Haberler logo Ocak '16 Arşivi

31 Ocak - 6 Subat 2016
ANTİK YUNAN HEYKELİNDE LAPTOP BENZERİ FİGÜR



ABD'deki J. Paul Getty Müzesi'nde sergilenen Antik Yunan dönemine ait kabartma heykel, günümüzdeki dizüstü bilgisayarlara benzeyen bir ayrıntı barındırmasıyla tartışma konusu oldu. Heykelde soylu bir kadın, kendisine sunulan hediyeyi incelerken tasvir edilmiş. Köle kız tarafından sunulan hediye, neredeyse günümüzdeki dizüstü bilgisayarlarla birebir aynı boyutlara ve biçime sahip.

DELİKLER USB GİRİŞİ Mİ?
Kabartma heykelin görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasından sonra komplo teorisyenleri "Uzaylılar bilgisayar teknolojisini Antik Yunan'a göndermişti" şeklinde çıkarımlarda bulundu. Ancak tarihçiler heykeldeki figürün o dönemde kulllanılan ilkel bir hesap makinesi ya da mumdan yapılmış bir defter olduğunu söylüyor. Figürün üzerindeki en dikkat çeken detay ise yanındaki iki deliğin bulunması. Bu deliklerin bilgisayarlarda bulunan USB girişler olduğunu iddia edenler var. Ortaya atılan en çılgın senaryo ise zaman makinesiyle Antik Yunan dönemine ışınlanan bir kişinin yanında laptop götürmüş olabileceği. Kimilerine göre ise bu figür mitolojide geçen Kahin Delfi'nin bir icadı.
Sabah, 05.02.2016
SUR'DA TARİHİ EVLERE YERLEŞEN DEFİNECİLER KAZI YAPMIŞ

Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde çatışmalar devam etti. Asker ve polisin 2 kilometrelik alanda PKK’lılara yönelik yürüttüğü operasyonlarda sokak başlarına geçici karakollar kurulduğu öğrenildi. PKK’lıların evlerin duvarlarını kırarak oluşturdukları geçitleri kapatan güvenlik güçleri, olası saldırıları önlemek için kulübelerde 3’erli olarak nöbet tutuyor. Hendeklerin yeniden kazılmasını önlemek için Alipaşa Aile Hekimliği ile Bağlar İlçesi’nde 1, 2 ve 3 No’lu Aile Hekimlikleri’nin polis karakoluna dönüştürülmesine karar verildi.

Bu arada, Sur’da 11 Aralık’ta verilen 17 saatlik arada ilçeye girerek kenar mahallelerdeki boşaltılan tarihi evlere yerleşen definecilerin kazı yaptığı belirlendi. Bazı evlerde define haritası bulan polis, fırsatçıların yakalanması için parmak izi incelemesi yaptı.
Habertürk, Haber: Veysi İpek, 05.01.2016

KÜTAHYA'DA TARİHİ SÜTUN BAŞI PVC İLE KAPLANDI

Arkeofili'de yer alan habere göre Tavşanlı İlçesi, Kemal Zeytinoğlu Caddesi, Odunpazarı Sokak’ta yer alan ve uzun süredir çeşme olarak kullanılan tarihi sütun başı, şimdi de PVC ile kaplandı. Etrafına ise çiviler çakıldı.

İyon düzeninde yapılmış ve tahminen yaklaşık MÖ. 4. yüzyıldan kalma sütunun başı önceden demir parmaklıklarla kaplıydı. Geçtiğimiz haftalarda ise demir parmaklıkların yerini PVC kaplama aldı.

İlk kez Antik Yunan uygarlıklarınca kullanılan İyon düzeni, daha sonrasında dünyanın birçok yerinde kullanılmaya başlanmıştı. Anadolu’nun güneybatı kıyılarındaki İyonya kolonilerinde gelişen bu düzen, Dor düzeninden daha sonra ortaya çıktı ve Dor düzenine göre daha karmaşık ve dekoratif bir niteliğe sahipti.

İyon sütunlarının en ayırt edici kısmı sütun başıdır. İyon sütun başlarında bir kağıt rulosuna veya koç boynuzlarına benzeyen, oyulmuş volütler bulunur.


Sol Haber, 05.01.2016

PICASSO, SOTHEBY'S MÜZAYEDESİNE DAMGASINI VURDU



Dünya müzayede devi Sotheby's'in empresyonist ve sürrealizm akımlarının tanınmış ressamlarının eserlerini açık arttırmaya sunduğu müzayedede, Picasso'nun "Tete de Femme" tablosu 18 milyon 853 bin liraya alıcı buldu.

Londra'da dünyaca ünlü ressamların eserlerinin satışa sunulduğu iki müzayede düzenlendi. Dün gerçekleşen müzayede sonucuna göre, "Empresyonist ve Modern Sanat Akşamı" adıyla düzenlenen etkinlikte açık arttırmaya sunulan eserlerden 78 milyon 308 İngiliz sterlini, "Sürrealist Sanat Akşamı" adıyla düzenlenen etkinlikte açık arttırmaya sunulan eserlerden 14 milyon 860 bin 500 İngiliz sterlini gelir elde edildi.

"Empresyonist ve Modern Sanat" kategorisinde, 19. ve 20. yüzyılların önde gelen sanatçıları tarafından kağıt ve heykel üzerine yapılmış 38 eser açık arttırmaya sunuldu. Açık arttırmada Picasso'nun "Buste de Femme" tablosu 1 milyon 325 bin, "L'etreinte Forcee" tablosu 725 bin, "Le Reservoir" tablosu 2 milyon 781 bin, "Tete de Femme" tablosu 18 milyon 853 bin, "Le Peıntre Et Son Modele" tablosu 1 milyon 445 bin İngiliz sterlininden alıcı buldu. Picasso eserleri toplamda 25 milyon 129 bin İngiliz sterlinine satıldı.

Paul Gauguin'in natürmort tablosu 2 milyon 389 bin, Monet'in "Le Palais Ducal vu de Saint-Georges Majeur" tablosu 11 milyon 573 bin, Rodin'in "Iris" heykeli 11 milyon 573 bin, Degas'ın at heykeli 905 bin, Matisse'nin "Le Leçon de Piano" tablosu 10 milyon 798 bin, Rembrant'ın kaplan heykeli 545 bin İngiliz sterlininden alıcı buldu.

"Sürrealizm" kategorisinde ise, Picasso'nun "Personnages" tablosu 965 bin, Salvador Dali'nin "Don Quıchotte Et L'age Atomıque" tablosu 221 bin İngiliz sterlinine sahiplerine ulaştı.

Müzayedede toplamda 93 milyon 168 bin 500 İngiliz sterlinlik satış yapıldı.
Habertürk, 04.02.2016
NEVŞEHİR'DE TARİH ZARAR GÖRÜYOR

UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan Nevşehir’in tarihi eser restorasyonları masaya yatırıldı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi yöneticileri, belediyenin bu uygulamalarından Nevşehir’in tarihinin zarar gördüğünü söyledi.



Mimarlar Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi Namık Kemal Kaya, “10 Ocak’ta Nevşehir’de tüm yönetim kurulumuzla alanda tespit gezisi yaptık. Son dönemlerde uygulanan politikalarla bölgenin tahribinin gittikçe arttığını gördük. Nevşehir’de Arinna Otel’e dava açmıştık ve kazandık. Buna rağmen Arinna otel bitirildi. Hemen yanı başındaki CCR Otel’e açtığımız davayı biliyorsunuz. Oteller tarihi dokuya zarar verdi. UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmış bir bölgeden bahsediyoruz. Ürgüp’te Kaya kapı olarak adlandırılan bölgede buradaki mağaralara sözde restorasyon çalışmaları yapılırken ortaya duvarlar çıktığını görüyoruz. Sözde tüm projeler Koruma Kurulu’ndan geçirilmiş, istinad duvarları bu büyük duvar perdelerle tarihi bölgeye zarar vermiş durumdalar” dedi.

“Belediyenin tarihe bakış açısı enkaz”
Nevşehir Kalesi’nin ise Belediye’ye devredildiğini söyleyen Kaya; “Nevşehir Kale’sinin olduğu alanda Kültür Bakanlığı çalışmayı Belediye’ye devretmiş durumda. Alanda yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarında Belediye burada 11 tane tescilli yapıyı yıkmış durumda. 11 tane tescilli tarihi yapı artık yok. Belediye’ye tabakalı veya tabakasız kazı var mı diye resmi yazı ile sorduk. Bilindiği gibi tabakasız kazı, tek dönemde yerleşmiş ve başka yerleşim yeri olmayan yerlerde yapılan kazıdır, bir katmanı olan kazıya deniyorken, tabakalı kazı ise birkaç katmanı olan kazıdır. Bilimsel kriterlere göre çalışma yürütüldüğünü söyleyen Nevşehir Belediyesi tabakalı ya da tabakasız kazı yapılmadığını alanda temizlik yapıldığını söylüyor. Belediye tarihe bakış açısını enkaz olarak değerlendiriyor. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’na yapılan çalışma hakkında bilgi verdik. Kültür Bakanlığı, Belediye yetkilileri ve Koruma Kurulu hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Bu kadar önemli bir bölge nasıl oluyor da Kültür Bakanlığı tarafından yerel belediyeye devrediliyor bunu da anlamış değiliz. Belediye Başkanı twitterdan freskler paylaşıp, tarihe yön verecek freskler bulduğunu söylüyor ama Kültür Bakanlığı bölgede ne yapıyor bunun envanterine ilişkin çalışma yapıldı mı? Tutanak tutuldu mu? Hiçbir bilgi yok” ifadelerini kullandı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Kent İzleme Merkezi Üyesi Redife Kolçak ise Nevşehir Kalesi ve çevresinde yapılan çalışmalar hakkında şunları söyledi: “ Nevşehir ilinde 3000 yıllık yerleşim tarihi bulunan alanda sadece Kale yapısının 1. Derece arkeolojik sit ancak yakın  çevresinin bir koruma statüsü bu güne kadar olmamış. Ancak durum açık, kamuoyundan tepki almamak için önce kentsel dönüşüm alanı ilan ediyorlar arkasından da Koruma Kurulu 3. derece sit ilan ediyor. Sonra ironik bir adım atılıyor ve Belediye Başkanlığı bir ihaleye çıkıyor ihalenin adı “tünel ve kaya oyuklarının temizlenmesi “.Dikkat çekici diğer bir konu ise, 2863 sayılı yasanın 12.maddesinde kültürel varlığa belediyeler bakım yapmak istediğinde emlak vergisi üzerinden yüzde 10 kaynak alıyormuş, oldukça yüksek bir pay. Böylesi bir pay mıdır, bu kadar rahatlıkla temizlik adı altında binlerce yıllık tarihimizi, kültür topraklarımızı enkaz değeri üzerinden tarifleyebilmek? Kepçe ve kamyonlarla girip tarih diye bir şey bırakmamışlar. İhale teknik şartnamesini görmek istiyoruz, bilimsel kriterler dikkate alınarak, arkeolojik verilerle temizlik yapılması amaçlanmıştır” deniyor. Soruyoruz alanda tabakalı ya da tabakasız kazı mı yaptınız, hayır cevabı geliyor. Belediye Başkanı bu ara telaşlı belli… Bir kaşif edası ile her gün twit atıyor. Fresk fotoğrafları paylaşıyor, yeni bulunan bir kiliseden bahsediyor. “Hristiyan alemini heyecanlandıracak keşif” diyerek twitterdan kilise fresk görselleri atan Belediye Başkanı burada kazı yapmadığını söylüyor hala. Çünkü kazı derse işin içine Kültür Bakanlığı girecek. Belediye Başkanı’nın bu telaşını yasalara aykırı bir işlem tesisi etmekten mi kaynaklı acaba diyoruz? Yine Oda’nın açtığı davalar neticesinde Kültür Bakanlığı’nın görevden aldığı eski Koruma Kurulu Üyeleri’nden Mevlüt Coşkun, temizlik ihalesinin koordinatörü olarak ihalede ilginç şekilde yer alıyor. Mevlüt Coşkun antropolog ama web sayfalarında Mevlüt Coşkun’u arkeolog olarak belirtiyorlar. Tescilli yapı bulunup bulunmadığına ilişkin Belediye’ye sorduğumuz yazıya ise kentsel dönüşüm projesi başlatıldığında bölgede herhangi bir sit bulunmamaktadır.  Tescilli yapıların tespiti Koruma Kurulu tarafından yapılmış olup envanter fişlerini Koruma Kurulu’ndan isteyiniz“ şeklinde cevap verdiler. Nevşehir Belediyesi’nin tescilli bir yapı bulunup bulunmadığına ilişkin verdiği cevap budur. Tespitlerimizi ise 11 tescilli tarihi yapımızın artık kepçe ve kamyonlar yok edildiğidir. Kültür Bakanlığı ve Koruma Bölge Kurulunun sessizliğini anlamak mümkün değildir. Bir insanlık tarihi yok ediliyor, kabul edebilme durumumuz asla yoktur. Görevde ihmali olduğuna ve telafi olmayan zarar oluşup oluşmadığının tespit edilmesi için suç duyurusunda bulunacağız.”
Yapı, 03.02.2016

PICASSO'NUN ESERLERİ ÜSKÜP'TE SERGİLENECEK

Ünlü İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo Picasso'nun eserleri, Makedonya'nın başkenti Üsküp'te sergilenecek.

Makedonya Gençlik Kültür Merkezi ile Slovenya'daki Viskonti Galerisi'nin ortaklaşa düzenlediği sergi, 19 Şubat-16 Mart tarihlerinde ziyarete açık kalacak.

Makedonya Kültür Bakanı Elizabeta Kamçevska Milevska, düzenlediği basın toplantısında, Üsküp'ün ev sahipliğinde yapılacak sergide, Picasso'nun 40 yıllık sanat hayatından 46 eserinin sergileneceğini belirtti.

Sergiyi ziyaret eden sanatseverlerin, Picasso'nun eserlerini yakından görme imkanı bulacağını kaydeden Milevska, yaklaşık bir ay açık kalacak serginin vatandaşlar için "bir sanat şöleni olacağını" söyledi.

Makedonya Gençlik Kültür Merkezi Müdürü Zlatko Stevkovski de serginin ücretsiz ziyaret edileceğini ifade etti.
Akşam, 03.02.2016

EKSİK AMA GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR

Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelmiş tarih öncesi kaya resimleriyle tanınan Aydın Beşparmak (Latmos) Dağlarındaki tarihi ve kültürel varlıkları koruma yönünde önemli bir adım atıldı. Yörede faaliyet gösteren birçok maden ocağının tehdidi altındaki kaya resimlerinin bulunduğu alanın bir bölümü koruma kurulu kararıyla madencilik faaliyetlerine kapatıldı. 

AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ
Neolitik dönemden Osmanlı’ya kadar uzanan tarihi eserleriyle bir açık hava müzesi gibi olan Beşparmak Dağları, doğal yayılış gösteren fıstık çamlarının da en yoğun olarak bulunduğu alanlardan birisi. Beşparmak Dağlarının kuşkusuz en önemli kültürel mirası tarih öncesi çağlardan kalan kaya resimleri. Alman Arkeolog Anneliese Peschlow tarafından 30 yıldır yürütülen arkeolojik çalışmalarda birçok kaya resmi bulunarak tescillendi. Kaya resimlerinin yanı sıra yörede kaleler, manastırlar, antik taş döşeme yolları, freskler, kutsal alanlar, kaya mezarları gibi çok sayıda kültürel varlık da bulunmakta. 

MADENCİLERİ GÖZÜ LATMOS’DA
Bu kültürel varlıkları tehdit eden en önemli tehlikenin başında ise son yıllarda dağlarda pıtrak gibi çoğalan kuars ve felspat madenciliği gelmekte. Uzun zamandır özellikle kaya resimlerinin yoğunlaştığı dağın çekirdeğine yönelik madenci şirketlerin üretim izni başvuruları Latmos’un korunmasına dönük çalışmalar yapan yaşam savunucularını bir hayli endişelendirmişti. Bölgenin korunmasına dönük çalışmalar yapan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD, Aydın Büyükşehir Belediyesi, Söke Belediyesi arkeologları ile yörede aylarca süren çalışmaların sonrasında belirli bir bölge sınırları çizilerek bu sınırların içerisinde madencilik yapılmasının yasaklandığına dair koruma kararı alındı.

Beşparmak Dağları, Türkiye’deki ekoturizm potansiyeli taşıyan en önemli doğa ve tarih alanlarından sayılıyor.  

KARAR BİR İLK
Aydın ve Muğla illeri sınırları içerisinde kalan alanların koruma ile birleştirilmesine dönük çalışmalar da devam ederken, bu kararı yorumlayan EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü kararı, yeterli olmasa da sevindirici bir gelişme olarak yorumladı. Koruma kararı alınan alanın Beşparmak Dağları’nın mutlak korunması gereken çekirdek bölgesi olduğunu belirten Sürücü, “Bir çok maden şirketi tarafından bu alanlara yoğun talep olmasına karşın ilk defa böyle bir karar alınıyor. Bu çalışmaların pek çoğu bizim rehberliğimizde, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulunun (KVKK) duyarlılığı, Aydın ve Milet arkeoloji müzelerinin destekleriyle aylarca süren bir çalışma sonucu olmuştur. Sevindirici bir gelişmedir” dedi.

DAĞIN BÜTÜNÜ KORUNMALI
Belirlenen alanın dışında kalan yerlerde de kaya resimleri ve arkeolojik buluntular olduğunu kaydeden EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, son iki ayda bu kapsam dışı alanlarda 15 adet kaya resmi, kaya mezarı antik yol ve bazı arkeolojik buluntuları tespit ederek, KVKK’ye bildirdiklerini dile getirdi. Bunların da tescil edilmesi için çalışma yapacaklarını aktaran Sürücü şunları söyledi; “Alan çok geniş. Uzman sıkıntısı var. Uzmanlar sadece Latmos’a değil Aydın bölgesindeki her bulguya baktıklarından zaman açısından uzun bir süreç. Bu karar Latmos’un bu bölgesini madenlerden korumuş olacak”. Sürücü, Latmos’un bütünsel olarak korunabilmesi Orman ve Su İşleri Bakanlığının Milli Park kapsamına alması, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da Bafa Gölü Tabiat Parkı’nın doğal sit sınırlarının genişleterek Latmos’u da kapsaması gerektiğini ifade etti. 

Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 03.02.2016

HAZİNE-İ EVRAK, ARŞİV MÜZESİ OLARAK GERİ DÖNÜYOR

İtalyan mimar Fossati tarafından 1848'de yapılan, Gülhane Parkı'nın girişindeki Alay Köşkü'nün karşısında yer alan tarihi Hazine-i Evrak (Evrak Hazinesi) binası Arşiv Müzesi olarak geri dönüyor.

Sultan Abdülmecid döneminde inşa edilen bina artık arşivcilik tarihimizi anlatan bir sergi mekanı olacak. 1853'te açılan Hazine-i Evrak, cumhuriyet döneminde Başbakanlık Osmanlı Arşivleri 1 No'lu depo binası olarak kullanılmış, 2008'de de Ulusal ve Uluslararası Araştırma, Arşiv, Belgeleme ve Okuma Salonu yapılmıştı. Yaklaşık 160 yıllık hizmetten sonra iki sene önce Ticarethane Sokak'taki Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nin Kağıthane'ye taşınmasıyla bu bina da boşaltılmış, akıbeti de merak edilir olmuştu. Araştırmacıların, binanın kendilerine tahsis edilmesi yönünde beklentisi vardı. Hem tarihçilerin hem de araştırmacıların büyük bir kısmı 600 yıllık arşivin Kağıthane gibi nemli bir bölgeye taşınmasından memnun olmamıştı. Arşiv Müzesi'nde artık son çalışmalar yapılıyor. Resmi açılışı henüz belli olmayan müzenin, oteller bölgesine dönüştürülen bölgenin kültürel hayatına nasıl bir hareketlilik getireceği merak ediliyor.
Zaman, 03.02.2016

MÜZEDE GEÇMİŞE YOLCULUK

Balıkesir'in Burhaniye İlçesi'nde 2007 yılında kurulan "Bizim Köy Etnografya Galerisi", sergilenen hareketli-sesli objeleri ile Anadolu yaşamından kesitler sunuyor.

Müze ziyaretçileri, sensörler yardımıyla hareket edebilen cansız mankenler sayesinde un değirmenindeki çalışmayı, çift sürülmesini, yün eğrilmesini ve halı dokunmasını gözlemleyip zamanda yolculuğa çıkabiliyor.  

Yaklaşık 300 metrekare kapalı alana sahip "Bizim Köy Etnografya Galerisi", 2007 yılında Ordulu Nurdaş Yılmaz tarafından kuruldu. Sesli ve hareketli objeler, müzeyi gezenleri çocukluğuna döndürüyor, eski köy hayatını adeta yaşayarak gözlemleme fırsatı sunuyor.

Müzenin ziyaretçilerini siyah önlüklü cansız manken "Hoş geldiniz" diyerek karşılıyor. Yöresel eşyaların da yer aldığı müzede, sensör yardımıyla harekete geçebilen cansız mankenler ağaç kesiyor, halı dokuyor, karasabanla çift sürüyor, un değirmeni çeviriyor, kömürlü ütüyle giysileri ütülüyor, halı dokuyor, bulgur öğütüyor, yün eğiriyor, dikiş makinesinde çalışıyor. 

Yerde oturur vaziyetteki bir başka cansız manken ise ziyaretçileri algıladığında harekete geçerek Kur'an-ı Kerim okuyor. 

"Ziyaretçiler duygulanıyor"
Müzenin kurucusu Nurdaş Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müzenin kadın, erkek, genç ve yaşlı hemen her kesimden ilgi gördüğünü söyledi. 

Ziyaretçilerin müzeyi gezerken duygulandığını dile getiren Yılmaz, yaşı 90'ın üzerinde olan bir ziyaretçinin "Babamdan ayrılırken 5 nüfustum. Bana bir tencere, bir ağaç kaşık, bir de tepsi verdi. Biz o tepside bir kaşıkla 4-5 sene yemek yedik. Kaşığı bir o çocuk, bir diğeri kaparak yemek yerdi. Şimdi çocuklar, torunlar yanımda çay bile içmiyor" diye gözyaşı döktüğünü aktardı.

"Yabancılar müzeden ayrılamıyor"
Yurt dışından da çok ziyaretçi ağırladıklarını belirten Yılmaz, "Yurt dışından gelenler 'Dünyada böyle müze yok' diyorlar. Devlet buraya yardım etse Avrupa Birliği'nin bayrağını da buraya koysa çok güzel olacak ve o kadar çok kişi gelecek ki. Hele yabancılar geldiği zaman müzeden çıkmıyorlar. İğneden ipliğe her şeyin fotoğrafını çekiyorlar. Yani yabancıların ilgisi daha çok" ifadelerini kullandı. 

Yılmaz, ilk yıl 5-6 bin kişiyi ağırlayan müzeye gelen ziyaretçi sayısının, 2015 yılında 25 bine yaklaştığını kaydetti. 

"Köy çocuğuyum, oradaymış gibi hissettim kendimi"
Müze aynı zamanda fotoğraf tutkunları için adeta doğal çekim platosu özelliğine sahip.  

Yunanistan'ın Gümülcine kentinde yaşayan ve ailesiyle müzeyi gezen Edremit Fotoğraf Kulübü üyesi Belgin İsmail, eskiden kullanılan objelerin burada çok güzel bir şekilde değerlendirildiğini belirtti.

İsmail, şunları söyledi: "Ailemin birebir görmesini, çocukluklarına gitmelerini istedim. Biz de arkadaşımla fotoğraflıyoruz bunları. Eskiyi yaşamış gibi olduk. Yani bazı nesneler de benim küçüklüğümde geçti. Özellikle onları görünce daha bir heyecanlandım, hoşuma gitti. Ben de köy çocuğuyum, oradaymış gibi hissettim kendimi. Çok güzel mutluluktu bu. Umarım başka izleyen kişiler de gelir görür burayı değerlerimizi kaybetmeden." 

Gümülcine'nin Hacı Köyü'nde yaşayan Mümin İsmail de müzeye hayran kaldığını, yeniden çocukluğuna döndüğünü ve yaşadığı köyde de aynı şeylerin bulunduğunu anlattı.
Akşam, 02.02.2016

TARİHİ TAŞBAŞI KİLİSESİ ARKEOLOJİ MÜZESİ OLACAK

Kültür merkezi olarak kullanılan kilise şimdi de arkeoloji müzesi oluyor

İHA’nın haberine göre, Ordu Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Taşbaşı Mahallesi’nde bulunan Rum Ortodoks kilisesinin arkeoloji müzesi olarak yeniden restore edileceğini açıkladı. 

‘Taşbaşı Kilisesi’ olarak bilinen kilise, 1853 yılında bölgede bulunan Rum-Ortodoks cemaati tarafından inşa edilmişti. Kilise 1937-1977 yılları arasında cezaevi olarak da kullanılmıştı. 1983 yılında Kültür Bakanlığı tarafından restore edilen kilise, 10 Nisan 2000 tarihinden itibaren kültür merkezine dönüştürüldü. Kilisenin yanında bulunan Rum Okulu’nunsa sadece kapı kısmı bugüne ulaştı.

Ordu Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden yapılan açıklamaya göre restorasyon için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 1.2 milyon TL ödenek talep edildi. Yapılması planlanan arkeoloji müzesinde, tarihi 5. ve 6. yüzyıla dayanan Kurul Kalesi’nde 2010 tarihinden beri yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan eserler sergilenecek. Yapılan açıklamaya göre, Ordu’dan bugüne kadar çıkarılmış ve başka şehirlere gönderilmiş tarihi eserler de bu yeni müzede sergilenecek. 
Agos, 02.02.2016

ROMA KALINTILARI TANAP'I DURDURDU

Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşıyacak TANAP kapsamında Gölbaşı'nda boruların döşenmesi sırasında Roma Dönemi'ne ait kalıntılar bulunması nedeniyle çalışmalar durduruldu

Azerbaycan'ın Hazar Denizi'ndeki doğalgazını öncelikle Türkiye'ye ardından Avrupa'ya taşıyacak olan bin 850 kilometre uzunluğundaki Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) kapsamında çalışmaların sürdüğü 20 ilden biri olan Ankara bölümünde ilginç bir olay yaşandı. Gölbaşı İlçesi Dikilitaş Mahallesi'nde çelik doğalgaz borularının yerleştirileceği kanal için dozerlerin kazı yaptığı sırada Roma Dönemi'ne ait yer altı odaları bulundu. Üzerinde Çatal Haç sembolleri bulunan odaların bulunmasının ardından bölgedeki boru döşeme çalışmaları sonlandırıldı.

EKİPLER ÇALIŞIYOR
Roma Dönemi'ne ve 7. yüzyıla ait olduğu düşünülen odalarda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı ekipler incelemelerde bulundu. Yer altındaki kalıntıları inceleyerek figürleri fotoğraflayan ekipler, konu ile ilgili detaylı çalışma başlattı. Uzmanlar odaların mezar olması ihtimali üzerinde duruyor.

DUVARDA FİGÜRLER VAR
Ekiplerle birlikte yer altı odalarına inen bir mahalleli, "İçeride 4 adet oda var. Duvarları oldukça düzgün yapılmıştı. Herhangi bir bozulma yoktu. Duvarlarda haç ve buna benzer bazı figürler vardı" diye konuştu.

DETAYLI ARAŞTIRMA YAPILMALI
SABAH Ankara'ya konuşan Dikilitaş Mahallesi Muhtarı Ercan Öztürk, "Mahallemizde böyle kalıntıların bulunması bizi gerçekten heyecanlandırdı. Yaşadığımız bölgede çok sayıda tescilli yapı var. Eğer mezar varsa mutlaka etrafında da farklı tarihi yapılar vardır. Biz buranın detaylı bir şekilde araştırılmasını istiyoruz. Turizm açısından Ankara'ya katkı sağlanabilir" dedi.
Sabah, 02.02.2016

TARSUS'UN TARİHİ YERLERİNİ 49 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

Tarsus'u 2015 yılında 49 bin 521 yerli ve yabancı turist ziyaret etti.
 
Tarsus Müze Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, 2015 yılında en çok ziyaret edilen yer 23 bin 717 kişiyle Saint Paul Kuyusu oldu. 12 Bin 710 kişi de Saint Paul Kilisesini ziyaret etti. 
 
Kültür Merkezi içerisindeki Tarsus Müzesini ise 13 bin 94 kişi gezerken, ziyaretçiler toplamda 141 bin 720 lira ödeme yaptığı belirtildi.
Tarsus Haber,02.02.2016
OSMAN HAMDİ BEY'İN "CAMİ ÖNÜ" TABLOSU SATILIYOR

Osmanlı döneminin en ünlü ressamlarından Osman Hamdi Bey‘in “Cami Önü” tablosuna miras kavgası sırasında konulan ihtiyati tedbir, mahkemece kaldırıldı. Yıllarca kadife bir perdenin arkasında saklanan paha biçilmez tablo, müzayedede satılacak. Satıştan elde edilecek gelirin yarısı, müzayedeyi gerçekleştirecek şirket tarafından bir devlet bankasına birer ay vadeli olarak açılacak hesaba aktarılacak.

Türkiye’de müzeciliğin kurucusu olarak da tanınan Osman Hamdi Bey’in 1882’den günümüze kadar gizli kalmış başyapıtlarından “Cami Önü” adlı yağlıboya tablosu, 1950’de dönemin Gebze Belediye Başkanı Mustafa Zeki Toros tarafından satın alındı. Tablo, uzun yıllar Toros’un evinin duvarını süsledi. Toros’un 1974 yılında ölümüyle mirasını oğulları Demir Toros ve Kayahan Toros ile eşi Meliha Toros paylaştı. Miras paylaşımı sırasında 2 kardeş ve anneleri, tablonun eşit payda ortak mülk olarak kalması ile ağabey Kayahan Toros’un evinde asılı durmasına karar verdi. Tablo, kadife bir perdenin ardında saklandı. Önce anne Meliha Toros hayatını kaybetti. Kayahan Toros ise 2011 yılında yaşama veda etti. Eşi Ayten ile çocukları İsmet ve Zeynep, tabloyu 2014 yılında 10 milyon TL bedelle müzayedede satışa çıkardı. Satışı duyan Demir Toros, mahkemeye başvurarak, tablo için ihtiyati tedbir kararı aldırdı. Satış durduruldu. Mahkeme, tablonun Deniz Müzesi’nde muhafaza edilmesine karar verdi.

‘VARACAĞI EN YÜKSEK DEĞERE ULAŞSIN’
Demir Toros, geçtiğimiz günlerde bir kez daha İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu ve tabloyla ilgili ihtiyati tedbir kararının devamı ile mülkiyet hakkının tespitini istedi. Ağabeyin eşi ve çocukları ise tablonun kendilerine ait olduğunu ileri sürerek Demir Toros’un miras hakkı bulunmadığını iddia etti. Anne ve çocukları, 40 yıldır 2 kardeşin birbirlerinin evine dahi gitmediğini görüşmediğini belirterek Demir Toros’un davasını ispat etse dahi yüzde 50 hisseye sahip olabileceğini, tablo üzerindeki elbirliği mülkiyetinin satış yoluyla giderilebileceğini kaydetti. Ayrıca 134 yıllık tablonun sanatsever ile buluşması, sanat tarihi literatürüne girmesi ve varacağı en yüksek değere ulaşabilmesi için kamuya açık bir müzayedede satılmasına karar verilmesini istedi. Mahkeme, Mustafa Zeki Toros’un mal varlığının ölümünden sonra paylaşıldığını, tablonun paylaşıma konu edilmemiş olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu bildirerek tablonun Kayahan Toros’a intikal ettiği kanaatine vardı. Demir Toros’un mülkiyet hakkı tespit talebi reddedildi. Tablonun yarı hissesi üzerinde hak iddia ettiği gerekçesiyle de ihtiyati tedbiri, satış bedeli üzerine kaydırıldı; tablonun müzayede yoluyla satılmasına izin verildi. Karar doğrultusunda müzayede şirketi, Deniz Müzesi’ndeki tabloyu sigorta yaptıktan sonra açık artırmayla satacak.

OSMANLI TOPLUMUNDAN FARKLI KARAKTERLER
Bugüne dek hiç sergilenmemiş olan 1882 tarihli yağlıboya “Cami Önü” tablosu, Bursa Yeşil Cami önünde duran ve Osmanlı toplumundan farklı karakterleri temsil eden 16 figürü gösteriyor. Uzmanlar, ünlü ressamın Bursa Yeşil Cami’nin önüne gerçekte bulunmayan basamakları ustalıkla koyarak figürlerine hareketli bir sahne oluşturduğunu belirtiyor.

ÖNEMLİ ESERLERİNİN SATIŞ FİYATLARI
Osman Hamdi Bey’in daha önce yapılan müzayedelerde satılan bazı eserleri ve fiyatları şöyle:

-İstanbul Hanımefendisi: 8 MİLYON TL
-Vazo Yerleştiren Kız: 3.2 MİLYON TL
-Kuran Okuyan Adam: 3 MİLYON STERLİN (Yaklaşık 12.7 milyon TL)
-Kaplumbağa Terbiyecisi: 5.5 MİLYON TL

PARİS’TE EĞİTİM GÖRDÜ
Müzeci, arkeolog ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu Osman Hamdi Bey 1842 – 1910 yılları arasında yaşadı. Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Edhem Paşa’nın en büyük oğlu olan Osman Hamdi Bey, 1860 yılında hukuk öğrenimi için Paris’e gönderildi ve hukuk eğitiminin yanı sıra iyi bir resim eğitimi de gördü. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni kuran Osman Hamdi Bey, resim çalışmalarını sürdürdü ve figürlü kompozisyonlarıyla Türk resim sanatının başarılı bir temsilcisi oldu.

Habertürk, Haber: Hayati Arıgan, 02.02.2016



Tarsus Belediye Başkanı Şevket Can, Tarihi Ticaret Merkezi Çevre Düzenleme ve Sağlıklaştırma Projesi kapsamında restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.
 
Tarihi Ticaret Merkezi Kentsel Tasarım Projesi’nin eski yerleşim alanları olan Şehitkerim Mahallesi, eski belediye binası, Ulu Cami, Kırkkaşık Bedesteni ve Yeni Hamam arasında kalan bölgeyi gezen Başkan Can, esnaflarla sohbet edip, sorunlarını dinledi.
 
Projenin hızla devam ettiğini belirten Belediye Başkanı Şevket Can, bölgenin cazip hale geleceğini söyledi. Hafta sonu olmasına rağmen çalışmaları yakında takip eden Başkan Can, “Tarihi Ticaret Merkezi ile ilgili çalışmalarımız hızla devam ediyor. Toplam projenin bugünkü değeri yaklaşık 20 milyon TL civarında.
 
Burası, baktığımızda şehrimizin en eski esnaflarının bulunduğu bir bölge, biz dedik ki bu bölgeyi de güzelleştirelim. Bu yıl 5 milyon liralık ödeneğimizle bu işe başladık. Restorasyon çalışması tamamen dış cephe kaplaması olacak. Burası güzelleştiği zaman esnafımızın işine yansıyacak ve daha çok para kazanmanızı sağlayacak, tabi bu işin bitimine kadar biraz sizlerde fedakarlık edeceksiniz ve bu süreci beraber götürmek zorundayız. Şimdiden hayırlı uğurlu olsun” dedi.
Tarsus Haber, 01.02.2016
EN KANLI DÖNÜŞÜM



Diyarbakır'ın simgesi olan Sur İlçesinin korunması için UNESCO'ya çağrılar yapılıyor.Çevreciler "Suriçinde kentsel dönüşümün telafuz edilmesi bile suç olmalıdır" diyor.

Faşizme direnişin simgesi
Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi kültürlerini harmanlayan 2 bin yıllık tarihiyle UNESCO korumasındaki Toledo, mimarisi kadar işgal ve direnişlerle dolu geçmişiyle de dikkat çekiyor. Sırasıyla Roma belediyesi, Vizigotların başkenti, Kordoba emirliğinin kalesi, Mağribilerle savaşan Hıristiyan kralların üssü ve ardından başkenti olan Toledo, en büyük darbeyi 1936’da faşist General Franco’dan aldı. Franco, Cumhuriyetçi direnişçilerin sığındığı tarihi kaleyi iki ay
bombalattı. Alcazar de Toledo savunmasıyla tarihe geçen 84 bin nüfuslu kent, Kastilya-La Mancha özerk bölgesinin de başkenti.

Diyarbakır Sur’da 5. kez ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve operasyonlar 64. gününe girerken tarihi ilçe operasyonlarda yerle bir oldu, en az 20 bin kişi evlerini terk etti. Yaşananlara karşın Başbakan Davutoğlu’nun “Sur’u Toledo yapacağız” açıklaması büyük tepki çekti. Hukukçular, yerel yöneticiler ve uzmanlar böylesi bir dönüşümün Sur’un çok kültürlü kimliğini yok edeceğini, göç ve asimilasyona neden olacağını belirterek, kentsel dönüşümün en kanlı biçimde gerçekleştirilmek istendiğini vurguladı.

'Sosyal miras'
Abdullah Demirbaş (Eski Sur Belediye Başkanı):
Hükümetin yapmak istediği rant politikası ve bunun da ötesinde Sur’daki mevcut çok kimlikli, çok kültürlü yapıyı tekleştirmektir. Yapılması gereken Sur’u, özellikle insani dokusu korunarak, açık hava müze kent haline getirmek olmalıdır. Kültürel miras korunurken sosyal miras da korunmalıdır. Bu demografik yapıyı yerinden söküp, yerine yeni bir yapı koymakla dönüşüm yapılmaz. Sulukule örneğinde gördük.

‘6 ayda yıkıldı!’
Sezgin Tanrıkulu (CHP İstanbul Milletvekili):
Toledo binlerce yıllık tarihi geçmişinde onca savaş ve çatışmaya rağmen hiç zarar görmeden günümüze gelmiş bir kültür mirasıdır. Sur ise onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış bir kültür mirası olarak, 5 bin yıldır çatışma ve savaşlardan hiç zarar görmediği halde, son 6 ayda hiç görmediği kadar zarar görmüş, tanklar ve toplarla yıkılmıştır.

Başbakan istedi diye
Turan Kapan (İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şube Başkanı):
Sur’a Toledo demek, Milano demek akıl tutulmasıdır. Başbakan istedi diye Sur, Toledo olmaz. Yapmak istedikleri modernist bir yaklaşımdır. TOKİ’nin bu çerçevede yaptıkları ortadadır.

'Kabul edilemez’
Fatma Esmer (Amed Göç Der Eşbaşkanı):
Sur’da böylesi bir girişim kentte yeni bir göç dalgası, yeni imar alanları, kent merkezine yeni bir yığılma demektir. Ama ondan önemlisi insanların istekleri dışında

‘Kabul edilemez'
Raci Bilici: İHD Diyarbakır Şube Başkanı):1990’lı yıllarda birçok köy, şehir yerle bir edildi ama hiçbiri yapılmadı. Kimse Toledo peşinde değil, kimse lüks peşinde değil, insanlar kendi hayatını kurtarma ve onuruyla yaşama peşindedir.

Cumhuriyet, Haber: Mahmut Oral, 01.02.2016

ABDÜLHAMİD'İN ÇEŞMESİ #ŞİİRSOKAKTA HAREKETİNİN HEDEFİ OLDU

Restore edilerek kültür hafızasına kazandırılan eserler, şehrin kültür hafızasını tazelemekle beraber, şehirli bilincini de canlandırıyor.

İstanbul'da restore edilmeyi bekleyen pek çok tarihi eser mevcut. Gerek kamu eli gerek özel teşebbüslerle tamir gören asırlık yapıların aslına uygun biçimde görmediği başlı başına bir mesele olmakla beraber, elden geçirilen çeşme, sebil, cami, mezar taşı gibi tarihi mirası koruyabilmek de işin başka bir yönünü teşkil ediyor.

Galata'da II. Abdülhamid Han devrinden kalan tarihi Laleli Çeşme, şuursuzca yapılan tahribatın hedefi oldu. Saray başmimarı İtalyan Raimondo d'Aranco'nun 1903 senesinde inşa ettiği, Art Nouveau (ArNuvo) tarzında yapılan çeşme üzerine çekilen elektrik kablosu, önündeki trafik levhası ve çevre esnafın bıraktığı çöp ile adeta yok sayılıyor. Eski ismiyle Yahudi Yokuşu, yeni ismiyle Şair Ziya Paşa Caddesi üzerinde bulunan asırlık yapı güzelliğini her şeye rağmen koruyor. Şehir vandallarının esiri olması pek çok kimse tarafından yadırgansa da Abdülhamit Han'dan yadigar kalan bu kadim eser, son olarak duvarlara yazı yazanlar için bir nevi müsvedde halini aldı. Sosyal medyada çokça revaç bulan “Şiir Sokakta” hareketine mensup olduğu zannedilen kişi veya kişiler çeşme alınlığına “Beni böyle bir başıma bırakıp nereye gidiyorsun? Oysa çok değil, daha dün özledim #Şiirsokakta, #Gökselinyalnızkuşu” yazılarını yazmaktan geri durmamış. Sprey boya ve keçeli kalemle yazılan yazının hangi amaçla yazıldığı malum olmamakla beraber, tarihi eserleri bu gibi zararlı hareketlerden korumak da bilinçli her vatandaşın vazifesi olmalıdır.
Zaman, 01.02.2016

GÖKÇEADA'NIN BAĞRINDAKİ HANÇER ÇIKIYOR: MASİ OTEL YIKILACAK



Gökçeada eski Bademli Köyü'nde sit alanında yapılan 5 katılı otel için yıkım kararı nihayet kesinleşti. Danıştay 14. Dairesince sit alanında kaldığı onaylanan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı uzmanlarınca da yıkılması yönünde karar verilen Masi otel için yolun sonu göründü. Çanakkale Kültür Varlıkları Koruma Kurulu 90 gün içinde Gökçeada Belediyesi’nden otelin yıkılmasını istedi.

İLK RADİKAL DUYURMUŞTU
Radikal 11 Ekim 2012 tarihinde ‘Gökçeada’ya kıydılar’ başlığı ile Eski Bademli Köyü’nde 5 katlı bir binanın imar yasalarına aykırı olarak sit alanında yükseldiğini duyurmuştu. Gökçeada Gönüllüleri Derneği otelin durdurulması için hem dava açmış hem de belediyeye defalarca inşaatın durdurulması için başvurmuştu. Ancak belediye önce inşaatı mühürlemiş daha sonra yapı tadilat ruhsatı düzenleyerek otelin tamamlanmasına göz yummuştu. İdari  Mahkemenin yürütmeyi durdurma daha sonra da inşaata izin veren yapı ruhsatı ve nazım imar planlarını iptal etmesine rağmen Gökçeada Belediyesi kaçak otele müdahale etmemişti. Üstelik Belediye Başkanı Yücel Atalay, Gökçeada eski Kaymakamı Kamuran Taşbilek için mahkemece yıkım kararı olan otelde veda yemeği vermişti.

ESKİ BAŞKANA ZORLU GETİRME KARARI
Önce Çevre ve Şehircilik bakanlığı otelin kaçak olduğunu ve yıkılması gerektiğini tespit etti. 6 kişiden oluşan bakanlık uzmanları hazırladıkları raporun sonuç bölümünde şu tespiti yaptı;  “İmar plan tadilatlarının üst ölçekli planlara ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na aykırılıkları olduğu, söz konusu imar planlarına dayalı olarak taşınmaz üzerinde yapılan yapı ve düzenlemelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’na ve üst ölçekli planlara aykırı olduğu tespit edildiğinden söz konusu yapılar hakkında 3194 sayılı kanunun 32 ve 42. maddeleri gereği işlem yapılması gerekmektedir.’’ 3194 sayılı yasanın 32 maddesi imar planına aykırı olan yapıların yıkımını talep ederken 42. madde ise cezai işleme hükmediyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu raporu üzerine İçişleri Bakanlığı Gökçeada Belediyesi ile yasaya aykırı plan tadilatları yapan meclis üyeleri hakkında soruşturma başlattı. Son duruşmada, mahkemeye gelmeyen eski belediye başkanı Yücel Atalay ile ilgili kolluk güçlerince getirilmesine karar verildi.

90 GÜNDE YIKILSIN
Diğer yandan Çanakkale Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nca  Danıştay 14. Daire kararı uyarınca 101. Ada 23 parselin kentsel sit alanında kaldığının kesinleştiğini 10.07.2013 tarih itibariyle de parselde fiziki müdahaleler yapıldığını tespit edildiği belirtildi. Bu değerlendirmeler ışığında Koruma Kurulu 28.12.2015 tarihli şu kararı aldı; ‘’101 ada 23 parselde kurulumuz izni alınmadan yapılan otel, havuz vb tüm inşai ve fiziki uygulamaların ilgili belediye denetiminde 90 gün içinde kaldırılmasına, yapılacak işlemler sonrasında hazırlanacak teknik rapor ve fotoğrafların kurulumuza iletilmesine, kurulumuz izni alınmadan bu parsel üzerinde herhangi bir inşai ve fiziki müdahalede bulunulmamasına karar verildi.’’

DARISI DİĞER KAÇAKLARA
Radikal 2012 yılından bu yana sürdürdüğü Gökçeada’nın bağrına hançer gibi saplanan 5 katlı otel ile ilgili onlarca haberden sonuç aldı.  Darısı üstünde yıkım kararı olan başta On altı Dokuz kuleleri olmak üzere tüm kaçak binaların başına… 

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 01.02.2016

MUSTAFA KOÇ ÖNCÜ OLDU, OSMANLI SANATI MİLYONLARA ULAŞIYOR

Aramızdan ayrılan Mustafa Koç'un girişimleriyle açılan New York Metropolitan Müzesi'ndeki Osmanlı sanat galerileri her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret ediliyor. Koç Ailesi'nin adının 75 yıl yazılı kalacağı 2 galeride Osmanlı'nın en parlak döneminin eserleri sergileniyor. Koç Grubu iki galeri için 10 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti.

Her yıl 5,5 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan New York Metropolitan Müzesi'ndeki Osmanlı galerisi Koç Ailesi'nin sponsorluğunda faaliyetlerini sürdürüyor. Müzenin İslam Eserleri bölümünde yer alan ve Koç Family Galleries ismi verilen iki galeride Osmanlı sanatının 600 yıllık tarihi ile Selçuklu eserleri milyonlarca ziyaretçiye sunuluyor.

Yakında aramızdan ayrılan Koç Holding Yörnetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un girişimleri ve himayesinde hayata geçirilen proje sayesinde Koç Ailesi'nin adı 75 yıl süreyle 2 galeride yazılı kalacak. Galeride, Osmanlı'nın en parlak döneminin eserleri sergileniyor. Mustafa Koç'un da hazır bulunduğunu galeri açılışı 2011'de gerçekleşmişti. Batılıların Muhteşem Süleyman olarak bildiği Kanuni Sultan Süleyman dönemi eserlerinin ağırlık kazandığı Koç Ailesi Galerisi'nde halılar, kumaşlar ve Osmanlı Saray sanat eserleri sergileniyor. Koç ailesi her iki galeri için toplamda 10 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti.

New York Metropolitan Sanat Müzesi (MET) yetkilileri Zaman'a yaptığı yazılı açıklamada Mustafa Koç'un vefatı ile ilgili Rahmi Koç'a taziyelerini ilettiklerini belirtti. Açıklamada “Metropolitan Sanat Müzesi'nin mütevelli heyeti ve personeli olarak, müzenin mütevellisi, hayırseveri (bağışta bulunanı) ve arkadaşı Rahmi Koç'un oğlu Mustafa Koç'u kaybetmesi ile ilgili üzüntülerimizi (bütün ailesine) ve büyük saygımızı içeren taziye dileklerimizi ilettik.” ifadelerini kullandı. Müze yetkilileri 1 Kasım 2011'de açılan İslami Medeniyetler galerilerini ilk 14 ayda 1 milyondan fazla insanın ziyaret ettiğini açıkladı. Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç galeri açılışında dönemin müze müdürü Philippe de Montebello'nun “Ben emekli oluyorum. Müzede İslam eserleri bölümü açılacak. Hepsine Arap ve Acemler sponsor oluyor. Bir ucundan siz tutar mısınız? Osmanlı'nın burada olması fevkalade önemli. Bir galeri 75 yıllığına 5 milyon dolar.” teklifinde bulunduğunu aktarmıştı. Teklifi değerlendiren Koç Ailesi, Osmanlı Saray sanat eserlerinin sergilendiği iki galeri için sponsorluğu kabul etmişti. Rahmi Koç galeri açılışının manevi hazzının çok büyük olduğunu belirterek, “Bu kez bizim tarihimizi, kültürümüzü dünyaya tanıtacak iki galeriye ailenin ismini verdik. Osmanlı dünya çapında bir medeniyetti. Dolayısıyla dünya çapında bir işe imza attık. Çok bahtiyarım.” ifadelerini kullanmıştı.

Osmanlı sanatı dünya sahnesinde
O güne kadar farklı medeniyetlerin boy gösterdiği sanat merkezinde, İslamiyet'ten eser yoktu. İran, Fas ve Azeri asıllı zengin ABD vatandaşları kendi tarihlerini bu büyük sahneye çıkarırken, Türkiye'den de Koç Ailesi Osmanlı'ya sponsor olmuş ve İslamiyet'in önemli bir parçası olan Osmanlı medeniyetini Metropolitan'da sergilemesi için büyük bir adım atmıştı. The Greater Osmanlı World' teması ile hazırlanan ikinci galeride ise Osmanlı sanatının özellikle Anadolu'da ortaya çıkan en güzel örnekleri sergileniyor. Anadolu motifleriyle bezenmiş Osmanlı halıları ve dokumaları da bugaleride yer alıyor.

İslam, 12 bin eserle anlatılıyor
7'nci yüzyıldan 20'nci yüzyıla kadar 12 binden fazla sanat eserini içeren, alanında dünyanın en kapsamlı koleksiyonlarından biri olan İslam Sanatları Koleksiyonu'nun 459 ve 460'ıncı galerinin sponsorlu Koç Ailesi tarafından karşılanıyor. İslam Medeniyeti'nin Orta Asya'dan Kuzey Afrika, Avrupa, Orta ve Güney Asya'ya kadar izlediği yolun sergilendiği bölümde toplam 15 galeri bulunuyor. İslam coğrafyasına ait sanat eserlerinin sergilendiği galerileri her gün 2 bin 500'den fazla insan ziyaret ediyor.

Zaman, Haber: Osman Akkurt, 01.02.2016

KAPALIÇARŞI VENEDİK TÜZÜĞÜ'YLE YENİLENECEK

Kapalıçarşı Yenileme ve Avan Projesi’nde yürütülen çalışmalar dünya basını ile paylaşıldı. 554 yıllık Kapalıçarşı’nın içindeki Havuzlu Restoran’da basın mensuplarını ağırlayan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, projeyi slayt üzerinden anlattı.

DÖNÜM NOKTAMIZ
Kapalıçarşı’daki çalışmanın dönüm noktası olduğunu belirten Başkan Demir, “İşin mutfak kısmı bitti. Projeler yapıldı, Anıtlar Kurulu onayladı. 554 yıllık Kapalıçarşı’nın ilk kez yönetim kurulu oldu. Artık somut müdahaleler olacak. Burası 91 milyondan fazla ziyaretçi ile dünyanın en fazla ziyaretçi alan yeri” dedi.

Tarihi değerlerin korunarak geleceğe taşınması gerektiğini vurgulayan Başkan Demir şunları söyledi: Kapalıçarşı’nız varsa çok dikkatli olmalısınız. Bu eserler insanlığın ortak mirası. Müdahale ederken evrensel değerleri uygulamalısınız. Biz de bütün aşamaları Venedik Tüzüğü’ne uygun gerçekleştirdik. Bundan sonra da o tüzüğe uygun çalışacağız. Hem fonksiyonlandırılması, tarihi değerinin ön plana çıkarılması aynı zamanda bir dönemi temsil ediyor olmasının ön plana çıkarılması bu tüzükte mevcut.
Akşam, 01.02.2015

TARİHİ NARMANLI HAN'DA NELER OLUYOR?
Koruma Kurulu'nun onay vermesinin ardından İstiklal Caddesi'nin en eski yapılarından biri olan Narmanlı Han'a iş makineleri girdi.  Beyoğlu Kent Savunması'nın  "tarihin pervasızca yok edildiği" gerekçesiyle yaptığı başvuruya 'Sorumluluk proje mükellefinde' yanıtı verildi.

Beyoğlu Kent Savunması, Narmanlı Han’da yürütülen restorasyon projesi kapsamında hanın bahçesinde iş makinalarıyla çalışma yapılarak hanın duvarlarının tahrip edildiğini İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne ihbar ederek projenin durdurulmasını istedi. İhbarı değerlendiren kurul ise proje uygulama sorumluluğunun proje müellifine verildiğini belirterek topu projenin mimarına attı.

İstiklal Caddesi'nin en eski yapılarından biri olan Narmanlı Han 1831 yılında inşa edildi. Narmanlı Han 1880 yılına karar Rus elçiliği, ardından 1914 yılına dek Rus hapishanesi olarak kullanıldı. Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar ve sanatçının eserlerini ürettiği han için 2015 yılında restorasyon projesi hazırlandı. Proje  16.06.2015 tarihinde İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanınca 19 Ocak’ta restorasyon için ilk çalışmalara başlandı.

KURUL: SORUMLULUK PROJE MÜELLİFİNDE
Restorasyonun başladığı 19 Ocak’ta kepçelerin hanın bahçesine girdiğini ve  hanın duvarına zarar verdiğini savunan Beyoğlu Kent Savunması üyeleri, Narmanlı Han’daki iş makinalarının fotoğraflarını İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ileterek ihbarda bulundu. İhbarda, “Tarihi han içerisine devasa iş makinesi sokulmuş, han duvarları tahrip edilerek avluda bulunan ağaçlar kesilerek  çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıca han içerisinde iş makinesi ile kazı başlamıştır. Bütün bu süreçte han tamamen dışarıya kapatıldığı için ancak Sofyalı Sokak üzerinde bulunan ofisimizin penceresinden görülebildiği kadarıyla aktarılmıştır. Narmanlı Han gibi bir kültür varlığına pervasızca zarar verenler ile ilgili gerekli denetimlerin yapılmasını ve yasal yollar kullanılarak inşai faaliyetin acilen durdurulmasını talep ederiz.” İfadesi kullanıldı. Başvuruyu inceleyen kurul cevap yazısında, “Kurulumuzun 16.06.2015 tarih ve 3512 sayılı kararı ile İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Asmalımescit Mahallesi, 1 pafta, 310 ada, 1 parselde kayıtlı tescilli taşınmaz kültür varlığına ilişkin hazırlanan restorasyon projesinin uygun olduğuna, uygulama sorumluluğunun proje müellifince üstlenilmesine karar verildi” ifadelerini kullanarak topu projenin mimarına attı.

NARMANLI HAN KAMULAŞTIRILSIN
Restorasyon projesi kapsamında tarihi hanın iç duvarlarının yıkılarak yerine cam kuleli cephe eklenmek istendiği ve projenin tarihi hana zarar vereceğini savunan Beyoğlu Kent Savunması üyesi avukat Eren Can sözlerine şu şekilde devam etti: “uygulanmak istenen restorasyon projesi binanın cephesi dışında binanın hiçbir şeyini korumayı öngörmüyor.  Projeye tamamıyla içi boşaltılmış, tüm taşıyıcı sistemi ve çatısı değiştirilmiş, İstiklal caddesine bakan kütlenin çatı katı büyütülmüş ve mevcut bodrum katları iptal edilmiş bir Narmanlı Han oluşturmayı ön görmektedir. Binanın içinin boşaltması demek binanın tüm taşıyıcı sistemini değiştirmek, döşemeleri kaldırmak, bu döşemelerle birlikte tavan bezemelerini, döşeme kaplamalarını, iç duvarları, ,kapıları vs. yok etmek demektir. Kısacası bu durum tarihi binayı sadece bir kabuğa indirgemek anlamına gelmektedir. Biz bu yüzden uygulanmak istenilen restorasyon projesine karşı çıkıyoruz. Biz Narmanlı Han’ın kamulaştırılmasını istiyoruz. Mevcut restorasyon projesi Narmanlı Han’ı soylulaştıran bir projedir. Proje bitiminde hanın içinde lüks restoranlar açılacak. Bunun yerine geçmişte olduğu gibi Narmanlı Han odalar şeklinde ucuz kiralar karşılığında yazarlara ve sanatçılara kiraya verilebilir.” 

Radikal, Haber: İdris Emen, 01.02.2016



******


DOĞAN HASOL'DAN NARMANLI HAN TEPKİSİ: DEĞERLERİMİZİ YİTİRİYORUZ

Beyoğlu'nun anıt eser niteliğindeki Narmanlı Han'ın restorasyon projesine tepkiler dinmiyor. Ünlü Mimar Doğan Hasol Twitter hesabı üzerinden Sinan Genim'in restorasyon projesi için  "Yık-yap, para kap" süreci doludizgin. Sıra İstanbul'un simgelerinden Narmanlı Han'a gelmiş. Değerlerimizi yitiriyoruz. Haydi hayırlısı!" dedi. 

Narmanlı Han'daki proje kısa bir süre önce gece yarısı iş makinalarının tarihi yapıya girmesi ve sabah saatlerinde kurban kesilmesiyle başlamıştı. Beyoğlu Kent Savunması, projeye tepki göstererek Narmanlı Han önünde basın açıklaması yaparak, kamulaştırma talebinde bulunmuştu. 

Mimar Sinan Genim'in hazırladığı restorasyon projesine tepkiler dinmiyor. Ünlü Mimar Doğan Hasol, üzerinden  "Yık-yap, para kap" süreci doludizgin. Sıra İstanbul'un simgelerinden Narmanlı Han'a gelmiş. Değerlerimizi yitiriyoruz. Haydi hayırlısı!" mesajı paylaştı.

'KIYMET BİLMEYE Mİ ÇALIŞIYOR YOKSA PARA KAZANMAYA MI?' 
Sosyolog Prof.Dr. Besim F. Dellaloğlu da Facebook hesabı üzerinden Genim'e tepki gösterdi. Dellaloğlu şu mesajı paylaştı: 

"Burada yaşayan Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aliye Berger gibi sanatçıların burada yaşadığını belirtmek için hatıra plaketleri koyacağız. Ancak sanatçıların hangi odalarda kaldığını tespit edemedik maalesef… Yalnız o yıllarda Türkiye'nin değerlerinin nerelerde yaşadığını görseniz utanırsınız 6 metrekare bir oda, camlar gazete kağıtlarıyla kaplı, tuvaletler müşterek kullanılıyor falan…" diyor Sinan Genim. Adını andığınız sanatçıların kaldığı odaları bile tespit edememişseniz, sözünü ettiğiniz plaketleri nereye koyacaksınız. Örneğin Tanpınar'ı o odasında ziyaret etmiş ve bugün hala hayatta olan insanlar var üstelik. Onları bulmaya, onlarla konuşmaya bile tenezzül etmemişsiniz. Niyetinizi oradan anlıyorum ben. O insanların yaşadığı koşullar ile ilgili söyledikleri ise çok ilginç. Uzaydan gelmiş galiba dedirtecek kadar ilginç. Bu ülke, Türkiye hangi değerinin kıymetini bilmiş acaba şimdiye kadar? Kendisi de acaba kıymet bilmeye mi çalışıyor, yoksa para kazanmaya mı?"

Prof.Dr. Besim F. Dellaloğlu kimdir?
1965 İstanbul doğumlu. Galatasaray Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde sosyoloji alanında yaptı. Mimar Sinan, Marmara, Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray ve Kırklareli üniversitelerinde ders verdi. Şu anda Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyesi. Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında kitabı bulunuyor.

İleri Haber, Haber: Rıfat Doğan, 02.02.2016

AĞAÇLAR KAYAKÖY'DEKİ YAPILARI TAHRİP EDİYOR

Tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanan ve antik dönemlerde "Karmylassos" olarak bilinen Muğla'nın Fethiye İlçesi'ndeki Kayaköy Ören Yeri'ndeki mimari yapıların, ağaçlar nedeniyle zarar gördüğü bildirildi.

Fethiye İlçesine 8 kilometre uzaklıktaki Kayaköy, her biri 50 metrekare büyüklüğünde, manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan, genellikle alt katları kiler olarak kullanılan, girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçlarına sahip evlerden oluşuyor.Tarihi milattan önce 3000 yıllarına uzanan ve antik dönemlerde "Karmylassos" olarak bilinen Kayaköy'e, Osmanlı tarafından verilen haklarla Rumlar yerleşti. Kayaköy, 1923 yılında Yunanistan ile yapılan Türk-Yunan mübadelesinde Rum nüfusunun Yunanistan'a gitmesiyle boşaldı. Evlerin ahşap kısımlarının zamanla çürüyüp yok olmasıyla Kayaköy, "hayalet şehir" olarak anılmaya başlandı.Yüzlerce yıllık ortak geçmişin, kültürel çeşitliliğin ve zenginliğin izlerini taşıyan Kayaköy'ün "Dostluk ve Barış Köyü" olması için 1988 yılında Türkiye Mimarlar Odası ve Türk-Yunan Dostluk Derneği işbirliğiyle proje hazırlandı. Bu çalışmalar sonunda Kayaköy, 1. derece kentsel ve arkeolojik sit alanı ilan edildi. 

"Açık hava müzesi olmalı"
Uzun yıllar hüznüyle baş başa kalan Kayaköy'deki evlerin içinde ve etrafından çıkan ağaçların ise son dönemde yapıların duvarlarını yıkarak tahrip etmeye başladığı tespit edildi.Mimarlar Odası Fethiye Temsilciliği Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Güngör, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kayaköy'de mevcut yapıların bir bölümünün hiç dokunulmadan olduğu gibi kalmasını, bir bölümünün ise restore edilip açık hava müzesi olarak düzenlenmesini istediklerini söyledi.Kayaköy'deki bazı binaların restoran, pansiyon gibi değerlendirilebileceğine değinen Güngör, "Böylece yaşamın olduğu yerden terk edilmişliğe doğru bir fikir oluşur. Bunun çevreye çok büyük kültürel zenginlik kazandıracağını düşünüyorum" dedi. Mübadele döneminde Kayaköy'den gitmek zorunda olan birçok Rum olduğuna anlatan Güngör, bu kişilerin anısına binaların bir kısmına hiç dokunulmaması gerektiğini savundu.

"İncir ağaçları zarar veriyor"
Mimarlar Odası Fethiye Temsilciliği Yönetim Kurulu Üyesi Hilal Polat ise Kayaköy ile ilgili gözlemledikleri en büyük problemin doğanın tahribatı olduğuna dikkati çekti. Özellikle incir ağaçları ve bitkilerin mevcut yapıları olumsuz etkilediğini anlatan Polat, şöyle konuştu: "Ağaçlar, duran zamanın bir ögesi olan evlerin duvar yapılarında patlatmalara sebep olmaktadır. Öncelikle burada doğanın kontrol altına alınması gerekli. Ardından buradaki yaşanmışlığı gözlemleyebilmemiz için bir kısmının restore edilmeden olduğu gibi bırakılması bir kısmının da restore edilerek açık hava müzesi olması gerekli. Bizler, Kayaköy'ün 'turizm' adı altında otel olmasını doğru bulmuyoruz. Altyapı, elektrik ve su sistemlerinin Kayaköy'e olumlu sonuçlar doğurmayacağını, doğal yapısını da çok ciddi tahrip edeceğini düşünüyoruz."Kayaköy'den alınması gereken mimari dersler olduğuna da dikkati çeken Polat, "Burada birbirinin güneşini engellemeyen saygılı yapılar var. Birbirinin mahremiyetlerine de saygı gösteriyor. Günümüzde gözardı ettiğimiz temel mimari prensiplerin dersinin çıkarılabileceği yapılar da mevcut. Bu nedenle buranın harap olup gitmesi, aktarabileceğimiz nesillere göstererek örnekleyebileceğimiz temel örneklerin gitmesi bizi üzüyor" diye konuştu.

Akşam, 31.01.2016

ÇALMAK DA BİR SANATTIR

Plan yapmadan çöp poşetine koyup milyon dolarlık tabloyu çalan mı istersiniz, polis kılığında içeri girip müzeyi soyan mı? Bu anlattıklarım size olmaz gibi geliyor belki ama sanat eseri hırsızlığı aslında yüksek zeka gerektiren “estetik” bir iş...

ABD’de yaşayan Papaz Cooper, odasına girdiğinde bir fazlalık olduğunun farkına vardı. Karşısında siyah mürekkep ve tüy kalemle çizilmiş bir tablo duruyordu. Papaz, eli ayağına dolaşarak polisi aradı. Gerçek hemen gün yüzüne çıktı; odasındaki, milyon dolarlık bir Rembrandt tablosuydu! Hollandalı ressama ait eskiz birkaç gün önce, kiliseye yakın bir otelin sergi salonundan çalınmıştı. Soygun polislerce “Mükemmel düşünülmüş ve uygulanmış” olarak tasvir edilse de sonradan işler belli ki o kadar pek mükemmel gitmemişti. Hırsızlar tabloyla ne yapacağını bilememiş, çareyi onu masum bir adamın odasına bırakmakta bulmuştu... Bir başka acemi soyguncu hikayesi de Amsterdam’dan. Van Gogh Müzesi’ne gece yarısı saklanıp sabaha karşı güvenlik görevlilerini etkisiz hale getiren bir hırsız, her biri en az 10 milyon dolar değerindeki 20 tabloyu alıp kaçmıştı ve tablolar 1 saat geçmeden yol kenarına terk edilmiş bir otomobilde bulunmuştu.

DÜNYANIN EN BÜYÜK 3. SUÇ ALANI
Sanat eseri hırsızlığı son yıllarda banka soygunlarından bile daha çok iştah kabartıyor. Hatta ABD Adalet Bakanlığı, sanat hırsızlığının uyuşturucu ve silah kaçakçılığından sonra dünyanın en büyük 3. suç alanı olduğunu açıkladı. Hırsızların da gözdeleri var, her şeye el uzatmıyorlar; Pablo Picasso, Salvador Dali, Rembrandt, Andy Warhol en sevdikleri. Sadece Picasso’nun kayıp 1000 tablosunun olduğu söyleniyor! Daha da kötüsü kimi müzayede evleri para için sahte eserleri satıyor. Tarihçi Dr. Noah Charney’e göre; dünyadaki tüm müzelerde bulunan koleksiyonların yüzde 10’u ya sahte ya da imzasız. New York Metropolitan Museum of Art’ın eski yöneticisi Thomas Hoving’e göre de küresel sanat eseri piyasasındaki sahte eser oranı yüzde 40.

HIRSIZDAN TEŞEKKÜR NOTU
Belki elimde olsa ben de yapardım! Londra’daki National Gallery’yi ziyaretimde bir ara şeytan beni de dürttü, çok değerli bir tablo öyle yakınımdaydı ki “Bir el atsam götüreceğim sanki” demiştim içimden. Korkudan dokunamadım elbette ama elini kolunu sallayarak müzeye girip yüzlerce ziyaretçinin içinde soygun gerçekleştirenleri duydum. İsveç’in başkenti Stockholm’deki Ulusal Müze’de 3 soyguncu, mesai saatlerinde bir Rembrandt, iki de Renoir tablosu yürüttü. Akıllıca bir yanı vardı bu soygunun; gece alarmlar çalışırken değil, gündüz kapılar açıkken gerçekleştirmek daha kolaydı.

Gerçi hırsızlar müzeleri daha önce de pek çok kez uyarmıştı. 1994’te Norveç Kış Olimpiyatları’nın açılışına kilitlenmişken, uyanık hırsızlar galeriden bir Edvard Munch eseri çalmıştı. Görevliler alarmı ciddiye almadığı için soyguncular “Yetersiz güvenlik için teşekkürler” notu bırakarak kayıplara karışmıştı.

MONA LİSA ÇALINMASAYDI BU KADAR DİKKAT ÇEKER MİYDİ?
 1911’de Mona Lisa’nın Paris’teki Louvre Müzesi’nden çalınması, tarihin en büyük sanat soygunlarından biriydi. İtalyan Vincenzo Peruggia, Fransız koleksiyonlarında çok sayıda İtalyan ressam ve heykeltıraşın eserlerinin bulunmasına içerleyerek, Leonardo da Vinci’nin eserinin sergilendiği odayı boş bulduğu anda, tabloyu gömleğinin altına sokuşturarak ortadan kayboldu. Bu olay sonrasında sadece boş duvarı görmek için bile binlerce insan müzeye akın etti. Mona Lisa’nın efsaneleşmesinde çalınmasının önemli rol oynadığı iddia edilir. Sizce çalınmasaydı bu kadar dikkat çeker miydi?

SAHTESİNİ YAPMAK DA MARİFET İSTER
Hırsızlar çalıyor, satıyor. Ama paha biçilemez eserlerin sahtesini yapmak marifet istiyor. Sahteci sanatçılardan çoğu asıl ressamın bile kullanmadığı fırça darbeleri, renk tonları ve perspektifler kullanıyor. Kimi resimleri eskitmek için özel kimyasallardan yararlanıyor, kimi de tahtakurusu izlerini taklit için resimde delikler açıyor.

EN YARATICI HIRSIZLAR
Biri Salvador Dali’nin bir sanat galerisindeki tablosunu güvenlik görevlisini katakulliye getirip çöp poşetiyle çalmıştı.

