Haberler logo Nisan '15 Arşivi

26 Nisan - 2 Mayıs 2015

TARİHİ BİR KONAK DAHA KENT KÜLTÜRÜNE KAZANDIRILIYOR

 

 


Çorum'un Üçtutlar Mahallesi’nde bulunan ve Bilaller Konağı olarak bilinen, “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescilli tarihi konak, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce kültür ve sanat faaliyetlerinde kullanılmak üzere mülk sahipleri tarafından ücretsiz olarak 49 yıllığına İl Özel İdaresi’ne devredildi.


Vali Ahmet Kara’nın makamında gerçekleşen devir törenine, mülk sahipleri adına Fikret Bilal, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ömer Arslan, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru ve Tapu Müdürü Nurettin Buyruk katıldı.


Vali Ahmet Kara, imza töreninde, özveride bulunarak anlamlı bir davranış sergileyen mülk sahipleri Abdullah Bilal, Sevim Dedebaş, Ayfer Laçin, Ayla Bayşu, Süha Bilal, Selman Safi Bilal, Sönmez Bilal, Arif Fikret Bilal, Fatma Türkan Erdem, Saliha Bilal ve Nazmiye Bilal’e teşekkür etti.

Çorum Haber, 30.04.2015

BALBEY'DE BAYRAM HAVASI

 

Antalya'da 15 yılı aşkın süredir sit alanı olduğu gerekçesiyle çivi bile çakılmayan Balbey Mahallesi'nin yenilenmesi için hazırlanan projenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylanması, tarihi mahallede bayram havası estirdi.

 

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleri ile 'Balbey Mahallesi Kentsel Yenileme Projesi'nin onaylandığı mahallenin sakinleri, çalışmaların bir an önce başlamasını bekliyor. Balbey'in sorunlarını sürekli dile getiren mahalle muhtarı Abdullah Uyaroğlu, yapılacak çalışmalar hakkında mahalle sakinlerini bilgilendiriyor. Mahallelinin sürekli 'Kaç kata müsaade edildi, inşaatlar ne zaman başlayacak' gibi sorular sorduğunu söyleyen Uyaroğlu, "Herkese şunu söylüyorum. Balbey Mahallesi'nde kat filan olmayacak, çünkü burası sit alanı. Yapılacak çalışmalar ise mahallemizin değerini 10- 20 katına çıkaracak. Başkan Menderes Türel'in bana söylediğini mahalle sakinlerine iletiyorum. Burada bahçeli bir evin değerinin 5 katlı, 10 katlı bir evin değerinden daha çok olacağını bizzat bana söyledi" dedi. Mahalle sakinleri ise projenin onaylanmasına çok sevindiklerini 14- 15 yıllık bekleyişin sona erdiğini belirtti. İki üç kez plan yapıldığını ve bozulduğunu, mahallenin ve yaşayanların kötü günler geçirdiğini sözlerine ekleyen mahalle sakinleri, kentsel dönüşümle birlikte Balbey Mahallesi'nin hak ettiği değere ve güzelliğe kavuşacağını aktardı.

Kemer Gözcü, 30.04.2015

ARAMADA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

İmranlı İlçesi'nde arama yapılan bir otomobilde, tarihi değeri olduğu değerlendirilen çok sayıda sikke ve antika eser ele geçirildi.


Alınan bilgiye göre, İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Sivas-Erzincan karayolunda yaptıkları uygulamada, Ş.K. yönetimindeki otomobili durdurdu.


Van 'dan Kayseri'ye gittiği belirlenen otomobilde, farklı dönemlere ait olduğu belirlenen sikke ve antika olduğu değerlendirilen çok sayıda tarihi eser bulundu.


Ş.K'nın gözaltına alındığı olayda el konulan eserler, Sivas Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.

Sivas Hürdoğan, 30.04.2015

ERMENİ TAZMİNAT DAVALARI BAŞLADI

 

 

Ermeni diyasporası, 1915 olaylarının 100’üncü yıldönümünde, 24 Nisan’da yaşanan tartışmaların ardından şimdi Türkiye’ye karşı yeni bir kampanya başlatıyor.

 

Ermeni örgütler, ABD’deki diyaspora kuruluşlarının girişimleriyle, Ankara’yı 1915 Olayları yüzünden tazminat talepleriyle mahkemeye vermeye hazırlanıyor.

 

Davaların ilki, 27 Nisan 2015 pazartesi günü açıldı. Kilikya Ermeni Katolikosluğu’nu temsilen Lübnan vatandaşı Aram Keshishian’ın (68) Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvuruyla, Ermenilerin 700 yıl boyunca dini merkezi olarak kullandıkları ama 1915’teki olaylar nedeniyle terk etmek zorunda kaldıkları Adana’nın Kozan İlçesi'ndeki Aya Sofya Manastırı için Türkiye’nin en az 100 milyon lira tazminat ödemesi istendi.

 

Davayı Ermeni diyasporasının şahin kanadı ANCA dün Washington’da düzenlediği bir basın toplantısıyla duyurdu.

 

2010’da Heybeliada’da bulunan Rum Erkek Yetimhanesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne iadesini sağlayan avukat Cem Sofuoğlu’nun üstlendiği davanın neden Washington’da tanıtıldığı açıklanmadı. Sofuoğlu Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün bireysel başvuruları düzenleyen 59’uncu maddesine göre hazırladığı dilekçeyi mahkemeye sunduktan sonra Hürriyet’e yaptığı açıklamada basın toplantısının Washington’da yapılmasını müvekkilinin istediğini söyledi.

 

Sofuoğlu, başvuruda müvekkili Kilikya Ermeni Katolikosluğu’nun, Kilikya olarak bilinen bugünkü Adana, Maraş ve çevresinde Ermenileri tarih boyunca hukuken temsil ettiğini ve Osmanlı nezdinde özel bir hukuki kişiliğe sahip olduğunu ifade etti. 1915 yılındaki tehcir sonrasında Ermeniler tarafından ‘terkedilmiş’ gayrimenkuller koruma altına alınmış olsalar da, Katolikosluğun hukuki kişiliği ve manastırın sahibi olduğu gerçeğinin, Osmanlı İmparatorluğu yetkilileri tarafından 1918 yılında açıkça teyit edildiğini savunan Sofuoğlu,  bu hukuki kişiliğin sürdüğünü belirtti.  

 

‘İÇ HUKUK YOLLARI ETKİLİ DEĞİL’

Avukat Sofuoğlu iç hukuk yolları tüketilmeden Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bu başvurunun usul olarak tartışmalı olup olmadığı konusunu ise dilekçede şöyle açıkladı: “Kilikya Katolikosluğu’na ait manastır, kilise ve arazisine el konması süregiden bir ihlaldir. Müvekkilimin Kozan’daki manastır, kilise ve arazisine ulaşmasının hem çıkarılan yasal düzenlemelerle, hem de mal sahibi Ermenilerin ülkeye dönmeleri fiilen engellenerek, önüne geçilmiştir. Kozan’daki gayrimenkullerinin tapu kayıt bilgisi hakkında Kozan Tapu Kadastro Müdürlüğü’ne verdiğimiz dilekçe de, Türk Medeni Kanunu’nun 1020’nci maddesi uyarınca tapu sicilleri herkese açık olmasına rağmen, genelgeler çerçevesinde reddedilmiştir. Sayın Anayasa Mahkemesi zarar bakımından yetkili olup, bu nedenlerle iç hukuk yolları da etkili değildir.”

Hürriyet, Haber: Tolga Tanış, 30.04.2015

AMASYA'DA KİTABE VE MEZAR TAŞI YAZILARI TÜRKÇE VE İNGİLİZCEYE ÇEVRİLECEK

 

 

Amasya’da Arapça ve Osmanlıca yazılı 115 kitabe ve mezar taşı yazıları Amasya Valiliği’nin başlattığı çalışma sonucu Tükçe ve İngilizce’ye çevrilip tabela ve kitap haline dönüştürülecek.


Amasya Valisi İbrahim Halil Çomaktekin, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç.Dr. Ali Rıza Ayar, Amasya Müzesi’nden sanat tarihçisi Muzaffer Doğanbaş, Bayezid Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Yunis Kahraman, Halit Katmerlikaya, Hasan Serçe, Harun Küççük ve Turan Böcekçi’den oluşan çözümleme komisyonu üyeleriyle toplantı yaptı.


Amasya’da değişik medeniyetlerden Selçuklulardan, beylikler döneminden ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze intikal eden çok önemli bir ortak mirasın bulunduğunu ve bu medeniyet birikiminin hazinesinin camilerde, türbelerde, mezar taşlarında, bedestenlerde ve hanlarda yer alan kitabelerden oluştuğunu vurgulayan İbrahim Halil Çomaktekin, “Bu kitabeler üzerindeki yazıların hemen hemen hepsi Osmanlıca ve Arapça yazılmıştır. Bu kitabelerde çok önemli edebiyat, kültür ve inanç simgeleri vardır. Fakat çağımızda büyük çoğunluğumuz bu kitabelere, mezar taşlarına baktığında sanatsal olarak çok güzel olmuş diyoruz, ama okuyup, anlayamıyoruz. Okuyamadığımız ve anlayamadığımız için de önemli bir birikim ve hafıza olan bu değerlerden istifade edemiyor ve geçmişten kopuyoruz. Temsilcisi olduğumuz bu zengin geçmişimizi tanımak ve gelecek nesillere hediye etmemiz gerekiyor. Bir ağacın kökü kurumuşsa ve koparılmışsa o ağaç yaşayamaz ve kendini geleceğe taşıyamaz. Medeniyetler ve insanoğlu da öyledir. İnsanoğlu geçmişinden koparsa, geleceğinden de kopmuş demektir” diye konuştu.
Amasya’nın sahip olduğu zengin geçmişle birlikte, ilim, irfan sahibi birçok değerli şahsiyetin şehri zenginleştirdiğini vurgulayan Vali Çomaktekin, “Bu değerli şahsiyetlerin günümüzdeki temsilcileri de Amasya genelinde çalışmalar yapacaklar ve sahip olduğumuz bu mezar taşları ve kitabeleri tercüme edeceklerdir. Genç kuşaklarda bunlardan istifade edecek ve ufukları genişleyecektir. Bu çalışma ile birçok eseri Türkçeye ve İngilizceye çevirtip insanlığın istifadesine sunacağız. Bu çalışmaları daha sonra kitap haline getireceğiz. Bu çalışmaya katkı veren değerli arkadaşlarımıza şükranlarımı sunuyor, teşekkür ediyorum” diye konuştu.


Çomaktekin, daha sonra proje çeviri ekibiyle Mehmet Paşa Camisi bahçesinde bulunan tarihi mezar taşlarını inceledi.

Hürriyet, 30.04.2015

TÜRKİYE ESKİ ESER TRAFİĞİNİN KAVŞAĞI OLDU

 

IŞİD parçalamadığı tarihi eserleri de yağmalayıp satıyor. Suriyeli satıcıların Gaziantep'te üstlendiği, satılan eserlerin Türkiye limanlarından Avrupa'ya gönderildiği söyleniyor. Ortadoğu'nun hafızasını sıfırlayan bu korkunç trafiği engellemek de yine Türkiye'ye düşüyor.

 

 

UNESCO direktörü İrina Bukova’ya göre, bugün Irak ve Suriye’de yaşanan şey bir ‘kültürel temizlik’. Tıpkı ‘etnik temizlik’ gibi bu bir insanlık suçu. Antik heykeller, kent kalıntıları yıkılıyor parçalanıyor, müzeler yağmalanıp yok ediliyor, gizlice satılabilecekler ise satılıyor. Eski çağlarda böylesi kültürel yıkımı gerçekleştiren istilacılar, farklı kavimlerden olurdu. Şimdi, gariptir o tarihe sahip çıkanlar da yok edenler de Müslüman...

 

IŞİD’in heykel parçalama görüntülerinin, kafa kesme videolarından ideolojik olarak hiç farkı yok. Propaganda bakımından da öyle. IŞİD ve El Nusra gibi Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren İslami terörist grupların en büyük gelir kapılarından biri de tarihi eserler. İnsanlık mirası, ulusal hazine, kültürel miras gibi onca kutsal anlam ithaf edilen, bulunup restore edilip üzerine titrenerek korunan her şey şimdi bu barbarların elinde parçalanıp yok edilmesi gereken putlar. Alınıp satıldıkları, işe yaradıkları kadar değerleri var. Kendi inançlarından olmayan bütün insanlar gibi…

 

IŞİD’in barbarlığında artık şaşıracak bir şey kalmadı. Şimdi biraz da onların dolaylı suç ortakları üzerinde durma zamanı. Bölgedeki talandan payını almakta hiç tereddüt etmeyen açgözlü Batılı koleksiyoncular ve fırsatçı Türkiyeli kaçakçılar da İslamcı terör örgütlerinin suç ortakları durumunda. Sadece ‘kültürel temizlik’ hatta ‘kültürel soykırım’a ortak olmuyor bizzat terör örgütünün maddi destekçileri arasında yer alıyorlar…

 

Pazar günü The Independent’ta çıkan Isabel Hunter imzalı haber konuyu tekrar gündeme getirdi. Hürriyet gazetesinde de yer verilen haberin bizim açımızdan dehşet verici bir yanı var. Bir kez daha teyid ediliyor ki söz konusu antika kaçakçılığının en önemli üssü Türkiye. Bu iddialar daha önce de dile getirilmişti. Hatta ben de Eylül 2014 tarihli bir yazımda, Suriye kökenli ABD’li arkeolog Prof. Amr Al-Azm’ın sözlerine yer vermiştim. The Independent muhabiri, Gaziantep’te bir Sümer tabletini pazarlamaya çalışan Suriyeliler ile buluşup bu iddiaları bizzat doğrulamış oldu. Hunter’ın haberinde konuyla ilgili pek çok detay var. Duvarları içi eski eser dolu çekmecelerle kaplı bir evden başlayan, Avrupa’ya kaçırılan sayısız eserin acı hikayesi bu.

 

Irak ve Suriye'deki suç örgütlerinin yeni ilgi alanı tarihi eser kaçakçılığı. Bu örgütler müzelerden ve koleksiyonlardan çalınmış eserleri topluyor. Hatta tarihi alanlarda kazılar yapıyorlar. Buldukları eserlerden IŞİD'e vergi ödüyor ve satmak üzere ülke dışına çıkartıyorlar. Çıkarttıkları yer de belli: Türkiye. Bizzat Suriyeli satıcılar ya da Türkiyeli aracılar Batılı alıcılarla anlaştıktan sonra eserler karayolu ile Bulgaristan ya da Yunanistan üzerinden Avrupa'ya sokuluyor. Daha yoğun bir güzergah ise Antalya, Mersin, İzmir gibi liman kentlerinden Avrupa'nın Porteki, İtalya, Kıbrıs, Yunanistan gibi liman ülkelerine uzanan bir hat çiziyor. Zaten büyük boyutlu eserler dolaşmıyor ortada. Çünkü IŞİD'in heykel düşmanlığından bir şeyleri kurtarmak kolay değil. Kazılarda çıkıp satılan sikkeler, heykelcikler, rölyef parçaları, süs eşyaları ve müzelerden yağmalanmış el yazmaları kolayca kaçırılıyor. Bu eserler Avrupa'ya ulaştığında buradaki kaçakçılar devreye giriyor. Sahte belgelerle eserler Avrupa'daki koleksiyonlara dahil edilip aklanıyor. Bu nedenle uzmanlar, Avrupa'ya ulaştıktan sonra artık o eseri tespit edip geri getirmenin çok zor olduğunu vurguluyor.

 

Asur, Sümer, Yunan, Roma uygarlıklarından ve hatta Ortaçağ İslam, Hristiyan krallıklarından kalan her şey paramparça ediliyor. Arkeolojik eserlerin nerede nasıl bulunduğu çok önemli. Nereden çıkartıldığı belli olmayan bir antik heykelcik, sadece bir antik heykelcik olarak kalıyor ve bilimsel önemini büyük ölçüde kaybediyor. Dolayısıyla bu talan Ortadoğu'nun bütün kültürel mirasına ağır bir darbe vuruyor. Kültürel temizlik, arkeolojiyi, tarihi, sanat tarihini vuruyor. Ama bütün bu korkunç süreç tüm hızıyla yanmaya devam ediyor. Çünkü IŞİD bu işten büyük gelir elde ediyor.

 

Biliyoruz ki son yıllarda dünyadaki en büyük üçüncü yasa dışı ticaret, eski eser kaçakçılığı. İlk ikisi uyuşturucu ve silah. Tıpkı uyuşturucu baronları ya da silah tücarları, savaş lordları gibi artık eski eser kaçakçıları da vahşetin bir parçası. ABD destekli kuruluşlar, UNESCO bu ticareti engellemek için çeşitli kampanyalar yürütüyorlar. Ama bu iş, petrol kuyularını bombalamak gibi basitçe halledilecek bir iş değil.

 

Suriye ve Irak'taki göçmenler, IŞİD ve hatta savaşın kendisi hakkında suçlanan Türkiye, şimdi de eski eser kaçakçılığından sorumlu tutuluyor. Bu hafta sonu Ankara'yı ziyaret eden ABD'li yetkili Richard Kurin'in de iki ülkenin bu konudaki işbirliğini artırmak ve bilinç düzeyini yükseltmek için çalışmalarda bulunacağını tahmin etmek güç değil.

 

Sonuçta Türkiye, uluslararası topluma karşı sorumlulukları nedeniyle, onu boş versek bile kendi coğrafyasına, buradaki insanlarla paylaştığımız kendi kültürümüze borcumuz nedeniyle eski eser trafiğini durdurmalı. Bunun için bir şeyler yapılıyor mu?

 

Bilmiyoruz.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 30.04.2015

KAYIP BAYRAK 100 YIL SONRA GERİ DÖNDÜ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, yüz yıl evvel Şam'da Osmanlı egemenliğini simgeleyen ancak savaş sırasında kaybolan Osmanlı Bayrağı'nın İngiltere'den Türkiye'ye iade edildiğini bildirdi.

 

Çelik, geçmiş yıllarda yurtdışına  kaçırılan çok sayıda eserin Türkiye'ye iadesine ilişkin bakanlığın yürüttüğü  çalışmalar hakkında bilgi verdi. Yüz yıl önce Şam'da Osmanlı egemenliğini simgeleyen bayrağın  Türkiye'ye iade edildiğini anlatan Çelik, bunun kendileri için heyecan verici  olduğunu söyledi. 

 

Bayrağın savaş sırasında kaybolduğunu aktaran Çelik, şunları kaydetti: ''İngiliz kuvvetleri oraya geldiğinde Şam'da Osmanlı karargahını işgal  ediyorlar. Bu bayrağı gönderden indiriyorlar. General Allenby, bunu Başçavuş  Edgar Turner'a veriyor. Turner da bunu alıp İngiltere'ye götürüyor. Bu, uzun  yıllar Turner ailesinde, aile hatırası olarak kalıyor. Onun torunu bizim dünyaya  yaptığımız bu çağrıları duydu ve bayrağı iade etmek istedi. Özel bir yer  hazırladık. Birinci Dünya Savaşı'nın 100. yılına denk geliyor, sergileyeceğiz.  Bunu benim bakanlık dönemimdeki en kıymetli yurtdışından gelen eser olarak  görüyorum.'' 

 

Bu bayrakla ilgili bir dileğinin daha olduğunu belirten Çelik,  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bu bayrağın Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda  sergilenmesi konusunu arz edeceğini söyledi. Çelik, ''Bu bayrak bence bizim dış politikamızdaki ilgi alanımızın  hangi dinamiklere dayanması gerektiğini göstermesi bakımından da çok iyi bir  cevap teşkil ediyor'' dedi. 

 

"Türkiye'ye davet edeceğim'' 

Düzenli ve yoğun bir şekilde polisiye roman okuduğunu anlatan Çelik,  yurtdışında bakanlığın bu eserlerin peşine düşmesi bakımından geliştirdiği  stratejilerin, müfettişlerin yaptığı çalışmaların, polisiye roman olacak kadar  titiz bir şekilde yürütüldüğünü ifade etti. 

 

Konuyla ilgili hukuki sürecin uzun sürdüğünü, iadelerin diplomasi  yoluyla halledilmesine çalıştıklarını belirten Çelik, bu eserleri iade edenleri  Türkiye'ye davet edeceklerini bildirdi. 

 

Çelik, ''Özellikle bu yaz, gelsinler bu eserleri nasıl sergilediğimizi  görsünler. Onları misafir etmek, bu eserleri ana vatanlarına döndürdükleri için  kendilerine teşekkür etmek istiyoruz'' dedi. 

 

Bakan Çelik, ''Elinde bize ait eser olanlar dünyanın neresinde olursa  olsun bizimle irtibata geçsinler. Bu eserlerin ana vatana dönmesi için yardımcı  olsunlar. Biz de onlara her zaman müteşekkir olacağız'' ifadelerini kullandı. 

Milliyet, 30.04.2015

GÖKÇEADA'NIN TOPLUMSAL VE MİMARİ KISA ÖYKÜSÜ

 

1960’larda Rum okullarının kapatılması, ardından verimli toprakların devlet tarafından çok ucuza istimlak edilmesi ve adanın güneyinde en ağır suçlardan hüküm giymiş tutuklular için yarı açık cezaevi kurulması süreci ardından mecburi göçleri getirdi.

 

 

Gökçeada, ya da antik dönemden yakın tarihimize kadar kullanılan resmi adıyla "İmroz", sayısız hikaye, anı ve olaya ev sahipliği yapmasına karşın, büyük bir sükunet, masumiyet ve sadelik sergilemektedir.

 

Ada'nın, geçmişten beri süre gelen sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamdaki canlılığı, 1960'lı yıllardan itibaren büyük askeri alanların ve yarı açık cezaevinin varlığı sebebiyle gerilemeye başlamıştır. Bunun tek olumlu sonucu o yıllardan itibaren Türkiye'nin kıyılarının tüketilme sürecini Gökçeada'nın yaşamamış olması ve bakir bir yer olarak kalmasının sağlanmasıdır.

 

 

Bunun yanısıra, çılgın tatil anlayışının ve azgın inşaat sektörünün henüz keşfetmediği -belki de iyi ki keşfetmediği - Gökçeada, kendine özgü bir turizm gelişmesine ev sahipliği yapmaya aday bir yerdir.

 

Her şeyin bir tüketim malzemesi haline geldiği, doğanın, coğrafyanın ve yerel kültürlerin bile turizm adı altında tahrip edildiği ve yok edildiği günümüzde, Gökçeada sessiz, sakin, başka bir turizmin, başka bir yaşamın peşinde sanki; toprağınını, besinini kirletmeyen organik tarımıyla, doğa ile içiçe mimari dokusuyla, ekolojik değerlere hassasiyetiyle geleceğin turizmini önceden keşfetmiş görünüyor.

 

Organik tarım ve hayvancılıkta pilot bölge seçilmesi, kentlerin gelişiminin doğal ve kültürel değerlerini tehdit etmediği bir felsefeye dayanan CittaSlow (Sakin Şehirler) ağına entegre olması, adanın geleceği için çizdiği yön hakkında önemli ipuçları vermektedir.

 

 

Gökçeada başka bir turizm anlayışını, başka bir yaşam kültürünü çağırmaktadır. Bu da şüphesiz ki eko turizm anlayışı ve hümaniter bir yaşam tarzıdır. Gökçeada doğal, coğrafi, tarihi ve kültürel zenginlikleri ile turizm eko turizm, agro turizm, sağlık turizmi, alternatif turizm gibi çeşitli turizm türlerinde uluslararası bir destinasyon olabilecek potansiyele sahiptir. Su altı dalış turizmi, su sporları turizmi, doğa sporları turizmi, sağlık ve alternatif tedavi turizmi, agro turizm, doğa turizmi, kıyı turizmi, mağara turizmi, kuş gözlemciliği turizmi, kültür ve tarih turizmi, kamp turizmi, botanik turizmi, festival turizmi, mutfak turizmi gibi turizm türlerinin tamamı mümkündür.

 

 

Bugün tarihi Rum köyleri bir açık hava müzesi gibi aynen durmaktadır. Evrensel ölçekte kültür mirasının korunması kapsamında bu evlerin restore edilerek yeniden hayata geçmesi de önemli bir gerekliliktir.

 

Gökçeada öne çıkan temel ayırdedici değerleri aşağıdaki gibi sıralanabilir;

  • Türkiye'nin ilk ve tek su altı milli parkı ,

  • Organik tarım üretiminde pilot bölge,

  • Tatlı su kaynakları bakımından Ege Denizi'nde 1. dünyada 4. sırada,

  • Türkiye'nin en batı noktasındaki İnceburun,

  • Türkiye'deki Citta Slow üyesi 9 yerleşmeden biri,

  • Akdeniz foku koruma bölgesi,

  • Adanın yarısından fazlası sit alanı,

  • Türkiye'nin en büyük adası,

  • Gökçeada'ya özgü İmroz Koyunu.

Bu potansiyellerinin Gökçeada'nın geleceğinde önemli bir rol oynayacağı şüphe götürmez bir gerçektir.

 

Tarihsel Süreç

Gökçeada, geçmişi prehistorik zamanlara uzanan ve bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir yerleşimdir. "Çorak topraklarda bereket tanrısı" olarak adlandırılan Imbrasos'un bolluk diyarı olarak bilinen İmroz, bugünkü adıyla Gökçeada, Homeros'un İlyada destanında deniz tanrısı Poseidon'un adası olarak geçmektedir.

 

 

Kaleköy bölgesindeki Yenibademli Höyük'te Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından 1996 yılından beri yürütülen kazı çalışmalarında elde edilen bulgular, höyükteki yerleşmenin 5.000 yıl öncesine varan erken ve geç tunç çağlarına ait olduğunu kanıtlamaktadır. Bu kazılarda MÖ 3000 yıllarına ait sur, ev temelleri, erken tunç çağına ait sermikler, ağırşaklar, taş balta, silex ok ucu, perdah, ezgi taşları, yonga parçaları bulunmuştur.

 

 

Adaya ilk yerleşenlerin Pelasg'lar olduğu kabul edilmektedir. Pelasg'lardan sonra kısa süreli olarak Persler'in egemenliğine giren Gökçeada MÖ.500'lerde Atina şehir devletine bağlanmıştır. Gökçeda tarih boyunca Roma, Latin, Venedik ile Cenevizliler ve son olarak Osmanlı hakimiyetine girmiştir. 1455 yılında Osmanlı topraklarına katılan Ada, 1912 yılında Yunanistan 1915 yılında da İngilizlerce işgal edilmiştir. Lozan Antlaşması gereğince 22 Eylül 1923 günü Bozcaada ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti'ne geri verilmiştir.

 

Antik dönemden beri İmroz olarak adlandırılan Ada'nın adı 29 Temmuz 1979 günü çıkarılan bir kararnameyle Gökçeada olarak değiştirilmiştir. (Ersoy Soydan 21.06.08)

 

Mimari Doku - Yerleşme

Rum köyleri Gökçeada'nın mimari açıdan en dikkat çeken değerleridir. Köyler, zamanında korsan saldırılarından korunmak ve kıyılardaki verimli tarım topraklarını korumak için yüksek tepelere ve denizden uzak bölgelere kurulmuştur. Rum evleri genellikle adadan çıkarılan doğal taşlardan, topraktan harç olarak yığma tekniğiyle inşa edilmiştir. Taş evler, arnavut kaldırımlı sokaklar, kiliseler, çamaşırhaneler, kahve ve çeşitli dükkanların toplandığı meydanlar köylerin mimari dokusunu oluşturmaktadır. 

 

 

Büyük bir bölümü (%52) sit alanı olan Gökçeada'da mimari projelerin yerel dokuya uygun olarak hazırlanması gerekmekte ve yapılaşma kontrol altında tutulmaktadır. Geçmişte daha çok tarım ve hayvancılıkla Gökçeada'lıların yaşamları yılın büyük kısmını geçirdikleri tarlalardaki bağ evlerinde geçmiştir. Dam denilen bir iki katlı yapılar Gökçeada'lıların hayatlarında büyük yer kaplamaktadır. Tarım ve hayvancılık alanlarındaki barınma amaçlı yapılar Gökçeada'nın geleneksel dokusunda bulunmaktadır. Bağ evleri Ada'nın hemen her yerinde ve birçoğu harabe veya temel durumunda bulunmakta ve adanın mekansal kimliğini oluşturmaktadır.

 

 

Gökçeada'nın Köyleri

Gökçeada'dan bahsedince ister istemez sürgünlük geliyor akla. Bir taraftan yüzyıllardır Gökçeada'yı anavatanı olarak gören Rumların 1960'lardan itibaren siyasi sebeplerle yerlerini terk etmek zorunda kalmaları, diğer taraftan köyleri devlet tarafından istimlak edildiği için 1950'lerden itibaren Türkiye'nin çeşitli yerlerinden burada kurulan köylere yerleştirilen Anadolu insanının adapte olma süreçleri.





Biraz utanç biraz da üzüntüyle andığımız 1960'lı yıllar Ada'da büyük bir değişime sebep olmuştur. Önce Rum okullarının kapatılması, ardından verimli toprakların devlet tarafından çok ucuza istimlak edilmesi ve son olarak adanın güneyinde en ağır suçlardan (tecavüz, cinayet, hırsızlık vb.) hüküm giymiş tutuklular için yarı açık cezaevi kurulması, bu hükümlülerin Adalıların hayatını cehenneme çevirmesi ve ardından gelen mecburi göçler. Rumlar bir anlamda sosyal, ekonomik kültürel yönden çaresiz bırakılmışlardır.

 

 

Daha önce Osmanlı döneminde de devlet desteği görmemesine rağmen en azından kendi imkanlarıyla kendi kültürlerini inançlarını yaşama özgürlükleri olduğunu öğreniyoruz. Ancak, 1960'lardan sonra başka bir dönem başlıyor ve bir kırılma yaşanıyor. 1960 yılı nüfus sayımında Ada nüfusunun %95'i Rum iken bu oran 1970 yılında ani bir düşüşle %39'a iniyor. 2005 yılında yaklaşık 10.000 kişinin yaşadığı Ada'daki Rum nüfusu yalnızca 167 kişi ve bunların yaş ortalaması 70'in üzerinde. Bu hızlı değişim nedeniyle adadaki Rum yerleşimleri ıssızlaşırken, yeni Türk mahalleleri ve köyler kuruluyor. Bir zamanlar Türkiye'nin en kalabalık köyü olan Dereköy (Shinudi) terkedilmiş bir yerleşmeye dönüşüyor. Bugün Gökçeada'da 6 adet Rum köyünün - Kaleköy (Kastro), Zeytinliköy (Aya Theodori), Tepeköy (Agridia), Dereköy (Shinudi), Bademli (Glik) ve Merkez (Panayia)- yanısıra devlet eliyle kurulmuş 5 adet Türk köyü -Eşelek, Uğurlu, Şahinkaya, Yenibademli, Şirinköy- bulunuyor.

 

 

Rum köylerinden yalnızca Zeytinliköy ve Tepeköy'de hala az sayıda Rum yaşıyor. Adalı olmanın ayrı bir kültür olduğu ve Ada kültürüne adapte olmanın bir süre alacağı bir gerçektir. Bu anlamda buraya sonradan yerleşen insanların kendi kültürlerini domine etmeye çalışmak yerine Ada'nın kültürel çeşitliliğine katkı yaparak bunu bir zenginliğe dönüştürme fırsatını kullanmaları gerekmekte, eskilerin de yenileri kabullenmeleri gerekmektedir.

Arkitera, Haber: Eylem Gülcemal, 30.04.2015

ÇANAKKALE'DE TEMEL ÇUKURUNDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Çanakkale'nin Bayramiç İlçesi'ne bağlı Kuşçayır Köyü'nde muhtarlık tarafından köy odası yaptırılması için başlatılan inşaatın temel kazısında, eski döneme ait olduğu sanılan kuyu bulundu.

 

İnşaat çalışmaları durdurulurken, tarihi değerinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi için arkeologların inceleme yapacağı belirtildi.

 

Bayramiç'e 12 kilometre mesafedeki Kuşçayır Köyü Meydanı'nda, 100 metrekare alanda, muhtarlık tarafından inşaat çalışması başlatıldı. Köy odası ve berber dükkanı için yapılan inşaatın kazılan temel çukurunda eski döneme ait olduğu sanılan bir kuyuya rastlandı. Kuyunun içindeki toprak ve taşlar, içindeki suyla birlikte temele yayıldı.

 

Haber verilmesiyle köye gelen jandarma çalışmayı durdurup, alanı güvenlik şeridiyle çevirdi. Konu, Çanakkale Müze Müdürlüğü'ne bildirildi. Arkeologların inceleme ve araştırma yapacağı belirtildi. Bulunan kuyunun tarihi değerinin olup olmadığının belirlenmesi sonrası inşaata devam edilip edilemeyeceğine karar verileceği kaydedildi.

 

Köy Muhtarı 42 yaşındaki Niyazi Sezgin, "Temel sırasında kuyuya rastlandık. Su bir türlü kesilemedi. Jandarma gelerek inşaatı mühürledi. Arkeologların gelip kuyuyu incelemesini bekliyoruz" dedi.

Habertürk, 30.04.2015

SARAÇOĞLU'NDA TAHLİYE BAŞLADI

 

 

Bakanlar Kurulu’nun ‘riskli alan’ ilan ettiği cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olan Kızılay’daki Saraçoğlu Mahallesi’ndeki lojmanlarda ilk tahliye başladı.

 

Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün Ankara Valiliği’ne yazdığı yazı doğrultusunda Çankaya Kaymakamlığı yetkilileri ve polis, lojmanlardaki ilk tahliyeyi gerçekleştirdi. Mahallelilerin kurduğu Namık Kemal Mahallesi’ni Koruma ve Yaşatma Derneği’nin avukatı Asım Özcan, ‘zorla tahliyeye imkanının iptali istemiyle’ Danıştay’da açılan davanın sürdüğünü belirtti.

 

TEOG SINAVINDAN ÖNCE BOŞALTTILAR

Lojmanda yaşayan Pınar Kuşçu’nun evi, yürütmeyi durdurma kararının reddedilmesi üzerine boşaltıldı. Dava sonucu eline ulaşmadığını ve ret kararına itiraz edemediğini belirten Kuşçu, “İtiraz süremi kullanamadığıma ilişkin mağduriyetimi onlara da ilettim. Ancak ekipler ‘Ya 15 Haziran’da çıkacağınıza dair taahhütname imzalayacaksınız ya da boşaltacağız’ dediler. Ben de ‘boşaltın’ dedim” diye konuştu. Çocuğunun TEOG sınavı öncesinde böyle bir işlemin gerçekleştiğini dile getiren Kuşçu, hukuki mücadelesini sürdüreceğini ve ekipler hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi.

 

ACELECİ DAVRANIYORLAR

Avukat Asım Özcan, yürütmeyi durdurma kararının reddine ilişkin kararın yanlış adrese gönderildiği için Kuşçu’nun eline ulaşmadığını, Çankaya Kaymakamlığı’nın ise ret kararı üzerine tahliyeye geldiğini ifade ederek, “Kendilerine Pınar hanımın çocuğunun TEOG sınavına gireceğini hiç olmazsa bugün bu tahliyeyi yapmayın dememize rağmen bunu da kabul etmediler” dedi. Kaymakamlığın lojmanların tahliye edilmesi konusunda çok aceleci davrandığını ifade eden Özcan, bölgedeki hazine taşınmazlarının tahsisinin kaldırılmasının hemen tahliyeyi gerektiren bir durum olmadığını aktardı. Özcan, bölgeye ilişkin yapılacak şey netleştiğinde tahliyelerin yapılabileceğini söyledi.

Hürriyet, Haber: Ender Baykuş, 30.04.2015

EDİRNE'NİN AYASOFYASI DA CAMİ OLUYOR

 

 

Türkiye ’deki bir Ayasofya daha camiye dönüştürülüyor. İznik ve Trabzon’da müzeden camiye çevrilen Ayasofya’ların ardından sıra Edirne’nin Enez İlçesi'ndekine geldi. Vakıflar Genel Müdürlüğü, müze olması ihtimali konuşulan Enez’deki Ayasofya’nın cami olacağını açıkladı.

Türkiye’nin Yunanistan sınırında bulunan Edirne’nin Enez İlçesi'nde yer alan, bölgenin simgesi Ayasofya 2007 yılından bu yana restorasyon haberleri ile gündemde.

 

Enez Kaymakamı Fatih Baysal, restorasyonun 5. yılında, 2012’deki “Onarılmasının ardından cami olarak kullanılıp kullanılmaması sonra düşünülecek bir durum. Ama müze de olsa cami olarak da kullanılsa buranın gerçekten ayağa kaldırılması gerekiyor” sözleri ile ilçedeki Ayasofya’nın müze olarak açılabileceğini gündeme getirdi. Enez Belediye Başkanı Abdullah Bostancı’nın da bu ay içinde medyaya yansıyan açıklamalarında “yapının işlev, fonksiyon ve mimari olarak İstanbul ’daki Ayasofya’ya benzer özellikler taşıyacağını” söylediği yer aldı.

 

 

Enez İlçesi'ndeki antik kent “Ainos” içinde, kesin kayıtlar bulunmasa da 12. yüzyılda inşa edildiği düşünülen Ayasofya için son kararsa Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden çıktı. Hristiyan inancında yedinci konsilin toplandığı yer olduğu için önemli taşıyan İznik’teki Ayasofya’yı 2011 yılında, Trabzon’daki Ayasofya’yı ise 2012’de müze statüsünden camiye çeviren Vakıflar Genel Müdürlüğü, Enez’deki yıkık halde bulunan Ayasofya’yı da cami olarak restore etme kararı verdi.

Ayasofya’nın Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce yatırım programına alındığını vurgulayan Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün eserin rekonstrüksiyon projesini onayladığını duyurdu. Ertem, çalışmalara kurulun onayladığı proje doğrultusunda en kısa zamanda başlanacağını belirtti.

 

BİZANS’IN TRAKYA’DAKİ SEMBOLLERİNDEN BİRİYDİ

Bizans dini yapıları arasında önemli bir yeri olan, 12. yüzyılda inşa edildiği düşünülen Ayasofya, Enez Kalesi’nin güney doğu ucundaki en yüksek noktada yer alıyor. Yunan Haçı planlı yapı döneminin büyük kiliseleri arasında bulunuyor. Ayasofya, bölgenin 1456’da Osmanlı egemenliğine geçmesinin ardından camiye çevrilmişti. Bu süreçte kubbesi çöken, üstü kiremit çatı ile kapatılan Ayasofya, 1965 yılındaki depremin ardından terk edilmişti.

 

Adnan Ertem eserin cami olarak açılmasına neden olaraksa geçmişteki kayıtları işaret etti, "Burası cami olarak vakfedilmiş bir ibadethanedir. Vakfiyesine uygun şekilde hizmete açılacak bir vakıf eserdir. Dolayısıyla fonksiyonu korunacak" dedi.

 

 

İSTANBUL’DAKİ AYASOFYA İÇİN DE “VAKFİYE” İŞARET EDİLMİŞTİ

Ertem 2013 yılında da “Bir yer vakfiyesinde nasıl belirtilmişse o şekilde kullanılması veya fonksiyon verilmesi bizim birinci vazifemiz” demiş sözü, İstanbul’daki Ayasofya’ya getirerek şöyle demişti: “İstanbul'daki Ayasofya Camisi vakfiyesine göre camidir ve cami olarak ilelebet yaşayacaktır. Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak amacımız vakfiyesine uygun hayatiyet vermek. Ama burada karar merci biz değiliz.”

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ta aynı yıl İstanbul’da Ayasofya yakınındaki bir törende benzeri yönde imalı bir mesaj vermişti: “Bence kulaklarınız duymasa bile gönlünüzden geçen bir şeyler olduğuna inanıyorum. Ayasofya, bize birşeyler söylüyor. Acaba Ayasofya bize neler söylüyor? Bu mahsun Ayasofya'ya bakıyoruz, inşallah güleceği günlerin yakın olmasını Allah'tan diliyoruz”.

 

Ayasofya’da bu yılsa “Doğumunun 1444. Yılında Hz. Peygamber” temalı Aşk-ı Nebi Sergisi ile 85 yıl aradan sonra ilk kez Kuran okunmuştu. Papa’nın Ermeni Soykırımı ile ilgili sözlerine karşıysa Ankara Müftüsü Prof.Dr. Mefail Hızlı ise sözü Ayasofya’ya getirmiş, “Doğrusu bu açıklama, sadece Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını hızlandıracaktır” demişti.

 

Hristiyan dünyasında “ekümenik” unvanına sahip olan İstanbul Rum Patriği Bartholomeos ise 2014 yılında tartışmalarla ilgili net tavrını ortaya koymuştu: “Son dönemde Türk kamuoyunun bir kesiminde Ayasofya'nın camiye çevrilmesi yönünde bir meyil gözlemleniyor. Kilise olarak biz buna karşı durmaktayız. Bizimle beraber böyle bir olasılık karşısında tüm Hıristiyan dünyası mezhep farkı tanımaksızın yekvücut olup tepkisini ortaya koyacaktır.”

Radikal, Haber: Serdar Korucu, 30.04.2015

BİN 500 YILLIK SİT ALANINA TUVALET

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, başkanlık sarayının hemen 100 metre yakınında bulunan bin 500 yıllık tarihi kilise kalıntısına tuvalet yaptırıyor. İBB Meclis Üyesi Hüseyin Sağ, işçilerin üzerinde İBB yeleği olduğunu dolayısıyla çalışmadan belediyenin haberi olduğunu ileri sürdü.

 

Roma döneminden kalma Hagios Polieuktos Kilisesi, İstanbul’un göbeğinde Büyükşehir Belediyesi’nin hemen yanı başında bulunuyor. Tarihi geçmişi bin 500 yıl öncesine dayanan ve bugün sadece bazı duvar kalıntıları olan kilise içine tuvalet yapılacak olması Büyükşehir Belediye Meclisi’nin gündemine getirildi. Meclis üyesi Hüseyin Sağ, kilise harabesinin son durumu ve yapılan ihalenin detayları hakkında bilgi almak için yazılı soru önergesini İBB Meclisi’ne sundu. Sağ, “İnşaatın izni, ruhsatı yok. İnşaat alanında tek bir tabela yok. Burayı yaptıranın İBB’ye bağlı Sağlık AŞ olduğunu öğrendik; ama ihalesi ne zaman yapıldı, müteahhit firma kim bilmiyoruz.” şeklinde konuştu. 14 Nisan 2015 Salı günü parkın önünden geçerken içinde inşaat çalışması gördüğünü söyleyen Hüseyin Sağ, “Yapılan tuvaletin kilise harabesine ve İBB başkanlık binasına uzaklığı elli metre. Burada çalışanlara sorduğumda yapılan inşaatın bir tuvalet olduğunu öğrendim. Tuvalet tamamen yıkılmış, yıkıntılar arabaya yükleniyordu. Çalışanlara sorduğumda, Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü’nün bir müteahhit firmaya ihale ettiğini öğrendim.” dedi. Yıkıntıları yükleyen çalışanların tepki çekmemek ve olayı perdelemek için İBB yelekleri giydiğini aktaran Sağ,  tepkisini şöyle dile getirdi: “Ben de içeri girip baktığımda yeni duvarlar örülerek tuvaletin genişletildiğini gördüm ve şu an bile çalışma devam ediyor. Arkeolojik Sit Alanında bir metre kazınca tarihi kalıntı çıkıyor. Müzeler müdürlüğü yetkilisi nerede? Bu çalışmanın belediyemize 50 metre mesafede olması ve görülmemiş olması da oldukça manidardır.”

Sağ, ayrıca konu hakkında bilgi almak için üç gündür imar müdürü ve yardımcılarına ulaşmaya çalışmasına rağmen toplantıda oldukları gerekçesiyle ulaşamadığını aktardı. İBB Meclisi’nin 2015 yılı Nisan ayı toplantılarında CHP’li üyelerin de desteklediği yazılı soru önergesinde şu sorulara yer verildi: “Arkeoloji parkında yapılan inşaat ihalesi ne zaman ve hangi müdürlük tarafından yapılmıştır? Katılımcı firmalar hangileridir? İhale tutarı ne kadardır? Yapılan inşaat için gerekli mercilerden izinler alınmış mıdır? Alınmış ise örneklerinin tarafımıza verilmesini arz ederiz.”

 

Doğu Roma döneminden kalma Hagios Polieuktos Kilisesi, 2 bin 500 metrekarelik bir alana sahip. Kilisenin MS 524 ve 527 yılları arasında yapıldığı belirtiliyor. Tarihi eserlerin bir kentin zenginliği olduğunu söyleyen mimar Korhan Gümüş, ayrım yapmadan hepsinin korunması gerektiğini vurguladı. İstanbul suriçinin  bütünüyle arkeolojik alan olduğunu vurgulayan Gümüş, kilise kalıntısının da tescilli eser olduğunu vurguladı. Gümüş, şöyle konuştu: “Sit alanındaki her türlü müdahale bağımsız kurumların gözetiminde yapılmalı. Park olarak kullanılırken de tarihi kalıntılar erozyona uğruyordu. Belediye UNESCO’nun talebiyle arkeolojik alanları yönetecek yönetim planı hazırlattı. Tarihi yarımada yönetim planı için dünyanın parası harcandı. Bir taraftan da tarihi yerlerdeki uygulamaları plana bakmadan yapıyor.”

Zaman, Haber: Cafer Can, 29.04.2015

İZMİR'İN 150 YILLIK TARİHİ YERLE BİR OLDU

 

İzmir'in ayakta kalmış en eski yapılarının başında gelen Konak Pier, 150 yıllık tarihi boyunca girdiği ikinci tadilatta harap edildi.

 

 

Uzun yıllar süren kimsesizliğinin ardından 1995 yılında alışveriş merkezi olarak düzenlenmek için kapsamlı bir tadilata alınan tarihi yapı 19 yıl sonra bilgisizliğin ve cahilliğin kurbanı oldu. İş makinalarının rahat çalışması için tarihi yapının bir duvarı yerle bir edilirken tarihi yapının restorasyonunun kamyon ve kepçelerle sürdürülmesi tartışmalara neden oldu.

 

 

İşçi güvenliğinden yoksun bir şekilde devam eden yenileme çalışmalarında kepçenin binanın içine girmesi için tarihi duvarlardan birinin yıkıldığı, içeride toplanan molozların bu sayede dışarıdaki kamyonlara yüklendiği iddia edildi.

 

Deniz Kuvvetleri'nin taşınmasının ardından boşaltılan Konak Pier'in kuzey kısmında restorasyon başlatılmış, restorasyonda kepçe ve kamyon kullanılması dikkatleri çekmişti. Tarihi binada çatı işlemleri devam ederken bina önünde bulunan moloz yığınlarının kepçelerle kamyonlara yüklendiği fotoğraflarla belgelenmişti. 1995 yılında Konak Pier'in restorasyonu sırasında çekilmiş bu fotoğrafa bakıldığında mevcut duvarın yerinde durduğu görülürken bugün hala devam eden restorasyon çalışmalarında ise kepçenin yıkılan duvardan içeri girip çıktığı görülmüştü. Daha önceki yıllarda tarihi binanın üstüne kaçak olarak bir kat daha çıkılmaya çalışılmış fakat inşaat mühürlenmişti. Bugün binanın üzerinde o günlerden kalan "filizler" ve tuğla duvarlar hala yıkılamadı.

 

 

KONAK PİER

Konak Pier, bugün itibariyle İzmir'de tarihi değeri yüksek yapıların başında geliyor. 1867 yılından 1950 yılları sonuna kadar Gümrük Binası olarak kullanılan Konak Pier, ünlü Fransız Mimar ve İnşaat Mühendisi olan Gustave Eiffel tarafından dizayn edilmiş. İzmir'in tarihi Konak Meydanı yakınında özel bir konuma sahip bu özgün yapı uzun yıllar Gümrük Binası olarak kullanıldıktan sonra 1960 yıllarında Balık Hali oldu.

Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 29.04.2015

"HANLAR BÖLGESİ'NİN BOŞ ARSA GİBİ DEĞERLENDİRİLMESİ KABUL EDİLEMEZ"

 

Mimarlar Odası: Tarihi bir kent parçasının, hanlar bölgesinin boş arsa gibi değerlendirilmesi kabul edilemez. Tarihi mekanlar, 560 yıldır aynı yerde sürmekte olan sosyal ve ticari yaşam yok sayılarak, hiçbir bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan kararlarla projelendirilemez.

 

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in Eminönü'nün bin 734 hanını otele çevirme projesini "katmerli rant hesapları güdülerek tezgahlanmak istenen bir soylulaştırma projesi" olarak değerlendiren TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, "Tarihi bir kent parçasının, hanlar bölgesinin boş arsa gibi değerlendirilmesi kabul edilemez" dedi. Oda tarafından yapılan yazılı açıklamada, "Tarihi mekanlar, 560 yıldır aynı yerde sürmekte olan sosyal ve ticari yaşam yok sayılarak, hiçbir bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan kararlarla projelendirilemez" denildi.

Hiçbir bilimsel ve hukuki planlama kararı olmadan bir oldu bitti ile dünya mirası tarihi yarımadada bin 734 hanın otel yapılacağının açıklanmasının bir aymazlık olarak nitelendirildiği açıklamada şu görüşlere yer verildi:

"Belediye başkanının otele dönüştürüleceğini açıkladığı hanlar arasında Yeni Han (Kapalıçarşı), Rubiye Han (Kapalıçarşı), Kızlarağası Han (Kapalıçarşı), Bodrum Han (Kapalıçarşı), Ali Paşa Hanı (Kapalıçarşı), Yarım Taş Han (Kapalıçarşı yanı), Güllekeş Han ve çevresi (Kapalıçarşı), Sarnıçlı Han (Kapalıçarşı), Astarcı Han (Kapalıçarşı), Safran Han (Kapalıçarşı), Cebeci Han (Kapalıçarşı), İç Cebeci Han (Kapalıçarşı), Çukur Han (Kapalıçarşı), Ambar Han (Beyazıt), Camili Han ve çevresi (Beyazıt), Lütfullah Han ve çevresi (Beyazıt) bulunmaktadır.

Fatih Belediye Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ‘5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’ kapsamında restorasyon yapılacağını iddia etmekte iseler de, ortada herhangi bir restorasyon projesi, kurul kararı, restorasyona esas herhangi bir tespit raporu veya güçlendirme raporu bulunmadığı gibi herhangi bir plan da yoktur.

Tarihi yarımadanın tamamı, 8 bin 500 yıllık bilinen geçmişi, üç imparatorluğa başkentlik yapmış tarihi, kültürel ve arkeolojik değerlerin oluşturduğu siluet ve kesintisiz yaşamın izlerini taşıyan sosyal ve ticari yaşamı nedeniyle İstanbul I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 12.07.1995 ve 6848 sayılı kararı ile 'kentsel ve tarihi sit', 'kentsel ve arkeolojik sit' ve '1. derece arkeolojik sit' alanı olarak ilan edilmiştir. Yapılacak her türlü planlamada bu değerlerin korunarak geliştirilmesi gerekir.

Dünyanın en büyük yaşayan sit alanlarından biri olan sur içi, İstanbul’a kendine özgü karakterini veren tarihi dokunun bütünlüğünün bozularak, Bizans döneminden bu yana limanla bütünleşmiş bu ticaret merkezindeki tarihi hanların kimlik ve kültürlerine aykırı bir 'yenileme' mantığı ile otele dönüştürülmesi ne akla, ne de kamu yararına uygundur. Proje, sadece katmerli rant hesapları güdülerek tezgahlanmak istenen bir soylulaştırma projesidir. Bu proje Eminönü hanlar bölgesinin sosyal ve ticari yapısının kökten değişmesine; bölgenin kaldıramayacağı kadar ağır bir nüfus, alt yapı ve trafik baskısına maruz kalmasına neden olacak; rant değerinin artması ile bu eşsiz tarihi alan geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip olacaktır".

Yapı, 29.04.2015

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ BİZANS'I ARAŞTIRACAK

 

Boğaziçi Üniversitesi Bizans Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Resmi Gazete'de yayımlandı. Yönetmelikle, Merkezin amaçlarına, faaliyet alanlarına, yönetim organlarına, yönetim organlarının görevlerine ve çalışma şekline ilişkin usul ve esasları düzenlendi.

 

Buna göre, Türkiye'de Bizans uygarlığı ile ilgili çalışmaların gelişimine katkıda bulunmayı ve halihazırda yapılan araştırmalar için bir platform işlevi görmeyi hedefleyen merkezin diğer amaçları ise şöyle: "Üniversitenin bünyesinde Bizans tarihi, kültürü, sanat ve mimarlık tarihi, arkeolojisi konularındaki akademik birikimi uluslararası bir ortama taşıyarak geliştirmek, Bizans tarihi, kültürü, sanat ve mimarlık tarihi, arkeolojisi konularında Üniversitede verilen eğitimin geliştirilmesini desteklemek ve teşvik etmek; yurtiçi ve yurtdışındaki diğer üniversitelerle bu konularda ortak çalışma ve araştırmaları geliştirmek, Bizantoloji alanında uzmanlığın altyapısını teşkil eden ve halen Üniversitede verilen Latince, Eskiçağ ve Ortaçağ Yunancası eğitiminin geliştirilmesini desteklemek ve teşvik etmek; gelecekte bu dillerin yanı sıra Bizans dönemi paleografya, nümizmatik, kodikoloji gibi konularda eğitimi desteklemek, araştırma, inceleme, koruma, uygulama ve geliştirme projelerine ön ayak olmak ve bu projelerin gerçekleşmesi için Kültür Bakanlığı ve Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve diğer kurumsal birimlerle işbirliği yapmak."

 

MERKEZİN FAALİYET ALANLARI

Merkez amaçları doğrultusunda şu faaliyetlerde bulunacak:

"Düzenlenecek ulusal ve uluslararası konferanslar, çalıştaylar, konuşma dizileri, seminerler ve bunların yayınlanması aracılığı ile Bizans çalışmaları sahasındaki araştırmaları desteklemek, ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği ve ortak projeler yapmak, Bizans tarihi, kültürü, sanat ve mimarlık tarihi, arkeolojisi konularında uygulamalı eğitim ve araştırma çalışmaları yürütmek ve yayınlanmasını desteklemek, Bizans kültürel mirasını belgelemeye ve korumaya yönelik çalışmaları ve projeleri desteklemek ve geliştirmek, Bizans tarihi, kültürü, sanat ve mimarlık tarihi, arkeolojisi konularında bilimsel ve akademik işbirliğinin gelişmesini teşvik etmek; bu amaçla Türkiye'de ve diğer ülkelerde yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin, doktora sonrası araştırmacıların ve öğretim üyelerinin bilimsel alışveriş ve hareketliliğine katkıda bulunmak."

Yeniçağ Gazetesi, 29.04.2015

"TARİHİ YAPILAR ÇOK, HANGİSİNE BEKÇİ KOYAYIM?"

 

 

İkinci yüzyıldan bu yana ayakta kalmayı başaran ve şimdilerde yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalan tarihi Nemrut Tahtı için Urfa İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Aydın Aslan, tarihi yapıların çokluğundan bunaldığını belirtti ve “Şu anda 2 bin 500 tane tescilli yapı var. Hangisine bekçi koyayım” dedi.

 

YOK OLMAYLA YÜZ YÜZE

Tarihsel birikimi ile birçok medeniyete beşiklik eden Urfa’da, uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi yapıtlara gereken ilgi ve bakım gösterilmiyor. İkinci yüzyıldan bu yana ayakta kalmayı başaran ve kent merkezine yaklaşık 10 kilometre mesafede bulunan tarihi Nemrut Tahtı, yok olma tehlikesi ile yüz yüze bırakıldı. Tarihi alanda bulunan ve Süryani yazıtlarının nakşedildiği antik taşların üzerine kazılan isimler de, geçmişten günümüze kalan tarihi tahrip ediyor. Kazene Köyü'ne yakın mesafede bulunan ve Nemrut’un mezarı olarak da bilinen tarihi yapıta gidebilecek herhangi bir yol götürülmüş değil. Tarihi mekana yaklaşık yarım saatlik yürüyüşle ulaşılabiliyor.

 

‘HANGİ BİRİYLE UĞRAŞALIM’

Tarihi yapının tahrip edilmesiyle ilgili DİHA’ya konuşan Urfa İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Aydın Aslan, bölgenin koruma altına alınmamasını arkeologların söz konusu alan ile çalışma yapmamasıyla gerekçelendirerek, “Nemrut Tahtı, çok geniş bir sit alanı. Burada kazı çalışması yapmamız için hiçbir arkeolog hocası gelip başvuruda bulunmuyor. Urfa’da 500 tane arkeolojik sit alanı var hangi birinde çalışma yapalım? 500 tane arkeolojik sit demek, 500 tane profesör demek” diye konuştu.


Tarihi mekanların çokluğundan da sitem eden Aydın, “Şu anda 2 bin 500 tane tescili yapı var. Hangisine bekçi koyayım. Nemrut’un Tahtı da 2 bin 500 sit alanından sadece biri” demesi dikkat çekti.

 

Nemrut Tahtı’nın Kültür Bakanlığı kayıtlarında “Deyr Yakup Manastırı” olarak geçtiğini söyleyen Aslan, tarihi mekana gidebilecek bir yol güzergahına ihtiyaç olduğunu da sözlerine ekledi.

Evrensel, Haber: Engin Eren, 28.04.2015

TÜRKİYE PAVYONU SİNYAL VERMEYE BAŞLADI

 

 

Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi 9 Mayıs’ta açılıyor. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda bu yıl Sarkis’in Respiro başlıklı yerleştirmesi yer alacak. Defne Ayas küratörlüğünde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu sergisi, bienalin ana mekanlarından Arsenale’deki Sale d’Armi binasında bulunuyor.

 

Türkiye Pavyonu’nun resmi açılışı bienalin ön izleme günlerinden 7 Mayıs Perşembe saat 14.30’da gerçekleştirilecek. Respiro 22 Kasım'a kadar görülebilecek. Sarkis, mekanı bir tiyatro sahnesi gibi düzenleyerek, çift taraflı büyük bir ayna ile ikiye bölecek. Aynanın iki tarafında Abay, Anna, Aren, Helin, Karla, Claudia ve Linda isimli yedi çocuğun yedi renkle yaptığı parmak izleri yer alacak. Mekanın iki ucundaki pencerelerin önünde ise sanatçının neondan oluşturduğu gökkuşakları bulunacak. Ortak bellek görüntülerinden oluşan 36 tane vitray ise mekanın tavanından sarkacak şekilde yerleştirilecek. Aynalar, vitray panolar ve sanatçının diğer ikonik eserlerinden oluşacak yerleştirme, sanatçının ürettiği gökkuşağının yedi renginin çiziminden esinlenen Jacopo Baboni-Schilingi’ye ait ve 7 gün 24 saat kesintisiz olarak çalacak bir besteyle tamamlanacak. İlk nefesini 3 Nisan’da alan Respiro, 23 Nisan’da tamamlandı. Respiro’nun altı ‘sinyali’, açılışla eş zamanlı olarak 4 farklı ülkeye yayılacak.

