Haberler logo Ekim '16 Arşivi

30 Ekim - 5 Kasım 2016


Asya kıtasının ve Anadolu'nun en batı ucunda bulunan Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Babakale Köyünün muhtarlığı, Osmanlı Devleti'nin son kalesi olan yaklaşık 300 yıllık Babakale'nin kullanım hakkının kendilerine verilmesini talep etti.

Köy muhtarı Bekir Vargün, antik çağlarda "Lekton" olarak bilinen, 1723'te bir deniz seferinden dönerken fırtınaya yakalanan Sultan 3. Ahmet'in yerleşim yeri olarak kullandığı yerin adının, kale yapılmasından sonra Babakale olduğunu söyledi.

Köyün adını taşıyan Babakale'nin, Kuzey Ege'den gelen ve Çanakkale Boğazı'na girecek gemileri selamlayan güçlü surlarıyla 300 yıldır ayakta durduğunu ifade eden Vargün, köylerinin sadece kalesiyle değil, doğal güzellikleriyle de son dönemlerde ilgi çektiğini anlattı.

Köyün adını taşıyan ve yapımının üzerinden yaklaşık 300 yıl geçen Babakale, halen Kuzey Ege'den gelen ve Çanakkale Boğazı'na girecek gemileri selamlayan güçlü surlarıyla ayakta duruyor.
Burası Çanakkale, 03.11.2016


Eskiden etrafı kabristan olan ve Sadred-din Konevi Türbesine giden yol üzerinde “Turgutoğlu Türbesi” adıyla anılan bir türbe var. Bu türbede Turgut Oğulları’ndan Pir Hüseyin Bey’den başka, Ahmed Bey, Ömer Bey, Nefise Hatun, Bağdat Hatun, Sultan Hatun ve Hondi (Hundi) Hatun adında yedi yatırın bulunduğu rivayet ediliyor.

TÜRBEDE İÇKİ ŞİŞELERİ
13.yüzyılda yapılan türbe Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1998 yılında restore edildi. Fakat türbe şuan içler acısı durumda.

Kapısına kilit vurulan türbenin camları kırılmış, kapısı kırık, içerisi ise herhangi bir koruma altında olmadığından dolayı kim olduğu belli olmayan insanlar tarafından berbat hale getirilmiş. İçki kutusu, gazete kağıtları ve şişe kırıklarıyla kültür mirası kirletilmiş durumda. Sadred-din Konevi Türbesi’nin hemen yanı başında olan türbenin hangi amaçla yalnızlığa mahkum edildiği merak konusu.

TARİHE SAYGISIZLIK
Korunmasız durumda olan bir diğer tarihi miras ise Tahir ile Zühre Camii ve Türbesi. Zafer’de, arka sokaklarda gözlerden uzak bir köşede yer alan bir zamanlar halk arasında iki aşığın kucak kucağa yattığı şeklinde efsaneleşen bir yer olan Tahir ile Zühre Camii ve Türbesi, kaderine terkedilmiş durumda. Selçuklu mimari tarzının güzel örneklerinden olan Tahir ile Zühre Camii ve Türbesi 13.yüyzıy eseri. Korumasız durumda olduğu için duvarlarına sprey boya ile yazılar yazılmış. Ayrıca cadde tabelası asılmış.

Vatandaşlar yetkililerden binlerce yıldır çeşitli kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan ve birçok eseri içerisinde barındıran Konya’nın mirasına sahip çıkmasını ve gerekli önlemlerin alınmasını istiyorç
Konya Hakimiyet, Haber: Erol Karatepe, 03.11.2016
TARİHİ MEZARDAN ÖLÜLERE HEDİYE OLARAK BIRAKILMIŞ ESERLER ÇIKTI

Ereğli İlçesi'ne bağlı Orhaniye Mahallesi'nde yaklaşık iki hafta önce kazı çalışması sırasında bulunan ve Roma Dönemi'ne ait olduğu saptanan tarihi mezarda, arkeolog eşliğinde çalışmalar başladı. Yapılan çalışmalarda aynı yerden insan kemikleri, gözyaşı şişesi, sikke, toka ve ölüler ile birlikte gömülen ayna bulundu.

Konu hakkında açıklama yapan Ereğli Müze Müdür Vekili Mahmut Altuncan, "Yapılan kazı sonucunda mezarın mahiyeti anlaşılmış ve mezara ölü hediyesi olarak bırakılmış eserler müzemize kazandırılmıştır" dedi.

Altuncan, "Söz konusu alanda Roma dönemine ait Hipoje Mezar dediğimiz yeraltı mezarı ortaya çıkarılmıştır. Bu mezar kayanın oyularak bir giriş ve dikdörtgene yakın mezar odasından oluşmaktadır. Bu odanın içine iki kişinin gömüldüğü tespit edilmiştir ve bu gömülenlerden birinin kadın olduğuna yönelik bulgulara ulaşılmıştır" diye konuştu.

Gömülme esnasında bazı mezar hediyelerinin de bırakıldığını ifade eden Altuncan, "Gözyaşı şişesi, bir ayna, kemikten bir saç iğnesi, bronzdan bir saç tokası bir de Roma dönemine ait bir bronz sikke ele geçirilmiştir. Bulunan bu eserler müzemize ulaştırıldı, ancak çok eski olduğu için Antalya Konservasyon merkezine göndereceğiz yani burada onarılıp tekrar müzeye gönderilecektir" ifadelerini kullandı.
Merhaba Haber, 03.11.2016

RESTORASYONU YAPILAN ÇEŞMENİN İÇERİSİnDEN BİR ÇEŞME DAHA ÇIKTI

Kilis’te, Türkler Cami yanındaki tarihi Küçük Çarşı Çeşmesinin restorasyonu yapılırken, tarihi bir çeşme daha gün yüzüne çıkartıldı.

Geçen yol Kasım ayında Türkler Cami ile yanındaki tarihi Küçük Çarşı Çeşmesinin restorasyon ihalesi Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürlüğü tarafından yapıldı. İhaleyi alan firma cami ile çeşmenin restorasyonuna başladı. Çeşmenin duvarları yıkıldıktan sonra içerisinden tarihi bir çeşme çıktı. 70 yılı aşkın bir süre önce tarihi çeşmenin duvarları kapatılarak demir boru ile musluklar konarak vatandaşın su ihtiyacının karşılandığı öğrenildi. Tarihi çeşmenin dış duvarlarının yıkılması ile birlikte çeşmenin orijinal şekli de ortaya çıktı. Tarihi çeşmenin orijinal halini ilk kez gören vatandaşlar şaşkınlığını gizleyemiyor. Restorasyonun aslına uygun olarak yapılacağı öğrenildi.

Küçük Çarşı Çeşmesinin tarihi geçmişi
Bölük Mahallesi Binbaşı Sokağı'nda hemen sol uç kısmındadır. Osmanlı mimarisinin gözde örneklerinden birsidir. 1844-1870 yılları arasında 26 yıllık zaman dilimi içinde Hacı Osman Efendi tarafından yaptırılırken, çeşme Miladi 1933 (H 1352) yılında geniş bir şekilde onarılmıştı.
Olay Medya, 03.11.2016

TERÖRÜN VURDUĞU TARİHİ YAPILARA VAKIF ELİ DEĞECEK

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, Diyarbakır'ın Sur İlçesinde bölücü terör örgütü tarafından harap edilen 11 vakıf eserinin onarımına yönelik hasar tespit çalışmaları tamamlandı. Tarihi yapıların restorasyonlarına yönelik ihaleler de tamamlanarak, geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanan eserleri ihya etmek üzere restorasyon çalışmaları başlatıldı. 

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Sur'daki tarihi vakıf eserlerinin onarımı için çalışmaları hızla sürdürdüklerini belirterek, "Bu eserler ecdadımızdan bizlere emanettir. Vakıf eserlerinin inşa edilmesinin ardındaki yüzlerce yıllık inanç ve şuur bugün de bizlerin onları onarmak için duyduğumuz şevkin kaynağıdır. Bölgede zarar görmüş tüm eserlerimizi orijinaline en yakın şekilde 'maksimum koruma, minimum müdahale' ilkesiyle hızla ayağa kaldıracağız." dedi. 

Vakıflar Genel Müdürlüğünün yürüttüğü çalışmalarda, Diyarbakır'ın Sur İlçesinde yaşanan terör saldırıları nedeniyle Diyarbakır Ulu Cami, Fatih Paşa Camisi şafiler bölümü (Kurşunlu Cami), Şeyh Muttahhar Cami, Dört Ayaklı Minare, Ermeni Katolik Kilisesi, Protestan Kilisesi, Arap Şeyh Cami, Kadı Cami, Hasırlı Mescidi ve Nasuh Paşa Camisi olmak üzere toplam 11 eserin büyük hasar gördüğü tespit edildi.

Yapılan incelemelerde, kentsel sit alanı içerisinde bulunan, Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından 1516-1521 yılları arasında yaptırılan ve "Kurşunlu Cami" olarak da anılan Diyarbakır'daki ilk Osmanlı eseri Fatih Paşa Cami'nin restorasyon çalışmalarının en geç 2018 yılına kadar tamamlanması planlanıyor.

Yapılacak çalışmalar sonucunda içinde barındırdığı tarihsel zenginliklerle bir "açık hava müzesi" konumunda olan Diyarbakır'ın yeniden eski günlerine döndürülmesi hedefleniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Burcu Çalık, 03.11.2016

ÇALINAN TABLOLARIN DEĞERİ 18 MİLYON 860 BİN TL

Resim Heykel Müzesindeki tablo hırsızlığına ilişkin soruşturma tamamlandı. Savcılık aralarında Artist Sanat Yatırım AŞ’nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Orhan Dağhan Özil’in de bulunduğu 19 şüpheli hakkında dava açtı. İddianamede şüphelilerin, toplam değeri 18 milyon 860 bin TL olan 79 tabloyu çalarak sattıkları iddia edildi. Örgüt lideri olduğu iddia edilen Ahmet Sarı ifadesinde tabloların çalıntı olduğunu alan satan bütün koleksiyonerlerin bildiğini ileri sürdü.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Resim Heykel Müzesi’nde 2006 ile 2014 yılları arasında Osmanlı dönemi ressamlarına ait tabloların çalınmasına ilişkin hazırladığı iddianamede, tabloların satışında rol oynayan Ahmet Sarı, örgüt yöneticisi ve lideri olmak ve nitelikli zimmetle suçlandı. İddianamede, şüpheliler Ekrem Celal Ağaoğlu, müze müdür yardımcısı Akile Ayla Tuncay, Orhan Dağhan Özil ve Mete Aktuna’ya da örgüt yöneticisi olmak ve nitelikli zimmet, diğer 14 şüpheli ise örgüt üyeliği suçlaması ve nitelikli zimmet suçlaması yöneltildi.

79 TABLO ÇALINDI
Savcılık, aralarında Resim Heykel Müzesi Müdürü olarak görev yapan Ömer Osman Gündoğdu’nun da bulunduğu 44 şüpheli hakkında soruşturma evrakını tefrik ederek soruşturmaya devam kararı aldı. Cumhuriyet Savcısı Murat Korkmaz’ın hazırladığı iddianamede, müdür yardımcısı Akile Ayla Tuncay’ın, müze araştırmacısı Gazi Doğan ile koruma görevlisi Veli Topal’ın, müzenin depo bölümünde bulunan 18 milyon 860 bin TL değerindeki 79 parça tabloyu, 2006 yılından itibaren peyderpey çıkardığı belirtildi.

SEN DE KAZAN BİZ DE
İddianamede müze müdür yardımcısı Ayla Tuncay, Veli Topal ve Gazi Doğan’ın birlikte Ahmet Sarı’ya giderek “Bize İstanbul’dan müşteri bulursan sana Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin depolarında atıl vaziyette bulunan bir kısmı envantere kayıtlı, bir kısmı da kayıtlı olmayan orijinal Osmanlı Türk ressamlarına ait resimleri verelim, sen bunları sat, sen de kazan biz de kazanalım” teklifinde bulundukları anlatıldı. Teklifi kabul eden Ahmet Sarı’ya getirilen tabloları Ekrem Celal Ağaoğlu, Orhan Dağhan Özil ve Mete Aktuna’nın piyasada sattığı ifade edildi.

MÜZEYE SAHTELERİNİ KOYDULAR
İddianamede şüphelilerin müze deposuna istedikleri zaman girerek tabloları çaldıkları öne sürülerek, “Depodan çalınan eserlerin kimler tarafından çalındığının tespit edilememesi için depoya giren çıkan şahıslar hakkında tutanak tutularak kayıt altına alınması gerekirken bu işlemin yapılmadığı, eserlerin kayıtlı bulunduğu bilgisayarların bozularak eserlere ait kayıt bilgilerinin yok edildiği, çaldıkları eserlerin yerine sahtelerini koydukları, tüm bu suçları işlerken tek başlarına hareket etmedikleri, suç işlemek amacıyla özellikle irtibatlı olduğu şahıslar ile birlikte hareket ederek çalınan tabloları piyasaya sattıkları, yapılan teknik takip çalışmalarından anlaşılmıştır” ifadelerine de yer verildi.

Hürriyet, Haber: Mesut Haan Benli, 03.11.2016

RİZE'DE MEYDAN KAZISINDA TARİHİ MEZAR TAŞLARI BULUNDU



Rize Belediyesi tarafından 15 Temmuz Demokrasi ve Cumhuriyet Meydanı'nda önceki gün başlatılan yenileme çalışması kapsamında iş makineleri ile kazı yapıldı. Zeminin 2 metre altında iş makinesi kepçesi mezar taşlarına çarptı. Yüzeye çıkarılan mezar taşları koruma altına alınmak üzere Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.

Kazıdan çıkarılan mezar taşlarını inceleyen araştırmacı Recep Koyuncu, 1922 yılında mezarlık olan alanın sonradan meydana dönüştürüldüğü belirterek, kazıda bu mezarlara ait taşların bulunduğunu söyledi. Koyuncu, "Taşlardan birinin üzerinde Şerife Zeynep adlı kadına ait olduğu yazıyor. Tarih ise 280 yıl öncesini gösteriyor. Bu alandan başka mezar taşları da çıkacak" dedi.

Bu arada, mezar taşlarını görmek için alanda toplananlar kendi aralarında tarih konusunda anlaşmazlığa düştü. Bazı vatandaşlar mezar taşlarının 1400'lü yıllara ait olduğunu iddia etti, kimileri karşı çıktı.



Araştırmacının taşların üzerine basması da iyi olmuş!!!! (e.n.)

Milliyet, Haber: Muhammet Kaçar, 03.11.2016

'KARTAL YUVASI' 30 YIL ARADAN SONRA ZİYARETE AÇILACAK

Mardin'de "Kartal Yuvası" olarak da bilinen ve yaklaşık 30 yıldır ziyarete kapalı olan Mardin Kalesi, turizme kazandırılacak.

Hamdaniler tarafından 10. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Artuklu döneminin en büyük eserlerinden biri olan, bin 200 metre yükseklikteki kalede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı ile 4 yıl önce başlatılan çalışmaların bir bölümünün yakında tamamlanması planlanıyor.

Hazineye ait olan ancak askeri bölge yapılan alan, Mardin Müze Müdürlüğünün arkeolojik kazı çalışmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilecek. Turizme açılması için düzenlemelerin büyük bölümünün tamamlandığı kaledeki arkeolojik kazı çalışması 7 yıl sürecek. Kale kısmen açılacağı için kazı, bundan olumsuz etkilenmeyecek.

Terör saldırıları yüzünden zor günler geçiren Mardin'den bir grup turizmci, kalenin turizme açılması için çalışmaların kısa sürede tamamlanması taleplerini iletmek üzere Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı'yı ziyaret etti.

Mardin Turizm ve Otelciler Derneği (MARTOD) Başkanı Özgür Azad Güngör, turizmcilerden oluşan heyetin, beraberlerinde Ak Parti Mardin İl Başkanı Ali Dündar ve Mardin milletvekilleri Orhan Miroğlu ve Ceyda Bölünmez Çankırı ile Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'u ziyaret ettiğini söyledi.

Çok güzel ve sıcak bir şekilde karşılandıklarını aktaran Güngör, Mardin'in turizminin canlanması için çeşitli raporlar sunduklarını kaydetti. Bunların içinde en önemli hususun, Mardin Kalesi'nin kısmi olarak turizme açılması olduğunu aktaran Güngör, "Milletvekillerimiz de ayrıca Milli Savunma Bakanımız ile görüştü ve olumlu yanıtlar aldık. Altyapısını sağlayıp inşallah 2017 turizm sezonuna yetiştirmeye çalışacağız." dedi.

"AÇILMASI DURUMUNDA 2 ADIM ÖNDE OLURUZ"
Mardin kalesinin kent turizmi için çok önemli olduğunu vurgulayan Güngör, şunları kaydetti: "Kale, Mardin'in en önemli simgelerinden bir tanesidir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir manzara yok, Mezopotamya' ya uçsuz bucaksız bakışı var. Turizme açılması çok ama çok önemli. Açılması durumunda 2 adım önde oluruz. Turizmciler için ve Mardinliler için de çok önem taşıyor."

Kente gelen misafirlerin en çok Mardin Kalesi'ne çıkmayı arzu ettiğini aktaran Güngör, "Bölgemizde yaşanan olaylardan dolayı yaşadığımız sıkıntılar olumsuz bir etki bıraktı. Kalenin açılmasının pozitif etki sağlayacağını düşünüyoruz." ifadelerini kullandı.

"KALENİN AÇILDIĞINI DUYAN MARDİN'E GELİR"
Turizm acentesi temsilcisi İsmail Sincar da kalenin turizme açılacak olmasını "çok önemli bir gelişme" olarak değerlendirdi.

Mardin'de turizmin gelişmesi için yapılacak en önemli hamlenin kalenin turizme açılması olduğunu ifade eden Sincar, şunları belirtti: "Açılması durumunda çok fayda göreceğimize inanıyoruz. Mardin'e yeterince turist gelmesini sağlayacağını düşünüyoruz. Mardin'e grup turları çok yüksek olur. Kalenin açıldığını duyan Mardin'e gelir. Son süreçte yaşadığımız sıkıntılara da merhem olur. İnsanlar burayı tehlikeli bir bölge olarak görüyorlar ancak burası yeterince güvenli bir bölgedir. Buraya gelmek isteyen herkesi davet ediyoruz."

Esnaf Mervan Begeç ise kalenin açılmasını dört gözle beklediklerini söyledi.
Milliyet, 02.11.2016

HARRAN'IN KONİK KUBBELİ EVLERİNE KIŞ BAKIMI

İlk İslam üniversitesi kalıntıları, Emeviler dönemine ait Ulu Cami gibi tarihi mekanları ve mistik havasıyla her yıl pek çok yerli ile yabancı turisti ağırlayan Şanlıurfa'nın Harran İlçesinde, farklı mimari yapılarıyla dikkati çeken 250 yıllık konik kubbeli evler, iklim şartlarından etkilenmemesi için belirli periyotlarla kış öncesi bakımdan geçiriliyor.

Harran İlçesi'yle özdeşleşen, külah biçimindeki, kare veya kareye yakın bir altyapı üzerine bindirme tekniğinde örülerek oluşturulan konik kubbeli evler, ilçeye gelen ziyaretçilerin de ilgisini çekiyor.

Her kümbetin bir odayı simgelediği, kubbe sayısının hane halkının maddi durumunu göz önüne serdiği evler, farklı mimarisiyle de ziyaretçileri kendisine hayran bırakıyor.

Harcında gül yağı, saman, toprak ve yumurta akı kullanılan, mimari yapısı ve malzemeleri sayesinde yazları serin, kışları ise sıcak tutma özelliğine sahip evler, aşağıdan yukarıya doğru gittikçe daralan, yüksekliği içeriden 5 metreye varan farklı şekliyle dikkati çekiyor. İkili, üçlü, dörtlü, beşli ve altılı gruplar halinde, içeriden kemerlerle birbirlerine bağlanarak geniş mekanlar elde edilen evlerde, kubbelerin üzerinin açık bırakılmasıyla aydınlanma ile içerideki dumanın dışarıya çıkması sağlanıyor.

Arkeolojik ve kentsel sit alanı ilan edilen Harran'da 250 yıllık geçmişi bulunmasına rağmen yöre halkı tarafından tercih edilmeyince koruma altına alınan evlerden bazıları, restorasyon çalışmalarının ardından turizm amacıyla değerlendiriliyor. Bazı evlerde de yöre halkı oturmaya devam ediyor.

Hem dışarıdan hem de içeriden balçıkla sıvanarak varlıklarını günümüze kadar devam ettiren evlerin yıkılmaması için belirli periyotlarla sonbahar mevsiminde sıvaları yenileniyor. Ustalar, kış öncesi kırmızı toprak ve samanla hazırladıkları çamurla evleri sıvıyor. Çalışmanın ardından yeni bir görüntüye bürünen konik kubbeli evler, yapılan bakımlar ile uzun yıllar kullanılabiliyor.

"Bakımları yapılmazsa deforme olabiliyor"
Harran Kaymakamı Temel Ayca yaptığı açıklamada, çok sayıda tarihi eserin bulunduğu ilçenin kümbet evlerinin de ön planda olduğunu ifade etti.

Konik kubbeli evlerin turizm açısından önemine vurgu yapan Ayca, "Harran için bu evler çok önemli, bu açıdan biz de turizmde kullanıyoruz. Bunlara sahip çıkmamız lazım. Var olanları korumalı, yıkılanları tekrar ayağa kaldırmalıyız." dedi.

Kümbet evleri korumak için her yıl sonbahar mevsimlerinde bakım yapıldığını aktaran Ayca, şunları ifade etti:
"Şu anda evlerin bakımlarının yapıldığı dönem. Hava şartlarına göre değişmekle beraber 3-4 yılda bir bakımları yapılmazsa deforme olabiliyorlar. Ondan dolayı bakımları çok önemli. Bizim Harran Kümbet Evleri ile ilgili büyük bir projemiz var. Bu kentsel tasarım projesi Harran'daki kümbet evleri baz alınarak yapılacak. Şu an tespit ettiğimiz 29 yıkılmış kümbet var. Genelkurmay Başkanlığı ile bir yazışma yaptık, ellerindeki en eski fotoğrafları istedik. Şu an elimizde 1953 yılına ait fotoğraf var. Bu fotoğrafa baktığımız zaman yıkılan kümbetleri görebiliyoruz. Bunların fotoğrafları şu açıdan önemli, evlerin yıkıldığını ispat edebilirsek, bunların yeniden yapılmasına da müsaade ediliyor."

Kaymakam Ayca, Harran'ın sadece konik kubbeli evlerden ibaret olmadığını ve yapılacak çalışmalarla ilçenin her anlamda turizmin lokomotifi olacağına inandığını sözlerine ekledi.

Özel harçları sayesinde günümüze kadar varlıkları korundu
İlçede evini turizme kazandıran Ali Kızıl (65) da konik evlerin 300 yıllık olduğunu ve özel harçları ile günümüze kadar varlıklarını koruduğunu belirtti.

Harran evlerinin tarihi bir değer olduğunun altını çizen Kızıl, yöre halkı olarak bunlara sahip çıkmaya çalıştıklarını ifade etti.

Kızıl, konik kubbeli evleri yıkılmaması için sonbahar mevsiminde sıvadıklarını dile getirerek, "Saman, toprak ve tuzla hazırladığımız malzemeyi evlerin dışına uyguluyoruz. Bu evler tarihi değer, onlara sahip çıkmamız lazım. Biz de onun için çalışıyoruz. İtalya'da da buna benzer evler var, ama onlar buradan esinlenilerek yapılmış. Yıllar önce bir ressam gelerek buranın projesini almış ve yapmışlar." sözlerine yer verdi.
Gap Gündemi, 02.11.2016

MISIR'DA 3800 YILLIK TEKNE RESİMLERİ BULUNDU

Mısır'ın Abidos kentinde bir yapıda 120 antik Mısır teknesinin görüntülerinin yer aldığı bir duvar keşfedildi.



MÖ 1878-1839 yılları arasında hüküm süren 3. Senusret'in mezarının yakınlarındaki yapının 3800 yaşında olduğu belirtildi.



Livescience sitesinin aktardığına göre, arkeologlar tarafından yürütülen bir araştırmada, Abidos kentindeki 3. Sensuret'in mezarının yakınlarında 3800 yaşındaki bir yapı keşfedildi. Yapının girişindeki duvarda ise 120 antik Mısır teknesinin resimlerine rastlandı. Üniversitedeki Penn Müzesi'nin kuratörü ve araştırmanın lideri Josef Wegner, Uluslararası Denizcilik Arkeolojisi Dergisi'nde kaleme aldığı makalesinde resimlerin ahşap bir tekneye benzediğini ifade etti. Wegner makalesinde "Abidos'ta inşa edilebilmiş olan ahşap teknenin yalnızca sayılı kalıntısı var. 21x4 metre boyutlara sahip duvardaki en büyük resimler yaklaşık 1.5 metre, en küçüğü ise 10 santim uzunluğunda" ifadelerini kullandı. Wegner, duvarda ayrıca ceylan, inek ve çiçek resimlerinin olduğunu belirtirken, yapının yakınlarında ayrıca 145 çömlek bulduklarını kaydetti.



KEŞİF, BİRÇOK SIRRI BERABERİNDE GETİRDİ
Bu arada yapılan bu keşifler, arkeologları çok sayıda sırla başbaşa bıraktı. ‘Tablonun' neden veya kim tarafından yapıldığının bilinmediğini belirten Wegner, çizimlerin kısa bir sürede yapıldığını düşündüklerini yazdı. Makaleye göre, arkeologlar ayrıca toplu halde bulunan çömleklerin neden orada olduğu konusunda da kararsız kalırken, bu çömleklerin bir cenaze törenine katılanların bir şeyler döktükleri çömlekler olabileceğini düşünüyor. Wegner, "Bu kaplar muhtemelen su dökmek için kullanılıyordu ve bu giriş de teknenin büyülü bir şekilde yüzmesi için kullanılan bir noktaydı" ifadelerini kullandı.
Vatan, 02.11.2016
HZ. İSA'NIN MEZARI AÇILIYOR

Bilim insanları, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinin ardından defnedildiğine inanılan lahitin etrafındaki mermer kaplamayı, 60 saatlik bir çabanın ardından kaldırdı.



Kudüs’teki Eski Kent bölgesinde bulunan Kutsal Mezar Kilisesi’ndeki mezarın çevresindeki plakaların kaldırılmasının ardından Atina Ulusal Teknik Üniversitesi’nden bir ekip, çalışmalara başladı.

Orijinal kaya oyması mezarın el değmemiş durumda olduğu belirtilirken, lahit yüzyıllardır mühürlü olduğu ifade edildi. Araştırmaları görüntüleyen National Geographic, mezarda sürdürülen araştırmada uygulanan testlerle Hz. İsa'nın tam olarak nereye ve ne şekilde defnedildiğinin öğrenilebileceğini kaydetti.

National Geographic’e konuşan arkeolog Dan Bahar, “Kutsal Mezar Kilisesi’nin Hz. İsa’nın gömüldüğü yer olduğu konusunda kesinkes emin olmayabiliriz ama ancak başka bir yerde gömülü olduğuna dair bunun kadar güçlü başka iddia yok ve bu alanın güvenilirliğini reddetmemizi gerektiren bir kanıt da bulunmuyor” dedi.
Milliyet, 02.11.2016

OSMAN HAMDİ'NİN 6 TABLOSUNUN ANATOMİSİ ÇÖZÜLECEK

Osman Hamdi Bey’in Sakıp Sabancı Müzesi koleksiyonunda yer alan 6 tablosu Sanatı Koruma Projesi kapsamında Bank of America Merrill Lynch tarafından araştırılacak.

Türk sanat tarihinin en önemli sanatçılarından biri olan Osman Hamdi’nin Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan 6 tablosunun anatomisi araştırılacak. Bank of America Merrill Lynch’in dünya kapsamında sürdürdüğü ‘Sanatı Koruma Projesi’ kapsamında değerlendirilen eserlerin araştırılması tamamlandıktan sonra da 2017 yılında bir Osman Hamdi Bey sergisi açılacak.

Bu proje kapsamında sanatçının kullandığı malzemeler ile teknikler incelenecek ve eserlerde daha önceden yapılan onarımlar ve yüzeyde görülemeyen hasarlar hakkında da bilgi toplanacak. SÜ Sakıp Sabancı Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan ‘Kuran Okuyan Adam’, ‘Camii’, ‘Kokana Despina’, ‘Naile Hanım’ın Portresi’ ve ‘Beyaz Vazoda Çiçekler’ ve ‘Arzuhalci’ proje kapsamında konservatörler tarafından X-Ray ışınlarıyla incelenecekler. Projenin bilimsel danışmanlığını Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Resim ve Çağdaş Sanat Konservasyon Uzmanı ve Danimarka Güzel Sanatlar Akademisi mensubu Filiz Kuvvetli yapıyor. Projenin bilim komitesini ise Filiz Kuvvetli’nin yanı sıra Getty Konservasyon Enstitüsü Kimya Uzmanı Lynn Lee, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Malzeme Bilimi ve Mühendislik Programı Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Mehmet Ali Gülgün, Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi SUNUM’da görev yapan Dr. Meltem Sezen ve Dr. Feray Bakan oluşturuyor.

AMAÇ ESERİ KORUMAK
‘Sanatı Koruma Projesi’ ile amaçlarının sanat eserini korumak olduğunu söyleyen Merrill Lynch Yatırım Bank Yönetim Kurulu Başkanı Banu Başar, “Sabancı Müzesi ile Osman Hamdi Bey koleksiyonunun korunması amacıyla yaptığımız işbirliği bizim için bir gurur kaynağı. Bu çalışmanın gelecek nesillerin eğitimine ve sanata olan ilgisine katkıda bulunacağını düşünüyoruz” dedi. Banka, hayata geçirdiği 2010 yılından bu yana, program kapsamında 29 ülkede 100’den fazla koruma projesine kaynak sağladı.

Hürriyet, 01.11.2016

8 BİN 500 YILLIK TARİHİN HALKALARI BİRLEŞİYOR

İzmir'in 3 bin yıl önceki ilk kuruluşundan izler taşıyan Eski Smyrna Kazı Alanı, örenyerine dönüştürülecek. Böylece, kentte 8 bin 500 yıl önce ilk yerleşimin görüldüğü Yeşilova Höyüğü ile Hellenistik ve Roma dönemlerinde yerleşimin bulunduğu Agora arasında kalan dönem de ziyarete açılmış olacak.

İzmir'in ilk kent yerleşim alanı Eski Smyrna'nın "örenyeri" olarak ziyarete açılması için çalışma başlatıldı.

Eski Smyrna Kazı Alanı Başkanı Prof.Dr. Cumhur Tanrıöver, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İzmir'deki ilk şehir yapılanmasının milattan önce 1100'lerde Yunanistan'dan gelen göçmenler tarafından, daha önce burada yaşayan halkın köyünün ele geçirilmesiyle başlatıldığını belirtti. Şehrin daha sonra yer değiştirmesi nedeniyle ilk yerin Eski Smyrna olarak adlandırıldığını aktaran Tanrıöver, kentin en parlak dönemini milattan önce 8 ve 7. yüzyıllarda yaşadığını, Yunan felsefe ve sanatının filizlendiğini, "Smyrna" adının Avrupa duyulmaya başlandığını ifade etti.

Homeros'un izleri Smyrna'da
Tanrıöver, ünlü şair Homeros'un Smyrnalı olduğunun kabul edildiğine dikkati çekerek, "Homeros Smyrnalıysa yaşadığı şehir bu yer. Eğer onun yaşadığı yeri görmek istiyorsak, o ancak burada mümkün." dedi. 

İzmir'in merkezinde 3 arkeolojik nokta bulunduğunu aktaran Tanrıöver, bir gün içerisinde 3 noktanın bir program dahilinde gezilebilmesinin olanaklı olduğunu söyleyerek, şöyle dedi:

"İzmir'e gelen turistlerin, kentin içinde gezebilmeleri ve kenti tanımalarına imkan sağlamak için 3 noktası olan bir parkur oluşturmaya çalışıyoruz. Bu 3 noktada Ege dünyasının yaklaşık 10 bin yılını görme olanağı var. 8 bin 500 yıl önce, İzmir ovasındaki ilk yaşam Yeşilovada, İzmir'in ilk kurulduğu yeri, Yunan dünyasının en parlak dönemi olan 8 ve 7. yüzyılının kalıntılarını burada, kentin daha sonra taşındığı Hellenistik ve Roma dönemi agorasını Kadifekale'de görebiliriz. Bu topraklarda yaşamış insanların tüm günlük hayatını bir gün içerisinde izleme olanağı var, bu da dünyada herhalde hiçbir kente nasip olmamış bir şey. Burası olmazsa yolculuk çok eksik kalır."

Tarih zincirinin halkaları birleşecek
Eski Smyrna, İzmir'in tarihinde Yeşilova ve Agora kazı alanları arasındaki tarih zincirinin bir halkası niteliğinde bulunuyor. İzmir'de 8 bin 500 yıl önceki ilk yerleşim Yeşilova Höyüğü'nde, İzmir'in bir şehir olarak ilk kuruluşu Eski Smyrna'da, Hellenistik ve Roma dönemi yerleşimi de Agora'da görülebiliyor. İzmir merkezindeki bu 3 kazı alanını gezen bir turist, kentin 8 bin 500 yıllık tarihinde bir yolculuk yapabilecek.

Anadolu Ajansı, Haber: Halil Şahin, 01.11.2016

AFYON'DA DEFİNE ARARKEN KAYBOLAN BABA OĞUL BİR YIL SONRA ÖLÜ BULUNDU

Bir yıldır haber alınamayan Afyon'un Işıklar Kasabasın'da, oturan baba ve oğul ölü bulundu.

Afyon Işıklar kasabasında geçen sene Ağustos ayında ortadan esrarengiz bir şekilde kaybolan baba ve oğul eğimli arazide ölü bulundu.Mağara şeklinde bir yer içerisinde define kazıcılığı yaparken gazdan zehirlenerek öldükleri iddia edildi. Otopsi yapıldıktan sonra kesin ölüm nedenleri belirlenmesi için baba ve oğlun cesetleri adli tıp morguna kaldırıldı

Olayla ilgili geniş çapta soruşturma başlatıldı 
Afyon Haber, 01.11.2016

VAN GOGH KULAĞINI KADIN YÜZÜNDEN Mİ KESTİ?

Sanat tarihinin en meşhur kendine zarar verme eylemlerinden biri olarak adlandırılan Van Gogh’un kulağını kesmesinde, yeni bir iddia ortaya atıldı.

Üzerinden yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, Van Gogh’un nasıl bir olaydan sonra kulağını kestiği hantik kentininlantik kentinin tam olarak ortaya çıkmış değil. Ünlü ressamın Provence’da geçirdiği döneme dair yapılan yeni bir araştırma, Van Gogh’un kulağını hayatındaki en önemli isim yüzünden kestiğini dile getiriyor.

Araştırmada, ressamın kendi kulağını erkek kardeşi, sırdaşı ve finansal destekçisi Theo’nun tutkulu bir aşk yaşadığı ve evlenmeye karar verdiğini dile getirdiği bir mektup sonrası kestiği iddia ediliyor. İddialar dolayısıyla bugüne kadar yaygın olarak kullanılan, Van Gogh’un arkadaşı sanatçı Paul Gauguin ile ettiği bir kavga sonrasında bir jiletle kendi kulağını kestiğine yönelik teoriye şüpheyle yaklaşılmaya başlandı.

Araştırmacı Martin Bailey, yeni kitabı ‘Studio of the South’ta, 23 Aralık 1888 Pazar günü Theo’dan gelen bir mektupta yer alan ‘evlilik haberi’nin meşhur hadisenin sebebi olduğunu dile getiriyor. Bailey iddiasını, Theo’nun mektubunda Van Gogh’a gönderilmiş 100 frank ile birlikte, Jo Bonger’in daha önce kendisine yaptığı evlilik teklifini kabul ettiğini belirtmesiyle açıklıyor.
Hürriyet, 31.10.2016

"AKM YIKILACAK, YENİSİ YAPILACAK"



Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki Konyalı Lokantası’nda gazetelerin kültür-sanat muhabirleri ve editörleriyle akşam yemeğinde bir araya geldi, sorularını yanıtladı. İstanbul Taksim’deki AKM binasının ömrünü tamamladığının raporlarla kesinleştiğini ve yıkımın gerçekleşeceğini söyleyen Bakan Avcı, bulunduğu alana eskisinden daha kullanışlı, içinde büyük bir opera salonunun da yer alacağı daha büyük bir bina yapılacağını açıkladı. Bu konuda çalışmaların sürdüğünü ve epey yol alındığını belirten Avcı, gelişmelerin yakın bir zamanda basınla da paylaşılacağını ifade etti.

AVUSTURYALI ARKEOLOGLAR GERİ DÖNMEYEBİLİR
Bakan Avcı’ya, Avusturyalı arkeologların Efes kazıları başta olmak üzere Türkiye’de sürdürdüğü çalışmaların iki ülke arasında yaşanan siyasi gerilim nedeniyle durdurulmasının ardından, önümüzdeki dönemde Efes’te nasıl bir yol izleneceği de soruldu. Avcı, kazı çalışmalarının bundan böyle sadece Türk arkeologlar tarafından sürdürülmesi yönünde bir karar alabileceklerini kaydetti.

Habertürk (Kısaltarak), Haber: Mehmet Açar, 31.10.2016

BELGRAD'A 'NOSTALJİK HAT' TEHDİDİ

Belgrad Ormanı içinden geçen Dekovil hattı yeniden canlandırılmak isteniyor. Kuzey Ormanları Savunması ve Şehir Plancıları Odası ormana zarar geleceğini belirtiyor.



Kuzey Ormanları Savunması ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, mega projelerin tehdidi altında olan Belgrad Ormanı’ndaki su bentlerine bir yürüyüş gerçekleştirdi. Birgün Gazetesi'nden Burak Aydın'ın haberine göre, keşif yürüyüşünün temel amacı, bir kısmı ormanın içinden geçen ve canlandırılması gündemde olan dekovil hattının (raylı ulaşım sistemi) yok edeceği doğal yaşama dikkat çekmek.

Bu yaz, dekovil hattının Belgrad Ormanı dışında kalan kısımlarının planları İBB Meclisi’nden geçirildi. Kuzey Ormanları Savunması temsilcileri bu projenin, ormanın içindeki hattı da kapsayacağını belediyenin İSKİ’den onay beklediğini aktardı. Proje raylı sistem üzerinde bir çeşit nostaljik Belgrad seyahatini ön görüyor. Fakat ray güzergahı üzerinde su bentleri mevcut. Ormandaki doğal yaşam; ağaçlara veya bentlere yapılacak herhangi bir müdahale ile yok olabilir.

Araştırmacı Hüseyin Irmak’ın rehberliğinde yapılan gezi, Neşet Suyu’ndan başlayıp Büyük Bent, Kirazlı Bent, Başhavuz, Mağlova Kemeri girişinin ardından Ayvad Benti girişinde sona erdi.

Keşif gezisiyle birlikte Belgrad Ormanı içindeki doğal yaşam, ormanın Bizans dönemine uzanan kadim ağaçları ve su varlığını tehdit eden etkenler yerinde incelendi.

Dekovil hattı nedir?
Dekovil iki ray arası yaklaşık 60 santimetre veya daha kısa olan küçük demir yoludur.

Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Silahtarağa Elektrik Santralı’na Karadeniz kıyısında bulunan Çiftalan Köyü’nden kömür taşımak için Belgrad Ormanı’nın içinden geçen demiryolu hattı yapıldı. 100 yıl önce yapılan hat bugün turizm amaçlı nostaljik demiryolu olarak yeniden canlandırılmak isteniyor.
Yapı, 31.10.2016

ÇİN'DE 500 YILLIK BOZULMAMIŞ CESET BULUNDU



Çin’in orta kesimindeki Hubey eyaletinde, saçları, kaşı ve yüz şekli bozulmamış 500 yıllık kadın cesedi bulundu.Çin Komünist Partisinin (ÇKP) resmi yayın organlarından Global Times gazetesinin Çince yayınındaki haberinde, Hubey eyaletinin Şışou kentinde 500 yıllık bir ceset bulunduğu belirtildi.Habere göre, Ming Hanedanlığı dönemine ait lahitte bulunan cesedin saçı, kaşı, dişleri ve yüz şeklinin bozulmamış olduğu görüldü. Arkeologlar kazı çalışmalarında, cesedin bulunduğu lahitten cesetle beraber 2 yorgan ve bir yastık ve 20 kadar ipek elbise de çıkardı. Şışou Müze ve Kültür İdaresi Başkan Yardımcısı Pıng Tao, çıkarılan kadın cesedinin saç ve dişlerinden yapılan testlerle 60 yaşında olduğunun tahmin edildiğini, lahitteki cesedin üzerindeki ipek elbiselerin, cesedin zarar görmesini engellediği kaydetti.Pıng, lahitte herhangi bir yazılı ifadeye rastlanılmadığını, kadının kimliğine dair hiçbir bilgiye ulaşamadıklarını belirtti.Cesedin, elbiseler ve değerli mücevherle gömülmesinin, Ming Hanedanlığı döneminde yaygın bir adet olduğunu ifade eden Pıng, cesedin kimliğini belirlemeye yönelik çalışmaların devam ettiğini söyledi.
Milliyet, 31.10.2016
KURUL'DAN ROMA PARKI KARARI: ARKEOLOJİK KAZI YAPILACAK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Cihangir’in nadir yeşil alanlarından ve simgelerinden biri olan Roma Bahçesi’ne sosyal tesis yapmakta mahallelilerin tepkisine rağmen ısrarlı. Geçen hafta başlayan inşaat çalışmaları, Cihangirlilerin protestosu ve temel kazma sırasında arkeolojik buluntular çıkması üzerine durdurulmuştu.

'Tesis parka değil otoparka yapılacak'
Beyoğlu Belediyesi tarafından dün yapılan yazılı açıklamada ise, tüm girişimlere karşın tesisin yapılacağı belirtildi. ‘Sosyal tesis’in inşa edileceği alanın Roma Bahçesi’nden bağımsız olduğu ve parkın üst tarafından bulunan otopark alanına yapılacağı belirtilerek, “Yapılacak bu tesisin ardından, İBB arkeolojik park ve sergi alanını, yeşil alan olarak yeniden düzenleyecek ve tesisin de işletmeye alınmasıyla tüm bölgenin güvenliği, bakımı ve kullanımı yaşam kalitesini yükseltecektir” denildi.

'Rantçı anlayışın göstergesi'
BirGün’e konuşan Beyoğlu Kent Savunması’ndan Deniz Özgür, söz konusu alanda müze denetiminde arkeolojik kazı yapılacağını, kazı sonrasında alanın arkeolojik park ilan edilebileceğinin altını çizdi. Özgür, “Müze ve kurul yazışmaları neticesinde müze denetiminde arkeolojik kazı yapılmasına karar verildi. Bu alanın sadece sosyal tesis olarak değerlendirilmesi aslında belediyenin kurnazlığıdır. Bütçe ayırıp arkeolojik kazı yapmak yerine, sadece sosyal tesis yapmak istiyorlar. Bu da rantçı anlayışlarının göstergesidir. Arkeolojik alan dışı diyorlar, fakat arkeolojik alan bir parsel değişince potansiyeli kaybolmuyorki. Görüldüğü üzere inşaat başlattıkları alan, arkeolojik park olmamasına rağmen buluntular çıktı ve çalışmaları durdurdular” ifadelerini kullandı.

İzin vermeyeceğiz!
Alana iş makinelerinin 20 Ekim’de girdiğini, fakat ruhsatın ise 21 Ekim’de verildiğini öğrendiklerini aktaran Özgür, “Belli ki ruhsat daha sonra verilmiş, nereden bakılsa tutarsız” dedi. Özgür, “Park için bakımsız diyorlar, bu sorumluluk belediyenin sorumluluğudur. Zaten bilinçli olarak bakımsız haline getirerek, bu tarz projelere zemin hazırlıyorlar. Arkeolojik kazı bittikten sonra bu tesisi yapabileceklerini düşünmesinler. Biz izin vermeyeceğiz!” şeklinde konuştu.

Arkeolojik park olmalı
Roma Parkı’nın üst bölümüne ‘sosyal tesis’ inşa etmek yerine uzmanların, demokratik kitle örgütlerinin ve semt halkının görüşlerinin alınarak, alanın arkeolojik park olması gerektiğini ifade eden Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Yiğit Ozar, şu değerlendirmede bulundu:

“İBB’nin kazı çalışmaları başlar başlamaz, araziden seramik ve mimari birtakım parçalarla karşılaştılar. Cihangir Güzelleştirme Derneği de, müzelere ihbarda bulundu ve bilgilendirme yaptı. Biz de dernek olarak, 'Bu parsel arkeolojik sit alanı değil, fakat arkeolojik potansiyeli çok yüksek bir an önce müze denetimine alınması gerekmektedir’ diyerek İstanbul 1 No'lu, Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu başvuru yaptık. Kurul da talebimizi onayladı. Bu kararın daha önce alınması gerekiyordu, ama yine de olumlu bir karar. Bu alana bütüncül olarak yaklaşılmalı."
Birgün, Haber: Uğur Şahin, 30.10.2016



******


ROMA PARKI'NDA İZİNSİZ KAZI TEKRAR BAŞLADI

Beyoğlu Belediyesi, Cihangir'deki Roma Parkı'nın üst bölümüne 'sosyal tesis' inşa etme projesinin tepkilere rağmen 'izinsiz' olarak tekrar başladı. İzinsiz kazı için Roma Parkı'na çok sayıda çevik kuvvet polis de katıldı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Cihangir’in nadir yeşil alanlarından ve simgelerinden biri olan Roma Bahçesi’ne sosyal tesis yapmakta mahallelilerin tepkisine rağmen ısrarlı. Geçen hafta başlayan inşaat çalışmaları, Cihangirlilerin protestosu ve temel kazma sırasında arkeolojik buluntular çıkması üzerine durdurulmuştu.

Sabah saatlerindeyse izinsiz kazı tekrar başladı.
Birgün, Haber: Uğur Şahin, 01.11.2016



******


ROMA PARKI'NA YAPILACAK SOSYAL TESİS İŞTE BU

Cihangir'deki Roma Parkı'na belediyenin yapacağı sosyal tesis büyük tepkilere neden olmuştu.

Bunu ben de eleştirdim.
Hem parkların orasına burasına bir şeyler konulmasına karşı olduğum için...
Hem de olay ‘evimin önünde’ yaşandığı için...
Roma Parkı ya da Roma Bahçesi denilen yer, Tophane-i Amire’nin hemen yanındaki yaklaşık 9 bin metrekarelik bir alandan oluşuyor.
Yıllardır düzenlemesi yapılmadı.
Oradaki çocuk parkı da, hemen yanındaki geniş arazi de ne yazık ki halkın hizmetine doğru düzgün sunulmadı. Dolayısıyla çoğu zaman gece yarısı metruk bir yer olarak kullanıldı.
Cihangir merdivenlerinden başlayarak, Roma Parkı’na kadar olan bölümde madde kullanan gençler de oldu, tinerciler de, oturup uslu uslu bira içenler de oldu, taşkınlık yapanlar da.
Bin kere Belediye’ye, Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne söyledik ama ne yazık ki bu geniş araziye bir düzenleme yapılmadı.
Çocuk parkı yenilenmedi, düzgün bir ışıklandırma ve çevre düzenlemesi yapılıp güvenlik kameraları konulmadı.
Roma Parkı’nın hemen üzerinde bulunan ve bugün otopark olarak kullanılan bölümdeki 1150 metrekarelik alan ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait.
İşte tartışmalar yaratan sosyal tesis bu bölüme, iki kat ve 250 metrekare olarak inşa edilecek.
Roma Parkı’nın duvarından aşağıya doğru bir terası olacak.
Buraya sosyal tesis yapılması, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 3 Haziran 2016’da onaylandı.
21 Ekim 2016’da da Beyoğlu Belediyesi tarafından ruhsatlandırıldı.
Hemen ardından iş makineleri girdi Roma Bahçesi’ne, bu sosyal tesisi yapmak için. Tepkiler sonrasında çalışmalar durduruldu.
Beyoğlu Belediyesi’nden “Galiba biz projeyi iyi anlatamadık” denerek yapılacak sosyal tesisin çizimleri gönderildi bana.
İnceledim, konuştum...
Kağıt üzerinde kötü bir proje mi? Öyle gözükmüyor...
Roma Parkı’nı tamamen bitirecek bir inşaat mı? Değil...
Ama Roma Parkı’nın dibinde yaşayan bir mahalle sakini olarak diyorum ki; ne gerek var?
Burada da sosyal tesis olmasın.
Bugün 250 metrekare diye başlayan sosyal tesisin, yarın 1150 metrekarenin tamamına yayılmayacağının garantisini bu şehirde kimse veremez.
Ayrıca oraya sosyal tesis yapılmasını isteyen kim?
Bölge halkına bir sorun bakalım, orada gerçekten sosyal tesis ihtiyacı olduğunu söyleyen kaç kişi çıkacak.
Roma Parkı’nı düzenleyin, ışıklandırın, güvenlik kameraları koyun, çevre düzenlemesini yapın.
Bizim, çocuklarımızın, hayvanlarımızın ihtiyacı olan bu.
Neden ille de sosyal tesis?
Neden küçük de gözükse bir yapılaşma?
Yıllardır Roma Parkı’na el atmayıp, sosyal tesisle birlikte buranın düzenlemesini yapmak dayatmadan başka bir şey değildir.
Biz Roma Parkı’na sosyal tesis, yapılaşma değil, koşup oynayacağımız, nefes alacağımız düzgün alanlar istiyoruz.
Hürriyet, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 03.11.2016

JUSTİNİANUS KÖPRÜSÜ 1500 YILDIR AYAKTA

Bizans İmparatorluğu döneminde İmparator Justinianus tarafından yaptırılan ve bin 500 yıldır ayakta kalmayı başaran Justinianus Köprüsü'nün sırrı hala çözülemedi. 



Uzmanlar ise köprünün hangi amaçla yapıldığını ancak arkeolojik kazı yapıldığında ortaya çıkarılabileceğini söylüyor. 



Serdivan İlçesi Beşköprü mevkiinde bulunan, Bizans İmparatorluğu döneminin Anadolu'daki en görkemli eserlerinden biri. İmparator Justinianustarafından yaptırılan ve bin 500 yıldır ayakta kalmayı başaran 'Justinianus Köprüsü' Ayasofya ile yaşıt. 



429 metre uzunluğunda, 9,85 metre genişliğinde ve 12 kemer gözünden oluşan, Beşköprü olarak da bilinen tarihi köprü, Marmara depreminde bazı kemer ayaklarında çatlaklar oluşmasına rağmen bütün ihtişamıyla zamana direnmeye çalışıyor.

Bin 500 yıldır ayakta kalmayı başaran köprünün ne için yaptırıldığı sorusu, 429 metre uzunluğundaki köprünün altından geçen her hangi bir akarsu bulunmaması sebebiyle bir türlü cevap bulamıyor.

En yakın ihtimal, 4 kilometre uzaktaki Sakarya Nehri'nin bir zamanlar buradan aktığı ve aradan geçen asırlar içinde yatak değiştirdiği olsa da, uzmanlar bu ihtimalin de mümkün olmadığını söylüyor.

Sebebi ise köprü ile nehir arasındaki yön farkı. Sakarya Nehri güneyden kuzeye akıyor. Tarihi köprünün ayaklarının sivri uçları ise kuzeye doğru bakıyor. 



Köprü, kuzeyden gelen bir akarsuyu karşılayacak şekilde yapılmış ancak böyle bir akarsu günümüzde bulunmadığı gibi, geçmişte var olduğuna dair bir belirti de yok. Uzmanlar ise köprünün gerçek kimliğinin ortaya çıkarılması için arkeolojik kazı yapılmasını işaret ediyor.



Sakarya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Tülin Çoruhlu, "Köprünün geniş havzasına baktığımızda gerçekten buradan bir nehrin geçtiğini düşünüyoruz. Ancak şöyle bir sorun var, Sakarya Nehri'nden başka böyle büyük bir nehir yok. Sakarya Nehri de malum köprünün tam doğu kısmından biraz daha uzaktan geçiyor. 

Nehir yatağı değişmesi söz konusu olabilir mi diye düşündüğümüzde de, normalde Sakarya Nehri güneyden gelip kuzeye doğru akmakta. Köprünün mimari şemasına baktığımızda, köprünün altından geçen suyun kuzeyden gelip güneye gidiyor olması gerekiyor. Köprü topukları ve sel yaranlarının yönü bunu gösteriyor" dedi.

Çoruhlu, köprünün yapım amacı ile ilgili, Sakarya Nehri ile Sapanca Gölü'nü birleştirerek, Marmara Denizine bağlanması ve Bizans döneminde ticari anlamda Anadolu'ya ulaşımın daha kolay olması gibi varsayımlar olduğunun altını çizdi.

Köprünün hangi amaçla yaptırıldığı ve kimliğinin ortaya çıkarılması için arkeolojik kazıyı işaret eden Çoruhlu, "Kültür varlıkları insanla birlikte yaşar. Dolayısıyla böyle atıl durumda durması köprünün kaybı demektir. Köprünün insanlara kazandırılması gerekiyor, köprüye insanları çekmek gerekiyor.

Bunu yapabilmek için de, bulunduğumuz alan sit bölgesi. Bu bölgede bazı faaliyetler gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bunun başlangıcının da kazı yapılmasından geçtiğini düşünüyorum. Ancak bilimsel bir grupla yapılacak olan bir kazı, köprünün kimliğini ortaya çıkaracaktır" diye konuştu.

1838 yılında Léon de Laborde tarafından çizilen gravürde köprünün batı ucunda, günümüze kadar ulaşmayan bir zafer kapısının olduğunu belirten Çoruhlu, "Köprünün sonunda bulunan apsis ile zafer kapısı arasındaki mekanı düşündüğünüzde, başlı başına bir mimari yapıt gibi karşımıza çıkıyor" ifadelerini kullandı.
Habertürk, 30.10.2016
EFES, TÜRK ARKEOLOGLARA EMANET

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı Topkapı Sarayı’nda kültür sanat muhabirleri ile bir araya geldi. Bakan Avcı, Devlet Tiyatroları’nın özelleşmesinden AKM’ye kadar birçok konuda düşüncelerini paylaştı.

Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün sürdürdüğü Efes Kazıları için önümüzdeki yıl arkeolojik kazıları Türk arkeologlarca sürdürmeyi düşündüklerini belirtti. Topkapı Sarayı’nda düzenlenen toplantıda yeni Müsteşar Ömer Arısoy da yer aldı. Devlet Tiyatroları ile ilgili çalışmaların devam ettiğinin altını çizen Bakan Avcı, sanat camiasında kıramadıkları bir ön yargının olduğunu, mevcut sistemin sanata ve sanatçılara faydalı olduğunu düşünmediğini, bu noktadan hareketle dünya ile entegre olmuş bir sistemi hayata geçirmek istediklerini kaydetti. Bizim dediğimiz olsun gibi bir anlayışlarının olmadığını özellikle belirtmek istediğini anlatan Avcı, sanat camiası da bir model getirsin, ortak bir noktada buluşalım amacını taşıdıklarını söyledi.

EFES’İ TÜRKLER KAZACAK
Avusturya’nın Türkiye’ye karşı olumsuz diplomatik ilişkilerinden kaynaklı iptal edilen Efes arkeolojik kazıları ile ilgili önemli mesajlar veren Bakan Avcı, Avusturya’dan diplomatik olarak konuyla ilgili herhangi bir olumlu adım gelmediğini, Dışişleri Bakanlığı ile görüşerek yakın zamanda son kararı vereceklerini kaydetti. Türk arkeolojisinin bilgi, tecrübe ve ekonomik güce sahip olduğunu ifade eden Avcı, önümüzdeki dönem arkeolojik kazılara Türk arkeologları ile devam etmek istediklerini, bu konuda bir üniversite ile de görüşmelerin sürdüğünü, Efes’i Türklerin kazmasını istediğini söyledi. 

Hürriyet, 30.10.2016

ESKİ VAN ŞEHRİNDE KAMU BİNALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

Van Kalesi'nin güneyinde bulunan eski Van şehri kazı çalışmalarında, Osmanlı döneminde insanların yaşam tarzları ve dönemin kurumsal yapısıyla ilgili yeni bulgulara ulaşıldı.

Birinci Dünya Savaşında Rus işgali sonucu yıkılan eski Van şehrindeki yapıların yeniden ayağa kaldırılması ve turizme kazandırılması amacıyla gerçekleştirilen kazılar, Osmanlı dönemi mimarisiyle ilgili yapıları gün ışığına çıkardı.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında 7 yıldır devam eden kazılarda, ortaya çıkan kalıntılar, eski Van şehrinin özgün ve planlı yapısını göz önüne seriyor.

Kazılarda son olarak Osmanlı dönemine ait belediye, meclis, mahkeme binası ile emekli askerler lokalinin kalıntılarına ulaşıldı.

"2017'de somut adımlar atılacak"
Konyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Urartu medeniyetine başkentlik yapan ve 800 yıllık geçmişiyle Osmanlı'nın nadir kentlerinden olan eski Van şehrinin, çok kültürlü ve batıya açık bir yapıya sahip olduğunu söyledi.

Eski Van şehrinde Rus seramiği ve Avrupa'dan gelmiş aksesuarlar bulduklarını ve bunların kentin Avrupa'ya açık bir kültürünün olduğunu gün yüzüne çıkardığını anlatan Konyar, 6 bin metre karelik alandaki kazıların bu yıl sona Konyar, şöyle konuştu: 

"Önümüzdeki yıl eski Van şehri ile ilgili somut adımlar atılacak. Kazılarla buranın yaşanabilir bir alan haline getirme projesi gündemde. Alan bu şekilde kaldığı takdirde yaşanabilir olur. Kazı çalışmalarımızı yürüttüğümüz alanlar daha çok kamusal alanlardan oluşuyor. Yani belediye binası, meclis binası, mahkeme binası, emekli askerler lokali, posta veya sağlık departmanının olduğu alanlara ulaştık. Eski Van şehrinin özgün ve planlı bir yapıya sahip olduğu, çalışmalar sonucunda ortaya çıktı. Şehrin iç kısımlarına doğru gidildikçe de Güneydoğu'nun geleneksel mimarisi karşımıza çıktı."
Anadolu Ajansı, Haber: Yusuf Soyalp, 29.10.2016

250 YILLIK BİNAYI BETONLA SIVADILAR

18. yüzyıl mimarisi Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi, beton sıva ile ‘restore edildi’. Kiremit rengine boyanan 250 yıllık tarihi yapı, tanınmaz hale geldi. Üstelik, Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi yapıdaki çalışmayı Hürriyet’in sorusu üzerine öğrendi.

İstanbul Valiliği’nin karşısında yer alan, 18. yüzyıl mimarisi Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi’nde yapılan ‘restorasyon’ çalışması ile tarihi yapı, orijinal taş bina görüntüsünden uzaklaştı. Beton sıva ile sıvanan, dış cephesi kiremit rengine boyanan 250 yıllık yapı tanınmaz hale geldi. Tarihi yapıdaki bu çalışmayı Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hürriyet’in sorusu üzerine öğrendi. 

KULLANIMI ÖZEL VAKIFTA
2010 yılı sonrası, Fatih Belediyesi’ne tahsis edilen bina uzun yıllar boş tutulunca belediyenin muvaffakiyeti alınarak binanın kullanım hakkı Bağımsız Sanat Vakfı’na verildi. Bu vakıf, binaya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun onayını almadan müdahale etti. Binaya günümüz modern binalarında uygulanan dış cephe kaplama yöntemiyle fileli beton sıva uygulaması yaptı. Sıvanın üzerini de dış cephe boyası ile kiremit rengine boyadı. Oysa tarihi yarımada içinde 1. Grup tescilli binaların boyanması, sıvanması fiziki müdahaleye girdiği gibi Koruma Kurulu kararı gerektiriyor. Kurul onayı alınmadan yapılan her türlü fiziki müdahale ise 2863 sayılı yasa kapsamında hapis cezası ile cezalandırılıyor. Tarihi binaya uygulanan yanlış sıvada, kısa süre sonra çatlamalar ve ayrıklar oluştu. Bunları kapatmak için yeniden inşaat başlatıldı. Ayrıca binanın bahçesine de betondan duvar örüldü. Fatih Belediye Başkanlığı’ndan kendilerinden basit onarım ruhsatı alınmadığı ve binada yapılan uygulamalardan bilgileri olmadığı söylendi. Mülk sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, Koruma Kurulu Kararı olup olmadığını sorduk.

İNCELEME BAŞLATILDI
İstanbul Bölge Müdürlüğü’nden bir ekip görevlendirildi. Ekip kendilerinden alınan basit onarım izninin dışında yapıya fiziki müdahalelerde bulunulduğunu tespit edince inşaat durdurularak inceleme başlatıldı. Bir Koruma Kurul yetkilisi, ‘‘Bize müracaatları yok. Dış cephede müdahale varsa bu zaten fiziki müdahaledir. Binada önceki yıllardan kalan yanlış müdahaleler de var. Yapılması gereken bu müdahalelerden temizlenerek binayı orijinal taş görüntüsüne kavuşturmak. Bu binanın boyanmasına da izin vermezdik’’ dedi.   

HAZİRESİ DE YOL GENİŞLETME KURBANI
Tersane Emini Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi, Cağaloğlu Ankara Caddesi üzerinde İstanbul Valiliği’ne 50 metre mesafede yer alıyor.  1771-1773 yılında Hassa Başmimarı Mehmet Tahir Ağa tarafından inşa edildi. İki katlı olan tarihi yapının küçük bir de haziresi vardı. Bu hazire 1956 yılında yol genişletme çalışmaları sırasında ortadan kaldırıldı. Arka tarafında küçük ahşap meşrutası (lojman) olan yapı uzun yıllar Milli Eğitim Yayınları’nın satış bürosu olarak kullanıldı. Öncesinde sarı renkte olan bina kiremit renginde dış cephe boyası ile yeniden boyandı. 
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 29.10.2016

DEMRE'DE 4 ODA MEZAR BULUNDU

Antalya'nın Demre İlçesi'nde alüvyon altında bulunan Myra-Andriake antik kentindeki kazı çalışmalarında 4 oda mezar gün yüzüne çıkarıldı. ve 'Anadolu'nun Pompeisi' olarak nitelendirilen oda mezarlar kazı ekibini şaşırttı.

Kazı çalışmalarının başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, 10 metreye kadar alüvyon altında yer alan antik kentte 4 yıl önce çalışmalara başladıklarını aktardı. Prof.Dr. Çevik, antik kentte Likya dönemi kaya mezarları, Roma dönemi tiyatrosu, Bizans dönemi Aziz Nikolaus Kilisesi, çok iyi korunmuş şapel duvarındaki fresko, Andriake liman tesisleri, Bizans dönemi boya maddesi üretim tesisleri, su kanalları, sarnıçlar, 2 bin 300 metrekare büyüklüğündeki granariumun gün ışığına çıkarıldığını kaydetti. Prof.Dr. Çevik, antik kaynaklara göre büyük bir Artemis Tapınağı ile henüz duvarı kısmen görünen piskoposluk sarayı bulunduğunu da belirtti.

Aziz Nikolaus'un 'Batık Şehir' olarak da tanımladığı Myra'da 2016 kazı çalışmalarında 4 oda mezar kazıldığını kaydeden Prof.Dr. Çevik, Roma dönemine ait oda mezarlarda bölgede ilk kez rastlanılan iç mimari düzenlemelerle karşılaştıklarını ifade etti.

ODA MEZARINDA ÇOK SAYIDA SİKKE
Mezarların üzerlerinde iskelet parçaları, bazı buluntuların günışığına çıktığını kaydeden Prof.Dr. Çevik “Altın küpeler mezar ailesinin kadın üyelerine ait. Bunun dışında seramik eserler, cam koku kapları vardı. Bunlar bir mezarda beklenen olağan buluntular. Kazdığımız 4'üncü oda mezar ise granariumla sinagog arasında limana bakan seçkin bir konumdaki Andriake'nin en büyük oda mezarı. Bu mezar diğerlerinden farklı olarak ortasındaki tek anıtsal lahitle düzenlenmiş. Definecilerin parça parça ettiği lahdin 33 parçasını bulabildik. Bu parçaları sanal ortamda birleştirince çok nitelikli bir lahit olduğu anlaşıldı. Lahdin altında bir de alt mezar odası vardı. Üst katmanda ise bu mezarın yapıldığı döneme ait olmayan Heraclius Dönemi'ne ait çok sayıda sikke bulduk” dedi.

LİKYA'NIN EN ÖNEMLİ TİYATROSU
Myra'daki çalışmalarda tiyatroya çok emek verdiklerini de anlatan Prof.Dr. Çevik tiyatronun tüm bölgenin en büyük ve nitelikli binası olduğunu ifade etti. Uzun ve ağır çalışmalarla tüm sahne binası ortaya çıkarıldı. Kazıda çıkan binlerce mimari bloğun yerlerini saptanarak restitüsyonu tamamlandı. Restorasyonun tamamlanması durumunda muhteşem bir tiyatro ortaya çıkması bekleniyor. 

Birgün, 28.10.2016

365 YILLIK TARİHİ ÇEŞMEYİ BU HALE GETİRDİLER

Manisa'da, Osmanlı döneminden kalma 365 yıllık tarihi çeşmenin üstüne sprey boyayla yazılar yazılması, vatandaşların tepkisini topladı. Yazıları yazanların tespit edilmesini isteyen vatandaşlar, tahribatın giderilmesi çağrısı yaptı.



Şehzadeler'de Dr. İbrahim Türek Halk Kütüphanesi dışında yer alan 365 yıllık tarihi Osmanlı çeşmesinin mermerine, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce sprey boya ile yazılar yazıldı. En son 1907'de 2'nci Abdülhamid döneminde aslına uygun restore edilen tarihi çeşmenin üzerine yazılan yazılar, tepkilere neden oldu. 1651'den bu yana hizmet veren tarihi çeşmeye yazılan yazıları eleştiren vatandaşlardan 88 yaşındaki Osman Kadri, tarihe sahip çıkılmadığını belirterek, zarar veren insanların yetkililerce tespit edilmesi ve cezalandırması gerektiğini söyledi.
Milliyet, 28.10.2016
LİZBON'DAKİ TARİHİ DENİZ HAVUZU YENİLENDİ

Carpa Olivera, Lizbon’daki deniz havuzlarından ilhamla 1915'te inşa edilen kamusal tesisin tekrar kullanıma sokulması için tasarlanan bir proje.



1915’te inşa edilen Carpa Olivera, Mazatlan’daki Olas Altas sahillerinde inşa edilmiş bir sosyal merkezdi. Lizbon’daki deniz havuzlarından ilhamla tasarlanan alan, dönemin ünlülerinin sosyalleşme mekantik kentininnı ve turist ziyaret rotalarının olmazsa olmazıydı. Yapı 1954’te hortum nedeniyle hasar gördü, fakat zaman içinde insanlar gelip havuzu kullanmaya devam etti. Alan, 2004’te tadilat görmesine rağmen, bir süre sonra unutuldu ve kullanılmaz hale geldi.



Sahildeki, 1915'te yapılan eski tesisin görünüşü





Yaşadıkları şehir için fikir üreten, beş mimardan oluşan proaktif ekip Collectivo Urbano, Mazatlan Investment Unit’e bu kamusal mekantik kentininnı kurtarmak için bir öneride bulundu.



Önerileri; havuzun geri dönüşümü için havuzu temizlemek ve gel git suyuyla beslenen bu havuzu eski ihtişamına kavuşturacak yeni bir eleman olarak, yerel halkın ve turistlerin kullanacağı bir kaydırak eklemek idi. Bu yeni eleman denizin içinde güçlü ve tekil bir heykel olacaktı.



Sürdürülebilir bir strateji olarak; dönüştürülen arazinin bakımının ve güvenliğinin sağlanması, optimum işletim koşullarının Mazatlan’a mali yük getirmemesi için ticari bir işletme açılmasına karar verildi.





Alandaki, üst kotta, karayla denizi ayıran duvarın üstünde, gelip geçen yayaların gün batımını izlediği bir seyir terası var.



Rampadan, palmiye ağaçlarının gölgesindeki bir alt zemine iniliyor. Burada, atıştırmalık yiyeceklerin satıldığı küçük bir büfe bulunuyor. Bir alt kotta ise köpüren deniz suyunun içinde, denize girmeden hemen önce çocukların eğlendiği, gidip gelen dalgalar arasından kaydırağa ulaştığı zemin yer alıyor. Bu kotta yer alan tuvaletler ve duş, bu kendine has kamusal alanın ihtiyaçlarını karşılıyor.



Collectivo Urbano ekibi Jacqueline Meixueiro, Roberto Díaz, Javier Hidalgo, Emilio Castañón, Erick Pérez, David Escobar'dan oluşuyor. 
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 28.10.2016
İNŞAATIN TEMELİNDEN ÇIKTI

İzmir'de tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda 4 ay önce yerine AVM yapmak için yıkılan binanın temelinde inşaat çalışmaları, ortaya çıkan tarihi kalıntılar nedeniyle durdurdu. Tarihi kalıntılar incelenirken, bulunan eserin şapel olduğu iddia edildi.



İzmir Konak’ta, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından özelleştirilen ve ardından mahkeme kararı ile kiracılarının tamamı tahliye edilen Vakıflar Müdürlüğü’ne ait 120 yıllık Kaptan Mustafa Paşa İş Merkezi’nin bulunduğu bina, Haziran ayında yıkıldı. Kaptan Mustafa Paşa Vakfı Çarşısı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yap-işlet-devret modeliyle 30 yıllığına yatırımcı bir firmaya ihale edildi. Yıkımın olduğu yerde AVM yapımı için iş makineleri çalışmaya başladı. Molozların kaldırıldığı zeminin temizlendiği alanda ağır iş makineleri çalışmalarını sürdürürken, inşaat alanının temelinde tarihi kalıntılar çıktı. Temmuz ayında inşaatın tabanında Osmanlı dönemine ait liman kalıntılarına ulaşıldığı gerekçesiyle çalışmalar durduruldu. İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü bölgede sondaj yaparak kalıntıları incelemeye başlamışken, diğer yanda iş makinelerinin çalışması tepki çekti. İnşaat alanının zeminindeki tarihsel kalıntının şapel olduğu iddia edildi. İzmir'de özellikle çarşı esnafı içinde heyecan yaratan Hıristiyanların tapınak veya kutsal alanı olan şapelin ortaya çıkarılması için çalışmaların sürdürüleceği bildirildi.
Milliyet, 28.10.2016
TBMM'DEN ATATÜRK TABLOSU İÇİN AÇIKLAMA

TBMM Başkanlığınca 15 Temmuz gecesi gerçekleşen darbe  girişiminde en ağır hasarı Meclisin aldığı, saldırıda TBMM Üyeler Lokantası ve  lokantada bulunan Yaşar Çallı tarafından yapılan Atatürk resminin çerçevesinin de  hasar gördüğü, tablonun onarım çalışmaları sonrasında yerine asılacağı  bildirildi.



TBMM Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığından yapılan  açıklamada, "Meclis'ten Atatürk'ün bir tablosunun daha kaldırıldığı" yönünde bazı  basın yayın organlarında haberlerin yer aldığı anımsatıldı.

Söz konusu haberlerde "Atatürk'ün mareşal üniformalı tablosundan sonra  TBMM Lokantasında bulunan Atatürk resminin de kaldırıldığı" iddialarının asılsız  olduğuna işaret edilen açıklamada, şunlar belirtildi:

"15 Temmuz gecesi gerçekleşen menfur darbe girişiminde en ağır hasarı  Türkiye Büyük Millet Meclisi almıştır. 1994 yılında eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı  Haydar Aliyev'in, eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a hediye ettiği halı  üzerine dokunmuş mareşal üniformalı Atatürk portresi muhalefet kulisinde, TBMM  Başkanlarına verilen hediyelerin bulunduğu bölümde sergilenmektedir. Aynı  saldırıda TBMM Üyeler Lokantası ve lokantada bulunan Yaşar Çallı tarafından  yapılan Atatürk resminin çerçevesi de hasar görmüştür. Anılan resim hasar  gördüğünden onarıma alınmış ve onarım çalışmalarının bitirilmesinin ardından  yerine asılacaktır."

Açıklamada, haberlerde söz konusu tablonun yerine televizyon konulduğu  iddiasının da doğru olmadığı, bahse konu televizyonun daha önce de aynı yerde  bulunduğu ifade edildi.
Milliyet, 28.10.2016

DÜNYANIN İLK DİNOZOR BEYNİ FOSİLİ BULUNDU

İngiliz bilim insanları, yıllar önce ülkenin güneydoğusundaki Sussex kentinde bir sahilde bulunan kahverengi taşın, bir dinozor beyni fosili olduğunu açıkladı.

Taşı özel bir mikroskop kullanarak detaylı bir şekilde inceleyen Cambridge Üniversitesi'nden bir ekip, dünyada ilk kez bir dinozor beyni bulunduğunu duyurdu.

Bilim insanları, beyin fosili bulunan dinozorun yaklaşık 130 milyon yıl önce yaşayan Iguanodon gibi bir ot obur olduğunu söyledi.

Bir bataklıkta öldüğü düşünülen dinozor, kafasının çamura gömülü kalması sebebiyle şekli korunmuş ve zamanla fosilleşmiş.

Bu sebeple fosilin bugüne kadar korunabildiği düşünülüyor.

Ayrıca incelemeyi yapan ekip dinozor beyninin, bugünkü timsah ve kuşlarla benzer özellikler taşıdığını da söyledi.

Cambridge Üniversitesinden Dr Alex Liu, "Beyin dokularının korunma şansı inanılmaz düşük, su sebeple bu buluş oldukça şaşırtıcı" dedi.
Bbc Türkçe, 28.10.2016

ABGAR KRALLIĞI DÖNEMİNE AİT TABAN MOZAİĞİ BULUNDU



Şanlıurfa'da tarihi Balıklıgöl yerleşkesi civarında yürütülen kazı çalışmalarında, "Abgar Krallığı" dönemine ait taban mozaiği gün yüzüne çıkarıldı.

Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesince 6 yıldan bu yana 45 dönümlük arazi üzerinde yürütülen "Kale Eteği Projesi" kapsamındaki kazı çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar Roma Dönemine aite 80'e yakın kaya mezarının restore edildiği alanda "Abgar Krallığı" dönemine ait olduğu belirtilen 5 taban mozaiğine rastlandı. Söz konusu mozaikler, restorasyon çalışmalarının ardından müzede sergilenecek.

Taban mozaiklerinde Süryanice yazıtlar ve ince işlemelerin olduğu bildirildi.











Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi, yaptığı açıklamada, Şanlıurfa'nın medeniyetler şehri olduğunu ve her yerde bir ize rastlanıldığını belirtti.

Kazı çalışmalarında elde edilen bulguların önemine vurgu yapan Çiftçi, şunları kaydetti:

"Kazı çalışmalarımızda Roma dönemine ait mezarlar temizleniyor, bunların kazı çalışmaları yapılıyor. Bu çalışmalar esnasında çok önemli mozaiklere rastladık, kaya mezarların tabanına işlenmiş şekilde Kral Abgar dönemine ait yepyeni mozaikler çıktı. Bu, Şanlıurfamız için çok önemli bir zenginlik. Yine özellikle mezarların giriş kapılarında o medeniyetlerin kültürlerini yansıtan bulgular var. Arkeologlar tarafında çalışmalar hassas bir şekilde yürütülüyor. Burada çıkan eserlerin tamamı söz konusu kaya mezarlarda sergilenecek, hem dışarıdan gelen misafirlerimiz hem de hemşehrilerimiz bunları görebilecekler. Şanlıurfa'nın çok zengin bir kültüre ev sahipliğini yaptığını biliyoruz, dolayısıyla her döneme ait eserler buluyoruz. Bu zenginliği ortaya çıkaracağız ve bu turizme önemli katkı sağlayacaktır, bu mekanları gözümüz gibi koruyacağız, restorasyonunu yapacağız, turizme açacağız."

Kral 5. Abgar
Tarihi kayıtlarda ve Abgar efsanesinde, 5. Abgar Ukkama'nın ilk Hristiyan kral olduğu ve Edessa Bölgesi'nde (Şanlıurfa) hüküm sürdüğü Hazreti İsa'nın tebliğinden hemen sonra bu dini kabul ettiği belirtiliyor.

Cüzzam hastalığına yakalanan ve bu nedenle oldukça acı çeken 5. Abgar'ın, Hazreti İsa'nın gönderdiği mucizevi mendil sayesinde iyileştiği rivayet ediliyor.
haber.er.com, Fotoğraflar: Trt Haber, 26.10.2016


23 - 29 Ekim 2016
PAHA BİÇİLMEZ ESERLER BALIKESİR'DEKİ O KÜTÜPHANEDE

Balıkesir'de bu yılın başında hizmete giren Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eser Kütüphanesi, birbirinden değerli 12 binden fazla eseri bünyesinde barındırıyor.

Kütüphanenin en değerli eserleri arasında 900 yıllık olduğu sanılan minyatür ve tezhiplerle süslü el yazması Kuran ile Vankulu Mehmet Efendi'nin yazdığı, İbrahim Müteferrika'nın ise 1729 yılında matbaasında bastığı ilk eser olan Vankulu Lügatı da yer alıyor. Yazma eserler, Kozmik oda gibi korunaklı yerde saklanıyor.

     

Balıkesir'de 1 Ocak'tan itibaren hizmete başlayan Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eser Kütüphanesi'nde, birbirinden değerli eserleri bulunuyor. Kütüphane Müdürü Şahin Gergin, 12 binden fazla eseri bünyesinde barındıran kurum hakkında bilgi verdi. Balıkesir ve Çanakkale Bölgesi'ndeki yazma eserleri araştırdıklarını, kütüphaneye kazandırmak için çalıştıklarını belirten Gergin, şöyle dedi:



"Bu kütüphane, Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı'na bağlıdır. Ülkemizdeki 14 yazma eser kütüphanesinden biridir. Koleksiyon itibariyle 9 bin 380 adet matbaada basılmış eserimiz, 2 bin 700'ün üzerinde çok değerli nadir el yazması eserimiz vardır. Bu yazma eserlerin içinde de 10 tanesi çok özeldir. Bu 10 eserin arasında 6'sı kendine has özelliği vardır. Diğer 4'ü ise tezhip ve minyatür süslemelidir. Bunların da içinde en değerlisi el yazması bir Kuran-ı Kerim'dir. Üzerinde tarih olmadığı için, Memluklular ya da Selçuklular dönemine ait olduğu sanılmaktadır. Tarihçiler, 800 ya da 900 yıllık olduğunu söylemektedirler. Bu eserlerimizin en değerlisi, Vankulu Lügatı olarak bilinen, İbrahim Müteferrika Matbaası'nda basılan ilk eserdir. Kütüphanemiz Balıkesir ve Çanakkale illerinde, vatandaşların ya da kurumların elinde bulunan el yazması nadir eserler ile Arap harfleri ile basılmış veya yazılmış eserleri, araştırıp, bulup toplamak üzere kurulmuştur. Kütüphanemiz burada hizmet vermeye başlamadan önce, Balıkesir İl Halk Kütüphanesi'nde, bu yazma eserler halkın hizmetine açıktı. 2016 yılında yazma eserler kütüphanesi fiilen hizmet vermeye başlayınca, yazma eserlerin tamamı dijital ortama aktarıldı ve halkın hizmetine sunuldu. Yazma eserlerden yararlanmak isteyenler kütüphanemiz bünyesindeki okuma odasında bilgisayarlardan yararlanabilir. Kütüphanemize gelip yazma eserlerden yararlanmak isteyenlerden ücret almıyoruz. Evinde kendi bilgisayarından eserleri incelemek isteyenlere, yazma eserlerimizin dijital kopyalarını çok cüzi bir fiyata, eserin sayfalarını, ya da tamamını kopya olarak veriyoruz."



KOZMİK ODA GİBİ
Eserlere gözü gibi baktıklarını, özel odada bulundurduklarını, ızgaralı havalandırması bulunan kompakt raflarda sakladıklarını belirten Gergin, şöyle dedi:

"Yazma eserlerin bulunduğu yere parmak izi okuyucu sistemi çalıştırarak giriyoruz. Sistem benim parmağımı tanıyor. Herhangi bir yangın tehlikesine karşı özel yangın söndürme sistemi var. İtalyan malı bu sistemde, tüplerde bulunan Argon gazı ve karbondioksit olağanüstü Duman ve ısı durumunda harekete geçiyor. Argon gazı patlıyor ve ortamdaki oksijeni çekerek karbondioksit veriyor. Bu durumda da yanma gerçekleşmeyip önlenmiş oluyor. Yani yazma eserlerin zarar görmemesi için su kullanılmayan bir söndürme sistemimiz var. Ayrıca kitapların nemlenmesini önlemek için ortamın nemini ayarlayan sistem de 365 gün 24 saat çalışıyor. Çok değerli eserlerimizin zarar görmemesi için elimizden geleni yapıyoruz."

KÜTÜPHANE BİNASI DA ÇOK DEĞERLİ
Mutasarrıf Ömer Ali Bey Kütüphanesi binası da en az içindeki eserler kadar tarih değere sahip. Mülkiyeti Balıkesir Ticaret Odası'na ait olan Ziraat Bankası eski hizmet binası, 16 Nisan 2013 tarihli protokolle Balıkesir Valiliği'ne 25 yıllığına tahsis edildi. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı ile Balıkesir Valiliği arasında gerçekleşen görüşmeler neticesinde mevcut binanın Balıkesir Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eser Kütüphanesi'ne tahsis edildi. 1911 yılında, Sultan Mehmed Reşad döneminde inşa edilmiş olan bina, Bodrum kat üzerine iki katlıdır. Duvarları granit taşla örülü toplam 432.61 metrekarelik yüzölçümüne sahip.

MUTASARRIF ÖMER ALİ BEY
Ömer Ali Bey, 1839 yılında Adana'da doğdu. Ramazanoğulları ailesinden Osmanlı İmparatorluğu ordusunda yetişmiş Tümgenerallerden 1843 yılında Bahrisefit (Çanakkale Boğazı) komutanlığına kadar yükselmiş (Beylerbeyi) Arif Paşabey'in torunuydu. Babası Ahmet Paşa. Tarblusgarb-Bingazi, Dersim Vilayeti, Diyarbakır Vilayeti, Aydın Vilayeti, Hicaz Vilayeti mektupçuluğu, Cidde Vilayeti Kaymakamlığı (Vali Vekilliği), Hudavendigar (Bursa) Vilayetine bağlı Karesi (Balıkesir) Sancağı Mutasarrıflığı, Tekirdağ Sancağı mutasarrıflığı, Kastamonu Vilayeti Valiliği yaptı. 1897 Balıkesir Depremi'nde tamamen yıkılan Balıkesir'in tekrar inşası ve tamiratı için yapılan çalışmalarda üstün başarılara imza atan Mutasarrıf Ömer Ali Bey, Kastamonu Valiliğinden emekli olduktan sonra 25 Şubat 1920 Çarşamba günü 81 yaşında İstanbul'da vefat etti.

Milliyet, 26.10.2016

HAKKARİ'DEKİ MEDRESELER TURİZME KAZANDIRILIYOR

Hakkari İl Kültür Turizm Müdürü İdris Ağacanoğlu, kentteki, Osmanlı'nın miras bıraktığı iki medresenin turizme kazandırılması çalışmalarının devam ettiğini, çalışmaların gelecek yıl tamamlanmasının planlandığını belirtti.

Ağacanoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hakkari'de Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilen Meydan ve Zeynel Bey medreselerinde bir çok alim, ulema, şair ve devlet adamı yetiştirildiğini ifade etti.

İslam medeniyetinin eğitime ve ilme verdiği önemle her zaman ön plana çıktığını dile getiren Ağacanoğlu, Osmanlı döneminde bunun somut örneklerinin görüldüğünü kaydetti.

İsmaliyet'in kabulü ve Osmanlı'nın gelişiyle Hakkari ve çevresindeki mimari eserlerde artış olduğunu anlatan Ağacanoğlu, "Hicri 1112, miladi 1700-1701 yıllarında Hakkari Beyi İzzeddin oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılan Meydan Medresesi ile Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim'in mazhariyetine nail olmuş Hakkari Beyi Zeynel Bey tarafından yaptırılan Zeynel Bey Medresesi önemli tarihi ve mimari eserler arasında yer almaktadır." dedi.

"Tanıtım yapılacak"
İki medresenin turizme kazandırılması için valilikçe başlatılan çalışmaların devam ettiğini vurgulayan Ağacanoğlu, 2005 yılında kazı ve temizlik çalışması yapılan Zeynel Bey Medresesi ile 2006 yılında restorasyon çalışmaları yapılan Meydan Medresesinin rölöve, restitüsyon ve çevre düzenleme projelerinin 2015 yılında Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunda onaylandığını anlattı.


Her iki yapının onarımının tamamlanarak turizme kazandırılmasının hedeflendiğini bildiren Ağacanoğlu, şunları kaydetti:

"2017 yılı içerisinde ödenek sağlandığı takdirde her iki medresenin rölöve, restitüsyon ve çevre düzenlemesi projelerinin hayata geçirilmesini bekliyoruz. Bu çalışmalar sonucunda Osmanlı'nın günümüze miras bıraktığı eserler tarihimize, turizmimize kazandırılacak. Bu tarihi mekanlarımız tarih sevdalılarına ve zaman tünelinde yolculuk yapmak isteyenlere kapılarını aralayacak. Söz konusu kültür varlıkları restore edildikten sonra yurt içi ve yurt dışında turistlerin ilgisini çekmek amacıyla birtakım tanıtım programları, kültürel turlar, konferans ve sempozyumlar gerçekleştirilecek."
haberler.com, 26.10.2016

SELÇUKLU MEYDAN MEZARLIĞI UNESCO'NUN ANA LİSTESİNE ÖNERİLECEK

Tarihi mekanlarıyla açık hava müzesi konumundaki Ahlat'ta bulunan ve 2010 yılında UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilen Selçuklu Meydan Mezarlığı'nın ana listeye alınması için çalışma yürütülüyor.

Ahlat Belediye Başkanı Mümtaz Çoban, gazetecilere yaptığı açıklamada, turizmin gelişmesinde önemli bir yer tutan ve dünyanın en büyük İslam mezarlığı olma özelliğini taşıyan Selçuklu Meydan Mezarlığı'nın tanıtılmasının önemli olduğunu söyledi.

Mezarlığın gelecek yıl ana listeye alınmasının beklendiğini belirten Çoban, şöyle konuştu:

"Türkiye'nin en büyük kazı alanlarından biri Ahlat'ta bulunuyor. İlçemiz bir gezi güzergahı ve büyük bir destinasyon. Böyle bir parkurda işe Selçuklu Mezarlığı'nın düzenlemesinden başladık. Yeni müze ve karşılama merkezi inşa edildi. Daha sonra çevre düzenlemesini gerçekleştirdik. Yeni kazı ekibi oluşturduk. Kümbetlerin restorasyonunu da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortaklaşa yürüttük. Ahlat şu anda UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'nde yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanımızla görüştük ve bu yıl ki tekliflerinin Ahlat olacağını söyledi. Ahlat, artık geçici listeden ana listeye taşınıyor. "
Anadolu Ajansı, Haber: Şener Toktaş, 26.10.2016

1600 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

İstanbul'da Roma döneminden günümüze kadar ayakta kalan Çemberlitaş'taki bin 600 yıllık Şerefiye Sarnıcı'nın (Theodosius) 6 yıldır süren temizleme ve restorasyon çalışmasında sona gelindi. Yerebatan Sarnıcı'ndan 100 yıl önce yapılan ve Ayasofya ile yaşıt olan tarihi eser, göz kamaştıran güzelliğiyle önümüzdeki aylarda ziyarete açılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.'nin müze olarak ziyarete açmayı planladığı sarnıç, göz kamaştıran mimari güzelliği korunarak gelecek kuşaklara aktarılacak.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 26.10.2016
ZEYNEL BEY TÜRBESİ 'HOLLANDA' YÖNTEMİYLE TAŞINACAK

Ilısu Barajı ve HES Projesi Kültürel Varlıkları Koruma ve Kurtarma Çalışmaları kapsamında 650 yıllık Zeynel Bey Türbesi'nin, Hasankeyf Yeni Kültürel Park Alanı'na taşınması çalışmaları yoğun şekilde sürdürülüyor.

Türbenin taşınması için ilk etapta Hollanda, İtalya ve Korres yöntemleri üzerinde duruldu. Diyarbakır Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanan projeye göre, bin 100 tonluk türbenin tek parça halinde Hollanda yöntemiyle yeni yerine taşınması kararlaştırıldı.

DSi 16. Bölge Müdürlüğü Hasankeyf Kültürel Varlıklar ve Yeniden Yerleşim Şube Müdürü Şehmus Erkan Dursun, AA muhabirine, 2015 yılında DSİ Genel Müdürlüğünce ihalesi yapılan Zeynel Bey Türbesinin taşınmasıyla ilgili projede revizyon yapıldığını söyledi.

Türbenin taşınacağı yeni alanda yer düzenleme ve bağlantı yolu çalışmalarının sürdüğünü ifade eden Dursun, "Türbe ve külliye alanının kazı çalışmaları başladı. Yol güzergahı ile bağlandıktan sonra türbenin taşıma işlemi gerçekleşmiş olacak." dedi.

Dursun, türbenin taşınma işleminin yıl sonuna tadar tamamlanacağını yetişmemesi halinde 2017 yılının başında gerçekleştirileceğini sözlerine ekledi.

Zeynel Bey Türbesi, 1462-1482 yıllarında Hasankeyf'te hüküm süren Akkoyunlular'dan kalan tek eser olma özelliği taşıyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Yılmaz Ekinci, 26.10.2016

TARİHİ YEMİŞ KAPANI HANI KAZISI SONA ERDİ

Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Selimiye Camisi Meydanı'nda yapılan "Tarihi Yemiş Kapanı Hanı Kazısı"nın sona erdiğini bildirdi.

Gürkan, gazetecilere yaptığı açıklamada, handaki kurtarma kazısını Edirne Valiliği ile yaptıklarını söyledi.

Selimiye Camisi'nin 2011'de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girdiğini hatırlatan Gürkan, "Selimiye'ye ziyaretçi sayısı arttı ancak eser artık sadece Türkiye'nin, Müslümanların değil, bütün dünyanın ortak mirası haline geldi. Selimiye Camisi'ni bütün dünya insanlarına karşı koruma, bakımını yapma ve gelecek nesillere, aldığımızdan daha iyi bir şekilde teslim etme sorumluluğu altına girdik." diye konuştu.

Geçen yıl valilikle beraber Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararları doğrultusunda Yemiş Kapanı Hanı Kazısı'nı başlattıklarını ifade eden Gürkan, şunları kaydetti:

"Kazıyı Edirne Arkeoloji Müzesi'nin denetiminde ve başkanlığında başarılı bir şekilde bitirdik. Orada muhteşem şeyler bulduk. Orada Mimar Sinan'ın su kemerlerini ortaya çıkardık. Müthiş bir şadırvan ortaya çıktı. Bence bu kazının en başarılı kısmı, gelecek yüzyıllara taşınacak kısmı odur.

UNESCO sorumluluğunda bir Selimiye Camisi ve Külliyesi rekreasyon projesi yapmıştık. Bu daha önce bir yarışma projesiydi. Yenileyerek günün koşullarına uygun hale getirdik. Yemiş Kapanı Hanı donatısı ilave edildi projeye. Valilikle birlikte hazırladığımız projemiz hem Marmara Belediyeler Birliği hem de Tarihi Kentler Birliği'nden üst üste birincilik aldı. En yüksek puanla birincilik kazanan bu projenin ödülünü 16-17 Kasım'da Antalya'da düzenlenen törenle alacağız."

Uygulama projesinin bittiğini ve Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna sunduklarını dile getiren Gürkan, "Proje kurulda tartışıldı şimdi hanın güneydoğu cephesinde kalan ve ortaya çıkardığımız dört deponun fonksiyonuyla ilgili bir çalışma istendi bizden. 15 gün içerisinde uzman sanat tarihçiler ve restoratörler tarafından bu çalışma hazırlanacak. Kurulun 15 gün sonraki toplantısında bunu tekrar görüşeceğiz. En kısa zamanda Yemiş Kapanı Hanı ile beraber Selimiye Camisi'nin etrafını hem Edirne'nin, hem Türkiye'nin, onların da ötesinde Selimiye ve Mimar Sinan'ın hak ettiği biçimde düzenleyeceğiz." ifadelerini kullandı.

Selimiye Camisi ve Külliyesi projesini Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı'ya ilettiğini ifade eden Gürkan, destek beklediklerini kaydetti.
Habertürk, 25.10.2016

KÜÇÜKYALI ARKEOPARK'TAKİ TARİHİ DUVARA SPREY BOYA TAHRİBATI

İstanbul’un Asya yakasında, Maltepe İlçesi’nde yer alan ve Çınar Mahallesi sınırları içinde bulunan Küçükyalı ArkeoPark’taki 1100 yıllık duvar yapısına sprey boya ile yazılar yazıldı.  Yazılı kaynaklar, manastırın patrik tarafından Adalar’da yaptırılmış diğer manastırlar arasından en gösterişlisi olduğunu yazıyor.

Bizans imparatorunun oğlu olan İgnatios tarafından, MS 866 – 877 yılları arasında inşa ettirilen Satyros Manastırı’na yapılan bu saldırı, Küçükyalı Arkeopark ekibi tarafından kınandı. Küçükyalı Arkeopark ekibi yayınladıkları açıklamada, bu tarihi duvarın temizlenmesi için konservatörlerin haftalarca çalıştığını belirtti.

Alandaki kültürel miras tahribatı için yapılan açıklama şu şekilde;

Küçükyalı ArkeoPark’ta kültürel miras tahribatı

Burada yayınlanan fotoğraflar her şeyi anlatıyor. Alanı temizlemek ve korumak için yapı kompleksinin bu kısmında yapılan uzun süreli çalışmaların ardından bir Pazartesi sabahı gördüklerimiz bunlar. Duvarları temizlemek için haftalarını veren ve konservasyon için hazırlayan konservatörlerin bir çalışma fotoğrafını da ekliyoruz.

İstisnasız tüm toplumun faydalanması adına, alanımızın canlı ve sağlıklı kalması için yardımlarınızı bekleriz.



Konservatörlerin duvarları temizleme çalışması


Söz konusu yapı kompleksi, 867 – 877 yılları arasında Patrik Ignatios tarafından inşa ettirilmiş olan ve içinde Baş Melek Mikael’e adanmış bir kilisenin olduğu bir manastır olarak tanımlanmakta. Bu yapı kompleksinin mimari ve dekorasyon özellikleri itibariyle çok gösterişli olduğu düşünülmekte.
arkeofili.com, Haber: Erman Ertuğrul, 25.10.2016

ROMA PARKI'NDA TARİHİ ESER BULUNDU, ARKEOLOJİK KAZIYA GEÇİLDİ

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tarihi eser kalıntılarının üzerinde yer aldığı için Roma Parkı olarak alınlan alanda sosyal tesis inşaatına başladı. Cihangir sakinleri, arkeolojik sit alanı olduğu için inşaata karşı çıktı. Nitekim, cuma günü ve bugün yapılan kepçe ile kazılarda tarihi eser bulundu. Bugün çok sayıda çıkan tarihi kalıntılar üzerine, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından kepçeli kazı durdurularak, elle kazıya başlandı.



Cihangir Roma Parkı’nda yapılması planan ‘Cihangir Sosyal Tesisi’ inşaatında çok sayıda tarihi esere rastlandığı için kepçe ile kazılar durdurularak, arkeolojik kazıya başlandı. Perşembe günü başlayan ve Cihangir sakinlerinin arkeolojik sit alanı olduğu için karşı çıktığı inşaat cuma günü tarihi sarnıç bulunduğu için durdurulmuştu. Bugün sabahın erken saatlerinde kepçelerin tekrar çalışmaya başladığı inşaat alanında çok sayıda esere rastlandığı için, kepçe ile kazı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından durduruldu.

İZİNLER ALINDI
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’den sozcu.com.tr’ye konuşan bir yetkili, proje ile ilgili tüm Anıtlar Kurulu dahil, tüm izinlerin alındığını, ancak arkeolojik buluntulara rastlandığı için kepçe ile kazının İBB Başkanı Kadir Topbaş tarafından durdurulduğunu belirterek, “Bundan sonra çalışma arkeolojik kazı, yani elle kazı olarak yapılacak” dedi.



: İnşaata ait ruhsat izni fotokopi çekilerek tabelaya yapıştırıldı.

OSMANLI DÖNEMİNE AİT…
Sozcu.com.tr’ye konuşan Cihangir Güzelleştirme Derneği Başkanı Arkeolog Bensen Ünlüoğlu da proje için izin kağıdının siyah beyaz bir fotokopi kağıdı olarak tabelaya yapıştırıldığını belirterek, “İzin bu şekilde tabelada yer almaz. Cihangirliler izni sorduğunda ‘Size göstermek mecburiyetinde değiliz, hangi sıfatla soruyorsunuz’ yanıtlarını aldı” diye konuştu.



Bu sabah başlayan kepçe kazılarının iki gün önce yapılan yerin biraz daha altında başladığını belirten Ünlüoğlu, “Biraz daha geriye yani daha önce kazı yapılan kesitte ciddi bir seramik yığını olduğunu gördük. Bunun da kepçeyle kazılamayacağı aşikar. Arazide uzun yıllar çalıştığım için farklı bir renk olduğunu gördüm. Getirmelerini istedim ve olasılıkla 100-150 yıllık, Osmanlı dönemi, yaklaşık 17 santim çapında bir seramik kasenin dibi olduğunu gördüm. Tam ne olduğunu uzmanlar söyleyecek. Bunun ardından da çok hızlıca Ardından da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından kazı durduruldu. Bize projenin mimarı Erkan İnce, ‘Şuan itibariyle kepçeli kazı durdurulmuştur, elle kazı sistemine geçilecek’ açıklamasını yaptı” diye konuştu.
Sözcü, Haber: Yurdagül Uygun, 25.10.2016


******



ROMA PARKI DİRENİŞİ İBB'YE GERİ ADIM ATTIRDI

Cihangir’deki arkeolojik sit alanı Roma Parkı’na yine iş makineleri girdi, 1 kişi gözaltına alındı. Halkın ve yaşam savunucularının direnişiyle iş makineleri parktan çıktı.


Kamu alanların ranta açılmasına yönelik tepkiler devam ederken, belediyeler de en önemli kamusal alanlardan biri olan parklardaki çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor.

Arkeolojik sit alanı ilan edilen İstanbul’un Beyoğlu İlçesi'ne bağlı Cihangir semtinde bulunan Roma Parkı/Bostanı’na (Sanatkarlar Parkı), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılması planlanan ‘Cihangir Sosyal Tesisi’ için bir kez daha iş makineleri girdi.

Sit alanı, kazı yapamazsınız
Sabah saatlerinde çevik kuvvet ekipleri tarafından ablukaya alınan parka iş makineleri girerek, çalışmalara başladı. Mahalle sakinleri ile Beyoğlu Kent Savunması üyeleri de alanın arkeolojik sit alanı olduğunu belirterek, belediye ekiplerinin kazı yapamayacaklarını söyledi.

‘Osmanlı seramiği bulundu’
Kazı çalışmaları sırasında elektrik kaçakları da olduğunu ve ilgili kurumların haberdar edilmediğini belirten Cihangir Güzelleştirme Derneği Başkanı Arkelog Senben Ünlüoğlu, “Mahkeme süreci devam ederken sosyal tesis yapılmaya çalışılıyor. Alanda çıkan seramik kesitler nedeniyle bizi içeriye aldılar. Anladılar ki herhalde önemli bir şey var. Biz de ‘Aman, durun yapmayın’ dedik. Osmanlı seramiği bulundu. Bulunan seramik Kadir Topbaş’a zannediyorum iletildi. Kadir Topbaş’ın ‘dur’ demesi ile çalışmalar zannediyorum durduruldu. Burada bir arkeolog eşliğinde elle kazı yapılarak, arkeolojik kazının yapılacağını umuyoruz” diye konuştu.

Yeşil alan olarak kalmalı
Bölge sakinleri de söz konusu çalışmaların karşısında olduklarını vurgulayarak, “İnsanları halkı tedirgin ediyorlar. Çalışmalar ruhsatsız. Halk olarak itiraz ediyoruz. Buraların yeşil alan olarak kalmasını istiyoruz” dedi.

Kazıya engel olmak isteyen Beyoğlu Kent Savunması üyesi Deniz Özgür ise polis tarafından gözaltına aldı. Özgür, işlemlerin ardından akşam saatlerinde serbest bırakıldı. Talana karşı yurttaşlara çağrı yapan Beyoğlu Kent Savunması, şu ifadeleri kullandı: “Vakti olan, buradan gecen, burada yasayan, bu parkta en az bir kez oturmuş parka sahip çıkmak için buraya çağırıyoruz. Ruhsatsız ve tamamen hukuksuz inşaata direniyoruz!” Yapılan çağrıda ayrıca, mevcut kazılmış bölgede sarnıç bulunduğu ve tarihi sarnıcın kepçe ile kırıldığı da ifade edildi.

Ne olmuştu?
Geçen cuma günü inşaat kepçesinin alana girmesi üzerine mahalle sakinleri ile yaşam savunucuları tepki göstermiş, Beyoğlu Kent Savunması ve Cihangir Güzelleştirme Derneği üyelerinin girişimiyle çalışmalar durdurulmuştu. Kazılarda ise Osmanlı dönemine ait sarnıç kalıntıları bulunduğu belirtilmişti.

*****

Tarihi spor kulübü de yıkılıyor
Bakırköy’de 1921 yılında kurulan Osmaniye İstiklal Spor Kulübü’nün 1996 yılından bu yana kullandığı tesisler belediye tarafından yıkılmak isteniyor. Kulüp binasına dün sabah yıkım için zabıta ekipleri ve iş makinalarının gitti. Sporcular ve bölgedeki yurttaşlar, yıkım kararına tepki göstererek, tesislerin önünde bekleyişe geçti. Tahliye işlemi yapılamadığı için yıkım gerçekleşmedi. Belediyeden yapılan açıklamada hizmetlerin tek çatı altında toplanması için yeni bir bina yapılacağı, İstiklal Spor Kulübü’nün Atatürk Spor ve Yaşam Köyü’nde faaliyetlerine devam edeceği belirtildi.

Birgün, 26.10.2016

KARADENİZ'İN DİBİNDE OSMANLI VE BİZANS'TAN KALMA GEMİ BATIKLARI BULUNDU

Arkeologlar, Karadeniz’in dibinde, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına ait 40’tan fazla iyi durumda gemi tespit etti.

Daily Mail’in haberine göre Karadeniz Sualtı Arkeolojisi Projesi ekibi,  1.800 metre derinliğindeki deniz dibini taramak için uzaktan kumandalı iki cihaz kullandı. Cihazlardan biri yüksek çözünürlüklü 3D resimler yaparken ikincisi projektörleri, lazer tarayıcıları ve kameraları taşıyarak arazi hakkında bilgi topladı.

Ekibin başkanı Prof.Dr. John Adams, “Projemizin temel görevi, gemilerin yattığı yerleri tespit etmek için jeofizik çalışmaları yapmak ve ayrıca Karadeniz’in hikayesini anlatacak verileri toplamak” dedi.

Batan gemilerin kaplamalarını inceleyerek iskeletinin resimlerini çeken arkeologlar, oksijen eksikliği nedeniyle, gemilerin iyi korunduğunu kaydetti. Aramalar, Bizans’ı diğer ülkelere bağlayan eski güzergahlara uygun olarak gerçekleştirildi.
Hürriyet, 25.10.2016

MISIR'DA KAÇAKÇILARIN ELİNDE YAKALANAN TARİHİ ESERLER SERGİLENİYOR

Kahire'deki Mısır Müzesinde, son 30 yılda yurt dışına götürülmek üzereyken kaçakçıların elinde yakalanan tarihi eserler için sergi düzenlendi.

Serginin açılışında konuşan Mısır Tarihi Eserler Bakanı Halid Anani, kaçakçıların elinden kurtarılarak sergilenen 350 eserin, antik Mısır, Yunan, Roma ve İslami dönemlerden kalma olduğunu belirtti. 

Heykel, silah, para, tablo gibi tarihi eserlerin bulunduğu serginin 15 Aralık'a kadar ziyarete açık olacağı belirtildi.

Anadolu Ajansı, Haber: Hussein Mahmoud Ragab Elkabany, Zeynep Hilal Karyağdı, 25.10.2016

TARİHİ HASTANE TOKİ'YE Mİ VERİLECEK?

Cumhuriyet döneminin ilk yapılarından olan tarihi Çorlu Askeri Hastanesi’nin kaderi belli oluyor. Koruma Kurulu, yarın tarihi yapıyla ilgili son kararını verecek.

Cumhuriyet döneminin ilk yapılarından olan tarihi Çorlu Askeri Hastanesi için Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu yerinde inceleme kararı aldı. Askeri Hastane 13 Nisan 2016’da 1. Derece tarihi eser olarak Koruma Kurulu’nca tescil edilmiş ancak Milli Savunma Bakanlığı bu karara itiraz etmişti. Hastane ve bahçesinin TOKİ’ye verilmek istendiği ortaya çıkmıştı. Koruma Kurulu 25 Ekim 2016 günü (yarın) tarihi yapıyla ilgili son kararını verecek.

TOKİ’YE Mİ VERİLİYOR?
Tekirdağ’ın Çorlu İlçesi'nde 82 dönümlük yeşil bir alanın içerisinde bulunan Çorlu Askeri Hastanesi, 13 Nisan 2016 tarihinde Edirne Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulunca 1.Grup Yapı olarak tescillenerek koruma altına alındı. Ancak, 31 Mayıs 2016 tarihinde binanın kullanımında söz hakkına sahip olan Milli Savunma Bakanlığı İnşaat Emlak Bölge Başkanlığı’nın itiraz başvurusu ile tescilin kaldırılması hususu gündeme geldi. Milli Savunma Bakanlığı ile TOKİ arasında yapıldığı ileri sürülen protokol kapsamında Askeri Hastane’nin yıkılmasının planlandığı ve mevcut arazinin bir kısmının da daha küçük yeni bir hastane binası yapılacağı, arazinin geri kalanın da konut olarak ayrıldığı iddia edilmişti.

SORU ÖNERGESİ VERİLDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ve Çevre Şehircilik Bakanlığı’na yazılı cevaplanması istemiyle soru önergeleri verilerek bahsi geçen tescilli yapının hangi amaçla tescilinin kaldırılması istendiği ve neden yıkılmak istendiği soruldu. Henüz önergelere bir cevap verilmedi.

TRAKYA’NIN EN GÖRKEMLİ YAPISI
21 Eylül 1940 yılından itibaren Asker Hastanesi olarak kullanılan bina Ağustos 2016 tarihinden itibaren Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Şuanda, Çorlu Devlet Hastanesi Münür Alkan Binası olarak hizmet eden tarihi hastane erken cumhuriyet dönemi mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtıyor. Dönemin 5. Kolordu Komutanı Salih Omurtak Paşa’nın şahsi çabaları ile projesi hazırlattırılan bina, krom nikel mutfak gereçleri, kalorifer tesisatı, çamaşır yıkama ve kurutma dolapları ile dönemin oldukça modern bir yapısı olarak dikkat çekiyor.

Dönemdaşı kamu binalarında bulunan en önemli özelliklerinden olan Avusturya Kübiği tarzında olan bina 150 metrelik bir cephesiyle Trakya’ da bulunan en görkemli devlet binalarından biridir.

KURUL ÇORLU’DA TOPLANIYOR
Kurul 6 ay önce 1. Grup tarihi eser statüsüne aldığı Çorlu Askeri Hastanesi’nin tescilinin kaldırılmasını görüşmek üzere yarın Çorlu’da toplanıyor. Kurul binayı yerinde inceleyip tescilin kaldırılıp kaldırılmayacağına karar verecek. Bu arada 6 ay önce Koruma Kurulu’nda tescili onaylayan üyelerden 3’ü görevden alındı yerine 1 üye atandı. İki üyenin ise yeri hala boş.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 24.10.2016

DİYARBAKIR'DA 1500 YILLIK YERALTI SIĞINAĞI

Diyarbakır'ın Çınar İlçesi'nde Zerzevan Kalesi'ndeki kazılarda bin 500 yıllık yeraltı sığınağı ortaya çıkarıldı.

İlçeye 13 kilometre uzaklıktaki Demirölçek Mahallesi yakınlarında bulunan, Roma İmparatorluğu döneminde "askeri yerleşim" olarak kullanılan Zerzevan Kalesi'nde Kültür veTurizm Bakanlığı, Diyarbakır Müzesi, Diyarbakır Valiliği, Çınar Kaymakamlığı ve Dicle Üniversitesinin katkılarıyla 2014 yılında başlayan kazı sürüyor.

60 dönümlük alan üzerinde 12-15 metre yüksekliğinde ve bin 200 metre uzunluğunda sur kalıntısı, 21 metre yüksekliğinde gözetleme ve savunma kulesi, kilise, yönetim binası, konutlar, tahıl ve silah depoları, yeraltı ibadethanesi, sığınaklar, kaya mezarları, su kanalları ile 54 su sarnıcı bulunan kale tarihe ışık tutuyor.

Kazı çalışmalarını inceleyen Çınar Kaymakamı İsmail Şanlı AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zerzevan Kalesi'nin bin 500 yıllık olduğunu belirterek, buranın keşfedilmemiş yönlerinin bulunabileceğini ifade etti.

Kazıda son olarak yeraltı sığınağı bulunduğunu bildiren Şanlı, kalenin çok bakir bir çalışma sahasında yer aldığını kaydetti.

Şanlı, buradaki kazıların 3 yıldır sürdüğünü söyleyerek, "Kalede çok önemli bir yeraltı sığınağının bulunması bölgedeki keşiflerin ipuçlarını gösteriyor. Güneydoğu, terör olaylarıyla gündeme gelse de turistik, arkeolojik ve ekonomik yatırımlar artarak devam ediyor. 3 yıldır devam eden kazılarda 100 kişi çalışıyor. Kazı çalışması önümüzdeki yıllarda da devam edecektir." diye konuştu.
Birgün, 24.10.2016
 

TOPKAPI'DA ÇALIŞMA BAŞLADI

Topkapı Sarayı hazine bölümü eserlerinin sergilendiği Fatih Köşkü’nün çökme noktasına geldiğini Hürriyet “Ayakta zor duruyor” manşetiyle duyurmuştu.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı haberin ardından Topkapı Sarayı’nı incelemiş ve gerekenin yapılacağını açıklamıştı. Aylardır projesi bir türlü onaylanmayan güçlendirme çalışmaları, Bakan Avcı’nın talimatıyla hızlandırıldı. Geçtiğimiz hafta statik güçlendirme ölçümleri için çalışmalara başlandı.

6 AY SÜRECEK
Hazine bölümündeki statik deformasyonların çatlak boyutlarını aşarak yarık ve ayrık noktasına geldiği, sorunun tespitine yönelik zeminsel etkilerin daha ağır bastığı görüldü. Sadece Topkapı Sarayı hazine bölümü değil arşiv ve depo binalarına kadar tüm yamaçta benzer sorunların olduğuna karar verildi. Bu amaçla zemin etüt çalışmaları için öncelikle sondaj ve muayene çukurları açılması kararlaştırıldı. Zeminsel deformasyonların sebep-sonuç ilişkisi irdelenerek zemin güçlendirme metodu belirlenecek.

Yapısal güçlendirme projesi, binadaki ayrılmalara müdahale yöntemlerinin belirlenmesinin akabinde uygun şekilde hayata geçirilecek. Zemin güçlendirme için başlatılan aletsel gözlem ve statik sonuçların değerlendirilmesi 6 aylık bir süreci kapsıyor. Bu süreçte binanın betondan arındırılması, kubbe ve duvarlarındaki fazlalıkların temizlenmesi çalışmalarına devam edilecek.

ÜSTÜ SÜREKLİ ÖRTÜLDÜ
Çalışmalar kapsamında 26 farklı noktada sondaj ve araştırma çukurları vasıtasıyla zemindeki titreşimler kaydedilecek. Aynı şekilde yarıklara çatlak ölçer sensörleri yerleştirilerek veriler toplanacak. Tüm bu verilerin ışığında güçlendirme projesinin yöntemi belirlenerek 2017 sonunda restorasyon tamamlanmış olacak.

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 24.10.2016

AFYONKARAHİSAR'DA 200 YILLIK MEZARLAR GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

Sandıklı İlçesi Çay Mahallesi'ndeki Havai Camisi'nin bahçesinde 200 yıllık mezarlar gün yüzüne çıkarıldı.

Restorasyonuna 2014 yılında başlanan ve bu yıl ramazan ayında ibadete açılan caminin bahçesinde tamamen toprak altında kalan mezarlarda, Havai Cami Yaşatma ve Güzelleştirme Derneği tarafından temizleme çalışması gerçekleştirildi.

Yerel tarih araştırmacısı Hüseyin Hüsrevoğlu tarafından çevirileri yapılan hece taşları, mezar başlarına dikilerek düzenlendi.

Hüsrevoğlu, 1750 yılına ait arşivlerinde, caminin Havai Ahmet Efendi Külliyesi olarak kayıtlı olduğunu söyledi.
Anadolu Ajansı, Haber: Hüseyin Ünlüsoy, 24.10.2016

LOZAN TUTANAKLARI MÜZAYEDEDE SATILDI

Lozan Barış Konferansı görüşmelerinin bazı tutanakları  İstanbul'da düzenlenen müzayedede satıldı.



Librairie de Pera ortağı Uğur Güracar, çok özel bir koleksiyonu satışa  çıkardıklarını ifade ederek bine yakın eserin müzayedede satışa sunulduğunu  anlattı.

Güracar, şöyle devam etti:  ''Birçok antika, nadir Kitap, eski haritalar, fotoğraflar,  kartpostallar, tarihsel belgeseller ve resimleri bugün burada satışa çıkardık.  Bunun yanında 1. Lozan görüşmeleriyle ilgili çok özel bir parçamız var. O  dönemdeki görüşmelerin mazbatalarının bulunduğunu kayıtları da satışa sunduk.  Heyet içerisinde bulunan ilk Maliye Bakanımız HASAN Saka Bey'den bu kayıtlar  bugüne kadar geldi. Bu tutanaklarda Lozan'dan nasıl yırttığımızın koşulları  var.''

Müzayedede tutanaklar ismi açıklanmayan bir kişi tarafından 15 bin  liraya satın alındı.
Milliyet, 23.10.2016

İZİNSİZ TARİHİ ESER ARAYAN 4 KİŞİ YAKALANDI

İzmir'in Torbalı İlçesi'nde, jandarmanın yaptığı operasyonda izinsiz tarihi eser arayan 4 kişi suçüstü yakalandı. Operasyonda yüklü miktarda patlayıcı da ele geçirildi.



İzmir İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü ekipleri, Torbalı'nın Bülbülderesi Mahallesi kırsalında tarihi eser bulmak için izinsiz kaza yapıldığı ihbarı üzerine harekete geçti. Bölgede izinsiz kazı yaptıkları belirlenen Y.C., A.Y., E.U. ve S.Ö. suçüstü yakalandı. Arazide yapılan incelemelerde kazılan çukurlara rastlanırken, suç yerinde çok sayıda patlatma da kullanılmak üzere elle hazırlanmış 13 elektrikli patlayıcı madde düzeneği, 800 gram barut, 2 kazıcı ve delici alet, 1 seyyar Jeneratör, 1 Otomobil, kazma, balyoz, kürek ve benzeri malzeme ele geçirildi. Yakalanan şüpheliler haklarında yasal işlem yapıldıktan sonra serbest bırakıldı.
Milliyet, Haber: Mehmet Candan, 23.10.2016
2400 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Bursa'nın merkez Nilüfer İlçesi'ne bağlı Gölyazı’daki Roma dönemine ait 2400 yıllık mezarlar gün ışığına çıkarılıyor.

Bursa-İzmir yolunda Uluabat Gölü (Apollont) kıyısında bulunan Gölyazı’da her taşın altından tarih fışkırıyor. Nilüfer Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol çerçevesinde yürütülen çalışmalarda, Apollon Krallığı'nın merkezi olarak bilinen Gölyazı’da 2400 yıllık mezarlar gün yüzüne çıkartılıyor. Bu zamana kadar yapılan arkeolojik çalışmalarda antik yollar, doğal kayalardan kesilmiş lahit tekneler, antik surlar gibi birçok eser ortaya çıkarılırken, yeni arkeolojik çalışmalar yeni eserlerin de varlığını ortaya koydu. Gerekli izinlerin alınmasının ardından başlatılan çalışmalarda Gölyazı’nın altında bir tarih yattığı tespit edildi.

"TİCARET VE DİNİ İNANÇLARA AİT BULGULAR ÇIKIYOR"
Nekropol alanında yapılan arkeolojik çalışmalarla binlerce senelik mezarların gün yüzüne çıktığını belirten Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Gölyazı’nın geleceğini yeniden şekillendirmeye devam ettiklerini söyledi. Başkan Bozbey, “Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Nilüfer Belediyesi Tarih Turizm Bürosu koordinasyonu ile gerçekleşen kazılarda tarihi ve kültürel varlıkları ortaya çıkarmanın mutluluğu içerisindeyiz. Tabii ki çok gecikmiş bir proje. Ama yıllardır çabalarımızın meyvesini yeni yeni almaya başladık. 2400 yıllık tarihi birikimi ortaya çıkarmak, bu tarihi birikimi gelecek kuşaklara aktarmak yerel ve merkezi idarenin görevi diye düşünüyoruz. Burada ekipler birçok tarihi eseri gün yüzüne çıkararak geleceğe taşıyor” dedi.

İnce elenip sık dokunan arkeoloji çalışmalarıyla toprağın altından çok farklı eserlerin çıktığını belirten Bozbey, “Buradaki mezarlar dışarıda yapılmış değil, tamamen mevcut kayanın yontulması ve oyulmasıyla oluşturulmuş. Yine mevcut alanda bulunan taşların yontulmasıyla mezar üzerine kapak yapılmış. Aynı mezar üzerine oyularak yazılar yazılmış. Bazılarında cinsiyetiyle ilgili belirleyici ifadeler kullanılmış. Çocuk mezarları ise kerpiçten yapılmış. Kimi mezarlarda ise vefat eden kişinin eline küp verilerek defnedildiği görülüyor. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin’in danışmanlığını yaptığı kazılar sayesinde bu topraklarda 2400 yıl önce yaşayan insanların hayatı, ticaret ve dini inançlarına dair çok önemli bulgular elde ediyoruz” diye konuştu.

KONAKLAMA ÜNİTELERİ AÇILACAK
Yapılan kazı çalışmalarının bulunduğu alanda müze park projelerinin de olduğunu ifade eden Bozbey, bu değerleri gelen turistlere sunmak istediklerini söyledi. Bozbey, “Yapılan çalışmalara engel olan veya süreci uzatan bazı olumsuz olaylar da yaşıyoruz. Biz burada ince eleyip sık dokurken, define avcıları ise buralarda hazine arıyor. Bu alandaki bir kum tanesi bile bizim tarihimiz. Tarihimize zarar verenleri gören veya duyan olursa gerekli yerlere şikayet etmelerini istiyoruz. Halkın bu değerlere sahip çıkmasını sağlamalıyız” dedi.

İlk kazıları antik kente ismini veren Apollon Tapınağı'nın bulunduğu Kız Ada üzerinde gerçekleştirdiklerini söyleyen Başkan Bozbey, “Yoğun bitki örtüsü altında kalan ada, Nilüfer Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü personelince otlardan temizlendi. Şimdi bu alanda çıkan kalıntılar üzerinde net bir çalışma yapmak istiyoruz. Oraya özellikle gezi turları düzenleyerek hem turizmi hem de tarihi canlandırmak istiyoruz. Yeni açılacak konaklama üniteleriyle burası daha cazip olacak” diye konuştu.
Ntv, 23.10.2016

ASSOS'TA HAN KOMPLEKSİ ORTAYA ÇIKARILDI

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Behramkale Köyü'ndeki Assos antik kentinde Prof.Dr. Nurettin Arslan başkanlığında yürütülen bu yılki kazılarda, antik kaynaklarda bahsedilen ancak bugüne kadar izine rastlanamayan Han kompleksi gün yüzüne çıkarıldı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Arslan, en büyük hayalinin Aristoteles'in Assos'taki yaşamına ilişkin yazıt ya da heykel gibi bir kanıt bulmak olduğunu söyledi.



Assos'ta Han kompleksi gün yüzüne çıkarıldı.Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Assos Kazıları Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, Ayvacık Belediye Başkanı Ünal Şahin'in misafiri olarak ilçede bulunan basın mensuplarına antik kenti gezdirip, bu yılki kazılarda İçdaş sponsorluğunda ortaya çıkarılan yeni buluntular hakkında bilgiler verdi. Bu yıl Assos'taki kazıların ağırlıklı olarak kentin iç kesimlerinde yer alan Bizans Çağı denilen dönemin kalıntılarını kapsadığını anlatan Prof.Dr. Arslan, bu Bizans dönemi yapıları içinde kendileri için önemli olan, antik kaynaklarda bilinen, ama şimdiye kadar ortaya çıkarılmamış, Batı Kapısı'nın gerisinde bulunan, insanların konakladığı ve hastaların tedavi edildiği 'Han' yapısı olarak isimlendirilebilecek bir komplekse ait kalıntıları gün yüzüne çıkardıklarını söyledi.

Kazılara 10 yıldır başkanlık yapan Prof.Dr. Nurettin Arslan, ortaya çıkarılan hanın bulunduğu alanda gazetecilere yaptığı açıklamada, "Kompleksin kendine ait fırını, mutfağı, sarnıçları var. Buraya gelenlerin bütün ihtiyacını karşılıyor. Aynı zamanda da gelen insanların ibadetlerini yapması için mescit dediğimiz şapel de burada mevcut. O yüzden antik kaynaklarda, böyle bir yapının sözü ediliyor. Bizans dönemindeki antik kaynaklar han konusunda bilgiler veriyor. Ancak hiçbirisi böyle bir yapıyı tanımlamamış ve arkeolojik kazılarda belirlenmemiş. O yüzden de bizim bulduğumuz yapı, tabi ki doğru tanımlama yaptıysak, eğer yanılmadıysak, bu hanın nasıl olduğunu, nasıl işletildiğini, hangi mekanlardan oluştuğunu, bu mekanların hangi amaçlar için kullanıldığını buluntular sayesinde aydınlatabileceğiz. Örneğin odada birden fazla mermer masanın ele geçmesi burada insanların yemek yediğini gösteriyor. Küçük şapel ise insanların dini ibadetlerini yaptığını gösteriyor. Yine birden fazla sarnıç ve kuyuları var. Mutfak kısmı gibi bölümler var. Bunun dışında da insanların konakladıkları çok sayıda birbirine bağlanmış mekanlardan meydana geliyor. Ama hiçbir arkeolojik kazıda böyle bir yapı tespit edilememiştir. O yüzden, ilk defa Bizans Dönemi'ne ait 'Han' dediğimiz bir yapıyı burada ortaya çıkardığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. İlk örneklerinden bir tanesi" diye konuştu.

DEPREMDE YIKILMIŞ KONUTLAR ORTAYA ÇIKARILDI
Bu yıl yapılan kazılarda, 'Aşağı Agora' olarak adlandırılan bölümde, Bizans Dönemi'nde meydana gelen bir depremde yıkılmış konutları da ortaya çıkardıklarını belirten Prof.Dr. Nurettin Arslan, "Büyük bir ihtimalle bu kentin ileri gelen Bizanslı ailelerinden birinin ikamet ettiği büyük bir yapı kompleksini ortaya çıkardık. Bu konusun en büyük özelliği şüphesiz olasılıkla bir deprem nedeniyle yıkılmış olması. O dönemdeki yaşantının ortaya konması açısından bizim için önemli bir buluntu. Çünkü depremde yıkıldığı için olduğu gibi her şey kalmış. Bu da bize özellikle Bizans dönemindeki konutlarda kullanılan malzemeler ve yaşam şekli hakkında bilgiler vermekte. Bir evde, hangi eşyalar vardı ve neler kullanıldı, bunları çözmek bizim için daha avantajlı" dedi.

Kazı Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, Assos'un sadece arkeolojik kalıntılarla değil, özellikle doğası, denizi ve kültürüyle dikkat çeken ve bir tek modern yapı görünmeyen nadir kentlerden birisi olduğunu ifade ederek, bu doğal yapının da korunmasının önemine dikkat çekti. Antik kentte düzenleme faaliyetlerinin sürdüğünü de belirten Arslan, "Basit onarımlar yapılması gerekiyor. Özellikle geç antik dönemi yapıların onarılması gerekiyor, O yüzden bunların da hemen onarımlarını gerçekleştiriyoruz. İki büyük projemiz var. Biri ören yeri karşılama merkezi projesi. Bakanlık bunu tamamladı, Koruma Kurulundan geçecek. Bu yıl büyük olasılıkla ihale edilecek. Ziyaretçilerin antik kenti daha rahat gezebilmesi için ana caddeleri açığa çıkartmak hedeflerimiz arasında. Antik kentin tiyatrosu ise Anadolu'dakilerden en güzellerinden biri. Restorasyon projesi hazırlandı, şu an Rölöve Müdürlüğü'nde. O da bittiği zaman buranında restorasyonuna başlanacak. Böylelikle tiyatro, bu bölgede sosyal faaliyetler için kullanılan nadir yerlerden biri olacak" diye konuştu.

'ASSOS UNESCO GEÇİCİ LİSTESİNE ALINMALI'
Assos dendiği zaman akıllara Aristoteles'in geldiğini ifade eden Prof.Dr. Arslan konuşmasını şöyle sürdürdü:"Bütün antik kaynaklar onun burada yaşadığı konusunda bilgi veriyor. Aristoteles, 347 yılında gelip, 345'e kadar burada yaşamış. Beraberinde 6 öğrencisi de burada. Bu da bize, O'nun burada dersler verdiğini gösteriyor. Bu yıl Aristoteles'in 1400'üncü ölüm yılı olması nedeniyle Aristo yılı ilan edildi. Assos'un UNESCO Geçici Listesi'ne alınmasını istiyoruz. Başvurumuzu yaptık. Troia'nın tanınırlığı nasıl fazlaysa, burası da tanınacak. Assos, İncil'de geçtiği için tanınan bir kent. İnsanlar kutsal kentler içinde yer aldığı için Assos'u biliyor. İncil'in dışında bir de UNESCO listesinde yer alırsa kentin ziyaretçi sayısı artacak. Ülkemizdeki olumsuz şartlar nedeniyle turizmde bir azalma var. Ama Assos'ta ziyaretçi sayısında tam tersine artma var. Bunun da sebebi bu antik kenti yabancılardan daha çok Türklerin de ziyaret etmesi. Çevre düzenlemesi ve onarımları yapıp, gelen insanların kenti daha iyi algılama ve gezmesine olanak tanırsak ziyaretçi sayısının daha da artacağına inanıyoruz."

HAYALİ ASSOS'DA ARİSTOTELES'E AİT HEYKEL VEYA YAZIT BULMAK
Her arkeologun bir hayali bulunduğunu, kendi hayalinin de önemli bir şahsiyet olan Aristoteles'in Assos Antik Kentinde yaşamına ilişkin yazıt ya da heykel gibi bir kanıt bulmak olduğunu anlatan Arslan, "Böyle bir iz bulursak bizim için mucizevi bir şey olacak. Ama bunun dışında uzun vadeli projelerin bir tanesi restorasyon projeleri. Özellikle, Gimnazyum. Anadolu'nun en iyi korunmuş Hellenistik dönemi Gimnazyumlarından bir tanesi. Büyük bir yapı. Önümüzdeki yıllar tabi ki bu yapıyı ortaya çıkartmak istiyoruz. Burası sadece erkek çocukların 6 yaşından itibaren eğitim gördüğü bir kurum" dedi.

Basın mensuplarına antik kenti gezdirirken, geçen yıl buldukları oyun yerinde Ayvacık Belediye Başkanı Mehmet Ünal Şahin ile üç taş oynayan   Prof.Dr. Nurettin Arslan, "Burada amaç, taşları aynı aksa getirmek. Bunu başaran oyunu kazanıyor. Tabi karanlık çöktüğünde antik kentin kapıları kapanıyor ve kimsenin girmesine izin vermiyor askerler. Sabaha kadar beklemek zorundasınız. Gerek gündüz, gerek akşam insanlar belli zamanlarda burada vakit geçiriyorlar. Genellikle antik kentlerde 'Agora' gibi kamusal alanların yakınlarında bu tür çizimler görünüyor. Daire etrafında birbirini kesen, tekerlek gibi bir motif var. Bu oyun iki kişi ve üç taşla oynanıyor. Romalı askerler bunu deri üzerine de çizip, ceplerinde de taşıyor. Yolda giderken oynuyor. Üç taşla oynanan, bizim bildiğimiz en basit oyunlardan birisi bu" diye konuştu.Ayvacık Belediye Başkanı AKP'li Ünal Şahin ise, Assos antik kentinin bölgenin turist alması için çok önemli olduğunu belirterek, Prof.Dr. Nurettin Arslan başkanlığında yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan yeni buluntuların Ayvacık'ın daha fazla ziyaretçi almasına olanak sağlayacağını söyledi. 
Milliyet, 23.10.2016

İZMİR'DE TARİHİ HAMAM MANAV OLDU

İzmir'in, Tilkilik Semti'nde 1700'lü yılların Osmanlı mimarisi ile yapılmış 1960 yılına kadar faal olarak kullanılan Kıllıoğlu Hacı İbrahim Vakfı Hamamı, manav oldu. Hamamın içinde ve önünde sebze ve meyve tezgahları açıldı.

Basmane'deki Anafartalar Caddesi üzerinde bulunan klasik Osmanlı mimarisi ile moloz taş ve tuğladan yapılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşan Kıllıoğlu Hacı İbrahim Vakfı Hamamı'nın üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülü. İzmir'de 1960 yılına kadar faal olarak kullanılan hamam o yıl geçirdiği yangın sonrası hamam işlevini yitirdi. Yangından sonra restore edilmeyen hamam 2014 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından, odun kömür deposu olarak kullanıldı. Bu kullanım sırasında hamama bir keçinin bağlanması turistlerin ilgi odağı olmuş fotoğrafları çekilmişti.

Boş duran hamam bu kez manava dönüştürüldü. Hamamın kubbesinin altına sebze meyve tezgahları açıldı. Hamam kültürünün çevrede çok yaygın olduğuna dikkat çekenler, amaç dışı kullanım nedeniyle tarihin izlerinin silinmesini istedi.




 
Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 23.10.2016

MOZAİK TARLASINDA 1500 YILLIK SİKKE BULUNDU



Konya'nın Beyşehir İlçesi'nde, geçen yıl tarihi mozaiğin bulunduğu yonca tarlasında yürütülen kazı çalışmalarında bin 500 yıllık sikke bulundu.



Konya Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, ilçeye yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta bulunan Yunuslar Mahallesi'ndeki tarihi mozaiğin bulunduğu yonca tarlasında yürütülen kazı çalışmalarını inceledi. Burada gazetecilere açıklamalarda bulunan Yarar, bölgedeki kazının 2 yıl önce başladığını, ilerleyen aşamalarda da gözle görülür somut bilgilere erişildiğini vurguladı.



Abdüssettar Yarar, Beyşehir'in diğer tarihi ve kültürel değerleriyle birlikte yeni bir değere daha kavuştuğunu belirterek, şöyle konuştu:

     

"Bölgede yaklaşık 5 ve 6'ncı yüzyıllarda bu alanda yaşamın sürdürüldüğünü görmekteyiz. Bu bulgular buna işaret etmektedir. Bölgede 500'lü yılların ortalarına ait bir sikke bulundu."



"Bu coğrafyanın neresine kazma vurursak vuralım, mutlaka altından küçük de olsa bir tarihi eserle karşılaşıyoruz. Şu anda gördüğünüz bu alanın gelecek yıllarda yapılacak olan kazılarla daha ne kadar bir genişliğe kavuşacağını şimdiden öngöremiyoruz."



"Çünkü bu komple bir tesis de olabilir. Gelecek yıllardaki kazılarla bilgilerimizi pekiştireceğini tahmin ediyoruz. İnşallah turizme katma değer sağlaması açısından da önemli bir arter olacağına inanıyorum."


Habertürk, 22.10.2016
YENİ CAMİ'YE 8.4 MİLYONLUK RESTORASYON

351 yıldır Müslümanların ibadetlerine katkıda bulunan Eminönü'ndeki tarihi Yeni Cami'nin 3 yıl sürecek restorasyonu başladı.

Osmanlı padişahı 3. Murad'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle 1597'de temeli atılan Yeni Cami'nin inşası, 1665'te 4. Mehmed'in annesi Hatice Turhan Sultan'ın çabaları ve bağışlarıyla tamamlandı.

Esaslı çalışmalar başladı
Yeşilçam filmlerine, Anadolu'dan gelenlerin İstanbul'a baktığı mekan olarak yansıyan, avlusundan hiç ayrılmayan güvercinleriyle 351 yıldır kentin siluetine katkı sağlayan Yeni Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore ettiriliyor. İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü Mürsel Sarı, geçmişte küçük çaplı onarımlar geçiren caminin, çok esaslı bir restorasyon sürecine girdiğini anlattı. İhalenin tamamlanmasının ardından yer teslimini mart ayı sonu gibi yaptıklarını aktaran Sarı, restorasyon bedelinin 8.4 milyon lira civarında olduğunu söyledi.

İbadeti engellemeyecek
Yeni Cami'nin restorasyon süreci hakkında bilgi veren Sarı, "Caminin kubbe yüksekliğinden de faydalanarak, alt tarafta ibadetin devam edebileceği bir platform kuruyoruz. Cemaatin ibadetini cami içerisinde, restorasyon çalışmalarını engellemeden yapabilmesi için içine demir kutu profilden, 5 metre yükseklikte, ses, toz ve su geçirmez çalışma platformu yapılıyor. Namaz, şimdi avluda kılınıyor. Yaklaşık bir ay içerisinde alt katı tekrar ibadete açmış oluruz" dedi. 

Çinilere tadilat!
Caminin dış mekanlarda dış etkilere maruz kalan taş yüzeylerde kayıplar olduğunu ifade eden Sarı, "Çürütme yöntemiyle bunlar temizlenerek, yerlerine yenileri konulacak. Minarelerde taş kayıpları varsa onlar temizlenecek. Caminin sıva raspaları yapılacak. Burada 16. yüzyıldan kalma çok güzel İznik çinileri var. Tek tek kontrol edilecekler. Pencereler de aslına uygun şekilde yeniden imar edilecek. Ahşap kündekari kepenkler ve kapılar elden geçirilecek" dedi.

Akşam, 22.10.2016

ATATÜRK'ÜN LOKANTASI PANDELİ RESTORAN DA KAPANDI

Türk mutfağının seçkin lezzetlerinin tadılabildiği 1901 yılında Pandeli Çobanoğlu tarafından kurulan 115 yıllık Pandeli Restoran da kapandı. Mısır Çarşısı’nın hemen girişinde yer alan Pandeli’nin 22 yıllık salon şefi Özay Çınar, “Son dönemde yaşanan olaylardan dolayı turist artık gelmiyor ve Mısır Çarşısı’ndaki restorasyon nedeniyle de işler kötü gidiyordu. 3 aydır kapalıyız. Kimse sahip çıkmazsa yakın zamanda da boşaltılacak” diyor.

Güçlendirme yapılırken çinilerden birinin zarar gördüğünü söyleyen Çınar, “Eşyalar olduğu gibi duruyor ama sahipleri yaşlandı artık ilgilenemiyorlar. Yani aslında Pandeli sahipsiz kaldı” dedi. Pandeli 115 yıllık tarih yolculuğunda birçok ünlü ismi ağırlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk Kolağası olduğu zamanlarda en çok Pandeli’ye gelirmiş. En sevdiği lokantaymış. Celal Bayar, Kraliçe II.Elizabeth, İspanya Kralı Juan Carlos ve Kraliçe Sofia, Robert McNamara, Robert De Niro, Tony Curtis gibi isimler de Pandeli’ye gelenler arasında. Hatta Pandeli’ye gidenler bilir. Duvarlarında Audrey Hepburn’ün fotoğrafları da bulunuyor. Son olarak tarihçi-yazar Saffet Emre Tonguç da Madaleine Albright ve Robert Redford’u öğle yemeği için Pandeli’ye götürmüştü.

Saffet Emre Tonguç çarşıda şu an 300 dükkanın kapandığını söyleyerek ekliyor: “Pandeli’ye sahip çıkmamız gerek. Bu rakam yılbaşında 600’ü bulacak. Kapananlar arasında Cambaz, Abdullah gibi mekanlar da var. Nuruosmaniye üzerindeki dükkanlar hep kapandı. Tarihimiz için büyük kayıp. Sahip çıkmalıyız.” Son dönemde Kaymakçı Pando, Libreira Pera Kitapçısı, Kelebek Korse gibi tarihi mekanlar da kapananlar arasında yerini almıştı.
Habertürk, 22.10.2016

HAZİNE ARARKEN MAĞARADA MAHSUR KALDILAR

Mardin’de boş bir arazide bulunan mağarada hazine arayan 3 arkadaş mahsur kaldı. 3 kişiyi kurtarmak için Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve itfaiye ekipleri seferber oldu.

Edinilen bilgiye göre, İlhan A., Süleyman K. ve Behçet A. altın aramak için bir mağaraya indi. İpleri çevrede kayalıklara dolayarak mağaraya inen İlhan A., ipin kopması sonucu 35 metre derinlikte bulunan mağaraya düştü. Arkadaşlarını kurtarmaya giden Süleyman K. ve Behçet A. da mağarada mahsur kaldı. Saatlerce mağaradan çıkmak için çabalayan 3 arkadaş çıkamayınca telefonla jandarmaya haber verdi. Olay yerine giden jandarma ekipleri yer altında bulunan mağarada mahsur kalan 3 arkadaşa ulaştı. Olay yerine çağrılan AFAD ve itfaiye ekipleri mağarada mahsur kalan ve yaralanan İlhan A.’nın sedye ile çıkardı. Daha sonra arkadaşlarını kurtarmak için mağaraya inen, Süleyman K. ve Behçet A. ise AFAD ekipleri tarafından çıkarıldı. Durumu ağır olan İlhan A. sedye ile ambulansa taşınarak Mardin Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Diğer 2 kişi ise ayakta tedavi edildi.

Kurtarma operasyonuna katılan itfaiye personeli Davut Aslan, itfaiye komuta merkezine gelen ihbar üzerine olay yerine geldiklerini söyledi. Olay yerinde bulunan mağarada yaklaşık 35 metre derinliğe inerek 3 kişiyi kurtardıklarını belirten Aslan, “İlk önce ağır yaralı olan İlhan A.’yı kurtardık. Ardından diğer 2 kişiyi de halatlarla yukarı çıkardık. Yaralı olan hastaneye sevk ettik“ dedi.

Olayla ilgili jandarma ekipleri tarafından soruşturma başlatıldı.
Milliyet, 21.10.2016

HİTİT KRALLIĞI HATTUŞA'DA HAYAT BULACAK

Doğal, tarihi ve kültürel güzellikleriyle Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden biri olan Çorum, Anadolu'nun ilk medeniyetlerinden Hatti ve Hititlerin kültürel mirasına ev sahipliği yapıyor. 

"Tarihi Milli Park" ilan edilen Boğazkale İlçesi'ndeki Hititlerin başkenti Hattuşa, antik şehri çevreleyen 6 kilometrelik surları, anıtsal kapıları, 71 metre uzunluğundaki yeraltı geçidi, Büyükkale'deki sarayı, bugüne kadar açığa çıkarılan 31 tapınağı, kentin kuzeydoğusundaki Büyükkaya sırtlarında açığa çıkarılan çok büyük boyuttaki buğday siloları ve Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı ile görülmeye değer mekanlar arasında yer alıyor.

Ören yerindeki bazı yapı ve mimari toplulukların kusursuz biçimde korunması nedeniyle UNESCO tarafından 28 Kasım 1986'da "Dünya Mirası Listesi"ne, bilinen en eski Hint-Avrupalı dili temsil eden çivi yazılı tablet arşivleri de 2001 yılında UNESCO tarafından "Dünya Belleği Listesi"ne alınan Hattuşa'nın tanıtılması ve turist sayısının arttırılması amacıyla Boğazkale Kaymakamlığı tarafından çeşitli çalışmalar yürütülüyor.

İlçe merkezine "Hitit köyü" inşa edilecek
Kaymakam Osman Aydoğan, AA muhabirine, Hattuşa'nın UNESCO'nun "Dünya Mirası Listesi"ne dahil edilmesinin 30'uncu yılı dolayısıyla çeşitli proje ve etkinlikler düzenlediklerini söyledi.

Hattuşa'nın tanıtılması ve gelen turist sayısının artırılması amacıyla geçen yıl bir çalıştay düzenlediklerini belirten Aydoğan, ilçeye inşa etmek istedikleri Hitit köyü projesinin çalıştaya katılan akademisyenler ile kültür ve turizm alanında çalışmalar yürüten yetkililerce çok beğenildiğine dikkati çekti.

İlçe merkezindeki 7 dönüm arazide kurulacak Hitit köyü projesinin Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı (OKA) tarafından da desteklendiğini bildiren Aydoğan, proje kapsamında 1 milyon liranın üzerinde yatırım gerçekleştirileceğini dile getirdi. 

3 bin 500 yıl önceki yaşantı canlandırılacak
Hitit köyü ile Hititlerin 3 bin 500 yıl önceki günlük yaşantısının canlandırılacağını vurgulayan Aydoğan, "Antik kentimiz 3 bin 500 yıllık olduğu için genelde eserlerimiz temel seviyesinde. Biz de o günün şartlarını canlandırmak ve turistlerimizi burada bir gece misafir etmek için Hitit mimarisi ile büyük bir Hitit köyü tasarladık. Aynı Hititler dönemindeki gibi tabanı taş, üzeri kerpiçten olan, Aslanlı Kapı'dan girilen, avlusu bulunan, içerisinde birçok dükkanı barındıran, o günkü kral ve taht odası, hapishanesi, ekmek fırını, demir atölyesi bulunan bir yapı inşa edeceğiz." dedi.

Proje kapsamında hediyelik satışların yapılacağı dükkanlar, seyir terası ve kafeterya da bulunacağına işaret eden Aydoğan, "Amacımız ziyaretçilere 3 bin 500 yıl önce Hititlerin nasıl yaşadığını göstermek. Tanıtım materyalleriyle 1 milyon liranın üzerinde yatırım yapılacak bir proje. Bunun şu anda Türkiye'de yapılmış bir örneği yok. İlk defa Hitit tapınak mimarisiyle bir Hitit köyü inşa edilmiş olacak. Diğer projelerimiz içerisinde bizim için en prestijli olanı Hitit köyüdür." diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Gazi Nogay, 21.10.2016

KİBELE HEYKELİ MÜZEYE TAŞINDI

Ordu’nun Kurul Kalesi’ndeki arkeolojik kazılarda bulunan yaklaşık 2 bin 100 yıllık ana tanrıça Kibele Heykeli Kültür Varlıkları ve Müze Genel Müdürlüğü’nden gelen ekiple Ordu Müzesine taşındı.

  

İstanbul’dan gelen 5 kişilik ekibin yaklaşık 3 saatlik çalışma sonrası yerinden alınan heykel, özel kutularda Ordu Müzesine götürüldü. Kazının başkanlığını yapan Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz’ı makamında ziyaret ederek, bu yıl Kurul Kalesi’nde yürütülen kazı çalışmaları ve heykel hakkında bilgi verdi.

Ziyarette gazetecilere açıklamalarda bulunan Şenyurt, bu yıl ki kazı çalışmalarının dün itibariyle sona erdiğini söyledi. Bu yıl ki kazılar esnasında bulunan heykelin yerinden alınarak özel bir ekiple Ordu müzesine taşındığını ifade eden Şenyurt, "Eylül ayında bulunan bu heykel yaklaşık 45 gün boyunca kazı alanında kaldı. 45 günün ardından ana tanrıça Kibele Heykeli güvenli şekilde müzeye taşındı. Yaklaşık 5-6 aylık bir sürecin ardından heykelin restorasyon ve konservasyonu tamamlanacak" dedi.

Heykelin ilerleyen süreçte müzede sergileneceği bilgisini veren Şenyurt, kazı çalışmalarının gelecek yaz ayından itibaren devam edeceğini sözlerine ekledi.

KURUL’A 1 MİLYON TL ÖDENEK
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz da Kurul Kalesi kazı çalışmalarına, belediye olarak, bir milyon lira ödenek ayırdıklarını söyledi. Yılmaz, şunları kaydetti:

"Önümüzdeki yıllarda desteğimiz devam edecek. Ayrıca, Kurul Kalesi’nde bulunan, tahtta oturan 2 bin 100 yıllık Kibele Heykeli, bu yılın en önemli tarihi buluntuları arasında yer aldı. Heykel özel bir ekiple Ordu Müzesine taşındı. Heykelin restorasyon ve konservasyonu tamamlandıktan sonra vatandaşlarımızın ziyaretine açılacak. Kibele Heykeli’nin bulunmasının ardından tarihi Kurul Kalesi’ni 45 günde, yaklaşık 20 bin kişi de ziyaret etti. Bu da turizm açısından çok önemli. Kalede bu yılın çalışmaları, dün itibariyle tamamlandı. Gelecek yıl mayıs ayından itibaren saklı tarih gün yüzüne çıkmaya devam edecek."
Milliyet, 21.10.2016

DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK TABLOSU FİLİSTİN'DE AÇILDI

Filistin’in Eriha kentinde Emevi Halifesi Hişam Bin Abdülmelik’in yaptırdığı ve sarayın zemininde yer alan "Hayat Ağacı" adı verilen 827 metrekarelik dev mozaik tablo turizme kazandırıldı.



Filistin Turizm Bakanı Rula Muayiah, tablonun 827 metrekarelik yapısıyla Ortadoğu’nun hatta belki de dünyanın en büyük birleşik mozaik tablosu sayıldığına dikkati çekti.

Tablonun yaşının 1400 yıl öncesine uzandığını aktaran Bakan Muayiah, "Tablo çok güzel tasarlanmış hassas ve geometrik desenlerle bezenmiş 38 birleşik parçadan oluşuyor. Yaklaşık 21 farklı rengi içinde barındıran güzel bir renk cümbüşü oluşturuyor." ifadelerini kullandı.

Geçen yüzyılın başında keşfedilen mozaik tablo, 2010 yılına kadar üstü kumla örtülü bir şekilde muhafaza ediliyordu. Yakın bir zamanda restorasyonuna başlanan tablo, yapılan törenle turistlerin ziyaretine açıldı.



Hişam Sarayı’nın banyosunun zemininde yer alan tablo, “Hayat Ağacı” olarak isimlendiriliyor. Tabloda, bir ağacın etrafında bulunan üç ceylandan biri, aslan tarafından avlanırken diğer ikisinin huzurlu şekilde hayatına devam ettiğini anlatan bir tasvir yer alıyor. Mozaikteki bu tasvirin savaş ve barışı anlattığı söyleniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Eshat Fırat, 20.10.2016
BİR RESTORASYON ŞOKU DA KANADA'DAN

Kanada'da bir Katolik kilisesinin dışında bulunan Meryem Ana ve bebek İsa heykelinde, İsa'nın kopan başınaın pişmiş kilden yeniden yapımı tartışmalara neden oldu. 

Ste Anne des Pins Katolik Kilisesi'nde 10 yıldır bulunan heykel, birkaç yıl önce saldırıya uğramıştı. Onarılan heykel, 1 yıl önce tekrar hedef oldu, bu kez İsa'nın başı koparıldı.

Aylarca başsız olarak duran heykel için, kilisenin rahibi Gerard Lajeunesse belediyeye talepte bulundu. Ismarlanan heykelin maliyetinin 7,500 dolar olacağı belirtildi.

Aynı dönemde Heather Wise isminde bir sanatçı kilisenin kapısını çaldı ve heykeli onarabileceğini söyledi.

"Çok üzgün olduğunu ve heykeli onarmak istediğini" söyleyen Wise, üniversitede heykel eğitimi almış ancak daha önce hiç taşla çalışmamıştı. Yine de yardım etmek isteyen Wise, "Rahibin kapısını çaldım ve bunu birlikte yapmaya karar verdik" dedi.

Turuncu kille saatlerce çalışan Wise, "Kariyerimin başlangıcında İsa heykeli yapmak benim için bir onur" ifadelerini kullandı. Heykelin yeni başı, 2 hafta önce eklendi. Ancak tepkiler; acı, hayal kırıklığı ve şaşkınlık oldu. 

Rahip Lajeunesse büyük bir şaşkınlık yaşadığını, renk farkına inanamadığını söylerken, ilahiyat eğitimini bunun için almadığını belirtti. Heykelin yeni başı yağmurda hızla erirken, Rahip; "Bu bir başlangıç, umarım daha iyisi olacak, o tüm kalbiyle iyi bir şey yapmak istedi" dedi. 

MAGGIE SIMPSON'A BENZEDİ
Heykelin başı, sosyal medyada Amerikan animasyon televizyon dizisi Simpsonlar'ın karakteri Maggie Simpson'a benzetildi.

Bir sosyal medya kullanıcısı "Meryem'in gözlerini neden kapattığına şaşmamak gerek" derken, İsa'nın neye benzediği bilinmediğinden yapılan heykelin büyük bir sorun olmadığı belirtiliyor.

2012'de İspanya'da da120 yıllık bir İsa peygamber tablosu, 80 yaşında amatör bir kadın tarafından yapılan restorasyon çalışması sonrası tanınmaz hale gelmişti.
Sol Haber, 20.10.2016

1800 YILLIK DİLEK GÜNYÜZÜNE ÇIKTI



Mersin’in Erdemli İlçesi'ndeki Elause Sebaste antik kentindeki kazı çalışmalarında 1800 yıllık hamamın girişinde yapıyı inşa ettiren Demetratianas ve Anatolianas adlı kadınların sağlık dileklerinin yer aldığı bir yazıt bulundu.

Elause Sebaste antik kentinde 22. dönem kazı çalışmaları tamamlandı. Roma La Sapienza Üniversitesi’nden Annalisa Polosa’nın başkanlığını yaptığı bu yılki kazı çalışmalarında M.S. 2. yüzyıla ait 1800 yıllık küçük hamam tamamen gün yüzüne çıkarılırken, hamamın detayları da ortaya çıktı. Kalorifer sistemli hamamı yaptırdığı anlaşılan Demetratianas ve Anatolianas’ın hamam girişine yıkanmaya gelenlere sağlık dileklerini belirten bir yazıt koydurdukları da belirlendi.



YIKANMAYA GELENLERE SAĞLIK DİLEĞİ
Hamamı yaptırdığı anlaşılan Demetratianas ve Anatolianas adlı kadınların hamam girişine yıkanmaya gelenlere sağlık dileklerini belirttikleri bir yazıtın bulunduğunu da ifade eden Oral, "Çalışmamız bu sene bu yapı üzerinde yoğunlaştı. Bundaki amacımız hem kazısını tamamlayıp yapıyı tam olarak anlayabilmek, hem de restorasyonunu gerçekleştirmekti. Restorasyon büyük ölçüde tamamlandı, önümüzdeki yıl da devam edeceğiz. Her yıl yaptığımız gibi kazısını tamamladığımız alanları koruma amaçlı olarak tel örgüyle çeviriyoruz" diye konuştu.

Elause Sebaste antik kentinde bu yıl 15 uzman ve 20 işçiyle gerçekleştirilen kazı çalışması 2 ay sürdü.
Cumhuriyet, 20.10.2016
AVRUPA'NIN ÇİFTÇİLİK HAYATININ TEMELİ TÜRKİYE'DE ATILMIŞ

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan başkanlığında, Pınar Mahallesi Asilbeyli Köyü yolu üzerinde gerçekleştirilen kazılarda, Avrupa'nın ilk çiftçilik hayatının Kırklareli'de geliştiğine ilişkin önemli bilgilere ulaşıldı. 

Kazı çalışmalarının 24 yıldır kesintisiz bir şekilde sürdürüldüğünü belirten Prof.Dr. Özdoğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aşağıpınar arkeolojik kazılarının bilim dünyası açısından son derece önemli olduğunu söyledi.

Kazı çalışmalarında Anadolu'da gelişen ilk tarımın bölgeye gelişini ve Avrupa'nın ilk çiftçilik hayatının temellerinin atılmasını gün yüzüne çıkardıklarını vurgulayan Özdoğan, bölgedeki ilk tarım ve hayvancılığı incelediklerini kaydetti.

"İlk tarım hayatının Anadolu'dan geldiğini biliyoruz"
İlk yerleşimi anlamaya çalıştıklarını aktaran Özdoğan, şunları kaydetti: "Elimizdeki verilerde, buradaki ilk yerleşim Milattan Önce 6 bin 200'lü yıllar civarı. Yani günümüzden 8 bin 200 yıl evveli. İlk tarım hayatının buraya Anadolu'dan geldiğini biliyoruz. Anadolu'dan buraya evcil koyun, keçi, domuz ve sığırı da beraberinde getiriyorlar. Buğday ve mercimeği de yanlarında getirdiklerini gördük. Getirdikleri buğday ve mercimeğin tarımını yaparken, evcil hayvanları da yetiştiriyorlar. Kısa bir süre sonra domuz, ala geyik ve karaca gibi hayvanları avlayarak beslendiklerini gördük. Anadolu'da başlayan tarımın, Kırklareli'nde temelleri atılan ilk çiftçiliğin Avrupa'ya hızla yayıldığını tespit ettik. Tarımın, Aşağıpınar'a gelerek Avrupa'nın ilk çiftçi yaşamının burada geliştiğini görüyoruz. İngiltere'ye, İskandinavya'ya kadar giden çiftçi yaşamının, burada oluşum sürecini aşama aşama görüyoruz."

Prof.Dr. Özdoğan, Anadolu'nun Avrupa kültürüne çok şey kattığını aktararak, Anadolu ile Avrupa'nın temas noktasının Aşağıpınar olduğuna işaret etti.

İlk çiftçilik hayatını gün yüzüne çıkarmanın mutluluğunu yaşadığını aktaran Özdoğan, buraya yerleşen ilk insanların geniş doğa, avlanma ve elverişli tarım nedeniyle mutlu olduklarını ve hiç bir savunma tertibatının bulunmadığını gördüklerini vurguladı.
Anadolu Ajansı, Haber: Özgün Tiran, 20.10.2016

138 YILLIK MEZAR TAŞINDA 'ET, DOMATES' FİYATI

Konak İlçesi'nde bulunan 138 yıllık bir mezar taşında o döneme ait domates, et fiyatları yazıyor, pahalılık nedeniyle mezar sahibinin hayatını bamya yiyerek geçirdiği anlatılıyor.

Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ertan Daş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Konak'taki Aliağa Camisi'nin bahçesinde bulunan hazirede (mezarlık) araştırma yaptıklarını belirtti.

Dönemin vali, üst rütbeli asker gibi bazı önemli isimlerin mezarlarının da yer aldığı haziredeki bir mezar taşını çok ilginç bulduklarını kaydeden Daş, bu mezartaşının da bir hafızın kızına ait olduğunu anlattı.

Henüz 30 yaşına girmeden vefat eden kadının mermerden mezar taşındaki Arapça yazıları günümüz Türkçesine çeviren Daş, mezar taşında, "On para domat, altmış para lahm (et), bir ekmek, yirmi kömür ve bamya idi aşım on üç sal (yıl, sene), bu hal-i yevmiye tamam şükür/ İdub dört evlat ile müdam Urlalı Mustafa Efendi-i brahm/ Tahammül idup sabr ile büküldü belim ayağım baş parmağımda/ Mercimek danesi şişim ömr vefa etmedi otuz yaşım..." yazdığını vurguladı.

Etin fiyatı domatesin fiyatının 6 katı
Mezar taşının ait olduğu dönemde domatesin, etin okka ile satıldığını, yer alan fiyatlara göre bir okka etin altı okka domatese eşit olduğuna işaret edildiğini aktaran Ertan Daş, şöyle devam etti:

"Aliağa Camisi'ndeki bu mezar taşı iki yönden önemli, ilki gıda fiyatları veriliyor. Bütün bu fiyatların ardından hayatını bamya ile geçirdiği yazıyor. Bamya o gün bahçelerde yetişiyor. Devamlı bamya ile beslendiğine göre yoksulluktan da şikayet ediyor. Cemile Hanım'ın eşinden çektikleri de ikinci önemli konu. Eşinin ne kadar merhametsiz biri olduğunu söylüyor. Kocasından şikayet ediyor, dört çocuk vermiş ama eşinden çok çekmiş. Kadınların 135 yıl önce yaşadıklarına da ışık tutuyor."
Anadolu Ajansı, Haber: Efsun Yılmaz, 20.10.2016

KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN HAZİNE: SARUHAN KALESİ

Saruhan Kalesi, asırlardır savaşların ve zor zamanların etkisiyle bakımsız kalsa da ulaşılması güç bir tepe üzerinde yer yer ilk günkü orijinal hali ve ihtişamıyla binlerce yıldır hala ayakta.

Bayburt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Süleyman Çiğdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentin tarihi ve kültürel varlıkları alanında 2007 yılından itibaren çalışma yürüttüklerini söyledi.

Bu çalışmalar neticesinde çok önemli tarihi eserlere ve kültürel varlıklara tanıklık ettiklerini belirten Çiğdem, "Saruhan Kalesi de Bayburt Kalesi'nden sonra bizim karşımıza çıkan en önemli kalelerden bir tanesi. Kale Bayburt'a yaklaşık 35 kilometre güneybatıda, Saruhan Köyünün 2 kilometre batısında yer alıyor" dedi.

"Kalenin Erken Demir Çağ'dan itibaren kurulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz"

  

Çiğdem, kalenin günümüzde mimaride yansıttığı bulgular açısından önemli olduğuna dikkat çekerek, "Zira kalenin en erken ne zamandan itibaren yapıldığına dair herhangi bir yazılı belge bulunmamakta. Yani bu sadece erken dönemi değil sonraki dönemler içinde geçerli olan bir olgu. Ama mimari açıdan incelediğimiz zaman kalenin Erken Demir Çağ'dan itibaren kullanıma başladığını görüyoruz. Bunu kanıtlayan çok güzel örnekler de var. Dönemin özellikleri içerisinde yapılan kaleler büyük taş bloklarla ve harçsız yapılıyor" diye konuştu.



Saruhan Kalesi'nde erken demir çağa tarihlendirilecek yapıyı müşahade ettiklerini anlatan Çiğdem, "Örneğin bu taş bloklar o kadar büyük ki 4 metreye yaklaşan uzunluklar, yaklaşık 1 metre yüksekliğinde taş bloklar var. Yani zeminden 170 metre yükseklikte bulunuyor kale. Bu taş blokları buralara kadar çıkarılmış ve orada işlenmesi muazzam bir şey. Dolayısıyla biz kalenin Erken Demir Çağ'dan itibaren kurulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz" değerlendirmesini yaptı.
Anadolu Ajansı, Haber: Abdulkadir Nişancı, 19.10.2016



16 - 22 Ekim 2016
I. BAYEZİD'İN PORTRESİ 700 BİN LİRAYA SATILDI

Londra’da ünlü Sotheby’s müzayede evinde düzenlenen “İslam Sanatları Dünyası” mezatında Yıldırım Bayezid’in 1580’de yapıldığı sanılan portresi 185 bin sterline (700 bin TL) alıcı buldu

İngiltere'nin başkenti Londra'nın önde gelen müzayede evi Sotheby's'de önceki gün "İslam Sanatları Dünyası" isimli mezat düzenlendi. Kuran-ı Kerim sayfaları, hat yazıları, portreler ve işlemeli çinilerden oluşan birbirinden değerli 235 parçalık koleksiyon sanatseverlerden büyük ilgi gördü.

4. Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid'ın portresi 185 bin sterline (yaklaşık 700 bin lira) alıcı buldu. Ressamı bilinmeyen Verona ekolünün etkilerinin görüldüğü resmin 1580'de yapıldığı sanılıyor.
Portrede Yıldırım Bayezid omzunun üzerinden arkaya bakar halde, büyük sarık ve işlemeli kaftanıyla resmediliyor. Paolo Caliari adlı İtalyan tarihçinin tasvirinden etkilenilerek yapılan tablo 150 bin sterlinden (546 bin lira) satışa çıkmıştı.

Müzayedede satışa sunulan en önemli eserler arasında yer alan Süleyman el Üsküdari'nin yazdığı Kuran-ı Kerim 197 bin sterlinden (yaklaşık 750 bin lira) alıcı bulurken, 19. Osmanlı padişahı 4. Mehmed'in, Fransa Kralı 14. Louis'ye yolladığı ferman oldukça dikkat çekti. Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki iyi niyet ve dostluk mesajı içeren ferman 40 bin sterlinden (yaklaşık 130 bin lira) satışa çıkarıldı ve 173 bin sterline (yaklaşık 650 bin lira) satıldı.
Müzayedenin en pahalı eseri 473 bin sterline (yaklaşık 1.7 milyon lira) satılan Sadi Şirazi'nin 511 sayfadan oluşan külliyatı oldu.

336 parçanın satışa çıkarıldığı müzayedede toplam 4.6 milyon sterlin değerinde (yaklaşık 17 milyon TL) satış yapıldı.
Sabah, 21.10.2016

ARTIK 4 MİNARESİNDEN 5 VAKİT EZAN SESİ YÜKSELİYOR

Ayasofya Müzesi'nin ibadete açık bölümü Hünkar Kasrı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı.

Sanat ve mimarlık tarihi bakımından dünyanın en önde gelen yapılarından biri olan Ayasofya, 916 yıl kilise, 482 yıl cami olarak hizmet verdi. Bakanlar Kurulu'nun kararıyla 1935'te müze olarak kapılarını ziyarete açan Ayasofya'nın imam kadrosu ise korundu.

İbadete 1991'de açılan Ayasofya Müzesi Hünkar Kasrı'nda öğle ve ikindi namazları kılınırken, bu vakitlerin ezanları da Sultanahmet Camisi ile karşılıklı okundu.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, uzun yıllardan sonra ilk kez Hünkar Kasrı'na kurra hafız Önder Soy'u asaleten imam olarak atamasıyla Ayasofya'nın dört minaresinden 5 vakit ezan sesi yükselirken, vakit namazları da kılınmaya başlandı.

Fatih Müftüsü İrfan Üstündağ, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hünkar Kasrı'nın 5 vakit ibadete açık olduğunu belirterek, imam Önder Soy'un görevlendirilmesiyle cemaat sayısının da arttığını vurguladı. Üstündağ, Kurban Bayramı'nda uzun yıllardan sonra ilk kez bayram namazı da kılındığını hatırlattı.

Hünkar Kasrı'nda 5 vakit okunan ezanın Ayasofya Müzesi'nin 4 minaresinden duyulduğunu anlatan Üstündağ, öğle ve ikindi ezanlarının ise Sultanahmet Camisi ile çift ezan şeklinde okunduğunu, bunun yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çektiğini, hatta kayda bile alındığını dile getirdi.

İrfan Üstündağ, cemaat sayısı arttıkça burada kandil veya mevlit programlarının da yapılabileceğini aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Arzumuz, kardeşlerimizin burayı gelip görmeleri, namazlarını kılmaları, cemaatin çoğalması. Vakit namazlarında cemaate uyarak namaz kılan kişi sayısı yaklaşık 100, cuma namazlarında bu sayı 300'ü buluyor. Topkapı Sarayı'nın girişinde, işlek bir yerde olması sebebiyle vakit aralarında da çok sayıda kardeşimiz namaz kılıyor. Hatta yabancı turistlerin de sık sık ziyaret ettiklerini görüyoruz."

Şu anda ibadete açık olan Hünkar Kasrı'nın, Ayasofya'nın asıl mekanı değil, 1. Mahmud döneminde yapılmış bir bölüm olduğunu belirten Üstündağ, "Padişahlar buraya gelir, istirahatini yapar, abdestini alır ve camiye geçerlermiş. Osmanlı'nın yaptırdığı Hünkar Kasrı'nda şu anda biz ibadet ediyoruz." dedi.

"AYASOFYA İMAMLIĞI, ÇOK MANEVİ BİR KAVRAM"
Ayasofya Müzesi bünyesindeki Hünkar Kasrı'na imam olarak görevlendirilen Kurra Hafız Önder Soy, Ayasofya imamlığının çok manevi bir kavram olduğunu dile getirerek, "Ayasofya imamlığına layık değiliz ama Rabbim böyle buyurmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı bu şekilde uygun görmüş. Rabbim bizleri mahcup eylemesin." dedi.

Soy, Ayasofya'nın bir sembol olduğunu vurgulayarak, duygularını, "Göreve başladıktan sonra bazı dostlarım ve yakınlarım 'Hocam artık seni şu veya bu camide göreceğiz inşallah' dedi. Ben de şunu söyledim; 'Bu benim için zirve. Siz dualarınızı benim buraya muvaffak olabilmem için ediniz.' Hedefimde herhangi bir cami yok. Bir imam olarak Ayasofya benim hedefimin daha ötesinde bir yerdi. Diyanet İşleri Başkanlığı bizi atadı, imamlık mesleğini icra etmeye çalışacağım. Burası, kişisel olarak hedefimin zirvesi." sözleriyle aktardı.

"BURADA EZAN OKUMAK ÇOK BÜYÜK BİR ŞEREF"
Göreve başladığında Hünkar Kasrı'nda yalnızca öğle ve ikindi namazlarının eda edildiğini aktaran Soy, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Cemaatin bulunmaması ve meskun mahal olmaması nedeniyle cemaatin gelmeyeceği düşüncesiyle Hünkar Kasrı ibadete açılmamış. Göreve geldiğimde Hünkar Kasrı, 5 vakit ibadete açıldı. Hiç cemaat gelmese bile, burada ezan okumak, caminin açık kalması benim için çok büyük bir şeref. Göreve başladığımda; 'Ya Rabbi insanların ayaklarını buraya kolaylaştır.' dedim. İlk hafta gelen giden olmadı ama ikinci haftadan sonra akşam ve yatsı namazlarına insanlar gelmeye başladı. Sabah namazlarında buluşan topluluklar var. Onlar da pazar sabahları geliyorlar Hünkar Kasrı'na. Yasin-i Şerif okuyoruz, hatim duaları yapıyoruz memleketimiz ve istiklalimiz için, şehitlerimizi anmaya çalışıyoruz."

Hünkar Kasrı'nın cuma namazlarında dolduğunu, özellikle üç hafta üst üste yoğun cemaat ilgisiyle karşılaştıklarını aktaran Soy, "Gidiş çok güzel. Acaba burası yeterli olmazsa, namazlarımızı nerede kılacağız diye düşünüyorum." dedi.

YILLAR SONRA İLK KEZ BAYRAM NAMAZI KILDIRDI
Daha önce Çemberlitaş'taki bir camide görev yaptığını anlatan Soy, orada yıllardır bir arada olduğu cemaati de Hünkar Kasrı'na davet ettiğini söyledi.

Çemberlitaş ile Sultanahmet arası, kısa bir mesafe olmasına rağmen oradaki esnafın Hünkar Kasrı'nın 1991'de ibadete açıldığını bilmediğini ifade eden Soy, sosyal medyada iletişim kurduğu insanların ve Hünkar Kasrı'na gelmeye başlayan cemaatin de bunu yeni duyduğunu hatta "Ayasofya'da ibadet ediliyor mu?" sorularıyla karşılaştığını aktardı.

Hünkar Kasrı'nda 83 yıl sonra ilk kez geçen Kurban Bayramı'nda bayram namazı kılındığını belirten Soy, "Hünkar Kasrı'nda uzun yıllardan sonra ilk kez bayram namazı kılınacağını sosyal medya aracılığıyla duyurdum. Hatta yoklama yapacağım, Kiramen Katibin melekleri içeri girenleri not alacak esprileriyle vatandaşlarımızı davet ettim. Kurban Bayramı sebebiyle istediğimiz rakamı tutturamadık ama 100 kişilik bir cemaatle 83 yıl sonra ilk kez bayram namazı kılındı." bilgisini verdi.

İmam Önder Soy, bu şekilde devam ederse Ayasofya'nın ibadete açılan kısmının gittikçe gelişeceğini anlatarak, "Geçen gün bir internet sitesine, 'Ayasofya'da ne zaman ezan okunacak?' diye yazıldığını gördüm. Ben de Ayasofya'da dört minareden ezan okunduğunu anlattım. Camimizi vakit namazlarında açıyoruz, müezzinimiz var. Sultanahmet Camisi ile öğle ve ikindi vakitlerinde karşılıklı ezanlar icra ediliyor. Camimizin temizliği düzenli olarak yapılıyor." diye konuştu.

"TANITIM ÖNEMLİ"
Hünkar Kasrı'na zaman zaman Avrupalı turistlerin de geldiğini ama en çok ilgiyi Arap turistlerin gösterdiğini belirten Soy, yaşadığı ilginç bir anıyı şöyle anlattı:

"İstanbul'a ziyaret için gelen Suudi Arabistan Kralı'nın oğlu prens, okuduğum ezandan etkilendiğini söyleyerek, benimle tanışmak istediğini söyledi. Kendisiyle görüştük, sohbet ettik. Okuduğum ezanı annesine de dinlettirmiş. Güzel bir dostluk kurduk kendisiyle.

Ayrıca Arap dünyasının ileri gelenleri, alimler, siyasiler, iş adamları da Hünkar Kasrı'na geliyor. Cemaat sayısının artması için ilk önce Ayasofya'nın ibadete açılan kısmının medyada tanıtılması lazım. Örneğin kasrın girişine, daha aydınlatıcı olması adına bir tabela konulması gerekiyor."

Erzincanlı olan Önder Soy, imamlık mesleğinin dışında farklı alanlarda birçok faaliyetle de ilgileniyor. 

Kıraat eğitimini tamamladıktan sonra Kurra Hafızlık unvanını aldığını, uzun yıllar mersiye geleneğini İstanbul ağzıyla okuyan son temsilci Celal Yılmaz'ın yanında meşkler yaptığını ve musiki bilgisine sahip olduğunu anlatan Soy, Yılmaz'ın, imamlığına önemli katkılar sağladığını dile getirdi.

Uzun yıllar aktarlıkla uğraştığını ve bu süreçte şifalı otlarla ilgili araştırmalar yaptığını belirten Soy, aynı zamanda 10 yaşından beri karatenin farklı branşlarıyla profesyonel olarak ilgilendiğini söyledi.

Soy, Farsça, Osmanlıca ve Arapça dil kurslarına devam ettiğini belirterek, hat sanatıyla ilgili çalışmalarını da 2002'den beri sürdürdüğünü kaydetti.

İmam Önder Soy, çok yönlü olmanın mesleğine de önemli katkılar sağladığını, farklı çevrelerden insanlarla iletişim kurmasının kolaylaştığını sözlerine ekledi.
Habertürk, 20.10.2016

MİMARLAR ODASI: HATALI RESTORASYON ANKARA KALESİ'Nİ ÇÖKERTECEK

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çalışma başlattığı Ankara Kalesi’nde incelemelerde bulunan Mimarlar Odası Ankara Şubesi, bilimden yoksun özensiz çalışmalar nedeniyle tarihi kalenin surlarının çökme tehlikesi altında olduğunu bildirerek, yetkililere “Gökçek Ankara Kalesi’nden elini çeksin” uyarısında bulundu.



Mimarlar Odası Ankara Şubesi yönetimi, Büyükşehir Belediyesi’nin çalışma nedeniyle tehdit altında olan Ulus Tarihi Kent Merkezi ve Ankara Kalesi'ne ilişkin basın toplantısı düzenledi.

Özensiz çalışmalar nedeniyle kale surlarının çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu da bildiren Mimarlar Odası Ankara Şubesi yöneticileri, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i istifaya davet etti. 

Ulus Tarihi Kent Merkezi’nin ve Ankara Kalesi’nin önemine değinen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, çalışmalara ilişkin olarak bölgede incelemelerde bulunduklarını belirterek şunları söyledi:

“Son dönemde Ankara Kalesi ve çevresindeki tadilatlarla kalenin özgün dokusu bozuluyor. Restorasyon işlerinin bilimsellikten uzak, çalakalem yapılmış acemi işi olduğu, özgünlüğü ortadan kaldıran bir noktaya dönüştüğü ortada. Bunun baş sorumlusu Ankara Büyükşehir Belediyesi. Bu konuda Kültür Bakanlığı’ndan ve KUDEM’den izinler alındığı söylense de, kültürsüzlüğe ve bilim tanımazlığa ortak olanlar yargı önünde hesap verecekler. Ankara Kalesi’ne giriş Erimtan Müzesi’nin yanından 50 santimlik bir yerden sağlanıyor. İşte bu kadar tarihlerine ve değerlerine önem veren yöneticilerle karşı karşıyayız. Kale surlarının özgün dokusunun taşları yerlerde dolaşıyor. Özgün dokusu ve sonradan yapılan duvar arasında çok ciddi farklar var. Bu restorasyon değil, çalakalem koyulmuş bir restorasyon katliamıdır.”

Ankara'nın başka kalesi yok
Candan, kalenin özgün tarihi barbakanlarıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan barbakanları karşılaştırarak, sözlerine şöyle devam etti:

“Belediyenin yaptığı barbakanların (su toplayıp dışarı atmak için tasarlanmış detaylar) bu tarihi dokunun hem görsel hem de restorasyon tekniklerine aykırı yaklaşımının ötesinde, yüksek debili bir sur geldiğinde kalenin surunu koruyamayacağı çok açık, onu dışarı tahliye edecek durumda değil. Kale surlarının çökmesiyle karşı karşıya kalırız. İki tarih ve yaklaşım arasındaki fark barbakanlarda ortaya çıkıyor. Büyükşehir Belediyesi mümkünse Ankara’nın hiçbir yerine dokunmasın. Parsel parsel Ankara’nın hesabını veremediği için istifa etsin. Tarihimize sahip çıkıyoruz diyerek tarihi tarumar etmesine izin vermeyeceğiz. Koruma Kurulu buna nasıl izin verir? Ankara’nın başka kalesi yok. Bir tarafında gerçek tarih yatarken öbür tarafından çakma duvar yatıyor. Bir tarafta kültürün simgesi barbakanlar var diğer tarafta belediyenin yaptığı barbakanlar var. Gökçek Ankara Kalesi’nden elini çeksin."

"Koruma kurulu harekete geçmeli"
Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Namık Kemal Kaya da, Büyükşehir Belediyesi’nin “Tarih yeniden canlanıyor” afişine atıfta bulunarak, yanıt verdi.

Kaya, “Gökçek bu işi beceremiyor bunu bir türlü kabul etmiyor. Bu işi bıraksın tarihi yapılardaki bütün çalışmalardan elini çeksin. Kültür bakanlığı da kendi sorumluluğu altındaki işlerini belediyelere devretmekten  vazgeçmeli. Koruma kurulları harekete geçmeli, aksi taktirde yakın gelecekte koruma kurullarına ihtiyaç kalmayacak çünkü Ankara Büyükşehir Belediyesinin yaptığı bilim dışı, kural dışı inşaat uygulamalarından sonra korunacak bir tarih olmayacak” çağrısında bulundu.
Yapı, 20.10.2016

BALAT'TA ÇÖKME TEHLİKESİ BULUNAN TARİHİ YAPILARDA YIKIM

Fatih'te çökme tehlikesi bulunan, aralarında tarihi eser niteliği taşıyan yapıların da bulunduğu metruk durumundaki binaların yıkımına başlandı. Yıkım çevredeki binalara zarar verilmemesi için balyozla yapılıyor. 

Balat Yıldırım Caddesi'nde bulunan iki binanın yıkımı sırasında açıklama yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, 2005 ve2008 yılları arasında Avrupa Birliği ile birlikte Balat'ta bulunan 148 tarihi binanın restorasyonunu gerçekleştirdiklerini, bütçe tükendikten sonra ise yaklaşık 39 binanın metruk halde kaldığını söyledi. 

Bina sahipleriyle görüşerek restorasyon sürecinde destek olabileceklerini söyledikleri halde bu tarihi yapıların çevreyi rahatsız ve tehdit edici boyuta ulaştığını belirten Demir, Anıtlar Kurulu ile yürüttükleri çalışmalar neticesinde 39 bina ile ilgili proje çalışması başlattıklarını ifade etti. Kurul tarafından 8 binanın yıkımına karar verildiğini ve bu binaların elle sökülerek yıkılacağını söyleyen Mustafa Demir, "Biz belediye olarak üzerimize düşeni yapacağız. Bu yıkılacak binalar hepsi tescilli binalar, korunması gereken binalar. Bunların ' röleve'leri alındı; yani bunlar kayıt altına alındı, bütün detaylarına kadar kayıt altına alınmış binalar. Bundan sonra buraya yapılacak her hangi bir binanın aynı ile yapılma zorunluluğu olacak. Bu anlamda da tarihi eserlerin kayıt altına alınması, korunması, geleceğe güven içinde taşınmasının da bir örneği. Gönül isterdi ki, Fatih'te şu anda 125 tane olan bu türden binalarımızın restorasyonlarını keşke biz yapabilseydik. Ama bu zor ve sıkıntılı bir iş. Bunun yerine bu tarihi eserlerin rölevelerini çıkarmak suretiyle kayıt altına alıyoruz" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Yaşar Kaçmaz, 20.10.2016

"SELİMİYE CAMİİ'NİN SİLUETİ KORUNACAK"

Edirne Belediye Başkanı Gürkan, Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye Cami’nin şehrin simgesi olduğunu, caminin silüetini bozacak yapılara müsaade etmeyeceklerini söyledi.


Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Selimiye Camisi'nin silüetini koruyacaklarını belirtti.

Başkan Gürkan, Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye Camisi’nin şehrin simgesi olduğunu anlatarak, caminin silüetini bozacak yapılara müsaade edilmeyeceğini dile getirdi.

Selimiye Camisi’nin Edirne için çok önemli olduğunu vurgulayan Gürkan, Edirne Belediyesi ekim ayı meclis toplantısında alınan D-100 karayolunda TEİAŞ'ın arazisinin bulunduğu alanda çekme mesafesinin 35 metreden 20 metreye inmesi kararının Selimiye Camisi silüetine herhangi bir etkisi olmayacağını söyledi.

Kentte yapılacak binalara verilecek imar izinleri için ilk olarak Selimiye Camisi’nin silüetini bozup bozmadığına baktıklarına işaret eden Gürkan, şöyle devam etti:

"D-100 karayolu üzerinde bulunan alanla ilgili bir düzenleme yapıldı. En büyük hassasiyetimiz olan Selimiye Camisi'nin silüetinin bozulmaması için bu alanda yapılacak binaları, 6 kat ile sınırlandırıyoruz. 9 kat izin varken, 6 kat izin verdik. Trakya Birlik binası ve bir otel var ama silüeti bozmuyor, ben buna izin vermem. Ben göreve başladığımda, bir kişi bana proje verdi. 52 metreydi yüksekliği. Ben projeyi veren kişiye, 'Abi ben buna izin veremem' dedim. O kişi benim düşünceme saygı duydu, gitti projesini 30 metreye düşürdü. Ben izin verecek olsam verirdim. Zaten biz yapılacak binaları, simülasyona koyup silüeti bozup bozmadığına bakıyoruz."
Birgün, 20.10.2016

3 BOYUTLU ÖPÜCÜK

Gustav Klimt’in ‘The Kiss’ (1908) adlı tablosu 3D yazıcıdan çıkarılarak 3 boyutlu hale getirildi.

3 boyutlu resim 12 Ekim tarihinde Viyana’daki Belvedere Müzesi’nde sergilendi. Orijinal kanvas halinden daha küçük olan eser tamamen beyaz. Ziyaretçiler esere dokunduğunda sesli anlatım yapma özelliğine sahip.  
Milliyet, 19.10.2016 

NABİ AVCI'DAN AKM AÇIKLAMASI

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, İstanbul'daki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) binasına ilişkin, "O binadan hayır gelmeyeceği İstanbul Teknik Üniversitesi raporundan da belli. Rapor olmasa bile çıplak gözle görülüyor zaten. Cumhurbaşkanı da ilan etti zaten, orada İstanbul'a yakışan bir opera binasının yeniden projelendirilmesi ve yapılması gerekiyor. Biz onunla ilgili proje çalışmasını başlattık. Buranın alışveriş merkezi yapılacağına dair iddialar var. Öyle bir şey söz konusu değil, orada yeni bir opera binası yapılacak" dedi.

Bakan Avcı, Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası'na konuk oldu, gündeme ilişkin soruları yanıtladı. 

İstanbul'daki AKM konusunun yılan hikayesine döndüğüne işaret eden Avcı, binanın 1946'da tiyatro olarak projelendirildiğini ve inşaatına başlandığını, 1956'da Bayındırlık Bakanlığının projeyi "kültür merkezi" olarak revize ettiğini, 1969'da İstanbul Kültür Sarayı adıyla hizmete açıldığını, bundan bir sene sonra da yangın çıktığını ve binanın kullanılamaz hale geldiğini anlattı.

Avcı, binanın bu yangından tadilatının 7 sene sürdüğünü, 1977'de ikinci kez hizmete açıldığını ve bu süreçte de binaya yönelik tartışmaların başladığını söyleyerek, 1993'te koruma kurulu kararıyla binanın bulunduğu alanın "kentsel sit alanı" olarak tescil edildiğini ardından da 1999'da "korunması gerekli kültür varlığı" olarak binanın tescil edildiğini aktardı.

Bu süreçten sonra bakanlığın talebiyle binanın betonarme taşıyıcı sisteminin dayanıklılığı hakkında Sakarya Üniversitesinden 2007'de alınan raporda, binaya yönelik çok ciddi sıkıntıların tespit edildiğinin altını çizen Avcı, binanın 2009'da tadilat, tamirat ihalesinin yapıldığını ama buna rağmen İstanbul 9. İdare Mahkemesinin, koruma kurulu kararının projelerinin iptaline karar verdiğini hatırlattı.

Nabi Avcı, "Koruyamazsın, yıkamazsın, tadilat da yapamazsın" manasına gelen hukuki bir açmazın ortaya çıktığını ifade ederek, kültür merkezinin mevcut haliyle korunması sadece güçlendirme yapılmasına yönelik ihalenin gerçekleştirildiğini ama söküm işlemleri esnasında binanın ciddi tehlikeli durumda olduğunun tespit edildiğini dile getirdi.

"Orada yeni bir opera binası yapılacak"

İstanbul Teknik Üniversitesinin (İTÜ) incelemesinde de bu tahribatın beklenen seviyenin üzerinde olduğunun tespit edildiğini ve 23 Mayıs 2010'da Bakanlık oluruyla ikinci bir emre kadar işin durdurulmasına karar verildiğini belirten Avcı, şunları kaydetti:

"Dolayısıyla bugün o binadan hayır gelmeyeceği İstanbul Teknik Üniversitesi raporundan da belli. Rapor olmasa bile çıplak gözle görülüyor zaten. Cumhurbaşkanı da ilan etti zaten, orada İstanbul'a yakışan bir opera binasının yeniden projelendirilmesi ve yapılması gerekiyor. Biz onunla ilgili proje çalışmasını başlattık. Oraya gerçekten Taksim'in genel düzenlemelerine uyan opera binası olarak hizmet verecek şekilde düşünülen opera binası yapılacak. Buranın alışveriş merkezi yapılacağına dair iddialar var. Öyle bir şey söz konusu değil, orada yeni bir opera binası yapılacak."

Bakan Avcı, AKM binasının bir sembol olarak görülmesinin anlaşılabilir olmadığının altını çizerek, "Mimari, özgün yapı mı? Hayır, değil. Daha önce yaşanmışlıkları itibariyle, orada öyle bir tarihi olay yaşanmıştır ki oranın muhafazası tarihsel önemine binaen anlaşılabilir. Zaman zaman onun önünde 'burayı yıktırmayız' tartışmalarından kaynaklanan gösteriler var. Bunlar böyle bir binayı tarihi sembol haline getirmeye yetmez" ifadelerini kullandı. 
Hürriyet, 18.10.2016

HAMAMLARIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Bocchi, Anadolu’dan dünyaya yayılan Roma ve Türk banyolarının tarihini gün yüzüne çıkarıyor. Proje kapsamında 2017 yılının sonuna kadar, ünlü Türkolog, Araştırmacı Yazar Ali Canip Olgunlu’nun rehberliğinde 12 farklı destinasyonda Therma ve Hamamlar yerinde incelenecek.



Kars Mazlum Ağa Hamamı


Bocchi Kurucu Ortağı Şadi Burat, sosyal sorumluluk projesi kapsamında böyle bir projede yer aldıklarından dolayı mutlu olduklarını ve proje sonunda hamam kültürünü yeniden canlandıracaklarını dile getirdi. Şadi Burat, konuyla ilgili sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Her Dem Banyo’’ projesi ile ilgili olarak ‘’Bocchi 66 yıllık deneyime sahip bir banyo markası. Böyle bir projede yer almamızın en önemli sebebi suyun dokunduğu her yerde olmamızdır. Roma kültüründe Therma, Türk kültüründe ise Hamam olarak anılan merkezler sadece bir yıkanma yeri değil, daha ötesi sağlık, sosyal ve kültürel etkinliklerin yaşandığı merkezlerdir. İtalyan bir banyo markası olarak Türk ve İtalyan kültürünün çok önemli bir kesişim noktası olan hamamlara hak ettikleri ilgiyi göstermek istedik. Sağlık amaçlı bir yaklaşımla tanımlayacak olursak hamam ‘yıkanma, arınma ve şifa bulmaya mahsus yer’ olarak da açıklanabilir. ‘Banyo sadece yıkanma alanı değil arınma ve şifa bulabileceğiniz bir mekandır’ sloganından yola çıkarak kültürel mirasımız olan Türk ve Roma banyolarının izini Anadolu’dan başlayarak dünyadaki keşfine önderlik etmek istedik. Bu projeyle Roma ve Türk Hamam geleneklerinin yaşatılarak tarih sayfalarından silinmesini önlemek, kültürel mirasımıza sahip çıkmak ve en önemlisi ülke turizmine yaptığı katkıyı arttırmak en önemli amacımızdır.”

“Hamam kültürü zayıflıyor”
Hamam kültürünün günümüzde zayıfladığını sözlerine ekleyen Burat, bunun nedenini de şöyle açıklıyor: “Bunun en önemli nedenlerinin başında ise yaşadığımız hayat standartları geliyor. Artık insanlar evlerinde oldukça lüks banyolarda konforlu biçimde banyolarını yapıyorlar. Günümüzde hamama gitmeyi tercih eden insanlar hamamın sağlığa olan faydasını bilen, bunun yanında sauna, buhar banyosu gibi çeşitli hamam özelliklerinden yararlanmak isteyen insanlardır. Hamam kültürü artık daha çok otellerde ve çeşitli tesislerde devam ediyor. Çünkü insanlar buralarda hamamla birlikte farklı etkinliklerden de yararlanıyor. Sadece hamam olarak hizmet veren yerler bu nedenle değerini bilen insanların dışında rağbet görmüyor. Hamam, daha önce görmemiş herkes için yaşanması gereken farklı ve renkli bir deneyim.”

12 hamam yerinde incelenecek
Hamam kültürünü canlandırmak, gerek turizme gerekse yeni nesillere aktarılmasını sağlamak için tüm olanaklarını kullanacaklarını ifade eden Burat, proje kapsamında 12 farklı hamamı Ali Canip Olgunlu’nun rehberliğinde yerinde inceleyeceklerini söyledi.  Bu incelemelerin İZ TV tarafından belgesel haline getirilerek yayınlanacağı bilgisini paylaşan Burat, proje bitiminde ise incelenen tüm hamamların yer aldığı bir kitap ve fotoğraf sergisi ile geniş kitlelere duyuracaklarını kaydetti. Şartların olgunlaşmasıyla bir ya da iki hamamın restorasyonunu üstlenmek ve yeniden kullanıma sunmanın ise en büyük hedeflerini olduğunu belirten Burat, “Anadolu’dan dünyaya yayılan tarihi Roma ve Türk banyolarını topluma tanıtarak sosyal ve kültürel bağların kurulduğu banyolarımızı Bocchi ile daha yaşanır hale getireceğiz’’ dedi.

Destinasyonlar:
* Konya Sahip Ata Hamamı (5-6 Aralık 2016)

* Kars Mazlum Ağa Hamamı (12-13 Ocak 2017)

* Edirne Sokullu Hamamı (14-16 Mart 2017)

* Tarsus Şahmeran Hamamı (22-24 Mayıs 2017)

* Burdur Sagalassos Roma Hamamı (7-9 Haziran 2017)

* Efes Skolastika Hamamı (15-16 Haziran 2017)

Yapı, 18.10.2016
4 BİN YILLIK 'KAĞNI YOLU'

Kayseri'de araştırmacı yazar Mehmet Çayırdağ tarafından tespit edilen 4 bin yıllık kağnı yolu, kentin geçmişten bugüne ticaret ve lojistikteki önemini gözler önüne seriyor.

Geçmişte yük taşımacılığında kullanılan kağnıların geçtiği yol, Anadolu ve dünyanın en eski ticaret merkezlerinden Karum Kaniş'in bulunduğu Kültepe ile kent merkezi arasındaki Kayseri-Sivas karayolunun yanı başındaki boş arazide yer alıyor. 

ÇEKÜL Kayseri Temsilcisi Prof.Dr. Osman Özsoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültepe'nin, Kayseri'ye 22 kilometre uzakta, Mezopotamya'yı Anadolu'ya bağlayan yolların kesiştiği noktada bulunduğunu söyledi.

Kentin, tarih boyunca birçok ulaşım yolunun kesişim noktasında yer aldığını dile getiren Özsoy, Kayseri'nin ticaret geçmişinin 4 bin yıl öncesine kadar uzandığını vurguladı.

"Kayseri'nin ticarette merkez olması, Kaniş Karum'un burada bulunması, kervansaraylara sahip bir şehir olması, ticaretin yanı sıra lojistiğin, taşımacılığın burası için son derece önemli olduğunu gösteriyor." diyen Özsoy, şunları kaydetti:

"Kültepe'den Kayseri güzergahına uzanan yola baktığımızda, kağnıların kullandığı yola rastlıyoruz. Kültepe'den çıkan katarların, kağnıların şehre ulaşması için sulu olmayan, sert bir yol tercih etmeleri gerekiyor. Kar ve yağmuru da düşünürsek böyle bir bölgeden geçerek Kayseri'ye ulaşmaları gerekiyor. Bu güzergahı tercih etmeleri son derece mantıklı. Zamanla aşınan yolların kağnının alt kısmına değmemesi için bir süre sonra hemen yan taraftaki başka bir yolu tercih etmişler. Bu kağnı yollarının benzerine Tomarza ve Ağırnas bölgelerinde de rastlıyoruz. Ancak yan yana paralel olarak devam eden yüzlerce kağnının geçtiği bir 'kağnı otobanı' sadece bu bölgede var. Burayı otoban, diğer bölgelerdeki kağnı yollarını ise tali yol gibi tarif edebiliriz."
Anadolu Ajansı, Haber: Esma Küçükşahin, 18.10.2016

MAE WEST'İN DUDAKLARI SATIŞA SUNULUYOR

Sürrealist akımın en tanınmış isimlerinden Salvador Dali’nin ürettiği ıstakoz şeklindeki telefon ve 1930’ların sinema yıldızı Mae West’in dudakları şeklinde yapılmış kanepe satışa çıkıyor.

Christie’s Müzayede Evi tarafından Aralık’ta düzenlenecek satışta sürrealizmin en ilginç objelerinden olan bu iki eşya meraklılarıyla buluşacaklar. Edward James Vakfı koleksiyonunun yer alacağı müzayedede 200 eser satışa çıkacak. Satışın toplamda müzayede evine 2.5 milyon pound gelir getirmesi bekleniyor. Koltuk 400 bin pound’dan, telefon ise 250 bin pound’dan satışa sunulacak. 
Milliyet, 18.10.2016 

ATATÜRK'ÜN EŞYALARI NEREDE?

CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt, Atatürk’ün Selanik'te doğduğu evin restorasyonu ile ilgili şikayetleri, TBMM gündemine taşıdı. Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın yanıtlaması istemiyle önerge veren Bozkurt, evin yeni halinin hayal kırıklığı yarattığını savundu. Bozkurt, restorasyon öncesi evde sergilenen eşyaların nereye götürüldüğünü de sordu.



Restorasyon sonrası tarihi evin, müzeden çok sergi salonuna benzediğini söyleyen Bozkurt, ”Restorasyonun üzerinden 3 yıl geçmesine ve onca tepkiye rağmen, evin eski dokusuna uygun yeniden düzenlenmesi konusunda adım atılmadığına dikkat çekti.



Evin eski hali

YAŞANMIŞLIK YOK EDİLDİ
Bozkurt, “Evdeki yaşanmışlık havası yok edilmiştir. Ziyaretçilerin, kamuoyuna da yansıyan tüm uyarı ve eleştirilerine rağmen Selanik'teki Atatürk Evi'nin eski dokusuna uygun olarak yeniden düzenlenmesi için neden hiçbir girişimde bulunulmamıştır?” diye sordu.



Evin son hali

Tadilattan önceki halinde evin içindeki eşyanın kendilerine özgü kokusu ve havası olduğunu, Atatürk'ün giymiş olduğu ayakkabıların, elbiselerin, kullandığı özel eşyalarını görmenin bambaşka bir duygu uyandırdığını belirten Bozkurt, evin yeniden o dönemin havasını yaşatan bir dokuya dönüştürülmesini istedi.



Solda yeni hali, sağda eski hali

Sözcü, 17.10.2016

TARİHİ KÖYLERDE KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM

Tekirdağ’daki ‘Miras Yolu’ projesi kapsamında bölgedeki tarihi beş köy restore edilerek turizme açılacak.

Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ‘Miras Yolu’ projesi ile kültürel bir dönüşüm başlattı. Proje kapsamında tarihi ve kültürel değeri olan birbirine yakın 5 köyde yer alan tescilli yapılar restore ediliyor. İstanbul’a 2 saatlik mesafede Safranbolu, Beypazarı, Cumalıkızık gibi yeni bir turizm destinasyonu oluşturuluyor. Tarihi evleri, endemik bitki örtüsü, koyları ile dikkat çeken bölge, Trakya’nın incisi olmaya aday gösteriliyor. Bir ‘mübadele müzesi’nin de hayata geçirileceği proje bölgesini Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak ile gezdik.

Geçmişi milattan önce 2000’lere kadar giden Hellenistik ve Bizans döneminde en parlak dönemlerini yaşayan Uçmakdere’den Melen’e kadar uzanan yaklaşık 10 kilometrelik güzergah ‘Miras Yolu’ olarak kentsel sit alanı ilan edildi. Rumlarla Türklerin mübadele yıllarına kadar beraber yaşadıkları köylerde ağırlıklı olarak bağcılık, tütün ve ipekböceği yetiştiriciliği yapılıyordu. Ganos (Gaziköy) özellikle Bizans döneminde şarapları ile ün kazanırken, bu yörede yapılan anforalar da tüm Akdeniz yöresinde kullanılıyordu.

DOĞASEVERLER VAZGEÇEMEZ
İçinde 5 tarihi köyün bulunduğu projede 100’e yakın altı taş, üstü ahşap tipte sivil mimari örneği ev ile kilise, cami, hamam ve manastır restore ediliyor. Köylülerden restorasyon için ücret talep edilmiyor. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi restorasyon bedellerini üstleniyor. Her köyde restorasyon atölyeleri oluşturularak, daha sonraki onarımların da bu atölyelerde gerçekleştirilmesi planlanıyor. Sadece tarihi evleri, sokakları değil, kültürel yeme-içme mekanları, ipekböceği gibi unutulmaya yüz tutmuş somut olmayan kültür mirasları da projeye dahil edildi. Yine güzergah üzerinde bir yamaç paraşütü pisti ile ‘trekking’ (dağ yürüyüşü) parkuru oluşturuldu. ‘Miras Yolu’ projesi içinde Uçmakdere, Gaziköy, Güzelköy, Eriklice ve Tepeköy yer alıyor.

TEKİRDAĞ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI KADİR ALBAYRAK: ‘EKOKÖY OLUŞTURACAĞIZ’
“Geçmişten gelen 6 bin yıllık yerleşim yeri olan bölgeler buralar. Rumlar, Ermeniler, Türkler bu bölgede kardeşçe yaşamış. Bizim amacımız bu bölgeyi ekoköy yapmak. Tarihi yapıları restore edip turizme kazandıracağız. Mübadele yıllarının çok iyi anlatılması gerekiyor. O nedenle bir mübadele müzesi kuracağız.”

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 17.10.2016

TABYALARIN BELGESELİ YAPILACAK

Osmanlı-Rus Savaşları'nda, şehit düşenlerin kentin yüksek rakımlı dağlarında bulunan mezarları ile şehrin düşman saldırılarına karşı korunması amacıyla Osmanlı döneminde inşa edilen 23 askeri tabyanın belgeseli yapılacak. Erzurum Valisi Seyfettin Azizoğlu, "Buranın belgesel çekimlerini yaparak o dönemde yaşananları anlatmak istiyoruz ki genç nesil bu savaşların hangi zorluklarla kazanıldığını bilsinler." dedi.

Erzurum Valisi Seyfettin Azizoğlu, 12 Kasım'da düzenlenecek "Aziziye Destanı" yürüyüşü öncesi, kentte bulunan tabyalar ile şehitliklerde incelemelerde bulundu. Vali Azizoğlu'na 9. Kolordu Komutanı Tümgeneral Mehmet Özoğlu, Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Güray Alpar, Erzurum Emniyet Müdürü Kamil Karabörk, Mehmetçik Vakfı Erzurum Şube Başkanı emekli Albay Sabri Topdağı, ŞEHİRDER Başkanı Murat Ertaş ile ATAK derneği başkanı Çetin Bayram da eşlik etti.

Kent merkezine uzaklıkları yaklaşık 1 ile 15 kilometre arasında değişen Sivişli, Uzun Ahmet, Tafta tabyaları ile Kargapazar Müfreze Şehitliği'ni gezen Azizoğlu, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, kentin yüksek rakımlı dağlarında bulunan şehitlikler ile tabyaların ihya edileceğini söyledi. Yapacakları projeler öncesinde tabyaları ve şehitlikleri bizzat görmek istediğini belirten Azizoğlu, şunları söyledi:

"Erzurum, 20'nin üzerinde tabyanın olduğu bir şehir. Şu an da bulunduğumuz şehitlik, 1916 yılında 12 Şubat 1. Dünya Harbi'nde Ruslarla karşı yapılan Kargapazarı savaşlarında şehit olan askerlerimizin yeri. Tabii şehitliğimizin bu hali bizi üzdü. Arkadaşlarımız sağ olsunlar, şehitlik daha kötü haldeyken düzeltmişler, belirgin hale getirmişler. Bu şehitlikler 1916 yılında Rusların Erzurum'a saldırısı esnasında, Rusların Kargapazarı Dağı'ndan Erzurum'u işgal için yaptığı harekata karşı bizim ordumuzun hızlı şekilde yaptığı karşı mukavemet harekatıydı. Bu harekatla 3. Ordumuzun Rus ordusu karşısında bozguna uğramasını ve yok edilmesini engelleyen kahramanlar burada yatıyor."

"O dönemde yaşananları anlatmak istiyoruz"
Vali Azizoğlu, tabya ve şehitlik incelemesinin ardından gerekli girişimlerde bulunacağını söyledi.

Tabyaların ve şehitliklerin taşıdığı tarihi önemine işaret eden Azizoğlu, bunun için belgesel çalışmasına öncelik vereceklerini kaydetti. Azizoğlu, "Buranın belgesel çekimlerini yaparak o dönemde yaşananları anlatmak istiyoruz ki genç nesil bu savaşların hangi zorluklarla kazanıldığını bilsinler. Öte yandan Aziziye Destanı yürüyüşümüzü, 12 Kasım Cumartesi günü gerçekleştireceğiz. Bundan 139 yıl önce yaşanan tarihi burada tekrar yaşatacağız." dedi.

Vali Azizoğlu ve beraberindeki heyete rehberlik eden ATAK Başkanı Çetin Bayram ise Erzurum civarında Osmanlı-Rus savaşları dönemlerinde yapılmış 23 tabya, 14 şehitlik ve yaklaşık 50 kilometreye yakın siper hattı olduğunu anlattı.
Anadolu Ajansı, Haber ve Fotoğraf: İlhami Erkılıç, 17.10.2016

ANTEP KUŞATMASININ 'LOJİSTİK TÜNEL VE MAĞARALARI' ZİYARETE AÇILACAK

Gaziantep'in merkez Şahinbey İlçesi'nde, Savaş Müzesi olarak kullanılan tarihi binanın restorasyon çalışmalarında ortaya çıkarılan ve Antep savunmasında lojistik merkez olarak kullanılan tünel ile mağaralar, mart ayında ziyarete açılacak.

Gaziantep'te günümüzde Savaş Müzesi olarak değerlendirilen Şehreküstü Mahallesi'ndeki bir tarihi binada, restorasyon çalışmaları sırasında tespit edilen ve kuşatma yıllarında kullanıldığı belirlenen tünel ile mağaralardaki çalışmalarda sona yaklaşıldı.

İhsanbey Kasteline kadar ulaşan tünel ve tünele bağlantılı mağaralardaki çalışmaların mart ayına kadar tamamlanması ve buranın ziyarete açılması amaçlanıyor.

"Yapılan çalışmalarda binanın altında mağaralar olduğunu keşfettik"
Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 10 yıl önce açılan Savaş Müzesinin yer aldığı tarihi binada yıpranmalar meydana geldiği için 3 yıl önce restorasyon çalışmaları başlattıklarını bildirdi.

Binayı restore ederken birçok yerde çökme riskiyle karşı karşıya kalındığını belirten Tahmazoğlu, "Yapılan kazı çalışmalarında binanın altında mağaralar olduğunu keşfettik ve mağarada güçlendirme çalışmaları yaptık. Bu çalışmaları yaparken baktık ki mağaranın yanında küçük bir delik var. Burayı genişleterek, baktığımızda mağaranın altında, yanında başka mağaralar olduğunu keşfettik." dedi.

Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü kararıyla burayı gün yüzüne çıkardıklarını vurgulayan Tahmazoğlu, yaklaşık 400 römork hafriyatı elle taşımak suretiyle boşalttıklarını ifade etti.

"Şehrin altında adeta bir yer altı şehri daha var"
Tahmazoğlu, Gaziantep'te yer üstündeki kültür varlıkları kadar yer altında da önemli kalıntıların bulunduğuna değindi. Tahmazoğlu, "Belki dünyada olmayan mağaralar, livaslar, su kanalları, kasteller Gaziantep'te var. Bu nedenle yer altında ne kadar mağara var, birbirine bağlı tüneller, kuyular, kuyuların altında su bağlantısı dediğimiz livaslar var, bunları çıkarıyoruz. Ancak geçen zaman içerisinde birçok yerde tıkanıklıklar oluşmuş, kuyular dolmuş. Bunların boşaltılması gerekiyor. Bu işler de makinelerle olmadığı için, elle yapılması gerekiyor." diye konuştu.

Su kanallarının Osmanlı dönemine ait olduğunu aktaran Tahmazoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

"Buradaki livaslar, Gaziantep Kalesine çıkıyor. Yani şehrin altında, adeta bir yer altı şehri daha var. Gün yüzüne çıkan yerlere baktığınız zaman atalarımızın buraları taş ocağı, zeytin yağı işliği, sabunhane, boyahane olarak kullanıldığını görüyoruz. Kurtuluş Savaşında ise hastane, toplanma merkezi, yani karargah olarak kullanılmış ve yer altı tünelleri de Kurtuluş Savaşı'nın adeta seyrini değiştirmiş. Gelecek nesilleri düşünerek, atalarımızın Kurtuluş Savaşında memleketi işgal etmek isteyenlere karşı nasıl mücadele verdiklerini, 15 Temmuz kahramanlarına sunmamız çok önemli. Çalışmalar mart ayında tamamlanarak, gün yüzüne çıkarılan tünel ve mağaralar ziyarete açılacak. Gelecek nesillere ecdadımızın yaptıklarını, bu vatan için ne fedakarlıklara katlandıklarını göstermek anlamında çok güzel bir eser olacağını düşünüyorum. Ancak bu açılış kazı çalışmalarının tamamlanması değil, yeni tünel ve livasların ortaya çıkarılması için de bir başlangıç."
Anadolu Ajansı, Haber: Adsız Günebakan, 17.10.2016

40 YIL SONRA İLK KEZ GÖRÜLECEKLER

Lübnan iç savaşından bu yana kapalı olan Beyrut’un Ulusal Sanat Müzesi’nin bodrum katı açılıyor.

Antik şaheserlerle dolu olan müzedeki eserler, böylece 40 yıl aradan sonra ilk kez görülebilecek. Arkeolojik bakımdan büyük önem taşıyan müzenin bu önemli kısmının restorasyonunun yaklaşık 1 milyon euro’ya mal olduğu belirtiliyor. 
Milliyet, 17.10.2016 

LÜBNAN'IN EN BÜYÜK KÜTÜPHANESİ OSMANLI SARAYI

Lübnan'ın Biaklin beldesindeki eski Osmanlı sarayı, içerisindeki 140 bin kitap ve 300 bin gazete ve dergi benzeri eserle ülkenin en büyük kütüphanesi olarak hizmet veriyor.

Başkent Beyrut'un güneybatısındaki Lübnan Dağı'nın Şuf bölgesinde yer alan Biaklin'de 1897 yılında dönemin Lübnan Emiri Mustafa Arslan adına Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit'in emriyle inşa edilen iki katlı saray, ziyaretçilerini girişindeki Osmanlı armasıyla karşılıyor.

Günümüzde kütüphane olarak kullanılan saray hakkında AA muhabirine bilgi veren Kütüphane Müdürü Gazi Ebu Gayda, binanın II. Dünya Savaşı'ndan sonra okul, mahkeme ve hapishane gibi çeşitli amaçlar için kullanıldığını belirtti.

İsrail'in 1982 yılında bölgeyi işgali sırasında binanın boş kaldığını aktaran Ebu Gayda, sözlerine şöyle devam etti:

"İsrail'in Lübnan Dağı'nı işgalinin 1986'da sona ermesinin ardından Lübnan hükümeti binayı yeniden hapishane olarak kullanmak istedi ancak bölge halkı buna itiraz etti. İlerlemeci Sosyalist Parti Lideri Velid Canbolat, halkın isteği doğrusunda binayı restore ettirdi, ardından kütüphane olarak hizmete soktu. 1996 yılında da Lübnan Kültür Bakanlığı tarafından milli kütüphane olarak kabul edildi."

"Saray, Osmanlı, Arap ve İslam tarihinin hafızasına ev sahipliği yapıyor"
Kütüphane içinde 140 bin kitap, 300 bin dergi ve gazete benzeri yayın bulunduğunu ve bu özelliğiyle Lübnan'daki en büyük kütüphane olduğunu belirten Ebu Gayda, "Saray, Osmanlı, Arap ve İslam tarihinin hafızasına ev sahipliği yapıyor." dedi.

Beldedeki Osmanlı döneminden kalma eserlerin korunması için bölge halkının çaba gösterdiğini dile getiren Ebu Gayda, Türkiye'den de bu eserlerin korunması için adım atmasını beklediklerini kaydetti.

Biaklin beldesinde Osmanlı döneminden kalan birçok eser, Sultan Abdülhamit Han döneminin özelliklerini yansıtırken bu eserlerden bazılarının bakıma muhtaç hali dikkati çekiyor.

Biaklin'in yüksek bir noktasında bulunan Hamidiye Çeşmesi ve onun yaklaşık 10 metre önünde dönemin mimarisini yansıtan mezar taşlarıyla kabristan, bunlardan en önemlileri olarak göze çarpıyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Enes Kanlı, Fotoğraflar: Ratib Al Safadi , 16.10.2016

1400 YILLIK DEPRESYON VE KALP İLACI BULUNDU

İstanbul Avcılar'da Küçükçekmece Gölü kıyılarında yürütülen Bathonea kazılarında bulunan 700 kadar unguentarium’da (Merhem, ilaç ya da koku şişesi) depresyon ve kalp ilaçları bulunduğu belirlendi.

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kocaeli Üniversitesi’nin Küçükçekmece Göl Havzası’nda 2007’de yüzey araştırmasıyla başlatılan, 2009’dan bu yana düzenli olarak yapılan Bathonea kazıları bu yıl Ağustos ve Eylül aylarını kapsadı.

Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün yanı sıra Selçuk Üniversitesi, Ege Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi ile yurt dışından pek çok bilim kuruluşundan katılan çeşitli araştırma gruplarından 100 civarında bilim insanı ve öğrenci çalışmalara katıldı.

1390 YILLIK ŞİŞELERDEKİ KALP VE DEPRESYON İLAÇLARI

Kazı başkanı Doç.Dr. Şengül Aydıngün, bu sezon yaptıkları çalışmaları anlatırken ağırlıklı olarak laboratuar, depo ve analiz çalışmalarına yöneldiklerini ve çok güzel sonuçlar elde ettiklerini söyledi. Doç.Dr. Aydıngün, bu yıl binlerce parça seramiği bir araya getirdiklerini ve geçmiş yıllarda çıkardıkları malzemeleri yeniden değerlendirdiklerini, gözden kaçan pek çok nokta üzerinde çalıştıklarını belirterek şöyle dedi:

"Örneğin 2013 ve 2015 yılı kazı sezonunda biz çok büyük miktarda unguentarium (Merhem, ilaç ya da koku şişesi) bulmuştuk. Bunlar antik çağ ilaç merhem şişeleri bunların sayısını 400 olarak bilirken bu yıl laboratuar çalışmalarında bir çok parçayı birleştirdik.

Baktık ki bunların sayısı 700 civarında. Bu rakam antik çağ için çok yüksek. Bunlar, şu ana kadar bir arkeolojik kazıda tek bir noktada bu kadar çok ele geçen ilk unguanterium yani ilaç şişesi buluntu grubu. Bu çok güzel bir grup. Büyük bölümünü müzeye teslim ettik. Bir kısmının onarımları devam ediyor. Ama bir taraftan da bu ilaç şişelerinin hemen yakınlarında pek çok sayıda değişik boyutta havan elleri, havanlar, aynı zamanda büyük bir ocak bulduk yani ateşin yapıldığı belli ki burada bir ilaç üretim merkezi de vardı.

Aynı zamanda kemikten aletler, spatulalar, tıbbi aletler çok miktarda elimize geçti. İşin ilginç tarafı kış aylarında kazı yaptığımız bu arazide bir takım bitkiler var. Bu bitkiler, pek çok ilacın da özünü oluşturuyor unguanteriumların içerisindeki kalıntıların analizleri TÜBİTAK (Gebze) tarafından yapıldı. İki ilacın özü çıktı. Methanone ve Phenanthrene olarak belirlenen iki ilaç formülü. Bunlardan bir tanesi depresyon ve sakinleştirici tarzda ilaç bir de kalp hastalıklarına iyi geliyor. Bu ilaçların özü çevredeki endemik bitkilerle karşılanıyor. Bu da bizim için çok ilginç ve güzel sonuçlar."

Doç.Dr. Şengül Aydıngün, Bathonea kazı alanında büyük bir yangın tabakası ile karşılaştıklarını, bu yangın tabakasının tüm yapılarda görüldüğünü ve karbon örneklerinin testinin Polonya’da Wroclaw Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü'nce yapıldığını söyledi. Doç.Dr. Aydıngün, buradaki analizlerin ardından kazı sonuçlarının İstanbul tarihine bir sayfa daha ekleyebileceğini şöyle anlattı:

"AVAR SALDIRISINA KANIT OLABİLİR"
"Bilim heyetimizin ortaklarından Polonya Wroclaw Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü tarafından karbon örneklerinin analizlerinden yangın çıkışı ile ilgili 620 ile 640 arasında bir tarih geldi. Bu önemli bir tarih aralığı. Bu tarihlerde İstanbul’a Trakya üzerinden gelen ciddi saldırılar var. Traklar, Bulgarlar ve Avarlar saldırıyor.

626’da da ciddi bir Avar saldırısı var. Bizim bu kazı yaptığımız unguentariumların bulunduğu alanda çok büyük bir yapı grubu var. Bu yapı grubunun tamamı neredeyse bir saldırı sonucu ortaya çıkan yangınla çökmüş.

Ve unguanteriumlar da bu yangın tabakasının altında kalmış. Avar saldırısına kanıt da olabilir diye düşünüyoruz. Çünkü tarihi veriler, İstanbul çevresinde, yakınlarında ki bu saldırılardan söz ederken arkeolojik kanıtları yoktu. Bu netleşirse Avar saldırısına ait ilk arkeolojik veri olarak da Bathonea kazıları İstanbul tarihine bir sayfa daha eklemiş olacak."



Fotoğraf, kazı ekibinden Haldun Aydıngün tarafından görüntülenmiştir.

Bathonea’daki kazılarda geçmiş yıllarda MÖ 7000’li yıllara ait Avrupa’daki en eski tarımsal faaliyetlerin izleri, MÖ 2000'li yıllarda yaşamış Hitit izleri tespit edilmişti. Bathonea Limanlarının MS 9-11'inci yüzyıllar arasında Vikingler tarafından kullanıldığı da anlaşılmıştı.
Hürriyet, 16.10.2016

ESKİŞEHİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

Eskişehir'in Çifteler İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, tarihi eser kaçakçılığı yapmaya çalıştıkları öne sürülen iki kişi gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, ellerindeki tarihi eserleri satmaya çalıştıkları iddia edilen İ.K. (32) ve F.Ö'nün (37) bulunduğu otomobili ilçe merkezinde durdurdu.

Otomobilde yapılan arama ve kontrollerde, 66 bronz ve altın sikke, iki yüzük, birer dedektör ve kazma ele geçirildi.

Tarihi eserleri muhafazaya alan güvenlik güçleri, şüphelileri sorgulanmak üzere İl Jandarma Komutanlığına götürdü.
Akşam, 16.10.2016

KOCAELİ'NDE FECİ OLAY

Kocaeli'nin Körfez İlçesi'nde define arayan kişilerin hazırladığı dinamitin patlaması sonucu 1 kişi öldü, 2 kişi yaralandı.

Olay bugün saat 17.30 sıralarında, Körfez İlimtepe Mahallesi'nde ormanlık alanda meydana geldi. İstanbul'da kaynakçılık yapan 2 çocuk babası 44 yaşındaki Rafet Polat, 4 arkadaşı ile birlikte Körfez İlçesi'nde oturan kardeşi Abdullah Polat ve bir arkadaşıyla buluştu. 7 kişi ormanlık alanda yemek yedikten sonra semaverle çay demleyerek içti. İddiaya göre, Rafet Polat'ın define aramak için kazıda kullanacakları dinamiti hazırladığı sırada patlama oldu. Rafet Polat parçalanarak hayatını kaybederken, yanında bulunan 2 kişi ise yaralandı.

Olay yerine gelen 112 Acil ekipleri yaralanan kişilere ilk müdahalede bulunarak Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırdı.
Milliyet, 16.10.2016

AVRUPALILAR BELÇİKA'DA YAŞAMIŞ İLK İNSANLARIN SOYUNDAN GELİYOR

Son buzul çağından kalma antik DNA’lar tüm Avrupalıların bir zamanlar Belçika’da yaşamış ilk insanların soyundan geldiğini gösteriyor.


Techtimes.com adlı sitede yer alan habere göre yapılan çalışmalar sonucunda incelenen tüm antik Avrupalıların soyu 37 bin yıl önce bölgede yaşamış, bugünkü adıyla Belçika’ya uzanıyor. 

Genom (kalıt) analizleri ayrıca uzak atalarımızın buz devri ve onu takip eden bir kaç bin yıllık soğuk dönemde oldukça belirgin evrimsel değişime maruz kaldığını da gösteriyor. Bunu anlamada 51 genetik örnek üzerinde yapılan son çalışmayla önceki 4 örneğin karşılaştırılması büyük etken olmuş. 

İlk DNA’lar sitozinin yerini (DNA ve RNA’daki azotlu baz) urasilin (RNA’nın yapısındaki dört bazdan biri) almasından dolayı ayırıcı sapma içerebiliyor. Bu değişim modern genetik kod zincirlerinde nadir görülürken, bilim adamları bu durumu kendi lehlerine çevirip sadece bu sapmayı ortaya çıkaran DNA’yı incelemişler. Bu işlem araştırmacılara hemen hemen saf antik genetik kodlu örnekleri analiz edebilmelerini sağlamış. 

Genom ölçek verisi elde etmenin 5-6 yıllık geçmişi olan yeni bir teknoloji olduğunu belirten Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden David Reich, yeni bilimsel aletler ile nesnelere daha önce bakılmadığı şekilde bakmanın artık mümkün olduğunu söyledi.

Avrupa’da kabaca 19 bin yıl önce ısınmaya başlayan hava gerisinde kıtanın geniş alanına yayılan buz tabakası bırakmıştı. Bu buzla kaplı örtü çekilmeye başlayınca bugünün İspanya’sından insan toplulukları kuzeye doğru göç etmeye başladı. Bu göçten yaklaşık 5 bin yıl sonra ikinci grup insan topluluğu Güneydoğu Avrupa’dan kıtanın kuzey ve batısına gelmeye başladı. Bu göçmenler Türkiye ve Yunanistan’dan gelip, bir önceki toplulukla yer değiştirdi. 

Son büyük buz devri 35 bin -19 bin yılları arasında doruğuna çıkmışken, 12 bin yıl önce sonuna gelmişti. Bu devirde buzullar kuzeyden güney Fransa’ya kadar ulaşmıştır. 

Modern insanlar Avrupa’ya 45 bin yıl önce geldi bu da o dönem kıtada yerleşik Neandertal’lerin sonu anlamına geliyor. 

Çalışmada incelenen tüm antik Avrupalıların soyu 37 bin yıl önce bölgede yaşamış, bugünkü adıyla Belçika’ya uzanıyor. Bu topluluk daha sonra bölgeden çıktı ve onların yerine 14 bin yıl önce doğudan yeni bir göçmen kitlesi geldi. 
arkeolojihaber.net, Çeviri: Ayşen Yolcu, 15.10.2016

HALDUN TANER BÜSTÜNÜN PARÇALANMASINA TEPKİLER

Kadıköy Mühürdar'daki Haldun Taner büstünün vandalca parçalanması tepkiyle karşılandı. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nden yapılan açıklamada, "Saldırı hangi el tarafından gerçekleştirilmiş olursa olsun, ardında yatan zihniyeti tanıyoruz" denildi.


Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nden yapılan açıklama şöyle: 

İçine tükürdüler, ucube dediler, kırdılar, kaldırdılar... Sahip çıktık, çıkmaya devam edeceğiz! Kadıköy Mühürdar'da bulunan Haldun Taner büstünün saldırıya uğradığını öğrenmiş bulunuyoruz. Saldırı hangi el tarafından gerçekleştirilmiş olursa olsun, ardında yatan zihniyeti tanıyoruz. Yakın zamanda İzmir'de bulunan "Müzisyen" heykelinin ardı ardına saldırıya uğradığını ve saldırganın serbest bırakıldığını hatırlarsak, yıllardır Kadıköy'de bizleri selamlayan ve bugün saldırıya uğrayan Haldun Taner büstünü parçalayan kişi ya da kişilerin nereden beslendiklerini de rahatça görebiliriz. İsmi Kadıköy ile özdeşleşen ve yarattığı eserler ile Türkiye tiyatrosuna önemli katkılar koyan Haldun Taner'in büstünün yıllardır olduğu yere yeniden konulmasını talep ediyor ve meselenin takipçisi olduğumuzu duyuruyoruz! 

ALTKAT SANAT TİYATROSU'NDAN TEPKİ 
Altkat Sanat Tiyatrosu'nca yapılan açıklamadaysa şöyle denildi: 

Türkiye tiyatrosuna onlarca oyun kazandırmış bunun yanında öykücülüğüyle de edebiyat alanına yön vermiş Haldun Taner bir anlamda Kadıköy’le özdeşleşmiş bir sanatçıdır. Kabare alanında da oyunlar üretmiş olan sanatçımızın Kadıköy Mühürdar’da bulunan büstüne saldırıda bulunulması basit bir vandallıktan öte, bu ülkenin yetiştirdiği ilerici bir aydınına saldırıdan başka bir anlam ifade etmez. Bu saldırıyı her kim yapmışsa yapsın aydınlık değerlere bir saldırı anlamını taşır. Cehaletin sürekli körüklendiği böyle bir ortamda Haldun Taner’e sahip çıkmak insani olana da sahip çıkmak demektir. Bu saldırıyı kim-kimler yapmış olursa olsun kınıyoruz. Ve Haldun Taner büstünü yeniden olduğu yerde görmek istiyoruz. 
Sol Haber, 15.10.2016

ÇAĞDAŞ SANATIN EN İYİLERİ

İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda gerçekleştirilecek çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul, 11. yılında da Akbank’ın desteğiyle kapılarını açmaya hazırlanıyor. Özgür ve özgün fikirlerin her alandaki gelişime ilham vereceğine inanan Akbank, Türkiye’nin en kapsamlı uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul’a 2007 yılından bu yana desteğini sürdürüyor. Sürdürülebilir kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle Türkiye’nin sosyal ve ekonomik gelişimine önemli katkı sağlayan Akbank,  ekonomik büyümeyi desteklemenin yanı sıra toplumun kültür ve sanat alanında da gelişimini öncelikli sorumluluğu olarak görüyor.

SANAT KOLEKSİYONERLİĞİ
Türkiye’de ve yurt dışında gayrimenkul ve turizm sektöründe faaliyet gösteren Ferko, 25 yıldır modern tasarımla lüksün hayat tarzına dönüştüğü yaşam alanları inşa ediyor.  Deneyimli tasarım ve mühendislik ekibinden aldığı güçle gayrimenkul sektörüne değer katan Ferko, Contemporary İstanbul’u ortak sponsor olarak desteklemeye devam ediyor. Contemporary Istanbul’un en dikkat çeken bölümlerini bu yıl ilk defa sanatseverlerle buluşacak olan Collectors’ Stories ve CI Design oluşturuyor. Fuarda bu yıl yeni bölümlerin yanı sıra yeni projeler de dikkat çekiyor. Contemporary Istanbul bu yıl için bir ilke imza atarak, Collectors’ Stories bölümünde Türkiye’nin önde gelen 60 çağdaş sanat koleksiyonundan 120 eseri sanatseverlerle buluşturacak. Türkiye’nin önde gelen koleksiyonerlerinin kendi koleksiyonlarından seçeceği eserler CI Artistik Danışmanı Marc-Olivier Wahler’in küratörlüğünde sergilenecek. Koleksiyonerlerin kişisel estetik anlayışlarını sunmalarına olanak sağlayacak sergi, Türkiye’de sanat koleksiyonerliğinin geçirdiği dönemsel değişimleri ve bugününü tartışmaya açacak. Bu bağlamda hazırlanacak olan Collectors’ Stories kitabı ise CI Publications’ın ilk yayını olacak ve sergilenen eserlerin tüm dünyaya açılmasını sağlayacak.

Akşam, 15.10.2016



******


CONTEMPORARY İSTANBUL ÇAĞDAŞ SANAT FUARI BAŞLIYOR

Bu yıl 11.si düzenlenecek olan Contemporary İstanbul çağdaş sanat fuarı 3-6 Kasım tarihleri arasında Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde sanatseverlerle buluşacak.

Dün yapılan basın toplantısında CI Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, 19 ülkeden 66 galeri ve 450 sanatçının katılacağını açıkladı. Güreli, CI’ın temsil ettiği bölgede birinci sırada olduğunu ve sanatçı sayısının geçen yıllara oranla arttığını da belirtti. Bu sene Contemporary İstanbul’da ‘Collectors’ Stories’ ve ‘CI Design’ bölümleri ilk kez yer alacak. Artistik danışmanlığını Marc-Olivier Wahler’in ‘Collectors’ Stories’ bölümünde, Türkiye’nin önde gelen 60 Çağdaş Sanat koleksiyonundan 20 eser sergilenecek. Leyla Alaton, Haro Cümbüşyan, Mehmet Ali Bakanay, Cem Hakko, Oya & Bülent Eczacıbaşı, Freda & İzak Uziyel gibi önemli isimler de koleksiyonları ile sergiye destek verecek. ‘CI Design’ ise İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği 3. İstanbul Tasarım Bienali ile eş zamanlı olarak bienale destek verecek. Contemporary İstanbul’un bu seneki yeniliklerinden biri de yayın yönetmenliği HASAN Bülent Kahraman tarafından yapılacak olan CI Publication olacak. Kitapta, dördü yerleştirme, 17’si heykel, 11’i video 72’si fotoğraf ve videodan oluşan 102 eser yayımlanacak. Fuar bu yıl Akbank ve Ferko sponsorluğunda gerçekleştirilecek.  
Milliyet, Haber: Nergis Fırtına, 18.10.2016

KANALİZASYON ÇALIŞMASINDAN TARİHİ MEZAR ÇIKTI

Konya'da kanalizasyon kazı çalışması sırasında Bizans dönemine ait mezar ve tarihi eserler bulundu. İşçiler tarafından bulunan tarihi gözyaşı şişesi, cam vazo ve toprak testi yetkililere teslim edilirken, kanalizasyon çalışmaları durduruldu.

  

Konya Büyükşehir Belediyesi bağlı KOSKİ ekipleri, Ereğli İlçesi'ne bağlı Orhaniye Mahallesin'de kanalizasyon çalışması başlattı. İşçiler kepçe ile kanalizasyon çukuru açarken tarihi mezara rastladı.



Kazı çalışması durdurulurken toprakların arasından insan kemikleri ile birlikte tarihi gözyaşı şişesi, cam vazo ve toprak testi çıktı.

İşçiler tarafından yapılan ihbar üzerine sevk edilen jandarma ekipleri, tarihi mezarın bulunduğu bölümde güvenlik önlemi aldı. Bizans Dönemi'ne ait olduğu belirlenen tarihi eserler ise müze yetkililerine teslim edildi.

Kanalizasyon çalışmalarının da durdurulduğu bölgede müze yetkilileri tarafından detaylı arkeolojik çalışma yapılacağı ifade edildi.
Milliyet, 15.10.2016

381 YILLIK KÖPRÜ DEFİNECİLERİN HEDEFİ OLDU

Erzurum’da Fırat’ın kolu Karasu üzerine Dördüncü Murat’ın 1635’teki Revan seferine giderken yaptırdığı Karaz Köprüsü, definecilerin hedefi oldu.

35 metre uzunluğunda ve 8 kemerli taşköprü çevresinde geceleri yanlarında getirdikleri kazı makineleri ile tarihi yapının çevresinde koca çukurlar açıyor. Köprünün yanında tarlası bulunan Doğu Anadolu Tarımsal Üreticiler ve Besiciler Birliği Başkanı Nazmi Ilıcalı, “Köprüler yapılırken, onarımları için bir ayağına bir miktar altın konulduğu yolunda efsaneler anlatılıyor. Bu efsaneye inanlar, tarihi köprüleri delik deşik ettiler” dedi.
Milliyet, 15.10.2016

TARİHİ HAN BUTİK OTEL OLUYOR

Bolu'da 1750 yılında inşa edilen tarihi Aşağı Taşhan'da başlatılan restorasyon çalışmasında, binanın tarihi dokusu üzerine sıva ve boya yapıldığı, üzerine de sonradan betonarme kat çıkıldığı ortaya çıktı.

Bolu Belediyesi, Büyükcami Mahallesi'nde 600 yıllık tarihi Yıldırım Bayezid Cami'nin yanında uzun süredir atıl durumda olan Aşağı Taşhan'ın orijinal yapısında restore edilmesi için proje hazırladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan alınan izinlerin ardından 266 yıllık taşhanın restorasyonuna başlandı. Restore çalışmasında, Osmanlı'nın son döneminden kalan ve kesme taştan yapılan tarihi binanın iç kısımlarındaki duvarlarına sonradan sıva yapılıp boyandığı ortaya çıktı. Taş binaya sonradan betonarme kat çıkıldığı da belirlendi.

SIVA SÖKÜLÜYOR
Restore çalışması kapsamında taş duvarların üzerindeki sıvanın ve boyanın söküm işlemi sürerken, ardından sonradan eklenen kat ile aradaki duvar yıkılarak tarihi Taşhan'ın avlusu ortaya çıkartılıp üstü açık şekilde aslına uygun hale getirilecek. Yaklaşık 1 yıl sürmesi planlanan restorasyon çalışmasının tamamlanmasıyla, alt katında 11, üst katında 18 olmak üzere 29 odanın yer aldığı Aşağı Taşhan, restoran ve butik otel şeklinde ihale yoluyla hizmete sunulacak.

Projenin ikinci ayağında ise Aşağı Taşhan'ın bitişiğinde 1804 yılında aynı şekilde yapılan ve çanta, dini kitaplar, hediyelik eşya ürünlerinin satıldığı iş yerlerinin olduğu Yukarı Taşhan da restore edilecek.

BAŞKAN: TURİZM MEKANI HALİNE GETİRECEĞİZ
Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz, tarihi mekanları onararak geleceğe taşımak istediklerini söyledi. Bolu'nun aşçılar diyarı olmasına rağmen insanları sadece yemek yeme için kente getiremediklerini ifade eden Başkan Yılmaz, "Bolu'ya Ankara'dan kimse yemek yemeye gelmiyor. Biz burada yemeğe gelinebilecek bir mekanizma oluşturabilir miyiz? Böyle bir konsepti yakalamakta zorlanıyoruz. Eğer Diyarbakır'a giderseniz böyle bir taş binayı, tarihi yapıyı lokanta ve kafeterya gibi değerlendirmişler. Giden herkesi orada ağırlamaya çalışıyorlar. Eğer iyi bir işletmeci bulabilirsek, burayı da Diyarbakır'daki taş binanın konseptine sokup Bolu'nun hizmetine sunacağız" dedi.

Aşağı ve Yukarı Taşhan'ı birleştirip bu bölgeyi turizm mekanı haline getireceklerini belirten Başkan Yılmaz, "Arasta Çarşısı projesini burayla birleştireceğiz. Bu proje şu an Anıtlar Kurulu'nda devam ediyor. Eğer Anıtlar Kurulu ile yaptığımız görüşmelerde orayı da neticelendirebilirsek, orayı komple restore edip büyük camimiz ile yaşanılabilir bir turizm mekanı haline getirmeyi planlıyoruz. Yukarı Taşhan'daki esnafı ya bu konsept içerisinde değerlendireceğiz ya da bu esnafın buradaki şartlardan daha avantajlı bir mekana taşınmasını sağlamaya çalışacağız" dedi.
Gerçek Gündem, 14.10.2016

SAYIŞTAY BULDU: İSTANUL'DA BİR HAYALET MÜZE!

Sayıştay'ın 2015 Vakıflar Genel Müdürlüğü denetim raporuna göre, Vakıflar Genel Müdürlüğünün merkez ve taşra teşkilatı bünyesinde 12 vakıf müzesi var.

Ancak söz konusu müzelerin 9 tanesinin açık olduğu, İstanbul’da açık olarak görülen Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi ile Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesinin uzun süredir kapalı olduğu ifade edildi.

Rapora göre, İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü bünyesinde açık olarak görülen Özbekler Tekkesi Müzesi ise aslında hiç açılmayarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına tahsis edildi ve hali hazırda İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfınca (İSAR) kullanılıyor.

"Hayalet müze" Sayıştay raporuna şu satırlarla yansıdı:

"Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde... toplam 9 (dokuz) adet müzenin açık olduğu, Performans Programında İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü bünyesinde açık olarak görülen Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi ile Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesinin uzun süredir kapalı olduğu, İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü bünyesinde açık olarak görülen Özbekler Tekkesi Müzesinin de aslında hiç açılmadığı, Tekkesinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına tahsis edildiği ve hali hazırda İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfınca (İSAR) kullanıldığı, müzenin açılamadığı ifade edilmiştir. Buna göre, Vakıflar Genel Müdürlüğünün mevcut müze sayısı 9 olmasına rağmen bu sayının VGM 2015 Performans Programında 12 adet olarak yer aldığı ve hatalı olduğu anlaşılmaktadır..."

HAYALET MÜZE ÖNCE SOYULMUŞ
Gazeteci Murat Bardakçı, 10 Mart 2013 tarihli Habertürk gazetesinde yer alan köşeyazısında Milli Mücadele döneminde Anadolu'ya gizli silah sevkiyatının merkezlerinden biri de olan Özbekler Tekkesi'nin kısa tarihçesini ve bugün karşı karşıya bulunduğu sorunları ele almış ve şu satırlara yer vermişti:

"Tekkenin şeyhlerinin soyundan gelen ve Amerika'nın önde gelen müzik yapım şirketlerinden Atlantic Recors'un sahibi Ahmet Ertegün, 2006'daki ölümünden önce, Boğaz sırtlarındaki 17 dönüm arazinin üzerindeki 21 odalık muhteşem mekanı 'müze dışında herhangi bir amaçla kullanılmaması' şartıyla büyük paralar harcayarak restore ettirdi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devretti. Ertegün'ün avukatları ile Vakıflar arasında imzalanan bir protokolle de tekkenin müze yapılması işi resmiyet kazandı.

...Vakıflar Genel Müdürlüğü, protokolün ardından, 2008'de, tekke şeyhlerinin soyundan gelenlerin elinde bulunan ve aileye ait olan ikiyüzden fazla tarihi eseri 'müzeye koyacaklarını' söyleyerek ayrı bir protokolle bağış olarak aldılar. Eserler, tekkenin restore edilen bölümüne yerleştirildi, binaya bir müdür ile korumalar tayin edildi ve tekke 2011 Ekimi'nin ilk haftasında soyuldu! Hırsızlar elyazması Kur'anlar ile çok sayıda fermanı ve en önemli hattatların elinden çıkma levhaları çaldılar. Çalınan eserlerin bir kısmı daha sonra bulundu ama bazılarının izine ulaşılamadı...

...Özbekler Tekkesi sadece sanatçılar ve bilim adamları yetiştirmedi, şeyh ailesinden de tanınmış birçok isim çıktı...

Mesela, Lozan görüşmelerine Ankara'nın hukuk müşaviri olarak katılan, daha sonra Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği'ni yapan, cenazesi 1946'da Missouri gemisi ile İstanbul'a getirilen ve ismi tekkenin bulunduğu sokağa verilen Münir Ertegün, Özbekler'in meşhur şeyhi İbrahim Edhem'in torunu idi ve tekkeye defnedildi. Onun oğlu ve Amerika'nın önde gelen müzik yapımcılarından olan Ahmet Ertegün'ü de New York'ta 2006'da vefat edince dedelerinin yanına, Özbekler Tekkesi'ne defnettiler..."
Gerçek Gündem, 14.10.2016

TABANLIOĞLU, BAYEZİD KÜTÜPHANESİ İLE ÖDÜL ALDI

Tabanlıoğlu Mimarlık'ın Bayezid Kütüphanesi restorasyonu, ABD Mimarlar Odası'ndan ödül aldı.

Uluslararası ölçekte önemli işlere imza atan Tabanlıoğlu Mimarlık, şirketin ortaklarından Melkan Gürsel'in verdiği bilgiye göre, Bayezid Kütüphanesi'nin renovasyonu ile ABD Mimarlar Odası'ndan ödül aldı.

"Biz kültürel ve sosyal anlamda katkı sağlayacak projelere, kendi gücümüz ve kabiliyetimiz çerçevesinde destek olmaya çalışıyoruz. İstanbul Modern'in, AKM'nin ve üçüncü olarak da Bayezid Kütüphanesi'nin renovasyon işini yaptık. Bayezid Kütüphanesi, kültür yolculuğumuzun son ve önemli duraklarından biri oldu. Dördüncüsü ise Baksı Müzesi'ndeki Kadın Evi olacak" diyen Melkan Gürsel'in verdiği bilgiye göre, projenin müteahhitliğini Rena İnşaat yaptı; mekanik elektrik mühendisliklerini Aydın Doğan Vakfı üstlendi; Tabanlıoğlu da mimari projeyi hazırladı.

Melkan Gürsel, "Bugün haberi geldi; Bayezid Kütüphanesi, Amerika Mimarlar Odası'ndan 'Restorasyon ve Yenileme' dalında büyük ödülü aldı. Platin Ödülü verildi. Bu renovasyon ayrıca birçok prestijli uluslararası yayında yer aldı. Dahası, Bayezid'tan çıkan hikaye Londra'ya taşındı. Bayezid Kütüphanesi'nde tasarladığımız kitap okuma kutularını bir şekilde Victoria & Albert Müzesi'ne taşıma fikri doğdu ve bunu da Londra Tasarım Festivali yetkililerine ilettik. Fikir çok beğenildi. 'Beloved / Azizem' enstalasyonunun doğuşu böyle oldu. Sabahattin Ali'nin meşhur romanı 'Kürk Mantolu Madonna'yı anlatan 7 projeksiyon yerleştirdik. Bu videolarda, Raif Efendi'nin Berlin'deki, Ankara'daki hayatından kesitler var. Murat Tabanlıoğlu önemli bir fotoğrafçıyla Berlin'e gitti ve Raif Efendi'nin gezdiği yerleri gezdi; oraların bugünkü halini yansıttı. Victoria & Albert Müzesi'nin anaholünde bir köprünün üzerindeyiz. Bu köprü bir geçiş; Rönesans'ı ve Orta Cağ'ı birleştiriyor." dedi.
Arkitera, Haber: Ekin Bozkurt, 14.10.2016

ANTİK KENTTE DEPREMİN İZLERİ ARAŞTIRILIYOR

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde tarihte yaşanan depremlerin izleri araştırılıyor.

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin birçok bölgesinde kazı çalışması yürütüldüğünü, çalışmalarda bölgede 5 döneme ait deprem izlerine rastlandığını kaydetti.

Bölgede incelemelerde bulunan Pamukkale Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Halil Kumsar ise arkeolojik verilere göre milattan sonra 4. yüzyılda meydana gelen büyük bir deprem sonucunda kentin birçok yapısında ağır hasar meydana geldiğini bildirdi.

Stratonikeia antik kentinin tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan depremlerden ağır hasar gördüğünü anlatan Kumsar, "Bu deprem izlerinin en belirgin yeri ise antik tiyatro. Tiyatronun sol yamacında hasarlı olan ve uzun süreden beri hatta milattan sonra 340-350 yıllarında meydana gelen depremden sonra kullanılamamıştır." dedi.

- "Yüzeye yakın depremler yaşandı"
Kumsar, sahada ve laboratuvarlarda yürütülen çalışmalarda, tiyatro zemininin bir örneklemesini yaptıklarını ve temel zemininde meydana gelen heyelanın farklı koşullardaki oluşum nedenlerini incelemeye çalıştıklarını kaydetti.

Çalışmalarda, bölgede 6,5 ve 7 üzerinde, yüzeye yakın alanlarda meydana gelen depremlerin yarattığı etkileri incelediklerini anlatan Kumsar, şöyle konuştu.

"Bu bölgede meydana gelen, 6,5 büyüklüğündeki bir depremle tiyatrodaki sol yamaçta heyelan meydana geliyor ve oradaki basamaklar günümüzde artık oturulamayacak durumda. Fakat bu basamakları olduğu yerden sökmüyorlar. O basamaklar olduğu yerde duruyor 4. yüzyılın ortalarından günümüze kadar bu depremin izleri taşınmış durumda."

- "Depremler yaşanmaya devam edecek"

Cumhuriyet döneminde 1941, 1957 yıllarında meydana gelen büyük depremlerin de izlerini kentte görmenin mümkün olduğunu ifade eden Kumsar, Cumhuriyet dönemi binalarında da düşey ve çapraz çatlakları görmenin mümkün olduğunu ifade etti.

Kentte bulunan cami yapısında da bunu gözlemlediklerini belirten Kumsar, "Yatağan ve Milas bölgesi geçmiş dönemlerde 6,5 ve 7 üzeri depremlerle karşı karşıya kalmıştır. Bundan sonraki dönemlerde de benzer depremler tekrarlayacaktır ve bölgedeki tarihi ve modern yapıları etkileyecektir. Bu deprem önümüzdeki yaşam döneminde de yine devam edecektir." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç, 14.10.2016

YIL SONUNA KADAR 7 MÜZE AÇILACAK

Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan bilgiye göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesindeki 198 müzede, yaklaşık 356 bin tarihi eser sergileniyor. 

Bu yılın 9 ayında, yenilenen Sakarya Müzesi ile yeni açılan Antalya Demre Likya Uygarlıkları ve Burdur Doğa Tarihi müzeleri, hizmet vermeye başladı.

Bakanlık, yılın sonuna kadar 7 müzeyi daha kültür hayatına kazandırmayı planlıyor.

Bu kapsamda Bartın Amasra, Edirne, Mardin ve Gaziantep Arkeoloji müzeleri ile Malatya Beşkonaklar Müze Evi'nin yenileme çalışmaları tamamlandı. Yeni açılacak Adana Kuruköprü Anıt Müzesi ve Geleneksel Adana Evi ile Zonguldak Maden Müzesi de ziyarete hazır hale getirildi. 
Anadolu Ajansı, Haber: Yıldız Aktaş, 13.10.2016



9 - 15 Ekim 2016
DÜĞME, 5 BİN YIL ÖNCE SÜS OLARAK KULLANILIRDI



Hindistan’da İndus Vadisi’nde, düğme benzeri bazı objelerin süs amacıyla 5 bin yıl önce kullanıldığı belirlendi. Elbiselerde düğme kullanılmasına da ilk kez, MÖ 2000’de İndus Vadisi’nde başlandı. Bu düğmeler, küçük deniz salyangozu ve diğer deniz kabuklularından yapılmaktaydı.

Düğmeler çoğunlukla süs amacıyla kullanılmış olsa da bazılarının orta kısmının delikli oluşu elbiselere dikildiğini göstermektedir. Çin’de yapılan arkeolojik kazılarda, İndus Vadisi ile aynı dönemde Çin’de yapılmış düğmeler bulundu. Güney Kıbrıs’ta kazı yapan arkeologlar, Larnaka’daki Hala Sultan Tekkesi civarında 3200 yıllık düğmelere rastladı. Almanya’da Gothenburg Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Profesör Peter Fischer, Larnaka’daki bir mezarda yaptığı kazıda 100 civarında değerli obje buldu. Fischer 2016 yılında, mezarda renkli seramikten yapılmış 3,3 santimetre çapında ve ortası delik olan düğmeler bulduğunu açıkladı. Bu düğmelerin 3200 yıl önce Mezopotamya veya Mısır’dan ithal edildiği düşünülüyor.

Düğmenin yaygınlaşması
Düğme; önceleri deniz kabukluları, seramik, fildişi, kemik, boynuz veya metalden yapılırdı. Düğmeden önce genellikle elbiselerde, büyük iğneler kullanırdı. Roma İmparatorluğu’nda, 5-7 metre uzunluğundaki beyaz yünlü kumaştan yapılan ve toga denilen kıyafeti Roma vatandaşları giyebilirdi. Togayı bütün halinde tutabilmek için Romalılar, broş formundaki büyük çengelli iğneleri kullanılırdı.

Günümüzdekine benzer şekilde ilik ve düğme kullanımının yaygınlaşması uzun zaman aldı. Avrupalılar; 1096’da başlayıp 1272 yılına kadar süren Haçlı Seferleri sırasında, Orta Doğu ülkelerindeki kaliteli düğme üretim tekniklerini öğrenerek Avrupa’ya döndüler. Avrupa’da 1200’lerde kadın ve erkekler, vücuda yapışan dar elbiseler giymeye başlamıştı. Bu tür kadın elbiselerinin önünde birbirine çok yakın olan 30 adet ve kollarında da 20 adet düğme kullanıldığı için düğme bulmak zorlaştı. Haçlı Seferleri’nden dönen ustalar, Avrupa’da artan düğme ihtiyacının karşılanmasını sağladı.

Çok sayıda küçük düğmeleri olan bu tür elbiseleri giyen kadınların, düğmeleri ilikleyip açmaları zordu. Bu nedenle kadınlar, ucu kanca şeklinde olan düğme ilikleyip açma aletleri kullanırdı. Kadınların elbiselerindeki iliklerden, derilerinin görüneceğini öne süren kilise “cehennemin kapısını açan bu iliklerdir” diyerek çok düğmeli dar elbiseleri protesto etti. Avrupa’da, 5000 yıl önce olduğu gibi düğmeler zamanla süs olarak ve gösteriş yapmak için kullanılır oldu. Rönesans Dönemi’nde; saray mensupları ve zenginler, üzerinde değerli taşlar olan altın veya gümüş düğmeler kullanırdı. İskoç kraliçesi Mary Stuart’ın 1587’de kafası kesilerek idam edilirken giydiği elbisenin düğmeleri altından yapılmıştı ve üzerleri mücevherlerle kaplıydı.

ABD’de 1800’lerde düğme bulmak zor olduğu için kadınlar, kurşun metalini ocakta eritip kalıba dökerek düğmelerini kendileri yapardı. Sanayi Devrimi sonrasında teknoloji gelişince, düğmeler fabrikalarda üretildiği için tüm dünyada ucuzladı. Japonlar, 1800’lerde limanlarını dış ticarete açtıktan sonra Japon sanatını yansıtan düğmeler Moda olmuştu. Günümüzde Çin, ucuz plastik düğmelerin üretiminde dünya lideridir.
Milliyet, 14.10.2016

SOTHEBY'S'DEN OSMANLI ESERLERİ MÜZAYEDESİ

Sotheby’s Müzayede Evi 19 Ekim’de Londra’da “İslam Sanatları Dünyası” satışı gerçekleştireceğini duyurdu.

Müzayedede İslam dünyasında 1000 yılı aşkın bir döneme uzanan sanatsal alışverişin ve etkileşimin hikayesini anlatan nadir eserler yer alacak. Müzayedede öne çıkan eserler arasında Veronese okulundan bir sanatçının nadir bir yapıtı olan Sultan I. Bayezid resmi, Süleyman el-Üsküdari’nin istinsah ettiği tezhipli Kuran ve mavi beyaz İznik çini tabağı yer alıyor.
Milliyet, 14.10.2016

I. BAYEZİD'İN RESMİ 564 BİN LİRAYA SATIŞA ÇIKARILACAK

Sotheby's Müzayede Evinde 19 Ekim'de gerçekleşecek müzayedede, 1580 tarihli Sultan I. Bayezid resmi, 564 bin liraya satışa çıkacak. 

İslam Sanatları Dünyası isimli müzayedede, İslam dünyasında bin yılı aşkın bir döneme uzanan sanatsal alışverişin ve etkileşimin hikayesini anlatan seçkin ve nadir eserler sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

NADİR YAPITLARDAN BİRİ
Müzayedede, Veronese Okulundan bir sanatçının nadir yapıtlarından biri olan 1580 tarihli Sultan I. Bayezid resmi, 150 bin sterlinden (564 bin lira) satışa çıkacak. Sultanın yüzünü dörtte üç profilden, omzunun üzerinden arkaya bakar halde gösteren portrede, I. Bayezid büyük bir sarık takmakta ve zengin işlemeli bir kaftan ile resmedilmiş.


ÇİNİ TABAK 677 BİN LİRAYA
Erken Osmanlı çiniciliğinin eşsiz bir örneğini yansıtan ve tahmini olarak 1520 tarihli olduğu belirtilen Türk işi nadir İznik mavi
-beyaz çini tabak 180 bin sterlin (677 bin lira), Süleyman el-Üsküdari tarafından istinsah edilen 1676 tarihli tezhipli Kuran ise 120 bin sterlin (450 bin lira) açılış fiyatıyla alıcısını bekleyecek.    

üzayedede ayrıca Jafar Ghazi koleksiyonunda bulunan 50 el yazması ve hat eseri de yer alıyor. Koleksiyonda özellikle Osmanlı ve Türkiye eserlerinden 1879 tarihli tezhipli Abdullah Hafid Muhsinzade imzalı Kaside-i Bürde Murakkası, 16. yüzyıldan kalma Ahmed Karahisari imzalı haftanın her günü için dualar (Delail- ül Hayrat) ile 1849 tarihli Mustafa İzzet imzalı tezhipli murakka şeklinde Ka'b İbn-i Zübeyr'in Kaside-i Bürdesi dikkati çekiyor.
Hürriyet, 13.10.2016

UNESCO MESCİD-İ AKSA'NIN MUSEVİLİKLE BAĞININ OLMADIĞINI KARARLAŞTIRDI

Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim ve Kültür Örgütü (UNESCO),  Mescid-i Aksa’nın Musevilikle bir bağı olmadığı yönünde karar aldı.



Kararda İsrail’in, Kudüs’teki dini ve kutsal yerleri idare etme biçimi eleştirilirken,  Kudüs’ün Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler için kutsal bir kent olduğu ifade edildi. Mescid-i Aksa’nın Müslümanlıkla bağlantısına özellikle dikkat çekilen kararda, İsrail'in bu bölgenin Musevilikle bir bağı olduğu iddiasına ise yer verilmedi.  UNESCO Dışişleri Komisyonuna sunulan karar tasarısı,  6'ya karşılık 24  ‘’evet’’ oyu ile kabul edildi.

26 üye çekimser kalırken, iki üye oylamaya katılmadı. İsrail’in tepki ile karşıladığı karar için Fransa çekimser oy kullanırken, ABD, Almanya ve İngiltere ‘’hayır’’ oyu kullanan ülkeler arasında yer aldı.

UNESCO’nun 58 üyeli yönetim kurulu pazartesi günü kabul edilen tasarıyı bir kez daha oylayacak.  Yine aynı yönetim kurulu, nisan ayında aldığı bir kararda, Mescid-i Aksa’nın Müslümanlarla bağlantısına dikkati çekmişti.
Milliyet, 13.10.2016
YÜZYILIN EN BÜYÜK SAHTE RESİM SKANDALI

Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi tarafından satılan, 10.6 milyon dolar değerindeki Franz Hals tablosunun sahte çıkması üzerine, toplam değeri yüz milyonlarca dolar eden çok sayıda sahte tablonun piyasada dolaştığı iddiası sanat dünyasında ses getirdi.

İddia, büyük bir sanat suçunu da gündeme taşımış oldu. Sanat uzmanı Bob Haboldt bunun 21. yüzyılın en büyük sanat skandalı olduğunu iddia etti. Çünkü piyasada halen 25 kadar sahte tablo olduğu ve bu tabloların toplam değerinin 250 milyon doları bulduğu tahmin ediliyor. 
Milliyet, 13.10.2016 

'ACI ÇEKEN GÜZELLİK'

Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından Taner Ceylan, 28 Ekim’e dek Londra’da Sotheby’s S2 Gallery’de ‘I Love You’ (Seni Seviyorum) adlı sergisiyle ağırlanıyor.



İspanyol filozof Jose Ortega y Gasset kitabı ‘Sevgi Üstüne’de sevmek eyleminin bir gidiş hali olduğundan bahseder. Büyük aşk hikayeleri bir yerden bir yere yolculuk eden aşıklarla doludur. Ya da dini öğretilerdeki gibi ruhun ebediyete gidişidir kavuşma anı. Bu yol acıyla ve teslimiyetle doluysa tek bir açıklaması vardır tüm çekilenlerin, o da aşktır. Türkiye’nin en önemli sanatçılarından Taner Ceylan işte aşkla dolu, kan revan içinde teslim olmuş, çektiği yetmemişçesine daha fazlasına da hazır bedenlerle karşımıza çıkıyor bu kez. Sergisinin adı ‘I Love You’ ya da Türkçesiyle ‘Seni Seviyorum’.

New York merkezli Paul Kasmin Gallery tarafından temsil edilen sanatçı, Londra’da Sotheby’s S2 Gallery’de açılan sergisinde son bir yıl içinde yaptığı 6 adet büyük boyutlu resmi izleyicilere sunuyor. Resminde, sanat tarihine özgün bir okuma sunmasına alışık olduğumuz bir isim Taner Ceylan. Bu kez de tarihin katmanlı halinden beslenen sergi, İsa tasvirlerinden yola çıkılarak hazırlanmış eserlerden oluşuyor. Sergi fikri, Taner Ceylan’ın Pedro de Mana’nın 1673 yılında yaptığı ‘Christ as the Man of Sorrows’ adlı ahşap heykelini görmesiyle ortaya çıkmış. Ceylan serinin başlangıcı olarak bu heykelin bir resmini yapmış. Altı resmin ana unsuru da bu tablo. Tarihe bakışını, “Her tarafı aynalarla kaplı bir evde yaşadığınızı düşün bir süreden sonra kendinizi görmezsiniz. Sanatçı ve sanat seven olarak sanat tarihindeki eserlerle olan ilişkimiz biraz böyle. Yani ayna kaplı evde bir an durup suratımı fark etmek gibi bir durum” diyerek özetleyen Ceylan bu tablo için “Her şey ‘Christ The man of Sorrows’  heykeliyle karşılaşmamla başladı. Buradaki figür gerçekten gözlerimin içine bakıyor ve acı çekiyor. Ve milyonlarca insan binlerce yıldır bu imgelere bakıp umut ediyor, mutlu olmayı bekliyor. Buradaki zıtlık beni çok etkiledi. Sanat tarihine bakınca ressamlar ve heykeltıraşlar adeta en masum, en güzel İsa’yı resmetmek için yarışmışlar ama mutlaka acı çeken bir güzellik. Veya acı çektikçe güzelleşen” diyor. 

Seriden ilk bahsedeceğimiz eser ‘Levitation’. Hafifleme, uçuş manasına gelen ismiyle bu tablo, izleyiciyi rüzgara kapılmış bir yelken gibi yükselmiş bedenle karşı karşıya bırakıyor. 

Resmin içinde resim 
‘Messina’ adlı tablosunda ise resmin içine bir başka resim giriyor. Böylece ‘The Man of Sorrows’daki ‘heykelin resmini çizme’ oyunu başka bir yere taşınıyor. Pare pare olmuş tarihi bir İsa resminin önünde yatan bir figür var. Ağzı ve kolları iple bağlı, gözleri kapalı, başı düşük, cenin pozisyonunda yatan bir beden duruyor izleyici karşısında. 

Ceylan bu tabloda hem seride konu edindiği temaların bir örneğini veriyor hem de sanat eseriyle sanatçının kurduğu ilişki bakımından izleyiciyi düşündürüyor. Öyle ki bu arka plandaki İsa tablosuyla karşılaşan ressam Ceylan da başta bir izleyiciydi, ardından o bu resmi yapan kişi oldu ve izlediği tablonun ressamına dönüştü. Bunun görülmesi ise ancak bir başka izleyiciyle mümkün oldu. Bu düşünce izleği Ceylan’ın 14. İstanbul Bienali için Volpedo’nun ‘Il quarto stato’, tuval üzerine yağlıboya, eserini yeniden resmetmiş ve bir yerleştirmeyle birlikte sunmasıyla da benzeşiyor. 

Gül ve bülbül hikayesi 
Serginin ana unsuru ‘Christ as the Man of Sorrows’ adlı tablo olsa da en dikkat çekici eserlerden biri kuşkusuz Ceylan’ın otoportresi. Burada Taner Ceylan, kan ve sigara dumanı arkasına gizlemiş yüzüyle, masum ama sert bir görünüme bürünmüş; ardında bıraktığına bakıyor. Bu tabloyu, sergideki 6 zor resmin bir yıl gibi kısa bir sürede bitişinden sonra ressamın eserlerine bakışı gibi düşünmek ya da tabloda iç içe geçmiş çokça başka mana bulmak mümkün. Tablo, Ceylan’ın ‘1881’ portresiyle de benzerlik taşıyor. Belki de ‘1881’de çizdiği yüz de kendi yüzüydü, kim bilir? Ne de olsa bu benzerlik Oscar Wilde’ın ‘ressamların her portrede kendilerini çizdikleri’ düşüncesini hatırlatıyor. 

‘Seni Seviyorum’ Taner Ceylan’ın artık olgunluk dönemi diyebileceğimiz bir döneminde yaptığı geçmiş ve devam eden serileriyle bir arada okunabilecek yahut tek başına çok katmanlı anlamlara gebe olacak bir serisi. Tabloların tümünde Nazım Hikmet’in dediği gibi “Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak...” 

Bu itibarla seri, izleyenin kendi aksini de türlü türlü görebileceği okumalara açık. Biz yazıyı var olmak, çürümek ve acı üzerine metinleriyle tanınan Rumen yazar E. M. Cioran’ın sözleriyle noktalayalım: “Acı çekmek var olma hissi edinmenin, var olmaksa yıkımımızı korumanın biricik yolu.”
Milliyet, 13.10.2016
MUĞLA'DA BULUNDU

Muğla'da Truva Krallığı'na ait 3 bin 200 yıl toprak altında kalmış 10 bin yıllık hazinenin bulunduğu ve değerinin 500 trilyon dolar olduğu iddia edildi.

Muğla'nın Milas İlçesi'nde emlakçılık yapan Tuncer Rıfat Barın, Truva Krallığına ait 3 bin 200 yıl toprak altında kalmış 10 bin yıllık hazinenin bulunduğunu öne sürdü.



Barın, yapmış olduğu açıklamada; "Arkadaşlar bu hazine tümüyle Truva Krallığından kalma, içlerinde ünlü Palladion , Baphomet , Repteliyan ve diğer heykeller ile kraliyet altınları ile mücevherlerin bulunduğu hazinedir. Allah'ın izniyle cumhuriyet ve dünya tarihinde devletimizin ve de bir devletin bir kerede kazanabileceği en büyük hazine olacak. Bize göre toplam piyasa değeri 500 trilyon ABD doları civarındadır" dedi.

Kısaca hazinenin hikayesini anlatan Barın, "Adı E.B. olan yeni bir müşterim bundan yaklaşık 5 ay kadar önce yanıma gelip bu hazine hakkında bilgi verdi. Bende neyin nesidir tam olarak bilemediğimden kendisinden bir müddet düşünmem için zaman istedim. Gerekli araştırmaları yapıp, konuya biraz daha vakıf olduktan sonra müvekkilim ile birçok kez tekrar buluştuk."

"Bu konunun devlet büyüklerimize hangi yollardan anlatabileceğimizi, konu hakkındaki endişelerimizi, kendisinin bulmuş olduğu bu hazinedeki benim sorumluluklarımı, iş bitimindeki çıkarlarımızı vs. birçok konuyu belli bir plana o tutturduktan sonra basın aracılıyla bu konunun ülkemiz halkımızın da bilgisi dahilinde başlamasını münasip gördük ve kendisinden almış olduğum yetkimle bu günden itibaren bu konunun baş sorumlusu ve muhatabının vekili olarak karşınızdayım" diye konuştu.

Hazinenin devasa büyüklükte olduğunun altını çizen Barın; "Truva Savaşı MÖ 1184 yılında olduysa buna 2016 yıl daha ilave ettiğimizde toprağa gömülme zamanı yaklaşık 3 bin 200 yıl öncedir. Birde içindeki müştemilatını kendi olmuşum mevcut yaşlarını da Truva Krallığı döneminden geldiğini de göz önüne alırsak yaklaşık 10 bin yıllı devirmiş bir hadise."

"Yani hazinenin bulunduğu çukurlardan bir çömlek parçası bile çıksa kendi başına kıymetliyken birde size hazinenin içinde bulunan anlatacaklarımı da hesaba katarsak bizim rakamımıza gelirsinizdir diye düşünüyoruz. Bu hazine mevcut kanunlarımıza göre; öyle git harcını yatır devletimizden 4 memur al onların nezaretinde kazı yaptır türünde bir iş değil."

"Tümüyle devletimizi - milletimizi ve devlet büyüklerimizi ilgilendiren devasa güçte. Bizim basına çıkma nedenlerinin biri de buradan kendilerini bilgilendirmek. Çıkacak olan hazine öyle falanca müze müdürlüğünde veya yediemin deposuna konularak saklanacak türden değiller."

"Günümüzde kötü art niyetli depo sorumluları veya hazinenin hangi depoda olduğun bilen kötü niyetli kişiler tarafından talan edilmeyeceği. Zaten bu işi çözse çözse sayın başbakanımız, cumhurbaşkanımız ile meclisimiz çözebileceğine inanmamızdır. Bundan en ufak bir endişemiz yok ve olamaz. Hem ayrıda basına çıkma diğer bir nedenimiz ise çıkartılacak bu hazine devletimize kazandırıp, tüm incelemeleri yapıldıktan sonra biz halkımız ile dünya insanlığının ziyaretine açılmasını istememizdir."

"Diğer bir deyişle devlet sırrı deyip saklanmasını ve de bir depoda tutulmasını istemiyoruz. En kısa sürede ülkemize ve dünya insanlığına mal olmasını istiyoruz. Sebebine gelince; yine bu hazinenin ünü ve parasal değerinden başka hazineden çıkacak olan bazı heykellerin içinde yüksek enerji saçan dünya dışı bir element yada bir cisim diye adlandırabileceğimiz nesnelerin oluşu."

Bu hazinenin içinde bulunan yaklaşık 3' ü büyük ebatta 15 adet heykellerin içinde bulunan; bir tanesi Azazel veya Azazil olarak bilinen meleğin hatta Tapınak Şövalyelerini de kapsayan Baphomet' inde ilham kaynağı illumunati heykelinin aslı ile kendilerini Repteliyan soyundan geldiğini iddia eden insanların, atalarını tasvir eden 10 bin yıllık orijinal heykelleri." dedi.

Açıklamasına devam eden Barın, "Bu heykellerin içlerinde barındırdıkları özel bir enerji veya bir element yoksa dahi Truva tarihi Hz. Süleyman'ın tarihinden öncesine dayanıyor olması. Tapınak şövalyelerinin atası - kurucusu Hiram usta ve de Masonların kurucuları kendi sembollerini üretirken bir yererden esinlenmek mecburiyetindeydiler."

Bence o dönemde Truva Krallığında bulunan bu heykelleri kendilerine referans ve örnek almış olmalılar ki günümüzde dahi hala bu sembollerin yakın versiyonlarıyla anılmaktadırlar. Dünyayı ekonomik açıdan ellerinde tutan bu kişilerin bir anlamda bu heykelleri kendi kutsalları ve de bundan böyle onları kendi içlerinde motivize edecek enerji kaynağı olarak kabul edildiğinde heykel başına 100 trilyon dolar onlar için sırf sahip olabilmek adına seve seve, kibarca ve kolaylıkla ödeyebilecekleri miktarlardır. Bu kadar parayı hemen vermeye razı olabilecek ülkelerin başında başta Amerika - İngiltere - Almanya gelecektir diye düşünüyorum."

"Ancak diğer yandan yancı devletler ise; Fransa - İtalya - Yunanistan ile İsrail, bir alt grupta ise Çin ile Rusya'yı düşünmeliyiz. Zaten ülkemizin bu konu hakkında deneyimi ve tecrübesi olmadığı için ve de hazine kasasına değerli varlıklar olarak envanterine işleyebilmesi içinde kendi bünyemizde oluşturduğumuz Değerlendirme ve Kıymet Taktir Komisyonu'nun bulunan hazine ile alakalı bilgi ve tecrübesi olmaması ve de ekonomimize katkısı için taraf olduğumuzdan dünya devletlerinin de ekspertiz raporlarını almak mecburiyetindeyiz" ifadelerini kullandı.

Önemli iddialar ortaya atan Barın, "Yaklaşık 10 devletten alacağı görüşlerin ortalaması heykellerin dünya pazarındaki piyasa değerini gösterecektir. Bu durumda 2 heykel 200 trilyon doları görecekse Palladion heykeli kendi başına ayrı bir gizem 100 trilyonda o olsa, diğer çıkacak olan heykeller ile hazineyi de işin içine katarsak ( bu arada ekspertiz değerini hesaplarken Rusya'nın elinde bulunan 8 - 10 parça Truva mücevherlerine biçilen parasal piyasa değerini ölçü aldığımızda ) bu hazinenin toplamda 500 trilyon dolar civarında bir rakamı görmesi gerektiğine inanıyoruz." şeklinde konuştu.
Habertürk, 13.10.2016
ÇİN'İN ÜNLÜ TERRACOTTA ORDUSU YUNANLILARIN YARDIMIYLA YAPILMIŞ OLABİLİR

Çin’de MÖ 250’lı yıllara tarihlenen ve binlerce askerin pişmiş topraktan yapılmış heykellerinden oluşan Terracotta Ordusu’nun bulunduğu bölgede Yunanlı heykeltraşlar çalışmış olabilir!

Çin’in Xinjiang eyaletindeki sitede yapılan geniş kapsamlı çalışmalar ile Avrupa özellikli mitokondrial DNA sonuçlarıyla yapılan son araştırmalar batılı kaşiflerin Çin’e bugüne dek bilinenden 1500 yıl önce seyahat edip yerleştiklerini ortaya koydu. Arkeologlar ise Çin’in ilk imparatoru olan Qin Shi Huang’nın mezarını koruyan 8 bin heykelin Antik Yunan etkisinde bir Avrupalı heykeltraşın rehberliğinde yapılmış olabileceğini iddia ediyorlar.  Uzmanları heyecanlandıran diğer bir unsur ise DNA testlerinden Avrupalıların MÖ 259-210 yıllarında Qin Shi Huang döneminde bölgede yaşamış olması.

İmparator Qin Shi Huang Mozelesi ve Site Müzesi’nde görevli kıdemli arkeolog Dr. Li Xiuzhen; ‘Artık Çin’inin batı ile ilk yakın temasını İpek Yolu’nun resmi kullanımından çok daha öncesinde yaptığına dair kanıtlarımız var’ dedi. Bu temasın kanıtlarından biri ise Çin’de daha önce Terracotta Askerlerin biçiminde gerçek boyutta insan heykellerine rastlanmamış olması.

Viyana Üniversitesi Asya Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Lukas Nickel’e göre Çin’in ilk imparatoru olan Qin Shi Huang’nın mezarı Büyük İskender dönemini takiben Asya’ya ulaşan Yunan heykellerinin etkisiyle yapıldı. Nickel, Yunanlı bir heykeltraşın bölgede yerli halkı bu konuda bizzat eğittiğini düşündüğünü de ekledi.

Bölgede yapılan kazılarda içlerinde yüksek mevkiden bir metres olduğu tahmin edilen inci ve altından yapılmış mücevherlerle gömülmüş genç bir kadının kemikleri ile imparatorun en büyük oğlu Prens Fu Su’ya ait olduğu düşünülen yay ve süngüyle gömülü bir kafatası çıkarıldı.

Terracotta Ordusu
MÖ 250’lı tarihlerde yapılmış olan pişmiş topraktan oluşan heykeller, 1974’te Çin Halk Cumhuriyeti’nin Xinjiang eyaletine bağlı Xi’an yakınlarında bir çiftçi tarafından bulunmuştur. Ordunun “İlklerin imparatoru” olarak bilinen Qin Shi Huang’ın mezarını koruduğuna inanılır.

Qin Shi Huang, Qin Hanedanı’nı kurarak kendini imparator ilan etmiştir. Tarihçi Si Maqian’in kaydettiğine göre, Qin Shi Huang henüz hayattayken MÖ 246 yılında başlanan mezarının inşası 30 küsür yıl sürmüş, inşaatta 700 bin kişi çalıştırılmıştır.

Boyları 183-195 santimetre arasında değişen bu heykel askerlerin her birinin yüz ifadesi farklıdır. Kazı alanında çoğu hala toprak altında 8000 asker, 520 atıyla birlikte 130 savaş arabası, 150 süvari atı bulunduğu tahmin edilmektedir.
arkeolojihaber.net, Kaynak: telegraph.co.uk Çeviri: Ayşen Yolcu, 12.10.2016 

IHLAMUR PARKI'NDAKİ TONOZLU SU DEPOSU ARTIK KORUMA ALTINDA

Ihlamur Park'ın içerisinde yer alan tarihi eserlerin tescil edilmesi ve koruma altına alınması için halkın yaptığı başvuru İstanbul III. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından kabul edildi. Bu kararla beraber tonozlu su deposu tescil edildi.

İstanbul Beşiktaş’ta bulunan Ihlamur Parkı’nın Seba İnşaat tarafından bir sabah etrafının çevrilmesiyle başlayan mücadele kazanımla sonuçlandı.

Tescillenmemiş tarihi eserlerin de bulunduğu parkta yapılmak istenen konut inşaatına karşı direnişe geçen, belediye meclisine giden, her yere dilekçeler vererek başvuru yapan mahalleli son olarak da parkta bulunan tarihi eserleri tescilletmeyi başardı.

Geçtiğimiz haftalarda, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yayımladığı 1/5000’lik planda Seba İnşaat’a ait park alanında yapılaşmaya izin verilmediği ortaya çıkmış, mahalleli de bunun üzerine bir kutlama etkinliği yapmıştı.

Mücadelelerinin parktaki tarihi eserleri tescil ettirene kadar devam edeceğini söyleyen mahalleli, koruma kurulundan da kararı çıkardı.

Mahallelinin başvurusuna Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 3 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan gelen yanıtta parkta bulunan tonozlu su deposunun korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edildiği ifade edildi.
Birgün, 12.10.2016

DOĞANÇAY'IN ATÖLYESİNE DAVETLİSİNİZ

Yıldız Holding, koleksiyonundaki  sanat eserlerini Yıldız Holding Çamlıca Seminer ve Sergi Salonu’nda çalışanlarıyla ve sanatseverlerle buluşturuyor.

‘Mavi Senfoni’nin de aralarında bulunduğu Burhan Doğançay’ın eserlerinden oluşan özel bir seçki bu kapsamda ziyarete açılır. Doğançay’a ait çeşitli serilerden 19 resim, ‘Kurdeleler’ serisinden bir Aubusson duvar halısı, Yahşi Baraz objektifinden 18 adet portre ve atölye fotoğrafı ve ‘İmgeler ve Göstergeleriyle Doğançay’ sergisi 18 Kasım’a dek gezilebilecek. Aralarında sanatçının eşi Angela Doğançay’ın, ‘Mavi Senfoni’nin eserleşme sürecinden bir kesitin ve sanatçının New York’taki atölyesinin de bulunduğu fotoğraflar Doğançay’ı tanıma sürecine ışık tutacak. 
Milliyet, 12.10.2016 

ANKARA'DA YENİ BİR MÜZE: MÜZE EVLİYAGİL

Başkent Ankara'nın her zaman müzelere, sergi salonlarına ihtiyacı vardır. Çünkü "başkent" sanat açısından da bu kimliğini sağlamalıdır.

Cumartesi akşamı Ankara’da Müze Evliyagil’in açılışında bulundum.

Üç katlı müzede Türk resminin önemli, resim tarihine geçmiş sanatçıların tablolarını, çalışmalarını gördüm.

Müze Evliyagil’in desteklediğim bir tutumu genç sanatçılara da yer vermesi oldu.

Müze’nin dışındaki heykelleri de ziyarete gittiğinizde es geçmeyin.

Özellikle Türk sanatının büyük ustası Neşet Günal’ın bir freskine dikkatinizi çekerim.

Günal, 1963 yılında Ankara’da Ajans Türk binasının önünde, bizzat orada çalışarak yapmış. Altında 1964 - Neşet Günal imzası var.

Bu alanda Osman Dinç’in Yağmurun Gözyaşları ile Erdal Duman’ın Tank’ı yer alıyor.

Müze kataloğunun başındaki Sarp Evliyagil’in ‘Toplamak, Biriktirmek ve Sergilemek Üzerine’ yazısında koleksiyonculuğa nasıl başladığı, yaşamın içindeki aşamalarla anlatıyor.

Ciddi bir girişim bakın nasıl başlamış?

“30’lu yaşlarımın başında yoğun olarak eser toplamaya başladım. Bu beni Ajans Türk binasının bir bölümünü kapatarak depo yapmaya zorladı ve bir gün eserleri toplu halde gün ışığına çıkarma fikri de ilk o zaman uyandı.”

Müzeye geçiş fikrinin olgunlaşmasının serüvenini anlattığı yazının önemli bölümlerinden biri de hedefini belirlemesi:

“Başkentin ilk modern ve çağdaş koleksiyonuna sahip olan bu küçücük girişimden beklentim, sanatsever bireylere ve kurumlara örnek olması ve onlara cesaret vermesidir.”

Küratör Deniz Artun, koleksiyonun oluşumunu, ailenin ve Sarp Evliyagil’in resimle ilişkisini kaleme getirmiş. Artun’un yazısı, sanatla ilişkinin aile çevresiyle başlayarak gelişmesinin de öyküsü.

***

Üç katlı müzede 82 sanatçının yapıtları sergileniyor.

Bu sayı, koleksiyonun bir bölümü. İleriki zamanlarda başka resimler de görülebilecek. Programa göre, ileride tek tek sanatçı sergileri de düzenlenecek.

Müze’de, değişik kuşakların yapıtlarını izleyerek, Türk resim tarihinin grafiğini çıkarabilirsiniz.

Ayrıca kendi geleneklerinden ve Batı’daki akımlardan nasıl yararlandıklarını da bu seçmelerde görebilirsiniz.

Her kuşağın sanata, ülkeye yaklaşımı, algılaması arasında farklar vardır. Müze’deki yapıtlar bu farkı ortaya koyuyor.

Eşref Üren’in Ankara Dolayları resmin ötesinde onun Ahmet Haşim ve Mitoloji yazısını anımsattı. Feyhaman Duran’ın Tevfik Fikret portresi onun evini, atölyesini gezdiğim zamanı canlandırıyor.

Türler arasında gelgitler, sergiyi daha ilgi çekici kılıyor.

Resimlerin yanında ünlü edebiyatçıların kitaplarından alıntılar okuyacaksınız. Görsellikle yazı arasındaki zenginleştirici çizgiyi keşfedeceksiniz.

Bazı yazarların adını vermeliyim:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara’sından, Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nden alıntılar ilk aklıma gelenler.

Ayrı düşünceler, ayrı beğeniler. Özellikle genç kuşağın ürünlerinin bugünkü gençliğin, genç sanatçı kuşağının yaklaşımının, arayışının, peşine düştüğü kavramların neler olduğunun anlaşılmasında etkili bir öğe olduğu kanısındayım.

***

Yalnız Ankara’da yaşayanlar için değil, yolu bir gün Ankara’ya düşecek herkesin gezmesi gereken bir müze.
Hürriyet, Haber: Doğan Hızlan, 11.10.2016

MİLAS'TA 2 BİN 400 YILLIK ODA MEZAR BULUNDU

Muğla'nın Milas İlçesi'nde hafriyat çalışması sırasında ortaya çıkan ve Milas Arkeoloji Müzesi ekiplerince kazı çalışmalarına başlanan alanda, geçmişi 2 bin 400 yıl öncesine kadar uzanan oda mezar bulundu.

Milas'ta bir inşaatın temel kazısında tarihi mezar bulunmasının ardından kazı çalışması yapan Milas Arkeoloji Müzesi ekipleri, söz konusu alanda oda mezara rastladı.  Müze Müdürlüğe ekiplerince yürütülen kazı çalışmalarında, soygun geçirmeyen ve günümüze kadar ulaşan çok sayıda esere ulaşıldı. Ekipler tarafından yürütülen çalışmalarda, zengin bir aileye ait olduğu tahmin edilen 103 eser gün yüzüne çıkarıldı.

Milas Müze Müdürü Gülnaz Savran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik dönemde Karia bölgesine başkentlik yapmış Mylasa kenti ile Labraunda dini merkezi arasında yer alan kutsal yol yakınında bulunan oda mezarın zengin buluntuları ve kalite mimarisiyle, kentin önde gelen ailelerinden birine ait olduğunu düşündüklerini söyledi. Mylas'a antik kentinde 2 bin 600 yıldır yerleşim olduğunu, Milas'ın ise şu an antik kent üzerine kurulu olduğunu vurgulayan Savran, bu nedenle kentte bir çok önemli yapının da sit alanı olarak korunduğunu kaydetti.

Müdürlük olarak kentteki birçok alanda çalışma yürüttüklerini belirten Savran, "Geçtiğimiz günlerde yapılan bir ihbar sonucu yeni bir bina yapmak için açılan temel hafriyatında bir mermer lahdin bulunduğunu bize bildirdiler. Olay yerini incelemeye gittiğimizde lahdin açığa çıkarıldığını hatta bunların bir kısmının da tahrip edildiğini gördük." dedi.

Bölgede kurtarma kazısı başlattıklarını anlatan Savran, "İlk gün yaptığımız çalışmalarda karşımıza yeni bir oda mezarın çıkabileceğini gösteren verilere ulaştık. Ekiplerimizle mezarı açmaya başladık. Mezarın giriş kapısının yerinden oynatılmadığını çevresinde bugüne kadar herhangi bir kaçak kazının da yapılmadığını tespit ettik. Buda bizi son derece heyecan verdi." diye konuştu. 

Savran, kapak açıldıktan sonra mezar içerisinde görülen manzaranın son derece zengin buluntuları olan bir mezar odası olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

"Bizim için en sevindirici tarafı ise mezar odasının hiç soygun geçirmemiş olmasıydı. Yürütülen çalışmalarda son dönemlerde soygun geçirmemiş ve günümüze kadar ulaşabilen bir oda mezara ulaştık. Bu nedenle eser sayısı çok fazla ve mezar içindeki tüm buluntular günümüze kadar korunmuş. Söz konusu oda mezarın göze çarpan özenli taş işçiliği, mimari yapısı ve buluntuları incelendiğinde bu oda mezarın Karia bölgesi Satrap sülalesi olan Hekotomnidler Dönemi'nde yaşamış önemli bir aileye ait olduğunu ve devam eden yüzyıllarda muhtemelen aynı ailenin bireyleri tarafından özenle kullanılmaya devam edildiğini söyleyebiliriz.”

Oluşturulan ekibin, gece gündüz çalışarak kazı çalışması yürüttüğünü ve çok önemli eserlere ulaştığını belirten Savran, mezar odasında çıkan malzemelerle günümüzden yaklaşık 2 bin 400 yıl öncesine ait eserlere ulaşılmış olduğunu kaydetti. Çalışmaların devamında mezarın aynı ailenin diğer bireyleri tarafından da kullanıldığını belirlediklerine işaret eden Savran, lahit içinde yanlarında hediyelerle beraber 4 iskelet, kaplar içerisinde yakılarak gömülmüş 6 diğer bireylerin görüldüğünü bildirdi.











Hürriyet, 10.10.2016

ARKEOLOJİK KEŞİF KORUMA ALTINDA



Geçtiğimiz aylarda Silivri Çanta Mahallesi’nde, İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından yapılan kazı çalışmalarında savaşçıya ait olduğu sanılan 5000 yıllık mezar kalıntılarının bulunması, Silivri ve Trakya tarihine ışık tutmuştu. Kurgan tipi mezarın bulunmasının ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul I Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 08.08.2016 tarihli kurul kararında belirttiği bölgede kazının genişletilmesi, mevcut kalıntılara koruma önlemi alınması yazısına istinaden, 27.09.2016 tarihinde İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arkeoloji Müze Müdürlüğü’ne, bakanlık yazısı ile birlikte uzman denetimi talebinde bulunan Silivri Belediyesi, bölgede güvenlik çalışmaları başlattı.



BÖLGE TEL ÇİT İLE ÇEVRİLDİ
İlk ve en eski kurgan tipi mezar olma özelliğine sahip kalıntıların, ‘yılın en büyük arkeolojik keşfi’ olarak lanse edilmesinin ardından, bölgede koruma önlemleri alınması için talimat veren Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar: “Binlerce yıllık geçmişe ve eşsiz bir kültürel mirasa sahip Silivri’mizin tarihi geçmişte yaşadığı evreler gün yüzüne çıkıyor. Yaşadığımız yerin bu değerlerini korumak, ilçemizde din ve kültür turizminin canlandırılması bizim görevimiz” dedi. Çanta Mahallesi’nde mezar kalıntılarının bulunduğu bölge, tel çit ile çevrilerek koruma altına alındı.


Silivri Haber Ajansı, 09.10.2016
YASSITEPE'DE 5 BİN YILLIK ÜZÜM ÇEKİRDEKLERİ BULUNDU

İzmir'in Bornova İlçesi'nde bulunan Yassıtepe Höyüğü'ndeki arkeolojik kazılarda Bornova Misket Üzümü’ne ait olduğu tahmin edilen 5 bin yıllık üzüm çekirdekleri bulundu.

İzmir’de en eski yerleşim yerlerinden Bornova'daki Yeşilova Höyüğü yakınlarındaki Yassıtepe Höyüğü’ndeki arkeolojik kazılarda Ege kültürü için yeni ve önemli bulgular ortaya çıktı.

Ege Üniversitesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesinin desteğiyle yürütülen kazılarda, bugüne kadar Neolitik ve Erken Tunç dönemlerine ait envanter ve etütlük nitelikte 300’den fazla eser çıkarıldı. Bölgede devam eden kazılarda ünlü Bornova Misket Üzümü’ne ait olduğu tahmin edilen 5 bin yıllık üzüm çekirdekleri ve taneleri bulundu.

İzmir’in en eski üzüm kalıntıları
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, genellikle küp ve çömlek tipi kapların dibinde kuruyarak karbonlaşmış durumda buldukları üzüm çekirdekleri ve tanelerinin sadece Bornova'nın değil, İzmir’in en eski üzüm kalıntıları olabileceğini belirterek "Bölgede yaptığımız kazılarla Batı Anadolu kültür tarihine yeni bulgular kazandırmaya devam edeceğiz” dedi.

Buluntular, düzenlenen törenle Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi'nde tanıtıldı.
Anadolu Ajansı, Haber: Ahmet Bayram, 09.10.2016

İZMİR'DE İKİNCİ TÜNEL SÜRPRİZİ

İzmir'de bir efsane gibi konuşulan, Agora ile Kadifekale'yi birbirine bağlayan binlerce yıllık tünelin 2010 yılında ortaya çıkarılmasından sonra bu kez de İkiçeşmelik semtinde başka bir tünel bulundu.



Agora ile Kadifekale’yi birbirine bağlayan ilk tünel, yapılan kazı çalışmaları sırasında 2010 yılında ortaya çıkarıldı. Tünelin girişindeki bahçesinde olan ev, Konak Belediyesi tarafından satın alınarak, restore edildi. Bu ev Konak Belediyesi Tarih Birimi olarak kullanılmaya başlandı.



İkinci tünel de aynı bölgedeki İkiçeşmelik semtinde bulundu. İki katlı bir İzmir evinin bodrum katında bulunan tünelin varlığını mahalle halkı yeni öğrenirken, diğer tünelle bağlantısının olup olmadığı da içine arkeologların girip, inceleme yapmasıyla anlaşılacak.



Bir insanın rahatlıkla yürüyebileceği bir yükseklik ve genişlikte olan tünelin henüz güvenlik açısından kontrolünün yapılamadığı, bu yüzden de içine girilmediği belirtildi.


Sözcü, 09.10.2016
SALAMİS HARABELERİNDE VANDALLIK İDDİASI



Salamis Harabeleri’nde bulunan “Kampanopetro Bazilikası”nda, kimliği belirsiz şahıslar tarafından Vandallık yapıldığı iddia edildi.

Fileleftheros gazetesi, Bizans Çalışmaları uzmanı Dr. Andreas Fulias’ın bölgede gözlem yaptığını ve bazilikadaki “kutsal emanetlerin saklandığı sandığın”, kimliği belirsiz şahıslar tarafından yerinden oynatılmaya çalışıldığını ve tabanının paramparça olduğunu öne sürdüğünü yazdı.

Gazeteye göre Fulias, söz konusu sandığın oldukça ağır olduğunu ve yerinden oynatılabilmesi için 3-4 kişi gerektiğini; sandığın yerinden oynatılma sebebinin bilinmediğini, ancak genellikle “hazine bulmak için” yapıldığını savundu.

Haberde, Fulias’ın, iki toplumlu Kültürel Miras Teknik Komitesi’ne, hasarın giderilmesi için bir an önce işe koyulması çağrısında bulunduğu belirtildi.
Kıbrıs Gazetesi, 08.10.2016

DANA ADASI'NDA 3200 YILLIK DEV TERSANE ORTAYA ÇIKARILDI

Mersin'in Silifke İlçesi Dana Adası'ndaki 3 bin 200 yıllık tersanede 274 çekek yeri belirlendi. Bilim insanları dev tersanenin, Akdeniz'in 400 yıllık 'Karanlık Çağı'na ışık tutacağını düşünüyor. Selçuk Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, "Dünyada benzeri yok. Dünyada arkeolojik olarak kanıtlanabilen en büyük tersane" dedi.


Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, 2015 yılında Silifke Müzesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın talebiyle Mersin kıyılarındaki dalışa yasak sahaların revizyonu amacıyla sualtı çalışmasına başladıklarını söyledi. Yrd. Doç.Dr. Öniz, çalışmanın amacının genelde Mersin kıyıları, özelde Silifke kıyılarındaki arkeolojik eserlerin tespiti ve dalışa yasak sahaların belirlenmesi olduğunu kaydetti.

  

İLK BULUNTU SAVAŞ GEMİSİNE AİT SİLAH
Çalışmalara ilk başladıklarında bölgede çeşitli arkeolojik batıkların tespitini yaptıklarını anlatan Yrd. Doç.Dr. Öniz, "Ama bizim için en heyecan verici olan 35 metre derinlikte bulduğumuz eski çağda savaş gemilerinin silahı olan bir demir mahmuzdu. Böyle bir demir mahmuz dünyada ilk kez bulunmuştu. 'Selçuk 1' Bilimsel Araştırma ve İnceleme Gemisi'ni kullanarak batıdan doğuya tüm bölgeleri denizin içinden ve kıyısından araştırarak çalışmaları yürüttük" dedi.

Daha sonra kıyıdan yaklaşık 2 kilometre açıkta bulunan Dana Adası'nın çevresinde çalışmaları sürdürdüklerini belirten Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, adanın kuzeyine geldiklerinde suyun altından kıyıya kadar uzanan bazı yapılar gördüklerini söyledi. Yard. Doç.Dr. Öniz, "Kafamızı suyun içinden çıkarıp kıyıya çıktığımızda ise çok şaşırdık. Birdenbire karşımıza onlarca çekek yeri çıktı. Muazzam bir duyguydu" diye konuştu.



DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN DEV TERSANE
2015 yılında 100 kadar çekek yerini tespit ettiklerin ancak hangi döneme ait ve ne kadar olduğunu bilmediklerini kaydeden Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izin ve talimatı doğrultusunda çalışmalara devam ettiklerini kaydetti. 2016 yılında sadece yüzey araştırmasıyla 274 çekek yerini belirlediklerini ifade eden Yrd. Doç.Dr. Öniz, şunları söyledi:

"Büyük ihtimalle aynı sene içinde aynı anda yaklaşık 274 gemiyi yapabilecek kadar dev bir tersane yapısını ortaya çıkardık. Dünyada benzeri yok. Dünyada arkeolojik olarak kanıtlanabilinen en büyük tersane. Tarihleme konusunda çalışmalarımız devam ediyor. Büyük ihtimalle dünyadaki en eski tersane. MÖ 1200'de Geç Tunç Çağı'nda bu tersanenin kullanıldığını düşünüyoruz."

DANUNALAR'IN YAŞADIĞI ADA
Yrd. Doç.Dr. Öniz, arkeolojik olarak henüz yüzde 100 kanıtlayamamalarına rağmen eldeki tarihsel kayıtların çok büyük ihtimalle Dana Adası'nın, MÖ 12'nci Yüzyıl'da 'Deniz Kavimleri' olarak adlandırılan topluluklardan biri olan Danunalar'ın (Denyen) adası olduğunu ortaya koyduğunu söyledi. Yrd. Doç.Dr. Öniz, "Danuna ya da Denyen ismi ile ilgili ilk kayıtlar MÖ 16'ncı Yüzyıl'da Hitit Kralı Telipinu'nun Adania'dan bahsetmesiyle ortaya çıkıyor. Kilikya olarak adlandırılan bugün
Adana ve Mersin'in dahil olduğu bu bölge, kimi zaman Hititlerin etkinlik alanında yer alan kimi zaman isyan eden Adania adındaki kentin varlığıyla Danuna adının yüksek ihtimalle Anadolu kökenli olduğunu ortaya koyuyor" diye konuştu.

KURAKLIK, DEPREM VE SALGIN HASTALIKLAR
'Karanlık Çağ'a neden olan Deniz Kavimleri akını konusunun arkeolojide çok tartışılan ve bilinmeyenlerle dolu olduğunu anlatan Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Karanlık Çağlar denmesinin nedeni 300- 400 yıllık zaman dilimine ilişkin arkeolojik bilgiye sınırlı ulaşmamızdan kaynaklanıyor. Çok büyük ihtimalle MÖ 13'üncü yüzyılda tüm Doğu Akdeniz ve Yunanistan yarımadasında büyük bir kuraklık, depremler ve salgın hastalıkların ortaya çıktığını düşünüyoruz. İskenderiye bölgesi yani Mısır'ın egemen olduğu coğrafya ise verimli ve tarıma uygun. Hatta II. Ramses'in Hititlere yardım ettiğini, tahıl dolusu gemiler yolladığını biliyoruz. Bir açlık yaşandığını antik kayıtlar bize söylüyor."

GEMİ YAPIP MISIR'A SALDIRIYORLAR
Danunaların (Denyen) Hititlerle ilişkili bir halk topluluğu olarak çok büyük ihtimalle Dana Adası üzerinde gemilerini yapmaya başladıklarını belirten Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, şunları kaydetti:

"Muhtemelen Danunalar aynı dertten muzdarip diğer topluluklarla birlikte buğdayın olduğu bölgeye, Mısır'a saldırıyor. III. Ramses Danunaları (Denyen) yenilgiye uğrattığını söylüyor. Ele geçirdiği Denyenleri diğer esirlerle birlikte uzak bölgelerde asker olarak görevlendiriyor, ele geçiremediği Denyenleri ise kuzeydeki adalarına kadar takip ettiğini ve bu bölgede yok ettiğini söylüyor."

HİKAYE DANUNALARLA BİTMİYOR
Dana Adası kazılarının çok uzun yıllar sürebileceğini sözlerine ekleyen Yrd. Doç.Dr. Öniz, şunları anlattı:

"Biz emekli oluruz, sonra başka meslektaşlarımız bu çalışmaları sürdürür, çünkü hikaye yalnızca Hititlerle veya Danunalarla bitmiyor. Kilikya bölgesinde Demir Çağı'nda Geç Hitit Krallıkları'nın varlığını biliyoruz. Bunların Kilikya demiri ve buğdayını ele geçirmek isteyen Yeni Babil Krallığı'na direndiğini biliyoruz. Adanın adı Demir Çağı'nda Pitusu'ya dönüşüyor. Yeni Babil Kralı Neriglissar tarafından yazılan yıllıkta Pitusu, 'Denizin ortasında bir dağ' olarak niteleniyor. Buraya saldırdığını, bu küçük ada üzerinde 6 bin askerin Yeni Babil'e direndiğini biliyoruz. Adada direnen 6 bin kişinin varlığı Demir Çağı'nda da tersane konumunu devam ettirdiğini gösteriyor."

TÜRKİYE ÖNEMLİ KÜLTÜREL MİRASI KORUMUŞ
Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarıyla son derece önemli bir kültürel mirası hiç dokunulmadan koruduğunu da sözlerine ekleyen Yrd. Doç.Dr. Öniz, "Zaman, ada üzerinde yaklaşık 800 sene önce durmuş. Yasalarımız ada üzerinde herhangi bir yapılaşmaya izin vermemiş. Tamamen dünya mirasının bir parçasıdır" ifadelerini kullandı.

Milliyet, Haber: Selma Kunar - Levent Yenigün, 08.10.2016

BUCA TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından başlatılan Buca tarihine yönelik arkeoloji çalışmaları kapsamında, bölgede bulunan mimari kalıntıların tespit edilmesi amaçlanıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından Buca tarihine yönelik arkeoloji çalışmalar başladı. DEU Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doc. Dr. Ali Kazim Öz tarafından yürütülen "Buca İlçesi Arkeolojik Yüzey Araştırması" kapsamında bölgede bulunan mimari kalıntıların tespiti yapılacak. İlçedeki Kızılçullu Su Kemerleri başta olmak üzere tescili yapılmış veya yapılmamış anıt ve sit alanları incelenecek. Özellikle şehir merkezi dışındaki yerleşimler, mezarlar, kiliseler, camiler, köprüler, kaleler ve kırsal mimari örnekleri hakkında belgeleme çalışmaları yapılacak.
Arkitera, Haber: Ekin Bozkurt, 07.10.2016

KÜTAHYA'DA ARKEOLOJİK KAZIDA TARİHİ HAMAM VE MESCİT BULUNDU



Kütahya'da yapılan kazı çalışmalarında Germiyanoğulları döneminde yapıldığı belirtilen hamam ve mescit bulundu.

Kütahya Müze Müdürlüğü tarafından kent merkezindeki Ulu Cami arkasındaki 2'nci Yakup Külleyesi çevresinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında su yolları ile kanal sistemleri ortaya çıkarıldı. Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün kazı çalışmalarında son olarak 1380'li yıllarda Süleyman Şah zamanında yapılan tarihi hamam ile mescit kalıntıları bulduklarını söyledi. 25 kişilik kazı ekibiyle çalışmaların sürdüğünü belirten Metin Türktüzün konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu alanlarda daha önceden evler vardı ve bu evler kamulaştırıldı, kazı çalışmalarına başladık. Kazılarda hamam ve mescit ortaya çıkartıldı. Kütahya geçmişti Germiyanoğulları'nın başkentiydi. Hamam da Germiyanoğulları dönemine ait. Yıkılan bir medreseden kalma taş kitabede burada bulduğumuz hamamdan bahsediyor. 1380'li yıllarda bu hamam Süleyman Şah zamanında yeni hamam olarak yapılmış. Bu hamamın mahalle hamamı değil, daha üst seviyede insanların kullandığı bir hamam olarak ifade edebiliriz. O tarihte burada bir mescitte namaz kılınıyordu. Ulu Cami o dönemde henüz yapılmamıştı. Ayrıca hamamın su yollarını, suyun geldiği yeri ortaya çıkardık. Buradaki çalışmalarımız önümüzdeki yıl da devam edecek."
Hürriyet, Haber: Oğuzhan Kılıç, 07.10.2016
İRAN'DA MÖ 7500 YILINA AİT İNSAN İSKELETİ BULUNDU

İran'da ağustos ayında bulunan ve MÖ 7500 yılına ait olduğu belirlenen insan iskeleti ilgi odağı oldu.



İran'ın Merkezi eyaletine bağlı Erak şehrindeki Çehar Fasl Müzesi'nde yaklaşık bir haftadır sergilenen erkek iskeleti, MÖ 3500 olarak bilinen söz konusu eyaletteki yaşam izlerinin MÖ 8000-5500 arasında olduğunu ortaya koydu.



Asit oranı düşük, tuz oranı yüksek olan toprağın 6 metre derinliğinden çıkarılan iskeletlerin etrafında bulunan kilden yapılmış ev eşyaları da müzede sergilenen eserler arasında yerini aldı.



Arkeolojik çalışmalar sırasında iskeletlere ulaşılan Sersahti Tepesi, Erak kentinin güneydoğusunda yer alan Şazend İlçesine bağlı Sersahti Bala Köyü'nde bulunuyor.







Habertürk, 05.10.2016


2 - 8 Ekim 2016
AHMET YAKUPOĞLU YAŞAMINI YİTİRDİ

Dünyaca ünlü Kütahyalı naif ressam, neyzen Ahmet Yakupoğlu, 96 yaşında tedavi gördüğü hastanede vefat etti.



Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaklaşık bir yıldır tedavisi süren Yakupoğlu, organ yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.

Kütahya Belediye Başkanı Kamil Saraçoğlu, yaptığı açıklamada, Yakupoğlu'nun dünya çapında önemli bir sanatçı olduğunu vefatından derin üzüntü duyduğunu söyledi.

Yakupoğlu'nun eserleriyle yaşamaya devam edeceğini belirten Saraçoğlu, "Yakupoğlu sadece bir ressam değildi. Birçok sanat alanında yetenekleri olan birisiydi. Zaman zaman kendisini tedavi gördüğü hastanede ziyaret ediyorduk. 96 yıldır sanat için yüreği çarpan değerli bir insandı. Onun boşluğunun gerçekten doldurulması çok zor. Kütahya'ya bugüne kadar çok büyük katkıları oldu. Dünya çapında sanata büyük katkıları oldu. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum." ifadelerini kullandı.

Yakupoğlu, doğduğu kent Kütahya'ya doğasını anlattığı binlerce resminin yanı sıra mimarisi, inşaatı ve çinileri kendisine ait Çinili Cami'yi armağan etti, şehir müzesinin ve kütüphanesinin kuruluşuna önderlik etti, yıllarca müze müdürlüğü yaptı.

Kütahya'da yaşadığı yıllar boyunca birçok tarihi eserin restore edilmesine öncülük eden, kentte onlarca neyzen yetiştiren Yakupoğlu, doğaya ve yeşile aşık bir insan olarak 7 dönümlük bahçesinde aralıksız çam fidanları yetiştirdi, civar köylerin sakinlerini ağaçlandırma çalışmalarına ikna etti, Kütahya çevresinde 70 bin dönüm arazinin çam ormanı olmasını sağladı.

Yakupoğlu, Kütahya'da Dumlupınar Üniversitesinin kurulması çalışmalarına da öncülük ederek, üniversitenin logosunu tasarlayan isim oldu.

TÜM ESERLERİNİ BAĞIŞLADI
Sahip olduklarını Kütahya'ya bırakmak isteyen Yakupoğlu, bir süre önce kendi adına kurulan vakfı feshederek camisini, evini, diğer mal varlıklarını, 3 bin kitaptan oluşan sanat kütüphanesini, bin 500'den fazla tablosuyla tezhip ve minyatür eserlerinden oluşan diğer tüm çalışmalarını Dumlupınar Üniversitesine bağışladı.
Habertürk, 03.10.2016
KİLİSEDEN ÇALINAN TABLOYU SATARKEN YAKALANDILAR

1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bir kiliseden çalınan, Hz. İsa’nın göğe yükselişini sembolize eden tablo Ankara’da kaçakçılar tarafından satılmak üzereyken ele geçirildi.



Bir AVM önünde piyasa değeri 8 milyon lirayı bulan tabloyu 1,4 milyon liraya satmak üzereyken yakalanan dört şüphelinin üzerinde yapılan aramalarda üç adet ruhsatsız silah çıktı. Giresun’dan Ankara’ya Kaçak bir tablo satılacağı bilgisi üzerine harekete geçen Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri 28 AE 757 plakalı aracı takibe aldı. Araç, 14 Temmuz’da Ankara-Konya Yolu üzerindeki bir AVM önüne geldi. Araçtaki Yaşar B., Kamil Ü., Şafak U. ve Nevzat A. tabloyu çıkardı. Piyasa değeri 8 milyon lira olan tabloyu 1.4 milyon liraya satmaya çalışan şüphelilere suç üstü yapan ekipler tabloya el koydu.

Müzeye teslim edildi
Kaçakçıların elinden satılmak üzereyken kurtarılan 8 milyon liralık tablo, Ankara Resim Heykel Müzesi’ne teslim edildi. Hz. İsa’nın göğe yükselişini tasvir eden tablonun ahşap üzerine yağlı boya çalışması olduğu görüldü. Baş melek Gabriel, üç Meryemler, Romalı askerler ve Yunan alfabesi ile yazılan yazıtın bulunduğu betimlemelerin yer aldığı tablo Bizans dönemi ikona porte sanatı örneklerini hatırlatıyor.
Milliyet, Haber: Paşa Alyurt, 07.10.2016
SURİÇİ,ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI TARAFINDAN RESTORE EDİLECEK

Diyarbakır’ın Suriçi bölgesi bundan tam 54 yıl önce bugün (7 Ekim 1964’te) ‘müze mevkii’ ilan edilmişti. Son dönemde yaşanan çatışmalar nedeniyle büyük hasar gören Diyarbakır Sur’daki restorasyon çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sorduk.



Bakanlık Milliyet’e yaptığı açıklamada, “Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzaj Alanı, 2015 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedildi. Bu kapsamda Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı ile ilgili olarak Suriçi kentsel sit alanının korunmasına yönelik proje ve onarım çalışmaları, bakanlığımızca oluşturulan Suriçi Bilim Komisyonu ile İnceleme ve Tespit Komisyonlarınca, Koruma Amaçlı İmar Planı çerçevesinde yürütüldü” diye belirtti.

‘Ödenek aktarımı yapılacak’
Bakanlıktan alınan açıklamada ayrıca, son dönemde yaşanan olağanüstü olaylar nedeniyle meydana gelen tahribatlara yönelik ayrıntılı bilgi ve fotoğrafları içeren Koruma Durumu Raporu hazırlandığı belirtildi. Rapora göre Suriçi’nde Tescilli Kültür Varlığı ile Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında toplamda 1199 adet korunacak mimari yapı bulunuyor. Açıklamada şöyle denildi: “Suriçi’nde çatışmaların yoğun olarak yaşandığı altı mahallede 677 adet yapının (yüzde 56) hasar tespit çalışmaları doğrultusunda, alanda üç etap halinde çalışmaların gerçekleştirilmesi ve tek yapı ölçeğinde restorasyonların yapılması amaçlanıyor. 6745 sayılı Kanun çerçevesinde, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunu’nda yapılan değişiklikler sonucunda alana ilişkin her türlü görev ve yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığına geçmiştir. Bu çerçevede, Ulucami ve Hanlar Bölgesi Renovasyon Uygulamaları işi için Kalkınma Bakanlığı’ndan alınan ödeneğin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesine aktarımı sağlanarak, kentsel sit alanında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca gerçekleştirilecek çalışmalara bakanlığımız tarafından teknik destek verilmesi amaçlanıyor.”
Milliyet, 07.10.2016
BUGÜNE KADAR BULUNANLARIN EN BÜYÜĞÜ

Dünyanın en büyük dinozor ayak izi Moğolistan çöllerinde bulundu. Adını dev mitolojik yaratıklardan alan titanozor adlı hayvana ait olduğu ifade edilen ayak izi 106 cm uzunluğunda ve 77 cm genişliğinde. Titanozorların bundan 70 ila 90 milyon yıl önce yaşadığı biliniyor.

dunyahalleri.com'un Nature Worl News'ten aktardığı haberine göre bu keşif, Japon ve Moğol bilimcilerin Gobi Çölü‘nde yaptıkları araştırma sırasında gerçekleşti. Japonya, Okayama Bilim Üniversitesi ve Moğol Bilim Akademisi araştırmacıları bu ayak izinden önce de Moğolistan çöllerinde fosillere rastlamıştı. Ancak bu fosil, bugüne dek bulunan en büyük iz.

BOYU 20 UZUNLUĞU 30 METRE
Okayama Bilim Üniversitesi’nden yapılan açıklamada bu keşfin oldukça nadir olduğu ve ayak izi ile birlikte pençelerin de izinin bulunduğu ifade edildi. Ayak izine göre titanozorun 20 metrelik boya ve 30 metrelik uzunluğa sahip olduğunu söylemek mümkün.

Otobur oldukları bilinen titanozorlar, tüm dinozor türleri arasında en uzun boyuna sahipler. Doğum sırasında sadece 3-4 kg ağırlığında olan bu hayvanların birkaç hafta içinde hızla büyüyerek 30 kilograma ulaştığı ve 20 yıl boyunca büyümesini sürdürerek bir yetişkin ölçülerine sahip olabildiği belirtiliyor.

DİĞER BULGULAR

Bu ayak izi kadar büyük olmasa da benzer boyutlara sahip dinozor ayak izleri Fransa ve Fas’ta keşfedilmişti. Yeni keşfin araştırmacılara, bu dinozorların nasıl yürüdüğüne dair fikir verebileceği sanılıyor.

Öte yandan Rus bilimciler, Sibirya’daki Kemerovo bölgesinde, henüz tanımlanmayan bir fosil bulduklarını açıkladı. Tomsk Devlet Üniversitesi, Mezozoik ve Senozoik Kıtasal Ekosistemler Laboratuvarı başkanı Sergei Lecshinsky, buldukları fosilin bir sürüngene mi yoksa dinozora mı ait olduğunun henüz anlaşılamadığını ifade etti.
Odatv, 06.10.2016

2 BİN YILLIK ÇENGEL BULMACA

İzmir İkiçeşmelik'teki Smyrna Agorası'nın Bazilika bölümündeki duvarlarda ‘yukarıdan aşağı’ ve ‘soldan sağa’ Yunanca kelimelerin sorulduğu bir bulmaca tespit edildi.

Smyrna Agorası Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy yaptığı açıklamada, tarihi 2 bin yıl öncesine dayanan antik kentin, duvar yazıları ile öne çıktığını kaydetti. Ünlü antik kentteki kazı çalışmaları sırasında 3 bin kadar harf, şekil, yaprak, köpek, cümleden oluşan çok zengin bir duvar koleksiyonuna ulaştıklarını ifade eden Ersoy, "Pompei'deki sayısal grafito çoğunluğu ile eşdeğer bir koleksiyonla karşı karşıyayız" dedi.

Smyrna Agorası'nın Bazilika bölümünde "tek örnek" bir bulmaca tespit ettiklerini söyleyen Akın Ersoy, şu bilgileri aktardı: “Akrostişe benziyor. Aynı kelimeler beş sütun hem yukarıdan aşağı hem soldan sağa tanımlanmış. Merkezde bulunan 'logos' kelimesi hem yukarıdan aşağı hem soldan sağa üçüncü sırada yer alıyor. Bu kelimenin o sırada burada bulunan Hıristiyan topluluğun baskı altında oldukları dönemde birbiri ile haberleşmek için kullanıldığını iddia edenler var. Biz bunu bir bulmaca olarak görmek istiyoruz çünkü bu duvar resimlerinin önünde tezgahlar var. Burada çalışanların yaklaşımları, hayatları bu şekilde gözler önüne seriliyor." 
Hürriyet, 06.10.2016

'ÜNLÜ' MODA FOTOĞRAFÇISI LOUVRE MÜZESİ'NE GİDERSE...

Ünlü moda dergilerinde moda fotoğrafçılığı yapan Cüneyt Akeroğlu, dünyada en çok ziyaret edilen sanat müzesi olan Louvre'da bir heykelin üstüne çıktı, bu da yetmezmiş gibi fotoğrafı Instagram’da paylaştı. Akeroğlu, gelen tepkilerin ardından paylaşımı sildi.


Cüneyt Akeroğlu adlı moda fotoğrafçısının Instagram’da paylaştığı Louvre Müzesi fotoğrafı büyük tepki çekti.

Louvre Müzesi'nde bir heykelin üzerine çıkan Akeroğlu, fotoğrafı sosyal medya hesabından paylaştı. Gelen tepkilerin ardından paylaşımı kaldıran Akeroğlu'nun yaptığı hareket akıllara Portekiz'in başkenti Lizbon'da 126 yıllık Dom Sabastiao heykelini selfie çekmeye çalışırken kıran turisti getirdi.

Geçtiğimiz yıl ise İtalya’nın başkenti Roma’da, 1800 yıllık sütuna adını yazan bir Türk öğrenci gözaltına alınmış ve para cezası ödedikten sonra serbest bırakılmıştı.
Sol Haber, 06.10.2016

YILIN KEŞFİYDİ, SAHİPSİZ KALDI

Yılın keşfi olarak görülen Silivri’deki 5 bin yıllık kurgan tipi mezar sahipsiz kaldı. Definecilere davetiye çıkaran tümülüs ile ilgili acil önlem alınması gerekiyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Silivri Çanta bölgesinde bu yılın ilk aylarında başladığı kurtarma kazısında Türk ve Altay kültüründe kutsal mezar olarak bilinen kurgan tipi 5 bin yıllık mezar bulunmuştu. Üzerinde mızrak ucu bulunan iskeletin önemli bir asker, savaşçı olduğu tahmin edilmişti. Arkeoloji kazı raporunda, “Ülkemizde bulunmuş ve kazısı yapılarak tamamen ortaya çıkarılmış ilk ve en eski, 5 bin yıllık kurgan tipi mezar” denilmişti.

‘HER TÜRLÜ ÖNLEM ALINSIN’
Hürriyet’in 16 Mayıs tarihinde duyurduğu bu keşfe ilişkin tümülüs kazısı arkeologlar tarafından bitirildi. Yılın en önemli keşfi olarak kabul edilen kazıdaki mezar buluntuları İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kaldırıldı.

İstanbul 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na durum raporla bildirilerek bundan sonrası için ne yapılacağı beklendi. Koruma Kurulu 8 Ağustos 2016 tarihinde kararını verdi. Kararda şöyle denildi: “Tümülüsün tepe noktasından itibaren 25 metrelik alanda kalmak kaydıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nce kazının genişletilmesine, kazı çalışması tamamlandıktan sonra tescil konusunun değerlendirilebileceğine, mevcut kalıntıların geçici koruma önlemlerinin ilgilileri ve Arkeoloji Müzesi’nce alınmasına, alanda her türlü güvenlik önlemlerinin Valilik, ilgili Belediye (Silivri Belediyesi) ve mal sahiplerince alınmasına karar verildi.” Kurulun kararına rağmen mezarlık alanda tek bir güvenlik ve koruma önlemi alınmadı.

DEFİNECİLERE DAVETİYE
Önceki gün yerinde görmeye gittiğimiz tümülüse giriş serbest. Yolun 10 metre yakınında sitenin yanında yer alan 5 bin yıllık tarihi mezar her türlü güvenlikten uzak durumda. Etrafı ne tel örgüyle çekilmiş ne de bir bekçisi var. Üstü açık ve orijinal mezar taşları ortada. Kazı alanı hem dış tehditlere hem de doğal tahribata açık halde terk edilmiş. İsteyenin elini kolunu sallayarak tümülüsün içine girmesi mümkün. Definecilere davetiye çıkaran tümülüs ile ilgili acil önlem alınması gerekiyor. Çevrede yaşayan tanıkların anlatımına göre mezarın başına sürekli yabancı insanlar gelip gidiyor. Daha önce Koruma Kurulu’na sunulan arkeoloji raporunda kurgan tipi mezarın defineciler tarafından birkaç kez deşildiği ancak ana mezara ulaşılamadığı belirtilmişti.

BELEDİYE: MÜZEDEN CEVAP BEKLİYORUZ
Silivri Belediyesi yaptığı açıklamada Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nden gelen cevap doğrultusunda koruma çalışmalarını yapacaklarını belirterek şu açıklamayı yaptı: “Kurgan tipi mezarın bulunmasının ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 08.08.2016 tarihli kurul kararında belirttiği bölgede kazının genişletilmesi, mevcut kalıntılara koruma önlemi alınması yazısına istinaden, 27.09.2016 tarihinde İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arkeoloji Müze Müdürlüğü’ne, bakanlık yazısı ile birlikte uzman denetimi talebinde bulunduk. Müze Müdürlüğü’nün bize belirlediği takvimde kazı ve koruma çalışmaları belediyemizce yapılacaktır.”

TUNÇ ÇAĞI ASKERİ
İstanbul ve Trakya tarihine ışık tutacak buluntularun ele geçirildiği tümülüs kazıları Aralık 2015 tarihinde başladı. İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na geçtiğimiz nisan ayında gönderilen arkeolojik rapora göre, mezarın kuzeyden gelen, Tunç Çağı’nda yaşamış önemli bir askere ait olduğu düşünülüyor. Prof.Dr. Mehmet Özdoğan mezar için şöyle demişti: “Buradaki mezar daha eski Tunç Çağı. Oldukça önemli bir keşif. Bilimsel incelemeleri sonucunda güzel veriler elde edilecektir.”
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 06.10.2016

ONUNCU ADADA İLK BİLİMSEL ÇALIŞMA



İstanbul’un onuncu adası olduğu bilinen ve yaklaşık bin yıl önce meydana gelen depremle sular altında kaldığı düşünülen Vordonisi Adası için ilk bilimsel çalışma tamamlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çalışmalarını sürdüren arkeologlar, Patrik Photios’un sürgün edildiği manastırın izlerini ararken buldukları kiremit parçaları ile umutlandı. İlk bulgular Vordonisi Adası’nın günümüzdeki Sedef Adası’ndan daha büyük olduğunu düşündürdü.

Manastırın izi arandı
Varlığı antik dönem haritalarında geçerken, 1010 yılında gerçekleşen büyük İstanbul depreminde sular altında kaldığı düşünülen Vordonisi Adası’nda bilimsel keşif başladı. Bizanslıların ‘Küçük Ada’, Osmanlıların ‘Manastır Kayalıkları”, günümüz denizcilerinin ise ‘Dilek Kayalıkları’ adını verdiği Vordonisi’nin gizemli tarihini aydınlatmak için Düzce Üniversitesi harekete geçti. 
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan yüzey araştırması izniyle batık ada ve çevresinde araştırma yapan sualtı arkeologlarına Büyükadalı Serco Ekşiyan, Volkan Narcı ve Ercan Akpolat da rehberlik yaptı. Sualtı arkeologları Bizans İmparatorluğu döneminde 858 yılında Patrik Photios tarafından yaptırılan manastırın izlerini aradı. 

5 kilometre kıyısı var
Batık Vordonisi Adası’nda yaşam olduğunun en büyük kanıtı sayılan manastırın günümüze kadar ulaşan parçalarını arayan bilim insanları denizin 10 metre derinliğine kadar dalışlar yaptı. 
Sualtı arkeologları buldukları kiremit parçalarını incelemek üzere çıkarırken, parçaların o dönemin mimari özelliklerini yansıtıp yansıtmadığının araştırılacağı öğrenildi. Düzce Ünivesitesi arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet Bilir, “Çalışmalarımız Patrik Photios’un ömrünün kalan kısmını geçirmek üzee sürğün edildiği söylenen manastırı ve antik dönemin izlerini bulmaya yönelikti. 15 gün boyunca bu izleri araştırdık” şeklinde konuştu.

Bilir, “Ada tahminimizden daha büyük kıyı uzunluğu 5 km’yi buluyor. Yani Prens Adaları içindeki Sedef Adası’yla kıyaslanabilecek büyüklükte. Bulduğumuz kiremit kalıntılarını inceleyeceğiz. Gelecek yıl sığ sismik cihaz ve yan taramalı sonar kullanırsak daha net sonuçlar alacağız. Vordonisi, Türk sualtı arkelojisi açısından oldukça önemli sonuçlar doğurabilir” dedi.

Belediye başkanı da daldı
Milliyet muhabiri Gökhan Karakaş da, tarihi boyunca ilk kez bilimsel araştırmaların yapıldığı Vordonisi Adası’na daldı. Depremle su altında kaldığı düşünülen adanın çevresindeki katmanları görüntüleyen muhabirimiz, bilim insanlarının çalışmalarını gözlemledi. Bilimsel çalışmalara destek veren Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç da antik dönemin izlerinin arandığı Vordonisi Adası’na dalış yaptı. Başkan Kılıç, “Bu adanın varlığını kanıtlayarak UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmasını amaçlıyoruz” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 06.10.2016
SELİMİYE CAMİİ ÇEVRESİ TRAFİĞE KAPATILACAK

Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Selimiye Camii çevresinin, çevre ve peyzaj düzenlemesi sonrası trafiğe kapatılacağını söyledi.

Gürkan, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kültür Varlıkları Koruma Kurulundan onay beklediklerini, alınacak onaydan sonra Selimiye Camii Çevresi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Projesine başlayacaklarını belirtti.

Projeyle cami çevresinin güzelleşeceğini kaydeden Gürkan, ''Bununla ilgili avam projemiz daha önce Kültür Varlıkları Koruma Kurulunda onaylanmıştı. Uygulama projesinin de onaylanması gerekiyor. Bitirdik onu. Kurulun toplanmasını bekliyoruz. Orası onaylandıktan sonra hemen projenin uygulamasına başlayacağız. Selimiye Camii Çevresi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Projesi sonunda alan trafiğe kapatılacak. Alana gelen ziyaretçilerin ulaşımı düzenlenecek.'' şeklinde konuştu.



Anadolu Ajansı, Haber: Gökhan Zobar, 05.10.2016

AKHİSAR'DA DEFİNECİLER SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Akhisar İlçesi'ne 20 kilometre uzaklıkta bulunan Başlamış Mahallesi'nde dağlık bir alanda yasak kazı yapmak isteyen defineciler suçüstü yakalandı.

Edinilen bilgiye göre Başlamış Mahallesi Yarantepe mevkiinde daha önce belirledikleri alanı özel bir işletmeden kiralıkları iş makinası ile kazmaya çalışan 1 operatör olmak üzere 7 kişi göz altına alındı. Akhisar İlçe Jandarma Ekiplerince düzenlenen operasyon sonucu gözaltına alınan 7 kişi savcılığa verdikleri ifadenin ardından serbest bırakıldığı bildirildi.

Öte yandan Başlamış mahalle sakinleri ise Jandarma ekiplerine teşekkür eder ederek çalışmalarından dolayı memnuniyetlerini dile getirdi.
Akhisar Haber, 05.10.2016

YOL ÇALIŞMASI SIRASINDA MEZAR TAŞLARI BULUNDU



Malkara İlçesi'nde Camiatik Mahallesi Hürriyet Caddesi'nin daha modern bir hale getirilmesi için belediyenin yaptığı çalışmalar sırasında, yaklaşık 1.5 metre derinlikte 8 mezar taşı buldu. Belediye ekiplerince çıkartılan mezar taşları, kamyona yüklenerek bir depoya götürüldü.

Malkara Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Nazif Balcı, "Hürriyet Caddesi üzerinde yapılan kazıda bulunan ve Ermeni mezar taşları olduğu düşünülen 8 mezar taşı bulundu. Ekiplerimiz tarafından çıkarıp Kültür Sarayı'nda koruma altına aldık. İlçede çalışmalar devam ediyor. Belki bu mezar taşlarından daha çok var, bilemiyoruz. Bu nedenle kazı çalışmaları bitinceye kadar çıkan mezar taşlarını toplayıp Kültür Sarayı'nda muhafaza edeceğiz. Daha sonra da Anıtlar Yüksek Kurulu'na veya Müzeler Müdürlüğü'ne vereceğiz" dedi.

Kazı çalışmasının yapıldığı caddede esnaf olan Necdet Tekgöz de ilçede daha önce Ermeni ve Rum ailelerin yaşadığını ifade ederek, "Belediyenin mezar taşlarına tarihi eser olarak sahip çıkmasına sevindik" şeklinde konuştu.
Milliyet, Haber: Murat Yayın, 05.10.2016

BANKSY BU KEZ YAKALANDI MI?



Avustralya’nın Melbourne kentinde bir kadın, Banksy’i yakaladığını iddia etti. Mia isimli kadının gece saatinde Melbourne sokaklarında peşinden koştuğu ve cep telefonuyla görüntülediği kişinin gerçekten Banksy olup olmadığı tartışılıyor.

Başında kapişonu ve yüzünün yarısını kapatan maskesi bulunan adamın, arkasından cep telefonu kamerasıyla koşarak ‘Banksy’ diye seslenen kadının kendisini kameraya çekmesini engellemeye çalıştığı ve kaçtığı görülüyor.

Banksy’nin daha önce de defalarca yakalandığı ve kimliğinin ifşa olduğu haberleri yapılmış ama bunların tamamı yalan çıkmıştı.

MÜSLÜMAN KARŞITI POLİTİKACIYI ÇİZDİ
Banks’ye ait olup olmadığı henüz doğrulanamayan graffitide yer alan kadın ise Avustralyalı göçmen karşıtı politikacı Pauline Hanson.

Müslüman mültecilere karşı kampanya yürüten Hanson’ın sloganında kullandığı “S..n gidin. Doluyuz” anlamına gelen “F..k off! We’re full” sözü “F..k off! We’re fools” yani “S..n gidin! Biz aptalız” olarak değiştirilmiş. Graffitinin altında ise Banksy’nin imzası bulunuyor.
Sözcü, 05.10.2016

PAMUKKALE'DE DEPREMLERDE ANTİK HAVUZDA ÇÖKÜNTÜ OLDU

Geçen 27 Eylül’de merkez üssü Pamukkale olan ilk deprem, 4.1 büyüklüğünde meydana geldi. Ertesi gün ise yine merkez üssü Pamukkale olan 4.2 büyüklüğünde ikinci deprem meydana geldi. Bu depremlerin dışında bölgede, çok sayıda küçük sarsıntı da oldu.

Depremler nedeniyle UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan Pamukkale’deki suyun kaynağı olan antik havuzun içinde çöküntüler oluştuğu belirlendi.

Antik havuzda Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekipleri tarafından geçen pazartesi havuzda inceleme yapıldı. Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürü biyolog Uğur Çoban, jeoloji mühendisi Melek Akar ve şehir plancısı Rıdvan Altıntaş’ın yaptığı incelemede, çökmelerin oluştuğu kısımlarda işletmeci tarafından güvenlik şeridi çekildiği, gerekli önlemlerin alındığı ve antik havuzun ziyaretçilere açık olduğu belirtildi. Havuzda çöküntü yaşanan bölge, güvenlik şeridiyle kapatılarak ziyaretçilerin girmesi engellendi.


Milliyet, 05.10.2016

İTALYAN KENTİ 7 ASIR SONRA DANTE'DEN ÖZÜR DİLEDİ

“İtalyan dilinin babası” olarak anılan Dante, Papa yanlıları ve karşıtlarının (Guelfi ve Ghibellini grupları) siyasi çıkar çatışmalarının yansıması olan bir davada yolsuzluk ve rüşvetten suçlu bulunmuş, sürgün ya da ölüm cezasına çarptırılmıştı.

1302 yılında Floransa’nın yöneticiliğini yapan, Papa yanlısı Guelfi grubundan Gubbio’lu hakim Cante Gabrielli’nin imzasını taşıyan hüküm, Dante’nin Floransa’ya ayak basması halinde yakılarak idam edilmesini emrediyordu.

BBC Türkçe’nin aktardığı habere göre; Dante, idam cezasından kurtulmak için ömrünün kalanını Floransa dışında geçirmek zorunda kalmıştı.

Gubbio Belediyesi ise dün “Şair Dante Alighieri’ye özürler” isimli önergeyi kabul etti.

Belediye’nin internet sitesinde, “O dönem Floransa’nın yöneticisi olan ve 1302’de Dante’yi Floransa’dan daimi sürgüne mahkum eden Cante Gabrielli Gubbio’luydu. Çok acı bir kader” denildi ve kentin

Dante’den “resmen ve ciddi olarak” özür dilediği belirtildi.

İlahi Komedya’yı sürgündeyken yazmıştı
Öte yandan Gubbio Belediyesi, Dante’nin İtalyan edebiyatının en önemli eserlerinden “İlahi Komedya”yı sürgündeyken yazmış olduğuna da dikkat çekti.

Gubbio’da 4-9 Ekim tarihleri arasında belediyenin desteğiyle düzenlenen Ortaçağ Festivali’nde, “Gubbio’lu Cante Gabrielli, Dante’yi sürgüne mahkum etmeseydi Büyük Şair İlahi Komedya’yı yazar mıydı?” başlıklı bir oturum da düzenlenecek.

Memleketi Floransa da, 2008’de aldığı benzer bir kararla Dante hakkındaki 1302 tarihli hükmü iptal etmişti.
Sözcü, 05.10.2016

İZNİK'TE TARİHİ AYIP

Bursa’nın İznik İlçesi'nde Roma döneminde kalma köprünün etrafının moloz yığınları ile kaplı olması, tepki topluyor.

Doğu Roma İmparatoru I. Justinyanus döneminde inşa edilen tarihi köprüyü ziyaret eden turistler, moloz yığınları ile karşılaştı. İznik-Orhangazi kara yolunun 50 metre kuzeyinde, tarihi ipek yolu üzerine inşa edilen 20 metre uzunluğunda ve 2,5 metre genişliğindeki Roma dönemine ait 3 gözden oluşan kemerli taş köprünün çevresi moloz yığınlarından geçilmiyor. Tarihi köprüyü ziyaret eden turist kafilesi, moloz yığınları arasında kaldı.

UNESCO’nun yedek listesinde bulunan İznik’in bu şekilde kabul göremeyeceğinin altını çizen vatandaşlar, bu ayıba son verilmesini istedi.
Milliyet, 05.10.2016
ZEYTİNLİKTE BULUNAN LAHDİN KAPAĞI VİNÇLE AÇILDI



10 Eylülde Hisardere Köyü yolu üzerindeki bir zeytin tarlasında bulunan 6 tonluk mermer lahit, incelenmek üzere müzeye götürüldü. İznik Müze Müdürlüğü bahçesinde koruma altına alınan ve MS II. yüzyıl Roma dönemine ait lahit bugün açıldı. Lahdin 1 ton ağırlığındaki üst kapağı müze görevlilerinin nezaretinde vinç yardımı ile kaldırılarak açıldı. Müze bahçesine alınmayan gazeteciler ise uzaktan görüntü çekebilmeye çalıştı.

Asırlarca toprak altında kalan lahdin içinden çamur ve su çıktı. Mezar hırsızlarının yağmasına uğramadığı anlaşılan lahdin detaylı bir şekilde inceleneceği öğrenildi. Lahdin etrafında 6 adet işlenmiş eros kabartması bulunuyor. 5 ton ağırlığındaki mermer mezarın yan gövdesinde yazılar mevcut.
Milliyet, 05.10.2016
PICASSO'NUN PORTRELERİ LONDRA'DA

Londra'daki Ulusal Portre Galerisindeki sergide, dünya genelinde çeşitli müzelerden getirilen ve Pablo Picasso'nun eşleri, sevgilileri, arkadaşları ve çocuklarını resmettiği 80'den fazla portre yer alıyor. 

5 Şubat 2017'ye kadar gezilebilecek
Basın lansmanında Pablo Picasso'nun torunu Diana Widmaier Picasso'nun yer aldığı sergide, ressamın oto portrelerinin yanı sıra eşlerini resmettiği kübist portreler dikkati çekiyor.

"Picasso Portreleri" sergisi, 5 Şubat 2017'ye kadar gezilebilecek.
Anadolu Ajansı, Haber:Aslı Aral, 05.10.2016

"MÜZE YAPILARINDA MİMARIN ROLÜ KOORDİNATÖRLÜKTÜR"

Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) tarafından düzenlenen Mimarlık Haftası etkinliklerinin dördüncü oturumunda ‘Müzeler’ masaya yatırıldı. Müzenin kombine bir yapı tipi olduğu ve disiplinlerarası çalışma sonucunda gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde paylaşımların yoğun olduğu oturumda, mimara düşen rolün ise koordinatörlük olduğu belirtildi.

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ayşen Savaş’ın moderatörlüğünde gerçekleşen oturuma, Tetrazon Kurucu Ortağı Burçak Madran, Deniz Müzesi Komutanı İlyas Gültaş, Müze Sergi İşleri Yapım Organizasyon ve Danışmanlık İşleri Kurucusu Yeşim Kartaler konuşmacı olarak katıldı.

Boyut açıcı ve mimarı özgür kılan yapılar
Konuya ilişkin genel bir giriş konuşması yapan ve oturum boyunca irdelenecek soruları sıralayan Prof.Dr. Ayşen Savaş, müzelerde diğer yapılarda olduğu gibi tipolojiden bahsetmenin mümkün olmadığını çünkü müzelerin formal olarak boyut açıcı ve mimarı özgür kılan yapılar olduğunu ifade etti. Bu durumun kullanıcıya nasıl yansıdığına da değinen Savaş, “Kamu yapıları olmasına rağmen müzeler, insanların gitmekten keyif aldığı bir yapı tipi” dedi.

Yarışmayla yapılan bir müze binası; Deniz Müzesi
Oturumda ilk olarak söz alan Deniz Müzesi Komutanı İlyas Gültaş, yarışma sonucunda yapılan yeni Deniz Müzesi binasına dair izlenimlerini paylaştı. Deniz Müzesi’nin İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden sonra ülkemizin en eski ikinci müzesi olduğuna dikkat çeken Gültaş, Başbakanlık Devlet Arşivleri’nin ardından en zengin arşive sahip olduklarını da sözlerine ekledi. 1999 Marmara Depremi’nde yapıdan kopan tuğlaların bir saltanat kayığını ciddi derecede hasara uğrattığını, bunun üzerine yeni bir müze binası yapma fikrinin gündeme geldiğini belirten İlyas Gültaş daha sonra, açtıkları yarışmada birinci gelen Teğet Mimarlık’ın uygulamaya dönüşen projesine değindi.

Müzenin 13 Ekim 2013 tarihinde ziyarete açıldığını ve geçtiğimiz aylarda, Savarona’nın son orijinal filikasını koleksiyonlarına kattıklarını ifade eden Gültaş, yeni parçayı içeri sokamadıkları için doğramaları söküp yeniden taktıklarını söyleyerek, “Aslında bunun öngörülmesi lazımdı” dedi.  Moderatör Ayşen Savaş da bu tespitten hareketle, donmuş bir koleksiyona bile yeni nesneler eklenebileceğini hatırlarak, tasarımda esnekliğin önemine dikkat çekti.

“Mimar sorunları tek başına yüklenmemeli”
Gültaş ve Savaş’a cevaben söz alan Tetrazon Kurucu Ortağı Burçak Madran, “Envanterler gelişebilir, bunu yarışma şartnamesine yazmaya gerek yok. Müze çok kombine bir alan. Ortaya çıkan sorunların çözümü tek başına mimarın işi değil. Bunların da kombine bir şekilde çözülmesi lazım, mimar bunu tek başına yüklenmemeli. Bana göre, müze yapılarında mimarın rolü koordinatörlüktür. Esneklik ise müzecilerle çalışmanız durumunda sağlanabilir. Çünkü müzeci bir koleksiyonun ne kadar genişleyebileceğini tahmin edebilir.” şeklinde konuştu.

“Senaryo tamamlanmadan tasarıma başlamıyoruz”
Sergi İşleri Yapım Organizasyon ve Danışmanlık İşleri Kurucusu Yeşim Kartaler ise, müze projelerinde tasarım girdilerini çok iyi analiz ederek işe başladıklarını belirtti. Müzelerde saymakla bitmeyecek büyüklükte bir uzmanlar ekibi olması gerektiğini savunan Kartaler, “Müzenin nasıl bir müze olacağı çok önemli bir girdi. Ölçeğe, renklere, tavan yüksekliğine, merdivenlere vs. hep birlikte bakıldığında, aksaklıklar önleniyor” dedi.

Müzeyi oluşturan üç temel öğenin koleksiyon, mekan ve ziyaretçi olduğunu söyleyen Yeşim Kartaler, süreci iyi anlamanın önemine vurgu yaparak, “Senaryo-Değerlendirme-Onay kimin nasıl bir müze istediğine göre değişiyor. Senaryo tamamlanmadan tasarıma başlamıyoruz. Öncelikle kafamızda nasıl bir atmosfer yaratmak istediğimizi tasarlıyoruz. Dolayısıyla bir mimarın tek başına müze yapması imkansız” dedi.

“Personeli nereye yerleştireceğiniz tasarımdan daha önemli”
Moderatör Ayşen Savaş’ın “Geleceğin müzesi nasıl olmalı?” sorusuna, Burçak Madran şöyle yanıt verdi: “Mekana her zaman ihtiyaç var. Sanal müze ve esersiz müzeler ayrı birer konu. Frank Gehry İstanbul’a gelecek, titanyum bir bina yapacak diye ödüm patladı. Müze öyle bir şey değil, bir anıt değil.” Personeli nereye yerleştireceğinizin tasarımdan daha önemli olduğuna dikkat çeken Madran, “Türkiye'de deposuz müze var! Akıllı bir mimari program yapmak gerek. Müzeleri anıtsal sanat yapıları yerine, işlevsel yapılar olarak görünce ortada başarılı sonuçlar çıkıyor.” dedi. Türkiye’deki tasarım disiplininin esas sorununun, disiplinlerarası çalışmayı bilmemesi olduğunu dile getiren Burçak Madran, “Mimar her şeyi tasarlayabileceğini zannediyor” şeklinde konuştu.

“Mimarlar müzenin disiplinlerarası bir konu olduğunu anlamalı”
Bütün uzmanları işe dahil etmediğiniz zaman bütçelerin değiştiğine dikkat çeken Yeşim Kartaler de Madran’ın tespitine katkıda bulunarak; “Mimarların, müzenin disiplinlerarası bir konu olduğunu anlaması gerek. 1500 m2’lik kapalı alanı olan müzeyi 3 ayda bitirmemiz isteniyor. Senaryonun oluşturulması büyük bir emek. Hiç uyumadan çalışmak zorunda kalıyoruz, bu da motivasyonumuzu düşürüyor.” dedi.

“Yapı ve müze birbirinin önüne geçmemeli”
Burçak Madran da bu bağlamda, mimari proje üretme süresinin müze yapım süresinden ayrı tutulması gerektiğinin altını çizdi. Konuşmasında ayrıca arkeolojik/tarihi değere sahip anıtsal yapıların içine müze yapılmasına duyduğu tepkiyi de dile getiren Madran, “Binanın korunması, özgünlüğü anıtsal açıdan önemli. İçine ayrıca müze fonksiyonu yüklemenize gerek yok. Yapı ve müze birbirinin önüne geçmemeli.” şeklinde konuştu.

“Önce teşhir ve tanzim projesi tamamlanmalı”
Yeşim Kartaler de müze için gerekli teknik altyapının tarihi yapılarda yarattığı sorunlara değinerek şunları söyledi: “Restorasyon projeleri bize sunulduğunda, elektrik ve mekanik projeleri de bitirilmiş halde geliyor. Oysa bunlardan önce, müzenin teşhir ve tanzim projesi tamamlanmalı.”

“Mimarın önünü açmak, nefes almasını sağlamak önemli”
Oturumda daha sonra yeniden söz alan Deniz Müzesi Komutanı İlyas Gültaş, mimarların denenmemiş ya da başka bölgelerde denenmiş malzeme kullanma gibi bir alışkanlıkları olduğunu ifade ederek, Deniz Müzesi’nde kullanılan tekstil bazlı çatı malzemesinin martılar tarafından sürekli delindiğini, bunun da kendilerine büyük masraf yarattığını belirtti.

Prof.Dr. Ayşen Savaş, Gültaş’ın bu aktarımına; “Mimarlar olmayınca da araştırma olmuyor. Karşılıklı deneyim ve bilgi alışverişi çok değerli. Bizim de beyin cerrahları gibi ilk ameliyatlarımız oluyor. Gelişebilmek için denememiz lazım. Mimarın önünü açmak, nefes almasını sağlamak önemli.” şeklinde yanıt verdi.
Yapı, 05.10.2016

AKM BİNASI YENİLENEMEZ

TACA İnşaat, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) binasının yenilenmesi ihalesini alan firmalardan biri konumunda. Buradaki çalışmalar hakkında da bilgi veren Tayar Akkurt şunları söyledi: “İnşaatın kalitesini anlamak için sıvaları kaldırdık. Binanın etütlerini yaptık. Ancak bunların sonucunda binanın güçlendirilmesinin mümkün olmadığını gördük. Daha önce iki kez güçlendirme yapılan binyı güçlendirmeye kalksak üçüncü kez yapılmış olacaktı. Ayrıca güçlendirme yapılabilecek olsa dahi bu sefer de bina fonksiyonlarını yitirecekti. Bu binanın güçlendirilmesi yapılamaz” ifadelerini kullandı.
Hürriyet, Haber: Burak Coşan, 04.10.2016



"AKM'NİN ARTIK YIKILMASI GEREKİR"

İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) Müdürü ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan, "AKM, rüzgar, yağmur, tipi ve karın girip çıktığı bir yer. Dolayısıyla bunu yeniden boyayıp, makyaj yapıp, yeniden açmak en azından psikolojik olarak bizi rahatlatmaz. Mühendis değilim ama bunun artık yıkılması gerekir" dedi.

Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) son durumuna ilişkin AA muhabirine açıklamada bulunan Arıkan, binanın 8 yıldır kapalı olduğunu ifade etti.

Suat Arıkan, opera izleyicisinin yoğunluğu dolayısıyla, AKM açıkken Süreyya Operası sahnesinin de açıldığının altını çizerek, "Biz AKM'de temsil yaparken Süreyya'da da temsil yapıyorduk. Aynı akşam hem burada hem orada temsil vardı. Dışarıda, AKM'de kuyruk olduğunda gururlanıyordum ama çok da aşırı gururlanamıyordum. Çünkü 15 milyonu geçen bir şehirde, bin 200 kişilik salonu doldurmak çok da marifet değil. Büyük ölçekli bir galerisi de vardı. Tüm yapılmamış sergiler, temsiller, sinema salonundaki gösterileri de saydığımız zaman, kaybedilmiş müthiş bir zaman var." diye konuştu.

"Asansörlerini, ısınmasını, soğumasını eleştiriyordum"
AKM'yi hep eleştirdiğini bu nedenle binadan çıkarken çok mutlu olduğunu dile getiren Arıkan şöyle devam etti:

"Asansörlerini, ısınmasını, soğumasını eleştiriyordum. Kışın donuyorduk. Provalar iptal oluyordu. Yazın sınavlarda vantilatör kullanıyorduk çünkü klima işlemiyordu. Asansörler yavaş ve yetersizdi. 15 dakikalık arada, orkestra ve koroyu, kantine çıkarıp, 15 dakika sonra aşağı indirecek asansör sistemi yoktu. Güvenlik çok zayıftı. Taksim gibi bir yerde güvenlik konusunda zafiyetleri olan bir yerdi. Bunları hep eleştiren bir insan olarak, 2008'de çıkarken, 2010'da çok daha iyi bir AKM olacağı için müthiş iyimser bir şekilde ve mutlulukla çıktım. O zaman idareci de bendim."

AKM'nin arsasının yeterince taban alanına sahip olduğunu belirten Arıkan, bir yarışma açılarak, uygun projenin hayata geçirilmesinin iyi olacağını aktardı.

"Bu yetmez, 3 tane AKM lazım"
Arıkan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, AKM'nin yerine opera binası yapılacağı yönündeki açıklamasına da değinerek, şunları söyledi:

"Bunu duyduğumda son derece mutlu oldum. Sayın Cumhurbaşkanımız opera kelimesini telaffuz ederek, bunu üstüne basa basa söyledi. Bu tabii çok sevindirici bir şey. Çünkü bunun tersini söyleyen çok fazla haber oldu. 'AVM ya da otel yapılacak' gibi. Bütün bunları temizleyen, silen bir konuşma oldu. O açıdan da çok umutluyum. Şahsen hem bir sanatçı olarak içine girip sahneye çıkmak isterim hem de bir yönetici olarak. İstanbul kültür hayatının çok önemli bir eksikliği olarak görüyorum, bu binanın hayatımızdan uzaklaşmasını."
Anadolu Ajansı, Haber: Hilal Uştuk, 05.10.2016

KNİDOS'TA YENİ YAPILAR ORTAYA ÇIKTI

Muğla'nın Datça İlçesi'ndeki 2 bin 600 yıllık Knidos antik kentinde sürdürülen kazılarda yeni yapılar ortaya çıktı. Kazı heyetini en fazla heyecanlandıran buluntunun tarihi antik kentin mermer bloklarla kaplı ana caddesi üzerindeki özel bölümün olduğu belirtildi.



Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Knidos Kazısı Başkanı Doç.Dr. Ertekin Doksanaltı yönetiminde sürdürülen çalışmalarda tarihi kentin en önemli yaşam alanlarından biri olan küçük tiyatronun ana duvarı ile biri su kaynağı olarak kullanıldığı tahmin edilen 2 depo ve kentin ana caddesinde düzenlenen törenler için ayrılan özel onurlandırma bölümü (şeref tribünü) bulundu. Knidos kazı çalışmalarında görev alan Arkeolog Batıkan Bora, 2007’de durdurulan kazı çalışmalarına 2013’te tekrar başlanıldığını hatırlatırken, “Kazı ve çevre düzenlemesi birlikte yürütülüyor. Kazılarda ortaya çıkarılan eserler tasnif edilerek düzenlenirken, buluntuların yerinde sergilenmeleri sağlanıyor” dedi.



Bu yıl yapılan kazılar sırasında çok önemli bulgulara ulaşıldığını ifade eden arkeolog Bora, şöyle dedi: “Tarihi antik kentin 5 bin kişilik küçük tiyatrosunun ana duvarı ilk kez gün ışığına çıkmış oldu. 7-8 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 100 metre uzunluğundaki duvarın muhteşem taş işçiliği ilk günkü görkemini halen koruyor. Ayrıca küçük tiyatronun duvarına bitişik iki kemerli yapı ortaya çıkarıldı. Binlerce yıl toprak altında kalan bu iki mekandan büyük olanının su kaynağı olabileceği, diğerinin ise depolama alanı olduğu sanılıyor. Ayrıca yapılacak incelemelerin sonucunda bu iki mekanın hangi amaçla kullanılmış oldukları kesinlik kazanacak.”

HEYECANLANDIRAN BULUNTU
Bu yıl, kazı heyetini en fazla heyecanlandıran buluntunun, tarihi antik kentin mermer bloklarla kaplı ana caddesi üzerindeki özel bölümün olduğunu belirten Bora, şöyle devam etti: “Kazılar sırasında yolun sağ tarafında özel bir bölüm ortaya çıkarıldı. Caddeden geçen herkesin rahatlıkla görebileceği bir yükseklikte konumlandırılan bu mekan, adeta özel bir tribünü andırıyor. Yaptığı hizmet ve başarılarından dolayı onurlandırılmak istenen kişi ya da kişilerin burada halkın huzurunda ödüllendirildiği sanılıyor.”


Sözcü, 04.10.2016

KAPALIÇARŞI'DAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINI ANLATTI

Temmuz ayında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in katıldığı törenle başlatılan restorasyon için onlarca işçi Kapalıçarşı çatısında ter döküyor.

Kapalıçarşı çatı onarım çalışmalarını yerinde izleyen ve işçilerle selamlaşan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir süreçle ilgili olarak DHA’ya açıklamalarda bulundu. Kapalıçarşı’nın bir anıt eser olduğunun altını çizen Mustafa Demir, Kapalıçarşı’daki restorasyon çalışmalarının Anıtlar Kurulu’nun onayı doğrultusunda aşama aşama kontrol edilerek yapıldığının altını çizdi.

“Bundan sonraki aşama altyapı çalışması”
Kapalıçarşı’nın restorasyonu için zorlu bir proje aşamasından geçtiklerini söyleyen Mustafa Demir, çatı onarımı ile birlikte altyapı çalışmalarına da bir an önce başlanacağını, aynı zamanda binadaki güçlendirme çalışmalarının da yürütüleceğini ifade etti. Kapalıçarşı gibi bir anıt eseri projelendirirken hem heyecan hem de endişe duyduklarını belirten Demir, “40 bin metrelik bu alan çevresindeki hanlarla birlikte 100 bin metrekarelik bir alana ulaşıyor. Bundan sonraki en önemli aşama altyapı çalışması. Yer altı kanallarında da yer yer çökmeler, ciddi sıkıntılar var. Bir an önce başlaması gerekiyor ” dedi.

Kurumlar arası işbirliği yapıldı
Kapalıçarşı’nın tarihinde ilk kez bu yıl bir yönetime kavuştuğunu söyleyen Demir, bu aşamayla birlikte Kapalıçarşı’nın restorasyonu ile ilgili esnafların da dahil olduğu bir sürecin başladığını aktardı. Kapalıçarşı’nın güçlendirilmesine yönelik esnafla defalarca toplantı düzenlediklerini söyleyen Demir, çatının Fatih Belediyesi ve İl Özel İdaresi tarafından; altyapının İSKİ tarafından; güçlendirmenin ise yönetim kurulu tarafından yapılacağını söyledi.

Çatıdaki onarım çalışmalarının 2017’nin sonunda biteceğini söyleyen Demir, Kapalıçarşı’yı ailenin yaşı ve saygın bir bireyine benzeterek şunları söyledi: “Kapalıçarşı gibi bir yeriniz varsa, sürekli hasta ve saygıdeğer bir büyüğünüz varmış gibi düşünün. Sürekli bakıma ihtiyacı olan, gözünüz gibi korumanız gereken bir yer. Bu çalışmalar ömür boyu devam eder. Ancak artık Kapalıçarşı’nın bütününü ilgilendirecek sıkıntılar olmayacak. Çünkü her şey kontrol altında. Her şey projelendirildi, sürece bağlandı. Kapalıçarşı’nın geleceğinden eminiz.”
Yapı, 04.10.2016

ANAMURİUM ANTİK KENTİ DALGALARA KURBAN EDİLİYOR



Mersin'in Anamur İlçesi'nde kış aylarında, büyüklükleri metreleri bulan dev dalgalar ve kum erozyonu yüzünden Anamurium antik kentinin liman duvarları yok oluyor.
Efes antik kentini aratmayacak nitelikte olan Anamurium antik kentinde inceleme gezisi yapan Mersin, Adana ve Hataylı 65 mimar, tahribat ve bakımsızlık karşısında şaşkına döndü. Mimarlar Odası Mersin Şube Başkanı Ömer Sakar, Anamurium tarihinin geçmişinin önemli bir liman şehri ve birçok medeniyetin izlerini taşırken, bilinçsizce yapılan tahribatlar ve kış dönemlerinde ise önlem alınmadığı için dev dalgalara yenik düştüğünü söyledi. Denizin antik liman kentin içerisine doğru ilerlediğini belirten Sakar, "Bunun en önemli nedeni, kıyılardan inşaatlarda kullanılmak üzere bilinçsizce alınan kumlar ve dalgakıran projesinin hayata geçmemesidir. Denizin bu kadar içeriye doğru girmiş olması, liman kentinin birçok değerli kültür varlığında yok etmiştir. Limanın denizle birleştiği nokta aslında şu anki denizin bulunduğu yerden en az 50 metre ileride iken, bugün deniz oradaki tüm yapıları alarak antik liman kentin içerisine doğru ilerlemektedir. Kıyılarımızdan inşaatlarda kullanılmak üzere bilinçsizce alınan kumlar de bu tahribatın nedenleri arasındadır" dedi.

Denizin bu kadar içeriye doğru girmiş olmasının, liman kentinin birçok değerli kültür varlığını da yok ettiğini vurgulayan Sakar, "Bu şu demektir; Kıyılarımızdan o kadar çok kum alıyoruz ki deniz ilerleyişini sürdürüyor. Yaşamış tüm medeniyetlerin tarihi hafızası olan bu antik liman ve liman kentinin korunması en azından kıyı tahribatının önlenmesi, kıyılarımızdan kum alınmasının önlenmesi ile mümkün olabilecektir" diye konuştu.
DHA, Haber: Ali Ekber Şen, 04.10.2016
MİLAS'TA LAHİT BULUNDU

Milas Hacıapti Mahallesi’ndeki Fabrika Sokak’ta bir inşaatın temel kazısı esnasında, tarihi lahite rastlandı. İnşaat temeli kazısı sırasında ortaya çıkan lahit için inşaatı yürüten ekipler, hemen Milas Arkeoloji Müzesine haber verdi. Müze ekipleri, lahitin bulunduğu alana gelerek kazı çalışmalarına başladı.

Kurtarma çalışmaları sırasında, mezarın içerisinde bir bölümü zarar gören lahitte seramik kap parçaları ve insan kemikleri ele geçirildi. Yapılan kazı çalışmalarında, mezarın Hellenistik Dönem’e ait olduğu belirlendi.

Öte yandan müze ekiplerinin lahitin çıkarıldığı yerde yeni buluntu ihtimali olması nedeniyle ilerleyen günlerde, inşaatın temelinde kapsamlı kazı çalışmalarına başlayacağı öğrenildi.
Cumhuriyet,03.10.2016

KEFKEN ADASI TURİZME AÇILMAYI BEKLİYOR

Kocaeli'nin Kandıra İlçesi'nde 1. derece sit alanı olarak tescillenen, Hellenistik, Roma ve Bizans döneminden kalma mimari kalıntıların bulunduğu Kefken Adası, turizme açılmayı bekliyor.



Kandıra'nın ünlü tatil beldesi Cebeci'ye 400 metre uzaklıkta ve 110 bin metrekare büyüklüğündeki ada, Cenevizlilerin inşa ettiği kalenin kalıntıları ve yağmur suyunu biriktirmek için açılan 40'a yakın su kuyusuyla ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Yabani kavun, anason bitkisi, defne ve incir ağaçlarıyla örtülü ada, el değmemiş kumsallarıyla da hayranlık uyandırıyor. Adada, babadan kalma ahşap evde yaşayan ve balıkçılıkla geçimini sağlayan bir aile bulunuyor.



Bölge halkı, 1. derece sit alanı olduğu için değerlendirilemeyen ve ulaşım imkanının kısıtlı olduğu tarihi adanın uygun bir projeyle turizme kazandırılmasını istiyor. Kandıra Turizm Derneği Başkanı Murat Güneş, yaptığı açıklamada, Kandıra'nın sanayi kenti Kocaeli'nin turizmle öne çıkan bir ilçesi olduğunu olduğunu söyledi.

İlçenin yaz sezonunda özellikle günübirlikçiler tarafından büyük ilgi gördüğünü dile getiren Güneş şunları söyledi:
Karayolları Genel Müdürlüğü verilerine göre, yaz sezonunda bölgeye gelen turist sayısı sadece hafta sonları 300 bini buluyor. Genele yaydığımızda ilçe yılda 1,5 milyon turist ağırlıyor. Ziyaretçilerin yüzde 70'i İstanbul'dan geliyor ama Eskişehir, Ankara, Bolu gibi civar illerden de turist alıyoruz.

Güneş, Kefken, Kerpe, Bağırganlı, Kumcağız, Cebeci ve Seyrek gibi tatil beldelerinin ziyaretçilerin gözdesi olduğunu anlattı. Güneş; Karadeniz'in iskana elverişli iki adasından biri olan tarihi Kefken Adası'nın da Kandıra'da bulunduğunu kaydetti.



Güneş, karaya 400 metre uzaklıkta ve 110 dönüm büyüklüğündeki adanın geçmişinin Roma dönemine kadar uzandığına dikkati çekti.

Güneş, adada pek çok tarihi ve doğal güzelliğin iç içe olduğunu anlattı.

Güneş, şöyle devam etti: Adada Cenevizlilerin inşa ettiği kalenin surları ile yağmur sularını biriktirmek için açtıkları 40'a yakın su kuyusu bulunuyor. Bunların büyük kısmı çalılar arasında kaldığı için gün yüzüne çıkarılması gerekiyor. Yine adada 1870'lerde yapılmış bir deniz feneri ve çok bakir kumsalları var. Gemi kazalarında ölen denizcilerin gömüldüğü 'kimsesizler mezarlığı' yer alıyor. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı'nın sembol isimlerinden İpsiz Recep, adayı karargah olarak kullanmış.

Güneş, birinci derece sit alanı olması nedeniyle adanın sahip olduğu turizm potansiyelinin kullanılamadığına vurgu yaparak; Dünyada pek çok örneği var. Ada, turizmi açılması ve ulaşımın kolaylaşmasıyla uluslararası seminerlere ev sahipliği yapabilir ve çok sayıda yabancı turist çekebilir. Kefken Adası, uygun bir projeyle turizme kazandırılması halinde Kocaeli ve Kandıra'nın turizmdeki marka değerinin yükselmesine büyük katkı sağlar.
Habertürk,03.10.2016
BAKAN AVCI, TOPKAPI SARAYI RESTORASYONLARINI İNCELEDİ

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Topkapı Sarayı Müzesinde incelemelerde bulundu. Bakan Avcı, son günlerde basında yer alan Hazine Bölümündeki restorasyonu ve Adalet Kulesi önünde oluşan çukuru yerinde inceledi ve yetkililerden bilgi aldı.

Bakan Avcı, incelemelerinden sonra müzenin durumu ve basında yer alan Hazine bölümündeki çatlaklar ve restorasyon çalışmalarına dair açıklamalarda bulundu. Bakan Avcı şunları söyledi:

"Son günlerde Hazine Bölümündeki restorasyonlarla ilgili birçok haber çıktı. Bu bölümdeki çatlaklar sanki yeni oluşmuş gibi bir algı oluştu. Ben çalışmalardaki son durumu göreyim ve bilgi alayım diye geldim. Hem de bu yanlış algıyı da düzeltmiş oluruz diye düşündük. Bu çatlaklar yeni oluşmuş bir durum değil. Bu bizim bakanlık ve Topkapı yönetimi olarak 10 Ekim 2015'ten beri üzerinde çalıştığımız bir durum. Önce olayın nedenleri üzerinde çalışma yapılıyor. Alttaki bölümlerin boşaltılması ve sıvaların kazınması aşamasında ise o çatlaklar görülüyor. Daha sonra bunların nasıl güvenli hale getirileceğiyle ilgili İTÜ ve Boğaziçi üniversiteleriyle çalışmalar gerçekleştiriliyor ve halen bunlar devam ediyor. Bugün geldiğimiz aşamada üniversitenin de önerisi doğrultusunda, bir ay içerisinde güney taraf başta olmak üzere oraya yerleştirilecek sismik ölçerlerle 26 adet sismik değerlendirme kuyusu açılacak. Bu çevrenin ne tür sismik tehditlerle karşı karşıya olduğu, bunların frekansı, süreleri ve güçleri çalışıldıktan sonra, ona uygun güçlendirme senaryoları yürürlüğe konacak. Ama bilim adamlarımız bunların hangi bölümde ne zaman hangi ölçekte yapılabileceğini işte o sismik araştırma verilerini almadan yapmak istemiyor. 26 kuyunun açılması önümüzdeki ay tamamlanmış olacak. Bunun, ülkemizde bizim başka yerlerde uyguladığımız ve dünyada da uygulanan örnekleri var. Artık bugünün teknolojisiyle bunlar güvenli hale getirilebiliyor. Güçlendirme senaryolarımız hazır. Ama hangisinin ne aşamada uygulanacağına zemin etütlerinin sonuçlarıyla birleştirilerek karar verilecek. Bugünlerde birden bire ortaya çıkmış bir durum değil. Görünür hale gelmesi bir yıllık süreç. Ama hemen müdahale ediliyor ve 10 Ekim 2015'te zemin etütleri ve güçlendirme çalışmaları başlatılıyor. Daha da geriye gidersek, Hazine bölümünün üzerindeki ahşap kubbenin sökülüp 1940'larda üzerine beton bir kubbe yapılması ve bunun duvarlara yaptığı basınç nedeniyle de o çatlakların bu duruma geldiğini bilim adamlarımız söylüyorlar. Ölçümler de buna işaret ediyor. O verilere istinaden o beton kubbe güvenlik tedbirleri alındıktan sonra oradan alınacak, kubbedeki beton temizlenecek, orijinal ahşap kubbe yerleştirilecek. Böylece duvarlar o baskıdan kurtulacak, alınacak diğer tedbirlerle birlikte inşallah daha güvenli bir şekilde hizmetine devam edecek. Sismik verilerin alınması 3-4 ay sürecek. Tahminimiz Mart başına kadar bunlar tamamlanmış olur. Mevsimsel şartları ve farklılıkları da dikkate alan bir zamanlamayla bu ölçümler tamamlanacak. Elimizdeki onarım alternatiflerini biliyoruz, ama bunlardan hangisinin buraya en uygun olduğuna işte o ölçümler ve zemin etütlerinin birleştirilmesi sonucunda varacağız."

Bakan Avcı, yine basında yer alan Adalet Kulesi önünde oluşan çukurla ilgili de şu açıklamayı yaptı:

"O çukur biraz sansasyonel bir şeye dönüştürülmek istendi, ama değil. Bazı basın yayın organlarında 3 metre yazmış. Çapı 3 metre olabilir de derinlik 1 metre kadar. Ziyaretçilerimiz için tehlike arz edecek bir şey söz konusu değil. Yakındaki sarnıçla irtibatlı künklerin zamanla çürümesinden ve oluşan boşluğa su dolmasından kaynaklanan bir olay olduğunu düşünüyorlar. Gezilen yerlerde de, binaların oturduğu yerlerde de zemin etütleri sürekli yapılıyor."

Bakan Avcı, ayrıca müzenin Mukaddes Emanetler ve Harem kısmını da ziyaret etti. Müzenin gişelerinde ziyaretçi giriş çıkışları ve ziyaretçilere sunulan bilgilendirme ve rehberlik hizmetleri hakkında bilgi aldı.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 03.10.2016



******


"TOPKAPI SARAYI İÇİN SAHİL YOLU KAPANMALI"

Fatih Köşkü’nün alt yapısında oluşan çatlaklar ve sarayın bahçe kısmında meydana gelen derin çukur, tarihi yapının geleceği için endişe yaratırken, 2012-2014 yılları arasında Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü yapan Prof.Dr. Haluk Dursun, neler yapılması gerektiğini anlattı.

Zeminde dolgu
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı’nda görev yapan Dursun, “Yapının inşa edildiği tepenin dolgu özelliği var. Zeminin altında arkeolojik eserler ile Bizans’tan kalma sarnıçlar olduğunu biliyoruz. Topkapı Sarayı’na bitişik sahil yolu ve geçmişte kullanılan demiryolu yapıda hasar oluşmasına neden oldu. Karayolu ve demiryolundan kaynaklanan titreşimler, dolgu tepe üzerine kurulan yapıya zarar verdi ve vermeye devam ediyor” dedi. 

Ayasofya’ya da takip 
Sarayın olduğu tepeye Bizans döneminden önce Akrapolis yani Yukarı Şehir denildiğini kaydeden Prof.Dr. Dursun, “Toprak zeminde yaşanan çökme yapının altındaki sarnıç veya arkeolojik eserlerden kaynaklanmış olabilir. Tarihi eserin bütünlüğü korunmalı, eskiden olduğu gibi denize kadar açılımı sağlanmalıdır. Sahil yolunun saraya bitişik veya altından geçen kısımları bypass edilmeli. Takip edilerek, üzerinde çalışılması gereken eserlerden biri de Ayasofya Müzesi. Tramvay hattındaki titreşimler Ayasofya’nın zarar görmesine neden oluyor. Tramvayın yarattığı vibrasyonun zararları araştırılmıyor” diye konuştu.

‘Ziyaretçiler bile zarar veriyor’
“Topkapı Sarayı kesinlikle ihale yoluyla restore ettirilmemeli” uyarısında bulunan Dursun’un tespitleri şöyle; “Topkapı Sarayı’nı günde ortalama 10 bin kişi ziyaret ediyor. Bu kadar ziyaretçi bile eseri yıpratır. Sarayın üzerine oturduğu toprak zemin, deprem bölgesinde oluşu, binlerce insanın müzeyi ziyaret etmesi, çevresinden tramvay, karayolu, tren hattı ve metro güzergahı eseri yıpratmaya devam etmekte. Saray bütünlükçü olarak tarihi dokusuna uygun elden geçirilmeli. Ancak Topkapı Sarayı diğer eserler gibi de değil. Özel bir yönetim, özel bütçe isteyen bir yapı. İstanbul’un tarihi ve kültürel mirasının korunması için, şehre özel bir bakanlık kurulmalı, özel yasalar çıkarılmalı.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 03.10.2016

KAZ KÜLTÜRÜ 4 BİN YILLIK GEÇMİŞE UZANIYOR

Kars ve yakın çevresinin en köklü geleneği olan Kaz Kültürü’nün MÖ II. Bin yılda beridir benimsendiği ortaya çıktı.

Kafkas Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm Rehberliği Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayhan Yardimciel tarafından yapılan araştırmalarda Kars Arkeoloji Müzesi’ne bulunan monokrom Aras Boyalısı çanak parçası üzerinde kaz betimlemeleri tespit edildi.



Konu ile ilgili bilgi veren Yardimciel, Kars ve Iğdır’ın da içine girdiği Orta Aras Havzası’nın 4 bin yıl önce Aras Boyalıları Kültürü adlı bir kültür birlikteliğine ev sahipliği yaptığını belirterek, kültürün diğerlerinden farklı olarak boyalı çanak çömlekler kullandıklarını ve bu çanak çömlekler üzerine bazen geometrik bazense çeşitli hayvanları betimlediklerini belirtti.

Son altı yıldan beridir, bu kültür üzerine çalıştıkların kaydeden yardimciel, çalışmaları sırasında Kars Arkeoloji Müzesi deposunda 19. Yy’ın ortalarında yapılan Ani kazıları sırasında ele geçirilmiş, Aras Boyalıları Kültürü’ne ait iri bir çanağın gövde başlangıcı kısmında kaz betimlemelerini tespit ettiklerini belirterek bu betimlemenin o dönem toplumunun kaza verdiği değeri göstermesi açısından önemli olduğunu vurguladı.

  

Bu tespit ile Kars’ın, Kaz Kültürü’nün  ve Aras Boyalıları Medeniyetinin birbirlerine ne kadar yakın ve iç içe olduklarının dört bin yıllık belgesi ile ortaya çıkmış olmasının il kültürümüz için son derece önemli olduğunu belirten öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayhan Yardimciel, Kars ve yakın çevresinin çok zengin bir arkeolojik ve tarihi geçmişe sahip olduğunu belirterek çalışmalarının devam edeceğini söyledi.
Kafkas Haber Ajansı, 03.10.2016

SMYRNA AGORASI ÜÇ BOYUTLU KALKANLA BİN 500 YILDIR AYAKTA

Günümüzden 8 bin yıl öncesine dayanan yerleşim tarihine sahip İzmir'in son 2 bin-2 bin 300 yıllık sürecine tanıklık eden Smyrna Agorası'ndaki arkeolojik kazı çalışmaları, bölgede yaşayan toplulukların yaşam biçimlerine ışık tutuyor. 

Arkeloji dünyasında "grafitto" adı verilen tarihi duvar yazıları, en az 2 bin yıldır akan suyu ile antik kentler arasında özel bir öneme sahip Agora'daki depremin izleri de tarihçiler tarafından inceleniyor.

"Bazilika'da 3 boyutlu koruma kalkanı"
Smyrna Agorası Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İzmir merkezindeki antik kentte 160 metre uzunluğa ve 30 metre genişliğe sahip Bazilika'nın özel bir öneme sahip olduğunu söyledi.

Yamaçta inşa edilmiş, teraslanmış bir alanın Bazilika için kullanılan bodrum katının "geçiş noktası" olarak kullanıldığını, aynı zamanda da "kapalı çarşı" görevi gördüğünü kaydeden Ersoy, bundan 2 bin yıl önce dükkanların bulunduğu alanda tarihi çalışmaların yapıldığını aktardı.

Romalılar döneminde depremselliğe ilişkin verilere de Bazilika'da rastladıklarını vurgulayan Ersoy, şu bilgileri verdi:

"Kemer ayaklarının depreme dayanması için desteklendiğini görüyoruz. Bu destekler sayesinde yapı uzun süre ayakta kalmış. Bu yapı, Smyrna ve çevresinde ortaya çıkan depremlerde ayakta kalmış. Dönemin yapı teknolojisi belli. Moloz taşların kireçle bir araya getirilmesi ya da kesme taşların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş yapılar var. Duvarlar arasındaki bağlantı için kemer sistemi kullanılıyor. Romalıların inşaatlarda ortaya koyduğu bu sistem, Anadolu'da, Yunanistan'da, bütün Roma coğrafyasında görülüyor. Deprem sırasında sağa sola doğru ortaya çıkan sarsıntıları dağıtmak, yükü zemine dağıtmak için önemli bir vurgu. Kolonları güçlü hissetmedikleri zamanlarda moloz taşı ve kireç harcı ile destekler yapmış, yapının ayakta durmasını sağlamışlar."
Anadolu Ajansı, Haber: Efsun Yılmaz, Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş, 02.10.2016

İSTANBUL'UN SEMTLERİNDE ÇAĞDAŞ SANATIN YENİDEN KEŞFİ

Son aylarda iptal edilen kültür-sanat etkinliklerinin ardından yeni gelişmeler ve eğilimlerle açılan yeni sezon, yüzleri güldürüyor. İşte son 10 yıldır sanatın peşinde kabuk değiştiren İstanbul’un en güncel haliyle sanat rotasının ilk bölümü...

Sanatseverler, son aylarda ilginç gelişmelere tanıklık ediyor. Bir yandan malum sebeplerden ardı ardına iptal edilen şehrin demirbaşı etkinlikleri, diğer yanda İstanbul’da alternatif sanat mekanlarının çoğalması ve hiç olmadığı kadar artan yenilikçi hareketler... İşte eskisiyle yenisiyle, şehrin ön plana çıkan semt ve mekanlarıyla İstanbul’un çağdaş sanat keşif rotası...

HER ŞEY BİLBAO İLE BAŞLADI
80’ler... Ekonomik krizle birlikte sanayi, Kuzey İspanya’daki Bilbao’yu terk eder. Geriye işsizlik, buhran ve terk edilmiş bir şehir kalır.

Yıl 1997... Yıllar boyunca fark edilmeyen bu endüstri kentinde kentsel dönüşüm başlatılır. Sir Norman Foster’ın elinden çıkan yeni metro ağı, Calatrava’nın beyaz köprüsü ve tabii ki Frank Gehry’nin eseri Guggenheim Müzesi açılır. Yıkık dökük bir tersane artık Bilbao’ya gelenlerin yüzde 82’sinin ziyaret sebebi... Üstelik müze, şehircilik ve mimaride fenomenleşmiş “Bilbao efekti”nin çıkış noktası..

2008’e kadar sanayi bölgesi olan Dubai’deki Al Quoz, bugün Birleşik Arap Emirlikleri’nin en önemli sanat merkezi. Her şey tek bir galeri, Ayyam Galeri’nin bölgeye taşınmasıyla başladı. Miami’nin Wynwood’u, Hong Kong’un West Kowloon’u, Berlin’in 30’dan fazla galerisiyle Mitte’si... New York’un Meatpacking’i, son yılların Brooklyn’i; Londra’da son sürat batıdan doğu Londra’ya kayan ilgi..

Sanat ve mimari, sokakları, semtleri, şehirleri küllerinden doğuran baş faktör... Şehirlere ekonomik rönesanslarını yaşatacak potansiyelde güçlü. Son 10 yıldır İstanbul da sanatın peşinde kabuk değiştiriyor. Tophane’de İstanbul Modern, Galata’da SALT ve sanatçı atölyeleriyle başlayan kentsel dönüşüm, Karaköy’de MSGSÜ Çağdaş Sanat Müzesi, Dolapdere’de Koç Contemporary, Haliç’te DEMSA Müzesi ile devam ediyor.

Her ay yenilenen sergilerle bu galeri ve müzeleri takipte kalabilmek ise başlı başına bir mesele...

ŞEHRİN EN YENİ SANAT MERKEZİ: DOLAPDERE
Dolapdere’nin bu yaz itibarıyla artık bir sanat galerisi var: Dirimart. Üstelik 1000 metrekarelik alanıyla ‘İstanbul’un en büyük galerisi’. Yüksek tavanları, bir de yemyeşil heykel bahçesi var. Dirimart’ın Dolapdere’yi tercih etmesindeki baş nedenlerden biri elbette ki önümüzdeki yıl açılacak Koç Çağdaş Sanat Müzesi.

Koç Contemporary, Türkiye’nin ilk özel müzelerinden olan Sadberk Hanım’ı da bünyesinde bulunduran Koç Grubu’nun bugüne kadar hayata geçirdiği sanat anlamında en büyük projesi. 50 milyon Euro’luk yatırımla; karo kaplamalar, mozaikler ve geometrik çinilerle süslenecek binanın İstanbul’un ikonik yapılarından biri olacağı şüphesiz. Tasarımcısı ise dünyaca ünlü İngiliz Grimshaw Architects.

HALİÇ BEKLEMEDE...
Dolapdere’den sonra gözler Haliç’te. Sütlüce’de, eski bir fabrika binası yerine Zaha Hadid imzalı DEMSA Müzesi’nin açılması planlanıyor. Fakat geçtiğimiz yıl açılması beklenen proje hala Anıtlar Kurulu’nda.

Projenin akıbeti, bundan yıllar önce, Suna ve İnan Kıraç’ın isteğiyle mimar Frank Gehry’nin İstanbul için tasarladığı müze projesini hatırlatıyor. Bugün olsaydı Tepebaşı’ndaki TRT binasının yerini alacak olan müzeye izin verilmemişti zamanında.

Bugün Gehry’nin son eserlerinden Paris’teki Fondation Louis Vuitton ise neredeyse Eyfel Kulesi kadar ilgi görüyor... Binalarının dünya çapında takipçileri olan Hadid’in projesi de umarım ikinci bir Gehry vakası olmaz.

İstanbul’un diğer sanat merkezleri Taksim, Karaköy, Fatih ve Maslak haftaya...
Habertürk, Haber: Deniz Çağlar, 02.10.2016

2 BİN 200 YILLIK KİRA SÖZLEŞMESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI



İzmir'in Seferihisar İlçesi'ndeki Teos antik kentinde sürdürülen çalışmalarda günışığına çıkarılan 2200 yıllık yazıt, Anadolu'daki en kapsamlı 'kira sözleşmesi'ni ortaya koydu. 1 kefil ve kentin ileri gelenlerinden oluşan 6 şahitle yapılan sözleşmede, içerisinde binalar bulunan arazinin uygun kullanılmaması durumunda uygulanacak cezalar da yer alıyor.

Kazı ekibinde yer alan Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Adak, Ionia'nın önde gelen kentlerinden biri olan ve MÖ 1100'de kurulan Teos antik kentiyle ilgili Herodot'un bilgiler verdiğini hatırlattı. Prof.Dr. Adak, "Herodot bu kentle ilgili 'Dünyanın en ılımlı yerinde' der. Kent, günümüzde Seferihisar İlçesi sınırlarındadır. 1960'lı yıllarda da kazılar yapıldı ama, 2010 yılından bu yana kazılar Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Musa Kadıoğlu başkanlığında sürüyor" dedi.

YAZITLARLA BİR KENTİN OMURGASINI ÇIKARABİLİYORUZ
Teos'ta pek çok yazıt olduğunu kaydeden Prof.Dr. Mustafa Adak sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yazıt açısından Teos, Anadolu'nun en verimli ve yazıtların içeriği açısından en tatmin edici kentlerden biri. Yazıtların değerlendirilmesiyle o kentin sosyal, idari, dini yapısı belirlenebiliyor. Bir anlamda kentin omurgasını çıkarabiliyorsunuz. Özellikle Hellenistik ve Roma dönemi hakkında çok güzel bilgiler veren yazıtlar arasında vakıf yazıtları, kral mektupları ve başka kentlerle yapılan anlaşmalar var. 2010 yılına kadar Teos'tan çıkarılan 200 yazıt biliniyordu. Bizim çalışmalarımızla birlikte yazıt sayısı ikiye katlandı. 2016 yılında yaklaşık 400 yazıt oldu. Bu yazıtların hepsini yüzeyde bulmadık. Kazı esnasında da bulundu."

BİR KİRA SÖZLEŞMESİ
2016 yılı kazı çalışmalarında çok sayıda yazıt kopyaladıklarını kaydeden Prof.Dr. Adak şunları anlattı:
"Ancak yazıtlar arasında birisi gerçekten çok ilginç. İçeriği epeyce zengin. Yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde bir mermer stele bir anlaşma yazılmış. Anlaşma 58 satırdan oluşuyor. Çok ayrıntılı bir kira anlaşması. Yazıtın içeriğine göre kentin Gymnasium'ndaki 20 ile 30 yaş grubundaki Neoslar, Teos'lu bir vatandaştan bir miras edinmişler. Şahıs, içinde yapılar, köleler, kutsal sunak bulunan arazisini Neoslar'a bağışlamış. Neoslar da çeşitli masraflarını karşılamak ve her yıl düzenli olarak o araziden gelir elde etmek için kiraya vermişler. Yazıtta arazi önceden kime aitti? İçinde neler var? Hepsi anlatılmış. Bir kutsal sunaktan da sözedilmiş. Neoslar sözleşmede 'kutsal' olarak nitelendirilen bu araziyi yılda 3 gün kullanmak istediklerini bile belirtmişler. O dönemde de arazilerden devlet tarafından vergi alınıyordu ancak arazi 'kutsal' olarak nitelendirildiği için vergiden muaf tutulmuş. Anlaşılan arazi açık artırmayla kiralanmış. Bir tellal tutulmuş ve herkese duyurulmuş. Bazı kişiler talip olmuşlar. Daha sonra kimin kiralayacağına karar verilmiş. Kiralayanın ismi yazıtta belirtiliyor."

1 KEFİL 6 ŞAHİT İSTENMİŞ
Sözleşmede çok sayıda şartın bulunduğunu vurgulayan Prof.Dr. Mustafa Adak, "Kiracının bu şartları yerine getirmesi için 1 kefil gerekiyor. Kefilin ve kefilin babasının ismi hepsi biliniyor. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi için 6 da şahit istenmiş. Çok ilginçtir. 6 şahidin 3'ü kentin baş yöneticileri" diye konuştu.

CEZA FORMÜLLERİYLE DONATILMIŞ
Teos'ta günışığına çıkan yazıtın Anadolu'daki en ilginç kira yazıtı olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Adak şunları söyledi:
"Bu yazıt Gymnasium'un yapısını, Neoslar'ın mal sahibi olabildiklerini ve bunları kiraya çıkararak gelir elde ettiklerini gösteriyor. Bu anlamda antik dünyada başka hiçbir örnek yok. O açıdan çok ilginç. Yazıtın neredeyse yarısı ceza formülleriyle donatılmış. Kiracı zarar verirse, arazinin yıllık bakımını yapmazsa, binaları bakımsız bırakırsa ceza ödeyeceği anlatılmış. Ayrıca kiraya veren Neoslar her yıl araziyi denetleyeceklerini, arazinin verimliliğinin kesinlikle azalmamasını da yazmışlar."

'İLGİNÇ İKİ HUKUKİ TERİM İLK KEZ BELGELENİYOR'
Kira sözleşmesinde ilginç iki hukuki terimin kullanıldığını belirten Prof.Dr. Adak, "Yazıtta iki hukuki terim var. Büyük sözlüklerde bu terimler yok. İlk defa belgeleniyor. O terimlerin tam olarak ne anlama geldiğini antik yazarları ve hukuki metinleri inceleyerek çıkarmak gerekiyor" ifadelerini kullandı.

Anadolu'daki antik kentlerde kira sözleşmelerinin çok fazla olmadığını kaydedenr Prof.Dr. Mustafa Adak, Teos'taki yazıtın pek çok ayrıntıya yer vermesi açısından hayli değerli olduğunu söyledi.

'NEOSLAR, TEOS'UN YENİ VATANDAŞLARI'
Neoslar'la ilgili bilgiler de veren Prof.Dr. Mustafa Adak, antik çağda vatandaşlık  kavramının çok önemli olduğunu ve çocukların anne- babasının vatandaş olması şartıyla 20 yaşında vatandaşlık alabildiklerini belirtti. 20- 30 yaş grubundaki Neoslar'ın kentten beklentileri olduğu gibi, kente belli külfetlerinin de bulunduğunu anlatan Prof.Dr. Adak, Gymnasium'daki Neoslar'ın kentin en önemli vatandaş grubu olarak kabul edilmelerinin nedenini ise "Neoslar hem siyasette hem de halk meclisi ve danışma meclislerinde yer alıp memuriyetler üsteleniyordu" diye açıkladı.

'SOSYAL YAŞAM VE HUKUK SİSTEMİ HAKKINDA BİLGİ VERİYOR'
Kazı Başkanı Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Musa Kadıoğlu ise yazıtın Dionysos Tapınağı'nın batısındaki alanda bulunduğunu kaydetti. Prof.Dr. Kadıoğlu, "Yazıt Teos'un Hellenistik Dönem'de sosyal yaşamı ve hukuk sistemi hakkında bize önemli bilgiler vermektedir" dedi. Ionia Bölgesi'nin 12 kentinden biri olan Teos antik kentinin 1764- 1765 ve 1862 yıllarında İngiliz Dilettanti Cemiyeti (Society of Dilettanti), 1924- 1925 yıllarında Fransızlar ve 1962 ile 1967 yılları arasında Ankara Üniversitesi'nden Yusuf Boysal ile Baki Öğün tarafından araştırıldığını belirten Prof.Dr. Kadıoğlu, 1980- 1992 yıllarında Duran Mustafa Uz'un hem Dionysos Tapınağı'nda hem de Arkaik Tapınak'ta sınırlı sondaj çalışmaları; 1993- 1996 yıllarında ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden Numan Tuna'nın kentte kısa süreli yüzey araştırmaları gerçekleştirdiğini kaydetti.

FİLOZOF VE SANATÇILARIN KENTİ
Prof.Dr. Kadıoğlu, Teos'ta sürdürdükleri kazıların, kente Protogeometrik Dönem'den itibaren (MÖ 1000 civarı) yerleşildiğini ortaya koyduğunu belirtti. Prof.Dr. Kadıoğlu, Dionysos kültünün kent ve çevresindeki önemi nedeniyle MÖ 3'üncü yüzyılın ikinci yarısında şair, müzisyen, tiyatrocu ve şarkıcılardan oluşan Ionia ve Hellespontos Dionysos Sanatçıları Birliği'nin Teos'ta kurulduğunu kaydetti. Bir süre sonra kentte huzursuzluk kaynağı olarak görülen bu topluluğun önce Ephesos'a (Selçuk), ardından Myonnessos'a (Doğanbey) ve son olarak da Lebedos'a (Ürkmez) gönderildiğini belirtti. Prof.Dr. Kadıoğlu, şairler Anakreon, Antimakhos, Epikuros, Nausiphanes, Apellikon ve tarihçi Hekataios'un Teos'ta yaşamış antik çağın önemli filozof ve sanatçılarından olduklarını da vurguladı.
Hürriyet, Haber: Selma Kunar, 02.10.2016
BODRUM KALESİ UNESCO'DA KALICI OLMAK İSTİYOR

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne Türkiye tarafından önerilen 10 yeni alan arasında yer alan Bodrum Kalesi, tarihi yapısı ve bünyesinde açılan sualtı arkeoloji müzesiyle ziyaretçilerini ağırlıyor.

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Veli Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bodrum Kalesi'nin ilçenin simgesi haline geldiğini ve bugün "Sualtı Arkeoloji Müzesi" olarak kullanıldığını anlattı.

Çelik, şu değerlendirmede bulundu:"Kale, iki liman arasında kayalık bir alan üzerinde, Saint Jean Şövalyeleri tarafından kurulmuştur. Bodrum Kalesi, antik çağda önce ada, daha sonraları kente bağlanarak yarımada durumuna gelmiştir. Rodos Şövalyeleri tarafından bitirilen Bodrum Kalesi, Mausoleium'un depremde yıkılan yapı taşlarıyla Halikarnasos'un etrafındaki taşlarla yapıldı. Bodrum Kalesi, Bodrum Yarımadası'na katma değer anlamında çok büyük hizmet sunan bir yapı."

Bodrum Kalesi'nin 1964'te müze olarak hizmete girdiğini, 1984'ten itibaren de sualtı arkeoloji müzesi niteliği kazandığını anlatan Çelik, şöyle dedi: "Muğla'ya gelen 3 milyon yabancının yaklaşık 1 milyonu Bodrum'a turistik amaçlı gezi gerçekleştiriyor. Bodrum'a gelen ziyaretçilerin yaklaşık yüzde 35-40'ı Bodrum Kalesi'ni ziyaret ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2014'ten bu yana Bodrum Kalesi'nin rölöve, restorasyon ve resüsitasyon çalışmaları devam etmekte. Bu yıl ve 2017'de de çalışmalar sürdürülecek. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra, UNESCO'nun kalıcı listesine girdiğimiz zaman bir kültürel varlık olarak Bodrum Kalesi uluslararası bir meşruiyete sahip olacak. Bundan sonra bu kültürel mirasın korunması noktasında uluslararası fonları da kullanabileceğiz."
Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç, 01.10.2016

VAN GOGH'UN RESİMLERİ İTALYAN MAFYASINDA BULUNDU



İtalyan basınında yer alan bilgilere göre, ünlü ressamın kendi adına olan Amsterdam’daki müzesinden 7 Aralık 2002'de çalınan ve paha biçilemeyen iki eseri; 1882 yapımı “Scheveningen Plajı” ile 1884 yapımı “Nuenen Kilisesi” adlı eserleri, İtalyan mafyasında bulundu.

Scheveningen Plajı
İtalyan mali polis ekiplerinin sabah Napoli'ye bağlı Castellammare di Stabia İlçesi'nde milyonlarca avroluk uluslararası boyuttaki kokain ticaretine yönelik yaptığı baskında, Napoli ve civarında etkili olan mafya örgütü Camorra ile ilişkili bir grubun elinde olan iki Van Gogh eserine de ulaştı.



Grubun, Van Gogh’un 2002 yılında Amsterdam’daki müzeden çalınan eserlerini karaborsadaki kokain ticareti karşılığında satın aldığı belirtildi.

İtalya Kültür Bakanı Dario Franceschini, yaptığı açıklamada "İtalyan güvenlik güçlerinin yasa dışı sanat işleri kaçakçılığıyla mücadelesini onaylayan, olağanüstü bir geri kazanım. Bu soruşturmanın sonuçları, suç örgütlerinin sanat eserlerine mali kaynak olarak yararlanmaya baktıklarını ve buna yönelik ilgileri olduğunu doğruluyor." ifadelerini kullandı.



Nuenen Kilisesi
Bakan Franceschini, bugünün önemli bir gün olduğunu belirterek, Napoli Cumhuriyet Savcılığı ve mali polisin ortaya koyduğu takım çalışmasının olumlu bir meyvesini aldıklarını, bu nedenle her iki kurumu da tebrik ettiğini vurguladı.
Habertürk, 30.09.2016
TARİHİ RUM KİLİSESİNİ SATIŞA ÇIKARDILAR

Bodrum'da arazisi içeresindeki 4 villa ve 1800 yıllık tarihi geçmişe sahip Rum kilisesini, toplam 4 milyon liraya satıya çıkartıldı. İşadamı Fırat Özbaşar, bahçesini kafeterya ve restoran haline getirip, kültür turizmine kazandırmak için restorasyon izinlerini aldığı kilise ve etrafındaki villalarını, maddi sıkıntıları nedeniyle satmak istediğini söyledi.



Evli ve iki çocuk, üç torun sahibi kimyager müteahhit Fırat Özbaşar, Bitez Mahallesi'ndeki 4 bin metrekarelik araziye 10 yıl önce kat karşılığı 8 villa yaptı. Özbaşar, yapılan anlaşma gereği, 1967 metrekarelik alanda kalan 4 villa ile yine bu arazinin içinde kalan tarihi Rum kilisesini aldı. Özbaşar, kat karşılığı kendisine geçen arazideki MS 2 ile 3'üncü yüzyıllara denk gelen Geç Roma - Erken Bizans Dönemi'ne ait 8 Mayıs 1986 tarihinde Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu tarafından tescillenmiş kilisenin restorasyonu, korunması ve ziyarete açılması için kendisine ait şirkete bilimsel bir proje hazırlattı.

O dönemde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Emine Tok tarafından verilen raporda, kilisenin kültür, arkeoloji ve sanat tarihi açısından en önemli ve özgün kalıntılarından biri olduğunu belirtip, "Yapı ile birlikte bina içerisinde özellikle zemindeki mozaikler günümüzün en önemli ve ender bulunan türlerindendir. Bu nedenle Rum kilisesini eski görüntüsüne kavuşturmak ve turizme kazandırmak mümkündür. Günümüzde tam bir mezbeleliğe dönüşmüş yapının, terkedilmişlik ve bakımsızlığa bağlı olarak ömrünün çok uzun olduğu söylenemez. Yapının onarılarak turizme kazandırılmasında büyük yarar vardır" dedi.

4 MİLYON LİRAYA SATIŞA ÇIKARDILAR

Restore edip, kültür turizmine kazandırmayı hedeflediği mandalina ve zeytin ağaçları arasında, yanında dev su kuyusu, su sarnıcı, su kanalları, bir ibadet odası, iki küçük yaşam odası bulunan 8 metre yüksekliğindeki kilisenin bahçesini de restoran ve kaferya olarak kullanmayı planlayan işadamı Özbaşar, restorasyon ile sanat ve kültür amaçlı kullanılması için gerekli tüm izinleri de aldı. Ancak Özbaşar, günümüze kadar korunarak gelmiş olan Mısır'dan getirilen mozaik taşlarla 4 yunus ve 1 kılıç balığı ile dönemin dini özelliklerini simgeleyen 'Gamalı Haç' motifli mozaikleriyle dikkati çeken kiliseyi ve çevresindeki 4 villasını, maddi gücünün düşündüklerini yapmaya yetmemesi üzerine toplam 4 milyon liraya satışa çıkardı.

Tarihi kilisenin kesinlikle kültür turizmine kazandırılması gerektiğini belirten Özbaşar, "Burayı aldığımızda harebe şeklindeydi. Temizledik ayağa kaldırdık. Kiliseyi ayakta tutabilmek için yaklaşık 100 bin dolar (yaklaşık 300 bin lira) masraf yaptık" dedi.

Arsayı satılığa çıkaran Gayreminkul Danışmanı Mustafa Gündoğ da "Aslında bu kilise ve villara paha biçilemez. Ancak yapılan yatırım, dairelerin fiyatları ortada. Gönlümüz kilisenin daha fazla atıl vaziyette kalmasına razı olmadı" dedi.
Cumhuriyet, 30.09.2016
BRİTANYA'DAKİ ROMA DÖNEMİNE AİT EN ESKİ BELGELER BİN 800 YILLIK

Vindolanda Ordu Karargahı’ndaki kazılarda bulunan MS 1 ve 2.yy’a ait belgeler, Britanya’da Roma dönemine ait en eski belgeler olarak kabul ediliyor. Belgeler çoğunluklu olarak resmi yazışmaları içeriyor.


Britanya’da Roma dönemine ait olan Vindolanda Ordu Karargahı’ndaki çalışmalarda 1800 yıllık belgeler ortaya çıktı. Belgeler MS 92-103 yılları arasınında yazılmış. Resmi ve subaylar ile hanehalkının arasındaki kişisel yazışmaları içeriyor.  Yazıların en geniş grubu Batavia dokuzuncu müfreze valisi Flavius Cerialis ile eşi Sulpicia Lepidina’ya ait. Arada Roma vatandaşı olup olmadığı tam olarak belirlenemeyen Octavian isimli buğday ve hayvan postu tüccarının da yazışmaları da mevcut.

Şüphesiz en çok bilinen belge bir kale kumandanın eşi olan Claudia Severa’nın Sulpicia Lepidina’yı bir doğum günü kutlamasına davet ettiği 291 numaralı belge. Bu belgedeki iki farklı yazım karakterinden iki kadın tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır. Büyük bölümünün nedimelerden biri tarafından son derece profesyonelce, son bölümününde de bizzat Claudia Severa tarafından samimi dileklerinciletildiği bu tablet bir kadın tarafından latince yazılan en eski örneklerden biri olma özelliği taşıyor.

Belgeler Britanya’daki Roma dönemi kültürüne ışık tutacak
Söz gelimi yazılardan Romalı askerlerin iç çamaşırı (subligaria) giydiğini ve Roma ordusunda okur-yazar oranının hayli yüksek olduğunu gösteriyor.

Belgeler bulunup çözülene dek yerli Britanyalılar hakkında yetersiz bilgiler vardı ve tarihçiler için Romalıların Britanya yerlileri için bir takma ad kullanıp kullanmadıkları tartışma konusuydu. Yazılarda geçen Brittunculi (Britto türevi-küçük Britanyalı) kelimesinin bir çeşit aşağılama mı yoksa kibir ifadesi mi olup olmadığı netlik kazanmamışken, Kuzey Britanya’daki Roma garnizonlarında yerliler için bu kelimenin kullanıldığı biliniyor. 

Bir diğer husus Vindolanda tabletlerinin diğer dönem Latin alfabelerinden farklı bir alfabe ile ve aynı dönem Yunan Papiruslarında sıkça kullanılan abartılı boylar veya türemiş harf ve biçimlerden hayli uzak yazılmış olması. 

Diğer başka bir nokta ise erkekler için H (homines) ya da konsül için COS (consular) gibi kısaltmaların kullanılması bir takım zorluklara sebep olurken, satır sonunda kelimelerin epistulas gibi E harfinin başta kalmak suretiyle ayrıldığı görülür. 

Kullanılan mürekkeplerin solduğu ve çok az bulanıklıklar kaldığı için bazı yerlerde transkripsiyon mümkün olmamış iken, bazı durumlarda kızılötesi fotoğraflar orjinal tabletlerden daha okunaklı olmasını sağlamış. Buna rağmen fotoğraflar yazıya benzer kesinlikle harf olmayan noktalar ve işaretler içerebiliyor.  

Sonuç itibariyle yayımlanan çevriyazılar çoğunlukla hangi işaretlerin yazı olabileceği algısıyla yorumlanmış. Tabletler British Museum’da 49 numaralı Roma-Britanya galerisinde sergilenmektedir.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
thevintagenews.com Çeviri: Ayşen Yolcu, 27.07.2016

OTOYOL İNŞAATINDA ERKEN BİZANS MEZARLARI BULUNDU

Manisa'nın Soma İlçesi'nden geçen İstanbul İzmir Otoyolu inşaatında iş makinelerinin kazılarıyla ortaya çıkan antik döneme ait mezarlara rastlanılması üzerine Akhisar Müze Müdürlüğü'ne bilgi verilerek arkeologlar tarafından bölgede kazı çalışması gerçekleştirildi. Arkeologlar tarafından yapılan detaylı kazı çalışmasında bulunan mezarların devamı olmadığı tespit edilerek toprak mezarlarda kurtarma kazısı yapıldı.

Nitelikli olmayan mezarlar
Soma'nın Hatunköy Mahallesi'nin yanından geçen yol inşaatında ortaya çıkan mezarların toprak mezar olduğu öğrenildi. Nitelikli olmayan mezarlar olduğu öğrenilen buluntuların Erken Bizans dönemine ait olma ihtimali üzerinde durulurken ortaya çıkan mezar taşlarının başka yerlerden gelme ihtimali üzerinde de duruluyor. Arkeologlar tarafından yapılan derin kazı çalışmaları tamamlanırken başka bir mezara rastlanılmadığı ve yol inşaatına da devam edildiği öğrenildi.

Yer altı şehri bulundu iddiası
Öte yandan yol inşaatının geçtiği bölgenin yakınında bulunan Soma İlçesi'ne bağlı Beyce Mahallesi'nde ise Roma dönemine ait yeraltı şehri bulunduğu iddia edildi. Jandarma tarafından güvene alınan bölgeyle ilgili olarak, Manisa Valiliği tarafından yapılan açıklamada yeraltı şehri bulunduğu iddialarının gerçeği yansıtmadığı bildirildi. 
İHA, 26.09.2016




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi