26 Nisan - 2 Mayıs 2015
|
TARİHİ BİR KONAK DAHA
KENT KÜLTÜRÜNE KAZANDIRILIYOR
Çorum'un Üçtutlar
Mahallesi’nde bulunan ve Bilaller Konağı olarak
bilinen, “korunması gerekli kültür varlığı” olarak
tescilli tarihi konak, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğünce kültür ve sanat faaliyetlerinde
kullanılmak üzere mülk sahipleri tarafından ücretsiz
olarak 49 yıllığına İl Özel İdaresi’ne devredildi.
Vali Ahmet Kara’nın makamında gerçekleşen devir
törenine, mülk sahipleri adına Fikret Bilal, İl Özel
İdaresi Genel Sekreteri Ömer Arslan, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Ali Özüdoğru ve Tapu Müdürü Nurettin
Buyruk katıldı.
Vali Ahmet Kara, imza töreninde, özveride bulunarak
anlamlı bir davranış sergileyen mülk sahipleri
Abdullah Bilal, Sevim Dedebaş, Ayfer Laçin, Ayla
Bayşu, Süha Bilal, Selman Safi Bilal, Sönmez Bilal,
Arif Fikret Bilal, Fatma Türkan Erdem, Saliha Bilal
ve Nazmiye Bilal’e teşekkür etti.
Çorum Haber, 30.04.2015
|
BALBEY'DE BAYRAM HAVASI
Antalya'da 15 yılı
aşkın süredir sit alanı olduğu gerekçesiyle çivi
bile çakılmayan Balbey Mahallesi'nin yenilenmesi
için hazırlanan projenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan tarafından onaylanması, tarihi mahallede
bayram havası estirdi.

Antalya Büyükşehir
Belediyesi'nin girişimleri ile 'Balbey Mahallesi
Kentsel Yenileme Projesi'nin onaylandığı mahallenin
sakinleri, çalışmaların bir an önce başlamasını
bekliyor. Balbey'in sorunlarını sürekli dile getiren
mahalle muhtarı Abdullah Uyaroğlu, yapılacak
çalışmalar hakkında mahalle sakinlerini
bilgilendiriyor. Mahallelinin sürekli 'Kaç kata
müsaade edildi, inşaatlar ne zaman başlayacak' gibi
sorular sorduğunu söyleyen Uyaroğlu, "Herkese şunu
söylüyorum. Balbey Mahallesi'nde kat filan
olmayacak, çünkü burası sit alanı. Yapılacak
çalışmalar ise mahallemizin değerini 10- 20 katına
çıkaracak. Başkan Menderes Türel'in bana söylediğini
mahalle sakinlerine iletiyorum. Burada bahçeli bir
evin değerinin 5 katlı, 10 katlı bir evin değerinden
daha çok olacağını bizzat bana söyledi"
dedi. Mahalle sakinleri ise projenin onaylanmasına
çok sevindiklerini 14- 15 yıllık bekleyişin sona
erdiğini belirtti. İki üç kez plan yapıldığını ve
bozulduğunu, mahallenin ve yaşayanların kötü günler
geçirdiğini sözlerine ekleyen mahalle sakinleri,
kentsel dönüşümle birlikte Balbey Mahallesi'nin hak
ettiği değere ve güzelliğe kavuşacağını aktardı.
Kemer Gözcü,
30.04.2015
|
ARAMADA TARİHİ ESER ELE
GEÇİRİLDİ
İmranlı İlçesi'nde arama yapılan bir otomobilde,
tarihi değeri olduğu değerlendirilen çok sayıda
sikke ve antika eser ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, İlçe Emniyet Müdürlüğü
ekipleri, Sivas-Erzincan karayolunda yaptıkları
uygulamada, Ş.K. yönetimindeki otomobili durdurdu.
Van 'dan Kayseri'ye gittiği belirlenen otomobilde,
farklı dönemlere ait olduğu belirlenen sikke ve
antika olduğu değerlendirilen çok sayıda tarihi eser
bulundu.
Ş.K'nın gözaltına alındığı olayda el konulan
eserler, Sivas Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim
edildi.
Sivas Hürdoğan,
30.04.2015
|
|
ERMENİ TAZMİNAT DAVALARI
BAŞLADI

Ermeni
diyasporası, 1915 olaylarının 100’üncü
yıldönümünde, 24 Nisan’da yaşanan tartışmaların
ardından şimdi Türkiye’ye karşı yeni bir
kampanya başlatıyor.
Ermeni örgütler,
ABD’deki diyaspora kuruluşlarının
girişimleriyle,
Ankara’yı 1915
Olayları yüzünden tazminat talepleriyle
mahkemeye vermeye hazırlanıyor.
Davaların ilki, 27
Nisan 2015 pazartesi günü açıldı. Kilikya Ermeni
Katolikosluğu’nu temsilen Lübnan vatandaşı Aram
Keshishian’ın (68) Türkiye’deki
Anayasa Mahkemesi’ne
yaptığı bireysel başvuruyla, Ermenilerin 700 yıl
boyunca dini merkezi olarak kullandıkları ama
1915’teki olaylar nedeniyle terk etmek zorunda
kaldıkları Adana’nın Kozan İlçesi'ndeki Aya
Sofya Manastırı için Türkiye’nin en az 100
milyon lira tazminat ödemesi istendi.
Davayı Ermeni
diyasporasının şahin kanadı ANCA dün
Washington’da
düzenlediği bir basın toplantısıyla duyurdu.
2010’da
Heybeliada’da bulunan Rum Erkek Yetimhanesi’nin
Fener Rum Patrikhanesi’ne iadesini sağlayan
avukat Cem Sofuoğlu’nun üstlendiği davanın neden
Washington’da tanıtıldığı açıklanmadı. Sofuoğlu
Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
bireysel başvuruları düzenleyen 59’uncu
maddesine göre hazırladığı dilekçeyi mahkemeye
sunduktan sonra Hürriyet’e yaptığı açıklamada
basın toplantısının Washington’da yapılmasını
müvekkilinin istediğini söyledi.
Sofuoğlu, başvuruda
müvekkili Kilikya Ermeni Katolikosluğu’nun,
Kilikya olarak bilinen bugünkü Adana, Maraş ve
çevresinde Ermenileri tarih boyunca hukuken
temsil ettiğini ve Osmanlı nezdinde özel bir
hukuki kişiliğe sahip olduğunu ifade etti. 1915
yılındaki tehcir sonrasında Ermeniler tarafından
‘terkedilmiş’ gayrimenkuller koruma altına
alınmış olsalar da, Katolikosluğun hukuki
kişiliği ve manastırın sahibi olduğu gerçeğinin,
Osmanlı İmparatorluğu yetkilileri tarafından
1918 yılında açıkça teyit edildiğini savunan
Sofuoğlu, bu hukuki kişiliğin sürdüğünü
belirtti.
‘İÇ HUKUK YOLLARI
ETKİLİ DEĞİL’
Avukat Sofuoğlu iç
hukuk yolları tüketilmeden Anayasa Mahkemesi’ne
yapılan bu başvurunun usul olarak tartışmalı
olup olmadığı konusunu ise dilekçede şöyle
açıkladı: “Kilikya Katolikosluğu’na ait
manastır, kilise ve arazisine el konması
süregiden bir ihlaldir. Müvekkilimin Kozan’daki
manastır, kilise ve arazisine ulaşmasının hem
çıkarılan yasal düzenlemelerle, hem de mal
sahibi Ermenilerin ülkeye dönmeleri fiilen
engellenerek, önüne geçilmiştir. Kozan’daki
gayrimenkullerinin tapu kayıt bilgisi hakkında
Kozan Tapu Kadastro Müdürlüğü’ne verdiğimiz
dilekçe de, Türk Medeni Kanunu’nun 1020’nci
maddesi uyarınca tapu sicilleri herkese açık
olmasına rağmen, genelgeler çerçevesinde
reddedilmiştir. Sayın Anayasa Mahkemesi zarar
bakımından yetkili olup, bu nedenlerle iç hukuk
yolları da etkili değildir.”
Hürriyet, Haber: Tolga
Tanış, 30.04.2015
|
AMASYA'DA KİTABE VE
MEZAR TAŞI YAZILARI TÜRKÇE VE İNGİLİZCEYE ÇEVRİLECEK

Amasya’da Arapça ve
Osmanlıca yazılı 115 kitabe ve mezar taşı yazıları
Amasya Valiliği’nin başlattığı çalışma sonucu Tükçe
ve İngilizce’ye çevrilip tabela ve kitap haline
dönüştürülecek.
Amasya Valisi İbrahim Halil Çomaktekin, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Ahmet Kaya, Amasya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç.Dr. Ali Rıza Ayar,
Amasya Müzesi’nden sanat tarihçisi Muzaffer
Doğanbaş, Bayezid Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü
Yunis Kahraman, Halit Katmerlikaya, Hasan Serçe,
Harun Küççük ve Turan Böcekçi’den oluşan çözümleme
komisyonu üyeleriyle toplantı yaptı.
Amasya’da değişik medeniyetlerden Selçuklulardan,
beylikler döneminden ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan
günümüze intikal eden çok önemli bir ortak mirasın
bulunduğunu ve bu medeniyet birikiminin hazinesinin
camilerde, türbelerde, mezar taşlarında,
bedestenlerde ve hanlarda yer alan kitabelerden
oluştuğunu vurgulayan İbrahim Halil Çomaktekin, “Bu
kitabeler üzerindeki yazıların hemen hemen hepsi
Osmanlıca ve Arapça yazılmıştır. Bu kitabelerde çok
önemli edebiyat, kültür ve inanç simgeleri vardır.
Fakat çağımızda büyük çoğunluğumuz bu kitabelere,
mezar taşlarına baktığında sanatsal olarak çok güzel
olmuş diyoruz, ama okuyup, anlayamıyoruz.
Okuyamadığımız ve anlayamadığımız için de önemli bir
birikim ve hafıza olan bu değerlerden istifade
edemiyor ve geçmişten kopuyoruz. Temsilcisi
olduğumuz bu zengin geçmişimizi tanımak ve gelecek
nesillere hediye etmemiz gerekiyor. Bir ağacın kökü
kurumuşsa ve koparılmışsa o ağaç yaşayamaz ve
kendini geleceğe taşıyamaz. Medeniyetler ve
insanoğlu da öyledir. İnsanoğlu geçmişinden koparsa,
geleceğinden de kopmuş demektir” diye konuştu.
Amasya’nın sahip olduğu zengin geçmişle birlikte,
ilim, irfan sahibi birçok değerli şahsiyetin şehri
zenginleştirdiğini vurgulayan Vali Çomaktekin, “Bu
değerli şahsiyetlerin günümüzdeki temsilcileri de
Amasya genelinde çalışmalar yapacaklar ve sahip
olduğumuz bu mezar taşları ve kitabeleri tercüme
edeceklerdir. Genç kuşaklarda bunlardan istifade
edecek ve ufukları genişleyecektir. Bu çalışma ile
birçok eseri Türkçeye ve İngilizceye çevirtip
insanlığın istifadesine sunacağız. Bu çalışmaları
daha sonra kitap haline getireceğiz. Bu çalışmaya
katkı veren değerli arkadaşlarımıza şükranlarımı
sunuyor, teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Çomaktekin, daha sonra proje çeviri ekibiyle Mehmet
Paşa Camisi bahçesinde bulunan tarihi mezar
taşlarını inceledi.
Hürriyet, 30.04.2015
|
TÜRKİYE ESKİ ESER
TRAFİĞİNİN KAVŞAĞI OLDU
IŞİD parçalamadığı
tarihi eserleri de yağmalayıp satıyor. Suriyeli
satıcıların Gaziantep'te üstlendiği, satılan
eserlerin Türkiye limanlarından Avrupa'ya
gönderildiği söyleniyor. Ortadoğu'nun hafızasını
sıfırlayan bu korkunç trafiği engellemek de yine
Türkiye'ye düşüyor.

UNESCO direktörü İrina
Bukova’ya göre, bugün Irak ve Suriye’de yaşanan şey
bir ‘kültürel temizlik’. Tıpkı ‘etnik temizlik’ gibi
bu bir insanlık suçu. Antik heykeller, kent
kalıntıları yıkılıyor parçalanıyor, müzeler
yağmalanıp yok ediliyor, gizlice satılabilecekler
ise satılıyor. Eski çağlarda böylesi kültürel yıkımı
gerçekleştiren istilacılar, farklı kavimlerden
olurdu. Şimdi, gariptir o tarihe sahip çıkanlar da
yok edenler de Müslüman...
IŞİD’in heykel parçalama
görüntülerinin, kafa kesme videolarından ideolojik
olarak hiç farkı yok. Propaganda bakımından da öyle.
IŞİD ve El Nusra gibi Irak ve Suriye’de faaliyet
gösteren İslami terörist grupların en büyük gelir
kapılarından biri de tarihi eserler. İnsanlık
mirası, ulusal hazine, kültürel miras gibi onca
kutsal anlam ithaf edilen, bulunup restore edilip
üzerine titrenerek korunan her şey şimdi bu
barbarların elinde parçalanıp yok edilmesi gereken
putlar. Alınıp satıldıkları, işe yaradıkları kadar
değerleri var. Kendi inançlarından olmayan bütün
insanlar gibi…
IŞİD’in barbarlığında
artık şaşıracak bir şey kalmadı. Şimdi biraz da
onların dolaylı suç ortakları üzerinde durma zamanı.
Bölgedeki talandan payını almakta hiç tereddüt
etmeyen açgözlü Batılı koleksiyoncular ve fırsatçı
Türkiyeli kaçakçılar da İslamcı terör örgütlerinin
suç ortakları durumunda. Sadece ‘kültürel temizlik’
hatta ‘kültürel soykırım’a ortak olmuyor bizzat
terör örgütünün maddi destekçileri arasında yer
alıyorlar…
Pazar günü The
Independent’ta çıkan Isabel Hunter imzalı haber
konuyu tekrar gündeme getirdi. Hürriyet gazetesinde
de yer verilen haberin bizim açımızdan dehşet verici
bir yanı var. Bir kez daha teyid ediliyor ki söz
konusu antika kaçakçılığının en önemli üssü Türkiye.
Bu iddialar daha önce de dile getirilmişti. Hatta
ben de Eylül 2014 tarihli bir yazımda, Suriye
kökenli ABD’li arkeolog Prof. Amr Al-Azm’ın
sözlerine yer vermiştim. The Independent muhabiri,
Gaziantep’te bir Sümer tabletini pazarlamaya çalışan
Suriyeliler ile buluşup bu iddiaları bizzat
doğrulamış oldu. Hunter’ın haberinde konuyla ilgili
pek çok detay var. Duvarları içi eski eser dolu
çekmecelerle kaplı bir evden başlayan, Avrupa’ya
kaçırılan sayısız eserin acı hikayesi bu.
Irak ve Suriye'deki suç
örgütlerinin yeni ilgi alanı tarihi eser
kaçakçılığı. Bu örgütler müzelerden ve
koleksiyonlardan çalınmış eserleri topluyor. Hatta
tarihi alanlarda kazılar yapıyorlar. Buldukları
eserlerden IŞİD'e vergi ödüyor ve satmak üzere ülke
dışına çıkartıyorlar. Çıkarttıkları yer de belli:
Türkiye. Bizzat Suriyeli satıcılar ya da Türkiyeli
aracılar Batılı alıcılarla anlaştıktan sonra eserler
karayolu ile Bulgaristan ya da Yunanistan üzerinden
Avrupa'ya sokuluyor. Daha yoğun bir güzergah ise
Antalya, Mersin, İzmir gibi liman kentlerinden
Avrupa'nın Porteki, İtalya, Kıbrıs, Yunanistan gibi
liman ülkelerine uzanan bir hat çiziyor. Zaten büyük
boyutlu eserler dolaşmıyor ortada. Çünkü IŞİD'in
heykel düşmanlığından bir şeyleri kurtarmak kolay
değil. Kazılarda çıkıp satılan sikkeler,
heykelcikler, rölyef parçaları, süs eşyaları ve
müzelerden yağmalanmış el yazmaları kolayca
kaçırılıyor. Bu eserler Avrupa'ya ulaştığında
buradaki kaçakçılar devreye giriyor. Sahte
belgelerle eserler Avrupa'daki koleksiyonlara dahil
edilip aklanıyor. Bu nedenle uzmanlar, Avrupa'ya
ulaştıktan sonra artık o eseri tespit edip geri
getirmenin çok zor olduğunu vurguluyor.
Asur, Sümer, Yunan, Roma
uygarlıklarından ve hatta Ortaçağ İslam, Hristiyan
krallıklarından kalan her şey paramparça ediliyor.
Arkeolojik eserlerin nerede nasıl bulunduğu çok
önemli. Nereden çıkartıldığı belli olmayan bir antik
heykelcik, sadece bir antik heykelcik olarak kalıyor
ve bilimsel önemini büyük ölçüde kaybediyor.
Dolayısıyla bu talan Ortadoğu'nun bütün kültürel
mirasına ağır bir darbe vuruyor. Kültürel temizlik,
arkeolojiyi, tarihi, sanat tarihini vuruyor. Ama
bütün bu korkunç süreç tüm hızıyla yanmaya devam
ediyor. Çünkü IŞİD bu işten büyük gelir elde ediyor.
Biliyoruz ki son
yıllarda dünyadaki en büyük üçüncü yasa dışı
ticaret, eski eser kaçakçılığı. İlk ikisi uyuşturucu
ve silah. Tıpkı uyuşturucu baronları ya da silah
tücarları, savaş lordları gibi artık eski eser
kaçakçıları da vahşetin bir parçası. ABD destekli
kuruluşlar, UNESCO bu ticareti engellemek için
çeşitli kampanyalar yürütüyorlar. Ama bu iş, petrol
kuyularını bombalamak gibi basitçe halledilecek bir
iş değil.
Suriye ve Irak'taki
göçmenler, IŞİD ve hatta savaşın kendisi hakkında
suçlanan Türkiye, şimdi de eski eser kaçakçılığından
sorumlu tutuluyor. Bu hafta sonu Ankara'yı ziyaret
eden ABD'li yetkili Richard Kurin'in de iki ülkenin
bu konudaki işbirliğini artırmak ve bilinç düzeyini
yükseltmek için çalışmalarda bulunacağını tahmin
etmek güç değil.
Sonuçta Türkiye,
uluslararası topluma karşı sorumlulukları nedeniyle,
onu boş versek bile kendi coğrafyasına, buradaki
insanlarla paylaştığımız kendi kültürümüze borcumuz
nedeniyle eski eser trafiğini durdurmalı. Bunun için
bir şeyler yapılıyor mu?
Bilmiyoruz.
Radikal, Yazı: Cem
Erciyes, 30.04.2015
|
KAYIP BAYRAK 100 YIL
SONRA GERİ DÖNDÜ
Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik, yüz yıl evvel Şam'da Osmanlı
egemenliğini simgeleyen ancak savaş sırasında
kaybolan Osmanlı Bayrağı'nın İngiltere'den
Türkiye'ye iade edildiğini bildirdi.
Çelik, geçmiş
yıllarda yurtdışına kaçırılan çok sayıda eserin
Türkiye'ye iadesine ilişkin bakanlığın yürüttüğü
çalışmalar hakkında bilgi verdi. Yüz yıl önce
Şam'da Osmanlı
egemenliğini simgeleyen bayrağın Türkiye'ye
iade edildiğini anlatan Çelik, bunun kendileri
için heyecan verici olduğunu söyledi.
Bayrağın savaş
sırasında kaybolduğunu aktaran Çelik, şunları
kaydetti: ''İngiliz kuvvetleri oraya geldiğinde
Şam'da Osmanlı karargahını işgal ediyorlar. Bu
bayrağı gönderden indiriyorlar. General Allenby,
bunu Başçavuş Edgar Turner'a veriyor. Turner da
bunu alıp
İngiltere'ye
götürüyor. Bu, uzun yıllar Turner ailesinde,
aile hatırası olarak kalıyor. Onun torunu bizim
dünyaya yaptığımız bu çağrıları duydu ve
bayrağı iade etmek istedi. Özel bir yer
hazırladık. Birinci Dünya Savaşı'nın 100.
yılına denk geliyor, sergileyeceğiz. Bunu benim
bakanlık dönemimdeki en kıymetli yurtdışından
gelen eser olarak görüyorum.''
Bu bayrakla ilgili
bir dileğinin daha olduğunu belirten Çelik,
Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'a
bu bayrağın
Cumhurbaşkanlığı
Sarayı'nda sergilenmesi konusunu arz edeceğini
söyledi. Çelik, ''Bu bayrak bence bizim dış
politikamızdaki ilgi alanımızın hangi
dinamiklere dayanması gerektiğini göstermesi
bakımından da çok iyi bir cevap teşkil ediyor''
dedi.
"Türkiye'ye davet
edeceğim''
Düzenli ve yoğun bir
şekilde polisiye roman okuduğunu anlatan Çelik,
yurtdışında bakanlığın bu eserlerin peşine
düşmesi bakımından geliştirdiği stratejilerin,
müfettişlerin yaptığı çalışmaların, polisiye
roman olacak kadar titiz bir şekilde
yürütüldüğünü ifade etti.
Konuyla ilgili
hukuki sürecin uzun sürdüğünü, iadelerin
diplomasi yoluyla halledilmesine çalıştıklarını
belirten Çelik, bu eserleri iade edenleri
Türkiye'ye davet edeceklerini bildirdi.
Çelik, ''Özellikle
bu yaz, gelsinler bu eserleri nasıl
sergilediğimizi görsünler. Onları misafir
etmek, bu eserleri ana vatanlarına döndürdükleri
için kendilerine teşekkür etmek istiyoruz''
dedi.
Bakan Çelik,
''Elinde bize ait eser olanlar dünyanın
neresinde olursa olsun bizimle irtibata
geçsinler. Bu eserlerin ana vatana dönmesi için
yardımcı olsunlar. Biz de onlara her zaman
müteşekkir olacağız'' ifadelerini kullandı.
Milliyet, 30.04.2015
|
GÖKÇEADA'NIN TOPLUMSAL
VE MİMARİ KISA ÖYKÜSÜ
1960’larda Rum
okullarının kapatılması, ardından verimli
toprakların devlet tarafından çok ucuza istimlak
edilmesi ve adanın güneyinde en ağır suçlardan hüküm
giymiş tutuklular için yarı açık cezaevi kurulması
süreci ardından mecburi göçleri getirdi.

Gökçeada, ya da antik
dönemden yakın tarihimize kadar kullanılan resmi
adıyla "İmroz", sayısız hikaye, anı ve olaya ev
sahipliği yapmasına karşın, büyük bir sükunet,
masumiyet ve sadelik sergilemektedir.
Ada'nın, geçmişten beri
süre gelen sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamdaki
canlılığı, 1960'lı yıllardan itibaren büyük askeri
alanların ve yarı açık cezaevinin varlığı sebebiyle
gerilemeye başlamıştır. Bunun tek olumlu sonucu o
yıllardan itibaren Türkiye'nin kıyılarının tüketilme
sürecini Gökçeada'nın yaşamamış olması ve bakir bir
yer olarak kalmasının sağlanmasıdır.

Bunun yanısıra, çılgın
tatil anlayışının ve azgın inşaat sektörünün henüz
keşfetmediği -belki de iyi ki keşfetmediği -
Gökçeada, kendine özgü bir turizm gelişmesine ev
sahipliği yapmaya aday bir yerdir.
Her şeyin bir tüketim
malzemesi haline geldiği, doğanın, coğrafyanın ve
yerel kültürlerin bile turizm adı altında tahrip
edildiği ve yok edildiği günümüzde, Gökçeada sessiz,
sakin, başka bir turizmin, başka bir yaşamın peşinde
sanki; toprağınını, besinini kirletmeyen organik
tarımıyla, doğa ile içiçe mimari dokusuyla, ekolojik
değerlere hassasiyetiyle geleceğin turizmini önceden
keşfetmiş görünüyor.
Organik tarım ve
hayvancılıkta pilot bölge seçilmesi, kentlerin
gelişiminin doğal ve kültürel değerlerini tehdit
etmediği bir felsefeye dayanan CittaSlow (Sakin
Şehirler) ağına entegre olması, adanın geleceği için
çizdiği yön hakkında önemli ipuçları vermektedir.

Gökçeada başka bir
turizm anlayışını, başka bir yaşam kültürünü
çağırmaktadır. Bu da şüphesiz ki eko turizm anlayışı
ve hümaniter bir yaşam tarzıdır. Gökçeada doğal,
coğrafi, tarihi ve kültürel zenginlikleri ile turizm
eko turizm, agro turizm, sağlık turizmi, alternatif
turizm gibi çeşitli turizm türlerinde uluslararası
bir destinasyon olabilecek potansiyele sahiptir. Su
altı dalış turizmi, su sporları turizmi, doğa
sporları turizmi, sağlık ve alternatif tedavi
turizmi, agro turizm, doğa turizmi, kıyı turizmi,
mağara turizmi, kuş gözlemciliği turizmi, kültür ve
tarih turizmi, kamp turizmi, botanik turizmi,
festival turizmi, mutfak turizmi gibi turizm
türlerinin tamamı mümkündür.

Bugün tarihi Rum köyleri
bir açık hava müzesi gibi aynen durmaktadır.
Evrensel ölçekte kültür mirasının korunması
kapsamında bu evlerin restore edilerek yeniden
hayata geçmesi de önemli bir gerekliliktir.
Gökçeada öne çıkan temel
ayırdedici değerleri aşağıdaki gibi sıralanabilir;
-
Türkiye'nin ilk ve
tek su altı milli parkı ,
-
Organik tarım
üretiminde pilot bölge,
-
Tatlı su kaynakları
bakımından Ege Denizi'nde 1. dünyada 4. sırada,
-
Türkiye'nin en batı
noktasındaki İnceburun,
-
Türkiye'deki Citta
Slow üyesi 9 yerleşmeden biri,
-
Akdeniz foku koruma
bölgesi,
-
Adanın yarısından
fazlası sit alanı,
-
Türkiye'nin en büyük
adası,
-
Gökçeada'ya özgü
İmroz Koyunu.
Bu potansiyellerinin
Gökçeada'nın geleceğinde önemli bir rol oynayacağı
şüphe götürmez bir gerçektir.
Tarihsel Süreç
Gökçeada, geçmişi
prehistorik zamanlara uzanan ve bir çok medeniyete
ev sahipliği yapmış bir yerleşimdir. "Çorak
topraklarda bereket tanrısı" olarak adlandırılan
Imbrasos'un bolluk diyarı olarak bilinen İmroz,
bugünkü adıyla Gökçeada, Homeros'un İlyada
destanında deniz tanrısı Poseidon'un adası olarak
geçmektedir.

Kaleköy bölgesindeki
Yenibademli Höyük'te Hacettepe Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü tarafından 1996 yılından beri
yürütülen kazı çalışmalarında elde edilen bulgular,
höyükteki yerleşmenin 5.000 yıl öncesine varan erken
ve geç tunç çağlarına ait olduğunu kanıtlamaktadır.
Bu kazılarda MÖ 3000 yıllarına ait sur, ev
temelleri, erken tunç çağına ait sermikler,
ağırşaklar, taş balta, silex ok ucu, perdah, ezgi
taşları, yonga parçaları bulunmuştur.

Adaya ilk yerleşenlerin
Pelasg'lar olduğu kabul edilmektedir. Pelasg'lardan
sonra kısa süreli olarak Persler'in egemenliğine
giren Gökçeada MÖ.500'lerde Atina şehir devletine
bağlanmıştır. Gökçeda tarih boyunca Roma, Latin,
Venedik ile Cenevizliler ve son olarak Osmanlı
hakimiyetine girmiştir. 1455 yılında Osmanlı
topraklarına katılan Ada, 1912 yılında Yunanistan
1915 yılında da İngilizlerce işgal edilmiştir. Lozan
Antlaşması gereğince 22 Eylül 1923 günü Bozcaada ile
birlikte Türkiye Cumhuriyeti'ne geri verilmiştir.
Antik dönemden beri
İmroz olarak adlandırılan Ada'nın adı 29 Temmuz 1979
günü çıkarılan bir kararnameyle Gökçeada olarak
değiştirilmiştir. (Ersoy Soydan 21.06.08)
Mimari Doku - Yerleşme
Rum köyleri Gökçeada'nın
mimari açıdan en dikkat çeken değerleridir. Köyler,
zamanında korsan saldırılarından korunmak ve
kıyılardaki verimli tarım topraklarını korumak için
yüksek tepelere ve denizden uzak bölgelere
kurulmuştur. Rum evleri genellikle adadan çıkarılan
doğal taşlardan, topraktan harç olarak yığma
tekniğiyle inşa edilmiştir. Taş evler, arnavut
kaldırımlı sokaklar, kiliseler, çamaşırhaneler,
kahve ve çeşitli dükkanların toplandığı meydanlar
köylerin mimari dokusunu oluşturmaktadır.

Büyük bir bölümü (%52)
sit alanı olan Gökçeada'da mimari projelerin yerel
dokuya uygun olarak hazırlanması gerekmekte ve
yapılaşma kontrol altında tutulmaktadır. Geçmişte
daha çok tarım ve hayvancılıkla Gökçeada'lıların
yaşamları yılın büyük kısmını geçirdikleri
tarlalardaki bağ evlerinde geçmiştir. Dam denilen
bir iki katlı yapılar Gökçeada'lıların hayatlarında
büyük yer kaplamaktadır. Tarım ve hayvancılık
alanlarındaki barınma amaçlı yapılar Gökçeada'nın
geleneksel dokusunda bulunmaktadır. Bağ evleri
Ada'nın hemen her yerinde ve birçoğu harabe veya
temel durumunda bulunmakta ve adanın mekansal
kimliğini oluşturmaktadır.

Gökçeada'nın Köyleri
Gökçeada'dan bahsedince
ister istemez sürgünlük geliyor akla. Bir taraftan
yüzyıllardır Gökçeada'yı anavatanı olarak gören
Rumların 1960'lardan itibaren siyasi sebeplerle
yerlerini terk etmek zorunda kalmaları, diğer
taraftan köyleri devlet tarafından istimlak edildiği
için 1950'lerden itibaren Türkiye'nin çeşitli
yerlerinden burada kurulan köylere yerleştirilen
Anadolu insanının adapte olma süreçleri.

Biraz utanç biraz da
üzüntüyle andığımız 1960'lı yıllar Ada'da büyük bir
değişime sebep olmuştur. Önce Rum okullarının
kapatılması, ardından verimli toprakların devlet
tarafından çok ucuza istimlak edilmesi ve son olarak
adanın güneyinde en ağır suçlardan (tecavüz,
cinayet, hırsızlık vb.) hüküm giymiş tutuklular için
yarı açık cezaevi kurulması, bu hükümlülerin
Adalıların hayatını cehenneme çevirmesi ve ardından
gelen mecburi göçler. Rumlar bir anlamda sosyal,
ekonomik kültürel yönden çaresiz bırakılmışlardır.

Daha önce Osmanlı
döneminde de devlet desteği görmemesine rağmen en
azından kendi imkanlarıyla kendi kültürlerini
inançlarını yaşama özgürlükleri olduğunu
öğreniyoruz. Ancak, 1960'lardan sonra başka bir
dönem başlıyor ve bir kırılma yaşanıyor. 1960 yılı
nüfus sayımında Ada nüfusunun %95'i Rum iken bu oran
1970 yılında ani bir düşüşle %39'a iniyor. 2005
yılında yaklaşık 10.000 kişinin yaşadığı Ada'daki
Rum nüfusu yalnızca 167 kişi ve bunların yaş
ortalaması 70'in üzerinde. Bu hızlı değişim
nedeniyle adadaki Rum yerleşimleri ıssızlaşırken,
yeni Türk mahalleleri ve köyler kuruluyor. Bir
zamanlar Türkiye'nin en kalabalık köyü olan Dereköy
(Shinudi) terkedilmiş bir yerleşmeye dönüşüyor.
Bugün Gökçeada'da 6 adet Rum köyünün - Kaleköy
(Kastro), Zeytinliköy (Aya Theodori), Tepeköy
(Agridia), Dereköy (Shinudi), Bademli (Glik) ve
Merkez (Panayia)- yanısıra devlet eliyle kurulmuş 5
adet Türk köyü -Eşelek, Uğurlu, Şahinkaya,
Yenibademli, Şirinköy- bulunuyor.

Rum köylerinden yalnızca
Zeytinliköy ve Tepeköy'de hala az sayıda Rum
yaşıyor. Adalı olmanın ayrı bir kültür olduğu ve Ada
kültürüne adapte olmanın bir süre alacağı bir
gerçektir. Bu anlamda buraya sonradan yerleşen
insanların kendi kültürlerini domine etmeye çalışmak
yerine Ada'nın kültürel çeşitliliğine katkı yaparak
bunu bir zenginliğe dönüştürme fırsatını
kullanmaları gerekmekte, eskilerin de yenileri
kabullenmeleri gerekmektedir.
Arkitera, Haber: Eylem
Gülcemal, 30.04.2015
|
ÇANAKKALE'DE TEMEL
ÇUKURUNDAN TARİH ÇIKTI

Çanakkale'nin
Bayramiç İlçesi'ne bağlı Kuşçayır Köyü'nde muhtarlık
tarafından köy odası yaptırılması için başlatılan
inşaatın temel kazısında, eski döneme ait olduğu
sanılan kuyu bulundu.
İnşaat çalışmaları
durdurulurken, tarihi değerinin bulunup
bulunmadığının belirlenmesi için arkeologların
inceleme yapacağı belirtildi.
Bayramiç'e 12 kilometre
mesafedeki Kuşçayır Köyü Meydanı'nda, 100 metrekare
alanda, muhtarlık tarafından inşaat çalışması
başlatıldı. Köy odası ve berber dükkanı için yapılan
inşaatın kazılan
temel çukurunda
eski döneme ait olduğu sanılan bir kuyuya rastlandı.
Kuyunun içindeki toprak ve taşlar, içindeki suyla
birlikte temele yayıldı.
Haber verilmesiyle köye
gelen jandarma çalışmayı durdurup, alanı güvenlik
şeridiyle çevirdi. Konu,
Çanakkale Müze
Müdürlüğü'ne bildirildi. Arkeologların inceleme ve
araştırma yapacağı belirtildi. Bulunan kuyunun
tarihi değerinin olup olmadığının belirlenmesi
sonrası inşaata devam edilip edilemeyeceğine karar
verileceği kaydedildi.
Köy Muhtarı 42 yaşındaki
Niyazi Sezgin, "Temel sırasında kuyuya rastlandık.
Su bir türlü kesilemedi. Jandarma gelerek inşaatı
mühürledi. Arkeologların gelip kuyuyu incelemesini
bekliyoruz" dedi.
Habertürk, 30.04.2015
|
SARAÇOĞLU'NDA TAHLİYE
BAŞLADI

Bakanlar
Kurulu’nun ‘riskli alan’ ilan ettiği cumhuriyet
tarihinin ilk toplu konut projesi olan
Kızılay’daki Saraçoğlu Mahallesi’ndeki
lojmanlarda ilk tahliye başladı.
Milli Emlak Genel
Müdürlüğü’nün
Ankara
Valiliği’ne yazdığı yazı doğrultusunda Çankaya
Kaymakamlığı yetkilileri ve polis, lojmanlardaki
ilk tahliyeyi gerçekleştirdi. Mahallelilerin
kurduğu Namık Kemal Mahallesi’ni Koruma ve
Yaşatma Derneği’nin avukatı Asım Özcan, ‘zorla
tahliyeye imkanının iptali istemiyle’
Danıştay’da
açılan davanın sürdüğünü belirtti.
TEOG SINAVINDAN
ÖNCE BOŞALTTILAR
Lojmanda yaşayan
Pınar Kuşçu’nun evi, yürütmeyi durdurma
kararının reddedilmesi üzerine boşaltıldı. Dava
sonucu eline ulaşmadığını ve ret kararına itiraz
edemediğini belirten Kuşçu, “İtiraz süremi
kullanamadığıma ilişkin mağduriyetimi onlara da
ilettim. Ancak ekipler ‘Ya 15 Haziran’da
çıkacağınıza dair taahhütname imzalayacaksınız
ya da boşaltacağız’ dediler. Ben de ‘boşaltın’
dedim” diye konuştu. Çocuğunun TEOG sınavı
öncesinde böyle bir işlemin gerçekleştiğini dile
getiren Kuşçu, hukuki mücadelesini sürdüreceğini
ve ekipler hakkında suç duyurusunda bulunacağını
söyledi.
ACELECİ
DAVRANIYORLAR
Avukat Asım Özcan,
yürütmeyi durdurma kararının reddine ilişkin
kararın yanlış adrese gönderildiği için
Kuşçu’nun eline ulaşmadığını, Çankaya
Kaymakamlığı’nın ise ret kararı üzerine
tahliyeye geldiğini ifade ederek, “Kendilerine
Pınar hanımın çocuğunun TEOG sınavına gireceğini
hiç olmazsa bugün bu tahliyeyi yapmayın dememize
rağmen bunu da kabul etmediler” dedi.
Kaymakamlığın lojmanların tahliye edilmesi
konusunda çok aceleci davrandığını ifade eden
Özcan, bölgedeki hazine taşınmazlarının
tahsisinin kaldırılmasının hemen tahliyeyi
gerektiren bir durum olmadığını aktardı. Özcan,
bölgeye ilişkin yapılacak şey netleştiğinde
tahliyelerin yapılabileceğini söyledi.
Hürriyet, Haber: Ender
Baykuş, 30.04.2015
|
EDİRNE'NİN AYASOFYASI DA
CAMİ OLUYOR

Türkiye ’deki bir
Ayasofya daha camiye dönüştürülüyor. İznik ve
Trabzon’da müzeden camiye çevrilen Ayasofya’ların
ardından sıra Edirne’nin Enez İlçesi'ndekine geldi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, müze olması ihtimali
konuşulan Enez’deki Ayasofya’nın cami olacağını
açıkladı.
Türkiye’nin Yunanistan
sınırında bulunan Edirne’nin Enez İlçesi'nde yer
alan, bölgenin simgesi Ayasofya 2007 yılından bu
yana restorasyon haberleri ile gündemde.
Enez Kaymakamı Fatih
Baysal, restorasyonun 5. yılında, 2012’deki
“Onarılmasının ardından cami olarak kullanılıp
kullanılmaması sonra düşünülecek bir durum. Ama müze
de olsa cami olarak da kullanılsa buranın gerçekten
ayağa kaldırılması gerekiyor” sözleri ile ilçedeki
Ayasofya’nın müze olarak açılabileceğini gündeme
getirdi. Enez
Belediye Başkanı
Abdullah Bostancı’nın da bu ay içinde medyaya
yansıyan açıklamalarında “yapının işlev, fonksiyon
ve mimari olarak
İstanbul ’daki
Ayasofya’ya benzer özellikler taşıyacağını”
söylediği yer aldı.

Enez İlçesi'ndeki antik
kent “Ainos” içinde, kesin kayıtlar bulunmasa da 12.
yüzyılda inşa edildiği düşünülen Ayasofya için son
kararsa Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden çıktı.
Hristiyan inancında yedinci konsilin toplandığı yer
olduğu için önemli taşıyan İznik’teki Ayasofya’yı
2011 yılında, Trabzon’daki Ayasofya’yı ise 2012’de
müze statüsünden camiye çeviren Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Enez’deki yıkık halde bulunan Ayasofya’yı
da cami olarak restore etme kararı verdi.
Ayasofya’nın Vakıflar
Genel Müdürlüğü'nce yatırım programına alındığını
vurgulayan Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Edirne
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü'nün eserin rekonstrüksiyon projesini
onayladığını duyurdu. Ertem, çalışmalara kurulun
onayladığı proje doğrultusunda en kısa zamanda
başlanacağını belirtti.
BİZANS’IN TRAKYA’DAKİ
SEMBOLLERİNDEN BİRİYDİ
Bizans dini yapıları
arasında önemli bir yeri olan, 12. yüzyılda inşa
edildiği düşünülen Ayasofya, Enez Kalesi’nin güney
doğu ucundaki en yüksek noktada yer alıyor. Yunan
Haçı planlı yapı döneminin büyük kiliseleri arasında
bulunuyor. Ayasofya, bölgenin 1456’da Osmanlı
egemenliğine geçmesinin ardından camiye çevrilmişti.
Bu süreçte kubbesi çöken, üstü kiremit çatı ile
kapatılan Ayasofya, 1965 yılındaki depremin ardından
terk edilmişti.
Adnan Ertem eserin cami
olarak açılmasına neden olaraksa geçmişteki
kayıtları işaret etti, "Burası cami olarak
vakfedilmiş bir ibadethanedir. Vakfiyesine uygun
şekilde hizmete açılacak bir vakıf eserdir.
Dolayısıyla fonksiyonu korunacak" dedi.

İSTANBUL’DAKİ
AYASOFYA İÇİN DE “VAKFİYE” İŞARET EDİLMİŞTİ
Ertem 2013 yılında da
“Bir yer vakfiyesinde nasıl belirtilmişse o şekilde
kullanılması veya fonksiyon verilmesi bizim birinci
vazifemiz” demiş sözü, İstanbul’daki Ayasofya’ya
getirerek şöyle demişti: “İstanbul'daki Ayasofya
Camisi vakfiyesine göre camidir ve cami olarak
ilelebet yaşayacaktır. Bizim Vakıflar Genel
Müdürlüğü olarak amacımız vakfiyesine uygun
hayatiyet vermek. Ama burada karar merci biz
değiliz.”
Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ta aynı yıl İstanbul’da Ayasofya
yakınındaki bir törende benzeri yönde imalı bir
mesaj vermişti: “Bence kulaklarınız duymasa bile
gönlünüzden geçen bir şeyler olduğuna inanıyorum.
Ayasofya, bize birşeyler söylüyor. Acaba Ayasofya
bize neler söylüyor? Bu mahsun Ayasofya'ya
bakıyoruz, inşallah güleceği günlerin yakın olmasını
Allah'tan diliyoruz”.
Ayasofya’da bu yılsa
“Doğumunun 1444. Yılında Hz. Peygamber” temalı Aşk-ı
Nebi Sergisi ile 85 yıl aradan sonra ilk kez Kuran
okunmuştu. Papa’nın Ermeni Soykırımı ile ilgili
sözlerine karşıysa Ankara Müftüsü Prof.Dr. Mefail
Hızlı ise sözü Ayasofya’ya getirmiş, “Doğrusu bu
açıklama, sadece Ayasofya’nın yeniden ibadete
açılmasını hızlandıracaktır” demişti.
Hristiyan dünyasında
“ekümenik” unvanına sahip olan İstanbul Rum Patriği
Bartholomeos ise 2014 yılında tartışmalarla ilgili
net tavrını ortaya koymuştu: “Son dönemde Türk
kamuoyunun bir kesiminde Ayasofya'nın camiye
çevrilmesi yönünde bir meyil gözlemleniyor. Kilise
olarak biz buna karşı durmaktayız. Bizimle beraber
böyle bir olasılık karşısında tüm Hıristiyan dünyası
mezhep farkı tanımaksızın yekvücut olup tepkisini
ortaya koyacaktır.”
Radikal, Haber: Serdar
Korucu, 30.04.2015
|
BİN 500 YILLIK SİT
ALANINA TUVALET

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, başkanlık sarayının hemen 100 metre
yakınında bulunan bin 500 yıllık tarihi kilise
kalıntısına tuvalet yaptırıyor. İBB Meclis Üyesi
Hüseyin Sağ, işçilerin üzerinde İBB yeleği olduğunu
dolayısıyla çalışmadan belediyenin haberi olduğunu
ileri sürdü.
Roma döneminden kalma
Hagios Polieuktos Kilisesi, İstanbul’un göbeğinde
Büyükşehir Belediyesi’nin hemen yanı başında
bulunuyor. Tarihi geçmişi bin 500 yıl öncesine
dayanan ve bugün sadece bazı duvar kalıntıları olan
kilise içine tuvalet yapılacak olması Büyükşehir
Belediye Meclisi’nin gündemine getirildi. Meclis
üyesi Hüseyin Sağ, kilise harabesinin son durumu ve
yapılan ihalenin detayları hakkında bilgi almak için
yazılı soru önergesini İBB Meclisi’ne sundu. Sağ,
“İnşaatın izni, ruhsatı yok. İnşaat alanında tek bir
tabela yok. Burayı yaptıranın İBB’ye bağlı Sağlık AŞ
olduğunu öğrendik; ama ihalesi ne zaman yapıldı,
müteahhit firma kim bilmiyoruz.” şeklinde konuştu.
14 Nisan 2015 Salı günü parkın önünden geçerken
içinde inşaat çalışması gördüğünü söyleyen Hüseyin
Sağ, “Yapılan tuvaletin kilise harabesine ve İBB
başkanlık binasına uzaklığı elli metre. Burada
çalışanlara sorduğumda yapılan inşaatın bir tuvalet
olduğunu öğrendim. Tuvalet tamamen yıkılmış,
yıkıntılar arabaya yükleniyordu. Çalışanlara
sorduğumda, Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri
Müdürlüğü’nün bir müteahhit firmaya ihale ettiğini
öğrendim.” dedi. Yıkıntıları yükleyen çalışanların
tepki çekmemek ve olayı perdelemek için İBB
yelekleri giydiğini aktaran Sağ, tepkisini şöyle
dile getirdi: “Ben de içeri girip baktığımda yeni
duvarlar örülerek tuvaletin genişletildiğini gördüm
ve şu an bile çalışma devam ediyor. Arkeolojik
Sit Alanında bir metre kazınca tarihi
kalıntı çıkıyor. Müzeler müdürlüğü yetkilisi nerede?
Bu çalışmanın belediyemize 50 metre mesafede olması
ve görülmemiş olması da oldukça manidardır.”
Sağ, ayrıca konu
hakkında bilgi almak için üç gündür imar müdürü ve
yardımcılarına ulaşmaya çalışmasına rağmen
toplantıda oldukları gerekçesiyle ulaşamadığını
aktardı. İBB Meclisi’nin 2015 yılı Nisan ayı
toplantılarında CHP’li üyelerin de desteklediği
yazılı soru önergesinde şu sorulara yer verildi:
“Arkeoloji parkında yapılan inşaat ihalesi ne zaman
ve hangi müdürlük tarafından yapılmıştır? Katılımcı
firmalar hangileridir? İhale tutarı ne kadardır?
Yapılan inşaat için gerekli mercilerden izinler
alınmış mıdır? Alınmış ise örneklerinin tarafımıza
verilmesini arz ederiz.”
Doğu Roma döneminden
kalma Hagios Polieuktos Kilisesi, 2 bin 500
metrekarelik bir alana sahip. Kilisenin MS 524 ve
527 yılları arasında yapıldığı belirtiliyor. Tarihi
eserlerin bir kentin zenginliği olduğunu söyleyen
mimar Korhan Gümüş, ayrım yapmadan hepsinin
korunması gerektiğini vurguladı. İstanbul suriçinin
bütünüyle arkeolojik alan olduğunu vurgulayan Gümüş,
kilise kalıntısının da tescilli eser olduğunu
vurguladı. Gümüş, şöyle konuştu: “Sit alanındaki her
türlü müdahale bağımsız kurumların gözetiminde
yapılmalı. Park olarak kullanılırken de tarihi
kalıntılar erozyona uğruyordu. Belediye UNESCO’nun
talebiyle arkeolojik alanları yönetecek yönetim
planı hazırlattı. Tarihi yarımada yönetim planı için
dünyanın parası harcandı. Bir taraftan da tarihi
yerlerdeki uygulamaları plana bakmadan yapıyor.”
Zaman, Haber: Cafer Can,
29.04.2015
|
İZMİR'İN 150 YILLIK
TARİHİ YERLE BİR OLDU
İzmir'in ayakta
kalmış en eski yapılarının başında gelen Konak Pier,
150 yıllık tarihi boyunca girdiği ikinci tadilatta
harap edildi.

Uzun yıllar süren
kimsesizliğinin ardından 1995 yılında alışveriş
merkezi olarak düzenlenmek için kapsamlı bir
tadilata alınan tarihi yapı 19 yıl sonra
bilgisizliğin ve cahilliğin kurbanı oldu. İş
makinalarının rahat çalışması için tarihi yapının
bir duvarı yerle bir edilirken tarihi yapının
restorasyonunun kamyon ve kepçelerle sürdürülmesi
tartışmalara neden oldu.

İşçi güvenliğinden
yoksun bir şekilde devam eden yenileme
çalışmalarında kepçenin binanın içine girmesi için
tarihi duvarlardan birinin yıkıldığı, içeride
toplanan molozların bu sayede dışarıdaki kamyonlara
yüklendiği iddia edildi.
Deniz Kuvvetleri'nin
taşınmasının ardından boşaltılan Konak Pier'in kuzey
kısmında restorasyon başlatılmış, restorasyonda
kepçe ve kamyon kullanılması dikkatleri çekmişti.
Tarihi binada çatı işlemleri devam ederken bina
önünde bulunan moloz yığınlarının kepçelerle
kamyonlara yüklendiği fotoğraflarla belgelenmişti.
1995 yılında Konak Pier'in restorasyonu sırasında
çekilmiş bu fotoğrafa bakıldığında mevcut duvarın
yerinde durduğu görülürken bugün hala devam eden
restorasyon çalışmalarında ise kepçenin yıkılan
duvardan içeri girip çıktığı görülmüştü. Daha önceki
yıllarda tarihi binanın üstüne kaçak olarak bir kat
daha çıkılmaya çalışılmış fakat inşaat
mühürlenmişti. Bugün binanın üzerinde o günlerden
kalan "filizler" ve tuğla duvarlar hala yıkılamadı.

KONAK PİER
Konak Pier, bugün
itibariyle İzmir'de tarihi değeri yüksek yapıların
başında geliyor. 1867 yılından 1950 yılları sonuna
kadar Gümrük Binası olarak kullanılan Konak Pier,
ünlü Fransız Mimar ve İnşaat Mühendisi olan Gustave
Eiffel tarafından dizayn edilmiş. İzmir'in tarihi
Konak Meydanı yakınında özel bir konuma sahip bu
özgün yapı uzun yıllar Gümrük Binası olarak
kullanıldıktan sonra 1960 yıllarında Balık Hali
oldu.
Arkitera, Haber: Nilüfer
Karakoç, 29.04.2015
|
"HANLAR BÖLGESİ'NİN BOŞ
ARSA GİBİ DEĞERLENDİRİLMESİ KABUL EDİLEMEZ"
Mimarlar Odası: Tarihi
bir kent parçasının, hanlar bölgesinin boş arsa gibi
değerlendirilmesi kabul edilemez. Tarihi mekanlar,
560 yıldır aynı yerde sürmekte olan sosyal ve ticari
yaşam yok sayılarak, hiçbir bilimsel ve hukuki
dayanağı olmayan kararlarla projelendirilemez.

Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir'in Eminönü'nün bin 734 hanını otele
çevirme projesini "katmerli rant hesapları güdülerek
tezgahlanmak istenen bir soylulaştırma projesi"
olarak değerlendiren TMMOB Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi, "Tarihi bir kent parçasının,
hanlar bölgesinin boş arsa gibi değerlendirilmesi
kabul edilemez" dedi. Oda tarafından yapılan yazılı
açıklamada, "Tarihi mekanlar, 560 yıldır aynı yerde
sürmekte olan sosyal ve ticari yaşam yok sayılarak,
hiçbir bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan
kararlarla projelendirilemez" denildi.
Hiçbir bilimsel ve hukuki planlama kararı olmadan
bir oldu bitti ile dünya mirası tarihi yarımadada
bin 734 hanın otel yapılacağının açıklanmasının bir
aymazlık olarak nitelendirildiği açıklamada şu
görüşlere yer verildi:
"Belediye başkanının otele dönüştürüleceğini
açıkladığı hanlar arasında Yeni Han (Kapalıçarşı),
Rubiye Han (Kapalıçarşı), Kızlarağası Han
(Kapalıçarşı), Bodrum Han (Kapalıçarşı), Ali Paşa
Hanı (Kapalıçarşı), Yarım Taş Han (Kapalıçarşı
yanı), Güllekeş Han ve çevresi (Kapalıçarşı),
Sarnıçlı Han (Kapalıçarşı), Astarcı Han
(Kapalıçarşı), Safran Han (Kapalıçarşı), Cebeci Han
(Kapalıçarşı), İç Cebeci Han (Kapalıçarşı), Çukur
Han (Kapalıçarşı), Ambar Han (Beyazıt), Camili Han
ve çevresi (Beyazıt), Lütfullah Han ve çevresi
(Beyazıt) bulunmaktadır.
Fatih Belediye Başkanlığı ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü ‘5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve
Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’ kapsamında
restorasyon yapılacağını iddia etmekte iseler de,
ortada herhangi bir restorasyon projesi, kurul
kararı, restorasyona esas herhangi bir tespit raporu
veya güçlendirme raporu bulunmadığı gibi herhangi
bir plan da yoktur.
Tarihi yarımadanın tamamı, 8 bin 500 yıllık bilinen
geçmişi, üç imparatorluğa başkentlik yapmış tarihi,
kültürel ve arkeolojik değerlerin oluşturduğu siluet
ve kesintisiz yaşamın izlerini taşıyan sosyal ve
ticari yaşamı nedeniyle İstanbul I Numaralı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
12.07.1995 ve 6848 sayılı kararı ile 'kentsel ve
tarihi sit', 'kentsel ve arkeolojik sit' ve '1.
derece arkeolojik sit' alanı olarak ilan edilmiştir.
Yapılacak her türlü planlamada bu değerlerin
korunarak geliştirilmesi gerekir.
Dünyanın en büyük yaşayan sit alanlarından biri olan
sur içi, İstanbul’a kendine özgü karakterini veren
tarihi dokunun bütünlüğünün bozularak, Bizans
döneminden bu yana limanla bütünleşmiş bu ticaret
merkezindeki tarihi hanların kimlik ve kültürlerine
aykırı bir 'yenileme' mantığı ile otele
dönüştürülmesi ne akla, ne de kamu yararına
uygundur. Proje, sadece katmerli rant hesapları
güdülerek tezgahlanmak istenen bir soylulaştırma
projesidir. Bu proje Eminönü hanlar bölgesinin
sosyal ve ticari yapısının kökten değişmesine;
bölgenin kaldıramayacağı kadar ağır bir nüfus, alt
yapı ve trafik baskısına maruz kalmasına neden
olacak; rant değerinin artması ile bu eşsiz tarihi
alan geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip
olacaktır".
Yapı, 29.04.2015
|
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ BİZANS'I ARAŞTIRACAK
Boğaziçi
Üniversitesi Bizans Çalışmaları Uygulama ve
Araştırma Merkezi Yönetmeliği Resmi Gazete'de
yayımlandı. Yönetmelikle, Merkezin amaçlarına,
faaliyet alanlarına, yönetim organlarına,
yönetim organlarının görevlerine ve çalışma
şekline ilişkin usul ve esasları düzenlendi.
Buna göre, Türkiye'de Bizans uygarlığı ile
ilgili çalışmaların gelişimine katkıda bulunmayı
ve halihazırda yapılan araştırmalar için bir
platform işlevi görmeyi hedefleyen merkezin
diğer amaçları ise şöyle: "Üniversitenin
bünyesinde Bizans tarihi, kültürü, sanat ve
mimarlık tarihi, arkeolojisi konularındaki
akademik birikimi uluslararası bir ortama
taşıyarak geliştirmek, Bizans tarihi, kültürü,
sanat ve mimarlık tarihi, arkeolojisi
konularında Üniversitede verilen eğitimin
geliştirilmesini desteklemek ve teşvik etmek;
yurtiçi ve yurtdışındaki diğer üniversitelerle
bu konularda ortak çalışma ve araştırmaları
geliştirmek, Bizantoloji alanında uzmanlığın
altyapısını teşkil eden ve halen Üniversitede
verilen Latince, Eskiçağ ve Ortaçağ Yunancası
eğitiminin geliştirilmesini desteklemek ve
teşvik etmek; gelecekte bu dillerin yanı sıra
Bizans dönemi paleografya, nümizmatik,
kodikoloji gibi konularda eğitimi desteklemek,
araştırma, inceleme, koruma, uygulama ve
geliştirme projelerine ön ayak olmak ve bu
projelerin gerçekleşmesi için Kültür Bakanlığı
ve Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere sivil
toplum kuruluşları ve diğer kurumsal birimlerle
işbirliği yapmak."
MERKEZİN FAALİYET ALANLARI
Merkez amaçları doğrultusunda şu
faaliyetlerde bulunacak:
"Düzenlenecek ulusal ve uluslararası
konferanslar, çalıştaylar, konuşma dizileri,
seminerler ve bunların yayınlanması aracılığı
ile Bizans çalışmaları sahasındaki araştırmaları
desteklemek, ulusal ve uluslararası kuruluşlarla
işbirliği ve ortak projeler yapmak, Bizans
tarihi, kültürü, sanat ve mimarlık tarihi,
arkeolojisi konularında uygulamalı eğitim ve
araştırma çalışmaları yürütmek ve yayınlanmasını
desteklemek, Bizans kültürel mirasını
belgelemeye ve korumaya yönelik çalışmaları ve
projeleri desteklemek ve geliştirmek, Bizans
tarihi, kültürü, sanat ve mimarlık tarihi,
arkeolojisi konularında bilimsel ve akademik
işbirliğinin gelişmesini teşvik etmek; bu amaçla
Türkiye'de ve diğer ülkelerde yüksek lisans ve
doktora öğrencilerinin, doktora sonrası
araştırmacıların ve öğretim üyelerinin bilimsel
alışveriş ve hareketliliğine katkıda bulunmak."
Yeniçağ Gazetesi, 29.04.2015
|
"TARİHİ YAPILAR ÇOK,
HANGİSİNE BEKÇİ KOYAYIM?"

İkinci yüzyıldan bu yana
ayakta kalmayı başaran ve şimdilerde yok olma
tehdidi ile karşı karşıya kalan tarihi Nemrut Tahtı
için Urfa İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Aydın
Aslan, tarihi yapıların çokluğundan bunaldığını
belirtti ve “Şu anda 2 bin 500 tane tescilli yapı
var. Hangisine bekçi koyayım” dedi.
YOK OLMAYLA YÜZ YÜZE
Tarihsel birikimi ile
birçok medeniyete beşiklik eden Urfa’da,
uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi yapıtlara
gereken ilgi ve bakım gösterilmiyor. İkinci
yüzyıldan bu yana ayakta kalmayı başaran ve kent
merkezine yaklaşık 10 kilometre mesafede bulunan
tarihi Nemrut Tahtı, yok olma tehlikesi ile yüz yüze
bırakıldı. Tarihi alanda bulunan ve Süryani
yazıtlarının nakşedildiği antik taşların üzerine
kazılan isimler de, geçmişten günümüze kalan tarihi
tahrip ediyor. Kazene Köyü'ne yakın mesafede bulunan
ve Nemrut’un mezarı olarak da bilinen tarihi yapıta
gidebilecek herhangi bir yol götürülmüş değil.
Tarihi mekana yaklaşık yarım saatlik yürüyüşle
ulaşılabiliyor.
‘HANGİ BİRİYLE
UĞRAŞALIM’
Tarihi yapının tahrip
edilmesiyle ilgili DİHA’ya konuşan Urfa İl Kültür ve
Turizm Müdür Vekili Aydın Aslan, bölgenin koruma
altına alınmamasını arkeologların söz konusu alan
ile çalışma yapmamasıyla gerekçelendirerek, “Nemrut
Tahtı, çok geniş bir sit alanı. Burada kazı
çalışması yapmamız için hiçbir arkeolog hocası gelip
başvuruda bulunmuyor. Urfa’da 500 tane arkeolojik
sit alanı var hangi birinde çalışma yapalım? 500
tane arkeolojik sit demek, 500 tane profesör demek”
diye konuştu.
Tarihi mekanların çokluğundan da sitem eden Aydın,
“Şu anda 2 bin 500 tane tescili yapı var. Hangisine
bekçi koyayım. Nemrut’un Tahtı da 2 bin 500 sit
alanından sadece biri” demesi dikkat çekti.
Nemrut Tahtı’nın Kültür
Bakanlığı kayıtlarında “Deyr Yakup Manastırı” olarak
geçtiğini söyleyen Aslan, tarihi mekana gidebilecek
bir yol güzergahına ihtiyaç olduğunu da sözlerine
ekledi.
Evrensel, Haber: Engin
Eren, 28.04.2015
|
TÜRKİYE PAVYONU SİNYAL VERMEYE BAŞLADI

Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi 9
Mayıs’ta açılıyor. Venedik Bienali
Türkiye Pavyonu’nda bu yıl Sarkis’in Respiro
başlıklı yerleştirmesi yer alacak. Defne Ayas
küratörlüğünde,
İstanbul
Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda
gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu sergisi, bienalin
ana mekanlarından Arsenale’deki Sale d’Armi
binasında bulunuyor.
Türkiye Pavyonu’nun
resmi açılışı bienalin ön izleme günlerinden 7
Mayıs Perşembe saat 14.30’da gerçekleştirilecek.
Respiro 22 Kasım'a kadar görülebilecek. Sarkis,
mekanı bir tiyatro sahnesi gibi düzenleyerek, çift
taraflı büyük bir ayna ile ikiye bölecek. Aynanın
iki tarafında Abay, Anna, Aren, Helin, Karla,
Claudia ve Linda isimli yedi çocuğun yedi renkle
yaptığı parmak izleri yer alacak. Mekanın iki
ucundaki pencerelerin önünde ise sanatçının neondan
oluşturduğu gökkuşakları bulunacak. Ortak bellek
görüntülerinden oluşan 36 tane vitray ise mekanın
tavanından sarkacak şekilde yerleştirilecek.
Aynalar, vitray panolar ve sanatçının diğer ikonik
eserlerinden oluşacak yerleştirme, sanatçının
ürettiği gökkuşağının yedi renginin çiziminden
esinlenen Jacopo Baboni-Schilingi’ye ait ve 7 gün 24
saat kesintisiz olarak çalacak bir besteyle
tamamlanacak. İlk nefesini 3 Nisan’da alan Respiro,
23 Nisan’da tamamlandı. Respiro’nun altı ‘sinyali’,
açılışla eş zamanlı olarak 4 farklı ülkeye yayılacak.
Sarkis’in Türkiye Pavyonu’ndaki Respiro sergisine
‘sinyal’ gönderecek 6 farklı yerleştirmesi, 7 Mayıs
2015 tarihindeki açılışla eş zamanlı olarak Fransa,
Hollanda, İsviçre ve Türkiye’deki mekanlarda yer
alacak. Böylelikle, Türkiye Pavyonu’nda yer alacak
eserlerle bu yerleştirmeler arasında devam eden bir
diyalog da yaratılacak.
Sarkis’in Türkiye Pavyonu’ndaki Respiro
sergisine sinyal verecek kurumlar şunlar:
· Chateau d’Angers, Angers, Fransa
· Chateau des ducs de Wurtemberg Müzesi,
Montbéliard, Fransa
· Domaine de Chaumont-sur-Loire,
Chaumont-sur-Loire, Fransa
· Boijmans Van Beuningen Müzesi,
Rotterdam, Hollanda
· Mamco, Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi,
Cenevre, İsviçre
· Hrant Dink Vakfı, İstanbul, Türkiye

ALTIN İKONA HRNAT DİNK VAKFI'NDA
Sarkis’in ‘haberci’ niteliğindeki ilk sinyali
Altın İkona ise Hrant Dink Vakfı’nın Mart ayında
açılan yeni binasının sergi alanında yer alıyor.
Üzerinde bir el izi olan altın bir dörtgenden oluşan
Altın İkona, Sarkis’in Respiro için yaptığı yeni
vitrayla aynı ölçekte üretildi. Altın İkona,
Respiro’da olduğu gibi, Jacopo Baboni-Schilingi’nin
bestesiyle tamamlanacak. Bu beste, 7 Mayıs günü,
Respiro sergisinin açılışıyla eş zamanlı olarak
Hrant Dink Vakfı’nda da dinleyicilerle buluşacak.
Altın İkona ile birlikte sanatçı Ali Kazma'nın yeni
video işi Atölye (2015) de 7 Mayıs’ta Türkiye’de ilk
defa Hrant Dink Vakfı’nda gösterilecek. Rezistans
serisine ait olan bu videoda Ali Kazma kamerasını
Sarkis’in elli yılı aşkın süredir sanatsal üretimini
sürdürdüğü atölyesine çevirdi.
Türkiye Pavyonu’ndaki sergi, İKSV
koordinasyonunda, Fiat’ın sponsorluğunda
gerçekleştiriliyor. SAHA Derneği de prodüksiyon
desteği veriyor. Türkiye Pavyonu, İKSV’nin girişimi
ve 21 destekçinin katkılarıyla Venedik Bienali’nin
iki ana mekanından biri olan Arsenale’de 20
yıllığına kiralanan uzun süreli mekanda yer alıyor.
Türkiye Pavyonu’nun uzun süreli mekanı, bu yıl ilk
defa sanat bienalinde kullanılacak.
Radikal, 28.04.2015
|
EYÜP SULTAN TÜRBESİ KAPILARINI 8 MAYIS'TA AÇIYOR

Mekke, Medine ve
Kudüs’ten sonra İslamiyet’in en önemli kutsal
mekanlardan biri olarak kabul edilen
Ebu Eyyub El Ensari Türbesi’nin 3 senedir devam
eden
restorasyon ve tadilat çalışmalarında sona
gelindi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
sürdürülen restorasyon ve tadilat çalışmaları
tamamlandı ve
Eyüp Sultan Türbesi 8 Mayıs tarihinde
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da
katılacağı bir törenle kapılarını ziyaretçilerine
açacak.
‘ÇOK TİTİZ BİR
ÇALIŞMA YAPILDI’
Eyüp Belediye Başkanı
Remzi Aydın, “Türbemizin Büyükşehir Belediyemiz
tarafından 3 yıldır tadilatı devam ediyordu. Artık
çok şükür bu hizmet tamamlandı.
Eyüp Sultan Türbesi tarihinin gördüğü en büyük
restorasyonu yaşadı. İlk defa bu sefer Büyükşehir
Belediyesi tarafından gerçekten çok titiz bir
çalışmayla, ilk yapıldığı zamandaki orijinal
mimarisine, dokusuna, özelliklerine uygun bir
restorasyon yapıldı. Onun için çok titiz bir çalışma
yapıldı. Çok değişik yerlerden çiniler getirildi.
Çok incelikli bir çalışmayla bire bir orijinalleri
yapıldı. Bu da haliyle nitelikli, kaliteli bir
çalışma olduğu için epey zaman aldı. İnşallah bundan
sonra çok uzun yıllar restorasyon ihtiyacı olmadan
türbemiz faaliyette olacak. İnşallah kalıcı
olacaktır” dedi.
BAŞKAN AYDIN:
‘EYYUB EL ENSARİ’NİN HİZMETKARLARIYIZ’
Eyüp Sultan türbesi
ziyaretçilerinin her geçen gün arttığını ifade eden
Başkan Aydın, “Eyüp Sultan gerçekten çok popüler bir
beldemiz. Biz de Eyyub El Ensari’nin
hizmetkarlarıyız. Eyyub El Ensari aylarca Peygamber
Efendimize ev sahipliği yapmış, onu evinde ağırlamış
ve daha sonra arkadaşlık yapmış, dostluk yapmış bir
sahabi. Biz bu ensar geleneğini sürdürmek istiyoruz,
Eyüp Sultanlı olarak,
Eyüp Belediyesi olarak, Eyüplüler olarak
beldemize gelen herkese misafirperverlik yapmak,
onları en iyi şekilde ağırlamak istiyoruz. Böyle bir
kültürümüz, böyle bir geleneğimiz olsun istiyoruz”
diye konuştu.

BAŞKAN TOPBAŞ:
4. Murad’dan sonra bize nasip oldu
Büyükşehir Belediye
Başkanı
Kadir Topbaş da restorasyon çalışmalarının uzun
sürmesinin sebebinin köklü bir çalışmadan
kaynaklandığını açıklamıştı: “Bu anlamlı tamirat
çalışması bize nasip olduğu için mutluluk duyuyoruz.
Bu önemli konuyu sıradan bir onarımla geçemezdik.’’
Başkan Topbaş, “250 yıldan bu yana ilk defa köklü ve
doğru bir restorasyon yapıldı. Biraz gecikti ama
doğru bir iş yaptık. 4. Murad’dan sonra bize nasip
oldu böyle güzel bir hizmet” dedi.

Uzun bir restorasyon süreci geçiren Eyüp Sultan
Türbesi’nde yer alan çiniler, orijinaline uygun
yeniden üretilerek türbede kullanıldı.
Habertürk, Haber: Aslı Öztürk, 28.04.2015
|
ANTİK KENTİN ZAFER TAKI TURİZME KAZANDIRILACAK
Kozan İlçesi'ne bağlı Dilekkaya
Köyü
yakınlarındaki Anavarza antik kentinde bulunan ve
döneminin en büyük anıtsal şehir kapıları arasında
gösterilen zafer takı, turizme kazandırılacak.
Anavarza'daki kazı ve araştırma
çalışmalarının bilimsel danışmanlığını yapan
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fatih
Gülşen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, zafer
takının, 22,5 metre genişliği, 10,5 metre yüksekliği
ve 5,60 metre duvar kalınlığıyla antik dünyanın en
büyük anıtsal şehir kapıları arasında yer
aldığını söyledi.
Romalıların, 3. yüzyılda Perslere karşı kazandığı
zaferin anısına Roma İmparatorluğu'nun doğudaki
ordugah kenti olan Anavarza'ya zafer takı inşa
ettirdiğini belirten Gülşen, "Büyük bir kısmı hala
ayakta olan zafer takını turizme kazandırmak
amacıyla restitüsyon çalışmaları sürüyor.
Restorasyon aşamasına gelindi. Antik dünyadan
günümüze miras kalan anıtsal şehir kapısını bir yıl
içinde orijinal görüntüsüne getirmeyi planlıyoruz"
dedi.
Gülşen, zafer takından düşen 502 blok taşın
yerlerine konulacağını ifade ederek, sanat harikası
olan anıtsal kapının, üç kemerli olarak
inşa edildiğini bildirdi.
Gülşen, şöyle devam etti:
"Batı kemeri, başlangıç kavisinin bulunduğu
kısımdan yıkılmış, ortadaki ana kemer ile doğudaki
kemer ayakta. Yıkılmış ve eksik bloklarının
çizimlerini tamamladık. Anıtsal kapıdan düşen
parçaları tek tek numaralandırıp lazer taramasından
geçirdik. Restorasyon aşamasında bu parçaları
yerine yerleştireceğiz. Zafer takı, kaliteli
işçilikle inşa edilmiş, yapımında düzgün tıraşlanmış
dörtgen kireç taş, mermer ve granit, kemer
kavislerinde ise daha sert ve kaliteli kalker
kullanılmış. Korint başlıklarla süslenmiş, sütunlu,
pilasterli (dört köşeli sütun) nişlerin (İçerisine
heykel konulan mihrap benzeri girinti) içlerinde
heykel düzenlemeli, anıtsal ölçülerde ki devasa ve
benzersiz bir yapı. Taşıdığı bu özellikler
nedeniyle, bugün Çukurova olarak adlandırdığımız
bölgede tek, ülkemiz sınırları içerisinde ise bir
kaç anıtsal şehir kapısından biridir."
Zafer takının, 34 metre genişliği, 2 bin 700
metre uzunluğundaki çift şeritli caddeye açıldığına
dikkati çeken Gülşen, "Anavarza Antik Kenti'deki
kazı ve araştırmalar için bakanlığımız 1 milyon lira
ödenek ayırdı. Zafer takının ayağa kaldırılması kazı
ve araştırma çalışmalarımızın en önemli ayaklarından
birini oluşturuyor. Çalışmaları, 10'u teknik
personel 45 kişilik ekiple yürütüyoruz.
Çalışmalarımıza büyük destek veren Kültür ve Turizm
Bakanı Ömer Çelik ile bakanlık yetkililerine ve
Adana Valiliği ile Çukurova Üniversitesi’ne teşekkür
ediyorum" dedi.
Memleket, Haber: A. Ertan Yiğitsözlü, 28.04.2015
|
ANTİK MISIR REÇETESİ AKŞAMDAN KALMANIN TEDAVİSİNİ
ANLATIYOR!
Arkeofili.com'un haberine göre Antik
Mısırlılar akşamdan kalmanın tedavisini
biliyorlardı. Bu tedaviye göre alkol mağduru,
İskenderiye Chamaedaphnesi, yani İskenderiye’de
yetişen bir çeşit defnenin yapraklarını birbirine
bağlayıp, olasılıkla boynuna takmalıydı.
Antik insanlar İskenderiye defnesinin (Ruscus
racemosus L.) başağrısına iyi geldiğine inanmış olsa
da, gerçekten bir etkisi olup olmadığı bilinmiyor.
Fakat günümüzde Kamboçyalı köylülerin baş ağrısı ve
baş dönmesini tedavi etmek için İskenderiye defnesi
yapraklarını içine çektiği düşünülürse, Antik
Mısır reçetesi de kısmen işe yarıyor olabilir.

1900 yıllık papirüs, 1896’da Antik Mısır şehri
Oxyrhynchus’ta bulunan 500,000 belgeden biri. Bu
kadar fazla miktarda papirüsün incelenmesi ve
yayınlanması, yüz yıldan uzun süredir devam eden
yavaş bir görev. Kısa süre önce, Oxyrhynchus’ta
bulunan yaklaşık 30 tıbbi belgenin deşifre edildiği
80. Cilt yayınlandı.
Yeni ciltte hemorrhoid, ülser, kangren, diş
ağrısı, göz sorunları gibi bir çok farklı hastalığın
tedavisi bulunuyor. Göz ameliyatını anlatan papirüs
kalıntıları bile bulundu. Gözle ilgili bir reçetede,
arpacık tedavisi için göze kafası koparılmış bir
karınca sürülmesi gerektiği anlatılıyor.
Profesör Vivian Nutton, Antik papirüslerin
yazarlarının, çokça Yunan bilgilerinden
faydalandığını söylüyor. Oxyrhynchus sakinleri de
Hellenistik kültürünü sıkıca benimsemişlerdi. Büyük
İskender’in fetihlerinden sonra Mısır ve Orta
Doğu’da Hellenistik kültür benimsenmeye başlamıştı.
Bu durumu kanıtlar şekilde incelenen belgeler
arasında da yeni tıbbi metinler dışında, Galen ve
Hipokrat’a ait bilinen tıbbi metinlerin 11 kopyası
bulundu.

Exeter Üniversitesi’nde tarihçi ve tıbbi
papirüsleri çevirenlerden Dr David Leith
“Papirüslerdeki tedaviler sihir ve tıp arasındaki
sınırları ortadan kaldırıyor. Bazı antik hekimler
sihirli tedavileri kullanmayı sevmese de, çoğu zaman
bunlar kullanılmıştı” diyor.
Yunanca “kraipale” adı verilen akşamdan kalmaya
karşı reçetede “Sarhoşluk baş ağrısı için: ipe
dizilmiş İskenderiye defnesi yapraklarını takın.”
Dr Leith, reçetede kullanılan bitki ismi yerde
yetişen bir tür defne çalısı anlamına geldiğini
belirtti. “Bu bitkinin yaprakları, antik botanik
yazılarında sıklıkla normal defne bitkisi
yapraklarıyla karşılaştırılır.”
Papirüslerin sahibi olan Mısır Keşif Derneği’nden
(Egypt Exploration Society) papirolog Margaret
Mountford “O zamanın günlük hayatı hakkında bilgiler
verdiği için bu belgeler çok önemli. Papirüslerin
bazıları antik Yunan tıbbi metinlerinin kopyasıydı
fakat, aslında bazı açılardan daha çok büyüye
benzeyen bazı orjinal tıbbi metinler de vardı”
diyor.

“Örneğin içki sersemliğinin tedavisi, boyuna
defne asmaktan oluşuyor. Bunun gerçekten işe yarayıp
yaramadığı konusunda kendi şüphelerim var. Ama belki
hastalar üzerinde daha çok bir plasebo etkisi
yaratarak işe yarıyordu.”
Radikal, 28.04.2015
|
'ERMENİ YETİMHANESİ YIKILMASIN'

İstanbul Tuzla’daki Ermeni Yetimhanesi’nin,
gerçek adıyla Kamp Armen’in mayıs ayında yıkılması
gündemde. Hrant Dink ve eşi Rakel Dink’in de kaldığı
Kamp Armen’in bulunduğu araziye ise lüks villalar
yapılması planlanıyor.
Sosyal medyada #KampArmen başlığı altında duruma
tepki gösteren vatandaşlar, karardan vazgeçilmesini
talep ediyor.
Yetimhanenin temeli 6 Ocak 1962’de atıldı ve
çocuklar yetimhanenin inşaatında çalıştı.
‘ATLANTİS UYGARLIĞI’
Hrant Dink, “Atlantis Uygarlığı” diye tanımladığı
Kamp Armen ile ilgili yazdığı bir yazıda şu
ifadeleri kullanmıştı: “Bizi, yarattığımız
uygarlığımızdan attılar. Orada yetişmiş bin beş yüz
çocuğun alın terinin üstüne oturdular. Bizlerin
çocuk emeğini gasbettiler. Orayı tekrar yoksul
çocuklar için bir yetimhane yapsalardı, kimliği ne
olursa olsun, yoksul ya da özürlü çocuklar için kamp
olarak kullansalardı, hakkımı helal ederdim. Ama bu
şekilde emeğimi helal etmiyorum.
Ve artık bizim yarattığımız “Tuzla Yoksul Çocuk
Kampı”mız, bizim “Atlantis uygarlığımız” şimdi bir
harabe…”
Evrensel, 28.04.2015
|
DEPREM NEPAL'İN KÜLTÜREL
MİRASINI TAHRİP ETTİ

Nepal'de Cumartesi günü
meydana gelen büyük deprem, Katmandu Vadisi'ndeki
UNESCO tarafından dünya mirası ilan edilmiş olan
yedi alandan en az dördünde büyük tahribata neden
oldu. Bunlardan üçünün kentin meydanları olduğu
belirtiliyor.
Deprem yaşayanların
anlattığına göre sadece yaklaşık bir dakika sürdü
ama yüz yıllardır ayakta kalmış tarihi binalar yerle
bir oldu.
Nepali Times
gazetesinden Kunda Dixit
BBC'ye yaptığı
açıklamada, anıtların yeniden inşa edilebilecek
olmasına rağmen, meydana gelen tahribatın kültürel
anlamda hesaplanamayacak bir kayıp olduğunu söyledi.
Şimdiye dek Nepal'in en
iyi korunmuş eski kenti olan Bhaktapur'da evlerin
yarısının yıkıldığı, tapınakların yüzde 80'inin
hasar gördüğü bildiriliyor.

Yıkılan yapılar arasında
bir zamanlar başkent Katmandu semalarına hükmeden
Dharahara kulesi de bulunuyor. Kuleden geriye şimdi
sadece tabanı ve kısa bir bölümü kaldı.
1832'de Nepal'in ilk
başbakanınca yaptırılan ve Bhimsen Kulesi olarak da
bilinen bu alan, 200 basamaklı merdivenle çıkılan
seyir balkonundaki manzara dolayısıyla turistlerin
rağbet ettiği yerler arasındaydı.
Depremden hemen sonra
ortaya çıkılan fotoğraflarda, UNESCO dünya mirası
alanlarından biri olan, Katmandu'nun Eski
Şehir'indeki Durbar Meydanı'nın da büyük hasar
gördüğü izleniyor.
UNESCO, saraylar,
avlular ve tapınaklar bütününden oluşan Durbar
meydanını "Katmandu'nun sosyal, dini ve kentsel odak
noktası" olarak nitelendiriyor.

16. yüzyıldan kalma
tapınak yıkıldı
Bhaktapur ve Patan'daki
Durbar meydanlarının da depremden büyük zarar
gördüğü anlaşıldı. Bhaktapur'da meydanda bulunan ana
tapınağın çatısını kaybederken, 16. yüzyıldan kalma,
kumtaşından yapılma duvarları ve tepeleri altın
kaplamalı pagodalarıyla ünlü Vatsala Durga tapınağı
depremde yıkıldı.
Patan'daki 3. yüzyıldan
kalma alanda bulunan yapılar da tahribata uğradı.
Swayambhunath'ta 5. yüzyılda kurulan Budist
tapınakların da tahrip olduğu öğrenildi.
Deprem sonrası video
kayıtlarında tarihi binalardan birinin yıkılmış ön
cephesi görülüyor. Ancak büyük bir sembolik önem
taşıyan Budist heykel yıkılmadı.

Boudhanath anıtı ile
Pashupatinath Hindu tapınağında da tahribat olduğu
haberleri alınıyor. Bütün bu tarihi yapıların
onarılıp onarılamayacağı henüz belirsiz.
Tarihçi Prushottam
Lochan Shrestha, "Katmandu, Bhaktapur ve Lalitpur
[Patan]'daki Dünya Mirası Alanı olarak kabul edilmiş
anıtların çoğunu kaybettik. Bu yapılar yeniden özgün
şekillerine kavuşturulamaz." dedi.
Bununla birlikte,
bölgede 1934 yılında meydana gelen daha da büyük
depremde tahrip olan aralarında Dharahara kulesinin
de bulunduğu yapıların çoğu onarılabilmişti.
bbc.co.uk, 27.04.2015
|
"TRAKYA'DAKİ TARIM KALINTILARI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK"

Kırklareli'nde 22 yıldır devam eden Aşağıpınar
arkeolojik kazılarında bu dönem, MÖ 6 binli yıllara
ait tarım kalıntılarının gün yüzüne çıkarılması
hedefleniyor.
Kazı Başkanı,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Prehistorik Bölümü Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bu yılki kazılara temmuzda
başlayacaklarını söyledi.
Dört yıldır Trakya'daki ilk tarım topluluklarını
araştırdıklarını ve elde ettikleri bulguların önemli
olduğunu belirten Özdoğan, şöyle konuştu:
"Buradaki çalışma, son yıllarda dünyada
da heyecanla izlenir hale geldi. Trakya'da tarım
kalıntılarını gün yüzüne çıkarmanın heyecanını
yaşıyoruz. Kazılar uzun yıllardır kesintisiz devam
ediyor. Bu yılki kazı çalışmalarımızda MÖ 6 binli
yıllara ait ilk tarım kalıntılarını gün yüzüne
çıkaracağız. Tarih öncesi kültürleri gün yüzüne
çıkarmak için çalışıyoruz."
Özdoğan, geçen yılki çalışmalarında tarımla
uğraşan ilk insanlara ait birçok bulguya
ulaştıklarını vurguladı.
Bulguların kendilerini heyecanlandırdığını
aktaran Özdoğan, "Geçen yılki çalışmalarımızda 6 bin
yıl önce de insanların süt ürünlerini kullandıkları
kesin olarak ortaya çıktı. Sütü kaynattıklarını
gördük. Kap kacak gibi birçok bulguya ulaştık" diye
konuştu.
Özdoğan, kazıların yaklaşık 3 yıl içinde
tamamlanacağını, bu dönemki kazılarda Aşağıpınar'ın
en alt tabakasına ulaşmayı hedeflediklerini
kaydetti.
- "Açık
hava müzesine dönüştürülecek"
Özdoğan, kazı çalışmalarının tamamlanmasının
ardından bölgenin açık hava müzesine
dönüştürüleceğini söyledi.
"Kültürel Miras Projesi" kapsamında
yapacakları açık hava müzesinin yanı sıra, bölgedeki
"samanlık müzeleri"nin sayısını arttırmak
istediklerini belirten Özdoğan, burada jeolojik
dönemden, cumhuriyet dönemine kadar olan yaşamın
anlatılacağını ifade etti.
Kırklareli
Kültür Varlıkları Derneği
Başkan Yardımcısı Atila Biçer de kazı
alanından elde edilen eserlerin maketleri ve MÖ 6
binli yılların yaşam tarzlarına ilişkin bulguların
sergilendiği samanlık müzelerinin, yerli ve yabancı
turistlerin ilgisini çektiğini belirtti.
İlginin her geçen gün arttığını anlatan Biçer,
"Aşağıpınar kazıları, Kırklareli'nin tanıtımı
açısında çok önemli. Kazıları tüm dünyada tanınmış
durumda" ifadelerini kullandı.
Radikal, Haber: Özgün Tiran, 27.04.2015
|
SURİYE'NİN TALAN HARİTASI

Rölyef (Sağ üstte) ve diğer tarihi eserler, ‘Hani’ kod adlı kaçakçı tarafından alıcı kılığındaki Independent muhabirine sunuldu. Kaçakçılar IŞİD yıkmasın diye heykelleri saklıyormuş.
Suriye’deki iç savaş tarih ve kültür mirasının da
yağmalanmasının yolunu açtı. Bu yağmanın en önemli
transit rotası Türkiye’den geçiyor. The Independent
gazetesinin son araştırma haberi, Gaziantep kentinin
kaçakçılığın merkezi haline geldiğini ve terör
gruplarının elde ettiği karları ortaya koydu.
Independent muhabiri Isabel Hunter, alıcı kılığına
girerek tarihi eser kaçakçılarıyla ‘antika
anlaşmalarının ana merkezi’ diye nitelediği
Gaziantep’te bir apartman dairesinde görüştü. Hunter
haberinde ‘Hani’ kod isimli kaçakçının
hiyerogliflerle kaplı 4 bin yıllık bir kireçtaşı
tabletini laptop çantasından sıradan bir eşyaymış
gibi çıkarttığını anlattı. Hunter, kaçakçıların
çoğunun Türk olmasına karşılık ‘Hani’nin Suriyeli
olduğunu ve ‘Londra’daki patronuna’ anlatması için
ellerindeki ‘hazineleri’ sergilemekten
çekinmediklerini ekledi. Hunter’a da 13. yüzyıldan
kalma Hıristiyan elyazmalarının fotoğrafları ile
Farmason ikonografisinin yer aldığı bir kitap
gösterilmiş. İki kaçakçıya bakılırsa elyazmaları şu
anda Almanya’da, kitap ise ‘İsveç’te turda’.
Kataloglar cepte
Risklerini azaltmak için kataloglarını cep
telefonlarına yükleyen kaçakçılar “Ne istiyorsanız
size buluruz. Sadece resimlere bakıp istediğinizi
söyleyin” demişler. Hunter, resimlerde deri ciltli
elyazmaları, Aramice ve Yunanca belgeler, Davut
yıldızının bulunduğu eşyalar, afrodizyak özellikleri
olduğu öne sürülen antik Mısır parfümlerini görmüş.
Aralarına katılan ‘Tarık’ isimli bir başka kaçakçı
ise dünyada sadece 30 örneği bulunduğunu öne sürdüğü
ve 300 bin dolar fiyat biçtiği Atina sikkeyi
göstermiş.
IŞİD’e yüzde 20
Kaçakçılar bu ticaret için IŞİD’den izin
aldıklarını aktarıyorlar. Bir kaçakçı, “Mücevher
yahut altın bulursak IŞİD yüzde 20 alıyor. Resmi
fiyat bu. İzni bir kere aldın mı tamam” deyip
ekliyor: “Heykel bulursak IŞİD onu yok edecek diye
saklıyoruz.”
Eski eseleri kaçırma rotalarına gelince; ABD
Dışişleri Bakanlığı ile Amerikan Oryantal
Araştırmalar Okulu’nun desteklediği Suriye Mirası
Girişimi (SHI) milyonlarca dolarlık bu kaçakçılığın
durdurulması için daha sıkı kontrol için uğraşıyor.
Sahte belge İtalya’dan
SHI’dan Michael Danti, eserlerin bir kere
Türkiye’ye getirildikten sonra Mersin, Antalya yahut
İzmir’den çıkarıldıklarını söylüyor. Danti, Kıbrıs
üzerinden çıkarılanların sahte belgelendirmelerinin
İtalya, Yunanistan ve Portekiz’de yapıldığını
belirtiyor. BM, Suriye’nin tarih mirasının
yağmalanmasını ‘kültürel soykırım’ diye
nitelemişken, kültürel kurumlarla Interpol’ün
çabaları da işe yaramıyor
Cumhuriyet, 27.04.2015
|
KAUNOS ANTİK KENTİNE ZİYARETÇİ İLGİSİ

Muğla'nın Ortaca
İlçesi'ne bağlı Dalyan
Mahallesi'nde bulunan Kaunos antik kenti, yerli ve
yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Dalyan'dan hareket eden tur tekneleri
ile yaklaşık 10 dakika süren yolculuktan sonra antik
kente giden yola ulaşan ziyaretçiler, ağaçlarla
kaplı yolda yaklaşık 15 dakika kadar yürüdükten
sonra ulaştıkları antik kentte 3 bin yıl öncesine
yolculuğa çıkıyor.
Ziyaretçiler, antik kentte 2 bin 400 yıllık kaya
mezarları, 5 bin kişilik tiyatro, bazilika, hamam,
agora ve Demeter Kutsal Tapınağı ile bin 300 yıllık
mozaiklerin bulunduğu alanları gezebiliyor.
Muğla Valisi Amir Çiçek, bölgedeki antik
kentlerde kazı yapan heyetlerin başkanları ve Muğla
Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim elamanları ile
antik kenti gezerek, kazı başkanı Prof.Dr. Cengiz
Işık'tan çalışmaları hakkında bilgi aldı.
Işık, antik kentin Karya ve Likya bölgelerine
komşu bir konumda antik bir yerleşim yeri olduğunu
söyledi.
Antik kentte bu sezonki kazıların haziran ayında
başlayacağını bildiren Prof.Dr. Işık, buranın,
tarihe ışık tutan ören yerleri arasında bulunduğunu
kaydetti.
Kentin farklı bir restorasyon şekli bulunduğunu
vurgulayan Işık, "Bir binayı olduğu gibi farklı
malzemeler kullanarak ayağa kaldırmayı değil, daha
çok algılanabilir bir konuma getirip
insanlara sunmaya amaçlıyoruz. Amacımız restorasyon
çalışmaları ile antik çağda o binanın işlevinin ne
olduğunu insanlara anlatabilmek" diye konuştu.
Kentteki en önemli eserlerden birinin antik çağın
Protogenes Exedrası olduğunu anlatan Prof.Dr. Işık,
çalışmalarda exedraya ait postament, koltuk gibi
bloklarının mermer yama yapılarak restore edildiğini
ve muhafaza altında tutulduğunu dile getirdi.
Işık, exedranın özellikle antik çağda agoralarda,
kutsal alanlarda önemli ailelerin heykellerini
taşıyan çok farklı oturma grupları olduğunu söyledi.
Kaunos antik kentinin
Anadolu kentleri arasında çok önemli bir yeri
olduğuna işaret eden Işık, şöyle konuştu:
"Çünkü bu kadar çok exedranın bulunduğu bir başka
ören yeri yok. Exedraların asıl zenginliğini bize
anlatan ise her birinin üzerinde durduğu bronzlar.
Kaunos'ta yüzlerce heykel kaidesi var, hepsi bronz
ama maalesef
bugün elimizdeki bir tek baş parmak bronz örneği
hariç eser bulunmuyor. Tek tanrılı dine geçişten
sonra Kaunoslular için bronzların önemi kalmamış.
Buradaki bronz heykelleri eriterek kap kaçak,
silah ham maddesi; mermer heykelleri de kireç
yapmışlar. Bunların izleri halen Kaunos antik
kentinde var."
- Muğla'da en çok ziyaret edilen ilk 3 ören
yerinden biri
Vali Çiçek ise Dalyan Mahallesi'nin sahip olduğu
tarihi ve kültürel özelliklerle turizme çok önemli
katkısının bulunduğunu dile getirdi. Bölgenin her
yıl yaklaşık 800 bin kişi tarafından ziyaret
edildiğine dikkati çeken Çiçek, Kaunos antik
kentinin de yerli ve yabancı ziyaretçiler
tarafından Muğla'da en çok ziyaret edilen ilk 3 ören
yeri arasında bulunduğunu belirtti.
Antik kentin, UNESCO'nun geçici miras listesinde
yer aldığını hatırlatan Çiçek, kentin bu yönüyle de
dikkat çektiğini ifade etti. Çiçek, bölgedeki 2 bin
400 yıllık kaya mezarlarının da koruma altında
olduğunu vurguladı.
Öte yandan Kaunos
antik kentini geçen yıl 52 bin
673 kişinin ziyaret ettiği öğrenildi.
- Kaunos Antik Kenti
Kaunos antik kenti, bir mitosa göre Miletos'un
ikiz çocuklarından biri olan Kaunos
tarafından Karya-Likya sınırında kuruldu. Antik
çağda liman kenti olan Kaunos, günümüzde kıyıdan
hayli içeride bulunuyor.
Arkaik, klasik,
Hellenistik, Roma ve Bizans
dönemlerinde yerleşim bulunan
kent , daha sonra terk edilmiştir.
Radikal, 27.04.2015
|
PARİON ANTİK KENTİ - ŞAPEL TEPESİ ÇEVRE DÜZENLEME VE
ÜST ÖRTÜ PROJESİ

Göze Üner Mimarlık'ın Parion
antik kentinde sürdürdüğü Şapel Tepesi Çevre
Düzenleme ve Üst Örtü Projesi rölöve çizimleri 2014
yılında Koruma Kurulu'ndan onay aldı. Avan
projesiyle de olumlu görüş alan ofis, en kısa
zamanda uygulama projesine başlayacak.
Göze Üner projeyi anlatıyor:
Erken Bizans
Bazilikası (Sevgililer Şapeli)
Şapel kalıntıları, Kemer Köyü yerleşiminin
batısında, Marmara Denizi'ne uzanan tepenin
üzerindedir. Bu tepeden, doğuda köyün tamamını
ve Parion Antik Kent merkezinin yaslandığı
sırtı, köy içinde kalan nekropolü ve limanı
görmek ve aynı zamanda kuzeye ve batıya açılan
deniz manzarasına hakim olmak mümkündür.
Kalıntılara ilk olarak 2010 yılında bölgede
kurulan termik santral alanında kontrol amaçlı
yapılan kazılarda ulaşılmıştır. 2011 ve 2012
yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı Parion
Kazı Başkanlığı tarafından yürütülen bilimsel
kazılarda MS 8. ve 9. yüzyıllara tarihlenen
kalıntıların tamamı ortaya çıkarılmıştır.
Yüzeydeki kalıntılar yaklaşık 160m2'lik
bir alana yayılmakta ve moloz taş ve tuğladan
örülmüş, yükseklikleri 40-224 cm arası değişen
duvarlar ve zeminde yer alan tuğla kapaklı
mezarlardan oluşmaktadır. Kazıyla ortaya
çıkarılan duvarlar büyük olasılıkla yapının
temel seviyesinden döşeme kotuna kadar olan
bölümüne aittir.
Yapının doğusunda, dış yarı çapı yaklaşık 4 m
olan dairesel apsis ve batısında, ölçüleri 7,20
m x 15,11 m dikdörtgen plan şemasında yer alan
duvar kalıntıları vardır. Orta bölümde mezarlar
ve çevrelerinde örülmüş tuğla duvarlar
bulunmuştur. İki iskeletin birbirine sarılmış
olarak bulunduğu ve yapının bölge halkınca
"Sevgililer Şapeli" olarak anılmasına neden olan
mezar da bu bölümdedir.
Bozulmalar ve Müdahale Önerileri
Yapının plan bütünlüğünün kazıdan önceki
tahribatlarla bozulduğu ve çevresel etmenlerle
birlikte bitkilenme, toprak birikimleri yanısıra
moloz taş ve tuğla duvar örgülerinde yapı
elemanı, derz ve harç kayıpları, yapı
malzemesindeki yüzey bozulmaları ve parça
kayıpları görülmektedir. Duvar örgülerindeki
yapım tekniğine ve sağlam olmayan zemine bağlı
yapısal sorunlar da saptanmıştır.
İlk etapta, bitki temizliğinden sonra kuru
veya harçlı temel destek duvarları örülmesi
önerilmektedir. Sonraki aşamada, üst örtü
yapılması durumunda harçlı müdahalelere gerek
görülmeyebilir. Üst örtü yapılmadığı durumda,
duvarlarda kuru temizliği takiben
capping/harpuştalama yapılmalıdır. Boşalan derz
dolguları uygun harçla doldurulmalı, duvarlar
yağmur, rüzgar, kar vb. hava koşullarının ortaya
çıkaracağı hasara karşı sağlamlaştırılmalıdır.
Zeminler eşit bir kota kadar homojen çakılla
doldurulmalı, duvarların okunması
kolaylaştırılmalıdır. Duvar örgüsüne yeni
eklenecek olan malzemeler sıva filesi ile
sarılmalı, özgün malzemeden bu biçimde
ayrıştırılmalıdır. Capping ve derz harcı
istenilen doku oluşturulana kadar önce örnek
duvarlarda denenmelidir. Yapılan müdahaleler
yerinde fotoğraflarla ve çizimlerle
belgelenmelidir.
Parion Şapel Tepesi Çevre Düzenleme ve Üst
Örtü Projesi, kültür mirasının korunmasını,
yaşatılmasını ve arkeolojik alanların
sürdürülebilir gelişimini amaçlamaktadır. Üst
örtü, arkeolojik çalışmanın sürdürülmesine
olanak sağlamak üzere geçici bir çözüm olarak
tasarlanmamıştır ve çevresinde sürdürülen
arkeolojik bir çalışma yoktur. Kazısı
tamamlanmış bir alanda, bir çekim odağı
oluşturmak ve arkeolojik buluntuların müzeye
kaldırılmadan yerinde sergilenmesi için bir
arayüz olarak gerekçelendirilmiş ve
tasarlanmıştır. Şapelin kent dokusundan bağımsız
ve topografik olarak avantajlı konumunun ortaya
çıkardığı bağlamda, doğa manzarası içinde tekil
üst örtünün yapısal bir öğe olarak öne çıkması
bilinçli olarak tercih edilmiş; vadi tabanında
yer alan yerleşimden şapel tepesiyle kurulan bir
görsel bağlantı tasarlanmıştır.
Çevre düzenleme projesi, eğimli topoğrafyanın
geometrisiyle biçimlenen birimleri bir dolaşım
aksıyla bağlar ve arkeolojik kalıntıların
çevresinde bir yaşam alanı tanımlar. Şapel-Müze,
kafe, çocuk birimi, seyir terası ve açık hava
tiyatrosu, Kemer Köyü plajından gelen patikayla
birbirine bağlanmaktadır. Yamaç üzerinde
birbirinin manzarasını kapatmadan yerleştirilen
hafif strüktürler farklı kullanım alanları
oluşturacaktır. Şapel tepesi, yazları bölgede
artan nüfusla birlikte yerel kullanıcıların ve
turist gruplarının açık havada vakit
geçirebileceği ve bölgedeki arkeolojik
çalışmalarla ilgili bilgi edinebileceği bir odak
noktası olacaktır.
Yapılar derin temelleri olmayan çokgen planlı
hafif çelik ve ahşap kafesler olarak
tasarlanmıştır. Kalıntıların çevresindeki
dolaşım alanında cam yüzey üzerinde ve
ekranlardan arkeolojik araştırmalarla ilgili
bilgi verilmesi planlanmaktadır.
Proje hayata geçirildiğinde eğlenceli
eğitsel, sosyal ve kültürel etkinliklerle
arkeolojik alanın korunarak ve kullanılarak
yaşatılması, Kemer Köyü, Parion ve şapel
tepesinin ziyaretçilerin uğrak yeri haline
gelmesi, turizmin artması, çevredeki öğrencilere
düzenli bilgi ve eğitim verilerek kültür
bilincinin yükselmesi hedeflenmektedir.
Alanın yaşatılması için kurumsal kimlik
çalışmasıyla yönlendirilecek logo ve broşürler
tasarlanması, sosyal alan için programlar
hazırlanması, konserler, film gösterimleri,
konuşmalar gibi organizasyon çalışmaları
yürütülmesi, okullarla gezi organizasyonları
yapılması, alanın tur programlarına eklenmesi
beklenmektedir.








Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 27.04.2015
|
PİRAMİT TÜRBE KADERİNE TERK EDİLDİ

Muğla Marmaris
İlçesi'nde piramite benzeyen tarihi
türbe ilgi bekliyor. Söğüt mahallesindeki 300 yıllık
olduğu sanılan mezarın duvarları delindi. Taşları
patates tarlasına götürüldüğü öne sürülen mezarın
keçilerin barınağı haline geldiği iddia edildi.

Marmaris’e 60 kilometre mesafedeki Söğüt
Mahallesi’nde 300 yıllık olduğu tahmin edilen
piramit türbenin mermer taşları patates tarlasına
duvar olarak örüldüğü öğrenildi. Karayolu bulunmayan
ve yürünerek 10 kilometrelik patika yoldan
ulaşılabilen yapının içinin ve çevresinin
defineciler tarafından kazıldığını öne süren
köylüler, “Biz türbe olduğunu sanıyoruz ve bu yüzden
burada yağmur duası yaptık. İçindeki mezarın kime
ait olduğunu bilmiyoruz. Burasıyla ilgilenen
olmayınca bu hale geldi. Tenha bir yerde olduğundan
kazılmasını ve talan edilmesini de gören olmuyor”
dediler.
Deniz kenarında muhteşem bir koyun eteğine yapılmış
piramit türbeyle ilgili müze ve Muğla
Üniversitesi’nin Arkeoloji bölümü tarafından bir
bilgiye sahip olunmadığı öğrenildi.

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ)Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Adnan Diler, yapıyla ilgili bu güne kadar herhangi bir araştırma yapılmadığı için bilgi sahibi olunamadığını söyledi. Diler, “Yapı içindeki mezar, dönemin önemli şahsiyetlerinden birine ait diye düşünüyoruz. Mimarisi çok yaygın değil. Bir benzeri de Bodrum’da var. Yapılacak bir araştırmanın ardından bilgi sahibi olunabilir” dedi.
Öte yandan 2 yıl önce Marmaris’in Turgut Köyü'nde
bulunan ve halkın türbe zannederek yıllardır gidip
dua ettiği "Çağ Baba"nın, MÖ 2’nci yüzyılda
savaşçı Diagoras ve karısı Aristomakha için yapılan
piramit mezar olduğu ortaya çıkarılmıştı.Bölgede
atıl durumdaki piramit mezar ve türbelerin turizme
kazandırılması bekleniyor.

Hürriyet, 27.04.2015
|
RUMELİ AÇIK HAVA TİYATROSU'NUN SAHNESİNDE YÜKSELEN
MESCİT
Fatih Sultan Mehmet'in
İstanbul'un fethinden önce yaptırdığı ve günümüzde
açık hava tiyatrosu olarak kullanılan Rumeli
Hisarı'nın restorasyonu sırasında açığa çıkan 15.
yy'dan kalma minare mescide dönüştü.

Sene başında haberlere konu olan Rumeli
Hisarı'ndaki mescit inşaatında yapı ortaya çıktı.
Restorasyon çalışmaları sonrasında, İstanbul 3
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu ortaya çıkan minare gövdesi, duvar ve sarnıç
kalıntılarının mevcut durumlarıyla muhafaza
edilmesini onaylamış ve mescit 1. grup kültür
varlığı olarak tescil edilmişti.
Kurulun 6 Temmuz 2009 tarihli kararında şu
ifadelere yer verilmişti:
Rumelihisarı'nda tarihi Boğazkesen Mescidi
yerinde bulunan platform ve tiyatro alanının
2009 yılı sonuna kadar haftada maksimum 1 (bir)
faaliyet ile sınırlandırılarak ve hiçbir şekilde
aşılmamak, izleyici sayısını en fazla 1000 (Bin)
ile sınırlamak kaydıyla tiyatro, stand-up,
konferans, seminer, oda müziği (klasik müzik ve
Türk sanat müziği) gösterileri için; yüksek
güçlü ses düzeni kullanılmamak, izleyici
hareketlerinden oluşan titreşimi en aza
indirgeyecek önlemleri almak, tiyatro alanı
dışında burç ve duvarlar üzerinde hiçbir
izleyicinin bulundurulmamasına dikkat etmek ve
yapıda ve tarihsel kalıntılara zarar verebilecek
veya görünüşü engelleyebilecek afiş vb.
elemanların kullanılmaması kaydıyla yukarıda
belirtilen kültürel faaliyetlerin
Rumelihisarı'nın toplumsal açıdan tanıtımı ve
benimsenmesini sağlamak amacı ile (sınırlı süre
ve izleyici için) gerçekleştirebileceğine (...)
karar verildi.

Fakat, kurul kararının ardından İstanbul
Büyükşehir Belediyesi 18. yüzyılda yıkılan tarihi
mescidin tekrar inşası için çalışmalara başlamıştı.
İbrahim Ethem Gören'in Dünya Bülteni'nde belirttiği
üzere, 2013 yılında İBB ile İstanbul Kubbe Derneği
arasında inşaat sözleşmesi yapıldı ve ardından
çalışmalara başlandı:
Restorasyon projesi kapsamında
Rumelihisarı'nda ilk olarak sarnıç duvarları ve
derz yapımı tamamlandı. Ardından da sarnıç
üzerindeki ahşap döşeme kirişleri
yerleştirilerek, sarnıcın üst kotunda yer alan
mescit ana duvarlarının inşasına başlandı. Mayıs
2015'te tamamlanması öngörülen mescit için açık
hava tiyatrosunun olduğu alan saç levhalarla
kapatıldı.
"Mimarlık üzerinden ideolojik bir inatlaşma
yaşanıyor"
İBB'nin kendi sitesinde mevcut durum ile ilgili
bir bilgi yer almasa da eski tarihli proje
sayfasında rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projesi ile ilgili olarak, Koruma Kurulu kararında
yeterli görsel bilgi sunulmadığından 2006 yılında
onay işleminin gerçekleşmediği bilgisi yer alıyor.
Geçtiğimiz Şubat ayında ise, şehir plancısı Ayşegül
Başak Kutlu'nun Agos'a verdiği demeçte restitüsyon
projesinin varolmadığı anlaşılıyor. Kültürel
etkinlikler için kullanılan tarihi sit alanında
hangi verilere dayanarak yapıldığı bilinmeyen mescit
ile ilgili Uğur Tanyeli şöyle demişti:
Buradaki mesele kamusal bir sanat alanını yok
ederek mahallesi ve cemaati olmayan bir yere
mescit yapmaya çalışmaktır. Mimarlık üzerinden
ideolojik bir inatlaşma yaşanıyor. Hisardaki
tiyatro alanı 50 yılı aşkın süredir sanatsal
etkinlikler için kullanılıyordu. Kapısında bilet
kesilen bir müzeye insanlar ibadet için mi
gidecek? Rumeli Hisarı'nın birkaç adım
ilerisinde 18. yüzyıldan kalma bir mescit
varken, tiyatro alanına dini eser yapmak alenen
ideolojik bir davranıştır.
Son tahlilde, yine gizli olarak yürütülen bir
projenin ürünü olan mescit hem fiziksel varlığının
kriterleri hem de sahip ola(maya)cağı kamusallığı
ile tartışmaların odak noktasında olmaya devam
edecek. Ama inşaat neredeyse bitti.
Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 27.04.2015
|
100 MİLYON YILLIK 'DİNOZOR YOLU' BULUNDU

Kanada’da dinozorların
kullandığı sanılan 115 ila 117 milyon yıllık olduğu
tahmin edilen yüzlerce dinozor ayak izinin olduğu
bir yol güzergahı keşfedildi.
Tumbler Ridge Paleontoloji Araştırmaları Merkezi
Müdürü Rich McCrea, yaptığı açıklamada, ''dinozor
otoyolu'' olarak tanımladığı bölgenin dünyadaki en
büyük dinozor izlerinin olduğu bölge olabileceğini
bildirdi.
British Colombia eyaletine bağlı Williston Lake
bölgesinde bulunan ve 3 futbol sahası büyüklüğündeki
kayalık bir alana yayılan dinozor ayak izlerinin,
etobur ve otobur dinozor türlerine ait olduğunu
ifade ederek, değişik hayvanlara ait izlerle 20'den
fazla gidiş-geliş güzergahı saptadıklarını duyurdu.
Dünyada bu büyüklükte bir bölgenin olmadığını
savunan McCrea, burasının bir an önce koruma altına
alınması çağrısında bulundu.
Vatan, 27.04.2015
|
PICASSO'NUN ESERİ REKORA HAZIRLANIYOR
Dünyanın en önemli müzayede evlerinden Christie’s
Müzayede Evi, 11 Mayıs’ta New York’ta gerçekleşecek
‘Geçmişi Beklemek’ adlı akşam müzayedesinde toplamda
500 milyon dolarlık satış yapılmasının planlandığını
duyurdu.
Empresyonist, modern,
savaş sonrası ve çağdaş resimler arasından seçilmiş
35 lotun satışa çıkacağı müzayedenin en pahalı
parçası Katalan ressam Pablo
Picasso’nun “Women of Algiers (Version O)” adlı
tablosu. 140 milyon dolara satılması beklenen tablo
bu fiyatın üzerine çıkarsa 2013’te 142 milyon 405
bin dolara satışı gerçekleşen ve bir müzayedede
satışı gerçekleşen en pahalı sanat eseri olma
rekorunu elinde tutan Lucien Freud üçlemesinin
rekorunu kırabilir. Giacometti’nin “Pointing Man”
adlı tablosu da 130 milyon dolardan aynı müzayedede
satışa çıkacak.
Milliyet, 26.04.2015
|
1400 YIL ÖNCE YAŞAMIŞ GÖKTÜRK ASKERİ BULUNDU
Altay Dağları’nda gerçekleştirilen
arkeolojik kazı çalışmalarında elde edilen
buluntularda 7. yüzyılda yaşadığı düşünülen Türk
askerine ait insan kemikleri bulundu. Mezardan
askere ait yay, ok, sadak, kılıç ve at kemikleri de
çıkarıldı. Bilim insanları, Göktürk olabileceği
belirtilen askerin 40 yaşlarında olduğunu belirtti.

Uluslararası Türk Akademisi’nin ortak Türk
tarihi yazımına yönelik yürüttüğü, Kazak
arkeolog Prof.Dr. Zeynolla Samaşev’in
yönetiminde gerçekleştirilen kazılarda eski Türk
asker ve ozanının mezarı bulundu. Azerbaycan,
Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin 2012’de
Bişkek’te imzaladığı anlaşmayla kurulan Türk
Akademisi’nin “Batı Türk Kağanlığı’nın Devlet
Yapısı” saha çalışması çerçevesinde yürütülen
kazı çalışmalarında bulunan insan kemiklerinin
7. yüzyılda yaşamış Türk bir askere ait olduğu
belirtildi.
İlk ekspertiz çalışmalarına göre askere ait yay,
ok, sadak, kılıç ve at kemikleri bulundu.
Karakaba Nehri’nin yaklaşık 500 metre
yakınındaki kazılarda Türk halklarının ortak
müzik enstrümanı kopuza benzeyen yeni bir müzik
aletine de rastlanması kazı çalışmalarının en
heyecan verici keşiflerinden biri oldu. Prof.Dr. Samaşev’in ekibi, daha önce de Kazakistan’ın
en doğu ucunda yer alan Altay yamacındaki
Berel’de Türk ve Altay kültüründe kutsal mezar
ve türbe anlamına gelen kurgan ortaya
çıkarmıştı.
Aydınlık Gazetesi, 25.04.2015
|
VAHDETTİN KÖŞKÜ'NÜN MOBİLYASI ALTIN KAPLANDI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için
İstanbul'da restore edilen Vahdettin Köşkü'nün iç
dekorasyonunda ipek ve 24 ayar yaprak altın
kullandığı ortaya çıktı.
Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın maliye
gündemden hiç düşmezken,
Recep Tayyip Erdoğan için İstanbul Çengelköy'de
yenilenen Vahdettin Köykü'nün de Ak-saray'dan geri
kalmadığı ortaya çıktı.
Sözcü Gazetesi'nin haberine göre
Vahdettin Köşkü'nün iç dekorasyonu için yapılan
çalışmalara ulaşıldı. Özellikle koltuk, sedir ve
sehpalar tarihi eser statüsündeki örneklerine
bakılarak yenilendi. Bu yenilemelerde 24 ayar yaprak
altın ve ipek kullanılarak yapılan süslemeler dikkat
çekti. Yenilenen salon takımlarında birinci sınıf
fırınlanmış gürgen ağacı kullanıldı. Oyma üzerleri
de 24 ayar
altın varaklarla işlendi.
KUBBE
SONRADAN EKLENDİ
Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı Sultan
Vahdettin'in şehzadelik döneminden kalan 50 dönümlük
arazi içindeki köşkün restorasyonu tamamlandı.
Köşkün en karakteristik özelliği olan "Soğan başlı
kubbesi" eleştiriler üzerine sonradan eklendi ancak
aslına uygun olmadı. Betonarme dönüşen ahşap yapının
çevresine helikopter pisti ve otopark alanı yapıldı.
300'e yakın ağaç seyreltilerek yapının çevresi
yüksek duvarlarla çevrildi.
ORTAYLI
ELEŞTİRMİŞTİ
Prof.Dr. İlber Ortaylı, "Restorasyonu hiç
beğenmiyorum. Tarihi realiteye mimari kurallara
sadık olmadığını herkes biliyor." demişti.
Sözcü, 25.04.2015
|
KURUL KALESİ TURİSTLERİN GÖZDESİ

Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ilk arkeolojik kazısı
olma özelliğini taşıyan, 2300 yıl önce Pers
İmparatorluğunun Amasya merkezli eyaletin kralı 6.
Mithriadat dönemine ait olduğu tespit edilen tarihi
Kurul Kalesi yerli ve yabancı turistlerin gözdesi
oldu.
Dönemin Ordu Valisi Orhan Düzgün’ün çabalarıyla
başlatılan ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ilk
arkeolojik kazası olma özelliğini taşıyan Kurul
Kalesi’nde yapılan kazı çalışmalarında tepe adaları,
giriş kapısı, dinsel ve kültsel alanlar, seramik,
sikke, ok ucu, tanrı ve tanrıça büstleri ve birçok
eser ortaya çıkarılırken, bölge yerli ve yabancı
turistler tarafından büyük ilgi görüyor.
Mülkiyeti halen Ordu Büyükşehir Belediyesi’nde
olan ve 2015 yılında devam edecek kazılar için 1
milyon liralık ödenek ayrılan tarihi Kurulu
Kalesi’nin Doğu Karadeniz’in antik döneme ait tarihi
açısından büyük merak uyandırdığını belirten Ordu
Kültür ve Turizm Müdürü Uğur Toparlak, "Kurul
Kalesi, 2300 yıl önce 6. Mitridat döneminde Amasya
merkezli krallığın Anadolu'daki kalelerinden,
garnizonlarından biri.
Bu kale bölgedeki ticareti aktiviteyi, tarımı,
güvenliği sağlıyordu. Aynı zamanda krala ordu
besleyecek, ordu yetiştirecek nüfusu burada
besliyordu. MÖ 1. yy başlarında kale yakılarak ele
geçirilmiş ve ondan sonra burada yerleşim olmamış.
Kazılarda günümüzden 2300 yıl öncesine uzanan
arkeolojik buluntulara rastladık. Bölge yerli ve
yabancı turistler tarafından büyük ilgi görüyor.
Kurul Kalesi’ndeki kazı çalışmalarının devam edecek
olması oldukça sevindiricidir” dedi.
İHA, Haber: Metin Akyürek, 25.04.2015
|
BURSA'DA 7000 YILLIK MEZAR TAŞI BULUNDU

Bursa'nın İnegöl
İlçesi'ne bağlı Çitli
Mahallesi'nde ikamet eden köylüler dere yatağında
bir kısmı yüzeye çıkan tarihi mezar taşı buldu.
Durumu jandarmaya haber veren köylülerin ihbarı
üzerine bölge güvenlik çemberi altına alınarak
çalışma başlatıldı.
Belediye ekiplerinin dere yatağının yönünü
değiştirmesi ile başlayan 5 saatlik çalışma sonucu
köylüler tarafından bulunan tarihi eser mezar taşı,
bulunduğu yerden başarılı bir şekilde çıkarıldı.
Dere yatağından çıkarılan mezar taşı jandarma
ekipleri tarafından koruma altına alınırken, bulunan
mezar taşının yaklaşık 7000 yıllık ve bir kral
mezarına ait olduğu iddia edildi.
Ancak ilk yazının çivi yazısı olduğu ve Sümerler
tarafından 3500 yılında icat edildiği göz önünde
bulundurulunca bu rakam vatandaşlar tarafından biraz
abartılı bulundu.
Bursa'da Bugün, 25.04.2015
|
MAMUTLAR DİRİLİYOR MU?

Farklı türleri son buzul çağında Kuzey Amerika, Avrupa,
Asya ve Afrika’da yaşamış ve nesli tükenmiş
mamutların gen haritası çıkarıldı.
İsveç’in başkenti
Stockholm’deki Doğa Tarihi Müzesi’nden bilim
insanı Love Dalen’in de aralarında bulunduğu
araştırma ekibi, haritayı çıkarmak için 2
mamutun yumuşak doku örneği ile bir diş
kullandı.
Mamutlardan
birinin 45 bin yıl önce Sibirya’nın
kuzeydoğusunda, diğerinin de 4 bin 300 yıl önce
Rusya’nın Wrangel Adası’nda yaşadığı
belirtildi. Araştırma ekibi, gen haritasını
çıkarmaktaki amaçlarının ‘mamutları yeniden
canlandırmak’ olmadığı yönünde görüş bildirdi.
Ancak mamutları
yeniden canlandırmak istediği bilinen, merkezi
San Francisco’da bulunan Long Now Foundation
örgütü, bu son gelişmeyle birlikte amaçlarına
bir adım daha yaklaşmış oldu.
‘ETİK BULMUYORUM’
Bilim insanı Love
Dalen, mamutun ilk eksiksiz DNA diziliminin,
nesli tükenmiş bu hayvana yeniden vücut
buldurmak isteyenlere yardım edebileceğini
belirtti.
Dalen prensipte,
yaşayan bir mamutun nasıl hareket ettiğini
görmenin çok eğlenceli olabileceğini belirtse de
bunu etik bulmadığını da vurguladı.
Hürriyet, 24.04.2015
|
AHTAMAR KİLİSESİ DAHİL TÜRKİYE'DEN 10 VARLIK DÜNYA
MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NDE

Kültür Bakanı Ömer Çelik, aralarında Ahtamar
Kilisesi, Yıldız Sarayı, Aspendos Antik Kenti,
Dağlık Frigya, Uzun Köprü ve İsmail Fakirullah
Türbesi’nin de bulunduğu 10 kültürel ve doğal
varlığın, UNESCO
Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girdiğini
söyledi.
Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dün
müjdeli bir
haber aldıklarını belirterek
Türkiye ’den 10 eserin daha UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi’nde yer aldığını bildirdi.
Bu eserlerden birinin Ahtamar Kilisesi olduğunu dile
getiren Çelik, diğerlerinin Antalya’daki Aspendos
Antik Kenti, Yıldız Sarayı, Muğla’daki Stratonikeia
Antik Kenti, Kütahya-Eskişehir-Afyon’u kapsayan
Dağlık Frigya Bölgesi, Edirne’deki Uzun Köprü,
Siirt’teki İsmail Fakirullah Türbesi, Bolu’daki
Mudurnu Tarihi Ahi Kenti, Amasya’daki Harşena Dağı
ve Pontus Kral Kaya Mezarları ve Kahramanmaraş’taki
Eshab-ı Kehf Külliyesi olduğunu aktardı.

Aspendos Antik Kenti
Çelik, “Böylece UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici
Listesi’ndeki eser sayımız 62’ye yükselmiş oldu.
Biliyorsunuz bu geçici listedeki eserlerden her sene
biri ‘doğal sit’ biri ‘kültürel’ alan olmak üzere 2
alanı önerebiliyoruz. Bunun dışında geçici listeden
ana miras listesine geçmek için başka dosya
veremiyorsunuz bir yılda” diye konuştu. Bu
bağlamdaki dosyaların daha kapsamlı ve zor olduğunu
ifade eden Çelik, bundan sonra geçici listede
bulunan 62 eserden kalıcı miras listesine
gireceklerin tespit edilmesi için çalışma
yürüteceklerini bildirdi.
“Akdamar’ın alınması özel mesaj oldu”
Ahtamar Kilisesi’nin bu yıl geçici listeye
alınmasının “bir nevi özel mesaj olduğunu” dile
getiren Çelik, “Geçici listeye 10 eserin girmesi
beni çok sevindirdi ama Akdamar’ın girmesi de benim
açımdan daha sevindirici oldu. Akdamar biliyorsunuz
hükümetimizin izniyle Ermenilerin ayinine açılmıştı.
Hatta dün de bir ayin izni verdik orada dünya barışı
için dua eden bir topluluğa. Özellikle Akdamar’ın
geçici listeye alınması bugünlerde başlatılan Ermeni
diasporasının kampanyasının etkisinde kalan yabancı
parlamentolara örnek ve mesaj olması gereken bir
şey” ifadelerini kullandı.
Radikal, 24.04.2015
|
ARAZİ SAHİPLERİ PEDASA ANTİK KENTİNE SAHİP ÇIKTI

Bodrum’un ünlü
tarihi mekanlarından biri olan Pedasa antik kentinin bakımsız ve çöplerle dolması nedeniyle
bölgenin bir kısmının tapulu sahibi olan vatandaşlar
duruma el attı.
Pedasa
antik kentinin giriş bölümüne ‘Burası Özel Mülktür’,
Burada Piknik Yapmak ve Alkol İçmek Yasaktır’ gibi
tabelalar asan tapu sahipleri, bölgeyle kimsenin
ilgilenmediği için bu yolu seçtiklerini
belirterek”Kimse yanlış anlamasın, bölgeyi gezmek
isteyen tarih severler ve turistler her zaman
geçebilirler. Sadece araba ile girmek, piknik yapmak
ve alkol içilmemesini istemiyoruz” dediler.
Pedasa
antik kentinde kazı çalışmalarını yürüten ekip başkanı
Muğla ÜniversitesiEdebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler
ise bölgede arazisi olan vatandaşları haklı
bularak”Pedasa antik kenti ile ilgili yazışmalarımız
devam ediyor. Bakanlığımızda konuyla yakından
inceleniyor. Sorunlar en kısa zamanda çözülecek”
dedi.
BAHÇE ÇİTLERİ
KIRILIP MANGAL YAKILMIŞ
Bölgedeki kazı
çalışmalarından sonra çıkan tarihi alanların dışında
yaklaşık 170 dönüm arazisi bulunan vatandaşlardan
hisse sahiplerinden Osman Yürüklü”Burayı kesinlikle
tamamen kapatmış değiliz. Sadece buraya gelip piknik
yapan, alkol alan ve geceleri uygunsuz davrananlar
için bu yolu izledik. Burayı 2007 yılında hocamız
Adnan Diler ve ekibi için Bodrum’un tarihi
güzelliklerinin çıkması için kullanıma açtık. Ancak
son birkaç aydır kazı ekibi de burada olmayınca
ortalık çöplerden geçilmez hale gelmiş. Buradaki
evimizin camları kapıları kırılmış. Bahçe çitlerimiz
kırılıp mangal yapmak için kullanılmış. Buradaki
yolda kesinlikle kamulaştırılmamış durumda. Bu yol
buradaki çalışmalar için açıldı ve böyle kaldı. Bu
yolun bulunduğu alan tamamen bizim tapulu
arazimizdir. Burada ki bina tamamen bize ait. Biz bu
binayı sadece Kültür Bakanlığı’na ve Adnan hocaya
kazılar boyuncu kazı ekibinin dinlenmesi için
verdik”.
“ARAZİMİZİ TALAN
EDİYORLAR”
Arazilerinin talan
edildiğini belirten Osman Yürüklü şunları söyledi:
“İnsanlar arazimizi
kendi malları gibi kullanıyorlar. Mangal yapıyorlar,
ağaçları kesiyorlar, zeytinlerimizi topluyorlar,
toprak ve taşları alıp götürüyorlar, silah atanlar,
intihar edenler, uygunsuz davrananlar yani
kontrolsüz bir yer oldu burası. Bundan sonra
arazimize sahip çıkacağız. Sit alanı demek malımızın
hor kullanılması demek değildir.
“EVİMİZİ KIRIP
DÖKÜYORLAR”
Osman Yürüklü,
arazileri içinde bulunan eski taş evlerinin kapı ve
pencerelerinin de kırıldığını belirterek “Kültür
Bakanlığı kapıda duran bekçiye araziyi koruması
için, araba geçmemesi için, ağaç kesilmesin, mangal
yapılmasın gibi hiçbir talimat vermemiştir. Bu
yüzden bekçi hiçbir şey yapmamaktadır çünkü
kendisinin yetkisi yok. Bu yüzden elini kolunu
sallayan herkes arazimize giriyor. Orman içinde
mangal yapıp alkol alıp çevreyi talan ediyorlar.
Geçen geldiğimde kapıya tekme atılarak kırılmış,
pencerenin camlarını kırılmış bulduk” dedi.
ESKİ BELEDİYE
PERSONELİ KENDİ MALI GİBİ KULLANMIŞ
Arazilerinin
korunduğunu düşünerek uzun süre araziye
gitmediklerini belirten Osman Yürüklü sözlerine
şunları da ekledi:
“Buradaki
çalışmaların devam ettiğini sanarak arazideki
evimize uzun sürede bir geliyorduk. Ancak en
geldiğimizde kapı ve pencereler kırılınca, çitler
mangal yapmak için sökülünce bu olaya bir dur deme
kararı aldık. Ayrıca arazimizle ilgilenmeye
başladıktan sonra duyduk ki eski Konacık Belediyesi
personelleri araziyi kendi malları gibi
kullanmışlar. İşte bütün bu sebeplerden dolayı da
artık arazimizi koruyacağız”.
Osman Yürüklü
ayrıca, Mayıs ayında Karadenizliler Derneği
tarafından yapılacak yayla şenliğinden sonra girişe
otomatik kapı koymayı planladıklarını ve bununla
ilgili gerekli resmi kurumlar ile yazışmalara
başladıklarını söyledi.
PROF.DR. ADNAN
DİLER, “VATANDAŞLAR HAKLI, ÇALIŞMALARIMIZI
SÜRDÜRÜYORUZ” DEDİ
Prof.Dr. Adnan
Diler bölgede bulunan vatandaşların haklı olduğunu
belirterek”Bölgede arazisi bulunan vatandaşlarım
dertlerinde haklılar. Kadastro bölgeyi ihale etmiş
olması lazım tam bilmiyorum ama oradaki
vatandaşlarımızın mağdur olmaması için hepimiz
uğraşıyoruz. Şuan takas gerçekleştirilemiyor.
Konuyla ilgili bakanlıkta çok duyarlı. Yetkililer ne
olursa olsun bölgedeki yanlışlıkları en kısa zamanda
çözerek vatandaşların mağduriyetini giderecek.
Biliyorsunuz ki bu tür işler kolay yürümüyor. Yazın
tekrar Pedasa Antik Kenti’ne geleceğiz ve
çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Orada ki arazi sahibi
vatandaşların mağduriyetinin giderilmesi içinde
bütün gücümüzle çalışacağız” dedi.
haberler.com, 24.04.2015
|
SİLLYON ANTİK KENTİ ÇÖPLÜK OLMASIN!

Antalya’nın Serik
İlçesi'nde bulunan Sillyon
antik kenti, her yıl binlerce ziyaretçi
ağırlamasına rağmen bakımsızlık ve ihmal
yüzünden adeta çöplüğe döndü. Perge
ve Aspendos arasında yer alan Sillyon’un
girişinde ve gezi parkurlarında düzenleme
yapılması gerektiğini belirten yöre halkı,
bozuk parkurların ziyaretçileri tehlikeye
soktuğunu söylüyor.
Atlas dergisinde yer alan habere
göre, Serik’e bağlı Yanköy Mahallesi’nde
bulunan Sillyon, özgün konumuyla her yıl
binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Dik
bir yamacın üzerindeki yerleşimiyle dikkat
çeken, Antalya’ya sadece 30 kilometre
uzaklıktaki, Perge
ve Aspendos’un tam ortasında yer alan
Sillyon, yıllardır çözülemeyen çevre
düzenlemesi sorunu yüzünden ziyaretçilere
zor anlar yaşatıyor.
Yöre halkı yetkililerden defalarca söz
aldı, ama...
Girişteki
çöplük görünümünün, ahır olarak kullanılan
yapıların antik kente yakışmadığını dile
getiren yurttaşlardan Ramazan
Kocagöz,
gezi parkurlarındaki taşların temizlenmesi
gerektiğini belirterek, “Yürüyüş alanlarının
bozuk olması ziyaretçileri tehlikeye
sokuyor. Antik kent içerisinde bilgilendirme
ve yön levhaları da bulunmuyor. Ayrıca
girişteki kötü görünüm tepki çekiyor” dedi.
Antik kentte çevre düzenlemesi yapılması
konusunda yetkilileri defalarca
uyardıklarını söyleyen Kocagöz,
“Bakanlardan, milletvekillerine her gelen
yetkili sorunun çözülmesi konusunda söz
verdi, ama yıllardır somut bir adım atılmış
değil. Sillyon’un bu ayıptan bir an önce
kurtarılmasını istiyoruz” ifadelerini
kullandı.
Bugüne
dek, yalnızca yüzey araştırması yapıldı
1969
yılında kayma sonucu tiyatro ve Odeon gibi
yapıların göçtüğü Sillyon’da günümüze ulaşan
sağlam yapıların arasında Selçuklular
döneminden kalma kubbeli cami de dikkat
çekiyor. Bugüne kadar yalnızca yüzey
araştırması yapılan antik kentte kazı
yapılmadığı için çevre düzenlemesi de
bulunmuyor. Uzmanlara göre Antalya’da
benzeri durumda olan pek çok antik kent gibi
Sillyon’da da ziyaretçilerin sorunsuz
gezilebilmesi için geçici bir düzenlemeyle
alanın ıslah edilmesi gerekiyor.
T24, 24.04.2015
|
BURDUR'DA İKİ BRONZ HERMES HEYKELİ ELE GEÇTİ
Bucak
İlçesi'nde bir otomobilde yapılan aramada,
Roma dönemine ait iki bronz "Hermes heykeli"
bulundu.
Bir ihbarı değerlendiren İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kızılkaya
mevkisinde İ.S'nin kullandığı otomobili durdurdu. Otomobilde yapılan aramada, Roma dönemine
ait olduğu belirlenen iki bronz Hermes heykeli
bulundu. Sürücü, "
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na
muhalefet " suçlamasıyla gözaltına alındı.
Zanlı, jandarmadaki işlemlerinin ardından sevk
edildiği mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı. Heykeller, Burdur Arkeoloji
Müzesi yetkililerine teslim edildi.
Radikal, 23.04.2015
|
|
SİNOP'TA BULUNAN MEZARLAR ROMA DÖNEMİNE AİT

Sinop’un
Dikmen
İlçesi'nde yol çalışması sırasında bulunan
mezarlar ve hamam olduğu tahmin edilen tarihi
eserlerin
Roma dönemine ait olduğu ortaya çıktı.

Sinop’un Dikmen İlçesi'nde Karayolları’nın yaptığı yol çalışmalarında tarihi eser kalıntıları ve mezarlar çıkmıştı. Bunun üzerine Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ekiplerince yapılan kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkan mezarların ve hamam olduğu tahmin edilen bir yapının Roma dönemine ait olduğu belirlendi.

Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun yaptığı açıklamada, “Yol inşaatı sırasında ortaya çıkan bir durum. Burada beş arkeolog ve 35 işçi arkadaşlarımız yaklaşık bir
aydır bir çalışma yürütüyorlar. Şu anda burada
bulunan ve kültür varlığı olarak tespiti yapılan
Roma dönemine ait mezarlar söz konusu. Tahminen MS
4. yüzyıla ait olduğunu tahmin ediyoruz. Bu mevcut
yapıyı, mevcut durumu röleveler ve müze raporları
ile birlikte kurula yansıtacağız. Süratle hareket
ettik. Tabi yol bir medeniyettir ama kültür
varlığında da vazgeçemiyoruz. Muhtemelen önümüzdeki
hafta içerisinde Anıtlar Bölge Kurulu’na
yansıtacağız. Önümüzdeki süreçte kurulun durumuna
göre hareket edeceğiz, kurul yeni bir regülasyon
alanı belirleyip mevcut yapının oraya taşınmasına
karar veriyorsa taşıma işini gerçekleştireceğiz.
Eğer yerinde kalmasını öngörüyorsa müteahhide yol
aksini değiştireceğiz. Şuan bu noktadayız” diye
konuştu.
Milliyet, 22.04.2015
|
KOMK MANASTIRI RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR

Batman’ın Sason
İlçesi'nde, yaklaşık 1500 yıllık
geçmişe sahip olan Komk Manastırı’nı incelemeye
gelen heyet, ön raporunu hazırlayarak Bakanlığa
sundu. Raporun sonuçlanmasının ardından manastırda
restorasyon öncesi güçlendirme çalışması yapılacak.
Sason İlçesi'ne bağlı Meşeli Köyü Turnalı mezrasında
bulunan ve 1500 yılı aşkın bir geçmişe sahip
olduğuna inanılan havari Petrus Komk Manastırı,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından 2008-2009 yılında
tarihi eser olarak tescili yapıldı. Kral Tavit’in
yaptığına inanılan ve 2 katı zemin altında toplam 3
katlı olan tarihi yapı için Bakanlıktan restorasyon
çalışması talep edildi. Bakanlıkça görevlendirilen
mimar, mühendis ve arkeologlar, manastıra gelerek
incelemelerde bulundu. Manastır içi ve çevresinde
Video çekip fotoğraf alan heyet, hazırladığı ön
raporu Bakanlığa iletti. Raporun sonuçlanmasının
ardından restorasyon öncesi güçlendirme çalışmasının
yapılacağı belirtildi.

"MANASTIRIN RESTORASYONU İÇİN İLK ADIMI ATMIŞ
BULUNUYORUZ"
Sason,
Bitlis, Batman,
muş,
Van,
İstanbul Ermenileri Sosyal Yardımlaşma Dayanışma
ve Kültürel Derneği Başkanı Aziz Dağcı, 2008-2009
yılında Kültür Bakanlığı’na yaptıkları başvuru ve
girişimleri neticesinde bu kilisenin tescili yapılıp
tarihi eser olarak kayıtlara geçtiğini söyledi.
Dağcı, "Fakat yapılacak daha çok şey var. Şu anda
yine yaptığımız çalışma ve başvurular neticesinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı Komk Manstırı’nda yapılan
tahribatlar için buraya uzman bir ekip
görevlendirdi. Buraya getirdiğimiz uzman ekipler
gereken incelemeyi yapıp yetkili mercilere iletecek.
İnşallah bu ölçüm ve incelemeler bir an önce gereken
mercilere ulaşır ve kilisemiz yıkılmadan bir önlem
alınır. Şu anda manastırımızın restoresi için ilk
adım atılmış durumda. Kilisemiz inşallah bir an önce
restore edilecek. Şu anda buraya gelen arkadaşlar
kilisede meydana gelen tahribatları rapor ediyor.
Daha sonrada Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
iletilecek ve rapor neticesinde inşallah bir an önce
onarımı yapılarak önlemler alınır" dedi.
"DEFİNECİLER KİLİSEYİ FAZLASIYLA TAHRİP ETTİ"
Manastırın, defineciler tarafından çok fazla tahrip
edildiğini belirten Dağcı, "Defineciler bu kilisenin
Batman için ne kadar büyük bir önem arz ettiğini
düşünmemişler. Hiç acımadan darmadağın etmişler.
Oysa bu tarihi ve manevi güzelliği olan bu kilise
turizm içinde çok büyük bir değerdir. Müslümanlarda
kendilerini bizlerin yerine koysunlar. Biz burada
daha önce papaz yetiştiriyorduk. Onların kutsal
mekanları tahrip edildiğinde nasıl üzülüyorlarsa
bizim dinimizde de kutsal sayılan kilisemiz bu
şekilde tahrip edildiği zaman üzülmeleri gerekir.
Müslümanlar bizleri de kendilerinin yerine koyarak
düşünsünler" diye konuştu.
"DEVLETE TEŞEKKÜR EDİYORUM"
Kilise için yapılan çalışmalar nedeni ile devlete
teşekkür ettiğini ifade eden Dağcı, "Devlet
yetkilileri başta olmak üzere Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Batman Valiliği, Batman Müze Müdürlüğü,
Sason
Jandarma Komutanlığı’na ilgileri için, yardım ve
desteklerini esirgemediği için müteşekkiriz.
İnceleme için gereken çalışmalarda bize yardım ve
destekleri ile yanımızda oldular" şeklinde konuştu.
"KOMK KİLİSESİ’NİN SAĞLAM HALİNİ BİZ HATIRLIYORUZ"
Meşeli Köyü'nde ikamet eden Delil Çakıcı adlı
vatandaş, çobanlık yaptığını belirterek, yıllar önce
bu kilisede herhangi bir taşın bile sökülmediğini
söyledi. Çakıcı, "Biz küçükken iyi hatırlıyorum
burası sapasağlam idi. Bizler o zamanlar küçüktük ve
çobanlık yaparken yağmurdan kaçarken kiliseye
sığınıyorduk. Biz bu kiliseyi bu durumda görmekten
çok üzgünüz. Bu kiliseye gerekenin yapılmasını
yetkilerden rica ediyoruz" dedi.
Milliyet, 22.04.2015
|
SİLİFKE'DE MÖ 1200'E AİT HİTİT FIRTINA TANRISI
HEYKELİ BULUNDU

Silifke’de ormanlık alan içerisindeki Hitit
Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olan taş kabartma heykel
keşfedilmeyi bekliyor.
Uzuncaburç yolu üzerinde ormanlık alan içerisinde
Silifke Türkmen Halk Kültürü Turizm Tarih ve Sanat
Derneği Başkanı Kerim Parlatan tarafından bulunan
kabartma heykel ve etrafındaki yaşam alanları define
avcıları tarafından da tahrip edilmiş.
Dernek Başkanı Partalan, yaptığı açıklamada, taş
kabartma heykel ve etrafındaki yaşam alanlarını
tesadüfen bulduğunu kaydetti.
Bir elinde şimşek demeti, diğer elinde ay
şeklinde tarha (küçük balta) tutar vaziyetteki taş
kabartma heykelinin tarih acısından birçok belgelere
ışık olacağını ifade eden Parlatan, Hitit Fırtına
Tanrısı Tesup’un Anadolu devlet kurmuş eski bir
kavim olan Hurrilerin gökyüzü ve fırtına tanrısı
olduğunu belirtti.
Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olan taş
kabartma heykelin Silifke yöresinde sahiplenmeyi
beklediğini vurgulayan Parlatan, “Öyle ki ipek yolu
üzerindeki izler bu toprakların 7 bin yıl öncesinin
kanıtlarından birisi olacaktır. Asurlular döneminde
Mezopotomya’dan Kilikya’ya uzanan yol, Hellenistik ve
Roma döneminde ise Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya
uzanan İpek Yolunun güzergahında bulunmaktaydı.
Silifke’nin kuzeyindeki bu antik yol üzerindeki
bölge mutlaka arkeologlar tarafından incelenmesi
gereken bir bölgedir” dedi.
Silifke’de keşfedilmemiş nice tarihi kalıntıların
saklı olduğunu belirten Parlatan, “Özellikle
Demircili-Meydan arası keşfedilmeyi bekleyen tarihi
sit alanları ile doludur. Tesadüfen bulduğum Teşup
ise sol elinde şimşek demeti, sağ elinde çift ağızlı
baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine
kabartması işlenmiş. Bu heykel mutlaka tescillenmeli
ve korumaya alınmalı turizm adına tanıtımı
sağlanmalıdır. Hellenistik ve Roma döneminde Teşup’un
işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus ve Jüpiter olarak
değişmiştir. Taş kabartma heykelin etrafındaki
yerleşim yerleri, mezarlar ve lahitlerin incelenip
gün yüzüne çıkarılması Silifke turizmi ve tarihi
açısından oldukça önemlidir. Mağara mezarları ise
oldukça ilginç tarihi kalıntılarla doludur. Bu izler
tarih acısından birçok belgelere ışık olacaktır.
Yapılacak bir çalışma ile hem korumaya alınacak
hemde ziyaretçi akınına uğrayarak talan edilmesi
önlenecektir. Silifke bu tarihi güzelliği geleceğe
taşıması açısından yetkililere göreve davet etmeyi
bir insanlık görevi olarak görmekteyim. Silifke
Türkmen Halk Kültürü Turizm Tarih ve Sanat Derneği
Başkanı olarak bizler bu konuda elimizden geldiğince
bu tarihi görevi üstlenmeyi görev olarak yapmaktan
onur duyarız” dedi.
habergazetesi.web.tr, 21.04.2015
|
TARİHİ ROMA HAMAMI TARİHE IŞIK TUTUYOR
Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi'ndeki tarihi
Roma hamamı kalıntılarının bulunduğu alan
kazıldıkça yeni bulgular ortaya çıkmaya
devam ediyor. Sarıkaya ilçe merkezinde, halk
arasında 'Kral Kızı ve Roma Hamamı' olarak
bilinen Anadolu'nun ilk termal tedavi
merkezi 'Basilica Therma'nın bulunduğu
alanda yapılan kazılarda yeni bulgular
ortaya çıkarken, kazı alanı genişletiliyor.
Yaklaşık 3 bin yıldan bu yana şifalı
sularıyla insanları tedavi eden Roma
Hamamı'nın bulunduğu alanda bugüne kadar
yapılan kazı çalışmalarında 3 ayrı havuz
ortaya çıkartıldı. Büyük havuzun bulunduğu
bölgede gerekli düzenlemelerin yapılarak bu
yıl turist kabulüne başlanacağı bildirildi.
Yozgat Valisi Abdulkadir Yazıcı, Anadolu'da
Roma döneminden kalma hamamların bulunmasına
karşın, Yozgat'taki Roma Hamamı'nın halen
şifalı termal kaynağının kesintisiz akıyor
olmasının bir ayrıcalık olduğunu söyledi.
Roma Hamamı'nın altından çok büyük eser ve
bölümlerin olduğunun tahmin edildiğini ifade
eden Vali Yazıcı, "Gelen bir sel Roma
Hamamı'nın bulunduğu alanı kapatmış,
dolayısıyla tahrip edilmeden günümüze kadar
gelmiş. Bugüne kadar yapılan kazılarda üç
ayrı havuza rastlandı. Kazdıkça yeni
bulgular ortaya çıkıyor, o nedenle kazı
alanı genişliyor, kamulaştırma yapılıp,
çevredeki binaları yıktırıyoruz" dedi.
Sarıkaya Belediye Başkanı Ömer Açıkel ise,
2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının
başlattığı bir projeyle tarihi Roma
hamamının ülke turizmine kazandırılması
amacıyla başlatılan kazı çalışmalarının
devam ettiğini söyledi. Yozgat Valiliği ve
İl Özel İdaresi ekiplerinin Kültür ve Turizm
İl Müdürlüğü arkeologları tarafından
yürütülen çalışmalara destek verdiklerini
kaydeden Açıkel, "Roma hamamının önünde
böyle bir havuz çıktı, arkada iki havuzumuz
daha var. Burası yapı itibarı ile 2000-3000
yıllık bir tarihi geçmişe sahip. Dünyanın
bilinen en eski termal tedavi merkezlerinden
biri olduğu bilimsel çevrelerce kabul
ediliyor" diye konuştu.
Başkan Açıkel, hem Roma İmparatorluğu'nun
gücünü temsil eden boğa başı, hem de sağlık
figürünü temsil eden dili dışına çıkmış bir
yılan figürünün de kalıntılar arasında
bulunduğuna dikkat çekti. Açıkel, şöyle
dedi: "Bu Roma askerinin güç depoladığı,
insanların da güzelleşmek için termal tedavi
görmek maksadıyla girdikleri bir tesis. Bu
şekilde ayakta kalan nadir yapılar
bildiğimiz kadarıyla dünyada iki yerde var.
Bunlardan birisi Türkiye'nin tam ortasında
yer alan Sarıkaya ilçemizdedir.
Sarıkaya'daki bu çalışmalardan sonra bu sene
valilik onayıyla ön tarafının turizme
açılması söz konusu. Bütün hemşehrilerimizi,
Sarıkayalıları, Yozgatlıları, tarih
severleri hem de şifa bulmak isteyenleri
buraya davet ediyoruz. Bu sene turistleri
kabul etmeye başlayacağız. Yozgat'ın da
turizm cenneti olacağını iddia ediyoruz.
Çünkü Pamukkale'den Kapadokya'dan ya da
başka yerlerden aşağı kalır yanı olmadığını
düşünüyorum. Suyumuzun Türkiye'nin en şifalı
suyu olduğunu iddia ediyoruz. Aksini iddia
edenleri ispatına davet ediyoruz."
Sabah,17.04.2015
|
19 - 25 Nisan 2015
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK
KANYONU IHLARA'NIN PLANI TAMAM

Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı jeolojik özellikleriyle
açık hava müzesini andıran Ihlara Vadisi Özel
Çevre Koruma Planı’nı tamamladı. Plana göre
vadide büfe ve çay bahçesi gibi günlük
işletmeler açılabilecek.
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı dünyanın en büyük kanyonları arasında
gösterilen ve jeolojik özellikleriyle adeta açık
hava müzesini andıran Ihlara Vadisi Özel Çevre
Koruma Planı’nı tamamladı. Çevrenin korunması
için alınacak önlemleri içeren plana göre vadide
büfe ve çay bahçesi gibi günlük işletmeler
açılabilecek. Planda “Kesim çağına gelmiş insan
eliyle dikilmiş kavak, söğüt gibi ağaçlarla
kurumuş ağaçların temizlenmesi amacıyla ağaç
kesimi yapılabilir” denildi.
HASSAS ALANLARA
ÇAY BAHÇESİ
Plan çerçevesinde Ihlara Vadisi’nde
2015-2019 dönemi boyunca ekonomik, sosyal ve
kültürel alanda daha etkin şekilde turizme katkı
sağlaması için bilimsel çalışmalar yapılacak.
134 sayfadan oluşan planda bölgenin doğal
özellikleri, coğrafi konumu ve önümüzdeki
dönemde yapılacak çalışmalarla ilgili bilgiler
yer aldı. Buna göre Ihlara Vadisi’nin Hassas A
ve B Bölgesi’nde Nevşehir Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun uygun kararı ve Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın izniyle planda
öngörülen yerlerde rekreatif amaçlı günü birlik
kullanım amacıyla, hazırlanacak tip projeye
uygun olarak büfe, çay bahçesi ve tuvalet
yapılabilecek.
ENERJİ HATLARI
ÇEKİLECEK
Günübirlik kullanım alanları, Genel
Müdürlükçe belirlenecek ilkelere uygun olarak,
işletmeci arasında imzalanacak Günübirlik
Kullanım Alanı Protokolü kapsamında işletilecek.
Vadide kentsel tasarım projesiyle gezi
parkurları ve yürüyüş yolları inşa edilebilecek,
mevcut yollar iyileştirilebilecek. Uygulama
projeleri onaylanmak kaydıyla yeraltı ve yer
üstünden zorunlu enerji nakil ve iletişim
hatları çekilebilecek. Alanın peyzajının
korunması esas olacak. Ancak gerek özel
mülkiyete, gerekse kamuya ait alanlarda kesim
çağına gelmiş insan eliyle dikilmiş kavak, söğüt
gibi ağaçlarla kurumuş ağaç ve dalların
temizlenmesi amacıyla ağaç kesimi veya temizliği
(budaması) yapılabilecek. Hassas B Bölgesi’nde
ise uygulama projeleri onaylanmak kaydıyla
yeraltı ve yer üstünden enerji nakil ve iletişim
hatları çekilebilecek. Ayrıca
zorunlu hallerde kanalizasyon, içme suyu gibi
tesisler yapılabilecek.
RESTORANLAR ÇAYI
ETKİLER
Planda Hassas A Bölgesi sınırından itibaren
vadinin iki tarafındaki yamaçlar Hassas B
Bölgesi olarak tanımlandı. Korumada öncelikli
bitki türleriyle tarihi, kültürel değerlerin bir
kısmı bu bölge içerisinde kalıyor. Planda bu
bölgenin jeolojik olarak vadinin en hassas
kesimi olduğu belirtildi. Koruma planında
“Belisırma Köyü’ndeki restoranlar, Melendiz
Çayı’nın hemen kıyısında veya üzerinde kurulu
oldukları için çayı etkileme potansiyelleri
oldukça yüksektir. Mevcut durumda yoğun insan
kullanımı olmasına rağmen, çayı etkileme
potansiyelleri dikkate alınarak restoran ve
kafeteryaların bulunduğu bölge Hassas B Bölgesi
olarak değerlendirilmiştir. Hassas B Bölgesinin
tamamı 1 ve 2. derece doğal ve arkeolojik sit
içerisinde kalmaktadır” denildi.
En hassas alanda
çay bahçesi olmaz
Ihlara Vadisi’nde komisyon kararıyla çay
bahçesi ve büfe yapılacak olmasına tepki
gösteren Çevre Sorunları Araştırma Merkezi
Başkanı Baran Bozoğlu, “Burada herhangi bir
sınırlama yok. En hassas alanda çay bahçesi
yapmak saçmalıktır” dedi. Bozoğlu, şu
değerlendirmeyi yaptı:
“Günlük tesisler için herhangi bir sınırlama
yok. Kaç tane yapılır, ne kadar büyüklükte olur,
hiçbir ifade yok. Çay bahçesinin içinde yemek de
yiyebilirsiniz. Ihlara Vadisi’nin müthiş bir
doğası var, tam anlamıyla nadir alanlardan bir
tanesi. Burayı yemek yeme, çay içme, piknik
yapma alanı olarak görmemek lazım. Tuvalet
yapılabilir, birkaç büfe konulabilir ama çay
bahçesi gibi yaklaşımların A zonunda olmaması
gerekiyor. Ciddi endemik türler var, bu türler
de tehlikeye atılır. Kısıtlayıcı ifade de yok,
bunların tanımlanması gerekir. Kaç tane
yapılacağı belli değil. Planda enerji nakil
hatlarının çekilebileceği de yazıyor. Oradaki
tesisler için kabul edilebilir ama vadi bir
geçiş güzergahı olarak görülüyorsa bu kabul
edilemez.”
Hürriyet, Haber: Erdinç
Çelikkan, 24.04.2015
|
|
UZUNKÖPRÜ, UNESCO DÜNYA
KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NDE
Ergene Nehri üzerinde
bulunan ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma
özelliğini taşıyan tarihi
Uzunköprü, geçici
Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
alındı. Uzunköprü Belediye Başkanı
Enis İşbilen,
UNESCO’ya yapılan
başvurunun olumlu sonuçlandığını açıkladı.
Açıklamada, “Turizm
bilincini geliştirmek, iç ve harici turizmi
canlandırmak, milletin turizm hareketlerine
katılımını sağlamak amacıyla kültürel mirasımıza
sahip çıkarak her çeşit çalışmaya dayanak veriyoruz.
Kentimizde yer alan İl Müzesi, Aziz İoannis Kilisesi
ve en ehemmiyetlisi Uzunköprü Köprüsü turistik
tanıtımlarımızın en başında gelmektedir” denildi.
Habertürk, Haber: Mesut
Han, 24.04.2015
|
YÜZ YILLIK DRAM...
GURBETTEKİ 56 ŞEHİT

İtilaf
devletlerinin Çanakkale Savaşı’ndan önce coğrafi
konumu nedeniyle lojistik merkez olarak
seçtikleri ve savaş hazırlıklarını yaptıkları
Ege’deki Limni (Limnos) Adası yaklaşık 100
yıldır bilinmeyen bir sır gizliyor.
Çanakkale Savaşı
sırasında hayatını kaybeden 56 Türk askeri
Limni’de yatıyor. Türk askerleri için bir anıt
da dikilmiş. Limni Adası’nda Çanakkale
Savaşı’nda ölenler için 3 ayrı mezarlık
bulunuyor. İlki 1’inci Dünya Savaşı’nın sonunda
Osmanlı ile İtilaf Devletleri arasında
mütarekenin imzalandığı (5 Ekim 1918) Mondros
Limanı’nda.
İTİLAF
devletlerinin Çanakkale Savaşı’ndan önce
coğrafi konumu nedeniyle lojistik merkez
olarak seçtikleri ve savaş hazırlıklarını
yaptıkları Ege’deki Limni (Limnos) Adası
yaklaşık 100 yıldır bilinmeyen bir sır
gizliyor.
Çanakkale Savaşı
sırasında hayatını kaybeden 56 Türk askeri
Limni’de yatıyor. Türk askerleri için bir
anıt da dikilmiş. Limni Adası’nda Çanakkale
Savaşı’nda ölenler için 3 ayrı mezarlık
bulunuyor. İlki 1’inci Dünya Savaşı’nın
sonunda Osmanlı ile İtilaf Devletleri
arasında mütarekenin imzalandığı (5 Ekim
1918) Mondros Limanı’nda.
YERİNİ BÜYÜKELÇİ
KEŞFETTİ
Limni’de Türk
askerlerinin yattığı mezarlığı, yaklaşık 100 yıl
sonra adayı ziyaret eden ilk Türkiye Cumhuriyeti
Büyükelçisi Kerim Uras tespit etti.
Mondros Antlaşması’nı
Agamemnon adlı Yunan zırhlı gemisinde imzalayan
Hüseyin Rauf Orbay’dan sonra Ada’yı ziyaret eden ilk
Türk diplomatı olan Uras, yerel yetkililerin,
“Burada sizin askerler de gömülü” demesi üzerine
mezarlığı görmek istedi.
Büyükelçi Uras, Ada’nın
devlet ve yerel yetkilileri ile temaslarında “Türk
askerlerinin yattıkları mezarlığın elden
geçirilmesi, kimliklerin tespit edilmesi ve
mezarlığın şehitlik statüsüne dönüştürülmesi”
talebini iletti. Edinilen bilgilere göre, TC Atina
Büyükelçiliği Askeri Ataşeliği vasıtasıyla, Limni’de
yatan Türk askerleri ile ilgili
Genelkurmay
arşivlerinde inceleme başlatıldı. Milli Savunma
Bakanlığı sitesinde “Yurtdışı şehitliklerimiz”
bölümünde,
Yunanistan için
Pire şehri yanı sıra, Rodos ve Korfu (Kerkira)
adalarındaki Türk şehitlikleri ile Sakız (Hios)
Adası’ndaki Kara Ali Şehitliği hakkında bilgiler yer
alıyor.
Hürriyet, Haber: Yorgo
Kirbaki, 24.04.2015
|
'HASAN DEDE' DÖNÜŞÜMÜ

İstanbul Eyüp’e
bağlı Çiftalan Köyü'ndeki 600 yıllık geçmişe
sahip Hasan Dede Türbesi de ‘kentsel dönüşüm’
misali yeniden inşa edildi.
Türbe, ‘bakım’ adı
altında bir süre önce yıkılıp önce betonla
çevrildi, ardından iç-dış duvarlar ve zemin
mermerle kaplandı. Beton zemin üzerine bir
hazire yapılan türbenin yeniden inşa masrafını
köy muhtarlığı üstlendi.
Yeni evlilerin ziyaretgahı Telli Baba ile kardeş
olduğu rivayet edilen Hasan Dede’nin köyü
koruduğuna, çocuğu olmayanlara ve felçlilere
şifa dağıttığına inanılıyor. Geçen yüzyıl Rum
nüfusun mübadeleyle
Yunanistan’a
gönderilmesinin ardından Hasan Dede’nin
türbesinin yapıldığı Çiftalan Köyüne yerli
nüfusun yanı sıra Selanik göçmeni Türkler
yerleştirilmiş.
Hürriyet, Haber: Ali
Dağlar, 24.04.2015
|
MERSİN'DE 800 YILLIK
MUCİZE

Mersin'de aşılanan 800
yıllık zeytin ağacı filiz verdi
Mersin merkez
Toroslar Belediyesi, bir hızarcının odun yapacağı 4
ton ağırlığında 800 yıllık zeytin ağacını, 3 yaşında
bir zeytin ağacıyla aşılayarak parka dikti.
Mersin'de aşılanan 800 yıllık zeytin ağacı filiz
verdi Mersin merkez Toroslar Belediyesi, bir
hızarcının odun yapacağı 4 ton ağırlığında 800
yıllık zeytin ağacını, 3 yaşında bir zeytin ağacıyla
aşılayarak parka dikti. Ağaç, bir ay sonra
filizlendi. Hızarcı tarafından odun yapmak için
Adana'dan getirilen
zeytin ağacının köklü olduğunu gören belediye
görevlileri, bir ay önce ağacı alarak parka dikti. 3
yaşındaki zeytinin aşılandığı 8 asırlık ağaca bir
aylık süreyle bakım yapılıp korundu. Ağaç bu sürede
filiz verdi.
MERSİN'İN TARİHİNDEN
ESKİ
Toroslar Belediye Başkanı MHP'li Hamit Tuna,
doğanın dengesinin bozulmaması için ellerinden gelen
çabayı gösterdiklerini belirtirken, zeytin ağacını
bir hızarın önünde gördüklerini ve hemen korumaya
aldıklarını söyledi. Odun olmayı beklerken toprakla
buluşan ağacın filiz vermesinin kendilerini mutlu
ettiğini ifade eden Tuna, şunları söyledi:
"Mersin'in tarihinden bile eski olan bu zeytin
ağacını hızarcı arkadaşımızdan rica ettik, verdi. Bu
işin uzmanları kökün 800 yıllık olduğunu söylüyor.
Bu ağacı uzmanların eşliğinde oradan alarak vinç
yardımı ile parkımıza diktik. Yaklaşık bir ay oldu.
Filiz attı, kökü tuttu. Bu ağaç burada sembolik bir
değer taşıyacak. Herkes gelip belki de bunun
etrafında fotoğraf çektirecek. Böyle bir değeri
yaşatmanın mutluluğu içindeyiz. Kurumasın diye
etrafını telis bezi ile çevirdik nemli olması için.
Kök salma ilacı da veriyoruz."
Milliyet, 24.04.2015
|
ULUS YENİLEME PLANI
YARGIYA TAKILDI

Ankara’nın Altındağ
İlçesi'ne bağlı Ulus tarihi kent merkezinin bir
kısmını yenileme alanı ilan ederek yeni yapılaşmaya
açan ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/ 5 bin ölçekli
koruma amaçlı nazım imar planı’ 6 Ocak 2014
tarihinde askıya çıktı. Yapılan itirazlar sonucunda
bir takım değişiklikler yapılan plan 22 Eylül 2014
tarihinde Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandı. Ardından
plan 14 Eylül 2014 tarihinde Ankara Büyükşehir
Belediye Meclisi tarafından onaylanarak yürürlüğe
girdi.
YÜRÜTMEYİ DURDURMA
KARARI
Planın 'kamu yararına
aykırı' olduğunu savunan Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası
Ankara Şubesi plan hakkında yürütmeyi durdurma ve
plan iptali istemiyle dava açtı.
Davanın görüldüğü Ankara
7. İdare Mahkemesi Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/5 bin
ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı hakkında
yürütmeyi durdurma kararı verdi.
YÜRÜRLÜKTE PLAN
KALMADI
Ankara 7. İdare
Mahkemesi’nin Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/5 bin
ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı hakkında
yürütmeyi durdurma kararı vermesi üzerine TMMOB
Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi konuyla ilgili
bir açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadeler
kullanıldı: "Bu karar ile birlikte, Ulus tarihi kent
merkezi için yürürlükte olan Koruma Amaçlı Nazım
İmar Planı bulunmamaktadır. Anılan Koruma Amaçlı
Nazım İmar Planları, temelde planlama ve koruma
mevzuatına, üst ölçekli plan kararlarına ve kamu
yararına aykırı; plan için esas alınan kentsel
SİT ve arkeolojik SİT sınırları yanlış; tarihi kent
merkezinin geleneksel dokusuna ilişkin izler ve
yapılaşmalar uyumsuz; yapılan analizler ve
değerlendirmeler ile yetersiz; güncel halihazır
olmaksızın hazırlanan teknik sorunlar ile dolu; alan
için hükme bağlanan yargı kararlarını görmezden
gelen; alan kullanım kararının (ulaşım, kullanım,
bölgeleme, yapılaşma kararlarının) alanın ve dokunun
sahip olduğu özellikler ile çelişir niteliktedir.
Özce bu planlar koruma ilkelerine aykırı olarak,
tutarsız, ilkesiz, yıkıcı hazırlanmış, kent
merkezinin piyasa mekanizmalarına terkine, kamusal
alanların, kent belleğini oluşturan mekansal
biçimlenmeyi yok etme tehdididir. Kentimiz ve
kamusal alanlarımızın korunması için Odamız kamu
adına hukuken meslek alanımızı denetlemeye devam
edecek, kamusallıklarımız, tarihi ve kültürel
varlıklarımız, değerlerimiz üzerindeki sermayenin
talanına, yağmasına karşı mücadeleye devam
edecektir."
Radikal, Haber: İdris
Emen, 24.04.2015
|
GEYİĞİN BOYNUZU KIRILDI

Yıllarca ‘kent
amblemi’ olarak kullanılan Sıhhiye’deki Hitit
Güneş Kursu yıpranmaya başladı. Heykelde yer
alan geyiklerden birinin boynuzu kırıldı. İki
boynuzun koli bantlarıyla sarılı olması da
dikkat çekti.
Ankara’da uzun
yıllar kentin amblemi olarak da kullanılan
Sıhhiye’deki Hitit Güneşi Kursu, bakımsızlıktan
dökülmeye başladı.
Kentin simge yapıları arasında yer alan
heykeldeki üç geyikten birinin boynuzu kırık
halde dururken, farklı noktalarında da kırılma
ve açılmalar meydana geldi. Heykeldeki kırık
boynuz ile ortadaki büyük geyiğin boynuzu da
koli bantlarıyla sarılı olması dikkat çekti.
Heykelin bazı noktalarında ise eylem ve
gösterilerde asılan pankartların bağlanması için
kullanılan ipler yer alıyor.
ANKARA’YA
YAKIŞMIYOR
Heykelin
bakımsızlığı Başkentliler kadar şehir dışından
gelenleri de rahatsız etti. Eşiyle birlikte
Mardin’den gelen Latif Gündüz heykelin önünde
hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra heykelin
bakımsızlığının Ankara’ya yakışmadığını söyledi.
Gündüz tepkisini şöyle dile getirdi:
“Heykeli hep televizyonda görürdük. Ankara’da en
çok görmek istediğim yer Anıtkabir ve bu
heykeldi. Ama hiç böyle harap bir halde
olacağını düşünmemiştim. Boynuzu kırık, her
yerinde bant var. Çevre düzenlemesi yapılmış ama
heykele bir düzen verilmemiş.”
ÖZGÜRLÜĞÜ VE
BARIŞI SİMGELİYOR
Alacahöyük’te
bulunan eski Anadolu uygarlıklarından Hatti’lere
ait bir eser olan Hitit Güneşi, 1973’te, dönemin
Belediye Başkanı Vedat Dalokay tarafından şehrin
amblemi olarak seçilip, Ankara’nın amblemi
yapılmıştı. İslamiyet öncesi bir topluma ait
olduğu için sağ ve sol görüşlü Başkentliler
arasında tartışmalara sebep olan ve heykeltıraş
Nusret Suman tarafından yapılan Hitit Güneşi
Kursu Heykeli, 1978’de Sıhhiye Meydanı’na
yerleştirilmişti. Heykel, doğanın çoğalmasını,
üremesini, özgürlüğü ve barışı simgeliyor.
TARTIŞMALARA KONU
OLDU AMBLEM OLMAKTAN ÇIKARILDI
37 yıldır Sıhhiye’de
yer alan Hitit Güneşi Kursu, Büyükşehir Belediye
Başkanı
Melih Gökçek’in
1994’te belediye başkanı olmasıyla tartışma
konusu oldu. 1995’te, Başkan Melih Gökçek
başkanlığındaki Büyükşehir Belediye Meclisi,
simgesi Hitit Güneşi Kursu olan şehir
ambleminin, Atakule-cami minaresi ve 3 yıldız
ile değiştirilmesi yönünde karar aldı.
Muhalefetin belediye meclis üyeleri, konuyu
Ankara 2. İdare Mahkemesi’ne taşıdı. Mahkeme
amblemi, ‘Belediyenin amblem belirleme yetkisi
olmadığı’ gerekçesiyle Meclis kararını iptal
etti. 2004’te ise Atakule figürlü amblem tekrar
kullanılmaya başlandı. 2007’de de Ankara 3.
İdare Mahkemesi, ‘Ankara’yı anlatmıyor’
gerekçesiyle Atakule figürlü simgeyi reddetti.
Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 15 Temmuz
2011’deki olağan oturumunda ise Atakule figürlü
amblemdeki yıldız sayısı 3’ten 5’e çıkarılarak
yeniden kullanılmaya başlandı.
Hürriyet, Haber: Sedat
Cenikli, 24.04.2015
|
ÇANAKKALE'NİN DERİN
HAYALETİ

Antarktika ve
Güney Okyanus’taki araştırmalarının ardından
Avustralya deniz müzesini ziyaret eden Prof.Dr.
Bayram Öztürk, bu ülkenin replikasını yaptığı 1.
Dünya Savaşı batığı AE2 denizaltısını Çanakkale
savaşının 100. yılında gündeme taşıdı. AE2,
Çanakkale’den Marmara’ya girdikten sonra 25
Nisan’da Sultanhisar torpidobotu tarafından
vurulmuş, komutan ve 31 denizci esir alınmıştı.
100 yıldır 73 metre
derinlikte yatan gemiyi bulan ve akvaryum-müze
projesi çabalarını sürdüren sualtı araştırmacısı
Selçuk Kolay ve bölgeyi koruma altına aldıran
Prof. Öztürk ile konuştuk. İçinde kimse ölmediği
ve ‘harp mezarlığı’ engeli bulunmadığı için su
üstüne çıkarılması mümkün olan AE2, 1. Dünya
Savaşı’nın emsalsiz tek canlı tanığı. Selçuk
Kolay, esrarengiz geminin hikayesini ve keşif
sürecini Hürriyet’e şöyle anlattı:
ÇANAKKALE’Yİ
GEÇEN İLK DENİZALTI, SAVAŞI 8 AY UZATTI
“Çanakkale Boğazı’nı geçebilen ilk
denizaltı. 18 Mart’taki müttefik donanmanın
başarısızlıkla sonuçlanan boğazı geçme
harekatından sonra, Osmanlı cephesine ikmal
yolunu kesmek için Marmara Denizi’ne denizaltı
geçirme kararı alındı. Fransız denizaltıları
Saphir ve Joule geçemedi, büyük insan kaybı
oldu. Mayınla ve yüzeye çıktıklarında top
atışlarıyla batırıldılar. AE2, 24 Nisan’da
daldı, Anzak çıkarmasının yapıldığı 25 Nisan’da
Marmara’ya girebildi. Gelibolu önlerinde yüzeye
çıkıp Saros’taki müttefik gemisi Jedi’ye boğazı
geçtiği telsiz mesajını gönderdi. O sabah
yapılan Anzak çıkarması başarısız olmuş,
müttefikler büyük kayıp vermiş, General Hamilton
öncülüğünde çekilme toplantısı yapılıyordu.
Mesaj gelince devam kararı çıktı, 8 ay daha
sürdü savaş.
KADIN KILIĞINDA
KAÇMAK İSTEYEN KOMUTAN, TİYATROCU OLDU
5 gün sonra Karabiga açıklarında Sultanhisar
torpido botuyla karşılaştı. Onun ardından boğazı
geçen İngiliz gemisi E14 ile buluşmaya
gidiyordu. Torpido AE2’yi top atışıyla yaraladı.
Komutan dalamayacağını anlayınca mürettebatı
güvertede topladı, vanaları açıp batırdı gemiyi.
Savaş sonuna dek Afyon’da esir kaldılar. 4’ü
hastalıktann öldü, bir kısmı Mersin demiryolu
hattında çalıştı. Bir tiyatro kolu kurmuşlardı
hapishanede; komutan kadın kılığında kaçmaya
çalışırken yakalandı. Daha sonra Londra’da
emeklilik sonrası tiyatro oyuncusu oldu. 1967’de
öldü.
DENİZALTIYI BULAN
TÜRKE MADALYA VERDİLER
1994’teki bir davette Avustralya Büyükelçisi
David Evans çalışmalarınızı biliyorum dedi. Midilli
zırhlısı ile Atılay denizaltısını bulmuştum. Bizim
1. Dünya Savaşı’nda batan bir denizaltımız var ve
tarihimiz açısından çok önemli. Bulmak sizi
ilgilendirir mi dedi. Hikayeyi biliyor ve aramayı
düşünüyordum. Osmanlı, İngiliz,
İtalya, Alman
arşivlerini taradım, 3,5 yıl sürdü araştırmalarım.
Yüzeyden elektronik taramayla yerini bulduktan sonra
dalıp 74 metre derinlikte gördüm. Avustralya’ya
haber verdim, bir
ekip gönderip doğruladılar. Avustralya harp tarihine
hizmetim nedeniyle devlet liyakat madalyası
verdiler.

BBG GİBİ İZLENİYOR;
MÜZE OLSUN!
Geçen yıl Haziran ayında Avustralyalılar
birlikte yapılan dalışlarda geminin ağlar ve çapalar
yüzünden hasar aldığını gördük. Kaporta kapağını
açtık, kamerayla içini izledik, ilginç görüntüler
var. Baş-kıç-orta bölüme tutya blokları indirildi,
elektronik koruma uygulandı. Bulunduğu bölge koruma
alanı ilan edildi, üzerine şamandıra konuldu ki
sahil güvenlik o bölgeye gelen tekneleri tespit ve
müdahale etsin. Benim görüşüm geminin Kilye koyu,
Kabatepe limanı yol ağzında, bir müzede teşhiri.
Çıkarma değil, konservasyon pahalı. 53 metrelik
gemi, büyük bir akvaryumda elektroliz uygulaması
yapılırken teşhire açılabilecek bir proje. Yanlara
takılacak lumbozlar, içine konulacak kameralarla
dışarıdan, ekranlardan görülebilecek.

PERVANE KARDEŞLİĞİ
Avustralya iki ana pervanesinden birinin
Türkiye’nin malı olarak kalması kaydıyla
Avustralya’da, diğerinin Türkiye’de kalmasını
önerdi, Bakanlık her şeyin burada kalması şartını
koştu. 2015’te geminin çıkarılması düşünülüyordu.
Çıkarma, koruma altına ve akvaryuma alma 100 milyon
liralık bütçe; bulunamadı. Çıkarma hazırlıkları ve
havuza alınması sonrası 1,5 yılda teşhire
açılabilir. Çanakkale deniz/kara savaşları açısından
tek canlı şahit. Türkiye’ye kazandırılması çok
önemli. Harp mezarlığı değil, çıkarılabilir. UNESCO
kararıyla, içinde ölüler bulunan batığa, özellikle
harp gemilerine dokunulamıyor. Dünyanın hiçbir
yerinde çıkarılıp teşhire açılmış 1. Dünya Savaşı
denizaltısı yok. 100 milyon lira iki devletin
karşılayamayacağı bir meblağ değil. Daha fazla su
altında hasara uğramadan bir an evvel çıkarılıp
teşhire açılmasını çok önemli görüyorum.”

AVUSTRALYA’DAN 10 BİN
KİŞİ GELİYOR
Denizaltının çıkarılmasını yeniden gündeme
getiren Prof. Bayram Öztürk ise, “Antarktika dönüşü
Sidney’de replikasının konulduğu müzede inceledim
denizaltıyı. Üzerindeki takılmış ağlar dahi var ama
bizim koruma altına aldığımıza dair bilgi yoktu.
Avustralyalı yetkililere bildirdim. Bu yıl harbin
100. yılı ve 25 Nisan’da büyük tören var.
Avustralya’dan 10 bin kişi geliyor. AE2’nin
Gelibolu’daki müzede sergilenmesi geç artık ama
gelecek yıllarda öyle kalmaması lazım. Kamuoyu
Marmara’da yatan ve Avustralya için çok şey ifade
eden gemi hakkında bilgi sahibi olmalı.” dedi.
Hürriyet, Haber: Ali
Dağlar, 23.04.2015
|
EMEK'İN İŞLETMECİSİ İLK KEZ SÖZE GİRDİ: YALAN!
Emek Sineması’nın kapandığı 2009 yılından, 2013’teki
yıkımına giden süreçte, yıkım projesini savunanlar
ve gerçekleştirenler Emek Sineması’nın son
işletmecisi Süheyla Kurtuluş adına birçok kere söz
aldılar. Emek Sineması’nın son döneminde yaşadığı
maddi zorlukları çarpıtarak yıkım projesini
meşrulaştırmak amacıyla kullandılar.
Bugün kadar kendisi söz almayan Emek
Sineması’nın son işletmecisi Süheyla Kurtuluş, 10
Şubat 2015 tarihli Hürriyet gazetesinde İzzet
Çapa’nın projeyi yürüten inşaat şirketinin ortağı
Levent Eyüboğlu ile yaptığı röportajın ardından söz
hakkını kullanmaya karar verdi. Emek’in kapanma ve
yıkım sürecini kendi gözünden anlattığı yazıyı
kaleme aldı.
Süheyla Kurtuluş’un sürece dair yazısını
dikkatinize sunarız...
EMEK’İN KISA SEYRİ
"2000’lerden sonra AVM’lerin açılmasıyla Emek -tek
sinema oluşu nedeniyle- tercih edilmeyen ve düşüşe
geçen bir sinema salonu haline geldi.
Bu süreçte, yeniliklere ayak uydurmak amacıyla
dokusunu bozmadan fuaye yenilendi, salon içinde
tadilat yapıldı, koltuklar değiştirildi.
Tüm Bunlara Rağmen
İstanbul Kültür Başkentine başvurduk. Sonuç
alınmadı. ‘Dört beş haftadan aşağı film vermiyoruz’
diyen şirketler de tek sinema olmanın
dezavantajlarını perçinledi. Neyse ki festivaller
vardı. Zamanla onlar da sinemayı ayakta tutan tek
etkinlik haline geldi. İKSV, en büyük salon olmanın
avantajını bize hep yaşattı. Bu süreçte tek amacımız
sinemayı döndürmek, kar amacı gütmeden ayakta tutmak
oldu.
Davalar
Takip edenlerin bildiği, bizde hala belgeleri duran,
davalar da bu arada uzadıkça uzuyordu. Mülk sahibi
Emek İnşaat (Emekli Sandığı’nın inşaat bölümü)
SGK-BAĞKUR’la birleşince SGK’ya geçti. Ancak bundan
önce Kamer İnşaat’la Emekli Sandığı anlaşmış
olduğundan tüm bölgeye ihbarname gönderilip tahliye
davası açılmıştı. Bu süreçte de binaların tarihi
eser olduğu ortaya çıktı.
Son Perde
Davalar sürerken maddi olarak hiçbir şey daha iyiye
gitmedi. Başta sevgili Hale olmak üzere herkes
birtakım yardım ve destek arayışındaydı. Tabii
kültüre ve sanata sahip çıkan bir devlette böyle bir
sinema salonuna, ilgili devlet birimlerinin destek
olması beklenirken burada neredeyse tam tersi bir
süreç işledi. İKSV, birçok banka ve Turkcell’le
görüşüldü. Sonuç çıkmadı. Aynı süreç içerisinde
zarar etmekte olan bir işletme haline gelen Emek,
festivaller dışında, tek kişiye film oynayan
ısıtılamayan boş bir yapıya dönüştü. Emek’i devretme
süreci böylelikle kaçınılmaz bir hal aldı. Mars
Cinema Grubu’yla yapılan görüşmeler sonucu; eski
makineler sergilenecek, tarihi doku korunacak ve
sinema salonu sinema olarak kalacak denerek SGK
üzerinden devir işlemi gerçekleşti.
Emek, perdesini en son 2009 ‘Film Ekimi’nde açtı.
Daha sonraki süreci hepimiz biliyoruz. Evet, biraz
da isyanla “Niye bizi ayakta tutmadılar?” diye
sorduk, ama buna ne bir aile işletmesinin ne
sinemaseverlerin ne de İKSV gibi kurumun tek başına
gücünün yetmeyeceğinin de farkında olarak.
Uzun bir süre boyunca davalarla uğraşırken de
sinemayı kar amacı gütmeden açık tutmaya çalışırken
de sponsor ve destek ararken de bir anlamda tek
başımızaydık ve bir sonuca varamadık. Kısacası,
kaybettik. Bu noktada ciddi bir yılgınlık ve
kırgınlık oluştu. Kendi çabamızla yapabileceğimiz en
doğru şey Emek’i piyasadaki sinema salonları işletme
zincirlerinden birine devretmekti. Ancak gelişmeler
karşısında, adımızın karşı taraftaki iddiaları
desteklemek amacıyla kullanıldığını gördük.
Hürriyet’te çıkan röportajda: “Kadın kendi gelip,
‘beni kurtarın, battım! Buyrun anahtar. Sokakta
projeyi protesto etmek için yürüyenler bir kere film
izlemek için sinemaya gelselerdi ben batmazdım’”
gibi söyleyenin seviyesizliğini yansıtan yalan
ifadeler de açıkçası bardağı taşıran bir damla oldu.
Röportajı veren şahısla hiç tanışmamış olmamızın
yanı sıra Emek’in anahtarını bir şahsa ya da inşaat
şirketine teslim etmemiz söz konusu değil.
Nihayetinde mülk SGK’ya geçmişti ve onlar dışında
muhatap olduğumuz tek merci bir “sinema salonları
işletmesi”ydi.
Emek’i yıkmak isteyenler belli ki engellenemeyecek
kadar güçlüler ama en azından bu gibi yalan yanlış
ifadelerle; İKSV, sinemaseverler ve Emek Sineması
arasında ihtilaf oluşturarak yol alamayacaklarını da
bilmelerini isteriz.
Saygı ve sevgiyle"
Emek Sineması adına
Süheyla Kurtuluş
Radikal, 22.04.2015
|
TÜRKİYE'DEN DÜNYA MİRASI ADAYLARI
Diyarbakır Surları ve
Hevsel Bahçeleri ile birlikte Efes Antik Kenti
de Dünya Kültür Mirası asıl listesine aday. İmza
kampanyası ‘www.ditavistanbul.org’
internet adresinden, Diyarbakır Tanıtma Kültür ve
Yardımlaşma Vakfı ve STK’lar tarafından İstanbul,
Ankara, Diyarbakır ve pek çok ilde kurulacak
stantlarla Haziran 2015’e kadar devam edecek.
UNESCO, kararını haziranda açıklayacak.
Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı,
haziranda kabul edileceğine inanıyor.
Habertürk, 21.04.2015
|
|
HAN MODELİNE HANCI NE DİYOR?
Eminönü Bölgesi Dönüşüm Modeli Projesi’yle bölgedeki
hanlara otel olma yolu açıldı. Habertürk, han
esnafıyla görüştü. Bazıları dönüşüm için çok geç
kalındığını savunurken bazıları da projeye “Biz
buradan gidersek ekonomi çöker” diyerek karşı
çıkıyor.

Eminönü’nün 1734 hanından kimi, zaman içinde
yapılan tadilatlar nedeniyle özünden uzaklaştı, kimi
dükkan sahiplerinin ‘kurbanı’ oldu kimi ise zamana
direniyor... Eminönü’nün hanları, şimdi
Fatih Belediyesi’nin,
Eminönü Bölgesi Dönüşüm Modeli Projesi
kapsamında otele dönüşebilecek. Peki han esnafı ne
düşünüyor? Tarihin aynası hanları gezdik ve esnafa
sorduk...
BAZI DÜKKANLAR
15 HİSSELİ
İlk durak, en önemli
hanlardan biri olan Büyük Valide Han: 17. yüzyıl
ortalarında inşa edilmiş. Hanın esnaflarından
Bülent Duran “Mülkiyetler çok çeşitli. Kimi
vakıf kimi özel mülk. Bazı dükkanlar 15 hissedarlı.
Burayı orijinaline uygun restore etmek büyük bütçe
ister” diyor. Sağır Han’dan çıkıp Çakmakçılar
Yokuşu’ndan inerken sağdaki
Büyük Yeni Han’a giriyoruz. Diğer hanlara göre
çok daha iyi durumda. Merdivenlerinden kemerlerine
kadar aslı muhafaza edilmiş. 1764’ten itibaren gümüş
işçiliğinin merkezi durumunda. Gümüş ustası Garbis
Gedikoğlu “Ben çocukken bile böyle projeler
duyardık. Hep oldu hep olacak” diyor.
‘TURİST SADECE
OTELDE YATMIYOR’
Büyük Yeni Han’da,
karşısındaki Sümbüllü Han’a geçiyoruz. Karşımıza,
tarihi diyebileceğimiz avlunun ortasında mermer bir
çeşme ve bir duvar çıkıyor. Ömrünün 70 yılını
Sümbüllü Han’da geçiren
Orhan Sofuoğlu, “Buradan otel olur mu?” sorusuna
“Turist sadece otelde yatmak için gelmiyor. İstanbul
da burası gibi karmaşık. Kentin ruhu bu. Turistlerin
hoşuna gidiyor” diyor. Tarihi olmayan hanlardan biri
olan Havuzlu Han’ın esnafı Ali Doğan ise hanlar
otele dönüştürülürse ekonominin çökeceği
görüşünde...
‘Sadece
isteyenler OTEL YAPACAK’
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, hanların otele dönüştürülmesinde
yaptırımın söz konusu olmadığını belirterek şu
açıklamayı yaptı: “Tarihi hanlar mal sahipleri
isterlerse projelerini getirir, Anıtlar Kurulu
onaylarsa otel olur. Tarihi eser niteliği olmayan iş
hanlarını otel yapmak isterlerse yıkıp imar planına
uygun hale getirmek zorunda. İsterlerse geleneksel
ticaret yapabilirler” dedi. Fatih Belediyesi
tarafından Kapalıçarşı projesi kapsamında Çadırcılar
tarafındaki özel mülk olan hanlardan Sarnıçlı Han ve
Güllekeş Han’ın birleştirilerek otel fonksiyonu
verildiği de bildirildi.
Mimarlar Odası: Açıklama spekülatif
Eminönü bölgesindeki
hanların otele dönüştürülmesi konusunu değerlendiren
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim
Kurulu Sekreteri
Ali Hacıalioğlu, “Buralara ilişkin düşünülen
tasarrufların nasıl, ne yönde yapılacağına ilişkin
yasal bir argüman yok. Fatih’teki kentsel sit
konumunda olan yarımadadaki restorasyon işlerinde
mevcut geleneksel dokuyu korumak önemli. Henüz bu
konuya ilişkin bir kurul kararı olmadığı yönünde
bilgimiz var. Dolayısıyla bu tip açıklamaları biraz
da spekülatif açıklamalar olarak
değerlendirebiliriz” diye konuştu.
‘BURALARIN
DÖNÜŞÜ YOK’
Valide Han’ın parçası
olan Sağır Han’da 30 yıldır çalışan Nihat Baş “Biz
bu projeleri çok duyduk ama buralar artık dönüşü
olmayacak şekilde yıpranmış” diyor.
Habertürk, Haber: Sinan Bilgeoğlu, 21.04.2015
|
|
TARİHİ CAMİYE PVC SUNDURMA
1429 yılında inşa
edilen ve çinileriyle ünlü caminin ana giriş
kapısına yapılan plastik sundurma “Kültür-Tabiat
Varlıkları Koruma Kanunu” kapsamında korunan caminin
görüntüsünü de bozuyor. 1990’lı yıllarda yapılan ve
genişletilerek cemaatin abdest aldığı ve
ayakkabılarını koyduğu bir yer haline gelen
eklentinin yıllardır kaldırılmaması da dikkat
çekiyor. Milliyet’e konuşan Vakıflar Bölge Müdürü
Osman Güneren, “Minimum 2 yıl içinde orayı
kaldıracağız” dedi.
Milliyet, Haber: Seray Yalçın, 21.04.2015
|
AKDAMAR KİLİSESİ, HOŞGÖRÜ VE SAMİMİYETİN SİMGESİ

Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda
Van'a getirildiği rivayet edilen "Hakiki Haç"ın bir
parçasını barındırmak maksadıyla, Kral I. Gagik'in
emriyle 915-921 yıllarında inşa
edilen Akdamar Kilisesi, 2005 yılında Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından yaklaşık 4 milyon lira
harcanarak restore edildi.
Kilisenin aslına uygun olarak inşa edilmesini
sağlamak amacıyla, alanında uzman sanat tarihçi,
arkeolog ve inşaat mühendislerinin yanı
sıra Ermeni asıllı bir mimarın da görev aldığı
restorasyon, 2 yıl sürdü.
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un
yanı sıra Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob
Mutafyan, Ermenistan Kültür Bakanı Yardımcısı Gagik
Gürciyan ile 30 ülkenin büyükelçisi
ve Ermeni cemaati temsilcilerinin katılımıyla
açılışı yapılan kilise, Ermenistan ile ilişkilerin
geliştirilmesinde büyük rol oynadı.
Türkiye Ermenileri Patrikliğinin talebi
üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yılda
bir kez ayin yapılmasına izin verilen kilisede, her
yıl eylül ayının ikinci pazar
günü düzenlenen ayin için kente gelen
Ermeniler, yöre halkı tarafından en iyi şekilde
ağırlanıyor.
Kilisede ilk kez yapılan ayin öncesinde Türkiye
Ermenileri Patrikliği tarafından gönderilen ve ayin
günü kilise bahçesinde sergilenen 2 metre
yüksekliğinde ve 110 kilo ağırlığındaki haç
da Ermeni din adamları tarafından kutsandıktan sonra
kilisenin kubbesine takıldı.
Sonraki yıllarda Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca Akdamar Adası'nda başlatılan kazı
çalışmalarıyla, kilise çevresindeki manastır alanı
ve şapeller de ortaya çıkarılarak, turizme
kazandırıldı.
Trt Türk, 21.04.2015
******
AKDAMAR KİLİSESİ
DÜNYA MİRASI OLDU
Van’da bulunan Akdamar
Kilisesi, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne
girdi.
Ermeniler açısından
önemli bir yapı olan Akdamar’la birlikte Yıldız
Sarayı, Aspendos Antik Kenti, Dağlık Frigya, Uzun
Köprü ve İsmail Fakirullah Türbesi de geçici listeye
alınan eserlerden oldu. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer
Çelik, eserin listeye alınmasının, Ermeni
diasporasının bugünlerde gerçekleştirdiği kampanyaya
mesaj olması gerektiğini söyledi.
Bakan Ömer Çelik konu
ile ilgili açıklamasını Twitter adresinden yaptı.
Çelik şu mesajları paylaştı: “Aralarında Akdamar
Kilisesi, Yıldız Sarayı, Aspendos Antik Kenti,
Dağlık Frigya, Uzun Köprü ve İsmail Fakirullah
Türbesi'nin de bulunduğu 10 kültürel ve doğal
varlık, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne girdi.
Böylece geçici listedeki eser sayımız 62 oldu.
Özellikle Akdamar Kilisesi'nin geçici listeye
alınması bugünlerde başlatılan Ermeni diasporasının
kampanyasının etkisinde kalan yabancı parlamentolara
örnek ve mesaj olması gereken bir şey. Kültürel
varlığımızın zenginliğini ve kültürel coğrafyamızın
genişliğini göstermesi bakımından önemli bir aşama
kaydettik.”
Akdamar Kilisesi
geçtiğimiz yıllarda restore edilmiş ve yılda bir kez
olmak üzere ibadete de açılmıştı.
Zaman, 24.04.2015
|
BU MÜZEDE SELFİE 750 LİRA
Danimarka'nın başkenti
Kopenhag'da bulunan heykel müzesi Glyptoteket'de
üçayak ya da selfie çubuğu
kullanarak fotoğraf çekmek için bin 950 Danimarka
kronu, yani yaklaşık 750 lira ödemek gerekiyor.
Daha çok eski Yunan ve Roma döneminden kalma
heykellerin sergilendiği müzede fotoğraf çektirmek
serbest ama üçayak veya özçekim çubuğu kullanmak
yasak.
Özellikle Uzakdoğulu turistlerin ısrarı sonucunda
müze yönetimi bu konuya çare olarak mutlaka üçayak
veya özçekim çubuğu kullanmak isteyenler için ancak
güvenlik görevlisi eşliğinde bu aletleri kullanmaya
izin verdi.
Fakat müzenin tahsis edeceği güvenlik görevlisinin
saati 650 kron ve bu imkandan ancak üç saatten az
olmamak kaydıyla faydalanmak mümkün oluyor. Bu
da toplamda en az bin 950 kron, yaklaşık 750 Türk
lirası ediyor.
Glyptoteket müzesinin basın müdürü Jacob Fibiger,
üçayak ve özçekim çubuğu gibi aletlerin kaza
sonucunda sanat eserlerine zarar verebileceğini,
bu nedenle bu yönteme başvurduklarını söyledi.
Fibiger, "Fiyatı pahalı bulabilirsiniz ancak bu
sadece güvenlikle ilgili giderleri karşılamak
için'' dedi.
Akşam, 20.04.2015
|
BODRUM'DAKİ KAZILARDA HEYECANLANDIRAN GELİŞME

Muğla'nın Bodrum
İlçesi Yokuşbaşı
Mahallesi'nde inşaat yapılacak alandaki sondaj
çalışması sırasında bulunan eski dönemlere ait
yeni mezarlar için kurtarma kazısı başlatıldı.
Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan mezarların,
Yokuşbaşı Mahallesi'nin kaynaklarda söz edilen
Halikarnassos'un mezar alanı olduğunu belirtir
nitelikle olduğu bildirildi.
Geçtiğimiz ay Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğü
yakındaki arsada, farklı türde 10 adet mezar
bulundu. Yapılan kazıda 1'i kırma çatı, 1'i oda
mezar, diğerleri normalüstü kapaklı mezar olmak
üzere Hellenistik döneme ait 10 mezar ile ilgili
kurtarma kazısı devam ederken, alanda
iskeletlerin yanı sıra çeşitli ölü hediyelerine
rastlanıldı. Bu alana yaklaşık 80 metre
uzaklıkta bulunan, Halil Gözütok'a ait alanda
bir inşaat çalışması öncesi yapılan sondaj
kazısında yeni mezarlara rastlandı. Bodrum
Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi görevlilerince
başlatılan kurtarma kazısında farklı özellikte
ilk etapta 5 mezara daha rastlanırken devam
edilen kazılarda sayı 8'e yükseldi.
MÖ 5'inci yüzyıla ait mezar alanındaki
kazılarda kolye ve seramik eşyalar ve iskelet
parçaları gün ışığına çıkarıldı. Kazılarda
bulunan iskeletlerin antropologlar tarafından
incelenmeye alınırken, bulunan eserlerin müzede
sergilenmesi için çalışma başlatıldı. İki ayrı
yerde ulaşılan ve sayılarının artması beklenen
mezarlar ve içlerindeki buluntuların Yokuşbaşı
Mahallesi'nin kaynaklarda söz edilen
Halikarnassos'un nekropülü olduğunu işaret eden
bulgular olduğu belirtildi.
Dha, Haber: Osman Uras, 20.04.2015
|
ROMA 2 BİN 768 YAŞINDA

Dünyanın en
eski şehirlerinden İtalya'nın başkenti Roma'nın, 2
bin 768'inci "doğum günü", Roma İmparatorluğu
dönemine özgü kıyafetler giyen 2 bin figüranın
katıldığı yürüyüş ve çeşitli etkinliklerle
kutlandı.
Roma kentinin tarihi ve kültürel güzelliklerinin
değerinin bilinmesi ve yüceltilmesi amacıyla
faaliyetlerini yürüten Gruppo Romano Storico'nun
yaklaşık 2 bin göstericiyle düzenlediği
etkinliklerle efsaneye göre MÖ 21 Nisan 753 yılında
kurulan başkentin 2 bin 768'inci "doğum günü",
Romalıların ilgisini çekmek için pazar günü
kutlandı.
Roma kent merkezindeki antik şehir Forum
Roma'daki Circo Massimo isimli hipodrom alanında
kentin kuruluşunun canlandırılmasının ardından
başlayan yürüyüş, kentin simgesi Kolezyum'un
önündeki Imperiali Caddesi'nde son buldu. Yoğun ilgi
gören yürüyüş boyunca bazı figüranlar, gladyatör
kıyafetini tercih ederken, kimisinin ise antik
dönemdeki Romalı senatörler gibi giyindikleri
görüldü.
Efsaneye göre, Romalı asker, tarihçi ve yazar
Varrone, arkadaşı Lucio Taruzio'nun astrolojik
hesaplamalarına dayanarak, Roma'nın kurucusu
Romulus'un MÖ 21 Nisan 753'te kenti kurduğunu
belirtiyor.
Dünya, 20.04.2015
|
ANTİK UNUTKANLIK

Başkent’te her yıl binlerce turistin ziyaret
ettiği tarihi Ulus bölgesinde yenileme
çalışmaları hızla devam ederken, bölgedeki
eserler ise ilgisizlikten yok oluyor. Binlerce
yıllık Roma Antik Tiyatrosu uzun süredir atıl
durumda beklerken, Ankara Kalesi’nin bir kısmı
yıkılan tarihi surları kaderine terk edildi.
Ulus bölgesinde devam eden, ‘Ulus Tarihi Kent
Merkezi Projesi’ kapsamında onlarca yapı tekrar
kullanıma kazandırılırken, MS 1. ile 2. yüzyıl
arasında yapıldığı tahmin edilen Roma Antik
Tiyatrosu ise bakımsızlık ve ilgisizlikten yok
oluyor. Etrafı derme çatma bir şekilde çevrilen
tiyatro, alkol ve uyuşturucu bağımlılarına
mesken oluyor. Başı boş halde bırakılan
tiyatroda tarihi izler her geçen gün yok olurken
Ulus bölgesi esnafı, “Binlerce yıllık antik
tiyatro, Allah’a emanet. Bölgeyi gezmeye gelen
yerli ve yabancı turistler karşılaştıkları
manzaraya tepki gösteriyor” diye konuştu.
İLGİ BEKLİYOR
Kış aylarında
Suriyeli mülteciler tarafından kuşatılan tarihi
tiyatro, çevresinde yenilenen onlarca yapının
arasında ilgi bekliyor. 2009 yılında başlanan
restorasyon çalışmaları sırasında eski
dönemlerden kalma hamam, tapınak, agora, sur,
hipodrom, sütun gibi çok sayıda tarihi eserin
çıkarıldığı tiyatronun evsizlere bırakıldığını
savunan esnaf, “Yıllar geçiyor, bölge
yenileniyor ama Roma Antik Tiyatrosu olduğu gibi
kalıyor. Burada vatandaşa düşen bir şey yok.
İnsanlar gelip geçerken sitem ediyor. Ancak
bölgeden sorumlu olan yetkililerin
duyarsızlığını anlamak mümkün değil” dedi.
ÇALIŞMALAR DURDURULMUŞTU
Büyükşehir
Belediyesi’nin, Ulus semtinde gül kurusu
rengindeki taşlardan yapılma 2 bin yıllık antik
Roma tiyatrosunun restorasyonunda beyaz renkli
mermerler kullanmasına Kültür ve Turizm
Bakanlığı arkeologları itiraz ederek çalışmaları
durdurmuştu.
GEDİK BÜYÜYOR
Ankara Hürriyet’in “Tarihi surda büyük
gedik” manşetiyle duyurduğu, Hacı Bayram-ı Veli
Camisi’nin hemen yanında yer alan ve Ankara
Kalesi’nin devamı olarak bilinen tarihi surların
yıkılmasının ardından ise hiçbir gelişme
yaşanmadı. Olayın üzerinden bir aydan fazla
zaman geçmesine rağmen yetkililer, yıkımın
sebebine ilişkin bir açıklama yapmazken, alınan
basit önlemler dışında bir çalışmaya başlanmadı.
Hürriyet, 20.04.2015
|
GEMİLER ÖREN YERİNE RESTORASYON PLANI

Muğla Valisi Amir
Çiçek, Fethiye
İlçesi'nde ulaşımın teknelerle
sağlandığı Gemiler Ören Yeri'nde restorasyon
çalışması planladıklarını bildirdi.
39.
Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında bazı
kurum müdürleriyle, geçmişi MS 5. yüzyıla
dayanan Gemiler Ören Yeri'nde incelemelerde bulunan
Çiçek, Fethiye Müze Müdürü Emirhan Hakkı Süel'den
bilgi aldı.
Çiçek, gazetecilere, Gemiler Ören Yeri'nin hem
doğa hem de tarihi açıdan önemli olduğunu söyledi.
Ören yerinin, korunan eserleri görmek isteyenler
için doğa içinde güzel yürüyüş yolu olduğunu ifade
eden Çiçek, küçük ve büyük kiliseleri birbirine
bağlayan tünellere dikkati çekti.
Çiçek, yılda yaklaşık 20 bin kişinin ziyaret
ettiği Gemiler Ören Yeri'nde bakanlık rehberlerinin
eserler ve geçmişi hakkında bilgilendirme yaptığını
anımsattı.
Ören yerinde,
kültür turizmine daha çok hizmet etmesi için
restorasyon çalışması yapılması gerektiğini kaydeden
Çiçek, şöyle konuştu:
"Burada restorasyon yapılması gerektiğini gördük.
Koruma planı yapıldıktan sonra bu ören yerimizde
restorasyon çalışması gerçekleştirmeyi planlıyoruz.
Bu yapıldığı takdirde geçen yıl yaklaşık 20 bin
kişinin ziyaret ettiği ören yerimizde ziyaretçi
sayısı, 40 bin kişiye ulaşabilir. Bu da bu bölge
için iyi bir turizm destinasyonu olur."
- Gemiler Ören Yeri
Gemiler Ören Yeri, Bizans dönemine ait eserlerle
ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. "Aya Nikola Adası"
olarak da bilinen ören yeri, 11 bazilika, çok
sayıda şapel, ev, depo, mezar ve sarnıçların
bulunması nedeniyle Bizans döneminin önemli dini
merkezleri arasında gösteriliyor.
Ören yerinin üst kısmında ağırlıklı dini yapılar
bulunuyor. Turistler, ören yerindeki eserleri doğal
yürüyüş yoluyla rahatlıkla gezme fırsatı buluyor.
Ören yerinin tepe noktasından ise Gemiler koyu ve
deniz manzarası izlenebiliyor.
Radikal, 19.04.2015
|
ÜÇ BİN YILLIK ÇALINTI ESER İADE EDİLİYOR

Mısır’ın Luksor bölgesindeki ünlü Karnak
tapınağından çalınarak İngiltere’de satılan bir
antik sütunun parçası, Mısır’a geri verilecek. Mısır
Eski Eserler Bakanı Mahmud el Damati’nin
açıklamasına göre, eseri elinde bulunduran bir
Britanya vatandaşı, Londra’daki Mısır
büyükelçiliğine giderek orijinal eserin yasadışı
yollardan geldiğini öğrendiğini ve gönüllü olarak
bunları geri vermek istediğini bildirdi. Sütun
parçasında çok değerli antik kabartmalar (rölyef)
bulunuyor. Mısır Antik Eser Restorasyonları Genel
Müdürü Ali Ahmed, The Cairo Post gazetesine yaptığı
açıklamada, Mısırlı ve İngiliz bilim insanlarının
oluşturduğu ortak bir komitenin, eserin
orijinalliğini tescil ettiğini belirtti. Ahmed,
çalınan rölyefli sütun parçasının, bakanlığın
arşivinde kayıtlı tescilli eser olduğunu da ifade
etti.
DÖRT YILDA 1900 ESER ÇALINDI
Milattan Önce 1401 ile 1391 yılları arasında
yaşamış 18’inci Hanedandan Firavun Thutmose IV
dönemine ait, tanrı Amon Ra’yı gösteren sütun
parçasının ne zaman çalındığı ise belirsiz. Ancak
Mısır’daki 2011 ayaklanmasından sonra, son dört yıl
içinde 1.900 antik eserin Avrupa ülkelerine yasadışı
yollardan kaçırıldığı belirtiliyor. Arap Baharı’nın,
Mısır’daki paha biçilmez arkeolojik eserlerin
yağmalanmasının hızlandırdığı, uzmanlarca önemli bir
faktör olarak ifade ediliyor.
Taraf, 19.04.2015
|
KEPEZ BELEDİYESİ'NDEN TURİZME ARKEOPARK DESTEĞİ

Kepez Belediyesi Varsak bölgesinde perge
uygarlığında yağ çiftiliği olarak kullanılan antik
kenti gün yüzüne çıkarıyor.

Kepez Belediyesi, Antalya’nın Varsak bölgesinin
kuzeyinde yer alan ve antik kentte Elai Baris (Yağ
çiftliği) olarak kullanılan Lyrboton Kome’yi tarihe
ve Antalyalılara kazandırıyor. Antalya Müze
Müdürlüğü yetkililerinin gözetiminde Kepez
Belediyesi’nin 15 kişilik ekibi tarafından yapılan
temizliğin sona yaklaştığı bildirildi. Bitme
aşamasına gelen temizlik çalışması sonrası yaklaşık
2 bin yıllık bir geçmişi olan antik köydeki tarihi
yapılar gün yüzüne çıktı.

Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, Varsak’taki
Perge uygarlığının bir köyü olan Lyrboton Kome’yi,
turizm şehri Antalya’nın tarihi kültür mirası
envanterine kazandırmak için çalıştıklarını
kaydetti. Elai Baris’te, Antalya Müze Müdürü Mustafa
Demirel, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat
Çevik ve Koruma Kurulu üyeleriyle birlikte keşif
çalışması yapılan alan, temizlik çalışmalarının
ardından rölöve çalışmasının yapılacağı ve arkeopark
projesi Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü’nün onayına sunulacağı kaydedildi.
Arkeopark çalışması ile Lyrboton Kome açık hava
müzesi haline getirilmesi amaçlanıyor. Bilgilendirme
akslarının olacağı arkeoparkta, ziyaretçilere tarihi
kentle ilgili bilgiler verilecek ve arkeolojik
hikayeler anlatılacak. Başkan Tütüncü, “Bitki
temizliğini, bağlantı yollarını yaparak bu kenti
turizmin dikkatine sunacağız. Daha sonra rölöve,
restorasyon çalışmalarıyla antik kenti ayağa
kaldıracağız. Bu kültür hazinesini, arkeopark haline
getirerek Antalya’ya armağan edeceğiz” dedi.

Lyrboton Kome’de ilk arkeolojik çalışmayı yapan
Prof.Dr. Nevzat Çevik ise yağ çiftliğinin önemine
vurgu yaparak şunları söyledi:
“Burası, antik adıyla Lyrboton Kome’dir. Elai Baris
olarak da bilinir (Yağ Çiftliği). Büyük bir antik
zeytinyağı üretim köyüdür, Lyrbos Köyü, Perge’ye
bağlıdır. Kadersizliği, bırakın turisti,
Antalyalılarıın bile binde birinin ancak bildiği,
özel ama küskün ve yetim yerlerden biri olmasıdır.
Hellenistik Dönem’de de burada yerleşim olması
beklense de kalıntılar büyük çoğunlukla Roma ve
Bizans Dönemi’nden kalmadır. Bugünkü Varsak’ın adı
13. yy başında yöreye gelen Üçok boyundan Tatar
Serdarı Baçu Han’ın 6 oğlundan biri olan Varsak
Bey’den gelir. O gün bu gündür bölgenin adı
‘Varsak’tır. Bölgenin her yanında keşfettiğimiz
zeytinyağı işlikleri en çok buradadır. Çok sayıda ve
entegrelikler yüksek bir yağ üretimi olduğunu
göstermektedir. Bu üretimin ve yerleşimde
yaşanmışlığın diğer izleri çok sayıda sarnıç, 80’in
üzerinde mezar, 2 katlı korunmuş konutlar, 1 küçük
hamam ve 3 de kilisedir. Döşemealtı’ndan gelip
Perge’ye giden Via Sebaste (İmparator Yolu) da
buradan geçer” dedi.

Hürriyet, 19.04.2015
|
ATALARIMIZ GERÇEKTEN YAMYAM MIYDI?
Atalarımızın
yamyamlığıyla ilgili şüpheler artık ortadan
kalkıyor.
İngiltere’nin Somerset bölgesindeki Gough
Mağarası’nda 1992’de yapılan kazılarda bulunan
kalıntılar bir grup insanın kesilip yendiğini
gösteriyor.
Bilim insanları burada bulunan kemikler
üzerindeki izleri incelemeye devam ediyor.
BBC Türkçe’nin BBC Earth’ten Melissa
Hogenboom’dan aktardığı habere göre; kemiklerin
hangi döneme ait olduğunu bulmak için radyoaktif
karbon izotoplarına bakılıyor.

İnsan ve hayvan kemiklerini içeren kalıntıların
15 bin yıl önceye ait olduğu tahmin ediliyor.
Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nden Silvia Bello,
incelemeler sonucunda kemiklerin önceden tahmin
edilenden çok daha fazla işlemden geçtiğini tespit
ettiklerini belirtiyor.
Bello, etlerin kemikten sıyrılması, süngersi
kemiklerin kırılması, ilik çıkarma ve çiğneme
işlemlerini kemikler üzerinde şüpheye yer
bırakmayacak şekilde gördüklerini söylüyor.

En korkunç olanı ise kemikler üzerindeki diş
izleri.
Bu bulgular yamyamlığın atalarımız açısından
normal bir davranış olduğunu gösteriyor.
Ayrıca kafataslarıyla da oynandığı, bazılarının
başlık haline getirildiği belirtiliyor.
Araştırmayı yürüten ekipten Londra UCL
Üniversitesi’nden Simon Partiff, bu döneme ait
gömütlerin nadir olduğunu ve birçok kazı alanında
başka atıklarla karışmış insan kalıntılarına
rastlandığını söylüyor.

Yapılacak daha ayrıntılı araştırmalarla
yamyamlığın insanlar arasında ne kadar yaygın
olduğunun ve ritüellerin ardından insan kurban
etmenin gelenek olup olmadığının tespit edilmesi
planlanıyor.
Oda Tv, 18.04.2015
|
3. KATI DA ÇIKTILAR
Konak Pier'in Pasaport'a bakan
cephesinde tadilat çalışmaları sürerken İzmir 1
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü yetkililerinden tadilatla ilgili açıklama
geldi. Yetkililer tadilatın 2000'li yılların başında
yapının bütününe ilişkin proje kapsamında devam
ettiğini ancak aksi bir durum tespit edilmesi
halinde tadilata müdahale edileceğini ifade ettiler.
Binanın tarihi yapısına uymadığı halde kaçak kat
çıkmayı sürdüren firma, İzmirlinin gözü önünde 3.
katın sıvalarını da tamamladı.
Paris'teki Eyfel Kulesi'nin mimarı olarak da
bilinen ünlü Fransız mimar Gustave Eiffel'in 1890
yılında tasarladığı Konak Pier'in Pasaport'a bakan
cephesinde gerçekleşen tadilat işlemleri devam
ederken binalardan bir tanesine 3. kat çıkılmış
durumda.
Geçtiğimiz aylarda Deniz Kuvvetleri'nin
taşınmasının ardından boşaltılan Konak Pier'in kuzey
kısmında restorasyon başlatılmış, restorasyonda
kepçe ve kamyon kullanılması dikkatleri çekmişti.
Tarihi binada çatı işlemleri devam ederken bina
önünde bulunan moloz yığınlarının kepçelerle
kamyonlara yüklendiği fotoğraflarla belgelenmişti.
1995 yılında alışveriş merkezi olarak düzenlenmek
için kapsamlı bir tadilata alınan tarihi yapıdaki
son tadilat çalışmasında iş makinelerinin rahat
çalışması için tarihi yapının bir duvarı yerle bir
edilmiş ve restorasyonun iş makineleriyle
sürdürülmesi tepki toplamıştı.

PROJE 2000'LERİN BAŞINDA ONAYLANMIŞ
Konak Pier'in Pasaport'a bakan cephesinde yapılan
tadilatın 2000'li yılların başında yapının bütününe
ilişkin onaylanan proje kapsamında devam ettiği
öğrenilirken tadilat sırasında aykırı bir durum
olması halinde gerekli müdahalenin yapılacağı
belirtildi.
İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü yetkilileri Konak Pier'de devam
eden tadilatla ilgili şu bilgileri verdi, “2000'li
yılların başında Konak Pier'in yani o yapının
bütününe ilişkin proje onaylanmış. Burası önceden
Konak Pier olarak yapılırken burada askeriye de
vardı. Ancak proje bütün olarak onaylanmış. Askeriye
mevcut haliyle devam ettiği için orayla ilgili
herhangi bir uygulama yapılmamış.

“AYKIRI DURUMDA MÜDAHALE YAPILIR”
Askeriye yakın zamanda burayı boşalttığı için şu
an o projeye uyularak orada AVM'nin bütününe yönelik
bir tadilat çalışması yapılıyor. 3-4 ay önce bilgi
almak için BİMER üzerinden bir takım yazışmalar
yapılmış, yerinde tespit yapılmış ve projeye aykırı
bir uygulama olmadığı tespit edilmiş.

Ancak şu an güncel olarak öyle bir tespit olması
halinde yerine gidip bakılır ve gerekli incelemeler
yapılır. Aykırı bir durum olursa ise gerekli
müdahale yapılır.”

GÜMRÜK BİNASI OLARAK KULLANILDI
Konak Pier, İzmir'de tarihi değeri yüksek
yapıların başında geliyor. 1867 yılından 1950
yılları sonuna kadar gümrük binası olarak kullanılan
Konak Pier, ünlü Fransız mimar ve inşaat mühendisi
olan Gustave Eiffel tarafından 1890 yılında dizayn
edildi. İzmir'in tarihi Konak Meydanı yakınında özel
bir konuma sahip bu özgün yapı, uzun yıllar gümrük
binası olarak kullanıldıktan sonra 1960 yıllarında
Balık Hali oldu.

Oda Tv, Haber: Deniz Keser, 18.04.2015
|
TARİHİ HAYDARPAŞA KAMPÜSÜ 'RESMEN' BAKANLIĞIN

Marmara
Üniversitesi'nin tarihi Haydarpaşa Kampüsü ile
ilgili bir yıldan beri süren tartışmaya son
nokta konuldu. Önceki gün Resmi Gazete’de
yayımlanan Torba Yasa’ya göre 1894 yılında 2.
Abdülhamit tarafından yaptırılan kampüs, Sağlık
Bakanlığı’na bağlı yeni kurulan Türkiye Sağlık
Bilimleri Üniversitesi’ne tahsis edildi. 4 bine
yakın mezun hukukçunun üye olduğu Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunları Derneği
karara tepkili. Dernek Başkanı Av. İhsan Baran,
“TSBÜ için İstanbul’un başka bir yerinde arazi
tahsis edilmemesi düşündürücü” sözleri ile bu
noktadaki şüphelerini dile getirdi.
Sağlık bakanlığı’na bağlı olacak olan
Türkiye
Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin (TSBÜ)
resmen kuruldu. TSBÜ’nün kuruluşunu da içeren
Torba Yasa’ya Resmi
Gazete’de yayımlandı.
Kararın kesinleşmesi ile birlikte, bir süreden
beri tartışma konusu olan ‘Haydarpaşa Kampüsü’
de yeniden tartışma konusu oldu. Yasaya göre,
TSÜB’nin bulunacağı yer, temeli 1894 yılında 2.
Abdülhamit tarafından atılan ve uzun süre
Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane olarak hizmet veren
yerleşke olacak. Karara karşı ilk tepki ise
Haydarpaşa Kampüsü’nde okuyan Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunlarından
geldi.
‘BAŞKA YER Mİ BULUNAMADI’
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunları
Derneği (MÜHDER) Başkanı Av. İhsan Baran, “TSBÜ için
İstanbul’un başka bir yerinde arazi tahsis
edilmemesi düşündürücü” diyerek şunları kaydetti:
“Tarihi Haydarpaşa Kampüsü’nün Marmara Üniversite
ile kimlik kazandığına işaret ederek “Bu yerleşke
1894 yılında 2. Abdülhamit tarafından 400 bin
Osmanlı altını ile yapılıyor. O dönem Mekteb-i
Tıbbiye-i Şahane adı ile hizmet veriyor. Boğaza
nazır değerli bir arazi üzerinde kurulu bu
yerleşkeye daha sonra Haydarpaşa Lisesi, 1980’lerde
ise Marmara Üniversitesi’ne bağlı fakültelere tahsis
ediliyor. Hukuk, Eczacılık, Hemşirelik Yüksek Okulu,
Radyo-Sinema-TV Bölümü
ve Adalet Yüksek Okulu hali hazırda bu yerleşkede
bulunuyor. 31 yıldır bu yerleşkede bulunan Hukuk
Fakültesi, çok sayıda saygın hukukçu yetiştirdi.
Burası sadece bir arazi bir bina değil. Burada
kültürel bir değer var. 4 bine mezun hukukçunun
üyesi olduğu MÜHDER olarak alınan karardan derin bir
üzüntü duyuyoruz; karar bizi derinden yaraladı. Biz
dernek olarak bir yıla yakın bir süreden beri bu
kararın hayata geçmemesi için çaba gösteriyoruz.
Hemen her platformda sesimizi duyurmaya çalıştık.
Yasal süreci ve gelişmeleri takip edeceğiz.”
'DESTEK BEKLİYORUZ'
Torba Yasa ile Meclis’ten geçen kanunun iptali için
Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılması için çalışma
yürüttüklerini kaydeden Av. Baran “Burada siyaset
üstü bir durum söz konusu. Meclis’te grubu bulunan
partiler ile temastayız. Aldığımız destekler de söz
konusu. Kanunun iptali için AYM’ye başvuru
yapılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu konuda, tüm
hukukçulardan, akademisyenlerden ve özellikle
öğrencilerimizden ve de duyarlı olan vicdan sahibi
bütün yurttaşlardan destek bekliyoruz” dedi.
PAHA BİÇİLMEZ BİR YERLEŞKE
Av. Baran, Haydarpaşa Kampüsü’nün arazisi ve
yapıları için “Paha biçilemez” bir değerden söz
ederek, Marmara Üniversitesi ile Sağlık Bakanlığı
arasında yapılan protokolün detayını bilmediklerini
kaydetti. Av. Baran, TSÜB’nin ne zaman hayata
geçirileceği konusunda belirsizlik olduğuna işaret
ederek, yerleşkede bulunan fakültelerin ise,
Göztepe, Pendik'te bulunan yerleşkelerle beraber
Maltepe’de Marmara Üniversitesi’ne tahsis edileceği
gündemde olan yerleşkelere taşınmasının söz konusu
olacağını kaydetti.
RESMİ GAZETE’DE BÖYLE YER ALDI
Yasaya göre, TSÜB’nün Mütevelli Heyeti; Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı, Rektör, Sağlık Bakanının
seçeceği iki üye ile Yükseköğretim Kurulu tarafından
seçilen profesör unvanına sahip bir üye olmak üzere,
toplam beş üyeden oluşacak.
“İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla
yeni bir üniversite kurulmuştur” denilen kanun
metninin sonunda “Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane adıyla
hizmet vermek üzere inşa edilen ve halen Marmara
Üniversitesi adına tahsisli olan Haydarpaşa Kampüsü,
Sağlık Bilimleri Üniversitesine tahsis edilmiştir”
denildi.
AYM'YE BAŞVURU HAFTAYA
Konu ile ilgili çalışmaları yürüten
isimlerden Av. Fırat Durak, AYM'ye başvurunun
önümüzdeki hafta yapılmasını beklediklerini
kaydetti. Av. Durak "Konuyu düzenleyen 6639 sayılı
torba yasanın 5. maddesi ile ilgili olarak ana
muhalefet partisi nezdinde yapmış olduğunuz yoğun
görüşme ve girişimler netice verdi. Ana muhalefet
partisi tarafından gelecek hafta Anayasa
Mahkemesi'ne yasanın iptali için başvuru yapılacak.
Bu konuda tarafımızca da bir kaç gün içerisinde
hazırlanacak bir başvuru metni ana muhalefet partisi
genel merkezine başvuruya esas olmak üzere
sunulacak" dedi.
Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 18.04.2015
|
TRAMVAY YOLUNUN ALAADDİN TEPESİ GÜZERGAHI DEĞİŞECEK
Mİ?

1941 yılında Türk Tarih
Kurumu tarafından yapılan kazılarda ilk yerleşimin
MÖ 3000 yılında olduğu belirlenen Alaeddin Tepesi
etrafı Bizans köyü mü çıktı? Tramvay hattı yapımı
esnasında sürekli olarak tarihi kalıntılara
rastlanıyor. Son olarak Kuyu Bileziğine rastlanan
kazılarda şimdi de Roma Mezarı çıktı. Daha önce kale
suruna rastlanan kazı alanı ile kuyu bileziğine
rastlanan bölgelerin arasında küçük bir Roma
Mezarına rastlandı.
BİZANS KÖYÜ MÜ VAR?
Roma ve Bizans döneminin
önemli şehirlerinden biri olan Konya’da aynı döneme
ait kalıntılar gün yüzüne yapılan kazılarda çıkıyor.
Yapılan her kazıda özellikle Roma ve Bizans dönemine
ait kalıntıların bulunması akıllara Alaeddin Tepesi
etrafında Roma Köyü mü vardı sorusunu getirdi. Şehir
Merkezindeki Roma dönemine ait eserler bu kuramı
güçlendiriyor.
SELÇUKLU TÜNELLERİ
ORTAYA ÇIKABİLİR
Yapılan kazılarda Selçuklu
dönemi tünellerinin de çıkmasına yüksek ihtimalle
bakılıyor. Tarihçiler Alaeddin Tepesinde bulunan
beton şemsiyenin altından başladığı ve Alaeddin
Keykubad Cami altından Üçler Mezarlığı kapısına
kadar devam eden tünellerin olduğunu tahmin
ediyorlar. Çalışmalar esnasında var olduğu tahmin
edilen tünellerin ortaya çıkması da bekleniyor.

KUYU BİLEZİĞİ
ÇIKMIŞTI
Anadolu'da Bugün Gazetesi'nin
haberine göre; tepe etrafına dikilecek 64 direkten
bir tanesinin olduğu yerde kuyu bileziği bulunmuştu.
ROMA KÖYÜ VE MEZARI
ŞÜPHESİ
Bugün çekilen bu
fotoğrafta ise kırmızı şeritlerle işaretlenmiş
alanda; kuyu bileziğinin bulunduğu alanın yaklaşık
15 metre gerisine isabet eden bölgede ise Roma
mezarlığı olduğu iddia ediliyor.
konyapol.com, 18.04.2015
|
"TARİHİMİZE ZARAR VERİYOR"
Akdeniz Üniversitesi
(AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi, Patara Kazıları Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan
Işık, "Bizde kültürün her dalı devlet malı olarak
kabul ediliyor. Ama devletin malına sahip çıkması
gerekir. El sanatları yok oluyor. Tarihi manastırlar
yok oluyor. Mezar taşları satılıyor. Taş ocakları
tarihimize büyük zarar veriyor" dedi.

Turizm Haftası ve 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler
Günü dolayısıyla Kaş'ta düzenlenen 'Türkiye'nin
Kültür Mirasları' konulu konferansta, Prof.Dr.
Havva İşkan Işık konuşma yaptı. Kaş Belediyesi
Toplantı Salonu'ndaki konferansı, Kaymakam Selami
Kapankaya, Garnizon Komutanı Yüzbaşı Murat Aydın,
Belediye Başkanı Halil Kocaer, İlçe Milli Eğitim
Müdürü Faruk Atılgan ve Kültür ve Turizm Müdürü
Mustafa Aydın ile turizmciler izledi.
'KAZILAR BİTİRİLEMİYOR'
Anadolu'nun tüm uygarlıkların beşiği olduğunu
söyleyen Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Kültür varlığı
çok geniş bir kavramdır. Müzeler, antik kentler,
heykeller, Safranbolu evleri gibi aklınıza ne
gelirse hepsi birer kültür varlığıdır. Ama biz
kültür varlıklarımızı tanımıyoruz, bilmiyoruz.
UNESCO, 2013 yılını Piri Reis Yılı ilan etti. Kaç
kişi biliyor bunu bu ülkede? Bugün Dünya Kültür
Mirası Listesi'nde Türkiye'nin 13 kültür varlığı
var. Bizim yarımız bile olmayan İspanya'nın 43
kültür mirası listede yer alıyor. 52 kültür
varlığımız da UNESCO'nun aday listesinde. Kaş bu
anlamda çok şanslı. Dünya Kültür Mirası Listesi'nde
olan bu 13 kültür mirasımızdan biri Xanthos Antik
Kenti, Kaş sınırları içinde. 52 aday kentten biri
olan Patara Antik Kenti de Kaş sınırları içinde. Bu
kadar zengin bir tarih içinde, Dünya Kültür Mirası
Listesi'nde 13 kültür varlığımızın olması da acı
verici. Efes Antik Kenti bile bu listede değil.
Bunun nedeni kazıların kaynak yetersizliği veya
başka nedenlerle bitirilememiş olması" dedi.
'DEVLET MALINA SAHİP ÇIKMALI'
Keşkek, Mevlevilik, aşıklık, meddahlık, sıra
geceleri, el yazmaları, yaren toplantıları, nevruz,
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi, Alevi- Bektaşi
semah gösterisi, Kırkpınar güreşleri, Türk kahvesi,
mesir macunu ve ebru sanatı gibi Dünya Somut Olmayan
Kültür Mirası Listesi'nde Türkiye'ye ait birçok
kültürel değerin yer aldığını vurgulayan Prof.Dr.
Işık, şöyle dedi:
"Halay, horon, zeybek ve yağmur duası da kısa süre
içinde bu listeye girecek olan kültür değerlerimiz.
Ayrıca UNESCO'nun Yaşayan İnsan Hazineleri
Listesi'nde başta Neşet Ertaş olmak üzere 11
sanatkarımız var. Bizde kültürün her dalı devlet
malı olarak kabul ediliyor. Ama devletin malına
sahip çıkması gerekir. El sanatları yok oluyor.
Tarihi manastırlar yok oluyor. Mezar taşları
satılıyor. Taş ocakları tarihimize büyük zarar
veriyor. En acısı, Libya'da, Suriye'de,
Afganistan'da, Irak'ta tarih din adına, İslam adına
katlediliyor. Dünyada tarih katliamının yüce
dinimizi kullanarak yapılması insana acı veriyor. Bu
görüntülerde izlediğiniz gibi, bir tarih yok oluyor.
Hepimiz acı duyuyoruz. İnsan olarak görevimiz, bu
tarihi ve kültürel zenginliği gelecek kuşaklara
taşımaktır."
Konferansın sonunda Kaymakam Selami Kapankaya ve
Başkan Halil Kocaer, Prof.Dr. Havva İşkan Işık'a
teşekkür ederek, çiçek verdi.
Bizim Antalya, 18.04.2015
|
İSTANBUL'UN ÖREN YERİ OLMAYA ADAY ANTİK KENTİ
Küçükçekmece’de devam eden Bathonea Antik Kenti
kazıları tamamlandığında İstanbul’un ören yeri
haline geleceği belirtiliyor. Avcılar Belediye
Başkanı Handan Toprak, bölgenin turizme
kazandırılması için işbirliği önerilerine açık
olduklarını söyledi.
Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak, 2007
yılında Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün
başkanlığında İstanbul Tarih Öncesi Çağlar
Araştırması kapsamında başlayan Bathonea kazısı
hakkında açıklamalarda bulundu. Küçükçekmece Göl
Havzası’nda devam eden kazıları Avcılar ve İstanbul
açısından büyük önem taşıdığını ifade eden Toprak,
kazılar tamamlandıktan sonra bölgenin İstanbul’un
ören yeri haline geleceğini belirtti.
Toprak, bölgenin turizme kazandırılması için
gelecek işbirliği önerilerine açık olduklarını
da ifade etti. Bathonea Antik Kenti’nin ziyarete
açılmasının bölgedeki turizm hareketliliğini
geliştireceğini dile getiren Toprak,
“Bathonea’nın dünya çapında tanınan bir ören
kenti haline gelmesini istiyoruz. İstanbul’a
gelen turistlerin Bathonea Antik Kenti’ni de
mutlaka görmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kentin
tarihi önemi iyi anlatıldığında ilçemizin de
daha fazla turizm yatırımı çekeceğini
düşünüyoruz” dedi.
DEVASA BİR KOMPLEKS ORTAYA
ÇIKARILDI
Bathonea Antik Kenti, Türk turizmi için yeni
bir konsept ve alternatif mekan olarak
görülüyor. Yerli yabancı arkeoloji dünyasında
büyük ses getiren Bathonea’da neolitik dönemden
başlayarak Hurrilere kadar uzanan pek çok
kalıntı ve buluntuya ulaşıldı. İki liman, büyük
taşlarla örülmüş su yolları, su toplanan dev bir
sarnıç, devasa caddeler ve meydan ile saray
yapısı olduğu düşünülen büyük bir yapı kompleksi
ortaya çıkarıldı.

2014 yılında kazı alanında bulunan
MÖ
1800’lü yıllara erken Hitit ya da Hurri dönemine
iki figürin, bitümen (zift, petrolün ham hali),
kalay buluntuları ve seramik parçaları arkeoloji
dünyasını ayağa kaldırdı. İstanbul’da ilk kez
Huri ya da Hitit’lere ait izlerin bulunması
nedeniyle önemli buluntulara, aynı yerde çıkan
301 tane MS 5-6. yüzyıllar arasında üretilen
‘Unguanterium’ denilen kutsal su, merhem ya da
parfüm için imal edilmiş küçük pişmiş toprak
şişeler de eklendi.
“DÜNYA TURİZM MERKEZLERİNDEN BİRİ OLACAK”
TÜRSAB Kültür Komitesi Üyesi Birsen Gürer,
bir turizmci olarak bölgeyi çok önemsediklerini
söyleyerek, “Kazılar Avrupa tarihinin de
aydınlatılmasını sağlayacaktır. Bir liman kenti
olan Bathonea, o dönemde dünyanın en zengin
kentlerinden olan Truva’nın ticaret yolu
üzerinde. Truva’nın zenginliği Bathonea ile
bağlantılı. Kazılarda İstanbul tarihinde ilk kez
görülen ticaret metaları bulunmuş. Şimdi biz bu
bilgileri, yurtdışındaki meslektaşlarımızla da
paylaşıyoruz. Büyük ilgi ile karşılanıyor.
Bathonea, önümüzdeki yıllarda dünya turizm
merkezlerinden biri olacak” ifadelerini
kullandı.
Turizmde Bu Sabah, 18.04.2015
|
KAPALIÇARŞI'DA TAHLİYE

Dünyanın
en eski alışveriş merkezilerinden biri sayılan
Kapalıçarşı'da bulunan Sandal Bedesteni'nde,
20-25 yıldan bu yana hizmet veren yaklaşık 80
esnafa dükkanlarını boşaltması için tebligat
gönderildi. Esnaf tahliye etmediği takdirde
polis zor yoluyla dükkanları boşaltacak.
İstanbul'un tarihi, turistik ve ticari
yapılarından biri olan ve Fatih Sultan Mehmet
döneminde inşa edilen Kapalıçarşı'daki,
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün mülkiyetinde olan
ve halı, turistik eşya, çanta, takı, giysi
satılan dükkanların bulunduğu bedesten'in
kapısına Fatih Kaymakamlığı tarafından tahliye
tebligatı asıldı. Tebligatta 'fuzuli şagil' yani
işgalci olarak tanımlanan esnafların 22 Nisan'da
dükkanlarını tahliye etmesini, tahliye sırasında
güvenlik güçlerinin gerekli önlemleri alması
isteniyor.
80 ESNAFI TAHLİYE EDİP BİR KİŞİYE Mİ
MUTLULUK KURACAKSINIZ
Bedestenin restorasyon
kapsamında ihaleye verildiğini anlatan Sandal
Bedesteni Dernek Başkanı Kaya Kandemir, esnafların
yanı sıra sektörde çalışan işçiler, tedarikçiler ve
aileleri ile birlikte yaklaşık 400 kişinin durumdan
etkileneceğini belirterek, “Türkiye'de çalışan
insanların bu şekilde kapı dışarı atılması hukuki,
insani, anayasal kurallara uygun değil. Siz burada
80 tane esnafı çıkartıp 1 kişiye mi mutluluk
kuracaksınızö dedi. “Aç kalsam dahi kiramı ödüyorum.
Bugün bize 'çıkın' diyorlar. Ben nereye gideyim"
sözleriyle tepkisini dile getiren bedestenin 25
yıllık esnafı Hayrettin Öztürk “Bizi buradan
çıkarırlarsa çok kötü şeyler olacak, biz kendimizi
yakacağız. Başka çaremiz yok. Ben buraya 25 yıl emek
vermişim, beni çıkarıp birine peşkeş çekecekler"
şeklinde konuştu.
“BİR SÜTUN ALTINDA 3 ESNAF EKMEK YİYOR"
Tahliyenin gerçek
amacının restorasyon olmadığını öne süren Murat
Çetin de “Sandal Bedesteni çok kıymetlendi. Güney
kapısı çarşının ana caddesine açılıyor, batı kapısı
çarşının ortasına açılıyor. Burası değerlendiği için
mi 80 tane esnaftan alınıp 1 tane esnafa veriliyor?
Burada aynı sütun altında 3 esnaf ekmek yiyor.
Düzenli kirasını ödeyen esnafların Vakıfların
nezdinde hiçbir değeri yok muö dedi. Sandal
Bedesteni gibi Mısır Çarşısı'nın da Vakıflar Genel
Müdürlüğü mülkiyetinde olduğunu ifade eden Çetin,
“Mısır Çarşısı'nda restorasyon yapılırken ticaret
devam ediyor. Buranın esnafı ekonomik olarak daha
güçsüz olduğu için mi elimizden alıyorlar. Mısır
Çarşısı ile Sandal Bedesteni'nin ne farkı var" diye
sordu.
“RESTORASYON TAHLİYE İÇİN BAHANE"
"Sandal Bedesteni'nin
restorasyona ihtiyacı yok" diyen Ömer Tufan Görgün
de “Bizi çıkartmak için restorasyon bir bahanedir.
Kapalıçarşı'da 3 bine yakın dükkan vardır. Yağmur
yağdığında suyun akmadığı tek yer Sandal Bedesteni
ve buranın kopyası olan İç Bedesten'dir. Buranın
restorasyona ihtiyacı yoktur ama dükkanların düzeni,
tezgahların, camekanların duruşu değiştirilebilir"
dedi. Dükkanlarını boşaltmak istemeyen esnaf,
tahliye öncesinde seslerini duyurmak için eylem
yapmaya hazırlanıyor.
TEK BİR ŞİRKETE VERİLDİ
Sandal Bedesten’le ilgili olarak hurriyet.com.tr’nin
sorularını yanıtlayan Kapalıçarşı Esnaflar Derneği
Başkanı Hasan Fırat, “80 esnaf şu an orada ekmek
yiyor. Geçen sene vakıflar tarafından tek bir
şirkete ihaleyle verildi burası. Şirket esnafları
buradan çıkaramadı. Şimdi ise Kaymakamlık
aracılığıyla herkese tebligat gönderdiler. Biz bu
ihaleyi anlamadık. Bütün alan onların oldu” dedi.
Hürriyet, 17.04.2015
******
KAPALIÇARŞI SANDAL
BEDESTENİ'NDE TAHLİYE
Kapalıçarşı'daki
Sandal Bedesteni'nde tahliye çalışmaları
başladı. Fatih'teki Tarihi Kapalıçarşı
içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
mülkiyetinde olan halı, turistik eşya, çanta,
takı ve giysilerin satıldığı dükkanların
bulunduğu Sandal Bedesteni'nin tahliye edilmesi
istenmişti.
TAHLİYE
ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Dün eylem yapan esnafa akşam saatlerinde
polis müdahale etti. Müdahalenin ardından
gözaltına alınan ve ifadelerinin ardından
serbest bırakılan esnaflar sabah saatlerinde iş
yerlerine gelerek tahliye çalışmalarına başladı.
Çevik kuvvet ekipleri de geniş güvenlik
önlemleri aldı. Bedesten giriş kapısına
gazetecilerin yaklaşmasına izin verilmedi. Her
iş yerinden bir esnaf içeri alınarak eşyalarını
boşaltma çalışmalarına başladı. Bir esnaf o
anları cep telefonu kamerasıyla görüntüledi.
Görüntülerde esnafın, polis gözetiminde
mallarını toplamaları görülüyor. Tahliye
işlemleri sürerken bir grup esnaf da eylem
yaptı.
"RIZA SARRAF'IN
ADI DEFALARCA GEÇTİ"
Sandal Bedesteni'nin başka bir kapısında
toplanan 20 kişilik esnaf grubundan yer alan
Murat Çetin, kendilerine haksızlık yapıldığını
söyleyerek haklarını kazanana kadar
direneceklerini ifade etti.
Çetin, "Burası onarım karşılığı uzun süreli
kiralama modeli yatırım programına alındığı
zaman ihaleye çıkarıldı. Vakıflar Genel
Müdürlüğü yüzde 100 artış yaparak kötü niyetli
olarak bizi borçlu duruma soktu. İhale
aşamasında o denen kişi, Rıza Sarraf'ın adı
defalarca geçti. Bedestenin kuzey kapısı ayaklı
borsaya açıldığından ötürü kendisinin
Kapalıçarşı'dan büyük yer kiralamak istediğini
biliyorduk. Bundan ötürü buraya göz dikilmiştir.
80 esnaftan alınıp 1 kişiye verilmek isteniyor.
Bunu da yapmışlardır ihale usulüyle. 80 esnafı
mağdur edecek şekilde burayı 1 kişiye, ihaleyle
çok fahiş fiyata çıkmayacak şekilde 860 bin
liraya vermişlerdir" diye konuştu.
"ESNAFA YAPILAN
ZULÜM YARIN BÜTÜN ESNAFA YAPILACAKTIR"
Taksim Dayanışması sözcüsü Cem Tüzün ise, 80
esnafın yanında olduklarını belirterek "Binlerce
kişinin ekmek kapısının kapanması söz konusu. Bu
insanlık dışıdır. İnsanların ekmeğiyle
oynamaktır. Ne vicdanda ne hukukta ne de
inandığımız değerlerde yeri yoktur. Kapalıçarşı
esnafı şunu unutmamalıdır; Bu esnafa yapılan
zulüm yarın bütün esnafa yapılacaktır" şeklinde
konuştu.
Bedesten esnafından Erman İpço, 2 senedir
mücadelesini verdikleri davada bugüne kadar
seslerini duyuramadıklarını söyledi. İpço, "Ama
netice alamadık. Sesimizi Kapalıçarşı'la
duyuramadık ki Türkiye'ye duyuralım. Kapalıçarşı
bize dün destek vermedi ki Türkiye bizi duysun.
Dernek başkanımız bile yanımıza gelmedi.
Polislerle o kadar tartışıyoruz, uzlaşmaya
çalışıyoruz. İkna çabaları var ama bir tane
belediye başkanı, kaymakam, vali veya yetkili
gelmedi. Kendimizi Bedestenle yakacağımız
söyledik 20 arkadaş. Biz bu vatanın evlatları
değil miyiz? Siyaset yapmadık biz orada. Ekmek
yemiş vatan evladıyız. Ama kimse ses vermedi.
Dün kapıya dayandığımızda polis patlatacağını
söyledi. Kapıya dayandık. Burası Osmanlının,
ecdadın mirasıdır, yıkamazsanız dedik. Dayandık
ama yine de patlattılar bizi. Geriye uçurdular.
Bu ne demek? Biz ne yaptık ya" diye gözyaşlarına
boğuldu.
Basın açıklamasının ardından toplanan esnaflar,
"İhalede hile var" ve "Susma sustukça sıra sana
gelecek" sloganları attılar. Esnafın tahliye
çalışmaları sürüyor.
Hürriyet, Haber: Sinan
Bilgili, 22.04.2015
******
KAPALIÇARŞI'DA ESNAF
EYLEMİ: 20 GÖZALTI
Kapalıçarşı’daki
Sandal Bedesteni’nde dükkanlarını boşaltması
için tebligat gönderilmesinin ardından dün sabah
bedestenin 4 kapısını içeriden kilitleyip eylem
başlatan esnaf, gün boyunca yetkililer ile
sürdürülen ikna çabaları sonuçsuz kalınca saat
23.30 sıralarında polis müdahalesi ile gözaltına
alındı. Müdahale sırasında Özel Harekat ve
sağlık ekipleri de tedbir aldı. Müdahalede
gözaltına alınan 20 esnaf, polis merkezinde
alınan ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.
ESNAF KENDİSİNİ
BEDESTENE KİTLEDİ
Fatih’teki Tarihi
Kapalıçarşı içerisinde Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün mülkiyetinde olan halı, turistik
eşya, çanta, takı ve giysilerin satıldığı
dükkanların bulunduğu Sandal Bedesteni’nin
kapısına, Fatih Kaymakamlığı tarafından tahliye
tebligatının asılmasının ardından, esnafın dün
sabah saatlerinde başlattığı eylem gün boyu
sürdü. Tebligatta esnaflardan 22 Nisan tarihine
kadar dükkanlarını tahliye etmesinin istenmesi
üzerine, bedestenin 4 ana kapısına kilit vuran
esnaf kendilerini içeri kilitledi. Kapı
arkalarında barikat kuran esnaf, vücutları ile
de kapılara destek yaparak polislerin içeri
girmesini engelledi.
POLİS MÜDAHALESİ İLE
20 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI
Yetkiler ile esnaf
arasında gün boyu süren ikna çalışmalarına rağmen,
dükkanlarından ayrılmamak konusunda kararlı olan
esnafın bedesteni boşaltmaması üzerine, saat 23.30
sıralarında çok sayıda çevik kuvvet ekibi bedestenin
bulunduğu Kapalıçarşı’ya girdi. Bu sırada olay
yerine çağrılan itfaiye aracı da Kapalıçarşı’nın
Nuriosmaniye Kapısı’na yanaştırıldı. Polisin,
bedestenin kilit vurulan kapılarını açmak için
itfaiyeden destek aldığı öğrenildi. Tedbir amaçlı
olay yerine gelen Özel Harekat polislerinin de
ellerindeki kalkan ve uzun namlulu silahlarla
Kapalıçarşı’ya girdiği görüldü. Kısa bir süre
içerisinde bedestene giren polislerin, içeride
bulunan 20 esnafı gözaltına aldığı öğrenildi.
Gözaltındaki esnaf, çarşının giriş kapısına
yanaştırılan çevik kuvvet otobüslerine bindirildi.
Otobüslerin çıktığı sırada çevrede toplanan bazı
esnaf yakınları, alkış tutarak yaşanan olayı
protesto etti. Çevik kuvvet ekipleri, gözaltına
alınan kişilerin bulunduğu otobüs ile alkış tutan
esnaf arasında etten duvar ördü. Gözaltındaki esnaf,
Beyazıt Polis Merkezi’ne götürüldü.
ESNAF SERBEST
BIRAKILDI
Polis müdahalesi ile gözaltına alınan 20 kişi,
Beyazıt Polis Merkezi’nde yapılan Genel Bilgi
Taraması (GBT) testi ve alınan ifadelerinin
ardından, saat 01.15 sıralarında serbest bırakıldı.
Esnaf, polis merkezi dışında kendilerini bekleyen
yakınları ve esnaf arkadaşları tarafından sevinç
gösterisiyle karşılandı.
"AÇTIK VE SUSUZDUK,
HİÇBİR ŞEY YEMEDİK"
Polisin müdahalesi
sırasında gözaltına alınan Erdem Balcı isimli esnaf,
polis merkezindeki işlemlerinin tamamlanmasının
ardından, dışarıda bekleyen gazetecilere açıklama
yaptı. Sabah saat 08.30’dan beri içeride olduklarını
belirten Balcı, "Bütün arkadaşlarımızla sözleştik.
Kapıları kapattık. Akşama kadar bekledik. Akşam saat
23.00 civarı polisin ve çevik kuvvetin geldiğini
söylediler. Bazı sosyal paylaşım siteleri üzerinden
devamlı yayın yaptık. Saat 23.00 gibi, tabii
terörist olmadığımız ve başımıza daha önce böyle bir
sıkıntı gelmediği için, endişe duymaya başladık.
Kapıları açıp açmama konusunda arkadaşlarla konuşup
karar almaya çalıştık. Açtık ve susuzduk. Hiçbir şey
yemedik. Ne yapacağımı bilemediğim için
endişelendim. Ailemi aradım, ailemde arkamda durup
destek verdiği için, davamız hak davası, ekmek
davası, helal dava olduğu için yapacak hiçbir şey
yoktu. Namazımızı kıldık ve Allah’a dua ettik.
Sonuçta buraya kadar geldik" dedi.
"ÇOCUKLAR YERE YATIN"
Polisin ani müdahalesi ile eylemlerine son
vermek zorunda kaldıklarını belirten Balcı,
"Polisler içeri girer girmez biz ellerimizi
kaldırdık. Teslim olduğumuzu dile getirdik. Ama
onlar ona rağmen ufakta olsa bir gaz sıktılar bize.
Ondan sonra herkes baktı. Herkes temiz, esnaf.
Hiçbir sıkıntı yok. Sadece ’çocuklar yere yatın’
dedi. Polis ve emniyete çok teşekkür ediyorum. Bize
çok iyi davrandılar. Hiçbir sıkıntı yaşamadık. Ve
son olarak ben 7 yaşında Kapalıçarşı’ya girdim.
Yaşım 30 ve ben 23 yıldır esnafım" şeklinde konuştu.
Erdem Balcı’nın babası
Erdoğan Balcı da, "Üç çocuk yapın diyen Başbakan’a
sesleniyorum şimdi. Bu da benim çocuğum, iki tane
çocuğum var. ben iki çocuğuma bakamıyorum, elinden
ekmeği alınıyor" diye konuştu.
"OPERASYON
YAPILACAĞINI ÖĞRENİNCE IŞIKLARI SÖNDÜRDÜK"
Gözaltına alınan ve daha
sonra
sağlık gerekçesiyle
serbest bırakılan esnaf Erman İpço da, kapılara
barikatlar kurduklarını belirterek, "Sabahtan beri
bekledik. Öğlene kadar hiçbir şey yoktu. Öğleden
sonra polisler kapıları yoklamaya başladı. Biz artık
daha çok tedbir almaya başlamıştık. Her kapıda
arkadaşlarımız nöbet tutuyordu. Hangi kapıyı
yokladılarsa o noktaya yoğunluk gösteriyorduk .En
son akşam operasyon yapılacağını duyunca ışıkları
söndürdük. Biz en son sabah karnımızı doyurmuştuk.
Aç karnımızla mücadele etmeye devam ettik. Akşam
namazımızı kıldık. Son mücadelemizi verdik. Orta ve
güney kapısına bütün polisler yığıldı ve bize
çıkmamızı söylediler. Çıkmazsak işlem yapılacağını
ve bu nedenle uzlaşmak istediklerini belirttiler"
dedi.
"ÖLENE KADAR
BURADAYIZ"
Esnaf şöyle devam etti;
"Biz büyüklerimizle uzlaşılmasını istedik. Fakat
büyüklerimizle de uzlaşmaya varılmayınca onlar daha
çok bize yüklenmeye başladı. Kapıların arkasında
durmamamız söylendi. Biz de ölene kadar buradayız
dedik. Kendimizi gerekirse yakacağız dedik.
Düşünüyorduk da çeşitli eylemler yapıp kendimize
zarar vermeyi. Ama bir anda oldu herşey. Orada
kapıyı patlatacaklarını hiç tahmin etmedik. Çünkü
tarihi kapı olduğu için orada biz kapıya
yüklenirken, birdenbire kapı patladı ve kapı ortadan
ayrıldı. Bazı arkadaşlarımız geriye kaydı. Ben
fenalık geçirdim. Arkadaşlarımı arkadan
kelepçelediler. Bu benim çok zoruma gitti. Kapıyı
açtıklarında bir gaz attılar. Biz gaz atmayın dedik.
Biz size karşı bir mücadele içinde değiliz dedik.
Biz sadece sesimizi duyurmak istiyorduk. Bir müdür
geldi. Bize, ’Bunu yapmasaydınız keşke gençler.
Dışarıda büyükleriniz keyfi yerinde size talimat
veriyorlar. Siz burada çile çekiyorsunuz’ dedi. Biz
de dedik burada hep beraber ekmek yiyoruz dedik.
Daha sonra bizi toplayıp araca bindirdiler. Fenalık
geçirdiğim için beni serbest bıraktılar".
ESNAFIN DİRENİŞİ CEP
TELEFONU KAMERASINA YANSIDI
Dükkanlarını terk
etmeyen esnafın bedesten içerisindeki anları bir cep
telefonu tarafından kayıt altına alındı.
Görüntülerde, esnafın kapılara yığılarak set
oluşturduğu görülüyor. Arkadan gelen bir ses ise,
"Yaslanın kapılara, kesinlikle içeri girmelerine
izin vermiyorsunuz. Herkes kapılarına sahip çıksın.
Kimseye geçit yok arkadaşlar, ne olursa olsun terk
etmiyoruz. Ne olursa olsun kapıları bırakmıyoruz. Ne
derlerse desinler kimse konuşmayacak onlarla.
Söyleyin dışarıdaki arkadaşlara, muhataplarınız
dışarıda deyin. Gitsinler bizim sözcülerimiz ile
konuşsunlar. Kesinlikle biz hiçbir şey konuşmuyoruz
ve kapıları açmıyoruz. Kimse görev yerini terk
etmesin. Polise geçit yok arkadaşlar" diyor.
Hürriyet, Haber: Uzay
Kesmen, 24.04.2015
|
ÇÖPÇÜLER MUMYAYI BU HALDE BULDU

Peru'nun kuzeybatısında bulunan Trujillo
kentinde bulunan mumya yetkilileri hareket
geçirdi. İplere bağlanarak bir karton kutunun
içine konulup arkeolojik kazının yapıldığın
yerin önüne atılan mumyanın MS 1100 yılına ait
olduğu tespit edildi.
Chimu İmparatorluğu'nun başkenti olarak bilinen
antik Chan Chan şehrinde yapılan kazılar
sonucunda 915 yaşındaki mumyanın bulunduğu ve
buradaki arkeolojik kazı bölgesinden çalındığı
düşünülmektedir. Çöpçüler sabahın erken
saatlerinde kazının bulunduğu yerin ön
taraflarını temizlerken mumyayı bir kutunun
içine konulmuş halde buldu.
Kutuyu bulan çöpçü, "Sokaktaki sıradan bir
kutuya benziyordu. Kapağını açtığımda korkudan
yüreğim ağzıma geldi. Az daha kalp krizi
geçirecektim. Çünkü mumya çok korkutucu
görünüyordu. Ve ayrıca sırıtarak bana bakıyordu.
Sonra hemen polislere haber verdim. O iskeletin
bir mumya olduğunu daha sonra anladım" dedi.
Yetkililerin olayla ilgili soruşturması devam
ediyor.
Star, 17.04.2015
|
TROYA'DAN GÜNÜMÜZE
ÇANAKKALE BÖLGESİ'NDE YERLEŞİM SİSTEMİ VE MALZEME
Troya; bin yıllardır
Homeros’un kuşaktan kuşağa aktarılan destanları
nedeniyle pekçok insanı etkiliyor.

Schliemann'la (1871 -
1890) başlayıp Dörpfeld (1893 - 1894), Blegen (1932
- 1938) ve Korfmann'la (1988-2005) devam eden
kazılar sayesinde, Troya Akdeniz coğrafyasında en
iyi araştırılmış tarihöncesi yerleşme olma
özelliğini kazanmıştır. Çok disiplinli arkeolojik
araştırmalar sayesinde Troya'nın I'den X'a kadar
olan yerleşme tarihinin rekonstürksiyonu
yapılabilinmiştir.

Troya kentlerinin rekostürüksiyonu. Chr. Haussner
Araştırma tarihi ve
neredeyse kesintisiz yerleşimiyle Troya, Eski
Dünya'nın İlk Tunç Çağı'ndan Roma Dönemi'ne kadar
olan kronolojisi için çok önemli bir rol
oynamaktadır. Bu önemi nedeniyle de, Troya'nın hiç
kuşkusuz bin yıllarca etkileşim alanındaki çevresini
de (Troas, günümüz Çanakkale bölgesi) her anlamda
etkilemiştir. Anadolu yarımadasının kuzey batısında
yer alan Troas (Çanakkale Bölgesi) konumu nedeniyle
Avrupa ve Asya'nın; Ege ve Karadeniz'in keştiği bir
konuma sahiptir. Troas, Türkiye topografik bölgeleri
arasında Kuzey Anadolu dağlık ve vadi havası olarak
tanımlanmaktadır. Söz konusu bu bölge, Marmara
Bölgesi güneyindeki dağlık ve havzalık alan olarak
tanımlanmaktadır.
Coğrafik ve topografik
özellikleri nedeniyle Troas bölgesindeki akarsu
sistemleri, Akdeniz akarsu rejimleri arasında kabul
edilir. Bölgenin en önemli iki akarsuyu, önce doğu -
batı, daha sonra ise güney - kuzey yönlerinde
ilerleyen Karamenders (Skamandros) nehridir.
Kazdağı'nın kuzeyindeki dağlardan çıkan
Karamenderes, doğuda önce Bayramiç Ovası'na, daha
sonra ise kuzeye doğru Troya Ovası'ndan Ege
Denizi'ndeki Çanakkale Boğazı'na dökülür. Yaklaşık
7000 yıldır Karamenderes Nehri, yönünü Çanakkale
Boğazı'na doğru değiştirmekte, böylece de Troya
yakın çevresindeki doğal çevreyi
şekillendirmektedir. Delta alanındaki dolgu oranı
deniz seviyesininden yukarıda olduğu için Troya'nın
kuzeyindeki bölge düzenli olarak alüvyal dolguyla
genişlemektedir. Troya'daki yerleşim silsilesine
göre kıyı çizgisi aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Troya I öncesinde (yani yaklaşık MÖ 3000'lerde)
Troya platosunun batıdaki bölümü denizle kaplıdır.
Troya I-II döneminde ise (yaklaşık MÖ 3000-2500'ler)
kıyı çizgisi Troya'nın batısına doğru yayılmış ve
platonun kuzey yamaçları dalgalarla yıkanmıştır.
Troya III-V dönemlerinde ise (yaklaşık MÖ 2250-1740)
deniz seviyesi yaklaşık 2 metre düşer. Bu nedenle
alüvyal dolgu ovası kısmen hızlı bir şekilde kuzeye
doğru genişlemiştir. Troya VI döneminde ise
(yaklaşık MÖ 1740-1300) deniz seviyesi en aşağı
seviyededir; bu nedenle de Troya'nın etrafı bataklık
ovası halini almıştır. Bu dönemde kıyı çizgisi
Strabon'nun anlatımlarına uygun bir şekilde, günümüz
Kumkale yerleşmesi ile, batıda yer alan neolitik
yerleşme Kumtepe'ye kadar genişler. Daha sonra ise
1000 yıllık bir süre içinde, yani Troya VI'dan
Strabon dönemine kadar (MÖ 63'den MS 23-26) kıyı
çizgisindeki değişiklikerin yavaşladığını
görmekteyiz.

Prof. İ. Kayan. Jeomorfoloji haritası
İklimsel olarak
bakıldığında ise, Troas, Marmara Bölgesi ile
birlikte, sert havaların hakim olduğu Ege ile daha
çok dengeli olan Karadeniz iklimleri arasında
kalmaktadır. Söz konusu bu özellikler tarih öncesi
dönemden, günümüze kadar Troas'daki yerleşim
dinamikleri ve mimari malzeme şeçimin doğrudan
etkilemiştir. Troas yerleşim coğrafyasında
karakterleri basit mezra yerleşmesinden, tatil
köyüne kadar uzanan 568 tane köy yerleşmesi
bulunmaktadır. Bayramiç, Ezine, Çan ve Yenice gibi
ilçeler dışında, kısmen merkezi yerleşim
özelliklerine sahip 21 bucak yer almaktadır. Söz
konusu bu yerleşim karakterinin tarihsel kaynakalara
göre 16. yüzyıldan itibaren çok fazla değişmediği
saptanmıştır.

1530. Çanakkale Bölgesi Yerleşimleri
Şimdiye kadar yapılan
arkeolojik çalışmalar sonucunda elde edilen
bilgilere göre Troya I'den Troya VII'ye kadar olan
uzun dönemde de benzeri yerleşim sisteminin hüküm
sürdüğü anlaşılmıştır. Elde edilmiş iklimsel ve
jeomorfolojik veriler, Troas'daki yerleşim şemasının
merkezi işlevini kaybetmeden binyıllar boyunca devam
ettiğini ortaya koymaktadır.


Troas Bölgesi'ndeki MÖ 3000'den 1200'lere kadar olan yerleşme haritası
Troas bölgesi
Rönesans'dan itibaren yoğun bir şekilde ziyaret
edilmiş ve bölgeyle ilgli yaklaşık 200'e yakın gezi
notları yayınlanmıştır. Yeni Çağ'daki bölgeyle ilgli
ilk detaylı anlatım topografik bir haritayla
birlikte 1615 yılında G. Sandays tarafından
yapılmıştır. Lechevalier ile birlikte ise ilk kez
sistematik topografik çalışmalar başlatılmıştır.

Çanakkale Bölgesi'nin ilk detaylı haritası
Tarihsel belgeler, bazı
yerleşmelerdeki yerleşim devamlılığının en az 500
yıllık olduğunu bize göstermektedir. Batalık alanın
dışındaki yerleşmelerin terkedilmesi nedenleri
arasında 17. yüzyıldan 20. yüzılın başına kadar,
korsan baskınları, vergi baskısı, yerleşimin kendi
sosyo iç dinamikleri ve politik nedenler ön plana
çıkmaktadır. Bazı durumlarda bir yerleşme bir gün ya
da birkaç saat içinde birden bire terk edilmek
durumunda kalabilmektedir. Günümüz Troas Bölgesi
kırsalındaki geleneksel taş-kerpiç-ahşap mimarisi
Troya'dan örneklerini gördüğümüz gibi, bin yıllardan
beri; belirgin bir bir ev planı ve iç donanımına
işaret etmektedir. Uzun süre devam eden söz konusu
bu geleneksel mimari mirasının nedeni, öncelikle
yapı malzemesi olarak taş, kerpiç ve ahşap
kullanımın devam ettirilmiş olmasıdır.
Yapılan çalışmalar
sonucunda Troas'da ideal bir plan tipi
tanımlamasının yapılıp yapılamayacağı Türk evi
araştırmalarına bağlıdır.


Çanakkale Bölgesi Evleri
Son yıllarda Türkiye'de
yapılan ev araştırmaları oldukça yeterli bir aşamaya
ulaşmıştır. Bu araştırmalar sonucunda dönemsel
olarak kabaca kabul edilen bazı teorilerin Troas
için çok fazla doğru olmayacağını ortaya koymuştur.
Bu durumun öncelikle etnik teori ya da bazı halk
gruplarıyla, ev biçimini birlikte değerlendiren
yorumlar için geçerlidir. Söz konusu bu araştrmalar
sonucunda artık Türkiye'deki taş, kerpiç ve ahşap ev
yapımı etnik özelliklerle (yani Türk ya da Rum evi)
değil, tam tersine doğal şartlar ve yapı
malzemelerinin ereşilebilirliği ile açıklanmaktadır.


Çanakkale Bölgesi Evleri
Artık Türkiye'deki
araştırmalarında "Türk evi" aynı zamanda "hayat evi"
olarak da tanımlanmaktadır. Ancak Türk evinin, en
eski ev tipi olan Bit Hilani ya da Megaron tipinin
Troya'daki megaron örneklerinin gelişmesinden ortaya
çıktığının iddia edildiği büyük teoriler de, yapılan
çalışmalarla Anadolu'da Osmanı döneminden antik
döneme kadar ev tipi anlamında bir sürekliliğin
olmadığının tespit edilmesiyle, geçerliliğini
yitirmiştir. Kültürel kesintiler ve göçlerin tüm
bölgelerde önemli değişikliklere neden olduğu sonucu
araştırmalarda öne çıkmaktadır. Söz konusu bu durum
gelişim teorilerini de basit tipten karamaşık tipe
doğu giden bir gelişim aşamaları şeklinde
etkilemiştir. Çok doğal olarak antik dönemlerden
itibaren deneyimler ve gelişmeler sonucunda basit
konuttuna, karmaşık eve doğru giden bir süreç söz
konusudur, ancak bu çizgi her zaman basitten
karmaşığa doğru olmamıştır.

Ev araştırmaları, plan
tipi ile ilgili gelişmelerin sadece zamansal olarak
sınırlı dönemler için söz konusu olduğunu; analojik
yorumlarda da bölgelerin dışına çıkıldığında
dikkatli olunması gerektiği ve mimarinin bir ticaret
objesi gibi bir yerend bir yere götürüldüğü ve ordan
başka bölgelere dağıldığı, şeklindeki teorilerin
doğru olmadığını ortaya koymuştur. Ev araştırmaları,
eklemeli bitişken (agglutieren) yapı tipinin kıyı
boyunca neredeyse tüm Akdeniz havzası ile Yakın
Doğu'da görüldüğü ve bazı bölgelerde pekçok dönem
boyunca kullanıldığı; bunun da değişmeyen ya da
kendini tekrar eden ekonomik geçim tipi ya da
toplumsal yapıyla ilgili olduğunu ortaya koymuştur.
Söz konusu bu teorik gözlemlerin değerlendirilmesi
sonrasında, Troas Bölgesi için ideal bir Türk evi
plan tipinden söz edilemeyeceği öne sürebiliriz.
Troas'da gözlemlenen
farklılıkların büyük oranda bölgelerin farklı
iklimsel koşullarına bağlı olduğu tespit edilmiştir.
Troas Bölgesi'nde Troya I'den itibaren büyük oranda
bir iklimsel değişikliğin olmaması nedeniyle, bazı
coğrafik ve jeolojik sonuçların dikkatli bir şekilde
Troas Tunç Çağı için kullanabiliriz. Yazılı
kaynaklarda da tespit edildiği gibi Troas'da Tunç
Çağı için tespit edilen yerleşim sisteminin son 500
yılda büyük bir değişiklik göstermeden devam
etmiştir. Merkezi yerleşmelerdeki değişiklik ise
tarihsel dönemler için ekonomik nedenlerle
açıklanabilir. Yerleşim sistemin değişmesinde uzun
dönem bölgedeki savaşlar, hastalıklar, ekonomik
gelişimler, politik ve etnik nedenlerin ortaya
çıktarrdığı yerleşmelerin boşalması neden olmuştur.
Ancak merkezi yerleşme için en belirleyici öğe
ekonomik koşullar olmuştur. Ekonomik koşullar
değişmediği sürece merkezi yerleşme de aynı
kalmaktadır. Bu nedenle Troya'nın Tunç Çağı'ndaki
öneminin ekonomik etmenler nedeniyle Son Tunç
Çağı'na kadar bazı aksamalarla devam ettiğini, daha
sonra ise, bu önemin Troya Savaşı nedenleriyle
özellikle MÖ 700'lerden itibaren kültsel bir
özelliğe dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Arkitera, Yazı: Rüstem
Aslan, Prof.Dr. / Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi, 16.04.2015
|
SUR İÇİNDEKİ EVLER YIKILACAK

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Nisan Ayı Meclis
Toplantısı bugün gerçekleştirilecek. Leyla Atakan
Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan
toplantıda 145 gündem maddesi görüşülecek.
Dilovası ile Körfez Hereke’nin üst kısımları
arasında bir arazide kurulmak istenen ve
tartışmalara sebep olan Katı, Kimyasal ve Tehlikeli
Atık Bertaraf tesisi de meclis toplantısında gündeme
gelecek. Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan
gündem maddesinde sadece “Yakma Tesisi” olarak
adlandırılan yapı ile ilgili olarak uygulama
projeleri ve ihale dokümanının hazırlanması amacı
ile danışmanlık hizmeti alımı gerçekleştirilecek.
Belediye meclisi ilgili komisyonun raporunu
görüşerek karara bağlayacak.
KONUT SAHİPLERİNE TEBLİGAT
Bilindiği üzere bir süre önce İzmit’in en eski
mahallelerinden biri olan Orhan Mahallesi’nde yer
alan Nikomedya Surları ile ilgili koruma alanı
sorunu gündeme gelmiş, bölgede yer alan konut
sahiplerine oturdukları evlerin koruma alanı
içerisinde yer aldığını belirten tebligatlar
gönderilmişti. Bölge ile ilgili Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu 11 Şubat 2014 tarihli kararında Nicomedia dış
sur duvarının kuzey ve güneyinden 10’ar metre yapı
yasağı uygulanması gerekliğini belirtmişti.
İMARA 1995'TE AÇILMIŞTI
1979 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil
edilen ancak 1995 yılında İzmit Büyükşehir ve
Saraybahçe belediyelerinin CHP’li başkanları Sefa
Sirmen ve Hikmet Erenkaya tarafından imara açılan
bölge ile ilgili değişiklik yapılacak.
YIKIM TEDİRGİN ETMİŞTİ
Koruma kurulunun kararı Büyükşehir Belediyesi Nisan
Ayı Meclis Toplantısı’nda 1/5000’lik imar planlarına
işlenecek. Karar imar planlarına işlendikten sonra
bölge halkının “yıkım” tedirginliği artacak. Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun bilgilendirmek için
bina sahiplerine gönderdiği tebligatlar sonrasında
yurttaşlar huzursuz olmuştu. Bir tarafta tarih
mirası bir tarafta ise onlarca kişinin evsiz kalması
sorunuyla karşı karşıya kalan yetkililer ise net bir
adım atmayıp, konuyu ertelemişti.
Birgün, Haber: Uğur Enç, 16.04.2015
|
BOSTON'DA ANTİK YENİKAPI GEMİ BATIKLARI BÜYÜK İLGİ
GÖRDÜ
2005-2013 yıllarında Yenikapı kurtarma
kazılarında ortaya çıkan gemi 37 gemi batığı
üzerine 14. Boston Türk Film ve Müzik Festivali
kapsamında yapılan sunum büyük ilgi gördü.
14. Boston Türk Film ve Müzik Festivali
kapsamında İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma
Anabilim Dalı Başkanı ve Yenikapı Batıkları
Projesi Başkanı Doçent Dr. Ufuk Kocabaş Boston
Goethe Enstitüsü’nde Yenikapı’da bulunan 37 gemi
batığı üzerine büyük ilgi gören bir sunum yaptı.
Sunum sonrasında izleyicilerle bir söyleşi
gerçekleştirildi ve akabinde bir de resepsiyon
verildi.
Boston Başkonsolosluğu, New England Türk
Amerikan Kültür Derneği ve Türk Hava Yolları’nca
desteklenen ve Amerikalı sanatseverlerin ve
arkeologların yoğun ilgi gösterdiği özel
sunumda Ortaçağ’da İstanbul’un en önemli
limanlarından “Theodosius Limanı”ndaki
yapıların, on binlerce arkeolojik eserin yanı
sıra dünyanın en geniş Ortaçağ tekne
koleksiyonuna sahip olduğuna dikkati çeken
Prof. Kocabaş, batık gemi kalıntıları üzerindeki
bilimsel çalışmaların sürdüğünü, en eskisi
yaklaşık 1500 yaşında olan ahşap kalıntıların
restorasyonunun yıllar alabileceğini söyledi.
Dr. Kocabaş Marmaray ve metro projeleri
kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar
sırasında Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin
kazı alanından aktarılma işleminin sekiz yılda
tamamlandığını anlattı.
Dr. Kocabaş, İstanbul Üniversitesi uzmanlarınca
2005-2013 yıllarında Yenikapı kurtarma
kazılarında ortaya çıkan batıklardan 27'sinin
dokümantasyon çalışmalarını bitirilerek kazı
alanından çıkarıldığını anlatarak, İstanbul
Üniversitesi Yenikapı Batıkları Araştırma
Merkezi'nde batıkların kazı sonrası belgeleme,
konservasyon ve restorasyon çalışmaları
üzerinde yoğunlaşıldığını söyledi.
Norveç’te Oslo, Bulgaristan’da Sofya, İtalya’da
Pisa, Napoli, Roma, Yunanistan’da Atina,
Selanik, Fransa’da Marsilya, Danimarka’da
Kopenhag, Hollanda’da Amsterdam, İngiltere’de
Londra, Liverpool gibi dünyanın arkeolojik
batık koleksiyonunu gün ışığına çıkaran benzer
kazıların Avrupa’nın tarihsel dokusuyla ön plana
çıkan kent merkezlerinde gerçekleştirildiğine
dikkat çeken Kocabaş, "Yenikapı’yı bunlardan
ayıran ise zengin tabakalaşmanın yanı sıra ele
geçen batıkların nitelikleri. Burası bir başkent
limanı ve onun ihtişamına uygun eserlerle
karşılaştık" değerlendirmesinde bulundu.
Yenikapı 12 batığının replikasını yapmayı
planladıklarını söyleyen Dr. Kocabaş "MS
dokuzuncu yüzyıla tarihlenen Yenikapı 12 batığı
kargosuyla çok iyi durumda, günümüze ulaşmış bir
ticaret gemisidir. Yaklaşık 10 metre
uzunluğundaki geminin kıyı ticaretinde
kullanıldığı ve şiddetli fırtına esnasında
Thedosius Limanı'nda battığı düşünülmektedir. “
dedi. İşlemlerin tamamlanmasının ardından
batığın rekonstrüksiyonunun yapılacağını
belirten Dr. Kocabaş kazıdan sergilemeye kadar
geçen sürenin, Yenikapı 12 için yaklaşık 9-10
yıl olmasının beklendiğini söyledi.
İstanbul Marmaray ve metro projeleri kapsamında
yürütülen arkeolojik kazılar sırasında
Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin
konservasyon işlemlerinin halen sürmekte
olduğunu belirten Dr. Kocabaş, tüm batıkların
konservasyonunun yapılacağını ancak gemilerin
hepsinin birden sergilenemeyeceğini
vurgulayarak, bazı kriterlere göre bir seçki
yapılarak belli başlı batıkların sergileneceğini
ve bunun için de bu amaca yönelik bir müzenin
yapım aşamasında olduğu bilgisini verdi.
Deniz Haber, 16.04.2015
|
ALİAĞA'NIN ANTİK KENTLERİNİ KİTAPÇIKTA TOPLUYOR

İzmir Aliağa İlçesi'nde yaptığı araştırmalarla
birçok bilgi ve belge toplayan yerel tarih
araştırmacısı Sebahattin Karaca, uluslararası
kaynaklardan derlediği tarihi bilgileri bir
kitapçıkta toplamaya hazırlanıyor.
Aliağa İlçesi'nde, tarih araştırmacısı Sebahattin
Karaca, Aeolis medeniyetinin izlerini taşıyan Kyme,
Myrina, Gyrnelion ve Aigai gibi antik kentlere
yönelik yaptığı araştırmaların ışığında hazırladığı
kitapçık için çalışmalarını sürdürüyor. Karaca’ya,
yabancı kaynaklara ulaşması ve tercüme etmesi için
Alman vatandaşı Wili Weber de katkıda bulunuyor.
Kitapçık çalışmasının büyük ölçüde tamamlandığını ve
yakın tarihte basıma hazır hale geleceğini ifade
eden Karaca, "Çalışma arkadaşım Wili Weber ile
birlikte Aliağa ilçe sınırlarında bulunan, Kyme,
Myrina, Gyrnelion ve Aigai gibi antik kentlerin
tarihini anlatan bir kitapçık çıkarmak adına uzun
süredir çalışıyoruz. Bu çalışmaları yaparken, Macar,
Avusturya, Alman ve İngiliz kaynaklarından destek
alıyoruz. Bizim buradaki amacımız, en az bir Efes ya
da Bergama kadar önemli bir tarihe sahip olduğuna
inandığımız, Aliağa’nın antik şehirlerini
tanıtmaktır" dedi.
Sebahattin Karaca, sanayi bölgesi olan Aliağa’nın
tarihi zenginlikleriyle de öne çıkabilecek
potansiyele sahip olduğunu da sözlerine ekledi.
Hürriyet, 16.04.2015
|
ARKEOPARK OLACAKTI, OTLARA TESLİM OLDU

İzmir'de, Konak Belediyesi tarafından
2000'li yılların başında projelendirilen ve kent
turizmine hareket katacağı belirtilen, bir benzeri
Atina'daki Akropolis'te bulunan, Altınpark'taki
Arkeopark projesi kaderine terk edildi. Üç yıldır
üzeri kapatılarak ziyarete açılması beklenen tarihi
alan, otluk haline geldi. Ayrıca, tarihi
kalıntıların içinden geçen, günümüze ait
kanalizasyon borusunun tıkanması sonucu, lağım
suları da taştı.
Altınpark'taki Arkeopark bölgesinde bugüne kadar
yapılan kazılarda, 20 metre uzunluğunda Roma
yolu, içinde banyoları, mutfağı bulunan Roma evi
kalıntıları ile pek çok başka eser ortaya
çıkarıldı. Ancak çalışmaların devam etmemesi ve
alanın kaderine terk edilmesi sonucunda, hem
Roma yolu hem de diğer eserler yabani otlar
altında kaldı. Ayrıca, tarihi kalıntıların
arasından geçen, günümüze ait kanalizasyon
borusunun tıkanması sonucu, lağım suları da
taştı, çevreye de kötü bir koku yayıldı.
Proje kapsamında, Altınpark'ta, ziyaretçilerin
tarihi kalıntıların üzerinde yürüyeceği bir müze
ve arkeopark kurulacaktı. Homeros ve tarihi
Magnezya (Manisa) Kapısı'nın da yer alacağı
arkeoparkta, İzmir Arkeoloji Müzesi'nde bulunan
ve kazılardan çıkan tarihi eserler, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın izniyle sergilenecekti.
Ayrıca inşa edilecek bin kişilik amfi tiyatroda
da dünya çapında ünlü sanatçıların konser
vermesi planlanıyordu. Arkeopark ve çevresinde
kurulacak iki yeni müzeyle birlikte, Musevi
kültürünün önemli unsurlarından biri olan
kortejo evlerinin de bölgede restore edilerek
turizme hizmet vermesiyle amaçlanıyordu. Bu
sayede bölgenin sadece yabancı turistlerin
değil, yerli turistlerin de ilgisini çekecek bir
alan haline dönüşmesi hedefleniyordu.
Yeni Asır, 16.04.2015
|
AMERİKAN ASKERLERİ AMİSOS HAZİNESİNİ KAÇIRDI

Samsunlu Araştırmacı Tarihçi Yazar Baki Sarısakal
halk arasında 'Gavur Samsun' olarak bilinen Sahra
Sıhhıye Komutanlığı'nın bulunduğu arazi ile ilgili
yaptığı bazı araştırmalarını paylaştı. Samsun Sahra
Sıhhıye Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı arazinin
1969 yılına kadar Amerikan Radarı olarak hizmet
verdiğini hatırlatan Sarısakal " O dönemde Amerikan
askerleri Amisos hazinelerini golf sahası yapma
bahanesi ile ortaya çıkarıp yurtdışına kaçırdılar. O
dönemde Amerikan radarına hiçbir yetkili
giremiyordu. Şuanda Amisos hazineleri Belçika'da ve
Amerika'da birçok müzede sergileniyor "dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde yapılacak
çalışma ile yurtdışına kaçırılan eserlerin geri
getirilebileceğini söyleyen Tarihçi Yazar Baki
Sarısakal "Çalışma yapılıp Türkiye'ye geri getirilen
tarihi eserler var. Uluslarası anlaşmalar gereği
tarihi eser hangi ükeden çıkarsa, o ülkeye
getirilmek zorundadır.Bu konuda bakanlık nezdinde
çalışma yapılır ve lobi faaliyetleri oluşturulursa
kaçırılan eserler geriye getirilebilir "diye
konuştu.
ASKERİ ALANIN İÇERİSİNDE KALE VAR
Samsun Sahra Sıhhıye Okulu ve Eğitim Merkez
Komutanlığı arazisinde Cenevizlilere ait kale
bulunduğunu söyleyen Araştırmacı Tarihçi Yazar Baki
Sarısakal " Samsun'un merkezinde Danişmentlilerin
yaptığı kale ile Cenevizlilerin yaptığı iki adet
kale var. Kalelerin günümüzde kalıntıları halen
durmaktadır. Büyükşehir Belediyesi'nin çevre
düzenlemesi yaptığı Amisos tepesi aslında Amisos
şehrinin mezarlığıdır. Amisos şehri Samsun Sahra
Sıhhıye Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı'nın
bulunduğu alandır. Burayı 'Gavur Samsun' olarak
bilirler. Askeri alanda Cenevizlililerin yaptığı
kalenin surları halen ayakta durmaktadır. Amisos
Mozaiği yapılan kazı sonucu bu bölgede ortaya
çıkarılmıştır ve Samsun Arkeoloji ve Etnografya
Müzesi'nde sergilenmektedir. Prof.Dr. Sümer Atasoy
söz konusu bölgede kazı yapılmasını talep etti,
ancak kabul edilmedi. Geniş kapsamlı bir araştırma
yapılmadı. Askeri alanda ki kalenin yeniden ihyası
gündeme gelecektir. Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin
öyle bir çalışması vardı."diye konuştu.
Halk, Haber: Zekeriya Fırat, 16.04.2015
|
BURSA'DAKİ KAÇAK KAZIDA TARİH FIŞKIRDI

Bursa’nın İnegöl İlçesi Hacıkara
Mahallesi’nde kaçak kazı yapan 6 kişi, ihbar üzerine
yakalandı. Kazı yapılan bölgede Müze Müdürlüğü
görevlilerince yapılan incelemede, bulunan eserlerin
MS 4-5’inci yüzyıl Roma dönemine ait olduğu ve
bölgenin daha önce bilinmediği ortaya çıktı.
İnegöl Jandarma Komutanlığı ekipleri Hacıkara
Mahallesi’nde M.Ş. adlı kişinin izinsiz kazı yaptığı
bilgisi üzerine harekete geçti. Adli makamlardan
alınan arama kararı ile M.Ş.'nin ev ve
eklentilerinde arama yapıldı. Aramada 2 adet av
tüfeği, bir kuru sıkı tabanca, 5 metre halat ve 5
adet gaz maskesi ele geçirildi. Şüpheli M.Ş.’ye ait
Tütünlük mevkiindeki tarlada da yapılan incelemede 2
metre çukur kazıldığı ve tarihi değeri
olduğu belirtilen taş ve sütunlar bulundu. Yol
kenarına taşınan 33x45 santimetre çapında sütun
başlığı, 148x33 santimetre uzunluğunda sütun ele
geçirildi.
Ele geçirilen tarihi eserlerle ilgili Müze
Müdürlüğü’nden istenen arkeologlar da bölgede
inceleme yaptı. Yapılan incelemede, söz konusu
kalıntıların MS 4-5’inci yüzyıl Roma dönemine ait
olduğu saptandı. Daha önce hiç tarihi eser
bulunmayan bölgenin geniş çaplı arkeolojik
araştırmasının yapılacağı ve birinci derecede SİT
alanı olarak belirlenebileceği ifade edildi.
Tarihi eserlerle ilgili gözaltına alınan E.Ş. (45),
M.Ş. (55), S.Ç. (31), H.B.B (44) ve E.İ. (32) ve
N.K. (29) ifadelerinin alınmasının ardından
Cumhuriyet Savcısının talimatıyla serbest
bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.
Bursa Hakimiyet, 16.04.2015
|
KOSOVA'DAKİ OSMANLI KALESİNDE OSMANLI'YA AİT ÇOK
SAYIDA MÜHİMMAT ORTAYA ÇIKTI

Balkanların en büyük kalesi olma özelliğine sahip
Kosova’daki Osmanlı döneminden kalma tarihiPrizren
kalesinden 50 adet top güllesi ile çok sayıda
mühimmat ortaya çıktı. Amerika Birleşik
Devletleri’nin – ABD maddi desteğiyle 2 yıl önce
onarılmaya başlanılan tarihi kalede, Osmanlı’ya ait
50 adet top, 200’ün üzerinde küçük gülle ile 2 binin
üzerinde nesne bulundu. Gülle ve mühimmatların
Osmanlı dönemine ait olduğunu söyleyen proje
sorumlusu Arkeolog Şafi Gaşi, kalede yapılan
kazılarda 50 adet tp güllesi, 200’ün üzerinde küçük
gülle ile 2 Bin nesne daha bulunduğunu söyledi.
Nesnelerin, kalede kazı ve ardından yapılacak
restorasyon çalışmalarının sona ermesinin ardından
teşhir edileceği öğrenildi. ABD’nin Priştine
Büyükelçiliği ile Kosova Kültür Bakanlığıtarafından
kalenin restorasyonu için 350 Bin Euro sağlandı.
Kosova’nın güney bölgesinde yer alan ve Kosovalı
Türklerin yoğun olarak yaşadığı Prizrenşehrinde yer
alan tarihi kalenin ilk hisarları Roma dönemine
dayanıyor. Tarihi kale daha sonra Osmanlı döneminde
genişlettirilerek 500 yıl boyunca Osmanlı’ya hizmet
etti. Prizren’e tepeden bakan bir konuma sahip olan
kalede çok sayıda han, hamam ve Camii yer alıyor.
Osmanlı Devleti döneminde çeşitli eklemelerle
geliştirilerek büyük bir kale haline getirilen
tarihi kale, 1999 yılında NATO askerlerinin
Kosova’ya girmesiyle Alman askerleri tarafından uzun
yıllar kullanıldı. Bakımsızlıktan yıpranan tarihi
kalenin yeniden onarılmasına ABD’nin Kosova
Büyükelçiliği tarafından 350 Bin Euro katkı
sağlandı. Bir kaç yıl önce de tarihi Bayraklı
Kütüphanesi’ni onaran ABD Büyükelçiliği Osmanlı’dan
kalma tarihi kaleye de sahip çıkmış oldu.
haberler.com, 16.04.2015
|
EMİNÖNÜ HANLARI YIKILIYOR; SANKİ IŞİD İSTANBUL'DA!
İstanbul üzerine ve ülke üzerine oynanan rant ve
yağma kökenli oyunlar artık şaha kalktı. Tıpkı
özgürlüklerin, insan haklarının ve sokağa
çıkmanın her türlü biçiminin yeni yasalar ve
uygulamalarla kısıtlanması, tıpkı medyanın
tümüyle denetim altına alınma çabaları, tıpkı
demokrasiye doğru gidiş umudumuzun hergün biraz
daha yavaşlatılması gibi...
Bunlar benzer
gelişimler ve sonuç olarak
hepsinin
amacı aynı; bu güzel ülkeyi doğasından tarihine,
insan malzemesinden sanatsal birikimine, çağdaş
eğitim düzeyinden evrensel bilim düzeyine
herşeyiyle yağmalamak ve geriye götürmek...
En ilginç gelişmelerden biri, geçen Pazar
Hürriyet’in ekonomi sayfalarında çıktı ve hemen
hiç ilgi uyandırmadan, tepki almadan geçip
gitti. Ama ben mim koydum, çünkü bu
adına İstanbul tarihi ve İstanbul kültürü denen
şeyin en görkemli yağmalama girişimlerinden
biriydi ve mutlaka çok ciddiye alınıp
engellenmesi şarttı.

Habere göre, Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir, “Eminönü’nde yer alan 1734 hanın
otele dönüşmesinin önünü açma projesini”
başlatıyor. Ve “tarihi hanlar restore
edilecek, olmayanlar yıkılıp en fazla beş katlı
oteller yapılacak” diyor.
Şimdi... Neresinden başlamalı? Öncelikle
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in
aslında Emimönü belediye başkanı olmadığını
söyleyerek başlasak? Çünkü o Eminönü değil,
Fatih Belediye Başkanı olarak seçildi. Eminönü
ayrı bir ilçeydi ve başka bir başkana sahipti.
Sonra birden bir katakulli oldu, bu iki ilçe
birleştirildi. Ve aynı başkan Eminönü yöresine
de hükmetmeye başladı.

Bunda bir tuhaflık yok mu?
Yalnız
İstanbul’un değil, dünyanın en özenle korunması
ve üzerine titrenmesi gereken yörelerinden
birinin başında, gerçek anlamda halk tarafından
seçilmemiş olan bir başkan var!..
Peki ama ne farkeder diyebilirsiniz. Çünkü
Fatih de eski bir ilçe ve başkanın orada iki
döneme yaklaşan bir deneyimi oldu. Ama sonuç iyi
miydi? Ne gezer? Şimdi Danıştay’ın
yıkılması kararı aldığı Sulukule apartmanları,
Demir’in yerel kültürü, azınlık haklarını ve
oluşmuş mahalleli olma olgusunu hiç kale
almadan, sırf rant için yaptığı bir işti. Tıpkı
Balat veya Fener’deki çeşitli uygulamalar
gibi...
Demir, aslında birçok genç ve pervasız
nevzuhur yerel yönetici tipi, AKP’nin kanatları
altında siyasete atılıp yükselmiş, onun tüm
ideallerine ve huylarına sahip bir başkan
örneği; rantı estetiğin önüne koyan,
tarihsel bölge yönetmenin gereklerini hiç
kavramamış, sadece yatırımı ve
rantabiliteyi düşünen bir başkan.
Eminönü hanları denince, lütfen durup bir an
düşünün, o 1700 küsur hanın Osmanlı-
Türk kimliğiyle, Türk el sanatlarıyla, Türk
zenaatkarlığıyla nasıl organik bir bağ içinde
olduğunu, yüzyıllar boyu oralarda nasıl, hangi
göz nuru ve el emeğiyle ne incelikler ortaya
konduğunu, orada yapılanların yüzyıllar boyu
sanatla, usta-çırak ilişkisiyle, ahilik vb.
kurumlarla bizi, kimliğimizi ve estetiğimizi
nasıl oya gibi ördüğünü bir hayal
edin...

Bunlardan hiç bahis yok. Hanların öneminden,
her birinin içerdiği tarihten söz bile
edilmiyor. Sekiz-on tanesinin aynen korunacağı
sözü bile verilmiyor. O emeğin kutsandığı koca
bölgeye, sadece iştahlı bir iş adamı gözüyle
bakılıyor, hesap-kitap yapılıyor. Fatih belediye
başkanı sanki İstanbul’un gözbebeği olan bir
yöreyi değil, bir yatırım şirketini
yönetiyor!....
“Hanları otele çevirme konusunda
yurtiçi ve yurtdışı yatırımcılardan talep
aldıklarını” belirterek ekliyor: “Konut
bölgeleri de önümüzdeki yıllarda önemli olarak
prim yapar”. Oh ne ala...Olay çoktan
planlanmış, sermaye de içerden ve dışardan
bulunmuş. İstanbul’un göbeğine yatırım yapmak
isteyen Dubaili, Rus veya Çinli iş adamı mı
yok!....
Rahatladınız, değil mi? Artık Eminönü yöresi
otelle doluyor, konutlar da prim yapıyor. Zaten
Eminönü denince akla gelen ilk konular bunlardı,
onlar da çözümleniyor!...
Hay Allah layığınızı versin!. ..Ülkeyi şirket
gibi yönetmek, zaten tepenizdeki zat tarafından
defaaatle önerildi, biliyoruz. Ama o bile
böylesine açık biçimde konuşmamıştı.
Eminönü-Fatih yöresinin en önemli yapı
türlerinden birinin, o emek ve estetik yuvası
hanların tümünü birden yıkma projesi, nasıl olup
da böylesine pervasız biçimde dile
getirilebiliyor?
Ve bu tavrın,
insanlık tarihinin en
eski eserlerini göz göre göre yıkıp yok eden El
Kaide veya IŞİD’in marifetlerinden farkı var
mı?
T24, Yazı: Atilla Dorsay, 15.04.2015
|
12 - 18 Nisan 2015
|
ALT BETON, ÜST AHŞAP
1940'lı yıllarda sahil yolu yapılırken yıkılan ve
Kandilli'de tekrar inşa edilen 3 katlı binanın
proje mimarı Metin Zeydanlı konuştu: Binanın sadece
bodrum katı betondan, diğer katlar ahşap. İnşaatın
üzerindeki fıstık ağacını koruyabilmek için 285 bin
lira harcadık. Özel koruma önlemi aldık.

Kandilli sahil yolu
üzerinde Boğaziçi ön görünüm alanında yükselen
inşaatı geçtiğimiz günlerde Radikal’de duyurmuştuk.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün izniyle
yapıldığını söylediğimiz, 1940’lı yıllarda sahil
yolu yapılırken yıkılan ahşap 3 katlı binanın
ihyasını yerinde inceledik. Binanın üzerindeki örtü
açılınca sadece bodrum katın betondan yapıldığını
üstteki 3 katın ahşap olduğu ortaya çıktı. Koruma
kurulları sahil yolu ya da bir başka sebeple yok
olan yalı, konak gibi
sivil mimari
örneklerinin ihyası için aynı parsele yapılmak
kaydıyla onay veriyor. Boğaziçi İmar planlarında
2013 yılı ocak ayında plan notu değişiklikleri
yapılmış. Set altına otopark inşasına da izin
çıkmış.
İnşaatı gezdikten sonra
proje mimarı Metin Zeydanlı’ya telefonda
sorularımızı yönelttik. İşte cevaplar;
*Binanın orijinali
ahşapsa altının betonarme yapılması doğru mu?
Boğaziçi İmar yasası
eski eserleri korumak için üstü ahşap da olsa
binanın atını betonarme yapılmasına onay veriyor.
Koruma Kurulları ’da tarihi binaların zeminlerinin
sağlam olması ve asırlarca ayakta kalması için bunu
destekleyen kararlar alıyor.
*Yol için istimlak
edilerek yıkılan bina, temeli olmadan nasıl ihya
kapsamında değerlendirilebilir?
Aynı parsel içinde olmak
kaydıyla tarihi eser statüsündeki binalar öne arkaya
sağa sola kaydırılabilir. Yol için yıkılan bina 933
ada 35 parselin içindeydi. Aynı parsel de aynı
koordinatlarla biz ihya edilen binayı geriye çektik.
2863 sayılı yasanın 660 sayılı ilke kararı
doğrultusunda bu uygulama hayata geçti. 702 sayılı
ilke kararı arkeolojik sitlerle ilgili. Oysa burası
Doğal Sit alanı ve burada uygulama 660 sayılı ilke
kararı doğrultusunda yapıldı.
*Temelleri olmadan
binanın büyüklüğünü, tipini nasıl tespit ettiniz?
Temeller mevcut yolun
altında. Arkeoloji Müzesi’ne müracaat edip o
temelleri bulabiliriz. Ancak binanın fotoğrafları
elimizde. Alman mavisi olarak bilinen haritalardan,
fotoğraflardan faydalandık. Zaten ilke kararında
fotoğraf, gravür, temel kalıntıları yeterli
görülüyor. Hatta sözlü ispat bile kabul görüyor.
*Bunun sakıncaları
yok mu? Bu mantıkla tüm boğaz yeni yapıyla dolar.
Yol için yıkılan onca bina var…
Boğazdaki tarihi
yapıların ihyası koruma kurulunun asli görevi.
Tarihi eserlerin ihyası kötü bir şey değil ki!
Boğazı 20. Yüzyılın başındaki görünümüne kavuşacak.
Herkes parselinde bu uygulamayı yapabilir. Ancak
burada aynı parsel ve aynı büyüklükte olmak
şartıyla. Mesela parsel ifrazı yapılmış, kurula
müracaat etmiş. Binanın cephesi 14 metre ama bu
ifrazı yapılmış parselde cephe 8,5 metre. Bu haktan
faydalanamaz. Diğer parseli de satın alıp gelin, o
zaman 14 metre
cepheli tarihi yalıyı ihya edebilirsiniz denildi.
AĞACI KORUMAK İÇİN
285 BİN
LİRA HARCADIK
*Eski görüntülerde
yeşil bitki örtüsü ağaçlar görülüyordu. Bu ağaçlara
ne oldu?
Orman Mühendisleri
odasına tespit yaptırdık ve daha sonra karar için
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na başvurduk. 2
fıstık çamının yerinde korunması 7 ağacın da
taşınması kararı çıktı. 1 selvi ağacı yerine de
parsele 4 selvi ağacı dikilmesi iskan şartı ile
karara bağlandı. İnşaatın üzerindeki fıstık ağacını
koruyabilmek için 285 bin lira harcadık. Özel koruma
önlemi aldık.
*Boğaziçi yasası
doğal ortamı bozanlar hakkında cezai hüküm
getiriyor…
Bakın biz imar
müdürlüğü, koruma kurulu, çevre şehircilik
bakanlığından inşaat izinlerimizi aldık. İzinsiz
yapanlar, izinsiz doğal yapıyı bozanlara cezai hüküm
getiriliyor.
PLAN NOTLARI DEĞİŞTİ
*Doğal görüntüyü
izinli nasıl bozabilirsiniz?
Bakın 4.01.2013
tarihinde Boğaziçi yüksek koordinasyon kurulu 1/1000
uygulama imar planları için lejant değişikliğine
gitti. Plan notlarını değiştirerek yeni hükümler
getirdi. Plan hükümlerinin 9.27 maddesi set teşkil
eden parsellerde zemin altına otopark yapılabilir,
havuz ve havuz tesisat odası yapılabilir deniliyor.
Biz tek katlı otoparktan sonra üzerini 1,5 metre
toprakla kaplayıp, Boğaziçi’ne uygun peyzaj
yapacağız.

Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 16.04.2015
|
MÜZELERE İŞARET DİLİ
BİLEN REHBER GELİYOR
Arkeoloji Müzesi
2016’da ‘engelsiz müze’ sloganıyla bütün bölümlerini
açmaya hazırlanıyor. 2016’dan itibaren müzeyi
gezdiren rehberler, işitme engelliler için işaret
dilini de kullanacak.
Türkiye Seyahat
Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı
Başaran Ulusoy,
2016’dan itibaren işitme engellilere bilgi
aktarmak için rehberlerin işaret dilini
kullanmaya başlayacağını söyledi. Ulusoy, “Pilot
uygulamaya
arkeoloji
Müzesi’nden başlıyoruz, ardından bir program
dahilinde Topkapı,
Ayasofya ve
diğer müzelere de yaygınlaştıracağız” dedi.
Turizm Haftası kapsamında; süper
star
Ajda Pekkan ve
TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy, ‘Haydi Sen de Gel, Tarihine
Sahip Çık’ mesajını vermek ve işitme engelliler
için toplumsal duyarlılığın altını çizmek üzere,
Arkeoloji Müzesi’nde bir toplantı düzenlediler.
Ulusoy, gençlerin müzelere ilgisini artırmak ve
engelli vatandaşların müzeleri rahatça gezerek
kolayca bilgi alabilmelerini sağlamak amacıyla
sürdürülen çalışmalar konusunda bilgi aktardı.
Ulusoy, görme engelliler için hazırlanan
kabartma alfabeli özel kitapçık ile işitme
engelliler için düşünülen görüntülü el cihazını
tanıttı.
Eser sayısı 1
milyon
Ulusoy, Arkeoloji Müzesi’nin restorasyon ve
tanzim çalışmalarının TÜRSAB tarafından
karşılandığını belirterek, şöyle konuştu:
“50 milyar
dolar döviz
getirmeye çalıştığımız bir dönemde müzeler bizim
sermayemiz. 5 milyon ‘Müze Kart’lı vatandaşımıza
özel fiyatla müze kapılarını açtık. Sanatınız,
kültürünüz yoksa ya da ona bakmıyorsanız
medeniyetten bahsetmeye hakkınız yok. Eğer
medeniyetinize sahip çıkmıyorsanuz
Avrupa
Birliği’nde olmaya hakkınız yok. Medeniyet
burada, burada milyonu aşkın eser var.
darphane
binalarımızı da onarıp, depolarda yüz yıldır
açılmayan eserleri gün ışığına çıkaracağız.”
Ajda’nın daveti
Ajda Pekkan, herkesi müzelere davet
ettiklerini belirterek, şunları söyledi:
“Engelli insanlar için yaşam alanları oldukça
kısıtlı. Özel insanlarımızı hayatın içinde daha
fazla katabilmeyi kendimize görev bildik. Eşi
benzeri bulunmayan Arkeoloji Müzesi,
Ayasofya Müzesi,
Dolmabahçe
Sarayı gibi müzelere ev sahipliği yapıyoruz. Bu
yapılara erişimin herkes için eşit ve rahatlıkla
olmasını temenni ediyoruz. İşitme engelli
insanlarımızın da müzelerimizi rahatlıkla
gezebilmeleri amacıyla TÜRSAB ile işbirliği
yapmaktan mutluluk duyuyorum.”
‘Eyfel’de 3 saat
bekleyen Topkapı’da 2 saat beklesin’
Başaran Ulusoy, gazetecilerin müze
önlerindeki uzun kuyruklarla ilgili soruya,
“Evvelden ‘müzelere kimse gelmiyor’ diye şikayet
ederdik, şimdi ‘çok kuyruk var’ diyoruz.
Louvre’da,
Londra’da,
İngiltere’de
kuyruklar 2-3 saat sürüyorsa, Eyfel kulesini 3
saat bekliyorsanız, müsaade edin de Ayasofya,
Topkapı, Sultanahmet’te de 2 saat beklesinler.
Çünkü Topkapı ve Ayasofya’yı 5’er milyon insan
ziyaret ediyor. Arkeoloji Müzesi’nin tanzim ve
teşhiri bittikten sonra buraya da 3 milyon kişi
gelecek. 3 saat Eyfel’de bekleyen 2 saat
Topkapı’da bekleyecek” dedi.
Ulusoy, kuyrukların azaltılmasına yönelik
randevu sistemini düşündüklerini ifade ederek,
“Bunların saatlerini ayarlamaya çalışıyoruz.
Aynı zamanda bir gemi geldiği zaman 5 bin kişi
birden geliyor. Bu kolay değil” dedi.
Minibüsün üstünde
hatıra fotoğrafı
Ajda Pekkan, toplantı sonunda Arkeoloji
Müze’sinden ayrılırken, müzeyi ziyarete gelen
okul çocukları kendisine sevgi gösterisinde
bulundu. Pekkan da minibüsün tavan penceresinden
çocuklara el salladı.
‘Tablo alıyorum’
Ajda Pekkan, sanat eserlerine merakı
konusunda da, “Çok fazla vaktim olmuyor. Tablo
satın alıyorum. Benim merakım daha çok bu tarz
müzeler ve bütün nesillerce birbirine
geçebilecek güzel şeyler için katkıda bulunmak”
dedi.
Milliyet, 15.04.2015
|
BEYOĞLU'NUN ALTINDA 1500 YILLIK BİZANS MEZARLARI
ORTAYA ÇIKTI
Beyoğlu
İstiklal Caddesi'nde İtalya'nın ünlü ulusal
kahramanı Giuseppe Garibaldi adı ile bilinen binanın
restorasyonunda Bizans dönemine ait 8 mezar bulundu.
Uzmanlara göre Pera'da ilk kez bu tür mezarlara
rastlanıyor.

İtalyan birliğini kurarak
İtalya’nın tek bir ülke olarak kurulmasını
sağlayan ulusal kahraman Giuseppe Garibaldi,
1863 yılında
İstanbul ’da İtalyan İşçi Yardımlaşma
Derneği’ni kurdu. Cemiyet’in
bugün halen faal olan binası 1885 yılında
açıldı. Bina 1910 yılında kapsamlı bir değişime
uğrayarak bugünkü halini aldı. İstiklal
Caddesi’nde Deva ve Perukar çıkmazlarına bakan
"Societa Operaia Binası" bilinen adıyla
"Garibaldi" binasında yaklaşık bir yıldır
hummalı bir restorasyon çalışması sürdürülüyor.
Bina baştan aşağı onarılıyor.
BİZANS DÖNEMİNE AİT KİREMİT MEZARLAR

İtalyan İşçi Yardımlaşma Derneği hala varlığını
sürdürüyor. Maddi sıkıntı çeken dernek binayı
TÜRSAB’a kiraladı. TÜRSAB kültür merkezi
yapmak düşüncesiyle binada kapsamlı bir
restorasyon çalışmasına başladı. Radikal'den
Ömer Erbil'in
haberine göre binanın statik yapısını
sağlamlaştırmak için temelleri açılınca büyük
bir sürprizle karşılaşıldı. Kiremitlerin
arasında bir kafatası görülünce İstanbul
arkeoloji Müzelerine haber verildi. Müze
arkeologları gözetiminde yapılan kazı
çalışmasında 4 ya da 5 yüzyıla tarihlenen bir
mezar olduğu anlaşıldı. Ardından binanın
Bodrumunda yapılan araştırmada
Bizans dönemine ait 7 mezar daha bulundu.
Kiremit örtülü mezarlara Pera bölgesinde ilk kez
rastlanıyor. Mezarlık olduğu yönünde tahmin
yürüten arkeologlar, komşu binaların altında da
bu tür mezarlar olabileceğini ileri sürüyor.
Temel kazıları sırasında Osmanlı ve Bizans
dönemlerine ait çok sayıda tabak, çanak, şamdan
gibi pişmiş toprak kaplar da bulundu.
İskeletleri tam tarihleyebilmek için karbon
testi yapılacağı belirtildi.
Restorasyon ekibinin başında İtalyan İşçi
Yardımlaşma Derneği üyesi Sedat Bornovalı var.
Bornovalı ile restorasyon çalışmalarını ve
bodrum katındaki mezarları beraber gezdik. Depo
olarak kullanılan bodrum katında İstanbul’un
belleğine yeni bilgiler eklenmesine neden olan
mezarlar için şunları söyledi: "Dolgu toprağı
kaldırırken büyükçe bir kiremit parçası bulduk.
Yerinden oynatmayalım, yavaşça açalım derken bir
kafatasına rastladık. Hemen müzeye ve koruma
kuruluna bilgi verdik. Gerekli izinler
alındıktan sonra ciddi bir arkeolojik kazı
çalışmasına başlanıldı. Bir mezar diye
başlamıştık, şimdi sekizinci mezara ulaştık.
Arkeologlar Bizans döneminin oldukça erken
evrelerine ait olduğunu düşünüyorlar. Burada bir
nekropol (mezarlık) alanının önemli bir
parçasını bulduğumuzu düşünüyoruz. Restorasyon
sonrasında yapılacak kültür merkezinde
buluntuları sergilemeyi planlıyoruz’’
Milliyet, 15.04.2015
|
SİT ALANINDA KAZI YAPAN
4 KİŞİ SUÇÜSTÜ YAKALANDI
Kayseri'de, sit alanında
izinsiz kazı yapan 4 kişi suçüstü yakalanarak
gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre Kocasinan
İlçesi'ne bağlı Molu Mahallesi'nde Kepeztepesi sit
alanında T.G., M.D., A.D. ve Y.K.'nın izinsiz kazı
yaparken suçüstü jandarma ekipleri tarafından
yakalandıkları öğrenildi. Kazıda kullanılan
malzemeler muhafaza altına alınırken, A.D., T.G. ve
M.D. yapılan soruşturma sonrasında serbest
bırakıldı. Zanlılardan Y.K. ise 'Borçlunun Ödeme
Şartını İhlal' suçundan arandığı ve sevk edildiği
adli makamlar tarafından serbest bırakıldığı
kaydedildi.
Kayseri Gündem,
15.04.2015
|
İŞTE DÜNYANIN EN PAHALI
TABLOSU

Ünlü Fransız ressam
Paul Gauguin’in Katar’a rekor fiyata satılarak
dünyanın en pahalı tablosu unvanını kazanan ‘Nafea
Faaipoipo (Ne Zaman Evleneceksin)’ adındaki tablo
İsviçre’nin Basel kentindeki Fondation Beyeler’de
sergileniyor.
İsviçreli koleksiyoner
Rudolf Staechelin’in iki ay önce satışa çıkardığı
tabloyu Katar Emirliği 300 milyon dolara (800 milyon
400 bin TL) satın almıştı. Katar, 2012 yılında da
başka bir Fransız Paul Cezanne’ın ‘İskambil
Oyuncuları’ tablosuna 250 milyon dolar ödemişti. O
dönemde dünyanın en pahalı tablosu olan Cezanne
şimdi birinciliği Gauguin’e kaptırmış durumda.
Tabloların her ikisine de şimdi Katar sahip.
Yılda 1 milyar dolar
Çağdaş sanata yılda bir
milyar dolarlık bütçe ayırdığı söylenen Katar daha
önce de Francis Bacon’ın ‘Üç Lucien Freud
Çalışması’nı 142 milyon dolara satın almıştı.
Katar’ın peş peşe satın aldığı bu tabloları ünlü
Fransız mimar Jean Nouvel’e yaptırmakta olduğu
Ulusal Müze’de sergilemesi bekleniyor. Hafta sonunda
inanılmaz bir ziyaretçi akınına uğramış olan
Fondation Beyeler’de görme fırsatını bulduğum ‘Nafae
Faaipoipo’ tablosu, sıra dışı yaşamıyla bilinen
ressamın Tahiti’ye 1891-1893 yıllarında yaptığı ilk
gezisinden. Arkasında Danimarkalı eşi ve beş
çocuğunu bırakarak Tahiti’ye giden post-empresyonist
ressam Gauguin’in eserleri pek çok sanatçı gibi
ancak ölümünden sonra değerlenmiş.
2016 yılında Katar’da
olacak
‘Nafae Faaipoipo’
tablosu haziran ayına kadar Fondation Beyeler’de
ziyaret edilebilecek. Daha sonra eylül ayına kadar
Madrid’de Reina Sofia Müzesi’nde sergilenecek ve
ardından Washington’a gidecek. 2016 yılı ocak ayında
ise Katar Müzeler İşletmesi’ne teslim edilecek.
Hürriyet, Haber: Gila
Benmayor, 14.04.2015
|
GÖKÇESEKİ'NİN İKİ BİN YILLIK LAHİTLERİ GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILIYOR

Karaman'ın Ermenek
İlçesi'ne bağlı Gökçeseki Köyü'ndeki ören yerinde devam eden kazılarda,
Roma dönemine ait 3 lahit mezar ortaya
çıkarıldı.
Karaman Müze Müdürü Abdülbari Yıldız, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Ermenek-Mut
karayolunun 20. kilometresinde, Gökçeseki Köyü
sınırları içerisinde "Philadelphia Antik Kenti"nin
bulunduğunu söyledi.
Kentin kuzeyindeki antik mezarlıkta 9
Mart'ta kazı başlattıklarını anlatan Yıldız, "MS 38
yılında kentin de bulunduğu Dağlık Klikya ve Lakonya
bölgesinin bir kısmı Roma imparatorlarından Caligula
tarafından Kommagene kralı IV. Antiochos ve eşi
Lorape Philadeiphos'a hediye edilmiştir. Kentin ismi
'Kardeş Sev' anlamına gelmektedir" dedi.
Kentin Roma ve erken Bizans dönemlerinde en
parlak dönemlerini yaşadığı bilgisini veren Yıldız,
şöyle devam etti:
"Kazı alanında çok sayıda kaya mezar ve lahitler
bulunuyor. Kaya mezarlarının her biri birkaç kişinin
gömülmesine imkan sağlayacak biçimde yapılmış. Yani
aile mezarlığı şeklinde. Önemli bir özelliği de
mezar kapaklarının aslan biçiminde yapılmış olması.
Kazılarda 3 basamaklı bir podyumun üzerinde MS 4.
yüzyıla ait 3 lahit ortaya çıkardık. Yaptığımız
incelemelerde lahitlerin antik dönemde zarar
gördüğünü gördük."
- "8 lahit daha tespit edildi"
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Anabilim Dalı Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Ercan Aşkın da geçen yaz üniversite
olarak Ermenek bölgesinde yüzey araştırması
yaptıklarını söyledi.
Gökçeseki'deki çalışmalarında kendilerini oldukça
heyecanlandıran sonuçlara ulaştıklarını anlatan
Aşkın, yüzey araştırmalarında çakıl yığınları
arasında birkaç lahidin bazı bölümlerinin
görüldüğünü belirtti.
Bölgede 3 lahit ortaya çıkarıldığını dile getiren
Aşkın, şöyle devam etti:
"Yüzeysel olarak 8 lahidin daha yerleri tespit
edildi. Önemli olan, bu lahitlerin podyum üzerinde
bulunmaları. Bu durum bölgede daha önce karşılaşılan
bir durum değil. Bu, bölge için bir yenilik. Bazı
lahitlerde figürlü süslemeler, yazıtlar var. Bir
kentin mezarlık alanında ne kadar çok mezar varsa, o
kentte geçmişte o kadar çok insan yaşadığı
söylenebilir. Burası Roma döneminde önemli bir
yerleşim. Elimizde bu kentle ilgili çok bilgi yok.
Kazı devam ettikçe daha çok bilgiye ulaşacağımıza
inanıyorum. Bu kazılar tamamen bittiğinde bölgenin
yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekeceğini
düşünüyorum."
Aşkın, KMÜ Üniversitesi ve Karaman Müze
Müdürlüğünce sürdürülen kazı çalışmasına Ermenek
Kaymakamlığı, Ermenek
Belediye Başkanlığı ve İŞKUR İl Müdürlüğünün
katkı verdiğini ifade etti.
- "Ermenek, bir
turizm kenti olarak tanınmalı"
Kazı alanındaki çalışmalar hakkında bilgi alan
Ermenek Kaymakamı Eyüp Güngör ise ilçenin kapısı
konumundaki Gökçeseki'deki tarihi zenginliklerin
ortaya çıkarılmasının çok önemli olduğuna işaret
etti.
"Burayı gezenler, binlerce yıllık tarihi bir
kente geldiklerini hissedecekler" diyen
Güngör, ilçenin tarım ve maden şehri olarak değil
bir turizm kenti olarak bilinmesini istediklerini
vurguladı.
Ermenek Belediye Başkanı Uğur Sözkesen, yaklaşık
5 bin yıllık tarihi geçmişi olan Ermenek bölgesinde
tarihi zenginliklerin gün yüzüne çıkarılması
konusunda yürütülen çalışmalardan dolayı ilgililere
teşekkür etti.
Radikal, Haber: Mehmet Çetin, 14.04.2015
|
BERKELEY SANAT MÜZESİ 2016'DA AÇILACAK
Diller Scofidio + Renfro tasarımı Berkeley Sanat
Müzesi / Pasifik Film Arşivi ilk sergisi "Yaşamın
Mimarisi"ne ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

UC Berkeley Kampüsü'nde inşaatı devam eden
Berkeley Sanat Müzesi'nde sona yaklaşıldı. Diller
Scofidio + Renfro'nun EHDD ile birlikte tasarladığı
eski ile yeniyi bir araya getiren yuvarlak hatlara
sahip yapı, Berkeley'nin baskı merkezini modern
sergi alanları, ofisler ve sahnelerle Berkeley'nin
sanat bölgesinde bir odak noktasına dönüştürüyor.

Mevcut Art Deco stilindeki yapıyı çerçeve olarak
kullanan Diller Scofidio + Renfro, mekanları bugünün
ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde düzenledi.
4.500 m2'lik varolan binanın yeniden
işlevlendirilmesiyle elde edilen sekiz galeri
alanına, 3.200 m2'lik bir yeni bir yapı
da eklendi. Mevcut binada gün ışığından faydalanmak
için tasarlanmış testere dişi çatı gibi özgün
özellikler korundu.

Yeni yapı ise özellikleriyle hem farklılaşıyor
hem de Art Deco geleneğini yansıtıyor. Paslanmaz
çelik kaplı eğrisel formu, farklı çizgileriyle
bütünsel bir dil oluştururken, 1930'larda yapılmış
baskı merkezinin aerodinamik yapısına da işaret
ediyor.

Berkeley Müzesi ve Pasifik Film Arşivi farklı
ölçülerde iki sinema salonu, kafe, çeşitli galeriler
ve toplanma alanlarına sahip. Daha bireysel
aktiviteler için ise 4 sanat ve film çalışma merkezi
ile okuma odaları ve laboratuvarlar mevcut.
Projeksiyon ve akustik sistemleri ile müze çok
sayıda film gösterimi, eğitim programları,
performanslar ve sergilere ev sahipliği yapacak.

Merkezin 2016 yılının başında açılması
planlanıyor.
Arkitera, Kaynak: ArchDailiy, Derleme: İlknur
Sudaş, 14.04.2015
|
DİYARBAKIR SURP GİREGOS KİLİSESİ'NE 2015 EUROPA
NOSTRA ÖDÜLÜ
Avrupa Komisyonu ve Europa Nostra
derneği işbirliğinde düzenlenen Avrupa Birliği
Kültürel Miras Ödülü / Europa Nostra 2015
Ödülleri'nin kazananları bugün (14 Nisan 2015)
açıklandı. Ödül listesinde Türkiye'den Surp Giragos
Ermeni Kilisesi (Diyarbakır) de yer alıyor.

29 ülkeden, 263 kişi ve organizasyonun başvurusu
arasından seçilen 28 proje; "Koruma", "Araştırma ve
Sayısallaştırma", "Özel hizmet", "Öğretim, Eğitim ve
Farkındalık Artırma" kategorilerinde mükemmelliği ön
plana çıkaran özellikleri nedeniyle ödüle layık
bulundu.
Avrupa Kültür Mirası Ödülleri, 11 Haziran 2015
Perşembe günü Oslo Belediye Başkanı Fabian Stang;
Avrupa Komisyonu Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Üyesi Tibor Navracsics; dünyaca ünlü tenor
ve Europa Nostra Başkanı Plácido Domingo’nun ev
sahipliğinde, Oslo City Hall’da yapılacak törenle
sahiplerine verilecek. Törende, ödül alan
projelerden yedisi, kültür mirası alanında en üstün
başarılara verilen “Büyük Ödül”nün sahibi olarak
10.000 € para ödülünün sahibi olacak. Ayrıca
törende, Europa Nostra tarafından web sitesi
üzerinden yürütülen çevrimiçi oylama ile belirlenmiş
olan “Halkın Seçimi Ödülü” de açıklanacak.
“Kültürel miras, Avrupa'nın en büyük
değerlerinden birisidir. Hepimiz için sayısız
kültürel, ekonomik, sosyal ve çevresel önemi
bulunmaktadır." diyen Komisyon üyesi Tibor
Navracsics , “2015 Kültür Mirası / Europa Nostra
Ödülleri'ni kazananları, kendilerini kültürel mirasa
adamış uzman Avrupalıların neler yapabileceklerini
gösterdikleri ve ayrıca Avrupa kimliğinin mükemmel
örnekleri olarak aidiyet hissine katkıda
bulundukları için kutlamak isterim. Bizler, toplum
ve bireyler olarak kendi mirasımıza sahip çıkmak,
günlük yaşantımızın bir parçası haline getirmek ve
gelecek nesillere aktarmak üzere korumak amacıyla
birlikte çalışmaya devam etmeliyiz” şeklinde
konuştu.
Europa Nostra Başkanı Plácido Domingo ise “Bu
yılın kazananları Avrupa kültürel mirası korunması
konusunda yaratıcılık ve yeniliğin güçlü
örnekleridir. Kazananlar ayrıca kültürel mirasın
Avrupa ve vatandaşları için önemli olduğunu da
ortaya koymaktadır. İnanıyoruz ki, Başkan Juncker ve
Komisyon Üyesi Navracsics liderliğinde Avrupa
Birliği’nin kültürel mirasa bütünleşik yaklaşım
stratejisi daha çok gelişecek ve uygulanmış
olacaktır.” dedi.
2015 ödül listesi şöyle:
Koruma Kategorisi:
- Van Buuren Müzesi Pitoresk Bahçesi Brüksel,
BELÇİKA
- Middleport Toprak Kapları, Soke-on-Trent,
BİRLEŞİK KRALLIK
- Stonehenge: Çevre Peyzajı ve Ziyaretçi Merkezi,
Wiltshire, BİRLEŞİK KRALLIK
- Boulingrin Central Market Hall, Reims, FRANSA
- The Halls Amsterdam: Basın, Moda, Kültür ve
Zanaat Merkezi, HOLLANDA
- Anana Tuz Vadisi, Bask Ülkesi, İSPANYA
- Katedral, Tarazona, İSPANYA
- Bazilika Kompleksi Paleochristian Mozaikleri,
Aquileia, İTALYA
- Monte Palma Nuragic Heykelleri, Sardinya Adası,
İTALYA
- Ermeni Kilisesi ve Manastırı, Lefkoşa, KIBRIS
- Liszt Müzik Akademisi, Budapeşte, MACARİSTAN
- Malikane, Eidsvoll, NORVEÇ
- Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Diyarbakır,
TÜRKİYE
- Antouaniko Malikhanesi, Sakız Adası, YUNANİSTAN
Araştırma ve Sayısallaştırma Kategorisi:
Araştırma Projeleri
- Las Cuencas’tan Öğrenmek: Asturian Kömür Madeni
Alanı Kültürel Peyzajı, İSPANYA
- Lasithi Plateau Rüzgar Değirmenleri’nin Perfore
Yelkenler ile Restorasyonu, Girit, YUNANİSTAN
Sayısallaştırma Projeleri
- HERMES: Hermoupolis Sayısal Miras Yönetimi,
Sire Adası, YUNANİSTAN
- Venedik Harikaları: Sanal Çevrimiçi Hazineler,
St. Mark’s Bölgesi, ITALYA
Özel Hizmet Kategorisi:
- The Rundling Derneği, Jamein, ALMANYA
- Kiliseler Koruma Vakfı, Londra, BİRLEŞİK
KRALLIK
- Huis Doorn Arkadaşlar Derneği, Doorn, HOLLANDA
Eğitim, Öğretim ve Farkındalık Artırma
Kategorisi:
Eğitim-Öğretim Projeleri
- Miras Becerileri Girişimi, Newcastle upon Tyne,
BİRLEŞİK KRALLIK
- Genç Arkeologlar Klübü, York, BİRLEŞİK KRALLIK
Meslek Eğitimi Projeleri
- Estonya’da Kırsal Bölge Binalarının Sahipleri
Programı, Tallinn, ESTONYA
- The Outbuilding Projesi, Roros, NORVEÇ
Farkındalık Yaratma
- Stain Bahçe Kenti, Stains, FRANSA
- The Fota Duvarlı Bahçesi, Cork, İRLANDA
- Bir Gelecek İnşa Etmek İçin Geçmişin
Tanıklarını Kurtarma, Chisinau, MOLDOVA
Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Diyarbakır,
TÜRKİYE
Diyarbakır’da bulunan Surp Giragos Ermeni
Kilisesi, bugün çoğunlukla Kürt nüfusun yaşadığı
Güneydoğu bölgesinde bulunmaktadır. Bazı kısımları
1880’lerde tamamıyla yeniden yapılmış olmasına
karşın orijinal olarak 17. yüzyıla aittir. 20.
yüzyılda yerel Ermeni nüfusun yöreyi terk etmesinden
sonra bu yapı da çöküntüye uğramıştır. Çatısı çökmüş
ve yapı metruk hale gelmiştir.

Büyük oranda yeni bina yapılmasını da içeren
restorasyon çalışması, Surp Giragos Kilise Vakfı,
sivil toplum grupları ve ilgi gösteren bireylerin
çabaları ile birkaç yıl önce başladı. Projeye
katkıda bulunanlar, bu kıymetli kültürel varlığı
korumak ve hem dini hem de kültürel bir merkez
olarak yeniden kurmak konusunda büyük bir istekle
bir araya geldiler. Daha sonraki aşamalarda yerel
yönetimin önemli katkısı ve desteği sayesinde,
çalışmalar genişletilerek, papaz evi, şapel ve
alandaki diğer binalar da onarıldı. Proje, yerel
işbirliği alanında bir başarı hikayesi oldu.

Jüri raporundan:
“Jüriyi özellikle etkileyen, işte bu yerel
desteğin sergilenmiş olması oldu. Bu bölgede
Ermenilerin ana kilisesinin cemaatin buradan
gitmesinden sonra restore edilmesi için harcanan
çaba, kent ve kentliler için önemli bir uzlaşma
hareketi olmuştur. Proje, çatı, çan kulesi ve iç
döşeme malzemeleri başta olmak üzere, kayıp
elemanlarının yeniden inşa edilmesi için eski
belgeler üzerinde yapılan geniş bir araştırma
sonucunda geliştirilmiştir. Ermeni cemaatinin eserin
restorasyona katılımı da yöre halkı arasında barış
ve toplumsal bütünleşmenin gelişmesinde çok büyük
bir katkı sağlamıştır ve tüm dünyadan Ermeni
ziyaretçileri buraya çekmektedir.”
Yapı, Fotoğraf: Fatma
Meral Halifeoğlu, 14.04.2015
|
KADIKÖY'DE MENDİREK'TE REKLAM KAVGASI

İstanbul
Kadıköy'deki tarihi mendireğe dikilen reklam
tabelası tepki çekti. TCDD'yi sorumlu tutan
Kadıköy Belediyesi, Twitter'dan tabelanın
kaldırılması için çağrıda bulundu.
Haydarpaşa Gar
sınırlarında olan tarihi mendireğe,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait
reklam tabelaları dikildi. Vatandaşların
yanı sıra Kadıköy Belediyesi de bu duruma tepki
gösterdi. Belediyenin
Twitter hesabından konuyla ilgi çağrı
yapıldı. Mesajda, "Tarihi mendireğe reklam
tabelasına izin veren TCDD'yi milletçe ne
yapsak? Kaldırılması için girişimlerde
bulunuyoruz" denildi.
NE DEMEK (TDK)
mendirek -ği
denizcilik Kıyılarda dalgakıranla yapılmış liman
KADIKÖY'DEKİ TARİHİ MENDİREĞİN HİKAYESİ
11 Mart 1872'de
Haydarpaşa İstasyon binasının temeli atıldığı zaman,
şehir hattı vapurları iskelesi yakınına bir kargir
iskele yapıldı.
Fakat memleketteki mali durumlar sebebiyle, bir ara
Haydarpaşa-İzmit hattı işletmeleri durdu.
Sonrasında, Haydarpaşa
Liman ve Rıhtım İmtiyazı için bir sürü mazbata çıktı
ve nihayetinde 23 Mart 1899 tarihinde Anadolu
Osmanlı Demiryolu Şirketine verildi. Projelerde bazı
tadilatlar yapılarak inşaata başlandı.
Haydarpaşa Limanı
İnşasından sonraki gelişimi:
İnşasına 1899 da
başlanıp 1903 de işletmeye açılan limanın rıhtım
uzunluğu 302 metre idi. Ayrıca Limanın güney ucunda
151 metrelik bir rıhtım kolu bulunmaktaydı.
1908 yılında bugünkü Haydarpaşa Garının hizmete
girmesinden sonra limanın Anadolu ile bağlantısı
daha da gelişti. 1917 de meydana gelen patlamadan
limanda zarar görmüş ve kısa sürede yenilenmiştir.
Hürriyet, 14.04.2015
|
700 YILLIK KÜMBET ESKİ SİLUETİNE KAVUŞACAK

Gevaş Kaymakamlığı, ilçenin en önemli tarihi
değerlerinden Halime Hatun Kümbeti'nin silüetini
bozan kız yurdunun yıkılmasını talep etti.
Melik İzzeddin Şir tarafından 1300'lü
yıllarda kızı Halime Hatun adına Gevaş
İlçesi'nde
yaptırılan kümbetin arka tarafına 2007 yılında kız
yurdu inşa edildi. Bir tarafında Artos Dağı diğer
tarafında Van Gölü bulunan ve her yıl çok sayıda
turist tarafından ziyaret edilen tarihi yapının
silüetini bozduğu gerekçesiyle kamuoyunun tepkisine
neden olan yurt binasının yıkılması için Gevaş
Kaymakamlığı harekete geçti.
Milli Eğitim Bakanlığına talepte bulunan
kaymakamlık, yurt binasının farklı bir yerde inşa
edilmesini, mevcut yapının ise yıkılmasını istedi.
Yurt binasının yıkılmasıyla Artos Dağı manzarası
ile bütünleşecek kümbetin eski silüetine
kavuşması, uygulanacak projeyle de ilçenin cazibe
merkezi haline getirilmesi hedefleniyor.
Van Valiliği, Gevaş Kaymakamlığı, Gevaş Belediye
Başkanlığı, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Çevre ve
Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Vakfı Bölge
Koordinatörlüğü işbirliğiyle yürütülecek proje
kapsamında, kümbet ve çevresindeki Selçuklu
Mezarlığı'nda ziyaretçilerin rahat gezebilmesi için
yeni yollar yapılacak.
Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada Halime Hatun Kümbeti'nin eski
görüntüsüne kavuşmasını sağlamak için çalışmaların
devam ettiğini söyledi.
İlçenin tarihi ve turistik değerleriyle bölgenin
incisi olduğunu ve bunu ön plana çıkarmak amacıyla
projeler ürettiklerini vurgulayan Hakan, şöyle
konuştu:
"Halime Hatun Kümbeti, Türk-İslam tarihinin en
önemli eserlerinin yer aldığı Selçuklu Mezarlığının
içinde yer alıyor. Bu kümbet Anadolu'da eşine az
rastlanan bir mekan. En önemlisi kadına ait kümbet
ve estetik açıdan eşsiz bir görünüme sahip. 2007
yılında yanlış uygulamayla kümbetin hemen arkasına
yurt binası inşa edilmiş. Göreve başladığım günden
bu yana mücadele ediyoruz. Kamuoyundan da büyük
destek aldık. Bizim de desteğimizle Gevaş
Kaymakamlığı adına, yurt binasının yıkılarak başka
bir yere taşınması konusunda bakanlığa resmi talepte
bulunuldu. Bakanlıkta bunun takibini yapıyoruz.
Arzumuz talebin bu yıl programa alınması. Bina
ruhsatsız ve 2011 depreminde hasar görmüş, bu
nedenle kullanılması sıkıntılı."
Kümbet ve çevresindeki Selçuklu Mezarlığıyla
ilgili hazırlanan projenin bazı eksiklikler
nedeniyle kurul tarafından kabul edilmediğini ve şu
anda bu eksiklikleri gidermeye çalıştıklarını
anlatan Hakan, "Halime Hatun Kümbeti ve çevresindeki
Selçuklu Mezarlığının mutlak surette turizme
kazandırılması adına elimizden geleni yapacağız. Bu
ecdadımıza, tarihimize, kültürümüze ve çevremize
karşı sorumluluğumuzdur" dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Cemal Aşan, 14.04.2015
|
HER MÜZEYE BİR RESTORATÖR

Türkiye’de son yıllarda restorasyon çalışmalarında
ciddi bir artış gözleniyor. Ancak eserlerin ihyası
için başlatılan bu restorasyon atağı restoratörlerin
istihdamına ve çalışma koşullarına yansımadı. Tüm
Restoratörler ve Konservatörler Derneği Başkanı
Nazım Can Cihan, restorasyonun bugün adeta bir furya
haline geldiğini belirterek “Türkiye şantiyeye
döndü” diyor; “Ancak bugün restoratörler vasıfsız
işçi pozisyonunda çalışanlardan daha düşük ücretler
alıyor. Devlet kurumlarında istihdam edilmiş
restoratör sayısı 300’ü geçmiyor. Talebimiz her
müzede en az bir restoratör istihdam edilmesi.”
Cihan, restoratörlerin sektördeki sorunlarını
anlattı:
* Müteahhidin gösterdiği ücreti almıyoruz:
“Şantiyede ‘uzman’ olarak çalışan restoratörler
vasıfsız işçi pozisyonunda çalışanlardan daha düşük
ücretler alıyor. Restorasyon işlerinin tabelalarında
milyonlar yazıyor; ama orada çalışan restoratörler
günde en fazla 80 lira yevmiye alabiliyor.
Şirketler, deneyimsiz, yeni mezun arkadaşları 40-45
lira gibi bir yevmiyeyle çalıştırıyor. Yaptığımız
işler müteahhit firmalar tarafından devlete çok daha
yüksekten hesaplanarak gösteriliyor. Restoratörlerin
ücretleri devlete ‘mütehassıs usta’ birim fiyatı
üzerinden hesaplanıyor. Bu, günde 120 lira yevmiye
ediyor. Ancak hiçbirimiz gösterildiğimiz ücretleri
alamıyoruz. Restorasyon çalışmalarının yüzde 85’inde
bu sorunla karşı karşıyayız.”
* Binlerce mezuna karşın istihdam yok:
“Türkiye’de her yıl restorasyon bölümlerinden
yaklaşık 2 bin restorasyon teknikeri, kültür
varlıklarını koruma ve onarım bölümlerinden ise
80-100 restoratör mezun oluyor. Ancak Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nda istihdam edilmiş restoratör
sayısı 300 civarında. Bu oldukça az. Restoratörler,
Bakanlıkta istihdam edilirken teknik kadronun en alt
seviyesinden düşük ücretlerle istihdam ediliyorlar.
İstihdam sorununun çözümü için her müzeye en az bir
restoratör talep ediyoruz.”
* Boyacı iskelesiyle restorasyon yapılıyor:
“Restoratörler şantiyelerde pek çok zararlı
kimyasala, çok ince tozlara maruz kalıyor. Solunum
sorunları yaşayabiliyoruz, vücudumuzdaki kimyasal
oranı normalin üst değerinde çıkabiliyor. İş
güvenliği açısından riskli meslek grubunda yer
almamız gerekirken, devlet kurumlarının
restoratörlerin yıpranma payını hesaba kattığı bir
yaklaşımı yok. Kurumlarda çalışan restoratörler
rutin sağlık kontrollerinden geçirilmiyor.
Şantiyelerde ise iş güvenliği sağlanmıyor, denetim
yalnızca kontrol birimlerine yakın noktalarda
yapılıyor. Müteahhit, 5 liralık baretler, uygunsuz
kemer kullanımı ile iş kazalarına davetiye
çıkarıyor. Topkapı Sarayı gibi kalabalık şantiye
alanlarında bile işyeri doktoru yok.”
* Çarpıklık daha ihale aşamasında:
“İhalenin şartnamesinde belirtilmesine rağmen
firmalar restoratörsüz ihaleyi kazanabiliyor.
Restoratörünün hiç şantiyeye uğramadığı
restorasyonlar yapılıyor. Devlet buna müsaade
ediyor. Ciddi bir kontrol mekanizması yok. Kültür
Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel
idarelerinden gelen kontrolörler yalnızca yapılan
işi denetliyor, şantiyede çalışan personelin
niteliğine bakmıyor. İhalede çıkan bedel o işin ne
kadara yapılacağını belirliyor. Devlet bir camiyi
altı ayda bitir diyor, süre yetişsin diye
restorasyona değil, yıkıp yeniden inşa ederek
yenileme çalışmalarına yöneliyorlar. Az maliyetle
kısa sürede yapılan iş dışarıdan güzel gözükse dahi,
geri planında ne olduğunu bilemiyorsunuz. Bir
restorasyonda kullanılacak malzemeden personelin
niteliğine, yapılacak işin süresine kadar her şey
bilimsel olarak belirlenmeli. Kültür Bakanlığı’nın
restorasyon laboratuvarları yalnızca uluslararası
projelerde değil, tüm restorasyon çalışmalarında
devreye girmeli.”
Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 14.04.2015
|
İNCİ SİNEMASI'NI YIKAN PROJEYE SUÇ DUYURUSU

İnci Sineması’nı yıkan otel ve AVM projesine
İstanbul Büyükşehir Belediyesi CHP’li Meclis üyeleri
Hüseyin Sağ ve Hakkı Sağlam suç duyurusunda bulundu.
Projeyi yürüten Bertuğbey İnşaat yetkilileriyle
ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan
suç duyurusu dilekçesinde yetkililer hakkında 2863
Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanununa
muhalefet, TCK’ya göre görevi kötüye kullanma ve
imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davası
açılması istendi. Dilekçede İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Meclis kararlarının uygulanmadığı
belirtilerek, İBB Planlama Müdürlüğü’nün proje için
yapılan imar planı değişikliğine yapı, nüfus ve
trafik yoğunluğunu artıracağı gerekçesiyle olumsuz
görüş bildirdiği belirtildi.
Hafriyat sırasında araziden tarihi kalıntılar
çıkmış, 2 No’lu Koruma Kurulu, inşaatın durdurularak
arazide kazı yapılmasına karar vermişti. Kurul
ayrıca, tescilli yapı komşuluğunda bulunan
dükkanların Kuruldan izinsiz yıkıldığı gerekçesiyle
suç duyurusunda bulunmuştu.
Birgün, 13.04.2015
|
5 BİN YILLIK KALEDE FATİH'İN GÜLLELERİ BULUNDU

Merkez Selçuklu İlçesi sınırlarında bulunan
Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları
ve Osmanlı'ya kadar binlerce yıldır birçok
medeniyetin izlerini taşıyan dağdaki Gevele
Kalesi'nde yürütülen kazılarda önemli bulgulara
ulaşıldı. Necmettin Erbakan Üniversitesi
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Ahmet
Çaycı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazının
Selçuklu Belediyesi, KonyaMüzeler Müdürlüğü ve
üniversitenin işbirliğinde yürütüldüğünü söyledi.
Kalenin yapısı ve konumundan dolayı
tarih boyunca doğal bir gözetleme kulesi olarak
kullanıldığını vurgulayan Çaycı, kentin savunması
açısından önemli rol üstlendiğini kaydetti. Kazı
çalışmalarına yüzey araştırmasıyla başladıklarını
dile getiren Çaycı, çalışmaların uzun soluklu
olacağını ifade etti. Kazılarda üçüncü yılın geride
kaldığına dikkati çeken Çaycı, "İlk yıl buradaki
tarihi buluntuları inceledik. Takkeli Dağ'ın
eteklerinde Roma eserleri var. Biraz aşağılarda Roma
ve Bizans dönemine kadar uzanan kaya mezarları
tespit ettik. Bütün bunlar bu bölgenin tarih boyunca
ne kadar yoğun şekilde ilgi gördüğünün göstergesi"
dedi.
DÖNEMİN KÜRECİK'İ
Gevele Kalesi Çaycı, Selçuklu döneminde de önemli
rol üstlenen Gevele Kalesi'nin geçmişte Konya'nın
kilidi olduğunu anlattı. Gevele'yi ele geçirenin
şehri de ele geçirebileceğine işaret eden Çaycı,
şunları söyledi: "Buluntulara ve yüzey
araştırmalarına göre kalenin savunma amaçlı inşa
edildiği görülüyor. İçindeki yapılar da bunu
destekliyor. Ortaçağ'da sultanların, umera ve
zümeranın sığındığı önemli bir yer. Günümüz
tabiriyle
Türkiye 'deki Kürecik gibi radar üssü
pozisyonundadır. Bin 700 metre yüksekliğindeki bir
alanda 360 derecelik gözlem yapılan, çevreye hakim
bir nokta."
Kazılarda çok sayıda "temren" adı verilen ok
uçları bulunduğunu bildiren Çaycı, bunun kalenin
birçok kez saldırıya uğradığının işareti olduğunu
belirtti. Osmanlı dönemine ait eserleri de gün
yüzüne çıkardıklarının altını çizen Çaycı, şunları
kaydetti: "Çok sayıda gülle bulduk. Fatih'in
gülleleri olduğunu düşünüyoruz. Zira kale en büyük
darbeyi Gedik Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı
ordusundan görmüştü. Karaman Beyliği uzun süre
Osmanlı'yı meşgul etti. Fatih Sultan Mehmet, Gedik
Ahmet Paşa'ya Karamanoğulları tehlikesini bertaraf
etmesi emrini veriyor. Gedik Ahmet de öncelikle
Konya'nın kilidi olan Gevele Kalesi'ni kullanılamaz
hale getiriyor. Sonra da Larende'deki (Karaman)
ikinci kaleyi bertaraf ediyor. Böylece
Karamanoğulları'nın gücü kırılmış oluyor. Fatih
Sultan Mehmet'in güllelerini kazı sırasında etrafa
dağılmış vaziyette bulduk. Sayımları yapıldı ve
müzeye teslim edildi. Ortaçağ savaş teknolojisinin
en önemli unsurları olarak bunları bilim tarihine
kazandırdık."
Radikal, 13.04.2015
|
BEDRİ RAHMİ VE ÇAĞDAŞI AYNI SERGİDE

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Amerikalı Romare Bearden
birbirinin çağdaşı ve Odysseus izinde kendi
geçmişlerinde yolculuğa çıkan iki sanatçı. 1911’de
dünyanın farklı coğrafyalarında dünyaya gelen,
1950’lerde kariyerlerinin en verimli döneminde
Paris’te Matisse ile Picasso’nun işlerinden beslenen
ikili, yolları hiç kesişmese de benzer arayışların
peşinde unutulmaz eserler üretti.
Bearden, Homeros’un Odysseus Destanı üzerinden
evrensel bir Afro-Amerikan kimliği kurgularken, Mavi
Anadoluculuk akımından esinlenen Eyüboğlu, yaşadığı
topraklar üzerinde iz bırakmış bütün medeniyetleri
kucaklayan yeni bir Anadolu kimliğinin izini sürdü.
Caz ustası Bearden, resimlerinde müziğin ritminden
ilham alırken, Eyüboğlu Anadolu halk ozanlarını
resimlerine sıkça konu etti.
Bu ikiliyi bir araya getirmek Columbia
Üniversitesi Zora Neale Hurston İngiliz Dili ve
Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Dr. Robert G.
O’Meally ile Columbia Global Centers | Turkey ve
Columbia Üniversitesi doktor adayı Merve Tezcanlı
İspahani’nin aklına geldi. İki akademisyen
küratörlüğünde 16 Nisan’da açılacak serginin adı
‘Mavi Seyyahlar: Romare Bearden ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun Sanatı’. İstiklal Caddesi’ndeki
Sismanoglio Megaro’da 17 Mayıs’a kadar ziyaret
edilebilecek sergide; Bearden’ın Siyahi bir Odysseus
isimli çalışmalarına Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun aile
koleksiyonunda yer alan Torun, Seni Düşünürken,
Baltabaş Kemençeci, Kağnı, Ana ve Çoban, Aşık
Veysel, Saz Çalan ve Yavuz Geliyor Yavuz gibi
eserleri eşlik edecek.
Zaman, 13.04.2015
|
BURDUR'DA HERKÜL HEYKELİ ELE GEÇİRİLDİ

Bucak'ta
jandarma ekiplerince bir araçta yapılan aramada
Roma dönemine ait Herkül (Herakles) heykeli
bulundu.
Bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri, ilçeye bağlı Kestel Köyü yolunda M.Y.
idaresindeki bir aracı durdu. Araçta yapılan
aramada, Roma dönemine ait olduğu belirlenen Herkül
betimli mermer heykel bulundu.
Araç sürücüsü,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na
muhalefet suçundan gözaltına alındı. Zanlı,
jandarmadaki işlemlerinin ardından sevk edildiği
mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Heykel ise Burdur Arkeoloji Müzesi yetkililerine
teslim edildi.
- Herkül
Yunan mitolojisinde Herakles, Roma Mitolojisi'nde
Herkül olarak adlandırılan kişi, Zeus ile Miken
kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Herakles, doğduğu
günden itibaren tanrısal bir kuvvete sahiptir.
Herakles'in 3 oğlu ve karısını öldürmesinin
ardından suçlarından arınması için Miken kralı
Eurystheus'un hizmetine girmesi gerekmiştir. Kralın
Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide, Herakles'in
12 görevi denir.
Radikal, 13.04.2015
|
ANTİK KENTTEN GERİYE YIKIM KALDI

IŞİD
Irak'ın İslam öncesi tarihini yıkmaya devam
ediyor. Örgüt, daha önce zarar verdiği 3 bin
yıllık Asur başkenti Nimrud'u yerle bir ettiğine
dair video yayınladı.
Tarih katliamının
görüntüleri
IŞİD,
Irak’ın Musul kenti yakınlarındaki tarihi
Asur kenti Nimrud’daki yıkımın görüntülerini
içeren 7 dakikalık videoyu internette
yayınladı.
Terör örgütü
Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak’ta geçmişi
MÖ 13’üncü yüzyıla kadar giden tarihi
Nimrud kentini geçtiğimiz ay yıktığı sırada
çekildiği sanılan görüntüleri internette
yayınladı. Örgüte yakın bir internet sitesinde
yayınlanan 7 dakikalık videoda militanlar
ellerinde balyoz ve kaya matkabı gibi inşaat
aletleri kullanmakla yetinmeyip, buldozer ve
patlayıcılar da kullandı. IŞİD’in elindeki Musul
kentinin yakınlarında bulunan antik Nimrud
şehrinde yaşanan yıkım başta arkeologlar olmak
üzere pek çok çevrenin tepkisini çekmiş,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban
Ki-moon da yıkımı “savaş suçu” olarak
nitelemişti.
Kanlı örgütün bayrağıyla yayınlanan videonun ne
zaman kaydedildiği biilinmiyor.

HATRA’YI DA YIKMIŞTI
Videoda konuşan bir
militan bir toprak parçasını ne zaman ele
geçirirsek, putların işaretlerini kaldıracaklarını
söyledi. IŞİD üyeleri “putperestliğe yol açtığı”
iddiasıyla antik eserleri sistematik olarak yok
ediyor. Örgüt en son Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Teşkilatı’nın (UNESCO) Dünya Kültür
Mirası ilan ettiği antik Hatra şehrini yıkmıştı.
Ayrıca IŞİD’in ele geçirdiği tarihi eserlerin bir
bölümünü faaliyetlerini finanse etmek için
karaborsada sattığı da iddia ediliyor.
Hürriyet, 13.04.2015
|
TÜRK RESSAMIN TABLOSU 820 BİN LİRAYA ALICI BULDU

Beşiktaş'ta bir otelde yapılan Antik AŞ'nin 286.
müzayedesinde "Milli Mücadele" tablosunun yanı sıra
Nazmi Ziya'nın "Fatih Camii" tablosu 737 bin, Halil
Paşa'nın "Şakayıklar ve Kadın" tablosu 440 bin
liraya alıcı buldu. Hoca Ali Rıza, Hikmet
Onat, Feyhaman Duran ve Şevket Dağ imzalı tablolar
da müzayedede yer aldı.
Yaklaşık 500 sanatseverin katıldığı müzayedede,
tuğralı gümüşler, tombaklar, "Yıldız" damgalı
porselenler, Beykoz camları, çeşm-i bülbüller,
bohemler, fermanlar, hatlar, hilye-i şerifler ve
oryantalist ressamların "İstanbul" konulu önemli
tabloları da beğeniye sunuldu.
Müzayedenin sunumunu gerçekleştiren Antik AŞ'nin
kurucusu Turgay Artam, Türk ve Osmanlı eserleri için
ulaşılan rakamların sanat piyasası için çok önemli
olduğunu belirtti.
Akşam, 13.04.2015
|
ORİJİNALİĞİNE BİLİRKİŞİ HEYETİ KARAR VERECEK

Tokat Emniyet Müdürlüğü, geçtiğimiz ay Vincent
Van Gogh’un ‘Yetim Adam’ serisinden olan ve kayıp
olduğu iddia edilen ‘Yaşlı Adam Sopayla’ adlı
eserini internette satmaya çalışan bir kişi tespit
etmişti. Alıcı gibi davranan emniyet yetkilileri,
ünlü ressama ait olduğu iddia edilen tabloyu ele
geçirdi. Aynı eserin karakalem çalışmasının
Hollanda’nın Amsterdam kentindeki Van Gogh müzesinde
sergilendiği kaydedildi. Tokat İl Emniyet Müdürlüğü
tablonun ele geçirilmesinin ardından Hollanda’da
bulunan Van Gogh Müzesi ile de yazışmalar yaptı.
Müze, emniyetten tablonun röntgen filmini isterken,
bunun orijinalliği belirlemede gerçek manada yeterli
olamayacağını da ekledi. Savcılığın soruşturmasının
ardından tablo, Tokat Müze Müdürlüğü’ne gönderildi.
Müzenin deposunda muhafaza edilen tablo için, son
olarak müze müdürlüğü Kültür ve Turizm Bakanlığı
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne başvurdu.
Müdürlük, Genel Müdürlük’ten tablonun orijinal olup
olmadığının belirlenmesini istedi. Genel Müdürlük
ise geçtiğimiz hafta bir bilirkişi heyeti oluşturmak
için harekete geçti. Üniversitelerin güzel sanatlar
fakültelerinden akademisyenlerin oluşturacağı heyet
Tokat’a giderek tablonun orijinalliğine karar
verecek. Öte yandan Müze Müdürlüğü’nün incelettiği
akademisyenler tarafından tablonun büyük ihtimal
orijinal olmadığı görüşü belirtilirken, Tokat İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise orijinal
olduğu kanaatinde. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
yetkilileri ise tablonun orijinalliğine düşük
ihtimal veriyorlar.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 12.04.2015
|
MÜZELER DE DİNLENMELİ
Yaygın
restorasyon geçiren Topkapı Sarayı hariç bütün
büyük-küçük müzelerin,
15 Nisan 2015 tarihi itibariyle hafta boyu 7 gün
açık tutulacağı belirtilmiş. Kültür Bakanlığı’nın bu
kararı müzecilik kurallarına tümüyle aykırıdır.
Sorun personelin hafta tatili yapması değil, müzeler
de dinlenmek zorundadır. Özellikle antik binaların
(buna
Bizans-Osmanlı devri dahil) veya birtakım
fresklerin bulunduğu Pammakaristos Kilisesi,
Göreme’deki sayısız kaya kiliseleri, çinileri içeren
eserler insan nefesinden yorulur.
1978’de Kültür Bakanlığı Danışma Kurulu üyesiyken
Kremlin genel müdürünü ve yanındaki uzmanları
gezdiriyordum. Bana hayretle sorulan soru, Göreme
kaya kiliselerinin nasıl günlerce açık tutulduğuydu.
Gerçekten Kremlin kiliselerinin ziyaretçilerin
nefesinden korunmak için haftanın belirli günleri
kapalı tutulduğunu sonradan gördüm. Temizlik ve
insan selinden masun yaşamak müze binalarının ve
eserlerinin de hakkıdır.
Mlliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 12.04.2015
|
TAKSİM'İN HAL-İ PÜR MELALİ
Son iki yıldır
neredeyse her geçişimde Taksim meydanının
fotoğrafını çekiyorum. Her seferinde de içim
burkuluyor. Bir yandan da utanıyorum, sanki biri
çıkıp “Bu çirkinliğin, sefaletin, sakaletin
fotoğrafını çekmeye utanmıyor musun?” diyecek.
Hani bir zamanlar Türkiye’nin herhangi bir
köşesinde fakirlik ve sefalet fotoğrafları çeken
turistlere “Bu kadar güzel şey varken neden bunları
görüntülüyorsun” diye kızar ve ajan muamelesi
yapılırdı ya.
Aslında çok istiyorum özellikle de meydanın bir
parçası haline gelen polislerin, tüpleri, torbaları,
kutularıyla meydanı çöp tarlasına çeviren seyyar
satıcıların, çiçekçilerin çıkıp da ‘neden
çekiyorsun’ demesini.

Bazen de empati yapmaya çalışıyorum, meydanın
tarihini, son yıllarda çektiği acıyı bilmeyenler
bakınca ‘ne düşünüyordur?’ diye.
“Sanki savaştan yeni çıkmış, ortasına bomba
düşmüş, toparlanmaya, yaralarını sarmaya çalışan bir
kentin meydanı. Eh, bir yandan da hayat devam
ediyor”.
Her gün buradan bir yerlere geçip giden, İstiklal
caddesine giren kentin yerleşikleri ise bu
şekilsizliğe ya çok alıştığından ya da görmek
istemediğinden sadece gideceği yere odaklı inanılmaz
bir hızla akıp gidiyor.

İSTANBUL TAKSİM MİDİR?
Bir kenti kent yapan birçok öğe vardır ama
kuşkusuz en önemlisi kentlilerin buluşma noktası
olan kamusal açık alanlardır. Antik çağlardan bu
yana meydanlar kentlerin kimliğini, kişiliğini
yansıtır.
Londra Trafalgar; Paris Concorde; Berlin
Alexander Platz; Roma Piazza Navona; New York Times
Square; Moskova Kızıl Meydan; Pekin Tiananmen; İzmir
Konak, Ankara Kızılay; Roma Piazza Navona
meydanıdır biraz da.
Bu meydanlar mimarisiyle, estetiğiyle bizlere
kent hakkında bir fikir verir. Kentlilerin nedeni ne
olursa olsun buluşma alanıdır. Gerekiyorsa kutlama
için de protesto için de toplanılır.
İstanbul’a gelince ne yazık ki İstanbul biraz da
Taksim’dir demek zor. Bugünkü haliyle belki hiç
mümkün değil . Ama zaten Taksim hiç bir zaman simge
bir meydan olacak özelliklere ve estetiğe sahip
değildi.
Düzenlemeler hep günü kurtarmaya yönelikti.
Estetik boyut söz konusu bile olmadı. Bir zamanlar
Taksim anıtının dibine genel tuvaletler bile
yapıldı. Şimdi ise anıtın yanı sıra meydanın tek
kişilikli ve bir dönemi yansıtan binası Atatürk
Kültür Merkezi yıkılmaya çalışılıyor.

Ama bir mimar olan ve kenti uzun süredir yöneten
Büyükşehir Belediye Başkanı’nın aklına mesela
dönercileri, fast food’cuların işgal ettiği
kulübeleri yıkıp 19’uncu yüzyıl mirası ilk görkemli
kubbeli kilise örneği Aya Triada Rum Ortodoks
Kilisesini görünür kılmak gelmiyor. Oysa hoşgörü ve
çok kültürlülük söylemine iyi bir kanıt olurdu.
Doğan Kuban’a göre tarihsel olarak “ Türk
kentlerinde Avrupa’daki gibi belirgin bir meydan
anlayışı yok. Çünkü meydanların işlevini camiler ve
cami avluları yerine getiriyor. Acaba bu yüzden mi
bir zamanlar yüzyıllar öncesinin bu anlayışı geri
getirilip, meydanın ortasına çevrede olan tarihi
camileri layık olduğu gibi korumak yerine, yeni bir
cami yapmak akıllardan geçmişti?
Geçtiğimiz hafta Taksim Meydanı yeşillendirme,
onarma çalışmaları başladı. Maketler sanki günü
kurtarmak gibi bir düzenleme yapılıyor görüntüsü
veriyordu. Umarım ben yanılmış olurum, ortaya
estetik ve fonksiyonel bir meydan çıkar.
Ve yine umarım siyasi irade artık kararını verir
de AKM’nin yarım kalan onarım ve restorasyon
çalışmaları bir an önce başlar. Ben “Neyse atlattık
kötü dönemi nihayet İstanbul’un kalbinin attığı,
Taksim’e yakışır bir meydanımız var, bu kez oldu”
demeyi çok ama çok istiyorum...

Radikal, Yazı: Müge Akgün, 12.04.2015
|
ÇELİK GÜLERSOY'UN SON MİRASI DA ELDEN ÇIKIYOR

İstanbul’un binlerce yıllık hafızası olarak
nitelendirilen Çelik Gülersoy’un kurduğu İstanbul
Kitaplığı’nın bulunduğu bina, bir internet
sitesinden 49 yıllığına kiraya çıkarıldı. Çelik
Gülersoy Vakfı’na ait Ayasofya Müzesi’nin arkasında
Soğukçeşme Sokağı’nda bulunan 3 katlı tarihi konak
için vakıf yönetimi aylık 20 bin lira kira bedeli
istedi. Turistik otel, restoran ya da kafe yapımına
uygun olduğu belirtilen ilanda peşin ödeme yapıldığı
takdirde kira bedelinin 12 bin liraya kadar düşeceği
ilan edildi. Merhum Çelik Gülersoy kütüphane
açılışında katkıda bulunanlara yaptığı konuşmada,
“Bu ulusal kuruluşumuzu oluşturan değerli kişiler,
en büyük bina yerini, para getirecek bir otele
değil, bir kültür yuvasına ayırmakta tereddüt
etmediler. Hayatta paradan çok daha önemli şeyler
olduğunu bilen bu kadroya, teşekkür borçluyum”
demişti.
ZENGİN KÜTÜPHANE
İstanbul ile ilgili son 400 yılda yabancılar ve
Türkler tarafından yazılmış eserlerin hemen hepsi bu
kitaplıktaydı. Gravürler, haritalar, fotoğraflar 10
bine yakın yayın yer alıyor. 1988'de İstanbul
sevdalısı Çelik Gülersoy bütün koleksiyonunu kurduğu
vakfın İstanbul Kitaplığı'na hediye etti.
Kitaplıkta, Roma ve Bizans, Osmanlı tarihi,
seyahatnameler, sefaretnameler, hatıralar, güzel
sanatlar, biyografi, İstanbul'la ilgili şahsiyetler
ve onların diğer eserleri, edebiyat eserleri,
şehircilik ve belediye sorunları, kuruluşlar,
İstanbul rehberleri ve dergiler yer alıyor. Bodrum,
giriş ve birinci kat olarak toplam üç katlı binanın
giriş ve birinci katı kütüphane olarak kullanılıyor.
Bodrum katı ise depo olarak hizmet veriyor.
Soğukçeşme Sokağı 1986′da restore edilerek
turizme kazandırıldı. En büyük konak ise baştan sona
yenilenerek 1990 yılında kütüphane olarak açıldı.
Soğukçeşme sokaktaki binaların maliki
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’na aitti.
Kitaplık bedelsiz olarak, kültürel hizmet amaçlı
Çelik Gülersoy Vakfı’na verilmişti. Tapu kayıtlarına
göre ilk yapımı 18. Yüzyıla kadar uzanan konağın
bodrum ve zemin katı taş olup, üst kat ise ahşap
olarak inşa edildi.
OTEL YAPMADIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM
Binanın açılışı konuşmasında Çelik Gülersoy,
binanın yıkılmaktan son anda kurtarıldığını
belirterek dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e
teşekkür ederek şunları söyledi; ‘’ Türkiye Turing
ve Otomobil Kurumunun değerli üyeleri en büyük bina
yerini, para getirecek bir otele değil, bir kültür
yuvasına ayırmakta tereddüt etmediler. Hayatta
paradan çok daha önemli şeyler olduğunu bilen bu
kadroya, teşekkür borçluyum.’’
Konuşmanın son bölümünde ise “Üç imparatorluğa
başkentlik etmiş olan bu şehrin kendisi üstüne bir
koleksiyonun oluşturulması, yeni bir girişimdir,
özel bir eserdir. İstanbul, tarihinde ilk kez olmak
üzere, kendini tanımak ve bilmek istiyor.
Dünya kalırsa, ilerde, bu sempatik sokağın bir
Osmanlı evinde açılmış olan şu yuva, bu karakteri
ile ele alınacaktır” diyor.
‘RESTORAN DA OLUR BUTİK OTEL DE’
Çelik Gülersoy’un restoran ve otel yapmadıkları
için teşekkür ettiği vakıf yöneticileri
bugün tarihi konağı internet sitesinden
(sahibinden.com) kiraya çıkardılar. Üstelik restoran
ve butik otel yapılmak üzere... İlanda tarihi
konağın özel bir vakfa ait olduğu, aylık 20 bin lira
kira bedeli istendiği, toplam 49 yıllığına
kiralanmak şartı ile kiracı arandığı, vakıfla
yapılacak sözleşmeye göre 49 yılın peşin ödenmesi
halinde düşünülen fiyatın 12 bin liraya kadar
ineceği belirtiliyor. Aktif olarak hali hazırda
konağın girişinin kütüphane olduğu, 1. Katının ise
okuma salonu ve ofis katı olduğu ifade edilerek
Tarihi Yarımada’da yer alan konağın 775 metrekare
kullanım alanı bulunduğu, otel, restoran ve kafe
olarak kullanılabileceği kaydediliyor.
ÜÇE İKİ OYLA ÇIKTI
Çelik Gülersoy vakfı Gülersoy’un ölümünden sonra
kendisinin belirlediği 3 kişilik mütevelli heyeti
ile yönetiliyor. Eski Yargıtay Genel Sekreteri Uğur
İbrahimhakkıoğlu, Saint Joseph Eğitim Vakfı Genel
Sekreteri Arhan Apak ve profesyonel rehber Deniz
Yalav tarafından yönetilen vakfın başkanı ise Uğur
İbrahimhakkıoğlu. Kitaplığın bulunduğu tarihi
konağın kiraya verilmesi 28 Mart günlü toplantı da
ele alındı. Deniz Yalav kiralamaya karşı çıktı.
Ancak 2 kişinin onayı yeterli olduğu için karar
uygulamaya geçirildi.
AMAÇ KONAĞI SATMAK
Karşı oy kullanan Deniz Yalav şunları anlattı;
‘’Yıllardır konağı satışa çıkarmak istiyorlardı. Hep
karşı çıktım. Vakıf senedine ve Çelik Bey’in
vasiyetine aykırı bir durum olduğunu söyledim.
Üstelik Turing konağı bağışlarken buranın kitaplık
olmak üzere verdiğini biliyoruz. Bu satışı
yapamayacaklarını anlayınca kiralama yoluna
gittiler. Amaç vakfı işlevsiz hale getirip elden
çıkarmak. Kitaplıktan başka vakfın para getirmeyen
Safranbolu’da 2 mülkü var. Çelik Bey burayı
İstanbul’a kazandırmak için oluşturmuştu. Vakfın 1
trilyon liraya yakın parası var. Kitaplık kendi
kendini çeviriyordu. Ama diğer mütevelliye bu
yetmiyor. Gözlerini para bürümüş durumda. Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne şikayet dilekçemi pazartesi günü
veriyorum. Çelik beyin vasiyetine aykırı ve vakıf
amacına uygun olmayan bir durumla karşı
karşıyayız.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 12.04.2015
|
100 YIL SONRA MEZARLARIN İZİ BULUNDU

Çanakkale
Savaşları'nda şehit düşen ancak mezarlarının
yerleri şimdiye kadar bilinmeyen Yarbay Şevki
Bey ile Binbaşı Faik Bey'in cenazelerinin
Gelibolu Yarımadası'ndaki Çamburnu mevkisine
defnedildiği, Cumhurbaşkanlığı tarafından
muhafaza edilen arşiv belgesi sayesinde
belirlendi.
Şehitlerle ilgili
araştırmayı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
(ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Atatürk İlkeleri
ve İnkılap Tarihi Bölümü’nde görevli öğretim
elemanı Barış Borlat yaptı. Bolat, 33’üncü Alay
Komutanı Yarbay Şevki Bey’in 29 Nisan 1915’te
saat 05.30'da Kara Yörük Deresi'nde yaralanan
askerin bulunduğu yere giderken göğsüne isabet
eden bir mermiyle, 1’inci Tabur Komutanı Binbaşı
Faik Bey’in de 30 Nisan 1915’te Kanlı Sırt'ın
sol tarafında alnına isabet eden bir piyade
mermisiyle şehit düştüğünü belirtti.
Cumhurbaşkanlığı arşivinde yürüttüğü
çalışmalarda edindiği belgede, iki subayın
mezarlarının Çamburnu mevkisinde bulunduğu
bilgisine ulaştığını belirten Bolat,
"Araştırmada mezarlar, Eceabat'taki eski Milli
Park Müdürlüğü’nün binasının olduğu bölgede ya
da Çamburnu'nun üstünde yer alan Balkan
Anıtı'nın bulunduğu bölgede olabilir. Maalesef
mezar taşı olmadığı için tam nokta tespiti zor,
ancak yapılacak yüzey araştırması ve
jeofizikçilerin kullandığı yeraltı tarama
yöntemleriyle ip uçlarına rastlanabilir. Yarbay
Şevki Bey ile Binbaşı Faik Bey'in cenazelerinin
defnedildiği yerler şu ana kadar bilinmiyordu,
ilk defa ortaya çıkmış oldu" diye konuştu.
Hürriyet, 12.04.2015
|
SİPARİŞLER 432 YIL SONRA GELİYOR

Topkapı Sarayı’ndaki
Harem Dairesi’nin yanması üzerine III. Murat ve
annesi Nurbanu Sultan’ın siparişlerini ve
Venedik Senatosu’nun hediyelerini Venedik’ten
getiren gemi 1583’te Granic’te battı.
Hırvatistan açıklarında batan Granic, sualtı
arkeologları ve tarihçilerin ilgisini çekiyor.
Yapılan çalışmalarda çıkarılan avizeler, çinko ve
demir hammaddeler, sandık, 54 metre kırmızı ipek
dokuma kumaş, 300 gözlük, cam eşyalar, aynalar,
pencere çerçeveleri, vazo ve heykeller önümüzdeki
yıl
Sabancı Müzesi’nde sergilenecek. Böylece Osmanlı
İmparatorluğu’nun Hürrem Sultan’dan sonra en çok
konuşulan ismi Nurbanu Sultan’ın siparişleri 432 yıl
sonra
İstanbul’da olacak.
Sultan çok üzüldü
III. Murat’ın padişah olduğu yıllarda Topkapı
Sarayı’nda çıkan bir yangın Harem Dairesi’ne büyük
bir hasar verdi. Pencerelerin bile kullanılamaz hale
geldiği yangından sonra III. Murat, iyi ticari
ilişkileri olduğu Venedik Devleti’ne pek çok sipariş
verdi. Hürrem Sultan’dan sonra Osmanlı
İmparatorluğu’nun en çok konuşulan kadını III.
Murat’ın annesi Nurbanu Sultan da, Harem Dairesi’nin
yenilenmesi için memleketi Venedik’ten kumaşlar, cam
eşyalar, aynalar, vazolar, pencere çerçeveleri ve
avizeler istedi.
Oğlu III. Murat ise dairenin yenilenmesi için çinko
ve demir hammaddeler (küp şeklinde), civa, kurşun ve
sülfat madeni, mangallar, usturalar, deri
çerçeveler, variller, sepetler, gözlük ve cam
çerçeveler sipariş etti. Siparişler Venedik’in savaş
gemilerinden olan bir kalyona yüklenerek Ekim
1583’te yola çıktı. Ancak kış mevsiminde Adriyatik
Denizi’ne açılan gemi, birkaç gün sonra bugünkü
Hırvatistan’ın Zagar kenti açıklarında Granic Adası
yakınında battı.
Geminin battığı haberi Osmanlı Sarayı’na
ulaştığında, tüm yükün 23-27 metre derinliğe
gömülmesine kızan Nurbanu Sultan mümkün olduğunca
malzemenin kurtarılmasını istedi. Venedik
Donanması’nın en iyi 20 dalgıcı, Aralık 1583 ile
Ocak 1584 arasında defalarca dalış yaparak bazı
malzemeleri çıkardı. Fakat geminin asıl yükü kaldı.
Ardından yağmacıların uğrak noktası olan gemin
zamanla unutldu. 1967 yılına kadar hatırlanmayan
gemiyii 1967-1973 arasında Ksenija Radulic ve Sofija
Petricioli adlı bilim insanları ilk kez bilimsel
olarak araştırdı. Çıkartılan eserler Zagar
arkeoloji Müzesi’nde sergilenirken, siyasal
sebeplerle bir daha çalışma yapılmadı.
Kumun altından çıktılar
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TİNA) 2012’de
harekete geçerek batığın tekrar incelenmesini
sağladı. 2 yıl süren kazılar kumun altında kalan pek
çok eser ortaya çıkartıldı.
Koç Üniversitesi
Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde bir
konuşma yapan Granic Batığı Kazı Başkanı Zadar
Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Irena Radic Rossi,
geminin Osmanlı İmparatorluğu ile Rönesans geçiren
dönemin
Avrupa ülkeleri arasındaki ticari ilişkileri çok
iyi anlattığını belirtti. Dünyanın en tanınan sualtı
arkeologlarından olan İrena Radic Rossi, “III. Murat
malzemeleri beklerken gemi batınca hayal kırıklığına
uğramış. Çünkü, sarayda sanatkarlar Harem Dairesi’ni
yeniden yapmak için hazır bekliyordu” eklinde
konuştu.
TİNA Başkanı Oğuz Aydemir ise, geminin yükünün 55
metre uzunluğunda 15 metre genişliğinde bir alanda
yer aldığını belirtti. Aydemir, “Çalışmalar sonucu
çıkartılan tüm ürünlerin 2016’da Sabancı Müzesi’nde
sergilenecek. Böylece Nurbanu Sultan’ın siparişleri
432 yıl sonra İstanbul’a ulaşmış olacak” dedi.
Kalyon,
Venedik ile Osmanlı arasında dolaştı
Batığın batmadan önce de ilginç bir hikayesinin
olduğu öğrenildi. 1569’da Benedetto Da Lezze için
Venedik’te inşa edilen gemi,
Akdeniz’de ticari faaliyetlerde bulundu. 1571’de
ise
Cezayir beylerbeyi olan Uluç Ali Reis tarafından
ele geçirildi. Venedikli bir devşirme olmasına
rağmen dönemin en önlü Osmanlı korsanı olan Uluç Ali
Reis gemiyi İstanbul’a getirdi. 10 yıl İstanbul’da
kaldıktan sonra Peralı (Eski İstanbul) Odoardo Ra
Gagliona’ya satılarak tekrar Venedik’e gönderildi. 2
yıl sonra da son seferini yapmak üzere Venedik’ten
açıldığında bugünkü Dalmaçya kıyılarında battı.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 12.04.2015
|
MÜZE DOĞURACAK SERGİ

İki yılda hazırlanan ‘Sinan ve Mimari Dehanın
Şaheserleri’ sergisi, MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür
ve Sanat Merkezi’nde dün açıldı.
20 danışmanın yön verdiği sergiden yakında bir
müze doğacak. Tabii, yer bulunabilirse… İstanbul’u
açık hava müzesi gibi planlayan ve şehre pek çok
eser hediye eden Mimar Sinan için hala bir müze
yapılmamış olması bir yana, Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün beş yıldır yer sorununu çözememesi
ironik olduğu kadar acı.
Mimar Sinan hakkında bugüne kadar açılmış ‘en
kapsamlı’, ‘en teknolojik’ sergi iddiasıyla yola
çıkan ve hazırlık aşaması iki yıl süren “Sinan
ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisi Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Tophane-i
Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün açıldı.
Serginin kapsamı ve teknoloji konusundaki iddiasını
bir kenara bırakırsak, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi ile All Events Fuarcılık’ın işbirliği
ve tarihçi, yazar, mimar ve akademisyenlerden oluşan
20 kişilik danışma kurulunun önderliğinde hazırlanan
serginin iki önemli işlevi var. İlki, Mimar Sinan’ı
dünyaya tanıtmak. Elbette Mimar Sinan dünyada
tanınıyor ama mimarlık tarihinde hak ettiği kadar
değil. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Demet Binan’ın verdiği bilgiye
göre Londra’daki Victoria Albert Museum’un ‘mimarlık
sanatı’ bölümünde Mimar Sinan’ın eserlerini
göremiyorsunuz. Binan, “Halbuki Mimar Sinan ve
Osmanlı klasik mimarisi olmadan dünya mimarlık
tarihi doğru anlatılamaz. Bu, bizlerin de eksikliği.
Sergimizle onu daha iyi anlatacağız.” diyor. Bu
nedenle Tophane’deki sergi 31 Mayıs’ta kapandıktan
sonra Kayseri, Ankara, Edirne, Bursa ve İzmir’in
yanı sıra Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu
ülkelerinin önemli kentlerinde izleyicilerle
buluşturulacak.
ESERLER
MÜZEYE DEVREDİLECEK
İkinci önemli konu, “Sinan ve Mimari Dehanın
Şaheserleri” sergisinden bir araştırma merkezi ve
müze doğacak. Tabii bir yer bulunabilirse… Sergi
yurtiçi ve yurtdışındaki dolaşımını tamamlandıktan
sonra tüm envanter ve materyalleri, nerede açılacağı
muammaya dönen MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi
ve Müzesi’ne bağışlanacak. 427 yıl önce vefat eden,
yere göğe sığdıramadığımız Mimar Sinan için şimdiye
kadar bir müze açılmaması bir yana, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’nin yer talebine beş yıldır doğru
dürüst cevap vermedi. En son, eskiden Sanatkarlar
Okulu olan Tophane’deki arazide karar kılındı. Fakat
orası da altından çıkan arkeolojik kalıntılar
nedeniyle beklemede.
Aslında üniversite bünyesinde 1983 yılında
kurulan bir Mimar Sinan Araştırma Merkezi var. Fakat
bu merkez 1988’de maddi imkansızlıklar yüzünden
kapanıyor, Demet Binan’ın gayretleriyle 2008’de
tekrar açılıyor. Merkezin şu andaki yeri
üniversitenin Bomonti kampüsünde 100 metrekarelik
bir alan. Binan, 2010 İstanbul Avrupa Kültür
Başkenti projeleri başladığından beri MSGSÜ Mimar
Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ni kurmak ve
merkezi aktif hale getirmek için uğraşıyor fakat
gelinen noktada işler kilitlenmiş. Daha müzenin yer
sorunu çözülememiş. Müze için önce Mimar Sinan’ın
mezarının da bulunduğu Süleymaniye Külliyesi ve
Salis Medresesi’nin olduğu bölge isteniyor. Talebi
duyan İstanbul Üniversitesi, çabuk davranıp burasını
alıyor. Daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’nde yakınlığı sebebiyle Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Kılıç Ali Paşa Medresesi’ni gösteriyor.
Fakat burası başka bir vakfa tahsis ediliyor.
Müdürlük, en son Tophane’deki, sergi mekanıyla aynı
sırada yer alan, 19. yüzyılda inşa edilmiş
Sanatkarlar Okulu’nu göstermiş.
"EN UYGUN
YER SÜLEYMANİYE"
Demet Binan, müzede gelinen son durumu şöyle açıklıyor: “Şu anda Sanatkarlar Mektebi’nin arazisi kazı aşamasında, koruma kurulu bakıyor. O alana uygun proje yapılması lazım. Altta arkeolojik kalıntıları muhafaza eden, üst katta tek katlı bir merkez şeklinde bir proje. Bir proje sunuldu, fakat imar planları henüz çıkmadı. Müze için en anlamlı mekan, bence Süleymaniye’dir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, o yapı adasını şimdi kamulaştırdı. Biz de talebimizi yineledik, görüşmeler devam ediyor.” Müzenin neden Süleymaniye’de olması gerektiğini ve neden yapılmadığını ise serginin danışmanlarından mimar Cengiz Bektaş özetliyor: “Mimar Sinan’ın en önemli kentsel tasarım eseri Süleymaniye, Haliç’e Doğru basamak basamak iner. Mimar, o oylumu yaşatır insanlara. Avlusunda durduğunuzda İstanbul elinizde başka bir şehirdir. Ama bugün bakın, önü en kötü yapılarla dolu. Ben diyorum ki, orayı ne olur temizleyelim ve yavaş yavaş çıkarak görebileceğimiz bir Sinan müzesi yapalım. Ama oraları başka türlü görüyorlar ve müze yapmıyorlar.”
Mimar Sinan
mercek altında...
‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisine,
Mimar Sinan’ı yıllardır araştıran danışmanların yanı
sıra Harvard Üniversitesi Ağa Han İslam Sanatı
Kürsüsü Profesörü ve Ağa Han İslam Mimarisi
Programı’nın direktörü Gülru Necipoğlu’nun 20 yılda
hazırladığı, geçen yıl yayımlanan Sinan adlı eseri
yön veriyor. Sinan’ı Anlamak, Kültürel Etkileşimler,
Mimari Adap, Himayeciler ve Mimar Sinan, Hassa
Mimarlar Ocağı, Haritalar ve Silüetlerde Sinan,
Mimar Sinan Sözlüğü, Mimar Sinan Mercek Altında,
Kubbe Mapping adı altında dokuz bölüme ayrılıyor.
Sinan’ı
Anlamak...
Mimar Sinan’ı her zaman sunulan, bilindik ya da
tek taraflı anlatımın ötesinde; kendi ağzından,
farklı bakış açılarından ve coğrafyalardan, zaman
içinde ona mal edilmiş efsanevi özelliklerden
görmek, dinlemek fırsatı sunan bu bölüm, mimarlık
dehasının hayatına ve onu Sinan yapan özelliklere
genel bir bakış sunuyor. İzleyiciler bu bölümde
Sinan otobiyografisinden seçme bölümleri bir
ekrandan sayfa sayfa açarak okuyabilecek,
mimarbaşının çok yönlü dehasının farklı başlıklarını
kulaklıklardan dinleyebilecek, çeşitli görüş ve
bakış açılarını tek bir pano üzerinde görebilecek,
hakkında üretilmiş mitleri ele alan animasyonu
izleyebiliyor.
Kültürel
Etkileşimler...
İzleyiciyerin yaşadığı coğrafya ve kültürün
etkileri ile büyük mimara yeni bir gözle bakmasını
sağlayacak olan bu bölüm Sinan’ı ve eserlerini,
geçmişiyle, yaşadığı 16. yüzyıl içinde parlayan
diğer kültürlerle karşılaştırarak görme olanağı
sunacak. Sinan’ın çağdaşı Palladio ile
karşılaştırıldığı, aynı dönemde İstanbul’un ve
Venedik’in benzer yönlerini ortaya konduğu, detaylı
bir şema üzerinde aynı çağda Doğu, Batı ve Osmanlı
tarih ve sanatının aktarıldığı bu bölüm geçmişin ve
çevrenin mimari eserler üzerindeki ilgi çekici
etkilerini izleyicilere aktarmayı hedefliyor.
Ayasofya’nın aşılamayan mimarisi ile Sinan’ın
rekabeti ve bu rekabetin rövanşı da resimler ve ilgi
çekici bilgilerle bu başlık altında yer alıyor.
Mimari
Adap...
İzleyicilerin, Sinan’ın eserlerine, mimarlığın
altında yatan hiyerarşik, kültürel, coğrafi, dini,
yapısal adap kodlarını çözerek bakma imkanı
bulabileceği bu bölümde, ışıklı piramitler,
çizimler, haritalar ve seslendirmeler aracılığıyla,
mimaride birinci dereceden etkisi olan kurallar ile
dönemin toplumsal dokusunun dini yapıları nasıl
şekillendirdiği aktarılıyor.
Himayeciler
ve Mimar Sinan...
Bu bölümde ziyaretçiler mimarlığın destekçilerle
var olduğu bir dönemde yapıların ortaya çıkmasında
en önemli etken olan himayecilerin sponsorluk
süreçlerini, mimarbaşıyla ilişkilerini, bulundukları
statüye göre şekillenen eserlerin hikayelerini
seslendirme aracılığıyla dinleme, dönemde kadının
yeri ile himayeci kadınların hikayelerini
illüstrasyonlar aracılığıyla izleme olanağı buluyor.
Hassa
Mimarlar Ocağı...
İzleyicilerin Sinan’ı, kendisinden önce gelen ve
kendisiyle birlikte gelişip büyüyen Hassa Mimarlar
Ocağı’ndan ayrı tutmadan, mimari ve şehir
planlamasının, bir ekip işi olduğunu ve bu düzenin
nasıl yürüdüğünü fark ederek değerlendirebileceği bu
bölüm, Sinan’ın meslektaşlarını, usta ve işçilerini,
dönemin inşaat süreçlerini, bu süreçlerin devlet
mekanizması ile bağlarını, canlandırılmış
minyatürler aracılığıyla izlenebileceği bir
projeksiyondan 16. yüzyılın yapı dünyasının
kapılarını aralıyor.
Haritalar
ve Siluetlerde Sinan...
Sinan’dan önce, Sinan sonrası ve bugün olarak üçe
ayırabileceğimiz İstanbul şehir siluetinin gravürler
ve fotoğraflar aracılığıyla kavranabileceği
görsellerden oluşan bir gösterimin sunulduğu bu
bölümde Sinan’ın şehir topoğrafyası ve peyzajına
uyumlu, çağının ihtişamını yansıtan yeni şehircilik
anlayışını görsel olarak algılamak mümkün. Bu bölüm
izleyicileri yüzyıllar arası bir İstanbul
yolculuğuna çıkararak, haritalar, gravürler,
resimler, müzikler ve şiirlerle bir saltanat
şehrinin şekil değiştirişine şahit olmalarını
sağlıyor.
Mimar Sinan
Sözlüğü...
Bu bölümde dönemin mimari ve kültürel kimi
sözcükleri ile oyunlar, sorular ve bulmacalar yer
alıyor.
Mimar Sinan
Mercek Altında...
Sinan’ı daha profesyonel bir merakla incelemeyi
tercih edenler için düşünülmüş olan bu bölümde,
mimarın külliyatı, otobiyografisi, dönemin Hassa
Mimarlar Ocağı görevlendirme ve ödeme tabloları,
yapıların kroki, plan, gravür ve fotoğrafları 28
metre uzunluğundaki dev bir masada, ekranlar,
mercekler ve kataloglar aracılığı ile aktarılıyor.
Kubbe
Mapping...
Bu bölümde, Sinan’ın yapılarındaki kubbelerin
inşa süreçleri MSGSÜ Tophane-i Amire binasının tek
kubbesinde video-mapping yöntemi ile aşama aşama ve
üç boyutlu olarak izleyiciye aktarılıyor.
Sinan’ın
minarelerinden dört mevsim İstanbul
31 Mayıs’a kadar devam edecek olan sergiye Cüneyt
Karaahmetoğlu’nun hazırladığı “5 Asır Sonra Sinan’ın
Minarelerinden 4 Mevsim İstanbul” belgeseli eşlik
ediyor. Belgesel, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki
camilerinin minarelerinden 12 ay boyunca yılın 4
farklı mevsiminin çekimlerinden oluşan 16 dakikalık
‘time lapse’ten oluşuyor. Belgesel için proje
boyunca 170 bin İstanbul fotoğrafı çekilmiş; filmde
21 bin kare fotoğraf kullanılmış.
‘Sinan ve
Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisi danışma kurulu
Mimar Prof.Dr. Bülent Özer, tarihçi
Prof.Dr.
Cemal Kafadar, mimar Prof.Dr. Demet Binan, mimar
Prof.Dr. Doğan Kuban, müzebilim uzmanı Prof.Dr.
Fethiye Erbay, sanat tarihçisi Prof.Dr. Gülru
Necipoğlu, tarihçi Prof.Dr. Haluk Dursun, sanat
tarihçisi Prof.Dr. Jale Nejdet Erzen, Mimar Prof.Dr. Reha Günay, sanat tarihçisi
Prof.Dr. Selçuk
Mülayim, geleneksel Türk el sanatları Uzmanı
Prof.Dr. Sitare Bakır Turan, sanat tarihçisi
Prof.Dr.
Semra Germaner, mimar Prof.Dr. Suphi Saatçi, mimar
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, sanat tarihçisi Doç.Dr.
Nurcan Yazıcı, mimar Cengiz Bektaş, kitap
tasarımcısı Ersu Pekin ile arkeolog ve kültür
tarihçisi Nezih Başgelen.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 11.04.2015
|
FATİH SULTAN MEHMET'İN EĞİTİM GÖRDÜĞÜ MEDRESE METRUK
VAZİYETTE

Edirne'de Fatih Sultan Mehmet'in bir dönem eğitim
gördüğü ve şu anda metruk vaziyette bulunan Saatli
Medrese kurtarılmayı bekliyor.
Selimiye'den 128 yıl önce inşa edilen Üçşerefeli
Camii'nin yanında aynı tarihte Saatli
medrese de yapılmış.
Osmanlı padişahlarından II. Murat döneminde
1438-1447 yılları arasında inşa edilen medrese
estetik bir mimariye sahip bulunuyor.
912 metrekarelik kullanım alanına sahip, 18 küçük
2 de büyük odası bulunan medresenin ortasında 282
metrekare büyüklüğünde iç avlu yer alıyor.
Avlunun bir kenarında yazlık dershane eyvanı ile
kışlık dershane, diğer kenarında ise öğrenci
hücreleri bulunuyor.
Odaların her birinde ocak, bazılarında dörder
olmak üzere birçok hücre bulunan 568 yıllık medrese
asırlar boyu ilim ve irfan yuvası olarak hizmet
verdi.
Bir dönemin en prestijli eğitim ve öğretim yuvası
zaman içerisinde önemini kaybetti. Kaderine terk
edilen Saatli Medrese bakımsızlıktan viraneye döndü.
Yanında bulunan Üçşerefeli Camii restore edilmesine
rağmen medrese için somut bir adım atılmadı.
Kullanılmayan medreseyi alkol ve madde
bağımlıları mesken tuttu. Medresenin kubbeleri
üzerinde bulunan kurşunlar ise hırsızlar tarafından
çalındı.
2012 yılında Alperen Ocakları üyeleri, gelen
şikayet üzerine medreseye giderek yaklaşık 5,5
asırlık yapının içler acısı halini kamuoyuyla
paylaştı.
Vatandaşlardan gelen tepkiler üzerine medresede
temizlik çalışması başlatılarak yapı, çöplerden ve
otlardan arındırıldı.
Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün kapı ve
pencerelerini tahtalarla kapattığı medreseye 2013
yılında Edirne Müftülüğü talip oldu.
Üçşerefeli Camii'nin gölgesinde Kur'an kursu
olarak hizmet vermesi planlanan medrese restore
edilmesi şartıyla Haziran 2013 yılında müftülüğe
devredildi.
Ancak aradan bir yıl geçmesine rağmen herhangi
bir çalışma yapılmaması nedeniyle medrese, Ağustos
2014 tarihinde yeniden Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne
geçti.
Şu anda
metruk halde bulunan medresenin ihya edilmesi
için Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü çalışmalara
başladı.
Medresenin rölöve, restitüsyon, restorasyon,
mekanik ve elektrik tesisatı projeleri hazırlanıyor.
Ağustos 2014 yılında başlayan proje çalışmalarının
önümüzdeki haziran ayında bitmesi bekleniyor.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 11.04.2015
|
GAZZE'DEKİ BANKSY KRİZİ SÜRÜYOR

Gazze’de ünlü sanatçı Banksy’nin yıkılmış
evlerinin kapsına çizdiği yüzbinlerce sterlinlik
duvar resmini sadece 175 dolara satmaya ikna edilen
evsiz Darduna ailesi eseri geri almaya bir adım daha
yaklaştı.
Gazze polisi bir mahkeme emri uyarınca “Niobe” adı
verilen ve bir Yunan tanrıçasını ağlarken gösteren
duvar resmini Bilal Khaled isimli adamdan
aldıklarını söyledi ve eserin konu çözülene dek Khan
Yunis Halk Kütüphanesi’nde saklanacağını belirtti.
AFP’ye konuşan Rabie Darduna, “Bilal Khaled isimli
adam bize bir ajans fotoğrafçısı ve gazeteci
olduğunu söyledi. Duvar resimlerini çalıştığı
ajansın yaptırdığını ve bu eserleri geri almak
istediklerini belirtti. Bize 700 şekel ödedi ve
resmi alıp gitti” demişti.
Darduna daha sonra duvar resminin eserleri
yüzbinlerce dolara alıcı bulan Banksy’e ait olduğunu
öğrendiğini ve dolandırıldıklarını anladığını
söylemişti.
Gerçek kimliğini gizli tutmayı seçen dünyaca ünlü
sanatçı Banksy, Gazze’ye yaptığı gezi sırasına
yarattığı eserlerle İsrail’in
Filistin politikalarını şiddetle eleştirmişti.
Hürriyet, Haber: Birce Bora,11.04.2015
|
PHASELİS'TE TAHSİS İÇİN YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI
Antalya 1’inci İdare Mahkemesi, Rixos oteller
zincirinin en özgün halkası olarak Phaselis Antik
Kenti ve Beydağları Olimpos Milli Parkı etkileşim
sahası içinde projelendirilen ‘Dream of Phaselis’
için yapılan tahsise ilişkin yürütmeyi durdurma
kararı verdi.
Dream of Phaselis, Antalya’da her yıl binlerce
turistin ziyaret ettiği Phaselis Antik Kenti ve
Beydağları Milli Parkı etkileşim sahası içinde 180
dönüm alan üzerine 208 oda, 6 tenis kortu ve 3 yüzme
havuzuyla turizmci Fettah Tamince’ye ait Rixos
zincirinin en özgün halkası olarak projelendirildi.
Alan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Orman ve Su İşleri
Bakanlığı tarafından gruba tahsis edilirken, Antalya
Valiliği de Sit antik kent ve milli park sınırları
içindeki proje için ‘Çevresel Etki Değerlendirme
(ÇED) raporu gerekli değildir’ kararı aldı.
Aralarında Kemer Esnafları ve Turizmcileri
Derneği, Doğa Dostları Spor Derneği, Çıralıyı
Sevenler Derneği gibi sivil toplum örgütleriyle
birlikte 15 isim projeye karşı hukuki mücadele
başlattı. Önce Antalya 2’nci İdare Mahkemesi, ‘ÇED
raporu gerekli değildir’ kararına ilişkin yürütmeyi
durdurma kararı aldı. Ardından Antalya 1’inci İdare
Mahkemesi, alanın tahsisine ilişkin yürütmeyi
durdurma kararı verdi.
Mahkeme kararında, alanın özelliği dikkate
alındığında başlayacak inşaat faaliyetlerinin
telafisi güç zararlar doğurabilecek nitelikte
olduğuna dikkat çekildi, keşif ve bilirkişi
incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden
karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına
hükmetti. Davacıların konuyla ilgili yazılı
açıklamasında, projenin kamu vicdanını yaraladığını
belirterek, Akdeniz Üniversitesi’nin bölgede yaptığı
teknik çalışmalar sonucu, tahsis edilen alanda daha
önce saptanamamış çok sayıda antik kalıntıya
ulaşıldığının altı çizildi. Açıklamada şu ifadelere
yer verildi:
“Phaselis’in arkeolojik çalışmalarla
değerlendirilmesinin, bölgemiz turizmine katkısı,
buranın milli park olarak korunması otel
projelerinden çok daha önemli olduğu bir kez daha
ortaya çıkmıştır. Alanda çalışma yapan bilim
adamları en son bölgede 24 liken taksonu saptamış ve
bu türlerden birinin Antalya’da daha önce
bulunmadığını dile getirmişlerdir. İhtiyacımız olan
şey, sahip olduğumuz doğal, kültürel ve tarihi
değerlerimizi korumak ve geliştirmektir. Turistler
bir bölgeye yalnızca orada oteller olduğu için
gitmezler. Aynı zamanda bir bölgenin zenginliği
sadece gelen turist sayısıyla, o bölgenin getirdiği
gelirle ölçülemez.”
Milli parklar, doğal sit alanları ve tabiat
alanları korunması gerekirken Türkiye’de vahşi bir
şekilde yapılaşmaya açıldığına dikkat çekilen
açıklamada, “10 yıla yakın bir süre boyunca,
Beydağları Sahil Milli Parkı’nın sınırları
değiştirilmiş, proje için gerekli alanlar turizme
tahsis edilmiş, süreçler tersine işletilerek,
usulsüz bir şekilde uzun dönem planları
değiştirilmiş, imar planları projeye göre yeniden
düzenlenmiştir” denildi.
haberler.com, 10.04.2015
|
5 - 11 Nisan 2015
|
AKP'Lİ BELEDİYE CAMİYİ
YIKIP, AVM'YE YER AÇTI
Sincan Belediyesi,
üzerinde tarihi cami ve imam hatip lisesi bulunan
araziyi 99 yıllığına bir derneğe kiraladı.

Dernek camiyi ve liseyi
yıkıp yerine AVM ve küçük bir cami yaptı. 17 Aralık
operasyonlarının ardından Belediye “Bunlar paralel”
deyip hem AVM’yi hem camiyi mühürledi.
Ankara Sincan’da bulunan
“Kültür Değerlerimizi Yaşatma ve Eğitime Hizmet
Derneği”, 2008’de üzerinde Merkez Camii ve imam
hatip lisesi bulunan araziyi, 99 yıllığına AKP’li
Sincan Belediyesi’nden kiraladı. Dernek yönetimi,
araziye AVM, daha büyük bir cami, imam hatip lisesi
ile Kur’an kursu yapmayı taahhüt etti.
Belediyenin onayı
sonrası Dernek, cami ve imam hatip lisesini yıkıp bu
araziye tanesine 2 milyon lira değer biçilen 166 iş
yeri kapasiteli AVM inşasına başladı. Rant uğruna
cami ve imam hatip lisesi için küçük bir yer
ayrıldı. AVM inşaatı sona yaklaşırken 17-25 Aralık
operasyonu patladı ve işler tersine döndü. Yıkılan
caminin yerine yapılan AVM ile yeni camiye mühür
vuruldu. Bu gelişme sonrası ne AVM ne de cami ile
imam hatip lisesi hizmete girebildi.

CAMİ DERNEĞİNE OPERASYON YAPILDI
AKP’li belediyenin
şikayeti üzerine, cami derneği yönetimine de el
konularak kayyum atandı. “Paralelci olmakla’’
suçlanan cami Derneği ile Sincan Sanayicileri ve
İşadamları Derneği (SİSİAD) yöneticilerinden 20 kişi
önceki gün gözaltına alındı. Zanlılar, ‘’İhaleye
fesat karıştırmak, dolandırıcılık, paralel yapıya
ait bir dershaneye dernek kasasından usulsüz para
aktarmakla’’ suçlanıyor.
MHP’Lİ ÜYE: AKP’Lİ
BAŞKAN SUÇ ORTAĞI
Olay Sincan Belediyesi
Meclis toplantısında da gündeme geldi. Belediye’nin
MHP’li meclis üyesi Hamdi Yılmaz, “Buraya ilk izni
AKP’li Belediye Başkanı Mustafa Tuna verdi. AKP’li
Başkan ve bürokratlarında ifadeleri alınmalı.
Burada bir suç varsa bu tek taraflı olmaz. Başkan ve
iznin altında imzası bulunan bürokratlar da suç
ortağıdır” dedi. Başkan Tuna, 2002-2007 arasında
AKP’den Ankara milletvekiliydi.
Sözcü, Haber: Zekeriya
Albayrak, 10.04.2015
|
SADAKA TAŞLARI ŞİMDİ
ÖKSÜZ

Yardımlaşmanın belki de
en güzel örneği sadaka taşları. Yardım eden ve
edilen arasında köprü kuran, birini gururdan
diğerini mahcubiyetten koruyan sadaka taşlarının
çoğu günümüze ulaşamadı. Kalanlarsa ne oldukları
bilinmediği için mahzun mahzun bekliyor.
Eskiden, ‘taş’ değil,
‘sıcak aş’ denirmiş sadaka taşlarına. Çünkü soğuk
taşın sıcak yüreğine emanet edilirmiş sadakalar,
zekatlar. Bir cami duvarında, medrese taşında küçük
bir oyuk açılır, akçeler orada birikir, ekmeğe
ihtiyacı olanlar gelip ihtiyacı kadarını alırmış.
Hiç bitmezmiş taşın yüreğindeki para, hiç kimse aç
kalmazmış bu yüzden. Sokaklarda, köprü altlarında aç
kalan, açlıktan ölen kimseye rastlanmazmış.
Osmanlı Devleti’nde
sosyal yardımlaşmanın en güzel örneklerinden sadaka
taşlarını günümüzde bulmak neredeyse imkansız.
Ustaların elinde şekillenen ve insanların rahatlıkla
ulaşabildiği duvar köşelerine konulan sadaka
taşlarının büyük çoğunluğu kayıp. Bulunanların ise
binalarda yapı taşı olarak kullanıldığı görülüyor.
İstanbul’da bir dönem
150’nin üzerinde olduğu tahmin edilen sadaka taşının
bir örneği de Bursa Hocataşkın Mahallesi’nde
restorasyonu devam eden Beyazıt Paşa Medresesi’nin
duvarında bulunuyor. Tarihçi Mustafa Güleryüz,
geçmişte Bursa’da 50 civarında sadaka taşı
bulunduğunu söylüyor. Şimdi ise Muradiye Camii ile
Beyazıt Paşa Medresesi’nde olmak üzere iki adet
sadaka taşı bulunduğuna dikkat çeken Güleryüz,
bunların da eski işlevinin aksine yapı taşı olarak
kullanıldığını dile getiriyor.
Herkes ihtiyacı kadar
alır kimse aç kalmazmış
Sadaka taşlarının
camilerin ön tarafında, insanların ulaşabileceği
yüksekliğe konulduğunu hatırlatan Güleryüz, şu
bilgileri veriyor: “Osmanlı döneminde öyle bir
medeniyet yaşanmış ki, sadaka taşları bu medeniyetin
ulaştığı noktayı gösteriyor. Zengin insanlar, sadaka
ya da zekat vermek isteyenler, sadaka taşına akçe
bırakır, ihtiyacı olan da ihtiyacı kadarını alırmış.
Herkes için ekmek parası mutlaka bulunurmuş. Herkes
ihtiyacı kadar aldığı için orada hiç para bitmez ve
kimse aç kalmazmış. Sosyal yardımlaşmanın en güzel
örneklerinden biridir bu.”
Yeni nesil, sadaka
taşlarını görmüyor, bilmiyor
“Şimdi böyle bir
uygulama olsa köprü altı insanları, gençler bu
durumda olmaz.” diyen Güleryüz, “Günümüzde sadaka
taşlarının büyük bölümü kayıp, ya kırıldı ya da
atıldı. Var olanlar da cami duvarlarında yapı taşı
olarak kullanılmış durumda. Orijinal yerlerinde
durmuyorlar. Halbuki orijinal yerlerine konulsa ve
üzerine ‘sadaka taşı’ yazılıp işlevi anlatılsa, yeni
nesil bunları öğrenecek, yardımlaşmanın hem
gerekliliğini hem de geçmişte ecdadın bunu nasıl
yaptığını görecek, belki bunun benzerini günümüzde
uygulayacak. Yeni nesil bunları bilmiyor, bu taşları
göremiyor.” diye konuşuyor.
Zaman, Haber: Adem
Elitok, 10.04.2015
|
VAN GÖLÜ 600 BİN YAŞINDA

Van Gölü’nde
yapılan araştırmada, bilinenin aksine gölün
400 bin değil 600 bin yıl yaşında olduğu
belirlendi.
Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Mühendislik- Mimarlık Fakültesi
Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Ayşegül Feray Meydan, yaptığı açıklamada,
alınan örneklerde aynı zamanda iklim
değişiklikleri ve küresel ısınmanın
nedenlerinin de araştırıldığını ve bunun 11
yıl sürdüğünü söyledi.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İstanbul Teknik
Üniversitesi, Almanya'dan Bremen ve Bonn
üniversiteleri ile İsviçre Çevre Bilimleri
Enstitüsü'nün ortaklaşa yürüttüğü, TÜBİTAK
ve Uluslararası Karasal Bilimsel Sondajlama
Programı (ICDP) tarafından desteklenen proje
kapsamında, göl yüzeyine kurulan
platformlarla çalışma yapıldı.
Gölün yaklaşık 700 metre derinliğinden
alınan örneklerin incelenmesi sonucu, Van
Gölü'nün yaşının 600 bin yıl olduğu
belirlendi.
Sabah, 10.04.2015
|
BOĞAZ'A NAZI İHYA:AHŞABI
RESTORE ETTİLER BETON ÇIKTI
Kandilli'de denize 200 - 300 metre mesafede ve daha
önce yeşilliklerle kaplı olan alanda 3 katlı bir
yapı ortaya çıktı. 'Eski eseri ihya' maddesiyle
yapılan bina ahşaptan betonarmeye döndü... Üstelik
bina için ağaçların yok edildiği görülüyor... Ama
bununla da bitmiyor: Projenin mimarı o bölgeye bakan
Koruma Kurulu'nun üyesi!

Kandilli sahil yolu
üzerinde birkaç aydır hummalı bir inşaat yükseliyor.
Boğaziçi ön görünüm alanında denize 200 – 300 metre
mesafede ve daha önce yeşilliklerle kaplı alanda 3
katlı betonarme bir yapı ortaya çıktı. İnşaat
tabelasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi
İmar Müdürlüğü, 2. Grup Korunması Gerekli Kültür
Varlığına ait Restorasyon Projesi ve Havuz + Set
Altı Garaj + Kameriye inşaatı yazıyor. İnşaatın mal
sahibi olarak da STFA Grubu'nun ortaklarından Tomris
Taşkent görünüyor.
Önce Yandex haritaları
ve panoramik fotoğraflardan baktım; inşaatın yerinde
ağaçlık bir tepe var. Yani yolun kenarından itibaren
kot farkı yükselerek devam ediyor. Yerinde ne ev ne
de inşaat bulunuyor. Sonra tarihi fotoğrafları
taradım. 1930’lu yıllarda henüz sahil yolu
yapılmadan önce ve 20. Yüzyılın başında yaşanan
yangından sonraki döneme ait bir fotoğrafta beyaz
bir yapının varlığı görünüyor. Ancak bu yapı daha
sonra, 1940’larda, Lütfi Kırdar’ın Belediye
Başkanlığı döneminde yapılan sahil yolu sırasında
istimlak edilip yıkılmış. Fotoğrafta bina üç katlı,
ahşap ve kiremit çatılı olarak görünüyor...

70 YIL SONRA BETONA
DÖNDÜ
Yol için yıkılan ahşap
bina, sahil yolunun kenarındaki parsele yaklaşık 70
yıl sonra betonarme olarak yeniden yapılıyor. Ancak
yamaç ve yeşil görünen arazi tıraşlanıyor. Kaç ağaç
kesildi, ne kadar hafriyat çıkarıldığı ise
bilinmiyor. Yeni yapılan proje de üç katlı; ama
ahşap değil beton! Tabelada “korunması gerekli
kültür varlığı restorasyonu” olarak gösterilen hangi
evin restore edildiği ise tam bir muamma. Çünkü o
parselde ev yok. Hatta evin temeli bile yok. Temel
yolda kaldı. Üstelik bir de garaj ve havuz
yapılıyor.
2960 sayılı Boğaziçi
İmar yasası diyor ki; “Boğaziçi Alanında tarihi ve
doğal güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi
ve öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden
veya niteliğini bozanların fiilleri daha ağır bir
cezayı gerektirmediği takdirde iki aydan bir yıla
kadar hapis ve 200.000 liradan 500.000 liraya kadar
ağır para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, bu
filleri işleyenler, doğal yapıyı en geç bir yıl
içinde aslına uygun hale getirmekten sorumludurlar.
Aksi halde doğal yapı Boğaziçi İmar Müdürlüğünce,
masrafları iki katı ile failden ve mal sahibinden
müteselsilen tahsil edilerek aslına uygun hale
getirilir.”
RESTORE EDİLEN EVİN
TEMELLERİ SAHİL YOLUNUN ALTINDA
Bu maddeye rağmen
Boğaziçi İmar Müdürlüğü inşaat iznini vermiş.
Diğer yandan eski
eserlerin ihyası Koruma Kurullarının tabi olduğu 702
sayılı ilke kararı doğrultusunda uygulanıyor. 702
sayılı ilke kararının b) fıkrası şöyle diyor:
“Bu alanlarda mevcut
yıkıntı temeller üzerine, o temellerin ait olduğu
eski yapı, korunması gerekli kültür varlığı niteliği
taşıyorsa, ayrıca içinde bulunduğu sitin tarihsel
kimliğinin yeniden canlandırılmasında önemli bir
boşluk yaratıyorsa, yapıya ait eski bilgi, resim,
gravür, fotoğraf, anı belgeleri vb. dokümanlarla
restüte edilebileceği ilgili Koruma Bölge Kurulunca
kabul edildikten sonra restitüsyon projesi
düzenlenerek ve kurulca onaylanarak eski yapının
yeniden ihya edilebileceğine…’’
Buradaki ihya uygulaması
bu maddeye uymuyor. Çünkü bu evin temelleri sahil
yolunda kaldı. Ayrıca evin kültür varlığı olması
ayrı bir şüphe. Lakin kültür varlığı ise neden ahşap
değil betonarme yapılıyor?
PROJENİN MİMARI
KORUMA KURULU ÜYESİ
Diğer yandan projenin
mimarı Metin Zeydanlı inşaatın yapıldığı bölgeye
bakan Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun
üyesi. Aynı zamanda Koruma Yüksek Kurulu üyesi.
Koruma kurul üyeleri görev yaptıkları bölge
sınırları içinde proje müellifi olmamaları
gerekiyor. Telefonla aradığımız Metin Zeydanlı
sorularımıza şu cevabı verdi:
“Proje 2863 sayılı
yasanın 6 maddesine dayanılarak yapıldı. Biz eski
eseri ihya ediyoruz. Eski fotoğrafları eserin
mevcut. Yol yapımı sırasında eser yıkılmış. Biz de
aynı parselin gerisine yıkılan binanın aynısını
yapıyoruz. Yola terk edilen yer ile aynı parsel
üzerindeyiz. Sadece parselin gerisine yeni binayı
inşa ediyoruz. Bu proje koruma kurulundan 2 yıl önce
onaylandı. Ben kurula 6 ay önce üye oldum. Yüksek
kurul üyeliğim de 10 gün önce gerçekleşti. Üye
olduğum zaman bakanlığa aynı bölgede projem olduğunu
söyledim. Projenin yüzde 75’i bitmişti.
Müelliflikten ayrılabilirim dedim. Bakanlık
ayrılmama gerek görmedi. Projeyle ilgili üyesi
bulunduğum kurula bir tadilat ya da benzer bir dosya
ile müracaat olursa o toplantıya katılmam, görüş
bildirmem.”
'İHYA'DAN
ÖNCEKİ HALİ

ŞİMDİKİ HALİ

Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 10.04.2015
|
RUSYA'DAN YUNANİSTAN'A ÇİFT ANLAMLI JEST: ALMANLARIN
ÇALDIĞI İKON'U İADE ETTİ
Yunanistan’da,
Avrupa Birliği ’nin mali baskılarına karşı
Rusya’yla daha sıcak eleştiriler geliştiren Syriza
hükümetine, Moskova yönetiminden anlamlı bir jest
geldi.
Rus Sputnik
haber ajansının Yunan heyetinden edindiği
bilgiye göre, Nazi subayı Friedrich Wilhelm
Müller'in, İkinci
Dünya Savaşı’ndaki Alman işgali sırasında,
Yunanistan’daki Sparta Manastırı'ndan çaldığı Aziz
Nicholas ve Aziz Spyridon ikonu, Rusya’da resmi bir
ziyarette olan Yunan heyetine verildi.
Rusya'nın bu ikonu Yunanistan'a vermek için satın
aldığı belirtiliyor.
Yunanistan hükümeti, Avrupa Birliği kaynaklarına
yönelik borçları nedeniyle sıklıkla gerginlik
yaşadığı Almanya'ya karşı, İkinci Dünya Savaşı'na
yönelik olarak 'savaş tazminatı'nı gündeme getirmiş,
bu öneri Almanya tarafından tepkiyle karşılanmış ve
'aptalca' bulunmuştu.
Radikal, 09.04.2015
|
MİMAR SİNAN'IN ÖLÜMÜNÜN 427. YILINDA TMMOB MİMARLAR
ODASI'NDAN BASIN BİLDİRİSİ
TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Mimar Sinan'ın
ölümünün 427. yılında bir basın bildirisi yayınladı.
Basın bildirisi şöyle:
Mimar Sinan'ı Ölümünün
427. Yılında Saygı ile Anıyoruz
Mimar Sinan'ı 427. ölüm yıldönümü nedeniyle,
Mimarlar Odası'nın tüm birimleriyle birlikte
gelenekselleşmiş anma etkinlikleri çerçevesinde,
9 Nisan 2015 Perşembe günü, saat 11.00'da
Süleymaniye Külliyesi'ndeki mezarı başında
saygıyla anıyoruz.
Takip eden hafta boyunca ise Mimarlar Odası'nın
tüm birimleri, kentlerinde çok sayıda ulusal ve
uluslararası etkinlik düzenliyorlar. Mimarlar
Odası, her iki yılda bir Ulusal Mimarlık
Ödülleri kapsamında mimarlık alanında önemli
yapıtlara imza atmış, meslek etiğine bağlı,
deneyimli meslektaşlarımızı Mimar Sinan'ın adını
taşıyan "Mimar Sinan Büyük Ödülü" ile
onurlandırmaktadır.
Koca Sinan'ı andığımız bugünlerde ülkemizde her
alanda uygulanmakta olan "yağmacı ve otoriter"
politikalar nedeniyle, ne yazık ki toplumumuza
mimarlık, kentleşme ve uygarlığımızın esenlikli
bir geleceği adına güzel gelişmelerden söz
edemiyoruz.
Ülkemizin her bakımdan kaosa sürüklendiği bu
ortamda Mimar Sinan'ın akılcı mimari anlayışının
özünü oluşturan araştırma, öğrenme, anlama,
çağdaş bir mimari yaratma, sürekli olarak
kendini aşma çabaları anlaşılamamaktadır.
"Demokratik normlar ve hukuk" fiilen askıya
alınmış; bilim ve katılımcılık düşüncesi ise yok
sayılmaktadır.
Kamu denetiminin tamamen ortadan kaldırıldığı;
"kentsel dönüşüm" adı altında yağmanın önünün
sınırsız bir şekilde açıldığı ve kuralsızlığın
"kural" haline geldiği koşullarda Meslek
Odalarının "özerk-kamu kuruluşu" niteliğinin yok
edilmesi ve işlevsizleştirme operasyonları
fütursuzca sürdürülmektedir.
Mimarlar Odası olarak, Koca Sinan'ı ölüm
yıldönümü nedeniyle saygıyla anarken, "Sinan'a
saygısızlık" olarak nitelediğimiz; ülkemizin
bütün geleceğini karartan, kentlerimizi
kimliksizleştiren ve rantiyenin şantiyesine
dönüştüren; kamu yararını ve bilimi hiçe sayan
bu çılgınlıklarından bir an önce vazgeçilmesi
için çabalarımızı kararlılıkla sürdürmekte
olduğumuzu bir kez daha vurgulamak isteriz.
Bu çerçevede ülke yöneticilerini, yerel
yönetimleri, yatırımcıları ve ilgili tüm
kesimleri mimarlığımıza, kentlerimize, Koca
Sinan'a ve yarattığı eşsiz değerlerle birlikte
tüm doğal ve kültürel mirasımıza sahip çıkmaya
bir kez daha çağırıyoruz.
Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 09.04.2015
|
DANIŞTAY SULUKULE İPTALİNİ ONADI

İstanbul 4 . İdare
Mahkemesi, Sulukule projesini "kamu yararına" uygun
değil diyerek Nisan 2012'de iptal etmişti. Fatih
Belediyesi bu kararın yürütmesinin durdurulması için
Danıştay'a başvurmuştu. Ağustos 2013’te Danıştay 14.
Daire, Belediyenin talebini
reddetmişti. Bianet'ten Nilay Vardar'ın haberine
göre, Danıştay, şimdi de İstanbul 4. Daire’nin iptal
kararını esastan onadı. Yani Sulukule avan projesini
iptal eden mahkeme kararına karşı Fatih
Belediyesi’nin itiraz hakkı kalmadı. Ancak Fatih
Belediyesi, daha Danıştay kararı gelmeden ağustos
2013’te yeni bir proje hazırlamış, bu proje koruma
kurulundan geçmişti. Avukat Hilal Küey, ikinci
projeye karşı da hem Mimarlar Odası hem de
kendilerinin Sulukuleliler adına dava açtığını, o
davanın sürdüğünü belirtti. Küey, savunmalarında
mahkemenin iptal ettiği avan proje ile yeni
hazırlanan avan proje arasında herhangi bir
farklılık olmadığını belirteceklerini söyledi.
Sol Haber, 09.04.2015
|
İSTANBUL'UN ENDÜSTRİ MİRASI HARİTALANDIRILIYOR
Dila Gökalp Architects, yapıların dinamiklerini
anlamak için hazırladığı ön çalışmalardan yola
çıkarak İstanbul'un endüstri mirasını
haritalandırmaya ve dijital ortamda sunmaya
hazırlanıyor.

Dila Gökalp Architects, endüstri yapıları üzerine
geliştirdiği nitelikli dönüşüm projeleri kapsamında
derlediği bilgilerle İstanbul'un endüstri mirasını
belgeliyor. Dila Gökalp Architects ekibinin,
İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileriyle birlikte
endüstri mirasına dikkat çekerek, bu yapılarla
ilgili farkındalık yaratmak ve kent hayatına
katılmalarını sağlamak amaçlı başlatılan tasarım
araştırması ışığında, İstanbul'un potansiyel
endüstri mirası haritalandırılacak. Bu haritalama
dijital ortama aktarılarak tasarlanan bir akıllı
telefon uygulaması ve web sayfası aracılığıyla
herkesin kullanımına açılıp gündelik hayatımızın bir
parçası haline gelebilecek.

Dila Gökalp Architects, bu tür yapıların uygun
bağlamlarda dinamiklerini anlamak için birçok veri
elde etmiş. Bu veriler ışığında, İstanbul'un
nitelikli endüstri yapılarını belgeleyen bir altyapı
oluşmuş. Mimar Dila Gökalp bu altyapının
paylaşımının önemli olduğunu vurguluyor ve
İstanbul'un endüstriyel birikimini belgeleyecek olan
bu disiplinler arası çalışma için "Biz bu çalışmaya,
bizi çok heyecanlandıran endüstri yapılarının
mekansal ve yapısal özelliklerini anlamak için,
tasarım araştırması yapmak amacıyla başladık.
Karşımıza büyük bir birikim çıktı ve bunun neden
daha ulaşılabilir bir bilgi haline gelmediğini
düşünerek bir çalışma kurgulamak istedik.
İstanbul'un endüstri mirası, kuşkusuz epey
araştırılmış ve incelenmiş bir alan. Biz de bu
konunun uzmanlarına ulaşıyoruz ve bilgi paylaşımında
bulunuyoruz. Bizim gibi bu konuyla ilgili birikimi
olan ve heyecan duyan herkesi de projemizin parçası
olmaya davet ediyoruz." diyor.

Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 08.04.2015
|
TARİHİN ARASINDAN SIYRILAN BİR YAPI
Jeroen Schipper Architects'in Rotterdam'da
tasarladığı müze, tarihi doku arasından sıyrılarak
kendini ortaya koyuyor.

Maassluis kasabasında yer alan Museum Foundation
Maassluis için genişletme çalışmaları 1980'lerde
başladı.

JSA tarafından tamamlanan dar cepheli yapı
genişletilen alanın giriş bölümü olarak tasarlandı.

Girişin yenilenmesi, müzenin genişletilme
projesinin 3 temel faaliyetinden biri. 1980'den önce
algılanması zor olan müze için Jeroen Schipper
bağlam ile olan hassas ilişkinin farkında
olduklarını bu ilişkiyi formda yakalamaya
çalıştıklarını belirterek müze ile ilgili; "kentin
sahip olduğu mimari kodları temel aldık. Dikeyde
yükselen, sokağa dar cephesi olan bir yapı. Dokuda
çağdaş bir yapı olarak öne çıkacak ve onu gece ve
gündüz farkedilebilir kılacak bir tasarım," diyor.



Arkitera, Derleyen: Derya Gürsel, 08.04.2015
|
ZİR VADİSİ İÇİN BAKANLIĞI GÖREVE ÇAĞIRDI

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan
Karakuş Candan, Zir vadisinin tahrip edildiğini
belirterek, “Zir Vadisi’nde kepçeler dolaşıyor,
koruma kurulu ne iş yapıyor? Kültür Bakanlığı’nı
acilen göreve davet ediyoruz” dedi.
Tezcan yazılı açıklamasında, Zir vadisinin
Sincan-Yenikent yerleşkesine 5 km uzaklıkta 2.
derece arkeolojik sit alanı olduğunu vurguladı. Buna
karşın alana kepçelerle girildiğini belirten Tezcan,
“Arkeolojik sit alanında kepçe ile kazı yapılamaz.
Bir ülkenin en önemli arkeolojik değerlerinin hiçe
sayıldığı bir süreçle karşı karşıyayız. Ermeni
Mezarlığından kalan kemikler ortalarda dolaşıyor.
Buradaki Mezar taşlarının bir kısmı Sincan
Belediyesi’nin bahçesinde sergilendi ama şu anda
bunların nerede olduğu bilinmiyor. Sincan
belediyesinin bahçesinde yer alan ama şu anda nerde
olduğu bilinmeyen eserlerin de nerede olduğunun
kamuoyuna açıklanmasını istiyoruz. 2. Derece
Arkeolojik sit alanı içerisinde yeni setlemelerle
tarım alanları açılmış, halk piknik yapıyor. Kültür
Bakanlığı’nı acilen göreve davet ediyoruz” dedi.
Zir Vadisi çevresinde parsellerin 49 yıllığına
kiralandığı duyumlarını aldıklarını da ifade eden
Tezcan, “Zir Vadisi’nin hemen yakınında büyük bir
alanın parselinin 49 yıllığına kimde olduğunu merak
ediyoruz. At çiftliği, balık çiftliği
yaklaşımlarıyla kime parsellendi. Gökçek’in parsel
parsel mevzuu ile ilişkisi var mı kamuoyuna
açıklansın” dedi.
Gerçek Gündem, 08.04.2015
|
LETOON ÖREN YERİNDE ÇEVRE DÜZENLEME ÇALIŞMALARI
BAŞLADI
Muğla İli,
Seydikemer İlçesi sınırları içinde yer alan ve
UNESCO Dünya Miras Listesinde bulunan Letoon
ören yerinde; içinde çok amaçlı bir salonla
birlikte, kafeterya, satış mağazası, tuvaletler,
gişe, turnike gibi bir çok işlevle birlikte gezi
güzergahı, yürüyüş yolları, bakı ve dinlenme
alanları gibi peyzaj düzenlemelerini içeren bir
çevre düzenleme projesi hazırlanarak ihale
edilmiş, 02.12.2014 tarihinde de ilgili firma
tarafından çalışmalara başlanmıştır.
Söz konusu proje kapsamında Kazı Başkanı
Doç.Dr. Sema ATİK KORKMAZ tarafından yapılan son
dönem çalışmalarını konu alan başvuru
neticesinde projede bazı değişiklikler yapılması
gündeme gelmiş olup söz konusu değişiklikleri
içeren revize projeler ilgili Koruma Bölge
Kurulu’nun onayına sunularak uygun görüş
alınmıştır. Letoon Ören Yeri çevre düzenlemesi
işinin 2016 yılı turizm sezonunda tamamlanması
hedeflenmektedir.

Çevre Düzenleme Projesi Vaziyet Planı

Çevre Düzenleme Projesi Giriş Karşılama Üniteleri

Tapınaklardan Genel Görünüm
kulturvarliklari.gov.tr, 07.04.2015
|
BELEDİYENİN KAZI ÇALIŞMASINDA BİZANS MEZARLARI
BULUNDU
Bilecik merkeze bağlı Vezirhan Belde
Belediyesi’nin sosyal tesis kurmak için başlattığı
kazı çalışmaları sırasında,
Bizans dönemine ait olduğu iddia edilen iki
mezar bulundu.

Vezirhan Belediyesi, sosyal tesis yapmak için
belediyeye ait arazide çalışma başlattı. Kepçeyle
kazı çalışmasına başlandığı sırada, insan
kemiklerine rastladı. Görevlilerin durumu bildirmesi
üzerine bölgeye gelen Bilecik Merkez Komutanlığı’na
bağlı ekipler, konuyu Bilecik Müze Müdürlüğü’ne
bildirdi. Bölgeye gelen iki müze görevlisi, 10
günlük hummalı çalışma sonucu biri çocuk mezarı
olmak üzere 2 mezar ortaya çıkardı. Müze görevlileri
kemik kalıntılarını toplayarak, bölgede gerekli
incelemeleri yapacaklarını bildirdi.

Konu hakkında açıklama yapan yetkililer, Vezirhan
Belediyesi’ne hizmet binası yapmak için temel açan
kepçenin insan kemiklerine rastladığını belirttiler.
Açıklamada, “Bu durumu hemen yetkililere bildirildi
ve kemiklere, hangi tarihe ait olduğu tespit edilmek
için el kondu. İlk etapta bu mezarlar Bizans
dönemine ait olabileceği söylendi ama tam net bir
bilgi yok. Yapılan araştırmalar sonucunda netlik
kazanacak, bu mezarların Müslüman mezarı olmadığı
kesin” denildi.
Öte yandan,
Jandarma olay yerini güvenlik şeridine alırken,
Bilecik Müze Müdürlüğü çalışanları kemikleri
inceleyerek, fotoğraflarını çekti. Ekipler,
kemiklerin hangi döneme ait olduğunu tespit edecek.
Milliyet, 07.04.015
|
URARTU TARİHİ, MÜZEYLE HAYAT BULACAK

Van'da 1972 yılında şehir merkezinde
hizmete giren, 2011'de meydana gelen iki büyük
depremde ise hasar gören Van Müzesi'nin yerine
Van kalesinin kuzeyine yapılan yeni Urartu
müzesinin yapımı tamamlandı.
Görkemli yapısıyla dikkat çeken Urartu müzesi 13
bini kapalı 50 bin metrekare alana sahip. Araç
parkı, oturma alanları ve kefelerin de
bulunacağı Urartu müzesi 15 milyon 235 bin
liraya mal oldu.
Van'da 23 Ekim ve 9 Kasım 2011'de meydana gelen
7.2 ve 5.6 büyüklüklerindeki iki depremde kent
merkezindeki müze binasının hasar görmesi
üzerine, Van Kalesi'nin yanına yeni bir müze
binası yapılmaya başlandı. 3 yıl önce yapımına
başlanan Van Urartu Müzesi'nin yapımı
tamamlandı. 13 bini kapalı 50 bin metrekare
alana sahip Urartu Müzesi, 15 milyon 235 bin
liraya mal oldu. Eserlerin yerleştirilmesinden
sonra faaliyete girecek olan müzede 5 bine yakın
eser sergilenecek. Urartu müzesinin dünyada tek
olduğunu belirten Van Kültür ve Turizm Müdürü
Muzaffer Aktuğ, yeni müzenin Urartuların
başkenti Tuşba'da yeniden tarihe ışık tutacağını
söyledi.
YIL SONUNDA AÇILMASI PLANLANIYOR
Müzenin, 'Cazibe Merkezlerini Destekleme
Programı' kapsamında 2012 yılı içerisinde
temelinin atıldığını anlatan Muzaffer Aktuğ şun
bilgileri verdi:
"1972 yılında hizmete giren müzemizde 2 bin eser
sergileniyordu. Müzemizde ise envantere kayıtlı
38 bin eserimiz var. Kayıtsız eser sayımız ise 5
bin. Yani toplam 43 binin üzerinde esere
sahibiz. Bu eserler Urartu'ya, Asurlara,
Selçuklulara, Osmanlılara ait binlerce yıllık
geçmişi olan eserler. Bu eserlerin bir çoğunu
müzenin küçük olması nedeniyle
sergileyemiyorduk. Van kalesinin kuzey yamacına
Kalkınma Bakanlığı Cazibe merkezleri adı altında
yeni bir müze yapıldı. Bu müzemizde ise 5 bine
yakın eser sergilenecek. Bu sergilenecek 5 bin
eser canlandırma yöntemiyle ziyaretçilere
sunulacak. Müzemiz Doğu Anadolunun en büyük
müzesi konumunda. Müzeyi yıl sonu itibariyle
ziyaretçilerimize açmayı düşünüyoruz."
DHA, Haber: Murat Çağlar, 07.04.2015
|
ONLARCA 16:9 VAR!
Marmara Denizi'nden çekilen bir
fotoğraf, aslında İstanbul'un silüetini bozan
onlarca gökdelen olduğunu gözler önüne serdi.

Zeytinburnu'ndan yükselen ve “Tarihi Yarımada”nın
siluetini bozan 16:9 gökdelenleri uzun zaman
Türkiye'nin gündemini meşgul etmiş, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, "Bunları görünce kahroluyorum"
demişti. Erdoğan'ı kahreden bu görüntü Beyoğlu'ndan
görülebiliyordu. Oysa Marmara Denizi'nden
bakıldığında durumun daha içler acısı olduğu ortaya
çıktı. Deniz açıklarından çekilen bir fotoğraf
aslında tarihi imajı bozan yıllar önce yapılmış
onlarca gökdelen olduğunu gözler önüne serdi.
Üstelik fotoğrafın çekildiği nokta İstanbul'a
denizden giriş yapan turistlerin, şehri ilk
gördükleri yer. Artık cruise gemileriyle şehre gelen
yabancılar, zarif minareleri ve paha biçilemez
kubbeleri değil gri beton yığınlarını görüyor. Bu
karede turistlerin izlerini sürdüğü Türk-İslam
mimarisi değil, sert hatlarıyla kasvet enjekte eden
post-modern yapılar var.
PROST'UN DA EMELİ BUYDU
Aslında şehirde gerçekleşen bu tahribat on yıl önce
değil, 80 yıl önce başladı. Yeni rejim, İslami bir
mimarinin hakim olduğu İstanbul'un modernizasyonu
için Fransa'dan bir mimar ithal etti. İşe
Ayasofya'nın çizimleri ile başlayan Mimar Henri
Prost, Vatan, Millet, Fevzipaşa ve Ordu Caddelerinde
200 küsur cami, sayısız türbe, medrese, hamam ve
sebili yıktırdı. Taammüden, Haliç'i sanayii sahası
yaptı, Okmeydanı'nı gecekonduya açtı. Bilahare rant
yükseldi ve bir daha da yama tutmadı...

OLACAK İŞ Mİ YANİ?
Arkadaki gökdelenlerle kıyaslarsanız Kız Kulesi'nin
kuleliği kalmamış. Canım iki buçuk katlı kule mi
olur? Hele bakın şu Bizansın yaptığına!

ŞİRKET-İ HAYRİYE DE OLMASA
Anadolu tarafı da farklı değil, Göztepe Feneryolu
sahillerinden tanıdık bildik tek oyuncu var:
Dumanını savura savura giden şehir hatları vapuru.
Türkiye Gazetesi,
Fotoğraflar: İrfan
Özfatura, 07.04.2015
|
BU DA TÜRKİYE'NİN PİSA KULESİ!

Elazığ’da Selçuklu dönemine ait bin yıllık tarihi
Harput Ulu Cami’nin
minaresinin, İtalya’da bulunan
Pisa Kulesi’nden daha
eğik olduğu belirlendi. Caminin minaresinin 3
ile 7 derece arasında değişen eğikliğinin Pisa
Kulesi’nden daha fazla olduğunu söyleyen Fırat
Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr.
İsmail Aytaç, “Ulu Cami minaresinin 3 ile 7 derece
açı farkıyla eğim içerisinde olduğunu belirledik. Bu
açılar Pisa Kulesi’nden daha fazla. Biliyoruz ki
Harput Ulu Cami’nin minaresi şu anki şerefenin üst
kısmı, en az mevcut olduğu kadar daha vardı.
Restorasyon ile en azından mevcut halinin korunmaya
çalışıldığını biliyoruz. Bu eğiklik hala yapıyı
ayakta tutması bakımından önemlidir” dedi.
Pisa Kulesi, İtalya’nın kuzeyindeki Pisa şehrinde
Piazza dei Miracolide (İtalyanca Mucizeler Meydanı)
yer alıyor. 1063-1090 yıllarında yapılan şehir
katedralinin çan kulesi, ana yapıdan ayrı olarak
1173’te yapıldı ve zaman içinde 4.5 derece eğildi.
Habertürk, 07.04.2015
|
İKİ YALIYA 'TARİHİ İHYA'

2002’de
esrarengiz bir yangınla kül olan ve THY eliyle
yeniden yaratılan Boğaz’ın en nadide
eserlerinden Naime Sultan Yalısı bahçesine,
Anıtlar’dan izinle, orijinal planlarında yer
alan seyis evi ve hamam asıllarına uygun olarak
inşa edilecek.
Boğazİçİ Köprüsü’nün hemen altında, Boğaz’ın
mavi sularının yanında, 2002 yılında bir gece
yarısı çıkan şüpheli yangında kül olan Naime
Sultan ve yanındaki Hatice Sultan Yalısı,
kullanım hakkının Türk Hava Yolları’na
verilmesinin ardından yeniden hayat bulmaya
başladı.
Yüzde 80’i yanan Naime Sultan Yalısı’nın
restorasyon ve diğer inşaat işlerini,
Süleymaniye ve Ortaköy camileri, Kabe’deki
revakların restorasyonu ile Anadolu yakasında
Mimar Sinan Camisi ve Çamlıca Cami’nin inşaatını
yapan Gürsoy Grup üstlendi.
Dış hava koşullarından zarar görmemesi için
etrafı kapatılıp korumaya alınan Hatice Sultan
Yalısı ise ‘askıya alma” tekniğiyle havaya
kaldırılıp altına çelik destekler konuldu. Yalı
daha sonra parça parça restorasyona alındı.
90 YILLIK HARİTADAN
1927 yılından kalma pervititch sigorta
haritalarında ve 1940 yılından kalma hava
fotoğraflarında Naime Sultan Yalısı’nın
bahçesinde görülen, ancak zamanla yok olan seyis
evi ve hamam için de Anıtlar Kurulu’na başvuruda
bulunuldu. Anıtlar Kurulu her iki yapının da
‘ihya’ edilmesi projesine onay verdi. Her iki
yapının temellerine ulaşabilmek için Naime
Sultan Yalısı’nın bahçesinde arkeolojik kazı
çalışmaları da yapıldı. Binaların temel
röleveleri alındıktan sonra iki bina da aslına
uygun olarak yeniden inşa edildi. Seyis evi
yapılacak otelin restoranı olarak kullanılacak.
THY’nin “Boğaz’ın yeni markası” olarak
hayata geçirdiği otel projesi kompleksi, Hatice
ve Naime Sultan yalıları dışında, selamlık,
karakol, hamam, pavyondan oluşuyor.
OTEL OLACAK
THY, VIP yolcularını deniz yoluyla otele
getirip, check-in işlemlerini otelde yapıp,
tekrar tekneyle uçağa götürecek. Naime Sultan
Yalısı ile hemen yanındaki Hatice Sultan Yalısı,
96 odalı otel olarak müşterileri ağırlayacak.
Otelin bütün odaları “Sultan odası” yani “Kral
dairesi” olacak.
Birileri yaktı ama kimse bulunamadı
Naime Sultan
Yalısı’ndaki yangının nedeni, ilk polis kriminal
raporunda elektrik kontağı olarak belirlendi.
Ancak ikinci rapor aksi yönde çıktı. Bu raporda
binanın benzinle tutuşturulduğu tespiti yapıldı.
Ancak binayı kimin, ne amaçla yaktığı asla
belirlenemedi. Yangının ardından, binanın
restore edileceği, okul olarak kullanılacağı
açıklandı. Ancak öyle de olmadı. Yalının bahçesi
önce otopark oldu, ardından da yalı restore
edilip otel olması için kiraya verildi.
Yandı otopark oldu
II. AbdülhamİD’in kızı Naime Sultan için
1800’lerde inşa edilen yalı, 1909’dan 13 Temmuz
2002’deki yangına dek Gaziosmanpaşa İlkokulu
olarak kullanıldı. Yangınla kullanılamaz hale
geldi. Yalının bahçesi 5 yıl boyunca da
İstanbul Trafik Vakfı’nca otopark olarak
kullanıldı.
KULÜPTÜ
1800’lerin sonunda V. Murat’ın kızı Hatice
Sultan için inşa edilen yalı ise 1972’de Yüzme
İhtisas Kulübü’ne tahsis edilmiş, sözleşmesi
yenilenmeyen kulüp, 2006’da polis aracılığıyla
tahliye edilmişti. 2008’de İl Genel Meclisi’nce
yapılan ihale ile KDV hariç yıllık 5 milyon 400
bin liraya, okul yapmak için gelir sağlamak
amacıyla 25 yıllığına, THY’nin yüzde 50 ortağı
olduğu ikram kuruluşu Türkish Do&Co’ya kiraya
verilmişti.
‘Bu bir ihya değil yapılaşma’
Mimarlar Odası
İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Ali Hacıalioğlu,
Naime Sultan Yalısı’nın bahçesine yapılan seyis
evi ve hamamla ilgili şu iddialarda bulundu:
“İhya yolunun, tamamı mutlak yapılaşma ve inşaat
yasağı altındaki yerlerde inşaatın gerekçesi
olarak kullanıldığını sıkça görüyoruz. Tarihi
yarımadada da benzer uygulamaları var. Burada
temel bir yanlış var. Naime Sultan Yalısı
müştemilatı olduğu anlaşılan yapının, ihya
yoluyla yeniden elde edilmesi süreci, aslında
günümüzdeki otele kiralanan yapıya bir ek hizmet
binası elde etmek.”
Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest, 07.04.2015
|
ASPENDOS'UN 'CAN DAMARLARI' ZAMANA DİRENİYOR
Antalya'nın Serik
İlçesi'nde, amfi tiyatrosuyla
ünlenen Aspendos antik kentinde bulunan tarihi su
kemerleri zamana tanıklık ediyor.
Kuzeydeki dağlardan Aspendos'a su getiren bir
kilometre uzunluğundaki kemerler, yüksek bir
mühendislik becerisini ortaya koyuyor. Eski
çağlardan günümüze kadar ulaşan nadir örnekler
arasında bulunan su kemerleri, kentin "can
damarları" olarak nitelendiriliyor.
Suyun kaynağından kente getirilmesini sağlayan 15
metre yüksekliğindeki kemerler, ustaların ellerinde
şekillenen taşlarıyla da dikkati çekiyor.
Aspendos'ta bulunan bir yazıt, yerli ve yabancı
turistlerin ziyaret ettiği vazgeçilmez mekanlar
arasında yer alan su kemerlerinin Tiberius Claudius
Italicus tarafından yaptırıldığını ve şehrin
hizmetine sunulduğunu anlatıyor.
Mimari özellikleri ve yapılış tekniği bakımından
MS 2. yüzyılın ortalarına ait olduğu sanılan su
kemerleri, fotoğraf tutkunlarını da kendisine
çekiyor.
Kralın kızını alabilmek için yaptırıldı
Tarihi kemerlerin kralın kızını almak için
yaptırıldığına dair bir hikaye de Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinde yer
alıyor.
Sitedeki bilgiye göre hikaye şu şekilde
gelişiyor:
"Aspendos kralı, şehre kimin en fazla hizmet
sunabileceğini görmek için bir yarışma
düzenleyeceğini, kazananın kızı ile evlenebileceğini
ilan eder. Bunu duyan sanatkarlar çalışmaya koyulur.
Nihayet karar günü geldiğinde kral herkesin çabasını
bir bir inceler ve iki aday seçer. Bu adaylardan
birincisi şehre su kemerleri ile çok uzak
mesafelerden su getiren bir sistemi kurmayı
başarmıştır. İkinci aday ise tiyatroyu inşa
etmiştir. Kral birinci adaydan yana karar vermek
üzere iken tiyatroya bir daha bakması istenir.
Tiyatronun en üst galerisi civarında gezinirken
nereden geldiği belli olmayan bir sesin derinden ve
defalarca 'Kralın kızı bana verilmeli' dediğini
duyar. Büyük şaşkınlık yaşayan kral sesin nereden
geldiğini arar ancak bulamaz. Bu kişi tabi ki
yarattığı şaheserin akustiği ile övünen ve sahnede
çok kısık bir sesle konuşan tiyatronun mimarının ta
kendisidir. Sonunda güzel kızı mimar kazanır ve
düğün töreni de bu tiyatroda yapılır."
Sabah, 06.04.2015
|
ANTİK KENTİN ORTASINA BUĞDAY EKTİLER

Osmaniye’de bulunan ve Çukurova’nın Efes’i olarak
adlandırılan Kastabala-Hierapolis antik kentinin
tarım arazisi olarak kullanılması ve antik kentin
ortasına buğday ekimi yapılması, görenleri hayrete
düşürdü.
Osmaniye’nin 12 kilometre kuzey-kuzeybatısında,
Cevdetiye-Karatepe yolu üzerinde, Kesmeburun, Bahçe
ve Kazmaca köylerinin ortasında, Ceyhan nehrinin
yakınlarında yer alan, geçmişi arkaik-klasik döneme
(MÖ 7. yüzyıl) uzanan, 2. ve 3. yüzyıllarda Roma
döneminde altın çağını yaşayan Kastabala antik
kentinin şu anki durumu görenleri şaşırtıyor.

2009 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kazı
çalışmaları başlatılan Kastabala antik kenti sütunlu
ana cadde, kale, tiyatro, hamam, pazar yeri gibi
özelliklerinden dolayı Anadolu’daki Roma dönemine
ait Perge, Bergama ve Efes antik kentleri ile aynı
özellikleri taşıdığı için Çukurova’nın Efesi olarak
adlandırılıyor.
Kastabala antik kentinde küçük bir ovaya hakim kaya
çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ kalesi de
mevcut. Kastabala Antik Kenti böylesine önemli bir
yer olmasına rağmen sütunlu ana caddeye köylüler
tarafından buğday ekimi yapılmış olması ise gelen
ziyaretçileri hayrete düşürüyor. Antik kentin doğu
ve batı taraflarını buğday tarlaları kaplamış
durumda.
Osmaniye İl Kültür Müdürlüğü’ne bağlı Müze
Müdürlüğü’nden bir yetkili ise, antik kentteki
buğday tarlaları için “Buranın durumu biraz karışık.
Kimi yer köy merası, kimi yerler ise şahıslara ait.
Şu an için kazı çalışmaları Gaziantep Üniversitesi
tarafından devam ediliyor. Ancak bir an önce antik
kentteki şahıslara ait olan tarım arazilerinin
kamulaştırılması lazım” şeklinde konuştu.
Milliyet, 06.04.2015
|
|
YETİ BU
KADIN MI?
Oxford
Üniversitesi’nden ünlü genetikçi Bryan Sykes,
19. yüzyılda Rusya’da yaşamış olan “Maymun
kadın” lakaplı bir kadının “Yeti” efsanesinin
kaynağı olabileceğini iddia etti.
Prof. Sykes,
Gürcistan-Rusya sınırında yaşamış olan kadının
Batı Afrika kökenli bir DNA türü taşıdığını
açıkladı.
Teorisini The
Nature of the Beast isimli yeni kitabında
açıklayan Sykes, 19. yüzyılın ortalarında
Abhazya’da bir toprak ağasının Zana isminde 198
cm boyunda ve tüm vücudu kıllarla kaplı kadın
bir köle ele geçirdiğini söyledi.
Hürriyet, 06.04.2015
|
ULU CAMİ, BETON YIĞINLARININ ARASINDA KAYBOLDU
Tarihi ve doğal güzellikleri ile bilinen
Bursa'da, son yıllarda artan betonlaşma sebebiyle
tarihi yapılar görünmez oldu. Şehrin sembollerinden
Ulucami, TOKİ'nin dev konutları arasında adeta
kayboldu.
İl merkezindeki
Doğanbey TOKİ konutları,
Bursa'nın siluetininin en önemli parçası
Ulucami'yi görünmez kıldı. Uludağ'ın
eteklerinden bakıldığında, devasa konutlar göze
çarpıyor. Hemen önündeki 20 kubbeli Ulucami ise
güçlükle seçiliyor. Artan
betonlaşma, başta Ulucami olmak üzere tarihi
hanlar bölgesini, adeta esir aldı. Tarihi ve doğal
güzellikler, çirkin yapılarların gölgesinde
kayboldu. Devasa binalardan rahatsızlıklarını dile
getiren şehrin sakinleri, Ulucami gibi tarihi
güzelliklerin görünmemesi karşısında üzgün
olduklarını dile getirdiler.
Zaman, Haber: Adem Elitok, 05.04.2015
|
SULTAN ALPARSLAN'IN MEZARI BULUNDU MU?
Türklere Anadolu'nun kapılarını açan Malazgirt
Fatihi Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın türbesini
ortaya çıkarmaya yönelik Türkmenistan'ın Merv
kentinde Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı (TİKA) tarafından yürütülen kazılarda,
önemli bulgulara rastlanıldı.

Merv kentindeki
Selçuklu Sultanı Alparslan'ın türbesini ortaya
çıkarmaya yönelik yürütülen kazı çalışmalarının eş
başkanlarından Selçuk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Osman Eravşar, 11.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Türkmenistan Devlet
Başkanı Gurbanguli Berdimuhamedov arasında Sultan
Alparslan'ın Mezarının Bulunması ve Türbe İnşası
Projesi protokolünün imzalandığını hatırlattı.

KAYNAKLAR CUMA CAMİİ'Nİ İŞARET EDİYOR
Projenin, TİKA bünyesinde yürütüldüğünü
anımsatan Eravşar, Sultan Alparslan'ın
mezarının bulunması ve türbe inşası projesi
kapsamında görevlendirildiğini söyledi.
Çalışmalara Merv'de yüzey araştırması yaparak
başladıklarını anlatan Eravşar, Sultan'ın
kabrinin nerede olduğuna dair Ortaçağ
kaynaklarını incelediklerini bildirdi.
Eravşar, bilimsel çalışmalar ışığında elde
edilen verileri derlediklerini belirterek,
şöyle devam etti:
"Bizden önceki heyet beş
farklı nokta belirlemiş. Görevi devralınca
önceki çalışmaları okuduk, gelinen noktada
yapılanları anlamaya çalıştık. 'Acaba neresi
olabilir' diye sorduk, kendi içimizde tartıştık.
Aslında Ortaçağ kaynakları açık şekilde şunu
söylüyor; 'Sultan Alparslan bir Cuma Camii'ne
defnedildi. Dönemin kaynakları Sultan'ın
cenazesinin Merv'e getirilip, Cuma Camii'ne
defnedildiğini gösteriyor. Bu bilgiden
hareketle bizim yaklaşımımız şu oldu; 'Acaba
hangi Cuma Camisi'nde mevta bulunuyor? Çünkü
Merv'de üç tane Cuma Cami'si olduğu biliniyor.
Bunlardan birisi Beni Mahan Cuma Camisi, diğeri
Mescid-i Atik ve bir diğeri de Macan Cuma
Cami'sidir."
İKİ FUTBOL SAHASI ALANDA ARANIYOR
Prof.Dr. Eravşar,
Selçukluların Merv'i fethettiğinde Gavur
Kale ve Beni Mahan Cuma Camisi'nin bulunduğu
bölgenin terk edildiğini ifade ederek,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"1992-2001 yıllarında İngilizler kazı çalışması
yapmış. Onların topladıkları bilgilere göre
Gavur Kale'nin sadece sanatkarların yerleştiği
iskan olmadığını anlıyoruz. Bu bilgiler Beni
Mahan Cuma Camisi'nin 10. yüzyılda
kullanılmadığını, terk edildiğini gösteriyor.
Türkmen bilim adamı Tirkeş Hocaniyazov, kazı
araştırmaları yapmış ve Beni Mahan Camisi'nin
planını tam olarak kazılar sonucunda ortaya
koymuş. Bilinen bir yapı, türbe orada olsaydı,
Hocaniyazov bunu görürdü. Diğer cuma camisi
Mescid-i Atik (Köhne Mescid) yine aynı
nedenlerle 10. yüzyılın başında terk edilmiş.
Geriye bir tek cami kalıyor o da Macan Cuma
Cami'sidir. Bu cami Merv'in merkezinde Sultan
Sencer Türbesi yakınında bulunuyordu. Moğol
istilası sırasında tahrip olmuş, Harzemşahlar
döneminde yeniden bazı bölümleri yapılmış. Bu
caminin sınırlarını belirlemek mümkün değildi.
Yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğünde bir
alanı kapladığını düşünüyoruz. Avlusu ile
oldukça büyük bir yapı."
RUS BİLİMADAMLARI DA ARAMIŞ
"Buraya ilişkin 19. yüzyılda Çarlık Rusya'sında
bilimler akademisinden Yukovski, Merv anıtları
hakkında araştırma yapıyor" diyen Eravşar,
şunları söyledi:
"O da 'Alparslan'ın mezarı neredeydi' diye
soruyor. O da bizim gittiğimiz yoldan giderek,
Sultan Alparslan'ın mezarının Macan Cuma
Camisi'nin içinde olduğunu belirtiyor.
bugün alanın üzeri toprakla kaplanmış,
değişik kümeler ve yığınlar var. Bölgede geçmiş
yıllarda Rusların yaptığı kazılarda ve Sultan
Sencer Türbesi'nde yapılan restorasyonlar
sırasında çok ciddi tahribatlar yapılmış.
Ayrıca burada yapılan araştırma ve çalışmaların
da düzenli bir kaydı tutulmamış. Elimizde
bunlarla ilgili herhangi bir bilgi bulunmuyor."
Eravşar, şu bilgileri verdi: "Alanın
içerisinde dört farklı nokta belirlendi. Türkmen
bilim adamlarının önerdikleri bölgeler de
vardı. Alanın güney doğu kısmında yoğunlaştık.
Çalışmalar sırasında bölgede bir önemli bir
Selçuklu yapısına ait olduğunu düşündüğümüz
çini ve mimari parçalar ele geçirildi. Bunların
içerisinde bir kitabe parçası var ki bu bizi
heyecanlandırdı. Ancak ne yazık ki kırılmış,
tahrip olmuş. İlerleyen yıllarda ve kazılarda
bu kitabenin diğer parçalarını bulursak, en
azından bu yapının mimari kimliği ve türbenin bu
yapının içerisinde nerede olduğu sorusu
cevaplanmış olur
Alparslan'ın türbesine çok yaklaştığımızı
söyleyebiliriz. Şu an için bunu söylemek zor.
Çalışmalara başladığımız ilk günden itibaren
doğru yerde olduğumuzu düşünüyoruz. Türbeyi
doğru yerde arıyoruz. Yanlış bir yerde
olduğumuzu düşündürecek bugüne kadar herhangi
bir bilgiyle karşılaşmadık. Çalışmalarda
caminin zemin döşemelerini bulduk. dolayısıyla
caminin içerisindeyiz ama neresindeyiz? Bu iki
futbol sahası büyüklüğündeki alanda türbenin
yerini konumlandırmanız gerekiyor. Ayrıca
alanın üzerinde yer yer 12 metre yüksekliğinde
toprak tabaka var. Bu şunu gösteriyor, bu yapı
çok derinlerde. Öncelikli hedefimiz türbeyi
bulmak. Camiyi bulduk ve buranın belirli
yerlerindeyiz. Türbe nerede diye soruyu sorup
belirli ipuçlarını arıyoruz."
Kazı Eş Başkanı Prof. Haşim Karpuz ise "Bizim
ortaya koyduğumuz bulgular bize yön verecek
bilgilere sahip. 2015'te en azından türbeye
ilişkin yeni bilgi ve bulgulara ulaşacağımızı
umut ediyoruz." diye konuştu.
Milliyet, 05.04.2015
|

DAEŞ, tarihi kenti yıktı. DAEŞ, Dünya Mirası
listesinde yer alan Hatra antik kentinde bulunan
yapıları yıktığını gösteren bir video yayınladı.
Daha önce birçok tarihi eseri ve kültür mirasını
yok eden DAEŞ, Irak'ta bulunan ve Birleşmiş
Milletler Dünya Mirası listesinde yer alan antik
kent Hatra'yı yıktığını gösteren bir video
yayınladı.
Videoda, kentteki yapıların balyozlarla yıkıldığı ve
silahlarla tarandığı görülüyor.
Hatra, 1987'de UNESCO'nun dünya mirası listesine
alınmıştı. UNESCO dünya mirası listesinde olan Hatra
2 bin yıl önce Pers İmparatorluğu zamanında kuruldu.
Kentte 163 gözetim kulesi ve çok sayıda hamam
bulunuyor.
Wılceş, Sentruk, Abdsima ve Sentruk Darham
isimlerinde dört Hristiyan kralın hüküm sürdüğü
Hatra kenti, Musul'un 110 kilometre güney batısında
yer alıyor.
Kentte Asur medeniyetinden kalma, MÖ üçüncü
yüzyıla kadar uzanan tarihi kalıntıların bulunduğu
belirtiliyor. Hatra, arkeolojik önemi bakımından
Suriye'deki Palmira ve Lübnan'daki Baalbek
kentleriyle kıyaslanıyor.

Sabah, 05.04.2015
|
SELİMİYE CAMİİ 24 SAAT ZİYARETÇİLERE AÇIK OLACAK

Edirne'de bulunan tarihi Selimiye Camii, bundan
sonra Kabe gibi 24 saat boyunca ziyaretçilere açık
olacak. Müftü Emrullah Üzüm, üç haftadan bu yana
camiyi 24 saat ziyaretçilere açık tutmaya
başladıklarını söyledi.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan
Mimar Sinan'ın ustalık eseri Selimiye'yi, her
yıl yüzbinlerce insan ziyaret ediyor. 540 yıllık
tarihi geçmişi bulunan cami, sahip olduğu estetik
mimari yapısıyla yıl boyunca ziyaretçi akınına
uğruyor. Özellikte Ramazan ayında, önemli gün ve
gecelerde dolup taşan camiyi görmek isteyen insanlar
kilometrelerce yol kat ediyor. Yaz döneminde ise
Türkiye'ye akın eden gurbetçiler, Selimiye'yi
ziyaret ettikten sonra yollarına devam ediyor. Ancak
güvenlik nedeniyle asırlık caminin kapıları yatsıdan
sonra cemaat ve ziyaretçilere kapanıyordu. Yatsıdan
sonra gelen insanlar, camiyi ancak dışarıdan
görebiliyordu. Camide namaz kılmak isteyen insanlar
ise ancak kapı önlerinde ibadet yapabiliyordu.
Muhteşem Selimiye'nin 24 saat boyunca
ziyaretçilere açık tutulması için çalışma
başlatıldı. Özel güvenlik sayısının artırılması ve
güvenlik tedbirlerinin alınmasından sonra cami gün
boyu ziyaretçilere açık hale getirildi.
Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm, yaptığı
açıklamada, üç haftadan bu yana camiyi 24 saat
ziyaretçilere açık tutmaya başladıklarını söyledi.
Gelen ziyaretçilerin, yatsıdan sonra dışarıda, kapı
önlerinde namaz kılmalarının üzücü bir durum
olduğunu ifade eden Üzüm, "Bundan çok olumlu geri
dönüşler aldık. Şu an itibariyle gelen gruplar
olabilir, hatta gece yarısı gelenler olabilir."
dedi.
Selimiye'nin, ziyaret amacıyla seyahat edilen
camilerden biri olduğunu belirten İl Müftüsü Üzüm,
"Selimiye, mimari olarak camilerin zirvesidir.
Selimiye Camii üzerinde estetik ve mimari açıdan
daha yukarıda bir cami yok dünyada. Dolayısıyla bu,
Edirne için çok büyük bir fırsat, şans ve değerdir.
Bundan sonraki zamanlar Beytullah her zaman 24 saat
açık ise Selimiye Camii de her vakitte çocukların,
gençlerin, ailelerin ziyaret ettiği bir cami haline
gelecek. Gece de açık kalmasıyla çok önemli bir
ziyaret mekanı olacaktır. Bu, Edirnemiz için
hakikaten çok önemliydi." diye konuştu.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 05.04.2015
|
SUR-U SULTANİ'YE ÜÇ AŞAMALI RESTORASYON

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı'nı
çevreleyen tarihi surların restore edilmesi için
çalışma başlattı. Yaklaşık 4 kilometre uzunluğundaki
surlar 3 etapta projelendirilecek. 3 etabın da devam
eden proje çalışmasının haziran ayında tamamlanması
hedefleniyor. Projelerin Koruma Bölge Kurulu
tarafından onaylanmasının ardından yaklaşık 4
kilometre uzunluğundaki Sur-u Sultani'nin
restorasyonu gerçekleştirilecek. Restorasyon
çalışmasıyla, Topkapı Sarayı'nı barındıran surların
da eski ihtişamına kavuşması sağlanacak.
FATİH YAPTIRMIŞTI
Fatih Sultan Mehmet, 1453'te İstanbul'u fethedince,
yarımada ucunu bir üçgen şekline sokan "Sur-u
Sultani" surlarını yaptırdı. Surlar 28 kule ile
desteklenmiş olup, Demir Kapı, Bab-ı Hümayun, Otluk
Kapı olarak adlandırılan 3 büyük kapı ve 3 küçük
kapı ile 70 hektar büyüklüğündeki saray alanına
giriş sağlanmıştı.
Sabah, 05.04.2015
|
GAP TURİZMİNE KÜLTÜR ŞOKU!

Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan
GAP Eylem Planı’nda turizm ile ilgili yapılan
çalışmalar tamamlandı. Bölgenin turizminin harekete
geçirilmesi hedeflenirken yapılacak Süryani Kilisesi
ile 300 bin Süryaninin bölgeye gelmesi hedefleniyor.
Gerek istihdam gerekse turizm gelir artışını
sağlayacak yenilikçi projeleri hayata geçirmeyi
amaçlayan master plan “Turabdin Kültür Haftası”nı da
içine alıyor. GAP bölgesinde yer alan “Hah (Anıtlı)
Kilisesi”, “Mor Evgin Manastırı” ve “Mor Kiryakus
Manastırı”nın restore edilerek ziyarete açılması
planlanıyor.
Kültürel ve inanç zenginliği Turabdin olarak
adlandırılan bölgede ön plana çıkıyor. Buradaki
kilise ve manastırların birçoğu halen günümüzde de
kullanılıyor.
İnanç parkı geliyor
İlk tapınak Göbeklitepe, Nuh’un gemisiyle anılan
Cudi Dağı, Hz. Nuh Peygamber’in Türbesi’nin
bulunduğu
Cizre,
Hz. İsa’nın oniki havarisinden biri olan
Yohanna’nın yaşadığına ve
İncil kopyalarını sakladığına inanılan Rumkale,
Deyrul Zafaran ve Deyrul Umur Manastırları iç içe
geçmiş yaşamların ve inançların örneklerini
oluşturuyor.
GAP Bölgesi Turizm Master Planı’nda ayrıca, kültürel
ve dinsel çeşitliliğinin bütüncül bir yaklaşımla ele
almayı hedefleyen, “Nusaybin İnanç Parkı Projesi”
düşünülüyor.
Milliyet, Haber: Kıvanç El, 05.04.2015
|
TARİHİ BADA KÖPRÜSÜ RESTORE EDİLİYOR
Beyşehir
İlçesi'nde, Konya
Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından
korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil
edilen tarihi Bada Köprüsü restore ediliyor.
İlçeye bağlı Bayavşar Mahallesi sınırları
içerisinde yer alan Osmanlılar döneminden
kalan tarihi köprü, bir süre önce can ve mal
güvenliği açısından büyük tehlike arz etmesi
nedeniyle araç trafiğine kapatılmıştı. Araç
trafiğine kapatıldıktan sonra oluşan hasarların
giderilmesi için restore edilmesine karar verilen
Bada Köprüsü ile ilgili Karayolları 3. Bölge
Müdürlüğü tarafından çalışma başlatıldı.
Karayolları tarafından ihaleye çıkarıldıktan
sonra işi üstlenen firma tarafından başlatılan
restore çalışmalarının bitme aşamasına geldiği
belirtildi. Ulaşıma kapatılan tarihi köprünün
paralelinde uzanan servis yolundan trafik akışı
sağlanmaya başlanırken, geçtiğimiz yıl başlanan
restore çalışmaları son aşamaya geldi.
200
takvim günü içerisinde bitirilmesi beklenen
tarihi köprünün tamamlanmasının ardından yeniden
araç trafiğine açılması bekleniyor.
Radikal, 04.04.2015
|
NARMANLI HAN İŞTE BU HALDE!

Beyoğlu Kent Savunması’nın talep ettiği gibi
bunca yaşanmışlıktan sonra eskinin korunduğu,
müzelerle, dükkanlarla dolu bir kamusal alan mı?
Yoksa otel veya AVM’ye dönüştürmeyeceklerinin sözünü
veren Mimar Sinan Genim’in “yedi dükkan, iki
restoran” diye formüle ettiği biçimde restore
edilmiş bir bina mı?
184 yaşındaki Narmanlı Han’ın geleceği henüz
netleşmiş değil. Genim’in restitüsyon projesi
Anıtlar Kurulu’ndan geçmiş durumda. Restorasyon
projesi içinse hazırlık aşaması sürüyor. Bu arada
Beyoğlu Kent Savunması da projeye itiraz etmeyi,
Han’ın önünde eylemler düzenlemeyi sürdürüyor.
Yaklaşık olarak 15 yıldır kapalı durumda olan
Narmanlı Han 1831 yılında Rus Büyükelçiliği binası
olarak hizmete açılmış. 1880 yılında büyükelçilik
birimleri şimdiki Rus Konsolosluğu’na taşınınca bina
1914’e kadar Rus hapishanesi olarak kullanılmış. O
tarihten sonra da Rus Ticaret Ofisi’ne
dönüştürülmüş. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra bir
müddet boş kalan bina, Beyaz Ruslar’ın İstanbul’a
akın etmesiyle yeniden canlanmış ama Ruslar 1933
yılında binayı satmaya karar vermiş. Bu güzel binayı
19. Yüzyılın ortalarından itibaren Erzurum’da deri
ticaretiyle uğraşan ve daha sonra İstanbul’a taşınan
Narmanlı ailesi satın almış.
SANATÇI ODALARI
Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler sanatsever
insanlarmış. Ticaret hayatında çok iyi paralar
kazanan bu iki kardeş Narmanlı Han’ın az sayıdaki
dükkanını ticaret erbabına kiralamış ama kalanını
çok ucuz bedellerle sanatçılara vermeyi tercih
etmiş. Ahmet Hamdi Tanpınar, Aliye Berger, Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Firsek Karol, Neş’et Atay gibi
sanatçı ve yazarlar uzun yıllar burada ikamet etmiş.
Ermeni cemaatinin en eski gazetelerinden biri olan
Jamanak’ın ofisi de tam 60 yıl boyunca bu handaymış.
İstanbul’un ilk konfeksiyoncularından biri olan
Antoine Visconti’nin mağazası da Narmanlı’nın
dükkanlarından birinde yer alıyormuş. İşte tüm bu
sebeplerden dolayı bu esere 1933 yılından itibaren
Narmanlı Yurdu adı verilmiş. Çünkü olanakları
kısıtlı olan sanatçıların yurdu olmuş bu han.
1970’lerden itibaren Beyoğlu alt üst oldu.
Galatasaray’ı var eden Levantenler ve Rumlar 1955’te
uğradıkları gerici yağmalardan ve saldırılardan
itibaren semti ve ülkeyi terk etmeye başladı.
Tarlabaşı ve Beyoğlu’nun ar- Rus Konsolosluğu’na
taşınınca bina 1914’e kadar Rus hapishanesi olarak
kullanılmış. O tarihten sonra da Rus Ticaret
Ofisi’ne dönüştürülmüş. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra
bir müddet boş kalan bina, Beyaz Ruslar’ın
İstanbul’a akın etmesiyle yeniden canlanmış ama
Ruslar 1933 yılında binayı satmaya karar vermiş. Bu
güzel binayı 19. Yüzyılın ortalarından itibaren
Erzurum’da deri ticaretiyle uğraşan ve daha sonra
İstanbul’a taşınan Narmanlı ailesi satın almış.
sanatçı ODALARI Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler
sanatsever insanlarmış. Ticaret hayatında çok iyi
paralar kazanan bu iki kardeş Narmanlı Han’ın az
sayıdaki dükkanını ticaret erbabına kiralamış ama
kalanını çok ucuz bedellerle sanatçılara vermeyi
tercih etmiş. Ahmet Hamdi ka sokakları kocaman bir
bataklığa dönüştü. Sanatçılar semtten uzaklaştı.
Binalar metruk hale geldi. Sokaklar eski neşesini
kaybetti.
1980’lerin sonundan itibaren semt yeniden
hareketlendi ama Narmanlı Yurdu’ndaki sanatçılar
çoktan çekip gitmişlerdi. Onların boşalttığı yerlere
tüccarlar yerleşmiş, avlunun ortasındaki binaya ise
bir noter taşınmış, han ıssızlaşmıştı.
Ama yine de güzeldi. Hanın kapısından
girdiğinizde İstanbul’un curcunasından kurtulur,
avluda oturup çay kahve içerdiniz. Mevsiminde
akasyalar açardı bahçede, mor salkımlar sarkardı
pergolalardan. Ama yeni tüccarlar kendi ihtiyacına
göre binalara eklemeler yapmaya başlamıştı. Narmanlı
ailesi de adeta küsmüştü bu eski yurtlarına.
HAN KAPANIYOR
1990’larda Beyoğlu yeniden hayat bulmaya
başlayınca Narmanlı ailesi hanı restore edip yeni
bir fonksiyon vermeye karar verdi. Restorasyon
projesini Mimar Halil Onur yaptı. O devirlerde eski
yapıların üstüne cam cepheli beton eklemeler
yapılmasına izin veriliyordu. Onur’un yaptığı
projede böyle üç kat vardı. Ve tabii çok kötüydü. Bu
projeye göre hanın altı oyulacak ve ortaya çıkan
alana bir de otopark koyulacaktı. Anıtlar Kurulu
projeyi onaylamıştı. Ben de bu projeyi o dönem
çalıştığım gazetede haberleştirmiştim. Mimarlar
Odası devreye girdi ve dava açarak projeyi iptal
ettirdi.
SON PROJEDE DURUM
O günden sonra han tamamen kapandı. 2013’ün
aralık ayında Narmanlı Yurdu, Tekin Esen ve Mehmet
Erkul’a satıldı. Yeni sahipleri restorasyon
projesini Dr. Mimar Sinan Genim’e yaptırdı. Daha
önce Pera Müzesi, Galatasaray Postanesi gibi
Beyoğlu’ndaki ve Demre’deki Noel Baba Müzesi’nde de
imzası olan Genim’in Narmanlı projesinde iptal
edilen projeye göre bir takım farklılıklar var.
Örneğin o projede otopark alanı bulunmuyor.
Ekstra kat çıkılması öngörülmüyor. Hanın mümkün
olduğu kadar aslına sadık kalınarak restore
edileceği iddia ediliyor. Yedi dükkanın yanı sıra,
bir restoran ve bir kafenin hizmete açılması
planlanıyor. Binanın ortasında yer alan ve 1914’te
yok edilen havuz yeniden ortaya çıkarılıyor. Yıllar
içerisinde eserin içine yapılan bazı eklerin
temizlenmesi hedefleniyor.
Sinan Genim proje kapsamında bahçenin bazı
ağaçlardan arındırılması gerekebileceğini söylüyor.
Buna karşılık mor salkımların korunacağını
belirtiyor.
Bedri Rahmi’nin atölyesinin girişinde bir balık
figürü olduğunu ve bu mozaik eserin 1980’lerde
kaybolduğunu belirten Genim, bu figürün yeniden
yaptırılarak yerine monte edileceğini ifade ediyor.
Genim projesine itiraz edenlerin başında yer alan
Beyoğlu Kent Savunması’nın temel tezi projeyle
Narmanlı Han’ın da soylulaşmaya maruz bırakılacağı
ve Beyoğlu sakinlerinin girip çıktıkları bir yer
olmaktan çıkacağı şeklinde.
KENT SAVUNMASI NE İSTİYOR?
Beyoğlu Kent Savunması’ndan avukat Eren Can
tarihi yapısı ve içinde yaşamış insanların yarattığı
değerle Han’ın bir kültürel miras olduğunu, bu
nedenle kamusal bir varlık olarak değerlendirilmesi
gerektiğini belirtiyor. Can, Narmanlı Han’ın sadece
ön tarafının 1. derece, arka tarafların ise 2.
dereceden tarihi eser statüsünde olduğunu belirterek
‘Sadece İstiklal Caddesi’ne bakan kısımları olduğu
gibi bırakıp arka taraflarda büyüme planları var’
diyor. Yeni projede de arka kısımların yıkılmak
istendiğini öne sürüyor. Eren Can, Han’ın insanların
içerisinde vakit geçirebileceği şekilde restore
edilmesini, Bedri Rahmi, Ahmet Hamdi gibi isimlerin
yaşadığı odaların müzeye çevrilmesini talep ediyor.
Beyoğlu Kent Savunması bu taleplerini dile getirmek
amacıyla hafta içerisinde, 4 Nisan saat 15.00’te
(yani dün) Han’ın önünde toplanmak üzere çağrı
yaptı. Sokak ekinin baskı zamanlamasından dolayı
eyleme sayfalarımızda yer veremiyoruz.
DÜKKANLARDAN BİRİ ANI MÜZESİ OLACAK
Projeye göre dükkanlardan biri anı müzesi gibi
olacak. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin ilk
baskıları, burada yazdığı eserlerin el yazısı
kopyaları ve yazarın o dönemine ilişkin fotoğrafları
yer alacak. Ayrıca başta Bedri Rahmi olmak üzere
Narmanlı Yurdu’nda yaşamış olan diğer sanatçı ve
yazarların da fotoğrafları, notları, eserlerinin
örnekleri bu müzede sergilenecek.
BİR TANPINAR ANISI
Tatyana Moran’ın 2000 yılında İletişim
Yayınları’ndan çıkan “Dün Bugün” adlı kitabında eski
Narmanlı günleri şöyle anlatılıyor:
“Ankara’dan döndükten sonra Hamdi (Ahmet Hamdi
Tanpınar) profesör olarak Edebiyat Fakültesi’ne
girdi. Aynı zamanda da Güzel Sanatlar’da ders
veriyordu. Mali durumu biraz düzelmişti. Bana artık
ablasının evinde kalmak istemediğini, ayrılıp
taşınmak istediğini söyledi. Aklıma derhal bizim
Narmanlı Yurdu’nda, giriş katında küçük bir daire
geldi; bir büyük oda, mutfak ve banyodan ibaretti.
Ucuza vereceklerdi. Teklif ettim. Hamdi çok sevindi.
Derhal tuttu ve taşındı. Perde olarak camlara
gazeteler yapıştırdı, bir-iki tabak, bardak satın
alındı.
Hamdi bir gün hasta oldu. Bizim hizmetçi Melahat
aşağı inip, ‘Hamdi Bey nedir o eski yorgan, o sizi
ısıtmıyor, perdeleriniz de yok, niye böyle
oturuyorsunuz?’ diye sormuş.
“Param yok” demiş Hamdi. “Bunları size taksitle
yaptırırım” demiş Melahat ve yaptırdı da.
Bu daire her akşam dolup taşıyordu; Bedri Rahmi,
karısı, kızkardeşi Mualla (şimdi Anhegger’in
karısı), Selahattin Eyüboğlu, ressam Zeki Faik İzer,
Mehmet Ali Cimcoz ve karısı Adalet… Türküler
söylenir, yenilip içilirdi.”
Bir zamanlar işte böyle bir yermiş Narmanlı
Yurdu…
Cumhuriyet, Haber: Ersin Kalkan, 04.04.2015
******
NARMANLI HAN'IN ÖZEL MÜLKİYETLE İMTİHANI BİTMİYOR

Beyoğlu’nun en kadim binalarından biri olan
Narmanlı Han’ın önünden geçenler, bu sıralar binayı
çepeçevre iskeleyle, kilitli demir kapısıyla ve
‘özel mülktür, girmek tehlikeli ve yasaktır’
yazısıyla karşılaşıyor. Han, Ocak 2014’te 57 milyon
dolar karşılığında yeni sahipleri Mehmet Erkul ve
Tekin Esen’e satıldı. Cephesi 1. sınıf, diğer
kısımları 2. sınıf tarihi eser olan hanın
duvarlarından, Anıtlar Kurulu'ndan izin alınmadan
örnek alındı, hanın girişi ve avlusunu ayıran kemere
yine izinsiz olarak kaynakla demir bir kapı monte
edildi. Cepheye kurulan iskele ve duvarlardan alınan
örneklerin usulsüz olduğu gerekçesiyle Koruma Kurulu
suç duyurusunda bulundu. Savcılık henüz soruşturma
açmış değil.
“Kamunun yapması gerekeni yapıyoruz”
Narmanlı Han’ın kültürel miras olarak korunması
ve kamusal alan işlevini geri kazanması için
mücadele eden Beyoğlu Kent Savunması, geçen
cumartesi (4 Nisan) bir kere daha Narmanlı Han
önünde eylemdeydi. Ellerinde “Narmanlı Han’ın
kedileriyiz”, “Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
desenleriyiz”, “Ne içindeyiz Narmanlı’nın ne
büsbütün dışında” yazılı pankartlar taşıyan
topluluk, hanın sermaye çıkarlarına teslim
edilmesini eleştirdi.
Agos’a konuşan Beyoğlu Kent Savunması’ndan avukat
Eren Can, hanın ortak kültür mirası olmasından
dolayı özel mülkiyet tasarrufuna bırakılamayacağını
belirtiyor; “Kamunun yapması gerekeni yaparak burayı
korumaya çalışıyoruz. Beyoğlu köşe bucak değişiyor.
Buradaki mücadeleden sonuç elde edersek iştahı
kabaran diğer insanlara da bir ders olacak diye
düşünüyorum.”
“Kapı yapmak için kurula mı sorulur?”
Projenin mimarı olan Sinan Genim ise gelen
eleştiriler ve Koruma Kurulu’nun suç duyurusu
konusunda pek endişeli değil. Agos’a konuşan Genim,
“Abuk subuk bir karar” diyor; “İskeleyi taşlar
düşüyor diye koydular; can güvenliğini sağlamak için
kuruldan izin almaya gerek yok. Tinerciler de kapıyı
kırmıştı, avluya it kopuk geliyordu, kapı yapmak
için kurula mı sorulur?”
Yedi dükkan ve iki restorandan müteşekkil proje
için avluya, eskiden var olduğu söylenen süs havuzu
tekrar eklenecek; sığınak ve yangın merdiveni
yapılacak; ‘çürüdüğü ve tehlike arz ettiği’
gerekçesiyle iki ağaç dışındaki tüm ağaçlar
sökülecek. Restorasyon projesi 15 güne kadar teslim
edilecek olan projenin, avlunun kamusal alan
fonksiyonunu yok edeceği eleştirilerine Genim’in
verdiği cevap şöyle: “Özel bir mülk nasıl kamusal
alan olur? Bahçesine girer, dükkkandan alışveriş
eder, lokantasında yemek yersiniz. Sanat galerisi,
kitabevi yapmayı düşünüyoruz; ama piyasa koşulları
da ne gerektirirse o olacak.”
Ermenistan Cumhuriyet Başkonsolosluğu da
oradaydı
İstanbul’un simgelerinden Narmanlı Han’ın
tarihiyle ilgili çok az bilgi bulunuyor. Hanın 20.
yüzyılın başında Rus konsolosluğu olduğu ve Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi
sanatçılara yurt olduğu Narmanlı kardeşler dönemi
daha çok bilinmekle birlikte, mimarı ve yapılış
tarihiyle ilgili dahi kesin bir kaynak yok. Beyoğlu
Kent Savunması’ndan gazeteci Elif İnce, arşivlerde
şu ana kadar yaptığı araştırmalarda ne yapılış
tarihi olarak gösterilen 1831 yılına, ne de
mimarının Fosatti kardeşler olduğuna dair bir
bilgiye ulaşamadığını belirtiyor.
Yervant Gobelyan, 11 Ekim 1996 tarihli Agos
sayısında hanın pek de bilinmeyen bir yönünü
yazmıştı: “…Bina, büyük trafik keşmekeşinin
yaşandığı en gürültülü saatlerinde bile
bahçesinde huzur bulabileceğiniz, mürver, söğüt,
leylak ağaçlarının, asmaların dallarını
sarkıttıkları huzur dolu bir bahçe. İlkbaharın ve
yazın değişik özellikleri ile ağaç ve çiçeklerin
kokularını yaydığı bir mekan. Bugünkü özelliği ise
sadece Ermenice en eski gazetesi Jamanak var burada
tarihi yaşatan, o da bugün 88 yaşında, yeni bir
yüzyıla doğru, yorgun-argın tırmanmasını
sürdürüyor...
İşte bu binanın karşısına geçip de,
bir ara İsveç Konsolosluğu’nun bahçe duvarının
önünde kemerli girişe doğru bakacak olursanız,
cephedeki odaları birbirinden ayıran geniş sütunlar
arasındaki orta yazıhanelerden yan yana birkaçında,
1918-1920 yılları arasında Birinci Ermenistan
Cumhuriyeti’nin İstanbul Başkonsolosluğu vardı. O
yıllarda başkent İstanbul’du. 1920’li yıllarda
dünyanın hemen her tarafında büyük değişikliklere
neden olan olaylar, burayı da ömrü çok kısa süren
bir bağımsız cumhuriyetin temsilciliği olarak
tarihin sayfalarının bir köşesine yazdı.”
Agos, Haber: Gözde Kazaz, 09.04.2015
|
ŞAR ANTİK KENTİ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

Adana'nın Tufanbeyli
İlçesi'ne yaklaşık 20
kilometre uzaklıkta bulunan ve ''Kilikya Komanası''
diye anılan Şar antik kentindeki restorasyon ve
bakım çalışmaları tamamlandı.
Adana Valisi Mustafa Büyük, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Adana'nın birçok medeniyete ev sahipliği
yaptığını söyledi.
Uygarlıkların izlerine çeşitli bölgelerde
rastlanıldığını ve günümüze kadar ayakta kalabilen
mevcut yapıların adeta
zaman yolculuğuna götürdüğünü ifade eden Büyük,
il genelinde çeşitli uygarlıklara ait toplam 65
büyük boyutlu sit alanı bulunduğunu belirtti.
Büyük,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın destekleriyle, kaleler ve
ören yerlerinde başlatılan kazı ve restorasyon
çalışmalarının büyük bir hızla ilerlediğini
vurguladı.
Tufanbeyli'de bulunan Şar Örenyeri ve Kırık
Kilise'deki restorasyon
çalışmalarının tamamlandığını ifade eden Vali Büyük,
konuşmasına şöyle devam etti:
''Adana'nın sahip olduğu tarihi değerlerin
yaşatılması ve geleceğe aktarılması amacıyla
çalışmalar devam ediyor. Bu kapsamda Şar Örenyeri
ve Kırık Kilise'de başlatılan bakım ve restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Şar antik kenti, kendi
elektriğini üreten güneş panelleriyle
ışıklandırıldı.''
- Şar Antik Kenti
Şar antik kenti, Kiznuwatna, Hitit, Roma, Bizans
ve Osmanlı dönemlerinde kullanılmış eski bir
yerleşim yeri. Kiznuwatna ve Hitit döneminde önemli bir dini
merkez olan antik kentten özellikle Roma dönemine
ait eserler ayakta kalmış. Amfi tiyatro, Bizans
kilisesi, ana tanrıçaya adanmış mabedin 6 metre
yükseklik ve 3 metre genişliğindeki anıtsal kapısı
olan Alakapı, önemli tarihi kalıntılar arasında. Köylülerin yaşadığı antik kentte, ayrıca içinde
bir Roma senatörüne ait mezar bulunan Kırık
Kilise'de bulunuyor.
Radikal, 04.04.2015
|
205 YILLIK AŞIRI VERGİ ŞİKAYETİ BELGESİ

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından
düzenlenen, ilk Türk Amirali Kara Mürsel Alp'in ele
alındığı 'Kocaeli Tarihi' konulu sempozyum
kapsamında açılan sergideki bazı tarihi belgelerde,
bundan 205 yıl önce halkın haksız vergilerle
bezdirildiği ortaya çıktı. Belgelerde, İzmit'e
ticaret için getirilen arabalardan ve yüklerden
belirlenen vergiye kanaat edilmeyip fazla
para tahsil edildiği ve bu durumun önlenmesi
için de o dönemin kadısı ile Vali ve
başkan konumundaki mutasarrıfa talimat verildiği
anlatıldı.
Başiskele İlçesi sahilinde bulunan Wellborn
Luxury Otel’de dün başlayan ve
bugün de devam eden sempozyum nedeniyle İzmit
ile ilgili bazı belgeler de sergilendi. Osmanlıca
olan ve yanına gümünüz Türççesi ile açıklaması
yazılan bu belgeler arasında 29 Haziran 1810
tarihli belge dikkat çekti. Belgede o dönemde
İzmit'e araba ve hayvanlarla getirilen mahsullerden
'Bac-ı araba' adı altında belirli bir vergi
alındığı, ancak İzmit Mültezimi, yani o denemde
kendi namı hesabına vergi toplamaya yetkili kişi
olan Hasan Ağa'nın, belirlenen vergiye kanaat
etmeyip daha yüksek vergi talip ettiği anlatılıyor.
Belgede, 'İzmit fukaraları' olarak anılan ticaret
erbabı şikayetinin dikkate alındığı, bundan böyle
fazla vergi alınmasının önlenmesi için tek
yargılama mercii olan İzmit Kadısı ile, o tarihte
vali ve
belediye başkanı konumunda olan İzmit
Mutasarrıfına talimat verildiği belirtildi. Sergide
bunun dışında İzmit ile ilgili bazı tarihi belgeler
de bulunuyor.
Radikal, Haber: Murat Bağdiken, 04.04.2015
|
LALAPAŞA CAMİSİ İBADETE
KAPATILACAK

Erzurum’daki ilk Osmanlı camisi olan Lalapaşa
Camisi, restorasyon nedeniyle yaklaşık 1 yıl ibadete
kapatılacak. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
Lalapaşa camisinin restorasyonu yapılacak.
Restorasyon nedeniyle caminin yaklaşık 1 yıl ibadete
kapatılacağı Cuma namazında imam tarafından cemaate
duyuruldu. Restorasyonun tamamlanmasının ardından
caminin yeniden ibadete açılacağı belirtildi.
LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ
Erzurum’un merkezini oluşturan cami, Erzurum’daki
ilk Osmanlı camisi. Kitabesine göre 1562 yılında
Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Mimarbaşı
Koca Sinan’ın eserlerinin listesini veren
tezkirelere göre caminin mimarı Sinan’dır. Bir
hamam, muvakkıthane, şadırvan, sübyan mektebi gibi
ilavelerle cami zamanla bir külliyeye dönüşmüştür.
Mimar Sinan’ın İstanbul Şehzade Camisi’ndeki gibi
merkezi plan tipi ile inşa edilen cami, ortada dört
payeye oturan merkezi kubbeyi dört yandan
destekleyen yarım kubbeler, köşelerde de küçük
kubbelerle derli toplu bir bütünlük gösterir.
Caminin taç kapı çevresi 1870 yıllarında
yenilenmiştir. Cami içerisinde çini alınlıklardan
başka, halı, şamdan ve hat örnekleri bulunmaktadır.
Erzurum Gazetesi,
03.04.2015
|
MİMAR SİNAN HAKKINDAKİ EN KAPSAMLI SERGİ

Tüm zamanların en önemli mimari dehalarından olup
günümüzde kullanılan tanımlama ile tarihin ilk
“starchitect”(yıldız mimar)’larından biri olan,
yapıtlarıyla hem kendi dönemine hem de günümüz
mimarlığına ışık tutan Mimar Sinan hakkında bugüne
kadar düzenlenmiş en kapsamlı ve multi-teknolojik
sergi 9 Nisan’da MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve
Sanat Merkezi’nde kapılarını açıyor.
Mimarlık tarihimizin en önemli simgesi olan,
yaratıcı dehasıyla klasik Osmanlı mimarisinde
gerçekleştirdiği eşsiz yapıtlarını hem kültürümüze
hem de dünya mimarlık mirasına kazandıran Mimar
Sinan, ölümünün 427. Yılında “Mimar Sinan ve
Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisiyle
anılıyor. MSGSÜ, Mimar Sinan Araştırma ve Uygulama
Merkezi, MSGSܸ Mimarlık
Bölümü ve Allevents ortaklığında
düzenlenen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın
Şaheserleri” sergisi, 9 Nisan – 31 Mayıs 2015
tarihleri arasında İstanbul’daki MSGSÜ Tophane-i
Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde izlenebilecek.
Yaşamış olduğu 16.yüzyılda Osmanlı mimarisinin
altın çağına imza atan ve yapıtları UNESCO Dünya
Mirası kapsamında “İnsanoğlunun yaratıcı dehasının
şaheserleri” olarak nitelendirilen Mimar Sinan’ın
hayatının ve eserlerinin daha iyi anlaşılmasını
sağlamak ve tüm dünyada tanınırlığını artırmak
hedefiyle hazırlanan “Mimar Sinan ve Yaratıcı
Dehanın Şaheserleri Sergisi” 9 Nisan 2015 tarihinde
İstanbul’daki MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat
Merkezi’nde kapılarını açıyor.
Mimar Sinan hakkında bugüne kadar düzenlenmiş en
geniş kapsamlı sergi olarak nitelendirilen “Mimar
Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisinde,
usta mimarın tüm eserleri, çizimler ve maketler gibi
klasik tekniklerin yanı sıra, kullanıcı etkileşimini
de ön planda tutan aplikasyonlar streoskopik
sistemler, ‘augmented reality’ olarak nitelendirilen
‘arttırılmış gerçeklik’, video mapping ve 3D
animasyon teknolojileriyle MSGSÜ Tophane-i Amire
Kültür ve Sanat Merkezi’nde adeta yeniden
canlandırılacak.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, Mimar
Sinan Araştırma ve Uygulama Merkezi, MSGSÜ İç
Mimarlık Bölümü ve Allevents ortaklığında
düzenlenen, sergi tasarımı ise Tamirhane Mimarlık tarafından yapılan “Mimar Sinan
ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri”, Sinan’ın mimar,
şehirci, mühendis ve örgütleyici büyük bir usta olma
sürecindeki üstün mimari ve sanatsal dehasına zemin
hazırlayan dönemin sosyal, kültürel ve mimari
çehresini, dünyaya geldiği Kayseri’nin Ağırnas
Köyü'nden başlayarak tüm hayatını, Hassa Mimarlar
Ocağı’ndaki takım çalışmasını, eserlerinin yapım
aşamalarını ve gerçekleşmeyen projelerini
derinlemesine analiz ederek, tüm ziyaretçileri
etkisi altına alacak bir yaşam öyküsü ortaya
koyacak.
15. yüzyılda inşa edilen Tophane-i Amire binasının
toplam 2000 metrekarelik görkemli sergileme alanında
gerçekleştirilecek olan sergide, usta yaratıcının
tüm dünya mimarlarına esin kaynağı olan hayatı ve
eserleri şu başlıklar altında sergilenecek: Mimar
Sinan’ın doğduğu ve 21 yaşına kadar yaşadığı
bölgeyi ve dönemi ele alan “Ağırnas Çocukluk ve
Gençlik Dönemi”; 16. yüzyıl Osmanlı döneminin
ihtişamlı sanatının ve imparatorluğun kıtalara
yayılmasının Sinan’ın eserleri üzerindeki etkisini
inceleyen “16. Yüzyıl Osmanlı Dönemi ve Sanatı”;
Sinan’ın liderlik yaptığı takım çalışmasının
günümüz mimarlık stüdyoları ile
karşılaştırıldığı “Hassa Mimarlar Ocağı”; dini
yapılar, su dağıtım sistemleri ve köprüler gibi
eserlerin banilerinin yaşam ve bakış açısından ele
alınan detayları ile anlatıldığı “Binalar ve
Banileri”; Süleymaniye Kütüphanesi ve Topkapı
Sarayı Müzesi’nde bulunan Mimar Sinan’ın hayatı ve
eserlerine dair belgelerden oluşan “Envanterler
Bölümü” ile Süveyş Kanalı, Karadeniz-Marmara
Kanalı ve projesi yapılmış ama gerçekleşmemiş Haliç
Köprüsü gibi hayata geçmemiş işlerinin ele
alındığı “Gerçekleşmemiş Projeler”...
İstanbul’da ve tüm dünyada “Sinan
Zamanı”...
Yaklaşık 100 yıllık hayatı boyunca 400’e yakın
eseri bulunan Mimar Sinan’ın imparatorluk mimarisi
stilinin yansıtılacağı “Mimar Sinan ve Yaratıcı
Dehanın Şaheserleri” sergisinin iki ay süresince
ülkemizde gezilen en popüler sergi olması
bekleniyor.
Bugüne kadar gerçekleştirilen en kapsamlı Mimar
Sinan etkinliği olma özelliği taşıyacak olan sergide
kullanıcı etkileşimini ön planda tutan dokunmatik
ekranlar, akıllı telefon ve tabletlere özel
uygulamalar, ekran duvarlar, kiosk uygulamalar ve
2D-3D uygulamalarla desteklenen eserlerin tanıtımı,
görselliğin yanı sıra dönemin tarihi dokusuyla
ziyaretçileri içine alacak.
Sergideki en etkileyici görsel sunumlardan biri
de Tophane-i Amire binasının tek kubbeli bölümünde
gerçekleştirilecek olan video mapping uygulaması
olacak. Sinan’ın başyapıtları video mapping
yöntemiyle ve müzik eşliğinde Tophane-i Amire’deki
mevcut kubbede anımsatılacak.
Sergiyle paralel olarak düzenlenecek olan
konferanslar, konserler, turlar, firma lansmanları
ise organizasyonun diğer önemli ayakları olarak
sergiyi destekleyecek ve ‘İstanbul’da Sinan
zamanı’nın en etkili şekilde yaşatılmasını
sağlayacak.
Mimar Prof.Dr. Bülent özer, Tarihçi
Prof.Dr.
Cemal Kafadar, Mimar Prof.Dr. Demet Binan, Mimar
Prof.Dr. Doğan Kuban, Müzebilim Uzmanı Prof.Dr.
Fethiye Erbay, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Gülru
Necipoğlu, Tarihçi Prof.Dr. Haluk Dursun, Sanat
Tarihçisi Prof.Dr. Jale Nejdet Erzen, Mimar Prof.Dr.Reha Günay, Sanat Tarihçisi
Prof.Dr. Selçuk
Mülayim, Geleneksel Türk El Sanatları Uzmanı
Prof.Dr.Sitare Bakır Turan, Sanat Tarihçisi Prof.Dr.Semra Germaner, Mimar
Prof.Dr. Suphi Saatçi,
Mimar Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Sanat Tarihçisi
Doç. Dr. Nurcan Yazıcı, Mimar Cengiz Bektaş, Kitap
Tasarımcısı Ersu Pekin ile Arkeolog ve Kültür
Tarihçisi Nezih Başgelen’in yer aldığı danışma
kurulunun desteği ile projelendirilen “Mimar Sinan
ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri”
sergisinin Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nden
sonra, 2015 ve 2016 yılları boyunca Ankara, Bursa,
Kayseri, Eskişehir’in yanı sıra, uluslararası
platformlarda da dolaştırılarak, Avrupa, Amerika,
Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin önemli kentlerinde
izleyicilerle buluşturulması planlanıyor. Sergi
yurt içi ve yurt dışındaki dolaşımını tamamlandıktan
sonra tüm envanter ve materyalleri şu anda yapım
hazırlıkları devam eden MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma
Merkezi ve Müzesi’ne bağışlanacak.
Akşam, 03.04.2015
|
İZNİK GÖLÜ DİBİNDEKİ BAZİLİKA SU ALTI ARKEOLOJİ
MÜZESİ OLACAK
Bursa’nın İznik
İlçesi'nde göl dibinde bulunan
bazikila su altı
arkeolojik müzesine dönüştürülecek.
2014 yılının en önemli 10 keşfi arasında üçüncü
sırada yer alan İznik gölündeki bazilikanın turizme
açılması konusunda ilk adım atıldı. Bazilika’nın
turizme kazandırılması için çalışmalar başladı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı onaylı projenin sponsoru Bursa
Büyükşehir Belediyesi olacak. Orcan Gemi Kurtarma ve
Deniz İnşaat ile Geomarine Kara ve Deniz Araştırma
Şirketi’nden oluşan ekip su altındaki bazilikayı
inceliyor.
Orcan Deniz İnşaat’ın yöneticisi, uzak deniz kaptanı
ve dalgıç olan Tuğrul Orcan, "Bu çalışma Bursa
Büyükşehir Belediyesi’nin desteklediği bir proje.
Bazilikanın ortaya çıkarılması için buradayız.
Şimdilik bir ön çalışma yapıyoruz. Projelendirilmesi
ileriki safhada olacak. Bazilikanın bulunduğu
bölgede başka bir arkeolojik kalıntı var mı onu da
değerlendiriyoruz. Bazilikanın olduğu bölgenin
sismik değerleri ve batimetresini ölçerek rölevesi
ortaya çıkarılacak" dedi.
Geomarine şirketinden Jeoloji Yüksek Mühendisi Çağan
Tunç ise, "Yürütülecek geniş çaplı arkeolojik
çalışmalardan evvel hidrografik ve oşinografik
parametreleri yani derinlik haritasını ortaya
çıkaracağız. Bir kaç gün sürecek olan yüzey
taramasında sonar ölçümlemeleri yapacağız. Geniş bir
alanda tarama yapıyoruz. Bunun nedeni ise başka
arkeolojik bulguların olup olmadığıdır. Şu ana kadar
bazilikanın çevresinde eskiden kalma kayaçlar
mevcut. Bunlar incelendikten sonra ne olduklarına
karar verilecek" dedi.
İznik gölünün 20 metre açığında 1.5- 2 metre
derinlikte bulunan ve 1600 yıl önce Aziz
Neophytos’un adına inşa edilen bazilika,
Amerika Arkeoloji Enstitüsü (Archaeological
Institute of America) tarafından ’2014 yılının en
önemli 10 keşfi’ arasında gösterilmişti.
Milliyet, 03.04.2015
|
400 YILLIK MESCİT İBADETE AÇILDI

Bitlis’te ilk olarak 1589 yılında yaptırılan ve
zamana yenik düşen 426 yıllık Şemsiye Mescidi,
aslına uygun olarak restore edilerek ibadete açıldı.
Şemseddin Han’ın oğlu olan Şerefhan tarafından
1589 yılında yaptırıldığı tahmin edilen Şemsiye
Mescidi, 370 bin TL’ye yeniden onarılarak ibadete
kazandırıldı. Zamana yenik düşen dört asırlık
mescidin 2012 yılında restorasyonuna başlanılarak
yeniden açıldı. Şerefiye Meydan Vakfı’na ait olan
arazi üzerinde bulunan Şemsiye Mescidi, vakfın
mütevellisi olan Şerefhan’ın oğlu tarafından
onarıldığını ifade eden Vakıflar Bölge Müdürü Sait
Sancar, “Müftülüğümüz tarafından atanan imamla
birlikte mescidimiz ibadete açılmıştır. Yaklaşık 150
kişilik olan bu mescidimiz tarihe uygun olarak
restore edilmiştir” diye konuştu.
Bitlis’in kendisi için kadim bir şehir olduğunu
ifade eden Sancar, “Bitlis benim için tarihiyle,
kültürüyle çok kadim bir şehirdir. Buraya ilk
geldiğim zaman tedirginlikler yaşadım. Fakat şimdi
ise Bitlis’te ayrılmayı istemiyorum. Bu tür
eserlerin ilimize kazandırıldığını görmek beni daha
da mutlu ediyor” dedi.
Akşam, 03.04.2015
|
AİZANOİ'DE SANAL GEZİNTİ

Kütahya'nın Çavdarhisar
İlçesi'nde yer alan
yaklaşık 5 bin yıllık geçmişe sahip Aizanoi antik
kentine gidemeyenler, başta dünyanın en iyi
korunmuş örneklerinden biri olan Zeus Tapınağı olmak
üzere birçok yapıyı, 360 derecelik açılara sahip
fotoğraflarla sanal ortamda gezebiliyor.
Avrupalı
gezginlerce keşfedildiği 1824'ten bu yana çeşitli
dönemlerde gün ışığına çıkarılan yapılarla "İkinci
Efes" diye nitelenen Aizanoi'de en iyi korunmuş
örneklerinden biri olan Zeus Tapınağı, 20 bin kişi
kapasiteli tiyatro ve bitişiğinde 13 bin 500 kişilik
stadyum gibi bir çok yapı, gün ışığına çıkarıldı.
Çavdarhisar Kaymakamlığı, 360'ar derecelik 69
fotoğraftan oluşan "sanal gezinti" imkanı sağladı.
Antik kentteki tüm yapılar, Kaymakamlığın
oluşturduğu "www.aizanoi.com" web sitesinde sanal
olarak gezilebiliyor.
Sabah, 03.04.2015
|
TEMEL KAZISINDAN TARİHİ YAPI KALINTILARI BULUNDU
Lüleburgaz İlçesi'ndeki
inşaat temel kazısında, tarihi yapı kalıntıları
bulundu.
Alınan bilgiye göre, Kocasinan Mahallesi
Edirne Caddesi'nde, yeni müftülük binası için
temel kazısı yapıldığı sırada, bazı yapı
kalıntılarına rastlandı.
Çalışanların durumu bildirilmesi üzerine
Kırklareli
Müze Müdürlüğü görevlileri, kazı alanını
inceledi.
Kalıntıların, Bizans dönemine ait kale temelleri,
dehliz ve mermer sütun parçası olduğu
belirlendi. Temel kazısı durduruldu.
Bölgedeki kalıntıların Edirne
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından inceleneceği bildirildi.
Radikal, 03.04.2015
|
|
ERCİŞ'TE TARİHİ ESERLERİN TAHRİP EDİLDİĞİ İDDİASI

Erciş İlçesi'nde, Urartu ve Selçuklulara ait
tarihi eserlerin, kaçak kazılar sonucu tahrip
edildiği
iddia edildi.
Tarih üzerine de araştırmaları bulunan
Yazar Selahattin Koşar, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Erciş'in geçmişi İlk Tunç Çağı'na kadar
uzayan tarihi bir ilçe olduğunu söyledi.
İlçede birçok kavmin yaşadığını ve bu yüzden
Erciş toprakları üzerinden birçok tarihi mezar,
kümbet ve yazıt bulunduğunu ifade eden Koşar, şöyle
konuştu:
"Bu eserler kaçak kazılar sonucu tahrip ediliyor.
Özellikle Çelebibağı Selçuklu Mezarlığı'nda bu
tahribatın izlerini görmek mümkün. BU mezarlıkta
birçok medeniyete ait mezar taşları
bulunuyor. 1992-1995 yıllarında kazı ve restorasyon
çalışmaları yapılarak düzenlenen mezarlıkta, yıllar
geçtikçe kaçak kazılar yapıldığını ve mezar
taşlarının kırılarak mezar taşlarının tahrip
edildiğinin görüyoruz."
İlçede 2800 yıl önce Urartu Kralı Argişti'nin
oğlu Sarduri'den kalma ve üzerindeki kitabede "Ben
Argişti oğlu Sarduri. Tanrı Haldi'nin yüksekliği
sayesinde bir bağ yaptım. Kim bu bağın adını
değiştirir ise kim çalarsa Tanrı Haldi, Tanrı
Teişeba, Tanrı Şivini ve bütün tanrılar güneş
altında onu yok etsin" yazılı olduğunu belirten
Koşar, bu eserlerin Erciş için büyük önem taşıdığını
anlattı.
Tarihi eserlerin sadece bir kavmin değil, tüm
milletin ortak malı olduğunu ve dolayısıyla herkesin
tarihi eserleri koruması ve geleceğe sağlam ve emin
şekilde teslim edilmesi gerektiğini belirten Koşar,
eserlere zarar verilmemesi gerektiğini vurguladı.
Koşar, şöyle konuştu:
"Şunu unutmamak lazım ki hiçbir
zaman Müslüman mezarlığında tarihi
eser, define, hazine olmaz. Burayı kazanlar
aldanıyorlar. Bu mezarların, kümbetlerin tahrip
edilmesi, bu yazıtların kırılması insanın içini
acıtıyor. Bizleri üzüyor. Bu eserler belge
niteliğindedir. Bu belgelere sahip çıkmazsak,
kültürümüze, tarihimize de sahip çıkmamış oluruz.
Dolayısıyla bu konuda ilçe halkına büyük görev
düşmektedir. Bu tür şeyler polisiye tedbirlerle
olmaz. Halkın bilinçlenmesi ve eserlere sahip
çıkmasıyla olur. Lütfen sağduyulu, bilinçli olun
ve eserlerimize sahip çıkın. Geçmişini bilmeyen,
geleceğe bakamaz. Geçmiş geleceğin aynasıdır."
Radikal, 02.04.2015
|