 

Sarkis’in Türkiye Pavyonu’ndaki Respiro sergisine ‘sinyal’ gönderecek 6 farklı yerleştirmesi, 7 Mayıs 2015 tarihindeki açılışla eş zamanlı olarak Fransa, Hollanda, İsviçre ve Türkiye’deki mekanlarda yer alacak. Böylelikle, Türkiye Pavyonu’nda yer alacak eserlerle bu yerleştirmeler arasında devam eden bir diyalog da yaratılacak. 

 

 Sarkis’in Türkiye Pavyonu’ndaki Respiro sergisine sinyal verecek kurumlar şunlar:

 

·         Chateau d’Angers, Angers, Fransa

·         Chateau des ducs de Wurtemberg Müzesi, Montbéliard, Fransa

·         Domaine de Chaumont-sur-Loire, Chaumont-sur-Loire, Fransa

·         Boijmans Van Beuningen Müzesi, Rotterdam, Hollanda

·         Mamco, Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi, Cenevre, İsviçre

·         Hrant Dink Vakfı, İstanbul, Türkiye  

 

 

ALTIN İKONA HRNAT DİNK VAKFI'NDA 

Sarkis’in ‘haberci’ niteliğindeki ilk sinyali Altın İkona ise Hrant Dink Vakfı’nın Mart ayında açılan yeni binasının sergi alanında yer alıyor. Üzerinde bir el izi olan altın bir dörtgenden oluşan Altın İkona, Sarkis’in Respiro için yaptığı yeni vitrayla aynı ölçekte üretildi. Altın İkona, Respiro’da olduğu gibi, Jacopo Baboni-Schilingi’nin bestesiyle tamamlanacak. Bu beste, 7 Mayıs günü, Respiro sergisinin açılışıyla eş zamanlı olarak Hrant Dink Vakfı’nda da dinleyicilerle buluşacak. Altın İkona ile birlikte sanatçı Ali Kazma'nın yeni video işi Atölye (2015) de 7 Mayıs’ta Türkiye’de ilk defa Hrant Dink Vakfı’nda gösterilecek. Rezistans serisine ait olan bu videoda Ali Kazma kamerasını Sarkis’in elli yılı aşkın süredir sanatsal üretimini sürdürdüğü atölyesine çevirdi.

 

Türkiye Pavyonu’ndaki sergi, İKSV koordinasyonunda, Fiat’ın sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. SAHA Derneği de prodüksiyon desteği veriyor. Türkiye Pavyonu, İKSV’nin girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla Venedik Bienali’nin iki ana mekanından biri olan Arsenale’de 20 yıllığına kiralanan uzun süreli mekanda yer alıyor. Türkiye Pavyonu’nun uzun süreli mekanı, bu yıl ilk defa sanat bienalinde kullanılacak.

Radikal, 28.04.2015

EYÜP SULTAN TÜRBESİ KAPILARINI 8 MAYIS'TA AÇIYOR

 

 

Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslamiyet’in en önemli kutsal mekanlardan biri olarak kabul edilen Ebu Eyyub El Ensari Türbesi’nin 3 senedir devam eden restorasyon ve tadilat çalışmalarında sona gelindi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sürdürülen restorasyon ve tadilat çalışmaları tamamlandı ve Eyüp Sultan Türbesi 8 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı bir törenle kapılarını ziyaretçilerine açacak.

 

‘ÇOK TİTİZ BİR ÇALIŞMA YAPILDI’

Eyüp Belediye Başkanı Remzi Aydın, “Türbemizin Büyükşehir Belediyemiz tarafından 3 yıldır tadilatı devam ediyordu. Artık çok şükür bu hizmet tamamlandı. Eyüp Sultan Türbesi tarihinin gördüğü en büyük restorasyonu yaşadı. İlk defa bu sefer Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekten çok titiz bir çalışmayla, ilk yapıldığı zamandaki orijinal mimarisine, dokusuna, özelliklerine uygun bir restorasyon yapıldı. Onun için çok titiz bir çalışma yapıldı. Çok değişik yerlerden çiniler getirildi. Çok incelikli bir çalışmayla bire bir orijinalleri yapıldı. Bu da haliyle nitelikli, kaliteli bir çalışma olduğu için epey zaman aldı. İnşallah bundan sonra çok uzun yıllar restorasyon ihtiyacı olmadan türbemiz faaliyette olacak. İnşallah kalıcı olacaktır” dedi.

 

BAŞKAN AYDIN: ‘EYYUB EL ENSARİ’NİN HİZMETKARLARIYIZ’

Eyüp Sultan türbesi ziyaretçilerinin her geçen gün arttığını ifade eden Başkan Aydın, “Eyüp Sultan gerçekten çok popüler bir beldemiz. Biz de Eyyub El Ensari’nin hizmetkarlarıyız. Eyyub El Ensari aylarca Peygamber Efendimize ev sahipliği yapmış, onu evinde ağırlamış ve daha sonra arkadaşlık yapmış, dostluk yapmış bir sahabi. Biz bu ensar geleneğini sürdürmek istiyoruz, Eyüp Sultanlı olarak, Eyüp Belediyesi olarak, Eyüplüler olarak beldemize gelen herkese misafirperverlik yapmak, onları en iyi şekilde ağırlamak istiyoruz. Böyle bir kültürümüz, böyle bir geleneğimiz olsun istiyoruz” diye konuştu.





BAŞKAN TOPBAŞ: 4. Murad’dan sonra bize nasip oldu

Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da restorasyon çalışmalarının uzun sürmesinin sebebinin köklü bir çalışmadan kaynaklandığını açıklamıştı: “Bu anlamlı tamirat çalışması bize nasip olduğu için mutluluk duyuyoruz. Bu önemli konuyu sıradan bir onarımla geçemezdik.’’ Başkan Topbaş, “250 yıldan bu yana ilk defa köklü ve doğru bir restorasyon yapıldı. Biraz gecikti ama doğru bir iş yaptık. 4. Murad’dan sonra bize nasip oldu böyle güzel bir hizmet” dedi.

 

 

Uzun bir restorasyon süreci geçiren Eyüp Sultan Türbesi’nde yer alan çiniler, orijinaline uygun yeniden üretilerek türbede kullanıldı.

Habertürk, Haber: Aslı Öztürk, 28.04.2015

ANTİK KENTİN ZAFER TAKI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Kozan İlçesi'ne bağlı Dilekkaya Köyü yakınlarındaki Anavarza antik kentinde bulunan ve döneminin en büyük anıtsal şehir kapıları arasında gösterilen zafer takı, turizme kazandırılacak.

 

Anavarza'daki kazı ve araştırma çalışmalarının bilimsel danışmanlığını yapan Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fatih Gülşen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, zafer takının, 22,5 metre genişliği, 10,5 metre yüksekliği ve 5,60 metre duvar kalınlığıyla antik dünyanın en büyük anıtsal şehir kapıları arasında yer aldığını söyledi.

 

Romalıların, 3. yüzyılda Perslere karşı kazandığı zaferin anısına Roma İmparatorluğu'nun doğudaki ordugah kenti olan Anavarza'ya zafer takı inşa ettirdiğini belirten Gülşen, "Büyük bir kısmı hala ayakta olan zafer takını turizme kazandırmak amacıyla restitüsyon çalışmaları sürüyor. Restorasyon aşamasına gelindi. Antik dünyadan günümüze miras kalan anıtsal şehir kapısını bir yıl içinde orijinal görüntüsüne getirmeyi planlıyoruz" dedi.

 

Gülşen, zafer takından düşen 502 blok taşın yerlerine konulacağını ifade ederek, sanat harikası olan anıtsal kapının, üç kemerli olarak inşa edildiğini bildirdi. 

 

Gülşen, şöyle devam etti:

"Batı kemeri, başlangıç kavisinin bulunduğu kısımdan yıkılmış, ortadaki ana kemer ile doğudaki kemer ayakta. Yıkılmış ve eksik bloklarının çizimlerini tamamladık. Anıtsal kapıdan düşen parçaları tek tek numaralandırıp lazer taramasından geçirdik. Restorasyon aşamasında bu parçaları yerine yerleştireceğiz. Zafer takı, kaliteli işçilikle inşa edilmiş, yapımında düzgün tıraşlanmış dörtgen kireç taş, mermer ve granit, kemer kavislerinde ise daha sert ve kaliteli kalker kullanılmış. Korint başlıklarla süslenmiş, sütunlu, pilasterli (dört köşeli sütun) nişlerin (İçerisine heykel konulan mihrap benzeri girinti) içlerinde heykel düzenlemeli, anıtsal ölçülerde ki devasa ve benzersiz bir yapı. Taşıdığı bu özellikler nedeniyle, bugün Çukurova olarak adlandırdığımız bölgede tek, ülkemiz sınırları içerisinde ise bir kaç anıtsal şehir kapısından biridir."

 

Zafer takının, 34 metre genişliği, 2 bin 700 metre uzunluğundaki çift şeritli caddeye açıldığına dikkati çeken Gülşen, "Anavarza Antik Kenti'deki kazı ve araştırmalar için bakanlığımız 1 milyon lira ödenek ayırdı. Zafer takının ayağa kaldırılması kazı ve araştırma çalışmalarımızın en önemli ayaklarından birini oluşturuyor. Çalışmaları, 10'u teknik personel 45 kişilik ekiple yürütüyoruz. Çalışmalarımıza büyük destek veren Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ile bakanlık yetkililerine ve Adana Valiliği ile Çukurova Üniversitesi’ne teşekkür ediyorum" dedi.

Memleket, Haber: A. Ertan Yiğitsözlü, 28.04.2015

ANTİK MISIR REÇETESİ AKŞAMDAN KALMANIN TEDAVİSİNİ ANLATIYOR!

 

Arkeofili.com'un haberine göre Antik Mısırlılar akşamdan kalmanın tedavisini biliyorlardı. Bu tedaviye göre alkol mağduru, İskenderiye Chamaedaphnesi, yani İskenderiye’de yetişen bir çeşit defnenin yapraklarını birbirine bağlayıp, olasılıkla boynuna takmalıydı.

 

Antik insanlar İskenderiye defnesinin (Ruscus racemosus L.) başağrısına iyi geldiğine inanmış olsa da, gerçekten bir etkisi olup olmadığı bilinmiyor. Fakat günümüzde Kamboçyalı köylülerin baş ağrısı ve baş dönmesini tedavi etmek için İskenderiye defnesi yapraklarını içine çektiği düşünülürse, Antik Mısır reçetesi de kısmen işe yarıyor olabilir.

 

 

1900 yıllık papirüs, 1896’da Antik Mısır şehri Oxyrhynchus’ta  bulunan 500,000 belgeden biri. Bu kadar fazla miktarda papirüsün incelenmesi ve yayınlanması, yüz yıldan uzun süredir devam eden yavaş bir görev. Kısa süre önce, Oxyrhynchus’ta bulunan yaklaşık 30 tıbbi belgenin deşifre edildiği 80. Cilt yayınlandı.

 

Yeni ciltte hemorrhoid, ülser, kangren, diş ağrısı, göz sorunları gibi bir çok farklı hastalığın tedavisi bulunuyor. Göz ameliyatını anlatan papirüs kalıntıları bile bulundu. Gözle ilgili bir reçetede, arpacık tedavisi için göze kafası koparılmış bir karınca sürülmesi gerektiği anlatılıyor.

 

Profesör Vivian Nutton, Antik papirüslerin yazarlarının, çokça Yunan bilgilerinden faydalandığını söylüyor. Oxyrhynchus sakinleri de Hellenistik kültürünü sıkıca benimsemişlerdi. Büyük İskender’in fetihlerinden sonra Mısır ve Orta Doğu’da Hellenistik kültür benimsenmeye başlamıştı. Bu durumu kanıtlar şekilde incelenen belgeler arasında da yeni tıbbi metinler dışında, Galen ve Hipokrat’a ait bilinen tıbbi metinlerin 11 kopyası bulundu.

 

 

Exeter Üniversitesi’nde tarihçi ve tıbbi papirüsleri çevirenlerden Dr David Leith “Papirüslerdeki tedaviler sihir ve tıp arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor. Bazı antik hekimler sihirli tedavileri kullanmayı sevmese de, çoğu zaman bunlar kullanılmıştı” diyor.

 

Yunanca “kraipale” adı verilen akşamdan kalmaya karşı reçetede “Sarhoşluk baş ağrısı için: ipe dizilmiş İskenderiye defnesi yapraklarını takın.”

 

Dr Leith, reçetede kullanılan bitki ismi yerde yetişen bir tür defne çalısı anlamına geldiğini belirtti. “Bu bitkinin yaprakları, antik botanik yazılarında sıklıkla normal defne bitkisi yapraklarıyla karşılaştırılır.”

 

Papirüslerin sahibi olan Mısır Keşif Derneği’nden (Egypt Exploration Society) papirolog Margaret Mountford “O zamanın günlük hayatı hakkında bilgiler verdiği için bu belgeler çok önemli. Papirüslerin bazıları antik Yunan tıbbi metinlerinin kopyasıydı fakat, aslında bazı açılardan daha çok büyüye benzeyen bazı orjinal tıbbi metinler de vardı” diyor.

 

 

“Örneğin içki sersemliğinin tedavisi, boyuna defne asmaktan oluşuyor. Bunun gerçekten işe yarayıp yaramadığı konusunda kendi şüphelerim var. Ama belki hastalar üzerinde daha çok bir plasebo etkisi yaratarak işe yarıyordu.”

Radikal, 28.04.2015

'ERMENİ YETİMHANESİ YIKILMASIN'

 

 

İstanbul Tuzla’daki Ermeni Yetimhanesi’nin, gerçek adıyla Kamp Armen’in mayıs ayında yıkılması gündemde. Hrant Dink ve eşi Rakel Dink’in de kaldığı Kamp Armen’in bulunduğu araziye ise lüks villalar yapılması planlanıyor.

 

Sosyal medyada  #KampArmen başlığı altında duruma tepki gösteren vatandaşlar, karardan vazgeçilmesini talep ediyor.


Yetimhanenin temeli 6 Ocak 1962’de atıldı ve çocuklar yetimhanenin inşaatında çalıştı.

 

‘ATLANTİS UYGARLIĞI’

Hrant Dink, “Atlantis Uygarlığı” diye tanımladığı Kamp Armen ile ilgili yazdığı bir yazıda şu ifadeleri kullanmıştı: “Bizi, yarattığımız uygarlığımızdan attılar. Orada yetişmiş bin beş yüz çocuğun alın terinin üstüne oturdular. Bizlerin çocuk emeğini gasbettiler. Orayı tekrar yoksul çocuklar için bir yetimhane yapsalardı, kimliği ne olursa olsun, yoksul ya da özürlü çocuklar için kamp olarak kullansalardı, hakkımı helal ederdim. Ama bu şekilde emeğimi helal etmiyorum.

Ve artık bizim yarattığımız “Tuzla Yoksul Çocuk Kampı”mız, bizim “Atlantis uygarlığımız” şimdi bir harabe…”

Evrensel, 28.04.2015

DEPREM NEPAL'İN KÜLTÜREL MİRASINI TAHRİP ETTİ

 

 

Nepal'de Cumartesi günü meydana gelen büyük deprem, Katmandu Vadisi'ndeki UNESCO tarafından dünya mirası ilan edilmiş olan yedi alandan en az dördünde büyük tahribata neden oldu. Bunlardan üçünün kentin meydanları olduğu belirtiliyor.

 

Deprem yaşayanların anlattığına göre sadece yaklaşık bir dakika sürdü ama yüz yıllardır ayakta kalmış tarihi binalar yerle bir oldu.

 

Nepali Times gazetesinden Kunda Dixit BBC'ye yaptığı açıklamada, anıtların yeniden inşa edilebilecek olmasına rağmen, meydana gelen tahribatın kültürel anlamda hesaplanamayacak bir kayıp olduğunu söyledi.

 

Şimdiye dek Nepal'in en iyi korunmuş eski kenti olan Bhaktapur'da evlerin yarısının yıkıldığı, tapınakların yüzde 80'inin hasar gördüğü bildiriliyor.

 

 

Yıkılan yapılar arasında bir zamanlar başkent Katmandu semalarına hükmeden Dharahara kulesi de bulunuyor. Kuleden geriye şimdi sadece tabanı ve kısa bir bölümü kaldı.

 

1832'de Nepal'in ilk başbakanınca yaptırılan ve Bhimsen Kulesi olarak da bilinen bu alan, 200 basamaklı merdivenle çıkılan seyir balkonundaki manzara dolayısıyla turistlerin rağbet ettiği yerler arasındaydı.

 

Depremden hemen sonra ortaya çıkılan fotoğraflarda, UNESCO dünya mirası alanlarından biri olan, Katmandu'nun Eski Şehir'indeki Durbar Meydanı'nın da büyük hasar gördüğü izleniyor.

UNESCO, saraylar, avlular ve tapınaklar bütününden oluşan Durbar meydanını "Katmandu'nun sosyal, dini ve kentsel odak noktası" olarak nitelendiriyor.

 

 

16. yüzyıldan kalma tapınak yıkıldı

Bhaktapur ve Patan'daki Durbar meydanlarının da depremden büyük zarar gördüğü anlaşıldı. Bhaktapur'da meydanda bulunan ana tapınağın çatısını kaybederken, 16. yüzyıldan kalma, kumtaşından yapılma duvarları ve tepeleri altın kaplamalı pagodalarıyla ünlü Vatsala Durga tapınağı depremde yıkıldı.

 

Patan'daki 3. yüzyıldan kalma alanda bulunan yapılar da tahribata uğradı. Swayambhunath'ta 5. yüzyılda kurulan Budist tapınakların da tahrip olduğu öğrenildi.

 

Deprem sonrası video kayıtlarında tarihi binalardan birinin yıkılmış ön cephesi görülüyor. Ancak büyük bir sembolik önem taşıyan Budist heykel yıkılmadı.

 

 

Boudhanath anıtı ile Pashupatinath Hindu tapınağında da tahribat olduğu haberleri alınıyor. Bütün bu tarihi yapıların onarılıp onarılamayacağı henüz belirsiz.

 

Tarihçi Prushottam Lochan Shrestha, "Katmandu, Bhaktapur ve Lalitpur [Patan]'daki Dünya Mirası Alanı olarak kabul edilmiş anıtların çoğunu kaybettik. Bu yapılar yeniden özgün şekillerine kavuşturulamaz." dedi.

 

Bununla birlikte, bölgede 1934 yılında meydana gelen daha da büyük depremde tahrip olan aralarında Dharahara kulesinin de bulunduğu yapıların çoğu onarılabilmişti.

bbc.co.uk, 27.04.2015

"TRAKYA'DAKİ TARIM KALINTILARI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK"

 

 

Kırklareli'nde 22 yıldır devam eden Aşağıpınar arkeolojik kazılarında bu dönem, MÖ 6 binli yıllara ait tarım kalıntılarının gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor.   

 

Kazı Başkanı,  İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorik Bölümü Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazılara temmuzda başlayacaklarını söyledi.

 

Dört yıldır Trakya'daki ilk tarım topluluklarını araştırdıklarını ve elde ettikleri bulguların önemli olduğunu belirten Özdoğan, şöyle konuştu:

"Buradaki çalışma, son yıllarda dünyada da heyecanla izlenir hale geldi. Trakya'da tarım kalıntılarını gün yüzüne çıkarmanın heyecanını yaşıyoruz. Kazılar uzun yıllardır kesintisiz devam ediyor. Bu yılki kazı çalışmalarımızda MÖ 6 binli yıllara ait ilk tarım kalıntılarını gün yüzüne çıkaracağız. Tarih öncesi kültürleri gün yüzüne çıkarmak için çalışıyoruz."

 

Özdoğan, geçen yılki çalışmalarında tarımla uğraşan ilk insanlara ait birçok bulguya ulaştıklarını vurguladı.

 

Bulguların kendilerini heyecanlandırdığını aktaran Özdoğan, "Geçen yılki çalışmalarımızda 6 bin yıl önce de insanların süt ürünlerini kullandıkları kesin olarak ortaya çıktı. Sütü kaynattıklarını gördük. Kap kacak gibi birçok bulguya ulaştık" diye konuştu. 

 

Özdoğan, kazıların yaklaşık 3 yıl içinde tamamlanacağını, bu dönemki kazılarda Aşağıpınar'ın en alt tabakasına ulaşmayı hedeflediklerini kaydetti. 

 

- "Açık hava müzesine dönüştürülecek" 

Özdoğan, kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından bölgenin açık hava müzesine dönüştürüleceğini söyledi.

 

"Kültürel Miras Projesi" kapsamında yapacakları açık hava müzesinin yanı sıra, bölgedeki "samanlık müzeleri"nin sayısını arttırmak istediklerini belirten Özdoğan, burada jeolojik dönemden, cumhuriyet dönemine kadar olan yaşamın anlatılacağını ifade etti.

 

Kırklareli Kültür Varlıkları Derneği Başkan Yardımcısı Atila Biçer de kazı alanından elde edilen eserlerin maketleri ve MÖ 6 binli yılların yaşam tarzlarına ilişkin bulguların sergilendiği samanlık müzelerinin, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çektiğini belirtti.

 

İlginin her geçen gün arttığını anlatan Biçer, "Aşağıpınar kazıları, Kırklareli'nin tanıtımı açısında çok önemli. Kazıları tüm dünyada tanınmış durumda" ifadelerini kullandı.

Radikal, Haber: Özgün Tiran, 27.04.2015

SURİYE'NİN TALAN HARİTASI

 


Rölyef (Sağ üstte) ve diğer tarihi eserler, ‘Hani’ kod adlı kaçakçı tarafından alıcı kılığındaki Independent muhabirine sunuldu. Kaçakçılar IŞİD yıkmasın diye heykelleri saklıyormuş.

 

Suriye’deki iç savaş tarih ve kültür mirasının da yağmalanmasının yolunu açtı. Bu yağmanın en önemli transit rotası Türkiye’den geçiyor. The Independent gazetesinin son araştırma haberi, Gaziantep kentinin kaçakçılığın merkezi haline geldiğini ve terör gruplarının elde ettiği karları ortaya koydu. Independent muhabiri Isabel Hunter, alıcı kılığına girerek tarihi eser kaçakçılarıyla ‘antika anlaşmalarının ana merkezi’ diye nitelediği Gaziantep’te bir apartman dairesinde görüştü. Hunter haberinde ‘Hani’ kod isimli kaçakçının hiyerogliflerle kaplı 4 bin yıllık bir kireçtaşı tabletini laptop çantasından sıradan bir eşyaymış gibi çıkarttığını anlattı. Hunter, kaçakçıların çoğunun Türk olmasına karşılık ‘Hani’nin Suriyeli olduğunu ve ‘Londra’daki patronuna’ anlatması için ellerindeki ‘hazineleri’ sergilemekten çekinmediklerini ekledi. Hunter’a da 13. yüzyıldan kalma Hıristiyan elyazmalarının fotoğrafları ile Farmason ikonografisinin yer aldığı bir kitap gösterilmiş. İki kaçakçıya bakılırsa elyazmaları şu anda Almanya’da, kitap ise ‘İsveç’te turda’.

 

Kataloglar cepte

Risklerini azaltmak için kataloglarını cep telefonlarına yükleyen kaçakçılar “Ne istiyorsanız size buluruz. Sadece resimlere bakıp istediğinizi söyleyin” demişler. Hunter, resimlerde deri ciltli elyazmaları, Aramice ve Yunanca belgeler, Davut yıldızının bulunduğu eşyalar, afrodizyak özellikleri olduğu öne sürülen antik Mısır parfümlerini görmüş. Aralarına katılan ‘Tarık’ isimli bir başka kaçakçı ise dünyada sadece 30 örneği bulunduğunu öne sürdüğü ve 300 bin dolar fiyat biçtiği Atina sikkeyi göstermiş.

 

IŞİD’e yüzde 20

Kaçakçılar bu ticaret için IŞİD’den izin aldıklarını aktarıyorlar. Bir kaçakçı, “Mücevher yahut altın bulursak IŞİD yüzde 20 alıyor. Resmi fiyat bu. İzni bir kere aldın mı tamam” deyip ekliyor: “Heykel bulursak IŞİD onu yok edecek diye saklıyoruz.”

 

Eski eseleri kaçırma rotalarına gelince; ABD Dışişleri Bakanlığı ile Amerikan Oryantal Araştırmalar Okulu’nun desteklediği Suriye Mirası Girişimi (SHI) milyonlarca dolarlık bu kaçakçılığın durdurulması için daha sıkı kontrol için uğraşıyor.

 

Sahte belge İtalya’dan

SHI’dan Michael Danti, eserlerin bir kere Türkiye’ye getirildikten sonra Mersin, Antalya yahut İzmir’den çıkarıldıklarını söylüyor. Danti, Kıbrıs üzerinden çıkarılanların sahte belgelendirmelerinin İtalya, Yunanistan ve Portekiz’de yapıldığını belirtiyor. BM, Suriye’nin tarih mirasının yağmalanmasını ‘kültürel soykırım’ diye nitelemişken, kültürel kurumlarla Interpol’ün çabaları da işe yaramıyor

Cumhuriyet, 27.04.2015

KAUNOS ANTİK KENTİNE ZİYARETÇİ İLGİSİ

 

 

Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan Mahallesi'nde bulunan Kaunos antik kenti, yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

 

Dalyan'dan hareket eden tur tekneleri ile yaklaşık 10 dakika süren yolculuktan sonra antik kente giden yola ulaşan ziyaretçiler, ağaçlarla kaplı yolda yaklaşık 15 dakika kadar yürüdükten sonra ulaştıkları antik kentte 3 bin yıl öncesine yolculuğa çıkıyor.

 

Ziyaretçiler, antik kentte 2 bin 400 yıllık kaya mezarları, 5 bin kişilik tiyatro, bazilika, hamam, agora ve Demeter Kutsal Tapınağı ile bin 300 yıllık mozaiklerin bulunduğu alanları gezebiliyor.

 

Muğla Valisi Amir Çiçek, bölgedeki antik kentlerde kazı yapan heyetlerin başkanları ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim elamanları ile antik kenti gezerek, kazı başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık'tan çalışmaları hakkında bilgi aldı.

 

Işık, antik kentin Karya ve Likya bölgelerine komşu bir konumda antik bir yerleşim yeri olduğunu söyledi.

 

Antik kentte bu sezonki kazıların haziran ayında başlayacağını bildiren Prof.Dr. Işık, buranın, tarihe ışık tutan ören yerleri arasında bulunduğunu kaydetti.

 

Kentin farklı bir restorasyon şekli bulunduğunu vurgulayan Işık, "Bir binayı olduğu gibi farklı malzemeler kullanarak ayağa kaldırmayı değil, daha çok algılanabilir bir konuma getirip insanlara sunmaya amaçlıyoruz. Amacımız restorasyon çalışmaları ile antik çağda o binanın işlevinin ne olduğunu insanlara anlatabilmek" diye konuştu.

 

Kentteki en önemli eserlerden birinin antik çağın Protogenes Exedrası olduğunu anlatan Prof.Dr. Işık, çalışmalarda exedraya ait postament, koltuk gibi bloklarının mermer yama yapılarak restore edildiğini ve muhafaza altında tutulduğunu dile getirdi.

 

Işık, exedranın özellikle antik çağda agoralarda, kutsal alanlarda önemli ailelerin heykellerini taşıyan çok farklı oturma grupları olduğunu söyledi.

 

Kaunos antik kentinin Anadolu kentleri arasında çok önemli bir yeri olduğuna işaret eden Işık, şöyle konuştu:

"Çünkü bu kadar çok exedranın bulunduğu bir başka ören yeri yok. Exedraların asıl zenginliğini bize anlatan ise her birinin üzerinde durduğu bronzlar. Kaunos'ta yüzlerce heykel kaidesi var, hepsi bronz ama maalesef bugün elimizdeki bir tek baş parmak bronz örneği hariç eser bulunmuyor. Tek tanrılı dine geçişten sonra Kaunoslular için bronzların önemi kalmamış. Buradaki bronz heykelleri eriterek kap kaçak, silah ham maddesi; mermer heykelleri de kireç yapmışlar. Bunların izleri halen Kaunos antik kentinde var."

 

- Muğla'da en çok ziyaret edilen ilk 3 ören yerinden biri

Vali Çiçek ise Dalyan Mahallesi'nin sahip olduğu tarihi ve kültürel özelliklerle turizme çok önemli katkısının bulunduğunu dile getirdi. Bölgenin her yıl yaklaşık 800 bin kişi tarafından ziyaret edildiğine dikkati çeken Çiçek, Kaunos antik kentinin de yerli ve yabancı ziyaretçiler tarafından Muğla'da en çok ziyaret edilen ilk 3 ören yeri arasında bulunduğunu belirtti.

 

Antik kentin, UNESCO'nun geçici miras listesinde yer aldığını hatırlatan Çiçek, kentin bu yönüyle de dikkat çektiğini ifade etti. Çiçek, bölgedeki 2 bin 400 yıllık kaya mezarlarının da koruma altında olduğunu vurguladı.

 

Öte yandan Kaunos antik kentini geçen yıl 52 bin 673 kişinin ziyaret ettiği öğrenildi.

 

- Kaunos Antik Kenti

Kaunos antik kenti, bir mitosa göre Miletos'un ikiz çocuklarından biri olan Kaunos tarafından Karya-Likya sınırında kuruldu. Antik çağda liman kenti olan Kaunos, günümüzde kıyıdan hayli içeride bulunuyor. 

 

Arkaik, klasik, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde yerleşim bulunan kent , daha sonra terk edilmiştir. 

Radikal, 27.04.2015

PARİON ANTİK KENTİ - ŞAPEL TEPESİ ÇEVRE DÜZENLEME VE ÜST ÖRTÜ PROJESİ

 

 

Göze Üner Mimarlık'ın Parion antik kentinde sürdürdüğü Şapel Tepesi Çevre Düzenleme ve Üst Örtü Projesi rölöve çizimleri 2014 yılında Koruma Kurulu'ndan onay aldı. Avan projesiyle de olumlu görüş alan ofis, en kısa zamanda uygulama projesine başlayacak.

 

Göze Üner projeyi anlatıyor:

 

Erken Bizans Bazilikası (Sevgililer Şapeli)

Şapel kalıntıları, Kemer Köyü yerleşiminin batısında, Marmara Denizi'ne uzanan tepenin üzerindedir. Bu tepeden, doğuda köyün tamamını ve Parion Antik Kent merkezinin yaslandığı sırtı, köy içinde kalan nekropolü ve limanı görmek ve aynı zamanda kuzeye ve batıya açılan deniz manzarasına hakim olmak mümkündür.

 

Kalıntılara ilk olarak 2010 yılında bölgede kurulan termik santral alanında kontrol amaçlı yapılan kazılarda ulaşılmıştır. 2011 ve 2012 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı Parion Kazı Başkanlığı tarafından yürütülen bilimsel kazılarda MS 8. ve 9. yüzyıllara tarihlenen kalıntıların tamamı ortaya çıkarılmıştır.

 

Yüzeydeki kalıntılar yaklaşık 160m2'lik bir alana yayılmakta ve moloz taş ve tuğladan örülmüş, yükseklikleri 40-224 cm arası değişen duvarlar ve zeminde yer alan tuğla kapaklı mezarlardan oluşmaktadır. Kazıyla ortaya çıkarılan duvarlar büyük olasılıkla yapının temel seviyesinden döşeme kotuna kadar olan bölümüne aittir.

 

Yapının doğusunda, dış yarı çapı yaklaşık 4 m olan dairesel apsis ve batısında, ölçüleri 7,20 m x 15,11 m dikdörtgen plan şemasında yer alan duvar kalıntıları vardır. Orta bölümde mezarlar ve çevrelerinde örülmüş tuğla duvarlar bulunmuştur. İki iskeletin birbirine sarılmış olarak bulunduğu ve yapının bölge halkınca "Sevgililer Şapeli" olarak anılmasına neden olan mezar da bu bölümdedir.

 

Bozulmalar ve Müdahale Önerileri

Yapının plan bütünlüğünün kazıdan önceki tahribatlarla bozulduğu ve çevresel etmenlerle birlikte bitkilenme, toprak birikimleri yanısıra moloz taş ve tuğla duvar örgülerinde yapı elemanı, derz ve harç kayıpları, yapı malzemesindeki yüzey bozulmaları ve parça kayıpları görülmektedir. Duvar örgülerindeki yapım tekniğine ve sağlam olmayan zemine bağlı yapısal sorunlar da saptanmıştır.

 

İlk etapta, bitki temizliğinden sonra kuru veya harçlı temel destek duvarları örülmesi önerilmektedir. Sonraki aşamada, üst örtü yapılması durumunda harçlı müdahalelere gerek görülmeyebilir. Üst örtü yapılmadığı durumda, duvarlarda kuru temizliği takiben capping/harpuştalama yapılmalıdır. Boşalan derz dolguları uygun harçla doldurulmalı, duvarlar yağmur, rüzgar, kar vb. hava koşullarının ortaya çıkaracağı hasara karşı sağlamlaştırılmalıdır. Zeminler eşit bir kota kadar homojen çakılla doldurulmalı, duvarların okunması kolaylaştırılmalıdır. Duvar örgüsüne yeni eklenecek olan malzemeler sıva filesi ile sarılmalı, özgün malzemeden bu biçimde ayrıştırılmalıdır. Capping ve derz harcı istenilen doku oluşturulana kadar önce örnek duvarlarda denenmelidir. Yapılan müdahaleler yerinde fotoğraflarla ve çizimlerle belgelenmelidir.

 

Parion Şapel Tepesi Çevre Düzenleme ve Üst Örtü Projesi, kültür mirasının korunmasını, yaşatılmasını ve arkeolojik alanların sürdürülebilir gelişimini amaçlamaktadır. Üst örtü, arkeolojik çalışmanın sürdürülmesine olanak sağlamak üzere geçici bir çözüm olarak tasarlanmamıştır ve çevresinde sürdürülen arkeolojik bir çalışma yoktur. Kazısı tamamlanmış bir alanda, bir çekim odağı oluşturmak ve arkeolojik buluntuların müzeye kaldırılmadan yerinde sergilenmesi için bir arayüz olarak gerekçelendirilmiş ve tasarlanmıştır. Şapelin kent dokusundan bağımsız ve topografik olarak avantajlı konumunun ortaya çıkardığı bağlamda, doğa manzarası içinde tekil üst örtünün yapısal bir öğe olarak öne çıkması bilinçli olarak tercih edilmiş; vadi tabanında yer alan yerleşimden şapel tepesiyle kurulan bir görsel bağlantı tasarlanmıştır.

 

Çevre düzenleme projesi, eğimli topoğrafyanın geometrisiyle biçimlenen birimleri bir dolaşım aksıyla bağlar ve arkeolojik kalıntıların çevresinde bir yaşam alanı tanımlar. Şapel-Müze, kafe, çocuk birimi, seyir terası ve açık hava tiyatrosu, Kemer Köyü plajından gelen patikayla birbirine bağlanmaktadır. Yamaç üzerinde birbirinin manzarasını kapatmadan yerleştirilen hafif strüktürler farklı kullanım alanları oluşturacaktır. Şapel tepesi, yazları bölgede artan nüfusla birlikte yerel kullanıcıların ve turist gruplarının açık havada vakit geçirebileceği ve bölgedeki arkeolojik çalışmalarla ilgili bilgi edinebileceği bir odak noktası olacaktır.

 

Yapılar derin temelleri olmayan çokgen planlı hafif çelik ve ahşap kafesler olarak tasarlanmıştır. Kalıntıların çevresindeki dolaşım alanında cam yüzey üzerinde ve ekranlardan arkeolojik araştırmalarla ilgili bilgi verilmesi planlanmaktadır.

 

Proje hayata geçirildiğinde eğlenceli eğitsel, sosyal ve kültürel etkinliklerle arkeolojik alanın korunarak ve kullanılarak yaşatılması, Kemer Köyü, Parion ve şapel tepesinin ziyaretçilerin uğrak yeri haline gelmesi, turizmin artması, çevredeki öğrencilere düzenli bilgi ve eğitim verilerek kültür bilincinin yükselmesi hedeflenmektedir.

 

Alanın yaşatılması için kurumsal kimlik çalışmasıyla yönlendirilecek logo ve broşürler tasarlanması, sosyal alan için programlar hazırlanması, konserler, film gösterimleri, konuşmalar gibi organizasyon çalışmaları yürütülmesi, okullarla gezi organizasyonları yapılması, alanın tur programlarına eklenmesi beklenmektedir.

 



















Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 27.04.2015

PİRAMİT TÜRBE KADERİNE TERK EDİLDİ

 

 

Muğla Marmaris İlçesi'nde piramite benzeyen tarihi türbe ilgi bekliyor. Söğüt mahallesindeki 300 yıllık olduğu sanılan mezarın duvarları delindi. Taşları patates tarlasına götürüldüğü öne sürülen mezarın keçilerin barınağı haline geldiği iddia edildi.






Marmaris’e 60 kilometre mesafedeki Söğüt Mahallesi’nde 300 yıllık olduğu tahmin edilen piramit türbenin mermer taşları patates tarlasına duvar olarak örüldüğü öğrenildi. Karayolu bulunmayan ve yürünerek 10 kilometrelik patika yoldan ulaşılabilen yapının içinin ve çevresinin defineciler tarafından kazıldığını öne süren köylüler, “Biz türbe olduğunu sanıyoruz ve bu yüzden burada yağmur duası yaptık. İçindeki mezarın kime ait olduğunu bilmiyoruz. Burasıyla ilgilenen olmayınca bu hale geldi. Tenha bir yerde olduğundan kazılmasını ve talan edilmesini de gören olmuyor” dediler.


Deniz kenarında muhteşem bir koyun eteğine yapılmış piramit türbeyle ilgili müze ve Muğla Üniversitesi’nin Arkeoloji bölümü tarafından bir bilgiye sahip olunmadığı öğrenildi.





Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (MSKÜ)Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Adnan Diler, yapıyla ilgili bu güne kadar herhangi bir araştırma yapılmadığı için bilgi sahibi olunamadığını söyledi. Diler, “Yapı içindeki mezar, dönemin önemli şahsiyetlerinden birine ait diye düşünüyoruz. Mimarisi çok yaygın değil. Bir benzeri de Bodrum’da var. Yapılacak bir araştırmanın ardından bilgi sahibi olunabilir” dedi.


Öte yandan 2 yıl önce Marmaris’in Turgut Köyü'nde bulunan ve halkın türbe zannederek yıllardır gidip dua ettiği "Çağ Baba"nın, MÖ 2’nci yüzyılda savaşçı Diagoras ve karısı Aristomakha için yapılan piramit mezar olduğu ortaya çıkarılmıştı.Bölgede atıl durumdaki piramit mezar ve türbelerin turizme kazandırılması bekleniyor.

 


Hürriyet, 27.04.2015

RUMELİ AÇIK HAVA TİYATROSU'NUN SAHNESİNDE YÜKSELEN MESCİT

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethinden önce yaptırdığı ve günümüzde açık hava tiyatrosu olarak kullanılan Rumeli Hisarı'nın restorasyonu sırasında açığa çıkan 15. yy'dan kalma minare mescide dönüştü.

 

 

Sene başında haberlere konu olan Rumeli Hisarı'ndaki mescit inşaatında yapı ortaya çıktı. 

Restorasyon çalışmaları sonrasında, İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ortaya çıkan minare gövdesi, duvar ve sarnıç kalıntılarının mevcut durumlarıyla muhafaza edilmesini onaylamış ve mescit 1. grup kültür varlığı olarak tescil edilmişti.

Kurulun 6 Temmuz 2009 tarihli kararında şu ifadelere yer verilmişti:

Rumelihisarı'nda tarihi Boğazkesen Mescidi yerinde bulunan platform ve tiyatro alanının 2009 yılı sonuna kadar haftada maksimum 1 (bir) faaliyet ile sınırlandırılarak ve hiçbir şekilde aşılmamak, izleyici sayısını en fazla 1000 (Bin) ile sınırlamak kaydıyla tiyatro, stand-up, konferans, seminer, oda müziği (klasik müzik ve Türk sanat müziği) gösterileri için; yüksek güçlü ses düzeni kullanılmamak, izleyici hareketlerinden oluşan titreşimi en aza indirgeyecek önlemleri almak, tiyatro alanı dışında burç ve duvarlar üzerinde hiçbir izleyicinin bulundurulmamasına dikkat etmek ve yapıda ve tarihsel kalıntılara zarar verebilecek veya görünüşü engelleyebilecek afiş vb. elemanların kullanılmaması kaydıyla yukarıda belirtilen kültürel faaliyetlerin Rumelihisarı'nın toplumsal açıdan tanıtımı ve benimsenmesini sağlamak amacı ile (sınırlı süre ve izleyici için) gerçekleştirebileceğine (...) karar verildi.


 

Fakat, kurul kararının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi 18. yüzyılda yıkılan tarihi mescidin tekrar inşası için çalışmalara başlamıştı. İbrahim Ethem Gören'in Dünya Bülteni'nde belirttiği üzere, 2013 yılında İBB ile İstanbul Kubbe Derneği arasında inşaat sözleşmesi yapıldı ve ardından çalışmalara başlandı: 

Restorasyon projesi kapsamında Rumelihisarı'nda ilk olarak sarnıç duvarları ve derz yapımı tamamlandı. Ardından da sarnıç üzerindeki ahşap döşeme kirişleri yerleştirilerek, sarnıcın üst kotunda yer alan mescit ana duvarlarının inşasına başlandı. Mayıs 2015'te tamamlanması öngörülen mescit için açık hava tiyatrosunun olduğu alan saç levhalarla kapatıldı.

"Mimarlık üzerinden ideolojik bir inatlaşma yaşanıyor"

İBB'nin kendi sitesinde mevcut durum ile ilgili bir bilgi yer almasa da eski tarihli proje sayfasında rölöve, restitüsyon ve restorasyon projesi ile ilgili olarak, Koruma Kurulu kararında yeterli görsel bilgi sunulmadığından 2006 yılında onay işleminin gerçekleşmediği bilgisi yer alıyor. Geçtiğimiz Şubat ayında ise, şehir plancısı Ayşegül Başak Kutlu'nun Agos'a verdiği demeçte restitüsyon projesinin varolmadığı anlaşılıyor. Kültürel etkinlikler için kullanılan tarihi sit alanında hangi verilere dayanarak yapıldığı bilinmeyen mescit ile ilgili Uğur Tanyeli şöyle demişti:

Buradaki mesele kamusal bir sanat alanını yok ederek mahallesi ve cemaati olmayan bir yere mescit yapmaya çalışmaktır. Mimarlık üzerinden ideolojik bir inatlaşma yaşanıyor. Hisardaki tiyatro alanı 50 yılı aşkın süredir sanatsal etkinlikler için kullanılıyordu. Kapısında bilet kesilen bir müzeye insanlar ibadet için mi gidecek? Rumeli Hisarı'nın birkaç adım ilerisinde 18. yüzyıldan kalma bir mescit varken, tiyatro alanına dini eser yapmak alenen ideolojik bir davranıştır.

Son tahlilde, yine gizli olarak yürütülen bir projenin ürünü olan mescit hem fiziksel varlığının kriterleri hem de sahip ola(maya)cağı kamusallığı ile tartışmaların odak noktasında olmaya devam edecek. Ama inşaat neredeyse bitti.

Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 27.04.2015

100 MİLYON YILLIK 'DİNOZOR YOLU' BULUNDU

 

 

Kanada’da dinozorların kullandığı sanılan 115 ila 117 milyon yıllık olduğu tahmin edilen yüzlerce dinozor ayak izinin olduğu bir yol güzergahı keşfedildi.

 

Tumbler Ridge Paleontoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Rich McCrea, yaptığı açıklamada, ''dinozor otoyolu'' olarak tanımladığı bölgenin dünyadaki en büyük dinozor izlerinin olduğu bölge olabileceğini bildirdi.


British Colombia eyaletine bağlı Williston Lake bölgesinde bulunan ve 3 futbol sahası büyüklüğündeki kayalık bir alana yayılan dinozor ayak izlerinin, etobur ve otobur dinozor türlerine ait olduğunu ifade ederek, değişik hayvanlara ait izlerle 20'den fazla gidiş-geliş güzergahı saptadıklarını duyurdu.

Dünyada bu büyüklükte bir bölgenin olmadığını savunan McCrea, burasının bir an önce koruma altına alınması çağrısında bulundu.

Vatan, 27.04.2015

PICASSO'NUN ESERİ REKORA HAZIRLANIYOR

 

Dünyanın en önemli müzayede evlerinden Christie’s Müzayede Evi, 11 Mayıs’ta New York’ta gerçekleşecek ‘Geçmişi Beklemek’ adlı akşam müzayedesinde toplamda 500 milyon dolarlık satış yapılmasının planlandığını duyurdu.

 

Empresyonist, modern, savaş sonrası ve çağdaş resimler arasından seçilmiş 35 lotun satışa çıkacağı müzayedenin en pahalı parçası Katalan ressam Pablo Picasso’nun “Women of Algiers (Version O)” adlı tablosu. 140 milyon dolara satılması beklenen tablo bu fiyatın üzerine çıkarsa 2013’te 142 milyon 405 bin dolara satışı gerçekleşen ve bir müzayedede satışı gerçekleşen en pahalı sanat eseri olma rekorunu elinde tutan Lucien Freud üçlemesinin rekorunu kırabilir. Giacometti’nin “Pointing Man” adlı tablosu da 130 milyon dolardan aynı müzayedede satışa çıkacak.   

Milliyet, 26.04.2015

1400 YIL ÖNCE YAŞAMIŞ GÖKTÜRK ASKERİ BULUNDU

 

Altay Dağları’nda gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmalarında elde edilen buluntularda 7. yüzyılda yaşadığı düşünülen Türk askerine ait insan kemikleri bulundu. Mezardan askere ait yay, ok, sadak, kılıç ve at kemikleri de çıkarıldı. Bilim insanları, Göktürk olabileceği belirtilen askerin 40 yaşlarında olduğunu belirtti.

 

 

Uluslararası Türk Akademisi’nin ortak Türk tarihi yazımına yönelik yürüttüğü, Kazak arkeolog Prof.Dr. Zeynolla Samaşev’in yönetiminde gerçekleştirilen kazılarda eski Türk asker ve ozanının mezarı bulundu. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin 2012’de Bişkek’te imzaladığı anlaşmayla kurulan Türk Akademisi’nin “Batı Türk Kağanlığı’nın Devlet Yapısı” saha çalışması çerçevesinde yürütülen kazı çalışmalarında bulunan insan kemiklerinin 7. yüzyılda yaşamış Türk bir askere ait olduğu belirtildi. 

 

İlk ekspertiz çalışmalarına göre askere ait yay, ok, sadak, kılıç ve at kemikleri bulundu. Karakaba Nehri’nin yaklaşık 500 metre yakınındaki kazılarda Türk halklarının ortak müzik enstrümanı kopuza benzeyen yeni bir müzik aletine de rastlanması kazı çalışmalarının en heyecan verici keşiflerinden biri oldu. Prof.Dr. Samaşev’in ekibi, daha önce de Kazakistan’ın en doğu ucunda yer alan Altay yamacındaki Berel’de Türk ve Altay kültüründe kutsal mezar ve türbe anlamına gelen kurgan ortaya çıkarmıştı. 

Aydınlık Gazetesi, 25.04.2015

VAHDETTİN KÖŞKÜ'NÜN MOBİLYASI ALTIN KAPLANDI

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için İstanbul'da restore edilen Vahdettin Köşkü'nün iç dekorasyonunda ipek ve 24 ayar yaprak altın kullandığı ortaya çıktı.

 

Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın maliye gündemden hiç düşmezken, Recep Tayyip Erdoğan için İstanbul Çengelköy'de yenilenen Vahdettin Köykü'nün de Ak-saray'dan geri kalmadığı ortaya çıktı.

 

Sözcü Gazetesi'nin haberine göre Vahdettin Köşkü'nün iç dekorasyonu için yapılan çalışmalara ulaşıldı. Özellikle koltuk, sedir ve sehpalar tarihi eser statüsündeki örneklerine bakılarak yenilendi. Bu yenilemelerde 24 ayar yaprak altın ve ipek kullanılarak yapılan süslemeler dikkat çekti. Yenilenen salon takımlarında birinci sınıf fırınlanmış gürgen ağacı kullanıldı. Oyma üzerleri de 24 ayar altın varaklarla işlendi.

 

KUBBE SONRADAN EKLENDİ

Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı Sultan Vahdettin'in şehzadelik döneminden kalan 50 dönümlük arazi içindeki köşkün restorasyonu tamamlandı. Köşkün en karakteristik özelliği olan "Soğan başlı kubbesi" eleştiriler üzerine sonradan eklendi ancak aslına uygun olmadı. Betonarme dönüşen ahşap yapının çevresine helikopter pisti ve otopark alanı yapıldı. 300'e yakın ağaç seyreltilerek yapının çevresi yüksek duvarlarla çevrildi.

 

ORTAYLI ELEŞTİRMİŞTİ

Prof.Dr. İlber Ortaylı, "Restorasyonu hiç beğenmiyorum. Tarihi realiteye mimari kurallara sadık olmadığını herkes biliyor." demişti.

Sözcü, 25.04.2015

KURUL KALESİ TURİSTLERİN GÖZDESİ

 

 

Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ilk arkeolojik kazısı olma özelliğini taşıyan, 2300 yıl önce Pers İmparatorluğunun Amasya merkezli eyaletin kralı 6. Mithriadat dönemine ait olduğu tespit edilen tarihi Kurul Kalesi yerli ve yabancı turistlerin gözdesi oldu.

 

Dönemin Ordu Valisi Orhan Düzgün’ün çabalarıyla başlatılan ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ilk arkeolojik kazası olma özelliğini taşıyan Kurul Kalesi’nde yapılan kazı çalışmalarında tepe adaları, giriş kapısı, dinsel ve kültsel alanlar, seramik, sikke, ok ucu, tanrı ve tanrıça büstleri ve birçok eser ortaya çıkarılırken, bölge yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi görüyor.

 

Mülkiyeti halen Ordu Büyükşehir Belediyesi’nde olan ve 2015 yılında devam edecek kazılar için 1 milyon liralık ödenek ayrılan tarihi Kurulu Kalesi’nin Doğu Karadeniz’in antik döneme ait tarihi açısından büyük merak uyandırdığını belirten Ordu Kültür ve Turizm Müdürü Uğur Toparlak, "Kurul Kalesi, 2300 yıl önce 6. Mitridat döneminde Amasya merkezli krallığın Anadolu'daki kalelerinden, garnizonlarından biri.

 

Bu kale bölgedeki ticareti aktiviteyi, tarımı, güvenliği sağlıyordu. Aynı zamanda krala ordu besleyecek, ordu yetiştirecek nüfusu burada besliyordu. MÖ 1. yy başlarında kale yakılarak ele geçirilmiş ve ondan sonra burada yerleşim olmamış. Kazılarda günümüzden 2300 yıl öncesine uzanan arkeolojik buluntulara rastladık. Bölge yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi görüyor. Kurul Kalesi’ndeki kazı çalışmalarının devam edecek olması oldukça sevindiricidir” dedi. 

İHA, Haber: Metin Akyürek, 25.04.2015

BURSA'DA 7000 YILLIK MEZAR TAŞI BULUNDU

 

 

Bursa'nın İnegöl İlçesi'ne bağlı Çitli Mahallesi'nde ikamet eden köylüler dere yatağında bir kısmı yüzeye çıkan tarihi mezar taşı buldu.

 

Durumu jandarmaya haber veren köylülerin ihbarı üzerine bölge güvenlik çemberi altına alınarak çalışma başlatıldı.

 

Belediye ekiplerinin dere yatağının yönünü değiştirmesi ile başlayan 5 saatlik çalışma sonucu köylüler tarafından bulunan tarihi eser mezar taşı, bulunduğu yerden başarılı bir şekilde çıkarıldı.

 

Dere yatağından çıkarılan mezar taşı jandarma ekipleri tarafından koruma altına alınırken, bulunan mezar taşının yaklaşık 7000 yıllık ve bir kral mezarına ait olduğu iddia edildi.

 

Ancak ilk yazının çivi yazısı olduğu ve Sümerler tarafından 3500 yılında icat edildiği göz önünde bulundurulunca bu rakam vatandaşlar tarafından biraz abartılı bulundu.

Bursa'da Bugün, 25.04.2015

MAMUTLAR DİRİLİYOR MU?

 

 

Farklı türleri son buzul çağında Kuzey Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika’da yaşamış ve nesli tükenmiş mamutların gen haritası çıkarıldı.

 

İsveç’in başkenti Stockholm’deki Doğa Tarihi Müzesi’nden bilim insanı Love Dalen’in de aralarında bulunduğu araştırma ekibi, haritayı çıkarmak için 2 mamutun yumuşak doku örneği ile bir diş kullandı.

 

Mamutlardan birinin 45 bin yıl önce Sibirya’nın kuzeydoğusunda, diğerinin de 4 bin 300 yıl önce Rusya’nın Wrangel Adası’nda yaşadığı belirtildi. Araştırma ekibi, gen haritasını çıkarmaktaki amaçlarının ‘mamutları yeniden canlandırmak’ olmadığı yönünde görüş bildirdi.

 

Ancak mamutları yeniden canlandırmak istediği bilinen, merkezi San Francisco’da bulunan Long Now Foundation örgütü, bu son gelişmeyle birlikte amaçlarına bir adım daha yaklaşmış oldu. 

 

‘ETİK BULMUYORUM’

Bilim insanı Love Dalen, mamutun ilk eksiksiz DNA diziliminin, nesli tükenmiş bu hayvana yeniden vücut buldurmak isteyenlere yardım edebileceğini belirtti.

 

Dalen prensipte, yaşayan bir mamutun nasıl hareket ettiğini görmenin çok eğlenceli olabileceğini belirtse de bunu etik bulmadığını da vurguladı.

Hürriyet, 24.04.2015

AHTAMAR KİLİSESİ DAHİL TÜRKİYE'DEN 10 VARLIK DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NDE

 

 

Kültür Bakanı Ömer Çelik, aralarında Ahtamar Kilisesi, Yıldız Sarayı, Aspendos Antik Kenti, Dağlık Frigya, Uzun Köprü ve İsmail Fakirullah Türbesi’nin de bulunduğu 10 kültürel ve doğal varlığın, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girdiğini söyledi.

 

Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dün müjdeli bir haber aldıklarını belirterek Türkiye ’den 10 eserin daha UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer aldığını bildirdi.


Bu eserlerden birinin Ahtamar Kilisesi olduğunu dile getiren Çelik, diğerlerinin Antalya’daki Aspendos Antik Kenti, Yıldız Sarayı, Muğla’daki Stratonikeia Antik Kenti, Kütahya-Eskişehir-Afyon’u kapsayan Dağlık Frigya Bölgesi, Edirne’deki Uzun Köprü, Siirt’teki İsmail Fakirullah Türbesi, Bolu’daki Mudurnu Tarihi Ahi Kenti, Amasya’daki Harşena Dağı ve Pontus Kral Kaya Mezarları ve Kahramanmaraş’taki Eshab-ı Kehf Külliyesi olduğunu aktardı.

 


Aspendos Antik Kenti




Çelik, “Böylece UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ndeki eser sayımız 62’ye yükselmiş oldu. Biliyorsunuz bu geçici listedeki eserlerden her sene biri ‘doğal sit’ biri ‘kültürel’ alan olmak üzere 2 alanı önerebiliyoruz. Bunun dışında geçici listeden ana miras listesine geçmek için başka dosya veremiyorsunuz bir yılda” diye konuştu. Bu bağlamdaki dosyaların daha kapsamlı ve zor olduğunu ifade eden Çelik, bundan sonra geçici listede bulunan 62 eserden kalıcı miras listesine gireceklerin tespit edilmesi için çalışma yürüteceklerini bildirdi.

“Akdamar’ın alınması özel mesaj oldu”
Ahtamar Kilisesi’nin bu yıl geçici listeye alınmasının “bir nevi özel mesaj olduğunu” dile getiren Çelik, “Geçici listeye 10 eserin girmesi beni çok sevindirdi ama Akdamar’ın girmesi de benim açımdan daha sevindirici oldu. Akdamar biliyorsunuz hükümetimizin izniyle Ermenilerin ayinine açılmıştı. Hatta dün de bir ayin izni verdik orada dünya barışı için dua eden bir topluluğa. Özellikle Akdamar’ın geçici listeye alınması bugünlerde başlatılan Ermeni diasporasının kampanyasının etkisinde kalan yabancı parlamentolara örnek ve mesaj olması gereken bir şey” ifadelerini kullandı.

Radikal, 24.04.2015

ARAZİ SAHİPLERİ PEDASA ANTİK KENTİNE SAHİP ÇIKTI

 

 

Bodrum’un ünlü tarihi mekanlarından biri olan Pedasa antik kentinin bakımsız ve çöplerle dolması nedeniyle bölgenin bir kısmının tapulu sahibi olan vatandaşlar duruma el attı.

 

Pedasa antik kentinin giriş bölümüne ‘Burası Özel Mülktür’, Burada Piknik Yapmak ve Alkol İçmek Yasaktır’ gibi tabelalar asan tapu sahipleri, bölgeyle kimsenin ilgilenmediği için bu yolu seçtiklerini belirterek”Kimse yanlış anlamasın, bölgeyi gezmek isteyen tarih severler ve turistler her zaman geçebilirler. Sadece araba ile girmek, piknik yapmak ve alkol içilmemesini istemiyoruz” dediler.

 

Pedasa antik kentinde kazı çalışmalarını yürüten ekip başkanı Muğla ÜniversitesiEdebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler ise bölgede arazisi olan vatandaşları haklı bularak”Pedasa antik kenti ile ilgili yazışmalarımız devam ediyor. Bakanlığımızda konuyla yakından inceleniyor. Sorunlar en kısa zamanda çözülecek” dedi.

 

BAHÇE ÇİTLERİ KIRILIP MANGAL YAKILMIŞ

Bölgedeki kazı çalışmalarından sonra çıkan tarihi alanların dışında yaklaşık 170 dönüm arazisi bulunan vatandaşlardan hisse sahiplerinden Osman Yürüklü”Burayı kesinlikle tamamen kapatmış değiliz. Sadece buraya gelip piknik yapan, alkol alan ve geceleri uygunsuz davrananlar için bu yolu izledik. Burayı 2007 yılında hocamız Adnan Diler ve ekibi için Bodrum’un tarihi güzelliklerinin çıkması için kullanıma açtık. Ancak son birkaç aydır kazı ekibi de burada olmayınca ortalık çöplerden geçilmez hale gelmiş. Buradaki evimizin camları kapıları kırılmış. Bahçe çitlerimiz kırılıp mangal yapmak için kullanılmış. Buradaki yolda kesinlikle kamulaştırılmamış durumda. Bu yol buradaki çalışmalar için açıldı ve böyle kaldı. Bu yolun bulunduğu alan tamamen bizim tapulu arazimizdir. Burada ki bina tamamen bize ait. Biz bu binayı sadece Kültür Bakanlığı’na ve Adnan hocaya kazılar boyuncu kazı ekibinin dinlenmesi için verdik”.

 

“ARAZİMİZİ TALAN EDİYORLAR”

Arazilerinin talan edildiğini belirten Osman Yürüklü şunları söyledi:

“İnsanlar arazimizi kendi malları gibi kullanıyorlar. Mangal yapıyorlar, ağaçları kesiyorlar, zeytinlerimizi topluyorlar, toprak ve taşları alıp götürüyorlar, silah atanlar, intihar edenler, uygunsuz davrananlar yani kontrolsüz bir yer oldu burası. Bundan sonra arazimize sahip çıkacağız. Sit alanı demek malımızın hor kullanılması demek değildir.

 

“EVİMİZİ KIRIP DÖKÜYORLAR”

Osman Yürüklü, arazileri içinde bulunan eski taş evlerinin kapı ve pencerelerinin de kırıldığını belirterek “Kültür Bakanlığı kapıda duran bekçiye araziyi koruması için, araba geçmemesi için, ağaç kesilmesin, mangal yapılmasın gibi hiçbir talimat vermemiştir. Bu yüzden bekçi hiçbir şey yapmamaktadır çünkü kendisinin yetkisi yok. Bu yüzden elini kolunu sallayan herkes arazimize giriyor. Orman içinde mangal yapıp alkol alıp çevreyi talan ediyorlar. Geçen geldiğimde kapıya tekme atılarak kırılmış, pencerenin camlarını kırılmış bulduk” dedi.

 

ESKİ BELEDİYE PERSONELİ KENDİ MALI GİBİ KULLANMIŞ

Arazilerinin korunduğunu düşünerek uzun süre araziye gitmediklerini belirten Osman Yürüklü sözlerine şunları da ekledi:

“Buradaki çalışmaların devam ettiğini sanarak arazideki evimize uzun sürede bir geliyorduk. Ancak en geldiğimizde kapı ve pencereler kırılınca, çitler mangal yapmak için sökülünce bu olaya bir dur deme kararı aldık. Ayrıca arazimizle ilgilenmeye başladıktan sonra duyduk ki eski Konacık Belediyesi personelleri araziyi kendi malları gibi kullanmışlar. İşte bütün bu sebeplerden dolayı da artık arazimizi koruyacağız”.

 

Osman Yürüklü ayrıca, Mayıs ayında Karadenizliler Derneği tarafından yapılacak yayla şenliğinden sonra girişe otomatik kapı koymayı planladıklarını ve bununla ilgili gerekli resmi kurumlar ile yazışmalara başladıklarını söyledi.

 

PROF.DR. ADNAN DİLER, “VATANDAŞLAR HAKLI, ÇALIŞMALARIMIZI SÜRDÜRÜYORUZ” DEDİ

Prof.Dr. Adnan Diler bölgede bulunan vatandaşların haklı olduğunu belirterek”Bölgede arazisi bulunan vatandaşlarım dertlerinde haklılar. Kadastro bölgeyi ihale etmiş olması lazım tam bilmiyorum ama oradaki vatandaşlarımızın mağdur olmaması için hepimiz uğraşıyoruz. Şuan takas gerçekleştirilemiyor. Konuyla ilgili bakanlıkta çok duyarlı. Yetkililer ne olursa olsun bölgedeki yanlışlıkları en kısa zamanda çözerek vatandaşların mağduriyetini giderecek. Biliyorsunuz ki bu tür işler kolay yürümüyor. Yazın tekrar Pedasa Antik Kenti’ne geleceğiz ve çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Orada ki arazi sahibi vatandaşların mağduriyetinin giderilmesi içinde bütün gücümüzle çalışacağız” dedi.

haberler.com, 24.04.2015

SİLLYON ANTİK KENTİ ÇÖPLÜK OLMASIN!

 

 

Antalya’nın Serik İlçesi'nde bulunan Sillyon antik kenti, her yıl binlerce ziyaretçi ağırlamasına rağmen bakımsızlık ve ihmal yüzünden adeta çöplüğe döndü. Perge ve Aspendos arasında yer alan Sillyon’un girişinde ve gezi parkurlarında düzenleme yapılması gerektiğini belirten yöre halkı, bozuk parkurların ziyaretçileri tehlikeye soktuğunu söylüyor.  

                                   

Atlas dergisinde yer alan habere göre, Serik’e bağlı Yanköy Mahallesi’nde bulunan Sillyon, özgün konumuyla her yıl binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Dik bir yamacın üzerindeki yerleşimiyle dikkat çeken, Antalya’ya sadece 30 kilometre uzaklıktaki, Perge ve Aspendos’un tam ortasında yer alan Sillyon, yıllardır çözülemeyen çevre düzenlemesi sorunu yüzünden ziyaretçilere zor anlar yaşatıyor. 

 

Yöre halkı yetkililerden defalarca söz aldı, ama... 

Girişteki çöplük görünümünün, ahır olarak kullanılan yapıların antik kente yakışmadığını dile getiren yurttaşlardan Ramazan Kocagöz, gezi parkurlarındaki taşların temizlenmesi gerektiğini belirterek, “Yürüyüş alanlarının bozuk olması ziyaretçileri tehlikeye sokuyor. Antik kent içerisinde bilgilendirme ve yön levhaları da bulunmuyor. Ayrıca girişteki kötü görünüm tepki çekiyor” dedi. Antik kentte çevre düzenlemesi yapılması konusunda yetkilileri defalarca uyardıklarını söyleyen Kocagöz, “Bakanlardan, milletvekillerine her gelen yetkili sorunun çözülmesi konusunda söz verdi, ama yıllardır somut bir adım atılmış değil. Sillyon’un bu ayıptan bir an önce kurtarılmasını istiyoruz” ifadelerini kullandı.

 

Bugüne dek, yalnızca yüzey araştırması yapıldı

1969 yılında kayma sonucu tiyatro ve Odeon gibi yapıların göçtüğü Sillyon’da günümüze ulaşan sağlam yapıların arasında Selçuklular döneminden kalma kubbeli cami de dikkat çekiyor. Bugüne kadar yalnızca yüzey araştırması yapılan antik kentte kazı yapılmadığı için çevre düzenlemesi de bulunmuyor. Uzmanlara göre Antalya’da benzeri durumda olan pek çok antik kent gibi Sillyon’da da ziyaretçilerin sorunsuz gezilebilmesi için geçici bir düzenlemeyle alanın ıslah edilmesi gerekiyor.

T24, 24.04.2015

BURDUR'DA İKİ BRONZ HERMES HEYKELİ ELE GEÇTİ

 

Bucak İlçesi'nde bir otomobilde yapılan aramada, Roma dönemine ait iki bronz "Hermes heykeli" bulundu.

 

Bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kızılkaya mevkisinde İ.S'nin kullandığı otomobili durdurdu. Otomobilde yapılan aramada, Roma dönemine ait olduğu belirlenen iki bronz Hermes heykeli bulundu. Sürücü, " Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet " suçlamasıyla gözaltına alındı. 

 

Zanlı, jandarmadaki işlemlerinin ardından sevk edildiği mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Heykeller, Burdur Arkeoloji Müzesi yetkililerine teslim edildi.

Radikal, 23.04.2015

SİNOP'TA BULUNAN MEZARLAR ROMA DÖNEMİNE AİT

 

 

Sinop’un Dikmen İlçesi'nde yol çalışması sırasında bulunan mezarlar ve hamam olduğu tahmin edilen tarihi eserlerin Roma dönemine ait olduğu ortaya çıktı.






Sinop’un Dikmen İlçesi'nde Karayolları’nın yaptığı yol çalışmalarında tarihi eser kalıntıları ve mezarlar çıkmıştı. Bunun üzerine Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ekiplerince yapılan kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkan mezarların ve hamam olduğu tahmin edilen bir yapının Roma dönemine ait olduğu belirlendi.





Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun yaptığı açıklamada, “Yol inşaatı sırasında ortaya çıkan bir durum. Burada beş arkeolog ve 35 işçi arkadaşlarımız yaklaşık bir aydır bir çalışma yürütüyorlar. Şu anda burada bulunan ve kültür varlığı olarak tespiti yapılan Roma dönemine ait mezarlar söz konusu. Tahminen MS 4. yüzyıla ait olduğunu tahmin ediyoruz. Bu mevcut yapıyı, mevcut durumu röleveler ve müze raporları ile birlikte kurula yansıtacağız. Süratle hareket ettik. Tabi yol bir medeniyettir ama kültür varlığında da vazgeçemiyoruz. Muhtemelen önümüzdeki hafta içerisinde Anıtlar Bölge Kurulu’na yansıtacağız. Önümüzdeki süreçte kurulun durumuna göre hareket edeceğiz, kurul yeni bir regülasyon alanı belirleyip mevcut yapının oraya taşınmasına karar veriyorsa taşıma işini gerçekleştireceğiz. Eğer yerinde kalmasını öngörüyorsa müteahhide yol aksini değiştireceğiz. Şuan bu noktadayız” diye konuştu.

Milliyet, 22.04.2015

KOMK MANASTIRI RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Batman’ın Sason İlçesi'nde, yaklaşık 1500 yıllık geçmişe sahip olan Komk Manastırı’nı incelemeye gelen heyet, ön raporunu hazırlayarak Bakanlığa sundu. Raporun sonuçlanmasının ardından manastırda restorasyon öncesi güçlendirme çalışması yapılacak.


Sason İlçesi'ne bağlı Meşeli Köyü Turnalı mezrasında bulunan ve 1500 yılı aşkın bir geçmişe sahip olduğuna inanılan havari Petrus Komk Manastırı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2008-2009 yılında tarihi eser olarak tescili yapıldı. Kral Tavit’in yaptığına inanılan ve 2 katı zemin altında toplam 3 katlı olan tarihi yapı için Bakanlıktan restorasyon çalışması talep edildi. Bakanlıkça görevlendirilen mimar, mühendis ve arkeologlar, manastıra gelerek incelemelerde bulundu. Manastır içi ve çevresinde Video çekip fotoğraf alan heyet, hazırladığı ön raporu Bakanlığa iletti. Raporun sonuçlanmasının ardından restorasyon öncesi güçlendirme çalışmasının yapılacağı belirtildi.






"MANASTIRIN RESTORASYONU İÇİN İLK ADIMI ATMIŞ BULUNUYORUZ"
Sason, Bitlis, Batman, muş, Van, İstanbul Ermenileri Sosyal Yardımlaşma Dayanışma ve Kültürel Derneği Başkanı Aziz Dağcı, 2008-2009 yılında Kültür Bakanlığı’na yaptıkları başvuru ve girişimleri neticesinde bu kilisenin tescili yapılıp tarihi eser olarak kayıtlara geçtiğini söyledi. Dağcı, "Fakat yapılacak daha çok şey var. Şu anda yine yaptığımız çalışma ve başvurular neticesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Komk Manstırı’nda yapılan tahribatlar için buraya uzman bir ekip görevlendirdi. Buraya getirdiğimiz uzman ekipler gereken incelemeyi yapıp yetkili mercilere iletecek. İnşallah bu ölçüm ve incelemeler bir an önce gereken mercilere ulaşır ve kilisemiz yıkılmadan bir önlem alınır. Şu anda manastırımızın restoresi için ilk adım atılmış durumda. Kilisemiz inşallah bir an önce restore edilecek. Şu anda buraya gelen arkadaşlar kilisede meydana gelen tahribatları rapor ediyor. Daha sonrada Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iletilecek ve rapor neticesinde inşallah bir an önce onarımı yapılarak önlemler alınır" dedi.


"DEFİNECİLER KİLİSEYİ FAZLASIYLA TAHRİP ETTİ"
Manastırın, defineciler tarafından çok fazla tahrip edildiğini belirten Dağcı, "Defineciler bu kilisenin Batman için ne kadar büyük bir önem arz ettiğini düşünmemişler. Hiç acımadan darmadağın etmişler. Oysa bu tarihi ve manevi güzelliği olan bu kilise turizm içinde çok büyük bir değerdir. Müslümanlarda kendilerini bizlerin yerine koysunlar. Biz burada daha önce papaz yetiştiriyorduk. Onların kutsal mekanları tahrip edildiğinde nasıl üzülüyorlarsa bizim dinimizde de kutsal sayılan kilisemiz bu şekilde tahrip edildiği zaman üzülmeleri gerekir. Müslümanlar bizleri de kendilerinin yerine koyarak düşünsünler" diye konuştu.


"DEVLETE TEŞEKKÜR EDİYORUM"
Kilise için yapılan çalışmalar nedeni ile devlete teşekkür ettiğini ifade eden Dağcı, "Devlet yetkilileri başta olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı, Batman Valiliği, Batman Müze Müdürlüğü, Sason Jandarma Komutanlığı’na ilgileri için, yardım ve desteklerini esirgemediği için müteşekkiriz. İnceleme için gereken çalışmalarda bize yardım ve destekleri ile yanımızda oldular" şeklinde konuştu.


"KOMK KİLİSESİ’NİN SAĞLAM HALİNİ BİZ HATIRLIYORUZ"
Meşeli Köyü'nde ikamet eden Delil Çakıcı adlı vatandaş, çobanlık yaptığını belirterek, yıllar önce bu kilisede herhangi bir taşın bile sökülmediğini söyledi. Çakıcı, "Biz küçükken iyi hatırlıyorum burası sapasağlam idi. Bizler o zamanlar küçüktük ve çobanlık yaparken yağmurdan kaçarken kiliseye sığınıyorduk. Biz bu kiliseyi bu durumda görmekten çok üzgünüz. Bu kiliseye gerekenin yapılmasını yetkilerden rica ediyoruz" dedi.

Milliyet, 22.04.2015

SİLİFKE'DE MÖ 1200'E AİT HİTİT FIRTINA TANRISI HEYKELİ BULUNDU

 

 

Silifke’de ormanlık alan içerisindeki Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olan taş kabartma heykel keşfedilmeyi bekliyor.

 

Uzuncaburç yolu üzerinde ormanlık alan içerisinde Silifke Türkmen Halk Kültürü Turizm Tarih ve Sanat Derneği Başkanı Kerim Parlatan tarafından bulunan kabartma heykel ve etrafındaki yaşam alanları define avcıları tarafından da tahrip edilmiş.

 

Dernek Başkanı Partalan, yaptığı açıklamada, taş kabartma heykel ve etrafındaki yaşam alanlarını tesadüfen bulduğunu kaydetti.

 

Bir elinde şimşek demeti, diğer elinde ay şek­linde tarha (küçük balta) tutar vaziyetteki taş kabartma heykelinin tarih acısından birçok belgelere ışık olacağını ifade eden Parlatan, Hitit Fırtına Tanrısı Tesup’un Anadolu devlet kurmuş eski bir kavim olan Hurrilerin gökyüzü ve fırtına tanrısı olduğunu belirtti.

 

Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olan taş kabartma heykelin Silifke yöresinde sahiplenmeyi beklediğini vurgulayan Parlatan, “Öyle ki ipek yolu üzerindeki izler bu toprakların 7 bin yıl öncesinin kanıtlarından birisi olacaktır. Asurlular döneminde Mezopotomya’dan Kilikya’ya uzanan yol, Hellenistik ve Roma döneminde ise Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya uzanan İpek Yolunun güzergahında bulunmaktaydı. Silifke’nin kuzeyindeki bu antik yol üzerindeki bölge mutlaka arkeologlar tarafından incelenmesi gereken bir bölgedir” dedi.

 

Silifke’de keşfedilmemiş nice tarihi kalıntıların saklı olduğunu belirten Parlatan, “Özellikle Demircili-Meydan arası keşfedilmeyi bekleyen tarihi sit alanları ile doludur. Tesadüfen bulduğum Teşup ise sol elinde şimşek demeti, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine kabartması işlenmiş. Bu heykel mutlaka tescillenmeli ve korumaya alınmalı turizm adına tanıtımı sağlanmalıdır. Hellenistik ve Roma döneminde Teşup’un işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus ve Jüpiter olarak değişmiştir. Taş kabartma heykelin etrafındaki yerleşim yerleri, mezarlar ve lahitlerin incelenip gün yüzüne çıkarılması Silifke turizmi ve tarihi açısından oldukça önemlidir. Mağara mezarları ise oldukça ilginç tarihi kalıntılarla doludur. Bu izler tarih acısından birçok belgelere ışık olacaktır. Yapılacak bir çalışma ile hem korumaya alınacak hemde ziyaretçi akınına uğrayarak talan edilmesi önlenecektir. Silifke bu tarihi güzelliği geleceğe taşıması açısından yetkililere göreve davet etmeyi bir insanlık görevi olarak görmekteyim. Silifke Türkmen Halk Kültürü Turizm Tarih ve Sanat Derneği Başkanı olarak bizler bu konuda elimizden geldiğince bu tarihi görevi üstlenmeyi görev olarak yapmaktan onur duyarız” dedi.

habergazetesi.web.tr, 21.04.2015

TARİHİ ROMA HAMAMI TARİHE IŞIK TUTUYOR

 

Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi'ndeki tarihi Roma hamamı kalıntılarının bulunduğu alan kazıldıkça yeni bulgular ortaya çıkmaya devam ediyor. Sarıkaya ilçe merkezinde, halk arasında 'Kral Kızı ve Roma Hamamı' olarak bilinen Anadolu'nun ilk termal tedavi merkezi 'Basilica Therma'nın bulunduğu alanda yapılan kazılarda yeni bulgular ortaya çıkarken, kazı alanı genişletiliyor.

 

Yaklaşık 3 bin yıldan bu yana şifalı sularıyla insanları tedavi eden Roma Hamamı'nın bulunduğu alanda bugüne kadar yapılan kazı çalışmalarında 3 ayrı havuz ortaya çıkartıldı. Büyük havuzun bulunduğu bölgede gerekli düzenlemelerin yapılarak bu yıl turist kabulüne başlanacağı bildirildi. Yozgat Valisi Abdulkadir Yazıcı, Anadolu'da Roma döneminden kalma hamamların bulunmasına karşın, Yozgat'taki Roma Hamamı'nın halen şifalı termal kaynağının kesintisiz akıyor olmasının bir ayrıcalık olduğunu söyledi.

Roma Hamamı'nın altından çok büyük eser ve bölümlerin olduğunun tahmin edildiğini ifade eden Vali Yazıcı, "Gelen bir sel Roma Hamamı'nın bulunduğu alanı kapatmış, dolayısıyla tahrip edilmeden günümüze kadar gelmiş. Bugüne kadar yapılan kazılarda üç ayrı havuza rastlandı. Kazdıkça yeni bulgular ortaya çıkıyor, o nedenle kazı alanı genişliyor, kamulaştırma yapılıp, çevredeki binaları yıktırıyoruz" dedi. Sarıkaya Belediye Başkanı Ömer Açıkel ise, 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının başlattığı bir projeyle tarihi Roma hamamının ülke turizmine kazandırılması amacıyla başlatılan kazı çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Yozgat Valiliği ve İl Özel İdaresi ekiplerinin Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü arkeologları tarafından yürütülen çalışmalara destek verdiklerini kaydeden Açıkel, "Roma hamamının önünde böyle bir havuz çıktı, arkada iki havuzumuz daha var. Burası yapı itibarı ile 2000-3000 yıllık bir tarihi geçmişe sahip. Dünyanın bilinen en eski termal tedavi merkezlerinden biri olduğu bilimsel çevrelerce kabul ediliyor" diye konuştu.

Başkan Açıkel, hem Roma İmparatorluğu'nun gücünü temsil eden boğa başı, hem de sağlık figürünü temsil eden dili dışına çıkmış bir yılan figürünün de kalıntılar arasında bulunduğuna dikkat çekti. Açıkel, şöyle dedi: "Bu Roma askerinin güç depoladığı, insanların da güzelleşmek için termal tedavi görmek maksadıyla girdikleri bir tesis. Bu şekilde ayakta kalan nadir yapılar bildiğimiz kadarıyla dünyada iki yerde var. Bunlardan birisi Türkiye'nin tam ortasında yer alan Sarıkaya ilçemizdedir. Sarıkaya'daki bu çalışmalardan sonra bu sene valilik onayıyla ön tarafının turizme açılması söz konusu. Bütün hemşehrilerimizi, Sarıkayalıları, Yozgatlıları, tarih severleri hem de şifa bulmak isteyenleri buraya davet ediyoruz. Bu sene turistleri kabul etmeye başlayacağız. Yozgat'ın da turizm cenneti olacağını iddia ediyoruz. Çünkü Pamukkale'den Kapadokya'dan ya da başka yerlerden aşağı kalır yanı olmadığını düşünüyorum. Suyumuzun Türkiye'nin en şifalı suyu olduğunu iddia ediyoruz. Aksini iddia edenleri ispatına davet ediyoruz."

Sabah,17.04.2015



19 - 25 Nisan 2015

DÜNYANIN EN BÜYÜK KANYONU IHLARA'NIN PLANI TAMAM

 

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı jeolojik özellikleriyle açık hava müzesini andıran Ihlara Vadisi Özel Çevre Koruma Planı’nı tamamladı. Plana göre vadide büfe ve çay bahçesi gibi günlük işletmeler açılabilecek.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı dünyanın en büyük kanyonları arasında gösterilen ve jeolojik özellikleriyle adeta açık hava müzesini andıran Ihlara Vadisi Özel Çevre Koruma Planı’nı tamamladı. Çevrenin korunması için alınacak önlemleri içeren plana göre vadide büfe ve çay bahçesi gibi günlük işletmeler açılabilecek. Planda “Kesim çağına gelmiş insan eliyle dikilmiş kavak, söğüt gibi ağaçlarla kurumuş ağaçların temizlenmesi amacıyla ağaç kesimi yapılabilir” denildi.

 

HASSAS ALANLARA ÇAY BAHÇESİ
Plan çerçevesinde Ihlara Vadisi’nde 2015-2019 dönemi boyunca ekonomik, sosyal ve kültürel alanda daha etkin şekilde turizme katkı sağlaması için bilimsel çalışmalar yapılacak. 134 sayfadan oluşan planda bölgenin doğal özellikleri, coğrafi konumu ve önümüzdeki dönemde yapılacak çalışmalarla ilgili bilgiler yer aldı. Buna göre Ihlara Vadisi’nin Hassas A ve B Bölgesi’nde Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun uygun kararı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın izniyle planda öngörülen yerlerde rekreatif amaçlı günü birlik kullanım amacıyla, hazırlanacak tip projeye uygun olarak büfe, çay bahçesi ve tuvalet yapılabilecek.

 

ENERJİ HATLARI ÇEKİLECEK
Günübirlik kullanım alanları, Genel Müdürlükçe belirlenecek ilkelere uygun olarak, işletmeci arasında imzalanacak Günübirlik Kullanım Alanı Protokolü kapsamında işletilecek. Vadide kentsel tasarım projesiyle gezi parkurları ve yürüyüş yolları inşa edilebilecek, mevcut yollar iyileştirilebilecek. Uygulama projeleri onaylanmak kaydıyla yeraltı ve yer üstünden zorunlu enerji nakil ve iletişim hatları çekilebilecek. Alanın peyzajının korunması esas olacak. Ancak gerek özel mülkiyete, gerekse kamuya ait alanlarda kesim çağına gelmiş insan eliyle dikilmiş kavak, söğüt gibi ağaçlarla kurumuş ağaç ve dalların temizlenmesi amacıyla ağaç kesimi veya temizliği (budaması) yapılabilecek. Hassas B Bölgesi’nde ise uygulama projeleri onaylanmak kaydıyla yeraltı ve yer üstünden enerji nakil ve iletişim hatları çekilebilecek. Ayrıca
zorunlu hallerde kanalizasyon, içme suyu gibi tesisler yapılabilecek.

 

RESTORANLAR ÇAYI ETKİLER
Planda Hassas A Bölgesi sınırından itibaren vadinin iki tarafındaki yamaçlar Hassas B Bölgesi olarak tanımlandı. Korumada öncelikli bitki türleriyle tarihi, kültürel değerlerin bir kısmı bu bölge içerisinde kalıyor. Planda bu bölgenin jeolojik olarak vadinin en hassas kesimi olduğu belirtildi. Koruma planında “Belisırma Köyü’ndeki restoranlar, Melendiz Çayı’nın hemen kıyısında veya üzerinde kurulu oldukları için çayı etkileme potansiyelleri oldukça yüksektir. Mevcut durumda yoğun insan kullanımı olmasına rağmen, çayı etkileme potansiyelleri dikkate alınarak restoran ve kafeteryaların bulunduğu bölge Hassas B Bölgesi olarak değerlendirilmiştir. Hassas B Bölgesinin tamamı 1 ve 2. derece doğal ve arkeolojik sit içerisinde kalmaktadır” denildi.

 

En hassas alanda çay bahçesi olmaz
Ihlara Vadisi’nde komisyon kararıyla çay bahçesi ve büfe yapılacak olmasına tepki gösteren Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Başkanı Baran Bozoğlu, “Burada herhangi bir sınırlama yok. En hassas alanda çay bahçesi yapmak saçmalıktır” dedi. Bozoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Günlük tesisler için herhangi bir sınırlama yok. Kaç tane yapılır, ne kadar büyüklükte olur, hiçbir ifade yok. Çay bahçesinin içinde yemek de yiyebilirsiniz. Ihlara Vadisi’nin müthiş bir doğası var, tam anlamıyla nadir alanlardan bir tanesi. Burayı yemek yeme, çay içme, piknik yapma alanı olarak görmemek lazım. Tuvalet yapılabilir, birkaç büfe konulabilir ama çay bahçesi gibi yaklaşımların A zonunda olmaması gerekiyor. Ciddi endemik türler var, bu türler de tehlikeye atılır. Kısıtlayıcı ifade de yok, bunların tanımlanması gerekir. Kaç tane yapılacağı belli değil. Planda enerji nakil hatlarının çekilebileceği de yazıyor. Oradaki tesisler için kabul edilebilir ama vadi bir geçiş güzergahı olarak görülüyorsa bu kabul edilemez.”

Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 24.04.2015

UZUNKÖPRÜ, UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NDE

 

Ergene Nehri üzerinde bulunan ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi Uzunköprü, geçici Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alındı. Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen, UNESCO’ya yapılan başvurunun olumlu sonuçlandığını açıkladı.

 

Açıklamada, “Turizm bilincini geliştirmek, iç ve harici turizmi canlandırmak, milletin turizm hareketlerine katılımını sağlamak amacıyla kültürel mirasımıza sahip çıkarak her çeşit çalışmaya dayanak veriyoruz. Kentimizde yer alan İl Müzesi, Aziz İoannis Kilisesi ve en ehemmiyetlisi Uzunköprü Köprüsü turistik tanıtımlarımızın en başında gelmektedir” denildi.

Habertürk, Haber: Mesut Han, 24.04.2015

YÜZ YILLIK DRAM... GURBETTEKİ 56 ŞEHİT

 

 

İtilaf devletlerinin Çanakkale Savaşı’ndan önce coğrafi konumu nedeniyle lojistik merkez olarak seçtikleri ve savaş hazırlıklarını yaptıkları Ege’deki Limni (Limnos) Adası yaklaşık 100 yıldır bilinmeyen bir sır gizliyor.

 

Çanakkale Savaşı sırasında hayatını kaybeden 56 Türk askeri Limni’de yatıyor. Türk askerleri için bir anıt da dikilmiş. Limni Adası’nda Çanakkale Savaşı’nda ölenler için 3 ayrı mezarlık bulunuyor. İlki 1’inci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı ile İtilaf Devletleri arasında mütarekenin imzalandığı (5 Ekim 1918) Mondros Limanı’nda.

 

İTİLAF devletlerinin Çanakkale Savaşı’ndan önce coğrafi konumu nedeniyle lojistik merkez olarak seçtikleri ve savaş hazırlıklarını yaptıkları Ege’deki Limni (Limnos) Adası yaklaşık 100 yıldır bilinmeyen bir sır gizliyor.

 

Çanakkale Savaşı sırasında hayatını kaybeden 56 Türk askeri Limni’de yatıyor. Türk askerleri için bir anıt da dikilmiş. Limni Adası’nda Çanakkale Savaşı’nda ölenler için 3 ayrı mezarlık bulunuyor. İlki 1’inci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı ile İtilaf Devletleri arasında mütarekenin imzalandığı (5 Ekim 1918) Mondros Limanı’nda.

 

 

YERİNİ BÜYÜKELÇİ KEŞFETTİ

Limni’de Türk askerlerinin yattığı mezarlığı, yaklaşık 100 yıl sonra adayı ziyaret eden ilk Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Kerim Uras tespit etti.

 

Mondros Antlaşması’nı Agamemnon adlı Yunan zırhlı gemisinde imzalayan Hüseyin Rauf Orbay’dan sonra Ada’yı ziyaret eden ilk Türk diplomatı olan Uras, yerel yetkililerin, “Burada sizin askerler de gömülü” demesi üzerine mezarlığı görmek istedi.

 

Büyükelçi Uras, Ada’nın devlet ve yerel yetkilileri ile temaslarında “Türk askerlerinin yattıkları mezarlığın elden geçirilmesi, kimliklerin tespit edilmesi ve mezarlığın şehitlik statüsüne dönüştürülmesi” talebini iletti. Edinilen bilgilere göre, TC Atina Büyükelçiliği Askeri Ataşeliği vasıtasıyla, Limni’de yatan Türk askerleri ile ilgili Genelkurmay arşivlerinde inceleme başlatıldı. Milli Savunma Bakanlığı sitesinde “Yurtdışı şehitliklerimiz” bölümünde, Yunanistan için Pire şehri yanı sıra, Rodos ve Korfu (Kerkira) adalarındaki Türk şehitlikleri ile Sakız (Hios) Adası’ndaki Kara Ali Şehitliği hakkında bilgiler yer alıyor.

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 24.04.2015

'HASAN DEDE' DÖNÜŞÜMÜ

 

 

İstanbul Eyüp’e bağlı Çiftalan Köyü'ndeki 600 yıllık geçmişe sahip Hasan Dede Türbesi de ‘kentsel dönüşüm’ misali yeniden inşa edildi.

 

Türbe, ‘bakım’ adı altında bir süre önce yıkılıp önce betonla çevrildi, ardından iç-dış duvarlar ve zemin mermerle kaplandı. Beton zemin üzerine bir hazire yapılan türbenin yeniden inşa masrafını köy muhtarlığı üstlendi.


Yeni evlilerin ziyaretgahı Telli Baba ile kardeş olduğu rivayet edilen Hasan Dede’nin köyü koruduğuna, çocuğu olmayanlara ve felçlilere şifa dağıttığına inanılıyor. Geçen yüzyıl Rum nüfusun mübadeleyle Yunanistan’a gönderilmesinin ardından Hasan Dede’nin türbesinin yapıldığı Çiftalan Köyüne yerli nüfusun yanı sıra Selanik göçmeni Türkler yerleştirilmiş.   

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 24.04.2015

MERSİN'DE 800 YILLIK MUCİZE

 

 

Mersin'de aşılanan 800 yıllık zeytin ağacı filiz verdi Mersin merkez Toroslar Belediyesi, bir hızarcının odun yapacağı 4 ton ağırlığında 800 yıllık zeytin ağacını, 3 yaşında bir zeytin ağacıyla aşılayarak parka dikti.


Mersin'de aşılanan 800 yıllık zeytin ağacı filiz verdi Mersin merkez Toroslar Belediyesi, bir hızarcının odun yapacağı 4 ton ağırlığında 800 yıllık zeytin ağacını, 3 yaşında bir zeytin ağacıyla aşılayarak parka dikti. Ağaç, bir ay sonra filizlendi. Hızarcı tarafından odun yapmak için Adana'dan getirilen zeytin ağacının köklü olduğunu gören belediye görevlileri, bir ay önce ağacı alarak parka dikti. 3 yaşındaki zeytinin aşılandığı 8 asırlık ağaca bir aylık süreyle bakım yapılıp korundu. Ağaç bu sürede filiz verdi.

MERSİN'İN TARİHİNDEN ESKİ
Toroslar Belediye Başkanı MHP'li Hamit Tuna, doğanın dengesinin bozulmaması için ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini belirtirken, zeytin ağacını bir hızarın önünde gördüklerini ve hemen korumaya aldıklarını söyledi. Odun olmayı beklerken toprakla buluşan ağacın filiz vermesinin kendilerini mutlu ettiğini ifade eden Tuna, şunları söyledi: "Mersin'in tarihinden bile eski olan bu zeytin ağacını hızarcı arkadaşımızdan rica ettik, verdi. Bu işin uzmanları kökün 800 yıllık olduğunu söylüyor. Bu ağacı uzmanların eşliğinde oradan alarak vinç yardımı ile parkımıza diktik. Yaklaşık bir ay oldu. Filiz attı, kökü tuttu. Bu ağaç burada sembolik bir değer taşıyacak. Herkes gelip belki de bunun etrafında fotoğraf çektirecek. Böyle bir değeri yaşatmanın mutluluğu içindeyiz. Kurumasın diye etrafını telis bezi ile çevirdik nemli olması için. Kök salma ilacı da veriyoruz."

Milliyet, 24.04.2015

ULUS YENİLEME PLANI YARGIYA TAKILDI

 

 

Ankara’nın Altındağ İlçesi'ne bağlı Ulus tarihi kent merkezinin bir kısmını yenileme alanı ilan ederek yeni yapılaşmaya açan ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/ 5 bin ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı’ 6 Ocak 2014 tarihinde askıya çıktı. Yapılan itirazlar sonucunda bir takım değişiklikler yapılan plan 22 Eylül 2014 tarihinde Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandı. Ardından plan 14 Eylül 2014 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.


YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI

Planın 'kamu yararına aykırı' olduğunu savunan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi plan hakkında yürütmeyi durdurma ve plan iptali istemiyle dava açtı.

 

Davanın görüldüğü Ankara 7. İdare Mahkemesi Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/5 bin ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. 

 

YÜRÜRLÜKTE PLAN KALMADI

Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin Ulus Tarihi Kent Merkezi 1/5 bin ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı hakkında yürütmeyi durdurma kararı vermesi üzerine TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: "Bu karar ile birlikte, Ulus tarihi kent merkezi için yürürlükte olan Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı bulunmamaktadır. Anılan Koruma Amaçlı Nazım İmar Planları, temelde planlama ve koruma mevzuatına, üst ölçekli plan kararlarına ve kamu yararına aykırı; plan için esas alınan kentsel SİT ve arkeolojik SİT sınırları yanlış; tarihi kent merkezinin geleneksel dokusuna ilişkin izler ve yapılaşmalar uyumsuz; yapılan analizler ve değerlendirmeler ile yetersiz; güncel halihazır olmaksızın hazırlanan teknik sorunlar ile dolu; alan için hükme bağlanan yargı kararlarını görmezden gelen; alan kullanım kararının (ulaşım, kullanım, bölgeleme, yapılaşma kararlarının) alanın ve dokunun sahip olduğu özellikler ile çelişir niteliktedir. Özce bu planlar koruma ilkelerine aykırı olarak, tutarsız, ilkesiz, yıkıcı hazırlanmış, kent merkezinin piyasa mekanizmalarına terkine, kamusal alanların, kent belleğini oluşturan mekansal biçimlenmeyi yok etme tehdididir. Kentimiz ve kamusal alanlarımızın korunması için Odamız kamu adına hukuken meslek alanımızı denetlemeye devam edecek, kamusallıklarımız, tarihi ve kültürel varlıklarımız, değerlerimiz üzerindeki sermayenin talanına, yağmasına karşı mücadeleye devam edecektir."

Radikal, Haber: İdris Emen, 24.04.2015

GEYİĞİN BOYNUZU KIRILDI

 

 

Yıllarca ‘kent amblemi’ olarak kullanılan Sıhhiye’deki Hitit Güneş Kursu yıpranmaya başladı. Heykelde yer alan geyiklerden birinin boynuzu kırıldı. İki boynuzun koli bantlarıyla sarılı olması da dikkat çekti.

 

Ankara’da uzun yıllar kentin amblemi olarak da kullanılan Sıhhiye’deki Hitit Güneşi Kursu, bakımsızlıktan dökülmeye başladı.


Kentin simge yapıları arasında yer alan heykeldeki üç geyikten birinin boynuzu kırık halde dururken, farklı noktalarında da kırılma ve açılmalar meydana geldi. Heykeldeki kırık boynuz ile ortadaki büyük geyiğin boynuzu da koli bantlarıyla sarılı olması dikkat çekti. Heykelin bazı noktalarında ise eylem ve gösterilerde asılan pankartların bağlanması için kullanılan ipler yer alıyor.

 

ANKARA’YA YAKIŞMIYOR

Heykelin bakımsızlığı Başkentliler kadar şehir dışından gelenleri de rahatsız etti. Eşiyle birlikte Mardin’den gelen Latif Gündüz heykelin önünde hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra heykelin bakımsızlığının Ankara’ya yakışmadığını söyledi. Gündüz tepkisini şöyle dile getirdi:
“Heykeli hep televizyonda görürdük. Ankara’da en çok görmek istediğim yer Anıtkabir ve bu heykeldi. Ama hiç böyle harap bir halde olacağını düşünmemiştim. Boynuzu kırık, her yerinde bant var. Çevre düzenlemesi yapılmış ama heykele bir düzen verilmemiş.”

 

ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞI SİMGELİYOR

Alacahöyük’te bulunan eski Anadolu uygarlıklarından Hatti’lere ait bir eser olan Hitit Güneşi, 1973’te, dönemin Belediye Başkanı Vedat Dalokay tarafından şehrin amblemi olarak seçilip, Ankara’nın amblemi yapılmıştı. İslamiyet öncesi bir topluma ait olduğu için sağ ve sol görüşlü Başkentliler arasında tartışmalara sebep olan  ve heykeltıraş Nusret Suman tarafından yapılan Hitit Güneşi Kursu Heykeli, 1978’de Sıhhiye Meydanı’na yerleştirilmişti. Heykel, doğanın çoğalmasını, üremesini, özgürlüğü ve barışı simgeliyor.

 

TARTIŞMALARA KONU OLDU AMBLEM OLMAKTAN ÇIKARILDI

37 yıldır Sıhhiye’de yer alan Hitit Güneşi Kursu, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in 1994’te belediye başkanı olmasıyla tartışma konusu oldu. 1995’te, Başkan Melih Gökçek başkanlığındaki Büyükşehir Belediye Meclisi, simgesi Hitit Güneşi Kursu olan şehir ambleminin, Atakule-cami minaresi ve 3 yıldız ile değiştirilmesi yönünde karar aldı.


Muhalefetin belediye meclis üyeleri, konuyu Ankara 2. İdare Mahkemesi’ne taşıdı. Mahkeme amblemi, ‘Belediyenin amblem belirleme yetkisi olmadığı’ gerekçesiyle Meclis kararını iptal etti. 2004’te ise Atakule figürlü amblem tekrar kullanılmaya başlandı. 2007’de de Ankara 3. İdare Mahkemesi, ‘Ankara’yı anlatmıyor’ gerekçesiyle Atakule figürlü simgeyi reddetti. Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 15 Temmuz 2011’deki olağan oturumunda ise Atakule figürlü amblemdeki yıldız sayısı 3’ten 5’e çıkarılarak yeniden kullanılmaya başlandı.

Hürriyet, Haber: Sedat Cenikli, 24.04.2015

ÇANAKKALE'NİN DERİN HAYALETİ

 

 

Antarktika ve Güney Okyanus’taki araştırmalarının ardından Avustralya deniz müzesini ziyaret eden Prof.Dr. Bayram Öztürk, bu ülkenin replikasını yaptığı 1. Dünya Savaşı batığı AE2 denizaltısını Çanakkale savaşının 100. yılında gündeme taşıdı. AE2, Çanakkale’den Marmara’ya girdikten sonra 25 Nisan’da Sultanhisar torpidobotu tarafından vurulmuş, komutan ve 31 denizci esir alınmıştı.

 

100 yıldır 73 metre derinlikte yatan gemiyi bulan ve akvaryum-müze projesi çabalarını sürdüren sualtı araştırmacısı Selçuk Kolay ve bölgeyi koruma altına aldıran Prof. Öztürk ile konuştuk. İçinde kimse ölmediği ve ‘harp mezarlığı’ engeli bulunmadığı için su üstüne çıkarılması mümkün olan AE2, 1. Dünya Savaşı’nın emsalsiz tek canlı tanığı. Selçuk Kolay, esrarengiz geminin hikayesini ve keşif sürecini Hürriyet’e şöyle anlattı:

 

ÇANAKKALE’Yİ GEÇEN İLK DENİZALTI, SAVAŞI 8 AY UZATTI
“Çanakkale Boğazı’nı geçebilen ilk denizaltı. 18 Mart’taki müttefik donanmanın başarısızlıkla sonuçlanan boğazı geçme harekatından sonra, Osmanlı cephesine ikmal yolunu kesmek için Marmara Denizi’ne denizaltı geçirme kararı alındı. Fransız denizaltıları Saphir ve Joule geçemedi, büyük insan kaybı oldu. Mayınla ve yüzeye çıktıklarında top atışlarıyla batırıldılar. AE2, 24 Nisan’da daldı, Anzak çıkarmasının yapıldığı 25 Nisan’da Marmara’ya girebildi. Gelibolu önlerinde yüzeye çıkıp Saros’taki müttefik gemisi Jedi’ye boğazı geçtiği telsiz mesajını gönderdi. O sabah yapılan Anzak çıkarması başarısız olmuş, müttefikler büyük kayıp vermiş, General Hamilton öncülüğünde çekilme toplantısı yapılıyordu. Mesaj gelince devam kararı çıktı, 8 ay daha sürdü savaş.

 

KADIN KILIĞINDA KAÇMAK İSTEYEN KOMUTAN, TİYATROCU OLDU
5 gün sonra Karabiga açıklarında Sultanhisar torpido botuyla karşılaştı. Onun ardından boğazı geçen İngiliz gemisi E14 ile buluşmaya gidiyordu. Torpido AE2’yi top atışıyla yaraladı. Komutan dalamayacağını anlayınca mürettebatı güvertede topladı, vanaları açıp batırdı gemiyi. Savaş sonuna dek Afyon’da esir kaldılar. 4’ü hastalıktann öldü, bir kısmı Mersin demiryolu hattında çalıştı. Bir tiyatro kolu kurmuşlardı hapishanede; komutan kadın kılığında kaçmaya çalışırken yakalandı. Daha sonra Londra’da emeklilik sonrası tiyatro oyuncusu oldu. 1967’de öldü.

 

 

DENİZALTIYI BULAN TÜRKE MADALYA VERDİLER
1994’teki bir davette Avustralya Büyükelçisi David Evans çalışmalarınızı biliyorum dedi. Midilli zırhlısı ile Atılay denizaltısını bulmuştum. Bizim 1. Dünya Savaşı’nda batan bir denizaltımız var ve tarihimiz açısından çok önemli. Bulmak sizi ilgilendirir mi dedi. Hikayeyi biliyor ve aramayı düşünüyordum. Osmanlı, İngiliz, İtalya, Alman arşivlerini taradım, 3,5 yıl sürdü araştırmalarım. Yüzeyden elektronik taramayla yerini bulduktan sonra dalıp 74 metre derinlikte gördüm. Avustralya’ya haber verdim, bir ekip gönderip doğruladılar. Avustralya harp tarihine hizmetim nedeniyle devlet liyakat madalyası verdiler.

 

 

BBG GİBİ İZLENİYOR; MÜZE OLSUN!
Geçen yıl Haziran ayında Avustralyalılar birlikte yapılan dalışlarda geminin ağlar ve çapalar yüzünden hasar aldığını gördük. Kaporta kapağını açtık, kamerayla içini izledik, ilginç görüntüler var. Baş-kıç-orta bölüme tutya blokları indirildi, elektronik koruma uygulandı. Bulunduğu bölge koruma alanı ilan edildi, üzerine şamandıra konuldu ki sahil güvenlik o bölgeye gelen tekneleri tespit ve müdahale etsin. Benim görüşüm geminin Kilye koyu, Kabatepe limanı yol ağzında, bir müzede teşhiri. Çıkarma değil, konservasyon pahalı. 53 metrelik gemi, büyük bir akvaryumda elektroliz uygulaması yapılırken teşhire açılabilecek bir proje. Yanlara takılacak lumbozlar, içine konulacak kameralarla dışarıdan, ekranlardan görülebilecek.

 

 

PERVANE KARDEŞLİĞİ
Avustralya iki ana pervanesinden birinin Türkiye’nin malı olarak kalması kaydıyla Avustralya’da, diğerinin Türkiye’de kalmasını önerdi, Bakanlık her şeyin burada kalması şartını koştu. 2015’te geminin çıkarılması düşünülüyordu. Çıkarma, koruma altına ve akvaryuma alma 100 milyon liralık bütçe; bulunamadı. Çıkarma hazırlıkları ve havuza alınması sonrası 1,5 yılda teşhire açılabilir. Çanakkale deniz/kara savaşları açısından tek canlı şahit. Türkiye’ye kazandırılması çok önemli. Harp mezarlığı değil, çıkarılabilir. UNESCO kararıyla, içinde ölüler bulunan batığa, özellikle harp gemilerine dokunulamıyor. Dünyanın hiçbir yerinde çıkarılıp teşhire açılmış 1. Dünya Savaşı denizaltısı yok. 100 milyon lira iki devletin karşılayamayacağı bir meblağ değil. Daha fazla su altında hasara uğramadan bir an evvel çıkarılıp teşhire açılmasını çok önemli görüyorum.”

 

 

AVUSTRALYA’DAN 10 BİN KİŞİ GELİYOR
Denizaltının çıkarılmasını yeniden gündeme getiren Prof. Bayram Öztürk ise, “Antarktika dönüşü Sidney’de replikasının konulduğu müzede inceledim denizaltıyı. Üzerindeki takılmış ağlar dahi var ama bizim koruma altına aldığımıza dair bilgi yoktu. Avustralyalı yetkililere bildirdim. Bu yıl harbin 100. yılı ve 25 Nisan’da büyük tören var. Avustralya’dan 10 bin kişi geliyor. AE2’nin Gelibolu’daki müzede sergilenmesi geç artık ama gelecek yıllarda öyle kalmaması lazım. Kamuoyu Marmara’da yatan ve Avustralya için çok şey ifade eden gemi hakkında bilgi sahibi olmalı.” dedi.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 23.04.2015

EMEK'İN İŞLETMECİSİ İLK KEZ SÖZE GİRDİ: YALAN!

 

Emek Sineması’nın kapandığı 2009 yılından, 2013’teki yıkımına giden süreçte, yıkım projesini savunanlar ve gerçekleştirenler Emek Sineması’nın son işletmecisi Süheyla Kurtuluş adına birçok kere söz aldılar. Emek Sineması’nın son döneminde yaşadığı maddi zorlukları çarpıtarak yıkım projesini meşrulaştırmak amacıyla kullandılar. Bugün kadar kendisi söz almayan Emek Sineması’nın son işletmecisi Süheyla Kurtuluş, 10 Şubat 2015 tarihli Hürriyet gazetesinde İzzet Çapa’nın projeyi yürüten inşaat şirketinin ortağı Levent Eyüboğlu ile yaptığı röportajın ardından söz hakkını kullanmaya karar verdi. Emek’in kapanma ve yıkım sürecini kendi gözünden anlattığı yazıyı kaleme aldı.

 

Süheyla Kurtuluş’un sürece dair yazısını dikkatinize sunarız...

 

EMEK’İN KISA SEYRİ
"2000’lerden sonra AVM’lerin açılmasıyla Emek -tek sinema oluşu nedeniyle- tercih edilmeyen ve düşüşe geçen bir sinema salonu haline geldi.


Bu süreçte, yeniliklere ayak uydurmak amacıyla dokusunu bozmadan fuaye yenilendi, salon içinde tadilat yapıldı, koltuklar değiştirildi.

 

Tüm Bunlara Rağmen
İstanbul Kültür Başkentine başvurduk. Sonuç alınmadı. ‘Dört beş haftadan aşağı film vermiyoruz’ diyen şirketler de tek sinema olmanın dezavantajlarını perçinledi. Neyse ki festivaller vardı. Zamanla onlar da sinemayı ayakta tutan tek etkinlik haline geldi. İKSV, en büyük salon olmanın avantajını bize hep yaşattı. Bu süreçte tek amacımız sinemayı döndürmek, kar amacı gütmeden ayakta tutmak oldu.

 

Davalar
Takip edenlerin bildiği, bizde hala belgeleri duran, davalar da bu arada uzadıkça uzuyordu. Mülk sahibi Emek İnşaat (Emekli Sandığı’nın inşaat bölümü) SGK-BAĞKUR’la birleşince SGK’ya geçti. Ancak bundan önce Kamer İnşaat’la Emekli Sandığı anlaşmış olduğundan tüm bölgeye ihbarname gönderilip tahliye davası açılmıştı. Bu süreçte de binaların tarihi eser olduğu ortaya çıktı.

 

Son Perde
Davalar sürerken maddi olarak hiçbir şey daha iyiye gitmedi. Başta sevgili Hale olmak üzere herkes birtakım yardım ve destek arayışındaydı. Tabii kültüre ve sanata sahip çıkan bir devlette böyle bir sinema salonuna, ilgili devlet birimlerinin destek olması beklenirken burada neredeyse tam tersi bir süreç işledi. İKSV, birçok banka ve Turkcell’le görüşüldü. Sonuç çıkmadı. Aynı süreç içerisinde zarar etmekte olan bir işletme haline gelen Emek, festivaller dışında, tek kişiye film oynayan ısıtılamayan boş bir yapıya dönüştü. Emek’i devretme süreci böylelikle kaçınılmaz bir hal aldı. Mars Cinema Grubu’yla yapılan görüşmeler sonucu; eski makineler sergilenecek, tarihi doku korunacak ve sinema salonu sinema olarak kalacak denerek SGK üzerinden devir işlemi gerçekleşti.

 

Emek, perdesini en son 2009 ‘Film Ekimi’nde açtı. Daha sonraki süreci hepimiz biliyoruz. Evet, biraz da isyanla “Niye bizi ayakta tutmadılar?” diye sorduk, ama buna ne bir aile işletmesinin ne sinemaseverlerin ne de İKSV gibi kurumun tek başına gücünün yetmeyeceğinin de farkında olarak.

 

Uzun bir süre boyunca davalarla uğraşırken de sinemayı kar amacı gütmeden açık tutmaya çalışırken de sponsor ve destek ararken de bir anlamda tek başımızaydık ve bir sonuca varamadık. Kısacası, kaybettik. Bu noktada ciddi bir yılgınlık ve kırgınlık oluştu. Kendi çabamızla yapabileceğimiz en doğru şey Emek’i piyasadaki sinema salonları işletme zincirlerinden birine devretmekti. Ancak gelişmeler karşısında, adımızın karşı taraftaki iddiaları desteklemek amacıyla kullanıldığını gördük. Hürriyet’te çıkan röportajda: “Kadın kendi gelip, ‘beni kurtarın, battım! Buyrun anahtar. Sokakta projeyi protesto etmek için yürüyenler bir kere film izlemek için sinemaya gelselerdi ben batmazdım’” gibi söyleyenin seviyesizliğini yansıtan yalan ifadeler de açıkçası bardağı taşıran bir damla oldu. Röportajı veren şahısla hiç tanışmamış olmamızın yanı sıra Emek’in anahtarını bir şahsa ya da inşaat şirketine teslim etmemiz söz konusu değil. Nihayetinde mülk SGK’ya geçmişti ve onlar dışında muhatap olduğumuz tek merci bir “sinema salonları işletmesi”ydi.


Emek’i yıkmak isteyenler belli ki engellenemeyecek kadar güçlüler ama en azından bu gibi yalan yanlış ifadelerle; İKSV, sinemaseverler ve Emek Sineması arasında ihtilaf oluşturarak yol alamayacaklarını da bilmelerini isteriz.


Saygı ve sevgiyle"

Emek Sineması adına
Süheyla Kurtuluş

 

Radikal, 22.04.2015

TÜRKİYE'DEN DÜNYA MİRASI ADAYLARI

 

Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri ile birlikte Efes Antik Kenti de Dünya Kültür Mirası asıl listesine aday. İmza kampanyası ‘www.ditavistanbul.org’ internet adresinden, Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı ve STK’lar tarafından İstanbul, Ankara, Diyarbakır ve pek çok ilde kurulacak stantlarla Haziran 2015’e kadar devam edecek.

UNESCO, kararını haziranda açıklayacak. Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, haziranda kabul edileceğine inanıyor. 

Habertürk, 21.04.2015

HAN MODELİNE HANCI NE DİYOR?

 

Eminönü Bölgesi Dönüşüm Modeli Projesi’yle bölgedeki hanlara otel olma yolu açıldı. Habertürk, han esnafıyla görüştü. Bazıları dönüşüm için çok geç kalındığını savunurken bazıları da projeye “Biz buradan gidersek ekonomi çöker” diyerek karşı çıkıyor.

 

 

Eminönü’nün 1734 hanından kimi, zaman içinde yapılan tadilatlar nedeniyle özünden uzaklaştı, kimi dükkan sahiplerinin ‘kurbanı’ oldu kimi ise zamana direniyor... Eminönü’nün hanları, şimdi Fatih Belediyesi’nin, Eminönü Bölgesi Dönüşüm Modeli Projesi kapsamında otele dönüşebilecek. Peki han esnafı ne düşünüyor? Tarihin aynası hanları gezdik ve esnafa sorduk...

 

BAZI DÜKKANLAR 15 HİSSELİ

İlk durak, en önemli hanlardan biri olan Büyük Valide Han: 17. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş. Hanın esnaflarından Bülent Duran “Mülkiyetler çok çeşitli. Kimi vakıf kimi özel mülk. Bazı dükkanlar 15 hissedarlı. Burayı orijinaline uygun restore etmek büyük bütçe ister” diyor. Sağır Han’dan çıkıp Çakmakçılar Yokuşu’ndan inerken sağdaki Büyük Yeni Han’a giriyoruz. Diğer hanlara göre çok daha iyi durumda. Merdivenlerinden kemerlerine kadar aslı muhafaza edilmiş. 1764’ten itibaren gümüş işçiliğinin merkezi durumunda. Gümüş ustası Garbis Gedikoğlu “Ben çocukken bile böyle projeler duyardık. Hep oldu hep olacak” diyor.

 

‘TURİST SADECE OTELDE YATMIYOR’

Büyük Yeni Han’da, karşısındaki Sümbüllü Han’a geçiyoruz. Karşımıza, tarihi diyebileceğimiz avlunun ortasında mermer bir çeşme ve bir duvar çıkıyor. Ömrünün 70 yılını Sümbüllü Han’da geçiren Orhan Sofuoğlu, “Buradan otel olur mu?” sorusuna “Turist sadece otelde yatmak için gelmiyor. İstanbul da burası gibi karmaşık. Kentin ruhu bu. Turistlerin hoşuna gidiyor” diyor. Tarihi olmayan hanlardan biri olan Havuzlu Han’ın esnafı Ali Doğan ise hanlar otele dönüştürülürse ekonominin çökeceği görüşünde...

 

‘Sadece isteyenler OTEL YAPACAK’

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, hanların otele dönüştürülmesinde yaptırımın söz konusu olmadığını belirterek şu açıklamayı yaptı: “Tarihi hanlar mal sahipleri isterlerse projelerini getirir, Anıtlar Kurulu onaylarsa otel olur. Tarihi eser niteliği olmayan iş hanlarını otel yapmak isterlerse yıkıp imar planına uygun hale getirmek zorunda. İsterlerse geleneksel ticaret yapabilirler” dedi. Fatih Belediyesi tarafından Kapalıçarşı projesi kapsamında Çadırcılar tarafındaki özel mülk olan hanlardan Sarnıçlı Han ve Güllekeş Han’ın birleştirilerek otel fonksiyonu verildiği de bildirildi.

 

Mimarlar Odası: Açıklama spekülatif

Eminönü  bölgesindeki hanların otele dönüştürülmesi konusunu değerlendiren Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Sekreteri Ali Hacıalioğlu, “Buralara ilişkin düşünülen tasarrufların nasıl, ne yönde yapılacağına ilişkin yasal bir argüman yok. Fatih’teki kentsel sit konumunda olan yarımadadaki restorasyon işlerinde mevcut geleneksel dokuyu korumak önemli. Henüz bu konuya ilişkin bir kurul kararı olmadığı yönünde bilgimiz var. Dolayısıyla bu tip açıklamaları biraz da spekülatif açıklamalar olarak değerlendirebiliriz” diye konuştu.

 

‘BURALARIN DÖNÜŞÜ YOK’

Valide Han’ın parçası olan Sağır Han’da 30 yıldır çalışan Nihat Baş “Biz bu projeleri çok duyduk ama buralar artık dönüşü olmayacak şekilde yıpranmış” diyor.

Habertürk, Haber: Sinan Bilgeoğlu, 21.04.2015

TARİHİ CAMİYE PVC SUNDURMA

 

1429 yılında inşa edilen ve çinileriyle ünlü caminin ana giriş kapısına yapılan plastik sundurma “Kültür-Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu” kapsamında korunan caminin görüntüsünü de bozuyor. 1990’lı yıllarda yapılan ve genişletilerek cemaatin abdest aldığı ve ayakkabılarını koyduğu bir yer haline gelen eklentinin yıllardır kaldırılmaması da dikkat çekiyor. Milliyet’e konuşan Vakıflar Bölge Müdürü Osman Güneren, “Minimum 2 yıl içinde orayı kaldıracağız” dedi.

Milliyet, Haber: Seray Yalçın, 21.04.2015

AKDAMAR KİLİSESİ, HOŞGÖRÜ VE SAMİMİYETİN SİMGESİ

 

 

Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van'a getirildiği rivayet edilen "Hakiki Haç"ın bir parçasını barındırmak maksadıyla, Kral I. Gagik'in emriyle 915-921 yıllarında inşa edilen Akdamar Kilisesi, 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaklaşık 4 milyon lira harcanarak restore edildi.

 

Kilisenin aslına uygun olarak inşa edilmesini sağlamak amacıyla, alanında uzman sanat tarihçi, arkeolog ve inşaat mühendislerinin yanı sıra Ermeni asıllı bir mimarın da görev aldığı restorasyon, 2 yıl sürdü. 

 

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un yanı sıra Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan, Ermenistan Kültür Bakanı Yardımcısı Gagik Gürciyan ile 30 ülkenin büyükelçisi ve Ermeni cemaati temsilcilerinin katılımıyla açılışı yapılan kilise, Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesinde büyük rol oynadı.

 

Türkiye Ermenileri Patrikliğinin talebi üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yılda bir kez ayin yapılmasına izin verilen kilisede, her yıl eylül ayının ikinci pazar günü düzenlenen ayin için kente gelen Ermeniler, yöre halkı tarafından en iyi şekilde ağırlanıyor.

 

Kilisede ilk kez yapılan ayin öncesinde Türkiye Ermenileri Patrikliği tarafından gönderilen ve ayin günü kilise bahçesinde sergilenen 2 metre yüksekliğinde ve 110 kilo ağırlığındaki haç da Ermeni din adamları tarafından kutsandıktan sonra kilisenin kubbesine takıldı.

 

Sonraki yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Akdamar Adası'nda başlatılan kazı çalışmalarıyla, kilise çevresindeki manastır alanı ve şapeller de ortaya çıkarılarak, turizme kazandırıldı.

Trt Türk, 21.04.2015



******


AKDAMAR KİLİSESİ DÜNYA MİRASI OLDU

 

Van’da bulunan Akdamar Kilisesi, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girdi.

 

Ermeniler açısından önemli bir yapı olan Akdamar’la birlikte Yıldız Sarayı, Aspendos Antik Kenti, Dağlık Frigya, Uzun Köprü ve İsmail Fakirullah Türbesi de geçici listeye alınan eserlerden oldu. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, eserin listeye alınmasının, Ermeni diasporasının bugünlerde gerçekleştirdiği kampanyaya mesaj olması gerektiğini söyledi.

 

Bakan Ömer Çelik konu ile ilgili açıklamasını Twitter adresinden yaptı. Çelik şu mesajları paylaştı: “Aralarında Akdamar Kilisesi, Yıldız Sarayı, Aspendos Antik Kenti, Dağlık Frigya, Uzun Köprü ve İsmail Fakirullah Türbesi'nin de bulunduğu 10 kültürel ve doğal varlık, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne girdi. Böylece geçici listedeki eser sayımız 62 oldu. Özellikle Akdamar Kilisesi'nin geçici listeye alınması bugünlerde başlatılan Ermeni diasporasının kampanyasının etkisinde kalan yabancı parlamentolara örnek ve mesaj olması gereken bir şey. Kültürel varlığımızın zenginliğini ve kültürel coğrafyamızın genişliğini göstermesi bakımından önemli bir aşama kaydettik.”

 

Akdamar Kilisesi geçtiğimiz yıllarda restore edilmiş ve yılda bir kez olmak üzere ibadete de açılmıştı.

Zaman, 24.04.2015

BU MÜZEDE SELFİE 750 LİRA

 

Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da bulunan heykel müzesi Glyptoteket'de üçayak ya da selfie çubuğu kullanarak fotoğraf çekmek için bin 950 Danimarka kronu, yani yaklaşık 750 lira ödemek gerekiyor.

Daha çok eski Yunan ve Roma döneminden kalma heykellerin sergilendiği müzede fotoğraf çektirmek serbest ama üçayak veya özçekim çubuğu kullanmak yasak.

Özellikle Uzakdoğulu turistlerin ısrarı sonucunda müze yönetimi bu konuya çare olarak mutlaka üçayak veya özçekim çubuğu kullanmak isteyenler için ancak güvenlik görevlisi eşliğinde bu aletleri kullanmaya izin verdi.

Fakat müzenin tahsis edeceği güvenlik görevlisinin saati 650 kron ve bu imkandan ancak üç saatten az olmamak kaydıyla faydalanmak mümkün oluyor. Bu da toplamda en az bin 950 kron, yaklaşık 750 Türk lirası ediyor.

Glyptoteket müzesinin basın müdürü Jacob Fibiger, üçayak ve özçekim çubuğu gibi aletlerin kaza sonucunda sanat eserlerine zarar verebileceğini, bu nedenle bu yönteme başvurduklarını söyledi. Fibiger, "Fiyatı pahalı bulabilirsiniz ancak bu sadece güvenlikle ilgili giderleri karşılamak için'' dedi.

Akşam, 20.04.2015

BODRUM'DAKİ KAZILARDA HEYECANLANDIRAN GELİŞME

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi Yokuşbaşı Mahallesi'nde inşaat yapılacak alandaki sondaj çalışması sırasında bulunan eski dönemlere ait yeni mezarlar için kurtarma kazısı başlatıldı. Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan mezarların, Yokuşbaşı Mahallesi'nin kaynaklarda söz edilen Halikarnassos'un mezar alanı olduğunu belirtir nitelikle olduğu bildirildi.

 

Geçtiğimiz ay Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğü yakındaki arsada, farklı türde 10 adet mezar bulundu. Yapılan kazıda 1'i kırma çatı, 1'i oda mezar, diğerleri normalüstü kapaklı mezar olmak üzere Hellenistik döneme ait 10 mezar ile ilgili kurtarma kazısı devam ederken, alanda iskeletlerin yanı sıra çeşitli ölü hediyelerine rastlanıldı. Bu alana yaklaşık 80 metre uzaklıkta bulunan, Halil Gözütok'a ait alanda bir inşaat çalışması öncesi yapılan sondaj kazısında yeni mezarlara rastlandı. Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi görevlilerince başlatılan kurtarma kazısında farklı özellikte ilk etapta 5 mezara daha rastlanırken devam edilen kazılarda sayı 8'e yükseldi.

MÖ 5'inci yüzyıla ait mezar alanındaki kazılarda kolye ve seramik eşyalar ve iskelet parçaları gün ışığına çıkarıldı. Kazılarda bulunan iskeletlerin antropologlar tarafından incelenmeye alınırken, bulunan eserlerin müzede sergilenmesi için çalışma başlatıldı. İki ayrı yerde ulaşılan ve sayılarının artması beklenen mezarlar ve içlerindeki buluntuların Yokuşbaşı Mahallesi'nin kaynaklarda söz edilen Halikarnassos'un nekropülü olduğunu işaret eden bulgular olduğu belirtildi.

Dha, Haber: Osman Uras, 20.04.2015

ROMA 2 BİN 768 YAŞINDA

 

 

Dünyanın en eski şehirlerinden İtalya'nın başkenti Roma'nın, 2 bin 768'inci "doğum günü", Roma İmparatorluğu dönemine özgü kıyafetler giyen 2 bin figüranın katıldığı yürüyüş ve çeşitli etkinliklerle kutlandı. 

 

Roma kentinin tarihi ve kültürel güzelliklerinin değerinin bilinmesi ve yüceltilmesi amacıyla faaliyetlerini yürüten Gruppo Romano Storico'nun yaklaşık 2 bin göstericiyle düzenlediği etkinliklerle efsaneye göre MÖ 21 Nisan 753 yılında kurulan başkentin 2 bin 768'inci "doğum günü", Romalıların ilgisini çekmek için pazar günü kutlandı. 

 

Roma kent merkezindeki antik şehir Forum Roma'daki Circo Massimo isimli hipodrom alanında kentin kuruluşunun canlandırılmasının ardından başlayan yürüyüş, kentin simgesi Kolezyum'un önündeki Imperiali Caddesi'nde son buldu. Yoğun ilgi gören yürüyüş boyunca bazı figüranlar, gladyatör kıyafetini tercih ederken, kimisinin ise antik dönemdeki Romalı senatörler gibi giyindikleri görüldü. 

 

Efsaneye göre, Romalı asker, tarihçi ve yazar Varrone, arkadaşı Lucio Taruzio'nun astrolojik hesaplamalarına dayanarak, Roma'nın kurucusu Romulus'un MÖ 21 Nisan 753'te kenti kurduğunu belirtiyor. 

Dünya, 20.04.2015

ANTİK UNUTKANLIK

 

 

Başkent’te her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği tarihi Ulus bölgesinde yenileme çalışmaları hızla devam ederken, bölgedeki eserler ise ilgisizlikten yok oluyor. Binlerce yıllık Roma Antik Tiyatrosu uzun süredir atıl durumda beklerken, Ankara Kalesi’nin bir kısmı yıkılan tarihi surları kaderine terk edildi.

 

Ulus bölgesinde devam eden, ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi’ kapsamında onlarca yapı tekrar kullanıma kazandırılırken, MS 1. ile 2. yüzyıl arasında yapıldığı tahmin edilen Roma Antik Tiyatrosu ise bakımsızlık ve ilgisizlikten yok oluyor. Etrafı derme çatma bir şekilde çevrilen tiyatro, alkol ve uyuşturucu bağımlılarına mesken oluyor. Başı boş halde bırakılan tiyatroda tarihi izler her geçen gün yok olurken Ulus bölgesi esnafı, “Binlerce yıllık antik tiyatro, Allah’a emanet. Bölgeyi gezmeye gelen yerli ve yabancı turistler karşılaştıkları manzaraya tepki gösteriyor” diye konuştu.

İLGİ BEKLİYOR

Kış aylarında Suriyeli mülteciler tarafından kuşatılan tarihi tiyatro, çevresinde yenilenen onlarca yapının arasında ilgi bekliyor. 2009 yılında başlanan restorasyon çalışmaları sırasında eski dönemlerden kalma hamam, tapınak, agora, sur, hipodrom, sütun gibi çok sayıda tarihi eserin çıkarıldığı tiyatronun evsizlere bırakıldığını savunan esnaf, “Yıllar geçiyor, bölge yenileniyor ama Roma Antik Tiyatrosu olduğu gibi kalıyor. Burada vatandaşa düşen bir şey yok. İnsanlar gelip geçerken sitem ediyor. Ancak bölgeden sorumlu olan yetkililerin duyarsızlığını anlamak mümkün değil” dedi.

 

ÇALIŞMALAR DURDURULMUŞTU

Büyükşehir Belediyesi’nin, Ulus semtinde gül kurusu rengindeki taşlardan yapılma 2 bin yıllık antik Roma tiyatrosunun restorasyonunda beyaz renkli mermerler kullanmasına Kültür ve Turizm Bakanlığı arkeologları itiraz ederek çalışmaları durdurmuştu.

 

GEDİK BÜYÜYOR

Ankara Hürriyet’in “Tarihi surda büyük gedik” manşetiyle duyurduğu, Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin hemen yanında yer alan ve Ankara Kalesi’nin devamı olarak bilinen tarihi surların yıkılmasının ardından ise hiçbir gelişme yaşanmadı. Olayın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen yetkililer, yıkımın sebebine ilişkin bir açıklama yapmazken, alınan basit önlemler dışında bir çalışmaya başlanmadı.

Hürriyet, 20.04.2015

GEMİLER ÖREN YERİNE RESTORASYON PLANI

 

 

Muğla Valisi Amir Çiçek, Fethiye İlçesi'nde ulaşımın teknelerle sağlandığı Gemiler Ören Yeri'nde restorasyon çalışması planladıklarını bildirdi.

 

39. Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında bazı kurum müdürleriyle, geçmişi MS 5. yüzyıla dayanan Gemiler Ören Yeri'nde incelemelerde bulunan Çiçek, Fethiye Müze Müdürü Emirhan Hakkı Süel'den bilgi aldı. 

 

Çiçek, gazetecilere, Gemiler Ören Yeri'nin hem doğa hem de tarihi açıdan önemli olduğunu söyledi.

 

Ören yerinin, korunan eserleri görmek isteyenler için doğa içinde güzel yürüyüş yolu olduğunu ifade eden Çiçek, küçük ve büyük kiliseleri birbirine bağlayan tünellere dikkati çekti.  

 

Çiçek, yılda yaklaşık 20 bin kişinin ziyaret ettiği Gemiler Ören Yeri'nde bakanlık rehberlerinin eserler ve geçmişi hakkında bilgilendirme yaptığını anımsattı.

 

Ören yerinde,  kültür turizmine daha çok hizmet etmesi için restorasyon çalışması yapılması gerektiğini kaydeden Çiçek, şöyle konuştu:

"Burada restorasyon yapılması gerektiğini gördük. Koruma planı yapıldıktan sonra bu ören yerimizde restorasyon çalışması gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu yapıldığı takdirde geçen yıl yaklaşık 20 bin kişinin ziyaret ettiği ören yerimizde ziyaretçi sayısı, 40 bin kişiye ulaşabilir. Bu da bu bölge için iyi bir turizm destinasyonu olur."

 

- Gemiler Ören Yeri

Gemiler Ören Yeri, Bizans dönemine ait eserlerle ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. "Aya Nikola Adası" olarak da bilinen ören yeri, 11 bazilika, çok sayıda şapel, ev, depo, mezar ve sarnıçların bulunması nedeniyle Bizans döneminin önemli dini merkezleri arasında gösteriliyor. 

 

Ören yerinin üst kısmında ağırlıklı dini yapılar bulunuyor. Turistler, ören yerindeki eserleri doğal yürüyüş yoluyla rahatlıkla gezme fırsatı buluyor. Ören yerinin tepe noktasından ise Gemiler koyu ve deniz manzarası izlenebiliyor.

Radikal, 19.04.2015

ÜÇ BİN YILLIK ÇALINTI ESER İADE EDİLİYOR

 

 

Mısır’ın Luksor bölgesindeki ünlü Karnak tapınağından çalınarak İngiltere’de satılan bir antik sütunun parçası, Mısır’a geri verilecek. Mısır Eski Eserler Bakanı Mahmud el Damati’nin açıklamasına göre, eseri elinde bulunduran bir Britanya vatandaşı, Londra’daki Mısır büyükelçiliğine giderek orijinal eserin yasadışı yollardan geldiğini öğrendiğini ve gönüllü olarak bunları geri vermek istediğini bildirdi. Sütun parçasında çok değerli antik kabartmalar (rölyef) bulunuyor. Mısır Antik Eser Restorasyonları Genel Müdürü Ali Ahmed, The Cairo Post gazetesine yaptığı açıklamada, Mısırlı ve İngiliz bilim insanlarının oluşturduğu ortak bir komitenin, eserin orijinalliğini tescil ettiğini belirtti. Ahmed, çalınan rölyefli sütun parçasının, bakanlığın arşivinde kayıtlı tescilli eser olduğunu da ifade etti.

 

DÖRT YILDA 1900 ESER ÇALINDI

Milattan Önce 1401 ile 1391 yılları arasında yaşamış 18’inci Hanedandan Firavun Thutmose IV dönemine ait, tanrı Amon Ra’yı gösteren sütun parçasının ne zaman çalındığı ise belirsiz. Ancak Mısır’daki 2011 ayaklanmasından sonra, son dört yıl içinde 1.900 antik eserin Avrupa ülkelerine yasadışı yollardan kaçırıldığı belirtiliyor. Arap Baharı’nın, Mısır’daki paha biçilmez arkeolojik eserlerin yağmalanmasının hızlandırdığı, uzmanlarca önemli bir faktör olarak ifade ediliyor.

Taraf, 19.04.2015

KEPEZ BELEDİYESİ'NDEN TURİZME ARKEOPARK DESTEĞİ

 

 

Kepez Belediyesi Varsak bölgesinde perge uygarlığında yağ çiftiliği olarak kullanılan antik kenti gün yüzüne çıkarıyor.






Kepez Belediyesi, Antalya’nın Varsak bölgesinin kuzeyinde yer alan ve antik kentte Elai Baris (Yağ çiftliği) olarak kullanılan Lyrboton Kome’yi tarihe ve Antalyalılara kazandırıyor. Antalya Müze Müdürlüğü yetkililerinin gözetiminde Kepez Belediyesi’nin 15 kişilik ekibi tarafından yapılan temizliğin sona yaklaştığı bildirildi. Bitme aşamasına gelen temizlik çalışması sonrası yaklaşık 2 bin yıllık bir geçmişi olan antik köydeki tarihi yapılar gün yüzüne çıktı.






Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, Varsak’taki Perge uygarlığının bir köyü olan Lyrboton Kome’yi, turizm şehri Antalya’nın tarihi kültür mirası envanterine kazandırmak için çalıştıklarını kaydetti. Elai Baris’te, Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik ve Koruma Kurulu üyeleriyle birlikte keşif çalışması yapılan alan, temizlik çalışmalarının ardından rölöve çalışmasının yapılacağı ve arkeopark projesi Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün onayına sunulacağı kaydedildi.


Arkeopark çalışması ile Lyrboton Kome açık hava müzesi haline getirilmesi amaçlanıyor. Bilgilendirme akslarının olacağı arkeoparkta, ziyaretçilere tarihi kentle ilgili bilgiler verilecek ve arkeolojik hikayeler anlatılacak. Başkan Tütüncü, “Bitki temizliğini, bağlantı yollarını yaparak bu kenti turizmin dikkatine sunacağız. Daha sonra rölöve, restorasyon çalışmalarıyla antik kenti ayağa kaldıracağız. Bu kültür hazinesini, arkeopark haline getirerek Antalya’ya armağan edeceğiz” dedi.






Lyrboton Kome’de ilk arkeolojik çalışmayı yapan Prof.Dr. Nevzat Çevik ise yağ çiftliğinin önemine vurgu yaparak şunları söyledi:
“Burası, antik adıyla Lyrboton Kome’dir. Elai Baris olarak da bilinir (Yağ Çiftliği). Büyük bir antik zeytinyağı üretim köyüdür, Lyrbos Köyü, Perge’ye bağlıdır. Kadersizliği, bırakın turisti, Antalyalılarıın bile binde birinin ancak bildiği, özel ama küskün ve yetim yerlerden biri olmasıdır. Hellenistik Dönem’de de burada yerleşim olması beklense de kalıntılar büyük çoğunlukla Roma ve Bizans Dönemi’nden kalmadır. Bugünkü Varsak’ın adı 13. yy başında yöreye gelen Üçok boyundan Tatar Serdarı Baçu Han’ın 6 oğlundan biri olan Varsak Bey’den gelir. O gün bu gündür bölgenin adı ‘Varsak’tır. Bölgenin her yanında keşfettiğimiz zeytinyağı işlikleri en çok buradadır. Çok sayıda ve entegrelikler yüksek bir yağ üretimi olduğunu göstermektedir. Bu üretimin ve yerleşimde yaşanmışlığın diğer izleri çok sayıda sarnıç, 80’in üzerinde mezar, 2 katlı korunmuş konutlar, 1 küçük hamam ve 3 de kilisedir. Döşemealtı’ndan gelip Perge’ye giden Via Sebaste (İmparator Yolu) da buradan geçer” dedi.




Hürriyet, 19.04.2015

ATALARIMIZ GERÇEKTEN YAMYAM MIYDI?

 

Atalarımızın yamyamlığıyla ilgili şüpheler artık ortadan kalkıyor.

 

İngiltere’nin Somerset bölgesindeki Gough Mağarası’nda 1992’de yapılan kazılarda bulunan kalıntılar bir grup insanın kesilip yendiğini gösteriyor.

 

Bilim insanları burada bulunan kemikler üzerindeki izleri incelemeye devam ediyor.

 

BBC Türkçe’nin BBC Earth’ten Melissa Hogenboom’dan aktardığı habere göre; kemiklerin hangi döneme ait olduğunu bulmak için radyoaktif karbon izotoplarına bakılıyor.

 

 

İnsan ve hayvan kemiklerini içeren kalıntıların 15 bin yıl önceye ait olduğu tahmin ediliyor.

 

Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nden Silvia Bello, incelemeler sonucunda kemiklerin önceden tahmin edilenden çok daha fazla işlemden geçtiğini tespit ettiklerini belirtiyor.

 

Bello, etlerin kemikten sıyrılması, süngersi kemiklerin kırılması, ilik çıkarma ve çiğneme işlemlerini kemikler üzerinde şüpheye yer bırakmayacak şekilde gördüklerini söylüyor.

 

 

En korkunç olanı ise kemikler üzerindeki diş izleri.

 

Bu bulgular yamyamlığın atalarımız açısından normal bir davranış olduğunu gösteriyor.

 

Ayrıca kafataslarıyla da oynandığı, bazılarının başlık haline getirildiği belirtiliyor.

 

Araştırmayı yürüten ekipten Londra UCL Üniversitesi’nden Simon Partiff, bu döneme ait gömütlerin nadir olduğunu ve birçok kazı alanında başka atıklarla karışmış insan kalıntılarına rastlandığını söylüyor.

 

 

Yapılacak daha ayrıntılı araştırmalarla yamyamlığın insanlar arasında ne kadar yaygın olduğunun ve ritüellerin ardından insan kurban etmenin gelenek olup olmadığının tespit edilmesi planlanıyor.

Oda Tv, 18.04.2015

3. KATI DA ÇIKTILAR

 

Konak Pier'in Pasaport'a bakan cephesinde tadilat çalışmaları sürerken İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü yetkililerinden tadilatla ilgili açıklama geldi. Yetkililer tadilatın 2000'li yılların başında yapının bütününe ilişkin proje kapsamında devam ettiğini ancak aksi bir durum tespit edilmesi halinde tadilata müdahale edileceğini ifade ettiler. Binanın tarihi yapısına uymadığı halde kaçak kat çıkmayı sürdüren firma, İzmirlinin gözü önünde 3. katın sıvalarını da tamamladı.

 

Paris'teki Eyfel Kulesi'nin mimarı olarak da bilinen ünlü Fransız mimar Gustave Eiffel'in 1890 yılında tasarladığı Konak Pier'in Pasaport'a bakan cephesinde gerçekleşen tadilat işlemleri devam ederken binalardan bir tanesine 3. kat çıkılmış durumda.

 

Geçtiğimiz aylarda Deniz Kuvvetleri'nin taşınmasının ardından boşaltılan Konak Pier'in kuzey kısmında restorasyon başlatılmış, restorasyonda kepçe ve kamyon kullanılması dikkatleri çekmişti. Tarihi binada çatı işlemleri devam ederken bina önünde bulunan moloz yığınlarının kepçelerle kamyonlara yüklendiği fotoğraflarla belgelenmişti. 1995 yılında alışveriş merkezi olarak düzenlenmek için kapsamlı bir tadilata alınan tarihi yapıdaki son tadilat çalışmasında iş makinelerinin rahat çalışması için tarihi yapının bir duvarı yerle bir edilmiş ve restorasyonun iş makineleriyle sürdürülmesi tepki toplamıştı.

 

 

PROJE 2000'LERİN BAŞINDA ONAYLANMIŞ

Konak Pier'in Pasaport'a bakan cephesinde yapılan tadilatın 2000'li yılların başında yapının bütününe ilişkin onaylanan proje kapsamında devam ettiği öğrenilirken tadilat sırasında aykırı bir durum olması halinde gerekli müdahalenin yapılacağı belirtildi.

 

İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü yetkilileri Konak Pier'de devam eden tadilatla ilgili şu bilgileri verdi, “2000'li yılların başında Konak Pier'in yani o yapının bütününe ilişkin proje onaylanmış. Burası önceden Konak Pier olarak yapılırken burada askeriye de vardı. Ancak proje bütün olarak onaylanmış. Askeriye mevcut haliyle devam ettiği için orayla ilgili herhangi bir uygulama yapılmamış.

 

 

“AYKIRI DURUMDA MÜDAHALE YAPILIR”

Askeriye yakın zamanda burayı boşalttığı için şu an o projeye uyularak orada AVM'nin bütününe yönelik bir tadilat çalışması yapılıyor. 3-4 ay önce bilgi almak için BİMER üzerinden bir takım yazışmalar yapılmış, yerinde tespit yapılmış ve projeye aykırı bir uygulama olmadığı tespit edilmiş.





Ancak şu an güncel olarak öyle bir tespit olması halinde yerine gidip bakılır ve gerekli incelemeler yapılır. Aykırı bir durum olursa ise gerekli müdahale yapılır.” 

 

 

GÜMRÜK BİNASI OLARAK KULLANILDI

Konak Pier, İzmir'de tarihi değeri yüksek yapıların başında geliyor. 1867 yılından 1950 yılları sonuna kadar gümrük binası olarak kullanılan Konak Pier, ünlü Fransız mimar ve inşaat mühendisi olan Gustave Eiffel tarafından 1890 yılında dizayn edildi. İzmir'in tarihi Konak Meydanı yakınında özel bir konuma sahip bu özgün yapı, uzun yıllar gümrük binası olarak kullanıldıktan sonra 1960 yıllarında Balık Hali oldu.

 


Oda Tv, Haber: Deniz Keser, 18.04.2015

TARİHİ HAYDARPAŞA KAMPÜSÜ 'RESMEN' BAKANLIĞIN

 

 

Marmara Üniversitesi'nin tarihi Haydarpaşa Kampüsü ile ilgili bir yıldan beri süren tartışmaya son nokta konuldu. Önceki gün Resmi Gazete’de yayımlanan Torba Yasa’ya göre 1894 yılında 2. Abdülhamit tarafından yaptırılan kampüs, Sağlık Bakanlığı’na bağlı yeni kurulan Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne tahsis edildi. 4 bine yakın mezun hukukçunun üye olduğu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunları Derneği karara tepkili. Dernek Başkanı Av. İhsan Baran, “TSBÜ için İstanbul’un başka bir yerinde arazi tahsis edilmemesi düşündürücü” sözleri ile bu noktadaki şüphelerini dile getirdi.

 

Sağlık bakanlığı’na bağlı olacak olan Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin (TSBÜ) resmen kuruldu.  TSBÜ’nün kuruluşunu da içeren Torba Yasa’ya Resmi Gazete’de yayımlandı.
Kararın kesinleşmesi ile birlikte, bir süreden beri tartışma konusu olan ‘Haydarpaşa Kampüsü’ de yeniden tartışma konusu oldu. Yasaya göre, TSÜB’nin bulunacağı yer, temeli 1894 yılında 2. Abdülhamit tarafından atılan ve uzun süre Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane olarak hizmet veren yerleşke olacak. Karara karşı ilk tepki ise Haydarpaşa Kampüsü’nde okuyan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunlarından geldi.

 

‘BAŞKA YER Mİ BULUNAMADI’
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunları Derneği (MÜHDER) Başkanı Av. İhsan Baran, “TSBÜ için İstanbul’un başka bir yerinde arazi tahsis edilmemesi düşündürücü” diyerek şunları kaydetti: “Tarihi Haydarpaşa Kampüsü’nün Marmara Üniversite ile kimlik kazandığına işaret ederek “Bu yerleşke 1894 yılında 2. Abdülhamit tarafından 400 bin Osmanlı altını ile yapılıyor. O dönem Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adı ile hizmet veriyor. Boğaza nazır değerli bir arazi üzerinde kurulu bu yerleşkeye daha sonra Haydarpaşa Lisesi, 1980’lerde ise Marmara Üniversitesi’ne bağlı fakültelere tahsis ediliyor. Hukuk, Eczacılık, Hemşirelik Yüksek Okulu, Radyo-Sinema-TV Bölümü ve Adalet Yüksek Okulu hali hazırda bu yerleşkede bulunuyor. 31 yıldır bu yerleşkede bulunan Hukuk Fakültesi, çok sayıda saygın hukukçu yetiştirdi. Burası sadece bir arazi bir bina değil. Burada kültürel bir değer var. 4 bine mezun hukukçunun üyesi olduğu MÜHDER olarak alınan karardan derin bir üzüntü duyuyoruz; karar bizi derinden yaraladı. Biz dernek olarak bir yıla yakın bir süreden beri bu kararın hayata geçmemesi için çaba gösteriyoruz. Hemen her platformda sesimizi duyurmaya çalıştık. Yasal süreci ve gelişmeleri takip edeceğiz.”

 

'DESTEK BEKLİYORUZ'
Torba Yasa ile Meclis’ten geçen kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılması için çalışma yürüttüklerini kaydeden Av. Baran “Burada siyaset üstü bir durum söz konusu. Meclis’te grubu bulunan partiler ile temastayız. Aldığımız destekler de söz konusu. Kanunun iptali için AYM’ye başvuru yapılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu konuda, tüm hukukçulardan, akademisyenlerden ve  özellikle öğrencilerimizden ve de duyarlı olan vicdan sahibi bütün yurttaşlardan destek bekliyoruz” dedi.

 

PAHA BİÇİLMEZ BİR YERLEŞKE
Av. Baran, Haydarpaşa Kampüsü’nün arazisi ve yapıları için “Paha biçilemez” bir değerden söz ederek, Marmara Üniversitesi ile Sağlık Bakanlığı arasında yapılan protokolün detayını bilmediklerini kaydetti. Av. Baran, TSÜB’nin ne zaman hayata geçirileceği konusunda belirsizlik olduğuna işaret ederek, yerleşkede bulunan fakültelerin ise, Göztepe, Pendik'te bulunan yerleşkelerle beraber Maltepe’de Marmara Üniversitesi’ne tahsis edileceği gündemde olan  yerleşkelere taşınmasının söz konusu olacağını kaydetti.

 

RESMİ GAZETE’DE BÖYLE YER ALDI
Yasaya göre, TSÜB’nün Mütevelli Heyeti; Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, Rektör, Sağlık Bakanının seçeceği iki üye ile Yükseköğretim Kurulu tarafından seçilen profesör unvanına sahip bir üye olmak üzere, toplam beş üyeden oluşacak.


“İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kurulmuştur” denilen kanun metninin sonunda “Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane adıyla hizmet vermek üzere inşa edilen ve halen Marmara Üniversitesi adına tahsisli olan Haydarpaşa Kampüsü, Sağlık Bilimleri Üniversitesine tahsis edilmiştir” denildi.

 

AYM'YE BAŞVURU HAFTAYA
Konu ile ilgili çalışmaları yürüten isimlerden Av. Fırat Durak, AYM'ye başvurunun önümüzdeki hafta yapılmasını beklediklerini kaydetti. Av. Durak "Konuyu düzenleyen 6639 sayılı torba yasanın 5. maddesi ile ilgili olarak ana muhalefet partisi nezdinde yapmış olduğunuz yoğun görüşme ve girişimler netice verdi. Ana muhalefet partisi tarafından gelecek hafta Anayasa Mahkemesi'ne yasanın iptali için başvuru yapılacak. Bu konuda tarafımızca da bir kaç gün içerisinde hazırlanacak bir başvuru metni ana muhalefet partisi genel merkezine başvuruya esas olmak üzere sunulacak" dedi. 

Hürriyet, Haber: Dinçer Gökçe, 18.04.2015

TRAMVAY YOLUNUN ALAADDİN TEPESİ GÜZERGAHI DEĞİŞECEK Mİ?

 

 

1941 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yapılan kazılarda ilk yerleşimin MÖ 3000 yılında olduğu belirlenen Alaeddin Tepesi etrafı Bizans köyü mü çıktı? Tramvay hattı yapımı esnasında sürekli olarak tarihi kalıntılara rastlanıyor. Son olarak Kuyu Bileziğine rastlanan kazılarda şimdi de Roma Mezarı çıktı. Daha önce kale suruna rastlanan kazı alanı ile kuyu bileziğine rastlanan bölgelerin arasında küçük bir Roma Mezarına rastlandı.

 

BİZANS KÖYÜ MÜ VAR?

Roma ve Bizans döneminin önemli şehirlerinden biri olan Konya’da aynı döneme ait kalıntılar gün yüzüne yapılan kazılarda çıkıyor. Yapılan her kazıda özellikle Roma ve Bizans dönemine ait kalıntıların bulunması akıllara Alaeddin Tepesi etrafında Roma Köyü mü vardı sorusunu getirdi. Şehir Merkezindeki Roma dönemine ait eserler bu kuramı güçlendiriyor.

 

SELÇUKLU TÜNELLERİ ORTAYA ÇIKABİLİR

Yapılan kazılarda Selçuklu dönemi tünellerinin de çıkmasına yüksek ihtimalle bakılıyor. Tarihçiler Alaeddin Tepesinde bulunan beton şemsiyenin altından başladığı ve Alaeddin Keykubad Cami altından Üçler Mezarlığı kapısına kadar devam eden tünellerin olduğunu tahmin ediyorlar. Çalışmalar esnasında var olduğu tahmin edilen tünellerin ortaya çıkması da bekleniyor.

 

 

KUYU BİLEZİĞİ ÇIKMIŞTI

Anadolu'da Bugün Gazetesi'nin haberine göre; tepe etrafına dikilecek 64 direkten bir tanesinin olduğu yerde kuyu bileziği bulunmuştu.

 

ROMA KÖYÜ VE MEZARI ŞÜPHESİ

Bugün çekilen bu fotoğrafta ise kırmızı şeritlerle işaretlenmiş alanda; kuyu bileziğinin bulunduğu alanın yaklaşık 15 metre gerisine isabet eden bölgede ise Roma mezarlığı olduğu iddia ediliyor.

konyapol.com, 18.04.2015

"TARİHİMİZE ZARAR VERİYOR"

 

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi, Patara Kazıları Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Bizde kültürün her dalı devlet malı olarak kabul ediliyor. Ama devletin malına sahip çıkması gerekir. El sanatları yok oluyor. Tarihi manastırlar yok oluyor. Mezar taşları satılıyor. Taş ocakları tarihimize büyük zarar veriyor" dedi.

 

 

Turizm Haftası ve 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü dolayısıyla Kaş'ta düzenlenen 'Türkiye'nin Kültür Mirasları' konulu konferansta, Prof.Dr. Havva İşkan Işık konuşma yaptı. Kaş Belediyesi Toplantı Salonu'ndaki konferansı, Kaymakam Selami Kapankaya, Garnizon Komutanı Yüzbaşı Murat Aydın, Belediye Başkanı Halil Kocaer, İlçe Milli Eğitim Müdürü Faruk Atılgan ve Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Aydın ile turizmciler izledi.

 

'KAZILAR BİTİRİLEMİYOR'

Anadolu'nun tüm uygarlıkların beşiği olduğunu söyleyen Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Kültür varlığı çok geniş bir kavramdır. Müzeler, antik kentler, heykeller, Safranbolu evleri gibi aklınıza ne gelirse hepsi birer kültür varlığıdır. Ama biz kültür varlıklarımızı tanımıyoruz, bilmiyoruz. UNESCO, 2013 yılını Piri Reis Yılı ilan etti. Kaç kişi biliyor bunu bu ülkede? Bugün Dünya Kültür Mirası Listesi'nde Türkiye'nin 13 kültür varlığı var. Bizim yarımız bile olmayan İspanya'nın 43 kültür mirası listede yer alıyor. 52 kültür varlığımız da UNESCO'nun aday listesinde. Kaş bu anlamda çok şanslı. Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olan bu 13 kültür mirasımızdan biri Xanthos Antik Kenti, Kaş sınırları içinde. 52 aday kentten biri olan Patara Antik Kenti de Kaş sınırları içinde. Bu kadar zengin bir tarih içinde, Dünya Kültür Mirası Listesi'nde 13 kültür varlığımızın olması da acı verici. Efes Antik Kenti bile bu listede değil. Bunun nedeni kazıların kaynak yetersizliği veya başka nedenlerle bitirilememiş olması" dedi.

 

'DEVLET MALINA SAHİP ÇIKMALI'

Keşkek, Mevlevilik, aşıklık, meddahlık, sıra geceleri, el yazmaları, yaren toplantıları, nevruz, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi, Alevi- Bektaşi semah gösterisi, Kırkpınar güreşleri, Türk kahvesi, mesir macunu ve ebru sanatı gibi Dünya Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi'nde Türkiye'ye ait birçok kültürel değerin yer aldığını vurgulayan Prof.Dr. Işık, şöyle dedi:

 

"Halay, horon, zeybek ve yağmur duası da kısa süre içinde bu listeye girecek olan kültür değerlerimiz. Ayrıca UNESCO'nun Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi'nde başta Neşet Ertaş olmak üzere 11 sanatkarımız var. Bizde kültürün her dalı devlet malı olarak kabul ediliyor. Ama devletin malına sahip çıkması gerekir. El sanatları yok oluyor. Tarihi manastırlar yok oluyor. Mezar taşları satılıyor. Taş ocakları tarihimize büyük zarar veriyor. En acısı, Libya'da, Suriye'de, Afganistan'da, Irak'ta tarih din adına, İslam adına katlediliyor. Dünyada tarih katliamının yüce dinimizi kullanarak yapılması insana acı veriyor. Bu görüntülerde izlediğiniz gibi, bir tarih yok oluyor. Hepimiz acı duyuyoruz. İnsan olarak görevimiz, bu tarihi ve kültürel zenginliği gelecek kuşaklara taşımaktır."

Konferansın sonunda Kaymakam Selami Kapankaya ve Başkan Halil Kocaer, Prof.Dr. Havva İşkan Işık'a teşekkür ederek, çiçek verdi.

Bizim Antalya, 18.04.2015

İSTANBUL'UN ÖREN YERİ OLMAYA ADAY ANTİK KENTİ

 

Küçükçekmece’de devam eden Bathonea Antik Kenti kazıları tamamlandığında İstanbul’un ören yeri haline geleceği belirtiliyor. Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak, bölgenin turizme kazandırılması için işbirliği önerilerine açık olduklarını söyledi.

 

Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak, 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında İstanbul Tarih Öncesi Çağlar Araştırması kapsamında başlayan Bathonea kazısı hakkında açıklamalarda bulundu. Küçükçekmece Göl Havzası’nda devam eden kazıları Avcılar ve İstanbul açısından büyük önem taşıdığını ifade eden Toprak, kazılar tamamlandıktan sonra bölgenin İstanbul’un ören yeri haline geleceğini belirtti.

 

Toprak, bölgenin turizme kazandırılması için gelecek işbirliği önerilerine açık olduklarını da ifade etti. Bathonea Antik Kenti’nin ziyarete açılmasının bölgedeki turizm hareketliliğini geliştireceğini dile getiren Toprak, “Bathonea’nın dünya çapında tanınan bir ören kenti haline gelmesini istiyoruz. İstanbul’a gelen turistlerin Bathonea Antik Kenti’ni de mutlaka görmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kentin tarihi önemi iyi anlatıldığında ilçemizin de daha fazla turizm yatırımı çekeceğini düşünüyoruz” dedi.

 

DEVASA BİR KOMPLEKS ORTAYA ÇIKARILDI

Bathonea Antik Kenti, Türk turizmi için yeni bir konsept ve alternatif mekan olarak görülüyor. Yerli yabancı arkeoloji dünyasında büyük ses getiren Bathonea’da neolitik dönemden başlayarak Hurrilere kadar uzanan pek çok kalıntı ve buluntuya ulaşıldı. İki liman, büyük taşlarla örülmüş su yolları, su toplanan dev bir sarnıç, devasa caddeler ve meydan ile saray yapısı olduğu düşünülen büyük bir yapı kompleksi ortaya çıkarıldı.

 

 

2014 yılında kazı alanında bulunan MÖ 1800’lü yıllara erken Hitit ya da Hurri dönemine iki figürin, bitümen (zift, petrolün ham hali), kalay buluntuları ve seramik parçaları arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı. İstanbul’da ilk kez Huri ya da Hitit’lere ait izlerin bulunması nedeniyle önemli buluntulara, aynı yerde çıkan 301 tane MS 5-6. yüzyıllar arasında üretilen ‘Unguanterium’ denilen kutsal su, merhem ya da parfüm için imal edilmiş küçük pişmiş toprak şişeler de eklendi.

 

“DÜNYA TURİZM MERKEZLERİNDEN BİRİ OLACAK”

TÜRSAB Kültür Komitesi Üyesi Birsen Gürer, bir turizmci olarak bölgeyi çok önemsediklerini söyleyerek, “Kazılar Avrupa tarihinin de aydınlatılmasını sağlayacaktır. Bir liman kenti olan Bathonea, o dönemde dünyanın en zengin kentlerinden olan Truva’nın ticaret yolu üzerinde. Truva’nın zenginliği Bathonea ile bağlantılı. Kazılarda İstanbul tarihinde ilk kez görülen ticaret metaları bulunmuş. Şimdi biz bu bilgileri, yurtdışındaki meslektaşlarımızla da paylaşıyoruz. Büyük ilgi ile karşılanıyor. Bathonea, önümüzdeki yıllarda dünya turizm merkezlerinden biri olacak” ifadelerini kullandı.

Turizmde Bu Sabah, 18.04.2015

KAPALIÇARŞI'DA TAHLİYE

 

 

Dünyanın en eski alışveriş merkezilerinden biri sayılan Kapalıçarşı'da bulunan Sandal Bedesteni'nde, 20-25 yıldan bu yana hizmet veren yaklaşık 80 esnafa dükkanlarını boşaltması için tebligat gönderildi. Esnaf tahliye etmediği takdirde polis zor yoluyla dükkanları boşaltacak.

 

İstanbul'un  tarihi, turistik ve ticari yapılarından biri olan ve Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen Kapalıçarşı'daki,  Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün mülkiyetinde olan ve halı, turistik eşya, çanta, takı, giysi satılan dükkanların bulunduğu bedesten'in kapısına Fatih Kaymakamlığı tarafından tahliye tebligatı asıldı. Tebligatta 'fuzuli şagil' yani işgalci olarak tanımlanan esnafların 22 Nisan'da dükkanlarını tahliye etmesini, tahliye sırasında güvenlik güçlerinin gerekli önlemleri alması isteniyor.

 

80 ESNAFI TAHLİYE EDİP BİR KİŞİYE Mİ MUTLULUK KURACAKSINIZ

Bedestenin restorasyon kapsamında ihaleye verildiğini anlatan Sandal Bedesteni Dernek Başkanı Kaya Kandemir, esnafların yanı sıra sektörde çalışan işçiler, tedarikçiler ve aileleri ile birlikte yaklaşık 400 kişinin durumdan etkileneceğini belirterek, “Türkiye'de çalışan insanların bu şekilde kapı dışarı atılması hukuki, insani, anayasal kurallara uygun değil. Siz burada 80 tane esnafı çıkartıp 1 kişiye mi mutluluk kuracaksınızö dedi. “Aç kalsam dahi kiramı ödüyorum. Bugün bize 'çıkın' diyorlar. Ben nereye gideyim" sözleriyle tepkisini dile getiren bedestenin 25 yıllık esnafı Hayrettin Öztürk “Bizi buradan çıkarırlarsa çok kötü şeyler olacak, biz kendimizi yakacağız. Başka çaremiz yok. Ben buraya 25 yıl emek vermişim, beni çıkarıp birine peşkeş çekecekler" şeklinde konuştu.

 

“BİR SÜTUN ALTINDA 3 ESNAF EKMEK YİYOR"

Tahliyenin gerçek amacının restorasyon olmadığını öne süren Murat Çetin de “Sandal Bedesteni çok kıymetlendi. Güney kapısı çarşının ana caddesine açılıyor, batı kapısı çarşının ortasına açılıyor. Burası değerlendiği için mi 80 tane esnaftan alınıp 1 tane esnafa veriliyor? Burada aynı sütun altında 3 esnaf ekmek yiyor. Düzenli kirasını ödeyen esnafların Vakıfların nezdinde hiçbir değeri yok muö dedi. Sandal Bedesteni gibi Mısır Çarşısı'nın da Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde olduğunu ifade eden Çetin, “Mısır Çarşısı'nda restorasyon yapılırken ticaret devam ediyor. Buranın esnafı ekonomik olarak daha güçsüz olduğu için mi elimizden alıyorlar. Mısır Çarşısı ile Sandal Bedesteni'nin ne farkı var" diye sordu.

 

“RESTORASYON TAHLİYE İÇİN BAHANE"

"Sandal Bedesteni'nin restorasyona ihtiyacı yok" diyen Ömer Tufan Görgün de “Bizi çıkartmak için restorasyon bir bahanedir. Kapalıçarşı'da 3 bine yakın dükkan vardır. Yağmur yağdığında suyun akmadığı tek yer Sandal Bedesteni ve buranın kopyası olan İç Bedesten'dir. Buranın restorasyona ihtiyacı yoktur ama dükkanların düzeni, tezgahların, camekanların duruşu değiştirilebilir" dedi. Dükkanlarını boşaltmak istemeyen esnaf, tahliye öncesinde seslerini duyurmak için eylem yapmaya hazırlanıyor.

 

TEK BİR ŞİRKETE VERİLDİ
Sandal Bedesten’le ilgili olarak hurriyet.com.tr’nin sorularını yanıtlayan Kapalıçarşı Esnaflar Derneği Başkanı Hasan Fırat, “80 esnaf şu an orada ekmek yiyor. Geçen sene vakıflar tarafından tek bir şirkete ihaleyle verildi burası. Şirket esnafları buradan çıkaramadı. Şimdi ise Kaymakamlık aracılığıyla herkese tebligat gönderdiler. Biz bu ihaleyi anlamadık. Bütün alan onların oldu” dedi.

Hürriyet, 17.04.2015

 

******


KAPALIÇARŞI SANDAL BEDESTENİ'NDE TAHLİYE

Kapalıçarşı'daki Sandal Bedesteni'nde tahliye çalışmaları başladı. Fatih'teki Tarihi Kapalıçarşı içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün mülkiyetinde olan halı, turistik eşya, çanta, takı ve giysilerin satıldığı dükkanların bulunduğu Sandal Bedesteni'nin tahliye edilmesi istenmişti.

 

TAHLİYE ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Dün eylem yapan esnafa akşam saatlerinde polis müdahale etti. Müdahalenin ardından gözaltına alınan ve ifadelerinin ardından serbest bırakılan esnaflar sabah saatlerinde iş yerlerine gelerek tahliye çalışmalarına başladı. Çevik kuvvet ekipleri de geniş güvenlik önlemleri aldı. Bedesten giriş kapısına gazetecilerin yaklaşmasına izin verilmedi. Her iş yerinden bir esnaf içeri alınarak eşyalarını boşaltma çalışmalarına başladı. Bir esnaf o anları cep telefonu kamerasıyla görüntüledi. Görüntülerde esnafın, polis gözetiminde mallarını toplamaları görülüyor. Tahliye işlemleri sürerken bir grup esnaf da eylem yaptı.

 

"RIZA SARRAF'IN ADI DEFALARCA GEÇTİ"
Sandal Bedesteni'nin başka bir kapısında toplanan 20 kişilik esnaf grubundan yer alan Murat Çetin, kendilerine haksızlık yapıldığını söyleyerek haklarını kazanana kadar direneceklerini ifade etti.

Çetin, "Burası onarım karşılığı uzun süreli kiralama modeli yatırım programına alındığı zaman ihaleye çıkarıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü yüzde 100 artış yaparak kötü niyetli olarak bizi borçlu duruma soktu. İhale aşamasında o denen kişi, Rıza Sarraf'ın adı defalarca geçti. Bedestenin kuzey kapısı ayaklı borsaya açıldığından ötürü kendisinin Kapalıçarşı'dan büyük yer kiralamak istediğini biliyorduk. Bundan ötürü buraya göz dikilmiştir. 80 esnaftan alınıp 1 kişiye verilmek isteniyor. Bunu da yapmışlardır ihale usulüyle. 80 esnafı mağdur edecek şekilde burayı 1 kişiye, ihaleyle çok fahiş fiyata çıkmayacak şekilde 860 bin liraya vermişlerdir" diye konuştu.

 

"ESNAFA YAPILAN ZULÜM YARIN BÜTÜN ESNAFA YAPILACAKTIR"
Taksim Dayanışması sözcüsü Cem Tüzün ise, 80 esnafın yanında olduklarını belirterek "Binlerce kişinin ekmek kapısının kapanması söz konusu. Bu insanlık dışıdır. İnsanların ekmeğiyle oynamaktır. Ne vicdanda ne hukukta ne de inandığımız değerlerde yeri yoktur. Kapalıçarşı esnafı şunu unutmamalıdır; Bu esnafa yapılan zulüm yarın bütün esnafa yapılacaktır" şeklinde konuştu.

Bedesten esnafından Erman İpço, 2 senedir mücadelesini verdikleri davada bugüne kadar seslerini duyuramadıklarını söyledi. İpço, "Ama netice alamadık. Sesimizi Kapalıçarşı'la duyuramadık ki Türkiye'ye duyuralım. Kapalıçarşı bize dün destek vermedi ki Türkiye bizi duysun. Dernek başkanımız bile yanımıza gelmedi. Polislerle o kadar tartışıyoruz, uzlaşmaya çalışıyoruz. İkna çabaları var ama bir tane belediye başkanı, kaymakam, vali veya yetkili gelmedi. Kendimizi Bedestenle yakacağımız söyledik 20 arkadaş. Biz bu vatanın evlatları değil miyiz? Siyaset yapmadık biz orada. Ekmek yemiş vatan evladıyız. Ama kimse ses vermedi. Dün kapıya dayandığımızda polis patlatacağını söyledi. Kapıya dayandık. Burası Osmanlının, ecdadın mirasıdır, yıkamazsanız dedik. Dayandık ama yine de patlattılar bizi. Geriye uçurdular. Bu ne demek? Biz ne yaptık ya" diye gözyaşlarına boğuldu.

Basın açıklamasının ardından toplanan esnaflar, "İhalede hile var" ve "Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganları attılar. Esnafın tahliye çalışmaları sürüyor.

Hürriyet, Haber: Sinan Bilgili, 22.04.2015

 

******


KAPALIÇARŞI'DA ESNAF EYLEMİ: 20 GÖZALTI

 

 

Kapalıçarşı’daki Sandal Bedesteni’nde dükkanlarını boşaltması için tebligat gönderilmesinin ardından dün sabah bedestenin 4 kapısını içeriden kilitleyip eylem başlatan esnaf, gün boyunca yetkililer ile sürdürülen ikna çabaları sonuçsuz kalınca saat 23.30 sıralarında polis müdahalesi ile gözaltına alındı. Müdahale sırasında Özel Harekat ve sağlık ekipleri de tedbir aldı. Müdahalede gözaltına alınan 20 esnaf, polis merkezinde alınan ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

 

ESNAF KENDİSİNİ BEDESTENE KİTLEDİ

Fatih’teki Tarihi Kapalıçarşı içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetinde olan halı, turistik eşya, çanta, takı ve giysilerin satıldığı dükkanların bulunduğu Sandal Bedesteni’nin kapısına, Fatih Kaymakamlığı tarafından tahliye tebligatının asılmasının ardından, esnafın dün sabah saatlerinde başlattığı eylem gün boyu sürdü. Tebligatta esnaflardan 22 Nisan tarihine kadar dükkanlarını tahliye etmesinin istenmesi üzerine, bedestenin 4 ana kapısına kilit vuran esnaf kendilerini içeri kilitledi. Kapı arkalarında barikat kuran esnaf, vücutları ile de kapılara destek yaparak polislerin içeri girmesini engelledi.

 


POLİS MÜDAHALESİ İLE 20 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Yetkiler ile esnaf arasında gün boyu süren ikna çalışmalarına rağmen, dükkanlarından ayrılmamak konusunda kararlı olan esnafın bedesteni boşaltmaması üzerine, saat 23.30 sıralarında çok sayıda çevik kuvvet ekibi bedestenin bulunduğu Kapalıçarşı’ya girdi. Bu sırada olay yerine çağrılan itfaiye aracı da Kapalıçarşı’nın Nuriosmaniye Kapısı’na yanaştırıldı. Polisin, bedestenin kilit vurulan kapılarını açmak için itfaiyeden destek aldığı öğrenildi. Tedbir amaçlı olay yerine gelen Özel Harekat polislerinin de ellerindeki kalkan ve uzun namlulu silahlarla Kapalıçarşı’ya girdiği görüldü. Kısa bir süre içerisinde bedestene giren polislerin, içeride bulunan 20 esnafı gözaltına aldığı öğrenildi. Gözaltındaki esnaf, çarşının giriş kapısına yanaştırılan çevik kuvvet otobüslerine bindirildi. Otobüslerin çıktığı sırada çevrede toplanan bazı esnaf yakınları, alkış tutarak yaşanan olayı protesto etti. Çevik kuvvet ekipleri, gözaltına alınan kişilerin bulunduğu otobüs ile alkış tutan esnaf arasında etten duvar ördü. Gözaltındaki esnaf, Beyazıt Polis Merkezi’ne götürüldü.

 

ESNAF SERBEST BIRAKILDI
Polis müdahalesi ile gözaltına alınan 20 kişi, Beyazıt Polis Merkezi’nde yapılan Genel Bilgi Taraması (GBT) testi ve alınan ifadelerinin ardından, saat 01.15 sıralarında serbest bırakıldı. Esnaf, polis merkezi dışında kendilerini bekleyen yakınları ve esnaf arkadaşları tarafından sevinç gösterisiyle karşılandı.

 

"AÇTIK VE SUSUZDUK, HİÇBİR ŞEY YEMEDİK"

Polisin müdahalesi sırasında gözaltına alınan Erdem Balcı isimli esnaf, polis merkezindeki işlemlerinin tamamlanmasının ardından, dışarıda bekleyen gazetecilere açıklama yaptı. Sabah saat 08.30’dan beri içeride olduklarını belirten Balcı, "Bütün arkadaşlarımızla sözleştik. Kapıları kapattık. Akşama kadar bekledik. Akşam saat 23.00 civarı polisin ve çevik kuvvetin geldiğini söylediler. Bazı sosyal paylaşım siteleri üzerinden devamlı yayın yaptık. Saat 23.00 gibi, tabii terörist olmadığımız ve başımıza daha önce böyle bir sıkıntı gelmediği için, endişe duymaya başladık. Kapıları açıp açmama konusunda arkadaşlarla konuşup karar almaya çalıştık. Açtık ve susuzduk. Hiçbir şey yemedik. Ne yapacağımı bilemediğim için endişelendim. Ailemi aradım, ailemde arkamda durup destek verdiği için, davamız hak davası, ekmek davası, helal dava olduğu için yapacak hiçbir şey yoktu. Namazımızı kıldık ve Allah’a dua ettik. Sonuçta buraya kadar geldik" dedi.

 

"ÇOCUKLAR YERE YATIN"
Polisin ani müdahalesi ile eylemlerine son vermek zorunda kaldıklarını belirten Balcı, "Polisler içeri girer girmez biz ellerimizi kaldırdık. Teslim olduğumuzu dile getirdik. Ama onlar ona rağmen ufakta olsa bir gaz sıktılar bize. Ondan sonra herkes baktı. Herkes temiz, esnaf. Hiçbir sıkıntı yok. Sadece ’çocuklar yere yatın’ dedi. Polis ve emniyete çok teşekkür ediyorum. Bize çok iyi davrandılar. Hiçbir sıkıntı yaşamadık. Ve son olarak ben 7 yaşında Kapalıçarşı’ya girdim. Yaşım 30 ve ben 23 yıldır esnafım" şeklinde konuştu.

 

Erdem Balcı’nın babası Erdoğan Balcı da, "Üç çocuk yapın diyen Başbakan’a sesleniyorum şimdi. Bu da benim çocuğum, iki tane çocuğum var. ben iki çocuğuma bakamıyorum, elinden ekmeği alınıyor" diye konuştu.

"OPERASYON YAPILACAĞINI ÖĞRENİNCE IŞIKLARI SÖNDÜRDÜK"

Gözaltına alınan ve daha sonra sağlık gerekçesiyle serbest bırakılan esnaf Erman İpço da, kapılara barikatlar kurduklarını belirterek, "Sabahtan beri bekledik. Öğlene kadar hiçbir şey yoktu. Öğleden sonra polisler kapıları yoklamaya başladı. Biz artık daha çok tedbir almaya başlamıştık. Her kapıda arkadaşlarımız nöbet tutuyordu. Hangi kapıyı yokladılarsa o noktaya yoğunluk gösteriyorduk .En son akşam operasyon yapılacağını duyunca ışıkları söndürdük. Biz en son sabah karnımızı doyurmuştuk. Aç karnımızla mücadele etmeye devam ettik. Akşam namazımızı kıldık. Son mücadelemizi verdik. Orta ve güney kapısına bütün polisler yığıldı ve bize çıkmamızı söylediler. Çıkmazsak işlem yapılacağını ve bu nedenle uzlaşmak istediklerini belirttiler" dedi.

 

"ÖLENE KADAR BURADAYIZ"

Esnaf şöyle devam etti; "Biz büyüklerimizle uzlaşılmasını istedik. Fakat büyüklerimizle de uzlaşmaya varılmayınca onlar daha çok bize yüklenmeye başladı. Kapıların arkasında durmamamız söylendi. Biz de ölene kadar buradayız dedik. Kendimizi gerekirse yakacağız dedik. Düşünüyorduk da çeşitli eylemler yapıp kendimize zarar vermeyi. Ama bir anda oldu herşey. Orada kapıyı patlatacaklarını hiç tahmin etmedik. Çünkü tarihi kapı olduğu için orada biz kapıya yüklenirken, birdenbire kapı patladı ve kapı ortadan ayrıldı. Bazı arkadaşlarımız geriye kaydı. Ben fenalık geçirdim. Arkadaşlarımı arkadan kelepçelediler. Bu benim çok zoruma gitti. Kapıyı açtıklarında bir gaz attılar. Biz gaz atmayın dedik. Biz size karşı bir mücadele içinde değiliz dedik. Biz sadece sesimizi duyurmak istiyorduk. Bir müdür geldi. Bize, ’Bunu yapmasaydınız keşke gençler. Dışarıda büyükleriniz keyfi yerinde size talimat veriyorlar. Siz burada çile çekiyorsunuz’ dedi. Biz de dedik burada hep beraber ekmek yiyoruz dedik. Daha sonra bizi toplayıp araca bindirdiler. Fenalık geçirdiğim için beni serbest bıraktılar".

 

ESNAFIN DİRENİŞİ CEP TELEFONU KAMERASINA YANSIDI

Dükkanlarını terk etmeyen esnafın bedesten içerisindeki anları bir cep telefonu tarafından kayıt altına alındı. Görüntülerde, esnafın kapılara yığılarak set oluşturduğu görülüyor. Arkadan gelen bir ses ise, "Yaslanın kapılara, kesinlikle içeri girmelerine izin vermiyorsunuz. Herkes kapılarına sahip çıksın. Kimseye geçit yok arkadaşlar, ne olursa olsun terk etmiyoruz. Ne olursa olsun kapıları bırakmıyoruz. Ne derlerse desinler kimse konuşmayacak onlarla. Söyleyin dışarıdaki arkadaşlara, muhataplarınız dışarıda deyin. Gitsinler bizim sözcülerimiz ile konuşsunlar. Kesinlikle biz hiçbir şey konuşmuyoruz ve kapıları açmıyoruz. Kimse görev yerini terk etmesin. Polise geçit yok arkadaşlar" diyor.

Hürriyet, Haber: Uzay Kesmen, 24.04.2015

ÇÖPÇÜLER MUMYAYI BU HALDE BULDU

 

 

Peru'nun kuzeybatısında bulunan Trujillo kentinde bulunan mumya yetkilileri hareket geçirdi. İplere bağlanarak bir karton kutunun içine konulup arkeolojik kazının yapıldığın yerin önüne atılan mumyanın MS 1100 yılına ait olduğu tespit edildi.

 

Chimu İmparatorluğu'nun başkenti olarak bilinen antik Chan Chan şehrinde yapılan kazılar sonucunda 915 yaşındaki mumyanın bulunduğu ve buradaki arkeolojik kazı bölgesinden çalındığı düşünülmektedir. Çöpçüler sabahın erken saatlerinde kazının bulunduğu yerin ön taraflarını temizlerken mumyayı bir kutunun içine konulmuş halde buldu.





Kutuyu bulan çöpçü, "Sokaktaki sıradan bir kutuya benziyordu. Kapağını açtığımda korkudan yüreğim ağzıma geldi. Az daha kalp krizi geçirecektim. Çünkü mumya çok korkutucu görünüyordu. Ve ayrıca sırıtarak bana bakıyordu. Sonra hemen polislere haber verdim. O iskeletin bir mumya olduğunu daha sonra anladım" dedi. 

 

Yetkililerin olayla ilgili soruşturması devam ediyor.

Star, 17.04.2015

TROYA'DAN GÜNÜMÜZE ÇANAKKALE BÖLGESİ'NDE YERLEŞİM SİSTEMİ VE MALZEME

 

Troya; bin yıllardır Homeros’un kuşaktan kuşağa aktarılan destanları nedeniyle pekçok insanı etkiliyor.

 

 

Schliemann'la (1871 - 1890) başlayıp Dörpfeld (1893 - 1894), Blegen (1932 - 1938) ve Korfmann'la (1988-2005) devam eden kazılar sayesinde, Troya Akdeniz coğrafyasında en iyi araştırılmış tarihöncesi yerleşme olma özelliğini kazanmıştır. Çok disiplinli arkeolojik araştırmalar sayesinde Troya'nın I'den X'a kadar olan yerleşme tarihinin rekonstürksiyonu yapılabilinmiştir.

 


Troya kentlerinin rekostürüksiyonu. Chr. Haussner

 

Araştırma tarihi ve neredeyse kesintisiz yerleşimiyle Troya, Eski Dünya'nın İlk Tunç Çağı'ndan Roma Dönemi'ne kadar olan kronolojisi için çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu önemi nedeniyle de, Troya'nın hiç kuşkusuz bin yıllarca etkileşim alanındaki çevresini de (Troas, günümüz Çanakkale bölgesi) her anlamda etkilemiştir. Anadolu yarımadasının kuzey batısında yer alan Troas (Çanakkale Bölgesi) konumu nedeniyle Avrupa ve Asya'nın; Ege ve Karadeniz'in keştiği bir konuma sahiptir. Troas, Türkiye topografik bölgeleri arasında Kuzey Anadolu dağlık ve vadi havası olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu bu bölge, Marmara Bölgesi güneyindeki dağlık ve havzalık alan olarak tanımlanmaktadır.

 

Coğrafik ve topografik özellikleri nedeniyle Troas bölgesindeki akarsu sistemleri, Akdeniz akarsu rejimleri arasında kabul edilir. Bölgenin en önemli iki akarsuyu, önce doğu - batı, daha sonra ise güney - kuzey yönlerinde ilerleyen Karamenders (Skamandros) nehridir. Kazdağı'nın kuzeyindeki dağlardan çıkan Karamenderes, doğuda önce Bayramiç Ovası'na, daha sonra ise kuzeye doğru Troya Ovası'ndan Ege Denizi'ndeki Çanakkale Boğazı'na dökülür. Yaklaşık 7000 yıldır Karamenderes Nehri, yönünü Çanakkale Boğazı'na doğru değiştirmekte, böylece de Troya yakın çevresindeki doğal çevreyi şekillendirmektedir. Delta alanındaki dolgu oranı deniz seviyesininden yukarıda olduğu için Troya'nın kuzeyindeki bölge düzenli olarak alüvyal dolguyla genişlemektedir. Troya'daki yerleşim silsilesine göre kıyı çizgisi aşağıdaki gibi özetlenebilir: Troya I öncesinde (yani yaklaşık MÖ 3000'lerde) Troya platosunun batıdaki bölümü denizle kaplıdır. Troya I-II döneminde ise (yaklaşık MÖ 3000-2500'ler) kıyı çizgisi Troya'nın batısına doğru yayılmış ve platonun kuzey yamaçları dalgalarla yıkanmıştır. Troya III-V dönemlerinde ise (yaklaşık MÖ 2250-1740) deniz seviyesi yaklaşık 2 metre düşer. Bu nedenle alüvyal dolgu ovası kısmen hızlı bir şekilde kuzeye doğru genişlemiştir. Troya VI döneminde ise (yaklaşık MÖ 1740-1300) deniz seviyesi en aşağı seviyededir; bu nedenle de Troya'nın etrafı bataklık ovası halini almıştır. Bu dönemde kıyı çizgisi Strabon'nun anlatımlarına uygun bir şekilde, günümüz Kumkale yerleşmesi ile, batıda yer alan neolitik yerleşme Kumtepe'ye kadar genişler. Daha sonra ise 1000 yıllık bir süre içinde, yani Troya VI'dan Strabon dönemine kadar (MÖ 63'den MS 23-26) kıyı çizgisindeki değişiklikerin yavaşladığını görmekteyiz.

 


Prof. İ. Kayan. Jeomorfoloji haritası

 

İklimsel olarak bakıldığında ise, Troas, Marmara Bölgesi ile birlikte, sert havaların hakim olduğu Ege ile daha çok dengeli olan Karadeniz iklimleri arasında kalmaktadır. Söz konusu bu özellikler tarih öncesi dönemden, günümüze kadar Troas'daki yerleşim dinamikleri ve mimari malzeme şeçimin doğrudan etkilemiştir. Troas yerleşim coğrafyasında karakterleri basit mezra yerleşmesinden, tatil köyüne kadar uzanan 568 tane köy yerleşmesi bulunmaktadır. Bayramiç, Ezine, Çan ve Yenice gibi ilçeler dışında, kısmen merkezi yerleşim özelliklerine sahip 21 bucak yer almaktadır. Söz konusu bu yerleşim karakterinin tarihsel kaynakalara göre 16. yüzyıldan itibaren çok fazla değişmediği saptanmıştır.

 


1530. Çanakkale Bölgesi Yerleşimleri

 

Şimdiye kadar yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda elde edilen bilgilere göre Troya I'den Troya VII'ye kadar olan uzun dönemde de benzeri yerleşim sisteminin hüküm sürdüğü anlaşılmıştır. Elde edilmiş iklimsel ve jeomorfolojik veriler, Troas'daki yerleşim şemasının merkezi işlevini kaybetmeden binyıllar boyunca devam ettiğini ortaya koymaktadır.

 

 


Troas Bölgesi'ndeki MÖ 3000'den 1200'lere kadar olan yerleşme haritası

 

Troas bölgesi Rönesans'dan itibaren yoğun bir şekilde ziyaret edilmiş ve bölgeyle ilgli yaklaşık 200'e yakın gezi notları yayınlanmıştır. Yeni Çağ'daki bölgeyle ilgli ilk detaylı anlatım topografik bir haritayla birlikte 1615 yılında G. Sandays tarafından yapılmıştır. Lechevalier ile birlikte ise ilk kez sistematik topografik çalışmalar başlatılmıştır.

 


Çanakkale Bölgesi'nin ilk detaylı haritası

 

Tarihsel belgeler, bazı yerleşmelerdeki yerleşim devamlılığının en az 500 yıllık olduğunu bize göstermektedir. Batalık alanın dışındaki yerleşmelerin terkedilmesi nedenleri arasında 17. yüzyıldan 20. yüzılın başına kadar, korsan baskınları, vergi baskısı, yerleşimin kendi sosyo iç dinamikleri ve politik nedenler ön plana çıkmaktadır. Bazı durumlarda bir yerleşme bir gün ya da birkaç saat içinde birden bire terk edilmek durumunda kalabilmektedir. Günümüz Troas Bölgesi kırsalındaki geleneksel taş-kerpiç-ahşap mimarisi Troya'dan örneklerini gördüğümüz gibi, bin yıllardan beri; belirgin bir bir ev planı ve iç donanımına işaret etmektedir. Uzun süre devam eden söz konusu bu geleneksel mimari mirasının nedeni, öncelikle yapı malzemesi olarak taş, kerpiç ve ahşap kullanımın devam ettirilmiş olmasıdır.

 

Yapılan çalışmalar sonucunda Troas'da ideal bir plan tipi tanımlamasının yapılıp yapılamayacağı Türk evi araştırmalarına bağlıdır.

 




Çanakkale Bölgesi Evleri

 

Son yıllarda Türkiye'de yapılan ev araştırmaları oldukça yeterli bir aşamaya ulaşmıştır. Bu araştırmalar sonucunda dönemsel olarak kabaca kabul edilen bazı teorilerin Troas için çok fazla doğru olmayacağını ortaya koymuştur. Bu durumun öncelikle etnik teori ya da bazı halk gruplarıyla, ev biçimini birlikte değerlendiren yorumlar için geçerlidir. Söz konusu bu araştrmalar sonucunda artık Türkiye'deki taş, kerpiç ve ahşap ev yapımı etnik özelliklerle (yani Türk ya da Rum evi) değil, tam tersine doğal şartlar ve yapı malzemelerinin ereşilebilirliği ile açıklanmaktadır.

 




Çanakkale Bölgesi Evleri

 

Artık Türkiye'deki araştırmalarında "Türk evi" aynı zamanda "hayat evi" olarak da tanımlanmaktadır. Ancak Türk evinin, en eski ev tipi olan Bit Hilani ya da Megaron tipinin Troya'daki megaron örneklerinin gelişmesinden ortaya çıktığının iddia edildiği büyük teoriler de, yapılan çalışmalarla Anadolu'da Osmanı döneminden antik döneme kadar ev tipi anlamında bir sürekliliğin olmadığının tespit edilmesiyle, geçerliliğini yitirmiştir. Kültürel kesintiler ve göçlerin tüm bölgelerde önemli değişikliklere neden olduğu sonucu araştırmalarda öne çıkmaktadır. Söz konusu bu durum gelişim teorilerini de basit tipten karamaşık tipe doğu giden bir gelişim aşamaları şeklinde etkilemiştir. Çok doğal olarak antik dönemlerden itibaren deneyimler ve gelişmeler sonucunda basit konuttuna, karmaşık eve doğru giden bir süreç söz konusudur, ancak bu çizgi her zaman basitten karmaşığa doğru olmamıştır.

 

 

Ev araştırmaları, plan tipi ile ilgili gelişmelerin sadece zamansal olarak sınırlı dönemler için söz konusu olduğunu; analojik yorumlarda da bölgelerin dışına çıkıldığında dikkatli olunması gerektiği ve mimarinin bir ticaret objesi gibi bir yerend bir yere götürüldüğü ve ordan başka bölgelere dağıldığı, şeklindeki teorilerin doğru olmadığını ortaya koymuştur. Ev araştırmaları, eklemeli bitişken (agglutieren) yapı tipinin kıyı boyunca neredeyse tüm Akdeniz havzası ile Yakın Doğu'da görüldüğü ve bazı bölgelerde pekçok dönem boyunca kullanıldığı; bunun da değişmeyen ya da kendini tekrar eden ekonomik geçim tipi ya da toplumsal yapıyla ilgili olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu bu teorik gözlemlerin değerlendirilmesi sonrasında, Troas Bölgesi için ideal bir Türk evi plan tipinden söz edilemeyeceği öne sürebiliriz.

 

Troas'da gözlemlenen farklılıkların büyük oranda bölgelerin farklı iklimsel koşullarına bağlı olduğu tespit edilmiştir. Troas Bölgesi'nde Troya I'den itibaren büyük oranda bir iklimsel değişikliğin olmaması nedeniyle, bazı coğrafik ve jeolojik sonuçların dikkatli bir şekilde Troas Tunç Çağı için kullanabiliriz. Yazılı kaynaklarda da tespit edildiği gibi Troas'da Tunç Çağı için tespit edilen yerleşim sisteminin son 500 yılda büyük bir değişiklik göstermeden devam etmiştir. Merkezi yerleşmelerdeki değişiklik ise tarihsel dönemler için ekonomik nedenlerle açıklanabilir. Yerleşim sistemin değişmesinde uzun dönem bölgedeki savaşlar, hastalıklar, ekonomik gelişimler, politik ve etnik nedenlerin ortaya çıktarrdığı yerleşmelerin boşalması neden olmuştur. Ancak merkezi yerleşme için en belirleyici öğe ekonomik koşullar olmuştur. Ekonomik koşullar değişmediği sürece merkezi yerleşme de aynı kalmaktadır. Bu nedenle Troya'nın Tunç Çağı'ndaki öneminin ekonomik etmenler nedeniyle Son Tunç Çağı'na kadar bazı aksamalarla devam ettiğini, daha sonra ise, bu önemin Troya Savaşı nedenleriyle özellikle MÖ 700'lerden itibaren kültsel bir özelliğe dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Arkitera, Yazı: Rüstem Aslan, Prof.Dr. / Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, 16.04.2015

SUR İÇİNDEKİ EVLER YIKILACAK

 

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Nisan Ayı Meclis Toplantısı bugün gerçekleştirilecek. Leyla Atakan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan toplantıda 145 gündem maddesi görüşülecek.
Dilovası ile Körfez Hereke’nin üst kısımları arasında bir arazide kurulmak istenen ve tartışmalara sebep olan Katı, Kimyasal ve Tehlikeli Atık Bertaraf tesisi de meclis toplantısında gündeme gelecek. Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan gündem maddesinde sadece “Yakma Tesisi” olarak adlandırılan yapı ile ilgili olarak uygulama projeleri ve ihale dokümanının hazırlanması amacı ile danışmanlık hizmeti alımı gerçekleştirilecek. Belediye meclisi ilgili komisyonun raporunu görüşerek karara bağlayacak.


KONUT SAHİPLERİNE TEBLİGAT 
Bilindiği üzere bir süre önce İzmit’in en eski mahallelerinden biri olan Orhan Mahallesi’nde yer alan Nikomedya Surları ile ilgili koruma alanı sorunu gündeme gelmiş, bölgede yer alan konut sahiplerine oturdukları evlerin koruma alanı içerisinde yer aldığını belirten tebligatlar gönderilmişti. Bölge ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 11 Şubat 2014 tarihli kararında Nicomedia dış sur duvarının kuzey ve güneyinden 10’ar metre yapı yasağı uygulanması gerekliğini belirtmişti.

İMARA 1995'TE AÇILMIŞTI  
1979 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edilen ancak 1995 yılında İzmit Büyükşehir ve Saraybahçe belediyelerinin CHP’li başkanları Sefa Sirmen ve Hikmet Erenkaya tarafından imara açılan bölge ile ilgili değişiklik yapılacak.
 

YIKIM TEDİRGİN ETMİŞTİ  
Koruma kurulunun kararı Büyükşehir Belediyesi Nisan Ayı Meclis Toplantısı’nda 1/5000’lik imar planlarına işlenecek. Karar imar planlarına işlendikten sonra bölge halkının “yıkım” tedirginliği artacak. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun bilgilendirmek için bina sahiplerine gönderdiği tebligatlar sonrasında yurttaşlar huzursuz olmuştu. Bir tarafta tarih mirası bir tarafta ise onlarca kişinin evsiz kalması sorunuyla karşı karşıya kalan yetkililer ise net bir adım atmayıp, konuyu ertelemişti.

Birgün, Haber: Uğur Enç, 16.04.2015

BOSTON'DA ANTİK YENİKAPI GEMİ BATIKLARI BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ

 

2005-2013 yıllarında Yenikapı kurtarma kazılarında ortaya çıkan gemi 37 gemi batığı üzerine 14. Boston Türk Film ve Müzik Festivali kapsamında yapılan sunum büyük ilgi gördü.

 

14. Boston Türk Film ve Müzik Festivali kapsamında İstanbul Üniversitesi  Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve  Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doçent  Dr. Ufuk Kocabaş  Boston Goethe Enstitüsü’nde Yenikapı’da bulunan 37 gemi batığı üzerine büyük ilgi gören bir sunum yaptı.  Sunum sonrasında izleyicilerle  bir söyleşi gerçekleştirildi  ve akabinde  bir de resepsiyon verildi.

 

Boston Başkonsolosluğu, New England Türk Amerikan Kültür Derneği ve Türk Hava Yolları’nca desteklenen  ve   Amerikalı sanatseverlerin ve arkeologların yoğun ilgi gösterdiği özel  sunumda Ortaçağ’da İstanbul’un en önemli limanlarından “Theodosius Limanı”ndaki yapıların, on binlerce arkeolojik eserin yanı sıra dünyanın en geniş Ortaçağ tekne koleksiyonuna sahip olduğuna  dikkati çeken Prof. Kocabaş, batık gemi kalıntıları üzerindeki bilimsel çalışmaların sürdüğünü, en eskisi yaklaşık 1500 yaşında olan ahşap kalıntıların restorasyonunun yıllar alabileceğini söyledi.  Dr. Kocabaş Marmaray ve metro projeleri kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin kazı alanından aktarılma işleminin sekiz yılda tamamlandığını anlattı.

 

Dr. Kocabaş, İstanbul Üniversitesi uzmanlarınca 2005-2013 yıllarında Yenikapı kurtarma kazılarında ortaya çıkan batıklardan 27'sinin  dokümantasyon çalışmalarını bitirilerek kazı alanından çıkarıldığını anlatarak,  İstanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları Araştırma Merkezi'nde batıkların kazı sonrası belgeleme, konservasyon ve restorasyon  çalışmaları üzerinde yoğunlaşıldığını söyledi.

 

Norveç’te Oslo, Bulgaristan’da Sofya, İtalya’da Pisa, Napoli, Roma, Yunanistan’da Atina, Selanik, Fransa’da Marsilya, Danimarka’da Kopenhag, Hollanda’da Amsterdam, İngiltere’de Londra, Liverpool gibi dünyanın  arkeolojik batık koleksiyonunu gün ışığına çıkaran benzer kazıların Avrupa’nın tarihsel dokusuyla ön plana çıkan kent merkezlerinde  gerçekleştirildiğine dikkat çeken  Kocabaş, "Yenikapı’yı bunlardan ayıran ise zengin tabakalaşmanın yanı sıra ele geçen batıkların nitelikleri. Burası bir başkent limanı ve onun ihtişamına uygun eserlerle karşılaştık" değerlendirmesinde bulundu.

 

Yenikapı 12 batığının replikasını yapmayı planladıklarını söyleyen Dr. Kocabaş "MS dokuzuncu yüzyıla tarihlenen Yenikapı 12 batığı kargosuyla çok iyi durumda, günümüze ulaşmış bir  ticaret gemisidir. Yaklaşık 10 metre uzunluğundaki geminin kıyı ticaretinde kullanıldığı ve şiddetli fırtına esnasında Thedosius Limanı'nda battığı düşünülmektedir. “ dedi.  İşlemlerin tamamlanmasının ardından batığın rekonstrüksiyonunun yapılacağını belirten Dr. Kocabaş  kazıdan sergilemeye kadar geçen sürenin, Yenikapı 12 için yaklaşık  9-10 yıl olmasının beklendiğini söyledi.

 

İstanbul Marmaray ve metro projeleri kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da bulunan 37 batık geminin konservasyon  işlemlerinin  halen sürmekte  olduğunu belirten Dr. Kocabaş, tüm batıkların konservasyonunun yapılacağını ancak gemilerin hepsinin birden sergilenemeyeceğini vurgulayarak,  bazı kriterlere göre bir seçki yapılarak belli başlı batıkların sergileneceğini ve bunun için de bu amaca yönelik bir müzenin  yapım  aşamasında olduğu bilgisini  verdi.

Deniz Haber, 16.04.2015

ALİAĞA'NIN ANTİK KENTLERİNİ KİTAPÇIKTA TOPLUYOR

 

 

İzmir Aliağa İlçesi'nde yaptığı araştırmalarla birçok bilgi ve belge toplayan yerel tarih araştırmacısı Sebahattin Karaca, uluslararası kaynaklardan derlediği tarihi bilgileri bir kitapçıkta toplamaya hazırlanıyor.


Aliağa İlçesi'nde, tarih araştırmacısı Sebahattin Karaca, Aeolis medeniyetinin izlerini taşıyan Kyme, Myrina, Gyrnelion ve Aigai gibi antik kentlere yönelik yaptığı araştırmaların ışığında hazırladığı kitapçık için çalışmalarını sürdürüyor. Karaca’ya, yabancı kaynaklara ulaşması ve tercüme etmesi için Alman vatandaşı Wili Weber de katkıda bulunuyor.


Kitapçık çalışmasının büyük ölçüde tamamlandığını ve yakın tarihte basıma hazır hale geleceğini ifade eden Karaca, "Çalışma arkadaşım Wili Weber ile birlikte Aliağa ilçe sınırlarında bulunan, Kyme, Myrina, Gyrnelion ve Aigai gibi antik kentlerin tarihini anlatan bir kitapçık çıkarmak adına uzun süredir çalışıyoruz. Bu çalışmaları yaparken, Macar, Avusturya, Alman ve İngiliz kaynaklarından destek alıyoruz. Bizim buradaki amacımız, en az bir Efes ya da Bergama kadar önemli bir tarihe sahip olduğuna inandığımız, Aliağa’nın antik şehirlerini tanıtmaktır" dedi.
Sebahattin Karaca, sanayi bölgesi olan Aliağa’nın tarihi zenginlikleriyle de öne çıkabilecek potansiyele sahip olduğunu da sözlerine ekledi.

Hürriyet, 16.04.2015

ARKEOPARK OLACAKTI, OTLARA TESLİM OLDU

 

 

İzmir'de, Konak Belediyesi tarafından 2000'li yılların başında projelendirilen ve kent turizmine hareket katacağı belirtilen, bir benzeri Atina'daki Akropolis'te bulunan, Altınpark'taki Arkeopark projesi kaderine terk edildi. Üç yıldır üzeri kapatılarak ziyarete açılması beklenen tarihi alan, otluk haline geldi. Ayrıca, tarihi kalıntıların içinden geçen, günümüze ait kanalizasyon borusunun tıkanması sonucu, lağım suları da taştı.

 

Altınpark'taki Arkeopark bölgesinde bugüne kadar yapılan kazılarda, 20 metre uzunluğunda Roma yolu, içinde banyoları, mutfağı bulunan Roma evi kalıntıları ile pek çok başka eser ortaya çıkarıldı. Ancak çalışmaların devam etmemesi ve alanın kaderine terk edilmesi sonucunda, hem Roma yolu hem de diğer eserler yabani otlar altında kaldı. Ayrıca, tarihi kalıntıların arasından geçen, günümüze ait kanalizasyon borusunun tıkanması sonucu, lağım suları da taştı, çevreye de kötü bir koku yayıldı.

 

NE YAPILACAKTI?

Proje kapsamında, Altınpark'ta, ziyaretçilerin tarihi kalıntıların üzerinde yürüyeceği bir müze ve arkeopark kurulacaktı. Homeros ve tarihi Magnezya (Manisa) Kapısı'nın da yer alacağı arkeoparkta, İzmir Arkeoloji Müzesi'nde bulunan ve kazılardan çıkan tarihi eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle sergilenecekti. Ayrıca inşa edilecek bin kişilik amfi tiyatroda da dünya çapında ünlü sanatçıların konser vermesi planlanıyordu. Arkeopark ve çevresinde kurulacak iki yeni müzeyle birlikte, Musevi kültürünün önemli unsurlarından biri olan kortejo evlerinin de bölgede restore edilerek turizme hizmet vermesiyle amaçlanıyordu. Bu sayede bölgenin sadece yabancı turistlerin değil, yerli turistlerin de ilgisini çekecek bir alan haline dönüşmesi hedefleniyordu.

Yeni Asır, 16.04.2015

AMERİKAN ASKERLERİ AMİSOS HAZİNESİNİ KAÇIRDI

 

 

Samsunlu Araştırmacı Tarihçi Yazar Baki Sarısakal halk arasında 'Gavur Samsun' olarak bilinen Sahra Sıhhıye Komutanlığı'nın bulunduğu arazi ile ilgili yaptığı bazı araştırmalarını paylaştı. Samsun Sahra Sıhhıye Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı arazinin 1969 yılına kadar Amerikan Radarı olarak hizmet verdiğini hatırlatan Sarısakal " O dönemde Amerikan askerleri Amisos hazinelerini golf sahası yapma bahanesi ile ortaya çıkarıp yurtdışına kaçırdılar. O dönemde Amerikan radarına hiçbir yetkili giremiyordu. Şuanda Amisos hazineleri Belçika'da ve Amerika'da birçok müzede sergileniyor "dedi. 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde yapılacak çalışma ile yurtdışına kaçırılan eserlerin geri getirilebileceğini söyleyen Tarihçi Yazar Baki Sarısakal "Çalışma yapılıp Türkiye'ye geri getirilen tarihi eserler var. Uluslarası anlaşmalar gereği tarihi eser hangi ükeden çıkarsa, o ülkeye getirilmek zorundadır.Bu konuda bakanlık nezdinde çalışma yapılır ve lobi faaliyetleri oluşturulursa kaçırılan eserler geriye getirilebilir "diye konuştu. 

 

ASKERİ ALANIN İÇERİSİNDE KALE VAR 

Samsun Sahra Sıhhıye Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı arazisinde Cenevizlilere ait kale bulunduğunu söyleyen Araştırmacı Tarihçi Yazar Baki Sarısakal " Samsun'un merkezinde Danişmentlilerin yaptığı kale ile Cenevizlilerin yaptığı iki adet kale var. Kalelerin günümüzde kalıntıları halen durmaktadır. Büyükşehir Belediyesi'nin çevre düzenlemesi yaptığı Amisos tepesi aslında Amisos şehrinin mezarlığıdır. Amisos şehri Samsun Sahra Sıhhıye Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı'nın bulunduğu alandır. Burayı 'Gavur Samsun' olarak bilirler. Askeri alanda Cenevizlililerin yaptığı kalenin surları halen ayakta durmaktadır. Amisos Mozaiği yapılan kazı sonucu bu bölgede ortaya çıkarılmıştır ve Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergilenmektedir. Prof.Dr. Sümer Atasoy söz konusu bölgede kazı yapılmasını talep etti, ancak kabul edilmedi. Geniş kapsamlı bir araştırma yapılmadı. Askeri alanda ki kalenin yeniden ihyası gündeme gelecektir. Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin öyle bir çalışması vardı."diye konuştu. 

Halk, Haber: Zekeriya Fırat, 16.04.2015

BURSA'DAKİ KAÇAK KAZIDA TARİH FIŞKIRDI

 

 

Bursa’nın İnegöl İlçesi Hacıkara Mahallesi’nde kaçak kazı yapan 6 kişi, ihbar üzerine yakalandı. Kazı yapılan bölgede Müze Müdürlüğü görevlilerince yapılan incelemede, bulunan eserlerin MS 4-5’inci yüzyıl Roma dönemine ait olduğu ve bölgenin daha önce bilinmediği ortaya çıktı.

 

İnegöl Jandarma Komutanlığı ekipleri Hacıkara Mahallesi’nde M.Ş. adlı kişinin izinsiz kazı yaptığı bilgisi üzerine harekete geçti. Adli makamlardan alınan arama kararı ile M.Ş.'nin ev ve eklentilerinde arama yapıldı. Aramada 2 adet av tüfeği, bir kuru sıkı tabanca, 5 metre halat ve 5 adet gaz maskesi ele geçirildi. Şüpheli M.Ş.’ye ait Tütünlük mevkiindeki tarlada da yapılan incelemede 2 metre çukur kazıldığı ve tarihi değeri olduğu belirtilen taş ve sütunlar bulundu. Yol kenarına taşınan 33x45 santimetre çapında sütun başlığı, 148x33 santimetre uzunluğunda sütun ele geçirildi. 

Ele geçirilen tarihi eserlerle ilgili Müze Müdürlüğü’nden istenen arkeologlar da bölgede inceleme yaptı. Yapılan incelemede, söz konusu kalıntıların MS 4-5’inci yüzyıl Roma dönemine ait olduğu saptandı. Daha önce hiç tarihi eser bulunmayan bölgenin geniş çaplı arkeolojik araştırmasının yapılacağı ve birinci derecede SİT alanı olarak belirlenebileceği ifade edildi. 

Tarihi eserlerle ilgili gözaltına alınan E.Ş. (45), M.Ş. (55), S.Ç. (31), H.B.B (44) ve E.İ. (32) ve N.K. (29) ifadelerinin alınmasının ardından Cumhuriyet Savcısının talimatıyla serbest bırakıldı.  Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor. 

Bursa Hakimiyet, 16.04.2015

KOSOVA'DAKİ OSMANLI KALESİNDE OSMANLI'YA AİT ÇOK SAYIDA MÜHİMMAT ORTAYA ÇIKTI

 

 

Balkanların en büyük kalesi olma özelliğine sahip Kosova’daki Osmanlı döneminden kalma tarihiPrizren kalesinden 50 adet top güllesi ile çok sayıda mühimmat ortaya çıktı. Amerika Birleşik Devletleri’nin – ABD maddi desteğiyle 2 yıl önce onarılmaya başlanılan tarihi kalede, Osmanlı’ya ait 50 adet top, 200’ün üzerinde küçük gülle ile 2 binin üzerinde nesne bulundu. Gülle ve mühimmatların Osmanlı dönemine ait olduğunu söyleyen proje sorumlusu Arkeolog Şafi Gaşi, kalede yapılan kazılarda 50 adet tp güllesi, 200’ün üzerinde küçük gülle ile 2 Bin nesne daha bulunduğunu söyledi. Nesnelerin, kalede kazı ve ardından yapılacak restorasyon çalışmalarının sona ermesinin ardından teşhir edileceği öğrenildi. ABD’nin Priştine Büyükelçiliği ile Kosova Kültür Bakanlığıtarafından kalenin restorasyonu için 350 Bin Euro sağlandı.

 

Kosova’nın güney bölgesinde yer alan ve Kosovalı Türklerin yoğun olarak yaşadığı Prizrenşehrinde yer alan tarihi kalenin ilk hisarları Roma dönemine dayanıyor. Tarihi kale daha sonra Osmanlı döneminde genişlettirilerek 500 yıl boyunca Osmanlı’ya hizmet etti. Prizren’e tepeden bakan bir konuma sahip olan kalede çok sayıda han, hamam ve Camii yer alıyor.

 

Osmanlı Devleti döneminde çeşitli eklemelerle geliştirilerek büyük bir kale haline getirilen tarihi kale, 1999 yılında NATO askerlerinin Kosova’ya girmesiyle Alman askerleri tarafından uzun yıllar kullanıldı. Bakımsızlıktan yıpranan tarihi kalenin yeniden onarılmasına ABD’nin Kosova Büyükelçiliği tarafından 350 Bin Euro katkı sağlandı. Bir kaç yıl önce de tarihi Bayraklı Kütüphanesi’ni onaran ABD Büyükelçiliği Osmanlı’dan kalma tarihi kaleye de sahip çıkmış oldu.

haberler.com, 16.04.2015

EMİNÖNÜ HANLARI YIKILIYOR; SANKİ IŞİD İSTANBUL'DA!

 

İstanbul üzerine ve ülke üzerine oynanan rant ve yağma kökenli oyunlar artık şaha kalktı. Tıpkı özgürlüklerin, insan haklarının ve sokağa çıkmanın her türlü biçiminin yeni yasalar ve uygulamalarla kısıtlanması, tıpkı medyanın tümüyle denetim altına alınma çabaları, tıpkı demokrasiye doğru gidiş umudumuzun hergün biraz daha yavaşlatılması gibi...

 

Bunlar benzer gelişimler ve sonuç olarak hepsinin amacı aynı; bu güzel ülkeyi doğasından tarihine, insan malzemesinden sanatsal birikimine, çağdaş eğitim düzeyinden evrensel bilim düzeyine herşeyiyle yağmalamak ve geriye götürmek...

 

En ilginç gelişmelerden biri, geçen Pazar Hürriyet’in ekonomi sayfalarında çıktı ve hemen hiç ilgi uyandırmadan, tepki almadan geçip gitti. Ama ben mim koydum, çünkü bu adına İstanbul tarihi ve İstanbul kültürü denen şeyin en görkemli yağmalama girişimlerinden biriydi ve mutlaka çok ciddiye alınıp engellenmesi şarttı.

 

 

Habere göre, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, “Eminönü’nde yer alan 1734 hanın otele dönüşmesinin önünü açma projesini” başlatıyor. Ve “tarihi hanlar restore edilecek, olmayanlar yıkılıp en fazla beş katlı oteller yapılacak” diyor.

 

Şimdi... Neresinden başlamalı? Öncelikle Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in aslında Emimönü belediye başkanı olmadığını söyleyerek başlasak? Çünkü o Eminönü değil, Fatih Belediye Başkanı olarak seçildi. Eminönü ayrı bir ilçeydi ve başka bir başkana sahipti. Sonra birden bir katakulli oldu, bu iki ilçe birleştirildi. Ve aynı başkan Eminönü yöresine de hükmetmeye başladı.

 

 

Bunda bir tuhaflık yok mu? Yalnız İstanbul’un değil, dünyanın en özenle korunması ve üzerine titrenmesi gereken yörelerinden birinin başında, gerçek anlamda halk tarafından seçilmemiş olan bir başkan var!..

 

Peki ama ne farkeder diyebilirsiniz. Çünkü Fatih de eski bir ilçe ve başkanın orada iki döneme yaklaşan bir deneyimi oldu. Ama sonuç iyi miydi? Ne gezer? Şimdi Danıştay’ın yıkılması kararı aldığı Sulukule apartmanları, Demir’in yerel kültürü, azınlık haklarını ve oluşmuş mahalleli olma olgusunu hiç kale almadan, sırf rant için yaptığı bir işti. Tıpkı Balat veya Fener’deki çeşitli uygulamalar gibi...

 

Demir, aslında birçok genç ve pervasız nevzuhur yerel yönetici tipi, AKP’nin kanatları altında siyasete atılıp yükselmiş, onun tüm ideallerine ve huylarına sahip bir başkan örneği; rantı estetiğin önüne koyan, tarihsel bölge yönetmenin gereklerini hiç kavramamış, sadece yatırımı ve rantabiliteyi düşünen bir  başkan.

 

Eminönü hanları denince, lütfen durup bir an düşünün, o 1700 küsur hanın Osmanlı- Türk kimliğiyle, Türk el sanatlarıyla, Türk zenaatkarlığıyla nasıl organik bir bağ içinde olduğunu, yüzyıllar boyu oralarda nasıl, hangi göz nuru ve el emeğiyle ne incelikler ortaya konduğunu, orada yapılanların yüzyıllar boyu sanatla, usta-çırak ilişkisiyle, ahilik vb. kurumlarla bizi, kimliğimizi ve estetiğimizi nasıl oya gibi ördüğünü bir hayal edin... 

 

 

Bunlardan hiç bahis yok. Hanların öneminden, her birinin içerdiği tarihten söz bile edilmiyor. Sekiz-on tanesinin aynen korunacağı sözü bile verilmiyor. O emeğin kutsandığı koca bölgeye, sadece iştahlı bir iş adamı gözüyle bakılıyor, hesap-kitap yapılıyor. Fatih belediye başkanı sanki İstanbul’un gözbebeği olan bir yöreyi değil, bir yatırım şirketini yönetiyor!....

 

Hanları otele çevirme konusunda yurtiçi ve yurtdışı yatırımcılardan  talep aldıklarını” belirterek ekliyor: “Konut bölgeleri de önümüzdeki yıllarda önemli olarak prim yapar”. Oh ne ala...Olay çoktan planlanmış, sermaye de içerden ve dışardan bulunmuş. İstanbul’un göbeğine yatırım yapmak isteyen Dubaili, Rus veya Çinli iş adamı mı yok!....

 

Rahatladınız, değil mi? Artık Eminönü yöresi otelle doluyor, konutlar da prim yapıyor. Zaten Eminönü denince akla gelen ilk konular bunlardı, onlar da çözümleniyor!...

 

Hay Allah layığınızı versin!. ..Ülkeyi şirket gibi yönetmek, zaten tepenizdeki zat tarafından defaaatle önerildi, biliyoruz.  Ama o bile böylesine açık biçimde konuşmamıştı. Eminönü-Fatih yöresinin en önemli yapı türlerinden birinin, o emek ve estetik yuvası hanların tümünü birden yıkma projesi, nasıl olup da böylesine pervasız biçimde dile getirilebiliyor?

 

Ve bu tavrın, insanlık tarihinin en eski eserlerini göz göre göre yıkıp yok eden El Kaide veya IŞİD’in marifetlerinden farkı var mı? 

T24, Yazı: Atilla Dorsay, 15.04.2015



12 - 18 Nisan 2015

ALT BETON, ÜST AHŞAP

 

1940'lı yıllarda sahil yolu yapılırken yıkılan ve Kandilli'de tekrar inşa edilen  3 katlı binanın proje mimarı Metin Zeydanlı konuştu:  Binanın sadece bodrum katı betondan, diğer katlar ahşap. İnşaatın üzerindeki fıstık ağacını koruyabilmek için 285 bin lira harcadık. Özel koruma önlemi aldık.

 

 

Kandilli sahil yolu üzerinde Boğaziçi ön görünüm alanında yükselen inşaatı geçtiğimiz günlerde Radikal’de duyurmuştuk. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün izniyle yapıldığını söylediğimiz, 1940’lı yıllarda sahil yolu yapılırken yıkılan ahşap 3 katlı binanın ihyasını yerinde inceledik. Binanın üzerindeki örtü açılınca sadece bodrum katın betondan yapıldığını üstteki 3 katın ahşap olduğu ortaya çıktı. Koruma kurulları sahil yolu ya da bir başka sebeple yok olan yalı, konak gibi sivil mimari örneklerinin ihyası için aynı parsele yapılmak kaydıyla onay veriyor. Boğaziçi İmar planlarında 2013 yılı ocak ayında plan notu değişiklikleri yapılmış. Set altına otopark inşasına da izin çıkmış.

 

İnşaatı gezdikten sonra proje mimarı Metin Zeydanlı’ya telefonda sorularımızı yönelttik. İşte cevaplar;

 

*Binanın orijinali ahşapsa altının betonarme yapılması doğru mu?

Boğaziçi İmar yasası eski eserleri korumak için üstü ahşap da olsa binanın atını betonarme yapılmasına onay veriyor. Koruma Kurulları ’da tarihi binaların zeminlerinin sağlam olması ve asırlarca ayakta kalması için bunu destekleyen kararlar alıyor.

 

*Yol için istimlak edilerek yıkılan bina, temeli olmadan nasıl ihya kapsamında değerlendirilebilir?

Aynı parsel içinde olmak kaydıyla tarihi eser statüsündeki binalar öne arkaya sağa sola kaydırılabilir. Yol için yıkılan bina 933 ada 35 parselin içindeydi. Aynı parsel de aynı koordinatlarla biz ihya edilen binayı geriye çektik. 2863 sayılı yasanın 660 sayılı ilke kararı doğrultusunda bu uygulama hayata geçti. 702 sayılı ilke kararı arkeolojik sitlerle ilgili. Oysa burası Doğal Sit alanı ve burada uygulama 660 sayılı ilke kararı doğrultusunda yapıldı.

 

*Temelleri olmadan binanın büyüklüğünü, tipini nasıl tespit ettiniz?

Temeller mevcut yolun altında. Arkeoloji Müzesi’ne müracaat edip o temelleri bulabiliriz. Ancak binanın fotoğrafları elimizde. Alman mavisi olarak bilinen haritalardan, fotoğraflardan faydalandık. Zaten ilke kararında fotoğraf, gravür, temel kalıntıları yeterli görülüyor. Hatta sözlü ispat bile kabul görüyor.

 

*Bunun sakıncaları yok mu? Bu mantıkla tüm boğaz yeni yapıyla dolar. Yol için yıkılan onca bina var…

Boğazdaki tarihi yapıların ihyası koruma kurulunun asli görevi. Tarihi eserlerin ihyası kötü bir şey değil ki! Boğazı 20. Yüzyılın başındaki görünümüne kavuşacak. Herkes parselinde bu uygulamayı yapabilir. Ancak burada aynı parsel ve aynı büyüklükte olmak şartıyla. Mesela parsel ifrazı yapılmış, kurula müracaat etmiş. Binanın cephesi 14 metre ama bu ifrazı yapılmış parselde cephe 8,5 metre. Bu haktan faydalanamaz. Diğer parseli de satın alıp gelin, o zaman 14 metre cepheli tarihi yalıyı ihya edebilirsiniz denildi.

 

AĞACI KORUMAK İÇİN 285 BİN LİRA HARCADIK 

*Eski görüntülerde yeşil bitki örtüsü ağaçlar görülüyordu. Bu ağaçlara ne oldu?

Orman Mühendisleri odasına tespit yaptırdık ve daha sonra karar için Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na başvurduk. 2 fıstık çamının yerinde korunması 7 ağacın da taşınması kararı çıktı. 1 selvi ağacı yerine de parsele 4 selvi ağacı dikilmesi iskan şartı ile karara bağlandı. İnşaatın üzerindeki fıstık ağacını koruyabilmek için 285 bin lira harcadık. Özel koruma önlemi aldık.

 

*Boğaziçi yasası doğal ortamı bozanlar hakkında cezai hüküm getiriyor…

Bakın biz imar müdürlüğü, koruma kurulu, çevre şehircilik bakanlığından inşaat izinlerimizi aldık. İzinsiz yapanlar, izinsiz doğal yapıyı bozanlara cezai hüküm getiriliyor. 

 

PLAN NOTLARI DEĞİŞTİ 

*Doğal görüntüyü izinli nasıl bozabilirsiniz?

Bakın 4.01.2013 tarihinde Boğaziçi yüksek koordinasyon kurulu 1/1000 uygulama imar planları için lejant değişikliğine gitti. Plan notlarını değiştirerek yeni hükümler getirdi. Plan hükümlerinin 9.27 maddesi set teşkil eden parsellerde zemin altına otopark yapılabilir, havuz ve havuz tesisat odası yapılabilir deniliyor. Biz tek katlı otoparktan sonra üzerini 1,5 metre toprakla kaplayıp, Boğaziçi’ne uygun peyzaj yapacağız.

 


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 16.04.2015

MÜZELERE İŞARET DİLİ BİLEN REHBER GELİYOR

 

Arkeoloji Müzesi 2016’da ‘engelsiz müze’ sloganıyla bütün bölümlerini açmaya hazırlanıyor. 2016’dan itibaren müzeyi gezdiren rehberler, işitme engelliler için işaret dilini de kullanacak.

 

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, 2016’dan itibaren işitme engellilere bilgi aktarmak için rehberlerin işaret dilini kullanmaya başlayacağını söyledi. Ulusoy, “Pilot uygulamaya arkeoloji Müzesi’nden başlıyoruz, ardından bir program dahilinde Topkapı, Ayasofya ve diğer müzelere de yaygınlaştıracağız” dedi.


Turizm Haftası kapsamında; süper star Ajda Pekkan ve TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, ‘Haydi Sen de Gel, Tarihine Sahip Çık’ mesajını vermek ve işitme engelliler için toplumsal duyarlılığın altını çizmek üzere, Arkeoloji Müzesi’nde bir toplantı düzenlediler.


Ulusoy, gençlerin müzelere ilgisini artırmak ve engelli vatandaşların müzeleri rahatça gezerek kolayca bilgi alabilmelerini sağlamak amacıyla sürdürülen çalışmalar konusunda bilgi aktardı. Ulusoy, görme engelliler için hazırlanan kabartma alfabeli özel kitapçık ile işitme engelliler için düşünülen görüntülü el cihazını tanıttı.

Eser sayısı 1 milyon
Ulusoy, Arkeoloji Müzesi’nin restorasyon ve tanzim çalışmalarının TÜRSAB tarafından karşılandığını belirterek, şöyle konuştu:
“50 milyar dolar döviz getirmeye çalıştığımız bir dönemde müzeler bizim sermayemiz. 5 milyon ‘Müze Kart’lı vatandaşımıza özel fiyatla müze kapılarını açtık. Sanatınız, kültürünüz yoksa ya da  ona bakmıyorsanız medeniyetten bahsetmeye hakkınız yok. Eğer medeniyetinize sahip çıkmıyorsanuz Avrupa Birliği’nde olmaya hakkınız yok. Medeniyet burada, burada milyonu aşkın eser var. darphane binalarımızı da onarıp, depolarda yüz yıldır açılmayan eserleri gün ışığına çıkaracağız.”

Ajda’nın daveti
Ajda Pekkan, herkesi müzelere davet ettiklerini belirterek, şunları söyledi:
“Engelli insanlar için yaşam alanları oldukça kısıtlı. Özel insanlarımızı hayatın içinde daha fazla katabilmeyi kendimize görev bildik. Eşi benzeri bulunmayan Arkeoloji Müzesi, Ayasofya Müzesi, Dolmabahçe Sarayı gibi müzelere ev sahipliği yapıyoruz. Bu yapılara erişimin herkes için eşit ve rahatlıkla olmasını temenni ediyoruz. İşitme engelli insanlarımızın da müzelerimizi rahatlıkla gezebilmeleri amacıyla TÜRSAB ile işbirliği yapmaktan mutluluk duyuyorum.”

 

‘Eyfel’de 3 saat bekleyen Topkapı’da 2 saat beklesin’
Başaran Ulusoy, gazetecilerin müze önlerindeki uzun kuyruklarla ilgili soruya, “Evvelden ‘müzelere kimse gelmiyor’ diye şikayet ederdik, şimdi ‘çok kuyruk var’ diyoruz. Louvre’da, Londra’da, İngiltere’de kuyruklar 2-3 saat sürüyorsa, Eyfel kulesini 3 saat bekliyorsanız, müsaade edin de Ayasofya, Topkapı, Sultanahmet’te de 2 saat beklesinler. Çünkü Topkapı ve Ayasofya’yı 5’er milyon insan ziyaret ediyor. Arkeoloji Müzesi’nin tanzim ve teşhiri bittikten sonra buraya da 3 milyon kişi gelecek. 3 saat Eyfel’de bekleyen 2 saat Topkapı’da bekleyecek” dedi.
Ulusoy, kuyrukların azaltılmasına yönelik randevu sistemini düşündüklerini ifade ederek, “Bunların saatlerini ayarlamaya çalışıyoruz. Aynı zamanda bir gemi geldiği zaman 5 bin kişi birden geliyor. Bu kolay değil” dedi.  

 

Minibüsün üstünde hatıra fotoğrafı
Ajda Pekkan, toplantı sonunda Arkeoloji Müze’sinden ayrılırken, müzeyi ziyarete gelen okul çocukları kendisine sevgi gösterisinde bulundu. Pekkan da minibüsün tavan penceresinden çocuklara el salladı.

 

‘Tablo alıyorum’
Ajda Pekkan, sanat eserlerine merakı konusunda da, “Çok fazla vaktim olmuyor. Tablo satın alıyorum. Benim merakım daha çok bu tarz müzeler ve bütün nesillerce birbirine geçebilecek güzel şeyler için katkıda bulunmak” dedi.

Milliyet, 15.04.2015

BEYOĞLU'NUN ALTINDA 1500 YILLIK BİZANS MEZARLARI ORTAYA ÇIKTI

 

Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde İtalya'nın ünlü ulusal kahramanı Giuseppe Garibaldi adı ile bilinen binanın restorasyonunda Bizans dönemine ait 8 mezar bulundu. Uzmanlara göre Pera'da ilk kez bu tür mezarlara rastlanıyor.

 

 

İtalyan birliğini kurarak İtalya’nın tek bir ülke olarak kurulmasını sağlayan ulusal kahraman Giuseppe Garibaldi, 1863 yılında İstanbul ’da İtalyan İşçi Yardımlaşma Derneği’ni kurdu. Cemiyet’in bugün halen faal olan binası 1885 yılında açıldı. Bina 1910 yılında kapsamlı bir değişime uğrayarak bugünkü halini aldı. İstiklal Caddesi’nde Deva ve Perukar çıkmazlarına bakan "Societa Operaia Binası" bilinen adıyla "Garibaldi" binasında yaklaşık bir yıldır hummalı bir restorasyon çalışması sürdürülüyor. Bina baştan aşağı onarılıyor.

 

BİZANS DÖNEMİNE AİT KİREMİT MEZARLAR

 

 

İtalyan İşçi Yardımlaşma Derneği hala varlığını sürdürüyor. Maddi sıkıntı çeken dernek binayı TÜRSAB’a kiraladı. TÜRSAB kültür merkezi yapmak düşüncesiyle binada kapsamlı bir restorasyon çalışmasına başladı. Radikal'den Ömer Erbil'in haberine göre binanın statik yapısını sağlamlaştırmak için temelleri açılınca büyük bir sürprizle karşılaşıldı. Kiremitlerin arasında bir kafatası görülünce İstanbul arkeoloji Müzelerine haber verildi. Müze arkeologları gözetiminde yapılan kazı çalışmasında 4 ya da 5 yüzyıla tarihlenen bir mezar olduğu anlaşıldı. Ardından binanın Bodrumunda yapılan araştırmada Bizans dönemine ait 7 mezar daha bulundu. Kiremit örtülü mezarlara Pera bölgesinde ilk kez rastlanıyor. Mezarlık olduğu yönünde tahmin yürüten arkeologlar, komşu binaların altında da bu tür mezarlar olabileceğini ileri sürüyor.
 

Temel kazıları sırasında Osmanlı ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda tabak, çanak, şamdan gibi pişmiş toprak kaplar da bulundu. İskeletleri tam tarihleyebilmek için karbon testi yapılacağı belirtildi.

 

PERA NEKROPOLÜ

Restorasyon ekibinin başında İtalyan İşçi Yardımlaşma Derneği üyesi Sedat Bornovalı var. Bornovalı ile restorasyon çalışmalarını ve bodrum katındaki mezarları beraber gezdik. Depo olarak kullanılan bodrum katında İstanbul’un belleğine yeni bilgiler eklenmesine neden olan mezarlar için şunları söyledi: "Dolgu toprağı kaldırırken büyükçe bir kiremit parçası bulduk. Yerinden oynatmayalım, yavaşça açalım derken bir kafatasına rastladık. Hemen müzeye ve koruma kuruluna bilgi verdik. Gerekli izinler alındıktan sonra ciddi bir arkeolojik kazı çalışmasına başlanıldı. Bir mezar diye başlamıştık, şimdi sekizinci mezara ulaştık. Arkeologlar Bizans döneminin oldukça erken evrelerine ait olduğunu düşünüyorlar. Burada bir nekropol (mezarlık) alanının önemli bir parçasını bulduğumuzu düşünüyoruz. Restorasyon sonrasında yapılacak kültür merkezinde buluntuları sergilemeyi planlıyoruz’’

Milliyet, 15.04.2015

SİT ALANINDA KAZI YAPAN 4 KİŞİ SUÇÜSTÜ YAKALANDI


Kayseri'de, sit alanında izinsiz kazı yapan 4 kişi suçüstü yakalanarak gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre Kocasinan İlçesi'ne bağlı Molu Mahallesi'nde Kepeztepesi sit alanında T.G., M.D., A.D. ve Y.K.'nın izinsiz kazı yaparken suçüstü jandarma ekipleri tarafından yakalandıkları öğrenildi. Kazıda kullanılan malzemeler muhafaza altına alınırken, A.D., T.G. ve M.D. yapılan soruşturma sonrasında serbest bırakıldı. Zanlılardan Y.K. ise 'Borçlunun Ödeme Şartını İhlal' suçundan arandığı ve sevk edildiği adli makamlar tarafından serbest bırakıldığı kaydedildi.

Kayseri Gündem, 15.04.2015

İŞTE DÜNYANIN EN PAHALI TABLOSU

 

 

Ünlü Fransız ressam Paul Gauguin’in Katar’a rekor fiyata satılarak dünyanın en pahalı tablosu unvanını kazanan ‘Nafea Faaipoipo (Ne Zaman Evleneceksin)’ adındaki tablo İsviçre’nin Basel kentindeki Fondation Beyeler’de sergileniyor.

 

İsviçreli koleksiyoner Rudolf Staechelin’in iki ay önce satışa çıkardığı tabloyu Katar Emirliği 300 milyon dolara (800 milyon 400 bin TL) satın almıştı. Katar, 2012 yılında da başka bir Fransız Paul Cezanne’ın ‘İskambil Oyuncuları’ tablosuna 250 milyon dolar ödemişti. O dönemde dünyanın en pahalı tablosu olan Cezanne şimdi birinciliği Gauguin’e kaptırmış durumda. Tabloların her ikisine de şimdi Katar sahip.

 

Yılda 1 milyar dolar

Çağdaş sanata yılda bir milyar dolarlık bütçe ayırdığı söylenen Katar daha önce de Francis Bacon’ın ‘Üç Lucien Freud Çalışması’nı 142 milyon dolara satın almıştı. Katar’ın peş peşe satın aldığı bu tabloları ünlü Fransız mimar Jean Nouvel’e yaptırmakta olduğu Ulusal Müze’de sergilemesi bekleniyor. Hafta sonunda inanılmaz bir ziyaretçi akınına uğramış olan Fondation Beyeler’de görme fırsatını bulduğum ‘Nafae Faaipoipo’ tablosu, sıra dışı yaşamıyla bilinen ressamın Tahiti’ye 1891-1893 yıllarında yaptığı ilk gezisinden. Arkasında Danimarkalı eşi ve beş çocuğunu bırakarak Tahiti’ye giden post-empresyonist ressam Gauguin’in eserleri pek çok sanatçı gibi ancak ölümünden sonra değerlenmiş.

 

2016 yılında Katar’da olacak

‘Nafae Faaipoipo’ tablosu haziran ayına kadar Fondation Beyeler’de ziyaret edilebilecek. Daha sonra eylül ayına kadar Madrid’de Reina Sofia Müzesi’nde sergilenecek ve ardından Washington’a gidecek. 2016 yılı ocak ayında ise Katar Müzeler İşletmesi’ne teslim edilecek.

Hürriyet, Haber: Gila Benmayor, 14.04.2015

GÖKÇESEKİ'NİN İKİ BİN YILLIK LAHİTLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Karaman'ın Ermenek İlçesi'ne bağlı Gökçeseki Köyü'ndeki ören yerinde devam eden kazılarda, Roma dönemine ait 3 lahit mezar ortaya çıkarıldı.

 

Karaman Müze Müdürü Abdülbari Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ermenek-Mut karayolunun 20. kilometresinde, Gökçeseki Köyü sınırları içerisinde "Philadelphia Antik Kenti"nin bulunduğunu söyledi.

 

Kentin kuzeyindeki antik mezarlıkta 9 Mart'ta kazı başlattıklarını anlatan Yıldız, "MS 38 yılında kentin de bulunduğu Dağlık Klikya ve Lakonya bölgesinin bir kısmı Roma imparatorlarından Caligula tarafından Kommagene kralı IV. Antiochos ve eşi Lorape Philadeiphos'a hediye edilmiştir. Kentin ismi 'Kardeş Sev' anlamına gelmektedir" dedi.

 

Kentin Roma ve erken Bizans dönemlerinde en parlak dönemlerini yaşadığı bilgisini veren Yıldız, şöyle devam etti:

"Kazı alanında çok sayıda kaya mezar ve lahitler bulunuyor. Kaya mezarlarının her biri birkaç kişinin gömülmesine imkan sağlayacak biçimde yapılmış. Yani aile mezarlığı şeklinde. Önemli bir özelliği de mezar kapaklarının aslan biçiminde yapılmış olması. Kazılarda 3 basamaklı bir podyumun üzerinde MS 4. yüzyıla ait 3 lahit ortaya çıkardık. Yaptığımız incelemelerde lahitlerin antik dönemde zarar gördüğünü gördük."

 

- "8 lahit daha tespit edildi"

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Ercan Aşkın da geçen yaz üniversite olarak Ermenek bölgesinde yüzey araştırması yaptıklarını söyledi.

 

Gökçeseki'deki çalışmalarında kendilerini oldukça heyecanlandıran sonuçlara ulaştıklarını anlatan Aşkın, yüzey araştırmalarında çakıl yığınları arasında birkaç lahidin bazı bölümlerinin görüldüğünü belirtti.

 

Bölgede 3 lahit ortaya çıkarıldığını dile getiren Aşkın, şöyle devam etti:

"Yüzeysel olarak 8 lahidin daha yerleri tespit edildi. Önemli olan, bu lahitlerin podyum üzerinde bulunmaları. Bu durum bölgede daha önce karşılaşılan bir durum değil. Bu, bölge için bir yenilik. Bazı lahitlerde figürlü süslemeler, yazıtlar var. Bir kentin mezarlık alanında ne kadar çok mezar varsa, o kentte geçmişte o kadar çok insan yaşadığı söylenebilir. Burası Roma döneminde önemli bir yerleşim. Elimizde bu kentle ilgili çok bilgi yok. Kazı devam ettikçe daha çok bilgiye ulaşacağımıza inanıyorum. Bu kazılar tamamen bittiğinde bölgenin yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekeceğini düşünüyorum."

 

Aşkın, KMÜ Üniversitesi ve Karaman Müze Müdürlüğünce sürdürülen kazı çalışmasına Ermenek Kaymakamlığı, Ermenek Belediye Başkanlığı ve İŞKUR İl Müdürlüğünün katkı verdiğini ifade etti.

 

- "Ermenek, bir turizm kenti olarak tanınmalı"

Kazı alanındaki çalışmalar hakkında bilgi alan Ermenek Kaymakamı Eyüp Güngör ise ilçenin kapısı konumundaki Gökçeseki'deki tarihi zenginliklerin ortaya çıkarılmasının çok önemli olduğuna işaret etti. 

 

"Burayı gezenler, binlerce yıllık tarihi bir kente geldiklerini hissedecekler" diyen Güngör, ilçenin tarım ve maden şehri olarak değil bir turizm kenti olarak bilinmesini istediklerini vurguladı.

Ermenek Belediye Başkanı Uğur Sözkesen, yaklaşık 5 bin yıllık tarihi geçmişi olan Ermenek bölgesinde tarihi zenginliklerin gün yüzüne çıkarılması konusunda yürütülen çalışmalardan dolayı ilgililere teşekkür etti.

Radikal, Haber: Mehmet Çetin, 14.04.2015

BERKELEY SANAT MÜZESİ 2016'DA AÇILACAK

 

Diller Scofidio + Renfro tasarımı Berkeley Sanat Müzesi / Pasifik Film Arşivi ilk sergisi "Yaşamın Mimarisi"ne ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

 

 

UC Berkeley Kampüsü'nde inşaatı devam eden Berkeley Sanat Müzesi'nde sona yaklaşıldı. Diller Scofidio + Renfro'nun EHDD ile birlikte tasarladığı eski ile yeniyi bir araya getiren yuvarlak hatlara sahip yapı, Berkeley'nin baskı merkezini modern sergi alanları, ofisler ve sahnelerle Berkeley'nin sanat bölgesinde bir odak noktasına dönüştürüyor.

 

 

Mevcut Art Deco stilindeki yapıyı çerçeve olarak kullanan Diller Scofidio + Renfro, mekanları bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde düzenledi. 4.500 m2'lik varolan binanın yeniden işlevlendirilmesiyle elde edilen sekiz galeri alanına, 3.200 m2'lik bir yeni bir yapı da eklendi. Mevcut binada gün ışığından faydalanmak için tasarlanmış testere dişi çatı gibi özgün özellikler korundu.

 

 

Yeni yapı ise özellikleriyle hem farklılaşıyor hem de Art Deco geleneğini yansıtıyor. Paslanmaz çelik kaplı eğrisel formu, farklı çizgileriyle bütünsel bir dil oluştururken, 1930'larda yapılmış baskı merkezinin aerodinamik yapısına da işaret ediyor.

 

 

Berkeley Müzesi ve Pasifik Film Arşivi farklı ölçülerde iki sinema salonu, kafe, çeşitli galeriler ve toplanma alanlarına sahip. Daha bireysel aktiviteler için ise 4 sanat ve film çalışma merkezi ile okuma odaları ve laboratuvarlar mevcut. Projeksiyon ve akustik sistemleri ile müze çok sayıda film gösterimi, eğitim programları, performanslar ve sergilere ev sahipliği yapacak. 

 

 

Merkezin 2016 yılının başında açılması planlanıyor.

Arkitera, Kaynak: ArchDailiy, Derleme: İlknur Sudaş, 14.04.2015

DİYARBAKIR SURP GİREGOS KİLİSESİ'NE 2015 EUROPA NOSTRA ÖDÜLÜ

 

Avrupa Komisyonu ve Europa Nostra derneği işbirliğinde düzenlenen Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülü / Europa Nostra 2015 Ödülleri'nin kazananları bugün (14 Nisan 2015) açıklandı. Ödül listesinde Türkiye'den Surp Giragos Ermeni Kilisesi (Diyarbakır) de yer alıyor.

 

 

29 ülkeden, 263 kişi ve organizasyonun başvurusu arasından seçilen 28 proje; "Koruma", "Araştırma ve Sayısallaştırma", "Özel hizmet", "Öğretim, Eğitim ve Farkındalık Artırma" kategorilerinde mükemmelliği ön plana çıkaran özellikleri nedeniyle ödüle layık bulundu.

 

Avrupa Kültür Mirası Ödülleri, 11 Haziran 2015 Perşembe günü Oslo Belediye Başkanı Fabian Stang; Avrupa Komisyonu Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi Tibor Navracsics; dünyaca ünlü tenor ve Europa Nostra Başkanı Plácido Domingo’nun ev sahipliğinde, Oslo City Hall’da yapılacak törenle sahiplerine verilecek. Törende, ödül alan projelerden yedisi, kültür mirası alanında en üstün başarılara verilen “Büyük Ödül”nün sahibi olarak 10.000 € para ödülünün sahibi olacak. Ayrıca törende, Europa Nostra tarafından web sitesi üzerinden yürütülen çevrimiçi oylama ile belirlenmiş olan “Halkın Seçimi Ödülü” de açıklanacak.

 

“Kültürel miras, Avrupa'nın en büyük değerlerinden birisidir. Hepimiz için sayısız kültürel, ekonomik, sosyal ve çevresel önemi bulunmaktadır." diyen Komisyon üyesi Tibor Navracsics , “2015 Kültür Mirası / Europa Nostra Ödülleri'ni kazananları, kendilerini kültürel mirasa adamış uzman Avrupalıların neler yapabileceklerini gösterdikleri ve ayrıca Avrupa kimliğinin mükemmel örnekleri olarak aidiyet hissine katkıda bulundukları için kutlamak isterim. Bizler, toplum ve bireyler olarak kendi mirasımıza sahip çıkmak, günlük yaşantımızın bir parçası haline getirmek ve gelecek nesillere aktarmak üzere korumak amacıyla birlikte çalışmaya devam etmeliyiz” şeklinde konuştu.

 

Europa Nostra Başkanı Plácido Domingo ise “Bu yılın kazananları Avrupa kültürel mirası korunması konusunda yaratıcılık ve yeniliğin güçlü örnekleridir. Kazananlar ayrıca kültürel mirasın Avrupa ve vatandaşları için önemli olduğunu da ortaya koymaktadır. İnanıyoruz ki, Başkan Juncker ve Komisyon Üyesi Navracsics liderliğinde Avrupa Birliği’nin kültürel mirasa bütünleşik yaklaşım stratejisi daha çok gelişecek ve uygulanmış olacaktır.” dedi.

 

2015 ödül listesi şöyle:

Koruma Kategorisi:

- Van Buuren Müzesi Pitoresk Bahçesi Brüksel, BELÇİKA

- Middleport Toprak Kapları, Soke-on-Trent, BİRLEŞİK KRALLIK

- Stonehenge: Çevre Peyzajı ve Ziyaretçi Merkezi, Wiltshire, BİRLEŞİK KRALLIK

- Boulingrin Central Market Hall, Reims, FRANSA

- The Halls Amsterdam: Basın, Moda, Kültür ve Zanaat Merkezi, HOLLANDA 

- Anana Tuz Vadisi, Bask Ülkesi, İSPANYA

- Katedral, Tarazona, İSPANYA

- Bazilika Kompleksi Paleochristian Mozaikleri, Aquileia, İTALYA

- Monte Palma Nuragic Heykelleri, Sardinya Adası, İTALYA

- Ermeni Kilisesi ve Manastırı, Lefkoşa, KIBRIS

- Liszt Müzik Akademisi, Budapeşte, MACARİSTAN

- Malikane, Eidsvoll, NORVEÇ

- Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Diyarbakır, TÜRKİYE

- Antouaniko Malikhanesi, Sakız Adası, YUNANİSTAN

 

Araştırma ve Sayısallaştırma Kategorisi:

Araştırma Projeleri

- Las Cuencas’tan Öğrenmek: Asturian Kömür Madeni Alanı Kültürel Peyzajı, İSPANYA

- Lasithi Plateau Rüzgar Değirmenleri’nin Perfore Yelkenler ile Restorasyonu, Girit, YUNANİSTAN

Sayısallaştırma Projeleri

- HERMES: Hermoupolis Sayısal Miras Yönetimi, Sire Adası, YUNANİSTAN

- Venedik Harikaları: Sanal Çevrimiçi Hazineler, St. Mark’s Bölgesi, ITALYA

Özel Hizmet Kategorisi:

- The Rundling Derneği, Jamein, ALMANYA

- Kiliseler Koruma Vakfı, Londra, BİRLEŞİK KRALLIK

- Huis Doorn Arkadaşlar Derneği, Doorn, HOLLANDA

 

Eğitim, Öğretim ve Farkındalık Artırma Kategorisi:

Eğitim-Öğretim Projeleri

- Miras Becerileri Girişimi, Newcastle upon Tyne, BİRLEŞİK KRALLIK

- Genç Arkeologlar Klübü, York, BİRLEŞİK KRALLIK

Meslek Eğitimi Projeleri 

- Estonya’da Kırsal Bölge Binalarının Sahipleri Programı, Tallinn, ESTONYA

- The Outbuilding Projesi, Roros, NORVEÇ

Farkındalık Yaratma

- Stain Bahçe Kenti, Stains, FRANSA

- The Fota Duvarlı Bahçesi, Cork, İRLANDA

- Bir Gelecek İnşa Etmek İçin Geçmişin Tanıklarını Kurtarma, Chisinau, MOLDOVA

Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Diyarbakır, TÜRKİYE

 

Diyarbakır’da bulunan Surp Giragos Ermeni Kilisesi, bugün çoğunlukla Kürt nüfusun yaşadığı Güneydoğu bölgesinde bulunmaktadır. Bazı kısımları 1880’lerde tamamıyla yeniden yapılmış olmasına karşın orijinal olarak 17. yüzyıla aittir. 20. yüzyılda yerel Ermeni nüfusun yöreyi terk etmesinden sonra bu yapı da çöküntüye uğramıştır. Çatısı çökmüş ve yapı metruk hale gelmiştir.

 

 

Büyük oranda yeni bina yapılmasını da içeren restorasyon çalışması, Surp Giragos Kilise Vakfı, sivil toplum grupları ve ilgi gösteren bireylerin çabaları ile birkaç yıl önce başladı. Projeye katkıda bulunanlar, bu kıymetli kültürel varlığı korumak ve hem dini hem de kültürel bir merkez olarak yeniden kurmak konusunda büyük bir istekle bir araya geldiler. Daha sonraki aşamalarda yerel yönetimin önemli katkısı ve desteği sayesinde, çalışmalar genişletilerek, papaz evi, şapel ve alandaki diğer binalar da onarıldı. Proje, yerel işbirliği alanında bir başarı hikayesi oldu.

 

 

Jüri raporundan:

“Jüriyi özellikle etkileyen, işte bu yerel desteğin sergilenmiş olması oldu. Bu bölgede Ermenilerin ana kilisesinin cemaatin buradan gitmesinden sonra restore edilmesi için harcanan çaba, kent ve kentliler için önemli bir uzlaşma hareketi olmuştur. Proje, çatı, çan kulesi ve iç döşeme malzemeleri başta olmak üzere, kayıp elemanlarının yeniden inşa edilmesi için eski belgeler üzerinde yapılan geniş bir araştırma sonucunda geliştirilmiştir. Ermeni cemaatinin eserin restorasyona katılımı da yöre halkı arasında barış ve toplumsal bütünleşmenin gelişmesinde çok büyük bir katkı sağlamıştır ve tüm dünyadan Ermeni ziyaretçileri buraya çekmektedir.”    

Yapı, Fotoğraf: Fatma Meral Halifeoğlu, 14.04.2015

KADIKÖY'DE MENDİREK'TE REKLAM KAVGASI

 

 

İstanbul Kadıköy'deki tarihi mendireğe dikilen reklam tabelası tepki çekti. TCDD'yi sorumlu tutan Kadıköy Belediyesi, Twitter'dan tabelanın kaldırılması için çağrıda bulundu.

 

Haydarpaşa Gar sınırlarında olan tarihi mendireğe, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait reklam tabelaları dikildi. Vatandaşların yanı sıra Kadıköy Belediyesi de bu duruma tepki gösterdi. Belediyenin Twitter hesabından konuyla ilgi çağrı yapıldı. Mesajda, "Tarihi mendireğe reklam tabelasına izin veren TCDD'yi milletçe ne yapsak? Kaldırılması için girişimlerde bulunuyoruz" denildi.

 

 

NE DEMEK (TDK)

mendirek -ği
denizcilik Kıyılarda dalgakıranla yapılmış liman

 

KADIKÖY'DEKİ TARİHİ MENDİREĞİN HİKAYESİ

11 Mart 1872'de Haydarpaşa İstasyon binasının temeli atıldığı zaman, şehir hattı vapurları iskelesi yakınına bir kargir iskele yapıldı.


Fakat memleketteki mali durumlar sebebiyle, bir ara Haydarpaşa-İzmit hattı işletmeleri durdu.

 

Sonrasında, Haydarpaşa Liman ve Rıhtım İmtiyazı için bir sürü mazbata çıktı ve nihayetinde 23 Mart 1899 tarihinde Anadolu Osmanlı Demiryolu Şirketine verildi. Projelerde bazı tadilatlar yapılarak inşaata başlandı.

 

Haydarpaşa Limanı İnşasından sonraki gelişimi:

İnşasına 1899 da başlanıp 1903 de işletmeye açılan limanın rıhtım uzunluğu 302 metre idi. Ayrıca Limanın güney ucunda 151 metrelik bir rıhtım kolu bulunmaktaydı.


1908 yılında bugünkü Haydarpaşa Garının hizmete girmesinden sonra limanın Anadolu ile bağlantısı daha da gelişti. 1917 de meydana gelen patlamadan limanda zarar görmüş ve kısa sürede yenilenmiştir.

Hürriyet, 14.04.2015

700 YILLIK KÜMBET ESKİ SİLUETİNE KAVUŞACAK

 

 

Gevaş Kaymakamlığı, ilçenin en önemli tarihi değerlerinden Halime Hatun Kümbeti'nin silüetini bozan kız yurdunun yıkılmasını talep etti.

 

Melik İzzeddin Şir tarafından 1300'lü yıllarda kızı Halime Hatun adına Gevaş İlçesi'nde yaptırılan kümbetin arka tarafına 2007 yılında kız yurdu inşa edildi. Bir tarafında Artos Dağı diğer tarafında Van Gölü bulunan ve her yıl çok sayıda turist tarafından ziyaret edilen tarihi yapının silüetini bozduğu gerekçesiyle kamuoyunun tepkisine neden olan yurt binasının yıkılması için Gevaş Kaymakamlığı harekete geçti.

 

Milli Eğitim Bakanlığına talepte bulunan kaymakamlık, yurt binasının farklı bir yerde inşa edilmesini, mevcut yapının ise yıkılmasını istedi.

 

Yurt binasının yıkılmasıyla Artos Dağı manzarası ile bütünleşecek kümbetin eski silüetine kavuşması, uygulanacak projeyle de ilçenin cazibe merkezi haline getirilmesi hedefleniyor. 

 

Van Valiliği, Gevaş Kaymakamlığı, Gevaş Belediye Başkanlığı, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Çevre ve Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Vakfı Bölge Koordinatörlüğü işbirliğiyle yürütülecek proje kapsamında, kümbet ve çevresindeki Selçuklu Mezarlığı'nda ziyaretçilerin rahat gezebilmesi için yeni yollar yapılacak.

 

Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, AA muhabirine yaptığı açıklamada Halime Hatun Kümbeti'nin eski görüntüsüne kavuşmasını sağlamak için çalışmaların devam ettiğini söyledi.

İlçenin tarihi ve turistik değerleriyle bölgenin incisi olduğunu ve bunu ön plana çıkarmak amacıyla projeler ürettiklerini vurgulayan Hakan, şöyle konuştu:

"Halime Hatun Kümbeti, Türk-İslam tarihinin en önemli eserlerinin yer aldığı Selçuklu Mezarlığının içinde yer alıyor. Bu kümbet Anadolu'da eşine az rastlanan bir mekan. En önemlisi kadına ait kümbet ve estetik açıdan eşsiz bir görünüme sahip. 2007 yılında yanlış uygulamayla kümbetin hemen arkasına yurt binası inşa edilmiş. Göreve başladığım günden bu yana mücadele ediyoruz. Kamuoyundan da büyük destek aldık. Bizim de desteğimizle Gevaş Kaymakamlığı adına, yurt binasının yıkılarak başka bir yere taşınması konusunda bakanlığa resmi talepte bulunuldu. Bakanlıkta bunun takibini yapıyoruz. Arzumuz talebin bu yıl programa alınması. Bina ruhsatsız ve 2011 depreminde hasar görmüş, bu nedenle kullanılması sıkıntılı."

 

Kümbet ve çevresindeki Selçuklu Mezarlığıyla ilgili hazırlanan projenin bazı eksiklikler nedeniyle kurul tarafından kabul edilmediğini ve şu anda bu eksiklikleri gidermeye çalıştıklarını anlatan Hakan, "Halime Hatun Kümbeti ve çevresindeki Selçuklu Mezarlığının mutlak surette turizme kazandırılması adına elimizden geleni yapacağız. Bu ecdadımıza, tarihimize, kültürümüze ve çevremize karşı sorumluluğumuzdur" dedi. 

Anadolu Ajansı, Haber: Cemal Aşan, 14.04.2015

HER MÜZEYE BİR RESTORATÖR

 

 

Türkiye’de son yıllarda restorasyon çalışmalarında ciddi bir artış gözleniyor. Ancak eserlerin ihyası için başlatılan bu restorasyon atağı restoratörlerin istihdamına ve çalışma koşullarına yansımadı. Tüm Restoratörler ve Konservatörler Derneği Başkanı Nazım Can Cihan, restorasyonun bugün adeta bir furya haline geldiğini belirterek “Türkiye şantiyeye döndü” diyor; “Ancak bugün restoratörler vasıfsız işçi pozisyonunda çalışanlardan daha düşük ücretler alıyor. Devlet kurumlarında istihdam edilmiş restoratör sayısı 300’ü geçmiyor. Talebimiz her müzede en az bir restoratör istihdam edilmesi.” Cihan, restoratörlerin sektördeki sorunlarını anlattı:

* Müteahhidin gösterdiği ücreti almıyoruz: “Şantiyede ‘uzman’ olarak çalışan restoratörler vasıfsız işçi pozisyonunda çalışanlardan daha düşük ücretler alıyor. Restorasyon işlerinin tabelalarında milyonlar yazıyor; ama orada çalışan restoratörler günde en fazla 80 lira yevmiye alabiliyor. Şirketler, deneyimsiz, yeni mezun arkadaşları 40-45 lira gibi bir yevmiyeyle çalıştırıyor. Yaptığımız işler müteahhit firmalar tarafından devlete çok daha yüksekten hesaplanarak gösteriliyor. Restoratörlerin ücretleri devlete ‘mütehassıs usta’ birim fiyatı üzerinden hesaplanıyor. Bu, günde 120 lira yevmiye ediyor. Ancak hiçbirimiz gösterildiğimiz ücretleri alamıyoruz. Restorasyon çalışmalarının yüzde 85’inde bu sorunla karşı karşıyayız.”


* Binlerce mezuna karşın istihdam yok: “Türkiye’de her yıl restorasyon bölümlerinden  yaklaşık 2 bin restorasyon teknikeri, kültür varlıklarını koruma ve onarım bölümlerinden ise 80-100 restoratör mezun oluyor. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda istihdam edilmiş restoratör sayısı 300 civarında. Bu oldukça az. Restoratörler, Bakanlıkta istihdam edilirken teknik kadronun en alt seviyesinden düşük ücretlerle istihdam ediliyorlar. İstihdam sorununun çözümü için her müzeye en az bir restoratör talep ediyoruz.”

* Boyacı iskelesiyle restorasyon yapılıyor: “Restoratörler şantiyelerde pek çok zararlı kimyasala, çok ince tozlara maruz kalıyor. Solunum sorunları yaşayabiliyoruz, vücudumuzdaki kimyasal oranı normalin üst değerinde çıkabiliyor. İş güvenliği açısından riskli meslek grubunda yer almamız gerekirken, devlet kurumlarının restoratörlerin yıpranma payını hesaba kattığı bir yaklaşımı yok. Kurumlarda çalışan restoratörler rutin sağlık kontrollerinden geçirilmiyor. Şantiyelerde ise iş güvenliği sağlanmıyor, denetim yalnızca kontrol birimlerine yakın noktalarda yapılıyor. Müteahhit, 5 liralık baretler, uygunsuz kemer kullanımı ile iş kazalarına davetiye çıkarıyor. Topkapı Sarayı gibi kalabalık şantiye alanlarında bile işyeri doktoru yok.”

* Çarpıklık daha ihale aşamasında: “İhalenin şartnamesinde belirtilmesine rağmen firmalar restoratörsüz ihaleyi kazanabiliyor. Restoratörünün hiç şantiyeye uğramadığı restorasyonlar yapılıyor.  Devlet buna müsaade ediyor. Ciddi bir kontrol mekanizması yok. Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel idarelerinden gelen kontrolörler yalnızca yapılan işi denetliyor, şantiyede çalışan personelin niteliğine bakmıyor. İhalede çıkan bedel o işin ne kadara yapılacağını belirliyor.  Devlet bir camiyi altı ayda bitir diyor, süre yetişsin diye restorasyona değil, yıkıp yeniden inşa ederek yenileme çalışmalarına yöneliyorlar. Az maliyetle kısa sürede yapılan iş dışarıdan güzel gözükse dahi, geri planında ne olduğunu bilemiyorsunuz. Bir restorasyonda kullanılacak malzemeden personelin niteliğine, yapılacak işin süresine kadar her şey bilimsel olarak belirlenmeli. Kültür Bakanlığı’nın restorasyon laboratuvarları yalnızca uluslararası projelerde değil, tüm restorasyon çalışmalarında devreye girmeli.”

Birgün, Haber: Olgu Kundakçı, 14.04.2015

İNCİ SİNEMASI'NI YIKAN PROJEYE SUÇ DUYURUSU

 

 

İnci Sineması’nı yıkan otel ve AVM projesine İstanbul Büyükşehir Belediyesi CHP’li Meclis üyeleri Hüseyin Sağ ve Hakkı Sağlam suç duyurusunda bulundu. Projeyi yürüten Bertuğbey İnşaat yetkilileriyle ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan suç duyurusu dilekçesinde yetkililer hakkında 2863 Sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanununa muhalefet, TCK’ya göre görevi kötüye kullanma ve  imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davası açılması istendi. Dilekçede İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis kararlarının uygulanmadığı belirtilerek, İBB Planlama Müdürlüğü’nün proje için yapılan imar planı değişikliğine yapı, nüfus ve trafik yoğunluğunu  artıracağı gerekçesiyle olumsuz görüş bildirdiği belirtildi.

Hafriyat sırasında araziden tarihi kalıntılar çıkmış, 2 No’lu Koruma Kurulu, inşaatın durdurularak arazide kazı yapılmasına karar vermişti. Kurul ayrıca, tescilli yapı komşuluğunda bulunan dükkanların Kuruldan izinsiz yıkıldığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu.

Birgün, 13.04.2015

5 BİN YILLIK KALEDE FATİH'İN GÜLLELERİ BULUNDU

 

 

Merkez Selçuklu İlçesi sınırlarında bulunan Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı'ya kadar binlerce yıldır birçok medeniyetin izlerini taşıyan dağdaki Gevele Kalesi'nde yürütülen kazılarda önemli bulgulara ulaşıldı. Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Çaycı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazının Selçuklu Belediyesi, KonyaMüzeler Müdürlüğü ve üniversitenin işbirliğinde yürütüldüğünü söyledi. Kalenin yapısı ve konumundan dolayı tarih boyunca doğal bir gözetleme kulesi olarak kullanıldığını vurgulayan Çaycı, kentin savunması açısından önemli rol üstlendiğini kaydetti. Kazı çalışmalarına yüzey araştırmasıyla başladıklarını dile getiren Çaycı, çalışmaların uzun soluklu olacağını ifade etti. Kazılarda üçüncü yılın geride kaldığına dikkati çeken Çaycı, "İlk yıl buradaki tarihi buluntuları inceledik. Takkeli Dağ'ın eteklerinde Roma eserleri var. Biraz aşağılarda Roma ve Bizans dönemine kadar uzanan kaya mezarları tespit ettik. Bütün bunlar bu bölgenin tarih boyunca ne kadar yoğun şekilde ilgi gördüğünün göstergesi" dedi.

 

DÖNEMİN KÜRECİK'İ

Gevele Kalesi Çaycı, Selçuklu döneminde de önemli rol üstlenen Gevele Kalesi'nin geçmişte Konya'nın kilidi olduğunu anlattı. Gevele'yi ele geçirenin şehri de ele geçirebileceğine işaret eden Çaycı, şunları söyledi: "Buluntulara ve yüzey araştırmalarına göre kalenin savunma amaçlı inşa edildiği görülüyor. İçindeki yapılar da bunu destekliyor. Ortaçağ'da sultanların, umera ve zümeranın sığındığı önemli bir yer. Günümüz tabiriyle Türkiye 'deki Kürecik gibi radar üssü pozisyonundadır. Bin 700 metre yüksekliğindeki bir alanda 360 derecelik gözlem yapılan, çevreye hakim bir nokta."

 

Kazılarda çok sayıda "temren" adı verilen ok uçları bulunduğunu bildiren Çaycı, bunun kalenin birçok kez saldırıya uğradığının işareti olduğunu belirtti. Osmanlı dönemine ait eserleri de gün yüzüne çıkardıklarının altını çizen Çaycı, şunları kaydetti: "Çok sayıda gülle bulduk. Fatih'in gülleleri olduğunu düşünüyoruz. Zira kale en büyük darbeyi Gedik Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusundan görmüştü. Karaman Beyliği uzun süre Osmanlı'yı meşgul etti. Fatih Sultan Mehmet, Gedik Ahmet Paşa'ya Karamanoğulları tehlikesini bertaraf etmesi emrini veriyor. Gedik Ahmet de öncelikle Konya'nın kilidi olan Gevele Kalesi'ni kullanılamaz hale getiriyor. Sonra da Larende'deki (Karaman) ikinci kaleyi bertaraf ediyor. Böylece Karamanoğulları'nın gücü kırılmış oluyor. Fatih Sultan Mehmet'in güllelerini kazı sırasında etrafa dağılmış vaziyette bulduk. Sayımları yapıldı ve müzeye teslim edildi. Ortaçağ savaş teknolojisinin en önemli unsurları olarak bunları bilim tarihine kazandırdık."  

Radikal, 13.04.2015

BEDRİ RAHMİ VE ÇAĞDAŞI AYNI SERGİDE

 

 

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Amerikalı Romare Bearden birbirinin çağdaşı ve Odysseus izinde kendi geçmişlerinde yolculuğa çıkan iki sanatçı. 1911’de dünyanın farklı coğrafyalarında dünyaya gelen, 1950’lerde kariyerlerinin en verimli döneminde Paris’te Matisse ile Picasso’nun işlerinden beslenen ikili, yolları hiç kesişmese de benzer arayışların peşinde unutulmaz eserler üretti.

 

Bearden, Homeros’un Odysseus Destanı üzerinden evrensel bir Afro-Amerikan kimliği kurgularken, Mavi Anadoluculuk akımından esinlenen Eyüboğlu, yaşadığı topraklar üzerinde iz bırakmış bütün medeniyetleri kucaklayan yeni bir Anadolu kimliğinin izini sürdü. Caz ustası Bearden, resimlerinde müziğin ritminden ilham alırken, Eyüboğlu Anadolu halk ozanlarını resimlerine sıkça konu etti.

 

Bu ikiliyi bir araya getirmek Columbia Üniversitesi Zora Neale Hurston İngiliz Dili ve Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Dr. Robert G. O’Meally ile Columbia Global Centers | Turkey ve Columbia Üniversitesi doktor adayı Merve Tezcanlı İspahani’nin aklına geldi. İki akademisyen küratörlüğünde 16 Nisan’da açılacak serginin adı ‘Mavi Seyyahlar: Romare Bearden ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Sanatı’. İstiklal Caddesi’ndeki Sismanoglio Megaro’da 17 Mayıs’a kadar ziyaret edilebilecek sergide; Bearden’ın Siyahi bir Odysseus isimli çalışmalarına Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun aile koleksiyonunda yer alan Torun, Seni Düşünürken, Baltabaş Kemençeci, Kağnı, Ana ve Çoban, Aşık Veysel, Saz Çalan ve Yavuz Geliyor Yavuz gibi eserleri eşlik edecek.

Zaman, 13.04.2015

BURDUR'DA HERKÜL HEYKELİ ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Bucak'ta jandarma ekiplerince bir araçta yapılan aramada Roma dönemine ait Herkül (Herakles) heykeli bulundu.

 

Bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Kestel Köyü yolunda M.Y. idaresindeki bir aracı durdu. Araçta yapılan aramada, Roma dönemine ait olduğu belirlenen Herkül betimli mermer heykel bulundu.

 

Araç sürücüsü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan gözaltına alındı. Zanlı, jandarmadaki işlemlerinin ardından sevk edildiği mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 

 

Heykel ise Burdur Arkeoloji Müzesi yetkililerine teslim edildi. 

 

- Herkül

Yunan mitolojisinde Herakles, Roma Mitolojisi'nde Herkül olarak adlandırılan kişi, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Herakles, doğduğu günden itibaren tanrısal bir kuvvete sahiptir. 

 

Herakles'in 3 oğlu ve karısını öldürmesinin ardından suçlarından arınması için Miken kralı Eurystheus'un hizmetine girmesi gerekmiştir. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide, Herakles'in 12 görevi denir.

Radikal, 13.04.2015

ANTİK KENTTEN GERİYE YIKIM KALDI

 

 

IŞİD Irak'ın İslam öncesi tarihini yıkmaya devam ediyor. Örgüt, daha önce zarar verdiği 3 bin yıllık Asur başkenti Nimrud'u yerle bir ettiğine dair video yayınladı.

 

Tarih katliamının görüntüleri

IŞİD, Irak’ın Musul kenti yakınlarındaki tarihi Asur kenti Nimrud’daki yıkımın görüntülerini içeren 7 dakikalık videoyu internette yayınladı.  

 

Terör örgütü Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak’ta geçmişi MÖ 13’üncü yüzyıla kadar giden tarihi Nimrud kentini geçtiğimiz ay yıktığı sırada çekildiği sanılan görüntüleri internette yayınladı. Örgüte yakın bir internet sitesinde yayınlanan 7 dakikalık videoda militanlar ellerinde balyoz ve kaya matkabı gibi inşaat aletleri kullanmakla yetinmeyip, buldozer ve patlayıcılar da kullandı. IŞİD’in elindeki Musul kentinin yakınlarında bulunan antik Nimrud şehrinde yaşanan yıkım başta arkeologlar olmak üzere pek çok çevrenin tepkisini çekmiş, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon da yıkımı “savaş suçu” olarak nitelemişti.

 

 

Kanlı örgütün bayrağıyla yayınlanan videonun ne zaman kaydedildiği biilinmiyor.

 

 

HATRA’YI DA YIKMIŞTI

Videoda konuşan bir militan bir toprak parçasını ne zaman ele geçirirsek, putların işaretlerini kaldıracaklarını söyledi. IŞİD üyeleri “putperestliğe yol açtığı” iddiasıyla antik eserleri sistematik olarak yok ediyor. Örgüt en son Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı’nın (UNESCO) Dünya Kültür Mirası ilan ettiği antik Hatra şehrini yıkmıştı. Ayrıca IŞİD’in ele geçirdiği tarihi eserlerin bir bölümünü faaliyetlerini finanse etmek için karaborsada sattığı da iddia ediliyor.

Hürriyet, 13.04.2015

TÜRK RESSAMIN TABLOSU 820 BİN LİRAYA ALICI BULDU

 

 

Beşiktaş'ta bir otelde yapılan Antik AŞ'nin 286. müzayedesinde "Milli Mücadele" tablosunun yanı sıra Nazmi Ziya'nın "Fatih Camii" tablosu 737 bin, Halil Paşa'nın "Şakayıklar ve Kadın" tablosu 440 bin liraya alıcı buldu. Hoca Ali Rıza, Hikmet Onat, Feyhaman Duran ve Şevket Dağ imzalı tablolar da müzayedede yer aldı. 

 

Yaklaşık 500 sanatseverin katıldığı müzayedede, tuğralı gümüşler, tombaklar, "Yıldız" damgalı porselenler, Beykoz camları, çeşm-i bülbüller, bohemler, fermanlar, hatlar, hilye-i şerifler ve oryantalist ressamların "İstanbul" konulu önemli tabloları da beğeniye sunuldu. 

 

Müzayedenin sunumunu gerçekleştiren Antik AŞ'nin kurucusu Turgay Artam, Türk ve Osmanlı eserleri için ulaşılan rakamların sanat piyasası için çok önemli olduğunu belirtti.

Akşam, 13.04.2015

ORİJİNALİĞİNE BİLİRKİŞİ HEYETİ KARAR VERECEK

 

 

Tokat Emniyet Müdürlüğü, geçtiğimiz ay Vincent Van Gogh’un ‘Yetim Adam’ serisinden olan ve kayıp olduğu iddia edilen ‘Yaşlı Adam Sopayla’ adlı eserini internette satmaya çalışan bir kişi tespit etmişti. Alıcı gibi davranan emniyet yetkilileri, ünlü ressama ait olduğu iddia edilen tabloyu ele geçirdi. Aynı eserin karakalem çalışmasının Hollanda’nın Amsterdam kentindeki Van Gogh müzesinde sergilendiği kaydedildi. Tokat İl Emniyet Müdürlüğü tablonun ele geçirilmesinin ardından Hollanda’da bulunan Van Gogh Müzesi ile de yazışmalar yaptı. Müze, emniyetten tablonun röntgen filmini isterken, bunun orijinalliği belirlemede gerçek manada yeterli olamayacağını da ekledi. Savcılığın soruşturmasının ardından tablo, Tokat Müze Müdürlüğü’ne gönderildi. Müzenin deposunda muhafaza edilen tablo için, son olarak müze müdürlüğü Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne başvurdu. Müdürlük, Genel Müdürlük’ten tablonun orijinal olup olmadığının belirlenmesini istedi. Genel Müdürlük ise geçtiğimiz hafta bir bilirkişi heyeti oluşturmak için harekete geçti. Üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinden akademisyenlerin oluşturacağı heyet Tokat’a giderek tablonun orijinalliğine karar verecek. Öte yandan Müze Müdürlüğü’nün incelettiği akademisyenler tarafından tablonun büyük ihtimal orijinal olmadığı görüşü belirtilirken, Tokat İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise orijinal olduğu kanaatinde. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü yetkilileri ise tablonun orijinalliğine düşük ihtimal veriyorlar.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 12.04.2015

MÜZELER DE DİNLENMELİ

 

Yaygın restorasyon geçiren Topkapı Sarayı hariç bütün büyük-küçük müzelerin,
15 Nisan 2015 tarihi itibariyle hafta boyu 7 gün açık tutulacağı belirtilmiş. Kültür Bakanlığı’nın bu kararı müzecilik kurallarına tümüyle aykırıdır. Sorun personelin hafta tatili yapması değil, müzeler de dinlenmek zorundadır. Özellikle antik binaların (buna Bizans-Osmanlı devri dahil) veya birtakım fresklerin bulunduğu Pammakaristos Kilisesi, Göreme’deki sayısız kaya kiliseleri, çinileri içeren eserler insan nefesinden yorulur.

 

1978’de Kültür Bakanlığı Danışma Kurulu üyesiyken Kremlin genel müdürünü ve yanındaki uzmanları gezdiriyordum. Bana hayretle sorulan soru, Göreme kaya kiliselerinin nasıl günlerce açık tutulduğuydu. Gerçekten Kremlin kiliselerinin ziyaretçilerin nefesinden korunmak için haftanın belirli günleri kapalı tutulduğunu sonradan gördüm. Temizlik ve insan selinden masun yaşamak müze binalarının ve eserlerinin de hakkıdır.

Mlliyet, Yazı: İlber Ortaylı, 12.04.2015

TAKSİM'İN HAL-İ PÜR MELALİ

 

Son iki yıldır neredeyse her geçişimde Taksim meydanının fotoğrafını çekiyorum. Her seferinde de içim burkuluyor. Bir yandan da utanıyorum, sanki biri çıkıp “Bu çirkinliğin, sefaletin, sakaletin fotoğrafını çekmeye utanmıyor musun?” diyecek.

 

Hani bir zamanlar Türkiye’nin herhangi bir köşesinde fakirlik ve sefalet fotoğrafları çeken turistlere “Bu kadar güzel şey varken neden bunları görüntülüyorsun” diye kızar ve ajan muamelesi yapılırdı ya.

 

Aslında çok istiyorum özellikle de meydanın bir parçası haline gelen polislerin, tüpleri, torbaları, kutularıyla meydanı çöp tarlasına çeviren seyyar satıcıların, çiçekçilerin çıkıp da ‘neden çekiyorsun’ demesini.

 

 

Bazen de empati yapmaya çalışıyorum, meydanın tarihini, son yıllarda çektiği acıyı bilmeyenler bakınca ‘ne düşünüyordur?’ diye.

 

“Sanki savaştan yeni çıkmış, ortasına bomba düşmüş, toparlanmaya, yaralarını sarmaya çalışan bir kentin meydanı. Eh, bir yandan da hayat devam ediyor”.

 

Her gün buradan bir yerlere geçip giden, İstiklal caddesine giren kentin yerleşikleri ise bu şekilsizliğe ya çok alıştığından ya da görmek istemediğinden sadece gideceği yere odaklı inanılmaz bir hızla akıp gidiyor.

 

 

İSTANBUL TAKSİM MİDİR?

Bir kenti kent yapan birçok öğe vardır ama kuşkusuz en önemlisi kentlilerin buluşma noktası olan kamusal açık alanlardır. Antik çağlardan bu yana meydanlar kentlerin kimliğini, kişiliğini yansıtır.

 

Londra Trafalgar; Paris Concorde; Berlin Alexander Platz; Roma Piazza Navona; New York Times Square; Moskova Kızıl Meydan; Pekin Tiananmen; İzmir Konak, Ankara Kızılay;  Roma Piazza Navona meydanıdır biraz da.

 

Bu meydanlar mimarisiyle, estetiğiyle bizlere kent hakkında bir fikir verir. Kentlilerin nedeni ne olursa olsun buluşma alanıdır. Gerekiyorsa kutlama için de protesto için de toplanılır.

 

İstanbul’a gelince ne yazık ki İstanbul biraz da Taksim’dir demek zor. Bugünkü haliyle belki hiç mümkün değil . Ama zaten Taksim hiç bir zaman simge bir meydan olacak özelliklere ve estetiğe sahip değildi.

 

Düzenlemeler hep günü kurtarmaya yönelikti. Estetik boyut söz konusu bile olmadı. Bir zamanlar Taksim anıtının dibine genel tuvaletler bile yapıldı. Şimdi ise anıtın yanı sıra meydanın tek kişilikli ve bir dönemi yansıtan binası Atatürk Kültür Merkezi yıkılmaya çalışılıyor.

 

 

Ama bir mimar olan ve kenti uzun süredir yöneten Büyükşehir Belediye Başkanı’nın aklına mesela dönercileri, fast food’cuların işgal ettiği kulübeleri yıkıp 19’uncu yüzyıl mirası ilk görkemli kubbeli kilise örneği Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesini görünür kılmak gelmiyor. Oysa hoşgörü ve çok kültürlülük söylemine iyi bir kanıt olurdu.

 

Doğan Kuban’a göre tarihsel olarak “ Türk kentlerinde Avrupa’daki gibi belirgin bir meydan anlayışı yok. Çünkü meydanların işlevini camiler ve cami avluları yerine getiriyor.  Acaba bu yüzden mi bir zamanlar yüzyıllar öncesinin bu anlayışı geri getirilip, meydanın ortasına çevrede olan tarihi camileri layık olduğu gibi korumak yerine, yeni bir cami yapmak akıllardan geçmişti?

 

Geçtiğimiz hafta Taksim Meydanı yeşillendirme, onarma çalışmaları başladı. Maketler sanki günü kurtarmak gibi bir düzenleme yapılıyor görüntüsü veriyordu. Umarım ben yanılmış olurum, ortaya estetik ve fonksiyonel bir meydan çıkar.

 

Ve yine umarım siyasi irade artık kararını verir de AKM’nin yarım kalan onarım ve restorasyon çalışmaları bir an önce başlar. Ben “Neyse atlattık kötü dönemi nihayet İstanbul’un kalbinin attığı, Taksim’e  yakışır bir meydanımız var, bu kez oldu” demeyi çok ama çok istiyorum...

 


Radikal, Yazı: Müge Akgün, 12.04.2015

ÇELİK GÜLERSOY'UN SON MİRASI DA ELDEN ÇIKIYOR

 

 

İstanbul’un binlerce yıllık hafızası olarak nitelendirilen Çelik Gülersoy’un kurduğu İstanbul Kitaplığı’nın bulunduğu bina, bir internet sitesinden 49 yıllığına kiraya çıkarıldı. Çelik Gülersoy Vakfı’na ait Ayasofya Müzesi’nin arkasında Soğukçeşme Sokağı’nda bulunan 3 katlı tarihi konak için vakıf yönetimi aylık 20 bin lira kira bedeli istedi. Turistik otel, restoran ya da kafe yapımına uygun olduğu belirtilen ilanda peşin ödeme yapıldığı takdirde kira bedelinin 12 bin liraya kadar düşeceği ilan edildi. Merhum Çelik Gülersoy kütüphane açılışında katkıda bulunanlara yaptığı konuşmada, “Bu ulusal kuruluşumuzu oluşturan değerli kişiler, en büyük bina yerini, para getirecek bir otele değil, bir kültür yuvasına ayırmakta tereddüt etmediler. Hayatta paradan çok daha önemli şeyler olduğunu bilen bu kadroya, teşekkür borçluyum” demişti.

 

ZENGİN KÜTÜPHANE

İstanbul ile ilgili son 400 yılda yabancılar ve Türkler tarafından yazılmış eserlerin hemen hepsi bu kitaplıktaydı. Gravürler, haritalar, fotoğraflar 10 bine yakın yayın yer alıyor. 1988'de İstanbul sevdalısı Çelik Gülersoy bütün koleksiyonunu kurduğu vakfın İstanbul Kitaplığı'na hediye etti.  Kitaplıkta, Roma ve Bizans, Osmanlı tarihi, seyahatnameler, sefaretnameler, hatıralar, güzel sanatlar, biyografi, İstanbul'la ilgili şahsiyetler ve onların diğer eserleri, edebiyat eserleri, şehircilik ve belediye sorunları, kuruluşlar, İstanbul rehberleri ve dergiler yer alıyor. Bodrum, giriş ve birinci kat olarak toplam üç katlı binanın giriş ve birinci katı kütüphane olarak kullanılıyor. Bodrum katı ise depo olarak hizmet veriyor.

 

Soğukçeşme Sokağı 1986′da restore edilerek turizme kazandırıldı. En büyük konak ise baştan sona yenilenerek 1990 yılında kütüphane olarak açıldı. Soğukçeşme sokaktaki binaların maliki Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’na aitti. Kitaplık bedelsiz olarak, kültürel hizmet amaçlı Çelik Gülersoy Vakfı’na verilmişti. Tapu kayıtlarına göre ilk yapımı 18. Yüzyıla kadar uzanan konağın bodrum ve zemin katı taş olup, üst kat ise ahşap olarak inşa edildi.

 

OTEL YAPMADIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM

Binanın açılışı konuşmasında Çelik Gülersoy, binanın yıkılmaktan son anda kurtarıldığını belirterek dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e teşekkür ederek şunları söyledi; ‘’ Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun değerli üyeleri en büyük bina yerini, para getirecek bir otele değil, bir kültür yuvasına ayırmakta tereddüt etmediler. Hayatta paradan çok daha önemli şeyler olduğunu bilen bu kadroya, teşekkür borçluyum.’’

 

Konuşmanın son bölümünde ise “Üç imparatorluğa başkentlik etmiş olan bu şehrin kendisi üstüne bir koleksiyonun oluşturulması, yeni bir girişimdir, özel bir eserdir. İstanbul, tarihinde ilk kez olmak üzere, kendini tanımak ve bilmek istiyor.  Dünya kalırsa, ilerde, bu sempatik sokağın bir Osmanlı evinde açılmış olan şu yuva, bu karakteri ile ele alınacaktır” diyor.

 

‘RESTORAN DA OLUR BUTİK OTEL DE’

Çelik Gülersoy’un restoran ve otel yapmadıkları için teşekkür ettiği vakıf yöneticileri bugün tarihi konağı internet sitesinden (sahibinden.com) kiraya çıkardılar. Üstelik restoran ve butik otel yapılmak üzere... İlanda tarihi konağın özel bir vakfa ait olduğu, aylık 20 bin lira kira bedeli istendiği, toplam 49 yıllığına kiralanmak şartı ile kiracı arandığı, vakıfla yapılacak sözleşmeye göre 49 yılın peşin ödenmesi halinde düşünülen fiyatın 12 bin liraya kadar ineceği belirtiliyor. Aktif olarak hali hazırda konağın girişinin kütüphane olduğu, 1. Katının ise okuma salonu ve ofis katı olduğu ifade edilerek Tarihi Yarımada’da yer alan konağın 775 metrekare kullanım alanı bulunduğu, otel, restoran ve kafe olarak kullanılabileceği kaydediliyor.

 

ÜÇE İKİ OYLA ÇIKTI

Çelik Gülersoy vakfı Gülersoy’un ölümünden sonra kendisinin belirlediği 3 kişilik mütevelli heyeti ile yönetiliyor. Eski Yargıtay Genel Sekreteri Uğur İbrahimhakkıoğlu, Saint Joseph Eğitim Vakfı Genel Sekreteri Arhan Apak ve profesyonel rehber Deniz Yalav tarafından yönetilen vakfın başkanı ise Uğur İbrahimhakkıoğlu. Kitaplığın bulunduğu tarihi konağın kiraya verilmesi 28 Mart günlü toplantı da ele alındı. Deniz Yalav kiralamaya karşı çıktı. Ancak 2 kişinin onayı yeterli olduğu için karar uygulamaya geçirildi.

 

AMAÇ KONAĞI SATMAK

Karşı oy kullanan Deniz Yalav şunları anlattı; ‘’Yıllardır konağı satışa çıkarmak istiyorlardı. Hep karşı çıktım. Vakıf senedine ve Çelik Bey’in vasiyetine aykırı bir durum olduğunu söyledim. Üstelik Turing konağı bağışlarken buranın kitaplık olmak üzere verdiğini biliyoruz. Bu satışı yapamayacaklarını anlayınca kiralama yoluna gittiler. Amaç vakfı işlevsiz hale getirip elden çıkarmak. Kitaplıktan başka vakfın para getirmeyen Safranbolu’da 2 mülkü var. Çelik Bey burayı İstanbul’a kazandırmak için oluşturmuştu. Vakfın 1 trilyon liraya yakın parası var. Kitaplık kendi kendini çeviriyordu. Ama diğer mütevelliye bu yetmiyor. Gözlerini para bürümüş durumda. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne şikayet dilekçemi pazartesi günü veriyorum. Çelik beyin vasiyetine aykırı ve vakıf amacına uygun olmayan bir durumla karşı karşıyayız.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 12.04.2015

100 YIL SONRA MEZARLARIN İZİ BULUNDU

 

 

Çanakkale Savaşları'nda şehit düşen ancak mezarlarının yerleri şimdiye kadar bilinmeyen Yarbay Şevki Bey ile Binbaşı Faik Bey'in cenazelerinin Gelibolu Yarımadası'ndaki Çamburnu mevkisine defnedildiği, Cumhurbaşkanlığı tarafından muhafaza edilen arşiv belgesi sayesinde belirlendi.

 

Şehitlerle ilgili araştırmayı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü’nde görevli öğretim elemanı Barış Borlat yaptı. Bolat, 33’üncü Alay Komutanı Yarbay Şevki Bey’in 29 Nisan 1915’te saat 05.30'da Kara Yörük Deresi'nde yaralanan askerin bulunduğu yere giderken göğsüne isabet eden bir mermiyle, 1’inci Tabur Komutanı Binbaşı Faik Bey’in de 30 Nisan 1915’te Kanlı Sırt'ın sol tarafında alnına isabet eden bir piyade mermisiyle şehit düştüğünü belirtti. Cumhurbaşkanlığı arşivinde yürüttüğü çalışmalarda edindiği belgede, iki subayın mezarlarının Çamburnu mevkisinde bulunduğu bilgisine ulaştığını belirten Bolat, "Araştırmada mezarlar, Eceabat'taki eski Milli Park Müdürlüğü’nün binasının olduğu bölgede ya da Çamburnu'nun üstünde yer alan Balkan Anıtı'nın bulunduğu bölgede olabilir. Maalesef mezar taşı olmadığı için tam nokta tespiti zor, ancak yapılacak yüzey araştırması ve jeofizikçilerin kullandığı yeraltı tarama yöntemleriyle ip uçlarına rastlanabilir. Yarbay Şevki Bey ile Binbaşı Faik Bey'in cenazelerinin defnedildiği yerler şu ana kadar bilinmiyordu, ilk defa ortaya çıkmış oldu" diye konuştu.

Hürriyet, 12.04.2015

SİPARİŞLER 432 YIL SONRA GELİYOR

 

 

Topkapı Sarayı’ndaki Harem Dairesi’nin yanması üzerine III. Murat ve annesi Nurbanu Sultan’ın siparişlerini ve Venedik Senatosu’nun hediyelerini Venedik’ten getiren gemi 1583’te Granic’te battı. Hırvatistan açıklarında batan Granic, sualtı arkeologları ve tarihçilerin ilgisini çekiyor. Yapılan çalışmalarda çıkarılan avizeler, çinko ve demir hammaddeler, sandık, 54 metre kırmızı ipek dokuma kumaş, 300 gözlük, cam eşyalar, aynalar, pencere çerçeveleri, vazo ve heykeller önümüzdeki yıl Sabancı Müzesi’nde sergilenecek. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun Hürrem Sultan’dan sonra en çok konuşulan ismi Nurbanu Sultan’ın siparişleri 432 yıl sonra İstanbul’da olacak.  

Sultan çok üzüldü
III. Murat’ın padişah olduğu yıllarda Topkapı Sarayı’nda çıkan bir yangın Harem Dairesi’ne büyük bir hasar verdi. Pencerelerin bile kullanılamaz hale geldiği yangından sonra III. Murat, iyi ticari ilişkileri olduğu Venedik Devleti’ne pek çok sipariş verdi. Hürrem Sultan’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun en çok konuşulan kadını III. Murat’ın annesi Nurbanu Sultan da, Harem Dairesi’nin yenilenmesi için memleketi Venedik’ten kumaşlar, cam eşyalar, aynalar, vazolar, pencere çerçeveleri ve avizeler istedi.


Oğlu III. Murat ise dairenin yenilenmesi için çinko ve demir hammaddeler (küp şeklinde), civa, kurşun ve sülfat madeni, mangallar, usturalar, deri çerçeveler, variller, sepetler, gözlük ve cam çerçeveler sipariş etti. Siparişler Venedik’in savaş gemilerinden olan bir kalyona yüklenerek Ekim 1583’te yola çıktı. Ancak kış mevsiminde Adriyatik Denizi’ne açılan gemi, birkaç gün sonra bugünkü Hırvatistan’ın Zagar kenti açıklarında Granic Adası yakınında battı.  


Geminin battığı haberi Osmanlı Sarayı’na ulaştığında, tüm yükün 23-27 metre derinliğe gömülmesine kızan Nurbanu Sultan mümkün olduğunca malzemenin kurtarılmasını istedi. Venedik Donanması’nın en iyi 20 dalgıcı, Aralık 1583 ile Ocak 1584 arasında defalarca dalış yaparak bazı malzemeleri çıkardı. Fakat geminin asıl yükü kaldı. Ardından yağmacıların uğrak noktası olan gemin zamanla unutldu. 1967 yılına kadar hatırlanmayan gemiyii 1967-1973 arasında Ksenija Radulic ve Sofija Petricioli adlı bilim insanları ilk kez bilimsel olarak araştırdı. Çıkartılan eserler Zagar arkeoloji Müzesi’nde sergilenirken, siyasal sebeplerle bir daha çalışma yapılmadı.  

Kumun altından çıktılar
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TİNA) 2012’de harekete geçerek batığın tekrar incelenmesini sağladı. 2 yıl süren kazılar kumun altında kalan pek çok eser ortaya çıkartıldı. Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde bir konuşma yapan Granic Batığı Kazı Başkanı Zadar Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Irena Radic Rossi, geminin Osmanlı İmparatorluğu ile Rönesans geçiren dönemin Avrupa ülkeleri arasındaki ticari ilişkileri çok iyi anlattığını belirtti. Dünyanın en tanınan sualtı arkeologlarından olan İrena Radic Rossi, “III. Murat malzemeleri beklerken gemi batınca hayal kırıklığına uğramış. Çünkü, sarayda sanatkarlar Harem Dairesi’ni yeniden yapmak için hazır bekliyordu” eklinde konuştu.


TİNA Başkanı Oğuz Aydemir ise, geminin yükünün 55 metre uzunluğunda 15 metre genişliğinde bir alanda yer aldığını belirtti. Aydemir, “Çalışmalar sonucu çıkartılan tüm ürünlerin 2016’da Sabancı Müzesi’nde sergilenecek. Böylece Nurbanu Sultan’ın siparişleri 432 yıl sonra İstanbul’a ulaşmış olacak”  dedi.

 

Kalyon, Venedik ile Osmanlı arasında dolaştı
Batığın batmadan önce de ilginç bir hikayesinin olduğu öğrenildi. 1569’da Benedetto Da Lezze için Venedik’te inşa edilen gemi, Akdeniz’de ticari faaliyetlerde bulundu. 1571’de ise Cezayir beylerbeyi olan Uluç Ali Reis tarafından ele geçirildi. Venedikli bir devşirme olmasına rağmen dönemin en önlü Osmanlı korsanı olan Uluç Ali Reis gemiyi İstanbul’a getirdi. 10 yıl İstanbul’da kaldıktan sonra Peralı (Eski İstanbul) Odoardo Ra Gagliona’ya satılarak tekrar Venedik’e gönderildi. 2 yıl sonra da son seferini yapmak üzere Venedik’ten açıldığında bugünkü Dalmaçya kıyılarında battı.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 12.04.2015

MÜZE DOĞURACAK SERGİ

 

 

İki yılda hazırlanan ‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisi, MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün açıldı.

 

20 danışmanın yön verdiği sergiden yakında bir müze doğacak. Tabii, yer bulunabilirse… İstanbul’u açık hava müzesi gibi planlayan ve şehre pek çok eser hediye eden Mimar Sinan için hala bir müze yapılmamış olması bir yana, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün beş yıldır yer sorununu çözememesi ironik olduğu kadar acı.

 

Mimar Sinan hakkında bugüne kadar açılmış ‘en kapsamlı’, ‘en teknolojik’ sergi iddiasıyla yola çıkan ve hazırlık aşaması iki yıl süren “Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün açıldı. Serginin kapsamı ve teknoloji konusundaki iddiasını bir kenara bırakırsak, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile All Events Fuarcılık’ın işbirliği ve tarihçi, yazar, mimar ve akademisyenlerden oluşan 20 kişilik danışma kurulunun önderliğinde hazırlanan serginin iki önemli işlevi var. İlki, Mimar Sinan’ı dünyaya tanıtmak. Elbette Mimar Sinan dünyada tanınıyor ama mimarlık tarihinde hak ettiği kadar değil. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof.Dr. Demet Binan’ın verdiği bilgiye göre Londra’daki Victoria Albert Museum’un ‘mimarlık sanatı’ bölümünde Mimar Sinan’ın eserlerini göremiyorsunuz. Binan, “Halbuki Mimar Sinan ve Osmanlı klasik mimarisi olmadan dünya mimarlık tarihi doğru anlatılamaz. Bu, bizlerin de eksikliği. Sergimizle onu daha iyi anlatacağız.” diyor. Bu nedenle Tophane’deki sergi 31 Mayıs’ta kapandıktan sonra Kayseri, Ankara, Edirne, Bursa ve İzmir’in yanı sıra Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin önemli kentlerinde izleyicilerle buluşturulacak.

 

ESERLER MÜZEYE DEVREDİLECEK

İkinci önemli konu, “Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisinden bir araştırma merkezi ve müze doğacak. Tabii bir yer bulunabilirse… Sergi yurtiçi ve yurtdışındaki dolaşımını tamamlandıktan sonra tüm envanter ve materyalleri, nerede açılacağı muammaya dönen MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ne bağışlanacak. 427 yıl önce vefat eden, yere göğe sığdıramadığımız Mimar Sinan için şimdiye kadar bir müze açılmaması bir yana, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin yer talebine beş yıldır doğru dürüst cevap vermedi. En son, eskiden Sanatkarlar Okulu olan Tophane’deki arazide karar kılındı. Fakat orası da altından çıkan arkeolojik kalıntılar nedeniyle beklemede.

 

Aslında üniversite bünyesinde 1983 yılında kurulan bir Mimar Sinan Araştırma Merkezi var. Fakat bu merkez 1988’de maddi imkansızlıklar yüzünden kapanıyor, Demet Binan’ın gayretleriyle 2008’de tekrar açılıyor. Merkezin şu andaki yeri üniversitenin Bomonti kampüsünde 100 metrekarelik bir alan. Binan, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projeleri başladığından beri MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ni kurmak ve merkezi aktif hale getirmek için uğraşıyor fakat gelinen noktada işler kilitlenmiş. Daha müzenin yer sorunu çözülememiş. Müze için önce Mimar Sinan’ın mezarının da bulunduğu Süleymaniye Külliyesi ve Salis Medresesi’nin olduğu bölge isteniyor. Talebi duyan İstanbul Üniversitesi, çabuk davranıp burasını alıyor. Daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yakınlığı sebebiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kılıç Ali Paşa Medresesi’ni gösteriyor. Fakat burası başka bir vakfa tahsis ediliyor. Müdürlük, en son Tophane’deki, sergi mekanıyla aynı sırada yer alan, 19. yüzyılda inşa edilmiş Sanatkarlar Okulu’nu göstermiş.

 

"EN UYGUN YER SÜLEYMANİYE"

Demet Binan, müzede gelinen son durumu şöyle açıklıyor: “Şu anda Sanatkarlar Mektebi’nin arazisi kazı aşamasında, koruma kurulu bakıyor. O alana uygun proje yapılması lazım. Altta arkeolojik kalıntıları muhafaza eden, üst katta tek katlı bir merkez şeklinde bir proje. Bir proje sunuldu, fakat imar planları henüz çıkmadı. Müze için en anlamlı mekan, bence Süleymaniye’dir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, o yapı adasını şimdi kamulaştırdı. Biz de talebimizi yineledik, görüşmeler devam ediyor.” Müzenin neden Süleymaniye’de olması gerektiğini ve neden yapılmadığını ise serginin danışmanlarından mimar Cengiz Bektaş özetliyor: “Mimar Sinan’ın en önemli kentsel tasarım eseri Süleymaniye, Haliç’e Doğru basamak basamak iner. Mimar, o oylumu yaşatır insanlara. Avlusunda durduğunuzda İstanbul elinizde başka bir şehirdir. Ama bugün bakın, önü en kötü yapılarla dolu. Ben diyorum ki, orayı ne olur temizleyelim ve yavaş yavaş çıkarak görebileceğimiz bir Sinan müzesi yapalım. Ama oraları başka türlü görüyorlar ve müze yapmıyorlar.”

 

Mimar Sinan mercek altında...

‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisine, Mimar Sinan’ı yıllardır araştıran danışmanların yanı sıra Harvard Üniversitesi Ağa Han İslam Sanatı Kürsüsü Profesörü ve Ağa Han İslam Mimarisi Programı’nın direktörü Gülru Necipoğlu’nun 20 yılda hazırladığı, geçen yıl yayımlanan Sinan adlı eseri yön veriyor. Sinan’ı Anlamak, Kültürel Etkileşimler, Mimari Adap, Himayeciler ve Mimar Sinan, Hassa Mimarlar Ocağı, Haritalar ve Silüetlerde Sinan, Mimar Sinan Sözlüğü, Mimar Sinan Mercek Altında, Kubbe Mapping adı altında dokuz bölüme ayrılıyor.

 

Sinan’ı Anlamak...

Mimar Sinan’ı her zaman sunulan, bilindik ya da tek taraflı anlatımın ötesinde; kendi ağzından, farklı bakış açılarından ve coğrafyalardan, zaman içinde ona mal edilmiş efsanevi özelliklerden görmek, dinlemek fırsatı sunan bu bölüm, mimarlık dehasının hayatına ve onu Sinan yapan özelliklere genel bir bakış sunuyor. İzleyiciler bu bölümde Sinan otobiyografisinden seçme bölümleri bir ekrandan sayfa sayfa açarak okuyabilecek, mimarbaşının çok yönlü dehasının farklı başlıklarını kulaklıklardan dinleyebilecek, çeşitli görüş ve bakış açılarını tek bir pano üzerinde görebilecek, hakkında üretilmiş mitleri ele alan animasyonu izleyebiliyor.

 

Kültürel Etkileşimler...

İzleyiciyerin yaşadığı coğrafya ve kültürün etkileri ile büyük mimara yeni bir gözle bakmasını sağlayacak olan bu bölüm Sinan’ı ve eserlerini, geçmişiyle, yaşadığı 16. yüzyıl içinde parlayan diğer kültürlerle karşılaştırarak görme olanağı sunacak. Sinan’ın çağdaşı Palladio ile karşılaştırıldığı, aynı dönemde İstanbul’un ve Venedik’in benzer yönlerini ortaya konduğu, detaylı bir şema üzerinde aynı çağda Doğu, Batı ve Osmanlı tarih ve sanatının aktarıldığı bu bölüm geçmişin ve çevrenin mimari eserler üzerindeki ilgi çekici etkilerini izleyicilere aktarmayı hedefliyor. Ayasofya’nın aşılamayan mimarisi ile Sinan’ın rekabeti ve bu rekabetin rövanşı da resimler ve ilgi çekici bilgilerle bu başlık altında yer alıyor.

 

Mimari Adap...

İzleyicilerin, Sinan’ın eserlerine, mimarlığın altında yatan hiyerarşik, kültürel, coğrafi, dini, yapısal adap kodlarını çözerek bakma imkanı bulabileceği bu bölümde, ışıklı piramitler, çizimler, haritalar ve seslendirmeler aracılığıyla, mimaride birinci dereceden etkisi olan kurallar ile dönemin toplumsal dokusunun dini yapıları nasıl şekillendirdiği aktarılıyor.

 

Himayeciler ve Mimar Sinan...

Bu bölümde ziyaretçiler mimarlığın destekçilerle var olduğu bir dönemde yapıların ortaya çıkmasında en önemli etken olan himayecilerin sponsorluk süreçlerini, mimarbaşıyla ilişkilerini, bulundukları statüye göre şekillenen eserlerin hikayelerini seslendirme aracılığıyla dinleme, dönemde kadının yeri ile himayeci kadınların hikayelerini illüstrasyonlar aracılığıyla izleme olanağı buluyor.

 

Hassa Mimarlar Ocağı...

İzleyicilerin Sinan’ı, kendisinden önce gelen ve kendisiyle birlikte gelişip büyüyen Hassa Mimarlar Ocağı’ndan ayrı tutmadan, mimari ve şehir planlamasının, bir ekip işi olduğunu ve bu düzenin nasıl yürüdüğünü fark ederek değerlendirebileceği bu bölüm, Sinan’ın meslektaşlarını, usta ve işçilerini, dönemin inşaat süreçlerini, bu süreçlerin devlet mekanizması ile bağlarını, canlandırılmış minyatürler aracılığıyla izlenebileceği bir projeksiyondan 16. yüzyılın yapı dünyasının kapılarını aralıyor.

 

Haritalar ve Siluetlerde Sinan...

Sinan’dan önce, Sinan sonrası ve bugün olarak üçe ayırabileceğimiz İstanbul şehir siluetinin gravürler ve fotoğraflar aracılığıyla kavranabileceği görsellerden oluşan bir gösterimin sunulduğu bu bölümde Sinan’ın şehir topoğrafyası ve peyzajına uyumlu, çağının ihtişamını yansıtan yeni şehircilik anlayışını görsel olarak algılamak mümkün. Bu bölüm izleyicileri yüzyıllar arası bir İstanbul yolculuğuna çıkararak, haritalar, gravürler, resimler, müzikler ve şiirlerle bir saltanat şehrinin şekil değiştirişine şahit olmalarını sağlıyor.

 

Mimar Sinan Sözlüğü...

Bu bölümde dönemin mimari ve kültürel kimi sözcükleri ile oyunlar, sorular ve bulmacalar yer alıyor.

 

Mimar Sinan Mercek Altında...

Sinan’ı daha profesyonel bir merakla incelemeyi tercih edenler için düşünülmüş olan bu bölümde, mimarın külliyatı, otobiyografisi, dönemin Hassa Mimarlar Ocağı görevlendirme ve ödeme tabloları, yapıların kroki, plan, gravür ve fotoğrafları 28 metre uzunluğundaki dev bir masada, ekranlar, mercekler ve kataloglar aracılığı ile aktarılıyor.

 

Kubbe Mapping...

Bu bölümde, Sinan’ın yapılarındaki kubbelerin inşa süreçleri MSGSÜ Tophane-i Amire binasının tek kubbesinde video-mapping yöntemi ile aşama aşama ve üç boyutlu olarak izleyiciye aktarılıyor.

 

Sinan’ın minarelerinden dört mevsim İstanbul

31 Mayıs’a kadar devam edecek olan sergiye Cüneyt Karaahmetoğlu’nun hazırladığı “5 Asır Sonra Sinan’ın Minarelerinden 4 Mevsim İstanbul” belgeseli eşlik ediyor. Belgesel, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki camilerinin minarelerinden 12 ay boyunca yılın 4 farklı mevsiminin çekimlerinden oluşan 16 dakikalık ‘time lapse’ten oluşuyor. Belgesel için proje boyunca 170 bin İstanbul fotoğrafı çekilmiş; filmde 21 bin kare fotoğraf kullanılmış.

 

‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisi danışma kurulu

Mimar Prof.Dr. Bülent Özer, tarihçi Prof.Dr. Cemal Kafadar, mimar Prof.Dr. Demet Binan, mimar Prof.Dr. Doğan Kuban, müzebilim uzmanı Prof.Dr. Fethiye Erbay, sanat tarihçisi Prof.Dr. Gülru Necipoğlu, tarihçi Prof.Dr. Haluk Dursun, sanat tarihçisi Prof.Dr. Jale Nejdet Erzen, Mimar Prof.Dr. Reha Günay, sanat tarihçisi Prof.Dr. Selçuk Mülayim, geleneksel Türk el sanatları Uzmanı Prof.Dr. Sitare Bakır Turan, sanat tarihçisi Prof.Dr. Semra Germaner, mimar Prof.Dr. Suphi Saatçi, mimar Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, sanat tarihçisi Doç.Dr. Nurcan Yazıcı, mimar Cengiz Bektaş, kitap tasarımcısı Ersu Pekin ile arkeolog ve kültür tarihçisi Nezih Başgelen.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 11.04.2015

FATİH SULTAN MEHMET'İN EĞİTİM GÖRDÜĞÜ MEDRESE METRUK VAZİYETTE

 

 

Edirne'de Fatih Sultan Mehmet'in bir dönem eğitim gördüğü ve şu anda metruk vaziyette bulunan Saatli Medrese kurtarılmayı bekliyor.

 

Selimiye'den 128 yıl önce inşa edilen Üçşerefeli Camii'nin yanında aynı tarihte Saatli medrese de yapılmış.

 

Osmanlı padişahlarından II. Murat döneminde 1438-1447 yılları arasında inşa edilen medrese estetik bir mimariye sahip bulunuyor.

 

912 metrekarelik kullanım alanına sahip, 18 küçük 2 de büyük odası bulunan medresenin ortasında 282 metrekare büyüklüğünde iç avlu yer alıyor.

 

Avlunun bir kenarında yazlık dershane eyvanı ile kışlık dershane, diğer kenarında ise öğrenci hücreleri bulunuyor.

 

Odaların her birinde ocak, bazılarında dörder olmak üzere birçok hücre bulunan 568 yıllık medrese asırlar boyu ilim ve irfan yuvası olarak hizmet verdi.

 

Bir dönemin en prestijli eğitim ve öğretim yuvası zaman içerisinde önemini kaybetti. Kaderine terk edilen Saatli Medrese bakımsızlıktan viraneye döndü. Yanında bulunan Üçşerefeli Camii restore edilmesine rağmen medrese için somut bir adım atılmadı.

 

Kullanılmayan medreseyi alkol ve madde bağımlıları mesken tuttu. Medresenin kubbeleri üzerinde bulunan kurşunlar ise hırsızlar tarafından çalındı.

 

2012 yılında Alperen Ocakları üyeleri, gelen şikayet üzerine medreseye giderek yaklaşık 5,5 asırlık yapının içler acısı halini kamuoyuyla paylaştı.

 

Vatandaşlardan gelen tepkiler üzerine medresede temizlik çalışması başlatılarak yapı, çöplerden ve otlardan arındırıldı.

 

Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün kapı ve pencerelerini tahtalarla kapattığı medreseye 2013 yılında Edirne Müftülüğü talip oldu.

 

Üçşerefeli Camii'nin gölgesinde Kur'an kursu olarak hizmet vermesi planlanan medrese restore edilmesi şartıyla Haziran 2013 yılında müftülüğe devredildi.

 

Ancak aradan bir yıl geçmesine rağmen herhangi bir çalışma yapılmaması nedeniyle medrese, Ağustos 2014 tarihinde yeniden Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne geçti.

 

Şu anda metruk halde bulunan medresenin ihya edilmesi için Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü çalışmalara başladı.

 

Medresenin rölöve, restitüsyon, restorasyon, mekanik ve elektrik tesisatı projeleri hazırlanıyor. Ağustos 2014 yılında başlayan proje çalışmalarının önümüzdeki haziran ayında bitmesi bekleniyor.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 11.04.2015

GAZZE'DEKİ BANKSY KRİZİ SÜRÜYOR

 

 

Gazze’de ünlü sanatçı Banksy’nin yıkılmış evlerinin kapsına çizdiği  yüzbinlerce sterlinlik duvar resmini sadece 175 dolara satmaya ikna edilen evsiz Darduna ailesi eseri geri almaya bir adım daha yaklaştı.
 
Gazze polisi bir mahkeme emri uyarınca “Niobe” adı verilen ve bir Yunan tanrıçasını ağlarken gösteren duvar resmini Bilal Khaled isimli adamdan aldıklarını söyledi ve eserin konu çözülene dek Khan Yunis Halk Kütüphanesi’nde saklanacağını belirtti.
 
AFP’ye konuşan Rabie Darduna, “Bilal Khaled isimli adam bize bir ajans fotoğrafçısı ve  gazeteci olduğunu söyledi. Duvar resimlerini çalıştığı ajansın yaptırdığını ve bu eserleri geri almak istediklerini belirtti. Bize 700 şekel ödedi ve resmi alıp gitti” demişti.
 
Darduna daha sonra duvar resminin eserleri yüzbinlerce dolara alıcı bulan Banksy’e ait olduğunu öğrendiğini ve dolandırıldıklarını anladığını söylemişti.
 
Gerçek kimliğini gizli tutmayı seçen dünyaca ünlü sanatçı Banksy, Gazze’ye yaptığı gezi sırasına yarattığı eserlerle İsrail’in Filistin politikalarını şiddetle eleştirmişti.

Hürriyet, Haber: Birce Bora,11.04.2015

PHASELİS'TE TAHSİS İÇİN YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI

 

Antalya 1’inci İdare Mahkemesi, Rixos oteller zincirinin en özgün halkası olarak Phaselis Antik Kenti ve Beydağları Olimpos Milli Parkı etkileşim sahası içinde projelendirilen ‘Dream of Phaselis’ için yapılan tahsise ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi.

 

Dream of Phaselis, Antalya’da her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Phaselis Antik Kenti ve Beydağları Milli Parkı etkileşim sahası içinde 180 dönüm alan üzerine 208 oda, 6 tenis kortu ve 3 yüzme havuzuyla turizmci Fettah Tamince’ye ait Rixos zincirinin en özgün halkası olarak projelendirildi. Alan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından gruba tahsis edilirken, Antalya Valiliği de Sit antik kent ve milli park sınırları içindeki proje için ‘Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu gerekli değildir’ kararı aldı.

 

Aralarında Kemer Esnafları ve Turizmcileri Derneği, Doğa Dostları Spor Derneği, Çıralıyı Sevenler Derneği gibi sivil toplum örgütleriyle birlikte 15 isim projeye karşı hukuki mücadele başlattı. Önce Antalya 2’nci İdare Mahkemesi, ‘ÇED raporu gerekli değildir’ kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı aldı. Ardından Antalya 1’inci İdare Mahkemesi, alanın tahsisine ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi.

 

Mahkeme kararında, alanın özelliği dikkate alındığında başlayacak inşaat faaliyetlerinin telafisi güç zararlar doğurabilecek nitelikte olduğuna dikkat çekildi, keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına hükmetti. Davacıların konuyla ilgili yazılı açıklamasında, projenin kamu vicdanını yaraladığını belirterek, Akdeniz Üniversitesi’nin bölgede yaptığı teknik çalışmalar sonucu, tahsis edilen alanda daha önce saptanamamış çok sayıda antik kalıntıya ulaşıldığının altı çizildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Phaselis’in arkeolojik çalışmalarla değerlendirilmesinin, bölgemiz turizmine katkısı, buranın milli park olarak korunması otel projelerinden çok daha önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Alanda çalışma yapan bilim adamları en son bölgede 24 liken taksonu saptamış ve bu türlerden birinin Antalya’da daha önce bulunmadığını dile getirmişlerdir. İhtiyacımız olan şey, sahip olduğumuz doğal, kültürel ve tarihi değerlerimizi korumak ve geliştirmektir. Turistler bir bölgeye yalnızca orada oteller olduğu için gitmezler. Aynı zamanda bir bölgenin zenginliği sadece gelen turist sayısıyla, o bölgenin getirdiği gelirle ölçülemez.”

 

Milli parklar, doğal sit alanları ve tabiat alanları korunması gerekirken Türkiye’de vahşi bir şekilde yapılaşmaya açıldığına dikkat çekilen açıklamada, “10 yıla yakın bir süre boyunca, Beydağları Sahil Milli Parkı’nın sınırları değiştirilmiş, proje için gerekli alanlar turizme tahsis edilmiş, süreçler tersine işletilerek, usulsüz bir şekilde uzun dönem planları değiştirilmiş, imar planları projeye göre yeniden düzenlenmiştir” denildi.

haberler.com, 10.04.2015



5 - 11 Nisan 2015

AKP'Lİ BELEDİYE CAMİYİ YIKIP, AVM'YE YER AÇTI

 

Sincan Belediyesi, üzerinde tarihi cami ve imam hatip lisesi bulunan araziyi 99 yıllığına bir derneğe kiraladı.

 

 

Dernek camiyi ve liseyi yıkıp yerine AVM ve küçük bir cami yaptı. 17 Aralık operasyonlarının ardından Belediye “Bunlar paralel” deyip hem AVM’yi hem camiyi mühürledi.

 

Ankara Sincan’da bulunan “Kültür Değerlerimizi Yaşatma ve Eğitime Hizmet Derneği”, 2008’de üzerinde Merkez Camii ve imam hatip lisesi bulunan araziyi, 99 yıllığına AKP’li Sincan Belediyesi’nden kiraladı. Dernek yönetimi, araziye AVM, daha büyük bir cami, imam hatip lisesi ile Kur’an kursu yapmayı taahhüt etti.

 

Belediyenin onayı sonrası Dernek, cami ve imam hatip lisesini yıkıp bu araziye tanesine 2 milyon lira değer biçilen 166 iş yeri kapasiteli AVM inşasına başladı. Rant uğruna cami ve imam hatip lisesi için küçük bir yer ayrıldı. AVM inşaatı sona yaklaşırken 17-25 Aralık operasyonu patladı ve işler tersine döndü. Yıkılan caminin yerine yapılan AVM ile yeni camiye mühür vuruldu. Bu gelişme sonrası ne AVM ne de cami ile imam hatip lisesi hizmete girebildi.

 

 

CAMİ DERNEĞİNE OPERASYON YAPILDI

AKP’li belediyenin şikayeti üzerine, cami derneği yönetimine de el konularak kayyum atandı. “Paralelci olmakla’’ suçlanan cami Derneği ile Sincan Sanayicileri ve İşadamları Derneği (SİSİAD) yöneticilerinden 20 kişi önceki gün gözaltına alındı. Zanlılar, ‘’İhaleye fesat karıştırmak, dolandırıcılık, paralel yapıya ait bir dershaneye dernek kasasından usulsüz para aktarmakla’’ suçlanıyor.

 

MHP’Lİ ÜYE: AKP’Lİ BAŞKAN SUÇ ORTAĞI

Olay Sincan Belediyesi Meclis toplantısında da gündeme geldi. Belediye’nin MHP’li meclis üyesi Hamdi Yılmaz, “Buraya ilk izni AKP’li Belediye Başkanı Mustafa Tuna verdi. AKP’li Başkan ve bürokratlarında  ifadeleri alınmalı. Burada bir suç varsa bu tek taraflı olmaz. Başkan ve iznin altında imzası bulunan bürokratlar da suç ortağıdır” dedi. Başkan Tuna, 2002-2007  arasında AKP’den Ankara milletvekiliydi.

Sözcü, Haber: Zekeriya Albayrak, 10.04.2015

SADAKA TAŞLARI ŞİMDİ ÖKSÜZ

 

 

Yardımlaşmanın belki de en güzel örneği sadaka taşları.  Yardım eden ve edilen arasında köprü kuran, birini gururdan diğerini mahcubiyetten koruyan sadaka taşlarının çoğu günümüze ulaşamadı. Kalanlarsa ne oldukları bilinmediği için mahzun mahzun bekliyor. 

 

Eskiden, ‘taş’ değil, ‘sıcak aş’ denirmiş sadaka taşlarına. Çünkü soğuk taşın sıcak yüreğine emanet edilirmiş sadakalar, zekatlar. Bir cami duvarında, medrese taşında küçük bir oyuk açılır, akçeler orada birikir, ekmeğe ihtiyacı olanlar gelip ihtiyacı kadarını alırmış. Hiç bitmezmiş taşın yüreğindeki para, hiç kimse aç kalmazmış bu yüzden. Sokaklarda, köprü altlarında aç kalan, açlıktan ölen kimseye rastlanmazmış.

 

Osmanlı Devleti’nde sosyal yardımlaşmanın en güzel örneklerinden sadaka taşlarını günümüzde bulmak neredeyse imkansız. Ustaların elinde şekillenen ve insanların rahatlıkla ulaşabildiği duvar köşelerine konulan sadaka taşlarının büyük çoğunluğu kayıp. Bulunanların ise binalarda yapı taşı olarak kullanıldığı görülüyor.

 

İstanbul’da bir dönem 150’nin üzerinde olduğu tahmin edilen sadaka taşının bir örneği de Bursa Hocataşkın Mahallesi’nde restorasyonu devam eden Beyazıt Paşa Medresesi’nin duvarında bulunuyor. Tarihçi Mustafa Güleryüz, geçmişte Bursa’da 50 civarında sadaka taşı bulunduğunu söylüyor. Şimdi ise Muradiye Camii ile Beyazıt Paşa Medresesi’nde olmak üzere iki adet sadaka taşı bulunduğuna dikkat çeken Güleryüz, bunların da eski işlevinin aksine yapı taşı olarak kullanıldığını dile getiriyor.

 

Herkes ihtiyacı kadar alır kimse aç kalmazmış

Sadaka taşlarının camilerin ön tarafında, insanların ulaşabileceği yüksekliğe konulduğunu hatırlatan Güleryüz, şu bilgileri veriyor: “Osmanlı döneminde öyle bir medeniyet yaşanmış ki, sadaka taşları bu medeniyetin ulaştığı noktayı gösteriyor. Zengin insanlar, sadaka ya da zekat vermek isteyenler, sadaka taşına akçe bırakır, ihtiyacı olan da ihtiyacı kadarını alırmış. Herkes için ekmek parası mutlaka bulunurmuş. Herkes ihtiyacı kadar aldığı için orada hiç para bitmez ve kimse aç kalmazmış. Sosyal yardımlaşmanın en güzel örneklerinden biridir bu.”

 

Yeni nesil, sadaka taşlarını görmüyor, bilmiyor

“Şimdi böyle bir uygulama olsa köprü altı insanları, gençler bu durumda olmaz.” diyen Güleryüz, “Günümüzde sadaka taşlarının büyük bölümü kayıp, ya kırıldı ya da atıldı. Var olanlar da cami duvarlarında yapı taşı olarak kullanılmış durumda. Orijinal yerlerinde durmuyorlar. Halbuki orijinal yerlerine konulsa ve üzerine ‘sadaka taşı’ yazılıp işlevi anlatılsa, yeni nesil bunları öğrenecek, yardımlaşmanın hem gerekliliğini hem de geçmişte ecdadın bunu nasıl yaptığını görecek, belki bunun benzerini günümüzde uygulayacak. Yeni nesil bunları bilmiyor, bu taşları göremiyor.” diye konuşuyor.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 10.04.2015

VAN GÖLÜ 600 BİN YAŞINDA

 

 

Van Gölü’nde yapılan araştırmada, bilinenin aksine gölün 400 bin değil 600 bin yıl yaşında olduğu belirlendi.

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mühendislik- Mimarlık Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayşegül Feray Meydan, yaptığı açıklamada, alınan örneklerde aynı zamanda iklim değişiklikleri ve küresel ısınmanın nedenlerinin de araştırıldığını ve bunun 11 yıl sürdüğünü söyledi.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Almanya'dan Bremen ve Bonn üniversiteleri ile İsviçre Çevre Bilimleri Enstitüsü'nün ortaklaşa yürüttüğü, TÜBİTAK ve Uluslararası Karasal Bilimsel Sondajlama Programı (ICDP) tarafından desteklenen proje kapsamında, göl yüzeyine kurulan platformlarla çalışma yapıldı.

Gölün yaklaşık 700 metre derinliğinden alınan örneklerin incelenmesi sonucu, Van Gölü'nün yaşının 600 bin yıl olduğu belirlendi.

Sabah, 10.04.2015

BOĞAZ'A NAZI İHYA:AHŞABI RESTORE ETTİLER BETON ÇIKTI

 

Kandilli'de denize 200 - 300 metre mesafede ve daha önce yeşilliklerle kaplı olan alanda 3 katlı bir yapı ortaya çıktı. 'Eski eseri ihya' maddesiyle yapılan bina ahşaptan betonarmeye döndü... Üstelik bina için ağaçların yok edildiği görülüyor... Ama bununla da bitmiyor: Projenin mimarı o bölgeye bakan Koruma Kurulu'nun üyesi!

 

 

Kandilli sahil yolu üzerinde birkaç aydır hummalı bir inşaat yükseliyor. Boğaziçi ön görünüm alanında denize 200 – 300 metre mesafede ve daha önce yeşilliklerle kaplı alanda 3 katlı betonarme bir yapı ortaya çıktı. İnşaat tabelasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü,  2. Grup Korunması Gerekli Kültür Varlığına ait Restorasyon Projesi ve Havuz + Set Altı Garaj + Kameriye inşaatı yazıyor. İnşaatın mal sahibi olarak da STFA Grubu'nun ortaklarından Tomris Taşkent görünüyor.

 

Önce Yandex haritaları ve panoramik fotoğraflardan baktım; inşaatın yerinde ağaçlık bir tepe var. Yani yolun kenarından itibaren kot farkı yükselerek devam ediyor. Yerinde ne ev ne de inşaat bulunuyor. Sonra tarihi fotoğrafları taradım. 1930’lu yıllarda henüz sahil yolu yapılmadan önce ve 20. Yüzyılın başında yaşanan yangından sonraki döneme ait bir fotoğrafta beyaz bir yapının varlığı görünüyor. Ancak bu yapı daha sonra, 1940’larda, Lütfi Kırdar’ın Belediye Başkanlığı döneminde yapılan sahil yolu sırasında istimlak edilip yıkılmış. Fotoğrafta bina üç katlı, ahşap ve kiremit çatılı olarak görünüyor...

 

 

70 YIL SONRA BETONA DÖNDÜ

Yol için yıkılan ahşap bina, sahil yolunun kenarındaki parsele yaklaşık 70 yıl sonra betonarme olarak yeniden yapılıyor. Ancak yamaç ve yeşil görünen arazi tıraşlanıyor. Kaç ağaç kesildi, ne kadar hafriyat çıkarıldığı ise bilinmiyor. Yeni yapılan proje de üç katlı; ama ahşap değil beton! Tabelada “korunması gerekli kültür varlığı restorasyonu” olarak gösterilen hangi evin restore edildiği ise tam bir muamma. Çünkü o parselde ev yok. Hatta evin temeli bile yok. Temel yolda kaldı. Üstelik bir de garaj ve havuz yapılıyor.

 

2960 sayılı Boğaziçi İmar yasası diyor ki; “Boğaziçi Alanında tarihi ve doğal güzelliklerin yoğunlaştığı kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgesinde doğal yapıyı tahrip eden veya niteliğini bozanların fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde iki aydan bir yıla kadar hapis ve 200.000 liradan 500.000 liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, bu filleri işleyenler, doğal yapıyı en geç bir yıl içinde aslına uygun hale getirmekten sorumludurlar. Aksi halde doğal yapı Boğaziçi İmar Müdürlüğünce, masrafları iki katı ile failden ve mal sahibinden müteselsilen tahsil edilerek aslına uygun hale getirilir.”

 

RESTORE EDİLEN EVİN TEMELLERİ SAHİL YOLUNUN ALTINDA

Bu maddeye rağmen Boğaziçi İmar Müdürlüğü inşaat iznini vermiş.

 

Diğer yandan eski eserlerin ihyası Koruma Kurullarının tabi olduğu 702 sayılı ilke kararı doğrultusunda uygulanıyor. 702 sayılı ilke kararının b) fıkrası şöyle diyor:

“Bu alanlarda mevcut yıkıntı temeller üzerine, o temellerin ait olduğu eski yapı, korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyorsa, ayrıca içinde bulunduğu sitin tarihsel kimliğinin yeniden canlandırılmasında önemli bir boşluk yaratıyorsa, yapıya ait eski bilgi, resim, gravür, fotoğraf, anı belgeleri vb. dokümanlarla restüte edilebileceği ilgili Koruma Bölge Kurulunca kabul edildikten sonra restitüsyon projesi düzenlenerek ve kurulca onaylanarak eski yapının yeniden ihya edilebileceğine…’’

 

Buradaki ihya uygulaması bu maddeye uymuyor. Çünkü bu evin temelleri sahil yolunda kaldı. Ayrıca evin kültür varlığı olması ayrı bir şüphe. Lakin kültür varlığı ise neden ahşap değil betonarme yapılıyor?

 

PROJENİN MİMARI KORUMA KURULU ÜYESİ

Diğer yandan projenin mimarı Metin Zeydanlı inşaatın yapıldığı bölgeye bakan Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun üyesi. Aynı zamanda Koruma Yüksek Kurulu üyesi. Koruma kurul üyeleri görev yaptıkları bölge sınırları içinde proje müellifi olmamaları gerekiyor. Telefonla aradığımız Metin Zeydanlı sorularımıza şu cevabı verdi:

“Proje 2863 sayılı yasanın 6 maddesine dayanılarak yapıldı. Biz eski eseri ihya ediyoruz. Eski fotoğrafları eserin mevcut. Yol yapımı sırasında eser yıkılmış. Biz de aynı parselin gerisine yıkılan binanın aynısını yapıyoruz. Yola terk edilen yer ile aynı parsel üzerindeyiz. Sadece parselin gerisine yeni binayı inşa ediyoruz. Bu proje koruma kurulundan 2 yıl önce onaylandı. Ben kurula 6 ay önce üye oldum. Yüksek kurul üyeliğim de 10 gün önce gerçekleşti. Üye olduğum zaman bakanlığa aynı bölgede projem olduğunu söyledim. Projenin yüzde 75’i bitmişti. Müelliflikten ayrılabilirim dedim. Bakanlık ayrılmama gerek görmedi. Projeyle ilgili üyesi bulunduğum kurula bir tadilat ya da benzer bir dosya ile müracaat olursa o toplantıya katılmam, görüş bildirmem.”

 

 'İHYA'DAN ÖNCEKİ HALİ

 

ŞİMDİKİ HALİ



Radikal, Haber: Ömer Erbil, 10.04.2015

RUSYA'DAN YUNANİSTAN'A ÇİFT ANLAMLI JEST: ALMANLARIN ÇALDIĞI İKON'U İADE ETTİ

 

Yunanistan’da, Avrupa Birliği ’nin mali baskılarına karşı Rusya’yla daha sıcak eleştiriler geliştiren Syriza hükümetine, Moskova yönetiminden anlamlı bir jest geldi.

 

Rus Sputnik haber ajansının Yunan heyetinden edindiği bilgiye göre, Nazi subayı Friedrich Wilhelm Müller'in, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman işgali sırasında, Yunanistan’daki Sparta Manastırı'ndan çaldığı Aziz Nicholas ve Aziz Spyridon ikonu, Rusya’da resmi bir ziyarette olan Yunan heyetine verildi.

 

Rusya'nın bu ikonu Yunanistan'a vermek için satın aldığı belirtiliyor.

 

Yunanistan hükümeti, Avrupa Birliği kaynaklarına yönelik borçları nedeniyle sıklıkla gerginlik yaşadığı Almanya'ya karşı, İkinci Dünya Savaşı'na yönelik olarak 'savaş tazminatı'nı gündeme getirmiş, bu öneri Almanya tarafından tepkiyle karşılanmış ve 'aptalca' bulunmuştu. 

Radikal, 09.04.2015

MİMAR SİNAN'IN ÖLÜMÜNÜN 427. YILINDA TMMOB MİMARLAR ODASI'NDAN BASIN BİLDİRİSİ

 

TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Mimar Sinan'ın ölümünün 427. yılında bir basın bildirisi yayınladı.

 

Basın bildirisi şöyle:

 

Mimar Sinan'ı Ölümünün 427. Yılında Saygı ile Anıyoruz

Mimar Sinan'ı 427. ölüm yıldönümü nedeniyle, Mimarlar Odası'nın tüm birimleriyle birlikte gelenekselleşmiş anma etkinlikleri çerçevesinde, 9 Nisan 2015 Perşembe günü, saat 11.00'da Süleymaniye Külliyesi'ndeki mezarı başında saygıyla anıyoruz.

Takip eden hafta boyunca ise Mimarlar Odası'nın tüm birimleri, kentlerinde çok sayıda ulusal ve uluslararası etkinlik düzenliyorlar. Mimarlar Odası, her iki yılda bir Ulusal Mimarlık Ödülleri kapsamında mimarlık alanında önemli yapıtlara imza atmış, meslek etiğine bağlı, deneyimli meslektaşlarımızı Mimar Sinan'ın adını taşıyan "Mimar Sinan Büyük Ödülü" ile onurlandırmaktadır.

Koca Sinan'ı andığımız bugünlerde ülkemizde her alanda uygulanmakta olan "yağmacı ve otoriter" politikalar nedeniyle, ne yazık ki toplumumuza mimarlık, kentleşme ve uygarlığımızın esenlikli bir geleceği adına güzel gelişmelerden söz edemiyoruz.

Ülkemizin her bakımdan kaosa sürüklendiği bu ortamda Mimar Sinan'ın akılcı mimari anlayışının özünü oluşturan araştırma, öğrenme, anlama, çağdaş bir mimari yaratma, sürekli olarak kendini aşma çabaları anlaşılamamaktadır. "Demokratik normlar ve hukuk" fiilen askıya alınmış; bilim ve katılımcılık düşüncesi ise yok sayılmaktadır.

Kamu denetiminin tamamen ortadan kaldırıldığı; "kentsel dönüşüm" adı altında yağmanın önünün sınırsız bir şekilde açıldığı ve kuralsızlığın "kural" haline geldiği koşullarda Meslek Odalarının "özerk-kamu kuruluşu" niteliğinin yok edilmesi ve işlevsizleştirme operasyonları fütursuzca sürdürülmektedir.

Mimarlar Odası olarak, Koca Sinan'ı ölüm yıldönümü nedeniyle saygıyla anarken, "Sinan'a saygısızlık" olarak nitelediğimiz; ülkemizin bütün geleceğini karartan, kentlerimizi kimliksizleştiren ve rantiyenin şantiyesine dönüştüren; kamu yararını ve bilimi hiçe sayan bu çılgınlıklarından bir an önce vazgeçilmesi için çabalarımızı kararlılıkla sürdürmekte olduğumuzu bir kez daha vurgulamak isteriz.

Bu çerçevede ülke yöneticilerini, yerel yönetimleri, yatırımcıları ve ilgili tüm kesimleri mimarlığımıza, kentlerimize, Koca Sinan'a ve yarattığı eşsiz değerlerle birlikte tüm doğal ve kültürel mirasımıza sahip çıkmaya bir kez daha çağırıyoruz.

Arkitera, Haber: İlknur Sudaş, 09.04.2015

DANIŞTAY SULUKULE İPTALİNİ ONADI

 

 

İstanbul 4 . İdare Mahkemesi,  Sulukule projesini "kamu yararına" uygun değil diyerek Nisan 2012'de iptal etmişti. Fatih Belediyesi bu kararın yürütmesinin durdurulması için Danıştay'a başvurmuştu. Ağustos 2013’te Danıştay 14. Daire, Belediyenin talebini reddetmişti. Bianet'ten Nilay Vardar'ın haberine göre, Danıştay, şimdi de İstanbul 4. Daire’nin iptal kararını esastan onadı. Yani Sulukule avan projesini iptal eden mahkeme kararına karşı Fatih Belediyesi’nin itiraz hakkı kalmadı. Ancak Fatih Belediyesi, daha Danıştay kararı gelmeden ağustos 2013’te yeni bir proje hazırlamış, bu proje koruma kurulundan geçmişti. Avukat Hilal Küey, ikinci projeye karşı da hem Mimarlar Odası hem de kendilerinin Sulukuleliler adına dava açtığını, o davanın sürdüğünü belirtti. Küey, savunmalarında mahkemenin iptal ettiği avan proje ile yeni hazırlanan avan proje arasında herhangi bir farklılık olmadığını belirteceklerini söyledi.

Sol Haber, 09.04.2015

İSTANBUL'UN ENDÜSTRİ MİRASI HARİTALANDIRILIYOR

 

Dila Gökalp Architects, yapıların dinamiklerini anlamak için hazırladığı ön çalışmalardan yola çıkarak İstanbul'un endüstri mirasını haritalandırmaya ve dijital ortamda sunmaya hazırlanıyor.

 

 

Dila Gökalp Architects, endüstri yapıları üzerine geliştirdiği nitelikli dönüşüm projeleri kapsamında derlediği bilgilerle İstanbul'un endüstri mirasını belgeliyor. Dila Gökalp Architects ekibinin, İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileriyle birlikte endüstri mirasına dikkat çekerek, bu yapılarla ilgili farkındalık yaratmak ve kent hayatına katılmalarını sağlamak amaçlı başlatılan tasarım araştırması ışığında, İstanbul'un potansiyel endüstri mirası haritalandırılacak. Bu haritalama dijital ortama aktarılarak tasarlanan bir akıllı telefon uygulaması ve web sayfası aracılığıyla herkesin kullanımına açılıp gündelik hayatımızın bir parçası haline gelebilecek.

 

 

Dila Gökalp Architects, bu tür yapıların uygun bağlamlarda dinamiklerini anlamak için birçok veri elde etmiş. Bu veriler ışığında, İstanbul'un nitelikli endüstri yapılarını belgeleyen bir altyapı oluşmuş. Mimar Dila Gökalp bu altyapının paylaşımının önemli olduğunu vurguluyor ve İstanbul'un endüstriyel birikimini belgeleyecek olan bu disiplinler arası çalışma için "Biz bu çalışmaya, bizi çok heyecanlandıran endüstri yapılarının mekansal ve yapısal özelliklerini anlamak için, tasarım araştırması yapmak amacıyla başladık. Karşımıza büyük bir birikim çıktı ve bunun neden daha ulaşılabilir bir bilgi haline gelmediğini düşünerek bir çalışma kurgulamak istedik. İstanbul'un endüstri mirası, kuşkusuz epey araştırılmış ve incelenmiş bir alan. Biz de bu konunun uzmanlarına ulaşıyoruz ve bilgi paylaşımında bulunuyoruz. Bizim gibi bu konuyla ilgili birikimi olan ve heyecan duyan herkesi de projemizin parçası olmaya davet ediyoruz." diyor.

 


Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 08.04.2015

TARİHİN ARASINDAN SIYRILAN BİR YAPI

 

Jeroen Schipper Architects'in Rotterdam'da tasarladığı müze, tarihi doku arasından sıyrılarak kendini ortaya koyuyor.

 

 

Maassluis kasabasında yer alan Museum Foundation Maassluis için genişletme çalışmaları 1980'lerde başladı. 

 

 

JSA tarafından tamamlanan dar cepheli yapı genişletilen alanın giriş bölümü olarak tasarlandı.

 

 

Girişin yenilenmesi, müzenin genişletilme projesinin 3 temel faaliyetinden biri. 1980'den önce algılanması zor olan müze için Jeroen Schipper bağlam ile olan hassas ilişkinin farkında olduklarını bu ilişkiyi formda yakalamaya çalıştıklarını belirterek müze ile ilgili; "kentin sahip olduğu mimari kodları temel aldık. Dikeyde yükselen, sokağa dar cephesi olan bir yapı. Dokuda çağdaş bir yapı olarak öne çıkacak ve onu gece ve gündüz farkedilebilir kılacak bir tasarım," diyor.

 






Arkitera, Derleyen: Derya Gürsel, 08.04.2015

ZİR VADİSİ İÇİN BAKANLIĞI GÖREVE ÇAĞIRDI

 

 

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Zir vadisinin tahrip edildiğini belirterek, “Zir Vadisi’nde kepçeler dolaşıyor, koruma kurulu ne iş yapıyor? Kültür Bakanlığı’nı acilen göreve davet ediyoruz” dedi.

 

Tezcan yazılı açıklamasında, Zir vadisinin Sincan-Yenikent yerleşkesine 5 km uzaklıkta 2. derece arkeolojik sit alanı olduğunu vurguladı. Buna karşın alana kepçelerle girildiğini belirten Tezcan, “Arkeolojik sit alanında kepçe ile kazı yapılamaz. Bir ülkenin en önemli arkeolojik değerlerinin hiçe sayıldığı bir süreçle karşı karşıyayız. Ermeni Mezarlığından kalan kemikler ortalarda dolaşıyor. Buradaki Mezar taşlarının bir kısmı Sincan Belediyesi’nin bahçesinde sergilendi ama şu anda bunların nerede olduğu bilinmiyor. Sincan belediyesinin bahçesinde yer alan ama şu anda nerde olduğu bilinmeyen eserlerin de nerede olduğunun kamuoyuna açıklanmasını istiyoruz. 2. Derece Arkeolojik sit alanı içerisinde yeni setlemelerle tarım alanları açılmış, halk piknik yapıyor. Kültür Bakanlığı’nı acilen göreve davet ediyoruz” dedi.

 

Zir Vadisi çevresinde parsellerin 49 yıllığına kiralandığı duyumlarını aldıklarını da ifade eden Tezcan, “Zir Vadisi’nin hemen yakınında büyük bir alanın parselinin 49 yıllığına kimde olduğunu merak ediyoruz. At çiftliği, balık çiftliği yaklaşımlarıyla kime parsellendi. Gökçek’in parsel parsel mevzuu ile ilişkisi var mı kamuoyuna açıklansın” dedi.

Gerçek Gündem, 08.04.2015

LETOON ÖREN YERİNDE ÇEVRE DÜZENLEME ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Muğla İli, Seydikemer İlçesi sınırları içinde yer alan ve UNESCO Dünya Miras Listesinde bulunan Letoon ören yerinde; içinde çok amaçlı bir salonla birlikte, kafeterya, satış mağazası, tuvaletler, gişe, turnike gibi bir çok işlevle birlikte gezi güzergahı, yürüyüş yolları, bakı ve dinlenme alanları gibi peyzaj düzenlemelerini içeren bir çevre düzenleme projesi hazırlanarak ihale edilmiş, 02.12.2014 tarihinde de ilgili firma tarafından çalışmalara başlanmıştır.


Söz konusu proje kapsamında Kazı Başkanı Doç.Dr. Sema ATİK KORKMAZ tarafından yapılan son dönem çalışmalarını konu alan başvuru neticesinde projede bazı değişiklikler yapılması gündeme gelmiş olup söz konusu değişiklikleri içeren revize projeler ilgili Koruma Bölge Kurulu’nun onayına sunularak uygun görüş alınmıştır. Letoon Ören Yeri çevre düzenlemesi işinin 2016 yılı turizm sezonunda tamamlanması hedeflenmektedir.



Çevre Düzenleme Projesi Vaziyet Planı

 


Çevre Düzenleme Projesi Giriş Karşılama Üniteleri

 


Tapınaklardan Genel Görünüm


kulturvarliklari.gov.tr, 07.04.2015

BELEDİYENİN KAZI ÇALIŞMASINDA BİZANS MEZARLARI BULUNDU

 

Bilecik merkeze bağlı Vezirhan Belde Belediyesi’nin sosyal tesis kurmak için başlattığı kazı çalışmaları sırasında, Bizans dönemine ait olduğu iddia edilen iki mezar bulundu.






Vezirhan Belediyesi, sosyal tesis yapmak için belediyeye ait arazide çalışma başlattı. Kepçeyle kazı çalışmasına başlandığı sırada, insan kemiklerine rastladı. Görevlilerin durumu bildirmesi üzerine bölgeye gelen Bilecik Merkez Komutanlığı’na bağlı ekipler, konuyu Bilecik Müze Müdürlüğü’ne bildirdi. Bölgeye gelen iki müze görevlisi, 10 günlük hummalı çalışma sonucu biri çocuk mezarı olmak üzere 2 mezar ortaya çıkardı. Müze görevlileri kemik kalıntılarını toplayarak, bölgede gerekli incelemeleri yapacaklarını bildirdi.






Konu hakkında açıklama yapan yetkililer, Vezirhan Belediyesi’ne hizmet binası yapmak için temel açan kepçenin insan kemiklerine rastladığını belirttiler. Açıklamada, “Bu durumu hemen yetkililere bildirildi ve kemiklere, hangi tarihe ait olduğu tespit edilmek için el kondu. İlk etapta bu mezarlar Bizans dönemine ait olabileceği söylendi ama tam net bir bilgi yok. Yapılan araştırmalar sonucunda netlik kazanacak, bu mezarların Müslüman mezarı olmadığı kesin” denildi.


Öte yandan, Jandarma olay yerini güvenlik şeridine alırken, Bilecik Müze Müdürlüğü çalışanları kemikleri inceleyerek, fotoğraflarını çekti. Ekipler, kemiklerin hangi döneme ait olduğunu tespit edecek.


Milliyet, 07.04.015

URARTU TARİHİ, MÜZEYLE HAYAT BULACAK

 

 

Van'da 1972 yılında şehir merkezinde hizmete giren, 2011'de meydana gelen iki büyük depremde ise hasar gören Van Müzesi'nin yerine Van kalesinin kuzeyine yapılan yeni Urartu müzesinin yapımı tamamlandı.

 

Görkemli yapısıyla dikkat çeken Urartu müzesi 13 bini kapalı 50 bin metrekare alana sahip. Araç parkı, oturma alanları ve kefelerin de bulunacağı Urartu müzesi 15 milyon 235 bin liraya mal oldu.

Van'da 23 Ekim ve 9 Kasım 2011'de meydana gelen 7.2 ve 5.6 büyüklüklerindeki iki depremde kent merkezindeki müze binasının hasar görmesi üzerine, Van Kalesi'nin yanına yeni bir müze binası yapılmaya başlandı. 3 yıl önce yapımına başlanan Van Urartu Müzesi'nin yapımı tamamlandı. 13 bini kapalı 50 bin metrekare alana sahip Urartu Müzesi, 15 milyon 235 bin liraya mal oldu. Eserlerin yerleştirilmesinden sonra faaliyete girecek olan müzede 5 bine yakın eser sergilenecek. Urartu müzesinin dünyada tek olduğunu belirten Van Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Aktuğ, yeni müzenin Urartuların başkenti Tuşba'da yeniden tarihe ışık tutacağını söyledi.

YIL SONUNDA AÇILMASI PLANLANIYOR
Müzenin, 'Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı' kapsamında 2012 yılı içerisinde temelinin atıldığını anlatan Muzaffer Aktuğ şun bilgileri verdi:
"1972 yılında hizmete giren müzemizde 2 bin eser sergileniyordu. Müzemizde ise envantere kayıtlı 38 bin eserimiz var. Kayıtsız eser sayımız ise 5 bin. Yani toplam 43 binin üzerinde esere sahibiz. Bu eserler Urartu'ya, Asurlara, Selçuklulara, Osmanlılara ait binlerce yıllık geçmişi olan eserler. Bu eserlerin bir çoğunu müzenin küçük olması nedeniyle sergileyemiyorduk. Van kalesinin kuzey yamacına Kalkınma Bakanlığı Cazibe merkezleri adı altında yeni bir müze yapıldı. Bu müzemizde ise 5 bine yakın eser sergilenecek. Bu sergilenecek 5 bin eser canlandırma yöntemiyle ziyaretçilere sunulacak. Müzemiz Doğu Anadolunun en büyük müzesi konumunda. Müzeyi yıl sonu itibariyle ziyaretçilerimize açmayı düşünüyoruz."

DHA, Haber: Murat Çağlar, 07.04.2015

ONLARCA 16:9 VAR!

 

Marmara Denizi'nden çekilen bir fotoğraf, aslında İstanbul'un silüetini bozan onlarca gökdelen olduğunu gözler önüne serdi.

 

 

Zeytinburnu'ndan yükselen ve “Tarihi Yarımada”nın siluetini bozan 16:9 gökdelenleri uzun zaman Türkiye'nin gündemini meşgul etmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bunları görünce kahroluyorum" demişti. Erdoğan'ı kahreden bu görüntü Beyoğlu'ndan görülebiliyordu. Oysa Marmara Denizi'nden bakıldığında durumun daha içler acısı olduğu ortaya çıktı. Deniz açıklarından çekilen bir fotoğraf aslında tarihi imajı bozan yıllar önce yapılmış onlarca gökdelen olduğunu gözler önüne serdi. Üstelik fotoğrafın çekildiği nokta İstanbul'a denizden giriş yapan turistlerin, şehri ilk gördükleri yer. Artık cruise gemileriyle şehre gelen yabancılar, zarif minareleri ve paha biçilemez kubbeleri değil gri beton yığınlarını görüyor. Bu karede turistlerin izlerini sürdüğü Türk-İslam mimarisi değil, sert hatlarıyla kasvet enjekte eden post-modern yapılar var.


PROST'UN DA EMELİ BUYDU
Aslında şehirde gerçekleşen bu tahribat on yıl önce değil, 80 yıl önce başladı. Yeni rejim, İslami bir mimarinin hakim olduğu İstanbul'un modernizasyonu için Fransa'dan bir mimar ithal etti. İşe Ayasofya'nın çizimleri ile başlayan Mimar Henri Prost, Vatan, Millet, Fevzipaşa ve Ordu Caddelerinde 200 küsur cami, sayısız türbe, medrese, hamam ve sebili yıktırdı. Taammüden, Haliç'i sanayii sahası yaptı, Okmeydanı'nı gecekonduya açtı. Bilahare rant yükseldi ve bir daha da yama tutmadı...

 

 

OLACAK İŞ Mİ YANİ?
Arkadaki gökdelenlerle kıyaslarsanız Kız Kulesi'nin kuleliği kalmamış. Canım iki buçuk katlı kule mi olur?  Hele bakın şu Bizansın yaptığına!

 

 

ŞİRKET-İ HAYRİYE DE OLMASA
Anadolu tarafı da farklı değil, Göztepe Feneryolu sahillerinden tanıdık bildik tek oyuncu var: Dumanını savura savura giden şehir hatları vapuru. 


Türkiye Gazetesi, Fotoğraflar: İrfan Özfatura, 07.04.2015

BU DA TÜRKİYE'NİN PİSA KULESİ!

 

 

Elazığ’da Selçuklu dönemine ait bin yıllık tarihi Harput Ulu Cami’nin minaresinin, İtalya’da bulunan Pisa Kulesi’nden daha eğik olduğu belirlendi. Caminin minaresinin 3 ile 7 derece arasında değişen eğikliğinin Pisa Kulesi’nden daha fazla olduğunu söyleyen Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. İsmail Aytaç, “Ulu Cami minaresinin 3 ile 7 derece açı farkıyla eğim içerisinde olduğunu belirledik. Bu açılar Pisa Kulesi’nden daha fazla. Biliyoruz ki Harput Ulu Cami’nin minaresi şu anki şerefenin üst kısmı, en az mevcut olduğu kadar daha vardı.

Restorasyon ile en azından mevcut halinin korunmaya çalışıldığını biliyoruz. Bu eğiklik hala yapıyı ayakta tutması bakımından önemlidir” dedi.

 

Pisa Kulesi, İtalya’nın kuzeyindeki Pisa şehrinde Piazza dei Miracolide (İtalyanca Mucizeler Meydanı) yer alıyor. 1063-1090 yıllarında yapılan şehir katedralinin çan kulesi, ana yapıdan ayrı olarak 1173’te yapıldı ve zaman içinde 4.5 derece eğildi.

Habertürk, 07.04.2015

İKİ YALIYA 'TARİHİ İHYA'

 

 

2002’de esrarengiz bir yangınla kül olan ve THY eliyle yeniden yaratılan Boğaz’ın en nadide eserlerinden Naime Sultan Yalısı bahçesine, Anıtlar’dan izinle, orijinal planlarında yer alan seyis evi ve hamam asıllarına uygun olarak inşa edilecek.

 

Boğazİçİ Köprüsü’nün hemen altında, Boğaz’ın mavi sularının yanında, 2002 yılında bir gece yarısı çıkan şüpheli yangında kül olan Naime Sultan ve yanındaki Hatice Sultan Yalısı, kullanım hakkının Türk Hava Yolları’na verilmesinin ardından yeniden hayat bulmaya başladı.


Yüzde 80’i yanan Naime Sultan Yalısı’nın restorasyon ve diğer inşaat işlerini, Süleymaniye ve Ortaköy camileri, Kabe’deki revakların restorasyonu ile Anadolu yakasında Mimar Sinan Camisi ve Çamlıca Cami’nin inşaatını yapan Gürsoy Grup üstlendi.


Dış hava koşullarından zarar görmemesi için etrafı kapatılıp korumaya alınan Hatice Sultan Yalısı ise ‘askıya alma” tekniğiyle havaya kaldırılıp altına çelik destekler konuldu. Yalı daha sonra parça parça restorasyona alındı.

90 YILLIK HARİTADAN
1927 yılından kalma pervititch sigorta haritalarında ve 1940 yılından kalma hava fotoğraflarında Naime Sultan Yalısı’nın bahçesinde görülen, ancak zamanla yok olan seyis evi ve hamam için de Anıtlar Kurulu’na başvuruda bulunuldu. Anıtlar Kurulu her iki yapının da ‘ihya’ edilmesi projesine onay verdi. Her iki yapının temellerine ulaşabilmek için Naime Sultan Yalısı’nın bahçesinde arkeolojik kazı çalışmaları da yapıldı. Binaların temel röleveleri alındıktan sonra iki bina da aslına uygun olarak yeniden inşa edildi. Seyis evi yapılacak otelin restoranı olarak kullanılacak.
THY’nin “Boğaz’ın yeni markası” olarak hayata geçirdiği otel projesi kompleksi, Hatice ve Naime Sultan yalıları dışında, selamlık, karakol, hamam, pavyondan oluşuyor.

OTEL OLACAK
THY, VIP yolcularını deniz yoluyla otele getirip, check-in işlemlerini otelde yapıp, tekrar tekneyle uçağa götürecek. Naime Sultan Yalısı ile hemen yanındaki Hatice Sultan Yalısı, 96 odalı otel olarak müşterileri ağırlayacak. Otelin bütün odaları “Sultan odası” yani “Kral dairesi” olacak.

 

Birileri yaktı ama kimse bulunamadı

Naime Sultan Yalısı’ndaki yangının nedeni, ilk polis kriminal raporunda  elektrik kontağı olarak belirlendi. Ancak ikinci rapor aksi yönde çıktı. Bu raporda binanın benzinle tutuşturulduğu tespiti yapıldı. Ancak binayı kimin, ne amaçla yaktığı asla belirlenemedi. Yangının ardından, binanın restore edileceği, okul olarak kullanılacağı açıklandı. Ancak öyle de olmadı. Yalının bahçesi önce otopark oldu, ardından da yalı restore edilip otel olması için kiraya verildi.

 

Yandı otopark oldu

II. AbdülhamİD’in kızı Naime Sultan için 1800’lerde inşa edilen yalı, 1909’dan 13 Temmuz 2002’deki yangına dek Gaziosmanpaşa İlkokulu olarak kullanıldı. Yangınla kullanılamaz hale geldi. Yalının bahçesi 5 yıl boyunca da İstanbul Trafik Vakfı’nca otopark olarak kullanıldı.

KULÜPTÜ
1800’lerin sonunda V. Murat’ın kızı Hatice Sultan için inşa edilen yalı ise 1972’de Yüzme İhtisas Kulübü’ne tahsis edilmiş, sözleşmesi yenilenmeyen kulüp, 2006’da polis aracılığıyla tahliye edilmişti. 2008’de İl Genel Meclisi’nce yapılan ihale ile KDV hariç yıllık 5 milyon 400 bin liraya, okul yapmak için gelir sağlamak amacıyla 25 yıllığına, THY’nin yüzde 50 ortağı olduğu ikram kuruluşu Türkish Do&Co’ya kiraya verilmişti.

 

‘Bu bir  ihya değil yapılaşma’

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Ali Hacıalioğlu, Naime Sultan Yalısı’nın bahçesine yapılan seyis evi ve hamamla ilgili şu iddialarda bulundu: “İhya yolunun, tamamı mutlak yapılaşma ve inşaat yasağı altındaki yerlerde inşaatın gerekçesi olarak kullanıldığını sıkça görüyoruz. Tarihi yarımadada da benzer uygulamaları var. Burada temel bir yanlış var. Naime Sultan Yalısı müştemilatı olduğu anlaşılan yapının, ihya yoluyla yeniden elde edilmesi süreci, aslında günümüzdeki otele kiralanan yapıya bir ek hizmet binası elde etmek.”

Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest, 07.04.2015

ASPENDOS'UN 'CAN DAMARLARI' ZAMANA DİRENİYOR

 

Antalya'nın Serik İlçesi'nde, amfi tiyatrosuyla ünlenen Aspendos antik kentinde bulunan tarihi su kemerleri zamana tanıklık ediyor.

Kuzeydeki dağlardan Aspendos'a su getiren bir kilometre uzunluğundaki kemerler, yüksek bir mühendislik becerisini ortaya koyuyor. Eski çağlardan günümüze kadar ulaşan nadir örnekler arasında bulunan su kemerleri, kentin "can damarları" olarak nitelendiriliyor.

Suyun kaynağından kente getirilmesini sağlayan 15 metre yüksekliğindeki kemerler, ustaların ellerinde şekillenen taşlarıyla da dikkati çekiyor.

Aspendos'ta bulunan bir yazıt, yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği vazgeçilmez mekanlar arasında yer alan su kemerlerinin Tiberius Claudius Italicus tarafından yaptırıldığını ve şehrin hizmetine sunulduğunu anlatıyor.

Mimari özellikleri ve yapılış tekniği bakımından MS 2. yüzyılın ortalarına ait olduğu sanılan su kemerleri, fotoğraf tutkunlarını da kendisine çekiyor.

Kralın kızını alabilmek için yaptırıldı
Tarihi kemerlerin kralın kızını almak için yaptırıldığına dair bir hikaye de Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinde yer alıyor.

Sitedeki bilgiye göre hikaye şu şekilde gelişiyor:
"Aspendos kralı, şehre kimin en fazla hizmet sunabileceğini görmek için bir yarışma düzenleyeceğini, kazananın kızı ile evlenebileceğini ilan eder. Bunu duyan sanatkarlar çalışmaya koyulur. Nihayet karar günü geldiğinde kral herkesin çabasını bir bir inceler ve iki aday seçer. Bu adaylardan birincisi şehre su kemerleri ile çok uzak mesafelerden su getiren bir sistemi kurmayı başarmıştır. İkinci aday ise tiyatroyu inşa etmiştir. Kral birinci adaydan yana karar vermek üzere iken tiyatroya bir daha bakması istenir. Tiyatronun en üst galerisi civarında gezinirken nereden geldiği belli olmayan bir sesin derinden ve defalarca 'Kralın kızı bana verilmeli' dediğini duyar. Büyük şaşkınlık yaşayan kral sesin nereden geldiğini arar ancak bulamaz. Bu kişi tabi ki yarattığı şaheserin akustiği ile övünen ve sahnede çok kısık bir sesle konuşan tiyatronun mimarının ta kendisidir. Sonunda güzel kızı mimar kazanır ve düğün töreni de bu tiyatroda yapılır."

Sabah, 06.04.2015

ANTİK KENTİN ORTASINA BUĞDAY EKTİLER

 

 

Osmaniye’de bulunan ve Çukurova’nın Efes’i olarak adlandırılan Kastabala-Hierapolis antik kentinin tarım arazisi olarak kullanılması ve antik kentin ortasına buğday ekimi yapılması, görenleri hayrete düşürdü.

 

  

 

Osmaniye’nin 12 kilometre kuzey-kuzeybatısında, Cevdetiye-Karatepe yolu üzerinde, Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında yer alan, geçmişi arkaik-klasik döneme (MÖ 7. yüzyıl) uzanan, 2. ve 3. yüzyıllarda Roma döneminde altın çağını yaşayan Kastabala antik kentinin şu anki durumu görenleri şaşırtıyor.






2009 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kazı çalışmaları başlatılan Kastabala antik kenti sütunlu ana cadde, kale, tiyatro, hamam, pazar yeri gibi özelliklerinden dolayı Anadolu’daki Roma dönemine ait Perge, Bergama ve Efes antik kentleri ile aynı özellikleri taşıdığı için Çukurova’nın Efesi olarak adlandırılıyor.


Kastabala antik kentinde küçük bir ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ kalesi de mevcut. Kastabala Antik Kenti böylesine önemli bir yer olmasına rağmen sütunlu ana caddeye köylüler tarafından buğday ekimi yapılmış olması ise gelen ziyaretçileri hayrete düşürüyor. Antik kentin doğu ve batı taraflarını buğday tarlaları kaplamış durumda.


Osmaniye İl Kültür Müdürlüğü’ne bağlı Müze Müdürlüğü’nden bir yetkili ise, antik kentteki buğday tarlaları için “Buranın durumu biraz karışık. Kimi yer köy merası, kimi yerler ise şahıslara ait. Şu an için kazı çalışmaları Gaziantep Üniversitesi tarafından devam ediliyor. Ancak bir an önce antik kentteki şahıslara ait olan tarım arazilerinin kamulaştırılması lazım” şeklinde konuştu.

Milliyet, 06.04.2015

YETİ BU KADIN MI?

 

Oxford Üniversitesi’nden ünlü genetikçi Bryan Sykes, 19. yüzyılda Rusya’da yaşamış olan “Maymun kadın” lakaplı bir kadının “Yeti” efsanesinin kaynağı olabileceğini iddia etti.

 

Prof. Sykes, Gürcistan-Rusya sınırında yaşamış olan kadının Batı Afrika kökenli bir DNA türü taşıdığını açıkladı.

 

Teorisini The Nature of the Beast isimli yeni kitabında açıklayan Sykes, 19. yüzyılın ortalarında Abhazya’da bir toprak ağasının Zana isminde 198 cm boyunda ve tüm vücudu kıllarla kaplı kadın bir köle ele geçirdiğini söyledi.

Hürriyet, 06.04.2015

ULU CAMİ, BETON YIĞINLARININ ARASINDA KAYBOLDU

 
Tarihi ve doğal güzellikleri ile bilinen Bursa'da, son yıllarda artan betonlaşma sebebiyle tarihi yapılar görünmez oldu. Şehrin sembollerinden Ulucami, TOKİ'nin dev konutları arasında adeta kayboldu.

 

İl merkezindeki Doğanbey TOKİ konutları, Bursa'nın siluetininin en önemli parçası Ulucami'yi görünmez kıldı. Uludağ'ın eteklerinden bakıldığında, devasa konutlar göze çarpıyor. Hemen önündeki 20 kubbeli Ulucami ise güçlükle seçiliyor. Artan betonlaşma, başta Ulucami olmak üzere tarihi hanlar bölgesini, adeta esir aldı. Tarihi ve doğal güzellikler, çirkin yapılarların gölgesinde kayboldu. Devasa binalardan rahatsızlıklarını dile getiren şehrin sakinleri, Ulucami gibi tarihi güzelliklerin görünmemesi karşısında üzgün olduklarını dile getirdiler.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 05.04.2015

SULTAN ALPARSLAN'IN MEZARI BULUNDU MU?

 

Türklere Anadolu'nun kapılarını açan Malazgirt Fatihi Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın türbesini ortaya çıkarmaya yönelik Türkmenistan'ın Merv kentinde Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından yürütülen kazılarda, önemli bulgulara rastlanıldı.

 

 

Merv kentindeki Selçuklu Sultanı Alparslan'ın türbesini ortaya  çıkarmaya yönelik yürütülen kazı çalışmalarının eş başkanlarından Selçuk  Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Osman Eravşar, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Türkmenistan  Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhamedov arasında Sultan Alparslan'ın Mezarının  Bulunması ve Türbe İnşası Projesi protokolünün imzalandığını hatırlattı. 

 

 

KAYNAKLAR CUMA CAMİİ'Nİ İŞARET EDİYOR

Projenin, TİKA bünyesinde yürütüldüğünü anımsatan Eravşar, Sultan  Alparslan'ın mezarının bulunması ve türbe inşası projesi kapsamında  görevlendirildiğini söyledi. 

 

Çalışmalara Merv'de yüzey araştırması yaparak başladıklarını anlatan  Eravşar, Sultan'ın kabrinin nerede olduğuna dair Ortaçağ kaynaklarını  incelediklerini bildirdi. 

 

Eravşar, bilimsel çalışmalar ışığında elde edilen verileri  derlediklerini belirterek, şöyle devam etti:

"Bizden önceki heyet beş farklı nokta belirlemiş. Görevi devralınca  önceki çalışmaları okuduk, gelinen noktada yapılanları anlamaya çalıştık. 'Acaba  neresi olabilir' diye sorduk, kendi içimizde tartıştık. Aslında Ortaçağ  kaynakları açık şekilde şunu söylüyor; 'Sultan Alparslan bir Cuma Camii'ne  defnedildi. Dönemin kaynakları Sultan'ın cenazesinin Merv'e getirilip, Cuma  Camii'ne defnedildiğini gösteriyor.  Bu bilgiden hareketle bizim yaklaşımımız şu  oldu; 'Acaba hangi Cuma Camisi'nde mevta bulunuyor? Çünkü Merv'de üç tane Cuma  Cami'si olduğu biliniyor. Bunlardan birisi Beni Mahan Cuma Camisi, diğeri  Mescid-i Atik ve bir diğeri de Macan Cuma Cami'sidir." 

 

 

İKİ FUTBOL SAHASI ALANDA ARANIYOR

Prof.Dr. Eravşar, Selçukluların Merv'i fethettiğinde Gavur Kale ve  Beni Mahan Cuma Camisi'nin bulunduğu bölgenin terk edildiğini ifade ederek,  sözlerini şöyle sürdürdü: 

"1992-2001 yıllarında İngilizler kazı çalışması yapmış. Onların  topladıkları bilgilere göre Gavur Kale'nin sadece sanatkarların yerleştiği iskan  olmadığını anlıyoruz. Bu bilgiler Beni Mahan Cuma Camisi'nin 10. yüzyılda  kullanılmadığını, terk edildiğini gösteriyor. Türkmen bilim adamı Tirkeş  Hocaniyazov, kazı araştırmaları yapmış ve Beni Mahan Camisi'nin planını tam  olarak kazılar sonucunda ortaya koymuş. Bilinen bir yapı, türbe orada olsaydı,  Hocaniyazov bunu görürdü. Diğer cuma camisi Mescid-i Atik (Köhne Mescid) yine  aynı nedenlerle 10. yüzyılın başında terk edilmiş. Geriye bir tek cami kalıyor o  da Macan Cuma Cami'sidir. Bu cami Merv'in merkezinde Sultan Sencer Türbesi  yakınında bulunuyordu. Moğol istilası sırasında tahrip olmuş, Harzemşahlar  döneminde yeniden bazı bölümleri yapılmış. Bu caminin sınırlarını belirlemek  mümkün değildi. Yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğünde bir alanı kapladığını  düşünüyoruz. Avlusu ile oldukça büyük bir yapı." 

 

 

RUS BİLİMADAMLARI DA ARAMIŞ

 

"Buraya ilişkin 19. yüzyılda Çarlık Rusya'sında bilimler akademisinden  Yukovski, Merv anıtları hakkında araştırma yapıyor" diyen Eravşar, şunları  söyledi: 

"O da 'Alparslan'ın mezarı neredeydi' diye soruyor. O da bizim  gittiğimiz yoldan giderek, Sultan Alparslan'ın mezarının Macan Cuma Camisi'nin  içinde olduğunu belirtiyor. bugün alanın üzeri toprakla kaplanmış, değişik  kümeler ve yığınlar var. Bölgede geçmiş yıllarda Rusların yaptığı kazılarda ve  Sultan Sencer Türbesi'nde yapılan restorasyonlar sırasında çok ciddi tahribatlar yapılmış. Ayrıca burada yapılan araştırma ve çalışmaların da düzenli bir kaydı  tutulmamış. Elimizde bunlarla ilgili herhangi bir bilgi bulunmuyor." 

 

TÜRBE MAHAN CAMİİSNDE

Eravşar, şu bilgileri verdi: "Alanın içerisinde dört farklı nokta belirlendi. Türkmen bilim  adamlarının önerdikleri bölgeler de vardı. Alanın güney doğu kısmında  yoğunlaştık. Çalışmalar sırasında bölgede bir önemli bir Selçuklu yapısına ait  olduğunu düşündüğümüz çini ve mimari parçalar ele geçirildi. Bunların içerisinde  bir kitabe parçası var ki bu bizi heyecanlandırdı. Ancak ne yazık ki kırılmış,  tahrip olmuş. İlerleyen yıllarda ve kazılarda bu kitabenin diğer parçalarını  bulursak, en azından bu yapının mimari kimliği ve türbenin bu yapının içerisinde  nerede olduğu sorusu cevaplanmış olur

 

Alparslan'ın türbesine çok yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Şu an  için bunu söylemek zor. Çalışmalara başladığımız ilk günden itibaren doğru yerde  olduğumuzu düşünüyoruz. Türbeyi doğru yerde arıyoruz. Yanlış bir yerde olduğumuzu  düşündürecek bugüne kadar herhangi bir bilgiyle karşılaşmadık. Çalışmalarda  caminin zemin döşemelerini bulduk. dolayısıyla caminin içerisindeyiz ama neresindeyiz? Bu iki futbol sahası büyüklüğündeki alanda türbenin yerini konumlandırmanız gerekiyor. Ayrıca alanın üzerinde yer yer 12 metre yüksekliğinde  toprak tabaka var. Bu şunu gösteriyor, bu yapı çok derinlerde. Öncelikli  hedefimiz türbeyi bulmak. Camiyi bulduk ve buranın belirli yerlerindeyiz. Türbe  nerede diye soruyu sorup belirli ipuçlarını arıyoruz." 

 

Kazı Eş Başkanı Prof. Haşim Karpuz ise "Bizim ortaya koyduğumuz bulgular bize yön verecek bilgilere sahip. 2015'te en azından türbeye ilişkin yeni bilgi ve bulgulara  ulaşacağımızı umut ediyoruz." diye konuştu.

Milliyet, 05.04.2015

 

DAEŞ, tarihi kenti yıktı. DAEŞ, Dünya Mirası listesinde yer alan Hatra antik kentinde bulunan yapıları yıktığını gösteren bir video yayınladı.

 

Daha önce birçok tarihi eseri ve kültür mirasını yok eden DAEŞ, Irak'ta bulunan ve Birleşmiş Milletler Dünya Mirası listesinde yer alan antik kent Hatra'yı yıktığını gösteren bir video yayınladı.

Videoda, kentteki yapıların balyozlarla yıkıldığı ve silahlarla tarandığı görülüyor.

Hatra, 1987'de UNESCO'nun dünya mirası listesine alınmıştı. UNESCO dünya mirası listesinde olan Hatra 2 bin yıl önce Pers İmparatorluğu zamanında kuruldu. Kentte 163 gözetim kulesi ve çok sayıda hamam bulunuyor.

Wılceş, Sentruk, Abdsima ve Sentruk Darham isimlerinde dört Hristiyan kralın hüküm sürdüğü Hatra kenti, Musul'un 110 kilometre güney batısında yer alıyor.

Kentte Asur medeniyetinden kalma, MÖ üçüncü yüzyıla kadar uzanan tarihi kalıntıların bulunduğu belirtiliyor. Hatra, arkeolojik önemi bakımından Suriye'deki Palmira ve Lübnan'daki Baalbek kentleriyle kıyaslanıyor.

 


Sabah, 05.04.2015

SELİMİYE CAMİİ 24 SAAT ZİYARETÇİLERE AÇIK OLACAK

 

 

Edirne'de bulunan tarihi Selimiye Camii, bundan sonra Kabe gibi 24 saat boyunca ziyaretçilere açık olacak. Müftü Emrullah Üzüm, üç haftadan bu yana camiyi 24 saat ziyaretçilere açık tutmaya başladıklarını söyledi.

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Mimar Sinan'ın ustalık eseri Selimiye'yi, her yıl yüzbinlerce insan ziyaret ediyor. 540 yıllık tarihi geçmişi bulunan cami, sahip olduğu estetik mimari yapısıyla yıl boyunca ziyaretçi akınına uğruyor. Özellikte Ramazan ayında, önemli gün ve gecelerde dolup taşan camiyi görmek isteyen insanlar kilometrelerce yol kat ediyor. Yaz döneminde ise Türkiye'ye akın eden gurbetçiler, Selimiye'yi ziyaret ettikten sonra yollarına devam ediyor. Ancak güvenlik nedeniyle asırlık caminin kapıları yatsıdan sonra cemaat ve ziyaretçilere kapanıyordu. Yatsıdan sonra gelen insanlar, camiyi ancak dışarıdan görebiliyordu. Camide namaz kılmak isteyen insanlar ise ancak kapı önlerinde ibadet yapabiliyordu.

 

Muhteşem Selimiye'nin 24 saat boyunca ziyaretçilere açık tutulması için çalışma başlatıldı. Özel güvenlik sayısının artırılması ve güvenlik tedbirlerinin alınmasından sonra cami gün boyu ziyaretçilere açık hale getirildi. Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm, yaptığı açıklamada, üç haftadan bu yana camiyi 24 saat ziyaretçilere açık tutmaya başladıklarını söyledi. Gelen ziyaretçilerin, yatsıdan sonra dışarıda, kapı önlerinde namaz kılmalarının üzücü bir durum olduğunu ifade eden Üzüm, "Bundan çok olumlu geri dönüşler aldık. Şu an itibariyle gelen gruplar olabilir, hatta gece yarısı gelenler olabilir." dedi.

 

Selimiye'nin, ziyaret amacıyla seyahat edilen camilerden biri olduğunu belirten İl Müftüsü Üzüm, "Selimiye, mimari olarak camilerin zirvesidir. Selimiye Camii üzerinde estetik ve mimari açıdan daha yukarıda bir cami yok dünyada. Dolayısıyla bu, Edirne için çok büyük bir fırsat, şans ve değerdir. Bundan sonraki zamanlar Beytullah her zaman 24 saat açık ise Selimiye Camii de her vakitte çocukların, gençlerin, ailelerin ziyaret ettiği bir cami haline gelecek. Gece de açık kalmasıyla çok önemli bir ziyaret mekanı olacaktır. Bu, Edirnemiz için hakikaten çok önemliydi." diye konuştu.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 05.04.2015

SUR-U SULTANİ'YE ÜÇ AŞAMALI RESTORASYON

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı'nı çevreleyen tarihi surların restore edilmesi için çalışma başlattı. Yaklaşık 4 kilometre uzunluğundaki surlar 3 etapta projelendirilecek. 3 etabın da devam eden proje çalışmasının haziran ayında tamamlanması hedefleniyor. Projelerin Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanmasının ardından yaklaşık 4 kilometre uzunluğundaki Sur-u Sultani'nin restorasyonu gerçekleştirilecek. Restorasyon çalışmasıyla, Topkapı Sarayı'nı barındıran surların da eski ihtişamına kavuşması sağlanacak.

FATİH YAPTIRMIŞTI
Fatih Sultan Mehmet, 1453'te İstanbul'u fethedince, yarımada ucunu bir üçgen şekline sokan "Sur-u Sultani" surlarını yaptırdı. Surlar 28 kule ile desteklenmiş olup, Demir Kapı, Bab-ı Hümayun, Otluk Kapı olarak adlandırılan 3 büyük kapı ve 3 küçük kapı ile 70 hektar büyüklüğündeki saray alanına giriş sağlanmıştı.

Sabah, 05.04.2015

GAP TURİZMİNE KÜLTÜR ŞOKU!

 

 

Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan GAP Eylem Planı’nda turizm ile ilgili yapılan çalışmalar tamamlandı. Bölgenin turizminin harekete geçirilmesi hedeflenirken yapılacak Süryani Kilisesi ile 300 bin Süryaninin bölgeye gelmesi hedefleniyor. Gerek istihdam gerekse turizm gelir artışını sağlayacak yenilikçi projeleri hayata geçirmeyi amaçlayan master plan “Turabdin Kültür Haftası”nı da içine alıyor. GAP bölgesinde yer alan “Hah (Anıtlı) Kilisesi”, “Mor Evgin Manastırı” ve “Mor Kiryakus Manastırı”nın restore edilerek ziyarete açılması planlanıyor.

Kültürel ve inanç zenginliği Turabdin olarak adlandırılan bölgede ön plana çıkıyor. Buradaki kilise ve manastırların birçoğu halen günümüzde de kullanılıyor.

İnanç parkı geliyor
İlk tapınak Göbeklitepe, Nuh’un gemisiyle anılan Cudi Dağı, Hz. Nuh Peygamber’in Türbesi’nin bulunduğu Cizre, Hz. İsa’nın oniki havarisinden biri olan Yohanna’nın yaşadığına ve İncil kopyalarını sakladığına inanılan Rumkale, Deyrul Zafaran ve Deyrul Umur Manastırları iç içe geçmiş yaşamların ve inançların örneklerini oluşturuyor.


GAP Bölgesi Turizm Master Planı’nda ayrıca, kültürel ve dinsel çeşitliliğinin bütüncül bir yaklaşımla ele almayı hedefleyen, “Nusaybin İnanç Parkı Projesi” düşünülüyor.

Milliyet, Haber: Kıvanç El, 05.04.2015

TARİHİ BADA KÖPRÜSÜ RESTORE EDİLİYOR

 

Beyşehir İlçesi'nde, Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen tarihi Bada Köprüsü restore ediliyor.

 

İlçeye bağlı Bayavşar Mahallesi sınırları içerisinde yer alan Osmanlılar döneminden kalan tarihi köprü, bir süre önce can ve mal güvenliği açısından büyük tehlike arz etmesi nedeniyle araç trafiğine kapatılmıştı. Araç trafiğine kapatıldıktan sonra oluşan hasarların giderilmesi için restore edilmesine karar verilen Bada Köprüsü ile ilgili Karayolları 3. Bölge Müdürlüğü tarafından çalışma başlatıldı. 

 

Karayolları tarafından ihaleye çıkarıldıktan sonra işi üstlenen firma tarafından başlatılan restore çalışmalarının bitme aşamasına geldiği belirtildi. Ulaşıma kapatılan tarihi köprünün paralelinde uzanan servis yolundan trafik akışı sağlanmaya başlanırken, geçtiğimiz yıl başlanan restore çalışmaları son aşamaya geldi.

 

200 takvim günü içerisinde bitirilmesi beklenen tarihi köprünün tamamlanmasının ardından yeniden araç trafiğine açılması bekleniyor.

Radikal, 04.04.2015

NARMANLI HAN İŞTE BU HALDE!

 

 

Beyoğlu Kent Savunması’nın talep ettiği gibi bunca yaşanmışlıktan sonra eskinin korunduğu, müzelerle, dükkanlarla dolu bir kamusal alan mı? Yoksa otel veya AVM’ye dönüştürmeyeceklerinin sözünü veren Mimar Sinan Genim’in “yedi dükkan, iki restoran” diye formüle ettiği biçimde restore edilmiş bir bina mı?

 

184 yaşındaki Narmanlı Han’ın geleceği henüz netleşmiş değil. Genim’in restitüsyon projesi Anıtlar Kurulu’ndan geçmiş durumda. Restorasyon projesi içinse hazırlık aşaması sürüyor. Bu arada Beyoğlu Kent Savunması da projeye itiraz etmeyi, Han’ın önünde eylemler düzenlemeyi sürdürüyor.

 

Yaklaşık olarak 15 yıldır kapalı durumda olan Narmanlı Han 1831 yılında Rus Büyükelçiliği binası olarak hizmete açılmış. 1880 yılında büyükelçilik birimleri şimdiki Rus Konsolosluğu’na taşınınca bina 1914’e kadar Rus hapishanesi olarak kullanılmış. O tarihten sonra da Rus Ticaret Ofisi’ne dönüştürülmüş. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra bir müddet boş kalan bina, Beyaz Ruslar’ın İstanbul’a akın etmesiyle yeniden canlanmış ama Ruslar 1933 yılında binayı satmaya karar vermiş. Bu güzel binayı 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Erzurum’da deri ticaretiyle uğraşan ve daha sonra İstanbul’a taşınan Narmanlı ailesi satın almış.

 

SANATÇI ODALARI

Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler sanatsever insanlarmış. Ticaret hayatında çok iyi paralar kazanan bu iki kardeş Narmanlı Han’ın az sayıdaki dükkanını ticaret erbabına kiralamış ama kalanını çok ucuz bedellerle sanatçılara vermeyi tercih etmiş. Ahmet Hamdi Tanpınar, Aliye Berger, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Firsek Karol, Neş’et Atay gibi sanatçı ve yazarlar uzun yıllar burada ikamet etmiş. Ermeni cemaatinin en eski gazetelerinden biri olan Jamanak’ın ofisi de tam 60 yıl boyunca bu handaymış. İstanbul’un ilk konfeksiyoncularından biri olan Antoine Visconti’nin mağazası da Narmanlı’nın dükkanlarından birinde yer alıyormuş. İşte tüm bu sebeplerden dolayı bu esere 1933 yılından itibaren Narmanlı Yurdu adı verilmiş. Çünkü olanakları kısıtlı olan sanatçıların yurdu olmuş bu han.

 

1970’lerden itibaren Beyoğlu alt üst oldu. Galatasaray’ı var eden Levantenler ve Rumlar 1955’te uğradıkları gerici yağmalardan ve saldırılardan itibaren semti ve ülkeyi terk etmeye başladı. Tarlabaşı ve Beyoğlu’nun ar- Rus Konsolosluğu’na taşınınca bina 1914’e kadar Rus hapishanesi olarak kullanılmış. O tarihten sonra da Rus Ticaret Ofisi’ne dönüştürülmüş. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra bir müddet boş kalan bina, Beyaz Ruslar’ın İstanbul’a akın etmesiyle yeniden canlanmış ama Ruslar 1933 yılında binayı satmaya karar vermiş. Bu güzel binayı 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Erzurum’da deri ticaretiyle uğraşan ve daha sonra İstanbul’a taşınan Narmanlı ailesi satın almış. sanatçı ODALARI Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler sanatsever insanlarmış. Ticaret hayatında çok iyi paralar kazanan bu iki kardeş Narmanlı Han’ın az sayıdaki dükkanını ticaret erbabına kiralamış ama kalanını çok ucuz bedellerle sanatçılara vermeyi tercih etmiş. Ahmet Hamdi ka sokakları kocaman bir bataklığa dönüştü. Sanatçılar semtten uzaklaştı. Binalar metruk hale geldi. Sokaklar eski neşesini kaybetti.

 

1980’lerin sonundan itibaren semt yeniden hareketlendi ama Narmanlı Yurdu’ndaki sanatçılar çoktan çekip gitmişlerdi. Onların boşalttığı yerlere tüccarlar yerleşmiş, avlunun ortasındaki binaya ise bir noter taşınmış, han ıssızlaşmıştı.

 

Ama yine de güzeldi. Hanın kapısından girdiğinizde İstanbul’un curcunasından kurtulur, avluda oturup çay kahve içerdiniz. Mevsiminde akasyalar açardı bahçede, mor salkımlar sarkardı pergolalardan. Ama yeni tüccarlar kendi ihtiyacına göre binalara eklemeler yapmaya başlamıştı. Narmanlı ailesi de adeta küsmüştü bu eski yurtlarına.

 

HAN KAPANIYOR

1990’larda Beyoğlu yeniden hayat bulmaya başlayınca Narmanlı ailesi hanı restore edip yeni bir fonksiyon vermeye karar verdi. Restorasyon projesini Mimar Halil Onur yaptı. O devirlerde eski yapıların üstüne cam cepheli beton eklemeler yapılmasına izin veriliyordu. Onur’un yaptığı projede böyle üç kat vardı. Ve tabii çok kötüydü. Bu projeye göre hanın altı oyulacak ve ortaya çıkan alana bir de otopark koyulacaktı. Anıtlar Kurulu projeyi onaylamıştı. Ben de bu projeyi o dönem çalıştığım gazetede haberleştirmiştim. Mimarlar Odası devreye girdi ve dava açarak projeyi iptal ettirdi.

 

SON PROJEDE DURUM

O günden sonra han tamamen kapandı. 2013’ün aralık ayında Narmanlı Yurdu, Tekin Esen ve Mehmet Erkul’a satıldı. Yeni sahipleri restorasyon projesini Dr. Mimar Sinan Genim’e yaptırdı. Daha önce Pera Müzesi, Galatasaray Postanesi gibi Beyoğlu’ndaki ve Demre’deki Noel Baba Müzesi’nde de imzası olan Genim’in Narmanlı projesinde iptal edilen projeye göre bir takım farklılıklar var.

 

Örneğin o projede otopark alanı bulunmuyor. Ekstra kat çıkılması öngörülmüyor. Hanın mümkün olduğu kadar aslına sadık kalınarak restore edileceği iddia ediliyor. Yedi dükkanın yanı sıra, bir restoran ve bir kafenin hizmete açılması planlanıyor. Binanın ortasında yer alan ve 1914’te yok edilen havuz yeniden ortaya çıkarılıyor. Yıllar içerisinde eserin içine yapılan bazı eklerin temizlenmesi hedefleniyor.

 

Sinan Genim proje kapsamında bahçenin bazı ağaçlardan arındırılması gerekebileceğini söylüyor. Buna karşılık mor salkımların korunacağını belirtiyor.

 

Bedri Rahmi’nin atölyesinin girişinde bir balık figürü olduğunu ve bu mozaik eserin 1980’lerde kaybolduğunu belirten Genim, bu figürün yeniden yaptırılarak yerine monte edileceğini ifade ediyor.

 

Genim projesine itiraz edenlerin başında yer alan Beyoğlu Kent Savunması’nın temel tezi projeyle Narmanlı Han’ın da soylulaşmaya maruz bırakılacağı ve Beyoğlu sakinlerinin girip çıktıkları bir yer olmaktan çıkacağı şeklinde.

 

KENT SAVUNMASI NE İSTİYOR?

Beyoğlu Kent Savunması’ndan avukat Eren Can tarihi yapısı ve içinde yaşamış insanların yarattığı değerle Han’ın bir kültürel miras olduğunu, bu nedenle kamusal bir varlık olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Can, Narmanlı Han’ın sadece ön tarafının 1. derece, arka tarafların ise 2. dereceden tarihi eser statüsünde olduğunu belirterek ‘Sadece İstiklal Caddesi’ne bakan kısımları olduğu gibi bırakıp arka taraflarda büyüme planları var’ diyor. Yeni projede de arka kısımların yıkılmak istendiğini öne sürüyor. Eren Can, Han’ın insanların içerisinde vakit geçirebileceği şekilde restore edilmesini, Bedri Rahmi, Ahmet Hamdi gibi isimlerin yaşadığı odaların müzeye çevrilmesini talep ediyor. Beyoğlu Kent Savunması bu taleplerini dile getirmek amacıyla hafta içerisinde, 4 Nisan saat 15.00’te (yani dün) Han’ın önünde toplanmak üzere çağrı yaptı. Sokak ekinin baskı zamanlamasından dolayı eyleme sayfalarımızda yer veremiyoruz.

 

DÜKKANLARDAN BİRİ ANI MÜZESİ OLACAK

Projeye göre dükkanlardan biri anı müzesi gibi olacak. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin ilk baskıları, burada yazdığı eserlerin el yazısı kopyaları ve yazarın o dönemine ilişkin fotoğrafları yer alacak. Ayrıca başta Bedri Rahmi olmak üzere Narmanlı Yurdu’nda yaşamış olan diğer sanatçı ve yazarların da fotoğrafları, notları, eserlerinin örnekleri bu müzede sergilenecek.

 

BİR TANPINAR ANISI

Tatyana Moran’ın 2000 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan “Dün Bugün” adlı kitabında eski Narmanlı günleri şöyle anlatılıyor:

“Ankara’dan döndükten sonra Hamdi (Ahmet Hamdi Tanpınar) profesör olarak Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Aynı zamanda da Güzel Sanatlar’da ders veriyordu. Mali durumu biraz düzelmişti. Bana artık ablasının evinde kalmak istemediğini, ayrılıp taşınmak istediğini söyledi. Aklıma derhal bizim Narmanlı Yurdu’nda, giriş katında küçük bir daire geldi; bir büyük oda, mutfak ve banyodan ibaretti. Ucuza vereceklerdi. Teklif ettim. Hamdi çok sevindi. Derhal tuttu ve taşındı. Perde olarak camlara gazeteler yapıştırdı, bir-iki tabak, bardak satın alındı.

 

Hamdi bir gün hasta oldu. Bizim hizmetçi Melahat aşağı inip, ‘Hamdi Bey nedir o eski yorgan, o sizi ısıtmıyor, perdeleriniz de yok, niye böyle oturuyorsunuz?’ diye sormuş.

 

“Param yok” demiş Hamdi. “Bunları size taksitle yaptırırım” demiş Melahat ve yaptırdı da.

Bu daire her akşam dolup taşıyordu; Bedri Rahmi, karısı, kızkardeşi Mualla (şimdi Anhegger’in karısı), Selahattin Eyüboğlu, ressam Zeki Faik İzer, Mehmet Ali Cimcoz ve karısı Adalet… Türküler söylenir, yenilip içilirdi.”

 

Bir zamanlar işte böyle bir yermiş Narmanlı Yurdu…

Cumhuriyet, Haber: Ersin Kalkan, 04.04.2015

 

******


NARMANLI HAN'IN ÖZEL MÜLKİYETLE İMTİHANI BİTMİYOR

 

 

Beyoğlu’nun en kadim binalarından biri olan Narmanlı Han’ın önünden geçenler, bu sıralar binayı çepeçevre iskeleyle, kilitli demir kapısıyla ve ‘özel mülktür, girmek tehlikeli ve yasaktır’ yazısıyla karşılaşıyor. Han, Ocak 2014’te 57 milyon dolar karşılığında yeni sahipleri Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı. Cephesi 1. sınıf, diğer kısımları 2. sınıf tarihi eser olan hanın duvarlarından, Anıtlar Kurulu'ndan izin alınmadan örnek alındı, hanın girişi ve avlusunu ayıran kemere yine izinsiz olarak kaynakla demir bir kapı monte edildi. Cepheye kurulan iskele ve duvarlardan alınan örneklerin usulsüz olduğu gerekçesiyle Koruma Kurulu suç duyurusunda bulundu. Savcılık henüz soruşturma açmış değil. 
 

“Kamunun yapması gerekeni yapıyoruz”

Narmanlı Han’ın kültürel miras olarak korunması ve kamusal alan işlevini geri kazanması için mücadele eden Beyoğlu Kent Savunması, geçen cumartesi (4 Nisan) bir kere daha Narmanlı Han önünde eylemdeydi. Ellerinde “Narmanlı Han’ın kedileriyiz”, “Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun desenleriyiz”, “Ne içindeyiz Narmanlı’nın ne büsbütün dışında” yazılı pankartlar taşıyan topluluk, hanın sermaye çıkarlarına teslim edilmesini eleştirdi.

 

Agos’a konuşan Beyoğlu Kent Savunması’ndan avukat Eren Can, hanın ortak kültür mirası olmasından dolayı özel mülkiyet tasarrufuna bırakılamayacağını belirtiyor; “Kamunun yapması gerekeni yaparak burayı korumaya çalışıyoruz. Beyoğlu köşe bucak değişiyor. Buradaki mücadeleden sonuç elde edersek iştahı kabaran diğer insanlara da bir ders olacak diye düşünüyorum.”

 

“Kapı yapmak için kurula mı sorulur?”

Projenin mimarı olan Sinan Genim ise gelen eleştiriler ve Koruma Kurulu’nun suç duyurusu konusunda pek endişeli değil. Agos’a konuşan Genim, “Abuk subuk bir karar” diyor; “İskeleyi taşlar düşüyor diye koydular; can güvenliğini sağlamak için kuruldan izin almaya gerek yok. Tinerciler de kapıyı kırmıştı, avluya it kopuk geliyordu, kapı yapmak için kurula mı sorulur?”

Yedi dükkan ve iki restorandan müteşekkil proje için avluya, eskiden var olduğu söylenen süs havuzu tekrar eklenecek; sığınak ve yangın merdiveni yapılacak; ‘çürüdüğü ve tehlike arz ettiği’ gerekçesiyle iki ağaç dışındaki tüm ağaçlar sökülecek. Restorasyon projesi 15 güne kadar teslim edilecek olan projenin, avlunun kamusal alan fonksiyonunu yok edeceği eleştirilerine Genim’in verdiği cevap şöyle: “Özel bir mülk nasıl kamusal alan olur? Bahçesine girer, dükkkandan alışveriş eder, lokantasında yemek yersiniz. Sanat galerisi, kitabevi yapmayı düşünüyoruz; ama piyasa koşulları da ne gerektirirse o olacak.”

 

Ermenistan Cumhuriyet Başkonsolosluğu da oradaydı 
İstanbul’un simgelerinden Narmanlı Han’ın tarihiyle ilgili çok az bilgi bulunuyor. Hanın 20. yüzyılın başında Rus konsolosluğu olduğu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi sanatçılara yurt olduğu Narmanlı kardeşler dönemi daha çok bilinmekle birlikte, mimarı ve yapılış tarihiyle ilgili dahi kesin bir kaynak yok. Beyoğlu Kent Savunması’ndan gazeteci Elif İnce, arşivlerde şu ana kadar yaptığı araştırmalarda ne yapılış tarihi olarak gösterilen 1831 yılına, ne de mimarının Fosatti kardeşler olduğuna dair bir bilgiye ulaşamadığını belirtiyor.

 

Yervant Gobelyan, 11 Ekim 1996 tarihli Agos sayısında hanın pek de bilinmeyen bir yönünü yazmıştı: “…Bina, büyük trafik keşmekeşinin yaşandığı en gürültülü saatlerinde bile bahçesinde huzur bulabileceğiniz, mürver, söğüt, leylak ağaçlarının, asmaların dallarını sarkıttıkları huzur dolu bir bahçe. İlkbaharın ve yazın değişik özellikleri ile ağaç ve çiçeklerin kokularını yaydığı bir mekan. Bugünkü özelliği ise sadece Ermenice en eski gazetesi Jamanak var burada tarihi yaşatan, o da bugün 88 yaşında, yeni bir yüzyıla doğru, yorgun-argın tırmanmasını sürdürüyor...

İşte bu binanın karşısına geçip de, bir ara İsveç Konsolosluğu’nun bahçe duvarının önünde kemerli girişe doğru bakacak olursanız, cephedeki odaları birbirinden ayıran geniş sütunlar arasındaki orta yazıhanelerden yan yana birkaçında, 1918-1920 yılları arasında Birinci Ermenistan Cumhuriyeti’nin İstanbul Başkonsolosluğu vardı. O yıllarda başkent İstanbul’du. 1920’li yıllarda dünyanın hemen her tarafında büyük değişikliklere neden olan olaylar, burayı da ömrü çok kısa süren bir bağımsız cumhuriyetin temsilciliği olarak tarihin sayfalarının bir köşesine yazdı.”

Agos, Haber: Gözde Kazaz, 09.04.2015

ŞAR ANTİK KENTİ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

 

 

Adana'nın Tufanbeyli İlçesi'ne yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunan ve ''Kilikya Komanası'' diye anılan Şar antik kentindeki restorasyon ve bakım çalışmaları tamamlandı. 

 

Adana Valisi Mustafa Büyük, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Adana'nın birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını söyledi.

 

Uygarlıkların izlerine çeşitli bölgelerde rastlanıldığını ve günümüze kadar ayakta kalabilen mevcut yapıların adeta zaman yolculuğuna götürdüğünü ifade eden Büyük, il genelinde çeşitli uygarlıklara ait toplam 65 büyük boyutlu sit alanı bulunduğunu belirtti.

 

Büyük, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleriyle, kaleler ve ören yerlerinde başlatılan kazı ve restorasyon çalışmalarının büyük bir hızla ilerlediğini vurguladı.

 

Tufanbeyli'de bulunan Şar Örenyeri ve Kırık Kilise'deki restorasyon çalışmalarının  tamamlandığını ifade eden Vali Büyük, konuşmasına şöyle devam etti:

''Adana'nın sahip olduğu tarihi değerlerin yaşatılması ve geleceğe aktarılması amacıyla çalışmalar devam ediyor. Bu kapsamda  Şar Örenyeri ve Kırık Kilise'de başlatılan bakım ve restorasyon çalışmaları tamamlandı. Şar antik kenti, kendi elektriğini üreten güneş panelleriyle ışıklandırıldı.''

 

- Şar Antik Kenti

Şar antik kenti, Kiznuwatna, Hitit, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kullanılmış eski bir yerleşim yeri. Kiznuwatna ve Hitit döneminde önemli bir dini merkez olan antik kentten özellikle Roma dönemine ait eserler ayakta kalmış. Amfi tiyatro, Bizans kilisesi, ana tanrıçaya adanmış mabedin 6 metre yükseklik ve 3 metre genişliğindeki anıtsal kapısı olan Alakapı, önemli tarihi kalıntılar arasında. Köylülerin yaşadığı antik kentte, ayrıca içinde bir Roma senatörüne ait mezar bulunan Kırık Kilise'de bulunuyor.

Radikal, 04.04.2015

205 YILLIK AŞIRI VERGİ ŞİKAYETİ BELGESİ

 

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen, ilk Türk Amirali Kara Mürsel Alp'in ele alındığı 'Kocaeli Tarihi' konulu sempozyum kapsamında açılan sergideki bazı tarihi belgelerde, bundan 205 yıl önce halkın haksız vergilerle bezdirildiği ortaya çıktı. Belgelerde, İzmit'e ticaret için getirilen arabalardan ve yüklerden belirlenen vergiye kanaat edilmeyip fazla para tahsil edildiği ve bu durumun önlenmesi için de o dönemin kadısı ile Vali ve başkan konumundaki mutasarrıfa talimat verildiği anlatıldı.

 

Başiskele İlçesi sahilinde bulunan Wellborn Luxury Otel’de dün başlayan ve bugün de devam eden sempozyum nedeniyle İzmit ile ilgili bazı belgeler de sergilendi. Osmanlıca olan ve yanına gümünüz Türççesi ile açıklaması yazılan  bu belgeler arasında 29 Haziran 1810 tarihli belge dikkat çekti. Belgede o dönemde İzmit'e araba ve hayvanlarla getirilen mahsullerden 'Bac-ı araba' adı altında belirli bir vergi alındığı, ancak İzmit Mültezimi, yani o denemde kendi namı hesabına vergi toplamaya yetkili kişi olan Hasan Ağa'nın, belirlenen vergiye kanaat etmeyip daha yüksek vergi talip ettiği anlatılıyor. 

 

Belgede, 'İzmit fukaraları' olarak anılan ticaret erbabı şikayetinin dikkate alındığı, bundan böyle fazla vergi alınmasının önlenmesi  için tek yargılama mercii olan İzmit Kadısı ile, o tarihte vali ve belediye başkanı konumunda olan İzmit Mutasarrıfına talimat verildiği belirtildi. Sergide bunun dışında İzmit ile ilgili bazı tarihi belgeler de bulunuyor.

Radikal, Haber: Murat Bağdiken, 04.04.2015

LALAPAŞA CAMİSİ İBADETE KAPATILACAK

 

 

Erzurum’daki ilk Osmanlı camisi olan Lalapaşa Camisi, restorasyon nedeniyle yaklaşık 1 yıl ibadete kapatılacak. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Lalapaşa camisinin restorasyonu yapılacak. Restorasyon nedeniyle caminin yaklaşık 1 yıl ibadete kapatılacağı Cuma namazında imam tarafından cemaate duyuruldu. Restorasyonun tamamlanmasının ardından caminin yeniden ibadete açılacağı belirtildi.

 

LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ

Erzurum’un merkezini oluşturan cami, Erzurum’daki ilk Osmanlı camisi. Kitabesine göre 1562 yılında Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Mimarbaşı Koca Sinan’ın eserlerinin listesini veren tezkirelere göre caminin mimarı Sinan’dır. Bir hamam, muvakkıthane, şadırvan, sübyan mektebi gibi ilavelerle cami zamanla bir külliyeye dönüşmüştür.

 

Mimar Sinan’ın İstanbul Şehzade Camisi’ndeki gibi merkezi plan tipi ile inşa edilen cami, ortada dört payeye oturan merkezi kubbeyi dört yandan destekleyen yarım kubbeler, köşelerde de küçük kubbelerle derli toplu bir bütünlük gösterir. Caminin taç kapı çevresi 1870 yıllarında yenilenmiştir. Cami içerisinde çini alınlıklardan başka, halı, şamdan ve hat örnekleri bulunmaktadır.

Erzurum Gazetesi, 03.04.2015

MİMAR SİNAN HAKKINDAKİ EN KAPSAMLI SERGİ

 

 

Tüm zamanların en önemli mimari dehalarından olup günümüzde kullanılan tanımlama ile tarihin ilk “starchitect”(yıldız mimar)’larından biri olan, yapıtlarıyla hem kendi dönemine hem de günümüz mimarlığına ışık tutan Mimar Sinan hakkında bugüne kadar düzenlenmiş en kapsamlı ve multi-teknolojik sergi 9 Nisan’da MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde kapılarını açıyor.

 

Mimarlık tarihimizin en önemli simgesi olan, yaratıcı dehasıyla klasik Osmanlı mimarisinde gerçekleştirdiği eşsiz yapıtlarını hem kültürümüze hem de dünya mimarlık mirasına kazandıran Mimar Sinan, ölümünün 427. Yılında “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisiyle anılıyor. MSGSÜ, Mimar Sinan Araştırma ve Uygulama Merkezi, MSGSܸ Mimarlık Bölümü ve Allevents ortaklığında düzenlenen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisi, 9 Nisan – 31 Mayıs 2015 tarihleri arasında İstanbul’daki MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde izlenebilecek.

 

Yaşamış olduğu 16.yüzyılda Osmanlı mimarisinin altın çağına imza atan ve yapıtları UNESCO Dünya Mirası kapsamında “İnsanoğlunun yaratıcı dehasının şaheserleri” olarak nitelendirilen Mimar Sinan’ın hayatının ve eserlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve tüm dünyada tanınırlığını artırmak hedefiyle hazırlanan “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri Sergisi” 9 Nisan 2015 tarihinde İstanbul’daki MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde kapılarını açıyor.

 

Mimar Sinan hakkında bugüne kadar düzenlenmiş en geniş kapsamlı sergi olarak nitelendirilen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisinde, usta mimarın tüm eserleri, çizimler ve maketler gibi klasik tekniklerin yanı sıra, kullanıcı etkileşimini de ön planda tutan aplikasyonlar streoskopik sistemler, ‘augmented reality’ olarak nitelendirilen ‘arttırılmış gerçeklik’, video mapping ve 3D animasyon teknolojileriyle MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde adeta yeniden canlandırılacak.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimar Sinan Araştırma ve Uygulama Merkezi, MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü ve Allevents ortaklığında düzenlenen, sergi tasarımı ise Tamirhane Mimarlık tarafından yapılan “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri”, Sinan’ın mimar, şehirci, mühendis ve örgütleyici büyük bir usta olma sürecindeki üstün mimari ve sanatsal dehasına zemin hazırlayan dönemin sosyal, kültürel ve mimari çehresini, dünyaya geldiği Kayseri’nin Ağırnas Köyü'nden başlayarak tüm hayatını, Hassa Mimarlar Ocağı’ndaki takım çalışmasını, eserlerinin yapım aşamalarını ve gerçekleşmeyen projelerini derinlemesine analiz ederek, tüm ziyaretçileri etkisi altına alacak bir yaşam öyküsü ortaya koyacak. 

 

15. yüzyılda inşa edilen Tophane-i Amire binasının toplam 2000 metrekarelik görkemli sergileme alanında gerçekleştirilecek olan sergide, usta yaratıcının tüm dünya mimarlarına esin kaynağı olan hayatı ve eserleri şu başlıklar altında sergilenecek: Mimar Sinan’ın doğduğu ve 21 yaşına kadar yaşadığı bölgeyi ve dönemi ele alan “Ağırnas Çocukluk ve Gençlik Dönemi”; 16. yüzyıl Osmanlı döneminin ihtişamlı sanatının ve imparatorluğun kıtalara yayılmasının Sinan’ın eserleri üzerindeki etkisini inceleyen “16. Yüzyıl Osmanlı Dönemi ve Sanatı”; Sinan’ın liderlik yaptığı takım çalışmasının günümüz mimarlık stüdyoları ile karşılaştırıldığı “Hassa Mimarlar Ocağı”; dini yapılar, su dağıtım sistemleri ve köprüler gibi eserlerin banilerinin yaşam ve bakış açısından ele alınan detayları ile anlatıldığı “Binalar ve Banileri”; Süleymaniye Kütüphanesi ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Mimar Sinan’ın hayatı ve eserlerine dair belgelerden oluşan “Envanterler Bölümü” ile Süveyş Kanalı, Karadeniz-Marmara Kanalı ve projesi yapılmış ama gerçekleşmemiş Haliç Köprüsü gibi hayata geçmemiş işlerinin ele alındığı “Gerçekleşmemiş Projeler”...

 

İstanbul’da ve tüm dünyada “Sinan Zamanı”...

Yaklaşık 100 yıllık hayatı boyunca 400’e yakın eseri bulunan Mimar Sinan’ın imparatorluk mimarisi stilinin yansıtılacağı “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri” sergisinin iki  ay süresince ülkemizde gezilen en popüler sergi olması bekleniyor.

 

Bugüne kadar gerçekleştirilen en kapsamlı Mimar Sinan etkinliği olma özelliği taşıyacak olan sergide kullanıcı etkileşimini ön planda tutan dokunmatik ekranlar, akıllı telefon ve tabletlere özel uygulamalar, ekran duvarlar, kiosk uygulamalar ve 2D-3D uygulamalarla desteklenen eserlerin tanıtımı, görselliğin yanı sıra dönemin tarihi dokusuyla ziyaretçileri içine alacak.

 

Sergideki en etkileyici görsel sunumlardan biri de Tophane-i Amire binasının tek kubbeli bölümünde gerçekleştirilecek olan video mapping uygulaması olacak. Sinan’ın başyapıtları video mapping yöntemiyle ve müzik eşliğinde Tophane-i Amire’deki mevcut kubbede anımsatılacak.

 

Sergiyle paralel olarak düzenlenecek olan konferanslar, konserler, turlar, firma lansmanları ise organizasyonun diğer önemli ayakları olarak sergiyi destekleyecek ve ‘İstanbul’da Sinan zamanı’nın en etkili şekilde yaşatılmasını sağlayacak.

 

Mimar Prof.Dr. Bülent özer, Tarihçi Prof.Dr. Cemal Kafadar, Mimar Prof.Dr. Demet Binan, Mimar Prof.Dr. Doğan Kuban, Müzebilim Uzmanı Prof.Dr. Fethiye Erbay, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Gülru Necipoğlu, Tarihçi Prof.Dr. Haluk Dursun, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Jale Nejdet Erzen, Mimar Prof.Dr.Reha Günay, Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Selçuk Mülayim, Geleneksel Türk El Sanatları Uzmanı Prof.Dr.Sitare Bakır Turan, Sanat Tarihçisi Prof.Dr.Semra Germaner, Mimar Prof.Dr. Suphi Saatçi, Mimar Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Sanat Tarihçisi Doç. Dr. Nurcan Yazıcı, Mimar Cengiz Bektaş, Kitap Tasarımcısı Ersu Pekin ile Arkeolog ve Kültür Tarihçisi Nezih Başgelen’in yer aldığı danışma kurulunun desteği ile projelendirilen “Mimar Sinan ve Yaratıcı Dehanın Şaheserleri”  sergisinin Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezinden sonra, 2015 ve 2016 yılları boyunca Ankara, Bursa, Kayseri, Eskişehir’in yanı sıra, uluslararası platformlarda da dolaştırılarak, Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin önemli kentlerinde izleyicilerle buluşturulması planlanıyor.  Sergi yurt içi ve yurt dışındaki dolaşımını tamamlandıktan sonra tüm envanter ve materyalleri şu anda yapım hazırlıkları devam eden MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ne bağışlanacak.  

Akşam, 03.04.2015

İZNİK GÖLÜ DİBİNDEKİ BAZİLİKA SU ALTI ARKEOLOJİ MÜZESİ OLACAK

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde göl dibinde bulunan bazikila su altı arkeolojik müzesine dönüştürülecek.
2014 yılının en önemli 10 keşfi arasında üçüncü sırada yer alan İznik gölündeki bazilikanın turizme açılması konusunda ilk adım atıldı. Bazilika’nın turizme kazandırılması için çalışmalar başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı onaylı projenin sponsoru Bursa Büyükşehir Belediyesi olacak. Orcan Gemi Kurtarma ve Deniz İnşaat ile Geomarine Kara ve Deniz Araştırma Şirketi’nden oluşan ekip su altındaki bazilikayı inceliyor.


Orcan Deniz İnşaat’ın yöneticisi, uzak deniz kaptanı ve dalgıç olan Tuğrul Orcan, "Bu çalışma Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin desteklediği bir proje. Bazilikanın ortaya çıkarılması için buradayız. Şimdilik bir ön çalışma yapıyoruz. Projelendirilmesi ileriki safhada olacak. Bazilikanın bulunduğu bölgede başka bir arkeolojik kalıntı var mı onu da değerlendiriyoruz. Bazilikanın olduğu bölgenin sismik değerleri ve batimetresini ölçerek rölevesi ortaya çıkarılacak" dedi.


Geomarine şirketinden Jeoloji Yüksek Mühendisi Çağan Tunç ise, "Yürütülecek geniş çaplı arkeolojik çalışmalardan evvel hidrografik ve oşinografik parametreleri yani derinlik haritasını ortaya çıkaracağız. Bir kaç gün sürecek olan yüzey taramasında sonar ölçümlemeleri yapacağız. Geniş bir alanda tarama yapıyoruz. Bunun nedeni ise başka arkeolojik bulguların olup olmadığıdır. Şu ana kadar bazilikanın çevresinde eskiden kalma kayaçlar mevcut. Bunlar incelendikten sonra ne olduklarına karar verilecek" dedi.


İznik gölünün 20 metre açığında 1.5- 2 metre derinlikte bulunan ve 1600 yıl önce Aziz Neophytos’un adına inşa edilen bazilika, Amerika Arkeoloji Enstitüsü (Archaeological Institute of America) tarafından ’2014 yılının en önemli 10 keşfi’ arasında gösterilmişti.

Milliyet, 03.04.2015

400 YILLIK MESCİT İBADETE AÇILDI

 

 

Bitlis’te ilk olarak 1589 yılında yaptırılan ve zamana yenik düşen 426 yıllık Şemsiye Mescidi, aslına uygun olarak restore edilerek ibadete açıldı.

 

Şemseddin Han’ın oğlu olan Şerefhan tarafından 1589 yılında yaptırıldığı tahmin edilen Şemsiye Mescidi, 370 bin TL’ye yeniden onarılarak ibadete kazandırıldı. Zamana yenik düşen dört asırlık mescidin 2012 yılında restorasyonuna başlanılarak yeniden açıldı. Şerefiye Meydan Vakfı’na ait olan arazi üzerinde bulunan Şemsiye Mescidi, vakfın mütevellisi olan Şerefhan’ın oğlu tarafından onarıldığını ifade eden Vakıflar Bölge Müdürü Sait Sancar, “Müftülüğümüz tarafından atanan imamla birlikte mescidimiz ibadete açılmıştır. Yaklaşık 150 kişilik olan bu mescidimiz tarihe uygun olarak restore edilmiştir” diye konuştu.

 

Bitlis’in kendisi için kadim bir şehir olduğunu ifade eden Sancar, “Bitlis benim için tarihiyle, kültürüyle çok kadim bir şehirdir. Buraya ilk geldiğim zaman tedirginlikler yaşadım. Fakat şimdi ise Bitlis’te ayrılmayı istemiyorum. Bu tür eserlerin ilimize kazandırıldığını görmek beni daha da mutlu ediyor” dedi.

Akşam, 03.04.2015

AİZANOİ'DE SANAL GEZİNTİ

 

 

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'nde yer alan yaklaşık 5 bin yıllık geçmişe sahip Aizanoi antik kentine gidemeyenler, başta dünyanın en iyi korunmuş örneklerinden biri olan Zeus Tapınağı olmak üzere birçok yapıyı, 360 derecelik açılara sahip fotoğraflarla sanal ortamda gezebiliyor.

Avrupalı gezginlerce keşfedildiği 1824'ten bu yana çeşitli dönemlerde gün ışığına çıkarılan yapılarla "İkinci Efes" diye nitelenen Aizanoi'de en iyi korunmuş örneklerinden biri olan Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli tiyatro ve bitişiğinde 13 bin 500 kişilik stadyum gibi bir çok yapı, gün ışığına çıkarıldı. Çavdarhisar Kaymakamlığı, 360'ar derecelik 69 fotoğraftan oluşan "sanal gezinti" imkanı sağladı. Antik kentteki tüm yapılar, Kaymakamlığın oluşturduğu "www.aizanoi.com" web sitesinde sanal olarak gezilebiliyor.

Sabah, 03.04.2015

TEMEL KAZISINDAN TARİHİ YAPI KALINTILARI BULUNDU

 

Lüleburgaz İlçesi'ndeki inşaat  temel kazısında, tarihi yapı kalıntıları bulundu.

 

Alınan bilgiye göre, Kocasinan Mahallesi Edirne Caddesi'nde, yeni müftülük binası için temel kazısı yapıldığı sırada, bazı yapı kalıntılarına rastlandı.

 

Çalışanların durumu bildirilmesi üzerine Kırklareli Müze Müdürlüğü görevlileri, kazı alanını inceledi.

 

Kalıntıların, Bizans dönemine ait kale temelleri, dehliz ve mermer sütun parçası olduğu belirlendi. Temel kazısı durduruldu.

 

Bölgedeki kalıntıların Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından inceleneceği bildirildi.

Radikal, 03.04.2015

ERCİŞ'TE TARİHİ ESERLERİN TAHRİP EDİLDİĞİ İDDİASI

 

 

Erciş İlçesi'nde, Urartu ve Selçuklulara ait tarihi eserlerin, kaçak kazılar sonucu tahrip edildiği iddia edildi.

 

Tarih üzerine de araştırmaları bulunan  Yazar Selahattin Koşar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erciş'in geçmişi İlk Tunç Çağı'na kadar uzayan tarihi bir ilçe olduğunu söyledi.

 

İlçede birçok kavmin yaşadığını ve bu yüzden Erciş toprakları üzerinden birçok tarihi mezar, kümbet ve yazıt bulunduğunu ifade eden Koşar, şöyle konuştu:

"Bu eserler kaçak kazılar sonucu tahrip ediliyor. Özellikle Çelebibağı Selçuklu Mezarlığı'nda bu tahribatın izlerini görmek mümkün. BU mezarlıkta birçok medeniyete ait mezar taşları bulunuyor. 1992-1995 yıllarında kazı ve restorasyon çalışmaları yapılarak düzenlenen mezarlıkta, yıllar geçtikçe kaçak kazılar yapıldığını ve mezar taşlarının kırılarak mezar taşlarının tahrip edildiğinin görüyoruz."

 

İlçede 2800 yıl önce Urartu Kralı Argişti'nin oğlu  Sarduri'den kalma ve üzerindeki kitabede "Ben Argişti oğlu Sarduri. Tanrı Haldi'nin yüksekliği sayesinde bir bağ yaptım. Kim bu bağın adını değiştirir ise kim çalarsa Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba, Tanrı Şivini ve bütün tanrılar güneş altında onu yok etsin" yazılı olduğunu belirten Koşar, bu eserlerin Erciş için büyük önem taşıdığını anlattı.

Tarihi eserlerin sadece bir kavmin değil, tüm milletin ortak malı olduğunu ve dolayısıyla herkesin tarihi eserleri koruması ve geleceğe sağlam ve emin şekilde teslim edilmesi gerektiğini belirten Koşar, eserlere zarar verilmemesi gerektiğini vurguladı.

 

Koşar, şöyle konuştu:

"Şunu unutmamak lazım ki hiçbir zaman Müslüman mezarlığında tarihi eser, define, hazine olmaz. Burayı kazanlar aldanıyorlar. Bu mezarların, kümbetlerin tahrip edilmesi, bu yazıtların kırılması insanın içini acıtıyor. Bizleri üzüyor. Bu eserler belge niteliğindedir. Bu belgelere sahip çıkmazsak, kültürümüze, tarihimize de sahip çıkmamış oluruz. Dolayısıyla bu konuda ilçe halkına büyük görev düşmektedir. Bu tür şeyler polisiye tedbirlerle olmaz. Halkın bilinçlenmesi ve eserlere sahip çıkmasıyla olur. Lütfen sağduyulu, bilinçli olun ve eserlerimize sahip çıkın. Geçmişini bilmeyen, geleceğe bakamaz. Geçmiş geleceğin aynasıdır."

Radikal, 02.04.2015




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi