesafeye
yani baraj gölünün kenarında olabilecek makul
ölçüdeki bir yere taşınması söz konusu. Bu da şu an
ihale aşamasında. Bunun dışında tarihi Artuklu
Köprüsü’nün ayaklarının kendi yerinde korunması için
çalışmalar sürüyor. Ancak bunun için de bir süreç
gerekiyor. Taşınabilir ya da yeniden montajı gereken
kültür varlıklarında yeni yerlerine taşınabilmesi
için mutlaka yaşayan Hasankeyflilerin bir an önce bu
kültür varlığının üzerindeki kendi varlıklarını bir
başka bir yere taşıma durumları birinci şart
diyebiliriz" diye konuştu.
Milliyet, 10.02.2015
|
İZMİR'İN TARİHİ SEMTİNDE TALAN!

Konak Tüneli çalışmalarıyla
gündeme gelen Damlacık semtinde sıkıntılar bir türlü
bitmek bilmiyor. Kamulaştırılanlar ile henüz
kamulaştırılması yapılmayan, aralarında tescilli
olanların da bulunduğu binalar, hırsızlar ve
hurdacıların gazabına uğradı. Evlerin kapı ve
pencereleri, demir aksamları çalındı. Bu durum
mahalle halkını tedirgin etti. Mahalleli
yetkililerden önlem almasını isterken, tünel
inşaatını yapan mütahit firma, sökülüp çalınan kapı
ve pencereleri sac levhalarla kapatıp hırsızlara
karşı önlem aldı.
Talan edilen binalar arasında, daha önce boşaltılan,
aynı zamanda tescilli olan Namık Kemal Mahallesi
Muhtarı İbrahim Cebeci'nin evinin de bulunduğunu
dile getiren mahalle halkı, Bakanlar Kurulu
tarafından 2012 yılında kamulaştırma kararı
alınmasına rağmen bunun 2014 yılı Haziran ayında
açıklandığına dikkat çekerek, "Kamulaştırılan birçok
ev zamanında yıkılmadığı için hurdacı ve hırsızların
talanına uğradı. Her gece gözümüze uyku girmiyor ve
tedirgin oluyoruz. Kötü hava koşulları, havanın
rüzgarlı olması bunu yapanların işlerine yarıyor.
Talan edilen evler arasında kamulaştırılan, ancak
tescilli olan binalar da var. Polisler bölgede
devriye geziyor ancak bu hırsızlıkların önüne
geçmede yeterli olmuyor" dedi.
Ege'de Son Söz, Haber: Mustafa Oğuz, 10.02.2015
|
İMÇ'NİN SEMBOLÜ 'KUŞLAR' RESTORE EDİLİYOR

Heykel sanatçısı Kuzgun Acar’ın 1967 yılında
tamamladığı Kuşlar heykeli olarak bilinen eseri,
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından
restore ediliyor.
1967’den bu yana
İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok
dış cephesinde asılı duran ve İMÇ’nin sembolü haline
gelen Kuşlar heykeli, yıpranmış, bazı parçaları da
kopmaya başlamıştı.
2008 yılında İMÇ içindeki duvar mozaiklerinin
temizlik ve bakımlarını gerçekleştiren, eserler ve
sanatçıları hakkında bilgilendirme levhaları
hazırlayan Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, 2013
yılında İMÇ yönetimi ve
Fatih Belediyesi’nin de desteğiyle Kuşlar
heykelinin restorasyon ve konservasyon işlerini
üstlendi.

UZMAN EKİP OLUŞTURULDU
Restorasyon ve konservasyon çalışmaları için
Prof.Dr. Üzlifat Özgümüş, Serra Kanyak, Halenur
Katipoğlu, Hayri Fehmi Yılmaz ve Sibel Horada gibi
konunun uzmanı sanatçı ve akademisyenlerin bir araya
geldikleri bir Bilim ve Danışma Kurulu oluşturuldu.
Mali desteğin Op. Dr. Oya Bayrı, sanatçı Canan
Bozbağ, Vakıf Onursal Başkanı Faruk Pekin ve İMÇ
Yönetimi’nce sağlandığı çalışmalar, Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Konservasyon Bölümü’nden
Uzman Yrd. Doç. Özer Aktimur tarafından
sürdürülüyor.
Proje Bilim ve Danışma Kurulu’nun, İMÇ
Yönetimi’nin ve sanata, kültüre, kentsel dokuya
duyarlı vatandaşlarımızın yakından takip ettikleri
restorasyon çalışmaları Özer Aktimur’un İstanbul
Seyrantepe’deki atölyesinde devam ediyor. Aktimur’un
hazırladığı restorasyon raporuna göre, eserin farklı
bölümlerinde iki düzeyde hasar bulunuyor; nispeten
sağlam sayılabilecek yüzeylerde mekanik
müdahalelerde bulunulsa da, çok hasarlı olan
bölümler yalnızca kimyasal tekniklerle
temizlenebiliyor.

Restorasyon tamamlandığında, İMÇ’ye iade edilecek
olan eserin bundan sonrası için en uygun koşullar
altında korunması ve sergilenmesinin yolları üzerine
çalışılıyor. Proje Bilim ve Danışma Kurulu’nun
önerileri ve İMÇ Yönetimi’nin sağlayacağı
olanaklarla Kuşlar heykeli, kısa süre sonra yeniden
ait olduğu ve özdeşleştiği yerinde İstanbullularla
beraber olacak.
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, restorasyon
sonrasında eserin İMÇ’ye iadesiyle birlikte bir dizi
etkinlik de düzenlemeyi planlıyor. Hem eserin hem de
sanatçının kamuoyunca bilinirliğinin artması, sanat
eserlerinin korunması ve bu alanda uygulanan
teknikler konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi,
sanatın kent yaşamı içindeki öneminin vurgulanması
gibi amaçlarla düzenlenecek panelde, Kuzgun Acar’ın
öğrencileri ve konunun uzmanlarının bir araya
gelecekler. Ayrıca sanatçının diğer çalışmalarına da
referans olacak bir teatral performans da bu panele
eşlik edecek.
Radikal, 10.02.2015
|
BAŞBAKANLIKTAN AÇIKLAMA:
1014 VAKIF ARAZİSİ İADE EDİLDİ

İade edilen son vakıf mülkü olan
Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na ait 42 bin 259
metrekarelik arsaya 1974’te el konmuştu.
Başbakanlık kamu
diplomasisi koordinatörlüğü, ‘Türkiye’de farklı
inanç gruplarına yönelik reformlar’ başlığıyla bir
açıklama yayımladı. Açıklamaya göre bugüne kadar
1014 vakıf arazisi iade edildi, 150 gayrimenkul için
değerlendirme süreci devam ediyor.
Yayımlanan açıklamada
verilen bilgiler şöyle:
- 2008’de çıkarılan yeni
Vakıflar Kanunu’yla bugüne kadar 1014 adet vakıf
arazisi cemaatlere iade edildi. Son olarak, Yedikule
Surp Pırgiç Hastanesi Vakfına ait, hastane binasının
karşısında yer alan 42 bin 259 metrekarelik arazi,
Vakıflar Genel Meclisi kararının ardından, vakıf
adına tapuya tescil edildi. 30 Eylül 2013’te
Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan
Demokratikleşme Paketi kapsamında, Mor Gabriel
Vakfına ait 12 parsel arazi Ekim ayında Süryani
Cemaatine iade edildi. 21 gayrimenkulün günümüz
rayiç bedelinden tazmin edilmesine karar verildi.
Halihazırda 150 gayrimenkul iadesi için ise
değerlendirme süreci devam ediyor.
- Türkiye’de halihazırda
165 cemaat vakfı faaliyetlerini aktif olarak
sürdürüyor. Bu vakıfların 76’sı Rum, 53’ü Ermeni,
19’u Musevi, 10’u Süryani, 3’ü Keldani, 2’si Bulgar,
biri Gürcü, biri de Maroni cemaatine ait.
- İmar Kanunu’nda
yapılan değişiklikle ‘cami’ ifadesi ‘ibadet yeri’
olarak değiştirilerek tüm ibadet yerleri kanun
kapsamına alındı. Bu kapsamda ‘İl, ilçe ve
kasabalarda mülki idare amirinin izni alınmak ve
imar mevzuatına uygun olmak şartıyla ibadethane
yapılabilir’ düzenlemesi getirilerek tüm dinlere
ilişkin ibadethane inşasına ilişkin şikayetler
ortadan kaldırıldı.
Onarımlar
- Diyarbakır’daki
Surp Giragos Kilisesi Ekim 2011’de
ibadete açıldı. Kumkapı Meryemana Kilisesi ile
Mektebi Vakfına ait VorvoksVorodman Kilisesi de
restore edilip ibadete açıldı. Öte yandan, Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından Trabzon Sümela Manastırı’nda
ve Van Akdamar Kilisesi’nde
ayin yapılmasına izin verildi.
Onarımı biten
taşınmazlar: Gökçeada Aya Nikola Kilisesi,
Gökçeada Ayamarina Rum Ortodoks Kilisesi, Hatay
İskenderun Süryani Katolik Kilisesi, Surp Giragos
Kilisesi, Kumkapı Meryemana Kilisesi, Hatay
İskenderun Rum Katolik Kilisesi, Diyarbakır Sur
Ermeni Protestan Kilisesi, VorvoksVorodman Kilisesi,
Diyarbakır Sur Ermeni Katolik Kilisesi, Gaziantep
Nizip Fevkani Kilisesi, Gaziantep Şahinbey Havra
Onarımı süren
taşınmazlar: Ayvalık Cunda Taksiyarhis
(Ayanikola ) Kilisesi, İstanbul Edirnekapı Aya Yorgi
Kilisesi, Edirne Merkez Havra (Büyük Sinagog)
Projesi hazırlanan
taşınmazlar: Kilis Merkez Havra, Hatay
Yayladağı Rum Ortodoks Kilisesi, İskenderun
ArsuzMaryo Hanna Kilisesi, Samandağ Yoğunoluk Köyü
Ermeni Kilisesi
Açıklamada, reform
olarak adlandırılan adımlar arasında 2009’dan bugüne
farklı inanç gruplarıyla yapılan 12 toplantı,
ücretsiz dağıtılan Ermenice ders kitapları ve Basın
İlan Kurumu’nun 6 azınlık gazetesine verdiği mali
destek sayıldı.
Agos,10.02.2015
|
HİTİTLERİN BAŞKENTİNE GELEN ZİYARETÇİ SAYISI DÜŞTÜ

Dünyanın en büyük medeniyetlerinden biri olan
Hititler'e başkentlik yapan Çorum'da turist
sayısında düşme yaşanırken otellerdeki konaklama da
artış meydana geldi.
Boğazkale Müzesi'nin ücretli hale getirilmesiyle
ziyaretçi sayısında düşüş olduğunu belirten Çorum İl
Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, bu verilere
göre kente geçtiğimiz yıl 135 bin turistin geldiğini
söyledi.
Özüdoğru ''Bu verilere göre tam rakamı
çıkartamıyoruz ama otellerimizde konaklama sayısı
180 bin civarında. ''dedi. İncesu Kanyonu'nda ciddi
bir hareketlilik yaşandığını dile getiren Özüdoğru,
turizmdeki tek eksikliğin tanıtım olduğunu belirtti.
Kent genelinde bulunan kazı alanlarından çıkan
eserlerle ilgili de bilgi veren Ali Özüdoğru,
''Şuanda çıkartılan eserlerle birlikte kazı
alanlarından bulunan 31 bin tarihi eser bulunuyor.
Kazı alanlarımızda herhangi bir ödenek eksikliği
yok, çalışmalarımız devam ediyor.'' ifadelerini
kullandı.
Zaman, Haber: İdris Okur, 09.02.2015
|

İtalya'nın Piedmont bölgesinde bulunan 74 odalı
saray, 3.8 milyon sterlin (15 milyon TL) fiyatla
satışa çıkarıldı.

18'inci yüzyılda inşa edilen saray Napolyon
Bonapart'a da ev sahipliği yapmıştı.

13 adet yatak odası ve 30 kişiyi ağırlıyabşlecek
bir şapeli bulunan saray, Barok tarzındaki
çalışmalarıyla bilinen mimar Filippo Juvarra
tarafından çizilmişti.

Tarihi bir öneme sahip olan saray, 1800 yılında
Habsburg Monarşisi ve Fransa arasındaki Marengo
Savaşı sırasında Napolyon Bonapart'ın karargahı
olarak hizmet vermişti.

Saray iç dekorasyonu ile de göz dolduruyor.
 
 
Sabah, 09.02.2015
|
ANKARA KALESİ'NDE BASINÇLI TEMİZLİK

Ankara Büyükşehir Belediyesi
Kent Estetiği Dairesi temizlik ekipleri,
Başkent'in en fazla turist çeken bölgesi olan
Ankara Kalesi'nde temizlik gerçekleştirdi.
Kalenin ziyaretçilere açık olan kısmında
gerçekleştirilen çalışmada burçlara yazılan
yazılar silindi, uyuşturucu ve alkol bağımlıları
tarafından kirletilen gözetleme kuleleri
yıkanarak temizlendi. Basınçlı su ile
duvarlardaki yazıları silebilen makine, zor
koşullar altında sur dibine kadar yaklaştırarak,
hortumlar burçlara taşındı. Kaleye gelen
turistlerin ve yerli ziyaretçilerin merakla
izlediği temizlik sırasında ekipler, 2 ton
kumlama malzemesi, 1.5 ton temizleyici madde
kullanarak kaledeki görsel çirkinliğe son verdi.
Kent Estetiği Dairesi yetkilileri, “Kale
turistlerin akınına uğrarken çirkin görüntülerin
oluşmaması için elimizden geleni yapıyoruz.
Ancak
Ankara Kalesi'nin korunmasında vatandaşların
daha fazla duyarlılığına ihtiyacımız var.” diye
konuştu.
Hürriyet, 09.02.2015
|
EN PAHALI TABLO 'TAHİTİLİ KIZLAR'
Fransız ressam Paul
Gauguin’in Tahitili iki kızı resmettiği 1892
tarihli tablosu, 300 milyon dolara (yaklaşık 741
milyon TL) satılarak ‘en pahalı sanat eseri’
rekorunu ele geçirdi.
Basel’deki Kunstmuseum’da sergilenen
tablo, İsviçreli koleksiyoner Rudolf
Staechelin’a aitti. ‘Nafea Faa Ipoipo’ (Ne Zaman
Evleneceksin) adlı eserin Katar’da bir müzeye
satıldığı iddia edildi. Ancak Katar Müzesi,
gizlilik politikası nedeniyle bir açıklama
yapmadı.
Hürriyet, 08.02.2015
|
|
"İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ, DÜNYADAKİ EN BÜYÜK BEŞ
MÜZEDEN BİRİ OLACAK"

İstanbul Arkeoloji Müzesi, dünyaca ünlü müze
mimarı Boris Micka tarafından yeniden tasarlandı. Ne
yapılacağına yıllardır karar verilemeyen Darphane-i
Amire binaları da müzeye dahil edildi. Şu anda bir
kısmı kapalı olan müze, 7 bin metrekarelik yeni
alanı ve tasarımıyla 2016'da açılacak. Boris Micka,
"Yaklaşık 7 bin metrekarelik bir alanı tasarladık.
İstanbul Arkeoloji Müzesi, dünyadaki en iyi beş
arkeoloji müzesi arasındaydı. Yeni tasarımıyla,
dünyadaki üzerindeki en büyük arkeoloji müzelerinden
biri olacak.” diyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri (İAM), ülkemizdeki en
talihsiz müzelerden biri. Türkiye'de en çok gezilen
iki müze; Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi ile dip
dibe olmasına rağmen ziyaretçi sayısı onların üçte
biri kadar. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
geçtiğimiz aralık ayında açıkladığı rakamlara göre
Topkapı ve Ayasofya'yı 2014'te 3'er milyondan fazla
kişi ziyaret etti. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin
ziyaretçi sayısı ise yaklaşık 300 bin. İAM'ın
çevresiyle ilişki kuramama gibi bir sorunu da var.
Müze, Gülhane Parkı'nın içinden Topkapı Sarayı'na
çıkan Osman Hamdi Bey Yokuşu'nda fakat bilhassa yaz
aylarında sayıları artan parkın sakinleri,
burunlarının dibindeki müzeyi fark etmiyor bile.
Bu olumsuzluklar bir yana, İstanbul
Arkeoloji Müzesi, dünyanın en iyi 5 arkeoloji
müzesinden biri oluyor. 2016'da müzecilik
teknolojileri kullanılarak yapılan yeni sergileme
tasarımı bitince hem en iyi hem de en büyük
müzelerinden biri haline gelecek. Çünkü ne
yapılacağına yıllardır karar verilemeyen tartışmalı
tarihi binalardan biri olan ve Topkapı Sarayıbirinci
avlusundan ta Gülhane Parkı'nın girişine kadar
uzanan eğimli ve geniş alandaki Darphane-i Amire
binaları artık İstanbul Arkeoloji Müzeleri
kullanacak. Böylece müzenin hem metrekaresi
büyüyecek hem de depolarda bugüne kadar hiç
sergilenmeyen eserler gün yüzüne çıkacak. Tüm
bunları, müzenin sergileme
alanlarını yeniden tasarlayan Boris Micka'dan
öğreniyoruz.
Dünyaca ünlü müze mimarı ve sergileme
tasarımcısı Boris Micka, ‘müzelerin kaderini
değiştiren adam' olarak tanınıyor. Müzecilerin
yapmak istediklerini o ziyaretçilerin anlayacakları
dile çeviriyor. Yaptığı iş, müzeografi olarak
tanımlanıyor. Kendisi Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi
Sarayı'nda dün sona eren Heritage Restorasyon,
Arkeoloji, Müzecilik Teknolojileri Fuarı'nda, İAM
için nasıl bir tasarım yaptığını anlattı. Micka ile
sunumu sonrasında ayrıntıları konuştuk.
“OSMAN
HAMDİ BEY GÖRSE MUTLU OLURDU”
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bir kısmı şu anda
kapalı. Depreme karşı sağlamlaştırılıyor ve restore
ediliyor. Micka'ya 100 yıl önce kurulan müzede neyi
değiştirdiğini soruyoruz. Öncelikle 'derleyip
toplayıp temizlik yaptığını' söylüyor ve sözlerine
şöyle devam ediyor: “Çok fazla katman, çok fazla
yorum vardı. Osman Hamdi Bey, müzeyi kurarken
aklında ne varsa, ona geri dönüyoruz. Ama tabii ki
21. yüzyılın teknolojisini kullanarak. Bence Osman
Hamdi Bey, yaptığımızı görseydi mutlu olurdu. Hala
onun ruhunu koruduğumuzu düşünüyorum.”
‘Bilmem kaçıncı yüzyıldan kalan çanak,
çömlek' gibi bir sergileme anlayışı yeni planda yok.
7 bin metrekarelik bir alanı tasarlayan Micka,
müzeyi salonlara bölmüş ve her salonda farklı
hikayeler anlatmış. Onun ifadesiyle konuşmayan bütün
eserler dile geliyor. Mesela Troya salonuna kentin
interaktif bir modeli kurulmuş ve Osman Hamdi Bey'in
satın aldığı orijinal vitrinleri kullanarak Troya
kazılarının tarihi anlatılmış.
Darphane-i Amire binalarında ise iki ana
sergi alanı hazırlanıyor. Birinde, depodan
çıkarılan, bugüne kadar hiç sergilememiş sikke
koleksiyonu olacak ve mekanın tarihi anlatılacak.
Diğerinde İstanbul'un arkeolojik geçmişine
uzanılacak. Micka, “Arkeoloji Müzesi'nin inanılmaz
bir sikke koleksiyonu var. Tabii ki böyle bir
koleksiyonu Darphane'de sergilemek en doğrusu.”
diyor. Peki, yeni tasarım İAM'ın kaderini
değiştirecek mi? Micka, “Evet… Eğer buna
inanmasaydım bu işi yapmazdım. Dünyadaki diğer
arkeoloji müzeleri eğitim sistemiyle bağlantılı
çalışıyor. Yeni tasarımda buna çok önem verdik.
Yerli ziyaretçiler, özellikle küçük ziyaretçilerimiz
artacak.” diyor.
İstanbul Kent
Müzesi'ni de tasarladı
1962 doğumlu Çek mimar Boris Micka, 1992 yılından
beri yönettiği İspanya'nın Seville kentindeki
GPD-Museums and Exhibitions firmasından 2013'te
ayrılarak İstanbul merkezli Arnas & Micka Mimarlık
şirketini ortağı Naim Arnas ile birlikte kurdu.
Tasarımlarıyla İspanya’daki tüm müzelerin
konseptlerinin değişmesine öncülük eden Micka,
Türkiye'de 2010'da Sakıp Sabancı Müzesi'nde
sergilenen "Efsane İstanbul: Bizantion'dan
İstanbul'a-Bir Başkentin 8000 Yılı" sergisi ve yine
Sakıp Sabancı Müzesi koleksiyonlarından derlenerek
oluşturulan ve 2014'te Bahreyn'de sergilenen "İslam
Hat Sanatının Beş Yüz Yılı" sergisini tasarladı.
Micka, İstanbul Arkeoloji Müzeleri dışında, bir
türlü kurulamayan ve sürekli tartışılan İstanbul
Kent Müzesi'nin de tasarımcısı. “İstanbul Kent
Müzesi'nin tasarımı bitti. Şu anda bu uygulamayı
kimin yapacağı ihale aşamasında. Bu kadar büyük bir
müzenin yönetimsel prosedürleri uzun sürüyor.”
diyor. Micka'nın, 19-21 Şubat'ta Lütfi Kırdar Kongre
ve Sergi Sarayı'nda yapılacak All Design 2015'in
konuşmacıları arasında olduğunu belirtelim.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 08.02.2015
|
3 BİN YILLIK HEYKELLERİN YAPIM AŞAMASINI YERİNDE
GÖRÜN
Gaziantep'in İslahiye
İlçesi'nde
Hitit dönemine ait eserlerin yer aldığı "Yesemek
Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi", heykelin yapım
aşamasındaki hemen her evreyi doğal ortamında görme
fırsatı sunuyor -Yaklaşık 100 dönümlük alana yayılan
açık hava müzesindeki eserler arasında, ayı-insan
karışımı yaratık, sfenksler, savaş arabası ile
kaldırılmayı bekleyen çok sayıda heykel dikkati
çekiyor.

UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi'ne
alınan İslahiye İlçesi'ndeki "Yesemek Açık Hava
Müzesi ve Heykel Atölyesi", heykelin yapım
aşamasındaki hemen her evresini doğal
ortamında görme fırsatı sunuyor.
İlçeye 20 kilometre mesafedeki Yesemek
Köyü
Karatepe mevkisinde yaklaşık 100 dönümlük alana
yayılan açık hava müzesinde, yapım ve işleme
sürecinin değişik basamaklarındaki taslaklar
halinde 300'den fazla bazalt heykel ve kabartma yer
alıyor.

Alman Doğu Araştırmaları Kurumu adına Felix Von
Luschan tarafından Zincirli Höyük'te yapılan kazılar
sırasında 1890'da keşfedilen bölgede, 1957-1961
yıllarında Prof.Dr. Bahadır Alkim, 1989-1991
arasında ise arkeolog İlhan Temizsoy'un
yürüttüğü kazılarda bulunan heykeller geniş bir
alana yayılıyor.
Ortadoğu'nun en büyük ve en açık hava müzesi
niteliği taşıyan Yesemek'te, heykel atölyesinin
nasıl işletildiği, çalışmalarda hangi teknik ve
malzemelerin kullanıldığı örnekleriyle doğal
ortamlarında görülebiliyor.
UNESCO tarafından 2012'de Dünya Mirası Geçici
Listesi'ne alınan müzede, sfenksler, kapı aslanları,
oturan aslanlar, kanatlı aslanlar, Amanos Dağları'nı
temsil eden Dağ Tanrısı kabartmaları, savaş sahnesi
kabartmaları ve mimari parçalar bulunuyor.

Taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına kadar geçen evrelerin örnekleriyle yer aldığı müzedeki eserler arasında, ayı-insan karışımı yaratık heykeli, kökeni eski Mısır'a dayanan insan başlı aslan gövdeli sfenksler ile saat 13.00-15.00 arası güneşin yatay gelmesi nedeniyle üzerine düşen gölgeyle daha net görülebilen savaş arabası sahnesi dikkati çekiyor.
- "Heykel tarlası"
Yesemek Açık Hava Müzesi görevlisi Haydar Çiçek,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, bölgenin halk
arasında "heykel tarlası" olarak anıldığını söyledi.

Kazılarla gün yüzüne çıkarılan 300'e yakın
heykelin yanı sıra, binlerce heykelin de geniş bir
alanda ayağa kaldırılmayı beklediğine işaret eden
Çiçek, "Açık hava müzesinde heykelin her aşamasına
ilişkin evreler yer alıyor. Ziyaretçiler, özellikle
de heykele ilişkin bölümde okuyan üniversite
öğrencileri heykellerin yapım aşamasını yerinde
görebilir" dedi.
Ziyaretçilere heykel ve kabartmalar hakkında
bilgi veren Çiçek, özellikle yabancılar tarafından
bilinen bölgenin turizme kazandırılması gerektiğini
kaydetti.

Yesemek'te o döneme ait çalışmalar hakkında da
bilgi veren Çiçek, şöyle devam etti:
"Kesilmek istenen blok kenarına açılan oyuklara
sıkıştırılan kuru ağaçlar ıslatılmak
suretiyle genişletilmiş. Oluşan basınçla meydana
gelen çatlaklar, balyoz ve kama tipi
aletlerle genişletilip kaya, ana kütleden ayrılmış.
Hazırlanan bloklar, dağın yanındaki heykel
atölyesine getirilerek, istenilen şekiller
şablonlarla bloklar üzerine çizilmiş. Daha sonra
bazı detaylar işlenmiş. Üçüncü aşamada da detayların
daha özenli işlendiği görülüyor. Eserlerin en son
rötuşlarının ise kullanıldığı mimari yapı içinde
yapıldığı anlaşılıyor. Bu yontu taslaklarını bugün
Yesemek'te görmek mümkün."
Kazı ve düzenleme çalışmasında uzun yıllar görev
alan Ali Çiçek de Anadolu Kültür Varlıkları
Envanteri'nde seçkin yeri olan ve bugüne
kadar değişik nedenlerle yeteri kadar tanıtımı
yapılamayan Yesemek'in gerek kazı anlamında gerekse
ziyaret anlamında ilgi beklediğini vurguladı.

- Asur ve Suriye kültürüne ait
unsurlara rastlamak mümkün
Bilimsel yayınlara "Yesemek Açık Hava Müzesi ve
Heykel Atölyesi" olarak giren bölge, Gaziantep
Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Hitit
kralı I. Şuppiluliuma döneminde (MÖ 1375-1335) Hitit
hakimiyetine girmesiyle işletmeye açılmış ve
bölgede yerli halk Hurriler de çalışmış.
Frigler'in Hitit şehirlerini ele geçirmesiyle bir
süre duran çalışmalar, Geç Hitit Dönemi'nde
kurulan Sam'al (Zincirli) krallığı
tarafından milattan önce 9. yüzyılın ilk çeyreğinden
itibaren tekrar başladı. Bu döneme ait buluntularda
bölgenin karışık siyasi durumu sebebiyle Asur, Hitit
ve Suriye kültürüne ait unsurlar görülmektedir. Daha
sonraki dönemde bölgeye gelen Aramiler'in de eserler
üzerindeki etkisi izlenebilmektedir.
Birçok devletin sanat özelliklerini yansıtan
eserlerin bulunması "Yesemek Açık Hava Müzesi ve
Heykel Atölyesi"nin sanatsal yönden önemini daha da
arttırıyor. Sam'al krallığının MÖ 7. yüzyılın son
çeyreğinde Asurlular tarafından yıkılması ile bölge
Asur egemenliğine girdi. Asur egemenliğinde Taş
Ocağı ve Heykel Atölyesi'nin çalışmadığı
belirtiliyor. Yesemek Höyüğü buluntularından, bu
dönemde bölgenin terk edildiği anlaşılıyor.

Hürriyet, Haber: Veli Gürgah, 08.02.2015
|
BU MÜZE HEM CANLI HEM ÜÇ BOYUTLU

Hisart Canlı Tarih Müzesi’ndeki eserler gerçek
veya kurgu ürünü olayların, üç boyutlu modellenmesi
anlamına gelen diorama tekniğiyle sergileniyor.
İşadamı Nejat Çuhadaroğlu’nun otuz yıllık emeğinin
ürünü olan müzeyi ziyaret edenler, koridorlarda
dünyanın kaderini belirleyen dönüm noktalarına
şahitlik ediyor.
Yolu İstanbul Çağlayan’a düşenlerin gözüne Hisart
Canlı Tarih ve Diorama Müzesi tabelası mutlaka
çarpmıştır. Adalet Sarayı’nın hemen arkasında Cemil
Bengü Caddesi’nde bulunan müze kısa bir zaman önce
açıldı ama ünü kulaktan kulağa yayılıyor. İşin
gerçeği, çokları gibi biz de burayı ziyarete
giderken bir işadamının şahsi koleksiyonundan daha
fazlasını görmeyi tahmin etmiyorduk. Ancak
gördüklerimiz bizi adeta şaşkına çevirdi ve ‘burayı
mutlaka herkes görmeli’ duygusuyla ayrıldık.
Hisart Canlı Tarih ve Diorama Müzesi’nde yaklaşık
bin yıllık bir tarih gözlerimizin önüne seriliyor.
Roma İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti,
Osmanlı İmparatorluğu, Kurtuluş Savaşı, 1. ve 2.
Dünya Savaşı, Körfez Savaşı gibi dünya tarihine etki
eden medeniyet ve olaylara ait askeri ve etnografik
eserlerin sergilendiği bir müze burası. Eserler,
gerçek veya kurgu ürünü olayların, üç boyutlu olarak
modellenmesi anlamına gelen ‘diorama tekniği’ ile
sergileniyor. Müzede askeri ekipmanlar ve kıyafetler
gibi orijinal on binlerce obje yer alıyor. Müzede,
armalı Selçuklu kılıçları, henüz literatüre dahi
girmemiş birçok paha biçilmez nadide eserler de
bulunuyor. Tüm bu özellikleriyle Hisart, dünyanın
ilk canlı tarih ve diorama müzesi unvanını da
alıyor.
Çuhadaroğlu Şirketler Grubu’nun İstanbul
Çağlayan’daki binasının restore edilmesiyle kurulan
altı katlı müze, bin 500 metrekarelik bir alana
sahip. Yaklaşık 30 yıllık bir emeğin ve bir tarih
aşkının meyvesi. Hisart Müzesi’nin kurucusu,
Çuhadaroğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı
Nejat Çuhadaroğlu. Her bir eserinde 30
senelik maket deneyimi, 25 senelik diorama yeteneği
ve 18 senelik koleksiyoner kimliğini bu müzede
ziyaretçilerle buluşturuyor. Müzeye adımınızı
attığınız andan itibaren geçmişten günümüze doğru
bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Sizi kimi zaman
kıyafetleri ve mühimmatlarıyla askerler, kimi zaman
bir matara, kimi zaman tüm heybetiyle yeniçeriler,
kimi zaman da bir cephede Alman askeri karşılıyor…
Bir zamanların en iyi savaş makineleri, kılıçlar,
paşalar, leventler… Hepsi bir konu bütünlüğü içinde
ve olayı anlatan maketlerin hemen yanında.
Giysisinden silahına, nişanından sigara tablasına
kadar o dönemi yansıtan her şeyi görebiliyorsunuz.
İstanbul’un fethinde üstüne surlardan yağ dökülen
bir askerin çığlığını ya da bir Alman askerinin
savaşmaktan bitkin düşen halini... Mankenler
öylesine gerçekçi ki, bazı askerlerin korku dolu
bakışlarını ve gözlerinden süzülen yaşları bile
görmek mümkün. Bunların dışında sizi her katta
önemli isimlerin savaşın ne kadar kötü bir şey
olduğunu hatırlatan sözleri... Müzeyi gezip
bitirdikten sonra yeniden birinci kata inip bir kere
de detaylara bakmak istiyor insan. Kısacası Hisart,
savaşın toplumları nasıl şekillendirdiğini
kanıtlarıyla gösteriyor. Savaşlarla birlikte yaşanan
ekonomik, sosyolojik ve kültürel değişimlere ışık
tutuyor. Müzeye gelenler, burada savaşın çok
ötesinde bir tarih görüyor.
Gelelim müzenin hikayesine. Buraya adeta hayatını
adayan Nejat Çuhadaroğlu’nun tarihe ilgisi çizgi
romanlarla başlamış. Eli kalem tutmaya başladığından
beri de resim yapıyormuş. Akranları dışarıda oyun
oynarken o küçük yaşta maketler yapmaya başlamış.
Ona ilham olan ise babasının yurtdışından aldığı
uçak maketleri olmuş. Tarih merakıyla birlikte maket
merakı da giderek bir aşka dönüşmüş. Bir yandan da
bugün müzede sergilenen ve sayısı on binleri bulan
objeleri toplamaya başlamış. Önce çizgi romanlar
sonra da bin yıllık tarihe ışık tutan savaş
malzemeleri... Bu müze için ayrıca bir de servet
harcamış işadamı. Bu miktar 25 milyon doların
üzerinde ve her geçen gün artıyor.
Peki neden diorama tekniğini kullandı? “Yaptığım
maketlere bir anlam, bir mizansen vermek istedim. Bu
tekniğin diorama olduğunu öğrendim. Adını
bilmiyordum ama görsel bir tiyatro sahnesi kurgulama
merakım vardı. Mesela İkinci Dünya Savaşı’nın
dioramasını yaparken yanında bir Alman miğferi
koysam fena olmaz diye düşündüm. Bu fikirlerle
başladım ve iş buralara kadar vardı. Öyle bir hale
geldi ki, kendi tarzımı oluşturmuş oldum.” diyor
Çuhadaroğlu.

‘Guinness’e başvursak ödül alırız’
Diğer müzelerde tek tek sergilenen nesneler bu
müzede bir bütünlük içinde. Müzeye gelen
ziyaretçiler, burada hem maketini görüyor hem
gerçeğini. Yani olayın bütününü görme şansını
yakalıyor. Çuhadaroğlu, müzelerdeki sergileme
anlayışının çok sıkıcı ve rutin olduğunu söylüyor:
“Bütüncül bir müze anlayışı yönüyle dünyada ilk.
Burada 350 gerçek manken kullanıldı. Bu sayıya
yaklaşacak bir müze dünyada yok. Sadece bu yönüyle
bile Guinness’e başvursak ödül alırız.”
Müzeyle ilgili yanlış anlamalara meydan vermemek
için bir şeyin altını özellikle çiziyor Çuhadaroğlu.
Her ne kadar bu müzede savaş başlığı öne çıksa da
burasının bir canlı tarih müzesi olduğunu söylüyor
ve ekliyor: “Savaşlar dünyada tarih boyunca en çok
can almış olaylar. Ne salgın hastalıklar ne de
felaketler, savaşlardaki kadar insanın ölmesine
sebep olmadı. Bugün de hala insanlar savaşıyor,
yarın da savaşacak. Savaş, insan geninde olan bir
hastalık. Bu hastalığı yok edebilmek için üzerine
gitmeniz, iyi teşhis etmeniz ve tanımanız gerek.
Savaşa karşıyım demekle bu hastalığı yenemezsiniz.
İnsanlar neden, nasıl savaşmış öğrenmek lazım ki
önlem alınsın. İnsanların geçmişini çok iyi öğrenmek
gerek. Özellikle de Türkiye’nin çünkü burası
dünyanın merkezi. Dünyanın en eski kültürlerine
sahip. Nereden gelip gittiğimizi bilmemiz gerek.”
Vaktini ve parasını neden bu müzeye harcadığını
sorduğumuzda cevabı herkese örnek olacak türden
Çuhadaroğlu’nun: “Her dünya vatandaşı bu dünyaya bir
eser bırakıp gitmelidir. Kalıcı bir şey bırakmak
gerekiyor. Tarihsel konularda bir eksikliğimiz var,
ben de bu birikim ve yeteneğimi kullanıp böyle bir
eser bırakmak istedim. En azından ismim yaşayacak.
‘Bir zamanlar bir çılgın vardı’ diyecekler.”

‘Yurtdışında sergiler açacağım’
Hisart Müzesi’nde on binlerce obje var ve burada
yüzlerce temalık sergiler çıkabilir. Zaten Nejat
Çuhadaroğlu’nun da hedefinde böyle düşünceler var.
Amacının Türk kültürünü tanıtmak olduğunu söyleyen
Çuhadaroğlu, özellikle Amerika ve Avrupa’da sergi
açmayı düşünüyor. Sadece yurtdışında değil,
ülkemizde de tabii. Onun bu konudaki birikimi
herkesin dikkatini çekiyor. Önümüzdeki günlerde
açılacak Çanakkale sergisinin küratörü de o. Ayrıca
tarihi dönem filmlerine danışmanlık yapmak istiyor
çünkü birçok hata yapıldığına ve ortaya gülünç
durumlar çıktığını düşünüyor.

‘Keşke Suriçi’nde olsa’
Müze, İstanbul’un tur rotasına da girdi ancak
Nejat Çuhadaroğlu’nun bu konuda büyük bir yarası
var. “Bina olarak da lokasyon olarak da doğru yerde
değil bu müze. Eski şirket merkezimizi müze yaptık.
Yerli ve yabancı turistlerin ayaküstü
ulaşabilecekleri bir yerde olmalı. Mesela devlet
büyüklerimizin burayı görmelerini mutlaka istiyorum.
Bu müze tarihi Suriçi’nde olsa daha güzel olur. Bunu
yetkililer yapabilir. Gelip görmeden insanlar
buranın ciddiyetini algılayamıyor. Burayı aynı
zamanda bir araştırma merkezi haline çevirmek
istiyoruz. Türkiye’de uzman yok. Bu konuları danışıp
soracağımız kimse yok. Daha bir kılıç kitabımız bile
yok.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 07.02.2015
|
BULDUĞU TARİHİ PARALARI TESLİM ETMEK İÇİN BİN 500 KM
YOL KATETTİ

Kars'ın Selim İlçesi'nde hayvancılıkla uğraşan
Gürler Yücel, ağıl yapmak için taş toplarken
üzerinde Arapça yazılar bulunan 7 adet gümüş para
buldu. Paraların Hz. Ömer dönemine ait olduğunu
ifade eden Yücel, Kars'tan İstanbul'a gelerek
paraları İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim etti.
Yaptığı araştırmalarına göre eski paraların
Hazreti Ömer dönemine ait olduğu bulgusuna
ulaştığını ileri süren 53 Yaşındaki Güler Yücel,
"Paraları çobanlık yaparken taşların arasında
buldum. Yaptığım bazı incelemelere göre, paraların
Hz Ömer dönemine ait olduğunu, İslamiyet'in ilk
parası olduğunu öğrendim. Paranın üzerinde Allah
(C.C.) ve Hz. Muhammed'e övgüler bulunan yazılar
var. Antik değeri olan bir para. Cumhurbaşkanlığı'na
bir mektup yazdım. Fotoğraflarını gönderdim.
Cumhurbaşkanlığının bir an önce mektubuma cevap
vermesini istiyorum." dedi.
'BAZI HABERLERE GÖRE PARALARIN TANESİ 900
BİN STERLİN'
Paraların maddi değerlerinin çok yüksek olduğunu
öne süren Yücel, "Bazı haberlere göre tanesi 900 bin
Sterlin. Ben yine de müzeye vermeyi tercih ettim.
İslamiyet'in değeridir. İslamiyet için çok önemli
bir değerdir." ifadelerini kullandı.
Yücel, daha sonra 7 adet parayı Gülhane Parkı'nın
içinde bulunan İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim
etti.
Zaman, Haber: Ali Cansev, 07.02.2015
|
SAFRANBOLU'DA YAPILAŞMAYI 'MİMARİ ESTETİK KOMİSYONU'
BELİRLEYECEK
Safranbolu'da yapılacak binalar,
sokaklar ve caddeler, geleneksel Türk mimarisinin
izlerini taşıyacak. Safranbolu Belediye Başkanı
Aksoy, "Safranbolu’nun dünya çapında ünlü geleneksel
evleri ve o evlerin yerleşim düzenlerini, güncel
mimariye adapte etmeyi hedefliyoruz" dedi.

UNESCO Dünya Miras Listesi'nde
yer alan Karabük'ün Safranbolu
İlçesi'nde binalar, sokaklar ve caddeler, geleneksel
mimari dokuya uygun inşa edilecek. Safranbolu
Belediye Başkanı Necdet Aksoy,
belediye meclisinde alınan kararla 'Mimari
Estetik Komisyonu' kurulduğunu söyledi.
Komisyonunun, Safranbolu’da dizayn çalışmaları
yapacağını ifade eden Aksoy, geleneksel mimariyi
yansıtacak kararlar alacağını anlattı.
Aksoy, komisyonda yapmak istedikleri farklı
çalışmalar olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Safranbolu’nun tüm imar alanlarının mimarisine
müdahaleyi, şekil vermeyi, silüet belirlemeyi, dünya
çapında ünlü geleneksel evleri ve o evlerin yerleşim
düzenlerini güncel mimariye adapte etmeyi
hedefliyoruz. Şunu da belirtmek isterim, 'birebir
aynısı olsun' demiyoruz fakat oradaki estetiği
yukarıda da yakalamak amacındayız. Bunu
yakalayabilecek, gerek önceden hazırlanmış
çalışmalarla gerekse uygulama esnasında karşımıza
gelecek uygulamalarla bu bütünlüğü sağlayabilmeyi
hedefliyoruz”.
Komisyonun yeni yerleşime açılacak bölgelerde ana
ilkeler oluşturacağı bilgisini veren Aksoy, ilçedeki
mimari faaliyetlere estetik açıdan yaklaşacaklarını
dile getirdi. "Bu bölge ve diğer bölgelerle ilgili
de komisyon çalışmalarını yapıp geleneksel
mimarimizin özelliklerini taşıyan yeni binaların
oluşmasına mutlaka katkıda bulunacak' diye
düşünüyorum" ifadesini kullanan Aksoy, "Yeni
yerleşim bölgelerinde cadde, sokak tasarımları,
binaların dış cephe, boya, diğer uygulama ile mevcut
binaların da değiştirilmesi amaçlanıyor. Binaların
birbirleriyle koordinasyonu sağlanarak, Safranbolu
mimarisinin unsurları pencere ve balkonlar ilave
edilecek" değerlendirmesinde bulundu.
Yapı, 07.02.2015
|
MERSIN'DEKİ 500 YILLIK TARİHİ ESERİ ÇALDILAR

Mersin'in Anamur
İlçesi'nde 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici
listesine giren bin 500 yıllık Mamure Kalesi'nin
girişindeki savunma topu çalındı.
Bu sabah saatlerinde Mamure Kalesi'nin asırlardır
yerinde duran kapı savunma topunun yerinde
olmadığını gören görevliler, önce İlçe Müze
Müdürlüğü'ne sonra da jandarmaya bilgi verdi.
Jandarma ekipleri, hırsızlık olayıyla ilgili çalışma
başlattı. Anamur İlçe Müze Müdürü Murat Kalas'ın,
jandarma güçlerine çalınan topun daha önce müzenin
envanter listesinde olmadığını söylediği öğrenildi.
Topun kimin ya da kimlerin çalındığı
belirlenemezken, hurdacılar veya kaçak antikacılık
yapanlar üzerinde duruluyor.
KALENİN TARİHİ
1500 yıllık Mamure Kalesi Akdeniz kıyısında en iyi
şekilde korunmuş Orta Çağ kalelerinden biri. Zafer
kazanan Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular,
Karamanoğulları ve Osmanlılar gibi farklı orduların
üsluplarını taşıyan özgün bir Orta Çağ tahkimatına
sahip. 23.500 metrekarelik bir alanı kaplayan kale
Türkiye’nin en büyük kalelerinden. Mamure Kalesi,
Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Karamanoğulları
ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığa ev sahipliği
yapmış bu topraklarda insanlık tarihinin önemli
aşamalarına tanıklıK ediyor. Kale’nin mimari öğeleri
farklı uygarlıkların egemenlik dönemlerinde inşa
edilmiş. Bu nedenle, inşa edildiği döneme özgü
mimari özellikler taşıyor. Savunma açısından
mükemmel bir konuma sahip kale, çevresinin saran
bölgede denize hükmeder durumda. Gözetleme kuleleri
özellikle güneyde yer alan ana kule, kalenin görüş
açısını genişlemiş. Kale burcunda yer alan mazgallı
siper ve kara tarafında kalenin etrafını saran
hendek alanı savunma sisteminin diğer elemanları
arasında. Mazgallı siper ve gözetleme kulelerinin
pencereleri, kale içinden ok atışını kolaylaştıran
fakat dışarıdan gelen atışları zorlaştıran iç
kısımda daha geniş olmak üzere V şeklinde.
OSMANLI MİMARİSİNİ YANSITIYOR
Karamanoğulları tarafından inşa edilmiş tek minareli
cami 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin niteliklerini
yansıtıyor. Onarım geçiren tarihi cami hala
kullanılmaktadır. Kalenin kuzeyinde yer alan hamam
yapısının da Karamanoğulları tarafından inşa
edildiği düşünülür. Hamamın giriş kısmı yıkılmış
diğer kısımları ise hala ayaktadır.
Kalenin yapılış tarihi kesin değil. 3'ncü ya da
4'ncü yüzyılda Romalılar tarafından inşa edildiği
tahmin edilmekte. 1988 yılında Anamur Müzesi
Müdürlüğü başkanlığında yürütülen kazılarda Geç Roma
döneminin seçkin kentlerinden ‘Ryg Monai’ kentine
ait mozaik taban kaplaması ortaya çıkarılmış. Diğer
taraftan, Kale Anamurium antik kentinin harici
koruyucu kalesi olarak da bilinmekte.
Sol Haber, 07.02.2015
|
BİR HANÇER DE IHLAMUR KASRI'NA

Emirgan Korusu’nun komşu parselinin yapılaşmaya
açılmasının ardından 3. derece sit alanında bulunan
Beşiktaş Ihlamur Kasrı’nın komşu parselindeki açık
otoparkın, katlı otopark haline getirilmesi için
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan izin çıktı.
CHP’li Meclis Üyesi Hüseyin Sağ, “Ihlamur Kasrı’nın
yanında yeni bir 16/9 garabeti olmasın” uyarısı
yapıyor.
“Beşiktaş Ihlamur Kasrı 3. Derece Doğal Sit Alanı
ve Etkileme Geçiş Sahasına İlişkin 1/5000 Ölçekli
Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı Değişikliği”, 4 Şubat
günü Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nde askıya
çıktı. 5 Mart’a kadar askıda kalacak plana 30 gün
içinde itiraz edilebilecek. Bir maddeden oluşan plan
değişikliğinde “Plan hükümlerine göre belediyeler
veya diğer kamu kuruluşları ve özel kişiler
tarafından kapalı veya katlı olarak kültür ve tabiat
varlıkları yeraltı, yerüstü envanter ile mevcut ve
kayıp korunması gerekli kültür varlığı araştırma
envanterinde yer alan eserler korunmak şartı ile
topoğrafyaya uyarak görsel etkiyi bozmayacak şekilde
ilgili kurumların görüşleri ve ilgili tabiat
varlıklarını koruma bölge komisyonunun uygun görüşü
alınmak koşulu ile otopark yapılabilecek” deniliyor.
Bu değişiklik, Ihlamur Kasrı’nın komşu parselindeki
açık otoparkın koruma kurulu kararı ile çok katlı
otoparka dönüştürülmesi anlamına geliyor.
Plan değişikliğini inceleyen İBB Meclis Üyesi
Hüseyin Sağ “Kasrın yanında aynı Zeytinburnu’ndaki
gibi 16-9 gibi bir katlı otopark yükselebilir” dedi.
Plan değişikliği ile Yıldız Parkı’nın yanındaki park
fonksiyonundaki başka bir parselde yüzde 17 olan
yapılaşma oranının yüzde 28’e çıkarıldığını da
vurgulayan Sağ, “Çok önemli birinin ayrıcalıklı yeri
olmalı ki araya bu değişikliği de sıkıştırmışlar”
diye konuştu.
Yeşile imar baskısı
Ihlamur Kasrı, etrafı devasa inşaatlarla çevrilen
son yeşil alan oldu. İstanbul’da benzer uygulamalara
her gün adeta bir yenisi ekleniyor.
Korunun komşu parselinde cami inşaatı, Emirgan
Korusu’nun yanına otel ve konut projesi kamuoyunun
büyük tepkisini çekmişti. Kentin ortasında kalan son
yeşil alanlar, birbiri ardına yapılan plan
değişiklikleri ile yoğun bir şekilde imar baskısı
altına alınıyor.
Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 07.02.2015
|
OKULLARDA NEDEN HEP MÜZE PROJESİ YAPTIRILIR?
HERITAGE 2015 Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik
Teknolojileri Fuarı ve Konferansları'nın ilk gününde
Can Binan, Gülsün Tanyeli ve Emre Arolat'ın
sunumları dikkat çekiciydi.

Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'nda
düzenlenen fuarda farklı alanlarda konferanslar
verildi. Bunlardan öne çıkanlardan biri Can Binan ve
Gülsün Tanyeli'nin, ICOMOS'un hazırladığı ve 2013
yılında kabul edilen "Türkiye Mimari Mirası Koruma
Bildirgesi" ile ilgili sunumlarıydı.
YENİDEN YAPIM AYNI ZAMANDA BİR POLİTİKA ALANI
Bildirgenin kavramsal çerçevesini aktarmak üzere
sözü alan Can Binan, bildirgenin "Koruma ve
restorasyon sürecinde bulunan tüm aktörlere yasal
süreçlerin değişken alanlarında, etik anlamda bir
yol gösterici" olduğunu belirtti. Binan'ın ardından
sözü alan Gülsün Tanyeli, bildirgenin pratikte nasıl
yansıma bulacağı ile ilgili aktarımlarda bulundu.

Bildirgenin müdahale tiplerine bakışını aktaran
Tanyeli, yeniden kullanım ve işlevlendirme konusuna
vurgu yaparak "Eminim bunun üzerine yapılmış çok
başarılı projeler vardır ama Türkiye'de iyi
uygulanmış bir proje olduğunu düşünmüyorum" dedi. Bu
projelerde tasarım dışında birçok farklı kriterin de
önemli olduğunu belirten Tanyeli, "Yapının yaşı,
kaldırabileceği işlev ve kullanım kapasitesi gibi
diğer alanlardaki detaylar da önemli" dedi. Yeniden
yapımın ise aynı zamanda bir politika alanı olduğunu
düşündüğünü belirtti.
MİMARLIĞIN DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLECEĞİNİ
DÜŞÜNMÜYORUM
Heritage 2015 konferanslarında bir diğer dikkat
çekici konuşma Emre Arolat'ın "Karmaşık ve Müphem
Bir Mimarlık Alanı Olarak Müze" başlıklı sunumuydu.
Sunumuna "Bizim okullarımızda hep müze yapılır,
apartman yaptırılmaz sanki ülkemizde sürekli müze
yapılıyormuş gibi..." diyerek başlayan Arolat
sunumunun ilk bölümünde müzenin mekansallaşması
sürecinde sanat ve birikim fenomeninin değişiminden
bahsetti.

"Benim anladığım kadarıyla nadire kabinelerinin
kendini önemli hale getirdiği "16. Koleksiyonları"
bu işin başlangıcı. 18.yy ise bir kırılma noktası ve
modern anlamda müzenin ortaya çıktığı süreç.
19.yy'da ise aydınlama müzeleri diyebileceğimiz
müzeler var, bu noktadan sonra 'nesneye göre mekan'
gibi bir ilişki başlıyor... Dolayısıyla mimari de
koşullanmaya başlıyor. Sanat müzeleri, teknoloji
müzeleri gibi temsil eden mekanlar ortaya çıkıyor."
diyen Arolat, 20.yy'ın ve avangart sanatın, tarafsız
mekanları ortaya çıkardığına ve bu sürecin 21. yy'da
da devam ettiğine dikkat çekti. "Sanatın şekil
değiştirmesiyle mimarinin paralel değişmesi normal
bir durum ama sanatın dünyayı değiştirebildiği gibi
mimarinin dünyayı değiştirebileceğine inanmıyorum.
Mimarlık dünyanın değişimine uyum sağlar." dedi.
Emre Arolat, konuşmasının ikinci bölümünü Santral
İstanbul, Antakya Müzesi ve Antrepo 5'e ayırmıştı.
Santral İstanbul'un yapım sürecini aktaran mimar,
yapı ile ilgili "Çok iyi sergiler düzenlenmişti ve
çok yeni bir şey söylemeden eski yapının izini takip
ederek yapılan, geride duran bir yapıydı. Türkiye'de
ilk defa bir çağdaş sanatlar merkezi tasarlanmıştı
ve yapı mimarlık okuluna dönüştürüldü. Bunu bir
mimar olarak onaylamadığımı söylemek istiyorum!"
dedi. Mimar, yapının dönüşümünün ardından kampüse
ayak basmadığını da sözlerine ekledi.
Antakya Müze Otel'in yapım süreci hakkında da
bilgi veren Arolat yapının, özel mülkiyette bulunan
bir arazide çıkan arkeolojik kalıntıların nasıl
korunabileceğine dair önemli bir örnek olduğunu
belirterek; "Belki proje sosyal anlamda
eleştirilebilir ama mimari ve arkeolojik anlamda
yepyeni bir koruma ve mimari anlayış ortaya koyuyor.
Dolayısıyla değerli bir proje olduğunu düşünüyorum."
dedi.

Arkeolojik kalıntıların bulunduğu bir alanda
inşaat yapmanın zorluklarına da değinen Arolat "Kazı
alanına hiçbir makine girmedi" diyerek "İnşaat
yapılması da ayrı bir tartışma konusudur ama bu alan
başka bir durumda ya üstü kapanacaktı ya harap
edilip bırakılacaktı; bu projede yeni bir turizm
anlayışı ile halka kazandırılıyor" dedi.
ANTREPOLARIN SİLÜETTEKİ VARLIĞI HER ŞEYDEN
ÖNEMLİ
Son dönemin tartışmalı bir diğer projesi olan
Antrepo projesi ile ilgili de bilgi veren Arolat,
yapının temelde Antrepoların silüette oluşturduğu
"ızgara" dokuyu korumayı hedeflediğini belirterek
"Antrepoların ömrünü tamamladığını, koscakoca çirkin
yapılar olduğunu düşünenler olabilir; ben hiç öyle
düşünmüyorum, bunlar bir dönemin yansımasıdır, bu
ızgaranın silüetteki varlığı bana her şeyden daha
önemli geliyor. Hatta İstanbul Modern'in kendini
griye boyayarak bu gridi nasıl bozduğunu da ayrıca
ele almak gerektiğini düşünüyorum." dedi.
Yapıyı ele alırken stürüktürel girdi soyduklarını
ve çeşitli güçlendirmeler yaparak yeni konteynırlar
ile doldurduklarını belirten Arolat içeride ise
steril olması gereken alanlarda da "white box"lar
yarattıklarını belirtti.
Arkitera, Haber: Derya Gürsel, 06.02.2015
|
NEUES MÜZESİ

Neues Museum Restorasyon
Projesi ile 2011 yılında Mies van der Rohe Ödülü
alan Chipperfield, 1800'lerde inşa edilen ve 2.
Dünya Savaşı sırasında bombardımanla büyük hasar
alan eski müzeyi 11 sene içerisinde yeniden yarattı.
Berlin'in Müze Adası'nda yer alan Neues Müzesi
Friedrich August Stüler tarafından tasarlanmış
ve 1841-1859 yılları arasında inşa edilmişti. 2.
Dünya Savaşı sırasında bombardımanla büyük hasar
alan yapı harabeye döndü. Savaş sonrasında
birkaç onarım girişimi sonrasında olduğu gibi
bırakıldı. 1997 yılında David Chipperfield
Architects, Julian Harrap ile birlikte müzenin
yenilenmesi için açılan uluslararası yarışmayı
kazandı.
Projenin amacı, özgün hacimi
tamamlamak ve 2. Dünya Savaşı'nda zarar gören
bölümlerini tamir ve restore etmekti. Odaların
özgün dizilimi, mevcut yapıyla süreklilik
oluşturacak şekilde yeni kısımlar eklenerek
restore edildi. Tarihi yapının farklı koruma
gereklilikleri gösteren kısımlarımda Venedik
Anlaşması'ndaki prensipler doğrultusunda
arkeolojik restorasyon yapıldı. Savaşta oluşan
boşluklar parlaklık ve yüzey açısından tarihi
yapıyla rekabet etmeyecek şekilde dolduruldu.
Restorasyon ve onarım, özgün yapının mekansal
bağlamı ve özgün malzemesinin vurgulanması
fikriyle yapıldı. Eklenen yeni kısımlar ise
eskiyi taklit etmeden kaybolanı yansıtıyor.
Yeni sergi odaları, büyük oranda beyaz çimento
ile Saxonian mermer parçaları karışımından oluşan
prefabrike beton elemanlarla inşa edildi. Aynı
malzemeden inşa edilen yeni ana merdiven orijinal
olanı taklit etmeden tekrarlıyor. Diğer yeni
hacimler - kuzeybatı kanadı, Mısır Avlusu, Yunan
Avusu'ndaki apsis ve güney kubbe - korunmuş
bölgeleri tamamlamak adına geri dönüştürülmüş el
yapımı tuğlalarla yapıldı.
Müzenin güney ve doğu bölgelerindeki sütunlar
özgün yerlerine konuldu ve tamamlandı. Eski binaya
eklemlenen James Simon Galerisi ise müze ile
Kupfergraben Kanalı arasında inşa edildi. Ekim
2009'da, harabeye dönüşünmesinden yaklaşık 60 yıl
sonra Neues Müzesi halka yeniden açıldı ve şu anda
Mısır ile Erken Tarih koleksiyonlarını sergiliyor.
Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 06.02.2015
|
DEFİNE KAZISI ROMA MOZAİKLERİNİ AÇIĞA ÇIKARDI
Yozgat'ın Sorgun
İlçesi'nde, definecilerin
buğday tarlasında yaptığı kaçak kazı sonucu geç Roma
dönemine ait mozaikler açığa çıktı - İl Kültür ve
Turizm Müdürü İbiş: "Mozaiklerle ilgili koruma
kuruluna müracaat edeceğiz. Bölgenin sit alanına
dahil edilmesi için elimizden gelen çalışmaları
yapacağız" - Yozgat Müze Müdürü Şenyurt: "Bu
mozaiklerin taşınması ve müzede korunması daha
mantıklı olacaktır".

Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı
Köyü'nde
definecilerin buğday ekili tarlada yaptığı kaçak
kazı sonucunda geç Roma dönemine ait mozaikler açığa
çıktı.
Tarihte, Akamenid İmparatorluğu Kralı Büyük Kiros
ve Lidya Kralı Krezüs arasında yapılan Pteria
Muharebesi ile yıkılan ve bir demir çağı başkenti
olarak bilinen Kerkenes Harabeleri'nin 5 kilometre
uzağında, buğday ekili tarlada kimliği henüz
belirlenemeyen defineciler tarafından 3 metre arayla
iki noktada çukur kazıldığı belirlendi.
Kaçak kazı sırasında yaklaşık 1 metre
derinlikte mozaik yapı ve duvarlara rastlayan
definecilerin, bu yapının altında kıymetli eser
bulma umuduyla mozaiklerin bir bölümünü tahrip
ettiği tespit edildi.
Bunun üzerine Kültür ve Turizm İl Müdürü Lütfi
İbiş ve Yozgat Müze Müdürü Hasan Kerim
Şenyurt, kaçak kazı alanında inceleme yaptı.
İbiş, inceleme sonrasında AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kaçak kazıları engellemek için
çalışmalarının devam ettiğini, bu tür olayların
üzerine hassasiyetle gittiklerini belirtti.
Kaçak kazıyla ilgili yasal işlem başlatılacağını
bildiren İbiş, "Burada geç Roma dönemine ait
mozaikler tespit edildi. Mozaiklerle ilgili koruma
kuruluna müracaat edeceğiz. Bölgenin sit alanına
dahil edilmesi için elimizden gelen çalışmaları
yapacağız" dedi.
Müze Müdürü Şenyurt da Şahmuratlı
Köyü'nde
1993'ten bu yana Kerkenes Dağı’nın sağında kazı
çalışmaları ve araştırmaların sürdüğünü hatırlattı.

Kerkenes Harabeleri'nin, Orta Anadolu’nun en
büyük antik kenti olarak nitelendirilebileceğini
ifade eden Şenyurt, şu bilgileri verdi:
"Kaçak kazı yapılan alan, köyün yaklaşık
700-750 metre kadar doğusunda kalıyor. Sit alanının
dışında bir yer. Burayla ilgili daha önce herhangi
bir tespit yapılmamış. Definecilerin kazdığı iki
çukurdan birinde 240x150 santimetre ölçülerinde
mozaik bulundu. Mozaiklerde dairesel ve baklava
dilimi şeklinde motifler kullanılmış. Mozaikleri
oluşturan küçük taşlarda beyaz, yeşil, koyu kahve ve
açık kahve renkler dikkati çekiyor. Burayla ilgili
sit çalışmalarımızı başlatacağız. Kayseri Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından sit
alanı tespiti yapıldıktan sonra hava şartlarının
kazı yapmaya müsait olduğu zamanlarda Kerkenes kazı
ekibiyle burada kurtarma çalışmaları yaparak bu
mozaikleri ortaya çıkarmayı düşünüyoruz."
- Mozaikler müzede korunacak
Mozaiklerin öncelikle bulunduğu yerde korunması
gerektiğinin düşünüldüğünü fakat bunun mümkün
olmayacağını kaydeden Şenyurt, mozaik buluntunun
müzeye taşınacağını söyledi.
Mozaiklerin açıkta kalmasının tahribata neden
olabileceğini dile getiren Şenyurt, "Bu mozaiklerin
taşınması ve müzede korunması daha mantıklı
olacaktır. Vatandaşlarımızın bilinçsiz şekilde
kazarak tahrip etmeleri sonucunda bu kültür
varlıkları bir daha dönüşü olmayacak şekilde
kayboluyor. Bunların zaten burada bulunması kendi
başına bir zenginlik" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Özcan Güney, 06.02.2015
|
ANTİK DÖNEMDE ZAMAN ÖLÇÜMÜ NASIL YAPILIYORDU?

Çorum Müzesi'nde sergilenen Güneş Saati'nin,
MS
3'ncü yüzyılda, Roma Dönemi tarihinden kalma olduğu
ifade edildi. Tek parça mermerden yapılan saatin
üzerinde ''Emekli asker Marcus Baebius Pius'' yazısı
okunuyor.
Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Antik
Dönemde zamanı ölçmenin en kolay yolunun insan
bedeninin başka bir gerçeğe ihtiyaç duymadan gölge
boyunun kullanımı olduğunu açıkladı.
Müdürlükten yapılan açıklama da ''Bu yöntem gölge
boyunun güneş ışınlarının eğik geldiği sabah ve
akşam vakitleri daha uzun; güneşin tepe noktasına
ulaştığı öğle vakti ise, daha kısa olduğu basit
gözlemine dayanmaktadır. Bu yöntem basit olmakla
birlikte son derece genel olduğundan zamanı daha
kesin sınırlar içinde ölçebilmek için başka
gereçlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu konuda tarihçi
Herodotpolos (iç bükey gölge düzlemi) ve Gnomon'dan
(gölge çubuğu) oluşan bir düzenekle gündüzü 12 saate
bölme yöntemini Yunanların Babil'den öğrendiklerini
aktarmaktadır. ''ifadelerine yer verildi.
Güneş saatinin Arkaik Dönem'de Hellen Dünyası'na
girdiği (MÖ 8.-6. yüzyıl) ilk başlarda birkaç
bilim adamı tarafından kullanılan bu araçların MÖ
4. yüzyıldan itibaren sıradan yurttaşların da günlük
kullanım gereci haline geldiği kaydedildi.
Çorum Müzesi'nde 14 binden fazla eser bulunuyor.
Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bu eserlerden
her hafta bir tanesinin tarihi geçmişi ve anlamını
araştırarak yayınlıyor. Bu haftada Güneş
Saatleri'nin anlatıldığı araştırmalarda bu saatlerin
avlular, bahçeler ve mezarların yanı sıra, caddeler,
hamamlar, tapınaklar ve resmi alanlara da dikildiği
ifade ediliyor.
Açıklama da şunlara yer verildi: ''MS 1.
yüzyıldan itibaren portatif güneş saati örneklerine
rastlanmaktadır. Hellenistik ve Roma dönemlerinde en
sık rastlanan tip genellikle 30-40 cm yüksekliğinde,
sabit duran, çeyrek küre formlu güneş saatleridir.
Bu güneş saatleri, üst kısımları çeyrek küre
oluşturacak şekilde oyulan mermer veya kireç taşı
bloklardan yapılmıştır. Çeyrek küreye üç yatay (ay
çizgileri) ve on bir dikey (saat çizgileri) çizgi
kazınmıştır. Kimi örneklerde çizgilere rakam veya ay
adları da kazınmıştır. Çeyrek kürenin merkezine
demir veya bronzdan bir gölge çubuğu kurşun
dökülerek sabitlenmektedir. Gölge çubuğu gölgesinin,
çeyrek küreye düşebilmesi için yere paralel
yerleştirilmektedir. '' diye kaydedildi.
Haber 3, 06.02.2015
|
100 YILLIK ÇİNİLİ HAN
MÜZİSYENLERE EMANET
Galata’yı Karaköy’e
bağlayan Yüksek Kaldırım’da yer alan müzik
enstrümanı dükkanları birer birer kapanır ya da
civardaki tenha sokaklara taşınırken, Yüksek
Kaldırım’ın paralelindeki İlk Belediye Caddesi,
müzik sektörünün yeni merkezi haline geldi. Bu
dönüşüme önayak olan yüz yıllık Çinili Han’ın yeni
misafirleri, girişe ‘Stüdyolar Hanı’ tabelasını
asarak, varlıklarını belirginleştirmişler. Çinili
Han’ın günümüzdeki önemini ve Galip Dede’deki müzik
enstrümanı satan dükkanların taşınmasını, hanın ilk
kiracılarından Oya Erkaya, handa bulunan Studio
Drum&Bass’ın sahiplerinden Burhan Hasdemir ve 13
yıldır handa kiracı olan davulcu Atilla Atalay’la
konuştuk.

1910’da İtalyan mimarlar
tarafından inşa edilen ve uzun yıllar sadece
elektrikçilere ve avizecilere ev sahipliği yapan
Çinili Han’dan, şimdilerde müzik sesleri yükseliyor.
Yaklaşık 30 yıl önce Nedim Akagündüz tarafından
satın alındığında birçok dairesi boş olan han, hızlı
bir dönüşümle, müzik sektörünün Tünel’den Galata’ya
taşınmasında büyük rol oynamış.
İlk kiracılardan Oya
Erkaya, Çinili Han’a taşınmalarının hikayesini şöyle
anlatıyor: “Bir dostumuz, arkadaşlarıyla çay-kahve
içip müzik yapmak için bir daire tutmuştu handa. Biz
de bu fikirle yola çıktık. Esnaf, Nedim diye biriyle
konuşmamızı söyledi, meğer Nedim tüm hanın
sahibiymiş. O zamanlar eşimle daha 20’li
yaşlarımızdayız, üniversiteyi yeni bitirmişiz.
Nedim, şaşkın ve meraklı bir halde, neden bir daire
kiralamak istediğimizi sordu. Benim gitar, eşimin
bateri çaldığını ve özel derslerimizi burada vermek
istediğimizi anlatınca, üç kuruş paraya kiraladı
bize daireyi. Taşındığımız dönemde yalnızca o
arkadaşımız ve biz vardık, gerisi avizeciydi ve
birçoğu burayı depo olarak kullanıyordu.”
‘İçeride kuş ölüleri
vardı’
2008’de Çinili Han’dan
taşınan Erkaya’lar, handa geçirilen 10 güzel yılı
özetliyor: “Girdiğimizde içeride kuş ölüleri vardı,
bakılacak halde değildi, terk edilmişti. Zamanla tüm
dairenin tadilatını yaptık. Daha sonra Burhan
Hasdemir devraldı burayı; Drum&Bass bizden kalma.
Bizden sonra üst kata Duman’ın davulcusu Cengiz
Baysal geldi. İki alt kata kız kardeşim taşındı, o
da müzikle ilgileniyordu. Şimdi üst katta başka bir
davulcu var. Burada hepimiz kendi dairesinde bir
şeyler çalar ve kimse birbirinden rahatsız olmaz.”
Studio Drum&Bass’ın
şimdiki sahibi Burhan Hasdemir ise, stüdyoyu
devraldığı dönemde handaki dönüşümün zaten başlamış
olduğunu söylüyor: “Çinili Han’a ilk kez 2006’da,
Oya’nın eşi Serkan’dan ders almak için geldim. İki
yıl sonra onlar başka yere taşınınca, burayı iki
arkadaşımla birlikte devraldım. O dönemde de
binadaki dairelerin çoğu stüdyoydu. Dışarı bakan
katlarda tek tük elektrikçiler vardı ama onlar da
giderek azalıyor, iki tane kaldı en son.”
‘Ben
yaşadığım sürece...’
Hasdemir, Tünel’deki
müzik mağazalarının Galata’ya taşınmasının ve
semtteki dönüşümün temelinde ekonomik nedenler
olduğunu söylüyor: “Geldiğimde bu civarda yaşayan
pek yoktu, bir ara biraz arttı ancak şimdi de otel
trendi başladı. Müzik mağazalarının olduğu Galip
Dede Caddesi de çehre değiştirmeye başladı. Artık
sadece büyük mağazalar tutunabiliyor bu caddede. Her
yerde hediyelik eşya satan dükkanlar, kafeler ve
oteller var. Binaların çoğu satılıyor. Sürekli
olarak bir otel tehdidiyle karşı karşıyayız. Bu
durum müzik piyasasını da etkiledi. Enstrüman
dükkanları da biraz daha aşağıya veya bizim sokağa
taşındı. Buradaki değişim ve kira artışları hepimizi
zor duruma sokuyor. Eskiden burada, bugünün
fiyatlarıyla 300-500 liraya daire kiralanırdı.
Stüdyo sahibi olmak meşakkatli bir iş. Kiralar daha
da artarsa burada duramayabilir, başka çözümler
üretmek zorunda kalırız.”
Hasdemir, Çinili Han’ın
da satın alınmak istendiğini ama mal sahibi
Akagündüz’ün binayı satmayı düşünmediğini söylüyor:
“Nedim Abi, buranın müzisyenlerin girip çıktığı bir
yer olmasını istediğini, bizden memnun olduğunu
söylüyor. ‘Ben yaşadığım sürece buradan
çıkmayacaksınız’ demişliği de var. Kendisi de
buranın eski esnaflarından, dolayısıyla burayla
duygusal bir bağı da var. Ama tabii, satılma
ihtimali her zaman mevcut.”
13 yıldır Çinili Han’da
yaşayan davulcu Atilla Atalay, hanın akıbetinden
endişe duyanlardan. Müzik sektörünün önümüzdeki
dönemde Galata’da tutunmasını zor olduğunu düşünen
Atalay, kiralardaki artıştan şikayetçi: “Örneğin, bu
civardaki dükkanlar daha önce 1500 TL’ye
kiralanırken, stüdyo olarak kullanacaklara kapıyı
2500 TL’den açıyorlar. Belki birkaç yıl sonra
hepimiz yok olacağız ve buralar hep apart olacak.”
Atalay yine de, handaki yaşantısından memnun: “Evim
hem Boğaz, hem Haliç manzarası görüyor. İşim gereği
benim için en önemlisi, ses problemi yaşamıyor
oluşum. Burada herkes birbirini tanır. İsterseniz
halay çekin, alt kattakiler ‘Ne oluyor?’ diye
sormaz. Tam tersi, halay var diye kalkıp gelirler.”
Agos, Haber:
Vartan Estukyan,
06.02.2015
|
BALYANLARIN MEZARI İHYA
EDİLİYOR

Fotoğraf:
Berge Arabian
Geçtiğimiz hafta Agos'un
ortaya çıkardığı Garabet Balyan'ın
mezartaşının ardından ailenin Bağlarbaşı'nda bulunan
mezarıyla iligli olumlu gelişmeler yaşanıyor.
İhyayla ilgili gerekli
tüm izinlerin alındığını ve kısa zamanda çalışmalara
başlayacaklarını söyleyen HAYCAR mimarlarından Tavit
Aynalı, yurt dışında yaşayan Hagop ve Hraç
Kırmızıyan kardeşlerin, Balyanların mezarının ihya
edilmesi için yola nasıl çıktığını şöyle anlattı:
“Bu kardeşlerden biri elektronik mühendisi,
Fransa’da yaşıyor; diğeri ise Romanya’da
konfeksiyonla uğraşıyor ve gençliğinde Türkiye
Basketbol Milli Takımı’nda oynamış bir kişi. Aile
mezarları Bağlarbaşı’nda olduğu için, yazın
mezarlığa yaptıkları ziyaretlerde Balyanların
mezarının yıpranmış halini görerek, bu konuda bir
şey yapmak istemişler. HAYCAR üyeleriyle temasa
geçmeleriyle birlikte, proje de resmen başlamış
oldu.”
HAYCAR üyelerinden
Kevork Özkaragöz, Kırmızıyan kardeşlerin bu arzusunu
derneğin gündemine taşıyınca, HAYCAR mimarları da
proje üzerinde çalışmaya başlamışlar. Çizilen
projeler arasında hayırsever kardeşlerin kendi
projesini uygun gördüğünü söyleyen mimar Tavit
Aynalı, projenin anıtsal bir nitelik taşıdığını
belirtiyor.
Topbaş onayladı
Projelerin çizim ve onay
sürecinin kısa süre önce tamamlandığını söyleyen
Aynalı, izinler konusunda İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın kendilerine çok
olumlu yaklaştığını ifade ediyor: “1984’te Kadir
Topbaş’a ait iki dükkanı yapmıştım. Bu nedenle,
kendisiyle o yıllara uzanan bir hukukumuz var. Bu
proje için randevu istediğimde, görüşme talebimi
hemen kabul etti. Projeyi kendisine sunduğumda
yakından ilgilendi ve Mezarlıklar Müdürlüğü’nü
bizzat arayarak işlemlerin hemen yapılmasını istedi.
Gerekli evrakları da teslim ettik ve sayın Topbaş’ın
sözlü izninin ardından çalışmalara başladık.”
Anıtsal boyutlarda mezar
Projenin ayrıntılarını
da aktaran Aynalı, Balyanların eseri olan Beşiktaş
Meryemana Kilisesi’nin Horan (Sunak) bölümünden
ilham aldıklarını belirtiyor. Yapılacak anıt mezar,
6 metre genişlik ve 6 metre uzunluğa sahip. Tavit
Aynalı, tamamı mermerden yapılacak anıt mezarın
ciddi bir maliyete sahip olduğunu, bu yüzden çeşitli
mermer firmalarından teklif aldıklarını ifade
ediyor. Aynalı, mali çalışmaların da tamamlanmasıyla
birlikte, yapım işine geçeceklerini söylüyor. Çok
ağır bir işçilik gerektiren anıt mezar, girişte üç
metrelik tek parça mermerden sütunlar, arkada ayrı
bir grup sütun ve üzerine yerleşecek kubbe ile
kemerden oluşuyor. Arka bölümde yer alacak blok
mermerlerde, Ermenice olarak Balyan Ailesi’nin
eserleri yazılacak. Diğer tarafta ise, Osmanlı
Tuğrası yer alacak.
Mezar taşlarının başında
zabıta bekliyor
Öte yandan, İstanbul’un
önemli mimarlarından Garabet Balyan’ın mezar taşıyla
birlikte bulunan lahitlerle ilgili inceleme
başlatıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı
Kadir Topbaş’ın talimatıyla, taşların bulunduğu
alanda belediye ekipleri inceleme yaptı. İnceleme
raporlarının hazırlanmasının ardından, taşlar
şantiyeden kaldırılacak. Kültür Bakanlığı ve
Vakıflar Genel Müdürlüğü de taşlarla ilgili
hazırlanacak raporu bekliyor. Büyükşehir Belediyesi,
taşların korunabilmesi için bulundukları alanda
güvenlik önlemi aldı. Taşların başında 24 saat
süreyle zabıta ekipleri bekliyor.

Taşlar oraya nasıl
gitti?
Taşların bulunmasından
hemen sonra, HAYCAR mimarları da incelemelerde
bulundu. Mimar Zakarya Mildanoğlu, taşların oraya
nasıl gittiğini şöyle anlattı: “Mezar taşları,
Beşiktaş’ta bulunan ve şu anda Barabaros Bulvarı
olan alandaki Ermeni Mezarlığı kaldırılırken, Köy
Hizmetleri şantiyesine taşınmış. Köy Hizmetleri,
daha sonra Beşiktaş’taki şantiyesini Kartal’a
taşıyor ve bu aşamada Balyan’ın mezar taşını da,
diğer mezar taşlarıyla birlikte şantiyeye
götürüyor.”
Balyanların kemikleri
kalmadı
Geçtiğimiz hafta ortaya
çıkan Garabet Balyan’ın mezar taşı da, yapılacak bu
anıt mezara taşınacak. Kartal’da bulunan mezar
taşının buraya yerleştirilmesi için Topbaş’la
görüştüğünü söyleyen Aynalı, “Proje için kendisiyle
15 gün önce görüşmüştüm. İlginçtir ki, mezar taşıyla
ilgili Kadir Topbaş’ı aradığımda, kendisini niçin
aradığımı biliyordu ve taşın yapılacak anıt mezara
taşınması için gerekli lojistik desteği
sağlayacağının teminatını da verdi” dedi.
Bağlarbaşı’nda bulunan
Balyanların aile kabristanın durumu, Garabet
Balyan’ın mezarından farklı değil. Bağlarbaşı’ndaki
mezarlığın bir kısmı 60’lı yıllarda istimlak
edilerek üzerinden yol geçirilmiş. O tarihte
Balyanlara ait mezarlarda bulunan kemikler, çeşitli
nedenlerle taşınamamış. Şu anda Bağlarbaşı Ermeni
Mezarlığı’nda bulunan aile kabristanındaki taşlar,
Mezarlıklar Müdürlüğü tarafından şimdiki yerine
taşınmış.
Agos, 02.02.2015
******
BALYAN'IN ALTINDAN DADYAN ÇIKTI
Garabet Balyan’ın
mezar taşının altında kaldığı için üzerindeki
yazıları okunamayan mezar taşının, Simon Amira
Dadyan’a ait olduğu anlaşıldı. Her iki mezar taşı
da, Ermeni toplumuna iade edilmek üzere Arkeoloji
Müzesi’nde koruma altına alındı.

Geçtiğimiz haftalarda, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne ait Kartal Soğanlık’taki bir şantiye
alanında bulunan
Garabet Balyan’a ait mezar taşının altından, bu
kez de dönemin bir diğer önemli ailesinin üyesi
Simon Amira Dadyan’ın mezar taşı çıktı. Kartal’da
ikamet eden duyarlı bir baba oğul sayesinde fark
edilen mezar taşları, Ermeni toplumuna iade edilmek
üzere Arkeoloji Müzesi’nde bekliyor. Şantiye
alanında bulunan Garabet Balyan’ın mezar taşı gündem
yaratmış ve Büyükşehir Belediyesi, taşları korumak
üzere özel bir zabıta birimini 24 saatlik nöbetle
görevlendirmişti. Agos’ta yer alan haberin ardından,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte İstanbul
İl Kültür Müdürlüğü de harekete geçti. Müdürlüğün
talimatıyla, taşlar, İstanbul Arkeoloji Müzesi
yetkililerince Kartal’dan alınarak, Arkeoloji
Müzesi’ne götürüldü. Koruma altına alınan taşlarla
ilgili inceleme de başlatıldı.
Kurul inceleyecek
Agos’a konuşan İstanbul Arkeoloji Müzesi
yetkilileri, mezar taşlarının ‘Taşınmaz Kültür
Mirası’ olduğunu ve incelemenin Koruma Kurulu
tarafından yapılacağını söylediler. Taşlarla ilgili
rapor, İstanbul 5 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun ilk toplantısında gündeme gelecek.
Koruma Kurulu’nun kararının ardından, taşların
akıbeti de belli olacak.
Patrikhane devrede
Öte yandan Taşınmaz Kültür Mirası olarak kabul
edilen taşların dışındaki diğer mezar taşlarının ne
olduğu sorusu da halen yanıtsız. İstanbul
Ermenilerinin tarihi açısından büyük öneme sahip
şahsiyetlere ait mezar taşları için, Patrikhane de
devreye girdi. Konuyla ilgili süreci takip eden
Ermeni Mimar ve Mühendisler Derneği (HAYCAR)
mimarlarının Patrikhane’deki toplantısının ardından,
Anıtlar Kurulu’ndan taşların iadesini talep etmek
üzere bir dilekçe hazırlanması kararlaştırıldı.
Taşların iadesi için en doğru kurumun, istimlak
edilen mezarlık alanının bağlı olduğu Beşiktaş
Meryemana Ermeni Kilisesi olduğu düşünülüyor.
Dolmabahçe Sarayı’nın da aralarında bulunduğu,
İstanbul’daki çok sayıda önemli eserin mimarı olan
Garabet Balyan’ın mezar taşı, İstanbul Arkeoloji
Müzesi tarafından koruma altına alınmak üzere
taşındı. Kartal’daki şantiye alanında bulunan taşlar
üst üste konulmuş ve Garabed Balyan’ın mezar taşı
üstte olduğu için üzerindeki yazılar rahatlıkla
okunabilmişti. Balyan’ın mezar taşının dışında,
yazıları okunmayan bir başka mezar taşı ve sütun
parçaları da bulunmuştu. Arkeoloji Müzesi’ne gitmek
üzere taşınırken, diğer mezar taşının da kime ait
olduğu okunabildi. Buna göre diğer taş, Osmanlı
İmparatorluğu Barutçubaşı’sı Simon Amira Dadyan’a
ait. 12 Mart 1832’de vefat eden ve Beşiktaş Ermeni
Mezarlığı’a gömülen Dadyan’a ait mezar taşı
üzerindeki kitabe, rahatlıkla okunabilecek kadar iyi
korunabilmiş. İsminin yazılı olduğu bölüm kırılmış
olsa da, kitabedeki bilgilerden mezar taşının, Simon
Amira Dadyan’a ait olduğu anlaşıldı.
Kitabedeki ‘barutçu başı’ anlamına gelen
‘varotabed’ kelimesinden ve üzerinde yazılı ölüm
tarihinden, mezar taşının Simon Amira Dadyan’a
olduğunu tespit eden sanat tarihçisi Elmon Hançer,
Dadyan Ailesi’nin Osmanlı’daki sanayi yapılanmasını
başlatan çok önemli bir aile olduğunu vurguladı.
Hançer, iki mezar taşının da çok özel bir
kaligrafiyle yazıldığını ve dönemi yansıtan kıymetli
parçalar olduğunu söyledi.
1950'lilerden beri
kayıplar
Söz konusu mezarlık, 1887’de Sultan II.
Abdülhamid’in duvarlarının yıkılarak bahçeye
dönüştürülmesi ve buraya yeni cenaze gömülmemesi
kararı dolayısıyla, ilerleyen yıllarda metruk hale
gelmişti. 1950’li yıllarda ise tamamen
kamulaştırılan mezarlık alanın üzerinde bugün,
çeşitli binalar ve Boğaziçi Köprüsü’ne bağlanan
Yıldız kavşağı bulunuyor.
İstimlak edilen mezara ait çok fazla fotoğraf
olmasa da, mezar taşları bulunan Garabed Balyan ve
Simon Amira Dadyan’ın burada gömülü oldukları
biliniyor. Söz konusu taşlar, Osmanlı
İmparatorluğu’nda önemli görevler üstlenen iki
Ermeni aileyi bir kez daha gündeme taşıdı.
Beşiktaş’tan
Kartal’a
taşların hikayesi
Mezar taşlarının bulunduğu ilk günden itibaren
konuyla ilgilenen HAYCAR mimarlarından Zakarya
Mildanoğlu, süreci de ayrıntılı olarak anlattı:
“Kartal’da
ikamet eden Tıbrevanklı bir abimiz olan Krikor
Kasakyan’ın
evi, tam da taşların bulunduğu yerin karşısındaymış.
Otuz yıldan fazla bir süredir orada ikamet eden
Kasakyan, dairesine taşındığı ilk günden bu yana
taşları penceresinden görebildiğini söylüyordu.
Ayrıca, civardaki herkesin, taşların Roma döneminden
olduğuna dair bir de inanışı varmış. Köy İşleri
Enstitüsü’ne
ait bazı binaların yıkılmasıyla birlikte, taşlar
tamamen ortaya çıkınca, oğluyla birlikte gidip
taşlara yakından bakmışlar ve üzerindeki yazıların
Ermenice olduğunu fark etmişler. Durumu Agos’a
bildirmeleriyle, biz de ilk andan itibaren
ilgilendik. Taşların oraya gitmesi, son derece
ilginç. Krikor abinin eşi Bulgar göçmeni bir
hanımefendi. Bacanağı da Köy İşleri’nin
Beşiktaş’taki
tesisinde çalışıyormuş ve Kartal’daki
Köy İşleri’nin
ilk çalışanlarından olmuş. Taşları Kartal’a
nakleden kişi de bizzat Kasakyan’ın
bacanağı. Fakat bugüne kadar taşların ne olduğu
konusunda hiçbir fikirleri yokmuş. Beşiktaş Ermeni
Mezarlığı’nda
gömülü başka önemli şahsiyetler de var. Bulunan
taşlarda elle yazılmış kodlar var, bu da tasnif
edildikleri anlamına geliyor. Mezarlıktaki taşlara
ve naaşlara ne olduğu ise, tamamen meçhul.”
Simon Amira Dadyan kimdir?
Kırım Savaşı’ndaki rolü nedeniyle ‘Bey’ unvanını
alan Hovannes Bey Dadyan’ın kardeşi olan Simon Amira
Dadyan, Yeşilköy Ermeni Kilisesi’ni kuran kişi
olarak da biliniyor. Babası Dad Arakel’in kurduğu
Osmanlı Baruthanesi’nin başına, babasının 1812’deki
ölümünün ardından geçen Simon Amira, ölümüne kadar
bu görevi sürdürdü. Mezar taşındaki kitabede Sultan
II. Mahmud’la yakın dostluğundan da bahsedilen Simon
Amira, kardeşi Hovannes Dadyan’la birlikte önemli
icatlara imza attı ve Baruthane’nin kapsamını
genişletti. İki kardeşin ayrıca Hereke’deki halı
fabrikalarının kurucusu olduğu da biliniyor. Sultan
II. Mahmud tarafından ‘Murassa’ nişanına da layık
görülen Simon Amira Dadyan’ın, Müslümanlar gibi
giyinebilme imtiyazı bulunuyordu. Osmanlı
Darphanesi’nin Kazaz Artin Amira Bezciyan’a teslim
edildiği bir dönemde görev yapan Simon Amira’nın,
Darphane’de kullanılan bazı icatlara da imza attığı
biliniyor.
Agos, Haber: Baruyr Kuyumciyan, 04.02.2015
|
MARMARAY'DAN ÇIKAN SIRLAR
Marmaray kazı çalışmalarından çıkan eski çağlara
ait kemik ve kafa tasları incelenerek, o dönemde
yaşayan insanların fiziki yapıları, beslenme
şekilleri ve sosyal hayatlarıyla ilgili önemli
bulgulara ulaşıldı.
Yıldız
Teknik Üniversitesi İstanbul Tarihi Yarımada
Uygulama ve Araştırma Merkezi Biyolojik Materyal
İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Görgülü,
ağırlıklı olarak Marmaray kazılarından çıkan bin
yıllık iskeletler üzerinde inceleme yaptıklarını
söyledi ve çıkan ilginç sonuçları anlattı.
“Yapılan incelemelerde,
Yenikapı’da yaşayan insanların iyi bir beslenme
şekline sahip olduğu saptandı. Biz bunlara ‘Yenikapı
toplumu’ diyoruz."

"Liman toplumu bu insanlar. Anadolu’nun çeşitli
yerlerinde yapılan kazılardan çıkarılan
iskeletler üzerindeki incelemelerde beslenme
konusunda ciddi sıkıntılar olduğu
belirlenmişti."
"Yenikapı toplumu dediğimiz
liman toplumundaki insanların, beslenme açısından
çok sıkıntı içerisinde olmadıkları bilgisine
ulaştık. Bu insanların 20’lik dişlerinde de çok
ciddi bir düzgünlük saptadık."

"Halk arasında eski insanların
devasa ve iri oldukları yönünde bir inanış vardır
ancak incelemelerde bu inanışın doğru olmadığını
gördük. Fiziksel yapı olarak bu insanların orta
boylu olduğunu saptadık. Kadınlar 1.58-1.59 metre
civarında, erkekler 1.60-1.68 metre civarında."
"O dönemlerde çok çocuk ölümleri
olduğu bilgisine ulaştık. Çok çocuk iskeleti vardı.
O dönemin tıbbi şartları, enfeksiyon hastalıkları,
doğal afetler, çevresel faktörler, çocuk ölümlerinin
fazla olmasına yol açmış. Çocuk iskeletlerinin
ortalama 13 yaş civarında olduğu belirlendi. Erişkin
insanların yaşam süreleri 30-35 yaş civarında
çıktı.”

Habertürk, 05.01.2015
|
1 - 7 Şubat 2015
|
SULTANAHMET CAMİSİ'NİN
BİR MİNARESİNDE KAYMA
İstanbul’da 1616’da
yaptırılan 6 minareli Sultanahmet Camisi’ni
inceleyen Vakıflar Genel Müdürlüğü, kayma
nedeniyle can güvenliğini tehdit eden bir
minareyi restorasyona aldı. Minareyi güçlendirme
için rapor hazırlanacak, külah ve petekler
yerine takılacak.
Vakıflar Genel
Müdürü Adnan Ertem, Türkiye'nin 6 minareli tek
tarihi camisi olan ve I. Ahmed tarafından mimar
Sedefkar Mehmet Ağa'ya 1616 yılında yaptırılan
Sultanahmet Camisi'nin, baştan aşağı
incelendiğini söyledi. Caminin öncelikle zeminin
röntgeninin çekildiğini belirten Ertem, caminin
yapımının üzerinden yüzlerce yıl geçmesine
rağmen zeminde ciddi sorun olmadığının
belirlendiğini anlattı. Çalışmalar kapsamında
minarelerin statiğinin kontrol edildiğini dile
getiren Ertem, ön çalışmalarda caminin 6
minaresinden birinin kaymakta olduğunun
görüldüğünü aktardı. Ertem, "Minarenin bu
haliyle can güvenliği açısından tehlike
oluşturduğu tespit edildi. Zaman zaman minareden
taşlar düştüğü gözlendi ve duruma acil olarak
müdahale edildi" diye konuştu. Vakıflar Genel
Müdürü Ertem, ilgili koruma kurulu onayıyla
minarenin külah ve peteklerinin söküldüğünü dile
getirerek, şu bilgileri verdi: "İncelemede
minarenin çok kötü durumda olduğu görüldü. Şu
anda nasıl bir güçlendirme yapılması gerektiği
hususunda statik raporu hazırlanması bekleniyor.
Raporun sonucunda uygulamaya geçilecek ve 1 sene
içinde minare güçlendirilmiş olacak, külah ve
petekler yerine takılacak."
Hürriyet, 06.02.2015
|
RESTORASYON, ARKEOLOJİ
VE MÜZECİLİK İLK KEZ TEK ÇATI ALTINDA
Kültürel miras sektörü
ile ilgili paydaşları buluşturmak amacıyla
All Fuarcılık
tarafından, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, T.C.
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve UNESCO
Türkiye Milli Komisyonu’nun destekleriyle düzenlenen
"HERITAGE 2015
Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri
Fuarı ve Konferansları", 5 Şubat 2015
Perşembe günü Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi
Sarayı’nda başladı. Türkiye’de ilk kez düzenlenen
fuara, “Yeni
Perspektifler, Yeni Teknolojiler, Yeni Uygulamalar”
temalı konferanslar eşlik ediyor.
ALL Fuarcılık A.Ş.
Yönetim Kurulu Üyesi
Murat Akan’ın
ev sahipliğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Müsteşarı Prof. Dr.
A. Haluk Dursun, Beşiktaş Belediyesi
Başkanı Murat
Hazinedar, TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy,
arkeolog Prof. Dr.
Mehmet Özdoğan, Uluslararası Müzeler
Konseyi (ICOM) Danışma Kurulu Başkanı
Suay Aksoy ve MSGSÜ Mimarlık ve Restorasyon
Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr.
Demet Binan'ın
katılımıyla gerçekleşen açılış konuşmalarında,
organizasyona da adını veren
'Heritage /
Kültürel Miras' olgusu ele alındı.
Müze ve ören yerleri 435 milyon TL
getirdi
Restorasyon, müzecilik
ve arkeoloji sektörlerinin ilk kez bir arada ve
önemli bir platformda buluştuğuna dikkat çeken All
Fuarcılık Yönetim Kurulu Üyesi
Murat Akan
açılış konuşmasında, “Ülkemiz tarih konusunda büyük
bir potansiyele sahip fakat sektörel gelişiminin
başında olması nedeniyle her üç konuda ne yazık ki
ayrı birer fuara sahip olabilecek gücü ve oluşumu
henüz bulunmuyor. Türkiye’de bu üç sektörü bir araya
getirip 'Kültürel Miras' adı altında toplamak
kapsayıcı bir yaklaşım oldu. Kültürel miras tüm
dünyada ülke ekonomisine güç katan bir endüstri.
İstatistiksel verilere göre, 2014 yılında
Türkiye'deki müze ve ören yerlerinden
435 milyon TL
gelir elde edildi. Bunun daha da
geliştirilmesi için kültürel miras sektörünün güç
kazanması çok önemli. Hedefimiz bu organizasyonu
yurtdışına açmak." dedi.
Yoğurt
kutusundan kazısız tespite...
Meslekte 50 yılı geride
bıraktığını ifade eden Arkeolog Prof. Dr.
Mehmet Özdoğan,
"Bu işe başladığımda elimizde hiçbir
teknolojik imkan yoktu. Buluntuları sigara paketi ya
da yoğurt kutularına koyuyorduk. Çağımızda hızla
gelişen teknolojiler kültürel miras alanına yeni bir
boyut kazandırırken, geleceğe umutla bakmamızı
sağladı. Bugün teknolojik olanaklardan faydalanmayan
bir bilimsel çalışma düşünmek mümkün değil. Toprak
altındaki arkeolojik kalıntıları kazı yapmadan
ölçen, tarihlendiren, en karmaşık sanat eserlerini
hassas olarak çizen teknolojiler artık neredeyse
gelenekselleşti. Her yıl yeni yöntemler ortaya
çıkıyor. Artık bir kemik analizi ile insanın
soyağacından beslenmesine kadar her türlü bilgiyi
alabildiğimiz gibi, sanal ortamda bilgiyi toplum ile
paylaşacak olanaklara da sahibiz. Yeni gelişen
teknoloji ve yaklaşımların ülkemize kazandırılması
açısından bu fuarın büyük bir kazanım sağlayacağı
kuşkusuz. Umarız kazandığı ivme ile her yıl
yinelenen bir geleneğe dönüşür.” şeklinde konuştu.
Dünyanın kültürel miras alanındaki
'süper gücüyüz'
Bir eğitimci ve koruma
uzmanı olarak bu etkinliğin destekçileri arasında
yer aldığını belirten MSGSÜ Mimarlık ve Restorasyon
Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr.
Demet Binan,
'Heritage' (Kültürel Miras) adlı etkinliğin,
neolitik çağdan günümüze uzanan çok katmanlı bir
yapıya sahip İstanbul
'da gerçekleştirilmesinin önemine dikkat çekti.
TDK'nın miras kelimesini
tanımlarken kullandığı
'emanet'
kavramına vurgu yapan Binan; "Kültürel ve doğal
mirası ancak emanet bilinci ile geleceğe
aktarabiliriz. Aynı zamanda manzara, tarihi
bütünler, bilgi-deneyim vb. kavramları da kapsayan
miras, dinamik bir referans aracı. Yerine konulamaz
olanın geleceğe aktarılması , farklı disiplinlerden
koruma uzmanlarının görevi. Kültürel miras aynı
zamanda bir ekonomik kazanç öğesi ve gelişim
faktörü. Kötü yönetilen turizm bu mirası yok
edecektir. Neye sahip olduğumuzu görmek için
ortak bir veri
tabanına ihtiyacımız var. Uluslararası bir
konferansta yabancı bir profesör, dünyada farklı
anlamlarda süper güçler olduğuna dikkat çekerek,
'Türkiye de kültürel miras alanının süper gücüdür'
demişti. Bu gücümüze sahip çıkmalıyız." şeklinde
konuştu.
Müzelerde ezici
çoğunluk hala arkeolojide
Türkiye'nin bugün
müzecilik alanında büyük bir hamle içinde olduğuna
dikkat çeken Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM)
Danışma Kurulu Başkanı
Suay Aksoy,
“Ancak ezici olarak arkeolojik sit ve müzelere
sahibiz. Bu hamleye insan hakları, spor, müzik,
çağdaş kent müzeleri de eklenmeli. Müzecilik dinamik
bir süreç. Peki biz bu zenginlikleri
nasıl sunuyoruz? Kaç tane uluslararası yayın
müzelerimize atıfta bulunuyor? Turizmin ülkeye
sağladığı gelir önemli ancak müzelerin asıl görevi,
topluma kültür katmak ve eğitime katkıda bulunmak."
dedi.
2016 yılında Milano'da
gerçekleşecek ICOM
24. Genel Konferansı'nın temasının
"Müzeler ve
Kültürel Peyzaj" olarak belirlendiğini
söyleyen Aksoy, bulunduğu köyün hayatını değiştiren
Baksı Müzesi'nin Türkiye'de
bu anlamda gerçekleştirilmiş başarılı bir örnek
olduğunu vurguladı. Suay Aksoy'un HERITAGE 2015 ile
ilgili değerlendirmesi ise şöyle oldu:
"Kültürel miras
sektörüyle ilgili bileşenleri biraraya getiren
HERITAGE 2015, Baksı gibi bağımsız müzeleri de
sürece katarak, birbirimizden beslenip güçlenmemizi
sağladı. Arkeoloji, restorasyon ve müzecilik gibi
birbirini besleyen temel uzmanlıkların yerli ve
yabancı temsilcilerine karşılıklı bilgi ve fikir
alışverişi için fırsat yaratan etkinliğe fuarın
eşlik etmesi, uygulamalı bir disiplin olan müzecilik
için teknolojik gelişmelerin izlenmesi açısından
yararlı olacaktır.”
157 müzenin işletmesi
TÜRSAB'da
Kültür bilincini
geliştirecek çalışmalar içinde olduklarını,
karşılayan ve ağırlayan müze anlayışını
desteklediklerini belirten TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy,
"Ticaretimiz, turizm. TÜRSAB 2011 yılında 50,
sonrasında 107 müzenin işletmesini aldı. Şu
anda toplam 157 müzenin pazarlamasını yapmaktayız."
dedi. Ulusoy, bu süreçte gelir sağlamada %101,
Topkapı Sarayı ziyaretçi sayısında %17, yabancı
turiste Müzekart satışında %50 artış sağlandıklarını
ekledi.
Beşiktaş'a kent ve
açıkhava sanat müzeleri geliyor
HERITAGE 2015'in
açılışında konuşan Beşiktaş Belediyesi Başkanı
Murat Hazinedar
da, yerel yönetimlerin kültürel miras
konusunun önemli bir bileşeni olduğunu ifade etti.
Tarihi yapıları incelemek üzere her sabaha
Beşiktaş'taki mahalleleri gezdiğine dikkat
çeken Hazinedar, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Beşiktaş, tarihi,
coğrafyası, mahalle kültürü ile özel bir ilçe;
İstanbul'un kalbi. Kalbinizle ilgili bir sorun
olduğunda konuya daha hassas yaklaşırsınız.
Beşiktaş Meydanı
Düzenleme Projesi' ni İstanbul Büyükşehir
Belediyesi gündeme getirdi. Biz de yönetime
geldiğimizden bu yana 10 aydır, bu konudaki farklı
projeleri topladık. Bu aynı zamanda bir uygulama
deneyimi de istiyor. Yenikapı örneği bize bunu
gösterdi. Katılımcı bir süreçle, üniversitelerin de
katkısını alarak bu projeyi yürüteceğiz."
Kentsel dönüşümün
çok kötü örneklerini gördüğümüzü ama
bunun restorasyon alanındaki kötü uygulamaları
geriye döndürmek için de bir fırsat olarak söyleyen
Murat Hazinedar, "Ancak bunu imar yoğunluğunu
artırarak değil, sindirerek yapmalıyız. Rantı kamu
lehine geliştirmeyi arzuluyoruz." dedi.
Mahalle ölçeğindeki
tarihi değerlerin küçük dokunuşlar ile yenilenerek
önce kentlilere, sonra turistlere tanıtılabileceğini
belirten Beşiktaş Belediyesi Başkanı, 200'ün
üzerinde tarihi çeşmeye sahip ilçede, 63 çeşmenin
restorasyon projesinin hazırlandığını müjdeledi.
Beşiktaş Belediyesi bünyesindeki
KUDEB
biriminin geleneksel konut mimarisini bir
envanter
ile kayıt altına aldığını da bildiren Başkan
Hazinedar, Ortaköy
Sıraevler 'de bir restorasyon çalışması
yürütüldüğünü, yakın zamanda yenilenecek olan tarihi
belediye binasının da işleyen bir kent müzesine
çevrilmesinin amaçlandığını söyledi.
Murat Hazinedar'ın
kültürel miras alanında verdiği müjdelerden biri de,
Bedri Rahmi
Eyüboğlu'nun 1950'li yıllarda ürettiği
4. Levent
Mozaikleri'nin tescillendiği idi.
Hazinedar, bu eserlerin yer aldığı bölgenin
Açıkhava Sanat Müzesi haline getirileceğini
belirtti. Beşiktaş Belediyesi'nin miras konusundaki
diğer bir çalışması da, yeni kurulmakta olan
Geleneksel Ahşap ve Taş Atölyesi.
Kültür oluşum
merkezine dönüşen müzeler eğitim sorumluluğunu
üstüne almalı
"İstanbul'un başına
gelen felaketler dile getirilirken yangınlar,
depremler, belediye başkanları ve yanlış
restorasyonlar sıralanır" diyen Kültür ve Turizm
Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr.
A. Haluk Dursun,
bu etkinliğin sloganının, önceki konuşmacıların da
dikkat çektikleri
'emanet' kavramı olması gerektiğini
söyledi. Bakanlık olarak; Anadolu mirasını kimden
kaldığını merak etmeden, reddi miras yapmadan
benimseyen, bunu mirasyedi gibi harcamadığını beyan
eden ve gelecek kuşaklara aktarma bilincinde bir
yaklaşım izlediklerini belirten Dursun,
Ayasofya ve Topkapı
Sarayı'nda Müze Başkanlığı görevini
yürütmüş bir uzman olarak, müzecilik alanındaki
gelişmelere de değindi:
"Müzeler artık sadece
koruma işlevini yerine getirmiyor. Bu kurumların
artık gerçekten bir kültür oluşum merkezi olması ve
eğitim sorumluluğunu üstüne alması lazım.
Topkapı Sarayı
Müzesi Yıllığı 22 yıl sonra yeniden
çıkarıldı. İstanbul'un kültür envanteri ve
veritabanı 2010
Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında
hazırlandı. Özel müze sayısı ilk defa devlet müzesi
sayısını geçti. Kapital artık kültüre yatırım
yapıyor. Bu gücü evrensel değerlere uygun bir
şekilde sunduğumuz zaman çok daha iyi yerlere
geleceğiz."
Yapı,05.02.2015
|
BEŞ PARASIZ ÖLDÜ,
PORTRESİ SERVET ETTİ

Ressam Matisse'in
Sultan Abdülaziz'in
Fransa'da muhtaçlar koğuşunda ölen torunu
Nermin Sultan'ı
resmettiği tablosu Londra'daki açık artırmada 57.8
milyon TL'ye satıldı.
Çağdaş resim sanatının
ünlü isimlerinden Fransız ressam
Henri Matisse'in,
hem anne hem de baba tarafından
Osmanlı hanedanı
üyesi olan 1923 doğumlu
Nermin Sultan'ı
resmettiği tablosu satıldı. Nermin Sultan'ın Güney
Fransa'da Nice kentinde geçirdiği gençlik yıllarında
yapılan "Siyah Koltuktaki Cariye" (Odalisque Au
Fauteuil) adlı tablo, Sotheby's Müzayede Evi
tarafından Londra'da 15.8 milyon sterline (57.8
milyon TL) el değiştirdi. Aynı tablo geçen yıl
Christie's müzayedede yapılan açık artırmada 32.4
milyon TL'ye satılmıştı. Asıl adı Nezahat Nermin
Hamide Şefkat olan sultanın Fransız hükümetinin
verdiği vatansızlara mahsus kimlik belgesinde
isminin hemen yanında "Osmanlı İmparatorluk
Prensesi" yazılıydı. 1923'te İstanbul'da doğan
prensesin babası Şehzade Şevket Efendi,
Sultan Abdülaziz'in
oğluydu. Annesi Adile Hanımsultan ise Sultan
Abdülhamid'in kızı Naime Sultan'ın çocuğuydu. 1924
Mart'ında hanedanla beraber Türkiye'den ayrıldığında
bir yaşında olan sultan çocukluğu ve genç kızlığını
anneannesi Naime Sultan'la beraber Nice'te geçirdi.
Orada dönemin en büyük ressamı Henri Matisse ile
tanıştı. Cimiez semtinde şimdi Matisse Müzesi olan
malikaneye yerleşen ressam, Naime Sultan'ın
ailesiyle komşu oldu. Genç prensesin yüzüne hayran
kalan sanatçı Nermin Sultan'ı bin bir ricayla
tablosunu yapmaya ikna edebildi. Meşhur tablo işte
böyle doğdu. Nermin Sultan, 1999'da 76 yaşında
Fransa'daki bir hastanenin muhtaçlar koğuşunda
sefalet içinde öldü. Geçirdiği felç nedeniyle
gözleri dahi görmeyen sultan, son 25 yılını yatağa
mahkum geçirdi.
BÜYÜK KANAL'A 85
MİLYON LİRA
Aynı müzayedede Fransız ressam Claude Monet'ye
ait beş tablo da el değiştirdi. Monet'nin meşhur
"Grand Canal in Venice" isimli tablosunun ön plana
çıktığı beş tablo, toplamda 200 milyon liraya
satılarak Londra'daki bir müzayedede en yüksek
fiyata alıcı bulan satış oldu. "Venedik'teki Büyük
Kanal" tablosu 85 milyon liraya satıldı.
Sabah, 05.02.2015
******
35 MİLYON DOLARLIK
VENEDİK MANZARASI

İzlenimci resim akımının
en önemli isimlerinden Claude Monet’e ait bir tablo
35 milyon dolara satıldı.
Le Grand Canal isimli
tabloda Venedik’te su manzarası tasvir ediliyor.
Sotheby’s müzayede evinde kendine alıcı bulan bir
diğer Monet eseri ise Giverny’de Kavaklar oldu.
Tablo 16 milyon dolara satıldı. Rus, Ortadoğulu ve
Çinli koleksiyoncuların yoğun ilgi gösterdiği
müzayede gecesinde alıcılar ise açıklanmadı. Ayrıca,
müzayedede 280 milyon dolarlık satış yapıldı. Bu tek
seferde yapılan en büyük satıştı.
Zaman, 05.02.2015
|
BELEDİYEDEN
ARKEOLOJİK KAZIYA DESTEK
Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi, kentin tarihinin ortaya çıkarılması ve
turizminin gelişmesi amacıyla kent genelindeki antik
kent ve höyüklerde yürütülen arkeolojik çalışmalara
destek veriyor.
Gaziantep ve çevresinde
yapılan arkeolojik kazılar sonucunda bölgenin
tarihinin Paleolitik döneme (Milattan önce
10.000-7.000) kadar gittiği belirlendi.
Bölgedeki en eski
yerleşim yeri olan Dülük antik kentinin ortaya
çıkarılması için Almanya'nın Münster
Üniversitesi'nden Prof. Dr. Engelbert Winter
başkanlığında kazı çalışmaları sürdürülürken,
büyükşehir belediyesi de antik kentin çevre
düzenleme projesini yürütüyor.
Proje kapsamında antik
kente yol, kaldırım, aydınlatma, bilgilendirme ve
yönlendirme tabelaları, oturma grupları, gezi
güzergahı, tuvalet, otopark, peyzaj çalışmaları
yapılarak, merkez turizme kazandırılacak.

Büyükşehir Belediyesi,
İslahiye ilçesinin 10 kilometre doğusundaki Karasu
Çayı kıyısında milattan önce 4 bin yıllarında
kurulan ve Anadolu'da Hattuşa'dan sonra en görkemli
şehirlerden birisi olan Tilmen Höyük'ün turizme
kazandırılması için de çevre düzenleme projesi
hazırladı.
Kentin önemli turizm
merkezlerinden olan ve İslahiye İlçesi'ne bağlı
Yesemek Köyü Karatepe mevkiinde yaklaşık 100
dönümlük alanda taslaklar halinde 300'den fazla
bazalttan yapılmış heykel ve kabartmanın bulunduğu
Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi'nin de turizme
kazandırılması için çalışmalar gerçekleştiren
büyükşehir belediyesi, tarihi heykel atölyesinin
2012 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası aday
listesine girmesini sağladı.

Büyükşehir belediyesi
ayrıca bölgenin tarihi için son derece önemli
merkezlerden Karkamış Antik Kenti'ndeki kazıların
tamamlanması ve verilerin sağlıklı olarak
yorumlanabilmesi için "kazı evi" yaptırdı. Kentin,
bilimsel kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla Efes,
Truva ve Boğazköy gibi önemli bir turizm merkezi
olması hedefleniyor.
Büyükşehir belediyesi,
Roma dönemi hakkında önemli bilgiler veren ve
uluslararası tanınırlığı olan Zeugma Antik
Kenti'ndeki bilimsel kazı çalışmalarının
sürdürülmesi için de maddi destek sağlıyor.
- "Turizm pastasından
daha çok pay almayı hedefliyoruz"
Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Fatma Şahin, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Türkiye'nin, her karış toprağından tarih
fışkıran, kültür ve tabiat varlığı bakımından zengin
bir ülke olduğunu söyledi.
Gaziantep'in,
Mezopotamya ile Akdeniz'i birbirine bağlayan
stratejik bölgede bulunduğunu belirten Şahin, kentin
kültürel zenginliğinin, somut ve somut olmayan
kültürel mirasının korunması, yaşatılması, gelecek
nesillere aktarılması ve turizme kazandırılması
amacıyla kent genelindeki arkeolojik çalışmalara
destek verdiklerini ifade etti.
Tarih boyunca pek çok
medeniyete, inanca ev sahipliği yapan topraklardaki
değerlerin ortaya çıkartılması, korunması ve
tanıtımı bakımından herkese düşen görevler olduğunu
dile getiren Şahin, şunları kaydetti:
"Her şeyden önce,
insanlığın ortak mirası olan tarihi ve kültürel
değerlere sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Büyükşehir
Belediyesi olarak her türlü çabayı ortaya koyacak,
imkanlarımız ölçüsünde yürütülen çalışmalara destek
olacağız. Türkiye'de sanayi ve ihracatıyla ön plana
çıkan Gaziantep'in, tarihiyle de turizm pastasından
daha çok pay almasını hedefliyoruz."
Trt Türk, 05.02.2015
|
ANTİK KENTTE TEMİZLİK
ZAMANI

Ayışığı Koyu sahiline
yakın bir mevkide bulunan ve Akdeniz bölgesinin en
eski tarihi yerleşim yerlerinden birisi olarak kabul
edilen ve içerisinde çok sayıda tarihi kalıntı,
kilise, mezarlık ve yer mozaiği bulunan Idyros Antik
kentinde çöp ve yüzeyde oluşan bitki temizliği
yapılıyor.
Kemer Belediyesi’nin
talebi üzerine Antalya Müzesi’nin denetiminde ve
Kemer’de bulunan Selçuklu Üniversitesi Sualtı
Arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin
katkılarıyla yapılan çöp ve yüzeyde oluşan bitki
temizliği çalışmalarına Selçuklu Üniversitesi
Arkeoloji bölümünden 25 gönüllü öğrenci ve Kemer
Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekiplerince
yapılıyor.
Yapılan çalışmaları
Kemer Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Can, Antalya
Müze Müdürü Mustafa Demirel’de yakında takip etti.
Antalya Turizm İl
Müdürü İbrahim Acar yaptığı açıklamada; “İki türlü
kazı çalışması yapılabilme şansı var birinci
kurtarma kazısı küçük yollu diğeri ise büyük çapta
ve bununda kararını Bakanlar Kurulu karar veriyor.
Bunun için müzenin ve uzman kişilerin vereceği
karara göre her türlü desteği vereceğiz. Idyros
antik kentini ele aldık artık. Tarihi bir kent olan
bu bölge için tüm şartlarımızı zorlayacağız ve
çalışmalarımızı yapacağız” dedi.
Kemer Gözcü, 04.02.2015
|
ZİYARETÇİ SAYISI AZALDI
Antalya İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Ocak'ta kente
gelen yabancı turist sayısı geçen yılın aynı ayına
göre yüzde 2,26 azalırken, yerli turist sayısı yüzde
19,10 arttı. Yabancıların yüzde 53,41'i Almanya'dan,
yüzde 13,4'ü Rusya Federasyonu'ndan, yüzde 5,76'sı
Hollanda'dan, yüzde 3,50'si İngiltere'den, yüzde
3,37'si Belçika'dan, yüzde 2,38'i Avusturya'dan
geldi. Almanya'dan gelen turist sayısı yüzde 17,55,
Hollanda'dan gelen turist sayısı yüzde 4,58,
Belçika'dan gelen turist sayısı 30,16 artış
gösterdi. Rusya Federasyonu'ndan gelen turist sayısı
yüzde 39,30, İngiltere'den gelen turist sayısı yüzde
28,65, İsrail'den gelen turist sayısı ise yüzde
31,51 düştü. Geçen ay Antalya'ya gelen 19 bin 21
yerli turistle birlikte toplam ziyaretçi sayısı 117
bin 746, geçen yılın aynı dönemine göre turist
artışı da yüzde 0,66 oldu.
Yeni Alanya, 04.02.2015
|
|
ERTUĞRUL FIRKATEYNİ'NİN KASASININ İZİN BULUNDU

Japon imparatoru Meiji’ye yapılan ziyaretten
dönerken 1890 yılında Pasifik Okyanusu’nda 550
denizcisiyle batan Ertuğrul Firkateyninde yapılan
kazı ve kurtarma çalışmalarında geminin kasasından
savrulan, Japon, İngiliz ve Hong Kong’a ait altın,
gümüş ve bronz paralar bulundu. 20 metre
derinliğindeki bir mağarada, Başka bir batığın
bulunmadığı bölgede bulunan paralar, sergilenmek
üzere Kushimoto kentindeki Türk Müzesi yetkililerine
teslim edildi. Kasanın bulunması için su altında
çalışmaların sürdüğü bildirildi.
Pasifik Okyanusu’nda batan Ertuğrul Firkateyninde 6
yıl önce başlayan kazı ve kurtarma çalışmalarında
bulunan yeni eserler heyecan yarattı. Ertuğrul
Firkateyni Başkanı Tufan Turanlı’nın öncülüğündeki
kazı çalışmaları sekiz Japon dalgıç, İspanyol
arkeolog ve
ABD ’li bilim adamlarının yer aldığı bir ekip
tarafından 19 Ocak’ta tekrar başladı.
100 METRE AÇIKTA ARANIYOR
Mersin Deniz Ticaret Odası’nın ana sponsorluğunu ve
Türk Hava Yolları’nın ulaşım sponsorluğunu yaptığı
Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’nün tarafından hazırlanan
proje kapsamında kazı ve kurtarma çalışmaları,
sahilden 100 metre açıkta ve 20 ila 40 metre
derinlik arasında yürütüldüğü belirtildi. Çalışmalar
sırasında 20 metre derinliğindeki bir mağarada
Ertuğrul’un kasasına ait altın, gümüş ve bronz
paralar bulundu. Daha önceden de Osmanlı altın
paralarının bulunduğu belirtildi.
Kasaya ait olduğu sanılan kilit parçaları ile
bulunan paralar belgelenip korumaya alındı. Ayrıca
firkateyne ve denizcilere ait 264 kalıntının daha
gün yüzüne çıkartıldığı belirtildi. Ertuğrul
Araştırma Merkezi’nde konservasyon ve restorasyon
çalışmalarının sürdüğü, yeni eserlerin önceki
eserlerle birlikte Kushimoto’daki Türk Müzesi’nde
sergileneceği kaydedildi.
ŞU ANA KADAR 7 BİN 550 ESER KURTARILDI
Kazı başkanı Turanlı, "Çalışmalar Ertuğrul
kalıntılarının nispeten daha iyi korunmuş olduğu
’mağara’ olarak adlandırılan büyük bir kayanın
altında sualtı çökmesiyle oluşan bölgede
yoğunlaşıyor. 2008-2010 tarihleri arasında da
araştırmacıların çalıştığı mağarada bulunan eserler,
yörede devamlı esen fırtına ve tayfunlardan oldukça
iyi korunmuş durumda.
12-17 metre arasında değişen nispeten sığ derinlikte
olan Ertuğrul Firkateyni kalıntıları yörede esen
fırtınalardan devamlı zarar görmekte. Gerek şiddetli
kazanın, gerekse battığı yerdeki devamlı fırtına ve
deniz hareketleriyle Ertuğrul’dan kalan sınırlı
malzeme her geçen gün yok olmakta. Bu eserlerin yok
olmasıyla Ertuğrul şehitlerinin anıları da ortadan
kayboluyor. Projeye başladığımız 2007 yılından beri
7550 eseri kurtardık, konservasyonunu
gerçekleştirdik. Geminin bulunduğu Kushimoto
kentindeki Türk Müzesi yetkililerine teslim ettik"
dedi.

OSMANLI PARASI OLMAMASI NORMAL
Kazı başkanı Turanlı, "Daha öncede değerli altın ve
gümüş paraların çıktığı bölgede; üç gün önce 1889
yılına ait değerli gümüş Meiji Yen’ine ulaştık.
Araştırmacıların ve Japon uzmanların ilgisini çekti.
Yoğun olarak aynı noktadan İngiliz, Japon, Hong Kong
parası çıkarken, Osmanlı parası çıkmamasını ilk önce
yadırgamıştık. Fakat biraz düşününce bunun son
derece normal olduğuna kanaat getirdim. Bugün bile
yurt dışına çıkan herhangi bir ülke vatandaşı
yanında kendi ülkesinin parasını değil, ziyaret
edeceği ülkenin parasını veya o gün kabul gören para
birimini taşımayı tercih eder. Bugün nasıl ABD
doları uluslararası rağbet gören bir para birimi ise
19’uncu yüzyıl sonlarında rağbette olan para ise
İngilizlerin altınıydı.
PARA KADAR DEĞERLİ ESERLER MUHAFAZA EDİLİR
Haliyle Ertuğrul’un İngiliz altını ve ziyaret
etmekte olduğu Japonya ve Hong Kong paralarını
kasasında bulundurması doğaldır. Bulduğumuz para
kasasının kilidi olabilecek malzeme yani metali;
kaliteli ve her türlü etkene bilhassa denize
dayanıklı olduğu kesin. Danıştığımız bir uzman bunun
en güçlü ve üstün metallerden yapılmış bir kilit
aksamı olabileceği görüşünde.

Bu nedenle bütün paraların bu mağaranın
içerisinde bulmamız nedeniyle, geminin kasasının da
buralarda bir yerde olduğunu düşünüyoruz. Acaba
Ertuğrul’un kasasını mı bulduk diye açıkçası
heyecanlanıyorum. Daha fazla para bulmak beni
heyecanlandıran konu değil. Kasalar para kadar diğer
kıymetli eserlerin muhafaza edilmesinde kullanılır.
Belki de Ertuğrul’un son günlerine şehit denizcilere
ait bir kalıntı veya belgeye rastlayabilir miyiz
düşüncesindeyiz. Su altında ve araştırma
merkezindeki çalışmalarımız sürüyor" dedi.
Radikal, Haber: Yaşar Anter, 04.02.2015
|
POLİSTEN EV GÖRÜNÜMLÜ
KAÇAK MÜZEYE OPERASYON

Afyonkarahisar’da,
tarihi eser kaçakçılığı yaptığı belirlenen bir
şahsın evine düzenlenen polis operasyonunda, adeta
bir müzeyi dolduracak kadar tarihi eserler ele
geçirildi.

Operasyonla ilgili
Afyonkarahisar İl Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan
yazılı açıklamada, 29 Ocak günü Emirdağ’da bir
şahsın elinde çeşitli tarihi eserle bulunduğu
ihbarını alan polis, mahkemeden aldığı arama kararı
ile şahsın evine baskın düzenledi. Operasyonda 1
adet Picasso 1905 yazılı tablo, 1 adet İbranice
kitap, 3 Adet Osmanlıca- Farsça kitap, 1 adet vazo,
2 adet tarihi eser niteliğinde oyma taş, 1 adet
kemik saplı kama, 1 adet Roma döneminden kaldığı
değerlendirilen rölyef, 1 adet Roma döneminden
kaldığı değerlendirilen oval tabak, 2 adet pirinç
tepelik ele geçirdi. Arıca operasyonda 1 adet
işlemeli pipo, 1 adet sarı broş, 14 adet Osmanlı
sikkesi, 1 adet eski roma döneminden kalan para, 1
adet erken Roma döneminden sürmelik, 2 adet eski
Roma döneminden kalan Meryem Ana figürü, 4 adet geç
Roma döneminden kalan madalyon, 1 adet Osmanlı
döneminden kalan yüzük ele geçirildiği kaydedildi.
Operasyonla ilgili başlatılan soruşturmanın sürdüğü
bildirildi.

Afyon Haber, 04.02.2015
|
KÖYLÜLER RUM KÖYÜNÜN KORUNMAMASINA İSYAN ETTİ
Silivri Fenerköy’de rüzgar gülü inşaatında Rumlara
ait 500 yıllık yerleşim merkezi ortaya çıktı.
Kazılarda tarihi sur, küp ve mezarlar bulundu.
Havanın soğumasının ardından çalışmalara ara
verildi. Güvenliği sağlayan 2 bekçiye “Evinize
gidin” denildi. Tarihi köy korumasız kaldı.

İstanbul
Silivri
Fenerköy’deki rüzgar gülü inşaatı sırasında
toprak altında arkeolojik kalıntı olduğu ortaya
çıktı. Yetkililer durumu İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü’ne bildirdi. Tarihi eser çıkan alana giden
arkeologlar, iki ayrı alanı çevirerek kazı
çalışmalarına başladı.
TARİHİ SURLAR, KÜPLER, MEZARLAR
Uzmanlar ve işçiler için çadırlar kuruldu. 2 bekçi
işe alınarak, kazı alanının güvenliği sağlandı.
Rumlara ait 400-500 yıllık eski yerleşim yeri olduğu
düşünülen alanda çalışmalar sırasında
tarihi surlar, küpler ve eski döneme ait
mezarlar ortaya çıktı. 45 gün süren çalışmanın
ardından hava şartlarının zorlaşması ve kar yağışı
nedeniyle kazı çalışmalarına ara verildi. Kazı
alanının güvenliğini sağlayan bekçiler de
gönderildi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü
yetkilileri, kontrollü kazı çalışmalarının devam
ettiğini söyledi.
‘TARİHİ ALANIN GÜVENLİĞİ NEDEN SAĞLANMIYOR?’
Güvenliğinin sağlanmamasına bir anlam
veremediklerini anlatan Fenerköy Muhtarı Muharrem
Eren, “Bizim köyde rüzgar gülü alanı vardır. Burada
2 rüzgar gülü daha eklemek istediler. Araziyi
istimlak ettiler. Tarihi eserler ortaya çıkınca
alanı çevirdiler, yoğun bir şekilde çalışmaya
başladılar. 2 bekçiyle de güvenliği sağladılar. Tüm
çalışmalar devam ederken bize hiç bilgi vermediler.
Biz ne olduğunu anlamadık. Sonra da birden bu
çalışmaları durdurup gittiler. Bu alanların
güvenliğini neden sağlamıyorlar? Buradan tarihi
eserler çalınsa bunun hesabını kim verecek?" dedi.
Habertürk, 04.02.2015
|
TÜTÜN TARLASINDAKİ TARİH ORTAYA ÇIKARILACAK

Tokat’ın
Erbaa İlçesi'nde MÖ 2400’lü yıllardan kaldığı
tahmin edilen tütün tarlasındaki Horoztepe
nekropolünde(mezarlık) arkeolojik kazı yapılması
için çalışmalar başladı.
Erbaa Belediyesi önderliğinde yapılan çalışmalar
kapsamında belediyenin daveti üzerine
Almanya’dan Tokat’a gelen
Frankfurt Goethe Üniversitesi Arkeolojik
Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı Başkanı PD Dr. Dirk
Wicke Erbaa’da Horoztepe nekropol (mezarlık) alanını
gezerek sondaj çalışması raporlarını inceledi.
Horoztepe alanında 3 farklı medeniyetin varlığına
dair bulgulara rastladıklarını belirten
arkeolog Dirk Wicke, yapılacak kazı çalışmaları
sonucu tarihi alanla ilgili fikirlerin netleşeceğini
söyledi.

Erbaa Belediye Başkanı Hüseyin Yıldırım, tarihi bir
envanter çalışması yaparak Erbaa’daki tarihi ortaya
çıkarmak için harekete geçtiklerini kaydetti. Horoz
tepe olarak bilenen alanın tütün tarlası veya
tarımla uğraşılan yerler olduğunu ifade eden Başkan
Yıldırım, "Burasıyla ilgili arkeolojik sondaj
çalışmaları Müze Müdürlüğü gözetiminde gerçekleşti.
Bu sondaj çalışmaları sonucu yaklaşık 25 dönüm olan
sit alanı,
Sivas Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından
85 dönüme çıkartıldı. Biz burayı ortaya çıkartmak
istiyorduk, Türkiye’de bir hoca arayışına girdik.
Yaptığımız araştırma sonucu buna vakit ayıracak bir
bilim adamı bulamadık. Bu çalışmayı iki türlü yapma
yöntemi vardı. Bu çalışmayı ya Kültür Bakanlığı
vasıtasıyla Türk hocalarla yapacaktık ya da müze ile
yapacaktık ama müzenin de yeterli personeli
bulunmadığı için biz yönümüzü yurt dışına çevirdik.
Yurt dışında yaptığımız çalışmalar sonucu Frankfurt
Goethe Üniversitesinde görevli Dr. Dirk Wicke’yi
Türkiye’ye davet ettik. Erbaa’ya gelerek burada
yapılan çalışmaları inceledi. Burada 3 farklı
medeniyetin varlığına dair bulgular olduğunu
belirtti. Buradaki alanı şöyle tarif etti "Ben
burada kazıya başladığımda buradan emekli olurum."
böylesine uzun soluklu bir çalışma olacak. Dirk
Wicke ve biz Horoztepe ile ilgili dosyamızı
hazırladık ve Kültür Bakanlığımıza sunduk. Nisan ayı
gibi izinlerimiz çıkacak. Kazılar öncelikle Erbaa
Belediyesine ait olan nekropol dediğimiz mezarlık
kısmında başlayacak. Burada temennimiz çıkacak
eserlerle tüm dünyada ses getirmek. İnşallah burayı
ortaya çıkaracağız" diye konuştu.
HOROZTEPE’DE İLK KAZI 61 YIL ÖNCE YAPILDI
Horoztepe nekropolünde 1954 yılında Tahsin Özgüç ve
Mahmut Akok tarafından gerçekleştirilen ilk kurtarma
kazısında
Ankara
Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sergilenen Ana
tanrıça Heykeli, Sisturm, Boğa Heykelciği, Geyik
Heykelciği, Kirmen ve Güneş Kursu gibi bir çok eser
çıkarılmıştı.
Milliyet, 04.02.2015
|
İSTANBUL'UN SARNIÇLARI TURİSTLERİN İLGİ ODAĞI

Yapımı asırlar öncesine dayanan İstanbul'daki
sarnıçlara, yerli ve yabancı turistler büyük ilgi
gösteriyor.
Binlerce yıllık tarihe sahip eserlerin bulunduğu
İstanbul'da, Yerebatan, Binbirdirek, Nakkaş ve
Nuruosmaniye gibi çok sayıda tarihi sarnıç da önemli
kültürel miras arasında yer alıyor.
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
AA muhabirine İstanbul'un sarnıçları ve bu
sarnıçların gelecek nesillere aktarımında yapılması
gerekenler hakkında değerlendirmede bulundu.
Tarihte suyun çok stratejik unsur olduğunu dile
getiren Bilgili, bu nedenle insanların suyu
biriktirmek için çeşitli fikirler geliştirdiklerini
söyledi.
Bunlardan birisinin sarnıçlar olduğunu ifade eden
Bilgili, şu bilgileri verdi:
"Bugün suyu depolamak için başka teknolojiler
kullanmamız gerekiyor. Ama sarnıçlar çok büyük
kültürel miras. Bizim için öncelikli olan bunların
korunmasıdır. Bu sarnıçlara tekrar su doldurup aynı
fonksiyonu veremeyeceğimize göre başka fonksiyonlar
düşünmemiz gerekir. Biz şunu da biliyoruz ki,
kültürel miras restorasyonla beraber yaşıyor. Ama
restorasyonla beraber fonksiyon veremediğiniz zaman
yine yaşamıyor. Eskisinden daha da kötü olabiliyor.
Dolayısıyla bu tarihi sarnıçların yaşaması için
mutlaka bir fonksiyon vermemiz gerekiyor."
"Koruma-kullanma" dengesi
Bilgili, sarnıçların gelecek nesillere aktarımında
dikkat edilecek en önemli noktanın koruma ve
kullanma dengesi olduğunu vurguladı.
Kullanmadan korumanın pek mümkün olmadığına dikkati
çeken Bilgili, "Dolayısıyla koruma-kullanma
dengesini iyi hesap ederek fonksiyonlar vermemiz
gerekiyor. Bu sarnıcın yeri ve yapısına göre
fonksiyonlar değişebilir. Turizm amaçlı
kullanılabilir, müze yapılabilir, sarnıcın kendisi
sergilenebilir, etkinlik alanı olabilir. Ama
verdiğimiz fonksiyon ne olursa olsun mutlaka o
sarnıcı, koruma kurallarına riayet ederek
kullanmalıyız. Koruma-kullanma dengesine dikkat
ettiğimiz takdirde bu yapılara bir şey olmaz"
ifadelerini kullandı.
Bilgili, ticari kaygıların ön plana çıkmaması
gerektiğini ifade ederek, "İstanbul'da çok sayıda
sarnıç var. Yeni kazılarda ortaya çıkan sarnıçlar
var. Çünkü sarnıç evde, küçük sarayda da
kullanılabilen yapılardır. Asıl olan sarnıçların
gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak" diye
konuştu.
Turist ilgisi
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
turistlerin sarnıçlara ilgisine değinerek, şöyle
devam etti:
"Turistler buraları görmek istiyor. Bugün Yerebatan
Sarnıcı, Ayasofya Müzesi'nin yarısı kadar ziyaretçi
alıyor. Yerebatan Sarnıcı'nı 2014'te 2 milyon 120
bin 862 kişi ziyaret etmiş. Bu demek ki sarnıçlara
büyük ilgi var. Onun için bunları daha çok kültür,
turizm amaçlı kullanmalıyız. Tabii ki farklı
etkinliklerle de değerlendirilebilir ama asıl
amacını hiçbir zaman unutmamalı ona göre hareket
etmeliyiz."
Bilgili, İstanbul'daki sarnıçların daha çok Bizans
döneminde inşa edildiğinin altını çizerek, Osmanlı
ile birlikte su kültürünün çeşmelerle sürdürüldüğünü
dile getirdi.
İstanbul'da Yerebatan ve Binbirdirek sarnıçları en
çok bilinen sarnıçlar arasında bulunurken, Aetios,
Bizans, Bodrum Camisi, Cağaloğlu, Çukurbostan,
Nakkaş, Nuruosmaniye, Şerefiye, Seferikoz,
Myraleion, Üsküdar Mevlevihanesi, Yeşilköy, Şeyh
Vefa Külliyesi sarnıçları yer alıyor.
Sabah, 04.02.2015
|
ANAVARZA ANTİK KENTİNDEKİ ARKEOLOJİK
KAZI

Adana'daki Anavarza antik
kentinde arkeolojik
kazı çalışmaları sürüyor.
Dilekkaya Köyü yakınlarında Roma dönemine
ait antik kentteki kazı çalışmaları, Çukurova
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Fatih Gülşen'in bilimsel danışmanlığında 50
kişilik ekiple yürütülüyor.
Gülşen, AA muhabirine, 2 ay önce başlanan kazıda
önemli mesafe kaydedildiğini belirterek, "35 metre
genişliğinde. 2 bin 700 metre uzunluğundaki sütunlu
caddenin 250 metrelik bölümü tamamlanmak
üzere. Anıtsal giriş kapısından zamanla düşen 500
parça için restitüsyon aşamasına gelindi. Ortadan
kırılmış 3 sütun, kaideleriyle ortaya çıkartıldı"
dedi.
Antik kentte gelecek ay restorasyon aşamasına
geçileceğini anlatan Gülşen, sütunlu cadde
üzerindeki sütun, kaide ve parçaların tesbit
edildiğini ve belgelendirme çalışmalarının devam
ettiğini söyledi.
Anavarza antik
kentinin,
Anadolu 'nun tarihi açısından önem taşıdığına
dikkati çeken Gülşen, şu bilgileri verdi:
"Anavarza antik kenti, bin 143 dönümü
kapsıyor. Yerleşkede, kale, zafer kapsı, amfi
tiyatro, tapınak, hamam ve kral mezarları, su
kemerleri, ve stadyum bulunuyor. Kapladığı alan ve
taşıdığı özellikleriyle dünyanın en büyük antik
kentleri arasında gösteriliyor. Toprak
altındaki kalıntılar açığa çıkarıldığında antik
önemli
kültür ve turizm merkezlerinden biri haline
gelecek. Kazı çalışmalarına büyük bütçe
ayıran Kültür ve Turizm Bakanlığına ve teknik
imkanlarını
kullandıran, laboratuvarlarını açan Çukurova
Üniversitesi'ne teşekkür ediyorum."
Radikal, 04.02.2015
|
DÜNYANIN EN ESKİ ŞARKISINI DİNLEYİN

1950’lerin başlarında arkeologlar milattan önce 14. yüzyıla ait kil tabletler buldular. WFMU’nun açıklamasına göre antik Suriye’de yer alan Ugarit kentinde bulunan bu tabletler Hurrian dilinde çivi yazısıyla yazılmış işaretler içeriyor. Bu işaretler 3400 yıllık bir ilahi olduğu düşünülen dünyanın bilinen en eski müzik parçası. Kaliforniya Üniversitesi’nden Asuroloji profesörü Anne Draffkorn Kilmer notaların çevirisini 1972’de tamamladı. Bu Sümer tabletleri ve üzerindeki müzik teorisi ile ilgili 1960’lardaki ilk yayınlarından bu yana meslektaşları çevirinin kendi versiyonlarını da yayınlamış.
Richard Fink
tarafından 1988’de yazılan Archeologia Musicalis
makalesine göre parça 7 notalı diatonik skala 3400
yıl önce de var olduğuna dair teoriyi destekliyor.
Fink’e göre bu durum antik melodilerin görsel olarak
kaydedilmediğini söyleyenlere bir cevap niteliği
taşıyor. Kilmer’in meslektaşı Richard Crocker bu
keşfin batı müziğinin kökleri ile ilgili bilgileri
de tamamıyla değiştiriyor. Dünyadaki en eski
şarkının kulağa nasıl geldiğini merak ediyorsanız
şarkının orta boy bir kalvye ile çalınmış
versiyonunu aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.
Tabii ki klavye Asurluların bir enstrümanı değil
ancak bize bir fikir vermesi açısından yardımcı
olabilir. Çünkü parçanın ritmi sadece bir tahmin.
arkeolojihaber.net, Kaynak: openculture.com,
Çeviri: Cüneyt Acar, 04.02.2015
|
ANITLAR KURULU'NDAN KARAR GELENE KADAR DUVAR ÇÖKTÜ

İzmir'in Konak İlçesi'ndeki Cumhuriyet
Müzesi'nin bahçe duvarı, vatandaşların
başvurularına rağmen onarılmadı. Anıtlar
Kurulu'ndan izin beklendiği söylenip onarım
çalışmaları ertelenince, duvar, yağışların
ardından öndeki binanın çatısına devrildi. Depo
olarak kullanılan binada kimsenin bulunmaması,
olası ölüm ve yaralanmayı önledi.
Karataş semtindeki Cumhuriyet Müzesi'nin bahçe
duvarında, uzun süredir yağışların da etkisiyle
yıkılma tehlikesi baş gösterdi. Duvarın alt
bölgesinde oturan vatandaşlar da, Konak
Belediyesi'ne başvurdu. Ancak bölgede inceleme
yapan belediye görevlileri, Anıtlar Kurulu'na
yazı yazacaklarını, izin alınmasının ardından
onarım yapılabileceğini söyleyip ayrıldı.
BİNANIN ÜZERİNE ÇÖKTÜ
Geçen hafta meydana gelen sağanak yağışların
ardından müzenin duvarı, toprak aşınmasının da
etkisiyle, Mithatpaşa Caddesi 143 numaradaki
depo alarak kullanılan binanın çatısına
devrildi. Duvarın ağırlığına dayanamayan çatının
da büyük bir bölümü çöktü. Olay sırasında,
depoda kimsenin bulunmaması, olası bir ölüm ve
yaralanmayı önledi.
DEPO SAHİBİ TEPKİ GÖSTERDİ
Deponun sahibi olan Serdar Akkaya, bu duruma
tepki gösterdi. Geçen yıldan beri duvarın her an
yıkılma tehlikesi bulunduğun söyleyen Akkaya,
"Belediye görevlileri geldi, inceledi, gitti.
Anıtlar Kurulu'ndan izin alınması gerektiği
söylendi. Her gelen resim çekip gitti. Ne bir
onarım oldu ne de önlem alındı. En sonunda,
duvar yağışların da altındaki toprağı
aşındırmasıyla tepemize yıkıldı. Biz her sabah
buraya gelip mal alıyoruz. Ya başımıza
yıkılsaydı bana ya da yakınlarımın birisinin
başına birşey gelseydi, hesabını kim verecekti?
Bu önlemler illa acı olaylar yaşandıktan sonra
mı alınır? Ben bunun bir ders olması gerektiğine
inanıyorum ve artık alınmayan önlem alınsın. Bu
duvar yeniden inşa edilsin" dedi. Serdar Akkaya
ayrıca, yaşanan olayın tarihe de saygısızlık
olduğunu, müzelerde tarihi eserlerin
sergilendiğini ama binaların da illa eski ve
bakımsız olmasına gerek olmadığını ifade etti.
DHA, Haber: Taylan Yıldırdım, 04.02.2014
|
MERAM'DA TARİHİ YAPILAR
KORUNUYOR

Kentsel dönüşüm
çalışmalarına başlayan
Meram Belediyesi,
dönüşümü gerçekleştirirken tarihi ve kültürel
özelliği olan yapıların korunması için çalışmalar
yapıyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun ilçede tescillediği yapılar Meram
Belediyesi tarafından restore ediyor. Bu kapsamda
kentsel dönüşüm çalışmalarının yapıldığı Şükran
Mahallesi Gazezler Sokak’ta bulunan tarihi Sarıgüzel
Evi’nde restorasyon çalışması başlatıldı. Meram
Belediyesi tarafından kamulaştırması yapılan 2 katlı
ev aslına uygun olarak restore ediliyor. Aralık
ayında başlayan çalışmaların mayıs ayında
tamamlanması planlanıyor.
KÜLTÜRÜ OLMAYANIN
GELECEĞİ DE YOKTUR
Tarihi ve kültürel mirasın korunmasına önem
verdiklerini belirten Meram Belediye Başkanı Fatma
Toru, ilçedeki restorasyon çalışmalarının devam
edeceğini belirtti. Tarihine ve kültürüne sahip
çıkmayan toplumların geleceğinin olmadığını
vurgulayan Başkan Toru, “Meram’da yeşil dokunun
korunması ve artırılması için nasıl çaba
gösteriyorsak aynı duyarlılığı tarihi ve kültürel
değerlerimizin korunması için de göstermek zorunda
olduğumuzun farkındayız” şeklinde konuştu.
TARİHE SAYGI İNSANA
SAYGIDIR
İlçede tarihi ve kültürel önemi olan
yapıların korunması için Meram Belediyesi olarak
azami derecede özen gösterdiklerinin altını çizen
Başkan Toru; tarihe ve kültüre saygının insana saygı
demek olduğunu belirterek, “İlçemizde bulunan tarihi
yapıların korunması için çalışmalarımıza devam
ediyoruz. Bu kapsamda Sarıgüzel Evi olarak bilinen
yapı da restore ediliyor. Bizlere emanet olarak
bırakılan ilçemizin farklı noktalarındaki diğer
tarihi yapıların da restoresi için çalışmalarımız
sürüyor.
Konyamız tarih
kokan bir şehir. Bu tarih ve kültürel mirasın
korunması için bizler çaba sarf ediyoruz. Bu
alandaki çalışmalarımız artarak devam edecektir”
dedi.
Konya Hakimiyet,
03.02.2015
|
TATE'İN DİREKTÖRÜ İSTANBUL MODERN'E GELİYOR
İstanbul Modern'de düzenlenen 'Müzeler Konuşuyor:
Konuğumuz Birleşik Krallık' programı, yıllık 5.5
milyon ziyaretçiyle dünyanın en çok ziyaret edilen
çağdaş sanat müzesi konumundaki Tate Modern'in
direktörü Chris Dercon'la sürüyor. Dercon, 13
Şubat'taki konuşmasında 'Müzelerin Geleceği'ni
sorgulayacak.

İstanbul Modern’in dünyada öncü rol üstlenen
müzelerin yöneticilerini
Türkiye ’den izleyiciler ile buluşturarak güncel
müzecilik alanında yeni bir bilgi paylaşım ağı ve
iletişim platformu yaratmak amacıyla 2012 yılında
başlattığı ‘Müzeler Konuşuyor’ programı Birleşik
Krallık’la devam ediyor. İstanbul Modern ve British
Council’ın birlikte düzenlediği ‘Müzeler Konuşuyor:
Konuğumuz Birleşik Krallık’ programının 13
Şubat’taki konuğu, 2011 yılında Tate Modern’in
direktörlüğüne atandığından beri kurumun yenilikçi
programları ve benzersiz genişleme programının
öncülüğünü yapan, sanat tarihçi, belgeselci ve
kültür programları yapımcısı Chris Dercon.
‘Müzelerin Geleceği’ başlıklı konuşmasında Tate
Modern Direktörü Chris Dercon, karşılaştıkları
engeller karşısında sürekli bir dönüşüm
gerçekleştiren mekanlar olan sanat müzelerinin
geleceğini sorgulayacak. İnsanların bir araya
gelmesi için eşsiz bir platform sunan müzelerin;
izleyicilerin sanatla ve birbiriyle etkileşim
kurdukları, yeni sanat formları ve düşünce
biçimlerinin oluşmasına imkan veren,
sosyal ilişkilere oyuncul yaklaşan, yeni bir
kamusal alana dönüşme potansiyelini ele alacak.
13 Şubat saat 19.00’da başlayacak etkinlik ücretsiz,
konuşma dili ise İngilizce olacak ve simultane
çeviri yapılacak. Katılım için rezervasyon
gereklidir: etkinlik@istanbulmodern.org
TATE MODERN

Tate grubunun dört müzesinden biri olan Tate
Modern, Britanya’nın ulusal modern ve güncel sanat
koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. 2013 yılında
5.5 milyon ziyaretçiye ulaşan kurum, dünyanın en çok
ziyaret edilen modern sanat müzesi.
Radikal, 03.02.2015
|
'ZİKZAK'LI RESTORASYON

Her yıl binlerce turisti ağırlayan
Nevşehir Ürgüp’ün eski taş evleriyle
geleneksek dokusunu koruyan Kayakapı
Mahallesi’nde geçen yıllarda başlayan
restorasyon çalışmalarında aslına uygun olmayan
şekilde zikzak bir yol yapıldı. Bir otel grubuna
kiralanan mahallenin 1968 yılında açık hava
müzesi yapılması kararlaştırıldı. Ancak müze
yapılması için mahallenin boşaltılması
gerekiyordu.
Kanser riski
1984 yılına gelindiğinde ise afet evleri
yapılarak bölgede yaşayan vatandaşlar oradan
çıkartıldı. 1999 yılında bölge, 1. derecede
kentsel sit ilan edildi. Bölge daha sonra
kamulaştırmaya açıldı ancak süreç sona ermeden
belediye bölgeyi tek bir firmaya ihale etti.
Yaklaşık 400 parsellik alanın 221 parseli
kamulaştırmaya açıldı.
ÇEKÜL Ürgüp temsilcisi Mustafa Kaya, bölgede
restorasyon çalışmalarının ardından yapılan
zikzak yolun alt kısmında mülk sahiplerinin de
olduğunu belirterek, “Burası bir otel firmasına
tahsis edildi. Bu alanda kayalar oyuluyor, artık
kayalar mahalleye saçılıyor. Bu kayalar
Nevşehir’e has tüf kayaları. Şehrin içinde ve
yüksekte olduğu için erionit minerali taşıyor.
Yiyeceklere bulaştığı takdirde akciğer zarı,
kolon ve mide kanserlerine neden oluyor.
Rüzgarlı havalarda bütün şehre dağılıyor” dedi.
Kaya, bölgeye ilişkin suç duyurusunda
bulunduklarını söyledi.
Türkiye’nin en lüksü
Kayakapı’daki otel dünyanın en büyük seyahat
değerlendirme sitesi TripAdvisor tarafından 8
dalda ödül kazandı. Türkiye’den “Dünya’nın En
İyi Otelleri” kategorisinde ödül kazanan tek
tesis olan otel, Türkiye’nin de en lüks oteli.
Milliyet, Haber: Arif Balkan, 03.02.2015
|
IŞIK ÜLKESİ'NDE DEVRİALEM

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu'nun en eski
uygarlıklarından Likya'nın yolunu aydınlattı.
Fethiye'den başlayıp Antalya'ya kadar uzanan 509
kilometrelik "Işık Yolu"nun haritası dört ayrı dilde
hazırlanarak kitaplaştırıldı. Fethiye'den başlayıp
Antalya'ya kadar uzanan yol, Teke yarımadasındaki
bazı patikaları da içinde barındırıyor. Bakanlık
tarafından oluşturulan haritada, antik kent Likya'ya
uzanan yoldaki, tarihi kalıntılara ve Likya
uygarlığına ilişkin bilgilere de yer verildi.
SANAL ORTAMA TAŞINDI
Çeşitli kaynaklarca, dünyanın en uzun ve en eski
10 yürüyüş yolu arasında sayılan Likya'nın ticaret
hattı, tarihçiler tarafından "Işık Yolu" olarak
tanımlanıyor. Likya Yolu haritası için özel sayfa
oluşturan bakanlık, bu rotadaki tarihi yerleşim
noktalarına ilişkin bilgileri web sayfasında da
yayınladı. Likya Yolu'na ilişkin sitede, yolun
güncesi, yol rehberi videoları, parkur ve GPS
bilgileri, konaklama bilgileri, yolun harita ve
paftaları gibi faydalı bilgiler ile fotoğraf
galerisi de yer alıyor.
Antik kentler durağı
"Işık Yolu" diye nitelenen hat üzerinde Sdyma,
Pyndai, Phellos, Apelia, Theimussa, Letoon, Xanthos,
Patara, Antiphellos, Apollonia, İdyros, Simena,
Myra, Limyra, Gagae, Olympos, Sura, Belos, Phaselis
ve birçok antik kent bulunuyor. Likya sınırları,
Antalya'nın batı kesimi, Muğla'nın güneydoğu ucu
Köyceğiz'den Antalya'ya çekilecek bir çizginin
güneyinde kalan kısım olarak tanımlanıyor.
Uygarlığın batı sınırını Dalaman Çayı, doğusunu
Phasalis kenti, kuzeyini Akdağ sınırlıyor.
Akşam, Haber: Yelda Gökdağ, 03.02.2014
|
EMİRGAN GERÇEKLERİ: BÜYÜK REZALET
Emirgan korusunun komşuluğunda imara açılan hazine
arazilerinde sit alanı da var, korunun devamı
niteliğinde yeşil alanda. Emlak GYO'nun ihale
şartnamesine göre imara açılan 6 parsel de 3 katlı
istedikleri tür de otel de, konut da inşa edecekler.
Emsal açıklandığı gibi 1 değil. İnşaat
yapamayacakları araziyi de hesaba katarak emsal brüt
üzerinden verilmiş. Üstelik cafe, bar, restoran
emsale dahil değil. Bu da emsali en az 3'e çıkarır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ihaleye çıkan
Emirgan’daki 6 parsel için kesinlikle koruyla ilgisi
yok açıklaması yaptı. Ancak 1352 Ada 7 nolu parsel
Emirgan Korusu’nun devamı niteliğinde. 15 bin 525
metrekare arazi tıpkı koru gibi yeşil alan. Boğaziçi
ön görünümünde kalan arazinin Emirgan Korusu ile
arasında belediyenin
sosyal tesisleri var. Bu alana AVM değil ama 5
yıldızlı otel dikecekler.
EMSAL 3’Ü BULUYOR!
Emlak GYO ihale şartnamesi incelendiğinde 360 Ada
3 parsel ile 1352 ada 7 parsel üzerinde 17 bin
metrekare emsale esas inşaat alanlı 5 yıldızlı otel
yapılması planlanıyor. Neden bu parselde
düşünülüyor? Çünkü 360 Ada 3 parselin büyük bir
bölümü ile 1352 Ada 7 Parselin tamamı Boğaziçi geri
görünüm alanında yer alıyor. Üstelik bu alan turizm
merkezinde kalıyor. Önü arkası yeşil alan olan arazi
park özellikleri taşıyor. Ama otel olmak üzere
ihaleye çıkıyor. Plana göre bu arazide Yükseklik
9.50 metre. Yani söylendiği gibi 2 değil 3 kat.
Emsal 1 gösteriliyor. Ama restoran, cafe, bar olarak
ayrılan bölümler emsale dahil değil. Plan notlarına
göre emsal brüt alan üzerinden hesaplanacak. Bu da
bölgedeki emsalin 1 değil en az 3 olduğu gerçeğini
ortaya çıkarıyor. Koruyla dip dibe yapılacak otel
için yakın zamanda korunun da özelleştirilmesi
yapılır. Böylelikle koru otelin bir bahçesi özelliği
taşır.
LÜTUF DEĞİL MECBURİYET!
Park olarak ayırdık dedikleri alan zaten Boğaziçi
ön görünüm sınırları içinde kalıyor. Yaklaşık 29 bin
metrekare büyüklüğündeki 360 Ada 64 parselin tamamı
Boğaziçi ön görünüm alanı sınırları içinde yer
alıyor. Bu nedenle de bu alan park olarak ayrılıyor.
Zaten yasa gereği hiçbir şekilde inşaat yapılamaz.
Aynı şekilde 360 Ada 3 parselin de 19 bin 876
metrekaresi Boğaziçi ön görünüm alanı sınırları
içinde. Yani bu bölümde de inşaat yapmaları mümkün
değil. Emlak GYO dünkü yaptığı açıklamada 48 bin
metrekare park alanı ayırdıklarını bir lütuf olarak
açıklamıştı. Boğaziçi ön görünüm alanında kalan
arazilerin toplam büyüklüğü de 48 bin metrekare.
Yani bir lütuf değil yasa gereği inşaat
yapamıyorlar.

DOĞAL SİT ALANI!
Boğaziçi geri görünüm alanı sınırları içinde kalan
380 ada 38,17 ve 18 parseller de turizm Merkezi
alanında kalıyor. Bu parsellerde de emsal 1
yükseklik 3 kat olarak planlanmış. Aslında 17 ve 18
numaralı parsellerin önemli bir kısmı 1. Derece
doğal sit alanı. 38 numaralı parselin bir kısmı yol
bir kısmı ise eğitim tesisleri lejantında kalıyor.
Ancak çıkılan ihalede fonksiyon olarak sadece turizm
tesis ve park olarak belirtiliyor. 1. Derece doğal
sit alanlarındaki yapılaşma şartları düşünülmüyor.
I. Derece Doğal (Tabii) Sit alanlarında Bilimsel
muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç
özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender
bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka
korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel
çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır. Bu
alanlarda, bitki örtüsü, topografya, siluet etkisini
bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde
bulunulamayacağı açıktır. Kültür Ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun Doğal (Tabii)
Sitler, Koruma Ve Kullanma Koşulları İle İlgili İlke
Kararı bunu açıkça belirtir. Ancak günübirlik
tuvalet, büfe, yeme içme mekanına izin verilir.
AĞAÇLANDIRIP PARK YAPILMALI!
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere maliye hazinesine
ait 1. Derece Doğal Sit alanında, ayrıca Boğaziçi Ön
görünüm alanında yer alan 6 parsel resmen imara
açıldı. Özellikle otel olarak ayrılan parsel Emirgan
Korusu’nun devamı özelliğini taşıyor. Yeşil alan
olarak ayrılması gerekirken 5 yıldızlı otel
inşaatına kurban ediliyor. İBB Emirgan korusu ile
ilgisi yok dese de 1352 Ada 7 nolu parsel uydu ve
hava fotoğraflarından da anlaşılacağı üzere
gözle görülür şekilde korunun devamıdır. Hazineye
ait bu parselleri imara açmak Boğaziçi’ni betona
teslim etmektir. Yapılması gereken bu parsellerin
ağaçlandırılarak, İstanbul’a kazandırılmasıdır.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 03.02.2015
|
400 BİN YILLIK TARİH HARABEYE DÖNMÜŞ

CHP’li Meclis Üyeleri tarafından yapılan
incelemede; tarihe ışık tutan 400binyıllık
Yarımburgaz Mağaraları, Birinci Derece Su Alanı ve
Koruma Kurulu tarafından Korunması Gerekli Kültür
Varlığı olarak tescillenmesinin bir anlamı
olmadığının ve korunmasının yapılmadığının gerçeği
ortaya çıkarıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li
Üyeleri; Zeynel Yılmaz, Ümit Yurdakul, Av. Erhan
Aslaner ve Müh. Ercan Ulaş Kaya, Başakşehir
Yarımburgaz Mağaralarında inceleme
gerçekleştirdiler. CHP’li Meclis Üyelerinin yerinde
gerçekleştirdikleri inceleme neticesinde; Birinci
Derece Su Alanı ve Koruma Kurulu tarafından
Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak
tescillemesinin bir anlamı olmadığının ve
korunmasının olmadığının gerçeği ortaya çıkarıldı.
Mağaraların Film Yapımcıları, Mantar Üreticileri
ve Tinercilerin istilası sonucu tahrip edildiği
gözlendi. İnsanlık tarihi için en önemli
merkezlerinden olan Yarımburgaz Mağaraları’nın
korunması ve turizme kazandırılması için harekete
geçen CHP’li İBB Meclis Üyeleri gördükleri manzarayı
ve yapılması gerekenleri yazılı önerge haline
getirdi. Önergeyi Başakşehir Belediyesi ve İBB
Meclisinin CHP’li Meclis Üyesi Zeynel Yılmaz İBB
Meclisinde sözlü olarak okuduğu önerge:
“Atalarımız “Home Erectus” namı diğer
ademoğulları günümüzden yüz binlerce yıl önce
dünyaya yayılırken bir kısmı da Avrupa’ya geçmek
için “Yarımburgaz Mağaraları ve Menekşe Plajı”
parkurunu güney kuzey istikametinde kat etmiş.
Yaklaşık 400 bin yıl önce Marmara Denizinin
doğusundan geçip Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere’yi
takip ederek Yarımburgaz Mağaralarına gelmiş ve
binlerce yıl bu mağaraları barınak olarak kullanmış,
aletler üretmiş, avlanmış, çoğalmış ve evrimi
sürdürmüş. Gazeteci Coşkun Aral’da “İlk Avrupalı”
belgeselinde bu yolu izlemiş ve yolun insanlık
tarihi için evrensel değerde ipuçları taşıdığını
anlatmaya çalışmıştı.
Mağara 1.8 milyon yıl önce kalkerli kayaların yer
altı sularıyla oyulması sonucu olmuştur.
Mağaralardan söz eden ilk isim Mekteb-i Tıbbıye-i
Şahane ‘de Jeoloji ve Maden Öğretmeni olan Macarlı
İbrahim Bey olmuştur. İlk sistematik arkeoloji
araştırmalarını ise Şevket Aziz Kansu yapmıştır.
1986- 88 yıllarında ise İstanbul Üniversite’nden
Mehmet Özdoğan ve Güven Arsebük Öğrencileriyle
mağarada kazılar yaptılar. Paleolitik çağa ait çok
önemli bulgulara rastladılar. Türkiye’de Paleolitik
çağlardan Bizans’a kadar 400 bin yıllık insanın
yerleşim serüvenine ait çok az rastlanacak kadar iyi
korunmuş buluntularla en eski yerleşim yeri bu
mağaralardır. Mağaranın duvarındaki eski gemi
resimleri buranın bir zamanlar deniz ticaretinin
deposu olarak kullanıldığını da gösteriyor.
Türkiye’de bilinen en eski yerleşim yeri yakın
geçmişte definecilerin, kaçak kazı yapanların,
mantar üreticilerinin, filmcilerin ve tinercilerin
tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Mağaralar filmcileri
için 1960’lardan beri bir film platosu işlevi de
görüyor. Hemen hemen bütün tarihi filmler burada
kaydedildi. Tarkan filmlerini izleyenler hatırlar,
Leyla ile Mecnun, Küçük Ağa gibi filmlere de mekan
oldu burası. Daha önemsiz yüzlerce macera filmlerini
saymıyoruz. Kısa bir zaman önce burada Muhteşem
Süleyman dizisi için mağaranın içinde ateşler
yakıldı, çukurlar açıldı. Birkaç sene önce “Yor”
filmi için mağaranın içinde bir su havuzu yapılmış
ve sahne gereği bu havuz dinamitle patlatılmıştı.
Yani çok hassas el aletleriyle, diş fırçalarıyla
arkeologların çalışması gereken alan dinamitlenmişti
maalesef.
Birinci Derece Su Alanı ve Korunması Gerekli
Kültür Varlığı olarak tescilli olan mağarada 1.No’lu
Koruma Kurulu bu bilgilerin ışığında 10 Mayıs 2012
günü söyle karar almıştı: “Altınşehir Güvercintepe
Mahallesi’nde yer alan Yarımburgaz Mağarası’na daha
önce verilen zararlarla ilgili olarak suç duyurusu
kararının devamına mağaradaki film çekimleri
sırasında tahrip olan yapının ilgili belediyece
tekrar yapılmasına, bundan sonra mağarada yapılmak
istenen film, dizi çekimlerinin geri dönülmesi
mümkün olmayan zararlar vereceği nedeniyle uygun
olmadığına, mağara ve çevresinin bütününü kapsayacak
bir çevre düzenlemesi projesi hazırlanarak kurula
iletilmesine, mağara ve çevresinde güvenlik
önemlerinin ilgili belediye tarafından alınmasına
karar verildi” ibareleri yer aldı.
Aradan 3 yıla yakın bir zaman geçti. Girişinde
demir parmaklıklı bir kapısı olan, ama her yeri
kırılan parmaklıklardan içeri girmenin zor olmadığı
mağaraya Belediye Meclis Üyeleri Erhan Aslaner,
Ercan Ulaş Kaya, Zeynel Yılmaz ve Ümit Yurdakul
olarak girdik ve resimlerini çektik. İnsanlık
tarihine yakışmayan ve mezbele durumda olan bu
evrensel değerin, içler acısı durumundan kurtulması
için meclise taşınmasına karar verdik. Parti ayrımı
yapmadan hepimizin ortak değeri olduğuna
inandığımız, bu sorun için soru sormuyoruz. Öneri
getiriyoruz; Kurulun almış olduğu kararları takiben
ve kurul kararları esas alınarak Yarımburgaz
Mağarası’nın rehabilete edilmesi, yapılaşma
tehdidinden kurtarılması, onarılması, çevre düzeni
yapılması, tanıtım broşürleri hazırlanması, yön
levhaları konulması, korunması ve turizme açılması
için gereğinin yapılmasını istiyoruz.
Gerçek Gündem, Haber: Hızır Ulağ, 02.02.2014
|
DÜNYANIN EN BÜYÜ YERALTI ŞEHRİNDE BÜYÜK KEŞİF

Nevşehir Kalesi çevresinde başlayan kentsel
dönüşüm projesi kapsamında evler yıkılınca,Nevşehir
Kalesi altında 5 bin yıl öncesine ait olan 785 bin
metrekare büyüklüğünde, dünyanın en büyük yeraltı
şehri keşfedilmişti. Hatta bu keşif bir çok ulusal
kanalda haber olmuştu. Dünyada ki birçok turizm
kanalıda bu gelişmeyi manşetten yayınlamıştı.
ACİL DURUM KAÇIŞ GALERİLERİ KEŞFEDİLDİ
Nevşehir Kalesi altında bulunan yeraltı şehri
içerisinde olası bir çökme, yangın ve afet durumunda
kaçış galerileri keşfedildi. Geçtiğimiz yıl mayıs
ayında Soma'da 301 madencimiz kaçış galerileri
olmadığı için hayatını kaybetmişti. Nevşehir Kalesi
altındaki yeraltı şehrini yapanlar 5 bin yıl
öncesinden kaçış galerileri yapmayı düşünmüşler.
Günümüzde ki madenlerde bulunmayan kaçış galerileri,
Nevşehir'de 5 bin yıl öncesinden yapılmış.
Sabah, 02.02.2014
|
ERMENİ MEZARLIĞININ TAPUSU KİLİSEYE VERİLDİ

İstanbul’un merkezi Şişli’de bulunan 700 milyon
TL değerindeki tarihi Ermeni Mezarlığı’nın
tapusu 80 yıl sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı’na
iade edildi.
Vatan'dan Çağdaş Ulus'un haberine
göre Vakıflar Genel Müdürlüğü, Şişli’de bulunan
41 bin 950 metre karelik tarihi Ermeni
mezarlığının tapusunu Ermeni Cemaati’nin
İstanbul’da bulunan en zengin vakfı Beyoğlu Üç
Horan Kilisesi Vakfına devretti. Beyoğlu Üç
Horan Kilisesi Vakfı 2011 yılında yeni Vakıflar
Kanunu çerçevesinde Ermeni Mezarlığı’nın
tescilini ve tapusunu almak için Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne başvurdu. Vakıflar, konuyla ilgili
olumlu karar vererek, durumu Beyoğlu Üç Horan
Kilisesi Vakfına bildirdi. Vakıf, kararın
İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne gelmesinin ardından
41 bin 950 metrekarelik Ermeni Mezarlığı’nın
tapusunu tescil ve tapu için gerekli işlemleri
başlattı. Geçtiğimiz günlerde de vakıf avukatı
Simon Çekem Şişli Tapu Müdürlüğünün onayıyla
vakıf adına mezarlığın tapusunu teslim aldı.
Şehrin merkezinde bulunan mezarlığın tapudaki
değeri 750 milyon TL’yi buluyor.
“Mutlu olduk”
80 yıl sonra Mecidiyeköy’deki Ermeni Gragori
Mezarlığı’nın tapusunun kendilerine
verilmesinden dolayı mutlu olduklarını dile
getiren Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı vekili
Simon Çekem, “Mecidiyeköy’deki arazi, bize ilk
verildiği günden beri mezarlıktır. Osmanlı
tarafından 1830’lu yıllarda da mezarlık olarak
kullanılan alan, yayınlanan bir fermanla
Ermenilere verilmişti. Başlangıçta 50 bin
metrekarelik bir alan olan mezarlık, 1930’da
çıkarılan Belediyeler Kanunu çerçevesinde
İstanbul Belediyesi’ne devredildi. Tapusu ve
tescili ellerinde olmamasına rağmen Ermeniler
bugüne kadar cenazelerini Şişli’deki Gragori
Mezarlığı’na defnediyordu.”
Ünlü isimler burada yatıyor
Şişli Ermeni Mezarlığı’nda askeri birlikte
hayatını kaybeden er Sevag Balıkçı, Türk
eğitimci, yazar ve ekonomist Arman Manukyan,
Genelev patroniçesi Matild Manukyan, Cem
Karaca’nın annesi Opera sanatçısı Toto Karaca,
Onno Tunç, Ermeni Şair Antan Özer, Milli Takımın
ilk golünü atan Garbis İstanbulluoğlu, ilk
Ermeni milletvekili-Türk Dil Kurumu Profesörü
Berc Keresteciyan Türker, servetini TSK’ya
bırakan Avadis Ohanyan Çakır, Akordeon sanatçısı
Anahit Yulanda Varan, Abdülhamit’in servetini
yöneten Agop Paşa Kazasyan, 1961 Anayasası’nı
yapan Meclis’te yer alan matematikçi Hermine
Agavni Kalustyan ve Ermeni patrikleri yatıyor.
Stat ve mezarlık verilmişti...
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2012 yılında
Şişli’deki 40 bin 500 metrekarelik Ermeni
Katolik Mezarlığı’nın tapusunu Surp Agop
Hastanesi Vakfı’na, Zeytinburnu Stadı’nın da
bulunduğu 42 bin metrekarelik kıymetli araziyi
de Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na iade
etmişti.
Kanun 2011’de çıktı
Gayrimüslim cemaate ait vakıfların
gayrimenkul edinmesine ilişkin sorun Cumhuriyet
öncesine dayanıyor. Tüzel kişiliklerini ve
gayrimenkul sahibi olma hakkını 1912 yılında
kazanan vakıflar için 1935 yılında mülklerini
beyan etme ve tapuya kayıt ettirme zorunluluğu
getirildi. Bunun ardından vakıf yönetimleri
sahibi oldukları gayrimenkullerin listesini
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim etti. 1936
Beyannamesi olarak bilinen bu liste, 1974
yılında Yargıtay’ın ulusal güvenlik gerekçesiyle
vakıfların beyannamede belirtilenden başka
gayrimenkul elde edemeyeceklerini hükme
bağlamasıyla sınırlandı. Kararın ardından da
vakıfların bağış ve vasiyet yoluyla edindikleri
mülklerin Hazine’ye devrine başlandı.
Türkiye’nin AİHM’de pek çok kez tazminata mahkum
edilmesine neden olan bu sorunu dönemin
Başbakanı Tayyip Erdoğan 2011 yılında çözdü. Ve
vakıfların mal varlıklarının asli sahiplerine
iadesinin yolu açıldı.
Gerçek Gündem, 02.02.2015
|
8 ASIRLIK CAMİ ONARIM BEKLERKEN ÇATISI ÇÖKTÜ

İzmir'in Tire İlçesi'ndeki, 15 yıl önce ibadete
kapatılan, 8 asırlık tarihi Hisarlık Camisi'nin
tavanı, bakımsızlıktan çöktü. Kerpiç ve ahşaptan
yapılmış olan caminin, son günlerdeki sağanak yağmur
ve kuvvetli rüzgara dayanamadığı belirtildi.
Tire'ye 5 kilometre mesafedeki, 30 Mart'taki
yerel seçimlerin ardından mahalleye dönüştürülen
Hisarlık Köyü'ndeki Anadolu Selçuklu Dönemi'ne ait
tarihi cami, 15 yıl önce cemaat açısından tehlikeli
olduğu gerekçesiyle ibadete kapatıldı. Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne ait 8 asırlık tarihi cami 5 yıl
önce tavan süslemelerinin çalınmasıyla gündeme
geldi. Ancak, daha sonra süslemelerin Muhtar Mustafa
Gökoğlu tarafından koruma altına alınıp, Tire
Müzesi'ne teslim ettiğinin ortaya çıkmasıyla herkes
rahat bir nefes aldı. Köyün kapatılan bu tek camisi
bakımsızlıktan viran hale geldi. Köylülerin Vakıflar
Genel Müdürlüğü'nden gelen yetkililerin camiyi
inceledikten sonra restore edeceklerini
söylemelerine rağmen, yıllardır harekete
geçmemesinden yakındığı kerpiç ve ahşaptan yapılmış
olan caminin tavanı, son sağnak yağmur ve rüzgarlara
dayanamıp, çöktü.
Hisarlık Mahallesi'nde başka cami olmadığını, bu
nedenle sıkıntı çektiklerini ifade eden köylülerden
Osman Özcan (49), "İbadetimizi yapmak için komşu
Yuvalı Mahallesi'ne gidiyoruz. 15 yıldır köyümüzde
ezan sesi yok. Cenazelerimizi bile Tire'de yıkayıp,
dini vecibeleri yerine getirdikten sonra köyümüzde
defnediyoruz. Ramazan aylarında ise boş duran okulu
ibadet yapmak için kullanıyoruz. Köyümüzün tek
tarihi camisi göz göre göre yıkıldı. Tarihimize
kimse sahip çıkmadı. Cami en kısa sürede restore
edilip, tekrar ibadete açılmasını istiyoruz" dedi.
Zaman, 02.02.2015
|
YUNANİSTAN'DA OSMANLI KÖPRÜSÜ YIKILDI

Yunanistan'da, Osmanlı
Padişahı Abdülaziz tarafından 1866'da yaptırılan
ve Balkanlar'ın tek kemerli en büyük taş
köprülerinden olan Plaka, yoğun yağışların
etkisiyle su seviyesinin yükselmesi nedeniyle
yıkıldı.
İki gündür etkili olan yoğun yağış,
başta batı bölgeleri olmak üzere ülkenin birçok
yerinde hayatı olumsuz yönde etkiledi. Birçok
karayolu taşkınlar nedeniyle ulaşıma kapanırken,
yağışın etkili olduğu alanlarda hasar oluştu.
Yunanistan'ın batısındaki Epir bölgesinde
bulunan, Balkanlar'ın en büyük Osmanlı taş
köprülerinden Plaka, yükselen su seviyesine
dayanamayarak yıkıldı. Osmanlı Padişahı
Abdülaziz tarafından 1866'da yaptırılan ve o
dönemden beri restore edilmeyen köprü, şiddetli
rüzgarın da etkisiyle sulara gömüldü.
Başbakan Aleksis Çipras, yaptığı
açıklamada, Epir bölgesinde etkili olan olumsuz hava
şartları sebebiyle can kaybı yaşanmamasının önemli
olduğunu belirtirken, Plaka Köprüsü'nün
yıkılmasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
Kültür ve Eğitim Bakanlığı'nın, hava
koşulları elverişli olduğu zaman köprünün yeniden
inşası için çalışma başlatacağı ifade edildi.

Yoğun yağışlar nedeniyle 2007'de hasar gören
köprünün restorasyonu o dönemde gündeme gelse de bu
konuda herhangi bir adım atılmamıştı.
Hürriyet, 02.02.2015
******
OSMANLI KÖPRÜSÜNÜ
LULİS ONARACAK
Yunanistan’ın Epir
bölgesinde yağışlar sonucu yükselen sulara
dayanamayıp yıkılan Osmanlı’dan kalma ‘Plaka’
köprüsünün yeniden inşası için tüm masrafları
Yunanistanlı işadamı Nikos Lulis (29) üstlendi.
Ülkenin önde gelen un ve un mamulleri fabrikası
olan “Luli Değirmenleri”nin sahibi Nikos Lulis,
dedelerinin de 2 kez “Plaka” köprüsündeki onarım
çalışmalarının finansörü olduklarını belirtti.
Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 04.02.2015
|
DÜNYANIN İLK MADEN RUHSATI KORUMA ALTINA ALINDI

Niğde'nin Ulukışla İlçesi'ne bağlı Maden
Köyü'nde, Geç Hitit Dönemi'ne ait olan ve dünyada
bilinen ilk maden ruhsatı olduğu belirtilen yazıt,
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenip
koruma altına alındı.
Ulukışla Kaymakamı Ferhat Atar, Bolkar
Dağları'nda bir kaya üzerinde bulunan ve yaklaşık 3
bin yıllık olduğu belirtilen yazıtın 1973'te
arkeolog Mustafa Kalaç tarafından bulunduğunu
hatırlattı. Kaymakam Atar, "İçeriği o zaman okunmuş
ve dünyanın ilk maden ruhsatı olduğu tespit
edilmiştir" dedi. Köy gezileri sırasında Maden
Köyü'nü ziyaret ettiğinde köylülerin kendine yazılı
bir taş olduğunu söylemesi üzerine yazıtta
incelemelerde bulunduğunu kaydeden Atar, şunları
söyledi:
"Sayın Valimiz Necmeddin Kılıç başkanlığında
yapılan Aralık Ayı ilçe Değerlendirme Toplantısı'nda
Maden Köyü Kalkankaya mevkisinde yazılı bir taşın
dünyada bilinen ilk maden ruhsatı olduğu ve bunun
koruma altına alınması gerektiği belirttim. Sayın
Valimizin girişimleriyle Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan gelen uzmanların yaptıkları inceleme
sonunda, dünyanın ilk maden ruhsatı olan yazıt
tescillenip koruma altına alındı. Yaklaşık 3 bin
yıllık olduğu tahmin edilen yazıt, çalışma sonucunda
mumyalama tekniğiyle kopyalanarak Niğde Müzesi'nde
sergilenecektir. Orijinali ise koruma altına
alınacak olup Kayseri Rulo ve Anıtlar Müdürlüğü ile
Nevşehir Restorasyon ve Konserversiyon Müdürlüğü'nün
koordineli bir şekilde tadilatı ve koruması
yapılacak."
Zaman, 02.02.2015
|
ULUDAĞ'IN UNUTULAN MANASTIRLARI
Antik Çağ’da
“Olympos” olarak anılan Uludağ’ın kaderi Roma
İmparatorluğu’nun resmi dininin Hıristiyanlık
olmasıyla değişti. Dağ kısa sürede keşişlerin
kurduğu manastırlarla ünlü oldu.
Orhan Gazi döneminde Osmanlı Devleti’nin
egemenliği altına giren şehirde keşişlerin bir kısmı
manastırlarında yaşamayı sürdürürken, ayrılanların
yerine İslam inancının inzivaya çekilenleri,
dervişleri geldi. Ancak bu dönemde bölgenin
Hıristiyan geçmişi göz ardı edilmedi.
Ayasofya'dan Keşis Dağı'na uçup gelen patrik ve
rahipler
17. yüzyılın önemli gezginlerinden Evliya Çelebi
de Keşiş Dağı’nın manastırlarının önemine
değiniyordu. Evliya Çelebi, “Cebel-i Ruhban” yani
Ruhban / Keşiş Dağı diye andığı dağ ile ilgili bir
efsaneyi ünlü “Seyahatnamesi”nde paylaşıyordu: “Bu
dağa Keşiş Dağı denmesinin sebebi, Ayasofya’ daki
patrik ve rahiplerin perhiz ile uçarak gelip bu
dağda dinlenmeleridir.”
19. yüzyılda Anadolu’yu ziyaret eden ünlü Fransız
arkeolog ve gezgini Charles (Felix-Marie) Texier ise
“Küçük Asya coğrafyası” kitabında bölgedeki
manastırların yoğunluğunu Yunanistan’daki Athos
(Aynaroz) Dağı’na benzetiyordu:
“Eskiden söylendiği gibi, Olimpos zirvesinin, bir
yayla oluşturan iki başı vardır. Doğu tarafındaki
başında kuru taştan yapılmış bir yapının kalıntısı
görülür. Bu bir ufak kilise ya da manastır olabilir.
Şekil ve yapımından hangi devre ait olduğunu
belirleyecek hiçbir özelliği yoktur… Bizans
İmparatorları zamanında Olympos vadileri, başkentin
gürültüsünden kaçıp inzivaya çekilmek isteyenlerin
mekanı oldu. Athos Dağı’nda olduğu gibi burada da
küçük kiliseler ve inziva yerlerinin sayısı arttı.
Dünyadan elini eteğini çekenlerin anılarını muhafaza
ederek bugün de gururlu olan Olympos dağı, Türkler
tarafından verilen Keşiş Dağı adını taşır.”
Uludağ’ın eski ismi “Keşiş Dağı” bölgeyle o kadar
özdeşleşmişti ki İstanbul’un güneydoğusunda kaldığı
için esen rüzgara bile bu nedenle “keşişleme”
denildiği rivayet ediliyordu.
Yüzlerce yıl dağın kimliğini oluşturan
manastırlarla ilgili en kapsamlı çalışmayı
Bursa'daki Fransız Kilisesi rahibi Bernardin Menthon
yaptı. Menthon, 1935 yılında yayınlanan “L'Olympe de
Bithynie” kitabında hem bölgenin Hıristiyan kültürü
hem de manastırlarının geçmişi hakkında detaylı
bilgi veriyordu.

Onun Bizans kaynaklarından derlediği bilgilerden
yaralanarak bir yıl sonra, 1936 yılında Türkçe bir
kitap basılıyordu. Osman Şevki Bey, “Uludağ:
Keşişleri, Dervişleri, Tapınakları” kitabında
manastırların yayılma alanlarını üç bölgeye
ayrılıyor, 28 manastır hakkında bilgi veriyordu.
"Bursa bir keşişin gölgesi altında mustarip"
Osman Şevki Bey, bu kitabından önceyse, dağın
yüzlerce yıllık ismi olan “Keşiş Dağı”nı değiştiren
öneriyi sunan isimdi. 1925’te Coğrafya Encümen Azası
gezisine katılan Osman Şevki Bey, inceleme gezisinin
ardından hazırladığı raporunda önerisini iletiyordu:
“Bütün dünya bu dağa Olemp der. Biz ise Keşiş
Dağı diyoruz. Garbi Anadolu'nun en yüksek tepesine
çıktım. Etrafıma baktım; ne keşiş gördüm, ne derviş.
Güzel Bursa bir keşişin gölgesi altında mustaripti.
Halk bu ismi sevmiyor; haklıdır. Olemp kelimesi de
halkımızın diline uygun değildir. Biz buna, dağın
bünyesine en uygun olan bir ismi verelim ve Uludağ
diyelim.” Bu öneriye Mareşal Fevzi Çakmak’tan da
olumlu yanıt gelmesiyle önce dağın adı ardından
Osman Şevki Bey’in soyadı –kanun çıktığında–
“Uludağ” oluyordu.
Genç Cumhuriyet için daha önceleri dönemin
gazetelerinin tabiriyle “kutuplar gibi meçhul ve
esrarengiz bir yer zannedilen” Uludağ, 1930’larda
ilk otelin inşa edilmesiyle “Türkiye’nin İsviçre’si”
diye anılmaya başladı. Bundan sonra da kimse “Keşiş
Dağı” ve manastırlarından bahsetmedi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 2012’de kurduğu
“Uludağ Mağara ve Manastır Araştırma Ekibi”
manastırların yerlerini tespit etse de, kalıntılara
ulaşılabilecek rotalar çıkartılsa da bölgede durum
değişmiş değil. Kalıntılar korunmadığı, ayakta
kalmayı başaran manastırlar da önlem alınmadığı için
birer birer yok olmayı bekliyor.
Agos, Haber: Serdar Korucu, 01.02.2015
|
ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA SEYİT ONBAŞI'NIN KALDIRDIĞI TOP
MERMİSİ TARTILDI

İki rehber, Çanakkale
Savaşı'nda Seyit Onbaşı'nın kaldırdığı top
mermisini tarttı. Merminin, bugüne kadar
söylendiği gibi 276 değil, 214 kg. olduğunu
iddia ettiler.
Çanakkale kahramanlarından Seyit Onbaşı,
mekanizması bozulan bir topun mermisini sırtına
alarak namluya sürmüş, ateşleyip İngiliz
zırhlısını vurarak savaşın seyrini
değiştirmişti. Tek başına kaldırdığı merminin
ağırlığı için bugüne kadar farklı rakamlar
söylendi. Resmi kaynaklarda da yer alan 276 kg.
ağırlık, birçok kez tartışma konusu oldu. Bu
tartışmaya, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli
Parkı alan klavuzlarından, emekli Topçu Yüzbaşı
Rıdvan Arı ve emekli öğretmen Zafer Aydoğan da
katıldı.
"25 SENEMİ
TSK'DA GEÇİRDİM"
Arı, Mecidiye Tabyası'nda sergilenen Seyit Onbaşı
heykelinin yanındaki top mermilerinin orijinal
olduğunu iddia etti. Daha sonra Aydoğan’la birlikte
bunları tartmaya karar verdi. Dört kişinin güçlükle
taşıyıp tartıya koyduğu bir merminin ağırlığı 215
kg. çıktı. Rıdvan Arı, “Ben 25 senemi TSK’da
geçirdim. Topçu yüzbaşı olarak emekli oldum. 2004
senesinden beri de alan klavuzu olarak görev
yapıyorum. Seyit Onbaşı'nın taşıdığı top mermisinin
farklı rakamlarla ifade edilmesi dikkatimi çekti.
Tarih kitaplarında birçok araştırma yaptım ancak net
bir rakama ulaşamadım. Alan klavuzu arkadaşım Zafer
Aydoğan ile birlikte, Mecidiye Tabyası'ndaki top
mermilerini tartarak sonucu bulmaya karar verdim.
"FOTOĞRAFLARLA BELGELEDİK"
25 yılımı topçu olarak geçirdim, bu nedenle bu
top mermilerinin orijinal olduğunu, 24 cm.’lik bu
mermilerin, Seyit Onbaşı'nın kullandığı topunkilerle
aynı olduğunu biliyorum. Çanakkale’den emaneten
dijital bir tartı alarak Mecidiye Tabyası'na
götürdük. Burada mermiyi bir battaniyenin üzerine
koyup dört kişi güçlükle tartıya kadar taşıdık.
Dijital tartı aleti, 219 kg. gösterdi. Ardından
mermiyi indirip darasını almak için bu kez
battaniyeyi boş olarak tarttık, 5 kg. geldiğini
gördük. Yaptığım incelemede, merminin alt kısmında
bulunan 1 kg. ağırlığındaki tapanın olmadığını
gördüm. Bunu da ekleyince, merminin gerçekten 215
kg. ağırlığında olduğunu tespit ettik. Bunu da
fotoğraflarla belgeledik. Kafa karışıklığının bu
sayede giderildiğini umuyorum." şeklinde konuştu.

TARTIŞMA
18 Mart 1915'te Müttefik donanması, Çanakkale
Boğazı'nı geçmek için saldırdı. Bu sırada Seyit
Onbaşı, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevliydi. Türk
topçusunun yoğun karşı ateşi ve daha önceden Nusret
Mayın Gemisi'nin döktüğü mayınlar, bu saldırıyı
püskürttü. Atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun,
mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit
Onbaşı, bir mermiyi sırtlayarak top kundağına
yerleştirdi.
Attığı mermi, "Ocean" adlı İngiliz zırhlısına
isabet etti. İsabet alan gemi, sürüklenerek
Nusret'in yerleştirdiği mayınlara çarpıp battı. Bu
atış, savaşın seyrini değiştirdi. Müttefik
donanması, boğazı geçemeyeceklerini anlayarak geri
çekildi. Seyit Onbaşı'nın kahramanlığı dilden dile
dolaştı. Kasım 1915’te Harp mecmuası, Seyit
Onbaşı’yla ilgili habere yer verdi ancak merminin
ağırlığı, 215 kıyye olarak kayda geçirildi. Eskiden
kullanılan ve 1282 gr.'a tekabül eden "kıyye",
çevrildiğinde merminin ağırlığı 275,63 kg. çıktı.

Günümüze kadar, aralarında resmi kaynakların da
yer aldığı birçok belgede bu rakam kullanıldı.
Mecidiye Tabyası'nda sergilenen Seyit Onbaşı
heykelinin kaidesinde de kaldırdığı top mermisinin
276 kg. olduğu yer aldı ancak daha sonra bu rakam
düzeltildi. Çanakkale Valiliği'nin internet
sitesindeki "Kültürel Değerler" sayfasının "Anıtlar
ve Heykeller" bölümünde, halen Seyit Onbaşı'nın 276
kg. mermi kaldırdığı bilgisi veriliyor. TSK internet
sitesinde ise bu 215 kg. olarak yer alıyor. Bugüne
kadar Çanakkale Savaşları ile ilgili kitaplarda da
merminin ağırlığı 215 ve 276 kg. olarak farklı
farklı yer aldı. Zaman içerisinde bazı tarihçiler,
215 kg.'ın yanlışlıkla "kıyye" olarak yazıldığını
belirtti. Bu durum, kafa karışıklığını daha da
arttırdı.
Hürriyet, 31.01.2015
|
İSTESEK KAPALIÇARŞI'DA KAMULAŞTIRMA YETKİSİ
KULLANABİLİRİZ AMA..."
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, Kapalıçarşı'yla ilgili durum tespiti
yaparken James Bond'un çekiminden örnek verdi:
- İyi ki motosikletle Kapalıçarşı'nın çatısında
dolaşmalarına izin vermişiz. O sayede çatının
üzerinde tuvalet bile olduğunu farkettik.
Kapalıçarşı'nın restorasyonu için 2007'de sürecin
başlatıldığına değindi:
- 2009'da Eminönü İlçesi ile Fatih birleşti. Böylece
Kapalıçarşı'ya biz el attık. Ekim 2009'da
restorasyon projesi için ihale açtık. Mayıs 2010'da
ilk restorasyon projesi raporu çıktı. Koruma Kurulu
yeterli görmedi. Yeniden çalışıldı, Nisan 2012'de
raporu yeniden gönderdik. Onayların önemli bölümü
Eylül 2014'te tamamlandı.
25 milyon liralık bütçeyle Kapalıçarşı'nın
restorasyonu projesini hazır hale getirdiklerini
vurguladı:
- Bundan sonrası hak sahiplerine kalıyor. Anlaşıp,
restorasyona karar verecekler. Biz de bu süreçte
altyapıyı hazır hale getireceğiz. Örneğin İSKİ, 13
milyon lira harcayarak su ve kanalizasyon sorununu
tümüyle çözecek. Isıtma ve soğutma işi de
halledilecek.
Kapalıçarşı'daki hak sahibi sayısını sorduk:
- 3 bin 125 dükkan, 2 bin 700 parsel var.
Sonra 27 handan 2'sini örnek gösterdi:
- Hanlar otele dönüştürülebilir görünüyor. İkisini
bu amaçla örnek gösterdik. Birisinde 200'ü aşkın hak
sahibi çıktı. Diğerinde de çoğunluk hissenin 87
yaşında bir kadına ait olduğunu tespit ettik. "Sizin
han otel ruhsatına kavuştu" dedik. Yanıtı,
"Dokunmayın" oldu.
Kapalıçarşı'yı şu anda bir derneğin yönettiğini
anımsattı:
- Restorasyon kararı için daha güçlü yönetim
yapısına ihtiyaç var. Oradaki esnaf ve mülk
sahipleriyle en az 30 kez görüştük. Yönetim
konusunda 3 farklı öneride bulunduk.
Önerileri sıraladı:
- Birincisi: İBB, Fatih Belediyesi, İstanbul
Valiliği ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün birer
temsilcisinin yer alacağı 11 kişilik bir yönetim
kurulu olsun. 7 kişiyle çoğunluk ve Başkanlık hak
sahiplerine kalsın. İkincisi: Kamudan söz konusu 4
temsilci yönetim kuruluna girsin ama oy hakkı
olmasın. Üçüncüsü: Kamudan 4 temsilci, danışma
kurulunda yer alsın. Dördüncüsü: Kamudan hiç kimse
yönetim veya danışma kuruluna girmesin. Beşincisi:
Hak sahiplerinin alternatif önerisine bakalım.
Fatih Belediyesi'nin ve kendisinin söz konusu
yönetimde görev almak istemediğini kaydetti:
- Bence en iyisi, 4 kamu temsilcisinin yer aldığı
bir danışma kurulunun oluşması. Danışma kurulu,
Kapalıçarşı'nın restorasyonuna önemli katkı
verebilir.
- Hak sahipleri kendi anlaşamazsa ne olacak?
- Anlaşıp restore ettirmek onların yararına.
Mülklerinin değeri artacak. Yılda 91 milyon kişinin
ziyaret ettiği Kapalıçarşı daha cazip olacak.
Yetkisine işaret etti:
- Aslında Kapalıçarşı'da restorasyon başlamadığı
takdirde kamulaştırma yetkimiz var. Ancak, bunu asla
kullanmak istemiyoruz.
Demir'in hesaplarına göre Kapalıçarşı'nın
restorasyonuna toplam 250 milyon lira gerekiyor.
Oradaki paramparça hak sahibi yapısı, bu kararı
alabilir mi?
Fatih Belediyesi bir gün kamulaştırma yetkisini
kullanmak zorunda kalır mı?
Hürriyet, Yazı: Vahap Munyar, 31.01.2015
|
TARİHİ ESER OPERASYONU

Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü (KOM) ekipleri tarafından, bir evde
gizlenen ve satılmak istenen tarihi eser ele
geçirilirken, bir kişi gözaltına alındı.

Gerçekleştirilen tarihi
eser operasyonu ile ilgili şu açıklama yapıldı:
"Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Kaçakçılık Suçları
Büro Amirliği görevlilerince yapılan istihbarı
çalışmalarda A.T.C. isimli şahsın elinde tarihi eser
bulundurduğu ve satmak için müşteri aradığı, söz
konusu tarihi eserleri işyeri ve evinde sakladığı
bilgisi alınmıştır.

A.T.C. isimli şahsın
ikametinde ve işyerinde Malatya Cumhuriyet
Başsavcılığından alınan arama kararına istinaden
yapılan aramada;
•1 Adet Metal Arama
Detektörü ve bu cihaza ait aparatlar,
•Tunç Dönemine ait 6
Adet Vazo, 3 Adet Asacaklı Vazo, 11 Adet Küçük Vazo,
3 Adet Sivri Dipli Vazo, 3 Adet Testi, 1 Adet Gaga
Ağızlı Testi, 3 Adet Küçük Testi, 6 Adet Kase, 1
Adet Küçük Kase, 5 Adet Fincan, - Adet Disk, 1 Adet
Meyvelik, 2 Adet Halka, 16 Adet Toplu İğne, 4 Adet
İğne, 5 Adet Eğik Başlı İğne, 1 Adet Bilezik,
•Bizans Dönemine ait 1
Adet Haç, 1 Adet Haç Kolye Ucu, 1 Adet Sikke,
•Roma Dönemine ait 1
Adet Yüzük, 2 Adet Keski,
•Kalkolitik Döneme ait 1
Adet Öğütme Taşı
•Bronz 4 adet sikke, 1
Adet Zincir Halkası ele geçirilmiştir.
Şüpheli A.T.C. isimli
şahıs hakkında 2863 SKM ( Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kaçakçılığı ) suçundan yasal işlem
yapılmıştır. Şüpheli şahsın yapılan UYAP kayıt
tetkikinde 1 adet hırsızlık suçundan kaydının olduğu
anlaşılmıştır."
Malatya Haber,
30.01.2015
|
BAYEZİD MEYDANI DÜZENLEME PROJESİ

Cami çevresindeki ağaç
altları ve meydanın otomobil parkı olmaktan
kurtarılmış bulunması her şeye rağmen şehrin bu
köşesinde insanlara büyük bir mimari abidenin
çevresinde insanca yaşamak imkanı vermiş bulunuyor.
Turgut Cansever, Beyazıd Meydanı projesinin
öyküsünü ve tasarımının uygulama sorunlarını
anlatıyor:
Beyazıd Meydanı geçen asır başından
evvel şehrin önemli idari merkezi olan Eski
Saray ile Beyazıd Külliyesi arasında, en önemli
toplantı alanlarından birisi idi. Geçen asır
ikinci yarısında Eski Sarayın, saray
duvarlarının yıkılıp yerine Harbiye Nezareti
binası ve giriş kapısı inşa edilirken bütün bu
tesisler, geleneksel değerlerin reddedilişinin
bir sembolü olarak, cami-kıble yönünden 45°
farklı yerlestirilmişti. Harbiye Nezareti aksi
istikametinde bir yol meydanı kal ediyor, iki
yanında ağaç dizileri ve dükkanlar yerleşerek
tarihi meydanı tamamen yok ediyordu.
Bu başarısız ve saygısız düzenlemeye karşı
oluşan tepki sonunda 1926'da, İstanbul'un
kurtuluşundan sonra, şehirde yapılan ilk önemli
iş olarak meydanı işgal eden yol ve dükkanlar
kaldırıldı. Yeni düzenlemede meydanın ortasında
bir oval-beyzi havuz yer alıyor ve bu havuz
(Eski Harbiye Nezareti Kapısi) üniversite kapısı
ile camii akslannın farldarından doğan çelişkiyi
bir ölçüye kadar çözümlüyordu. 1957'de karayolu
mühendislerinin yönetimi altında tarihi şehirde
sayısız mimari abide yıkılıp yeni yollar
açılırken Beyazıd Meydanı da tahrip edilerek yol
ve meydan seviyeleri değiştirilerek bir karayolu
kavşagı haline sokuldu.
1957'de meydanı yaya alanı haline getirmek üzere
yaptığım teklif reddedilirken ağaçların
kesilmemesi konusundaki ikaz ve çabalarım da
neticesiz kaldı. İstanbul Belediyesi'nin o
yıllardaki yetkilileri ile Karayolları
mühendislerinin bu felaketli, çirkin
uygulamalarının yarattığı tepki üzerine Prof.
Högg, Prof Piccinato ve Prof. Sedad H. Eldem
yeni proje çalışmaları yaptılar. Büyük bir
heyetin tetkikine sunulan projelerden,
hazırlamış olduğum ve meydanı tamamen insanlara
hizmet edecek bir yaya alanı haline dönüştüren,
Üniversite yapıları ile camii arasındaki yön
çelişkisini camii kible doğruitusunu hakim hale
getirerek ve bu yöne uyarak, camiyi yücelterek
çözümleyen teklifim tercih edilerek seçildi
(Nisan 1960).
Proje daha sonra 1957'de yapılan tahribatın
sorumlularının entrika ve muhalefetleri ile
taninrnayacak kadar eksik bırakıldı. Halkın
bilinçle, binlerce mektup ile talep ettiği ve
projemin esasını teşkil eden eski "Güllük'ün
yerinde inşa edilecek kahve, lokanta vs.
tesisler, Ordu Caddesi mekanını camii
çevresinden ayıracak yapı grupları inşa
ettirilmedi.
Bu yapıların taşıyıcısı, temeli ve istinat
duvarı niteliğindeki duvarlar, bu binaların
inşaası ile bu binaların altında ve arkasında
gizlenecek iken, (yapıların 20 yıl boyunca
engellenerek inşa eltirilmeyerek) duvarların
projemizin nihai hali olduğu izlenimi yaratıldı.
Bu engellemenin birinci aşamasında gerçek tahrif
edilerek ve cami ile bu yapılar arasında meydana
getirilecek yaşama alanlarının güzelliği
gizlenerek bu kahve, lokanta, kitapçı vs. gibi
bir iki katlı yapıların camiyi kapatacağı ileri
sürüldü. Daha sonra da bu iddiaların
geçersizliği, yanlışlığı ortaya çıkınca daha da
gülünç bir iddia, Beyazıd Meydanı çevresinde
inşa edilecek dükkan, kahve, lokantaların
gelirlerinin çok düşük olacağı, bu sebeple inşa
edilmeleri halinde Belediye'nin zarar edeceği
görüşü (Bunların yanısıra) ileri sürüldü.
(Ayrıca) Üniversite kapısı önündeki platforma
dikilmesi planlanan ağaçların dikilmesi
engellendi. Meydanın öngörülen zarif tuğla
döşeme ve mozaik granit parke ile (bugün yer yer
numuneleri mevcut bulunan şekilde) kaplanması
yerine meydan kaba, granit kaya bioklan ile
kaplandı. Projelerde öngörülen meyil düzeni
bozuldu. Meydanı süsleyecek çeşme, havuz, çiçek
tarhları inşa edilmedi.
Meydanın önemli bir unsuru olan alt geçit
tamamlanmadı ve yıllarca çöplük gibi kullanıldı.
Bugün de proje hakkında hiçbir fikir sahibi
olmayan ve kim oldukları belirsiz kişiler,
isimlerini açıklamadan ve sorumluluk yüklenmeden
meydanda ilkel müdahalelerini sürdürüyorlar.
Ancak Sahaflar Çarşısı girişinde büyük kestane
ağacı altındaki açık kahve, cami çevresindeki
ağaç altları ve meydanın otomobil parkı olmaktan
kurtarılmış bulunması her şeye rağmen şehrin bu
köşesinde insanlara büyük bir mimari abidenin
çevresinde insanca yaşamak imkanı vermiş
bulunuyor.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan 30.01.2015
|
YOL ÇALIŞMASINDA 3 İSKELET BULUNDU

Sakarya'nın merkez Serdivan İlçesi'nde, Sakarya
Üniversitesi Esentepe Kampüsü yolunda yapılan yol
gelişmetme çalışmaları sırasında Erken Bizans
Dönemi'ne ait, içerisinde üç isleketin bulundugu
lahit bulundu.
Dün akşam
saatlerinde Büyükşehir Belediyesi ekiplerinin yol
kenarında yaptığı çalışma sırasında, iş makinesinin
kepçesine sert bir cisim katıldı. Görevliler
burasını biraz daha açtıklarında lahit mezar
olduğunu anlayınca durumu polise bildirdi.
Bölgeye gelen polis ve Sakarya Müze Müdürlüğü
yetkilileri gözetiminde açılan lahit mezarın
içerisinde 3 tane isleket çıktı. Sakarya Müzesi
yetkilileri mezarın Erken Bizans Dönemi'ne ait halk
mezarı olduğunu ve o dönemde bölgede yaşayan
insanların ekonomik ve çeşitli nedenlerden dolayı
bir lahit mezara aynı aile fertlerinden birden fazla
ölülerini gömdüklerini belirtti.
Akşam, 30.01.2015
|
TOPKAPI SARAYI MUTFAKLARI

Teğet Mimarlık'ın Topkapı
Saray'ında yer alan kalıcı sergi tasarımı "Mutfak
Kültürü Sergisi" 2014 yılında tamamlandı.
Teğet Mimarlık projesini anlatıyor:
"Topkapı
Sarayı Divan meydanının Marmaray'a bakan doğu
cephesinin tamamı Matbah-ı Amire, yani Saray
Mutfakları'dır. İlk mutfak yapıları Fatih
döneminde inşa edildi. Sonraki dönemdeki
büyümelerinin doğru bir kaydı yoktur. Ancak
1574'te yandığını ve Mimar Sinan tarafından
büyük kısmının yenilendiğini biliyoruz. Saray
nüfusuna, Padişaha ve ziyafet sofralarına
yemeklerin yanında helva, tatlı, şurup, ilaç,
macun da burada yapılırdı.
Saray Mutfaklarını Marmara Denizi'nden
yaklaşırken görünen tipik baca dizisi
manzarasıyla tanırız. Ancak Mutfaklar aslında bu
bacaların örttüğünden çok fazlasını içeren,
Saray içinde ayrı bir kurumdur. 175x30 metrelik
bir tabanda 5000 m2 civarında alanı
kaplar. Aşçılar ile yamakların kaldığı koğuşlar,
hamam, cami ve müştemilatıyla kendi özel iç
kurallarına sahip ayrı bir teşkilat olarak
işletilmiştir. Birimler Divan meydanına paralel
ince uzun bir avlu etrafında toplanır. Çapraz
tonozlu 3 giriş, bu avluyu Divan Meydanı'na
bağlar.
Proje konusu ise konik bacalarıyla
tanıdığımız 20 kubbeli aşhane ve 3 kubbeli
helvahaneden oluşan kısma bir Mutfak Kültürü
Sergisi tasarımıydı.
Restorasyon işleri devam ederken başlayan
projenin en önemli problemi mekanda tesisat ve sergi
kurulumunun yapıya zarar vermeden ve istendiğinde
sökülebilecek bir kurguda nasıl yapılacağıydı.
Bizce ikinci bir hedef de sergiyi, mekan
dizisinin etkileyici atmosferini zedelemeden
kurmaktı.
Önerimiz basit. Duvarlardan ve zeminden
koparılmış bir yüzer platform. Bu platform
vitrinlerin ve duvar panolarının karkasını da içeren
ortogonal bir topografya olarak da adlandırılabilir.
Güçlendirilmiş alüminyum karkas üzerine alüminyum
bal peteği döşeme paneli ve mukavemeti yüksek
laminat levha kullandık. Bu kesit yatayda ve dikeyde
devam ederek monokrom yüzer platformu oluşturdu.
Vitrinleri ise mutfak gözlerinin merkezi kurgusuna
ve ölçeğine uygun, sayıca az, ancak büyükçe,
tamamıyla cam parçalar olarak hayal ettik.
Projelendirme aşamasında sergilenecek malzeme net
olmadığından bunun bugün ve ileride sergi
kurgularının esnekliğine de katkıda bulunacağını
düşünüyoruz."
Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 28.01.2014
|
ARAPGİR'DE TARİHİ TAŞ KÖPRÜ TESCİL EDİLDİ

Arapgir’de Suceyin Mahallesi sınırları içerisinde
bulunan ve bölgedeki en eski tarihi eserler arasında
yer alan Taş Köprü
Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü'nce tescil edildi.
Doğal şartlara bağlı olarak her geçen gün tahrip
olan tarihi eser tescil edilemediği için
restorasyonu yapılamıyordu. Arapgir Belediyesi’nin
müracaatı üzerine Sivas Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğüne bağlı uzman ekipler
tarafından yerinde yapılan incelemeler neticesinde
hazırlanan rapor kurul tarafından incelendi ve Bölge
Kurulunun kararı ile tarihi köprü 1.Gurup yapı
olarak tescil edildi.
Köprünün mimari üslup, yapım tekniği ve kullanılan
malzeme bakımından
Roma dönemine ait olduğu ifade edilirken
köprünün uzunluğunun 19 metre, yüksekliğinin 14
metre, kemer açıklığının 14 metre, kemer
yüksekliğinin ise 8 metre olduğu biliniyor. Tarihi
köprünün her iki yönündeki kasnaklarda bulunan
taşların dökülmüş olduğu, yapımında kaba yonu taş ve
horasan harç kullanıldığı raporda belirtilirken
Taş köprünün acilen onarılması gerektiği de raporda
yer aldı.
Milliyet, 27.01.2015
|