30 Ekim - 5 Kasım 2016
|

Asya kıtasının ve Anadolu'nun en batı ucunda bulunan
Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Babakale
Köyünün muhtarlığı, Osmanlı Devleti'nin son kalesi
olan yaklaşık 300 yıllık Babakale'nin kullanım
hakkının kendilerine verilmesini talep etti.
Köy muhtarı Bekir Vargün, antik çağlarda "Lekton"
olarak bilinen, 1723'te bir deniz seferinden
dönerken fırtınaya yakalanan Sultan 3. Ahmet'in
yerleşim yeri olarak kullandığı yerin adının, kale
yapılmasından sonra Babakale olduğunu söyledi.
Köyün adını taşıyan Babakale'nin, Kuzey Ege'den
gelen ve Çanakkale Boğazı'na girecek gemileri
selamlayan güçlü surlarıyla 300 yıldır ayakta
durduğunu ifade eden Vargün, köylerinin sadece
kalesiyle değil, doğal güzellikleriyle de son
dönemlerde ilgi çektiğini anlattı.
Köyün
adını taşıyan ve yapımının üzerinden yaklaşık 300
yıl geçen Babakale, halen Kuzey Ege'den gelen ve
Çanakkale Boğazı'na girecek gemileri selamlayan
güçlü surlarıyla ayakta duruyor.
Burası
Çanakkale, 03.11.2016 |

Eskiden etrafı kabristan olan ve Sadred-din Konevi
Türbesine giden yol üzerinde “Turgutoğlu Türbesi”
adıyla anılan bir türbe var. Bu türbede Turgut
Oğulları’ndan Pir Hüseyin Bey’den başka, Ahmed Bey,
Ömer Bey, Nefise Hatun, Bağdat Hatun, Sultan Hatun
ve Hondi (Hundi) Hatun adında yedi yatırın bulunduğu
rivayet ediliyor.
TÜRBEDE İÇKİ ŞİŞELERİ
13.yüzyılda
yapılan türbe Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından 1998 yılında restore edildi. Fakat türbe
şuan içler acısı durumda.
Kapısına kilit vurulan türbenin camları kırılmış,
kapısı kırık, içerisi ise herhangi bir koruma
altında olmadığından dolayı kim olduğu belli olmayan
insanlar tarafından berbat hale getirilmiş. İçki
kutusu, gazete kağıtları ve şişe kırıklarıyla kültür
mirası kirletilmiş durumda. Sadred-din Konevi
Türbesi’nin hemen yanı başında olan türbenin hangi
amaçla yalnızlığa mahkum edildiği merak konusu.
TARİHE SAYGISIZLIK
Korunmasız
durumda olan bir diğer tarihi miras ise Tahir ile
Zühre Camii ve Türbesi. Zafer’de, arka sokaklarda
gözlerden uzak bir köşede yer alan bir zamanlar halk
arasında iki aşığın kucak kucağa yattığı şeklinde
efsaneleşen bir yer olan Tahir ile Zühre Camii ve
Türbesi, kaderine terkedilmiş durumda. Selçuklu
mimari tarzının güzel örneklerinden olan Tahir ile
Zühre Camii ve Türbesi 13.yüyzıy eseri. Korumasız
durumda olduğu için duvarlarına sprey boya ile
yazılar yazılmış. Ayrıca cadde tabelası asılmış.
Vatandaşlar yetkililerden
binlerce yıldır çeşitli kültür ve medeniyetlere ev
sahipliği yapmış olan ve birçok eseri içerisinde
barındıran Konya’nın mirasına sahip çıkmasını ve
gerekli önlemlerin alınmasını istiyorç
Konya Hakimiyet, Haber:
Erol Karatepe, 03.11.2016 |
TARİHİ MEZARDAN
ÖLÜLERE HEDİYE OLARAK BIRAKILMIŞ ESERLER ÇIKTI
Ereğli İlçesi'ne bağlı Orhaniye Mahallesi'nde
yaklaşık iki hafta önce kazı çalışması sırasında
bulunan ve Roma Dönemi'ne ait olduğu saptanan tarihi
mezarda, arkeolog eşliğinde çalışmalar başladı.
Yapılan çalışmalarda aynı yerden insan kemikleri,
gözyaşı şişesi, sikke, toka ve ölüler ile birlikte
gömülen ayna bulundu.
Konu hakkında açıklama yapan
Ereğli Müze Müdür Vekili Mahmut Altuncan, "Yapılan
kazı sonucunda mezarın mahiyeti anlaşılmış ve mezara
ölü hediyesi olarak bırakılmış eserler müzemize
kazandırılmıştır" dedi.
Altuncan, "Söz konusu alanda
Roma dönemine ait Hipoje Mezar dediğimiz yeraltı
mezarı ortaya çıkarılmıştır. Bu mezar kayanın
oyularak bir giriş ve dikdörtgene yakın mezar
odasından oluşmaktadır. Bu odanın içine iki kişinin
gömüldüğü tespit edilmiştir ve bu gömülenlerden
birinin kadın olduğuna yönelik bulgulara
ulaşılmıştır" diye konuştu.
Gömülme esnasında bazı
mezar hediyelerinin de bırakıldığını ifade eden
Altuncan, "Gözyaşı şişesi, bir ayna, kemikten bir
saç iğnesi, bronzdan bir saç tokası bir de Roma
dönemine ait bir bronz sikke ele geçirilmiştir.
Bulunan bu eserler müzemize ulaştırıldı, ancak çok
eski olduğu için Antalya Konservasyon merkezine
göndereceğiz yani burada onarılıp tekrar müzeye
gönderilecektir" ifadelerini kullandı.
Merhaba Haber, 03.11.2016
|
RESTORASYONU
YAPILAN ÇEŞMENİN İÇERİSİnDEN BİR ÇEŞME DAHA ÇIKTI
Kilis’te, Türkler Cami
yanındaki tarihi Küçük Çarşı Çeşmesinin
restorasyonu yapılırken, tarihi bir çeşme daha
gün yüzüne çıkartıldı.
Geçen yol Kasım ayında
Türkler Cami ile yanındaki tarihi Küçük Çarşı
Çeşmesinin restorasyon ihalesi Vakıflar
Gaziantep Bölge Müdürlüğü tarafından yapıldı.
İhaleyi alan firma cami ile çeşmenin
restorasyonuna başladı. Çeşmenin duvarları
yıkıldıktan sonra içerisinden tarihi bir çeşme
çıktı. 70 yılı aşkın bir süre önce tarihi
çeşmenin duvarları kapatılarak demir boru ile
musluklar konarak vatandaşın su ihtiyacının
karşılandığı öğrenildi. Tarihi çeşmenin dış
duvarlarının yıkılması ile birlikte çeşmenin
orijinal şekli de ortaya çıktı. Tarihi çeşmenin
orijinal halini ilk kez gören vatandaşlar
şaşkınlığını gizleyemiyor. Restorasyonun aslına
uygun olarak yapılacağı öğrenildi.
Küçük Çarşı
Çeşmesinin tarihi geçmişi
Bölük
Mahallesi Binbaşı Sokağı'nda hemen sol uç
kısmındadır. Osmanlı mimarisinin gözde
örneklerinden birsidir. 1844-1870 yılları
arasında 26 yıllık zaman dilimi içinde Hacı
Osman Efendi tarafından yaptırılırken, çeşme
Miladi 1933 (H 1352) yılında geniş bir şekilde
onarılmıştı.
Olay Medya, 03.11.2016
|
TERÖRÜN VURDUĞU
TARİHİ YAPILARA VAKIF ELİ DEĞECEK
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, Diyarbakır'ın
Sur İlçesinde bölücü terör örgütü tarafından harap
edilen 11 vakıf eserinin onarımına yönelik hasar
tespit çalışmaları tamamlandı. Tarihi yapıların
restorasyonlarına yönelik ihaleler de tamamlanarak,
geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanan eserleri ihya
etmek üzere restorasyon çalışmaları başlatıldı.
Vakıflar Genel Müdürü Adnan
Ertem, Sur'daki tarihi vakıf eserlerinin onarımı
için çalışmaları hızla sürdürdüklerini belirterek,
"Bu eserler ecdadımızdan bizlere emanettir. Vakıf
eserlerinin inşa edilmesinin ardındaki yüzlerce
yıllık inanç ve şuur bugün de bizlerin onları
onarmak için duyduğumuz şevkin kaynağıdır. Bölgede
zarar görmüş tüm eserlerimizi orijinaline en yakın
şekilde 'maksimum koruma, minimum müdahale'
ilkesiyle hızla ayağa kaldıracağız." dedi.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün
yürüttüğü çalışmalarda, Diyarbakır'ın Sur İlçesinde
yaşanan terör saldırıları nedeniyle Diyarbakır Ulu
Cami, Fatih Paşa Camisi şafiler bölümü (Kurşunlu
Cami), Şeyh Muttahhar Cami, Dört Ayaklı Minare,
Ermeni Katolik Kilisesi, Protestan Kilisesi, Arap
Şeyh Cami, Kadı Cami, Hasırlı Mescidi ve Nasuh Paşa
Camisi olmak üzere toplam 11 eserin büyük hasar
gördüğü tespit edildi.
Yapılan incelemelerde,
kentsel sit alanı içerisinde bulunan, Bıyıklı Mehmed
Paşa tarafından 1516-1521 yılları arasında
yaptırılan ve "Kurşunlu Cami" olarak da anılan
Diyarbakır'daki ilk Osmanlı eseri Fatih Paşa
Cami'nin restorasyon çalışmalarının en geç 2018
yılına kadar tamamlanması planlanıyor.
Yapılacak çalışmalar
sonucunda içinde barındırdığı tarihsel
zenginliklerle bir "açık hava müzesi" konumunda olan
Diyarbakır'ın yeniden eski günlerine döndürülmesi
hedefleniyor.
Anadolu Ajansı, Haber:
Burcu Çalık, 03.11.2016
|
ÇALINAN TABLOLARIN
DEĞERİ 18 MİLYON 860 BİN TL
Resim Heykel Müzesindeki tablo hırsızlığına
ilişkin
soruşturma
tamamlandı. Savcılık aralarında Artist Sanat
Yatırım AŞ’nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Orhan
Dağhan Özil’in de bulunduğu 19 şüpheli hakkında
dava açtı. İddianamede şüphelilerin, toplam
değeri 18 milyon 860 bin TL olan 79 tabloyu
çalarak sattıkları iddia edildi. Örgüt lideri
olduğu iddia edilen Ahmet Sarı ifadesinde
tabloların çalıntı olduğunu alan satan bütün
koleksiyonerlerin bildiğini ileri sürdü.
Ankara
Cumhuriyet
Başsavcılığı, Ankara
Resim Heykel Müzesi’nde
2006 ile 2014 yılları arasında Osmanlı dönemi
ressamlarına ait tabloların çalınmasına ilişkin
hazırladığı iddianamede, tabloların satışında
rol oynayan Ahmet Sarı, örgüt yöneticisi ve
lideri olmak ve nitelikli zimmetle suçlandı.
İddianamede, şüpheliler Ekrem Celal
Ağaoğlu,
müze müdür yardımcısı Akile Ayla Tuncay, Orhan
Dağhan Özil ve
Mete
Aktuna’ya da örgüt yöneticisi olmak ve nitelikli
zimmet, diğer 14 şüpheli ise örgüt üyeliği
suçlaması ve nitelikli zimmet suçlaması
yöneltildi.
79 TABLO ÇALINDI
Savcılık, aralarında Resim Heykel
Müzesi Müdürü olarak görev yapan
Ömer Osman
Gündoğdu’nun
da bulunduğu 44 şüpheli hakkında
soruşturma
evrakını tefrik ederek soruşturmaya devam kararı
aldı. Cumhuriyet Savcısı Murat Korkmaz’ın
hazırladığı iddianamede, müdür yardımcısı Akile
Ayla Tuncay’ın, müze araştırmacısı
Gazi Doğan
ile koruma görevlisi Veli Topal’ın, müzenin depo
bölümünde bulunan 18 milyon 860 bin TL
değerindeki 79 parça tabloyu, 2006 yılından
itibaren peyderpey çıkardığı belirtildi.
SEN DE KAZAN BİZ
DE
İddianamede müze müdür yardımcısı
Ayla Tuncay, Veli Topal ve Gazi Doğan’ın
birlikte Ahmet Sarı’ya giderek “Bize
İstanbul’dan
müşteri bulursan sana Ankara Resim ve Heykel
Müzesi’nin depolarında atıl vaziyette bulunan
bir kısmı envantere kayıtlı, bir kısmı da
kayıtlı olmayan orijinal Osmanlı
Türk
ressamlarına ait resimleri verelim, sen bunları
sat, sen de kazan biz de kazanalım” teklifinde
bulundukları anlatıldı. Teklifi kabul eden Ahmet
Sarı’ya getirilen tabloları Ekrem Celal Ağaoğlu,
Orhan Dağhan Özil ve Mete Aktuna’nın piyasada
sattığı ifade edildi.
MÜZEYE
SAHTELERİNİ KOYDULAR
İddianamede
şüphelilerin müze deposuna istedikleri
zaman
girerek tabloları çaldıkları öne sürülerek,
“Depodan çalınan eserlerin kimler tarafından
çalındığının tespit edilememesi için depoya
giren çıkan şahıslar hakkında tutanak tutularak
kayıt altına alınması gerekirken bu işlemin
yapılmadığı, eserlerin kayıtlı bulunduğu
bilgisayarların bozularak eserlere ait kayıt
bilgilerinin yok edildiği, çaldıkları eserlerin
yerine sahtelerini koydukları, tüm bu suçları
işlerken tek başlarına hareket etmedikleri, suç
işlemek amacıyla özellikle irtibatlı olduğu
şahıslar ile birlikte hareket ederek çalınan
tabloları piyasaya sattıkları, yapılan teknik
takip çalışmalarından anlaşılmıştır” ifadelerine
de yer verildi.
Hürriyet, Haber: Mesut
Haan Benli, 03.11.2016
|
RİZE'DE MEYDAN
KAZISINDA TARİHİ MEZAR TAŞLARI BULUNDU

Rize Belediyesi tarafından 15
Temmuz
Demokrasi ve Cumhuriyet Meydanı'nda önceki gün
başlatılan yenileme çalışması kapsamında iş
makineleri ile kazı yapıldı. Zeminin 2 metre altında
iş makinesi kepçesi mezar taşlarına çarptı. Yüzeye
çıkarılan mezar taşları koruma altına alınmak üzere
Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.
Kazıdan çıkarılan mezar
taşlarını inceleyen araştırmacı Recep Koyuncu, 1922
yılında mezarlık olan alanın sonradan meydana
dönüştürüldüğü belirterek, kazıda bu mezarlara ait
taşların bulunduğunu söyledi. Koyuncu, "Taşlardan
birinin üzerinde Şerife Zeynep adlı kadına ait
olduğu yazıyor. Tarih ise 280 yıl öncesini
gösteriyor. Bu alandan başka mezar taşları da
çıkacak" dedi.
Bu arada, mezar taşlarını
görmek için alanda toplananlar kendi aralarında
tarih konusunda anlaşmazlığa düştü. Bazı vatandaşlar
mezar taşlarının 1400'lü yıllara ait olduğunu iddia
etti, kimileri karşı çıktı.

Araştırmacının taşların üzerine basması da iyi olmuş!!!! (e.n.)
Milliyet, Haber: Muhammet
Kaçar, 03.11.2016
|
'KARTAL YUVASI' 30
YIL ARADAN SONRA ZİYARETE AÇILACAK
Mardin'de "Kartal Yuvası" olarak da bilinen ve
yaklaşık 30 yıldır ziyarete kapalı olan Mardin
Kalesi, turizme kazandırılacak.

Hamdaniler tarafından 10.
yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Artuklu döneminin
en büyük eserlerinden biri olan, bin 200 metre
yükseklikteki kalede Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın
talimatı ile 4 yıl önce başlatılan çalışmaların bir
bölümünün yakında tamamlanması planlanıyor.

Hazineye ait olan ancak
askeri bölge yapılan alan,
Mardin Müze
Müdürlüğünün arkeolojik kazı çalışmasının ardından
Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilecek.
Turizme açılması için düzenlemelerin büyük bölümünün
tamamlandığı kaledeki arkeolojik kazı çalışması 7
yıl sürecek. Kale kısmen açılacağı için kazı, bundan
olumsuz etkilenmeyecek.
Terör saldırıları yüzünden
zor günler geçiren Mardin'den bir grup turizmci,
kalenin turizme açılması için çalışmaların kısa
sürede tamamlanması taleplerini iletmek üzere
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile Kültür ve
Turizm Bakanı Nabi Avcı'yı ziyaret etti.
Mardin Turizm ve Otelciler
Derneği (MARTOD) Başkanı Özgür Azad Güngör,
turizmcilerden oluşan heyetin, beraberlerinde
Ak Parti Mardin
İl Başkanı Ali Dündar ve Mardin milletvekilleri
Orhan Miroğlu ve Ceyda Bölünmez
Çankırı ile
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'u ziyaret
ettiğini söyledi.
Çok güzel ve sıcak bir
şekilde karşılandıklarını aktaran Güngör, Mardin'in
turizminin canlanması için çeşitli raporlar
sunduklarını kaydetti. Bunların içinde en önemli
hususun, Mardin Kalesi'nin kısmi olarak turizme
açılması olduğunu aktaran Güngör,
"Milletvekillerimiz de ayrıca Milli Savunma
Bakanımız ile görüştü ve olumlu yanıtlar aldık.
Altyapısını sağlayıp inşallah 2017 turizm sezonuna
yetiştirmeye çalışacağız." dedi.
"AÇILMASI DURUMUNDA 2
ADIM ÖNDE OLURUZ"
Mardin kalesinin kent
turizmi için çok önemli olduğunu vurgulayan Güngör,
şunları kaydetti: "Kale, Mardin'in en önemli
simgelerinden bir tanesidir. Dünyanın hiçbir yerinde
böyle bir manzara yok, Mezopotamya' ya uçsuz
bucaksız bakışı var. Turizme açılması çok ama çok
önemli. Açılması durumunda 2 adım önde oluruz.
Turizmciler için ve Mardinliler için de çok önem
taşıyor."
Kente gelen misafirlerin en
çok Mardin Kalesi'ne çıkmayı arzu ettiğini aktaran
Güngör, "Bölgemizde yaşanan olaylardan dolayı
yaşadığımız sıkıntılar olumsuz bir etki bıraktı.
Kalenin açılmasının pozitif etki sağlayacağını
düşünüyoruz." ifadelerini kullandı.
"KALENİN AÇILDIĞINI
DUYAN MARDİN'E GELİR"
Turizm acentesi
temsilcisi İsmail Sincar da kalenin turizme açılacak
olmasını "çok önemli bir gelişme" olarak
değerlendirdi.
Mardin'de turizmin gelişmesi
için yapılacak en önemli hamlenin kalenin turizme
açılması olduğunu ifade eden Sincar, şunları
belirtti: "Açılması durumunda çok fayda göreceğimize
inanıyoruz. Mardin'e yeterince turist gelmesini
sağlayacağını düşünüyoruz. Mardin'e grup turları çok
yüksek olur. Kalenin açıldığını duyan Mardin'e
gelir. Son süreçte yaşadığımız sıkıntılara da merhem
olur. İnsanlar burayı tehlikeli bir bölge olarak
görüyorlar ancak burası yeterince güvenli bir
bölgedir. Buraya gelmek isteyen herkesi davet
ediyoruz."
Esnaf Mervan Begeç ise
kalenin açılmasını dört gözle beklediklerini
söyledi.
Milliyet, 02.11.2016
|
HARRAN'IN KONİK
KUBBELİ EVLERİNE KIŞ BAKIMI
İlk İslam üniversitesi kalıntıları, Emeviler
dönemine ait Ulu Cami gibi tarihi mekanları ve
mistik havasıyla her yıl pek çok yerli ile yabancı
turisti ağırlayan Şanlıurfa'nın Harran İlçesinde,
farklı mimari yapılarıyla dikkati çeken 250 yıllık
konik kubbeli evler, iklim şartlarından
etkilenmemesi için belirli periyotlarla kış öncesi
bakımdan geçiriliyor.
Harran İlçesi'yle
özdeşleşen, külah biçimindeki, kare veya kareye
yakın bir altyapı üzerine bindirme tekniğinde
örülerek oluşturulan konik kubbeli evler, ilçeye
gelen ziyaretçilerin de ilgisini çekiyor.
Her kümbetin bir odayı
simgelediği, kubbe sayısının hane halkının maddi
durumunu göz önüne serdiği evler, farklı mimarisiyle
de ziyaretçileri kendisine hayran bırakıyor.
Harcında gül yağı,
saman, toprak ve yumurta akı kullanılan, mimari
yapısı ve malzemeleri sayesinde yazları serin,
kışları ise sıcak tutma özelliğine sahip evler,
aşağıdan yukarıya doğru gittikçe daralan, yüksekliği
içeriden 5 metreye varan farklı şekliyle dikkati
çekiyor. İkili, üçlü, dörtlü, beşli ve altılı
gruplar halinde, içeriden kemerlerle birbirlerine
bağlanarak geniş mekanlar elde edilen evlerde,
kubbelerin üzerinin açık bırakılmasıyla aydınlanma
ile içerideki dumanın dışarıya çıkması sağlanıyor.
Arkeolojik ve kentsel
sit alanı ilan edilen Harran'da 250 yıllık geçmişi
bulunmasına rağmen yöre halkı tarafından tercih
edilmeyince koruma altına alınan evlerden bazıları,
restorasyon çalışmalarının ardından turizm amacıyla
değerlendiriliyor. Bazı evlerde de yöre halkı
oturmaya devam ediyor.
Hem dışarıdan hem de
içeriden balçıkla sıvanarak varlıklarını günümüze
kadar devam ettiren evlerin yıkılmaması için belirli
periyotlarla sonbahar mevsiminde sıvaları
yenileniyor. Ustalar, kış öncesi kırmızı toprak ve
samanla hazırladıkları çamurla evleri sıvıyor.
Çalışmanın ardından yeni bir görüntüye bürünen konik
kubbeli evler, yapılan bakımlar ile uzun yıllar
kullanılabiliyor.
"Bakımları
yapılmazsa deforme olabiliyor"
Harran Kaymakamı
Temel Ayca yaptığı açıklamada, çok sayıda tarihi
eserin bulunduğu ilçenin kümbet evlerinin de ön
planda olduğunu ifade etti.
Konik kubbeli evlerin
turizm açısından önemine vurgu yapan Ayca, "Harran
için bu evler çok önemli, bu açıdan biz de turizmde
kullanıyoruz. Bunlara sahip çıkmamız lazım. Var
olanları korumalı, yıkılanları tekrar ayağa
kaldırmalıyız." dedi.
Kümbet evleri korumak
için her yıl sonbahar mevsimlerinde bakım
yapıldığını aktaran Ayca, şunları ifade etti:
"Şu anda evlerin
bakımlarının yapıldığı dönem. Hava şartlarına göre
değişmekle beraber 3-4 yılda bir bakımları
yapılmazsa deforme olabiliyorlar. Ondan dolayı
bakımları çok önemli. Bizim Harran Kümbet Evleri ile
ilgili büyük bir projemiz var. Bu kentsel tasarım
projesi Harran'daki kümbet evleri baz alınarak
yapılacak. Şu an tespit ettiğimiz 29 yıkılmış kümbet
var. Genelkurmay Başkanlığı ile bir yazışma yaptık,
ellerindeki en eski fotoğrafları istedik. Şu an
elimizde 1953 yılına ait fotoğraf var. Bu fotoğrafa
baktığımız zaman yıkılan kümbetleri görebiliyoruz.
Bunların fotoğrafları şu açıdan önemli, evlerin
yıkıldığını ispat edebilirsek, bunların yeniden
yapılmasına da müsaade ediliyor."
Kaymakam Ayca,
Harran'ın sadece konik kubbeli evlerden ibaret
olmadığını ve yapılacak çalışmalarla ilçenin her
anlamda turizmin lokomotifi olacağına inandığını
sözlerine ekledi.
Özel harçları
sayesinde günümüze kadar varlıkları korundu
İlçede evini
turizme kazandıran Ali Kızıl (65) da konik evlerin
300 yıllık olduğunu ve özel harçları ile günümüze
kadar varlıklarını koruduğunu belirtti.
Harran evlerinin tarihi
bir değer olduğunun altını çizen Kızıl, yöre halkı
olarak bunlara sahip çıkmaya çalıştıklarını ifade
etti.
Kızıl, konik kubbeli
evleri yıkılmaması için sonbahar mevsiminde
sıvadıklarını dile getirerek, "Saman, toprak ve
tuzla hazırladığımız malzemeyi evlerin dışına
uyguluyoruz. Bu evler tarihi değer, onlara sahip
çıkmamız lazım. Biz de onun için çalışıyoruz.
İtalya'da da buna benzer evler var, ama onlar
buradan esinlenilerek yapılmış. Yıllar önce bir
ressam gelerek buranın projesini almış ve
yapmışlar." sözlerine yer verdi.
Gap Gündemi, 02.11.2016
|
MISIR'DA 3800 YILLIK TEKNE RESİMLERİ BULUNDU
Mısır'ın Abidos kentinde bir yapıda 120 antik Mısır
teknesinin görüntülerinin yer aldığı bir duvar
keşfedildi.

MÖ 1878-1839 yılları arasında hüküm süren 3.
Senusret'in mezarının yakınlarındaki yapının 3800
yaşında olduğu belirtildi.

Livescience sitesinin aktardığına göre, arkeologlar
tarafından yürütülen bir araştırmada, Abidos
kentindeki 3. Sensuret'in mezarının yakınlarında
3800 yaşındaki bir yapı keşfedildi. Yapının
girişindeki duvarda ise 120 antik
Mısır teknesinin resimlerine rastlandı.
Üniversitedeki Penn Müzesi'nin kuratörü ve
araştırmanın lideri Josef Wegner, Uluslararası
Denizcilik Arkeolojisi Dergisi'nde kaleme aldığı
makalesinde resimlerin ahşap bir tekneye benzediğini
ifade etti. Wegner makalesinde "Abidos'ta inşa
edilebilmiş olan ahşap teknenin yalnızca sayılı
kalıntısı var. 21x4 metre boyutlara sahip duvardaki
en büyük resimler yaklaşık 1.5 metre, en küçüğü ise
10 santim uzunluğunda" ifadelerini kullandı. Wegner,
duvarda ayrıca ceylan, inek ve çiçek resimlerinin
olduğunu belirtirken, yapının yakınlarında ayrıca
145 çömlek bulduklarını kaydetti.

KEŞİF, BİRÇOK SIRRI BERABERİNDE GETİRDİ
Bu arada yapılan bu keşifler, arkeologları çok
sayıda sırla başbaşa bıraktı. ‘Tablonun' neden
veya kim tarafından yapıldığının bilinmediğini
belirten Wegner, çizimlerin kısa bir sürede
yapıldığını düşündüklerini yazdı. Makaleye göre,
arkeologlar ayrıca toplu halde bulunan
çömleklerin neden orada olduğu konusunda da
kararsız kalırken, bu çömleklerin bir cenaze
törenine katılanların bir şeyler döktükleri
çömlekler olabileceğini düşünüyor. Wegner, "Bu
kaplar muhtemelen su dökmek için kullanılıyordu
ve bu giriş de teknenin büyülü bir şekilde
yüzmesi için kullanılan bir noktaydı"
ifadelerini kullandı.
Vatan, 02.11.2016
|
HZ. İSA'NIN MEZARI AÇILIYOR
Bilim insanları, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinin
ardından defnedildiğine inanılan lahitin etrafındaki
mermer kaplamayı, 60 saatlik bir çabanın ardından
kaldırdı.

Kudüs’teki Eski Kent bölgesinde bulunan Kutsal Mezar
Kilisesi’ndeki mezarın çevresindeki plakaların
kaldırılmasının ardından
Atina Ulusal Teknik Üniversitesi’nden bir ekip,
çalışmalara başladı.
Orijinal kaya oyması mezarın
el değmemiş durumda olduğu belirtilirken, lahit
yüzyıllardır mühürlü olduğu ifade edildi.
Araştırmaları görüntüleyen National Geographic,
mezarda sürdürülen araştırmada uygulanan testlerle
Hz. İsa'nın tam olarak nereye ve ne şekilde
defnedildiğinin öğrenilebileceğini kaydetti.
National Geographic’e konuşan
arkeolog Dan Bahar, “Kutsal Mezar Kilisesi’nin
Hz. İsa’nın gömüldüğü yer olduğu konusunda kesinkes
emin olmayabiliriz ama ancak başka bir yerde gömülü
olduğuna dair bunun kadar güçlü başka iddia yok ve
bu alanın güvenilirliğini reddetmemizi gerektiren
bir kanıt da bulunmuyor” dedi.
Milliyet,
02.11.2016
|
OSMAN HAMDİ'NİN 6 TABLOSUNUN ANATOMİSİ ÇÖZÜLECEK
Osman Hamdi Bey’in Sakıp Sabancı Müzesi
koleksiyonunda yer alan 6 tablosu Sanatı Koruma
Projesi kapsamında
Bank of America Merrill Lynch tarafından
araştırılacak.
Türk sanat tarihinin en önemli
sanatçılarından biri olan
Osman Hamdi’nin
Sabancı Üniversitesi
Sakıp Sabancı Müzesi’nin koleksiyonunda yer
alan 6 tablosunun anatomisi araştırılacak.
Bank of America Merrill Lynch’in
dünya kapsamında sürdürdüğü ‘Sanatı Koruma
Projesi’ kapsamında değerlendirilen eserlerin
araştırılması tamamlandıktan sonra da 2017
yılında bir Osman Hamdi Bey sergisi açılacak.
Bu proje
kapsamında sanatçının kullandığı malzemeler ile
teknikler incelenecek ve eserlerde daha önceden
yapılan onarımlar ve yüzeyde görülemeyen
hasarlar hakkında da bilgi toplanacak. SÜ Sakıp
Sabancı Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan ‘Kuran
Okuyan Adam’, ‘Camii’, ‘Kokana Despina’, ‘Naile
Hanım’ın Portresi’ ve ‘Beyaz
Vazoda Çiçekler’ ve ‘Arzuhalci’ proje kapsamında
konservatörler tarafından X-Ray ışınlarıyla
incelenecekler. Projenin bilimsel danışmanlığını
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Resim
ve Çağdaş Sanat Konservasyon Uzmanı ve Danimarka
Güzel Sanatlar Akademisi mensubu Filiz Kuvvetli
yapıyor. Projenin bilim komitesini ise Filiz
Kuvvetli’nin yanı sıra Getty Konservasyon
Enstitüsü Kimya Uzmanı Lynn Lee, Sabancı
Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri
Fakültesi Malzeme Bilimi ve Mühendislik Programı
Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Mehmet
Ali Gülgün, Sabancı Üniversitesi
Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi
SUNUM’da görev yapan Dr. Meltem Sezen ve Dr.
Feray Bakan oluşturuyor.
AMAÇ ESERİ
KORUMAK
‘Sanatı Koruma
Projesi’ ile amaçlarının sanat eserini korumak
olduğunu söyleyen Merrill Lynch Yatırım Bank
Yönetim Kurulu Başkanı Banu Başar, “Sabancı
Müzesi ile Osman Hamdi Bey koleksiyonunun
korunması amacıyla yaptığımız işbirliği bizim
için bir gurur kaynağı. Bu çalışmanın gelecek
nesillerin eğitimine ve sanata olan ilgisine
katkıda bulunacağını düşünüyoruz” dedi. Banka,
hayata geçirdiği 2010 yılından bu yana, program
kapsamında 29 ülkede 100’den fazla koruma
projesine kaynak sağladı.
Hürriyet,
01.11.2016
|
8 BİN 500 YILLIK TARİHİN HALKALARI BİRLEŞİYOR
İzmir'in 3 bin yıl önceki ilk
kuruluşundan izler taşıyan Eski Smyrna Kazı Alanı,
örenyerine dönüştürülecek. Böylece, kentte 8 bin 500
yıl önce ilk yerleşimin görüldüğü Yeşilova Höyüğü
ile Hellenistik ve Roma dönemlerinde yerleşimin
bulunduğu Agora arasında kalan dönem de ziyarete
açılmış olacak.
İzmir'in ilk kent
yerleşim alanı Eski Smyrna'nın
"örenyeri" olarak ziyarete açılması için çalışma
başlatıldı.
Eski Smyrna Kazı Alanı
Başkanı Prof.Dr. Cumhur Tanrıöver,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, İzmir'deki ilk
şehir yapılanmasının milattan önce 1100'lerde
Yunanistan'dan gelen göçmenler tarafından, daha önce
burada yaşayan halkın köyünün ele geçirilmesiyle
başlatıldığını belirtti. Şehrin daha sonra yer
değiştirmesi nedeniyle ilk yerin Eski Smyrna olarak
adlandırıldığını aktaran Tanrıöver, kentin en parlak
dönemini milattan önce 8 ve 7. yüzyıllarda
yaşadığını, Yunan felsefe ve sanatının
filizlendiğini, "Smyrna" adının Avrupa duyulmaya
başlandığını ifade etti.
Homeros'un izleri Smyrna'da
Tanrıöver, ünlü şair
Homeros'un Smyrnalı olduğunun kabul edildiğine
dikkati çekerek, "Homeros Smyrnalıysa yaşadığı şehir
bu yer. Eğer onun yaşadığı yeri görmek istiyorsak, o
ancak burada mümkün." dedi.
İzmir'in merkezinde 3
arkeolojik nokta bulunduğunu aktaran Tanrıöver, bir
gün içerisinde 3 noktanın bir program dahilinde
gezilebilmesinin olanaklı olduğunu söyleyerek, şöyle
dedi:
"İzmir'e gelen
turistlerin, kentin içinde gezebilmeleri ve kenti
tanımalarına imkan sağlamak için 3 noktası olan bir
parkur oluşturmaya çalışıyoruz. Bu 3 noktada Ege
dünyasının yaklaşık 10 bin yılını görme olanağı var.
8 bin 500 yıl önce, İzmir ovasındaki ilk yaşam
Yeşilovada, İzmir'in ilk kurulduğu yeri, Yunan
dünyasının en parlak dönemi olan 8 ve 7. yüzyılının
kalıntılarını burada, kentin daha sonra taşındığı
Hellenistik ve Roma dönemi agorasını Kadifekale'de
görebiliriz. Bu topraklarda yaşamış insanların tüm
günlük hayatını bir gün içerisinde izleme olanağı
var, bu da dünyada herhalde hiçbir kente nasip
olmamış bir şey. Burası olmazsa yolculuk çok eksik
kalır."
Tarih zincirinin halkaları birleşecek
Eski Smyrna, İzmir'in
tarihinde Yeşilova ve Agora kazı alanları arasındaki
tarih zincirinin bir halkası niteliğinde bulunuyor.
İzmir'de 8 bin 500 yıl önceki ilk yerleşim Yeşilova
Höyüğü'nde, İzmir'in bir şehir olarak ilk kuruluşu
Eski Smyrna'da, Hellenistik ve Roma dönemi yerleşimi
de Agora'da görülebiliyor. İzmir merkezindeki bu 3
kazı alanını gezen bir turist, kentin 8 bin 500
yıllık tarihinde bir yolculuk yapabilecek.
Anadolu Ajansı, Haber: Halil Şahin, 01.11.2016
|
AFYON'DA DEFİNE
ARARKEN KAYBOLAN BABA OĞUL BİR YIL SONRA ÖLÜ BULUNDU
Bir yıldır haber alınamayan Afyon'un Işıklar
Kasabasın'da, oturan baba ve oğul ölü bulundu.
Afyon Işıklar kasabasında
geçen sene Ağustos ayında ortadan esrarengiz bir
şekilde kaybolan baba ve oğul eğimli arazide ölü
bulundu.Mağara şeklinde bir yer içerisinde define
kazıcılığı yaparken gazdan zehirlenerek öldükleri
iddia edildi. Otopsi yapıldıktan sonra kesin ölüm
nedenleri belirlenmesi için baba ve oğlun cesetleri
adli tıp morguna kaldırıldı
Olayla ilgili geniş
çapta soruşturma başlatıldı
Afyon Haber, 01.11.2016
|
VAN GOGH KULAĞINI KADIN YÜZÜNDEN Mİ KESTİ?
Sanat tarihinin en meşhur kendine zarar
verme eylemlerinden biri olarak adlandırılan
Van Gogh’un kulağını kesmesinde, yeni bir
iddia ortaya atıldı.
Üzerinden yüz
yıldan fazla bir
zaman geçmesine rağmen,
Van Gogh’un nasıl bir olaydan sonra kulağını
kestiği hantik kentininlantik kentinin tam olarak ortaya çıkmış değil.
Ünlü ressamın Provence’da geçirdiği döneme dair
yapılan yeni bir araştırma,
Van Gogh’un kulağını hayatındaki en önemli
isim yüzünden kestiğini dile getiriyor.
Araştırmada,
ressamın
kendi kulağını erkek kardeşi, sırdaşı ve
finansal destekçisi Theo’nun tutkulu bir
aşk yaşadığı ve evlenmeye karar verdiğini
dile getirdiği bir mektup sonrası kestiği
iddia ediliyor. İddialar dolayısıyla bugüne
kadar yaygın olarak kullanılan, Van Gogh’un
arkadaşı sanatçı Paul Gauguin ile ettiği bir
kavga sonrasında bir jiletle kendi kulağını
kestiğine yönelik teoriye şüpheyle yaklaşılmaya
başlandı.
Araştırmacı Martin
Bailey, yeni kitabı ‘Studio of the South’ta, 23
Aralık 1888 Pazar günü Theo’dan gelen bir
mektupta yer alan ‘evlilik haberi’nin meşhur
hadisenin sebebi olduğunu dile getiriyor. Bailey
iddiasını, Theo’nun mektubunda Van Gogh’a
gönderilmiş 100 frank ile birlikte, Jo Bonger’in
daha önce kendisine yaptığı evlilik teklifini
kabul ettiğini belirtmesiyle açıklıyor.
Hürriyet, 31.10.2016
|
"AKM YIKILACAK, YENİSİ YAPILACAK"

Kültür ve Turizm Bakanı
Nabi Avcı, Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki Konyalı
Lokantası’nda gazetelerin kültür-sanat muhabirleri
ve editörleriyle akşam yemeğinde bir araya geldi,
sorularını yanıtladı. İstanbul Taksim’deki AKM
binasının ömrünü tamamladığının raporlarla
kesinleştiğini ve yıkımın gerçekleşeceğini söyleyen
Bakan Avcı, bulunduğu alana eskisinden daha
kullanışlı, içinde büyük bir opera salonunun da yer
alacağı daha büyük bir bina yapılacağını açıkladı.
Bu konuda çalışmaların sürdüğünü ve epey yol
alındığını belirten Avcı, gelişmelerin yakın bir
zamanda basınla da paylaşılacağını ifade etti.
AVUSTURYALI ARKEOLOGLAR GERİ DÖNMEYEBİLİR
Bakan Avcı’ya,
Avusturyalı arkeologların Efes kazıları başta olmak
üzere Türkiye’de sürdürdüğü çalışmaların iki ülke
arasında yaşanan siyasi gerilim nedeniyle
durdurulmasının ardından, önümüzdeki dönemde Efes’te
nasıl bir yol izleneceği de soruldu. Avcı, kazı
çalışmalarının bundan böyle sadece Türk arkeologlar
tarafından sürdürülmesi yönünde bir karar
alabileceklerini kaydetti.
Habertürk
(Kısaltarak), Haber: Mehmet Açar, 31.10.2016
|
BELGRAD'A 'NOSTALJİK HAT' TEHDİDİ
Belgrad Ormanı
içinden geçen Dekovil hattı yeniden canlandırılmak
isteniyor. Kuzey Ormanları Savunması ve Şehir
Plancıları Odası ormana zarar geleceğini belirtiyor.

Kuzey Ormanları Savunması ve TMMOB Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şubesi, mega projelerin tehdidi
altında olan Belgrad Ormanı’ndaki su bentlerine bir
yürüyüş gerçekleştirdi. Birgün Gazetesi'nden Burak
Aydın'ın haberine göre, keşif yürüyüşünün temel
amacı, bir kısmı ormanın içinden geçen ve
canlandırılması gündemde olan dekovil hattının
(raylı ulaşım sistemi) yok edeceği doğal yaşama
dikkat çekmek.
Bu yaz, dekovil hattının Belgrad
Ormanı dışında kalan kısımlarının planları İBB
Meclisi’nden geçirildi. Kuzey Ormanları Savunması
temsilcileri bu projenin, ormanın içindeki hattı da
kapsayacağını belediyenin İSKİ’den onay beklediğini
aktardı. Proje raylı sistem üzerinde bir çeşit
nostaljik Belgrad seyahatini ön görüyor. Fakat ray
güzergahı üzerinde su bentleri mevcut. Ormandaki
doğal yaşam; ağaçlara veya bentlere yapılacak
herhangi bir müdahale ile yok olabilir.
Araştırmacı Hüseyin Irmak’ın rehberliğinde
yapılan gezi, Neşet Suyu’ndan başlayıp Büyük Bent,
Kirazlı Bent, Başhavuz, Mağlova Kemeri girişinin
ardından Ayvad Benti girişinde sona erdi.
Keşif gezisiyle birlikte Belgrad Ormanı içindeki
doğal yaşam, ormanın Bizans dönemine uzanan kadim
ağaçları ve su varlığını tehdit eden etkenler
yerinde incelendi.
Dekovil hattı nedir?
Dekovil iki ray arası yaklaşık 60 santimetre veya
daha kısa olan küçük demir yoludur.
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında
Silahtarağa Elektrik Santralı’na Karadeniz kıyısında
bulunan Çiftalan Köyü’nden kömür taşımak için
Belgrad Ormanı’nın içinden geçen demiryolu hattı
yapıldı. 100 yıl önce yapılan hat bugün turizm
amaçlı nostaljik demiryolu olarak yeniden
canlandırılmak isteniyor.
Yapı, 31.10.2016
|
ÇİN'DE 500 YILLIK BOZULMAMIŞ CESET BULUNDU

Çin’in
orta kesimindeki Hubey eyaletinde, saçları, kaşı ve
yüz şekli bozulmamış 500 yıllık kadın cesedi
bulundu.Çin Komünist Partisinin (ÇKP) resmi yayın
organlarından Global Times gazetesinin
Çince yayınındaki haberinde, Hubey eyaletinin
Şışou kentinde 500 yıllık bir ceset bulunduğu
belirtildi.Habere göre, Ming Hanedanlığı dönemine
ait lahitte bulunan cesedin saçı, kaşı, dişleri ve
yüz şeklinin bozulmamış olduğu görüldü. Arkeologlar
kazı çalışmalarında, cesedin bulunduğu lahitten
cesetle beraber 2 yorgan ve bir yastık ve 20 kadar
ipek elbise de çıkardı. Şışou Müze ve Kültür İdaresi
Başkan Yardımcısı Pıng Tao, çıkarılan kadın
cesedinin saç ve dişlerinden yapılan testlerle 60
yaşında olduğunun tahmin edildiğini, lahitteki
cesedin üzerindeki ipek elbiselerin, cesedin zarar
görmesini engellediği kaydetti.Pıng, lahitte
herhangi bir yazılı ifadeye rastlanılmadığını,
kadının kimliğine dair hiçbir bilgiye
ulaşamadıklarını belirtti.Cesedin, elbiseler ve
değerli mücevherle gömülmesinin, Ming Hanedanlığı
döneminde yaygın bir adet olduğunu ifade eden Pıng,
cesedin kimliğini belirlemeye yönelik çalışmaların
devam ettiğini söyledi.
Milliyet, 31.10.2016 |
KURUL'DAN ROMA PARKI KARARI: ARKEOLOJİK KAZI
YAPILACAK

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB), Cihangir’in nadir yeşil
alanlarından ve simgelerinden biri olan Roma
Bahçesi’ne sosyal tesis yapmakta mahallelilerin
tepkisine rağmen ısrarlı. Geçen hafta başlayan
inşaat çalışmaları, Cihangirlilerin protestosu ve
temel kazma sırasında arkeolojik buluntular çıkması
üzerine durdurulmuştu.
'Tesis parka
değil otoparka yapılacak'
Beyoğlu Belediyesi
tarafından dün yapılan yazılı açıklamada ise, tüm
girişimlere karşın tesisin yapılacağı belirtildi.
‘Sosyal tesis’in inşa edileceği alanın Roma
Bahçesi’nden bağımsız olduğu ve parkın üst
tarafından bulunan otopark alanına yapılacağı
belirtilerek, “Yapılacak bu tesisin ardından, İBB
arkeolojik park ve sergi alanını, yeşil alan olarak
yeniden düzenleyecek ve tesisin de işletmeye
alınmasıyla tüm bölgenin güvenliği, bakımı ve
kullanımı yaşam kalitesini yükseltecektir” denildi.
'Rantçı
anlayışın göstergesi'
BirGün’e konuşan
Beyoğlu Kent Savunması’ndan Deniz Özgür, söz konusu
alanda müze denetiminde arkeolojik kazı
yapılacağını, kazı sonrasında alanın arkeolojik park
ilan edilebileceğinin altını çizdi. Özgür, “Müze ve
kurul yazışmaları neticesinde müze denetiminde
arkeolojik kazı yapılmasına karar verildi. Bu alanın
sadece sosyal tesis olarak değerlendirilmesi aslında
belediyenin kurnazlığıdır. Bütçe ayırıp arkeolojik
kazı yapmak yerine, sadece sosyal tesis yapmak
istiyorlar. Bu da rantçı anlayışlarının
göstergesidir. Arkeolojik alan dışı diyorlar, fakat
arkeolojik alan bir parsel değişince potansiyeli
kaybolmuyorki. Görüldüğü üzere inşaat başlattıkları
alan, arkeolojik park olmamasına rağmen buluntular
çıktı ve çalışmaları durdurdular” ifadelerini
kullandı.
İzin
vermeyeceğiz!
Alana iş
makinelerinin 20 Ekim’de girdiğini, fakat ruhsatın
ise 21 Ekim’de verildiğini öğrendiklerini aktaran
Özgür, “Belli ki ruhsat daha sonra verilmiş, nereden
bakılsa tutarsız” dedi. Özgür, “Park için bakımsız
diyorlar, bu sorumluluk belediyenin sorumluluğudur.
Zaten bilinçli olarak bakımsız haline getirerek, bu
tarz projelere zemin hazırlıyorlar. Arkeolojik kazı
bittikten sonra bu tesisi yapabileceklerini
düşünmesinler. Biz izin vermeyeceğiz!” şeklinde
konuştu.
Arkeolojik
park olmalı
Roma Parkı’nın üst
bölümüne ‘sosyal tesis’ inşa etmek yerine
uzmanların, demokratik kitle örgütlerinin ve semt
halkının görüşlerinin alınarak, alanın arkeolojik
park olması gerektiğini ifade eden Arkeologlar
Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Yiğit Ozar, şu
değerlendirmede bulundu:
“İBB’nin kazı
çalışmaları başlar başlamaz, araziden seramik ve
mimari birtakım parçalarla karşılaştılar. Cihangir
Güzelleştirme Derneği de, müzelere ihbarda bulundu
ve bilgilendirme yaptı. Biz de dernek olarak, 'Bu
parsel arkeolojik sit alanı değil, fakat arkeolojik
potansiyeli çok yüksek bir an önce müze denetimine
alınması gerekmektedir’ diyerek İstanbul 1 No'lu,
Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu başvuru yaptık. Kurul da talebimizi onayladı.
Bu kararın daha önce alınması gerekiyordu, ama yine
de olumlu bir karar. Bu alana bütüncül olarak
yaklaşılmalı."
Birgün, Haber: Uğur Şahin,
30.10.2016
******
ROMA PARKI'NDA İZİNSİZ KAZI TEKRAR BAŞLADI

Beyoğlu Belediyesi, Cihangir'deki Roma Parkı'nın
üst bölümüne 'sosyal tesis' inşa etme projesinin
tepkilere rağmen 'izinsiz' olarak tekrar başladı.
İzinsiz kazı için Roma Parkı'na çok sayıda çevik
kuvvet polis de katıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Cihangir’in
nadir yeşil alanlarından ve simgelerinden biri olan
Roma Bahçesi’ne sosyal tesis yapmakta mahallelilerin
tepkisine rağmen ısrarlı. Geçen hafta başlayan
inşaat çalışmaları, Cihangirlilerin protestosu ve
temel kazma sırasında arkeolojik buluntular çıkması
üzerine durdurulmuştu.

Sabah saatlerindeyse izinsiz kazı tekrar başladı.
Birgün, Haber: Uğur Şahin, 01.11.2016
******
ROMA PARKI'NA
YAPILACAK SOSYAL TESİS İŞTE BU
Cihangir'deki Roma Parkı'na
belediyenin yapacağı sosyal tesis büyük tepkilere
neden olmuştu.

Bunu ben de eleştirdim.
Hem parkların orasına
burasına bir şeyler konulmasına karşı olduğum
için...
Hem de olay ‘evimin
önünde’ yaşandığı için...
Roma Parkı ya da Roma
Bahçesi denilen yer, Tophane-i Amire’nin hemen
yanındaki yaklaşık 9 bin metrekarelik bir alandan
oluşuyor.
Yıllardır düzenlemesi
yapılmadı.
Oradaki çocuk parkı da,
hemen yanındaki geniş arazi de ne yazık ki halkın
hizmetine doğru düzgün sunulmadı. Dolayısıyla çoğu
zaman gece yarısı metruk bir yer olarak kullanıldı.
Cihangir merdivenlerinden
başlayarak, Roma Parkı’na kadar olan bölümde madde
kullanan gençler de oldu, tinerciler de, oturup uslu
uslu bira içenler de oldu, taşkınlık yapanlar da.
Bin kere Belediye’ye,
Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne söyledik ama ne yazık
ki bu geniş araziye bir düzenleme yapılmadı.
Çocuk parkı yenilenmedi,
düzgün bir ışıklandırma ve çevre düzenlemesi yapılıp
güvenlik kameraları konulmadı.
Roma Parkı’nın hemen
üzerinde bulunan ve bugün otopark olarak kullanılan
bölümdeki 1150 metrekarelik alan ise İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne ait.
İşte tartışmalar yaratan
sosyal tesis bu bölüme, iki kat ve 250 metrekare
olarak inşa edilecek.
Roma Parkı’nın duvarından
aşağıya doğru bir terası olacak.
Buraya sosyal tesis
yapılması, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından 3 Haziran 2016’da onaylandı.
21 Ekim 2016’da da Beyoğlu
Belediyesi tarafından ruhsatlandırıldı.
Hemen ardından iş
makineleri girdi Roma Bahçesi’ne, bu sosyal tesisi
yapmak için. Tepkiler sonrasında çalışmalar
durduruldu.
Beyoğlu Belediyesi’nden
“Galiba biz projeyi iyi anlatamadık” denerek
yapılacak sosyal tesisin çizimleri gönderildi bana.
İnceledim, konuştum...
Kağıt üzerinde kötü bir
proje mi? Öyle gözükmüyor...
Roma Parkı’nı tamamen
bitirecek bir inşaat mı? Değil...
Ama Roma Parkı’nın dibinde
yaşayan bir mahalle sakini olarak diyorum ki; ne
gerek var?
Burada da sosyal tesis
olmasın.
Bugün 250 metrekare diye
başlayan sosyal tesisin, yarın 1150 metrekarenin
tamamına yayılmayacağının garantisini bu şehirde
kimse veremez.
Ayrıca oraya sosyal tesis
yapılmasını isteyen kim?
Bölge halkına bir sorun
bakalım, orada gerçekten sosyal tesis ihtiyacı
olduğunu söyleyen kaç kişi çıkacak.
Roma Parkı’nı düzenleyin,
ışıklandırın, güvenlik kameraları koyun, çevre
düzenlemesini yapın.
Bizim, çocuklarımızın,
hayvanlarımızın ihtiyacı olan bu.
Neden ille de sosyal
tesis?
Neden küçük de gözükse bir
yapılaşma?
Yıllardır Roma Parkı’na el
atmayıp, sosyal tesisle birlikte buranın
düzenlemesini yapmak dayatmadan başka bir şey
değildir.
Biz Roma Parkı’na sosyal
tesis, yapılaşma değil, koşup oynayacağımız, nefes
alacağımız düzgün alanlar istiyoruz.
Hürriyet, Yazı: Cengiz
Semercioğlu, 03.11.2016
|
JUSTİNİANUS KÖPRÜSÜ 1500 YILDIR AYAKTA
Bizans
İmparatorluğu döneminde İmparator Justinianus
tarafından yaptırılan ve bin 500 yıldır ayakta
kalmayı başaran Justinianus Köprüsü'nün sırrı hala
çözülemedi.

Uzmanlar ise köprünün hangi amaçla yapıldığını ancak
arkeolojik kazı yapıldığında ortaya
çıkarılabileceğini söylüyor.

Serdivan İlçesi Beşköprü mevkiinde bulunan, Bizans
İmparatorluğu döneminin Anadolu'daki en görkemli
eserlerinden biri. İmparator Justinianustarafından
yaptırılan ve bin 500 yıldır ayakta kalmayı başaran
'Justinianus Köprüsü' Ayasofya ile yaşıt.

429 metre uzunluğunda, 9,85 metre genişliğinde ve 12
kemer gözünden oluşan, Beşköprü olarak da bilinen
tarihi köprü, Marmara depreminde bazı kemer
ayaklarında çatlaklar oluşmasına rağmen bütün
ihtişamıyla zamana direnmeye çalışıyor.
Bin 500
yıldır ayakta kalmayı başaran köprünün ne için
yaptırıldığı sorusu, 429 metre uzunluğundaki
köprünün altından geçen her hangi bir akarsu
bulunmaması sebebiyle bir türlü cevap bulamıyor.
En yakın ihtimal, 4 kilometre uzaktaki Sakarya
Nehri'nin bir zamanlar buradan aktığı ve aradan
geçen asırlar içinde yatak değiştirdiği olsa da,
uzmanlar bu ihtimalin de mümkün olmadığını söylüyor.
Sebebi ise köprü ile nehir arasındaki yön farkı.
Sakarya Nehri güneyden kuzeye akıyor. Tarihi
köprünün ayaklarının sivri uçları ise kuzeye doğru
bakıyor.

Köprü, kuzeyden gelen bir akarsuyu karşılayacak
şekilde yapılmış ancak böyle bir akarsu günümüzde
bulunmadığı gibi, geçmişte var olduğuna dair bir
belirti de yok. Uzmanlar ise köprünün gerçek
kimliğinin ortaya çıkarılması için arkeolojik kazı
yapılmasını işaret ediyor.

Sakarya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Tülin Çoruhlu, "Köprünün
geniş havzasına baktığımızda gerçekten buradan bir
nehrin geçtiğini düşünüyoruz. Ancak şöyle bir sorun
var, Sakarya Nehri'nden başka böyle büyük bir nehir
yok. Sakarya Nehri de malum köprünün tam doğu
kısmından biraz daha uzaktan geçiyor.
Nehir
yatağı değişmesi söz konusu olabilir mi diye
düşündüğümüzde de, normalde Sakarya Nehri güneyden
gelip kuzeye doğru akmakta. Köprünün mimari şemasına
baktığımızda, köprünün altından geçen suyun kuzeyden
gelip güneye gidiyor olması gerekiyor. Köprü
topukları ve sel yaranlarının yönü bunu gösteriyor"
dedi.
Çoruhlu, köprünün yapım amacı ile ilgili,
Sakarya Nehri ile Sapanca Gölü'nü birleştirerek,
Marmara Denizine bağlanması ve Bizans döneminde
ticari anlamda Anadolu'ya ulaşımın daha kolay olması
gibi varsayımlar olduğunun altını çizdi.
Köprünün
hangi amaçla yaptırıldığı ve kimliğinin ortaya
çıkarılması için arkeolojik kazıyı işaret eden
Çoruhlu, "Kültür varlıkları insanla birlikte yaşar.
Dolayısıyla böyle atıl durumda durması köprünün
kaybı demektir. Köprünün insanlara kazandırılması
gerekiyor, köprüye insanları çekmek gerekiyor.
Bunu yapabilmek için de, bulunduğumuz alan sit
bölgesi. Bu bölgede bazı faaliyetler
gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bunun başlangıcının da
kazı yapılmasından geçtiğini düşünüyorum. Ancak
bilimsel bir grupla yapılacak olan bir kazı,
köprünün kimliğini ortaya çıkaracaktır" diye
konuştu.
1838 yılında Léon de Laborde tarafından
çizilen gravürde köprünün batı ucunda, günümüze
kadar ulaşmayan bir zafer kapısının olduğunu
belirten Çoruhlu, "Köprünün sonunda bulunan apsis
ile zafer kapısı arasındaki mekanı düşündüğünüzde,
başlı başına bir mimari yapıt gibi karşımıza
çıkıyor" ifadelerini kullandı.
Habertürk,
30.10.2016 |
EFES, TÜRK ARKEOLOGLARA EMANET
Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı
Topkapı Sarayı’nda kültür sanat muhabirleri
ile bir araya geldi. Bakan Avcı, Devlet
Tiyatroları’nın özelleşmesinden AKM’ye kadar
birçok konuda düşüncelerini paylaştı.
Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü’nün sürdürdüğü
Efes Kazıları için önümüzdeki yıl arkeolojik
kazıları
Türk arkeologlarca sürdürmeyi düşündüklerini
belirtti.
Topkapı Sarayı’nda düzenlenen toplantıda
yeni Müsteşar Ömer Arısoy da yer aldı.
Devlet Tiyatroları ile ilgili çalışmaların
devam ettiğinin altını çizen Bakan Avcı, sanat
camiasında kıramadıkları bir ön yargının
olduğunu, mevcut sistemin sanata ve sanatçılara
faydalı olduğunu düşünmediğini, bu noktadan
hareketle
dünya ile entegre olmuş bir sistemi hayata
geçirmek istediklerini kaydetti. Bizim dediğimiz
olsun gibi bir anlayışlarının olmadığını
özellikle belirtmek istediğini anlatan Avcı,
sanat camiası da bir
model getirsin, ortak bir noktada buluşalım
amacını taşıdıklarını söyledi.
EFES’İ TÜRKLER KAZACAK
Avusturya’nın
Türkiye’ye karşı olumsuz diplomatik
ilişkilerinden kaynaklı iptal edilen Efes
arkeolojik kazıları ile ilgili önemli mesajlar
veren Bakan Avcı, Avusturya’dan diplomatik
olarak konuyla ilgili herhangi bir olumlu adım
gelmediğini,
Dışişleri Bakanlığı ile görüşerek yakın
zamanda
son kararı vereceklerini kaydetti. Türk
arkeolojisinin bilgi, tecrübe ve ekonomik güce
sahip olduğunu ifade eden Avcı, önümüzdeki dönem
arkeolojik kazılara Türk arkeologları ile devam
etmek istediklerini, bu konuda bir
üniversite ile de görüşmelerin sürdüğünü,
Efes’i Türklerin kazmasını istediğini söyledi.
Hürriyet, 30.10.2016
|
ESKİ VAN ŞEHRİNDE KAMU BİNALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI
Van Kalesi'nin güneyinde bulunan
eski Van şehri kazı çalışmalarında,
Osmanlı döneminde insanların yaşam
tarzları ve dönemin kurumsal yapısıyla ilgili yeni
bulgulara ulaşıldı.
Birinci Dünya
Savaşında Rus işgali sonucu yıkılan eski Van
şehrindeki yapıların yeniden ayağa kaldırılması ve
turizme kazandırılması amacıyla gerçekleştirilen
kazılar, Osmanlı dönemi mimarisiyle ilgili yapıları
gün ışığına çıkardı.
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji
Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar
başkanlığında 7 yıldır devam eden kazılarda, ortaya
çıkan kalıntılar, eski Van şehrinin özgün ve planlı
yapısını göz önüne seriyor.
Kazılarda son olarak
Osmanlı dönemine ait belediye, meclis, mahkeme
binası ile emekli askerler lokalinin kalıntılarına
ulaşıldı.
"2017'de somut adımlar atılacak"
Konyar, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Urartu medeniyetine başkentlik
yapan ve 800 yıllık geçmişiyle Osmanlı'nın nadir
kentlerinden olan eski Van şehrinin, çok kültürlü ve
batıya açık bir yapıya sahip olduğunu söyledi.
Eski Van şehrinde Rus
seramiği ve Avrupa'dan gelmiş aksesuarlar
bulduklarını ve bunların kentin Avrupa'ya açık bir
kültürünün olduğunu gün yüzüne çıkardığını anlatan
Konyar, 6 bin metre karelik alandaki kazıların bu
yıl sona Konyar, şöyle konuştu:
"Önümüzdeki yıl eski
Van şehri ile ilgili somut adımlar atılacak.
Kazılarla buranın yaşanabilir bir alan haline
getirme projesi gündemde. Alan bu şekilde kaldığı
takdirde yaşanabilir olur. Kazı çalışmalarımızı
yürüttüğümüz alanlar daha çok kamusal alanlardan
oluşuyor. Yani belediye binası, meclis binası,
mahkeme binası, emekli askerler lokali, posta veya
sağlık departmanının olduğu alanlara ulaştık. Eski
Van şehrinin özgün ve planlı bir yapıya sahip
olduğu, çalışmalar sonucunda ortaya çıktı. Şehrin iç
kısımlarına doğru gidildikçe de Güneydoğu'nun
geleneksel mimarisi karşımıza çıktı."
Anadolu
Ajansı, Haber: Yusuf Soyalp, 29.10.2016
|
250 YILLIK BİNAYI BETONLA SIVADILAR
18. yüzyıl mimarisi Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi,
beton sıva ile ‘restore edildi’. Kiremit rengine
boyanan 250 yıllık tarihi yapı, tanınmaz hale
geldi. Üstelik, Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi
yapıdaki çalışmayı
Hürriyet’in sorusu üzerine öğrendi.
İstanbul Valiliği’nin karşısında yer alan,
18. yüzyıl mimarisi Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi’nde
yapılan ‘restorasyon’
çalışması ile tarihi yapı, orijinal taş bina
görüntüsünden uzaklaştı. Beton sıva ile sıvanan,
dış cephesi kiremit rengine boyanan 250 yıllık
yapı tanınmaz hale geldi. Tarihi yapıdaki bu
çalışmayı Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Hürriyet’in sorusu üzerine öğrendi.
KULLANIMI ÖZEL VAKIFTA
2010
yılı sonrası,
Fatih Belediyesi’ne tahsis edilen bina uzun
yıllar boş tutulunca belediyenin muvaffakiyeti
alınarak binanın kullanım hakkı Bağımsız Sanat
Vakfı’na verildi. Bu
vakıf, binaya Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu’nun onayını almadan müdahale etti. Binaya
günümüz modern binalarında uygulanan dış cephe
kaplama yöntemiyle fileli beton sıva uygulaması
yaptı. Sıvanın üzerini de dış cephe boyası ile
kiremit rengine boyadı. Oysa tarihi yarımada
içinde 1. Grup tescilli binaların boyanması,
sıvanması fiziki müdahaleye girdiği gibi Koruma
Kurulu kararı gerektiriyor. Kurul onayı
alınmadan yapılan her türlü fiziki müdahale ise
2863 sayılı yasa kapsamında hapis cezası ile
cezalandırılıyor. Tarihi binaya uygulanan yanlış
sıvada, kısa süre sonra çatlamalar ve ayrıklar
oluştu. Bunları kapatmak için yeniden inşaat
başlatıldı. Ayrıca binanın bahçesine de betondan
duvar örüldü. Fatih Belediye Başkanlığı’ndan
kendilerinden basit onarım ruhsatı alınmadığı ve
binada yapılan uygulamalardan bilgileri olmadığı
söylendi. Mülk sahibi Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne, Koruma Kurulu Kararı olup
olmadığını sorduk.
İNCELEME
BAŞLATILDI
İstanbul Bölge Müdürlüğü’nden bir ekip
görevlendirildi. Ekip kendilerinden alınan basit
onarım izninin dışında yapıya fiziki
müdahalelerde bulunulduğunu tespit edince inşaat
durdurularak inceleme başlatıldı. Bir Koruma
Kurul yetkilisi, ‘‘Bize müracaatları yok. Dış
cephede müdahale varsa bu zaten fiziki
müdahaledir. Binada önceki yıllardan kalan
yanlış müdahaleler de var. Yapılması gereken bu
müdahalelerden temizlenerek binayı orijinal taş
görüntüsüne kavuşturmak. Bu binanın boyanmasına
da izin vermezdik’’ dedi.
HAZİRESİ DE
YOL GENİŞLETME KURBANI
Tersane
Emini Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi, Cağaloğlu
Ankara Caddesi üzerinde İstanbul Valiliği’ne
50 metre mesafede yer alıyor. 1771-1773 yılında
Hassa Başmimarı Mehmet Tahir Ağa tarafından inşa
edildi. İki katlı olan tarihi yapının küçük bir
de haziresi vardı. Bu hazire 1956 yılında yol
genişletme çalışmaları sırasında ortadan
kaldırıldı. Arka tarafında küçük ahşap meşrutası
(lojman) olan yapı uzun yıllar
Milli
Eğitim Yayınları’nın satış bürosu olarak
kullanıldı. Öncesinde sarı renkte olan bina
kiremit renginde dış cephe boyası ile yeniden
boyandı.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
29.10.2016
|
DEMRE'DE 4 ODA MEZAR BULUNDU
Antalya'nın Demre İlçesi'nde alüvyon altında bulunan
Myra-Andriake antik kentindeki kazı çalışmalarında
4 oda mezar gün yüzüne çıkarıldı. ve 'Anadolu'nun
Pompeisi' olarak nitelendirilen oda mezarlar kazı
ekibini şaşırttı.
Kazı çalışmalarının başkanı ve Akdeniz
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, 10
metreye kadar alüvyon altında yer alan antik kentte
4 yıl önce çalışmalara başladıklarını aktardı.
Prof.Dr. Çevik, antik kentte Likya dönemi kaya mezarları,
Roma dönemi tiyatrosu, Bizans dönemi Aziz Nikolaus
Kilisesi, çok iyi korunmuş şapel duvarındaki fresko,
Andriake liman tesisleri, Bizans dönemi boya maddesi
üretim tesisleri, su kanalları, sarnıçlar, 2 bin 300
metrekare büyüklüğündeki granariumun gün ışığına
çıkarıldığını kaydetti. Prof.Dr. Çevik, antik
kaynaklara göre büyük bir Artemis Tapınağı ile henüz
duvarı kısmen görünen piskoposluk sarayı bulunduğunu
da belirtti.
Aziz Nikolaus'un 'Batık Şehir' olarak da
tanımladığı Myra'da 2016 kazı çalışmalarında 4 oda
mezar kazıldığını kaydeden Prof.Dr. Çevik, Roma
dönemine ait oda mezarlarda bölgede ilk kez
rastlanılan iç mimari düzenlemelerle
karşılaştıklarını ifade etti.
ODA
MEZARINDA ÇOK SAYIDA SİKKE
Mezarların üzerlerinde iskelet parçaları, bazı
buluntuların günışığına çıktığını kaydeden Prof.Dr.
Çevik “Altın küpeler mezar ailesinin kadın üyelerine
ait. Bunun dışında seramik eserler, cam koku kapları
vardı. Bunlar bir mezarda beklenen olağan
buluntular. Kazdığımız 4'üncü oda mezar ise
granariumla sinagog arasında limana bakan seçkin bir
konumdaki Andriake'nin en büyük oda mezarı. Bu mezar
diğerlerinden farklı olarak ortasındaki tek anıtsal
lahitle düzenlenmiş. Definecilerin parça parça
ettiği lahdin 33 parçasını bulabildik. Bu parçaları
sanal ortamda birleştirince çok nitelikli bir lahit
olduğu anlaşıldı. Lahdin altında bir de alt mezar
odası vardı. Üst katmanda ise bu mezarın yapıldığı
döneme ait olmayan Heraclius Dönemi'ne ait çok
sayıda sikke bulduk” dedi.
LİKYA'NIN EN
ÖNEMLİ TİYATROSU
Myra'daki çalışmalarda tiyatroya çok emek
verdiklerini de anlatan Prof.Dr. Çevik tiyatronun
tüm bölgenin en büyük ve nitelikli binası olduğunu
ifade etti. Uzun ve ağır çalışmalarla tüm sahne
binası ortaya çıkarıldı. Kazıda çıkan binlerce
mimari bloğun yerlerini saptanarak restitüsyonu
tamamlandı. Restorasyonun tamamlanması durumunda
muhteşem bir tiyatro ortaya çıkması bekleniyor.
Birgün, 28.10.2016
|
365 YILLIK TARİHİ ÇEŞMEYİ BU HALE GETİRDİLER
Manisa'da, Osmanlı döneminden kalma 365 yıllık
tarihi çeşmenin üstüne sprey boyayla yazılar
yazılması, vatandaşların tepkisini topladı. Yazıları
yazanların tespit edilmesini isteyen vatandaşlar,
tahribatın giderilmesi çağrısı yaptı.

Şehzadeler'de Dr. İbrahim Türek Halk Kütüphanesi
dışında yer alan 365 yıllık tarihi Osmanlı
çeşmesinin mermerine, kimliği belirsiz kişi ya da
kişilerce sprey boya ile yazılar yazıldı. En son
1907'de 2'nci Abdülhamid döneminde aslına uygun
restore edilen tarihi çeşmenin üzerine yazılan
yazılar, tepkilere neden oldu. 1651'den bu yana
hizmet veren tarihi çeşmeye yazılan yazıları
eleştiren vatandaşlardan 88 yaşındaki Osman Kadri,
tarihe sahip çıkılmadığını belirterek, zarar veren
insanların yetkililerce tespit edilmesi ve
cezalandırması gerektiğini söyledi.
Milliyet,
28.10.2016 |
LİZBON'DAKİ TARİHİ DENİZ HAVUZU YENİLENDİ
Carpa Olivera, Lizbon’daki deniz havuzlarından
ilhamla 1915'te inşa edilen kamusal tesisin tekrar
kullanıma sokulması için tasarlanan bir proje.

1915’te inşa edilen Carpa Olivera, Mazatlan’daki
Olas Altas sahillerinde inşa edilmiş bir sosyal
merkezdi. Lizbon’daki deniz havuzlarından ilhamla
tasarlanan alan, dönemin ünlülerinin sosyalleşme
mekantik kentininnı ve turist ziyaret rotalarının olmazsa
olmazıydı. Yapı 1954’te hortum nedeniyle hasar
gördü, fakat zaman içinde insanlar gelip havuzu
kullanmaya devam etti. Alan, 2004’te tadilat
görmesine rağmen, bir süre sonra unutuldu ve
kullanılmaz hale geldi.

Sahildeki, 1915'te yapılan eski tesisin görünüşü


Yaşadıkları şehir için fikir üreten, beş mimardan
oluşan proaktif ekip Collectivo Urbano, Mazatlan
Investment Unit’e bu kamusal mekantik kentininnı kurtarmak için
bir öneride bulundu.

Önerileri; havuzun geri dönüşümü için havuzu
temizlemek ve gel git suyuyla beslenen bu havuzu
eski ihtişamına kavuşturacak yeni bir eleman olarak,
yerel halkın ve turistlerin kullanacağı bir kaydırak
eklemek idi. Bu yeni eleman denizin içinde güçlü ve
tekil bir heykel olacaktı.

Sürdürülebilir bir strateji olarak; dönüştürülen
arazinin bakımının ve güvenliğinin sağlanması,
optimum işletim koşullarının Mazatlan’a mali yük
getirmemesi için ticari bir işletme açılmasına karar
verildi.


Alandaki, üst kotta, karayla denizi ayıran duvarın
üstünde, gelip geçen yayaların gün batımını izlediği
bir seyir terası var.

Rampadan, palmiye ağaçlarının gölgesindeki bir
alt zemine iniliyor.
Burada,
atıştırmalık yiyeceklerin satıldığı küçük bir büfe
bulunuyor. Bir alt kotta ise köpüren deniz
suyunun içinde, denize girmeden hemen önce
çocukların eğlendiği, gidip gelen dalgalar arasından
kaydırağa ulaştığı zemin yer alıyor. Bu kotta yer
alan tuvaletler ve duş, bu kendine has kamusal
alanın ihtiyaçlarını karşılıyor.

Collectivo Urbano ekibi Jacqueline Meixueiro,
Roberto Díaz, Javier Hidalgo, Emilio Castañón, Erick
Pérez, David Escobar'dan oluşuyor.
Arkitera,
Haber: Burcu Bilgiç, 28.10.2016 |
İNŞAATIN TEMELİNDEN ÇIKTI
İzmir'de tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda 4 ay önce
yerine AVM yapmak için yıkılan binanın temelinde
inşaat çalışmaları, ortaya çıkan tarihi kalıntılar
nedeniyle durdurdu. Tarihi kalıntılar incelenirken,
bulunan eserin şapel olduğu iddia edildi.

İzmir Konak’ta,
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
özelleştirilen ve ardından mahkeme kararı ile
kiracılarının tamamı tahliye edilen Vakıflar
Müdürlüğü’ne ait 120 yıllık Kaptan Mustafa Paşa İş
Merkezi’nin bulunduğu bina, Haziran ayında yıkıldı.
Kaptan Mustafa Paşa Vakfı
Çarşısı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
yap-işlet-devret modeliyle 30 yıllığına yatırımcı
bir firmaya ihale edildi. Yıkımın olduğu yerde AVM
yapımı için iş makineleri çalışmaya başladı.
Molozların kaldırıldığı zeminin temizlendiği alanda
ağır iş makineleri çalışmalarını sürdürürken, inşaat
alanının temelinde tarihi kalıntılar çıktı.
Temmuz ayında inşaatın tabanında Osmanlı
dönemine ait liman kalıntılarına ulaşıldığı
gerekçesiyle çalışmalar durduruldu.
İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü bölgede sondaj yaparak
kalıntıları incelemeye başlamışken, diğer yanda iş
makinelerinin çalışması tepki çekti. İnşaat alanının
zeminindeki tarihsel kalıntının şapel olduğu iddia
edildi. İzmir'de özellikle çarşı esnafı içinde
heyecan yaratan Hıristiyanların tapınak veya kutsal
alanı olan şapelin ortaya çıkarılması için
çalışmaların sürdürüleceği bildirildi.
Milliyet,
28.10.2016
|
TBMM'DEN ATATÜRK TABLOSU İÇİN AÇIKLAMA
TBMM Başkanlığınca 15 Temmuz gecesi gerçekleşen
darbe girişiminde en ağır hasarı Meclisin aldığı,
saldırıda TBMM Üyeler Lokantası ve lokantada
bulunan Yaşar Çallı tarafından yapılan Atatürk
resminin çerçevesinin de hasar gördüğü, tablonun
onarım çalışmaları sonrasında yerine asılacağı
bildirildi.

TBMM Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığından
yapılan açıklamada, "Meclis'ten Atatürk'ün bir
tablosunun daha kaldırıldığı" yönünde bazı basın
yayın organlarında haberlerin yer aldığı
anımsatıldı.
Söz konusu haberlerde "Atatürk'ün
mareşal üniformalı tablosundan sonra TBMM
Lokantasında bulunan Atatürk resminin de
kaldırıldığı" iddialarının asılsız olduğuna işaret
edilen açıklamada, şunlar belirtildi:
"15 Temmuz gecesi gerçekleşen menfur darbe
girişiminde en ağır hasarı Türkiye Büyük Millet
Meclisi almıştır. 1994 yılında eski Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in, eski TBMM Başkanı
Hüsamettin Cindoruk'a hediye ettiği halı üzerine
dokunmuş mareşal üniformalı Atatürk portresi
muhalefet kulisinde, TBMM Başkanlarına verilen
hediyelerin bulunduğu bölümde sergilenmektedir. Aynı
saldırıda TBMM Üyeler Lokantası ve lokantada
bulunan Yaşar Çallı tarafından yapılan Atatürk
resminin çerçevesi de hasar görmüştür. Anılan resim
hasar gördüğünden onarıma alınmış ve onarım
çalışmalarının bitirilmesinin ardından yerine
asılacaktır."
Açıklamada, haberlerde söz konusu tablonun yerine
televizyon konulduğu iddiasının da doğru olmadığı,
bahse konu televizyonun daha önce de aynı yerde
bulunduğu ifade edildi.
Milliyet, 28.10.2016
|
DÜNYANIN İLK DİNOZOR BEYNİ FOSİLİ BULUNDU

İngiliz bilim insanları, yıllar önce ülkenin
güneydoğusundaki Sussex kentinde bir sahilde bulunan
kahverengi taşın, bir dinozor beyni fosili olduğunu
açıkladı.
Taşı özel bir mikroskop kullanarak detaylı bir
şekilde inceleyen Cambridge Üniversitesi'nden bir
ekip, dünyada ilk kez bir dinozor beyni bulunduğunu
duyurdu.
Bilim insanları, beyin fosili bulunan dinozorun
yaklaşık 130 milyon yıl önce yaşayan Iguanodon gibi
bir ot obur olduğunu söyledi.
Bir bataklıkta öldüğü düşünülen dinozor,
kafasının çamura gömülü kalması sebebiyle şekli
korunmuş ve zamanla fosilleşmiş.
Bu sebeple fosilin bugüne kadar korunabildiği
düşünülüyor.
Ayrıca incelemeyi yapan ekip dinozor beyninin,
bugünkü timsah ve kuşlarla benzer özellikler
taşıdığını da söyledi.
Cambridge Üniversitesinden Dr Alex Liu, "Beyin
dokularının korunma şansı inanılmaz düşük, su
sebeple bu buluş oldukça şaşırtıcı" dedi.
Bbc
Türkçe, 28.10.2016
|
ABGAR KRALLIĞI DÖNEMİNE AİT TABAN MOZAİĞİ BULUNDU

Şanlıurfa'da tarihi Balıklıgöl yerleşkesi civarında
yürütülen kazı çalışmalarında, "Abgar Krallığı"
dönemine ait taban mozaiği gün yüzüne çıkarıldı.
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesince 6 yıldan bu yana
45 dönümlük arazi üzerinde yürütülen "Kale Eteği
Projesi" kapsamındaki kazı çalışmaları devam ediyor.
Şu ana kadar
Roma Dönemine aite 80'e yakın kaya mezarının
restore edildiği alanda "Abgar Krallığı" dönemine
ait olduğu belirtilen 5 taban mozaiğine rastlandı.
Söz konusu mozaikler, restorasyon çalışmalarının
ardından müzede sergilenecek.
Taban
mozaiklerinde Süryanice yazıtlar ve ince işlemelerin
olduğu bildirildi.
 
 
 
 
 
Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi,
yaptığı açıklamada,
Şanlıurfa'nın medeniyetler şehri olduğunu ve her
yerde bir ize rastlanıldığını belirtti.
Kazı
çalışmalarında elde edilen bulguların önemine vurgu
yapan Çiftçi, şunları kaydetti:
"Kazı
çalışmalarımızda
Roma dönemine ait mezarlar temizleniyor,
bunların kazı çalışmaları yapılıyor. Bu çalışmalar
esnasında çok önemli mozaiklere rastladık, kaya
mezarların tabanına işlenmiş şekilde Kral Abgar
dönemine ait yepyeni mozaikler çıktı. Bu,
Şanlıurfamız için çok önemli bir zenginlik. Yine
özellikle mezarların giriş kapılarında o
medeniyetlerin kültürlerini yansıtan bulgular var.
Arkeologlar tarafında çalışmalar hassas bir şekilde
yürütülüyor. Burada çıkan eserlerin tamamı söz
konusu kaya mezarlarda sergilenecek, hem dışarıdan
gelen misafirlerimiz hem de hemşehrilerimiz bunları
görebilecekler.
Şanlıurfa'nın çok zengin bir kültüre ev
sahipliğini yaptığını biliyoruz, dolayısıyla her
döneme ait eserler buluyoruz. Bu zenginliği ortaya
çıkaracağız ve bu turizme önemli katkı
sağlayacaktır, bu mekanları gözümüz gibi
koruyacağız, restorasyonunu yapacağız, turizme
açacağız."
Kral 5. Abgar
Tarihi
kayıtlarda ve Abgar efsanesinde, 5. Abgar Ukkama'nın
ilk Hristiyan kral olduğu ve Edessa Bölgesi'nde (Şanlıurfa)
hüküm sürdüğü Hazreti İsa'nın tebliğinden hemen
sonra bu dini kabul ettiği belirtiliyor.
Cüzzam hastalığına yakalanan ve bu nedenle oldukça
acı çeken 5. Abgar'ın, Hazreti İsa'nın gönderdiği
mucizevi mendil sayesinde iyileştiği rivayet
ediliyor.
haber.er.com, Fotoğraflar: Trt Haber,
26.10.2016 |
23 - 29 Ekim 2016
|
PAHA BİÇİLMEZ
ESERLER BALIKESİR'DEKİ O KÜTÜPHANEDE
Balıkesir'de bu yılın başında hizmete giren
Mutasarrıf Ömer Ali Bey Yazma Eser Kütüphanesi,
birbirinden değerli 12 binden fazla eseri bünyesinde
barındırıyor.
Kütüphanenin en değerli eserleri arasında 900 yıllık
olduğu sanılan minyatür ve tezhiplerle süslü el
yazması Kuran ile Vankulu Mehmet Efendi'nin yazdığı,
İbrahim Müteferrika'nın ise 1729 yılında matbaasında
bastığı ilk eser olan Vankulu Lügatı da yer alıyor.
Yazma eserler, Kozmik oda gibi korunaklı yerde
saklanıyor.
Balıkesir'de 1 Ocak'tan
itibaren hizmete başlayan Mutasarrıf Ömer Ali Bey
Yazma Eser Kütüphanesi'nde, birbirinden değerli
eserleri bulunuyor. Kütüphane Müdürü Şahin Gergin,
12 binden fazla eseri bünyesinde barındıran kurum
hakkında bilgi verdi.
Balıkesir ve
Çanakkale
Bölgesi'ndeki yazma eserleri araştırdıklarını,
kütüphaneye kazandırmak için çalıştıklarını belirten
Gergin, şöyle dedi:

"Bu kütüphane, Kültür ve
Turizm Bakanlığı
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı'na bağlıdır.
Ülkemizdeki 14 yazma eser kütüphanesinden biridir.
Koleksiyon itibariyle 9 bin 380 adet matbaada
basılmış eserimiz, 2 bin 700'ün üzerinde çok değerli
nadir el yazması eserimiz vardır. Bu yazma eserlerin
içinde de 10 tanesi çok özeldir. Bu 10 eserin
arasında 6'sı kendine has özelliği vardır. Diğer 4'ü
ise tezhip ve minyatür süslemelidir. Bunların da
içinde en değerlisi el yazması bir Kuran-ı
Kerim'dir. Üzerinde tarih olmadığı için, Memluklular
ya da Selçuklular dönemine ait olduğu sanılmaktadır.
Tarihçiler, 800 ya da 900 yıllık olduğunu
söylemektedirler. Bu eserlerimizin en değerlisi,
Vankulu Lügatı olarak bilinen, İbrahim Müteferrika
Matbaası'nda basılan ilk eserdir. Kütüphanemiz
Balıkesir ve Çanakkale illerinde, vatandaşların ya
da kurumların elinde bulunan el yazması nadir
eserler ile Arap harfleri ile basılmış veya yazılmış
eserleri, araştırıp, bulup toplamak üzere
kurulmuştur. Kütüphanemiz burada hizmet vermeye
başlamadan önce, Balıkesir İl Halk Kütüphanesi'nde,
bu yazma eserler halkın hizmetine açıktı. 2016
yılında yazma eserler kütüphanesi fiilen hizmet
vermeye başlayınca, yazma eserlerin tamamı dijital
ortama aktarıldı ve halkın hizmetine sunuldu. Yazma
eserlerden yararlanmak isteyenler kütüphanemiz
bünyesindeki okuma odasında bilgisayarlardan
yararlanabilir. Kütüphanemize gelip yazma eserlerden
yararlanmak isteyenlerden ücret almıyoruz. Evinde
kendi bilgisayarından eserleri incelemek
isteyenlere, yazma eserlerimizin dijital kopyalarını
çok cüzi bir fiyata, eserin sayfalarını, ya da
tamamını kopya olarak veriyoruz."

KOZMİK ODA GİBİ
Eserlere gözü gibi baktıklarını, özel odada
bulundurduklarını, ızgaralı havalandırması bulunan
kompakt raflarda sakladıklarını belirten Gergin,
şöyle dedi:
"Yazma eserlerin bulunduğu
yere parmak izi okuyucu sistemi çalıştırarak
giriyoruz. Sistem benim parmağımı tanıyor. Herhangi
bir yangın tehlikesine karşı özel yangın söndürme
sistemi var. İtalyan malı bu sistemde, tüplerde
bulunan Argon gazı ve karbondioksit olağanüstü
Duman ve ısı
durumunda harekete geçiyor. Argon gazı patlıyor ve
ortamdaki oksijeni çekerek karbondioksit veriyor. Bu
durumda da yanma gerçekleşmeyip önlenmiş oluyor.
Yani yazma eserlerin zarar görmemesi için su
kullanılmayan bir söndürme sistemimiz var. Ayrıca
kitapların nemlenmesini önlemek için ortamın nemini
ayarlayan sistem de 365 gün 24 saat çalışıyor. Çok
değerli eserlerimizin zarar görmemesi için elimizden
geleni yapıyoruz."
KÜTÜPHANE BİNASI DA
ÇOK DEĞERLİ
Mutasarrıf Ömer Ali Bey
Kütüphanesi binası da en az içindeki eserler kadar
tarih değere sahip. Mülkiyeti Balıkesir Ticaret
Odası'na ait olan
Ziraat Bankası
eski hizmet binası, 16 Nisan 2013 tarihli protokolle
Balıkesir Valiliği'ne 25 yıllığına tahsis edildi.
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı ile
Balıkesir Valiliği arasında gerçekleşen görüşmeler
neticesinde mevcut binanın Balıkesir Mutasarrıf Ömer
Ali Bey Yazma Eser Kütüphanesi'ne tahsis edildi.
1911 yılında, Sultan Mehmed Reşad döneminde inşa
edilmiş olan bina,
Bodrum kat
üzerine iki katlıdır. Duvarları granit taşla örülü
toplam 432.61 metrekarelik yüzölçümüne sahip.
MUTASARRIF ÖMER ALİ
BEY
Ömer Ali
Bey, 1839 yılında
Adana'da doğdu.
Ramazanoğulları ailesinden Osmanlı İmparatorluğu
ordusunda yetişmiş Tümgenerallerden 1843 yılında
Bahrisefit (Çanakkale Boğazı) komutanlığına kadar
yükselmiş (Beylerbeyi) Arif Paşabey'in torunuydu.
Babası Ahmet Paşa. Tarblusgarb-Bingazi, Dersim
Vilayeti,
Diyarbakır
Vilayeti,
Aydın Vilayeti,
Hicaz Vilayeti
mektupçuluğu, Cidde Vilayeti Kaymakamlığı (Vali
Vekilliği), Hudavendigar (Bursa) Vilayetine bağlı
Karesi (Balıkesir) Sancağı Mutasarrıflığı,
Tekirdağ
Sancağı mutasarrıflığı,
Kastamonu
Vilayeti Valiliği yaptı. 1897 Balıkesir Depremi'nde
tamamen yıkılan Balıkesir'in tekrar inşası ve
tamiratı için yapılan çalışmalarda üstün başarılara
imza atan Mutasarrıf Ömer Ali Bey, Kastamonu
Valiliğinden emekli olduktan sonra 25 Şubat 1920
Çarşamba günü 81 yaşında
İstanbul'da
vefat etti.
Milliyet, 26.10.2016
|
HAKKARİ'DEKİ
MEDRESELER TURİZME KAZANDIRILIYOR
Hakkari İl Kültür Turizm Müdürü İdris Ağacanoğlu,
kentteki, Osmanlı'nın miras bıraktığı iki medresenin
turizme kazandırılması çalışmalarının devam
ettiğini, çalışmaların gelecek yıl tamamlanmasının
planlandığını belirtti.
Ağacanoğlu, AA muhabirine
yaptığı açıklamada,
Hakkari'de
Osmanlı İmparatorluğu
döneminde inşa edilen Meydan ve Zeynel Bey
medreselerinde bir çok alim, ulema, şair ve devlet
adamı yetiştirildiğini ifade etti.
İslam medeniyetinin eğitime ve ilme verdiği önemle
her zaman ön plana çıktığını dile getiren
Ağacanoğlu, Osmanlı döneminde bunun somut
örneklerinin görüldüğünü kaydetti.
İsmaliyet'in kabulü ve Osmanlı'nın gelişiyle
Hakkari ve
çevresindeki mimari eserlerde artış olduğunu anlatan
Ağacanoğlu, "Hicri 1112, miladi 1700-1701 yıllarında
Hakkari Beyi
İzzeddin oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılan
Meydan Medresesi ile
Kanuni Sultan Süleyman
ve II. Selim'in mazhariyetine nail olmuş
Hakkari Beyi
Zeynel Bey tarafından yaptırılan Zeynel Bey
Medresesi önemli tarihi ve mimari eserler arasında
yer almaktadır." dedi.
"Tanıtım yapılacak"
İki
medresenin turizme kazandırılması için valilikçe
başlatılan çalışmaların devam ettiğini vurgulayan
Ağacanoğlu, 2005 yılında kazı ve temizlik çalışması
yapılan Zeynel Bey Medresesi ile 2006 yılında
restorasyon çalışmaları yapılan Meydan Medresesinin
rölöve, restitüsyon ve çevre düzenleme projelerinin
2015 yılında
Van Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunda onaylandığını
anlattı.
Her iki yapının onarımının tamamlanarak turizme
kazandırılmasının hedeflendiğini bildiren
Ağacanoğlu, şunları kaydetti:
"2017 yılı içerisinde
ödenek sağlandığı takdirde her iki medresenin
rölöve, restitüsyon ve çevre düzenlemesi
projelerinin hayata geçirilmesini bekliyoruz. Bu
çalışmalar sonucunda Osmanlı'nın günümüze miras
bıraktığı eserler tarihimize, turizmimize
kazandırılacak. Bu tarihi mekanlarımız tarih
sevdalılarına ve zaman tünelinde yolculuk yapmak
isteyenlere kapılarını aralayacak. Söz konusu kültür
varlıkları restore edildikten sonra yurt içi ve yurt
dışında turistlerin ilgisini çekmek amacıyla
birtakım tanıtım programları, kültürel turlar,
konferans ve sempozyumlar gerçekleştirilecek."
haberler.com, 26.10.2016
|
SELÇUKLU MEYDAN
MEZARLIĞI UNESCO'NUN ANA LİSTESİNE ÖNERİLECEK
Tarihi mekanlarıyla açık hava müzesi konumundaki
Ahlat'ta bulunan ve 2010 yılında UNESCO'nun Dünya
Kültür Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilen
Selçuklu Meydan Mezarlığı'nın ana listeye alınması
için çalışma yürütülüyor.
Ahlat Belediye Başkanı Mümtaz
Çoban, gazetecilere yaptığı açıklamada, turizmin
gelişmesinde önemli bir yer tutan ve dünyanın en
büyük İslam mezarlığı olma özelliğini taşıyan
Selçuklu Meydan Mezarlığı'nın tanıtılmasının önemli
olduğunu söyledi.
Mezarlığın gelecek yıl ana
listeye alınmasının beklendiğini belirten Çoban,
şöyle konuştu:
"Türkiye'nin en büyük kazı
alanlarından biri Ahlat'ta bulunuyor. İlçemiz bir
gezi güzergahı ve büyük bir destinasyon. Böyle bir
parkurda işe Selçuklu Mezarlığı'nın düzenlemesinden
başladık. Yeni müze ve karşılama merkezi inşa
edildi. Daha sonra çevre düzenlemesini
gerçekleştirdik. Yeni kazı ekibi oluşturduk.
Kümbetlerin restorasyonunu da Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile ortaklaşa yürüttük. Ahlat şu anda
UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'nde
yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanımızla görüştük ve
bu yıl ki tekliflerinin Ahlat olacağını söyledi.
Ahlat, artık geçici listeden ana listeye taşınıyor.
"
Anadolu Ajansı, Haber:
Şener Toktaş, 26.10.2016
|
 |
1600 YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
İstanbul'da Roma döneminden günümüze
kadar ayakta kalan Çemberlitaş'taki bin 600 yıllık
Şerefiye Sarnıcı'nın (Theodosius) 6 yıldır süren
temizleme ve restorasyon çalışmasında sona gelindi.
Yerebatan Sarnıcı'ndan 100 yıl önce yapılan ve
Ayasofya ile yaşıt olan
tarihi eser, göz kamaştıran güzelliğiyle
önümüzdeki aylarda ziyarete açılacak. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.'nin müze olarak
ziyarete açmayı planladığı sarnıç, göz kamaştıran
mimari güzelliği korunarak gelecek kuşaklara
aktarılacak.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman,
26.10.2016 |
ZEYNEL BEY TÜRBESİ
'HOLLANDA' YÖNTEMİYLE TAŞINACAK
Ilısu Barajı ve HES Projesi Kültürel Varlıkları
Koruma ve Kurtarma Çalışmaları kapsamında 650 yıllık
Zeynel Bey Türbesi'nin, Hasankeyf Yeni Kültürel Park
Alanı'na taşınması çalışmaları yoğun şekilde
sürdürülüyor.
Türbenin taşınması için ilk
etapta Hollanda, İtalya ve Korres yöntemleri
üzerinde duruldu. Diyarbakır Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulunca onaylanan projeye göre, bin 100
tonluk türbenin tek parça halinde Hollanda
yöntemiyle yeni yerine taşınması kararlaştırıldı.
DSi 16. Bölge Müdürlüğü
Hasankeyf Kültürel Varlıklar ve Yeniden Yerleşim
Şube Müdürü Şehmus Erkan Dursun, AA muhabirine, 2015
yılında DSİ Genel Müdürlüğünce ihalesi yapılan
Zeynel Bey Türbesinin taşınmasıyla ilgili projede
revizyon yapıldığını söyledi.
Türbenin taşınacağı yeni
alanda yer düzenleme ve bağlantı yolu çalışmalarının
sürdüğünü ifade eden Dursun, "Türbe ve külliye
alanının kazı çalışmaları başladı. Yol güzergahı ile
bağlandıktan sonra türbenin taşıma işlemi
gerçekleşmiş olacak." dedi.
Dursun, türbenin taşınma
işleminin yıl sonuna tadar tamamlanacağını
yetişmemesi halinde 2017 yılının başında
gerçekleştirileceğini sözlerine ekledi.
Zeynel Bey Türbesi,
1462-1482 yıllarında Hasankeyf'te hüküm süren
Akkoyunlular'dan kalan tek eser olma özelliği
taşıyor.
Anadolu Ajansı, Haber:
Yılmaz Ekinci, 26.10.2016
|
TARİHİ YEMİŞ KAPANI HANI KAZISI SONA ERDİ
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, UNESCO'nun
Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Selimiye
Camisi Meydanı'nda yapılan "Tarihi Yemiş Kapanı Hanı
Kazısı"nın sona erdiğini bildirdi.
Gürkan, gazetecilere yaptığı açıklamada, handaki
kurtarma kazısını Edirne Valiliği ile yaptıklarını
söyledi.
Selimiye Camisi'nin 2011'de UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesi'ne girdiğini hatırlatan Gürkan,
"Selimiye'ye ziyaretçi sayısı arttı ancak eser artık
sadece Türkiye'nin, Müslümanların değil, bütün
dünyanın ortak mirası haline geldi. Selimiye
Camisi'ni bütün dünya insanlarına karşı koruma,
bakımını yapma ve gelecek nesillere, aldığımızdan
daha iyi bir şekilde teslim etme sorumluluğu altına
girdik." diye konuştu.
Geçen yıl valilikle beraber Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararları
doğrultusunda Yemiş Kapanı Hanı Kazısı'nı
başlattıklarını ifade eden Gürkan, şunları kaydetti:
"Kazıyı Edirne Arkeoloji Müzesi'nin denetiminde
ve başkanlığında başarılı bir şekilde bitirdik.
Orada muhteşem şeyler bulduk. Orada Mimar Sinan'ın
su kemerlerini ortaya çıkardık. Müthiş bir şadırvan
ortaya çıktı. Bence bu kazının en başarılı kısmı,
gelecek yüzyıllara taşınacak kısmı odur.
UNESCO sorumluluğunda bir Selimiye Camisi ve
Külliyesi rekreasyon projesi yapmıştık. Bu daha önce
bir yarışma projesiydi. Yenileyerek günün
koşullarına uygun hale getirdik. Yemiş Kapanı Hanı
donatısı ilave edildi projeye. Valilikle birlikte
hazırladığımız projemiz hem Marmara Belediyeler
Birliği hem de Tarihi Kentler Birliği'nden üst üste
birincilik aldı. En yüksek puanla birincilik kazanan
bu projenin ödülünü 16-17 Kasım'da Antalya'da
düzenlenen törenle alacağız."
Uygulama projesinin bittiğini ve Kültür
Varlıklarını Koruma Kuruluna sunduklarını dile
getiren Gürkan, "Proje kurulda tartışıldı şimdi
hanın güneydoğu cephesinde kalan ve ortaya
çıkardığımız dört deponun fonksiyonuyla ilgili bir
çalışma istendi bizden. 15 gün içerisinde uzman
sanat tarihçiler ve restoratörler tarafından bu
çalışma hazırlanacak. Kurulun 15 gün sonraki
toplantısında bunu tekrar görüşeceğiz. En kısa
zamanda Yemiş Kapanı Hanı ile beraber Selimiye
Camisi'nin etrafını hem Edirne'nin, hem Türkiye'nin,
onların da ötesinde Selimiye ve Mimar Sinan'ın hak
ettiği biçimde düzenleyeceğiz." ifadelerini
kullandı.
Selimiye Camisi ve Külliyesi projesini Kültür ve
Turizm Bakanı Nabi Avcı'ya ilettiğini ifade eden
Gürkan, destek beklediklerini kaydetti.
Habertürk, 25.10.2016
|
KÜÇÜKYALI ARKEOPARK'TAKİ TARİHİ DUVARA SPREY BOYA
TAHRİBATI

İstanbul’un Asya yakasında, Maltepe İlçesi’nde yer
alan ve Çınar Mahallesi sınırları içinde bulunan
Küçükyalı ArkeoPark’taki 1100 yıllık duvar yapısına
sprey boya ile yazılar yazıldı. Yazılı kaynaklar,
manastırın patrik tarafından Adalar’da yaptırılmış
diğer manastırlar arasından en gösterişlisi olduğunu
yazıyor.
Bizans imparatorunun oğlu olan İgnatios
tarafından, MS 866 – 877 yılları arasında inşa
ettirilen Satyros Manastırı’na yapılan bu saldırı,
Küçükyalı Arkeopark ekibi tarafından kınandı.
Küçükyalı Arkeopark ekibi yayınladıkları açıklamada,
bu tarihi duvarın temizlenmesi için konservatörlerin
haftalarca çalıştığını belirtti.
Alandaki kültürel miras tahribatı için yapılan
açıklama şu şekilde;
Küçükyalı ArkeoPark’ta kültürel miras
tahribatı
Burada yayınlanan fotoğraflar her şeyi
anlatıyor. Alanı temizlemek ve korumak için yapı
kompleksinin bu kısmında yapılan uzun süreli
çalışmaların ardından bir Pazartesi sabahı
gördüklerimiz bunlar. Duvarları temizlemek için
haftalarını veren ve konservasyon için
hazırlayan konservatörlerin bir çalışma
fotoğrafını da ekliyoruz.
İstisnasız tüm toplumun faydalanması adına,
alanımızın canlı ve sağlıklı kalması için
yardımlarınızı bekleriz.

Konservatörlerin duvarları temizleme çalışması
Söz konusu yapı kompleksi, 867 – 877 yılları
arasında Patrik Ignatios tarafından inşa ettirilmiş
olan ve içinde Baş Melek Mikael’e adanmış bir
kilisenin olduğu bir manastır olarak tanımlanmakta.
Bu yapı kompleksinin mimari ve dekorasyon
özellikleri itibariyle çok gösterişli olduğu
düşünülmekte.
arkeofili.com, Haber: Erman
Ertuğrul, 25.10.2016
|
ROMA PARKI'NDA TARİHİ ESER BULUNDU, ARKEOLOJİK
KAZIYA GEÇİLDİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
tarihi eser kalıntılarının üzerinde yer aldığı için
Roma Parkı olarak alınlan alanda sosyal tesis
inşaatına başladı. Cihangir sakinleri, arkeolojik
sit alanı olduğu için inşaata karşı çıktı. Nitekim,
cuma günü ve bugün yapılan kepçe ile kazılarda
tarihi eser bulundu. Bugün çok sayıda çıkan tarihi
kalıntılar üzerine, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş tarafından kepçeli kazı
durdurularak, elle kazıya başlandı.

Cihangir Roma Parkı’nda yapılması planan ‘Cihangir
Sosyal Tesisi’ inşaatında çok sayıda tarihi esere
rastlandığı için kepçe ile kazılar durdurularak,
arkeolojik kazıya başlandı. Perşembe günü başlayan
ve Cihangir sakinlerinin arkeolojik sit alanı olduğu
için karşı çıktığı inşaat cuma günü tarihi sarnıç
bulunduğu için durdurulmuştu. Bugün sabahın erken
saatlerinde kepçelerin tekrar çalışmaya başladığı
inşaat alanında çok sayıda esere rastlandığı için,
kepçe ile kazı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş tarafından durduruldu.
İZİNLER
ALINDI
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’den
sozcu.com.tr’ye konuşan bir yetkili, proje ile
ilgili tüm Anıtlar Kurulu dahil, tüm izinlerin
alındığını, ancak arkeolojik buluntulara rastlandığı
için kepçe ile kazının İBB Başkanı Kadir Topbaş
tarafından durdurulduğunu belirterek, “Bundan sonra
çalışma arkeolojik kazı, yani elle kazı olarak
yapılacak” dedi.

: İnşaata ait ruhsat izni fotokopi çekilerek tabelaya yapıştırıldı.
OSMANLI DÖNEMİNE
AİT…
Sozcu.com.tr’ye konuşan Cihangir Güzelleştirme
Derneği Başkanı Arkeolog Bensen Ünlüoğlu da proje
için izin kağıdının siyah beyaz bir fotokopi kağıdı
olarak tabelaya yapıştırıldığını belirterek, “İzin
bu şekilde tabelada yer almaz. Cihangirliler izni
sorduğunda ‘Size göstermek mecburiyetinde değiliz,
hangi sıfatla soruyorsunuz’ yanıtlarını aldı” diye
konuştu.

Bu sabah başlayan kepçe kazılarının iki gün önce
yapılan yerin biraz daha altında başladığını
belirten Ünlüoğlu, “Biraz daha geriye yani daha önce
kazı yapılan kesitte ciddi bir seramik yığını
olduğunu gördük. Bunun da kepçeyle kazılamayacağı
aşikar. Arazide uzun yıllar çalıştığım için farklı
bir renk olduğunu gördüm. Getirmelerini istedim ve
olasılıkla 100-150 yıllık, Osmanlı dönemi, yaklaşık
17 santim çapında bir seramik kasenin dibi olduğunu
gördüm. Tam ne olduğunu uzmanlar söyleyecek. Bunun
ardından da çok hızlıca Ardından da İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından
kazı durduruldu. Bize projenin mimarı Erkan İnce,
‘Şuan itibariyle kepçeli kazı durdurulmuştur, elle
kazı sistemine geçilecek’ açıklamasını yaptı” diye
konuştu.
Sözcü, Haber: Yurdagül Uygun, 25.10.2016
******
ROMA PARKI DİRENİŞİ İBB'YE GERİ ADIM ATTIRDI
Cihangir’deki
arkeolojik sit alanı Roma Parkı’na yine iş
makineleri girdi, 1 kişi gözaltına alındı. Halkın ve
yaşam savunucularının direnişiyle iş makineleri
parktan çıktı.

Kamu alanların ranta
açılmasına yönelik tepkiler devam ederken,
belediyeler de en önemli kamusal alanlardan biri
olan parklardaki çalışmalarına hız kesmeden devam
ediyor.
Arkeolojik sit alanı ilan
edilen İstanbul’un Beyoğlu İlçesi'ne bağlı Cihangir
semtinde bulunan Roma Parkı/Bostanı’na (Sanatkarlar
Parkı), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
tarafından yapılması planlanan ‘Cihangir Sosyal
Tesisi’ için bir kez daha iş makineleri girdi.
Sit alanı, kazı
yapamazsınız
Sabah saatlerinde çevik
kuvvet ekipleri tarafından ablukaya alınan parka iş
makineleri girerek, çalışmalara başladı. Mahalle
sakinleri ile Beyoğlu Kent Savunması üyeleri de
alanın arkeolojik sit alanı olduğunu belirterek,
belediye ekiplerinin kazı yapamayacaklarını söyledi.
‘Osmanlı seramiği
bulundu’
Kazı çalışmaları sırasında
elektrik kaçakları da olduğunu ve ilgili kurumların
haberdar edilmediğini belirten Cihangir
Güzelleştirme Derneği Başkanı Arkelog Senben
Ünlüoğlu, “Mahkeme süreci devam ederken sosyal tesis
yapılmaya çalışılıyor. Alanda çıkan seramik kesitler
nedeniyle bizi içeriye aldılar. Anladılar ki
herhalde önemli bir şey var. Biz de ‘Aman, durun
yapmayın’ dedik. Osmanlı seramiği bulundu. Bulunan
seramik Kadir Topbaş’a zannediyorum iletildi. Kadir
Topbaş’ın ‘dur’ demesi ile çalışmalar zannediyorum
durduruldu. Burada bir arkeolog eşliğinde elle kazı
yapılarak, arkeolojik kazının yapılacağını umuyoruz”
diye konuştu.
Yeşil alan olarak
kalmalı
Bölge sakinleri de söz konusu
çalışmaların karşısında olduklarını vurgulayarak,
“İnsanları halkı tedirgin ediyorlar. Çalışmalar
ruhsatsız. Halk olarak itiraz ediyoruz. Buraların
yeşil alan olarak kalmasını istiyoruz” dedi.
Kazıya engel olmak isteyen
Beyoğlu Kent Savunması üyesi Deniz Özgür ise polis
tarafından gözaltına aldı. Özgür, işlemlerin
ardından akşam saatlerinde serbest bırakıldı. Talana
karşı yurttaşlara çağrı yapan Beyoğlu Kent
Savunması, şu ifadeleri kullandı: “Vakti olan,
buradan gecen, burada yasayan, bu parkta en az bir
kez oturmuş parka sahip çıkmak için buraya
çağırıyoruz. Ruhsatsız ve tamamen hukuksuz inşaata
direniyoruz!” Yapılan çağrıda ayrıca, mevcut
kazılmış bölgede sarnıç bulunduğu ve tarihi sarnıcın
kepçe ile kırıldığı da ifade edildi.
Ne olmuştu?
Geçen cuma günü inşaat kepçesinin alana
girmesi üzerine mahalle sakinleri ile yaşam
savunucuları tepki göstermiş, Beyoğlu Kent Savunması
ve Cihangir Güzelleştirme Derneği üyelerinin
girişimiyle çalışmalar durdurulmuştu. Kazılarda ise
Osmanlı dönemine ait sarnıç kalıntıları bulunduğu
belirtilmişti.
*****
Tarihi spor kulübü de
yıkılıyor
Bakırköy’de 1921 yılında kurulan Osmaniye İstiklal
Spor Kulübü’nün 1996 yılından bu yana kullandığı
tesisler belediye tarafından yıkılmak isteniyor.
Kulüp binasına dün sabah yıkım için zabıta ekipleri
ve iş makinalarının gitti. Sporcular ve bölgedeki
yurttaşlar, yıkım kararına tepki göstererek,
tesislerin önünde bekleyişe geçti. Tahliye işlemi
yapılamadığı için yıkım gerçekleşmedi. Belediyeden
yapılan açıklamada hizmetlerin tek çatı altında
toplanması için yeni bir bina yapılacağı, İstiklal
Spor Kulübü’nün Atatürk Spor ve Yaşam Köyü’nde
faaliyetlerine devam edeceği belirtildi.
Birgün, 26.10.2016
|
KARADENİZ'İN DİBİNDE OSMANLI VE BİZANS'TAN KALMA
GEMİ BATIKLARI BULUNDU
Arkeologlar,
Karadeniz’in dibinde,
Bizans ve
Osmanlı imparatorluklarına ait 40’tan fazla
iyi durumda gemi tespit etti.
Daily
Mail’in haberine göre
Karadeniz Sualtı Arkeolojisi Projesi ekibi,
1.800 metre derinliğindeki deniz dibini taramak
için uzaktan kumandalı iki cihaz kullandı.
Cihazlardan biri yüksek çözünürlüklü 3D resimler
yaparken ikincisi projektörleri, lazer
tarayıcıları ve kameraları taşıyarak arazi
hakkında bilgi topladı.
Ekibin başkanı
Prof.Dr. John Adams, “Projemizin temel görevi,
gemilerin yattığı yerleri tespit etmek için
jeofizik çalışmaları yapmak ve ayrıca
Karadeniz’in hikayesini anlatacak verileri
toplamak” dedi.
Batan gemilerin
kaplamalarını inceleyerek iskeletinin
resimlerini çeken arkeologlar, oksijen eksikliği
nedeniyle, gemilerin iyi korunduğunu kaydetti.
Aramalar,
Bizans’ı diğer ülkelere bağlayan eski
güzergahlara uygun olarak gerçekleştirildi.
Hürriyet, 25.10.2016
|
MISIR'DA
KAÇAKÇILARIN ELİNDE YAKALANAN TARİHİ ESERLER
SERGİLENİYOR
Kahire'deki Mısır Müzesinde, son 30 yılda yurt
dışına götürülmek üzereyken kaçakçıların elinde
yakalanan tarihi eserler için sergi düzenlendi.
Serginin açılışında konuşan
Mısır Tarihi Eserler Bakanı Halid Anani,
kaçakçıların elinden kurtarılarak sergilenen 350
eserin, antik Mısır, Yunan, Roma ve İslami
dönemlerden kalma olduğunu belirtti.
Heykel, silah, para, tablo gibi tarihi eserlerin
bulunduğu serginin 15 Aralık'a kadar ziyarete açık
olacağı belirtildi.
Anadolu Ajansı,
Haber: Hussein Mahmoud Ragab Elkabany, Zeynep Hilal
Karyağdı, 25.10.2016
|
TARİHİ HASTANE TOKİ'YE Mİ VERİLECEK?
Cumhuriyet döneminin ilk yapılarından olan
tarihi Çorlu Askeri Hastanesi’nin kaderi belli
oluyor. Koruma Kurulu, yarın tarihi yapıyla
ilgili son kararını verecek.
Cumhuriyet döneminin ilk yapılarından olan
tarihi
Çorlu Askeri Hastanesi için Edirne Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu yerinde inceleme
kararı aldı. Askeri Hastane 13 Nisan 2016’da 1.
Derece tarihi eser olarak Koruma Kurulu’nca
tescil edilmiş ancak
Milli Savunma Bakanlığı bu karara itiraz
etmişti. Hastane ve bahçesinin
TOKİ’ye verilmek istendiği ortaya çıkmıştı.
Koruma Kurulu 25 Ekim 2016 günü (yarın) tarihi
yapıyla ilgili
son kararını verecek.
TOKİ’YE Mİ
VERİLİYOR?
Tekirdağ’ın Çorlu
İlçesi'nde 82 dönümlük
yeşil bir alanın içerisinde bulunan Çorlu Askeri
Hastanesi, 13 Nisan 2016 tarihinde Edirne Kültür
Varlıkları Koruma Bölge Kurulunca 1.Grup Yapı
olarak tescillenerek koruma altına alındı.
Ancak, 31 Mayıs 2016 tarihinde binanın
kullanımında söz hakkına sahip olan Milli
Savunma Bakanlığı İnşaat
Emlak Bölge Başkanlığı’nın itiraz başvurusu
ile tescilin kaldırılması hususu gündeme geldi.
Milli Savunma Bakanlığı ile TOKİ arasında
yapıldığı ileri sürülen protokol kapsamında
Askeri Hastane’nin yıkılmasının planlandığı ve
mevcut arazinin bir kısmının da daha küçük yeni
bir hastane binası yapılacağı, arazinin geri
kalanın da konut olarak ayrıldığı
iddia edilmişti.
SORU
ÖNERGESİ VERİLDİ
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na ve
Çevre Şehircilik Bakanlığı’na yazılı
cevaplanması istemiyle soru önergeleri verilerek
bahsi geçen tescilli yapının hangi amaçla
tescilinin kaldırılması istendiği ve neden
yıkılmak istendiği soruldu. Henüz önergelere bir
cevap verilmedi.

TRAKYA’NIN
EN GÖRKEMLİ YAPISI
21 Eylül 1940
yılından itibaren
Asker Hastanesi olarak kullanılan bina
Ağustos 2016 tarihinden itibaren
Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Şuanda,
Çorlu Devlet Hastanesi Münür Alkan Binası olarak
hizmet eden tarihi hastane erken
cumhuriyet dönemi mimarisinin karakteristik
özelliklerini yansıtıyor. Dönemin 5. Kolordu
Komutanı Salih Omurtak Paşa’nın şahsi çabaları
ile projesi hazırlattırılan bina, krom nikel
mutfak gereçleri, kalorifer tesisatı, çamaşır
yıkama ve kurutma dolapları ile dönemin oldukça
modern bir yapısı olarak dikkat çekiyor.
Dönemdaşı kamu
binalarında bulunan en önemli özelliklerinden
olan Avusturya Kübiği tarzında olan bina 150
metrelik bir cephesiyle Trakya’ da bulunan en
görkemli devlet binalarından biridir.
KURUL
ÇORLU’DA TOPLANIYOR
Kurul 6 ay önce
1. Grup tarihi eser statüsüne aldığı Çorlu
Askeri Hastanesi’nin tescilinin kaldırılmasını
görüşmek üzere yarın Çorlu’da toplanıyor. Kurul
binayı yerinde inceleyip tescilin kaldırılıp
kaldırılmayacağına karar verecek. Bu arada 6 ay
önce Koruma Kurulu’nda tescili onaylayan
üyelerden 3’ü görevden alındı yerine 1 üye
atandı. İki üyenin ise yeri hala boş.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 24.10.2016
|
DİYARBAKIR'DA 1500 YILLIK YERALTI SIĞINAĞI
Diyarbakır'ın Çınar
İlçesi'nde Zerzevan Kalesi'ndeki kazılarda bin 500
yıllık yeraltı sığınağı ortaya çıkarıldı.
İlçeye 13 kilometre
uzaklıktaki Demirölçek Mahallesi yakınlarında
bulunan, Roma İmparatorluğu döneminde "askeri
yerleşim" olarak kullanılan Zerzevan Kalesi'nde
Kültür veTurizm Bakanlığı, Diyarbakır Müzesi,
Diyarbakır Valiliği, Çınar Kaymakamlığı ve Dicle
Üniversitesinin katkılarıyla 2014 yılında başlayan
kazı sürüyor.
60 dönümlük alan
üzerinde 12-15 metre yüksekliğinde ve bin 200 metre
uzunluğunda sur kalıntısı, 21 metre yüksekliğinde
gözetleme ve savunma kulesi, kilise, yönetim binası,
konutlar, tahıl ve silah depoları, yeraltı
ibadethanesi, sığınaklar, kaya mezarları, su
kanalları ile 54 su sarnıcı bulunan kale tarihe ışık
tutuyor.
Kazı çalışmalarını
inceleyen Çınar Kaymakamı İsmail Şanlı AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Zerzevan Kalesi'nin bin 500
yıllık olduğunu belirterek, buranın keşfedilmemiş
yönlerinin bulunabileceğini ifade etti.
Kazıda son olarak
yeraltı sığınağı bulunduğunu bildiren Şanlı, kalenin
çok bakir bir çalışma sahasında yer aldığını
kaydetti.
Şanlı, buradaki
kazıların 3 yıldır sürdüğünü söyleyerek, "Kalede çok
önemli bir yeraltı sığınağının bulunması bölgedeki
keşiflerin ipuçlarını gösteriyor. Güneydoğu, terör
olaylarıyla gündeme gelse de turistik, arkeolojik ve
ekonomik yatırımlar artarak devam ediyor. 3 yıldır
devam eden kazılarda 100 kişi çalışıyor. Kazı
çalışması önümüzdeki yıllarda da devam edecektir."
diye konuştu.
Birgün, 24.10.2016
|
TOPKAPI'DA ÇALIŞMA BAŞLADI
Topkapı Sarayı hazine bölümü eserlerinin
sergilendiği Fatih Köşkü’nün çökme noktasına
geldiğini Hürriyet “Ayakta zor duruyor”
manşetiyle duyurmuştu.
Kültür ve
Turizm Bakanı
Nabi Avcı haberin ardından
Topkapı Sarayı’nı incelemiş ve gerekenin
yapılacağını açıklamıştı. Aylardır projesi bir
türlü onaylanmayan güçlendirme çalışmaları,
Bakan Avcı’nın talimatıyla hızlandırıldı.
Geçtiğimiz hafta statik güçlendirme ölçümleri
için çalışmalara başlandı.
6 AY
SÜRECEK
Hazine bölümündeki
statik deformasyonların çatlak boyutlarını
aşarak yarık ve ayrık noktasına geldiği, sorunun
tespitine yönelik zeminsel etkilerin daha ağır
bastığı görüldü. Sadece
Topkapı Sarayı hazine bölümü değil arşiv ve
depo binalarına kadar tüm yamaçta benzer
sorunların olduğuna karar verildi. Bu amaçla
zemin etüt çalışmaları için öncelikle sondaj ve
muayene çukurları açılması kararlaştırıldı.
Zeminsel deformasyonların sebep-sonuç ilişkisi
irdelenerek zemin güçlendirme metodu
belirlenecek.
Yapısal
güçlendirme projesi, binadaki ayrılmalara
müdahale yöntemlerinin belirlenmesinin akabinde
uygun şekilde hayata geçirilecek. Zemin
güçlendirme için başlatılan aletsel gözlem ve
statik sonuçların değerlendirilmesi 6 aylık bir
süreci kapsıyor. Bu süreçte binanın betondan
arındırılması, kubbe ve duvarlarındaki
fazlalıkların temizlenmesi çalışmalarına devam
edilecek.
ÜSTÜ
SÜREKLİ ÖRTÜLDÜ
Çalışmalar
kapsamında 26 farklı noktada sondaj ve araştırma
çukurları vasıtasıyla zemindeki titreşimler
kaydedilecek. Aynı şekilde yarıklara çatlak
ölçer sensörleri yerleştirilerek veriler
toplanacak. Tüm bu verilerin ışığında
güçlendirme projesinin yöntemi belirlenerek 2017
sonunda restorasyon tamamlanmış olacak.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 24.10.2016
|
AFYONKARAHİSAR'DA
200 YILLIK MEZARLAR GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI
Sandıklı İlçesi Çay Mahallesi'ndeki Havai Camisi'nin
bahçesinde 200 yıllık mezarlar gün yüzüne çıkarıldı.
Restorasyonuna 2014 yılında
başlanan ve bu yıl ramazan ayında ibadete açılan
caminin bahçesinde tamamen toprak altında kalan
mezarlarda, Havai Cami Yaşatma ve Güzelleştirme
Derneği tarafından temizleme çalışması
gerçekleştirildi.
Yerel tarih araştırmacısı
Hüseyin Hüsrevoğlu tarafından çevirileri yapılan
hece taşları, mezar başlarına dikilerek düzenlendi.
Hüsrevoğlu, 1750 yılına
ait arşivlerinde, caminin Havai Ahmet Efendi
Külliyesi olarak kayıtlı olduğunu söyledi.
Anadolu Ajansı, Haber:
Hüseyin Ünlüsoy, 24.10.2016
|
LOZAN TUTANAKLARI MÜZAYEDEDE SATILDI
Lozan Barış Konferansı görüşmelerinin bazı
tutanakları İstanbul'da düzenlenen müzayedede
satıldı.

Librairie de Pera ortağı Uğur Güracar, çok özel bir
koleksiyonu satışa çıkardıklarını ifade ederek bine
yakın eserin müzayedede satışa sunulduğunu anlattı.
Güracar, şöyle devam etti: ''Birçok antika, nadir
Kitap, eski haritalar, fotoğraflar,
kartpostallar, tarihsel belgeseller ve resimleri
bugün burada satışa çıkardık. Bunun
yanında 1.
Lozan görüşmeleriyle ilgili çok özel bir
parçamız var. O dönemdeki görüşmelerin
mazbatalarının bulunduğunu kayıtları da satışa
sunduk. Heyet içerisinde bulunan ilk Maliye
Bakanımız
HASAN Saka Bey'den bu kayıtlar bugüne
kadar geldi. Bu tutanaklarda Lozan'dan nasıl
yırttığımızın koşulları var.''
Müzayedede tutanaklar ismi açıklanmayan bir kişi
tarafından 15 bin liraya satın alındı.
Milliyet, 23.10.2016
|
İZİNSİZ TARİHİ ESER ARAYAN 4 KİŞİ YAKALANDI
İzmir'in Torbalı İlçesi'nde, jandarmanın yaptığı
operasyonda izinsiz tarihi eser arayan 4 kişi
suçüstü yakalandı. Operasyonda yüklü miktarda
patlayıcı da ele geçirildi.

İzmir İl
Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü
ekipleri, Torbalı'nın Bülbülderesi Mahallesi
kırsalında tarihi eser bulmak için izinsiz kaza
yapıldığı ihbarı üzerine harekete geçti. Bölgede
izinsiz kazı yaptıkları belirlenen Y.C., A.Y., E.U.
ve S.Ö. suçüstü yakalandı. Arazide yapılan
incelemelerde kazılan çukurlara rastlanırken, suç
yerinde çok sayıda patlatma da kullanılmak üzere
elle hazırlanmış 13 elektrikli patlayıcı madde
düzeneği, 800 gram barut, 2 kazıcı ve delici alet, 1
seyyar
Jeneratör, 1
Otomobil, kazma, balyoz, kürek ve benzeri
malzeme ele geçirildi. Yakalanan şüpheliler
haklarında yasal işlem yapıldıktan sonra serbest
bırakıldı.
Milliyet, Haber: Mehmet Candan,
23.10.2016 |
2400 YILLIK TARİH
GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Bursa'nın merkez Nilüfer
İlçesi'ne bağlı Gölyazı’daki Roma dönemine ait 2400
yıllık mezarlar gün ışığına çıkarılıyor.
Bursa-İzmir yolunda Uluabat
Gölü (Apollont) kıyısında bulunan Gölyazı’da her
taşın altından tarih fışkırıyor. Nilüfer Belediyesi
ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel
Müdürlüğü arasında imzalanan protokol çerçevesinde
yürütülen çalışmalarda, Apollon Krallığı'nın merkezi
olarak bilinen Gölyazı’da 2400 yıllık mezarlar gün
yüzüne çıkartılıyor. Bu zamana kadar yapılan
arkeolojik çalışmalarda antik yollar, doğal
kayalardan kesilmiş lahit tekneler, antik surlar
gibi birçok eser ortaya çıkarılırken, yeni
arkeolojik çalışmalar yeni eserlerin de varlığını
ortaya koydu. Gerekli izinlerin alınmasının ardından
başlatılan çalışmalarda Gölyazı’nın altında bir
tarih yattığı tespit edildi.
"TİCARET VE DİNİ
İNANÇLARA AİT BULGULAR ÇIKIYOR"
Nekropol
alanında yapılan arkeolojik çalışmalarla binlerce
senelik mezarların gün yüzüne çıktığını belirten
Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Gölyazı’nın
geleceğini yeniden şekillendirmeye devam ettiklerini
söyledi. Başkan Bozbey, “Kültür ve Sosyal İşler
Müdürlüğü, Nilüfer Belediyesi Tarih Turizm Bürosu
koordinasyonu ile gerçekleşen kazılarda tarihi ve
kültürel varlıkları ortaya çıkarmanın mutluluğu
içerisindeyiz. Tabii ki çok gecikmiş bir proje. Ama
yıllardır çabalarımızın meyvesini yeni yeni almaya
başladık. 2400 yıllık tarihi birikimi ortaya
çıkarmak, bu tarihi birikimi gelecek kuşaklara
aktarmak yerel ve merkezi idarenin görevi diye
düşünüyoruz. Burada ekipler birçok tarihi eseri gün
yüzüne çıkararak geleceğe taşıyor” dedi.
İnce elenip sık dokunan arkeoloji çalışmalarıyla
toprağın altından çok farklı eserlerin çıktığını
belirten Bozbey, “Buradaki mezarlar dışarıda
yapılmış değil, tamamen mevcut kayanın yontulması ve
oyulmasıyla oluşturulmuş. Yine mevcut alanda bulunan
taşların yontulmasıyla mezar üzerine kapak yapılmış.
Aynı mezar üzerine oyularak yazılar yazılmış.
Bazılarında cinsiyetiyle ilgili belirleyici ifadeler
kullanılmış. Çocuk mezarları ise kerpiçten yapılmış.
Kimi mezarlarda ise vefat eden kişinin eline küp
verilerek defnedildiği görülüyor. Uludağ
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mustafa Şahin’in danışmanlığını yaptığı kazılar
sayesinde bu topraklarda 2400 yıl önce yaşayan
insanların hayatı, ticaret ve dini inançlarına dair
çok önemli bulgular elde ediyoruz” diye konuştu.
KONAKLAMA ÜNİTELERİ
AÇILACAK
Yapılan kazı çalışmalarının
bulunduğu alanda müze park projelerinin de olduğunu
ifade eden Bozbey, bu değerleri gelen turistlere
sunmak istediklerini söyledi. Bozbey, “Yapılan
çalışmalara engel olan veya süreci uzatan bazı
olumsuz olaylar da yaşıyoruz. Biz burada ince eleyip
sık dokurken, define avcıları ise buralarda hazine
arıyor. Bu alandaki bir kum tanesi bile bizim
tarihimiz. Tarihimize zarar verenleri gören veya
duyan olursa gerekli yerlere şikayet etmelerini
istiyoruz. Halkın bu değerlere sahip çıkmasını
sağlamalıyız” dedi.

İlk kazıları antik
kente ismini veren Apollon Tapınağı'nın bulunduğu
Kız Ada üzerinde gerçekleştirdiklerini söyleyen
Başkan Bozbey, “Yoğun bitki örtüsü altında kalan
ada, Nilüfer Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü
personelince otlardan temizlendi. Şimdi bu alanda
çıkan kalıntılar üzerinde net bir çalışma yapmak
istiyoruz. Oraya özellikle gezi turları düzenleyerek
hem turizmi hem de tarihi canlandırmak istiyoruz.
Yeni açılacak konaklama üniteleriyle burası daha
cazip olacak” diye konuştu.
Ntv, 23.10.2016
|
ASSOS'TA HAN KOMPLEKSİ ORTAYA ÇIKARILDI
Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Behramkale
Köyü'ndeki Assos antik kentinde Prof.Dr. Nurettin
Arslan başkanlığında yürütülen bu yılki kazılarda,
antik kaynaklarda bahsedilen ancak bugüne kadar
izine rastlanamayan Han kompleksi gün yüzüne
çıkarıldı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Arslan, en büyük
hayalinin Aristoteles'in Assos'taki yaşamına ilişkin
yazıt ya da heykel gibi bir kanıt bulmak olduğunu
söyledi.

Assos'ta Han kompleksi gün yüzüne
çıkarıldı.Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Assos
Kazıları Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, Ayvacık
Belediye Başkanı Ünal Şahin'in misafiri olarak
ilçede bulunan basın mensuplarına antik kenti
gezdirip, bu yılki kazılarda İçdaş sponsorluğunda
ortaya çıkarılan yeni buluntular hakkında bilgiler
verdi. Bu yıl Assos'taki kazıların ağırlıklı olarak
kentin iç kesimlerinde yer alan Bizans Çağı denilen
dönemin kalıntılarını kapsadığını anlatan Prof.Dr.
Arslan, bu Bizans dönemi yapıları içinde kendileri
için önemli olan, antik kaynaklarda bilinen, ama
şimdiye kadar ortaya çıkarılmamış, Batı Kapısı'nın
gerisinde bulunan, insanların konakladığı ve
hastaların tedavi edildiği 'Han' yapısı olarak
isimlendirilebilecek bir komplekse ait kalıntıları
gün yüzüne çıkardıklarını söyledi.
Kazılara 10 yıldır başkanlık yapan
Prof.Dr.
Nurettin Arslan, ortaya çıkarılan hanın bulunduğu
alanda gazetecilere yaptığı açıklamada, "Kompleksin
kendine ait fırını, mutfağı, sarnıçları var. Buraya
gelenlerin bütün ihtiyacını karşılıyor. Aynı zamanda
da gelen insanların ibadetlerini yapması için mescit
dediğimiz şapel de burada mevcut. O yüzden antik
kaynaklarda, böyle bir yapının sözü ediliyor. Bizans
dönemindeki antik kaynaklar han konusunda bilgiler
veriyor. Ancak hiçbirisi böyle bir yapıyı
tanımlamamış ve arkeolojik kazılarda belirlenmemiş.
O yüzden de bizim bulduğumuz yapı, tabi ki doğru
tanımlama yaptıysak, eğer yanılmadıysak, bu hanın
nasıl olduğunu, nasıl işletildiğini, hangi
mekanlardan oluştuğunu, bu mekanların hangi amaçlar
için kullanıldığını buluntular sayesinde
aydınlatabileceğiz. Örneğin odada birden fazla
mermer masanın ele geçmesi burada insanların yemek
yediğini gösteriyor. Küçük şapel ise insanların dini
ibadetlerini yaptığını gösteriyor. Yine birden fazla
sarnıç ve kuyuları var. Mutfak kısmı gibi bölümler
var. Bunun dışında da insanların konakladıkları çok
sayıda birbirine bağlanmış mekanlardan meydana
geliyor. Ama hiçbir arkeolojik kazıda böyle bir yapı
tespit edilememiştir. O yüzden, ilk defa Bizans
Dönemi'ne ait 'Han' dediğimiz bir yapıyı burada
ortaya çıkardığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. İlk
örneklerinden bir tanesi" diye konuştu.
DEPREMDE YIKILMIŞ KONUTLAR ORTAYA
ÇIKARILDI
Bu yıl yapılan kazılarda, 'Aşağı Agora' olarak
adlandırılan bölümde, Bizans Dönemi'nde meydana
gelen bir depremde yıkılmış konutları da ortaya
çıkardıklarını belirten Prof.Dr. Nurettin Arslan,
"Büyük bir ihtimalle bu kentin ileri gelen Bizanslı
ailelerinden birinin ikamet ettiği büyük bir yapı
kompleksini ortaya çıkardık. Bu konusun en büyük
özelliği şüphesiz olasılıkla bir deprem nedeniyle
yıkılmış olması. O dönemdeki yaşantının ortaya
konması açısından bizim için önemli bir buluntu.
Çünkü depremde yıkıldığı için olduğu gibi her şey
kalmış. Bu da bize özellikle Bizans dönemindeki
konutlarda kullanılan malzemeler ve yaşam şekli
hakkında bilgiler vermekte. Bir evde, hangi eşyalar
vardı ve neler kullanıldı, bunları çözmek bizim için
daha avantajlı" dedi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, Assos'un
sadece arkeolojik kalıntılarla değil, özellikle
doğası, denizi ve kültürüyle dikkat çeken ve bir tek
modern yapı görünmeyen nadir kentlerden birisi
olduğunu ifade ederek, bu doğal yapının da
korunmasının önemine dikkat çekti. Antik kentte
düzenleme faaliyetlerinin sürdüğünü de belirten
Arslan, "Basit onarımlar yapılması gerekiyor.
Özellikle geç antik dönemi yapıların onarılması
gerekiyor, O yüzden bunların da hemen onarımlarını
gerçekleştiriyoruz. İki büyük projemiz var. Biri
ören yeri karşılama merkezi projesi. Bakanlık bunu
tamamladı, Koruma Kurulundan geçecek. Bu yıl büyük
olasılıkla ihale edilecek. Ziyaretçilerin antik
kenti daha rahat gezebilmesi için ana caddeleri
açığa çıkartmak hedeflerimiz arasında. Antik kentin
tiyatrosu ise Anadolu'dakilerden en güzellerinden
biri. Restorasyon projesi hazırlandı, şu an Rölöve
Müdürlüğü'nde. O da bittiği zaman buranında
restorasyonuna başlanacak. Böylelikle tiyatro, bu
bölgede sosyal faaliyetler için kullanılan nadir
yerlerden biri olacak" diye konuştu.
'ASSOS UNESCO GEÇİCİ LİSTESİNE ALINMALI'
Assos dendiği zaman akıllara Aristoteles'in
geldiğini ifade eden Prof.Dr. Arslan konuşmasını
şöyle sürdürdü:"Bütün antik kaynaklar onun burada
yaşadığı konusunda bilgi veriyor. Aristoteles, 347
yılında gelip, 345'e kadar burada yaşamış.
Beraberinde 6 öğrencisi de burada. Bu da bize, O'nun
burada dersler verdiğini gösteriyor. Bu yıl
Aristoteles'in 1400'üncü ölüm yılı olması nedeniyle
Aristo yılı ilan edildi. Assos'un UNESCO Geçici
Listesi'ne alınmasını istiyoruz. Başvurumuzu yaptık.
Troia'nın tanınırlığı nasıl fazlaysa, burası da
tanınacak. Assos, İncil'de geçtiği için tanınan bir
kent. İnsanlar kutsal kentler içinde yer aldığı için
Assos'u biliyor. İncil'in dışında bir de UNESCO
listesinde yer alırsa kentin ziyaretçi sayısı
artacak. Ülkemizdeki olumsuz şartlar nedeniyle
turizmde bir azalma var. Ama Assos'ta ziyaretçi
sayısında tam tersine artma var. Bunun da sebebi bu
antik kenti yabancılardan daha çok Türklerin de
ziyaret etmesi. Çevre düzenlemesi ve onarımları
yapıp, gelen insanların kenti daha iyi algılama ve
gezmesine olanak tanırsak ziyaretçi sayısının daha
da artacağına inanıyoruz."
HAYALİ ASSOS'DA ARİSTOTELES'E AİT HEYKEL
VEYA YAZIT BULMAK
Her arkeologun bir hayali bulunduğunu, kendi
hayalinin de önemli bir şahsiyet olan Aristoteles'in
Assos Antik Kentinde yaşamına ilişkin yazıt ya da
heykel gibi bir kanıt bulmak olduğunu anlatan
Arslan, "Böyle bir iz bulursak bizim için mucizevi
bir şey olacak. Ama bunun dışında uzun vadeli
projelerin bir tanesi restorasyon projeleri.
Özellikle, Gimnazyum. Anadolu'nun en iyi korunmuş
Hellenistik dönemi Gimnazyumlarından bir tanesi.
Büyük bir yapı. Önümüzdeki yıllar tabi ki bu yapıyı
ortaya çıkartmak istiyoruz. Burası sadece erkek
çocukların 6 yaşından itibaren eğitim gördüğü bir
kurum" dedi.
Basın mensuplarına antik kenti gezdirirken, geçen
yıl buldukları oyun yerinde Ayvacık Belediye Başkanı
Mehmet Ünal Şahin ile üç taş oynayan
Prof.Dr. Nurettin Arslan, "Burada amaç, taşları
aynı aksa getirmek. Bunu başaran oyunu kazanıyor.
Tabi karanlık çöktüğünde antik kentin kapıları
kapanıyor ve kimsenin girmesine izin vermiyor
askerler. Sabaha kadar beklemek zorundasınız. Gerek
gündüz, gerek akşam insanlar belli zamanlarda burada
vakit geçiriyorlar. Genellikle antik kentlerde
'Agora' gibi kamusal alanların yakınlarında bu tür
çizimler görünüyor. Daire etrafında birbirini kesen,
tekerlek gibi bir motif var. Bu oyun iki kişi ve üç
taşla oynanıyor. Romalı askerler bunu deri üzerine
de çizip, ceplerinde de taşıyor. Yolda giderken
oynuyor. Üç taşla oynanan, bizim bildiğimiz en basit
oyunlardan birisi bu" diye konuştu.Ayvacık Belediye
Başkanı AKP'li Ünal Şahin ise, Assos antik kentinin bölgenin turist alması için çok önemli
olduğunu belirterek, Prof.Dr. Nurettin Arslan
başkanlığında yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan
yeni buluntuların Ayvacık'ın daha fazla ziyaretçi
almasına olanak sağlayacağını söyledi.
Milliyet,
23.10.2016
|
İZMİR'DE TARİHİ HAMAM MANAV OLDU
İzmir'in, Tilkilik Semti'nde 1700'lü yılların
Osmanlı mimarisi ile yapılmış 1960 yılına kadar faal
olarak kullanılan Kıllıoğlu Hacı İbrahim Vakfı
Hamamı, manav oldu. Hamamın içinde ve önünde sebze
ve meyve tezgahları açıldı.
Basmane'deki Anafartalar Caddesi üzerinde bulunan
klasik Osmanlı mimarisi ile moloz taş ve tuğladan
yapılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık
bölümlerinden oluşan Kıllıoğlu Hacı İbrahim Vakfı
Hamamı'nın üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile
örtülü. İzmir'de 1960 yılına kadar faal olarak
kullanılan hamam o yıl geçirdiği yangın sonrası
hamam işlevini yitirdi. Yangından sonra restore
edilmeyen hamam 2014 yılında Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından, odun kömür deposu olarak
kullanıldı. Bu kullanım sırasında hamama bir keçinin
bağlanması turistlerin ilgi odağı olmuş fotoğrafları
çekilmişti.
Boş duran hamam bu kez manava
dönüştürüldü. Hamamın kubbesinin altına sebze meyve
tezgahları açıldı. Hamam kültürünün çevrede çok
yaygın olduğuna dikkat çekenler, amaç dışı kullanım
nedeniyle tarihin izlerinin silinmesini istedi.
 
 
Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 23.10.2016
|
MOZAİK TARLASINDA 1500 YILLIK SİKKE BULUNDU

Konya'nın Beyşehir İlçesi'nde, geçen yıl tarihi
mozaiğin bulunduğu yonca tarlasında yürütülen kazı
çalışmalarında bin 500 yıllık sikke bulundu.

Konya Kültür ve Turizm Müdürü
Abdüssettar Yarar, ilçeye yaklaşık 30 kilometre
uzaklıkta bulunan Yunuslar Mahallesi'ndeki tarihi
mozaiğin bulunduğu yonca tarlasında yürütülen kazı
çalışmalarını inceledi. Burada gazetecilere
açıklamalarda bulunan Yarar, bölgedeki kazının 2 yıl
önce başladığını, ilerleyen aşamalarda da gözle
görülür somut bilgilere erişildiğini vurguladı.

Abdüssettar Yarar, Beyşehir'in diğer tarihi ve
kültürel değerleriyle birlikte yeni bir değere daha
kavuştuğunu belirterek, şöyle konuştu:
"Bölgede yaklaşık 5 ve 6'ncı yüzyıllarda bu alanda
yaşamın sürdürüldüğünü görmekteyiz. Bu bulgular buna
işaret etmektedir. Bölgede 500'lü yılların
ortalarına ait bir sikke bulundu."

"Bu coğrafyanın neresine kazma vurursak vuralım,
mutlaka altından küçük de olsa bir tarihi eserle
karşılaşıyoruz. Şu anda gördüğünüz bu alanın gelecek
yıllarda yapılacak olan kazılarla daha ne kadar bir
genişliğe kavuşacağını şimdiden öngöremiyoruz."

"Çünkü bu komple bir tesis de olabilir. Gelecek
yıllardaki kazılarla bilgilerimizi pekiştireceğini
tahmin ediyoruz. İnşallah turizme katma değer
sağlaması açısından da önemli bir arter olacağına
inanıyorum."

Habertürk, 22.10.2016 |
YENİ CAMİ'YE 8.4 MİLYONLUK RESTORASYON
351 yıldır Müslümanların ibadetlerine katkıda
bulunan Eminönü'ndeki tarihi Yeni Cami'nin 3 yıl
sürecek restorasyonu başladı.
Osmanlı padişahı 3. Murad'ın eşi Safiye
Sultan'ın emriyle 1597'de temeli atılan Yeni
Cami'nin inşası, 1665'te 4. Mehmed'in annesi
Hatice Turhan Sultan'ın çabaları ve bağışlarıyla
tamamlandı.
Esaslı çalışmalar başladı
Yeşilçam filmlerine, Anadolu'dan gelenlerin
İstanbul'a baktığı mekan olarak yansıyan,
avlusundan hiç ayrılmayan güvercinleriyle 351
yıldır kentin siluetine katkı sağlayan Yeni
Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore
ettiriliyor. İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü
Mürsel Sarı, geçmişte küçük çaplı onarımlar
geçiren caminin, çok esaslı bir restorasyon
sürecine girdiğini anlattı. İhalenin
tamamlanmasının ardından yer teslimini mart ayı
sonu gibi yaptıklarını aktaran Sarı, restorasyon
bedelinin 8.4 milyon lira civarında olduğunu
söyledi.
İbadeti engellemeyecek
Yeni Cami'nin restorasyon süreci hakkında
bilgi veren Sarı, "Caminin kubbe yüksekliğinden
de faydalanarak, alt tarafta ibadetin devam
edebileceği bir platform kuruyoruz. Cemaatin
ibadetini cami içerisinde, restorasyon
çalışmalarını engellemeden yapabilmesi için
içine demir kutu profilden, 5 metre yükseklikte,
ses, toz ve su geçirmez çalışma platformu
yapılıyor. Namaz, şimdi avluda kılınıyor.
Yaklaşık bir ay içerisinde alt katı tekrar
ibadete açmış oluruz" dedi.
Çinilere tadilat!
Caminin dış mekanlarda dış etkilere maruz
kalan taş yüzeylerde kayıplar olduğunu ifade
eden Sarı, "Çürütme yöntemiyle bunlar
temizlenerek, yerlerine yenileri konulacak.
Minarelerde taş kayıpları varsa onlar
temizlenecek. Caminin sıva raspaları yapılacak.
Burada 16. yüzyıldan kalma çok güzel İznik
çinileri var. Tek tek kontrol edilecekler.
Pencereler de aslına uygun şekilde yeniden imar
edilecek. Ahşap kündekari kepenkler ve kapılar
elden geçirilecek" dedi.
Akşam, 22.10.2016
|
ATATÜRK'ÜN LOKANTASI PANDELİ RESTORAN DA KAPANDI
Türk mutfağının seçkin lezzetlerinin tadılabildiği
1901 yılında Pandeli Çobanoğlu tarafından kurulan
115 yıllık Pandeli Restoran da kapandı. Mısır
Çarşısı’nın hemen girişinde yer alan Pandeli’nin 22
yıllık salon şefi Özay Çınar, “Son dönemde yaşanan
olaylardan dolayı turist artık gelmiyor ve Mısır
Çarşısı’ndaki restorasyon nedeniyle de işler kötü
gidiyordu. 3 aydır kapalıyız. Kimse sahip çıkmazsa
yakın zamanda da boşaltılacak” diyor.
Güçlendirme yapılırken
çinilerden birinin zarar gördüğünü söyleyen Çınar,
“Eşyalar olduğu gibi duruyor ama sahipleri yaşlandı
artık ilgilenemiyorlar. Yani aslında Pandeli
sahipsiz kaldı” dedi. Pandeli 115 yıllık tarih
yolculuğunda birçok ünlü ismi ağırlamıştı. Mustafa
Kemal Atatürk Kolağası olduğu zamanlarda en çok
Pandeli’ye gelirmiş. En sevdiği lokantaymış. Celal
Bayar, Kraliçe II.Elizabeth, İspanya Kralı Juan
Carlos ve Kraliçe Sofia, Robert McNamara, Robert De
Niro, Tony Curtis gibi isimler de Pandeli’ye
gelenler arasında. Hatta Pandeli’ye gidenler bilir.
Duvarlarında Audrey Hepburn’ün fotoğrafları da
bulunuyor. Son olarak tarihçi-yazar Saffet Emre
Tonguç da Madaleine Albright ve Robert Redford’u
öğle yemeği için Pandeli’ye götürmüştü.
Saffet Emre Tonguç
çarşıda şu an 300 dükkanın kapandığını söyleyerek
ekliyor: “Pandeli’ye sahip çıkmamız gerek. Bu rakam
yılbaşında 600’ü bulacak. Kapananlar arasında
Cambaz, Abdullah gibi mekanlar da var. Nuruosmaniye
üzerindeki dükkanlar hep kapandı. Tarihimiz için
büyük kayıp. Sahip çıkmalıyız.” Son dönemde Kaymakçı
Pando, Libreira Pera Kitapçısı, Kelebek Korse gibi
tarihi mekanlar da kapananlar arasında yerini
almıştı.
Habertürk, 22.10.2016
|
HAZİNE ARARKEN MAĞARADA MAHSUR KALDILAR
Mardin’de boş bir arazide bulunan mağarada hazine
arayan 3 arkadaş mahsur kaldı. 3 kişiyi kurtarmak
için Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD)
ve itfaiye ekipleri seferber oldu.

Edinilen bilgiye göre, İlhan A., Süleyman K. ve
Behçet A. altın aramak için bir mağaraya indi.
İpleri çevrede kayalıklara dolayarak mağaraya inen
İlhan A., ipin kopması sonucu 35 metre derinlikte
bulunan mağaraya düştü. Arkadaşlarını kurtarmaya
giden Süleyman K. ve Behçet A. da mağarada mahsur
kaldı. Saatlerce mağaradan çıkmak için çabalayan 3
arkadaş çıkamayınca telefonla jandarmaya haber
verdi. Olay yerine giden jandarma ekipleri yer
altında bulunan mağarada mahsur kalan 3 arkadaşa
ulaştı. Olay yerine çağrılan AFAD ve itfaiye
ekipleri mağarada mahsur kalan ve yaralanan İlhan
A.’nın sedye ile çıkardı. Daha sonra arkadaşlarını
kurtarmak için mağaraya inen, Süleyman K. ve Behçet
A. ise AFAD ekipleri tarafından çıkarıldı. Durumu
ağır olan İlhan A. sedye ile ambulansa taşınarak
Mardin Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Diğer 2 kişi
ise ayakta tedavi edildi.
Kurtarma operasyonuna katılan itfaiye personeli
Davut Aslan, itfaiye komuta merkezine gelen ihbar
üzerine olay yerine geldiklerini söyledi. Olay
yerinde bulunan mağarada yaklaşık 35 metre derinliğe
inerek 3 kişiyi kurtardıklarını belirten Aslan, “İlk
önce ağır yaralı olan İlhan A.’yı kurtardık.
Ardından diğer 2 kişiyi de halatlarla yukarı
çıkardık. Yaralı olan hastaneye sevk ettik“ dedi.
Olayla ilgili jandarma ekipleri tarafından
soruşturma başlatıldı.
Milliyet, 21.10.2016
|
HİTİT KRALLIĞI
HATTUŞA'DA HAYAT BULACAK
Doğal, tarihi ve kültürel güzellikleriyle
Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden biri olan
Çorum, Anadolu'nun ilk medeniyetlerinden Hatti ve
Hititlerin kültürel mirasına ev sahipliği yapıyor.
"Tarihi Milli Park" ilan
edilen Boğazkale İlçesi'ndeki Hititlerin başkenti
Hattuşa, antik şehri çevreleyen 6 kilometrelik
surları, anıtsal kapıları, 71 metre uzunluğundaki
yeraltı geçidi, Büyükkale'deki sarayı, bugüne kadar
açığa çıkarılan 31 tapınağı, kentin kuzeydoğusundaki
Büyükkaya sırtlarında açığa çıkarılan çok büyük
boyuttaki buğday siloları ve Yazılıkaya Açık Hava
Tapınağı ile görülmeye değer mekanlar arasında yer
alıyor.
Ören yerindeki bazı yapı ve
mimari toplulukların kusursuz biçimde korunması
nedeniyle UNESCO tarafından 28 Kasım 1986'da "Dünya
Mirası Listesi"ne, bilinen en eski Hint-Avrupalı
dili temsil eden çivi yazılı tablet arşivleri de
2001 yılında UNESCO tarafından "Dünya Belleği
Listesi"ne alınan Hattuşa'nın tanıtılması ve turist
sayısının arttırılması amacıyla Boğazkale
Kaymakamlığı tarafından çeşitli çalışmalar
yürütülüyor.
İlçe merkezine
"Hitit köyü" inşa edilecek
Kaymakam
Osman Aydoğan, AA muhabirine, Hattuşa'nın UNESCO'nun
"Dünya Mirası Listesi"ne dahil edilmesinin 30'uncu
yılı dolayısıyla çeşitli proje ve etkinlikler
düzenlediklerini söyledi.
Hattuşa'nın tanıtılması ve
gelen turist sayısının artırılması amacıyla geçen
yıl bir çalıştay düzenlediklerini belirten Aydoğan,
ilçeye inşa etmek istedikleri Hitit köyü projesinin
çalıştaya katılan akademisyenler ile kültür ve
turizm alanında çalışmalar yürüten yetkililerce çok
beğenildiğine dikkati çekti.
İlçe merkezindeki 7 dönüm
arazide kurulacak Hitit köyü projesinin Orta
Karadeniz Kalkınma Ajansı (OKA) tarafından da
desteklendiğini bildiren Aydoğan, proje kapsamında 1
milyon liranın üzerinde yatırım
gerçekleştirileceğini dile getirdi.
3 bin 500 yıl önceki
yaşantı canlandırılacak
Hitit köyü ile
Hititlerin 3 bin 500 yıl önceki günlük yaşantısının
canlandırılacağını vurgulayan Aydoğan, "Antik
kentimiz 3 bin 500 yıllık olduğu için genelde
eserlerimiz temel seviyesinde. Biz de o günün
şartlarını canlandırmak ve turistlerimizi burada bir
gece misafir etmek için Hitit mimarisi ile büyük bir
Hitit köyü tasarladık. Aynı Hititler dönemindeki
gibi tabanı taş, üzeri kerpiçten olan, Aslanlı
Kapı'dan girilen, avlusu bulunan, içerisinde birçok
dükkanı barındıran, o günkü kral ve taht odası,
hapishanesi, ekmek fırını, demir atölyesi bulunan
bir yapı inşa edeceğiz." dedi.
Proje kapsamında hediyelik
satışların yapılacağı dükkanlar, seyir terası ve
kafeterya da bulunacağına işaret eden Aydoğan,
"Amacımız ziyaretçilere 3 bin 500 yıl önce
Hititlerin nasıl yaşadığını göstermek. Tanıtım
materyalleriyle 1 milyon liranın üzerinde yatırım
yapılacak bir proje. Bunun şu anda Türkiye'de
yapılmış bir örneği yok. İlk defa Hitit tapınak
mimarisiyle bir Hitit köyü inşa edilmiş olacak.
Diğer projelerimiz içerisinde bizim için en
prestijli olanı Hitit köyüdür." diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber:
Gazi Nogay, 21.10.2016
|
KİBELE HEYKELİ MÜZEYE TAŞINDI
Ordu’nun Kurul Kalesi’ndeki arkeolojik kazılarda
bulunan yaklaşık 2 bin 100 yıllık ana tanrıça Kibele
Heykeli Kültür Varlıkları ve Müze Genel
Müdürlüğü’nden gelen ekiple Ordu Müzesine taşındı.
İstanbul’dan gelen 5 kişilik ekibin yaklaşık 3
saatlik çalışma sonrası yerinden alınan heykel, özel
kutularda
Ordu Müzesine götürüldü. Kazının başkanlığını
yapan
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Süleyman
Yücel Şenyurt, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı
Enver Yılmaz’ı makamında ziyaret ederek, bu yıl
Kurul Kalesi’nde yürütülen kazı çalışmaları ve
heykel hakkında bilgi verdi.
Ziyarette
gazetecilere açıklamalarda bulunan Şenyurt, bu yıl
ki kazı çalışmalarının dün itibariyle sona erdiğini
söyledi. Bu yıl ki kazılar esnasında bulunan
heykelin yerinden alınarak özel bir ekiple Ordu
müzesine taşındığını ifade eden Şenyurt, "Eylül
ayında bulunan bu heykel yaklaşık 45 gün boyunca
kazı alanında kaldı. 45 günün ardından ana tanrıça
Kibele Heykeli güvenli şekilde müzeye taşındı.
Yaklaşık 5-6 aylık bir sürecin ardından heykelin
restorasyon ve konservasyonu tamamlanacak" dedi.
Heykelin ilerleyen süreçte müzede sergileneceği
bilgisini veren Şenyurt, kazı çalışmalarının gelecek
yaz ayından itibaren devam edeceğini sözlerine
ekledi.
KURUL’A 1 MİLYON TL ÖDENEK
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz da
Kurul Kalesi kazı çalışmalarına, belediye olarak,
bir milyon lira ödenek ayırdıklarını söyledi.
Yılmaz, şunları kaydetti:
"Önümüzdeki yıllarda desteğimiz devam edecek.
Ayrıca, Kurul Kalesi’nde bulunan, tahtta oturan 2
bin 100 yıllık Kibele Heykeli, bu yılın en önemli
tarihi buluntuları arasında yer aldı. Heykel özel
bir ekiple Ordu Müzesine taşındı. Heykelin
restorasyon ve konservasyonu tamamlandıktan sonra
vatandaşlarımızın ziyaretine açılacak. Kibele
Heykeli’nin bulunmasının ardından tarihi Kurul
Kalesi’ni 45 günde, yaklaşık 20 bin kişi de ziyaret
etti. Bu da turizm açısından çok önemli. Kalede bu
yılın çalışmaları, dün itibariyle tamamlandı.
Gelecek yıl mayıs ayından itibaren saklı tarih gün
yüzüne çıkmaya devam edecek."
Milliyet,
21.10.2016
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK
MOZAİK TABLOSU FİLİSTİN'DE AÇILDI
Filistin’in Eriha kentinde
Emevi Halifesi Hişam Bin Abdülmelik’in yaptırdığı ve
sarayın zemininde yer alan "Hayat Ağacı" adı verilen
827 metrekarelik dev mozaik tablo turizme
kazandırıldı.

Filistin Turizm Bakanı Rula Muayiah, tablonun 827
metrekarelik yapısıyla Ortadoğu’nun hatta belki de
dünyanın en büyük birleşik mozaik tablosu
sayıldığına dikkati çekti.
Tablonun yaşının 1400 yıl öncesine uzandığını
aktaran Bakan Muayiah, "Tablo çok güzel tasarlanmış
hassas ve geometrik desenlerle bezenmiş 38 birleşik
parçadan oluşuyor. Yaklaşık 21 farklı rengi içinde
barındıran güzel bir renk cümbüşü oluşturuyor."
ifadelerini kullandı.
Geçen yüzyılın başında
keşfedilen mozaik tablo, 2010 yılına kadar üstü
kumla örtülü bir şekilde muhafaza ediliyordu. Yakın
bir zamanda restorasyonuna başlanan tablo, yapılan
törenle turistlerin ziyaretine açıldı.

Hişam Sarayı’nın banyosunun zemininde yer alan
tablo, “Hayat Ağacı” olarak isimlendiriliyor.
Tabloda, bir ağacın etrafında bulunan üç ceylandan
biri, aslan tarafından avlanırken diğer ikisinin
huzurlu şekilde hayatına devam ettiğini anlatan bir
tasvir yer alıyor. Mozaikteki bu tasvirin savaş ve
barışı anlattığı söyleniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Eshat Fırat, 20.10.2016 |
BİR RESTORASYON ŞOKU DA KANADA'DAN

Kanada'da bir Katolik kilisesinin dışında bulunan
Meryem Ana ve bebek İsa heykelinde, İsa'nın
kopan başınaın pişmiş kilden yeniden yapımı
tartışmalara neden oldu.
Ste Anne des Pins Katolik Kilisesi'nde 10 yıldır
bulunan heykel, birkaç yıl önce saldırıya uğramıştı.
Onarılan heykel, 1 yıl önce tekrar hedef oldu, bu
kez İsa'nın başı koparıldı.
Aylarca başsız olarak duran heykel için,
kilisenin rahibi Gerard Lajeunesse belediyeye
talepte bulundu. Ismarlanan heykelin maliyetinin
7,500 dolar olacağı belirtildi.
Aynı dönemde Heather Wise isminde bir sanatçı
kilisenin kapısını çaldı ve heykeli onarabileceğini
söyledi.
"Çok üzgün olduğunu ve heykeli onarmak
istediğini" söyleyen Wise, üniversitede heykel
eğitimi almış ancak daha önce hiç taşla
çalışmamıştı. Yine de yardım etmek isteyen Wise,
"Rahibin kapısını çaldım ve bunu birlikte yapmaya
karar verdik" dedi.
Turuncu kille saatlerce çalışan Wise,
"Kariyerimin başlangıcında İsa heykeli yapmak benim
için bir onur" ifadelerini kullandı. Heykelin yeni
başı, 2 hafta önce eklendi. Ancak tepkiler; acı,
hayal kırıklığı ve şaşkınlık oldu.
Rahip Lajeunesse büyük bir şaşkınlık yaşadığını,
renk farkına inanamadığını söylerken, ilahiyat
eğitimini bunun için almadığını belirtti. Heykelin
yeni başı yağmurda hızla erirken, Rahip; "Bu bir
başlangıç, umarım daha iyisi olacak, o tüm kalbiyle
iyi bir şey yapmak istedi" dedi.
MAGGIE SIMPSON'A BENZEDİ
Heykelin başı, sosyal medyada Amerikan animasyon
televizyon dizisi Simpsonlar'ın karakteri Maggie
Simpson'a benzetildi.
Bir sosyal medya kullanıcısı "Meryem'in gözlerini
neden kapattığına şaşmamak gerek" derken, İsa'nın
neye benzediği bilinmediğinden yapılan heykelin
büyük bir sorun olmadığı belirtiliyor.

2012'de İspanya'da
da120 yıllık bir İsa peygamber tablosu, 80 yaşında
amatör bir kadın tarafından yapılan restorasyon
çalışması sonrası tanınmaz hale gelmişti.
Sol
Haber, 20.10.2016
|
1800 YILLIK DİLEK GÜNYÜZÜNE ÇIKTI

Mersin’in Erdemli
İlçesi'ndeki Elause Sebaste antik kentindeki kazı çalışmalarında 1800 yıllık hamamın
girişinde yapıyı inşa ettiren Demetratianas ve
Anatolianas adlı kadınların sağlık dileklerinin yer
aldığı bir yazıt bulundu.
Elause Sebaste
antik kentinde 22. dönem kazı çalışmaları
tamamlandı. Roma La Sapienza Üniversitesi’nden
Annalisa Polosa’nın başkanlığını yaptığı bu yılki
kazı çalışmalarında M.S. 2. yüzyıla ait 1800 yıllık
küçük hamam tamamen gün yüzüne çıkarılırken, hamamın
detayları da ortaya çıktı. Kalorifer sistemli hamamı
yaptırdığı anlaşılan Demetratianas ve Anatolianas’ın
hamam girişine yıkanmaya gelenlere sağlık
dileklerini belirten bir yazıt koydurdukları da
belirlendi.

YIKANMAYA GELENLERE SAĞLIK DİLEĞİ
Hamamı
yaptırdığı anlaşılan Demetratianas ve Anatolianas
adlı kadınların hamam girişine yıkanmaya gelenlere
sağlık dileklerini belirttikleri bir yazıtın
bulunduğunu da ifade eden Oral, "Çalışmamız bu sene
bu yapı üzerinde yoğunlaştı. Bundaki amacımız hem
kazısını tamamlayıp yapıyı tam olarak anlayabilmek,
hem de restorasyonunu gerçekleştirmekti. Restorasyon
büyük ölçüde tamamlandı, önümüzdeki yıl da devam
edeceğiz. Her yıl yaptığımız gibi kazısını
tamamladığımız alanları koruma amaçlı olarak tel
örgüyle çeviriyoruz" diye konuştu.
Elause
Sebaste antik kentinde bu yıl 15 uzman ve 20
işçiyle gerçekleştirilen kazı çalışması 2 ay sürdü.
Cumhuriyet, 20.10.2016 |
AVRUPA'NIN
ÇİFTÇİLİK HAYATININ TEMELİ TÜRKİYE'DE ATILMIŞ

İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Ana
Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan
başkanlığında, Pınar Mahallesi Asilbeyli Köyü yolu
üzerinde gerçekleştirilen kazılarda, Avrupa'nın ilk
çiftçilik hayatının Kırklareli'de geliştiğine
ilişkin önemli bilgilere ulaşıldı.
Kazı çalışmalarının 24 yıldır
kesintisiz bir şekilde sürdürüldüğünü belirten
Prof.Dr. Özdoğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Aşağıpınar arkeolojik kazılarının bilim dünyası
açısından son derece önemli olduğunu söyledi.
Kazı çalışmalarında
Anadolu'da gelişen ilk tarımın bölgeye gelişini ve
Avrupa'nın ilk çiftçilik hayatının temellerinin
atılmasını gün yüzüne çıkardıklarını vurgulayan
Özdoğan, bölgedeki ilk tarım ve hayvancılığı
incelediklerini kaydetti.
"İlk tarım hayatının
Anadolu'dan geldiğini biliyoruz"
İlk
yerleşimi anlamaya çalıştıklarını aktaran Özdoğan,
şunları kaydetti: "Elimizdeki verilerde, buradaki
ilk yerleşim Milattan Önce 6 bin 200'lü yıllar
civarı. Yani günümüzden 8 bin 200 yıl evveli. İlk
tarım hayatının buraya Anadolu'dan geldiğini
biliyoruz. Anadolu'dan buraya evcil koyun, keçi,
domuz ve sığırı da beraberinde getiriyorlar. Buğday
ve mercimeği de yanlarında getirdiklerini gördük.
Getirdikleri buğday ve mercimeğin tarımını yaparken,
evcil hayvanları da yetiştiriyorlar. Kısa bir süre
sonra domuz, ala geyik ve karaca gibi hayvanları
avlayarak beslendiklerini gördük. Anadolu'da
başlayan tarımın, Kırklareli'nde temelleri atılan
ilk çiftçiliğin Avrupa'ya hızla yayıldığını tespit
ettik. Tarımın, Aşağıpınar'a gelerek Avrupa'nın ilk
çiftçi yaşamının burada geliştiğini görüyoruz.
İngiltere'ye, İskandinavya'ya kadar giden çiftçi
yaşamının, burada oluşum sürecini aşama aşama
görüyoruz."
Prof.Dr. Özdoğan, Anadolu'nun
Avrupa kültürüne çok şey kattığını aktararak,
Anadolu ile Avrupa'nın temas noktasının Aşağıpınar
olduğuna işaret etti.
İlk
çiftçilik hayatını gün yüzüne çıkarmanın mutluluğunu
yaşadığını aktaran Özdoğan, buraya yerleşen ilk
insanların geniş doğa, avlanma ve elverişli tarım
nedeniyle mutlu olduklarını ve hiç bir savunma
tertibatının bulunmadığını gördüklerini vurguladı.
Anadolu Ajansı, Haber:
Özgün Tiran, 20.10.2016
|
138 YILLIK
MEZAR TAŞINDA 'ET, DOMATES' FİYATI

Konak İlçesi'nde bulunan 138
yıllık bir mezar taşında o döneme ait domates, et
fiyatları yazıyor, pahalılık nedeniyle mezar
sahibinin hayatını bamya yiyerek geçirdiği
anlatılıyor.
Ege Üniversitesi (EÜ)
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam
Sanatları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Ertan Daş, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Konak'taki Aliağa Camisi'nin bahçesinde bulunan
hazirede (mezarlık) araştırma yaptıklarını belirtti.
Dönemin vali, üst rütbeli
asker gibi bazı önemli isimlerin mezarlarının da yer
aldığı haziredeki bir mezar taşını çok ilginç
bulduklarını kaydeden Daş, bu mezartaşının da bir
hafızın kızına ait olduğunu anlattı.
Henüz 30 yaşına girmeden
vefat eden kadının mermerden mezar taşındaki Arapça
yazıları günümüz Türkçesine çeviren Daş, mezar
taşında, "On para domat, altmış para lahm (et), bir
ekmek, yirmi kömür ve bamya idi aşım on üç sal (yıl,
sene), bu hal-i yevmiye tamam şükür/ İdub dört evlat
ile müdam Urlalı Mustafa Efendi-i brahm/ Tahammül
idup sabr ile büküldü belim ayağım baş parmağımda/
Mercimek danesi şişim ömr vefa etmedi otuz yaşım..."
yazdığını vurguladı.
Etin fiyatı
domatesin fiyatının 6 katı
Mezar
taşının ait olduğu dönemde domatesin, etin okka ile
satıldığını, yer alan fiyatlara göre bir okka etin
altı okka domatese eşit olduğuna işaret edildiğini
aktaran Ertan Daş, şöyle devam etti:
"Aliağa Camisi'ndeki bu mezar taşı iki yönden
önemli, ilki gıda fiyatları veriliyor. Bütün bu
fiyatların ardından hayatını bamya ile geçirdiği
yazıyor. Bamya o gün bahçelerde yetişiyor. Devamlı
bamya ile beslendiğine göre yoksulluktan da şikayet
ediyor. Cemile Hanım'ın eşinden çektikleri de ikinci
önemli konu. Eşinin ne kadar merhametsiz biri
olduğunu söylüyor. Kocasından şikayet ediyor, dört
çocuk vermiş ama eşinden çok çekmiş. Kadınların 135
yıl önce yaşadıklarına da ışık tutuyor."
Anadolu Ajansı, Haber:
Efsun Yılmaz, 20.10.2016
|
KEŞFEDİLMEYİ
BEKLEYEN HAZİNE: SARUHAN KALESİ

Saruhan Kalesi, asırlardır
savaşların ve zor zamanların etkisiyle bakımsız
kalsa da ulaşılması güç bir tepe üzerinde yer yer
ilk günkü orijinal hali ve ihtişamıyla binlerce
yıldır hala ayakta.
Bayburt Üniversitesi İnsan ve
Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Süleyman
Çiğdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentin
tarihi ve kültürel varlıkları alanında 2007 yılından
itibaren çalışma yürüttüklerini söyledi.
Bu çalışmalar neticesinde çok
önemli tarihi eserlere ve kültürel varlıklara
tanıklık ettiklerini belirten Çiğdem, "Saruhan
Kalesi de Bayburt Kalesi'nden sonra bizim karşımıza
çıkan en önemli kalelerden bir tanesi. Kale
Bayburt'a yaklaşık 35 kilometre güneybatıda, Saruhan
Köyünün 2 kilometre batısında yer alıyor" dedi.
"Kalenin Erken Demir
Çağ'dan itibaren kurulduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz"
Çiğdem, kalenin günümüzde
mimaride yansıttığı bulgular açısından önemli
olduğuna dikkat çekerek, "Zira kalenin en erken ne
zamandan itibaren yapıldığına dair herhangi bir
yazılı belge bulunmamakta. Yani bu sadece erken
dönemi değil sonraki dönemler içinde geçerli olan
bir olgu. Ama mimari açıdan incelediğimiz zaman
kalenin Erken Demir Çağ'dan itibaren kullanıma
başladığını görüyoruz. Bunu kanıtlayan çok güzel
örnekler de var. Dönemin özellikleri içerisinde
yapılan kaleler büyük taş bloklarla ve harçsız
yapılıyor" diye konuştu.

Saruhan Kalesi'nde erken demir çağa
tarihlendirilecek yapıyı müşahade ettiklerini
anlatan Çiğdem, "Örneğin bu taş bloklar o kadar
büyük ki 4 metreye yaklaşan uzunluklar, yaklaşık 1
metre yüksekliğinde taş bloklar var. Yani zeminden
170 metre yükseklikte bulunuyor kale. Bu taş
blokları buralara kadar çıkarılmış ve orada
işlenmesi muazzam bir şey. Dolayısıyla biz kalenin
Erken Demir Çağ'dan itibaren kurulduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz" değerlendirmesini yaptı.
Anadolu Ajansı, Haber:
Abdulkadir Nişancı, 19.10.2016
|
16 - 22 Ekim 2016
|
I. BAYEZİD'İN
PORTRESİ 700 BİN LİRAYA SATILDI
Londra’da ünlü
Sotheby’s
müzayede
evinde düzenlenen “İslam Sanatları
Dünyası” mezatında
Yıldırım
Bayezid’in 1580’de yapıldığı sanılan
portresi 185 bin sterline (700 bin TL)
alıcı buldu
İngiltere'nin başkenti Londra'nın önde
gelen
müzayede
evi Sotheby's'de önceki gün "İslam
Sanatları Dünyası" isimli mezat
düzenlendi. Kuran-ı Kerim sayfaları, hat
yazıları, portreler ve işlemeli
çinilerden oluşan birbirinden değerli
235 parçalık koleksiyon sanatseverlerden
büyük ilgi gördü.
4. Osmanlı
padişahı
Yıldırım
Bayezid'ın portresi 185 bin sterline
(yaklaşık 700 bin lira) alıcı buldu.
Ressamı bilinmeyen Verona ekolünün
etkilerinin görüldüğü resmin 1580'de
yapıldığı sanılıyor.
Portrede
Yıldırım Bayezid omzunun üzerinden
arkaya bakar halde, büyük sarık ve
işlemeli kaftanıyla resmediliyor. Paolo
Caliari adlı İtalyan tarihçinin
tasvirinden etkilenilerek yapılan tablo
150 bin sterlinden (546 bin lira) satışa
çıkmıştı.
Müzayedede
satışa sunulan en önemli eserler
arasında yer alan Süleyman el
Üsküdari'nin yazdığı Kuran-ı Kerim 197
bin sterlinden (yaklaşık 750 bin lira)
alıcı bulurken, 19. Osmanlı padişahı 4.
Mehmed'in, Fransa Kralı 14. Louis'ye
yolladığı
ferman
oldukça dikkat çekti. Fransa ile Osmanlı
İmparatorluğu arasındaki iyi niyet ve
dostluk mesajı içeren ferman 40 bin
sterlinden (yaklaşık 130 bin lira)
satışa çıkarıldı ve 173 bin sterline
(yaklaşık 650 bin lira) satıldı.
Müzayedenin en
pahalı eseri 473 bin sterline (yaklaşık
1.7 milyon lira) satılan Sadi Şirazi'nin
511 sayfadan oluşan külliyatı oldu.
336
parçanın satışa çıkarıldığı müzayedede
toplam 4.6 milyon sterlin değerinde
(yaklaşık 17 milyon TL) satış yapıldı.
Sabah,
21.10.2016
|
ARTIK 4
MİNARESİNDEN 5 VAKİT EZAN SESİ YÜKSELİYOR
Ayasofya Müzesi'nin ibadete açık bölümü Hünkar
Kasrı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun
yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı.
Sanat ve mimarlık tarihi
bakımından dünyanın en önde gelen yapılarından biri
olan Ayasofya, 916 yıl kilise, 482 yıl cami olarak
hizmet verdi. Bakanlar Kurulu'nun kararıyla 1935'te
müze olarak kapılarını ziyarete açan Ayasofya'nın
imam kadrosu ise korundu.
İbadete 1991'de açılan
Ayasofya Müzesi Hünkar Kasrı'nda öğle ve ikindi
namazları kılınırken, bu vakitlerin ezanları da
Sultanahmet Camisi ile karşılıklı okundu.

Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın, uzun yıllardan sonra ilk kez Hünkar
Kasrı'na kurra hafız Önder Soy'u asaleten imam
olarak atamasıyla Ayasofya'nın dört minaresinden 5
vakit ezan sesi yükselirken, vakit namazları da
kılınmaya başlandı.
Fatih Müftüsü İrfan Üstündağ,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hünkar Kasrı'nın 5
vakit ibadete açık olduğunu belirterek, imam Önder
Soy'un görevlendirilmesiyle cemaat sayısının da
arttığını vurguladı. Üstündağ, Kurban Bayramı'nda
uzun yıllardan sonra ilk kez bayram namazı da
kılındığını hatırlattı.
Hünkar Kasrı'nda 5 vakit
okunan ezanın Ayasofya Müzesi'nin 4 minaresinden
duyulduğunu anlatan Üstündağ, öğle ve ikindi
ezanlarının ise Sultanahmet Camisi ile çift ezan
şeklinde okunduğunu, bunun yerli ve yabancı
ziyaretçilerin ilgisini çektiğini, hatta kayda bile
alındığını dile getirdi.
İrfan Üstündağ, cemaat sayısı
arttıkça burada kandil veya mevlit programlarının da
yapılabileceğini aktararak, sözlerini şöyle
sürdürdü:
"Arzumuz, kardeşlerimizin
burayı gelip görmeleri, namazlarını kılmaları,
cemaatin çoğalması. Vakit namazlarında cemaate
uyarak namaz kılan kişi sayısı yaklaşık 100, cuma
namazlarında bu sayı 300'ü buluyor. Topkapı
Sarayı'nın girişinde, işlek bir yerde olması
sebebiyle vakit aralarında da çok sayıda kardeşimiz
namaz kılıyor. Hatta yabancı turistlerin de sık sık
ziyaret ettiklerini görüyoruz."
Şu anda ibadete açık olan
Hünkar Kasrı'nın, Ayasofya'nın asıl mekanı değil, 1.
Mahmud döneminde yapılmış bir bölüm olduğunu
belirten Üstündağ, "Padişahlar buraya gelir,
istirahatini yapar, abdestini alır ve camiye
geçerlermiş. Osmanlı'nın yaptırdığı Hünkar Kasrı'nda
şu anda biz ibadet ediyoruz." dedi.
"AYASOFYA
İMAMLIĞI, ÇOK MANEVİ BİR KAVRAM"
Ayasofya Müzesi bünyesindeki Hünkar Kasrı'na imam
olarak görevlendirilen Kurra Hafız Önder Soy,
Ayasofya imamlığının çok manevi bir kavram olduğunu
dile getirerek, "Ayasofya imamlığına layık değiliz
ama Rabbim böyle buyurmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı
bu şekilde uygun görmüş. Rabbim bizleri mahcup
eylemesin." dedi.
Soy, Ayasofya'nın bir sembol
olduğunu vurgulayarak, duygularını, "Göreve
başladıktan sonra bazı dostlarım ve yakınlarım
'Hocam artık seni şu veya bu camide göreceğiz
inşallah' dedi. Ben de şunu söyledim; 'Bu benim için
zirve. Siz dualarınızı benim buraya muvaffak
olabilmem için ediniz.' Hedefimde herhangi bir cami
yok. Bir imam olarak Ayasofya benim hedefimin daha
ötesinde bir yerdi. Diyanet İşleri Başkanlığı bizi
atadı, imamlık mesleğini icra etmeye çalışacağım.
Burası, kişisel olarak hedefimin zirvesi."
sözleriyle aktardı.
"BURADA EZAN
OKUMAK ÇOK BÜYÜK BİR ŞEREF"
Göreve başladığında Hünkar
Kasrı'nda yalnızca öğle ve ikindi namazlarının eda
edildiğini aktaran Soy, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Cemaatin bulunmaması ve
meskun mahal olmaması nedeniyle cemaatin gelmeyeceği
düşüncesiyle Hünkar Kasrı ibadete açılmamış. Göreve
geldiğimde Hünkar Kasrı, 5 vakit ibadete açıldı. Hiç
cemaat gelmese bile, burada ezan okumak, caminin
açık kalması benim için çok büyük bir şeref. Göreve
başladığımda; 'Ya Rabbi insanların ayaklarını buraya
kolaylaştır.' dedim. İlk hafta gelen giden olmadı
ama ikinci haftadan sonra akşam ve yatsı namazlarına
insanlar gelmeye başladı. Sabah namazlarında buluşan
topluluklar var. Onlar da pazar sabahları geliyorlar
Hünkar Kasrı'na. Yasin-i Şerif okuyoruz, hatim
duaları yapıyoruz memleketimiz ve istiklalimiz için,
şehitlerimizi anmaya çalışıyoruz."
Hünkar Kasrı'nın cuma
namazlarında dolduğunu, özellikle üç hafta üst üste
yoğun cemaat ilgisiyle karşılaştıklarını aktaran
Soy, "Gidiş çok güzel. Acaba burası yeterli olmazsa,
namazlarımızı nerede kılacağız diye düşünüyorum."
dedi.
YILLAR SONRA İLK
KEZ BAYRAM NAMAZI KILDIRDI
Daha önce Çemberlitaş'taki
bir camide görev yaptığını anlatan Soy, orada
yıllardır bir arada olduğu cemaati de Hünkar
Kasrı'na davet ettiğini söyledi.
Çemberlitaş ile Sultanahmet
arası, kısa bir mesafe olmasına rağmen oradaki
esnafın Hünkar Kasrı'nın 1991'de ibadete açıldığını
bilmediğini ifade eden Soy, sosyal medyada iletişim
kurduğu insanların ve Hünkar Kasrı'na gelmeye
başlayan cemaatin de bunu yeni duyduğunu hatta
"Ayasofya'da ibadet ediliyor mu?" sorularıyla
karşılaştığını aktardı.
Hünkar Kasrı'nda 83 yıl sonra
ilk kez geçen Kurban Bayramı'nda bayram namazı
kılındığını belirten Soy, "Hünkar Kasrı'nda uzun
yıllardan sonra ilk kez bayram namazı kılınacağını
sosyal medya aracılığıyla duyurdum. Hatta yoklama
yapacağım, Kiramen Katibin melekleri içeri girenleri
not alacak esprileriyle vatandaşlarımızı davet
ettim. Kurban Bayramı sebebiyle istediğimiz rakamı
tutturamadık ama 100 kişilik bir cemaatle 83 yıl
sonra ilk kez bayram namazı kılındı." bilgisini
verdi.
İmam Önder Soy, bu şekilde
devam ederse Ayasofya'nın ibadete açılan kısmının
gittikçe gelişeceğini anlatarak, "Geçen gün bir
internet sitesine, 'Ayasofya'da ne zaman ezan
okunacak?' diye yazıldığını gördüm. Ben de
Ayasofya'da dört minareden ezan okunduğunu anlattım.
Camimizi vakit namazlarında açıyoruz, müezzinimiz
var. Sultanahmet Camisi ile öğle ve ikindi
vakitlerinde karşılıklı ezanlar icra ediliyor.
Camimizin temizliği düzenli olarak yapılıyor." diye
konuştu.
"TANITIM ÖNEMLİ"
Hünkar Kasrı'na zaman
zaman Avrupalı turistlerin de geldiğini ama en çok
ilgiyi Arap turistlerin gösterdiğini belirten Soy,
yaşadığı ilginç bir anıyı şöyle anlattı:
"İstanbul'a ziyaret için
gelen Suudi Arabistan Kralı'nın oğlu prens, okuduğum
ezandan etkilendiğini söyleyerek, benimle tanışmak
istediğini söyledi. Kendisiyle görüştük, sohbet
ettik. Okuduğum ezanı annesine de dinlettirmiş.
Güzel bir dostluk kurduk kendisiyle.
Ayrıca Arap dünyasının ileri
gelenleri, alimler, siyasiler, iş adamları da Hünkar
Kasrı'na geliyor. Cemaat sayısının artması için ilk
önce Ayasofya'nın ibadete açılan kısmının medyada
tanıtılması lazım. Örneğin kasrın girişine, daha
aydınlatıcı olması adına bir tabela konulması
gerekiyor."
Erzincanlı olan Önder Soy,
imamlık mesleğinin dışında farklı alanlarda birçok
faaliyetle de ilgileniyor.
Kıraat eğitimini
tamamladıktan sonra Kurra Hafızlık unvanını
aldığını, uzun yıllar mersiye geleneğini İstanbul
ağzıyla okuyan son temsilci Celal Yılmaz'ın yanında
meşkler yaptığını ve musiki bilgisine sahip olduğunu
anlatan Soy, Yılmaz'ın, imamlığına önemli katkılar
sağladığını dile getirdi.
Uzun yıllar aktarlıkla
uğraştığını ve bu süreçte şifalı otlarla ilgili
araştırmalar yaptığını belirten Soy, aynı zamanda 10
yaşından beri karatenin farklı branşlarıyla
profesyonel olarak ilgilendiğini söyledi.
Soy, Farsça, Osmanlıca ve
Arapça dil kurslarına devam ettiğini belirterek, hat
sanatıyla ilgili çalışmalarını da 2002'den beri
sürdürdüğünü kaydetti.
İmam Önder Soy, çok yönlü
olmanın mesleğine de önemli katkılar sağladığını,
farklı çevrelerden insanlarla iletişim kurmasının
kolaylaştığını sözlerine ekledi.
Habertürk, 20.10.2016
|
MİMARLAR ODASI:
HATALI RESTORASYON ANKARA KALESİ'Nİ ÇÖKERTECEK
Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin çalışma başlattığı Ankara Kalesi’nde
incelemelerde bulunan Mimarlar Odası Ankara Şubesi,
bilimden yoksun özensiz çalışmalar nedeniyle tarihi
kalenin surlarının çökme tehlikesi altında olduğunu
bildirerek, yetkililere “Gökçek Ankara Kalesi’nden
elini çeksin” uyarısında bulundu.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi yönetimi, Büyükşehir
Belediyesi’nin çalışma nedeniyle tehdit altında olan
Ulus Tarihi Kent Merkezi ve Ankara Kalesi'ne ilişkin
basın toplantısı düzenledi.
Özensiz çalışmalar nedeniyle kale surlarının çökme
tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu da bildiren
Mimarlar Odası Ankara Şubesi yöneticileri,
Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i istifaya
davet etti.
Ulus Tarihi Kent Merkezi’nin
ve Ankara Kalesi’nin önemine değinen Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan,
çalışmalara ilişkin olarak bölgede incelemelerde
bulunduklarını belirterek şunları söyledi:
“Son dönemde Ankara Kalesi ve
çevresindeki tadilatlarla kalenin özgün dokusu
bozuluyor. Restorasyon işlerinin bilimsellikten
uzak, çalakalem yapılmış acemi işi olduğu, özgünlüğü
ortadan kaldıran bir noktaya dönüştüğü ortada. Bunun
baş sorumlusu Ankara Büyükşehir Belediyesi. Bu
konuda Kültür Bakanlığı’ndan ve KUDEM’den izinler
alındığı söylense de, kültürsüzlüğe ve bilim
tanımazlığa ortak olanlar yargı önünde hesap
verecekler. Ankara Kalesi’ne giriş Erimtan
Müzesi’nin yanından 50 santimlik bir yerden
sağlanıyor. İşte bu kadar tarihlerine ve değerlerine
önem veren yöneticilerle karşı karşıyayız. Kale
surlarının özgün dokusunun taşları yerlerde
dolaşıyor. Özgün dokusu ve sonradan yapılan duvar
arasında çok ciddi farklar var. Bu restorasyon
değil, çalakalem koyulmuş bir restorasyon
katliamıdır.”
Ankara'nın başka
kalesi yok
Candan, kalenin özgün tarihi
barbakanlarıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi
tarafından yapılan barbakanları karşılaştırarak,
sözlerine şöyle devam etti:
“Belediyenin yaptığı
barbakanların (su toplayıp dışarı atmak için
tasarlanmış detaylar) bu tarihi dokunun hem görsel
hem de restorasyon tekniklerine aykırı yaklaşımının
ötesinde, yüksek debili bir sur geldiğinde kalenin
surunu koruyamayacağı çok açık, onu dışarı tahliye
edecek durumda değil. Kale surlarının çökmesiyle
karşı karşıya kalırız. İki tarih ve yaklaşım
arasındaki fark barbakanlarda ortaya çıkıyor.
Büyükşehir Belediyesi mümkünse Ankara’nın hiçbir
yerine dokunmasın. Parsel parsel Ankara’nın hesabını
veremediği için istifa etsin. Tarihimize sahip
çıkıyoruz diyerek tarihi tarumar etmesine izin
vermeyeceğiz. Koruma Kurulu buna nasıl izin verir?
Ankara’nın başka kalesi yok. Bir tarafında gerçek
tarih yatarken öbür tarafından çakma duvar yatıyor.
Bir tarafta kültürün simgesi barbakanlar var diğer
tarafta belediyenin yaptığı barbakanlar var. Gökçek
Ankara Kalesi’nden elini çeksin."
"Koruma kurulu
harekete geçmeli"
Mimarlar Odası Ankara
Şube Sekreteri Namık Kemal Kaya da, Büyükşehir
Belediyesi’nin “Tarih yeniden canlanıyor” afişine
atıfta bulunarak, yanıt verdi.
Kaya, “Gökçek bu işi
beceremiyor bunu bir türlü kabul etmiyor. Bu işi
bıraksın tarihi yapılardaki bütün çalışmalardan
elini çeksin. Kültür bakanlığı da kendi sorumluluğu
altındaki işlerini belediyelere devretmekten
vazgeçmeli. Koruma kurulları harekete geçmeli, aksi
taktirde yakın gelecekte koruma kurullarına ihtiyaç
kalmayacak çünkü Ankara Büyükşehir Belediyesinin
yaptığı bilim dışı, kural dışı inşaat
uygulamalarından sonra korunacak bir tarih
olmayacak” çağrısında bulundu.
Yapı, 20.10.2016
|
BALAT'TA ÇÖKME
TEHLİKESİ BULUNAN TARİHİ YAPILARDA YIKIM
Fatih'te çökme tehlikesi bulunan, aralarında tarihi
eser niteliği taşıyan yapıların da bulunduğu metruk
durumundaki binaların yıkımına başlandı. Yıkım
çevredeki binalara zarar verilmemesi için balyozla
yapılıyor.
Balat Yıldırım Caddesi'nde
bulunan iki binanın yıkımı sırasında açıklama yapan
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, 2005 ve2008
yılları arasında Avrupa Birliği ile birlikte
Balat'ta bulunan 148 tarihi binanın restorasyonunu
gerçekleştirdiklerini, bütçe tükendikten sonra ise
yaklaşık 39 binanın metruk halde kaldığını söyledi.
Bina sahipleriyle
görüşerek restorasyon sürecinde destek
olabileceklerini söyledikleri halde bu tarihi
yapıların çevreyi rahatsız ve tehdit edici boyuta
ulaştığını belirten Demir, Anıtlar Kurulu ile
yürüttükleri çalışmalar neticesinde 39 bina ile
ilgili proje çalışması başlattıklarını ifade etti.
Kurul tarafından 8 binanın yıkımına karar
verildiğini ve bu binaların elle sökülerek
yıkılacağını söyleyen Mustafa Demir, "Biz belediye
olarak üzerimize düşeni yapacağız. Bu yıkılacak
binalar hepsi tescilli binalar, korunması gereken
binalar. Bunların ' röleve'leri alındı; yani bunlar
kayıt altına alındı, bütün detaylarına kadar kayıt
altına alınmış binalar. Bundan sonra buraya
yapılacak her hangi bir binanın aynı ile yapılma
zorunluluğu olacak. Bu anlamda da tarihi eserlerin
kayıt altına alınması, korunması, geleceğe güven
içinde taşınmasının da bir örneği. Gönül isterdi ki,
Fatih'te şu anda 125 tane olan bu türden
binalarımızın restorasyonlarını keşke biz
yapabilseydik. Ama bu zor ve sıkıntılı bir iş. Bunun
yerine bu tarihi eserlerin rölevelerini çıkarmak
suretiyle kayıt altına alıyoruz" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Yaşar
Kaçmaz, 20.10.2016
|
"SELİMİYE
CAMİİ'NİN SİLUETİ KORUNACAK"
Edirne Belediye Başkanı
Gürkan, Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye
Cami’nin şehrin simgesi olduğunu, caminin silüetini
bozacak yapılara müsaade etmeyeceklerini söyledi.

Edirne Belediye Başkanı Recep
Gürkan, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer
alan Selimiye Camisi'nin silüetini koruyacaklarını
belirtti.
Başkan Gürkan, Mimar Sinan’ın
ustalık eseri olan Selimiye Camisi’nin şehrin
simgesi olduğunu anlatarak, caminin silüetini
bozacak yapılara müsaade edilmeyeceğini dile
getirdi.
Selimiye Camisi’nin Edirne
için çok önemli olduğunu vurgulayan Gürkan, Edirne
Belediyesi ekim ayı meclis toplantısında alınan
D-100 karayolunda TEİAŞ'ın arazisinin bulunduğu
alanda çekme mesafesinin 35 metreden 20 metreye
inmesi kararının Selimiye Camisi silüetine herhangi
bir etkisi olmayacağını söyledi.
Kentte yapılacak binalara
verilecek imar izinleri için ilk olarak Selimiye
Camisi’nin silüetini bozup bozmadığına baktıklarına
işaret eden Gürkan, şöyle devam etti:
"D-100 karayolu üzerinde
bulunan alanla ilgili bir düzenleme yapıldı. En
büyük hassasiyetimiz olan Selimiye Camisi'nin
silüetinin bozulmaması için bu alanda yapılacak
binaları, 6 kat ile sınırlandırıyoruz. 9 kat izin
varken, 6 kat izin verdik. Trakya Birlik binası ve
bir otel var ama silüeti bozmuyor, ben buna izin
vermem. Ben göreve başladığımda, bir kişi bana proje
verdi. 52 metreydi yüksekliği. Ben projeyi veren
kişiye, 'Abi ben buna izin veremem' dedim. O kişi
benim düşünceme saygı duydu, gitti projesini 30
metreye düşürdü. Ben izin verecek olsam verirdim.
Zaten biz yapılacak binaları, simülasyona koyup
silüeti bozup bozmadığına bakıyoruz."
Birgün, 20.10.2016
|
 |
3 BOYUTLU ÖPÜCÜK
Gustav
Klimt’in ‘The Kiss’ (1908) adlı tablosu 3D yazıcıdan
çıkarılarak 3 boyutlu hale getirildi.
3 boyutlu resim 12 Ekim
tarihinde
Viyana’daki Belvedere Müzesi’nde sergilendi.
Orijinal kanvas halinden daha küçük olan eser
tamamen beyaz. Ziyaretçiler esere dokunduğunda sesli
anlatım yapma özelliğine sahip.
Milliyet,
19.10.2016
|
NABİ AVCI'DAN AKM AÇIKLAMASI
Kültür ve Turizm Bakanı
Nabi Avcı, İstanbul'daki
Atatürk Kültür Merkezi (AKM)
binasına ilişkin, "O binadan hayır gelmeyeceği
İstanbul Teknik Üniversitesi raporundan da
belli. Rapor olmasa bile çıplak gözle görülüyor
zaten. Cumhurbaşkanı da ilan etti zaten, orada
İstanbul'a yakışan bir opera binasının yeniden
projelendirilmesi ve yapılması gerekiyor. Biz
onunla ilgili proje çalışmasını başlattık.
Buranın alışveriş merkezi yapılacağına dair
iddialar var. Öyle bir şey söz konusu değil,
orada yeni bir opera binası yapılacak" dedi.
Bakan Avcı,
Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası'na konuk
oldu, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
İstanbul'daki
AKM konusunun yılan hikayesine döndüğüne
işaret eden Avcı, binanın 1946'da tiyatro olarak
projelendirildiğini ve inşaatına başlandığını,
1956'da Bayındırlık Bakanlığının projeyi "kültür
merkezi" olarak revize ettiğini, 1969'da
İstanbul Kültür Sarayı adıyla hizmete
açıldığını, bundan bir sene sonra da yangın
çıktığını ve binanın kullanılamaz hale geldiğini
anlattı.
Avcı, binanın bu yangından
tadilatının 7 sene sürdüğünü, 1977'de ikinci kez
hizmete açıldığını ve bu süreçte de binaya
yönelik tartışmaların başladığını söyleyerek,
1993'te koruma kurulu kararıyla binanın
bulunduğu alanın "kentsel sit alanı" olarak
tescil edildiğini ardından da 1999'da "korunması
gerekli kültür varlığı" olarak binanın tescil
edildiğini aktardı.
Bu süreçten sonra
bakanlığın talebiyle binanın betonarme taşıyıcı
sisteminin dayanıklılığı hakkında Sakarya
Üniversitesinden 2007'de alınan raporda, binaya
yönelik çok ciddi sıkıntıların tespit
edildiğinin altını çizen Avcı, binanın 2009'da
tadilat, tamirat ihalesinin yapıldığını ama buna
rağmen İstanbul 9. İdare Mahkemesinin, koruma
kurulu kararının projelerinin iptaline karar
verdiğini hatırlattı.
Nabi Avcı, "Koruyamazsın, yıkamazsın,
tadilat da yapamazsın" manasına gelen hukuki bir
açmazın ortaya çıktığını ifade ederek, kültür
merkezinin mevcut haliyle korunması sadece
güçlendirme yapılmasına yönelik ihalenin
gerçekleştirildiğini ama söküm işlemleri
esnasında binanın ciddi tehlikeli durumda
olduğunun tespit edildiğini dile getirdi.
"Orada yeni bir
opera binası yapılacak"
İstanbul Teknik Üniversitesinin (İTÜ)
incelemesinde de bu tahribatın beklenen
seviyenin üzerinde olduğunun tespit edildiğini
ve 23 Mayıs 2010'da Bakanlık oluruyla ikinci bir
emre kadar işin durdurulmasına karar verildiğini
belirten Avcı, şunları kaydetti:
"Dolayısıyla
bugün o binadan hayır gelmeyeceği
İstanbul Teknik Üniversitesi raporundan da
belli. Rapor olmasa bile çıplak gözle görülüyor
zaten.
Cumhurbaşkanı da ilan etti zaten, orada
İstanbul'a yakışan bir opera binasının yeniden
projelendirilmesi ve yapılması gerekiyor. Biz
onunla ilgili proje çalışmasını başlattık. Oraya
gerçekten Taksim'in genel düzenlemelerine uyan
opera binası olarak hizmet verecek şekilde
düşünülen opera binası yapılacak. Buranın
alışveriş merkezi yapılacağına dair iddialar
var. Öyle bir şey söz konusu değil, orada yeni
bir opera binası yapılacak."
Bakan Avcı,
AKM binasının bir sembol olarak görülmesinin
anlaşılabilir olmadığının altını çizerek,
"Mimari, özgün yapı mı? Hayır, değil. Daha önce
yaşanmışlıkları itibariyle, orada öyle bir
tarihi
olay yaşanmıştır ki oranın muhafazası
tarihsel önemine binaen anlaşılabilir.
Zaman zaman onun önünde 'burayı yıktırmayız'
tartışmalarından kaynaklanan gösteriler var.
Bunlar böyle bir binayı tarihi sembol haline
getirmeye yetmez" ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 18.10.2016
|
HAMAMLARIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Bocchi,
Anadolu’dan dünyaya yayılan Roma ve Türk
banyolarının tarihini gün yüzüne çıkarıyor. Proje
kapsamında 2017 yılının sonuna kadar, ünlü Türkolog,
Araştırmacı Yazar Ali Canip Olgunlu’nun
rehberliğinde 12 farklı destinasyonda Therma ve
Hamamlar yerinde incelenecek.

Kars Mazlum
Ağa Hamamı
Bocchi Kurucu Ortağı Şadi Burat,
sosyal sorumluluk projesi kapsamında böyle bir
projede yer aldıklarından dolayı mutlu olduklarını
ve proje sonunda hamam kültürünü yeniden
canlandıracaklarını dile getirdi. Şadi Burat,
konuyla ilgili sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Her Dem
Banyo’’ projesi ile ilgili olarak ‘’Bocchi 66 yıllık
deneyime sahip bir banyo markası. Böyle bir projede
yer almamızın en önemli sebebi suyun dokunduğu her
yerde olmamızdır. Roma kültüründe Therma, Türk
kültüründe ise Hamam olarak anılan merkezler sadece
bir yıkanma yeri değil, daha ötesi sağlık, sosyal ve
kültürel etkinliklerin yaşandığı merkezlerdir.
İtalyan bir banyo markası olarak Türk ve İtalyan
kültürünün çok önemli bir kesişim noktası olan
hamamlara hak ettikleri ilgiyi göstermek istedik.
Sağlık amaçlı bir yaklaşımla tanımlayacak olursak
hamam ‘yıkanma, arınma ve şifa bulmaya mahsus yer’
olarak da açıklanabilir. ‘Banyo sadece yıkanma alanı
değil arınma ve şifa bulabileceğiniz bir mekandır’
sloganından yola çıkarak kültürel mirasımız olan
Türk ve Roma banyolarının izini Anadolu’dan
başlayarak dünyadaki keşfine önderlik etmek istedik.
Bu projeyle Roma ve Türk Hamam geleneklerinin
yaşatılarak tarih sayfalarından silinmesini önlemek,
kültürel mirasımıza sahip çıkmak ve en önemlisi ülke
turizmine yaptığı katkıyı arttırmak en önemli
amacımızdır.”
“Hamam kültürü zayıflıyor”
Hamam kültürünün günümüzde zayıfladığını
sözlerine ekleyen Burat, bunun nedenini de şöyle
açıklıyor: “Bunun en önemli nedenlerinin başında ise
yaşadığımız hayat standartları geliyor. Artık
insanlar evlerinde oldukça lüks banyolarda konforlu
biçimde banyolarını yapıyorlar. Günümüzde hamama
gitmeyi tercih eden insanlar hamamın sağlığa olan
faydasını bilen, bunun yanında sauna, buhar banyosu
gibi çeşitli hamam özelliklerinden yararlanmak
isteyen insanlardır. Hamam kültürü artık daha çok
otellerde ve çeşitli tesislerde devam ediyor. Çünkü
insanlar buralarda hamamla birlikte farklı
etkinliklerden de yararlanıyor. Sadece hamam olarak
hizmet veren yerler bu nedenle değerini bilen
insanların dışında rağbet görmüyor. Hamam, daha önce
görmemiş herkes için yaşanması gereken farklı ve
renkli bir deneyim.”
12 hamam yerinde incelenecek
Hamam kültürünü canlandırmak, gerek turizme
gerekse yeni nesillere aktarılmasını sağlamak için
tüm olanaklarını kullanacaklarını ifade eden Burat,
proje kapsamında 12 farklı hamamı Ali Canip
Olgunlu’nun rehberliğinde yerinde inceleyeceklerini
söyledi. Bu incelemelerin İZ TV tarafından belgesel
haline getirilerek yayınlanacağı bilgisini paylaşan
Burat, proje bitiminde ise incelenen tüm hamamların
yer aldığı bir kitap ve fotoğraf sergisi ile geniş
kitlelere duyuracaklarını kaydetti. Şartların
olgunlaşmasıyla bir ya da iki hamamın restorasyonunu
üstlenmek ve yeniden kullanıma sunmanın ise en büyük
hedeflerini olduğunu belirten Burat, “Anadolu’dan
dünyaya yayılan tarihi Roma ve Türk banyolarını
topluma tanıtarak sosyal ve kültürel bağların
kurulduğu banyolarımızı Bocchi ile daha yaşanır hale
getireceğiz’’ dedi.
Destinasyonlar:
* Konya Sahip Ata Hamamı (5-6 Aralık 2016)
* Kars Mazlum Ağa Hamamı (12-13 Ocak 2017)
* Edirne Sokullu Hamamı (14-16 Mart 2017)
* Tarsus Şahmeran Hamamı (22-24 Mayıs 2017)
* Burdur Sagalassos Roma Hamamı (7-9 Haziran
2017)
* Efes Skolastika Hamamı (15-16 Haziran 2017)
Yapı, 18.10.2016 |
4 BİN YILLIK 'KAĞNI YOLU'
Kayseri'de araştırmacı yazar Mehmet Çayırdağ
tarafından tespit edilen 4 bin yıllık kağnı yolu,
kentin geçmişten bugüne ticaret ve lojistikteki
önemini gözler önüne seriyor.
Geçmişte yük
taşımacılığında kullanılan kağnıların geçtiği yol,
Anadolu ve dünyanın en eski ticaret merkezlerinden
Karum Kaniş'in bulunduğu Kültepe ile kent
merkezi arasındaki Kayseri-Sivas karayolunun yanı
başındaki boş arazide yer alıyor.
ÇEKÜL Kayseri
Temsilcisi Prof.Dr. Osman Özsoy, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Kültepe'nin, Kayseri'ye 22
kilometre uzakta, Mezopotamya'yı Anadolu'ya bağlayan
yolların kesiştiği noktada bulunduğunu söyledi.
Kentin, tarih boyunca
birçok ulaşım yolunun kesişim noktasında yer
aldığını dile getiren Özsoy, Kayseri'nin ticaret
geçmişinin 4 bin yıl öncesine kadar uzandığını
vurguladı.
"Kayseri'nin ticarette
merkez olması, Kaniş Karum'un burada bulunması,
kervansaraylara sahip bir şehir olması, ticaretin
yanı sıra lojistiğin, taşımacılığın burası için son
derece önemli olduğunu gösteriyor." diyen Özsoy,
şunları kaydetti:
"Kültepe'den Kayseri
güzergahına uzanan yola baktığımızda, kağnıların
kullandığı yola rastlıyoruz. Kültepe'den çıkan
katarların, kağnıların şehre ulaşması için sulu
olmayan, sert bir yol tercih etmeleri gerekiyor. Kar
ve yağmuru da düşünürsek böyle bir bölgeden geçerek
Kayseri'ye ulaşmaları gerekiyor. Bu güzergahı tercih
etmeleri son derece mantıklı. Zamanla aşınan
yolların kağnının alt kısmına değmemesi için bir
süre sonra hemen yan taraftaki başka bir yolu tercih
etmişler. Bu kağnı yollarının benzerine Tomarza ve
Ağırnas bölgelerinde de rastlıyoruz. Ancak yan yana
paralel olarak devam eden yüzlerce kağnının geçtiği
bir 'kağnı otobanı' sadece bu bölgede var. Burayı
otoban, diğer bölgelerdeki kağnı yollarını ise tali
yol gibi tarif edebiliriz."
Anadolu Ajansı,
Haber: Esma Küçükşahin, 18.10.2016
|
MAE WEST'İN DUDAKLARI SATIŞA SUNULUYOR
Sürrealist akımın en tanınmış isimlerinden Salvador
Dali’nin ürettiği ıstakoz şeklindeki telefon ve
1930’ların sinema yıldızı Mae West’in dudakları
şeklinde yapılmış kanepe satışa çıkıyor.
Christie’s Müzayede Evi
tarafından Aralık’ta düzenlenecek satışta
sürrealizmin en ilginç objelerinden olan bu iki eşya
meraklılarıyla buluşacaklar. Edward James Vakfı
koleksiyonunun yer alacağı müzayedede 200 eser
satışa çıkacak. Satışın toplamda müzayede evine 2.5
milyon pound gelir getirmesi bekleniyor. Koltuk 400
bin pound’dan, telefon ise 250 bin pound’dan satışa
sunulacak.
Milliyet, 18.10.2016
|
 |
ATATÜRK'ÜN EŞYALARI NEREDE?
CHP Konya
Milletvekili Hüsnü Bozkurt, Atatürk’ün Selanik'te
doğduğu evin restorasyonu ile ilgili şikayetleri,
TBMM gündemine taşıdı. Kültür ve Turizm Bakanı Nabi
Avcı’nın yanıtlaması istemiyle önerge veren Bozkurt,
evin yeni halinin hayal kırıklığı yarattığını
savundu. Bozkurt, restorasyon öncesi evde sergilenen
eşyaların nereye götürüldüğünü de sordu.

Restorasyon sonrası tarihi evin, müzeden çok sergi
salonuna benzediğini söyleyen Bozkurt,
”Restorasyonun üzerinden 3 yıl geçmesine ve onca
tepkiye rağmen, evin eski dokusuna uygun yeniden
düzenlenmesi konusunda adım atılmadığına dikkat
çekti.

Evin eski hali
YAŞANMIŞLIK YOK
EDİLDİ
Bozkurt, “Evdeki yaşanmışlık havası yok
edilmiştir. Ziyaretçilerin, kamuoyuna da yansıyan
tüm uyarı ve eleştirilerine rağmen Selanik'teki
Atatürk Evi'nin eski dokusuna uygun olarak yeniden
düzenlenmesi için neden hiçbir girişimde
bulunulmamıştır?” diye sordu.

Evin son hali
Tadilattan önceki halinde evin içindeki eşyanın
kendilerine özgü kokusu ve havası olduğunu,
Atatürk'ün giymiş olduğu ayakkabıların, elbiselerin,
kullandığı özel eşyalarını görmenin bambaşka bir
duygu uyandırdığını belirten Bozkurt, evin yeniden o
dönemin havasını yaşatan bir dokuya dönüştürülmesini
istedi.

Solda yeni hali, sağda eski hali
Sözcü, 17.10.2016
|
TARİHİ KÖYLERDE KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM
Tekirdağ’daki ‘Miras
Yolu’ projesi kapsamında bölgedeki tarihi
beş köy restore edilerek turizme açılacak.
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ‘Miras
Yolu’ projesi ile kültürel bir dönüşüm
başlattı.
Proje kapsamında tarihi ve kültürel değeri
olan birbirine yakın 5 köyde yer alan tescilli
yapılar restore ediliyor.
İstanbul’a 2 saatlik mesafede
Safranbolu,
Beypazarı, Cumalıkızık gibi yeni bir
turizm destinasyonu oluşturuluyor. Tarihi
evleri, endemik bitki örtüsü, koyları ile dikkat
çeken bölge,
Trakya’nın incisi olmaya aday gösteriliyor.
Bir ‘mübadele müzesi’nin de hayata geçirileceği
proje bölgesini Tekirdağ Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Albayrak ile gezdik.
Geçmişi milattan
önce 2000’lere kadar giden Hellenistik ve Bizans
döneminde en parlak dönemlerini yaşayan
Uçmakdere’den Melen’e kadar uzanan yaklaşık 10
kilometrelik güzergah ‘Miras Yolu’ olarak
kentsel sit alanı ilan edildi. Rumlarla
Türklerin mübadele yıllarına kadar beraber
yaşadıkları köylerde ağırlıklı olarak bağcılık,
tütün ve ipekböceği yetiştiriciliği yapılıyordu.
Ganos (Gaziköy) özellikle Bizans döneminde
şarapları ile ün kazanırken, bu yörede yapılan
anforalar da tüm
Akdeniz yöresinde kullanılıyordu.
DOĞASEVERLER VAZGEÇEMEZ
İçinde 5 tarihi köyün
bulunduğu projede 100’e yakın altı taş, üstü ahşap
tipte sivil mimari örneği ev ile kilise, cami, hamam
ve manastır restore ediliyor. Köylülerden
restorasyon için ücret talep edilmiyor.
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi restorasyon
bedellerini üstleniyor. Her köyde restorasyon
atölyeleri oluşturularak, daha sonraki onarımların
da bu atölyelerde gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Sadece tarihi evleri, sokakları değil, kültürel
yeme-içme mekanları, ipekböceği gibi unutulmaya yüz
tutmuş somut olmayan kültür mirasları da projeye
dahil edildi. Yine güzergah üzerinde bir yamaç
paraşütü pisti ile ‘trekking’ (dağ yürüyüşü) parkuru
oluşturuldu. ‘Miras Yolu’ projesi içinde Uçmakdere,
Gaziköy, Güzelköy, Eriklice ve Tepeköy yer alıyor.
TEKİRDAĞ
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI KADİR ALBAYRAK: ‘EKOKÖY
OLUŞTURACAĞIZ’
“Geçmişten gelen 6 bin
yıllık yerleşim yeri olan bölgeler buralar. Rumlar,
Ermeniler, Türkler bu bölgede kardeşçe yaşamış.
Bizim amacımız bu bölgeyi ekoköy yapmak. Tarihi
yapıları restore edip turizme kazandıracağız.
Mübadele yıllarının çok iyi anlatılması gerekiyor. O
nedenle bir mübadele müzesi kuracağız.”
Hürriyet,
Haber: Ömer Erbil, 17.10.2016
|
TABYALARIN BELGESELİ YAPILACAK
Osmanlı-Rus Savaşları'nda, şehit
düşenlerin kentin yüksek rakımlı dağlarında bulunan
mezarları ile şehrin düşman saldırılarına karşı
korunması amacıyla Osmanlı döneminde inşa edilen
23 askeri tabyanın belgeseli
yapılacak. Erzurum Valisi Seyfettin Azizoğlu,
"Buranın belgesel çekimlerini yaparak o dönemde
yaşananları anlatmak istiyoruz ki genç nesil bu
savaşların hangi zorluklarla kazanıldığını
bilsinler." dedi.
Erzurum Valisi
Seyfettin Azizoğlu, 12 Kasım'da
düzenlenecek "Aziziye Destanı" yürüyüşü öncesi,
kentte bulunan tabyalar ile şehitliklerde
incelemelerde bulundu. Vali Azizoğlu'na 9. Kolordu
Komutanı Tümgeneral Mehmet Özoğlu, Erzurum Jandarma
Bölge Komutanı Tümgeneral Güray Alpar, Erzurum
Emniyet Müdürü Kamil Karabörk, Mehmetçik Vakfı
Erzurum Şube Başkanı emekli Albay Sabri Topdağı,
ŞEHİRDER Başkanı Murat Ertaş ile ATAK derneği
başkanı Çetin Bayram da eşlik etti.
Kent merkezine
uzaklıkları yaklaşık 1 ile 15 kilometre arasında
değişen Sivişli, Uzun Ahmet, Tafta tabyaları ile
Kargapazar Müfreze Şehitliği'ni gezen Azizoğlu,
burada gazetecilere yaptığı açıklamada, kentin
yüksek rakımlı dağlarında bulunan şehitlikler ile
tabyaların ihya edileceğini söyledi. Yapacakları
projeler öncesinde tabyaları ve şehitlikleri bizzat
görmek istediğini belirten Azizoğlu, şunları
söyledi:
"Erzurum, 20'nin
üzerinde tabyanın olduğu bir şehir. Şu an da
bulunduğumuz şehitlik, 1916 yılında 12 Şubat 1.
Dünya Harbi'nde Ruslarla karşı yapılan Kargapazarı
savaşlarında şehit olan askerlerimizin yeri. Tabii
şehitliğimizin bu hali bizi üzdü. Arkadaşlarımız sağ
olsunlar, şehitlik daha kötü haldeyken düzeltmişler,
belirgin hale getirmişler. Bu şehitlikler 1916
yılında Rusların Erzurum'a saldırısı esnasında,
Rusların Kargapazarı Dağı'ndan Erzurum'u işgal için
yaptığı harekata karşı bizim ordumuzun hızlı şekilde
yaptığı karşı mukavemet harekatıydı. Bu harekatla 3.
Ordumuzun Rus ordusu karşısında bozguna uğramasını
ve yok edilmesini engelleyen kahramanlar burada
yatıyor."
"O dönemde yaşananları anlatmak istiyoruz"
Vali Azizoğlu, tabya
ve şehitlik incelemesinin ardından gerekli
girişimlerde bulunacağını söyledi.
Tabyaların ve
şehitliklerin taşıdığı tarihi önemine işaret eden
Azizoğlu, bunun için belgesel çalışmasına öncelik
vereceklerini kaydetti. Azizoğlu, "Buranın belgesel
çekimlerini yaparak o dönemde yaşananları anlatmak
istiyoruz ki genç nesil bu savaşların hangi
zorluklarla kazanıldığını bilsinler. Öte yandan
Aziziye Destanı yürüyüşümüzü, 12 Kasım Cumartesi
günü gerçekleştireceğiz. Bundan 139 yıl önce yaşanan
tarihi burada tekrar yaşatacağız." dedi.
Vali Azizoğlu ve
beraberindeki heyete rehberlik eden ATAK Başkanı
Çetin Bayram ise Erzurum civarında Osmanlı-Rus
savaşları dönemlerinde yapılmış 23 tabya, 14
şehitlik ve yaklaşık 50 kilometreye yakın siper
hattı olduğunu anlattı.
Anadolu Ajansı, Haber ve
Fotoğraf: İlhami Erkılıç, 17.10.2016
|
ANTEP KUŞATMASININ 'LOJİSTİK TÜNEL VE MAĞARALARI'
ZİYARETE AÇILACAK
Gaziantep'in merkez Şahinbey
İlçesi'nde, Savaş Müzesi olarak kullanılan
tarihi binanın restorasyon
çalışmalarında ortaya çıkarılan ve Antep
savunmasında lojistik merkez
olarak kullanılan tünel ile
mağaralar, mart ayında ziyarete açılacak.
Gaziantep'te günümüzde
Savaş Müzesi olarak değerlendirilen Şehreküstü
Mahallesi'ndeki bir tarihi binada, restorasyon
çalışmaları sırasında tespit edilen ve kuşatma
yıllarında kullanıldığı belirlenen tünel ile
mağaralardaki çalışmalarda sona yaklaşıldı.
İhsanbey Kasteline
kadar ulaşan tünel ve tünele bağlantılı
mağaralardaki çalışmaların mart ayına kadar
tamamlanması ve buranın ziyarete açılması
amaçlanıyor.
"Yapılan çalışmalarda binanın altında mağaralar
olduğunu keşfettik"
Şahinbey Belediye
Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 10 yıl önce açılan
Savaş Müzesinin yer aldığı tarihi binada yıpranmalar
meydana geldiği için 3 yıl önce restorasyon
çalışmaları başlattıklarını bildirdi.
Binayı restore ederken
birçok yerde çökme riskiyle karşı karşıya
kalındığını belirten Tahmazoğlu, "Yapılan kazı
çalışmalarında binanın altında mağaralar olduğunu
keşfettik ve mağarada güçlendirme çalışmaları
yaptık. Bu çalışmaları yaparken baktık ki mağaranın
yanında küçük bir delik var. Burayı genişleterek,
baktığımızda mağaranın altında, yanında başka
mağaralar olduğunu keşfettik." dedi.
Gaziantep Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü kararıyla
burayı gün yüzüne çıkardıklarını vurgulayan
Tahmazoğlu, yaklaşık 400 römork hafriyatı elle
taşımak suretiyle boşalttıklarını ifade etti.
"Şehrin altında adeta bir yer altı şehri daha
var"
Tahmazoğlu,
Gaziantep'te yer üstündeki kültür varlıkları kadar
yer altında da önemli kalıntıların bulunduğuna
değindi. Tahmazoğlu, "Belki dünyada olmayan
mağaralar, livaslar, su kanalları, kasteller
Gaziantep'te var. Bu nedenle yer altında ne kadar
mağara var, birbirine bağlı tüneller, kuyular,
kuyuların altında su bağlantısı dediğimiz livaslar
var, bunları çıkarıyoruz. Ancak geçen zaman
içerisinde birçok yerde tıkanıklıklar oluşmuş,
kuyular dolmuş. Bunların boşaltılması gerekiyor. Bu
işler de makinelerle olmadığı için, elle yapılması
gerekiyor." diye konuştu.
Su kanallarının
Osmanlı dönemine ait olduğunu aktaran Tahmazoğlu,
sözlerini şöyle tamamladı:
"Buradaki livaslar,
Gaziantep Kalesine çıkıyor. Yani şehrin altında,
adeta bir yer altı şehri daha var. Gün yüzüne çıkan
yerlere baktığınız zaman atalarımızın buraları taş
ocağı, zeytin yağı işliği, sabunhane, boyahane
olarak kullanıldığını görüyoruz. Kurtuluş Savaşında
ise hastane, toplanma merkezi, yani karargah olarak
kullanılmış ve yer altı tünelleri de Kurtuluş
Savaşı'nın adeta seyrini değiştirmiş. Gelecek
nesilleri düşünerek, atalarımızın Kurtuluş Savaşında
memleketi işgal etmek isteyenlere karşı nasıl
mücadele verdiklerini, 15 Temmuz kahramanlarına
sunmamız çok önemli. Çalışmalar mart ayında
tamamlanarak, gün yüzüne çıkarılan tünel ve
mağaralar ziyarete açılacak. Gelecek nesillere
ecdadımızın yaptıklarını, bu vatan için ne
fedakarlıklara katlandıklarını göstermek anlamında
çok güzel bir eser olacağını düşünüyorum. Ancak bu
açılış kazı çalışmalarının tamamlanması değil, yeni
tünel ve livasların ortaya çıkarılması için de bir
başlangıç."
Anadolu Ajansı, Haber: Adsız
Günebakan, 17.10.2016
|
40 YIL SONRA İLK KEZ GÖRÜLECEKLER
Lübnan iç savaşından bu yana kapalı olan Beyrut’un
Ulusal Sanat Müzesi’nin bodrum katı açılıyor.
Antik şaheserlerle dolu
olan müzedeki eserler, böylece 40 yıl aradan sonra
ilk kez görülebilecek. Arkeolojik bakımdan büyük
önem taşıyan müzenin bu önemli kısmının
restorasyonunun yaklaşık 1 milyon euro’ya mal olduğu
belirtiliyor.
Milliyet, 17.10.2016
|
 |
LÜBNAN'IN EN BÜYÜK KÜTÜPHANESİ OSMANLI SARAYI

Lübnan'ın Biaklin
beldesindeki eski Osmanlı sarayı,
içerisindeki 140 bin kitap ve 300 bin gazete ve
dergi benzeri eserle ülkenin en büyük
kütüphanesi olarak hizmet veriyor.
Başkent Beyrut'un
güneybatısındaki Lübnan Dağı'nın Şuf bölgesinde yer
alan Biaklin'de 1897 yılında dönemin Lübnan Emiri
Mustafa Arslan adına Osmanlı Padişahı II.
Abdülhamit'in emriyle inşa edilen iki katlı saray,
ziyaretçilerini girişindeki Osmanlı armasıyla
karşılıyor.
Günümüzde kütüphane
olarak kullanılan saray hakkında AA muhabirine bilgi
veren Kütüphane Müdürü Gazi Ebu Gayda,
binanın II. Dünya Savaşı'ndan sonra okul, mahkeme ve
hapishane gibi çeşitli amaçlar için kullanıldığını
belirtti.
İsrail'in 1982 yılında bölgeyi işgali sırasında
binanın boş kaldığını aktaran Ebu Gayda, sözlerine
şöyle devam etti:
"İsrail'in Lübnan
Dağı'nı işgalinin 1986'da sona ermesinin ardından
Lübnan hükümeti binayı yeniden hapishane olarak
kullanmak istedi ancak bölge halkı buna itiraz etti.
İlerlemeci Sosyalist Parti Lideri Velid Canbolat,
halkın isteği doğrusunda binayı restore ettirdi,
ardından kütüphane olarak hizmete soktu. 1996
yılında da Lübnan Kültür Bakanlığı tarafından milli
kütüphane olarak kabul edildi."
"Saray, Osmanlı, Arap ve İslam tarihinin
hafızasına ev sahipliği yapıyor"
Kütüphane içinde 140
bin kitap, 300 bin dergi ve gazete benzeri yayın
bulunduğunu ve bu özelliğiyle Lübnan'daki en büyük
kütüphane olduğunu belirten Ebu Gayda, "Saray,
Osmanlı, Arap ve İslam tarihinin hafızasına ev
sahipliği yapıyor." dedi.

Beldedeki Osmanlı
döneminden kalma eserlerin korunması için bölge
halkının çaba gösterdiğini dile getiren Ebu Gayda,
Türkiye'den de bu eserlerin korunması için adım
atmasını beklediklerini kaydetti.
Biaklin beldesinde
Osmanlı döneminden kalan birçok eser, Sultan
Abdülhamit Han döneminin özelliklerini yansıtırken
bu eserlerden bazılarının bakıma muhtaç hali dikkati
çekiyor.

Biaklin'in yüksek bir
noktasında bulunan Hamidiye Çeşmesi ve onun yaklaşık
10 metre önünde dönemin mimarisini yansıtan mezar
taşlarıyla kabristan, bunlardan en önemlileri olarak
göze çarpıyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Enes Kanlı,
Fotoğraflar: Ratib Al Safadi , 16.10.2016
|
1400 YILLIK DEPRESYON VE KALP İLACI BULUNDU
İstanbul
Avcılar'da Küçükçekmece Gölü kıyılarında
yürütülen
Bathonea kazılarında bulunan 700 kadar
unguentarium’da (Merhem, ilaç ya da koku şişesi)
depresyon ve kalp ilaçları bulunduğu belirlendi.
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr.
Şengül Aydıngün başkanlığında Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile
Kocaeli Üniversitesi’nin Küçükçekmece Göl
Havzası’nda 2007’de yüzey araştırmasıyla
başlatılan, 2009’dan bu yana düzenli olarak
yapılan
Bathonea kazıları bu yıl Ağustos ve Eylül
aylarını kapsadı.
Kocaeli
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün yanı sıra
Selçuk Üniversitesi,
Ege Üniversitesi ve
İstanbul Üniversitesi ile
yurt dışından pek çok bilim kuruluşundan
katılan çeşitli araştırma gruplarından 100
civarında bilim insanı ve öğrenci çalışmalara
katıldı.
1390
YILLIK ŞİŞELERDEKİ KALP VE DEPRESYON İLAÇLARI
Kazı başkanı Doç.Dr. Şengül Aydıngün, bu sezon
yaptıkları çalışmaları anlatırken ağırlıklı olarak
laboratuar, depo ve analiz çalışmalarına
yöneldiklerini ve çok güzel sonuçlar elde
ettiklerini söyledi. Doç.Dr. Aydıngün, bu yıl
binlerce parça seramiği bir araya getirdiklerini ve
geçmiş yıllarda çıkardıkları malzemeleri yeniden
değerlendirdiklerini, gözden kaçan pek çok nokta
üzerinde çalıştıklarını belirterek şöyle dedi:
"Örneğin 2013 ve 2015
yılı kazı sezonunda biz çok büyük miktarda
unguentarium (Merhem, ilaç ya da koku şişesi)
bulmuştuk. Bunlar antik çağ ilaç merhem şişeleri
bunların sayısını 400 olarak bilirken bu yıl
laboratuar çalışmalarında bir çok parçayı
birleştirdik.
Baktık ki bunların
sayısı 700 civarında. Bu rakam antik çağ için çok
yüksek. Bunlar, şu ana kadar bir arkeolojik kazıda
tek bir noktada bu kadar çok ele geçen ilk
unguanterium yani ilaç şişesi buluntu grubu. Bu çok
güzel bir grup. Büyük bölümünü müzeye teslim ettik.
Bir kısmının onarımları devam ediyor. Ama bir
taraftan da bu ilaç şişelerinin hemen yakınlarında
pek çok sayıda değişik boyutta havan elleri,
havanlar, aynı zamanda büyük bir ocak bulduk yani
ateşin yapıldığı belli ki burada bir ilaç üretim
merkezi de vardı.
Aynı zamanda kemikten
aletler, spatulalar, tıbbi aletler çok miktarda
elimize geçti. İşin ilginç tarafı kış aylarında kazı
yaptığımız bu arazide bir takım bitkiler var. Bu
bitkiler, pek çok ilacın da özünü oluşturuyor
unguanteriumların içerisindeki kalıntıların
analizleri TÜBİTAK (Gebze) tarafından yapıldı. İki
ilacın özü çıktı. Methanone ve Phenanthrene olarak
belirlenen iki ilaç formülü. Bunlardan bir tanesi
depresyon ve sakinleştirici tarzda ilaç bir de kalp
hastalıklarına iyi geliyor. Bu ilaçların özü
çevredeki endemik bitkilerle karşılanıyor. Bu da
bizim için çok ilginç ve güzel sonuçlar."
Doç.Dr. Şengül
Aydıngün, Bathonea kazı alanında büyük bir yangın
tabakası ile karşılaştıklarını, bu yangın
tabakasının tüm yapılarda görüldüğünü ve karbon
örneklerinin testinin Polonya’da Wroclaw Arkeoloji
ve Etnografya Enstitüsü'nce yapıldığını söyledi.
Doç.Dr. Aydıngün, buradaki analizlerin ardından kazı
sonuçlarının
İstanbul tarihine bir sayfa daha
ekleyebileceğini şöyle anlattı:
"AVAR
SALDIRISINA KANIT OLABİLİR"
"Bilim heyetimizin
ortaklarından Polonya Wroclaw Arkeoloji ve
Etnografya Enstitüsü tarafından karbon örneklerinin
analizlerinden yangın çıkışı ile ilgili 620 ile 640
arasında bir tarih geldi. Bu önemli bir tarih
aralığı. Bu tarihlerde İstanbul’a Trakya üzerinden
gelen ciddi saldırılar var. Traklar, Bulgarlar ve
Avarlar saldırıyor.
626’da da ciddi bir
Avar saldırısı var. Bizim bu kazı yaptığımız
unguentariumların bulunduğu alanda çok büyük bir
yapı grubu var. Bu yapı grubunun tamamı neredeyse
bir saldırı sonucu ortaya çıkan yangınla çökmüş.
Ve unguanteriumlar da
bu yangın tabakasının altında kalmış. Avar
saldırısına kanıt da olabilir diye düşünüyoruz.
Çünkü tarihi veriler, İstanbul çevresinde,
yakınlarında ki bu saldırılardan söz ederken
arkeolojik kanıtları yoktu. Bu netleşirse Avar
saldırısına ait ilk arkeolojik veri olarak da
Bathonea kazıları İstanbul tarihine bir sayfa daha
eklemiş olacak."

Fotoğraf, kazı ekibinden Haldun Aydıngün
tarafından görüntülenmiştir.
Bathonea’daki
kazılarda geçmiş yıllarda MÖ 7000’li yıllara ait
Avrupa’daki en eski tarımsal faaliyetlerin izleri,
MÖ 2000'li yıllarda yaşamış Hitit izleri tespit
edilmişti. Bathonea Limanlarının MS 9-11'inci
yüzyıllar arasında Vikingler tarafından kullanıldığı
da anlaşılmıştı.
Hürriyet, 16.10.2016
|
ESKİŞEHİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Eskişehir'in
Çifteler İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, tarihi
eser kaçakçılığı yapmaya çalıştıkları öne sürülen
iki kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri, ellerindeki tarihi eserleri satmaya
çalıştıkları iddia edilen İ.K. (32) ve F.Ö'nün (37)
bulunduğu otomobili ilçe merkezinde durdurdu.
Otomobilde yapılan arama ve kontrollerde, 66
bronz ve altın sikke, iki yüzük, birer dedektör ve
kazma ele geçirildi.
Tarihi eserleri muhafazaya alan güvenlik güçleri,
şüphelileri sorgulanmak üzere İl Jandarma
Komutanlığına götürdü.
Akşam, 16.10.2016
|
 |
KOCAELİ'NDE FECİ OLAY
Kocaeli'nin Körfez İlçesi'nde define arayan kişilerin
hazırladığı dinamitin patlaması sonucu 1 kişi öldü,
2 kişi yaralandı.
Olay bugün saat 17.30
sıralarında, Körfez İlimtepe Mahallesi'nde ormanlık
alanda meydana geldi. İstanbul'da kaynakçılık yapan
2 çocuk babası 44 yaşındaki Rafet Polat, 4 arkadaşı
ile birlikte Körfez İlçesi'nde oturan kardeşi
Abdullah Polat ve bir arkadaşıyla buluştu. 7 kişi
ormanlık alanda yemek yedikten sonra semaverle çay
demleyerek içti. İddiaya göre, Rafet Polat'ın define
aramak için kazıda kullanacakları dinamiti
hazırladığı sırada patlama oldu. Rafet Polat
parçalanarak hayatını kaybederken, yanında bulunan 2
kişi ise yaralandı.
Olay yerine gelen 112 Acil
ekipleri yaralanan kişilere ilk müdahalede bulunarak
Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırdı.
Milliyet, 16.10.2016
|
AVRUPALILAR BELÇİKA'DA YAŞAMIŞ İLK İNSANLARIN
SOYUNDAN GELİYOR
Son buzul çağından kalma antik DNA’lar tüm
Avrupalıların bir zamanlar Belçika’da yaşamış ilk
insanların soyundan geldiğini gösteriyor.

Techtimes.com adlı
sitede yer alan habere göre yapılan çalışmalar
sonucunda incelenen tüm antik Avrupalıların soyu 37
bin yıl önce bölgede yaşamış, bugünkü adıyla
Belçika’ya uzanıyor.
Genom (kalıt)
analizleri ayrıca uzak atalarımızın buz devri ve onu
takip eden bir kaç bin yıllık soğuk dönemde oldukça
belirgin evrimsel değişime maruz kaldığını da
gösteriyor. Bunu anlamada 51 genetik örnek üzerinde
yapılan son çalışmayla önceki 4 örneğin
karşılaştırılması büyük etken olmuş.
İlk DNA’lar
sitozinin yerini (DNA ve RNA’daki azotlu baz)
urasilin (RNA’nın yapısındaki dört bazdan biri)
almasından dolayı ayırıcı sapma içerebiliyor. Bu
değişim modern genetik kod zincirlerinde nadir
görülürken, bilim adamları bu durumu kendi lehlerine
çevirip sadece bu sapmayı ortaya çıkaran DNA’yı
incelemişler. Bu işlem araştırmacılara hemen hemen
saf antik genetik kodlu örnekleri analiz
edebilmelerini sağlamış.
Genom ölçek verisi
elde etmenin 5-6 yıllık geçmişi olan yeni bir
teknoloji olduğunu belirten Harvard Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden David Reich, yeni bilimsel aletler
ile nesnelere daha önce bakılmadığı şekilde bakmanın
artık mümkün olduğunu söyledi.
Avrupa’da kabaca 19
bin yıl önce ısınmaya başlayan hava gerisinde
kıtanın geniş alanına yayılan buz tabakası
bırakmıştı. Bu buzla kaplı örtü çekilmeye başlayınca
bugünün İspanya’sından insan toplulukları kuzeye
doğru göç etmeye başladı. Bu göçten yaklaşık 5 bin
yıl sonra ikinci grup insan topluluğu Güneydoğu
Avrupa’dan kıtanın kuzey ve batısına gelmeye
başladı. Bu göçmenler Türkiye ve Yunanistan’dan
gelip, bir önceki toplulukla yer değiştirdi.
Son büyük buz devri
35 bin -19 bin yılları arasında doruğuna çıkmışken,
12 bin yıl önce sonuna gelmişti. Bu devirde buzullar
kuzeyden güney Fransa’ya kadar ulaşmıştır.
Modern insanlar
Avrupa’ya 45 bin yıl önce geldi bu da o dönem kıtada
yerleşik Neandertal’lerin sonu anlamına geliyor.
Çalışmada incelenen
tüm antik Avrupalıların soyu 37 bin yıl önce bölgede
yaşamış, bugünkü adıyla Belçika’ya uzanıyor. Bu
topluluk daha sonra bölgeden çıktı ve onların yerine
14 bin yıl önce doğudan yeni bir göçmen kitlesi
geldi.
arkeolojihaber.net, Çeviri: Ayşen Yolcu,
15.10.2016
|
HALDUN TANER
BÜSTÜNÜN PARÇALANMASINA TEPKİLER
Kadıköy Mühürdar'daki
Haldun Taner büstünün vandalca parçalanması tepkiyle
karşılandı. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nden yapılan
açıklamada, "Saldırı hangi el tarafından
gerçekleştirilmiş olursa olsun, ardında yatan
zihniyeti tanıyoruz" denildi.

Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nden yapılan açıklama
şöyle:
İçine tükürdüler, ucube dediler, kırdılar,
kaldırdılar... Sahip çıktık, çıkmaya devam edeceğiz!
Kadıköy Mühürdar'da bulunan Haldun Taner büstünün
saldırıya uğradığını öğrenmiş bulunuyoruz. Saldırı
hangi el tarafından gerçekleştirilmiş olursa olsun,
ardında yatan zihniyeti tanıyoruz. Yakın zamanda
İzmir'de bulunan "Müzisyen" heykelinin ardı ardına
saldırıya uğradığını ve saldırganın serbest
bırakıldığını hatırlarsak, yıllardır Kadıköy'de
bizleri selamlayan ve bugün saldırıya uğrayan Haldun
Taner büstünü parçalayan kişi ya da kişilerin
nereden beslendiklerini de rahatça görebiliriz. İsmi
Kadıköy ile özdeşleşen ve yarattığı eserler ile
Türkiye tiyatrosuna önemli katkılar koyan Haldun
Taner'in büstünün yıllardır olduğu yere yeniden
konulmasını talep ediyor ve meselenin takipçisi
olduğumuzu duyuruyoruz!
ALTKAT SANAT TİYATROSU'NDAN TEPKİ
Altkat Sanat Tiyatrosu'nca yapılan açıklamadaysa
şöyle denildi:
Türkiye tiyatrosuna onlarca oyun kazandırmış
bunun yanında öykücülüğüyle de edebiyat alanına yön
vermiş Haldun Taner bir anlamda Kadıköy’le
özdeşleşmiş bir sanatçıdır. Kabare alanında da
oyunlar üretmiş olan sanatçımızın Kadıköy
Mühürdar’da bulunan büstüne saldırıda bulunulması
basit bir vandallıktan öte, bu ülkenin yetiştirdiği
ilerici bir aydınına saldırıdan başka bir anlam
ifade etmez. Bu saldırıyı her kim yapmışsa yapsın
aydınlık değerlere bir saldırı anlamını taşır.
Cehaletin sürekli körüklendiği böyle bir ortamda
Haldun Taner’e sahip çıkmak insani olana da sahip
çıkmak demektir. Bu saldırıyı kim-kimler yapmış
olursa olsun kınıyoruz. Ve Haldun Taner büstünü
yeniden olduğu yerde görmek istiyoruz.
Sol
Haber, 15.10.2016
|
ÇAĞDAŞ SANATIN EN İYİLERİ
İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Uluslararası
Kongre ve Sergi Sarayı'nda gerçekleştirilecek çağdaş
sanat fuarı Contemporary Istanbul, 11. yılında da
Akbank’ın desteğiyle kapılarını açmaya hazırlanıyor.
Özgür ve özgün fikirlerin her alandaki gelişime
ilham vereceğine inanan Akbank, Türkiye’nin en
kapsamlı uluslararası çağdaş sanat fuarı
Contemporary Istanbul’a 2007 yılından bu yana
desteğini sürdürüyor. Sürdürülebilir kurumsal sosyal
sorumluluk projeleriyle Türkiye’nin sosyal ve
ekonomik gelişimine önemli katkı sağlayan Akbank,
ekonomik büyümeyi desteklemenin yanı sıra toplumun
kültür ve sanat alanında da gelişimini öncelikli
sorumluluğu olarak görüyor.
SANAT KOLEKSİYONERLİĞİ
Türkiye’de ve yurt dışında gayrimenkul ve turizm
sektöründe faaliyet gösteren Ferko, 25 yıldır modern
tasarımla lüksün hayat tarzına dönüştüğü yaşam
alanları inşa ediyor. Deneyimli tasarım ve
mühendislik ekibinden aldığı güçle gayrimenkul
sektörüne değer katan Ferko, Contemporary İstanbul’u
ortak sponsor olarak desteklemeye devam ediyor.
Contemporary Istanbul’un en dikkat çeken bölümlerini
bu yıl ilk defa sanatseverlerle buluşacak olan
Collectors’ Stories ve CI Design oluşturuyor. Fuarda
bu yıl yeni bölümlerin yanı sıra yeni projeler de
dikkat çekiyor. Contemporary Istanbul bu yıl için
bir ilke imza atarak, Collectors’ Stories bölümünde
Türkiye’nin önde gelen 60 çağdaş sanat
koleksiyonundan 120 eseri sanatseverlerle
buluşturacak. Türkiye’nin önde gelen
koleksiyonerlerinin kendi koleksiyonlarından
seçeceği eserler CI Artistik Danışmanı Marc-Olivier
Wahler’in küratörlüğünde sergilenecek.
Koleksiyonerlerin kişisel estetik anlayışlarını
sunmalarına olanak sağlayacak sergi, Türkiye’de
sanat koleksiyonerliğinin geçirdiği dönemsel
değişimleri ve bugününü tartışmaya açacak. Bu
bağlamda hazırlanacak olan Collectors’ Stories
kitabı ise CI Publications’ın ilk yayını olacak ve
sergilenen eserlerin tüm dünyaya açılmasını
sağlayacak.
Akşam, 15.10.2016
******
CONTEMPORARY İSTANBUL ÇAĞDAŞ SANAT FUARI BAŞLIYOR
Bu yıl 11.si düzenlenecek
olan Contemporary İstanbul çağdaş sanat fuarı 3-6
Kasım tarihleri arasında Lütfi Kırdar Kongre
Merkezi’nde sanatseverlerle buluşacak.
Dün yapılan basın toplantısında CI Yönetim Kurulu
Başkanı Ali Güreli, 19 ülkeden 66 galeri ve 450
sanatçının katılacağını açıkladı. Güreli, CI’ın
temsil ettiği bölgede birinci sırada olduğunu ve
sanatçı sayısının geçen yıllara oranla arttığını da
belirtti. Bu sene Contemporary
İstanbul’da ‘Collectors’ Stories’ ve ‘CI Design’
bölümleri ilk kez yer alacak. Artistik
danışmanlığını Marc-Olivier Wahler’in ‘Collectors’
Stories’ bölümünde, Türkiye’nin önde gelen 60
Çağdaş Sanat koleksiyonundan 20 eser
sergilenecek. Leyla Alaton, Haro Cümbüşyan, Mehmet
Ali Bakanay, Cem Hakko, Oya & Bülent
Eczacıbaşı, Freda & İzak Uziyel gibi önemli
isimler de koleksiyonları ile sergiye destek
verecek. ‘CI Design’ ise İstanbul Kültür Sanat
Vakfı’nın düzenlediği 3. İstanbul Tasarım Bienali
ile eş zamanlı olarak bienale destek verecek.
Contemporary İstanbul’un bu seneki yeniliklerinden
biri de yayın yönetmenliği
HASAN Bülent Kahraman tarafından yapılacak olan
CI Publication olacak. Kitapta, dördü yerleştirme,
17’si heykel, 11’i video 72’si fotoğraf ve videodan
oluşan 102 eser yayımlanacak. Fuar bu yıl
Akbank ve Ferko sponsorluğunda
gerçekleştirilecek.
Milliyet, Haber: Nergis
Fırtına, 18.10.2016
|
KANALİZASYON ÇALIŞMASINDAN TARİHİ MEZAR ÇIKTI
Konya'da kanalizasyon kazı çalışması sırasında
Bizans dönemine ait mezar ve tarihi eserler bulundu.
İşçiler tarafından bulunan tarihi gözyaşı şişesi,
cam vazo ve toprak testi yetkililere teslim
edilirken, kanalizasyon çalışmaları durduruldu.
Konya Büyükşehir Belediyesi bağlı KOSKİ ekipleri,
Ereğli İlçesi'ne bağlı Orhaniye Mahallesin'de
kanalizasyon çalışması başlattı. İşçiler kepçe ile
kanalizasyon çukuru açarken tarihi mezara rastladı.

Kazı çalışması durdurulurken toprakların
arasından insan kemikleri ile birlikte tarihi
gözyaşı şişesi, cam vazo ve toprak testi çıktı.
İşçiler tarafından yapılan ihbar üzerine sevk
edilen jandarma ekipleri, tarihi mezarın bulunduğu
bölümde güvenlik önlemi aldı. Bizans Dönemi'ne ait
olduğu belirlenen tarihi eserler ise müze
yetkililerine teslim edildi.
Kanalizasyon çalışmalarının da durdurulduğu
bölgede müze yetkilileri tarafından detaylı
arkeolojik çalışma yapılacağı ifade edildi.
Milliyet, 15.10.2016
|
381 YILLIK KÖPRÜ DEFİNECİLERİN HEDEFİ OLDU
Erzurum’da Fırat’ın kolu Karasu üzerine Dördüncü
Murat’ın 1635’teki Revan seferine giderken
yaptırdığı Karaz Köprüsü, definecilerin hedefi oldu.
35 metre uzunluğunda ve 8
kemerli taşköprü çevresinde geceleri yanlarında
getirdikleri kazı makineleri ile tarihi yapının
çevresinde koca çukurlar açıyor. Köprünün yanında
tarlası bulunan Doğu Anadolu Tarımsal Üreticiler ve
Besiciler Birliği Başkanı Nazmi Ilıcalı, “Köprüler
yapılırken, onarımları için bir ayağına bir miktar
altın konulduğu yolunda efsaneler anlatılıyor. Bu
efsaneye inanlar, tarihi köprüleri delik deşik
ettiler” dedi.
Milliyet, 15.10.2016
|
 |
TARİHİ HAN BUTİK OTEL OLUYOR
Bolu'da 1750 yılında inşa edilen tarihi Aşağı
Taşhan'da başlatılan restorasyon çalışmasında,
binanın tarihi dokusu üzerine sıva ve boya
yapıldığı, üzerine de sonradan betonarme kat
çıkıldığı ortaya çıktı.
Bolu Belediyesi, Büyükcami Mahallesi'nde 600
yıllık tarihi Yıldırım Bayezid Cami'nin yanında uzun
süredir atıl durumda olan Aşağı Taşhan'ın orijinal
yapısında restore edilmesi için proje hazırladı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Anıtlar Yüksek
Kurulu'ndan alınan izinlerin ardından 266 yıllık
taşhanın restorasyonuna başlandı. Restore
çalışmasında, Osmanlı'nın son döneminden kalan ve
kesme taştan yapılan tarihi binanın iç
kısımlarındaki duvarlarına sonradan sıva yapılıp
boyandığı ortaya çıktı. Taş binaya sonradan
betonarme kat çıkıldığı da belirlendi.
SIVA SÖKÜLÜYOR
Restore çalışması kapsamında taş duvarların
üzerindeki sıvanın ve boyanın söküm işlemi sürerken,
ardından sonradan eklenen kat ile aradaki duvar
yıkılarak tarihi Taşhan'ın avlusu ortaya çıkartılıp
üstü açık şekilde aslına uygun hale getirilecek.
Yaklaşık 1 yıl sürmesi planlanan restorasyon
çalışmasının tamamlanmasıyla, alt katında 11, üst
katında 18 olmak üzere 29 odanın yer aldığı Aşağı
Taşhan, restoran ve butik otel şeklinde ihale
yoluyla hizmete sunulacak.
Projenin ikinci ayağında ise Aşağı Taşhan'ın
bitişiğinde 1804 yılında aynı şekilde yapılan ve
çanta, dini kitaplar, hediyelik eşya ürünlerinin
satıldığı iş yerlerinin olduğu Yukarı Taşhan da
restore edilecek.
BAŞKAN: TURİZM MEKANI HALİNE GETİRECEĞİZ
Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz, tarihi
mekanları onararak geleceğe taşımak istediklerini
söyledi. Bolu'nun aşçılar diyarı olmasına rağmen
insanları sadece yemek yeme için kente
getiremediklerini ifade eden Başkan Yılmaz, "Bolu'ya
Ankara'dan kimse yemek yemeye gelmiyor. Biz burada
yemeğe gelinebilecek bir mekanizma oluşturabilir
miyiz? Böyle bir konsepti yakalamakta zorlanıyoruz.
Eğer Diyarbakır'a giderseniz böyle bir taş binayı,
tarihi yapıyı lokanta ve kafeterya gibi
değerlendirmişler. Giden herkesi orada ağırlamaya
çalışıyorlar. Eğer iyi bir işletmeci bulabilirsek,
burayı da Diyarbakır'daki taş binanın konseptine
sokup Bolu'nun hizmetine sunacağız" dedi.
Aşağı ve Yukarı Taşhan'ı birleştirip bu bölgeyi
turizm mekanı haline getireceklerini belirten Başkan
Yılmaz, "Arasta Çarşısı projesini burayla
birleştireceğiz. Bu proje şu an Anıtlar Kurulu'nda
devam ediyor. Eğer Anıtlar Kurulu ile yaptığımız
görüşmelerde orayı da neticelendirebilirsek, orayı
komple restore edip büyük camimiz ile yaşanılabilir
bir turizm mekanı haline getirmeyi planlıyoruz.
Yukarı Taşhan'daki esnafı ya bu konsept içerisinde
değerlendireceğiz ya da bu esnafın buradaki
şartlardan daha avantajlı bir mekana taşınmasını
sağlamaya çalışacağız" dedi.
Gerçek Gündem,
14.10.2016
|
SAYIŞTAY BULDU: İSTANUL'DA BİR HAYALET MÜZE!
Sayıştay'ın 2015 Vakıflar Genel Müdürlüğü denetim
raporuna göre, Vakıflar Genel Müdürlüğünün merkez ve
taşra teşkilatı bünyesinde 12 vakıf müzesi var.
Ancak söz konusu müzelerin 9 tanesinin açık
olduğu, İstanbul’da açık olarak görülen Kilim ve Düz
Dokuma Yaygılar Müzesi ile Türk İnşaat ve Sanat
Eserleri Müzesinin uzun süredir kapalı olduğu ifade
edildi.
Rapora göre, İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü
bünyesinde açık olarak görülen Özbekler Tekkesi
Müzesi ise aslında hiç açılmayarak İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığına tahsis edildi ve
hali hazırda İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfınca
(İSAR) kullanılıyor.
"Hayalet müze" Sayıştay raporuna şu satırlarla
yansıdı:
"Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde... toplam 9
(dokuz) adet müzenin açık olduğu, Performans
Programında İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü
bünyesinde açık olarak görülen Kilim ve Düz Dokuma
Yaygılar Müzesi ile Türk İnşaat ve Sanat Eserleri
Müzesinin uzun süredir kapalı olduğu, İstanbul
Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü bünyesinde açık olarak
görülen Özbekler Tekkesi Müzesinin de aslında hiç
açılmadığı, Tekkesinin İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığına tahsis edildiği ve hali hazırda
İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfınca (İSAR)
kullanıldığı, müzenin açılamadığı ifade edilmiştir.
Buna göre, Vakıflar Genel Müdürlüğünün mevcut müze
sayısı 9 olmasına rağmen bu sayının VGM 2015
Performans Programında 12 adet olarak yer aldığı ve
hatalı olduğu anlaşılmaktadır..."
HAYALET MÜZE ÖNCE SOYULMUŞ
Gazeteci Murat Bardakçı, 10 Mart 2013 tarihli
Habertürk gazetesinde yer alan köşeyazısında Milli
Mücadele döneminde Anadolu'ya gizli silah
sevkiyatının merkezlerinden biri de olan Özbekler
Tekkesi'nin kısa tarihçesini ve bugün karşı karşıya
bulunduğu sorunları ele almış ve şu satırlara yer
vermişti:
"Tekkenin şeyhlerinin soyundan gelen ve
Amerika'nın önde gelen müzik yapım şirketlerinden
Atlantic Recors'un sahibi Ahmet Ertegün, 2006'daki
ölümünden önce, Boğaz sırtlarındaki 17 dönüm
arazinin üzerindeki 21 odalık muhteşem mekanı 'müze
dışında herhangi bir amaçla kullanılmaması' şartıyla
büyük paralar harcayarak restore ettirdi ve Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne devretti. Ertegün'ün avukatları
ile Vakıflar arasında imzalanan bir protokolle de
tekkenin müze yapılması işi resmiyet kazandı.
...Vakıflar Genel Müdürlüğü, protokolün ardından,
2008'de, tekke şeyhlerinin soyundan gelenlerin
elinde bulunan ve aileye ait olan ikiyüzden fazla
tarihi eseri 'müzeye koyacaklarını' söyleyerek ayrı
bir protokolle bağış olarak aldılar. Eserler,
tekkenin restore edilen bölümüne yerleştirildi,
binaya bir müdür ile korumalar tayin edildi ve tekke
2011 Ekimi'nin ilk haftasında soyuldu! Hırsızlar
elyazması Kur'anlar ile çok sayıda fermanı ve en
önemli hattatların elinden çıkma levhaları çaldılar.
Çalınan eserlerin bir kısmı daha sonra bulundu ama
bazılarının izine ulaşılamadı...
...Özbekler Tekkesi sadece sanatçılar ve bilim
adamları yetiştirmedi, şeyh ailesinden de tanınmış
birçok isim çıktı...
Mesela, Lozan görüşmelerine Ankara'nın hukuk
müşaviri olarak katılan, daha sonra Türkiye'nin
Washington Büyükelçiliği'ni yapan, cenazesi 1946'da
Missouri gemisi ile İstanbul'a getirilen ve ismi
tekkenin bulunduğu sokağa verilen Münir Ertegün,
Özbekler'in meşhur şeyhi İbrahim Edhem'in torunu idi
ve tekkeye defnedildi. Onun oğlu ve Amerika'nın önde
gelen müzik yapımcılarından olan Ahmet Ertegün'ü de
New York'ta 2006'da vefat edince dedelerinin yanına,
Özbekler Tekkesi'ne defnettiler..."
Gerçek
Gündem, 14.10.2016
|
TABANLIOĞLU, BAYEZİD KÜTÜPHANESİ İLE ÖDÜL ALDI
Tabanlıoğlu Mimarlık'ın Bayezid Kütüphanesi
restorasyonu, ABD Mimarlar Odası'ndan ödül aldı.
Uluslararası ölçekte önemli işlere imza atan
Tabanlıoğlu Mimarlık, şirketin ortaklarından
Melkan Gürsel'in verdiği bilgiye göre, Bayezid
Kütüphanesi'nin renovasyonu ile ABD Mimarlar
Odası'ndan ödül aldı.
"Biz kültürel ve sosyal anlamda katkı
sağlayacak projelere, kendi gücümüz ve
kabiliyetimiz çerçevesinde destek olmaya
çalışıyoruz. İstanbul Modern'in, AKM'nin ve
üçüncü olarak da Bayezid Kütüphanesi'nin
renovasyon işini yaptık. Bayezid Kütüphanesi,
kültür yolculuğumuzun son ve önemli
duraklarından biri oldu. Dördüncüsü ise Baksı
Müzesi'ndeki Kadın Evi olacak" diyen Melkan
Gürsel'in verdiği bilgiye göre, projenin
müteahhitliğini Rena İnşaat yaptı; mekanik
elektrik mühendisliklerini Aydın Doğan Vakfı
üstlendi; Tabanlıoğlu da mimari projeyi
hazırladı.
Melkan Gürsel, "Bugün haberi geldi;
Bayezid
Kütüphanesi, Amerika Mimarlar Odası'ndan
'Restorasyon ve Yenileme' dalında büyük ödülü
aldı. Platin Ödülü verildi. Bu renovasyon ayrıca
birçok prestijli uluslararası yayında yer aldı.
Dahası, Bayezid'tan çıkan hikaye Londra'ya
taşındı. Bayezid Kütüphanesi'nde tasarladığımız
kitap okuma kutularını bir şekilde Victoria &
Albert Müzesi'ne taşıma fikri doğdu ve bunu da
Londra Tasarım Festivali yetkililerine ilettik.
Fikir çok beğenildi. 'Beloved / Azizem'
enstalasyonunun doğuşu böyle oldu. Sabahattin
Ali'nin meşhur romanı 'Kürk Mantolu Madonna'yı
anlatan 7 projeksiyon yerleştirdik. Bu
videolarda, Raif Efendi'nin Berlin'deki,
Ankara'daki hayatından kesitler var. Murat
Tabanlıoğlu önemli bir fotoğrafçıyla Berlin'e
gitti ve Raif Efendi'nin gezdiği yerleri gezdi;
oraların bugünkü halini yansıttı. Victoria &
Albert Müzesi'nin anaholünde bir köprünün
üzerindeyiz. Bu köprü bir geçiş; Rönesans'ı ve
Orta Cağ'ı birleştiriyor." dedi.
Arkitera,
Haber: Ekin Bozkurt, 14.10.2016
|
ANTİK KENTTE DEPREMİN İZLERİ ARAŞTIRILIYOR
Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde tarihte yaşanan depremlerin izleri
araştırılıyor.
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr.
Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik
kentin birçok bölgesinde kazı çalışması
yürütüldüğünü, çalışmalarda bölgede 5 döneme ait
deprem izlerine rastlandığını kaydetti.
Bölgede incelemelerde bulunan Pamukkale
Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Halil Kumsar ise arkeolojik verilere
göre milattan sonra 4. yüzyılda meydana gelen büyük
bir deprem sonucunda kentin birçok yapısında ağır
hasar meydana geldiğini bildirdi.
Stratonikeia antik kentinin tarihin çeşitli
dönemlerinde yaşanan depremlerden ağır hasar
gördüğünü anlatan Kumsar, "Bu deprem izlerinin en
belirgin yeri ise antik tiyatro. Tiyatronun sol
yamacında hasarlı olan ve uzun süreden beri hatta
milattan sonra 340-350 yıllarında meydana gelen
depremden sonra kullanılamamıştır." dedi.
- "Yüzeye yakın depremler yaşandı"
Kumsar, sahada ve laboratuvarlarda yürütülen
çalışmalarda, tiyatro zemininin bir örneklemesini
yaptıklarını ve temel zemininde meydana gelen
heyelanın farklı koşullardaki oluşum nedenlerini
incelemeye çalıştıklarını kaydetti.
Çalışmalarda, bölgede 6,5 ve 7 üzerinde, yüzeye
yakın alanlarda meydana gelen depremlerin yarattığı
etkileri incelediklerini anlatan Kumsar, şöyle
konuştu.
"Bu bölgede meydana gelen, 6,5 büyüklüğündeki bir
depremle tiyatrodaki sol yamaçta heyelan meydana
geliyor ve oradaki basamaklar günümüzde artık
oturulamayacak durumda. Fakat bu basamakları olduğu
yerden sökmüyorlar. O basamaklar olduğu yerde
duruyor 4. yüzyılın ortalarından günümüze kadar bu
depremin izleri taşınmış durumda."
- "Depremler yaşanmaya devam edecek"
Cumhuriyet döneminde 1941, 1957 yıllarında
meydana gelen büyük depremlerin de izlerini kentte
görmenin mümkün olduğunu ifade eden Kumsar,
Cumhuriyet dönemi binalarında da düşey ve çapraz
çatlakları görmenin mümkün olduğunu ifade etti.
Kentte bulunan cami yapısında da bunu
gözlemlediklerini belirten Kumsar, "Yatağan ve Milas
bölgesi geçmiş dönemlerde 6,5 ve 7 üzeri depremlerle
karşı karşıya kalmıştır. Bundan sonraki dönemlerde
de benzer depremler tekrarlayacaktır ve bölgedeki
tarihi ve modern yapıları etkileyecektir. Bu deprem
önümüzdeki yaşam döneminde de yine devam edecektir."
dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Durmuş Genç,
14.10.2016
|
YIL SONUNA KADAR 7 MÜZE AÇILACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığından
alınan bilgiye göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü bünyesindeki 198 müzede, yaklaşık
356 bin tarihi eser sergileniyor.
Bu yılın 9 ayında,
yenilenen Sakarya Müzesi ile yeni açılan Antalya
Demre Likya Uygarlıkları ve Burdur Doğa Tarihi
müzeleri, hizmet vermeye başladı.
Bakanlık, yılın sonuna
kadar 7 müzeyi daha kültür hayatına
kazandırmayı planlıyor.
Bu kapsamda Bartın
Amasra, Edirne, Mardin ve Gaziantep Arkeoloji
müzeleri ile Malatya Beşkonaklar Müze Evi'nin
yenileme çalışmaları tamamlandı. Yeni açılacak Adana
Kuruköprü Anıt Müzesi ve Geleneksel Adana Evi ile
Zonguldak Maden Müzesi de ziyarete hazır hale
getirildi.
Anadolu Ajansı, Haber: Yıldız Aktaş,
13.10.2016
|
9 - 15 Ekim 2016
|
DÜĞME, 5 BİN YIL
ÖNCE SÜS OLARAK KULLANILIRDI

Hindistan’da İndus Vadisi’nde, düğme benzeri bazı
objelerin süs amacıyla 5 bin yıl önce kullanıldığı
belirlendi. Elbiselerde düğme kullanılmasına da ilk
kez, MÖ 2000’de İndus Vadisi’nde başlandı. Bu
düğmeler, küçük deniz salyangozu ve diğer deniz
kabuklularından yapılmaktaydı.
Düğmeler çoğunlukla süs amacıyla kullanılmış olsa da
bazılarının orta kısmının delikli oluşu elbiselere
dikildiğini göstermektedir.
Çin’de yapılan
arkeolojik
kazılarda, İndus Vadisi ile aynı dönemde Çin’de
yapılmış düğmeler bulundu. Güney
Kıbrıs’ta kazı
yapan arkeologlar, Larnaka’daki Hala Sultan Tekkesi
civarında 3200 yıllık düğmelere rastladı.
Almanya’da
Gothenburg Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyelerinden Profesör Peter Fischer, Larnaka’daki bir
mezarda yaptığı kazıda 100 civarında değerli obje
buldu. Fischer 2016 yılında, mezarda renkli
seramikten yapılmış 3,3 santimetre çapında ve ortası
delik olan düğmeler bulduğunu açıkladı. Bu
düğmelerin 3200 yıl önce Mezopotamya veya
Mısır’dan ithal
edildiği düşünülüyor.
Düğmenin
yaygınlaşması
Düğme; önceleri deniz
kabukluları, seramik, fildişi, kemik, boynuz veya
metalden yapılırdı. Düğmeden önce genellikle
elbiselerde, büyük iğneler kullanırdı.
Roma
İmparatorluğu’nda, 5-7 metre uzunluğundaki beyaz
yünlü kumaştan yapılan ve toga denilen kıyafeti Roma
vatandaşları giyebilirdi. Togayı bütün halinde
tutabilmek için Romalılar, broş formundaki büyük
çengelli iğneleri kullanılırdı.
Günümüzdekine benzer şekilde
ilik ve düğme kullanımının yaygınlaşması uzun zaman
aldı.
Avrupalılar;
1096’da başlayıp 1272 yılına kadar süren Haçlı
Seferleri sırasında, Orta Doğu ülkelerindeki
kaliteli düğme üretim tekniklerini öğrenerek
Avrupa’ya döndüler. Avrupa’da 1200’lerde kadın ve
erkekler, vücuda yapışan dar elbiseler giymeye
başlamıştı. Bu tür kadın elbiselerinin önünde
birbirine çok yakın olan 30 adet ve kollarında da 20
adet düğme kullanıldığı için düğme bulmak zorlaştı.
Haçlı Seferleri’nden dönen ustalar, Avrupa’da artan
düğme ihtiyacının karşılanmasını sağladı.
Çok sayıda küçük düğmeleri
olan bu tür elbiseleri giyen kadınların, düğmeleri
ilikleyip açmaları zordu. Bu nedenle kadınlar, ucu
kanca şeklinde olan düğme ilikleyip açma aletleri
kullanırdı. Kadınların elbiselerindeki iliklerden,
derilerinin görüneceğini öne süren kilise
“cehennemin kapısını açan bu iliklerdir” diyerek çok
düğmeli dar elbiseleri protesto etti. Avrupa’da,
5000 yıl önce olduğu gibi düğmeler zamanla süs
olarak ve gösteriş yapmak için kullanılır oldu.
Rönesans Dönemi’nde; saray mensupları ve zenginler,
üzerinde değerli taşlar olan altın veya gümüş
düğmeler kullanırdı. İskoç kraliçesi Mary Stuart’ın
1587’de kafası kesilerek idam edilirken giydiği
elbisenin düğmeleri altından yapılmıştı ve üzerleri
mücevherlerle kaplıydı.
ABD’de 1800’lerde düğme
bulmak zor olduğu için kadınlar, kurşun metalini
ocakta eritip kalıba dökerek düğmelerini kendileri
yapardı. Sanayi Devrimi sonrasında teknoloji
gelişince, düğmeler fabrikalarda üretildiği için tüm
dünyada ucuzladı. Japonlar, 1800’lerde limanlarını
dış ticarete açtıktan sonra Japon sanatını yansıtan
düğmeler
Moda olmuştu.
Günümüzde Çin, ucuz plastik düğmelerin üretiminde
dünya lideridir.
Milliyet, 14.10.2016
|
 |
SOTHEBY'S'DEN
OSMANLI ESERLERİ MÜZAYEDESİ
Sotheby’s Müzayede Evi 19 Ekim’de Londra’da “İslam
Sanatları Dünyası” satışı gerçekleştireceğini
duyurdu.
Müzayedede
İslam
dünyasında 1000 yılı aşkın bir döneme uzanan
sanatsal alışverişin ve etkileşimin hikayesini
anlatan nadir eserler yer alacak. Müzayedede öne
çıkan eserler arasında Veronese okulundan bir
sanatçının nadir bir yapıtı olan Sultan I. Bayezid
resmi, Süleyman el-Üsküdari’nin istinsah ettiği
tezhipli Kuran ve mavi beyaz İznik çini tabağı yer
alıyor.
Milliyet, 14.10.2016
|
I. BAYEZİD'İN
RESMİ 564 BİN LİRAYA SATIŞA ÇIKARILACAK
Sotheby's
Müzayede Evinde 19 Ekim'de gerçekleşecek müzayedede,
1580 tarihli
Sultan I. Bayezid
resmi, 564 bin liraya satışa çıkacak.
İslam Sanatları Dünyası
isimli müzayedede, İslam dünyasında bin yılı aşkın
bir döneme uzanan sanatsal alışverişin ve
etkileşimin hikayesini anlatan seçkin ve nadir
eserler sanatseverlerin beğenisine sunulacak.
NADİR YAPITLARDAN
BİRİ
Müzayedede, Veronese Okulundan bir sanatçının nadir
yapıtlarından biri olan 1580 tarihli
Sultan I. Bayezid
resmi, 150 bin sterlinden (564 bin lira) satışa
çıkacak. Sultanın yüzünü dörtte üç profilden,
omzunun üzerinden arkaya bakar halde gösteren
portrede, I. Bayezid büyük bir sarık takmakta ve
zengin işlemeli bir kaftan ile resmedilmiş.
ÇİNİ TABAK 677 BİN LİRAYA
Erken
Osmanlı çiniciliğinin eşsiz bir örneğini yansıtan ve
tahmini olarak 1520 tarihli olduğu belirtilen
Türk işi nadir
İznik
mavi-beyaz
çini tabak 180 bin
sterlin (677
bin lira),
Süleyman el-Üsküdari
tarafından istinsah edilen 1676 tarihli tezhipli
Kuran ise 120
bin sterlin (450 bin lira) açılış fiyatıyla
alıcısını bekleyecek.
üzayedede ayrıca Jafar
Ghazi koleksiyonunda bulunan 50 el yazması ve hat
eseri de yer alıyor. Koleksiyonda özellikle Osmanlı
ve
Türkiye
eserlerinden 1879 tarihli tezhipli Abdullah Hafid
Muhsinzade imzalı Kaside-i Bürde Murakkası, 16.
yüzyıldan kalma Ahmed Karahisari imzalı haftanın her
günü için dualar (Delail- ül Hayrat) ile 1849
tarihli Mustafa İzzet imzalı tezhipli murakka
şeklinde Ka'b İbn-i Zübeyr'in Kaside-i Bürdesi
dikkati çekiyor.
Hürriyet, 13.10.2016
|
UNESCO MESCİD-İ
AKSA'NIN MUSEVİLİKLE BAĞININ OLMADIĞINI
KARARLAŞTIRDI
Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim ve Kültür Örgütü
(UNESCO), Mescid-i Aksa’nın Musevilikle bir bağı
olmadığı yönünde karar aldı.

Kararda
İsrail’in,
Kudüs’teki dini ve kutsal yerleri idare etme biçimi
eleştirilirken, Kudüs’ün Müslümanlar, Hristiyanlar
ve Museviler için kutsal bir kent olduğu ifade
edildi. Mescid-i Aksa’nın Müslümanlıkla bağlantısına
özellikle dikkat çekilen kararda, İsrail'in bu
bölgenin Musevilikle bir bağı olduğu iddiasına ise
yer verilmedi. UNESCO Dışişleri Komisyonuna sunulan
karar tasarısı, 6'ya karşılık 24 ‘’evet’’ oyu ile
kabul edildi.
26 üye çekimser kalırken,
iki üye oylamaya katılmadı. İsrail’in tepki ile
karşıladığı karar için
Fransa çekimser
oy kullanırken,
ABD,
Almanya ve
İngiltere
‘’hayır’’ oyu kullanan ülkeler arasında yer aldı.
UNESCO’nun 58 üyeli yönetim kurulu pazartesi günü
kabul edilen tasarıyı bir kez daha oylayacak. Yine
aynı yönetim kurulu, nisan ayında aldığı bir
kararda, Mescid-i Aksa’nın Müslümanlarla
bağlantısına dikkati çekmişti.
Milliyet, 13.10.2016 |
YÜZYILIN EN BÜYÜK SAHTE RESİM SKANDALI
Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi tarafından satılan, 10.6 milyon dolar değerindeki Franz Hals tablosunun sahte çıkması üzerine, toplam değeri yüz milyonlarca dolar eden çok sayıda sahte tablonun piyasada dolaştığı iddiası sanat dünyasında ses getirdi.
İddia, büyük bir sanat suçunu da gündeme taşımış oldu. Sanat uzmanı Bob Haboldt bunun 21. yüzyılın en büyük sanat skandalı olduğunu iddia etti. Çünkü piyasada halen 25 kadar sahte tablo olduğu ve bu tabloların toplam değerinin 250 milyon doları bulduğu tahmin ediliyor.
Milliyet, 13.10.2016
|
'ACI ÇEKEN GÜZELLİK'
Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından Taner
Ceylan, 28 Ekim’e dek Londra’da Sotheby’s S2
Gallery’de ‘I Love You’ (Seni Seviyorum) adlı
sergisiyle ağırlanıyor.

İspanyol filozof Jose Ortega y Gasset kitabı ‘Sevgi
Üstüne’de sevmek eyleminin bir gidiş hali olduğundan
bahseder. Büyük
aşk hikayeleri bir yerden bir yere yolculuk eden
aşıklarla doludur. Ya da dini öğretilerdeki gibi
ruhun ebediyete gidişidir kavuşma anı. Bu yol acıyla
ve teslimiyetle doluysa tek bir açıklaması vardır
tüm çekilenlerin, o da aşktır. Türkiye’nin en önemli
sanatçılarından Taner Ceylan işte aşkla dolu, kan
revan içinde teslim olmuş, çektiği yetmemişçesine
daha fazlasına da hazır bedenlerle karşımıza çıkıyor
bu kez. Sergisinin adı ‘I Love You’ ya da
Türkçesiyle ‘Seni Seviyorum’.
New York merkezli
Paul Kasmin Gallery tarafından temsil edilen
sanatçı,
Londra’da Sotheby’s S2 Gallery’de açılan
sergisinde son bir yıl içinde yaptığı 6 adet büyük
boyutlu resmi izleyicilere sunuyor. Resminde, sanat
tarihine özgün bir okuma sunmasına alışık olduğumuz
bir isim Taner Ceylan. Bu kez de tarihin katmanlı
halinden beslenen sergi, İsa tasvirlerinden yola
çıkılarak hazırlanmış eserlerden oluşuyor. Sergi
fikri, Taner Ceylan’ın Pedro de Mana’nın 1673
yılında yaptığı ‘Christ as the Man of Sorrows’ adlı
ahşap heykelini görmesiyle ortaya çıkmış. Ceylan
serinin başlangıcı olarak bu heykelin bir resmini
yapmış. Altı resmin ana unsuru da bu tablo. Tarihe
bakışını, “Her tarafı aynalarla kaplı bir evde
yaşadığınızı düşün bir süreden sonra kendinizi
görmezsiniz. Sanatçı ve sanat seven olarak sanat
tarihindeki eserlerle olan ilişkimiz biraz böyle.
Yani ayna kaplı evde bir an durup suratımı fark
etmek gibi bir durum” diyerek özetleyen Ceylan bu
tablo için “Her şey ‘Christ The man of Sorrows’
heykeliyle karşılaşmamla başladı. Buradaki figür
gerçekten gözlerimin içine bakıyor ve acı çekiyor.
Ve milyonlarca insan binlerce yıldır bu imgelere
bakıp umut ediyor, mutlu olmayı bekliyor. Buradaki
zıtlık beni çok etkiledi. Sanat tarihine bakınca
ressamlar ve heykeltıraşlar adeta en masum, en güzel
İsa’yı resmetmek için yarışmışlar ama mutlaka acı
çeken bir güzellik. Veya acı çektikçe güzelleşen”
diyor.
Seriden ilk bahsedeceğimiz eser
‘Levitation’. Hafifleme, uçuş manasına gelen ismiyle
bu tablo, izleyiciyi rüzgara kapılmış bir yelken
gibi yükselmiş bedenle karşı karşıya bırakıyor.
Resmin içinde resim
‘Messina’ adlı tablosunda ise resmin içine bir başka
resim giriyor. Böylece ‘The Man of Sorrows’daki
‘heykelin resmini çizme’ oyunu başka bir yere
taşınıyor. Pare pare olmuş tarihi bir İsa resminin
önünde yatan bir figür var. Ağzı ve kolları iple
bağlı, gözleri kapalı, başı düşük, cenin
pozisyonunda yatan bir beden duruyor izleyici
karşısında.
Ceylan bu tabloda hem seride konu
edindiği temaların bir örneğini veriyor hem de sanat
eseriyle sanatçının kurduğu ilişki bakımından
izleyiciyi düşündürüyor. Öyle ki bu arka plandaki
İsa tablosuyla karşılaşan ressam Ceylan da başta bir
izleyiciydi, ardından o bu resmi yapan kişi oldu ve
izlediği tablonun ressamına dönüştü. Bunun görülmesi
ise ancak bir başka izleyiciyle mümkün oldu. Bu
düşünce izleği Ceylan’ın 14.
İstanbul Bienali için Volpedo’nun ‘Il quarto
stato’, tuval üzerine yağlıboya, eserini yeniden
resmetmiş ve bir yerleştirmeyle birlikte sunmasıyla
da benzeşiyor.
Gül ve bülbül
hikayesi
Serginin ana unsuru
‘Christ as the Man of Sorrows’ adlı tablo olsa da en
dikkat çekici eserlerden biri kuşkusuz Ceylan’ın
otoportresi. Burada Taner Ceylan, kan ve sigara
dumanı arkasına gizlemiş yüzüyle, masum ama sert bir
görünüme bürünmüş; ardında bıraktığına bakıyor. Bu
tabloyu, sergideki 6 zor resmin bir yıl gibi kısa
bir sürede bitişinden sonra ressamın eserlerine
bakışı gibi düşünmek ya da tabloda iç içe geçmiş
çokça başka mana bulmak mümkün. Tablo, Ceylan’ın
‘1881’ portresiyle de benzerlik taşıyor. Belki de
‘1881’de çizdiği yüz de kendi yüzüydü, kim bilir? Ne
de olsa bu benzerlik Oscar Wilde’ın ‘ressamların her
portrede kendilerini çizdikleri’ düşüncesini
hatırlatıyor.
‘Seni Seviyorum’ Taner Ceylan’ın
artık olgunluk dönemi diyebileceğimiz bir döneminde
yaptığı geçmiş ve devam eden serileriyle bir arada
okunabilecek yahut tek başına çok katmanlı anlamlara
gebe olacak bir serisi. Tabloların tümünde Nazım
Hikmet’in dediği gibi “Bilekler kan içinde, dişler
kenetli, ayaklar çıplak...”
Bu itibarla
seri, izleyenin kendi aksini de türlü türlü
görebileceği okumalara açık. Biz yazıyı var olmak,
çürümek ve acı üzerine metinleriyle tanınan Rumen
yazar E. M. Cioran’ın sözleriyle noktalayalım: “Acı
çekmek var olma hissi edinmenin, var olmaksa
yıkımımızı korumanın biricik yolu.”
Milliyet,
13.10.2016 |
MUĞLA'DA BULUNDU
Muğla'da Truva Krallığı'na ait 3 bin 200 yıl toprak
altında kalmış 10 bin yıllık hazinenin bulunduğu ve
değerinin 500 trilyon dolar olduğu iddia edildi.
Muğla'nın
Milas İlçesi'nde emlakçılık yapan Tuncer Rıfat
Barın, Truva Krallığına ait 3 bin 200 yıl toprak
altında kalmış 10 bin yıllık hazinenin bulunduğunu
öne sürdü.

Barın, yapmış olduğu açıklamada; "Arkadaşlar bu
hazine tümüyle Truva Krallığından kalma, içlerinde
ünlü Palladion , Baphomet , Repteliyan ve diğer
heykeller ile kraliyet altınları ile mücevherlerin
bulunduğu hazinedir. Allah'ın izniyle cumhuriyet ve
dünya tarihinde devletimizin ve de bir devletin bir
kerede kazanabileceği en büyük hazine olacak. Bize
göre toplam piyasa değeri 500 trilyon ABD doları
civarındadır" dedi.
Kısaca hazinenin hikayesini anlatan Barın, "Adı E.B.
olan yeni bir müşterim bundan yaklaşık 5 ay kadar
önce yanıma gelip bu hazine hakkında bilgi verdi.
Bende neyin nesidir tam olarak bilemediğimden
kendisinden bir müddet düşünmem için zaman istedim.
Gerekli araştırmaları yapıp, konuya biraz daha vakıf
olduktan sonra müvekkilim ile birçok kez tekrar
buluştuk."
"Bu konunun devlet
büyüklerimize hangi yollardan anlatabileceğimizi,
konu hakkındaki endişelerimizi, kendisinin bulmuş
olduğu bu hazinedeki benim sorumluluklarımı, iş
bitimindeki çıkarlarımızı vs. birçok konuyu belli
bir plana o tutturduktan sonra basın aracılıyla bu
konunun ülkemiz halkımızın da bilgisi dahilinde
başlamasını münasip gördük ve kendisinden almış
olduğum yetkimle bu günden itibaren bu konunun baş
sorumlusu ve muhatabının vekili olarak
karşınızdayım" diye konuştu.
Hazinenin devasa büyüklükte olduğunun altını çizen
Barın; "Truva Savaşı MÖ 1184 yılında olduysa buna
2016 yıl daha ilave ettiğimizde toprağa gömülme
zamanı yaklaşık 3 bin 200 yıl öncedir. Birde
içindeki müştemilatını kendi olmuşum mevcut
yaşlarını da Truva Krallığı döneminden geldiğini de
göz önüne alırsak yaklaşık 10 bin yıllı devirmiş bir
hadise."
"Yani hazinenin bulunduğu
çukurlardan bir çömlek parçası bile çıksa kendi
başına kıymetliyken birde size hazinenin içinde
bulunan anlatacaklarımı da hesaba katarsak bizim
rakamımıza gelirsinizdir diye düşünüyoruz. Bu hazine
mevcut kanunlarımıza göre; öyle git harcını yatır
devletimizden 4 memur al onların nezaretinde kazı
yaptır türünde bir iş değil."
"Tümüyle devletimizi - milletimizi ve devlet
büyüklerimizi ilgilendiren devasa güçte. Bizim
basına çıkma nedenlerinin biri de buradan
kendilerini bilgilendirmek. Çıkacak olan hazine öyle
falanca müze müdürlüğünde veya yediemin deposuna
konularak saklanacak türden değiller."
"Günümüzde kötü art niyetli depo sorumluları veya
hazinenin hangi depoda olduğun bilen kötü niyetli
kişiler tarafından talan edilmeyeceği. Zaten bu işi
çözse çözse sayın başbakanımız, cumhurbaşkanımız ile
meclisimiz çözebileceğine inanmamızdır. Bundan en
ufak bir endişemiz yok ve olamaz. Hem ayrıda basına
çıkma diğer bir nedenimiz ise çıkartılacak bu hazine
devletimize kazandırıp, tüm incelemeleri yapıldıktan
sonra biz halkımız ile dünya insanlığının ziyaretine
açılmasını istememizdir."
"Diğer bir deyişle devlet sırrı deyip saklanmasını
ve de bir depoda tutulmasını istemiyoruz. En kısa
sürede ülkemize ve dünya insanlığına mal olmasını
istiyoruz. Sebebine gelince; yine bu hazinenin ünü
ve parasal değerinden başka hazineden çıkacak olan
bazı heykellerin içinde yüksek enerji saçan dünya
dışı bir element yada bir cisim diye
adlandırabileceğimiz nesnelerin oluşu."
Bu
hazinenin içinde bulunan yaklaşık 3' ü büyük ebatta
15 adet heykellerin içinde bulunan; bir tanesi
Azazel veya Azazil olarak bilinen meleğin hatta
Tapınak Şövalyelerini de kapsayan Baphomet' inde
ilham kaynağı illumunati heykelinin aslı ile
kendilerini Repteliyan soyundan geldiğini iddia eden
insanların, atalarını tasvir eden 10 bin yıllık
orijinal heykelleri." dedi.
Açıklamasına devam eden Barın, "Bu heykellerin
içlerinde barındırdıkları özel bir enerji veya bir
element yoksa dahi Truva tarihi Hz. Süleyman'ın
tarihinden öncesine dayanıyor olması. Tapınak
şövalyelerinin atası - kurucusu Hiram usta ve de
Masonların kurucuları kendi sembollerini üretirken
bir yererden esinlenmek mecburiyetindeydiler."
Bence o dönemde Truva
Krallığında bulunan bu heykelleri kendilerine
referans ve örnek almış olmalılar ki günümüzde dahi
hala bu sembollerin yakın versiyonlarıyla
anılmaktadırlar. Dünyayı ekonomik açıdan ellerinde
tutan bu kişilerin bir anlamda bu heykelleri kendi
kutsalları ve de bundan böyle onları kendi içlerinde
motivize edecek enerji kaynağı olarak kabul
edildiğinde heykel başına 100 trilyon dolar onlar
için sırf sahip olabilmek adına seve seve, kibarca
ve kolaylıkla ödeyebilecekleri miktarlardır. Bu
kadar parayı hemen vermeye razı olabilecek ülkelerin
başında başta Amerika - İngiltere - Almanya
gelecektir diye düşünüyorum."
"Ancak diğer yandan yancı devletler ise; Fransa -
İtalya - Yunanistan ile İsrail, bir alt grupta ise
Çin ile Rusya'yı düşünmeliyiz. Zaten ülkemizin bu
konu hakkında deneyimi ve tecrübesi olmadığı için ve
de hazine kasasına değerli varlıklar olarak
envanterine işleyebilmesi içinde kendi bünyemizde
oluşturduğumuz Değerlendirme ve Kıymet Taktir
Komisyonu'nun bulunan hazine ile alakalı bilgi ve
tecrübesi olmaması ve de ekonomimize katkısı için
taraf olduğumuzdan dünya devletlerinin de ekspertiz
raporlarını almak mecburiyetindeyiz" ifadelerini
kullandı.
Önemli iddialar ortaya
atan Barın, "Yaklaşık 10 devletten alacağı
görüşlerin ortalaması heykellerin dünya pazarındaki
piyasa değerini gösterecektir. Bu durumda 2 heykel
200 trilyon doları görecekse Palladion heykeli kendi
başına ayrı bir gizem 100 trilyonda o olsa, diğer
çıkacak olan heykeller ile hazineyi de işin içine
katarsak ( bu arada ekspertiz değerini hesaplarken
Rusya'nın elinde bulunan 8 - 10 parça Truva
mücevherlerine biçilen parasal piyasa değerini ölçü
aldığımızda ) bu hazinenin toplamda 500 trilyon
dolar civarında bir rakamı görmesi gerektiğine
inanıyoruz." şeklinde konuştu.
Habertürk, 13.10.2016 |
ÇİN'İN ÜNLÜ
TERRACOTTA ORDUSU YUNANLILARIN YARDIMIYLA YAPILMIŞ
OLABİLİR
Çin’de MÖ 250’lı yıllara tarihlenen ve binlerce
askerin pişmiş topraktan yapılmış heykellerinden
oluşan Terracotta Ordusu’nun bulunduğu bölgede
Yunanlı heykeltraşlar çalışmış olabilir!
Çin’in Xinjiang eyaletindeki
sitede yapılan geniş kapsamlı çalışmalar ile Avrupa
özellikli mitokondrial DNA sonuçlarıyla yapılan son
araştırmalar batılı kaşiflerin Çin’e bugüne dek
bilinenden 1500 yıl önce seyahat edip
yerleştiklerini ortaya koydu. Arkeologlar ise Çin’in
ilk imparatoru olan Qin Shi Huang’nın
mezarını koruyan 8 bin heykelin Antik Yunan
etkisinde bir Avrupalı heykeltraşın rehberliğinde
yapılmış olabileceğini iddia ediyorlar. Uzmanları
heyecanlandıran diğer bir unsur ise DNA testlerinden
Avrupalıların MÖ 259-210 yıllarında Qin Shi Huang
döneminde bölgede yaşamış olması.
İmparator Qin Shi Huang
Mozelesi ve Site Müzesi’nde görevli kıdemli arkeolog
Dr. Li Xiuzhen; ‘Artık Çin’inin batı ile ilk yakın
temasını İpek Yolu’nun resmi kullanımından çok daha
öncesinde yaptığına dair kanıtlarımız var’ dedi. Bu
temasın kanıtlarından biri ise Çin’de daha önce
Terracotta Askerlerin biçiminde gerçek boyutta insan
heykellerine rastlanmamış olması.
Viyana Üniversitesi Asya
Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Lukas Nickel’e göre
Çin’in ilk imparatoru olan Qin Shi Huang’nın mezarı
Büyük İskender dönemini takiben Asya’ya ulaşan Yunan
heykellerinin etkisiyle yapıldı. Nickel, Yunanlı bir
heykeltraşın bölgede yerli halkı bu konuda bizzat
eğittiğini düşündüğünü de ekledi.
Bölgede yapılan kazılarda
içlerinde yüksek mevkiden bir metres olduğu tahmin
edilen inci ve altından yapılmış mücevherlerle
gömülmüş genç bir kadının kemikleri ile imparatorun
en büyük oğlu Prens Fu Su’ya ait olduğu düşünülen
yay ve süngüyle gömülü bir kafatası çıkarıldı.
Terracotta Ordusu
MÖ 250’lı
tarihlerde yapılmış olan pişmiş topraktan oluşan
heykeller, 1974’te Çin Halk Cumhuriyeti’nin Xinjiang
eyaletine bağlı Xi’an yakınlarında bir çiftçi
tarafından bulunmuştur. Ordunun “İlklerin
imparatoru” olarak bilinen Qin Shi Huang’ın mezarını
koruduğuna inanılır.
Qin Shi Huang, Qin
Hanedanı’nı kurarak kendini imparator ilan etmiştir.
Tarihçi Si Maqian’in kaydettiğine göre, Qin Shi
Huang henüz hayattayken MÖ 246 yılında başlanan
mezarının inşası 30 küsür yıl sürmüş, inşaatta 700
bin kişi çalıştırılmıştır.
Boyları 183-195
santimetre arasında değişen bu heykel askerlerin her
birinin yüz ifadesi farklıdır. Kazı alanında çoğu
hala toprak altında 8000 asker, 520 atıyla birlikte
130 savaş arabası, 150 süvari atı bulunduğu tahmin
edilmektedir.
arkeolojihaber.net,
Kaynak:
telegraph.co.uk
Çeviri: Ayşen Yolcu, 12.10.2016
|
IHLAMUR
PARKI'NDAKİ TONOZLU SU DEPOSU ARTIK KORUMA ALTINDA
Ihlamur Park'ın içerisinde yer alan tarihi eserlerin
tescil edilmesi ve koruma altına alınması için
halkın yaptığı başvuru İstanbul III. Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından kabul
edildi. Bu kararla beraber tonozlu su deposu tescil
edildi.
İstanbul Beşiktaş’ta bulunan
Ihlamur Parkı’nın Seba İnşaat tarafından bir sabah
etrafının çevrilmesiyle başlayan mücadele kazanımla
sonuçlandı.
Tescillenmemiş tarihi
eserlerin de bulunduğu parkta yapılmak istenen konut
inşaatına karşı direnişe geçen, belediye meclisine
giden, her yere dilekçeler vererek başvuru yapan
mahalleli son olarak da parkta bulunan tarihi
eserleri tescilletmeyi başardı.
Geçtiğimiz haftalarda, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı’nın yayımladığı 1/5000’lik
planda Seba İnşaat’a ait park alanında yapılaşmaya
izin verilmediği ortaya çıkmış, mahalleli de bunun
üzerine bir kutlama etkinliği yapmıştı.
Mücadelelerinin parktaki
tarihi eserleri tescil ettirene kadar devam
edeceğini söyleyen mahalleli, koruma kurulundan da
kararı çıkardı.
Mahallelinin
başvurusuna Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 3
Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan
gelen yanıtta parkta bulunan tonozlu su deposunun
korunması gereken kültür varlığı olarak tescil
edildiği ifade edildi.
Birgün, 12.10.2016
|
DOĞANÇAY'IN ATÖLYESİNE DAVETLİSİNİZ
Yıldız Holding, koleksiyonundaki sanat eserlerini
Yıldız Holding Çamlıca Seminer ve Sergi Salonu’nda
çalışanlarıyla ve sanatseverlerle buluşturuyor.
‘Mavi Senfoni’nin de
aralarında bulunduğu Burhan Doğançay’ın eserlerinden
oluşan özel bir seçki bu kapsamda ziyarete açılır.
Doğançay’a ait çeşitli serilerden 19 resim,
‘Kurdeleler’ serisinden bir Aubusson duvar halısı,
Yahşi Baraz objektifinden 18 adet portre ve atölye
fotoğrafı ve ‘İmgeler ve Göstergeleriyle Doğançay’
sergisi 18 Kasım’a dek gezilebilecek. Aralarında
sanatçının eşi Angela Doğançay’ın, ‘Mavi Senfoni’nin
eserleşme sürecinden bir kesitin ve sanatçının
New York’taki atölyesinin de bulunduğu
fotoğraflar Doğançay’ı tanıma sürecine ışık
tutacak.
Milliyet, 12.10.2016
|
ANKARA'DA YENİ BİR MÜZE: MÜZE EVLİYAGİL
Başkent
Ankara'nın her zaman müzelere, sergi salonlarına
ihtiyacı vardır. Çünkü "başkent" sanat açısından da
bu kimliğini sağlamalıdır.
Cumartesi akşamı Ankara’da Müze Evliyagil’in
açılışında bulundum.
Üç katlı müzede Türk resminin önemli, resim
tarihine geçmiş sanatçıların tablolarını,
çalışmalarını gördüm.
Müze Evliyagil’in desteklediğim
bir tutumu genç sanatçılara da yer vermesi oldu.
Müze’nin dışındaki heykelleri de
ziyarete gittiğinizde es geçmeyin.
Özellikle Türk sanatının büyük ustası
Neşet Günal’ın bir freskine dikkatinizi
çekerim.
Günal, 1963 yılında Ankara’da
Ajans Türk binasının önünde, bizzat
orada çalışarak yapmış. Altında 1964 - Neşet
Günal imzası var.
Bu alanda Osman Dinç’in
Yağmurun Gözyaşları ile Erdal Duman’ın
Tank’ı yer alıyor.
Müze kataloğunun başındaki Sarp Evliyagil’in
‘Toplamak, Biriktirmek ve Sergilemek
Üzerine’ yazısında koleksiyonculuğa nasıl
başladığı, yaşamın içindeki aşamalarla anlatıyor.
Ciddi bir girişim bakın nasıl başlamış?
“30’lu yaşlarımın başında yoğun olarak
eser toplamaya başladım. Bu beni Ajans Türk
binasının bir bölümünü kapatarak depo yapmaya
zorladı ve bir gün eserleri toplu halde gün ışığına
çıkarma fikri de ilk o zaman uyandı.”
Müzeye geçiş fikrinin olgunlaşmasının serüvenini
anlattığı yazının önemli bölümlerinden biri de
hedefini belirlemesi:
“Başkentin ilk modern ve çağdaş
koleksiyonuna sahip olan bu küçücük girişimden
beklentim, sanatsever bireylere ve kurumlara örnek
olması ve onlara cesaret vermesidir.”
Küratör Deniz Artun,
koleksiyonun oluşumunu, ailenin ve Sarp
Evliyagil’in resimle ilişkisini kaleme
getirmiş. Artun’un yazısı, sanatla
ilişkinin aile çevresiyle başlayarak gelişmesinin de
öyküsü.
***
Üç katlı müzede 82 sanatçının
yapıtları sergileniyor.
Bu sayı, koleksiyonun bir bölümü. İleriki
zamanlarda başka resimler de görülebilecek. Programa
göre, ileride tek tek sanatçı sergileri de
düzenlenecek.
Müze’de, değişik kuşakların yapıtlarını
izleyerek, Türk resim tarihinin grafiğini
çıkarabilirsiniz.
Ayrıca kendi geleneklerinden ve Batı’daki
akımlardan nasıl yararlandıklarını da bu seçmelerde
görebilirsiniz.
Her kuşağın sanata, ülkeye yaklaşımı, algılaması
arasında farklar vardır. Müze’deki yapıtlar bu farkı
ortaya koyuyor.
Eşref Üren’in Ankara
Dolayları resmin ötesinde onun
Ahmet Haşim ve Mitoloji yazısını anımsattı.
Feyhaman Duran’ın Tevfik
Fikret portresi onun evini, atölyesini
gezdiğim zamanı canlandırıyor.
Türler arasında gelgitler, sergiyi daha ilgi
çekici kılıyor.
Resimlerin yanında ünlü edebiyatçıların
kitaplarından alıntılar okuyacaksınız. Görsellikle
yazı arasındaki zenginleştirici çizgiyi
keşfedeceksiniz.
Bazı yazarların adını vermeliyim:
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun
Ankara’sından, Sevgi Soysal’ın
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nden
alıntılar ilk aklıma gelenler.
Ayrı düşünceler, ayrı beğeniler. Özellikle genç
kuşağın ürünlerinin bugünkü gençliğin, genç sanatçı
kuşağının yaklaşımının, arayışının, peşine düştüğü
kavramların neler olduğunun anlaşılmasında etkili
bir öğe olduğu kanısındayım.
***
Yalnız Ankara’da yaşayanlar için
değil, yolu bir gün Ankara’ya düşecek herkesin
gezmesi gereken bir müze.
Hürriyet, Haber: Doğan Hızlan, 11.10.2016
|
MİLAS'TA 2 BİN 400 YILLIK ODA MEZAR BULUNDU
Muğla'nın
Milas
İlçesi'nde hafriyat çalışması sırasında
ortaya çıkan ve Milas Arkeoloji Müzesi ekiplerince
kazı çalışmalarına başlanan alanda, geçmişi 2 bin
400 yıl öncesine kadar uzanan oda mezar bulundu.
Milas'ta bir inşaatın temel kazısında tarihi mezar
bulunmasının ardından kazı çalışması yapan Milas
Arkeoloji Müzesi ekipleri, söz konusu alanda oda
mezara rastladı. Müze Müdürlüğe ekiplerince
yürütülen kazı çalışmalarında, soygun geçirmeyen ve
günümüze kadar ulaşan çok sayıda esere ulaşıldı.
Ekipler tarafından yürütülen çalışmalarda, zengin
bir aileye ait olduğu tahmin edilen 103 eser gün
yüzüne çıkarıldı.
Milas Müze Müdürü Gülnaz Savran, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, antik dönemde Karia bölgesine
başkentlik yapmış Mylasa kenti ile Labraunda dini
merkezi arasında yer alan kutsal yol yakınında
bulunan oda mezarın zengin buluntuları ve kalite
mimarisiyle, kentin önde gelen ailelerinden birine
ait olduğunu düşündüklerini söyledi. Mylas'a antik
kentinde 2 bin 600 yıldır yerleşim olduğunu,
Milas'ın ise şu an antik kent üzerine kurulu
olduğunu vurgulayan Savran, bu nedenle kentte bir
çok önemli yapının da sit alanı olarak korunduğunu
kaydetti.
Müdürlük olarak kentteki birçok alanda çalışma
yürüttüklerini belirten Savran, "Geçtiğimiz günlerde
yapılan bir ihbar sonucu yeni bir bina yapmak için
açılan temel hafriyatında bir mermer lahdin
bulunduğunu bize bildirdiler. Olay yerini incelemeye
gittiğimizde lahdin açığa çıkarıldığını hatta
bunların bir kısmının da tahrip edildiğini gördük."
dedi.

Bölgede kurtarma kazısı başlattıklarını anlatan
Savran, "İlk gün yaptığımız çalışmalarda karşımıza
yeni bir oda mezarın çıkabileceğini gösteren
verilere ulaştık. Ekiplerimizle mezarı açmaya
başladık. Mezarın giriş kapısının yerinden
oynatılmadığını çevresinde bugüne kadar herhangi bir
kaçak kazının da yapılmadığını tespit ettik. Buda
bizi son derece heyecan verdi." diye konuştu.
Savran, kapak açıldıktan sonra mezar içerisinde
görülen manzaranın son derece zengin buluntuları
olan bir mezar odası olduğunu ifade ederek, şöyle
konuştu:

"Bizim için en sevindirici tarafı ise mezar odasının
hiç soygun geçirmemiş olmasıydı. Yürütülen
çalışmalarda son dönemlerde soygun geçirmemiş ve
günümüze kadar ulaşabilen bir oda mezara ulaştık. Bu
nedenle eser sayısı çok fazla ve mezar içindeki tüm
buluntular günümüze kadar korunmuş. Söz konusu oda
mezarın göze çarpan özenli taş işçiliği, mimari
yapısı ve buluntuları incelendiğinde bu oda mezarın
Karia bölgesi Satrap sülalesi olan Hekotomnidler
Dönemi'nde yaşamış önemli bir aileye ait olduğunu ve
devam eden yüzyıllarda muhtemelen aynı ailenin
bireyleri tarafından özenle kullanılmaya devam
edildiğini söyleyebiliriz.”

Oluşturulan ekibin, gece gündüz çalışarak kazı
çalışması yürüttüğünü ve çok önemli eserlere
ulaştığını belirten Savran, mezar odasında çıkan
malzemelerle günümüzden yaklaşık 2 bin 400 yıl
öncesine ait eserlere ulaşılmış olduğunu kaydetti.
Çalışmaların devamında mezarın aynı ailenin diğer
bireyleri tarafından da kullanıldığını
belirlediklerine işaret eden Savran, lahit içinde
yanlarında hediyelerle beraber 4 iskelet, kaplar
içerisinde yakılarak gömülmüş 6 diğer bireylerin
görüldüğünü bildirdi.
 
 
 
 
 
Hürriyet, 10.10.2016
|
ARKEOLOJİK KEŞİF KORUMA ALTINDA

Geçtiğimiz aylarda Silivri Çanta Mahallesi’nde,
İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından yapılan
kazı çalışmalarında savaşçıya ait olduğu sanılan
5000 yıllık mezar kalıntılarının bulunması,
Silivri ve Trakya tarihine ışık tutmuştu. Kurgan
tipi mezarın bulunmasının ardından, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, İstanbul I Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün
08.08.2016 tarihli kurul kararında belirttiği
bölgede kazının genişletilmesi, mevcut
kalıntılara koruma önlemi alınması yazısına
istinaden, 27.09.2016 tarihinde İstanbul İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arkeoloji Müze
Müdürlüğü’ne, bakanlık yazısı ile birlikte uzman
denetimi talebinde bulunan Silivri Belediyesi,
bölgede güvenlik çalışmaları başlattı.

BÖLGE TEL ÇİT İLE ÇEVRİLDİ
İlk ve en
eski kurgan tipi mezar olma özelliğine sahip
kalıntıların, ‘yılın en büyük arkeolojik
keşfi’ olarak lanse edilmesinin ardından,
bölgede koruma önlemleri alınması için
talimat veren Silivri Belediye Başkanı Özcan
Işıklar: “Binlerce yıllık geçmişe ve eşsiz
bir kültürel mirasa sahip Silivri’mizin
tarihi geçmişte yaşadığı evreler gün yüzüne
çıkıyor. Yaşadığımız yerin bu değerlerini
korumak, ilçemizde din ve kültür turizminin
canlandırılması bizim görevimiz” dedi. Çanta
Mahallesi’nde mezar kalıntılarının bulunduğu
bölge, tel çit ile çevrilerek koruma altına
alındı.

Silivri Haber Ajansı, 09.10.2016
|
YASSITEPE'DE 5 BİN YILLIK ÜZÜM ÇEKİRDEKLERİ BULUNDU
İzmir'in Bornova İlçesi'nde bulunan Yassıtepe
Höyüğü'ndeki arkeolojik kazılarda Bornova Misket
Üzümü’ne ait olduğu tahmin edilen 5 bin yıllık üzüm
çekirdekleri bulundu.
İzmir’de en eski
yerleşim yerlerinden Bornova'daki Yeşilova Höyüğü
yakınlarındaki Yassıtepe Höyüğü’ndeki arkeolojik
kazılarda Ege kültürü için yeni ve önemli bulgular
ortaya çıktı.
Ege Üniversitesi
tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir
Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesinin
desteğiyle yürütülen kazılarda, bugüne kadar
Neolitik ve Erken Tunç dönemlerine ait envanter ve
etütlük nitelikte 300’den fazla eser çıkarıldı.
Bölgede devam eden kazılarda ünlü Bornova Misket
Üzümü’ne ait olduğu tahmin edilen 5 bin yıllık üzüm
çekirdekleri ve taneleri bulundu.
İzmir’in en eski üzüm kalıntıları
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, genellikle küp ve çömlek tipi
kapların dibinde kuruyarak karbonlaşmış durumda
buldukları üzüm çekirdekleri ve tanelerinin sadece
Bornova'nın değil, İzmir’in en eski üzüm kalıntıları
olabileceğini belirterek "Bölgede yaptığımız
kazılarla Batı Anadolu kültür tarihine yeni bulgular
kazandırmaya devam edeceğiz” dedi.
Buluntular, düzenlenen
törenle Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi
Merkezi'nde tanıtıldı.
Anadolu Ajansı, Haber:
Ahmet Bayram, 09.10.2016
|
İZMİR'DE İKİNCİ TÜNEL SÜRPRİZİ
İzmir'de bir
efsane gibi konuşulan, Agora ile Kadifekale'yi
birbirine bağlayan binlerce yıllık tünelin 2010
yılında ortaya çıkarılmasından sonra bu kez de
İkiçeşmelik semtinde başka bir tünel bulundu.

Agora ile Kadifekale’yi birbirine bağlayan ilk
tünel, yapılan kazı çalışmaları sırasında 2010
yılında ortaya çıkarıldı. Tünelin girişindeki
bahçesinde olan ev, Konak Belediyesi tarafından
satın alınarak, restore edildi. Bu ev Konak
Belediyesi Tarih Birimi olarak kullanılmaya
başlandı.

İkinci tünel de aynı bölgedeki İkiçeşmelik semtinde
bulundu. İki katlı bir İzmir evinin bodrum katında
bulunan tünelin varlığını mahalle halkı yeni
öğrenirken, diğer tünelle bağlantısının olup
olmadığı da içine arkeologların girip, inceleme
yapmasıyla anlaşılacak.

Bir insanın rahatlıkla yürüyebileceği bir yükseklik
ve genişlikte olan tünelin henüz güvenlik açısından
kontrolünün yapılamadığı, bu yüzden de içine
girilmediği belirtildi.

Sözcü, 09.10.2016 |
SALAMİS HARABELERİNDE VANDALLIK İDDİASI

Salamis Harabeleri’nde bulunan “Kampanopetro
Bazilikası”nda, kimliği belirsiz şahıslar tarafından
Vandallık yapıldığı iddia edildi.
Fileleftheros
gazetesi, Bizans Çalışmaları uzmanı Dr. Andreas
Fulias’ın bölgede gözlem yaptığını ve bazilikadaki
“kutsal emanetlerin saklandığı sandığın”, kimliği
belirsiz şahıslar tarafından yerinden oynatılmaya
çalışıldığını ve tabanının paramparça olduğunu öne
sürdüğünü yazdı.
Gazeteye göre Fulias, söz konusu sandığın oldukça
ağır olduğunu ve yerinden oynatılabilmesi için 3-4
kişi gerektiğini; sandığın yerinden oynatılma
sebebinin bilinmediğini, ancak genellikle “hazine
bulmak için” yapıldığını savundu.
Haberde, Fulias’ın, iki toplumlu Kültürel Miras
Teknik Komitesi’ne, hasarın giderilmesi için bir an
önce işe koyulması çağrısında bulunduğu belirtildi.
Kıbrıs Gazetesi, 08.10.2016
|
DANA ADASI'NDA 3200 YILLIK DEV TERSANE ORTAYA
ÇIKARILDI
Mersin'in
Silifke İlçesi Dana Adası'ndaki 3 bin 200 yıllık
tersanede 274 çekek yeri belirlendi. Bilim insanları
dev tersanenin, Akdeniz'in 400 yıllık 'Karanlık
Çağı'na ışık tutacağını düşünüyor. Selçuk
Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, "Dünyada
benzeri yok. Dünyada arkeolojik olarak
kanıtlanabilen en büyük tersane" dedi.

Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Anabilim
Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, 2015 yılında
Silifke Müzesi ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın talebiyle
Mersin kıyılarındaki dalışa yasak sahaların
revizyonu amacıyla sualtı çalışmasına başladıklarını
söyledi. Yrd. Doç.Dr. Öniz, çalışmanın amacının
genelde Mersin kıyıları, özelde Silifke
kıyılarındaki arkeolojik eserlerin tespiti ve dalışa
yasak sahaların belirlenmesi olduğunu kaydetti.
İLK BULUNTU SAVAŞ GEMİSİNE AİT SİLAH
Çalışmalara ilk başladıklarında bölgede çeşitli
arkeolojik batıkların tespitini yaptıklarını anlatan
Yrd. Doç.Dr. Öniz, "Ama bizim için en heyecan
verici olan 35 metre derinlikte bulduğumuz eski
çağda savaş gemilerinin silahı olan bir demir
mahmuzdu. Böyle bir demir mahmuz dünyada ilk kez
bulunmuştu. 'Selçuk 1' Bilimsel Araştırma ve
İnceleme Gemisi'ni kullanarak batıdan doğuya tüm
bölgeleri denizin içinden ve kıyısından araştırarak
çalışmaları yürüttük" dedi.
Daha sonra kıyıdan yaklaşık 2 kilometre açıkta
bulunan Dana Adası'nın çevresinde çalışmaları
sürdürdüklerini belirten Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz,
adanın kuzeyine geldiklerinde suyun altından kıyıya
kadar uzanan bazı yapılar gördüklerini söyledi.
Yard. Doç.Dr. Öniz, "Kafamızı suyun içinden çıkarıp
kıyıya çıktığımızda ise çok şaşırdık. Birdenbire
karşımıza onlarca çekek yeri çıktı. Muazzam bir
duyguydu" diye konuştu.

DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN DEV TERSANE
2015 yılında 100 kadar çekek yerini tespit
ettiklerin ancak hangi döneme ait ve ne kadar
olduğunu bilmediklerini kaydeden Yrd. Doç.Dr. Hakan
Öniz, 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
izin ve talimatı doğrultusunda çalışmalara devam
ettiklerini kaydetti. 2016 yılında sadece yüzey
araştırmasıyla 274 çekek yerini belirlediklerini
ifade eden Yrd. Doç.Dr. Öniz, şunları söyledi:
"Büyük ihtimalle aynı sene içinde aynı anda
yaklaşık 274 gemiyi yapabilecek kadar dev bir
tersane yapısını ortaya çıkardık. Dünyada benzeri
yok. Dünyada arkeolojik olarak kanıtlanabilinen en
büyük tersane. Tarihleme konusunda çalışmalarımız
devam ediyor. Büyük ihtimalle dünyadaki en eski
tersane. MÖ 1200'de Geç Tunç Çağı'nda bu
tersanenin kullanıldığını düşünüyoruz."
DANUNALAR'IN YAŞADIĞI ADA
Yrd.
Doç.Dr. Öniz, arkeolojik olarak henüz yüzde
100 kanıtlayamamalarına rağmen eldeki tarihsel
kayıtların çok büyük ihtimalle Dana Adası'nın, MÖ
12'nci Yüzyıl'da 'Deniz Kavimleri' olarak
adlandırılan topluluklardan biri olan Danunalar'ın
(Denyen) adası olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.
Yrd. Doç.Dr. Öniz, "Danuna ya da Denyen ismi ile
ilgili ilk kayıtlar MÖ 16'ncı Yüzyıl'da Hitit
Kralı Telipinu'nun Adania'dan bahsetmesiyle ortaya
çıkıyor. Kilikya olarak adlandırılan
bugün
Adana ve Mersin'in dahil olduğu bu bölge, kimi
zaman Hititlerin etkinlik alanında yer alan kimi
zaman isyan eden Adania adındaki kentin varlığıyla
Danuna adının yüksek ihtimalle
Anadolu kökenli olduğunu ortaya koyuyor" diye
konuştu.
KURAKLIK, DEPREM VE SALGIN HASTALIKLAR
'Karanlık Çağ'a neden olan Deniz Kavimleri akını
konusunun arkeolojide çok tartışılan ve
bilinmeyenlerle dolu olduğunu anlatan Yrd. Doç.Dr.
Hakan Öniz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Karanlık Çağlar denmesinin nedeni 300- 400
yıllık zaman dilimine ilişkin arkeolojik bilgiye
sınırlı ulaşmamızdan kaynaklanıyor. Çok büyük
ihtimalle MÖ 13'üncü yüzyılda tüm Doğu
Akdeniz ve
Yunanistan yarımadasında büyük bir kuraklık,
depremler ve salgın hastalıkların ortaya çıktığını
düşünüyoruz.
İskenderiye bölgesi yani
Mısır'ın egemen olduğu coğrafya ise verimli ve
tarıma uygun. Hatta II. Ramses'in Hititlere yardım
ettiğini, tahıl dolusu gemiler yolladığını
biliyoruz. Bir açlık yaşandığını antik kayıtlar bize
söylüyor."
GEMİ YAPIP MISIR'A SALDIRIYORLAR
Danunaların (Denyen) Hititlerle ilişkili bir halk
topluluğu olarak çok büyük ihtimalle Dana Adası
üzerinde gemilerini yapmaya başladıklarını belirten
Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz, şunları kaydetti:
"Muhtemelen Danunalar aynı dertten muzdarip diğer
topluluklarla birlikte buğdayın olduğu bölgeye,
Mısır'a saldırıyor. III. Ramses Danunaları (Denyen)
yenilgiye uğrattığını söylüyor. Ele geçirdiği
Denyenleri diğer esirlerle birlikte uzak bölgelerde
asker olarak görevlendiriyor, ele geçiremediği
Denyenleri ise kuzeydeki adalarına kadar takip
ettiğini ve bu bölgede yok ettiğini söylüyor."
HİKAYE DANUNALARLA BİTMİYOR
Dana Adası kazılarının çok uzun yıllar
sürebileceğini sözlerine ekleyen Yrd. Doç.Dr. Öniz,
şunları anlattı:
"Biz emekli oluruz, sonra başka meslektaşlarımız
bu çalışmaları sürdürür, çünkü hikaye yalnızca
Hititlerle veya Danunalarla bitmiyor. Kilikya
bölgesinde Demir Çağı'nda Geç Hitit Krallıkları'nın
varlığını biliyoruz. Bunların Kilikya demiri ve
buğdayını ele geçirmek isteyen Yeni Babil
Krallığı'na direndiğini biliyoruz. Adanın adı Demir
Çağı'nda Pitusu'ya dönüşüyor. Yeni Babil Kralı
Neriglissar tarafından yazılan yıllıkta Pitusu,
'Denizin ortasında bir dağ' olarak niteleniyor.
Buraya saldırdığını, bu küçük ada üzerinde 6 bin
askerin Yeni Babil'e direndiğini biliyoruz. Adada
direnen 6 bin kişinin varlığı Demir Çağı'nda da
tersane konumunu devam ettirdiğini gösteriyor."
TÜRKİYE ÖNEMLİ KÜLTÜREL MİRASI KORUMUŞ
Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarıyla son derece
önemli bir kültürel mirası hiç dokunulmadan
koruduğunu da sözlerine ekleyen Yrd. Doç.Dr. Öniz,
"Zaman, ada üzerinde yaklaşık 800 sene önce durmuş.
Yasalarımız ada üzerinde herhangi bir yapılaşmaya
izin vermemiş. Tamamen dünya mirasının bir
parçasıdır" ifadelerini kullandı.
Milliyet,
Haber: Selma Kunar - Levent Yenigün, 08.10.2016
|
BUCA TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından başlatılan Buca
tarihine yönelik arkeoloji çalışmaları kapsamında,
bölgede bulunan mimari kalıntıların tespit edilmesi
amaçlanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
izniyle Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından Buca
tarihine yönelik arkeoloji çalışmalar başladı. DEU
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doc. Dr. Ali Kazim Öz
tarafından yürütülen "Buca İlçesi Arkeolojik Yüzey
Araştırması" kapsamında bölgede bulunan mimari
kalıntıların tespiti yapılacak. İlçedeki Kızılçullu
Su Kemerleri başta olmak üzere tescili yapılmış veya
yapılmamış anıt ve sit alanları incelenecek.
Özellikle şehir merkezi dışındaki yerleşimler,
mezarlar, kiliseler, camiler, köprüler, kaleler ve
kırsal mimari örnekleri hakkında belgeleme
çalışmaları yapılacak.
Arkitera, Haber: Ekin
Bozkurt, 07.10.2016
|
KÜTAHYA'DA ARKEOLOJİK KAZIDA TARİHİ HAMAM VE MESCİT
BULUNDU

Kütahya'da yapılan kazı çalışmalarında
Germiyanoğulları döneminde yapıldığı belirtilen
hamam ve mescit bulundu.
Kütahya Müze Müdürlüğü
tarafından kent merkezindeki Ulu Cami arkasındaki
2'nci Yakup Külleyesi çevresinde yürütülen
arkeolojik kazı çalışmalarında su yolları ile kanal
sistemleri ortaya çıkarıldı. Kütahya Müze Müdürü
Metin Türktüzün kazı çalışmalarında son olarak
1380'li yıllarda Süleyman Şah zamanında yapılan
tarihi hamam ile mescit kalıntıları bulduklarını
söyledi. 25 kişilik kazı ekibiyle çalışmaların
sürdüğünü belirten Metin Türktüzün konuşmasını şöyle
sürdürdü:
"Bu alanlarda daha önceden evler vardı
ve bu evler kamulaştırıldı, kazı çalışmalarına
başladık. Kazılarda hamam ve mescit ortaya
çıkartıldı. Kütahya geçmişti Germiyanoğulları'nın
başkentiydi. Hamam da Germiyanoğulları dönemine ait.
Yıkılan bir medreseden kalma taş kitabede burada
bulduğumuz hamamdan bahsediyor. 1380'li yıllarda bu
hamam Süleyman Şah zamanında yeni hamam olarak
yapılmış. Bu hamamın mahalle hamamı değil, daha üst
seviyede insanların kullandığı bir hamam olarak
ifade edebiliriz. O tarihte burada bir mescitte
namaz kılınıyordu. Ulu Cami o dönemde henüz
yapılmamıştı. Ayrıca hamamın su yollarını, suyun
geldiği yeri ortaya çıkardık. Buradaki
çalışmalarımız önümüzdeki yıl da devam edecek."
Hürriyet, Haber: Oğuzhan Kılıç, 07.10.2016 |
İRAN'DA MÖ 7500 YILINA AİT İNSAN İSKELETİ BULUNDU
İran'da ağustos ayında bulunan ve
MÖ 7500 yılına
ait olduğu belirlenen insan iskeleti ilgi odağı
oldu.

İran'ın Merkezi eyaletine bağlı Erak şehrindeki
Çehar Fasl Müzesi'nde yaklaşık bir haftadır
sergilenen erkek iskeleti, MÖ 3500 olarak bilinen
söz konusu eyaletteki yaşam izlerinin MÖ 8000-5500
arasında olduğunu ortaya koydu.

Asit oranı düşük, tuz oranı yüksek olan toprağın 6
metre derinliğinden çıkarılan iskeletlerin etrafında
bulunan kilden yapılmış ev eşyaları da müzede
sergilenen eserler arasında yerini aldı.

Arkeolojik çalışmalar sırasında iskeletlere ulaşılan
Sersahti Tepesi, Erak kentinin güneydoğusunda yer
alan Şazend İlçesine bağlı Sersahti Bala Köyü'nde
bulunuyor.

 
 
Habertürk, 05.10.2016 |
2 - 8 Ekim 2016
|
AHMET YAKUPOĞLU YAŞAMINI YİTİRDİ
Dünyaca ünlü Kütahyalı naif ressam, neyzen Ahmet
Yakupoğlu, 96 yaşında tedavi gördüğü hastanede vefat
etti.

Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Kütahya Evliya Çelebi
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaklaşık bir yıldır
tedavisi süren Yakupoğlu, organ yetmezliği nedeniyle
hayatını kaybetti.
Kütahya Belediye Başkanı
Kamil Saraçoğlu, yaptığı açıklamada, Yakupoğlu'nun
dünya çapında önemli bir sanatçı olduğunu vefatından
derin üzüntü duyduğunu söyledi.
Yakupoğlu'nun
eserleriyle yaşamaya devam edeceğini belirten
Saraçoğlu, "Yakupoğlu sadece bir ressam değildi.
Birçok sanat alanında yetenekleri olan birisiydi.
Zaman zaman kendisini tedavi gördüğü hastanede
ziyaret ediyorduk. 96 yıldır sanat için yüreği
çarpan değerli bir insandı. Onun boşluğunun
gerçekten doldurulması çok zor. Kütahya'ya bugüne
kadar çok büyük katkıları oldu. Dünya çapında sanata
büyük katkıları oldu. Kendisine Allah'tan rahmet
diliyorum." ifadelerini kullandı.
Yakupoğlu,
doğduğu kent Kütahya'ya doğasını anlattığı binlerce
resminin yanı sıra mimarisi, inşaatı ve çinileri
kendisine ait Çinili Cami'yi armağan etti, şehir
müzesinin ve kütüphanesinin kuruluşuna önderlik
etti, yıllarca müze müdürlüğü yaptı.
Kütahya'da yaşadığı yıllar boyunca birçok tarihi
eserin restore edilmesine öncülük eden, kentte
onlarca neyzen yetiştiren Yakupoğlu, doğaya ve
yeşile aşık bir insan olarak 7 dönümlük bahçesinde
aralıksız çam fidanları yetiştirdi, civar köylerin
sakinlerini ağaçlandırma çalışmalarına ikna etti,
Kütahya çevresinde 70 bin dönüm arazinin çam ormanı
olmasını sağladı.
Yakupoğlu, Kütahya'da
Dumlupınar Üniversitesinin kurulması çalışmalarına
da öncülük ederek, üniversitenin logosunu tasarlayan
isim oldu.
TÜM ESERLERİNİ BAĞIŞLADI
Sahip olduklarını Kütahya'ya bırakmak isteyen
Yakupoğlu, bir süre önce kendi adına kurulan vakfı
feshederek camisini, evini, diğer mal varlıklarını,
3 bin kitaptan oluşan sanat kütüphanesini, bin
500'den fazla tablosuyla tezhip ve minyatür
eserlerinden oluşan diğer tüm çalışmalarını
Dumlupınar Üniversitesine bağışladı.
Habertürk,
03.10.2016 |
KİLİSEDEN ÇALINAN
TABLOYU SATARKEN YAKALANDILAR
1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bir kiliseden
çalınan, Hz. İsa’nın göğe yükselişini sembolize eden
tablo Ankara’da kaçakçılar tarafından satılmak
üzereyken ele geçirildi.

Bir AVM önünde piyasa değeri 8 milyon lirayı bulan
tabloyu 1,4 milyon liraya satmak üzereyken yakalanan
dört şüphelinin üzerinde yapılan aramalarda üç adet
ruhsatsız silah çıktı.
Giresun’dan
Ankara’ya
Kaçak bir tablo
satılacağı bilgisi üzerine harekete geçen Kaçakçılık
Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri 28 AE
757 plakalı aracı takibe aldı. Araç, 14
Temmuz’da
Ankara-Konya Yolu üzerindeki bir AVM önüne geldi.
Araçtaki Yaşar B., Kamil Ü., Şafak U. ve Nevzat A.
tabloyu çıkardı. Piyasa değeri 8 milyon lira olan
tabloyu 1.4 milyon liraya satmaya çalışan
şüphelilere suç üstü yapan ekipler tabloya el koydu.
Müzeye teslim
edildi
Kaçakçıların
elinden satılmak üzereyken kurtarılan 8 milyon
liralık tablo, Ankara Resim Heykel Müzesi’ne teslim
edildi.
Hz. İsa’nın
göğe yükselişini tasvir eden tablonun ahşap üzerine
yağlı boya çalışması olduğu görüldü. Baş melek
Gabriel, üç Meryemler, Romalı askerler ve Yunan
alfabesi ile yazılan yazıtın bulunduğu
betimlemelerin yer aldığı tablo
Bizans dönemi
ikona porte sanatı örneklerini hatırlatıyor.
Milliyet, Haber: Paşa Alyurt, 07.10.2016 |
SURİÇİ,ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI TARAFINDAN RESTORE EDİLECEK
Diyarbakır’ın Suriçi bölgesi bundan tam 54 yıl önce
bugün (7 Ekim 1964’te) ‘müze mevkii’ ilan edilmişti.
Son dönemde yaşanan çatışmalar nedeniyle büyük hasar
gören Diyarbakır Sur’daki restorasyon çalışmalarını
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sorduk.

Bakanlık Milliyet’e yaptığı açıklamada, “Diyarbakır
Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzaj Alanı,
2015 yılında
UNESCO Dünya
Miras Listesi’ne kaydedildi. Bu kapsamda
Diyarbakır
Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı ile
ilgili olarak Suriçi kentsel sit alanının
korunmasına yönelik proje ve onarım çalışmaları,
bakanlığımızca oluşturulan Suriçi Bilim Komisyonu
ile İnceleme ve Tespit Komisyonlarınca, Koruma
Amaçlı İmar Planı çerçevesinde yürütüldü” diye
belirtti.
‘Ödenek aktarımı
yapılacak’
Bakanlıktan
alınan açıklamada ayrıca, son dönemde yaşanan
olağanüstü olaylar nedeniyle meydana gelen
tahribatlara yönelik ayrıntılı bilgi ve fotoğrafları
içeren Koruma Durumu Raporu hazırlandığı belirtildi.
Rapora göre Suriçi’nde Tescilli Kültür Varlığı ile
Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında toplamda 1199
adet korunacak mimari yapı bulunuyor. Açıklamada
şöyle denildi: “Suriçi’nde çatışmaların yoğun olarak
yaşandığı altı mahallede 677 adet yapının (yüzde 56)
hasar tespit çalışmaları doğrultusunda, alanda üç
etap halinde çalışmaların gerçekleştirilmesi ve tek
yapı ölçeğinde restorasyonların yapılması
amaçlanıyor. 6745 sayılı Kanun çerçevesinde, Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Kanunu’nda yapılan değişiklikler sonucunda
alana ilişkin her türlü görev ve yetki Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına geçmiştir. Bu çerçevede,
Ulucami ve Hanlar Bölgesi Renovasyon Uygulamaları
işi için Kalkınma Bakanlığı’ndan alınan ödeneğin
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesine aktarımı
sağlanarak, kentsel sit alanında Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nca gerçekleştirilecek çalışmalara
bakanlığımız tarafından teknik destek verilmesi
amaçlanıyor.”
Milliyet, 07.10.2016 |
BUGÜNE KADAR
BULUNANLARIN EN BÜYÜĞÜ
Dünyanın en büyük dinozor ayak izi Moğolistan
çöllerinde bulundu. Adını dev mitolojik
yaratıklardan alan titanozor adlı hayvana ait olduğu
ifade edilen ayak izi 106 cm uzunluğunda ve 77 cm
genişliğinde. Titanozorların bundan 70 ila 90 milyon
yıl önce yaşadığı biliniyor.
dunyahalleri.com'un Nature
Worl News'ten aktardığı haberine göre bu keşif,
Japon ve Moğol bilimcilerin Gobi Çölü‘nde yaptıkları
araştırma sırasında gerçekleşti. Japonya, Okayama
Bilim Üniversitesi ve Moğol Bilim Akademisi
araştırmacıları bu ayak izinden önce de Moğolistan
çöllerinde fosillere rastlamıştı. Ancak bu fosil,
bugüne dek bulunan en büyük iz.
BOYU 20 UZUNLUĞU 30
METRE
Okayama Bilim Üniversitesi’nden
yapılan açıklamada bu keşfin oldukça nadir olduğu ve
ayak izi ile birlikte pençelerin de izinin bulunduğu
ifade edildi. Ayak izine göre titanozorun 20
metrelik boya ve 30 metrelik uzunluğa sahip olduğunu
söylemek mümkün.
Otobur oldukları bilinen
titanozorlar, tüm dinozor türleri arasında en uzun
boyuna sahipler. Doğum sırasında sadece 3-4 kg
ağırlığında olan bu hayvanların birkaç hafta içinde
hızla büyüyerek 30 kilograma ulaştığı ve 20 yıl
boyunca büyümesini sürdürerek bir yetişkin
ölçülerine sahip olabildiği belirtiliyor.
DİĞER BULGULAR
Bu ayak izi kadar büyük olmasa da benzer boyutlara
sahip dinozor ayak izleri Fransa ve Fas’ta
keşfedilmişti. Yeni keşfin araştırmacılara, bu
dinozorların nasıl yürüdüğüne dair fikir
verebileceği sanılıyor.
Öte yandan Rus
bilimciler, Sibirya’daki Kemerovo bölgesinde, henüz
tanımlanmayan bir fosil bulduklarını açıkladı. Tomsk
Devlet Üniversitesi, Mezozoik ve Senozoik Kıtasal
Ekosistemler Laboratuvarı başkanı Sergei Lecshinsky,
buldukları fosilin bir sürüngene mi yoksa dinozora
mı ait olduğunun henüz anlaşılamadığını ifade etti.
Odatv, 06.10.2016
|
2 BİN YILLIK
ÇENGEL BULMACA
İzmir
İkiçeşmelik'teki Smyrna Agorası'nın Bazilika
bölümündeki duvarlarda ‘yukarıdan aşağı’ ve
‘soldan sağa’ Yunanca kelimelerin sorulduğu bir
bulmaca
tespit edildi.
Smyrna Agorası Kazı
Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy yaptığı
açıklamada, tarihi 2 bin yıl öncesine dayanan
antik kentin, duvar yazıları ile öne çıktığını
kaydetti. Ünlü antik kentteki kazı çalışmaları
sırasında 3 bin kadar harf, şekil, yaprak,
köpek,
cümleden oluşan çok zengin bir duvar
koleksiyonuna ulaştıklarını ifade eden Ersoy,
"Pompei'deki sayısal grafito çoğunluğu ile
eşdeğer bir koleksiyonla karşı karşıyayız" dedi.
Smyrna Agorası'nın
Bazilika bölümünde "tek örnek" bir
bulmaca
tespit ettiklerini söyleyen Akın Ersoy, şu
bilgileri aktardı: “Akrostişe benziyor. Aynı
kelimeler beş sütun hem yukarıdan aşağı hem
soldan sağa tanımlanmış. Merkezde bulunan
'logos' kelimesi hem yukarıdan aşağı hem soldan
sağa üçüncü sırada yer alıyor. Bu kelimenin o
sırada burada bulunan Hıristiyan topluluğun
baskı altında oldukları dönemde birbiri ile
haberleşmek için kullanıldığını
iddia
edenler var. Biz bunu bir
bulmaca
olarak görmek istiyoruz çünkü bu duvar
resimlerinin önünde tezgahlar var. Burada
çalışanların yaklaşımları, hayatları bu şekilde
gözler önüne seriliyor."
Hürriyet, 06.10.2016
|
'ÜNLÜ' MODA
FOTOĞRAFÇISI LOUVRE MÜZESİ'NE GİDERSE...
Ünlü moda
dergilerinde moda fotoğrafçılığı yapan Cüneyt
Akeroğlu, dünyada en çok ziyaret edilen sanat müzesi
olan Louvre'da bir heykelin üstüne çıktı, bu da
yetmezmiş gibi fotoğrafı Instagram’da paylaştı.
Akeroğlu, gelen tepkilerin ardından paylaşımı sildi.

Cüneyt Akeroğlu adlı moda
fotoğrafçısının Instagram’da paylaştığı Louvre
Müzesi fotoğrafı büyük tepki çekti.
Louvre Müzesi'nde bir
heykelin üzerine çıkan Akeroğlu, fotoğrafı sosyal
medya hesabından paylaştı. Gelen tepkilerin ardından
paylaşımı kaldıran Akeroğlu'nun yaptığı hareket
akıllara Portekiz'in başkenti Lizbon'da 126 yıllık
Dom Sabastiao heykelini selfie çekmeye çalışırken
kıran turisti getirdi.
Geçtiğimiz yıl
ise İtalya’nın başkenti Roma’da, 1800 yıllık sütuna
adını yazan bir Türk öğrenci gözaltına alınmış ve
para cezası ödedikten sonra serbest bırakılmıştı.
Sol Haber, 06.10.2016
|
YILIN
KEŞFİYDİ, SAHİPSİZ KALDI

Yılın keşfi olarak görülen
Silivri’deki
5 bin yıllık kurgan tipi mezar sahipsiz kaldı.
Definecilere davetiye çıkaran tümülüs ile ilgili
acil önlem alınması gerekiyor.
İstanbul
Arkeoloji
Müzesi’nin
Silivri
Çanta
bölgesinde bu yılın ilk aylarında başladığı
kurtarma kazısında
Türk ve
Altay kültüründe kutsal mezar olarak bilinen
kurgan tipi 5 bin yıllık mezar bulunmuştu.
Üzerinde mızrak ucu bulunan iskeletin önemli bir
asker,
savaşçı olduğu tahmin edilmişti.
Arkeoloji
kazı raporunda, “Ülkemizde bulunmuş ve kazısı
yapılarak tamamen ortaya çıkarılmış ilk ve en
eski, 5 bin yıllık kurgan tipi mezar”
denilmişti.
‘HER TÜRLÜ
ÖNLEM ALINSIN’
Hürriyet’in
16 Mayıs tarihinde duyurduğu bu keşfe ilişkin
tümülüs kazısı arkeologlar tarafından bitirildi.
Yılın en önemli keşfi olarak kabul edilen
kazıdaki mezar buluntuları
İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ne kaldırıldı.
İstanbul 1 Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na durum
raporla bildirilerek bundan sonrası için ne
yapılacağı beklendi. Koruma Kurulu 8 Ağustos
2016 tarihinde kararını verdi. Kararda şöyle
denildi: “Tümülüsün tepe noktasından itibaren 25
metrelik alanda kalmak kaydıyla İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nce kazının
genişletilmesine, kazı çalışması tamamlandıktan
sonra tescil konusunun değerlendirilebileceğine,
mevcut kalıntıların geçici koruma önlemlerinin
ilgilileri ve Arkeoloji Müzesi’nce alınmasına,
alanda her türlü güvenlik önlemlerinin Valilik,
ilgili Belediye (Silivri
Belediyesi) ve mal sahiplerince alınmasına karar
verildi.” Kurulun kararına rağmen mezarlık
alanda tek bir güvenlik ve koruma önlemi
alınmadı.
DEFİNECİLERE
DAVETİYE
Önceki gün
yerinde görmeye gittiğimiz tümülüse giriş
serbest. Yolun 10 metre yakınında sitenin
yanında yer alan 5 bin yıllık tarihi mezar her
türlü güvenlikten uzak durumda. Etrafı ne tel
örgüyle çekilmiş ne de bir bekçisi var. Üstü
açık ve orijinal mezar taşları ortada. Kazı
alanı hem dış tehditlere hem de doğal tahribata
açık halde terk edilmiş. İsteyenin elini kolunu
sallayarak tümülüsün içine girmesi mümkün.
Definecilere davetiye çıkaran tümülüs ile ilgili
acil önlem alınması gerekiyor. Çevrede yaşayan
tanıkların anlatımına göre mezarın başına
sürekli yabancı insanlar gelip gidiyor. Daha
önce Koruma Kurulu’na sunulan arkeoloji
raporunda kurgan tipi mezarın defineciler
tarafından birkaç kez deşildiği ancak ana mezara
ulaşılamadığı belirtilmişti.
BELEDİYE:
MÜZEDEN CEVAP BEKLİYORUZ
Silivri Belediyesi
yaptığı açıklamada Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü’nden gelen cevap doğrultusunda koruma
çalışmalarını yapacaklarını belirterek şu
açıklamayı yaptı: “Kurgan tipi mezarın
bulunmasının ardından, Kültür ve
Turizm
Bakanlığı, İstanbul 1 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün
08.08.2016 tarihli kurul kararında belirttiği
bölgede kazının genişletilmesi, mevcut
kalıntılara koruma önlemi alınması yazısına
istinaden, 27.09.2016 tarihinde İstanbul İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arkeoloji Müze
Müdürlüğü’ne, bakanlık yazısı ile birlikte uzman
denetimi talebinde bulunduk. Müze Müdürlüğü’nün
bize belirlediği takvimde kazı ve koruma
çalışmaları belediyemizce yapılacaktır.”
TUNÇ ÇAĞI
ASKERİ
İstanbul ve
Trakya
tarihine ışık tutacak buluntularun ele
geçirildiği tümülüs kazıları Aralık 2015
tarihinde başladı. İstanbul 1 No’lu Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu’na geçtiğimiz nisan
ayında gönderilen arkeolojik rapora göre,
mezarın kuzeyden gelen, Tunç Çağı’nda yaşamış
önemli bir askere ait olduğu düşünülüyor.
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan mezar için şöyle
demişti: “Buradaki mezar daha eski Tunç Çağı.
Oldukça önemli bir keşif. Bilimsel incelemeleri
sonucunda güzel veriler elde edilecektir.”
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 06.10.2016
|
ONUNCU ADADA İLK BİLİMSEL ÇALIŞMA

İstanbul’un onuncu adası olduğu bilinen ve yaklaşık
bin yıl önce meydana gelen depremle sular altında
kaldığı düşünülen Vordonisi Adası için ilk bilimsel
çalışma tamamlandı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın çalışmalarını sürdüren
arkeologlar,
Patrik Photios’un sürgün edildiği manastırın
izlerini ararken buldukları kiremit parçaları ile
umutlandı. İlk bulgular Vordonisi Adası’nın
günümüzdeki Sedef Adası’ndan daha büyük olduğunu
düşündürdü.
Manastırın izi arandı
Varlığı antik dönem haritalarında geçerken, 1010
yılında gerçekleşen büyük
İstanbul depreminde sular altında kaldığı
düşünülen Vordonisi Adası’nda bilimsel keşif
başladı.
Bizanslıların ‘Küçük Ada’, Osmanlıların
‘Manastır Kayalıkları”, günümüz denizcilerinin ise
‘Dilek Kayalıkları’ adını verdiği Vordonisi’nin
gizemli tarihini aydınlatmak için
Düzce Üniversitesi harekete geçti.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan alınan yüzey araştırması
izniyle batık ada ve çevresinde araştırma yapan
sualtı arkeologlarına Büyükadalı Serco Ekşiyan,
Volkan Narcı ve Ercan Akpolat da rehberlik yaptı.
Sualtı arkeologları Bizans İmparatorluğu döneminde
858 yılında Patrik Photios tarafından yaptırılan
manastırın izlerini aradı.
5 kilometre
kıyısı var
Batık Vordonisi Adası’nda
yaşam olduğunun en büyük kanıtı sayılan manastırın
günümüze kadar ulaşan parçalarını arayan bilim
insanları denizin 10 metre derinliğine kadar
dalışlar yaptı.
Sualtı arkeologları buldukları
kiremit parçalarını incelemek üzere çıkarırken,
parçaların o dönemin mimari özelliklerini yansıtıp
yansıtmadığının araştırılacağı öğrenildi. Düzce
Ünivesitesi
arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr.
Ahmet Bilir, “Çalışmalarımız Patrik Photios’un
ömrünün kalan kısmını geçirmek üzee sürğün edildiği
söylenen manastırı ve antik dönemin izlerini bulmaya
yönelikti. 15 gün boyunca bu izleri araştırdık”
şeklinde konuştu.
Bilir, “Ada tahminimizden daha
büyük kıyı uzunluğu 5 km’yi buluyor. Yani Prens
Adaları içindeki Sedef Adası’yla kıyaslanabilecek
büyüklükte. Bulduğumuz kiremit kalıntılarını
inceleyeceğiz. Gelecek yıl sığ sismik cihaz ve yan
taramalı sonar kullanırsak daha net sonuçlar
alacağız. Vordonisi, Türk sualtı arkelojisi
açısından oldukça önemli sonuçlar doğurabilir” dedi.
Belediye başkanı da daldı
Milliyet muhabiri Gökhan
Karakaş da, tarihi boyunca ilk kez bilimsel
araştırmaların yapıldığı Vordonisi Adası’na daldı.
Depremle su altında kaldığı düşünülen adanın
çevresindeki katmanları görüntüleyen muhabirimiz,
bilim insanlarının çalışmalarını gözlemledi.
Bilimsel çalışmalara destek veren
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç da antik
dönemin izlerinin arandığı Vordonisi Adası’na dalış
yaptı. Başkan Kılıç, “Bu adanın varlığını
kanıtlayarak
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmasını
amaçlıyoruz” diye konuştu.
Milliyet, Haber:
Gökhan Karakaş, 06.10.2016 |
SELİMİYE CAMİİ
ÇEVRESİ TRAFİĞE KAPATILACAK
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, UNESCO Dünya
Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Selimiye Camii
çevresinin, çevre ve peyzaj düzenlemesi sonrası
trafiğe kapatılacağını söyledi.
Gürkan, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Kültür Varlıkları Koruma Kurulundan onay
beklediklerini, alınacak onaydan sonra Selimiye
Camii Çevresi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Projesine
başlayacaklarını belirtti.

Projeyle cami çevresinin
güzelleşeceğini kaydeden Gürkan, ''Bununla ilgili
avam projemiz daha önce Kültür Varlıkları Koruma
Kurulunda onaylanmıştı. Uygulama projesinin de
onaylanması gerekiyor. Bitirdik onu. Kurulun
toplanmasını bekliyoruz. Orası onaylandıktan sonra
hemen projenin uygulamasına başlayacağız. Selimiye
Camii Çevresi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Projesi
sonunda alan trafiğe kapatılacak. Alana gelen
ziyaretçilerin ulaşımı düzenlenecek.'' şeklinde
konuştu.

Anadolu Ajansı, Haber:
Gökhan Zobar, 05.10.2016
|
AKHİSAR'DA
DEFİNECİLER SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Akhisar İlçesi'ne 20
kilometre uzaklıkta bulunan Başlamış Mahallesi'nde
dağlık bir alanda yasak kazı yapmak isteyen
defineciler suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre
Başlamış Mahallesi Yarantepe mevkiinde daha önce
belirledikleri alanı özel bir işletmeden kiralıkları
iş makinası ile kazmaya çalışan 1 operatör olmak
üzere 7 kişi göz altına alındı. Akhisar İlçe
Jandarma Ekiplerince düzenlenen operasyon sonucu
gözaltına alınan 7 kişi savcılığa verdikleri
ifadenin ardından serbest bırakıldığı bildirildi.
Öte
yandan Başlamış mahalle sakinleri ise Jandarma
ekiplerine teşekkür eder ederek çalışmalarından
dolayı memnuniyetlerini dile getirdi.
Akhisar Haber, 05.10.2016
|
YOL ÇALIŞMASI SIRASINDA MEZAR TAŞLARI BULUNDU

Malkara İlçesi'nde Camiatik Mahallesi
Hürriyet Caddesi'nin daha modern bir hale
getirilmesi için belediyenin yaptığı çalışmalar
sırasında, yaklaşık 1.5 metre derinlikte 8 mezar
taşı buldu. Belediye ekiplerince çıkartılan mezar
taşları, kamyona yüklenerek bir depoya götürüldü.
Malkara Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Nazif
Balcı, "Hürriyet Caddesi üzerinde yapılan kazıda
bulunan ve Ermeni mezar taşları olduğu düşünülen 8
mezar taşı bulundu. Ekiplerimiz tarafından çıkarıp
Kültür Sarayı'nda koruma altına aldık. İlçede
çalışmalar devam ediyor. Belki bu mezar taşlarından
daha çok var, bilemiyoruz. Bu nedenle kazı
çalışmaları bitinceye kadar çıkan mezar taşlarını
toplayıp Kültür Sarayı'nda muhafaza edeceğiz. Daha
sonra da Anıtlar Yüksek Kurulu'na veya Müzeler
Müdürlüğü'ne vereceğiz" dedi.
Kazı çalışmasının yapıldığı caddede esnaf olan
Necdet Tekgöz de ilçede daha önce Ermeni ve Rum
ailelerin yaşadığını ifade ederek, "Belediyenin
mezar taşlarına tarihi eser olarak sahip çıkmasına
sevindik" şeklinde konuştu.
Milliyet, Haber:
Murat Yayın, 05.10.2016
|
BANKSY BU KEZ YAKALANDI MI?

Avustralya’nın Melbourne kentinde bir kadın,
Banksy’i yakaladığını iddia etti. Mia isimli kadının
gece saatinde Melbourne sokaklarında peşinden
koştuğu ve cep telefonuyla görüntülediği kişinin
gerçekten Banksy olup olmadığı tartışılıyor.
Başında kapişonu ve yüzünün yarısını kapatan
maskesi bulunan adamın, arkasından cep telefonu
kamerasıyla koşarak ‘Banksy’ diye seslenen kadının
kendisini kameraya çekmesini engellemeye çalıştığı
ve kaçtığı görülüyor.
Banksy’nin daha önce de defalarca yakalandığı ve
kimliğinin ifşa olduğu haberleri yapılmış ama
bunların tamamı yalan çıkmıştı.
MÜSLÜMAN KARŞITI POLİTİKACIYI ÇİZDİ
Banks’ye ait olup olmadığı henüz doğrulanamayan
graffitide yer alan kadın ise Avustralyalı göçmen
karşıtı politikacı Pauline Hanson.

Müslüman mültecilere karşı kampanya yürüten
Hanson’ın sloganında kullandığı “S..n gidin.
Doluyuz” anlamına gelen “F..k off! We’re full” sözü
“F..k off! We’re fools” yani “S..n gidin! Biz
aptalız” olarak değiştirilmiş. Graffitinin altında
ise Banksy’nin imzası bulunuyor.
Sözcü,
05.10.2016
|
PAMUKKALE'DE DEPREMLERDE ANTİK HAVUZDA ÇÖKÜNTÜ OLDU
Geçen 27 Eylül’de merkez üssü Pamukkale olan ilk
deprem, 4.1 büyüklüğünde meydana geldi. Ertesi gün
ise yine merkez üssü Pamukkale olan 4.2 büyüklüğünde
ikinci deprem meydana geldi. Bu depremlerin dışında
bölgede, çok sayıda küçük sarsıntı da oldu.
Depremler nedeniyle UNESCO Dünya Miras
Listesi’nde yer alan Pamukkale’deki suyun kaynağı
olan antik havuzun içinde çöküntüler oluştuğu
belirlendi.

Antik havuzda Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü
ekipleri tarafından geçen pazartesi havuzda inceleme
yapıldı. Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürü
biyolog Uğur Çoban, jeoloji mühendisi Melek Akar ve
şehir plancısı Rıdvan Altıntaş’ın yaptığı
incelemede, çökmelerin oluştuğu kısımlarda işletmeci
tarafından güvenlik şeridi çekildiği, gerekli
önlemlerin alındığı ve antik havuzun ziyaretçilere
açık olduğu belirtildi. Havuzda çöküntü yaşanan
bölge, güvenlik şeridiyle kapatılarak ziyaretçilerin
girmesi engellendi.

Milliyet, 05.10.2016
|
İTALYAN KENTİ 7 ASIR SONRA DANTE'DEN ÖZÜR DİLEDİ
“İtalyan dilinin babası” olarak anılan Dante, Papa
yanlıları ve karşıtlarının (Guelfi ve Ghibellini
grupları) siyasi çıkar çatışmalarının yansıması olan
bir davada yolsuzluk ve rüşvetten suçlu bulunmuş,
sürgün ya da ölüm cezasına çarptırılmıştı.
1302 yılında Floransa’nın yöneticiliğini yapan,
Papa yanlısı Guelfi grubundan Gubbio’lu hakim Cante
Gabrielli’nin imzasını taşıyan hüküm, Dante’nin
Floransa’ya ayak basması halinde yakılarak idam
edilmesini emrediyordu.
BBC Türkçe’nin aktardığı habere göre; Dante, idam
cezasından kurtulmak için ömrünün kalanını Floransa
dışında geçirmek zorunda kalmıştı.
Gubbio Belediyesi ise dün “Şair Dante
Alighieri’ye özürler” isimli önergeyi kabul etti.
Belediye’nin internet sitesinde, “O dönem
Floransa’nın yöneticisi olan ve 1302’de Dante’yi
Floransa’dan daimi sürgüne mahkum eden Cante
Gabrielli Gubbio’luydu. Çok acı bir kader” denildi
ve kentin
Dante’den “resmen ve ciddi olarak” özür dilediği
belirtildi.
İlahi Komedya’yı sürgündeyken yazmıştı
Öte yandan Gubbio Belediyesi, Dante’nin İtalyan
edebiyatının en önemli eserlerinden “İlahi
Komedya”yı sürgündeyken yazmış olduğuna da dikkat
çekti.
Gubbio’da 4-9 Ekim tarihleri arasında belediyenin
desteğiyle düzenlenen Ortaçağ Festivali’nde,
“Gubbio’lu Cante Gabrielli, Dante’yi sürgüne mahkum
etmeseydi Büyük Şair İlahi Komedya’yı yazar mıydı?”
başlıklı bir oturum da düzenlenecek.
Memleketi Floransa da, 2008’de aldığı benzer bir
kararla Dante hakkındaki 1302 tarihli hükmü iptal
etmişti.
Sözcü, 05.10.2016
|
 |
İZNİK'TE TARİHİ AYIP
Bursa’nın İznik
İlçesi'nde
Roma döneminde kalma köprünün etrafının moloz
yığınları ile kaplı olması, tepki topluyor.
Doğu
Roma İmparatoru I. Justinyanus döneminde inşa edilen
tarihi köprüyü ziyaret eden turistler, moloz
yığınları ile karşılaştı. İznik-Orhangazi kara
yolunun 50 metre kuzeyinde, tarihi ipek yolu üzerine
inşa edilen 20 metre uzunluğunda ve 2,5 metre
genişliğindeki Roma dönemine ait 3 gözden oluşan
kemerli taş köprünün çevresi moloz yığınlarından
geçilmiyor. Tarihi köprüyü ziyaret eden turist
kafilesi, moloz yığınları arasında kaldı.
UNESCO’nun yedek listesinde bulunan İznik’in bu
şekilde kabul göremeyeceğinin altını çizen
vatandaşlar, bu ayıba son verilmesini istedi.
Milliyet, 05.10.2016 |
ZEYTİNLİKTE BULUNAN LAHDİN KAPAĞI VİNÇLE AÇILDI

10 Eylülde Hisardere Köyü yolu üzerindeki bir zeytin
tarlasında bulunan 6 tonluk mermer lahit, incelenmek
üzere müzeye götürüldü. İznik Müze Müdürlüğü
bahçesinde koruma altına alınan ve MS II. yüzyıl
Roma dönemine ait lahit bugün açıldı. Lahdin 1 ton
ağırlığındaki üst kapağı müze görevlilerinin
nezaretinde vinç yardımı ile kaldırılarak açıldı.
Müze bahçesine alınmayan gazeteciler ise uzaktan
görüntü çekebilmeye çalıştı.
Asırlarca toprak
altında kalan lahdin içinden çamur ve su çıktı.
Mezar hırsızlarının yağmasına uğramadığı anlaşılan
lahdin detaylı bir şekilde inceleneceği öğrenildi.
Lahdin etrafında 6 adet işlenmiş eros kabartması
bulunuyor. 5 ton ağırlığındaki mermer mezarın yan
gövdesinde yazılar mevcut.
Milliyet, 05.10.2016 |
PICASSO'NUN PORTRELERİ LONDRA'DA
Londra'daki Ulusal Portre
Galerisindeki sergide, dünya genelinde çeşitli
müzelerden getirilen ve Pablo Picasso'nun
eşleri, sevgilileri, arkadaşları ve çocuklarını
resmettiği 80'den fazla portre yer alıyor.
5 Şubat 2017'ye kadar gezilebilecek
Basın lansmanında Pablo
Picasso'nun torunu Diana Widmaier Picasso'nun yer
aldığı sergide, ressamın oto portrelerinin yanı sıra
eşlerini resmettiği kübist portreler dikkati
çekiyor.
"Picasso Portreleri"
sergisi, 5 Şubat 2017'ye kadar gezilebilecek.
Anadolu Ajansı, Haber:Aslı Aral, 05.10.2016
|
 |
"MÜZE YAPILARINDA MİMARIN ROLÜ KOORDİNATÖRLÜKTÜR"
Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) tarafından düzenlenen
Mimarlık Haftası etkinliklerinin dördüncü oturumunda
‘Müzeler’ masaya yatırıldı. Müzenin kombine bir yapı
tipi olduğu ve disiplinlerarası çalışma sonucunda
gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde paylaşımların
yoğun olduğu oturumda, mimara düşen rolün ise
koordinatörlük olduğu belirtildi.
ODTÜ Mimarlık
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ayşen Savaş’ın
moderatörlüğünde gerçekleşen oturuma, Tetrazon
Kurucu Ortağı Burçak Madran, Deniz Müzesi Komutanı
İlyas Gültaş, Müze Sergi İşleri Yapım Organizasyon
ve Danışmanlık İşleri Kurucusu Yeşim Kartaler
konuşmacı olarak katıldı.
Boyut açıcı ve mimarı özgür kılan yapılar
Konuya ilişkin genel bir giriş konuşması yapan ve
oturum boyunca irdelenecek soruları sıralayan
Prof.Dr. Ayşen Savaş, müzelerde diğer yapılarda olduğu
gibi tipolojiden bahsetmenin mümkün olmadığını çünkü
müzelerin formal olarak boyut açıcı ve mimarı özgür
kılan yapılar olduğunu ifade etti. Bu durumun
kullanıcıya nasıl yansıdığına da değinen Savaş,
“Kamu yapıları olmasına rağmen müzeler, insanların
gitmekten keyif aldığı bir yapı tipi” dedi.
Yarışmayla yapılan bir müze binası; Deniz
Müzesi
Oturumda ilk olarak söz alan Deniz Müzesi
Komutanı İlyas Gültaş, yarışma sonucunda yapılan
yeni Deniz Müzesi binasına dair izlenimlerini
paylaştı. Deniz Müzesi’nin İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’nden sonra ülkemizin en eski ikinci müzesi
olduğuna dikkat çeken Gültaş, Başbakanlık Devlet
Arşivleri’nin ardından en zengin arşive sahip
olduklarını da sözlerine ekledi. 1999 Marmara
Depremi’nde yapıdan kopan tuğlaların bir saltanat
kayığını ciddi derecede hasara uğrattığını, bunun
üzerine yeni bir müze binası yapma fikrinin gündeme
geldiğini belirten İlyas Gültaş daha sonra,
açtıkları yarışmada birinci gelen Teğet Mimarlık’ın
uygulamaya dönüşen projesine değindi.
Müzenin 13 Ekim 2013 tarihinde ziyarete
açıldığını ve geçtiğimiz aylarda, Savarona’nın son
orijinal filikasını koleksiyonlarına kattıklarını
ifade eden Gültaş, yeni parçayı içeri sokamadıkları
için doğramaları söküp yeniden taktıklarını
söyleyerek, “Aslında bunun öngörülmesi lazımdı”
dedi. Moderatör Ayşen Savaş da bu tespitten
hareketle, donmuş bir koleksiyona bile yeni nesneler
eklenebileceğini hatırlarak, tasarımda esnekliğin
önemine dikkat çekti.
“Mimar sorunları tek başına yüklenmemeli”
Gültaş ve Savaş’a cevaben söz alan Tetrazon
Kurucu Ortağı Burçak Madran, “Envanterler
gelişebilir, bunu yarışma şartnamesine yazmaya gerek
yok. Müze çok kombine bir alan. Ortaya çıkan
sorunların çözümü tek başına mimarın işi değil.
Bunların da kombine bir şekilde çözülmesi lazım,
mimar bunu tek başına yüklenmemeli. Bana göre, müze
yapılarında mimarın rolü koordinatörlüktür. Esneklik
ise müzecilerle çalışmanız durumunda sağlanabilir.
Çünkü müzeci bir koleksiyonun ne kadar
genişleyebileceğini tahmin edebilir.” şeklinde
konuştu.
“Senaryo tamamlanmadan tasarıma
başlamıyoruz”
Sergi İşleri Yapım Organizasyon ve Danışmanlık
İşleri Kurucusu Yeşim Kartaler ise, müze
projelerinde tasarım girdilerini çok iyi analiz
ederek işe başladıklarını belirtti. Müzelerde
saymakla bitmeyecek büyüklükte bir uzmanlar ekibi
olması gerektiğini savunan Kartaler, “Müzenin nasıl
bir müze olacağı çok önemli bir girdi. Ölçeğe,
renklere, tavan yüksekliğine, merdivenlere vs. hep
birlikte bakıldığında, aksaklıklar önleniyor” dedi.
Müzeyi oluşturan üç temel öğenin koleksiyon,
mekan ve ziyaretçi olduğunu söyleyen Yeşim Kartaler,
süreci iyi anlamanın önemine vurgu yaparak,
“Senaryo-Değerlendirme-Onay kimin nasıl bir müze
istediğine göre değişiyor. Senaryo tamamlanmadan
tasarıma başlamıyoruz. Öncelikle kafamızda nasıl bir
atmosfer yaratmak istediğimizi tasarlıyoruz.
Dolayısıyla bir mimarın tek başına müze yapması
imkansız” dedi.
“Personeli nereye yerleştireceğiniz
tasarımdan daha önemli”
Moderatör Ayşen Savaş’ın “Geleceğin müzesi nasıl
olmalı?” sorusuna, Burçak Madran şöyle yanıt verdi:
“Mekana her zaman ihtiyaç var. Sanal müze ve esersiz
müzeler ayrı birer konu. Frank Gehry İstanbul’a
gelecek, titanyum bir bina yapacak diye ödüm
patladı. Müze öyle bir şey değil, bir anıt değil.”
Personeli nereye yerleştireceğinizin tasarımdan daha
önemli olduğuna dikkat çeken Madran, “Türkiye'de
deposuz müze var! Akıllı bir mimari program yapmak
gerek. Müzeleri anıtsal sanat yapıları yerine,
işlevsel yapılar olarak görünce ortada başarılı
sonuçlar çıkıyor.” dedi. Türkiye’deki tasarım
disiplininin esas sorununun, disiplinlerarası
çalışmayı bilmemesi olduğunu dile getiren Burçak
Madran, “Mimar her şeyi tasarlayabileceğini
zannediyor” şeklinde konuştu.
“Mimarlar müzenin disiplinlerarası bir
konu olduğunu anlamalı”
Bütün uzmanları işe dahil etmediğiniz zaman
bütçelerin değiştiğine dikkat çeken Yeşim Kartaler
de Madran’ın tespitine katkıda bulunarak;
“Mimarların, müzenin disiplinlerarası bir konu
olduğunu anlaması gerek. 1500 m2’lik kapalı alanı
olan müzeyi 3 ayda bitirmemiz isteniyor. Senaryonun
oluşturulması büyük bir emek. Hiç uyumadan çalışmak
zorunda kalıyoruz, bu da motivasyonumuzu düşürüyor.”
dedi.
“Yapı ve müze birbirinin önüne geçmemeli”
Burçak Madran da bu bağlamda, mimari proje üretme
süresinin müze yapım süresinden ayrı tutulması
gerektiğinin altını çizdi. Konuşmasında ayrıca
arkeolojik/tarihi değere sahip anıtsal yapıların
içine müze yapılmasına duyduğu tepkiyi de dile
getiren Madran, “Binanın korunması, özgünlüğü
anıtsal açıdan önemli. İçine ayrıca müze fonksiyonu
yüklemenize gerek yok. Yapı ve müze birbirinin önüne
geçmemeli.” şeklinde konuştu.
“Önce teşhir ve tanzim projesi
tamamlanmalı”
Yeşim Kartaler de müze için gerekli teknik
altyapının tarihi yapılarda yarattığı sorunlara
değinerek şunları söyledi: “Restorasyon projeleri
bize sunulduğunda, elektrik ve mekanik projeleri de
bitirilmiş halde geliyor. Oysa bunlardan önce,
müzenin teşhir ve tanzim projesi tamamlanmalı.”
“Mimarın önünü açmak, nefes almasını
sağlamak önemli”
Oturumda daha sonra yeniden söz alan Deniz Müzesi
Komutanı İlyas Gültaş, mimarların denenmemiş ya da
başka bölgelerde denenmiş malzeme kullanma gibi bir
alışkanlıkları olduğunu ifade ederek, Deniz
Müzesi’nde kullanılan tekstil bazlı çatı
malzemesinin martılar tarafından sürekli
delindiğini, bunun da kendilerine büyük masraf
yarattığını belirtti.
Prof.Dr. Ayşen Savaş, Gültaş’ın bu aktarımına;
“Mimarlar olmayınca da araştırma olmuyor. Karşılıklı
deneyim ve bilgi alışverişi çok değerli. Bizim de
beyin cerrahları gibi ilk ameliyatlarımız oluyor.
Gelişebilmek için denememiz lazım. Mimarın önünü
açmak, nefes almasını sağlamak önemli.” şeklinde
yanıt verdi.
Yapı, 05.10.2016
|
AKM BİNASI YENİLENEMEZ
TACA İnşaat,
Atatürk Kültür Merkezi (AKM) binasının
yenilenmesi ihalesini alan firmalardan biri
konumunda. Buradaki çalışmalar hakkında da bilgi
veren Tayar Akkurt şunları söyledi: “İnşaatın
kalitesini anlamak için sıvaları kaldırdık. Binanın
etütlerini yaptık. Ancak bunların sonucunda binanın
güçlendirilmesinin mümkün olmadığını gördük. Daha
önce iki kez güçlendirme yapılan binyı güçlendirmeye
kalksak üçüncü kez yapılmış olacaktı. Ayrıca
güçlendirme yapılabilecek olsa dahi bu sefer de bina
fonksiyonlarını yitirecekti. Bu binanın
güçlendirilmesi yapılamaz” ifadelerini kullandı.
Hürriyet, Haber: Burak Coşan, 04.10.2016
"AKM'NİN ARTIK YIKILMASI GEREKİR"
İstanbul Devlet Opera ve Balesi
(İDOB) Müdürü ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan, "AKM,
rüzgar, yağmur, tipi ve karın girip çıktığı bir yer.
Dolayısıyla bunu yeniden boyayıp, makyaj yapıp,
yeniden açmak en azından psikolojik olarak bizi
rahatlatmaz. Mühendis değilim ama bunun artık
yıkılması gerekir" dedi.
Atatürk Kültür
Merkezi'nin (AKM) son durumuna ilişkin AA muhabirine
açıklamada bulunan Arıkan, binanın 8 yıldır kapalı
olduğunu ifade etti.
Suat Arıkan, opera
izleyicisinin yoğunluğu dolayısıyla, AKM açıkken
Süreyya Operası sahnesinin de açıldığının altını
çizerek, "Biz AKM'de temsil yaparken Süreyya'da da
temsil yapıyorduk. Aynı akşam hem burada hem orada
temsil vardı. Dışarıda, AKM'de kuyruk olduğunda
gururlanıyordum ama çok da aşırı gururlanamıyordum.
Çünkü 15 milyonu geçen bir şehirde, bin 200 kişilik
salonu doldurmak çok da marifet değil. Büyük ölçekli
bir galerisi de vardı. Tüm yapılmamış sergiler,
temsiller, sinema salonundaki gösterileri de
saydığımız zaman, kaybedilmiş müthiş bir zaman var."
diye konuştu.
"Asansörlerini, ısınmasını, soğumasını
eleştiriyordum"
AKM'yi hep
eleştirdiğini bu nedenle binadan çıkarken çok mutlu
olduğunu dile getiren Arıkan şöyle devam etti:
"Asansörlerini,
ısınmasını, soğumasını eleştiriyordum. Kışın
donuyorduk. Provalar iptal oluyordu. Yazın
sınavlarda vantilatör kullanıyorduk çünkü klima
işlemiyordu. Asansörler yavaş ve yetersizdi. 15
dakikalık arada, orkestra ve koroyu, kantine
çıkarıp, 15 dakika sonra aşağı indirecek asansör
sistemi yoktu. Güvenlik çok zayıftı. Taksim
gibi bir yerde güvenlik konusunda zafiyetleri olan
bir yerdi. Bunları hep eleştiren bir insan olarak,
2008'de çıkarken, 2010'da çok daha iyi bir AKM
olacağı için müthiş iyimser bir şekilde ve
mutlulukla çıktım. O zaman idareci de bendim."
AKM'nin arsasının
yeterince taban alanına sahip olduğunu belirten
Arıkan, bir yarışma açılarak, uygun projenin hayata
geçirilmesinin iyi olacağını aktardı.
"Bu yetmez, 3 tane AKM lazım"
Arıkan, Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın, AKM'nin yerine opera binası yapılacağı
yönündeki açıklamasına da değinerek, şunları
söyledi:
"Bunu duyduğumda son
derece mutlu oldum. Sayın Cumhurbaşkanımız opera
kelimesini telaffuz ederek, bunu üstüne basa basa
söyledi. Bu tabii çok sevindirici bir şey. Çünkü
bunun tersini söyleyen çok fazla haber oldu. 'AVM ya
da otel yapılacak' gibi. Bütün bunları temizleyen,
silen bir konuşma oldu. O açıdan da çok umutluyum.
Şahsen hem bir sanatçı olarak içine girip sahneye
çıkmak isterim hem de bir yönetici olarak. İstanbul
kültür hayatının çok önemli bir eksikliği olarak
görüyorum, bu binanın hayatımızdan uzaklaşmasını."
Anadolu Ajansı, Haber: Hilal Uştuk, 05.10.2016
|
KNİDOS'TA YENİ YAPILAR ORTAYA ÇIKTI
Muğla'nın
Datça İlçesi'ndeki 2 bin 600 yıllık Knidos antik
kentinde sürdürülen kazılarda yeni yapılar ortaya
çıktı. Kazı heyetini en fazla heyecanlandıran
buluntunun tarihi antik kentin mermer bloklarla
kaplı ana caddesi üzerindeki özel bölümün olduğu
belirtildi.

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Knidos Kazısı Başkanı Doç.Dr.
Ertekin Doksanaltı yönetiminde sürdürülen
çalışmalarda tarihi kentin en önemli yaşam
alanlarından biri olan küçük tiyatronun ana duvarı
ile biri su kaynağı olarak kullanıldığı tahmin
edilen 2 depo ve kentin ana caddesinde düzenlenen
törenler için ayrılan özel onurlandırma bölümü
(şeref tribünü) bulundu. Knidos kazı çalışmalarında
görev alan Arkeolog Batıkan Bora, 2007’de durdurulan
kazı çalışmalarına 2013’te tekrar başlanıldığını
hatırlatırken, “Kazı ve çevre düzenlemesi birlikte
yürütülüyor. Kazılarda ortaya çıkarılan eserler
tasnif edilerek düzenlenirken, buluntuların yerinde
sergilenmeleri sağlanıyor” dedi.

Bu yıl yapılan kazılar sırasında çok önemli
bulgulara ulaşıldığını ifade eden arkeolog Bora,
şöyle dedi: “Tarihi antik kentin 5 bin kişilik küçük
tiyatrosunun ana duvarı ilk kez gün ışığına çıkmış
oldu. 7-8 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 100 metre
uzunluğundaki duvarın muhteşem taş işçiliği ilk
günkü görkemini halen koruyor. Ayrıca küçük
tiyatronun duvarına bitişik iki kemerli yapı ortaya
çıkarıldı. Binlerce yıl toprak altında kalan bu iki
mekandan büyük olanının su kaynağı olabileceği,
diğerinin ise depolama alanı olduğu sanılıyor.
Ayrıca yapılacak incelemelerin sonucunda bu iki
mekanın hangi amaçla kullanılmış oldukları kesinlik
kazanacak.”
HEYECANLANDIRAN BULUNTU
Bu yıl, kazı heyetini en fazla heyecanlandıran
buluntunun, tarihi antik kentin mermer bloklarla
kaplı ana caddesi üzerindeki özel bölümün olduğunu
belirten Bora, şöyle devam etti: “Kazılar sırasında
yolun sağ tarafında özel bir bölüm ortaya çıkarıldı.
Caddeden geçen herkesin rahatlıkla görebileceği bir
yükseklikte konumlandırılan bu mekan, adeta özel bir
tribünü andırıyor. Yaptığı hizmet ve başarılarından
dolayı onurlandırılmak istenen kişi ya da kişilerin
burada halkın huzurunda ödüllendirildiği sanılıyor.”

Sözcü, 04.10.2016
|
KAPALIÇARŞI'DAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINI ANLATTI
Temmuz ayında Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir’in katıldığı törenle başlatılan restorasyon
için onlarca işçi Kapalıçarşı çatısında ter döküyor.
Kapalıçarşı çatı onarım çalışmalarını yerinde
izleyen ve işçilerle selamlaşan Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir süreçle ilgili olarak DHA’ya
açıklamalarda bulundu. Kapalıçarşı’nın bir anıt eser
olduğunun altını çizen Mustafa Demir,
Kapalıçarşı’daki restorasyon çalışmalarının Anıtlar
Kurulu’nun onayı doğrultusunda aşama aşama kontrol
edilerek yapıldığının altını çizdi.
“Bundan sonraki aşama altyapı çalışması”
Kapalıçarşı’nın restorasyonu için zorlu bir proje
aşamasından geçtiklerini söyleyen Mustafa Demir,
çatı onarımı ile birlikte altyapı çalışmalarına da
bir an önce başlanacağını, aynı zamanda binadaki
güçlendirme çalışmalarının da yürütüleceğini ifade
etti. Kapalıçarşı gibi bir anıt eseri
projelendirirken hem heyecan hem de endişe
duyduklarını belirten Demir, “40 bin metrelik bu
alan çevresindeki hanlarla birlikte 100 bin
metrekarelik bir alana ulaşıyor. Bundan sonraki en
önemli aşama altyapı çalışması. Yer altı
kanallarında da yer yer çökmeler, ciddi sıkıntılar
var. Bir an önce başlaması gerekiyor ” dedi.
Kurumlar arası işbirliği yapıldı
Kapalıçarşı’nın tarihinde ilk kez bu yıl bir
yönetime kavuştuğunu söyleyen Demir, bu aşamayla
birlikte Kapalıçarşı’nın restorasyonu ile ilgili
esnafların da dahil olduğu bir sürecin başladığını
aktardı. Kapalıçarşı’nın güçlendirilmesine yönelik
esnafla defalarca toplantı düzenlediklerini söyleyen
Demir, çatının Fatih Belediyesi ve İl Özel İdaresi
tarafından; altyapının İSKİ tarafından;
güçlendirmenin ise yönetim kurulu tarafından
yapılacağını söyledi.
Çatıdaki onarım çalışmalarının 2017’nin sonunda
biteceğini söyleyen Demir, Kapalıçarşı’yı ailenin
yaşı ve saygın bir bireyine benzeterek şunları
söyledi: “Kapalıçarşı gibi bir yeriniz varsa,
sürekli hasta ve saygıdeğer bir büyüğünüz varmış
gibi düşünün. Sürekli bakıma ihtiyacı olan, gözünüz
gibi korumanız gereken bir yer. Bu çalışmalar ömür
boyu devam eder. Ancak artık Kapalıçarşı’nın
bütününü ilgilendirecek sıkıntılar olmayacak. Çünkü
her şey kontrol altında. Her şey projelendirildi,
sürece bağlandı. Kapalıçarşı’nın geleceğinden
eminiz.”
Yapı, 04.10.2016
|
ANAMURİUM ANTİK KENTİ DALGALARA KURBAN EDİLİYOR

Mersin'in Anamur İlçesi'nde kış aylarında,
büyüklükleri metreleri bulan dev dalgalar ve kum
erozyonu yüzünden Anamurium antik kentinin
liman duvarları yok oluyor.
Efes antik kentini aratmayacak nitelikte olan
Anamurium antik kentinde inceleme gezisi yapan
Mersin, Adana ve Hataylı 65 mimar, tahribat ve
bakımsızlık karşısında şaşkına döndü. Mimarlar
Odası Mersin Şube Başkanı Ömer Sakar, Anamurium
tarihinin geçmişinin önemli bir liman şehri ve
birçok medeniyetin izlerini taşırken,
bilinçsizce yapılan tahribatlar ve kış
dönemlerinde ise önlem alınmadığı için dev
dalgalara yenik düştüğünü söyledi. Denizin antik
liman kentin içerisine doğru ilerlediğini
belirten Sakar, "Bunun en önemli nedeni,
kıyılardan inşaatlarda kullanılmak üzere
bilinçsizce alınan kumlar ve dalgakıran
projesinin hayata geçmemesidir. Denizin bu kadar
içeriye doğru girmiş olması, liman kentinin
birçok değerli kültür varlığında yok etmiştir.
Limanın denizle birleştiği nokta aslında şu anki
denizin bulunduğu yerden en az 50 metre ileride
iken, bugün deniz oradaki tüm yapıları alarak
antik liman kentin içerisine doğru
ilerlemektedir. Kıyılarımızdan inşaatlarda
kullanılmak üzere bilinçsizce alınan kumlar de
bu tahribatın nedenleri arasındadır" dedi.
Denizin bu kadar içeriye doğru girmiş
olmasının, liman kentinin birçok değerli kültür
varlığını da yok ettiğini vurgulayan Sakar, "Bu
şu demektir; Kıyılarımızdan o kadar çok kum
alıyoruz ki deniz ilerleyişini sürdürüyor.
Yaşamış tüm medeniyetlerin tarihi hafızası olan
bu antik liman ve liman kentinin korunması en
azından kıyı tahribatının önlenmesi,
kıyılarımızdan kum alınmasının önlenmesi ile
mümkün olabilecektir" diye konuştu.
DHA,
Haber: Ali Ekber Şen, 04.10.2016
|
MİLAS'TA LAHİT BULUNDU
Milas Hacıapti Mahallesi’ndeki Fabrika Sokak’ta bir
inşaatın temel kazısı esnasında, tarihi lahite
rastlandı. İnşaat temeli kazısı sırasında ortaya
çıkan lahit için inşaatı yürüten ekipler, hemen
Milas Arkeoloji Müzesine haber verdi. Müze ekipleri,
lahitin bulunduğu alana gelerek kazı çalışmalarına
başladı.
Kurtarma çalışmaları sırasında, mezarın
içerisinde bir bölümü zarar gören lahitte seramik
kap parçaları ve insan kemikleri ele geçirildi.
Yapılan kazı çalışmalarında, mezarın Hellenistik
Dönem’e ait olduğu belirlendi.
Öte yandan müze ekiplerinin lahitin çıkarıldığı
yerde yeni buluntu ihtimali olması nedeniyle
ilerleyen günlerde, inşaatın temelinde kapsamlı kazı
çalışmalarına başlayacağı öğrenildi.
Cumhuriyet,03.10.2016
|
KEFKEN ADASI TURİZME AÇILMAYI BEKLİYOR
Kocaeli'nin Kandıra
İlçesi'nde 1. derece sit alanı
olarak tescillenen, Hellenistik, Roma ve Bizans
döneminden kalma mimari kalıntıların bulunduğu
Kefken Adası, turizme açılmayı bekliyor.

Kandıra'nın ünlü tatil beldesi Cebeci'ye 400 metre
uzaklıkta ve 110 bin metrekare büyüklüğündeki ada,
Cenevizlilerin inşa ettiği kalenin kalıntıları ve
yağmur suyunu biriktirmek için açılan 40'a yakın su
kuyusuyla ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Yabani
kavun, anason bitkisi, defne ve incir ağaçlarıyla
örtülü ada, el değmemiş kumsallarıyla da hayranlık
uyandırıyor. Adada, babadan kalma ahşap evde yaşayan
ve balıkçılıkla geçimini sağlayan bir aile
bulunuyor.

Bölge halkı, 1. derece sit alanı olduğu için
değerlendirilemeyen ve ulaşım imkanının kısıtlı
olduğu tarihi adanın uygun bir projeyle turizme
kazandırılmasını istiyor. Kandıra Turizm Derneği
Başkanı Murat Güneş, yaptığı açıklamada, Kandıra'nın
sanayi kenti Kocaeli'nin turizmle öne çıkan bir
ilçesi olduğunu olduğunu söyledi.
İlçenin yaz
sezonunda özellikle günübirlikçiler tarafından büyük
ilgi gördüğünü dile getiren Güneş şunları söyledi:
Karayolları Genel Müdürlüğü verilerine göre, yaz
sezonunda bölgeye gelen turist sayısı sadece hafta
sonları 300 bini buluyor. Genele yaydığımızda ilçe
yılda 1,5 milyon turist ağırlıyor. Ziyaretçilerin
yüzde 70'i İstanbul'dan geliyor ama Eskişehir,
Ankara, Bolu gibi civar illerden de turist alıyoruz.
Güneş, Kefken, Kerpe, Bağırganlı, Kumcağız, Cebeci
ve Seyrek gibi tatil beldelerinin ziyaretçilerin
gözdesi olduğunu anlattı. Güneş; Karadeniz'in iskana
elverişli iki adasından biri olan tarihi Kefken
Adası'nın da Kandıra'da bulunduğunu kaydetti.

Güneş, karaya 400 metre uzaklıkta ve 110 dönüm
büyüklüğündeki adanın geçmişinin Roma dönemine kadar
uzandığına dikkati çekti.
Güneş, adada pek çok
tarihi ve doğal güzelliğin iç içe olduğunu anlattı.
Güneş, şöyle devam etti: Adada Cenevizlilerin inşa
ettiği kalenin surları ile yağmur sularını
biriktirmek için açtıkları 40'a yakın su kuyusu
bulunuyor. Bunların büyük kısmı çalılar arasında
kaldığı için gün yüzüne çıkarılması gerekiyor. Yine
adada 1870'lerde yapılmış bir deniz feneri ve çok
bakir kumsalları var. Gemi kazalarında ölen
denizcilerin gömüldüğü 'kimsesizler mezarlığı' yer
alıyor. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı'nın sembol
isimlerinden İpsiz Recep, adayı karargah olarak
kullanmış.
Güneş, birinci derece sit alanı olması
nedeniyle adanın sahip olduğu turizm potansiyelinin
kullanılamadığına vurgu yaparak; Dünyada pek çok
örneği var. Ada, turizmi açılması ve ulaşımın
kolaylaşmasıyla uluslararası seminerlere ev
sahipliği yapabilir ve çok sayıda yabancı turist
çekebilir. Kefken Adası, uygun bir projeyle turizme
kazandırılması halinde Kocaeli ve Kandıra'nın
turizmdeki marka değerinin yükselmesine büyük katkı
sağlar.
Habertürk,03.10.2016 |
BAKAN AVCI, TOPKAPI SARAYI RESTORASYONLARINI
İNCELEDİ
Kültür ve Turizm
Bakanı Nabi Avcı, Topkapı Sarayı Müzesinde
incelemelerde bulundu. Bakan Avcı, son günlerde
basında yer alan Hazine Bölümündeki restorasyonu ve
Adalet Kulesi önünde oluşan çukuru yerinde inceledi
ve yetkililerden bilgi aldı.
Bakan Avcı, incelemelerinden sonra müzenin
durumu ve basında yer alan Hazine bölümündeki
çatlaklar ve restorasyon çalışmalarına dair
açıklamalarda bulundu. Bakan Avcı şunları
söyledi:
"Son günlerde Hazine Bölümündeki
restorasyonlarla ilgili birçok haber çıktı. Bu
bölümdeki çatlaklar sanki yeni oluşmuş gibi bir
algı oluştu. Ben çalışmalardaki son durumu
göreyim ve bilgi alayım diye geldim. Hem de bu
yanlış algıyı da düzeltmiş oluruz diye düşündük.
Bu çatlaklar yeni oluşmuş bir durum değil. Bu
bizim bakanlık ve Topkapı yönetimi olarak 10
Ekim 2015'ten beri üzerinde çalıştığımız bir
durum. Önce olayın nedenleri üzerinde çalışma
yapılıyor. Alttaki bölümlerin boşaltılması ve
sıvaların kazınması aşamasında ise o çatlaklar
görülüyor. Daha sonra bunların nasıl güvenli
hale getirileceğiyle ilgili İTÜ ve Boğaziçi
üniversiteleriyle çalışmalar gerçekleştiriliyor
ve halen bunlar devam ediyor. Bugün geldiğimiz
aşamada üniversitenin de önerisi doğrultusunda,
bir ay içerisinde güney taraf başta olmak üzere
oraya yerleştirilecek sismik ölçerlerle 26 adet
sismik değerlendirme kuyusu açılacak. Bu
çevrenin ne tür sismik tehditlerle karşı karşıya
olduğu, bunların frekansı, süreleri ve güçleri
çalışıldıktan sonra, ona uygun güçlendirme
senaryoları yürürlüğe konacak. Ama bilim
adamlarımız bunların hangi bölümde ne zaman
hangi ölçekte yapılabileceğini işte o sismik
araştırma verilerini almadan yapmak istemiyor.
26 kuyunun açılması önümüzdeki ay tamamlanmış
olacak. Bunun, ülkemizde bizim başka yerlerde
uyguladığımız ve dünyada da uygulanan örnekleri
var. Artık bugünün teknolojisiyle bunlar güvenli
hale getirilebiliyor. Güçlendirme senaryolarımız
hazır. Ama hangisinin ne aşamada uygulanacağına
zemin etütlerinin sonuçlarıyla birleştirilerek
karar verilecek. Bugünlerde birden bire ortaya
çıkmış bir durum değil. Görünür hale gelmesi bir
yıllık süreç. Ama hemen müdahale ediliyor ve 10
Ekim 2015'te zemin etütleri ve güçlendirme
çalışmaları başlatılıyor. Daha da geriye
gidersek, Hazine bölümünün üzerindeki ahşap
kubbenin sökülüp 1940'larda üzerine beton bir
kubbe yapılması ve bunun duvarlara yaptığı
basınç nedeniyle de o çatlakların bu duruma
geldiğini bilim adamlarımız söylüyorlar.
Ölçümler de buna işaret ediyor. O verilere
istinaden o beton kubbe güvenlik tedbirleri
alındıktan sonra oradan alınacak, kubbedeki
beton temizlenecek, orijinal ahşap kubbe
yerleştirilecek. Böylece duvarlar o baskıdan
kurtulacak, alınacak diğer tedbirlerle birlikte
inşallah daha güvenli bir şekilde hizmetine
devam edecek. Sismik verilerin alınması 3-4 ay
sürecek. Tahminimiz Mart başına kadar bunlar
tamamlanmış olur. Mevsimsel şartları ve
farklılıkları da dikkate alan bir zamanlamayla
bu ölçümler tamamlanacak. Elimizdeki onarım
alternatiflerini biliyoruz, ama bunlardan
hangisinin buraya en uygun olduğuna işte o
ölçümler ve zemin etütlerinin birleştirilmesi
sonucunda varacağız."
Bakan Avcı, yine basında yer alan Adalet
Kulesi önünde oluşan çukurla ilgili de şu
açıklamayı yaptı:
"O çukur biraz sansasyonel bir şeye
dönüştürülmek istendi, ama değil. Bazı basın
yayın organlarında 3 metre yazmış. Çapı 3 metre
olabilir de derinlik 1 metre kadar.
Ziyaretçilerimiz için tehlike arz edecek bir şey
söz konusu değil. Yakındaki sarnıçla irtibatlı
künklerin zamanla çürümesinden ve oluşan boşluğa
su dolmasından kaynaklanan bir olay olduğunu
düşünüyorlar. Gezilen yerlerde de, binaların
oturduğu yerlerde de zemin etütleri sürekli
yapılıyor."
Bakan Avcı, ayrıca müzenin Mukaddes Emanetler
ve Harem kısmını da ziyaret etti. Müzenin
gişelerinde ziyaretçi giriş çıkışları ve
ziyaretçilere sunulan bilgilendirme ve rehberlik
hizmetleri hakkında bilgi aldı.
Arkitera,
Haber: Nilüfer Karakoç, 03.10.2016
******
"TOPKAPI SARAYI İÇİN SAHİL YOLU KAPANMALI"
Fatih Köşkü’nün alt yapısında oluşan
çatlaklar ve sarayın bahçe kısmında meydana
gelen derin çukur, tarihi yapının geleceği için
endişe yaratırken, 2012-2014 yılları arasında
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü yapan Prof.Dr.
Haluk Dursun, neler yapılması
gerektiğini anlattı.
Zeminde dolgu
Kültür ve
Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı’nda görev yapan
Dursun, “Yapının inşa edildiği tepenin dolgu
özelliği var. Zeminin altında arkeolojik eserler
ile Bizans’tan kalma sarnıçlar olduğunu
biliyoruz. Topkapı Sarayı’na bitişik sahil yolu
ve geçmişte kullanılan demiryolu yapıda hasar
oluşmasına neden oldu. Karayolu ve demiryolundan
kaynaklanan titreşimler, dolgu tepe üzerine
kurulan yapıya zarar verdi ve vermeye devam
ediyor” dedi.
Ayasofya’ya da takip
Sarayın olduğu tepeye Bizans döneminden önce
Akrapolis yani Yukarı Şehir denildiğini kaydeden
Prof.Dr. Dursun, “Toprak zeminde yaşanan çökme
yapının altındaki sarnıç veya arkeolojik
eserlerden kaynaklanmış olabilir. Tarihi eserin
bütünlüğü korunmalı, eskiden olduğu gibi denize
kadar açılımı sağlanmalıdır. Sahil yolunun
saraya bitişik veya altından geçen kısımları
bypass edilmeli. Takip edilerek, üzerinde
çalışılması gereken eserlerden biri de Ayasofya
Müzesi. Tramvay hattındaki titreşimler
Ayasofya’nın zarar görmesine neden oluyor.
Tramvayın yarattığı vibrasyonun zararları
araştırılmıyor” diye konuştu.
‘Ziyaretçiler bile zarar veriyor’
“Topkapı Sarayı kesinlikle ihale yoluyla restore
ettirilmemeli” uyarısında bulunan Dursun’un
tespitleri şöyle; “Topkapı Sarayı’nı günde
ortalama 10 bin kişi ziyaret ediyor. Bu kadar
ziyaretçi bile eseri yıpratır. Sarayın üzerine
oturduğu toprak zemin, deprem bölgesinde oluşu,
binlerce insanın müzeyi ziyaret etmesi,
çevresinden tramvay, karayolu, tren hattı ve
metro güzergahı eseri yıpratmaya devam etmekte.
Saray bütünlükçü olarak tarihi dokusuna uygun
elden geçirilmeli. Ancak Topkapı Sarayı diğer
eserler gibi de değil. Özel bir yönetim, özel
bütçe isteyen bir yapı. İstanbul’un tarihi ve
kültürel mirasının korunması için, şehre özel
bir bakanlık kurulmalı, özel yasalar
çıkarılmalı.”
Milliyet, Haber: Mert İnan,
03.10.2016
|
KAZ KÜLTÜRÜ 4 BİN YILLIK GEÇMİŞE UZANIYOR
Kars ve yakın çevresinin en köklü geleneği olan Kaz
Kültürü’nün MÖ II. Bin yılda beridir benimsendiği
ortaya çıktı.
Kafkas Üniversitesi Turizm
Fakültesi Turizm Rehberliği Bölüm Başkanı Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayhan Yardimciel tarafından
yapılan araştırmalarda Kars Arkeoloji Müzesi’ne
bulunan monokrom Aras Boyalısı çanak parçası
üzerinde kaz betimlemeleri tespit edildi.

Konu ile ilgili bilgi veren
Yardimciel, Kars ve Iğdır’ın da içine girdiği Orta
Aras Havzası’nın 4 bin yıl önce Aras Boyalıları
Kültürü adlı bir kültür birlikteliğine ev sahipliği
yaptığını belirterek, kültürün diğerlerinden farklı
olarak boyalı çanak çömlekler kullandıklarını ve bu
çanak çömlekler üzerine bazen geometrik bazense
çeşitli hayvanları betimlediklerini belirtti.
Son altı yıldan beridir, bu
kültür üzerine çalıştıkların kaydeden yardimciel,
çalışmaları sırasında Kars Arkeoloji Müzesi
deposunda 19. Yy’ın ortalarında yapılan Ani kazıları
sırasında ele geçirilmiş, Aras Boyalıları Kültürü’ne
ait iri bir çanağın gövde başlangıcı kısmında kaz
betimlemelerini tespit ettiklerini belirterek bu
betimlemenin o dönem toplumunun kaza verdiği değeri
göstermesi açısından önemli olduğunu vurguladı.
Bu tespit ile Kars’ın, Kaz
Kültürü’nün ve Aras Boyalıları Medeniyetinin
birbirlerine ne kadar yakın ve iç içe olduklarının
dört bin yıllık belgesi ile ortaya çıkmış olmasının
il kültürümüz için son derece önemli olduğunu
belirten öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayhan
Yardimciel, Kars ve yakın çevresinin çok zengin bir
arkeolojik ve tarihi geçmişe sahip olduğunu
belirterek çalışmalarının devam edeceğini söyledi.
Kafkas Haber Ajansı, 03.10.2016
|
SMYRNA AGORASI ÜÇ BOYUTLU KALKANLA BİN 500 YILDIR
AYAKTA
Günümüzden 8 bin yıl öncesine dayanan yerleşim
tarihine sahip İzmir'in son 2 bin-2 bin 300 yıllık
sürecine tanıklık eden Smyrna Agorası'ndaki
arkeolojik kazı çalışmaları, bölgede yaşayan
toplulukların yaşam biçimlerine ışık tutuyor.
Arkeloji dünyasında
"grafitto" adı verilen tarihi duvar yazıları, en az
2 bin yıldır akan suyu ile antik kentler arasında
özel bir öneme sahip Agora'daki depremin izleri de
tarihçiler tarafından inceleniyor.
"Bazilika'da 3 boyutlu koruma kalkanı"
Smyrna Agorası Kazı
Heyeti Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, İzmir merkezindeki antik kentte
160 metre uzunluğa ve 30 metre genişliğe sahip
Bazilika'nın özel bir öneme sahip olduğunu söyledi.
Yamaçta inşa edilmiş,
teraslanmış bir alanın Bazilika için kullanılan
bodrum katının "geçiş noktası" olarak
kullanıldığını, aynı zamanda da "kapalı çarşı"
görevi gördüğünü kaydeden Ersoy, bundan 2 bin yıl
önce dükkanların bulunduğu alanda tarihi
çalışmaların yapıldığını aktardı.
Romalılar döneminde
depremselliğe ilişkin verilere de Bazilika'da
rastladıklarını vurgulayan Ersoy, şu bilgileri
verdi:
"Kemer ayaklarının
depreme dayanması için desteklendiğini görüyoruz. Bu
destekler sayesinde yapı uzun süre ayakta kalmış. Bu
yapı, Smyrna ve çevresinde ortaya çıkan depremlerde
ayakta kalmış. Dönemin yapı teknolojisi belli. Moloz
taşların kireçle bir araya getirilmesi ya da kesme
taşların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş
yapılar var. Duvarlar arasındaki bağlantı için kemer
sistemi kullanılıyor. Romalıların inşaatlarda ortaya
koyduğu bu sistem, Anadolu'da, Yunanistan'da, bütün
Roma coğrafyasında görülüyor. Deprem sırasında sağa
sola doğru ortaya çıkan sarsıntıları dağıtmak, yükü
zemine dağıtmak için önemli bir vurgu. Kolonları
güçlü hissetmedikleri zamanlarda moloz taşı ve kireç
harcı ile destekler yapmış, yapının ayakta durmasını
sağlamışlar."
Anadolu Ajansı, Haber: Efsun
Yılmaz, Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş, 02.10.2016
|
İSTANBUL'UN SEMTLERİNDE ÇAĞDAŞ SANATIN YENİDEN KEŞFİ
Son aylarda iptal edilen kültür-sanat
etkinliklerinin ardından yeni gelişmeler ve
eğilimlerle açılan yeni sezon, yüzleri güldürüyor.
İşte son 10 yıldır sanatın peşinde kabuk değiştiren
İstanbul’un en güncel haliyle sanat rotasının ilk
bölümü...
Sanatseverler, son aylarda ilginç gelişmelere
tanıklık ediyor. Bir yandan malum sebeplerden ardı
ardına iptal edilen şehrin demirbaşı etkinlikleri,
diğer yanda İstanbul’da alternatif sanat
mekanlarının çoğalması ve hiç olmadığı kadar artan
yenilikçi hareketler... İşte eskisiyle yenisiyle,
şehrin ön plana çıkan semt ve mekanlarıyla
İstanbul’un çağdaş sanat keşif rotası...
HER ŞEY BİLBAO
İLE BAŞLADI
80’ler... Ekonomik
krizle birlikte sanayi, Kuzey İspanya’daki Bilbao’yu
terk eder. Geriye işsizlik, buhran ve terk edilmiş
bir şehir kalır.
Yıl 1997... Yıllar
boyunca fark edilmeyen bu endüstri kentinde kentsel
dönüşüm başlatılır. Sir Norman Foster’ın elinden
çıkan yeni metro ağı, Calatrava’nın beyaz köprüsü ve
tabii ki Frank Gehry’nin eseri Guggenheim Müzesi
açılır. Yıkık dökük bir tersane artık Bilbao’ya
gelenlerin yüzde 82’sinin ziyaret sebebi... Üstelik
müze, şehircilik ve mimaride fenomenleşmiş “Bilbao
efekti”nin çıkış noktası..
2008’e kadar sanayi
bölgesi olan Dubai’deki Al Quoz, bugün Birleşik Arap
Emirlikleri’nin en önemli sanat merkezi. Her şey tek
bir galeri, Ayyam Galeri’nin bölgeye taşınmasıyla
başladı. Miami’nin Wynwood’u, Hong Kong’un West
Kowloon’u, Berlin’in 30’dan fazla galerisiyle
Mitte’si... New York’un Meatpacking’i, son yılların
Brooklyn’i; Londra’da son sürat batıdan doğu
Londra’ya kayan ilgi..
Sanat ve mimari,
sokakları, semtleri, şehirleri küllerinden doğuran
baş faktör... Şehirlere ekonomik rönesanslarını
yaşatacak potansiyelde güçlü. Son 10 yıldır İstanbul
da sanatın peşinde kabuk değiştiriyor. Tophane’de
İstanbul Modern, Galata’da SALT ve sanatçı
atölyeleriyle başlayan kentsel dönüşüm, Karaköy’de
MSGSÜ Çağdaş Sanat Müzesi, Dolapdere’de Koç
Contemporary, Haliç’te DEMSA Müzesi ile devam
ediyor.
Her ay yenilenen
sergilerle bu galeri ve müzeleri takipte kalabilmek
ise başlı başına bir mesele...
ŞEHRİN EN YENİ SANAT MERKEZİ: DOLAPDERE
Dolapdere’nin bu yaz
itibarıyla artık bir sanat galerisi var: Dirimart.
Üstelik 1000 metrekarelik alanıyla ‘İstanbul’un en
büyük galerisi’. Yüksek tavanları, bir de yemyeşil
heykel bahçesi var. Dirimart’ın Dolapdere’yi tercih
etmesindeki baş nedenlerden biri elbette ki
önümüzdeki yıl açılacak Koç Çağdaş Sanat Müzesi.
Koç Contemporary,
Türkiye’nin ilk özel müzelerinden olan Sadberk
Hanım’ı da bünyesinde bulunduran Koç Grubu’nun
bugüne kadar hayata geçirdiği sanat anlamında en
büyük projesi. 50 milyon Euro’luk yatırımla; karo
kaplamalar, mozaikler ve geometrik çinilerle
süslenecek binanın İstanbul’un ikonik yapılarından
biri olacağı şüphesiz. Tasarımcısı ise dünyaca ünlü
İngiliz Grimshaw Architects.
HALİÇ
BEKLEMEDE...
Dolapdere’den sonra
gözler Haliç’te. Sütlüce’de, eski bir fabrika binası
yerine Zaha Hadid imzalı DEMSA Müzesi’nin açılması
planlanıyor. Fakat geçtiğimiz yıl açılması beklenen
proje hala Anıtlar Kurulu’nda.
Projenin akıbeti,
bundan yıllar önce, Suna ve İnan Kıraç’ın isteğiyle
mimar Frank Gehry’nin İstanbul için tasarladığı müze
projesini hatırlatıyor. Bugün olsaydı Tepebaşı’ndaki
TRT binasının yerini alacak olan müzeye izin
verilmemişti zamanında.
Bugün Gehry’nin son
eserlerinden Paris’teki Fondation Louis Vuitton ise
neredeyse Eyfel Kulesi kadar ilgi görüyor...
Binalarının dünya çapında takipçileri olan Hadid’in
projesi de umarım ikinci bir Gehry vakası olmaz.
İstanbul’un diğer
sanat merkezleri Taksim, Karaköy, Fatih ve Maslak
haftaya...
Habertürk, Haber: Deniz Çağlar,
02.10.2016
|
2 BİN 200 YILLIK KİRA SÖZLEŞMESİ GÜN IŞIĞINA
ÇIKARILDI

İzmir'in Seferihisar İlçesi'ndeki Teos antik
kentinde sürdürülen çalışmalarda günışığına
çıkarılan 2200 yıllık yazıt, Anadolu'daki en
kapsamlı 'kira sözleşmesi'ni ortaya koydu. 1 kefil
ve kentin ileri gelenlerinden oluşan 6 şahitle
yapılan sözleşmede, içerisinde binalar bulunan
arazinin uygun kullanılmaması durumunda uygulanacak
cezalar da yer alıyor.
Kazı ekibinde yer alan
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ
Dilleri ve Kültürleri Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mustafa Adak, Ionia'nın önde gelen kentlerinden biri
olan ve MÖ 1100'de kurulan Teos antik kentiyle
ilgili Herodot'un bilgiler verdiğini hatırlattı.
Prof.Dr. Adak, "Herodot bu kentle ilgili 'Dünyanın
en ılımlı yerinde' der. Kent, günümüzde Seferihisar
İlçesi sınırlarındadır. 1960'lı yıllarda da kazılar
yapıldı ama,
2010 yılından bu yana kazılar Ankara
Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi,
Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Musa Kadıoğlu başkanlığında sürüyor" dedi.
YAZITLARLA BİR KENTİN OMURGASINI ÇIKARABİLİYORUZ
Teos'ta pek çok yazıt olduğunu kaydeden
Prof.Dr.
Mustafa Adak sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yazıt
açısından Teos, Anadolu'nun en verimli ve yazıtların
içeriği açısından en tatmin edici kentlerden biri.
Yazıtların değerlendirilmesiyle o kentin sosyal,
idari, dini yapısı belirlenebiliyor. Bir anlamda
kentin omurgasını çıkarabiliyorsunuz. Özellikle
Hellenistik ve Roma dönemi hakkında çok güzel
bilgiler veren yazıtlar arasında vakıf yazıtları,
kral mektupları ve başka kentlerle yapılan
anlaşmalar var. 2010 yılına kadar Teos'tan çıkarılan
200 yazıt biliniyordu. Bizim çalışmalarımızla
birlikte yazıt sayısı ikiye katlandı. 2016 yılında
yaklaşık 400 yazıt oldu. Bu yazıtların hepsini
yüzeyde bulmadık. Kazı esnasında da bulundu."
BİR KİRA SÖZLEŞMESİ
2016 yılı kazı çalışmalarında
çok sayıda yazıt kopyaladıklarını kaydeden Prof.Dr.
Adak şunları anlattı:
"Ancak yazıtlar arasında
birisi gerçekten çok ilginç. İçeriği epeyce zengin.
Yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde bir mermer stele
bir anlaşma yazılmış. Anlaşma 58 satırdan oluşuyor.
Çok ayrıntılı bir kira anlaşması. Yazıtın içeriğine
göre kentin Gymnasium'ndaki 20 ile 30 yaş grubundaki
Neoslar, Teos'lu bir vatandaştan bir miras
edinmişler. Şahıs, içinde yapılar, köleler, kutsal
sunak bulunan arazisini Neoslar'a bağışlamış.
Neoslar da çeşitli masraflarını karşılamak ve her
yıl düzenli olarak o araziden gelir elde etmek için
kiraya vermişler. Yazıtta arazi önceden kime aitti?
İçinde neler var? Hepsi anlatılmış. Bir kutsal
sunaktan da sözedilmiş. Neoslar sözleşmede 'kutsal'
olarak nitelendirilen bu araziyi yılda 3 gün
kullanmak istediklerini bile belirtmişler. O dönemde
de arazilerden devlet tarafından vergi alınıyordu
ancak arazi 'kutsal' olarak nitelendirildiği için
vergiden muaf tutulmuş. Anlaşılan arazi açık
artırmayla kiralanmış. Bir tellal tutulmuş ve
herkese duyurulmuş. Bazı kişiler talip olmuşlar.
Daha sonra kimin kiralayacağına karar verilmiş.
Kiralayanın ismi yazıtta belirtiliyor."
1 KEFİL 6
ŞAHİT İSTENMİŞ
Sözleşmede çok sayıda şartın
bulunduğunu vurgulayan Prof.Dr. Mustafa Adak,
"Kiracının bu şartları yerine getirmesi için 1 kefil
gerekiyor. Kefilin ve kefilin babasının ismi hepsi
biliniyor. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi için 6 da
şahit istenmiş. Çok ilginçtir. 6 şahidin 3'ü kentin
baş yöneticileri" diye konuştu.
CEZA
FORMÜLLERİYLE DONATILMIŞ
Teos'ta günışığına çıkan
yazıtın Anadolu'daki en ilginç kira yazıtı olduğunu
vurgulayan Prof.Dr. Adak şunları söyledi:
"Bu
yazıt Gymnasium'un yapısını, Neoslar'ın mal sahibi
olabildiklerini ve bunları kiraya çıkararak gelir
elde ettiklerini gösteriyor. Bu anlamda antik
dünyada başka hiçbir örnek yok. O açıdan çok ilginç.
Yazıtın neredeyse yarısı ceza formülleriyle
donatılmış. Kiracı zarar verirse, arazinin yıllık
bakımını yapmazsa, binaları bakımsız bırakırsa ceza
ödeyeceği anlatılmış. Ayrıca kiraya veren Neoslar
her yıl araziyi denetleyeceklerini, arazinin
verimliliğinin kesinlikle azalmamasını da
yazmışlar."
'İLGİNÇ İKİ HUKUKİ TERİM İLK KEZ
BELGELENİYOR'
Kira sözleşmesinde ilginç iki
hukuki terimin kullanıldığını belirten Prof.Dr.
Adak, "Yazıtta iki hukuki terim var. Büyük
sözlüklerde bu terimler yok. İlk defa belgeleniyor.
O terimlerin tam olarak ne anlama geldiğini antik
yazarları ve hukuki metinleri inceleyerek çıkarmak
gerekiyor" ifadelerini kullandı.
Anadolu'daki
antik kentlerde kira sözleşmelerinin çok fazla
olmadığını kaydedenr Prof.Dr. Mustafa Adak,
Teos'taki yazıtın pek çok ayrıntıya yer vermesi
açısından hayli değerli olduğunu söyledi.
'NEOSLAR, TEOS'UN YENİ VATANDAŞLARI'
Neoslar'la
ilgili bilgiler de veren Prof.Dr. Mustafa Adak,
antik çağda vatandaşlık kavramının çok önemli
olduğunu ve çocukların anne- babasının vatandaş
olması şartıyla 20 yaşında vatandaşlık
alabildiklerini belirtti. 20- 30 yaş grubundaki
Neoslar'ın kentten beklentileri olduğu gibi, kente
belli külfetlerinin de bulunduğunu anlatan Prof.Dr.
Adak, Gymnasium'daki Neoslar'ın kentin en önemli
vatandaş grubu olarak kabul edilmelerinin nedenini
ise "Neoslar hem siyasette hem de halk meclisi ve
danışma meclislerinde yer alıp memuriyetler
üsteleniyordu" diye açıkladı.
'SOSYAL YAŞAM VE
HUKUK SİSTEMİ HAKKINDA BİLGİ VERİYOR'
Kazı
Başkanı Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Musa Kadıoğlu ise yazıtın Dionysos
Tapınağı'nın batısındaki alanda bulunduğunu
kaydetti. Prof.Dr. Kadıoğlu, "Yazıt Teos'un
Hellenistik Dönem'de sosyal yaşamı ve hukuk sistemi
hakkında bize önemli bilgiler vermektedir" dedi.
Ionia Bölgesi'nin 12 kentinden biri olan Teos antik
kentinin 1764- 1765 ve 1862 yıllarında İngiliz
Dilettanti Cemiyeti (Society of Dilettanti), 1924-
1925 yıllarında Fransızlar ve 1962 ile 1967 yılları
arasında Ankara Üniversitesi'nden Yusuf Boysal ile
Baki Öğün tarafından araştırıldığını belirten
Prof.Dr. Kadıoğlu, 1980- 1992 yıllarında Duran Mustafa
Uz'un hem Dionysos Tapınağı'nda hem de Arkaik
Tapınak'ta sınırlı sondaj çalışmaları; 1993- 1996
yıllarında ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden
Numan Tuna'nın kentte kısa süreli yüzey
araştırmaları gerçekleştirdiğini kaydetti.
FİLOZOF VE SANATÇILARIN KENTİ
Prof.Dr. Kadıoğlu,
Teos'ta sürdürdükleri kazıların, kente
Protogeometrik Dönem'den itibaren (MÖ 1000 civarı)
yerleşildiğini ortaya koyduğunu belirtti. Prof.Dr.
Kadıoğlu, Dionysos kültünün kent ve çevresindeki
önemi nedeniyle MÖ 3'üncü yüzyılın ikinci yarısında
şair, müzisyen, tiyatrocu ve şarkıcılardan oluşan
Ionia ve Hellespontos Dionysos Sanatçıları
Birliği'nin Teos'ta kurulduğunu kaydetti. Bir süre
sonra kentte huzursuzluk kaynağı olarak görülen bu
topluluğun önce Ephesos'a (Selçuk), ardından
Myonnessos'a (Doğanbey) ve son olarak da Lebedos'a
(Ürkmez) gönderildiğini belirtti. Prof.Dr.
Kadıoğlu, şairler Anakreon, Antimakhos, Epikuros,
Nausiphanes, Apellikon ve tarihçi Hekataios'un
Teos'ta yaşamış antik çağın önemli filozof ve
sanatçılarından olduklarını da vurguladı.
Hürriyet, Haber: Selma Kunar, 02.10.2016 |
BODRUM KALESİ UNESCO'DA KALICI OLMAK İSTİYOR
UNESCO Dünya Mirası Geçici
Listesi'ne Türkiye tarafından önerilen 10 yeni alan
arasında yer alan Bodrum Kalesi,
tarihi yapısı ve bünyesinde açılan sualtı arkeoloji
müzesiyle ziyaretçilerini ağırlıyor.
Muğla Kültür ve Turizm
Müdürü Veli Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Bodrum Kalesi'nin ilçenin simgesi haline geldiğini
ve bugün "Sualtı Arkeoloji Müzesi" olarak
kullanıldığını anlattı.
Çelik, şu
değerlendirmede bulundu:"Kale, iki liman
arasında kayalık bir alan üzerinde, Saint Jean
Şövalyeleri tarafından kurulmuştur. Bodrum Kalesi,
antik çağda önce ada, daha sonraları kente
bağlanarak yarımada durumuna gelmiştir. Rodos
Şövalyeleri tarafından bitirilen Bodrum Kalesi,
Mausoleium'un depremde yıkılan yapı taşlarıyla
Halikarnasos'un etrafındaki taşlarla yapıldı. Bodrum
Kalesi, Bodrum Yarımadası'na katma değer anlamında
çok büyük hizmet sunan bir yapı."
Bodrum Kalesi'nin
1964'te müze olarak hizmete girdiğini, 1984'ten
itibaren de sualtı arkeoloji müzesi niteliği
kazandığını anlatan Çelik, şöyle dedi:
"Muğla'ya gelen 3
milyon yabancının yaklaşık 1 milyonu Bodrum'a
turistik amaçlı gezi gerçekleştiriyor. Bodrum'a
gelen ziyaretçilerin yaklaşık yüzde 35-40'ı Bodrum
Kalesi'ni ziyaret ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından 2014'ten bu yana Bodrum Kalesi'nin
rölöve, restorasyon ve resüsitasyon çalışmaları
devam etmekte. Bu yıl ve 2017'de de çalışmalar
sürdürülecek. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra,
UNESCO'nun kalıcı listesine girdiğimiz zaman bir
kültürel varlık olarak Bodrum Kalesi uluslararası
bir meşruiyete sahip olacak. Bundan sonra bu
kültürel mirasın korunması noktasında uluslararası
fonları da kullanabileceğiz."
Anadolu Ajansı,
Haber: Durmuş Genç, 01.10.2016
|
VAN GOGH'UN RESİMLERİ İTALYAN MAFYASINDA BULUNDU

İtalyan basınında yer alan bilgilere göre, ünlü
ressamın kendi adına olan Amsterdam’daki müzesinden
7 Aralık 2002'de çalınan ve paha biçilemeyen iki
eseri; 1882 yapımı “Scheveningen Plajı” ile 1884
yapımı “Nuenen Kilisesi” adlı eserleri, İtalyan
mafyasında bulundu.
Scheveningen
Plajı
İtalyan mali polis
ekiplerinin sabah Napoli'ye bağlı Castellammare di
Stabia İlçesi'nde milyonlarca avroluk uluslararası
boyuttaki kokain ticaretine yönelik yaptığı
baskında, Napoli ve civarında etkili olan mafya
örgütü Camorra ile ilişkili bir grubun elinde olan
iki Van Gogh eserine de ulaştı.

Grubun, Van Gogh’un 2002 yılında Amsterdam’daki
müzeden çalınan eserlerini karaborsadaki kokain
ticareti karşılığında satın aldığı belirtildi.
İtalya Kültür Bakanı Dario Franceschini, yaptığı
açıklamada "İtalyan güvenlik güçlerinin yasa dışı
sanat işleri kaçakçılığıyla mücadelesini onaylayan,
olağanüstü bir geri kazanım. Bu soruşturmanın
sonuçları, suç örgütlerinin sanat eserlerine mali
kaynak olarak yararlanmaya baktıklarını ve buna
yönelik ilgileri olduğunu doğruluyor." ifadelerini
kullandı.

Nuenen Kilisesi
Bakan
Franceschini, bugünün önemli bir gün olduğunu
belirterek, Napoli Cumhuriyet Savcılığı ve mali
polisin ortaya koyduğu takım çalışmasının olumlu bir
meyvesini aldıklarını, bu nedenle her iki kurumu da
tebrik ettiğini vurguladı.
Habertürk, 30.09.2016 |
TARİHİ RUM KİLİSESİNİ SATIŞA ÇIKARDILAR
Bodrum'da
arazisi içeresindeki 4 villa ve 1800 yıllık tarihi
geçmişe sahip Rum kilisesini, toplam 4 milyon liraya
satıya çıkartıldı. İşadamı Fırat Özbaşar, bahçesini
kafeterya ve restoran haline getirip, kültür
turizmine kazandırmak için restorasyon izinlerini
aldığı kilise ve etrafındaki villalarını, maddi
sıkıntıları nedeniyle satmak istediğini söyledi.

Evli ve iki çocuk, üç torun sahibi kimyager
müteahhit Fırat Özbaşar, Bitez Mahallesi'ndeki 4 bin
metrekarelik araziye 10 yıl önce kat karşılığı 8
villa yaptı. Özbaşar, yapılan anlaşma gereği, 1967
metrekarelik alanda kalan 4 villa ile yine bu
arazinin içinde kalan tarihi Rum kilisesini aldı.
Özbaşar, kat karşılığı kendisine geçen arazideki
MS 2 ile 3'üncü yüzyıllara denk gelen Geç Roma -
Erken Bizans Dönemi'ne ait 8 Mayıs 1986 tarihinde
Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu tarafından
tescillenmiş kilisenin restorasyonu, korunması ve
ziyarete açılması için kendisine ait şirkete
bilimsel bir proje hazırlattı.
O dönemde Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Emine Tok tarafından verilen
raporda, kilisenin kültür, arkeoloji ve sanat tarihi
açısından en önemli ve özgün kalıntılarından biri
olduğunu belirtip, "Yapı ile birlikte bina
içerisinde özellikle zemindeki mozaikler günümüzün
en önemli ve ender bulunan türlerindendir. Bu
nedenle Rum kilisesini eski görüntüsüne kavuşturmak
ve turizme kazandırmak mümkündür. Günümüzde tam bir
mezbeleliğe dönüşmüş yapının, terkedilmişlik ve
bakımsızlığa bağlı olarak ömrünün çok uzun olduğu
söylenemez. Yapının onarılarak turizme
kazandırılmasında büyük yarar vardır" dedi.
4 MİLYON LİRAYA SATIŞA ÇIKARDILAR
Restore edip, kültür turizmine kazandırmayı
hedeflediği mandalina ve zeytin ağaçları arasında,
yanında dev su kuyusu, su sarnıcı, su kanalları, bir
ibadet odası, iki küçük yaşam odası bulunan 8 metre
yüksekliğindeki kilisenin bahçesini de restoran ve
kaferya olarak kullanmayı planlayan işadamı Özbaşar,
restorasyon ile sanat ve kültür amaçlı kullanılması
için gerekli tüm izinleri de aldı. Ancak Özbaşar,
günümüze kadar korunarak gelmiş olan Mısır'dan
getirilen mozaik taşlarla 4 yunus ve 1 kılıç balığı
ile dönemin dini özelliklerini simgeleyen 'Gamalı
Haç' motifli mozaikleriyle dikkati çeken kiliseyi ve
çevresindeki 4 villasını, maddi gücünün
düşündüklerini yapmaya yetmemesi üzerine toplam 4
milyon liraya satışa çıkardı.
Tarihi
kilisenin kesinlikle kültür turizmine kazandırılması
gerektiğini belirten Özbaşar, "Burayı aldığımızda
harebe şeklindeydi. Temizledik ayağa kaldırdık.
Kiliseyi ayakta tutabilmek için yaklaşık 100 bin
dolar (yaklaşık 300 bin lira) masraf yaptık" dedi.
Arsayı satılığa çıkaran Gayreminkul Danışmanı
Mustafa Gündoğ da "Aslında bu kilise ve villara paha
biçilemez. Ancak yapılan yatırım, dairelerin
fiyatları ortada. Gönlümüz kilisenin daha fazla atıl
vaziyette kalmasına razı olmadı" dedi.
Cumhuriyet, 30.09.2016 |
BRİTANYA'DAKİ ROMA DÖNEMİNE AİT EN ESKİ BELGELER BİN
800 YILLIK
Vindolanda Ordu Karargahı’ndaki kazılarda
bulunan MS 1 ve 2.yy’a ait belgeler, Britanya’da
Roma dönemine ait en eski belgeler olarak kabul
ediliyor. Belgeler çoğunluklu olarak resmi
yazışmaları içeriyor.

Britanya’da Roma
dönemine ait olan Vindolanda Ordu Karargahı’ndaki
çalışmalarda 1800 yıllık belgeler ortaya çıktı.
Belgeler MS 92-103 yılları arasınında
yazılmış. Resmi ve subaylar ile hanehalkının
arasındaki kişisel yazışmaları içeriyor. Yazıların
en geniş grubu Batavia dokuzuncu müfreze valisi
Flavius Cerialis ile eşi Sulpicia Lepidina’ya ait.
Arada Roma vatandaşı olup olmadığı tam olarak
belirlenemeyen Octavian isimli buğday ve hayvan
postu tüccarının da yazışmaları da mevcut.
Şüphesiz en çok
bilinen belge bir kale kumandanın eşi olan Claudia
Severa’nın Sulpicia Lepidina’yı bir doğum günü
kutlamasına davet ettiği 291 numaralı belge. Bu
belgedeki iki farklı yazım karakterinden iki kadın
tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır. Büyük
bölümünün nedimelerden biri tarafından son derece
profesyonelce, son bölümününde de bizzat Claudia
Severa tarafından samimi dileklerinciletildiği bu
tablet bir kadın tarafından latince yazılan en eski
örneklerden biri olma özelliği taşıyor.
Belgeler Britanya’daki Roma dönemi kültürüne ışık
tutacak
Söz gelimi yazılardan
Romalı askerlerin iç çamaşırı (subligaria)
giydiğini ve Roma ordusunda okur-yazar oranının
hayli yüksek olduğunu gösteriyor.
Belgeler bulunup
çözülene dek yerli Britanyalılar hakkında yetersiz
bilgiler vardı ve tarihçiler için Romalıların
Britanya yerlileri için bir takma ad kullanıp
kullanmadıkları tartışma konusuydu. Yazılarda geçen
Brittunculi (Britto türevi-küçük Britanyalı)
kelimesinin bir çeşit aşağılama mı yoksa kibir
ifadesi mi olup olmadığı netlik kazanmamışken, Kuzey
Britanya’daki Roma garnizonlarında yerliler için bu
kelimenin kullanıldığı biliniyor.
Bir diğer husus
Vindolanda tabletlerinin diğer dönem Latin
alfabelerinden farklı bir alfabe ile ve aynı dönem
Yunan Papiruslarında sıkça kullanılan abartılı
boylar veya türemiş harf ve biçimlerden hayli uzak
yazılmış olması.
Diğer başka bir
nokta ise erkekler için H (homines) ya da konsül
için COS (consular) gibi kısaltmaların kullanılması
bir takım zorluklara sebep olurken, satır sonunda
kelimelerin epistulas gibi E harfinin başta kalmak
suretiyle ayrıldığı görülür.
Kullanılan
mürekkeplerin solduğu ve çok az bulanıklıklar
kaldığı için bazı yerlerde transkripsiyon mümkün
olmamış iken, bazı durumlarda kızılötesi fotoğraflar
orjinal tabletlerden daha okunaklı olmasını
sağlamış. Buna rağmen fotoğraflar yazıya benzer
kesinlikle harf olmayan noktalar ve işaretler
içerebiliyor.
Sonuç itibariyle
yayımlanan çevriyazılar çoğunlukla hangi işaretlerin
yazı olabileceği algısıyla yorumlanmış. Tabletler
British Museum’da 49 numaralı Roma-Britanya
galerisinde sergilenmektedir.
arkeolojihaber.net, Kaynak:
thevintagenews.com
Çeviri:
Ayşen Yolcu, 27.07.2016
|
OTOYOL İNŞAATINDA ERKEN BİZANS MEZARLARI BULUNDU
Manisa'nın Soma İlçesi'nden geçen İstanbul İzmir
Otoyolu inşaatında iş makinelerinin kazılarıyla
ortaya çıkan antik döneme ait mezarlara
rastlanılması üzerine Akhisar Müze Müdürlüğü'ne
bilgi verilerek arkeologlar tarafından bölgede kazı
çalışması gerçekleştirildi. Arkeologlar tarafından
yapılan detaylı kazı çalışmasında bulunan mezarların
devamı olmadığı tespit edilerek toprak mezarlarda
kurtarma kazısı yapıldı.
Nitelikli olmayan mezarlar
Soma'nın Hatunköy Mahallesi'nin yanından geçen yol
inşaatında ortaya çıkan mezarların toprak mezar
olduğu öğrenildi. Nitelikli olmayan mezarlar olduğu
öğrenilen buluntuların Erken Bizans dönemine ait
olma ihtimali üzerinde durulurken ortaya çıkan mezar
taşlarının başka yerlerden gelme ihtimali üzerinde
de duruluyor. Arkeologlar tarafından yapılan derin
kazı çalışmaları tamamlanırken başka bir mezara
rastlanılmadığı ve yol inşaatına da devam edildiği
öğrenildi.
Yer altı şehri bulundu iddiası
Öte yandan yol inşaatının geçtiği bölgenin
yakınında bulunan Soma İlçesi'ne bağlı Beyce
Mahallesi'nde ise Roma dönemine ait yeraltı şehri
bulunduğu iddia edildi. Jandarma tarafından güvene
alınan bölgeyle ilgili olarak, Manisa Valiliği
tarafından yapılan açıklamada yeraltı şehri
bulunduğu iddialarının gerçeği yansıtmadığı
bildirildi.
İHA, 26.09.2016
|