31 Ocak - 6 Subat 2016
|
ANTİK YUNAN
HEYKELİNDE LAPTOP BENZERİ FİGÜR

ABD'deki J. Paul Getty Müzesi'nde sergilenen Antik
Yunan dönemine ait kabartma heykel, günümüzdeki
dizüstü bilgisayarlara benzeyen bir ayrıntı
barındırmasıyla tartışma konusu oldu. Heykelde soylu
bir kadın, kendisine sunulan hediyeyi incelerken
tasvir edilmiş. Köle kız tarafından sunulan hediye,
neredeyse günümüzdeki dizüstü bilgisayarlarla
birebir aynı boyutlara ve biçime sahip.
DELİKLER USB
GİRİŞİ Mİ?
Kabartma heykelin
görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasından sonra
komplo teorisyenleri "Uzaylılar bilgisayar
teknolojisini Antik Yunan'a göndermişti" şeklinde
çıkarımlarda bulundu. Ancak tarihçiler heykeldeki
figürün o dönemde kulllanılan ilkel bir hesap
makinesi ya da mumdan yapılmış bir defter olduğunu
söylüyor. Figürün üzerindeki en dikkat çeken detay
ise yanındaki iki deliğin bulunması. Bu deliklerin
bilgisayarlarda bulunan USB girişler olduğunu iddia
edenler var. Ortaya atılan en çılgın senaryo ise
zaman makinesiyle Antik Yunan dönemine ışınlanan bir
kişinin yanında laptop götürmüş olabileceği.
Kimilerine göre ise bu figür mitolojide geçen Kahin
Delfi'nin bir icadı.
Sabah, 05.02.2016 |
SUR'DA TARİHİ
EVLERE YERLEŞEN DEFİNECİLER KAZI YAPMIŞ
Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde çatışmalar devam etti.
Asker ve polisin 2 kilometrelik alanda PKK’lılara
yönelik yürüttüğü operasyonlarda sokak başlarına
geçici karakollar kurulduğu öğrenildi. PKK’lıların
evlerin duvarlarını kırarak oluşturdukları geçitleri
kapatan güvenlik güçleri, olası saldırıları önlemek
için kulübelerde 3’erli olarak nöbet tutuyor.
Hendeklerin yeniden kazılmasını önlemek için Alipaşa
Aile Hekimliği ile Bağlar İlçesi’nde 1, 2 ve 3 No’lu
Aile Hekimlikleri’nin polis karakoluna
dönüştürülmesine karar verildi.
Bu arada, Sur’da 11
Aralık’ta verilen 17 saatlik arada ilçeye girerek
kenar mahallelerdeki boşaltılan tarihi evlere
yerleşen definecilerin kazı yaptığı belirlendi. Bazı
evlerde define haritası bulan polis, fırsatçıların
yakalanması için parmak izi incelemesi yaptı.
Habertürk, Haber: Veysi
İpek, 05.01.2016
|
KÜTAHYA'DA TARİHİ
SÜTUN BAŞI PVC İLE KAPLANDI
Arkeofili'de yer alan habere göre Tavşanlı İlçesi,
Kemal Zeytinoğlu Caddesi, Odunpazarı Sokak’ta yer
alan ve uzun süredir çeşme olarak kullanılan tarihi
sütun başı, şimdi de PVC ile kaplandı. Etrafına ise
çiviler çakıldı.
İyon düzeninde yapılmış ve
tahminen yaklaşık MÖ. 4. yüzyıldan kalma sütunun
başı önceden demir parmaklıklarla kaplıydı.
Geçtiğimiz haftalarda ise demir parmaklıkların
yerini PVC kaplama aldı.

İlk kez Antik Yunan
uygarlıklarınca kullanılan İyon düzeni, daha
sonrasında dünyanın birçok yerinde kullanılmaya
başlanmıştı. Anadolu’nun güneybatı kıyılarındaki
İyonya kolonilerinde gelişen bu düzen, Dor
düzeninden daha sonra ortaya çıktı ve Dor düzenine
göre daha karmaşık ve dekoratif bir niteliğe
sahipti.
İyon sütunlarının en ayırt
edici kısmı sütun başıdır. İyon sütun başlarında bir
kağıt rulosuna veya koç boynuzlarına benzeyen,
oyulmuş volütler bulunur.
Sol Haber, 05.01.2016
|
PICASSO, SOTHEBY'S
MÜZAYEDESİNE DAMGASINI VURDU

Dünya müzayede devi Sotheby's'in empresyonist ve
sürrealizm akımlarının tanınmış ressamlarının
eserlerini açık arttırmaya sunduğu müzayedede,
Picasso'nun "Tete de Femme" tablosu 18 milyon 853
bin liraya alıcı buldu.
Londra'da dünyaca ünlü ressamların eserlerinin
satışa sunulduğu iki müzayede düzenlendi. Dün
gerçekleşen müzayede sonucuna göre, "Empresyonist ve
Modern Sanat Akşamı" adıyla düzenlenen etkinlikte
açık arttırmaya sunulan eserlerden 78 milyon 308
İngiliz sterlini, "Sürrealist Sanat Akşamı" adıyla
düzenlenen etkinlikte açık arttırmaya sunulan
eserlerden 14 milyon 860 bin 500 İngiliz sterlini
gelir elde edildi.
"Empresyonist ve Modern Sanat" kategorisinde, 19. ve
20. yüzyılların önde gelen sanatçıları tarafından
kağıt ve heykel üzerine yapılmış 38 eser açık
arttırmaya sunuldu. Açık arttırmada Picasso'nun
"Buste de Femme" tablosu 1 milyon 325 bin,
"L'etreinte Forcee" tablosu 725 bin, "Le Reservoir"
tablosu 2 milyon 781 bin, "Tete de Femme" tablosu 18
milyon 853 bin, "Le Peıntre Et Son Modele" tablosu 1
milyon 445 bin İngiliz sterlininden alıcı buldu.
Picasso eserleri toplamda 25 milyon 129 bin İngiliz
sterlinine satıldı.
Paul Gauguin'in natürmort tablosu 2 milyon 389 bin,
Monet'in "Le Palais Ducal vu de Saint-Georges
Majeur" tablosu 11 milyon 573 bin, Rodin'in "Iris"
heykeli 11 milyon 573 bin, Degas'ın at heykeli 905
bin, Matisse'nin "Le Leçon de Piano" tablosu 10
milyon 798 bin, Rembrant'ın kaplan heykeli 545 bin
İngiliz sterlininden alıcı buldu.
"Sürrealizm" kategorisinde ise, Picasso'nun
"Personnages" tablosu 965 bin, Salvador Dali'nin
"Don Quıchotte Et L'age Atomıque" tablosu 221 bin
İngiliz sterlinine sahiplerine ulaştı.
Müzayedede toplamda 93 milyon 168 bin 500 İngiliz
sterlinlik satış yapıldı.
Habertürk, 04.02.2016 |
NEVŞEHİR'DE TARİH ZARAR GÖRÜYOR
UNESCO Dünya
Miras Listesi’nde yer alan Nevşehir’in tarihi eser
restorasyonları masaya yatırıldı. Mimarlar Odası
Ankara Şubesi yöneticileri, belediyenin bu
uygulamalarından Nevşehir’in tarihinin zarar
gördüğünü söyledi.

Mimarlar Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi
Namık Kemal Kaya, “10 Ocak’ta Nevşehir’de tüm
yönetim kurulumuzla alanda tespit gezisi yaptık. Son
dönemlerde uygulanan politikalarla bölgenin
tahribinin gittikçe arttığını gördük. Nevşehir’de
Arinna Otel’e dava açmıştık ve kazandık. Buna rağmen
Arinna otel bitirildi. Hemen yanı başındaki CCR
Otel’e açtığımız davayı biliyorsunuz. Oteller tarihi
dokuya zarar verdi. UNESCO tarafından Dünya Miras
Listesi’ne alınmış bir bölgeden bahsediyoruz.
Ürgüp’te Kaya kapı olarak adlandırılan bölgede
buradaki mağaralara sözde restorasyon çalışmaları
yapılırken ortaya duvarlar çıktığını görüyoruz.
Sözde tüm projeler Koruma Kurulu’ndan geçirilmiş,
istinad duvarları bu büyük duvar perdelerle tarihi
bölgeye zarar vermiş durumdalar” dedi.
“Belediyenin tarihe bakış açısı enkaz”
Nevşehir Kalesi’nin ise Belediye’ye
devredildiğini söyleyen Kaya; “Nevşehir Kale’sinin
olduğu alanda Kültür Bakanlığı çalışmayı Belediye’ye
devretmiş durumda. Alanda yapılan kentsel dönüşüm
çalışmalarında Belediye burada 11 tane tescilli
yapıyı yıkmış durumda. 11 tane tescilli tarihi yapı
artık yok. Belediye’ye tabakalı veya tabakasız kazı
var mı diye resmi yazı ile sorduk. Bilindiği gibi
tabakasız kazı, tek dönemde yerleşmiş ve başka
yerleşim yeri olmayan yerlerde yapılan kazıdır, bir
katmanı olan kazıya deniyorken, tabakalı kazı ise
birkaç katmanı olan kazıdır. Bilimsel kriterlere
göre çalışma yürütüldüğünü söyleyen Nevşehir
Belediyesi tabakalı ya da tabakasız kazı
yapılmadığını alanda temizlik yapıldığını söylüyor.
Belediye tarihe bakış açısını enkaz olarak
değerlendiriyor. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’na
yapılan çalışma hakkında bilgi verdik. Kültür
Bakanlığı, Belediye yetkilileri ve Koruma Kurulu
hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Bu kadar
önemli bir bölge nasıl oluyor da Kültür Bakanlığı
tarafından yerel belediyeye devrediliyor bunu da
anlamış değiliz. Belediye Başkanı twitterdan
freskler paylaşıp, tarihe yön verecek freskler
bulduğunu söylüyor ama Kültür Bakanlığı bölgede ne
yapıyor bunun envanterine ilişkin çalışma yapıldı
mı? Tutanak tutuldu mu? Hiçbir bilgi yok”
ifadelerini kullandı.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi Kent İzleme Merkezi
Üyesi Redife Kolçak ise Nevşehir Kalesi ve
çevresinde yapılan çalışmalar hakkında şunları
söyledi: “ Nevşehir ilinde 3000 yıllık yerleşim
tarihi bulunan alanda sadece Kale yapısının 1.
Derece arkeolojik sit ancak yakın çevresinin
bir koruma statüsü bu güne kadar olmamış. Ancak
durum açık, kamuoyundan tepki almamak için önce
kentsel dönüşüm alanı ilan ediyorlar arkasından da
Koruma Kurulu 3. derece sit ilan ediyor. Sonra
ironik bir adım atılıyor ve Belediye Başkanlığı bir
ihaleye çıkıyor ihalenin adı “tünel ve kaya
oyuklarının temizlenmesi “.Dikkat çekici diğer bir
konu ise, 2863 sayılı yasanın 12.maddesinde kültürel
varlığa belediyeler bakım yapmak istediğinde emlak
vergisi üzerinden yüzde 10 kaynak alıyormuş, oldukça
yüksek bir pay. Böylesi bir pay mıdır, bu kadar
rahatlıkla temizlik adı altında binlerce yıllık
tarihimizi, kültür topraklarımızı enkaz değeri
üzerinden tarifleyebilmek? Kepçe ve kamyonlarla
girip tarih diye bir şey bırakmamışlar. İhale teknik
şartnamesini görmek istiyoruz, bilimsel kriterler
dikkate alınarak, arkeolojik verilerle temizlik
yapılması amaçlanmıştır” deniyor. Soruyoruz alanda
tabakalı ya da tabakasız kazı mı yaptınız, hayır
cevabı geliyor. Belediye Başkanı bu ara telaşlı
belli… Bir kaşif edası ile her gün twit atıyor.
Fresk fotoğrafları paylaşıyor, yeni bulunan bir
kiliseden bahsediyor. “Hristiyan alemini
heyecanlandıracak keşif” diyerek twitterdan kilise
fresk görselleri atan Belediye Başkanı burada kazı
yapmadığını söylüyor hala. Çünkü kazı derse işin
içine Kültür Bakanlığı girecek. Belediye Başkanı’nın
bu telaşını yasalara aykırı bir işlem tesisi
etmekten mi kaynaklı acaba diyoruz? Yine Oda’nın
açtığı davalar neticesinde Kültür Bakanlığı’nın
görevden aldığı eski Koruma Kurulu Üyeleri’nden
Mevlüt Coşkun, temizlik ihalesinin koordinatörü
olarak ihalede ilginç şekilde yer alıyor. Mevlüt
Coşkun antropolog ama web sayfalarında Mevlüt
Coşkun’u arkeolog olarak belirtiyorlar. Tescilli
yapı bulunup bulunmadığına ilişkin Belediye’ye
sorduğumuz yazıya ise kentsel dönüşüm projesi
başlatıldığında bölgede herhangi bir sit
bulunmamaktadır. Tescilli yapıların tespiti
Koruma Kurulu tarafından yapılmış olup envanter
fişlerini Koruma Kurulu’ndan isteyiniz“ şeklinde
cevap verdiler. Nevşehir Belediyesi’nin tescilli bir
yapı bulunup bulunmadığına ilişkin verdiği cevap
budur. Tespitlerimizi ise 11 tescilli tarihi
yapımızın artık kepçe ve kamyonlar yok edildiğidir.
Kültür Bakanlığı ve Koruma Bölge Kurulunun
sessizliğini anlamak mümkün değildir. Bir insanlık
tarihi yok ediliyor, kabul edebilme durumumuz asla
yoktur. Görevde ihmali olduğuna ve telafi olmayan
zarar oluşup oluşmadığının tespit edilmesi için suç
duyurusunda bulunacağız.”
Yapı, 03.02.2016
|
PICASSO'NUN ESERLERİ ÜSKÜP'TE SERGİLENECEK
Ünlü İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo
Picasso'nun eserleri, Makedonya'nın başkenti
Üsküp'te sergilenecek.
Makedonya Gençlik Kültür Merkezi ile
Slovenya'daki Viskonti Galerisi'nin ortaklaşa
düzenlediği sergi, 19 Şubat-16 Mart tarihlerinde
ziyarete açık kalacak.
Makedonya Kültür Bakanı Elizabeta Kamçevska
Milevska, düzenlediği basın toplantısında, Üsküp'ün
ev sahipliğinde yapılacak sergide, Picasso'nun 40
yıllık sanat hayatından 46 eserinin sergileneceğini
belirtti.
Sergiyi ziyaret eden sanatseverlerin, Picasso'nun
eserlerini yakından görme imkanı bulacağını kaydeden
Milevska, yaklaşık bir ay açık kalacak serginin
vatandaşlar için "bir sanat şöleni olacağını"
söyledi.
Makedonya Gençlik Kültür Merkezi Müdürü Zlatko
Stevkovski de serginin ücretsiz ziyaret edileceğini
ifade etti.
Akşam, 03.02.2016
|
 |
EKSİK AMA GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR
Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelmiş tarih
öncesi kaya resimleriyle tanınan Aydın Beşparmak
(Latmos) Dağlarındaki tarihi ve kültürel varlıkları
koruma yönünde önemli bir adım atıldı. Yörede
faaliyet gösteren birçok maden ocağının tehdidi
altındaki kaya resimlerinin bulunduğu alanın bir
bölümü koruma kurulu kararıyla madencilik
faaliyetlerine kapatıldı.
AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ
Neolitik dönemden Osmanlı’ya kadar uzanan tarihi
eserleriyle bir açık hava müzesi gibi olan Beşparmak
Dağları, doğal yayılış gösteren fıstık çamlarının da
en yoğun olarak bulunduğu alanlardan birisi.
Beşparmak Dağlarının kuşkusuz en önemli kültürel
mirası tarih öncesi çağlardan kalan kaya resimleri.
Alman Arkeolog Anneliese Peschlow tarafından 30
yıldır yürütülen arkeolojik çalışmalarda birçok kaya
resmi bulunarak tescillendi. Kaya resimlerinin yanı
sıra yörede kaleler, manastırlar, antik taş döşeme
yolları, freskler, kutsal alanlar, kaya mezarları
gibi çok sayıda kültürel varlık da bulunmakta.
MADENCİLERİ GÖZÜ LATMOS’DA
Bu kültürel varlıkları tehdit eden en önemli
tehlikenin başında ise son yıllarda dağlarda pıtrak
gibi çoğalan kuars ve felspat madenciliği gelmekte.
Uzun zamandır özellikle kaya resimlerinin
yoğunlaştığı dağın çekirdeğine yönelik madenci
şirketlerin üretim izni başvuruları Latmos’un
korunmasına dönük çalışmalar yapan yaşam
savunucularını bir hayli endişelendirmişti. Bölgenin
korunmasına dönük çalışmalar yapan Ekosistemi Koruma
ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD, Aydın Büyükşehir
Belediyesi, Söke Belediyesi arkeologları ile yörede
aylarca süren çalışmaların sonrasında belirli bir
bölge sınırları çizilerek bu sınırların içerisinde
madencilik yapılmasının yasaklandığına dair koruma
kararı alındı.
Beşparmak Dağları, Türkiye’deki
ekoturizm potansiyeli taşıyan en önemli doğa ve
tarih alanlarından sayılıyor.
KARAR BİR İLK
Aydın ve Muğla illeri sınırları içerisinde kalan
alanların koruma ile birleştirilmesine dönük
çalışmalar da devam ederken, bu kararı yorumlayan
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü kararı, yeterli
olmasa da sevindirici bir gelişme olarak yorumladı.
Koruma kararı alınan alanın Beşparmak Dağları’nın
mutlak korunması gereken çekirdek bölgesi olduğunu
belirten Sürücü, “Bir çok maden şirketi tarafından
bu alanlara yoğun talep olmasına karşın ilk defa
böyle bir karar alınıyor. Bu çalışmaların pek çoğu
bizim rehberliğimizde, Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulunun (KVKK) duyarlılığı, Aydın ve Milet
arkeoloji müzelerinin destekleriyle aylarca süren
bir çalışma sonucu olmuştur. Sevindirici bir
gelişmedir” dedi.
DAĞIN BÜTÜNÜ KORUNMALI
Belirlenen alanın dışında kalan yerlerde de kaya
resimleri ve arkeolojik buluntular olduğunu kaydeden
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, son iki ayda bu
kapsam dışı alanlarda 15 adet kaya resmi, kaya
mezarı antik yol ve bazı arkeolojik buluntuları
tespit ederek, KVKK’ye bildirdiklerini dile getirdi.
Bunların da tescil edilmesi için çalışma
yapacaklarını aktaran Sürücü şunları söyledi; “Alan
çok geniş. Uzman sıkıntısı var. Uzmanlar sadece
Latmos’a değil Aydın bölgesindeki her bulguya
baktıklarından zaman açısından uzun bir süreç. Bu
karar Latmos’un bu bölgesini madenlerden korumuş
olacak”. Sürücü, Latmos’un bütünsel olarak
korunabilmesi Orman ve Su İşleri Bakanlığının Milli
Park kapsamına alması, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının da Bafa Gölü Tabiat Parkı’nın doğal sit
sınırlarının genişleterek Latmos’u da kapsaması
gerektiğini ifade etti.
Evrensel, Haber: Özer
Akdemir, 03.02.2016
|
HAZİNE-İ EVRAK, ARŞİV MÜZESİ OLARAK GERİ DÖNÜYOR
İtalyan mimar Fossati tarafından 1848'de yapılan,
Gülhane Parkı'nın girişindeki Alay Köşkü'nün
karşısında yer alan tarihi Hazine-i Evrak (Evrak
Hazinesi) binası Arşiv Müzesi olarak geri dönüyor.
Sultan Abdülmecid
döneminde inşa edilen bina artık arşivcilik
tarihimizi anlatan bir sergi mekanı olacak. 1853'te
açılan Hazine-i Evrak, cumhuriyet döneminde
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri 1 No'lu depo binası
olarak kullanılmış, 2008'de de Ulusal ve
Uluslararası Araştırma, Arşiv, Belgeleme ve Okuma
Salonu yapılmıştı. Yaklaşık 160 yıllık hizmetten
sonra iki sene önce Ticarethane Sokak'taki
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nin Kağıthane'ye
taşınmasıyla bu bina da boşaltılmış, akıbeti de
merak edilir olmuştu. Araştırmacıların, binanın
kendilerine tahsis edilmesi yönünde beklentisi
vardı. Hem tarihçilerin hem de araştırmacıların
büyük bir kısmı 600 yıllık arşivin Kağıthane gibi
nemli bir bölgeye taşınmasından memnun olmamıştı.
Arşiv Müzesi'nde artık son çalışmalar yapılıyor.
Resmi açılışı henüz belli olmayan müzenin, oteller
bölgesine dönüştürülen bölgenin kültürel hayatına
nasıl bir hareketlilik getireceği merak ediliyor.
Zaman, 03.02.2016
|
MÜZEDE GEÇMİŞE YOLCULUK
Balıkesir'in Burhaniye İlçesi'nde 2007 yılında
kurulan "Bizim Köy Etnografya Galerisi", sergilenen
hareketli-sesli objeleri ile Anadolu yaşamından
kesitler sunuyor.
Müze ziyaretçileri, sensörler yardımıyla hareket
edebilen cansız mankenler sayesinde un
değirmenindeki çalışmayı, çift sürülmesini, yün
eğrilmesini ve halı dokunmasını gözlemleyip zamanda
yolculuğa çıkabiliyor.
Yaklaşık 300 metrekare kapalı alana sahip "Bizim
Köy Etnografya Galerisi", 2007 yılında Ordulu Nurdaş
Yılmaz tarafından kuruldu. Sesli ve hareketli
objeler, müzeyi gezenleri çocukluğuna döndürüyor,
eski köy hayatını adeta yaşayarak gözlemleme fırsatı
sunuyor.
Müzenin ziyaretçilerini siyah önlüklü cansız
manken "Hoş geldiniz" diyerek karşılıyor. Yöresel
eşyaların da yer aldığı müzede, sensör yardımıyla
harekete geçebilen cansız mankenler ağaç kesiyor,
halı dokuyor, karasabanla çift sürüyor, un değirmeni
çeviriyor, kömürlü ütüyle giysileri ütülüyor, halı
dokuyor, bulgur öğütüyor, yün eğiriyor, dikiş
makinesinde çalışıyor.
Yerde oturur vaziyetteki bir başka cansız manken
ise ziyaretçileri algıladığında harekete geçerek
Kur'an-ı Kerim okuyor.
"Ziyaretçiler duygulanıyor"
Müzenin kurucusu Nurdaş Yılmaz, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, müzenin kadın, erkek, genç ve
yaşlı hemen her kesimden ilgi gördüğünü söyledi.
Ziyaretçilerin müzeyi gezerken duygulandığını
dile getiren Yılmaz, yaşı 90'ın üzerinde olan bir
ziyaretçinin "Babamdan ayrılırken 5 nüfustum. Bana
bir tencere, bir ağaç kaşık, bir de tepsi verdi. Biz
o tepside bir kaşıkla 4-5 sene yemek yedik. Kaşığı
bir o çocuk, bir diğeri kaparak yemek yerdi. Şimdi
çocuklar, torunlar yanımda çay bile içmiyor" diye
gözyaşı döktüğünü aktardı.
"Yabancılar müzeden ayrılamıyor"
Yurt dışından da çok ziyaretçi ağırladıklarını
belirten Yılmaz, "Yurt dışından gelenler 'Dünyada
böyle müze yok' diyorlar. Devlet buraya yardım etse
Avrupa Birliği'nin bayrağını da buraya koysa çok
güzel olacak ve o kadar çok kişi gelecek ki. Hele
yabancılar geldiği zaman müzeden çıkmıyorlar.
İğneden ipliğe her şeyin fotoğrafını çekiyorlar.
Yani yabancıların ilgisi daha çok" ifadelerini
kullandı.
Yılmaz, ilk yıl 5-6 bin kişiyi ağırlayan müzeye
gelen ziyaretçi sayısının, 2015 yılında 25 bine
yaklaştığını kaydetti.
"Köy çocuğuyum, oradaymış gibi hissettim
kendimi"
Müze aynı zamanda fotoğraf tutkunları için adeta
doğal çekim platosu özelliğine sahip.
Yunanistan'ın Gümülcine kentinde yaşayan ve
ailesiyle müzeyi gezen Edremit Fotoğraf Kulübü üyesi
Belgin İsmail, eskiden kullanılan objelerin burada
çok güzel bir şekilde değerlendirildiğini belirtti.
İsmail, şunları söyledi: "Ailemin birebir görmesini, çocukluklarına
gitmelerini istedim. Biz de arkadaşımla
fotoğraflıyoruz bunları. Eskiyi yaşamış gibi olduk.
Yani bazı nesneler de benim küçüklüğümde geçti.
Özellikle onları görünce daha bir heyecanlandım,
hoşuma gitti. Ben de köy çocuğuyum, oradaymış gibi
hissettim kendimi. Çok güzel mutluluktu bu. Umarım
başka izleyen kişiler de gelir görür burayı
değerlerimizi kaybetmeden."
Gümülcine'nin Hacı
Köyü'nde yaşayan Mümin İsmail
de müzeye hayran kaldığını, yeniden çocukluğuna
döndüğünü ve yaşadığı köyde de aynı şeylerin
bulunduğunu anlattı.
Akşam, 02.02.2016
|
TARİHİ TAŞBAŞI KİLİSESİ ARKEOLOJİ MÜZESİ OLACAK
Kültür merkezi olarak kullanılan kilise şimdi de
arkeoloji müzesi oluyor
İHA’nın haberine göre, Ordu Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, Taşbaşı Mahallesi’nde bulunan Rum
Ortodoks kilisesinin arkeoloji müzesi olarak yeniden
restore edileceğini açıkladı.
‘Taşbaşı Kilisesi’ olarak bilinen kilise, 1853
yılında bölgede bulunan Rum-Ortodoks cemaati
tarafından inşa edilmişti. Kilise 1937-1977 yılları
arasında cezaevi olarak da kullanılmıştı. 1983
yılında Kültür Bakanlığı tarafından restore edilen
kilise, 10 Nisan 2000 tarihinden itibaren kültür
merkezine dönüştürüldü. Kilisenin yanında bulunan
Rum Okulu’nunsa sadece kapı kısmı bugüne ulaştı.
Ordu Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden yapılan
açıklamaya göre restorasyon için, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan 1.2 milyon TL ödenek talep edildi.
Yapılması planlanan arkeoloji müzesinde, tarihi 5.
ve 6. yüzyıla dayanan Kurul Kalesi’nde 2010
tarihinden beri yapılan arkeolojik kazılarda ortaya
çıkarılan eserler sergilenecek. Yapılan açıklamaya
göre, Ordu’dan bugüne kadar çıkarılmış ve başka
şehirlere gönderilmiş tarihi eserler de bu yeni
müzede sergilenecek.
Agos, 02.02.2016
|
ROMA KALINTILARI TANAP'I DURDURDU
Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa'ya
taşıyacak TANAP kapsamında Gölbaşı'nda boruların
döşenmesi sırasında Roma Dönemi'ne ait kalıntılar
bulunması nedeniyle çalışmalar durduruldu
Azerbaycan'ın Hazar Denizi'ndeki doğalgazını
öncelikle Türkiye'ye ardından Avrupa'ya taşıyacak
olan bin 850 kilometre uzunluğundaki Trans Anadolu
Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) kapsamında
çalışmaların sürdüğü 20 ilden biri olan Ankara
bölümünde ilginç bir olay yaşandı. Gölbaşı İlçesi
Dikilitaş Mahallesi'nde çelik doğalgaz borularının
yerleştirileceği kanal için dozerlerin kazı yaptığı
sırada Roma Dönemi'ne ait yer altı odaları bulundu.
Üzerinde Çatal Haç sembolleri bulunan odaların
bulunmasının ardından bölgedeki boru döşeme
çalışmaları sonlandırıldı.
EKİPLER ÇALIŞIYOR
Roma Dönemi'ne ve 7.
yüzyıla ait olduğu düşünülen odalarda Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na bağlı ekipler incelemelerde
bulundu. Yer altındaki kalıntıları inceleyerek
figürleri fotoğraflayan ekipler, konu ile ilgili
detaylı çalışma başlattı. Uzmanlar odaların mezar
olması ihtimali üzerinde duruyor.
DUVARDA FİGÜRLER VAR
Ekiplerle birlikte
yer altı odalarına inen bir mahalleli, "İçeride 4
adet oda var. Duvarları oldukça düzgün yapılmıştı.
Herhangi bir bozulma yoktu. Duvarlarda haç ve buna
benzer bazı figürler vardı" diye konuştu.
DETAYLI ARAŞTIRMA YAPILMALI
SABAH Ankara'ya konuşan Dikilitaş Mahallesi Muhtarı
Ercan Öztürk, "Mahallemizde böyle kalıntıların
bulunması bizi gerçekten heyecanlandırdı.
Yaşadığımız bölgede çok sayıda tescilli yapı var.
Eğer mezar varsa mutlaka etrafında da farklı tarihi
yapılar vardır. Biz buranın detaylı bir şekilde
araştırılmasını istiyoruz. Turizm açısından
Ankara'ya katkı sağlanabilir" dedi.
Sabah,
02.02.2016
|
TARSUS'UN TARİHİ YERLERİNİ 49 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ
Tarsus'u 2015
yılında 49 bin 521 yerli ve yabancı turist
ziyaret etti.
Tarsus Müze
Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, 2015 yılında en
çok ziyaret edilen yer 23 bin 717 kişiyle Saint
Paul Kuyusu oldu. 12 Bin 710 kişi de
Saint Paul Kilisesini ziyaret etti.
Kültür Merkezi
içerisindeki
Tarsus Müzesini ise 13 bin 94 kişi gezerken,
ziyaretçiler toplamda 141 bin 720 lira ödeme
yaptığı belirtildi.
Tarsus
Haber,02.02.2016
|
 |
OSMAN HAMDİ BEY'İN "CAMİ ÖNÜ" TABLOSU SATILIYOR
Osmanlı döneminin en ünlü ressamlarından Osman Hamdi
Bey‘in “Cami Önü” tablosuna miras kavgası sırasında
konulan ihtiyati tedbir, mahkemece kaldırıldı.
Yıllarca kadife bir perdenin arkasında saklanan paha
biçilmez tablo, müzayedede satılacak. Satıştan elde
edilecek gelirin yarısı, müzayedeyi gerçekleştirecek
şirket tarafından bir devlet bankasına birer ay
vadeli olarak açılacak hesaba aktarılacak.
Türkiye’de müzeciliğin
kurucusu olarak da tanınan Osman Hamdi Bey’in
1882’den günümüze kadar gizli kalmış
başyapıtlarından “Cami Önü” adlı yağlıboya tablosu,
1950’de dönemin Gebze Belediye Başkanı Mustafa Zeki
Toros tarafından satın alındı. Tablo, uzun yıllar
Toros’un evinin duvarını süsledi. Toros’un 1974
yılında ölümüyle mirasını oğulları Demir Toros ve
Kayahan Toros ile eşi Meliha Toros paylaştı. Miras
paylaşımı sırasında 2 kardeş ve anneleri, tablonun
eşit payda ortak mülk olarak kalması ile ağabey
Kayahan Toros’un evinde asılı durmasına karar verdi.
Tablo, kadife bir perdenin ardında saklandı. Önce
anne Meliha Toros hayatını kaybetti. Kayahan Toros
ise 2011 yılında yaşama veda etti. Eşi Ayten ile
çocukları İsmet ve Zeynep, tabloyu 2014 yılında 10
milyon TL bedelle müzayedede satışa çıkardı. Satışı
duyan Demir Toros, mahkemeye başvurarak, tablo için
ihtiyati tedbir kararı aldırdı. Satış durduruldu.
Mahkeme, tablonun Deniz Müzesi’nde muhafaza
edilmesine karar verdi.
‘VARACAĞI EN
YÜKSEK DEĞERE ULAŞSIN’
Demir Toros,
geçtiğimiz günlerde bir kez daha İstanbul Asliye
Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu ve tabloyla ilgili
ihtiyati tedbir kararının devamı ile mülkiyet
hakkının tespitini istedi. Ağabeyin eşi ve çocukları
ise tablonun kendilerine ait olduğunu ileri sürerek
Demir Toros’un miras hakkı bulunmadığını iddia etti.
Anne ve çocukları, 40 yıldır 2 kardeşin
birbirlerinin evine dahi gitmediğini görüşmediğini
belirterek Demir Toros’un davasını ispat etse dahi
yüzde 50 hisseye sahip olabileceğini, tablo
üzerindeki elbirliği mülkiyetinin satış yoluyla
giderilebileceğini kaydetti. Ayrıca 134 yıllık
tablonun sanatsever ile buluşması, sanat tarihi
literatürüne girmesi ve varacağı en yüksek değere
ulaşabilmesi için kamuya açık bir müzayedede
satılmasına karar verilmesini istedi. Mahkeme,
Mustafa Zeki Toros’un mal varlığının ölümünden sonra
paylaşıldığını, tablonun paylaşıma konu edilmemiş
olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu
bildirerek tablonun Kayahan Toros’a intikal ettiği
kanaatine vardı. Demir Toros’un mülkiyet hakkı
tespit talebi reddedildi. Tablonun yarı hissesi
üzerinde hak iddia ettiği gerekçesiyle de ihtiyati
tedbiri, satış bedeli üzerine kaydırıldı; tablonun
müzayede yoluyla satılmasına izin verildi. Karar
doğrultusunda müzayede şirketi, Deniz Müzesi’ndeki
tabloyu sigorta yaptıktan sonra açık artırmayla
satacak.
OSMANLI
TOPLUMUNDAN FARKLI KARAKTERLER
Bugüne dek hiç
sergilenmemiş olan 1882 tarihli yağlıboya “Cami Önü”
tablosu, Bursa Yeşil Cami önünde duran ve Osmanlı
toplumundan farklı karakterleri temsil eden 16
figürü gösteriyor. Uzmanlar, ünlü ressamın Bursa
Yeşil Cami’nin önüne gerçekte bulunmayan basamakları
ustalıkla koyarak figürlerine hareketli bir sahne
oluşturduğunu belirtiyor.
ÖNEMLİ
ESERLERİNİN SATIŞ FİYATLARI
Osman Hamdi Bey’in
daha önce yapılan müzayedelerde satılan bazı
eserleri ve fiyatları şöyle:
-İstanbul
Hanımefendisi: 8 MİLYON TL
-Vazo
Yerleştiren Kız: 3.2 MİLYON TL
-Kuran Okuyan
Adam: 3 MİLYON STERLİN (Yaklaşık 12.7 milyon TL)
-Kaplumbağa
Terbiyecisi: 5.5 MİLYON TL
PARİS’TE
EĞİTİM GÖRDÜ
Müzeci, arkeolog ve
Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu Osman Hamdi Bey
1842 – 1910 yılları arasında yaşadı. Osmanlı
sadrazamlarından İbrahim Edhem Paşa’nın en büyük
oğlu olan Osman Hamdi Bey, 1860 yılında hukuk
öğrenimi için Paris’e gönderildi ve hukuk eğitiminin
yanı sıra iyi bir resim eğitimi de gördü. İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ni kuran Osman Hamdi Bey, resim
çalışmalarını sürdürdü ve figürlü kompozisyonlarıyla
Türk resim sanatının başarılı bir temsilcisi oldu.
Habertürk, Haber: Hayati Arıgan, 02.02.2016
|

Tarsus Belediye
Başkanı Şevket Can, Tarihi Ticaret Merkezi Çevre
Düzenleme ve Sağlıklaştırma Projesi kapsamında
restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.
Tarihi Ticaret
Merkezi Kentsel Tasarım Projesi’nin eski
yerleşim alanları olan
Şehitkerim Mahallesi, eski belediye binası,
Ulu Cami, Kırkkaşık Bedesteni ve Yeni Hamam
arasında kalan bölgeyi gezen Başkan Can,
esnaflarla sohbet edip, sorunlarını dinledi.
Projenin hızla
devam ettiğini belirten Belediye
Başkanı Şevket Can, bölgenin cazip hale geleceğini
söyledi. Hafta sonu olmasına rağmen çalışmaları
yakında takip eden Başkan Can, “Tarihi Ticaret
Merkezi ile ilgili çalışmalarımız hızla devam
ediyor. Toplam projenin bugünkü değeri yaklaşık
20 milyon TL civarında.
Burası,
baktığımızda şehrimizin en eski esnaflarının
bulunduğu bir bölge, biz dedik ki bu bölgeyi de
güzelleştirelim. Bu yıl 5 milyon liralık
ödeneğimizle bu işe başladık. Restorasyon
çalışması tamamen dış cephe kaplaması olacak.
Burası güzelleştiği zaman esnafımızın işine
yansıyacak ve daha çok para kazanmanızı
sağlayacak, tabi bu işin bitimine kadar biraz
sizlerde fedakarlık edeceksiniz ve bu süreci
beraber götürmek zorundayız. Şimdiden hayırlı
uğurlu olsun” dedi.
Tarsus Haber,
01.02.2016
|
EN KANLI DÖNÜŞÜM

Diyarbakır'ın simgesi olan Sur
İlçesinin korunması
için UNESCO'ya çağrılar yapılıyor.Çevreciler
"Suriçinde kentsel dönüşümün telafuz edilmesi bile
suç olmalıdır" diyor.
Faşizme direnişin simgesi
Hıristiyan, Müslüman ve
Yahudi kültürlerini harmanlayan 2 bin yıllık
tarihiyle UNESCO korumasındaki Toledo, mimarisi
kadar işgal ve direnişlerle dolu geçmişiyle de
dikkat çekiyor. Sırasıyla Roma belediyesi,
Vizigotların başkenti, Kordoba emirliğinin kalesi,
Mağribilerle savaşan Hıristiyan kralların üssü ve
ardından başkenti olan Toledo, en büyük darbeyi
1936’da faşist General Franco’dan aldı. Franco,
Cumhuriyetçi direnişçilerin sığındığı tarihi kaleyi
iki ay
bombalattı. Alcazar de Toledo savunmasıyla
tarihe geçen 84 bin nüfuslu kent, Kastilya-La Mancha
özerk bölgesinin de başkenti.
Diyarbakır
Sur’da 5. kez ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve
operasyonlar 64. gününe girerken tarihi ilçe
operasyonlarda yerle bir oldu, en az 20 bin kişi
evlerini terk etti. Yaşananlara karşın Başbakan
Davutoğlu’nun “Sur’u Toledo yapacağız” açıklaması
büyük tepki çekti. Hukukçular, yerel yöneticiler ve
uzmanlar böylesi bir dönüşümün Sur’un çok kültürlü
kimliğini yok edeceğini, göç ve asimilasyona neden
olacağını belirterek, kentsel dönüşümün en kanlı
biçimde gerçekleştirilmek istendiğini vurguladı.
'Sosyal miras'
Abdullah Demirbaş (Eski Sur Belediye
Başkanı): Hükümetin yapmak istediği rant
politikası ve bunun da ötesinde Sur’daki mevcut çok
kimlikli, çok kültürlü yapıyı tekleştirmektir.
Yapılması gereken Sur’u, özellikle insani dokusu
korunarak, açık hava müze kent haline getirmek
olmalıdır. Kültürel miras korunurken sosyal miras da
korunmalıdır. Bu demografik yapıyı yerinden söküp,
yerine yeni bir yapı koymakla dönüşüm yapılmaz.
Sulukule örneğinde gördük.
‘6 ayda yıkıldı!’
Sezgin Tanrıkulu (CHP İstanbul
Milletvekili): Toledo binlerce yıllık
tarihi geçmişinde onca savaş ve çatışmaya rağmen hiç
zarar görmeden günümüze gelmiş bir kültür mirasıdır.
Sur ise onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış bir
kültür mirası olarak, 5 bin yıldır çatışma ve
savaşlardan hiç zarar görmediği halde, son 6 ayda
hiç görmediği kadar zarar görmüş, tanklar ve
toplarla yıkılmıştır.
Başbakan istedi diye
Turan Kapan (İnşaat Mühendisleri Odası
Diyarbakır Şube Başkanı): Sur’a Toledo
demek, Milano demek akıl tutulmasıdır. Başbakan
istedi diye Sur, Toledo olmaz. Yapmak istedikleri
modernist bir yaklaşımdır. TOKİ’nin bu çerçevede
yaptıkları ortadadır.
'Kabul edilemez’
Fatma Esmer (Amed Göç Der Eşbaşkanı): Sur’da böylesi bir girişim kentte yeni bir
göç dalgası, yeni imar alanları, kent merkezine yeni
bir yığılma demektir. Ama ondan önemlisi insanların
istekleri dışında
‘Kabul edilemez'
Raci Bilici: İHD Diyarbakır Şube Başkanı):1990’lı yıllarda birçok köy, şehir yerle
bir edildi ama hiçbiri yapılmadı. Kimse Toledo
peşinde değil, kimse lüks peşinde değil, insanlar
kendi hayatını kurtarma ve onuruyla yaşama
peşindedir.
Cumhuriyet, Haber: Mahmut Oral,
01.02.2016
|
ABDÜLHAMİD'İN ÇEŞMESİ #ŞİİRSOKAKTA HAREKETİNİN
HEDEFİ OLDU
Restore edilerek kültür hafızasına kazandırılan
eserler, şehrin kültür hafızasını tazelemekle
beraber, şehirli bilincini de canlandırıyor.
İstanbul'da restore
edilmeyi bekleyen pek çok tarihi eser mevcut. Gerek
kamu eli gerek özel teşebbüslerle tamir gören
asırlık yapıların aslına uygun biçimde görmediği
başlı başına bir mesele olmakla beraber, elden
geçirilen çeşme, sebil, cami, mezar taşı gibi tarihi
mirası koruyabilmek de işin başka bir yönünü teşkil
ediyor.
Galata'da II.
Abdülhamid Han devrinden kalan tarihi Laleli Çeşme,
şuursuzca yapılan tahribatın hedefi oldu. Saray
başmimarı İtalyan Raimondo d'Aranco'nun 1903
senesinde inşa ettiği, Art Nouveau (ArNuvo) tarzında
yapılan çeşme üzerine çekilen elektrik kablosu,
önündeki trafik levhası ve çevre esnafın bıraktığı
çöp ile adeta yok sayılıyor. Eski ismiyle Yahudi
Yokuşu, yeni ismiyle Şair Ziya Paşa Caddesi üzerinde
bulunan asırlık yapı güzelliğini her şeye rağmen
koruyor. Şehir vandallarının esiri olması pek çok
kimse tarafından yadırgansa da Abdülhamit Han'dan
yadigar kalan bu kadim eser, son olarak duvarlara
yazı yazanlar için bir nevi müsvedde halini aldı.
Sosyal medyada çokça revaç bulan “Şiir Sokakta”
hareketine mensup olduğu zannedilen kişi veya
kişiler çeşme alınlığına “Beni böyle bir başıma
bırakıp nereye gidiyorsun? Oysa çok değil, daha dün
özledim
#Şiirsokakta, #Gökselinyalnızkuşu” yazılarını
yazmaktan geri durmamış. Sprey boya ve keçeli
kalemle yazılan yazının hangi amaçla yazıldığı malum
olmamakla beraber, tarihi eserleri bu gibi zararlı
hareketlerden korumak da bilinçli her vatandaşın
vazifesi olmalıdır.
Zaman, 01.02.2016
|
GÖKÇEADA'NIN BAĞRINDAKİ HANÇER ÇIKIYOR: MASİ OTEL
YIKILACAK

Gökçeada eski Bademli
Köyü'nde sit alanında yapılan 5
katılı otel için yıkım kararı nihayet kesinleşti.
Danıştay 14. Dairesince sit alanında kaldığı
onaylanan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
uzmanlarınca da yıkılması yönünde karar verilen Masi
otel için yolun sonu göründü. Çanakkale Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu 90 gün içinde Gökçeada
Belediyesi’nden otelin yıkılmasını istedi.
İLK RADİKAL DUYURMUŞTU
Radikal 11 Ekim 2012 tarihinde ‘Gökçeada’ya
kıydılar’ başlığı ile Eski Bademli Köyü’nde 5 katlı
bir binanın imar yasalarına aykırı olarak sit
alanında yükseldiğini duyurmuştu. Gökçeada
Gönüllüleri Derneği otelin durdurulması için hem
dava açmış hem de belediyeye defalarca inşaatın
durdurulması için başvurmuştu. Ancak belediye önce
inşaatı mühürlemiş daha sonra yapı tadilat ruhsatı
düzenleyerek otelin tamamlanmasına göz yummuştu.
İdari Mahkemenin yürütmeyi durdurma daha sonra
da inşaata izin veren yapı ruhsatı ve nazım imar
planlarını iptal etmesine rağmen Gökçeada Belediyesi
kaçak otele müdahale etmemişti. Üstelik Belediye
Başkanı Yücel Atalay, Gökçeada eski Kaymakamı
Kamuran Taşbilek için mahkemece yıkım kararı olan
otelde veda yemeği vermişti.
ESKİ BAŞKANA ZORLU GETİRME KARARI
Önce Çevre ve Şehircilik bakanlığı otelin kaçak
olduğunu ve yıkılması gerektiğini tespit etti. 6
kişiden oluşan bakanlık uzmanları hazırladıkları
raporun sonuç bölümünde şu tespiti yaptı; “İmar
plan tadilatlarının üst ölçekli planlara ve 3194
sayılı İmar Kanunu’na aykırılıkları olduğu, söz
konusu imar planlarına dayalı olarak taşınmaz
üzerinde yapılan yapı ve düzenlemelerin 3194 sayılı
İmar Kanunu’na ve üst ölçekli planlara aykırı olduğu
tespit edildiğinden söz konusu yapılar hakkında 3194
sayılı kanunun 32 ve 42. maddeleri gereği işlem
yapılması gerekmektedir.’’ 3194 sayılı yasanın 32
maddesi imar planına aykırı olan yapıların yıkımını
talep ederken 42. madde ise cezai işleme hükmediyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu raporu üzerine
İçişleri Bakanlığı Gökçeada Belediyesi ile yasaya
aykırı plan tadilatları yapan meclis üyeleri
hakkında soruşturma başlattı. Son duruşmada,
mahkemeye gelmeyen eski belediye başkanı Yücel
Atalay ile ilgili kolluk güçlerince getirilmesine
karar verildi.
90 GÜNDE YIKILSIN
Diğer yandan Çanakkale Kültür Varlıkları Koruma
Bölge Kurulu’nca Danıştay 14. Daire kararı uyarınca
101. Ada 23 parselin kentsel sit alanında kaldığının
kesinleştiğini 10.07.2013 tarih itibariyle de
parselde fiziki müdahaleler yapıldığını tespit
edildiği belirtildi. Bu değerlendirmeler ışığında
Koruma Kurulu 28.12.2015 tarihli şu kararı aldı;
‘’101 ada 23 parselde kurulumuz izni alınmadan
yapılan otel, havuz vb tüm inşai ve fiziki
uygulamaların ilgili belediye denetiminde 90 gün
içinde kaldırılmasına, yapılacak işlemler sonrasında
hazırlanacak teknik rapor ve fotoğrafların
kurulumuza iletilmesine, kurulumuz izni alınmadan bu
parsel üzerinde herhangi bir inşai ve fiziki
müdahalede bulunulmamasına karar verildi.’’
DARISI DİĞER KAÇAKLARA
Radikal 2012 yılından bu yana sürdürdüğü
Gökçeada’nın bağrına hançer gibi saplanan 5 katlı
otel ile ilgili onlarca haberden sonuç aldı. Darısı
üstünde yıkım kararı olan başta On altı Dokuz
kuleleri olmak üzere tüm kaçak binaların başına…
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.02.2016
|
MUSTAFA KOÇ ÖNCÜ OLDU, OSMANLI SANATI MİLYONLARA
ULAŞIYOR
Aramızdan ayrılan Mustafa Koç'un girişimleriyle
açılan New York Metropolitan Müzesi'ndeki Osmanlı
sanat galerileri her yıl milyonlarca kişi tarafından
ziyaret ediliyor. Koç Ailesi'nin adının 75 yıl
yazılı kalacağı 2 galeride Osmanlı'nın en parlak
döneminin eserleri sergileniyor. Koç Grubu iki
galeri için 10 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti.
Her yıl 5,5 milyondan
fazla ziyaretçiyi ağırlayan New York Metropolitan
Müzesi'ndeki Osmanlı galerisi Koç Ailesi'nin
sponsorluğunda faaliyetlerini sürdürüyor. Müzenin
İslam Eserleri bölümünde yer alan ve Koç Family
Galleries ismi verilen iki galeride
Osmanlı sanatının 600 yıllık tarihi ile Selçuklu
eserleri milyonlarca ziyaretçiye sunuluyor.
Yakında aramızdan
ayrılan Koç Holding Yörnetim Kurulu Başkanı
Mustafa Koç'un girişimleri ve himayesinde hayata
geçirilen proje sayesinde Koç Ailesi'nin adı 75 yıl
süreyle 2 galeride yazılı kalacak. Galeride,
Osmanlı'nın en parlak döneminin eserleri
sergileniyor. Mustafa Koç'un da hazır bulunduğunu
galeri açılışı 2011'de gerçekleşmişti. Batılıların
Muhteşem Süleyman olarak bildiği Kanuni Sultan
Süleyman dönemi eserlerinin ağırlık kazandığı Koç
Ailesi Galerisi'nde halılar, kumaşlar ve Osmanlı
Saray sanat eserleri sergileniyor. Koç ailesi her
iki galeri için toplamda 10 milyon dolar ödemeyi
kabul etmişti.
New York Metropolitan
Sanat Müzesi (MET) yetkilileri Zaman'a yaptığı
yazılı açıklamada Mustafa Koç'un vefatı ile ilgili
Rahmi Koç'a taziyelerini ilettiklerini belirtti.
Açıklamada “Metropolitan Sanat Müzesi'nin mütevelli
heyeti ve personeli olarak, müzenin mütevellisi,
hayırseveri (bağışta bulunanı) ve arkadaşı Rahmi
Koç'un oğlu Mustafa Koç'u kaybetmesi ile ilgili
üzüntülerimizi (bütün ailesine) ve büyük saygımızı
içeren taziye dileklerimizi ilettik.” ifadelerini
kullandı. Müze yetkilileri 1 Kasım 2011'de açılan
İslami Medeniyetler galerilerini ilk 14 ayda 1
milyondan fazla insanın ziyaret ettiğini açıkladı.
Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç galeri
açılışında dönemin müze müdürü Philippe de
Montebello'nun “Ben emekli oluyorum. Müzede İslam
eserleri bölümü açılacak. Hepsine Arap ve Acemler
sponsor oluyor. Bir ucundan siz tutar mısınız?
Osmanlı'nın burada olması fevkalade önemli. Bir
galeri 75 yıllığına 5 milyon dolar.” teklifinde
bulunduğunu aktarmıştı. Teklifi değerlendiren Koç
Ailesi, Osmanlı Saray sanat eserlerinin sergilendiği
iki galeri için sponsorluğu kabul etmişti. Rahmi Koç
galeri açılışının manevi hazzının çok büyük olduğunu
belirterek, “Bu kez bizim tarihimizi, kültürümüzü
dünyaya tanıtacak iki galeriye ailenin ismini
verdik. Osmanlı dünya çapında bir medeniyetti.
Dolayısıyla dünya çapında bir işe imza attık. Çok
bahtiyarım.” ifadelerini kullanmıştı.
Osmanlı sanatı
dünya sahnesinde
O güne kadar farklı
medeniyetlerin boy gösterdiği sanat merkezinde,
İslamiyet'ten eser yoktu. İran, Fas ve Azeri asıllı
zengin ABD vatandaşları kendi tarihlerini bu büyük
sahneye çıkarırken, Türkiye'den de Koç Ailesi
Osmanlı'ya sponsor olmuş ve İslamiyet'in önemli bir
parçası olan Osmanlı medeniyetini Metropolitan'da
sergilemesi için büyük bir adım atmıştı. The Greater
Osmanlı World' teması ile hazırlanan ikinci galeride
ise Osmanlı sanatının özellikle Anadolu'da ortaya
çıkan en güzel örnekleri sergileniyor. Anadolu
motifleriyle bezenmiş Osmanlı halıları ve dokumaları
da bugaleride yer alıyor.
İslam, 12 bin
eserle anlatılıyor
7'nci yüzyıldan 20'nci
yüzyıla kadar 12 binden fazla sanat eserini içeren,
alanında dünyanın en kapsamlı koleksiyonlarından
biri olan İslam Sanatları Koleksiyonu'nun 459 ve
460'ıncı galerinin sponsorlu Koç Ailesi tarafından
karşılanıyor. İslam Medeniyeti'nin Orta Asya'dan
Kuzey Afrika, Avrupa, Orta ve Güney Asya'ya kadar
izlediği yolun sergilendiği bölümde toplam 15 galeri
bulunuyor. İslam coğrafyasına ait sanat eserlerinin
sergilendiği galerileri her gün 2 bin 500'den fazla
insan ziyaret ediyor.
Zaman, Haber: Osman Akkurt,
01.02.2016
|
KAPALIÇARŞI VENEDİK TÜZÜĞÜ'YLE YENİLENECEK
Kapalıçarşı Yenileme ve Avan Projesi’nde
yürütülen çalışmalar dünya basını ile
paylaşıldı. 554 yıllık Kapalıçarşı’nın içindeki
Havuzlu Restoran’da basın mensuplarını ağırlayan
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, projeyi
slayt üzerinden anlattı.
DÖNÜM NOKTAMIZ
Kapalıçarşı’daki çalışmanın dönüm noktası
olduğunu belirten Başkan Demir, “İşin mutfak
kısmı bitti. Projeler yapıldı, Anıtlar Kurulu
onayladı. 554 yıllık Kapalıçarşı’nın ilk kez
yönetim kurulu oldu. Artık somut müdahaleler
olacak. Burası 91 milyondan fazla ziyaretçi ile
dünyanın en fazla ziyaretçi alan yeri” dedi.
Tarihi değerlerin korunarak geleceğe
taşınması gerektiğini vurgulayan Başkan Demir
şunları söyledi: Kapalıçarşı’nız varsa çok
dikkatli olmalısınız. Bu eserler insanlığın
ortak mirası. Müdahale ederken evrensel
değerleri uygulamalısınız. Biz de bütün
aşamaları Venedik Tüzüğü’ne uygun
gerçekleştirdik. Bundan sonra da o tüzüğe uygun
çalışacağız. Hem fonksiyonlandırılması, tarihi
değerinin ön plana çıkarılması aynı zamanda bir
dönemi temsil ediyor olmasının ön plana
çıkarılması bu tüzükte mevcut.
Akşam,
01.02.2015
|
TARİHİ NARMANLI HAN'DA NELER OLUYOR?
Koruma Kurulu'nun onay vermesinin ardından İstiklal
Caddesi'nin en eski yapılarından biri olan Narmanlı
Han'a iş makineleri girdi. Beyoğlu Kent
Savunması'nın "tarihin pervasızca yok edildiği"
gerekçesiyle yaptığı başvuruya 'Sorumluluk proje
mükellefinde' yanıtı verildi.
Beyoğlu Kent Savunması, Narmanlı Han’da yürütülen
restorasyon projesi kapsamında hanın bahçesinde iş
makinalarıyla çalışma yapılarak hanın duvarlarının
tahrip edildiğini İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne ihbar
ederek projenin durdurulmasını istedi. İhbarı
değerlendiren kurul ise proje uygulama
sorumluluğunun proje müellifine verildiğini
belirterek topu projenin mimarına attı.
İstiklal Caddesi'nin en eski yapılarından biri
olan Narmanlı Han 1831 yılında inşa edildi. Narmanlı
Han 1880 yılına karar Rus elçiliği, ardından 1914
yılına dek Rus hapishanesi olarak kullanıldı. Aliye
Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu
başta olmak üzere birçok yazar ve sanatçının
eserlerini ürettiği han için 2015 yılında
restorasyon projesi hazırlandı. Proje 16.06.2015
tarihinde İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanınca 19
Ocak’ta restorasyon için ilk çalışmalara başlandı.
KURUL: SORUMLULUK PROJE MÜELLİFİNDE
Restorasyonun başladığı 19 Ocak’ta kepçelerin
hanın bahçesine girdiğini ve hanın duvarına
zarar verdiğini savunan Beyoğlu Kent Savunması
üyeleri, Narmanlı Han’daki iş makinalarının
fotoğraflarını İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ileterek ihbarda
bulundu. İhbarda, “Tarihi han içerisine devasa iş
makinesi sokulmuş, han duvarları tahrip edilerek
avluda bulunan ağaçlar kesilerek çalışmalar
yapılmaktadır. Ayrıca han içerisinde iş makinesi ile
kazı başlamıştır. Bütün bu süreçte han tamamen
dışarıya kapatıldığı için ancak Sofyalı Sokak
üzerinde bulunan ofisimizin penceresinden
görülebildiği kadarıyla aktarılmıştır. Narmanlı Han
gibi bir kültür varlığına pervasızca zarar verenler
ile ilgili gerekli denetimlerin yapılmasını ve yasal
yollar kullanılarak inşai faaliyetin acilen
durdurulmasını talep ederiz.” İfadesi kullanıldı.
Başvuruyu inceleyen kurul cevap yazısında,
“Kurulumuzun 16.06.2015 tarih ve 3512 sayılı kararı
ile İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Asmalımescit
Mahallesi, 1 pafta, 310 ada, 1 parselde kayıtlı
tescilli taşınmaz kültür varlığına ilişkin
hazırlanan restorasyon projesinin uygun olduğuna,
uygulama sorumluluğunun proje müellifince
üstlenilmesine karar verildi” ifadelerini kullanarak
topu projenin mimarına attı.
NARMANLI HAN KAMULAŞTIRILSIN
Restorasyon projesi kapsamında tarihi hanın iç
duvarlarının yıkılarak yerine cam kuleli cephe
eklenmek istendiği ve projenin tarihi hana zarar
vereceğini savunan Beyoğlu Kent Savunması üyesi
avukat Eren Can sözlerine şu şekilde devam etti:
“uygulanmak istenen restorasyon projesi binanın
cephesi dışında binanın hiçbir şeyini korumayı
öngörmüyor. Projeye tamamıyla içi boşaltılmış,
tüm taşıyıcı sistemi ve çatısı değiştirilmiş,
İstiklal caddesine bakan kütlenin çatı katı
büyütülmüş ve mevcut bodrum katları iptal edilmiş
bir Narmanlı Han oluşturmayı ön görmektedir. Binanın
içinin boşaltması demek binanın tüm taşıyıcı
sistemini değiştirmek, döşemeleri kaldırmak, bu
döşemelerle birlikte tavan bezemelerini, döşeme
kaplamalarını, iç duvarları, ,kapıları vs. yok etmek
demektir. Kısacası bu durum tarihi binayı sadece bir
kabuğa indirgemek anlamına gelmektedir. Biz bu
yüzden uygulanmak istenilen restorasyon projesine
karşı çıkıyoruz. Biz Narmanlı Han’ın
kamulaştırılmasını istiyoruz. Mevcut restorasyon
projesi Narmanlı Han’ı soylulaştıran bir projedir.
Proje bitiminde hanın içinde lüks restoranlar
açılacak. Bunun yerine geçmişte olduğu gibi Narmanlı
Han odalar şeklinde ucuz kiralar karşılığında
yazarlara ve sanatçılara kiraya verilebilir.”
Radikal, Haber: İdris Emen, 01.02.2016
******
DOĞAN HASOL'DAN NARMANLI HAN TEPKİSİ:
DEĞERLERİMİZİ YİTİRİYORUZ

Beyoğlu'nun anıt eser niteliğindeki Narmanlı
Han'ın restorasyon projesine tepkiler dinmiyor. Ünlü
Mimar Doğan Hasol Twitter hesabı üzerinden Sinan
Genim'in restorasyon projesi için "Yık-yap, para
kap" süreci doludizgin. Sıra İstanbul'un
simgelerinden Narmanlı Han'a gelmiş. Değerlerimizi
yitiriyoruz. Haydi hayırlısı!" dedi.
Narmanlı Han'daki proje kısa bir süre önce gece
yarısı iş makinalarının tarihi yapıya girmesi ve
sabah saatlerinde kurban kesilmesiyle başlamıştı.
Beyoğlu Kent Savunması, projeye tepki
göstererek Narmanlı Han önünde basın açıklaması
yaparak, kamulaştırma talebinde bulunmuştu.
Mimar Sinan Genim'in
hazırladığı restorasyon projesine tepkiler dinmiyor.
Ünlü Mimar Doğan Hasol, üzerinden "Yık-yap, para
kap" süreci doludizgin. Sıra İstanbul'un
simgelerinden Narmanlı Han'a gelmiş. Değerlerimizi
yitiriyoruz. Haydi hayırlısı!" mesajı paylaştı.

'KIYMET BİLMEYE Mİ ÇALIŞIYOR YOKSA PARA
KAZANMAYA MI?'
Sosyolog Prof.Dr. Besim F. Dellaloğlu da
Facebook hesabı üzerinden Genim'e tepki gösterdi.
Dellaloğlu şu mesajı paylaştı:
"Burada yaşayan Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Aliye Berger gibi sanatçıların burada
yaşadığını belirtmek için hatıra plaketleri
koyacağız. Ancak sanatçıların hangi odalarda
kaldığını tespit edemedik maalesef… Yalnız o
yıllarda Türkiye'nin değerlerinin nerelerde
yaşadığını görseniz utanırsınız 6 metrekare bir oda,
camlar gazete kağıtlarıyla kaplı, tuvaletler
müşterek kullanılıyor falan…" diyor Sinan Genim.
Adını andığınız sanatçıların kaldığı odaları bile
tespit edememişseniz, sözünü ettiğiniz plaketleri
nereye koyacaksınız. Örneğin Tanpınar'ı o odasında
ziyaret etmiş ve bugün hala hayatta olan insanlar
var üstelik. Onları bulmaya, onlarla konuşmaya bile
tenezzül etmemişsiniz. Niyetinizi oradan anlıyorum
ben. O insanların yaşadığı koşullar ile ilgili
söyledikleri ise çok ilginç. Uzaydan gelmiş galiba
dedirtecek kadar ilginç. Bu ülke, Türkiye hangi
değerinin kıymetini bilmiş acaba şimdiye kadar?
Kendisi de acaba kıymet bilmeye mi çalışıyor, yoksa
para kazanmaya mı?"

Prof.Dr. Besim F. Dellaloğlu kimdir?
1965 İstanbul doğumlu. Galatasaray Lisesi’nin
ardından Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi. Yüksek
lisans ve doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde
sosyoloji alanında yaptı. Mimar Sinan, Marmara,
Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray ve Kırklareli
üniversitelerinde ders verdi. Şu anda Sakarya
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim
üyesi. Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında kitabı
bulunuyor.
İleri Haber, Haber: Rıfat Doğan,
02.02.2016
|
AĞAÇLAR KAYAKÖY'DEKİ YAPILARI TAHRİP EDİYOR

Tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanan ve antik
dönemlerde "Karmylassos" olarak bilinen Muğla'nın
Fethiye İlçesi'ndeki Kayaköy Ören Yeri'ndeki mimari
yapıların, ağaçlar nedeniyle zarar gördüğü
bildirildi.
Fethiye İlçesine 8 kilometre uzaklıktaki Kayaköy,
her biri 50 metrekare büyüklüğünde, manzara ve ışık
açısından birbirinin önünü kapatmayan, genellikle
alt katları kiler olarak kullanılan, girişte
çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı
sarnıçlarına sahip evlerden oluşuyor.Tarihi milattan
önce 3000 yıllarına uzanan ve antik dönemlerde
"Karmylassos" olarak bilinen Kayaköy'e, Osmanlı
tarafından verilen haklarla Rumlar yerleşti.
Kayaköy, 1923 yılında Yunanistan ile yapılan
Türk-Yunan mübadelesinde Rum nüfusunun Yunanistan'a
gitmesiyle boşaldı. Evlerin ahşap kısımlarının
zamanla çürüyüp yok olmasıyla Kayaköy, "hayalet
şehir" olarak anılmaya başlandı.Yüzlerce yıllık
ortak geçmişin, kültürel çeşitliliğin ve zenginliğin
izlerini taşıyan Kayaköy'ün "Dostluk ve Barış Köyü"
olması için 1988 yılında Türkiye Mimarlar Odası ve
Türk-Yunan Dostluk Derneği işbirliğiyle proje
hazırlandı. Bu çalışmalar sonunda Kayaköy, 1. derece
kentsel ve arkeolojik sit alanı ilan edildi.
"Açık hava müzesi olmalı"
Uzun yıllar hüznüyle baş başa kalan Kayaköy'deki
evlerin içinde ve etrafından çıkan ağaçların ise son
dönemde yapıların duvarlarını yıkarak tahrip etmeye
başladığı tespit edildi.Mimarlar Odası Fethiye
Temsilciliği Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Güngör,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kayaköy'de mevcut
yapıların bir bölümünün hiç dokunulmadan olduğu gibi
kalmasını, bir bölümünün ise restore edilip açık
hava müzesi olarak düzenlenmesini istediklerini
söyledi.Kayaköy'deki bazı binaların restoran,
pansiyon gibi değerlendirilebileceğine değinen
Güngör, "Böylece yaşamın olduğu yerden terk
edilmişliğe doğru bir fikir oluşur. Bunun çevreye
çok büyük kültürel zenginlik kazandıracağını
düşünüyorum" dedi. Mübadele döneminde Kayaköy'den
gitmek zorunda olan birçok Rum olduğuna anlatan
Güngör, bu kişilerin anısına binaların bir kısmına
hiç dokunulmaması gerektiğini savundu.
"İncir ağaçları zarar veriyor"
Mimarlar Odası Fethiye Temsilciliği Yönetim
Kurulu Üyesi Hilal Polat ise Kayaköy ile ilgili
gözlemledikleri en büyük problemin doğanın tahribatı
olduğuna dikkati çekti. Özellikle incir ağaçları ve
bitkilerin mevcut yapıları olumsuz etkilediğini
anlatan Polat, şöyle konuştu: "Ağaçlar, duran
zamanın bir ögesi olan evlerin duvar yapılarında
patlatmalara sebep olmaktadır. Öncelikle burada
doğanın kontrol altına alınması gerekli. Ardından
buradaki yaşanmışlığı gözlemleyebilmemiz için bir
kısmının restore edilmeden olduğu gibi bırakılması
bir kısmının da restore edilerek açık hava müzesi
olması gerekli. Bizler, Kayaköy'ün 'turizm' adı
altında otel olmasını doğru bulmuyoruz. Altyapı,
elektrik ve su sistemlerinin Kayaköy'e olumlu
sonuçlar doğurmayacağını, doğal yapısını da çok
ciddi tahrip edeceğini düşünüyoruz."Kayaköy'den
alınması gereken mimari dersler olduğuna da dikkati
çeken Polat, "Burada birbirinin güneşini
engellemeyen saygılı yapılar var. Birbirinin
mahremiyetlerine de saygı gösteriyor. Günümüzde
gözardı ettiğimiz temel mimari prensiplerin dersinin
çıkarılabileceği yapılar da mevcut. Bu nedenle
buranın harap olup gitmesi, aktarabileceğimiz
nesillere göstererek örnekleyebileceğimiz temel
örneklerin gitmesi bizi üzüyor" diye konuştu.
Akşam, 31.01.2016
|
ÇALMAK DA BİR SANATTIR
Plan
yapmadan çöp poşetine koyup milyon dolarlık tabloyu
çalan mı istersiniz, polis kılığında içeri girip
müzeyi soyan mı? Bu anlattıklarım size olmaz gibi
geliyor belki ama sanat eseri hırsızlığı aslında
yüksek zeka gerektiren “estetik” bir iş...
ABD’de yaşayan Papaz Cooper, odasına girdiğinde bir
fazlalık olduğunun farkına vardı. Karşısında siyah
mürekkep ve tüy kalemle çizilmiş bir tablo
duruyordu. Papaz, eli ayağına dolaşarak polisi
aradı. Gerçek hemen gün yüzüne çıktı; odasındaki,
milyon dolarlık bir Rembrandt tablosuydu! Hollandalı
ressama ait eskiz birkaç gün önce, kiliseye yakın
bir otelin sergi salonundan çalınmıştı. Soygun
polislerce “Mükemmel düşünülmüş ve uygulanmış”
olarak tasvir edilse de sonradan işler belli ki o
kadar pek mükemmel gitmemişti. Hırsızlar tabloyla ne
yapacağını bilememiş, çareyi onu masum bir adamın
odasına bırakmakta bulmuştu... Bir başka acemi
soyguncu hikayesi de Amsterdam’dan. Van Gogh
Müzesi’ne gece yarısı saklanıp sabaha karşı güvenlik
görevlilerini etkisiz hale getiren bir hırsız, her
biri en az 10 milyon dolar değerindeki 20 tabloyu
alıp kaçmıştı ve tablolar 1 saat geçmeden yol
kenarına terk edilmiş bir otomobilde bulunmuştu.
DÜNYANIN EN
BÜYÜK 3. SUÇ ALANI
Sanat eseri hırsızlığı
son yıllarda banka soygunlarından bile daha çok
iştah kabartıyor. Hatta ABD Adalet Bakanlığı, sanat
hırsızlığının uyuşturucu ve silah kaçakçılığından
sonra dünyanın en büyük 3. suç alanı olduğunu
açıkladı. Hırsızların da gözdeleri var, her şeye el
uzatmıyorlar; Pablo Picasso, Salvador Dali,
Rembrandt, Andy Warhol en sevdikleri. Sadece
Picasso’nun kayıp 1000 tablosunun olduğu söyleniyor!
Daha da kötüsü kimi müzayede evleri para için sahte
eserleri satıyor. Tarihçi Dr. Noah Charney’e göre;
dünyadaki tüm müzelerde bulunan koleksiyonların
yüzde 10’u ya sahte ya da imzasız. New York
Metropolitan Museum of Art’ın eski yöneticisi Thomas
Hoving’e göre de küresel sanat eseri piyasasındaki
sahte eser oranı yüzde 40.
HIRSIZDAN
TEŞEKKÜR NOTU
Belki elimde olsa ben
de yapardım! Londra’daki National Gallery’yi
ziyaretimde bir ara şeytan beni de dürttü, çok
değerli bir tablo öyle yakınımdaydı ki “Bir el atsam
götüreceğim sanki” demiştim içimden. Korkudan
dokunamadım elbette ama elini kolunu sallayarak
müzeye girip yüzlerce ziyaretçinin içinde soygun
gerçekleştirenleri duydum. İsveç’in başkenti
Stockholm’deki Ulusal Müze’de 3 soyguncu, mesai
saatlerinde bir Rembrandt, iki de Renoir tablosu
yürüttü. Akıllıca bir yanı vardı bu soygunun; gece
alarmlar çalışırken değil, gündüz kapılar açıkken
gerçekleştirmek daha kolaydı.
Gerçi hırsızlar
müzeleri daha önce de pek çok kez uyarmıştı. 1994’te
Norveç Kış Olimpiyatları’nın açılışına
kilitlenmişken, uyanık hırsızlar galeriden bir
Edvard Munch eseri çalmıştı. Görevliler alarmı
ciddiye almadığı için soyguncular “Yetersiz güvenlik
için teşekkürler” notu bırakarak kayıplara
karışmıştı.
MONA LİSA ÇALINMASAYDI BU KADAR DİKKAT ÇEKER
MİYDİ?
1911’de Mona Lisa’nın
Paris’teki Louvre Müzesi’nden çalınması, tarihin en
büyük sanat soygunlarından biriydi. İtalyan Vincenzo
Peruggia, Fransız koleksiyonlarında çok sayıda
İtalyan ressam ve heykeltıraşın eserlerinin
bulunmasına içerleyerek, Leonardo da Vinci’nin
eserinin sergilendiği odayı boş bulduğu anda,
tabloyu gömleğinin altına sokuşturarak ortadan
kayboldu. Bu olay sonrasında sadece boş duvarı
görmek için bile binlerce insan müzeye akın etti.
Mona Lisa’nın efsaneleşmesinde çalınmasının önemli
rol oynadığı iddia edilir. Sizce çalınmasaydı bu
kadar dikkat çeker miydi?
SAHTESİNİ
YAPMAK DA MARİFET İSTER
Hırsızlar çalıyor,
satıyor. Ama paha biçilemez eserlerin sahtesini
yapmak marifet istiyor. Sahteci sanatçılardan çoğu
asıl ressamın bile kullanmadığı fırça darbeleri,
renk tonları ve perspektifler kullanıyor. Kimi
resimleri eskitmek için özel kimyasallardan
yararlanıyor, kimi de tahtakurusu izlerini taklit
için resimde delikler açıyor.
EN YARATICI
HIRSIZLAR
Biri Salvador Dali’nin
bir sanat galerisindeki tablosunu güvenlik
görevlisini katakulliye getirip çöp poşetiyle
çalmıştı.
Doktor Steven
Cooperman, Picasso’nun “Aynanın Önünde Duran Genç
Kız”ı ile Monet’nin “Gümrük Görevlilerinin Kulübesi”
adlı eserinin kendi evinden çalındığını bildirdi.
Sigorta şirketi çalınan resimler için 17.5 milyon
dolar ödedi. Yıllar sonra Cooperman’ın eserleri
bizzat çaldığı ortaya çıktı.
Amerikalı milyarder
çift Howard ve Elizabeth Keck, Bel Air’deki
malikanelerinde paha biçilmez yağlı boya tabloların
11 yıldır yanlarında çalışan 61 yaşındaki uşak
tarafından orijinal çerçevelerinden çıkarıldığını ve
yerlerine alakasız fotoğrafların konulduğunu aylarca
fark edemedi.
ABD’nin en çok ses
getiren sanat hırsızlığı 1990’da yaşandı.
Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi’ne
sabahın erken saatlerinde polis kılığında giden iki
soyguncu, müzeden bir ihbar aldıklarını söyleyip
içeri girdi ve görevlileri merdivene kelepçeledi.
Sonra da aralarında Rembrandt ve Manet’nin eserleri
de bulunan yaklaşık 300 milyon dolar değerindeki
koleksiyonu çaldı.
Paraguay’da bir
müzenin yakınlarındaki bir dükkanın altında başlayan
tünelin diğer ucunun müzenin altına kadar uzandığı
anlaşıldı. Bu tünelden yararlanılarak
gerçekleştirilen soygunda 500 bin sterlin değer
biçilen eserler çalındı.
Habertürk, Haber: Sema
Ereren, 31.01.2016
|
GÖBEKLİTEPE İLE TARİH YENİDEN YAZILACAK
İsviçre'nin karla kaplı kasabası Davos'ta düzenlenen
Dünya Ekonomik Forumu'nun bu yılki gündemlerinden
biri de Türkiye'deki Göbeklitepe'ydi.
Gün yüzüne çıktığında
bölge hakkında kısmen bilgi sahibi olsak da yoğun
gündem
Göbeklitepe'yi unutturmuştu. Biz de
Davos ile tekrar konuşulan bölgeyi yerinde
incelemek için Şanlıurfa'ya gittik. Dünyanın en
zengin kültürel mirasından biri olan Göbeklitepe'nin
bir yanında Suriye'de yaşanan çatışmalar, diğer
yanında ise terörün oluşturduğu karanlık bir
atmosfer var.
Şanlıurfa şehir
merkezinden yaklaşık 15 kilometre kuzeydoğuya doğru
yol alıyoruz. Yol boyunca herhangi bir tesis
bulunmuyor. Bir süre sonra bitki örtüsü yok
diyebileceğimiz taşlık bir dağ sırasını karşımızda
buluyoruz. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer burası.
11 bin 500 yıl öncesinden izler taşıyan dünyanın en
eski bölgesi Göbeklitepe'nin bulunduğu coğrafyada
sert kayalarla karşılaşıyoruz. Biraz kasvetli havası
olsa da kazıların ilk başladığı yıllara nazaran
hayli mesafe alındığını söyleyebiliriz. Kazı
alanının üstü yağışlara karşı kapatılmış. Varlığı
1963'de keşfedilen ama önemi 1980-90'lı yıllarda
anlaşılan kazı alanının çevresinde bir tur attıktan
sonra çatılı ana alana giriyoruz. Sanki bir sanat
galerisindeyiz.
Göbeklitepe'den
bahsederken kazı başkanı Prof. Klaus Schmidt'i
anmadan olmaz. Eserlerin gün yüzüne çıkmasında
2014'te hayatını kaybeden arkeolog Schmidt'in ciddi
katkısı var. Bölge hakkında eserler kaleme alıp
bilim dünyasına burayı tanıtmıştı.
Kazı 80 yıl
daha devam edecek
Tapınak olduğu
belirtilen gezdiğimiz alana geri dönelim. Alanın
ortasında hayvan motiflerinin olduğu büyük
heykellerden oluşan dairesel bir yer var. Taşların
boyları beş metreye ulaşıyor. Kedigiller,
sürüngenler, tilki, turna, ördek ve özellikle domuz
gibi hayvan kabartmalarının yer aldığı alanda
figürler sanki taşlaşmış bir görüntü sergiliyor.
Göbeklitepe'deki
tapınakta ölülerin açık havaya bırakılarak yırtıcı
hayvanlara yem edildiği tahmin ediliyor. Buna güneşe
gömme inancı da deniliyor. Etrafta hiçbir mezarın
bulunamaması da bu tezi doğruluyor. Alanda 24 tane
tapınak tespit edilmiş. Kazının 80 yıl daha devam
edeceği tahmin ediliyor. Bölgedeki bazı bulgular ve
heykeller Şanlıurfa'daki büyük müzede sergileniyor.
Göbeklitepe'yi gezdik
gördük ancak Şanlıurfa'da işler dışarıdan göründüğü
gibi değil. Suriye'ye komşu olan şehir, dört yıldır
sıkıntı yaşıyor. Özellikle de yoğun göç ve hiç
bitmeyen çatışmalar şehrin kimyasını bozuyor. Bu
gibi nedenlerden dolayı onlar için şu an
tarihin, kültürün, sanatın ve dolayısıyla
Göbeklitepe'nin çok da anlamı yok. Hem Urfalıların
hem de bu coğrafyadaki halkın tarihlerinin
keşfedilmesinden ziyade ilk önce barışın yaşanmasına
ihtiyacı olduğu görülüyor.
Son yılların
en büyük arkeolojik keşfi
Standford Üniversitesi
başta olmak üzere birçok yabancı üniversite
tarafından son yılların en büyük arkeolojik keşfi
olarak gösterilen Göbeklitepe, UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi'nde yer alıyor. Türkiye'de ise bu
tarihi taşın altına elini Doğuş Grubu koydu.
Bölgenin Türkiye'de ve dünyada tanıtımını
hızlandırmak amacıyla Doğuş Grubu ana sponsorluğunda
‘Göbeklitepe Tanıtım Projesi' oluşturuldu. Doğuş
Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk,
Göbeklitepe'yi tüm dünyaya daha da yakından tanıtmak
amacıyla Davos'u seçtiklerini belirtiyor.
Zaman,
Haber: Nurullah Kaya, 31.01.2016
|
OSMANLI'NIN KAYIP SARAYLARI
Osmanlı'da saray dendiğinde akla ilk gelen yer
Topkapı Sarayı olsa da İmparatorluğun tarih içinde
yönetim merkezleri çeşitlilik gösteriyordu. İşte,
onlardan birkaçı ve akıbetleri…
Osmanlı'nın hala en
popüler
sarayı, ziyaret edilenler listesinde birinci
sırada yer alan
Topkapı Sarayı'dır kuşkusuz. Zaten ‘necip Türk
Milleti'nin saray deyince akla gelen ilk yer
burasıdır. İstanbul'un fethinden yedi sene sonra II.
Mehmet'in emriyle yapımına başlanılan İmparatorluğun
bu yeni çehresi, 1478'de tamam edilir. Stratejik
yeri ayrıca önemli olan saray-ı mezkur, Marmara
Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasındaki tarihi
yarımadanın ucunda yer alıyor. 700 bin metrekarelik
alan üzerine bina olunan saray, Osmanlı klasik
döneminin başlıca yönetim merkezi olur.
İmparatorluk, 1683 Viyana Bozgunu sonrası Batı
karşısında, bugün de devam eden, mağlubiyetin
getirdiği travma neticesinde geleneğini terk eder.
‘Saraydan devlet kaçırma' trajedisine dönüşen
halet-i ruhiye, 19. yüzyılın ortalarında Sultan
Abdülmecid Han zamanında yapılan Dolmabahçe'nin
barok mimarisinde gün yüzüne çıkar. Topkapı'dan
gittikçe uzaklaşan Osmanoğulları, son olarak Yıldız
Sarayı'nda ikamet eder. Zaten turistik gezilerin
başlıca mekanları da zikrettiğimiz saraylar… Peki,
İmparatorluğun sarayları bu kadarla mı sınırlıydı?
Mesela ilk sarayı nerede ya da şu sıralar sıkça
duyulan Eski Saray hala ayakta mı? İşte Osmanlı'nın
kayıp sarayları listesi…
Bey Sarayı:
Devletin ilk yönetim merkezi
Osmanoğulları'nın ilk
başşehri, 1326 yılında fethedilen Bursa. Hanedan,
aynı yıl Tekfur Sarayı üzerine Bey Sarayı'nı bina
eder ve devlet buradan idare olunur. I. Murad'ın
şekillendirdiği sarayda, Yıldırım Bayezid'in düğünü,
Çelebi Mehmed'in sünnet cemiyeti yapılır. Bugün
üzerinde Bursa Orduevi bulunan saray için şehir
kamuoyu, garnizonun başka bir yere taşınmasını,
kazılar yapılmasını istiyor.
Edirne'deki
idare merkezi
Topkapı'dan sonra Osmanlı'nın ikinci büyük sarayı
addedilen Edirne Sarayı da kaybolan hatıralardan.
Günümüze az bir bölümü ulaşan saray için 2008'de
kapsamlı bir çalışma başlatıldı. II. Murad döneminde
yapımına başlanan sarayı, 1452'de Fatih nihayete
erdirir. 19. yüzyıla kadar ayakta kalan saray,
İmparatorluğun yönetim merkezi olur. Burayla ilgili
en özel bölüm ise Mimar Sinan'a yaptırılan Adalet
Kasrı kuşkusuz.
Üsküdar Sarayı
Selimiye Kışlası oldu
Mimar Sinan'a göre
Üsküdar Sarayı, Eski ve Yeni Saraylar'dan sonra
gelir, yani Osmanlı protokolünde üçüncü sırada. I.
Süleyman zamanında yapılan saray, asıl şeklini III.
Murad devrinde alır. IV. Murad döneminde son altın
çağını yaşayan saray, devletin zihni restoresi için
atılımlar yapan Selim-i Salis zamanında yıkılarak;
kışlaya dönüştürülür. Yeniçerilere karşı yeni
askerlerin yurdu olan kışla, hala ayakta.
İstanbul'un en
‘Eski Saray'ı

1453'ten hemen sonra
daha Topkapı Sarayı bina olunmadan evvel İstanbul
Üniversitesi merkez yerleşkenin olduğu sahaya inşa
edilir. Yeni Saray'a yani Topkapı'ya tışınıldıktan
sonra burada, vefat eden padişahların valideleri,
eşleri ve cariyeleri ikamet ederdi. Günümüze hiçbir
kalıntısı ulaşmayan Eski Saray'ın adı son dönemlerde
tarihi dizilerde sıklıkla telaffuz ediliyor.
Sultan
Abdülaziz'in doğduğu Eyüp Sarayı
Abdülaziz Han'ın
dünyaya geldiği Eyüp Sarayı'nın hikayesi Kanuni
dönemine dayanıyor. Saray, ‘Muhteşem Süleyman'ın
bahar mevsimlerinde ara ara Kağıthane'ye düzenlediği
gezintileri esnasında yapılır. Popüler hale gelen
Kağıthane civarına Lale Devri padişahı III. Ahmet ve
Damat İbrahim Paşa köşkler yaptırır. Patrona Halil
isyanı neticesinde bölge gözden düşmeye başlar.
Saray da ortadan kalkar.
Zaman, Haber. Samet
Altıntaş, 31.01.2016
|
FARAH'IN HAZİNELERİ BERLİN YOLCUSU
İran'a yönelik ekonomik yaptırımların kalkması sanat
camiasını da hareketlendirdi. Devrik Şah'ın eşi
Şahbanu Farah Pehlevi'nin eşsiz tablolardan oluşan
koleksiyonu ilk kez yurtdışına çıkıyor. 3 milyar
dolar değer biçilen koleksiyon, Berlin ve Roma
yolcusu
Almanya Dışişleri Bakanı Walter
Frank-Walter Steinmeier, geçtiğimiz ekim ayında
diplomatik temaslarda bulunmak üzere Tahran'a
gittiğinde Avrupa kültürüne ait bir sürprizle
karşılaştı. 17 Ekim'deki müzakerelerin ardından
Tahran Çağdaş Sanatlar Müzesi'ni gezen Steinmeier,
20'nci ve 21'inci yüzyılın en önemli sanatçılarına
ait eserleri görünce çok etkilendi. Steinmeier,
dikkatle inceleyip hayran kaldığı koleksiyonun
Berlin'de de sergilenmesi için ısrarcı oldu. Farah
Pehlevi'nin tabloları, Tahran'da sanatseverlerle
hasret giderdikten sonra, şimdi önce Berlin,
ardından da Roma ve Washington yolcusu...
HAZİNELER TAHRAN'DA TOPLANDI
Devrik Şah
Muhammed Rıza Pehlevi'nin eşi Şahbanu Farah
Pehlevi'ye ait koleksiyon "Avrupa ve ABD dışında,
dünyanın en pahalı modern Batı sanatı sergisi"
olarak nitelendiriliyor. İşte, uzmanların en az 3
milyar dolar değer biçtiği tabloların ilginç
serüveni: 1973'te petrol krizi patlak verdiğinde
İran zenginleşiyor, sanat eseri fiyatları ise dünya
çapında bir düşüş sergiliyordu. Şahbanu Farah
Pehlevi, bu durumu fırsat bildi ve bol miktarda
tablo satın almaya başladı. İran Ulusal Petrol
Şirketi'nden aktarılan bütçeyle Batı'nın büyük
müzayede evlerine uzmanlar gönderdi. Salvador Dali,
Pablo Picasso ve Andy Warhol gibi sıradışı
sanatçılardan Van Gogh, Claude Monet ve Pierre
Auguste Renoir gibi ressamlara kadar birçok
sanatçının eserleri satın alındı, titizlikle
korundu. 1977'de açılan Tahran Çağdaş Sanatlar
Müzesi'nin koleksiyonu dudak ısırtıyordu. Pop Art
akımının babası ABD'li Andy Warhol'un elinden çıkma
Mao Zedong tabloları bu müzedeydi. 20'nci yüzyılın
en büyük İngiliz ressamı olarak kabul edilen Francis
Bacon'un Yatakta Uzanan İki Figür ve
Refakatçileri adlı tablosu bu müzedeydi.
Dünyanın en meşhur ressamlarından Pablo Picasso'nun
1927 tarihli Ressam ve Modeli tablosu da bu
müzedeydi, Fransız ressam Renoir'ın Önü Açık
Gömleği ile Gabriel tablosu da Tahran'a
getirilmişti. 1979'da İran'da devrim oldu. Şah
Muhammed Rıza Pehlevi ülkeyi terk ederken,
milyonlarca kişi Tahran Havaalanı'na Humeyni'yi
karşılamaya gitti. Mollalar eski rejimi hatırlatan
her detaya savaş açtı. İran İmparatorluğu'nun 3 bin
yıldır kullandığı aslan ve güneş sembollü bayrak
bile değiştirildi. Bu kargaşada kimsenin aklına
modern sanatlar müzesi gelmemişti. Müzenin müdürü
Mehdi Kevser, İtalya'ya kaçmıştı. Sanat eserlerini
koruma göreviyse Müze Muhafızı ünvanlı Firouz
Shabazi Moghadam'a kalmıştı. Lise mezunu Moghadam,
mollaların devrime aykırı bulacağı tabloları bodrum
katındaki kasalara kilitledi. Müze tekrar
açıldığında, hatta yetkililer sergilemek üzere tablo
talep ettiğinde bile inisiyatif aldı ve hiçbir eseri
vermedi. Yıllar sonra Batı basınına konuşan Moghadam
"O cesareti nerden buldum Allah bilir. Normalde
korkan bir adamımdır. Ama söz konusu bu müze olunca
aslan kesiliyorum" diyecekti.
KÜLTÜR DE
CANLANDI
Kader, Moghadam'ın aldığı
inisiyatif, uluslararası konjonktür... Ne derseniz
deyin 1979'da yeraltına inen eserler tekrar gün
yüzüne çıkıyor. İran, nükleer programını
uluslararası camianın denetimine açmayı kabul etti.
P5+1 ülkeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve
Almanya) ve uluslararası kurumlar da bu ülkeye
uygulanan ekonomik yaptırımları kaldırma kararı
aldı. Artık ilaç firmalarının, otomotiv
üreticilerinin ve teknoloji şirketlerinin İran'a
girmesi bekleniyor. İran ise petrol ihracatını iki
katına çıkarmayı planlıyor. Yeni dönemin ekonomik,
siyasi, sosyal ve kültürel olarak neler getireceği
merakla bekleniyor.
WASHINGTON SIRADA
Roma'da bulunan Ulusal 21'inci Yüzyıl Sanat
Müzesi'nin Berlin'den hemen sonra aynı koleksiyona
ev sahipliği yapması bekleniyor. 2017 yılında
serginin ABD'nin Başkenti Washington'a taşınması
ihtimali de masada. Konuyla ilgilenenler "ABD
Başkanı Obama'nın İran'la daha iyi ilişkiler için bu
sergiyi bizzat istediğini" söylüyor.
GÖRÜLMEMİŞ KİRA BEDELİ
Almanya
Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier'in ekim ayındaki
Tahran ziyaretinin ardından, Şahbanu Ferah Pehlevi
koleksiyonunun Berlin'de sergileneceği açıklandı.
Serginin tarihi henüz belli değil, ancak üç ay
süreceği belirtiliyor. Sergiye dair bir diğer ilgi
çekici ayrıntı ise eserlerin kira bedeli.
Almanya'nın 30'u Batılı sanatçıların, 30'u İranlı
sanatçıların elinde çıkma 60 tablo için 3 milyon
dolar kira ödeyeceği konuşuluyor. Dünyanın önemli
müzelerini bünyesinde barındıran Smithsonian
Enstitüsü'nün, eser kiralama başına 200 dolar
ödediği göz önüne alındığında bu miktarın büyüklüğü
daha da dikkat çekici hale geliyor.
Sabah, Haber:
Ömer Faruk Görçin, 31.01.2016
|
OSMANLI TAPULARI MAHKEMELİK OLDU
Muğla’nın Bodrum İlçesi'nde yılan hikayesine dönen
Voyvoda Hacı Hüseyin Ağa'nın mirası 6 yıl sonra
çözüldü. 6 yıldır süren dava sonucunda 200 yıllık
miras için mirasçıların hakkı verilmeye başladı.
Hacı Hüseyin Ağa’nın 8
çocuğundan 2'si olan Arif ve
Hasan Ağa'dan kaldığı öğrenilen miras için
Mumcular mahallesinde toplantı düzenlendi. 6 yıldır
süren dava sonucunda 200 yıllık miras için
mirasçıların hakkı verilmeye başladı. Toplamda 100
milyon liranın üzerinde olan miras yaklaşık 800
kişiye dağıtılacak. Ayrı ayrı parseller bulunan
araziler için toplanan mirasçılar arasında çıkan
anlaşmazlık sonucunda 200 yıllık tapuların
mahkeme tarafından satılacağı öğrenildi.
Mumcular Mahallesi'nde
düzenlenen toplantıya, Muğla Barosu avukatlarından
Devrim Deniz, bazı emlakçılar ve çok sayıda mirasçı
katıldı. Davaya bakan Avukat Devrim Deniz,
gazetecilerin sorularını yanıtlayarak şu sözlere yer
verdi: “Güvercinlik
mevkisindeki mirasın üç parselini sattık, şu anda 6
dosyanın da bitme aşamasına geldi. 136 dönümlük
araziyle ilgili vekaletlerimizi tamamlayamadığımız
için tapu veremeyeceğimizden bu alanı mahkeme
yoluyla satma kararı aldık. Bu, tüm sülale için bir
kayıp olacak çünkü mahkemede kesinlikle bu yer
değerine gitmeyecek.”
Yeni bir Osmanlı tapusundan yer bulunduğunu ifade
eden Devrim Deniz, "Mumcular'ın Kemer mevkisinde
aynı aileden olduğu belirtilen Hacı Osman'a ait 41
bin 348 metrekarelik taşınmazla ilgili davayı
sonuçlandırdık” dedi.
Osmanlı tapularıyla ilgili
çalışma yapan Emlakçı Tuncer Rıfat Barın ise,
“Yaklaşık 200 yıllık miras davasını çözdüklerini
biliyoruz. Bazı mirasçıların vekalet vermekten
çekiniyor. Bundan dolayı araziler değerinin altında
satılacak. 6 yıldır verilen emeğin heba olmasından
endişe duyuyoruz” dedi.
Hürriyet, 31.01.2016
|
TOKAT MEVLEVİHANE MÜZESİ AHŞAP YAPISIYLA DİKKATİ
ÇEKİYOR

Tokat'ta, mimari yapısıyla dikkati çeken ve
'Anadolu'nun en estetik Mevlevihanesi' olarak
nitelendirilen Mevlevihane Vakıf Müzesi
ziyaretçilerinin ilgisini çekiyor.
Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, mevleviliğin Tokat'a
12. yüzyılda Mevlana'nın sağlığında girdiğini
söyledi.
Mevlana'nın 'Tokat'a
gitmek gerek, insanları ve havası mutedildir'
dediğini anlatan Aktaş, "Mevlevihane, 17. yüzyılda
Sulu Muslu Paşa tarafından yaptırılmış. Abdulmecit
döneminde tekke ve zaviyelerinin kapatılmasına kadar
Mevlevi dergahı olarak kullanılmış. Daha sonra
Kur-an kursu olarak kullanılmış. Değişik amaçlarda
kullanılmış. 1990'lı yıllarda eser çok kötü duruma
düşünce boşaltılmış. Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından 1999 yılında restorasyon ihalesi
yapılmış, ancak 2002 yılından sonra restore
ettirilerek, 2005 yılında restore işlemleri
tamamlandı" dedi.
"2015 yılında
30 bin kişi müzemizi ziyaret etti"
Mevlevihane'nin
restorasyonu için yaklaşık 3 milyon liranın
harcandığını ifade eden Aktaş, şöyle konuştu:
"Mevlevihanemiz
işlevsel olarak müze görümlü. Mevlevihane vakıf
müzesi olarak 2006 yılında açılmıştı. 2015 yılında
30 bin kişi müzemizi ziyaret etti. İki katlı olan
müzemizin alt katında camilerimizde 2000'li yıllarda
hırsızların musallat olduğu halı, kilim, el yazması
Kur'an-ı Kerim'ler, rahleler ve madeni eşyalar
burada sergileniyor. Müzemizin üst katı ise
Mevlevilik ile ilgili Hadi Efendinin zati eşyalarını
sergiliyoruz."
Anadolu Ajansı, Haber: Ekber
Türkoğlu, 31.01.2016
|
OSMAN HAMDİ BEY KAYIKHANESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Kocaeli Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı
açıklamada, Eskihisar'daki Osman Hamdi Bey'in
müzesinin ardından yanında yer alan kayıkhanesinin
de restore edildiği belirtildi.
Ahşap, taş ve
tuğla malzemeli kayıkhanenin restorasyonuyla kente
bir kültür hazinesi daha kazandırıldığı vurgulanan
açıklamada, şu ifadelere yer verildi:"Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu onayının ardından
restorasyon çalışmaları yapıldı. Osman
Hamdi Bey Müzesi'nin önemli bölümlerinden
kayıkhanenin bodrum katı taş ve tuğla
malzemeden oluşuyor. Kayıkhanenin zemin katı da
ahşap malzemeden imal edildi. Kayıkhane beyaz boyalı
yapısıyla dikkat çekiyor."

Eserin, Kocaeli'de 19. yüzyıldan günümüze ulaşan
orijinal kayıkhane olma özelliği taşıdığı aktarılan
açıklamada, kayıkhanenin kültürel ve sosyal amaçlı
kullanılacağı kaydedildi.

Anadolu Ajansı, Haber: Şengül Oymak, 30.01.2016 |
FBI ARIYORDU, İSTANBUL'DA ELE GEÇİRİLDİ

Amerika Birleşik Devlet’lerinden
çalınarakİstanbul'a getirilen ünlü İspanyol
ressam Pablo
Picasso'nun tablosu
İstanbul'da düzenlenen operasyonla ele
geçirildi.
Edinilen bilgilere göre, İstanbul Kaçakçılıkla
Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri ünlü İspanyol
ressam Paplo Picasso'nun "Saçını Tarayan Çıplak
Kadın" tablosunun İstanbul’da satışa çıkarıldığı
bilgisi üzerine harekete geçti.
Uzun süren teknik ve fiziki takibin ardından,
123x92 cm boyutlarında olan eserin, M.E.O. (28)
ve A.O. (66) tarafından el altından satışa
çıkarıldığı belirlendi. İşadamı kılığına giren
polis ekipleri, şüphelileri tespit etmek için
Bakırköy'de buluşarak pazarlık yaptığı
öğrenildi.
Polis ekipleri 8 milyon
dolar istenen "Saçını Tarayan Çıplak Kadın"
tablosunu 7 milyon dolara kadar indirerek,
Fatih’te yeni bir buluşma için randevu ayarladı.
TABLOYU
FBI DA ARIYORDU
Polis ekipleri tablo ve para teslimatı için
Aksaray Fatih Fevzi Paşa'ya gelen
şüphelileri yakalamak için harekete geçti.
Düzenlenen operasyonda tablonun arkasında
orijinalliğini, ait olduğu yeri ve
koleksiyonerin ismini taşıyan mühürler ile
birlikte 2 şüpheli de gözaltına alındı.
Ele geçirilen tablo, incelenmek üzere
Mimar Sinan Üniversitesi'ne gönderildiği
öğrenildi.
Öte yandan ünlü tabloyu FBI olmak üzere birçok
ülkenin polis teşkilatlarının da aradığı
öğrenildi. Gözaltına alınan şüphelilerin
emniyetteki işlemleri devam ediyor.
Milliyet,
30.01.2016
|
HASANKEYF SULAR ALTINDA KALACAK

UNESCO’nun 10 kriterinden 9’unu yerine getiren ve 12
bin yıllık tarihe sahip olan Hasankeyf’in tarihi
dokusundan kopartılıp taşınması kararı Meclis'ten
geçirildi.
Hasankeyf’i sular altında bırakacak
Ilısu Barajı ve HES projesine karşı yıllardır
mücadele edilirken, bölgedeki tarihi eserlerin
taşınması ve halkın zorla tahliyesi çabalarının
ardından geçen günlerde AKP, ilçenin taşınmasına
ilişkin hazırlanan maddeyi torba yasaya ekleyerek
komisyona getirdi.
Önceki gün meclis
gündemine getirilen Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Dicle
Nehri üzerinde inşa edilen Ilısu Barajı ve HES
Projesi göl alanında kalacak olan Batman’ın
Hasankeyf İlçesi belirlenen alana taşınacak. Ayrıca,
Hasankeyf ilçe merkezinin yeni yerleşim yerine
nakline kadar geçecek süre içinde, ilçenin hukuki
varlığını mevcut yerleşim yerinde sürdürmesi hüküm
altına alınacak.
‘İNSANLIK SUÇU'
Genel Kurul’da yaptığı konuşmada duruma tepki
gösteren CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci,
“Hasankeyf’i birinci derece sit alanı yapan en
önemli özellik bir bütün içerisinde mağaralar,
kalenin tarihi dokusu, ibadethaneler ve burada
yaşayan atalarımızın mezarları ve kazı çalışmaları
daha bitmemiş, gün ışığına çıkmayı bekleyen binlerce
tarihi eserin burada yer almasıdır” dedi.
60 yıl
ömürlü barajın 12 bin yıllık Hasankeyf’e tercih
edilmemesi gerektiğini belirten Yedekci,
“Hasankeyf’in sular altında bırakılması insanlık
suçudur” şeklinde konuştu.
‘ANAYASA'YA AYKIRI'
HDP Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan ise Ilısu
Barajı’nın yapımının anayasaya aykırı olduğunu
belirterek, “60 yıllık sürede elde ettiğimiz
gelirden daha büyük bir para harcayıp bu sefer
diyeceğiz ki ‘Şu suların altında bir tarihi antik
kent vardı, gelin onu çıkaralım’ diyeceğiz”
ifadelerini kullandı.
Birgün, 30.01.2016
******
10 BİN YILLIK
HASANKEYF SÜRGÜN EDİLİYOR: KORUMAK YERİNE NEDEN
TAŞIYORSUNUZ?

Batman’da yapımı devam eden
ve bölgenin en büyük barajları arasında olan Ilısu
Barajı, başta 10 bin yıllık geçmişi olan Hasankeyf
antik kenti olmak üzere Dicle Vadisi’ndeki onlarca
köyün sular altında kalmasına neden olacak.
Hasankeyf’i korumak yerine geçtiğimiz hafta “Gelir
Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”na bir madde
eklenerek, Hasankeyf’in yerinden taşınmasının yasal
zemini hazırlanmış oldu.
Tarihi mekanların, aynı
zamanda toplumların hafızasını da oluşturduğunu
söyleyen İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube
Başkanı Cemal Gökçe, bu mekanların toplumların göz
bebekleri olduğunu belirtti. Bu mekanların mutlaka
korunması gerektiğini söyleyen Gökçe, Hasankeyf’in
taşınması kararının toplumlara ve doğaya haksızlık
olduğunu belirtti. Gökçe, “Hasankeyf’in taşınmasını
doğru bulmuyorum, yazık oluyor. Bu yanlıştan kısa
zaman içinde dönülmesini ümit ediyorum” dedi.
‘BAŞKA YERDE OLSAYDI
KORUNURDU’
Yaşam Savunucusu Balaban
Girit’e göre de Hasankeyf’in taşınması projesi, hem
bölgede yaşayan halk, hem de doğa açısından doğru
değil. “Hasankeyf’i korumanız gerekirken neden
taşıyorsunuz? Ya da sular altında kalmasına izin
veriyorsunuz” diye soran Girit, dünyanın farklı bir
kentinde olsaydı Hasankeyf’in mutlaka korunması
gereken tarihi eserler arasında olacağını söyledi.
Doğa Derneği Başkanı Dicle
Tuğba Kılıç da, doğa için mücadele verenlerin
Hasankeyf’e öncelik vermesi gerektiğini belirterek,
Hasankeyf etrafında yaşayan köylülerin de zorunlu
göçe maruz kaldığını belirtti. Bunun insan haklarına
da aykırı olduğunun söyleyen Kılıç, halkın
atalarının topraklarından göç etmek zorunda
kalacağını dile getirdi. Yetkililere “Hasankey’i
koruyun” diye seslenen Kılıç, Ilısu Projesi’nin de
bir an önce durdurulması gerektiğini belirtti.
‘HALKI TARİHSİZ,
DOĞASIZ BELLEKSİZ BIRAKIYORLAR’
Munzur
Koruma Kurulu Sözcüsü Hasan Şen de, “Sur’da ve diğer
birçok Kürdistan merkezinde ekolojik yıkım çok yoğun
oranda yaşanıyor. Hasankeyf’in yerinden taşınması
Anadolu’nun değerlerinin yerinden taşınmasıdır”
dedi. Hasankeyf başta olmak üzere tehlike altındaki
tüm yerler için Türkiye halklarının ortak mücadele
etmesi gerektiğine vurgu yapan Şen, “Tarihi
Allianoi’yi gömdüler Hasankeyfi’in yok edilmesine
izin vermeyeceğiz. Bu iktidar her şeyin fiyatını
biliyor ancak değerini bilmiyor. Her şeyi satmak
halkı tarihsiz, doğasız, belleksiz bırakmak
istiyorlar. Tek dertleri var, para” dedi.
550 ARKEOLOJİK
YERLEŞİM ALANI
Hasankeyf’te tam tamına 550 arkeolojik yerleşim
bulunuyor ve UNESCO’nun 10 kültürel miras
kriterinden 9’unu karşılayabilen dünyadaki tek yer
olma özelliği taşıyor. İnsanlığın her döneminden
kalma kültür varlıkları ile adeta bir kültürel miras
merkezi olan Hasankeyf, Ilısu Barajı’nın suları
altında kalarak yok olacak. Eğer durdurulmazsa,
binlerce yıldır hiçbir medeniyetin yok etmediği
Hasankeyf, yok olacak. Ilısu Barajı tamamlandıktan
sonra sular altında kalacak 550 arkeolojik yerleşim
bir yana, Hasankeyf’te yaşayan birçok insan göç
edecek, endemik hayvan ve bitki türleri de yok
olacak. Avrupa’nın Büyük Tehlike Altındaki 14
Kültürel Miras Alanı arasında gösterilen
Hasankeyf’in, 16 Mart’ta Venedik’te düzenlenecek
olan etkinlikle ilk 7’ye girmesi bekleniyor. Türkiye
ise hala Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
girmesi için başvurmuyor.
Evrensel, 03.02.2016
|
SULTAN 2. MAHMUT'UN TUĞRASI ETNOGRAFYA'DA
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ikamet eden
Türk kökenli bir vatandaş, Cumhurbaşkanlığı İletişim
Merkezi (CİMER) üzerinden Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Müdürlüğü ile iletişime geçerek, kendisinde bulunan
Osmanlı Devlet Armasını, Türkiye’ye teslim etmek
için başvuruda bulundu.
Osmanlı Devlet Arması, Kültür
ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ın talimatının
ardından
Los Angeles Türk Başkonsolosluğu
yetkililerince teslim alındı ve diplomatik kargo
ile Türkiye’ye, Etnografya Müzesi Müdürlüğüne
teslim edildi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler
Müdürlüğü tarafından incelemeye alınan Osmanlı
Devlet Armasındaki tuğranın, Sultan II. Mahmud’a
(1808-1839) ait olduğu ortaya çıktı. Armadaki
güneş simgesi, devletin büyüklüğünü, güneşin
ortasındaki tuğra en büyük Müslüman-Türk
Hanedanını, kavuk; saltanat ve hilafeti,
çiçekler; müsamahayı, terazi; adaleti, kitap;
Kuran-ı Kerim’i, silahlar; orduyu, madalyonlar;
çeşitli milletlerden oluşan Osmanlı toplumunu
temsil ediyor. Atlas kumaş üzerine renkli
ipliklerle işlenen armanın çerçevesi ise
günümüze ait.
Milliyet, 30.01.2016
|
PADİŞAHIN KIZLAR MEKTEBİ: DUHTERAN-I HÜMAYUN

Tarih sahnesinden çekilmesinin üzerinden yaklaşık
yüz yıl geçen Osmanlı Devleti'nin 6 asır boyunca
yaptıkları, kurumları ve bugüne kalan mirası
üzerinde tartışmalar aralıksız devam ediyor.
Tarihçi-yazar Nermin Taylan, Osmanlı Devleti'nin
en önemli eğitim kurumunun Topkapı Sarayı içinde
asırlarca faaliyetini sürdüren Enderun-ı Hümayun
olduğunu belirterek, "Saraya cariye olarak gelen
sultanların ve sarayda doğup büyümüş padişah
kızlarının bu derece teşekküllü vakıfları inşa
ettirecek matematiğe ve yeri geldiğinde saltanat
naibesi olarak devleti yönetebilecek derecede iyi
bir siyaset bilgisine vakıf olmaları, Enderun-ı
Hümayun gibi kadınlar bölümü olan Duhteran-ı
Hümayun'da aldıkları çok iyi eğitimden
kaynaklanmaktadır" dedi.
AA muhabirine, en çok tartışılan konulardan olan
Osmanlı sarayında cariyeler ve hanım sultanların
gördüğü eğitim sistemi hakkında açıklamada bulunan
Taylan, "Osmanlı Devleti sanattan bilime,
medeniyetten kültüre, mimariden güzel sanatlara
kadar günümüze pek çok hazine bırakmıştır. Hiç
şüphesiz bu hazinelerin başında fakir-fukaranın,
garip-gurabanın, açların, misafirlerin, yetimlerin,
yersizlerin, yurtsuzların, evsizlerin sığınağı olan
vakıflar gelmektedir. Fakat Türkiye geneline ve
özellikle İstanbul'a baktığımızda günümüze ulaşan bu
mimari hazinelerin; padişahlar, paşalar ve dahi
sultanlar tarafından imar edildiğini görüyoruz.
Özellikle hanım sultanlar tarafından yaptırılmış
vakıfların tam teşekküllü olarak imar edilmeleri ve
her yıl akarlarının muntazam sağlanması da ayrıca
dikkat ve takdir edilmesi gereken bir durumdur" diye
konuştu.
"SARAYDA TERBİYE OLUNMAYAN HİÇBİR YERDE
TERBİYE OLMAZ"
Dönemin Avrupa'sında kölelere okuma-yazma
öğretmenin yasaklandığını ve kölesine okuma-yazma
öğretenlerin çeşitli cezalara çarptırılıp bazen de
öldürüldüğünü vurgulayan Taylan, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Osmanlı sarayına gelen cariyeler kendi dillerini
unutacak kadar Türk, kendi dinlerini değiştirecek
kadar Müslüman oluyorlardı. Güzel konuşuyor, güzel
yazıyor, mutlaka bir çalgı aleti çalıyor, aritmetik
ve siyaset biliyor, adabımuaşerette yabancı
elçilerin eşlerini kendilerine hayran
bırakıyorlardı. 19'uncu yüzyılda 'sarayda terbiye
olunmayan hiçbir yerde terbiye olmaz, saray bir ilim
yuvasıdır' diye bir deyim halk arasında oldukça
revaçta olmuştur."
Taylan, Osmanlı saray haremini resim sanatının
baş köşesine oturtan oryantalistlerin yağlı boya
tablolarında görülen "nü" resimlerin ve kendi
ideolojilerini giydirerek yazdıkları hayal ürünü
romanların, televizyon dizileriyle, gerçeğinden
uzak, tarihi literatüre aykırı olduğu halde son
yılların en çok konuşulan konuları arasında yer
aldığını hatırlatarak, şunları söyledi:
"Harem ve cariyelik konusu ne yazık ki toplum
tarafından hala doğru ve gerçek bir şekilde
algılanmış değildir. Saraydaki cariyelerin eğitim
gördüğü Duhteran-ı Hümayun ve Osmanlı tahtından
geçenlere sevgilerini verip soylarını yürüten hanım
sultanların harem yaşantıları ve aldıkları eğitim,
birkaç ilmi çalışma dışında ne yazık ki hala tam
olarak anlatılmış değildir. Oysa böylesine köklü bir
medeniyetin mirasçıları olan bizler bu medeniyeti
uygulama noktasında biçare kalmış, iyi eğitim almayı
yalnız diploma almak olarak algılayıp kendi özümüze
yabancılaşmışız."
- "Hürrem Sultan, Mekke,
Medine ve Kudüs'e imarethaneler inşa ettiriyordu"
"Rus bir köle olarak hareme giren, orada aldığı
eğitimdeki başarısı ile valide sultanın gözünü
doldurarak padişaha eş olmaya layık görülen Hürrem
Sultan nasıl oluyordu da milletlere kös dinleten,
hükümdarlara taç giydiren dünyanın en büyük
hükümdarlarından birini kendine bu denli mahkum
edebiliyordu" sorusunu soran Taylan, cevabını da
şöyle verdi: "Doğmadığı toprakların kültürüne aidiyet
noktasında külliyeler inşa ettirecek kadar
merhametli olabilmesinin yanı sıra yaptırmış olduğu
vakıf müesseselerinde, dönemin Avrupa'sında akıl
hastaları 'içerisine şeytan girmiş' inancıyla diri
diri yakılırken o, banisi olduğu külliyelere
bimarhaneler inşa ettiriyor ve akıl hastalarını kuş
sesi, su sesi ve musiki ile tedavi ettiriyordu.
Bununla da yetinmeyen Hürrem Sultan, Müslüman
olduktan sonra öğrendiği Kur'an-ı Kerim'e öylesine
vakıf olabiliyordu ki Kur'an'da ismi geçen üç yere;
Mekke, Medine ve Kudüs'e imarethaneler inşa
ettiriyordu. Peki ya öldüğünde İstanbul'da üç bin
kişinin aç kaldığı Kösem Sultan, İstanbul'un en
büyük üçüncü külliyesini inşa ettiren Nurbanu
Sultan, İstanbul'da ilk kız lisesini yaptıran
Pertevniyal Valide Sultan ve yine İlk kaloriferli
hastaneyi yaptıran Bezmialem Valide Sultan, hemen
her gün önünden binlerce insanın geçtiği Yeni
Cami'nin banisi Hatice Turhan Sultan gibi birçok
padişah eşi, yaptırmış oldukları eğitim merkezleri
ve hayratları ile insanlığa hizmet edebiliyorlardı.
Günümüze kadar ulaşan bir medeniyetin temellerini
atan sarayın sultanlarının yaşadığı harem nasıl bir
yerdi ki içerisine gireni adeta ilim ve kültürle
harmanlayarak asırları kendilerine hayran bırakan
bireyler haline getiriyordu."
HAREM HAYATI
Taylan, harem kelimesinin, "girilmesi yasak olan
yer" anlamına geldiğinin altını çizerek, "Osmanlı
Sarayı Harem dairesinde padişah ve ailesi yaşamakla
beraber, harem işlerini yürüten görevliler ve harem
mensupları yaşamaktaydılar. Harem işlerini yürütmek
ve hanedan mensuplarına hizmet etmek için zaman
zaman hareme köle pazarlarından cariyeler alındığı
gibi fethedilen yerlerden elde edilen esirler de
padişaha hediye edilmişlerdir. Bir şekilde Osmanlı
Sarayı Harem dairesine alınan kızlar bir dizi dil,
din, dikiş, nakış, çalgı, okuma, yazma, güzel
konuşma, güzel yürüme gibi derslerden geçtikten
sonra becerilerine göre görevlere verilirlerdi.
Zamanla beceri ve zekalarına göre usta, kalfa,
haznedar gibi mertebelere yükselirler ve
mertebelerine göre maaş alırlardı. Padişaha hediye
edilen cariyeler ise daha özenli bir ilgiye mazhar
olur, mükemmel derecede bir eğitime tabi
tutulurlardı. İleride padişah eşi, şehzade annesi ve
valide sultan olacağı göz önüne alınarak içlerinden
en iyileri seçilir, eğitimleri tamam olduktan sonra
valide sultan tarafından layık görülürlerse padişaha
sunulurlardı" şeklinde konuştu
Haremin hiyerarşik sistemini piramide benzeten
Taylan, Harem halkını şöyle tanımladı: "Haremde yaşayanlar bir piramide benzetilirse
eğer, piramidin kaidesini cariyeler, zirve noktasını
da valide sultan işgal eder. İkisi arasında
kalfalar, ustalar, odalıklar, ikballer ve kadın
efendiler yer alır. Harem halifenin evi idi. Herkes
Kur'an-ı Kerim okumalı ve ibadetini yapmalıydı.
Bundan dolayıdır ki hareme alınan cariyelerin çoğuna
Kur'an öğretilirdi. Bunların yanı sıra nezaket ve
görgü kuralları, dikiş dikme, dantel işleme, örgü
örme, bazı cariyeler çalgı çalma ve oyun oynama gibi
alanlarda eğitimden geçer ve terbiye edilirlerdi. Bu
sebeple Harem, bir kültür okulu ve bir nezaket
yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Nasıl Enderun
Mektebi yüksek devlet memurlarını yetiştiren bir
okul ise Harem de güzel ve müsait cariyeler için
böyle idi."
Taylan, "saraylı olmanın" iyi eğitimli manasına
geldiğini aktararak, "İyi eğitimli kızlar
padişahlarla, şehzadelerle, paşalarla veya Enderun
mektebinden mezun olan devlet görevlileri ile
evlendirilirdi. Dünyanın en iyi erkek mektebi olan
Enderun-ı Hümayun'dan mezun bir kişi, ancak dünyanın
en iyi kız mektebi olan Duhteran-ı Hümayun'dan
biriyle evlenir ve ülkenin herhangi bir yerine
devlet görevlisi olarak atanan eşi ile giderek, eşi
devlet memurluğu görevini ifa ederken, kendisi de
gittiği yerde aldığı eğitimi yerli halkın
hanımlarına yayardı. Bu sebeple devletin idare
merkezinin Yıldız Sarayı'nda olduğu dönemde
denilmiştir ki; ilim ve adap, Yıldız Saray-ı
Hümayunu'ndan Beşiktaş'a, Beşiktaş'tan Boğaziçi'ne,
Boğaziçi'nden İstanbul'a ve İstanbul'dan da tüm
Osmanlı ülkesine yayıldı" şeklinde konuştu.
SARAY HANIMLARININ ALDIĞI DERSLER
Osmanlı Devleti'nde, genç kızların daha çocuk
yaşta geldikleri Osmanlı sarayında çok iyi derecede
bir eğitime tabi tutularak sosyal hayata ve aile
hayatına hazırlandıklarını kaydeden Taylan, şöyle
devam etti: "Fakat günümüz Türkiyesinde yalnız branş dersleri
veren okullar ve dahi İslam sanatları adı altında
eğitim veren kurumlar bir dalda uzmanlaştırmakla
beraber asla Duhteran-ı Hümayun'daki eğitimin yerini
dolduramıyor; yemek yapmayı, dikiş dikmeyi, güzel
konuşmayı, belagati, tarihini, ecdadını, kültür ve
medeniyetini bilmeden yetişen genç kızlar, hem
insani ilişkilerde hem de aile hayatında başarılı
olamıyorlar."
Taylan, Duhteran-ı Hümayun'a alınan kızların
gördükleri dersleri ise şöyle sıraladı:
Kur'an-ı Kerim, Ulum-i Diniye, Resaili Türkiye
(Türk İslam Tarihi), Talim-i Sülüs (Hüsn-i Hat),
Mektebi Edebiye (Adabımuaşeret) Kavaid-i Türkiye, Hesab, Coğrafya, Edebiyat,
Resim, Dikiş, Nakış, Yemek Yapma, Güzel Konuşma,
Belagat (Diksiyon), Siyaset Bilimi, Arapça veya
Farsça, Keman, Tambur, Kanun vs (en az bir tane
müzik aleti), Sanat Tarihi ve Osmanlıca.
Akşam,
30.01.2016
|
MUĞLA'DA 4 BİN YILLIK GEMİ BATIĞI BULUNDU

Muğla'nın Marmaris
İlçesi'nde yürütülen su altı
kazısında Hisarönü Körfezi'nde 4 bin yıllık gemi
batığına rastlandı.
Proje yürütücüsü Dokuz
Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi
Enstitüsü Deniz Bilimleri Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Doç.Dr.
Abdurrahman Harun Özdaş, gazetecilere
yaptığı açıklamada, Türkiye’nin su altı coğrafi
bilgi sistemini ortaya çıkarmak için çalışma
yaptıklarını söyledi.Türkiye'nin Sualtı Mirasının
Araştırılması Projesi'nin 2007 yılından bu yana
yürütüldüğünü vurgulayan Özdaş, projenin Kalkınma
Bakanlığının destekleri ile başladığını
kaydetti.Projede konusunda uzman 15 kişiden oluşan
ekibin yanı sıra su altı arkeologları, deniz
jeofizikçileri ve deniz biyologları bulunduğunu
belirten Özdaş, proje kapsamında Türkiye
karasularında, özellikle dalınabilir derinliklerdeki
batmış gemilerin de envanter çalışmasını
yaptıklarını dile getirdi.Çalışmalar kapsamında
değişik yüzyıllara ait yaklaşık 4 bin yıllık bir
zaman dilimini içine alan bir dönemde suyun altına
iz bırakan gemileri araştırdıklarını ifade eden
Özdaş, "Bu gemilerin hem kendi
kalıntılarını hem çapaladıkları yerleri hem de
onlardan düşen objelerden yola çıkarak bir harita
çıkarıyoruz. Yaptığımız çalışma bu. Biz bunu
Türkiye’nin Su Altı Coğrafi Bilgi Sistemi olarak
tanımlıyoruz" dedi.
Benzersiz bir batık
Araştırmalar sırasında
Hisarönü Körfezi’nde Tunç Çağı’na tarihlenen ve
buluntuları ile benzersiz bir batık keşfedildiğine
işaret eden Özdaş, "Türkiye’de yapılan su altı
araştırmalarında 30 yıl sonra ilk defa bir Türk
üniversitesi tarafından Tunç Çağı batığı bulunmuş ve
ilk kazı sezonu başarıyla tamamlanmıştır" diye
konuştu.Özdaş, günümüzden yaklaşık 4 bin yıl önce
Ege'de seyir halindeyken büyük olasılıkla bir
fırtına sonrası batan gemiye ait kalıntıların 40
metre derinliğe kadar devam ettiğini tespit
ettiklerini anlatarak, şöyle konuştu:"Elde edilen
sonuçlar, bölge tarihine önemli veriler sunacak
niteliktedir. Marmaris Müze Müdürlüğü ile bilimsel
başkanlığı tarafımızdan yürütülen kazı
çalışmalarında ele geçen buluntuların konservasyon
çalışmaları Bodrum Müzesi’nde devam etmektedir. 2016
yılında da kazı çalışmalarına devam edilecektir.
Marmaris Hisarönü Körfezi'nde
karşımıza çıkan 4 bin yıllık batık
bizim karasularımızda bulduğumuz en eski batıklardan
birisi."
100'ün
üzerinde batık tespit edildi
Türkiye
kıyılarında sürdürdükleri su altı araştırmalarında
da önemli sonuçlar elde ettiklerini belirten Özdaş,
"2007 yılından bu yana kesintisiz olarak yürütülen
tek su altı arkeolojik araştırma projesini
sürdürüyoruz. Çalışmalarımızda 100'ün üzerinde batık
ve potansiyel alan tespit edilmiştir. Ayrıca 20'nin
üzerinde su altında kalmış liman ve mimari kalıntı
ile yaklaşık 25 gemi demirleme alanı ve Tunç
Çağı'ndan Osmanlı Dönemi'ne kadar geniş bir zaman
dilimine yayılan 400'ün üzerinde çapa, kayıt altına
alınmıştır" dedi.Özdaş, çalışmalar kapsamında
Türkiye’nin su altı kültür mirası ve eski çağlarda
batmış gemilerine ait kalıntıların Dokuz Eylül
Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü
bünyesindeki coğrafi bilgi sistemine aktarıldığını
dile getirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç,
Fotoğraf: Harun Özdaş , 30.01.2016
|
GEOMETRİYİ İLK KULLANAN BABİLLİLERMİŞ

Milattan önce 1800'lü yıllarda ortaya çıkan Babil
uygarlığının, yıldızları izlemek için karmaşık
geometrik hesaplamalar yaptıkları ortaya çıktı.
Science bilim dergisinde yer alan araştırmaya göre
Babilliler gece gökyüzünde Jüpiter gezegeninin
hareketlerini izlemek için geometriyi
kullanıyorlardı. BBC'nin haberine göre;
bilim insanları Babillilerin bu tekniği MÖ 350 yıllarında geliştirdiklerini düşünüyor.
Babilliler bugünkü Irak ve Suriye topraklarında
yaşayan bir uygarlıktı.
Araştırmayı kaleme alan
Berlin'deki Humboldt Üniversitesi profesörlerinden
Mathieu Ossendrijver "Bunu beklemiyordum.
Hesaplamaları fizik ve diğer tüm bilim dalları için
bir temel oluşturuyor" dedi.
Babillilerin
hesaplamalarını kaydettikleri kil tabletlerde çivi
yazısıyla işlenmiş metinler, Babillilerin
astronomide çok ileride olduklarını gösteriyor.
BBC'ye konuşan Prof. Ossendrijver "Gökyüzünde
gördükleri şeylerin raporlarını yazmışlar ve bunu
çok uzun bir süre, yüzyıllar boyunca yapmışlar"
dedi.

Son araştırma, Babillilerin matematikte de
oldukça ileri olduklarını, hareket eden nesnelerin
konumu ve süratini bulmak için kavisler
kullandıklarını da gösteriyor. Prof.
Ossendrijver 19. yüzyılda çıkarılan British Museum
arşivlerinde saklanan beş Babil tabletini inceledi.
Babilliler, Jüpiter gece gökyüzünde belirince hızı
ve mesafesini ölçmek için trapezoid olarak
adlandırılan dört kenarlı şekiller kullanmış.
Prof. Ossendrijver "Bu yana yatık dörtgen şekli,
Jüpiter'in zaman içinde değişen hızının
hesaplanmasını sağlıyor. Şeklin bir ekseni, yani
yatay tarafı zamanı, diğer ekseni, dikey tarafı da
hızı temsil ediyor. Trapezoidin alanı da Jüpiter'in
yörüngesinde yaptığı mesafeyi veriyor. Eski
zamanlarda olduğu bilinmeyen zamana karşı hareketin
soyut hız alanının şeklini gösteren bu grafik, çok
yeni bir şey" dedi.
Araştırmacı zaman ve hız
kavramları yerine eski Yunanların dünya ve
gezegenlerle uzaysal ilişkileri inceleyen 'daha düz'
bir geometri kullandıkları yönünde kanıtlar olduğunu
söyledi. Prof Ossendrijver bu tekniğin ne kadar
yaygın olduğunu bilmiyor: "Bu daha önce astronomiye
yeni bir yöntem getiren tek bir kişi, bir dahi
tarafından yazılmış bir tablet olabilir. Ya da bu
yöntem farklı alimler tarafından daha yaygın biçimde
kullanılıyor olabiir" diyor.
Radikal, 29.01.2016 |
TARİHİ AMASRA KALESİ'NDEKİ SPREY YAZILAR
TEMİZLENİYOR

Bartın'ın
Amasra İlçesi'nde
Roma döneminde yapılan ve 2013'de
UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne alınan
tarihi
Amasra Kalesi duvarlarına sprey boya ile
yazılan yazılar, taşlara zarar vermeden 'düşük
basınçlı kum püskürtme' yöntemiyle siliniyor.
Bizanslılar, Cenevizliler, Osmanlılar
dönemlerinde onarımlar görerek günümüze kadar
ulaşan ve Dünya Miras Listesi'ne alınması süreci
devam eden tarihi kalenin
Boztepe ve Zindan Mahallelerini çevreleyen
duvarlarına sprey boya ile yazılar yazıldı.
'Sormagir' ve 'Zindan' adında iki ana kütleden
oluşan kaleyi ilçeye bağlayan Kemere Köprüsü'nün
bulunduğu 'Karanlık Tünel' olarak bilinen yer
ile kalenin çeşitli noktalarında farklı
renklerde sprey boya ile yazılan yazılar tepki
çekti.
Amasra Kaymakamlığı,
Amasra Belediye Başkanlığı ve
Amasra Müze Müdürlüğü işbirliğinde, tarihi
kalede kirliliğe neden olan yazıların silenmesi
için çalışma başlatıldı. Ankara'dan gelen
restorasyon firması, duvarlardaki yazıları
taşlara zarar vermeden, düşük basınçlı kum
püskürtülmesi yöntemiyle temizliyor.
Amasra Müze Müdürü Baran
Aydın, "Amasra
Kalesi'nin duvarlarına yazılan yazıların
ardından
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığımız
görüşmeler sonucunda
Ankara'dan tarihi restorasyon firmasını
Amasra'ya çağırdık. Kaymakamlık, belediye ve
müze müdürlüğünün ortak finansmanıyla yazıların
silinmesine başlandı. Çalışmamız 2 gündür devam
ediyor ve bugün bitecek" dedi.
Baran
Aydın, bundan sonra kale duvarlarına yazı
yazanların tespit edilmesi durumunda gerekli
cezai işlemlerin de uygulanacağını belirtti.
haberler.com, 27.01.2016
|
GÖZLÜKULE
HÖYÜĞÜ'NDE KİTABE BULUNDU
Mersin'in
Tarsus
İlçesi'ndeki tarihi Gözlükule Höyüğü'nde
İslami döneme ait olduğu tahmin edilen
kufi
tarzda yazılı 35 santimetre genişliğinde, 50
santimetre yüksekliğinde
kitabe
bulundu.
Alınan bilgiye göre,
tarihi Gözlükule Höyüğü'ndeki kazı alanı dışında
kalan bir alanda toprak kayması sonucu ortaya
çıkan kitabeyi gören vatandaşlar durumu
yetkililere bildirdi.
Yetkililer, kitabede
yaptıkları ilk incelemede, üzerindeki yazıların
kufi tarzda olduğunu ve Abbasi dönemine ait han,
kervansaray gibi mimari bir yapının kitabesi ya
da mezar taşı olabileceğini belirledi.
Muhafaza altına alınan
35 santimetre genişliğinde, 50 santimetre
yüksekliğindeki kitabeyle ilgili detaylı
inceleme yapılacağı belirtildi.
yenimesaj.com.tr,
22.01.2016
|
24 - 30 Ocak 2016
|
TAHSİN YÜCEL VEDA ETTİ

Türkiye’deki göstergebilim çalışmalarının öncüsü
olarak da bilinen yazar, eleştirmen ve bilim
insanı Tahsin Yücel, 83 yaşında hayatını
kaybetti.
Türk edebiyatının
üretken ismi Tahsin Yücel, dün tedavi gördüğü
hastanede hayatını kaybetti. 17 Şubat 1933’te
Elbistan’da doğan Yücel, Galatasaray Lisesi’ni
(1953) ve İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı
bölümde asistan oldu. 19. ve 20. yüzyıl Fransız
yazını ve göstergebilim alanlarında uzmanlaştı.
Romanlarında ve denemelerinde toplumun genel
geçer yargılarını, alışkanlıklarını sorgulayan
Yücel; ‘Mutfak Çıkmazı (1960), Vatandaş (1975),
Peygamberin Son Beş Günü (1992), Bıyık
Söylencesi (1995), Vatandaş (1996), Yalan
(2002), Kumru ile Kumru (2005), Gökdelen (2006),
Sonuncu (2010) romanlarının yanında Haney
Yaşamalı (1955), Düşlerin Ölümü (1958),
Yaşadıktan Sonra (1969), Ben ve Öteki (1983),
Aykırı Öyküler (1989), Komşular (1999), Golyan
Devrimi (2008) adlı öykü kitaplarını yayınladı.
Camus’den Balzac’a, Baudelaire’den Emile Ajar’a
100’e yakın çeviriye imza attı.
‘KARIM
BENİ ENSEMDEN TANIR’
2003’te TÜYAP
Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildiğinde hayatının
yazmakla geçtiğini “karım, beni ensemden tanır”
sözleriyle ifade etmişti. Eserleriyle Sait Faik
Hikaye Armağanı (Haney Yaşamalı), TDK Öykü Ödülü
(Düşlerin Ölümü), Azra Erhat Çeviri Üstün Hizmet
Ödülü (Yaban Düşünce),
Orhan
Kemal Roman Armağanı (Peygamberin Son Beş
Günü), Yunus Nadi Roman Ödülü (Yalan),
Ömer Asım Aksoy Ödülü (Yalan), Balkanika
ödülü (Gökdelen) ve Fransız Hükümeti Palmes
Académiques nişanı Commandeur derecesi sahibi
oldu.
Hürriyet, Haber: Çağlayan Çevik,
22.01.2016
|
SÜLEYMAN ŞAH'IN
TORUNLARI
Gaziantep'in İslahiye İlçesi'nde bulunan eski
mezarların Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı
boyuna ait olduğu. bulunan mezarlarla birlikte Oğuz
Türklerinin Anadolu'ya ilk girdiği bölgelerden
birinin de İslahiye olabileceği belirtiliyor.

Gaziantep'in İslahiye İlçesi'ndeki Yeniköy
Mahallesi'nde eksi mezarlar bulundu. Bulunan
mezarların Anadolu'ya yerleşen ve Oğuzların 24
boyundan biri olan Kayı boyuna ait olduğu tahmin
ediliyor. Eski mezar taşları ve üzerindeki siyah
renkteki boya ile işlenmiş ok ile yay figürlerinin,
mezarların Kayı boyuna ait olduğu ihtimalini
kuvvetlendirdiği bildirildi. Bulunan mezarların
Fırat Nehri'nde boğulduğu belirtilen ve cenazesi
Türkiye-Suriye sınırındaki Eşme Köyüne nakledilen
Süleyman Şah'ın soyundan oldukları sanılıyor.

Osmanlı'da hanedanın geldiği belirtilen Kayı Boyu'na
ait bulunan son mezarlar ile bu boyun Anadolu'ya ilk
girdiği bölgelerden birinin İslahiye İlçesi olduğu
tezini de kuvvetlendirdiği belirtiliyor.
DAHA ÖNCE DE
İNCELENDİ
Daha önce de bölgeye
kişisel anlamda uzmanlar gelerek, mezarları
inceledi. Mezarların ait olduğu yılı henüz
belirleyemeyen uzmanlar, Kayı boyunun Anadolu'ya
ilk girdiği bölgelerden birinin İslahiye
olduğunu söylüyor. Uzmanlar, "Bu bölgeden Amik
ovasına girdiler.

Bu eski mezarların
tamamın Kayı boyuna ait olması bu tezi
düşündürüyor. Ayrıca mezarların üstteki ok ve
yay, Kayı boyunun armaları olduğu biliniyor.
Süleyman Şah'ın da Fırat nehrinde boğulması ve
Suriye'de yani bu mezarların bulunduğu bölgeye
yakın birde defin edilmesi, bölgenin Kayı
boyunun yerleşim merkezlerinden biri olduğunu
kanıtlıyor. Süleyman Şah'ın boğulduğu yer ile bu
mezarlar arasında Katrancı dağı bulunuyor. Bu
bilgilere göre ise Fırat nehri kenarında
çadırlarını kurmuş ve İslahiye taraflarındaki
düz arazilerde de hayvanlarını otlattıkları
düşünülebilir" ifadelerini kullanıyor.

Uzun yıllardır bölgedeki
insanlar, uzun süre öncesinde Suriye'den Kayı
boylarının bölgeye geldiği ve mezarlarının
bulunduğu yönünde' hikayeler anlatıldığı
belirtiyor. Bölge insanları ise bölgede 2
kilometrelik bir mezarlık bulunduğunu belirten
çevre sakinleri ise "Zamanında Katrancı dağında
ve etrafında çok büyük bir savaş meydana gelmiş.
Selçuklu döneminde yada daha öncesi ait olduğu
söylenen bu savaşta savaşta ölenler, buradaki
Uzun Kabir diye bilinen bu bölgeye defin
edilmiş.

Bugün o mezarların bulunduğu bölgeden Demiryolları, karayolu geçti. sonra kaçak kazı yapan insanlar nedeniyle bu bölgedeki kalıntılar yok oldu. Mezar taşlarının götürüldüğünü duyduk. Ancak bu mezarlar kalabildi" diye konuştu.

Vatandaşlar, uzman ve
yetkili kişilerin mezarların kazılıp
incelenmesini talep ederken, elde edilecek
bulguların bölge ve ülke tarihine ışık
tutabileceğini ifade etti.

Habertürk, 28.01.2016
|
HALİÇ'E TÜP GEÇİT GELİYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir
Topbaş’ın “Benim ustalık eserim” olacak dediği
‘Haliç-Unkapanı Karayolu Tüneli Geçiş Projesi’nde
çalışmalar başladı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kadir Topbaş’ın son yerel seçimler öncesinde
Esenler’de halka hitaben yaptığı konuşmada
barkovizyondan tanıtımı yaptığı ve “Benim
ustalık eserim olacak” dediği ‘Haliç
Unkapanı Karayolu Tüneli Projesi’nde
çalışmalar başladı. Proje kapsamında Denar Deniz
Araştırmaları Firması, kara tarafı ve deniz
ortam zemin çalışmaları için 25 Şubat’a kadar
Haliç’te çalışma yapacak. Aykut Kaptan isimli
dalgıç gemisi ile Kuzey Deniz Saha Komutanlığı
önü, Haliç Metro Köprüsü doğusu, Turyol Rıhtım
önü, İBB Haliç Sosyal tesisleri önünde kalan
bölümlerde zeminin haritalarının üretilmesi için
deniz ölçümleri yapılmaya başlandı.
Unkapanı Köprüsü tarih olacak
1836 yıllında inşa edilen Unkapanı
Köprüsü’nün tarih olacağı yeni projenin 2018’de
bitirilmesi planlanıyor. Proje için Büyükşehir
Belediyesi Bütçesi’nden 100 milyon TL ayrıldı.
Proje ile Haliç’in iki yakası arasındaki trafik
denizin altından tünel ile sağlanacak. Tünelin
bir ayağı
Kasımpaşa’da, bir ayağı ise Unkapanı’nda
olacak. Çift yönlü olarak trafiğin akacağı
tünelin çıkış noktaları döner kavşaklarla
alternatif yollara bağlanacak. Belediye Başkanı
Kadir Topbaş, projenin hayata geçmesiyle
birlikte Sokullu Mehmet Paşa Camisi’nin ve
Perşembe Pazarı bölgesinin yeniden revize
edileceğini açıklamıştı.
Vatan, Haber:
Mehmet Ali Demir, 28.01.2016
|
NARMANLI HAN'I KORUMAK KAMUSAL BİR SORUMLULUK
200
yaşındaki Narmanlı Han Beyoğlu'nun en eski
yapılarından biri. Bu heybetli binanın İstiklal
Caddesi'ne bakan ön cephesi 1'inci derece, diğer iki
bloğu ise 2'nci derece tarihi eser.
İsmi, 1933’teki sahipleri Avni ve Sıtkı Narmanlı
kardeşlerden geliyor.
Bir dönem odalarını
kiralayan yayınevleri ve sanatçıları ile ruhunu
kazanmış bir yapı bu. Kimler geçmedi ki içinden...
Macar heykeltıraş Fidzek Karoly’den ressam Aliye
Berger’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Bedri Rahmi
Eyüboğlu’na bir dolu tanıdık isim. Hatta Tanpınar
meşhur ‘Huzur’ romanını bu handa yaşarken yazdı.
Sadece bu özelliği bile Narmanlı Han’ı sonsuza dek
muhafaza etmek için bir neden.
1980’lerin
sonundan itibaren kitapseverler, plakseverler,
fanzinciler, müzisyenler, avludaki kediler, Noter’e
koşuşturanlar, banklarda çayını yudumlayanlar ve
hanın emekçileri bu efsane yapının son canlı
döneminin tanıkları.
Narmanlı Han ilk
‘dönüştürülme’ tehlikesini 1990’larda yaşadı. Bu
dönüşüm için, hem Taksim Kışlası replikasının hem de
Emek Sineması’nı yıkıp AVM’ye dönüştürmeyi
hedefleyen projenin mimarı olan Halil Onur
seçilmişti.
Beyoğlu sakinleri ve STK’ların
tepkileriyle hanı üstüne 4 kat çıkarak tanınmaz hale
getirecek bu proje engellendi.
Ne var ki, şimdi
yeniden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bina, bir süre önce eski hissedarları tarafından 57
milyon dolara satıldı. “7 dükkan, 2 restoran”
deniyor, “Kalite” deniyor, “Sanat kurumları tarzı
bir yer” deniyor, “Arz-talep meselesi” deniyor.
‘Piyasa şartları’ gerekçesiyle olan biten
rasyonalize ediliyor.
O ‘piyasa şartları’
devreye girdiğinde tarihi ve kültürel varlıkların
nasıl yok olduğu veya tanınmaz hale geldiği,
kültürün nasıl metalaştığı hepimizin malumu.
En
son, restorasyon projesinin koruma kurulundan
geçmesiyle hanın avlusuna dozerle girdiler, şimdiden
iki ağacı kestiler. İçeride usulsüz kazı yapıp
yapmadıkları bilinmiyor.
Narmanlı Han sadece
eski bir yapı değil. Onu benzersiz yapan sadece fil
ayakları veya avlusundaki mor salkımlar değil. O
eşsizliğini yaşanmışlığına, sessiz tanıklığına
borçlu. Tarihselliği, mimarisi, kültürü ve
yansıttığı toplumsal değerlerin bir araya gelmesi o
hanı Narmanlı Han yapıyor.
Kamusal sorumluluk
onu piyasaya uydur-mayı değil, onu olduğu gibi
korumayı gerektiriyor.
Gerçekten korunmak
isteniyorsa halka kapatılması engellenmeli;
kültürüne, tarihine sahip çıkılmalı. Geçmiş hoyratça
silinmemeli.
Burada ilk başta görev Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’ne düşüyor.
Dünyada bir tane Beyoğlu
var; başka yok.
Ve ne yazık ki, son 10 yıldır
yapılan müdahaleler ve ‘soylulaştırma’
çalışmalarıyla ruhunu hızla yitiriyor.
Bu tarihi
semti korumak hepimizin sorumluluğu.
Narmanlı
Han’daki yıkım projesi durdurulmalı. Han bütünüyle
kamulaştırılmalı.
Odaları eskiden olduğu gibi
sahaf-lara, bağımsız tiyatro gruplarına,
müzisyenlere ve ressamlara kiralanmalı.
Narmanlı
Han’ı olduğu gibi geleceğe taşımak bu kentin
yöneticilerinin yarına borcu.
Hürriyet, Yazı:
Melis Alphan, 28.01.2016
|
2. DÜNYA SAVAŞI SIĞINAKLARI TEKRAR HALKA AÇILIYOR
Londra’daki Clapham South metro istasyonunun altında
bulunan 2. Dünya Savaşı'ndan kalma sığınak halka
açıldı.

10 adet yapılmak üzere yola çıkılan ancak 8’i
tamamlanabilen yeraltı sığınakları 2. Dünya Savaşı
sırasında Londra Metrosu’nun altına 1940-1942
yılları arasında inşa edildi. Sığınakların hızlıca
gerçekleştirilen inşaatı esnasında 11 işçi hayatını
kaybetmiş. Önceleri yalnızca hükümet tarafından
kullanılan sığınakların dördü, hava saldırılarının
artması ve sığınakların yetersiz kalması üzerine
1944 yılında halka da açıldı. Clapham South tüneli
sığınağı da bunlardan biri.


Yerin 37 metre altına inşa edilen, Clapham South
sığınağı 8000 kişi kapasiteli. Clapham istasyonunun
altında bulunan tünellerin yatakhaneleri, İkinci
Dünya Savaşı sonrası yerle bir olmuş ülke
ekonomisini canlandırmak üzere işçi olarak davet
edilen Jamaika gibi eski sömürge ülkelerinden gelen
göçmenlerin geçici konaklamaları ve iş bulma
hizmetleri için de kullanılmış. Daha sonraki
yıllarda tünnerlin bir kısmı çeşitli depolama
işlevlerine de hizmet etmiş.

Savaş sırasında elle kazılan bu tünellerin
diğerleri Chancery Lane, Belsize Park, Camden Town,
Goodge Street, Stockwell, Clapham North, Clapham
Common, ve Clapham South duraklarında bulunuyor. TfL
(Transport for London) ve London Transport Museum
tarafından işletilecek tünellerde düzenlenecek
turlar her iki kurum için de gelir elde etmek
için kullanılacak. Ayrıca sığınağın girişinin kafe
olarak işletilmesi planlanıyor:

Arkitera, Kaynak:
http://www.bbc.com -
http://blog.archpaper.com -
http://www.dailymail.co.uk, Derleme: Özüm Tez,
27.01.2016 |
MİMAR SİNAN'IN MİHRİMAH AŞKINA RANT GÖLGESİ DÜŞTÜ
AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Mimar
Sinan’ın Mihrimah Sultan’a duyduğu aşkın anısına
Üsküdar’da yaptığı caminin önüne camekan bir yapı
inşa edecek. CHP’li üyeler, “Osmanlı” ruhunu
bozacağı için meydan düzenlemesine karşı çıktı.
İstanbul Üsküdar’da müze denetimi dışında yapılacak
olması tartışmalara yol açan ve önümüzdeki aylarda
başlaması planlanan meydan düzenleme projesi,
Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’li meclis üyelerini
harekete geçirdi. CHP’li üyeler, tarihi Mihrimah
Sultan Camii önüne yapılacak olan ve ayrıntıları
henüz açıklanmayan camekan yapıya Mimar Sinan’ın
eserine gölge düşürdüğü için tepki gösterdi.
SİLUETİ KAPATILACAK
Meclis üyeleri Hasan Tapan, Nezih Küçükerden ve
Mehmet Berke Merter, İBB Başkanlığı’na “Üsküdar
Meydan Projesi” ile ilgili soru önergesi verdi.
Önergede, Mihrimah Sultan Camii önünde yapılacak ve
caminin siluetini kapatan camekanlı yapıya dikkat
çekildi. CHP’liler, projenin Osmanlı dokusu ile bir
ilgisi olmadığını belirterek “Oysa Marmaray kazıları
sırasında meydandan belediye binasına kadar uzanan
alanın 17, 18 ve 19. yüzyıllarda arasta (çarşı)
olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Bu kalıntıların
ortaya çıkarılarak restorasyon sürecine alınması ve
tekrar kullanıma açılması daha uygun olacaktır”
dedi.

Başkan Hilmi Türkmen’in kendi internet sitesinden paylaştığı proje görselinde Üsküdar Meydanı böyle görülüyor.
‘KURULA BASKI MI
YAPILDI?’
Daha önce koruma kurulunun Ulaştırma Bakanlığı
tarafından Üsküdar Meydanı’nda yapılan Marmaray
projesi ve İBB’nin hala devam eden “Çavuşdere-Bülbül
Deresi Islah Projesi” için müze denetimi kararı
alındığı ifade edildi. Bu kazılarda elde edilen
veriler ortada iken İstanbul 6 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Meydan Projesi
ile ilgili müze denetimi kararı almaması dikkat
çekici bulunarak “Kurula baskı mı uygulandı?” diye
soruldu. Projede kurul kararına göre kültür
varlıklarının İBB tarafından ortaya çıkarılacağı
belirtilerek bu görevin yasalarda müzelere ve
üniversitelere verildiğinin altı çizildi. Kararın
arkeolojik kalıntılar için felaket olacağı
vurgulandı.
1548 YILINDA YAPILDI
Cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan
olan kızı Mihrimah Sultan için 1548 yılında Mimar
Sinan tarafından yapıldı. Cami, Sinan’ın, Mihrimah
Sultan’a duyduğu gizli aşkın simgesi olarak
yorumlanıyor. Sultanın ay ve güneş anlamına gelen
ismine ithafen, nisan ve mayıs aylarında Bayezid
yangın kulesinden veya o bölgedeki yüksek bir
noktadan camiye doğru bakıldığında iki minare
arasından sabah güneşin doğuşu ve gün batımında ise
ayın doğuşu izlenebiliyor. Mihrimah Sultan
tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Edirnekapı’daki
cami de sultanın adını taşıyor. Rivayete göre
Mihrimah Sultan’ın doğum günü olan 21 Mart’ta
Edirnekapı’daki caminin tek minaresinin ardından
güneş batarken Üsküdar’daki caminin arkasından ay
doğuyor.
Belediye binası yıkılacak ticaret alanları
yapılacak
Üsküdar Meydanı düzenleme projesi ile şu anki
belediye binası haziran ayında yıkılacak. Binanın
üstü meydan altı otopark olacak. Meydan düzenlemesi
kapsamında Marmaray’ın havalandırma bacaları da
tıraşlanacak. Meydanda farklı yönlerde yaya
sirkülasyonu sağlayacak 7 farklı çıkış yer alacak.
Üsküdar Meydanı’nda, Harem yönünden gelen taşıt yolu
ile ulaşılan yer altı katlı otoparkı bulunacak.
Proje kapsamında ticaret alanları da oluşturulacak.
Projenin 2018 yılının başında tamamlanması
hedefleniyor.
Sözcü, Haber: Özlem Güvemli,
27.01.2016
|
TERÖRDEN 32 CAMİ KAPALI
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, geçen ay
Diyarbakır’ın Sur İlçesi'ndeki kentin ilk Osmanlı
eseri olan Kurşunlu Camisi’ne yapılan saldırı
sonrasında, ibadet yapılamayan camilerin
belirlenmesi için çalışma istedi.
Bu talimat üzerine
hazırlanan rapora göre, Güneydoğu Anadolu’da,
aralarında tarihi camiler de olmak üzere toplam
32 cami ile 13 mescit ibadete kapalı.
Rapora
göre, sadece Diyarbakır Sur’da 22 cami kapalı
Anadolu’nun en
eski camilerinden Ulu Cami, kentin ilk Osmanlı
eseri olan Fatih Paşa (Kurşunlu) Cami, Osmanlı
döneminde Diyarbakır valilerinin ikincisi olan
Hüsrev Paşa tarafından yaptırılan Hüsrev Paşa
Cami, Akkoyunlu eseri olan Nebi Cami,
Diyarbakır’da
mezar yerleri kesin olarak bilinen 30
sahabenin 27’sinin kabrinin bulunduğu Hz.
Süleyman Cami kapalı olan camiler arasında
bulunuyor. Bunun yanı sıra Mervani Cami, Kozlu
Cami, Nasuh Paşa Cami, Arap Şeyh Cami, Hacı
Hamit Cami, Hasırlı Cami, Hocaoğlu Cami, Kadı
Cami, Şeyh Matar Cami, Solos Cami, Hz.
Ömer Cami’de ibadet yapılamıyor. Mardin’in
Nusaybin
İlçesi'nde 6 ve Dargeçit İlçesi'nde 4
cami kapalı.
Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç,
26.01.2016
|
TARİHİ MOTİFİN YERİNE BORU DÖŞEDİLER
Emek Sineması’nın da içinde bulunduğu tartışmalı
yapı adasının restorasyon projesine tepkiler devam
ediyor.
Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Cercle
d’Orient yapısının ön cephesindeki bitki motifli
bezemeli rozet kırılarak yerine konulan yağmur
gideri su borusu özensiz bir restorasyon olarak
nitelendi.
Geçen mayıs ayında yapının İstiklal Caddesi’ne
bakan cephesinin sağ ve sol üst köşelerinde bulunan
bitki motifli bezemeli rozetlerin boru
yerleştirilmek üzere delinerek yok edildiği fark
edildi. Sonraki süreçte de parçalanarak yok edilen
rozetlerden çıkarılan boruların çatı yağmur suyu
gideri olarak ön cephede kullanılması tepki çekti.
‘Aynı anlayış’
Mimar Doğan Hasol, uygulamanın özensiz bir
uygulama olduğunu belirtti. Hasol, öncelikle,
“koruma” konusundaki anlayışımız üzerinde durmak
gerektiğini belirterek şu ifadeleri kullandı: “Son
zamanlarda kentsel değerlerin paraya dönüştürülmesi
furyası içinde, tescilli, korunması gerekli kültür
varlıkları da birer birer yok ediliyor. İstanbul’un
birçok bölgesi gibi Beyoğlu da bundan nasibini
alıyor. Bunun örnekleri giderek artıyor. Yaşanan
süreçte benimsenen öncelikli hedef, ne yazık ki
yapının korunması değil, en yüksek oranda paraya
dönüştürülmesi. Hedef yalnızca bu olunca korunması
gerekli binaya yalnızca bir araç olarak bakılıyor.
Örneğin, Cercle d’Orient’ın komşusu tarihi Saray
Sineması artık yok. Yerine, komşu binaların yasal
gabarileri de aşılarak kocaman bir AVM yapıldı. O
yapının, yüksekliğiyle Cercle d’Orient’a örnek
oluşturmayacağını umalım.”
Hasol, Emek Sineması ve Majik Sineması’nın başına
gelenlerin de hep aynı anlayışın sonucu olduğunu
söyledi. Eski Rus Büyükelçiliği, sanatçıların
yaşadığı Narmanlı Yurdu ya da Narmanlı Han’ın da
topun ağzında olduğunu, bunların özel kesimin para
hırsına ilişkin örnekler olduğunu vurguladı. Hasol,
“Bakış yalnızca paraya dönük olunca, araç konumuna
düşen bina girişimci için önemsizleşiyor; böyle
olunca da ‘restorasyon’ önemini kaybediyor ve
gerekli bilimsel ilkelerin uzağında kalabiliyor”
dedi.
‘Yazık oluyor’
Hasol, özel kesimin yanı sıra, koruma konusunda
kamu kesiminin de duyarsızlığı söz konusu olduğunu,
Taksim Cumhuriyet Meydanı’nın ve AKM’nin durumunun
da buna bir örnek oluşturduğunu belirtti. Hasol,
“Tescilli bir bina olan AKM 2008’den beri kapalı;
ölüme terk edilmiş gibi; şimdi de reklam panosu
olarak kullanılıyor. Taksim Meydanı ise perişan.
Sözde düzenleniyor. İstanbul’un en önemli meydanı
böyle mi ele alınıp düzenlenir?” diye soruyor.
Hasol, Cercle d’Orient binasına da bu kapsamda
bakmak gerektiğini vurgulayarak, “Cercle d’Orient
binasında dışarıdan yalnızca cephede yapılan
özensizliği görüyoruz. O tutarsızlık bize içte
yapılanlar konusundaki olası duyarsızlık hakkında
fikir verebilir. Kısacası, bu anlayışla İstanbul’a
ve mimari değerlerimize yazık oluyor” dedi.
‘Tutarsızlık’
Restoratörler Derneği Başkanı Nazım Can Cihan ise
bu uygulamayı “tutarsızlık” olarak niteledi: “Eski
fotoğraflarında benzer bir gider sisteminin
olmaması, yapıda buna dair herhangi bir izin
olmaması ve korunması gerekli süslemelerin yok
edilerek böyle bir çözüm üretilmesi kabul edilemez.
Restorasyon çalışmalarında ‘aslına uygun koruma’
lafını ağızlarından düşürmeyenlerin, bunun neyi
kapsadığını da iyi bilmesi gerekir, sadece şeklen
uygunluğun yanı sıra yapım tekniği konusunda da
mümkün olduğu kadar aslına uygun çözümler
üretilmelidir. Yerinde korunması gereken Emek
Sineması’nı süslemelerden ibaret kabul edip, obje
muamelesi yapanların Cercle d’Orient’in
süslemelerine reva gördüğü bu uygulama özensizliğin
yanı sıra tutarsızlığın da bir ispatıdır.”
(*Bon pour l’Orient: Doğu
için yeterli)
Cumhuriyet, Haber:
Ceren Çıplak, 26.01.2016
|
BU MÜZE OKUL GİBİ
Yalova'daki İbrahim Müteferrika Kağıt Müzesi'nin
ziyaretçileri, ağaç dallarından geleneksel
"aharlama" ve "mühreleme" yöntemleriyle yapılan
kağıt üretimini öğrenme fırsatı buluyor.
Ziyaretçilerin kağıt üretim sürecini uygulamalı
öğrenebildiği müzenin atölye bölümünde, dut
ağaçlarının dalları kullanılıyor.
İki kez kaynatılıp kabukları soyulan dallar,
dövülüp sulandırıldıktan sonra hamur haline
getiriliyor. Elekler vasıtasıyla su süzülerek yüzey
oluşturulmasının ardından kuruyan malzemeler, kağıt
haline geliyor.
Ham halinden "aharlama" ve "mühreleme"
işlemleriyle yazıya hazır hale getirilen kağıtlar,
Türkiye'nin dört bir yanındaki hattat, yazı ustası
ve sanatkarlar tarafından talep ediliyor.
"Geleneksel yöntemlerle kağıt yapıyoruz"
Müzenin sorumlusu Aytekin Vural, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 3 yıl önce açılan kurumun çok
sayıda ziyaretçiyi ağırladığını söyledi.
Yaklaşık 30 kente kağıt üretimini anlatmaya
gittiklerini ifade eden Vural, huzurevlerinde,
okullarda geleneksel yöntemlerle kağıt yapmayı
öğrettiklerini belirtti.
Atölyelerinde
tamamen doğal, geleneksel yöntemlerle üretim
gerçekleştirdiklerini, "pano okunarak gezilen müze"
anlayışını geride bıraktıklarını kaydeden Vural,
şöyle devam etti:
"Ziyaretçilerin kağıdın
üretimini anlamaları için yapmaları gerekiyor. Bu
yüzden biz, ağacın dalını budayıp, yazı yüzeyi
yapana kadar ziyaretçinin kendisine bırakıyoruz.
Baştan sona kadar üretimi kendileri yapıyorlar.
Ücretsiz şekilde kağıt yapan ziyaretçiler, kağıtları
hatıra olarak yanlarında götürüyor. Ziyaretçiler,
kağıdı yapıp bitirdikten sonra, bir üretimin
tamamını gerçekleştirdikleri için mutlu oluyor."
Öğrencilerin müzede kağıdın yapım aşamalarını
görmesinin ardından bu konuda çevre duyarlılığı
kazandığına işaret eden Vural, öğretmenlerden
"çocukların artık kağıtları çöpe atmadığını, geri
dönüşüm için değerlendirdiğini" duyduklarını
anlattı.
"Ebru, hat, tezhip için farklı kağıtlar
üretiyoruz"
Kağıt ustası Bahri Deniz de müzede yapılan
kağıtları işleyip, kullanılacak duruma
getirdiklerini bildirdi.
Sanat dallarına göre
farklı türlerde kağıt ürettiklerini ifade eden
Deniz, "Ebru, hat, tezhip için farklı kağıtlar ve
filigranlı kağıtlar üretiyoruz. Aslında bu
kaybolmuş, 120 yıllık bir kopuştan sonra tekrar gün
yüzüne çıkarılmış bir sanat, meslek" dedi.
Kağıdın paçavralar, eskimiş halatlar ve dut
dallarından yapılabileceğini dile getiren Deniz,
şunları kaydetti: "Dut dalları kesiliyor, budanıyor ve daha sonra
kaynatılıyor. Kabukları bir kat soyulan dallar,
tekrar kaynatılıyor ve ardından dövülüp
sulandırılıyor. Bu sürecin ardından su teknesinde
hamur kıvamına gelen karışımdan, elek vasıtasıyla
bir yüzey oluşturuluyor. Bu yüzey bir bez üzerinde
kuruduktan sonra kağıdın ham hali ortaya çıkıyor.
Sonra aharlama ve mühreleme işlemiyle devam
ediliyor. Ecdadımız, genelde aharlama işlemi için
nişasta ve yumurta kullanmış. Mühreleme işleminde
ise iç içe geçmiş lifleri, kalan pürüzleri ve
kağıdın yüzey farkını gidermek için akik taşı,
çakmak taşı veya camla düzgün bir yüzeyde
bastırılarak ovulan kağıdın, pürüzsüz olması
sağlanıyor. Böylece geleneksel usullere göre kuşe
kağıdına benzer bir kağıt elde ediliyor."
Akşam,
25.01.2016
|
1600 YILLIK SARNIÇLA BAHÇE SULUYORLARMIŞ
Mersin’de koruma altına alınan MS 330-395
yıllarını kapsayan Geç Roma dönemine ait yaklaşık
1600 yıllık sarnıcın, parsel sahibi tarafından
çevresindeki meyve bahçelerini sulamada kullanıldığı
ortaya çıktı...

Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları, Erken
Tunç Çağı, Hellenistik,
Roma ve
Bizans dönemlerine ait sarnıç, kap, uç ayak,
kulp, seramik parçaları, çanak ve çömlek
kırıklarının bulunduğu
Mersin,
Uşak ve
Kütahya’daki yerleşim yerlerini 1. derece
arkeolojik sit alanı olarak tescil etti. Mersin’de
koruma altına alınan MS 330-395 yıllarını kapsayan
Geç Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık sarnıcın,
parsel sahibi tarafından çevresindeki meyve
bahçelerini sulamada kullanıldığı ortaya çıktı.

Kurul kararlarına göre, Mersin’in Erdemli İlçesi
Kaba Zeytin mevkiinde çevresinde meyve bahçeleri
ve yer yer maki bitki örtüsü olan faal haldeki
evde inceleme yapan Mersin Müze Müdürlüğü’nde
görevli
arkeolog ve müze araştırmacı ekipleri,
MS 330-395 yıllarını kapsayan Geç Roma dönemine ait
yaklaşık 1600 yıllık su sarnıcını keşfetti.
Sarnıcın eninin 7 metre, uzunluğunun 8 metre ve
2 kademeli olduğu belirlendi. Sarnıcın içinde ve
çevresinde, parsel sahibi tarafından meyve
bahçelerini sulamak için motor ve hortumlar
kullanıldığı görüldü.
Adana Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, Mersin Müze Müdürlüğü uzmanlarınca
tespit edilen alanın, 1. derece arkeolojik sit
alanı olarak tesciline karar verdi.
Hellenistik parçalar
Uşak’ın Sivaslı İlçesi Budaklar Köyü Dörek Asar
Tepe yerleşiminde kahverengi ve kırmızı renkli
içe dönük ağızlı makara tutamaklı, baskı
bezemeli, üç ayaklı, memecikli ve bezemeli Erken
Tunç çağı kaplarının seramik parçaları,
Kaçak kazı çukurları çevlerinde ince cidarlı
çoğunlukla kırmızı renkli Hellenistik ve Roma
dönemi seramik parçaları, tarım arazisi olarak
kullanılan nekropol üzerinde de Roma dönemi
mezar kapak parçaları bulundu. Kütahya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Dörek Asar
Tepe Yerleşiminin 1. derece arkeolojik sit
olarak tescil edilmesine karar verdi.

Uşak merkez Kapancık Köyü tarım arazileri üzerinde
ise Erken Tunç ile Orta Tunç dönemine ait yerleşime
dair kap, üç ayak ve kulp parçaları bulundu.
Kütahya’nın Aslanapa İlçesi Şenişler Köyü Kaplı
mevkiindeki tarlanın yüzeyinde de Geç Doğu Roma
dönemindeki yerleşime ait yoğun çanak çömlek
kırıkları, yarısı toprak içinde bir sütun parçası
bulundu. Kütahya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, Kapancık ve Şenisler köyündeki yerleşim
yerlerinin 1. derece arkeolojik SİT olarak tescil
edilmesine karar verdi.
Milliyet, Haber: Türker
Karapınar, 25.01.2016 |
UZMANLAR UYARIYOR: BOSTANLAR KALKARSA SURLAR DA
GİDER

BBC Türkçe muhabiri Selin Girit, Yedikule
Bostanları'ndaki son durumu yerinde inceledi.
Girit'in konuştuğu çiftçilerden biri, “Ben yirmi
senedir buradayım. Kırk yıldır, elli yıldır, yetmiş
yıldır burada olan insanlar var. Şu anda kaderimize
küsmüş gibi böyle oturuyoruz. Elimiz ayağımız bağlı.
Düşüncedeyiz. Hiçbir şey yapamıyoruz" diye konuştu.
Yedikule Bostancılar Derneği’nden Özkan,
İstanbul Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı
görevlilerin barakalarını yıkmalarının ardından
içinde bulundukları hali bu sözlerle anlatıyor.
“Biz bahçıvanız. Tahta kulübenin, barakanın
belediyeye de surlara da bir zararı olmaz. Ama biz
şimdi nerede soyunup giyineceğiz? Yağmurda, karda
nerede bir çay içip ısınacağız?”
Ökten, Tarihi Yedikule Bostanları’nda 10 dönüm
kadar bir alanda bostancılık yapıyor. “Sekiz kişi
benim bostandan geçiniyoruz. Bahçem giderse işsiz
kalacağım. Belki belediye bir süpürge verirse
yerleri süpürürüm.” diyor.
Tarihi Yedikule Bostanları’ndaki bostancılar, bu
aralar hep aynı cümleleri kuruyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendilerine
Mart ayına kadar bostanları boşaltmaları için mühlet
verdiğini söylüyor, barakaların yıkılmasının
ardından sıranın bostanlara da geleceğini
düşünüyorlar.
'Çiçekçiyiz, kaçakçı değil'
“Görüyorsunuz, bahçe tamamen ekili. Yeni atılmış
tohumlarımız var, dikilmiş fidanlarımız var. Bu bir
aylık zaman zarfında ürünlerin büyümesi söz konusu
bile değil. Zaten yine kar geliyor.” diye dert
yanıyor bir diğer bostancı, Coşkun Yenigün.
Babalarının vefatının ardından üç kardeş bostanı
devralmışlar. 35 yıldır burada bostancılık yapıyor,
15 kişi buradan geçiniyorlar.
Yenigün, “Eğer bizi Mart ayında ortada
bırakırlarsa, biz tamamen beş kuruşsuz kaldık
demektir. Borçlarımız var. Bütün yatırımımız burada.
Seralarımız burada. Burası olmadıktan sonra ne
yaparız bilmiyorum.” diye konuşuyor.
Silivrikapı Surdibinde 11 yıldır çiçekçilik yapan
Hasan Avcı ise kaderine razı olmuş gibi.
Zabıta müdürlüğüne yazdığı bir dilekçeyi
çıkarıyor cebinden, gösteriyor.
Dilekçede kendisine 30 gün süre verilmesini
istemiş, bu sürenin sonunda “işgal ettiği alanı
kendi imkanlarıyla işgalden arındıracağını”
belirtmiş.
“Ben belediyenin kurallarına uyuyorum, kiramı
ödüyorum. Belediye bizden ne isterse biz onların
şartlarına da hazırız. Ama gidecek bir yerimiz yok.”
diyor.
Avcı, kendilerine tebligat bile verilmeksizin
barakalarının yıkılmasının, yerlerinden edilmeye
çalışılmalarının ağırına gittiğini de söylüyor.
“Biz çiçekçilik yapıyoruz. Kaçakçılık
yapmıyoruz.” diye konuşuyor.
Dünya mirası
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan İstanbul
Kara Surları koruma bandındaki Tarihi Yedikule
Bostanları’nı nasıl bir akıbetin beklediği yaklaşık
dört yıldır bir muamma.
Tarihi Yarımada (Fatih) 1/1000 Ölçekli Koruma
Amaçlı Uygulama İmar Planı ve Plan Notlarında
Yedikule bostanlarının korunacağı belirtilirken,
2012 yılında bu planda değişiklik yapılmış ve şu
ifadeler kullanılmıştı:
“Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada
yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren
bostan alanları yeşil alan bütününde tematik olarak
değerlendirilecektir.”
Ardından Temmuz 2013’te, Yedikule Bostanları
Yenileme Projesi başlamış, bostanlara müdahale
edilmiş, Suriçi bostanların üzerine moloz dökülmüş,
ancak kamuoyundan gelen baskının da etkisiyle
çalışmalar durdurulmuştu.
Kasım 2014’te ise proje İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi’ne iade edilmişti.
Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden
Ali Taptık, “Şu an ortada bir proje yok. En azından
bizim bildiğimiz bir proje yok.” diyor.
Bostanların Kara Surları koruma bandında yer
almalarına karşın tescilli olmadıklarını belirten
Taptık, “bir taşınmaz kültür varlığı olarak
tescillenmeleri için” geçtiğimiz hafta dilekçe
verdiklerini söylüyor.
UNESCO’nun her yıl düzenlenen Dünya Miras
Komitesinin bir sonraki toplantısı, Temmuz ayında
İstanbul’da yapılacak.
Ali Taptık’a göre, zabıtaların bostancıların
barakalarını yıkmasının bu toplantıyla da ilgisi
olabileceğini düşünenler var.
“Bu barakaları aslında Dünya Mirası’ndaki kaçak
yapılaşma olarak da görebilirsiniz. Yıkmaya hakkı
var belediyenin. Ama belediyenin o zaman yeni
standartlar geliştirmesi lazım. Bostancılar buna
hazırız diyorlar zaten. Buna rağmen ortalığı yıkıp
dökmeyi tercih etti zabıta müdürlüğü...” diyor.
Taptık, UNESCO’nun toplantısına kadar bostanların
kalıcılığını garantilemeyi umduklarını, bu
doğrultuda kampanyalarını yoğunlaştıracaklarını da
vurguluyor.
“Bir planımız UNESCO merkeze seslenmek. İkincisi
de bütün İstanbullulara Tarihi Yedikule
Bostanları’nın neden önemli ve biricik olduklarını,
neden korunmaları gerektiğini anlatmak.” diyor.
Osmanlı dönemi
Tarihi Yedikule Bostanları, 1500 yıldan fazla
geçmişe sahip ve Bizans döneminde inşa edilen
İstanbul’un Kara Surları’nın yanında bulunuyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi’nde bostanların tarihi üzerine akademik
çalışmalarda bulunan Ayhan Han, barakaların
yıkılmasıyla gündeme taşınan Surdışı hendek
bostanlarının geçmişinin ise 18’inci yüzyıla
dayandığını söylüyor.
Han, “Alexander van Millingen, 1899 tarihli bir
kitabında hendeklerin İstanbul’un fethinden sonra
Türkler tarafından zaman içerisinde doldurulduğunu
söylüyor. Surdışı hendek bostanları bu dolgu alan
üzerinde. Bu nedenle hendek bostanların tarihini
Osmanlılar döneminde aramak doğru olacak.” diyor.
Hendek bostanlarını, 18’inci yüzyılın başlarından
itibaren içerisindeki havuzlar, kuyular ve bostancı
odalarıyla birlikte belgeleyebildiklerini ifade eden
Han, tarihi olarak bostanların, surların, ve
dolayısıyla kentin savunması açısından çok önemli
olduğunu vurguluyor.
Han, sözlerini söyle sürdürüyor: “Bugünkü anlayışta sur duvarı ve bostanlar ayrı
ayrı değerlendiriliyor. Sanki birinin varlığı
diğerine zarar veriyormuş gibi anlatılıyor. Ama Kara
Surları’ndaki hendek bostanları için tarihsel olarak
böyle bir şey söyleyemeyiz.
“18’inci yüzyıldaki restorasyon projelerinde
olsun, sur duvarıyla ilgili yazışmalarda olsun
hendek bostanlarının duvara zararı olduğuna dair en
ufak bir kayıt bulunmuyor.
“Osmanlı döneminde kent yöneticileri duvarı,
hendeği ve bostanları ayrı ayrı birimler olarak
değerlendirmemişler. Hendeklerde tarımsal üretime
izin verilmiş ve bu bostanlardan kira alınmış.
“Çok istisnai durumlar dışında sur duvarı boyunca
uzanan arazilerde köşk, yalı gibi binaların inşası
kesin olarak yasaklanmasına rağmen bostanlara
dokunulmamış.”
“Bostanlar kalkarsa surlar da gider. Başka bir
ihtimal görmüyorum.”
Sebzeden uzak nesiller
Bostanlar, surları korumak gibi tarihi
görevlerinin yanında yüzyıllardır İstanbul’un
merkezinde, kentin yeşillik ve sebze ihtiyacını da
karşılıyor.
Hendek bostanlarında halen nane, maydanoz,
kıvırcık salata, marul, pırasa, kırmızı lahana,
beyaz lahana, domates, biber, patlıcan gibi birçok
ürün yetişiyor.
Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden
Ali Taptık, “Hangi sebzenin neye benzediğinden o
kadar uzak nesiller yetişiyor ki...” diyor, kendini
de örnek vererek:
“Ben ilk bostana gittiğimde, bostancı kadınlardan
biri fasulye sırıklarının arasında duruyordu. Ben
şaşkın şakın bir apartman çocuğu olarak ‘Bu ne
acaba?’ diye bakıyordum.
“İnsanın gıda ile ilişkisinin çok kopuk olduğu
bir dönemdeyiz. Süpermarketten bir şey aldığımız
zaman onda ne kadar emek olduğunu tahayyül
edemeyecek durumdayız.
“Tarımla uğraşan insanların ne kadar
sömürüldüğünü anlamak için de önemli bu bostanları
korumak. Bu emeğin görünürlüğü önemli.”
İstanbul'un hazinesi
Taksim’in göbeğinde, atıl duran Atatürk Kültür
Merkezi’nin hemen aşağısında açılan Ek Biç Ye İç
isimli restoran, bu görünürlüğü kentin kalbine dek
taşıyor.
Restoranda farklı kentsel tarım teknikleri
kullanılarak yeşillikler, sebzeler yetiştiriliyor;
saksılardaki, arka bahçedeki bitkiler müşterilerin
gözleri önünde büyüyor, tabaklarına geliyor.
Restoranın kurucusu Haro Cümbüşyan, “Bu projeye
başlarken aklımızdaki temel şeylerden biri de
Yedikule Bostanları’nı nasıl destekleyebileceğimiz
sorusuydu.” diyor.
“Birçok kişi bostancıların nasıl
desteklenebileceği, hukuki sorunların nasıl
aşılabileceği üzerine çalışıyordu. Biz de konuya
başka bir açıdan yaklaşalım dedik. Onların
ürünlerini satın alalım, böylece bostanlarını
korumalarına, bu mücadeleyi vermelerine yardımcı
olalım istedik.” diye konuşuyor.
Restoranın program müdürü ve aynı zamanda kent
sosyoloğu olan Ayça İnce de Yedikule Bostanları’nda
kuşaktan kuşağa geçen bir birikim olduğuna, bu
geleneğin kaybolmaması gerektiğine dikkat çekiyor.
“Yedikule Bostanları İstanbul’un bir hazinesidir.
Tarihteki ilk kentsel tarım alanlarıdır. İstanbul’un
kent kültürünün bir parçasıdır. Bu çok kıymetli. Bu
alanları korumamız gerek.” diyor.
Cümbüşyan, “Yedikule Bostanları’nın İstanbul gibi
büyük bir şehirde ne kadar önemli olduğunun kaç kişi
farkında, bilmiyorum.” diye sürdürüyor sözlerini...
“Biz her zaman üreticilerin tüketicilerle
birlikte, iç içe olmasından yanayız. Evinden
çıkıyorsun, birkaç adım gidip bostanda yetiştirilmiş
yeşilliği alıyorsun. Tarladan tabağa geliyor taze
ürün. Muhteşem bir şey değil mi bu?”
Bu haberle ilgili olarak İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nden de mülakat talep edilmiş, ancak
“Yedikule’de yapılan sadece kaçak barakaların
yıkılması işlemidir” yanıtı alınmıştır.
Yapı,
25.01.2016
|
İSTANBUL'A CEZERİ MÜZESİ GELİYOR
Libronet’in yayınevi Papersense tarafından kasımda
yayınlanan ‘Cezeri’nin Olağanüstü Makineleri’
kitabında yer alan makinaların müzesi için tohumlar
atılıyor.

12’nci yüzyılda
Cizre’de yaşamış, yüzlerce buluş
teorisiyle Leonardo da Vinci’nin de
aralarında bulunduğu isimlere ilham vermiş
matematikçi, sanatçı ve mucit Cezeri’nin
‘Kitab-ül Hiyel’de yer verdiği 50’yi aşkın
makinanın sergilenmesi planlanıyor.
‘Gezici müze’ mantığıyla
Projenin yürütücüsü, Libronet Yönetici
Direktörü Mehmed Ali Çalışkan, “10 yıldır
Cezeri’nin makineleri üzerinde çalışan babam
makina mühendisi Durmuş Çalışkan, bu
makineleri detaylı bir şekilde projelendirip
üretmeye başladı. Makineler bittikçe çeşitli
noktalarda tek tek sergilemeye başlayacağız.
Ancak asıl hedefimiz
İstanbul Cezeri Müzesi’ni açmak” dedi.
Makinaların yapımı tamamlandığında
bazılarını dünyanın çeşitli noktalarında
‘gezici müze’ mantığıyla sergileyeceklerini
söyleyen Mehmed Ali Çalışkan, projenin iki
yıl içinde sonlanmasını hedefliyor.
Milliyet, 25.01.2016
|
BEŞ SORUDA MATRAKÇI NASUH

Matematikçi, hattat, silahşör, tarihçi...
Matrakçı Nasuh bu toprakların yetiştirdiği
dahilerden biri. 1537 tarihli İstanbul planı ile
bugünkü İstanbul'un bazı bölgelerinin çakışma
oranının yüzde 83 olduğunu söylesek şaşar
kalırsınız. Mimar Sinan Genim ile bir dahinin,
Matrakçı Nasuh'un izini sürdük...
İsmi kulağınıza aşina gelebilir. Ama kimdir, ne
yapmıştır pek bilmeyiz. Oysa Matrakçı Nasuh bu
toprakların yetiştirdiği bir dahi! İstanbul
Kültürlerarası Sanat Diyalogları Derneği'nin
düzenlediği, TBMM Milli Saraylar Dolmabahçe Sarayı
Sanat Galerisi'nde açılan 16.Yüzyıl Dahisi Matrakçı
Nasuh başlıklı sergi, bu önemli değeri tekrar
karşımıza getiriyor. Matrakçı Nasuh matematikçi,
tarihçi, silahşör, hattat, ressam... El attığı her
alanda, bugünlere iddialı eserler bıraktı.
Küratörlüğünü Beste Gürsu'nun yaptığı sergide
Nasuh'un eserleri modern bir yorumla ele alınıyor ve
onun farklı kimliklerine dikkat çekiliyor.
Saraybosna ve Belgrad'tan sonra İstanbul'da açılan
sergi 30 Ocak'a kadar devam edecek.
Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde gerçekleşen, SABAH,
a Haber ve Daily SABAH'ın ana medya sponsoru olduğu
sergi nedeniyle Matrakçı Nasuh bir kez daha gündeme
gelmişken onu en iyi bilen ve serginin
danışmanlarından olan mimar Sinan Genim'in kapısını
çaldık ve bir dahinin izini sürelim istedik.
1537'de çizdiği İstanbul planı bile onun dahi
olduğunu gösteriyor
1- Kimdir
Matrakçı Nasuh?
Nasuh bin Karagöz bin
Abdullah el Bosnavi asıl adı. Soyisminden dolayı
Bosnalı olduğu düşünülüyor. Ama Erhan Afyoncu
Piriştinalı olduğunu da iddia etti. Enderun'da çok
iyi bir eğitim alıyor. Matematiği çok iyi biliyor.
Cemal el Küttab ve Kemal el Hüssab ile
Matraki Kafes Çarpımı adlı matematik
kitaplarıyla dikkat çekmiş. Beyan- ı Menazil-i
Irakeyn-i Sultan Süleyman Han albümünde yer alan
1537 tarihli İstanbul planı ile bugünkü İstanbul'un
bazı bölgelerinin çakışma oranı yüzde 83.1. Bu
inanılmaz bir oran. Yani karşımızda bir dahi var. Bu
da bize Nasuh'un çok iyi geometri ve topografya
bildiği gösteriyor. Zaten Kanuni'nin Irak Seferi
(1520-1566) sırasında ordunun geçtiği şehir ve
kasabaların planını çizmiş. Tarih-i Feth-i Şikloş
ve Estergon ve İstunibelgrad albümündeyse Nice,
Tulon, Marsilya Reggio, Antibes ve Cenova
şehirlerini çizmiş. Savaş dışı bir askeri eğitim
olan matrak oyunun kurallarını o koymuş. Nedir
matrak oyunu derseniz. Eskrim benzeri bir oyun. Ucu
deriyle sarılmış bir lobutu, rakibinizin başına
değdirmeye çalışıyorsunuz. Ama eskrim gibi iki kişi
ile değil, kalabalık oynanıyor. Aynı zamanda bir
tarihçi, 1520'de Taberi'nin Taberi Tarihi'ni
Arapça'dan Mecmaü't Tevarih adıyla
Osmanlıcaya çeviriyor. Bir hattat ve Celi Divani
denilen yazı türünün onun tarafından geliştirildiği
anlatılır. Sistemli çalışan ve çok çalışkan olduğunu
biliyoruz. 1564'te yaklaşık 70 yaşlarında vefat
ettiği düşünülüyor.
Ah bir tembel olmasak
biraz araştırsak kimler çıkacak karşımıza
2- Bir dahi ama neden yeterince
tanımıyoruz?
Minyatürle ilgilenenler,
tarihçiler, mimarlar bilir Matrakçı Nasuh'u. Ama
kitlesel olarak düşünülürse toplum olarak
tanıdığımız söylenemez. Ama zaten kimi tanıyoruz ki?
Mimar Sinan'ı biliyoruz. Piri Reis şöyle bir
kulağımıza çalınmıştır. Çok önemli amirallerimiz var
mesela. Biz Barbaros Hayrettin Paşa'yı biliriz ama
Seydi Ali Reis, Kılıç Ali Paşa, Murat Reis de
vardır. O dönemde Abdullah Karahisari diye bir
hattat var. Şeyh Hamdullah gibi bir yazı üstadı var.
Seyit Lokman, Nakkaş Osman var... Biz Leonardo da
Vinci'yi biliyoruz ama kendi değerlerimizi
tanımıyoruz. Bunun iki nedeni var. Biri alfabeyi
yeterince bilmememiz, ikincisi de tembellik.
Toplumumuz hikayeye ve efsaneye gerçeklerden daha
fazla meraklı. Uhrevi işlerle ilgili söylenenler
insanların kulağında kalıyor ama dünyevi işlerle
ilgili kimse merak edip araştırmıyor. Biraz
araştırılsa tarihte karşımıza neler neler çıkacak?
Osmanlı'da IQ'su 120'nin altında olanlar
devlet adamı olamazdı
3- Bu kadar
önemli insanlar Osmanlı'da nasıl bir ortamda
yetiştiler?
Fatih Sultan Mehmed
Enderun'u kuruyor. Burada insanlar çok iyi eğitim
alırmış. Oradan devleti yönetecek kadrolar çıkmış.
Düşünün 13-14 yaşında çocuklar var, görevli olarak.
Niteliğe son derece önem veren bir anlayış var.
Bugünkü ulus devlet mantığı ile bunu anlamak kolay
değil. İmparatorluklarda insanların rengi, dili,
ırkı önemli değildir. Önemli olan devlete olan
sadakattir. 16. Yüzyılda Osmanlı'da Devlet
Yönetimi diye 1902'de Harward'ta basılan bir
kitap var. ABD'de gerek devlet yönetiminde görev
alanların gerek Ortadoğu'da uzmanlaşmak isteyenlerin
okumaya mecbur oldukları bir kitaptır. Vergi düzeni,
devlet nizamı, terfi sistemi çok detaylı anlatılır.
Zaten ABD'ye bakın; Henry Kissinger Almanya,
Madeleine Albright ise Prag doğumludur. Bunlar dış
işleri bakanlığı yapmış iki isim. Siyahi Colin
Powell genelkurmay başkanlığı yaptı. Geçen gün
Mehmet Genç bir konferans'ta şöyle dedi: Osmanlı'da
devlet yönetiminde görev alan yöneticilerin IQ'su
120'den aşağı değildi. IQ'su 120'den az olan adamın
devlette görev alması çok zordu. O sadramzamlar,
vezirler, beylerbeyleri, subaşıları... Hepsi
Enderun'da çok ciddi eğitim aldılar. Yalnız kendi
alanlarıyla ilgili değil bu eğitimler. Matematik
bilirler, ellerini kullanabilecekleri hobileri
vardır. Ki buna padişahlar da dahil. Mesela Kanuni
kuyumculukla, Abdülhamit marangozlukla uğraşıyordu.
II Mahmut hat çiziyordu. Hepsi meraklı adamlar,
heyecan duyuyorlar yaptıkları işte.
Dünya
da yeterince tanımıyor
4- Dünya
Matrakçı Nasuh'u ne kadar tanınıyor?
Bizde olduğu gibi dünyada da akademisyenler, konunun
uzmanları çok iyi biliyor Matrakçı Nasuh'u. 1970'te
sanat tarihçisi İngiliz Walter B. Denny yazdığı
önemli bir makalede Nasuh'u inceler. Ama mesela
Batılılar, Nasuh'un 1543 kışında Nice, Tulon,
Marsilya ve Cenova'nın görüntüsünü çizdiğini
bilmiyor. Halbuki yeni sergilerle bunları
anlatabiliriz. Bu sergi bir başlangıç inşallah
devamı da gelir.
Eserlerinin geleceğe
kalacağını biliyorlardı
5- Neden
bir görüntüsü yok?
O dönemin
insanlarının öyle bir durumları yok. Belki bir
minyatürde vardır. Bilinmez. Bu tür insanlar beni
takdir edin, önplana çıkayım duygusuyla yapmıyorlar
işlerini. İmparatorluğun bir ferdi olarak kendi
işlerini en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ama
takdir de ediliyorlar. Mesela Kanuni Sultan Süleyman
bir berat vermiş Nasuh'a. Mısır'a gittiğinde orada
matrak oyunu yapıyor. Mısır beylerbeyi de kendisine
silahşörlerin reisi anlamına gelecek bir unvan
veriyor. Ama o dönemin insanları bugünkü anlamda ego
sahibi insanlar değiller, lakin iddialılar. Mesela
Mimar Sinan'ın bir sözü var. "Gelecekte yaptıklarımı
görecek insaf sahiplerinin, çabamın ciddiyetini göz
önüne alarak beni hayırlı dualarla anacaklarını
umarım" der. Yani Sinan ve onun gibi döneminin
sanatçıları, biliminsanları eserlerinin geleceğe
kalacağın çok iyi biliyorlar. Ama Osmanlı'da işini
en iyi şekilde yapmaya çalışanları teşvik eden bir
ortam vardı. Bugünün dünyası öyle mi, kimse sana
daha iyi bir şey yapman için destek olmuyor, bilakis
köstek oluyor.
41 Sanatçı Matrakçı
Nasuh'un izini sürdü
Sergide Sevim Ersoy'un
liderliğinde sanatçılar tarafından Matrakçı Nasuh'un
30 güzergah minyatürü yeniden yorumlanıyor. Ayrıca
eserlerinde yer alan beyitleri ile şairliği, 10
divani levhada hattatlığı ele alınıyor. 41 eser'in
yer aldı sergi İstanbul'dan sonra Viyana yolcusu.
Sabah, Haber: Olkan Özyurt, 24.01.2016
|
MİCHELANGELO'NUN EVİ SATIŞA ÇIKARILDI
Rönesans Dönemi’nin en önemli sanatçıları arasında
yer alan Michelangelo’nun İtalya’nın Toskana
bölgesindeki evi satılığa çıkarıldı.
Ünlü heykeltıraşın
1549’da aldığı 8 yatak odalı ev, 7.5 milyon Euro’ya
alıcısını bekliyor.
Tam adı Michelangelo
Buonarroti olan sanatçının ailesinin elinde 1867’ye
kadar kalan ev, Chianti bağlarının ortasında
bulunuyor. Evi satın alan, Michelangelo’nun küçük
bir büstünün de sahibi olacak.

Habertürk,24.01.2016 |
ÜSKÜDAR MEYDANI'NDA MÜZE DEVRE DIŞI

Üsküdar Meydanı'nda Marmaray İstasyonu inşası
sırasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından
yapılan kazılarda çok sayıda eser ve mimari yapı
bulunmuştu. Khrysopolis koloni kentine ait mimari
yapılar arkeologlarca 2 yıla yakın süre kazılmıştı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesince yürütülen Üsküdar
Meydan Düzenleme Projesi’nde bu kez müze devre dışı
bırakıldı. 6 Numaralı Koruma Kurulu skandal bir
karara imza atarak, SİT alanında müzeyi dışlayan
kararında ‘’Kültür varlıklarına zarar vermeyecek
şekilde gerçekleşmesi için gerekli hassasiyetin
gösterilmesine’’ tavsiyesinde bulundu. Kurul
Başkanının karşı oy kullandığı karar ile kültür
varlıkları müteahhittin insafına bırakıldı.
ANTİK KENTİN İZLERİ BULUNDU
Arkeolojik ve tarihi SİT alanlarında müze denetimsiz
hafriyat yapılması kesinlikle yasak olmasına ve
üstelik bu alanda daha 10 yıl önce antik kent
kalıntıları bulunmasına rağmen kurulun bu karara
imza atması anlaşılır gibi değil. 2005 yılında
Marmaray istasyon inşası sırasında Üsküdar
meydanında yapılan kazılarda Khrysopolis antik
kentine ait olduğu düşünülen liman kalıntıları, Geç
Roma ve Bizans dönemine ait olduğu sanılan apsisli
kilise yapısı ve altında 20’den fazla gömülü
iskeletler bulunmuştu. Gerekli koruma önlemleri
alındıktan sonra üstü kapatılan kazı alanının
meydanın çevresinde devam ettiği biliniyordu. O
dönemde kazıların devam etmesi istenmişse de bu
reddedilmişti

MEYDANIN ALTI ÜSTÜNE GETİRİLECEK
Üsküdar Meydan Düzenleme Projesi İBB Alt Yapı
Projeler Müdürlüğü’nce sürdürülüyor. Üsküdar
Evlendirme Dairesi önünden başlayarak, vapur
iskelesine kadar uzanan alanda uygulama yapılacak.
Proje ile Üsküdar Meydanı şu anki halinden 3 kat
daha genişleyecek. Otopark kapasitesi artıracak ve
yer altına otopark inşa edilecek. Şu anki belediye
binası yıkılacak ve yer altı otoparkı yapılacak.
Güneyde Ahmediye Meydanı ile başlayan yaya aksı,
Hakimiyeti Milliye Caddesi ile meydana açılacak.
Ayrıca Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı ve Kara Davut Cami
önünde iki farklı aktivite alanı oluşturulacak.
Marmaray Projesi’ne ait yaya çıkışları; yer altı
meydanı ve meydan beraber düşünülerek yeniden
düzenlenecek. Bu kapsamda meydanda farklı yönlerde
yaya sirkülasyonu sağlayan 7 farklı çıkış yer
alacak. Üsküdar Meydanı’nda, Harem yönünden gelen
taşıt yolu ile ulaşılan yer altı katlı otoparkı
bulunacak. Günübirlik ticaret alanları, performans
alanları vb. fonksiyonlara sahip olacak şekilde
tasarlanan yer altı meydanı; istasyon yapısına kuzey
ve güney yönlerden bağlanacak şekilde oluşturulacak.
BAŞKAN KARŞI OY KULLANDI
Bu
proje için İBB İstanbul 6 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu’na müracaat etti. Kurul
25.11.2015 tarihli kararında bir skandala imza attı.
Koruma Kurulu Başkanı Doç.Dr. Elif Örnek Özden’in
karşı oy kullandığı kararda Arkeoloji Müzesi devre
dışı bırakıldı. Kararda şöyle denildi; ‘’Yaya
akışını rahatlatmak ve kültür varlıklarını ortaya
çıkarılması amaçlandığından 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu açısından sakınca
olmadığına, ancak alanda gerçekleştirilecek
uygulamaların özellikle rıhtımlar uygulamasının
bölgede ve çevresinde yer alan kültür varlıklarına
zarar vermeyecek şekilde gerçekleştirilmesi için
gerekli hassasiyetin gösterilmesine… karar
verildi.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.01.2016
|
KURŞUNLUHAN, AVRUPA'NIN EN ESKİ OTELİ OLMAYA ADAY
Kastamonu'da, Candaroğulları Beyliği döneminde
yaptırılan 600 yıllık tarihi Kurşunluhan'ın
Avrupa'nın en eski oteli olarak tescillenmesi
amacıyla çalışma yürütülüyor.

Candaroğulları beylerinden Kemalettin İsmail bey
tarafından Kastamonu'da yaptırılan 600 yıllık tarihi
Kurşunluhan'ın Avrupa'nın en eski oteli olarak
tescil edilmesi amacıyla çalışma yürütülüyor.
Kastamonu Turizm İşverenler Birliği Başkanı ve
Kurşunluhan Müdürü Cem Dilimer yaptığı açıklamada,
Kurşunluhan'ın kentin önemli ve tarihi yapılarından
biri olduğunu söyledi.
Söz konusu yapının 1443 yılında Fatih Sultan
Mehmet'in dayısı Kemalettin İsmail Bey tarafından
yaptırıldığını, günümüze kadar amacına uygun hizmet
verdiğini belirten Dilimer, "İsmail bey kendi adına
yaptırdığı külliyeye akar olarak Kurşunluhan'ı
yaptırmıştır. Bu eser 600 yıldır ayakta" dedi.
Kervanların konakladığı bir şehir hanı olan
Kurşunluhan'ın günümüzde de aynı hizmeti verdiğine
dikkati çeken Dilimer, şöyle devam etti: "Karadeniz Otelcilik olarak 2004 yılında restore
et-işlet-devret modeliyle Kurşunluhan'ı Vakıflar
Genel Müdürlüğünden kiraladık. Restoresini aslına
uygun şekilde tamamladık ve 2008 yılında hizmete
açtık. Kurşunluhan'ı hem Kastamonu mimarisi ve
eserleriyle buluşturmak hem de yaşayan müzeye
dönüştürmek istedik."
"Hala otel olarak işletilen dünyadaki
ender eserlerden biri"
Dilimer, Kurşunluhan'ın tarihi geçmişiyle dikkati
çektiğini vurgulayarak, "Kurşunluhan, konaklama
amacıyla yapılan, hala otel olarak işletilen
dünyadaki ender eserlerden biri. Bildiğimiz
kadarıyla Türkiye ve Avrupa'nın en eski tarihi
oteli. Yapılacak araştırmalar sonucunda dünyanın da
en eski oteli olabilir. Yapacağımız başvuruyla
Kültür ve Turizm Bakanlığının bu konuda araştırması
olacak. Yetkililer konuya teknik açıdan bakacak.
Dünyada çok eser var ama bunların ne zaman otele
dönüştürüldüğü önemli. Kurşunluhan ise yapılış
itibarıyla bir otel" diye konuştu.
Dönemin kadılarının tuttuğu raporlarda
Kurşunluhan'ın otel olarak kimler tarafından
kullanıldığını gösterdiğini bildiren Dilimer, tarihi
yapının geçmişinin arşivlerde geçtiğini söyledi.
Yapı, 23.01.2016
|
KAPADOKYA TARİHİ DEĞİŞTİREBİLİR
Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver, geçen yıl
temizleme çalışmalarına başlanılan dünyanın en büyük
yeraltı şehrinde, Kapadokya tarihini değiştirecek
çok ciddi verilere ulaştıklarını söyledi.
Geçen yıl yeraltında Ortodoks inancına sahip
Hıristiyanların ilk kiliselerinden biri olduğu
tahmin edilen bir yapıya ulaştıklarını ifade eden
Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver, bilimsel
çalışmalar ışığında sürdürülen çalışmalarda söz
konusu kilisenin MS 4'üncü yüzyıla kadar
uzandığına yönelik bilgiler edindiklerini söyledi.
Halen devam eden temizleme çalışmalarında
bölgenin tarihi ile ilgili bilgileri yeni baştan
değerlendirecek nitelikte bilgi ve belgelere
ulaştıklarını dile getiren Hasan Ünver, köklü bir
uygarlığın merkezliğini yapan bölgede geçtiğimiz
günlerde ortaya çıkartılan Ortodokslara ait olduğu
belirtilen kilisenin bile tarih zenginliğini ortaya
koyduğunu vurguladı. Ünver, şöyle konuştu:
"Belediyemiz öncülüğünde ve Nevşehir Valiliği,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Müze Müdürlüğü ve Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
denetiminde gerçekleştirilen temizleme
çalışmalarının kapsadığı alan toplamda 360 bin
metrekare. Daha önceden jeo radarlarla yaptığımız
tespitlerle belirlediğimiz alanlarda çalışıyoruz.
İlk etapta bu alanın biz sadece 6 bin metrekarelik
bölümünde çalışıyoruz. Halen de bu bölgenin ancak 2
bin metrekarelik bir alan içerisinde çalıştık.
Bugüne kadar önemli verilere ulaştık.
Arkeologlarımız, restoratörümüz, Müze Müdürlüğümüz
ve Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu ile iç içe çalışıyoruz. Bir takım bilgi ve
belgelere ulaşıyoruz. İki gün önce Osmanlı
döneminden kalma mızrak uçları bulduk."
DÜNYA ORTODOKSLARININ TARİHİ GELİŞİMİNİ
DEĞİŞTİREBİLİR
Temizleme çalışmalarında tarihi bilgi ve belgeler
açısından oldukça önemli veriler elde ettiklerini
kaydeden Ünver daha sonra şunları söyledi: "Burada geçtiğimiz günlerde Ortodosk dönemine ait
yeraltı kilisesi ortaya çıkartıldı. Şu anda çok
ciddi bir veri ile karşı karşıyayız. Bu dünya
Ortodoksluğunun belki tarihi akışına ve seyrine yön
verecek bir çalışma olacaktır diye düşünüyorum.
Çünkü bilim adamlarımız bu konuda çok ciddi
ilgilenmeye başladılar. Kapadokya bölgesindeki en
büyük kiliselerinden biri olarak değerlendiriliyor.
Bu konunun uzmanlarının bize verdikleri bilgilere
göre, kilisedeki frekslerin çok özgün olduğu ve
hatta birkaç tanesinin bu kiliseye ait olabileceğini
söylediler, bu da bizim heyecanımızı çok artırdı.
Kilisedeki freksler çok iyi korunmuş. Ve kilisenin
içerisi toprakta olduğu için de fazla yıpranmamış.
Tamamıyla yerin altında, yerin üzerinde hiçbir
belirtisi olmayan bir alan. Temizlik yapan
arkadaşlarımızın önüne adeta kendiliğinden çıktı
geldi, beni de görün der gibi.
Kilise alanına bağlı ve oldukça yakın bir
merkezde bilim adamlarının değerlendirmelerine göre,
kamusal alan olabilir şeklinde nitelendirdikleri
sanki devlet yapısına benzer yerin altında yapılara
ulaştık. İlk tarihlendirmeler MS’den 4'üncü
yüzyıla kadar gidebileceği, kilisenin yapım
tarihinin de belki daha eski yıllara kadar
ulaşabileceği ifade ediliyor."
7 KİLOMETRE UZUNLUĞA SAHİP GALERİ BULUNDU
Ünver, Özellikle Osmanlı döneminde de bu alanın
oldukça önemli bir yerleşim merkezi olduğuna yönelik
de ciddi verilere ulaştıklarını ifade ederek,
"Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ndeki
arkadaşlarımızın da yardımları ile Damat İbrahim
Paşa döneminden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar
yüzlerce belge elimize ulaştı. Damat İbrahim Paşa ve
eşi Fatma Sultan’ın Vakfı’nın yapmış olduğu su
yollarının belgeleri ve bölgedeki bir sarnıcın
varlığının olduğu bilgisine ulaştık. Halen bölgede
80 kişi ile birlikte temizleme çalışmalarını
yürütüyoruz. Sadece galerilerinin birinin uzunluğu
yaklaşık 7 kilometreye ulaşan galeriye ulaştık.
Burada kandil yerleri, orijinal su künkleri, burada
insanların yaşamını belgeleyen tandırlar, ocaklar,
topraktan yapılmış çeşitli imalathaneler, çeşitli
kullanım gereçleri bulundu” diye konuştu.
BÖLGEDEKİ BİLİMSEL ÇALIŞMALAR YOLUMUZU VE
UFKUMUZU GENİŞLETECEK
Hasan Ünver, dünyanın en büyük yeraltı şehir
yerleşimimin bir bölümünü önümüzdeki yılın sonlarına
doğru ziyarete açmayı planladıklarını da belirtti.
Ünver daha sonra şunları ifade etti:
“Öyle zannediyorum ki önümüzdeki yılın yazın
sonuna doğru Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yapacağımız görüşmelerle bu bölgenin bir bölümünü
insanlarımızın gezebileceği bir alan haline
getirmeyi planlıyoruz. Bu alan şehrimizin tam
merkezinde olduğu için insanlarımız için de halen
bir yaşam merkezi olmaya devam edebilir diye de bir
düşüncemiz var. Bunun içerisi çeşitli kültürel
faaliyetlere açık, butik oteller gibi kaya oteller
gibi, kongre merkezi gibi alanlar olabileceğini
düşünüyoruz. Yine Osmanlı arşivlerinden ulaştığımız
bilgilere göre bezirhanelerden ve sarnıçlardan söz
ediliyor. İnşallah bu kilise ve yeraltı şehri
üzerindeki bilimsel çalışmalar bizim yolumuzu ve
ufkumuzu açacak, Nevşehir’in zengin tarihini tüm
dünya turizmine kazandıracağımız günü heyecanla
bekliyoruz."
Radikal, Haber: Sinan
Korkmazer,23.01.2016
|
KAMBOÇYA'NIN HİNDU TANRISI BAŞINA 127 YIL SONRA
KAVUŞTU
Kamboçya’da 127 yıl önce
Fransız sömürgeciler tarafından kaçırılan Hindu
tanrısı Harihara’nın başı nihayet ülkeye döndü.
Heykel ile başı, Başbakan
Yardımcısı Sok An’ın katıldığı törenle
birleştirildi. Heykelin başı dönemin sömürge valisi
Etienne Aymonier tarafından emirle 1889 yılında
kopartılıp Fransa’ya götürülmüş ve Guimet Müzesi’nde
sergilenmeye başlanmıştı. Kamboçya yaklaşık 40
yıldır başın Phnom Da tapınağına iade edilmesi için
girişimlerde bulunuyordu. Kamboçya Ulusal Müzesi
uzmanları tarafından Paris’ten teslim alınan 47
kilogram ağırlığındaki başın geçen zamana rağmen
heykelin bedenine tam olarak uyduğu bildirildi.
Habertürk, 23.01.2016
|
 |
İSTİKLAL CADDESİ'NİN ALTI ROMA MEZARLIĞI
Beyoğlu’ndaki tarihi Casa Garibaldi binasının
restorasyonu sırasında, binanın bodrumunda, üzeri
kiremitlerle örtülmüş bir iskelet bulundu. Kazıya
devam edildikçe iskeletlerin sayısı arttı. İstanbul
Arkeoloji Müzeleri arkeologlarının incelemesi
sonucunda iskeletlerin 1600-1800 yaşında olduğu
tespit edildi. Uzmanların görüşüne göre bu bir Roma
mezarlığı ve 8 metre aşağıdan, günde 400 bin kişinin
geçtiği İstiklal Caddesi’nin altına doğru uzanıyor.
Mezarlar, Beyoğlu’nun bilinen tarihini de yüzlerce
yıl geriye çekti: İstiklal, aslında bir Roma
caddesi!

BİNANIN
BODRUMUNA BU KAFATASINI KİM KOYDU?
20
Eylül 2014... Beyoğlu Odakule’nin hemen yanı...
Fakir ailesini doyurmak için yerin 8 metre altında
kürek sallıyordu Erzurumlu İlyas. Başka bir işçi
olsa, küreğin ucuna dayanan çömleği pekala alelale
bir kiremit sanabilirdi. Oysa memleketi Tekman
İlçesi'nde binaların üstüne kiremit değil, eternet
döşeniyordu. “Bu da ne” diye durdu.
Tuhaf kiremiti küreğin arkasıyla çekip alınca
ağzından Kelime-i Şahadet döküldü. Göz oyuklarındaki
kum ve toprak dökülünce, ortaya çıkan büsbütün bir
insan kafatasıydı...

YOKSA BURASI
BİR MEZAR MI?
Bir
saat sonra... Eminönü İstanbul Arkeoloji
Müzeleri...
Dr. Sedat Bornovalı,
isminin başındaki titre, sanat tarihi sınıflarında
çürüttüğü dirseklerinden dolayı hak kazanmıştı.
Beyoğlu Casa Garibaldi Binası’nı 40 yıllığına
devralan TURSAB adına yapının restorasyon projesinin
başında bulunması şanstı. İlyas, bulduğu şeyi ona
haber verir vermez, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürü Zeynep Kızıltan’ı aradı. Kızıltan yıllık
izindeydi. Yardımcısıyla konuştu, atlayıp müzeye
gitti, bir araştırma ekibi yollanması için dilekçe
yazdı. Oradan da çıkıp aynı işlemi yapmak için
Anıtlar Kurulu’na gitti.

BULUNAN
İSKELET KİME AİT?
MS
540... Taksim’de bir
cenaze töreni...
Bu (muhtemel)
Hıristiyan keşişi, fani gözleriyle Doğu
Hıristiyanlığı’nın kıblesinin bitmiş halini
görmüştü. Artık ölse de gam yemezdi, zaten ebedi
istirahatgahı Pera’dan sonsuza dek Ayasofya’ya
bakacaktı. Bin yıl sonra şehri fethedecek Müslüman
Türkler henüz şamandı ve daha Göktürk Abideleri’ni
yazmamışlardı. Bugün İstiklal Caddesi’nin 8 metrede
altında kalmış olan mezarına defnedildi. Mezarın
üstü pişmiş kiremitlerle kapatıldı. 1500 yıl sonra o
kiremitlerden biri Erzurumlu İlyas tarafından tekrar
açıldığında Ayranos’tan çağırılan bir Ortodoks
papazı tarafından tekrar takdis edilecekti.

Bulunan iskeletlerin en eskisinin M.S 4. yüzyıldan kaldığı anlaşıldı.
BAŞKA
MEZARLAR DA VAR MI?
1884... Osmanlı Beyoğlu’sunda üç ahşap ev...
Aleksandre Vallaury, bugün Salt Galata olan Merkez
Bankası binası gibi birçok yapıya imza atmış ve
esaslıca bir mülkün sahibi olmuştu. Bugün Nuruziya
Sokak’ın tam karşısına denk gelen üç ahşap evin
bulunduğu arsa da yine ona aitti. Israra dayanamadı,
arsayı İtalyan İşçi Vakfı’na sattı. Böylece
Yüksekkaldırım’da, Asmalımescit’te 20 yıl süren
kiracılık sefaleti son bulacak ve şehirde yaşayan 30
bin İtalyan’ın buluşma noktası olacak Casa Garibaldi
kültür merkezi inşa edilecekti. Tutulan vakıf
günlüklerinde, binanın temelinden çıkan
‘birtakım buluntular’dan eşekli hamallarla
kurtulunduğundan bahsedilecekti.

Açılan mezarlara Ortodoks geleneğine uygun olarak takdis töreni yapıldı.
SON
İSKELETİN ÜSTÜ NEDEN BETONLA ÖRTÜLDÜ?
Eylül
2014... Casa Garibaldi’nin bodrumu...
Dr. Sedat Bornovalı’nın yazdığı dilekçeyle harekete
geçen İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları müzenin
deposunda güvenceye alınmak üzere 1500 yıllık
mezardan iskeleti çıkardı. Fakat mezarın az
ilerisinde bir mezar daha vardı. İki metre ötede bir
tane daha. İstiklal Caddesi tarafına doğru kazdıkça
topraktan kafatası, omurilik, kol, oyluk kemiği
fışkırıyordu. Bulunan iskeletlerin sayısı 10’a
ulaştı. Sonuncusu binanın cadde tarafındaki temel
sütunun tam altındaydı. Binanın statiğini bozacağı
için, yerinden çıkarılmadı, üstü tekrar betonla
örtüldü. Burası bir mezar değil, mezarlıktı. Üstelik
İstiklal Caddesi’ne doğru devam eden en az 200 sene
ölü defnedilmiş bir mezarlık!

MEZARLIK
NEREYE KADAR DEVAM EDİYOR?
13
Ocak 2015... Bağcılar Hürriyet gazetesi binası...
Gazeteci telefonda heyecanla sordu: “Ne
diyorsunuz? Yani günde 400 bin insanın geçtiği
İstiklal Caddesi’nin altı Roma mezarlığı mı?”
Projenin içmimari danışmanı Jale Kulin,
“Evet” dedi; “İstanbul’un katman
katman inşa edilmiş hayatı açısından çok güzel bir
örnek. Sağımızda, solumuzda büyük binalar var. Eğer
bu binaların inşaatları sırasında mezarlar tahrip
edilmediyse, kazsak mutlaka devam eder. Ama buradaki
tahribatı yasadışı görmemek lazım. İnşaatların
yapıldığı dönemde bunların bir önemi olmadığı için
belgelenmiyordu. Özellikle de kazıyı yapan eski eser
meraklısı falan değilse... Tek bildiğimiz,
mezarların bugünkü cadde seviyesinden 8 metre kadar
aşağıda olduğu.”

İSTİKLAL
CADDESİ BİR ROMA CADDESİ Mİ?
İki
saat sonra...
Gazeteci ve
fotomuhabiri arkadaşı İçmimar Jale Kulin’le
iskeletlerin bulunduğu bodrumu gezmek üzere
Taksim’de buluştu. Yürüdükleri caddedeki her şey
ilkgençliğinde bira içip serserilik yaptığı caddeyle
aynıydı: Sağda Fransız Kültür Merkezi, solda Aya
Triapa Kilisesi... Az ileride Çiçek Pasajı,
karşısında Galatasaray Lisesi... Köşede Mısır
Apartmanı, çaprazında Odakule... İnsanın pantolonuna
çamurlu su fıştırtan sokak parkeleri bile aynıydı.
Tek farkla: Bu arşınladığı cadde-i kebir, artık 19.
yüzyıl Osmanlı caddesi değil, bir Roma caddesiydi.

İçmimar Jale Kulin, binanın taşıyıcı kolonlarından birinin altında buldukları iskeletin üstüne beton dökerek aynı yerde bıraktıklarını söylüyor.
MS 4-6’NCI
YÜZYILDA BÖLGEDE YERLEŞİM OLDUĞU ANLAŞILDI
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan
Beyoğlu Casa Garibaldi’de yaptığınız
kazıda arkeologlarınız tam olarak ne buldu?
İstiklal Caddesi, Deva-Perukar Çıkmazı’ndaki binada
yaptığımız kazıda tuğla mezarlar açığa çıkardık.
Bulunan mezarların tamamında iskeletlerin üzerleri
pişmiş toprak mezar kiremitleriyle örtülüydü. Burası
daha önce nekropol (mezarlık) olarak kullanılmış.
Bunlar hangi döneme/kültüre ait?
Yaptığımız ilk değerlendirmeler sonucu mezarların
Geç Roma - Erken Bizans dönemine ait oldukları
tespit edildi. Üç iskelet üzerinde yapılan Karbon 14
analizine göre (yaş belirleme testi) bunlardan en
erkeni MS 4. yüzyıl, en geçi MS 6. yüzyıla ait. Yani
mezarlığa en az 200 sene boyunca definler yapılmış.

Yani tek bir binadan değil, geniş bir
alana yayılan bir Roma mezarlığından mı
bahsediyoruz?
Bu alan üzerine yapılan
bina nedeniyle bazı iskeletler tahrip olmuş. Bina
duvarları bazı mezarların üzerine oturmuş. Yapılan
incelemeler ve bulgular mezarlık alanının yan
parsellerde de devam ettiğini işaret ediyor.
Biz Beyoğlu’nun 19. yüzyılda konsolosluk
binalarının inşa edilmesiyle meskun olmuş bir bölge
olduğunu sanıyorduk. Buluntular Beyoğlu tarihinde
neyi değiştirdi?
Ortaya çıkan mezarlar
Beyoğlu’nun bilinen tarihinin çok daha eskiye
uzandığını gösteriyor. En azından MS 4–6. yüzyılda
bu bölgede bir yerleşmenin ve bu yerleşmeye ait bir
mezarlığın varlığı anlaşıldı. Binanın zemininde
bulunan içleri doldurulmuş su kuyularında sürdürülen
kazı çalışmaları sırasında da Osmanlı ve Geç Bizans
dönemine ait malzemelerle karşılaşıldı. Bu da bize
bu alanın mezarlık dışında, uzun süre yerleşim alanı
olarak da kullanıldığını gösteriyor.
Hürriyet,
Haber: Savaş Özbey, 23.01.2016
|
EMEK BİTTİ, DAVA GELDİ
Restorasyonu kamuoyunda tartışma yaratan Emek
Sineması davalık oldu. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı’nca Emek Sineması’nı yıkıp yeni yerinde
onaran Kamer İnşaat yetkililerinin aleyhine
iddianame hazırladı. İddianamede, “Emek Sineması’nı
aslına uygun restore etmedikleri ve komşu kültür
varlıklarına zarar verdikleri” gerekçesiyle inşaat
şirketinin yetkililerinin cezalandırılmaları talep
edildi.
Suç duyurusu
Taksim İstiklal Caddesi’ndeki Türkiye’nin en eski
sinema salonlarından biri olan Emek Sineması’nın
korunması için büyük mücadele verildi. 2009 yılında
kapatılan ve 2013 yılında yıkılan Emek Sineması için
yürütmeyi durdurma kararları alındı. Yargı
kararlarına karşın dükkanların ve restoranların
olduğu Grand Pera projesine devam edildi. TMMOB
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi avukatları
Can Atalay ve Zeynep Atalay yürütmenin durdurulması
kararını yerine getirmeyen Kamer İnşaat Sanayi ve
Ticaret Limited Şirketi yetkilileri hakkında suç
duyurusunda bulundu.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Ülgünar, Kamer
İnşaat yetkilileri hakkında iddianame hazırladı.
İddianamede dava dosyasındaki bilirkişi raporuna
atıfta bulunarak Emek Sineması’nın aslına uygun
restore edilmemesinin yanı sıra tescilli eser
“Cercle D’orient ve Melek Apartmanı” binasında
çatlaklar oluşturdukları, kazı sırasında gerekli
önlemlerin alınmadığı vurgulandı.
Korunamadığına vurgu yapılan iddianamede
“Çalışmaların projelere uygun yürütülmediği, gerekli
önlemlerin alınmadığı ve komşu kültür varlıklarına
zarar verildiği” gerekçesiyle şirket yetkililerinin
cezalandırılması istendi.
Cumhuriyet, Haber:
Hazal Ocak, 23.01.2016
|
TARİHİ MOZAİK KORUMAYA ALINDI

Muğla’nın
Bodrum
İlçesi'nde bir antik mekanın tabanında
bulunan mozaik gerekli korumalar yapılarak üzeri kum
ile örtülüp korumaya alındı.
İlçeye bağlı Yalı
Mahallesi Geren Koyu mevkiinde bulunan ve MS 4. yüzyıl Bizans dönemine ait kilise veya hamam olduğu
tahmin edilen tarihi mekanın girişinde tabanda
bulunan mozaik koruma amaçlı olarak kum ile örtüldü.
2013 yılında define avcıları tarafından içerisinde
yaklaşık 7-8 metrelik tünel kazılarak içerisinde
kilisenin olduğu iddia edilen altınlar nedeniyle
talan edilen tarihi mekan, bölgeyi bilen turistler
tarafından da ziyaret edilmekte.
Muğla’nın Büyükşehir Belediyesi olmasından önce
Yalı-Çiftlik Belediyesine ait olan arazinin içinde
bulunan mekanda geçmişte yapılan basit temizlik
çalışmaları dışında mekanı turizme kazandırma amaçlı
bir çalışma yapılmazken, tarihi mekanın şahıs
arazilerinde olmaması nedeniyle tadilat
çalışmalarının daha kolay yapılabileceği öğrenildi.
Bodrum Belediyesi tarafından hazırlanacak bir
tadilat raporu ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
ekipleri ile Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün kararıyla turizme
kazandırılabilecek tarihi mekanın dışarısına
çevrilmiş tel dışında hiçbir koruma bulunmazken,
mekanın içindeki ayak izlerinden kış aylarında bile
mekanın sıklıkla ziyaret edildiği anlaşılıyor.
Hürriyet, 22.01.2016 |
BURDUR'DA BİZANS DÖNEMİ ALTI KAPILI KAYA KİLİSESİ
KEŞFEDİLDİ
Burdur’un Bucak
İlçesi, Avdancık Köyü’nde Bizans Dönemi’ne ait kaya
kilisesi keşfedildi.
2015 yılı Kremna ve
Çevresi Yüzey Araştırmaları üçüncü sezon çalışmaları
kapsamında Burdur İli, Bucak İlçesi, Avdancık
Köyü’nde yaklaşık 1040-1050 metre
yükseklikte konumlanan Bizans Dönemi’ne ait kaya
kilisesi keşfedildi. Çalışmalar hakkında bilgi
veren Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Kremna ve Çevresi
Yüzey Araştırmaları Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Hüseyin Metin, köy sakinlerinin kilisenin eskiden
altı kapısı olduğu söylediğini, hatta 1970’li
yıllarda kapılardan üçünün ayakta olduğu bilgisine
ulaştıklarını ifade etti. Geçen süre içinde söz
konusu kapıların defineciler tarafından tamamen
tahrip edildiğini anlatan Metin, “MS 11. ve 12.
yüzyıllara ait Altı Kapılı Bizans Kaya
Kilisesi’nin yaklaşık olarak 10.50 x 10.50 metre
ölçülerinde olduğunu düşünüyoruz. Tabanında dağınık
halde siyah tesseralar ve sıva izleri
bulduk. Kuzeybatı köşesinde Aziz Martir’e ait bir
mezar yer almakta. Kuzeyindeki küçük mağaranın önü
taş duvarla örülmüş ve üzeri freskolarla kaplanmış.
Kilisenin esas önemli noktası apsisinin üstünde yer
alan kayalığın üzerinde büyük bölümü tahrip durumda
olan Hristiyanlıkla ilgili ikonaların bulunmasıdır.
Kremna ve Çevresi Yüzey Araştırması kapsamında
gerçekleştirilen üçüncü sezon araştırmasının en
önemli tespitlerinden birini oluşturan ve bölge için
tekil bir örnek olan Altıkapılı Bizans Kaya
Kilisesi, hem bölgesel bir ibadethane veya ayin
yeridir hem de Bizans kültürü ve sosyal yaşamı
hakkında bilgiler sunan birincil bir kaynak
niteliğine sahiptir. Kilisenin bir başka önemli
özelliği ise Geç Bizans Dönemi ikonalarının gelişme
gösterdiği Kommenos Hanedanlığı dönemine ait
ikonalar ile sanatsal olarak bire bir ortak
özelliklere ve gerçekçi tasvir estetiğine sahip
olmasıdır. Bu keşif şüphesiz Pisidia’nın Bizans
gizemini önemli bir ölçüde aydınlatacağı gibi,
bölgede disiplinler arası çalışmalar yürüten
profesyonel araştırmacılara da temel bir kaynak
olacaktır” dedi.
Kiliseye ait
freskolardaki ikonaların heyecan verici güzellikte
olduğunu ve Hristiyanlıkla ilgili önemli betimlerin
resmedildiğini ifade eden Metin, içerisinde Meryem’e
müjde, Hz. İsa’ya tapınmaya gelen doğulu atlı kahin
krallar, Kudüs’e giriş ve mandorla içerisinde eleusa
(şefkatli) Meryem ikonalarının yer aldığı
tasvirlerin yanı sıra graffiti yazı ve şekillerin
tespit edildiğini söyledi.
Kremna ve Çevresi
Yüzey Araştırmaları Bilim Heyeti Üyesi Öğr. Gör.
Salih Soslu ise, freskolarda tasvir edilen
figürlerin (insan, melek, at) ağırlıklı olarak
uzatıldığını, yüzlerin ise genellikle narin ve
gerçekçi yapıldığını söyledi.

arkeolojihaber.net, 22.01.2016
|
NARMANLI HAN TARTIŞMASI

Beyoğlu Kent Savunması üyeleri tarihi Narmanlı
Han’da başlatılan restorasyon projesine karşı
çıktı ve İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurarak
projenin iptal edilmesini talep etti.
Projenin mimarı
Sinan Genim, iddiaların aksine yapılacak
işin kurallar çerçevesinde yürütüldüğünü
belirterek “Narmanlı Yurdu” olarak bilinen
yapının restorasyonla hayat bulacağını savundu.
AVLUDAKİ
AĞAÇLAR KESİLDİ
Beyoğlu Kent
Savunması adına Avukat Eren Can tarafından
yapılan başvuruda restorasyon esnasında Narmanlı
Han’ın içine iş makinesi sokulduğu, duvarların
tahrip edildiği ve avludaki ağaçların kesildiği
belirtilerek “Binanın dış cephesi dışında
neredeyse hiçbir şeyi korunmamıştır.
Proje aceleye getirildi” denildi.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu - Fırat Alkaç,
22.01.2016
|
SEBASTOPOLİS'TE 200 EV KAMULAŞTIRILACAK
Tokat'ta, Sebastapolis
antik kenti üzerinde
kurulu bulunan ve merkez nüfusu 3 bin 500 olan
Sulusaray
İlçesi'ndeki 200 evi kamulaştırma
çalışmaları sürüyor.
Sulusaray Belediye Başkanı Halil Demirkol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sebastapolis antik kentinin ilçe merkezinde olduğunu, antik kentle ilgili 1989 yılında kazı çalışmaları yapıldığını söyledi.
Sebastapolis antik kentinin bölgenin turizme kazandırılması gereken en önemli yeri olduğunu ifade eden Demirkol, belediye olarak antik kentle ilgili yaptıkları çalışmalarla ilgili şunları aktardı: "Antik kentin imar planı olmadığı için yıllardır kazı çalışması yapılmamış. 2013 yılında tekrar kazı çalışmaları başladı, 3 yıldır da devam etmekte. Kazılarda en büyük sorun, yapılaşma nedeniyle kamulaştırma çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığınca yürütülememiş. Koruma imar planına ihtiyaç duyulmuş. Bu belediyemize bildirildiğinde yaklaşık 2 yıl süren çalışma neticesinde koruma imar planı bitti. Koruma planı buranın geleceğinde büyük önem taşıyor."
"Yaklaşık 200 ev kamulaştırmayı bekliyor"
Antik kentin koruma imar planının olmasının yürütülecek çalışmalarda büyük yarar sağlayacağını vurgulayan Halil Demirkol, "Bir an önce buranın turizme kazandırılmasında da ivme almış olacağız. İmar planın olması Sepastapolis'in gün yüzüne çıkmasında önemli rol oynayacağını düşünüyorum. Burası yaklaşık 70 bin kişinin yaşadığı bir kentmiş. Hocalarımızın yaptığı araştırmalar da buna varıyor. Bir çok vilayet buraya bağlıymış. Antik kent üzerinde bulunan yaklaşık 200 ev kamulaştırmayı bekliyor. Her sene İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından 10'a yakın evin kamulaştırma çalışmaları yapılıyor. Buradaki evlerin TOKİ tarafından başka yere taşınmasıyla ilgili bir proje var. Bunun da bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor" dedi.
Vali Cevdet Can'ın Galler Prensi Charles'ı bir süre önce ilçelerine davet ettiğini hatırlatan Demirkol, "Sulusaraylılar Prens Charles'ı büyük bir heyecan ile bekliyor. Prens daha önce gizli gelip gitmiş. Sayın Valimiz Prens Charles'ı davet etmişti. Antik kentimiz, Galler Prensi Charles'ın iki kez ziyaret ettiği ve değer verdiği bir kent. Bu kentin değerini kamuoyu biliyor" diye konuştu.
Sebastapolis Antik Kenti
Tokat kent merkezine 69 kilometre uzaklıktaki Sulusaray'da bulunan ve kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen Sebastapolis antik kentinin, bazı kaynaklarda milattan önce 1. yüzyılda kurulduğu belirtiliyor.
Roma İmparatoru Trajan zamanında, milattan sonra 98-117 yıllarında, Pontus Galatius ve Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Cappadocia (Kapadokya) eyaletine dahil edildiği kaydedilen antik kentin, o dönem geçiş yolları üzerinde bulunması ve günümüzde de kullanılan termal kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce Karadeniz'in en büyük 5 şehrinden biri olduğu anlatılıyor.
Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip olduğu zenginliğin bir göstergesi olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastapolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.
haberler.com, Haber: Ekber Türkoğlu, 21.01.2016
|
DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI GÖBEKLİTEPE YENİLENİYOR

Dünyanın en eski anıtları eski ihtişamını geri
kazanıyor: Şu ana kadar keşfedilen en eski tapınak
binalarına ev sahipliği yapan Göbekli Tepe, Doğuş
Grubu'nun öncülük ettiği yeni bir proje kapsamında
tanıtılıp korunacak.
Güneydoğu Anadolu
bölgesinde yer alan arkeolojik alan, kazıların
başladığı 1995 yılından bu yana bilim insanlarının
uygarlığın kökeni üzerine düşünüş biçimini
değiştirdiği ve belki de tüm insanlığın tarihini
baştan yazabileceği için büyük önem taşıyor.
Dekoratif yontulmuş taşları ve T biçimli
sütunlarıyla 12 bin yıllık dairesel yapılar, Tarım
Devrimi'nden ve hatta çanak-çömlek yapımının
icadından bile daha eski.
Bu kadar eskiye
dayandıkları için de tarımın uygarlığa yol açtığı
fikri altüst oldu. Araştırmacılar daha önce,
avcı-toplayıcıların yerleşik düzene geçip ürün
yetiştirmesi sonucu ortaya çıkan gıda fazlasının
karmaşık toplumların kurulmasına yol açtığını
düşünüyorlardı.
Göbekli Tepe bu yaygın
anlayışı tekrar tartışmaya açıyor. 1995 yılından
itibaren kazının başkanlığı yapan Alman arkeolog
Klaus Schmidt, 2014 yılındaki ölümüne kadar, bu
yaygın inanışın gerçekte yaşananlara tamamen zıt
olabileceğini öne sürmüştü. Yapıları inşa etmek için
gerekli işgücü, çalışanlara yiyecek –ve belki de
içecek– sağlama yolu olarak tarımın gelişmesine yol
açmış olabilirdi.
İsviçre’nin Davos
kentindeki Dünya Ekonomik Forumu’nda dün bir
açıklama yapan Doğuş Grubu, önümüzdeki 20 yıl içinde
National Geographic Society işbirliğinde projeye 15
milyon dolar ayıracağını bildirdi. Doğuş Grubu
Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, “Göbekli Tepe
tarihin sıfır noktasını oluşturuyor,” şeklinde bir
basın açıklaması yaptı.
İlk Dini
Alan mı?
Alanda yapılan kazılarda
ortaya çıkarılan yeni kanıtlar, tarımın icadının
uygarlığın başlamasıyla tetiklendiğini savunan
Schmidt’in argümanını destekliyor. Her anıtsal
yapının ortasında, üzerinde stilize kollar, eller ve
peştamal yontuları bulunan iki adet T biçimli sütun
yer alıyor. En büyüğünün ağırlığı 16 tonu aşıyor. Bu
taşları yontmak ve yakındaki taşocağından taşımak,
çok sayıda insan ve hepsini doyuracak miktarda
yiyecek gerektiren zorlu bir çaba olmuş olsa gerek.
Arkeologlar, Göbekli Tepe’de sürekli
yerleşim olduğuna dair şimdiye kadar herhangi bir
kanıt bulmuş değil. Yeni bir tahmine göre burası
bölgesel bir toplanma yeriydi. Güney yönündeki
dağların ve yaylaların manzarasına hakim bir tepe
üzerine kurulmuştu.
Kazıda görevli Alman
Arkeoloji Enstitüsü arkeologlarından Jens Notroff,
“O dönemlerde, gen havuzunu yenilemek ve bilgi
alışverişi yapmak için insanların belli aralıklarla
buluşması gerekiyordu,” diye konuşuyor. “Bu simgesel
bir yapı. Burada toplanmış olmaları tesadüf değil.”
Göbekli Tepe’deki kaya sütunların,
sembollerin ve binaların daha küçük uyarlamaları,
buraya 200 kilometre mesafedeki başka yerleşimlerde
ortaya çıkarılmış. Adeta Göbekli Tepe katedral,
diğerleriyse yerel birer kilise. Avcı-toplayıcılar
buluşmak, tapınmak, yeni anıtsal yapılar inşa etmek
ve zenginliklerini sergilemek amacıyla şölenler
düzenlemek için uzun yolculuklarla buraya
geliyorlardı muhtemelen.
“Şölen özelliği,
binaları inşa edecek işgücünü çekme açısından en
kolay açıklama,” diyor Notroff.
Tepenin daha
da derinine inen arkeologlar şölenlere yönelik başka
kanıtlar da buldular. Taş yapılar, inşa edildikten
sonra toprak, taş ve hayvan iskeletleriyle dolmuştu.
Yüzyıllar içinde, bu yıkıntıların üzerine yeni
yapılar inşa edilmiş ve böylece insan yapımı bir
höyük oluşmuştu. Yıkıntıların içinde, ceylan ve
artık soyu tükenmiş olan yaban öküzü de dahil on
binlerce kırık hayvan kemiği parçası bulundu. 150
litreden fazla sıvı alabilecek dev taş kaplar ise
belki de ilk bira üretimine işaret ediyor.
Artan Turizm
Yeni fonun
zamanlaması Göbekli Tepe açısından önemli. Alan
uluslararası ün kazandıkça çok turist çeker hale
geldi. On yıl kadar önce tepeye ancak bozuk bir
toprak yoldan sarsıntılı bir yolculukla
ulaşılıyordu. Arada sırada gelen ziyaretçilerin
bizzat Schmidt tarafından gezdirildiği de oluyordu.
Bugün tur otobüsleri küçük turizm merkezinin
önünde her gün yüzlerce ziyaretçi indiriyor ve tur
şirketleri Göbekli Tepe’ye özel turlar düzenliyor.
Bir hediyelik eşya mağazası ve bir de otopark var.
Yakındaki Şanlıurfa’da ise bir süre önce Türkiye’nin
en büyük arkeolojik müzesi açıldı.
Alandaki
kazı ve araştırmalar Alman Arkeoloji Enstitüsü ve
Alman Araştırma Vakfı tarafından yapılıyor. Doğuş
Grubu’nun sağladığı fonlar, daha büyük, yeni bir
turizm merkezi ve ortaya çıkarılan yapıların koruma
amacıyla üzerinin kapatılması ve bunların yanı sıra
turizmin antik binalara zarar vermemesi için yürüyüş
yolları ve çitler inşa edilmesinde kullanılacak.
National Geographic Society Bilim ve Keşifler
Müdürü Gerry Garcia, “Şahenk Girişimi ve Türkiye
Kültür ve Turizm Bakanlığı arasındaki bu etkileyici
işbirliği Göbekli Tepe’nin tarihi önemine sadece
Türkiye’de değil tüm dünyada yeni bir ışık tutacak,”
açıklamasını yaptı.

Göbekli Tepe’deki T biçimi sütunların üzerine stilize eller, kemer ve peştamallar yontulmuş

12 bin yıllık alandaki bu sıra dışı çifte “kapı”nın sol tarafında yabani sığır, yaban domuzu ve bir yırtıcının yontusu var.

Göbekli Tepe’nin T biçimli sütunlarının en uzunu 5,5 metre boyunda ve 16 ton civarında. Bunları sadece taş aletler kullanarak yontmak ve bulundukları yere taşımak için büyük bir işgücüne ihtiyaç duyulmuş olsa gerek.

Dairesel yapıların içine doldurulan molozların arasında taş kafalar da var. Teorilerden biri alanın gömü törenleri için kullanıldığı yolunda.

Göbekli Tepe sütunlarının üzerindeki akbaba, akrep ve başka hayvan kabartmaları, ürkütücü bir dünyayla ritüeller yoluyla başa çıkma yolu olabilir. Akbabalar genelde ölüm ve öte dünyayla ilişkilendiriliyor.

Kumtaşından bu figür Göbekli Tepe’deki antik bir yapıda bulundu

Yeni fonlar kazı alanının üzerinin koruma amacıyla kapatılmasını ve turistlerin alanı antik buluntulara zarar vermeden gezmesini sağlayacak.

Göbekli Tepe’de kumtaşından bir yaban domuzu yontusu da bulundu. Bol miktarda hayvan kemiği ortaya çıkması ise şölenlerin burada önemli bir etkinlik olduğunu ortaya koyuyor.
nationalgeographic.com.tr, Haber: Andrew Curry,
Fotoğraflar: Vincent Musi, National Geographic
Creativ, 21.01.2016 |
MİLLİ SARAYLAR'I 1 MİLYON 405 BİN ZİYARETÇİ GEZDİ

Milli Saraylar'dan yapılan yazılı açıklamaya göre,
Milli Saraylar'a bağlı mekanlar geçen yıl da yerli
ve yabancı ziyaretçilerden yoğun ilgi gördü.
Dolmabahçe Sarayı 937 bin kişiyle Milli Saraylar
arasında en çok ziyaret edilen mekan olurken,
Beylerbeyi Sarayı 141 bin kişiyi ağırladı.
Milli Saraylar Resim Müzesi, 75 bin yerli ve
yabancı ziyaretçi tarafından gezildi. Resim
Müzesi'ni 69 bin kişiyle Ihlamur Kasrı, 60 bin
kişiyle Küçüksu Kasrı izledi.
Yıldız Şale Kasrı, Maslak Kasrı, Aynalıkavak
Kasrı, Saray Koleksiyonları Müzesi, Yalova Atatürk
Köşkü ve Florya Atatürk Köşkü 123 bin yerli ve
yabancı ziyaretçi tarafından görüldü.
En fazla yabancı ziyaretçi Dolmabahçe
Sarayı'na
Milli Saraylar bünyesinde hizmet veren mekanlar
arasında en çok yabancı ziyaretçiyi Dolmabahçe
Sarayı ağırladı. Çeşitli ülkelerden 640 bin yabancı
turist Dolmabahçe Sarayı'nı gezdi. Dolmabahçe
Sarayı'nı, 60 bin yabancı ziyaretçiyle Beylerbeyi
Sarayı ve 20 bin ziyaretçiyle Küçüksu Kasrı izledi.
Yılın genelinde 1 milyon 405 bin kişinin gezdiği
Milli Saraylar'da, 23 milyon 524 bin lirası
Dolmabahçe Sarayı'ndan olmak üzere 25 milyon 507 bin
lira gelir elde edildi.
Akşam, 20.01.2016
|
HARPUT TİCARETE MERKEZLİK YAPMIŞ
Harput Kalesi Kazı Başkanı
Doç.Dr. İsmail
Aytaç, Harput’ta yaşayan insanların
MÖ 8. yüzyıldan MS 1930’lara kadar
kalede üretilen malzemeleri kullandığını belirterek,
Avrupa’dan Harput’a, Harput’tan
Halep’E
ticaret bağlantısı olduğunu söyledi.

Fırat Üniversitesi
eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Harput Kalesi
Kazı Başkanı Doç.Dr. İsmail Aytaç, kalede günlük
yaşamda kullanılan birçok buluntuya rastladıklarını
dile getirdi. Harput’un iç kalesindeki kazılarda
Urartu dönemine ait hayvan biçimli kuplu kaplara
rastladıklarını ifade eden Doç.Dr. Aytaç,
“Özellikle
Roma dönemine ait kahverengi astarlı parçalar,
Bizans seramiği dediğimiz sarı Bizans
seramiklerinden,
Selçuklu döneminin sırlı seramiklerinden
parçalar çıktı. Bunların yanı sıra buluntular
arasında turkuaz renkli beylikler dönemine ait
mutfak eşyası, kaplarımız, kaselerimiz var.
Fragmanlar halinde de olsa bize dönemi, ölçüleri
hakkında fikir verebiliyor. Burada dikkatimizi çeken
bir örnekte Avrupa’dan ithal edilen 18. yüzyıl
malzemesi seramiklerdir. Biraz daha porselene yakın
ürünler ile
Çin porselenine ait parçalara rastladık” dedi.
“İTHAL MALZEME YÜKSEK RÜTBELİ İNSANLARIN GÖREV
YAPTIĞINI GÖSTERİYOR”
Harput’ta yaşayan
insanların MÖ 8. yüzyıldan MS
1930’lara kadar ürettikleri malzemeleri ve
uluslararası ticaretle gelmiş olan ithal malzemeleri
kullandıklarını kaydeden Aytaç, “Özellikle ithal
malzemenin varlığı burada gelir düzeyi yüksek
rütbeli insanların da görev yaptığı noktasında bize
bir fikir veriyor. Tabi bunlar içerisinde günlük
kullanımdaki tuzluklarımızda her daim her yerde
yapılabilen üretimdir. Yerleşim merkezlerinde en
fazla karşılaştığımız malzeme, bulgu, pişmiş toprak
seramik dediğimiz gruptur. Çünkü bunlar kolay
üretiliyor, kolayda kırılıyor. Kırıldıktan sonra
tekrar kullanımı dönüşü olmadığı için de bulunduğu
yerde kalıyor. Bu bakımdan arkeolojik buluntular
içerisinde en fazla buluntu ve bize fikir veren
grubu oluşturuyor. Ebatları kullanılan hamur
kaliteleri, çeşitleri bakımından çok çeşitlilik
gösteriyor. Çok kaliteli ürünlerin yanında yerelde
üretilen daha kalitesi düşük malzemeler de
kazılarımızda ortay çıkartıldı” diye konuştu.
“YERLİ VE AVRUPA ÜRETİMİ MALZEMELER VAR”
Aydınlatmada kullanılan
kandillerin sırlı ve sırsız örnekleri olduğunun
altını çizen Aytaç, şöyle devam etti;
“Kandiller,
özellikle gaz yağından önceki dönemler için
vazgeçilmez aydınlatma aletleriydi. Hele hele
sarnıçlarda kandil yerlerini tespit etmemiz ve yine
sarnıçlarda, zindanlarda bunları elde etmemiz
bunların oralarda kullanıldığını rahatlıkla bize
gösteriyor. Kaldı ki gravürlerde tasvirleri ve
görüntülerine de rastlıyoruz. Mutfak eşyası olarak
bizim özellikle fincan ve zarfı 17. yüzyıldan sonra
çok
Moda olan Avrupa üretimi bir porselen. Kazılarda
fincan ve tenekeden zarfıyla beraber çıkan bir
örneğimiz var. Ayrıca bakır kahve cezve bulduk.
Bunların yerli üretim olduğunu düşünüyoruz. Çünkü
vazgeçilmez üretimi olarak geçen sene de Harput’ta
çok sayıda atölyelerde potolar, maden cürüfleri
materyalleri çıkmıştı. Dolayısıyla bunların burada
üretildiğini tahmin ediyoruz. Diğer kısımda bizim
günlük mutfakta kullandığımız örnekler, sırlı
seramikler var. Bu yeşil seramikler aslında Milattan
Sonra 11. yüzyıldan 1940’lara kadar bu bölgede
üretilmiştir. Üzerinde motifler olduğu zaman dönemi
belirleniyor. Yoksa genel bir değerlendirmesi
yapılması gerekiyor. Ayrıca bizim sarnıçta
bulduğumuz ve Bizans dönemini tariflendirdiğimiz
bakır tunç bir sağan gibi büyük bir kasemiz var.
Bunun içindeki bazı motifler Bizans sanatında
karşımıza çıkıyor. Bu unutulmuş kalmıştı. Sağlam
sayabileceğimiz ender sayıdaki bakır ve tunç
malzemeden örneklerimizi oluşturuyor.”

“AVRUPA’DAN HARPUT’A, HARPUT’TAN HALEP’E TİCARET
BAĞLANTISI VAR”
İslam coğrafyasına
Anadolu katılınca Türkler’in gelişiyle beraber
Akdeniz,
Karadeniz ticaretinin Anadolu üzerinden devam
ettiğini vurgulayan Aytaç, şunları kaydetti:
“Böyle bir durumda özellikle Uzak Doğu’dan, Asya’dan
gelen malzemelerin alıcısı var. Tabi ki bu ithal
malzemeler sıradan malzemeler yerine bu bölgelerde
üretilemeyen ürünler açısından daha pahalı olduğu
için getirilmiştir. Alıcısı da olmuştur. Avrupa’ya
gelince, 1650-1700’lere kadar hep buralardan
Avrupa’ya doğru bir şeyler gitti. 1700’lerden sonra
Avrupa kaliteyi bizden biraz ileri götürünce oradan
bu tarafa doğru mal ithali söz konusu oldu.
Buradakilerin talebine göre doğal olarak da bu
ürünleri aldılar. Avrupa ürünleri deniz yoluyla
Samsun’a, Samsun’dan karayoluyla Harput’a gelen
bir güzergahımız var. Yine buradan
Diyarbakır üzeri Halep’e giden ya da
Malatya,
Gaziantep üzeri Halep’e giden bir ticaret
bağlantısı var. İpek Yolu bağlantısı var. O yolla
gelen ürünler bulunuyor.
bugün insana ait ne varsa geçmiş dönemlerde de
vardı. İletişimin hızına göre daha geç oluşuyordu,
daha az oluyordu ama hep aynı kavram vardı.”
Milliyet, 18.01.2016 |
BURDUR'DAKİ HÖYÜK KADERİNE TERK EDİLDİ

Burdur'da, bugüne kadar gün yüzüne çıkarılması adına
hiçbir çalışmanın yapılmadığı 'İstasyon Höyük' ilgi
bekliyor.
Burdur Tren İstasyonu'nun yanında
bulunmasından dolayı ismini buradan alan 'İstasyon
Höyük' gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor. Toprak
Mahsulleri Ofisi (TMO) Burdur Ajansı'nın hemen yanı
başında bulunan 10 bin metrekarelik alan üzerine
oturan höyüğün hemen yanında hangi döneme ait olduğu
belirtilen boyaları kazınmış, paslı bir levha
bulunuyor. Şehrin merkezindeki bu görüntüler
Burdur'a yakışmıyor. Höyük önündeki levhanın
yazıları, ancak yakınlaşınca güçlükle okunabiliyor.
İlk kez kalkolitik çağda iskan edildiği ve Roma
dönemine kadar devam eden höyüğün yüksekliği 20
metre civarında, tepe görümünde ve üzeri toprakla
kaplı durumda. Yaz aylarında sık sık ot
yangınlarının meydana geldiği, zaman zaman 'şarapçı'
tabir edilen mekansızların mesken tuttuğu höyüğün
gün yüzüne çıkarılarak turizme kazandırılması ve
çehresinin değiştirilmesi talep ediliyor.
TURİZME KAZANDIRILSIN
Gün yüzüne
çıkarılmayı bekleyen tarihi mekanda şu ana kadar
kazı çalışmasının yapılmamasının büyük eksiklik
olduğunu kaydeden vatandaşlar, "Burasının turizme
kazandırılması ve gerekli düzenlemelerin yapılması,
Burdur halkının menfaatine olacaktır" diye
konuştular.
Sabah, 08.01.2016
|
17 - 23 Ocak 2016
|
YANDAŞ İŞADAMI,
TARİHİ KORUDA KAZI İZNİ İSTEDİ
AKP’ye yakınlığıyla
bilinen Mehmet Cengiz, İstanbul Boğazı manzaralı
Hüseyin Avni Paşa Korusu ve Köşkü’nü ‘0’ liraya
aldı. Satış işleminden sonra köşk yandı. Cengiz
şimdi yanan tarihi köşkün yerine yeni bina yapmak
için hazırlığa başladı…

Hüseyin Avni Paşa Korusu, Üsküdar Paşalimanı Caddesi’nde yer alıyor. İçerisinde 3 bin tescilli ağaç var. Koruda yer alan ve Türk edebiyatının ustalarından Halide Edip Adıvar’ın bir dönem yaşadığı köşk ise yandı.
İstanbul’un tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü ve Korusu
inşaat alanına dönecek!.. Fethi Paşa Korusu içindeki
81 bin 511 metrekarelik Hüseyin Avni Paşa Köşkü,
2002 yılında “Yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf
kültür varlığı” olarak tescillendi.
SIFIR LİRAYA SATIN ALMIŞTI
Koru ve köşk,
2009’da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)
tarafından satışa çıkarıldı. Köşkü, internete düşen
17-25 Aralık tapelerinde ‘milletin a… koyacağız’
dediği öne sürülen Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu
Başkanı Mehmet Cengiz satın aldı.
İZİN ÇIKMADI
VE YANDI
8 Mart 2013 tarihli tapu
kaydında korunun ve köşkün satış bedeli “0” TL
olarak yer aldı. Konu gündeme gelince Cengiz İnşaat
koru içindeki tarihi köşkü restore ederek kullanıma
açmayı planladığını açıkladı. Restorasyon için de 6
No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
başvurdu. Şirket restorasyon için izin aldığını
açıkladı ancak kurul, 23 Haziran 2014 tarihli
kararında projenin yerinde inceleme yapılmasından
sonra değerlendirilebileceğine karar verdi. Karardan
5 gün sonra 28 Haziran’da köşk yanarak kül oldu.
1 YIL SONRA İNŞAAT
Köşkün olduğu alanda 2015’te iş makinelerinin
çalışmaya başladığı, inşaat yapıldığı iddiaları
gündeme geldi. İddialarla ilgili İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin CHP’li Meclis Üyeleri Hüseyin Sağ ve
Hakkı Sağlam 5 Ağustos 2015’te suç duyurusunda
bulundu. Koru içindeki tescilli ağaçların kesildiği,
Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi olan tarihi Hüseyin Avni
Paşa Köşkü ve bahçesinde iş makinesiyle çalışmanın
yasak olduğu vurgulandı.
İstanbul Valiliği, şikayetçi olunan Boğaziçi İmar
Müdürlüğü yetkilileri hakkında ön inceleme yaparak
22 Ekim 2015’te soruşturmaya gerek olmadığına karar
verdi.
JET HIZIYLA GÜNDEMDE
Cengiz
İnşaat da kamuoyu tepkisi üzerine yapamadığı inşaat
çalışması için 23 Aralık 2015’te 6 Numaralı Koruma
Kurulu’na başvurdu. Kurul, şirketin koru içinde
“makineli kazı” yapma talebini ocak ayında gündemine
aldı. Başvuru bugün değerlendirilecek.
Koruya lüks villa
yapacaklar iddiası
CHP’li Hüseyin Sağ “Adım adım bir proje hazırlanmış
tüm ayakları oturtuluyor. Hangi kurumdan ne izin
istiyorsa alabiliyor. İzinsiz olarak yapamadığını
şimdi izin alarak yapmaya çalışıyor” dedi. Bu durum,
şüpheli şekilde yanan köşkün yerine Mehmet Cengiz’in
lüks villalar yapmak istediği iddiasını hatırlattı.
Sözcü, Haber: Özlem
Güvemli, 22.01.2016
|
60 YIL İÇİN 7 BİN
YILLIK TARİH SİLİNİYOR
Uzun süren tepkilere ramen Dicle nehri üzerinde
kurulacak Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali
(HES) Projesi’nde sona yaklaşılırken hükümet, sular
altında kalacak Hasankeyf’in taşınmasına yönelik
yasal düzenleme yaptı.
TBMM’de görüşülen torba
yasaya muhalefetten itiraz geldi. CHP ve HDP, torba
yasaya yazdıkları muhalefet şerhlerinde 7 bin yıllık
tarihin yok olacağı vurgusu yaptı.
ATIL DURUMA
GELECEK
CHP’nin muhalefet şerhinde,
baraj havzasının bulunduğu alanlardan gelecek kil,
silt gibi malzemelerin (ölü hacim) baraj alt kotunu
dolduracağı belirtildi. Barajın 60 yıl sonra atıl
duruma geleceğine dikkat çekilerek “7 bin yıllık
geçmişe sahip Hasankeyf bu ölü hacmin altında
kalmamalı” denildi.
TARIM BİTECEK
Ilısu Baraj gölünün 6 bin hektarlık
tarım alanını sular altında bırakacağına işaret
edildi. Hasankeyf’in taşınmasının gelişigüzel bir
kentsel dönüşüm meselesi olmadığına vurgu yapıldı.
11 ayrı konunun yer aldığı torba yasa içerisinde
alelacele düzenleme ile geçiştirilmeye
çalışılmasının tarihi mirasa saygısızlık olduğu
kaydedildi. HDP muhalefet şerhinde ise, binlerce
yıllık tarihsel değerleri yok etmeye hiç kimsenin
hakkı olmadığı ifade edildi. Bu tür uygulamaların,
imzalanan uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’nın
63/1. maddesi ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yasası düzenlemelerini yok
saymak anlamına geldiği dile getirildi.
5 BİN MAĞARA
300 HÖYÜK
5 binden fazla mağara ile
çevresindeki 300‘ün üzerindeki henüz altında ne
olduğu dahi bilinmeyen höyüğün yok olacağı
belirtildi. “Hasankeyf‘te henüz 13. yüzyıldan
öncesine ait kazı çalışması yapılmadığı için altında
binlerce yıl öncesinden kalan ve ne olduğu
bilinmeyen tarih bir şafak vakti kenti yutarcasına
sular altında kalacak” denildi.
55 BİN İNSAN
EVİNDEN OLACAK
HDP'nin muhalefet
şerhinde şu ifadelere yer verildi: "55 bin kadar
insanın evlerini bırakarak göç etmesi gerekecek.
Dünyanın ilk yerleşim yeri olduğuna dair bulguları
olan böylesine bir alanın yok olması, insanlık
tarihi açısından büyük bir kayıp olacaktır. Baraj
gölü altında kalacak verimli toprakların ekonomik
değeri hesaplanmamaktadır.
TAHLİYE EDİN
YAZISI GÖNDERİLDİ
Batman'da Ilısu
Barajı’nın altında kalacak olan Hasankeyf’in 600
haneli Bahçelievler ve Kale mahallelerinin
boşaltılması için Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü
geçtiğimiz yıl kaymakamlığa yazı göndermişti.
Tahliye talep edilen yerlerde ikamet eden yaklaşık 3
bin 200 vatandaşa alternatif yer göstrilmemişti.
Özgür Düşünce, Haber:
Çetin Çiftçi, 22.01.2016
|
19. YÜZYILIN
USTASINDAN DOSTLUKLA VE SEVGİLERLE
Hollandalı dünyaca ünlü
post-empresyonist ressam
Van
Gogh’un 1872-1890 arasında kaleme aldığı
mektupları ‘Dostlukla: Seçme Mektuplar’ adıyla
bir
Kitapta
toplandı.
Yapı Kredi Yayınları
tarafından, Nurettin Elhüseyni ve Pınar Kür’ün
Türkçeye kazandırdığı 904 sayfalık kitap Hans
Lujiten, Leo Janesn ve Nienke Bakker tarafından
yayına hazırlandı.
Tarihe açılan pencere
Van Gogh’un çoğunlukla küçük kardeşi Theo
için kaleme aldığı mektuplar, sanatçının kişisel
tarihine açılan bir pencere gibi. Sanat tarihinin en
önemli ve ünlü figürlerinden birinin gündelik
kaygıları, umutları ve hayattan beklentileri
sayfalarda yer alıyor.
Okur, mektuplar sayesinde Van
Gogh’un hayattan hayal kırıklığı konusunda nasibini
bolca almış olmasına rağmen vazgeçmeden çalışmaya
devam ettiğine tanık oluyor.
15 yılın ürünü
Sanatçının 1872’den ölümüne kadar kaleme
aldığı mektuplardan 15 yıllık bir çalışmayla ve
Hollanda’daki
Van Gogh Müzesi’nin katkılarıyla derlenen kitabın
ilk kısmı sanatçının doyurucu bir biyografisini,
aile fotoğrafları ile birlikte sunuyor.
Geniş bir hacme sahip olan
kitabın sayfalarında mektupların dökümleriyle
beraber, taranmış orijinal hallerine ve yine
sanatçının orijiinal çizimlerinden aktarılmış
karalama ve illüstrasyonlarına da yer verilmiş.

Milliyet, 22.01.2016
|
İNSANLIK
TARİHİNDEKİ SAVAŞLARA DAİR EN ESKİ KANIT
Bilim insanları, Kenya'daki bir arkeolojik kazıda,
bugüne kadar insanlık tarihinde yaşanan savaşlara
dair en eski kanıta ulaştı.
Kenya'nın kuzeyindeki Turkana
Gölü yakınlarındaki bir alanda 10 bin yıl öncesinden
27 kişiye ait kalıntılar buldu.
Bu kişilerin cesetlerinin
gömülmediği, bu alanda toprak üstünde bırakıldığı
belirtildi.
Birçok bilim insanı,
tarihteki savaşların, insanlar yerleşik hayata
geçtikten sonra yaşanmaya başladığını savunuyor.
Ancak bu son arkeolojik
keşifte kalıntıları bulunan insanların muhtemelen
yerleşik hayata geçmemiş avcı ve toplayıcılar olduğu
belirtiliyor.
Cambridge Üniversitesi'nden
paleantropolog Marta Mirazon Lahr, "bulunan
kalıntıların, savaşların insanlık tarihine bugüne
kadar düşünüldüğünden çok daha önce girmiş
olabileceği tartışmasını gündeme taşıyacağını"
söyledi.
Arkeologlar Nataruk'taki kazı
sahasında 2012'den bu yana çalışma yürütüyor.
Arkeologlar, kalıntıları
bulunan insanların, tek bir olayda, sopa ile
vurularak ya da bıçaklanarak öldürüldüklerini
aktarıyor.
Öldürülenler arasında erkek
ve kadın yetişkinler ile çocuklar da yer alıyor.
Nature dergisinde yayımlanan
bulgular, ölümlere neden olan olayla ilgili tam
olarak bilgi içermiyor.
Ancak bunun bir tür
savaşın sonucu olarak yaşandığı belirtiliyor.
Bbc Türkçe, 21.01.2016
|
DAVOS'TA TARİHİ
SKANDAL
Dünya Ekonomik Forumu’nun 46. Yıllık Toplantısı
İsviçre’nin Davos kasabasında başladı. Dünyada en
eski tapınak merkezi kabul edilen Şanlıurfa'daki
Göbeklitepe’nin tanıtımı yapıldı.
‘’zeropointintime.com ‘’ link adresinden tüm dünyaya
tanıtım servis edildi ve tüm broşür ve afişlere bu
link adresi verildi. Ancak bu linkteki bilgilerin
birçoğu yanlış. Üstelik Göbeklitepe için MÖ 11 bin
600 tarihlemesi yapılarak büyük bir skandala imza
atıldı.
Şanlıurfa'ya 18 kilometre
mesafede ilk kez 1963'te İstanbul ve Chicago
üniversitelerinden araştırmacıların yüzey
çalışmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe,
Şanlıurfa Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsü
tarafından kazıları sürdürülüyor. Neolitik döneme
ait yabani hayvan figürlü "T" biçimli dikili taşlar,
8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli
dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda
yabani hayvan figürü, insan heykelleri bulundu.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesine de giren
Göbeklitepe Davos’ta büyük bir organizasyonla
tanıtıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Şahenk
sponsorluğunda yapılan organizasyonun tanıtım afiş
ve broşürlerinde Göbeklitepe MÖ 11. 600 olarak
gösterildi. Oysa Göbeklitepe MÖ 9.600 tarihleniyor.

Arkeolog Nezih Başgelen
tanıtımları bilim insanlarına değil reklamcılara
yaptırırlarsa ortaya böyle bir sonuç çıkmasının
normal olduğunu belirterek şöyle bir değerlendirme
yaptı:
‘’Göbeklitepe sıradışı
arkeolojik bulgularıyla tüm dünyaca tanınan bir ören
yeridir. Tarım ve hayvancılığa geçiş aşamasındaki
son avcı grupları tarafından yapıldığı öngörülen
dünyanın bilinen en eski kült ve en ilginç yapılar
topluluklarının ortaya çıkarıldığı arkeolojik bir
kazı alanıdır. 2014'te kaybettiğimiz kazı başkanı
Prof.Dr. Klaus Schmidt'in son araştırmalarına göre
Göbeklitepe'de Dikilitaşlı Dairesel Yapıların en
erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın
A evresine yani yaklaşık olarak MÖ 10.000 - 9000
olduğu bilimsel olarak ortaya konmuştu. Prof.
Schmidt, III. Tabaka'nın MÖ 10. binyıla, daha yeni
tabakanın ise MÖ 9. binyıla tarihlenmesi gerektiğini
belirtmişti. En erken tarihin alındığı D Yapısının
MÖ 10. binyıl ortalarında yapıldığı ve aynı binyılın
sonlarında terk edildiğini ise yayınlarında
belirtilmişti. Gelecekte belki daha farklı ve daha
erken sonuçlara da ulaşılabilir ancak elimizdeki son
bilgiler bu çerçevede idi. Bu yüzden Davos'ta
paylaşılan tanıtım malzemelerindeki Bakanlık ve
Şahenk logolu "zeropointintime" MÖ 11.600 yani
günümüzden 13.600 önceki bir tarih yeni bir bilimsel
bulgu sözkonusu değil ise ciddi bir tarihleme
hatasıdır. Göbeklitepe gibi tüm dünyanın izlediği ve
sonuçlarının titizlikle izlendiği bir konuda çok
daha dikkatli olunması gerekirdi. Kültür ve sanat
alanlarındaki seçkin ve saygın kurumlarının
kuruluşlarının temsilcileri önünde düştüğümüz durum
ise cidden düşündürücüdür. ‘’
RADİKAL YAZDI TARİH DEĞİŞTİ
Davos’ta
tanıtımının yapıldığı "zeropointintime.com‘’ link
adresindeki Göbeklitepe tarihi ile ilgili yapılan
yanlış değiştirildi. MÖ 11.600 olarak gösterilen
tarih Radikal’in haberi üzerine MÖ 10.000 olarak
değiştirildi.

Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 21.01.2016
|
NARMANLI HAN'DA
İNŞAAT TARTIŞMALARLA BAŞLADI
Tarihi Narmanlı Han’ın restorasyonu iş makinelerinin
Han'a girmesiyle başladı. Çalışmalar sırasında
Han'daki ağaçlar kesildi. Konuyla ilgili Beyoğlu
Kent Savunması ve Arkeologlar Derneği İstanbul
Şubesi, İstanbul 2 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Müdürlüğü’ne şikayet dilekçesi yolladı.
İstiklal Caddesi'nde 1831
yılında inşa edilen bina Beyoğlu'nun en güzel
mekanlarından biri. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi
sanatçıların da yaşadığı bina Narmanlı ailesi
tarafından 57 milyon dolara Mehmet Erkul ve Tekin
Esen’e satıldı.
bianet’e daha önce konuşan
restorasyon projesinin mimari Sinan Genim, proje
kapsamında handa yedi dükkan, iki lokanta olacağını,
otel ya da AVM yapılmasının mekanın küçüklüğü
nedeniyle mümkün olmadığını belirtmiş, "Tehlike arz
ettikleri için ağaçlar sökülür herhalde. Mor
salkımlar korunur”
demişti.
"Faaliyet durmalı"
Beyoğlu Kent Savunması, verdiği dilekçede
tarihi hana devasa iş makinesi sokulup, han
duvarlarının tahrip edilerek avluda bulunan
ağaçların kesildiği hatırlatıldı.
Dilekçede, Narmanlı Han gibi
bir kültür varlığına zarar verenler ile ilgili
gerekli denetimlerin yapılması ve yasal yollar
kullanılarak inşai faaliyetin acilen durdurulması
talep edildi.
"Kazıda müze
denetimi şart"
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi de Narmanlı
Han’da iş makineleri ile yapılan denetimsiz
kazıların ivedilikle durdurulması ve kazı
çalışmalarında müze denetiminin sağlanması ve
Narmanlı Han hakkındaki kararları ve kararlara
teşkil eden bilimsel raporların dernekle
paylaşılmasını talep etti.
Dernek, dilekçesinde şu
bilgilere yer verdi:
“Bilindiği üzere bu bölge
Galata Surlarının biraz dışında Bizans ve Ceneviz
mezarlarının bulunduğu bir nekropol alanıdır.
Nitekim, Narmanlı Han’ın yakınındaki Garibaldi
Binası’nda İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde
yapılan kazı çalışmalarında bölgenin farklı
dönemlerine dair önemli arkeolojik bulgular
belgelenmiş ve Bizans nekropolünden geriye kalan
mezarlar açığa çıkarılmıştır.
"İstanbul Arkeoloji Müzeleri
yıllıkları ve Müller Wiener’in İstanbul’un Tarihsel
Topografyası incelendiğinde Şişhane sırtlarında, Rus
Konsolosluğu’nun çevresinde ve Asmalımescit’te de
önceki yıllarda arkeolojik bulgulara rastlanıldığı
görülmektedir. Ayrıca, Beyoğlu’nun en eski
yapılarından biri olan Narmanlı Han’da yapılacak
kazılarda yapının zaman içerisinde kaybolmuş mimari
detaylarına ve geçirdiği dönüşümlere dair kalıntılar
bulunması da muhtemeldir.
"Sonuç olarak Narmanlı Han ve
bölgedeki diğer yapıların içinde yapılacak her türlü
kazının İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetimine
girmesi gerekmektedir. Müze denetimi dışında
yapılacak kazılar içeriği bilinmeyen arkeolojik
katmanların belgelenemeden yitirilmesine neden
olabilir.”
Narmanlı Han

Fotoğraf: Tarık Kaan Muşlu
Tünel'de yer alan Narmanlı
Han 1831 Rusya Büyükelçiliği olarak İtalyan mimar
Giuseppe Fossati tarafından inşa edilmiş. 1880
yılına kadar elçilik binası ardından 1914'e dek Rus
hapishanesi olarak kullanılmış. Daha sonra Narmanlı
ailesinin mülkü olmuş.
Sonraki yıllarda Narmanlı
Yurdu olarak anılan binada Aliye Berger, Ahmet Hamdi
Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere
birçok yazar, sanatçı yaşamış ve çalışmış.
Ermeni gazete Jamanak da bu
binadaydı. 80, 90’lı yıllarda avludaki çay bahçesi
birçok kişinin meskeni olmuştu.
2001 yılında Yapı Kredi Koray
İnşaat, restore etmek amacıyla hanın yüzde 15
hissesini satın aldı. Binaya üç kat eklenmesini
öngören mimar Halil Onur’un hazırladığı restorasyon
projesi Anıtlar Kurulu tarafından kabul edildi.
Ancak sivil toplum kuruluşlarının itirazı üzerine
açılan davada mahkeme yürütmeyi durdurma verdi.
10 yıl restorasyon
yapılamayınca aile hisselerini geri aldı. Erkul
Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e
sattı.
Bianet, Haber: Nilay
Vardar, 21.01.2016
|
İBB SURİÇİ'Nİ
HALKA KAPATIYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden Eminönü'nü
bitirecek bir karar geldi. Geçtiğimiz hafta İBB
Meclisi'nden alınan kararla, Suriçi’nin tamamı,
turistlere açılıp, vatandaşa kapatılıyor. Suriçi'nin
turistik şehire dönüşütürülmesi, bir nevi minyatür
Sultanahmet'i akla getiriyor. Yaşayan kimsenin
kalmayacağı bölge, sadece turistik mekanların
olacak. Meclis kararı, Fatihlilerin tepkisinden
çekinildiği için halen İBB'nin sitesine konmadı,.
Üst düzey bir İBB
yetkilisinden edinilen bilgiye göre, Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir’in uzun zamandır konuyla
alakalı ısrarına karşı çıkılamadı ve Büyükşehir
Meclisi 'skandal' denecek bir karara imza attı.
Meclis’teki muhalif üyelerin karşı çıkmasına rağmen,
iktidar yanlısı üyeler, yıllar sonra meydana gelecek
olan neticeyi düşünmeden Suriçi'ni vatandaşa
kapatıp, turistlere açacak bu karara “evet” dediler.
Turistlerin yoğun olarak ilgi
gösterdiği Sultanahmet ve Sirkeci, Fatih
Belediyesi’ne bağlandıktan sonra hızla tenhalaşmış
ve selatin camiler bile cemaatsiz kalmışlardı. Şimdi
aynı tehlike bütün Suriçi için geçerli olacak.
MAHKEME DAHA ÖNCE
UYARI NİTELİĞİNDE BİR KARAR VERMİŞTİ
İstanbul 2. İdare Mahkemesi, geçtiğimiz yılın Temmuz
ayında, İstanbul'un tarihi ve turistik merkezi
olarak kabul edilen ve 'tarihi yarımada' ya da
'Suriçi' gibi isimlerle anılan bölgeye ilişkin
1/1000 ölçekli nazım planına ilişkin iptali
istemiyle açılan davada, 61 konu başlığından 37'sine
yürütmeyi durdurma, 7'sine ise kısmen yürütmeyi
durdurma kararı vermişti.
Mahkeme, Topkapı İETT
Garajı’nın ticaret alanından çıkartılarak yeşil alan
olarak kullanılmasına, 1. Derece koruma bölgesinde
yer alan ve geçtiğimiz aylarda Avrasya Tüneli geçiş
güzergahı üzerinde olduğu gerekçesiyle yıkılan
Kumkapı Balık Hali’nin marina yapılmamasına oy
birliğiyle karar vermişti. Mahkeme ayrıca UNESCO’nun
dünya mirası listesinde yer alan ve Yedikule’den
Ayvansaray’a kadar uzanan kara surları koruma
bandında yapılacak işlemler için de yürütmeyi
durdurma kararı vermiş, Sirkeci Tren istasyonun
kültürel amaçlı kullanılmasını kararlaştırmış,
Yedikule TCDD Atölyeleri ve Gazhanesi için ise yeni
yapılaşmayı yasaklamıştı.
Dünya, 20.01.2016
|
TARİHİ MEZARLAR
YAĞMURA YENİLİYOR

Bodrum Göktepe'de inşaat
çalışması sırasında kepçe darbeleriyle zarar
gördükten sonra bulunan tarihi mezarlar yağmur suyu
ile dolarken, bazıları da yıkıldı.
2015 Mayıs ayında, bölgedeki lüks villaların
inşaatında çalışan iş makinelerinin kazıları
sırasında tesadüfen ortaya çıkan kaya mezarları, son
günlerde Bodrum'da etkili olan yağışlı hava
nedeniyle yağmur suyu ile dolarken, bazı mezarlar
ise yıkıldı.
Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi tarafından koruma altına alınarak yaklaşık 6
ay süren çalışmalar kapsamında bölgede 59 adet kaya
mezarı bulunurken, bazı mezarlarda ise gözyaşı
şişesi ve çömlek parçaları gibi tarihi eserler
bulunmuştu.
Bölgede, Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi ekiplerinin çalışmaları geçtiğimiz
aylarda sona ererken, Antik Halikarnassos'un
nekropol alanı içinde bulunduğu anlaşılan bölgeyle
ilgili, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ekiplerinin
hazırladığı rapor doğrultusunda, Muğla Kültür
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün
vereceği karar doğrultusunda, tarihi mezarların
nasıl bir koruma altına alınacağı belli olacak.
Habertürk, Haber: Mehmet
Can Meral, 20.01.2016 |
ÇATALHÖYÜK'TE İLK KEZ GÖZLERİNE OBSİDYEN PUL
YERLEŞTİRİLMİŞ BAŞ BULUNDU
Konya’nın Çumra İlçesi’ndeki 9 bin yıllık neolitik
yerleşim yeri Çatalhöyük’teki geçen yıl yapılan kazı
çalışmalarında insan başına benzetilen taş bulundu.
Çatalhöyük’ün 1958 yılında arkeolog James
Mellaart tarafından keşfedilmesinin ardından
kazılar, 1961- 1963 ve 1965 yıllarında yapıldı.
Verilen aranın ardından 1993 yılında yeniden
başlayan kazı çalışmaları Stanford Üniversitesi
öğretim üyesi Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında
yürütülüyor. Geçtiğimiz sezon haziran ayında
başlayıp ağustos ayında sona eren Çatalhöyük kazı
çalışmalarıyla ilgili hazırlanan ve
‘www.catalhoyuk.com’ adlı internet sitesinde
yayınlanan 2015 yılı kazı raporunda yapılan
çalışmalarla ilgili bilgi veren Kazı Başkanı
Prof.Dr. Ian Hodder, oldukça ilginç bulgulara
rastlanıldığını belirterek, bunlardan en önemlisinin
insan biçimli taş heykel olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Ian Hodder, şöyle konuştu:
‘‘2015
sezonunda Çatalhöyük’te oldukça ilginç buluntular
gün ışığına çıkarıldı. Bunlardan en dikkat çekici
olanlarından biri bina 132’de bulunan, boyalı
antropomorfik (insan biçimli) baş oldu. Bir hayvan
ya da insan olarak yorumlanabilecek ve kasıtlı
olarak belirsiz bırakılmış olabilecek bu yüzde
gözlerin yerlerine obsidyen (doğal yollarla oluşan
volkanik kökenli cam türü) pullar yerleştirilmiş ve
yüz boyanmıştır. Bu nitelikte bir obsidyen kullanımı
Çatalhöyük’teki ilk kez rastlanmaktadır ve Neolitik
Anadolu’da da oldukça nadir olarak gözlenmektedir.’’
Prof.Dr. Hodder, raporda ‘TPC’ olarak
adlandırılan başka bir bölümde de kafası bedenden
ayrılmış bir taş figürün bulunduğunu belirtti.
Prof.Dr. Hodder, ‘‘TPC alanında, geç döneme ait bir
binanın moloz yığını arasında şimdiye kadar bulunan
figürler arasında en iyisi olan bir taş figür
bulunmuştur. Birçok örnekte olduğu gibi, gömülmeden
bir süre öncesinde kafası bedenden ayrılmış ancak
vücudunun biçimi düzgün bir durumdadır. Bu tarzdaki
figürlerin arazinin daha üst seviyelerinde bulunmuş
olması, vahşi hayvanlarla ilişkilendirilen
ritüellerden ziyade, evsel üretime işaret eden
toplumsal değişimleri destekleyen diğer kanıtlarla
örtüşmektedir’’ dedi.
ÇATALHÖYÜK HAVADAN GÖRÜNTÜLENDİ
İnsansız hava araçlarıyla Çatalhöyük’ün
görüntülerinin de çekildiğini ifade eden Prof.Dr.
Hodder, ‘‘İnsansız Hava Aracı incelemesi 2015 kazı
sezonu boyunca Duke ve UC Merced Üniversitelerinden
ekipler Çatalhöyük’te uzaktan kumandalı küçük hava
araçlarının kullanımını deneyimlediler. Alçak irtifa
uçuşları kazı yapılan alanları kayıt altına alırken;
yüksek irtifa uçuşları Çatalhöyük’ün Konya
Ovası’ndaki diğer neolitik yerleşim yerleri ile olan
ilişkisini daha iyi anlamak amacıyla Çatalhöyük ve
çevresinin genel çevresel özelliklerini kayıt altına
almıştır. Bu hava incelemesi ile bütün bir sit
alanının 2 santimetrelik bir doğruluk mertebesinde
dijital olarak referanslandırılmış foto planı,
dijital yüzey modeli, sit alanı ve çevresinin
dijital arazi modeli çıkarılmıştır. Bunlara ek
olarak, Çatalhöyük’ün kuzey ve güney koruganlarının
içerisinde de çevresel koşullara maruz kalan
kazılmış neolitik mimari öğelerin uzun vadeli
korunma durumlarını izlemek için konservasyon ekibi
ile birlikte detaylı uçuşlar ve belgelemeler
gerçekleştirilmiştir’’ diye konuştu.
Evrensel, 20.01.2016
|
İSTANBUL'DAKİ CENEVİZ KALESİ'NE KİRACI ARANIYOR

Sarıyer’deki 17. yüzyıldan kalma Rumelifeneri
Ceneviz Kalesi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
20 yıllığına kiranacak. Restorasyonlar Dairesi’nin
restorasyon yapma kararı aldığı 46 dönümlük kalede,
ihaleyi alacak kiracı; restoran, kafeterya, müze,
kütüphane, sanat merkezleri ve sergi salonları
yapabilecek. Sarıyer Gazetesi’nden Bekir
Batu’nun haberine göre 17. yüzyıldan kalma
tarihi kale, ihaleye çıkarılmadan önce restorasyona
alınacak. Bakanlık bünyesindeki Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü Restorasyon Dairesi
Başkanlığı Cenevizler Kalesi’nin projelendirilmesine
dair ön çalışmayı başlattıklarını duyurdu.
Restorasyon Dairesi’nin başlattığı proje
çalışmasının tamamlanmasıyla birlikte kale hızlı bir
şekilde bu yıl içinde restorasyona alınacak.

Restorasyon çalışmasının başlamasıyla birlikte aynı
zamanda ihale süreci de başlatıldı. Tasarruf yetkisi
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nde
bulunan kalenin 'irtifak hakkı tesisi' şeklinde
yapılacak kiralama işinin süresi 20 yıl olarak
belirtildi.
Hazineye ait kale tapu kayıtlarında 6
pafta 418 ada 147 parsel üzerinde yer alıyor. Söz
konusu kalenin yüz ölçümü ise 46 bin 185 metrekare
olarak belirtildi. Rumelifeneri Mahallesi Kale
Caddesi üzerinde yer alan tarihi kalenin kiralama
süresi ise şartnameye göre tam 20 yıl olarak
öngörülüyor.

BOĞAZIN EN UÇ NOKTASINDA
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca hazırlanan ihale şartnamesinde
Rumelifeneri Ceneviz Kalesi’nin genel durumu ise
şöyle anlatıldı:
“İstanbul İli, Sarıyer
İlçesi, Rumelifeneri Köyü, 6 pafta, 418 ada, 147
nolu parselde kayıtlı, Gayrimenkul Eski Eserler ve
Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 14.12.1974 tarih ve 8172
sayılı kararı ile tespit ve ilan edilen, 24.6.1983
gün ve 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen
Boğaziçi Sit Alanı Gerigörünüm ve Etkilenme
Bölgesi’nde, İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 12.03.2008 gün
ve 2938 sayılı kararı ile uygun bulunan Sarıyer
1/5000 ölçekli Rumelifeneri Boğaziçi Sit Alanı
Gerigörünüm Bölgesi Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planında I. Derece Doğal Sit Alanında kalan, 'içinde
harap kalesi bulunan kışla' vasıflı Rumelifeneri
Kalesi, İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 25.08.1993 gün
ve 6075 sayılı kararı ile kültür varlığı olarak
tescil edilmiş olup, kullandırmaya konudur.
Rumelifeneri Kalesi, İstanbul’da Rumelifeneri
sırtlarındaki 17. yy. döneminden kalma kaledir.
İstanbul Boğazı’nın Karadeniz tarafından en uç
noktada yer alan kalenin kemerli bir giriş kapısı
bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde askeri karakol
olarak kullanıldı. İki büyük kulesi olan ve 17.
yy’da IV. Murad zamanında yeniden inşa edilen kalede
o dönem 60 asker evi, 100 top, cephanelik, buğday
ambarları, bir camii vardı ve 300 asker yaşıyordu.
Radikal, 20.01.2016 |
IŞİD 1400 YILLIK MANASTIRI YOK ETTİ
IŞİD Ortadoğu'daki tarihi eserleri yok etmeye devam
ediyor... Bu kez Irak'ın en eski manastırı IŞİD
tarafından yerle bir edildi.

IŞİD'in saldırılarının hedefi olan Musul’daki Hz.
İlyas (St. Elijah) manastırının uydu görüntülerine
ulaşan Associated Press, tarih katliamanı gün yüzüne
çıkardı.
Kapısında Hz. İsa’nın Yunanca ilk iki harfinin
kazılı olduğu bin 400 yıllık manastır yok edildi.
Köklü bir tarihe sahip olan manastırda son dönemde
Amerikan askerleri tarafından sıklıkla ziyaret
ediliyordu.
IŞİD, Suriye’de Palmira; Irak’ta ise Ninova ve Hatra
antik kentlerini de ele geçirerek pek çok tarihi
eseri yerle bir etmişti.
Hürriyet, 20.01.2016 |
METROPOLITAN MUSEUM OF ART, TARİHİ BİNA BREUER'İ
BÜNYESİNE KATIYOR
Whitney
Museum'un boşalttığı tarihi bina, Mart 2016'da
Metropolitan Museum of Art'ın koleksiyonuyla tekrar
ziyarete açılacak.
Metropolitan Museum of Art, genişleme kararı
kapsamında, New York mimarlık tarihinin önemli
binalarından Breuer'de, The Met Breuer ismiyle
ziyaretçilerini ağırlayacak.
Binanın önceki kullanıcısı Whitney Museum, 2015
senesinde Renzo Piano tarafından tasarlanan yeni
binasına taşınmış, 1963-66 yılları arasında Marcel
Breuer'in tasarladığı Breuer binasını boşaltmıştı.

Metropolitan Museum of Art'ın taşınacağı The Met
Bruer, New York mimarlık tarihi açısından önemli bir
bina. Tüketim kültürünün New York’un mimari dilini
kuşattığı bir zamanda, Marcel Breuer binayı
Manhattan’da yaygın olan mimari dilden mümkün
olduğunca ayırmıştı. Bauhaus ekolünden gelen Macar
asıllı mimar binası hakkında:
Manhattan’da bir müze neye benzemeli?... Neye
benzememesi gerektiğini söylemek daha kolay olur.
Bir işletmeye, ofis binasına veya hafif bir eğlence
merkezine benzememeli...Bağımsız, kendine güvenen
bir bina olmalı. Tarihe yaslanmalı ve aynı zamanda
sokağın canlılığını sanatın samimiyetine ve
derinliğine dönüştürmeli.
demişti.
Arkitera,Haber: Burcu Bilgiç,
20.01.2016
|
ATATÜRK'ÜN MARMARA KÖŞKÜ YIKILIYOR MU?
Mimarlar
Odası Ankara Şubesi yaptığı yazılı açıklamada,
Atatürk Orman Çiftliği’nde 1928 yılında Ernest Egli
tarafından Atatürk için Modern Çiftlik evi olarak
tasarlanan Marmara Köşkü’nün statik açıdan riskli
olduğu gerekçesiyle yıkılarak yeniden yapılacağını
belirtti.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan, “Marmara Köşkü, Kaçak Saray’a devredildikten
sonra böylesi bir süreçle karşılaşacağımızı
söylemiştik. Önce devrettiler, sonra tarihi SİT
statüsünü kaldırdılar, şimdi de, 'statik açıdan
riskli, yıkılıp yeniden yapılsın' diyorlar.
Bunu
kabul etmiyoruz. Marmara Köşkü 88 yıl ayakta kaldı,
Kaçak Saray’a devredilince riskli oldu,
güvenmiyoruz” şeklinde konuştu.
“Marmara
Köşkü değil, bakış açısı riskli”
Candan, “Atatürk’ün şartlı bağışı ihlal edilerek
yapılan bu yapının hukuksuzluğu her yeri kaplıyor.
Şimdi Atatürk’ün Marmara Köşkü yıkılarak yenisi
yapılacakmış. Hiç inandırıcı bulmuyoruz. Kaçak Saray
AOÇ’de hukuksuzluğun simgesi olarak duruyor. Marmara
Köşkü Atatürk’ün halkı ile buluştuğu mütevazı
çiftlik evidir. Duvarlarına özgürlük, demokrasi ve
cumhuriyetin özgürlükçü değerlerinin izleri,
Atatürk’ün anıları sinmiştir. Koruma Kurulu'nun 7
Ocak 2016 tarih 2988 sayılı kararını yargıya
taşıyoruz. Cumhurbaşkanlığınca riskli yapı olup
olmadığı talep edilen ve firma tarafından hazırlanan
rapora, ODTÜ inşaat mühendisliğinden bir profesörün
tek imza ile bir sayfalık rapor verdiğini biliyoruz.
Bir yapıyı yok etmek istiyorsanız, hemen riskli bina
ilan edebilirsiniz. O yönetmeliğe göre her şey
riskli yapı statüsüne girebilir.Marmara Köşkü değil,
bakış açısı riskli” dedi.
Yapı, 20.01.2016
|
İNGİLİZ SANATÇILAR HAZİRAN'DA PERA MÜZESİ'NDE
İngiltere'nin en köklü sanat kurumlarından Victoria
ve Albert Müzesi ile Art Jameel Haziran ayında
İstanbul'da sergi açacak.
Pera Müzesi işbirliğiyle düzenlenecek 4. Jameel
Ödülü sergisi 8 Haziran – 14 Ağustos arasında Pera
Müzesi'nde gerçekleştirilecek. 4. Jameel Ödülü
kapsamında seçilen 11 sanatçı arasında David
Chalmers Alesworth, Rasheed Araeen, Lara Assouad,
Canan, Cevdet Erek, Sahand Hesamiyan, Lucia Koch,
Ghulam Mohammad, Shahpour Pouyan, Wael Shawky ve
Bahia Shehab yer alıyor. Afganistan, Mali, Porto
Riko ve Tayland gibi pek çok farklı ülkeden 280'in
üzerinde başvuru alan Jameel Ödülü'nün 11 sanatçısı,
Victoria ve Albert Müzesi Direktörü Martin Roth'un
başkanlığındaki jüri tarafından belirlendi.
Türkiye'den Canan ve Cevdet Erek'in de yer aldığı
sergide kolajlardan, video yerleştirmelerine,
seramik, kaligrafiden, heykele ve sanatçı
kitaplarına kadar birçok farklı mecrada ürettikleri
yapıtları yer alacak. Art Jameel tarafından
desteklenen ve iki yılda bir düzenlenen Jameel Ödülü
25 bin £ değerinde. Victoria ve Albert Müzesi'nin
ilk kez İngiltere dışında İstanbul'da Pera
Müzesi'nde düzenleyeceği ödül töreniyle kazanan
sanatçı açıklanacak.
Zaman, 20.01.2016
|
HASANKEYF'TE 600 EVE "BOŞALTIN" UYARISI

Batman’da Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan
tarihi ilçe Hasankeyf’in 600 haneli Bahçelievler ve
Kale mahallelerinin boşaltılması için Devlet Su
İşleri Bölge Müdürlüğü, kaymakamlığa yazı gönderdi.
Tahliye talep edilen yerlerde yaklaşık 3200 vatandaş
ikamet ederken, vatandaşlara henüz alternatif yer
gösterilmedi. Kararın uygulanmasıyla sokakta
kalacaklarını belirten mahalle sakinleri evlerini
boşaltmayacaklarını duyurdu. Hasankeyf Belediye
Başkanı Vahap Kusen “Vatandaş tahliye edilecek ama
yer yok. Kamulaştırılmış mekanlar DSİ’nin tapulu
malıdır. DSİ talepte bulunabilir” derken, Hasankeyf
Kaymakamlığı “Hiçbir vatandaşımız mağdur olmayacak.
TOKİ gereken evleri yaptıktan sonra tahliyeler
yapılacak” bilgisi verdi.
Habertürk, Haber: Bulut Kutlu, 20.01.2016 |
PARİS'İN 'TÜRKÇE KONUŞAN' KÜTÜPHANESİ
Paris’teki
milli kütüphane BnF, Fransa’nın gururudur. Bu
kütüphanedeki Türkçe elyazmalarının ve basılı
eserlerinin sorumlusu, İstanbullu Sara Yontan Hanım
ile geçmişi asırlar öncesine dayanan Türk
koleksiyonları üzerine konuştuk. Nasreddin Hoca’nın
camide ‘münasebetsiz’ bir tavrını konu eden bir
fıkrasından dolayı piyasadan hemen geri çekilen bir
Boratav çalışmasından, Kanuni Sultan Süleyman’ın
Fransız Kralı I. François’a yazdığı mektuba
1600’lerin Türkçe’sini Latin harflerine aktararak
belki de Atatürk’ten önce ‘kendi çapında’ harf
inkılabını gerçekleştirmiş Antoine Galland’dan,
Fransa’dan İstanbul’a Türkçe öğrenmeye gelmiş
‘Diloğlanları’na yok yok!
Türk elyazmalarının ve basılı eserlerinin
Fransa Milli Kütüphanesi’ne girişi nasıl olmuş?
Türkçe koleksiyonumuzun çekirdeğini oluşturan 150
kadar elyazması, 17. yüzyılda iki özel kütüphanenin
kurum tarafından satın alınışıyla oluyor. O zamanlar
her saygıdeğer aydının evinde, dili bilsin bilmesin,
ki genellikle bilmezlerdi, Arapça, Türkçe eserler
bulunurdu. Bir sonraki yüzyılda ise resmi kraliyet
talimatlarıyla Yakındoğu’dan kitap almak üzere
elçiler gönderiliyor Fransa’dan Osmanlı’ya… Türkçe
kitaplar bunların arasında.
Matbu eserler ise
Osmanlı’daki ilk Arap harfli matbaa faaliyetinden,
yani 1729’dan itibaren bir anlaşmayla giriyor
BnF’ye. Babası Mehmet Çelebi’ye Fransa’da geçici
sefirlik ziyaretinde eşlik eden ve daha sonra aynı
görevi kalıcı olarak gerçekleştiren Said Efendi,
babasıyla o zaman adı ‘Kraliyet Kütüphanesi’ olan
BnF’ye gelmiş. Said Efendi, bu kütüphanenin başkanı,
o zamanki unvanıyla ‘kralın kütüphanecisi’ Bignon’la
görüşüyor ve muhtemelen Osmanlı’da matbaanın
başlayacağından söz ediyor. Zaten o ara bu türden
bir proje için hazırlar Osmanlı’da. Said Efendi
İstanbul’a döndüğünde Türkçe dizen bir matbaa
nihayet faaliyete başlıyor. Bugün arşivlerimizde
bulunan ve “Bundan sonra basacağımız tüm kitaplardan
size birer nüsha takdim edeceğiz” diyen bir mektup
gönderiyor Bignon’a, Said. Böylelikle Müteferrika
Matbaası’nda basılmış ilk 17 kitap, hatta ikişer
nüsha halinde kütüphaneye girmiş oluyor. Matbu
koleksiyonumuzun çekirdeği de bu kitaplar.
İLK MATBAADA DİNİ YAYINLARA İZİN YOKTU
Ne basmışlar ilk olarak?
Bir
sözlük. Zaten sadece din dışı şeylerin basılması
şartı vardı; sözlük, dil, tarih, coğrafya… Yani
İslam dinine dokunmak yok. Onlar güzel yazıyla,
hatla yazılmaya devam ediliyor. Matbaa Osmanlı
İmparatorlugu’nda çoktandır kullanılıyordu, zira
İspanya’dan kaçan Yahudiler beraberlerinde hem
aletleri hem de mesleği getirmişlerdi. 15. asrın
sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nda İbrani alfabesi
ile kitaplar basılıyordu. Sonra diğer dini
azınlıklar, Ermeniler, Rumlar da kitap basıyorlardı
Osmanlı topraklarında.
Peki İslami ortam niye
direniyor iki yüz yılı aşkın bir süre? Bu konuda
teoriler çok. Bugünlerde teknoloji tarihini ‘batıya
göre’ değerlendirmek çok aykırı bulunduğundan, “Niye
geç geldi?” demekten ziyade, “Zamanı gelmemişti de
ondan” diyenler rağbette! Kesin olan, matbu kitap
için ‘çirkin’ ya da ‘adi kitap’ denmesi. Gerçekten
de ala bir hattatın elinden çıkma bir kitap,
karşılaştırma kaldırmaz estetikte olmuş hep; her ne
kadar elyazması çok sıradan kitaplar da üretilmişse
de... Her halükarda İslami içerikte olanlar hep çok
büyük özenle hazırlanmış. Matbaanın Türkçe kitap
basması, dini bunun dışında bırakmak şartıyla olmuş
kısacası.
ERMENİLERİN TÜRKÇE KİTAP TARİHİNE KATKISI
BÜYÜK
Benzeri bir tutum batıda
yaşanmış mıydı?
İşin en enteresan tarafı
da bu! Gutenberg Matbaası kurulduğunda en çok
basılan kitap İncil oluyor, “Ne kadar dağıtabilirsek
o kadar iyi” düşüncesiyle. İslam’da ise tam tersi,
Kur’an matbaada basılmıyor. Müteferrika’dan sonra
bir ara matbaa kapanıyor, yasak konuyor, sonra
tekrar başlıyor. 19. asırda bu kez çok faal oluyor
ve birçok matbaa kuruluyor. Ermenilerin Türkçe kitap
tarihine katkısı çok büyük oluyor bu arada.
Bir
de litografi, yani taşbasmalar var. Bu teknik,
Osmanlı’ya iki Fransız kardeş sayesinde, Batı’da
uygulanmaya başladığı devirde ulaşıyor. Yani gecikme
yok! Taşbaskı, elyazması kitaba daha yakın. Daha
önce kalıbı çıkmış bir seri harfi dizerek değil,
elyazısıyla yazıp onu basıyorsunuz.
19. yüzyılda
en çok basılan kitaplardan biri, ‘Risale-i Birgivi’
oluyor. Askerlerin ceplerinde taşıyabilecekleri
boyda olanlar bile var. ‘Türkçe ilmihal’ diye
bilinir. Dini alanda da kitap basma gereği duyulmuş
demek artık.
BİR ZAMANLARIN ERASMUSLULARI: DİLOĞLANLAR
Türkçe elyazmalarının BnF’te toplanması
nasıl olmuş?
Daha önce söyledigim gibi,
ilk 150 eser özel kütüphanelerin satın alınışıyla
giriyor. Bir de sefir olarak ya da başka görevlerle
Osmanlı İmparatorluğu’na gitmiş kişilerin topladığı
kitaplar var. Amaç öncelikle Türkçe kitap almak
değilse de bulundukları yer sayesinde Türkçe ile de
ilgileniyorlar. Özellikle Katip Çelebi’nin
bibliyografik eseri ‘Keşfi’z-Zünun’ sayesinde benim
bugün yaptığım işi yapıyorlar, yani seçip alıyorlar.
Bazısı Türkçe bilmiyor belki ama biliyor ki, şu şu
adamın kitabı çok önemli.
Geçenlerde sunumunu da
yaptığım böyle çok ilginç biri var. 17. asırda
Türkiye’de uzun seneler bulunmuş meşhur Antoine
Galland. Onun günlüklerinde okuduğumuz bilgiler bu
açıdan çok önemli. Bilimadamı Hezarfen Hüseyin
Efendi o sıralar bir tarih kitabı yazıyor.
Osmanlı’daki Avrupai çevreler, sefirler vs. bu adama
çok değer veriyor. Fransız sefiri ona hediyeler
sunuyor, davet ediyor, Hezarfen Hüseyin de yazdığı
son kitabını sefire hediye ediyor. Sefir Türkçe
bilmiyor ama Türkçe bilenler var etrafında.
Koleksiyonlarımızda bu kitap var ama olan nüsha o
olmayabilir, araştırıyoruz.

Diloğlanı çalışmasına örnek/Bnf-Gallica
Ayrıca İstanbul’a Türkçe öğrenmeye gönderilen, ileride resmi tercümanlık yapacak Fransız gençler var: ‘Diloğlanları’. Fransa’nın Osmanlı’da yetiştirdiği Fransız gençler. Ticaret de diplomasi de tercüman gerektiriyor. Diloğlanlarının bugün lisans tezi diyebileceğimiz ‘çeviri defterlerinin’ büyük kısmı bizim kütüphanede. Defterlerin bir yarısı Türkçe metinlerden yaptıkları çoğaltma, öteki yarısı ise metinlerin Fransızca tercümeleri. Lise çağındaki bu çocuklar İstanbul’a anne babasız eğitime gitmişler. Diloğlanları, bugün Erasmus programıyla gidenler gibi... Aralarından biri Müslüman olmuş, yaka paça Fransa’ya geri göndermişler “Müslüman oldu” diye. Bugün olsa, gizli servis o genç hakkında ‘İzlenmelidir’ dosyası açardı herhalde..
Elyazmalarının çoğu kütüphaneye satın alma
yoluyla giriyor. Doğu Dilleri Okulu’nda ilk Türkçe
kürsüsüne sahip Jean Deny Türkiye’deyken birçok
elyazması toplamış. Ölümünden sonra onun özel
kütüphanesi bize satıldı. Kütüphanelerini direkt
bağışta bulunanlar da var, mesela Pertev Naili
Boratav… Kendi yazdıklarını vasiyet edenler de
oluyor, meşhur Dr. Rıza Nur gibi. ‘Hayat ve
hatıratım’ başlığıyla basılmış kitabının elyazma
nüshası ve operetleri bize bağışta bulunulmuş. Lakin
Rıza Nur 1942’de ölmüş, bağış ise 1949’da yapılmış.
Bugün Türk koleksiyonunda toplam kaç
parça var?
Türkiye’den alınan baskı
kitap sayısı 30 bini aşkın. Tabii bu Türkiye
hakkında ve Türkçe haricinde diğer dillerde yazılmış
bilimsel çalışmaları veya Türkçe’den çevrilmiş
eserleri içermiyor. Sadece Türkiye’den aldığımız
kitap sayısı, senede ortalama 400-450 kalemdir.
Dergiler hariç...
Elyazmalarını ise bir eser
bazen birkaç kitaptan oluştuğu için, demirbaş
numarası olarak verebilirim: İki binin üzerinde.
Fransız elyazmaları bölümünde bazen Türkçe parçalar
da bulunuyor. Tıpkı başlangıçta Fransız
elyazmalarında yer alan, daha sonra bir televizyon
çekimi sayesinde Türk elyazmalarına geçirdiğim,
Kanuni Sultan Süleyman’ın I. François’ya gönderdiği
ilk mektup gibi. Ya da az önce sözünü ettiğimiz Said
Efendi’nin kral kütüphanecisi Bignon’a gönderdiği
anlaşma...

Kanuni'den kalma elyazması/Bnf-Gallica
ELİMİZDEKİ EN YENİ EL YAZMASI YAŞAR
KEMAL’E AİT
Elyazmalarının
konuları neler?
En çok tarih, din ve
edebiyattan oluşuyor ama her konuda eser var: Müzik,
astronomi, tıp, coğrafya… Şairler, tarihçiler, din
adamları… Meşhurlar arasında Baki’nin ve Fuzuli’nin
eserleri mevcut. Yine Ali Şir Nevai, Katip Çelebi,
Piri Reis.. Sonra Kanuni’nin ve başka birkaç
sultanın fermanları hep kataloğumuzda. Bir kısmı,
‘otograf’ dediğimiz yani yazarın kendi elinden
çıkmış, bir kısmı ise daha yaygın olan ‘müstensih’
kopyaları..
Koleksiyondaki en eski elyazması hangisi?
13. asırdan iki-üç parça var: ‘Kitabü’l-vuhuş’
fragmanları o asırların yazısıyla istinsah edilmiş.
‘Mukaddimetü’l-adab’ diye bir Arapça dil kitabı da
var, yani Arap dili hakkında bilgi veriyor. Kıpçakça
bir ‘Hüsrev ile Şirin’ de olmalı, o asırda kaleme
alınan.
Peki en yeni elyazması?
Benim
elyazmalarına bakmaya başladığım dönemde girmiş
olan, Yaşar Kemal’in kendi eliyle yazdığı bir şiir…
Hatta kendisi hayattayken, eşi Ayşe Balaban’a
fotoğrafını gönderip teyit aldım. Şiir 1940’larda
bir yerde çıkıyor fakat bunu elyazması olarak ne
zaman yazdı tam bilemiyorum. Bana elyazmasını,
burada yaşayan Mevlut Michel Bozdemir iletti,
zamanında Paris’te çıkardıkları Anka dergisine
vermiş Yaşar Kemal.
Yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?
Başlıca yaptığım şeylerden biri, belli bir
politikanın yani kurumun aldığı kararla ortaya çıkan
genel bir çizginin dahilinde Türkiye’den kitap
almak. Bu kütüphaneye 1992’nin sonunda girdim ve
93’ten bu yana her yıl Türkiye’den kitap satın
aldım. Kitapları zaman içinde değişik yöntemlerle
seçtim. Önceleri yayın katalogları vardı, gazete
kitap ekleri vs yoluyla yenileri izlerdim. Elle
tutulur yayıncı sayısı ise azdı. Kimin ne yaptığı
aşağı yukarı bilinirdi. Şimdi yayıncı sayısı
inanılmaz arttı. Kalite konusunda çok dengeli
olmayabilirler, bazen çok iyi şeyler üretiyorlar,
peşindense birkaç tutarsız şey. Kitap alımının yanı
sıra elyazma kitapların ve özellikle eski yazarların
künyelerini çıkartmak da işimin bir parçası.
HAKAN GÜNDAY KİTAPLARINI BÜNYEMİZE ALDIK
Hangi alanlardaki matbu
kitapları alıyorsunuz?
Dil, edebiyat,
geniş anlamda da sanat hakkında araştırma
seviyesindeki çalışmalar öncelik taşıyor. Bir de
edebi eserler. Çağdaş yazar ve şairleri eskisi gibi
izleyemiyorum, yeni çok isim var. Herkese de çeşit
çeşit edebiyat ödülü veriliyor, o da kriter olmaktan
çıktı! Ama Hakan Günday’ı mesela, Fransızca’ya
çevrildiğinde keşfettim ve hemen bütün Günday’ları
ısmarladım, toplu eser bulundurma amacıyla. Vakti
zamanında yani 70’lerde, 80’lerde belli bir edebiyat
zevkim, bilgim vardı, onları izliyorum. Edebiyat
eseri olarak amacım 20. asır Türk edebiyatını
bütçemin ve çalışma hızımızın elverdigi ölçüde
(çünkü Türkçe için sadece iki kişiyiz) kapsamlı
olarak temsil edebilmek.
Sizin için en ilginç elyazması hangisi?
Fransa’da ‘Binbir Gece Masalları’nı Fransızca’ya
çevirmesiyle ünlü Antoine Galland’ın 1686’da yazdığı
Türkçe bir kitap. Hezarfen Hüseyin’in Osmanlı
Devleti teşkilatı hakkında yazdığı bir eserin
transkripsiyonu (aşağıda). Galland kendi kafasındaki
bir sistemle, Arap alfabesiyle yazılmış Türkçe’yi
Latin harfleriyle yazmış ve tam 315 sayfa doldurmuş!
Biraz Fransız imlası var, biraz da kendi uydurduğu
bir tür transkripsyon alfabesi. Ama eminim bundan
çok daha ‘ilginç’ bulacağınız birçok başka eser de
mevcut ama şu an en taze aklımda olanı bu.

Bnf-Gallica
Galland, Atatürk’ten önce ‘kendi çapında’
Latin alfabesine geçmiş yani?
1928’de
Türkçe, ilk kez resmi olarak Latin alfabesiyle
yazılıyor. Ondan önce birçok kişi çevrimyazı olarak
kullanmış. Galland ilk olmayabilir ama ilk kez bir
kitap yazan o!
NASREDDİN HOCA ‘MÜNASEBETSİZLİK’
EDİNCE...
Matbu olarak en ilginç diyebileceğiniz
eser hangisi?
Pertev Naili Boratav’ın
Yapı Kredi Yayınları’ndan 1995’te çıkan Nasreddin
Hoca’sı. Pertev Bey, BnF’te Türkçe bölümü sorumlusu
olduğumda kütüphanesini bize bağışlamak istediğini
söylemişti. Kitaplarının bir kısmını kendi yaşadığı
sürede verdi, bir kısmını ise çalışmaları sırasında
ihtiyacı olduğundan öldükten sonra vermek istedi.
Nasreddin Hoca’yı yazıyordu ölümünden az önce.
Pertev Bey çalışmasını bitirip YKY’ye teslim ediyor.
Ancak YKY bastıktan sonra piyasaya vermeden geri
çekiyor kitabı. Çünkü kitapta araştırma amacıyla
listelenen 594 fıkradan birinde camide ‘uygunsuz’
bir durumdan söz ediliyor! Yapı Kredi’deki, galiba
bankacılar kurulu, “Müslüman müşteriler bunu
protesto eder, paralarını bankadan çekerler”
korkusuyla kitabı piyasaya çıkmadan toplatmayı
beceriyor. Ayrıntıları tam hatırlamıyorum. Fakat
yayınevi, kitap basıldığında Pertev Hoca’ya bir
örnek göndermiş bulunuyor. Bu olaydan birkaç yıl
sonra Pertev Bey vefat etti ve kütüphanesinin ikinci
bölümü bize geçti. Kitaplar arasında, piyasadan
çekilen Nasreddin Hoca çalışması da var. Ben bu
kitabı Pertev Hoca’nın kurşun kalemle aldığı
notlarla, buradaki ‘nadir eserler bölümü’ne teklif
ettim. Bugün, üzerindeki notlar silinebileceğinden,
özel izinle okunabiliyor. Bu arada bu kitabı olduğu
gibi mi, yoksa bu ‘uygunsuz’ fıkrayı çıkararak mı
bastı Türkiye Yayıncılar Birliği, emin değilim ama
ben onu da aldım.
Türkiye’deki kurumlarla ilişkileriniz var
mı?
Türk Tarih Kurumu, Atatürk
Kitaplığı, bugünkü adıyla SALT yani eski Osmanlı
Bankası Arşivleri, İstanbul Fatih’teki Millet
Elyazma Eserler Kütüphanesi, Diyanet’in kütüphanesi
İSAM zaman zaman çalıştığımız kurumlar. Şimdilerde
Yunus Emre Enstitüsü ile bir işbirliği düşünüyoruz.
Maalesef Ankara’daki Milli Kütüphane’yle pek bir
ilişkimiz kalmadı. Orayı kimin yönettiğini bile
bilmiyoruz, çok üzücü…
Sizin Türkiye ile ilişkiniz nasıl?
Türkiye doğup büyüdüğüm bir yer, bunun tamamen
bilincinde ve sevincindeyim. Türkiye’de çok yakın
kişilerim var.
İstanbullu Musevi bir ailenin
çocuğusunuz. Evde Musevi İspanyolcası ya da Ladino
diye de anılan Judeoespanyol konuşulmuş. Şimdi ise
Fransa’da Türkçe ile hatta eski Türkçe ile süren bir
iş hayatınız var. Sizce bu çok tesadüfi bir seçim
mi?
Tesadüf değil tabii ki! Herhalde
Türkiye’den ayrı yaşasam da biraz Türkiye’de
kalmanın en rahat ve güzel yolunu buldum buraya
Türkiye’nin bir parçasını taşımakla.. Ama bu çok,
çok, çok uzun bir konu. Yazsam kitap olacak kadar
uzun.

SARA YONTAN KİMDİR?
Robert
Kolej’den sonra İsrail’de İngiliz ve Amerikan
edebiyatı okuyan Sara Yontan, dilbilim üzerine
yaptığı master eğitiminden sonra, 1980’de Fransız
eşiyle Paris’e gelmiş. Paris’te ikinci masterini da
dilbilim üzerine yapan ve eğitimi sırasında Fransız
Türkolog Louis Bazin ile çalışan Yontan, bir
Amerikan yayınevinde çalıştıktan sonra Fransa’nın
ulusal araştırma kurumu CNRS’e bağlı Türk Etüdleri
Enstitüsü’nün (Institut d’Etudes Turques)
kütüphanesinde işe başlamış. Beş yıllık
tecrübesinden sonra, bir ilan üzerine Fransa Milli
Kütüphanesi BnF’e, enstitüdeki şefinin teşvikiyle
başvurmuş. 23 yıldır BNF’te görev yapan Sara Yontan,
bugün kurumun Türk koleksiyonları sorumlusu.
Radikal, Haber: Aslı Ulusoy-Pannuti, 20.01.2016
|
TİKA'DAN TARİHİ
KİLİSE RESTORASYONUNA DESTEK
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı
(TİKA), Filistin’in Beytüllahim kentinde,
Hristiyanlarca Hz. İsa’nın doğduğuna inanılan Doğuş
Kilisesi'nin restorasyonu amacıyla kurulan fona
destek sağladı.
TİKA'dan yapılan yazılı
açıklamaya göre, en son Osmanlı Devleti idaresinde
restore edilen Doğuş Kilisesi'nin bakım ve onarımın
gerçekleştirilmesi için Kudüs’teki Yunan Ortodoks
Patrikhanesi, Terra Santa Katolik Kilisesi ve Ermeni
Ortodoks Patrikhanesiyle birlikte çalışacak bir
uluslararası restorasyon komitesi kuruldu.
Bağışçı ülkelerden toplanan
fonla başlanan restorasyon için, Kudüs’ün kültürel
zenginliğini korumak amacıyla TİKA, uluslararası
restorasyon komitesine katkıda bulundu.
Hasar görmüştü
İncil'e göre, Hz. İsa Beytüllahim'de bir
mağarada doğdu. 300 yıl sonra buraya inşa edilen
Doğuş Kilisesi, Hıristiyanların en kutsal
mekanlarından biri kabul ediliyor. Restorasyon
çalışmaları süren kilise, 2002 yılında sığınan 200
Filistinli nedeniyle İsrail Ordusu tarafından
kuşatılmış ve Vatikan'ın çağrılarına rağmen
saldırılar sırasında hasar görmüştü.
Anahtarı 150 yıl
boyunca Müslüman ailede kalmıştı
Doğuş
Kilisesi yüzyıllar boyunca Hristiyan Katolik ve
Ortodoks mezhepleri arasında da bir rekabete neden
olmuştu. Doğuş Kilisesi'nin anahtarını elinde
bulundurup kapıyı açma yetkisi, 1520’lerde Kanuni
Sultan Süleyman tarafından Katolik papazlara
verilmişti. Yetki, 1630’larda Rum Ortodokslara
devredilmiş ve kilisenin kapısını 1850’lere kadar
her sabah Ortodokslar açmıştı.
Rusya ve Fransa’nın
1850’lerde Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerinde
koruyuculuk talepleri iki mezhebi yine karşı karşıya
getirmişti.
Bu çekişmeye Sultan
Abdülmecid Han çıkardığı bir ferman ile son
vermişti. Fermanla 1852’de kilisenin kapısındaki
kilidi değiştirilmiş ve anahtarın papazlarda değil,
Beytüllahim’in önde gelen bir Müslüman ailesinde,
Hüseyniler’de bulunmasını emretmişti.
Yaklaşık 150 sene Doğuş
Kilisesi bu Müslüman ailenin mensuplarınca
açılmıştı. İsrail ordusunun 2002 yılında kiliseyi
kuşatmasının ardından, Kudüs Rum Patriği tarafından
kilit değiştirilerek, bu gelenek sona erdirilmişti.
Akşam, 19.01.2016
|
EN PAHALI ESER, NEŞET GÜNAL'IN "YAŞANTI"SI
Türk modern ve çağdaş sanatının önemli
ustaları ile dünya müzelerinde yer alan çağdaş
sanatçıların eserleri, önceki gün düzenlenen 34.
Beyaz Müzayede’de satışa sunuldu.
Müzayedede en yüksek fiyatlı eser 500 bin TL’lik
satışla Neşet Günal’ın ‘Yaşantı II’adlı
eseri oldu. Bu eserin daha büyük ve
kapsamlı bir benzeri olan 'Yaşantı I' Sabancı
Koleksiyonu’nda yer alıyor.

Kırmızı Kahve, Bedri Rahmi Eyüboğlu
NEREDEYSE
HEPSİ SATILDI
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1975 tarihli
‘Kırmızı Kahve’, 350 bin TL’ye satılarak
müzayedenin ikinci en yüksek fiyata satılan eseri
oldu. Kırmızı Kahve’nin aynı ebatlı ve aynı konulu
bir benzeri olan ‘Han Kahvesi’ ise
İstanbul Modern Koleksiyonu’nda yer alıyor.

Nü ve Kedi, Ömer Uluç
300 bin TL’lik satış rakamlarıyla, en yüksek
fiyatlı üçüncü eser ise 2010’da hayatını kaybeden
Ömer Uluç’un 1988 tarihli, ‘Nü ve Kedi’
isimli eseri ile Fahrelnissa Zeid’in
‘Pastoral Senfoni’ isimli eseri oldu.

Fahrelnissa Zeid, Pastoral Senfoni
Komet’in iki senede tamamladığı, bugüne kadar
yaptığı en büyük iki eserden biri olan ‘Gülü
Ver; Bindik Bir Alamete’ isimli eseri ise
275 bin TL’ye alıcı bulurken Cevat Dereli’nin
‘Balıkçı, Kedi ve Martı’, 225 bin TL’ye
satıldı.

Gülü Ver; Bindik Bir Alamete, Komet
Hürriyet,
19.01.2016
|
İŞTE ASPENDOS GERÇEĞİ: KORUMA BAHANE, KAR ŞAHANE!

UNESCO Kültür Mirası listesine aday gösterilen
Aspendos antik tiyatrodaki cavea (antik tiyatroda
seyircilerin oturduğu bölüm) basamaklarının
restorasyon ile değiştirilmesi tartışılmış ve
taşların orjinale en yakın olduğu bakanlık
tarafından açıklanmıştı. Tarihi tiyatroyu yıllar
sonra geçen hafta yeniden gezdim. Tiyatroya
girdiğinizde gözünüze ilk çarpan o beyazlıklar
oluyor. Görüntü kirliliği başınızı döndürüyor. 2000
yıllık tarihi tiyatro için bu çok mu gerekliydi?
Cavea basamaklarının değiştirilmesi tarihi yapının
statiğine bir katkısı olacak mı? Yoksa konserler,
gösteriler için kiraya verilen yapıda daha fazla
kazanç elde etmek miydi amaç?
AMAÇ YAPIYI KORUMAK OLMALI
Aspendos’ta restorasyonda kullanılan malzemeyi
beyaz mutfak mermerine benzetmek fazlasıyla absürt.
Restorasyonda tamamlama yapılır. Amaç anıtı korumak
ve sürekliliği sağlamak, yapıyı gelecek kuşakların
da görebileceği dayanıklılığı kazandırmaktır. Bu
ilke restorasyonların ana yasası olarak kabul edilen
Venedik Tüzüğü’nde restorasyonun asıl amacı olarak
tarif edilmektedir. Venedik Tüzüğü, tarihi yapıların
korunması ve restorasyonu hakkında uluslararası bir
çerçeve belirleyen, Mayıs 1964'te kabul edilen bir
anlaşmadır. Türkiye bir yıl sonra bu tüzüğü kabul
etmiştir.
EN DOĞRUSU YAPILDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı Aspendos antik
tiyatrodaki tartışmanın akabinde kamuoyuna bir
açıklama gönderdi. O açıklamada şöyle deniliyordu;
“tiyatronun orijinal basamaklarından numune alınmış
ve çeşitli bölgelerdeki taş ocakları araştırılarak
söz konusu numunelere uygun taş örnekleri
toplanmıştır. Sonrasında orijinal taşın ve örnek
alınan numunelerin analizleri yapılmak üzere
laboratuvara gönderilmiştir. Laboratuvar sonuçları
doğrultusunda ve Antalya Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulunun yerinde yaptığı inceleme sonucu
“eksik taşların yerine, laboratuvar testleri sonucu,
renk, doku gibi fiziksel özelliklerinin yanında,
basınç dayanımı, kütlece su emme, yoğunluk vs
mekanik özellikleri ile de özgün taşlara en yakın
özelliklere sahip, homojen yapıda, “Korkuteli Beji”
rengindeki kireç taşının kullanılması” kararı
alınmıştır.
AMAÇ DAHA FAZLA SEYİRCİ
Bakanlık teknik olarak bu taşın en doğru taş
olduğunu ve bilimsel olarak en doğru restorasyon
olduğunu açıkladı. Çok da itiraz yükselmedi. Koruma
Kurulu’na ve bilim insanlarına hepimiz güvenmek
zorundayız. Restorasyonun bilimsel tartışmasını da
onlar yapsın. Ancak başka bir konuya dikkat çekmek
istiyorum. Yenilenen basamakların tamamı üst caveada
yer alıyor. Restorasyon öncesinde anıtın içindeki
gösterilerde bu bölüme seyirci alınmazdı. Yaklaşık 2
bin 500 kişilik alt caveaya zaman zaman 5 bin
kişinin alındığı müfettiş raporlarına da yansımıştı.
Aspendos gösteriler, konserler için kiraya verilen,
gelir elde edilen bir anıt yapı. Yani sadece müze
ziyareti ile değil mekansal kiralama ile de
bakanlığın kazanç kapısı. Gerek bakanlık yetkilileri
gerekse restorasyonda görev alan teknik personelden
aldığım bilgi restorasyon için değiştirilen
basamakların yapının statiğini güçlendirmeye yönelik
faydası olmadığı yönünde. Her ne kadar buralardan
yapının içine su gidiyordu ve içten yapıyı
yıpratıyordu gibi bir bahane sunulsa da, asıl sorun
yapının arkasındaki drenaj siteminde olduğu bir
gerçekti. Drenaj yapısı zaten değiştirilmiş. O halde
fazla seyirci kabul etmek, yüksek kazanç elde etmek
için anıt eserde bu değişikliği yapmak Venedik
Tüzüğü’ne aykırı. Tüzüğün altıncı maddesi şöyle
diyor; ‘’Anıtın korunması, ölçeği dışına taşmamak
koşuluyla çevresinin de bakımını içine almalıdır.
Kütle ve renk ilişkilerini değiştirecek hiçbir yeni
eklentiye, yok etmeye, ya da değiştirmeye izin
verilmemelidir.’’
GÖRÜNTÜ DEĞİL DÜŞÜNCE KİRLİ
İşte Aspendos gerçeği bu. Amaç daha fazla seyirci
almak, daha yüksek kazanç elde etmek. Anıtın
korunması ‘’amacı’’ yok denecek kadar az. Bu nedenle
görüntü kirliliği olarak karşımıza çıkan Aspendos
restorasyonunda asıl sorun ‘’düşüncenin çamur’’
olmasıdır.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.01.2016
|
LAODİKYA'DA BİNLERCE ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin Türkiye’de ilk
kez Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile yaptığı protokolle
işletmesini üstlenip, kazı çalışmalarına destek
verdiği Laodikya antik kentinde 12 yılda 3 bin 663
eserin gün yüzüne çıkarıldığı açıklandı.
19
Ağustos 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yapılan protokolle Denizli Büyükşehir Belediyesi’ne
devredilen Laodikya antik kentinde 2015 yılı kazı
çalışmaları tamamlandı. Türkiye’nin önemli antik
kentlerinden olan Laodikya’da her yıl gözle görünür
değişimler yaşanırken, bugüne kadar binlerce tarihi
eser de gün yüzüne çıkartıldı. Bu kapsamda 2003-2007
arasında bin 267, Büyükşehir Belediyesi’ne
devredildiği 2008-2015 yılları arasında ise 2 bin
396 olmak üzere toplamda 3 bin 663 eserin ortaya
çıkartıldığı Laodikya antik kentinde bir çok eserin
de restorasyonu gerçekleştirildi.

Laodikya Kazı
Heyeti Başkanı ve
arkeoloji Enstitüsü Müdürü
Prof.Dr. Celal
Şimşek başkanlığında kazı ve restorasyonu sürdürülen
antik kentte geçtiğimiz yıl Stadyum Caddesi,
İmparator Traian Çeşmesi, Traian Çeşmesi Meydanı,
Atriumlu Yönetici Binası, Merkezi Propylon, Kuzey
(Kutsal) Agora, Güney Portik, Laodikya Kilisesi’nde
çalışmalar yapıldı. 2015’te gün yüzüne çıkarılan bin
900 yıllık Su Yasası, Dokuma Tanrıçası Athena
Heykeli ve
Roma Tanrısı Ianus Heykeli büyük dikkat çekerken
2015 yılında 19 eserin de restorasyon-konservasyon
çalışmaları tamamlandı.
Denizli Büyükşehir
Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikya’da yakalanan
başarının yerel yönetimlerle iş birliğinin bir
göstergesi olduğunu belirterek, bugüne kadar antik
kente emeği geçen başta önceki dönem Ekonomi Bakanı
Nihat Zeybekci ve Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak
üzere herkese teşekkür etti.

Antik kentte
Denizli’nin geçmişine dair binlerce eserin gün
yüzüne çıkarıldığını kaydeden Başkan Zolan,
"Geçmişte yılda 2-3 ay kazı ve restorasyon yapılan
antik kentteki çalışmalar Büyükşehir Belediyesi’ne
devredildiği günden itibaren yılın 12 ayı devam
etti. Kazılar ve restorasyon çalışmaları hiç
durmadı. Antik kent hızla gün yüzüne çıkmaya devam
etti. Yerel yönetim olarak Laodikya ile de
Türkiye’ye örnek olacak bir başarının altına imza
attık. Emeği geçen herkesi kutluyorum" dedi.
Milliyet, 18.01.2016 |
ODUNPAZARI KAYMAKAMLIĞI, KÜLTÜR MERKEZİNE KİLİT VURDU
Odunpazarı Kaymakamlığı, CHP’li belediyenin
kültür merkezi ve nikah salonu olarak kullandığı
külliyenin kapısına kilit vurarak kapattı.
Eskişehir
Odunpazarı Belediyesi’nin 2007 yılından bu yana
nikah salonu ve kültür merkezi olarak kullandığı
Kurşunlu Külliyesi, bugün akşam saatlerinde
gelen Odunpazarı Kaymakamlığı görevlileri
tarafından kapısına kilit vurularak kapatıldı.
Avukat olan Odunpazarı'nın CHP'li Belediye
Başkanı Kazım Kurt külliyenin önünde
gazetecilere yaptığı açıklamada uygulamanın
yanlış olduğunu savundu.
SERGİ
VARKEN BOŞALTMIŞLAR
Vakıflar
Bölge Müdürlüğü’ne ait Kurşunlu Külliyesi’nde
belediyenin kiracı olduğunu, vakıfların talebi
üzerine kaymakamlıktan gelen görevlilerin
külliyenin kapısına kilit vurduğunu belirten
Başkan Kurt şunları söyledi: "Burada Adnan
Menderes Anaokulu öğrencilerinin sergisi var. O
sergi sırasında kaymakamlıktan ve emniyetten
gelen görevliler burayı boşalttırmış ve kilidi
değiştirmiş.
Bizim bu konuda mahkemeye
müracaatımızla yürütmeyi durdurma kararımız
olmasına rağmen. Odunpzarı Belediyesi olarak
2007’den beri kiracıyız. Bize ’Bu yıl için kira
sözleşmesini yenilemeyeceğiz, siz buradan çıkın’
dediler. Biz de ihtiyacımızın devam ettiğini,
buradan çıkamayacağımızı söyledik. Ancak bunu
dinlemediler.
Ocak ayının 15’ine kadar burayı boşaltmamızı
istediler. Biz de idari mahkemesine müracaat
etmek suretiyle yürütmeyi durdurma kararı
aldık."
’AÇILINCAYA KADAR BURADA
OTURACAĞIM’
Kaymakamlığın
külliyeyi kapatma işleminin hukuka ayrı olduğunu
savunan Kazım Kurt, konuşmasını şöyle
sürdürdü: "Kaymakamlığın işleri yanlıştır,
hukuka aykırıdır, kiracılar arasındaki ilişkide
idari işle olmaz. Nitekim mahkeme de bunu
doğrulamıştır. Biz kararı kendilerine tebliğ
etmeye gönderdik ama sanırım tebliği almak
istemiyorlar.
Bu işlevin düzene girmesi için ben de burada
bekliyorum. Burası açılıncaya kadar oturacağım.
Çünkü, kiracılık sıfatımız devam ediyor, mahkeme
kaymakamlığın yaptığı işlemin yanlış olduğuna dair
bir yürütmeyi durdurma kararı vermiş, buna herkesin
uyması gerekir."
"KİMİ RAHATSIZ ETTİ
BİLMİYORUM"
Odunpazarı Belediye
Başkanı Kazım Kurt, gazetecilerin kapatma olayında
kasıt olup olmadığını sorması üzerine "Kasıt var
herhalde ki bu 10 yıldır
Adalet ve Kalkınma Partili bir belediye iken
kimsenin rahatı kaçmadı, ama bize gelince rahata
kaçmaya başladı. Geçen yıl kira miktarımızı çok
yüksek oranda arttırdılar, bu yıl da böyle bir işlem
yapıyorlar. Biz buradan Odunpazarı halkına yardım
etmeye, destek olmaya gayret ediyoruz. Buradaki
kültür etkinliklerini, sergileri ve en önemlisi
nikah işlemlerini yapıyoruz. Herhalde şimdi bunları
engellemek istiyorlar. Kimi rahatsız ettik
bilmiyorum" diye konuştu.
Belediye olarak
tarihi Kurşunlu Külliyesi’nin bakımını yaptıklarını
anlatan Kazım Kurt, "Odunpazarı Belediyesi’nden
başka bir güç, bu külliyeyi onaramaz, bakımını
yapamaz hatta şu içerideki çimi sulayamaz bile. Ama
biz burada haklı bir durumdayken mağdur edilmeye
çalışılıyoruz. Bunu protesto ediyorum" dedi.
"GEREKÇELERİ YOK"
Başkan
Kurt, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün kendilerini
çıkarmada bir gerekçelerinin olmadığını söyleyerek
şöyle konuştu:
"Gerekçeleri yok. Zaten
hukukta bunun gerekçesini sorar. Yani niçin
boşaltıyorsunuz? Normal sivil ilişki olsa işte
’Oğlum Almanya’dan geldi boşalt’ diyordular. Şimdi
böyle bir şansı olmadığına göre Vakıfların burada
çok daha haklı bir nedeninin olması lazım. Ama
maalesef yok. Burası Kütahya Vakıflar bölge
Müdürlüğü’ne bağlı.
Polis nezaret etmiştir ama esas kaymakamlık
görevlileri gelip uygulama yapmış. Kaymakamlık
mahkemenin kararını yerine getirmek zorunda. Yani
yetkisi olmayan bir işlem yapmış bir idare
pozisyonunda şu anda. Bunu eski hale getirip burayı
açıp, bize anahtarını vermesi gerekir."
Hürriyet,
Haber: Eyüp Kelebek, 18.01.2016
******
CHP'Lİ ODUNPAZARI
BELEDİYESİ'NİN KÜLTÜR MERKEZİNE VURULAN KİLİT
KALDIRILDI
Eskişehir'de Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün
kapısına zincirli kilit vurarak kapattığı merkez
Odunpazarı Belediyesi'nin nikah salonu ve kültür
merkezi olarak kullandığı tarihi Kurşunlu
Külliyesi'nin kapısı, Vali Güngör Azim Tuna'nın
talimatıyla açıldı. Odunpazarı Belediye Başkanı
CHP'li Kazım Kurt, dışarıda kıyacağı bir çiftin
nikahını kapının açılmasının ardından içeride kıydı.
CHP'li Odunpazarı Belediyesi'nin kültür merkezi
ve nikah salonu olarak kullandığı Kurşunlu
Külliyesi, Odunpazarı Kaymakamlığı görevlileri
tarafından dün kapısına kilit vurularak kapatıldı.
Avukat olan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım
Kurt külliyenin kapatılmasının hukuka aykırı
olduğunu savunarak külliye önünde oturma eylemi
başlattı. Başkan Kurt'a destek için gelenler külliye
önünde çadırlar kurdu, sokakta yaktıkları ateşin
etrafında ısınmaya çalıştı. Başkan Kurt ve
beraberindekiler sabaha kadar külliye önünde
bekledi.
VALİ BASIN TOPLANTISI DÜZENLEDİ
Eskişehir valisi Güngör Azim Tuna da düzenlediği
basın toplantısında Külliyeye Valilik olarak
kendilerinin talip olduğunu açıkladı. Tuna, saat
14.30'daki nikahın külliye içerisinde kıyılması için
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileriyle görüşüp
kapının açılmasını sağlayacağını, vatandaşların
mağdur edilmeyeceği söyledi. Tuna şöyle konuştu:
"Bir bardak suda fırtına koparmasınlar. İncir
çekirdeğini doldurmayan bir konu gündemimizi meşgul
ediyor. Biraz şova kaçan hareketlerle günümüzü
geçiriyoruz. Büyütülecek bir konu değil, hukuksuzluk
yok. Burası Vakıflar Genel Müdürlüğünün
mülkiyetinde. Aralık ayında müdürlük kira süresini
uzatmayacağını yazıyor belediyeye tabi ki belediye
burayı boşatmak istemiyor. Boşlatma konusunda bizden
kaymakamlıktan yardım istedi Vakıflar Genel
Müdürlüğü. Buranın rıza ile boşaltılmasını istediler
başta ama bu süre içinde boşaltılmadığı için bu
uygulama yapıldı. Bir nikah ya da önceden kiralanmış
bir durum varsa, onlara yardımcı olabiliriz. Hatta
istiyorlarsa şimdi de nikah için kapıyı açabiliriz."
KAPI AÇILDI, NİKAH KIYILDI
Külliye'de saat 14.30'da kıyılacak olan bir nikah
töreni için Odunpazarı Belediyesi görevlileri
kilitli olan kapının önüne nikah masasını kurdu,
sandalyeler getirdi. Başkan Kazım Kurt da nikah
hazırlıklara başladığı sırada saat 14.30 sıralarında
vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden gelen görevliler
kilitli kapıyı açıp nikahın içeride kıyılabileceğini
belirtti. Başkan Kurt, nikahları kıyılacak olan
Sevda Gün ve Mehmet Ali Aktaş, yakınları ile
dışarıda toplanan kalabalık külliye içerisine girdi.
Kalabalık 'Direne direne kazandık' diye slogan attı.
Belediye Başkanı Kazım
Kurt'un kıydığı nikahta CHP İl Başkanı Sinan Özkar
da şahitler arasında yer aldı. Nikahları kıyılan
Sevda Gün (Aktaş) ile Mehmet Ali Aktaş çifti
"Davetli çağırmamıştık. Nikah sonrası düğün
yapacaktık. Bu nikahı aile arasında kıyacağımızı
düşünürken böyle bir kalabalıkla karşılaştık. Çok
şaşırdık ama bir yandan da bu kadar kişinin
nikahımıza gelmesi bizi mutlu etti" dedi.
Belediye Başkanı Kazım
Kurt, nikah için açılan külliyenin dün Vali Güngör
Azim Tuna ve AKP Milletvekili Harun Karacan'ın
da katıldığı anaokulu sergisinden 1-2 saat sonra
kapatıldığını söyledi. Kurt, bugün tekrar açılan
külliyenin bundan sonra da açık kalacağını ifade
ederek, "Bu konuda idare mahkemesine davamız var.
Mahkeme sonuçlanana kadar külliyenin bizde kalması
gerekir" diye konuştu.
Radikal, Haber: Eyüp
Kelebek, 19.01.2016
|
ARPAZ KALESİ YIKILMAK ÜZERE
Arkeofili’nin
haberine göre; Osmanlı dönemi izlerini de
barındıran ve Anadolu’da örneğine az rastlanan Arpaz
Kalesi, yıkılarak yok olmak üzere. Kalenin
kamulaştırılmayarak restore edilmediği her gün,
kaleyi ömrünün sonuna yaklaştırıyor. Oldukça harap
haldeki kale her an yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya.
İnşa tarihi kesin olarak bilinmeyen kalenin, 2.
Mahmut döneminde Rodos’a ıslahata gönderildikten
sonra yanında 20 civarı usta getiren Hacı Hasan Bey
zamanlarında onarıldığı düşünülüyor. Zira onarımı
yapan ustaların Rodos’tan gelmiş olmaları kulenin
modern havasından da anlaşılabiliyor. Rodoslu
ustaların hünerleriyle yükselen kale, güvenlik
kulesi, ambarı, ahırları ve müştemilatı ile bir
şatoyu andırmaktadır.

Sözcü, 18.01.2016 |
DEFİNE AVCILARI TARAFINDAN TOPRAKTAN ÇIKARILAN
DEVASA VİKİNG HAZİNESİ HALKA AÇIK OLARAK İLK KEZ
SERGİLENDİ
Amatör Tresure Hunter(define avcıları) tarafından,
Ekim ayında keşfedilen altın ve gümüşten oluşan
etkileyici Viking ve Sakson hazine stokları British
Museum’da(İngiliz Müzesi) halka açık olarak ilk kez
sergileniyor. Definenin 19.yüzyılda Vandallar Savaşı
ve Güney İngiltere’deki ayaklanmalar sırasında
gömüldüğüne inanılıyor.
Bilindiği üzere Watlington Definesi; parça altın,
gümüş kol halkası, gümüş külçe ve Wessex Kralı Büyük
Alfred ve Mercia Kralı 2.Ceolwulf tarafından basılan
madeni paralar dahil ol
mak üzere toplamda 200’den fazla parçadan
oluşuyor. Yalnızca 180 adet sikkenin her birinin
değeri 2.500 Avro’ya(3.788 Amerikan Doları)çıkarken,
toplamda tahmini değerleri 450.000
Avro’yu(947.000Amerikan Doları) bulmakta.
Emekli reklam yöneticisi James Mather, defineyi
Watlington yakınlarındaki bir çiftlikte metal
dedektörle donanmış halde ararken buldu, değerini
arazi sahibi ile paylaşmak için alacak.
Definenin gerçek sahibi her kimse muhtemelen,
Anglo-Saksonların Kuzey Thames Vikinglerini Doğu
Anglia içlerine itmeye başladığı 870’lerin
sonlarında defnedildi. 878 öncesinde, Vikinglere
Danimarka üzerinden saldırılar artıyordu. Anglo
Saksonlar Güney İngiltere üzerinde yeniden
saltanatını kurmaya başladı ve 878 yılında
Edington’da savaşın akıbetini belirleyecek bir
muharebeyi kazandı. Uzmanlar, savaş sonrası Anglo
Saksonlardan kaçan bir Viking’in defineyi Doğu
Anglia’dan Wiltshire ve Dorset’e uzanan antik yol
üzerinde kuzeye doğru gömdüğünü iddia ettiler.

Büyük Alfred’i gösteren bir gümüş sikke(kamu malı)
Sikkelerin bir yüzü İmparatorun
büstünü gösterirken, diğer yüzünde ise Kral Alfred
ve 2.Ceawold yan yana oturuyor haldedir. Geçmişten
beri krallıkları birbirine düşman olmasına
rağmen,Vikingleri yenmek için müttefik haline
geldiler.
Daha sonra, Alfred Mercia’yı fethetti, Ceawulf’u
aptal ve Viking kuklası olarak çağırdı.
Erken Ortaçağ sikkelerinin British Museum
küratörü, Gareth Williams: ’’ Bu sadece bir başka
büyük parlak define değil. Galibi tarafından kasten
kötü temsil edilen sürecin daha karmaşık bir politik
resmini gösteriyor.”
İngiliz tarihinin bu kısmı tam olarak
bilinmemekte ve madeni paralar Alfred’in Batı
Saksonlar ile Ceowulf’un Doğu Anglianları ile
koalisyonu hakkında fikir vermekte dedi. İttifak
keskin bir biçimde dağıldı ve Ceawolf, 5 yıllık
saltanatı ve Alfred’in hakaret kayıtları dışında
tarihten tamamen silindi.

Büyük Alfred’in Winchester’deki heykeli; Ünlü İngiliz krallarından biri olarak kabul edilir.
20 yılı aşkın süredir Matter metal keşfi
ile uğraşmakta. Geçen ekim ayında tüm gün önemli bir
şey bulamamışken nihayet daha once British
Museum’da(İngiliz Müzesi) bir benzerini gördüğü,
gümüş olduğunu tahmin ettiği bir Viking külçesine
rastladı. Çukuru kazdı ve sikke yığınını gördü.
Çukuru doldurdu ve sonra keşfini kaydetmek için
taşınabilir antika planı yerel temsilcisini aradı.
BBC’ye, keşfi kontrol etmeye ve bozulmadığından emin
olmak için haftasonu birçok defa çiftliğe gittiğini
söyledi.
Ertesi hafta keşif memuru David Williams, toprağı
kazdı ve hazineyi saran kil bloğunu kaldırarak fırın
tepsisine yerleştirdi ve bir bavul içinde Londra’ya
getirdi.
Müze korumacısı Pippa Pearce, bazı sikkelerin
kenarlarından tutulamayacak kadar küçük olduğunu
söyledi.
Hazinenin İngiliz yasalarına göre tutanakları
tutuldu. British Museum(İngiliz Müzesi) ve
Oxford’daki Ashmolean Müzesi hazineyi satın almak
için müzakere içinde ve hazine 2010 yılında Frome
Somerset’de çömleklerde bulunmuş 52.000’den fazla
Roman sikkesiyle beraber sergilenmekte.
2015’e kadar 113,784 taşınabilir antik eser rapor
edildi, 1008 tanesi hazine keşfi olmak üzere.

52.000’den fazla Roman sikkesi olan Frome definesi ile Watlington definesi British Museum’da(İngiliz Müzesi) sergileniyor.
nereye.com.tr, Kaynak:
ancient-origins, Çeviri, Kübra Çiftçi,
17.01.2016
|
KAYSERİ'NİN KÜLTÜR VARLIKLARI KORUNUYOR
Kayseri Valisi Orhan Düzgün, kentteki kültür
varlıklarının korunması, restorasyonu ve muhafaza
edilmesi amacıyla son 10 yılda Kayseri Valiliğince,
kültür varlıklarının korunması katkı payından, başta
belediyeler olmak üzere tarihi yapıların
restorasyonunu gerçekleştiren kamu kurumlarına 36
milyon TL’lik destek sağlandığını söyledi.
Vali
Düzgün, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun
hükümleri kapsamında kültür ve tabiat varlıklarının
korunması amacıyla emlak vergilerinden katkı payı
tahsil edildiğini ve bu paranın Kayseri Valiliği
Yatırım izleme ve Koordinasyon Başkanlığı
bünyesindeki bir hesapta toplandığını hatırlattı.
2006 yılından bu yana 36 milyon TL tutarındaki fonun
Kayseri’nin kültür varlıklarının korunması ve
restorasyonu için hazırlanan projelere kaynak
oluşturduğunu kaydeden Vali Düzgün, bugüne kadar
Kültür Bakanlığı projeleri ile kamu kurumları ve
belediyelerin projelerinin hayata geçirilmesinin
sağlandığını ve pek çok projenin sonuçlandırılarak
Kayseri’nin kültür mirasına sahip çıkıldığını ifade
etti.
Vali Düzgün, önemli bir kültür ve tarih
mirasına sahip Kayseri’de bu mirasa sahip çıkarak
gelecek nesillere aktarılmasının önemini
vurgulayarak, şu bilgileri verdi:
“Pek çok
medeniyetin yaşadığı, farklı kültürlerin bir araya
geldiği ilimiz toprakları, kültürel miras açısından
Türkiye’nin en önemli coğrafyaları arasındadır.
Kültür varlıkları açısından zengin ilimizde, onların
korunarak tanıtılması ve gelecek kuşaklara
aktarılması konusunda herkese sorumluluk
düşmektedir. Bu bilinç ve sorumlulukla bu alanda
yapılan çalışmaları yakından takip ediyoruz. 2006
yılından beri kültür varlıkları katkı payında
toplanan yaklaşık 36 milyon TL, amacına uygun
projelerin hayata geçirilmesi için kullanıldı. 2006
yılında beş, 2007 yılında altı, 2008 yılında beş,
2009 yılında ondokuz, 2010 yılında kırk, 2011
yılında yirmi dört, 2012 yılında otuz dört, 2013
yılında onbir, 2014 yılında sekiz, 2015 yılında ise
26 çalışma yürütülmüş ve katkı payından sağlanan
kaynaklarla kamulaştırma, restorasyon, korunma ve
muhafazaya yönelik hazırlanan projeler
sonuçlandırılmıştır”
Vali Düzgün, insanlığın
ortak mirası olarak kabul edilen kültür
varlıklarının tahribatına ya da yok olmasına göz
yumulamayacağına işaret ederek, Kayseri’de yürütülen
çalışmaların sonuçlarının kendilerini mutlu ettiğini
söyledi.
Vali Düzgün, Kayseri merkez başta olmak
üzere Bünyan, Develi, Felahiye, İncesu, Yeşilhisar,
Tomarza, Talas ve Pınarbaşı ilçelerinde gerek Kültür
Bakanlığı gerek Yatırım İzleme ve Koordinasyon
Başkanlığı gerekse de belediyeler eliyle projeler
hazırlanarak kültür varlıklarının gelecek nesillere
taşınmasının sağlandığını sözlerine ekledi.
Akşam, 17.01.2016
|
PROF. KLAUS SCHMİDT'İN EŞİNDEN KÜLTÜR TACİRLERİNE:
"BİZ GÖBEKLİTEPE'DE OYUNCAK ARABA BULMADIK"
Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın yetki verdiği tek satış
merkezi “Müzeden
Hediye” adlı internet sitesinde, “kültürel
hediyeler” sloganıyla, Türkiye’nin kültür
varlığından esinlenerek üretilmiş hediyelik eşyalar,
farklı ücretler karşılığında satılıyor. Ancak
içlerinde öyleleri var ki, o kültürel varlıkla
ilgili uzmanları şaşkınlığa düşürdü.
Sitedeki Göbeklitepe Koleksiyonu’nda, anahtarlık,
kupa, kitap ayraçlarının yanında, “Göbeklitepe
Heykel Oyuncak Araba” adıyla bir ürün, 25 TL
karşılığında satılıyor.
Uzun yıllar Göbeklitepe kazılarını yürütmüş, 2014
yılında yitirdiğimiz kazı başkanı Prof.Dr. Klaus
Schmidt’in 20 yıllık çalışma arkadaşı ve eşi,
arkeolog Çiğdem Köksal-Schmidt, böyle bir ürünün
Göbeklitepe’yle bağdaştırılarak satılmasına tepki
gösterdi.
“Biz Göbeklitepe’de oyuncak araba ne zaman
bulduk, hem de kilden?” diyen Çiğdem Köksal-Schmidt,
yapının tarihi gerçeklerinden soyutlanarak
ticarileştirilmesine tepkili.
“Göbeklitepe’de böyle bir eser bulunmadı, o
dönemde bu tür eserler yok. Ancak sonraki Kalkolitik
Bronz Çağlarında bulunur bu tür minyatür arabalar ve
benzerleri.
Kültür varlıklarının isimlerini vererek ticaret
yapmaya kalkışılması, kültür varlığının daha iyi
anlaşılmasına ya da korunmasına bir fayda
getirmiyorlar. Aksine bir kitsch’leşme başlıyor.
Buna Göbeklitepe’nin hiç ihtiyacı yok ve Klaus da bu
konuda çok itina gösterirdi.”
Çiğdem Köksal-Schmidt, kimi haber sitelerinde bu
ürünün “Göbeklitepe’deki kazılarda çıkarılan oyuncak
araba da birebir boyutlarıyla koleksiyonda” diye
tanıtıldığını aktararak, “Müzeden Hediyeler”
sitesinin yaptığı, suiistimal olarak niteledi ve bu
yanlışın düzeltilmesini istedi.
Ayasofya’yla zeytinyağının ne ilgisi var?
Sitedeki ilginç ürünlerden bir diğeri “Ayasofya
Desenli Zeytinyağı”. 150 TL karşılığında satılan
zeytinyağı “ürünün hikayesi” denilen şu açıklamayla
satılıyor:
“En kaliteli yemeklik zeytin olan Tirilye zeytini
ile çini sanatının en güzel buluşması sofralarınıza
taşınıyor. Dervişlerin kıyafetlerinden esinlenen
desenleri ve çini sanatının geleneksel motiflerini
birleştiren şişeleri ile hem gözünüze hem damağınıza
kültürel bir keyif yaşatın.”
Siteden, yine 150 TL’ye Topkapı Sarayı Desenli
Zeytinyağı, Noel Baba Desenli Zeytinyağı, Kapadokya
Desenli Zeytinyağı ya da İstanbul Desenli Zeytinyağı
da satın almak mümkün.
“Müzeden Hediyeler”, “BKG-Kültürel
Mirasın Yeniden Keşfi” adında bir markanın. Bu
marka, internet sitelerinde kendini şöyle tarif
ediyor:
“T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 117
müze ve ören yerinin ticari alanlarının işletme
yetkisine sahip olan BKG, müze perakendeciliğini
2009 yılından itibaren Döner Sermaye İşletmesi
Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) adına yürüten tek marka ve
bu alanda faaliyet gösteren Türkiye’nin ilk özel
iştirakidir.”
nereye.com.tr, 17.01.2016
|
ZEUGMA MOZAİKLERİ FLAŞ SALDIRISINA MARUZ KALDI
Dünyanın sayılı mozaik müzelerinden Gaziantep Zeugma
Müzesi'nde flaş katliamı yaşandı. Gaziantep’e özgü
kutnu kumaşının tanıtıldığı defile Zeugma
mozaiklerinin bulunduğu salonda yapıldı. Birbiri
ardına patlayan fotoğraf makinesi flaşları ve kamera
ışıklarının mozaiklere vereceği zarar hiç
hesaplanmadı.
Flaş ışıklarının tarihi eserlere vereceği
zarardan ötürü tüm müzelerde olduğu gibi Zeugma
Mozaik Müzesi'nde de flaş ile fotoğraf çekilmesi
yasak olmasına rağmen defile için bu yasağın ihlal
edilmesi şaşkınlık yarattı.
Gaziantep’in tanıtımına katkı sağlamak amacı ile
kutnu kumaşı defilesinin yapılması takdir ile
karşılanırken Zeugma Müzesi'nde yapılması ise hayret
ile karşılandı.

Daha öncede topuklu ayakkabılar ile
mozaikler üzerine basan Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Fatma Şahin’in mozaikleri flaş ışıklarına maruz
bırakılmasına sebep olması kaş yaparken göz çıkarmak
olarak değerlendirildi.
Müzedeki defileye Başbakan Yardımcısı Mehmet
Şimşek ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu,
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in
katılması ve flaşların patlamalarına müdahale
etmemeleri şaşkınlığı artırdı.
Flaş ışıklarının, ışığa duyarlı pigmentlerin daha
hızlı bozulmalarına yol açığı görüşünden yola çıkan
yöneticiler müzelerde flaş ile fotoğraf çekilmesini
yasaklamıştır.
Yapılan araştırmalarda tek bir poz esere
farkedilebilir bir zarar vermezse de eserin
binlerce kez flaşa maruz kaldığını düşünüldüğünde
eserlerin zarar göreceği düşünülerek tüm müzelerde
flaş ile fotoğraf çekilmesi yasaklanmıştır.
Amatörce yapılan bu çalışmalar hem tarihi
eserlere zarar veriyor hem de dünya kamuoyunda
gülünç durumuna düşmemize sebep oluyor. Bu tarz
çalışmalarda uzmanlardan yardım alınmalıdır.
Truva Dergisi, 17.01.2016
|
MESCİD-İ AKSA ÇÖKME TEHLİKEİSYLE KARŞI KARŞIYA
Mescid-i Aksa'nın altına açılan tünellere dev kamyon
ve tırların girebildiğini dile getiren İkrimavi,
tünellerin büyüklüğüne ve oluşan tehlikeye dikkati
çekti.
Mescid-i Aksa İmamı Yunus İkrimavi, "Allah
korusun Mescid-i Aksa, altına açılan tünellerden
dolayı çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır" dedi.
İkrimavi, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA)
Kahramanmaraş Şubesi'nce Mehmet Akif Ersoy
Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Ümmetin Vicdanı
Filistin" konulu konferansta,
İsrail'in Mescid-i Aksa'da yaptıklarını
değerlendirdi.
Yahudilerin, dünyayı
yönetmenin Süleyman Aleyhisselam'ın heykelini
bulmakla mümkün olabileceğine inandıklarını belirten
İkrimavi, 1967'den beri
Yahudilerin, Mescid-i Aksa'nın altını kazmaya
devam etmelerine rağmen bir şey bulamadıklarını
söyledi.
Mescid-i Aksa'nın altına açılan
tünellere dev kamyon ve tırların girebildiğini dile
getiren İkrimavi, tünellerin büyüklüğüne ve oluşan
tehlikeye dikkati çekti. İkrimavi, şöyle konuştu:
"Şu an Mescid-i Aksa'nın altına kazılan
tünellere girdiğinizde orada İsrail karakolları,
kiliseler, kütüphaneler, ibadethaneler
bulunmaktadır. Açılan tünellere tırlar, kamyonlar,
iş makineleri girebilmektedir. Allah korusun
Mescid-i Aksa, açılan tünellerden dolayı çökme
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Şu anda bir kolon
veya direk yoktur. Mescid-i Aksa'nın altına kadar
tünel açtılar, turistlerin ziyaret etmesi için
açılmıştır. Şehrin doğusundan girenler batısından
çıkabiliyorlar. Şu anda ısrarla Süleyman
Aleyhisselam'ın heykeline veya ona götürecek bir
esere, delile rastlayamadılar, aramaya devam
etmektedirler."
İkrimavi,
İslam topraklarının bir bütün, Müslümanların ise
kardeş olduğuna işaret etti.
Filistin
davasının sadece Filistinlilerin değil bütün
Müslümanların davası olduğunu ve Müslümanların bu
davayla ilgilenmeleri gerektiğini ifade eden
İkrimavi, canları alınsa bile teslim olmayacakları,
Mescid-i Aksa'yı teslim etmeyeceklerini bildirdi.
Sorunun çözümünün konuyu Müslümanlara anlatmak
ve yaymakla mümkün olacağını vurgulayan İkrimavi,
"Mescid-i Aksa'nın bulunduğu yer Yahudilere göre en
mukaddes, en değerli bölgedir. Yahudiler, Filistin
bölgesinde ne kadar hak iddia etseler de bu gerçeği
yansıtmaz, onların böyle bir hakları yoktur. Bütün
Müslümanların Kudüs üzerinde hakları vardır. Kudüs
Mescid-i Aksa arasında kuvvetli bir bağ vardır.
Kudüs ve Filistin topraklarında mahşer kurulacak ve
insanların dirilip toplanacağı yer olacaktır" diye
konuştu.
İsrail'in zorbalıkları nedeniyle
milyonlarca Müslüman'ın Kudüs'te namaz kılamadığına
işaret eden İkrimavi, İslam dünyasını Kudüs'te namaz
kılmaya davet etti.
"MESCİD-İ AKSA ÜZGÜN"
Kudüs'ün Müslümanlarca diri tutulması
gerektiğini vurgulayan İkrimavi, hem ekonomik zorluk
çeken Kudüs'teki Müslümanlar açısından hem de
Kudüs'ün korunması açısından bunun önemli olduğunu
anlattı.
Mescid-i Aksa çevresinde çok hüzünlü
bir hayat yaşandığını dile getiren İkrimavi,
"Mescid-i Aksa üzgün, aynı zamanda Kudüs'te üzgün,
aynı zamanda Filistin'de üzgündür. Bu da Yahudilerin
orayı kuşatmaları, insanlara baskı yapmasından
dolayıdır. Bizim yaşadığımız bölgede hürriyetler
kısıtlıdır, hatta yoktur" ifadelerini kullandı.
ABD VATANDAŞLIĞI VAAT EDİLİYOR
Özellikle
Doğu Kudüs'te yaşayan Müslümanların tehcir edilmek
istendiğini ve vatandaşlara
ABD vatandaşı olma imkanının sunulmasına rağmen
Müslümanların tüm gücüyle direndiğine dikkati çeken
İkrimavi, oradaki insanların İsrail'in oturum
izniyle kaldığını ve durumun bu kadar vahim olduğunu
kaydetti.
Mescid-i Aksa'yı ikiye bölmek gibi
bir Yahudi planı olduğunu belirten İkrimavi, Osmanlı
hilafeti gittikten sonra Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın
kaderine terk edildiğini bildirdi.
Filistin
davasına, Türkiye'nin desteklerinin kendilerini
duygulandırdığını ifade eden İkrimavi, İslam
dünyasını Mescid-i Aksa'ya acilen sahip çıkmaya
davet etti.
TÜGVA Genel Başkanı İsmail Emanet
ve Vakfın Kahramanmaraş Şube Başkanı Ahmet Asım
Demirdöven'in konuşmasın ardından imam İkrimavi dua
etti.
Filistin ve Mescid-i Aksa'yı anlatan
filmin ardından, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye
Başkan Yardımcısı Muharrem Erantepli, İkrimavi'ye el
yapımı ceviz sandık hediye etti.
TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı ve
AKP Kahramanmaraş Milletvekili Celalettin
Güvenç de TÜGVA Genel Başkanı Emanet'e bakır tepsi
verdi.
Programa,
AKP Kahramanmaraş
milletvekilleri Nursel Reyhanlıoğlu, Mehmet Uğur
Dilipak, Mehmet İlker Çitil ve İmran Kılıç, AKP
MKYK Üyesi
Metin Doğan, Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Durmuş Deveci,
Dulkadiroğlu Belediye Başkanı Necati Okay, sivil
toplum kuruluşu temsilcileri ile vatandaşlar
katıldı.
Vatan,17.01.2016
|
STONEHENGE'İN TAŞLARININ NASIL TAŞINDIĞI BULUNDU
Londra Koleji Üniversitesi (UCL) arkeolog ve
jeologlarının oluşturduğu bir takım tarafından
önderlik yapılan Galler’deki iki taş ocağının
kazımı, bunların Stonehenge’in dolerit taşı ocakları
olduğunu doğrulamıştır ve bunların nasıl çıkarılıp
taşındıkları konusuna ışık tutmuştur.
Bugün Antiquity’de yayımlanan takımın yeni
araştırması, Stonehenge’in niçin, ne zaman ve nasıl
yapıldığına dair uzun süredir cevap bekleyen
sorulara yanıt bulmaya yardımcı olarak
Pembrokeshire’daki Preseli tepelerinde tarih öncesi
taş çıkarma faaliyetlerine kanıt sunar.
Bilim insanları takımı; UCL’den, Manchester
Üniversitesi’nden, Bournemouth Üniversitesi’nden,
Southhampton Üniversitesi’nden, Leicester
Üniversitesi’nden, Amgueddfa Cymru’dan –Galler
Millli Müzesi- ve Dyfed Arkeolojik Tesisi’nden
araştırmacıları içerir.
Stonehenge’deki büyük dikili taşlar “büyük
kumtaşlarından” ve küçük olanları da dolerittendir.
Bunlar Pembrokeshire Yakası Milli Parkı’ndaki
Preseli tepelerinden gelmektedir. Jeologlar
doleritlerin Stonehenge’e Preseli tepeleri
civarından geldiğini 1920’den beri biliyorlardı
fakat arkeologların bir araya gelip aslen
doleritlerin geldiği taş ocağını bulup kazı
çalışmaları yapmaları ancak bu zamanda oldu.
Projenin yöneticisi Profesör Mike Parker Pearson:
“Bu jeologlar ve arkeologların bir arada çalışmaları
için harika bir fırsat oldu. Jeologlar, bizi aslen
Stonehenge’in taşlarının çıkarıldığı yerin
mostrasına yönlendirdi.”
Stonehenge taşları volkanik ve püskürük taşlardır
ve bunların en yaygınları dolerit ve riyolittir. Dr.
Richard Bevins (Amgueddfa Cymru’dan –Galler Millli
Müzesi) ve Dr. Rob Ixer (UCL ve Leicester
Üniversitesi) Carn Goedog’un mostrasını
Stonehenge’in “lekeli doleriti”nin asıl kaynağı
olarak ve Craig Rhos-y-felin’in mostrasını
riyolitlerin kaynağı olarak belirlediler. Bugün
yayımlanan araştırma özellikle Craig
Rhos-y-felin’deki kazılara değiniyor.
Doğal sütunları bu mostrada oluşturan kayaların
özel oluşuğu, tarih öncesi işçilere her megaliti
(dikili taş) minimum efor ile ayırmalarını
sağlamıştır. Dr. Josh Pollard (Southhampton
Üniversitesi): “İşçilerin sadece sütunlar arasındaki
çatlaklara takoz yerleştirmeleri gerekiyordu ve
sonra da işi Gal yağmurunun odunu şişirerek her
sütunun kaya yüzeyinden ayrılışını kolaylaştırmasına
bırakıyorlardı. Daha sonra işçiler ince sütunları
taş ve topraktan yapılma platformlara
indiriyorlardı. Bu devasa taşların her ocaktan
dışarı sürüklenerek çıkarılabildiği bir tür “yükleme
alanıydı”.”
Neolitik taş ocakları uzamanı Profesör Colin
Richards (Manchester Üniversitesi): “İki mostra da
oldukça etkileyici, tarih öncesi insanlar için özel
önemler teşkil etmiş olabilirler. Onları ilk
gördüğümüzde kaynağını bulduğumuzu anladık.”
Yanmış fındıkların radyoaktif karbon izotopu ve
işçilerin kamp ateşlerindeki kömürler, bu
mostralarda birkaç megalit ocağının var olduğunu
ortaya çıkarmaktadır. Stonehenge 4,000-5,000 yıl
öncesinde, Neolitik çağda inşa edilmiştir. İki ocak
da Neolitik’te kullanılmıştır fakat Craig
Rhos-y-felin yaklaşık 4,000 yıl önce, Bronz
Çağı’nda da kullanılmıştır.
Profesör Parker Pearson: “Craig Rhos-y-felin
için MÖ 3,400 ve Carn Goedog için MÖ
3,200 tarihleri elimizde mevcut. Bu ilgi çekici
çünkü doleritlerin Stonehenge’de bir araya gelmesi
MÖ 2,900’den önce değildi. Neolitik taş
taşıyıcıların bunları Stonehenge’e getirmesi
yaklaşık 500 yıl almış olabilir fakat bana göre bu
muhtemel değil. Taşların önce taş ocakları
yakınlarında yerel bir anıtta kullanılıp daha sonra
yerlerinden alınıp Wiltshire’a getirilmiş olmaları
daha olası.”
Profesör Kate Welham (Bournemouth Üniversitesi),
yerinden sökülmüş bir anıtın iki megalit ocağı
arasında bir yerlere konulduğunu düşünüyor. “Alan
boyunca jeofiziksel araştırmalar, deneme kazıları ve
havadan fotoğrafik analizler yürütüyoruz ve en olası
yere sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Sonuçlar gelecek
vaat ediyor -2016’da büyük bir şey bulabiliriz.”
dedi.
Megalit ocakları Preseli tepelerinin kuzey
tarafında ve bu bölge doleritlerin Galler’den
Stonehenge’e nasıl getirildekleri teorilerini
çürütmekte. Önceki yazarlar, doleritlerin tepelerden
güneye doğru Milford Sığınakları’na götürüldüğünü ve
sonra da bot veya sallarda götürüldüğünü ileri
sürmüşlerdir fakat bu şu an muhtemel değil.
Profesör Parker Pearson, “Doleritlerin gideceği
tek mantıklı yön ya St. David’in Başı’ndan deniz
yoluyla kuzeydi ya da kara üzerinden şimdilerde A40
olarak bilinen vadiler arasındaki yollardan batıydı.
” dedi. “Şahsen ben kara yolunun daha olası olduğunu
düşünüyorum. 80 tek parçanın her biri 2 tondan aşağı
geliyordu ve bu yüzden öküz veya insan grupları bunu
başarmış olabilir. Hindistan’daki veya Asya’nın
herhangi bir yerindeki örneklerden bu boyutlardaki
tek bir taşın, 60 kişilik gruplarla, tahta ızgaralar
üzerinde bile taşınabileceğini biliyoruz ve bu
insanlar eğer istemezlerse sürüklemek zorunda da
değiller.”
Pembrokeshire Yakası Milli Parkı Yönetimi’nin
Kültür ve Miras Yöneticisi Phil Bennett, “Bu proje
Milli Park’ın tarih öncesi dönemdeki önemi
hakkındaki bilgimize muhteşem bir katkı sağlıyor.”
Yeni keşifler Stonehenge’in neden inşa
edildiğinin anlaşılmasına da yardımcı olabilir.
Parker Pearson ve takımı doleritlerin Stonehenge’de
MÖ 2,900 civarında, MÖ 2,500’de dev kumtaşlarının
konmasından çok önce, yükselmeye başladığına
inanıyor.
Profesör Parker Pearsom: “Stonehenge
başlangıcından beri bir Gal anıtı. Galler’de aslen
yapıldığı maddeyi, orijinal anıtı bulabilirsek
Stonehenge’in neden inşa edildiği hakkındaki ve
taşlarının bazılarının neden bu kadar uzağa
getirildiği hakkındaki gizemleri çözmüş olacağız.”
İleri kazı çalışmaları 2016 için planlanıyor.
nereye.com.tr, Kaynak: Antiquity, Çeviri: Berkan
Seyhan, 17.01.2016
|
BİLİM ADAMLARINDAN ŞAŞIRTAN KEŞİF
Reuters’un haberine göre Sibirya’da donmuş yünlü
mamut kalıntısı üzerinde bulunan mızrak izi
bölgedeki insan varlığının bilinenden binlerce yıl
daha öncesine dayandığının çok açık bir kanıtını
oluşturuyor.
Rus bilim adamları Salı günü Yenisei Körfezi
kayalıklarında yaptıkları kazı çalışmalarında 45.000
yıl önce avcılar tarafından öldürülen erkek bir
mamut ortaya çıkardı. Vladimir Pitulko’ya göre
şimdiye kadar bölgedeki en eski insan varlığı hemen
hemen 30 bin yıl öncesine dayanıyordu. Bu dönemlerde
insanlar kutupların sert hava koşulları altında
avcılık ve toplayıcılıkla yaşıyorlardı. Fillerin en
yakın akrabası olarak bilinen mamutların bölge
insanları için önemli bir besin kaynağı olduğunu
ifade eden Pitulko “gerçekten bu hayvanlar eti,yağı,
dışkısı ve uzun boynuzları çok çeşitli alanlarda
sonsuz bir kaynak teşkil ediyordu” dedi.

YENİ DÜNYAYA GÖÇÜN ANAHTARI
Mamut üzerindeki hasar dikkatle incelendiğinde
kaburgadaki izlerin kesin olarak avcılar tarafından
atılan mızraktan oluştuğunu gösteriyor. Ayrıca azı
dişi üzerindeki izler de mamutun öldükten sonra
avcılar tarafından doğrandığının işareti olarak da
görülebilir.
Bilim adamları insanların mamut avlama
yeteneklerini onların kuzey kutup bölgesinde hayatta
kalabilmesine, Sibirya’nın en kuzeyine kadar göç
edebilmelerine ve buradan Sibirya ve Alaska’yı
birbirine bağlayan Bering Boğazı’na kadar
ilerleyebilmelerine olanak sağlayan kritik bir
özellik olarak görüyorlar.
İlk insanlar Bering Boğazı’ndan geçerek Yeni
Dünyaya ulaştılar, oradan da Amerika’ya yayıldılar.
Pitulko’ya göre şu da bir gerçek ki bilinenden çok
daha öncesinde de buzul bölgesinden Bering yoluyla
Yeni Dünyaya geçişler oldu.
Star, 16.01.2016
|
CAMİDEKİ TARİHİ ESERİ ÇALMAK İSTERKEN YAKALANDILAR
Adıyaman'ın
Besni
İlçesi'ne bağlı Atmalı Köyü'nde, camiden
tarihi eser çalmaya kalkışan 4 kişi suç üstü
yakalandı.
Edinilen bilgiye göre,
Besni'ye bağlı Atmalı
Köyü Akkuyu mezrasında
Ercan A., Mehmet T., Mehmet Şıh K. ve İlyas T.
camide bulunan tarihi eseri çalmaya çalışırken
köylüler tarafından fark edilerek jandarmaya
bildirildi. Köylü vatandaşlar şahıslar kaçmasın diye
caminin çıkışını kapattı. Olay yerine gelen şahıslar
jandarma ekipleri tarafından gözaltına alındı.
Jandarma şahısları alarak sorgulamak üzere
Şambayat İlçe
Jandarma Komutanlığındaki sorgusunu ardından
Besni Adliyesine sevk edildi. Şahıslar
çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı.
Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.
haberler.com, 16.01.2016
|
EMİNÖNÜ'NÜN TARİHİ DOKUSU PANSİYON OLACAK
Tarihi hanları ve eski yapıları “ev pansiyonlarına”
dönüştüren karar, hem CHP’nin hem de İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin kendi birimlerinin
muhalefetine rağmen kabul edildi. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü,
Eminönü’nün tarihi mahalle dokusunun ve tescilli
hanların dokusunun bozulacağına dikkat çekti. Plan
değişikliğinin Tarihi Yarımada için yapılan tüm
düzenlemelere ve UNESCO mevzuatına aykırı olduğunu
vurguladı.

Fatih İlçesi’nin 2012 tarihli Koruma Amaçlı Uygulama
İmar Planı’nda yer alan “Konut alanlarında ev
pansiyonculuğu yapılamaz. Kamu ve özel öğrenci
yurtları yer alabilir” şeklindeki düzenleme ilçe
belediyesi tarafından 2015 yılının Mart ayında
değiştirildi. Plan notu “Fatih bölgesinde (eski
Fatih İlçesi sınırları) konut alanlarında ev
pansiyonculuğu yapılamaz. Yalnızca Eminönü
bölgesinde (eski Eminönü İlçesi sınırları) yer alan
konut alanlarında (Süleymaniye Yenileme Alanı
dışında) ev pansiyonculuğu yapılabilir. Kamu ve özel
öğrenci yurtları yer alabilir” şeklinde düzenlendi.
Bu haliyle kasım ayında İBB Meclisi’nde
tartışmalı şekilde onandı. Tarihi yarımada için
alınan bu önemli karara ilişkin İBB’nin ilgili
birimleri planlama ile ilgili tespitler yaparak
uyarılarda bulundu. Söz konusu değişikliğin dokuyu
bozabilecek nitelikte olduğuna dikkat çekildi.
UNESCO, ‘’Eski Eminönü bölgesinde fonksiyon
dengesini değiştiren, eski eser ve özellikle sivil
mimarlık örneği eserler ile tescilli hanlara ilişkin
arazi kullanım kararı değişikliği getirdiği için
proje mevzuatımıza aykırı’’ şeklinde açıklamada
bulundu.
KENDİ BİRİMLERİ BİLE İTİRAZ ETTİ
Planın Tarihi Yarımada’nın siluetinin, özgün
işlevlerin ve yaşayan kültürün korunması şeklindeki
ana ilke ve hedeflerinin bu plan notu ile tamamen
değiştirildiği vurgulandı. Tarihi Yarımada’nın tüm
silüet ve nüfus dengesini değiştirip,
ticarileştirilecek olan bu raporun oylanması
sırasında CHP, İBB’nin kendi birimleri tarafından
yapılan uyarılara dikkat çekerek değişiklik
teklifinin komisyona iadesini istedi. Ancak plan oy
çoğunluğuyla kabul edildi.
Sözcü, Haber: Özlem
Güvemli, 16.01.2016
|
ZONGULDAK'TA 9 KİŞİ DEFİNE ARARKEN YAKALANDI

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde define bulup zengin
olma hayali kuran 9 kişi jandarma tarafından
yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, E.Y , H.A, S.K, - İ.E
,S.F,- H.T, Y.B, Ş.T, R.B köyün yakınlarındaki
bir bölgede kazı yapmaya başladı. Şüphelilerin
kazı çalışmaları yaptığı ihbarını alan
Jandarma ekipleri
Sabah saatlerinde operasyon düzenledi.
Jandarma ekipleri kazı yaparak tarihi eser
arayan 9 kişi ile kazı için kullandıkları
Jeneratör, hilti, kazma, kürek, keski ile
çok sayıda malzemeyi ele geçirdi. Jandarma
karakoluna götürülen şüphelilerin ifadeleri
alınmaya başladı.
Tarihi eser kazısı yaptıkları sırada jandarmaya
yakalanan 9 kişinin alınan ifadelerinin ardından
savcılığa sevk edilecekleri öğrenildi.
Jandarma olayla ilgili soruşturmayı sürdürüyor.
Milliyet, 16.01.2016
|
İZMİR BÜYÜKŞEHİR ARKEOLOJİK KAZILARA BU YIL 3.2
MİLYON LİRA VERECEK

İzmir Büyükşehir Belediyesi, daha önce iki
bölgede verdiği arkeolojik kazı desteğini, 2016
yılında beş bölgeye çıkardı. Bu yıl Agora,
Foça, Erythrai, Eski Symrna ve
Yeşilova Höyüğü’ndeki arkeolojik kazılara,
yaklaşık 3.2 milyon lira kaynak aktaracak.
Şehrin 8 bin 500 yıllık tarihi mirasını gelecek
kuşaklara aktarmak için birçok projeye imza atan
Büyükşehir Belediyesi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzalayacağı yeni
protokolle beş
ören yerindeki arkeolojik kazı çalışmalarına, 3
milyon 180 bin lira maddi destekte bulunacak. 2012
yılından beri Smyrna antik kenti (Agora) ve
Foça
İlçesi'ndeki kazı çalışmalarına maddi destek
veren belediye, bu yıl kapsamı genişleterek Erythrai
(Çeşme-Ildırı), Eski Symrna (Bayraklı)
ve
Yeşilova Höyüğü’ndeki (Bornova)
kazı çalışmalarına da katkıda bulunacak. Bakanlıkla
imzalanacak protokolle Eski Symrna kazılarına aylık
30 bin,
Yeşilova Höyüğü kazılarına 40 bin, Erythrai
kazılarına 75 bin, Smyrna ve
Foça kazılarına ise aylık 85 bin lira maddi
destekte bulunacak.
Haberler.com, 16.01.2016 |
CENGİZ BEKTAŞ'IN ARŞİVİ ONLINE ERİŞİME AÇILDI
Cengiz Bektaş'ın eskizleri, çizimleri ve
fotoğraflarından oluşan arşivi SALT Araştırma
tarafından online erişime açıldı.
Önemli arşivleri bünyesine katarak
genişleyen SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım
Arşivi, Altuğ-Behruz Çinici
Arşivi'nden sonra şimdi de Cengiz Bektaş'ın
eskizleri, çizimleri, bina ve maket
fotoğraflarından oluşan arşivini online erişime
açtı. 1934 Denizli doğumlu Cengiz Bektaş'ın
yapıları Cumhuriyet Dönemi mimarlık tarihi
örnekleri arasında yer alıyor. Mimar, Ağa Han
Mimarlık Ödülü'nün yanısıra pek çok ulusal
ödülün de sahibi.
Online erişime ve kişisel yüklemeye açık arşive Salt Araştırma'nın internet sitesinden ulaşabilirsiniz.
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 15.01.2016
|
TARİHİ MARMARİS KALESİNE MATKAP DARBESİ

Muğla’nın
Marmaris
İlçesi'nde yapımı MÖ 2. bin
yılı olarak bilinen tarihi kalenin duvarları klima
takılması için hilti ve matkapla delindi.

Marmaris’te, müze olarak da hizmet veren tarihi
Marmaris Kalesi’nin binlerce yıllık duvarlarına,
havalandırma amacıyla klima takılması için matkap
darbesi vuruldu. Müze Müdürü Şehime Atabey,
çalışmanın yasal olduğunu öne sürdü.
Marmaris
arkeoloji Müzesi olarak da kullanılan kalenin
duvarlarının delinmesi için
Bodrum’dan ekip geldi. Tarihi duvarları mevcut
matkap ve hiltilerle delmekte zorlanan ekibin talebi
üzerine
İstanbul’dan daha güçlü
Elmas uçlu hilti istendi. Marmaris Müzesi Müdürü
Şehime Atabey, çalışmaların izinli ve yasal olduğunu
öne sürdü, fotoğraflanmasına tepki
gösterdi.Klimanın, müze içindeki eserlerin
rutubetten etkilenmemesi için takılacağı belirtildi.
Uygulamanın doğru olmadığını söyleyen tarih
araştırmacısı ve arkeograf Raşit Öztürk, “Tarihi
dokuya dokunamazlar. Bir tek taş alınamaz, çivi
çakılamaz. Eğer böyle bir havalandırma durumu
gerekliyse bunun
Avrupa’da örnekleri var. Avrupa’daki müzelerde
benzer durumlarda, seyyar nemden koruyucu cihazlar
kullanılıyor. Yani bir taş ve çivi sökülmeden
yapılıyor. Böylece tarihi doku zarar görmüyor.
Marmaris’te yapılan tamamen yanlış” dedi.
Kaynaklara göre, müzeye ev sahipliği yapan kalenin
ilk surları MÖ 2. binyılda inşa edildi. Yine MÖ
334’te surlar, Marmaris’i işgal eden Büyük İskender
tarafından onartıldı. Kanuni Sultan Süleyman’ın,
1522’de Rodos Seferi sırasında üs olarak kullandığı
kalenin duvarları son olarak 1914’te, 1. Dünya
Savaşı’nda Fransız savaş gemilerinin attığı toplarla
zarar gördü, daha sonra tamir edildi. Kale, 25
yıldır Marmaris Arkeoloji Müzesi olarak da hizmet
veriyor.
Milliuyet, 15.01.2016
|
BANKSY'NİN KARAKÖY SERGİSİNDEN HABERİ VAR MI?
Bristollı Steve Lazarides’in Banksy maceralarını
Contemporary İstanbul fuarında dinlemiştim. Steve
Lazarides, Banksy’nin üniversite yıllarından
arkadaşı olarak onunla az ‘tag’e çıkmamıştı. Bir
keresinde onun yerine yakalanmıştı. Banksy’nin ünlü
Tate Modern eylemi sırasında da Steve Lazarides onun
yanındaydı.
Banksy’nin saçlarının ve gözlerinin ne renk
olduğu konusunda ser verip sır vermezken ünlü
graffiti sanatçısının ekonomi sınıfıyla uçtuğunu
ağzından kaçırmıştı. Aynı zamanda Banksy’yle tam on
yıldır hiç görüşmediklerini ve konuşmadıklarını da…
Dolayısıyla günlerdir oturup kalkıp
eleştirdiğimiz Banksy’nin, İstanbul Entertainment
Group’un Steve Lazarides küratörlüğünde Global
Yatırım’ın desteğiyle açtığı sergiden haberi yok. Bu
sergiyle ilgili izin vermiş de değil kendisine…
Fakat Steve Lazarides, böyle bir sergi yapmak
için Banksy’den kanuni olarak izin almak zorunda
değil. Çünkü sergideki eserlerin hepsi sergiye özel
üretilmiş işler değil. Lazarides’in üniversite
yıllarından beri tanıyıp pazarladığı Banksy’yi
sattığı koleksiyonerlerden alınarak yapılan bir
sergi.
20 koleksiyonerin koleksiyonundaki Banksy’lerin
bir araya getirilmesinden oluşan sergiyle ilgili
Lazarides’e Banksy’nin bu sergiden haberi olup
olmadığını soruyorum. Fuarda onu on yıldır
görmediğini hatırlatarak… “Evet, tam on yıldır
görüşmüyoruz. Bu sergiden haberi yok. İzin vermiş
falan da değil. Ama ondan izin almak zorunda
değilim. Bu sergiyi bir retrospektif olarak
düşünebiliriz.”

Bazı işler size mi ait peki?
Hayır, hiçbir bana ait değil. Zaman içinde sattığım
işleri koleksiyonerlerinden izinle topladım.
Türkiye’den var mı peki sergiyi iş veren
koleksiyoner?
Hatırladığım kadarıyla
yok. Biriyle görüştük ama sonra olmadı.
Lazarides, bir sokak sanatçısının hem bir finans
şirketi sponsorluğunda hem de biletle girilen bir
sergi açmasının sanatatak okurlarına da bana da hem
ahlaki hem de politik olarak son derece sorunlu ve
çelişkili olduğunu dile getiriyorum. İtiraz ediyor:
“Okurlarınızı ve sizi anlıyorum. Onlara neyin ters
geldiğini… Bugün sponsorsuz bir sergi yapmak
imkansız. Yıllarca sponsorsuz sergi yaptım. İflasın
eşiğine geldim. Tate Modern nasıl sponsor alarak
sergi yapıyorsa Banksy sergisi gibi bir sergi yapmak
için de sponsor şart. Bunun finans şirketi olmasının
günümüzde dünyasında ayrı bir önemi yok. Vizyoner
olan birinin sponsor olmasının önemi var. Global
Yatırım demek ki vizyoner bir şirket olarak böyle
bir sergiye yatırım yapıyor. Evet eleştirileri
anlıyorum ama bazen durum budur. Durumu olduğu gibi
kabul etmek gerekir.”

Estetik açıdan sergiyi adeta bir Banksy sergisi
değil de onun simülasyonu gibi eleştirmemizin mümkün
olmasına ise şöyle yanıt veriyor:
“Banksy’nin sergisini mümkün olduğunca güçlü
kılmak için elimden geleni yaptım. Tipik beyaz küp
bir sergi olsun istemedim. Mekan da bir müze ya da
galeri mekanı değil zaten. Mekana özgü bir atmosfer
yaratak onun mizahını ön plana çıkarmak istedim. Bu
serginin merkezinde Banksy’nin mizahı var.”
Steve Lazarides’e Banksy’nin her ne kadar
kapitalizm tarafında kuşatılarak adeta izleyiciyi
duvar tüketicisine kendisini de “sözde bir activist”
dönüşmekten kurtaramadığını tespit etsem de onun
gibi birinin böylesine bir sergiye asla imza atmak
istemeyeceğine emin olduğumu söylüyorum.
Lazarides yanıldığımı Banksy’nin en büyük
özelliğinin hep bir sonraki adımda ne yapacağını
düşünmesi, işlerinin geçmişiyle ve kaderiyle, birer
tüketim objesine dönüşmesiyle ilgilenmediğini
belirtiyor ve ekliyor: “Kendisi de Dismaland’in
girişinde izleyiciden tam 4 İngiliz Sterlin’i
alıyor. Bu az bir para değil.Sizin ve okurlarınızın
eleştirisinde bir hipokrasi var. Müzeler bir Rothko
sergisi yaparken nasıl izleyiciden para alıyorlarsa
burada da Banksy gibi prodüksiyonlu bir sergi için
bir ücret alınıyor olması normal. Star Wars’a
giderken de bilet almıyor musunuz? Üstelik IEG bilet
gelirlerini bir derneğe bağışlayacak.Bu da çok
anlamlı.”
Banksy sergisine eleştiri okları hiç şüphesiz her
birimizden Steve Lazarides’in bana yaptığı
açıklamalar sonunda kuvvetlenerek daha da çoğalacak
ve artacak. Sanat alanında muhalefet yapma
biçimlerinin içinde bulunduğu kusursuz kapitalist
işleyiş tarafından nasıl emildiğinin hem yaşatılıp
hem de araçsallaştırıldığın güzel bir örneği bu
sergi. Siyaseten ve toplumsal olarak içinden
geçtiğimiz bütün çelişkilere büyük tercüman.
Her ne kadar Lazarides sohbetimizin sonunda
Sultanahmet’te yaşanan canlı bomba saldırısından
sonra Banksy sergisinin ayrı bir anlam kazandığını
söylese de, içinden geçtiğimiz zamanları karanlık ve
zor olarak nitelendirerek Banksy’nin bu karanlığı
aydınlatmada en önemli gücünün mizahından
getirdiğini eklese de….
Hepimize ait duvarlara hepimizin hislerinin
tercümanı işleriyle bildiğimiz ama aslında hiç
tanışmadığmız Banksy’nin butik otele dönüştürülen
kamu binası tadındaki sergisi güçlü bir paranoyayla
Banksy’nin sadece sanatın asla kamuya kavuşmayacak
bir bakıma hayata ve hep “özelleştirilecek”
“pazarlanacak” ve bu pazardan asla muaf olamayacak
bağımlılığını ifşa etmek üzere geliştirilmiş bir
şirket olup olmadığını düşündürüyor.
Banksy diye bir şey yok aslında o da bir çağdaş
sanat yatırım şirketi mi acaba?
Sanat Atak,
15.01.2016
|
OTOBÜS BÜYÜKLÜĞÜNDE TİMSAH FOSİLİ BULUNDU
Tunus'ta dünyanın bilinen en büyük tuzlu su
timsahına ait fosil bulundu.
Tarih öncesi döneme ait deniz timsahının uzunluğunun
10 metre ve ağırlığının 3 tonu bulduğu bildirildi.
Timsahın sadece kafatasının uzunluğu 1,6 metre
olarak ölçüldü.
Araştırmacılar türe "Machimosaurus rex" adını
vererek bulguları Cretaceous Research dergisinde
yayımladı.
Makalenin başyazarı olan
Bologna Üniversitesi'nden Federico Fanti, 130
milyon yıllık olduğu anlaşılan fosilin "neredeyse
bir otobüs büyüklüğünde olduğunu" belirtti.
Washington Post'a konuşan Fanti, devasa
boyutlardaki tuzlu su timsahının "O dönemde en
azından belli bir bölgede besin zincirinin tepesinde
bulunduğunu" söyledi.
Paleontologlar, denizde yaşayan en büyük timsah
olduğu sanılan M. rex'in lagünlerde pusu kurarak
avlandığını açıkladı.
Tarihte en büyük tatlı su timsahının, 110 milyon
yıl önce
Afrika ve Güney
Amerika'da yaşayan ve boyu 12 metreye ve
ağırlığı 8 tona ulaşabilen "Sarcosuchus imperator"
olduğu sanılıyor.
Milliyet, 15.01.2016
|
İNGİLTERE'DE ÇOK İYİ KORUNMUŞ DURUMDA BRONZ ÇAĞI
EVLERİ BULUNDU

İngiltere’nin
Cambridgeshire bölgesinde, çok iyi korunmuş durumda
olan 3 bin yıllık Bronz Çağı evleri bulundu.
Yaşayanların yangın yüzünden aceleyle terk ettiği
anlaşılan evlerin içerisinde kumaşlar, çömlekler ve
kaseler gibi çeşitli eşyalarda bulundu.

Doğu Anglia’da bulunan
ev kalıntıları o döneme ait yaşam hakkında ipuçları
da veriyor. Cambridge Arkeoloji Bölümü’nden Mark
Knight, şaşkınlığını koruyor: “Büyüleyici,
inanılmaz. Şu anda bronz çağına ait çatısı
bozulmamış bir evin kenarında duruyorum. Burası 3
bin yıl önce birilerinin eviydi. Biz şimdi onun
içine gireceğiz.”
Cambridge’den Chris
Wakefield, o döneme ait gıda malzemelerine
ulaştıklarını söylüyor: “Arkeologları gerçekten
heyecanlandıran 29 adet kap bulduk. Bundan çok daha
iyi olanı korunmuş yiyecekler bulundu. O dönemde
yangın sonrayı yıkıma uğrayan yerde arta kalan gıda
malzemeleri var. Bunları İngiltere’de ve Avrupa’da
bulmak hayli zordur.”

Historic England Genel
Müdürü Duncan Wilson, kazının insan odaklı
ilerlediğini belirtiyor: “Burayı Pompei’ye
benzetebiliriz. Büyük bir felaket olduktan sonra
herkes hızlı bir şekilde orayı terk etmiş ve kap
çanak neyi varsa arkasında bırakmıştı. Bu süreçte
bazıları da hayatını kaybetti. Şu anda ceset
kalıntıları bulduk ve kazıya devam ediyoruz.”

Kazıklar üzerine yapılan evlerin birkaç aile
tarafından kullanılmış olabileceği tahmin
ediliyor. Bölge İtalya’nın Napoli şehrindeki Roma
dönemine ait Pompei kentini hatırlatıyor. Uzmanlar o
dönemki yangının kasten çıkarılıp çıkarılmadığını
araştırıyor.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
tr.euronews.com, 14.01.2016 |
ABDÜLHAMİD'İN KÜTÜPHANESİ 28 ŞUBAT'TA ÇÖPE ATILMIŞ
‘‘Kitap katliamı” dendiğinde hemen hatıra gelen bir
hadise vardır: Moğollar 1258’de Bağdat’ı işgal
ettikleri zaman, içerisinde halifelerin asırlar
boyunca topladıkları kitapların bulunduğu muazzam
kütüphaneyi yakıp yıkmışlar, bir eşi olmayan
elyazmalarını Dicle’ye atmışlar ve mürekkebe bulanan
Dicle güya günlerce simsiyah akmıştır!
İddianın bir kısmı,
mesela Moğol ordularının kütüphaneyi tahrip ettiği
belki doğrudur ama Dicle’nin günlerce kapkara akması
gibisinden ifadelerin Moğollar’a karşı duyulan
nefret yüzünden ortaya çıkmış bir abartı olduğu ve
zamanla efsane halini aldığı bellidir...
Dolayısı ile siz siz olun, Bağdat Kütüphanesi
hakkında anlatılanların tamamına pek inanmayın...
28 Şubat
döneminde işlenmiş bir kültür cinayeti yıllar sonra
öğrenildi ve 1909’a kadar Sultan Abdülhamid’in
Yıldız Sarayı’ndaki özel kütüphanesi olan, daha
sonra İstanbul Üniversitesi’ne devredilen İstanbul
Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı’ndaki son
derece kıymetli binlerce eserin Prof. Kemal
Alemdaroğlu’nun 28 Şubat zamanındaki rektörlüğü
sırasında çöpe atıldığı ortaya çıktı! İstanbul
Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı’nın müdürü
Ramazan Minder, katledilen kitaplardan bulabildiği 4
bin 500 kadarını Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş’ın sağladığı mali destek ile geçtiğimiz
birkaç ay içerisinde toparlayıp kendi kütüphanesine
nakletti. Şimdi yapılması gereken iki önemli iş var:
Moğol talanından beter bu kültür cinayetinin
hesabının mutlaka sorulması ve İstanbul
Üniversitesi’ne ait olan kütüphanenin asli yerine,
yani Yıldız Sarayı’na nakledilmesi!
PROFESÖR
ÜÇLÜ’NÜN ESERİ
Türkiye’de 1990’ların
sonunda İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde
meydana gelen, şimdiye kadar bilinmeyen, hafta
başında öğrendiğim ve sizlere bugün nakledeceğim bir
başka “kitap kıyımı” var ki, Bağdat’ta 1258’de
yaşanan kültür tahribatına rahmet okutur,
Moğollar’ın işledikleri kitap cinayetleri bu
rezaletin yanında ibadet gibi kalır!
İşte, 18-19 sene
boyunca gizli kalan, haberdar olunamayan, üstelik
Moğollar’a bile rahmet okutan kitap katliamı:
Prof. Kemal Gürüz’ün
YÖK’ün Başkanı, Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul
Üniversitesi’nin rektörü ve Prof. Meral Alpay’ın da
Üniversite Kütüphanesi’nin başında bulunduğu 28
Şubat döneminde kütüphanenin “Nadir Eserler
Bölümü”nde bulunan binlerce kitap çöpe atılmış,
sonra kapanın elinde kalmış!
MOĞOL
TALANINDAN BETER
Katliama sahne olan
kütüphanenin geçmişini kısaca hatırlatayım: İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesi’nin “Nadir Eserler Bölümü”,
Sultan Abdülhamid’in özel kütüphanesidir ve
hükümdarın 33 senelik iktidarı sırasında binbir
zahmetle toplayıp Yıldız Sarayı’na getirttiği
herbiri birbirinden kıymetli kitapları barındırır...
Yıldız Sarayı’nın 31 Mart ayaklanmasından sonra
defalarca uğradığı yağmalardan kurtulabilmiş tek
bölümü olan kütüphane, Cumhuriyet’in ilanından sonra
kararname ile İstanbul Üniversitesi’ne verilmiş,
uzun seneler ciddi bir ilim merkezi olmuş ama Prof.
Kemal Alemdaroğlu’nun devr-i iktidarında Moğol
talanından beter şekilde mahvedilmiştir!
TALAN
FAKÜLTELERDE BAŞLADI
Şimdi katliamın nasıl
yaşandığından ve o senelerde kurban edilen
kitapların sadece bir bölümünün tekrar nasıl
bulunduğundan bahsedeyim:
Prof. Alemdaroğlu’nun
rektör olduğu günlerde, Üniversite Kütüphanesi’nde
birşeyler yaşanmak üzere olduğu işitiliyordu... Bir
gün, fakültelerin yine gayet kıymetli eserlerin
bulunduğu ve onbinlerce cildi barındıran seminer
kitaplıkları “yer sıkıntısı” gerekçesi ve rektörün
talimatı ile kapatıldı, kitaplar kolilere doldurulup
mahzenlere atıldı.
Derken 1999 depremi
geldi, Bayezid’den Süleymaniye’ye uzanan yolun
üzerinde bulunan ve Üniversite Kütüphanesi’nin Nadir
Eserler Bölümü olan bina hasar gördü, buradaki
kitaplar da boşaltıldı, bina restorasyona alındı ve
senelerce kapalı kaldı.
KURTARABİLDİĞİNİ KURTARDI
O günlerde, piyasayı
üzerinde Üniversite Kütüphanesi’nin damgası olan
kitaplar sardı! Sultan Abdülhamid’e ait eserler
sergilerde, dükkanlarda ve mezatlarda boygösteriyor;
üstelik bazı kitap kolilerinin kamyonlara konup çöpe
gönderildiği de söyleniyordu. Ogünlerde meseleyi
defalarca yazdım, Prof. Alemdaroğlu ile bazı
toplantılarda tartıştım ve rektörden hep aynı cevabı
aldım: “Kütüphane, restorasyonun tamamlanmasının
ardından daha mükemmel ve Atatürkçü bir şekilde
tekrar hizmete girecekti!”...
Bina daha sonra tekrar
hizmete açıldı, Alemdaroğlu’nun ardından seminer
kitaplıklarındaki eserlerden kalanlar da yeniden
eski yerlerine taşındı ama binlerce cilt maalesef
kayıptı!
Bu binlerce kitabın
akıbetini, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait
olan Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’nın müdürü
Ramazan Minder, bundan birkaç ay önce ortaya
çıkardı. Bazı kitap kolleksiyonerleri, çöpe atılan
koliler dolusu kitapları bulmuş, satın almış ve
kendi kütüphanelerine koymuşlardı. Sultan
Abdülhamid’e ait olan eserlerin toparlanabildiği
kadarının yeniden bir kütüphaneye gitmesi için
gerekli finansmanı İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş sağladı ve Atatürk
Kitaplığı’nın müdürü Ramazan Minder 4 bin 500 kadar
eseri geçtiğimiz aylarda satın alarak başında
bulunduğu Atatürk Kitaplığı’na yerleştirdi.

Çöpe giden kitapların iç kapağında yeralan ve Yıldız Kütüphanesi’ne ait olduklarını gösteren demirbaş kaydı

Sultan Abdülhamid’e hediye ettiği kitaplar çöpe giden Alman İmparatoru İkinci Wilhelm
HEDİYELERI
BİLE ATMIŞLAR
Geçen gün Atatürk
Kitaplığı’na gittim, Prof. Kemal Gürüz-Prof. Kemal
Alemdaroğlu ve Prof. Meral Alpay üçlüsü tarafından
kurban edilen eserlerden hayatta kalabilenleri görme
inkanını buldum ve dehşeti çok yakından hissettim:
Atılan eserler arasında neler vardı neler! Alman
İmparatoru İkinci Wilhelm’in Sultan Abdülhamid’e
hediye ettiği ve kapağının bir tarafında Wilhelm’in
antetinin, diğer tarafında da hükümdarın mensubu
olduğu Hohenzollern Hanedanı’nın armasının bulunduğu
nefis cildli ilmi yayınlar, bazıları şimdi
onbinlerce dolar eden ama bulunması imkansız gibi
olan seriler ve iç kapaklarında Yıldız
Kütüphanesi’nin demirbaş kaydının yeraldığı daha
binlerce nadir eser!

Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in üzerinde kendi anteti ile Hohenzollern Hanedanı’nın armasını bastırıp Abdülhamid’e hediye ettiği bu kitaplar da çöpe gitmiş
Kültür, bilim ve sanat
dünyası “Üniversite”ye, daha doğrusu “Yıldız”
Kütüphanesi’ne ait olup da 28 Şubat’ın kurbanları
arasında yeralan ve ne kadarı katledildiği maalesef
bilinmeyen binlerce kitaptan 4 bin 500 kadarının
kurtulabilmesi için gerekli mali desteği hemen
sağlayan Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile bu
eserlerin bir kütüphanede tekrar yer bulmalarını
sağlayan Atatürk Kitaplığı’nın müdürü Ramazan
Minder’e şükran duymalıdır...

Abdülhamid’in kütüphanesi, 90’ların sonunda kolilerde
CÜRMÜN HESABI
SORULMALI!
Ama Moğol
çapulculuğundan beter bu rezaletin üzerinde mutlaka
durulması gereken bir başka boyutu daha var: Kitap
katliamının hukuki, hatta cezai sorumluluğu...
Daha açık söyleyeyim:
Türkiye’nin vaktiyle en mükemmel ve en zengin
kitaplıklarından olan İstanbul Üniversitesi Nadir
Eserler Bölümü’ndeki emsalsiz eserleri çöplüğe layık
gören üçlüden; yani her biri “Profesör” unvanını
taşıyan Kemal Alemdaroğlu’ndan, Kemal Gürüz’den ve
Meral Alpay’dan işledikleri cürmün hesabının
sorulması gerekir!
TEK ÇARE:
YILDIZ’A NAKLETMEK
Hukukçu değilim, böyle
bir cürüm ile ilgili zamanaşımının kaç sene olduğunu
ve şu anda bitip bitmediğini bilmiyorum, üstelik
hayatımda hiçbir zaman “muhbir vatandaş” olmadım ama
şimdi ilk defa ihbarda bulunuyorum: Bu hadise
hakkında savcılığın adli, İstanbul Üniversitesi’nin
tarihçi rektörü Prof. Mahmut Ak’ın da idari
soruşturma açmaları ve Prof. Ak’ın kütüphanede ilk
defa ciddi bir sayım yaptırması gerekten de öte şart
gibidir!
Daha önce yazmıştım,
şimdi tekrar edeceğim:
Sultan Abdülhamid’in
kütüphanesinin eski şaşaalı ve ilim merkezi olduğu
günlere tekrar dönebilmesi için el değiştirmesi
artık bir mecburiyettir! İstanbul Üniversitesi’nin
böyle bir kütüphaneye sahip olmanın gereklerini
yerine getiremediği açıkça ortaya çıkmıştır ve
seneler boyu her şekilde perişan edilen
kütüphanedeki 18 bin 600 adet elyazmasının da başına
bir işlerin gelmemesinin yolu, bu yazmaların ve
diğer kolleksiyonların asli yerine, yani yakında
“Cumhurbaşkanlığı İstanbul Külliyesi” haline gelecek
olan Yıldız Sarayı’na nakledilmelerinden geçer.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 10.01.2016
******
İSTANBUL
ÜNİVERSİTESİ'NİN ARŞİVİ DE ÇÖPE GİTMİŞ!
Geçen hafta, Sultan
Abdülhamid’e ait olan ve İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi’nde bulunan binlerce kitabın 28 Şubat’ta
nasıl çöpe atıldığını yazmıştım... Üniversitenin
uğradığı Moğol zulmünden beter kültür katliamı
meğerse bundan ibaret değilmiş! Aralarında
Türkiye’de çağdaş bilimi inşa eden alimlere,
edebiyatçılara, hukukçulara, doktorlara, Fuad
Köprülü’den Halide Edip’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan
Abdülbaki Gölpınarlı’ya kadar çok önemli 344 hocanın
sicil dosyaları ile güvenlik soruşturması raporları
da çöpe gitmiş. Bilim tarihimizin arşivini Türk
Tarih Kurumu’nun eski başkanı Prof.Dr. Ali Birinci
kurtarmış, satın alıp Kurum’a nakletmiş. Şimdi orada
mükemmel şekilde mühafaza ediliyorlar.
Geçen hafta,
Moğollar’ın 1258’de Bağdat’ı işgal etmelerinden
sonra yaptıkları kültür katliamından beter bir
kütüphane cinayetini yazmıştım: Temelini Sultan
Abdülhamid’in özel kütüphanesinin teşkil ettiği
Üniversite Kitaplığı’nda bulunan ve birbirinden
kıymetli binlerce eserin 28 Şubat döneminde, Prof.
Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nin
rektörü olduğu sırada çöpe atılmasını...

GEÇMİŞLERİNİ
DE KATLETMİŞLER
Çuvallara doldurularak
çöpe gönderilen kitaplar kapanın elinde kalmış,
İstanbul Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı’nın
müdürü Ramazan Minder bunların 4 bin 500 kadarını
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın
sağladığı mali destek ile birkaç ay önce kurtarıp
Atatürk Kitaplığı’na nakletmişti...
İstanbul
Üniversitesi’ndeki kültür katliamı bu kadarla, yani
Sultan Abdülhamid’in hususi kitaplığı ile kalmış
olsa, öpüp başımıza koyalım... O dönemde
üniversitenin sadece kütüphanesi değil arşivi, yani
kendi tarihi bile hışma uğramış!
344 HOCANIN
ÖZEL BİLGİLERİ
Benim seneler sonra,
ancak önceki gün haberdar olabildiğim hadise şöyle
cereyan etmiş: Prof. Kemal Gürüz’ün YÖK’ün, Prof.
Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nin,
Prof. Meral Alpay’ın da Üniversite Kütüphanesi’nin
başında olduğu sırada, üniversitenin kuruluşundan
1970’li senelere uzanan personel arşivi
kütüphanedeki binlerce eser ile beraber çöpe gitmiş!
Moğollar’ın kitap katliamından beter şekilde imha
edilen arşivde neler mi varmış? Tıp doktorundan
hukukçusuna, edebiyatçısından maarifçisine kadar
Türkiye’de çağdaş bilimin kurucularından ve sonraki
dönemlerin önde gelen alim ve sanatçılarından olan
344 hocanın sicil dosyaları; yine kuruluş günlerine
ait olan, herbirinde 75 ile 100 kadar yazışma
bulunan klasörler üniversite hocaları ile diğer
görevlilerin sicil bilgileriyle güvenlik
soruşturmaları sonrasında hazırlanan raporların
yeraldığı 146 adet diğer dosya!
Bütün bu dosyalar
Kadıköy’deki bir sahafın eline geçmiş ve seneler
sonra Türkiye’nin kitap konusunda önde gelen
alimlerinden ve kolleksiyoncularından olan Prof.Dr.
Ali Birinci tarafından kurtarılmışlar. Türk Tarih
Kurumu’nun 2008 ile 2011 arasında başkanlığını yapan
Prof. Birinci, evrakı elinden bulunduran sahafla
sekiz ay süren bir pazarlık neticesinde
üniversitenin çöpe layık gördüğü tarihini servet
sayılabilecek bir meblağ ödeyerek almış ve Tarih
Kurumu’nun arşivine nakletmiş.
İstanbul
Üniversitesi’nin Prof. Alemdaroğlu’nun devr-i
iktidarında çöpe giden hafızası şimdi Türk Tarih
Kurumu’nda muhafaza altında! Sicil dosyaları,
belgeleri, yazışmaları ve hatta yapılan güvenlik
soruşturması raporları çöpe giden hocaların kimler
olduğunu merak mı ettiniz?
Aralarında
üniversitenin kurucularından Türkiye’de çağdaş
bilimi inşa eden alimlere, edebiyatçılara ve
hukukçulara kadar kimi ararsanız herkes var...
OKUYUN VE
DEHŞETE DÜŞÜN
İşte, evrakı çöpe
giden ve çoğu profesör veya doçent olan bu
kişilerden bazıları... Aşağıdaki listeyi okuyun ve
siz de benim gibi dehşete düşün:

Fuad Köprülü, Ahmet
Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Abdülbaki
Gölpınarlı, Sıddık Sami Onar, Nihal Atsız, Sabri
Esat Siyavuşgil, Akdes Nimet Kurat, Asaf Halet
Çelebi, Orhan Köprülü, Adile Ayda, Ağaoğlu Ahmet
Bey, Mina Urgan, Tarık Zafer Tunaya, Zeki Velidi
Togan, Ahmet Ateş, Maarif Nazırı Emrullah Efendi,
Ali Nihad Tarlan, Ebulula Mardin, Fahir İz, Çetin
Özek, Ahmet Ateş, Oktay Aslanapa, Ömer Lütfi Barkan,
Sadri Maksudi Arsal, Sadrettin Celal Antel, Neşet
Ömer İrdelp, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Şükrü Baban,
Cemil Birsel, Ahmet Caferoğlu, Abdülbaki Baykara,
İsmail Hikmet Ertaylan, Sabri Ülgener, Muammer Kemal
Özergin, Mazhar Osman Uzman, Mehmed Ali Ayni, Mehmet
Emin Erişirgil, Muhibbe Darga, Mustafa Şekip Tunç,
Nurhan Atasoy, Şerare Yetkin, Hacı Adil Arda, Bekir
Kütükoğlu, Bülent Tanör, Ali Canip Yöntem, Ziyaeddin
Fahri Fındıkoğlu, Fuat Sezgin, Mümtaz Tarhan, Hazım
Atıf Kuyucak, Mazhar İpşiroğlu, Salih Zeki Bey,
Abdülkadir Karahan ve daha dünya kadar bilim
adamı...
AYIRIM
YAPMADAN TEMİZLİK
İstanbul
Üniversitesi’ndeki bu kültür cinayetinin sorumlusu
olan zamanın rektörünü aslında sadece suçlamamamız,
gönülden tebrik etmemiz de lazım... Zira,
Türkiye’nin en eski ilim merkezi olduğu iddia edilen
İstanbul Üniversitesi’nin hafızasını çöpe
gönderirken gayet tarafsız davranmış; sağcı, solcu,
laik, Atatürkçü, İslamcı, erkek, kadın, alim, cahil,
vesaire ayırımına gitmemiş, isimleri ve ideolojileri
dikkate almamış ve arşivde ne buldu ise, kime ve
hangi düşünceye ait olduğuna bakmadan çöpe
göndermiş...
HÜLAGÜ HAN
BİZİ AFFETSİN!
Gerçek bir “devrim”in,
özellikle de “kültür devrimi”nin işte böyle
yapılması gerekir! Hafızayı sıfırlamak maksadıyla
hatıra, vefa, ilim vesaire gibi kavramlar hiçbir
şekilde nazarı dikkate alınmamalı ve mevcut olan
herşeyin üzerinden bu şekilde bir silindir gibi
geçilmelidir!
İstanbul
Üniversitesi’nde yapılan da işte budur ve
üniversitenin tarihi konusunda araştırmaya girişecek
olanların bundan böyle müracaat edebilecekleri,
aradıklarında mutlaka birşeyler bulabilecekleri tek
bir yer vardır: Çöplükler!
Meğerse, asırlar
boyunca “kitap katliamı yaptılar” diye Moğollar’ın
günahını almışız, Türkiye’de beteri olmuş...
Hülagü Han bizi
affetsin!
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı,
17.01.2016
|
HARPUT KALESİ HAMAMINDA ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI
SÜRÜYOR

Elazığ’da Harput’un tarihi mirasının yaşatılması ve
gelecek nesillere aktarılması için arkeolojik kazı
çalışmaları devam ediyor.
Artukoğulları dönemine ait olduğu bilinen ve
Harput Kalesinin kuzeyinde yer alan Kale Hamamında,
Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. İsmail
Aytaç’ın bilimsel danışmanlığında başlatılan kazı,
hafriyat ve sondaj çalışmaları sürdürülüyor.
Elazığ Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim
Bürosu bünyesinde 5 ekibin katılımıyla sürdürülen
çalışmalarda, yapının mevcut planı ortaya
çıkarılırken, hamam içinde sondaj çalışmaları
yapılarak, zemine ulaşılmaya çalışılıyor.
Hamam bünyesinde -1 metrede yer alan soğukluk
bölümü zeminine ulaşan ekipler, ılıklık bölümü
zeminine ulaşmak için çalışmalarına devam ediyor.
Yapılan sondaj çalışmalarıyla -2 metrede sıcaklık
bölümü zeminine ulaşan ekipler, hava koşullarının
uygunluğu ölçüsünde çalışmalara devam edecek.
Kazı çalışmaları doğrultusunda çok miktarda
sırlı, sırsız seramik kalıntılarına, künk, dolap ve
kapı aksanı metal parçalarıyla az miktarda sikke
elde edilirken, çalışmaların tamamlanmasının
ardından Kale Hamamı, Kent Müzesi olarak
kullanılacak.
İlkha, Haber: Sinan
Bilici, 28.12.2015
|
10 - 16 Ocak 2016
|
BALTACI'YI İKNA
EDEN KATERİNA DEĞİL, PARA

Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
öğretim üyesi Tarihçi Prof.Dr. Erhan Afyoncu,
yıllardır dilden dile anlatılan tarihi bir
konuyu gündeme taşıdı. Prof.Dr. Afyoncu;
“Baltacı ve Katerina Osmanlı-Rus İlişkileri ve
Baltacı-Katerina Hadisesinin İçyüzü” başlığını
taşıyan yeni kitabında Sadrazam Baltacı Mehmed
Paşa ile Rus Çarı 1. Petro’nun eşi Çariçe
Katerina arasında olup bitenlerin gerçek
hikayesini kaleme aldı. Arşiv belgelerine dayalı
çalışmada Baltacı Mehmed Paşa ile Çariçe
Katerina arasında ilişki yaşandığı yönündeki
kanaatin uydurma olduğu ortaya çıktı. Çalışmada
Baltacı-Katerina hadisesi’nin iç yüzü şöyle
anlatıldı:
“(...)20
Temmuz
1711’de Rus
Ordusu Prut
Nehri’nin daire çizen kolu üzerinde üç
kilometrekarelik bir sahada sıkışıp kalmıştı.
Petro, bu durumdan kurtulacak bir çare arıyordu.
Yeniçeriler saldırmak için sabırsızlanıyorlardı.
Baltacı Mehmed Paşa, son hücum için ordu
komutanlarına ve Kırım Hanı’na emirler
yazdırmaya başladı.”
“Ruslar bu ümitsiz durumdayken son bir kez
toplandılar. Toplantı da Çariçe Katerina da
vardı. Katerina Osmanlılar’a barış teklifi yapma
fikrini ortaya attı. Petro bu fikri kabul etti
ve Rus ordusu başkomutanı Şeremetev’in ağzından
Baltacı Mehmed Paşa’ya barış isteyen bir mektup
yazıldı. Baltacı Mehmed Paşa, Ruslar’ın barış
isteğini kabul etti. Prut Antlaşması’nı yaparak,
yok olmak üzere olan bütün Rus ordusunun
silahları ile birlikte çekip gitmesine izin
verdi?”
“Katerina, orduda ne kadar mücevherat, altın,
gümüş ve para varsa hepsini toplattı. Diğer
taraftan da Ruslar, Katerina’nın Avusturya
hükümdarının kardeşi olduğu haberini yaydılar.
Yedi
araba
dolusu para ve hediyeler, Sadrazam Baltacı
Mehmed Paşa’ya ve yanındakilere gönderildi. Yani
Prut’ta Baltacı Mehmed Paşa’yı ikna eden
Katerina’nın dişiliği değil, çil çil paralar ve
üstün durumdayken işlerin tersine dönmesiyle
alınacak bir mağlubiyet korkusuydu.”
Padişah Baltacı’yı sürgüne yolluyor
“Sadrazam
İstanbul’a
dönmeden aleyhinde dedikodu kazanı kaynamaya
başlamıştı. Osmanlı hükümdarı Üçüncü Ahmed,
sadrazam aleyhindeki dedikoduları ve
Ruslar’ın antlaşmayı uygulamadıklarını
duyunca öfkelendi. Savaşa katılanlardan
durumu araştırdı. Büyük bir fırsatın
kaçırıldığını anladı. Bu sırada sadrazam ve
adamlarının aldıkları rüşvetler sebebiyle
Rus ordusunun bırakıldığı rivayetleri
dolaşıyordu. Padişah, sadrazamı 20 Kasım
1711’de görevden alarak, Midilli’ye sürdü.
Antlaşmanın imzalanmasında başrolü oynayan
ve Ruslar’dan büyük miktarlarda para alan
Osman Ağa ile Ömer Efendi’yi de öldürttü.”
Milliyet, Haber:
Mert İnan, 15.01.2016
|
TÜRK'ÜN BİN 300
YIL ÖNCEKİ PARMAK İZİ

Ata toprakları denince aklımıza ilk gelen
yerlerden biridir
Moğolistan.
İlk Türk Devleti Moğolistan’da kurulmuş.
Göktürk devleti tarihte ilk Türk adını taşıyan
devlet.
Bin 300 yıllık bir tarih.
Bu dönemden kalma Bilge Tonyukuk Yazıtlarında
Türk ismini taşa kazınmış olarak görüyoruz.
Türk bilim adamları, Moğolistan’daki bu Türk
tarihi için önemli yer olan Bilge Tonyukuk Anıt
bölgesinde atalarımızın bin 300 yıl öncesine ait
parmak izini buldu. Bu aynı zamanda Türklerin
kazılarda bulunmuş ilk parmak izi olarak tarihe
geçti.
Başbakanlık’a bağlı TİKA’nın koordinasyonunda
yapılan kazı heyetine başkanlık eden Prof.Dr.
Ahmet Taşağıl kazı çalışmaları ile ilgili bir
kaç gün önce Türkiye’ye gelerek TİKA Başkanı
Serdar Çam’a rapor sundu.
Taşağıl ile kazı çalışmalarını konuştuk. Kazı
esnasında 11 açma açıldığını belirten Taşağıl,
“Çok sayıda yeni arkeolojik keşfe ulaşıldı.
Fakat, en dikkat çekicilerinden biri 11 numaralı
açmada atalarımızın bin 300 öncesine ait parmak
izleri bulunmasıdır. Bu ilginç bir tarihi
keşiftir” diyerek önemli bir çalışmayı
açıkladı.
Pişmiş topraktan zemin
Su tahliye kanallarıyla ilgili bir keşif de
olduğunu belirten Taşağıl, “Su tahliye kanalının
zamanının örneklerine göre gayet iyi durumda
korunması kazı çalışmalarının önemli
buluşlarından biridir. Özellikle dış duvarın
yığma duvar tekniği ile yapılması ve o çağların
en iyi kerpiç yapma tekniği olan Han-tu(kuru
toprak) yöntemiyle yapılması büyük bir
başarıdır” dedi. Kazı çalışmalarındaki 11
açmanın genelinde beton parçası bulunduğunu
belirten Taşağıl, “Geçmiş dönemlerde anıt alanı
korumak için yapılan beton malzemeler bütün
açmalarda ele geçmiştir. Ancak, anıt alanın
neredeyse tamamında çok sayıda pişmiş topraktan
yapılmış zemin döşemesi parçası, su sistemine
ait olduğunu düşündüğümüz oluk ve boru parçaları
ve kiremit ve sıva parçalarına rastlanılması
anıtın zamanına göre üst düzey bir teknolojiyle
yapıldığını göstermektedir. Özellikle renkli
(sarı, pembe) ve kaliteli sıva parçaları, yapıda
bulunan barkın süslü ve gösterişli olduğunu
göstermektedir” diye konuştu.
TİKA Başkanı Serdar Çam da Türk tarihi açısından
önemli olan Moğolistan’daki çalışmalara büyük
önem verdiklerini belirtti.
Anıt korumaya alınacak
Türk tarihinin en eski
yazılı belgesi olan Bilge Tonyukuk Anıtı’na
ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla Cumhurbaşkanı
Recep
Tayyip Erdoğan’ın
talimatıyla TİKA tarafından 46 kilometrelik
asfalt karayolu yaptırılmış. Uçsuz bucaksız
bozkırların olduğu Moğolistan’da bu asfalt yolun
anlamını, ancak üzerinden geçenler
anlayabiliyor. Erdoğan’ın 2005’teki Moğolistan
ziyaretinin ardından, TİKA’nın çalışmalarıyla
Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtları, müzeye
taşınarak, doğa şartlarına karşı korunması da
sağlanmış. TİKA, MS 720-725 yıllarında
diktirildiği tahmin edilen ve Türk tarihine
ilişkin önemli bilgiler taşıyan Tonyukuk
Anıtlarını da korumaya alarak Cengiz Han’ın
ülkesi Moğolistan’da Türk tarihine sahip çıkan
bir çalışma içinde.

Türkiye 2015’te kazıya katıldı
1925 ve 1957 yıllarında Rus ve Moğol
bilim adamları tarafından kazı yapılan
Bilge Tonyukuk Anıt alanında Türkiye ilk
defa 2015’te kazı çalışması yapmaya
başlamış.
Türk kazı
heyetine Göktürk tarihine ait
Çin
kaynaklarındaki orijinal belgeler
üzerine dört bilimsel
Kitap
yazmış Prof Taşağıl başkanlık ediyor.
Beş kıtada 140’ın üzerinde ülkede
kalkınma merkezli işbirliği çalışmaları
yapan TİKA, yurtdışında hem Türk
tarihinin yaşatılması için çalışırken
hem de
Küba’dan
Kırgızistan’a
Kızılderililerden
Pakistan’a
kadar çok geniş yelpazeye destekler
veriyor.
Milliyet,
Haber: Abdullah Karakuş, 15.01.2016
|
ANADOLU'NUN EN
UZUN TARİHİ SU TÜNELİ
Erzincan'ın Kemah
İlçesi'ndeki Kale ile Tanasur Deresi arasında
bulunan 350 metre uzunluğundaki tarihi su tünelinin,
Anadolu'nun en uzun su tünellerinden biri olduğunu
belirtiliyor.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Erzincan'ın
Kemah İlçesi'ndeki Kale ile Tanasur Deresi arasında
bulunan 350 metre uzunluğundaki tarihi su tünelinin,
Anadolu'nun en uzun su tünellerinden biri olduğunu
söyledi.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı adına Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü olarak Kemah Kalesinde
5 yıldır kazı yaptıklarını hatırlatan Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, şimdiye kadar bin yıllık
geçmişe sahip sivil mimari yapıları ortaya
çıkardıklarını belirtti. Doğu Anadolu'nun Yukarı
Fırat bölgesinde deniz seviyesinden 1053 metre
yükseklikteki Kemah Kalesinden 50- 60 metre kod
olarak daha düşük seviyeden geçen Tanasur Deresine
inen 350 metre uzunlukta su tüneli bulunduğuna
dikkati çeken Prof.Dr. Yurttaş, düşman saldırısı
sırasında kalede bulunanların su ihtiyaçlarının bu
tüneller kullanılarak dereden karşılandığını ifade
etti.
Günümüze kadar ayakta
kaldı
Tünellerin 2-3 metre genişliğinde,
8-9 metre yükseklikte, kayalar oyularak ya da galeri
şeklinde olduğuna işaret eden Sanat Tarihi Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, su taşıyanların
rahat inip çıkmalarını sağlamak için kayalar
oyularak merdiven yapıldığını vurguladı. DHA'nın
haberine göre, Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, çalışmaları
hakkında şunları söyledi:
"Doğu Anadolu'da
Pekeriç, Şirinli Kale ve Tokluca gibi Urartu
dönemine tarihlenen su tünelleri mevcuttur. Bunların
içerisinde Anadolu'nun en uzun su tüneli
sayabileceğimiz Kemah Kalesi su tüneli günümüze
kadar ayakta kalabilmeyi başarabilmiştir. Urartu'dan
sonra Roma Döneminde de yapılan su tünelleri Bizans
ve Selçuklu dönemlerinde de kullanılmıştır. Mengücek
başkenti olan Kemah'ta Kale ile Tanasur deresi
arasında 350 metre uzunluğundaki su tüneli, Dünyanın
sayılı su tünellerinden biridir. Kemah su
tünellerinin Urartular dönemine kadar
indirilebilecek tarihi bir geçmişe sahip olduğunu
düşünüyoruz. Geçmiş dönemlerde özellikle bu tür
kaleler düşman tarafından kuşatıldığında su
ihtiyaçlarını gidermek amacıyla yapılmış olan bu su
tünelleri sayesinde aşağıdaki doğal kaynaklara
ulaşılıyor. Su tünelleri, dışa kapalı birer yapı
durumunda. Çünkü düşman tarafından görülmemesi ve
müdahale edilmemesi gerekiyor. Kaleyi gezen yerli ve
yabancı turistler, rehberler eşliğinde üst kısmından
girerek su tünellerini kullanarak Tanasur deresine
iniyorlar. Günümüze kadar ayakta kalmayı başaran su
tünellerinin onarılarak Türk turizmine
kazandırılması hedefleniyor. Kazı çalışmalarımız
sırasında bize destek veren Kemah halkına,
kaymakamlık ile belediye başkanlığına
teşekkürlerimizi sunuyoruz."
Yapı, 14.01.2016
|
 |
YEREBATAN'A 2
MİLYON ZİYARETÇİ
1474 yıllık tarihi, romantik atmosferi ve
birbirinden ilginç mitolojik efsaneleriyle büyüleyen
Yerebatan Sarnıcı, 2015 yılında çoğunluğunu yabancı
turistlerin oluşturduğu 2 milyon kişi tarafından
ziyaret edildi.
2010-2015 yılları arasında 10
milyona yakın kişi tarafından ziyaret edilen
Sarnıç’a ziyaretlerin 3 milyona yakını yerli, 7
milyona yakını ise yabancı turistlerden oluşuyor.
Yabancı ziyaretçilerin
çoğunluğu Avrupa ve Uzakdoğu’dan. Yerebatan Sarnıcı,
tarihi Yarımada’da topkapı Sarayı ve Ayasofya’dan
sonra en çok ziyaret edilen üçüncü mekan.
Habertürk, 15.01.2016
|
ANTALYA'DA RESTORASYON SKANDALI

Antalya Korkuteli'nde Selçuklu dönemi stilinde
yapılan yaklaşık 800 yıllık Alaaddin Cami
restorasyonu sırasında Divriği Ulu Cami
Darüşşifası’na benzer taç kapı yıkıldı. Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nce devam eden restorasyonda taş
ustalığının en nadide örneklerinden taç kapının
statik yapısının güçlü olmadığı gerekçesiyle
numaralandırılarak söküldüğü ileri sürüldü. Ancak
restorasyon yapılan şantiyede gördüklerimiz hiç de
durumun böyle olmadığı yönündeydi. Taç kapıya ait
taş parçaları kırılmış halde etrafa dağılmıştı.
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ahmet Çaycı 1994 yılında yazdığı
doçentlik tezinde tarihi yapıya ait taç kapı ile
ilgili şu bilgileri veriyor; ‘’Anadolu’nun yerli
kültürünün izleriyle birlikte Selçuklu ve Gotik
özelliklerini de bünyesinde bulunduran Korkuteli
Alaaddin Camii, Anadolu Selçuklu sonrası ortaya
çıkan ve yeni bir arayış içindeki bölgesel
hüviyetteki beyliklerin sanat denemesinin nadir
örneklerinden biri olduğunu göstermektedir. Taç
kapının plan şeması ve eyvan şeklindeki
düzenlenmesi, Anadolu Selçuklularında görülen klasik
özellikleri taşımaktadır. Taç kapıdaki niş kemerinin
kademeli profil oluşturması, Divriği Darüşşifası
portaliyle başlamış ve Peçin Ahmet Gazi Medresesi
ile devam etmiş ve Bergama Ulu (Yıldırım) Camii ile
geç tarihli örneği ortaya konmuştur.’’
TERK EDİLMİŞ GÖRÜNTÜDE
Geçtiğimiz günlerde ismini vermek istemeyen bir
okuyucumuz tarihi caminin literatüre giren taç
kapısının yok edildiğini duyurdu. Yerinde görmek
için Antalya’nın Korkuteli İlçesine gittim.
Restorasyonu devam ettiği söylenen camiyi yerinde
incelemek istedim. Gördüğüm manzara korkunçtu.
Şantiye alanına çevrilmiş tarihi camide çalışanlar
olmadığı gibi bir bekçi de yoktu. Selçuklu sanatının
en nadide eserleri arasında yer alan ‘’taç kapıya’’
ait olduğunu düşündüğüm taşlar etrafa saçılmıştı.
Bazı taşların üzerinde numaralar bulunuyordu. Ancak
koruma amaçlı tek bir önlem yoktu. Yoldan geçen her
hangi birinin o numaralı taşları alıp götürmesi
hiçten bile değildi. Etrafa dağılmış taşlar, yarım
bırakılmış bir restorasyon görüntüsünün yanı sıra
bilim kitaplarına girmiş eşsiz mimari örneği taç
kapı da artık yoktu. Komşular bir aydan fazla
süredir inşaatta çalışmanın durduğunu belirtti.
Üstelik taşların pek çoğu parçalanmış şekilde yol
üstüne atılmıştı.
KURUL KARARIYLA SÖKÜLDÜ
Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı
Yrd. Doç.Dr. İbrahim Bakır’ı aradım. Bakır göreve
yeni getirildiğini ancak hemen araştıracağını
söyledi. Kısa süre sonrada dönüş yaptı. Bakır,
restorasyon projesinin taç kapının
numaralandırılarak sökülüp güçlendirilmesi yönünde
önceki kurulun kararı olduğunu söyledi. Restorasyon
projesinin mimarı Mehmet Emin Yılmaz ile görüştüm.
Yılmaz, tüm duvarların statik incelemesinin
yapıldığını, taç kapıdaki taşlardan numuneler
alındığını ve sökülerek güçlendirmeye karar
verildiğini, nitelikli taşların depoya
kaldırıldığını belirtti. Vakıflar Antalya Bölge
Müdürlüğü yetkilileri ise restorasyon projesinin
Antalya Koruma Kurulu’nun denetiminde ve kurul
kararına uygun şekilde devam ettiğini, kış
şartlarından dolayı restorasyona ara verildiğini
söylediler. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri ise
restorasyon projesinden rahatsız olduklarını ancak
koruma kurul kararının ellerini bağladığını, kurulun
taç kapıyı sökerek güçlendirme kararı olduğunu
belirttiler.

ÖZGÜNLÜĞÜ GİTTİ
Uzmanlar
strüktür sağlamlaştırma yapılması gerektiğinin
altını çiziyor. Yıkılmamış, tamamen yok olmamış ve
statik problemi olan yapıların sökülüp tüm
özgünlüğünün bozulması kabul edilebilir bir durum
değil. Uzun yıllardır statik problemi yaşayan Sivas
Divriği Darüşşifası’nın sökülerek yeniden yapılması
bugüne kadar kimsenin aklından bile geçmedi.
Strüktür sağlamlaştırma yöntemi ile taç kapının
özgünlüğü bozulmadan restorasyona devam edilmeli,
etrafı güçlendirilmeliydi. Restorasyonda yeniden
yapma kolaycılığına kaçılmamalıydı.
TAÇ
KAPININ ÖZELLİKLERİ
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ahmet Çaycı 1994 yılında yazdığı
doçentlik tezinde taç kapının özelliklerini şöyle
sıralıyor;
‘’Caminin esas giriş kısmını kuzey cephede
bulunan ve öne çıkıntı yapan taç kapı
oluşturmaktadır. Taç kapı, cepheye hakim durumdaki
ana caddeye açılmaktadır. 1.80 m. duvar cephesinden
öne doğru taşan taç kapı, adeta bir eyvan
görünümündedir. Taç kapıdaki kompozisyonun belli bir
sıralamaya tabi tutulmadan serbest bir tarzda
düzenlendikleri görülmektedir. Eyvan boşluğu, sivri
kemerli ve onu dıştan saran zik-zak kemerli form ile
nihayet bulmaktadır. Eyvan boşluğunun önemli
unsurunu, mono-blok taşların sınırladığı 1.80 m.
ebadındaki kapı açıklığı oluşturur. Kapı açıklığı
basık kemer ile sonlanır. Kemerin üzengi taşında
çarkı felek motifi bezenmiştir. Basık kemer, hem
form hem de malzeme olarak muhkem bir görüntü
sergilemeyip, gelişi güzel bir tarzda verilmiştir.
Üçgenlerin aralarına yüzeysel olarak işlenen
geometrik ve bitkisel karakterli motifler
sıkıştırılmıştır. Bu motifler arasında altı kollu
yıldız, içi baklava içiminde taranmış üçgen motifi,
daire içine yerleştirilmiş üç kollu bezemeler ile
palmeti anımsatan bitkisel motifleri olarak
sıralayabiliriz.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.01.2016
|
MALEZYA UÇAĞININ ARAMALARINDA TARİHİ GEMİ ENKAZI
BULUNDU
8 Mart 2014’te, Kuala Lumpur-Pekin seferini yaparken
esrarengiz bir şekilde kaybolan Malezya
Havayolları’na ait MH370 sefer sayılı uçağın
enkazını arama çalışmaları esnasında 19’uncu
yüzyıldan kalma bir gemi enkazı bulunduğu açıklandı.
Malezya uçağının Hint Okyanusu’na düştüğü
inanılırken, bu, arama çalışmalarında bulunan ikinci
gemi enkazı oldu.
Avustralya’nın Fremantle kentinin 2 bin 600
kilometre güneybatısında bulunan enkaz, suyun 3.7
kilometre altında tespit edildi. Enkazın yer aldığı
bölgede üç adet arama gemisinin bulunduğu açıklandı.
Geçen yılın Mart ayında, arama çalışmalarında bir
gemi enkazı daha bulunmuştu. Her iki gemi üzerinde
de, maliyet yüksekliği nedeniyle tespit
çalışmalarının yapılması pek muhtemel görülmüyor.
Sözcü, 13.01.2016
|
STRATONİKEİA ANTİK
KENTİ 3D TEKNOLOJİSİYLE YENİDEN İNŞA EDİLİYOR
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan
Stratonikeia antik kentinde gün ışığına kavuşan
yapılar, 3D teknolojisiyle ziyaretçileri zamanda
yolculuğa çıkaracak. Birçok medeniyete ev sahipliği
yapan, dünyanın en büyük mermer kentleri arasında
gösterilen Stratonikeia Antik Kenti’ndeki 2015 yılı
kazı çalışmaları tamamlandı.
Kazı başkanı Prof.Dr. Bilal
Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Stratonikeia’nın “aşkın ve gladyatörlerin kenti”
olarak bilindiğini söyledi. Antik kentin birçok
bölgesinde kazı çalışması yürütüldüğünü dile getiren
Söğüt, Helen, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden kalan yapıların
bir bütün olarak korunduğunu ifade etti. Söğüt,
kentte yürütülen kazı çalışmalarında şehrin giriş
kapısından imparatorlar tapınağına, Roma hamamından
Türk evine kadar her yapıyı aşamalar halinde gün
yüzüne çıkardıklarını belirterek, 2015 yılında kazı,
konservasyon ve restorasyon çalışmaları
gerçekleştirdiklerini bildirdi.
Kentteki yapıları bir bütün
olarak korumaya çalıştıklarını anlatan Söğüt, “2015
yılı içerisinde kentte yürütülen kazı çalışmalarında
202 eser bulundu. Eserleri kazı çalışmalarının
tamamlanmasının ardından Muğla Müzesi’ne teslim
ettik. Buradaki yapılar oldukça görsel ve
gösterişli. Buluntular da zaten kentin kendi
tarihsel bütünlüğüyle bize önemli bilgiler veriyor”
diye konuştu.
“2016’da hem kazı
hem restorasyon olacak”
Stratonikeia
antik kentindeki Beylikler Hamamı’nın da
“Stratonikeia Beylikler Dönemi Selçuk Hamamı Rölöve,
Restitüsyon, Restorasyon Projesi” ile turizme
kazandırılacağını vurgulayan Söğüt, şu bilgileri
aktardı:”Tarihi 600 yıla kadar uzanan Beylikler
Hamamı’nın tahrip olmaması için hazırlanan
çalışmalar ile üst kısımları cam ile kapatılarak iç
kısımları ziyaretçiler tarafından gezilebilecek.
Şaban Ağa Camisi de valiliğimizin destekleri ile
restore edilecek. Böylelikle kentin girişinde Şaban
Ağa Camisi, Beylikler Hamamı, Köy Meydanı da dahil
gelişim dokusuyla bütünü ayağa kaldırmış olacağız.
Bu yıl İmparatorlar Tapınağı’ndaki çalışmalarımızı
sürdüreceğiz. Kentin tarihsel bütünlüğü ve yapısı
gereği Antik Dönem’den günümüze her döneme ait
kalıntılar da var.”
“Stratonikeia
daha çok tanınacak”
Söğüt,
sevindirici gelişmelerden birinin, Stratonikeia
antik kentinin kentsel dokusuyla UNESCO Dünya Miras
Geçici Listesi’ne girmesi olduğunu belirterek şöyle
devam etti:”Bu bizim için son derece sevindirici.
Biz kentin daimi listeye girmesi için
çalışmalarımızı aralıksız bir şekilde devam
ettiriyoruz. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü ile birlikte yürüttüğümüz karşılama
merkezi ve kentin koruma amaçlı imar planı
çalışmaları sürüyor. Bunlar tamamlandığında aynı
şekilde kalıcı listeye başvuracağız.”
“Ziyaretçilere 3D ile
görsel şölen sunulacak”
Stratonikeia Antik
Kenti’nde yapımı süren karşılama merkezinin
tamamlanmasıyla ziyaretçi sayısında büyük bir artış
yaşanmasını beklediklerini anlatan Söğüt, çevre
düzenleme çalışmalarının sürdüğü antik kentte Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce yapılan
ihalenin ardından başlayan projenin en önemli
ayağının, turistlerin kente giriş yapacağı ve
ihtiyaçlarını karşılayabileceği karşılama merkezi
olduğunu söyledi. Söğüt, Çalışmalar tamamlanıp
yapılar ayağa kaldırıldığında ziyaretçilerin kentin
merkezinde birçok yapı elemanını görebileceğini dile
getirerek şunları kaydetti:”Kentin birçok noktasını
3D ile ayağa kaldırdık. Ziyaretçiler kenti gezmeden
önce 3D ile İmparatorlar Tapınağı, Batı ve Kuzey
Caddesi’ni, Spor Okulu’nu ayağa kalkmış halde
izleyecekler. Ziyaretçiler Osmanlı dönemi yollarında
yürürken yapıların eski halini 3D ile gördüklerinde
daha mutlu oluyor, yapıları daha iyi algılıyorlar.
Bunun için her yıl kentin bir yapısını 3D ile ayağa
kaldırıyoruz. Böyle olunca kente gelen ziyaretçiler
bizim duyduğumuz heyecanın aynısını duyuyor.”
arkeolojihaber.net,
Kaynak: Memleket, 13.01.2016
|
GÖKDELENLERE SİLUET AYARI
Yatay yapılaşmayı teşvik etmeye hazırlanan
hükümet, yüksek katlı binalara da “siluet ve
estetik ayarı” getirmek için kolları sıvadı.
Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nün hazırlayacağı
yönetmelikle yüksek katlı bina yapımı bazı
kriterlere bağlı olacak.
Gökdelenler şehrin
tarihi dokusuna uygun olacak, yapıda kullanılan
beton ve çeliğin kalitesi artırılacak.
DİKEYDEN
YATAYA GEÇİŞ
Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın zaman zaman eleştirdiği yüksek katlı
binalarla ilgili
hasar tespitleri yapılırken, yeniden inşa
edilecek gökdelenlere de “estetik ve siluet”
şartı getiriliyor. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın koordinasyonunda yürütülen
çalışmalarda özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir
gibi şehirlerde yapılacak gökdelenlerin daha
estetik ve daha sağlam olması için çalışma
yürütülecek. Tarihi dokusuyla öne çıkan
şehirlerde dikey yerine yatay yapılaşma teşvik
edilecek.
Yapı İşleri Genel
Müdürlüğü’nün çıkaracağı yönetmelikle yüksek
katlı bina yapımı bazı kriterlere bağlı olacak.
Çıkarılacak yönetmelikte yüksek katlı binaların
yapıldığı şehrin tarihi dokusuna uygun olması
gerekecek. Deprem riski altındaki bölgelerde
inşa edilecek gökdelenlerde kullanılan beton ve
çeliğin kalitesi artırılacak. Yetkililer yeni
çalışmayla İstanbul Zeytinburnu’ndaki 16/9
kuleleriyle gündeme gelen “siluet” tartışmasının
biteceğini ifade ediyor.
FİZİBİLİTE ÇALIŞMASI
Dikey
yapılaşmadan yatay yapılaşmaya geçmek için yoğun
mesai harcayan Bakanlığın üzerinde çalıştığı
yönetmelikte gökdelenlerle ilgili teknik
konularda ele alınacak. Türkiye genelinde
yaklaşık bin 500 gökdelen bulunuyor. 25 katın
üzerindeki binaların sayısında İstanbul öne
çıkıyor. Hem mevcut eski binaların dönüşümü hem
de yeni yapılacaklar için bir fizibilite
çalışması yapılacak. Sonrasında Yapı İşleri
Genel Müdürlüğü yönetmelik hazırlayacak.
Çalışmaların ardından ortaya çıkacak rapora göre
süreç şekillenecek.
Yüksek katlı
binaların hasat tespiti ve yıkılmasına yönelik
proje kapsamında geçen Aralık ayı sonunda
Boğaziçi Üniversitesi’nde konu tüm yönleriyle
ele alındı. Toplantıda, AVM, ticaret merkezi ve
konut işlevini bir arada barındırabilen şekilde
200 metrenin üzerinde inşa edilebilen yüksek
yapıların tasarımı kadar olası bir afet
durumunda acil yapılması gerekenler belirlendi.
TÜRKİYE LİK SIRALARDA
Son 10 yılda İstanbul’da 100 metre üzerindeki
yüksek bina sayısı 60’ı geçti. Türkiye 100
metrenin üzerindeki binalar sıralamasında
dünyada 16’ncı, İstanbul ise 25’nci sırada yer
alıyor. Çok katlı bina sıralamasında Ankara
60’ncı sırada yer alırken, Türkiye genelinde 38
ilde, 565’i inşa halinde toplam bin 593 adet, 20
kat üzeri yüksek bina bulunuyor.
16/9 TARİH
OLACAK
İstanbul'un tarihi siluetine
zarar verdiği için tıraşlanmasına karar verilen
16/9 gökdelenleriyle ilgili durum da
belirsizliğini koruyor. İstanbul 4. İdare
Mahkemesi’nin yıkım kararını Danıştay 14.
Dairesi onaylayınca Zeytinburnu Belediyesi yıkım
için 2014 Eylül ayında ihaleye çıktı. Ancak
ihaleye kimse katılamayınca ihale iptal
edilmişti. Bunun ardından 16/9 kulelerinin
sahibi Astay Gayrimenkul ihaleye itiraz edip
dava açtı. Hukuki süreci uzayan gökdelenlerin
tıraşlanmasıyla ilgili durum bu nedenle yılan
hikayesine döndü.
Hürriyet, Haber: Erdinç
Çelikkan, 13.01.2016
|
 |
İSVEÇLİ KONTLA AŞK YAŞAMIŞ
Fransız Kralı XVI’ncı Louis’inin eşi
Marie-Antoinette’in İsveçli bir kontla ilişkisi
ortaya çıktı.
Fransız
araştırmacılar,
Kraliçe’nin mektuplarındaki değiştirilen
kısımları özel X ışını yöntemleriyle okudu. 4
Ocak 1792 tarihli bir mektupta Marie-Antoinette,
İsveçli kont Axel de Fersen’e hitaben, “Bunu
(mektubu) bitireceğim ama sana söylemeden değil,
seni deli gibi sevdiğim sevgili ve değerli
arkadaşım ve sana tapmadığım bir an yok”
satırlarını yazmış. Mektuptaki bu satırları
kimin değiştirdiği bilinmiyor.
Hürriyet,
13.01.2016
|
ÇİN İMPARATORUNUN MEZARINDA 2150 YILLIK ÇAY
Çin Bilimler Akademisi arkeologları, 2150 yıl önce
Batı Han Hanedanı’nı yöneten imparator Han Jing
(kişisel ismi Liu Qi) ile birlikte mezarına gömülen
hazinenin arasında büyük bir paket içerisinde çay
buldu.
Bilimsel Raporlar Dergisi'nde yayımlanan
araştırmada imparator Han Jing’in çay içmeyi sevdiği
için mezarına çay yaprakları konulmasını vasiyet
etmiş olabileceği belirtildi. Bilim insanlarına göre
buluş Çin'den başlayarak Anadolu ve Akdeniz
aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzanan İpek Yolu ile
ilgili de ilk bulguları içeriyor. İngiliz The
Independent gazetesine göre, Han Jing'in mezarında
bulunan çay yaprakları, bu bitkiyle ilgili ulaşılan
en eski bulgu olma özelliğini taşıyor.
Uluslararası Çin Mirası ve Arkeoloji Merkezi
direktörü Prof. Dorian Fuller, ‘‘Bu buluş, modern
bilimin antik Çin kültürüyle ilgili bilinmeyen
birçok önemli detayı ortaya çıkarabileceğini
gösteriyor. İmparatorun türbesinde bulunan cismin
çay olduğunun belirlenmesiyle birlikte, günümüzün
favori içeceklerinden birinin kökeninin antik
geleneklere dayandığını öğrenmiş oluyoruz'' diye
konuştu.
Akademi üyelerine göre imparatorun mezarında
bulunan çay yaprakları, günümüzde üretilen çay
yapraklarından çok daha kaliteli.
Al Jazeera,
Kaynak: Nature, 12.01.2016
|
MATRAKÇI NASUH SERGİSİ İSTANBUL'DA
Saraybosna ve Belgrad'dan sonra
İstanbul'da sanatseverlerle buluşan "16.
Yüzyıl Dahisi Matrakçı Nasuh" sergisi,
30 Ocak'a kadar Dolmabahçe Sarayı Sanat
Galerisi'nde...
Osmanlı döneminin ünlü Türk minyatür
sanatçısı, tarihçi, matematikçi ve
silahşor Matrakçı Nasuh sergisi, Balkan
ülkelerinden sonra İstanbul'da...
Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Türkiye
Turing ve Otomobil Kurumu'nun ev
sahipliğinde ve İstanbul Kültürlerarası
Sanat Diyalogları tarafından
projelendirilen "16. Yüzyıl Dahisi
Matrakçı Nasuh" sergisi, 15-30 Ocak
arasında Dolmabahçe Sarayı Sanat
Galerisi'nde sanatseverlerin beğenisine
sunulacak. Saraybosna ve Belgrad'dan
sonra İstanbul'a gelen ve küratörlüğünü
Beste Gürsu'nun yaptığı serginin tanıtım
toplantısı önceki gün yapıldı. Sergide
çini sanatçısı Sevim Ersoy'un
liderliğinde çini panolara aktarılan 30
adet güzergah minyatürleri ile nakkaş
Matrakçı Nasuh; eserlerinde yer alan
beyitleri ile şair Matrakçı Nasuh;
beyitlerden seçkiler ile yazılan 10
divani levhada hattat Matrakçı Nasuh'u
tanıtan toplamda 41 eser yer alacak.
Matrakçı Nasuh'un ölümünün 450. yılı
münasebeti ile hazırlanan projeye SABAH,
atv, Daily Sabah da destek veriyor. 3
kıta, 9 ülke, 10 şehirde
gerçekleştirilecek proje İstanbul'dan
sonra Viyana'da sergilenecek.
İLK KİTABI MATEMATİK ÜSTÜNE
Doğum tarihi kesin bilinmese de
Osmanlı tarihinde iz bırakan Matrakçı
Nasuh, II. Beyazıt döneminde yetişti;
Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman
dönemlerinde yaşadı. Asıl adı Nasuh bin
Abdullah el Bosnavi. Bosna kökenli
olduğu anlaşılan Matrakçı Nasuh;
matematikçi, tarihçi, sporcu ve
silahşor, ressam, minyatür ve hattat
olarak bilinir. İlk eseri 1517'de kaleme
aldığı "Cemal el- Küttab ve Kemal
al-Hüssab" adını taşıyan matematik
kitabıdır. Matrakçı Nasuh, 1564'te
izleri ve etkileri günümüze kadar uzanan
sayısız eserini geride bırakarak hayata
veda etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
himayelerinde Matrakçı Nasuh'u anlamak,
anmak ve aktarmak üzere hazırlanan
projeyle 12 kadın sanatçı tarafından tüm
zamanlarda değerini kaybetmeyen 41 eser,
"Tarih-i Sultan Beyazıt" eseri tıpkı
basımı, İstanbul Devlet Türk Müziği
Araştırma ve Uygulama Topluluğu
tarafından Matrakçı Nasuh anısına özel
olarak seslendirilen XVI. Yüzyıl Türk
Musikisi albümü, PTT Posta ve Telgraf
Teşkilatı tarafından hazırlanan Matrakçı
Nasuh özel anı pulu ve UNESCO Türk Milli
Komisyonu tarafından basımı
gerçekleştirilen 16. Yüzyıl Dahisi
Matrakçı Nasuh kataloğu gün yüzüne
çıkacak.
Sabah, 13.01.2016
|
ALMANYA'NIN İZMİR'DEKİ BAŞKONSOLOSLUK BİNASI
İHALEYLE SATIŞA ÇIKARILDI

Almanya'nın İzmir Başkonsolosluğundan yapılan
açıklamaya göre, konsolosluk binasının 2007 yılında
Balçova'ya taşınmasının ardından kullanılmayan bina
ihale yoluyla satılacak.
Birinci Kordon'daki
bina için asgari teklif bedeli 3,2 milyon
Euro olacak.
Satın alma teklifi "kapalı zarf usulü" ile 31
Ocak tarihine kadar Almanya'nın İzmir
Başkonsolosluğuna yapılabilecek. Zarf açılışları
teklif verenlerin katılımı olmadan
gerçekleştirilecek, işlemler ve tekliflerin sonucu
hakkında tutanak hazırlanacak.
"Eski şehir
şatosu" olarak da adlandırılan binanın 1890'lı
yıllarda yapılan A kısmı ile 1925 yılında inşa
edilen B kısmının toplam
arsa ölçüsü 562, binanın kullanım alanı ise bin
200 metrekare. Binayı satın almak amacıyla görmek
isteyenlerin elektronik posta yoluyla randevu alması
gerekiyor.
Tarihi taş yapı, 14 Temmuz
1925'ten 2007 yılına kadar başkonsolosluk binası
olarak hizmet vermiş, başkonsolosluk 21 Mayıs
2007'de Balçova İlçesine taşınmıştı.
Hürriyet,
12.01.2016 |
YEDİKULE BOSTANLARININ YIKIMI YENİDEN GÜNDEMDE
İstanbul Yedikule’de tarihi surların dibinde
bulunan tarihi bostanlıktan geçimini sağlayan
aileler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
kendilerine sözlü olarak bostanları boşaltmaları
yönünde bildirimde bulunduklarını iddia etti.
Topkapı ile
Yedikule arasındaki Yedikule Bostanları'nda yer
alan seralar ve barakaların kaldırılacağı ihbarı
geçimini buradan sağlayan yaklaşık 30 aileyi
tedirgin etti.
Tarihi surların
dibinde yer alan ve Osmanlı saraylarına sebze
yetiştiren tarihi bostanlarda basın açıklaması
yapan Yedikule Bostancılar Derneği üyeleri,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
kendilerine sözlü olarak bostanları boşaltmaları
yönünde bildirimde bulunduklarını söylediler.
Bostanların, Osmanlı dönemine kadar
uzandığını, hendekler içerisinde, yüzyıllar
boyunca sebze bostanlarının yer aldığını
vurgulayan dernek üyelerinden Özkan Ökten “Bize
'görüntüyü bozuyorsunuz' diyorlar. Halbuki
bostanlar da surlarla birlikte bir dünya mirasıö
dedi.
"İSTANBUL'UN BAŞKA NERESİNDE YEDİĞİNİZİN NASIL
ÜRETİLDİĞİNİ GÖRÜYORSUNUZ?"
Bostanlarda domates, marul, nane, lahana,
semizotu gibi bitkilerin yetiştiğini belirten
Ökten, “İstanbul'un neresinde böyle bir imkan
var. Neresinde yediğinizin nasıl üretildiğini
görüyorsunuz. Neresinde çocuklarımız toprakta
ekili meyve sebze görüyor” diye sordu.
Bostanların kenarlarında bulunan barakaların
yıkılması halinde tarım için gerekli olan
malzemeyi saklayamayacaklarını ifade eden Ökten,
“Bu, bostanlarda tarım yapamayacağımız anlamına
gelir” ifadesini kullandı. Bostanların güvensiz
olduğu yönündeki eleştirilere yanıt veren Ökten,
“Bostancının her gün
ekip biçtiği, geçimini sağladığı, sürekli
gözünün üzerinde olduğu tarlası bir parktan ya
da sokaktan daha güvenlidir” dedi.
TARLADAN
ALIŞVERİŞ YAPARAK EN UCUZ ÜRÜNE ULAŞABİLİRSİNİZ
Önce barakaların daha sonra ise bostanların
kaldırılacağı yönünde
haberler aldıklarını söyleyen bostancı Cihan
Kaplan ise “Sur çevresini insandan arındırmak
istiyorlar. Oysa ki sur, buradaki çiftçilerle,
bostancılarla bir bütün. Bizi buradan ayırmak
buranın dokusuna verilmiş en büyük zarar olur”
şeklinde konuştu.
Tarladan tüketiciye
doğrudan ulaştıklarını anlatan Kaplan, “Yerel
pazarlara ürün satıyoruz. Yoldan geçen vatandaş,
yarı fiyatına, en sağlıklı şekilde ürün
alabilir. İstanbul'daki 'şehir içi
bostancılığın' yapıldığı en güzel yer burasıdır.
Burayı yok etmek İstanbul için de kayıptır” diye
konuştu.
"BİZİ
BURADA DİKEN GİBİ GÖRÜYORLAR"
Belediye ile ortak hareket etmek istediklerini
belirten Kaplan, yasal bir statüye kavuşmak
istediklerinin altını çizerek “Bizi burada diken
gibi görüyorlar. Buradan çıkarma telaşı var”
dedi.
Kendilerinin yıllardır dışlandığını
söyleyen Mustafa Eryılmaz ise, kendisine ait
bostanın 2013 yılında yıkıldığını belirterek
“İçler acısı halde öylece duruyor” diye konuştu.
Geçimin bostandan sağlayan 64 yaşındaki Havva
Kaplan ise, “Buraya gençliğimi verdim. Kanuna
karşı bir şey yapmıyoruz. 50 kuruşa maydanoz
satıyoruz, geçimimizi sağlıyoruz. Bizi buradan
nereye atacaklarö diye sordu. Grup basın
açıklamasının ardından bostanlardan ayrıldı.
Hürriyet, 12.01.2016
******
YEDİKULE
BOSTANLARINDA YIKIM BAŞLADI

Tarihi surların
dibinde yer alan ve Osmanlı saraylarına sebze
yetiştiren tarihi bostanlarda iş makineleri
yıkıma başladı. İstanbul surlarının dibinde yer
alan tarihi Yedikule Bostanları’nın yıkımı
geçtiğimiz günlerde tekrar gündeme gelmiş,
ekinlerin toplanması için İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından bostan işletmecilerine
mart ayına kadar süre verilmişti. Yedikule
Bostancılar Derneği geçen günlerde açıklama
yaparak tehlikeye dikkat çekmişlerdi. Tarihi
bostanlıktan geçimini sağlayan aileler, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin kendilerine sözlü
olarak bostanları boşaltmaları yönünde
bildirimde bulunduklarını iddia etmişlerdi.

YIKIM BAŞLADI
Tarihi bostanlarda bugün sabah 11:00’da
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı yıkım
ekipleri Mevlanakapı Mahallesi'nde sur dışında
bulunan tarihi bostanların yıkımına
başladı. Yıkıma sur ve çevresinde devam
edileceği öğrenildi.Bostanlar için kurulan
barakalarla yıkıma başlanmasına bostan
işletmecileri tepki gösterdi.

MARTA KADAR SÜRE VERİLMİŞTİ
1992 yılından beri Sur dibinde tarım
yaptığını söyleyen bostan işletmecisi İsmail
Karaca yıkıma yıkımla ilgili, ‘’1992 yılından
beri burada 4 dönümlük alanda sebze meyve
yetiştiriyoruz. Hiçbir borcum yok. Düzenli
olarak kira ücretimi ödedim. Bu sabah yıkım
ekipleri hiçbir yazılı karar göstermeden
barakalarımızı yıkmaya başladı. Yıkım sonrası
binlerce liralık çapa makinalarımız dışarı da
kaldı. Ben ve ailem bu barakalarda yaşayıp
bostanla ilgileniyorduk. Barakaların
yıkılmasıyla dışarıda kaldık. Kış ortasında ne
yapacağız’’ dedi. Bostanlardaki ekinlerin
toplanması için kendilerine Mart’a kadar süre
verildiğini söyleyen bostancılar, "ekinleri
toplamamız için bize Mart ayına kadar süre
verildi. Ancak mart ayı bizim hasat dönemimiz
değil. Biz Nisan ayında hasat topluyoruz. Bu
sabah yıkıma gelen ekipler yıkımın sur boyunca
devam edeceğini söylediler’’ diyerek tepkilerini
dile getirdi.
KEPÇELER BOSTANA GİRDİ
Istanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı yıkım
ekipleri tarafından bugün sabah saatlerinde
yıkımına başlanan tarihi Yedikule Bostanları'nda
yıkım devam ediyor. Bostan sahipleri İş
makinalarıyla yapılan yıkımı engellemeye
çalışırken, polis bostan sahiplerini alandan
uzaklaştırmak için yıkım alanı Çevresinde
güvenlik önlemi aldı.
Radikal, Haber: İdris
Emen, 13.01.2016
******
"YEDİKULE
BOSTANLARI, TARİHİ, KÜLTÜREL MİRASIMIZDIR"
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi Yedikule
Bostanları'nda yaşananlar ile ilgili bir basın
açıklaması yayınladı.
Açıklamanın tam metni
şu şekilde;
Bostanları yok etmek
vandallıktır!
Topkapı ile
Yedikule arasındaki tarihi İstanbul
surlarının dibinde bulunan ve 1500 yıldır
kesintisiz olarak aynı işlevi sürdüren,
geçmişte saraylara ve günümüzde İstanbul
halkına taze sebze yetiştiren, son derece
nadide bir tarih ve kültür mirası
niteliğinde olan Yedikule Bostanları'nın sur
dışında bulunan kısmında İBB ekipleri 13
Ocak 2016 günü sabah saatlerinde yıkıma
başladı. Alınan bilgiye göre yıkımın sur
içerisinde ve çevresinde sürdürülmesi
düşünülmektedir.
Yıkımların
gerçekleştirilmesi ve bostanların tahrip
edilmesiyle, bütün itirazlara rağmen
gerçekleştirilmek istenen "Yedikule-Belgrad
Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma
Rekreasyon Projesi" kapsamında süs havuzu,
sosyal tesis, açık spor alanı, otopark,
dinlenme alanları ve konut projelerinin önü
açılmak istenmektedir. Bostanların
kaldırılması, yörede yapılan ve yapılacak
lüks yerleşimlerin çevresini
"mutenalaştırarak" rant getirisini misliyle
katlamak amacını gütmektedir.
Bakanlar Kurulunun
2006 yılında "yenileme alanı" ilan ettiği
tarihi bostan alanıyla ilgili Fatih
Belediyesi'nin, "Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Yenilerek Korunması ve
Yaşatılarak Kullanılması" hakkındaki kanun
gereği hazırladığı uygulama planı İBB
Meclisi'nde CHP ve MHP grubunun ret oylarına
karşılık iktidar partisinin oy çokluğuyla
kabul edilmişti.
Yenikapı kazıları
ile 8500 yıllık tarihi geçmişi olduğu
anlaşılan tarihi yarımada, Roma, Bizans ve
Osmanlı gibi büyük imparatorluklara
başkentlik yapmış, görkemli geçmişi ile
bağrında barındırdığı farklı dinler ve
kültürlerden toplulukların benzersiz
ürünlerini bugüne miras olarak bırakmıştır.
Bu mirası bugün bir araya getiren "tarihi
yarımada" dediğimiz coğrafyada yer alan dört
bölge 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya
Kültür Mirası Listesi'ne alınmıştır. Bu
liste Tarihi Surlar Koruma Alanını da
içermektedir.
Tarihi yarımadanın
tamamı, İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 12.07.1995
gün ve 6848 sayılı kararı ile "kentsel ve
tarihi sit", "kentsel ve arkeolojik sit" ve
"1. derece arkeolojik sit" olarak ilan
edilmiştir.
İstanbul Kara
Surları Dünya Miras Alanı içinde yer alan
Yedikule Bostanlarının bulunduğu alana
yönelik planlama süreci 2013 yılında
hazırlanan bir park projesi ile başlamış
ancak tarihi bostanların ortadan
kaldırılması öngörüldüğü için tepki
görmüştür. Bu süreçte meslek odamız dahil
bir çok kurum ve kuruluşun yanı sıra mimar,
kent plancı, arkeolog, sosyolog, kültür
varlıkları uzmanı gibi farklı disiplinlerden
birçok akademisyen ve meslek insanından
oluşan bir grup olarak, İstanbul Kara
Surları Dünya Miras Alanı'ndaki koruma
sorunları üzerine hazırlamış olduğumuz
raporu 6 Mayıs 2014 tarihinde Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, Fatih Belediyesi ve İstanbul Sit
Alanları Alan Yönetim Başkanlığı ile
paylaşmıştık.
Bu rapor
kapsamında yapılan araştırma, kara
surlarının çevresinde yer alan bostanların
tarihi, kültürel ve sosyoekonomik miras
değerlerinin olduğunu ve bostanların, 5.
yüzyılda inşa edilen kara surlarının o
tarihten bu yana ayrılmaz bir parçası ve
kültürel peyzajın önemli bir bileşeni
olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmalarda
yine uluslararası koruma kavramları
çerçevesinde, kara surları ile tarihi
Yedikule Bostanlarının özgün birlikteliğinin
günümüze kadar ulaşan ve halen yaşayan,
üretken bir kültürel peyzaj niteliğinde
olduğu vurgulanmıştır.
Bizans ve Osmanlı
İstanbul'una ilişkin somut ve somut olmayan
kültür mirası birlikteliğinin biricik
örneklerinden olan Yedikule Bostanları,
Dünya Mirası Alanı'nın en temel özgünlük
değerlerinden birisidir. Bu bağlamda,
bostanların taşıdığı bu özgün değeri göz
önüne alarak, kara surları sur içi
bostanlarını kaybetmeden, bostanları
günümüzün kentsel gereksinimleri ile nasıl
birleştirebileceğimizi hep birlikte
tartışmış ve sonuçları yukarıda da sayılan
kurum, kuruluş ve ilgililere sunmuş, somut
öneriler iletmiştik.
Hal böyle iken
rant projelerinin arka bahçesini toplama
mantığı ile 1500 yıllık bostanların tüm
uzman görüşlerine, koruma yaklaşımlarına
rağmen yok edilme girişimi kabul edilemez.
Bostanların yok
edilmesi tek kelime ile Vandallıktır.
Arkitera,
15.01.2016
|
ERTUĞRUL FIRKATEYNİ KAZISINDA YENİ DÖNEM 15 OCAK'TA
BAŞLIYOR
Muğla`nın Bodrum İlçesi`nde düzenlenen toplantıda,
Japonya`nın Kushimoto kenti açıklarında batan ve 550
Türk denizcisinin şehit olduğu Ertuğrul Fırkateyni
için başlatılan kazı çalışmalarının 2016 yılı
programı hakkında bilgi verildi. Yeni dönem
çalışmalarının 15 Ocak- 15 Şubat arası sürdürüleceği
belirtildi.
Bodrum Kültür ve Sanat Vakfı (BOSAV) ve Ertuğrul
Fırkateyni Kazı Başkanı Kaptan Tufan Turanlı, bugün
Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü`nde basın
toplantısı düzenledi. 2007 yılında başlatılan ve bu
yıl sürecek kazı çalışmalarıyla ilgili bilgi verdi.
Kazadan sonra cenazesi bulunamayan Ertuğrul`un
Kaptanı Yarbay Ali beyin torunu ve ünlü şair Can
Yücel`in kardeşi olan bir torun ve iki çocuk sahibi
80 yaşındaki Gülümser Yücel de toplantıya katıldı.
Geçen yıl Aralık`ta vizyona giren Ertuğrul 1890
filminin ilgi uyandırdığını söyleyen Kazı Başkanı
Turanlı, Türkiye ve Japonya`da 11 sergi açıldığını
belirterek 800`ün üstünde
gazete
haberi ve televizyon programına konu olunduğunu
açıkladı. Bu yılki program hakkında bilgi veren Kazı
Başkanı Turanlı, `Bu yıl başlatmayı planladığımız
yepyeni iki önemli etkinlik var. Birincisi Mobil
Ertuğrul Laboratuvarı kurarak, Ertuğrul şehitlerinin
anısını canlı tutmak. Bu nedenle yıllardır
Kushimoto`daki Ertuğrul Araştırma Merkezi`nde
gerçekleştirmekte olduğumuz öğrencilere yönelik
eğitim ve tanıtım etkinliklerini Japonya`nın diğer
bölgelerine, okullarına taşıyacağız. Kushimoto
Japonya`nın ana adası Honshu`nun en güney noktası.
Dağlık bir bölgede olan kente diğer kentlerden,
bölgelerden ulaşım zor. Dolayısıyla bir `Mobil
Ertuğrul Laboratuvarı` kurarak, hizmeti Japon
okullarının ayağına götüreceğiz. Hedefimiz hem
Ertuğrul Firkateyni ve kahraman denizcilerinin
anısını canlı tutmak hem de Japon gençliğine deniz
ve tarihi sevdirmek. Tabi en büyük arzumuz
önümüzdeki yıllarda Mobil Ertuğrul Laboratuvarı`nı
Türkiye`ye getirerek kent kent dolaşmasının ve
öğrencilerimizin burada çalışma yapmalarını sağlamak
olacak` dedi.
KUSHİMOTO KENTİNE ZİYARET
Bu yıl gerçekleştirilecek bir diğer etkinliği
açıklayan Turanlı, `BOSAV Vakfı, Sualtı Arkeoloji
Enstitüsü, ülkemizin en büyük turizm kuruluşu Dorak
Turizm ve Türk Hava Yolları işbirliğiyle Türklerin
Japonya`yı, bilhassa Ertuğrul Firkateyni`nin
izlerini bıraktığı yerler, en önemlisi geminin
battığı Kushimoto kentini ziyaretini sağlayacak.
`Ertuğrul Firkateyni`nin izinde` programını
başlatıyoruz. Mayıs 2016`da başlaması planlanan
programın ilk ve onur konuğu olarak Gülümser Yücel
de Kuşimotoya gidecek. Dedesinin nefes verdiği
toprakları ve şehitliği ziyaret edecek` dedi.
EN BÜYÜK HAYALİ GERÇEKLEŞECEK
Gülümser Yücel, `125 yıl önce dostluk ve barış
için binlerce mil uzaklıktaki Japonya`yı ziyaretinde
şehit düşen dedem Ali beyin bulunduğu toprakları
ziyaret etmek yıllardır hayalini kurduğum bir
olaydı. Bu hayalimin gerçekleşecek olması beni çok
mutlu etti. Dedem vefat ettiğinde annem 12
yaşındaymış. Kurtulup gelenlerden öğrendiğimize göre
facia anında gemiyi asla terk etmemiş. Ancak cesedi
de bugüne kadar bulunamamış. Annem hep dostluk için
gitti, köpek balıklarına yem oldu derdi. O günün
şartlarında Türk askerinin gücünü ve dostluğunu
dünyanın öbür ucuna taşıyan dedem Yarbay Ali beyin
şehit olduğu toprakları ziyaret etmek benim için
büyük onur ve gurur kaynağı olacak` dedi.
15 Ocak`ta Ertuğrul`un battığı Kushimoto kentinde
yeni dönem çalışmalarının başlayacağı, 15 Şubat 2016
tarihine kadar devam edeceği belirtildi.
Sözcü,
Haber: Yaşar Anter, 12.01.2016
|
ADANA'DA SİT ALANI ARTTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı sit
alanları istatistiklerine göre Adana'da 2014'te 298
olan sit alanı yüzde 11 artış göstererek 2015'te
330'a yükseldi.

Türkiye'de özellikle arkeolojik zenginliğe sahip
iller arasında öne çıkan Adana'da 2014 yılında 298
sit alanı ve 646 taşınmaz kültür varlıkları
bulunuyordu.
2015 yılı itibariyle ise kültür
varlıkları ve sit alanları envanter çalışmaları ile
artış görüldü. Kentte 298 olan sit alanı 330'a
yükselirken, kültür varlıkları da yüzde 11 artışla
713'e çıktı. Sit alanlarının 324'ünü arkeolojik
alanlar oluştururken, 3 kentsel sit alanı, 2 üst
üste sit alanı, 2 arkeolojik ve doğal sit alanı, 1
arkeolojik ve kentsel sit alanı bulunuyor. Taşınmaz
kültür varlıklarını ise 275 sivil mimarlık örneği,
61 dinsel yapılar, 90 kültürel yapılar, 35 askeri
yapı, 83 endüstriyel ve ticari yapılar, 33 mezarlık,
5 şehitlik, 38 idari yapı, 90 kalıntı, 3 korunmaya
alınan sokak oluşturuyor.
Adana Haber, 12.01.2015 |
10 MİLYONLUK MÜZAYEDE
Yeni yılda sanat piyasasındaki büyümenin durup
durmayacağının tartışıldığı günlerde Beyaz
Müzayede toplam 10 milyon liralık satış
beklediği bir müzayede düzenliyor. Müzayedeyi
yöneten Aziz Karadeniz piyasa daralsa da alıcı
sayısında artış olduğunu söylüyor.
Beyaz Müzayede, 2016 yılında
gerçekleştireceği ilk müzayedede
kendi deyimiyle ‘müzelik eserler’i satışa
sunuyor. 17 Ocak’ta İstanbul’daki The St. Regis
Otel’de gerçekleştirilecek ‘Başyapıtlar
Müzayedesi’nde, Neşet Günal’dan Bedri Rahmi’ye,
Cevat Dereli’den Ömer Uluç’a, Komet, Abidin Dino
ve Fikret Mualla’ya yerli ve yabancı 127
sanatçıya ait 262 eser satışa sunulacak.
‘YAŞANTI
II’ SATIŞTA
Müzayedede, Neşet
Günal’ın 1958 tarihli ‘Yaşantı II’ tablosu
400-600 bin, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1975
tarihli ‘Kırmızı Kahve’ adlı eseri 300-450 bin,
Eren Eyüboğlu’nun 1950 tarihli ‘Kırlangıç’
isimli yapıtı 160-200 bin, Cevat Dereli’nin
‘Balıkçı, Kedi ve Martı’ eseri 130-200 bin lira
tahmini fiyat aralığıyla satışa sunulacak.
Ayrıca Komet’in ‘Gülü Ver; Bindik Bir Alamete’
adlı eseri 250-350 bin, Ömer Uluç’un ‘Nü ve
Kedi’ eseri 250-350 bin lira tahmini fiyat
aralığı ile satışa sunulacak diğer eserler
arasında yer alıyor.
Müzayedenin
sonunda ise Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanan
‘Gülseri-Hüseyin Baban Koleksiyonu’ MuhsinKut
eserleri ağırlıklı koleksiyon Darüşşafaka
Cemiyeti yararına satışa sunulacak. Aziz
Karadeniz tarafından yönetilecek olan 34. Beyaz
Müzayede 17 Ocak Pazar günü saat 14.00’tE The
St. Regis İstanbul, Astor Salonu’nda
gerçekleştirilecek.
Hürriyet, 12.01.2016
|
EMEK SİNEMASI RUHUNU KAYBETTİ
Geçtiğimiz günlerde
kamuoyuna sunulan “Emek Sineması'nın Yeni Hali”
haberleri üzerine görüştüğümüz uzmanlar Emek
sinemasının yerinde korunması gereken tarihi özgün
yapısının kaybedildiğini belirterek koruduk
söyleminde ısrar edilmesini anlamsız buluyor.
Yeni hali
12 Mart 2013'te
gece yarısı iskeleler kurularak başlanan
tarihi Cercle D’orient binasının restorasyonu sona
ermek üzere. Emek Sinemasıyla birlikte İpek, Rüya
sinemalarının yıkımına ve İnci Pastanesi'nin sürgün
edilmesine sebep olan Grand Pera AVM projesinin
kapılarının önümüzdeki aylarda açılması bekleniyor.

Eski hali
Geçtiğimiz günlerde Grand Pera projesinin reklam
ajansı A&B iletişim tarafından kamuoyuna sunulan
“Emek Sineması'nın Yeni Hali” haberleri ile Emek
Sineması'nın “moving” yöntemi ile korunduğu iddia
edildi.
Ahunbay: Yeniden yapım/kopyalama
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Restorasyon Anabilim Dalı'ndan Prof.Dr. Zeynep
Ahunbay: Kamuya ait ve Beyoğlu’nun anıt eserlerinden
olan Emek Sineması neden yerinde ve özgün yapım
malzemesi, strüktürü ve bezemesiyle korunamadı.
İnşaat süresince dile getirilen yerinde korunma
çağrılarına ısrarla kulak asılmadı. Rant adına yeni
mekanlar kazanmak amacıyla özgün yapıyı yıkıp,
ardından 'üst kata taşıyarak koruduk' demek çocuk
kandırmaktır.
"Uygulamada yalnızca iç yüzey bezemelerinin
sökülüp yeni yapılan mekana monte edildiği bilgisine
ulaşabilmekteyiz. Taşıma bir binanın duvarı, üst
örtüsü ve bezemesiyle taşınması tekniğidir; burada
taşıma adına yapılanların açıklanması gerekir.
"Yapının özgün taşıyıcı sisteminin ne olduğuna
ilişkin herhangi bir bilgi verilmiyor. Bu durumda,
sadece salon içerisinde bulunan bezemelerin bir
kısmının taşınması yoluyla yapılan ve her nedense
Türkçe “taşıma” terimi varken “moving” denilerek
anlaşılması güçleştirilen yeniden yapım/kopyalama
uygulamasını gerçek bir koruma işlemi olarak
adlandıramayız.
Erder: Bir obje gibi davranıldı
ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Koruma Uzmanı
Prof.Dr. Cevat Erder: Venedik Tüzüğü'nün 7. ilkesi
ve 2863 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nun 20. Maddesinde 'taşınmaz kültür
varlıklarının ve parçalarının, bulundukları yerde
korunmaları esastır' kararlarını belirtmiştik.
Yapılan uygulamalar sonucu bir obje gibi davranılan
ve taşındığı söylenen Emek Sineması ruhunu
kaybetmiştir, geriye koruma mücadelesi kalmıştır.
Ne olmuştu?
* Yapım sürecinde Mimarlar Odası tarafından
açılan davalar sonucunda mahkemeler 2 kez yürütmeyi
durdurma kararı almasına karşın proje danıştay
onaylarıyla sürdürülmüştü.
* Emek Sineması'nın yıkımının projeye uygun
yapılmadığı, Cercle D'orient binasında ve Melek
Apartmanı duvarlarında çatlaklar oluştuğu için
yapılan suç duyurusunun ardından Beyoğlu Belediye
Başkanı Misbah Demircan ile yetkililer Barış
Çelikkan, Mehmet Ali Kaplan ve İlhan Turan hakkında
soruşturma kararı alınmıştı.
* Tuncel Kurtiz'den, Costa Gavras'a uzanan
yönetmenler ve oyuncular geçidi sayılabilecek Emek
Sineması eylemleri, Türkiye Sinema Tarihi'nin belki
de yan yana direndiği en önemli andı.
* 32. İstanbul Film Festivali kapsamında
düzenlenen 2. açılışta Emek Sineması önünde basın
açıklaması yapılırken, salonun kapatılmasını
protesto eden bir grup binayı işgal etmişti.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 11.01.2016
|
SIVA ALTI TARİH!
Anadolu
Türk tarihinde ezberleri bozacak en eski Türk
Kitabesi; Eskişehir Seyitgazi’de ortaya çıktı. Dr.
Tütüncü tarafından ortaya çıkartılan 1369 yılına ait
kitabe yapıya yönelik onarımlarda sıvayla
kaplanmış...

Eskişehir Seyitgazi Külliyesi’nde
Anadolu’nun en eski Türk Kitabeleri ortaya
çıkarıldı. 1369 yılına ait Arap harfleriyle
yazılan Türk kitabeleri Germiyanoğulları Beyliği
dönemine ait. Hollanda’da ikamet eden Türk Arap
Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Epigraf Dr.
Mehmet Tütüncü, kitabeleri nasıl farkettiğini
şöyle anlattı; “Külliyeye yapılan müdahaleler
sonucu kitabelerin üzeri sıva ile kaplanmış.
2007’de yapılan restorasyonlar sırasında sıvalar
kazınmış ve kitabe yeniden ortaya çıkarılmış.
Kitabeleri 18 Ekim 2011 tarihinde Orta çağ
kazıları için
Eskişehir’e geldiğimizde tesadüf eseri
bulduk. Kitabelerin Türkçe olduğunu anladım. 4
yıllık bir uğraştan sonra yazıtların 1369’da
Kurd Abdal tarafından yazıldığını tespit
ettim.”
Tütüncü, “Bugüne kadar Anadolu’daki en eski
Türkçe Kitabeler’in
Kütahya’daki Yakup Bey Medresesi içinde
bulunan 1414 tarihli vakıf kitabesi olduğu
biliniyordu. Ancak Seyyid Gazi Külliyesi
içerisinde bulunan Türk Kitabeleri’nin 1369
yılına ait olduğunu tespit ettik” dedi.

Almanlar buldu
Yazıtların izine ilk olarak 1907 yılında Alman
araştırmacılar tarafından rastlandığını da dile
getiren Tütüncü; kitabelerle ilgili şu bilgileri
veri; “Kitabelerin içeriği o dönem Almanca
olarak birkaç yerde yayınlanmış. Ancak
sonrasında Türkiye’deki hiçkimse kitabelerin
varlığından haberdar olmamış.
Tarih envanterlerimizde de eserlerin kayıtları
yok. Kalker taşına kazınan yazılar aşınmış olsa
da oldukça iyi korunmuş. Kitabede Süleyman
Şah’ın oğlu Kurd Abdal’ın satın aldığı Akpınar
mezrasının hudutları hakkında bilgiler, Kurd
Abdal’ın dergaha yaptığı bağışlar ve devrin önde
gelen kadılarının ismi yer alıyor.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 11.01.2016
|
TARİHİ SİLLE İÇİN PROJE TAMAM
Karadeniz Teknik
Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi mimarlık
fakülteleri tarafından yürütülen "Konya Sille
Fiziksel Yenileme Çalışması" adlı projeyle, 6 bin
yıl önce kurulduğu tahmin edilen, Konya'nın Selçuklu
İlçesine bağlı Sille Mahallesi'nde sürdürülebilir
kültürel turizmin sağlanması amaçlanıyor. Sille'nin
en geniş tipik mimari özelliğine sahip konut
yapısını gösteren Hacı Ali Ağa Sokağı'nda 10 yapı
için 10'ar farklı senaryodan oluşan uygulama projesi
hazırlanacak.
Akşam, 10.01.2016
|
 |
KAPALIÇARŞI'NIN KADERİ HAFTAYA BELLİ OLACAK
Yılda 92 milyon ziyaretçi ağırlayan
Kapalıçarşı’nın sorunlarına çözüm bulmak için
tarihi çarşının 554 yıllık tarihinde ilk kez
yönetim seçimi düzenlendi. Kapalıçarşı ile
ilgili kararlarda söz sahibi olacak yönetimi
belirleyecek esnaflar sabah saatlerinde çarşıya
geldi. 2 bin 461 parselin bulunduğu
Kapalıçarşı’da, katılım 412 esnafla sınırlı
kaldı. Salt çoğunluğun sağlanamayınca seçimler
17 Ocak 2016 Pazar gününe ertelendi.
YÖNETİMDE
13 KİŞİ YER ALACAK
Seçimlerle
belirlenecek
Kapalıçarşı yönetimde, 9’u çarşı esnafı
olmak üzere 13 kişi yer alacak. Yönetimde Fatih
Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve İstanbul
Valiliği’nin yetkilileri de olacak.
"KAPALIÇARŞI’YI GELECEK KUŞAKLARA AKTARMALIYIZ"
Seçimlerde oy
kullanmak üzere Kapalıçarşı’ya gelen esnaf
Gürsel Sarı, "Osmanlıdan günümüze kadar gelmiş
Kapalıçarşı’yı gelecek kuşaklara da aktarmak
için yeni yönetimle, kamu kurumlarıyla birlikte
hareket edecek. Kapalıçarşı seçimlerle inşallah
daha iyi yönetilecek" dedi. Kapalıçarşı’da
fiziksel dönüşüm yapılacağını belirten esnaf Cem
Arıca, seçimlerin Kapalıçarşı’nın geciken
altyapı, üstyapı ve afete hazırlanma çalışması
olduğunu vurguladı.
"KAPALIÇARŞI İÇİN FATİH BELEDİYESİ OLARAK 28
MİLYON TL HARCADIK"
Kapalıçarşı’nın en
büyük probleminin yönetiminin olmaması olduğunu
belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
Kapalıçarşı’nı yenilenmesine altyapı çalışmaları
ile başlayacaklarını ifade etti. Elektrik, su,
soğutma ve ısıtma hatlarının yer altına
alınacağını belirten Demir, "Altyapıdan sonra
üstyapıya müdahale edilecek. Çalışmalar en son
çatının onarımı ile tamamlanacak" dedi.
Kapalıçarşı için Fatih Belediyesi’nin 28 milyon
TL harcadığını belirten Demir "Altyapı için İSKİ
yaklaşık 35 milyonluk bir destek verecek. Bu
zemin için Fatih Belediyesi büyük destek
verecek. Dükkanları ilgilendiren kısımlarda ise
yönetim kurulu desteği ile çözümler
oluşturulacak. Kapalıçarşı’nın yükünün sadece
mülk sahipleri tarafından karşılanmasının uygun
olmadığı düşünüyoruz. Kapalıçarşı’nın sorunları
için onlara destek olacağız" şeklinde konuştu.
Hürriyet, 10.01.2016
|
GÖBEKLİTEPE DAVOS'TAN DÜNYAYA AÇILIYOR
Türkiye bu
yıl Davos'a Göbeklitepe'yle büyük bir çıkarma
yapmaya hazırlanıyor.
Göbeklitepe Tanıtım
Projesi’nin ana sponsoru olan Doğuş Grubu’nun
girişimiyle Dünya Ekonomik Forumu (20-23 Ocak) için
Davos’a gelen dünyanın önde gelen isimleri, 12 bin
yıl öncesine dayanan, tarihin en eski ve en büyük
tapınağıyla tanışacak.
Davos’ta
Göbeklitepe için birkaç etkinlik var.
Doğuş Grubu
Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, 20 Ocak günü,
Davos’un en yeni otellerinden İntercontinental’de
Göbeklitepe için bir gala gecesi düzenliyor.
Şahenk’in
İngilizce yazılmış, videolu davetiyesinde,
Göbeklitepe’yle ilgili bilgiler yer alıyor.
Öyle ki bir
çırpıda burasının insanlık tarihi için neden bu
kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz.
Şık davetiyede,
Göbeklitepe’nin, Mısır Piramitleri’nden 7 bin yıl
önce, metal araç gerecin, tekerleğin ve yazının
keşfinden çok önce Türkiye’nin güneydoğusunda
mucizevi bir şekilde yükseldiği belirtiliyor.
Bu hazinenin tüm
dünyaya ait olduğu da vurgulanıyor.
Doğuş CEO’su
Hüseyin Akhan ise galanın hemen ertesi günü Derby
Oteli’nde “Kültür Mirası Korumak” temalı bir öğle
yemeği düzenliyor.
DÜNYA
KÜLTÜR HARİTASINDA
Yuvarlak masa
şeklinde düzenlenecek davetin konuşmacıları arasında
Akhan’ın yanı sıra Unesco Direktörü İrina Bokova,
ABD’nin ünlü Smithsonian Müze ve Araştırma Ensitüsü
Başkan Yardımcısı Richard Kurin var.
Moderatör ise
Londra’daki Victoria&Albert Müzesi’nin Direktörü
Martin Roth.
Sadece yukarıda
saydığım bu isimlerin, Göbeklitepe’nin dünya kültür
haritasında sağlam bir şekilde yerini almasını
sağlayacağından kuşkunuz olmasın.
Göbeklitepe,
hatırlanacağı gibi 2011 yılında Unesco’nun Dünya
Mirası Geçici Listesi’ne girmişti.
Dünya Ekonomik
Forumu’nun oturumlarının düzenlendiği Kongre
Sarayı’nda da konuşulacak Göbeklitepe.
İstanbul
Üniversitesi’nden arkeolog Profesör Dr. Mehmet
Özdoğan “İnanılmaz Arkeolojik Keşifler” başlıkla iki
ayrı oturumda Göbeklitepe’den yola çıkarak
uygarlıkların yükseliş ve düşüş süreçlerini
anlatacak.
Bunca yıl Davos’ta
Dünya Ekonomik Forumu’na katılırım.
İlk kez, benzersiz
tarihi ve kültürel bir mirasa sahip Türkiye’nin bu
yönüyle kapsamlı bir şekilde ele alınmasına tanık
oluyorum.
Mutluyum çok.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 10.01.2016
|
SAGALASSOS'UN KALINTILARI GÖZ KAMAŞTIRIYOR

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos antik
kentinde ortaya çıkarılan, aralarında 5 metre
boyundaki İmparator Marcus Aurelius ve İmparator
Hadrian heykellerinin de yer aldığı eserleri her
yıl binlerce kişi ziyaret ediyor.
Yazılı kaynaklarda bilinen tarihi, Büyük
İskender'in milattan önce 333 yılındaki fethiyle
başlayan ve Roma'nın beş önemli seramik üretim
merkezinden biri olma özelliğine sahip
Sagalassos'taki kazı çalışmaları, Belçikalı
Prof.Dr. Marc Waelkens başkanlığında 1989
yılında başladı.
Waelkens'ın 2 yıl önce emekli olmasının ardından
bu göreve, kazıda başkan yardımcılığı yapan
Leuven Katolik Üniversitesinden vatandaşı
Prof.Dr. Jeroen Poblome getirildi.
5 metre boyundaki imparator heykelleri
Türk ve yabancılardan oluşan bir ekiple 26
yıldır Belçika Leuven Üniversitesi tarafından,
Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ve
denetiminde sürdürülen kazılarda 5 metre
boyundaki İmparator Marcus Aurelius, İmparator
Hadrian heykelleri gibi önemli eserler ortaya
çıkarıldı.
Dans eden kızlar frizlerinin yanı sıra zafer
tanrıçası Nike, Dyonisos, Nemesis, Asklepios ve
Kronis heykelleri antik kentten çıkarılan
eserler arasında yer alıyor.
Sagalassos antik kentinden çıkarılan ve Burdur
Arkeoloji Müze Müdürlüğü'nde sergilenen bu
eserlere yerli ve yabancı ziyaretçiler ilgi
gösteriyor.
"Türkiye'nin en önemli müzeleri
arasında"
Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sagalassos
antik kentindeki kazılarda ortaya çıkarılan
eserlerin sergilendiği müzenin, Türkiye'nin en
önemli müzeleri arasında yer aldığını söyledi.
Sagalassos antik kenti terk edildikten sonra
burada bulunan malzemelerin başka antik kentlere
taşınmayarak korunduğunu ve bugüne kadar
geldiğini anlatan Ekinci, 2007-2008 yıllarında
Roma hamamının kazıldığını ve bu yapı içerisinde
İmparator Hadrian ve imparator Marcus Aurelius
heykellerinin ortaya çıkarıldığını kaydetti.
Burdur Arkeoloji Müzesi'nin internet sitesindeki
bilgilere göre geçen yıl müzeyi 10 bin 139'u
yerli, 995'i yabancı 11 bin 134 kişi, Sagalassos
Antik Kenti'ni ise 20 bin 369'u yerli, 6 bin
689'u yabancı, 27 bin 58 kişi ziyaret etti.
Trt Haber, 10.01.2016
|
MONA LİSA'NIN ALTINDA GİZLİ PORTRE
Leonardo da Vinci’nin ‘Mona Lisa’ eseriyle ilgili
çarpıcı bir iddia ortaya atıldı.
Fransız mühendis Pascal Cotte, 10 yıldır
reflektif ışık tekniği kullanarak incelediği Mona
Lisa'nın yağlıboya katmanının altında başka bir
portreyle ve taslak bulduğunu söyledi. Cotte,
alttaki resimde, oturur vaziyette farklı bir kadının
portresinin yer aldığını belirterek, "Bu resimdeki
kadın gülümsemiyor" dedi.
Akşam, 09.01.2016
|
 |
'TOPRAK ANA'YA YENİ EV
Ümraniye'de 12 yıl boyunca
sergilendikten sonra geçtiğimiz günlerde sökülen
'İki Çocuklu Toprak Ana' heykelinin, Avcılar
Belediye Başkanı Handan Toprak'la heykeltıraş Mehmet
Aksoy'un görüşmelerinin ardından ilçeye getirilmesi
kararlaştırıldı.

DHA'nın haberine göre, Ümraniye Soyak Yenişehir
Kibele Evleri içerisinde, sosyal tesisler ve
heykeltıraş Mehmet Aksoy'un yaptığı heykelinin
bulunduğu, 11 bin dönümlük arazinin, Milli Emlak’a
ait olduğu gerekçesiyle açılan dava sonuçlandı.
Mahkeme sitenin Milli Emlak’a ait olan arazisinin
devredilmesine karar verildi. Kararın kesinleşmesi
üzerine belediye ekiplerinin Perşembe günü söktüğü
heykel buradan kaldırılarak Aksoy’a ait Beykoz’daki
atölyeye götürüldü. Söküm ve heykelin kaldırılmasına
tepki göstererek çalışmaları cep telefonu ile
görüntüleyen heykeltıraş Mehmet Aksoy, "Bir heykel
daha kaldırılıyor. Bu içinde yaşadığımızı
Türkiye'nin sanat ortamınının, neye, ne kadar değer
verildiğinin bir göstergesi. Aslında gönül isterdi
ki bu heykel burada dursun. Heykellerle birlikte
yaşayalım. Bir heykel kültürümüz olsun. Atölyemize
götüreceğiz” dedi.
‘Toprak Ana’ devreye girdi
Avcılar’da doktorluk yaptığı dönemde soyadından
dolayı kendisine yakıştırılan ‘Toprak Ana’ sloganını
benimseyen Belediye Başkanı Handan Toprak ise bu
gelişmeler üzerine heykeltıraş Mehmet Aksoy ile
temas kurarak, heykelin Avcılar’da uygun bulunacak
alana taşınarak, monte edilebileceğini iletti.
Aksoy’un bu öneriyi kabul ettiği, önümüzdeki
günlerde Başkan Toprak ile bir araya gelerek
detayları ele alacağı ifade edildi. Avcılar Belediye
Başkanı Handan Toprak, “ 'Herkes her şey olabilir
ama sanatçı olamaz' diyen Ulu Önder Atatürk’ün
izinden gitmeye çalışıyoruz. Avcılar; sanat ve
sanatçıya her zaman sevgi ve saygı ile yaklaştı ve
yaklaşmaya devam edecek. Mehmet Aksoy'u aradık ve
heykelini ilçemizde görmekten mutlu olacağımız
söyledik” dedi.
Yapı, 09.01.2016
|
GRAFİTİ FİLOZOFU BANKSY İSTANBUL'A GELİYOR
Grafiti filozofu Banksy'nin en ünlü eserlerini bir
araya getiren The Art of Banksy sergisi 14 Ocak'tan
itibaren Global Karaköy'de ziyaret edilebilecek.
Entertainment Group, Global Yatırım ve Piu
Entertainment işbirliğiyle İstanbul'a getirilen
sergi, 4 ay boyunca açık kalacak.
KİM OLDUĞUMU ASLA BİLEMEYECEKSİNİZ
Banksy, 10 yıldır başta İngiltere olmak üzere
farklı ülkelerde yaptığı çarpıcı duvar resimleriyle
ünlendi. Gerçek adı bilinmese de herkes onu dünyanın
dört bir yanındaki duvarlara çizdiği resimlerin
altındaki imzadan tanıyor.

"Gerilla artist" olarak anılan Banksy,
çalışmalarında savaş karşıtı, çevreci, hayvan
haklarını savunan ve tüketim çılgınlığını eleştiren
mesajlar veriyor.

Banksy istediğinin iyi resimler yapmak olduğunu ve
kimliğini açıklamayacağını ifade ediyor.
İngiltere'nin yanı sıra Filistin'de yaptığı siyasi
eserlerle de tanınıyor. Banksy aynı zamanda Amerika
Birleşik Devletlerinin ünlü televizyon dizisi The
Simpsons adlı çizgi dizide içinde kapitalizm
eleştirisi içeren bir giriş hazırladı.
Radikal,
09.01.2016 |
SAMSUN ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ KAPATILDI

Samsun'da bulunan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi
'eserlerin sağlıksız ortamda sergilendiği'
gerekçesiyle kapatıldı. Müze binasının yıkılmasının
ardından alanın Panorama 1919 projesine dahil
edilmesi bekleniyor.
Amisos hazinesinin görkemi
1981
yılından beri hizmette olan Samsun Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'nin en göze çarpan koleksiyonu
Amisos antik kenti buluntuları ve bu kentte yer alan
bir mezar odasında bulunan Amisos hazinesidir. Mezar
odası buluntularından bir erkek, bir kadın ve bir
kız çocuğuna ait olan altın takılar özellikle
önemlidir. Hellenistik Dönem'e ait bu eserler
zamanın sanat ve işçiliğinin göstergesidir. Müzede
ayrıca Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait sikkeler
sergilenir.
Samsun ve çevresinden Kalkolitik, İlk Tunç,
Hitit, Hellenistik ve Roma Dönemlerine ait eserler
de müzenin koleksiyonları arasındadır. Her iki yüzü
kabartmalı bronz mızrak ucu, İlk Tunç Çağı'na ait
ameliyatlı kafatasları, MÖ 5. yüzyıla özgü
orijinalinin kopyası olan bronzdan çıplak atlet
heykeli de müzenin gözde eserleridir. Etnografik
eserler ayrı bir bölümde yer alır.
Samsun Kent
Haber, 08.01.2016
|
TELMESSOS ANTİK TİYATROSUNDAKİ RESTORASYON
ÇALIŞMALARI

Muğla'daki ören yerlerinde görev yapan kazı
başkanları, Fethiye İlçesi'ndeki erken Roma döneminde
yapılan ve milattan sonra 2. yüzyılda onarım geçiren
Telmessos antik tiyatrosunun restorasyon
çalışmalarında beyaz
mermer kullanıldığı yönündeki haberlere tepki
gösterdi.
Yatağan
İlçesi'ndeki
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr.
Bilal Söğüt, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri
ve vatandaşların kültür varlıklarının korunmasına
duyarlılık göstermelerini olumlu karşıladıklarını
söyledi.
Bu duyarlılığın toplum olarak korumacılık
konusunda iyi bir yere doğru gidildiğinin göstergesi
olduğunu kaydeden Söğüt, aynı duyarlılığa yazılı ve
görsel basının da sahip olmasını istedi.
Söğüt,
Telmessos antik tiyatrosundaki uygulamaları
takip ettiğini, özgün malzeme ile yeni yapılanın
farklılık göstermesinin doğru olduğunu savundu.
Restorasyonda dikkat edilmesi gereken konunun renk
değil malzeme uyumu olduğuna işaret eden Söğüt,
şöyle konuştu:
"Burada esas olan mevcut malzemeye en uygun
olanın seçilmiş olmasıdır. Buradaki orijinal oturma
basamakları ve yeni kullanılanların hiçbirisi
mermer değil, dolomit taşıdır. Her gördüğümüz
taşa mermer demeyi bırakmamız gerekir. Burada
mevcutlar yerinde sağlamlaştırılmış ve eksik yerler
yenileri ile tamamlanmıştı. Yeni kullanılan
malzemenin mevcut ile aynı olduğu konusunda İstanbul
Konservasyon ve Restorasyon Merkez ve Bölge
Müdürlüğü'nün raporu var."
"MERMER VE DOLOMİT FARKLI"
Knidos Antik Kenti Kazı Başkanı
Doç.Dr. Ertekin
Doksanaltı ise restorasyon ve korumaya yönelik
faaliyetlerin asla bitmeyeceğini ve her gün oluşan
yeni olumsuzluklara karşı yeni tedbirlerin alınması
gerekliliğini bildirdi.
Ülkedeki bu konuda duyarlılık oluşmasından
memnuniyet duyduklarını dile getiren Doksanaltı, bu
tür çalışmalarla ilgili uzman olmayan kişilerin
açıklama yaptığını savundu.
Bu durumun benzer çalışmaları yürüten
meslektaşlarını üzdüğüne işaret eden Doksanaltı,
şöyle konuştu.
"Telmessos Tiyatrosu ile ilgili haberlerde
yapılan yorumlarda özellikle belirtmek istediğimiz
bir husus var ki o da 'tamamlamalarda kullanılan
mermer' ifadesi. Bu tiyatronun orijinal malzemesi
mermer değil dolomit taşıdır. Mermer ve dolomit iki
farklı kayaç türüdür. Restorasyon uygulamalarında da
doğru olarak mermer değil dolomit kullanılmıştır. Bu
uygulamada da İstanbul Konservasyon ve Restorasyon
Merkez ve Bölge Laboratuvarına gönderilen orijinal
örnekler referans alınmıştır."
Doksanaltı, geçen yıllar içinde orijinal
materyalin özelliğini kaybedip, dayanıklılığını
yitirmesinin çoğu kez özgün malzemenin
kullanılmasına da engel olduğunu bildirdi.
Bu durumda orijinale en uygun yeni malzemenin
tercih edildiğine değinen Doksanaltı, "Telmessos
antik tiyatrosunda da bu yapılmıştır. Burada
yapılan uygulamada analizler sonucu orijinale en
yakın dayanıklılığı yüksek ancak ton farkı olan bir
dolomit seçilmiştir. Zaten süreç içinde bu renk
farklılığı en aza inecektir" dedi.
Sabah,
07.01.2016
|
900 YILLIK TİCARİ TEKNE BATIĞI BULUNDU

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından
Marmaris'te, Bozburun açıklarında yürütülen
çalışmalarda, Fatimilere ait 900 yıllık ticaret
gemisi batığı bulunduğu belirtildi. 30 metre
derinlikteki geminin, 1 ton cam taşıdığı ifade
edildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde, DEÜ
Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Müdür
Yardımcısı da olan Ege Bölgesi Araştırma ve
Uygulama Merkezi (EBAMER) Müdür Yardımcısı
Doç.Dr. Harun Özdaş'ın başkanlığında yürütülen
sualtı arkeolojik araştırmalarının 2015 yılı
çalışmaları tamamlandı. Kalkınma Bakanlığı
tarafından desteklenen 'Sualtı Kültür Mirası
Araştırmaları Projesi'yle, Türkiye kıyıları
batık envanteri çıkartılıyor. Çalışmalarda
özellikle Akdeniz'deki ticaret gemileri üzerinde
yoğunlaşıldığı belirtildi.
SU ALTI
HAZİNELERİ KAYIT ALTINA ALINIYOR
Geçen
yıl 15 kişilik bir ekibin çalışmalarda görev
aldığını söyleyen Doç.Dr. Özdaş, sualtı video
çekimlerini ise daha önce Haluk Cecan'la
birlikte çalışan profesyonel kameramanlar
tarafından gerçekleştirildiğini belirtti. Proje
kapsamında Antalya ile Çanakkale arasında yer
alan kıyılar ayrıntılı bir şekilde araştırılarak
sualtında bulunan batıklar, seramikler, çapalar,
demirleme bölgeleri, mimari kalıntılar ve
limanların kayıt altına alındığını belirten
Doç.Dr. Özdaş, "Bu araştırmalar sırasında arkeolojik
kayıtların yanı sıra deniz jeolojisi, biyolojisi
ve diğer bilim dallarına kaynak sağlayacak
bilgiler de toplandı. Oşinografik ve jeolojik
yapılara ilişkin veriler ile kıyı bölgelerindeki
incelemelerde liman yapılarının sualtında kalma
sebepleri, depremsellik ve deniz seviyesi
değişimlerine ilişkin önemli sonuçlara ulaşıldı.
Bu nedenle çalışmalara sadece sualtı
arkeologları değil, deniz jeofizikçileri ve
biyologları da katıldı. Ülkemizde ilk defa
sistematik ve bilimsel sualtı arkeolojik
çalışmalar, 'Türkiye Batık Envanteri Projesi'
kapsamında Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz
Bilimleri Teknolojisi Enstitüsü tarafından
başlatılmış olup, bu çalışmalarda üniversitemize
ait K. Piri Reis Araştırma Gemisi de görev aldı"
dedi.
EN DİKKAT ÇEKİCİ BATIK CAM TEKNESİ
Doç.Dr. Özdaş, geçen yıl keşfedilen
batıklar arasında en dikkat çekici olanının
Muğla'nın Marmaris İlçesi'ne bağlı Bozburun
Mahallesi açıklarında, 30 metre derinlikte ve
200 metrelik bir alana yayılmış olan MS 11-12.
yüzyıla, Fatimiler'e ait bir cam batığı teknesi
olduğunu söyledi. Yüzlerce parçadan oluşan
yaklaşık 1 ton cam külçenin yanı sıra, küçük
şişelere de rastlandığını belirten Doç.Dr.
Özdaş, "Böylece ilk kez bir cam batığını
kayıtlarına geçirmiş oldu. Batık alanında
bulunan kalıntılar, günümüzden yaklaşık 1000 yıl
önce Doğu Akdeniz'den yola çıkan ve cam taşıyan
ticaret gemilerinin rotaları ve uğradıkları
limanlar hakkında önemli bilgiler veriyor. Bu
nedenle; Akdeniz medeniyetleri arasındaki
ilişkiler her zaman deniz yoluyla olmuş, çatışma
ve uzlaşmalar su altında iz bırakmıştır. Ticari
ürünlerin yanı sıra, akıl ve fikirler de
insanlarla gemilerde taşınmış ve farklı
kültürlere ulaştırılmıştır. Akdeniz
medeniyetlerinin denizlerdeki izleri ve Ege'yle
olan ilişkileri bu proje kapsamında açıklık
kazanmaktadır. Akdeniz havzasında gelişen bu
medeniyetleri deniz alanındaki çalışmalar ve
bilgiler olmadan anlamak ve hipotezler üretmek
mümkün olamayacaktır" dedi.
DHA, Haber: Yaşar
Anter, 06.01.2016
|
SİT ALANI İÇERİSİNDEKİ ANTİK KENTTE KAÇAK KAZI
İDDİASI
Eskişehir'in Sivrihisar
İlçesi'nde antik kentte
kaçak kazı yapıldığı tespit edildi.
Edinilen bilgiye göre, ilçeye bağlı Ballıhisar
Mahallesi'nde akşam saatlerinde müze müdürlüğünde
özel güvenlik görevlisi olarak çalışan bir kişi,
Pesinus antik kenti güney nekropolünde kaçak kazı
yapıldığından şüphelendi. Özel güvenlik görevlisinin
ihbarı üzerine olay yerine
jandarma ekipleri geldi. Ekiplerin yaptıkları
incelemede, sit alanı içerisinde bulunan Güney
Nekropolünde 1,5 metre derinliğinde ve 1 metre
genişliğinde kazılmış çukur tespit edildi.
Bahse konu kaçak kazıyı yaptığı iddia edilen kişi
veya kişiler aranırken, olayla alakalı soruşturma
sürüyor.
haberler.com, 06.01.2016
|
3 - 9 Ocak 2016
|
TARİH KOKAN
YAPILAR ŞİMDİ BARUT KOKUYOR
Diyarbakır, özellikle de şehrin tarihini barındıran
Suriçi, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış bir
mekan. Hazreti Ömer zamanında kapılarını İslam'a
açan Suriçi'nde son olaylarda tarihi yapılar da
büyük
Diyarbakır Suriçi
denince akla
Ulu Cami,
Kurşunlu Cami,
Dört Ayaklı Minare ve daha niceleri
gelir. Onlarca medeniyete ev sahipliği yapan
Diyarbakır, son aylarda yaşanan çatışmalar sebebiyle
tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Tarih kokan
yapılar artık barut kokuyor ne yazık ki.
Minarelerden duyulan ezan sesleri, yerini silah ve
patlama seslerine bırakıyor. Yaşanan çatışmalar
sebebiyle evlerin yanı sıra camiler de zarar
görüyor. İslam'ın dört mezhebini simgeleyen Dört
Ayaklı Minare, ayaklarından vuruldu mesela. Hz. Ömer
döneminde, fethedildiği 639 yılından beri ibadete
açık olan Anadolu'nun en eski camisi Ulu Cami'de
1377 yıl aradan sonra ilk kez namaz kılınmadı, ezan
okunmadı. Mimar Sinan'ın eseri olan Kurşunlu diğer
adıyla Fatih Paşa Camii, çatışmalar sebebiyle adeta
delik deşik oldu. Kurşun yaraları yetmezmiş gibi
yangın çıktı, cami kullanılamaz hale geldi. İşte
çatışmalarda zarar gören tarihi yapılardan
bazıları...
Kurşunlu Cami
1516-20 yılları arasında, dönemin
Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından
yaptırıldı. Fatih Paşa Mahallesi'nde bulunan cami,
üst örtüsünün kurşunla kaplanmasından dolayı halk
arasında Kurşunlu Camii adıyla anılıyor. Merkezdeki
kubbenin dört yarım kubbeyle desteklenmiş olması
Sinan üslubunu vurguluyor. Caminin Sinan'ın İstanbul
Şehzade Camii'nde oluşturduğu ideal merkezi, yapıya
ilham kaynağı olduğu düşünülüyor. Siyah ve beyaz
taşlardan yapıldığı için zengin bir görünümü olan
caminin hemen sağında yer alan minare, gösterişini
bir kat daha artırmış.
Ulu Cami
Anadolu'nun ilk ve en eski camisi olan Ulu Cami,
kimileri tarafından İslam dünyasının 5. Harem-i
Şerif'i olarak kabul edilir. 3 bin yıldan beri
kesintisiz ibadet edilen tarihi bir mekan. Efsane
midir bilinmez ama bu mekana ilk temeli Şemsilerin
(güneşe tapanlar) attığı söyleniyor. Rum tarihçiler,
pagan döneminde önemli bir putperest mekanı olarak
kullanılan ibadethanenin Hazreti Musa döneminde
yapıldığında hemfikir. Evliya Çelebi, beyaz bir
sütun üzerinde İbranice bir tarih gördüğünü
belirterek, bu teze haklılık veriyor.
Hıristiyanlığın kabulünün ardından ismi Mar Toma
Kilisesi olan mabet, Amid'in 639'da İslam ile
tanışmasıyla Ulu Cami'ye dönüşür. Avlusundaki
otomasyon ve sibernetiğin babası, büyük Kürt bilim
adamı Şırnaklı Ebu'l-İz el-Cezeri'nin imzasını
taşıyan güneş saati, ziyaretçileri adeta zaman
yolculuğuna çıkarıyor. Yuvarlak bir mermer üzerine
yerleştirilen metal parça, güneşin hareketiyle
birlikte çevresinde dönen gölge marifetiyle zamanı
gösteriyor. Hani Dağı'nın eteklerinden kaynayan ve
dokuz kemerli bentlerden geçerek avludaki şadırvana
ulaşan su ise doğal bir sakinleştirici gibi.
Dört Ayaklı
Minare
Akkoyunlular
döneminde, 1500 yılında, Sultan Kasım tarafından
yaptırılan Şeyh Mutahhar ya da Şeyh Matar Camii,
daha çok minaresiyle tanınıyor. Cami, kare planlı
tek kubbeli; minare ise yekpare taş sütun üzerinde
dört köşeli olarak inşa edilmiş. Bir inanışa göre
yedi defa sütunların altından geçenin dileği kabul
ediliyor. Yapı, dört İslam mezhebine işaret eden
dört ayaklı minaresiyle Anadolu'nun tek örneği.
Zaman, Haber: Muhammet
Enes Gültekin, 08.01.2016
|
TÜRK ARKEOLOJİ
ENSTİTÜSÜ RÜYAYDI, RÜYA KALDI!
’Uzun yıllardır beklenen arkeoloji enstitüsü sonunda
kuruluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın uzun
yıllardır yapamadığını Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi yaptı. Anadolu Arkeoloji Enstitüsü için
Avrupa Birliği'nden 10 milyon Euro destek alındı.
Başkan Fatma Şahin, önümüzdeki günlerde arkeologları
Gaziantep'te toplayarak enstitü müjdesini
açıklayacak.’’ Bu sözleri yazmamın üzerinden
neredeyse tam bir yıl geçti. Yazının başlığını da
‘’Rüyaydı, gerçek oldu’’ demişiz. Görünen o ki, rüya
değil büyük bir serap görmüşüz.. Onca bilim insanı
toplandı tüm gazetelere o gün büyük bir gösterişle
bu işin olacağı anlatıldı.
KİMLER YOKTU Kİ!
Başta Gaziantep Belediye Başkanı Fatma
Şahin, Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır, Kültür
Varlıkları Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar,
Ankara Üniversitesi'nden Prof.Dr. Işın Yalçınkaya,
İstanbul Üniversitesi'nden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan
ve Zeugma Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Kutalmış
Görkay gibi hemen herkes oradaydı. Hepimiz çok
heyecanlıydık. Yıllardır kurulması gündemde olan ama
bir türlü başarılamayan Türk Arkeoloji Enstitüsü
kuruluyordu. AB’den de 10 milyon Euro kaynak
bulunmuştu.
YASA İZİN VERMİYOR!
O gün toplantı sonrasında akla gelen ilk
sorunlardan biri enstitünün bir belediye bünyesinde
oluşmasıydı. Bu ülke bütününe yönelik değil belki
bölgesel nitelikte olabilirdi. Ancak bu sorun Fatma
Şahin’e sorulduğunda verdiği cevap hepimizi
umutlandırdı. Şahin, açık açık kendisinin
arkeolojiden anlamadığını ve bunu Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile birlikte yapacaklarını, kendisinin
sadece bu işe ön ayak olduğunu’’ söyledi. Doğrusu da
buydu. Çünkü Türkiye’de kazı yapma yetkisi,
denetleme ve izin verme yetkileri yasa ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na verilmişti. Bunun belediye
bünyesinde bir enstitü olmasına ne imkan ne de yasa
vardı. Belki enstitü ile ilgili yeni bir yasa
çıkarılabilirdi. Buranın bir bilim yuvası olması
için üniversiteler ile işbirliği yapılabilirdi. Ama
bu konuda bir arpa boyu yol alınmadı.
SADECE BİNA YERİ
BELİRLENDİ
Toplantı sonucunda 3 ay
içinde tüm kazı başkanlarının da katılacağı bir
arama konferansı düzenlenmesine karar verildi. Arama
konferansında enstitünün yönetim biçiminden,
yönetmeliklerine ve çalışma yöntemine kadar tüm
ayrıntılar belirlenecek, Alman, Amerikan, Avusturya
arkeoloji enstitüleri gezilecek ve fikir alış
verişinde bulunulacaktı. Tam bir yıl geçti.
Arkeoloji Enstitüsü’nden hiç haber yok. Gaziantep
Belediyesi kuru bir bina tahsisinde bulundu. Gazi
Kültür Merkezi adıyla hizmet veren tarihi Kendirli
Kilisesi Enstitü binası olarak ayrıldı. Ancak arama
konferansları yapılmadığı gibi enstitü ile ilgili
hem kamuoyuna hem bilim insanlarına bir açıklamada
da bulunulmadı. Seçimlere 3 ay kala yapılan bu gövde
gösterisi bir seçim vaadi nitelendirilmelerine neden
oldu.
Gaziantep Büyükşehir Belediye
yetkilileri enstitü ile ilgili topu Kültür ve Turizm
Bakanlığına attı. Bakanlığın bu işi savsakladığından
yakındı. Bakanlık kaynakları ise kendilerine enstitü
ile ilgili bilgi verilmediğini belirtiyor. Onlarda o
günkü gövde gösterisi toplantıdaki bilgilerden başka
yeni bir gelişmeden habersiz olduklarını
söylüyorlar. Mevcut hali hazırdaki yasalarla
enstitünün kurulabilmesine imkan olmadığından dem
vuruluyor.
SKANDAL DUYUMLAR VAR!
Gerçekten de bu bir seçim yatırımı mıydı? Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi (ismini şimdilik gizli
tutuyorum) AK Parti’den aday olmak isteyen bir
bakanlık personelinin dolduruşuna ve kendi reklamını
yapma amacına kurban mı gitti? Skandal boyutta
kulağıma gelen kulis bilgiler var. Lakin bu
bilgileri önümüzdeki günlere bırakıyorum. Bakalım
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Turizm
Bakanlığı’ndan resmi bir açıklama gelecek mi?
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 08.01.2016
|
İhbar:
BÜYÜKYONCALI'DA DEFİNECİ TALANI
Merhaba,
Hafta sonu köyüm olan Büyükyoncalı'yı ziyarete gittiğimde bazı arkadaşlardan, geçtiğimiz günlerde definecilerin kaçak kazı yaptıklarını, bu sırada bilinmeyen bazı yapılara ait kalıntıların da ortaya çıktığını duydum.
Bu konulara meraklı olduğumdan bahsedilen yere gidip birkaç resim çektim.
Ayrıca tanıdığım bazı yaşlı kişilere buralarda bu tür bir yapının varlığından haberleri olup olmadığını sorduğumda; hiç duymadıklarını öğrendim.
Burası dere yatağının kenarında bir yer. Bahsettiğim bölgede çok sık taşkınlar olmaktadır. Sanırım bu yapı (belkide yapılar) su taşkınlarıyla gelen alüvyonlar sayesinde yok olmaktan kurtulmuş.
Yapılan kaçak define kazısı ile ilgili olarak Tekirdağ/Saray Jandarma Komutanlığı bilgilendirilmiş ve tutanak tutulmuş. Ama sanırım o birim konuya farklı açıdan yaklaşacaktır.
Yerin konumu; Büyükyoncalı kasabasından Küçükyoncalı köyüne giden yolda. Kalıntılar, definecilerin kazdığı çukurun dere tarafındaki yanına inilince çok net görünmektedir.




Bilgilerinizi ve ilgilerinizi arz ederim.
Saygılarımla;
Serdar AKSOY
Büyükyoncalı, Saray, TEKİRDAĞ
TAYHaber, Serdar Aksoy, 08.01.2016
|
TUTANKAMON'UN
GİZEMLİ MEZAR ODASI
Nefertiti'nin gizemi, ünlü firavun Tutankhamun'un
mezarını araştıran arkeologların peşini bırakmıyor.
National Geographic bu gizemin peşine düştü.
Mısır’daki Krallar Vadisi’nde ve civarında bir
yüzyıldır yapılan kazı çalışmalarında 64 mezar ve
bunlara bağlı odalar ortaya çıkarıldı. Kral
Tutankhamun’un, KV62 olarak bilinen hazinelerle dolu
gömütü açık farkla bunların en ünlüsü. Ancak antik
Mısır’ın 18. ve 19. hanedanlarından başka kraliyet
mezarları ve mumyaları da gün ışığına çıkarıldı.
Mısırlı araştırmacılar,
2007’den bu yana 16 kraliyet mumyası üzerinde
genetik testler yaptı. Bu fotoğraflarda görülenler
Tutankhamun’un en yakın ve en sevgili akrabaları:
Büyük anne-babası, anne-babası, karısı, mezarında
bulunan ve büyük olasılıkla kızları olan mumyalanmış
iki fetüs.
Ancak bu dönemden henüz bulunamamış bir başka
efsanevi kraliyet mumyası var ki, ne zaman bu
kraliyet mezarlığında yeni bir keşif yapılsa adı
gündeme geliyor: Güzel Kraliçe Nefertiti.
Tutankhamun’un babası Akhenaten’in esas karısıydı.
Tutankhamun’un annesi ise adını bilmediğimiz başka
bir kadındı. Yani Nefertiti, Tutankhamun’un üvey
annesiydi.
Tutankhamun’un aile bağları,
o dönem kraliyet ailesi arasında yaygın olan ensest
geleneği nedeniyle daha da karmaşık bir hal alıyor.
Tutankhamun, Nefertiti ile Akhenaten’in kızları
olan, yani yarı kardeşi Ankhesenamun ile evlenmişti.
Yani Tutankhamun'un üvey annesi Nefertiti aynı
zamanda ünlü firavunun kayınvalidesiydi.

Antik
Mısır’ın en ünlü firavunu, kardeşler arası
birleşmeden dünyaya gelmişti. Akraba evliliği,
çarpık ayak özrüyle doğmasına yol açmış ve
olasılıkla aynı babadan kardeşi de olan karısıyla
bir çocuk yapmasını engellemiş olabilir.

Tutankhamun'un Karısı: DNA
sonuçları vandallar tarafından kafası koparılan bu
mumyanın Kral Tutankhamun’un mezarında bulunan
fetüslerin en az birinin annesi olabileceğini
gösteriyor. Eğer öyleyse, Akhenaten’in kızı ve
Tutankhamun’un tek bilinen karısı Ankhesenamen olma
ihtimali yüksek.

Tutankhamun'un Dedesi: III.
Amenhotep, 3 bin 400 yıl önce görkemli bir şekilde
hüküm sürmüştü. Ölüsü 1898 yılında, dedesi II.
Amenhotep’in mezarı KV35’te on kadar başka asille
birlikte saklı bulundu.

Tutankhamun'un Büyükannesi:
DNA analizleri, bu asil güzelin III. Amenhotep’un
karısı ve Tutankhamun’un büyükannesi Tiye olduğunu
ortaya koyuyor. Bir kraliçenin gömü pozu olarak
yorumlanan bir duruşla, sol kolu göğsü üzerinde
kıvrılmış olarak mumyalanmış. Mısır’ın kuru iklimi
sayesinde saçları bozulmadan kalmış.

Tutankhamun'un Babası: Kötü
şekilde çürümüş bu mumya 1907’de keşfedildi.
Parçalanmış tabutu üzerindeki kraliyet sıfatları,
tek bir tanrıya tapmak için ülkenin tanrılarını hiçe
sayan kafir firavun Akhenaten olabileceğini
gösteriyordu. DNA analizleri mumyanın Tutankhamun’un
babası olduğunu belgeledi.

Tutankhamun'un Annesi: DNA
testlerine göre Genç Hanım olarak bilinen bu mumya,
Akhenaten’in hem anne-baba bir kızkardeşi hem de
oğlu Tutankhamun’un annesi. Genç Hanım, muhtemelen
II. Amenhotep ve Tiye’nin varlığı bilinen beş
kızından biriydi.

Tutankhamun'un Kızları
mı?:
Tutankhamun’un mezarında
en az yedi aylık gebelik sürecine ait bir fetüs
(sağda) ile daha ufak ve kırılgan bir fetüs bulundu.
Biri veya her ikisi birden kralın kızları olabilir.
Birlikte yerleştirilmiş tabutlarda (solda)
Tutankhamun’un büyükannesi Tiye’ye ait olabilecek
bir tutam saç bulundu.

Mısır'ın en ünlü firavunu Tutankamon'un mezarı 1922
yılında arkeolog Howard Carter tarafından bulundu.

Tutankhamun'un mumyası haricinde mezardan
çıkarılanlar Kahire müzesinde sergileniyor.

Mezarı 1972'de Londra'da ve daha sonra ABD'de
sergilenmiştir.

Tutankamon’un mezarı iki odadan ve ilk odaya inen
bir merdivenden oluşmaktadır. İlk odada bir at
arabası, Tutankamon’un tahtı ve bunlar gibi
Tutankamon’un hayattayken kullandığı paha biçilemez
eserler bulunmuştur.

Bu
oda bulunduğunda, odanın Krallar Vadisi'inde yer
almasından dolayı, bir mezar olması gerektiğini
düşünen Howard Carter ve arkadaşları odanın
duvarlarına vurarak duvarın arkasındaki boşlukları
aradılar.

Sonunda bir boşluk bulundu ve duvar kırıldı. Duvarın
arkasındaki bir odada, yeni bir oda gibi görünen
kocaman bir tahta kutu vardı.

Kutu mühürlüydü. Howard
Carter, mühürü -hayatında gördüğü ve göreceği en
güzel şeyi- görmüştü. Bir lahtin içindeki som
altından tabut mum ışığında bile parlıyordu.





Radikal, 08.01.2016
|
ALANYA KALESİ'NE
TRAFİK TAHRİBATI
Antalya’nın
Alanya
İlçesi'nin simgelerinden biri olan ve
UNESCO Dünya
Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Alanya Kalesi,
araçların çıkardığı titreşim ve egzoz gazının
tehdidi altında.
Surlarının içinde yerleşimin
devam ettiği 13’üncü yüzyıl
Selçuklu eseri
olan Alanya Kalesi, geçen yılın 11 aylık rakamlarına
göre Noel Baba Kilisesi ve Aspendos’un ardından 322
bin 569 ziyaretçisiyle
Antalya’nın en
çok ziyaret edilen ören yeri oldu.
Turizm şirketlerine ait
otobüsler, Damlataş Mağarası girişinden başlayan ve
yamaçlara yapılmış evlerin arasından geçen dar ve
keskin virajlı yolu takip ederek,
bugün açık hava
müzesi olarak değerlendirilen iç kaleye yaklaşık 30
dakika süren zorlu yolculukla ulaşabiliyor.
Teleferik yapılacaktı
Alanya Belediyesi, otobüslerin kalenin dar
sokaklarında yarattığı olumsuzlukları ortadan
kaldırmak ve tarihi kaleyi daha gezilebilir hale
getirmek için 7 yıl önce ilçe gündemine gelen
teleferik projesini ise raftan indirdi. Konuyla
ilgili hazırlanan raporda yılda ortalama 10 bin
otobüs, 20 bin küçük aracın girdiği Alanya
Kalesi’nde ulaşımda yaşanan zorluklar anlatılmış, bu
durumdan daha da önemlisinin on binlerce aracın kale
içindeki yollarda yaptığı yolculuk sırasında ortaya
çıkan titreşim ve egzoz gazlarının sur duvarlarında
yarattığı tahribat olduğuna dikkat çekilmişti.
Milliyet, Haber: Emre
Baylan, 08.01.2016
|
OSMANLI ARŞİVİ
ARTIK ELEKTRONİK ORTAMDA
IRCICA Genel Direktörü Halit Eren, Osmanlıca OCR
projesinin hayata geçirildiğini ifade etti. Eren,
‘Osmanlı’nın hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara ait
gizli kalmış belgeler gün yüzüne çıkacak’ dedi.
İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve
Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ile İstanbul
Kalkınma Ajansı’nın 2011 yılında ortaklaşa
başlattığı, ‘Osmanlıca Optik Karakter Tanıma’
projesi tamamlandı. Dünyada ilk kez Yıldız
Sarayı’ndaki IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde
kullanılacak olan Osmanlıca Optik Karakter Tanıma
Sistemi (OCR) Osmanlıca matbu eserleri metin içi
aramaya açık hale getirecek.
81 bin nadir eser
Türkiye, ABD,
Almanya, Yunanistan, İran, İngiltere, Mısır, Suudi
arabistan, Fransa ve Irak başta olmak üzere 75
ülkenin araştırmacıları tarafından aktif olarak
kullanılan IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde
Osmanlı dönemine ait askeri, topoğrafik ve coğrafi
harita bilgileri yanı sıra Kuran-ı Kerim’in ilk
nüshaları bulunuyor. 148 farklı dilde 81 bin nadir
eser, 115 bin süreli yayın, 1660 harita, 65 bin
tarihi fotoğraf, 2 bin 150 şahıs arşivi de
bulunduran kütüphanedeki kaynaklar, tamamlanan proje
ile elektronik ortamda dünyadaki araştırmacılara
sunulacak.
130 dilde dinleme imkanı
Web tabanlı ilk sayısal
kütüphane olan IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde
yazılı, basılı, görsel ve işitsel materyaller
tarayıcılarla taranarak Optik Karakter Tanıma (OCR)
işleminden geçiriliyor. OCR materyalleri okunabilir,
düzeltilebilir ve yararlanılabilir formda elektronik
ortama aktarılıyor. Diğer kütüphanelerde kurulup
işletilebilecek yapıda tasarlanan uygulama ile
araştırmacılar, çalıştıkları konunu materyaline
çevrimiçi olarak temas edebiliyor. Ayrıca OCR
sistemi okuyuculara Osmanlıca eserleri Türkçe dahil
toplamda 130 dilde dinleme imkanı sunuyor.
Yıldız Sarayı’nda OCR sistemini basın mensuplarına
tanıtan IRCICA Genel Direktörü Halit Eren, Osmanlıca
OCR projesinin bittiğini ve hayata geçirildiğini
ifade ederek, “Dünyada bir ilk olan Osmanlıca OCR
yazılımı ile sadece Türkiye’ye değil, Osmanlı’nın
hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara ait gizli kalmış
belgeler ve kaynaklar gün yüzüne çıkacak. Uygulama
sayısal ortamda ücretsiz olarak kullanıcılara
sunulacak. Osmanlıca eserlere yönelik bir yazılımın
olmaması ise bu konuda araştırma yapan kişilerin
kaynaklarını sınırlandırıyordu ve alan çalışmaları
için önemli bir eksiklik yaratıyordu” dedi.
‘Çip’ uygulaması
IRCICA tarafından
geliştirilen bir diğer uygulama, Farabi Entegre
Kütüphane yazılımı. Uygulama, yayının kütüphaneye
girdiği andan itibaren kullanım raporlarının
hazırlanmasına kadar tüm süreçleri içinde topluyor.
Yayının sağlanması, kurumlar arası değişim,
ayrıntılı kataloglama, kişi ve kurum otoritelerinin
oluşturulması, etiketleme, güvenlik, sayım, ödünç
verme, fotokopi ve sayısallaştırma işlemlerinin tümü
bu yazılımla belirleniyor. IRCICA Genel Direktörü
Halit Eren, Farabi Entegre Kütüphane yazılımı ile
kütüphanedeki Kitapları izlediklerini ifade ederek,
“Kitaplar, içlerinde bulunan çipler sayesinde
izleniyor. Rafta eksik ve yeri yanlış olan kitap
varsa rafa yaklaştırdığımız elektonik bir cihazi ile
kitap ve kitabın yeri belirleniyor” diye konuştu.

Web tabanlı ilk sayısal
kütüphane olan IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde
yazılı, basılı, görsel ve işitsel materyaller
tarayıcılarla taranarak Optik Karakter Tanıma (OCR)
işleminden geçiriliyor.
Habertürk, 07.01.2016
|
YAŞADIĞIMIZ
ALERJİLERİN KÖKENİ İNSANLARLA NEANDERTALLER
ARASINDAKİ İLİŞKİLERDE SAKLI
Neandertallerin kuzenlerinden miras kalan üç
gen, alerjilere karşı duyarlı bağışıklık
sistemine sahip modern insanların genlerine
aktarılmış olabilir.
Guardian’da yer alan
habere göre,
araştırmacılar, antik insanlarla, onların iriyarı
kuzenleri olan neandertaller arasındaki gerçekleşmiş
ilişkilerin, kaşıntı, hapşırma ve diğer alerji
türlerinin gelecek nesillere aktarılmasına sebep
olabileceğini söylüyorlar.

Amerikan İnsan Genetiği Dergisi’nin Ocak 2016
sayısında yayımlanan araştırmada, modern insana
geçen bu üç genin, 40.000 yıldan daha önce, modern
insanın uzak ataları olan Neanderallerle veya onun
aynı dönemde Sibirya’da yaşamış gizemli insan grubu
olarak anılan yakın akrabaları Denisovanlarla
gerçekleşmiş cinsel ilişkiler sayesinde geçebileceği
düşünülüyor. Yapılan araştırmalar neticesinde tarih
öncesi zamanda yaşayan Afrikalı olmayan çiftlerin,
Neandertal DNA’sının %1-6′sı arasında oranında
üzerinde taşıdığı belirtiliyor.
Evrimsel avantaj doğurduğu düşünülen bu üç gen ise
Neandertal ve Denisovan genlerine benzer DNA
yapısında yer almakla beraber aynı zamanda modern
insanda da bulunuyor ve muhtemelen bakteri ve
mantarlar gibi patojenlere karşı bağışıklık
sistemini güçlendirdiği düşünülüyor.
Araştırmacıların teorisine
göre Afrika’yı terk eden küçük öncü grupların
Avrasya’da bulunan Neandertallerle cinsel ilişkiye
girmesiyle bu üç gen transferi gerçekleşti. Yeni
gelenlerin aksine, Neandertaller bölgede 200.000
yıldan fazla zaman geçirdi ve adapte oldu. Öncü
grubun bağışıklık sistemleri de bölgede uzun
adaptasyon dönemine sahip Neandertallerle ilişkileri
sonucu, karşı karşıya kaldıkları enfeksiyonlarla
mücadele edebilme yetisine sahip olarak nesillerini
devam ettirmek mümkün olabildi.

Leipzig’de yer alan Max
Planck Enstitüsü’nde görev alan ve çalışmanın
başkanlığını üstlenen evrimsel antropolog Janet
Kalso, modern insan Afrika’dan ayrıldıktan sonra çok
fazla genetik varyasyonun transfer olmadığını
belirtiyor ve ” Mutasyonlara adapte olabilirsiniz
ancak yerel nüfusla melezlenirseniz, adaptasyon
becerisini bedavaya alabilirsiniz” diye ekliyor.
Sözcü, 07.01.2016
|
İSTANBUL'DAN İKİ
'SANAT' HABERİ
Dün İstanbul'da iki ilginç sanat haberi vardı.
Kars'ta yaptığı İnsanlık Anıtı ile gündeme gelen
heykeltraş Mehmet Aksoy'un Ümraniye'de yaptığı
Toprak Ana heykeli kaldırıldı. Yine İstanbul'da
Flaman ressam Sir Anthony van Dyck’a ait tabloyu
Türkiye'ye getirerek 14 milyon dolara satmaya
çalışan iki iş adamı gözaltına alındı.
14 MİLYON DOLARLIK VAN DYCK OPERASYONU
Gürcistanlı bir çeteden 200 bin dolara aldıkları
Flaman ressam Sir Anthony van Dyck’a ait tabloyu
Türkiye’ye getirerek İstanbul’da bir otelde 14
milyon dolara (42 milyon TL) satmaya çalışan iki
işadamı gözaltına alındı. İstanbul Kaçakçılık Şube
Müdürlüğü ekiplerinin operasyonu sonucu yakalanan
A.S. ve I.K. emniyetteki sorgularının ardından
Çağlayan
Adliyesi’ne sevk edildi. Operasyonda ele geçirilen
tablo önce emniyete getirildi. Daha sonra orijinal
olup olmadığı ile ilgili inceleme için İstanbul
Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü’ne gönderildi. Müzede
oluşturulan heyet tablonun orijinal ve ressam Sir
Anthony van Dyck’e ait olduğunu belirtti. Müze
tablonun 17’nci yüzyılda yapıldığını, tarihi eser
olduğunu belirterek esere el koydu.
Haber: Çetin Aydın

İNSANLIK ANITI’NDAN
SONRA ‘TOPRAK ANA’ DA KALDIRILDI
Kars'ta yaptığı ‘İnsanlık Anıtı'na dönemin Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan'ın 'ucube' demesi ve ardından
yıkılmasıyla gündeme gelen heykeltıraş Mehmet
Aksoy'un Ümraniye'de yaptığı 'Toprak Ana' heykeli de
kaldırıldı. 12 yıl önce yapılan Ümraniye Soyak
Yenişehir Kibele Evleri içerisinde, sosyal tesisler
ve heykeltıraş Mehmet Aksoy’un heykelinin bulunduğu
alanın Milli Emlak’a ait olduğunun mahkeme kararıyla
kesinleştiği gerekçesiyle, belediye sosyal tesisleri
dün yıkılmaya başladı.

Yıkımdan haberdar olan
heykeltıraş Mehmet Aksoy belediyeye başvurarak, ‘İki
Çocuklu Toprak Ana’ heykelini kendisi kaldırmak
istediğini belirtti. Aksoy sabah saatlerinde bir
vinç ve işçiler ile heykelin bulunduğu alana geldi.
Heykel parça parça sökülerek TIR’a yüklendi. Söküm
çalışmalarını olay yerinde takip eden Mehmet Aksoy,
heykelin zarar görmemesi için büyük çaba gösterdi.
Üzgün olduğu gözlenen
Aksoy, “Dramatik, rüzgarlı bir günde heykelimizi
kaldırıyoruz. Yine bir heykel daha kaldırılıyor. Bu
içinde yaşadığımız Türkiye’nin sanat ortamınında,
neye, ne kadar değer verildiğinin bir göstergesi.
Aslında gönül isterdi ki bu heykel burada dursun.
Buralar park bahçe olsun insanların kullanımına
açılsın. Heykellerle birlikte yaşayalım. Bir heykel
kültürümüz olsun. Ama durum öyle değil, kaldırıyoruz
heykeli. Kendi atölyemize götüreceğiz. Kimse
kıymetini bilmiyorsa
ben biliyorum.
Her şeyi zamana bırakıyorum. Neyin değerli neyin
değersiz olduğunu zaman gösterecek. Her şey para
değil. Ben insanlara diyorum ki, kıblemiz para
olmasın” dedi.
Hürriyet, 07.01.2016
|
TALAS'TA TARİHE
BİR KATKI DAHA!
Tarihi zenginliklere sahip Talas Belediyesi bu
alanda yaptığı restorasyon çalışmalarına bir
yenisini daha ekledi.
İlçede bugüne kadar
Yaman Dede Kültür ve Sanat Evi, Okutan Konağı ve Ali
Saip Paşa Sokağındaki 55 geleneksel tarihi konut
gibi zenginliklerini restore ederek turizme
kazandıran Talas Belediyesi, bu alandaki
çalışmalarına devam ediyor. Tarihi yapıları ayağa
kaldırma çalışmaları bu kez tarihi Ali Saip Paşa
Sokağındaki Yaren Evi restorasyonuyla sürüyor.
Asırlık iki katkı tarihi binada, kış mevsiminde dahi
çalışmalar durmuyor.
Buradaki restorasyonla ilgili bilgiler veren Talas
Belediye Başkanı Mustafa Palancıoğlu, Talas'ın
tarihi zenginliklere sahip ender yerleşim
yerlerinden biri olduğunu belirterek, "Bu
zenginliklerimizi ayağa kaldırarak ilçemizin
turizmdeki hak ettiği yere getirme hedefimize doğru
ilerliyoruz" dedi.
Tarihi dokudaki restorasyonların maliyetli ve zaman
gerektiren çalışmalar olduğuna dikkat çeken Başkan
Palancıoğlu, Yaren Evi Koruma Kurulu Projesi'nin
neredeyse tamamının belediye bütçesi dışından
karşılandığını söyledi. Başkan Palancıoğlu,
"Restorasyon projesi toplam maliyeti 215 bin TL. Bu
rakamın yüzde 95'i Yatırım İzleme ve Koordinasyon
Başkanlığının Kültür Varlıkları Katkı Payı Fonundan
karşılanıyor. Belediye olarak bütçemizden sadece
yüzde 5'lik kısmını karşılayacağız. Çalışmalarımız
bu mevsim koşullarında bile devam ediyor. İnşallah
bu yıl içinde restorasyonu bitirmeyi planlıyoruz"
diye konuştu.
Başkan Palancıoğlu, tarihi dokudaki zenginliklerin
restorasyonla hem korunduğunu hem de gelecek
kuşaklara miras olarak bırakıldığını anlatarak,
"Ecdadımız o dönemin kültürünü ve yaşantısını
hayatlarının her alanına nakış nakış işlemiş.
Bizlere düşen de bu eşsiz değerleri bizden sonraki
kuşaklara emanet etmek. Bu noktada Talas'ta bulanan
tarihi yapıları tek tek turizme kazandırmaya devam
edeceğiz" ifadelerini kullandı.
Kayseri Gündem, 06.01.2016
|
'EMEK' VE 'SİNEMA' GRAND PERA VE CİNEMO İLE YENİDEN!
İstiklal Caddesi’ndeki Grand Pera projesi
kapsamında, tüm resmi kurum ve kuruluşların bilgi,
izin ve onayları dahilinde, iç bezemeleri renove
edilerek, inşa edildiği dönemin mimari özelliklerine
uygun şekilde yeni mekanına taşınan Emek Sineması,
sinemaseverlerle buluşmak için gün sayıyor. Güneş
ışığı alan, 11 metre yüksekliğinde cam tavanlı,
Haliç ve Beyoğlu manzaralı 1.250 m2’lik fuaye
alanına sahip 600 kişilik Emek Sineması; 800 kişilik
8 yeni sinema salonu ve 150 kişilik teleskopik
oturma düzenine sahip tiyatro salonuyla birlikte,
tüm ihtişamıyla Grand Pera’nın en üst katında, Mart
2016’da kapılarını açacak. Grand Pera, toplamda
1.550 kişiye ulaşan koltuk kapasitesiyle
sinemaseverlerin ve kültür-sanat tutkunlarının
vazgeçilmez mekanlarından biri olacak. Sinema sunum
teknikleri açısından en yüksek teknolojik donanıma
sahip olacak Emek ve 8 sinema salonunun yönetimini,
yenilikçi bir anlayışla hizmet vermeyi hedefleyen,
yeni sinema işletmesi Cinemo üstlenecek. Ticari
anlamda Grand Pera’ya entegre olan Cinemo, Emek
başta olmak üzere sinema kompleksinin
sürdürülebilirliğine zemin yaratacak. Projenin
kültürel faaliyetlerinde söz sahibi olacak Yedi
Sanat ve Kültür Vakfı desteğiyle, yönetmen
haftaları, özel gösterimler, ödüllü film ve
yönetmenler gibi projelere de salonlarını açacak
Cinemo, üstün teknolojik altyapısıyla, Beyoğlu’nu
yeniden sinemanın cazibe merkezi haline getirecek.
Emek Sineması, sahne performanslarına da
ev sahipliği yapacak...

Yeni mekanında, misafirlerinin konforunu,
sağlığını ve güvenliğini ön plana alan Emek Sineması
ayrıca sahne performanslarına da ev sahipliği
yapacak. Emek Sineması, ihtiyaç durumunda,
fonksiyonel sahnesiyle birlikte her türlü ses ve
ışık sistemi için uygun teknik altyapıyı sunacak.
Emek sahnesinde ayrıca, kulis alanı da yer alacak.
Modern teknolojiyle donatılmış Emek, özel ses
yalıtımlı, akustik kontrollü salonuyla
ziyaretçilerini ağırlayacak. Emek’le birlikte hizmet
verecek yeni salonlar, yeni nesil üç boyutlu ses
teknolojisi Dolby Atmos, 4K sinema projeksiyonu ve
3D deneyimi gibi özellikleriyle sinema dünyasına
yeni bir soluk getirecek.
Yeni mekanındaki Emek ile sinema yeniden…
Çağdaş güvenlik ve mimarlık standartları
doğrultusunda, gelecek nesillere hizmet verebilecek
niteliğe kavuşturulan Emek Sineması’nın taşıma
çalışmaları, 1924 yılındaki orijinal projeye uygun
olarak gerçekleştirildi. Emek Sineması’nın, Topkapı
Müzesi’nin restorasyonunda görev alan uzman ekip
tarafından numaralandırılarak yerinden sökülen duvar
ve tavan bezemeleri, atölyede konservasyon ve
restorasyondan geçirildikten sonra orijinal
yerlerine yerleştirildi. Temel kaygısı güvenlik,
hijyen, estetik ve tarihi dokuya saygı olan
çalışmalarla, Emek Sineması’nda daha önce problem
teşkil eden deprem güvenliği, yangın ve acil çıkış
gibi kritik zorunluluklar yerine getirildi; geniş
fuaye alanı, izleyici konforu, teknolojik
yeterlilikler gibi temel ihtiyaçlar karşılandı.

Cinemo Hakkında
Grand Pera
ile birlikte Mart 2016’da hizmete girecek yeni
sinema işletmesi Cinemo, sinema kültürüne katkı
sağlamak ve yol göstermek amacıyla kuruldu. Cinemo,
gişe filmlerinin yanı sıra festival filmlerine de
destek ve mekan sağlamayı hedefliyor. Grand Pera’da
hizmete girecek Emek Sineması ve diğer 8 salonun
işletmesini, yenilikçi bir anlayışla çalışan Cinemo
markası üstleniyor.
Grand Pera Hakkında
19.
yüzyıldan bu yana çekim merkezi ve alışveriş
kültürünün sembolü olan Beyoğlu’nda, İstiklal
Caddesi’nin kalbinde Mart 2016’da kapılarını açacak
Grand Pera, kültür, sanat, eğlence, moda ve
gastronominin hizmetine sunulan yeni nesil bir yaşam
merkezi. Grand Pera, Madame Tussauds Müzesi’nin yanı
sıra tarihi Cercle d’Orient binası, 1.250 m2’lik
fuaye alanına sahip 600 kişilik Emek Sineması,
toplam 800 kişilik 8 yeni sinema salonu ve 150
kişilik teleskopik oturma düzenine sahip tiyatro
salonu ile 1.550 kişiye ulaşan seyirci
kapasitesiyle, İstanbul ve Türkiye’nin cazibe
merkezlerinden biri olmayı hedefliyor. Grand Pera’da
ayrıca zengin etkinlik programıyla sanatın her
dalına hizmet verip ulusal ve uluslararası
gösterilere ev sahipliği yapacak performans ve
gösteri merkezi yer alıyor. Beyoğlu’nun ruhunu
yansıtan pasaj anlayışı ve “Beyoğlu Yeniden”
konseptiyle hayata geçirilen Grand Pera, çağdaş ve
uluslararası standartlar ekseninde, bir dönemin
ruhunu yeniden canlandırmayı amaçlıyor.
Radikal,
06.01.2016
|
PATERSON KÖŞKÜ KURTULUYOR

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bornova’daki tarihi
Paterson Köşkü’nü restore etmek için sürdürdüğü
ısrarlı girişimlerden olumlu sonuç aldı; Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan beklenen tahsis kararı nihayet
çıktı. Büyükşehir Belediyesi, kentin önemli sivil
mimari örneklerinden olan köşkü restore ederek
kültür amaçlı kullanılmak üzere Bakanlığa
devredecek. 1859 yılında inşa edilen tarihi yapı,
yaklaşık 160 yıl sonra yeniden kent yaşamına
kazandırılmış olacak.

Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Bornova’daki tarihi Paterson Köşkü’nü,
restore etmesi için yeniden İzmir Büyükşehir
Belediyesi’ne tahsis etti. 2008 yılındaki ilk
tahsisin ardından Büyükşehir Belediyesi tarafından
rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri
hazırlanan köşkle ilgili tahsis kararı, 2013 yılında
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından iptal
edilmişti. 2 yılı aşkın süredir atıl şekilde duran
ve geçtiğimiz yıl çıkan yangın nedeniyle zarar gören
tarihi yapıyla ilgili yeni tahsis kararı memnuniyet
yarattı.

Bakanlık tarafından imzalanan yeni
protokolün Büyükşehir Belediyesi Meclisi onayından
sonra, yine Büyükşehir Belediyesi tarafından
restorasyon ihalesine çıkılacağı bildirildi. Projesi
hazır şekilde Ankara’dan gelecek olumlu yanıtı
bekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, protokol
çerçevesinde 6 ay içinde ihaleye çıkacak ve 30 ay
içinde restorasyon işini tamamlayacak. Restorasyon
tamamlandıktan soran tarihi köşk, kültür amaçlı
kullanılmak üzere yeniden Bakanlığa devredilecek.
Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı restorasyon
projesiyle, köşkün özgün mimarisine uygun olmayan
şekilde zaman içerisinde yapılan tadilatlar da eski
haline döndürülerek kente kazandırılacak.
Büyükşehir’in
restorasyon ısrarı
Paterson Köşkü’ndeki
süreç, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel
Müdürlüğü’nün 2008 yılında köşkün Büyükşehir
Belediyesi’ne tahsis etmesiyle başladı. Tarihi
yapıyı yeniden ayağa kaldırmak ve kente kazandırmak
için yola çıkan Büyükşehir Belediyesi rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırladı. Bu
projeler 2011 yılında İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile
onaylandı. Ardından hazırlanan mimari proje
revizyonu da uygun bulundu. Köşkün restorasyon
işinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda yapı ruhsatı
alınıp, yapım ihalesinin ilanı aşamasına gelinmişti
ki, hiç beklenmeyen bir gelişme yaşandı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Paterson Köşkü’nün Büyükşehir
Belediyesi’ne tahsisine ilişkin protokolü tek
taraflı olarak iptal ettiğini açıkladı. Milli Emlak
Genel Müdürlüğü de bunun üzerine köşkün Büyükşehir
Belediyesi’ne tahsisini kaldırdı. Böylece Paterson
Köşkü, tekrar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçti.
Oysa bu süreçte Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Paterson Köşkü’nde “Atilla İlhan Kütüphanesi”
oluşturulması yönünde görüşmeler de başlamıştı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, protokolün iptali
nedeniyle, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine dava
açtı. İzmir 2. İdare Mahkemesi’nin 30 Ocak 2014
tarihli kararıyla, protokolün iptaline yönelik
işlemin iptaline karar verildi. Maliye Bakanlığı
aleyhine açılan dava ise İzmir 3. İdare Mahkemesi
tarafından reddedildi.
Paterson, İskoç
mısır taciriydi
1859 yılında inşa edilmeye
başlanan Paterson Köşkü, yarısı yarış atlarının
ahırları için kullanılan 133 dönüm arazi üzerine
kurulmuş, 38 odalı ihtişamlı bir yapı. Köşkün ilk
sahibi John Paterson Leith, İskoçyalı bir mısır
taciriydi. İzmir'de tanınan Paterson, başta
madencilik olmak üzere birçok girişimde bulundu.
John Paterson'un Türkiye'de kromu bulan kişi olduğu
biliniyor. Köşkte 1963 yılından beri aile fertleri
yaşamasa da, evin büyük piyanoları 1972 yılına kadar
malikanede kaldı. Evin son sakinleri, beş yıl
boyunca burada yaşayan NATO çalışanları olmuştu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 06.01.2016 |
BİLİNÇSİZ VATANDAŞ YAZIYOR, 'BİLİNÇLİ' BELEDİYE
BOYUYOR
Geçtiğimiz hafta İtalya’da Aziz Mutlu adlı
bir Erasmus öğrencisinin, İmparatorluk
Forumları’ndaki (Fori Imperiali) sütunlardan birine
bozuk parayla adını yazdığı ve adliyeye çıkarılarak
200 Euro para cezası verildiği ayrıca Roma
Belediyesi’ne 2000 Euro tazminat ödemeye mahkum
edildiği haberlere konu edilmişti.
‘’KÜLTÜR VARLIĞI ZARARLISI’’
Ülkemizde tarihi eserlere yazı yazmak ise adeta bir
gelenek. Ulaşılmaz noktalara akıl almaz yöntemlerle
isimlerini kazıyanların sayısı oldukça fazla. Ani
harabelerinden, Sümela manastırına kadar pek çok
kültürel mirasın üzerinde isim yazma alışkanlığında
bulunan kültür varlığı zararlısı bulmak mümkün.

Fotoğraf: Metin Bilbay
SİVAS
DİVRİĞİ CAMİ DE AYNI
Aktüel Arkeoloji
Dergisi bu ayki sayısında isim yazma alışkanlığını
konu edinerek Sivas Divriği Cami’ndeki vandallığı
yazmış. Türkiye'nin Unesco Dünya Kültür Mirası
Listesi'nde yer alan tarihi cami resmen kazıma
tahtasına dönmüş. Derginin haberine göre 1985
Yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak kabul
edilen Sivas Divriği Ulu Camii hatıra defteri gibi
ziyaretçiler tarafından isim kazınıyor. Önlem
alınmaz ise yakında ziyaretçi isimleri caminin her
köşesine yayılacak. Başta kapılar ve sütunlar olmak
üzere, külliyenin bir çok yerinde bulunan, Ahlatlı
ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan, taş
işçiliğinin en nadide ve en ince örneklerini
yansıtan harikulade motifler tüm dünyanın ilgi ve
dikkatini çekiyor.
KAİDEYE YENİ
KAİDELER EKLENİYOR
İstanbul’da Markinos
Sütunu diğer adıyla Kıztaşı’da kültür varlığı
zararlılarının saldırısı altında. Bizans devri
İstanbul’unda 455 yılında dikilen Markianos Sütunu
Fatih’te küçük bir meydanın ortasında sergileniyor.
Kızıl-gri Mısır granitinden iki parça olarak
yapılmıştır. Kaidesi dört yüzlüdür ve beyaz
mermerden yapılmıştır. Kaidesinin batı yüzünde bir
de kitabe bulunmaktadır. Kitabede Latince olarak şu
metin yazılıdır: “PRINCIPIS HANC STATVAM MARCIANI
CERNE TOVUQVE PRAEFECTVS VOVIT QVOD TATIANVS OPVS ”
Metnin çevirisi şöyledir: "İşte bu imparator
Marcianus'un anıtıdır / Ki Tatianus bu eseri
adamıştır".
Bu kitabenin etrafına günümüz de yeni kitabeler
ekleniyor. Kültür varlığı zararlıları kendi
isimlerini kazımaktan çekinmiyor. Her bir yönüne
isimlerini ya da sevgililerinin isimlerini
kazıyorlar. İşin daha da vahimi onların kazıdığı
isimlerin üzeri Fatih Belediye görevlilerince
boyanıyor. Onlar kazıyor belediye boyuyor.
Belediyenin koruma anlayışı ile kazıyanlar arasında
bir fark yok. Her ikisi de kültür varlığına zarar
veriyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.01.2016
|
MÜZELERİN SEVMEDİĞİ SANATÇI
Hollandalı ressam ve grafik sanatçısı Maurits
Cornelis Escher (1898-1972) çok bilinen bir isim
olsa da müzeler ve galeriler onu tam anlamıyla kabul
etmiş değil.
Eserlerinin popüler kültürün bir malzemesi olarak
sıklıkla kullanılması ve yüksek sanat-popüler sanat
tartışmasını körüklemesi bu mesafeli duruşu biraz
açıklıyor. Fakat, Amerika (North Carolina Museum of
Art), İtalya (Museo di Santa Caterina) ve
İngiltere'de aynı anda açılan üç büyük sergi,
Escher'in kabuğunu kırdığını gösteriyor.
Önce İskoçya Ulusal Modern Sanat Galerisi'nde
açılan, ardından İngiltere'nin başkenti Londra'daki
Dulwich Sanat Galerisi'ne taşınan Escher sergisine
şaşırtıcı bir ilgi var. Bu alakayı “İnsanlar
Escher'i seviyor, sadece müzeler onu sevmeyen.” diye
özetleyen serginin küratörü Patrick Elliott, hiç de
haksız değil. Sergide sanatçının 100 kadar baskı,
litografi ve gravürü yer alıyor. Tarihsel bir
kurguyla ilerleyen sergi, sanatçının büyülü ve
mümkün olmayan yapıları arasında fantastik bir
yazarın romanında geziniyormuş hissini veriyor.
Britanya'da Escher için açılan ilk retrospektif olan
sergi, bir grafik sanatçısının keşfedilmeyi bekleyen
usta işi eserlerine ve hayal gücünü zorlayan
tekniğine işaret ediyor.

Birbirini çizen eller ve sonsuzluğa uzanan
merdivenleriyle tanınan Hollandalı ressam ve grafik
tasarımcı Maurits Cornelis Escher'e (1898-1972),
bugüne kadar ne müzeler ilgi gösterdi ne de
sanatçının doğru dürüst bir sergisi açıldı. Ama son
bir ayda İngiltere, İtalya ve Amerika'da üç büyük
sergi hazırlandı.
Hiçbir akımın peşine düşmedi
20. yüzyılın usta sanatçılarından biri olan Escher,
kariyerine mimar olarak başlar, sonra grafiğe merak
salar. Gezgin ruhu üretimine büyük katkı sağlar.
İspanya'daki Elhamra Sarayı'nı ziyareti de sanat
hayatı için önemli bir kırılmadır. Buradaki
mozaikler onun sonsuzluk algısını zenginleştirir.
Detaya verdiği önem ve teknik yeteneği onu pek çok
sanatçıdan ayrı bir yere konumlandırır. Hiçbir
akımın peşine düşmeyen ve bir türe kolayca
eklemlenemeyecek bir sanatçı olan Escher'in
eserleri, sürreal gibi dursa da çalışmalarını
bununla tarif etmek güç. Hayatı boyunca 448 litograf
ve 2 binin üstünde çizim ve eskiz üreten sanatçı,
pek çok kitaba illüstrasyon, duvar halısı ve pul
tasarımı gerçekleştirdi. Bu tasarımlarını daha sonra
çeşitli kitaplarda ve litografilerde kullanmak üzere
baskı kalıplarına uyguladı.

Matematikçilerle sıkı dosttu
Maurits Cornelis Escher, on yıl Roma'da yaşar.
Faşizmin yükselmesiyle kendini güvende
hissetmediğinde ise ülkesine geri dönecektir.
Roma'da, kitaplarla dolu bir odası vardır. O ünlü
otoportresini de bu odada çizer. Eline dışbükey
aynadan bakarak çizdiği bu resim, Londra'daki
sergide yer alıyor. Dışbükey ayna kullanımı,
Escher'in 1930'lu yıllara ait eserlerinde sık sık
kendini gösterir. ‘Metamorfoz' adlı çalışması da
Escher'in önemli eserlerinden biridir. Sanatçının
devasa bir panel üzerine gerçekleştirdiği dört metre
uzunluğundaki bu eser, bir hayli kışkırtıcı.
Gerçekliği alış biçimi, kovanının arıya, kuşun
balığa dönüşmesi gibi anlatımlarla şaşırtıcı bir hal
alıyor. Escher, H.S.M. Coxeter (1907-2003) ve Sir
Roger Penrose (1931) gibi matematikçilerle sıkı
dostluklar kurmuştur. Bu dostluklar, onun sanat
algısını da etkiler. ‘Ascending and Descending'
(1960) ve ‘Waterfall' (1961) adlı eserlerindeki
mümkün olmayan üçgenler, matematiğe olan ilgisinin
meyvesidir.
Rolling Stones'un da aralarında
bulunduğu pek çok albüm kapağında, film ve dizilerde
eserleri kullanılan Escher'in Londra'daki sergisi 17
Ocak'a kadar sürecek. North Carolina Museum of
Art'taki sergi de aynı tarihte sona eriyor.
İtalya'daki sergi ise 3 Nisan'a kadar açık.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 06.01.2016 |
2016'DA SANAT PİYASASINDAKİ BÜYÜME DURACAK MI?
Geçen yıl sanat piyasasında tarihin en yüksek
satışları gerçekleşti. Ancak 2016 yılı için aynı
şeyi söylemek pek mümkün olmayacak gibi...
Guardian'dan Charlotte Burns, çeşitli ekonomik ve
müzayedelerdeki şişirilmiş fiyatlandırma gibi
nedenlerle bu büyümenin durabileceğine işaret
ediyor.

2015 yalnızca siyaset ve politika alanında değil,
sanat piyasası için de her açıdan oldukça önemli
gelişmelerle doluydu. Milyonerlerin eserler için
birbirleriyle savaşırken önemli miktarlarda paralar
harcadığı 2015 senesinde, müzayede salonları yeni
rekorlara da ev sahipliği yaptı. Mayıs ayında Pablo
Picasso’nun Cezayirli Kadınlar (Versiyon O) tablosu
179 milyon dolara satılarak tüm müzayedelerde
satılan en pahalı sanat eseri oldu. Kasım ayında ise
Çinli koleksiyoner Liu Yiquan Modigliani’nin Kırmızı
Nü isimli eserini 170 milyon 400 bin dolara satın
alarak, bir müzayedede satılan en pahalı ikinci
sanat eserinin koleksiyonuna ekledi. 2015 aynı
zamanda, New York’ta düzenlenen müzayedelerde
yalnızca 9 gün içinde 2.3 milyar doların harcandığı
bir yıldı.
Bu noktada sanat piyasasının birbiriyle uzak
bağları olan ve birbirlerinden farklı davranış
biçimleri sergileyen minik pazarlardan oluştuğunu
hatırlamakta fayda var elbette. Ancak seneler sonra
ilk kez tüm bu ayrı pazarlarda ortak bir nokta
dikkat çekiyor: bir yavaşlama. Bloomberg’de yer alan
bir habere göre, Londra’daki dört müzayede evi
2015’in Aralık ayında yalnızca 25.9 milyon dolar ile
2007’den beri kaydedilen en düşük hasılatını elde
ederken, bir zamanlar satış rekorları kıran Rus
sanat satışları da sekteye uğradı. Yine aralık
ayında ünlü ressamların eserlerinin satıldığı
müzayedelerde düşüş devam etti.
ŞİŞİRİLMİŞ FİYATLANDIRMA
Kasım ayında çoğu çağdaş, empresyonist ve modern
sanat eserlerinden oluşan müzayedeler düşük satış
tahminlerini bile tutturamadı, ki bu da bu üç alanın
sanat pazarı dahilindeki sınırlarının zorlandığını
gösteriyordu. Alıcıların, müzayede evlerinin
açgözlülüğü ve üzerindeki fiyatları hak etmeyen
eserler hakkındaki farkındalıkları arttı.
Levin Art Group’un sanat danışmanlığının
başındaki isim olan Todd Levin, ‘2015’in ilk
yarısında yapabileceğimizin en iyisini yaptık gibi
görünüyor’ diyerek, 2016'da daha büyük bir düşüş
yaşayacaklarını tahmin ettiğini söyledi.
Söz konusu düşüşün bir başka işareti de farklı
pazarlardan gelen alıcıların sanat piyasasını terk
etmeleri oldu. 2015, sanat eleştirmeni Walter
Robinson’un ‘zombi resmiyeti’ olarak tanımladığı
‘quasi minimalist abstrakt sanat’ ablukasının
oldukça geniş olduğu bir yıldı. Christian Rosa,
Parker Ito ve Lucien Smith gibi oldukça genç
sanatçıların, 2014 yılında astronomik rakamlara
satılan eserlerinin fiyatları 2015’in sonuna
gelindiğinde hayli düşmüştü. Sanat danışmanı Lisa
Schiff, bu düşüşü sağlıklı bulduğunu belirtirken
genç sanatçılarla ilgili spekülasyonların ortadan
kalktığını ve ederinden çok daha fazla fiyat
biçilmiş eserlerin artık alıcı bulmadığını söyledi.

1989 doğumlu sanatçı Lucien Smith'in 353 bin dolara satılan, yangın söndürme aleti ile yaptığı resmi
SORUMLU MÜZAYEDE EVLERİ Mİ?
2015 aynı zamanda müzayede evlerinin finansal
tatlandırıcılar kullanarak düzenlendikleri
etkinlikleri en çok gördüğümüz yıllardan biri oldu.
Christie’s, Sotheby’s ve Philips gibi dünyaca ünlü
müzayede evlerinin arasındaki rekabete, sanat
eserlerini müzayedelere koyabilmek için varlıklı
müşterilere sunulan bir takım garantiler damgasını
vurdu.
Tüm bu stratejilerin şirketlerin kar marjını
derinden etkilediği göz önünde bulundurulduğunda
yeni bir yükseliş olması pek de muhtemel görünmüyor:
Kasım ayında Sotheby’s, gönüllü işten çıkarmalara
başlayarak ekibini küçültmek zorunda kaldı.
SANAT FUARLARI DA ARTIK CAZİP DEĞİL

Elbette müzayedeler sanat pazarındaki hareketin
tek bir ayağı. Ancak diğer alanlarında da benzer
durumlardan söz etmek mümkün. Art Basel Miami
Beach’in 14.sünde bazı galeriler önceki senelere
göre satışlarında yavaşlama tespit ettiklerini
bildirdi. Sanat fuarlarının son yıllardaki artışı da
alıcı ve koleksiyonerleri yorgun düşürdü. Los
Angeles’da yaşayan sanat koleksiyonerlerinden Mihail
Lari, ‘Fuarlar genellikle alıcıların hızlı satın
almalar yapmaları için omuzlarında yapay bir
aciliyet hissi yaratıyor, ki bu ne sanatçılar ne de
koleksiyonerler için iyi bir şey. Satın almak için
yalnızca birkaç saatimiz olduğu için alıp sonra da
pişman olduğumuz eserlerle kalıyoruz’ diyerek sanat
fuarlarında yaşanan düşüşe sebep olabilecek
ipuçlarını veriyor.
Sanat simsarı Christophe Van de Weghe’ye göre ise
piyasa bugün daha seçici. ‘İnsanlar fiyat kalite ve
ne tür bir eser almak istedikleri konusunda birkaç
sene öncesine kıyasla daha seçici davranıyorlar’
diyor.
PİYASADA ASYA ETKİSİ
Asya ekonomisindeki sürmekte olan düşüş de sanat
piyasasını yakından ilgilendiriyor. 2015’te Van
Gogh’un 1888 tarihli L’Allée Des Alyscamps’i 66.3
milyon dolara satın alan Asyalıların yeni dönemde bu
tür eserlere olan ilgilerinin azaldığı da
gözlemlendi üstelik. Ünlü koleksiyoner Liu Yiqian’ın
geçtiğimiz Kasım ayında bir Monet tablosunu almadığı
biliniyor.

Tate Youg Patrons’un
başkanı ve aynı zamanda bir koleksiyoner olan Alia
Al-Senussi, bu tür değişikliklerin olgunlaşma
döneminden ziyade bir durgunluğa işaret ettiğinin
altını çiziyor. ‘Buna bir ara da demek de mantıklı
olabilir. Çok övülen ve çok pahalı işler artık alıcı
bulmuyor, kaliteli olansa her daim satılır’ diyor.
Cheim & Read Galeri ve Amerikan Sanat Simsarları
Derneği’nin yeni atanan başkanı Adam Sheffer, ‘Bizim
açımızdan sanat piyasasının hızı daha sağlam ve
rahatlatıcı bir hal aldı’ açıklamasını yapıyor.
Weghe’ye göre ise, genel düşüşe rağmen, elinizde
doğru fiyatlandırılmış kaliteli eserler varsa,
2016’da da oldukça iyi iş yapmak mümkün.
Radikal,
06.01.2016
|
YENİKAPI'NIN İLKLERİ
Yenikapı kazıları İstanbul'un tarihi 8 bin 500 yıl
geriye götürürken birçok tarihi eserin de ilk kez
ortaya çıkmasına vesile oldu. Neolitik dönem
kazılarında ilk İstanbullulara ait ayak izleri,
kullandıkları araç gereçler, kano kürekleri, kemik
kaşık ve ilk İstanbulluların ayak izleri
Yenikapı'nın en önemli buluntuları arasında yer
aldı.

İstanbul’un tarihini
8500 yıl geriye götüren Yenikapı kazılarında ilk
İstanbullulara ait pek çok eşya da bulundu. İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nde koruma altına alınan çok
sayıda müzelik eser Yenikapı’da kurulması beklenen
müzeyi bekliyor. Neolitik dönem izlerini taşıyan
eserler İstanbul’un tarihini binlerce yıl geriye
taşıdığı gibi tüm dünyanın da ilgisini çekmeyi
başardı.

Neolitik dönem kazılarında ilk İstanbullulara ait
ayak izleri ve kullandıkları araç gereçler dünyanın
eşsiz eserleri arasına girdi. Ahşap kano kürekleri,
kemik kaşık ve ilk İstanbulluların ayak izleri
Yenikapı’nın en önemli buluntuları arasında yer
aldı. Çanak çömlek parçası olarak küçümsenen
kazılardan çıkan bu eşsiz eserler İstanbul’un
tarihini değiştirdi. Hali hazırda Theodosius limanın
devamı olduğu düşünülen Aksaray Yenikapı
meydanındaki kazıların da aynı titizlikle devam
etmesi gerekiyor. Uzmanlara göre buradaki kazılardan
da çok önemli buluntular gelmesi yüksek ihtimal
olarak değerlendiriliyor.
İşte o buluntulardan bazıları
1 – İl İstanbullulardan bizlere miras kalan 8500
yıllık spiral bezemeli kemik kaşık. Yenikapı
neolitik alanda bulundu.
2 – Yenikapı kazıları kakma camlarla süslü 1200
yıllık ahşap tarak. Başka bir örneği yok.
3- Yenikapı kazılarında bulunan 1500 yıllık
sandalet. Üzerinde Grekçe ‘sağlıkta kullan
hanımefendi, güzellik ve mutlulukta giy’ yazıyor.
4- Yenikapı kazılarında bulunan bir batıkta çıkan
anfora. 1200 yıl önce Kırım’dan gelen üstüne
yelkenli bir gemi kazınmış eşsiz bir yapıt.
5 – Yenikapı neolitik alanda yapılan kazılarda
çıkan dünyanın en eski kano kürekleri. 8 bin yıllık
ahşap kürekler dünyada tek.
6 – 1200 yıl önce batmış gemide bulunan hasır
sepet içinde vişne çekirdekleri. Vişnenin tohumları
artık arkeoloji müzesinde.
7- Yenikapı kazılarında 1600 yıl öncesine ait
fildişi figürin başı. Olağanüstü bir işçlik ve
mükemmel bir sanat eseri.
8 – Yenikapı neolitik alanda bulunan ilk
İstanbullulara ait ayak izleri. 8000 bin yıl önce
yaşayan topluluğun ayak izleri dünya arkeolojisinde
de büyük yankı uyandırdı.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 05.01.2016
|
 |
İLKOKUL BAHÇESİNDE 16. YÜZYILDAN KAFATASI ÇIKTI
İskoçya’nın başkenti Edinburgh’daki Victoria
İlkokulu’nun bahçesinde belediye tarafından yapılan
kazı çalışmaları sırasında 16’ncı yüzyıldan kalma
bir kafatası bulundu.
Okulun Newhaven limanı yakınlarında bulunduğunu
belirten arkeologlar geçmişte bu bölgede bir
darağacının bulunduğunu bildiklerini ve kafatasının
büyük olasılıkla korsanlıkla suçlanarak idam edilmiş
bir adama ait olduğunu düşündüklerini açıkladı.
Radikal, 05.01.2016
|
İSMAİL TUNALI'NIN ARDINDAN
Estetik, sanat
felsefesi üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof.
İsmail Tunalı da aramızdan ayrıldı.
Türkiye’de estetik kavramını geniş anlamda, dünya
literatürünü özümseyerek bize kitaplarıyla tanıttı.
Birçoğumuz sanat felsefesini, modern resmi onun
kitapları sayesinde öğrendik. Çeşitli
üniversitelerde verdiği derslerle öğrenciler
yetiştirdi.
Kimdi İsmail
Tunalı?
1923 yılında Silistre’de
(Romanya) doğan Tunalı, İstanbul Üniversitesi
Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Viyana Üniversitesi’nde
felsefe, psikoloji, sanat tarihi doktorası yaptı.
1989 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü
Başkanlığı’ndan emekli oldu ve aynı üniversitede
Avrupa Topluluğu Sosyo–Kültürel Bölümü’nde öğretim
üyeliğine atandı.
Yurtdışında birçok üniversitede
dersler verdi. Uzun süre Maltepe, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Yeditepe üniversitelerinde de
ders vermeyi sürdürdü.
Önemli kitaplarından
‘Estetik’i okursanız, estetik üzerine oluşturulmuş
kuramları, önemli adların, saptamaların, estetik
çözümleme uygulamalarını bu kitaptan
öğrenebilirsiniz. Estetik konusunda yazılmış temel
kitapların başında gelir.
Felsefenin Işığında Modern Resimden Avangard
Resme adlı kitabı, resmi, sanat tarihini, çeşitli
akımların ışığında öğrenmenizi sağlayacaktır.
Önsöz’ün ilk paragrafı şöyle: “Yüzyılı aşan bir
süredir ‘modern sanat’ insan için bir sorun olmuş ve
bu süre içinde sanat düzeyinde kendini gösteren
sanat anlayışları ve akımları da daima ‘modern’ olma
kaygı ve amacı ile ortaya çıkmışlardır. Dün olduğu
gibi, yaşadığımız günler için de sanat, yine ‘sorun
olma’ niteliğini sürdürmektedir.”
Kitabın ana
bölüm başlıkları: İmpresyonizm, Soyut Resim,
Dadaizm, Postmodernizm, Avangard Resim.
* * *
Estetik
Beğeni – Çağdaş Sanat
Felsefesi Üstüne, bugün sanatla ilgilenen herkesin
okuması gereken kitaplardan biri. Sanat üzerine
bildiklerinizin nasıl bir değişime uğradığını,
sanatın bitip bitmediğini, baş döndürücü değişimin
özgürlük anlayışının yükselişiyle açıklanabileceğini
bu kitapta ayrıntısıyla okuyabiliriz.
Kitap beş
bölümden oluşuyor: Estetik Beğeni, Felsefe ve
Estetik, Felsefenin Sanata Bakış, Çağdaş Sanat
Felsefesi, Sanata Yeni Bakış.
Kavramlar ışığında,
sanat felsefesini öğrendikten sonra, bazı bölümlerin
bugünün okuru için ilgi çekici olduğunu belirteyim.
‘Endüstri, İnsan ve Sanat’ yazısında kuşkusuz bir
cümleyi, hepimiz yaşıyoruz:
“Bunların başında kuşkusuz çağdaş bir sorun olan
‘yabancılaşma’ olayı gelir. Bu sorun nereden
kaynaklanmaktadır? Bunun yalın yanıtı insanın
mekanist bir dünya karşısında kendini yitik hissetme
duygusudur.”
Aşağıdaki bölüm başlıkları
bugünün insanı için düşünülmesi gereken birçok öğeyi
içeriyor. Sanatın Geleceği, Bir Kültür Kategorisi
Olarak Avangard, Savaş ve Sanat, Sanatta Kalıcılık,
Sinema Sanatı Üstüne.
‘Yeni Bir Aydınlanmaya Doğru – Kültür ve Sanat
Sorunlarına Düşünsel Bakışlar’ kitaplarını kuşatıcı
bir anlayışı içeren yazılar. Bir felsefecinin
bilimsel/felsefi denemeleri bir sanatseverin, bir
aydının yararlanacağı görüşler taşıyor.
İsmail Tunalı’nın kitapları, estetik gibi önemli
bir bilimi öğrenmek için salık verilecek kitaplar...
İsmail Tunalı'nın bütün kitapları Remzi Kitabevi
tarafından yayınlanmıştır.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 05.01.2016
|
SURİYE'NİN TARİHİ YOK OLDU

Binlerce tarihi alanla süslü Suriye, kültürel
mirasının savaş nedeniyle tahrip edilmesine,
yağmalanmasına ve yıkılmasına tanık oluyor.
BBC
Türkçe'den Diana Darke'nin haberine göre, Suriye
hava kuvvetleri, Humus'ta bulunan ve 12. yüzyıldan
günümüze kadar korunabilmiş (Krak des Chevaliers)
Haçlı Kalesi'ni bombaladı. Kale, Suriye'nin iç
bölgelerinden ülkenin kıyısına ve Lübnan'ın Beka
Vadisi girişine açılan tek koridorun üzerinde,
stratejik bir konumda bulunuyor. Bu konumu da, tıpkı
Haçlı Seferleri döneminde Hospitalier Şövalyelerinde
olduğu gibi, bölgeyi savaşın en sert yaşandığı
yerlerden biri haline getiriyor. Bombalama sonucu
kemerler, yıkık dökük birer kabuğa dönüşmüş. Latince
yazıtlar da paramparça olmuş.
Muhalif
bölgelerden başkent Şam'ın kuzeydoğu bölgelerine
düzenlenen havan topu saldırıları da, 8'inci yüzyıla
ait Emevi Camii'nin paha biçilmez mozaiklerini
vurdu. Mozaikler, ağaçlar ve bahçelerle çevrili
şahane binalarıyla Cennet'i tasvir ediyordu.
Suriyeli yetkililer saldırının ardından yaptıkları
tadilatla hasarı onardı.
Yapı, 04.01.2016 |
YİNE BANYO MERMERİ TARTIŞMASI BAŞLADI
Aspendos’ta olduğu gibi Fethiye’deki Telmessos antik
tiyatrosundaki restorasyon da tepki çekti. Roma
dönemine ait Telmessos antik kentini gezenler beyaz
mermerlerin tarihi dokuyu yok ettiği görüşünde...
Fethiye’deki Telmessos
antik tiyatrosu, antik
Likya uygarlığının en eski kentlerinden
Telmessos antik kentinden günümüze ulaşan
kalıntılar arasında yer alıyor. Erken
Roma Dönemi’nde yapılan ve
MS 2’nci
yüzyılda onarım geçiren tiyatro,
Bizans Dönemi’nde arena olarak kullanıldı.

1960’lı yıllarda sökülen merdiven ve oturma
yerleri ile sahne sütunları
Fethiye Limanı’na dolgu malzemesi olarak
yerleştirilen tiyatro, 1990’lı yıllara kadar
moloz yığınları altında kaldı. Üzerine evler
yapılması nedeniyle kaybolan antik yapı, 1994-98
yılları arasında yapılan kazı çalışmalarıyla
yeniden gün yüzüne çıkarıldı. Tiyatro 3 yıldan
bu yana ziyarete kapalı tutuluyor. Ancak,
tiyatronun oturma yerleri, merdivenleri, sahne
ve duvarlarında kullanılan beyaz mermerlerin
tarihi yapının koyu gri renkteki aslına uygun
olmayışı, eleştiri ve tepkilere neden oluyor.
Birçok badire atlatarak günümüze ulaşan
tiyatronun restorasyon çalışmalarıyla birlikte
tarihi dokusunu kaybettiği öne sürülüyor.
Türkiye’de 1975-78 yılları arasında çekilen
’Hababam Sınıfı’ filmlerinde rol alan Ercan
Gezmiş, Gazanfer Şener ve Ümit Doğru restorasyon
çalışmalarının tiyatronun tarihi dokusuna büyük
zarar verdiğini savundu.
Vatan, 04.01.2015
|
SUR, 1930'LARIN FOTOĞRAFLARIYLA YENİDEN İNŞA
EDİLECEK
Diyarbakır’ın Sur İlçesi'ne yönelik kentsel dönüşüm
projesinin detayları belli oldu. 9 bin binadan
tarihi ve kültürel öneme sahip bin tanesi koruma
altına alınacak. Sahabe mezarlarının da olduğu
yerler tarih, din ve kültür turizmine
kazandırılacak. 1 milyon 870 bin metrekare alanda
dönüşüm gerçekleşecek. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Toplu
Konut İdaresi’nin (TOKİ) koordinasyonunda
yürütülen çalışmalarda projenin ana unsuru ‘az
konut, çok ticaret’ olarak belirlendi.
Koruma amaçlı imar planının hazır olduğu projenin
tüm unsurlarıyla hayata geçmesi için uzmanlar, 4
milyar Türk Lirası’na yakın bir rakama ihtiyaç
olduğunu belirtirken yapılacak binaların 4 katı
aşmayacağını kaydetti. Hiçbir binanın yüksekliği
tarihi surların üzerine çıkamayacak. Vatandaşa
evlerinin kamulaştırılması karşılığında rayiç bedel
üzerinden ödeme yapılacak. Ancak belirlenecek rakam
bölgede karışıklık çıkmadan yani silahlı eylemler
başlamadan önceki değere göre hesaplanacak. Orada
yaşayan vatandaşlar hiçbir şekilde maddi kayba
uğratılmayacak. Kentsel dönüşüm çalışmalarında ünlü
sanat tarihçisi Albert Gabriel’in Sur içinin 1930’lu
yıllara ait fotoğraflarından da yararlanılıyor. Üst
düzey bir ekonomi yetkilisi, Sur’un tarih ve doğal
yapısı ile Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri
olduğuna dikkat çekerek, “Proje tamamlandıktan sonra
Sur, Türkiye’nin cennet köşelerinden biri haline
gelecek” dedi.
Diyarbakır’ın Sur
İlçesi'nde kentsel dönüşüm
alanı olarak belirlenecek bölgeye ilişkin stratejik
plan da hazırlandı.
ÖNCE HASAR TESPİTİ
Terörle mücadele sırasında zarara uğrayan
vatandaşların yaraları sarılırken, binalarda da
hasar tespiti yapılacak. Binaların yaşanabilir
durumda olup olmadığı incelenecek. Hasar tespit
çalışmasından sonra özellikle tehlike arz eden
hasarlı binaların yıkılması süreci başlayacak. Yıkım
işi yapıldıktan sonra da orada mağdur olan
vatandaşlar geçici bir yerde ikamet ettirilecek.
Kentsel dönüşüm çalışmalarında evi yıkılacak ve
hasar görmüş olanlar için her türlü destek
sağlanacak.
Silahlı eylemler öncesindeki
rayiç bedelde ortaya çıkacak rakam yeni evin
değerinden düşük ise vatandaş düşük faizli uzun
taksitli olarak borçlanacak. Riskli binanın değeri
fazla ise kendisine aradaki fark ödenecek. Kentsel
dönüşüm sürecinde ayrıca kira yardımı da yapılacak.
Sur içine daha fazla ticaret alanı yapılması
planlanırken, sokakların hareketli olması için
konutlar da bulunacak. Bu konutlardan daha önce
burada yaşayanlar öncelikli olarak alabilecek.
İşte Sur’u ihya stratejisi - 1000 adet tarihi
eser koruma altına alınacak.
- 8 bin ev
tarihi dokuya uygun inşaa edilecek. - Binalar
surları gölgelemeyecek ve 4 katı aşmayacak.
-
Terör saldırısı öncesi rayiç bedel esas alınacak.
- Proje için 4 milyar lira bütçe ayrıldı.
Vatan, 04.01.2016
|
ANTALYA'DA ISINMAK İÇİN YAKILAN ATEŞ TARİHİ YOK
EDİYOR
Antalya’nın
merkezinde Hadrian Kapısı çevresinde üşüyen
kişilerin ısınmak için yaktığı ateş arşitrava zarar
verdi. 2 bin yıllık arşitravın bir bölümü yakılan
ateşten simsiyah oldu.
Antalya’da Roma
döneminin en görkemli yapılarından biri olan Hadrian
Kapısı çevresinde bulunan tarihi eserler kendini
bilmezlerin kurbanı oldu. Kapının dibinde yakılan
ateş 2 bin yıllık arşitrava büyük zarar verdi.
Ülkemizde tarihi eserlere uygulanan vandalizmin
hangi boyutlara ulaşacağı merak konusu.
Hadrian Kapısı
Halk arasında
Üçkapılar olarak adlandırılan Hadrian Kapısı,
Antalya’da kenti çevreleyen sur üzerindeki anıtsal
kapılardan biridir. MS 130 yılında Roma İmparatoru
Hadrianus’un Antalya’yı ziyareti sırasında, ona
hitaben yapılmıştır. Üç gözlü olan kapının Latince
bir kitabesi vardır. Korint üslubunda süslü mermer
sütunlardan yapılan kapının üzerinde yer alan
imparator ve ailesinin heykellerinden günümüze
sadece kitabe kalmıştır.
arkeolojihaber.net,Fotoğraf: Murat Ercan, 03.01.2016
******
ANTALYA MÜZESİ, O TARİHİ ESERLERİ YAKANLARI ARIYOR
Geçtiğimiz gün
arkeolojihaber.net tarafından gündeme getirilen
“Antalya’da Isınmak İçin Yakılan Ateş, Tarihi Yok
Etti” başlıklı haber kamuoyunda ses getirdi. Antalya
İl Kültür Müdürlüğü, Antalya Müzesi’ne talimat
vererek sorumluların bulunmasını istedi.
Radikal
Gazetesi’nden Ömer Erbil’in hazırladığı habere göre
kültür varlığına zarar verenler şimdi Antalya
Emniyeti’nce şimdi aranıyor.
Ne olmuştu?
Antalya’da Roma
döneminin en görkemli yapılarından biri olan Hadrian
Kapısı çevresinde bulunan tarihi eserler kendini
bilmezlerin kurbanı oldu. Kapının dibinde yakılan
ateş 2 bin yıllık arşitrava büyük zarar verdi.
Antalya İl Kültür Müdürlüğü, Antalya Müzesi’ne
talimat vererek sorumluların bulunmasını istedi.
Müze uzmanları
eseri temizlerken, konservasyon için kopan parçaları
müzeye taşıdı. Kültür varlığına zarar verenler şimdi
Antalya Emniyeti’nce şimdi aranıyor.
Taksici
oldukları tahmin ediliyor
Halk arasında
Üçkapılar olarak adlandırılan Hadrian Kapısı,
Antalya’da kenti çevreleyen sur üzerindeki anıtsal
kapılardan biridir. MS 130 yılında Roma İmparatoru
Hadrianus’un Antalya’yı ziyareti sırasında, ona
hitaben yapılmıştır. Üç gözlü olan kapının Latince
bir kitabesi vardır. Korint üslubunda süslü mermer
sütunlardan yapılan kapının üzerinde yer alan
imparator ve ailesinin heykellerinden günümüze
sadece kitabe kalmıştı.
Önceki gün kendini
bilmez kişiler tarafından ısınmak amacıyla yakılan
ateş esere büyük zarar vermişti.
Hapse kadar
cezası var
Antalya İl Kültür
Müdürlüğü’nün girişimiyle Antalya Müze Müdürlüğü
harekete geçti. Hadrian kapısındaki yanan eski
eserin restorasyonu için uzmanlar görevlendirildi.
Ayrıca İl Emniyet Müdürlüğünden bölgedeki
MOBESE kameralarından faillerin bulunması için
harekete geçildi.
Müze müdürlüğü
faillerin bulunmasını istedi. Taksicilerin ateşi
yaktığı yönünde alınan bilgiler üzerine Emniyet
müdürlüğü kimlik tespiti için görüntüleri incelemeye
aldı. 2863 sayılı yasanın 9 maddesi uyarınca işlem
yapılacak. Görüntülerden tespit edildiği takdirde
tarihi esere zarar verenler hakkında hukuki işlem
başlatılacak.
arkeolojihaber.net, 04.01.2016
|
CAMİDEKİ TEPKİ ÇEKEN RESTORASYON DURDURULDU
Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde, erkek tuvaletine mermer
kaplamalarla pisuvarlar yapılan Çoban Mustafa Paşa
Camii'ndeki restorasyon çalışmaları durduruldu.
Erkek tuvaletinde duvarlar mermerle kaplanarak
üzerine pisuvarlar monte edilirken, pisuvarların
arasına da yine mermerden paravanlar konuldu. Ayrıca
yeni lavabolar yapıldı. Tarihi caminin dokusunu
bozan düzenleme tepkiyle karşılandı. 1510 yılında
yaptırılan Çoban Mustafa Camisi ve Külliyesi'ndeki
restorasyon rezaletine dair basın yayın organlarında
çıkan haberler üzerine Kocaeli İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ekipleri tarihi camideki restorasyonu
yakın takibe aldı. Yetkililer, ikinci bir karar
alınıncaya kadar restorasyon işlemlerinin
durdurulduğunu açıkladı.
Zaman, Haber: Cahit
Kılıç, 03.01.2016
|
ANTİK TİYATRO İÇİN ENGEL OLAN 4 KATLI OTEL YIKILDI

Ulus Bent Deresi'nde tarihi 5 bin kişilik
Roma antik tiyatrosunu ortaya çıkarma
doğrultusundaki çalışmalar sürüyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesi bu kapsamda,
antik
tiyatronun bulunduğu 1. derece arkeolojik sit alanı
ilan edilen bölgedeki salaş ve metruk yapıları bir
bir ortadan kaldırdı. Alandaki son yapı olan ve uzun
süredir mahkeme süreci nedeniyle yıkılamayan 4 katlı
Antalya Otel de dün gece yıkıldı.
Kültür
ve Tabiat Varlıkları Dairesi Başkan Akar
Pınar Üstün, daha önce, bölgedeki tarihin üstünü
kapatan salaş ve metruk haldeki, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na ait 4 katlı binayı, İlksan
Öğretmenevi'ni, Anıl Otel’i, geneleve ait 6 binayı
ve 10’un üzerindeki metruk yapıyı tarihi binalara ve
çevreye zarar vermeden, özenli ve profesyonel
şekilde yıktıklarını söyledi. Üstün, “Daire
Başkanlığımız tarafından gerçekleştirilen her
yıkımın ardından, antik tiyatromuz biraz daha ortaya
çıkıyor.” dedi.
TARİHİ ÖRTEN SON YAPI DA
ORTADAN KALDIRILDI
Bölgeyi örten son yapı
olan
Antalya Otel’in yıkılmasının da bu açıdan son
derece önemli olduğunu bildiren Üstün, “Tarihin
üzerine kurulan ve yıllar içinde iyice metruk ve
çirkin bir görüntüye yol açan son bina olan 4 katlı
Antalya Otel’in yıkımı için uzun mücadeleler
verildi. Mahkeme süreci nedeniyle yıkamadığımız bu
salaş yapıyı,
Bakanlar Kurulu ve mahkemenin ilgili kararları
doğrultusunda, ‘acele kamulaştırma ve el koyma
işlemi’nin ardından ortadan kaldırdık.” diye
konuştu.
TARİHİ TİYATRODA TARİHİ YOLCULUK
Binaların yıkılmasının ardından adım adım
restorasyon çalışmalarının sürdürüldüğünü anlatan
Daire Başkanı Üstün, şöyle devam etti: “Antik
tiyatro ile ilgili olarak
Kültür Bakanlığı Anadolu Medeniyetler Müze
Müdürlüğü ile yapılan protokol çerçevesinde
çalışmalarımızı yürütüyoruz. Tüm araç, gereç ve
ekipman konusunda lojistik desteği de Büyükşehir
Belediyesi olarak biz sağlıyoruz. Bu bölge, birinci
derecede arkeolojik kazı alanı. Bu kapsamda da kazı
çalışmaları, uzman ekiplerce, Müze Müdürlüğü
gözetiminde ve Büyükşehir Belediyesi tarafından
yürütülüyor.”
"YAPRAK YAPRAK TARİHLE
KARŞILAŞIYORUZ"
Akar
Pınar Üstün, çalışmaların tamamlanmasıyla alanı
ve çevresini gezen ziyaretçilerin, adeta tarihi bir
yolculuğa tanıklık edeceklerini söyledi. Tiyatronun
taşlarının andezitten yapıldığını ve bu taşların
Hıdırlıktepe’deki taş ocağında imal edildiğinin
belirlendiğini kaydeden Üstün, aynı taşların, Bizans
döneminde
Ankara Kalesi’nin surlarında da kullanıldığını
bildirdi.
Tiyatronun tahrip edildiğini
belirten Üstün, "Ancak tiyatronun bulunduğu bölge
öyle bir bölge ki kazdıkça tarih çıkıyor. Tarih
kitabı sayfaları gibi yaprak yaprak tarihle
karşılaşıyoruz.” dedi.
haberler.com, 03.01.2016 |
TARIH HIRSIZLARINA SUÇÜSTÜ YAPILDI

Hatay polisi, Reyhanlı'da yol uygulaması sırasında
şüphe üzerine arama yaptığı araçta Roma, Bizans ve
Hellenistik dönemlere ait 5 bin 108 adet tarihi eser
ele geçirdi. Tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili
Suriye uyruklu 3 kişi gözaltına alınırken, ele
geçirilen tarihi eserler Hatay Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü'ne teslim edildi.
3 KİŞİ
YAKALANDI
Uzmanlarca yapılan incelemede ele
geçirilen tarihi eserlerin tamamının Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamı içerisinde
olan tarihi eser niteliği taşıdığı tespit edilirken,
tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili araç içinde
bulunan biri Suriye uyruklu 3 kişi gözaltına
alınarak haklarında adli işlem başlatıldı. Ele
geçirilen tarihi eserler ise Hatay Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü'ne teslim edildi. Ele geçirilen tarihi
eserler şunlar: Roma ve Hellenistik dönemine ait 557
adet bronz sikke, yine Roma dönemine ait 10 Adet
gümüş sikke, bizans dönemine ait bin 95 adet bronz
sikke, İslami döneme ait 6 adet sikke, Perslere ait
1 adet gümüş sikke, 166 adet metal malzemeden
yapılmış yüzük ve yüzük parçası, 46 adet farklı
ebatlarda çeşitli eşyalara ait metal obje, 15 adet
metal ok ucu, 536 adet muhtelif ebatlarda metal
ağırlıklar ve 2 bin 676 adet okunamayan sikke.
Sabah, 02.01.2016 |
'4 BİN YILLIK BARAJ' CAZİBE MERKEZİ OLACAK

Anadolu'nun ilk devletini kuran Hititler tarafından
yaklaşık 4 bin yıl önce inşa edildiği tahmin edilen
ve Anadolu'nun en eski barajı olarak değerlendirilen
Çorum'daki Hitit Barajı, Devlet ve Su İşleri (DSİ)
Genel Müdürlüğünün hazırladığı projeyle bölgenin
cazibe merkezi olacak.
 
 
 
Yaklaşık 28 hektarlık alanda Hitit Ormanı, Hitit
yemeklerinin sunulacağı restoran, Alacahöyük
Kazıları Araştırma Merkezi, 20 yataklı misafirhane,
kütüphane, sergi ve konferans salonu, Hitit
arabalarıyla yapılabilecek geziler için yollar,
laboratuvar, atölyeler ve çalışma ofisleri
yapılacak.
Trt, 01.01.2016 |
"ZENGİBAR'DA ACİL RESTORASYONA İHTİYAÇ VAR"
Konya’da Hellenistik dönemde kurulan, hala ayakta
olan surları, tiyatrosu, zafer takı, kaya mezarları
ve su kemerleriyle Roma dönemi taş işçiliğinin en
önemli örneklerinden Zengibar Kalesi’nde acil
restorasyon yapılması gerektiği bildirildi.
Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Bozkır İlçesi
yakınlarında Hellenistik dönemde kurulduğu
değerlendirilen ve Zengibar Kalesi olarak bilinen
antik kentin, Roma ve Bizans dönemi taş işçiliğinin
en çarpıcı örnekleri arasında yer aldığını söyledi.
Oldukça geniş bir alana yayılan kentin birçok
güzelliğinin hala ayakta olduğuna işaret eden Benli,
şöyle devam etti: “Kale surlarının büyük bölümü ve burçlar ayakta.
Tiyatro, Roma döneminde zafer göstergesi zafer takı,
Hristiyanlık döneminde kullanılan kilise, su
kemerleri ve benzeri mimari yapılar dikkati çekiyor.
Roma döneminde bölgenin garnizon komutanlığı olarak
kullanıldığı anlaşılıyor. Zengibar, Konya’daki antik
kentlerin en önemlilerinden biridir. Burası,
Konya’nın Efes’i diyebileceğimiz önemde bir yerleşim
yeridir.”
Benli, bölgede Kültür ve Turizm Bakanlığınca 3
yıldır araştırmalar yapıldığını belirterek şunları
söyledi: “Kentin, Ulupınar ve Acılar’dan birer kapısı
var. Çok küçük bir temizlik çalışmasıyla veya birkaç
senelik kurtarma kazısıyla birçok eser ortaya
çıkarılabilir. Güneydeki kapıdan başlayarak devam
eden bir ana cadde, caddenin kenarlarında
dükkanlar ve zafer takına kadar uzanan bölüm şu an
en çok dikkati çeken alanlar. Elbette acil bir
restorasyona ihtiyacı var. Bir üniversitemizden
araştırma görevlisi çalışmalara başladı. Mahalli bir
destekle bu restorasyonun gerçekleşeceğine ve sonuç
alınacağına inanıyorum.”

– Bazı bölümlere zarar verilmiş
Zengibar’da yaptıkları incelemede bazı bölümlere
zarar verildiğini tespit ettiklerini anlatan Benli,
yörede yaşayanlardan bu alanın korunması konusunda
destek beklediklerini aktardı.
Özellikle kaya mezarlarının olduğu kısımda
tahribatın fazla olduğuna işaret eden Benli,
sözlerini şunları kaydetti.
“Halkımızdan ricamız, kültür varlıklarımıza zarar
vermesinler. Bunlar geçmişten bize kadar gelmiş
değerlerdir. Korunup, bizden sonra gelecek nesillere
aktarılması gereken önemli kültür varlıklarıdır.
İleride bu bölgenin turizm merkezi olabileceği
unutulmasın. Zengibar Kalesi’ne sahip
çıkarak bölgenin turizme kazandırılması konusunda
destek olsunlar. Antalya yolu, o bölgeden geçiyor.
Turizme kazandırılması için başlatılan çabalar, uzun
soluklu çalışmalar. Zengibar ve çevresinin 10 yıl
içinde turizm açısından çok önemli bir merkez haline
geleceğini düşünüyorum.”
Yeni Meram, 30.12.2015
|
ORTADOĞU'DAKİ TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI REKOR DÜZEYE
ÇIKTI
UNESCO direktörü Ortadoğu'daki tarihi eser
kaçakçılığının rekor düzeye çıktığını söyledi.
Tarihi eser kaçakçılığı rotasının Türkiye, Lübnan ve
Amerika'ya kadar ulaştığı belirtildi.
UNESCO'nun Paris'teki Dünya Mirası merkezinden
yapılan açıklamada, Ortadoğu'daki tarihi eserlerin
tahribatının dramatik boyutlara vardığı kaydedildi.
UNESCO Dünya Mirası Direktörü Mechtild Rössler Alman
Haber Ajansı'na (dpa) verdiği demeçte, ‘Tahribat ve
yağmalamaların görülmemiş boyutlara vardığını',
söyledi.
Irak ve Suriye'deki kaçak kazıların arttığını
belirten Rössler uyduyla çekilen resimlerde tarihi
beldelerin ‘delikli İsviçre peynirine' benzediğini
ve yağmalama yüzünden kültür mirası kadar tarihin de
kaybolduğunu ifade etti.
Mechtild Rössler çalınan kültür mirasının
muhtemelen Türkiye ya da Lübnan üzerinden Batı
Avrupa, Körfez ülkeleri ve Kuzey Amerika'ya
kaçırıldığını söyledi.
Kaçırılan eserlerin önümüzde on yıl ortalıktan
kaybolma tehlikesinin bulunduğunu belirten UNESCO
direktörü tarihi eser kaçakçılığıyla birlikte
mücadele edebilmek için yardıma ihtiyaç olduğunu ve
UNESCO'nun üyelerinin izin verdiği ölçüde güçlü
olabileceğini sözlerine ekledi.
Ntv, 30.12.2015
|
TÜRKMEN MEZARLIĞI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Hatay'ın Hassa İlçesi'ndeki Karapınar
Türkmen Mezarlığı'nda geçen yıl başlatılan
arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor.
Hassa Kaymakamı Mustafa Pala ve Belediye Başkanı
Abdurrahman Demirel,
Hatay Arkeoloji Müzesi başkanlığında Mustafa
Kemal Üniversitesi (MKÜ) iş birliğiyle
yürütülen, Türkmen Mezarlığı olarak tescil edilen
alandaki kazı çalışmalarını inceleyerek
yetkililerden bilgi aldı.
Hatay Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Demet
Kara, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mezarlığın
bulunduğu bölgede şu an temizlik çalışmalarının
yapıldığını söyledi.
Mezarlık bölümünde restorasyon çalışmasının da
devam ettiğini ifade eden Kara, mezarlığı gün yüzüne
çıkararak turizme kazandırmayı amaçladıklarını dile
getirdi.
Kara, mezarlıkta kullanılan damgalar ve
anlamlarına ilişkin bir katalog da hazırlamayı
düşündüklerini de belirtti.
Mustafa Kemal Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mine Günel Temiz de 18 dönüm
olarak tescillenen mezarlık alanında gerek doğa
yoluyla gerekse insan eliyle büyük bir
tahribat meydana geldiğine işaret etti.
Mezar taşların yüzeyinde aşınmalar bulunduğunu
vurgulayan Temiz, taşlar üzerinde damgalar ve bir
takım işaretler yer aldığını, bunların kökenini ve
anlamlarını çözmeye çalıştıklarını belirtti.
Bu arada mezarlıkla ilgili kesin
bilgilere bilimsel araştırma sonucunda ulaşılacağı
kaydedildi.
Ülke, 29.12.2015
|
TARSUS'TA ANTİK YOL BULUNDU

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde 3. derece sit alanında
yapılan çalışmada antik yol bulunduğu bildirildi.
Tarsus Müze Müdürü
Mehmet Çavuş, yaptığı yazılı açıklamada, Caminur
Mahallesi'nde 3. derece arkeolojik sit alanı
içerisinde bulunan alanda gerçekleştirilen sondaj
kazısında bazalt taştan, poligonal teknikte inşa
edilmiş antik yol ortaya çıkarıldığını belirterek,
kazı çalışmalarında Roma dönemi ve İslami
dönemlerini de kapsayan kültür katmanlarının
varlığının belirlendiğini kaydetti.
Yolun batı cephesinde yolla bağlantılı sıra
dükkanlar ile ayrıca pişmiş toprak künk boru
sisteminin de tespit edildiğini aktaran Çavuş,
açıklamasında şunları kaydetti:
"Deniz kapısı olarak
bilinen tarihi Kleopatra Kapısı'nın 215 metre
kuzeydoğusunda ve kapı ile aynı aksta ortaya çıkan
kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzantı veren
bazalt taştan yapılan yolun, antik dönem Tarsus
kentinin hemen güneyinde yer alan Regma (Aynaz) Gölü
ve Kydnos (Berdan) Nehri vasıtasıyla Akdeniz
deniz ticaretine ve Mersin güzergahına ulaşımı
sağlayan şehrin merkezindeki ana arterlerden birisi
olduğu anlaşılıyor."
Anadolu Ajansı, Haber: Ahmet
Can Erdogan, 29.12.2015
|
İNŞAAT KAZISINDAN HELLENİSTİK DÖNEME AİT KUYU ÇIKTI

Bodrum İlçesi'nde, inşaat için
yapılan sondaj kazısında Hellenistik döneme ait
olduğu düşünülen su kuyusuna rastlandı.
Çarşı Mahallesi
Alibaba Sokak içerisinde başlatılan konut projesi
çalışmaları sırasında, tarihi kalıntılar bulunması
üzerine durum Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
yetkililerine bildirildi.
Müze arkeologları
tarafından başlatılan çalışmalarda Hellenistik döneme ait olduğu
değerlendirilen kalıntılar gün yüzüne çıkarıldı.
Kalıntıların en önemli
bölümünü, pişmiş topraktan yapılmış eski tip su
kuyusu oluşturuluyor. Müze yetkilileri, çok nadir
rastlandığı belirtilen tarihi su kuyusunun bugünlere
kadar ulaşmasının önemli olduğunu bildirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Ali Ballı, 29.12.2015
|