Doktor Steven Cooperman, Picasso’nun “Aynanın Önünde Duran Genç Kız”ı ile Monet’nin “Gümrük Görevlilerinin Kulübesi” adlı eserinin kendi evinden çalındığını bildirdi. Sigorta şirketi çalınan resimler için 17.5 milyon dolar ödedi. Yıllar sonra Cooperman’ın eserleri bizzat çaldığı ortaya çıktı. 

Amerikalı milyarder çift Howard ve Elizabeth Keck, Bel Air’deki malikanelerinde paha biçilmez yağlı boya tabloların 11 yıldır yanlarında çalışan 61 yaşındaki uşak tarafından orijinal çerçevelerinden çıkarıldığını ve yerlerine alakasız fotoğrafların konulduğunu aylarca fark edemedi. 

ABD’nin en çok ses getiren sanat hırsızlığı 1990’da yaşandı. Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi’ne sabahın erken saatlerinde polis kılığında giden iki soyguncu, müzeden bir ihbar aldıklarını söyleyip içeri girdi ve görevlileri merdivene kelepçeledi. Sonra da aralarında Rembrandt ve Manet’nin eserleri de bulunan yaklaşık 300 milyon dolar değerindeki koleksiyonu çaldı.

Paraguay’da bir müzenin yakınlarındaki bir dükkanın altında başlayan tünelin diğer ucunun müzenin altına kadar uzandığı anlaşıldı. Bu tünelden yararlanılarak gerçekleştirilen soygunda 500 bin sterlin değer biçilen eserler çalındı.
Habertürk, Haber: Sema Ereren, 31.01.2016

GÖBEKLİTEPE İLE TARİH YENİDEN YAZILACAK

İsviçre'nin karla kaplı kasabası Davos'ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun bu yılki gündemlerinden biri de Türkiye'deki Göbeklitepe'ydi.

Gün yüzüne çıktığında bölge hakkında kısmen bilgi sahibi olsak da yoğun gündem Göbeklitepe'yi unutturmuştu. Biz de Davos ile tekrar konuşulan bölgeyi yerinde incelemek için Şanlıurfa'ya gittik. Dünyanın en zengin kültürel mirasından biri olan Göbeklitepe'nin bir yanında Suriye'de yaşanan çatışmalar, diğer yanında ise terörün oluşturduğu karanlık bir atmosfer var.

Şanlıurfa şehir merkezinden yaklaşık 15 kilometre kuzeydoğuya doğru yol alıyoruz. Yol boyunca herhangi bir tesis bulunmuyor. Bir süre sonra bitki örtüsü yok diyebileceğimiz taşlık bir dağ sırasını karşımızda buluyoruz. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer burası. 11 bin 500 yıl öncesinden izler taşıyan dünyanın en eski bölgesi Göbeklitepe'nin bulunduğu coğrafyada sert kayalarla karşılaşıyoruz. Biraz kasvetli havası olsa da kazıların ilk başladığı yıllara nazaran hayli mesafe alındığını söyleyebiliriz. Kazı alanının üstü yağışlara karşı kapatılmış. Varlığı 1963'de keşfedilen ama önemi 1980-90'lı yıllarda anlaşılan kazı alanının çevresinde bir tur attıktan sonra çatılı ana alana giriyoruz. Sanki bir sanat galerisindeyiz.

Göbeklitepe'den bahsederken kazı başkanı Prof. Klaus Schmidt'i anmadan olmaz. Eserlerin gün yüzüne çıkmasında 2014'te hayatını kaybeden arkeolog Schmidt'in ciddi katkısı var. Bölge hakkında eserler kaleme alıp bilim dünyasına burayı tanıtmıştı.

Kazı 80 yıl daha devam edecek
Tapınak olduğu belirtilen gezdiğimiz alana geri dönelim. Alanın ortasında hayvan motiflerinin olduğu büyük heykellerden oluşan dairesel bir yer var. Taşların boyları beş metreye ulaşıyor. Kedigiller, sürüngenler, tilki, turna, ördek ve özellikle domuz gibi hayvan kabartmalarının yer aldığı alanda figürler sanki taşlaşmış bir görüntü sergiliyor.

Göbeklitepe'deki tapınakta ölülerin açık havaya bırakılarak yırtıcı hayvanlara yem edildiği tahmin ediliyor. Buna güneşe gömme inancı da deniliyor. Etrafta hiçbir mezarın bulunamaması da bu tezi doğruluyor. Alanda 24 tane tapınak tespit edilmiş. Kazının 80 yıl daha devam edeceği tahmin ediliyor. Bölgedeki bazı bulgular ve heykeller Şanlıurfa'daki büyük müzede sergileniyor.

Göbeklitepe'yi gezdik gördük ancak Şanlıurfa'da işler dışarıdan göründüğü gibi değil. Suriye'ye komşu olan şehir, dört yıldır sıkıntı yaşıyor. Özellikle de yoğun göç ve hiç bitmeyen çatışmalar şehrin kimyasını bozuyor. Bu gibi nedenlerden dolayı onlar için şu an tarihin, kültürün, sanatın ve dolayısıyla Göbeklitepe'nin çok da anlamı yok. Hem Urfalıların hem de bu coğrafyadaki halkın tarihlerinin keşfedilmesinden ziyade ilk önce barışın yaşanmasına ihtiyacı olduğu görülüyor.

Son yılların en büyük arkeolojik keşfi
Standford Üniversitesi başta olmak üzere birçok yabancı üniversite tarafından son yılların en büyük arkeolojik keşfi olarak gösterilen Göbeklitepe, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alıyor. Türkiye'de ise bu tarihi taşın altına elini Doğuş Grubu koydu. Bölgenin Türkiye'de ve dünyada tanıtımını hızlandırmak amacıyla Doğuş Grubu ana sponsorluğunda ‘Göbeklitepe Tanıtım Projesi' oluşturuldu. Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Göbeklitepe'yi tüm dünyaya daha da yakından tanıtmak amacıyla Davos'u seçtiklerini belirtiyor.

Zaman, Haber: Nurullah Kaya, 31.01.2016

OSMANLI'NIN KAYIP SARAYLARI

Osmanlı'da saray dendiğinde akla ilk gelen yer Topkapı Sarayı olsa da İmparatorluğun tarih içinde yönetim merkezleri çeşitlilik gösteriyordu. İşte, onlardan birkaçı ve akıbetleri…

Osmanlı'nın hala en popüler sarayı, ziyaret edilenler listesinde birinci sırada yer alan Topkapı Sarayı'dır kuşkusuz. Zaten ‘necip Türk Milleti'nin saray deyince akla gelen ilk yer burasıdır. İstanbul'un fethinden yedi sene sonra II. Mehmet'in emriyle yapımına başlanılan İmparatorluğun bu yeni çehresi, 1478'de tamam edilir. Stratejik yeri ayrıca önemli olan saray-ı mezkur, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasındaki tarihi yarımadanın ucunda yer alıyor. 700 bin metrekarelik alan üzerine bina olunan saray, Osmanlı klasik döneminin başlıca yönetim merkezi olur. İmparatorluk, 1683 Viyana Bozgunu sonrası Batı karşısında, bugün de devam eden, mağlubiyetin getirdiği travma neticesinde geleneğini terk eder. ‘Saraydan devlet kaçırma' trajedisine dönüşen halet-i ruhiye, 19. yüzyılın ortalarında Sultan Abdülmecid Han zamanında yapılan Dolmabahçe'nin barok mimarisinde gün yüzüne çıkar. Topkapı'dan gittikçe uzaklaşan Osmanoğulları, son olarak Yıldız Sarayı'nda ikamet eder. Zaten turistik gezilerin başlıca mekanları da zikrettiğimiz saraylar… Peki, İmparatorluğun sarayları bu kadarla mı sınırlıydı? Mesela ilk sarayı nerede ya da şu sıralar sıkça duyulan Eski Saray hala ayakta mı? İşte Osmanlı'nın kayıp sarayları listesi…

Bey Sarayı: Devletin ilk yönetim merkezi
Osmanoğulları'nın ilk başşehri, 1326 yılında fethedilen Bursa. Hanedan, aynı yıl Tekfur Sarayı üzerine Bey Sarayı'nı bina eder ve devlet buradan idare olunur. I. Murad'ın şekillendirdiği sarayda, Yıldırım Bayezid'in düğünü, Çelebi Mehmed'in sünnet cemiyeti yapılır. Bugün üzerinde Bursa Orduevi bulunan saray için şehir kamuoyu, garnizonun başka bir yere taşınmasını, kazılar yapılmasını istiyor.

Edirne'deki idare merkezi

Topkapı'dan sonra Osmanlı'nın ikinci büyük sarayı addedilen Edirne Sarayı da kaybolan hatıralardan. Günümüze az bir bölümü ulaşan saray için 2008'de kapsamlı bir çalışma başlatıldı. II. Murad döneminde yapımına başlanan sarayı, 1452'de Fatih nihayete erdirir. 19. yüzyıla kadar ayakta kalan saray, İmparatorluğun yönetim merkezi olur. Burayla ilgili en özel bölüm ise Mimar Sinan'a yaptırılan Adalet Kasrı kuşkusuz.

Üsküdar Sarayı Selimiye Kışlası oldu
Mimar Sinan'a göre Üsküdar Sarayı, Eski ve Yeni Saraylar'dan sonra gelir, yani Osmanlı protokolünde üçüncü sırada. I. Süleyman zamanında yapılan saray, asıl şeklini III. Murad devrinde alır. IV. Murad döneminde son altın çağını yaşayan saray, devletin zihni restoresi için atılımlar yapan Selim-i Salis zamanında yıkılarak; kışlaya dönüştürülür. Yeniçerilere karşı yeni askerlerin  yurdu olan kışla, hala ayakta.

İstanbul'un en ‘Eski Saray'ı

1453'ten hemen sonra daha Topkapı Sarayı bina olunmadan evvel İstanbul Üniversitesi merkez yerleşkenin olduğu sahaya inşa edilir. Yeni Saray'a yani Topkapı'ya tışınıldıktan sonra burada, vefat eden padişahların valideleri, eşleri ve cariyeleri ikamet ederdi. Günümüze hiçbir kalıntısı ulaşmayan Eski Saray'ın adı son dönemlerde tarihi dizilerde sıklıkla telaffuz ediliyor.

Sultan Abdülaziz'in doğduğu Eyüp Sarayı
Abdülaziz Han'ın dünyaya geldiği Eyüp Sarayı'nın hikayesi Kanuni dönemine dayanıyor. Saray, ‘Muhteşem Süleyman'ın bahar mevsimlerinde ara ara Kağıthane'ye düzenlediği gezintileri esnasında yapılır. Popüler hale gelen Kağıthane civarına Lale Devri padişahı III. Ahmet ve Damat İbrahim Paşa köşkler yaptırır. Patrona Halil isyanı neticesinde bölge gözden düşmeye başlar. Saray da ortadan kalkar.

Zaman, Haber. Samet Altıntaş, 31.01.2016

FARAH'IN HAZİNELERİ BERLİN YOLCUSU

İran'a yönelik ekonomik yaptırımların kalkması sanat camiasını da hareketlendirdi. Devrik Şah'ın eşi Şahbanu Farah Pehlevi'nin eşsiz tablolardan oluşan koleksiyonu ilk kez yurtdışına çıkıyor. 3 milyar dolar değer biçilen koleksiyon, Berlin ve Roma yolcusu

Almanya Dışişleri Bakanı Walter Frank-Walter Steinmeier, geçtiğimiz ekim ayında diplomatik temaslarda bulunmak üzere Tahran'a gittiğinde Avrupa kültürüne ait bir sürprizle karşılaştı. 17 Ekim'deki müzakerelerin ardından Tahran Çağdaş Sanatlar Müzesi'ni gezen Steinmeier, 20'nci ve 21'inci yüzyılın en önemli sanatçılarına ait eserleri görünce çok etkilendi. Steinmeier, dikkatle inceleyip hayran kaldığı koleksiyonun Berlin'de de sergilenmesi için ısrarcı oldu. Farah Pehlevi'nin tabloları, Tahran'da sanatseverlerle hasret giderdikten sonra, şimdi önce Berlin, ardından da Roma ve Washington yolcusu...

HAZİNELER TAHRAN'DA TOPLANDI
Devrik Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin eşi Şahbanu Farah Pehlevi'ye ait koleksiyon "Avrupa ve ABD dışında, dünyanın en pahalı modern Batı sanatı sergisi" olarak nitelendiriliyor. İşte, uzmanların en az 3 milyar dolar değer biçtiği tabloların ilginç serüveni: 1973'te petrol krizi patlak verdiğinde İran zenginleşiyor, sanat eseri fiyatları ise dünya çapında bir düşüş sergiliyordu. Şahbanu Farah Pehlevi, bu durumu fırsat bildi ve bol miktarda tablo satın almaya başladı. İran Ulusal Petrol Şirketi'nden aktarılan bütçeyle Batı'nın büyük müzayede evlerine uzmanlar gönderdi. Salvador Dali, Pablo Picasso ve Andy Warhol gibi sıradışı sanatçılardan Van Gogh, Claude Monet ve Pierre Auguste Renoir gibi ressamlara kadar birçok sanatçının eserleri satın alındı, titizlikle korundu. 1977'de açılan Tahran Çağdaş Sanatlar Müzesi'nin koleksiyonu dudak ısırtıyordu. Pop Art akımının babası ABD'li Andy Warhol'un elinden çıkma Mao Zedong tabloları bu müzedeydi. 20'nci yüzyılın en büyük İngiliz ressamı olarak kabul edilen Francis Bacon'un Yatakta Uzanan İki Figür ve Refakatçileri adlı tablosu bu müzedeydi. Dünyanın en meşhur ressamlarından Pablo Picasso'nun 1927 tarihli Ressam ve Modeli tablosu da bu müzedeydi, Fransız ressam Renoir'ın Önü Açık Gömleği ile Gabriel tablosu da Tahran'a getirilmişti. 1979'da İran'da devrim oldu. Şah Muhammed Rıza Pehlevi ülkeyi terk ederken, milyonlarca kişi Tahran Havaalanı'na Humeyni'yi karşılamaya gitti. Mollalar eski rejimi hatırlatan her detaya savaş açtı. İran İmparatorluğu'nun 3 bin yıldır kullandığı aslan ve güneş sembollü bayrak bile değiştirildi. Bu kargaşada kimsenin aklına modern sanatlar müzesi gelmemişti. Müzenin müdürü Mehdi Kevser, İtalya'ya kaçmıştı. Sanat eserlerini koruma göreviyse Müze Muhafızı ünvanlı Firouz Shabazi Moghadam'a kalmıştı. Lise mezunu Moghadam, mollaların devrime aykırı bulacağı tabloları bodrum katındaki kasalara kilitledi. Müze tekrar açıldığında, hatta yetkililer sergilemek üzere tablo talep ettiğinde bile inisiyatif aldı ve hiçbir eseri vermedi. Yıllar sonra Batı basınına konuşan Moghadam "O cesareti nerden buldum Allah bilir. Normalde korkan bir adamımdır. Ama söz konusu bu müze olunca aslan kesiliyorum" diyecekti.

KÜLTÜR DE CANLANDI
Kader, Moghadam'ın aldığı inisiyatif, uluslararası konjonktür... Ne derseniz deyin 1979'da yeraltına inen eserler tekrar gün yüzüne çıkıyor. İran, nükleer programını uluslararası camianın denetimine açmayı kabul etti. P5+1 ülkeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya) ve uluslararası kurumlar da bu ülkeye uygulanan ekonomik yaptırımları kaldırma kararı aldı. Artık ilaç firmalarının, otomotiv üreticilerinin ve teknoloji şirketlerinin İran'a girmesi bekleniyor. İran ise petrol ihracatını iki katına çıkarmayı planlıyor. Yeni dönemin ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel olarak neler getireceği merakla bekleniyor.

WASHINGTON SIRADA
Roma'da bulunan Ulusal 21'inci Yüzyıl Sanat Müzesi'nin Berlin'den hemen sonra aynı koleksiyona ev sahipliği yapması bekleniyor. 2017 yılında serginin ABD'nin Başkenti Washington'a taşınması ihtimali de masada. Konuyla ilgilenenler "ABD Başkanı Obama'nın İran'la daha iyi ilişkiler için bu sergiyi bizzat istediğini" söylüyor.

GÖRÜLMEMİŞ KİRA BEDELİ
Almanya Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier'in ekim ayındaki Tahran ziyaretinin ardından, Şahbanu Ferah Pehlevi koleksiyonunun Berlin'de sergileneceği açıklandı. Serginin tarihi henüz belli değil, ancak üç ay süreceği belirtiliyor. Sergiye dair bir diğer ilgi çekici ayrıntı ise eserlerin kira bedeli. Almanya'nın 30'u Batılı sanatçıların, 30'u İranlı sanatçıların elinde çıkma 60 tablo için 3 milyon dolar kira ödeyeceği konuşuluyor. Dünyanın önemli müzelerini bünyesinde barındıran Smithsonian Enstitüsü'nün, eser kiralama başına 200 dolar ödediği göz önüne alındığında bu miktarın büyüklüğü daha da dikkat çekici hale geliyor.
Sabah, Haber: Ömer Faruk Görçin, 31.01.2016

OSMANLI TAPULARI MAHKEMELİK OLDU

Muğla’nın Bodrum İlçesi'nde yılan hikayesine dönen Voyvoda Hacı Hüseyin Ağa'nın mirası 6 yıl sonra çözüldü. 6 yıldır süren dava sonucunda 200 yıllık miras için mirasçıların hakkı verilmeye başladı. 

Hacı Hüseyin Ağa’nın 8 çocuğundan 2'si olan Arif ve Hasan Ağa'dan kaldığı öğrenilen miras için Mumcular mahallesinde toplantı düzenlendi. 6 yıldır süren dava sonucunda 200 yıllık miras için mirasçıların hakkı verilmeye başladı. Toplamda 100 milyon liranın üzerinde olan miras yaklaşık 800 kişiye dağıtılacak. Ayrı ayrı parseller bulunan araziler için toplanan mirasçılar arasında çıkan anlaşmazlık sonucunda 200 yıllık tapuların mahkeme tarafından satılacağı öğrenildi.

Mumcular Mahallesi'nde düzenlenen toplantıya, Muğla Barosu avukatlarından Devrim Deniz, bazı emlakçılar ve çok sayıda mirasçı katıldı. Davaya bakan Avukat Devrim Deniz, gazetecilerin sorularını yanıtlayarak şu sözlere yer verdi: “Güvercinlik mevkisindeki mirasın üç parselini sattık, şu anda 6 dosyanın da bitme aşamasına geldi. 136 dönümlük araziyle ilgili vekaletlerimizi tamamlayamadığımız için tapu veremeyeceğimizden bu alanı mahkeme yoluyla satma kararı aldık. Bu, tüm sülale için bir kayıp olacak çünkü mahkemede kesinlikle bu yer değerine gitmeyecek.”

Yeni bir Osmanlı tapusundan yer bulunduğunu ifade eden Devrim Deniz, "Mumcular'ın Kemer mevkisinde aynı aileden olduğu belirtilen Hacı Osman'a ait 41 bin 348 metrekarelik taşınmazla ilgili davayı sonuçlandırdık” dedi.

Osmanlı tapularıyla ilgili çalışma yapan Emlakçı Tuncer Rıfat Barın ise, “Yaklaşık 200 yıllık miras davasını çözdüklerini biliyoruz. Bazı mirasçıların vekalet vermekten çekiniyor. Bundan dolayı araziler değerinin altında satılacak. 6 yıldır verilen emeğin heba olmasından endişe duyuyoruz” dedi.
Hürriyet, 31.01.2016

TOKAT MEVLEVİHANE MÜZESİ AHŞAP YAPISIYLA DİKKATİ ÇEKİYOR



Tokat'ta, mimari yapısıyla dikkati çeken ve 'Anadolu'nun en estetik Mevlevihanesi' olarak nitelendirilen Mevlevihane Vakıf Müzesi ziyaretçilerinin ilgisini çekiyor.

Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mevleviliğin Tokat'a 12. yüzyılda Mevlana'nın sağlığında girdiğini söyledi.

Mevlana'nın 'Tokat'a gitmek gerek, insanları ve havası mutedildir' dediğini anlatan Aktaş, "Mevlevihane, 17. yüzyılda Sulu Muslu Paşa tarafından yaptırılmış. Abdulmecit döneminde tekke ve zaviyelerinin kapatılmasına kadar Mevlevi dergahı olarak kullanılmış. Daha sonra Kur-an kursu olarak kullanılmış. Değişik amaçlarda kullanılmış. 1990'lı yıllarda eser çok kötü duruma düşünce boşaltılmış. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1999 yılında restorasyon ihalesi yapılmış, ancak 2002 yılından sonra restore ettirilerek, 2005 yılında restore işlemleri tamamlandı" dedi.

"2015 yılında 30 bin kişi müzemizi ziyaret etti"
Mevlevihane'nin restorasyonu için yaklaşık 3 milyon liranın harcandığını ifade eden Aktaş, şöyle konuştu: "Mevlevihanemiz işlevsel olarak müze görümlü. Mevlevihane vakıf müzesi olarak 2006 yılında açılmıştı. 2015 yılında 30 bin kişi müzemizi ziyaret etti. İki katlı olan müzemizin alt katında camilerimizde 2000'li yıllarda hırsızların musallat olduğu halı, kilim, el yazması Kur'an-ı Kerim'ler, rahleler ve madeni eşyalar burada sergileniyor. Müzemizin üst katı ise Mevlevilik ile ilgili Hadi Efendinin zati eşyalarını sergiliyoruz."
Anadolu Ajansı, Haber: Ekber Türkoğlu, 31.01.2016

OSMAN HAMDİ BEY KAYIKHANESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKTI



Kocaeli Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, Eskihisar'daki Osman Hamdi Bey'in müzesinin ardından yanında yer alan kayıkhanesinin de restore edildiği belirtildi.
Ahşap, taş ve tuğla malzemeli kayıkhanenin restorasyonuyla kente bir kültür hazinesi daha kazandırıldığı vurgulanan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:"Kültür Varlıkları Koruma Kurulu onayının ardından restorasyon çalışmaları yapıldı. Osman Hamdi Bey Müzesi'nin önemli bölümlerinden kayıkhanenin bodrum katı taş ve tuğla malzemeden oluşuyor. Kayıkhanenin zemin katı da ahşap malzemeden imal edildi. Kayıkhane beyaz boyalı yapısıyla dikkat çekiyor."



Eserin, Kocaeli'de 19. yüzyıldan günümüze ulaşan orijinal kayıkhane olma özelliği taşıdığı aktarılan açıklamada, kayıkhanenin kültürel ve sosyal amaçlı kullanılacağı kaydedildi.


Anadolu Ajansı, Haber: Şengül Oymak, 30.01.2016
FBI ARIYORDU, İSTANBUL'DA ELE GEÇİRİLDİ

 

Amerika Birleşik Devlet’lerinden çalınarakİstanbul'a getirilen ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso'nun  tablosu İstanbul'da düzenlenen operasyonla ele geçirildi.
Edinilen bilgilere göre, İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri ünlü İspanyol ressam Paplo Picasso'nun "Saçını Tarayan Çıplak Kadın" tablosunun İstanbul’da satışa çıkarıldığı bilgisi üzerine harekete geçti.
Uzun süren teknik ve fiziki takibin ardından, 123x92 cm boyutlarında olan eserin, M.E.O. (28) ve A.O. (66) tarafından el altından satışa çıkarıldığı belirlendi. İşadamı kılığına giren polis ekipleri, şüphelileri tespit etmek için Bakırköy'de buluşarak pazarlık yaptığı öğrenildi.
Polis ekipleri 8 milyon dolar istenen "Saçını Tarayan Çıplak Kadın" tablosunu 7 milyon dolara kadar indirerek, Fatih’te yeni bir buluşma için randevu ayarladı.
 
TABLOYU FBI DA ARIYORDU
Polis ekipleri tablo ve para teslimatı için Aksaray Fatih Fevzi Paşa'ya gelen şüphelileri yakalamak için harekete geçti. Düzenlenen operasyonda tablonun arkasında orijinalliğini, ait olduğu yeri ve koleksiyonerin ismini taşıyan mühürler ile birlikte 2 şüpheli de gözaltına alındı.
 
Ele geçirilen tablo, incelenmek üzere Mimar Sinan Üniversitesi'ne gönderildiği öğrenildi.
Öte yandan ünlü tabloyu FBI olmak üzere birçok ülkenin polis teşkilatlarının da aradığı öğrenildi. Gözaltına alınan şüphelilerin emniyetteki işlemleri devam ediyor.
Milliyet, 30.01.2016
HASANKEYF SULAR ALTINDA KALACAK



UNESCO’nun 10 kriterinden 9’unu yerine getiren ve 12 bin yıllık tarihe sahip olan Hasankeyf’in tarihi dokusundan kopartılıp taşınması kararı Meclis'ten geçirildi.

Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı ve HES projesine karşı yıllardır mücadele edilirken, bölgedeki tarihi eserlerin taşınması ve halkın zorla tahliyesi çabalarının ardından geçen günlerde AKP, ilçenin taşınmasına ilişkin hazırlanan maddeyi torba yasaya ekleyerek komisyona getirdi.

Önceki gün meclis gündemine getirilen Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Dicle Nehri üzerinde inşa edilen Ilısu Barajı ve HES Projesi göl alanında kalacak olan Batman’ın Hasankeyf İlçesi belirlenen alana taşınacak. Ayrıca, Hasankeyf ilçe merkezinin yeni yerleşim yerine nakline kadar geçecek süre içinde, ilçenin hukuki varlığını mevcut yerleşim yerinde sürdürmesi hüküm altına alınacak.

‘İNSANLIK SUÇU'
Genel Kurul’da yaptığı konuşmada duruma tepki gösteren CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci, “Hasankeyf’i birinci derece sit alanı yapan en önemli özellik bir bütün içerisinde mağaralar, kalenin tarihi dokusu, ibadethaneler ve burada yaşayan atalarımızın mezarları ve kazı çalışmaları daha bitmemiş, gün ışığına çıkmayı bekleyen binlerce tarihi eserin burada yer almasıdır” dedi.

60 yıl ömürlü barajın 12 bin yıllık Hasankeyf’e tercih edilmemesi gerektiğini belirten Yedekci, “Hasankeyf’in sular altında bırakılması insanlık suçudur” şeklinde konuştu.

‘ANAYASA'YA AYKIRI'
HDP Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan ise Ilısu Barajı’nın yapımının anayasaya aykırı olduğunu belirterek, “60 yıllık sürede elde ettiğimiz gelirden daha büyük bir para harcayıp bu sefer diyeceğiz ki ‘Şu suların altında bir tarihi antik kent vardı, gelin onu çıkaralım’ diyeceğiz” ifadelerini kullandı.
Birgün, 30.01.2016



******


10 BİN YILLIK HASANKEYF SÜRGÜN EDİLİYOR: KORUMAK YERİNE NEDEN TAŞIYORSUNUZ?

Batman’da yapımı devam eden ve bölgenin en büyük barajları arasında olan Ilısu Barajı, başta 10 bin yıllık geçmişi olan Hasankeyf antik kenti olmak üzere Dicle Vadisi’ndeki onlarca köyün sular altında kalmasına neden olacak. Hasankeyf’i korumak yerine geçtiğimiz hafta “Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”na bir madde eklenerek, Hasankeyf’in yerinden taşınmasının yasal zemini hazırlanmış oldu.

Tarihi mekanların, aynı zamanda toplumların hafızasını da oluşturduğunu söyleyen İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe, bu mekanların toplumların göz bebekleri olduğunu belirtti. Bu mekanların mutlaka korunması gerektiğini söyleyen Gökçe, Hasankeyf’in taşınması kararının toplumlara ve doğaya haksızlık olduğunu belirtti. Gökçe, “Hasankeyf’in taşınmasını doğru bulmuyorum, yazık oluyor. Bu yanlıştan kısa zaman içinde dönülmesini ümit ediyorum” dedi.

‘BAŞKA YERDE OLSAYDI KORUNURDU’
Yaşam Savunucusu Balaban Girit’e göre de Hasankeyf’in taşınması projesi, hem bölgede yaşayan halk, hem de doğa açısından doğru değil. “Hasankeyf’i korumanız gerekirken neden taşıyorsunuz? Ya da sular altında kalmasına izin veriyorsunuz” diye soran Girit, dünyanın farklı bir kentinde olsaydı Hasankeyf’in mutlaka korunması gereken tarihi eserler arasında olacağını söyledi. 

Doğa Derneği Başkanı Dicle Tuğba Kılıç da, doğa için mücadele verenlerin Hasankeyf’e öncelik vermesi gerektiğini belirterek, Hasankeyf etrafında yaşayan köylülerin de zorunlu göçe maruz kaldığını belirtti. Bunun insan haklarına da aykırı olduğunun söyleyen Kılıç, halkın atalarının topraklarından göç etmek zorunda kalacağını dile getirdi. Yetkililere “Hasankey’i koruyun” diye seslenen Kılıç, Ilısu Projesi’nin de bir an önce durdurulması gerektiğini belirtti.

‘HALKI TARİHSİZ, DOĞASIZ BELLEKSİZ BIRAKIYORLAR’
Munzur Koruma Kurulu Sözcüsü Hasan Şen de, “Sur’da ve diğer birçok Kürdistan merkezinde ekolojik yıkım çok yoğun oranda yaşanıyor. Hasankeyf’in yerinden taşınması Anadolu’nun değerlerinin yerinden taşınmasıdır” dedi. Hasankeyf başta olmak üzere tehlike altındaki tüm yerler için Türkiye halklarının ortak mücadele etmesi gerektiğine vurgu yapan Şen, “Tarihi Allianoi’yi gömdüler Hasankeyfi’in yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Bu iktidar her şeyin fiyatını biliyor ancak değerini bilmiyor. Her şeyi satmak halkı tarihsiz, doğasız, belleksiz bırakmak istiyorlar. Tek dertleri var, para” dedi.

550 ARKEOLOJİK YERLEŞİM ALANI 
Hasankeyf’te tam tamına 550 arkeolojik yerleşim bulunuyor ve UNESCO’nun 10 kültürel miras kriterinden 9’unu karşılayabilen dünyadaki tek yer olma özelliği taşıyor. İnsanlığın her döneminden kalma kültür varlıkları ile adeta bir kültürel miras merkezi olan Hasankeyf, Ilısu Barajı’nın suları altında kalarak yok olacak. Eğer durdurulmazsa, binlerce yıldır hiçbir medeniyetin yok etmediği Hasankeyf, yok olacak. Ilısu Barajı tamamlandıktan sonra sular altında kalacak 550 arkeolojik yerleşim bir yana, Hasankeyf’te yaşayan birçok insan göç edecek, endemik hayvan ve bitki türleri de yok olacak. Avrupa’nın Büyük Tehlike Altındaki 14 Kültürel Miras Alanı arasında gösterilen Hasankeyf’in, 16 Mart’ta Venedik’te düzenlenecek olan etkinlikle ilk 7’ye girmesi bekleniyor. Türkiye ise hala Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi için başvurmuyor.

Evrensel, 03.02.2016

SULTAN 2. MAHMUT'UN TUĞRASI ETNOGRAFYA'DA

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ikamet eden Türk kökenli bir vatandaş, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) üzerinden Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü ile iletişime geçerek, kendisinde bulunan Osmanlı Devlet Armasını, Türkiye’ye teslim etmek için başvuruda bulundu.

Osmanlı Devlet Arması, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ın talimatının ardından Los Angeles Türk Başkonsolosluğu yetkililerince teslim alındı ve diplomatik kargo ile Türkiye’ye, Etnografya Müzesi Müdürlüğüne teslim edildi.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü tarafından incelemeye alınan Osmanlı Devlet Armasındaki tuğranın, Sultan II. Mahmud’a (1808-1839) ait olduğu ortaya çıktı. Armadaki güneş simgesi, devletin büyüklüğünü, güneşin ortasındaki tuğra en büyük Müslüman-Türk Hanedanını, kavuk; saltanat ve hilafeti, çiçekler; müsamahayı, terazi; adaleti, kitap; Kuran-ı Kerim’i, silahlar; orduyu, madalyonlar; çeşitli milletlerden oluşan Osmanlı toplumunu temsil ediyor. Atlas kumaş üzerine renkli ipliklerle işlenen armanın çerçevesi ise günümüze ait.
Milliyet, 30.01.2016

PADİŞAHIN KIZLAR MEKTEBİ: DUHTERAN-I HÜMAYUN

Tarih sahnesinden çekilmesinin üzerinden yaklaşık yüz yıl geçen Osmanlı Devleti'nin 6 asır boyunca yaptıkları, kurumları ve bugüne kalan mirası üzerinde tartışmalar aralıksız devam ediyor.

Tarihçi-yazar Nermin Taylan, Osmanlı Devleti'nin en önemli eğitim kurumunun Topkapı Sarayı içinde asırlarca faaliyetini sürdüren Enderun-ı Hümayun olduğunu belirterek, "Saraya cariye olarak gelen sultanların ve sarayda doğup büyümüş padişah kızlarının bu derece teşekküllü vakıfları inşa ettirecek matematiğe ve yeri geldiğinde saltanat naibesi olarak devleti yönetebilecek derecede iyi bir siyaset bilgisine vakıf olmaları, Enderun-ı Hümayun gibi kadınlar bölümü olan Duhteran-ı Hümayun'da aldıkları çok iyi eğitimden kaynaklanmaktadır" dedi.

AA muhabirine, en çok tartışılan konulardan olan Osmanlı sarayında cariyeler ve hanım sultanların gördüğü eğitim sistemi hakkında açıklamada bulunan Taylan, "Osmanlı Devleti sanattan bilime, medeniyetten kültüre, mimariden güzel sanatlara kadar günümüze pek çok hazine bırakmıştır. Hiç şüphesiz bu hazinelerin başında fakir-fukaranın, garip-gurabanın, açların, misafirlerin, yetimlerin, yersizlerin, yurtsuzların, evsizlerin sığınağı olan vakıflar gelmektedir. Fakat Türkiye geneline ve özellikle İstanbul'a baktığımızda günümüze ulaşan bu mimari hazinelerin; padişahlar, paşalar ve dahi sultanlar tarafından imar edildiğini görüyoruz. Özellikle hanım sultanlar tarafından yaptırılmış vakıfların tam teşekküllü olarak imar edilmeleri ve her yıl akarlarının muntazam sağlanması da ayrıca dikkat ve takdir edilmesi gereken bir durumdur" diye konuştu.

"SARAYDA TERBİYE OLUNMAYAN HİÇBİR YERDE TERBİYE OLMAZ"
Dönemin Avrupa'sında kölelere okuma-yazma öğretmenin yasaklandığını ve kölesine okuma-yazma öğretenlerin çeşitli cezalara çarptırılıp bazen de öldürüldüğünü vurgulayan Taylan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Osmanlı sarayına gelen cariyeler kendi dillerini unutacak kadar Türk, kendi dinlerini değiştirecek kadar Müslüman oluyorlardı. Güzel konuşuyor, güzel yazıyor, mutlaka bir çalgı aleti çalıyor, aritmetik ve siyaset biliyor, adabımuaşerette yabancı elçilerin eşlerini kendilerine hayran bırakıyorlardı. 19'uncu yüzyılda 'sarayda terbiye olunmayan hiçbir yerde terbiye olmaz, saray bir ilim yuvasıdır' diye bir deyim halk arasında oldukça revaçta olmuştur."

Taylan, Osmanlı saray haremini resim sanatının baş köşesine oturtan oryantalistlerin yağlı boya tablolarında görülen "nü" resimlerin ve kendi ideolojilerini giydirerek yazdıkları hayal ürünü romanların, televizyon dizileriyle, gerçeğinden uzak, tarihi literatüre aykırı olduğu halde son yılların en çok konuşulan konuları arasında yer aldığını hatırlatarak, şunları söyledi: "Harem ve cariyelik konusu ne yazık ki toplum tarafından hala doğru ve gerçek bir şekilde algılanmış değildir. Saraydaki cariyelerin eğitim gördüğü Duhteran-ı Hümayun ve Osmanlı tahtından geçenlere sevgilerini verip soylarını yürüten hanım sultanların harem yaşantıları ve aldıkları eğitim, birkaç ilmi çalışma dışında ne yazık ki hala tam olarak anlatılmış değildir. Oysa böylesine köklü bir medeniyetin mirasçıları olan bizler bu medeniyeti uygulama noktasında biçare kalmış, iyi eğitim almayı yalnız diploma almak olarak algılayıp kendi özümüze yabancılaşmışız." 
- "Hürrem Sultan, Mekke, Medine ve Kudüs'e imarethaneler inşa ettiriyordu"

"Rus bir köle olarak hareme giren, orada aldığı eğitimdeki başarısı ile valide sultanın gözünü doldurarak padişaha eş olmaya layık görülen Hürrem Sultan nasıl oluyordu da milletlere kös dinleten, hükümdarlara taç giydiren dünyanın en büyük hükümdarlarından birini kendine bu denli mahkum edebiliyordu" sorusunu soran Taylan, cevabını da şöyle verdi: "Doğmadığı toprakların kültürüne aidiyet noktasında külliyeler inşa ettirecek kadar merhametli olabilmesinin yanı sıra yaptırmış olduğu vakıf müesseselerinde, dönemin Avrupa'sında akıl hastaları 'içerisine şeytan girmiş' inancıyla diri diri yakılırken o, banisi olduğu külliyelere bimarhaneler inşa ettiriyor ve akıl hastalarını kuş sesi, su sesi ve musiki ile tedavi ettiriyordu. Bununla da yetinmeyen Hürrem Sultan, Müslüman olduktan sonra öğrendiği Kur'an-ı Kerim'e öylesine vakıf olabiliyordu ki Kur'an'da ismi geçen üç yere; Mekke, Medine ve Kudüs'e imarethaneler inşa ettiriyordu. Peki ya öldüğünde İstanbul'da üç bin kişinin aç kaldığı Kösem Sultan, İstanbul'un en büyük üçüncü külliyesini inşa ettiren Nurbanu Sultan, İstanbul'da ilk kız lisesini yaptıran Pertevniyal Valide Sultan ve yine İlk kaloriferli hastaneyi yaptıran Bezmialem Valide Sultan, hemen her gün önünden binlerce insanın geçtiği Yeni Cami'nin banisi Hatice Turhan Sultan gibi birçok padişah eşi, yaptırmış oldukları eğitim merkezleri ve hayratları ile insanlığa hizmet edebiliyorlardı. Günümüze kadar ulaşan bir medeniyetin temellerini atan sarayın sultanlarının yaşadığı harem nasıl bir yerdi ki içerisine gireni adeta ilim ve kültürle harmanlayarak asırları kendilerine hayran bırakan bireyler haline getiriyordu." 

HAREM HAYATI
Taylan, harem kelimesinin, "girilmesi yasak olan yer" anlamına geldiğinin altını çizerek, "Osmanlı Sarayı Harem dairesinde padişah ve ailesi yaşamakla beraber, harem işlerini yürüten görevliler ve harem mensupları yaşamaktaydılar. Harem işlerini yürütmek ve hanedan mensuplarına hizmet etmek için zaman zaman hareme köle pazarlarından cariyeler alındığı gibi fethedilen yerlerden elde edilen esirler de padişaha hediye edilmişlerdir. Bir şekilde Osmanlı Sarayı Harem dairesine alınan kızlar bir dizi dil, din, dikiş, nakış, çalgı, okuma, yazma, güzel konuşma, güzel yürüme gibi derslerden geçtikten sonra becerilerine göre görevlere verilirlerdi. Zamanla beceri ve zekalarına göre usta, kalfa, haznedar gibi mertebelere yükselirler ve mertebelerine göre maaş alırlardı. Padişaha hediye edilen cariyeler ise daha özenli bir ilgiye mazhar olur, mükemmel derecede bir eğitime tabi tutulurlardı. İleride padişah eşi, şehzade annesi ve valide sultan olacağı göz önüne alınarak içlerinden en iyileri seçilir, eğitimleri tamam olduktan sonra valide sultan tarafından layık görülürlerse padişaha sunulurlardı" şeklinde konuştu

Haremin hiyerarşik sistemini piramide benzeten Taylan, Harem halkını şöyle tanımladı: "Haremde yaşayanlar bir piramide benzetilirse eğer, piramidin kaidesini cariyeler, zirve noktasını da valide sultan işgal eder. İkisi arasında kalfalar, ustalar, odalıklar, ikballer ve kadın efendiler yer alır. Harem halifenin evi idi. Herkes Kur'an-ı Kerim okumalı ve ibadetini yapmalıydı. Bundan dolayıdır ki hareme alınan cariyelerin çoğuna Kur'an öğretilirdi. Bunların yanı sıra nezaket ve görgü kuralları, dikiş dikme, dantel işleme, örgü örme, bazı cariyeler çalgı çalma ve oyun oynama gibi alanlarda eğitimden geçer ve terbiye edilirlerdi. Bu sebeple Harem, bir kültür okulu ve bir nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Nasıl Enderun Mektebi yüksek devlet memurlarını yetiştiren bir okul ise Harem de güzel ve müsait cariyeler için böyle idi."

Taylan, "saraylı olmanın" iyi eğitimli manasına geldiğini aktararak, "İyi eğitimli kızlar padişahlarla, şehzadelerle, paşalarla veya Enderun mektebinden mezun olan devlet görevlileri ile evlendirilirdi. Dünyanın en iyi erkek mektebi olan Enderun-ı Hümayun'dan mezun bir kişi, ancak dünyanın en iyi kız mektebi olan Duhteran-ı Hümayun'dan biriyle evlenir ve ülkenin herhangi bir yerine devlet görevlisi olarak atanan eşi ile giderek, eşi devlet memurluğu görevini ifa ederken, kendisi de gittiği yerde aldığı eğitimi yerli halkın hanımlarına yayardı. Bu sebeple devletin idare merkezinin Yıldız Sarayı'nda olduğu dönemde denilmiştir ki; ilim ve adap, Yıldız Saray-ı Hümayunu'ndan Beşiktaş'a, Beşiktaş'tan Boğaziçi'ne, Boğaziçi'nden İstanbul'a ve İstanbul'dan da tüm Osmanlı ülkesine yayıldı" şeklinde konuştu.

SARAY HANIMLARININ ALDIĞI DERSLER
Osmanlı Devleti'nde, genç kızların daha çocuk yaşta geldikleri Osmanlı sarayında çok iyi derecede bir eğitime tabi tutularak sosyal hayata ve aile hayatına hazırlandıklarını kaydeden Taylan, şöyle devam etti: "Fakat günümüz Türkiyesinde yalnız branş dersleri veren okullar ve dahi İslam sanatları adı altında eğitim veren kurumlar bir dalda uzmanlaştırmakla beraber asla Duhteran-ı Hümayun'daki eğitimin yerini dolduramıyor; yemek yapmayı, dikiş dikmeyi, güzel konuşmayı, belagati, tarihini, ecdadını, kültür ve medeniyetini bilmeden yetişen genç kızlar, hem insani ilişkilerde hem de aile hayatında başarılı olamıyorlar."

Taylan, Duhteran-ı Hümayun'a alınan kızların gördükleri dersleri ise şöyle sıraladı:
Kur'an-ı Kerim, Ulum-i Diniye, Resaili Türkiye (Türk İslam Tarihi), Talim-i Sülüs (Hüsn-i Hat), Mektebi Edebiye (Adabımuaşeret) Kavaid-i Türkiye, Hesab, Coğrafya, Edebiyat, Resim, Dikiş, Nakış, Yemek Yapma, Güzel Konuşma, Belagat (Diksiyon), Siyaset Bilimi, Arapça veya Farsça, Keman, Tambur, Kanun vs (en az bir tane müzik aleti), Sanat Tarihi ve Osmanlıca.
Akşam, 30.01.2016

MUĞLA'DA 4 BİN YILLIK GEMİ BATIĞI BULUNDU



Muğla'nın Marmaris İlçesi'nde yürütülen su altı kazısında Hisarönü Körfezi'nde 4 bin yıllık gemi batığına rastlandı.

Proje yürütücüsü Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Deniz Bilimleri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Abdurrahman Harun Özdaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Türkiye’nin su altı coğrafi bilgi sistemini ortaya çıkarmak için çalışma yaptıklarını söyledi.Türkiye'nin Sualtı Mirasının Araştırılması Projesi'nin 2007 yılından bu yana yürütüldüğünü vurgulayan Özdaş, projenin Kalkınma Bakanlığının destekleri ile başladığını kaydetti.Projede konusunda uzman 15 kişiden oluşan ekibin yanı sıra su altı arkeologları, deniz jeofizikçileri ve deniz biyologları bulunduğunu belirten Özdaş, proje kapsamında Türkiye karasularında, özellikle dalınabilir derinliklerdeki batmış gemilerin de envanter çalışmasını yaptıklarını dile getirdi.Çalışmalar kapsamında değişik yüzyıllara ait yaklaşık 4 bin yıllık bir zaman dilimini içine alan bir dönemde suyun altına iz bırakan gemileri araştırdıklarını ifade eden Özdaş, "Bu gemilerin hem kendi kalıntılarını hem çapaladıkları yerleri hem de onlardan düşen objelerden yola çıkarak bir harita çıkarıyoruz. Yaptığımız çalışma bu. Biz bunu Türkiye’nin Su Altı Coğrafi Bilgi Sistemi olarak tanımlıyoruz" dedi.


Benzersiz bir batık
Araştırmalar sırasında Hisarönü Körfezi’nde Tunç Çağı’na tarihlenen ve buluntuları ile benzersiz bir batık keşfedildiğine işaret eden Özdaş, "Türkiye’de yapılan su altı araştırmalarında 30 yıl sonra ilk defa bir Türk üniversitesi tarafından Tunç Çağı batığı bulunmuş ve ilk kazı sezonu başarıyla tamamlanmıştır" diye konuştu.Özdaş, günümüzden yaklaşık 4 bin yıl önce Ege'de seyir halindeyken büyük olasılıkla bir fırtına sonrası batan gemiye ait kalıntıların 40 metre derinliğe kadar devam ettiğini tespit ettiklerini anlatarak, şöyle konuştu:"Elde edilen sonuçlar, bölge tarihine önemli veriler sunacak niteliktedir. Marmaris Müze Müdürlüğü ile bilimsel başkanlığı tarafımızdan yürütülen kazı çalışmalarında ele geçen buluntuların konservasyon çalışmaları Bodrum Müzesi’nde devam etmektedir. 2016 yılında da kazı çalışmalarına devam edilecektir. Marmaris Hisarönü Körfezi'nde karşımıza çıkan 4 bin yıllık batık bizim karasularımızda bulduğumuz en eski batıklardan birisi."

100'ün üzerinde batık tespit edildi
Türkiye kıyılarında sürdürdükleri su altı araştırmalarında da önemli sonuçlar elde ettiklerini belirten Özdaş, "2007 yılından bu yana kesintisiz olarak yürütülen tek su altı arkeolojik araştırma projesini sürdürüyoruz. Çalışmalarımızda 100'ün üzerinde batık ve potansiyel alan tespit edilmiştir. Ayrıca 20'nin üzerinde su altında kalmış liman ve mimari kalıntı ile yaklaşık 25 gemi demirleme alanı ve Tunç Çağı'ndan Osmanlı Dönemi'ne kadar geniş bir zaman dilimine yayılan 400'ün üzerinde çapa, kayıt altına alınmıştır" dedi.Özdaş, çalışmalar kapsamında Türkiye’nin su altı kültür mirası ve eski çağlarda batmış gemilerine ait kalıntıların Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü bünyesindeki coğrafi bilgi sistemine aktarıldığını dile getirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç, Fotoğraf: Harun Özdaş , 30.01.2016

GEOMETRİYİ İLK KULLANAN BABİLLİLERMİŞ



Milattan önce 1800'lü yıllarda ortaya çıkan Babil uygarlığının, yıldızları izlemek için karmaşık geometrik hesaplamalar yaptıkları ortaya çıktı. Science bilim dergisinde yer alan araştırmaya göre Babilliler gece gökyüzünde Jüpiter gezegeninin hareketlerini izlemek için geometriyi kullanıyorlardı. BBC'nin haberine göre; bilim insanları Babillilerin bu tekniği MÖ 350 yıllarında geliştirdiklerini düşünüyor. Babilliler bugünkü Irak ve Suriye topraklarında yaşayan bir uygarlıktı.

Araştırmayı kaleme alan Berlin'deki Humboldt Üniversitesi profesörlerinden Mathieu Ossendrijver "Bunu beklemiyordum. Hesaplamaları fizik ve diğer tüm bilim dalları için bir temel oluşturuyor" dedi.

Babillilerin hesaplamalarını kaydettikleri kil tabletlerde çivi yazısıyla işlenmiş metinler, Babillilerin astronomide çok ileride olduklarını gösteriyor. BBC'ye konuşan Prof. Ossendrijver "Gökyüzünde gördükleri şeylerin raporlarını yazmışlar ve bunu çok uzun bir süre, yüzyıllar boyunca yapmışlar" dedi.



Son araştırma, Babillilerin matematikte de oldukça ileri olduklarını, hareket eden nesnelerin konumu ve süratini bulmak için kavisler kullandıklarını da gösteriyor. Prof. Ossendrijver 19. yüzyılda çıkarılan British Museum arşivlerinde saklanan beş Babil tabletini inceledi. Babilliler, Jüpiter gece gökyüzünde belirince hızı ve mesafesini ölçmek için trapezoid olarak adlandırılan dört kenarlı şekiller kullanmış.

Prof. Ossendrijver "Bu yana yatık dörtgen şekli, Jüpiter'in zaman içinde değişen hızının hesaplanmasını sağlıyor. Şeklin bir ekseni, yani yatay tarafı zamanı, diğer ekseni, dikey tarafı da hızı temsil ediyor. Trapezoidin alanı da Jüpiter'in yörüngesinde yaptığı mesafeyi veriyor. Eski zamanlarda olduğu bilinmeyen zamana karşı hareketin soyut hız alanının şeklini gösteren bu grafik, çok yeni bir şey" dedi.

Araştırmacı zaman ve hız kavramları yerine eski Yunanların dünya ve gezegenlerle uzaysal ilişkileri inceleyen 'daha düz' bir geometri kullandıkları yönünde kanıtlar olduğunu söyledi. Prof Ossendrijver bu tekniğin ne kadar yaygın olduğunu bilmiyor: "Bu daha önce astronomiye yeni bir yöntem getiren tek bir kişi, bir dahi tarafından yazılmış bir tablet olabilir. Ya da bu yöntem farklı alimler tarafından daha yaygın biçimde kullanılıyor olabiir" diyor.
Radikal, 29.01.2016
TARİHİ AMASRA KALESİ'NDEKİ SPREY YAZILAR TEMİZLENİYOR

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde Roma döneminde yapılan ve 2013'de UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne alınan tarihi Amasra Kalesi duvarlarına sprey boya ile yazılan yazılar, taşlara zarar vermeden 'düşük basınçlı kum püskürtme' yöntemiyle siliniyor.

Bizanslılar, Cenevizliler, Osmanlılar dönemlerinde onarımlar görerek günümüze kadar ulaşan ve Dünya Miras Listesi'ne alınması süreci devam eden tarihi kalenin Boztepe ve Zindan Mahallelerini çevreleyen duvarlarına sprey boya ile yazılar yazıldı. 'Sormagir' ve 'Zindan' adında iki ana kütleden oluşan kaleyi ilçeye bağlayan Kemere Köprüsü'nün bulunduğu 'Karanlık Tünel' olarak bilinen yer ile kalenin çeşitli noktalarında farklı renklerde sprey boya ile yazılan yazılar tepki çekti.

Amasra Kaymakamlığı, Amasra Belediye Başkanlığı ve Amasra Müze Müdürlüğü işbirliğinde, tarihi kalede kirliliğe neden olan yazıların silenmesi için çalışma başlatıldı. Ankara'dan gelen restorasyon firması, duvarlardaki yazıları taşlara zarar vermeden, düşük basınçlı kum püskürtülmesi yöntemiyle temizliyor.

Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, "Amasra Kalesi'nin duvarlarına yazılan yazıların ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığımız görüşmeler sonucunda Ankara'dan tarihi restorasyon firmasını Amasra'ya çağırdık. Kaymakamlık, belediye ve müze müdürlüğünün ortak finansmanıyla yazıların silinmesine başlandı. Çalışmamız 2 gündür devam ediyor ve bugün bitecek" dedi.

Baran Aydın, bundan sonra kale duvarlarına yazı yazanların tespit edilmesi durumunda gerekli cezai işlemlerin de uygulanacağını belirtti.
haberler.com, 27.01.2016

GÖZLÜKULE HÖYÜĞÜ'NDE KİTABE BULUNDU


Mersin'in Tarsus İlçesi'ndeki tarihi Gözlükule Höyüğü'nde İslami döneme ait olduğu tahmin edilen kufi tarzda yazılı 35 santimetre genişliğinde, 50 santimetre yüksekliğinde kitabe bulundu.

Alınan bilgiye göre, tarihi Gözlükule Höyüğü'ndeki kazı alanı dışında kalan bir alanda toprak kayması sonucu ortaya çıkan kitabeyi gören vatandaşlar durumu yetkililere bildirdi.
Yetkililer, kitabede yaptıkları ilk incelemede, üzerindeki yazıların kufi tarzda olduğunu ve Abbasi dönemine ait han, kervansaray gibi mimari bir yapının kitabesi ya da mezar taşı olabileceğini belirledi.

Muhafaza altına alınan 35 santimetre genişliğinde, 50 santimetre yüksekliğindeki kitabeyle ilgili detaylı inceleme yapılacağı belirtildi.
yenimesaj.com.tr, 22.01.2016



24 - 30 Ocak 2016
TAHSİN YÜCEL VEDA ETTİ


Türkiye’deki göstergebilim çalışmalarının öncüsü olarak da bilinen yazar, eleştirmen ve bilim insanı Tahsin Yücel, 83 yaşında hayatını kaybetti.

Türk edebiyatının üretken ismi Tahsin Yücel, dün tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. 17 Şubat 1933’te Elbistan’da doğan Yücel, Galatasaray Lisesi’ni (1953) ve İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı bölümde asistan oldu. 19. ve 20. yüzyıl Fransız yazını ve göstergebilim alanlarında uzmanlaştı. Romanlarında ve denemelerinde toplumun genel geçer yargılarını, alışkanlıklarını sorgulayan Yücel; ‘Mutfak Çıkmazı (1960), Vatandaş (1975), Peygamberin Son Beş Günü (1992), Bıyık Söylencesi (1995), Vatandaş (1996), Yalan (2002), Kumru ile Kumru (2005), Gökdelen (2006), Sonuncu (2010) romanlarının yanında Haney Yaşamalı (1955), Düşlerin Ölümü (1958), Yaşadıktan Sonra (1969), Ben ve Öteki (1983), Aykırı Öyküler (1989), Komşular (1999), Golyan Devrimi (2008) adlı öykü kitaplarını yayınladı. Camus’den Balzac’a, Baudelaire’den Emile Ajar’a 100’e yakın çeviriye imza attı.

‘KARIM BENİ ENSEMDEN TANIR’
2003’te TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildiğinde hayatının yazmakla geçtiğini “karım, beni ensemden tanır” sözleriyle ifade etmişti. Eserleriyle Sait Faik Hikaye Armağanı (Haney Yaşamalı), TDK Öykü Ödülü (Düşlerin Ölümü), Azra Erhat Çeviri Üstün Hizmet Ödülü (Yaban Düşünce), Orhan
Kemal Roman Armağanı (Peygamberin Son Beş Günü), Yunus Nadi Roman Ödülü (Yalan), Ömer Asım Aksoy Ödülü (Yalan), Balkanika ödülü (Gökdelen) ve Fransız Hükümeti Palmes Académiques nişanı Commandeur derecesi sahibi oldu.
Hürriyet, Haber: Çağlayan Çevik, 22.01.2016

SÜLEYMAN ŞAH'IN TORUNLARI

Gaziantep'in İslahiye İlçesi'nde bulunan eski mezarların Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna ait olduğu. bulunan mezarlarla birlikte Oğuz Türklerinin Anadolu'ya ilk girdiği bölgelerden birinin de İslahiye olabileceği belirtiliyor.



Gaziantep'in İslahiye İlçesi'ndeki Yeniköy Mahallesi'nde eksi mezarlar bulundu. Bulunan mezarların Anadolu'ya yerleşen ve Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna ait olduğu tahmin ediliyor. Eski mezar taşları ve üzerindeki siyah renkteki boya ile işlenmiş ok ile yay figürlerinin, mezarların Kayı boyuna ait olduğu ihtimalini kuvvetlendirdiği bildirildi. Bulunan mezarların Fırat Nehri'nde boğulduğu belirtilen ve cenazesi Türkiye-Suriye sınırındaki Eşme Köyüne nakledilen Süleyman Şah'ın soyundan oldukları sanılıyor.



Osmanlı'da hanedanın geldiği belirtilen Kayı Boyu'na ait bulunan son mezarlar ile bu boyun Anadolu'ya ilk girdiği bölgelerden birinin İslahiye İlçesi olduğu tezini de kuvvetlendirdiği belirtiliyor.

DAHA ÖNCE DE İNCELENDİ
Daha önce de bölgeye kişisel anlamda uzmanlar gelerek, mezarları inceledi. Mezarların ait olduğu yılı henüz belirleyemeyen uzmanlar, Kayı boyunun Anadolu'ya ilk girdiği bölgelerden birinin İslahiye olduğunu söylüyor. Uzmanlar, "Bu bölgeden Amik ovasına girdiler.

Bu eski mezarların tamamın Kayı boyuna ait olması bu tezi düşündürüyor. Ayrıca mezarların üstteki ok ve yay, Kayı boyunun armaları olduğu biliniyor. Süleyman Şah'ın da Fırat nehrinde boğulması ve Suriye'de yani bu mezarların bulunduğu bölgeye yakın birde defin edilmesi, bölgenin Kayı boyunun yerleşim merkezlerinden biri olduğunu kanıtlıyor. Süleyman Şah'ın boğulduğu yer ile bu mezarlar arasında Katrancı dağı bulunuyor. Bu bilgilere göre ise Fırat nehri kenarında çadırlarını kurmuş ve İslahiye taraflarındaki düz arazilerde de hayvanlarını otlattıkları düşünülebilir" ifadelerini kullanıyor.

Uzun yıllardır bölgedeki insanlar, uzun süre öncesinde Suriye'den Kayı boylarının bölgeye geldiği ve mezarlarının bulunduğu yönünde' hikayeler anlatıldığı belirtiyor. Bölge insanları ise bölgede 2 kilometrelik bir mezarlık bulunduğunu belirten çevre sakinleri ise "Zamanında Katrancı dağında ve etrafında çok büyük bir savaş meydana gelmiş. Selçuklu döneminde yada daha öncesi ait olduğu söylenen bu savaşta savaşta ölenler, buradaki Uzun Kabir diye bilinen bu bölgeye defin edilmiş.

Bugün o mezarların bulunduğu bölgeden Demiryolları, karayolu geçti. sonra kaçak kazı yapan insanlar nedeniyle bu bölgedeki kalıntılar yok oldu. Mezar taşlarının götürüldüğünü duyduk. Ancak bu mezarlar kalabildi" diye konuştu.  

Vatandaşlar, uzman ve yetkili kişilerin mezarların kazılıp incelenmesini talep ederken, elde edilecek bulguların bölge ve ülke tarihine ışık tutabileceğini ifade etti.  


Habertürk, 28.01.2016

HALİÇ'E TÜP GEÇİT GELİYOR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın “Benim ustalık eserim” olacak dediği ‘Haliç-Unkapanı Karayolu Tüneli Geçiş Projesi’nde çalışmalar başladı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadir Topbaş’ın son yerel seçimler öncesinde Esenler’de halka hitaben yaptığı konuşmada barkovizyondan tanıtımı yaptığı ve “Benim ustalık eserim olacak” dediği ‘Haliç Unkapanı Karayolu Tüneli Projesi’nde çalışmalar başladı. Proje kapsamında Denar Deniz Araştırmaları Firması, kara tarafı ve deniz ortam zemin çalışmaları için 25 Şubat’a kadar Haliç’te çalışma yapacak. Aykut Kaptan isimli dalgıç gemisi ile Kuzey Deniz Saha Komutanlığı önü, Haliç Metro Köprüsü doğusu, Turyol Rıhtım önü, İBB Haliç Sosyal tesisleri önünde kalan bölümlerde zeminin haritalarının üretilmesi için deniz ölçümleri yapılmaya başlandı. 
 
Unkapanı Köprüsü tarih olacak
1836 yıllında inşa edilen Unkapanı Köprüsü’nün tarih olacağı yeni projenin 2018’de bitirilmesi planlanıyor. Proje için Büyükşehir Belediyesi Bütçesi’nden 100 milyon TL ayrıldı. Proje ile Haliç’in iki yakası arasındaki trafik denizin altından tünel ile sağlanacak. Tünelin bir ayağı Kasımpaşa’da, bir ayağı ise Unkapanı’nda olacak. Çift yönlü olarak trafiğin akacağı tünelin çıkış noktaları döner kavşaklarla alternatif yollara bağlanacak. Belediye Başkanı Kadir Topbaş, projenin hayata geçmesiyle birlikte Sokullu Mehmet Paşa Camisi’nin ve Perşembe Pazarı bölgesinin yeniden revize edileceğini açıklamıştı. 
Vatan, Haber: Mehmet Ali Demir, 28.01.2016
NARMANLI HAN'I KORUMAK KAMUSAL BİR SORUMLULUK

200 yaşındaki Narmanlı Han Beyoğlu'nun en eski yapılarından biri. Bu heybetli binanın İstiklal Caddesi'ne bakan ön cephesi 1'inci derece, diğer iki bloğu ise 2'nci derece tarihi eser.

İsmi, 1933’teki sahipleri Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşlerden geliyor.
Bir dönem odalarını kiralayan yayınevleri ve sanatçıları ile ruhunu kazanmış bir yapı bu. Kimler geçmedi ki içinden... Macar heykeltıraş Fidzek Karoly’den ressam Aliye Berger’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Bedri Rahmi Eyüboğlu’na bir dolu tanıdık isim. Hatta Tanpınar meşhur ‘Huzur’ romanını bu handa yaşarken yazdı.
Sadece bu özelliği bile Narmanlı Han’ı sonsuza dek muhafaza etmek için bir neden.
1980’lerin sonundan itibaren kitapseverler, plakseverler, fanzinciler, müzisyenler, avludaki kediler, Noter’e koşuşturanlar, banklarda çayını yudumlayanlar ve hanın emekçileri bu efsane yapının son canlı döneminin tanıkları.
Narmanlı Han ilk ‘dönüştürülme’ tehlikesini 1990’larda yaşadı. Bu dönüşüm için, hem Taksim Kışlası replikasının hem de Emek Sineması’nı yıkıp AVM’ye dönüştürmeyi hedefleyen projenin mimarı olan Halil Onur seçilmişti.
Beyoğlu sakinleri ve STK’ların tepkileriyle hanı üstüne 4 kat çıkarak tanınmaz hale getirecek bu proje engellendi.
Ne var ki, şimdi yeniden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bina, bir süre önce eski hissedarları tarafından 57 milyon dolara satıldı. “7 dükkan, 2 restoran” deniyor, “Kalite” deniyor, “Sanat kurumları tarzı bir yer” deniyor, “Arz-talep meselesi” deniyor.
‘Piyasa şartları’ gerekçesiyle olan biten rasyonalize ediliyor.
O ‘piyasa şartları’ devreye girdiğinde tarihi ve kültürel varlıkların nasıl yok olduğu veya tanınmaz hale geldiği, kültürün nasıl metalaştığı hepimizin malumu.
En son, restorasyon projesinin koruma kurulundan geçmesiyle hanın avlusuna dozerle girdiler, şimdiden iki ağacı kestiler. İçeride usulsüz kazı yapıp yapmadıkları bilinmiyor.
Narmanlı Han sadece eski bir yapı değil. Onu benzersiz yapan sadece fil ayakları veya avlusundaki mor salkımlar değil. O eşsizliğini yaşanmışlığına, sessiz tanıklığına borçlu. Tarihselliği, mimarisi, kültürü ve yansıttığı toplumsal değerlerin bir araya gelmesi o hanı Narmanlı Han yapıyor.
Kamusal sorumluluk onu piyasaya uydur-mayı değil, onu olduğu gibi korumayı gerektiriyor.
Gerçekten korunmak isteniyorsa halka kapatılması engellenmeli; kültürüne, tarihine sahip çıkılmalı. Geçmiş hoyratça silinmemeli.
Burada ilk başta görev Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne düşüyor.
Dünyada bir tane Beyoğlu var; başka yok.
Ve ne yazık ki, son 10 yıldır yapılan müdahaleler ve ‘soylulaştırma’ çalışmalarıyla ruhunu hızla yitiriyor.
Bu tarihi semti korumak hepimizin sorumluluğu.
Narmanlı Han’daki yıkım projesi durdurulmalı. Han bütünüyle kamulaştırılmalı.
Odaları eskiden olduğu gibi sahaf-lara, bağımsız tiyatro gruplarına, müzisyenlere ve ressamlara kiralanmalı.
Narmanlı Han’ı olduğu gibi geleceğe taşımak bu kentin yöneticilerinin yarına borcu.
Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 28.01.2016

2. DÜNYA SAVAŞI SIĞINAKLARI TEKRAR HALKA AÇILIYOR

Londra’daki Clapham South metro istasyonunun altında bulunan 2. Dünya Savaşı'ndan kalma sığınak halka açıldı.



10 adet yapılmak üzere yola çıkılan ancak 8’i tamamlanabilen yeraltı sığınakları 2. Dünya Savaşı sırasında Londra Metrosu’nun altına 1940-1942 yılları arasında inşa edildi. Sığınakların hızlıca gerçekleştirilen inşaatı esnasında 11 işçi hayatını kaybetmiş. Önceleri yalnızca hükümet tarafından kullanılan sığınakların dördü, hava saldırılarının artması ve sığınakların yetersiz kalması üzerine 1944 yılında halka da açıldı. Clapham South tüneli sığınağı da bunlardan biri. 





Yerin 37 metre altına inşa edilen, Clapham South sığınağı 8000 kişi kapasiteli. Clapham istasyonunun altında bulunan tünellerin yatakhaneleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası yerle bir olmuş ülke ekonomisini canlandırmak üzere işçi olarak davet edilen Jamaika gibi eski sömürge ülkelerinden gelen göçmenlerin geçici konaklamaları ve iş bulma hizmetleri için de kullanılmış. Daha sonraki yıllarda tünnerlin bir kısmı çeşitli depolama işlevlerine de hizmet etmiş.



Savaş sırasında elle kazılan bu tünellerin diğerleri Chancery Lane, Belsize Park, Camden Town, Goodge Street, Stockwell, Clapham North, Clapham Common, ve Clapham South duraklarında bulunuyor. TfL (Transport for London) ve London Transport Museum tarafından işletilecek tünellerde düzenlenecek turlar her iki kurum için de gelir elde etmek için kullanılacak. Ayrıca sığınağın girişinin kafe olarak işletilmesi planlanıyor:



Arkitera, Kaynak: http://www.bbc.com - http://blog.archpaper.com - http://www.dailymail.co.uk, Derleme: Özüm Tez, 27.01.2016
MİMAR SİNAN'IN MİHRİMAH AŞKINA RANT GÖLGESİ DÜŞTÜ

AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a duyduğu aşkın anısına Üsküdar’da yaptığı caminin önüne camekan bir yapı inşa edecek. CHP’li üyeler, “Osmanlı” ruhunu bozacağı için meydan düzenlemesine karşı çıktı.

İstanbul Üsküdar’da müze denetimi dışında yapılacak olması tartışmalara yol açan ve önümüzdeki aylarda başlaması planlanan meydan düzenleme projesi, Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’li meclis üyelerini harekete geçirdi. CHP’li üyeler, tarihi Mihrimah Sultan Camii önüne yapılacak olan ve ayrıntıları henüz açıklanmayan camekan yapıya Mimar Sinan’ın eserine gölge düşürdüğü için tepki gösterdi.

SİLUETİ KAPATILACAK
Meclis üyeleri Hasan Tapan, Nezih Küçükerden ve Mehmet Berke Merter, İBB Başkanlığı’na “Üsküdar Meydan Projesi” ile ilgili soru önergesi verdi. Önergede, Mihrimah Sultan Camii önünde yapılacak ve caminin siluetini kapatan camekanlı yapıya dikkat çekildi. CHP’liler, projenin Osmanlı dokusu ile bir ilgisi olmadığını belirterek “Oysa Marmaray kazıları sırasında meydandan belediye binasına kadar uzanan alanın 17, 18 ve 19. yüzyıllarda arasta (çarşı) olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Bu kalıntıların ortaya çıkarılarak restorasyon sürecine alınması ve tekrar kullanıma açılması daha uygun olacaktır” dedi.



Başkan Hilmi Türkmen’in kendi internet sitesinden paylaştığı proje görselinde Üsküdar Meydanı böyle görülüyor.

‘KURULA BASKI MI YAPILDI?’
Daha önce koruma kurulunun Ulaştırma Bakanlığı tarafından Üsküdar Meydanı’nda yapılan Marmaray projesi ve İBB’nin hala devam eden “Çavuşdere-Bülbül Deresi Islah Projesi” için müze denetimi kararı alındığı ifade edildi. Bu kazılarda elde edilen veriler ortada iken İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Meydan Projesi ile ilgili müze denetimi kararı almaması dikkat çekici bulunarak “Kurula baskı mı uygulandı?” diye soruldu. Projede kurul kararına göre kültür varlıklarının İBB tarafından ortaya çıkarılacağı belirtilerek bu görevin yasalarda müzelere ve üniversitelere verildiğinin altı çizildi. Kararın arkeolojik kalıntılar için felaket olacağı vurgulandı.

1548 YILINDA YAPILDI
Cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olan kızı Mihrimah Sultan için 1548 yılında Mimar Sinan tarafından yapıldı. Cami, Sinan’ın, Mihrimah Sultan’a duyduğu gizli aşkın simgesi olarak yorumlanıyor. Sultanın ay ve güneş anlamına gelen ismine ithafen, nisan ve mayıs aylarında Bayezid yangın kulesinden veya o bölgedeki yüksek bir noktadan camiye doğru bakıldığında iki minare arasından sabah güneşin doğuşu ve gün batımında ise ayın doğuşu izlenebiliyor. Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Edirnekapı’daki cami de sultanın adını taşıyor. Rivayete göre Mihrimah Sultan’ın doğum günü olan 21 Mart’ta Edirnekapı’daki caminin tek minaresinin ardından güneş batarken Üsküdar’daki caminin arkasından ay doğuyor.

Belediye binası yıkılacak ticaret alanları yapılacak
Üsküdar Meydanı düzenleme projesi ile şu anki belediye binası haziran ayında yıkılacak. Binanın üstü meydan altı otopark olacak. Meydan düzenlemesi kapsamında Marmaray’ın havalandırma bacaları da tıraşlanacak. Meydanda farklı yönlerde yaya sirkülasyonu sağlayacak 7 farklı çıkış yer alacak. Üsküdar Meydanı’nda, Harem yönünden gelen taşıt yolu ile ulaşılan yer altı katlı otoparkı bulunacak. Proje kapsamında ticaret alanları da oluşturulacak. Projenin 2018 yılının başında tamamlanması hedefleniyor.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 27.01.2016

TERÖRDEN 32 CAMİ KAPALI

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, geçen ay Diyarbakır’ın Sur İlçesi'ndeki kentin ilk Osmanlı eseri olan Kurşunlu Camisi’ne yapılan saldırı sonrasında, ibadet yapılamayan camilerin belirlenmesi için çalışma istedi.

Bu talimat üzerine hazırlanan rapora göre, Güneydoğu Anadolu’da, aralarında tarihi camiler de olmak üzere toplam 32 cami ile 13 mescit ibadete kapalı.


Rapora göre, sadece Diyarbakır Sur’da 22 cami kapalı
Anadolu’nun en eski camilerinden Ulu Cami, kentin ilk Osmanlı eseri olan Fatih Paşa (Kurşunlu) Cami, Osmanlı döneminde Diyarbakır valilerinin ikincisi olan Hüsrev Paşa tarafından yaptırılan Hüsrev Paşa Cami, Akkoyunlu eseri olan Nebi Cami, Diyarbakır’da mezar yerleri kesin olarak bilinen 30 sahabenin 27’sinin kabrinin bulunduğu Hz. Süleyman Cami kapalı olan camiler arasında bulunuyor. Bunun yanı sıra Mervani Cami, Kozlu Cami, Nasuh Paşa Cami, Arap Şeyh Cami, Hacı Hamit Cami, Hasırlı Cami, Hocaoğlu Cami, Kadı Cami, Şeyh Matar Cami, Solos Cami, Hz. Ömer Cami’de ibadet yapılamıyor. Mardin’in Nusaybin İlçesi'nde 6 ve Dargeçit İlçesi'nde 4 cami kapalı.

Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç, 26.01.2016

TARİHİ MOTİFİN YERİNE BORU DÖŞEDİLER

Emek Sineması’nın da içinde bulunduğu tartışmalı yapı adasının restorasyon projesine tepkiler devam ediyor.

Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Cercle d’Orient yapısının ön cephesindeki bitki motifli bezemeli rozet kırılarak yerine konulan yağmur gideri su borusu özensiz bir restorasyon olarak nitelendi.

Geçen mayıs ayında yapının İstiklal Caddesi’ne bakan cephesinin sağ ve sol üst köşelerinde bulunan bitki motifli bezemeli rozetlerin boru yerleştirilmek üzere delinerek yok edildiği fark edildi. Sonraki süreçte de parçalanarak yok edilen rozetlerden çıkarılan boruların çatı yağmur suyu gideri olarak ön cephede kullanılması tepki çekti.

‘Aynı anlayış’
Mimar Doğan Hasol, uygulamanın özensiz bir uygulama olduğunu belirtti. Hasol, öncelikle, “koruma” konusundaki anlayışımız üzerinde durmak gerektiğini belirterek şu ifadeleri kullandı: “Son zamanlarda kentsel değerlerin paraya dönüştürülmesi furyası içinde, tescilli, korunması gerekli kültür varlıkları da birer birer yok ediliyor. İstanbul’un birçok bölgesi gibi Beyoğlu da bundan nasibini alıyor. Bunun örnekleri giderek artıyor. Yaşanan süreçte benimsenen öncelikli hedef, ne yazık ki yapının korunması değil, en yüksek oranda paraya dönüştürülmesi. Hedef yalnızca bu olunca korunması gerekli binaya yalnızca bir araç olarak bakılıyor. Örneğin, Cercle d’Orient’ın komşusu tarihi Saray Sineması artık yok. Yerine, komşu binaların yasal gabarileri de aşılarak kocaman bir AVM yapıldı. O yapının, yüksekliğiyle Cercle d’Orient’a örnek oluşturmayacağını umalım.”

Hasol, Emek Sineması ve Majik Sineması’nın başına gelenlerin de hep aynı anlayışın sonucu olduğunu söyledi. Eski Rus Büyükelçiliği, sanatçıların yaşadığı Narmanlı Yurdu ya da Narmanlı Han’ın da topun ağzında olduğunu, bunların özel kesimin para hırsına ilişkin örnekler olduğunu vurguladı. Hasol, “Bakış yalnızca paraya dönük olunca, araç konumuna düşen bina girişimci için önemsizleşiyor; böyle olunca da ‘restorasyon’ önemini kaybediyor ve gerekli bilimsel ilkelerin uzağında kalabiliyor” dedi.

‘Yazık oluyor’
Hasol, özel kesimin yanı sıra, koruma konusunda kamu kesiminin de duyarsızlığı söz konusu olduğunu, Taksim Cumhuriyet Meydanı’nın ve AKM’nin durumunun da buna bir örnek oluşturduğunu belirtti. Hasol, “Tescilli bir bina olan AKM 2008’den beri kapalı; ölüme terk edilmiş gibi; şimdi de reklam panosu olarak kullanılıyor. Taksim Meydanı ise perişan. Sözde düzenleniyor. İstanbul’un en önemli meydanı böyle mi ele alınıp düzenlenir?” diye soruyor. Hasol, Cercle d’Orient binasına da bu kapsamda bakmak gerektiğini vurgulayarak, “Cercle d’Orient binasında dışarıdan yalnızca cephede yapılan özensizliği görüyoruz. O tutarsızlık bize içte yapılanlar konusundaki olası duyarsızlık hakkında fikir verebilir. Kısacası, bu anlayışla İstanbul’a ve mimari değerlerimize yazık oluyor” dedi.

‘Tutarsızlık’
Restoratörler Derneği Başkanı Nazım Can Cihan ise bu uygulamayı “tutarsızlık” olarak niteledi: “Eski fotoğraflarında benzer bir gider sisteminin olmaması, yapıda buna dair herhangi bir izin olmaması ve korunması gerekli süslemelerin yok edilerek böyle bir çözüm üretilmesi kabul edilemez. Restorasyon çalışmalarında ‘aslına uygun koruma’ lafını ağızlarından düşürmeyenlerin, bunun neyi kapsadığını da iyi bilmesi gerekir, sadece şeklen uygunluğun yanı sıra yapım tekniği konusunda da mümkün olduğu kadar aslına uygun çözümler üretilmelidir. Yerinde korunması gereken Emek Sineması’nı süslemelerden ibaret kabul edip, obje muamelesi yapanların Cercle d’Orient’in süslemelerine reva gördüğü bu uygulama özensizliğin yanı sıra tutarsızlığın da bir ispatıdır.”

(*Bon pour l’Orient: Doğu için yeterli)
Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 26.01.2016

BU MÜZE OKUL GİBİ

Yalova'daki İbrahim Müteferrika Kağıt Müzesi'nin ziyaretçileri, ağaç dallarından geleneksel "aharlama" ve "mühreleme" yöntemleriyle yapılan kağıt üretimini öğrenme fırsatı buluyor.

Ziyaretçilerin kağıt üretim sürecini uygulamalı öğrenebildiği müzenin atölye bölümünde, dut ağaçlarının dalları kullanılıyor. 

İki kez kaynatılıp kabukları soyulan dallar, dövülüp sulandırıldıktan sonra hamur haline getiriliyor. Elekler vasıtasıyla su süzülerek yüzey oluşturulmasının ardından kuruyan malzemeler, kağıt haline geliyor. 

Ham halinden "aharlama" ve "mühreleme" işlemleriyle yazıya hazır hale getirilen kağıtlar, Türkiye'nin dört bir yanındaki hattat, yazı ustası ve sanatkarlar tarafından talep ediliyor. 

"Geleneksel yöntemlerle kağıt yapıyoruz"
Müzenin sorumlusu Aytekin Vural, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 3 yıl önce açılan kurumun çok sayıda ziyaretçiyi ağırladığını söyledi. 

Yaklaşık 30 kente kağıt üretimini anlatmaya gittiklerini ifade eden Vural, huzurevlerinde, okullarda geleneksel yöntemlerle kağıt yapmayı öğrettiklerini belirtti. 

Atölyelerinde tamamen doğal, geleneksel yöntemlerle üretim gerçekleştirdiklerini, "pano okunarak gezilen müze" anlayışını geride bıraktıklarını kaydeden Vural, şöyle devam etti:  
"Ziyaretçilerin kağıdın üretimini anlamaları için yapmaları gerekiyor. Bu yüzden biz, ağacın dalını budayıp, yazı yüzeyi yapana kadar ziyaretçinin kendisine bırakıyoruz. Baştan sona kadar üretimi kendileri yapıyorlar. Ücretsiz şekilde kağıt yapan ziyaretçiler, kağıtları hatıra olarak yanlarında götürüyor. Ziyaretçiler, kağıdı yapıp bitirdikten sonra, bir üretimin tamamını gerçekleştirdikleri için mutlu oluyor." 

Öğrencilerin müzede kağıdın yapım aşamalarını görmesinin ardından bu konuda çevre duyarlılığı kazandığına işaret eden Vural, öğretmenlerden "çocukların artık kağıtları çöpe atmadığını, geri dönüşüm için değerlendirdiğini" duyduklarını anlattı.

"Ebru, hat, tezhip için farklı kağıtlar üretiyoruz"
Kağıt ustası Bahri Deniz de müzede yapılan kağıtları işleyip, kullanılacak duruma getirdiklerini bildirdi.

Sanat dallarına göre farklı türlerde kağıt ürettiklerini ifade eden Deniz, "Ebru, hat, tezhip için farklı kağıtlar ve filigranlı kağıtlar üretiyoruz. Aslında bu kaybolmuş, 120 yıllık bir kopuştan sonra tekrar gün yüzüne çıkarılmış bir sanat, meslek" dedi. 

Kağıdın paçavralar, eskimiş halatlar ve dut dallarından yapılabileceğini dile getiren Deniz, şunları kaydetti: "Dut dalları kesiliyor, budanıyor ve daha sonra kaynatılıyor. Kabukları bir kat soyulan dallar, tekrar kaynatılıyor ve ardından dövülüp sulandırılıyor. Bu sürecin ardından su teknesinde hamur kıvamına gelen karışımdan, elek vasıtasıyla bir yüzey oluşturuluyor. Bu yüzey bir bez üzerinde kuruduktan sonra kağıdın ham hali ortaya çıkıyor. Sonra aharlama ve mühreleme işlemiyle devam ediliyor. Ecdadımız, genelde aharlama işlemi için nişasta ve yumurta kullanmış. Mühreleme işleminde ise iç içe geçmiş lifleri, kalan pürüzleri ve kağıdın yüzey farkını gidermek için akik taşı, çakmak taşı veya camla düzgün bir yüzeyde bastırılarak ovulan kağıdın, pürüzsüz olması sağlanıyor. Böylece geleneksel usullere göre kuşe kağıdına benzer bir kağıt elde ediliyor."
Akşam, 25.01.2016

1600 YILLIK SARNIÇLA BAHÇE SULUYORLARMIŞ

Mersin’de koruma altına alınan MS 330-395 yıllarını kapsayan Geç Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık sarnıcın, parsel sahibi tarafından çevresindeki meyve bahçelerini sulamada kullanıldığı ortaya çıktı...



Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları, Erken Tunç Çağı, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait sarnıç, kap, uç ayak, kulp, seramik parçaları, çanak ve çömlek kırıklarının bulunduğu Mersin, Uşak ve Kütahya’daki yerleşim yerlerini 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil etti. Mersin’de koruma altına alınan MS 330-395 yıllarını kapsayan Geç Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık sarnıcın, parsel sahibi tarafından çevresindeki meyve bahçelerini sulamada kullanıldığı ortaya çıktı.



Kurul kararlarına göre, Mersin’in Erdemli İlçesi Kaba Zeytin mevkiinde çevresinde meyve bahçeleri ve yer yer maki bitki örtüsü olan faal haldeki evde inceleme yapan Mersin Müze Müdürlüğü’nde görevli arkeolog ve müze araştırmacı ekipleri, MS 330-395 yıllarını kapsayan Geç Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık su sarnıcını keşfetti. Sarnıcın eninin 7 metre, uzunluğunun 8 metre ve 2 kademeli olduğu belirlendi. Sarnıcın içinde ve çevresinde, parsel sahibi tarafından meyve bahçelerini sulamak için motor ve hortumlar kullanıldığı görüldü. Adana Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Mersin Müze Müdürlüğü uzmanlarınca tespit edilen alanın, 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline karar verdi.
 
Hellenistik parçalar
Uşak’ın Sivaslı İlçesi Budaklar Köyü Dörek Asar Tepe yerleşiminde kahverengi ve kırmızı renkli içe dönük ağızlı makara tutamaklı, baskı bezemeli, üç ayaklı, memecikli ve bezemeli Erken Tunç çağı kaplarının seramik parçaları, Kaçak kazı çukurları çevlerinde ince cidarlı çoğunlukla kırmızı renkli Hellenistik ve Roma dönemi seramik parçaları, tarım arazisi olarak kullanılan nekropol üzerinde de Roma dönemi mezar kapak parçaları bulundu. Kütahya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Dörek Asar Tepe Yerleşiminin 1. derece arkeolojik sit olarak tescil edilmesine karar verdi.



Uşak merkez Kapancık Köyü tarım arazileri üzerinde ise Erken Tunç ile Orta Tunç dönemine ait yerleşime dair kap, üç ayak ve kulp parçaları bulundu. Kütahya’nın Aslanapa İlçesi Şenişler Köyü Kaplı mevkiindeki tarlanın yüzeyinde de Geç Doğu Roma dönemindeki yerleşime ait yoğun çanak çömlek kırıkları, yarısı toprak içinde bir sütun parçası bulundu. Kütahya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Kapancık ve Şenisler köyündeki yerleşim yerlerinin 1. derece arkeolojik SİT olarak tescil edilmesine karar verdi. 
Milliyet, Haber: Türker Karapınar, 25.01.2016
UZMANLAR UYARIYOR: BOSTANLAR KALKARSA SURLAR DA GİDER

 

BBC Türkçe muhabiri Selin Girit, Yedikule Bostanları'ndaki son durumu yerinde inceledi. Girit'in konuştuğu çiftçilerden biri, “Ben yirmi senedir buradayım. Kırk yıldır, elli yıldır, yetmiş yıldır burada olan insanlar var. Şu anda kaderimize küsmüş gibi böyle oturuyoruz. Elimiz ayağımız bağlı. Düşüncedeyiz. Hiçbir şey yapamıyoruz" diye konuştu.

Yedikule Bostancılar Derneği’nden Özkan, İstanbul Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı görevlilerin barakalarını yıkmalarının ardından içinde bulundukları hali bu sözlerle anlatıyor.

“Biz bahçıvanız. Tahta kulübenin, barakanın belediyeye de surlara da bir zararı olmaz. Ama biz şimdi nerede soyunup giyineceğiz? Yağmurda, karda nerede bir çay içip ısınacağız?”

Ökten, Tarihi Yedikule Bostanları’nda 10 dönüm kadar bir alanda bostancılık yapıyor. “Sekiz kişi benim bostandan geçiniyoruz. Bahçem giderse işsiz kalacağım. Belki belediye bir süpürge verirse yerleri süpürürüm.” diyor.

Tarihi Yedikule Bostanları’ndaki bostancılar, bu aralar hep aynı cümleleri kuruyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendilerine Mart ayına kadar bostanları boşaltmaları için mühlet verdiğini söylüyor, barakaların yıkılmasının ardından sıranın bostanlara da geleceğini düşünüyorlar.

'Çiçekçiyiz, kaçakçı değil'

“Görüyorsunuz, bahçe tamamen ekili. Yeni atılmış tohumlarımız var, dikilmiş fidanlarımız var. Bu bir aylık zaman zarfında ürünlerin büyümesi söz konusu bile değil. Zaten yine kar geliyor.” diye dert yanıyor bir diğer bostancı, Coşkun Yenigün.

Babalarının vefatının ardından üç kardeş bostanı devralmışlar. 35 yıldır burada bostancılık yapıyor, 15 kişi buradan geçiniyorlar.

Yenigün, “Eğer bizi Mart ayında ortada bırakırlarsa, biz tamamen beş kuruşsuz kaldık demektir. Borçlarımız var. Bütün yatırımımız burada. Seralarımız burada. Burası olmadıktan sonra ne yaparız bilmiyorum.” diye konuşuyor.

Silivrikapı Surdibinde 11 yıldır çiçekçilik yapan Hasan Avcı ise kaderine razı olmuş gibi.

Zabıta müdürlüğüne yazdığı bir dilekçeyi çıkarıyor cebinden, gösteriyor.

Dilekçede kendisine 30 gün süre verilmesini istemiş, bu sürenin sonunda “işgal ettiği alanı kendi imkanlarıyla işgalden arındıracağını” belirtmiş.

“Ben belediyenin kurallarına uyuyorum, kiramı ödüyorum. Belediye bizden ne isterse biz onların şartlarına da hazırız. Ama gidecek bir yerimiz yok.” diyor.

Avcı, kendilerine tebligat bile verilmeksizin barakalarının yıkılmasının, yerlerinden edilmeye çalışılmalarının ağırına gittiğini de söylüyor.

“Biz çiçekçilik yapıyoruz. Kaçakçılık yapmıyoruz.” diye konuşuyor.

Dünya mirası
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan İstanbul Kara Surları koruma bandındaki Tarihi Yedikule Bostanları’nı nasıl bir akıbetin beklediği yaklaşık dört yıldır bir muamma.

Tarihi Yarımada (Fatih) 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı ve Plan Notlarında Yedikule bostanlarının korunacağı belirtilirken, 2012 yılında bu planda değişiklik yapılmış ve şu ifadeler kullanılmıştı:

“Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları yeşil alan bütününde tematik olarak değerlendirilecektir.”

Ardından Temmuz 2013’te, Yedikule Bostanları Yenileme Projesi başlamış, bostanlara müdahale edilmiş, Suriçi bostanların üzerine moloz dökülmüş, ancak kamuoyundan gelen baskının da etkisiyle çalışmalar durdurulmuştu.

Kasım 2014’te ise proje İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne iade edilmişti.

Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden Ali Taptık, “Şu an ortada bir proje yok. En azından bizim bildiğimiz bir proje yok.” diyor.

Bostanların Kara Surları koruma bandında yer almalarına karşın tescilli olmadıklarını belirten Taptık, “bir taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmeleri için” geçtiğimiz hafta dilekçe verdiklerini söylüyor.

UNESCO’nun her yıl düzenlenen Dünya Miras Komitesinin bir sonraki toplantısı, Temmuz ayında İstanbul’da yapılacak.

Ali Taptık’a göre, zabıtaların bostancıların barakalarını yıkmasının bu toplantıyla da ilgisi olabileceğini düşünenler var.

“Bu barakaları aslında Dünya Mirası’ndaki kaçak yapılaşma olarak da görebilirsiniz. Yıkmaya hakkı var belediyenin. Ama belediyenin o zaman yeni standartlar geliştirmesi lazım. Bostancılar buna hazırız diyorlar zaten. Buna rağmen ortalığı yıkıp dökmeyi tercih etti zabıta müdürlüğü...” diyor.

Taptık, UNESCO’nun toplantısına kadar bostanların kalıcılığını garantilemeyi umduklarını, bu doğrultuda kampanyalarını yoğunlaştıracaklarını da vurguluyor.

“Bir planımız UNESCO merkeze seslenmek. İkincisi de bütün İstanbullulara Tarihi Yedikule Bostanları’nın neden önemli ve biricik olduklarını, neden korunmaları gerektiğini anlatmak.” diyor.

Osmanlı dönemi
Tarihi Yedikule Bostanları, 1500 yıldan fazla geçmişe sahip ve Bizans döneminde inşa edilen İstanbul’un Kara Surları’nın yanında bulunuyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde bostanların tarihi üzerine akademik çalışmalarda bulunan Ayhan Han, barakaların yıkılmasıyla gündeme taşınan Surdışı hendek bostanlarının geçmişinin ise 18’inci yüzyıla dayandığını söylüyor.

Han, “Alexander van Millingen, 1899 tarihli bir kitabında hendeklerin İstanbul’un fethinden sonra Türkler tarafından zaman içerisinde doldurulduğunu söylüyor. Surdışı hendek bostanları bu dolgu alan üzerinde. Bu nedenle hendek bostanların tarihini Osmanlılar döneminde aramak doğru olacak.” diyor.

Hendek bostanlarını, 18’inci yüzyılın başlarından itibaren içerisindeki havuzlar, kuyular ve bostancı odalarıyla birlikte belgeleyebildiklerini ifade eden Han, tarihi olarak bostanların, surların, ve dolayısıyla kentin savunması açısından çok önemli olduğunu vurguluyor.

Han, sözlerini söyle sürdürüyor: “Bugünkü anlayışta sur duvarı ve bostanlar ayrı ayrı değerlendiriliyor. Sanki birinin varlığı diğerine zarar veriyormuş gibi anlatılıyor. Ama Kara Surları’ndaki hendek bostanları için tarihsel olarak böyle bir şey söyleyemeyiz.

“18’inci yüzyıldaki restorasyon projelerinde olsun, sur duvarıyla ilgili yazışmalarda olsun hendek bostanlarının duvara zararı olduğuna dair en ufak bir kayıt bulunmuyor.

“Osmanlı döneminde kent yöneticileri duvarı, hendeği ve bostanları ayrı ayrı birimler olarak değerlendirmemişler. Hendeklerde tarımsal üretime izin verilmiş ve bu bostanlardan kira alınmış.

“Çok istisnai durumlar dışında sur duvarı boyunca uzanan arazilerde köşk, yalı gibi binaların inşası kesin olarak yasaklanmasına rağmen bostanlara dokunulmamış.”

“Bostanlar kalkarsa surlar da gider. Başka bir ihtimal görmüyorum.”

Sebzeden uzak nesiller
Bostanlar, surları korumak gibi tarihi görevlerinin yanında yüzyıllardır İstanbul’un merkezinde, kentin yeşillik ve sebze ihtiyacını da karşılıyor.

Hendek bostanlarında halen nane, maydanoz, kıvırcık salata, marul, pırasa, kırmızı lahana, beyaz lahana, domates, biber, patlıcan gibi birçok ürün yetişiyor.

Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi’nden Ali Taptık, “Hangi sebzenin neye benzediğinden o kadar uzak nesiller yetişiyor ki...” diyor, kendini de örnek vererek:

“Ben ilk bostana gittiğimde, bostancı kadınlardan biri fasulye sırıklarının arasında duruyordu. Ben şaşkın şakın bir apartman çocuğu olarak ‘Bu ne acaba?’ diye bakıyordum.

“İnsanın gıda ile ilişkisinin çok kopuk olduğu bir dönemdeyiz. Süpermarketten bir şey aldığımız zaman onda ne kadar emek olduğunu tahayyül edemeyecek durumdayız.

“Tarımla uğraşan insanların ne kadar sömürüldüğünü anlamak için de önemli bu bostanları korumak. Bu emeğin görünürlüğü önemli.”

İstanbul'un hazinesi
Taksim’in göbeğinde, atıl duran Atatürk Kültür Merkezi’nin hemen aşağısında açılan Ek Biç Ye İç isimli restoran, bu görünürlüğü kentin kalbine dek taşıyor.

Restoranda farklı kentsel tarım teknikleri kullanılarak yeşillikler, sebzeler yetiştiriliyor; saksılardaki, arka bahçedeki bitkiler müşterilerin gözleri önünde büyüyor, tabaklarına geliyor.

Restoranın kurucusu Haro Cümbüşyan, “Bu projeye başlarken aklımızdaki temel şeylerden biri de Yedikule Bostanları’nı nasıl destekleyebileceğimiz sorusuydu.” diyor.

“Birçok kişi bostancıların nasıl desteklenebileceği, hukuki sorunların nasıl aşılabileceği üzerine çalışıyordu. Biz de konuya başka bir açıdan yaklaşalım dedik. Onların ürünlerini satın alalım, böylece bostanlarını korumalarına, bu mücadeleyi vermelerine yardımcı olalım istedik.” diye konuşuyor.

Restoranın program müdürü ve aynı zamanda kent sosyoloğu olan Ayça İnce de Yedikule Bostanları’nda kuşaktan kuşağa geçen bir birikim olduğuna, bu geleneğin kaybolmaması gerektiğine dikkat çekiyor.

“Yedikule Bostanları İstanbul’un bir hazinesidir. Tarihteki ilk kentsel tarım alanlarıdır. İstanbul’un kent kültürünün bir parçasıdır. Bu çok kıymetli. Bu alanları korumamız gerek.” diyor.

Cümbüşyan, “Yedikule Bostanları’nın İstanbul gibi büyük bir şehirde ne kadar önemli olduğunun kaç kişi farkında, bilmiyorum.” diye sürdürüyor sözlerini...

“Biz her zaman üreticilerin tüketicilerle birlikte, iç içe olmasından yanayız. Evinden çıkıyorsun, birkaç adım gidip bostanda yetiştirilmiş yeşilliği alıyorsun. Tarladan tabağa geliyor taze ürün. Muhteşem bir şey değil mi bu?”

Bu haberle ilgili olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden de mülakat talep edilmiş, ancak “Yedikule’de yapılan sadece kaçak barakaların yıkılması işlemidir” yanıtı alınmıştır. 
Yapı, 25.01.2016

İSTANBUL'A CEZERİ MÜZESİ GELİYOR

Libronet’in yayınevi Papersense tarafından kasımda yayınlanan ‘Cezeri’nin Olağanüstü Makineleri’ kitabında yer alan makinaların müzesi için tohumlar atılıyor.



12’nci yüzyılda Cizre’de yaşamış, yüzlerce buluş teorisiyle Leonardo da Vinci’nin de aralarında bulunduğu isimlere ilham vermiş matematikçi, sanatçı ve mucit Cezeri’nin ‘Kitab-ül Hiyel’de yer verdiği 50’yi aşkın makinanın sergilenmesi planlanıyor. 

‘Gezici müze’ mantığıyla
 Projenin yürütücüsü, Libronet  Yönetici Direktörü Mehmed Ali Çalışkan, “10 yıldır Cezeri’nin makineleri üzerinde çalışan babam makina mühendisi Durmuş Çalışkan, bu makineleri detaylı bir şekilde projelendirip üretmeye başladı. Makineler bittikçe çeşitli noktalarda tek tek sergilemeye başlayacağız. Ancak asıl hedefimiz İstanbul Cezeri Müzesi’ni açmak” dedi. Makinaların yapımı tamamlandığında bazılarını dünyanın çeşitli noktalarında ‘gezici müze’ mantığıyla sergileyeceklerini söyleyen Mehmed Ali Çalışkan, projenin iki yıl içinde sonlanmasını hedefliyor. 
Milliyet, 25.01.2016
BEŞ SORUDA MATRAKÇI NASUH


Matematikçi, hattat, silahşör, tarihçi... Matrakçı Nasuh bu toprakların yetiştirdiği dahilerden biri. 1537 tarihli İstanbul planı ile bugünkü İstanbul'un bazı bölgelerinin çakışma oranının yüzde 83 olduğunu söylesek şaşar kalırsınız. Mimar Sinan Genim ile bir dahinin, Matrakçı Nasuh'un izini sürdük...

İsmi kulağınıza aşina gelebilir. Ama kimdir, ne yapmıştır pek bilmeyiz. Oysa Matrakçı Nasuh bu toprakların yetiştirdiği bir dahi! İstanbul Kültürlerarası Sanat Diyalogları Derneği'nin düzenlediği, TBMM Milli Saraylar Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisi'nde açılan 16.Yüzyıl Dahisi Matrakçı Nasuh başlıklı sergi, bu önemli değeri tekrar karşımıza getiriyor. Matrakçı Nasuh matematikçi, tarihçi, silahşör, hattat, ressam... El attığı her alanda, bugünlere iddialı eserler bıraktı. Küratörlüğünü Beste Gürsu'nun yaptığı sergide Nasuh'un eserleri modern bir yorumla ele alınıyor ve onun farklı kimliklerine dikkat çekiliyor. Saraybosna ve Belgrad'tan sonra İstanbul'da açılan sergi 30 Ocak'a kadar devam edecek. Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde gerçekleşen, SABAH, a Haber ve Daily SABAH'ın ana medya sponsoru olduğu sergi nedeniyle Matrakçı Nasuh bir kez daha gündeme gelmişken onu en iyi bilen ve serginin danışmanlarından olan mimar Sinan Genim'in kapısını çaldık ve bir dahinin izini sürelim istedik.

1537'de çizdiği İstanbul planı bile onun dahi olduğunu gösteriyor

1- Kimdir Matrakçı Nasuh?
Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el Bosnavi asıl adı. Soyisminden dolayı Bosnalı olduğu düşünülüyor. Ama Erhan Afyoncu Piriştinalı olduğunu da iddia etti. Enderun'da çok iyi bir eğitim alıyor. Matematiği çok iyi biliyor. Cemal el Küttab ve Kemal el Hüssab ile Matraki Kafes Çarpımı adlı matematik kitaplarıyla dikkat çekmiş. Beyan- ı Menazil-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han albümünde yer alan 1537 tarihli İstanbul planı ile bugünkü İstanbul'un bazı bölgelerinin çakışma oranı yüzde 83.1. Bu inanılmaz bir oran. Yani karşımızda bir dahi var. Bu da bize Nasuh'un çok iyi geometri ve topografya bildiği gösteriyor. Zaten Kanuni'nin Irak Seferi (1520-1566) sırasında ordunun geçtiği şehir ve kasabaların planını çizmiş. Tarih-i Feth-i Şikloş ve Estergon ve İstunibelgrad albümündeyse Nice, Tulon, Marsilya Reggio, Antibes ve Cenova şehirlerini çizmiş. Savaş dışı bir askeri eğitim olan matrak oyunun kurallarını o koymuş. Nedir matrak oyunu derseniz. Eskrim benzeri bir oyun. Ucu deriyle sarılmış bir lobutu, rakibinizin başına değdirmeye çalışıyorsunuz. Ama eskrim gibi iki kişi ile değil, kalabalık oynanıyor. Aynı zamanda bir tarihçi, 1520'de Taberi'nin Taberi Tarihi'ni Arapça'dan Mecmaü't Tevarih adıyla Osmanlıcaya çeviriyor. Bir hattat ve Celi Divani denilen yazı türünün onun tarafından geliştirildiği anlatılır. Sistemli çalışan ve çok çalışkan olduğunu biliyoruz. 1564'te yaklaşık 70 yaşlarında vefat ettiği düşünülüyor.

Ah bir tembel olmasak biraz araştırsak kimler çıkacak karşımıza

2- Bir dahi ama neden yeterince tanımıyoruz?
Minyatürle ilgilenenler, tarihçiler, mimarlar bilir Matrakçı Nasuh'u. Ama kitlesel olarak düşünülürse toplum olarak tanıdığımız söylenemez. Ama zaten kimi tanıyoruz ki? Mimar Sinan'ı biliyoruz. Piri Reis şöyle bir kulağımıza çalınmıştır. Çok önemli amirallerimiz var mesela. Biz Barbaros Hayrettin Paşa'yı biliriz ama Seydi Ali Reis, Kılıç Ali Paşa, Murat Reis de vardır. O dönemde Abdullah Karahisari diye bir hattat var. Şeyh Hamdullah gibi bir yazı üstadı var. Seyit Lokman, Nakkaş Osman var... Biz Leonardo da Vinci'yi biliyoruz ama kendi değerlerimizi tanımıyoruz. Bunun iki nedeni var. Biri alfabeyi yeterince bilmememiz, ikincisi de tembellik. Toplumumuz hikayeye ve efsaneye gerçeklerden daha fazla meraklı. Uhrevi işlerle ilgili söylenenler insanların kulağında kalıyor ama dünyevi işlerle ilgili kimse merak edip araştırmıyor. Biraz araştırılsa tarihte karşımıza neler neler çıkacak?

Osmanlı'da IQ'su 120'nin altında olanlar devlet adamı olamazdı
3- Bu kadar önemli insanlar Osmanlı'da nasıl bir ortamda yetiştiler?
Fatih Sultan Mehmed Enderun'u kuruyor. Burada insanlar çok iyi eğitim alırmış. Oradan devleti yönetecek kadrolar çıkmış. Düşünün 13-14 yaşında çocuklar var, görevli olarak. Niteliğe son derece önem veren bir anlayış var. Bugünkü ulus devlet mantığı ile bunu anlamak kolay değil. İmparatorluklarda insanların rengi, dili, ırkı önemli değildir. Önemli olan devlete olan sadakattir. 16. Yüzyılda Osmanlı'da Devlet Yönetimi diye 1902'de Harward'ta basılan bir kitap var. ABD'de gerek devlet yönetiminde görev alanların gerek Ortadoğu'da uzmanlaşmak isteyenlerin okumaya mecbur oldukları bir kitaptır. Vergi düzeni, devlet nizamı, terfi sistemi çok detaylı anlatılır. Zaten ABD'ye bakın; Henry Kissinger Almanya, Madeleine Albright ise Prag doğumludur. Bunlar dış işleri bakanlığı yapmış iki isim. Siyahi Colin Powell genelkurmay başkanlığı yaptı. Geçen gün Mehmet Genç bir konferans'ta şöyle dedi: Osmanlı'da devlet yönetiminde görev alan yöneticilerin IQ'su 120'den aşağı değildi. IQ'su 120'den az olan adamın devlette görev alması çok zordu. O sadramzamlar, vezirler, beylerbeyleri, subaşıları... Hepsi Enderun'da çok ciddi eğitim aldılar. Yalnız kendi alanlarıyla ilgili değil bu eğitimler. Matematik bilirler, ellerini kullanabilecekleri hobileri vardır. Ki buna padişahlar da dahil. Mesela Kanuni kuyumculukla, Abdülhamit marangozlukla uğraşıyordu. II Mahmut hat çiziyordu. Hepsi meraklı adamlar, heyecan duyuyorlar yaptıkları işte.

Dünya da yeterince tanımıyor
4- Dünya Matrakçı Nasuh'u ne kadar tanınıyor?
Bizde olduğu gibi dünyada da akademisyenler, konunun uzmanları çok iyi biliyor Matrakçı Nasuh'u. 1970'te sanat tarihçisi İngiliz Walter B. Denny yazdığı önemli bir makalede Nasuh'u inceler. Ama mesela Batılılar, Nasuh'un 1543 kışında Nice, Tulon, Marsilya ve Cenova'nın görüntüsünü çizdiğini bilmiyor. Halbuki yeni sergilerle bunları anlatabiliriz. Bu sergi bir başlangıç inşallah devamı da gelir.

Eserlerinin geleceğe kalacağını biliyorlardı
5- Neden bir görüntüsü yok?
O dönemin insanlarının öyle bir durumları yok. Belki bir minyatürde vardır. Bilinmez. Bu tür insanlar beni takdir edin, önplana çıkayım duygusuyla yapmıyorlar işlerini. İmparatorluğun bir ferdi olarak kendi işlerini en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ama takdir de ediliyorlar. Mesela Kanuni Sultan Süleyman bir berat vermiş Nasuh'a. Mısır'a gittiğinde orada matrak oyunu yapıyor. Mısır beylerbeyi de kendisine silahşörlerin reisi anlamına gelecek bir unvan veriyor. Ama o dönemin insanları bugünkü anlamda ego sahibi insanlar değiller, lakin iddialılar. Mesela Mimar Sinan'ın bir sözü var. "Gelecekte yaptıklarımı görecek insaf sahiplerinin, çabamın ciddiyetini göz önüne alarak beni hayırlı dualarla anacaklarını umarım" der. Yani Sinan ve onun gibi döneminin sanatçıları, biliminsanları eserlerinin geleceğe kalacağın çok iyi biliyorlar. Ama Osmanlı'da işini en iyi şekilde yapmaya çalışanları teşvik eden bir ortam vardı. Bugünün dünyası öyle mi, kimse sana daha iyi bir şey yapman için destek olmuyor, bilakis köstek oluyor.

41 Sanatçı Matrakçı Nasuh'un izini sürdü
Sergide Sevim Ersoy'un liderliğinde sanatçılar tarafından Matrakçı Nasuh'un 30 güzergah minyatürü yeniden yorumlanıyor. Ayrıca eserlerinde yer alan beyitleri ile şairliği, 10 divani levhada hattatlığı ele alınıyor. 41 eser'in yer aldı sergi İstanbul'dan sonra Viyana yolcusu.
Sabah, Haber: Olkan Özyurt, 24.01.2016

MİCHELANGELO'NUN EVİ SATIŞA ÇIKARILDI

Rönesans Dönemi’nin en önemli sanatçıları arasında yer alan Michelangelo’nun İtalya’nın Toskana bölgesindeki evi satılığa çıkarıldı.

Ünlü heykeltıraşın 1549’da aldığı 8 yatak odalı ev, 7.5 milyon Euro’ya alıcısını bekliyor.

Tam adı Michelangelo Buonarroti olan sanatçının ailesinin elinde 1867’ye kadar kalan ev, Chianti bağlarının ortasında bulunuyor. Evi satın alan, Michelangelo’nun küçük bir büstünün de sahibi olacak.


Habertürk,24.01.2016
ÜSKÜDAR MEYDANI'NDA MÜZE DEVRE DIŞI

Üsküdar Meydanı'nda Marmaray İstasyonu inşası sırasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından yapılan kazılarda çok sayıda eser ve mimari yapı bulunmuştu. Khrysopolis koloni kentine ait mimari yapılar arkeologlarca 2 yıla yakın süre kazılmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesince yürütülen Üsküdar Meydan Düzenleme Projesi’nde bu kez müze devre dışı bırakıldı. 6 Numaralı Koruma Kurulu skandal bir karara imza atarak, SİT alanında müzeyi dışlayan kararında ‘’Kültür varlıklarına zarar vermeyecek şekilde gerçekleşmesi için gerekli hassasiyetin gösterilmesine’’ tavsiyesinde bulundu. Kurul Başkanının karşı oy kullandığı karar ile kültür varlıkları müteahhittin insafına bırakıldı.

ANTİK KENTİN İZLERİ BULUNDU
Arkeolojik ve tarihi SİT alanlarında müze denetimsiz hafriyat yapılması kesinlikle yasak olmasına ve üstelik bu alanda daha 10 yıl önce antik kent kalıntıları bulunmasına rağmen kurulun bu karara imza atması anlaşılır gibi değil. 2005 yılında Marmaray istasyon inşası sırasında Üsküdar meydanında yapılan kazılarda Khrysopolis antik kentine ait olduğu düşünülen liman kalıntıları, Geç Roma ve Bizans dönemine ait olduğu sanılan apsisli kilise yapısı ve altında 20’den fazla gömülü iskeletler bulunmuştu. Gerekli koruma önlemleri alındıktan sonra üstü kapatılan kazı alanının meydanın çevresinde devam ettiği biliniyordu. O dönemde kazıların devam etmesi istenmişse de bu reddedilmişti



MEYDANIN ALTI ÜSTÜNE GETİRİLECEK
Üsküdar Meydan Düzenleme Projesi İBB Alt Yapı Projeler Müdürlüğü’nce sürdürülüyor. Üsküdar Evlendirme Dairesi önünden başlayarak, vapur iskelesine kadar uzanan alanda uygulama yapılacak. Proje ile Üsküdar Meydanı şu anki halinden 3 kat daha genişleyecek. Otopark kapasitesi artıracak ve yer altına otopark inşa edilecek. Şu anki belediye binası yıkılacak ve yer altı otoparkı yapılacak. Güneyde Ahmediye Meydanı ile başlayan yaya aksı, Hakimiyeti Milliye Caddesi ile meydana açılacak. Ayrıca Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı ve Kara Davut Cami önünde iki farklı aktivite alanı oluşturulacak. Marmaray Projesi’ne ait yaya çıkışları; yer altı meydanı ve meydan beraber düşünülerek yeniden düzenlenecek. Bu kapsamda meydanda farklı yönlerde yaya sirkülasyonu sağlayan 7 farklı çıkış yer alacak. Üsküdar Meydanı’nda, Harem yönünden gelen taşıt yolu ile ulaşılan yer altı katlı otoparkı bulunacak. Günübirlik ticaret alanları, performans alanları vb. fonksiyonlara sahip olacak şekilde tasarlanan yer altı meydanı; istasyon yapısına kuzey ve güney yönlerden bağlanacak şekilde oluşturulacak.

BAŞKAN KARŞI OY KULLANDI
Bu proje için İBB İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na müracaat etti. Kurul 25.11.2015 tarihli kararında bir skandala imza attı. Koruma Kurulu Başkanı Doç.Dr. Elif Örnek Özden’in karşı oy kullandığı kararda Arkeoloji Müzesi devre dışı bırakıldı. Kararda şöyle denildi; ‘’Yaya akışını rahatlatmak ve kültür varlıklarını ortaya çıkarılması amaçlandığından 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu açısından sakınca olmadığına, ancak alanda gerçekleştirilecek uygulamaların özellikle rıhtımlar uygulamasının bölgede ve çevresinde yer alan kültür varlıklarına zarar vermeyecek şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli hassasiyetin gösterilmesine… karar verildi.’’


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 24.01.2016
KURŞUNLUHAN, AVRUPA'NIN EN ESKİ OTELİ OLMAYA ADAY

Kastamonu'da, Candaroğulları Beyliği döneminde yaptırılan 600 yıllık tarihi Kurşunluhan'ın Avrupa'nın en eski oteli olarak tescillenmesi amacıyla çalışma yürütülüyor.



Candaroğulları beylerinden Kemalettin İsmail bey tarafından Kastamonu'da yaptırılan 600 yıllık tarihi Kurşunluhan'ın Avrupa'nın en eski oteli olarak tescil edilmesi amacıyla çalışma yürütülüyor.

Kastamonu Turizm İşverenler Birliği Başkanı ve Kurşunluhan Müdürü Cem Dilimer yaptığı açıklamada, Kurşunluhan'ın kentin önemli ve tarihi yapılarından biri olduğunu söyledi.

Söz konusu yapının 1443 yılında Fatih Sultan Mehmet'in dayısı Kemalettin İsmail Bey tarafından yaptırıldığını, günümüze kadar amacına uygun hizmet verdiğini belirten Dilimer, "İsmail bey kendi adına yaptırdığı külliyeye akar olarak Kurşunluhan'ı yaptırmıştır. Bu eser 600 yıldır ayakta" dedi.

Kervanların konakladığı bir şehir hanı olan Kurşunluhan'ın günümüzde de aynı hizmeti verdiğine dikkati çeken Dilimer, şöyle devam etti: "Karadeniz Otelcilik olarak 2004 yılında restore et-işlet-devret modeliyle Kurşunluhan'ı Vakıflar Genel Müdürlüğünden kiraladık. Restoresini aslına uygun şekilde tamamladık ve 2008 yılında hizmete açtık. Kurşunluhan'ı hem Kastamonu mimarisi ve eserleriyle buluşturmak hem de yaşayan müzeye dönüştürmek istedik."

"Hala otel olarak işletilen dünyadaki ender eserlerden biri"
Dilimer, Kurşunluhan'ın tarihi geçmişiyle dikkati çektiğini vurgulayarak, "Kurşunluhan, konaklama amacıyla yapılan, hala otel olarak işletilen dünyadaki ender eserlerden biri. Bildiğimiz kadarıyla Türkiye ve Avrupa'nın en eski tarihi oteli. Yapılacak araştırmalar sonucunda dünyanın da en eski oteli olabilir. Yapacağımız başvuruyla Kültür ve Turizm Bakanlığının bu konuda araştırması olacak. Yetkililer konuya teknik açıdan bakacak. Dünyada çok eser var ama bunların ne zaman otele dönüştürüldüğü önemli. Kurşunluhan ise yapılış itibarıyla bir otel" diye konuştu.

Dönemin kadılarının tuttuğu raporlarda Kurşunluhan'ın otel olarak kimler tarafından kullanıldığını gösterdiğini bildiren Dilimer, tarihi yapının geçmişinin arşivlerde geçtiğini söyledi.
Yapı, 23.01.2016

KAPADOKYA TARİHİ DEĞİŞTİREBİLİR

Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver, geçen yıl temizleme çalışmalarına başlanılan dünyanın en büyük yeraltı şehrinde, Kapadokya tarihini değiştirecek çok ciddi verilere ulaştıklarını söyledi.

Geçen yıl yeraltında Ortodoks inancına sahip Hıristiyanların ilk kiliselerinden biri olduğu tahmin edilen bir yapıya ulaştıklarını ifade eden Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver, bilimsel çalışmalar ışığında sürdürülen çalışmalarda söz konusu kilisenin MS 4'üncü yüzyıla kadar uzandığına yönelik bilgiler edindiklerini söyledi.

Halen devam eden temizleme çalışmalarında bölgenin tarihi ile ilgili bilgileri yeni baştan değerlendirecek nitelikte bilgi ve belgelere ulaştıklarını dile getiren Hasan Ünver, köklü bir uygarlığın merkezliğini yapan bölgede geçtiğimiz günlerde ortaya çıkartılan Ortodokslara ait olduğu belirtilen kilisenin bile tarih zenginliğini ortaya koyduğunu vurguladı. Ünver, şöyle konuştu:

"Belediyemiz öncülüğünde ve Nevşehir Valiliği, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Müze Müdürlüğü ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun denetiminde gerçekleştirilen temizleme çalışmalarının kapsadığı alan toplamda 360 bin metrekare. Daha önceden jeo radarlarla yaptığımız tespitlerle belirlediğimiz alanlarda çalışıyoruz. İlk etapta bu alanın biz sadece 6 bin metrekarelik bölümünde çalışıyoruz. Halen de bu bölgenin ancak 2 bin metrekarelik bir alan içerisinde çalıştık. Bugüne kadar önemli verilere ulaştık. Arkeologlarımız, restoratörümüz, Müze Müdürlüğümüz ve Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile iç içe çalışıyoruz. Bir takım bilgi ve belgelere ulaşıyoruz. İki gün önce Osmanlı döneminden kalma mızrak uçları bulduk."

DÜNYA ORTODOKSLARININ TARİHİ GELİŞİMİNİ DEĞİŞTİREBİLİR

Temizleme çalışmalarında tarihi bilgi ve belgeler açısından oldukça önemli veriler elde ettiklerini kaydeden Ünver daha sonra şunları söyledi: "Burada geçtiğimiz günlerde Ortodosk dönemine ait yeraltı kilisesi ortaya çıkartıldı. Şu anda çok ciddi bir veri ile karşı karşıyayız. Bu dünya Ortodoksluğunun belki tarihi akışına ve seyrine yön verecek bir çalışma olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bilim adamlarımız bu konuda çok ciddi ilgilenmeye başladılar. Kapadokya bölgesindeki en büyük kiliselerinden biri olarak değerlendiriliyor. Bu konunun uzmanlarının bize verdikleri bilgilere göre, kilisedeki frekslerin çok özgün olduğu ve hatta birkaç tanesinin bu kiliseye ait olabileceğini söylediler, bu da bizim heyecanımızı çok artırdı. Kilisedeki freksler çok iyi korunmuş. Ve kilisenin içerisi toprakta olduğu için de fazla yıpranmamış. Tamamıyla yerin altında, yerin üzerinde hiçbir belirtisi olmayan bir alan. Temizlik yapan arkadaşlarımızın önüne adeta kendiliğinden çıktı geldi, beni de görün der gibi.

Kilise alanına bağlı ve oldukça yakın bir merkezde bilim adamlarının değerlendirmelerine göre, kamusal alan olabilir şeklinde nitelendirdikleri sanki devlet yapısına benzer yerin altında yapılara ulaştık. İlk tarihlendirmeler MS’den 4'üncü yüzyıla kadar gidebileceği, kilisenin yapım tarihinin de belki daha eski yıllara kadar ulaşabileceği ifade ediliyor."

7 KİLOMETRE UZUNLUĞA SAHİP GALERİ BULUNDU
Ünver, Özellikle Osmanlı döneminde de bu alanın oldukça önemli bir yerleşim merkezi olduğuna yönelik de ciddi verilere ulaştıklarını ifade ederek, "Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ndeki arkadaşlarımızın da yardımları ile Damat İbrahim Paşa döneminden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar yüzlerce belge elimize ulaştı. Damat İbrahim Paşa ve eşi Fatma Sultan’ın Vakfı’nın yapmış olduğu su yollarının belgeleri ve bölgedeki bir sarnıcın varlığının olduğu bilgisine ulaştık. Halen bölgede 80 kişi ile birlikte temizleme çalışmalarını yürütüyoruz. Sadece galerilerinin birinin uzunluğu yaklaşık 7 kilometreye ulaşan galeriye ulaştık. Burada kandil yerleri, orijinal su künkleri, burada insanların yaşamını belgeleyen tandırlar, ocaklar, topraktan yapılmış çeşitli imalathaneler, çeşitli kullanım gereçleri bulundu” diye konuştu.

BÖLGEDEKİ BİLİMSEL ÇALIŞMALAR YOLUMUZU VE UFKUMUZU GENİŞLETECEK
Hasan Ünver, dünyanın en büyük yeraltı şehir yerleşimimin bir bölümünü önümüzdeki yılın sonlarına doğru ziyarete açmayı planladıklarını da belirtti. Ünver daha sonra şunları ifade etti:

“Öyle zannediyorum ki önümüzdeki yılın yazın sonuna doğru Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapacağımız görüşmelerle bu bölgenin bir bölümünü insanlarımızın gezebileceği bir alan haline getirmeyi planlıyoruz. Bu alan şehrimizin tam merkezinde olduğu için insanlarımız için de halen bir yaşam merkezi olmaya devam edebilir diye de bir düşüncemiz var. Bunun içerisi çeşitli kültürel faaliyetlere açık, butik oteller gibi kaya oteller gibi, kongre merkezi gibi alanlar olabileceğini düşünüyoruz. Yine Osmanlı arşivlerinden ulaştığımız bilgilere göre bezirhanelerden ve sarnıçlardan söz ediliyor. İnşallah bu kilise ve yeraltı şehri üzerindeki bilimsel çalışmalar bizim yolumuzu ve ufkumuzu açacak, Nevşehir’in zengin tarihini tüm dünya turizmine kazandıracağımız günü heyecanla bekliyoruz."
Radikal, Haber: Sinan Korkmazer,23.01.2016

KAMBOÇYA'NIN HİNDU TANRISI BAŞINA 127 YIL SONRA KAVUŞTU

Kamboçya’da 127 yıl önce Fransız sömürgeciler tarafından kaçırılan Hindu tanrısı Harihara’nın başı nihayet ülkeye döndü.

Heykel ile başı, Başbakan Yardımcısı Sok An’ın katıldığı törenle birleştirildi. Heykelin başı dönemin sömürge valisi Etienne Aymonier tarafından emirle 1889 yılında kopartılıp Fransa’ya götürülmüş ve Guimet Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştı. Kamboçya yaklaşık 40 yıldır başın Phnom Da tapınağına iade edilmesi için girişimlerde bulunuyordu. Kamboçya Ulusal Müzesi uzmanları tarafından Paris’ten teslim alınan 47 kilogram ağırlığındaki başın geçen zamana rağmen heykelin bedenine tam olarak uyduğu bildirildi.
Habertürk, 23.01.2016

İSTİKLAL CADDESİ'NİN ALTI ROMA MEZARLIĞI

Beyoğlu’ndaki tarihi Casa Garibaldi binasının restorasyonu sırasında, binanın bodrumunda, üzeri kiremitlerle örtülmüş bir iskelet bulundu. Kazıya devam edildikçe iskeletlerin sayısı arttı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeologlarının incelemesi sonucunda iskeletlerin 1600-1800 yaşında olduğu tespit edildi. Uzmanların görüşüne göre bu bir Roma mezarlığı ve 8 metre aşağıdan, günde 400 bin kişinin geçtiği İstiklal Caddesi’nin altına doğru uzanıyor. Mezarlar, Beyoğlu’nun bilinen tarihini de yüzlerce yıl geriye çekti: İstiklal, aslında bir Roma caddesi!



BİNANIN BODRUMUNA BU KAFATASINI KİM KOYDU?
20 Eylül 2014... Beyoğlu Odakule’nin hemen yanı...
Fakir ailesini doyurmak için yerin 8 metre altında kürek sallıyordu Erzurumlu İlyas. Başka bir işçi olsa, küreğin ucuna dayanan çömleği pekala alelale bir kiremit sanabilirdi. Oysa memleketi Tekman İlçesi'nde binaların üstüne kiremit değil, eternet döşeniyordu. “Bu da ne” diye durdu. Tuhaf kiremiti küreğin arkasıyla çekip alınca ağzından Kelime-i Şahadet döküldü. Göz oyuklarındaki kum ve toprak dökülünce, ortaya çıkan  büsbütün bir insan kafatasıydı... 



YOKSA BURASI BİR MEZAR MI?
Bir saat sonra... Eminönü İstanbul Arkeoloji Müzeleri...
Dr. Sedat Bornovalı, isminin başındaki titre, sanat tarihi sınıflarında çürüttüğü dirseklerinden dolayı hak kazanmıştı. Beyoğlu Casa Garibaldi Binası’nı 40 yıllığına devralan TURSAB adına yapının restorasyon projesinin başında bulunması şanstı. İlyas, bulduğu şeyi ona haber verir vermez, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan’ı aradı. Kızıltan yıllık izindeydi. Yardımcısıyla konuştu, atlayıp müzeye gitti, bir araştırma ekibi yollanması için dilekçe yazdı. Oradan da çıkıp aynı işlemi yapmak için Anıtlar Kurulu’na gitti.  



BULUNAN İSKELET KİME AİT?  
MS 540... Taksim’de bir cenaze töreni...
Bu (muhtemel) Hıristiyan keşişi, fani gözleriyle Doğu Hıristiyanlığı’nın kıblesinin bitmiş halini görmüştü. Artık ölse de gam yemezdi, zaten ebedi istirahatgahı Pera’dan sonsuza dek Ayasofya’ya bakacaktı. Bin yıl sonra şehri fethedecek Müslüman Türkler henüz şamandı ve daha Göktürk Abideleri’ni yazmamışlardı. Bugün İstiklal Caddesi’nin 8 metrede altında kalmış olan mezarına defnedildi. Mezarın üstü pişmiş kiremitlerle kapatıldı. 1500 yıl sonra o kiremitlerden biri Erzurumlu İlyas tarafından tekrar açıldığında Ayranos’tan çağırılan bir Ortodoks papazı tarafından tekrar takdis edilecekti.



Bulunan iskeletlerin en eskisinin M.S 4. yüzyıldan kaldığı anlaşıldı.


BAŞKA MEZARLAR DA VAR MI?
1884... Osmanlı Beyoğlu’sunda üç ahşap ev...

Aleksandre Vallaury, bugün Salt Galata olan Merkez Bankası binası gibi birçok yapıya imza atmış ve esaslıca bir mülkün sahibi olmuştu. Bugün Nuruziya Sokak’ın tam karşısına denk gelen üç ahşap evin bulunduğu arsa da yine ona aitti. Israra dayanamadı, arsayı İtalyan İşçi Vakfı’na sattı. Böylece Yüksekkaldırım’da, Asmalımescit’te 20 yıl süren kiracılık sefaleti son bulacak ve şehirde yaşayan 30 bin İtalyan’ın buluşma noktası olacak Casa Garibaldi kültür merkezi inşa edilecekti. Tutulan vakıf günlüklerinde, binanın temelinden çıkan ‘birtakım buluntular’dan eşekli hamallarla kurtulunduğundan bahsedilecekti.



Açılan mezarlara Ortodoks geleneğine uygun olarak takdis töreni yapıldı.

SON İSKELETİN ÜSTÜ NEDEN BETONLA ÖRTÜLDÜ?
Eylül 2014... Casa Garibaldi’nin bodrumu...
Dr. Sedat Bornovalı’nın yazdığı dilekçeyle harekete geçen İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları müzenin deposunda güvenceye alınmak üzere 1500 yıllık mezardan iskeleti çıkardı. Fakat mezarın az ilerisinde bir mezar daha vardı. İki metre ötede bir tane daha. İstiklal Caddesi tarafına doğru kazdıkça topraktan kafatası, omurilik, kol, oyluk kemiği fışkırıyordu. Bulunan iskeletlerin sayısı 10’a ulaştı. Sonuncusu binanın cadde tarafındaki temel sütunun tam altındaydı. Binanın statiğini bozacağı için, yerinden çıkarılmadı, üstü tekrar betonla örtüldü. Burası bir mezar değil, mezarlıktı. Üstelik İstiklal Caddesi’ne doğru devam eden en az 200 sene ölü defnedilmiş bir mezarlık!

MEZARLIK NEREYE KADAR DEVAM EDİYOR?
13 Ocak 2015... Bağcılar Hürriyet gazetesi binası...
Gazeteci telefonda heyecanla sordu: “Ne diyorsunuz? Yani günde 400 bin insanın geçtiği İstiklal Caddesi’nin altı Roma mezarlığı mı?” Projenin içmimari danışmanı Jale Kulin, “Evet” dedi; “İstanbul’un katman katman inşa edilmiş hayatı açısından çok güzel bir örnek. Sağımızda, solumuzda büyük binalar var. Eğer bu binaların inşaatları sırasında mezarlar tahrip edilmediyse, kazsak mutlaka devam eder. Ama buradaki tahribatı yasadışı görmemek lazım. İnşaatların yapıldığı dönemde bunların bir önemi olmadığı için belgelenmiyordu. Özellikle de kazıyı yapan eski eser meraklısı falan değilse... Tek bildiğimiz, mezarların bugünkü cadde seviyesinden 8 metre kadar aşağıda olduğu.” 

İSTİKLAL CADDESİ BİR ROMA CADDESİ Mİ?
İki saat sonra...
Gazeteci ve fotomuhabiri arkadaşı İçmimar Jale Kulin’le iskeletlerin bulunduğu bodrumu gezmek üzere Taksim’de buluştu. Yürüdükleri caddedeki her şey ilkgençliğinde bira içip serserilik yaptığı caddeyle aynıydı: Sağda Fransız Kültür Merkezi, solda Aya Triapa Kilisesi... Az ileride Çiçek Pasajı, karşısında Galatasaray Lisesi... Köşede Mısır Apartmanı, çaprazında Odakule... İnsanın pantolonuna çamurlu su fıştırtan sokak parkeleri bile aynıydı. Tek farkla: Bu arşınladığı cadde-i kebir, artık 19. yüzyıl Osmanlı caddesi değil, bir Roma caddesiydi.  



İçmimar Jale Kulin, binanın taşıyıcı kolonlarından birinin altında buldukları iskeletin üstüne beton dökerek aynı yerde bıraktıklarını söylüyor.


MS 4-6’NCI YÜZYILDA BÖLGEDE YERLEŞİM OLDUĞU ANLAŞILDI
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan

Beyoğlu Casa Garibaldi’de yaptığınız kazıda arkeologlarınız tam olarak ne buldu?
İstiklal Caddesi, Deva-Perukar Çıkmazı’ndaki binada yaptığımız kazıda tuğla mezarlar açığa çıkardık. Bulunan mezarların tamamında iskeletlerin üzerleri pişmiş toprak mezar kiremitleriyle örtülüydü. Burası daha önce nekropol (mezarlık) olarak kullanılmış.

Bunlar hangi döneme/kültüre ait?
Yaptığımız ilk değerlendirmeler sonucu mezarların Geç Roma - Erken Bizans dönemine ait oldukları tespit edildi. Üç iskelet üzerinde yapılan Karbon 14 analizine göre (yaş belirleme testi) bunlardan en erkeni MS 4. yüzyıl, en geçi MS 6. yüzyıla ait. Yani mezarlığa en az 200 sene boyunca definler yapılmış.

Yani tek bir binadan değil, geniş bir alana yayılan bir Roma mezarlığından mı bahsediyoruz?
Bu alan üzerine yapılan bina nedeniyle bazı iskeletler tahrip olmuş. Bina duvarları bazı mezarların üzerine oturmuş. Yapılan incelemeler ve bulgular mezarlık alanının yan parsellerde de devam ettiğini işaret ediyor.

Biz Beyoğlu’nun 19. yüzyılda konsolosluk binalarının inşa edilmesiyle meskun olmuş bir bölge olduğunu sanıyorduk. Buluntular Beyoğlu tarihinde neyi değiştirdi?
Ortaya çıkan mezarlar Beyoğlu’nun bilinen tarihinin çok daha eskiye uzandığını gösteriyor. En azından MS 4–6. yüzyılda bu bölgede bir yerleşmenin ve bu yerleşmeye ait bir mezarlığın varlığı anlaşıldı. Binanın zemininde bulunan içleri doldurulmuş su kuyularında sürdürülen kazı çalışmaları sırasında da Osmanlı ve Geç Bizans dönemine ait malzemelerle karşılaşıldı. Bu da bize bu alanın mezarlık dışında, uzun süre yerleşim alanı olarak da kullanıldığını gösteriyor.
Hürriyet, Haber: Savaş Özbey, 23.01.2016

EMEK BİTTİ, DAVA GELDİ

Restorasyonu kamuoyunda tartışma yaratan Emek Sineması davalık oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Emek Sineması’nı yıkıp yeni yerinde onaran Kamer İnşaat yetkililerinin aleyhine iddianame hazırladı. İddianamede, “Emek Sineması’nı aslına uygun restore etmedikleri ve komşu kültür varlıklarına zarar verdikleri” gerekçesiyle inşaat şirketinin yetkililerinin cezalandırılmaları talep edildi.

Suç duyurusu
Taksim İstiklal Caddesi’ndeki Türkiye’nin en eski sinema salonlarından biri olan Emek Sineması’nın korunması için büyük mücadele verildi. 2009 yılında kapatılan ve 2013 yılında yıkılan Emek Sineması için yürütmeyi durdurma kararları alındı. Yargı kararlarına karşın dükkanların ve restoranların olduğu Grand Pera projesine devam edildi. TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi avukatları Can Atalay ve Zeynep Atalay yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen Kamer İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu.

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Ülgünar, Kamer İnşaat yetkilileri hakkında iddianame hazırladı. İddianamede dava dosyasındaki bilirkişi raporuna atıfta bulunarak Emek Sineması’nın aslına uygun restore edilmemesinin yanı sıra tescilli eser “Cercle D’orient ve Melek Apartmanı” binasında çatlaklar oluşturdukları, kazı sırasında gerekli önlemlerin alınmadığı vurgulandı.

Korunamadığına vurgu yapılan iddianamede “Çalışmaların projelere uygun yürütülmediği, gerekli önlemlerin alınmadığı ve komşu kültür varlıklarına zarar verildiği” gerekçesiyle şirket yetkililerinin cezalandırılması istendi.
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 23.01.2016

TARİHİ MOZAİK KORUMAYA ALINDI



Muğla’nın Bodrum İlçesi'nde bir antik mekanın tabanında bulunan mozaik gerekli korumalar yapılarak üzeri kum ile örtülüp korumaya alındı.

İlçeye bağlı Yalı Mahallesi Geren Koyu mevkiinde bulunan ve MS 4. yüzyıl Bizans dönemine ait kilise veya hamam olduğu tahmin edilen tarihi mekanın girişinde tabanda bulunan mozaik koruma amaçlı olarak kum ile örtüldü. 2013 yılında define avcıları tarafından içerisinde yaklaşık 7-8 metrelik tünel kazılarak içerisinde kilisenin olduğu iddia edilen altınlar nedeniyle talan edilen tarihi mekan, bölgeyi bilen turistler tarafından da ziyaret edilmekte.

Muğla’nın Büyükşehir Belediyesi olmasından önce Yalı-Çiftlik Belediyesine ait olan arazinin içinde bulunan mekanda geçmişte yapılan basit temizlik çalışmaları dışında mekanı turizme kazandırma amaçlı bir çalışma yapılmazken, tarihi mekanın şahıs arazilerinde olmaması nedeniyle tadilat çalışmalarının daha kolay yapılabileceği öğrenildi.

Bodrum Belediyesi tarafından hazırlanacak bir tadilat raporu ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ekipleri ile Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün kararıyla turizme kazandırılabilecek tarihi mekanın dışarısına çevrilmiş tel dışında hiçbir koruma bulunmazken, mekanın içindeki ayak izlerinden kış aylarında bile mekanın sıklıkla ziyaret edildiği anlaşılıyor.
Hürriyet, 22.01.2016
BURDUR'DA BİZANS DÖNEMİ ALTI KAPILI KAYA KİLİSESİ KEŞFEDİLDİ

Burdur’un Bucak İlçesi, Avdancık Köyü’nde Bizans Dönemi’ne ait kaya kilisesi keşfedildi.

2015 yılı Kremna ve Çevresi Yüzey Araştırmaları üçüncü sezon çalışmaları kapsamında Burdur İli, Bucak İlçesi, Avdancık Köyü’nde yaklaşık 1040-1050 metre yükseklikte konumlanan Bizans Dönemi’ne ait kaya kilisesi keşfedildi. Çalışmalar hakkında bilgi veren Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Kremna ve Çevresi Yüzey Araştırmaları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Hüseyin Metin, köy sakinlerinin kilisenin eskiden altı kapısı olduğu söylediğini, hatta 1970’li yıllarda kapılardan üçünün ayakta olduğu bilgisine ulaştıklarını ifade etti. Geçen süre içinde söz konusu kapıların defineciler tarafından tamamen tahrip edildiğini anlatan Metin, “MS 11. ve 12. yüzyıllara ait Altı Kapılı Bizans Kaya Kilisesi’nin yaklaşık olarak 10.50 x 10.50 metre ölçülerinde olduğunu düşünüyoruz. Tabanında dağınık halde siyah tesseralar ve sıva izleri bulduk. Kuzeybatı köşesinde Aziz Martir’e ait bir mezar yer almakta. Kuzeyindeki küçük mağaranın önü taş duvarla örülmüş ve üzeri freskolarla kaplanmış. Kilisenin esas önemli noktası apsisinin üstünde yer alan kayalığın üzerinde büyük bölümü tahrip durumda olan Hristiyanlıkla ilgili ikonaların bulunmasıdır. Kremna ve Çevresi Yüzey Araştırması kapsamında gerçekleştirilen üçüncü sezon araştırmasının en önemli tespitlerinden birini oluşturan ve bölge için tekil bir örnek olan Altıkapılı Bizans Kaya Kilisesi, hem bölgesel bir ibadethane veya ayin yeridir hem de Bizans kültürü ve sosyal yaşamı hakkında bilgiler sunan birincil bir kaynak niteliğine sahiptir. Kilisenin bir başka önemli özelliği ise Geç Bizans Dönemi ikonalarının gelişme gösterdiği Kommenos Hanedanlığı dönemine ait ikonalar ile sanatsal olarak bire bir ortak özelliklere ve gerçekçi tasvir estetiğine sahip olmasıdır. Bu keşif şüphesiz Pisidia’nın Bizans gizemini önemli bir ölçüde aydınlatacağı gibi, bölgede disiplinler arası çalışmalar yürüten profesyonel araştırmacılara da temel bir kaynak olacaktır” dedi.

Kiliseye ait freskolardaki ikonaların heyecan verici güzellikte olduğunu ve Hristiyanlıkla ilgili önemli betimlerin resmedildiğini ifade eden Metin, içerisinde Meryem’e müjde, Hz. İsa’ya tapınmaya gelen doğulu atlı kahin krallar, Kudüs’e giriş ve mandorla içerisinde eleusa (şefkatli) Meryem ikonalarının yer aldığı tasvirlerin yanı sıra graffiti yazı ve şekillerin tespit edildiğini söyledi.

Kremna ve Çevresi Yüzey Araştırmaları Bilim Heyeti Üyesi Öğr. Gör. Salih Soslu ise, freskolarda tasvir edilen figürlerin (insan, melek, at) ağırlıklı olarak uzatıldığını, yüzlerin ise genellikle narin ve gerçekçi yapıldığını söyledi.


arkeolojihaber.net, 22.01.2016

NARMANLI HAN TARTIŞMASI

Beyoğlu Kent Savunması üyeleri tarihi Narmanlı Han’da başlatılan restorasyon projesine karşı çıktı ve İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurarak projenin iptal edilmesini talep etti.

Projenin mimarı Sinan Genim, iddiaların aksine yapılacak işin kurallar çerçevesinde yürütüldüğünü belirterek “Narmanlı Yurdu” olarak bilinen yapının restorasyonla hayat bulacağını savundu.

AVLUDAKİ AĞAÇLAR KESİLDİ
Beyoğlu Kent Savunması adına Avukat Eren Can tarafından yapılan başvuruda restorasyon esnasında Narmanlı Han’ın içine iş makinesi sokulduğu, duvarların tahrip edildiği ve avludaki ağaçların kesildiği belirtilerek “Binanın dış cephesi dışında neredeyse hiçbir şeyi korunmamıştır. Proje aceleye getirildi” denildi.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu - Fırat Alkaç, 22.01.2016

SEBASTOPOLİS'TE 200 EV KAMULAŞTIRILACAK

Tokat'ta, Sebastapolis antik kenti üzerinde kurulu bulunan ve merkez nüfusu 3 bin 500 olan Sulusaray İlçesi'ndeki 200 evi kamulaştırma çalışmaları sürüyor.

Sulusaray Belediye Başkanı Halil Demirkol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sebastapolis antik kentinin ilçe merkezinde olduğunu, antik kentle ilgili 1989 yılında kazı çalışmaları yapıldığını söyledi.

Sebastapolis antik kentinin bölgenin turizme kazandırılması gereken en önemli yeri olduğunu ifade eden Demirkol, belediye olarak antik kentle ilgili yaptıkları çalışmalarla ilgili şunları aktardı: "Antik kentin imar planı olmadığı için yıllardır kazı çalışması yapılmamış. 2013 yılında tekrar kazı çalışmaları başladı, 3 yıldır da devam etmekte. Kazılarda en büyük sorun, yapılaşma nedeniyle kamulaştırma çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığınca yürütülememiş. Koruma imar planına ihtiyaç duyulmuş. Bu belediyemize bildirildiğinde yaklaşık 2 yıl süren çalışma neticesinde koruma imar planı bitti. Koruma planı buranın geleceğinde büyük önem taşıyor."

"Yaklaşık 200 ev kamulaştırmayı bekliyor"
Antik kentin koruma imar planının olmasının yürütülecek çalışmalarda büyük yarar sağlayacağını vurgulayan Halil Demirkol, "Bir an önce buranın turizme kazandırılmasında da ivme almış olacağız. İmar planın olması Sepastapolis'in gün yüzüne çıkmasında önemli rol oynayacağını düşünüyorum. Burası yaklaşık 70 bin kişinin yaşadığı bir kentmiş. Hocalarımızın yaptığı araştırmalar da buna varıyor. Bir çok vilayet buraya bağlıymış. Antik kent üzerinde bulunan yaklaşık 200 ev kamulaştırmayı bekliyor. Her sene İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından 10'a yakın evin kamulaştırma çalışmaları yapılıyor. Buradaki evlerin TOKİ tarafından başka yere taşınmasıyla ilgili bir proje var. Bunun da bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor" dedi.

Vali Cevdet Can'ın Galler Prensi Charles'ı bir süre önce ilçelerine davet ettiğini hatırlatan Demirkol, "Sulusaraylılar Prens Charles'ı büyük bir heyecan ile bekliyor. Prens daha önce gizli gelip gitmiş. Sayın Valimiz Prens Charles'ı davet etmişti. Antik kentimiz, Galler Prensi Charles'ın iki kez ziyaret ettiği ve değer verdiği bir kent. Bu kentin değerini kamuoyu biliyor" diye konuştu.

Sebastapolis Antik Kenti
Tokat kent merkezine 69 kilometre uzaklıktaki Sulusaray'da bulunan ve kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen Sebastapolis antik kentinin, bazı kaynaklarda milattan önce 1. yüzyılda kurulduğu belirtiliyor.

Roma İmparatoru Trajan zamanında, milattan sonra 98-117 yıllarında, Pontus Galatius ve Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Cappadocia (Kapadokya) eyaletine dahil edildiği kaydedilen antik kentin, o dönem geçiş yolları üzerinde bulunması ve günümüzde de kullanılan termal kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce Karadeniz'in en büyük 5 şehrinden biri olduğu anlatılıyor.

Roma İmparatorluğu döneminde çok az şehrin sahip olduğu zenginliğin bir göstergesi olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade edilen Sebastapolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar, afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.
haberler.com, Haber: Ekber Türkoğlu, 21.01.2016

DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI GÖBEKLİTEPE YENİLENİYOR



Dünyanın en eski anıtları eski ihtişamını geri kazanıyor: Şu ana kadar keşfedilen en eski tapınak binalarına ev sahipliği yapan Göbekli Tepe, Doğuş Grubu'nun öncülük ettiği yeni bir proje kapsamında tanıtılıp korunacak.

Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan arkeolojik alan, kazıların başladığı 1995 yılından bu yana bilim insanlarının uygarlığın kökeni üzerine düşünüş biçimini değiştirdiği ve belki de tüm insanlığın tarihini baştan yazabileceği için büyük önem taşıyor. Dekoratif yontulmuş taşları ve T biçimli sütunlarıyla 12 bin yıllık dairesel yapılar, Tarım Devrimi'nden ve hatta çanak-çömlek yapımının icadından bile daha eski.

Bu kadar eskiye dayandıkları için de tarımın uygarlığa yol açtığı fikri altüst oldu. Araştırmacılar daha önce, avcı-toplayıcıların yerleşik düzene geçip ürün yetiştirmesi sonucu ortaya çıkan gıda fazlasının karmaşık toplumların kurulmasına yol açtığını düşünüyorlardı.

Göbekli Tepe bu yaygın anlayışı tekrar tartışmaya açıyor. 1995 yılından itibaren kazının başkanlığı yapan Alman arkeolog Klaus Schmidt, 2014 yılındaki ölümüne kadar, bu yaygın inanışın gerçekte yaşananlara tamamen zıt olabileceğini öne sürmüştü. Yapıları inşa etmek için gerekli işgücü, çalışanlara yiyecek –ve belki de içecek– sağlama yolu olarak tarımın gelişmesine yol açmış olabilirdi.

İsviçre’nin Davos kentindeki Dünya Ekonomik Forumu’nda dün bir açıklama yapan Doğuş Grubu, önümüzdeki 20 yıl içinde National Geographic Society işbirliğinde projeye 15 milyon dolar ayıracağını bildirdi. Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, “Göbekli Tepe tarihin sıfır noktasını oluşturuyor,” şeklinde bir basın açıklaması yaptı.

İlk Dini Alan mı?
Alanda yapılan kazılarda ortaya çıkarılan yeni kanıtlar, tarımın icadının uygarlığın başlamasıyla tetiklendiğini savunan Schmidt’in argümanını destekliyor. Her anıtsal yapının ortasında, üzerinde stilize kollar, eller ve peştamal yontuları bulunan iki adet T biçimli sütun yer alıyor. En büyüğünün ağırlığı 16 tonu aşıyor. Bu taşları yontmak ve yakındaki taşocağından taşımak, çok sayıda insan ve hepsini doyuracak miktarda yiyecek gerektiren zorlu bir çaba olmuş olsa gerek.

Arkeologlar, Göbekli Tepe’de sürekli yerleşim olduğuna dair şimdiye kadar herhangi bir kanıt bulmuş değil. Yeni bir tahmine göre burası bölgesel bir toplanma yeriydi. Güney yönündeki dağların ve yaylaların manzarasına hakim bir tepe üzerine kurulmuştu.

Kazıda görevli Alman Arkeoloji Enstitüsü arkeologlarından Jens Notroff, “O dönemlerde, gen havuzunu yenilemek ve bilgi alışverişi yapmak için insanların belli aralıklarla buluşması gerekiyordu,” diye konuşuyor. “Bu simgesel bir yapı. Burada toplanmış olmaları tesadüf değil.”

Göbekli Tepe’deki kaya sütunların, sembollerin ve binaların daha küçük uyarlamaları, buraya 200 kilometre mesafedeki başka yerleşimlerde ortaya çıkarılmış. Adeta Göbekli Tepe katedral, diğerleriyse yerel birer kilise. Avcı-toplayıcılar buluşmak, tapınmak, yeni anıtsal yapılar inşa etmek ve zenginliklerini sergilemek amacıyla şölenler düzenlemek için uzun yolculuklarla buraya geliyorlardı muhtemelen.

“Şölen özelliği, binaları inşa edecek işgücünü çekme açısından en kolay açıklama,” diyor Notroff.

Tepenin daha da derinine inen arkeologlar şölenlere yönelik başka kanıtlar da buldular. Taş yapılar, inşa edildikten sonra toprak, taş ve hayvan iskeletleriyle dolmuştu. Yüzyıllar içinde, bu yıkıntıların üzerine yeni yapılar inşa edilmiş ve böylece insan yapımı bir höyük oluşmuştu. Yıkıntıların içinde, ceylan ve artık soyu tükenmiş olan yaban öküzü de dahil on binlerce kırık hayvan kemiği parçası bulundu. 150 litreden fazla sıvı alabilecek dev taş kaplar ise belki de ilk bira üretimine işaret ediyor.

Artan Turizm
Yeni fonun zamanlaması Göbekli Tepe açısından önemli. Alan uluslararası ün kazandıkça çok turist çeker hale geldi. On yıl kadar önce tepeye ancak bozuk bir toprak yoldan sarsıntılı bir yolculukla ulaşılıyordu. Arada sırada gelen ziyaretçilerin bizzat Schmidt tarafından gezdirildiği de oluyordu.

Bugün tur otobüsleri küçük turizm merkezinin önünde her gün yüzlerce ziyaretçi indiriyor ve tur şirketleri Göbekli Tepe’ye özel turlar düzenliyor. Bir hediyelik eşya mağazası ve bir de otopark var. Yakındaki Şanlıurfa’da ise bir süre önce Türkiye’nin en büyük arkeolojik müzesi açıldı.

Alandaki kazı ve araştırmalar Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Alman Araştırma Vakfı tarafından yapılıyor. Doğuş Grubu’nun sağladığı fonlar, daha büyük, yeni bir turizm merkezi ve ortaya çıkarılan yapıların koruma amacıyla üzerinin kapatılması ve bunların yanı sıra turizmin antik binalara zarar vermemesi için yürüyüş yolları ve çitler inşa edilmesinde kullanılacak.

National Geographic Society Bilim ve Keşifler Müdürü Gerry Garcia, “Şahenk Girişimi ve Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı arasındaki bu etkileyici işbirliği Göbekli Tepe’nin tarihi önemine sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yeni bir ışık tutacak,” açıklamasını yaptı.



Göbekli Tepe’deki T biçimi sütunların üzerine stilize eller, kemer ve peştamallar yontulmuş




12 bin yıllık alandaki bu sıra dışı çifte “kapı”nın sol tarafında yabani sığır, yaban domuzu ve bir yırtıcının yontusu var.




Göbekli Tepe’nin T biçimli sütunlarının en uzunu 5,5 metre boyunda ve 16 ton civarında. Bunları sadece taş aletler kullanarak yontmak ve bulundukları yere taşımak için büyük bir işgücüne ihtiyaç duyulmuş olsa gerek.




Dairesel yapıların içine doldurulan molozların arasında taş kafalar da var. Teorilerden biri alanın gömü törenleri için kullanıldığı yolunda.




Göbekli Tepe sütunlarının üzerindeki akbaba, akrep ve başka hayvan kabartmaları, ürkütücü bir dünyayla ritüeller yoluyla başa çıkma yolu olabilir. Akbabalar genelde ölüm ve öte dünyayla ilişkilendiriliyor.




Kumtaşından bu figür Göbekli Tepe’deki antik bir yapıda bulundu




Yeni fonlar kazı alanının üzerinin koruma amacıyla kapatılmasını ve turistlerin alanı antik buluntulara zarar vermeden gezmesini sağlayacak.




Göbekli Tepe’de kumtaşından bir yaban domuzu yontusu da bulundu. Bol miktarda hayvan kemiği ortaya çıkması ise şölenlerin burada önemli bir etkinlik olduğunu ortaya koyuyor.
nationalgeographic.com.tr, Haber: Andrew Curry, Fotoğraflar: Vincent Musi, National Geographic Creativ, 21.01.2016
MİLLİ SARAYLAR'I 1 MİLYON 405 BİN ZİYARETÇİ GEZDİ

Milli Saraylar'dan yapılan yazılı açıklamaya göre, Milli Saraylar'a bağlı mekanlar geçen yıl da yerli ve yabancı ziyaretçilerden yoğun ilgi gördü. 

Dolmabahçe Sarayı 937 bin kişiyle Milli Saraylar arasında en çok ziyaret edilen mekan olurken, Beylerbeyi Sarayı 141 bin kişiyi ağırladı. 

Milli Saraylar Resim Müzesi, 75 bin yerli ve yabancı ziyaretçi tarafından gezildi. Resim Müzesi'ni 69 bin kişiyle Ihlamur Kasrı, 60 bin kişiyle Küçüksu Kasrı izledi. 

Yıldız Şale Kasrı, Maslak Kasrı, Aynalıkavak Kasrı, Saray Koleksiyonları Müzesi, Yalova Atatürk Köşkü ve Florya Atatürk Köşkü 123 bin yerli ve yabancı ziyaretçi tarafından görüldü. 

En fazla yabancı ziyaretçi Dolmabahçe Sarayı'na 
Milli Saraylar bünyesinde hizmet veren mekanlar arasında en çok yabancı ziyaretçiyi Dolmabahçe Sarayı ağırladı. Çeşitli ülkelerden 640 bin yabancı turist Dolmabahçe Sarayı'nı gezdi. Dolmabahçe Sarayı'nı, 60 bin yabancı ziyaretçiyle Beylerbeyi Sarayı ve 20 bin ziyaretçiyle Küçüksu Kasrı izledi. 

Yılın genelinde 1 milyon 405 bin kişinin gezdiği Milli Saraylar'da, 23 milyon 524 bin lirası Dolmabahçe Sarayı'ndan olmak üzere 25 milyon 507 bin lira gelir elde edildi.
Akşam, 20.01.2016

HARPUT TİCARETE MERKEZLİK YAPMIŞ

  

Harput Kalesi Kazı Başkanı Doç.Dr. İsmail Aytaç, Harput’ta yaşayan insanların MÖ 8. yüzyıldan MS 1930’lara kadar kalede üretilen malzemeleri kullandığını belirterek, Avrupa’dan Harput’a, Harput’tan HalepE ticaret bağlantısı olduğunu söyledi.



Fırat Üniversitesi eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Harput Kalesi Kazı Başkanı Doç.Dr. İsmail Aytaç, kalede günlük yaşamda kullanılan birçok buluntuya rastladıklarını dile getirdi. Harput’un iç kalesindeki kazılarda Urartu dönemine ait hayvan biçimli kuplu kaplara rastladıklarını ifade eden Doç.Dr. Aytaç, “Özellikle Roma dönemine ait kahverengi astarlı parçalar, Bizans seramiği dediğimiz sarı Bizans seramiklerinden, Selçuklu döneminin sırlı seramiklerinden parçalar çıktı. Bunların yanı sıra buluntular arasında turkuaz renkli beylikler dönemine ait mutfak eşyası, kaplarımız, kaselerimiz var. Fragmanlar halinde de olsa bize dönemi, ölçüleri hakkında fikir verebiliyor. Burada dikkatimizi çeken bir örnekte Avrupa’dan ithal edilen 18. yüzyıl malzemesi seramiklerdir. Biraz daha porselene yakın ürünler ile Çin porselenine ait parçalara rastladık” dedi.

“İTHAL MALZEME YÜKSEK RÜTBELİ İNSANLARIN GÖREV YAPTIĞINI GÖSTERİYOR”
Harput’ta yaşayan insanların MÖ 8. yüzyıldan MS 1930’lara kadar ürettikleri malzemeleri ve uluslararası ticaretle gelmiş olan ithal malzemeleri kullandıklarını kaydeden Aytaç, “Özellikle ithal malzemenin varlığı burada gelir düzeyi yüksek rütbeli insanların da görev yaptığı noktasında bize bir fikir veriyor. Tabi bunlar içerisinde günlük kullanımdaki tuzluklarımızda her daim her yerde yapılabilen üretimdir. Yerleşim merkezlerinde en fazla karşılaştığımız malzeme, bulgu, pişmiş toprak seramik dediğimiz gruptur. Çünkü bunlar kolay üretiliyor, kolayda kırılıyor. Kırıldıktan sonra tekrar kullanımı dönüşü olmadığı için de bulunduğu yerde kalıyor. Bu bakımdan arkeolojik buluntular içerisinde en fazla buluntu ve bize fikir veren grubu oluşturuyor. Ebatları kullanılan hamur kaliteleri, çeşitleri bakımından çok çeşitlilik gösteriyor. Çok kaliteli ürünlerin yanında yerelde üretilen daha kalitesi düşük malzemeler de kazılarımızda ortay çıkartıldı” diye konuştu.

  

“YERLİ VE AVRUPA ÜRETİMİ MALZEMELER VAR”
Aydınlatmada kullanılan kandillerin sırlı ve sırsız örnekleri olduğunun altını çizen Aytaç, şöyle devam etti;
“Kandiller, özellikle gaz yağından önceki dönemler için vazgeçilmez aydınlatma aletleriydi. Hele hele sarnıçlarda kandil yerlerini tespit etmemiz ve yine sarnıçlarda, zindanlarda bunları elde etmemiz bunların oralarda kullanıldığını rahatlıkla bize gösteriyor. Kaldı ki gravürlerde tasvirleri ve görüntülerine de rastlıyoruz. Mutfak eşyası olarak bizim özellikle fincan ve zarfı 17. yüzyıldan sonra çok Moda olan Avrupa üretimi bir porselen. Kazılarda fincan ve tenekeden zarfıyla beraber çıkan bir örneğimiz var. Ayrıca bakır kahve cezve bulduk. Bunların yerli üretim olduğunu düşünüyoruz. Çünkü vazgeçilmez üretimi olarak geçen sene de Harput’ta çok sayıda atölyelerde potolar, maden cürüfleri materyalleri çıkmıştı. Dolayısıyla bunların burada üretildiğini tahmin ediyoruz. Diğer kısımda bizim günlük mutfakta kullandığımız örnekler, sırlı seramikler var. Bu yeşil seramikler aslında Milattan Sonra 11. yüzyıldan 1940’lara kadar bu bölgede üretilmiştir. Üzerinde motifler olduğu zaman dönemi belirleniyor. Yoksa genel bir değerlendirmesi yapılması gerekiyor. Ayrıca bizim sarnıçta bulduğumuz ve Bizans dönemini tariflendirdiğimiz bakır tunç bir sağan gibi büyük bir kasemiz var. Bunun içindeki bazı motifler Bizans sanatında karşımıza çıkıyor. Bu unutulmuş kalmıştı. Sağlam sayabileceğimiz ender sayıdaki bakır ve tunç malzemeden örneklerimizi oluşturuyor.”



“AVRUPA’DAN HARPUT’A, HARPUT’TAN HALEP’E TİCARET BAĞLANTISI VAR”
İslam coğrafyasına Anadolu katılınca Türkler’in gelişiyle beraber Akdeniz, Karadeniz ticaretinin Anadolu üzerinden devam ettiğini vurgulayan Aytaç, şunları kaydetti:
“Böyle bir durumda özellikle Uzak Doğu’dan, Asya’dan gelen malzemelerin alıcısı var. Tabi ki bu ithal malzemeler sıradan malzemeler yerine bu bölgelerde üretilemeyen ürünler açısından daha pahalı olduğu için getirilmiştir. Alıcısı da olmuştur. Avrupa’ya gelince, 1650-1700’lere kadar hep buralardan Avrupa’ya doğru bir şeyler gitti. 1700’lerden sonra Avrupa kaliteyi bizden biraz ileri götürünce oradan bu tarafa doğru mal ithali söz konusu oldu. Buradakilerin talebine göre doğal olarak da bu ürünleri aldılar. Avrupa ürünleri deniz yoluyla Samsun’a, Samsun’dan karayoluyla Harput’a gelen bir güzergahımız var. Yine buradan Diyarbakır üzeri Halep’e giden ya da Malatya, Gaziantep üzeri Halep’e giden bir ticaret bağlantısı var. İpek Yolu bağlantısı var. O yolla gelen ürünler bulunuyor. bugün insana ait ne varsa geçmiş dönemlerde de vardı. İletişimin hızına göre daha geç oluşuyordu, daha az oluyordu ama hep aynı kavram vardı.”
Milliyet, 18.01.2016
BURDUR'DAKİ HÖYÜK KADERİNE TERK EDİLDİ

Burdur'da, bugüne kadar gün yüzüne çıkarılması adına hiçbir çalışmanın yapılmadığı 'İstasyon Höyük' ilgi bekliyor.

Burdur Tren İstasyonu'nun yanında bulunmasından dolayı ismini buradan alan 'İstasyon Höyük' gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Burdur Ajansı'nın hemen yanı başında bulunan 10 bin metrekarelik alan üzerine oturan höyüğün hemen yanında hangi döneme ait olduğu belirtilen boyaları kazınmış, paslı bir levha bulunuyor. Şehrin merkezindeki bu görüntüler Burdur'a yakışmıyor. Höyük önündeki levhanın yazıları, ancak yakınlaşınca güçlükle okunabiliyor. İlk kez kalkolitik çağda iskan edildiği ve Roma dönemine kadar devam eden höyüğün yüksekliği 20 metre civarında, tepe görümünde ve üzeri toprakla kaplı durumda. Yaz aylarında sık sık ot yangınlarının meydana geldiği, zaman zaman 'şarapçı' tabir edilen mekansızların mesken tuttuğu höyüğün gün yüzüne çıkarılarak turizme kazandırılması ve çehresinin değiştirilmesi talep ediliyor.

TURİZME KAZANDIRILSIN
Gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen tarihi mekanda şu ana kadar kazı çalışmasının yapılmamasının büyük eksiklik olduğunu kaydeden vatandaşlar, "Burasının turizme kazandırılması ve gerekli düzenlemelerin yapılması, Burdur halkının menfaatine olacaktır" diye konuştular.
Sabah, 08.01.2016



17 - 23 Ocak 2016
YANDAŞ İŞADAMI, TARİHİ KORUDA KAZI İZNİ İSTEDİ

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Mehmet Cengiz, İstanbul Boğazı manzaralı Hüseyin  Avni Paşa Korusu ve Köşkü’nü ‘0’ liraya aldı. Satış işleminden sonra köşk yandı.  Cengiz şimdi yanan tarihi köşkün yerine yeni bina yapmak için hazırlığa başladı…



Hüseyin Avni Paşa Korusu, Üsküdar Paşalimanı Caddesi’nde yer alıyor. İçerisinde 3 bin tescilli ağaç var. Koruda yer alan ve Türk edebiyatının ustalarından Halide Edip Adıvar’ın bir dönem yaşadığı köşk ise yandı.

İstanbul’un tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü ve Korusu inşaat alanına dönecek!.. Fethi Paşa Korusu içindeki 81 bin 511 metrekarelik Hüseyin Avni Paşa Köşkü, 2002 yılında “Yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı” olarak tescillendi.

SIFIR LİRAYA SATIN ALMIŞTI
Koru ve köşk, 2009’da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından satışa çıkarıldı. Köşkü, internete düşen 17-25 Aralık tapelerinde ‘milletin a… koyacağız’ dediği öne sürülen Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz satın aldı.

İZİN ÇIKMADI VE YANDI
8 Mart 2013 tarihli tapu kaydında korunun ve köşkün satış bedeli “0” TL olarak yer aldı. Konu gündeme gelince Cengiz İnşaat koru içindeki tarihi köşkü restore ederek kullanıma açmayı planladığını açıkladı. Restorasyon için de 6 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvurdu. Şirket restorasyon için izin aldığını açıkladı ancak kurul, 23 Haziran 2014 tarihli kararında projenin yerinde inceleme yapılmasından sonra değerlendirilebileceğine karar verdi. Karardan 5 gün sonra 28 Haziran’da köşk yanarak kül oldu.

1 YIL SONRA İNŞAAT
Köşkün olduğu alanda 2015’te iş makinelerinin çalışmaya başladığı, inşaat yapıldığı iddiaları gündeme geldi. İddialarla ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’li Meclis Üyeleri Hüseyin Sağ ve Hakkı Sağlam 5 Ağustos 2015’te suç duyurusunda bulundu. Koru içindeki tescilli ağaçların kesildiği, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi olan tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü ve bahçesinde iş makinesiyle çalışmanın yasak olduğu vurgulandı.

İstanbul Valiliği, şikayetçi olunan Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkilileri hakkında ön inceleme yaparak 22 Ekim 2015’te soruşturmaya gerek olmadığına karar verdi.

JET HIZIYLA GÜNDEMDE
Cengiz İnşaat da kamuoyu tepkisi üzerine yapamadığı inşaat çalışması için 23 Aralık 2015’te 6 Numaralı Koruma Kurulu’na başvurdu. Kurul, şirketin koru içinde “makineli kazı” yapma talebini ocak ayında gündemine aldı. Başvuru bugün değerlendirilecek.

Koruya lüks villa yapacaklar iddiası
CHP’li Hüseyin Sağ “Adım adım bir proje hazırlanmış tüm ayakları oturtuluyor. Hangi kurumdan ne izin istiyorsa alabiliyor. İzinsiz olarak yapamadığını şimdi izin alarak yapmaya çalışıyor” dedi. Bu durum, şüpheli şekilde yanan köşkün yerine Mehmet Cengiz’in lüks villalar yapmak istediği iddiasını hatırlattı.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 22.01.2016

60 YIL İÇİN 7 BİN YILLIK TARİH SİLİNİYOR


Uzun süren tepkilere ramen Dicle nehri üzerinde kurulacak Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi’nde sona yaklaşılırken hükümet, sular altında kalacak Hasankeyf’in taşınmasına yönelik yasal düzenleme yaptı.

TBMM’de görüşülen torba yasaya muhalefetten itiraz geldi. CHP ve HDP, torba yasaya yazdıkları muhalefet şerhlerinde 7 bin yıllık tarihin yok olacağı vurgusu yaptı.

ATIL DURUMA GELECEK
CHP’nin muhalefet şerhinde, baraj havzasının bulunduğu alanlardan gelecek kil, silt gibi malzemelerin (ölü hacim) baraj alt kotunu dolduracağı belirtildi. Barajın 60 yıl sonra atıl duruma geleceğine dikkat çekilerek “7 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf bu ölü hacmin altında kalmamalı” denildi.

TARIM BİTECEK
Ilısu Baraj gölünün 6 bin hektarlık tarım alanını sular altında bırakacağına işaret edildi. Hasankeyf’in taşınmasının gelişigüzel bir kentsel dönüşüm meselesi olmadığına vurgu yapıldı. 11 ayrı konunun yer aldığı torba yasa içerisinde alelacele düzenleme ile geçiştirilmeye çalışılmasının tarihi mirasa saygısızlık olduğu kaydedildi. HDP muhalefet şerhinde ise, binlerce yıllık tarihsel değerleri yok etmeye hiç kimsenin hakkı olmadığı ifade edildi. Bu tür uygulamaların, imzalanan uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’nın 63/1. maddesi ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası düzenlemelerini yok saymak anlamına geldiği dile getirildi.

5 BİN MAĞARA 300 HÖYÜK
5 binden fazla mağara ile çevresindeki 300‘ün üzerindeki henüz altında ne olduğu dahi bilinmeyen höyüğün yok olacağı belirtildi. “Hasankeyf‘te henüz 13. yüzyıldan öncesine ait kazı çalışması yapılmadığı için altında binlerce yıl öncesinden kalan ve ne olduğu bilinmeyen tarih bir şafak vakti kenti yutarcasına sular altında kalacak” denildi.

55 BİN İNSAN EVİNDEN OLACAK
HDP'nin muhalefet şerhinde şu ifadelere yer verildi: "55 bin kadar insanın evlerini bırakarak göç etmesi gerekecek. Dünyanın ilk yerleşim yeri olduğuna dair bulguları olan böylesine bir alanın yok olması, insanlık tarihi açısından büyük bir kayıp olacaktır. Baraj gölü altında kalacak verimli toprakların ekonomik değeri hesaplanmamaktadır.

TAHLİYE EDİN YAZISI GÖNDERİLDİ
Batman'da Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan Hasankeyf’in 600 haneli Bahçelievler ve Kale mahallelerinin boşaltılması için Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü geçtiğimiz yıl kaymakamlığa yazı göndermişti. Tahliye talep edilen yerlerde ikamet eden yaklaşık 3 bin 200 vatandaşa alternatif yer göstrilmemişti.

Özgür Düşünce, Haber:  Çetin Çiftçi, 22.01.2016

19. YÜZYILIN USTASINDAN DOSTLUKLA VE SEVGİLERLE

Hollandalı dünyaca ünlü post-empresyonist ressam Van Gogh’un 1872-1890 arasında kaleme aldığı mektupları ‘Dostlukla: Seçme Mektuplar’ adıyla bir Kitapta toplandı.

Yapı Kredi Yayınları tarafından, Nurettin Elhüseyni ve Pınar Kür’ün Türkçeye kazandırdığı 904 sayfalık kitap Hans Lujiten, Leo Janesn ve Nienke Bakker tarafından yayına hazırlandı.

Tarihe açılan pencere
Van Gogh’un çoğunlukla küçük kardeşi Theo için kaleme aldığı mektuplar, sanatçının kişisel tarihine açılan bir pencere gibi. Sanat tarihinin en önemli ve ünlü figürlerinden birinin gündelik kaygıları, umutları ve hayattan beklentileri sayfalarda yer alıyor.

Okur, mektuplar sayesinde Van Gogh’un hayattan hayal kırıklığı konusunda nasibini bolca almış olmasına rağmen vazgeçmeden çalışmaya devam ettiğine tanık oluyor.

15 yılın ürünü
Sanatçının 1872’den ölümüne kadar kaleme aldığı mektuplardan 15 yıllık bir çalışmayla ve Hollanda’daki Van Gogh Müzesi’nin katkılarıyla derlenen kitabın ilk kısmı sanatçının doyurucu bir biyografisini, aile fotoğrafları ile birlikte sunuyor.

Geniş bir hacme sahip olan kitabın sayfalarında mektupların dökümleriyle beraber, taranmış orijinal hallerine ve yine sanatçının orijiinal çizimlerinden aktarılmış karalama ve illüstrasyonlarına da yer verilmiş.



Milliyet, 22.01.2016

İNSANLIK TARİHİNDEKİ SAVAŞLARA DAİR EN ESKİ KANIT

Bilim insanları, Kenya'daki bir arkeolojik kazıda, bugüne kadar insanlık tarihinde yaşanan savaşlara dair en eski kanıta ulaştı.

Kenya'nın kuzeyindeki Turkana Gölü yakınlarındaki bir alanda 10 bin yıl öncesinden 27 kişiye ait kalıntılar buldu.

Bu kişilerin cesetlerinin gömülmediği, bu alanda toprak üstünde bırakıldığı belirtildi.

Birçok bilim insanı, tarihteki savaşların, insanlar yerleşik hayata geçtikten sonra yaşanmaya başladığını savunuyor.

Ancak bu son arkeolojik keşifte kalıntıları bulunan insanların muhtemelen yerleşik hayata geçmemiş avcı ve toplayıcılar olduğu belirtiliyor.

Cambridge Üniversitesi'nden paleantropolog Marta Mirazon Lahr, "bulunan kalıntıların, savaşların insanlık tarihine bugüne kadar düşünüldüğünden çok daha önce girmiş olabileceği tartışmasını gündeme taşıyacağını" söyledi.

Arkeologlar Nataruk'taki kazı sahasında 2012'den bu yana çalışma yürütüyor.

Arkeologlar, kalıntıları bulunan insanların, tek bir olayda, sopa ile vurularak ya da bıçaklanarak öldürüldüklerini aktarıyor.

Öldürülenler arasında erkek ve kadın yetişkinler ile çocuklar da yer alıyor.

Nature dergisinde yayımlanan bulgular, ölümlere neden olan olayla ilgili tam olarak bilgi içermiyor.

Ancak bunun bir tür savaşın sonucu olarak yaşandığı belirtiliyor.
Bbc Türkçe, 21.01.2016

DAVOS'TA TARİHİ SKANDAL

Dünya Ekonomik Forumu’nun 46. Yıllık Toplantısı İsviçre’nin Davos kasabasında başladı. Dünyada en eski tapınak merkezi kabul edilen Şanlıurfa'daki Göbeklitepe’nin tanıtımı yapıldı. ‘’zeropointintime.com ‘’ link adresinden tüm dünyaya tanıtım servis edildi ve tüm broşür ve afişlere bu link adresi verildi. Ancak bu linkteki bilgilerin birçoğu yanlış. Üstelik Göbeklitepe için MÖ 11 bin 600 tarihlemesi yapılarak büyük bir skandala imza atıldı.

Şanlıurfa'ya 18 kilometre mesafede ilk kez 1963'te İstanbul ve Chicago üniversitelerinden araştırmacıların yüzey çalışmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe, Şanlıurfa Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazıları sürdürülüyor. Neolitik döneme ait yabani hayvan figürlü "T" biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykelleri bulundu. UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesine de giren Göbeklitepe Davos’ta büyük bir organizasyonla tanıtıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Şahenk sponsorluğunda yapılan organizasyonun tanıtım afiş ve broşürlerinde Göbeklitepe MÖ 11. 600 olarak gösterildi. Oysa Göbeklitepe MÖ 9.600 tarihleniyor. 

Arkeolog Nezih Başgelen tanıtımları bilim insanlarına değil reklamcılara yaptırırlarsa ortaya böyle bir sonuç çıkmasının normal olduğunu belirterek şöyle bir değerlendirme yaptı:

‘’Göbeklitepe sıradışı arkeolojik bulgularıyla tüm dünyaca tanınan bir ören yeridir. Tarım ve hayvancılığa geçiş aşamasındaki son avcı grupları tarafından yapıldığı öngörülen dünyanın bilinen en eski kült ve en ilginç yapılar topluluklarının ortaya çıkarıldığı arkeolojik bir kazı alanıdır. 2014'te kaybettiğimiz kazı başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt'in son araştırmalarına göre Göbeklitepe'de Dikilitaşlı Dairesel Yapıların en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın  A evresine yani yaklaşık olarak MÖ 10.000 - 9000 olduğu bilimsel  olarak ortaya konmuştu. Prof. Schmidt, III. Tabaka'nın MÖ 10. binyıla, daha yeni tabakanın ise MÖ 9. binyıla tarihlenmesi gerektiğini belirtmişti. En erken tarihin alındığı D Yapısının MÖ 10. binyıl ortalarında yapıldığı ve aynı binyılın sonlarında terk edildiğini ise yayınlarında belirtilmişti. Gelecekte belki daha farklı ve daha erken sonuçlara da ulaşılabilir ancak elimizdeki son bilgiler bu çerçevede idi. Bu yüzden Davos'ta paylaşılan tanıtım malzemelerindeki Bakanlık ve Şahenk logolu "zeropointintime" MÖ 11.600 yani günümüzden 13.600 önceki bir tarih yeni bir bilimsel bulgu sözkonusu değil ise ciddi bir tarihleme hatasıdır. Göbeklitepe gibi tüm dünyanın izlediği ve sonuçlarının titizlikle izlendiği bir konuda çok daha dikkatli olunması gerekirdi. Kültür ve sanat alanlarındaki seçkin ve saygın kurumlarının kuruluşlarının temsilcileri önünde düştüğümüz durum ise cidden düşündürücüdür. ‘’ 

RADİKAL YAZDI TARİH DEĞİŞTİ
Davos’ta tanıtımının yapıldığı  "zeropointintime.com‘’ link adresindeki Göbeklitepe tarihi ile ilgili yapılan yanlış değiştirildi. MÖ 11.600 olarak gösterilen tarih Radikal’in haberi üzerine MÖ 10.000 olarak değiştirildi.


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 21.01.2016

NARMANLI HAN'DA İNŞAAT TARTIŞMALARLA BAŞLADI

Tarihi Narmanlı Han’ın restorasyonu iş makinelerinin Han'a girmesiyle başladı. Çalışmalar sırasında Han'daki ağaçlar kesildi. Konuyla ilgili Beyoğlu Kent Savunması ve Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul 2 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’ne şikayet dilekçesi yolladı.

İstiklal Caddesi'nde 1831 yılında inşa edilen bina Beyoğlu'nun en güzel mekanlarından biri. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi sanatçıların da yaşadığı bina Narmanlı ailesi tarafından 57 milyon dolara Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı.

bianet’e daha önce konuşan restorasyon projesinin mimari Sinan Genim, proje kapsamında handa yedi dükkan, iki lokanta olacağını, otel ya da AVM yapılmasının mekanın küçüklüğü nedeniyle mümkün olmadığını belirtmiş, "Tehlike arz ettikleri için ağaçlar sökülür herhalde. Mor salkımlar korunur” demişti.

"Faaliyet durmalı"
Beyoğlu Kent Savunması, verdiği dilekçede tarihi hana devasa iş makinesi sokulup, han duvarlarının tahrip edilerek avluda bulunan ağaçların kesildiği hatırlatıldı.

Dilekçede, Narmanlı Han gibi bir kültür varlığına zarar verenler ile ilgili gerekli denetimlerin yapılması ve yasal yollar kullanılarak inşai faaliyetin acilen durdurulması talep edildi.

"Kazıda müze denetimi şart"

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi de Narmanlı Han’da iş makineleri ile yapılan denetimsiz kazıların ivedilikle durdurulması ve kazı çalışmalarında müze denetiminin sağlanması ve Narmanlı Han hakkındaki kararları ve kararlara teşkil eden bilimsel raporların dernekle paylaşılmasını talep etti.

Dernek, dilekçesinde şu bilgilere yer verdi:

“Bilindiği üzere bu bölge Galata Surlarının biraz dışında Bizans ve Ceneviz mezarlarının bulunduğu bir nekropol alanıdır. Nitekim, Narmanlı Han’ın yakınındaki Garibaldi Binası’nda İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetiminde yapılan kazı çalışmalarında bölgenin farklı dönemlerine dair önemli arkeolojik bulgular belgelenmiş ve Bizans nekropolünden geriye kalan mezarlar açığa çıkarılmıştır.

"İstanbul Arkeoloji Müzeleri yıllıkları ve Müller Wiener’in İstanbul’un Tarihsel Topografyası incelendiğinde Şişhane sırtlarında, Rus Konsolosluğu’nun çevresinde ve Asmalımescit’te de önceki yıllarda arkeolojik bulgulara rastlanıldığı görülmektedir. Ayrıca, Beyoğlu’nun en eski yapılarından biri olan Narmanlı Han’da yapılacak kazılarda yapının zaman içerisinde kaybolmuş mimari detaylarına ve geçirdiği dönüşümlere dair kalıntılar bulunması da muhtemeldir.

"Sonuç olarak Narmanlı Han ve bölgedeki diğer yapıların içinde yapılacak her türlü kazının İstanbul Arkeoloji Müzeleri denetimine girmesi gerekmektedir. Müze denetimi dışında yapılacak kazılar içeriği bilinmeyen arkeolojik katmanların belgelenemeden yitirilmesine neden olabilir.”

Narmanlı Han


Fotoğraf: Tarık Kaan Muşlu

Tünel'de yer alan Narmanlı Han 1831 Rusya Büyükelçiliği olarak İtalyan mimar Giuseppe Fossati tarafından inşa edilmiş. 1880 yılına kadar elçilik binası ardından 1914'e dek Rus hapishanesi olarak kullanılmış. Daha sonra Narmanlı ailesinin mülkü olmuş.

Sonraki yıllarda Narmanlı Yurdu olarak anılan binada Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar, sanatçı yaşamış ve çalışmış. 

Ermeni gazete Jamanak da bu binadaydı. 80, 90’lı yıllarda avludaki çay bahçesi birçok kişinin meskeni olmuştu.

2001 yılında Yapı Kredi Koray İnşaat, restore etmek amacıyla hanın yüzde 15 hissesini satın aldı. Binaya üç kat eklenmesini öngören mimar Halil Onur’un hazırladığı restorasyon projesi Anıtlar Kurulu tarafından kabul edildi. Ancak sivil toplum kuruluşlarının itirazı üzerine açılan davada mahkeme yürütmeyi durdurma verdi.

10 yıl restorasyon yapılamayınca aile hisselerini geri aldı. Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e sattı.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 21.01.2016

İBB SURİÇİ'Nİ HALKA KAPATIYOR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden Eminönü'nü bitirecek bir karar geldi. Geçtiğimiz hafta İBB Meclisi'nden alınan kararla, Suriçi’nin tamamı, turistlere açılıp, vatandaşa kapatılıyor. Suriçi'nin turistik şehire dönüşütürülmesi, bir nevi minyatür Sultanahmet'i akla getiriyor. Yaşayan kimsenin kalmayacağı bölge, sadece turistik mekanların olacak. Meclis kararı, Fatihlilerin tepkisinden çekinildiği için halen İBB'nin sitesine konmadı,.

Üst düzey bir İBB yetkilisinden edinilen bilgiye göre, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in uzun zamandır konuyla alakalı ısrarına karşı çıkılamadı ve Büyükşehir Meclisi 'skandal' denecek bir karara imza attı. Meclis’teki muhalif üyelerin karşı çıkmasına rağmen, iktidar yanlısı üyeler, yıllar sonra meydana gelecek olan neticeyi düşünmeden Suriçi'ni vatandaşa kapatıp, turistlere açacak bu karara “evet” dediler.

Turistlerin yoğun olarak ilgi gösterdiği Sultanahmet ve Sirkeci, Fatih Belediyesi’ne bağlandıktan sonra hızla tenhalaşmış ve selatin camiler bile cemaatsiz kalmışlardı. Şimdi aynı tehlike bütün Suriçi için geçerli olacak.

MAHKEME DAHA ÖNCE UYARI NİTELİĞİNDE BİR KARAR VERMİŞTİ
İstanbul 2. İdare Mahkemesi, geçtiğimiz yılın Temmuz ayında, İstanbul'un tarihi ve turistik merkezi olarak kabul edilen ve 'tarihi yarımada' ya da 'Suriçi' gibi isimlerle anılan bölgeye ilişkin 1/1000 ölçekli nazım planına ilişkin iptali istemiyle açılan davada, 61 konu başlığından 37'sine yürütmeyi durdurma, 7'sine ise kısmen yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

Mahkeme, Topkapı İETT Garajı’nın ticaret alanından çıkartılarak yeşil alan olarak kullanılmasına, 1. Derece koruma bölgesinde yer alan ve geçtiğimiz aylarda Avrasya Tüneli geçiş güzergahı üzerinde olduğu gerekçesiyle yıkılan Kumkapı Balık Hali’nin marina yapılmamasına oy birliğiyle karar vermişti. Mahkeme ayrıca UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan ve Yedikule’den Ayvansaray’a kadar uzanan kara surları koruma bandında yapılacak işlemler için de yürütmeyi durdurma kararı vermiş, Sirkeci Tren istasyonun kültürel amaçlı kullanılmasını kararlaştırmış, Yedikule TCDD Atölyeleri ve Gazhanesi için ise yeni yapılaşmayı yasaklamıştı. 
Dünya, 20.01.2016

TARİHİ MEZARLAR YAĞMURA YENİLİYOR




Bodrum Göktepe'de inşaat çalışması sırasında kepçe darbeleriyle zarar gördükten sonra bulunan tarihi mezarlar yağmur suyu ile dolarken, bazıları da yıkıldı.

2015 Mayıs ayında, bölgedeki lüks villaların inşaatında çalışan iş makinelerinin kazıları sırasında tesadüfen ortaya çıkan kaya mezarları, son günlerde Bodrum'da etkili olan yağışlı hava nedeniyle yağmur suyu ile dolarken, bazı mezarlar ise yıkıldı.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi tarafından koruma altına alınarak yaklaşık 6 ay süren çalışmalar kapsamında bölgede 59 adet kaya mezarı bulunurken, bazı mezarlarda ise gözyaşı şişesi ve çömlek parçaları gibi tarihi eserler bulunmuştu.

Bölgede, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ekiplerinin çalışmaları geçtiğimiz aylarda sona ererken, Antik Halikarnassos'un nekropol alanı içinde bulunduğu anlaşılan bölgeyle ilgili, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ekiplerinin hazırladığı rapor doğrultusunda, Muğla Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün vereceği karar doğrultusunda, tarihi mezarların nasıl bir koruma altına alınacağı belli olacak.
Habertürk, Haber: Mehmet Can Meral, 20.01.2016
ÇATALHÖYÜK'TE İLK KEZ GÖZLERİNE OBSİDYEN PUL YERLEŞTİRİLMİŞ BAŞ BULUNDU

Konya’nın Çumra İlçesi’ndeki 9 bin yıllık neolitik yerleşim yeri Çatalhöyük’teki geçen yıl yapılan kazı çalışmalarında insan başına benzetilen taş bulundu.  

Çatalhöyük’ün 1958 yılında arkeolog James Mellaart tarafından keşfedilmesinin ardından kazılar, 1961- 1963 ve 1965 yıllarında yapıldı. Verilen aranın ardından 1993 yılında yeniden başlayan kazı çalışmaları Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında yürütülüyor. Geçtiğimiz sezon haziran ayında başlayıp ağustos ayında sona eren Çatalhöyük kazı çalışmalarıyla ilgili hazırlanan ve ‘www.catalhoyuk.com’ adlı internet sitesinde yayınlanan 2015 yılı kazı raporunda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi veren Kazı Başkanı Prof.Dr. Ian Hodder, oldukça ilginç bulgulara rastlanıldığını belirterek, bunlardan en önemlisinin insan biçimli taş heykel olduğunu söyledi.  Prof.Dr. Ian Hodder, şöyle konuştu:

‘‘2015 sezonunda Çatalhöyük’te oldukça ilginç buluntular gün ışığına çıkarıldı. Bunlardan en dikkat çekici olanlarından biri bina 132’de bulunan, boyalı antropomorfik (insan biçimli) baş oldu. Bir hayvan ya da insan olarak yorumlanabilecek ve kasıtlı olarak belirsiz bırakılmış olabilecek bu yüzde gözlerin yerlerine obsidyen (doğal yollarla oluşan volkanik kökenli cam türü) pullar yerleştirilmiş ve yüz boyanmıştır. Bu nitelikte bir obsidyen kullanımı Çatalhöyük’teki ilk kez rastlanmaktadır ve Neolitik Anadolu’da da oldukça nadir olarak gözlenmektedir.’’    

Prof.Dr. Hodder, raporda ‘TPC’ olarak adlandırılan başka bir bölümde de kafası bedenden ayrılmış bir taş figürün bulunduğunu belirtti. Prof.Dr. Hodder, ‘‘TPC alanında, geç döneme ait bir binanın moloz yığını arasında şimdiye kadar bulunan figürler arasında en iyisi olan bir taş figür bulunmuştur. Birçok örnekte olduğu gibi, gömülmeden bir süre öncesinde kafası bedenden ayrılmış ancak vücudunun biçimi düzgün bir durumdadır. Bu tarzdaki figürlerin arazinin daha üst seviyelerinde bulunmuş olması, vahşi hayvanlarla ilişkilendirilen ritüellerden ziyade, evsel üretime işaret eden toplumsal değişimleri destekleyen diğer kanıtlarla örtüşmektedir’’ dedi.

ÇATALHÖYÜK HAVADAN GÖRÜNTÜLENDİ
İnsansız hava araçlarıyla Çatalhöyük’ün görüntülerinin de çekildiğini ifade eden Prof.Dr. Hodder, ‘‘İnsansız Hava Aracı incelemesi 2015 kazı sezonu boyunca Duke ve UC Merced Üniversitelerinden ekipler Çatalhöyük’te uzaktan kumandalı küçük hava araçlarının kullanımını deneyimlediler. Alçak irtifa uçuşları kazı yapılan alanları kayıt altına alırken; yüksek irtifa uçuşları Çatalhöyük’ün Konya Ovası’ndaki diğer neolitik yerleşim yerleri ile olan ilişkisini daha iyi anlamak amacıyla Çatalhöyük ve çevresinin genel çevresel özelliklerini kayıt altına almıştır. Bu hava incelemesi ile bütün bir sit alanının 2 santimetrelik bir doğruluk mertebesinde dijital olarak referanslandırılmış foto planı, dijital yüzey modeli, sit alanı ve çevresinin dijital arazi modeli çıkarılmıştır. Bunlara ek olarak, Çatalhöyük’ün kuzey ve güney koruganlarının içerisinde de çevresel koşullara maruz kalan kazılmış neolitik mimari öğelerin uzun vadeli korunma durumlarını izlemek için konservasyon ekibi ile birlikte detaylı uçuşlar ve belgelemeler gerçekleştirilmiştir’’ diye konuştu.

Evrensel, 20.01.2016

İSTANBUL'DAKİ CENEVİZ KALESİ'NE KİRACI ARANIYOR



Sarıyer’deki 17. yüzyıldan kalma Rumelifeneri Ceneviz Kalesi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 20 yıllığına kiranacak. Restorasyonlar Dairesi’nin restorasyon yapma kararı aldığı 46 dönümlük kalede, ihaleyi alacak kiracı; restoran, kafeterya, müze, kütüphane, sanat merkezleri ve sergi salonları yapabilecek. Sarıyer Gazetesi’nden Bekir Batu’nun haberine göre 17. yüzyıldan kalma tarihi kale, ihaleye çıkarılmadan önce restorasyona alınacak. Bakanlık bünyesindeki Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Restorasyon Dairesi Başkanlığı Cenevizler Kalesi’nin projelendirilmesine dair ön çalışmayı başlattıklarını duyurdu. Restorasyon Dairesi’nin başlattığı proje çalışmasının tamamlanmasıyla birlikte kale hızlı bir şekilde bu yıl içinde restorasyona alınacak.



Restorasyon çalışmasının başlamasıyla birlikte aynı zamanda ihale süreci de başlatıldı. Tasarruf yetkisi Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nde bulunan kalenin 'irtifak hakkı tesisi' şeklinde yapılacak kiralama işinin süresi 20 yıl olarak belirtildi.

Hazineye ait kale tapu kayıtlarında 6 pafta 418 ada 147 parsel üzerinde yer alıyor. Söz konusu kalenin yüz ölçümü ise 46 bin 185 metrekare olarak belirtildi. Rumelifeneri Mahallesi Kale Caddesi üzerinde yer alan tarihi kalenin kiralama süresi ise şartnameye göre tam 20 yıl olarak öngörülüyor.



BOĞAZIN EN UÇ NOKTASINDA
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan ihale şartnamesinde Rumelifeneri Ceneviz Kalesi’nin genel durumu ise şöyle anlatıldı:
“İstanbul İli, Sarıyer İlçesi, Rumelifeneri Köyü, 6 pafta, 418 ada, 147 nolu parselde kayıtlı, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 14.12.1974 tarih ve 8172 sayılı kararı ile tespit ve ilan edilen, 24.6.1983 gün ve 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen Boğaziçi Sit Alanı Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgesi’nde, İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 12.03.2008 gün ve 2938 sayılı kararı ile uygun bulunan Sarıyer 1/5000 ölçekli Rumelifeneri Boğaziçi Sit Alanı Gerigörünüm Bölgesi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planında I. Derece Doğal Sit Alanında kalan, 'içinde harap kalesi bulunan kışla' vasıflı Rumelifeneri Kalesi, İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 25.08.1993 gün ve 6075 sayılı kararı ile kültür varlığı olarak tescil edilmiş olup, kullandırmaya konudur.

Rumelifeneri Kalesi, İstanbul’da Rumelifeneri sırtlarındaki 17. yy. döneminden kalma kaledir. İstanbul Boğazı’nın Karadeniz tarafından en uç noktada yer alan kalenin kemerli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde askeri karakol olarak kullanıldı. İki büyük kulesi olan ve 17. yy’da IV. Murad zamanında yeniden inşa edilen kalede o dönem 60 asker evi, 100 top, cephanelik, buğday ambarları, bir camii vardı ve 300 asker yaşıyordu. 
Radikal, 20.01.2016
IŞİD 1400 YILLIK MANASTIRI YOK ETTİ

IŞİD Ortadoğu'daki tarihi eserleri yok etmeye devam ediyor... Bu kez Irak'ın en eski manastırı IŞİD tarafından yerle bir edildi.



IŞİD'in saldırılarının hedefi olan Musul’daki Hz. İlyas (St. Elijah) manastırının uydu görüntülerine ulaşan Associated Press, tarih katliamanı gün yüzüne çıkardı.

Kapısında Hz. İsa’nın Yunanca ilk iki harfinin kazılı olduğu bin 400 yıllık manastır yok edildi.

  

Köklü bir tarihe sahip olan manastırda son dönemde Amerikan askerleri tarafından sıklıkla ziyaret ediliyordu.

IŞİD, Suriye’de Palmira; Irak’ta ise Ninova ve Hatra antik kentlerini de ele geçirerek pek çok tarihi eseri yerle bir etmişti. 
Hürriyet, 20.01.2016
METROPOLITAN MUSEUM OF ART, TARİHİ BİNA BREUER'İ BÜNYESİNE KATIYOR

Whitney Museum'un boşalttığı tarihi bina, Mart 2016'da Metropolitan Museum of Art'ın koleksiyonuyla tekrar ziyarete açılacak.

Metropolitan Museum of Art, genişleme kararı kapsamında, New York mimarlık tarihinin önemli binalarından Breuer'de, The Met Breuer ismiyle ziyaretçilerini ağırlayacak.

Binanın önceki kullanıcısı Whitney Museum, 2015 senesinde Renzo Piano tarafından tasarlanan yeni binasına taşınmış, 1963-66 yılları arasında Marcel Breuer'in tasarladığı Breuer binasını boşaltmıştı.

Metropolitan Museum of Art'ın taşınacağı The Met Bruer, New York mimarlık tarihi açısından önemli bir bina. Tüketim kültürünün New York’un mimari dilini kuşattığı bir zamanda, Marcel Breuer binayı Manhattan’da yaygın olan mimari dilden mümkün olduğunca ayırmıştı. Bauhaus ekolünden gelen Macar asıllı mimar binası hakkında:

Manhattan’da bir müze neye benzemeli?... Neye benzememesi gerektiğini söylemek daha kolay olur. Bir işletmeye, ofis binasına veya hafif bir eğlence merkezine benzememeli...Bağımsız, kendine güvenen bir bina olmalı. Tarihe yaslanmalı ve aynı zamanda sokağın canlılığını sanatın samimiyetine ve derinliğine dönüştürmeli.
demişti.

Arkitera,Haber: Burcu Bilgiç, 20.01.2016

ATATÜRK'ÜN MARMARA KÖŞKÜ YIKILIYOR MU?

Mimarlar Odası Ankara Şubesi yaptığı yazılı açıklamada, Atatürk Orman Çiftliği’nde 1928 yılında Ernest Egli tarafından Atatürk için Modern Çiftlik evi olarak tasarlanan Marmara Köşkü’nün statik açıdan riskli olduğu gerekçesiyle yıkılarak yeniden yapılacağını belirtti.



Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Marmara Köşkü, Kaçak Saray’a devredildikten sonra böylesi bir süreçle karşılaşacağımızı söylemiştik. Önce devrettiler, sonra tarihi SİT statüsünü kaldırdılar, şimdi de, 'statik açıdan riskli, yıkılıp yeniden yapılsın' diyorlar.
 Bunu kabul etmiyoruz. Marmara Köşkü 88 yıl ayakta kaldı, Kaçak Saray’a devredilince riskli oldu, güvenmiyoruz” şeklinde konuştu.

“Marmara Köşkü değil, bakış açısı riskli”
Candan, “Atatürk’ün şartlı bağışı ihlal edilerek yapılan bu yapının hukuksuzluğu her yeri kaplıyor. Şimdi Atatürk’ün Marmara Köşkü yıkılarak yenisi yapılacakmış. Hiç inandırıcı bulmuyoruz. Kaçak Saray AOÇ’de hukuksuzluğun simgesi olarak duruyor. Marmara Köşkü Atatürk’ün halkı ile buluştuğu mütevazı çiftlik evidir. Duvarlarına özgürlük, demokrasi ve cumhuriyetin özgürlükçü değerlerinin izleri, Atatürk’ün anıları sinmiştir. Koruma Kurulu'nun 7 Ocak 2016 tarih 2988 sayılı kararını yargıya taşıyoruz. Cumhurbaşkanlığınca riskli yapı olup olmadığı talep edilen ve firma tarafından hazırlanan rapora, ODTÜ inşaat mühendisliğinden bir profesörün tek imza ile bir sayfalık rapor verdiğini biliyoruz. Bir yapıyı yok etmek istiyorsanız, hemen riskli bina ilan edebilirsiniz. O yönetmeliğe göre her şey riskli yapı statüsüne girebilir.Marmara Köşkü değil, bakış açısı riskli” dedi.

Yapı, 20.01.2016

İNGİLİZ SANATÇILAR HAZİRAN'DA PERA MÜZESİ'NDE

İngiltere'nin en köklü sanat kurumlarından Victoria ve Albert Müzesi ile Art Jameel Haziran ayında İstanbul'da sergi açacak.

Pera Müzesi işbirliğiyle düzenlenecek 4. Jameel Ödülü sergisi 8 Haziran – 14 Ağustos arasında Pera Müzesi'nde gerçekleştirilecek. 4. Jameel Ödülü kapsamında seçilen 11 sanatçı arasında David Chalmers Alesworth, Rasheed Araeen, Lara Assouad, Canan, Cevdet Erek, Sahand Hesamiyan, Lucia Koch, Ghulam Mohammad, Shahpour Pouyan, Wael Shawky ve Bahia Shehab yer alıyor. Afganistan, Mali, Porto Riko ve Tayland gibi pek çok farklı ülkeden 280'in üzerinde başvuru alan Jameel Ödülü'nün 11 sanatçısı, Victoria ve Albert Müzesi Direktörü Martin Roth'un başkanlığındaki jüri tarafından belirlendi. Türkiye'den Canan ve Cevdet Erek'in de yer aldığı sergide kolajlardan, video yerleştirmelerine, seramik, kaligrafiden, heykele ve sanatçı kitaplarına kadar birçok farklı mecrada ürettikleri yapıtları yer alacak. Art Jameel tarafından desteklenen ve iki yılda bir düzenlenen Jameel Ödülü 25 bin £ değerinde. Victoria ve Albert Müzesi'nin ilk kez İngiltere dışında İstanbul'da Pera Müzesi'nde düzenleyeceği ödül töreniyle kazanan sanatçı açıklanacak.
Zaman, 20.01.2016

HASANKEYF'TE 600 EVE "BOŞALTIN" UYARISI



Batman’da Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan tarihi ilçe Hasankeyf’in 600 haneli Bahçelievler ve Kale mahallelerinin boşaltılması için Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü, kaymakamlığa yazı gönderdi. Tahliye talep edilen yerlerde yaklaşık 3200 vatandaş ikamet ederken, vatandaşlara henüz alternatif yer gösterilmedi. Kararın uygulanmasıyla sokakta kalacaklarını belirten mahalle sakinleri evlerini boşaltmayacaklarını duyurdu. Hasankeyf Belediye Başkanı Vahap Kusen “Vatandaş tahliye edilecek ama yer yok. Kamulaştırılmış mekanlar DSİ’nin tapulu malıdır. DSİ talepte bulunabilir” derken, Hasankeyf Kaymakamlığı “Hiçbir vatandaşımız mağdur olmayacak. TOKİ gereken evleri yaptıktan sonra tahliyeler yapılacak” bilgisi verdi.

Habertürk, Haber: Bulut Kutlu, 20.01.2016
PARİS'İN 'TÜRKÇE KONUŞAN' KÜTÜPHANESİ

Paris’teki milli kütüphane BnF, Fransa’nın gururudur. Bu kütüphanedeki Türkçe elyazmalarının ve basılı eserlerinin sorumlusu, İstanbullu Sara Yontan Hanım ile geçmişi asırlar öncesine dayanan Türk koleksiyonları üzerine konuştuk. Nasreddin Hoca’nın camide ‘münasebetsiz’ bir tavrını konu eden bir fıkrasından dolayı piyasadan hemen geri çekilen bir Boratav çalışmasından, Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransız Kralı I. François’a yazdığı mektuba 1600’lerin Türkçe’sini Latin harflerine aktararak belki de Atatürk’ten önce ‘kendi çapında’ harf inkılabını gerçekleştirmiş Antoine Galland’dan, Fransa’dan İstanbul’a Türkçe öğrenmeye gelmiş ‘Diloğlanları’na yok yok!

Türk elyazmalarının ve basılı eserlerinin Fransa Milli Kütüphanesi’ne girişi nasıl olmuş?
Türkçe koleksiyonumuzun çekirdeğini oluşturan 150 kadar elyazması, 17. yüzyılda iki özel kütüphanenin kurum tarafından satın alınışıyla oluyor. O zamanlar her saygıdeğer aydının evinde, dili bilsin bilmesin, ki genellikle bilmezlerdi, Arapça, Türkçe eserler bulunurdu. Bir sonraki yüzyılda ise resmi kraliyet talimatlarıyla Yakındoğu’dan kitap almak üzere elçiler gönderiliyor Fransa’dan Osmanlı’ya… Türkçe kitaplar bunların arasında.

Matbu eserler ise Osmanlı’daki ilk Arap harfli matbaa faaliyetinden, yani 1729’dan itibaren bir anlaşmayla giriyor BnF’ye. Babası Mehmet Çelebi’ye Fransa’da geçici sefirlik ziyaretinde eşlik eden ve daha sonra aynı görevi kalıcı olarak gerçekleştiren Said Efendi, babasıyla o zaman adı ‘Kraliyet Kütüphanesi’ olan BnF’ye gelmiş. Said Efendi, bu kütüphanenin başkanı, o zamanki unvanıyla ‘kralın kütüphanecisi’ Bignon’la görüşüyor ve muhtemelen Osmanlı’da matbaanın başlayacağından söz ediyor. Zaten o ara bu türden bir proje için hazırlar Osmanlı’da. Said Efendi İstanbul’a döndüğünde Türkçe dizen bir matbaa nihayet faaliyete başlıyor. Bugün arşivlerimizde bulunan ve “Bundan sonra basacağımız tüm kitaplardan size birer nüsha takdim edeceğiz” diyen bir mektup gönderiyor Bignon’a, Said. Böylelikle Müteferrika Matbaası’nda basılmış ilk 17 kitap, hatta ikişer nüsha halinde kütüphaneye girmiş oluyor. Matbu koleksiyonumuzun çekirdeği de bu kitaplar.

İLK MATBAADA DİNİ YAYINLARA İZİN YOKTU
Ne basmışlar ilk olarak?
Bir sözlük. Zaten sadece din dışı şeylerin basılması şartı vardı; sözlük, dil, tarih, coğrafya… Yani İslam dinine dokunmak yok. Onlar güzel yazıyla, hatla yazılmaya devam ediliyor. Matbaa Osmanlı İmparatorlugu’nda çoktandır kullanılıyordu, zira İspanya’dan kaçan Yahudiler beraberlerinde hem aletleri hem de mesleği getirmişlerdi. 15. asrın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nda İbrani alfabesi ile kitaplar basılıyordu. Sonra diğer dini azınlıklar, Ermeniler, Rumlar da kitap basıyorlardı Osmanlı topraklarında.

Peki İslami ortam niye direniyor iki yüz yılı aşkın bir süre? Bu konuda teoriler çok. Bugünlerde teknoloji tarihini ‘batıya göre’ değerlendirmek çok aykırı bulunduğundan, “Niye geç geldi?” demekten ziyade, “Zamanı gelmemişti de ondan” diyenler rağbette! Kesin olan, matbu kitap için ‘çirkin’ ya da ‘adi kitap’ denmesi. Gerçekten de ala bir hattatın elinden çıkma bir kitap, karşılaştırma kaldırmaz estetikte olmuş hep; her ne kadar elyazması çok sıradan kitaplar da üretilmişse de... Her halükarda İslami içerikte olanlar hep çok büyük özenle hazırlanmış. Matbaanın Türkçe kitap basması, dini bunun dışında bırakmak şartıyla olmuş kısacası.

ERMENİLERİN TÜRKÇE KİTAP TARİHİNE KATKISI BÜYÜK  
Benzeri bir tutum batıda yaşanmış mıydı?
İşin en enteresan tarafı da bu! Gutenberg Matbaası kurulduğunda en çok basılan kitap İncil oluyor, “Ne kadar dağıtabilirsek o kadar iyi” düşüncesiyle. İslam’da ise tam tersi, Kur’an matbaada basılmıyor. Müteferrika’dan sonra bir ara matbaa kapanıyor, yasak konuyor, sonra tekrar başlıyor. 19. asırda bu kez çok faal oluyor ve birçok matbaa kuruluyor. Ermenilerin Türkçe kitap tarihine katkısı çok büyük oluyor bu arada.

Bir de litografi, yani taşbasmalar var. Bu teknik, Osmanlı’ya iki Fransız kardeş sayesinde, Batı’da uygulanmaya başladığı devirde ulaşıyor. Yani gecikme yok! Taşbaskı, elyazması kitaba daha yakın. Daha önce kalıbı çıkmış bir seri harfi dizerek değil, elyazısıyla yazıp onu basıyorsunuz.
19. yüzyılda en çok basılan kitaplardan biri, ‘Risale-i Birgivi’ oluyor. Askerlerin ceplerinde taşıyabilecekleri boyda olanlar bile var. ‘Türkçe ilmihal’ diye bilinir. Dini alanda da kitap basma gereği duyulmuş demek artık.

BİR ZAMANLARIN ERASMUSLULARI: DİLOĞLANLAR
Türkçe elyazmalarının BnF’te toplanması nasıl olmuş?
Daha önce söyledigim gibi, ilk 150 eser özel kütüphanelerin satın alınışıyla giriyor. Bir de sefir olarak ya da başka görevlerle Osmanlı İmparatorluğu’na gitmiş kişilerin topladığı kitaplar var. Amaç öncelikle Türkçe kitap almak değilse de bulundukları yer sayesinde Türkçe ile de ilgileniyorlar. Özellikle Katip Çelebi’nin bibliyografik eseri ‘Keşfi’z-Zünun’ sayesinde benim bugün yaptığım işi yapıyorlar, yani seçip alıyorlar. Bazısı Türkçe bilmiyor belki ama biliyor ki, şu şu adamın kitabı çok önemli.

Geçenlerde sunumunu da yaptığım böyle çok ilginç biri var. 17. asırda Türkiye’de uzun seneler bulunmuş meşhur Antoine Galland. Onun günlüklerinde okuduğumuz bilgiler bu açıdan çok önemli. Bilimadamı Hezarfen Hüseyin Efendi o sıralar bir tarih kitabı yazıyor. Osmanlı’daki Avrupai çevreler, sefirler vs. bu adama çok değer veriyor. Fransız sefiri ona hediyeler sunuyor, davet ediyor, Hezarfen Hüseyin de yazdığı son kitabını sefire hediye ediyor. Sefir Türkçe bilmiyor ama Türkçe bilenler var etrafında. Koleksiyonlarımızda bu kitap var ama olan nüsha o olmayabilir, araştırıyoruz.



Diloğlanı çalışmasına örnek/Bnf-Gallica


Ayrıca İstanbul’a Türkçe öğrenmeye gönderilen, ileride resmi tercümanlık yapacak Fransız gençler var: ‘Diloğlanları’. Fransa’nın Osmanlı’da yetiştirdiği Fransız gençler. Ticaret de diplomasi de tercüman gerektiriyor. Diloğlanlarının bugün lisans tezi diyebileceğimiz ‘çeviri defterlerinin’ büyük kısmı bizim kütüphanede. Defterlerin bir yarısı Türkçe metinlerden yaptıkları çoğaltma, öteki yarısı ise metinlerin Fransızca tercümeleri. Lise çağındaki bu çocuklar İstanbul’a anne babasız eğitime gitmişler. Diloğlanları, bugün Erasmus programıyla gidenler gibi... Aralarından biri Müslüman olmuş, yaka paça Fransa’ya geri göndermişler “Müslüman oldu” diye. Bugün olsa, gizli servis o genç hakkında ‘İzlenmelidir’ dosyası açardı herhalde..

Elyazmalarının çoğu kütüphaneye satın alma yoluyla giriyor. Doğu Dilleri Okulu’nda ilk Türkçe kürsüsüne sahip Jean Deny Türkiye’deyken birçok elyazması toplamış. Ölümünden sonra onun özel kütüphanesi bize satıldı. Kütüphanelerini direkt bağışta bulunanlar da var, mesela Pertev Naili Boratav… Kendi yazdıklarını vasiyet edenler de oluyor, meşhur Dr. Rıza Nur gibi. ‘Hayat ve hatıratım’ başlığıyla basılmış kitabının elyazma nüshası ve operetleri bize bağışta bulunulmuş. Lakin Rıza Nur 1942’de ölmüş, bağış ise 1949’da yapılmış.

Bugün Türk koleksiyonunda toplam kaç parça var?
Türkiye’den alınan baskı kitap sayısı 30 bini aşkın. Tabii bu Türkiye hakkında ve Türkçe haricinde diğer dillerde yazılmış bilimsel çalışmaları veya Türkçe’den çevrilmiş eserleri içermiyor. Sadece Türkiye’den aldığımız kitap sayısı, senede ortalama 400-450 kalemdir. Dergiler hariç...
Elyazmalarını ise bir eser bazen birkaç kitaptan oluştuğu için, demirbaş numarası olarak verebilirim: İki binin üzerinde. Fransız elyazmaları bölümünde bazen Türkçe parçalar da bulunuyor. Tıpkı başlangıçta Fransız elyazmalarında yer alan, daha sonra bir televizyon çekimi sayesinde Türk elyazmalarına geçirdiğim, Kanuni Sultan Süleyman’ın I. François’ya gönderdiği ilk mektup gibi. Ya da az önce sözünü ettiğimiz Said Efendi’nin kral kütüphanecisi Bignon’a gönderdiği anlaşma...



Kanuni'den kalma elyazması/Bnf-Gallica



ELİMİZDEKİ EN YENİ EL YAZMASI YAŞAR KEMAL’E AİT
Elyazmalarının konuları neler?
En çok tarih, din ve edebiyattan oluşuyor ama her konuda eser var: Müzik, astronomi, tıp, coğrafya… Şairler, tarihçiler, din adamları… Meşhurlar arasında Baki’nin ve Fuzuli’nin eserleri mevcut. Yine Ali Şir Nevai, Katip Çelebi, Piri Reis.. Sonra Kanuni’nin ve başka birkaç sultanın fermanları hep kataloğumuzda. Bir kısmı, ‘otograf’ dediğimiz yani yazarın kendi elinden çıkmış, bir kısmı ise daha yaygın olan ‘müstensih’ kopyaları..

Koleksiyondaki en eski elyazması hangisi?
13. asırdan iki-üç parça var: ‘Kitabü’l-vuhuş’ fragmanları o asırların yazısıyla istinsah edilmiş. ‘Mukaddimetü’l-adab’ diye bir Arapça dil kitabı da var, yani Arap dili hakkında bilgi veriyor. Kıpçakça bir ‘Hüsrev ile Şirin’ de olmalı, o asırda kaleme alınan.

Peki en yeni elyazması?
Benim elyazmalarına bakmaya başladığım dönemde girmiş olan, Yaşar Kemal’in kendi eliyle yazdığı bir şiir… Hatta kendisi hayattayken, eşi Ayşe Balaban’a fotoğrafını gönderip teyit aldım. Şiir 1940’larda bir yerde çıkıyor fakat bunu elyazması olarak ne zaman yazdı tam bilemiyorum. Bana elyazmasını, burada yaşayan Mevlut Michel Bozdemir iletti, zamanında Paris’te çıkardıkları Anka dergisine vermiş Yaşar Kemal.

Yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?
Başlıca yaptığım şeylerden biri, belli bir politikanın yani kurumun aldığı kararla ortaya çıkan genel bir çizginin dahilinde Türkiye’den kitap almak. Bu kütüphaneye 1992’nin sonunda girdim ve 93’ten bu yana her yıl Türkiye’den kitap satın aldım. Kitapları zaman içinde değişik yöntemlerle seçtim. Önceleri yayın katalogları vardı, gazete kitap ekleri vs yoluyla yenileri izlerdim. Elle tutulur yayıncı sayısı ise azdı. Kimin ne yaptığı aşağı yukarı bilinirdi. Şimdi yayıncı sayısı inanılmaz arttı. Kalite konusunda çok dengeli olmayabilirler, bazen çok iyi şeyler üretiyorlar, peşindense birkaç tutarsız şey. Kitap alımının yanı sıra elyazma kitapların ve özellikle eski yazarların künyelerini çıkartmak da işimin bir parçası.

HAKAN GÜNDAY KİTAPLARINI BÜNYEMİZE ALDIK
Hangi alanlardaki matbu kitapları alıyorsunuz?
Dil, edebiyat, geniş anlamda da sanat hakkında araştırma seviyesindeki çalışmalar öncelik taşıyor. Bir de edebi eserler. Çağdaş yazar ve şairleri eskisi gibi izleyemiyorum, yeni çok isim var. Herkese de çeşit çeşit edebiyat ödülü veriliyor, o da kriter olmaktan çıktı! Ama Hakan Günday’ı mesela, Fransızca’ya çevrildiğinde keşfettim ve hemen bütün Günday’ları ısmarladım, toplu eser bulundurma amacıyla. Vakti zamanında yani 70’lerde, 80’lerde belli bir edebiyat zevkim, bilgim vardı, onları izliyorum. Edebiyat eseri olarak amacım 20. asır Türk edebiyatını bütçemin ve çalışma hızımızın elverdigi ölçüde (çünkü Türkçe için sadece iki kişiyiz) kapsamlı olarak temsil edebilmek.

Sizin için en ilginç elyazması hangisi?
Fransa’da ‘Binbir Gece Masalları’nı Fransızca’ya çevirmesiyle ünlü Antoine Galland’ın 1686’da yazdığı Türkçe bir kitap. Hezarfen Hüseyin’in Osmanlı Devleti teşkilatı hakkında yazdığı bir eserin transkripsiyonu (aşağıda). Galland kendi kafasındaki bir sistemle, Arap alfabesiyle yazılmış Türkçe’yi Latin harfleriyle yazmış ve tam 315 sayfa doldurmuş! Biraz Fransız imlası var, biraz da kendi uydurduğu bir tür transkripsyon alfabesi. Ama eminim bundan çok daha ‘ilginç’ bulacağınız birçok başka eser de mevcut ama şu an en taze aklımda olanı bu.



Bnf-Gallica


Galland, Atatürk’ten önce ‘kendi çapında’ Latin alfabesine geçmiş yani?
1928’de Türkçe, ilk kez resmi olarak Latin alfabesiyle yazılıyor. Ondan önce birçok kişi çevrimyazı olarak kullanmış. Galland ilk olmayabilir ama ilk kez bir kitap yazan o!

NASREDDİN HOCA ‘MÜNASEBETSİZLİK’ EDİNCE...
Matbu olarak en ilginç diyebileceğiniz eser hangisi?

Pertev Naili Boratav’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan 1995’te çıkan Nasreddin Hoca’sı. Pertev Bey, BnF’te Türkçe bölümü sorumlusu olduğumda kütüphanesini bize bağışlamak istediğini söylemişti. Kitaplarının bir kısmını kendi yaşadığı sürede verdi, bir kısmını ise çalışmaları sırasında ihtiyacı olduğundan öldükten sonra vermek istedi. Nasreddin Hoca’yı yazıyordu ölümünden az önce. Pertev Bey çalışmasını bitirip YKY’ye teslim ediyor. Ancak YKY bastıktan sonra piyasaya vermeden geri çekiyor kitabı. Çünkü kitapta araştırma amacıyla listelenen 594 fıkradan birinde camide ‘uygunsuz’ bir durumdan söz ediliyor! Yapı Kredi’deki, galiba bankacılar kurulu, “Müslüman müşteriler bunu protesto eder, paralarını bankadan çekerler” korkusuyla kitabı piyasaya çıkmadan toplatmayı beceriyor. Ayrıntıları tam hatırlamıyorum. Fakat yayınevi, kitap basıldığında Pertev Hoca’ya bir örnek göndermiş bulunuyor. Bu olaydan birkaç yıl sonra Pertev Bey vefat etti ve kütüphanesinin ikinci bölümü bize geçti. Kitaplar arasında, piyasadan çekilen Nasreddin Hoca çalışması da var. Ben bu kitabı Pertev Hoca’nın kurşun kalemle aldığı notlarla, buradaki ‘nadir eserler bölümü’ne teklif ettim. Bugün, üzerindeki notlar silinebileceğinden, özel izinle okunabiliyor. Bu arada bu kitabı olduğu gibi mi, yoksa bu ‘uygunsuz’ fıkrayı çıkararak mı bastı Türkiye Yayıncılar Birliği, emin değilim ama ben onu da aldım.

Türkiye’deki kurumlarla ilişkileriniz var mı?
Türk Tarih Kurumu, Atatürk Kitaplığı, bugünkü adıyla SALT yani eski Osmanlı Bankası Arşivleri, İstanbul Fatih’teki Millet Elyazma Eserler Kütüphanesi, Diyanet’in kütüphanesi İSAM zaman zaman çalıştığımız kurumlar. Şimdilerde Yunus Emre Enstitüsü ile bir işbirliği düşünüyoruz. Maalesef Ankara’daki Milli Kütüphane’yle pek bir ilişkimiz kalmadı. Orayı kimin yönettiğini bile bilmiyoruz, çok üzücü…

Sizin Türkiye ile ilişkiniz nasıl?
Türkiye doğup büyüdüğüm bir yer, bunun tamamen bilincinde ve sevincindeyim. Türkiye’de çok yakın kişilerim var.

İstanbullu Musevi bir ailenin çocuğusunuz. Evde Musevi İspanyolcası ya da Ladino diye de anılan Judeoespanyol konuşulmuş. Şimdi ise Fransa’da Türkçe ile hatta eski Türkçe ile süren bir iş hayatınız var. Sizce bu çok tesadüfi bir seçim mi?
Tesadüf değil tabii ki! Herhalde Türkiye’den ayrı yaşasam da biraz Türkiye’de kalmanın en rahat ve güzel yolunu buldum buraya Türkiye’nin bir parçasını taşımakla.. Ama bu çok, çok, çok uzun bir konu. Yazsam kitap olacak kadar uzun.

SARA YONTAN KİMDİR?
Robert Kolej’den sonra İsrail’de İngiliz ve Amerikan edebiyatı okuyan Sara Yontan, dilbilim üzerine yaptığı master eğitiminden sonra, 1980’de Fransız eşiyle Paris’e gelmiş. Paris’te ikinci masterini da dilbilim üzerine yapan ve eğitimi sırasında Fransız Türkolog Louis Bazin ile çalışan Yontan, bir Amerikan yayınevinde çalıştıktan sonra Fransa’nın ulusal araştırma kurumu CNRS’e bağlı Türk Etüdleri Enstitüsü’nün (Institut d’Etudes Turques) kütüphanesinde işe başlamış. Beş yıllık tecrübesinden sonra, bir ilan üzerine Fransa Milli Kütüphanesi BnF’e, enstitüdeki şefinin teşvikiyle başvurmuş. 23 yıldır BNF’te görev yapan Sara Yontan, bugün kurumun Türk koleksiyonları sorumlusu.
Radikal, Haber: Aslı Ulusoy-Pannuti, 20.01.2016

TİKA'DAN TARİHİ KİLİSE RESTORASYONUNA DESTEK

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Filistin’in Beytüllahim kentinde, Hristiyanlarca Hz. İsa’nın doğduğuna inanılan Doğuş Kilisesi'nin restorasyonu amacıyla kurulan fona destek sağladı.

TİKA'dan yapılan yazılı açıklamaya göre, en son Osmanlı Devleti idaresinde restore edilen Doğuş Kilisesi'nin bakım ve onarımın gerçekleştirilmesi için Kudüs’teki Yunan Ortodoks Patrikhanesi, Terra Santa Katolik Kilisesi ve Ermeni Ortodoks Patrikhanesiyle birlikte çalışacak bir uluslararası restorasyon komitesi kuruldu. 

Bağışçı ülkelerden toplanan fonla başlanan restorasyon için, Kudüs’ün kültürel zenginliğini korumak amacıyla TİKA, uluslararası restorasyon komitesine katkıda bulundu.

Hasar görmüştü
İncil'e göre, Hz. İsa Beytüllahim'de bir mağarada doğdu. 300 yıl sonra buraya inşa edilen Doğuş Kilisesi, Hıristiyanların en kutsal mekanlarından biri kabul ediliyor. Restorasyon çalışmaları süren kilise, 2002 yılında sığınan 200 Filistinli nedeniyle İsrail Ordusu tarafından kuşatılmış ve Vatikan'ın çağrılarına rağmen saldırılar sırasında hasar görmüştü.

Anahtarı 150 yıl boyunca Müslüman ailede kalmıştı
Doğuş Kilisesi yüzyıllar boyunca Hristiyan Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında da bir rekabete neden olmuştu. Doğuş Kilisesi'nin anahtarını elinde bulundurup kapıyı açma yetkisi, 1520’lerde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Katolik papazlara verilmişti. Yetki, 1630’larda Rum Ortodokslara devredilmiş ve kilisenin kapısını 1850’lere kadar her sabah Ortodokslar açmıştı. 

Rusya ve Fransa’nın 1850’lerde Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerinde koruyuculuk talepleri iki mezhebi yine karşı karşıya getirmişti.

Bu çekişmeye Sultan Abdülmecid Han çıkardığı bir ferman ile son vermişti. Fermanla 1852’de kilisenin kapısındaki kilidi değiştirilmiş ve anahtarın papazlarda değil, Beytüllahim’in önde gelen bir Müslüman ailesinde, Hüseyniler’de bulunmasını emretmişti.

Yaklaşık 150 sene Doğuş Kilisesi bu Müslüman ailenin mensuplarınca açılmıştı. İsrail ordusunun 2002 yılında kiliseyi kuşatmasının ardından, Kudüs Rum Patriği tarafından kilit değiştirilerek, bu gelenek sona erdirilmişti.
Akşam, 19.01.2016

EN PAHALI ESER, NEŞET GÜNAL'IN "YAŞANTI"SI

Türk modern ve çağdaş sanatının önemli ustaları ile dünya müzelerinde yer alan çağdaş sanatçıların eserleri, önceki gün düzenlenen 34. Beyaz Müzayede’de satışa sunuldu.

Müzayedede en yüksek fiyatlı eser 500 bin TL’lik satışla Neşet Günal’ın ‘Yaşantı II’adlı eseri oldu. Bu eserin daha büyük ve kapsamlı bir benzeri olan 'Yaşantı I' Sabancı Koleksiyonu’nda yer alıyor.



Kırmızı Kahve, Bedri Rahmi Eyüboğlu


NEREDEYSE HEPSİ SATILDI
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1975 tarihli ‘Kırmızı Kahve’, 350 bin TL’ye satılarak müzayedenin ikinci en yüksek fiyata satılan eseri oldu. Kırmızı Kahve’nin aynı ebatlı ve aynı konulu bir benzeri olan ‘Han Kahvesi’ ise İstanbul Modern Koleksiyonu’nda yer alıyor. 



Nü ve Kedi, Ömer Uluç


300 bin TL’lik satış rakamlarıyla, en yüksek fiyatlı üçüncü eser ise 2010’da hayatını kaybeden Ömer Uluç’un 1988 tarihli, ‘Nü ve Kedi’ isimli eseri ile Fahrelnissa Zeid’in ‘Pastoral Senfoni’ isimli eseri oldu.



Fahrelnissa Zeid, Pastoral Senfoni


Komet’in iki senede tamamladığı, bugüne kadar yaptığı en büyük iki eserden biri olan ‘Gülü Ver; Bindik Bir Alamete’ isimli eseri ise 275 bin TL’ye alıcı bulurken Cevat Dereli’nin ‘Balıkçı, Kedi ve Martı’, 225 bin TL’ye satıldı.



Gülü Ver; Bindik Bir Alamete, Komet

Hürriyet, 19.01.2016

İŞTE ASPENDOS GERÇEĞİ: KORUMA BAHANE, KAR ŞAHANE!



UNESCO Kültür Mirası listesine aday gösterilen Aspendos antik tiyatrodaki cavea (antik tiyatroda seyircilerin oturduğu bölüm) basamaklarının restorasyon ile değiştirilmesi tartışılmış ve taşların orjinale en yakın olduğu bakanlık tarafından açıklanmıştı. Tarihi tiyatroyu yıllar sonra geçen hafta yeniden gezdim. Tiyatroya girdiğinizde gözünüze ilk çarpan o beyazlıklar oluyor. Görüntü kirliliği başınızı döndürüyor. 2000 yıllık tarihi tiyatro için bu çok mu gerekliydi? Cavea basamaklarının değiştirilmesi tarihi yapının statiğine bir katkısı olacak mı? Yoksa konserler, gösteriler için kiraya verilen yapıda daha fazla kazanç elde etmek miydi amaç?

AMAÇ YAPIYI KORUMAK OLMALI
Aspendos’ta restorasyonda kullanılan malzemeyi beyaz mutfak mermerine benzetmek fazlasıyla absürt. Restorasyonda tamamlama yapılır. Amaç anıtı korumak ve sürekliliği sağlamak, yapıyı gelecek kuşakların da görebileceği dayanıklılığı kazandırmaktır. Bu ilke restorasyonların ana yasası olarak kabul edilen Venedik Tüzüğü’nde restorasyonun asıl amacı olarak tarif edilmektedir. Venedik Tüzüğü, tarihi yapıların korunması ve restorasyonu hakkında uluslararası bir çerçeve belirleyen, Mayıs 1964'te kabul edilen bir anlaşmadır. Türkiye bir yıl sonra bu tüzüğü kabul etmiştir.

EN DOĞRUSU YAPILDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı Aspendos antik tiyatrodaki tartışmanın akabinde kamuoyuna bir açıklama gönderdi. O açıklamada şöyle deniliyordu; “tiyatronun orijinal basamaklarından numune alınmış ve çeşitli bölgelerdeki taş ocakları araştırılarak söz konusu numunelere uygun taş örnekleri toplanmıştır. Sonrasında orijinal taşın ve örnek alınan numunelerin analizleri yapılmak üzere laboratuvara gönderilmiştir. Laboratuvar sonuçları doğrultusunda ve Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun yerinde yaptığı inceleme sonucu “eksik taşların yerine, laboratuvar testleri sonucu, renk, doku gibi fiziksel özelliklerinin yanında, basınç dayanımı, kütlece su emme, yoğunluk vs mekanik özellikleri ile de özgün taşlara en yakın özelliklere sahip, homojen yapıda, “Korkuteli Beji” rengindeki kireç taşının kullanılması” kararı alınmıştır.

AMAÇ DAHA FAZLA SEYİRCİ
Bakanlık teknik olarak bu taşın en doğru taş olduğunu ve bilimsel olarak en doğru restorasyon olduğunu açıkladı. Çok da itiraz yükselmedi. Koruma Kurulu’na ve bilim insanlarına hepimiz güvenmek zorundayız. Restorasyonun bilimsel tartışmasını da onlar yapsın. Ancak başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Yenilenen basamakların tamamı üst caveada yer alıyor. Restorasyon öncesinde anıtın içindeki gösterilerde bu bölüme seyirci alınmazdı. Yaklaşık 2 bin 500 kişilik alt caveaya zaman zaman 5 bin kişinin alındığı müfettiş raporlarına da yansımıştı. Aspendos gösteriler, konserler için kiraya verilen, gelir elde edilen bir anıt yapı. Yani sadece müze ziyareti ile değil mekansal kiralama ile de bakanlığın kazanç kapısı. Gerek bakanlık yetkilileri gerekse restorasyonda görev alan teknik personelden aldığım bilgi restorasyon için değiştirilen basamakların yapının statiğini güçlendirmeye yönelik faydası olmadığı yönünde. Her ne kadar buralardan yapının içine su gidiyordu ve içten yapıyı yıpratıyordu gibi bir bahane sunulsa da, asıl sorun yapının arkasındaki drenaj siteminde olduğu bir gerçekti. Drenaj yapısı zaten değiştirilmiş. O halde fazla seyirci kabul etmek, yüksek kazanç elde etmek için anıt eserde bu değişikliği yapmak Venedik Tüzüğü’ne aykırı. Tüzüğün altıncı maddesi şöyle diyor; ‘’Anıtın korunması, ölçeği dışına taşmamak koşuluyla çevresinin de bakımını içine almalıdır. Kütle ve renk ilişkilerini değiştirecek hiçbir yeni eklentiye, yok etmeye, ya da değiştirmeye izin verilmemelidir.’’

GÖRÜNTÜ DEĞİL DÜŞÜNCE KİRLİ
İşte Aspendos gerçeği bu. Amaç daha fazla seyirci almak, daha yüksek kazanç elde etmek. Anıtın korunması ‘’amacı’’ yok denecek kadar az. Bu nedenle görüntü kirliliği olarak karşımıza çıkan Aspendos restorasyonunda asıl sorun ‘’düşüncenin çamur’’ olmasıdır.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.01.2016

LAODİKYA'DA BİNLERCE ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI



Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin Türkiye’de ilk kez Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığı protokolle işletmesini üstlenip, kazı çalışmalarına destek verdiği Laodikya antik kentinde 12 yılda 3 bin 663 eserin gün yüzüne çıkarıldığı açıklandı.

19 Ağustos 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokolle Denizli Büyükşehir Belediyesi’ne devredilen Laodikya antik kentinde 2015 yılı kazı çalışmaları tamamlandı. Türkiye’nin önemli antik kentlerinden olan Laodikya’da her yıl gözle görünür değişimler yaşanırken, bugüne kadar binlerce tarihi eser de gün yüzüne çıkartıldı. Bu kapsamda 2003-2007 arasında bin 267, Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiği 2008-2015 yılları arasında ise 2 bin 396 olmak üzere toplamda 3 bin 663 eserin ortaya çıkartıldığı Laodikya antik kentinde bir çok eserin de restorasyonu gerçekleştirildi.



Laodikya Kazı Heyeti Başkanı ve arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Celal Şimşek başkanlığında kazı ve restorasyonu sürdürülen antik kentte geçtiğimiz yıl Stadyum Caddesi, İmparator Traian Çeşmesi, Traian Çeşmesi Meydanı, Atriumlu Yönetici Binası, Merkezi Propylon, Kuzey (Kutsal) Agora, Güney Portik, Laodikya Kilisesi’nde çalışmalar yapıldı. 2015’te gün yüzüne çıkarılan bin 900 yıllık Su Yasası, Dokuma Tanrıçası Athena Heykeli ve Roma Tanrısı Ianus Heykeli büyük dikkat çekerken 2015 yılında 19 eserin de restorasyon-konservasyon çalışmaları tamamlandı.
Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikya’da yakalanan başarının yerel yönetimlerle iş birliğinin bir göstergesi olduğunu belirterek, bugüne kadar antik kente emeği geçen başta önceki dönem Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ve Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere herkese teşekkür etti.



Antik kentte Denizli’nin geçmişine dair binlerce eserin gün yüzüne çıkarıldığını kaydeden Başkan Zolan, "Geçmişte yılda 2-3 ay kazı ve restorasyon yapılan antik kentteki çalışmalar Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiği günden itibaren yılın 12 ayı devam etti. Kazılar ve restorasyon çalışmaları hiç durmadı. Antik kent hızla gün yüzüne çıkmaya devam etti. Yerel yönetim olarak Laodikya ile de Türkiye’ye örnek olacak bir başarının altına imza attık. Emeği geçen herkesi kutluyorum" dedi.

      
Milliyet, 18.01.2016
ODUNPAZARI KAYMAKAMLIĞI, KÜLTÜR MERKEZİNE KİLİT VURDU

Odunpazarı Kaymakamlığı, CHP’li belediyenin kültür merkezi ve nikah salonu olarak kullandığı külliyenin kapısına kilit vurarak kapattı.

Eskişehir Odunpazarı Belediyesi’nin 2007 yılından bu yana nikah salonu ve kültür merkezi olarak kullandığı Kurşunlu Külliyesi, bugün akşam saatlerinde gelen Odunpazarı Kaymakamlığı görevlileri tarafından kapısına kilit vurularak kapatıldı. Avukat olan Odunpazarı'nın CHP'li Belediye Başkanı Kazım Kurt külliyenin önünde gazetecilere yaptığı açıklamada uygulamanın yanlış olduğunu savundu.

SERGİ VARKEN BOŞALTMIŞLAR
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait Kurşunlu Külliyesi’nde belediyenin kiracı olduğunu, vakıfların talebi üzerine kaymakamlıktan gelen görevlilerin külliyenin kapısına kilit vurduğunu belirten Başkan Kurt şunları söyledi: "Burada Adnan Menderes Anaokulu öğrencilerinin sergisi var. O sergi sırasında kaymakamlıktan ve emniyetten gelen görevliler burayı boşalttırmış ve kilidi değiştirmiş.


Bizim bu konuda mahkemeye müracaatımızla yürütmeyi durdurma kararımız olmasına rağmen. Odunpzarı Belediyesi olarak 2007’den beri kiracıyız. Bize ’Bu yıl için kira sözleşmesini yenilemeyeceğiz, siz buradan çıkın’ dediler. Biz de ihtiyacımızın devam ettiğini, buradan çıkamayacağımızı söyledik. Ancak bunu dinlemediler. Ocak ayının 15’ine kadar burayı boşaltmamızı istediler. Biz de idari mahkemesine müracaat etmek suretiyle yürütmeyi durdurma kararı aldık."

’AÇILINCAYA KADAR BURADA OTURACAĞIM’
Kaymakamlığın külliyeyi kapatma işleminin hukuka ayrı olduğunu savunan Kazım Kurt, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Kaymakamlığın işleri yanlıştır, hukuka aykırıdır, kiracılar arasındaki ilişkide idari işle olmaz. Nitekim mahkeme de bunu doğrulamıştır. Biz kararı kendilerine tebliğ etmeye gönderdik ama sanırım tebliği almak istemiyorlar.

Bu işlevin düzene girmesi için ben de burada bekliyorum. Burası açılıncaya kadar oturacağım. Çünkü, kiracılık sıfatımız devam ediyor, mahkeme kaymakamlığın yaptığı işlemin yanlış olduğuna dair bir yürütmeyi durdurma kararı vermiş, buna herkesin uyması gerekir."

"KİMİ RAHATSIZ ETTİ BİLMİYORUM"
Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, gazetecilerin kapatma olayında kasıt olup olmadığını sorması üzerine "Kasıt var herhalde ki bu 10 yıldır Adalet ve Kalkınma Partili bir belediye iken kimsenin rahatı kaçmadı, ama bize gelince rahata kaçmaya başladı. Geçen yıl kira miktarımızı çok yüksek oranda arttırdılar, bu yıl da böyle bir işlem yapıyorlar. Biz buradan Odunpazarı halkına yardım etmeye, destek olmaya gayret ediyoruz. Buradaki kültür etkinliklerini, sergileri ve en önemlisi nikah işlemlerini yapıyoruz. Herhalde şimdi bunları engellemek istiyorlar. Kimi rahatsız ettik bilmiyorum" diye konuştu.


Belediye olarak tarihi Kurşunlu Külliyesi’nin bakımını yaptıklarını anlatan Kazım Kurt, "Odunpazarı Belediyesi’nden başka bir güç, bu külliyeyi onaramaz, bakımını yapamaz hatta şu içerideki çimi sulayamaz bile. Ama biz burada haklı bir durumdayken mağdur edilmeye çalışılıyoruz. Bunu protesto ediyorum" dedi.

"GEREKÇELERİ YOK"
Başkan Kurt, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün kendilerini çıkarmada bir gerekçelerinin olmadığını söyleyerek şöyle konuştu:

"Gerekçeleri yok. Zaten hukukta bunun gerekçesini sorar. Yani niçin boşaltıyorsunuz? Normal sivil ilişki olsa işte ’Oğlum Almanya’dan geldi boşalt’ diyordular. Şimdi böyle bir şansı olmadığına göre Vakıfların burada çok daha haklı bir nedeninin olması lazım. Ama maalesef yok. Burası Kütahya Vakıflar bölge Müdürlüğü’ne bağlı. Polis nezaret etmiştir ama esas kaymakamlık görevlileri gelip uygulama yapmış. Kaymakamlık mahkemenin kararını yerine getirmek zorunda. Yani yetkisi olmayan bir işlem yapmış bir idare pozisyonunda şu anda. Bunu eski hale getirip burayı açıp, bize anahtarını vermesi gerekir."
Hürriyet, Haber: Eyüp Kelebek, 18.01.2016



******


CHP'Lİ ODUNPAZARI BELEDİYESİ'NİN KÜLTÜR MERKEZİNE VURULAN KİLİT KALDIRILDI

Eskişehir'de Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün kapısına zincirli kilit vurarak kapattığı merkez Odunpazarı Belediyesi'nin nikah salonu ve kültür merkezi olarak kullandığı tarihi Kurşunlu Külliyesi'nin kapısı, Vali Güngör Azim Tuna'nın talimatıyla açıldı. Odunpazarı Belediye Başkanı CHP'li Kazım Kurt, dışarıda kıyacağı bir çiftin nikahını kapının açılmasının ardından içeride kıydı.

CHP'li Odunpazarı Belediyesi'nin kültür merkezi ve nikah salonu olarak kullandığı Kurşunlu Külliyesi, Odunpazarı Kaymakamlığı görevlileri tarafından dün kapısına kilit vurularak kapatıldı.

Avukat olan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt külliyenin kapatılmasının hukuka aykırı olduğunu savunarak külliye önünde oturma eylemi başlattı. Başkan Kurt'a destek için gelenler külliye önünde çadırlar kurdu, sokakta yaktıkları ateşin etrafında ısınmaya çalıştı. Başkan Kurt ve beraberindekiler sabaha kadar külliye önünde bekledi.

VALİ BASIN TOPLANTISI DÜZENLEDİ
Eskişehir valisi Güngör Azim Tuna da düzenlediği basın toplantısında Külliyeye Valilik olarak kendilerinin talip olduğunu açıkladı. Tuna, saat 14.30'daki nikahın külliye içerisinde kıyılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileriyle görüşüp kapının açılmasını sağlayacağını, vatandaşların mağdur edilmeyeceği söyledi. Tuna şöyle konuştu:

"Bir bardak suda fırtına koparmasınlar. İncir çekirdeğini doldurmayan bir konu gündemimizi meşgul ediyor. Biraz şova kaçan hareketlerle günümüzü geçiriyoruz. Büyütülecek bir konu değil, hukuksuzluk yok. Burası Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde. Aralık ayında müdürlük kira süresini uzatmayacağını yazıyor belediyeye tabi ki belediye burayı boşatmak istemiyor. Boşlatma konusunda bizden kaymakamlıktan yardım istedi Vakıflar Genel Müdürlüğü. Buranın rıza ile boşaltılmasını istediler başta ama bu süre içinde boşaltılmadığı için bu uygulama yapıldı. Bir nikah ya da önceden kiralanmış bir durum varsa, onlara yardımcı olabiliriz. Hatta istiyorlarsa şimdi de nikah için kapıyı açabiliriz."

KAPI AÇILDI, NİKAH KIYILDI
Külliye'de saat 14.30'da kıyılacak olan bir nikah töreni için Odunpazarı Belediyesi görevlileri kilitli olan kapının önüne nikah masasını kurdu, sandalyeler getirdi. Başkan Kazım Kurt da nikah hazırlıklara başladığı sırada saat 14.30 sıralarında vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden gelen görevliler kilitli kapıyı açıp nikahın içeride kıyılabileceğini belirtti. Başkan Kurt, nikahları kıyılacak olan Sevda Gün ve Mehmet Ali Aktaş, yakınları ile dışarıda toplanan kalabalık külliye içerisine girdi. Kalabalık 'Direne direne kazandık' diye slogan attı.

Belediye Başkanı Kazım Kurt'un kıydığı nikahta CHP İl Başkanı Sinan Özkar da şahitler arasında yer aldı. Nikahları kıyılan Sevda Gün (Aktaş) ile Mehmet Ali Aktaş çifti "Davetli çağırmamıştık. Nikah sonrası düğün yapacaktık. Bu nikahı aile arasında kıyacağımızı düşünürken böyle bir kalabalıkla karşılaştık. Çok şaşırdık ama bir yandan da bu kadar kişinin nikahımıza gelmesi bizi mutlu etti" dedi.

Belediye Başkanı Kazım Kurt, nikah için açılan külliyenin dün Vali Güngör Azim Tuna ve AKP Milletvekili Harun Karacan'ın da katıldığı anaokulu sergisinden 1-2 saat sonra kapatıldığını söyledi. Kurt, bugün tekrar açılan külliyenin bundan sonra da açık kalacağını ifade ederek, "Bu konuda idare mahkemesine davamız var. Mahkeme sonuçlanana kadar külliyenin bizde kalması gerekir" diye konuştu.
Radikal, Haber: Eyüp Kelebek, 19.01.2016

ARPAZ KALESİ YIKILMAK ÜZERE

Arkeofili’nin haberine göre; Osmanlı dönemi izlerini de barındıran ve Anadolu’da örneğine az rastlanan Arpaz Kalesi, yıkılarak yok olmak üzere. Kalenin kamulaştırılmayarak restore edilmediği her gün, kaleyi ömrünün sonuna yaklaştırıyor. Oldukça harap haldeki kale her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.

İnşa tarihi kesin olarak bilinmeyen kalenin, 2. Mahmut döneminde Rodos’a ıslahata gönderildikten sonra yanında 20 civarı usta getiren Hacı Hasan Bey zamanlarında onarıldığı düşünülüyor. Zira onarımı yapan ustaların Rodos’tan gel­miş olmaları kulenin modern havasından da anlaşılabiliyor. Rodoslu ustaların hünerleriyle yükselen kale, güvenlik kulesi, ambarı, ahırları ve müştemilatı ile bir şatoyu andırmaktadır.


Sözcü, 18.01.2016
DEFİNE AVCILARI TARAFINDAN TOPRAKTAN ÇIKARILAN DEVASA VİKİNG HAZİNESİ HALKA AÇIK OLARAK İLK KEZ SERGİLENDİ

Amatör Tresure Hunter(define avcıları) tarafından, Ekim ayında keşfedilen altın ve gümüşten oluşan etkileyici Viking ve Sakson hazine stokları British Museum’da(İngiliz Müzesi) halka açık olarak ilk kez sergileniyor. Definenin 19.yüzyılda Vandallar Savaşı ve Güney İngiltere’deki ayaklanmalar sırasında gömüldüğüne inanılıyor.

Bilindiği üzere Watlington Definesi; parça altın, gümüş kol halkası, gümüş külçe ve Wessex Kralı Büyük Alfred ve Mercia Kralı 2.Ceolwulf tarafından basılan madeni paralar dahil ol
mak üzere toplamda 200’den fazla parçadan oluşuyor. Yalnızca 180 adet sikkenin her birinin değeri 2.500 Avro’ya(3.788 Amerikan Doları)çıkarken, toplamda tahmini değerleri 450.000 Avro’yu(947.000Amerikan Doları) bulmakta.

Emekli reklam yöneticisi James Mather, defineyi Watlington yakınlarındaki bir çiftlikte metal dedektörle donanmış halde ararken buldu, değerini arazi sahibi ile paylaşmak için alacak.

Definenin gerçek sahibi her kimse muhtemelen, Anglo-Saksonların Kuzey Thames Vikinglerini Doğu Anglia içlerine itmeye başladığı 870’lerin sonlarında defnedildi. 878 öncesinde, Vikinglere Danimarka üzerinden saldırılar artıyordu. Anglo Saksonlar Güney İngiltere üzerinde yeniden saltanatını kurmaya başladı ve 878 yılında Edington’da savaşın akıbetini belirleyecek bir muharebeyi kazandı. Uzmanlar, savaş sonrası Anglo Saksonlardan kaçan bir Viking’in defineyi Doğu Anglia’dan Wiltshire ve Dorset’e uzanan antik yol üzerinde kuzeye doğru gömdüğünü iddia ettiler.



Büyük Alfred’i gösteren bir gümüş sikke(kamu malı)

Sikkelerin bir yüzü İmparatorun büstünü gösterirken, diğer yüzünde ise Kral Alfred ve 2.Ceawold yan yana oturuyor haldedir. Geçmişten beri krallıkları birbirine düşman olmasına rağmen,Vikingleri yenmek için müttefik haline geldiler.

Daha sonra, Alfred Mercia’yı fethetti, Ceawulf’u aptal ve Viking kuklası olarak çağırdı.

Erken Ortaçağ sikkelerinin British Museum küratörü, Gareth Williams: ’’ Bu sadece bir başka büyük parlak define değil. Galibi tarafından kasten kötü temsil edilen sürecin daha karmaşık bir politik resmini gösteriyor.”

İngiliz tarihinin bu kısmı tam olarak bilinmemekte ve madeni paralar Alfred’in Batı Saksonlar ile Ceowulf’un Doğu Anglianları ile koalisyonu hakkında fikir vermekte dedi. İttifak keskin bir biçimde dağıldı ve Ceawolf, 5 yıllık saltanatı ve Alfred’in hakaret kayıtları dışında tarihten tamamen silindi.



Büyük Alfred’in Winchester’deki heykeli; Ünlü İngiliz krallarından biri olarak kabul edilir.


20 yılı aşkın süredir Matter metal keşfi ile uğraşmakta. Geçen ekim ayında tüm gün önemli bir şey bulamamışken nihayet daha once British Museum’da(İngiliz Müzesi) bir benzerini gördüğü, gümüş olduğunu tahmin ettiği bir Viking külçesine rastladı. Çukuru kazdı ve sikke yığınını gördü. Çukuru doldurdu ve sonra keşfini kaydetmek için taşınabilir antika planı yerel temsilcisini aradı. BBC’ye, keşfi kontrol etmeye ve bozulmadığından emin olmak için haftasonu birçok defa çiftliğe gittiğini söyledi.

Ertesi hafta keşif memuru David Williams, toprağı kazdı ve hazineyi saran kil bloğunu kaldırarak fırın tepsisine yerleştirdi ve bir bavul içinde Londra’ya getirdi.

Müze korumacısı Pippa Pearce, bazı sikkelerin kenarlarından tutulamayacak kadar küçük olduğunu söyledi.

Hazinenin İngiliz yasalarına göre tutanakları tutuldu. British Museum(İngiliz Müzesi) ve Oxford’daki Ashmolean Müzesi hazineyi satın almak için müzakere içinde ve hazine 2010 yılında Frome Somerset’de çömleklerde bulunmuş 52.000’den fazla Roman sikkesiyle beraber sergilenmekte.

2015’e kadar 113,784 taşınabilir antik eser rapor edildi, 1008 tanesi hazine keşfi olmak üzere.



52.000’den fazla Roman sikkesi olan Frome definesi ile Watlington definesi British Museum’da(İngiliz Müzesi) sergileniyor.

nereye.com.tr, Kaynak: ancient-origins, Çeviri, Kübra Çiftçi, 17.01.2016

KAYSERİ'NİN KÜLTÜR VARLIKLARI KORUNUYOR

Kayseri Valisi Orhan Düzgün, kentteki kültür varlıklarının korunması, restorasyonu ve muhafaza edilmesi amacıyla son 10 yılda Kayseri Valiliğince, kültür varlıklarının korunması katkı payından, başta belediyeler olmak üzere tarihi yapıların restorasyonunu gerçekleştiren kamu kurumlarına 36 milyon TL’lik destek sağlandığını söyledi. 

Vali Düzgün, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun hükümleri kapsamında kültür ve tabiat varlıklarının korunması amacıyla emlak vergilerinden katkı payı tahsil edildiğini ve bu paranın Kayseri Valiliği Yatırım izleme ve Koordinasyon Başkanlığı bünyesindeki bir hesapta toplandığını hatırlattı.

2006 yılından bu yana 36 milyon TL tutarındaki fonun Kayseri’nin kültür varlıklarının korunması ve restorasyonu için hazırlanan projelere kaynak oluşturduğunu kaydeden Vali Düzgün, bugüne kadar Kültür Bakanlığı projeleri ile kamu kurumları ve belediyelerin projelerinin hayata geçirilmesinin sağlandığını ve pek çok projenin sonuçlandırılarak Kayseri’nin kültür mirasına sahip çıkıldığını ifade etti.

Vali Düzgün, önemli bir kültür ve tarih mirasına sahip Kayseri’de bu mirasa sahip çıkarak gelecek nesillere aktarılmasının önemini vurgulayarak, şu bilgileri verdi:
“Pek çok medeniyetin yaşadığı, farklı kültürlerin bir araya geldiği ilimiz toprakları, kültürel miras açısından Türkiye’nin en önemli coğrafyaları arasındadır. Kültür varlıkları açısından zengin ilimizde, onların korunarak tanıtılması ve gelecek kuşaklara aktarılması konusunda herkese sorumluluk düşmektedir. Bu bilinç ve sorumlulukla bu alanda yapılan çalışmaları yakından takip ediyoruz. 2006 yılından beri kültür varlıkları katkı payında toplanan yaklaşık 36 milyon TL, amacına uygun projelerin hayata geçirilmesi için kullanıldı. 2006 yılında beş, 2007 yılında altı, 2008 yılında beş, 2009 yılında ondokuz, 2010 yılında kırk, 2011 yılında yirmi dört, 2012 yılında otuz dört, 2013 yılında onbir, 2014 yılında sekiz, 2015 yılında ise 26 çalışma yürütülmüş ve katkı payından sağlanan kaynaklarla kamulaştırma, restorasyon, korunma ve muhafazaya yönelik hazırlanan projeler sonuçlandırılmıştır”

Vali Düzgün, insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen kültür varlıklarının tahribatına ya da yok olmasına göz yumulamayacağına işaret ederek, Kayseri’de yürütülen çalışmaların sonuçlarının kendilerini mutlu ettiğini söyledi.

Vali Düzgün, Kayseri merkez başta olmak üzere Bünyan, Develi, Felahiye, İncesu, Yeşilhisar, Tomarza, Talas ve Pınarbaşı ilçelerinde gerek Kültür Bakanlığı gerek Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı gerekse de belediyeler eliyle projeler hazırlanarak kültür varlıklarının gelecek nesillere taşınmasının sağlandığını sözlerine ekledi.
Akşam, 17.01.2016

PROF. KLAUS SCHMİDT'İN EŞİNDEN KÜLTÜR TACİRLERİNE: "BİZ GÖBEKLİTEPE'DE OYUNCAK ARABA BULMADIK"

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetki verdiği tek satış merkezi “Müzeden Hediye” adlı internet sitesinde, “kültürel hediyeler” sloganıyla, Türkiye’nin kültür varlığından esinlenerek üretilmiş hediyelik eşyalar, farklı ücretler karşılığında satılıyor. Ancak içlerinde öyleleri var ki, o kültürel varlıkla ilgili uzmanları şaşkınlığa düşürdü.

Sitedeki Göbeklitepe Koleksiyonu’nda, anahtarlık, kupa, kitap ayraçlarının yanında, “Göbeklitepe Heykel Oyuncak Araba” adıyla bir ürün, 25 TL karşılığında satılıyor.

Uzun yıllar Göbeklitepe kazılarını yürütmüş, 2014 yılında yitirdiğimiz kazı başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt’in 20 yıllık çalışma arkadaşı ve eşi, arkeolog Çiğdem Köksal-Schmidt, böyle bir ürünün Göbeklitepe’yle bağdaştırılarak satılmasına tepki gösterdi.

“Biz Göbeklitepe’de oyuncak araba ne zaman bulduk, hem de kilden?” diyen Çiğdem Köksal-Schmidt, yapının tarihi gerçeklerinden soyutlanarak ticarileştirilmesine tepkili.

“Göbeklitepe’de böyle bir eser bulunmadı, o dönemde bu tür eserler yok. Ancak sonraki Kalkolitik Bronz Çağlarında bulunur bu tür minyatür arabalar ve benzerleri.

Kültür varlıklarının isimlerini vererek ticaret yapmaya kalkışılması, kültür varlığının daha iyi anlaşılmasına ya da korunmasına bir fayda getirmiyorlar. Aksine bir kitsch’leşme başlıyor. Buna Göbeklitepe’nin hiç ihtiyacı yok ve Klaus da bu konuda çok itina gösterirdi.”

Çiğdem Köksal-Schmidt, kimi haber sitelerinde bu ürünün “Göbeklitepe’deki kazılarda çıkarılan oyuncak araba da birebir boyutlarıyla koleksiyonda” diye tanıtıldığını aktararak, “Müzeden Hediyeler” sitesinin yaptığı, suiistimal olarak niteledi ve bu yanlışın düzeltilmesini istedi.

Ayasofya’yla zeytinyağının ne ilgisi var?
Sitedeki ilginç ürünlerden bir diğeri “Ayasofya Desenli Zeytinyağı”. 150 TL karşılığında satılan zeytinyağı “ürünün hikayesi” denilen şu açıklamayla satılıyor:

“En kaliteli yemeklik zeytin olan Tirilye zeytini ile çini sanatının en güzel buluşması sofralarınıza taşınıyor. Dervişlerin kıyafetlerinden esinlenen desenleri ve çini sanatının geleneksel motiflerini birleştiren şişeleri ile hem gözünüze hem damağınıza kültürel bir keyif yaşatın.”

Siteden, yine 150 TL’ye Topkapı Sarayı Desenli Zeytinyağı, Noel Baba Desenli Zeytinyağı, Kapadokya Desenli Zeytinyağı ya da İstanbul Desenli Zeytinyağı da satın almak mümkün.

“Müzeden Hediyeler”, “BKG-Kültürel Mirasın Yeniden Keşfi” adında bir markanın. Bu marka, internet sitelerinde kendini şöyle tarif ediyor:

“T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 117 müze ve ören yerinin ticari alanlarının işletme yetkisine sahip olan BKG, müze perakendeciliğini 2009 yılından itibaren Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) adına yürüten tek marka ve bu alanda faaliyet gösteren Türkiye’nin ilk özel iştirakidir.”
nereye.com.tr, 17.01.2016

ZEUGMA MOZAİKLERİ FLAŞ SALDIRISINA MARUZ KALDI

  

Dünyanın sayılı mozaik müzelerinden Gaziantep Zeugma Müzesi'nde flaş katliamı yaşandı. Gaziantep’e özgü kutnu kumaşının tanıtıldığı defile Zeugma mozaiklerinin bulunduğu salonda yapıldı. Birbiri ardına patlayan fotoğraf makinesi flaşları ve kamera ışıklarının mozaiklere vereceği zarar hiç hesaplanmadı.

Flaş ışıklarının tarihi eserlere vereceği zarardan ötürü tüm müzelerde olduğu gibi Zeugma Mozaik Müzesi'nde de flaş ile fotoğraf çekilmesi yasak olmasına rağmen defile için bu yasağın ihlal edilmesi şaşkınlık yarattı.

Gaziantep’in tanıtımına katkı sağlamak amacı ile kutnu kumaşı defilesinin yapılması takdir ile karşılanırken Zeugma Müzesi'nde yapılması ise hayret ile karşılandı.



Daha öncede topuklu ayakkabılar ile mozaikler üzerine basan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in mozaikleri flaş ışıklarına maruz bırakılmasına sebep olması kaş yaparken göz çıkarmak olarak değerlendirildi.

Müzedeki defileye Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in katılması ve flaşların patlamalarına müdahale etmemeleri şaşkınlığı artırdı.

Flaş ışıklarının, ışığa duyarlı pigmentlerin daha hızlı bozulmalarına yol açığı görüşünden yola çıkan yöneticiler müzelerde flaş ile fotoğraf çekilmesini yasaklamıştır.

Yapılan araştırmalarda tek bir poz esere  farkedilebilir bir zarar vermezse de  eserin binlerce kez flaşa maruz kaldığını düşünüldüğünde eserlerin zarar göreceği düşünülerek tüm müzelerde flaş ile fotoğraf çekilmesi yasaklanmıştır.

Amatörce yapılan bu çalışmalar  hem tarihi eserlere zarar veriyor hem de dünya kamuoyunda gülünç durumuna düşmemize sebep oluyor. Bu tarz çalışmalarda uzmanlardan yardım alınmalıdır.
Truva Dergisi, 17.01.2016

MESCİD-İ AKSA ÇÖKME TEHLİKEİSYLE KARŞI KARŞIYA

Mescid-i Aksa'nın altına açılan tünellere dev kamyon ve tırların girebildiğini dile getiren İkrimavi, tünellerin büyüklüğüne ve oluşan tehlikeye dikkati çekti.

Mescid-i Aksa İmamı Yunus İkrimavi, "Allah korusun Mescid-i Aksa, altına açılan tünellerden dolayı çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır" dedi.

İkrimavi, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Kahramanmaraş Şubesi'nce Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Ümmetin Vicdanı Filistin" konulu konferansta, İsrail'in Mescid-i Aksa'da yaptıklarını değerlendirdi.

Yahudilerin, dünyayı yönetmenin Süleyman Aleyhisselam'ın heykelini bulmakla mümkün olabileceğine inandıklarını belirten İkrimavi, 1967'den beri Yahudilerin, Mescid-i Aksa'nın altını kazmaya devam etmelerine rağmen bir şey bulamadıklarını söyledi.

Mescid-i Aksa'nın altına açılan tünellere dev kamyon ve tırların girebildiğini dile getiren İkrimavi, tünellerin büyüklüğüne ve oluşan tehlikeye dikkati çekti. İkrimavi, şöyle konuştu:
"Şu an Mescid-i Aksa'nın altına kazılan tünellere girdiğinizde orada İsrail karakolları, kiliseler, kütüphaneler, ibadethaneler bulunmaktadır. Açılan tünellere tırlar, kamyonlar, iş makineleri girebilmektedir. Allah korusun Mescid-i Aksa, açılan tünellerden dolayı çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Şu anda bir kolon veya direk yoktur. Mescid-i Aksa'nın altına kadar tünel açtılar, turistlerin ziyaret etmesi için açılmıştır. Şehrin doğusundan girenler batısından çıkabiliyorlar. Şu anda ısrarla Süleyman Aleyhisselam'ın heykeline veya ona götürecek bir esere, delile rastlayamadılar, aramaya devam etmektedirler."

İkrimavi, İslam topraklarının bir bütün, Müslümanların ise kardeş olduğuna işaret etti.

Filistin davasının sadece Filistinlilerin değil bütün Müslümanların davası olduğunu ve Müslümanların bu davayla ilgilenmeleri gerektiğini ifade eden İkrimavi, canları alınsa bile teslim olmayacakları, Mescid-i Aksa'yı teslim etmeyeceklerini bildirdi.

Sorunun çözümünün konuyu Müslümanlara anlatmak ve yaymakla mümkün olacağını vurgulayan İkrimavi, "Mescid-i Aksa'nın bulunduğu yer Yahudilere göre en mukaddes, en değerli bölgedir. Yahudiler, Filistin bölgesinde ne kadar hak iddia etseler de bu gerçeği yansıtmaz, onların böyle bir hakları yoktur. Bütün Müslümanların Kudüs üzerinde hakları vardır. Kudüs Mescid-i Aksa arasında kuvvetli bir bağ vardır. Kudüs ve Filistin topraklarında mahşer kurulacak ve insanların dirilip toplanacağı yer olacaktır" diye konuştu.

İsrail'in zorbalıkları nedeniyle milyonlarca Müslüman'ın Kudüs'te namaz kılamadığına işaret eden İkrimavi, İslam dünyasını Kudüs'te namaz kılmaya davet etti.

"MESCİD-İ AKSA ÜZGÜN"
Kudüs'ün Müslümanlarca diri tutulması gerektiğini vurgulayan İkrimavi, hem ekonomik zorluk çeken Kudüs'teki Müslümanlar açısından hem de Kudüs'ün korunması açısından bunun önemli olduğunu anlattı.

Mescid-i Aksa çevresinde çok hüzünlü bir hayat yaşandığını dile getiren İkrimavi, "Mescid-i Aksa üzgün, aynı zamanda Kudüs'te üzgün, aynı zamanda Filistin'de üzgündür. Bu da Yahudilerin orayı kuşatmaları, insanlara baskı yapmasından dolayıdır. Bizim yaşadığımız bölgede hürriyetler kısıtlıdır, hatta yoktur" ifadelerini kullandı.

ABD VATANDAŞLIĞI VAAT EDİLİYOR
Özellikle Doğu Kudüs'te yaşayan Müslümanların tehcir edilmek istendiğini ve vatandaşlara ABD vatandaşı olma imkanının sunulmasına rağmen Müslümanların tüm gücüyle direndiğine dikkati çeken İkrimavi, oradaki insanların İsrail'in oturum izniyle kaldığını ve durumun bu kadar vahim olduğunu kaydetti.

Mescid-i Aksa'yı ikiye bölmek gibi bir Yahudi planı olduğunu belirten İkrimavi, Osmanlı hilafeti gittikten sonra Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın kaderine terk edildiğini bildirdi.

Filistin davasına, Türkiye'nin desteklerinin kendilerini duygulandırdığını ifade eden İkrimavi, İslam dünyasını Mescid-i Aksa'ya acilen sahip çıkmaya davet etti.

TÜGVA Genel Başkanı İsmail Emanet ve Vakfın Kahramanmaraş Şube Başkanı Ahmet Asım Demirdöven'in konuşmasın ardından imam İkrimavi dua etti.

Filistin ve Mescid-i Aksa'yı anlatan filmin ardından, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkan Yardımcısı Muharrem Erantepli, İkrimavi'ye el yapımı ceviz sandık hediye etti. TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı ve AKP Kahramanmaraş Milletvekili Celalettin Güvenç de TÜGVA Genel Başkanı Emanet'e bakır tepsi verdi.

Programa, AKP Kahramanmaraş milletvekilleri Nursel Reyhanlıoğlu, Mehmet Uğur Dilipak, Mehmet İlker Çitil ve İmran Kılıç, AKP MKYK Üyesi Metin Doğan, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Durmuş Deveci, Dulkadiroğlu Belediye Başkanı Necati Okay, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile vatandaşlar katıldı.
Vatan,17.01.2016

STONEHENGE'İN TAŞLARININ NASIL TAŞINDIĞI BULUNDU

Londra Koleji Üniversitesi (UCL) arkeolog ve jeologlarının oluşturduğu bir takım tarafından önderlik yapılan Galler’deki iki taş ocağının kazımı, bunların Stonehenge’in dolerit taşı ocakları olduğunu doğrulamıştır ve bunların nasıl çıkarılıp taşındıkları konusuna ışık tutmuştur.

Bugün Antiquity’de yayımlanan takımın yeni araştırması, Stonehenge’in niçin, ne zaman ve nasıl yapıldığına dair uzun süredir cevap bekleyen sorulara yanıt bulmaya yardımcı olarak Pembrokeshire’daki Preseli tepelerinde tarih öncesi taş çıkarma faaliyetlerine kanıt sunar.

Bilim insanları takımı; UCL’den, Manchester Üniversitesi’nden, Bournemouth Üniversitesi’nden, Southhampton Üniversitesi’nden, Leicester Üniversitesi’nden, Amgueddfa Cymru’dan –Galler Millli Müzesi- ve Dyfed Arkeolojik Tesisi’nden araştırmacıları içerir.

Stonehenge’deki büyük dikili taşlar “büyük kumtaşlarından” ve küçük olanları da dolerittendir. Bunlar Pembrokeshire Yakası Milli Parkı’ndaki Preseli tepelerinden gelmektedir. Jeologlar doleritlerin Stonehenge’e Preseli tepeleri civarından geldiğini 1920’den beri biliyorlardı fakat arkeologların bir araya gelip aslen doleritlerin geldiği taş ocağını bulup kazı çalışmaları yapmaları ancak bu zamanda oldu.

Projenin yöneticisi Profesör Mike Parker Pearson: “Bu jeologlar ve arkeologların bir arada çalışmaları için harika bir fırsat oldu. Jeologlar, bizi aslen Stonehenge’in taşlarının çıkarıldığı yerin mostrasına yönlendirdi.”

Stonehenge taşları volkanik ve püskürük taşlardır ve bunların en yaygınları dolerit ve riyolittir. Dr. Richard Bevins (Amgueddfa Cymru’dan –Galler Millli Müzesi) ve Dr. Rob Ixer (UCL ve Leicester Üniversitesi) Carn Goedog’un mostrasını Stonehenge’in “lekeli doleriti”nin asıl kaynağı olarak ve Craig Rhos-y-felin’in mostrasını riyolitlerin kaynağı olarak belirlediler. Bugün yayımlanan araştırma özellikle Craig Rhos-y-felin’deki kazılara değiniyor.

Doğal sütunları bu mostrada oluşturan kayaların özel oluşuğu, tarih öncesi işçilere her megaliti (dikili taş) minimum efor ile ayırmalarını sağlamıştır. Dr. Josh Pollard (Southhampton Üniversitesi): “İşçilerin sadece sütunlar arasındaki çatlaklara takoz yerleştirmeleri gerekiyordu ve sonra da işi Gal yağmurunun odunu şişirerek her sütunun kaya yüzeyinden ayrılışını kolaylaştırmasına bırakıyorlardı. Daha sonra işçiler ince sütunları taş ve topraktan yapılma platformlara indiriyorlardı. Bu devasa taşların her ocaktan dışarı sürüklenerek çıkarılabildiği bir tür “yükleme alanıydı”.”

Neolitik taş ocakları uzamanı Profesör Colin Richards (Manchester Üniversitesi): “İki mostra da oldukça etkileyici, tarih öncesi insanlar için özel önemler teşkil etmiş olabilirler. Onları ilk gördüğümüzde kaynağını bulduğumuzu anladık.”

Yanmış fındıkların radyoaktif karbon izotopu ve işçilerin kamp ateşlerindeki kömürler, bu mostralarda birkaç megalit ocağının var olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Stonehenge 4,000-5,000 yıl öncesinde, Neolitik çağda inşa edilmiştir. İki ocak da Neolitik’te kullanılmıştır fakat Craig Rhos-y-felin yaklaşık 4,000 yıl önce, Bronz Çağı’nda da kullanılmıştır.

Profesör Parker Pearson: “Craig Rhos-y-felin için MÖ 3,400 ve Carn Goedog için MÖ 3,200 tarihleri elimizde mevcut. Bu ilgi çekici çünkü doleritlerin Stonehenge’de bir araya gelmesi MÖ 2,900’den önce değildi. Neolitik taş taşıyıcıların bunları Stonehenge’e getirmesi yaklaşık 500 yıl almış olabilir fakat bana göre bu muhtemel değil. Taşların önce taş ocakları yakınlarında yerel bir anıtta kullanılıp daha sonra yerlerinden alınıp Wiltshire’a getirilmiş olmaları daha olası.”

Profesör Kate Welham (Bournemouth Üniversitesi), yerinden sökülmüş bir anıtın iki megalit ocağı arasında bir yerlere konulduğunu düşünüyor. “Alan boyunca jeofiziksel araştırmalar, deneme kazıları ve havadan fotoğrafik analizler yürütüyoruz ve en olası yere sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Sonuçlar gelecek vaat ediyor -2016’da büyük bir şey bulabiliriz.” dedi.

Megalit ocakları Preseli tepelerinin kuzey tarafında ve bu bölge doleritlerin Galler’den Stonehenge’e nasıl getirildekleri teorilerini çürütmekte. Önceki yazarlar, doleritlerin tepelerden güneye doğru Milford Sığınakları’na götürüldüğünü ve sonra da bot veya sallarda götürüldüğünü ileri sürmüşlerdir fakat bu şu an muhtemel değil.

Profesör Parker Pearson, “Doleritlerin gideceği tek mantıklı yön ya St. David’in Başı’ndan deniz yoluyla kuzeydi ya da kara üzerinden şimdilerde A40 olarak bilinen vadiler arasındaki yollardan batıydı. ” dedi. “Şahsen ben kara yolunun daha olası olduğunu düşünüyorum. 80 tek parçanın her biri 2 tondan aşağı geliyordu ve bu yüzden öküz veya insan grupları bunu başarmış olabilir. Hindistan’daki veya Asya’nın herhangi bir yerindeki örneklerden bu boyutlardaki tek bir taşın, 60 kişilik gruplarla, tahta ızgaralar üzerinde bile taşınabileceğini biliyoruz ve bu insanlar eğer istemezlerse sürüklemek zorunda da değiller.”

Pembrokeshire Yakası Milli Parkı Yönetimi’nin Kültür ve Miras Yöneticisi Phil Bennett, “Bu proje Milli Park’ın tarih öncesi dönemdeki önemi hakkındaki bilgimize muhteşem bir katkı sağlıyor.”

Yeni keşifler Stonehenge’in neden inşa edildiğinin anlaşılmasına da yardımcı olabilir. Parker Pearson ve takımı doleritlerin Stonehenge’de MÖ 2,900 civarında, MÖ 2,500’de dev kumtaşlarının konmasından çok önce, yükselmeye başladığına inanıyor.

Profesör Parker Pearsom: “Stonehenge başlangıcından beri bir Gal anıtı. Galler’de aslen yapıldığı maddeyi, orijinal anıtı bulabilirsek Stonehenge’in neden inşa edildiği hakkındaki ve taşlarının bazılarının neden bu kadar uzağa getirildiği hakkındaki gizemleri çözmüş olacağız.”

İleri kazı çalışmaları 2016 için planlanıyor.
nereye.com.tr, Kaynak: Antiquity, Çeviri: Berkan Seyhan, 17.01.2016

BİLİM ADAMLARINDAN ŞAŞIRTAN KEŞİF

Reuters’un haberine göre Sibirya’da donmuş yünlü mamut kalıntısı üzerinde bulunan mızrak izi bölgedeki insan varlığının bilinenden binlerce yıl daha öncesine dayandığının çok açık bir kanıtını oluşturuyor.

Rus bilim adamları Salı günü Yenisei Körfezi kayalıklarında yaptıkları kazı çalışmalarında 45.000 yıl önce avcılar tarafından öldürülen erkek bir mamut ortaya çıkardı. Vladimir Pitulko’ya göre şimdiye kadar bölgedeki en eski insan varlığı hemen hemen 30 bin yıl öncesine dayanıyordu. Bu dönemlerde insanlar kutupların sert hava koşulları altında avcılık ve toplayıcılıkla yaşıyorlardı. Fillerin en yakın akrabası olarak bilinen mamutların bölge insanları için önemli bir besin kaynağı olduğunu ifade eden Pitulko “gerçekten bu hayvanlar eti,yağı, dışkısı ve uzun boynuzları çok çeşitli alanlarda sonsuz bir kaynak teşkil ediyordu” dedi.


YENİ DÜNYAYA GÖÇÜN ANAHTARI
Mamut üzerindeki hasar dikkatle incelendiğinde kaburgadaki izlerin kesin olarak avcılar tarafından atılan mızraktan oluştuğunu gösteriyor. Ayrıca azı dişi üzerindeki izler de mamutun öldükten sonra avcılar tarafından doğrandığının işareti olarak da görülebilir.

Bilim adamları insanların mamut avlama yeteneklerini onların kuzey kutup bölgesinde hayatta kalabilmesine, Sibirya’nın en kuzeyine kadar göç edebilmelerine ve buradan Sibirya ve Alaska’yı birbirine bağlayan Bering Boğazı’na kadar ilerleyebilmelerine olanak sağlayan kritik bir özellik olarak görüyorlar.

İlk insanlar Bering Boğazı’ndan geçerek Yeni Dünyaya ulaştılar, oradan da Amerika’ya yayıldılar. Pitulko’ya göre şu da bir gerçek ki bilinenden çok daha öncesinde de buzul bölgesinden Bering yoluyla Yeni Dünyaya geçişler oldu.
Star, 16.01.2016

CAMİDEKİ TARİHİ ESERİ ÇALMAK İSTERKEN YAKALANDILAR

Adıyaman'ın Besni İlçesi'ne bağlı Atmalı Köyü'nde, camiden tarihi eser çalmaya kalkışan 4 kişi suç üstü yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, Besni'ye bağlı Atmalı Köyü Akkuyu mezrasında Ercan A., Mehmet T., Mehmet Şıh K. ve İlyas T. camide bulunan tarihi eseri çalmaya çalışırken köylüler tarafından fark edilerek jandarmaya bildirildi. Köylü vatandaşlar şahıslar kaçmasın diye caminin çıkışını kapattı. Olay yerine gelen şahıslar jandarma ekipleri tarafından gözaltına alındı. Jandarma şahısları alarak sorgulamak üzere Şambayat İlçe Jandarma Komutanlığındaki sorgusunu ardından Besni Adliyesine sevk edildi. Şahıslar çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.
haberler.com, 16.01.2016

EMİNÖNÜ'NÜN TARİHİ DOKUSU PANSİYON OLACAK

Tarihi hanları ve eski yapıları “ev pansiyonlarına” dönüştüren karar, hem CHP’nin hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendi birimlerinin muhalefetine rağmen kabul edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü, Eminönü’nün tarihi mahalle dokusunun ve tescilli hanların dokusunun bozulacağına dikkat çekti. Plan değişikliğinin Tarihi Yarımada için yapılan tüm düzenlemelere ve UNESCO mevzuatına aykırı olduğunu vurguladı.

Fatih İlçesi’nin 2012 tarihli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nda yer alan “Konut alanlarında ev pansiyonculuğu yapılamaz. Kamu ve özel öğrenci yurtları yer alabilir” şeklindeki düzenleme ilçe belediyesi tarafından 2015 yılının Mart ayında değiştirildi. Plan notu “Fatih bölgesinde (eski Fatih İlçesi sınırları) konut alanlarında ev pansiyonculuğu yapılamaz. Yalnızca Eminönü bölgesinde (eski Eminönü İlçesi sınırları) yer alan konut alanlarında (Süleymaniye Yenileme Alanı dışında) ev pansiyonculuğu yapılabilir. Kamu ve özel öğrenci yurtları yer alabilir” şeklinde düzenlendi.

Bu haliyle kasım ayında İBB Meclisi’nde tartışmalı şekilde onandı. Tarihi yarımada için alınan bu önemli karara ilişkin İBB’nin ilgili birimleri planlama ile ilgili tespitler yaparak uyarılarda bulundu. Söz konusu değişikliğin dokuyu bozabilecek nitelikte olduğuna dikkat çekildi. UNESCO, ‘’Eski Eminönü bölgesinde fonksiyon dengesini değiştiren, eski eser ve özellikle sivil mimarlık örneği eserler ile tescilli hanlara ilişkin arazi kullanım kararı değişikliği getirdiği için proje mevzuatımıza aykırı’’ şeklinde açıklamada bulundu.

KENDİ BİRİMLERİ BİLE İTİRAZ ETTİ
Planın Tarihi Yarımada’nın siluetinin, özgün işlevlerin ve yaşayan kültürün korunması şeklindeki ana ilke ve hedeflerinin bu plan notu ile tamamen değiştirildiği vurgulandı. Tarihi Yarımada’nın tüm silüet ve nüfus dengesini değiştirip, ticarileştirilecek olan bu raporun oylanması sırasında CHP, İBB’nin kendi birimleri tarafından yapılan uyarılara dikkat çekerek değişiklik teklifinin komisyona iadesini istedi. Ancak plan oy çoğunluğuyla kabul edildi.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 16.01.2016

ZONGULDAK'TA 9 KİŞİ DEFİNE ARARKEN YAKALANDI

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde define bulup zengin olma hayali kuran 9 kişi jandarma tarafından yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, E.Y , H.A, S.K, - İ.E ,S.F,- H.T, Y.B, Ş.T, R.B köyün yakınlarındaki bir bölgede kazı yapmaya başladı. Şüphelilerin kazı çalışmaları yaptığı ihbarını alan Jandarma ekipleri Sabah saatlerinde operasyon düzenledi. Jandarma ekipleri kazı yaparak tarihi eser arayan 9 kişi ile kazı için kullandıkları Jeneratör, hilti, kazma, kürek, keski ile çok sayıda malzemeyi ele geçirdi. Jandarma karakoluna götürülen şüphelilerin ifadeleri alınmaya başladı.
Tarihi eser kazısı yaptıkları sırada jandarmaya yakalanan 9 kişinin alınan ifadelerinin ardından savcılığa sevk edilecekleri öğrenildi.
Jandarma olayla ilgili soruşturmayı sürdürüyor.
Milliyet, 16.01.2016
İZMİR BÜYÜKŞEHİR ARKEOLOJİK KAZILARA BU YIL 3.2 MİLYON LİRA VERECEK



İzmir Büyükşehir Belediyesi, daha önce iki bölgede verdiği arkeolojik kazı desteğini, 2016 yılında beş bölgeye çıkardı. Bu yıl Agora, Foça, Erythrai, Eski Symrna ve Yeşilova Höyüğü’ndeki arkeolojik kazılara, yaklaşık 3.2 milyon lira kaynak aktaracak.

Şehrin 8 bin 500 yıllık tarihi mirasını gelecek kuşaklara aktarmak için birçok projeye imza atan Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzalayacağı yeni protokolle beş ören yerindeki arkeolojik kazı çalışmalarına, 3 milyon 180 bin lira maddi destekte bulunacak. 2012 yılından beri Smyrna antik kenti (Agora) ve Foça İlçesi'ndeki kazı çalışmalarına maddi destek veren belediye, bu yıl kapsamı genişleterek Erythrai (Çeşme-Ildırı), Eski Symrna (Bayraklı) ve Yeşilova Höyüğü’ndeki (Bornova) kazı çalışmalarına da katkıda bulunacak. Bakanlıkla imzalanacak protokolle Eski Symrna kazılarına aylık 30 bin, Yeşilova Höyüğü kazılarına 40 bin, Erythrai kazılarına 75 bin, Smyrna ve Foça kazılarına ise aylık 85 bin lira maddi destekte bulunacak.
Haberler.com, 16.01.2016
CENGİZ BEKTAŞ'IN ARŞİVİ ONLINE ERİŞİME AÇILDI

Cengiz Bektaş'ın eskizleri, çizimleri ve fotoğraflarından oluşan arşivi SALT Araştırma tarafından online erişime açıldı.

Önemli arşivleri bünyesine katarak genişleyen SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi, Altuğ-Behruz Çinici Arşivi'nden sonra şimdi de Cengiz Bektaş'ın eskizleri, çizimleri, bina ve maket fotoğraflarından oluşan arşivini online erişime açtı. 1934 Denizli doğumlu Cengiz Bektaş'ın yapıları Cumhuriyet Dönemi mimarlık tarihi örnekleri arasında yer alıyor. Mimar, Ağa Han Mimarlık Ödülü'nün yanısıra pek çok ulusal ödülün de sahibi.

Online erişime ve kişisel yüklemeye açık arşive Salt Araştırma'nın internet sitesinden ulaşabilirsiniz.
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 15.01.2016

TARİHİ MARMARİS KALESİNE MATKAP DARBESİ



Muğla’nın Marmaris İlçesi'nde yapımı MÖ 2. bin yılı olarak bilinen tarihi kalenin duvarları klima takılması için hilti ve matkapla delindi.



Marmaris’te, müze olarak da hizmet veren tarihi Marmaris Kalesi’nin binlerce yıllık duvarlarına, havalandırma amacıyla klima takılması için matkap darbesi vuruldu. Müze Müdürü Şehime Atabey, çalışmanın yasal olduğunu öne sürdü.

Marmaris arkeoloji Müzesi olarak da kullanılan kalenin duvarlarının delinmesi için Bodrum’dan ekip geldi. Tarihi duvarları mevcut matkap ve hiltilerle delmekte zorlanan ekibin talebi üzerine İstanbul’dan daha güçlü Elmas uçlu hilti istendi. Marmaris Müzesi Müdürü Şehime Atabey, çalışmaların izinli ve yasal olduğunu öne sürdü, fotoğraflanmasına tepki gösterdi.Klimanın, müze içindeki eserlerin rutubetten etkilenmemesi için takılacağı belirtildi.

Uygulamanın doğru olmadığını söyleyen tarih araştırmacısı ve arkeograf Raşit Öztürk, “Tarihi dokuya dokunamazlar. Bir tek taş alınamaz, çivi çakılamaz. Eğer böyle bir havalandırma durumu gerekliyse bunun Avrupa’da örnekleri var. Avrupa’daki müzelerde benzer durumlarda, seyyar nemden koruyucu cihazlar kullanılıyor. Yani bir taş ve çivi sökülmeden yapılıyor. Böylece tarihi doku zarar görmüyor. Marmaris’te yapılan tamamen yanlış” dedi.

Kaynaklara göre, müzeye ev sahipliği yapan kalenin ilk surları MÖ 2. binyılda inşa edildi. Yine MÖ 334’te surlar, Marmaris’i işgal eden Büyük İskender tarafından onartıldı. Kanuni Sultan Süleyman’ın, 1522’de Rodos Seferi sırasında üs olarak kullandığı kalenin duvarları son olarak 1914’te, 1. Dünya Savaşı’nda Fransız savaş gemilerinin attığı toplarla zarar gördü, daha sonra tamir edildi. Kale, 25 yıldır Marmaris Arkeoloji Müzesi olarak da hizmet veriyor.
Milliuyet, 15.01.2016  
BANKSY'NİN KARAKÖY SERGİSİNDEN HABERİ VAR MI?

Bristollı Steve Lazarides’in Banksy maceralarını Contemporary İstanbul fuarında dinlemiştim. Steve Lazarides, Banksy’nin üniversite yıllarından arkadaşı olarak onunla az ‘tag’e çıkmamıştı. Bir keresinde onun yerine yakalanmıştı. Banksy’nin ünlü Tate Modern eylemi sırasında da Steve Lazarides onun yanındaydı.

Banksy’nin saçlarının ve gözlerinin ne renk olduğu konusunda ser verip sır vermezken ünlü graffiti sanatçısının ekonomi sınıfıyla uçtuğunu ağzından kaçırmıştı. Aynı zamanda Banksy’yle tam on yıldır hiç görüşmediklerini ve konuşmadıklarını da…

Dolayısıyla günlerdir oturup kalkıp eleştirdiğimiz Banksy’nin, İstanbul Entertainment Group’un Steve Lazarides küratörlüğünde Global Yatırım’ın desteğiyle açtığı sergiden haberi yok. Bu sergiyle ilgili izin vermiş de değil kendisine…

Fakat Steve Lazarides, böyle bir sergi yapmak için Banksy’den kanuni olarak izin almak zorunda değil. Çünkü sergideki eserlerin hepsi sergiye özel üretilmiş işler değil. Lazarides’in üniversite yıllarından beri tanıyıp pazarladığı Banksy’yi sattığı koleksiyonerlerden alınarak yapılan bir sergi.

20 koleksiyonerin koleksiyonundaki Banksy’lerin bir araya getirilmesinden oluşan sergiyle ilgili Lazarides’e Banksy’nin bu sergiden haberi olup olmadığını soruyorum. Fuarda onu on yıldır görmediğini hatırlatarak… “Evet, tam on yıldır görüşmüyoruz. Bu sergiden haberi yok. İzin vermiş falan da değil. Ama ondan izin almak zorunda değilim. Bu sergiyi bir retrospektif olarak düşünebiliriz.”

Bazı işler size mi ait peki?
Hayır, hiçbir bana ait değil. Zaman içinde sattığım işleri koleksiyonerlerinden izinle topladım.

Türkiye’den var mı peki sergiyi iş veren koleksiyoner?
Hatırladığım kadarıyla yok. Biriyle görüştük ama sonra olmadı.

Lazarides, bir sokak sanatçısının hem bir finans şirketi sponsorluğunda hem de biletle girilen bir sergi açmasının sanatatak okurlarına da bana da hem ahlaki hem de politik olarak son derece sorunlu ve çelişkili olduğunu dile getiriyorum. İtiraz ediyor:
“Okurlarınızı ve sizi anlıyorum. Onlara neyin ters geldiğini… Bugün sponsorsuz bir sergi yapmak imkansız. Yıllarca sponsorsuz sergi yaptım. İflasın eşiğine geldim. Tate Modern nasıl sponsor alarak sergi yapıyorsa Banksy sergisi gibi bir sergi yapmak için de sponsor şart. Bunun finans şirketi olmasının günümüzde dünyasında ayrı bir önemi yok. Vizyoner olan birinin sponsor olmasının önemi var. Global Yatırım demek ki vizyoner bir şirket olarak böyle bir sergiye yatırım yapıyor. Evet eleştirileri anlıyorum ama bazen durum budur. Durumu olduğu gibi kabul etmek gerekir.”

Estetik açıdan sergiyi adeta bir Banksy sergisi değil de onun simülasyonu gibi eleştirmemizin mümkün olmasına ise şöyle yanıt veriyor:

“Banksy’nin sergisini mümkün olduğunca güçlü kılmak için elimden geleni yaptım. Tipik beyaz küp bir sergi olsun istemedim. Mekan da bir müze ya da galeri mekanı değil zaten. Mekana özgü bir atmosfer yaratak onun mizahını ön plana çıkarmak istedim. Bu serginin merkezinde Banksy’nin mizahı var.” 

Steve Lazarides’e Banksy’nin her ne kadar kapitalizm tarafında kuşatılarak adeta izleyiciyi duvar tüketicisine kendisini de “sözde bir activist” dönüşmekten kurtaramadığını tespit etsem de onun gibi birinin böylesine bir sergiye asla imza atmak istemeyeceğine emin olduğumu söylüyorum.

Lazarides yanıldığımı Banksy’nin en büyük özelliğinin hep bir sonraki adımda ne yapacağını düşünmesi, işlerinin geçmişiyle ve kaderiyle, birer tüketim objesine dönüşmesiyle ilgilenmediğini belirtiyor ve ekliyor: “Kendisi de Dismaland’in girişinde izleyiciden tam 4 İngiliz Sterlin’i alıyor. Bu az bir para değil.Sizin ve okurlarınızın eleştirisinde bir hipokrasi var. Müzeler bir Rothko sergisi yaparken nasıl izleyiciden para alıyorlarsa burada da Banksy gibi prodüksiyonlu bir sergi için bir ücret alınıyor olması normal. Star Wars’a giderken de bilet almıyor musunuz? Üstelik IEG bilet gelirlerini bir derneğe bağışlayacak.Bu da çok anlamlı.” 

Banksy sergisine eleştiri okları hiç şüphesiz her birimizden Steve Lazarides’in bana yaptığı açıklamalar sonunda kuvvetlenerek daha da çoğalacak ve artacak. Sanat alanında muhalefet yapma biçimlerinin içinde bulunduğu kusursuz kapitalist işleyiş tarafından nasıl emildiğinin hem yaşatılıp hem de araçsallaştırıldığın güzel bir örneği bu sergi. Siyaseten ve toplumsal olarak içinden geçtiğimiz bütün çelişkilere büyük tercüman.

Her ne kadar Lazarides sohbetimizin sonunda Sultanahmet’te yaşanan canlı bomba saldırısından sonra Banksy sergisinin ayrı bir anlam kazandığını söylese de, içinden geçtiğimiz zamanları karanlık ve zor olarak nitelendirerek Banksy’nin bu karanlığı aydınlatmada en önemli gücünün mizahından getirdiğini eklese de….

Hepimize ait duvarlara hepimizin hislerinin tercümanı işleriyle bildiğimiz ama aslında hiç tanışmadığmız Banksy’nin butik otele dönüştürülen kamu binası tadındaki sergisi güçlü bir paranoyayla Banksy’nin sadece sanatın asla kamuya kavuşmayacak bir bakıma hayata ve hep “özelleştirilecek” “pazarlanacak” ve bu pazardan asla muaf olamayacak bağımlılığını ifşa etmek üzere geliştirilmiş bir şirket olup olmadığını düşündürüyor.

Banksy diye bir şey yok aslında o da bir çağdaş sanat yatırım şirketi mi acaba?
Sanat Atak, 15.01.2016

OTOBÜS BÜYÜKLÜĞÜNDE TİMSAH FOSİLİ BULUNDU

Tunus'ta dünyanın bilinen en büyük tuzlu su timsahına ait fosil bulundu.

Tarih öncesi döneme ait deniz timsahının uzunluğunun 10 metre ve ağırlığının 3 tonu bulduğu bildirildi. Timsahın sadece kafatasının uzunluğu 1,6 metre olarak ölçüldü.

Araştırmacılar türe "Machimosaurus rex" adını vererek bulguları Cretaceous Research dergisinde yayımladı.

Makalenin başyazarı olan Bologna Üniversitesi'nden Federico Fanti, 130 milyon yıllık olduğu anlaşılan fosilin "neredeyse bir otobüs büyüklüğünde olduğunu" belirtti.

Washington Post'a konuşan Fanti, devasa boyutlardaki tuzlu su timsahının "O dönemde en azından belli bir bölgede besin zincirinin tepesinde bulunduğunu" söyledi.

Paleontologlar, denizde yaşayan en büyük timsah olduğu sanılan M. rex'in lagünlerde pusu kurarak avlandığını açıkladı.

Tarihte en büyük tatlı su timsahının, 110 milyon yıl önce Afrika ve Güney Amerika'da yaşayan ve boyu 12 metreye ve ağırlığı 8 tona ulaşabilen "Sarcosuchus imperator" olduğu sanılıyor.  
Milliyet, 15.01.2016

İNGİLTERE'DE ÇOK İYİ KORUNMUŞ DURUMDA BRONZ ÇAĞI EVLERİ BULUNDU



İngiltere’nin Cambridgeshire bölgesinde, çok iyi korunmuş durumda olan 3 bin yıllık Bronz Çağı evleri bulundu. Yaşayanların yangın yüzünden aceleyle terk ettiği anlaşılan evlerin içerisinde kumaşlar, çömlekler ve kaseler gibi çeşitli eşyalarda bulundu.


Doğu Anglia’da bulunan ev kalıntıları o döneme ait yaşam hakkında ipuçları da veriyor. Cambridge Arkeoloji Bölümü’nden Mark Knight, şaşkınlığını koruyor: “Büyüleyici, inanılmaz. Şu anda bronz çağına ait çatısı bozulmamış bir evin kenarında duruyorum. Burası 3 bin yıl önce birilerinin eviydi. Biz şimdi onun içine gireceğiz.”

Cambridge’den Chris Wakefield, o döneme ait gıda malzemelerine ulaştıklarını söylüyor: “Arkeologları gerçekten heyecanlandıran 29 adet kap bulduk. Bundan çok daha iyi olanı korunmuş yiyecekler bulundu. O dönemde yangın sonrayı yıkıma uğrayan yerde arta kalan gıda malzemeleri var. Bunları İngiltere’de ve Avrupa’da bulmak hayli zordur.”



Historic England Genel Müdürü Duncan Wilson, kazının insan odaklı ilerlediğini belirtiyor: “Burayı Pompei’ye benzetebiliriz. Büyük bir felaket olduktan sonra herkes hızlı bir şekilde orayı terk etmiş ve kap çanak neyi varsa arkasında bırakmıştı. Bu süreçte bazıları da hayatını kaybetti. Şu anda ceset kalıntıları bulduk ve kazıya devam ediyoruz.”



Kazıklar üzerine yapılan evlerin birkaç aile tarafından kullanılmış olabileceği tahmin ediliyor. Bölge İtalya’nın Napoli şehrindeki Roma dönemine ait Pompei kentini hatırlatıyor. Uzmanlar o dönemki yangının kasten çıkarılıp çıkarılmadığını araştırıyor.
arkeolojihaber.net, Kaynak: tr.euronews.com, 14.01.2016
ABDÜLHAMİD'İN KÜTÜPHANESİ 28 ŞUBAT'TA ÇÖPE ATILMIŞ

‘‘Kitap katliamı” dendiğinde hemen hatıra gelen bir hadise vardır: Moğollar 1258’de Bağdat’ı işgal ettikleri zaman, içerisinde halifelerin asırlar boyunca topladıkları kitapların bulunduğu muazzam kütüphaneyi yakıp yıkmışlar, bir eşi olmayan elyazmalarını Dicle’ye atmışlar ve mürekkebe bulanan Dicle güya günlerce simsiyah akmıştır!

İddianın bir kısmı, mesela Moğol ordularının kütüphaneyi tahrip ettiği belki doğrudur ama Dicle’nin günlerce kapkara akması gibisinden ifadelerin Moğollar’a karşı duyulan nefret yüzünden ortaya çıkmış bir abartı olduğu ve zamanla efsane halini aldığı bellidir...

Dolayısı ile siz siz olun, Bağdat Kütüphanesi hakkında anlatılanların tamamına pek inanmayın...

28 Şubat döneminde işlenmiş bir kültür cinayeti yıllar sonra öğrenildi ve 1909’a kadar Sultan Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndaki özel kütüphanesi olan, daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne devredilen İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı’ndaki son derece kıymetli binlerce eserin Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun 28 Şubat zamanındaki rektörlüğü sırasında çöpe atıldığı ortaya çıktı! İstanbul Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı’nın müdürü Ramazan Minder, katledilen kitaplardan bulabildiği 4 bin 500 kadarını Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sağladığı mali destek ile geçtiğimiz birkaç ay içerisinde toparlayıp kendi kütüphanesine nakletti. Şimdi yapılması gereken iki önemli iş var: Moğol talanından beter bu kültür cinayetinin hesabının mutlaka sorulması ve İstanbul Üniversitesi’ne ait olan kütüphanenin asli yerine, yani Yıldız Sarayı’na nakledilmesi!

PROFESÖR ÜÇLÜ’NÜN ESERİ
Türkiye’de 1990’ların sonunda İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde meydana gelen, şimdiye kadar bilinmeyen, hafta başında öğrendiğim ve sizlere bugün nakledeceğim bir başka “kitap kıyımı” var ki, Bağdat’ta 1258’de yaşanan kültür tahribatına rahmet okutur, Moğollar’ın işledikleri kitap cinayetleri bu rezaletin yanında ibadet gibi kalır!

İşte, 18-19 sene boyunca gizli kalan, haberdar olunamayan, üstelik Moğollar’a bile rahmet okutan kitap katliamı:

Prof. Kemal Gürüz’ün YÖK’ün Başkanı, Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nin rektörü ve Prof. Meral Alpay’ın da Üniversite Kütüphanesi’nin başında bulunduğu 28 Şubat döneminde kütüphanenin “Nadir Eserler Bölümü”nde bulunan binlerce kitap çöpe atılmış, sonra kapanın elinde kalmış!

MOĞOL TALANINDAN BETER
Katliama sahne olan kütüphanenin geçmişini kısaca hatırlatayım: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin “Nadir Eserler Bölümü”, Sultan Abdülhamid’in özel kütüphanesidir ve hükümdarın 33 senelik iktidarı sırasında binbir zahmetle toplayıp Yıldız Sarayı’na getirttiği herbiri birbirinden kıymetli kitapları barındırır... Yıldız Sarayı’nın 31 Mart ayaklanmasından sonra defalarca uğradığı yağmalardan kurtulabilmiş tek bölümü olan kütüphane, Cumhuriyet’in ilanından sonra kararname ile İstanbul Üniversitesi’ne verilmiş, uzun seneler ciddi bir ilim merkezi olmuş ama Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun devr-i iktidarında Moğol talanından beter şekilde mahvedilmiştir!

TALAN FAKÜLTELERDE BAŞLADI
Şimdi katliamın nasıl yaşandığından ve o senelerde kurban edilen kitapların sadece bir bölümünün tekrar nasıl bulunduğundan bahsedeyim:

Prof. Alemdaroğlu’nun rektör olduğu günlerde, Üniversite Kütüphanesi’nde birşeyler yaşanmak üzere olduğu işitiliyordu... Bir gün, fakültelerin yine gayet kıymetli eserlerin bulunduğu ve onbinlerce cildi barındıran seminer kitaplıkları “yer sıkıntısı” gerekçesi ve rektörün talimatı ile kapatıldı, kitaplar kolilere doldurulup mahzenlere atıldı.

Derken 1999 depremi geldi, Bayezid’den Süleymaniye’ye uzanan yolun üzerinde bulunan ve Üniversite Kütüphanesi’nin Nadir Eserler Bölümü olan bina hasar gördü, buradaki kitaplar da boşaltıldı, bina restorasyona alındı ve senelerce kapalı kaldı.

KURTARABİLDİĞİNİ KURTARDI
O günlerde, piyasayı üzerinde Üniversite Kütüphanesi’nin damgası olan kitaplar sardı! Sultan Abdülhamid’e ait eserler sergilerde, dükkanlarda ve mezatlarda boygösteriyor; üstelik bazı kitap kolilerinin kamyonlara konup çöpe gönderildiği de söyleniyordu. Ogünlerde meseleyi defalarca yazdım, Prof. Alemdaroğlu ile bazı toplantılarda tartıştım ve rektörden hep aynı cevabı aldım: “Kütüphane, restorasyonun tamamlanmasının ardından daha mükemmel ve Atatürkçü bir şekilde tekrar hizmete girecekti!”...

Bina daha sonra tekrar hizmete açıldı, Alemdaroğlu’nun ardından seminer kitaplıklarındaki eserlerden kalanlar da yeniden eski yerlerine taşındı ama binlerce cilt maalesef kayıptı!

Bu binlerce kitabın akıbetini, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’nın müdürü Ramazan Minder, bundan birkaç ay önce ortaya çıkardı. Bazı kitap kolleksiyonerleri, çöpe atılan koliler dolusu kitapları bulmuş, satın almış ve kendi kütüphanelerine koymuşlardı. Sultan Abdülhamid’e ait olan eserlerin toparlanabildiği kadarının yeniden bir kütüphaneye gitmesi için gerekli finansmanı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş sağladı ve Atatürk Kitaplığı’nın müdürü Ramazan Minder 4 bin 500 kadar eseri geçtiğimiz aylarda satın alarak başında bulunduğu Atatürk Kitaplığı’na yerleştirdi.



Çöpe giden kitapların iç kapağında yeralan ve Yıldız Kütüphanesi’ne ait olduklarını gösteren demirbaş kaydı




Sultan Abdülhamid’e hediye ettiği kitaplar çöpe giden Alman İmparatoru İkinci Wilhelm


HEDİYELERI BİLE ATMIŞLAR
Geçen gün Atatürk Kitaplığı’na gittim, Prof. Kemal Gürüz-Prof. Kemal Alemdaroğlu ve Prof. Meral Alpay üçlüsü tarafından kurban edilen eserlerden hayatta kalabilenleri görme inkanını buldum ve dehşeti çok yakından hissettim: Atılan eserler arasında neler vardı neler! Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in Sultan Abdülhamid’e hediye ettiği ve kapağının bir tarafında Wilhelm’in antetinin, diğer tarafında da hükümdarın mensubu olduğu Hohenzollern Hanedanı’nın armasının bulunduğu nefis cildli ilmi yayınlar, bazıları şimdi onbinlerce dolar eden ama bulunması imkansız gibi olan seriler ve iç kapaklarında Yıldız Kütüphanesi’nin demirbaş kaydının yeraldığı daha binlerce nadir eser!



Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in üzerinde kendi anteti ile Hohenzollern Hanedanı’nın armasını bastırıp Abdülhamid’e hediye ettiği bu kitaplar da çöpe gitmiş

Kültür, bilim ve sanat dünyası “Üniversite”ye, daha doğrusu “Yıldız” Kütüphanesi’ne ait olup da 28 Şubat’ın kurbanları arasında yeralan ve ne kadarı katledildiği maalesef bilinmeyen binlerce kitaptan 4 bin 500 kadarının kurtulabilmesi için gerekli mali desteği hemen sağlayan Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile bu eserlerin bir kütüphanede tekrar yer bulmalarını sağlayan Atatürk Kitaplığı’nın müdürü Ramazan Minder’e şükran duymalıdır...



Abdülhamid’in kütüphanesi, 90’ların sonunda kolilerde


CÜRMÜN HESABI SORULMALI!
Ama Moğol çapulculuğundan beter bu rezaletin üzerinde mutlaka durulması gereken bir başka boyutu daha var: Kitap katliamının hukuki, hatta cezai sorumluluğu...

Daha açık söyleyeyim: Türkiye’nin vaktiyle en mükemmel ve en zengin kitaplıklarından olan İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Bölümü’ndeki emsalsiz eserleri çöplüğe layık gören üçlüden; yani her biri “Profesör” unvanını taşıyan Kemal Alemdaroğlu’ndan, Kemal Gürüz’den ve Meral Alpay’dan işledikleri cürmün hesabının sorulması gerekir!

TEK ÇARE: YILDIZ’A NAKLETMEK
Hukukçu değilim, böyle bir cürüm ile ilgili zamanaşımının kaç sene olduğunu ve şu anda bitip bitmediğini bilmiyorum, üstelik hayatımda hiçbir zaman “muhbir vatandaş” olmadım ama şimdi ilk defa ihbarda bulunuyorum: Bu hadise hakkında savcılığın adli, İstanbul Üniversitesi’nin tarihçi rektörü Prof. Mahmut Ak’ın da idari soruşturma açmaları ve Prof. Ak’ın kütüphanede ilk defa ciddi bir sayım yaptırması gerekten de öte şart gibidir!

Daha önce yazmıştım, şimdi tekrar edeceğim:

Sultan Abdülhamid’in kütüphanesinin eski şaşaalı ve ilim merkezi olduğu günlere tekrar dönebilmesi için el değiştirmesi artık bir mecburiyettir! İstanbul Üniversitesi’nin böyle bir kütüphaneye sahip olmanın gereklerini yerine getiremediği açıkça ortaya çıkmıştır ve seneler boyu her şekilde perişan edilen kütüphanedeki 18 bin 600 adet elyazmasının da başına bir işlerin gelmemesinin yolu, bu yazmaların ve diğer kolleksiyonların asli yerine, yani yakında “Cumhurbaşkanlığı İstanbul Külliyesi” haline gelecek olan Yıldız Sarayı’na nakledilmelerinden geçer.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 10.01.2016



******


İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'NİN ARŞİVİ DE ÇÖPE GİTMİŞ!

Geçen hafta, Sultan Abdülhamid’e ait olan ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan binlerce kitabın 28 Şubat’ta nasıl çöpe atıldığını yazmıştım... Üniversitenin uğradığı Moğol zulmünden beter kültür katliamı meğerse bundan ibaret değilmiş! Aralarında Türkiye’de çağdaş bilimi inşa eden alimlere, edebiyatçılara, hukukçulara, doktorlara, Fuad Köprülü’den Halide Edip’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Abdülbaki Gölpınarlı’ya kadar çok önemli 344 hocanın sicil dosyaları ile güvenlik soruşturması raporları da çöpe gitmiş. Bilim tarihimizin arşivini Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Prof.Dr. Ali Birinci kurtarmış, satın alıp Kurum’a nakletmiş. Şimdi orada mükemmel şekilde mühafaza ediliyorlar.

Geçen hafta, Moğollar’ın 1258’de Bağdat’ı işgal etmelerinden sonra yaptıkları kültür katliamından beter bir kütüphane cinayetini yazmıştım: Temelini Sultan Abdülhamid’in özel kütüphanesinin teşkil ettiği Üniversite Kitaplığı’nda bulunan ve birbirinden kıymetli binlerce eserin 28 Şubat döneminde, Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nin rektörü olduğu sırada çöpe atılmasını...

GEÇMİŞLERİNİ DE KATLETMİŞLER
Çuvallara doldurularak çöpe gönderilen kitaplar kapanın elinde kalmış, İstanbul Belediyesi’ne bağlı Atatürk Kitaplığı’nın müdürü Ramazan Minder bunların 4 bin 500 kadarını Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sağladığı mali destek ile birkaç ay önce kurtarıp Atatürk Kitaplığı’na nakletmişti...

İstanbul Üniversitesi’ndeki kültür katliamı bu kadarla, yani Sultan Abdülhamid’in hususi kitaplığı ile kalmış olsa, öpüp başımıza koyalım... O dönemde üniversitenin sadece kütüphanesi değil arşivi, yani kendi tarihi bile hışma uğramış!

344 HOCANIN ÖZEL BİLGİLERİ
Benim seneler sonra, ancak önceki gün haberdar olabildiğim hadise şöyle cereyan etmiş: Prof. Kemal Gürüz’ün YÖK’ün, Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nin, Prof. Meral Alpay’ın da Üniversite Kütüphanesi’nin başında olduğu sırada, üniversitenin kuruluşundan 1970’li senelere uzanan personel arşivi kütüphanedeki binlerce eser ile beraber çöpe gitmiş!

Moğollar’ın kitap katliamından beter şekilde imha edilen arşivde neler mi varmış? Tıp doktorundan hukukçusuna, edebiyatçısından maarifçisine kadar Türkiye’de çağdaş bilimin kurucularından ve sonraki dönemlerin önde gelen alim ve sanatçılarından olan 344 hocanın sicil dosyaları; yine kuruluş günlerine ait olan, herbirinde 75 ile 100 kadar yazışma bulunan klasörler üniversite hocaları ile diğer görevlilerin sicil bilgileriyle güvenlik soruşturmaları sonrasında hazırlanan raporların yeraldığı 146 adet diğer dosya!

Bütün bu dosyalar Kadıköy’deki bir sahafın eline geçmiş ve seneler sonra Türkiye’nin kitap konusunda önde gelen alimlerinden ve kolleksiyoncularından olan Prof.Dr. Ali Birinci tarafından kurtarılmışlar. Türk Tarih Kurumu’nun 2008 ile 2011 arasında başkanlığını yapan Prof. Birinci, evrakı elinden bulunduran sahafla sekiz ay süren bir pazarlık neticesinde üniversitenin çöpe layık gördüğü tarihini servet sayılabilecek bir meblağ ödeyerek almış ve Tarih Kurumu’nun arşivine nakletmiş.

İstanbul Üniversitesi’nin Prof. Alemdaroğlu’nun devr-i iktidarında çöpe giden hafızası şimdi Türk Tarih Kurumu’nda muhafaza altında! Sicil dosyaları, belgeleri, yazışmaları ve hatta yapılan güvenlik soruşturması raporları çöpe giden hocaların kimler olduğunu merak mı ettiniz?

Aralarında üniversitenin kurucularından Türkiye’de çağdaş bilimi inşa eden alimlere, edebiyatçılara ve hukukçulara kadar kimi ararsanız herkes var...

OKUYUN VE DEHŞETE DÜŞÜN
İşte, evrakı çöpe giden ve çoğu profesör veya doçent olan bu kişilerden bazıları... Aşağıdaki listeyi okuyun ve siz de benim gibi dehşete düşün:

Fuad Köprülü, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Abdülbaki Gölpınarlı, Sıddık Sami Onar, Nihal Atsız, Sabri Esat Siyavuşgil, Akdes Nimet Kurat, Asaf Halet Çelebi, Orhan Köprülü, Adile Ayda, Ağaoğlu Ahmet Bey, Mina Urgan, Tarık Zafer Tunaya, Zeki Velidi Togan, Ahmet Ateş, Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Ali Nihad Tarlan, Ebulula Mardin, Fahir İz, Çetin Özek, Ahmet Ateş, Oktay Aslanapa, Ömer Lütfi Barkan, Sadri Maksudi Arsal, Sadrettin Celal Antel, Neşet Ömer İrdelp, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Şükrü Baban, Cemil Birsel, Ahmet Caferoğlu, Abdülbaki Baykara, İsmail Hikmet Ertaylan, Sabri Ülgener, Muammer Kemal Özergin, Mazhar Osman Uzman, Mehmed Ali Ayni, Mehmet Emin Erişirgil, Muhibbe Darga, Mustafa Şekip Tunç, Nurhan Atasoy, Şerare Yetkin, Hacı Adil Arda, Bekir Kütükoğlu, Bülent Tanör, Ali Canip Yöntem, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Fuat Sezgin, Mümtaz Tarhan, Hazım Atıf Kuyucak, Mazhar İpşiroğlu, Salih Zeki Bey, Abdülkadir Karahan ve daha dünya kadar bilim adamı...

AYIRIM YAPMADAN TEMİZLİK
İstanbul Üniversitesi’ndeki bu kültür cinayetinin sorumlusu olan zamanın rektörünü aslında sadece suçlamamamız, gönülden tebrik etmemiz de lazım... Zira, Türkiye’nin en eski ilim merkezi olduğu iddia edilen İstanbul Üniversitesi’nin hafızasını çöpe gönderirken gayet tarafsız davranmış; sağcı, solcu, laik, Atatürkçü, İslamcı, erkek, kadın, alim, cahil, vesaire ayırımına gitmemiş, isimleri ve ideolojileri dikkate almamış ve arşivde ne buldu ise, kime ve hangi düşünceye ait olduğuna bakmadan çöpe göndermiş...

HÜLAGÜ HAN BİZİ AFFETSİN!
Gerçek bir “devrim”in, özellikle de “kültür devrimi”nin işte böyle yapılması gerekir! Hafızayı sıfırlamak maksadıyla hatıra, vefa, ilim vesaire gibi kavramlar hiçbir şekilde nazarı dikkate alınmamalı ve mevcut olan herşeyin üzerinden bu şekilde bir silindir gibi geçilmelidir!

İstanbul Üniversitesi’nde yapılan da işte budur ve üniversitenin tarihi konusunda araştırmaya girişecek olanların bundan böyle müracaat edebilecekleri, aradıklarında mutlaka birşeyler bulabilecekleri tek bir yer vardır: Çöplükler!

Meğerse, asırlar boyunca “kitap katliamı yaptılar” diye Moğollar’ın günahını almışız, Türkiye’de beteri olmuş...

Hülagü Han bizi affetsin!
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 17.01.2016

HARPUT KALESİ HAMAMINDA ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Elazığ’da Harput’un tarihi mirasının yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması için arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor.

Artukoğulları dönemine ait olduğu bilinen ve Harput Kalesinin kuzeyinde yer alan Kale Hamamında, Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. İsmail Aytaç’ın bilimsel danışmanlığında başlatılan kazı, hafriyat ve sondaj çalışmaları sürdürülüyor.

Elazığ Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu bünyesinde 5 ekibin katılımıyla sürdürülen çalışmalarda, yapının mevcut planı ortaya çıkarılırken, hamam içinde sondaj çalışmaları yapılarak, zemine ulaşılmaya çalışılıyor.

Hamam bünyesinde -1 metrede yer alan soğukluk bölümü zeminine ulaşan ekipler, ılıklık bölümü zeminine ulaşmak için çalışmalarına devam ediyor. Yapılan sondaj çalışmalarıyla -2 metrede sıcaklık bölümü zeminine ulaşan ekipler, hava koşullarının uygunluğu ölçüsünde çalışmalara devam edecek.

Kazı çalışmaları doğrultusunda çok miktarda sırlı, sırsız seramik kalıntılarına, künk, dolap ve kapı aksanı metal parçalarıyla az miktarda sikke elde edilirken, çalışmaların tamamlanmasının ardından Kale Hamamı, Kent Müzesi olarak kullanılacak.
İlkha, Haber: Sinan Bilici, 28.12.2015



10 - 16 Ocak 2016
BALTACI'YI İKNA EDEN KATERİNA DEĞİL, PARA



Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Tarihçi Prof.Dr. Erhan Afyoncu, yıllardır dilden dile anlatılan tarihi bir konuyu gündeme taşıdı. Prof.Dr. Afyoncu; “Baltacı ve Katerina Osmanlı-Rus İlişkileri ve Baltacı-Katerina Hadisesinin İçyüzü” başlığını taşıyan yeni kitabında Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa ile Rus Çarı 1. Petro’nun eşi Çariçe Katerina arasında olup bitenlerin gerçek hikayesini kaleme aldı. Arşiv belgelerine dayalı çalışmada Baltacı Mehmed Paşa ile Çariçe Katerina arasında ilişki yaşandığı yönündeki kanaatin uydurma olduğu ortaya çıktı. Çalışmada Baltacı-Katerina hadisesi’nin iç yüzü şöyle anlatıldı:
“(...)20 Temmuz 1711’de Rus Ordusu Prut Nehri’nin daire çizen kolu üzerinde üç kilometrekarelik bir sahada sıkışıp kalmıştı. Petro, bu durumdan kurtulacak bir çare arıyordu. Yeniçeriler saldırmak için sabırsızlanıyorlardı. Baltacı Mehmed Paşa, son hücum için ordu komutanlarına ve Kırım Hanı’na emirler yazdırmaya başladı.”
“Ruslar bu ümitsiz durumdayken son bir kez toplandılar. Toplantı da Çariçe Katerina da vardı. Katerina Osmanlılar’a barış teklifi yapma fikrini ortaya attı. Petro bu fikri kabul etti ve Rus ordusu başkomutanı Şeremetev’in ağzından Baltacı Mehmed Paşa’ya barış isteyen bir mektup yazıldı. Baltacı Mehmed Paşa, Ruslar’ın barış isteğini kabul etti. Prut Antlaşması’nı yaparak, yok olmak üzere olan bütün Rus ordusunun silahları ile birlikte çekip gitmesine izin verdi?”
“Katerina, orduda ne kadar mücevherat, altın, gümüş ve para varsa hepsini toplattı. Diğer taraftan da Ruslar, Katerina’nın Avusturya hükümdarının kardeşi olduğu haberini yaydılar. Yedi araba dolusu para ve hediyeler, Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa’ya ve yanındakilere gönderildi. Yani Prut’ta Baltacı Mehmed Paşa’yı ikna eden Katerina’nın dişiliği değil, çil çil paralar ve üstün durumdayken işlerin tersine dönmesiyle alınacak bir mağlubiyet korkusuydu.”
 
Padişah Baltacı’yı sürgüne yolluyor
“Sadrazam İstanbul’a dönmeden aleyhinde dedikodu kazanı kaynamaya başlamıştı. Osmanlı hükümdarı Üçüncü Ahmed, sadrazam aleyhindeki dedikoduları ve Ruslar’ın antlaşmayı uygulamadıklarını duyunca öfkelendi. Savaşa katılanlardan durumu araştırdı. Büyük bir fırsatın kaçırıldığını anladı. Bu sırada sadrazam ve adamlarının aldıkları rüşvetler sebebiyle Rus ordusunun bırakıldığı rivayetleri dolaşıyordu. Padişah, sadrazamı 20 Kasım 1711’de görevden alarak, Midilli’ye sürdü. Antlaşmanın imzalanmasında başrolü oynayan ve Ruslar’dan büyük miktarlarda para alan Osman Ağa ile Ömer Efendi’yi de öldürttü.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 15.01.2016
TÜRK'ÜN BİN 300 YIL ÖNCEKİ PARMAK İZİ



Ata toprakları denince aklımıza ilk gelen yerlerden biridir Moğolistan
İlk Türk Devleti Moğolistan’da kurulmuş. 
Göktürk devleti tarihte ilk Türk adını taşıyan devlet.
Bin 300 yıllık bir tarih. 
Bu dönemden kalma Bilge Tonyukuk Yazıtlarında Türk ismini taşa kazınmış olarak görüyoruz. 
Türk bilim adamları, Moğolistan’daki bu Türk tarihi için önemli yer olan Bilge Tonyukuk Anıt bölgesinde atalarımızın bin 300 yıl öncesine ait parmak izini buldu. Bu aynı zamanda Türklerin kazılarda bulunmuş ilk parmak izi olarak tarihe geçti.
Başbakanlık’a bağlı TİKA’nın koordinasyonunda yapılan kazı heyetine başkanlık eden Prof.Dr. Ahmet Taşağıl kazı çalışmaları ile ilgili bir kaç gün önce Türkiye’ye gelerek TİKA Başkanı Serdar Çam’a rapor sundu. 
Taşağıl ile kazı çalışmalarını konuştuk. Kazı esnasında 11 açma açıldığını belirten Taşağıl, “Çok sayıda yeni arkeolojik keşfe ulaşıldı. Fakat, en dikkat çekicilerinden biri 11 numaralı açmada atalarımızın bin 300 öncesine ait parmak izleri bulunmasıdır. Bu ilginç bir tarihi keşiftir” diyerek önemli bir çalışmayı açıkladı. 
Pişmiş topraktan zemin
Su tahliye kanallarıyla ilgili bir keşif de olduğunu belirten Taşağıl, “Su tahliye kanalının zamanının örneklerine göre gayet iyi durumda korunması kazı çalışmalarının önemli buluşlarından biridir. Özellikle dış duvarın yığma duvar tekniği ile yapılması ve o çağların en iyi kerpiç yapma tekniği olan Han-tu(kuru toprak) yöntemiyle yapılması büyük bir başarıdır” dedi. Kazı çalışmalarındaki 11 açmanın genelinde beton parçası bulunduğunu belirten Taşağıl, “Geçmiş dönemlerde anıt alanı korumak için yapılan beton malzemeler bütün açmalarda ele geçmiştir. Ancak, anıt alanın neredeyse tamamında çok sayıda pişmiş topraktan yapılmış zemin döşemesi parçası, su sistemine ait olduğunu düşündüğümüz oluk ve boru parçaları ve kiremit ve sıva parçalarına rastlanılması anıtın zamanına göre üst düzey bir teknolojiyle yapıldığını göstermektedir. Özellikle renkli (sarı, pembe) ve kaliteli sıva parçaları, yapıda bulunan barkın süslü ve gösterişli olduğunu göstermektedir” diye konuştu. 
TİKA Başkanı Serdar Çam da Türk tarihi açısından önemli olan Moğolistan’daki çalışmalara büyük önem verdiklerini belirtti. 
Anıt korumaya alınacak
Türk tarihinin en eski yazılı belgesi olan Bilge Tonyukuk Anıtı’na ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla TİKA tarafından 46 kilometrelik asfalt karayolu yaptırılmış. Uçsuz bucaksız bozkırların olduğu Moğolistan’da bu asfalt yolun anlamını, ancak üzerinden geçenler anlayabiliyor. Erdoğan’ın 2005’teki Moğolistan ziyaretinin ardından, TİKA’nın çalışmalarıyla Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtları, müzeye taşınarak, doğa şartlarına karşı korunması da sağlanmış. TİKA, MS 720-725 yıllarında diktirildiği tahmin edilen ve Türk tarihine ilişkin önemli bilgiler taşıyan Tonyukuk Anıtlarını da korumaya alarak Cengiz Han’ın ülkesi Moğolistan’da Türk tarihine sahip çıkan bir çalışma içinde.



Türkiye 2015’te kazıya katıldı
1925 ve 1957 yıllarında Rus ve Moğol bilim adamları tarafından kazı yapılan Bilge Tonyukuk Anıt alanında Türkiye ilk defa 2015’te kazı çalışması yapmaya başlamış. 
Türk kazı heyetine Göktürk tarihine ait Çin kaynaklarındaki orijinal belgeler üzerine dört bilimsel Kitap yazmış Prof Taşağıl başkanlık ediyor. Beş kıtada 140’ın üzerinde ülkede kalkınma merkezli işbirliği çalışmaları yapan TİKA, yurtdışında hem Türk tarihinin yaşatılması için çalışırken hem de Küba’dan Kırgızistan’a Kızılderililerden Pakistan’a kadar çok geniş yelpazeye destekler veriyor.
Milliyet, Haber: Abdullah Karakuş, 15.01.2016
ANADOLU'NUN EN UZUN TARİHİ SU TÜNELİ

Erzincan'ın Kemah İlçesi'ndeki Kale ile Tanasur Deresi arasında bulunan 350 metre uzunluğundaki tarihi su tünelinin, Anadolu'nun en uzun su tünellerinden biri olduğunu belirtiliyor.



Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Erzincan'ın Kemah İlçesi'ndeki Kale ile Tanasur Deresi arasında bulunan 350 metre uzunluğundaki tarihi su tünelinin, Anadolu'nun en uzun su tünellerinden biri olduğunu söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü olarak Kemah Kalesinde 5 yıldır kazı yaptıklarını hatırlatan Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, şimdiye kadar bin yıllık geçmişe sahip sivil mimari yapıları ortaya çıkardıklarını belirtti. Doğu Anadolu'nun Yukarı Fırat bölgesinde deniz seviyesinden 1053 metre yükseklikteki Kemah Kalesinden 50- 60 metre kod olarak daha düşük seviyeden geçen Tanasur Deresine inen 350 metre uzunlukta su tüneli bulunduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Yurttaş, düşman saldırısı sırasında kalede bulunanların su ihtiyaçlarının bu tüneller kullanılarak dereden karşılandığını ifade etti.

Günümüze kadar ayakta kaldı
Tünellerin 2-3 metre genişliğinde, 8-9 metre yükseklikte, kayalar oyularak ya da galeri şeklinde olduğuna işaret eden Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, su taşıyanların rahat inip çıkmalarını sağlamak için kayalar oyularak merdiven yapıldığını vurguladı. DHA'nın haberine göre, Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, çalışmaları hakkında şunları söyledi:

"Doğu Anadolu'da Pekeriç, Şirinli Kale ve Tokluca gibi Urartu dönemine tarihlenen su tünelleri mevcuttur. Bunların içerisinde Anadolu'nun en uzun su tüneli sayabileceğimiz Kemah Kalesi su tüneli günümüze kadar ayakta kalabilmeyi başarabilmiştir. Urartu'dan sonra Roma Döneminde de yapılan su tünelleri Bizans ve Selçuklu dönemlerinde de kullanılmıştır. Mengücek başkenti olan Kemah'ta Kale ile Tanasur deresi arasında 350 metre uzunluğundaki su tüneli, Dünyanın sayılı su tünellerinden biridir. Kemah su tünellerinin Urartular dönemine kadar indirilebilecek tarihi bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyoruz. Geçmiş dönemlerde özellikle bu tür kaleler düşman tarafından kuşatıldığında su ihtiyaçlarını gidermek amacıyla yapılmış olan bu su tünelleri sayesinde aşağıdaki doğal kaynaklara ulaşılıyor. Su tünelleri, dışa kapalı birer yapı durumunda. Çünkü düşman tarafından görülmemesi ve müdahale edilmemesi gerekiyor. Kaleyi gezen yerli ve yabancı turistler, rehberler eşliğinde üst kısmından girerek su tünellerini kullanarak Tanasur deresine iniyorlar. Günümüze kadar ayakta kalmayı başaran su tünellerinin onarılarak Türk turizmine kazandırılması hedefleniyor. Kazı çalışmalarımız sırasında bize destek veren Kemah halkına, kaymakamlık ile belediye başkanlığına teşekkürlerimizi sunuyoruz."
Yapı, 14.01.2016

YEREBATAN'A 2 MİLYON ZİYARETÇİ

1474 yıllık tarihi, romantik atmosferi ve birbirinden ilginç mitolojik efsaneleriyle büyüleyen Yerebatan Sarnıcı, 2015 yılında çoğunluğunu yabancı turistlerin oluşturduğu 2 milyon kişi tarafından ziyaret edildi.

2010-2015 yılları arasında 10 milyona yakın kişi tarafından ziyaret edilen Sarnıç’a ziyaretlerin 3 milyona yakını yerli, 7 milyona yakını ise yabancı turistlerden oluşuyor.

Yabancı ziyaretçilerin çoğunluğu Avrupa ve Uzakdoğu’dan. Yerebatan Sarnıcı, tarihi Yarımada’da topkapı Sarayı ve Ayasofya’dan sonra en çok ziyaret edilen üçüncü mekan.
Habertürk, 15.01.2016

ANTALYA'DA RESTORASYON SKANDALI



Antalya Korkuteli'nde Selçuklu dönemi stilinde yapılan yaklaşık 800 yıllık Alaaddin Cami restorasyonu sırasında Divriği Ulu Cami Darüşşifası’na benzer taç kapı yıkıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce devam eden restorasyonda taş ustalığının en nadide örneklerinden taç kapının statik yapısının güçlü olmadığı gerekçesiyle numaralandırılarak söküldüğü ileri sürüldü. Ancak restorasyon yapılan şantiyede gördüklerimiz hiç de durumun böyle olmadığı yönündeydi. Taç kapıya ait taş parçaları kırılmış halde etrafa dağılmıştı.

Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Çaycı 1994 yılında yazdığı doçentlik tezinde tarihi yapıya ait taç kapı ile ilgili şu bilgileri veriyor; ‘’Anadolu’nun yerli kültürünün izleriyle birlikte Selçuklu ve Gotik özelliklerini de bünyesinde bulunduran Korkuteli Alaaddin Camii, Anadolu Selçuklu sonrası ortaya çıkan ve yeni bir arayış içindeki bölgesel hüviyetteki beyliklerin sanat denemesinin nadir örneklerinden biri olduğunu göstermektedir. Taç kapının plan şeması ve eyvan şeklindeki düzenlenmesi, Anadolu Selçuklularında görülen klasik özellikleri taşımaktadır. Taç kapıdaki niş kemerinin kademeli profil oluşturması, Divriği Darüşşifası portaliyle başlamış ve Peçin Ahmet Gazi Medresesi ile devam etmiş ve Bergama Ulu (Yıldırım) Camii ile geç tarihli örneği ortaya konmuştur.’’

TERK EDİLMİŞ GÖRÜNTÜDE
Geçtiğimiz günlerde ismini vermek istemeyen bir okuyucumuz tarihi caminin literatüre giren taç kapısının yok edildiğini duyurdu. Yerinde görmek için Antalya’nın Korkuteli İlçesine gittim. Restorasyonu devam ettiği söylenen camiyi yerinde incelemek istedim. Gördüğüm manzara korkunçtu. Şantiye alanına çevrilmiş tarihi camide çalışanlar olmadığı gibi bir bekçi de yoktu. Selçuklu sanatının en nadide eserleri arasında yer alan ‘’taç kapıya’’ ait olduğunu düşündüğüm taşlar etrafa saçılmıştı. Bazı taşların üzerinde numaralar bulunuyordu. Ancak koruma amaçlı tek bir önlem yoktu. Yoldan geçen her hangi birinin o numaralı taşları alıp götürmesi hiçten bile değildi. Etrafa dağılmış taşlar, yarım bırakılmış bir restorasyon görüntüsünün yanı sıra bilim kitaplarına girmiş eşsiz mimari örneği taç kapı da artık yoktu. Komşular bir aydan fazla süredir inşaatta çalışmanın durduğunu belirtti. Üstelik taşların pek çoğu parçalanmış şekilde yol üstüne atılmıştı.

KURUL KARARIYLA SÖKÜLDÜ
Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Yrd. Doç.Dr. İbrahim Bakır’ı aradım. Bakır göreve yeni getirildiğini ancak hemen araştıracağını söyledi. Kısa süre sonrada dönüş yaptı. Bakır, restorasyon projesinin taç kapının numaralandırılarak sökülüp güçlendirilmesi yönünde önceki kurulun kararı olduğunu söyledi. Restorasyon projesinin mimarı Mehmet Emin Yılmaz ile görüştüm. Yılmaz, tüm duvarların statik incelemesinin yapıldığını, taç kapıdaki taşlardan numuneler alındığını ve sökülerek güçlendirmeye karar verildiğini, nitelikli taşların depoya kaldırıldığını belirtti. Vakıflar Antalya Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise restorasyon projesinin Antalya Koruma Kurulu’nun denetiminde ve kurul kararına uygun şekilde devam ettiğini, kış şartlarından dolayı restorasyona ara verildiğini söylediler. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri ise restorasyon projesinden rahatsız olduklarını ancak koruma kurul kararının ellerini bağladığını, kurulun taç kapıyı sökerek güçlendirme kararı olduğunu belirttiler.

ÖZGÜNLÜĞÜ GİTTİ
Uzmanlar strüktür sağlamlaştırma yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Yıkılmamış, tamamen yok olmamış ve statik problemi olan yapıların sökülüp tüm özgünlüğünün bozulması kabul edilebilir bir durum değil. Uzun yıllardır statik problemi yaşayan Sivas Divriği Darüşşifası’nın sökülerek yeniden yapılması bugüne kadar kimsenin aklından bile geçmedi. Strüktür sağlamlaştırma yöntemi ile taç kapının özgünlüğü bozulmadan restorasyona devam edilmeli, etrafı güçlendirilmeliydi. Restorasyonda yeniden yapma kolaycılığına kaçılmamalıydı.

TAÇ KAPININ ÖZELLİKLERİ
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Çaycı 1994 yılında yazdığı doçentlik tezinde taç kapının özelliklerini şöyle sıralıyor;

‘’Caminin esas giriş kısmını kuzey cephede bulunan ve öne çıkıntı yapan taç kapı oluşturmaktadır. Taç kapı, cepheye hakim durumdaki ana caddeye açılmaktadır. 1.80 m. duvar cephesinden öne doğru taşan taç kapı, adeta bir eyvan görünümündedir. Taç kapıdaki kompozisyonun belli bir sıralamaya tabi tutulmadan serbest bir tarzda düzenlendikleri görülmektedir. Eyvan boşluğu, sivri kemerli ve onu dıştan saran zik-zak kemerli form ile nihayet bulmaktadır. Eyvan boşluğunun önemli unsurunu, mono-blok taşların sınırladığı 1.80 m. ebadındaki kapı açıklığı oluşturur. Kapı açıklığı basık kemer ile sonlanır. Kemerin üzengi taşında çarkı felek motifi bezenmiştir. Basık kemer, hem form hem de malzeme olarak muhkem bir görüntü sergilemeyip, gelişi güzel bir tarzda verilmiştir. Üçgenlerin aralarına yüzeysel olarak işlenen geometrik ve bitkisel karakterli motifler sıkıştırılmıştır. Bu motifler arasında altı kollu yıldız, içi baklava içiminde taranmış üçgen motifi, daire içine yerleştirilmiş üç kollu bezemeler ile palmeti anımsatan bitkisel motifleri olarak sıralayabiliriz.’’


Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.01.2016

MALEZYA UÇAĞININ ARAMALARINDA TARİHİ GEMİ ENKAZI BULUNDU

8 Mart 2014’te, Kuala Lumpur-Pekin seferini yaparken esrarengiz bir şekilde kaybolan Malezya Havayolları’na ait MH370 sefer sayılı uçağın enkazını arama çalışmaları esnasında 19’uncu yüzyıldan kalma bir gemi enkazı bulunduğu açıklandı. Malezya uçağının Hint Okyanusu’na düştüğü inanılırken, bu, arama çalışmalarında bulunan ikinci gemi enkazı oldu.

Avustralya’nın Fremantle kentinin 2 bin 600 kilometre güneybatısında bulunan enkaz, suyun 3.7 kilometre altında tespit edildi. Enkazın yer aldığı bölgede üç adet arama gemisinin bulunduğu açıklandı.

Geçen yılın Mart ayında, arama çalışmalarında bir gemi enkazı daha bulunmuştu. Her iki gemi üzerinde de, maliyet yüksekliği nedeniyle tespit çalışmalarının yapılması pek muhtemel görülmüyor.
Sözcü, 13.01.2016

STRATONİKEİA ANTİK KENTİ 3D TEKNOLOJİSİYLE YENİDEN İNŞA EDİLİYOR

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan Stratonikeia antik kentinde gün ışığına kavuşan yapılar, 3D teknolojisiyle ziyaretçileri zamanda yolculuğa çıkaracak. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan, dünyanın en büyük mermer kentleri arasında gösterilen Stratonikeia Antik Kenti’ndeki 2015 yılı kazı çalışmaları tamamlandı.

Kazı başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Stratonikeia’nın “aşkın ve gladyatörlerin kenti” olarak bilindiğini söyledi. Antik kentin birçok bölgesinde kazı çalışması yürütüldüğünü dile getiren Söğüt, Helen, Roma, Bizans, Anadolu beylikleri, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden kalan yapıların bir bütün olarak korunduğunu ifade etti. Söğüt, kentte yürütülen kazı çalışmalarında şehrin giriş kapısından imparatorlar tapınağına, Roma hamamından Türk evine kadar her yapıyı aşamalar halinde gün yüzüne çıkardıklarını belirterek, 2015 yılında kazı, konservasyon ve restorasyon çalışmaları gerçekleştirdiklerini bildirdi.

Kentteki yapıları bir bütün olarak korumaya çalıştıklarını anlatan Söğüt, “2015 yılı içerisinde kentte yürütülen kazı çalışmalarında 202 eser bulundu. Eserleri kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından Muğla Müzesi’ne teslim ettik. Buradaki yapılar oldukça görsel ve gösterişli. Buluntular da zaten kentin kendi tarihsel bütünlüğüyle bize önemli bilgiler veriyor” diye konuştu.

“2016’da hem kazı hem restorasyon olacak”
Stratonikeia antik kentindeki Beylikler Hamamı’nın da “Stratonikeia Beylikler Dönemi Selçuk Hamamı Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon Projesi” ile turizme kazandırılacağını vurgulayan Söğüt, şu bilgileri aktardı:”Tarihi 600 yıla kadar uzanan Beylikler Hamamı’nın tahrip olmaması için hazırlanan çalışmalar ile üst kısımları cam ile kapatılarak iç kısımları ziyaretçiler tarafından gezilebilecek. Şaban Ağa Camisi de valiliğimizin destekleri ile restore edilecek. Böylelikle kentin girişinde Şaban Ağa Camisi, Beylikler Hamamı, Köy Meydanı da dahil gelişim dokusuyla bütünü ayağa kaldırmış olacağız. Bu yıl İmparatorlar Tapınağı’ndaki çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Kentin tarihsel bütünlüğü ve yapısı gereği Antik Dönem’den günümüze her döneme ait kalıntılar da var.”

“Stratonikeia daha çok tanınacak”
Söğüt, sevindirici gelişmelerden birinin, Stratonikeia antik kentinin kentsel dokusuyla UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne girmesi olduğunu belirterek şöyle devam etti:”Bu bizim için son derece sevindirici. Biz kentin daimi listeye girmesi için çalışmalarımızı aralıksız bir şekilde devam ettiriyoruz. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile birlikte yürüttüğümüz karşılama merkezi ve kentin koruma amaçlı imar planı çalışmaları sürüyor. Bunlar tamamlandığında aynı şekilde kalıcı listeye başvuracağız.”

“Ziyaretçilere 3D ile görsel şölen sunulacak”
Stratonikeia Antik Kenti’nde yapımı süren karşılama merkezinin tamamlanmasıyla ziyaretçi sayısında büyük bir artış yaşanmasını beklediklerini anlatan Söğüt, çevre düzenleme çalışmalarının sürdüğü antik kentte Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce yapılan ihalenin ardından başlayan projenin en önemli ayağının, turistlerin kente giriş yapacağı ve ihtiyaçlarını karşılayabileceği karşılama merkezi olduğunu söyledi. Söğüt, Çalışmalar tamamlanıp yapılar ayağa kaldırıldığında ziyaretçilerin kentin merkezinde birçok yapı elemanını görebileceğini dile getirerek şunları kaydetti:”Kentin birçok noktasını 3D ile ayağa kaldırdık. Ziyaretçiler kenti gezmeden önce 3D ile İmparatorlar Tapınağı, Batı ve Kuzey Caddesi’ni, Spor Okulu’nu ayağa kalkmış halde izleyecekler. Ziyaretçiler Osmanlı dönemi yollarında yürürken yapıların eski halini 3D ile gördüklerinde daha mutlu oluyor, yapıları daha iyi algılıyorlar. Bunun için her yıl kentin bir yapısını 3D ile ayağa kaldırıyoruz. Böyle olunca kente gelen ziyaretçiler bizim duyduğumuz heyecanın aynısını duyuyor.”
arkeolojihaber.net, Kaynak: Memleket, 13.01.2016

GÖKDELENLERE SİLUET AYARI

Yatay yapılaşmayı teşvik etmeye hazırlanan hükümet, yüksek katlı binalara da “siluet ve estetik ayarı” getirmek için kolları sıvadı. Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nün hazırlayacağı yönetmelikle yüksek katlı bina yapımı bazı kriterlere bağlı olacak.

Gökdelenler şehrin tarihi dokusuna uygun olacak, yapıda kullanılan beton ve çeliğin kalitesi artırılacak.

DİKEYDEN YATAYA GEÇİŞ
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman eleştirdiği yüksek katlı binalarla ilgili hasar tespitleri yapılırken, yeniden inşa edilecek gökdelenlere de “estetik ve siluet” şartı getiriliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın koordinasyonunda yürütülen çalışmalarda özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde yapılacak gökdelenlerin daha estetik ve daha sağlam olması için çalışma yürütülecek. Tarihi dokusuyla öne çıkan şehirlerde dikey yerine yatay yapılaşma teşvik edilecek. 

Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nün çıkaracağı yönetmelikle yüksek katlı bina yapımı bazı kriterlere bağlı olacak. Çıkarılacak yönetmelikte yüksek katlı binaların yapıldığı şehrin tarihi dokusuna uygun olması gerekecek. Deprem riski altındaki bölgelerde inşa edilecek gökdelenlerde kullanılan beton ve çeliğin kalitesi artırılacak. Yetkililer yeni çalışmayla İstanbul Zeytinburnu’ndaki 16/9 kuleleriyle gündeme gelen “siluet” tartışmasının biteceğini ifade ediyor.

FİZİBİLİTE ÇALIŞMASI
Dikey yapılaşmadan yatay yapılaşmaya geçmek için yoğun mesai harcayan Bakanlığın üzerinde çalıştığı yönetmelikte gökdelenlerle ilgili teknik konularda ele alınacak. Türkiye genelinde yaklaşık bin 500 gökdelen bulunuyor. 25 katın üzerindeki binaların sayısında İstanbul öne çıkıyor. Hem mevcut eski binaların dönüşümü hem de yeni yapılacaklar için bir fizibilite çalışması yapılacak. Sonrasında Yapı İşleri Genel Müdürlüğü yönetmelik hazırlayacak. Çalışmaların ardından ortaya çıkacak rapora göre süreç şekillenecek.

Yüksek katlı binaların hasat tespiti ve yıkılmasına yönelik proje kapsamında geçen Aralık ayı sonunda Boğaziçi Üniversitesi’nde konu tüm yönleriyle ele alındı. Toplantıda, AVM, ticaret merkezi ve konut işlevini bir arada barındırabilen şekilde 200 metrenin üzerinde inşa edilebilen yüksek yapıların tasarımı kadar olası bir afet durumunda acil yapılması gerekenler belirlendi.

TÜRKİYE LİK SIRALARDA
Son 10 yılda İstanbul’da 100 metre üzerindeki yüksek bina sayısı 60’ı geçti. Türkiye 100 metrenin üzerindeki binalar sıralamasında dünyada 16’ncı, İstanbul ise 25’nci sırada yer alıyor. Çok katlı bina sıralamasında Ankara 60’ncı sırada yer alırken, Türkiye genelinde 38 ilde, 565’i inşa halinde toplam bin 593 adet, 20 kat üzeri yüksek bina bulunuyor.

16/9 TARİH OLACAK
İstanbul'un tarihi siluetine zarar verdiği için tıraşlanmasına karar verilen 16/9 gökdelenleriyle ilgili durum da belirsizliğini koruyor. İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin yıkım kararını Danıştay 14. Dairesi onaylayınca Zeytinburnu Belediyesi yıkım için 2014 Eylül ayında ihaleye çıktı. Ancak ihaleye kimse katılamayınca ihale iptal edilmişti. Bunun ardından 16/9 kulelerinin sahibi Astay Gayrimenkul ihaleye itiraz edip dava açtı. Hukuki süreci uzayan gökdelenlerin tıraşlanmasıyla ilgili durum bu nedenle yılan hikayesine döndü.
Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 13.01.2016

İSVEÇLİ KONTLA AŞK YAŞAMIŞ

Fransız Kralı XVI’ncı Louis’inin eşi Marie-Antoinette’in İsveçli bir kontla ilişkisi ortaya çıktı.

Fransız araştırmacılar, Kraliçe’nin mektuplarındaki değiştirilen kısımları özel X ışını yöntemleriyle okudu. 4 Ocak 1792 tarihli bir mektupta Marie-Antoinette, İsveçli kont Axel de Fersen’e hitaben, “Bunu (mektubu) bitireceğim ama sana söylemeden değil, seni deli gibi sevdiğim sevgili ve değerli arkadaşım ve sana tapmadığım bir an yok” satırlarını yazmış. Mektuptaki bu satırları kimin değiştirdiği bilinmiyor.  
Hürriyet, 13.01.2016

ÇİN İMPARATORUNUN MEZARINDA 2150 YILLIK ÇAY

Çin Bilimler Akademisi arkeologları, 2150 yıl önce Batı Han Hanedanı’nı yöneten imparator Han Jing (kişisel ismi Liu Qi) ile birlikte mezarına gömülen hazinenin arasında büyük bir paket içerisinde çay buldu.

Bilimsel Raporlar Dergisi'nde yayımlanan araştırmada imparator Han Jing’in çay içmeyi sevdiği için mezarına çay yaprakları konulmasını vasiyet etmiş olabileceği belirtildi. Bilim insanlarına göre buluş Çin'den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzanan İpek Yolu ile ilgili de ilk bulguları içeriyor. İngiliz The Independent gazetesine göre, Han Jing'in mezarında bulunan çay yaprakları, bu bitkiyle ilgili ulaşılan en eski bulgu olma özelliğini taşıyor.

Uluslararası Çin Mirası ve Arkeoloji Merkezi direktörü Prof. Dorian Fuller, ‘‘Bu buluş, modern bilimin antik Çin kültürüyle ilgili bilinmeyen birçok önemli detayı ortaya çıkarabileceğini gösteriyor. İmparatorun türbesinde bulunan cismin çay olduğunun belirlenmesiyle birlikte, günümüzün favori içeceklerinden birinin kökeninin antik geleneklere dayandığını öğrenmiş oluyoruz'' diye konuştu.

Akademi üyelerine göre imparatorun mezarında bulunan çay yaprakları, günümüzde üretilen çay yapraklarından çok daha kaliteli. 
Al Jazeera, Kaynak: Nature, 12.01.2016

MATRAKÇI NASUH SERGİSİ İSTANBUL'DA

Saraybosna ve Belgrad'dan sonra İstanbul'da sanatseverlerle buluşan "16. Yüzyıl Dahisi Matrakçı Nasuh" sergisi, 30 Ocak'a kadar Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisi'nde...

Osmanlı döneminin ünlü Türk minyatür sanatçısı, tarihçi, matematikçi ve silahşor Matrakçı Nasuh sergisi, Balkan ülkelerinden sonra İstanbul'da... Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nun ev sahipliğinde ve İstanbul Kültürlerarası Sanat Diyalogları tarafından projelendirilen "16. Yüzyıl Dahisi Matrakçı Nasuh" sergisi, 15-30 Ocak arasında Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisi'nde sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Saraybosna ve Belgrad'dan sonra İstanbul'a gelen ve küratörlüğünü Beste Gürsu'nun yaptığı serginin tanıtım toplantısı önceki gün yapıldı. Sergide çini sanatçısı Sevim Ersoy'un liderliğinde çini panolara aktarılan 30 adet güzergah minyatürleri ile nakkaş Matrakçı Nasuh; eserlerinde yer alan beyitleri ile şair Matrakçı Nasuh; beyitlerden seçkiler ile yazılan 10 divani levhada hattat Matrakçı Nasuh'u tanıtan toplamda 41 eser yer alacak. Matrakçı Nasuh'un ölümünün 450. yılı münasebeti ile hazırlanan projeye SABAH, atv, Daily Sabah da destek veriyor. 3 kıta, 9 ülke, 10 şehirde gerçekleştirilecek proje İstanbul'dan sonra Viyana'da sergilenecek.

İLK KİTABI MATEMATİK ÜSTÜNE
Doğum tarihi kesin bilinmese de Osmanlı tarihinde iz bırakan Matrakçı Nasuh, II. Beyazıt döneminde yetişti; Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşadı. Asıl adı Nasuh bin Abdullah el Bosnavi. Bosna kökenli olduğu anlaşılan Matrakçı Nasuh; matematikçi, tarihçi, sporcu ve silahşor, ressam, minyatür ve hattat olarak bilinir. İlk eseri 1517'de kaleme aldığı "Cemal el- Küttab ve Kemal al-Hüssab" adını taşıyan matematik kitabıdır. Matrakçı Nasuh, 1564'te izleri ve etkileri günümüze kadar uzanan sayısız eserini geride bırakarak hayata veda etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın himayelerinde Matrakçı Nasuh'u anlamak, anmak ve aktarmak üzere hazırlanan projeyle 12 kadın sanatçı tarafından tüm zamanlarda değerini kaybetmeyen 41 eser, "Tarih-i Sultan Beyazıt" eseri tıpkı basımı, İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu tarafından Matrakçı Nasuh anısına özel olarak seslendirilen XVI. Yüzyıl Türk Musikisi albümü, PTT Posta ve Telgraf Teşkilatı tarafından hazırlanan Matrakçı Nasuh özel anı pulu ve UNESCO Türk Milli Komisyonu tarafından basımı gerçekleştirilen 16. Yüzyıl Dahisi Matrakçı Nasuh kataloğu gün yüzüne çıkacak.
Sabah, 13.01.2016

ALMANYA'NIN İZMİR'DEKİ BAŞKONSOLOSLUK BİNASI İHALEYLE SATIŞA ÇIKARILDI



Almanya'nın İzmir Başkonsolosluğundan yapılan açıklamaya göre, konsolosluk binasının 2007 yılında Balçova'ya taşınmasının ardından kullanılmayan bina ihale yoluyla satılacak.

Birinci Kordon'daki bina için asgari teklif bedeli 3,2 milyon Euro olacak. Satın alma teklifi "kapalı zarf usulü" ile 31 Ocak tarihine kadar Almanya'nın İzmir Başkonsolosluğuna yapılabilecek. Zarf açılışları teklif verenlerin katılımı olmadan gerçekleştirilecek, işlemler ve tekliflerin sonucu hakkında tutanak hazırlanacak.

"Eski şehir şatosu" olarak da adlandırılan binanın 1890'lı yıllarda yapılan A kısmı ile 1925 yılında inşa edilen B kısmının toplam arsa ölçüsü 562, binanın kullanım alanı ise bin 200 metrekare. Binayı satın almak amacıyla görmek isteyenlerin elektronik posta yoluyla randevu alması gerekiyor.

Tarihi taş yapı, 14 Temmuz 1925'ten 2007 yılına kadar başkonsolosluk binası olarak hizmet vermiş, başkonsolosluk 21 Mayıs 2007'de Balçova İlçesine taşınmıştı. 
Hürriyet, 12.01.2016
YEDİKULE BOSTANLARININ YIKIMI YENİDEN GÜNDEMDE

İstanbul Yedikule’de tarihi surların dibinde bulunan tarihi bostanlıktan geçimini sağlayan aileler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kendilerine sözlü olarak bostanları boşaltmaları yönünde bildirimde bulunduklarını iddia etti.

Topkapı ile Yedikule arasındaki Yedikule Bostanları'nda yer alan seralar ve barakaların kaldırılacağı ihbarı geçimini buradan sağlayan yaklaşık 30 aileyi tedirgin etti.

Tarihi surların dibinde yer alan ve Osmanlı saraylarına sebze yetiştiren tarihi bostanlarda basın açıklaması yapan Yedikule Bostancılar Derneği üyeleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kendilerine sözlü olarak bostanları boşaltmaları yönünde bildirimde bulunduklarını söylediler.

Bostanların, Osmanlı dönemine kadar uzandığını, hendekler içerisinde, yüzyıllar boyunca sebze bostanlarının yer aldığını vurgulayan dernek üyelerinden Özkan Ökten “Bize 'görüntüyü bozuyorsunuz' diyorlar. Halbuki bostanlar da surlarla birlikte bir dünya mirasıö dedi.

"İSTANBUL'UN BAŞKA NERESİNDE YEDİĞİNİZİN NASIL ÜRETİLDİĞİNİ GÖRÜYORSUNUZ?"
Bostanlarda domates, marul, nane, lahana, semizotu gibi bitkilerin yetiştiğini belirten Ökten, “İstanbul'un neresinde böyle bir imkan var. Neresinde yediğinizin nasıl üretildiğini görüyorsunuz. Neresinde çocuklarımız toprakta ekili meyve sebze görüyor” diye sordu.


Bostanların kenarlarında bulunan barakaların yıkılması halinde tarım için gerekli olan malzemeyi saklayamayacaklarını ifade eden Ökten, “Bu, bostanlarda tarım yapamayacağımız anlamına gelir” ifadesini kullandı. Bostanların güvensiz olduğu yönündeki eleştirilere yanıt veren Ökten, “Bostancının her gün ekip biçtiği, geçimini sağladığı, sürekli gözünün üzerinde olduğu tarlası bir parktan ya da sokaktan daha güvenlidir” dedi.

TARLADAN ALIŞVERİŞ YAPARAK EN UCUZ ÜRÜNE ULAŞABİLİRSİNİZ
Önce barakaların daha sonra ise bostanların kaldırılacağı yönünde haberler aldıklarını söyleyen bostancı Cihan Kaplan ise “Sur çevresini insandan arındırmak istiyorlar. Oysa ki sur, buradaki çiftçilerle, bostancılarla bir bütün. Bizi buradan ayırmak buranın dokusuna verilmiş en büyük zarar olur” şeklinde konuştu.

Tarladan tüketiciye doğrudan ulaştıklarını anlatan Kaplan, “Yerel pazarlara ürün satıyoruz. Yoldan geçen vatandaş, yarı fiyatına, en sağlıklı şekilde ürün alabilir. İstanbul'daki 'şehir içi bostancılığın' yapıldığı en güzel yer burasıdır. Burayı yok etmek İstanbul için de kayıptır” diye konuştu.

"BİZİ BURADA DİKEN GİBİ GÖRÜYORLAR"
Belediye ile ortak hareket etmek istediklerini belirten Kaplan, yasal bir statüye kavuşmak istediklerinin altını çizerek “Bizi burada diken gibi görüyorlar. Buradan çıkarma telaşı var” dedi.

Kendilerinin yıllardır dışlandığını söyleyen Mustafa Eryılmaz ise, kendisine ait bostanın 2013 yılında yıkıldığını belirterek “İçler acısı halde öylece duruyor” diye konuştu. Geçimin bostandan sağlayan 64 yaşındaki Havva Kaplan ise, “Buraya gençliğimi verdim. Kanuna karşı bir şey yapmıyoruz. 50 kuruşa maydanoz satıyoruz, geçimimizi sağlıyoruz. Bizi buradan nereye atacaklarö diye sordu. Grup basın açıklamasının ardından bostanlardan ayrıldı.
Hürriyet, 12.01.2016



******


YEDİKULE BOSTANLARINDA YIKIM BAŞLADI

Tarihi surların dibinde yer alan ve Osmanlı saraylarına sebze yetiştiren tarihi bostanlarda iş makineleri yıkıma başladı. İstanbul surlarının dibinde yer alan tarihi Yedikule Bostanları’nın yıkımı geçtiğimiz günlerde tekrar gündeme gelmiş, ekinlerin toplanması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bostan işletmecilerine mart ayına kadar süre verilmişti. Yedikule Bostancılar Derneği geçen günlerde açıklama yaparak tehlikeye dikkat çekmişlerdi. Tarihi bostanlıktan geçimini sağlayan aileler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kendilerine sözlü olarak bostanları boşaltmaları yönünde bildirimde bulunduklarını iddia etmişlerdi.

YIKIM BAŞLADI 
Tarihi bostanlarda bugün sabah 11:00’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı yıkım ekipleri Mevlanakapı Mahallesi'nde sur dışında bulunan tarihi bostanların yıkımına başladı. Yıkıma sur ve çevresinde devam edileceği öğrenildi.Bostanlar için kurulan barakalarla yıkıma başlanmasına bostan işletmecileri tepki gösterdi.

MARTA KADAR SÜRE VERİLMİŞTİ
1992 yılından beri Sur dibinde tarım yaptığını söyleyen bostan işletmecisi İsmail Karaca yıkıma yıkımla ilgili, ‘’1992 yılından beri burada 4 dönümlük alanda sebze meyve yetiştiriyoruz. Hiçbir borcum yok. Düzenli olarak kira ücretimi ödedim. Bu sabah yıkım ekipleri hiçbir yazılı karar göstermeden barakalarımızı yıkmaya başladı. Yıkım sonrası binlerce liralık çapa makinalarımız dışarı da kaldı. Ben ve ailem bu barakalarda yaşayıp bostanla ilgileniyorduk. Barakaların yıkılmasıyla dışarıda kaldık. Kış ortasında ne yapacağız’’ dedi. Bostanlardaki ekinlerin toplanması için kendilerine Mart’a kadar süre verildiğini söyleyen bostancılar, "ekinleri toplamamız için bize Mart ayına kadar süre verildi. Ancak mart ayı bizim hasat dönemimiz değil. Biz Nisan ayında hasat topluyoruz. Bu sabah yıkıma gelen ekipler yıkımın sur boyunca devam edeceğini söylediler’’ diyerek tepkilerini dile getirdi.

KEPÇELER BOSTANA GİRDİ 
Istanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı yıkım ekipleri tarafından bugün sabah saatlerinde yıkımına başlanan tarihi Yedikule Bostanları'nda yıkım devam ediyor. Bostan sahipleri İş makinalarıyla yapılan yıkımı engellemeye çalışırken, polis bostan sahiplerini alandan uzaklaştırmak için yıkım alanı Çevresinde güvenlik önlemi aldı.

Radikal, Haber: İdris Emen, 13.01.2016



******


"YEDİKULE BOSTANLARI, TARİHİ, KÜLTÜREL MİRASIMIZDIR"

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yedikule Bostanları'nda yaşananlar ile ilgili bir basın açıklaması yayınladı.

Açıklamanın tam metni şu şekilde;

Bostanları yok etmek vandallıktır!

Topkapı ile Yedikule arasındaki tarihi İstanbul surlarının dibinde bulunan ve 1500 yıldır kesintisiz olarak aynı işlevi sürdüren, geçmişte saraylara ve günümüzde İstanbul halkına taze sebze yetiştiren, son derece nadide bir tarih ve kültür mirası niteliğinde olan Yedikule Bostanları'nın sur dışında bulunan kısmında İBB ekipleri 13 Ocak 2016 günü sabah saatlerinde yıkıma başladı. Alınan bilgiye göre yıkımın sur içerisinde ve çevresinde sürdürülmesi düşünülmektedir.

Yıkımların gerçekleştirilmesi ve bostanların tahrip edilmesiyle, bütün itirazlara rağmen gerçekleştirilmek istenen "Yedikule-Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi" kapsamında süs havuzu, sosyal tesis, açık spor alanı, otopark, dinlenme alanları ve konut projelerinin önü açılmak istenmektedir. Bostanların kaldırılması, yörede yapılan ve yapılacak lüks yerleşimlerin çevresini "mutenalaştırarak" rant getirisini misliyle katlamak amacını gütmektedir.

Bakanlar Kurulunun 2006 yılında "yenileme alanı" ilan ettiği tarihi bostan alanıyla ilgili Fatih Belediyesi'nin, "Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması" hakkındaki kanun gereği hazırladığı uygulama planı İBB Meclisi'nde CHP ve MHP grubunun ret oylarına karşılık iktidar partisinin oy çokluğuyla kabul edilmişti.

Yenikapı kazıları ile 8500 yıllık tarihi geçmişi olduğu anlaşılan tarihi yarımada, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi büyük imparatorluklara başkentlik yapmış, görkemli geçmişi ile bağrında barındırdığı farklı dinler ve kültürlerden toplulukların benzersiz ürünlerini bugüne miras olarak bırakmıştır. Bu mirası bugün bir araya getiren "tarihi yarımada" dediğimiz coğrafyada yer alan dört bölge 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmıştır. Bu liste Tarihi Surlar Koruma Alanını da içermektedir.

Tarihi yarımadanın tamamı, İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 12.07.1995 gün ve 6848 sayılı kararı ile "kentsel ve tarihi sit", "kentsel ve arkeolojik sit" ve "1. derece arkeolojik sit" olarak ilan edilmiştir.

İstanbul Kara Surları Dünya Miras Alanı içinde yer alan Yedikule Bostanlarının bulunduğu alana yönelik planlama süreci 2013 yılında hazırlanan bir park projesi ile başlamış ancak tarihi bostanların ortadan kaldırılması öngörüldüğü için tepki görmüştür. Bu süreçte meslek odamız dahil bir çok kurum ve kuruluşun yanı sıra mimar, kent plancı, arkeolog, sosyolog, kültür varlıkları uzmanı gibi farklı disiplinlerden birçok akademisyen ve meslek insanından oluşan bir grup olarak, İstanbul Kara Surları Dünya Miras Alanı'ndaki koruma sorunları üzerine hazırlamış olduğumuz raporu 6 Mayıs 2014 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve İstanbul Sit Alanları Alan Yönetim Başkanlığı ile paylaşmıştık.

Bu rapor kapsamında yapılan araştırma, kara surlarının çevresinde yer alan bostanların tarihi, kültürel ve sosyoekonomik miras değerlerinin olduğunu ve bostanların, 5. yüzyılda inşa edilen kara surlarının o tarihten bu yana ayrılmaz bir parçası ve kültürel peyzajın önemli bir bileşeni olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmalarda yine uluslararası koruma kavramları çerçevesinde, kara surları ile tarihi Yedikule Bostanlarının özgün birlikteliğinin günümüze kadar ulaşan ve halen yaşayan, üretken bir kültürel peyzaj niteliğinde olduğu vurgulanmıştır.

Bizans ve Osmanlı İstanbul'una ilişkin somut ve somut olmayan kültür mirası birlikteliğinin biricik örneklerinden olan Yedikule Bostanları, Dünya Mirası Alanı'nın en temel özgünlük değerlerinden birisidir. Bu bağlamda, bostanların taşıdığı bu özgün değeri göz önüne alarak, kara surları sur içi bostanlarını kaybetmeden, bostanları günümüzün kentsel gereksinimleri ile nasıl birleştirebileceğimizi hep birlikte tartışmış ve sonuçları yukarıda da sayılan kurum, kuruluş ve ilgililere sunmuş, somut öneriler iletmiştik.

Hal böyle iken rant projelerinin arka bahçesini toplama mantığı ile 1500 yıllık bostanların tüm uzman görüşlerine, koruma yaklaşımlarına rağmen yok edilme girişimi kabul edilemez.

Bostanların yok edilmesi tek kelime ile Vandallıktır.
Arkitera, 15.01.2016

ERTUĞRUL FIRKATEYNİ KAZISINDA YENİ DÖNEM 15 OCAK'TA BAŞLIYOR

Muğla`nın Bodrum İlçesi`nde düzenlenen toplantıda, Japonya`nın Kushimoto kenti açıklarında batan ve 550 Türk denizcisinin şehit olduğu Ertuğrul Fırkateyni için başlatılan kazı çalışmalarının 2016 yılı programı hakkında bilgi verildi. Yeni dönem çalışmalarının 15 Ocak- 15 Şubat arası sürdürüleceği belirtildi.

Bodrum Kültür ve Sanat Vakfı (BOSAV) ve Ertuğrul Fırkateyni Kazı Başkanı Kaptan Tufan Turanlı, bugün Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü`nde basın toplantısı düzenledi. 2007 yılında başlatılan ve bu yıl sürecek kazı çalışmalarıyla ilgili bilgi verdi. Kazadan sonra cenazesi bulunamayan Ertuğrul`un Kaptanı Yarbay Ali beyin torunu ve ünlü şair Can Yücel`in kardeşi olan bir torun ve iki çocuk sahibi 80 yaşındaki Gülümser Yücel de toplantıya katıldı.

Geçen yıl Aralık`ta vizyona giren Ertuğrul 1890 filminin ilgi uyandırdığını söyleyen Kazı Başkanı Turanlı, Türkiye ve Japonya`da 11 sergi açıldığını belirterek 800`ün üstünde gazete haberi ve televizyon programına konu olunduğunu açıkladı. Bu yılki program hakkında bilgi veren Kazı Başkanı Turanlı, `Bu yıl başlatmayı planladığımız yepyeni iki önemli etkinlik var. Birincisi Mobil Ertuğrul Laboratuvarı kurarak, Ertuğrul şehitlerinin anısını canlı tutmak. Bu nedenle yıllardır Kushimoto`daki Ertuğrul Araştırma Merkezi`nde gerçekleştirmekte olduğumuz öğrencilere yönelik eğitim ve tanıtım etkinliklerini Japonya`nın diğer bölgelerine, okullarına taşıyacağız. Kushimoto Japonya`nın ana adası Honshu`nun en güney noktası. Dağlık bir bölgede olan kente diğer kentlerden, bölgelerden ulaşım zor. Dolayısıyla bir `Mobil Ertuğrul Laboratuvarı` kurarak, hizmeti Japon okullarının ayağına götüreceğiz. Hedefimiz hem Ertuğrul Firkateyni ve kahraman denizcilerinin anısını canlı tutmak hem de Japon gençliğine deniz ve tarihi sevdirmek. Tabi en büyük arzumuz önümüzdeki yıllarda Mobil Ertuğrul Laboratuvarı`nı Türkiye`ye getirerek kent kent dolaşmasının ve öğrencilerimizin burada çalışma yapmalarını sağlamak olacak` dedi.

KUSHİMOTO KENTİNE ZİYARET
Bu yıl gerçekleştirilecek bir diğer etkinliği açıklayan Turanlı, `BOSAV Vakfı, Sualtı Arkeoloji Enstitüsü, ülkemizin en büyük turizm kuruluşu Dorak Turizm ve Türk Hava Yolları işbirliğiyle Türklerin Japonya`yı, bilhassa Ertuğrul Firkateyni`nin izlerini bıraktığı yerler, en önemlisi geminin battığı Kushimoto kentini ziyaretini sağlayacak. `Ertuğrul Firkateyni`nin izinde` programını başlatıyoruz. Mayıs 2016`da başlaması planlanan programın ilk ve onur konuğu olarak Gülümser Yücel de Kuşimotoya gidecek. Dedesinin nefes verdiği toprakları ve şehitliği ziyaret edecek` dedi.

EN BÜYÜK HAYALİ GERÇEKLEŞECEK
Gülümser Yücel, `125 yıl önce dostluk ve barış için binlerce mil uzaklıktaki Japonya`yı ziyaretinde şehit düşen dedem Ali beyin bulunduğu toprakları ziyaret etmek yıllardır hayalini kurduğum bir olaydı. Bu hayalimin gerçekleşecek olması beni çok mutlu etti. Dedem vefat ettiğinde annem 12 yaşındaymış. Kurtulup gelenlerden öğrendiğimize göre facia anında gemiyi asla terk etmemiş. Ancak cesedi de bugüne kadar bulunamamış. Annem hep dostluk için gitti, köpek balıklarına yem oldu derdi. O günün şartlarında Türk askerinin gücünü ve dostluğunu dünyanın öbür ucuna taşıyan dedem Yarbay Ali beyin şehit olduğu toprakları ziyaret etmek benim için büyük onur ve gurur kaynağı olacak` dedi.

15 Ocak`ta Ertuğrul`un battığı Kushimoto kentinde yeni dönem çalışmalarının başlayacağı, 15 Şubat 2016 tarihine kadar devam edeceği belirtildi.
Sözcü, Haber: Yaşar Anter, 12.01.2016

ADANA'DA SİT ALANI ARTTI

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı sit alanları istatistiklerine göre Adana'da 2014'te 298 olan sit alanı yüzde 11 artış göstererek 2015'te 330'a yükseldi.



Türkiye'de özellikle arkeolojik zenginliğe sahip iller arasında öne çıkan Adana'da 2014 yılında 298 sit alanı ve 646 taşınmaz kültür varlıkları bulunuyordu.

2015 yılı itibariyle ise kültür varlıkları ve sit alanları envanter çalışmaları ile artış görüldü. Kentte 298 olan sit alanı 330'a yükselirken, kültür varlıkları da yüzde 11 artışla 713'e çıktı. Sit alanlarının 324'ünü arkeolojik alanlar oluştururken, 3 kentsel sit alanı, 2 üst üste sit alanı, 2 arkeolojik ve doğal sit alanı, 1 arkeolojik ve kentsel sit alanı bulunuyor. Taşınmaz kültür varlıklarını ise 275 sivil mimarlık örneği, 61 dinsel yapılar, 90 kültürel yapılar, 35 askeri yapı, 83 endüstriyel ve ticari yapılar, 33 mezarlık, 5 şehitlik, 38 idari yapı, 90 kalıntı, 3 korunmaya alınan sokak oluşturuyor.
Adana Haber, 12.01.2015
10 MİLYONLUK MÜZAYEDE

Yeni yılda sanat piyasasındaki büyümenin durup durmayacağının tartışıldığı günlerde Beyaz Müzayede toplam 10 milyon liralık satış beklediği bir müzayede düzenliyor. Müzayedeyi yöneten Aziz Karadeniz piyasa daralsa da alıcı sayısında artış olduğunu söylüyor.

Beyaz Müzayede, 2016 yılında gerçekleştireceği ilk müzayedede kendi deyimiyle ‘müzelik eserler’i satışa sunuyor. 17 Ocak’ta İstanbul’daki The St. Regis Otel’de gerçekleştirilecek ‘Başyapıtlar Müzayedesi’nde, Neşet Günal’dan Bedri Rahmi’ye, Cevat Dereli’den Ömer Uluç’a, Komet, Abidin Dino ve Fikret Mualla’ya yerli ve yabancı 127 sanatçıya ait 262 eser satışa sunulacak.

‘YAŞANTI II’ SATIŞTA
Müzayedede, Neşet Günal’ın 1958 tarihli ‘Yaşantı II’ tablosu 400-600 bin, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1975 tarihli ‘Kırmızı Kahve’ adlı eseri 300-450 bin, Eren Eyüboğlu’nun 1950 tarihli ‘Kırlangıç’ isimli yapıtı 160-200 bin, Cevat Dereli’nin ‘Balıkçı, Kedi ve Martı’ eseri 130-200 bin lira tahmini fiyat aralığıyla satışa sunulacak. Ayrıca Komet’in ‘Gülü Ver; Bindik Bir Alamete’ adlı eseri 250-350 bin, Ömer Uluç’un ‘Nü ve Kedi’ eseri 250-350 bin lira tahmini fiyat aralığı ile satışa sunulacak diğer eserler arasında yer alıyor.

Müzayedenin sonunda ise Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanan ‘Gülseri-Hüseyin Baban Koleksiyonu’ MuhsinKut eserleri ağırlıklı koleksiyon Darüşşafaka Cemiyeti yararına satışa sunulacak. Aziz Karadeniz tarafından yönetilecek olan 34. Beyaz Müzayede 17 Ocak Pazar günü saat 14.00’tE The St. Regis İstanbul, Astor Salonu’nda gerçekleştirilecek.
Hürriyet, 12.01.2016

EMEK SİNEMASI RUHUNU KAYBETTİ

Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sunulan “Emek Sineması'nın Yeni Hali” haberleri üzerine görüştüğümüz uzmanlar Emek sinemasının yerinde korunması gereken tarihi özgün yapısının kaybedildiğini belirterek koruduk söyleminde ısrar edilmesini anlamsız buluyor.

 


Yeni hali


12 Mart 2013'te gece yarısı iskeleler kurularak başlanan tarihi Cercle D’orient binasının restorasyonu sona ermek üzere. Emek Sinemasıyla birlikte İpek, Rüya sinemalarının yıkımına ve İnci Pastanesi'nin sürgün edilmesine sebep olan Grand Pera AVM projesinin kapılarının önümüzdeki aylarda açılması bekleniyor.



Eski hali


Geçtiğimiz günlerde Grand Pera projesinin reklam ajansı A&B iletişim tarafından kamuoyuna sunulan “Emek Sineması'nın Yeni Hali” haberleri ile Emek Sineması'nın “moving” yöntemi ile korunduğu iddia edildi.

Ahunbay: Yeniden yapım/kopyalama
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı'ndan Prof.Dr. Zeynep Ahunbay: Kamuya ait ve Beyoğlu’nun anıt eserlerinden olan Emek Sineması neden yerinde ve özgün yapım malzemesi, strüktürü ve bezemesiyle korunamadı. İnşaat süresince dile getirilen yerinde korunma çağrılarına ısrarla kulak asılmadı. Rant adına yeni mekanlar kazanmak amacıyla özgün yapıyı yıkıp, ardından 'üst kata taşıyarak koruduk' demek çocuk kandırmaktır.

"Uygulamada yalnızca iç yüzey bezemelerinin sökülüp yeni yapılan mekana monte edildiği bilgisine ulaşabilmekteyiz. Taşıma bir binanın duvarı, üst örtüsü ve bezemesiyle taşınması tekniğidir; burada taşıma adına yapılanların açıklanması gerekir.

"Yapının özgün taşıyıcı sisteminin ne olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi verilmiyor. Bu durumda, sadece salon içerisinde bulunan bezemelerin bir kısmının taşınması yoluyla yapılan ve her nedense Türkçe “taşıma” terimi varken “moving” denilerek anlaşılması güçleştirilen yeniden yapım/kopyalama uygulamasını gerçek bir koruma işlemi olarak adlandıramayız.

Erder: Bir obje gibi davranıldı
ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Koruma Uzmanı Prof.Dr. Cevat Erder: Venedik Tüzüğü'nün 7. ilkesi ve 2863 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 20. Maddesinde 'taşınmaz kültür varlıklarının ve parçalarının, bulundukları yerde korunmaları esastır' kararlarını belirtmiştik. Yapılan uygulamalar sonucu bir obje gibi davranılan ve taşındığı söylenen Emek Sineması ruhunu kaybetmiştir, geriye koruma mücadelesi kalmıştır.

Ne olmuştu?
* Yapım sürecinde Mimarlar Odası tarafından açılan davalar sonucunda mahkemeler 2 kez yürütmeyi durdurma kararı almasına karşın proje danıştay onaylarıyla sürdürülmüştü.

* Emek Sineması'nın yıkımının projeye uygun yapılmadığı, Cercle D'orient binasında ve Melek Apartmanı duvarlarında çatlaklar oluştuğu için yapılan suç duyurusunun ardından Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan ile yetkililer Barış Çelikkan, Mehmet Ali Kaplan ve İlhan Turan hakkında soruşturma kararı alınmıştı.

* Tuncel Kurtiz'den, Costa Gavras'a uzanan yönetmenler ve oyuncular geçidi sayılabilecek Emek Sineması eylemleri, Türkiye Sinema Tarihi'nin belki de yan yana direndiği en önemli andı. 

* 32. İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenen 2. açılışta Emek Sineması önünde basın açıklaması yapılırken, salonun kapatılmasını protesto eden bir grup binayı işgal etmişti.
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 11.01.2016

SIVA ALTI TARİH!

Anadolu Türk tarihinde ezberleri bozacak en eski Türk Kitabesi; Eskişehir Seyitgazi’de ortaya çıktı. Dr. Tütüncü tarafından ortaya çıkartılan 1369 yılına ait kitabe yapıya yönelik onarımlarda sıvayla kaplanmış...



Eskişehir Seyitgazi Külliyesi’nde Anadolu’nun en eski Türk Kitabeleri ortaya çıkarıldı. 1369 yılına ait Arap harfleriyle yazılan Türk kitabeleri Germiyanoğulları Beyliği dönemine ait.  Hollanda’da ikamet eden Türk Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Epigraf Dr. Mehmet Tütüncü, kitabeleri nasıl farkettiğini şöyle anlattı; “Külliyeye yapılan müdahaleler sonucu kitabelerin üzeri sıva ile kaplanmış. 2007’de yapılan restorasyonlar sırasında sıvalar kazınmış ve kitabe yeniden ortaya çıkarılmış. Kitabeleri 18 Ekim 2011 tarihinde Orta çağ kazıları için Eskişehir’e geldiğimizde tesadüf eseri bulduk. Kitabelerin Türkçe olduğunu anladım. 4 yıllık bir uğraştan sonra yazıtların 1369’da  Kurd Abdal tarafından yazıldığını tespit ettim.”  
 
Tütüncü, “Bugüne kadar Anadolu’daki en eski Türkçe Kitabeler’in Kütahya’daki Yakup Bey Medresesi içinde bulunan 1414 tarihli vakıf kitabesi olduğu biliniyordu. Ancak Seyyid Gazi Külliyesi içerisinde bulunan Türk Kitabeleri’nin 1369 yılına ait olduğunu tespit ettik” dedi. 



Almanlar buldu
Yazıtların izine ilk olarak 1907 yılında Alman araştırmacılar tarafından rastlandığını da dile getiren Tütüncü; kitabelerle ilgili şu bilgileri veri; “Kitabelerin içeriği o dönem Almanca olarak birkaç yerde yayınlanmış. Ancak sonrasında Türkiye’deki hiçkimse kitabelerin varlığından haberdar olmamış. 
 
Tarih envanterlerimizde de eserlerin kayıtları yok. Kalker taşına kazınan yazılar aşınmış olsa da oldukça iyi korunmuş. Kitabede Süleyman Şah’ın oğlu Kurd Abdal’ın satın aldığı Akpınar mezrasının hudutları hakkında bilgiler, Kurd Abdal’ın dergaha yaptığı bağışlar ve devrin önde gelen kadılarının ismi yer alıyor.” 
Milliyet, Haber: Mert İnan, 11.01.2016
TARİHİ SİLLE İÇİN PROJE TAMAM

Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi mimarlık fakülteleri tarafından yürütülen "Konya Sille Fiziksel Yenileme Çalışması" adlı projeyle, 6 bin yıl önce kurulduğu tahmin edilen, Konya'nın Selçuklu İlçesine bağlı Sille Mahallesi'nde sürdürülebilir kültürel turizmin sağlanması amaçlanıyor. Sille'nin en geniş tipik mimari özelliğine sahip konut yapısını gösteren Hacı Ali Ağa Sokağı'nda 10 yapı için 10'ar farklı senaryodan oluşan uygulama projesi hazırlanacak.
Akşam, 10.01.2016

KAPALIÇARŞI'NIN KADERİ HAFTAYA BELLİ OLACAK

Yılda 92 milyon ziyaretçi ağırlayan Kapalıçarşı’nın sorunlarına çözüm bulmak için tarihi çarşının 554 yıllık tarihinde ilk kez yönetim seçimi düzenlendi. Kapalıçarşı ile ilgili kararlarda söz sahibi olacak yönetimi belirleyecek esnaflar sabah saatlerinde çarşıya geldi. 2 bin 461 parselin bulunduğu Kapalıçarşı’da, katılım 412 esnafla sınırlı kaldı. Salt çoğunluğun sağlanamayınca seçimler 17 Ocak 2016 Pazar gününe ertelendi.

YÖNETİMDE 13 KİŞİ YER ALACAK
Seçimlerle belirlenecek Kapalıçarşı yönetimde, 9’u çarşı esnafı olmak üzere 13 kişi yer alacak. Yönetimde Fatih Belediyesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve İstanbul Valiliği’nin yetkilileri de olacak.

"KAPALIÇARŞI’YI GELECEK KUŞAKLARA AKTARMALIYIZ"
Seçimlerde oy kullanmak üzere Kapalıçarşı’ya gelen esnaf Gürsel Sarı, "Osmanlıdan günümüze kadar gelmiş Kapalıçarşı’yı gelecek kuşaklara da aktarmak için yeni yönetimle, kamu kurumlarıyla birlikte hareket edecek. Kapalıçarşı seçimlerle inşallah daha iyi yönetilecek" dedi. Kapalıçarşı’da fiziksel dönüşüm yapılacağını belirten esnaf Cem Arıca, seçimlerin Kapalıçarşı’nın geciken altyapı, üstyapı ve afete hazırlanma çalışması olduğunu vurguladı.

"KAPALIÇARŞI İÇİN FATİH BELEDİYESİ OLARAK 28 MİLYON TL HARCADIK"
Kapalıçarşı’nın en büyük probleminin yönetiminin olmaması olduğunu belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Kapalıçarşı’nı yenilenmesine altyapı çalışmaları ile başlayacaklarını ifade etti. Elektrik, su, soğutma ve ısıtma hatlarının yer altına alınacağını belirten Demir, "Altyapıdan sonra üstyapıya müdahale edilecek. Çalışmalar en son çatının onarımı ile tamamlanacak" dedi. Kapalıçarşı için Fatih Belediyesi’nin 28 milyon TL harcadığını belirten Demir "Altyapı için İSKİ yaklaşık 35 milyonluk bir destek verecek. Bu zemin için Fatih Belediyesi büyük destek verecek. Dükkanları ilgilendiren kısımlarda ise yönetim kurulu desteği ile çözümler oluşturulacak. Kapalıçarşı’nın yükünün sadece mülk sahipleri tarafından karşılanmasının uygun olmadığı düşünüyoruz. Kapalıçarşı’nın sorunları için onlara destek olacağız" şeklinde konuştu.

Hürriyet, 10.01.2016

GÖBEKLİTEPE DAVOS'TAN DÜNYAYA AÇILIYOR

Türkiye bu yıl Davos'a Göbeklitepe'yle büyük bir çıkarma yapmaya hazırlanıyor.

Göbeklitepe Tanıtım Projesi’nin ana sponsoru olan Doğuş Grubu’nun girişimiyle Dünya Ekonomik Forumu (20-23 Ocak) için Davos’a gelen dünyanın önde gelen isimleri, 12 bin yıl öncesine dayanan, tarihin en eski ve en büyük tapınağıyla tanışacak.

Davos’ta Göbeklitepe için birkaç etkinlik var.

Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, 20 Ocak günü, Davos’un en yeni otellerinden İntercontinental’de Göbeklitepe için bir gala gecesi düzenliyor.

Şahenk’in İngilizce yazılmış, videolu davetiyesinde, Göbeklitepe’yle ilgili bilgiler yer alıyor.

Öyle ki bir çırpıda burasının insanlık tarihi için neden bu kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz.

Şık davetiyede,  Göbeklitepe’nin, Mısır Piramitleri’nden 7 bin yıl önce, metal araç gerecin, tekerleğin ve yazının keşfinden çok önce Türkiye’nin güneydoğusunda mucizevi bir şekilde yükseldiği belirtiliyor.

Bu hazinenin tüm dünyaya ait olduğu da vurgulanıyor.

Doğuş CEO’su Hüseyin Akhan ise galanın hemen ertesi günü Derby Oteli’nde “Kültür Mirası Korumak” temalı bir öğle yemeği düzenliyor.

DÜNYA KÜLTÜR HARİTASINDA
Yuvarlak masa şeklinde düzenlenecek davetin konuşmacıları arasında Akhan’ın yanı sıra Unesco Direktörü İrina Bokova, ABD’nin ünlü Smithsonian Müze ve Araştırma Ensitüsü Başkan Yardımcısı  Richard Kurin var.


Moderatör ise Londra’daki Victoria&Albert Müzesi’nin Direktörü Martin Roth.

Sadece yukarıda saydığım bu isimlerin, Göbeklitepe’nin dünya kültür haritasında sağlam bir şekilde yerini almasını sağlayacağından kuşkunuz olmasın.

Göbeklitepe, hatırlanacağı gibi 2011 yılında Unesco’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girmişti.

Dünya Ekonomik Forumu’nun oturumlarının düzenlendiği Kongre Sarayı’nda da konuşulacak Göbeklitepe.

İstanbul Üniversitesi’nden arkeolog Profesör Dr. Mehmet Özdoğan “İnanılmaz Arkeolojik Keşifler” başlıkla iki ayrı oturumda Göbeklitepe’den yola çıkarak uygarlıkların yükseliş ve düşüş süreçlerini anlatacak.

Bunca yıl Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’na katılırım.

İlk kez, benzersiz tarihi ve kültürel bir mirasa sahip Türkiye’nin bu yönüyle kapsamlı bir şekilde ele alınmasına tanık oluyorum.

Mutluyum çok.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 10.01.2016

SAGALASSOS'UN KALINTILARI GÖZ KAMAŞTIRIYOR



Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos antik kentinde ortaya çıkarılan, aralarında 5 metre boyundaki İmparator Marcus Aurelius ve İmparator Hadrian heykellerinin de yer aldığı eserleri her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor.
 
Yazılı kaynaklarda bilinen tarihi, Büyük İskender'in milattan önce 333 yılındaki fethiyle başlayan ve Roma'nın beş önemli seramik üretim merkezinden biri olma özelliğine sahip Sagalassos'taki kazı çalışmaları, Belçikalı Prof.Dr. Marc Waelkens başkanlığında 1989 yılında başladı. 
 
Waelkens'ın 2 yıl önce emekli olmasının ardından bu göreve, kazıda başkan yardımcılığı yapan Leuven Katolik Üniversitesinden vatandaşı Prof.Dr. Jeroen Poblome getirildi.
 
5 metre boyundaki imparator heykelleri 
Türk ve yabancılardan oluşan bir ekiple 26 yıldır Belçika Leuven Üniversitesi tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ve denetiminde sürdürülen kazılarda 5 metre boyundaki İmparator Marcus Aurelius, İmparator Hadrian heykelleri gibi önemli eserler ortaya çıkarıldı.
 
Dans eden kızlar frizlerinin yanı sıra zafer tanrıçası Nike, Dyonisos, Nemesis, Asklepios ve Kronis heykelleri antik kentten çıkarılan eserler arasında yer alıyor. 
 
Sagalassos antik kentinden çıkarılan ve Burdur Arkeoloji Müze Müdürlüğü'nde sergilenen bu eserlere yerli ve yabancı ziyaretçiler ilgi gösteriyor. 
 
"Türkiye'nin en önemli müzeleri arasında"  
Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sagalassos antik kentindeki kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin sergilendiği müzenin, Türkiye'nin en önemli müzeleri arasında yer aldığını söyledi. 
 
Sagalassos antik kenti terk edildikten sonra burada bulunan malzemelerin başka antik kentlere taşınmayarak korunduğunu ve bugüne kadar geldiğini anlatan Ekinci, 2007-2008 yıllarında Roma hamamının kazıldığını ve bu yapı içerisinde İmparator Hadrian ve imparator Marcus Aurelius heykellerinin ortaya çıkarıldığını kaydetti.
 
Burdur Arkeoloji Müzesi'nin internet sitesindeki bilgilere göre geçen yıl müzeyi 10 bin 139'u yerli, 995'i yabancı 11 bin 134 kişi, Sagalassos Antik Kenti'ni ise 20 bin 369'u yerli, 6 bin 689'u yabancı, 27 bin 58 kişi ziyaret etti.
Trt Haber, 10.01.2016
MONA LİSA'NIN ALTINDA GİZLİ PORTRE

Leonardo da Vinci’nin ‘Mona Lisa’ eseriyle ilgili çarpıcı bir iddia ortaya atıldı.

Fransız mühendis Pascal Cotte, 10 yıldır reflektif ışık tekniği kullanarak incelediği Mona Lisa'nın yağlıboya katmanının altında başka bir portreyle ve taslak bulduğunu söyledi. Cotte, alttaki resimde, oturur vaziyette farklı bir kadının portresinin yer aldığını belirterek, "Bu resimdeki kadın gülümsemiyor" dedi.
Akşam, 09.01.2016

'TOPRAK ANA'YA YENİ EV

Ümraniye'de 12 yıl boyunca sergilendikten sonra geçtiğimiz günlerde sökülen 'İki Çocuklu Toprak Ana' heykelinin, Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak'la heykeltıraş Mehmet Aksoy'un görüşmelerinin ardından ilçeye getirilmesi kararlaştırıldı.


DHA'nın haberine göre, Ümraniye Soyak Yenişehir Kibele Evleri içerisinde, sosyal tesisler ve heykeltıraş Mehmet Aksoy'un yaptığı heykelinin bulunduğu, 11 bin dönümlük arazinin, Milli Emlak’a ait olduğu gerekçesiyle açılan dava sonuçlandı. Mahkeme sitenin Milli Emlak’a ait olan arazisinin devredilmesine karar verildi. Kararın kesinleşmesi üzerine belediye ekiplerinin Perşembe günü söktüğü heykel buradan kaldırılarak Aksoy’a ait Beykoz’daki atölyeye götürüldü. Söküm ve heykelin kaldırılmasına tepki göstererek çalışmaları cep telefonu ile görüntüleyen heykeltıraş Mehmet Aksoy, "Bir heykel daha kaldırılıyor. Bu içinde yaşadığımızı Türkiye'nin sanat ortamınının, neye, ne kadar değer verildiğinin bir göstergesi. Aslında gönül isterdi ki bu heykel burada dursun. Heykellerle birlikte yaşayalım. Bir heykel kültürümüz olsun. Atölyemize götüreceğiz” dedi.

‘Toprak Ana’ devreye girdi
Avcılar’da doktorluk yaptığı dönemde soyadından dolayı kendisine yakıştırılan ‘Toprak Ana’ sloganını benimseyen Belediye Başkanı Handan Toprak ise bu gelişmeler üzerine heykeltıraş Mehmet Aksoy ile temas kurarak, heykelin Avcılar’da uygun bulunacak alana taşınarak, monte edilebileceğini iletti. Aksoy’un bu öneriyi kabul ettiği, önümüzdeki günlerde Başkan Toprak ile bir araya gelerek detayları ele alacağı ifade edildi. Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak, “ 'Herkes her şey olabilir ama sanatçı olamaz' diyen Ulu Önder Atatürk’ün izinden gitmeye çalışıyoruz. Avcılar; sanat ve sanatçıya her zaman sevgi ve saygı ile yaklaştı ve yaklaşmaya devam edecek. Mehmet Aksoy'u aradık ve heykelini ilçemizde görmekten mutlu olacağımız söyledik” dedi.

Yapı, 09.01.2016

GRAFİTİ FİLOZOFU BANKSY İSTANBUL'A GELİYOR

Grafiti filozofu Banksy'nin en ünlü eserlerini bir araya getiren The Art of Banksy sergisi 14 Ocak'tan itibaren Global Karaköy'de ziyaret edilebilecek. Entertainment Group, Global Yatırım ve Piu Entertainment işbirliğiyle İstanbul'a getirilen sergi, 4 ay boyunca açık kalacak.

KİM OLDUĞUMU ASLA BİLEMEYECEKSİNİZ
Banksy, 10 yıldır başta İngiltere olmak üzere farklı ülkelerde yaptığı çarpıcı duvar resimleriyle ünlendi. Gerçek adı bilinmese de herkes onu dünyanın dört bir yanındaki duvarlara çizdiği resimlerin altındaki imzadan tanıyor.



"Gerilla artist" olarak anılan Banksy, çalışmalarında savaş karşıtı, çevreci, hayvan haklarını savunan ve tüketim çılgınlığını eleştiren mesajlar veriyor.



Banksy istediğinin iyi resimler yapmak olduğunu ve kimliğini açıklamayacağını ifade ediyor. İngiltere'nin yanı sıra Filistin'de yaptığı siyasi eserlerle de tanınıyor. Banksy aynı zamanda Amerika Birleşik Devletlerinin ünlü televizyon dizisi The Simpsons adlı çizgi dizide içinde kapitalizm eleştirisi içeren bir giriş hazırladı.
Radikal, 09.01.2016
SAMSUN ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ KAPATILDI

Samsun'da bulunan Arkeoloji ve Etnografya Müzesi 'eserlerin sağlıksız ortamda sergilendiği' gerekçesiyle kapatıldı. Müze binasının yıkılmasının ardından alanın Panorama 1919 projesine dahil edilmesi bekleniyor.

Amisos hazinesinin görkemi
1981 yılından beri hizmette olan Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin en göze çarpan koleksiyonu Amisos antik kenti buluntuları ve bu kentte yer alan bir mezar odasında bulunan Amisos hazinesidir. Mezar odası buluntularından bir erkek, bir kadın ve bir kız çocuğuna ait olan altın takılar özellikle önemlidir. Hellenistik Dönem'e ait bu eserler zamanın sanat ve işçiliğinin göstergesidir. Müzede ayrıca Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait sikkeler sergilenir. 

Samsun ve çevresinden Kalkolitik, İlk Tunç, Hitit, Hellenistik ve Roma Dönemlerine ait eserler de müzenin koleksiyonları arasındadır. Her iki yüzü kabartmalı bronz mızrak ucu, İlk Tunç Çağı'na ait ameliyatlı kafatasları, MÖ 5. yüzyıla özgü orijinalinin kopyası olan bronzdan çıplak atlet heykeli de müzenin gözde eserleridir. Etnografik eserler ayrı bir bölümde yer alır.
Samsun Kent Haber, 08.01.2016

TELMESSOS ANTİK TİYATROSUNDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Muğla'daki ören yerlerinde görev yapan kazı başkanları, Fethiye İlçesi'ndeki erken Roma döneminde yapılan ve milattan sonra 2. yüzyılda onarım geçiren Telmessos antik tiyatrosunun restorasyon çalışmalarında beyaz mermer kullanıldığı yönündeki haberlere tepki gösterdi.

Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve vatandaşların kültür varlıklarının korunmasına duyarlılık göstermelerini olumlu karşıladıklarını söyledi.

Bu duyarlılığın toplum olarak korumacılık konusunda iyi bir yere doğru gidildiğinin göstergesi olduğunu kaydeden Söğüt, aynı duyarlılığa yazılı ve görsel basının da sahip olmasını istedi.

Söğüt, Telmessos antik tiyatrosundaki uygulamaları takip ettiğini, özgün malzeme ile yeni yapılanın farklılık göstermesinin doğru olduğunu savundu. Restorasyonda dikkat edilmesi gereken konunun renk değil malzeme uyumu olduğuna işaret eden Söğüt, şöyle konuştu:

"Burada esas olan mevcut malzemeye en uygun olanın seçilmiş olmasıdır. Buradaki orijinal oturma basamakları ve yeni kullanılanların hiçbirisi mermer değil, dolomit taşıdır. Her gördüğümüz taşa mermer demeyi bırakmamız gerekir. Burada mevcutlar yerinde sağlamlaştırılmış ve eksik yerler yenileri ile tamamlanmıştı. Yeni kullanılan malzemenin mevcut ile aynı olduğu konusunda İstanbul Konservasyon ve Restorasyon Merkez ve Bölge Müdürlüğü'nün raporu var."

"MERMER VE DOLOMİT FARKLI"
Knidos Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı ise restorasyon ve korumaya yönelik faaliyetlerin asla bitmeyeceğini ve her gün oluşan yeni olumsuzluklara karşı yeni tedbirlerin alınması gerekliliğini bildirdi.

Ülkedeki bu konuda duyarlılık oluşmasından memnuniyet duyduklarını dile getiren Doksanaltı, bu tür çalışmalarla ilgili uzman olmayan kişilerin açıklama yaptığını savundu.

Bu durumun benzer çalışmaları yürüten meslektaşlarını üzdüğüne işaret eden Doksanaltı, şöyle konuştu.

"Telmessos Tiyatrosu ile ilgili haberlerde yapılan yorumlarda özellikle belirtmek istediğimiz bir husus var ki o da 'tamamlamalarda kullanılan mermer' ifadesi. Bu tiyatronun orijinal malzemesi mermer değil dolomit taşıdır. Mermer ve dolomit iki farklı kayaç türüdür. Restorasyon uygulamalarında da doğru olarak mermer değil dolomit kullanılmıştır. Bu uygulamada da İstanbul Konservasyon ve Restorasyon Merkez ve Bölge Laboratuvarına gönderilen orijinal örnekler referans alınmıştır."

Doksanaltı, geçen yıllar içinde orijinal materyalin özelliğini kaybedip, dayanıklılığını yitirmesinin çoğu kez özgün malzemenin kullanılmasına da engel olduğunu bildirdi.

Bu durumda orijinale en uygun yeni malzemenin tercih edildiğine değinen Doksanaltı, "Telmessos antik tiyatrosunda da bu yapılmıştır. Burada yapılan uygulamada analizler sonucu orijinale en yakın dayanıklılığı yüksek ancak ton farkı olan bir dolomit seçilmiştir. Zaten süreç içinde bu renk farklılığı en aza inecektir" dedi.
Sabah, 07.01.2016

900 YILLIK TİCARİ TEKNE BATIĞI BULUNDU



Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) tarafından Marmaris'te, Bozburun açıklarında yürütülen çalışmalarda, Fatimilere ait 900 yıllık ticaret gemisi batığı bulunduğu belirtildi. 30 metre derinlikteki geminin, 1 ton cam taşıdığı ifade edildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde, DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı da olan Ege Bölgesi Araştırma ve Uygulama Merkezi (EBAMER) Müdür Yardımcısı Doç.Dr. Harun Özdaş'ın başkanlığında yürütülen sualtı arkeolojik araştırmalarının 2015 yılı çalışmaları tamamlandı. Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen 'Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Projesi'yle, Türkiye kıyıları batık envanteri çıkartılıyor. Çalışmalarda özellikle Akdeniz'deki ticaret gemileri üzerinde yoğunlaşıldığı belirtildi.

SU ALTI HAZİNELERİ KAYIT ALTINA ALINIYOR
Geçen yıl 15 kişilik bir ekibin çalışmalarda görev aldığını söyleyen Doç.Dr. Özdaş, sualtı video çekimlerini ise daha önce Haluk Cecan'la birlikte çalışan profesyonel kameramanlar tarafından gerçekleştirildiğini belirtti. Proje kapsamında Antalya ile Çanakkale arasında yer alan kıyılar ayrıntılı bir şekilde araştırılarak sualtında bulunan batıklar, seramikler, çapalar, demirleme bölgeleri, mimari kalıntılar ve limanların kayıt altına alındığını belirten Doç.Dr. Özdaş, "Bu araştırmalar sırasında arkeolojik kayıtların yanı sıra deniz jeolojisi, biyolojisi ve diğer bilim dallarına kaynak sağlayacak bilgiler de toplandı. Oşinografik ve jeolojik yapılara ilişkin veriler ile kıyı bölgelerindeki incelemelerde liman yapılarının sualtında kalma sebepleri, depremsellik ve deniz seviyesi değişimlerine ilişkin önemli sonuçlara ulaşıldı. Bu nedenle çalışmalara sadece sualtı arkeologları değil, deniz jeofizikçileri ve biyologları da katıldı. Ülkemizde ilk defa sistematik ve bilimsel sualtı arkeolojik çalışmalar, 'Türkiye Batık Envanteri Projesi' kapsamında Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknolojisi Enstitüsü tarafından başlatılmış olup, bu çalışmalarda üniversitemize ait K. Piri Reis Araştırma Gemisi de görev aldı" dedi.

EN DİKKAT ÇEKİCİ BATIK CAM TEKNESİ
Doç.Dr. Özdaş, geçen yıl keşfedilen batıklar arasında en dikkat çekici olanının Muğla'nın Marmaris İlçesi'ne bağlı Bozburun Mahallesi açıklarında, 30 metre derinlikte ve 200 metrelik bir alana yayılmış olan MS 11-12. yüzyıla, Fatimiler'e ait bir cam batığı teknesi olduğunu söyledi. Yüzlerce parçadan oluşan yaklaşık 1 ton cam külçenin yanı sıra, küçük şişelere de rastlandığını belirten Doç.Dr. Özdaş, "Böylece ilk kez bir cam batığını kayıtlarına geçirmiş oldu. Batık alanında bulunan kalıntılar, günümüzden yaklaşık 1000 yıl önce Doğu Akdeniz'den yola çıkan ve cam taşıyan ticaret gemilerinin rotaları ve uğradıkları limanlar hakkında önemli bilgiler veriyor. Bu nedenle; Akdeniz medeniyetleri arasındaki ilişkiler her zaman deniz yoluyla olmuş, çatışma ve uzlaşmalar su altında iz bırakmıştır. Ticari ürünlerin yanı sıra, akıl ve fikirler de insanlarla gemilerde taşınmış ve farklı kültürlere ulaştırılmıştır. Akdeniz medeniyetlerinin denizlerdeki izleri ve Ege'yle olan ilişkileri bu proje kapsamında açıklık kazanmaktadır. Akdeniz havzasında gelişen bu medeniyetleri deniz alanındaki çalışmalar ve bilgiler olmadan anlamak ve hipotezler üretmek mümkün olamayacaktır" dedi.
DHA, Haber: Yaşar Anter, 06.01.2016
SİT ALANI İÇERİSİNDEKİ ANTİK KENTTE KAÇAK KAZI İDDİASI

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde antik kentte kaçak kazı yapıldığı tespit edildi.

Edinilen bilgiye göre, ilçeye bağlı Ballıhisar Mahallesi'nde akşam saatlerinde müze müdürlüğünde özel güvenlik görevlisi olarak çalışan bir kişi, Pesinus antik kenti güney nekropolünde kaçak kazı yapıldığından şüphelendi. Özel güvenlik görevlisinin ihbarı üzerine olay yerine jandarma ekipleri geldi. Ekiplerin yaptıkları incelemede, sit alanı içerisinde bulunan Güney Nekropolünde 1,5 metre derinliğinde ve 1 metre genişliğinde kazılmış çukur tespit edildi.

Bahse konu kaçak kazıyı yaptığı iddia edilen kişi veya kişiler aranırken, olayla alakalı soruşturma sürüyor.
haberler.com, 06.01.2016



3 - 9 Ocak 2016
TARİH KOKAN YAPILAR ŞİMDİ BARUT KOKUYOR

Diyarbakır, özellikle de şehrin tarihini barındıran Suriçi, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış bir mekan. Hazreti Ömer zamanında kapılarını İslam'a açan Suriçi'nde son olaylarda tarihi yapılar da büyük

Diyarbakır Suriçi denince akla Ulu Cami, Kurşunlu Cami, Dört Ayaklı Minare ve daha niceleri gelir. Onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Diyarbakır, son aylarda yaşanan çatışmalar sebebiyle tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Tarih kokan yapılar artık barut kokuyor ne yazık ki. Minarelerden duyulan ezan sesleri, yerini silah ve patlama seslerine bırakıyor. Yaşanan çatışmalar sebebiyle evlerin yanı sıra camiler de zarar görüyor. İslam'ın dört mezhebini simgeleyen Dört Ayaklı Minare, ayaklarından vuruldu mesela. Hz. Ömer döneminde, fethedildiği 639 yılından beri ibadete açık olan Anadolu'nun en eski camisi Ulu Cami'de 1377 yıl aradan sonra ilk kez namaz kılınmadı, ezan okunmadı. Mimar Sinan'ın eseri olan Kurşunlu diğer adıyla Fatih Paşa Camii, çatışmalar sebebiyle adeta delik deşik oldu. Kurşun yaraları yetmezmiş gibi yangın çıktı, cami kullanılamaz hale geldi. İşte çatışmalarda zarar gören tarihi yapılardan bazıları...    

Kurşunlu Cami
1516-20 yılları arasında, dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırıldı. Fatih Paşa Mahallesi'nde bulunan cami, üst örtüsünün kurşunla kaplanmasından dolayı halk arasında Kurşunlu Camii adıyla anılıyor. Merkezdeki kubbenin dört yarım kubbeyle desteklenmiş olması Sinan üslubunu vurguluyor. Caminin Sinan'ın İstanbul Şehzade Camii'nde oluşturduğu ideal merkezi, yapıya ilham kaynağı olduğu düşünülüyor. Siyah ve beyaz taşlardan yapıldığı için zengin bir görünümü olan caminin hemen sağında yer alan minare, gösterişini bir kat daha artırmış.

Ulu Cami
Anadolu'nun ilk ve en eski camisi olan Ulu Cami, kimileri tarafından İslam dünyasının 5. Harem-i Şerif'i olarak kabul edilir. 3 bin yıldan beri kesintisiz ibadet edilen tarihi bir mekan. Efsane midir bilinmez ama bu mekana ilk temeli Şemsilerin (güneşe tapanlar) attığı söyleniyor. Rum tarihçiler, pagan döneminde önemli bir putperest mekanı olarak kullanılan ibadethanenin Hazreti Musa döneminde yapıldığında hemfikir. Evliya Çelebi, beyaz bir sütun üzerinde İbranice bir tarih gördüğünü belirterek, bu teze haklılık veriyor. Hıristiyanlığın kabulünün ardından ismi Mar Toma Kilisesi olan mabet, Amid'in 639'da İslam ile tanışmasıyla Ulu Cami'ye dönüşür. Avlusundaki otomasyon ve sibernetiğin babası, büyük Kürt bilim adamı Şırnaklı Ebu'l-İz el-Cezeri'nin imzasını taşıyan güneş saati, ziyaretçileri adeta zaman yolculuğuna çıkarıyor. Yuvarlak bir mermer üzerine yerleştirilen metal parça, güneşin hareketiyle birlikte çevresinde dönen gölge marifetiyle zamanı gösteriyor. Hani Dağı'nın eteklerinden kaynayan ve dokuz kemerli bentlerden geçerek avludaki şadırvana ulaşan su ise doğal bir sakinleştirici gibi.

Dört Ayaklı Minare
Akkoyunlular döneminde, 1500 yılında, Sultan Kasım tarafından yaptırılan Şeyh Mutahhar ya da Şeyh Matar Camii, daha çok minaresiyle tanınıyor. Cami, kare planlı tek kubbeli; minare ise yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiş. Bir inanışa göre yedi defa sütunların altından geçenin dileği kabul ediliyor. Yapı, dört İslam mezhebine işaret eden dört ayaklı minaresiyle Anadolu'nun tek örneği.
Zaman, Haber: Muhammet Enes Gültekin, 08.01.2016

TÜRK ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ RÜYAYDI, RÜYA KALDI!

’Uzun yıllardır beklenen arkeoloji enstitüsü sonunda kuruluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın uzun yıllardır yapamadığını Gaziantep Büyükşehir Belediyesi yaptı. Anadolu Arkeoloji Enstitüsü için Avrupa Birliği'nden 10 milyon Euro destek alındı. Başkan Fatma Şahin, önümüzdeki günlerde arkeologları Gaziantep'te toplayarak enstitü müjdesini açıklayacak.’’ Bu sözleri yazmamın üzerinden neredeyse tam bir yıl geçti. Yazının başlığını da ‘’Rüyaydı, gerçek oldu’’ demişiz. Görünen o ki, rüya değil büyük bir serap görmüşüz.. Onca bilim insanı toplandı tüm gazetelere o gün büyük bir gösterişle bu işin olacağı anlatıldı.

KİMLER YOKTU Kİ!
Başta Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır, Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, Ankara Üniversitesi'nden Prof.Dr. Işın Yalçınkaya, İstanbul Üniversitesi'nden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan ve Zeugma Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Kutalmış Görkay gibi hemen herkes oradaydı. Hepimiz çok heyecanlıydık. Yıllardır kurulması gündemde olan ama bir türlü başarılamayan Türk Arkeoloji Enstitüsü kuruluyordu. AB’den de 10 milyon Euro kaynak bulunmuştu.

YASA İZİN VERMİYOR!
O gün toplantı sonrasında akla gelen ilk sorunlardan biri enstitünün bir belediye bünyesinde oluşmasıydı. Bu ülke bütününe yönelik değil belki bölgesel nitelikte olabilirdi. Ancak bu sorun Fatma Şahin’e sorulduğunda verdiği cevap hepimizi umutlandırdı. Şahin, açık açık kendisinin arkeolojiden anlamadığını ve bunu Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte yapacaklarını, kendisinin sadece bu işe ön ayak olduğunu’’ söyledi. Doğrusu da buydu. Çünkü Türkiye’de kazı yapma yetkisi, denetleme ve izin verme yetkileri yasa ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verilmişti. Bunun belediye bünyesinde bir enstitü olmasına ne imkan ne de yasa vardı. Belki enstitü ile ilgili yeni bir yasa çıkarılabilirdi. Buranın bir bilim yuvası olması için üniversiteler ile işbirliği yapılabilirdi. Ama bu konuda bir arpa boyu yol alınmadı.

SADECE BİNA YERİ BELİRLENDİ
Toplantı sonucunda 3 ay içinde tüm kazı başkanlarının da katılacağı bir arama konferansı düzenlenmesine karar verildi. Arama konferansında enstitünün yönetim biçiminden, yönetmeliklerine ve çalışma yöntemine kadar tüm ayrıntılar belirlenecek, Alman, Amerikan, Avusturya arkeoloji enstitüleri gezilecek ve fikir alış verişinde bulunulacaktı.  Tam bir yıl geçti. Arkeoloji Enstitüsü’nden hiç haber yok. Gaziantep Belediyesi kuru bir bina tahsisinde bulundu. Gazi Kültür Merkezi adıyla hizmet veren tarihi Kendirli Kilisesi Enstitü binası olarak ayrıldı. Ancak arama konferansları yapılmadığı gibi enstitü ile ilgili hem kamuoyuna hem bilim insanlarına bir açıklamada da bulunulmadı. Seçimlere 3 ay kala yapılan bu gövde gösterisi bir seçim vaadi nitelendirilmelerine neden oldu.

Gaziantep Büyükşehir Belediye yetkilileri enstitü ile ilgili topu Kültür ve Turizm Bakanlığına attı. Bakanlığın bu işi savsakladığından yakındı. Bakanlık kaynakları ise kendilerine enstitü ile ilgili bilgi verilmediğini belirtiyor. Onlarda o günkü gövde gösterisi toplantıdaki bilgilerden başka yeni bir gelişmeden habersiz olduklarını söylüyorlar. Mevcut hali hazırdaki yasalarla enstitünün kurulabilmesine imkan olmadığından dem vuruluyor.

SKANDAL DUYUMLAR VAR!
Gerçekten de bu bir seçim yatırımı mıydı? Gaziantep Büyükşehir Belediyesi (ismini şimdilik gizli tutuyorum) AK Parti’den aday olmak isteyen bir bakanlık personelinin dolduruşuna ve kendi reklamını yapma amacına kurban mı gitti? Skandal boyutta kulağıma gelen kulis bilgiler var. Lakin bu bilgileri önümüzdeki günlere bırakıyorum. Bakalım Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Turizm Bakanlığı’ndan resmi bir açıklama gelecek mi?

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.01.2016

İhbar:



BÜYÜKYONCALI'DA DEFİNECİ TALANI


Merhaba,

Hafta sonu köyüm olan Büyükyoncalı'yı ziyarete gittiğimde bazı arkadaşlardan, geçtiğimiz günlerde definecilerin kaçak kazı yaptıklarını, bu sırada bilinmeyen bazı yapılara ait kalıntıların da ortaya çıktığını duydum.

Bu konulara meraklı olduğumdan bahsedilen yere gidip birkaç resim çektim. Ayrıca tanıdığım bazı yaşlı kişilere buralarda bu tür bir yapının varlığından haberleri olup olmadığını sorduğumda; hiç duymadıklarını öğrendim.

Burası dere yatağının kenarında bir yer. Bahsettiğim bölgede çok sık taşkınlar olmaktadır. Sanırım bu yapı (belkide yapılar) su taşkınlarıyla gelen alüvyonlar sayesinde yok olmaktan kurtulmuş. 

Yapılan kaçak define kazısı ile ilgili olarak Tekirdağ/Saray Jandarma Komutanlığı bilgilendirilmiş ve tutanak tutulmuş. Ama sanırım o birim konuya farklı açıdan yaklaşacaktır.

Yerin konumu; Büyükyoncalı kasabasından Küçükyoncalı köyüne giden yolda. Kalıntılar, definecilerin kazdığı çukurun dere tarafındaki yanına inilince çok net görünmektedir.   









Bilgilerinizi ve ilgilerinizi arz ederim.

Saygılarımla; Serdar AKSOY Büyükyoncalı, Saray, TEKİRDAĞ

TAYHaber, Serdar Aksoy, 08.01.2016
TUTANKAMON'UN GİZEMLİ MEZAR ODASI

Nefertiti'nin gizemi, ünlü firavun Tutankhamun'un mezarını araştıran arkeologların peşini bırakmıyor. National Geographic bu gizemin peşine düştü.

Mısır’daki Krallar Vadisi’nde ve civarında bir yüzyıldır yapılan kazı çalışmalarında 64 mezar ve bunlara bağlı odalar ortaya çıkarıldı. Kral Tutankhamun’un, KV62 olarak bilinen hazinelerle dolu gömütü açık farkla bunların en ünlüsü. Ancak antik Mısır’ın 18. ve 19. hanedanlarından başka kraliyet mezarları ve mumyaları da gün ışığına çıkarıldı.

Mısırlı araştırmacılar, 2007’den bu yana 16 kraliyet mumyası üzerinde genetik testler yaptı. Bu fotoğraflarda görülenler Tutankhamun’un en yakın ve en sevgili akrabaları: Büyük anne-babası, anne-babası, karısı, mezarında bulunan ve büyük olasılıkla kızları olan mumyalanmış iki fetüs.

Ancak bu dönemden henüz bulunamamış bir başka efsanevi kraliyet mumyası var ki, ne zaman bu kraliyet mezarlığında yeni bir keşif yapılsa adı gündeme geliyor: Güzel Kraliçe Nefertiti. Tutankhamun’un babası Akhenaten’in esas karısıydı. Tutankhamun’un annesi ise adını bilmediğimiz başka bir kadındı. Yani Nefertiti, Tutankhamun’un üvey annesiydi.

Tutankhamun’un aile bağları, o dönem kraliyet ailesi arasında yaygın olan ensest geleneği nedeniyle daha da karmaşık bir hal alıyor. Tutankhamun, Nefertiti ile Akhenaten’in kızları olan, yani yarı kardeşi Ankhesenamun ile evlenmişti. Yani Tutankhamun'un üvey annesi Nefertiti aynı zamanda ünlü firavunun kayınvalidesiydi.

Antik Mısır’ın en ünlü firavunu, kardeşler arası birleşmeden dünyaya gelmişti. Akraba evliliği, çarpık ayak özrüyle doğmasına yol açmış ve olasılıkla aynı babadan kardeşi de olan karısıyla bir çocuk yapmasını engellemiş olabilir.

Tutankhamun'un Karısı: DNA sonuçları vandallar tarafından kafası koparılan bu mumyanın Kral Tutankhamun’un mezarında bulunan fetüslerin en az birinin annesi olabileceğini gösteriyor. Eğer öyleyse, Akhenaten’in kızı ve Tutankhamun’un tek bilinen karısı Ankhesenamen olma ihtimali yüksek.

Tutankhamun'un Dedesi: III. Amenhotep, 3 bin 400 yıl önce görkemli bir şekilde hüküm sürmüştü. Ölüsü 1898 yılında, dedesi II. Amenhotep’in mezarı KV35’te on kadar başka asille birlikte saklı bulundu.

Tutankhamun'un Büyükannesi: DNA analizleri, bu asil güzelin III. Amenhotep’un karısı ve Tutankhamun’un büyükannesi Tiye olduğunu ortaya koyuyor. Bir kraliçenin gömü pozu olarak yorumlanan bir duruşla, sol kolu göğsü üzerinde kıvrılmış olarak mumyalanmış. Mısır’ın kuru iklimi sayesinde saçları bozulmadan kalmış.

Tutankhamun'un Babası: Kötü şekilde çürümüş bu mumya 1907’de keşfedildi. Parçalanmış tabutu üzerindeki kraliyet sıfatları, tek bir tanrıya tapmak için ülkenin tanrılarını hiçe sayan kafir firavun Akhenaten olabileceğini gösteriyordu. DNA analizleri mumyanın Tutankhamun’un babası olduğunu belgeledi.

Tutankhamun'un Annesi: DNA testlerine göre Genç Hanım olarak bilinen bu mumya, Akhenaten’in hem anne-baba bir kızkardeşi hem de oğlu Tutankhamun’un annesi. Genç Hanım, muhtemelen II. Amenhotep ve Tiye’nin varlığı bilinen beş kızından biriydi.

Tutankhamun'un Kızları mı?:
Tutankhamun’un mezarında en az yedi aylık gebelik sürecine ait bir fetüs (sağda) ile daha ufak ve kırılgan bir fetüs bulundu. Biri veya her ikisi birden kralın kızları olabilir. Birlikte yerleştirilmiş tabutlarda (solda) Tutankhamun’un büyükannesi Tiye’ye ait olabilecek bir tutam saç bulundu.

Mısır'ın en ünlü firavunu Tutankamon'un mezarı 1922 yılında arkeolog Howard Carter tarafından bulundu.

Tutankhamun'un mumyası haricinde mezardan çıkarılanlar Kahire müzesinde sergileniyor.

Mezarı 1972'de Londra'da ve daha sonra ABD'de sergilenmiştir.

Tutankamon’un mezarı iki odadan ve ilk odaya inen bir merdivenden oluşmaktadır. İlk odada bir at arabası, Tutankamon’un tahtı ve bunlar gibi Tutankamon’un hayattayken kullandığı paha biçilemez eserler bulunmuştur.

Bu oda bulunduğunda, odanın Krallar Vadisi'inde yer almasından dolayı, bir mezar olması gerektiğini düşünen Howard Carter ve arkadaşları odanın duvarlarına vurarak duvarın arkasındaki boşlukları aradılar.

Sonunda bir boşluk bulundu ve duvar kırıldı. Duvarın arkasındaki bir odada, yeni bir oda gibi görünen kocaman bir tahta kutu vardı.

Kutu mühürlüydü. Howard Carter, mühürü -hayatında gördüğü ve göreceği en güzel şeyi- görmüştü. Bir lahtin içindeki som altından tabut mum ışığında bile parlıyordu.










Radikal, 08.01.2016 

ALANYA KALESİ'NE TRAFİK TAHRİBATI

Antalya’nın Alanya İlçesi'nin simgelerinden biri olan ve UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Alanya Kalesi, araçların çıkardığı titreşim ve egzoz gazının tehdidi altında.

Surlarının içinde yerleşimin devam ettiği 13’üncü yüzyıl Selçuklu eseri olan Alanya Kalesi, geçen yılın 11 aylık rakamlarına göre Noel Baba Kilisesi ve Aspendos’un ardından 322 bin 569 ziyaretçisiyle Antalya’nın en çok ziyaret edilen ören yeri oldu.

Turizm şirketlerine ait otobüsler, Damlataş Mağarası girişinden başlayan ve yamaçlara yapılmış evlerin arasından geçen dar ve keskin virajlı yolu takip ederek, bugün açık hava müzesi olarak değerlendirilen iç kaleye yaklaşık 30 dakika süren zorlu yolculukla ulaşabiliyor.

Teleferik yapılacaktı
Alanya Belediyesi, otobüslerin kalenin dar sokaklarında yarattığı olumsuzlukları ortadan kaldırmak ve tarihi kaleyi daha gezilebilir hale getirmek için 7 yıl önce ilçe gündemine gelen teleferik projesini ise raftan indirdi. Konuyla ilgili hazırlanan raporda yılda ortalama 10 bin otobüs, 20 bin küçük aracın girdiği Alanya Kalesi’nde ulaşımda yaşanan zorluklar anlatılmış, bu durumdan daha da önemlisinin on binlerce aracın kale içindeki yollarda yaptığı yolculuk sırasında ortaya çıkan titreşim ve egzoz gazlarının sur duvarlarında yarattığı tahribat olduğuna dikkat çekilmişti.

Milliyet, Haber: Emre Baylan, 08.01.2016

OSMANLI ARŞİVİ ARTIK ELEKTRONİK ORTAMDA

IRCICA Genel Direktörü Halit Eren, Osmanlıca OCR projesinin hayata geçirildiğini ifade etti. Eren, ‘Osmanlı’nın hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara ait gizli kalmış belgeler gün yüzüne çıkacak’ dedi.

İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ile İstanbul Kalkınma Ajansı’nın 2011 yılında ortaklaşa başlattığı, ‘Osmanlıca Optik Karakter Tanıma’ projesi tamamlandı. Dünyada ilk kez Yıldız Sarayı’ndaki IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde kullanılacak olan Osmanlıca Optik Karakter Tanıma Sistemi (OCR) Osmanlıca matbu eserleri metin içi aramaya açık hale getirecek.

81 bin nadir eser
Türkiye, ABD, Almanya, Yunanistan, İran, İngiltere, Mısır, Suudi arabistan, Fransa ve Irak başta olmak üzere 75 ülkenin araştırmacıları tarafından aktif olarak kullanılan IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde Osmanlı dönemine ait askeri, topoğrafik ve coğrafi harita bilgileri yanı sıra Kuran-ı Kerim’in ilk nüshaları bulunuyor. 148 farklı dilde 81 bin nadir eser, 115 bin süreli yayın, 1660 harita, 65 bin tarihi fotoğraf, 2 bin 150 şahıs arşivi de bulunduran kütüphanedeki kaynaklar, tamamlanan proje ile elektronik ortamda dünyadaki araştırmacılara sunulacak.


130 dilde dinleme imkanı
Web tabanlı ilk sayısal kütüphane olan IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde yazılı, basılı, görsel ve işitsel materyaller tarayıcılarla taranarak Optik Karakter Tanıma (OCR) işleminden geçiriliyor. OCR materyalleri okunabilir, düzeltilebilir ve yararlanılabilir formda elektronik ortama aktarılıyor. Diğer kütüphanelerde kurulup işletilebilecek yapıda tasarlanan uygulama ile araştırmacılar, çalıştıkları konunu materyaline çevrimiçi olarak temas edebiliyor. Ayrıca OCR sistemi okuyuculara Osmanlıca eserleri Türkçe dahil toplamda 130 dilde dinleme imkanı sunuyor.

Yıldız Sarayı’nda OCR sistemini basın mensuplarına tanıtan IRCICA Genel Direktörü Halit Eren, Osmanlıca OCR projesinin bittiğini ve hayata geçirildiğini ifade ederek, “Dünyada bir ilk olan Osmanlıca OCR yazılımı ile sadece Türkiye’ye değil, Osmanlı’nın hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara ait gizli kalmış belgeler ve kaynaklar gün yüzüne çıkacak. Uygulama sayısal ortamda ücretsiz olarak kullanıcılara sunulacak. Osmanlıca eserlere yönelik bir yazılımın olmaması ise bu konuda araştırma yapan kişilerin kaynaklarını sınırlandırıyordu ve alan çalışmaları için önemli bir eksiklik yaratıyordu” dedi.

‘Çip’ uygulaması
IRCICA tarafından geliştirilen bir diğer uygulama, Farabi Entegre Kütüphane yazılımı. Uygulama, yayının kütüphaneye girdiği andan itibaren kullanım raporlarının hazırlanmasına kadar tüm süreçleri içinde topluyor. Yayının sağlanması, kurumlar arası değişim, ayrıntılı kataloglama, kişi ve kurum otoritelerinin oluşturulması, etiketleme, güvenlik, sayım, ödünç verme, fotokopi ve sayısallaştırma işlemlerinin tümü bu yazılımla belirleniyor. IRCICA Genel Direktörü Halit Eren, Farabi Entegre Kütüphane yazılımı ile kütüphanedeki Kitapları izlediklerini ifade ederek, “Kitaplar, içlerinde bulunan çipler sayesinde izleniyor. Rafta eksik ve yeri yanlış olan kitap varsa rafa yaklaştırdığımız elektonik bir cihazi ile kitap ve kitabın yeri belirleniyor” diye konuştu.

Web tabanlı ilk sayısal kütüphane olan IRCICA Farabi Sayısal Kütüphanesi’nde yazılı, basılı, görsel ve işitsel materyaller tarayıcılarla taranarak Optik Karakter Tanıma (OCR) işleminden geçiriliyor.
Habertürk, 07.01.2016

YAŞADIĞIMIZ ALERJİLERİN KÖKENİ İNSANLARLA NEANDERTALLER ARASINDAKİ İLİŞKİLERDE SAKLI
Neandertallerin kuzenlerinden miras kalan üç gen, alerjilere karşı duyarlı bağışıklık sistemine sahip modern insanların genlerine aktarılmış olabilir.

Guardian’da yer alan habere göre, araştırmacılar, antik insanlarla, onların iriyarı kuzenleri olan neandertaller arasındaki gerçekleşmiş ilişkilerin, kaşıntı, hapşırma ve diğer alerji türlerinin gelecek nesillere aktarılmasına sebep olabileceğini söylüyorlar.



Amerikan İnsan Genetiği Dergisi’nin Ocak 2016 sayısında yayımlanan araştırmada, modern insana geçen bu üç genin, 40.000 yıldan daha önce, modern insanın uzak ataları olan Neanderallerle veya onun aynı dönemde Sibirya’da yaşamış gizemli insan grubu olarak anılan yakın akrabaları Denisovanlarla gerçekleşmiş cinsel ilişkiler sayesinde geçebileceği düşünülüyor. Yapılan araştırmalar neticesinde tarih öncesi zamanda yaşayan Afrikalı olmayan çiftlerin, Neandertal DNA’sının %1-6′sı arasında oranında üzerinde taşıdığı belirtiliyor.

Evrimsel avantaj doğurduğu düşünülen bu üç gen ise Neandertal ve Denisovan genlerine benzer DNA yapısında yer almakla beraber aynı zamanda modern insanda da bulunuyor ve muhtemelen bakteri ve mantarlar gibi patojenlere karşı bağışıklık sistemini güçlendirdiği düşünülüyor.

Araştırmacıların teorisine göre Afrika’yı terk eden küçük öncü grupların Avrasya’da bulunan Neandertallerle cinsel ilişkiye girmesiyle bu üç gen transferi gerçekleşti. Yeni gelenlerin aksine, Neandertaller bölgede 200.000 yıldan fazla zaman geçirdi ve adapte oldu. Öncü grubun bağışıklık sistemleri de bölgede uzun adaptasyon dönemine sahip Neandertallerle ilişkileri sonucu, karşı karşıya kaldıkları enfeksiyonlarla mücadele edebilme yetisine sahip olarak nesillerini devam ettirmek mümkün olabildi.

Leipzig’de yer alan Max Planck Enstitüsü’nde görev alan ve çalışmanın başkanlığını üstlenen evrimsel antropolog Janet Kalso, modern insan Afrika’dan ayrıldıktan sonra çok fazla genetik varyasyonun transfer olmadığını belirtiyor ve ” Mutasyonlara adapte olabilirsiniz ancak yerel nüfusla melezlenirseniz, adaptasyon becerisini bedavaya alabilirsiniz” diye ekliyor.
Sözcü, 07.01.2016

İSTANBUL'DAN İKİ 'SANAT' HABERİ

Dün İstanbul'da iki ilginç sanat haberi vardı. Kars'ta yaptığı İnsanlık Anıtı ile gündeme gelen heykeltraş Mehmet Aksoy'un Ümraniye'de yaptığı Toprak Ana heykeli kaldırıldı. Yine İstanbul'da Flaman ressam Sir Anthony van Dyck’a ait tabloyu Türkiye'ye getirerek 14 milyon dolara satmaya çalışan iki iş adamı gözaltına alındı.

14 MİLYON DOLARLIK VAN DYCK OPERASYONU
Gürcistanlı bir çeteden 200 bin dolara aldıkları Flaman ressam Sir Anthony van Dyck’a ait tabloyu Türkiye’ye getirerek İstanbul’da bir otelde 14 milyon dolara (42 milyon TL) satmaya çalışan iki işadamı gözaltına alındı. İstanbul Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekiplerinin operasyonu sonucu yakalanan A.S. ve I.K. emniyetteki sorgularının ardından Çağlayan Adliyesi’ne sevk edildi. Operasyonda ele geçirilen tablo önce emniyete getirildi. Daha sonra orijinal olup olmadığı ile ilgili inceleme için İstanbul Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü’ne gönderildi. Müzede oluşturulan heyet tablonun orijinal ve ressam Sir Anthony van Dyck’e ait olduğunu belirtti. Müze tablonun 17’nci yüzyılda yapıldığını, tarihi eser olduğunu belirterek esere el koydu.

Haber: Çetin Aydın

İNSANLIK ANITI’NDAN SONRA ‘TOPRAK ANA’ DA KALDIRILDI
Kars'ta yaptığı ‘İnsanlık Anıtı'na dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'ucube' demesi ve ardından yıkılmasıyla gündeme gelen heykeltıraş Mehmet Aksoy'un Ümraniye'de yaptığı 'Toprak Ana' heykeli de kaldırıldı. 12 yıl önce yapılan Ümraniye Soyak Yenişehir Kibele Evleri içerisinde, sosyal tesisler ve heykeltıraş Mehmet Aksoy’un heykelinin bulunduğu alanın Milli Emlak’a ait olduğunun mahkeme kararıyla kesinleştiği gerekçesiyle, belediye sosyal tesisleri dün yıkılmaya başladı.

Yıkımdan haberdar olan heykeltıraş Mehmet Aksoy belediyeye başvurarak, ‘İki Çocuklu Toprak Ana’ heykelini kendisi kaldırmak istediğini belirtti. Aksoy sabah saatlerinde bir vinç ve işçiler ile heykelin bulunduğu alana geldi. Heykel parça parça sökülerek TIR’a yüklendi. Söküm çalışmalarını olay yerinde takip eden Mehmet Aksoy, heykelin zarar görmemesi için büyük çaba gösterdi.

Üzgün olduğu gözlenen Aksoy, “Dramatik, rüzgarlı bir günde heykelimizi kaldırıyoruz. Yine bir heykel daha kaldırılıyor. Bu içinde yaşadığımız Türkiye’nin sanat ortamınında, neye, ne kadar değer verildiğinin bir göstergesi. Aslında gönül isterdi ki bu heykel burada dursun. Buralar park bahçe olsun insanların kullanımına açılsın. Heykellerle birlikte yaşayalım. Bir heykel kültürümüz olsun. Ama durum öyle değil, kaldırıyoruz heykeli. Kendi atölyemize götüreceğiz. Kimse kıymetini bilmiyorsa ben biliyorum. Her şeyi zamana bırakıyorum. Neyin değerli neyin değersiz olduğunu zaman gösterecek. Her şey para değil. Ben insanlara diyorum ki, kıblemiz para olmasın” dedi.
Hürriyet, 07.01.2016

TALAS'TA TARİHE BİR KATKI DAHA!

Tarihi zenginliklere sahip Talas Belediyesi bu alanda yaptığı restorasyon çalışmalarına bir yenisini daha ekledi.

İlçede bugüne kadar Yaman Dede Kültür ve Sanat Evi, Okutan Konağı ve Ali Saip Paşa Sokağındaki 55 geleneksel tarihi konut gibi zenginliklerini restore ederek turizme kazandıran Talas Belediyesi, bu alandaki çalışmalarına devam ediyor. Tarihi yapıları ayağa kaldırma çalışmaları bu kez tarihi Ali Saip Paşa Sokağındaki Yaren Evi restorasyonuyla sürüyor. Asırlık iki katkı tarihi binada, kış mevsiminde dahi çalışmalar durmuyor.

Buradaki restorasyonla ilgili bilgiler veren Talas Belediye Başkanı Mustafa Palancıoğlu, Talas'ın tarihi zenginliklere sahip ender yerleşim yerlerinden biri olduğunu belirterek, "Bu zenginliklerimizi ayağa kaldırarak ilçemizin turizmdeki hak ettiği yere getirme hedefimize doğru ilerliyoruz" dedi.

Tarihi dokudaki restorasyonların maliyetli ve zaman gerektiren çalışmalar olduğuna dikkat çeken Başkan Palancıoğlu, Yaren Evi Koruma Kurulu Projesi'nin neredeyse tamamının belediye bütçesi dışından karşılandığını söyledi. Başkan Palancıoğlu, "Restorasyon projesi toplam maliyeti 215 bin TL. Bu rakamın yüzde 95'i Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığının Kültür Varlıkları Katkı Payı Fonundan karşılanıyor. Belediye olarak bütçemizden sadece yüzde 5'lik kısmını karşılayacağız. Çalışmalarımız bu mevsim koşullarında bile devam ediyor. İnşallah bu yıl içinde restorasyonu bitirmeyi planlıyoruz" diye konuştu.

Başkan Palancıoğlu, tarihi dokudaki zenginliklerin restorasyonla hem korunduğunu hem de gelecek kuşaklara miras olarak bırakıldığını anlatarak, "Ecdadımız o dönemin kültürünü ve yaşantısını hayatlarının her alanına nakış nakış işlemiş. Bizlere düşen de bu eşsiz değerleri bizden sonraki kuşaklara emanet etmek. Bu noktada Talas'ta bulanan tarihi yapıları tek tek turizme kazandırmaya devam edeceğiz" ifadelerini kullandı.
Kayseri Gündem, 06.01.2016

'EMEK' VE 'SİNEMA' GRAND PERA VE CİNEMO İLE YENİDEN!

İstiklal Caddesi’ndeki Grand Pera projesi kapsamında, tüm resmi kurum ve kuruluşların bilgi, izin ve onayları dahilinde, iç bezemeleri renove edilerek, inşa edildiği dönemin mimari özelliklerine uygun şekilde yeni mekanına taşınan Emek Sineması, sinemaseverlerle buluşmak için gün sayıyor. Güneş ışığı alan, 11 metre yüksekliğinde cam tavanlı, Haliç ve Beyoğlu manzaralı 1.250 m2’lik fuaye alanına sahip 600 kişilik Emek Sineması; 800 kişilik 8 yeni sinema salonu ve 150 kişilik teleskopik oturma düzenine sahip tiyatro salonuyla birlikte, tüm ihtişamıyla Grand Pera’nın en üst katında, Mart 2016’da kapılarını açacak. Grand Pera, toplamda 1.550 kişiye ulaşan koltuk kapasitesiyle sinemaseverlerin ve kültür-sanat tutkunlarının vazgeçilmez mekanlarından biri olacak. Sinema sunum teknikleri açısından en yüksek teknolojik donanıma sahip olacak Emek ve 8 sinema salonunun yönetimini, yenilikçi bir anlayışla hizmet vermeyi hedefleyen, yeni sinema işletmesi Cinemo üstlenecek. Ticari anlamda Grand Pera’ya entegre olan Cinemo, Emek başta olmak üzere sinema kompleksinin sürdürülebilirliğine zemin yaratacak. Projenin kültürel faaliyetlerinde söz sahibi olacak Yedi Sanat ve Kültür Vakfı desteğiyle, yönetmen haftaları, özel gösterimler, ödüllü film ve yönetmenler gibi projelere de salonlarını açacak Cinemo, üstün teknolojik altyapısıyla, Beyoğlu’nu yeniden sinemanın cazibe merkezi haline getirecek.

Emek Sineması, sahne performanslarına da ev sahipliği yapacak...

Yeni mekanında, misafirlerinin konforunu, sağlığını ve güvenliğini ön plana alan Emek Sineması ayrıca sahne performanslarına da ev sahipliği yapacak. Emek Sineması, ihtiyaç durumunda, fonksiyonel sahnesiyle birlikte her türlü ses ve ışık sistemi için uygun teknik altyapıyı sunacak. Emek sahnesinde ayrıca, kulis alanı da yer alacak. Modern teknolojiyle donatılmış Emek, özel ses yalıtımlı, akustik kontrollü salonuyla ziyaretçilerini ağırlayacak. Emek’le birlikte hizmet verecek yeni salonlar, yeni nesil üç boyutlu ses teknolojisi Dolby Atmos, 4K sinema projeksiyonu ve 3D deneyimi gibi özellikleriyle sinema dünyasına yeni bir soluk getirecek.

Yeni mekanındaki Emek ile sinema yeniden…
Çağdaş güvenlik ve mimarlık standartları doğrultusunda, gelecek nesillere hizmet verebilecek niteliğe kavuşturulan Emek Sineması’nın taşıma çalışmaları, 1924 yılındaki orijinal projeye uygun olarak gerçekleştirildi. Emek Sineması’nın, Topkapı Müzesi’nin restorasyonunda görev alan uzman ekip tarafından numaralandırılarak yerinden sökülen duvar ve tavan bezemeleri, atölyede konservasyon ve restorasyondan geçirildikten sonra orijinal yerlerine yerleştirildi. Temel kaygısı güvenlik, hijyen, estetik ve tarihi dokuya saygı olan çalışmalarla, Emek Sineması’nda daha önce problem teşkil eden deprem güvenliği, yangın ve acil çıkış gibi kritik zorunluluklar yerine getirildi; geniş fuaye alanı, izleyici konforu, teknolojik yeterlilikler gibi temel ihtiyaçlar karşılandı.

Cinemo Hakkında
Grand Pera ile birlikte Mart 2016’da hizmete girecek yeni sinema işletmesi Cinemo, sinema kültürüne katkı sağlamak ve yol göstermek amacıyla kuruldu. Cinemo, gişe filmlerinin yanı sıra festival filmlerine de destek ve mekan sağlamayı hedefliyor. Grand Pera’da hizmete girecek Emek Sineması ve diğer 8 salonun işletmesini, yenilikçi bir anlayışla çalışan Cinemo markası üstleniyor.

Grand Pera Hakkında
19. yüzyıldan bu yana çekim merkezi ve alışveriş kültürünün sembolü olan Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nin kalbinde Mart 2016’da kapılarını açacak Grand Pera, kültür, sanat, eğlence, moda ve gastronominin hizmetine sunulan yeni nesil bir yaşam merkezi. Grand Pera, Madame Tussauds Müzesi’nin yanı sıra tarihi Cercle d’Orient binası, 1.250 m2’lik fuaye alanına sahip 600 kişilik Emek Sineması, toplam 800 kişilik 8 yeni sinema salonu ve 150 kişilik teleskopik oturma düzenine sahip tiyatro salonu ile 1.550 kişiye ulaşan seyirci kapasitesiyle, İstanbul ve Türkiye’nin cazibe merkezlerinden biri olmayı hedefliyor. Grand Pera’da ayrıca zengin etkinlik programıyla sanatın her dalına hizmet verip ulusal ve uluslararası gösterilere ev sahipliği yapacak performans ve gösteri merkezi yer alıyor. Beyoğlu’nun ruhunu yansıtan pasaj anlayışı ve “Beyoğlu Yeniden” konseptiyle hayata geçirilen Grand Pera, çağdaş ve uluslararası standartlar ekseninde, bir dönemin ruhunu yeniden canlandırmayı amaçlıyor.
Radikal, 06.01.2016

PATERSON KÖŞKÜ KURTULUYOR



İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bornova’daki tarihi Paterson Köşkü’nü restore etmek için sürdürdüğü ısrarlı girişimlerden olumlu sonuç aldı; Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan beklenen tahsis kararı nihayet çıktı. Büyükşehir Belediyesi, kentin önemli sivil mimari örneklerinden olan köşkü restore ederek kültür  amaçlı kullanılmak üzere Bakanlığa devredecek. 1859 yılında inşa edilen tarihi yapı, yaklaşık 160 yıl sonra yeniden kent yaşamına kazandırılmış olacak.



Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bornova’daki tarihi Paterson Köşkü’nü, restore etmesi için  yeniden İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etti. 2008 yılındaki ilk tahsisin ardından Büyükşehir Belediyesi tarafından rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanan köşkle ilgili tahsis kararı, 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından iptal edilmişti. 2 yılı aşkın süredir atıl şekilde duran ve geçtiğimiz yıl çıkan yangın nedeniyle zarar gören tarihi yapıyla ilgili yeni tahsis kararı memnuniyet yarattı.



Bakanlık tarafından imzalanan yeni protokolün Büyükşehir Belediyesi Meclisi onayından sonra, yine Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon ihalesine çıkılacağı bildirildi. Projesi hazır şekilde Ankara’dan gelecek olumlu yanıtı bekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, protokol çerçevesinde 6 ay içinde ihaleye çıkacak ve 30 ay içinde restorasyon işini tamamlayacak. Restorasyon tamamlandıktan soran tarihi köşk, kültür  amaçlı kullanılmak üzere yeniden Bakanlığa devredilecek. Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı restorasyon projesiyle, köşkün özgün mimarisine uygun olmayan şekilde zaman içerisinde yapılan tadilatlar da eski haline döndürülerek kente kazandırılacak.

     

Büyükşehir’in restorasyon ısrarı
Paterson Köşkü’ndeki süreç, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılında köşkün Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etmesiyle başladı. Tarihi yapıyı yeniden ayağa kaldırmak ve kente kazandırmak için yola çıkan Büyükşehir Belediyesi rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırladı. Bu projeler 2011 yılında İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile onaylandı. Ardından hazırlanan mimari proje revizyonu da uygun bulundu. Köşkün restorasyon işinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda yapı ruhsatı alınıp, yapım ihalesinin ilanı aşamasına gelinmişti ki, hiç beklenmeyen bir gelişme yaşandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Paterson Köşkü’nün Büyükşehir Belediyesi’ne tahsisine ilişkin protokolü tek taraflı olarak iptal ettiğini açıkladı. Milli Emlak Genel Müdürlüğü de bunun üzerine köşkün Büyükşehir Belediyesi’ne tahsisini kaldırdı. Böylece Paterson Köşkü, tekrar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçti. Oysa bu süreçte Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Paterson Köşkü’nde “Atilla İlhan Kütüphanesi” oluşturulması yönünde görüşmeler de başlamıştı.



İzmir Büyükşehir Belediyesi, protokolün iptali nedeniyle, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine dava açtı. İzmir 2. İdare Mahkemesi’nin 30 Ocak 2014 tarihli kararıyla, protokolün iptaline yönelik işlemin iptaline karar verildi. Maliye Bakanlığı aleyhine açılan dava ise İzmir 3. İdare Mahkemesi tarafından reddedildi.

  

Paterson, İskoç mısır taciriydi
1859 yılında inşa edilmeye başlanan Paterson Köşkü, yarısı yarış atlarının ahırları için kullanılan 133 dönüm arazi üzerine kurulmuş, 38 odalı ihtişamlı bir yapı. Köşkün ilk sahibi John Paterson Leith, İskoçyalı bir mısır taciriydi. İzmir'de tanınan Paterson, başta madencilik olmak üzere birçok girişimde bulundu. John Paterson'un Türkiye'de kromu bulan kişi olduğu biliniyor. Köşkte 1963 yılından beri aile fertleri yaşamasa da, evin büyük piyanoları 1972 yılına kadar malikanede kaldı. Evin son sakinleri, beş yıl boyunca burada yaşayan NATO çalışanları olmuştu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 06.01.2016
BİLİNÇSİZ VATANDAŞ YAZIYOR, 'BİLİNÇLİ' BELEDİYE BOYUYOR

Geçtiğimiz hafta İtalya’da Aziz Mutlu adlı bir Erasmus öğrencisinin, İmparatorluk Forumları’ndaki (Fori Imperiali) sütunlardan birine bozuk parayla adını yazdığı ve adliyeye çıkarılarak 200 Euro para cezası verildiği ayrıca Roma Belediyesi’ne 2000 Euro tazminat ödemeye mahkum edildiği haberlere konu edilmişti.

‘’KÜLTÜR VARLIĞI ZARARLISI’’
Ülkemizde tarihi eserlere yazı yazmak ise adeta bir gelenek. Ulaşılmaz noktalara akıl almaz yöntemlerle isimlerini kazıyanların sayısı oldukça fazla. Ani harabelerinden, Sümela manastırına kadar pek çok kültürel mirasın üzerinde isim yazma alışkanlığında bulunan kültür varlığı zararlısı bulmak mümkün.



Fotoğraf: Metin Bilbay


SİVAS DİVRİĞİ CAMİ DE AYNI
Aktüel Arkeoloji Dergisi bu ayki sayısında isim yazma alışkanlığını konu edinerek Sivas Divriği Cami’ndeki vandallığı yazmış. Türkiye'nin Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan tarihi cami resmen kazıma tahtasına dönmüş. Derginin haberine göre 1985 Yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak kabul edilen  Sivas Divriği Ulu Camii hatıra defteri gibi ziyaretçiler tarafından isim kazınıyor. Önlem alınmaz ise yakında ziyaretçi isimleri caminin her köşesine yayılacak. Başta kapılar ve sütunlar olmak üzere, külliyenin bir çok yerinde bulunan, Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan, taş işçiliğinin en nadide ve en ince örneklerini yansıtan harikulade motifler tüm dünyanın ilgi ve dikkatini çekiyor. 


KAİDEYE YENİ KAİDELER EKLENİYOR
İstanbul’da Markinos Sütunu diğer adıyla Kıztaşı’da kültür varlığı zararlılarının saldırısı altında. Bizans devri İstanbul’unda 455 yılında dikilen Markianos Sütunu Fatih’te küçük bir meydanın ortasında sergileniyor.  Kızıl-gri Mısır granitinden iki parça olarak yapılmıştır. Kaidesi dört yüzlüdür ve beyaz mermerden yapılmıştır. Kaidesinin batı yüzünde bir de kitabe bulunmaktadır. Kitabede Latince olarak şu metin yazılıdır: “PRINCIPIS HANC STATVAM MARCIANI CERNE TOVUQVE PRAEFECTVS VOVIT QVOD TATIANVS OPVS ” Metnin çevirisi şöyledir:  "İşte bu imparator Marcianus'un anıtıdır / Ki Tatianus bu eseri adamıştır".

Bu kitabenin etrafına günümüz de yeni kitabeler ekleniyor. Kültür varlığı zararlıları kendi isimlerini kazımaktan çekinmiyor. Her bir yönüne isimlerini ya da sevgililerinin isimlerini kazıyorlar. İşin daha da vahimi onların kazıdığı isimlerin üzeri Fatih Belediye görevlilerince boyanıyor. Onlar kazıyor belediye boyuyor. Belediyenin koruma anlayışı ile kazıyanlar arasında bir fark yok. Her ikisi de kültür varlığına zarar veriyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.01.2016

MÜZELERİN SEVMEDİĞİ SANATÇI

Hollandalı ressam ve grafik sanatçısı Maurits Cornelis Escher (1898-1972) çok bilinen bir isim olsa da müzeler ve galeriler onu tam anlamıyla kabul etmiş değil.

Eserlerinin popüler kültürün bir malzemesi olarak sıklıkla kullanılması ve yüksek sanat-popüler sanat tartışmasını körüklemesi bu mesafeli duruşu biraz açıklıyor. Fakat, Amerika (North Carolina Museum of Art), İtalya (Museo di Santa Caterina) ve İngiltere'de aynı anda açılan üç büyük sergi, Escher'in kabuğunu kırdığını gösteriyor.

Önce İskoçya Ulusal Modern Sanat Galerisi'nde açılan, ardından İngiltere'nin başkenti Londra'daki Dulwich Sanat Galerisi'ne taşınan Escher sergisine şaşırtıcı bir ilgi var. Bu alakayı “İnsanlar Escher'i seviyor, sadece müzeler onu sevmeyen.” diye özetleyen serginin küratörü Patrick Elliott, hiç de haksız değil. Sergide sanatçının 100 kadar baskı, litografi ve gravürü yer alıyor. Tarihsel bir kurguyla ilerleyen sergi, sanatçının büyülü ve mümkün olmayan yapıları arasında fantastik bir yazarın romanında geziniyormuş hissini veriyor. Britanya'da Escher için açılan ilk retrospektif olan sergi, bir grafik sanatçısının keşfedilmeyi bekleyen usta işi eserlerine ve hayal gücünü zorlayan tekniğine işaret ediyor.



Birbirini çizen eller ve sonsuzluğa uzanan merdivenleriyle tanınan Hollandalı ressam ve grafik tasarımcı Maurits Cornelis Escher'e (1898-1972), bugüne kadar ne müzeler ilgi gösterdi ne de sanatçının doğru dürüst bir sergisi açıldı. Ama son bir ayda İngiltere, İtalya ve Amerika'da üç büyük sergi hazırlandı.


Hiçbir akımın peşine düşmedi
20. yüzyılın usta sanatçılarından biri olan Escher, kariyerine mimar olarak başlar, sonra grafiğe merak salar. Gezgin ruhu üretimine büyük katkı sağlar. İspanya'daki Elhamra Sarayı'nı ziyareti de sanat hayatı için önemli bir kırılmadır. Buradaki mozaikler onun sonsuzluk algısını zenginleştirir. Detaya verdiği önem ve teknik yeteneği onu pek çok sanatçıdan ayrı bir yere konumlandırır. Hiçbir akımın peşine düşmeyen ve bir türe kolayca eklemlenemeyecek bir sanatçı olan Escher'in eserleri, sürreal gibi dursa da çalışmalarını bununla tarif etmek güç. Hayatı boyunca 448 litograf ve 2 binin üstünde çizim ve eskiz üreten sanatçı, pek çok kitaba illüstrasyon, duvar halısı ve pul tasarımı gerçekleştirdi. Bu tasarımlarını daha sonra çeşitli kitaplarda ve litografilerde kullanmak üzere baskı kalıplarına uyguladı.




Matematikçilerle sıkı dosttu
Maurits Cornelis Escher, on yıl Roma'da yaşar. Faşizmin yükselmesiyle kendini güvende hissetmediğinde ise ülkesine geri dönecektir. Roma'da, kitaplarla dolu bir odası vardır. O ünlü otoportresini de bu odada çizer. Eline dışbükey aynadan bakarak çizdiği bu resim, Londra'daki sergide yer alıyor. Dışbükey ayna kullanımı, Escher'in 1930'lu yıllara ait eserlerinde sık sık kendini gösterir. ‘Metamorfoz' adlı çalışması da Escher'in önemli eserlerinden biridir. Sanatçının devasa bir panel üzerine gerçekleştirdiği dört metre uzunluğundaki bu eser, bir hayli kışkırtıcı. Gerçekliği alış biçimi, kovanının arıya, kuşun balığa dönüşmesi gibi anlatımlarla şaşırtıcı bir hal alıyor. Escher, H.S.M. Coxeter (1907-2003) ve Sir Roger Penrose (1931) gibi matematikçilerle sıkı dostluklar kurmuştur. Bu dostluklar, onun sanat algısını da etkiler. ‘Ascending and Descending' (1960) ve ‘Waterfall' (1961) adlı eserlerindeki mümkün olmayan üçgenler, matematiğe olan ilgisinin meyvesidir.

Rolling Stones'un da aralarında bulunduğu pek çok albüm kapağında, film ve dizilerde eserleri kullanılan Escher'in Londra'daki sergisi 17 Ocak'a kadar sürecek. North Carolina Museum of Art'taki sergi de aynı tarihte sona eriyor. İtalya'daki sergi ise 3 Nisan'a kadar açık.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 06.01.2016
2016'DA SANAT PİYASASINDAKİ BÜYÜME DURACAK MI?
Geçen yıl sanat piyasasında tarihin en yüksek satışları gerçekleşti. Ancak 2016 yılı için aynı şeyi söylemek pek mümkün olmayacak gibi... Guardian'dan Charlotte Burns, çeşitli ekonomik ve müzayedelerdeki şişirilmiş fiyatlandırma gibi nedenlerle bu büyümenin durabileceğine işaret ediyor.

2015 yalnızca siyaset ve politika alanında değil, sanat piyasası için de her açıdan oldukça önemli gelişmelerle doluydu. Milyonerlerin eserler için birbirleriyle savaşırken önemli miktarlarda paralar harcadığı 2015 senesinde, müzayede salonları yeni rekorlara da ev sahipliği yaptı. Mayıs ayında Pablo Picasso’nun Cezayirli Kadınlar (Versiyon O) tablosu 179 milyon dolara satılarak tüm müzayedelerde satılan en pahalı sanat eseri oldu. Kasım ayında ise Çinli koleksiyoner Liu Yiquan Modigliani’nin Kırmızı Nü isimli eserini 170 milyon 400 bin dolara satın alarak, bir müzayedede satılan en pahalı ikinci sanat eserinin koleksiyonuna ekledi. 2015 aynı zamanda, New York’ta düzenlenen müzayedelerde yalnızca 9 gün içinde 2.3 milyar doların harcandığı bir yıldı.

Bu noktada sanat piyasasının birbiriyle uzak bağları olan ve birbirlerinden farklı davranış biçimleri sergileyen minik pazarlardan oluştuğunu hatırlamakta fayda var elbette. Ancak seneler sonra ilk kez tüm bu ayrı pazarlarda ortak bir nokta dikkat çekiyor: bir yavaşlama. Bloomberg’de yer alan bir habere göre, Londra’daki dört müzayede evi 2015’in Aralık ayında yalnızca 25.9 milyon dolar ile 2007’den beri kaydedilen en düşük hasılatını elde ederken, bir zamanlar satış rekorları kıran Rus sanat satışları da sekteye uğradı. Yine aralık ayında ünlü ressamların eserlerinin satıldığı müzayedelerde düşüş devam etti.

ŞİŞİRİLMİŞ FİYATLANDIRMA

Kasım ayında çoğu çağdaş, empresyonist ve modern sanat eserlerinden oluşan müzayedeler düşük satış tahminlerini bile tutturamadı, ki bu da bu üç alanın sanat pazarı dahilindeki sınırlarının zorlandığını gösteriyordu. Alıcıların, müzayede evlerinin açgözlülüğü ve üzerindeki fiyatları hak etmeyen eserler hakkındaki farkındalıkları arttı.

Levin Art Group’un sanat danışmanlığının başındaki isim olan Todd Levin, ‘2015’in ilk yarısında yapabileceğimizin en iyisini yaptık gibi görünüyor’ diyerek, 2016'da daha büyük bir düşüş yaşayacaklarını tahmin ettiğini söyledi.

Söz konusu düşüşün bir başka işareti de farklı pazarlardan gelen alıcıların sanat piyasasını terk etmeleri oldu. 2015, sanat eleştirmeni Walter Robinson’un ‘zombi resmiyeti’ olarak tanımladığı ‘quasi minimalist abstrakt sanat’ ablukasının oldukça geniş olduğu bir yıldı. Christian Rosa, Parker Ito ve Lucien Smith gibi oldukça genç sanatçıların, 2014 yılında astronomik rakamlara satılan eserlerinin fiyatları 2015’in sonuna gelindiğinde hayli düşmüştü. Sanat danışmanı Lisa Schiff, bu düşüşü sağlıklı bulduğunu belirtirken genç sanatçılarla ilgili spekülasyonların ortadan kalktığını ve ederinden çok daha fazla fiyat biçilmiş eserlerin artık alıcı bulmadığını söyledi.

1989 doğumlu sanatçı Lucien Smith'in 353 bin dolara satılan, yangın söndürme aleti ile yaptığı resmi


SORUMLU MÜZAYEDE EVLERİ Mİ?
2015 aynı zamanda müzayede evlerinin finansal tatlandırıcılar kullanarak düzenlendikleri etkinlikleri en çok gördüğümüz yıllardan biri oldu.  Christie’s, Sotheby’s ve Philips gibi dünyaca ünlü müzayede evlerinin arasındaki rekabete, sanat eserlerini müzayedelere koyabilmek için varlıklı müşterilere sunulan bir takım garantiler damgasını vurdu.

Tüm bu stratejilerin şirketlerin kar marjını derinden etkilediği göz önünde bulundurulduğunda yeni bir yükseliş olması pek de muhtemel görünmüyor: Kasım ayında Sotheby’s, gönüllü işten çıkarmalara başlayarak ekibini küçültmek zorunda kaldı.

SANAT FUARLARI DA ARTIK CAZİP DEĞİL

Elbette müzayedeler sanat pazarındaki hareketin tek bir ayağı. Ancak diğer alanlarında da benzer durumlardan söz etmek mümkün. Art Basel Miami Beach’in 14.sünde bazı galeriler önceki senelere göre satışlarında yavaşlama tespit ettiklerini bildirdi. Sanat fuarlarının son yıllardaki artışı da alıcı ve koleksiyonerleri yorgun düşürdü. Los Angeles’da yaşayan sanat koleksiyonerlerinden Mihail Lari, ‘Fuarlar genellikle alıcıların hızlı satın almalar yapmaları için omuzlarında yapay bir aciliyet hissi yaratıyor, ki bu ne sanatçılar ne de koleksiyonerler için iyi bir şey. Satın almak için yalnızca birkaç saatimiz olduğu için alıp sonra da pişman olduğumuz eserlerle kalıyoruz’ diyerek sanat fuarlarında yaşanan düşüşe sebep olabilecek ipuçlarını veriyor.

Sanat simsarı Christophe Van de Weghe’ye göre ise piyasa bugün daha seçici. ‘İnsanlar fiyat kalite ve ne tür bir eser almak istedikleri konusunda birkaç sene öncesine kıyasla daha seçici davranıyorlar’ diyor.

PİYASADA ASYA ETKİSİ
Asya ekonomisindeki sürmekte olan düşüş de sanat piyasasını yakından ilgilendiriyor.  2015’te Van Gogh’un 1888 tarihli L’Allée Des Alyscamps’i 66.3 milyon dolara satın alan Asyalıların yeni dönemde bu tür eserlere olan ilgilerinin azaldığı da gözlemlendi üstelik. Ünlü koleksiyoner Liu Yiqian’ın geçtiğimiz Kasım ayında bir Monet tablosunu almadığı biliniyor.

Tate Youg Patrons’un başkanı ve aynı zamanda bir koleksiyoner olan Alia Al-Senussi, bu tür değişikliklerin olgunlaşma döneminden ziyade bir durgunluğa işaret ettiğinin altını çiziyor. ‘Buna bir ara da demek de mantıklı olabilir. Çok övülen ve çok pahalı işler artık alıcı bulmuyor, kaliteli olansa her daim satılır’ diyor.  Cheim & Read Galeri ve Amerikan Sanat Simsarları Derneği’nin yeni atanan başkanı Adam Sheffer, ‘Bizim açımızdan sanat piyasasının hızı daha sağlam ve rahatlatıcı bir hal aldı’ açıklamasını yapıyor. Weghe’ye göre ise, genel düşüşe rağmen, elinizde doğru fiyatlandırılmış kaliteli eserler varsa, 2016’da da oldukça iyi iş yapmak mümkün.
Radikal, 06.01.2016

YENİKAPI'NIN İLKLERİ

Yenikapı kazıları İstanbul'un tarihi 8 bin 500 yıl geriye götürürken birçok tarihi eserin de ilk kez ortaya çıkmasına vesile oldu. Neolitik dönem kazılarında ilk İstanbullulara ait ayak izleri, kullandıkları araç gereçler, kano kürekleri, kemik kaşık ve ilk İstanbulluların ayak izleri Yenikapı'nın en önemli buluntuları arasında yer aldı.



İstanbul’un tarihini 8500 yıl geriye götüren Yenikapı kazılarında ilk İstanbullulara ait pek çok eşya da bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde koruma altına alınan çok sayıda müzelik eser Yenikapı’da kurulması beklenen müzeyi bekliyor. Neolitik dönem izlerini taşıyan eserler İstanbul’un tarihini binlerce yıl geriye taşıdığı gibi tüm dünyanın da ilgisini çekmeyi başardı.



Neolitik dönem kazılarında ilk İstanbullulara ait ayak izleri ve kullandıkları araç gereçler dünyanın eşsiz eserleri arasına girdi. Ahşap kano kürekleri, kemik kaşık ve ilk İstanbulluların ayak izleri Yenikapı’nın en önemli buluntuları arasında yer aldı. Çanak çömlek parçası olarak küçümsenen kazılardan çıkan bu eşsiz eserler İstanbul’un tarihini değiştirdi. Hali hazırda Theodosius limanın devamı olduğu düşünülen Aksaray Yenikapı meydanındaki kazıların da aynı titizlikle devam etmesi gerekiyor. Uzmanlara göre buradaki kazılardan da çok önemli buluntular gelmesi yüksek ihtimal olarak değerlendiriliyor.

  

İşte o buluntulardan bazıları

1 – İl İstanbullulardan bizlere miras kalan 8500 yıllık spiral bezemeli kemik kaşık. Yenikapı neolitik alanda bulundu.

2 – Yenikapı kazıları kakma camlarla süslü 1200 yıllık ahşap tarak. Başka bir örneği yok.

3- Yenikapı kazılarında bulunan 1500 yıllık sandalet. Üzerinde Grekçe ‘sağlıkta kullan hanımefendi, güzellik ve mutlulukta giy’ yazıyor.

4- Yenikapı kazılarında bulunan bir batıkta çıkan anfora. 1200 yıl önce Kırım’dan gelen üstüne yelkenli bir gemi kazınmış eşsiz bir yapıt.

5 – Yenikapı neolitik alanda yapılan kazılarda çıkan dünyanın en eski kano kürekleri. 8 bin yıllık ahşap kürekler dünyada tek.

6 – 1200 yıl önce batmış gemide bulunan hasır sepet içinde vişne çekirdekleri. Vişnenin tohumları artık arkeoloji müzesinde.

7- Yenikapı kazılarında 1600 yıl öncesine ait fildişi figürin başı. Olağanüstü bir işçlik ve mükemmel bir sanat eseri.

8 – Yenikapı neolitik alanda bulunan ilk İstanbullulara ait ayak izleri. 8000 bin yıl önce yaşayan topluluğun ayak izleri dünya arkeolojisinde de büyük yankı uyandırdı.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 05.01.2016

İLKOKUL BAHÇESİNDE 16. YÜZYILDAN KAFATASI ÇIKTI

İskoçya’nın başkenti Edinburgh’daki Victoria İlkokulu’nun bahçesinde belediye tarafından yapılan kazı çalışmaları sırasında 16’ncı yüzyıldan kalma bir kafatası bulundu.

Okulun Newhaven limanı yakınlarında bulunduğunu belirten arkeologlar geçmişte bu bölgede bir darağacının bulunduğunu bildiklerini ve kafatasının büyük olasılıkla korsanlıkla suçlanarak idam edilmiş bir adama ait olduğunu düşündüklerini açıkladı.
Radikal, 05.01.2016

İSMAİL TUNALI'NIN ARDINDAN

Estetik, sanat felsefesi üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. İsmail Tunalı da aramızdan ayrıldı.

Türkiye’de estetik kavramını geniş anlamda, dünya literatürünü özümseyerek bize kitaplarıyla tanıttı. Birçoğumuz sanat felsefesini, modern resmi onun kitapları sayesinde öğrendik. Çeşitli üniversitelerde verdiği derslerle öğrenciler yetiştirdi.

Kimdi İsmail Tunalı?
1923 yılında Silistre’de (Romanya) doğan Tunalı, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Viyana Üniversitesi’nde felsefe, psikoloji, sanat tarihi doktorası yaptı. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanlığı’ndan emekli oldu ve aynı üniversitede Avrupa Topluluğu Sosyo–Kültürel Bölümü’nde öğretim üyeliğine atandı.
Yurtdışında birçok üniversitede dersler verdi. Uzun süre Maltepe, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Yeditepe üniversitelerinde de ders vermeyi sürdürdü.
Önemli kitaplarından ‘Estetik’i okursanız, estetik üzerine oluşturulmuş kuramları, önemli adların, saptamaların, estetik çözümleme uygulamalarını bu kitaptan öğrenebilirsiniz. Estetik konusunda yazılmış temel kitapların başında gelir.

Felsefenin Işığında Modern Resimden Avangard Resme adlı kitabı, resmi, sanat tarihini, çeşitli akımların ışığında öğrenmenizi sağlayacaktır.
Önsöz’ün ilk paragrafı şöyle: “Yüzyılı aşan bir süredir ‘modern sanat’ insan için bir sorun olmuş ve bu süre içinde sanat düzeyinde kendini gösteren sanat anlayışları ve akımları da daima ‘modern’ olma kaygı ve amacı ile ortaya çıkmışlardır. Dün olduğu gibi, yaşadığımız günler için de sanat, yine ‘sorun olma’ niteliğini sürdürmektedir.”
Kitabın ana bölüm başlıkları: İmpresyonizm, Soyut Resim, Dadaizm, Postmodernizm, Avangard Resim.

* * *

Estetik Beğeni – Çağdaş Sanat Felsefesi Üstüne, bugün sanatla ilgilenen herkesin okuması gereken kitaplardan biri. Sanat üzerine bildiklerinizin nasıl bir değişime uğradığını, sanatın bitip bitmediğini, baş döndürücü değişimin özgürlük anlayışının yükselişiyle açıklanabileceğini bu kitapta ayrıntısıyla okuyabiliriz.
Kitap beş bölümden oluşuyor: Estetik Beğeni, Felsefe ve Estetik, Felsefenin Sanata Bakış, Çağdaş Sanat Felsefesi, Sanata Yeni Bakış.
Kavramlar ışığında, sanat felsefesini öğrendikten sonra, bazı bölümlerin bugünün okuru için ilgi çekici olduğunu belirteyim.
‘Endüstri, İnsan ve Sanat’ yazısında kuşkusuz bir cümleyi, hepimiz yaşıyoruz:

“Bunların başında kuşkusuz çağdaş bir sorun olan ‘yabancılaşma’ olayı gelir. Bu sorun nereden kaynaklanmaktadır? Bunun yalın yanıtı insanın mekanist bir dünya karşısında kendini yitik hissetme duygusudur.”

Aşağıdaki bölüm başlıkları bugünün insanı için düşünülmesi gereken birçok öğeyi içeriyor. Sanatın Geleceği, Bir Kültür Kategorisi Olarak Avangard, Savaş ve Sanat, Sanatta Kalıcılık, Sinema Sanatı Üstüne.

‘Yeni Bir Aydınlanmaya Doğru – Kültür ve Sanat Sorunlarına Düşünsel Bakışlar’ kitaplarını kuşatıcı bir anlayışı içeren yazılar. Bir felsefecinin bilimsel/felsefi denemeleri bir sanatseverin, bir aydının yararlanacağı görüşler taşıyor.

İsmail Tunalı’nın kitapları, estetik gibi önemli bir bilimi öğrenmek için salık verilecek kitaplar...

İsmail Tunalı'nın bütün kitapları Remzi Kitabevi tarafından yayınlanmıştır.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 05.01.2016

SURİYE'NİN TARİHİ YOK OLDU



Binlerce tarihi alanla süslü Suriye, kültürel mirasının savaş nedeniyle tahrip edilmesine, yağmalanmasına ve yıkılmasına tanık oluyor.

BBC Türkçe'den Diana Darke'nin haberine göre, Suriye hava kuvvetleri, Humus'ta bulunan ve 12. yüzyıldan günümüze kadar korunabilmiş (Krak des Chevaliers) Haçlı Kalesi'ni bombaladı. Kale, Suriye'nin iç bölgelerinden ülkenin kıyısına ve Lübnan'ın Beka Vadisi girişine açılan tek koridorun üzerinde, stratejik bir konumda bulunuyor. Bu konumu da, tıpkı Haçlı Seferleri döneminde Hospitalier Şövalyelerinde olduğu gibi, bölgeyi savaşın en sert yaşandığı yerlerden biri haline getiriyor. Bombalama sonucu kemerler, yıkık dökük birer kabuğa dönüşmüş. Latince yazıtlar da paramparça olmuş.

Muhalif bölgelerden başkent Şam'ın kuzeydoğu bölgelerine düzenlenen havan topu saldırıları da, 8'inci yüzyıla ait Emevi Camii'nin paha biçilmez mozaiklerini vurdu. Mozaikler, ağaçlar ve bahçelerle çevrili şahane binalarıyla Cennet'i tasvir ediyordu. Suriyeli yetkililer saldırının ardından yaptıkları tadilatla hasarı onardı.
Yapı, 04.01.2016
YİNE BANYO MERMERİ TARTIŞMASI BAŞLADI

Aspendos’ta olduğu gibi Fethiye’deki Telmessos antik tiyatrosundaki restorasyon da tepki çekti. Roma dönemine ait Telmessos antik kentini gezenler beyaz mermerlerin tarihi dokuyu yok ettiği görüşünde...

Fethiye’deki Telmessos antik tiyatrosu, antik Likya uygarlığının en eski kentlerinden Telmessos antik kentinden günümüze ulaşan kalıntılar arasında yer alıyor. Erken Roma Dönemi’nde yapılan ve MS 2’nci yüzyılda onarım geçiren tiyatro, Bizans Dönemi’nde arena olarak kullanıldı.



1960’lı yıllarda sökülen merdiven ve oturma yerleri ile sahne sütunları Fethiye Limanı’na dolgu malzemesi olarak yerleştirilen tiyatro, 1990’lı yıllara kadar moloz yığınları altında kaldı. Üzerine evler yapılması nedeniyle kaybolan antik yapı, 1994-98 yılları arasında yapılan kazı çalışmalarıyla yeniden gün yüzüne çıkarıldı. Tiyatro 3 yıldan bu yana ziyarete kapalı tutuluyor. Ancak, tiyatronun oturma yerleri, merdivenleri, sahne ve duvarlarında kullanılan beyaz mermerlerin tarihi yapının koyu gri renkteki aslına uygun olmayışı, eleştiri ve tepkilere neden oluyor. Birçok badire atlatarak günümüze ulaşan tiyatronun restorasyon çalışmalarıyla birlikte tarihi dokusunu kaybettiği öne sürülüyor. Türkiye’de 1975-78 yılları arasında çekilen ’Hababam Sınıfı’ filmlerinde rol alan Ercan Gezmiş, Gazanfer Şener ve Ümit Doğru restorasyon çalışmalarının tiyatronun tarihi dokusuna büyük zarar verdiğini savundu.
Vatan, 04.01.2015
SUR, 1930'LARIN FOTOĞRAFLARIYLA YENİDEN İNŞA EDİLECEK

Diyarbakır’ın Sur İlçesi'ne yönelik kentsel dönüşüm projesinin detayları belli oldu. 9 bin binadan tarihi ve kültürel öneme sahip bin tanesi koruma altına alınacak. Sahabe mezarlarının da olduğu yerler tarih, din ve kültür turizmine kazandırılacak. 1 milyon 870 bin metrekare alanda dönüşüm gerçekleşecek. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) koordinasyonunda yürütülen çalışmalarda projenin ana unsuru ‘az konut, çok ticaret’ olarak belirlendi.

Koruma amaçlı imar planının hazır olduğu projenin tüm unsurlarıyla hayata geçmesi için uzmanlar, 4 milyar Türk Lirası’na yakın bir rakama ihtiyaç olduğunu belirtirken yapılacak binaların 4 katı aşmayacağını kaydetti. Hiçbir binanın yüksekliği tarihi surların üzerine çıkamayacak. Vatandaşa evlerinin kamulaştırılması karşılığında rayiç bedel üzerinden ödeme yapılacak. Ancak belirlenecek rakam bölgede karışıklık çıkmadan yani silahlı eylemler başlamadan önceki değere göre hesaplanacak. Orada yaşayan vatandaşlar hiçbir şekilde maddi kayba uğratılmayacak. Kentsel dönüşüm çalışmalarında ünlü sanat tarihçisi Albert Gabriel’in Sur içinin 1930’lu yıllara ait fotoğraflarından da yararlanılıyor. Üst düzey bir ekonomi yetkilisi, Sur’un tarih ve doğal yapısı ile Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri olduğuna dikkat çekerek, “Proje tamamlandıktan sonra Sur, Türkiye’nin cennet köşelerinden biri haline gelecek” dedi. Diyarbakır’ın Sur İlçesi'nde kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenecek bölgeye ilişkin stratejik plan da hazırlandı.

ÖNCE HASAR TESPİTİ
Terörle mücadele sırasında zarara uğrayan vatandaşların yaraları sarılırken, binalarda da hasar tespiti yapılacak. Binaların yaşanabilir durumda olup olmadığı incelenecek. Hasar tespit çalışmasından sonra özellikle tehlike arz eden hasarlı binaların yıkılması süreci başlayacak. Yıkım işi yapıldıktan sonra da orada mağdur olan vatandaşlar geçici bir yerde ikamet ettirilecek. Kentsel dönüşüm çalışmalarında evi yıkılacak ve hasar görmüş olanlar için her türlü destek sağlanacak.


Silahlı eylemler öncesindeki rayiç bedelde ortaya çıkacak rakam yeni evin değerinden düşük ise vatandaş düşük faizli uzun taksitli olarak borçlanacak. Riskli binanın değeri fazla ise kendisine aradaki fark ödenecek. Kentsel dönüşüm sürecinde ayrıca kira yardımı da yapılacak. Sur içine daha fazla ticaret alanı yapılması planlanırken, sokakların hareketli olması için konutlar da bulunacak. Bu konutlardan daha önce burada yaşayanlar öncelikli olarak alabilecek.

İşte Sur’u ihya stratejisi - 1000 adet tarihi eser koruma altına alınacak.

- 8 bin ev tarihi dokuya uygun inşaa edilecek. - Binalar surları gölgelemeyecek ve 4 katı aşmayacak.

- Terör saldırısı öncesi rayiç bedel esas alınacak.

- Proje için 4 milyar lira bütçe ayrıldı.
Vatan, 04.01.2016

ANTALYA'DA ISINMAK İÇİN YAKILAN ATEŞ TARİHİ YOK EDİYOR

Antalya’nın merkezinde Hadrian Kapısı çevresinde üşüyen kişilerin ısınmak için yaktığı ateş arşitrava zarar verdi. 2 bin yıllık arşitravın bir bölümü yakılan ateşten simsiyah oldu.

Antalya’da Roma döneminin en görkemli yapılarından biri olan Hadrian Kapısı çevresinde bulunan tarihi eserler kendini bilmezlerin kurbanı oldu. Kapının dibinde yakılan ateş 2 bin yıllık arşitrava büyük zarar verdi. Ülkemizde tarihi eserlere uygulanan vandalizmin hangi boyutlara ulaşacağı merak konusu.

Hadrian Kapısı
Halk arasında Üçkapılar olarak adlandırılan Hadrian Kapısı, Antalya’da kenti çevreleyen sur üzerindeki anıtsal kapılardan biridir. MS 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus’un Antalya’yı ziyareti sırasında, ona hitaben yapılmıştır. Üç gözlü olan kapının Latince bir kitabesi vardır. Korint üslubunda süslü mermer sütunlardan yapılan kapının üzerinde yer alan imparator ve ailesinin heykellerinden günümüze sadece kitabe kalmıştır.
arkeolojihaber.net,Fotoğraf: Murat Ercan, 03.01.2016



******


ANTALYA MÜZESİ, O TARİHİ ESERLERİ YAKANLARI ARIYOR

Geçtiğimiz gün arkeolojihaber.net tarafından gündeme getirilen “Antalya’da Isınmak İçin Yakılan Ateş, Tarihi Yok Etti” başlıklı haber kamuoyunda ses getirdi. Antalya İl Kültür Müdürlüğü, Antalya Müzesi’ne talimat vererek sorumluların bulunmasını istedi.

Radikal Gazetesi’nden Ömer Erbil’in hazırladığı habere göre kültür varlığına zarar verenler şimdi Antalya Emniyeti’nce şimdi aranıyor. 

Ne olmuştu?
Antalya’da Roma döneminin en görkemli yapılarından biri olan Hadrian Kapısı çevresinde bulunan tarihi eserler kendini bilmezlerin kurbanı oldu. Kapının dibinde yakılan ateş 2 bin yıllık arşitrava büyük zarar verdi. Antalya İl Kültür Müdürlüğü, Antalya Müzesi’ne talimat vererek sorumluların bulunmasını istedi.

Müze uzmanları eseri temizlerken, konservasyon için kopan parçaları müzeye taşıdı. Kültür varlığına zarar verenler şimdi Antalya Emniyeti’nce şimdi aranıyor.

Taksici oldukları tahmin ediliyor
Halk arasında Üçkapılar olarak adlandırılan Hadrian Kapısı, Antalya’da kenti çevreleyen sur üzerindeki anıtsal kapılardan biridir. MS 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus’un Antalya’yı ziyareti sırasında, ona hitaben yapılmıştır. Üç gözlü olan kapının Latince bir kitabesi vardır. Korint üslubunda süslü mermer sütunlardan yapılan kapının üzerinde yer alan imparator ve ailesinin heykellerinden günümüze sadece kitabe kalmıştı.

Önceki gün kendini bilmez kişiler tarafından ısınmak amacıyla yakılan ateş esere büyük zarar vermişti.

Hapse kadar cezası var
Antalya İl Kültür Müdürlüğü’nün girişimiyle Antalya Müze Müdürlüğü harekete geçti. Hadrian kapısındaki yanan eski eserin restorasyonu için uzmanlar görevlendirildi. Ayrıca İl Emniyet Müdürlüğünden bölgedeki MOBESE kameralarından faillerin bulunması için harekete geçildi.

Müze müdürlüğü faillerin bulunmasını istedi. Taksicilerin ateşi yaktığı yönünde alınan bilgiler üzerine Emniyet müdürlüğü kimlik tespiti için görüntüleri incelemeye aldı. 2863 sayılı yasanın 9 maddesi uyarınca işlem yapılacak. Görüntülerden tespit edildiği takdirde tarihi esere zarar verenler hakkında hukuki işlem başlatılacak.
arkeolojihaber.net, 04.01.2016

CAMİDEKİ TEPKİ ÇEKEN RESTORASYON DURDURULDU

Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde, erkek tuvaletine mermer kaplamalarla pisuvarlar yapılan Çoban Mustafa Paşa Camii'ndeki restorasyon çalışmaları durduruldu.

Erkek tuvaletinde duvarlar mermerle kaplanarak üzerine pisuvarlar monte edilirken, pisuvarların arasına da yine mermerden paravanlar konuldu. Ayrıca yeni lavabolar yapıldı. Tarihi caminin dokusunu bozan düzenleme tepkiyle karşılandı. 1510 yılında yaptırılan Çoban Mustafa Camisi ve Külliyesi'ndeki restorasyon rezaletine dair basın yayın organlarında çıkan haberler üzerine Kocaeli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ekipleri tarihi camideki restorasyonu yakın takibe aldı. Yetkililer, ikinci bir karar alınıncaya kadar restorasyon işlemlerinin durdurulduğunu açıkladı.
Zaman, Haber: Cahit Kılıç, 03.01.2016

ANTİK TİYATRO İÇİN ENGEL OLAN 4 KATLI OTEL YIKILDI



Ulus Bent Deresi'nde tarihi 5 bin kişilik Roma antik tiyatrosunu ortaya çıkarma doğrultusundaki çalışmalar sürüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi bu kapsamda, antik tiyatronun bulunduğu 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen bölgedeki salaş ve metruk yapıları bir bir ortadan kaldırdı. Alandaki son yapı olan ve uzun süredir mahkeme süreci nedeniyle yıkılamayan 4 katlı Antalya Otel de dün gece yıkıldı.

Kültür ve Tabiat Varlıkları Dairesi Başkan Akar Pınar Üstün, daha önce, bölgedeki tarihin üstünü kapatan salaş ve metruk haldeki, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait 4 katlı binayı, İlksan Öğretmenevi'ni, Anıl Otel’i, geneleve ait 6 binayı ve 10’un üzerindeki metruk yapıyı tarihi binalara ve çevreye zarar vermeden, özenli ve profesyonel şekilde yıktıklarını söyledi. Üstün, “Daire Başkanlığımız tarafından gerçekleştirilen her yıkımın ardından, antik tiyatromuz biraz daha ortaya çıkıyor.” dedi.

TARİHİ ÖRTEN SON YAPI DA ORTADAN KALDIRILDI
Bölgeyi örten son yapı olan Antalya Otel’in yıkılmasının da bu açıdan son derece önemli olduğunu bildiren Üstün, “Tarihin üzerine kurulan ve yıllar içinde iyice metruk ve çirkin bir görüntüye yol açan son bina olan 4 katlı Antalya Otel’in yıkımı için uzun mücadeleler verildi. Mahkeme süreci nedeniyle yıkamadığımız bu salaş yapıyı, Bakanlar Kurulu ve mahkemenin ilgili kararları doğrultusunda, ‘acele kamulaştırma ve el koyma işlemi’nin ardından ortadan kaldırdık.” diye konuştu.

TARİHİ TİYATRODA TARİHİ YOLCULUK
Binaların yıkılmasının ardından adım adım restorasyon çalışmalarının sürdürüldüğünü anlatan Daire Başkanı Üstün, şöyle devam etti: “Antik tiyatro ile ilgili olarak Kültür Bakanlığı Anadolu Medeniyetler Müze Müdürlüğü ile yapılan protokol çerçevesinde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Tüm araç, gereç ve ekipman konusunda lojistik desteği de Büyükşehir Belediyesi olarak biz sağlıyoruz. Bu bölge, birinci derecede arkeolojik kazı alanı. Bu kapsamda da kazı çalışmaları, uzman ekiplerce, Müze Müdürlüğü gözetiminde ve Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülüyor.”

"YAPRAK YAPRAK TARİHLE KARŞILAŞIYORUZ"
Akar Pınar Üstün, çalışmaların tamamlanmasıyla alanı ve çevresini gezen ziyaretçilerin, adeta tarihi bir yolculuğa tanıklık edeceklerini söyledi. Tiyatronun taşlarının andezitten yapıldığını ve bu taşların Hıdırlıktepe’deki taş ocağında imal edildiğinin belirlendiğini kaydeden Üstün, aynı taşların, Bizans döneminde Ankara Kalesi’nin surlarında da kullanıldığını bildirdi.

Tiyatronun tahrip edildiğini belirten Üstün, "Ancak tiyatronun bulunduğu bölge öyle bir bölge ki kazdıkça tarih çıkıyor. Tarih kitabı sayfaları gibi yaprak yaprak tarihle karşılaşıyoruz.” dedi.
haberler.com, 03.01.2016
TARIH HIRSIZLARINA SUÇÜSTÜ YAPILDI



Hatay polisi, Reyhanlı'da yol uygulaması sırasında şüphe üzerine arama yaptığı araçta Roma, Bizans ve Hellenistik dönemlere ait 5 bin 108 adet tarihi eser ele geçirdi. Tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili Suriye uyruklu 3 kişi gözaltına alınırken, ele geçirilen tarihi eserler Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi.

3 KİŞİ YAKALANDI
Uzmanlarca yapılan incelemede ele geçirilen tarihi eserlerin tamamının Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamı içerisinde olan tarihi eser niteliği taşıdığı tespit edilirken, tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili araç içinde bulunan biri Suriye uyruklu 3 kişi gözaltına alınarak haklarında adli işlem başlatıldı. Ele geçirilen tarihi eserler ise Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi. Ele geçirilen tarihi eserler şunlar: Roma ve Hellenistik dönemine ait 557 adet bronz sikke, yine Roma dönemine ait 10 Adet gümüş sikke, bizans dönemine ait bin 95 adet bronz sikke, İslami döneme ait 6 adet sikke, Perslere ait 1 adet gümüş sikke, 166 adet metal malzemeden yapılmış yüzük ve yüzük parçası, 46 adet farklı ebatlarda çeşitli eşyalara ait metal obje, 15 adet metal ok ucu, 536 adet muhtelif ebatlarda metal ağırlıklar ve 2 bin 676 adet okunamayan sikke.
Sabah, 02.01.2016
'4 BİN YILLIK BARAJ' CAZİBE MERKEZİ OLACAK



Anadolu'nun ilk devletini kuran Hititler tarafından yaklaşık 4 bin yıl önce inşa edildiği tahmin edilen ve Anadolu'nun en eski barajı olarak değerlendirilen Çorum'daki Hitit Barajı, Devlet ve Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünün hazırladığı projeyle bölgenin cazibe merkezi olacak.







Yaklaşık 28 hektarlık alanda Hitit Ormanı, Hitit yemeklerinin sunulacağı restoran, Alacahöyük Kazıları Araştırma Merkezi, 20 yataklı misafirhane, kütüphane, sergi ve konferans salonu, Hitit arabalarıyla yapılabilecek geziler için yollar, laboratuvar, atölyeler ve çalışma ofisleri yapılacak.
Trt, 01.01.2016
"ZENGİBAR'DA ACİL RESTORASYONA İHTİYAÇ VAR"

Konya’da Hellenistik dönemde kurulan, hala ayakta olan surları, tiyatrosu, zafer takı, kaya mezarları ve su kemerleriyle Roma dönemi taş işçiliğinin en önemli örneklerinden Zengibar Kalesi’nde acil restorasyon yapılması gerektiği bildirildi.

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bozkır İlçesi yakınlarında Hellenistik dönemde kurulduğu değerlendirilen ve Zengibar Kalesi olarak bilinen antik kentin, Roma ve Bizans dönemi taş işçiliğinin en çarpıcı örnekleri arasında yer aldığını söyledi.

Oldukça geniş bir alana yayılan kentin birçok güzelliğinin hala ayakta olduğuna işaret eden Benli, şöyle devam etti: “Kale surlarının büyük bölümü ve burçlar ayakta. Tiyatro, Roma döneminde zafer göstergesi zafer takı, Hristiyanlık döneminde kullanılan kilise, su kemerleri ve benzeri mimari yapılar dikkati çekiyor. Roma döneminde bölgenin garnizon komutanlığı olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Zengibar, Konya’daki antik kentlerin en önemlilerinden biridir. Burası, Konya’nın Efes’i diyebileceğimiz önemde bir yerleşim yeridir.”

Benli, bölgede Kültür ve Turizm Bakanlığınca 3 yıldır araştırmalar yapıldığını belirterek şunları söyledi: “Kentin, Ulupınar ve Acılar’dan birer kapısı var. Çok küçük bir temizlik çalışmasıyla veya birkaç senelik kurtarma kazısıyla birçok eser ortaya çıkarılabilir. Güneydeki kapıdan başlayarak devam eden bir ana cadde, caddenin kenarlarında dükkanlar ve zafer takına kadar uzanan bölüm şu an en çok dikkati çeken alanlar. Elbette acil bir restorasyona ihtiyacı var. Bir üniversitemizden araştırma görevlisi çalışmalara başladı. Mahalli bir destekle bu restorasyonun gerçekleşeceğine ve sonuç alınacağına inanıyorum.”

– Bazı bölümlere zarar verilmiş
Zengibar’da yaptıkları incelemede bazı bölümlere zarar verildiğini tespit ettiklerini anlatan Benli, yörede yaşayanlardan bu alanın korunması konusunda destek beklediklerini aktardı.

Özellikle kaya mezarlarının olduğu kısımda tahribatın fazla olduğuna işaret eden Benli, sözlerini şunları kaydetti.

“Halkımızdan ricamız, kültür varlıklarımıza zarar vermesinler. Bunlar geçmişten bize kadar gelmiş değerlerdir. Korunup, bizden sonra gelecek nesillere aktarılması gereken önemli kültür varlıklarıdır. İleride bu bölgenin turizm merkezi olabileceği unutulmasın. Zengibar Kalesi’ne sahip çıkarak bölgenin turizme kazandırılması konusunda destek olsunlar. Antalya yolu, o bölgeden geçiyor. Turizme kazandırılması için başlatılan çabalar, uzun soluklu çalışmalar. Zengibar ve çevresinin 10 yıl içinde turizm açısından çok önemli bir merkez haline geleceğini düşünüyorum.”
Yeni Meram, 30.12.2015

ORTADOĞU'DAKİ TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI REKOR DÜZEYE ÇIKTI

UNESCO direktörü Ortadoğu'daki tarihi eser kaçakçılığının rekor düzeye çıktığını söyledi. Tarihi eser kaçakçılığı rotasının Türkiye, Lübnan ve Amerika'ya kadar ulaştığı belirtildi.

UNESCO'nun Paris'teki Dünya Mirası merkezinden yapılan açıklamada, Ortadoğu'daki tarihi eserlerin tahribatının dramatik boyutlara vardığı kaydedildi. UNESCO Dünya Mirası Direktörü Mechtild Rössler Alman Haber Ajansı'na (dpa) verdiği demeçte, ‘Tahribat ve yağmalamaların görülmemiş boyutlara vardığını', söyledi. 

Irak ve Suriye'deki kaçak kazıların arttığını belirten Rössler uyduyla çekilen resimlerde tarihi beldelerin ‘delikli İsviçre peynirine' benzediğini ve yağmalama yüzünden kültür mirası kadar tarihin de kaybolduğunu ifade etti. 

Mechtild Rössler çalınan kültür mirasının muhtemelen Türkiye ya da Lübnan üzerinden Batı Avrupa, Körfez ülkeleri ve Kuzey Amerika'ya kaçırıldığını söyledi.

Kaçırılan eserlerin önümüzde on yıl ortalıktan kaybolma tehlikesinin bulunduğunu belirten UNESCO direktörü tarihi eser kaçakçılığıyla birlikte mücadele edebilmek için yardıma ihtiyaç olduğunu ve UNESCO'nun üyelerinin izin verdiği ölçüde güçlü olabileceğini sözlerine ekledi. 
Ntv, 30.12.2015

TÜRKMEN MEZARLIĞI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Hatay'ın Hassa İlçesi'ndeki Karapınar Türkmen Mezarlığı'nda geçen yıl başlatılan arkeolojik kazı çalışmaları devam ediyor.

Hassa Kaymakamı Mustafa Pala ve Belediye Başkanı Abdurrahman Demirel, Hatay Arkeoloji Müzesi başkanlığında Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) iş birliğiyle yürütülen, Türkmen Mezarlığı olarak tescil edilen alandaki kazı çalışmalarını inceleyerek yetkililerden bilgi aldı.

Hatay Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Demet Kara, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mezarlığın bulunduğu bölgede şu an temizlik çalışmalarının yapıldığını söyledi.

Mezarlık bölümünde restorasyon çalışmasının da devam ettiğini ifade eden Kara, mezarlığı gün yüzüne çıkararak turizme kazandırmayı amaçladıklarını dile getirdi.

Kara, mezarlıkta kullanılan damgalar ve anlamlarına ilişkin bir katalog da hazırlamayı düşündüklerini de belirtti.

Mustafa Kemal Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mine Günel Temiz de 18 dönüm olarak tescillenen mezarlık alanında gerek doğa yoluyla gerekse insan eliyle büyük bir tahribat meydana geldiğine işaret etti. 

Mezar taşların yüzeyinde aşınmalar bulunduğunu vurgulayan Temiz, taşlar üzerinde damgalar ve bir takım işaretler yer aldığını, bunların kökenini ve anlamlarını çözmeye çalıştıklarını belirtti.

Bu arada mezarlıkla ilgili kesin bilgilere bilimsel araştırma sonucunda ulaşılacağı kaydedildi.
Ülke, 29.12.2015

TARSUS'TA ANTİK YOL BULUNDU

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde 3. derece sit alanında yapılan çalışmada antik yol bulunduğu bildirildi.

Tarsus Müze Müdürü Mehmet Çavuş, yaptığı yazılı açıklamada, Caminur Mahallesi'nde 3. derece arkeolojik sit alanı içerisinde bulunan alanda gerçekleştirilen sondaj kazısında bazalt taştan, poligonal teknikte inşa edilmiş antik yol ortaya çıkarıldığını belirterek, kazı çalışmalarında Roma dönemi ve İslami dönemlerini de kapsayan kültür katmanlarının varlığının belirlendiğini kaydetti.

Yolun batı cephesinde yolla bağlantılı sıra dükkanlar ile ayrıca pişmiş toprak künk boru sisteminin de tespit edildiğini aktaran Çavuş, açıklamasında şunları kaydetti:

"Deniz kapısı olarak bilinen tarihi Kleopatra Kapısı'nın 215 metre kuzeydoğusunda ve kapı ile aynı aksta ortaya çıkan kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzantı veren bazalt taştan yapılan yolun, antik dönem Tarsus kentinin hemen güneyinde yer alan Regma (Aynaz) Gölü ve Kydnos (Berdan) Nehri  vasıtasıyla Akdeniz deniz ticaretine ve Mersin güzergahına ulaşımı sağlayan şehrin merkezindeki ana arterlerden birisi olduğu anlaşılıyor."
Anadolu Ajansı, Haber: Ahmet Can Erdogan, 29.12.2015

İNŞAAT KAZISINDAN HELLENİSTİK DÖNEME AİT KUYU ÇIKTI

Bodrum İlçesi'nde, inşaat için yapılan sondaj kazısında Hellenistik döneme ait olduğu düşünülen su kuyusuna rastlandı.

Çarşı Mahallesi Alibaba Sokak içerisinde başlatılan konut projesi çalışmaları sırasında, tarihi kalıntılar bulunması üzerine durum Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi yetkililerine bildirildi.

Müze arkeologları tarafından başlatılan çalışmalarda Hellenistik döneme ait olduğu değerlendirilen kalıntılar gün yüzüne çıkarıldı. 

Kalıntıların en önemli bölümünü, pişmiş topraktan yapılmış eski tip su kuyusu oluşturuluyor. Müze yetkilileri, çok nadir rastlandığı belirtilen tarihi su kuyusunun bugünlere kadar ulaşmasının önemli olduğunu bildirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Ali Ballı, 29.12.2015




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi