27 Kasım - 10 Aralık 2016
|
İSTANBUL'DA
'TARİHİ YARIMADA'YA ELVEDA
İstanbul 2. İdare Mahkemesi tarihi yarımadaya
“elveda” dedirtecek bir karara imza attı. Kumkapı
Balık Hali’nin marina yapılmasına, Yedikule
Bostanları’nın da bulunduğu bölgenin açık spor ve
rekreasyon alanına dönüştürülmesine kapı açan imar
planının iptali istemiyle açılan davayı reddetti.
CHP’li meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu, karara tepki
göstererek “Tarihi yarımadayı yok edecek bu kararı
Danıştay’a taşıyacağız” dedi.
CHP’li 8 Meclis üyesi, eski
İstanbul’un kalbi “tarihi yarımada”yı dönüştürecek
imar planlarının iptali istemiyle dava açmıştı.
İstanbul 2. İdare Mahkemesi, geçen yıl, 61 konu
başlığından 37’sine yürütmeyi durdurma, 7’sine ise
kısmen yürütmeyi durdurma karar vermişti. Fatih
Belediyesi karara itiraz etmişti. Mahkeme de önce
yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı, sonra da
davayı bitirdi. Kararda, dava konusu düzenlemelerin
1/5000 ölçekli koruma amaçlı imar planında
öngörüldüğü, itirazların konusunun da bu plan olduğu
ifade edildi. Dava konusu olan 1/1000 ölçekli imar
planının üst plana uygun olarak hazırlandığı
savunuldu. Ulaşım, otopark, Avrasya Tüneli ve tarihi
yarımada içerisindeki yenileme alanlarına ilişkin
imar planlarına karşı, daha önceden, Mimarlar Odası
tarafından dava açıldığı anımsatıldı. Odanın açtığı
davada, Sirkeci Garı’nın otel, İETT Garajı alanının
da ticaret merkezi olmasını öngören planların iptal
edildiğine dikkat çekildi.
Önü açılan projeler
Tarihi yarımadaya bağlanacak olan Avrasya
Tünel Geçişi. 1. Derece koruma bölgesinde yer alan
ve geçen aylarda Avrasya Tüneli geçiş güzergâhı
üzerinde olduğu gerekçesiyle yıkılan Kumkapı Balık
Hali’ne yapılacak marina. UNESCO’nun dünya mirası
listesinde yer alan ve Yedikule’den Ayvansaray’a
kadar uzanan kara surları koruma bandında yapılacak
işlemler. Yedikule Bostanları’nın da yer aldığı
bölgelerde yapılması planlanan açık spor alanları,
rekreasyon alanları. Fatih geneline inşa edilecek
otoparklar. Sur içinde öğrenci yurdu ve meslek
okulları...
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak,
08.12.2016
|
TARİHİ DARÜŞŞAFAKA BİNASI BAKIN NE OLDU?
İstanbul Fatih’teki binada 1873 yılından 1993 yılına
kadar eğitim ve öğretimini sürdüren Darüşşafaka
Lisesi, 1994’te Maslak’taki kampüsüne taşındı.
Darüşşüfaka Cemiyeti adına yapılan açıklamaya göre;
Fatih’teki tarihi bina yeni kampüsün ihtiyacı olan
finansmanı sağlaması için Ziraat Bankası’na satıldı.
Cemiyetin binayla ilişkisi kalmadı. Bina 15 yıl
boş kaldı. Milli Eğitim, yabancı uyruklu
öğrencilerin eğitim göreceği, yüzde 20'si T.C.
vatandaşı öğrencilerden oluşacak bir Anadolu imam
hatip lisesi açmaya karar verdi.
AFRİKALILAR TERCİH EDİYOR
Sözcü'den Özlem Güvemli'nin haberine göre,
Maliye'yle yapılan yazışmalar sonuncu tarihi
binalar, Milli Eğitim'e tahsis edildi. Öğrencilerin
26 bin metrekarelik arazi üzerindeki Darüşşafaka
binalarında eğitim görmesi uygun bulundu. Pansiyonlu
Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi'nin
açılması karara bağlanınca restorasyon başladı. Okul
ilk olarak Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi
bünyesinde eğitim verdi. 2011-2012 eğitim-öğretim
yılında tarihi binaya taşındı. Tadilat ve
restorasyon çalışmaları sürdüğü için lise, 5 yıldır
yapının yanındaki binada faaliyetlerini yürütüyor.
Okula Afrikalılar ağırlıklı olmak üzere Asya,
Balkanlar ve KKTC'den öğrenci geliyor.
İTALYAN MİMAR TASARLADI, DOLMABAHÇE'NİN
MİMARBAŞI ÇİZDİ
İnşaatı 1873'te biten 143 yıllık yapıyı, İtalyan
mimar Barironi tasarladı. Binanın planını Dolmabahçe
Sarayı'nın mimarbaşı olan Ohannes Amire Balyan
çizdi.
Gerçek Gündem, 07.12.2016
|
İSTANBUL'DA 16
MÜZE AÇILACAK

İstanbul'da 16 yeni müze açılması planlanıyor.
Müjdeyi veren isim İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Kütük. İBB Kültür
A.Ş.'nin Fatih'teki yeni tarihi İstanbul
Kitapçısı'nı tanıtmak amacıyla düzenlediği basın
toplantısında Kütük, kentte 16 yeni müze çalışması
olduğunu belirterek “Yılbaşında Şerefiye Sarnıcı'nı
açacağız" diye konuştu.
Haziran sonunda Tekfur Sarayı ve Çini Müzesi'ni
açacağız. Feshane'nin de devrini aldık, Tasavvuf
Müzesi Feshane'de olacak. Minia World diye
Miniatürk'ün dünya versiyonunu Yenikapı'da
gerçekleştireceğiz. Magnaura Sarayı'nı aldık ve
Bizans Müzesi yapacağız. Bizans İşkence Müzesi'ni
yapacağız. Kent Müzesi'nin ihalesi de
gerçekleştirildi” dedi.
Haliç'te Büyük Çamlıca Tepesi'ndeki radyo ve
televizyon vericilerinin olduğu kulelerin
yıkılacağını da belirten Kütük şunları söyledi:
“Çamlıca'daki televizyon kuleleri yıkılacak.
Ulaştırma Bakanlığı tarafından 360 küsur metrelik
bir kule yapılıyor. Bu kulenin altında sosyal
donatılar olacak. İki restoran kafe ve seyir terası
bulunacak. Kulenin yapımına başlandı, şu an 40
metreye kadar yükseldi. 6 aya kadar bitirecek ve
teslim edecekler. Muhtemelen oranın işletmesini de
İBB Kültür A.Ş. olarak biz yapacağız.”
Yeni Şafak, 07.12.2016 |
GALATAPORT PROJESİ 2019'DA TAMAMLANACAK

Karada Karaköy ve Galata bölgesi arasında, denizde
ise Boğaz ile Haliç'in kesişim noktasında bulunan ve
adaların karşısında yer alan 4,5 milyar TL'lik
Galataport Projesi'nin devam eden çalışmaları
havadan drone ile görüntülendi. Beyoğlu Belediye
Başkanı Ahmet Misbah Demircan, yapımının
tamamlanmasının ardından dünya standartlarında
kruvaziyer bir limanı İstanbul'a kazandıracak olan
projenin inşaat çalışmalarını yerinde inceledi.
Başkan Demircan'a projeyi gerçekleştiren şirketin
CEO'su Adem Durak ve şirket yetkilileri de eşlik
etti. Başkan Demircan, 2019 yılında tamamlanması
öngörülen projenin şantiye sahasını gezerek,
yetkililerden çalışmalar hakkında bilgi aldı.
“Galataport pasaportla işlem yapan 3
milyon yabancı turisti ağırlayacak"
Başkan Demircan, Galataport Projesi'nin hem Beyoğlu
bölgesine hem de Türkiye ekonomisine önemli katkılar
sunacağını ifade ederek, önemli bir turizm ve
istihdam kapısı açacağına da dikkat çekti. Demircan,
"Galataport'un yeni işletmecileri olan özel sektör,
burada 375 bin metrekare kapalı alan yeniliyor. Özel
sektör bunu yap-işlet-devret modeliyle aldı. Burası
tamamlandığında 20-25 milyon ziyaretçisi olacak.
Nasıl havalimanımız varsa, nasıl otobüs terminalimiz
varsa, yabancı turiste kapısını açan, pasaportla
işlem yapan yılda 3 milyon turisti ağırlayacak
İstanbul'un en önemli turizm kapısı ve Beyoğlu
içinde çok kıymetli bir çalışma olacak" dedi.
5 bin kişiye istihdam
Galataport çalışmasının önemli bir istihdam kapısı
açacağını söyleyen Başkan Demircan, “Bu çalışma 5
bin kişiye doğrudan istihdam sağlayacak. Bu sadece
bu alanda çalışacak sayı. Buraya gelecek turist
sayısının çevreye katacağı katma değerle bunun
çarpan etkisinin nereye ulaşacağını hesap etmemiz
mümkün değil. Zaten Galataport sadece bu bölgeye
değil, İstanbul'a ve Türkiye'nin tanıtımına çok
büyük katkı sağlayacak. Dünyada özellikle
Avrupalılar uzun süreli gemilerle seyahat ediyorlar.
Turistler Akdeniz'i dolaşıyorlar, Ege Denizi'nden
Marmara Denizi'ne, oradan da Karadeniz'e çıkmaları
mümkün olacak. Burası turistler için çok önemli bir
destinasyon" şeklinde konuştu.
“375
bin metrekare alanda 4,5 milyar liralık yatırım
gerçekleşiyor"
Türkiye ekonomisi
için yapılan yatırımların süreç içerisinde önemli
olduğunu belirten Demircan, “Belki şu süreçlerde
biraz tatsız limoni dönemler yaşıyoruz. Ama bunların
geçici olduğunu biliyoruz. Çünkü, Türkiye'ye, Türk
ekonomisine, Türk turizmine olan inanç devam ediyor,
bundan sonra da devam edecek. İşte bu yatırımlar da
bu süreçte bizim için çok kıymetli. 4,5 milyar
liralık bir yatırım gerçekleşiyor ve 375 bin
metrekare alan yapılıyor. Bu çalışmanın İstanbul
için çok önemli bir destinasyon olduğunu görüyoruz"
diye konuştu.
Galataport Projesi ile limanın
halka açılması sağlanırken, tamamlanmasının ardından
alan İstanbulluların ve turistlerin tüm günlerini
geçirebilecekleri bir destinasyon haline gelecek.
Çalışmaları yaklaşık 1 yıldır devam eden projenin
bünyesinde bulunacak müzeler, perakende ve yeme-içme
alanları, ofisleri ve meydanları ile Galataport
Projesi'nin insanlara yeni bir yaşam alanı sunması
hedefleniyor. 375 bin metrekare alan üzerinde
sürdürülen inşaat çalışmaları süresince projede 5
bin kişinin de istihdamı sağlanacak. Projenin
tamamlanmasının ardından bölgeyi yıllık 20-25 milyon
arasında kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Öte
yandan inşaat alanı havadan görüntülendi.
Görüntülerde hızla devam eden çalışmalarda gelinen
son nokta görülüyor.
Yeni Şafak, 07.12.2016 |
RESTORE EDİLEN ERMENİ KİLİSESİ KÜTÜPHANE OLUYOR
Niğde'de bulunan Ermeni Kilisesi’nin çocuk
kütüphanesi olması için çalışma başlatıldı.
Mülkiyeti İl Özel İdaresine ait Eskisaray
Mahallesi'ndeki Ermeni Kilisesi’nin restorasyonu
tamamlandı.
İl Genel Meclisi’nin aralık ayı
toplantısında, kilisenin İl Halk Kütüphanesi
Müdürlüğü tarafından çocuk kütüphanesi olarak
kullanılmak üzere Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve
Yayımlar Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilmesi konusu
görüşüldü. Konuyla ilgili teklif Plan Bütçe Eğitim
Kültür ve Çeşitli İşler Komisyonu'na sevk edildi.
Kilisenin kütüphaneye dönüştürülmesiyle ilgili karar
komisyonun raporuna göre verilecek.
Sözcü,
07.12.2016 |
 |

İzmir’in Karşıyaka
İlçesi'ndeki tarihi tren
istasyonu TCDD tarafından ihaleye çıkarılıyor.
Osmanlı döneminin ilk demiryolu Basmane-Bandırma
hattının önemli yapılarından olan tarihi
istasyon ranta açılarak kiraya veriliyor.
RESTORASYONLA BİR BÖLÜMÜ YIKILDI
Bir dönem müze olması düşünülen istasyonun
tarihi 1800’lü yılların sonuna dayanıyor.
Yaklaşık 125 yıllık bir geçmişi olan istasyonun
restorasyonu için 2013 yılında yapılan
çalışmalarda Karşıyaka İstasyonu’nun tarihi
dokusu göz ardı edilerek iç bölümleri yıkılmış,
yıkım işlemine ise Karşıyakalılar ve sivil
toplum kuruluşlarından tepkiler gelmişti.
34 BİN TL
BEDELLE KAFE, RESTORAN OLACAK
Mülkiyeti TCDD Genel Müdürlüğü’ne ait tarih
mirası uzun süredir atıl durumda durmasının
ardından yeniden kullanıma açılma kararı alındı.
TCDD 3. Bölge Müdürlüğü tarafından
gerçekleştirilecek kullanım ihalesi ile Bahariye
Mahallesi’nde yer alan tarihi istasyon un
işletme hakkı için ihaleye çıkılıyor. Toplamda
572 metrekare kapalı, bin 1754 metrekare açık
alanı olan istasyonun kafe, restoran, pastane,
müze, çay bahçesi, büfe, işyeri, kış bahçesi,
wc, olarak kullanılmak üzere için aylık 34 bin
TL muhammen bedel kira isteniyor.
2021 yılı sonuna kadar kullanım hakkı bulunan
ihale kapalı teklif usulü ile bugün saat
14.00’da TCDD İzmir 3. Bölge Müdürlüğü Taşınmaz
İhale Komisyonunca yapılacak.
Öte yandan Karşıyaka Tren İstasyonu’nun ranta
açılmasına karşı çıkan sivil toplum örgütleri ve
Karşıyakalılar, ihaleyi protesto etmek için bir
araya gelecek.
İLKLERİN
İSTASYONU
Demiryolları
tarihinde ilk kez kombine taşımacılık
Karşıyaka'da gerçekleşmiştir. Banliyö trenle,
atlı tramvaylarda kombine bilet uygulaması
burada 21 Ağustos 1903 tarihinde başlatılmış.
Yine banliyö trenlerinde ilk mevki uygulaması
Karşıyaka trenlerinde başlıyor. 1984 yılında
vagonlar üzerinde edna (adi), evsat (orta), ala
(çok iyi) yazıyor sonraki yıllarda ise Vali
Hasan Fehmi Paşa bu yazıları kaldırarak birinci,
ikinci ve üçüncü yazdırıyor.
Ege Medyası,
07.12.2016
|
OSMANLI'YA BETONA MAHKEME DUR DEDİ
Üsküdar’da
Mimar Sinan’a ait 450 yıllıkAtik
Valide Sultan Külliyesiyanına yapılan
öğrenci yurdu inşaatını mahkeme durdurdu.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi 2 Aralık tarihli
kararında mahallinde keşif ve bilirkişi
incelemesi isteyerek bu süre zarfında yürütmeyi
durdurma kararı verdi.
HÜRRİYET MANŞETTEN VERMİŞTİ
Üsküdar'daki
Mimar Sinan’a ait 450 yıllık Atik Valide
Külliyesi’nin dibine beton atılarak öğrenci
yurdu inşa edilmesini Hürriyet 11 Haziran’da
‘’Osmanlıya Beton’’ manşetiyle duyurmuştu. Yeni
inşaatın kalıpları tarihi binanın duvarlarına
yaslanmıştı. Koruma Kurulu’ndan izin alınarak
inşa edilen betonarme yapı Atik Valide İlim ve
Hizmet Vakfı adına öğrenci yurdu olarak
yapılıyordu. Hürriyet’in haberinden sonra
inşaat durmuş ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü ve
Üsküdar Belediyesi inşaatın projeye ve mevzuata
uygun yapıldığı yönündeki tespitleri üzerine
kaldığı yerden devam etmişti.
MAHKEME
KEŞİF İSTEDİ
Avukat Onur Cingil
İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nde
Üsküdar Belediyesi ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı aleyhine dava açtı. Yapılan itirazda,
İstanbul 6 Numaralı Koruma Kurulu tarafından 16
Ocak 2013 tarihli onaylanan avan proje ile bu
projeye uygun olarak Üsküdar Belediyesi
tarafından verilen inşaat ruhsatının hukuka
aykırı olduğu, dava konusu inşaatın önemli bir
eser olan
Atik Valide Sultan Külliyesi’nin bitişiğinde
zarar verecek şekilde inşa edildiği ileri
sürüldü. Mahkeme bu gerekçelere bakarak yerinde
keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldıktan sonra
bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar
yürütmenin durdurulmasına oy birliği ile karar
verdi.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
06.12.2016
|
'KUŞLAR' YUVAYA DÖNDÜ
Kuzgun Acar’ın soyut kompozisyon “Kuşlar” heykeli,
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından
yürütülen restorasyon ve konservasyon projesinin
ardından ait olduğu yuvasına, İstanbul
Manifaturacılar Çarşısı’na geri döndü. Acar’ın
(1928-1976) tam kırk yıl önce tamamlayarak İstanbul
Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok duvarına
astığı ve aradan geçen sürede Çarşı’nın sembolü
haline gelen eseri, demirden yapılmış olmasının ve
açık havada sergilenmesinin de etkisiyle yıllar
içinde hayli tahrip olmuş, çürümeye başlamış, hatta
bazı parçaları kopmuştu.
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, daha önce
2008’de İMÇ’deki sanat eserlerinin temizliğini
üstlenmişti. 2013 yılında da “Kuşlar” heykeli için
vakfın projesi kapsamında sanat tarihçileri ve
restoratörlerden oluşan bir danışma kurulu
oluşturuldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Özer Aktimur, yok olmak
üzere olan bu eserin restorasyonunu üstlendi.
Yaklaşık üç senelik bir restorasyon ve konservasyon
çalışmasının ardından “Kuşlar”, yuvaya dönmeden önce
sanatseverlerle bir araya gelmesi, sanatçının özgün
dokunuşlarının daha yakından gözlenebilmesi amacıyla
Sakıp Sabancı Müzesi bahçesinde sergilendi.
Cumhuriyet, 06.12.2016
|
ULUS'TA TARİH KIYIMI YAPILACAK
Ankara'da Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı
projesi kapsamında 1. Derece Arkeolojik SİT
Alanı’nda bazı binaların acele kamulaştırma ile
yıkılma işlemine karşı açılan dava, Danıştay 6.
Daire tarafından esastan reddedildi. Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Candan Danıştay 6. Dairesi'nin
birçok benzer karar verdiğine dikkat çekti. Candan,
2002 yılına kadar Cumhuriyet tarihinde sadece 14 kez
yapılan acele kamulaştırmaların AKP hükümeti
döneminde 2 bine ulaştığını söyledi.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Büyükşehir
Belediyesi'nin, Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme
Alanı projesi kapsamında bulunan Bentderesi'ndeki
Antik Roma Tiyatrosu'na ilişkin çalışmalarda 1.
Derece Arkeolojik SİT Alanı’nda bazı binaların acele
kamulaştırma ile yıkılma işleminin iptaline ilişkin
davanın Danıştay 6. Dairesi tarafından
reddedilmesini değerlendirdi. Konuyla ilgili
açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tezcan Karakuş Candan, “Danıştay 6.Dairesi'nin
kararlarını izliyoruz. Yargıya müdahale ve 12 Eylül
referandumundan sonra oluşturulan bu dairenin
verdiği kararlar, hukuksal sürece siyasetin
müdahalesi kuşkusunu güçlendirmektedir. Taksim Topçu
Kışlası'nda, dün AOÇ’de bugün Ulus’ta acele
kamulaştırma işine onay veren Danıştay 6. Daire
kentsel mücadele ve çevre mücadelesine bakan daire
olarak görev yapıyor. Ulus’ta 1.derece arkeolojik
SİT alanında acele kamulaştırılacak bir durum yok.
Başkent savaş alanı oldu anlaşılan” dedi.
'ACELE KAMULAŞTIRMA SAVAŞ KOŞULLARINDA YAPILIR'
Savaş koşullarında uygulanan acele kamulaştırma
sayısının AKP hükümeti döneminde iki binlere
ulaştığını kaydeden Candan, 2002 yılına kadar
Cumhuriyet tarihinde 14 kez acele kamulaştırma
yapıldığı dile getirdi. Ancak 2002 yılından günümüze
kadar bu sayının 2 bine ulaştığına dikkat çeken
Candan, acele kamulaştırmanın kentsel topraklara,
doğal ve tarihsel varlıklara el koyma sürecinin adı
olduğunu söyledi. Ulus’un altında ve üstünde tarih
yattığını ifade eden Candan, “Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin Ulus'ta hayata geçirmeye çalıştığı
projeler kapsamında açılan ve iptal kararı verilen
davalarda bilirkişilerin ve mahkemelerin ‘Ulus’ta
tarihinden ve kültüründen bihaber uygulamalar
yapılmaktadır’ kararı çok nettir. Ulus’taki
uygulamalara ve plana yönelik davamız devam ederken
Danıştay 6. Daire vatandaşların açtığı davayı
esastan reddederek Ulusun yıkımı kararına ortak
olmuştur. Bu karar hukuki ve bilimsel değildir.
Ulus’taki alanların ve tarihin ranta kurban
edilmesine izin vermeyeceğiz” dedi.
Evrensel,
06.12.2016
|
TARİHİ BİR KENT YOK OLDU
Halepli Mahmud Zeyin El
Abidin, 2013'ten beri Yıldız Teknik Üniversite'nde
öğretim görevlisi. Mimarlık tarihi alanında
çalışıyor. Ortadoğu’daki Osmanlı mimari yapıları
konusunda uzman. Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma
ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Suriye temsilciliği,
Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı'nda (TİKA) da müşavirlik yaptı.
Zeyin El Abidin’in Suriye ve Suudi Arabistan’daki
Osmanlı eserleri hakkında 7 kitabı bulunuyor. Son
çalışması ise 1986’da UNESCO Dünya Mirası listesine
giren, eski Halep’te iç savaş nedeniyle hasar gören
tarihi binaların tespiti.
35 tarihi binada hasar belgelendi
Yıllardır ülkesinin çeşitli kentlerinde bulunan
tarihi yapıları belgeleyen Zeyin El Abidin’in yeni
çalışması Halep’in savaşta zarar gören mimari
eserleri üzerine. Basit bir sergi ile başlayan
proje, tarihi kentle ilgili önemli bir belge olma
yolunda ilerliyor:
“Öğrencilik yıllarımdan beri doğup büyüdüğüm
şehir olan Halep’in mimari eserlerini belgeliyorum.
Bu işe başladığımda bir gün savaş çıkacağı ve
fotoğrafını çektiğim binaların yok olacağı aklıma
bile gelmezdi. İnsanlar haklı olarak Halep’te ne
olup bittiğini bilmiyor. Yıkımın boyutlarını ortaya
koymak için elimdeki fotoğraf ve çizimleri
internetten bulduğum hasarlı görüntüleri ile
eşleştirdim. Şu ana kadar UNESCO Dünya Mirası
listesinde olan tarihi Halep’in savaştan zarar gören
35 binasını belgeledik. Savaş devam ettiği için
sahada çalışamıyoruz. İnternet ve medya aracılığıyla
hasar gördüğünü tespit ettiğimiz yeni binalarla bu
çalışmaya devam ediyoruz.”

Mimar Sinan'a ait Hüsreviye Camii tamamen yıkıldı, Osmanlı kapalıçarşısı da hasar gören binalar arasında.
Mimar Sinan’ın
yaptığı cami yerle bir oldu
Halep’in Arap, Türk, Kürt ve Ermeni, mozaik gibi
bir kültürel dokuya sahip olduğunu söyleyen Zeyin El
Abidin, aynı karakterin mimari yapıya da yansıdığını
düşünüyor. Suriye’deki ayaklanma 19 Temmuz 2012'de
Halep’e de sıçradı ve kent büyük ölçüde muhaliflerin
eline geçti. Ancak son bir yıldır Rusya ve İran’ın
desteği ile Halep’in muhaliflerden geri alınması
için yürütülen ağır bombardımanlar kente büyük zarar
verdi. Zeyin El Abidin "Halep kentinin dokusu,
mimarisi en az yüzde 70 zarar görmüştür" diyerek
hasar gören binalar arasında Mimar Sinan’ın
Hüsreviye ve Adliye külliyelerinin de olduğunun
altını çizdi:
“Tabii savaş bittiğinde bu eserlerin bir
kısmı restore edilecek, bir kısmı belki yeniden inşa
edilmeli. Örneğin Sinan’ın yapmış olduğu ilk eser
olan Hüsreviye Külliyesi tamamen yıkılmış vaziyette.
Geriye fotoğraflarından başka bir şey kalmadı.”
Hasar gören tarihi binaların çoğu Osmanlı
dönemine ait
Tarihi Halep kenti ve kalesi birçok uygarlığa ev
sahipliği yaptı. Helenistik dönem, Roma, Bizans,
Emeviler, Selçuklu, Memlükler ve Osmanlı... Yavuz
Sultan Selim döneminde (1516) Osmanlı yönetimine
giren kent, ekonomik ve kültürel olarak en çok bu
dönemde gelişti. Zeyin El Abidin, “Halep zaten bir
Osmanlı kenti. Yani Halep’in kapalı çarşısı,
Halep’in hanları, Halep’in geleneksel evleri...
Dolayısıyla doğal olarak baktığınız zaman, en büyük
eserler, Osmanlı döneminden zarar gören eserler.”
diyor.
Al Jazeera, Haber: Can Hasasu,
05.12.2016
******
OSMANLI'NIN 22,
MİMAR SİNAN'IN 2 ESERİ HALEP'TE YERLE BİR OLDU!
Suriye’deki iç savaşta bugüne kadar Emevi, Eyyubi,
Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait UNESCO Dünya
Mirası Listesi’nde bulunan yüzlerce tarihi cami,
medrese, külliye, hamam ve hastane tahrip edildi.
Suriye’deki Osmanlı eserlerini 25 yıldır inceleyen
ve 8 kitap yazan Ortadoğu’da Osmanlı eserleri uzmanı
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Tarihi Kürsüsü
hocası Suriyeli Mahmud Zeynel Abidin, Halep’teki
eserlerin son durumunu HABERTÜRK’e anlattı
“Son kuşatmalarla Halep’te
200 tarihi eser tahrip edildi. Halep mimarisinin
yüzde 70’i Osmanlı eserlerinden oluşuyordu. Tamamı
yok oldu. Tahrip edilen 200’e yakın eserden sadece
33’ü tespit edildi. 33 tarihi yapının öncesini
bizzat ben fotoğrafladım. Bu eserlerden 22’sinin
Osmanlı’ya ait olduğunu, hatta 2’sinin Mimar Sinan’a
ait olduğunu tespit ettim. Mimar Sinan’ın 2
eserinden biri tamamen yok olmuş, biri de yüksek
oranda tahrip edilmiş durumda” dedi
Suriye’de Beşar Esad güçleri,
son 4 yılda ülkenin ikinci büyük kenti konumunda
olan Halep’i defalarca kuşatma altına aldı. 2013’ten
itibaren Halep’te 200’den fazla tarihi eser tahrip
edildi. Bu eserler her gün yeniden tahrip edilmeye
devam ediliyor. Kuşatmalar sırasında Esad güçleri ve
muhalifler arasında çıkan çatışmalar sonucunda şehir
tam anlamıyla bir harabeye döndü. Tarihi eserlerin
kimi tamamen yok oldu, kimi roket ve kurşunlarla
kısmi zarar gördü.
‘MİMAR SİNAN’IN
CAMİSİ DİNAMİTLE YOK EDİLDİ’
Yıllardır
Ortadoğu’daki Osmanlı eserleri üzerine çalışan
Osmanlı eserleri uzmanı Yıldız Teknik Üniversitesi
(YTÜ) Mimarlık Tarihi Kürsüsü hocası Suriyeli Mahmud
Zeynel Abidin, Suriye’de Mimar Sinan’a ait 3 yapının
bulunduğunu söyledi. Abidin, “Bunlardan biri
Şam’daki Süleymaniye Külliyesi. Temeldeki teknik
sorunundan dolayı tahrip olma tehlikesi yaşıyor.
Acilen restore edilmesi gerekiyor. Diğer 2’si de
Halep kentinde. Atılan roketlerle Adliye Camii’nin
kubbesi ve minaresi yıkıldı. Hüsreviye Külliyesi,
temeline dinamit konularak tamamen yok edildi” dedi.
Ortadoğu’da Osmanlı’ya ait
bine yakın tarihi yapının bulunduğunu belirten
Mahmud Zeynel Abidin, “Bu eserlerin tamamını tespit
etmeye çalışıyorum. Ancak bunu bir ekiple yapmak
gerekiyor. Benim imkânlarım kısıtlı. Tek başıma
yaklaşık 25 yıldır 200’e yakınını tespit edip 8
kitap halinde yayımladım” diye konuştu.
‘ARAPLAR DA OSMANLI
ESERLERİNİ TANIMIYOR’
Yaptığı
çalışmalarla Osmanlı eserlerini tespit edip
bulunduğu ülkenin kültür bakanlıklarına rapor
halinde sunduğunu söyleyen Abidin, “Onlar da bu
çalışmalar neticesinde Osmanlı yapılarını fark edip
restore ediyorlar, değer veriyorlar” ifadesini
kullandı. Kendisini Türk ve Osmanlı kültürünü
Araplara tanıtmaya adayan Mahmud Zeynel Abidin,
“Şimdilik Halep’te UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
giren en önemli 33 tarihi yapıyı tespit ettim. 100’e
çıkarıp kitap şeklinde yayımlayacağım. Bunun için
çalışıyorum” dedi.
HÜSREVİYE CAMİİ VE
KÜLLİYESİ
1546 yılında Kanuni Sultan
Süleyman’ın Halep Valisi Hüsrev Paşa tarafından
Mimar Sinan’a inşa ettirildi. Hüsreviye
Külliyesi’nin içinde bir cami, bir medrese ve bir
türbe bulunmaktaydı. Suriye’de başlayan iç savaş
sonucunda bakımsız kalan külliye, kendi haline terk
edilmişti. 2013’ün sonlarına doğru bölgedeki silahlı
güçler temellerine dinamit koyarak yapıyı tamamen
yok etti.
UNESCO LİSTESİNDE
OLANLARIN KİTABINI YAZIYOR
Mahmud Zeynel Abidin, 2012’den beri Halep’te bulunan
Emevi, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait
yüzlerce tarihi cami, medrese, külliye, hamam ve
hastanenin tahrip edilmeden önceki hallerini Fatih
Sultan Mehmet Üniversitesi’nde hazırladığı doktora
tezi için fotoğrafladı. Halep’te Emevi dönemine ait
2, Eyyubi dönemine ait 2, Memluk dönemine ait 7 ve
Osmanlı dönemine ait 22 eserin tahrip edildiğini
söyleyen Abidin, “Yıkılan kentte milattan öncesine
ait bir tapınak ve surların büyük bir kısmı da yok
edildi” dedi.
Habertürk, Haber: Sami
Akbıyık, 09.12.2016
|
GÖBEKLİTEPE UNESCO YOLUNDA
Dünyada en eski tapınak merkezi kabul edilen,
yaklaşık 12 bin yıllık geçmişe sahip Göbeklitepe,
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO) Dünya Kültür Mirası asıl listesine girmeye
hazırlanıyor.
Şanlıurfa'ya 18 kilometre
mesafede, Örencik Mahallesi yakınlarında bulunan ve
ilk kez 1963'te İstanbul ve Chicago
Üniversitelerinden araştırmacıların yüzey
çalışmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki
kazı çalışmaları, 53 yıldır sürüyor.
Berlin
Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müzesi
tarafından 1995'ten beri ortaklaşa yürütülen
çalışmalarla, neolitik döneme ait, boyları 3-6
metre, ağırlıkları da 40 ila 60 ton arasında
değişen, yabani hayvan figürlü "T" biçimli dikili
taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen
şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok
sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli ve
yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen
65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi
eserler gün yüzüne çıkarıldı.
Başta Kültür ve
Turizm Bakanlığı olmak üzere birçok kurum ve
kuruluş, "Dünyanın en eski tapınak merkezi" olduğu
belirtilen ve 5 yıl önce UNESCO Dünya Mirası Geçici
Listesi'ne alınan Göbeklitepe'nin tanıtımı için
çeşitli projeler yürütüyor.
ÖLMEDEN ÖNCE GÖRÜLMESİ GEREKEN 2'NCİ YER
Geçen yıl İsviçre'nin Davos kentinde
gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu'ndaki
tanıtımda katılımcıların ilgisini çeken Göbeklitepe,
Amerika Birleşik Devletleri'nde yayın yapan internet
sitesi Business Insider'ın bu yıl güncellediği
"Ölmeden önce görülmesi gereken 30 mekan" arasında
da ikinci sırada gösterilmişti.
Kısa süre
önce Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı'nın
incelemelerde bulunduğu Göbeklitepe'nin, tarihi
dokusu, arkeolojik değeri ve özgünlüğünü koruması
dolayısıyla gelecek yıl Şubat ayında geçici listeden
asıl listeye girmesi bekleniyor.
"TURİZME KATKI SAĞLAYACAK"
Şanlıurfa
Valisi Güngör Azim Tuna, Göbeklitepe'nin dünya
arkeoloji tarihinin belli başlı parametrelerini
ciddi manada değiştiren bir kazı alanı olduğunu
söyledi.
Bölgede kazı çalışmalarının devam
ettiğini anımsatan Tuna, çalışmalarının ardından söz
konusu yerle ilgili daha önemli sonuçlara ulaşmayı
öngördüklerini belirtti.
Göbeklitepe'ye
ilişkin uluslararası çok sayıda yayının yapıldığını
anlatan Tuna, şunları kaydetti:
"Tahminimiz
2018'e kadar Göbeklitepe, UNESCO'nun dünya mirası
listesine alınacak. İnşallah önümüzdeki dönemde
netleşecek. Bunun önemi çok büyük. Şu anda tarihin
bilinen en eski tapınağı Göbeklitepe. Bunu aslında
bütün ülkeler çok iyi biliyor. Geçtiğimiz yıllarda
dünyanın dört bir tarafından ziyaretçi de aldı.
Geçen yıldan beri malum sebepler (terör ve Suriye
sınırındaki gelişmeler) nedeniyle ziyaretçi
trafiğimiz azaldı. Eminim yeni bir tanıtım çalışması
ve yapılan restorasyon hizmetiyle Göbeklitepe,
Türkiye'nin turizmine önemli katkılar sağlayacak."
Ntv, 05.12.2016
|
YÜKSEK SOSTEYE AVCILAR'DA ORTAYA ÇIKTI
Avcılar'da Küçükçekmece Göl Havzası (Bathonea) Antik
Yerleşkesi'nde sürdürülen kazılarda ortaya çıkan
yaklaşık 20 bin parça cam buluntu
değerlendirilirken, 1500 yıl önce bölgede yüksek
standartlı bir yaşam olduğu, yapılarda pencere
camının yanı sıra o zamana kadar fazla bilinmeyen
vitrayların da yaygın olarak kullanıldığı anlaşıldı.

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Şengül
Aydıngün başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı
adına Avcılar'da Küçükçekmece Göl Havzası'nda
yürütülen Bathonea kazılarındaki buluntular bu sezon
Ağustos ve Eylül aylarında laboratuvar, depo ve
analiz çalışmaları ile tek tek yeniden
değerlendirildi.

Küçükçekmece Göl Havzası'nda Kazı Başkan Vekilliği
görevini yürüten, müzecilik, antik cam tasarımı ve
cam tarihi konularında uzman arkeolog Dr. Şeniz
Atik, Küçükçekmece Gölü kıyısında yürütülen
kazılarda ele geçen, büyük boyutlu bazilikal yapılar
ile martyrion ve mezarlarda yaklaşık 20 bine yakın
cam buluntuya rastlandığını söyledi.

Bir dönem TRT 2'de yayınlanan 'Camdaki Yansımalar'
belgeselinin kaynak metin yazarlığı ve bilimsel
danışmanlığını da yapan Dr. Atik, buluntular ile
ilgili değerlendirme çalışmaları yaptıklarını,
bölgede özellikle çok sayıda pencere camı ve altın
varaklı cam mozaik parçalarına (tessera)
rastlandığını belirterek şöyle dedi:

“Geçtiğimiz yıllarda yürütülen kazı çalışmalarında
bulunan yaklaşık 20 bin adet cam parçasının önemli
bir bölümünü pencere camları oluşturmaktadır.
Bölgedeki antik yapılara ait pencere camlarının
çokluğu ve yoğunluğunun yanı sıra özel olarak
kesilmiş ince vitraylar da dikkat çekici. Bu
vitraylar önemli yapılarda pano ve pencere camı
olarak kullanılıyor. Bunların ötesinde, yine çok
sayıda cam tesseralar (mozaik parçaları)cam kap,
kandil, bardak, kase ya da ayaklı kadehlere
rastlıyoruz. Buluntuların büyük bir kısmının iyi
kaliteli camlar olduğunu görüyoruz. Bu da burada
yüksek standartlı bir yaşamın varlığının kanıtıdır.
Bölgede bulunan bir kısım cam şişeler de
Anadolu'daki formlardan farklılık göstermektedir."

Dr. Atik, "Bunlara dayanarak camların bir kısmının
ithal, bir kısmının ise yerel olabileceği
düşünülmektedir. Tüm buluntular titizlikle
değerlendiriliyor. Küçük parçalar halinde oldukları
için, bunların önce tasnifleri yapılarak
birleşebilecek parçaların seçilmesi, bütünleme
çalışılmalarının ardından çizimlerinin ve
tanımlarının yapılması; analizleri yapılması
gerekenlerin belirlenmesi ve yayına hazırlaması
hayli zaman alıyor" diye konuştu.

Yakın zamanda Marmaray Yenikapı Kazılarının cam
buluntularını değerlendirerek yayınlayan Dr. Atik,
Yenikapı ve Bathonea buluntuları arasında
benzerlikler olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi
yaptı:

“Bu da demektir ki ya İstanbul ve civarında önemli
bir üretim merkezi vardı, ya da burası Yenikapı gibi
büyük bir liman olduğu için camların bir kısmı ithal
olarak gelmişti. Buluntuların çalışmaları
tamamlandıktan sonra, Bathonea'nın İstanbul ve diğer
kentlerle ilişkisi ortaya çıkacak.
Buluntuların
önemli bir kısmı 5–7. yüzyılları kapsıyor. Bu alanın
daha geç dönemlerde de kullanım gördüğünü 10.-12.
yüzyıllara ait, az yoğunluktaki buluntular sayesinde
biliyoruz. Daha sonra Geç Osmanlı döneminden de az
sayıda cam buluntu var."

Özel kesimli renkli cam vitray parçaların ve altın
varaklı tesseraların önemine değinen Dr. Atik,
"Bathonea'da 5–7'inci Yüzyıl tabakalarında açığa
çıkan cam bulgulara dayanarak, buradaki yaşam
standartlarının oldukça yüksek olduğunu
belirtebiliriz" diye ekledi.
Ntv, 05.12.2016
|
İSTANBUL RESİMLERİ MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR
Antik AŞ
müzayede evinin 10 Aralık Cumartesi günü
gerçekleştireceği müzayedede
Türk ve yabancı ressamların ağırlıklı olarak
‘İstanbul’ konulu tabloları satışa çıkıyor.
Artam
Antik AŞ
müzayede evinin 10 Aralık Cumartesi günü
Antik Palace’ta gerçekleştireceği müzayedesinde
özel koleksiyonlardan seçilen 1880 – 1980
dönemine ait önemli ressamların tabloları satışa
sunuluyor. Halil Paşa ‘Göksu’da Sandal Sefası’,
Süleyman Seyyid imzalı ‘natürmort’ ve ‘orman’
konulu tabloları, Hoca
Ali Rıza’nın ‘Peysaj’ konulu çalışmaları,
Nazmi Ziya’nın ünlü ‘Koç
Kahvesi’ eserinin de yer aldığı farklı
dönemlerinden 5 tablosu ilk kez müzayedeye
çıkacak. İbrahim Çallı’nın ‘Manolyalar’, ‘Kapalı
Çarşı’ ve ‘Topkapı’ çalışmaları, Hikmet
Onat’ın ‘Boğaz’ konulu eserleri, Şevket Dağ ve
Mahmud Cüda gibi
Türk
resim tarihinin önemli sanatçılarının
tabloları da satışa sunulan eserler arasında.
SERGİSİ DEVAM EDİYOR
Halen Pera Müzesi’nde
sergisi devam eden,
İstanbul’u
belgesel niteliğinde resimleyen Felix Ziem’in
‘İstanbul’ eseri de ilk kez satışa sunulacak.
OsmanlıAilesi’nden
Hasan Hüsnü Paşa ve Ratip Paşa’nın torunu olan
Mualla Emine Hanım Koleksiyonu’ndan müzayedeye gelen
tablo 350 bin TL açılış fiyatına sahip. Fausto
Zonaro ve Prieur Bardin gibi önde gelen Avrupalı
sanatçıların eserleri de müzayedede olacak.
Müzayedede modern Türk
resmi için de özel bir bölüm yer alıyor. Hale Asaf,
Hamit Görele, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevat Dereli,
Ali Çelebi, Orhan Peker, Cihat Burak, Mustafa
Esirkuş ve Nuri İyem’in eserlerinden oluşan bir
koleksiyon da satışa sunuluyor. 200 eserin satışa
çıkacağı müzayedeyi Artam Antik AŞ Yönetim Kurulu
Başkanı Turgay Artam yönetecek. Satışa sunulan
eserler 10 Aralık tarihine kadar Antik AŞ’nin
Maçka’da bulunan ana binası Antik Palace’ta
görülebilir.
Online katalog için: antikas.com
SANATIN
ZAMAN TÜNELİ
Turgay Artam: “Türk
resim sanatının en değerli imzalarının yer aldığı
müzayedemizde sergilenen eserler 1880’lerde
oryantalist ressamların gözünden İstanbul
betimlemeleri ile başlıyor ve Türk resim sanatının
zaman tüneli olarak devam ediyor.”
Hürriyet,
04.12.2016
|
GÖLYAZI MÜZEPARK PROJESİ ORTAK AKILLA OLUŞTURULACAK

Gölyazı’daki nekropol alanında devam
eden kazı çalışmaları ile dünyadaki koruma ve
sergileme örneklerinin ele alındığı
“Uluslararası Nilüfer Kültür Çalıştayları
Serisi-1” sona erdi.
Gölyazı’nın
binlerce yıllık tarihini gün yüzüne çıkarmak
için çalışmalar yürüten Nilüfer Belediyesi, bu
kapsamda “Uluslararası Nilüfer Kültür
Çalıştayları Serisi-1 Nekropol ve Peyzaj:
Uygulamalar, Yaklaşımlar ve Öneriler”adı altında
çalıştay düzenledi. Nilüfer Belediyesi, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Bursa Müzeler Müdürlüğü ile
UIudağ Üniversitesi işbirliği ile Gölyazı
Kültürevi’nde gerçekleşen çalıştay iki gün
sürdü. Etkinliğe alanında uzman akademisyenler,
ilgili meslek odaları ile dernek temsilcileri,
öğrenciler ve vatandaşlar da katılım gösterdi.
Almanya, İtalya, Azerbaycan ve Suriye’den 5,
Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden 36
katılımcının yer aldığı çalıştayda, Gölyazı’daki
nekropol alanı, Kız Ada ve Demeter Kutsal
Alanı’nda devam eden arkeolojik kazı çalışmaları
masaya yatırıldı. Nilüfer Belediyesi Kültür ve
Sosyal İşler Müdürlüğü Tarih ve Turizm
Bürosu'nun koordinasyonunda düzenlen çalıştaya
Peyzaj Mimarlar Odası Bursa İl Temsilciliği,
Arkeologlar Derneği Bursa Şubesi, Uludağ
Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu, Uluslararası
Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi
(ICOMOS) destek verdi. İki gün süren oturumlarda
dünyadaki farklı nekropol alanlarındaki koruma
önlemleri ve önerileri, peyzaj problemleri,
sergileme önerileri, müze park uygulamaları,
arkeometrik analizler ile yer altı yapılarının
envanter tespitine yönelik araştırmalar ele
alındı ve 7 oturumda toplam 26 bildiri sunuldu.
İki gün boyunca
yapılan bilimsel değerlendirmeler sonucu elde
edilen sonuç bildirgesinde yapılacak olan
düzenlemenin hem arkeoloji biliminin ilkeleri
hem de doğal ve tarihi çevre ile uyumlu olması
gerektiği vurgulandı. Nekropol alanının gelecek
nesillere aktarılması amacıyla
sürdürülebilirliğinin sağlanması gerektiğine
dikkat çekilen bildirgede, “Alanın planlama
çalışması ve proje tasarımı Gölyazı’nın tamamı
için geçerli olacak koruma kararları, çevre
düzenleme kararlarına uyularak bütüncül bir
yaklaşım ile ele alınmalıdır” değerlendirmesi
yapıldı.
Bildiride ayrıca
son günlerde arkeolojik ve doğal sit alanlarının
üzerindeki baskının arttığına dikkat çekildi ve
basın yayın organlarında arkeolojik eserlere
alınır satılır bir meta gibi fiyat biçilmesi
yaklaşımı kınandı. Çalıştayda üzerinde uzlaşılan
değerlendirme ve öneriler, Nilüfer
Belediyesi’nin Gölyazı’daki nekropol alanında
hayata geçireceği müze park için rehber niteliği
taşıyacak.
Çalıştayın sonunda
Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü
Güney Özkılınç, katkı sunan akademisyenlere
Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey adına
plaket vererek teşekkür etti.
nilufer.bel.tr,
04.12.2016
|
O KÜTÜPHANEDE SONRADAN YAPILAN NE VARSA SÖKÜLDÜ
Tabanlıoğlu Mimarlık'ın ortağı Melkan Gürsel, ofisin
temel direklerinden Özdem Gürsel'le birlikte geçen
eylül ayında Londra'daki Victoria & Albert
Müzesi'nde sergilenen "Beloved/Azizem" adlı
eserlerini ekrana yansıttığı görüntülerle
anlatırken, İstanbul'daki Beyazıt Kütüphanesi'nin
restorasyonunu anımsattı.
Kütüphanenin restorasyon ihalesini Rena İnşaat
almıştı. Biz restorasyonun mimari projesini sosyal
sorumluluk kapsamında üstlendik. Kütüphane restore
edilmiş haliyle 2015’te açıldı.
Projenin dünya mimarlık çevrelerinde ilgi
çektiğini vurguladı:
- Projemiz en son ABD’den çok önemli bir
ödül aldı. Beyazıt Kütüphanesi’ndeki eserlerin
korunarak sergilenmesi için tasarladığımız cam
kutulardan yola çıkarak Murat Tabanlıoğlu ile
birlikte “Beloved/Azizem” adlı 13
metrelik bir “uçan kutu” yaptık.
“Uçan kutu”nun siyah ayna cilalı
paslanmaz çelik plakadan oluştuğunu, içine de hikaye
yerleştirdiklerini kaydetti:
- Kutunun içine Sabahattin Ali’nin
“Kürk Mantolu Madonna” romanını
anlatan 7 projeksiyon yerleştirdik.
Sonra Beyazıt Kütüphanesi’ne döndü:
- Kültür yolculuğumuzun önemli
duraklarından biri Beyazıt Kütüphanesi oldu. Burada
mümkün olduğunca, “Yaptığımız işte hafif
kalalım ki, mekanın ihtişamı ortaya çıksın”
mantığıyla hareket ettik.
Kütüphanenin bütün mekanik elektrik
mühendisliklerini Aydın Doğan Vakfı’nın üstlendiğine
değinip, ekrandaki avlu görüntüsünü işaret etti:
- Avludaki sonradan yapılan çirkin kolonu
ve üzerindeki yapıyı attık. Onun üzerine
“polikarbon etfe” bir malzeme koyduk. Çok
hafif, şeffaf, içinde gaz var kendisi şişiyor.
Amacımız dış etkenlerden korumak için üzerini
kapamaktı. Ancak, binanın geneline zarar vermesin
diye hafif olmalıydı. Eski hali felaketti. Şimdi
avludan gökyüzü görünüyor.
O sırada Sinan Mataracı’nın
şirketi Rena İnşaat’ın tanıtım kitabından Beyazıt
Kütüphanesi bölümüne baktım:
- Kütüphanede 11 bin 120 adedi yazma
olmak üzere 40 binin üzerinde nadir eser var.
Melkan Gürsel, eserlerin bir
kısmına dokunmanın bile söz konusu olmaması
gerektiğinin altını çizdi:
Metalik aksamların gömülmesi için kütüphanenin
yan tarafında kazılar yapıldığını belirtti:
- O kazı sırasında bambaşka bir yüzyıl
daha çıktı. Onun üzerine cam koyarak görünür hale
getirdik.
Sonradan yapılan yemekhaneyi iptal ettiklerini
aktarıp, şu mesajı verdi:
Aydın Doğan Vakfı katkıda bulundu, Tabanlıoğlu
mimari becerisini hediye etti, Rena İnşaat
titizlikle restorasyonu gerçekleştirdi...
Beyazıt Kütüphanesi, ev sahipliği yaptığı
değerlere yakışır tarihi görüntüsüne döndü...
Hürriyet, Yazı: Vahap Munyar, 04.12.2016
|
ANKARA KALESİ MECLİS GÜNDEMİNDE

CHP Parti Meclisi Üyesi ve Ankara Milletvekili
Necati Yılmaz, Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin bilimden yoksun ve özensiz
çalışmaları nedeniyle Ankara Kalesi’nin
surlarının çökme tehdidiyle karşı karşıya bulunduğu
iddialarını TBMM gündemine getirdi. Tarihi surların
payandası olan kaya kütlelerinin iş makineleriyle
kırılıp kırılmadığının açıklanmasını isteyen Yılmaz,
“22 yıllık Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinde
hayata geçirdiği her projeyle Ankara’yı yaşanmaz bir
kent haline getiren Melih Gökçek’in,
Başkent’in tarihi simgelerinden Ankara Kalesi’nde
yürüttüğü proje ile ‘tarihi bir katliam’ yaptığı
iddiası doğru mudur?” diye sordu.
Yılmaz, Başbakan
Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru
önergesinde, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin
Kale’nin surlarını yüzyıllardır taşıyarak günümüze
kadar getiren ve payanda görevi yapan kaya
kütlelerini gözünü kırpmadan yok ettiği iddialarını
anımsattı. Konuyla ilgili Mimarlar Odası Ankara
Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan’ın da
açıklamalarının basında yer aldığını ifade eden
Yılmaz, Candan’ın “Daha önce de Büyükşehir’i
uyarmıştık. Ankara Kalesi’nde önce özensiz bilimden
uzak çalışmalarla, surların güvenliğini tehlikeye
atacak duvar yaptı. Şimdi de aynı özensizlikle
tarihi bölgeye dozerle, kepçeyle girerek 2 ay önce
yaptığını yıkıyor. Madem yıkacaktın niye yaptın?”
dediğini hatırlattı.
“Tarihi
katliam değil midir?"
Yılmaz, duvarların yıkılmasının asıl nedeninin
toplanan suyun tahliye edilememesi ve kale surlarını
tehdit etmesi olup olmadığının açıklanmasını
isteyerek, bu konuda bugüne kadar yapılan uyarıların
neden dikkate alınmadığını sordu. CHP’li Yılmaz,
önergesinde şu sorulara yer verdi:
“Yükleniciye ‘yıkın’ talimatı verilen duvar ve
öncesinde yapılan kazı-kırma işlemleri ve hafriyatın
alandan uzaklaştırılması işlemleri için kaç lira
ödenmiştir?
Söz konusu Kale ve Önü Meydan Projesi’nde kaç
sanat tarihçisi, kaç mimar, kaç mühendis ve kaç
arkeolog çalışmaktadır? Bu çalışmalarda meslek
örgütleri, üniversiteler ve uzmanların görüşleri
alınmış mıdır?
Söz konusu proje hakkında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na iletilen şikayet, öneri var mıdır?
Basına ‘tarihi kıyım’ olarak yansıyan iddialar
konusunda bakanlık neden sessiz kalmaktadır?
Kale surundaki artan su sızıntısı ve çatlağın
giderek derinleşmesinin sorumlusu kimlerdir? Bu
konuda bir önlem alınmakta mıdır? Ankara Kalesi’nin
surlarında çökme olması halinde bunun sorumluları
kimler olacaktır?
22 yıllık Büyükşehir Belediye Başkanlığı
görevinde hayata geçirdiği her projeyle Ankara’yı
yaşanmaz bir kent haline getiren Melih Gökçek’in,
Başkent’in tarihi simgelerinden Ankara Kalesi’nde
yürüttüğü proje ile ‘tarihi bir katliam’ yaptığı
iddiası doğru mudur? Doğru ise bu katliamlara
hükümetinizin sessiz kalması onayladığı anlamını mı
taşımaktadır?”
Birgün, 03.12.2016
|
İNCİRLİİN MAĞARASI'NDAKİ KAZILARDA İNSAN VE HAYVAN
KEMİKLEİR BULUNDU
Muğla'nın Milas İlçesi'ndeki İncirliin Mağarası'nda
yürütülen kurtarma kazılarında, insan kemiklerine ve
seramik parçalarına rastlanıldığı belirtildi.

Milas'ın Gökçeler Mahallesi'nde yer alan, önceki
araştırmalarda mağara girişindeki toprak zeminde ve
içinde çok sayıda prehistorik ve antik dönem arasına
tarihlenen seramik parçaları bulunan İncirliin
Mağarası'nda, kurtarma kazıları başladı.
Muğla
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
kararıyla 1'inci derece arkeolojik ve 1'inci derece
doğal sit olarak tescillenen mağaradaki çalışmaları,
Milas Müze Müdürlüğü yürütüyor.

Mağarada, bazı kişilerce kaçak kazılar da
yapılmıştı. Milas Kaymakamı Fuat Gürel, Uyku
Vadisi'nde yer alan dev sarkıt, dikit, sütun ve
damlataş havuzlarıyla kaplı olan toplam 345 metre
uzunluğundaki mağarada yürütülen çalışmaları yerinde
inceledi, basın mensuplarına bilgi verdi.

İncirliin'deki değerleri turizme kazandırmak
amacıyla Güney Ege Kalkınma Ajansı ile Milas
Kaymakamlığı olarak geçen yıl çalışma
başlattıklarını söyleyen Gürel, Uyku Vadisi'nde ve
mağara içerisinde yürüyüş yolları yapılarak,
İncirliin Mağarası'nın içinin aydınlatıldığını
söyledi.

İncirliin Mağarası'ndaki arkeolojik kazı ve sondaj
çalışmalarının bilimsel açıdan çok önemli olduğuna
değinen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Arkeoloji
Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adnan Diler de
şunları söyledi:
"İncirliin'deki çalışmalar
bilimsel anlamda çok önemli. Karia bölgesinde,
özellikle bu kıyıya yakın kesimlerdeki dip tarihle
ilgili bilgilerimiz son derece yetersiz.
Bu
bölgedeki gerek kömür havzasında yapılan kazılar,
gerekse yürütülen yüzey araştırmaları sonucunda hem
kıyı hem iç kesimlerde tunç çağında, yani milattan
önce 3100 ve 1200 yılları arasında zengin bir
yerleşme olduğunu biliyoruz.

Ama bundan önceki süreçte yani neolitik ve
kalkolitik çağ ile ilgi bilgilerimiz son derece
yetersiz. Bu tür malzemelerin de İncirliin gibi
yerlerden gelmesi çok yüksek. Zaten buradaki
çalışmaların bir gerekçesi de o.

Çalışmalarımızın amacı hem buradaki tahribatı
önlemek, hem de bilgilerin kurtarılarak
zenginleştirilmesini sağlamak. Şuna kadar elde
edilen bulgu ve bilgiler doğrultusunda raporlar
yayınlanmadı ama buradaki buluntular geç
kalkolitik dönemde bir yerleşme olduğu belli
oluyor.
Bu olasılıkla daha da erkene
gidecek. Ve Karia'nın dip tarihi ile ilgili
bilinmezlere bir ışık tutacaktır. Bu bakımdan
çalışmalar önemli."
Cnn Türk, 01.12.2016
|
FİLİSTİN'DE DOĞUŞ KİLİSESİ'NDEKİ MOZAİKLER GÜN
YÜZÜNE ÇIKTI

Filistin’in Beytüllahim kentinde
Roma İmparatorluğu tarafından 327
tarihinde Hazreti İsa'nın doğduğuna inanılan yerin
üzerine inşa edilen Doğuş Kilisesi,
600 yıldan bu yana ilk defa büyük çaplı bir
restorasyondan geçiyor.
En son yaklaşık 600 yıl önce Osmanlı Devleti
idaresinde restore edilen kilisenin yenilenmesi için
4 yıl önce başlayan çalışmalar devam ediyor. Doğuş
Kilisesi'nin şu ana kadar, dökme kurşun çatısı
yenilendi, pencereleri değiştirildi, iç sıvası
yenilenerek, kaybolmaya yüz tutmuş mozaikleri gün
yüzüne çıkarıldı. Restorasyon çalışmalarına harcanan
toplam 11 milyon avroluk bütçenin 3,7 milyon avroluk
kısmı Filistin tarafından, geri kalanı ise
Filistinli Müslüman ile Hristiyan şirketlerin
bağışlarıyla ve uluslararası yardımlarla
oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütünün (UNESCO) standartlarına göre
sürdürülen restorasyon çalışmalarında, Filistinli
mühendislerin yanı sıra İtalya’dan gelen mimar ve
sanatçılar da yer alıyor.
Kilisenin
restorasyonuyla ilgili AA muhabirine bilgi veren
Filistin Devlet Bakanı ve Doğuş Kilisesi Restorasyon
Komisyonu Başkanı Ziyad El-Bendek,
devam eden restorasyon çalışmalarının asırların
yıprattığı tarihi kilisenin korunması açısından
hayati önem taşıdığını söyledi.
Restorasyon
çalışmalarını yerinde görmek üzere kilisede
incelemelerde bulunan El-Bendek, “Restorasyon
öncesinde kilisenin duvarlarındaki yaklaşık iki bin
metrelik mozaikten sadece 120 metre kalmıştı.
Renkleri bozulmuş, toz ve mum islerinden kararmış
mozaikler, yapılan restorasyonla yeniden gün yüzüne
çıkarıldı.” dedi.
Filistinli Bakan, "Bu
restorasyon aynı zamanda Filistin halkının tarihi ve
geleceğini muhafaza etmeye çalıştığının da
göstergesidir. Hazreti Mesih 2 bin yıl önce bu
topraklarda doğdu ve insanlığa barış mesajını da
buradan taşıdı." diye konuştu.
İncil'e göre, Hazreti
İsa Beytullahim'de bir mağarada doğdu. 300 yıl sonra
buraya inşa edilen Doğuş Kilisesi, Hıristiyanların
en kutsal mekanlarından biri kabul ediliyor.
2002'deki çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz
Filistinli kiliseye sığınmış, bunun ardından İsrail
askerleri kiliseyi kuşatmıştı. Vatikan'ın
çağrılarına rağmen kilise saldırılar sırasında hasar
görmüştü.
Anahtarı 150 yıl boyunca Müslüman aileye emanet
edildi
Doğuş Kilisesi
yüzyıllar boyunca Hristiyan Katolik ve Ortodoks
mezhepleri arasında da bir rekabete neden olmuştu.
Doğuş Kilisesi'nin anahtarını elinde bulundurup
kapıyı açma yetkisi, 1520’lerde Kanuni Sultan
Süleyman tarafından Katolik papazlara verilmişti.
Yetki, 1630’larda Rum Ortodokslara devredilmiş ve
kilisenin kapısını 1850’lere kadar her sabah
Ortodokslar açmıştı.
Rusya ve Fransa’nın
1850’lerde Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerinde
koruyuculuk talepleri iki mezhebi yine karşı karşıya
getirmişti. Bu çekişmeye Sultan Abdülmecid Han
çıkardığı bir ferman ile son vermişti.
Fermanla 1852’de
kilisenin kapısındaki kilidi değiştirilmiş ve
anahtarın papazlarda değil, Beytullahim’in önde
gelen bir Müslüman ailesinde, Hüseyniler’de
bulunmasını emretmişti.
Yaklaşık 150 sene
Doğuş Kilisesi bu Müslüman ailenin mensuplarınca
açılmıştı. İsrail ordusunun 2002 yılında kiliseyi
kuşatmasının ardından, Kudüs Rum Patriği tarafından
kilit değiştirilerek, bu gelenek sona erdirilmişti.
Anadolu Ajansı, Haber: Eshat Fırat, 30.11.2016
|
TÜRKİYE'DE 100 BİN 746 TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI
BULUNUYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığının 2015
yılı verilerine göre, Türkiye'de koruma altında olan
100 bin 746 adet taşınmaz kültür varlığı
mevcut.
Gelecek nesillere
aktarılması için korunan kültür varlıkları arasında
sivil mimarlık örnekleri, kalıntılar, sokaklar,
dinsel, kültürel, idari, askeri, endüstriyel ve
ticari yapılar, mezarlıklar, şehitlikler, anıt ve
abideler yer alıyor.
Verilere göre,
korunması gereken kültür varlığı bakımından
Türkiye'deki en zengin il İstanbul.
İstanbul'da, 25 bin
102'si sivil mimarlık örneği, 627'si kalıntı, 6'sı
sokak, bin 159'u dinsel yapı, 2 bin 130'u kültürel
yapı, 475'i idari yapı, 76'sı askeri yapı, 490'ı
endüstriyel ve ticari yapı, 545'i mezarlık, 12'si
şehitlik, 72'si de anıt ve abide olmak üzere toplam
30 bin 694 korunması gereken taşınmaz kültür varlığı
bulunuyor.
İkinci sırada İzmir
Yerleşim izleri
milattan önce 6500 yılına kadar uzandığı tespit
edilen, Hellenistik Dönem'den Roma İmparatorluğu'na
tarihte önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan
liman ve ticaret kenti İzmir de taşınmaz kültür
varlığı zenginliği bakımından İstanbul'dan sonra
ikinci sırada yer alıyor.
İzmir'de 4 bin 335'i
sivil mimarlık örneği, 82'si kalıntı, 4'ü sokak,
417'si dinsel yapı, 550'si kültürel yapı, 230'u
idari yapı, 29'u askeri yapı, 758'i endüstriyel ve
ticari yapı, 129'u mezarlık, 1'i şehitlik, 27'si de
anıt ve abide olmak üzere toplam 6 bin 562 taşınmaz
kültür varlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından korunması gereken yapı listesine alındı.
En az tescilli kültür varlığı Hakkari'de
Verilere göre, 37
taşınmaz kültür varlığına sahip Hakkari, Türkiye'de
en az taşınmaz kültür varlığına sahip il. En az
taşınmaz kültür varlığı sıralamasında Hakkari'yi 41
kültür varlığı ile Ağrı, 59 kültür varlığı ile
Bingöl, 73'er kültür varlığı ile Iğdır ve Muş, 74
kültür varlığı ile Kırıkkale takip ediyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Leyla Ataman Koyuncuoğlu,
30.11.2016
|
MAHLER'İN EL YAZIMI NOTALARI REKOR FİYATA SATILDI
Avusturyalı besteci Gustav Mahler'in
el yazımı 232 sayfalık "İkinci Senfoni"si
Londra'daki müzayede rekor fiyata alıcı buldu.
İngiltere'nin başkenti
Londra'daki, dünyanın önde gelen uluslararası
müzayede evlerinden Sotheby's Müzayede Evi'nde
düzenlenen açık artırmada Mahler'in kendi kaleme
aldığı eseri 4 milyon 546 bin 250 sterline satıldı.
Sanatçının 1888-1894
yıllarında yazdığı 232 sayfalık notaları, şimdiye
kadar bir açık artırmada en yüksek fiyata satılan el
yazımı müzik notası oldu.
Geç-romantizm ile
modernizm arasındaki dönemin en büyük bestecisi
olarak kabul edilen ve yaşadığı dönemin önde gelen
orkestra şeflerinden olan Avusturyalı besteci Gustav
Mahler, 1911'de 50 yaşında hayatını kaybetmişti.
Anadolu Ajansı, Haber: İnci Gündağ, 29.11.2016
|
HAYALET KÖY LÜBBEY HARİTADAN SİLİNEBİLİR
Son yıllarda adı satılık köye çıkan Ödemiş’in terk
edilen tarihi köyü Lübbey'in önlem alınmaması
durumunda birkaç yağmurdan sonra tamamen tahrip
olacağı öne sürüdü.

İzmirde faaliyet yürüten bir grup dağcı, son
yıllarda adı satılık köye çıkan Ödemiş’in terk
edilen tarihi köyü Lübbey’i gezip
fotoğrafladı. Osmanlı döneminde, askerlerden kaçan
eşkıyaların saklandığı köy olarak bilinen,
şimdilerde ise az sayıda insanın yaşaması nedeniyle
hayalet köy olarak alınan Ödemiş’in Lübbey
bölgesindeki bazı yapıların,
İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından tescillendiğini
öğrendiklerini belirten dağcılardan Turgay Eser,
köyün biran önce ele alınması ve turuzme
kazandırılması gerektiğini söyledi. Basın yayın
organlarında adından çokça söz edilen köyün
korumasız kaldığını ve kışın yağan yağmurlar
nedeniyle yok olma ile karşı karşıya kaldığını
söyledi.
GEÇTİĞİMİZ AYLARDA TESCİLLENDİ
Ödemiş
İlçesi'ndeki tarihi Lübbey bölgesinde önemli
bir gelişme yaşandı. Son yıllarda kaderine terk
edilen ve özellikle Osmanlı döneminde askerlerden
kaçan eşkıyaların saklandığı bölge olması nedeniyle
dikkatleri üzerine çeken köyde, İzmir 2 No’lu Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından bir
çalışma başlatıldı. Çalışmalarla birlikte, bölgedeki
cami ile birlikte 54 evi tescilli hale getirildi.
Ödemişli emekli
arkeolog Prof Dr. Veli Sevin de kurulun elini
çabuk tutması gerektiğini belirterek, “Ödemiş ve
çevresi tarihi açıdan zengin bir bölge. Lübbey gibi,
eski Lidya uygarlıklarının kalıntıları olan Datbey
ve Neikaia gibi kentlerin gün yüzüne çıkarılabilmesi
için üniversite ve sivil toplum örgütleri ile ortak
çalışma yürütülmeli" dedi.
Milliyet, Haber: Onur
Şahan, 29.11.2016 |
DOLMABAHÇE SARAYI ZİYARETÇİLERİN GÖZDESİ OLDU
TBMM'ye bağlı Milli Sarayları 899
bin 258 kişi ziyaret etti.
Meclisin, 17 Kasım
2015 ile 19 Ağustos 2016 tarihlerini kapsayan 1.
yasama yılında en fazla ziyaretçi Dolmabahçe
Sarayı'na geldi. Dolmabahçe Sarayı'nı, bu dönemde
499 bin 910 kişi gezdi.
Beylerbeyi Sarayı, 96
bin 562 kişiye kapılarını açarak, en fazla ziyaretçi
alan ikinci yer oldu.
Yıldız Şale'yi 17 bin
278 kişi, Saray Koleksiyonu Müzesi'ni 25 bin 38
kişi, Resim Müzesi'ni 50 bin 984 kişi, Küçüksu Kasrı
'nı 51 bin 757 kişi, Maslak Kasrı'nı 5 bin 165 kişi,
Ihlamur Kasrı'nı 59 bin 690 kişi, Aynalıkavak
Kasrı'nı 7 bin 307 kişi, Florya Atatürk Deniz
Köşkü'nü 57 bin 742 kişi ve Yalova Atatürk Köşkü'nü
2 bin 825 kişi ziyaret etme imkanı buldu.
İşaret dili rehberi
Saray, müze, köşk ve
kasırları gezmek isteyen ziyaretçilerin rezervasyon
talepleri de Milli Saraylar çağrı merkezince alındı.
TBMM'nin 26. Dönem 1.
Yasama Yılında 5 bin 909 rezervasyon işlemi
yapılarak, 193 bin 968 ziyaretçinin gezi
rezervasyonu gerçekleştirildi.
Başta Dolmabahçe
Sarayı olmak üzere saray, köşk ve kasırlara gelen
bireysel ziyaretçilere yasama yılında rehberler
tarafından 10 binden fazla gezi ve rehberlik hizmeti
sunuldu.
Ayrıca, gelen talepler
doğrultusunda her ayın ilk haftası pazartesi
günlerinde Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında,
işaret dili rehberi görev alıyor.
Bu arada Kurtuluş
Savaşı Müzesi olan 1. TBMM Binası'na da yoğun bir
ziyaretçi ilgisi oldu. 1 Ekim 2015-11 Ağustos 2016
tarihleri arasında Kurtuluş Savaşı Müzesi'ni, 139
bin 536 kişi ziyaret etti.
Anadolu Ajansı, Haber:
Meltem Öztürk, 29.11.2016
|
YURT İNŞAATI KAZISINDAN ANTİK MEZAR ÇIKTI
Antalya'nın Aksu İlçesi Macun Mahallesi'nde, İmam
Hatip Lisesi'nin yurt binası inşaatı için kepçelerle
temel kazısı başlatıldı. Kazı çalışmasının ikinci
gününde alüvyonlarla kaplı alanın yaklaşık bir metre
altında kepçeye büyük blok taşlar takıldı.

Bunun üzerine Aksu Belediyesine ait iş makinesi
kazı çalışmasına yavaş ve itinalı şekilde devam
etti. Çukurun derinleşmesiyle birlikte ilk olarak
sur şeklinde uzun duvarlar ortaya çıktı.
Tarihi kalıntılardan şüphelenen ekipler durumu İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bildirdi.

"KEPÇEYE DOKUNDU"
Kazma kürek ve iş makinesi yardımıyla yapılan
çalışmada antik çağa ait olduğu tahmin edilen bir
mezara ulaşıldı. İtinayla yapılan temizliğim
ardından mezar gün yüzüne çıkarıldı.

Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından başlatılan
kazıda mezarın içinden çıkarılan çok sayıda seramik
ve tarihi parçalar incelenmek üzere müzeye
götürüldü. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
yetkililerinin incelemenin ardından açıklama
yapacağı kaydedildi. Öte yandan mezarın yan
tarafından kazı çalışmasına devam edildi.
Mezarın bulunduğu alanın yakınında ise Perge
antik kenti bulunuyor ve yaz aylarında burada
arkeolojik kazılara devam ediliyor.

Hürriyet, 29.11.2016
|
150 YILLIK CAMİNİN İLK MİHRABI ORTAYA ÇIKTI
Gaziantep'in İslahiye İlçesi'nde, tarihi Dervişpaşa
Camisi'ndeki restorasyon çalışması sırasında 150
yıllık bazalt taşından yapılan ilk mihrap ortaya
çıktı.

Gaziantep Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından ilçede 1866 yılında inşa
edilerek ibadete açılan Dervişiye Camisi'nde
restorasyon çalışması başlatıldı. Camideki
restorasyon çalışmaları sırasında dökülen sıvaların
arkasında Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel
Atölyesi'nde görülen bazalt taşlarıyla yapılan
mihrap ortaya çıktı. Caminin, sütun, revak ve
kemerlerinde de bazalt taşları kullanıldığı ancak
sonrasında yapılan yenileme çalışmaları belirlendi.
İlçe Müftüsü
Ramazan Dolu, ortaya çıkan mihrabın cam bölme
ile korumaya alınacağını söyledi. Müftü Ramazan
Dolu, caminin 1960'lı yıllarda beton kullanılarak
genişletildiğini ifade ederek, "1960'lardan sonra
ihtiyaca cevap vermeyince dönem dönem camide beton
kullanılmış. İlk mihrap da beton ile kapatılmış ve
ortaya denk gelecek şekilde yeni mihrap inşa
edilmiş. Bazalt taşlarıyla yapılan 150 yıllık
mihrabın aslına uygun olarak cam ile kapatarak
koruyacağız. Tarihi camimizin aslına uygun olarak
restorasyon yapılması ilçemiz için büyük bir kazanç
olacak" şeklinde konuştu.
Milliyet, 28.11.2016
|
VİRANŞEHİR'İN SON 'DİKME'Sİ YIKILMAYA YÜZ TUTTU
Şanlıurfa’nın Viranşehir
İlçesi'nde, Bizans
döneminde tapınak olarak inşa edilen yapının 8
dikmesinden (paye) günümüze ulaşan son dikmesi de
ilgisizlik nedeniyle yıkılmaya yüz tuttu.
Viranşehir ilçe merkezinde, 4-5’inci yüzyıllar
arasında Bizans döneminde tapınak olarak inşa edilen
yapının dikmelerinden 7 tanesi günümüze ulaşamazken
kalan son dikme de büyük hasar görmüş durumda.
Konuyla ilgili İLKHA’ya konuşan Tarihçi Ahmet
Bağrış, Viranşehir’de Roma, Sasani, Akkoyunlar ve
Karakoyunlular gibi birçok medeniyete ait tarihi
kalıntıların bulunduğu ifade etti.
Bu tarihi
kalıntılardan birinin de Roma dönemine ait tapınak
olduğunu söyleyen Bağrış, söz konusu tapınağın 8
payesinden 7 tanesinin 1900’lü yılların başında
yıkıldığını hatırlatarak günümüze sadece bir payenin
ulaştığını belirtti.
Bağrış, “Şu an bu dikme,
şehir merkezinde bulunmaktadır. Köylere Hizmet
Götürme Birliği tarafından korunma altına almış olan
bu yapı, ne yazık ki bakımsızlıktan taşların alt
zemini çökmeye başlamıştır. Tarihin kayıp olması ile
beraber etrafında oynayan çocuklar için de büyük bir
tehlikenin habercisi olmuştur. Ne yazık ki
Viranşehirliler tarihine sahip çıkmıyor. Çünkü böyle
önemli bir yapının ilçede bulunmasıyla gurur
duyulmalı. Ama ne yazık ki o bölgede bazı uyuşturucu
madde bağımlıları ve tarihi taşların üzerine
yazılmış yazılar görüyoruz.”
Bağrış, son olarak,
yıkılmak üzere olan dikmelerin, kazaya sebebiyet
vermeden yetkililer tarafından gerekli çalışmaların
yapılmasını istedi.
Viranşehir Dikmeleri
Viranşehir ilçe merkezinde, “Dikmeler” olarak
bilinen kalıntılar, Bizans dönemi Hıristiyan
yapılarının Urfa bölgesindeki en büyük
örneklerindendir. Sekizgen planlı bu yapının 34.5x32
metre çapındaki kubbesinin bazalt taşından örülmüş
sekiz adet paye üzerine oturduğu İngiliz araştırmacı
Gertrude Bell tarafından 1905 tarihinde çekilen
fotoğraflardan ve mevcut kalıntılardan
anlaşılmaktadır. Büyük bir nekropolün ortasına inşa
edildiği anlaşılan bu yapının önemli bir aziz için
Martyrion olarak 4-5’inci yüzyıllar arasında Bizans
döneminde inşa edildiği tahmin edilir. Kalıntılar
arasında bulunan çok sayıdaki mozaik tanesinden,
yapının zengin mozaik süslemeli olduğu
anlaşılmaktadır. 8 payeli yapının, günümüze ancak
bir payesi ulaşabilmiştir.
İlkha, Haber: Sabri
Acet, 28.11.2016
|
KALE SURLARINDA ÇÖKME TEHLİKESİ
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin "bilimden yoksun özensiz çalışmaları"
nedeniyle tarihi kalenin surlarının çökmesine neden
olacağı uyarısında bulundu.
Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara
Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan "Daha önce de
Büyükşehir Belediyesi'ni uyarmıştık. Ankara
Kalesi'nde önce özensiz bilimden uzak çalışmalarla,
surların güvenliğini tehlikeye atacak duvar yaptı.
Şimdi de aynı özensizlikte tarihi bölgeye dozerle,
kepçeyle girerek 2 ay önce yaptığını yıkıyor. Madem
yıkacaktın niye yaptın?" dedi.
Tarihi suça imza attı
Candan sözlerine şöyle devam etti: "Surların önünde sadece yeni rant odakları
yaratacak ticari mekanlar yaratabilmek adına kale
önü dükkanlar ve meydan düzenleme işini perde olarak
kullanarak 2000 bin yıllık tarihi surların payandası
olan kaya kütlelerini iş gücü makineleri ile kırarak
yok eden Ankara Büyükşehir Belediyesi, tarihi bir
suça daha imza atmıştır. Bu aymazlık ve mimarlık
sanat tarihinden uzak tavırlara artık tahammülümüz
kalmadı. Kale surlarını jeolojik katmanları
açısından savunmasız bırakılmasının bilimsel ve
mühendislik anlamında hiçbir açıklaması olamaz."
Candan, "Bugün tarihi surların telafi olmayacak
şekilde zarar görmesi, cehaletin cesaretinden başka
bir durum ile açıklanamaz. Kale surlarını savunmasız
ve her an yıkım tehlikesi ile karşı karşıya bırakan
Ankara Büyükşehir Belediyesi, surları yüzyıllardır
taşıyarak günümüze kadar gelmesini sağlayan ve
payanda görevi yapan kaya kütlelerini gözünü
kırpmadan yok etmiş. Koruma kurulu bu duruma sessiz
kalmış ve izlemiştir" dedi.
Maliyeti nedir?
Yetkililere, "Ankara'nın arkeolojik katmanlarını,
geleneksel kent dokusunu ve Ulus'un tarihsel
kimliğinin en önemli niteliğini oluşturan mimari
mirasını oluşturan mimari yapı, kentsel mekân, çevre
ve yer özelliklerini de tehdit eden bir yaklaşım ile
kale önü ve meydan projesinin maliyeti nedir?"
sorusunu yönelten Candan, şunları kaydetti:
"Surların önünde inşa edilen ve bugün yıkıldığı
bilgisi paylaşılan inşaat mühendisliği açısından en
kötü örnek seçilerek belki üniversitelerde ders
konusu yapılacak kadar mühendislikten uzak ve ne
amaçla yapıldığı bir türlü anlaşılamayan istinat
duvarı için Büyükşehir Belediyesi kaç lira
harcamıştır. Yükleniciye bugün 'yıkın' dedikleri
duvar ve öncesinde yaptığı kazı-kırma işlemleri,
hafriyatın alandan uzaklaştırılması işlemleri için
kaç lira ödenmiştir. Ankara Büyükşehir Belediyesi
bütçesinden sorumsuzca harcanan paralar hakkında
kamuoyuna bilgi vermek ve bilimden ve teknikten uzak
bu ihale için yapılan tüm masraf ile birlikte bu
ihalenin kararının altında kimlerin imzası var ise
kendilerinden tazmin edilmesi gerekmektedir."

Tarihi bir bölgede nasıl çalışılacağını
bilmiyorsanız, koltuklarınızı terk edin
Candan, sözlerine şöyle devam etti:
"Ankara Kalesi ile ilgili tarih yeniden
canlanıyor" sloganıyla yapılan katliama ilişkin daha
önce de söylemiştik, 'Ankara Kalesi'nde böyle duvar
yaparsan, o duvarların içerisine de öyle barbakan
yaparsan, su tahliyesini yapamazsın ve kale
surlarının yıkımına neden olursun' dedik. Bugün bu
yeni yapılan duvarların yıkılmasının nedeni
muhtemelen toplanan suyun tahliye edilememesi ve
kale surlarını tehdit etmesidir. Ankara yapboz
tahtası değildir. Kültür Bakanlığı bu kıyıma nasıl
izin veriyor? Kale surundaki su sızıntısı artıyor,
çatlak giderek derinleşiyor. Bu çatlağın sorumlusu
iş bilmez yöneticilerdir. Tarihi bir bölgede nasıl
çalışılacağını bilmiyorsanız, koltuklarınızı terk
edin, Ankara kalesinin surlarında çökme olursa yargı
önünde hesap vereceksiniz."
Arkitera, Haber:
Nilüfer Karakoç, 28.11.2016
|
SİT BİTTİ, YENİ KORUMALAR GELDİ
Türkiye genelinde 2.5 milyon hektar
sit alanı gözden geçirildi. Kimi yerler sit
olmaktan çıkarıldı, kimi yerlerin derecesi
düşürüldü. Sit kavramı da tarih oldu. Artık
jeolojik dönemlere ait, ender bulunan ve
olağanüstü özelliklere sahip yerler 1, 2 ve 3.
derece sit olarak anılmayacak. Bunun yerine
‘Kesin Korunacak Alan’, ‘Nitelikli Doğal Koruma
Alanı’ ile ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü
Kullanım Alanı’ olarak gruplandırılacak.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ‘Doğal
sit Alanlarının Ekolojik Temelli Bilimsel
Araştırma Projesi’ adıyla 2014’te başlattığı
çalışmada 1 milyon 774 bin hektar alanda bulunan
2 bin 430 doğal
sit alanı ile özel çevre koruma bölgesi olan
180 bin hektarlık
Tuz Gölü’nün sit statüsü gözden geçirildi.
Türkiye, Tuz Gölü’yle birlikte 22 bölgeye
ayrıldı. Sit gözden geçirmesi, yapılan
ihalelerle özel şirketlere verildi. Bu
şirketler, aralarında ekolog ile kuş, memeli,
botanik, omurgasız, sürüngen uzmanları ve hidro
jeolog, peyzaj mimarı,
harita mühendisi, Coğrafi Bilgi Sistemi
sertifikalı uzmanların olduğu 11 kişilik ekiple
bütün sit alanlarını dört mevsim boyunca
izleyerek rapor hazırladı. Şanlıurfa bölgesinin
ihalesi, güvenlik gerekçesiyle iptal edilirken
21 bölgenin raporları ilgililere teslim edildi.
Aralarında
İzmir Çeşme, Seferihisar, Antalya Tünektepe,
Konya Beyşehir ve Tuz Gölü başta olmak üzere
1000’in üzerindeki yerde eski sit sınırları
yeniden belirlendi.
‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’nda düşük yoğunluklu turizm ve konuta izin verileceğini belirten Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy, yeni sistemi şöyle anlattı:
GÖL KURUMUŞ
SINIRLAR ÇEKİLMİŞ
“Doğal sit alanlarının
korunarak gelecek nesillere sağlıklı aktarılabilmesi
için bilimsel kriterler ışığında yeni bir
değerlendirme yapılıyor. Ekolojik Temelli Bilimsel
Araştırma Projesi’ne neden ihtiyaç duyduk?
Zaman içinde kimi doğal sit olma özelliğini
kaybetmiş, orman alanıysa yanmış, iklimsel
etkilerden dolayı kurumuş, bitki örtüsü ortadan
kalkmış. Sadece ağaçlar, çalılar değil orada yaşayan
canlılar da yok olmuş. Doğal sit alanı ile ilgisi
kalmamış. Kimi yerde yanlışlıkla sit ilan edilmiş.
Örneğin Muğla ilinin yüzde 96’sı sit alanı. Bu
derecelenme ve tescilin gözden geçirilmesi
gerekiyordu. Örneğin, Tuz Gölü ve
Beyşehir Gölü birinci derece koruma alanı. Zaman
içinde çeşitli nedenlerle göl kurumuş, sınırları
geriye çekilmiş. Sit özelliği tamamen kaldırılmaz
ama sınırları yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
Yeniden değerlendirmenin ana unsurlarından biri de koruma-kullanma dengesini gözetmek. İlle de özelliklerini yitirmiş, yanmış yıkılmış, kurumuş olması gerekmiyor. Bütün dünyada bu denge gözetilirken, bizde koruyacak olursak ya insanları dahi sokmuyoruz ya da aşırı derecede kullanarak, doğal güzellikler hiç yokmuş gibi davranıyoruz. İşte yeni sistemde koruma kullanma dengesini gözeterek yeniden değerlendiriyoruz.
TURİZM SEKTÖRÜ DAR ALANDA BOĞULMASIN
Yeni sistem eskisinden daha korumacı. İlk kategoride yapı yok, ikincide (Nitelikli doğal koruma alanında) geleneksel köy evinin tamiratına izin verilecek, örneğin ahşaptan teras yapılabilir. Üçüncü kategoride ise sürdürülebilir alanlar kriteri var. Burada çok düşük yoğunluklu turizm tesisi ve konut yapılabilecek. Örneğin, bir turizmci 5 bin metrekarelik bir arsa elde etmişse, buraya 0.30 yoğunluk verilecek. Ama büyük bir tesis yapmak istiyorsa ve elinde 30 bin metrekarenin üzerinde arsa varsa o zaman yoğunluk artışı sağlanacak. Bu da turizm sektörünün dar bir alanda boğulmaması için yapılıyor.”
ÇALIŞMALAR YIL SONUNA KADAR TAMAMLANACAK
Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Elazığ ve Batman’ı içine alan bölgenin ihalesi güvenlik nedeniyle iptal edildi. Bu bölge hariç çalışma, bu yılın sonuna kadar tamamlanacak. İzmir Çeşme ve Seferihisar, Antalya Tünektepe, Konya Beyşehir’in çalışmaları tamamlandı. Şirketlerin raporları önce illerde kontrol teşkilatına, oradan muayene ve kabul komisyonuna, ardından Tabiat Varlıkları Bölge Komisyonu’na geliyor. İl müdürlüğünün onayından sonra da genel müdürlük inceleme ekibine ulaşıyor. Son olarak da Bakan onayına sunuluyor. Birinci kategoride yer alan ‘Kesin Korunacak Alanlar’ ise Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilecek.
’RANT’ YANITI
Kesin korunacak alanların ve nitelikli doğal koruma alanlarının çevresinde yer alan ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’nda düşük yoğunluklu turizm ve konuta izin verileceğini belirten Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy, ‘rant’ kaygılarına karşı şunları söyledi: “Biz bu alanları yeniden değerlendirirken ekolojik, jeolojik, morfolojik yönden gözetip derecelerinin değiştirilmesi, kapsamdan çıkarılması gerekenlerin ayıklanması gibi zor bir çalışma yürütüyoruz. Bir yandan rant diğer yandan bizim bu alanları koruma hassasiyetimiz zaman zaman değişik çatışma ve sürtüşmelere sebebiyet verecek görünüyor. Buralar kıymetli yerler. Çok dikkatli davranılması gerekiyor. Ama bizim gözümüzden kaçsa bile vatandaştan, sivil toplumdan kaçmıyor. Aynı imar planları gibi askıya çıkıyor. Bütün kurumlara belediyelere, ticaret sanayi odalarına gönderilerek görüşleri isteniyor. Bütün halk, sivil toplum kuruluşları vakıf oluyor. İtiraz olursa, yeniden inceleniyor.”
ESKİ SİSTEM
Yapılan çalışmalar sonucunda 1, 2 ve 3. derece sit alanı olarak ifade edilen ve jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip, yer üstünde ve yer altında veya su altında bulunan korunması gereken alanlar yeniden tanımlandı. Sınırlar kimi yerde büyüdü, kimi yerde ise küçüldü ya da derecesi değişti. Birinci derece sit alanları bilimsel çalışma dışında korunması gereken alanlar; ikinci derece sit, turizm ve hizmete yönelik yapılar dışında yapılaşmaya izin verilmeyen alanlar; üçüncü derece sit ise yörenin ihtiyacına göre konut kullanımına da açılabilecek alanları ifade ediyordu.
YENİ SİSTEM
Yeni sistemde ise ender alanlar 3 kategoriye ayrıldı. Kesin Korunacak Alanlar, Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilecek ve bilimsel araştırma dışında hiçbir şekilde girişime izin verilmeyecek. ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanları’ doğal yapısı değişmemiş veya az değişmiş, insan faaliyetlerinden etkilenmemiş, doğal hayata dayalı geleneksel yaşam şekillerinin korunduğu alanlar. Çevre Bakanlığı’nın yaptığı tanıma göre üçüncü kategoride ise ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ bulunuyor. Buralar, kesin korunacak ve nitelikli koruma alanlarını etkileyen ve bu alanlarla bütünlük sağlayan yerleri ifade ediyor.
‘3. DERECE’ KONTROLLÜ KULLANIMA AÇILIYOR
Sit alanlarını sil baştan düzenleyen çalışmayla ilgili Hürriyet’e bilgi veren Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy, “Türkiye’deki sit alanlarını 21 bölgeye ayırarak yapılan çalışmada sona gelindi. Urfa bölgesi hariç yıl sonuna kadar tüm çalışmalar tamamlanmış olacak. Tüm sit alanları gözden geçirildi. İlk iki kategoride inşaat olmayacak; ama üçüncü kategoride, yani ilk iki kategorinin çevresindeki alanlarda düşük yoğunluklu konut ve turizm tesisine izin verilecek. Dünyadaki gibi koruma kullanma dengesi göz önüne alınarak sınırlar yeniden belirlendi” dedi.
Hürriyet, Haber: Aysel Alp, 28.11.2016
|
AHIRA SAKLADIĞI YARIM MİLYONLUK ESER ELE GEÇİRİLDİ

Bursa'da bir ihbar üzerine Karacabey İlçesi'ndeki bir
kişinin ahırına ve tarlasına baskın düzenleyen
jandarma, Roma dönemine ait yarım milyon lira
değerindeki mezar rölyefi ile bir mezar steli ve
çeşitli sikkeler ele geçirdi.
Bir ton ağırlığındaki mermerden rölyefin üzerinde
erkek ve kadın başı, ata binmiş kral ve sohbet eden
bir erkek ile kadın kabartmaları bulunuyordu. Bu
mezar rölyefinin piyasa değerinin 500 bin lira
olduğu belirtildi. C.O'ya ait tarlada da üzerinde
kutsama yapan rahip ve kadın figürlerinin bulunduğu
ve piyasa değerinin 100 bin lira olduğu
değerlendirilen bir mezar steli ele geçirildi.

İş yerinde yapılan aramada da Roma dönemine ait 25
bakır ve bronz sikke bulunan C.O. hakkında işlem
yapıldı, tarihi eserlere, C.O'nun 'define aramakta'
kullandığı dedektörle birlikte el konuldu. Eserler
vinç yardımıyla müzeye taşındı.
Cnn Türk,
28.11.2016 |
NEVŞEHİR'DE FİL DİŞİ FOSİLİ BULUNDU
Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Gümüşyazı
Köyü'nde, traktörle tarlasını süren vatandaş fil dişi
fosili buldu.

Traktörle tarlasını
sürerken toprak yüzeyine çıkan taşlaşmış parçaları
bir araya getiren Ali Kale,
Nevşehir Müze Müdürlüğüne bilgi verdi.
Yetkililer, köye gelerek
parçalar üzerinde yaptığı incelemede, yaklaşık
bir metre uzunluğundaki fosil parçaların fil dişine
ait olduğunu tespit etti.
Kale, AA muhabirine yaptığı açıklamada, buğday
ekimi için tarlasını sürdüğü sırada
karşılaştığı cisimlerin dikkatini çektiğini,
parçaları biraya getirdiğinde ise fil dişine
benzer bir şeklin ortaya çıktığını anlattı. Köye
gelerek incelemede bulunan müze yetkilileri ise
cismin Gülşehir çevresinde çokça bulunan fil
dişi fosili olduğunu ifade etti.
Daha önce ilçeye bağlı Tuzköy, Yeniyaylacık
ve Karacaşar köylerinde benzer kalıntılara
rastlandığı, parçaların Nevşehir Müzesi'nde
sergileneceği kaydedildi.
Milliyet,
28.11.2016
|
SULTANAHMET CAMİSİ RESTORE EDİLECEK
Osmanlı mimarisinin ilk ve tek 6 minareli camisi
olan çinileri dolayısıyla yabancı turistlerin "Mavi
Cami/Blue Mosque" diye tanımladıkları Sultanahmet
Camisi, 400 yıllık tarihinin en kapsamlı
restorasyonundan geçilerek, hatalı onarımlardan
kurtarılacak.

Osmanlı padişahı I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar
Mehmet Ağa'ya, tarihi yarımadada Ayasofya'nın
karşısına yaptırılan Sultanahmet Camisi, 1616
yılında ibadete açıldı. İznik'te yapılan 20 bini
aşkın çiniyle bezendiği, yarım kubbeleri ve büyük
kubbesinin içi de mavi ağırlıklı kalem işleri ile
süslendiği için yabancı turistlerin "Blue Mosque"
olarak adlandırdığı Sultanahmet Camisi, Osmanlı
mimarlığının ilk ve tek 6 minareli camisi olma
özelliği taşıyor.Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi
ile Marmara ve İstanbul Boğazı'ndan geçenlerin
gözlerini alamayacağı bir görüntü oluşmasına katkı
sağlayan Sultanahmet Camisi, Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından restorasyon kapsamına alındı.
YAKLAŞIK 3,5 YIL SÜRECEK
AKP iktidarları döneminde İstanbul'daki orta
ve büyük ölçekli camilerin restorasyonlarını
tamamlayan ya da devam ettiren Vakıflar Genel
Müdürlüğü, her gün yerli ve yabancı turistlerin
akınına uğrayan Sultanahmet Camisi'nde, yaklaşık 3,5
yıl sürecek restorasyon için çalışmalarını
tamamladı.Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem,
restorasyon için hazırlıkların sona erdiğini
belirterek, ihale sürecinin tamamlanması ve kışın
atlatılmasının ardından bahar aylarında çalışmaların
başlayacağını söyledi.
"Sultanahmet Camisi restorasyonu bizim
İstanbul'daki final restorasyonlarımızdan olacak"
ifadesini kullanan Ertem, kentte orta ve büyük
ölçekli bütün camilerin restorasyonlarının ya
tamamlandığını ya da devam ettiğini
anlattı.İstanbul'da büyük ölçekli olarak Rüstem Paşa
Camisi, Yeni Cami ve Beyazıt Cami'sinin
restorasyonlarının devam ettiğini dile getiren
Ertem, "Sultanahmet Camisi son restorasyonundan
bugüne 30 seneyi aşan bir zaman geçti. Buranın bir
şansı 80'li yıllarda restorasyon gördü, tıpkı
Edirne'deki Selimiye Camisi gibi. Şimdi de 30 sene
sonra tekrar restorasyona alacağız. Bu en kapsamlı
restorasyonlardan birisi olacak" diye konuştu.
Genel Müdür Ertem, Sultanahmet Camisi'nin
zemininde yer altı sularından kaynaklı sıkıntı
bulunduğunu belirterek, şöyle devam etti:"Buranın
temel sıkıntısı; 30 yıl önceki restorasyonda zemin
altında bir çalışma yapılmadı. Bugüne kadar
yaptığımız çalışmalarda zemin altı röntgenini
çektik. Bu röntgen çekimleri sonrasında baktık ki,
statik problem yok ama yeraltı sularından kaynaklı
sıkıntı var. Mesela buraya kış ve bahar aylarında
gelenler, yağmur sularının tahliye edilemediğine
şahit olmuşlardır. Bunu gidermek için kapsamlı bir
çalışma yapacağız. Bu gerekirse tahliye kanallarının
açılması, güçlendirme olabilir. Bu çerçevede
bakacağız ve çalışmaları ona göre yapacağız. 30 yıl
önceki restorasyondan farkı bu olacak."
MİNARELERDEN BİRİ ONARILDI
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, acil müdahale
gerektirdiği için minarelerden birinin onarıldığını
hatırlatarak, diğer minarelerde de tahribatı görünce
çalışmayı minare minare yapmaktansa kapsamlı
restorasyona geçmeye karar verdiklerini
aktardı.Ertem, 10 yıldır çalışma prensiplerini
değiştirdiklerini ve artık kısmi değil bütüncül
restorasyon gerçekleştirdiklerini dile getirerek,
"Şu anda Avrupa yakasında 39, Anadolu yakasında 10
restorasyon devam ediyor. Türkiye genelinde de 250
şantiyemiz açık. Bitenlerin yerine mutlaka yeni
restorasyonlar başlıyor. En fazla görünür yüzümüz
restorasyonlar. Bunun hem teşkilatın, kurumun
tanıtılması hem ihtiyaçların giderilmesi hem de
vakfedenlerin iradelerinin yerine getirilmesi
anlamında önemli bir fonksiyon olduğunu düşünüyoruz"
ifadelerini kullandı.
"ÇİNİLER ÇALINMIŞ"
Sultanahmet Camisi'nin çinilerinin önemine işaret
eden Ertem, şu değerlendirmede bulundu:"Ne yazık ki,
bugüne kadar birçok yerde çiniler çalınmış
vaziyette, hem yazı hem de çini pano olarak
çalınmış. Eskiden çalınan yerler için çözüm
üretilmiyordu, oralar tamamlanmıyordu. Anıtlar
Kurulunun aldığı karar çerçevesinde orijinaline
uygun, birebir aynısını yaparak bu çinilerin
tamamlanmasıyla alakalı çözüm üretildi. Biz de
restorasyonda uygun çinileri üreteceğiz."
İBADETE AÇIK OLACAK
Adnan Ertem, caminin, restorasyon esnasında
ziyarete ve ibadete açık olmasını sağlayacak bir
ortam oluşturacaklarını belirterek, Yeni Cami'de,
ses izolasyonu sağlayan iskele sayesinde alt tarafta
ibadet edilirken, üst tarafta çalışmalara devam
edildiğini anlattı.Camide kapsamlı bir restorasyon
yapılacağını belirten Ertem, "Uzun bir restorasyon
süresi olacak. Öngörülen süre 2020 yılının ortasına
geliyor. Çalışmaları hızlandırarak, ekibi
güçlendirerek, öngöremediğimiz hususlar da az
çıkarsa restorasyonu 2020 öncesinde tamamlamayı
düşünüyoruz" dedi.
RESTORASYON KAPSAMINDA YAPILACAKLAR
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, restorasyon
kapsamında yapılacak çalışmaları da şöyle
sıraladı:"Cami üst kurşun örtüsü sökülerek
yenilenecek. Cami genelinde cephe temizliği
yapılacak. Cami iç ve dışındaki yonutaşı ve mermer
kaplamalarının raspa, sağlamlaştırma ve ıslah
çalışmaları yapılacak. Restorasyonu tamamlanan M1
minare haricindeki diğer minareler de aynı
metotlarla restore edilecek. Cami içindeki çinilerin
konservasyonları yapılacak. Ahşap ve sıva
yüzeylerinde bulunan mevcut kalemişleri raspa
edilecek, özgün kalemişleri temizlenecek ve ihya
edilecek. Özgün sıvalar sağlamlaştırılacak. Cami içi
döşeme kaplamaları tamir edilecek. İç avludaki
mermer döşemelerin, sütunların konservasyonları
yapılacak. Cami bünyesindeki ahşap kündekarilerin
kapsamlı konservasyonları yapılacak. Klasik lokmalı
demir parmaklıkları tamir edilecek. Dış avluda çevre
düzenlemesi gerçekleştirilecek. Tuvaletler
yenilenecek."
Milliyet, 27.11.2016
|
DİYARBAKIR SURLARI, ÇİN SEDDİNİ GERİDE BIRAKTI
Diyarbekir Tanıtma ve Kalkındırma Derneği Başkanı
Abdulkadir Arslanoğlu, Diyarbakır Surları'nı Çin
Seddi'nden sonra en uzun ikinci sur olarak
bildiklerini fakat bu yanlışın UNESCO tarafından
düzeltildiğini söyledi.
Diyarbekir Tanıtma ve Kalkındırma Derneği Başkanı
Abdulkadir Arslanoğlu, kentin simgesi haline gelen
surların yanlış bilinenleri ile ilgili açıklamalarda
bulundu. Arslanoğlu,
Diyarbakır Surları'nın bu güne kadar
Çin Seddi'nden sonra en uzun en geniş ikinci
suru diye bilindiğini fakat
UNESCO’nun yanlış bilinen hadiseyi düzelttiğini
ifade etti. Arslanoğlu, “Şöyle, Diyarbakır Surları
Çin Seddi'nden çok farklı olarak, alelade bir set
değildir, Diyarbakır Surları'nın onlarca burcu
vardır ve burçları üzerinde taş işlemeciliğin
zirvesinde olan kitabeler, yazılar, kabartmalar ve
oymalar vardır. Bu yönüyle de Diyarbakır Surları
dünya çapında benzeri olmayan tarihi ve kültürel bir
mirastır” dedi.
“DİYARBAKIR OLAYLARLA ANILMASIN”
Dünyanın ikinci bir yerinde benzeri bulunmayan
Diyarbakır Surları'nın 6 bin yıllık geçmişinin
olduğunu aktaran Arslanoğlu, şunları söyledi:

“Diyarbakır Surları, onlarca medeniyetten izler,
eserler ve emareler bulabileceğiniz muhteşem bir
yapı. 2015 yılında UNESCO Dünya Kültür Miras
Listesi’ne valiliğin yoğun gayretleri sonucunda
Diyarbakır Surları'nı aldı. Diyarbakır Surları ile
alakalı 1046 senesinde İranlı seyyah Nasırı Hüsrev
şöyle bir ifade kullanıyor, ‘Hint, Arap, Acem ve
Türk ülkelerini gezdim, gittiğim hiçbir yerde
çevresinin tamamı surlarla kaplı olan, çevrili olan
ikinci bir şehir görmedim. Aynı zamanda böyle
muhteşem bir unsur gördüm diyeni de görmedim’ demek
suretiyle yaklaşık 10 asır önce Diyarbakır
Surları'na olan hayranlığını bu şekilde açıklıyor.
Dolayısıyla, Diyarbakır’ın bugünden itibaren
terörle, şiddetle, kaosla, anarşi ile değil,
sınırları içinde bulunan manevi, tarihi, kültürel
değerleri ile gündeme gelmesi gerekiyor. Diyarbakır
Surları Diyarbakır’ı dünya çapında tarih turizminin
kalbinin attığı bir şehir haline getirebilecek bir
potansiyele sahip. Dolayısıyla Diyarbakır
Surları'nın duyurulması ve yurdumuzun muhtelif
yerlerinde ikamet eden yurttaşlarımızın Diyarbakır
Surları'nı ziyaret için Diyarbakır’a gelmelerini
bekliyoruz.”
Milliyet, 26.11.2016
|
3800 YILLIK DÜŞÜNEN ADAM HEYKELİ BULUNDU

İsrail Antika Merkezi'nin öncülüğünde Yehud
bölgesinde kazı çalışması gerçekleştiren
arkeologlar, 3 bin 800 yıllık bir 'düşünen adam'
heykeli bulduklarını açıkladı.
18 santimetre
boyundaki heykelin Bronz Çağı'nın ortalarında
yapıldığını belirten araştırma ekibinin başındaki
Profesör Gilad Itach, “Bu dünya üzerinde bulunmuş en
eski 'düşünen adam' heykeli. Figür bir taşın üzerine
oturmuş. Elleri çenesinin üzerinde. Bir düşünce
içerisinde olduğu açıkça görülüyor" diye konuştu.
Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in 1904
yılında tamamladığı ünlü eseri 'Düşünen Adam', uzun
yıllardır felsefi düşünceyi anlatan bir simge olarak
kullanılıyor.
Yeni Şafak, 26.11.2016 |
BİLİM İNSANLARINDAN TARİHİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF
Johannesburg kenti yakınlarındaki mağarada 15 farklı
vücuda ait 1500 fosilleşmiş iskelet parçası bulundu.
Johannesburg’daki Witwatersrand Üniversitesi’nden
Profesör Lee Berger, “Size insan atasını yeni türünü
tanıştırmaktan memnuniyet duyuyorum” dedi.
Evrim çalışmaları için dönüm noktası olduğu
belirtilen keşif tüm dünyada merak uyandırdı. Yeni
türe, bulunduğu mağaranın adı olan “yükselen
yıldız”a atfen “Homo Naledi” ismi verildi. “Naledi”
Afrika yerlilerinin konuştuğu bir dil olan
Sesotho’da ‘yıldız’ anlamına geliyor. Uzmanlar
kemiklerin yaşını henüz tespit edemedi fakat Homo
Naledi’nin öldükten sonra mağaraya getirildiğine
inanıyor. “Tarihte ölüm sonrası düzenlenen
ritüellerin sadece Homo Sapiens’e ait olduğunu
düşünüyorduk” diyen Berger, keşifle beraber bu
inancın yerle bir olduğunu ifade ediyor.
Kalıntıları bulan araştırmacılar henüz bu
canlıların ne zaman yaşadığına dair bilgileri
kesinleştiremedi; ancak ekibin başında bulunan
Profesör Lee Berger, Naledi türünün Homo cinsinin
ilk örnekleri arasında sayılabileceğine ve Afrika’da
üç milyon yıl öncesine dayandığına inanıyor. Ancak
bu alanda çalışan meslektaşları gibi Berger de
‘kayıp halka’ tanımını kullanmaktan kaçınıyor ve
Naledi’nin daha ilkel primatlar ile insanlar
arasında bir ‘köprü’ olarak görülebileceğini
söylüyor.

SANKİ DOĞA İNSANIN EVRİMİNE DAİR DENEYLER
YAPIYORDU…
Afrika kıtasında ilk kez
insanın akrabalarına ait bu kadar çok fosil bir
arada bulundu. Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nden
Profesör Chris Stringer, Naledi’nin önemli bir keşif
olduğunu söyledi: “Sanki doğa insanın ne şekilde
evrileceğine dair deneyler yapıyordu da insan
benzeri canlılar Afrika’nın farklı bölgelerinde
birbirine paralel bir şekilde ortaya çıkıyordu.
Bunlardan sadece biri insanı ortaya çıkaracak
şekilde hayatta kaldı.”
Kemiklerin bu kadar iyi
korunmuş bir halde günümüze kadar gelmesi bilim
insanlarını şaşırtıyor. Homo naledi Afrika’da
bulunan diğer ilkel insanlara benzemiyor. Bir
gorilinki kadar küçük bir beyne sahip. Leğen kemiği
ve omuzları çok iyi gelişmemiş. Fakat kafatasının
yapısı, dişlerin küçüklüğü ve karakteristik uzun
bacaklar ve modern görünümlü ayakları nedeniyle
insan cinsi kategorisinde değerlendiriliyor.
SEMBOLİK DÜŞÜNCE KAPASİTESİNE SAHİP
OLABİLİR
Aydınlanmayı bekleyen sorun bu
kalıntıların mağaraya nasıl girdiği. Johannesburg
yakınlarındaki Rising Star mağarası ‘İnsanlığın
Beşiği’ olarak bilinen bir bölgede bulunuyor.
Mağaranın devamında dar bir yeraltı tüneli var.
Berger’in ekibi National Geographic Society’nin
desteğiyle buraya giriyor. Tünel çok dar olduğu için
zayıf kadınlar gönderiliyor. 20 dakikalık bir
sürünmenin ardından yüzlerce kemiğin bulunduğu
bölüme giriliyor.
Homo Naledi’nin bu kişileri
belki de kuşaklar boyunca bilerek mağaraya taşıyıp
bıraktığı sanılıyor. Bu kanıtlanırsa Naledi’nin
ritüel içeren davranışlarda bulunma ve muhtemelen
sembolik düşünce kapasitesine sahip olduğu
belirlenmiş olacak. Bu durumda, bunun sadece son 200
bin yıl içinde ortaya çıkan insana özgü olduğuna
ilişkin inanç eskimiş olacak.

İNSAN MI, DEĞİL Mİ?
Prof.
Berger Naledi’yi insan olarak tanımlamak istemiyor.
Prof. Stringer ise Naledi’nin ilkel insan olarak
nitelendirilebileceğine inanıyor. Fakat mevcut
teorilerin gözden geçirilmesi gerektiği ve insanın
evrim tarihinin zengin ve karmaşık olduğu, yeni yeni
aralandığı konusunda hemfikir.
Sözcü, 25.11.2016
|
KAYSERİ'DE 881 YILLIK SELÇUKLU HAMAMINA RESTORASYON

Melikgazi Belediyesi, 881 yıllık Selçuklu
eseri Gülük Hamamı'nı aslına uygun restore edip,
yeniden hizmete sokacak.
Melikgazi Belediye
Başkanı Memduh Büyükkılıç’ın girişimleri ve desteği
ile Gülük mahallesinde bulunan tarihi hamam restore
edilerek tekrar hayat bulacak. 1135 yılında inşa
edilen ve 1210 yılında Danişmentlilerden
Yağıbasanoğlu Mahmud’un kızı Atsız Elti Hatun
tarafından onarılan tarihi hamama ilişkin
değerlendirmelerde bulunan Başkan Memduh Büyükkılıç,
Gülük Hamamı’nın, tarihi ve kültürel miras açısında
önemli bir eser olduğunu belirtti. Büyükkılıç,
''İlçemizin en önemli tarihi varlıklarından birisi
olan Gülük Hamamı, yaklaşık 881 yıllık geçmişe
sahip. Tarihi Selçuklu eseri hamamın kısa sürede
aslına uygun restorasyonunu yapıp Melikgazi’mizin ve
Kayseri halkımızın hizmetine sunulması ve bu
kültürel mirasımızın korunup tekrar ülkemize kaplıca
turizm merkezi olarak kazandırmayı hedefliyoruz.
Hamamın restorasyon projeleri çizildi, ihale süreci
ve akabinde de restorasyon çalışmaları başlayacak.
Bu kültürel mirasımız restorasyonu tamamlandığında
ilçemize bir doğal mirası daha kazandırmış olacağız"
dedi.
Hürriyet, 24.11.2016 |
ŞANLIURFA'DA TARİHİ MOZAİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi'nden
yapılan yazılı açıklamaya göre, Urfa Kalesi
çevresinde 10 ay önce yürütülen
çalışmalarda, bazı kaya mezarlarına rastlandı. Bunun
üzerine arkeologlarca bölgede yapılan kazı
çalışmalarında, 80'e yakın kaya
mezarı bulundu.
Kaya mezarlarında
araştırmalarını sürdüren arkeologlar, 5 mezarda
taban mozaiklerinin yer aldığını
tespit etti. Arkeologlar, yaptıkları çalışmalarla,
yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen
mozaikleri gün yüzüne çıkardı.
Süryanice yazıtlar ve
ince işlemelerin yer aldığı mozaik ile kaya
mezarlarının, MÖ 132 ve MS
639 yılları arasında Şanlıurfa'da hüküm süren Edessa
Krallığı dönemine ait olduğu tahmin ediliyor.
"Bu mirası dünyaya sunacağız"
Şanlıurfa Büyükşehir
Belediye Başkanı Nihat Çiftçi, Şanlıurfa'nın
kültürleri barındırarak bugüne kadar geldiğini
belirtti.
Urfa Kalesi
çevresindeki çalışmalarda tarihi eserlerin ortaya
çıktığını ifade eden Çiftçi, şunları kaydetti:
"Çalışmalarımız
özellikle milattan sonra 2. ve 3. yüzyıldaki yaşam
mağaralarına ulaşmış durumda. Burada ortaya çıkan
taban mozaiklerine baktığımız zaman defnedilen
kişilerin resimlerinin işlenmiş olduğunu görüyoruz.
Proje çalışmalarımızın bitimiyle bu alanlarımızı
turizme kazandıracağız. Yerli ve yabancı turistler
bu alanlarda gezecek. 2 bin yıl öncesine uzanan
tarihsel alandaki bu kültürü bilimsel olarak
öğrenmiş olacaklar. Şanlıurfa çok zengin bir tarihe
sahip. Biz de bu mirası dünyaya sunacağız."
Anadolu Ajansı, Haber: Mehmet Fatih Aslan,
13.11.2016
|
20 - 26 Kasım 2016
|
KYME ARKEOLOJİ
MÜZESİ VE KAZIEVİ BAKIMSIZ BIRAKILARAK TAHRİP
EDİLİYOR
İzmir Aliağa’da geçtiğimiz yıllarda içi boşaltılan
ama tepkiler üzerine eserleri yeniden yerleştirilen
Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi bu sefer bakımsız
bırakılarak tahrip ediliyor.
Güvenliği sağlanmayan müzenin
kendi haline bırakılması birçok tehlikeye davet
çıkarıyor. Müzenin camları kırılmış, kapıları tahrip
edilmiş, bahçesi çöplüğe dönmüş durumda.
Müzenin içinde Kyme antik
kentinden çıkarılmış bir çok tarihi eser bulunuyor.
Müzenin pencerelerinden içeriye bakıldığında tarihi
eserler rahatlıkla görülebiliyor. Kapısı tahrip
edilmiş müzenin, eserleri çalınma riski altında.
Kyme Arkeoloji Müzesi ve
Kazıevi’nin kendi haline bırakılmasına Doğal ve
Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü Ahmet Tuncay
Karaçorlu tepki gösterdi. Kyme Arkeoloji Müzesi ve
Kazıevi’nin Aliağa halkına kültürel alanda önemli
bir kazanç alanı olabileceğini söyleyen Karaçorlu,
ziyarete açılmayan ve bakımsız bırakılan müzenin
Aliağa halkının geleceğinden yıllarca çalındığını
belirtti. Karaçorlu, müzenin korunması için “Kültür
ve Turizm Bakanlığını bir kez daha göreve
çağırıyoruz!” dedi.
Ahmet Tuncay Karaçorlu’nun
yaptığı açıklama şu şekilde:
1990’lı yıllarda, dönemin
Belediye Başkanlığı ve İtalyan Arkeolog, Ordinaryus
Profesör Sebastiana Lagona’nın da girişimleriyle,
yapımına başlanmış ve tamamlanmış Aliağa Kyme
Arkeoloji Müzesi, hala bakanlık tarafından
tamamlanmamış durumda!
Bir İtalyan Üniversitesi ve
Aliağa Belediyesi sorumluluğunda olan kazı alanı ve
arkeoloji müzesi, birkaç yıldır uyarmamıza rağmen
öğrencilerimize, ilgililere ve Aliağa halkına
açılmamış durumda. Yetkisiz ve sorumsuz bir
arkeologun verdiği onaylarla sadece müze tehlike
altında olmadığı gibi, aynı zamanda kazı bölgesinde
verilen koruma yasasına aykırı izinlerle, SOCAR ve
NEMPORT liman şirketlerinin eline terk edilmiş
durumda.
Aliağa halkına kültürel
alanda önemli bir kazanç alanı olabilecek olan müze,
Aliağa halkının geleceğinden de yıllarca çalınmış
durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı bir kez daha
göreve çağırıyoruz!
Ahmet Tuncay Karaçorlu
Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü
Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Kurucu Başkanı
dagmedya.net, 24.11.2016
|
MUMYANIN
KALBİNDEKİ KUTUDAN AŞK ÇIKTI
Fransa’da Rennes arkeologları tarafından yapılan
kazılarda kıyafetleriyle gömülen kadın mumya dikkat
çekti. Aradan 350 yıl geçmesine rağmen
kıyafetlerinin nasıl bu kadar korunduğu da merak
konusu oldu.
KALBİNDEKİ KUTUDA
EŞİNİN İSMİ YAZIYOR
Kalbinin üzerinde bulunan bir kutuda eşinin ismi
yazan kadının soylu bir aileden geldiği anlaşılıyor.
Soylu mumya kadının
üzerinde şapkası, yün bir pelerini ve eşek
derisinden yapılmış mantar tabanlı bir de ayakkabısı
bulunuyor.
Sözcü, 24.11.2016
|
Mısır'da arkeologlar, 5 bin yıldan daha eskiye
dayandığını düşündükleri bir antik kent buldu.
Yapılan kazılarda; evlere,
araç gereçlere, çömleklere ve devasa mezarlara da
rastlandı.

Keşfedilen antik şehir Nil
Nehri boyunca uzanıyor.
BBC Türkçe'nin haberine göre
şehir, her yıl binlerce turist tarafından ziyaret
edilen ve dünyanın en büyük açık hava müzesi olarak
adlandırılan Luksor şehri ile Antik Mısır'ın en eski
kentlerinden biri olan Abidos'a da yakın.
Arkeologlar, burada bulunan
15 büyük mezarın kutsal kent Abidos'ta bulunan kral
mezarlarından bile daha büyük olduğunu söylüyor.

Ayrıca mezarların
büyüklüğünün, yüksek sosyal statüye sahip kişilere
ait olduklarını da gösterdiği düşünülüyor.
Kentin önemli devlet yetkilileri ve lahit inşa
edenlere ev sahipliği yaptığı ve erken dönem antik
Mısır zamanları boyunca geliştirilmiş olabileceği
kanısı hakim.
Odatv, 24.11.2016
|
PRUSİAS AD HYPİUM
ANTİK KENTİNDE ARKEOPARK KURULUYOR
Düzce Belediyesi tarafından hazırlanan ve Doğu
Marmara Kalkınma Ajansınca desteklenen "Doğu Marmara
Antik Kent Projesi" kapsamında, "Batı Karadeniz'in
Efesi" olarak adlandırılan "Prusias ad Hypium Antik
Kenti"ne arkeopark yapılıyor.
Belediyeden yapılan
açıklamaya göre, Konuralp Mahallesi'nde, aslan
pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları ve
kemerli geçitleriyle varlığını koruyan antik
tiyatro, su kemerleri ve Roma Köprüsü gibi yapıların
da yer aldığı antik kent bölgesinde arkeopark
çalışmaları başladı.
Düzce Belediyesi
koordinesinde yürütülen çalışmalar kapsamında, antik
kentin bulunduğu alana oturma ve dinlenme amaçlı
yapılan parkın yaklaşık 2 bin metrekarelik alana
sahip olması planlanıyor.
Arkeopark çalışmalarının da
içinde bulunduğu 1 milyon 215 bin liralık bütçeye
sahip "Doğu Marmara Antik Kent Projesi" kapsamında
bölgede "Açık Hava Kent Müzesi" oluşturulacak ve ev
pansiyonculuğunun yaygınlaştırılması sağlanacak.
Turistlere görsel bir seyir
alanı oluşturulması hedeflenen çalışmada, Turizm
Enformasyon Ofisinin de kurulacağı alanda tarihi,
doğal ve kültürel mirasın korunmasına katkı
sağlanarak Konuralp'in turizm ayağının ön plana
çıkartılması amaçlanıyor.
"Doğu Marmara Antik Kent
Projesi"nin 2017 yılı içerisinde tamamlanması
bekleniyor.
Anadolu Ajansı, Haber:
Ömer Faruk Cebeci, 23.11.2016
|
Dünya’da yaşam ne zaman başladı? Yıllardır bu soruyu
cevaplamak için birçok kazı yapıyoruz ve jeolojik
kanıtlar arıyoruz. Küresel ısınmaya teşekkür edelim,
çünkü en eski yaşam kanıtını barından fosil bulundu.
WebTekno'nun Futurism'den aktardığı habere göre,
dünya üzerindeki yaşamı 220 milyon yıl daha geriye
götüren bu fosil ile, Dünya üzerindeki ilk yaşam
buluntusunun tarihi 3.7 milyar yıla çıktı.
Grönland’ın Isua kayalıklarında, araştırmacılar
küçük, koni şeklinde, yassı ve katmanlı 4 cm’lik
yapılar buldular. Bunlar kayanın yüzeyine
yayılmışlardı.
İncelemelerden sonra bilim insanları bunların
“stromatolitler” denilen mikroorganizmalar
tarafından yapıldığını ileri sürdü. Bu bakteriler
genellikle eski kayalarda bulunuyor ve yaşamın
doğduğu zamanı, gökyüzünün hala turuncu ve okyanusların
yeşil olduğu zamana dek geri götürüyor.
Aslında bu keşif 4 yıl önce yapılmış ama şimdi
açıklanmasının nedeni, bilim insanlarının bu konuda
emin olana dek testlere devam etmesi. New South
Wales Üniversitesi’nden Martin Van Kranendonk “Kesinlikle
ikna oldum, yaşam bu kadar geri gidiyor” dedi.
Dünya, 3.7 milyar yıl önce cehennemsi bir
görüntüye sahipti. Okyanuslar donuk durumdaydı.
Dönüş hızı hala çok fazla ve yüzeyi erimiş lavlarla
kaplı, çamurumsu bir yapıdaydı. Bu durum bile yaşamı
sonlandırabilirdi. Fakat bulunan kanıtlar yaşamın bu
ortamda bile var olduğunu bize kanıtlıyor.
Odatv,
23.11.2016
|
HATAY'DA YOL ÇALIŞMASINDA TARİHİ ESER BULUNDU
Defne İlçesi'nde Büyükşehir Belediyesince bir
kavşakta yapılan alt geçit çalışması sırasında Roma
dönemine ait mozaik ve dönemi henüz belirlenemeyen
hamam duvarı bulundu.

Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı
Lütfü Savaş, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Defne
Uğur Mumcu Alanı'nda sit bölgesi olmayan yerde
kavşak çalışması başlattıklarını belirtti. Savaş,
çalışma sırasında
Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen
kırılmış şekilde bir parça mozaik ve dönemi henüz
tespit edilmeyen hamam duvarı bulunduğunu söyledi.
Eserlerle ilgili
Antakya
arkeoloji Müzesi yetkilileriyle görüştüklerini
anlatan Savaş, Müzenin eserlerin bulunduğu kazı
çalışması başlattığını aktararak, şu değerlendirmede
bulundu:
''Bu aşamada bizim çalışmamız eserlerin olmadığı
diğer yerlerde devam ediyor. Kurtarma kazısının
bitmesinin ardından yolumuza kaldığımız yerden devam
edeceğiz. Orada çıkacak herhangi bir güzel eseri de
kaybetmek istemiyoruz. Bunun için de Müzemizle,
Anıtlar Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığıyla
çalışmayı tercih ediyoruz. Çalışmalarımız biraz
gecikecek ama olsun.
Hatay'ın tarihi bir öneme sahip olması nedeniyle
yaptığımız çalışmalarda birçok eserle
karşılaşabiliyoruz. Ancak bu bizi yıldırmıyor,
üzmüyor, kızdırmıyor. Bu coğrafyada çalışırken daha
ihtimamlı çalışmamıza sebep oluyor. Bu eserlerin
dünyayla paylaşılması, turizme katkısı ve şehrin
değerinin artırılması bizim için ayrı bir kazançtır.
Çalışmalarımızda gecikmeler olsa da iş uzasa da
ekonomik olarak daha çok para versek de bu şehrin
hak ettiği değerleri ortaya çıkarmak ve dünyayla
paylaşmak bunların çok üstünde bir değer taşıyor.''
Savaş, çalışmalar tamamlandıktan sonra ilçenin
güzel bir kavşak düzenlemesine sahip olacağını
sözlerine ekledi.
Milliyet, 23.11.2016
|
DODO İSKELETİ 430 BİN DOLARA SATILDI
İngiltere'de açık artırmada
satışa çıkartılan nesli tükenmiş dodo kuşunun
iskeleti 430 bin dolara
alıcı buldu.
BBC'nin haberine göre,
İngiltere'nin güneyinde Billingshurst Köyünde Summer
Place müzayede evinde satışa çıkarılan dodo
iskeleti, özel bir koleksiyoncu tarafından 430 bin
dolara satın alındı.
Müzayede evi
yetkilileri, yüzde 95'i tamamlanan iskeletin
parçalarının 40 yıl boyunca bir dodo meraklısı
tarafından toplandığını söyledi.
"Nesli tükenmiş güvercin cinsinden, uçamayan bir
kuş"
Dünya genelindeki
müzelerde yalnızca 12 dodo iskeletinin bulunduğu
belirtiliyor.
Nesli tükenmiş
güvercin cinsinden, uçamayan bir kuş türü olan dodo,
en son 16. yüzyılda Hint Okyanusu'nun Mauritius
Adası'nda Portekizli denizciler tarafından
görülmüştü.
Hindiden büyük,
ortalama 23 kilogram ağırlığındaki kuşun 1681
yılında neslinin tükendiği ifade ediliyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Murat Karadağ, 23.11.2016
|
ARKEOLOGLAR ŞAŞKIN, İNŞAAT TEMELİNDEN ÇIKAN TARİHİ
MEZAR SAYISI 18 OLDU
Muğla Milas İlçesi'nde yürütülen inşaat temeli kazısı
sırasında ortaya çıkarılan mezar sayısı 18 oldu.
Milas Hacıapti Mahallesi Fabrika Sokak'ta ortaya
çıkan mezarlar, arkeoloji camiasını ve vatandaşları
şaşırttı.
Milas Arkeoloji Müzesi ekipleri, yürütülen
çalışmalar sırasında daha önce hiç açılmamış bir oda
mezarına rastlamıştı. Şimdi de ekipler, 600
metrekarelik inşaat alanında yapılan çalışmalarda
ikinci olarak soylu bir aileye ait, 2 bin 400 yıl
önce inşa edildiği belirlenen oda mezarı buldu.

Hellenistik döneme ait olduğu belirlenen oda
mezarı açan arkeologlar ve uzmanlar, zengin bir
aileye ait olduğu düşünülen mezardan 103 eseri gün
yüzüne çıkardı.
Bulunan son mezarla birlikte inşaat temelinden
çıkan mezar sayısının 18'ye yükseldiği ve mezarların
hepsinin döneminin farklı olduğu belirtildi.
T24
Haber, 22.11.2016
|
ARKEOLOJİK
MAĞARAYA ZARAR VEREN MULTİMİLYONER İSPANYOL İŞADAMI
HAPSE GİRDİ
İspanyol multimilyoner iş
adamı, arkeolojik bir mağarayı tahrip ettiği
gerekçesiyle iki buçuk yıl hapse mahkum edildi.
Victorino Alonso, Pyrenees’te yer alan, MÖ 8.000
yılında ve Bronz çağda insanların yaşadığı bir
mağarayı genişletmek için mekanik kazıcıların
kullanılmasını emrederek “kültürel mirasa suçu”
işlediği iddiasıyla suçlu bulundu.
İspanya’da “Kömür kralı”
olarak da tanınan multimilyoner iş
adamı, mağarayı, Alonso’nun sahibi olduğu bir şirket
tarafından işletilen çevredeki avlanma alanında
yaşayan hayvanlar için barınak ve beslenme yeri
olarak kullandı.
Aragon bölgesindeki mağarada
yaşanan yıkım, işlenmiş kemiklerin, binlerce çanak
çömlek parçasının, 6000 yıllık bir mezarlığın ve
geometrik sanat örneklerinin yok olmasına neden
oldu.
Arkeologlar, mağaradaki
kalıntıların %90 kadarının yok edilmiş ve dağıtılmış
olduğunu söylüyor.
İspanya’nın ünlü
paleoantropologlarından Juan Luis Arsuaga, “Bu sanki
insanlık tarihinden bir sayfanın yırtılıp atılması
gibi bir durum. Burası, İber Yarımadasında tarımın
doğuşundan, pastoral aktivitelere kadar Avrupa için
ender rastlanabilecek bir mağaraydı.”
Alonso, mahkemeye yaptığı
açıklamada, mağaranın içine girerek kazma kararına
dahil edilmediğini söyledi. Mağaradaki yıkım 2007
yılında gerçekleşmişti fakat iki yıl boyunca rapor
edilmemişti.
İş adamı Alonso’nun,
hapis cezasına itiraz etmeyi planladığı
belirtiliyor.
arkeofili.com, Fotoğraf:
Museo de Huesco, 22.11.2016
|
"ÜÇ KIZ" HEYKELİ SALDIRIYA UĞRADI
Ordu’nun Altınordu
İlçesi'nde, kentin yöresel
türküsü olan ‘Tabya başında üç
kız yan yana’ türküsünden esinlenilerek
yapılan 3
kadın heykelinden biri, başı gövdesinden
ayrılarak tahrip edildi.
Ordu Belediyesi tarafından yaklaşık 10 yıl
önce, Taşbaşı Mahallesi'nde belirlenen, seyir
terası konumundaki açık alana kentin yöresel
türküsü 'Tabya başında 3
kız yan yana'dan esinlenerek 3
kadın heykeli yerleştirildi.
Zaman zaman üzerine yazılar yazılarak tahrip
edilen heykeller 3 yıl önce belediye tarafından
heykeltıraşlara temizletilerek tekrar yerine
konuldu. Yine tahrip edilmeye devam eden
heykellerden biri başı ile gövde kısmından
kırılarak zarar gördü. Kadın heykellerinin
tahrip edilmesi çevredekiler tarafından tepkiyle
karşılandı.
DİĞER HEYKELLER DE
ZARAR GÖRMÜŞTÜ
Dönemin
Ordu Belediyesi tarafından 4 yıl önce
düzenlenen 2'nci Uluslararası Taş
Heykel Sempozyumu'na katılan 8 heykeltıraş
tarafından 12 heykel yapılarak, kent
merkezindeki cadde ve parklara yerleştirildi.
Kadın heykelleri üzerine sprey boya ile 'Edep
yahu' yazılarak bazıları tahrip edildi. 30 Mart
2014 seçimlerinden sonra Ordu'nun büyükşehir
olmasıyla birlikte Uluslararası Taş Heykel
Sempozyumu sonlandırılarak, kadın heykellerin
kaldırılması için belediye tarafından anket
çalışması yapıldı. Ordu Büyükşehir Belediye
Başkanı Ak Partili Enver Yılmaz, toplumun genel
algısı, örf ve adet, ahlaki duyarlılık dikkate
alınmak suretiyle 8 ay önce 5 kadın heykelini
bulundukları park ve caddelerden kaldırtarak
Taşbaşı Kültür Merkezi (Taşbaşı Kilisesi)
bahçesine taşıtmış, burada belirlenen yerlere
yerleştirilerek sergilenmesini sağlamıştı.
Hürriyet, Haber: Nedim Kovan, 21.11.2016
|
TARİHİ EREĞLİ EVLERİ YENİDEN HAYAT BULACAK
Kocaeli'nin Karamürsel İlçesi'nde yer alan ve bazı Yeşilçam filmlerinin
de çekildiği 9 tarihi evin
restorasyonuna başlanacağı bildirildi.
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, kentteki
tarihi dokunun korunması amacıyla başlatılan
restorasyon çalışmalarının devam ettiği belirtildi.
Kentin her köşesinde
yer alan tarihi yapıların restore edilerek gelecek
kuşaklara miras bırakıldığı vurgulanan açıklamada, "Ereğli
Evleri Hayat Buluyor" projesi kapsamında
Karamürsel İlçesine bağlı Ereğli Mahallesi'nde
tarihi yapıların yeniden hayat bulacağı bildirildi.
Tarihi Ereğli
evlerinde bazı Yeşilçam filmlerinin de çekildiği
anımsatılan açıklamada,"Bugün adını balıkçılıkla
duyuran ve Osmanlı'dan günümüze küçük bir balıkçı
kasabası özelliğini koruyan Ereğli'de, yenileme
hareketi yaşanıyor. Bir zamanlar Yeşilçam
filmlerinin çekildiği bölgedeki tarihi evler
yenilenecek. Sahil yolunun kenarında yan yana uzanan
tarihi Ereğli evleri geçmişin ruhunu yaşatması için
restore edilecek. İmar ve Şehircilik Daire
Başkanlığı tarafından 9 tescilli evin restorasyon
projeleri hazırlanıyor. Projeleri tamamlanan ve
kamulaştırılan Çapalı Konak olarak tanınan yapı,
restore edilerek sosyal ve kültürel etkinliklerin
mekanı haline getirilecek. Ayrıca restorasyon
uygulaması kapsamında 2 parselde daha kamulaştırma
çalışması sürüyor. Ereğli evleri kendine has
yapıları ve dar sokaklarıyla dikkat çekiyor.
Ereğli'nin tuz ve yosun kokan deniz havasını evlere
yansıtan kültürel yapısı, dış mekanda balıkçılığı
andıran motiflerin kullanılmasında etkili
oldu."ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı,
Haber: Şengül Oymak, 21.11.2016
|
ÜÇ KUŞAKTIR 'KLAROS' İÇİN ÇALIŞIYORLAR

İzmir'in Menderes İlçesi'nde, Çelik
ailesi üyeleri, üç kuşaktır antik çağın en eski
"kehanet merkezlerinden" biri olan Klaros'da
çalışıyor.
119 yıl önce
keşfedilen ve elde edilen bulgularla antik çağın en
eski kehanet merkezlerinden olduğu belirlenen
Klaros'daki kazılar, o günden bu yana aralıklarla
devam ediyor.
Kazı çalışmalarında ve
güvenlik hizmetlerinde ise çalışanlar ağırlıklı
olarak yöre halkından seçiliyor. Üç kuşaktır alanda
çalışan Çelik ailesi de üstlendikleri görevlerle
tarihe hizmet veriyor.
Kazı alanında 25 yıl
çalıştıktan sonra emekli olan Çetin Çelik (60),
babası Mustafa Çelik'in 1950-1974 yılları
arasında Klaros'un ilk resmi bekçiliğini yaptığını
anlattı.
"Bu bizim için büyük bir gurur"
Klaros'daki panoda
babasının ve ağabeyinin fotoğraflarının bulunduğunu
aktaran Çelik, bunun kendileri için büyük bir gurur
olduğunu söyledi.
Çetin Çelik, babasının
İngilizce, Yunanca ve Almanca konuşabildiğini bu
nedenle yabancı kazı ekiplerince tercih edildiğini
aktararak, "Babam emekli olunca daha sonra ağabeyim
İsmail Çelik burada çalışmaya başladı. Fransızlar
burada kazı çalışması yaparken ben de onlarla
birlikte senede 1 ay çalışmaya başladım. Ağabeyim
daha sonra emekli oldu ama ben çalışmaya devam
ettim." dedi.
Yaşının ilerlemesi
nedeniyle kazı alanında çalışmakta zorlandığını ve
istemeyerek emekli olduğunu aktaran Çetin Çelik,
kendisinden sonra oğlunun işbaşı yaptığını söyledi.
"Buraya hiçbir zarar gelmesin diye gece gündüz
bekledik"
Kazı alanında 25 yıl
çalıştıktan sonra emekli olan Çetin Çelik (60),
babası Mustafa Çelik'in 1950-1974 yılları arasında
Klaros'un ilk resmi bekçiliğini yaptığını anlattı.
Yaşının ilerlemesi
nedeniyle kazı alanında çalışmakta zorlandığını ve
istemeyerek emekli olduğunu aktaran Çetin Çelik,
kendisinden sonra oğlunun işbaşı yaptığını söyledi.
Yöre insanı oldukları
için bölgeden uzaklaşmadıklarını, sürekli kazı
alanıyla iç içe olduklarını ifade eden Çetin,
"Burada büyüdük. Buraya hiçbir zarar gelmesin diye
gece gündüz bekledik. O sürede hiçbir şekilde
buradaki eserler zarar görmedi, kaçak kazı
yapılmadı. Şimdi oğlum da burada çalışıyor. Üç
kuşaktır burada çalışmak çok güzel bir duygu. Aile
olarak tarihi eserlere bağımız çok büyük. Biz burada
çalıştığımız için çok mutluyuz, huzurluyuz. Devamlı
burayı kontrol ediyoruz ve zevk alıyoruz burada
çalışmaktan." diye konuştu.
"İşimi büyük keyif alarak yapıyorum"
Klaros'da çalışan,
Çelik ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi Mustafa
Çelik (28) de 2008 yılında kazı ekibinde çalışmaya
başladığını ve işini büyük bir keyif alarak
yaptığını anlattı.
Askerlik görevini
tamamladıktan sonra alandaki gişede görev aldığını
ifade eden Çelik, "Burada üç kuşak arka arkaya
çalışmak bizim için büyük bir mutluluk. İçerideki
panolarda dedemin ve amcamın fotoğraflarını görmek
bizim için onur ve gurur verici. Şu an gişe
görevlisiyim, burada çalıştığım için çok mutluyum.
Dedemin ve amcamın anıları olduğu için buraya
geldiğimizde onlarla hep beraberiz. Nesilden nesile
bu böyle gidecek." şeklinde konuştu.
Anadolu
Ajansı, 21.11.2016
|
ÇAVUŞOĞLU'NDAN KİLİSE JESTİ
Beyoğlu Belediye
Başkanı Misbah Demircan İstanbul'un tarihine yakışır
bir geleneği yerleştirdi.
Adı, “BEYOĞLU SOHBETLERİ”.
Sohbet geleneği aslında İstanbul’un ta kendisi... İnanç ve insan zenginliği.
Her inançtan, her dilden, her kültürden, her ırktan insanların en samimi ve en sahici haliyle sohbeti.
Fikirlerin özgürce dile geldiği bir ortam.
Üstelik mekanı da çok anlamlı...
PERA PALAS...
Önceki gün konuk, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu idi.
Çavuşoğlu bütün samimiyetiyle her soruyu cevapladı.
Ama önce masadan bir not aktarmalıyım.
Bir ara Süryani Kilisesi’nden bir temsilci Bakan’ın kulağına bir şeyler söyledi.
Sonraki diyalog şöyle:
Bakan: “Olur mu öyle şey... Niye o kilise yapılmayacakmış... Bir dakika...”
Temsilci: “Evet, yer konusunda Vatikan izni gerekiyormuş...”
Bakan (Özel kalemine): “Lütfen hemen bu konuyu çözelim. Not alın. Hemen yarın... Gerekirse Vatikan nezdinde biz girişimde bulunup kilise için yer tahsisini çözelim.”
Ben önce ne olduğunu tam anlamadım.
Yanımda oturan Süryani Kilisesi’nden Yusuf Sağ’a sordum.
Sağ cevap verdi:
“Süryanilerin İstanbul’da kilisesi yoktur. O nedenle bir kilise arayışı oldu. Yeşilköy’de Vatikan’a bağlı bir vakıf arazisi var. Ancak bir türlü bürokrasi geçit vermedi. Gerçi oradaki papaz arkadaşımız çok iyi niyetli. Ama arsada bir de mezarlık olduğu için Vatikan’ın onayı gerekiyor. O nedenle Bakan Bey’den yardım istendi... O da büyük bir nezaket gösterdi. İşte insanlığın bu anlayışa ihtiyacı var.”
Evet, Yeşilköy’de yapılacak Süryani Kilisesi’nin önü, işte böyle bir Beyoğlu sohbetinde açıldı.
Mevlüt Bey’in bu tavrı, aslında insanlığın barış içinde yaşayabilmesinin en güzel örneğidir...
Keşke dünya bu olgunluğa gelse.
Çavuşoğlu’nun şu sözü de önemlidir:
“Bizim mutlaka o kilisenin yapımındaki engelleri kaldırmak için elimizden geleni yapmamız gerekir. Vatikan Büyükelçimizle de konuşalım. Niye? Çünkü biz her türlü inancın birlikte yaşayabileceğine inanıyoruz...”
Gerçekten de oturduğum masaya bakıyorum... Bir inanç zenginliği...
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Beyoğlu Belediye Başkanı Demircan, yanımda Türkiye Süryani Katolik Patrik Genel Vekili Yusuf Sağ, Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav Isak Haleva, Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin, karşımda Patrik Bartholomeos...
Peder Sağ, Mardin’den binlerce yıl öncesinin kültürünü anlatıyor. Sınıf arkadaşı işadamı Zeynel Abidin Erdem...
Az sonra Orhan Gencebay, “Batsın bu dünya”yı neden bestelediğini anlatıyor.
İnanç ve düşünce zenginliği, bir Beyoğlu gecesini, sanki insanlığın bütün inanç iklimlerinden, düşünce renklerinden yapılmış bir tablo gibi aydınlatıyor.
Dikkat ettim, o gece her konuşmacı, barış içinde bir arada yaşama isteğini anlattı.
Hürriyet, Fatih Çekirge, 21.11.2016
|
ABD İLE İKİNCİ İADE KRİZİ
FETÖ elebaşısı Gülen'den sonra ABD'yle şimdi de
Zeugma'dan çalınan mozaiklerin iadesi krizi
yaşanıyor.
SANAT MERKEZİNDE SERGİLENİYOR
Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nde sergilenen ve
MS 2'nci yüzyılın sonuna tarihlenen 'Çingene Kızı'n
kayıp kenar bordürleri, 2012'de
ABD'de çıktı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, eserlerin Ohio'daki Bowling
Green Devlet Üniversitesi'nin Wolfe Sanat
Merkezi'nde sergilendiğini belirledi.
BİLİMSEL RAPORLARI YOK SAYDILAR
Mozaiklerin Türkiye'den gittiğini ispatlayan
raporlar gönderildi. Üniversite, raporu 'yeterli'
görmedi, mozaiklerin yurtdışına yasadışı
çıkarıldığını ispatlayan doküman istedi.
Bakanlık, konunun
UNESCO'da gündeme getirilmesi için
Dışişleri Bakanlığı'ndan talepte bulundu.
MOZAİĞİ KAÇAKÇILAR ÇALDI
'Çingene Kızı' mozaiği, Maenad Villası'nın yemek
odasının tabanına ait mozaiğin kaçakçılardan geriye
parçaları arasında bulundu.
Milliyet, 21.11.2016
|
İKİNCİ BAYEZİD'İN HAMDULLAH'A YAZDIRDIĞI EFSANE
KUR'AN 513 SENE SONRA YAYINLANDI
Türkiye’de sessiz-sadasız çok güzel işler yapılıyor.
İşte, bunlardan biri: Yazma Eserler Kurumu, Türk
Hattı’nın İkinci Bayezid döneminde yaşamış olan
üstadı Şeyh Hamdullah’ın Topkapı Sarayı’ndaki meşhur
Kur’an’ının tıpkıbasımını yayınladı.
Kültür Bakanlığı’na bağlı
olan ve başında Prof.Dr. Muhittin Macit’in
bulunduğu “Yazma Eserler Kurumu”, Türk Hat
Sanatı’nın en önemli ismi kabul edilen ve hayattan
1520’de ayrılan Amasyalı Şeyh Hamdullah’ın 1503’te
İkinci Bayezid için yazdığı Kur’an’ın tıpkıbasımını
yayınladı. Türk hattatlarının sonraki asırlarda
tatbik ettikleri bütün yazı kurallarını içerisinde
bulunduran bu eser artık hat meraklılarının
ellerinin altında bulunabilecek.

Şeyh Hamdullah Kur’an’ının Fatiha ve Bakara Sureleri’nin yazılı olduğu sayfası
Topkapı Sarayı”
denince hatırımıza önce sarayın hazine dairesindeki
kıymetli taşlarla işlenmiş tahtlar, meşhur Kaşıkçı
Elması, Topkapı Hançeri, zümrüt askılar ve diğer
emsalsiz mücevher gelir.
Ama, sarayda az kişinin ve daha ziyade işin
erbabının bildiği bir başka hazine daha vardır:
Kütüphane...
Bu kütüphanede Hazine Dairesi’ndeki mücevherler
kadar kıymetli, hatta bazıları daha da değerli
elyazması eserler bulunur. Hükümdarlar tarafından
asırlar boyunca servet harcanarak toplanmış olan
bazıları minyatürlü bu elyazmalarının çoğu tek
nüshadır, yani dünyada başka örnekleri yoktur.
Hattından, yani yazısından mürekkebine, kağıdından
cildine kadar en kaliteli malzeme kullanılarak
hazırlanmış, tezhipleri yani sayfa süsleri o devrin
en önemli sanatçılarına yaptırılmış ve sarayın
kütüphanesinde yüzyıllar boyunca muhafaza
edilmişlerdir.

İkinci Bayezid
HER ÇEŞİT ELYAZMASI
Kütüphanedeki eserler sadece elyazması
kitaplardan ibaret değildir, burada en meşhur
sanatçıların eserlerinin yeraldığı minyatür
albümlerinden “kaatı” ve
“tırnak” vesaire gibi sanat eserlerine
kadar dünya kadar obje de mevcuttur.
Kültür Bakanlığı’na bağlı olan ve başında
Prof.Dr. Muhittin Macit’in bulunduğu
“Yazma Eserler Kurumu”, geçtiğimiz
günlerde sarayın bu gizli hazinelerinden birini,
15.-16. asır hattatlarından olan ve Türk Hat
Sanatı’nın en önemli isimlerinden olan Amasyalı Şeyh
Hamdullah’ın 1503’te İkinci Bayezid
için yazdığı Kur’an’ın tıpkıbasımını yayınladı.
Kur’an ile birarada olan ve hattat
Prof.Dr. Muhittin Serin’in hazırladığı tanıtım
kitapçığındaki önsözler de Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Kültür
Bakanı Nabi Avcı tarafından yazılmış.
Önce, Şeyh Hamdullah’ın kim
olduğundan ve hat sanatımızdaki yerinden kısaca
bahsedeyim:
Hamdullah, aslen Buharalı olan
bir Sühreverdi Şeyhi’nin oğlu idi, Amasya’da doğdu,
hattı Hayreddin-i Maraşi’den
öğrenerek icazet aldı, şehzadelik senelerinde
Amasya’da valilik eden Bayezid’in
yakınlarından oldu, Bayezid’in
Fatih Sultan Mehmed’in vefatından
sonra tahta çıkmasının adından Hamdullah
da İstanbul’a yerleşti, hükümdardan büyük saygı
gördü, zamanının en büyük üstadlarından kabul edildi
ve çok sayıda eser verdi. Yazdığı kırktan fazla
Kur’an, dua kitapları, levhalar ile çok sayıda
kitabe bugüne kadar geldi.

Hamdullah’ın ketebe, yani imza kısmı (sol sayfada, alttaki kısım): Hattat, “Bu Kur’an’ı saçlarım ağarıp başım titrerken yazdım” diyor
Hattatın yeni padişahla beraber İstanbul’a
yerleşmesi, bir yerde Türk hattının da dönüm noktası
oldu. O zamana kadar nisbeten sert görünümü olan
hat, Hamdullah’ın koyduğu estetik
kaideler çerçevesinde yumuşak ve daha zarif bir
şekle büründü. Türk Hat Sanatı, Hamdullah’ın
çizgisinde devam edip güçlü ve kendine mahsus bir
okul halini alırken, İslami yazının o devre kadar
merkezi olan Bağ- dat’ın yerine de İstanbul geçti.
HATTATLAR OKÇU İDİ
Eski hattatlar, el becerilerini daha da
geliştirebilmek için aynı zamanda okçuluk da
yaparlardı, hattatların “Şeyh”
kabul ettikleri Hamdullah, aynı
zamanda okçuların da şeyhi idi ve sanatkar,
Okmeydanı’nda bulunan ve birkaç sene önce restore
edilen Okçular Tekkesi’nin şeyhliğinde bulunmuştu.
Hamdullah hayattan 1520’de
İstanbul’da ayrıldı ve Karacaahmet Mezarlığı’na
defnedildi. Mezarı sonraki asırlarda hattatların sık
sık ziyaret ettikleri bir yer olacak ve devrin önde
gelen hattatları da Hamdullah’ın
yakınına gömülmeyi vasiyet edeceklerdi.
Hamdullah’ın Yazma Eserler
Kurumu’nun tıpkıbasımını yayınladığı Kur’an’ı,
Topkapı Müzesi’nde, Üçüncü Ahmed
kitapları arasında 5 numarada bulunuyor. 36’ya 26
santim eb’adında ve 377 varak olan, henüz piyasaya
verilmeyen ve şimdilik sadece protokole dağıtılan
Kur’an’ın mükemmel ve muhteşem tezhipleri bundan
yine asırlar önce, İkinci Bayezid’in
kölelerinden Hasan bin Abdullah
tarafından yapılmış.
BAŞI TİTRERKEN YAZMIŞ
Şeyh Hamdullah’ın eseri olan
Kur’an’ın en hassas ve okuyanı bir anlığına titreten
kısmı ise, eserin “ketebe” denen
imza kısmı... Hattat, bu satırlarda “Bu
Mushaf-ı Şerifi, İbnü’ş-Şeyh diye bilinen Hamdullah
saçları- nın ağarıp başının titrediği yaşlılık
günlerinde yazdı. Kerem sahiplerinden kalem
hatalarının affını ümid etmektedir” diyor.
Hamdullah’ın tıpkıbasımı yapılan
Kur’an’ının özelliği Türk Hat Sanatı’nda asırlar
boyunca uyulan kuralları birarada gösteren eserlerin
ve Türkler tarafından yazılmış olan Kur’anlar’ın en
önemlilerinden biri olmasıdır ve Yazma Eserler
Kurumu’nun Başkanı Prof.Dr. Muhittin Macit,
yayını meraklıları tarafından uzun senelerdir
beklenen bu Kur’an’ın tıpkıbasımını çıkartmakla hat
ve kültür tarihimize çok büyük bir hizmette
bulunmuştur.
İKİNCİ MAHMUD'DAN 170 SANTİM UZUNLUĞUNDA
BAŞSAĞLIĞI MEKTUBU
İstanbul’da geçtiğimiz günlerde yapılan bir
müzayedede diplomasi tarihimiz bakı- mından son
derece önem taşıyan ama şimdiye kadar meçhul olan
bir mektup satıldı: İkinci Mahmud’un 1816
Aralık’ında Sicilyateyn Kralı Ferdinand’a gönderdiği
başsağlığı ve iki memleket arasındaki dostluk
ilişkilerinin devamını temenni ettiği bir mektup

170 santimlik taziye mektubu
KANUNİ GİBİ YAZMIŞ
“Başsağlığı mektubu” derken öyle
alışılmış yazılardan bahsettiğimi düşünmeyin...
Hükümdarın mektubu fermanlarda kullanılan gayet
san’atlı bir “divani” yazı ve altın
mürekkebi ile kaleme alınmış, uzunluğu da tam 170
santim!
Mektubu, kolleksiyoner dostum Mehmet Çebi satın
aldı...
İkinci Mahmud, metnin hemen
girişinde kendinden bahsederken asırlar önce ceddi
Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa
Kralı Fransuva’ya gönderdiği
mektuptaki üslubu kullanıyor, yani hakim olduğu
memleketleri sıralıyor ve günün imparatorluğunun
sınırlarını çiziyor.
SINIRLARI ÇİZİYOR
Hükümdarın sözünü ettiğim ifadesi, günümüzün
Türkçesi ile şöyle:
“Ben ki Mekke-i Mükerreme’nin, Medine-i
Münevvere’nin ve Kudüs-i Şerif’in, Bilad-ı Selase
denen İstanbul, Edirne ve Bursa’nın, Şam’ın,
Mısır’ın, Arabistan’ın tamamının, Afrika’nın,
Berka’nın, Kayrevan’ın, Halep’in, Arap ve Acem
Irakı’nın, Basra’nın, Lahsa’nın, Deylem’in,
Rakka’nın, Musul’un, Şehrizor’un, Diyarbekir’in,
Dulkadiriyye’nin, Erzurum’un, Sivas’ın, Adana’nın,
Karaman’ın, Van’ın, Magrib’in, Habeş Memleketi’nin,
Tunus’un, Trablus- şam’ın, Kıbrıs’ın, Rodos’un,
Girit’in, Mora’nın, Akdeniz ve Karadeniz ve Cezayir
sahillerinin, Anadolu’nun, Rumeli’nin ve özellikle
de Bağdat’ın, Kürdistan’ın, Rum’un, Türk’ün,
Tatar’ın, Çerkes’in, Ahıska’nın, Gürcü, Kabartay,
Deşt-i Kıpçak ve Tatar memleketlerinin, Bosna’nın,
Belgrad Kalesi’nin, Sırp Hükümeti’nin kalelerinin,
Arnavutluk’un, Eflak ve Boğdan’ın çevresi ile ifade
edilmeyen daha nice beldelerin sultanı Gazi Mahmud
Han’ım”.
İkinci Mahmud daha sonra
Sicilyateyn Kralı Ferdinand’a
karısı Kraliçe Maria Carolina’nın
vefatından duyduğu üzüntüyü ifade edip taziyede
bulunuyor ve memleketleri arasındaki iyi ilişkilerin
devamını arzu ettiğini yazıyor.
Hatırlatayım: Sultan Mahmud’un
ölümünden duyduğu üzüntüyü yazdığı Sicilyateyn
Kraliçesi Maria Carolina, Kutsal
Roma İmparatoru Birinci Fransuva ile Avusturya’nın
güçlü imparatoriçesi Maria Teresa’nın
kızı, Fransız İhtilali’nde idam edilen Kraliçe Marie Antoinette’in ablası idi.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 20.11.2016
|
AİZANOİ İKİNCİ EFES OLACAK
Kültür ve Turizm Bakanı
Nabi Avcı, Aizanoi
antik kentinin dünyada
bu ölçekte ve nitelikte ayakta kalmış en büyük
Zeus tapınağı olduğunu ifade ederek, “Aizanoi
Antik Kenti ikinci bir Efes olmaya aday tarihi
sit alanıdır.
Önümüzdeki dönemde
buradaki çalışmaları muhtelif etkinliklerle
bütün dünyaya tanıtmak için bakanlık olarak
elimizden geleni yapacağız” dedi. Bakan Avcı,
Kütahya’nın Çavdarhisar
İlçesi'nde bulunan
Aizonai antik kentinde incelemelerde
bulundu. Antik kent ve burada yürütülen kazı
çalışmaları hakkında ilgililerden bilgi alan
Bakan
Nabi Avcı, Aizanoi’nin, dünyada bu ölçekte
ve bu nitelikte ayakta kalmış en büyük Zeus
tapınağı olduğunu söyledi. Antik kentin dünyada
ilk borsanın kurulduğu yer olması nedeniyle de
önemli olduğunu ifade eden Bakan Nabi Avcı,
şöyle konuştu: “Gördüklerimiz kazılabilen
yerlerde ortaya çıkanlardır. O dönemin
koşullarında çok katmanlı yerleşim olmadığı için
bu bölgede çok daha geniş alana yayılan bir
yerleşim söz konusu.
Zaman içesinde onlar da inşallah gün yüzüne
çıkacak. Maalesef biz burasını hem kendimiz
yeterince tanımıyoruz hem de dışarıya yeterince
tanıtamıyoruz. Oysa ki burası etkili bir
tanıtımla çok ciddi bir turistik cazibe merkezi
olmaya gerçekten layık bir yer.”
Hürriyet,
20.11.2016
|
BARAJ SULARI ÇEKİLİNCE 3 ASIRLIK KÖY ORTAYA ÇIKTI
Bodrum'daki Mumcular Barajı'nda yağışların
azalmasıyla birlikte su düzeyinin 8 metreye kadar
inmesi, baraj sularının altında kalan 3 asırlık
Çömlekçi'nin eski yerleşim yerini gün yüzüne
çıkardı.

Muğla'nın
Bodrum İlçesi Mumcular Mahallesi'nde DSİ
tarafından 1991'de yapımı tamamlanan tarımsal sulama
ve kullanma suyu amaçlı Mumcular Barajı'ndaki su
miktarı, yağışların azalmasıyla 20 milyon
metreküpten 2 milyon metreküpe kadar düştü. Yaklaşık
1 milyon 500 bin metrekare yüzölçümüne ve 82 metre
derinliğe sahip barajdaki su düzeyi 8 metreye kadar
indi. Azalan su düzeyi nedeniyle yaklaşık 300 yıl
önce
Anadolu'dan göçen Yörüklerin kurduğu Çömlekçi
Köyü'nün harabelerini ortaya çıkardı. Geçimini
çömlekçilik ve kiremitçilikten kazanması nedeniyle
Çömlekçi Köyü adı verilen eski yerleşim yerinde,
sular altında kalan kiremit fabrikası, 7 yel
değirmeni, han ve su kemerleri görünür oldu.
Çömlekçi Köyü ilk olarak, 1955'te bölgenin gölet
haline çevrilmesiyle sular altında kaldı, daha sonra
bögleye baraj yapıldı.
HATIRALAR CANLANDI
Çırkan Dağı eteklerine taşınan Çömlekçi
Mahallesi'nde oturan evli ve 3 çocuk, 7 torun sahibi
76 yaşındaki Celal Yalçın, şunları
anlattı:"Çocukluğumuz buralarda geçti. O zaman baraj
yoktu. Değirmenler eski baraj ve kiremit fabrikası
vardı. Bodrum ve
Milas'taki evlerin tamamında bu fabrikadan
üretilen tuğla ve çatılarda kiremitler kullanıldı.
Yıllar sonra anılar tekrar gözümüzde canlandı."

KAYIT ALTINA ALINACAK
Suların çekilmesiyle gün ışığına çıkan yel
değirmeni, tarihi su kemeri, kiremit fabrikası ve
han kalıntılarının mutlaka envanter ve kayıt altına
alınması gerektiğini belirten emekli
arkeolog ve Bodrum Kent Konseyi Tarih Grubu
Başkanı Ayşe Temiz ise, şöyle konuştu:"Suların
çekilmesiyle ortaya çıkan tarihin bugüne kadar
envantere ve tarih bulgularına kayıt edildiğine
rastlamadık. Ben de bölgede 50 yıldır çalışma
yapıyorum. Buna rağmen ilk kez buna tanık oluyorum.
Önümüzdeki hafta
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Adnan
Diler ve arkeologlar ile bölgede inceleme yaparak
gün ışığına çıkan eserlerin kayda geçirilmesini,
Bodrum Kent Müzesi'nde bilgileri ve fotoğrafları ile
yer almasını sağlayacağız. Doğa eninde sonunda sahip
olduğu değerleri yine insan ile buluşturuyor. Bu
eserler bence paha biçilemez. Yörenin kültürünü
geçmişini anlatan önemli bulgular."

HATIRALAR CANLANDI
Çırkan Dağı eteklerine taşınan Çömlekçi
Mahallesi'nde oturan evli ve 3 çocuk, 7 torun sahibi
76 yaşındaki Celal Yalçın, şunları
anlattı:"Çocukluğumuz buralarda geçti. O zaman baraj
yoktu. Değirmenler eski baraj ve kiremit fabrikası
vardı. Bodrum ve
Milas'taki evlerin tamamında bu fabrikadan
üretilen tuğla ve çatılarda kiremitler kullanıldı.
Yıllar sonra anılar tekrar gözümüzde canlandı."

KAYIT ALTINA ALINACAK
Suların çekilmesiyle gün ışığına çıkan yel
değirmeni, tarihi su kemeri, kiremit fabrikası ve
han kalıntılarının mutlaka envanter ve kayıt altına
alınması gerektiğini belirten emekli
arkeolog ve Bodrum Kent Konseyi Tarih Grubu
Başkanı Ayşe Temiz ise, şöyle konuştu:"Suların
çekilmesiyle ortaya çıkan tarihin bugüne kadar
envantere ve tarih bulgularına kayıt edildiğine
rastlamadık. Ben de bölgede 50 yıldır çalışma
yapıyorum. Buna rağmen ilk kez buna tanık oluyorum.
Önümüzdeki hafta
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Adnan
Diler ve arkeologlar ile bölgede inceleme yaparak
gün ışığına çıkan eserlerin kayda geçirilmesini,
Bodrum Kent Müzesi'nde bilgileri ve fotoğrafları ile
yer almasını sağlayacağız. Doğa eninde sonunda sahip
olduğu değerleri yine insan ile buluşturuyor. Bu
eserler bence paha biçilemez. Yörenin kültürünü
geçmişini anlatan önemli bulgular."
Milliyet,
20.11.2016
|
DÜNYA MÜZELERİNDEKİ TÜRK İMZALARI
Dünya
müzelerindeki Türkiyeli sanatçıların işleri
göğsümüzü kabartıyor. Geçen ay 2007’de hayatını
kaybeden Hüseyin Bahri Alptekin’in işleri
Londra’daki Tate Müzesi’nin daimi koleksiyonuna
kabul edildi. İşte dünya müzelerindeki
sanatçılarımızdan mini bir rehber
İstanbul çağdaş sanatın merkezi olma yolunda
büyük adımlarla ilerliyor. Çağdaş sanat fuarlarına
her yıl yaklaşık yüzde 15 fazla katılım
gerçekleşiyor, bienaller ve sergilerle sanat daha
fazla gündemimizde oluyor. Son yıllarda ise
göğsümüzü dünya müzelerindeki kalıcı koleksiyonlara
dahil olan Türkiyeli sanatçılar kabartıyor.
"Metropolitan Müzesi'ne girdi", "Tate kalıcı
koleksiyonuna dahil oldu" gibi haberleri okudukça
Olimpiyatlarda altın madalya kazanmış misali haklı
gurur yaşıyoruz. Geçen ay Tate Müzesi 2007 yılında
kaybettiğimiz sanatçı, küratör ve öğretim görevlisi
Hüseyin Bahri Alptekin'in beş işini birden alınca
gözler dünya müzelerindeki Türk sanatçılara
çevrildi. Özellikle son yıllarda dünya müzeleri ardı
ardına genç ve çağdaş Türkiyeli sanatçıların
işlerini almaya başladı. Bugün dünyanın farklı
yerlerindeki müzelerde Türkiyeli sanatçıların
onlarca işi yer alıyor. Burada hepsini saymak belki
olanaksız ama gelin öne çıkanlara bir göz atalım...
Hangi müzede hangi sanatçının işi var mini bir
rehber yapalım. Böylelikle dünya müzelerini gezerken
hangi Türk sanatçılarla karşılaşacağınızı bilmiş
olursunuz.
Özellikle son yıllarda
dünya müzeleri ardı ardına genç ve çağdaş Türkiyeli
sanatçıların işlerini almaya başladı.
ALBERTINA'NIN YENİ ÜYESİ
Çağdaş sanatçı
Mediha Didem Türemen'in ağaç baskı eseri ise
dünyanın en kapsamlı sanat koleksiyonlaından birine
sahip olan Viyana'daki Albertina Müzesi'nin kalıcı
koleksiyonuna dahil edildi. Türemen'in eseri müze
koleksiyonunun büyük bölümünü oluşturan 'Çizimler ve
Baskılar' bölümünde yer alacak. Bu bölüm aynı
zamanda Leonardo da Vinci, Picasso, Gustav Klimt
gibi geçmişten günümüze birçok sanatçının farklı
dönem işlerini barındırıyor.

Mediha Didem Türemen-Albrecht Dürer'e Saygı
ALPTEKİN TATE'TE
2007'de hayatını kaybeden sanatçı, küratör ve eğitim
görevlisi Hüseyin Bahri Alptekin'in H-faktörü:
Misafirperverlik/Husumet serisinden beş işi Tate
Müzesi koleksiyonuna dahil edildi. Frieze Tate Fonu
yeni sponsoru WME IMG, 2016 yılı alımı için 150 bin
pound hibe etti. Bu hibe karşılığında 10 eser
alınması kararlaştırıldı. Dördü Tate küratörü, ikisi
konuk küratör olmak üzere altı kişilik jüri ise 10
eserden beşini Hüseyin Bahri Alptekin'in
çalışmalarından seçti. Seriden alınan çalışmalar
Tirana Palace, Pendion Bombay, Hotel Bagdad, Motel
Rio ve Motel Yalta. Alptekin'in bu isimleri ve pano
tasarımlarıyla vaat ettikleri yüzeysel hayaller
yerine, ancak sefil koşullar sunabilen ucuz otelleri
örneklemekte olan bu serisi küreselleşen Museum of
Modern Art'ın (MOMA) kalıcı koleksiyonuna dünyaya
dair ironik eleştiri sunuyor.

Hüseyin Bahri Alptekin-H-faktörü: Misafirperverlik/ Husumet serisi
METROPOLITAN'DA DOĞANÇAY DÖNEMİ
New York
Metropolitan Museum of Art'ın kalıcı koleksiyonuna
dahil edilen ilk Türk sanatçı 2012'de Burhan
Doğançay oldu. Büyük ustanın Ribbon Mania isimli
eserini koleksiyonuna katan müzenin küratörü Dr.
Sheila R. Canby "Türkiye'nin en önemli
ressamlarından Doğançay'ın ikonik çalışması müzemize
büyük değer kattı" dedi. Doğançay'ın eserleri
Guggenheim (New York), Victoria & Albert Museum
(Londra), Centre Pompidou'nun da (Paris) aralarında
bulunduğu 70 müzede sergileniyor.

Burhan Doğançay-Ribbon Mania
ÇEKİL'İN GÜNCESİ MOMA'DA
Museum of Modern Art'ın
(MOMA) kalıcı koleksiyonuna dahil olan bir başka
isim ise Cengiz Çekil oldu. Bugün de Yaşıyorum
isimli eser Çekil'in 1976 yılında her gece uyumadan
önce 'Bugün de Yaşıyorum' mührünü bastığı ve tarih
attığı bir güncesi. Çekil böylelikle yaşadığı
dönemin de portresini çizmiş oldu. Çekil'in yaşadığı
döneme tanıklık eden 'soyut bir günce' olan bu eser,
aynı zamanda sağ-sol çekişmesi ve terörün gündelik
hayatın parçası olduğu dönemde sanatçının
kıstırılmış konumuna gönderme yapıyor. 2015 yılında
hayatını kaybeden sanatçının işi 2011 yılında müze
koleksiyonuna dahil edildi.

Cengiz Çekil-Bugün de Yaşıyorum
AKSAN YUNANİSTAN'DA
Rasim
Aksan'ın Untitled ve Untitled isimli eserleri
Atina'daki Copelouzos Müzesi'nin kalıcı
koleksiyonuna eklendi. Sanatçının Galerist'teki
İsimsiz1 başlıklı ilk kişisel sergisinde izleyiciyle
buluşan eserlerde Aksan, yağlı boyanın yanı sıra
akrilik, kaligrafi mürekkebi, ebru boyasını airbrush
tekniğiyle uygulamıştır. Figüratif ve hipergerçekci
eserleriyle dikkat çeken sanatçının çalışmaları
ağırlıklı olarak görsel bir bombardıman sonucudur.

Rasim Aksan-Untitled
HAMİLE HALİÇ METROPOLİTAN 'DA
Eserlerinde kadınların statüsü ve tüketim kültürü
üzerine kafa yoran genç sanatçı Elif Uras'ın
Pregnant Haliç II isimli eseri koleksiyoner Öner
Kocabeyoğlu tarafından Met'e bağışlandı. Müzenin
daimi koleksiyonuna kabul edilen heykeli Uras, İznik
Vakfı atölyelerinde SAHA Derneğinin katkılarıyla
üretti. Heykel geçen yıl ise ABD'nin Connecticut
eyaletinde bulunan The Aldrich Contemporary Art
Museum'da sergilenmişti.

Elif Uras-Pregnant Haliç II
ÜÇ FEMİNİST SANATÇI LONDRA'DA
Dünyanın ilk Ulusal Devlet Müzesi olarak 1753
yılında Londra'da kurulan ve altı milyondan fazla
ziyaretçisi olan British Museum, İpek Duben, Azade
Köker ve Şükran Moral'in birer eserini 2010 yılında
daimi koleksiyonuna katmıştı. Her üç sanatçı da
eserlerinde cinsiyet, şiddet, savaş, göç gibi
kavramları ele almıştı. Ardından 2011 yılında müze
İpek Duben'in bir eserini daha daimi koleksiyona
kabul etti. Müze, Duben'in 2010 yılında Manuscript X
adlı eserini koleksiyonuna eklemişti. Ardından da
Refugee isimli sanatçı kitabını ekledi.

İpek Duben-Manuscript X
YALÇINDAĞ İSVİÇRE VE ALMANYA'DA
İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi'nden mezun olan Ekrem Yalçındağ'ın Berlin,
Münih, İstanbul ve Düsseldorf başta olmak üzere pek
çok kentin başlıca galerilerinde sergileri açıldı.
Yalçındağ'ın Impressions from the Streets serisinden
bir eseri 2013 yılında Museum Haus Konstruktiv
Zürih'in kalıcı koleksiyonuna dahil oldu.
Kunstmuseum Stutgart ise 2005'te yeni binasına
taşındı ve Angekommen başlığıyla müze ziyaretlere
açıldı. Yalçındağ'ın Villa Waldberta, Barrock in
Istanbul ve 735 isimli eserleri daimi koleksiyon
için satın alındı ve müzenin yeni binadaki açılış
sergisinde gösterildi.
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 20.10.2016 |
AHIRIN ALTINDA 15 ASIRLIK SU SARNICI BULUNDU
Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan,
Nusaybin yolu üzerinde bulunan 3 bin yıllık
antik kent Dara Harabelerinde kazı
çalışmalarının devam ettiğini bildirdi.
6. yüzyılda Roma
Garnizon kenti Dara'nın büyük kısmının köy evlerinin
altında kaldığını kaydeden Erdoğan, şöyle konuştu:
"Dara'da kazı
çalışmaları devam ettikçe Roma ve Pers dönemine ait
eserlerin de açığa çıkmaya devam ediyor. En son
yapılan kazılarda Roma döneminden kalma
su sarnıcı 18 metre derinliğinde,
15 metre genişliğinde. Burası toprak ile dolmuştu,
boşalttık. Yıkılan tabanı Koruma Kurulu Müdürlüğünün
projesi kapsamında onarıldı."
"Misafirlerin su ihtiyacı karşılanıyordu"
Roma ve Pers döneminde
Mardin'den gelen misafirlerin su ihtiyaçlarının bu
sarnıç sayesinde giderildiğini belirten Erdoğan, "Bu
sarnıcın ilginç tarafından birisi de şehrin 4
kilometrelik batı kısmındaki surun hemen arkasında
kalmış olması. O dönemde Mardin tarafından gelen
misafirler şehrin içine alınmasa bile onların su
ihtiyaçlarını gidermek için yapıldığını
düşünüyoruz." diye konuştu.
Sarnıcın, Ocak 2017'de
turizm kazandırılacağını ifade eden Erdoğan, Dara
kentindeki kamulaştırma çalışmalarının bitmesi
durumunda Türkiye ve Mardin turizmine önemli katkı
sunacaklarını vurguladı.
Anadolu Ajansı, Haber:
Osman Öksüz, 19.11.2016
|
DOĞAN KUBAN: BİZDE BABAMIN EVİDİR KORUYAYIM KÜLTÜRÜ
YOK İSTANBUL DA BÖYLE GİTTİ
Mimar, restoratör,
tarihçi... Değil söyleşmek, karşı karşıya
oturmaktan bile onur duyduğum ‘Hocaların Hocası’...
1990’da emekli oldu. O gün bugündür, kendi tabiriyle
24 saat çalışıyor. Yazıyor, üretiyor, anlatıyor.
Alanındaki en büyük başvuru kaynaklarından ‘Osmanlı
Mimarisi’ adlı kitabı yeniden yayımlanan 92
yaşındaki
Doğan Kuban’a, üzerine şiirler yazdığı sevgili
İstanbul’unu ve bugünkü mimarlık anlayışını sordum.
İstanbul bir yapılar şehri olmaktan
çıktı; artık bir yollar kenti” diyorsunuz. Ne demek
yollar kenti olmak?
- Dünya akıldan uzaklaştı çünkü kontrol
edilemeyecek kadar hızlı gelişiyor. Teknoloji de çok
hızlı. Şehirler ayak uyduramıyor buna. Birçok şehir,
çaresizlikten, yapılarını koruyamadı. En basit
örnekle başlayalım: İstanbul Belediyesi, 1969’da
benden bir koruma planı yapmamı istemişti. İki sene
çalıştım onun için. Ev ev, yapı yapı çalıştım.
Neleri korumak gerekiyor, tek tek çıkardım.
Ne büyüklükte bir plan bu?
- On bin hektarlık falan. Eski İstanbul küçüktür
zaten. Suriçi örneğin, 1440 hektar. İşte Galata,
Boğaz kıyıları, Üsküdar, Haydarpaşa, Kadıköy’ü de
katınca 10 bin hektar ediyor. Dedim ya, adım adım
dolaştık bu plan için. Ama ne kaldı?
Hiçbir şey mi?
- Hiçe yakın. Suriçi hep ahşaptı
o
zaman. Yedikule, Cerrahpaşa, İstanbul’un en
eski, en özgün mahalleleri. Şehri o şehir, İstanbul
yapan mahalleler...
Bugün aradan 37 sene geçmiş. Benim “Korunsun”
dediğimin yüzde 1’i bile yok. Siz anlayın durumu.

Yeni yapılar var. Haliç Köprüsü geçti
mesela oradan.
- Haliç Köprüsü’ne gelmene bile gerek yok...
Süleymaniye’nin içinden bir şey geçmedi ki. Biz yok
ettik. Sadece İstanbul’da da değil. İzmir mesela;
orada da bir koruma planı yaptım. Şehrin içinde eski
sokaklar vardı. O eski evler... Onlar üstelik
Türkiye’nin özgün konut mimarisinin
örnekleriydi. Geldiler, yaktılar, otopark yaptılar.
Burada da öyle.
Sizin en çok canınızı yakan nerelerin
gitmesi oldu?
- Suriçi başta... Boğaz, Üsküdar...
Peki bu yıkımın belli bir dönemi var mı?
Bugün mü 2000’ler öncesi mi?
- Dalan döneminde başladı. Sonra artarak devam
etti. Ama bu şehir için kilit değişim dönemi
Adnan Menderes’in başbakanlığıdır... Kendine
özgü, konsantre bir şehirdi İstanbul. Değiştirmeye
içeriden başladı Menderes.
Vatan Caddesi’ni açarak girdi işe. Açınca da
Fatih gitti.
ESAS
İSTANBUL’U ARTIK KİMSE GÖREMEZ
Siz bu 600 bin hektarlık ‘Yeni
İstanbul’un ne kadarını gördünüz?
- Çoğunu gördüm ama görsem ne olur; tanımıyorum
ki. Zaten burada oturanlar da tanımıyor artık şehri.
İstanbullular, İstanbul’u bilmiyor mu?
- İstanbullu yok artık. Çünkü İstanbul yok.
Rize’den, Sivas’tan gelmiş ama İstanbul’u görmemiş
ki.
Yapmayın Doğan Bey, şimdi de insanların
görmeye, tanımaya çalıştığı koca bir şehir var.
- Hayır, esas İstanbul çok küçük. Kimse göremez
artık onu.
Neden göremez?
- Çünkü İstanbul sokaktır, mahalledir. O İstanbul
artık yok.
İstanbul’daki çocukluğunuza dair
yazdığınız şiirlerde, lüfer avına çıkmaktan,
bostanlarda dolaşmaktan bahsediyorsunuz. Bu mudur
kastettiğiniz?
- İşte onların hiçbiri kalmadı artık.
Şimdi bambaşka bir İstanbul yok mu? Bugün
üniversiteden mezun olsanız; lüfer avına çıkmasanız
bile İstanbullu hissetmez miydiniz yine de?
- “İstanbulluyum” demezdim. Çünkü tecrübe
edemiyor olurdum İstanbul’u. Bakın, İstanbul
dediğimiz İstanbul artık yok. 1949’dan beri
Anadoluhisarı’nda oturuyorum. Ben 1990’a kadar
okuluma, işime vapurla gittim geldim. Ama şimdi çık
buradan, in iskeleye, “Vapur var mı” diye sor. “İki
saat sonra” derler. Halbuki eskiden, boş bile olsa,
Şirket-i Hayriye gider gelirdi Boğaz’da. Bir Osmanlı
geleneğidir.
Yeni vapurları gördünüz mü peki?
- Çok çirkin bir şey o. Nedir o canım. Hapishane
gibi içi.
100 BİN
CAMİ YAPTIK, HEP KOPYA

Bir makalenizde Ataşehir’deki
Mimar Sinan Camii’nin önünden geçerken
yaşadığınız hayal kırıklığından bahsediyorsunuz.
Sonradan hiç içine girdiniz mi caminin?
- Ne girip göreceğim; hepsi birbirine benziyor.
Öyle camilere ‘Sinan’ ismini vermek Mimar Sinan’a
hakaret zaten. Sinan çok yetenekli bir adamdı.
Selimiye Camii örneğin, o tür kubbeli yapıların en
güzelidir; geometrisi mükemmeldir. Şimdikiler hep
kopya. Bu da utanç verici. Yahu 100 bin cami yapıldı
Türkiye’de... Bütün Osmanlı camilerini toplasan 100
bin etmez. Ama bizdekilerin hepsi kopya.
Bu kadar çok cami yapıldı; neden
gelişmedi peki bizde cami mimarisi?
- Gelişmedi çünkü İslam politikasının yaşaması
için dünyaya uyması lazım. Mimaride de elbette...
Vedat Dalokay’ın İslamabad’da yaptığı
camiden övgüyle bahsediyorsunuz; çağdaş bir örnek
olarak. Bir Türk mimar, neden aynı camiyi bizde
yapamıyor?
- Yaptırmıyorlar çünkü. Yaptırmadılar da. Ama
tekrar söyleyeyim, dünyada en güzel modern camiyi
Vedat Dalokay yaptı. Butto yaptırdı. Dalokay,
Ankara’da ‘Kocatepe Camii’ için açılan yarışmayı da
kazanmıştı. Kocatepe’de yaptırılmayan cami,
İslamabad’da yapıldı işte. Eskilerin taklidi
değildi; yorumuydu. Ben de girmiştim o yarışmaya.
Siz cami yaptınız mı?
- 1962’de bizim mektebin diploma
projesi olarak cami yaptım. Tüm öğrenciler yaptı. O
kadar güzeldi ki hepsi. O camiler inşa edilmiş
olsaydı, biz bugünkü mimariyi çoktan aşmış olurduk.
Ama o mimarlar da sonradan cami
yapmışlardır muhakkak; onların hiç kusuru yok mu bu
kopya mimari anlayışta?
- Hayır, onlar cami yapmadı.
Kim yaptı peki?
- Bizde camileri kalfalar yapıyor.
Hiç mimar eli dokunmuyor mu?
- 1950’lerde falan mimarlar da yapardı, öyle
hatırlıyorum. Tabii mimar camisi deyince, Ortaköy
Camii var örneğin. Balyanların yaptığı. Tophane’ye
kadar o kadar cami var. Hepsi şimdikilerden güzel.
Karacaahmet’in içindeki cami var.
Şakirin. Ondan övgüyle söz ediliyor; güncel bir
örnek olarak.
- Evet, güzel o... Üsküdar’da, İlahiyat
Fakültesi’nin camii de güzel.
Bugün Çamlıca’da inşa edilen cami?
- O konuşulmaya değmez. Sultanahmet’in kopyası.
Zaten orası yanlış seçim. Cami, cemaat uğradığı
zaman olur. Dağa tepeye cami yapılmaz. Anadolu’yu
dolaşın, bulamazsınız.
OSMANLI’DA
DA TARİH BİLİNCİ YOKTU
Sizin mimari açıdan en beğendiğiniz şehir
neresi?
- Viyana. Berlin çok güzel değildir ama
düzenlidir; severim. Ben Paris doğumluyum. Şehrin
merkezi, hala ilk hatıralarımdaki gibidir. Bazı
yerleri onlar da bozdular çaresizlikten ama her şeye
rağmen 60 sene evvel ne gördüysem şimdi de aynısını
görürüm. Varşova sonra; bozulan yıkılan ne varsa,
aslına uygun restore ettiler. Biz burada olanları
kendimiz yok ettik.
Varşova, restorasyon konusunda ideal
şehir sanırım.
- İşte o ideal ancak tarih bilinciyle mümkün. Ama
kendimizi kandırmayalım! Bu bilinç bizde eskiden de
yoktu. Padişah bile babasının yaptırdığı evi yıkar,
kendisininkini yapardı. Yıka yıka giderdi. Topkapı
Sarayı da buna dahil. Göçerliktir bu.
İktidarlar da böyle mi davrandı?
Sadece politikacılar değil. Halk da korumadı.
“Babamın evidir, koruyayım” diye bir kültürü yok.
Bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
- Bugün bitmiş; seksen milyonluk bir nüfusu idare
edecek bir kültür yok toplumda. Başta kim olursa
olsun... 200 küsur üniversite var ama hoca yok.
Cehalet kubanı olarak devam ediyoruz
Biraz karamsarsınız sanırım Doğan Bey.
- Karamsar olamam ben. İyimser sayılırım aslında.
Tarihçiyim. Çok daha kötü dönemlerden geçtik.
Amerika da geçiyor bakın. Trump var orada da.
Ama “Batı teknoloji üretiyor hiç değilse”
diyorsunuz bir yandan da.
- Evet, dünyayı kurtaran o. Ama uygarlığı değil.
Uygar dediğin silah da üretiyor.
Peki bugün en çok kullanılan şey olan cep
telefonları ilginizi çekiyor mu?
- Ne getiriyor sana?
Google falan, bilgi getirmiyor. Ansiklopedilerde
on sayfa varsa, burada iki satır var.
Ama bilgiye ulaşımı çok hızlandırdı?
- Ama insan beyni makine gibi düşünmez ki...
Cehaletin yok olduğunu sandığın bir devirde bir
başka cehalet yerleşiyor. Düşünmeyi otomatikleştiren
bir şey. “Düşünme!” demek zaten o. Sabahtan akşama
kadar telefon elde. Elin uzantısı. O insan
düşünemez.
Bana enteresan gelen bir fikriniz var.
İstanbul’u baştan aşağı boyamalı diyorsunuz...
- Beton çünkü. Renk koyarsan değişir.
Farklılaşır. Benzerlik gider.
Ne renge boyamalı peki İstanbul’u?
- Kırmızı, sarı, mavi...Bakın, İstanbul’un içi
renkliydi. O ahşap evler hep boyalıydı.
Kuzguncuk biraz öyle şimdi sanki?
- İşte kısmen korundu Kuzguncuk. O yüzden öyle.
Eski İstanbul’dan bahsediyorum zaten. Maslak’ı da
boyayın demiyorum.
VASATIN
TEMSİLCİSİ TRUMP
“Türk mimarisinin yapıtaşı konuttur”
dersiniz. Bugünkü konutları nasıl
değerlendirirsiniz? TOKİ örneğin, her geçen gün daha
çok ev yapıyor.
- Bizim mimarimizle ilgisi yok onların. Halbuki o
konut, Osmanlı döneminde bizim dünya kültürümüze
hediyemizdi. Osmanlı’nın en iyi yaptığı şeydir
hatta. Bahçesiyle, avlusuyla... Belli bir mimari
kalitedeydi. Yaşamı daha güzel kılardı. Bugün o
kalitede bir evde yaşamıyoruz.
Şehrin civarındaki uydu kentler ‘kalite’
konusunda çok iddialı. Üstelik ‘akıllı ev’ler
üretiliyor.
- Akıllı ev dediğin teknoloji sadece. Estetik
olup olmadığı şüpheli. Tasarım kötüyse akıl mühim
değil. Bir de çok pahalı ve uzak. “Havaalanına beş
dakika” diyor reklamında. Neden? Her gün havaalanına
mı gidecek, işine mi gidecek orada oturan? Ama
satış olayı her şeyi değiştiriyor.
Nasıl?
- Entelektüel içerik yerine çarpıcı bir şey
öneriyor reklamlar. Bugün teknolojinin tanımladığı
bir insan var. Vasat bir insan bu. Uygarlıkla
alakasız; gündelik olanın tanımladığı insan.
Vasatlık her yerde. ABD’deki Trump, bu insanın
temsilcisi.
TOPÇU
KIŞLASI GÜZEL DEĞİLDİ

İstanbul’da en beğendiğiniz mimari eser
hangisi?
- Çok var. Süleymaniye Camii, Sokollu Camii,
Mağlova Kemeri, Kanuni Türbesi... Sinan’ın eserleri
hepsi tabii.
Birini seçseniz...
- Sinan’dan en çok Selimiye’yi severim.
İstanbul’da ise Sokollu Camii.
En beğenmedikleriniz?
- Gökdelenlerin hemen hepsi. Çünkü yapmayı
bilmiyorlar.
Siz İstanbul’da en çok hangi semtleri
seversiniz?
- Boğaz’ı severim en çok. Anneannemin evi
Cerrahpaşa’daydı; eski ahşap evler, mahalleler...
Yazdığım İstanbul’u gerçekten gördüm ben. O eski
konakların içinde yaşadım, onları bildiğim için
severim.
Türkiye’de en beğendiğiniz yerler?
- Safranbolu... Kurtarabildik çünkü. Urfa, Antep,
Diyarbakır da çok güzeldir...
Köy var mı iyi örnek olarak
gösterebileceğiniz?
- Kasaba daha rahat söylenebilir.
Kastamonu’dakiler, Amasya’dakiler... Sonra Tokat’ın
eski mahalleleri... Birgi’nin, Ödemiş’in de köyleri
güzeldir. Ahşap konutları olan bütün şehirler,
kasabalar güzeldir. Batı ve Kuzey Anadolu’dakiler...
Orman olması lazım. Orman içindeki köyler, tüm o
ahşap işçilikleriyle etkileyicidir.
Tartışılan bir eser sorayım. Gezi
Parkı’na inşa edilmek istenen Topçu Kışlası?
- Kopya bir binadır o, kötüdür. En güzel kışla
Kuleli’dir. Selimiye büyüktür ama
güzel olan
Taşkışla’dır... Kandilli de semtini
güzelleştirmiştir.
Beştepe Külliyesi’ni beğendiniz mi?
- İlgilenmedim. Mimar olarak iyi isimlerle
çalışmıyorlar. Çok değerlendirilecek bir şey değil.
Zaten orada mesele, yeşili yok etmiş olmak.

İSTANBUL VE
TÜRKİYE NASIL KURTULUR?
İstanbul’da yeni plan yapılabilir mi?
Nasıl kurtulacak İstanbul?
- İstanbul’da artık plan yapılamaz. Dünyada da bu
kadar büyük şehri planlayamazsınız. Bu kadar
araba geçer, şu kadar bina, mektep, yeşil alan
gerekir... Sayı bile sayamıyorsun şimdi, ekonomi
istismara dayalı, bu veriyi kim toplayacak? Uzman mı
getirecek tepedekiler? Öyle olsa bile kendilerine
“Evet” diyeni getirecekler. Oysa harekete geçilmezse
İstanbul batıracak Türkiye’yi.
Ne yapmalı peki?
- Çareyi Anadolu’da aramalı. Anadolu şehirlerini,
sanayi ve eğitimle cazibe merkezi haline getirmeli.
20 kadar şehrin nasıl merkez haline
getirilebileceğini bir tasarı haline getirdim zaten.
Nüfus oraya mı kayacak yani?
- Evet ama çevresinde yeni kültürel alanlar da
gelişecek. Nüfusları da asla bir milyonu geçmeyecek.
Doğru bir sistemle çağırırsan, insanlar oraya gider.
Tarlalar boş.
ARTIK GÖÇE
GEREK OLMASIN

Doğan Kuban’ın Anadolu’da Sanayileşme tasarısı
** Bu sanayi merkezleri güneydoğu-kuzeybatı
ve güneybatı-kuzeydoğu aksları üzerinde,
başkentte buluşan bir ulaşım sistemi içinde yer
almalı.
** Kentlerin seçiminde amaca en çabuk varma
potansiyeli kuşkusuz önemli olacaktır. Sanayi
altyapısı, öğretim altyapısı, ulaşım, tarımsal
potansiyel, yöresel gelir, çevresel
zenginlik, tarihi miras temel
verilerimiz.
** Üniversite ile sanayi arasındaki
işbirliğinin yaratacağı ekonomik güç ve
kültürel sinerji ile yöre halkı uluslararası
uygarlığın bilinçli üyeleri olacak.
** Türk halkı teknoloji ithal etmekten teknoloji
kullanmaya geçişi böyle gerçekleştirebilir.
** Bu tasarı Anadolu’da fabrika kurmak değil,
yurt yüzeyine yayılan bir sanayileşmeyi
öngören ve onun çevresinde
gelişecek bir uygar yaşamı hedefleyen bütüncül
bir kalkınma projesi taslağı ve
önerisidir.
** Eğer Türkiye böyle bir program
gerçekleştirebilirse, ulusal gelirini, 2025’e kadar
15 bin
dolar düzeyine çıkarabilir. Ulusal gelirin
yüzde 10’u, 20 yılda bunu başarabilir.
** Böylece megalopolislere göç
etmeye de gerek kalmayacak.
AKM’NİN
MİMARLIK TARİHİNDE YERİ VAR

Başbakan Yıldırım, geçen hafta Sepetçiler
Kasrı’ndaki ‘Mimarlar Buluşması’nda imar rantına
medeniyetimizin yenik düştüğünü söyledi. Nasıl
değerlendirirsiniz?
- Sayın Başbakanımızın bu düşüncesine
katılıyorum. Bunun nedeni Türkiye sanayileşmesinin
gerçekleşmemesi ve ekonominin bütün etkinliğinin
yapı sanayii üstüne yoğunlaşması. Son 50 senede
yapılan binlerce cami; Sinan’ın büyük mimari
üslubunun küçük boyutlu yozlaşmış, kötü
taklitlerinden ibaret. Bir de artık ortada hiç
kalmayanlar var.
Nedir onlar?
- Ahşap konutlar. Özellikle 17’nci yüzyıldan
sonra İstanbul’da inşa edilen eşsiz yapılar inşaat
furyasına kurban oldu.
Yıldırım; “Atatürk Kültür Merkezi...
Ne özelliği var o binanın” diye de sordu. Biz de
size sormak isteriz, ne özelliği var AKM’nin?
- Türkiye mimarlık tarihinde özel bir konumu var
bu binanın. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 1940 ve
50’li dönemi mezunlarının,
Cumhuriyet’in mimarlık gelişmesinde ‘İkinci
Ulusal Dönem’ denilen Neo-Osmanlı üslubuna tepki
olarak ürettikleri ilk modernizm
tasarımlarındandır.
AKM hakkında Erdoğan oraya ‘barok tarzda
opera binası’ yapmak istediklerini söylemişti. Neden
barok?
- Bana komik geliyor. Bugün dünyada barok yapan
mı var? Bugün dünyanın ‘barok’u Zaha Hadid’in
yaptığı modern işlerdir. Dekoratif bir şeydir barok.
Biz yaptık zaten baroku bol bol. Devri geçti.
EN
TEHLİKELİ ŞEY İNŞAATÇILIK

Şehircilik açısından bugünü nasıl
görüyorsunuz?
- Bugün şehrin para getiren bir şey olduğu
anlaşıldı. Türkiye’nin işadamları o yüzden sanayici
değil müteahhit oldular. Bu çok tehlikeli bir
şeydir.
Neden tehlikeli?
- Çünkü inşaatçı bir şey üretmez aslında.
Arkasında entelektüel bir gelişme yoktur. Tabii
başka hiçbir şey bilmeyen bir halk için iş sağlar.
Halkın karnı doyar. Kendisi için de büyük kar
vardır.
Bugünkü büyük projeleri nasıl
değerlendirirsiniz?
- Açıkçası çok ilgilenmiyorum. Ama şunu
söyleyebilirim: İktidarda olan adam en çok parayı
nerede kazandığına bakar. Şimdi toprak para
getirdikçe, ekonomiyi çok basit bir işleme, inşaata
indirgiyorlar. Eğitime, araştırmaya para
ayırmıyorlar. Gerekli mühendis de sanayici de
yetişmiyor. Mevcut durumu istismar ediyorsunuz,
halkı da istismar ediyorsunuz aslında. Cahil bir
halk, iş yapıp para kazanmış oluyor. Bu kadar.

TATİLDE 800
SAYFA YAZDIM
** Ben 24 saat çalışırım. Çünkü muntazam
uyuyamam. O yüzden de çalışırım hep. Bununla
birlikte; düzenli bir programım yoktur. Birisi,
“Sana geleceğim” derse, “Tamam, gel” derim. “Başka
yere gidelim” derse “Haydi gidelim” derim. Geriye
kalan zamanlarda da çalışırım. Bir de çok hızlı
yazarım. Tatilde 800 sayfa yazdım mesela. Her yerde
yazarım. Yatakta bile. Elle de yazarım, bilgisayarda
da. İki tane elma var bende (‘Apple’ı kastediyor)
ama daktilo diye kullanırım. E-mail
kullanmanın kolay olduğunu biliyorum ama pek
girmedim.
** Çok yürürüm ben; hep yürüdüm bugüne kadar. Ama
bu şehirde yürünmüyor artık. İzmir yakınlarında 20
dönümlük bir çiftlik var. Deniz kenarında, içinde
400 ağaç... Patikalar yaptırdım ağaçların altında.
Taşları ayıklattırdım. Yumuşak toprak kaldı
sadece... Orada yürüyorum.
İŞE GİTMEK
İÇİN ÜÇ SAAT YOL YAPMAK ÇAĞDAŞLIK DEĞİLDİR
İstanbul tam olarak ne zaman yaşanmaz
hale gelir?
- Şimdi. Günde yolda üç saat kaybediyorsan, kaç
para kaybediyorsun? Hesapla. Sonra üretim
azalıyor... Şehri kirletiyorsun. Hayat kalitesi
gidiyor. Çağdaşlık mı bu? Şehir hayatı böyle
değildir. Geri kalmış şehirler böyledir. 20
milyonluk şehir kalmadı dünyada. Hindistan’da,
Meksika’da var sadece.
Hürriyet, Haber: Yenal
Bilgici, Fotoğraf: Emre Yunusoğlu, 19.11.2016
|
KASTAMONU'DA PAFLAGONYA DÖNEMİNE AİT MEZAR ODASI
BULUNDU
Kastamonu'nun
Daday İlçesi Kayı Köyü'nde daha önce defineciler
tarafından tahrip edilen alanda, tarihte
'Paflagonya' olarak geçen bölgede yaşamış soylu bir
kişiye ait olduğu tahmin edilen mezar odası bulundu.

Geçen yıl definecilerin iş makinesiyle tahrip ettiği
alanda Kastamoun Müze Müdürlüğü'nce kazı çalışması
başlatıldı. Kazılarda, 22 metre çapında, 5 metre
yüksekliğinde mezar odası bulundu. Vinç yardımıyla
düzenlenen tarihi mezarın Paflagonya dönemine ait
olduğu belirlendi. Kazı Danışmanı,
Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Şahin Yıldırım, bölgede ilk kez Paflagonya dönemine
ait bir eserle karşılaştıklarını söyleyerek şöyle
konuştu:

"Bu bizim için çok önemli. Çünkü bölgenin
arkeolojisiyle ilgili elimizdeki bilgiler
kısıtlıydı. Yaklaşık 2 bin 200 yıllık böyle bir anıt
mezarla karşılaşmak bizleri de çok şaşırttı. Mezar
anıtını tümülüs olarak da adlandırabiliriz. Tümülüs
şeklindeki mezarların
İtalya'da Romalılar tarafından sıklıkla
kullanıldığını biliyoruz. Bu anıtın MÖ 2'nci
yüzyılda yapıldığını düşünüyoruz. Mezar taşlarının
numaralandırılmış olduğunu görüyoruz. Taşların
birbirine tutturulması içinde demir kenetler
kullanmışlar, ayrıca doğal afetlerde taşların
sağlamlığını sağlamak için kurşun akıtıldığını da
tespit ettik. Her taş birbirinden çok farklı.
Vinçlerle kaldırdığımız taşların 8.5 tona kadar
ulaştığını tespit ettik."
Definecilerin tahrip ettiği mezarı yeniden
düzenlediklerini ifade eden Yrd. Doç.Dr. Yıldırım,
"Arazi çalışmalarını tamamlamak üzereyiz. Restore
çalışmalarımız devam edecek. Çevre düzenlemelerinin
ardından buranın turizme açılması planlanıyor" dedi.
Milliyet, Haber: Ayhan Acar, 18.11.2016
|
SELÇUKLU VE OSMANLI'DAN MİRAS KALAN ÇEŞMELER
ONARILIYOR
Kütahya'da Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma çeşmeler
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından onarılıyor.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Orman Genel
Müdürlüğü (OGM), Kütahya'daki ormanlık
alanlarda, Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma
kültürel miras olan çeşmeleri onarıyor.
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu,
konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada,
çalışmalarla yolcuların su ihtiyacını
karşıladıklarını belirtti.
Eroğlu, "Yol kenarında bulunan çeşmeler daha
güzel ve dikkat çekici halleriyle hizmet
verecek. Domaniç, Simav ve Emet'teki 3 çeşmenin
onarımı tamamlandı. Emet ve Kütahya'da 3'er,
Gediz, Simav ve Tavşanlı'da 2'şer olmak üzere
toplam 12 çeşmenin onarımında ise sona
yaklaşıldı." ifadelerini kullandı.
Çeşmelerin virane halden göz alıcı
güzelliklerine kavuşacağını vurgulayan Eroğlu,
şunları kaydetti:
"Böylece ormanlarımızı gezmeye gelen
vatandaşlarımız daha güzel manzarayla buluşacak.
Üstelik toplam 15 çeşmenin onarım maliyeti cüzi
bir rakam olan bin 900 liraya yapılıyor.
Şimdiden vatandaşlarımıza hayırlı olsun."
Akşam, 18.11.2016
|
TARİHİN KÜLTÜREL MİRASI: ARSLANTEPE
Anadolu topraklarının zengin tarihi kültürünü
yansıtan, ilk şehir devletinin kurulmasına sahne
olan Malatya'daki Arslantepe Höyüğü, duvarlarına
renkli figürler işlenmiş kerpiçten sarayı, 5 bin 500
yıllık geçmişe sahip tapınağı, kılıç ve
mızraklarıyla tarihe ışık tutuyor.
Fırat Nehri'nin batı
kıyısında, Malatya'ya 7 kilometre mesafedeki
Arslantepe, yüksek tarım potansiyeli, sulak alanları
ve nehrin taşkınlarından korunan yapısı sayesinde
binlerce yıl insanoğluna kucak açmış tarihi mekanlar
arasında bulunuyor.
Milattan önce 5 binli
yıllara dayanan Geç Kalkolitik dönemden Demir
Çağı'na kadar geçen tarihsel sürecin buluntularına
rastlanan Arslantepe, Hitit'lerden Roma ve Bizans'a
kadar pek çok medeniyetin de izlerini saklıyor.
Yapılan kazı
çalışmalarıyla Geç Hitit Dönemi'ne ait, girişinde
aslan heykelleri ve devrilmiş bir kral heykelinin
bulunduğu höyük, yağmur drenaj hattı gibi altyapısı
bulunan kerpiçten sarayı ve 2 bini aşkın mühürle ilk
şehir devletinin yapılarını ortaya koyuyor.
Duvarlarında gücün tasvir edildiği renkli figürler
ve işlenmiş rölyef levhalarla erken devlet
sisteminin izlerini barındıran Arslantepe'de
Mezopotamya ile benzerlik gösteren çok sayıda çanak
ve çömlekler de kazılardan çıkan eserler arasında
yer alıyor.
Bakır, kurşun, gümüş,
altın ve alaşımlarından oluşan metal eserlerin de
bulunduğu höyükte, önemli bulgular arasındaki 12
mızrak ile 3'ünün kabzası gümüş, bezemeli 9 kılıç da
silah kullanımının ilk örneklerini göstermesi
bakımından döneme ışık tutuyor.
Önemli bulgulara ulaşıldı
Battalgazi Belediye
Başkanı Selahattin Gürkan, Arslantepe'de geçmişten
bu yana yürütülen kazı çalışmalarında önemli
bulgulara ulaşıldığını belirtti.
Bulunan eserlerin ve
ortaya çıkan sarayın insanlık tarihindeki ilk
yerleşik devlet hayatını, cilalı taş devrinden demir
devrine geçişi ve demir devrinden demirin silah
olarak kullanılması gibi önemli bulguları ortaya
çıkardığını kaydeden Gürkan, yine ilk ambar
sisteminin oluşturulması, kerpiç saray ve bürokratik
yapının oluşturulmasıyla ilgili sürecin de kazılarla
gün yüzüne çıktığını ifade etti.
Anadolu Ajansı,
Haber: Tuba Karahan, 16.11.2016
|
JANDARMA KAÇAK KAZI BASKININDA LAHİT MEZAR ELE
GEÇİRDİ

Karaman'da
jandarma ekiplerince düzenlenen kaçak kazı
baskınında 4 kişi gözaltına alınırken,
Roma dönemine lahit mezar ile milattan önce 2
bin yılından kaldığı tahmin edilen çift kuplu bir
testi ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
Karaman Müze Müdürlüğü ekipleri, merkeze bağlı
Eğilmez Köyü
Karadağ eteklerinde bazı kişilerin izinsiz
olarak define aradığı yönünde duyum alması üzerine
jandarmadan yardım istedi. Bunun üzerine müze
görevlileri jandarmayla birlikte kazı yapılan alana
operasyon düzenledi. Yapılan operasyonda S.B., Y.D.,
M.O. ve A.C. isimli kişiler gözaltına alındı.
Şahısların kazı yaptıkları alanda kepçe ile arama
yapan ekipler, milattan sonra
Roma dönemine ait ve 3-4. yüzyıldan kaldığı
tahmin edilen dört kenarı insan başı figürlü
açılmamış lahit mezar ile milattan önce 2 bin
yılından kaldığı tahmin edilen çift kuplu bir testi
buldu. Ele geçirilen lahit mezar bulunduğu yerden
alınarak
Karaman Müzesine getirildi. Lahit mezar ile
ilgili incelemeler devam ediyor. Baskın sonucu 4
kişi gözaltına alınırken, kazıda kullanılan
malzemeler ile iki adet ruhsatsız av tüfeğine de el
konuldu.
Öte yandan, yetkililer ele geçirilen
mezarla ilgili bakanlığa bilgi verdiklerini gelecek
sonuca göre açıklama yapacaklarını ifade etti.
haberler.com, 28.10.2016 |
13 - 19 Kasım 2016
|
KONYA'DA İZİNSİZ
KAZI İDDİASI
Konyada kar maskeli 26 yaşındaki Bayram A. ile 35
yaşındaki Saffet U., kullanılmayan 4 metre
derinliğindeki sarnıcın içinde yaklaşık 4 metre
tünel kazıp define ararken yakalandı. Olay, merkez
Meram İlçesi Gödene Mahallesi'nde boş bir arazide
kullanılmayan sarnıçta meydana geldi. Çevredekiler
sarnıca ellerinde kazma kürekle kar maskeli
kişilerin girdiğinin görmesi üzerine polise
bildirdi. Araziye gelen polis, sarnıcın yanında
Bayram A.'yı yakaladı. Bu sırada polisin geldiğinden
habersiz olan sarnıcın içinde kazma ve kürekle tünel
kazıp define arayan Saffet U., sarnıcın kuyusundan
yukarı çıktı. 2 kişi polis tarafından gözaltına
alındı.
Polis, içeride başka
birilerinin daha olabileceği ihtimali üzerine AFAD
ve itfaiye ekiplerinden yardım istedi. AFAD
ekipleri, halatlarla sarnıca ve definecilerin
kazdıkları tünele girip incelemede bulundu. Yapılan
incelemede başka bir kişiye rastlanılmazken, kazıda
kullanılan kazma ve kürek ele geçirildi. Polis,
gözaltına aldığı Saffet U.'ya "Sen buradan nasıl
çıktın?" diye sorması üzerine "Biz çıkarız
komiserim" demesi dikkat çekti. Gözaltına alınan
şüpheliler ifadelerinin ardından serbest
bırakılırken, haklarında başlatılan Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan
idari para cezası uygulanacağı öğrenildi.
Merhaba Haber, 18.11.2016
|
ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ
MİSİS PROJESİNE İKİNCİ ÖDÜL
Yüreğir İlçesi'nde tarihi
7 bin yıl öncesine dayanan ve Lokman Hekim'in
bulduğu ölümsüzlük ilacını Ceyhan nehrine düşürerek
kaybettiği rivayetiyle ünlü Misis antik kentinde
gerçekleştirilen kazı ve restorasyon çalışmaları,
Tarihi Kentler Birliği tarafından ödüllendirildi.

Tarihi Kentler Birliği ile Çevre ve Kültür Vakfı
(ÇEKÜL) işbirliğiyle, 2015'te 'Ölümsüzlük Şehri
Misis Projesi' ile ödüllendirilen Yüreğir
Belediyesi, bu yıl Misis Antik Kenti Projesi ile
'Proje, Uygulama ve Süreklilik' dalında birinci
oldu. Ödül töreni Antalya'da düzenlenen YAPEX
Fuarı'nda gerçekleştirildi.
Misis'in restorasyon ve kazı çalışmaları nedeniyle
layık görüldüğü ödülü, Yüreğir Belediye Başkanı
Mahmut Çelikcan aldı.

Ölümsüzlük Şehri Misis Projesi'nin çok yönlü devam
ettiği ve bölgede bulunan tüm tarihi yapıların özgün
yapısına kavuşturulduğunu anlatan Mahmut Çelikcan,
Kervansaray restorasyonu ile Lokman Hekim Camii
rekonstrüksiyon çalışmaları devam ederken Roma
dönemine ait 2'nci ve 3'üncü yüzyılda yapıldığı
tahmin edilen ve 1970 yılına kadar kullanılan iki su
değirmeninin de restore edilip, eski özgün
yapılarına kavuşturulacağını söyledi.

Arkeolojik kazıların devam ettiğini belirten Yüreğir
Belediye Başkanı Çelikcan, 'Ölümsüzlük Şehri Misis'
adının nerden kaynaklandığını şöyle açıkladı:

"Kazıyla ilgili değil ama rivayet odur ki Lokman
Hekim'in çok ve çeşitli doğal bitkilere sahip
bölgede ölümsüzlük reçetesini bulduğu, ancak Ceyhan
nehrine düşürdüğü yönünde. Ceyhan nehri de Misis
Antik Kentinin yanı başında. Türkiye ve Adana için
önemli bir nehir ve biz de oradan esinlenerek adını
'Ölümsüzlük Şehri Misis' koyduk. Bu isimle
projemizde kazı ve restorasyon çalışmalarımızı
sürdürüyoruz."

7 BİN YILLIK TARİHE SAHİP
Başkan Mahmut Çelikcan, kazı ve restorasyon
çalışmalarının, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yapılan protokol kapsamında Yüreğir Belediyesi
koordinatörlüğünde Adana Arkeoloji Müzesi, Roma
İtalyan Ulusal Araştırma Merkezi ve Pisa
Üniversitesi işbirliğinde 2012'den beri yapıldığını
kaydetti. Kazı çalışmalarının ikinci yılında bölgede
kervansaray, cami ve su değirmenlerinin restore
edildiğini anlatan Çelikcan, "Misis şehrinde kazı
çalışmalarına başladığımızda rivayetler 3 bin yıllık
bir tarihi olduğu yönündeydi, ancak kazılar devam
ettikçe gördük ki burada çıkan buluntular bize Hitit
dönemine kadar bir ışık tuttu ve 7 bin yıllık bir
tarihi olduğu ortaya çıktı" dedi.
ULUSLARARASI PLATFORMLARDA TANITILIYOR
Projenin
sürekliliği adına bu ikinci ödülü aldıklarını ve
mutlu olduklarını belirten Çelikcan, "İnşallah daha
farklı ödüller de bekliyoruz, özelikle uygulama
alanında. Çok müthiş bir tarihi zenginlik var. Biz
Yüreğir'i sadece Türkiye'de değil, tarihi ve doğal
güzellikleriyle dünyaya tanıtacak bu projeyi
yürütüyoruz. Değişik uluslararası platformlarda da
bu proje tanıtılıyor. Bu ödüller tabii ki moral
motivasyonumuzu artırıyor. Burada turizm, kültür ve
sosyal açıdan önemli bir destinasyon olacağını
düşünüyoruz" diye konuştu.
 
 

Akşam, 17.11.2016 |
KUKULKAN
PİRAMİTİ'NİN İÇİNDE ÜÇÜNCÜ BİR YAPI KEŞFEDİLDİ
Meksika’da Maya
uygarlığı tarafından inşa edilen Kukulkan
Piramidi’nin içinde üçüncü bir yapı daha
keşfedildiği açıklandı.
Uzmanlar El Kastillo olarak da bilinen piramidin ilk
hali olduğu düşünülen bir yapıya ulaşıldığını
açıkladı.

Piramidin içinde ikinci bir piramit olduğu 19'ncu
yüzyılın başlarında keşfedilmişti. Ancak
arkeologların yeni yapıyı keşfinin ardından
piramidin 3 aşamalı olarak inşa edildiği ortaya
çıkmış oldu. Uzmanlar piramidin Rusların iç içe
geçen matruşka bebekleri gibi olduğunun
anlaşıldığını söyledi.
Bölgedeki en küçük piramidin milattan sonra 550 ile
800 yılları arasında yapıldığı biliniyor. Bu keşfin
bölgede yaşayan ilk halkların yaşamı hakkında birçok
sırrı da ortaya çıkarabileceği düşünülüyor.

Akşam, 17.11.2016 |
GÖBEKLİTEPE VE APHRODİSİAS DÜNYA MİRASI LİSTESİNE
GİRECEK
Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, TBMM Plan
ve Bütçe Komisyonunda, Bakanlığının 2017 yılı
bütçesi üzerine yaptığı sunumda, Göbeklitepe ve
Aphrodisias Antik Kenti’nin, UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne alınması için başvuru yapılacağını
ilan etti.
Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı yaptığı
açıklamada, Dünya Mirası Geçici Listesi’nde
bulunan Aphrodisias Antik Kenti’nin adaylık
belgelerinin Dünya Miras Merkezine iletildiğini,
Göbeklitepe’ye ait evrakların ise 1 Şubat
2017'da gönderileceğini söyledi.
Dünya Miras Listesi’ndeki varlık sayısının
2016’da listeye alınan “Ani Arkeolojik Alanı”
ile 16’ya yükseldiğini belirten Bakan Avcı,
Geçici Liste’de yer alan “Afrodisias Arkeolojik
Alanı”na ait adaylık dosyasının Dünya Miras
Merkezine iletildiğini, Göbeklitepe’ye ait
dosyasının da 1 Şubat 2017’de Dünya Miras
Merkezi’ne gönderilmesinin planlandığını
söyledi.
Avcı, Dünya Geçici Miras Listesi’ndeki varlık
sayısının da 69’a yükseldiğini dile getirdi.
Aydın’da bulunan Aphrodisias
antik kenti 2009
yılında, Şanlıurfa yer alan Göbeklitepe ise 2011
yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’ne
kaydedilmişti. 2015 yılında dünya mirası
listesine Efes Antik Kenti ve Diyarbakır surları
girmişti.
2016 yılında ise Kars’taki Ani Harabeleri
listeye alınmıştı. Aphrodisias Antik Kenti, Roma
çağına ait heykeltıraşlık okulu, tiyatro gibi
anıtsal yapılarıyla tanınırken, Göbeklitepe ise
dünyada bilinen en eski anıtsal tapınak
durumunda.
Haber 10, 17.11.2016
|
'KÖPRÜDEKİ KIZLAR'A 54
MİLYON $
Sotheby’s’in New York’taki açık
artırmasında Norveçli ressam Edvard Munch’ün ünlü
“Köprüdeki Kızlar” tablosu 54.5 milyon dolara alıcı
buldu.
Bir grup genç kadının
tasvir edildiği, 1902’de biten eserin 50 milyon
doların üzerinde satılması bekleniyordu. Alıcının
açık artırmaya katılmak için 2 milyon dolar ücret
ödediği belirtildi. Aynı ressamın ‘Çığlık’ tablosu
ise 119 milyon dolara alıcı bulmuştu.
Habertürk,
17.11.2016
|
 |
İSTANBUL MODERN'İN YENİ MÜZE BİNASI 2019'DA
GALATAPORT'TA
Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi
İstanbul Modern’in
Galataport kapsamında yeniden
yapılmasına ilişkin işbirliği anlaşması, Galataport
projesinin geliştirme ve yönetimini üstlenen,
Doğuş Grubu‘na bağlı Salıpazarı
Liman İşletmeciliği ve Yatırımları A.Ş. ile
İstanbul Modern Sanat Vakfı (İMSAV)
arasında imzalandı. Yeni müze binasının 2019
yılında açılması planlanıyor. İstanbul Modern, yeni
müze binası tamamlanana kadar Galataport sahasında
bulunan Paket Postanesi’ndeki
geçici yerinde hizmet verecek.
Açıklandığı ilk günden beri kamuoyunda,
kültür-sanat ve mimarlık çevrelerinde tartışmalar
yaratan Galataport projesi
kapsamında Karaköy-Tophane bölgesinin birçok
değişikliğe uğraması bekleniyor. Proje kapsamında
Antrepo binaları, Liman İşletmeleri, Paket
Postanesi, Sedad Hakkı Eldem Binası gibi birçok
tarihi bina ya yıkıldı ya da yıkılmak üzere.
Galataport projesi, Tabanlıoğlu Mimarlık
tarafından yürütülüyor.
Anlaşmaya göre dünya standartlarında bir
tasarımla hayata geçirilecek yeni bina, müzenin
kurucu sponsoru Eczacıbaşı Holding
ve Doğuş Grubu-Bilgili Holding’in
ortaklaşa katkısıyla yapılacak. İmzalanan protokol
çerçevesinde Doğuş Grubu-Bilgili Holding, İstanbul
Modern’in yeni binasının ana sponsorları arasında
yer alacak.
Dünya çapında bir müze binası olması
hedefleniyor
İstanbul Modern’in yeni binasının tamamlanmasıyla
birlikte, İstanbul dünya çapında ses getirecek bir
müzeye sahip olacak. İstanbul Modern’in mimari
projesi için müze tasarımında dünyanın en deneyimli
mimarlarıyla görüşmeler sürüyor.
Geçici müze binası, Karaköy’deki Paket
Postanesi
İstanbul Modern, yeni müze binası tamamlanana
kadar Galataport sahasında bulunan Paket
Postanesi’nde sanatseverleri ağırlayacak.
Karaköy’deki bina, İstanbul Modern’in tüm
faaliyetlerini yeni müze hazır olana kadar eksiksiz
olarak sürdürebileceği bir biçimde, tarihi dokusu
korunarak Doğuş Grubu-Bilgili Holding tarafından
restore edilecek.
kulturlimited.com, 17.11.2016
|
BARTIN'DA MOLOZ DÖKÜLEN ALANDA TARİHİ KALINTILAR
BULUNDU
Bartın'ın Amasra
İlçesi'nde inşaat hafriyatlarının döküldüğü alanda
tarihi değeri olduğu düşünülen kalıntılar bulundu.
Amasra Müze Müdürlüğü inceleme başlattı.
Amasra Küçük Liman
mevkisinin üst tarafında moloz ve çöplerin döküldüğü
alanda, üzerinde figürler bulunan tarihi kalıntıları
görenler Amasra Müze Müdürlüğü'ne haber verdi.
Zaman zaman inşaat
kazılarında çıkan hafriyatların döküldüğü bölgede
bulunan tarihi kalıntılarla ilgili inceleme
başlatıldı.
Amasra Müze Müdürü
Baran Aydın, ilçede nereyi
kazarsanız mutlaka tarihi esere rastlandığını
belirterek şöyle konuştu:
"Sonuçta kentin
altındaki her yer tarih kaynıyor. Bu bizim için
sürpriz olmadı. Arkadaşlarımız çöplük alanda bulunan
kalıntıları ve başka bulunan kalıntıları da
inceliyor. Şu anda hangi döneme ait oldukları
konusunda net bir bilgimiz yok. Rapor hazırlandıktan
sonra bu bilgiye ulaşabiliriz. Burada bulunan
eserleri önümüzdeki günlerde oradan alacağız. Biz de
Amasra Müze Müdürlüğü olarak gereken çalışmaları
yapmak için arkadaşlarımızla birlikte görev
başındayız."
Birgün, 16.11.2016
|
IŞİD'DEN KURTARILAN NİMRUD ANTİK KENTİNDE TÜM
ESERLER YOK EDİLMİŞ
Irak’ta yer alan ve iki yıl
boyunca IŞİD’in elinde kaldıktan sonra geçtiğimiz
günlerde kurtarılan Nimrud antik kentinde tüm
tarihi eserler paramparça edilmiş.

Son olarak 2015 yılının Mart ayında açıklama yapan
yetkililer, “Dozerlerle yıkıma başladılar. Antik
kente ne kadar hasar verdiklerini bilemiyoruz”
açıklaması yapmıştı. Fakat geçtiğimiz günlerden
antik kentin IŞİD’ten kurtarılmasıyla bölgedeki
tarihi eserlere verilen gerçek zarar ortaya çıktı.

Irak’ta bir Assur kenti olan Nimrud
antik kenti,
günümüzden tam 3300 yıl öncesine tarihleniyor ve
Mezopotamya’daki en önemli arkeolojik alanlardan
birisi olarak gösteriliyor. Fakat ne yazık ki
geçtiğimiz günlerde çekilen video ve fotoğraflar,
antik kentteki tarihi eserlerin paramparça
edildiğini gösterdi.
Son yapılan tespitlerde Nimrud’taki oyma frizler,
kanatlı boğa ve aslan heykelleri moloz haline
getirilmiş. Bölgedeki antik kalıntıların dikkat
çekeni olan zigurat ise büyük ölçüde yıkılmış.
Aşiret milis komutanı Ali al-Bayati, “Daha önce
burada bir yaşam vardı, fakat şimdi hiçbir şey
kalmamış. Yıkılmadık hiçbir şey bırakmamışlar.
Nimrud’u kaybetmek kendi evini kaybetmekten bile
daha kötü.” diyor.

IŞİD’in 2015 yılında yayınladığı Nimrud
videolarında, militanların paha biçilemez freskleri
ve Asur kralı mezarlarını balyozlarla parçaladığı,
tapınakları ise dinamitlerle havaya uçurduğu
görülüyordu.

IŞİD, 2014’ün Haziran ayında Musul’u ele geçirdiği
zaman 20 kilometre mesafedeki Nimrud Antik Kenti’ni
konrol altına almıştı.
arkeofili.com, 16.11.2016
******
IŞİD, Musul’dan çekilirken bir antik kenti bir de
bölgenin en önemli tarihi eserlerinden Nimrud
zigguratını yerle bir etti.
Zigguratın Mezopotamya’daki
piramit benzeri tapınaklar olduğunu ilkokul
derslerinden hatırlıyor olabilirsiniz.
Bu yapılar, ilk medeniyetlere
ev sahipliği yapan Mezopotamya bölgesinin geçmişine
dair bize çok fazla bilgi sağlama potansiyeline
sahip.
Ancak tarihin her döneminde
olduğu gibi bugün de Fırat ve Dicle arasındaki
topraklar savaşlara sahne oluyor ve maalesef bu
savaşlar esnasında tarihi eserler de zarar görüyor.

IŞİD geçmişte bu tarihi yapılara karşı saygısız tavırlarıyla tanınmıştı. dunyahalleri.com'un National Geographic'ten aktardığı haberine göre örgüt bu tavrını devam ettirerek, Musul’dan çekilirken bir antik kenti bir de bölgenin en önemli tarihi eserlerinden Nimrud zigguratını yerle bir etti. Günümüzden 2900 yıl önce, o zamanlar Kalah olarak bilinen şehirde inşa edilen zigguratın, son çekilen uydu fotoğraflarında yerle bir olduğu görüldü.
Nimrud zigguratı, ilk inşa
edildiğinde 61×61 metre taban üzerine, 61 metre
yüksekliğinde bir kule şeklinde yapılmıştı. Daha
sonra bu yapının bazı bölümleri yıkılmış, ancak 43
metrelik kısmı hala ayaktaydı. Uydu fotoğraflarına
baktığımızda IŞİD’in bu yapıyı bilinçli olarak, iş
makineleriyle yıktığı görülüyor.
YIKIMIN MUHTEMEL
NEDENLERİ
IŞİD’in zigguratı neden
yıktığı ise henüz bilinmiyor. Bu konu üzerine bazı
düşünceler mevcut. Muhtemel bir neden, zigguratın
bölgedeki en yüksek yapı olması ve görüşü
engellemesi olabilir. Ancak çevresinde başka
herhangi bir yapı ya da yer şekli bulunmayan bu
yapının yıkılması ya da yerinde durması savaş
açısından kimseye avantaj sağlayacak gibi
görünmüyor.
Bir başka ihtimal ise bölge
halkının moralini bozmak ve bölgeye yaklaşan Irak
ordusuna gözdağı vermek olabilir. Bu yapının eski
bir tapınak olduğu düşünüldüğünde IŞİD’in yapıyı
İslam’a aykırı bulduğu için de yıkmış olabileceği
göz önünde bulundurulabilir.

Son olarak IŞİD bu yapının
içinde değerli kalıntılar aramak için de zigguratı
yıkmış olabilir ancak bu da mantıklı bir sebep değil
çünkü zigguratlar tamamen taştan inşa edilen ve
içinde mezar bulunmayan yapılar. Amerikan Şarki
Araştırmalar Okulu (ASOR) Akademik Direktörü Michael
Danti “Bir zigguratın içinde değerli kalıntılar
aramak için oldukça naif olmak gerekiyor.” diyor.
Sebebi her ne olursa olsun
IŞİD 2900 yıllık tarihi bir hamlede yerle bir etti.
Tarih boyunca savaşlardan nasibini alan bu bölgenin
tarihinin yine savaşlarla yok olması, bölgenin
kültürü ve bilgi birikimi açısından üzüntü verici
bir durum.

PEŞMERGE DE ANTİK
ŞEHRE KONUŞLANDI
Zigguratın yanı sıra, Nimrud’dan sonra kısa bir süre
Yeni Asur İmparatorluğu‘nun başkentliğini yapmış
olan Dur-Sharrukin antik şehrinin de savaş sırasında
tahrip edildiği belirtiliyor. 1900’lerin başında
arkeologlarca incelenen bu şehrin önemli kalıntılara
ev sahipliği yaptığı görülmüştü. 2015’te IŞİD
tarafından yağmalanan bu şehrin şimdi de Peşmerge
askerleri tarafından üs olarak kullanıldığı
söyleniyor. Şehrin önemli bir kısmını yerle bir eden
askerler, yıkılan bölgenin üzerine bir askeri
yerleşim yeri kurdular. Uydu fotoğraflarında bazı
arkeolojik kalıntıların yerinde durduğu görülse de
şehrin önemli bir kısmı yıkılmış durumda.
Odatv.com, 17.11.2016
|
ORDU'DA BULUNAN 2 BİN 500 YILLIK MAĞARA TURİZME
KAZANDIRILACAK

Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından, Altınordu
İlçesi'nde bulunan Taşbaşı Kültür Merkezi olarak
kullanılan eski Taşbaşı Kilisesi mevkiinde 2 bin 500
yıllık mağara bulundu. Büyükşehir Belediyesi
tarafından yapılan açıklamada, 2 bin 500 yıllık
mağaranın yaklaşık 40 metre uzunluğunda ve 1.5 metre
genişliğinde olduğu ifade edildi. Mağaranın turizme
kazandırılması için çalışma başlatıldı. Antik çağda
insanların elleriyle yaptığı tarihi mağaranın
Taşbaşı Kilisesi'ne kadar ulaştığı ve bölgede
yaşayanların yerleşim yerlerinden denize ulaşımını
da bu yolla sağladığının tahmin edildiği belirtildi.
Mağaranın zemininin taş döşeme olduğu ve ilerleyen
kısımlarının doğal kireç oluşumuyla kapandığı
belirlendi.
 
 
Milliyet, 16.11.2016 |
BAKAN NABİ AVCI, BAKANLIĞIN 2017 BÜTÇESİNİ TBMM PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONUNA SUNDU
Kültür ve Turizm
Bakanı Nabi Avcı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda,
Bakanlığının 2017 yılı bütçesi üzerine yaptığı
sunumda, 2016'nın sadece Türkiye’de değil Suriye,
Irak, Fransa, Pakistan, Belçika ve dünyanın birçok
köşesinde, bombaların ardı ardına patlatıldığı bir
yıl olduğunu belirtti.
Yaşanan acılara ve
küresel teröre karşı insanlığın ortak bir duruş ve
söylem geliştiremediğine işaret eden Bakan Nabi
Avcı, çağrılarına uluslararası toplumdan gerekli
yanıtı alamadıklarını söyledi.
Terörizmin,
ekonomiyi de olumsuz etkilediğinin altını çizen
Bakan Nabi Avcı, küresel olan turizm sektörünü son
zamanlarda terörizmin hedef aldığını dile getirdi.
Bakan Nabi Avcı, son yıllarda artan terörün tüm
insanlığı hedef aldığını, aynı zamanda, özellikle
güvenlik kaygısıyla seyahatlere engel olarak, birçok
ülkede turizm sektöründe durgunluğa yol açtığını
kaydetti.
Bakan Nabi Avcı, Dünya Seyahat ve
Turizm Örgütünün 2014 yılı rakamlarına, göre
Avrupa’nın gayri safi yurtiçi hasılasına katkısı 780
milyar dolar olan ve GSYİH'sının yüzde 3,4’ünü
oluşturan turizm sektörünün, 2016'da tüm dünyada
turistik destinasyonlarda zorlu bir sürece girdiğini
söyledi.
Türkiye'nin 2016'da sadece
geleneksel olarak tanımlanabilecek bir teröre maruz
kalmadığının altını çizen Bakan Nabi Avcı, sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Başkentin göbeğinde bomba
patlatan, kendi insanına silah sıkan ve tanklarla
halkının üzerine yürüyen, devlet kurumlarına sızmış
yeni bir terör yapılanması olan FETÖ'nün darbe
girişimine de tanık olunmuştur. Ancak millet, 15
Temmuz’da tek yürek, tek vücut olmuş, kendisini
esarete, zulme, kaosa mahkum etmek isteyenlerin
heveslerini kursaklarında bırakarak bir kahramanlık
destanına imza atmıştır.
Yine, 2016 yılı
Rusya ile geçici bir kriz döneminin yaşandığı bir
yıl olmuştur. Ancak sorunun çözümü yönünde
karşılıklı olarak önemli adımlar atıldığı, geleceğe
daha güvenle bakacağımız ve sektörde karşılıklı
olarak yaralarımızı saracağımız yeni bir döneme
'merhaba' dedik. Dünyanın en fazla turist çeken
6'ncı, Avrupa’nın ise 4'üncü ülkesi konumunda olan
ülkemizin turizm sektöründe, 2023 hedeflerine
ulaşabilmesi, niteliği itibarıyla kırılgan bir
sektör olan turizmin, dünya genelinde yaşanan
olumsuzluklardan ve bölgesel gelişmelerden en az
düzeyde etkilenmesi amacıyla etkin tedbirler aldık."
Bu kapsamda toplam maliyeti 543 milyon lira
olan, sektöre 255 milyon lira hibe desteğiyle 288
milyon lira ödeme yapılmasını içeren Turizm Acil
Eylem Planı Destek Paketini, bu yıl uygulamaya
koyduklarını anımsatan Avcı, "Bakanlık olarak, varış
noktalarımızı tek bir pazara bağlı kılmadan, pazar
ve ürün çeşitliliğini destekleyecek, böylece kriz
dönemlerindeki yönetimi etkinleştirecek bir
yaklaşımla çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Turizm sektöründe küresel gelişmelere
anında cevap veren bir refleksle hareket eden
Bakanlığımız, kültürel değerlerimizi ön plana
çıkararak ürün ve varış noktası çeşitliliğini
sağlayarak kültür ekonomisi ile turizm sektörünü
buluşturmak için de etkin tedbirler almaktadır."
ifadelerini kullandı.
82 Müzede
Çalışmalar Sürüyor
Bakanlığa bağlı
198 müze, 138 ören yeri ve 220 özel müzenin,
faaliyetlerini sürdürdüğünü, müze ve ören yerlerini
2016'nın ilk 9 ayında, 14,4 milyon kişinin ziyaret
ettiğini aktaran Bakan Nabi Avcı, en çok ziyaret
edilen müzelerin sırasıyla Konya Mevlana Müzesi,
Topkapı Sarayı Müzesi ve Ayasofya Müzesi olduğunu
bildirdi.
Bu yıl açılması planlanan 16
müzeden 3'ünün açıldığını, 6 müzenin açılışa hazır
olduğunu, 7’sinin de yıl sonuna kadar tamamlanarak
açılışa hazır hale getirilmesinin hedeflendiğini
belirten Bakan Nabi Avcı, "2016'da 27 yeni müze
yapımı ve yenileme projesine ek olarak, 55 uygulama
işi ile toplam 82 müzede çalışmalar devam etmekte
olup, bu çalışmaların 2017 yılında tamamlanmasını
öngörüyoruz." dedi.
Dünya Miras Listesi'ndeki
varlık sayısının 2016'da listeye alınan "Ani
Arkeolojik Alanı" ile 16'ya yükseldiğini aktaran
Bakan Nabi Avcı, Geçici Liste'de yer alan
"Afrodisias Arkeolojik Alanı"na ait adaylık
dosyasının Dünya Miras Merkezine iletildiğini,
Göbeklitepe'ye ait dosyasının da 1 Şubat 2017’de
Dünya Miras Merkezi'ne gönderilmesinin planlandığını
söyledi. Bakan Nabi Avcı, Dünya Geçici Miras
Listesi'ndeki varlık sayısının da 69'a yükseldiğini
dile getirdi.
Bakan Nabi Avcı, 2016’da
tespit ve tescil çalışmaları kapsamında, Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarınca 914 sit alanı
ile bin 531 taşınmaz kültür varlık sayısının
varlığının tescillendiğini, ülkede toplam 15 bin 754
sit alanı, 102 bin 280 taşınmaz kültür varlığı
bulunduğunu kaydetti.
Yerli Bilim
Heyetlerince Gerçekleştirilecek Kazılara 40 Milyon
Aktarılacak
Bakanlıkça 2016'da
toplam 509 kazı ve araştırma faaliyeti
gerçekleştirildiğini, çalışmalar için 18,2 milyon
lira ödenek kullanıldığını aktaran Bakan Nabi Avcı,
2017'de de 600'e yakın kazı ve araştırma
çalışmasının planlandığını, yerli bilim heyetlerince
gerçekleştirilecek kazılara 40 milyon lira ödenek
aktarılmasının öngörüldüğünü sözlerine ekledi.
Üzerinde taşınmaz kültür varlığı bulunan
tescilli taşınmazlar ile sit alanlarında kalan ve
kesin yapılanma yasağı getirilen özel mülkiyetteki
taşınmazların kamulaştırıldığını veya hazine
arazileriyle takas edildiğini belirten Bakan Nabi
Avcı, Bakanlığın kamulaştırma ödeneğinin 2003'e
kıyasla 2016'da 38 kat arttığını, bugüne kadar
toplam 198,5 milyon lira kamulaştırma ödeneği
kullanıldığını söyledi.
Kültür ve Turizm
Bakanı Nabi Avcı, bu yıl 17 ilde 88 taşınmazın
kamulaştırma çalışmalarının başladığını, 2017'de
kamulaştırma çalışmalarına devam edileceğini
belirtti.
Kültür ve sanat alanında faaliyet
gösteren yatırımcı ve girişimcilerin teşvik edilmesi
kapsamında 2006'dan bugüne kadar 94 kültür
belgesinin düzenlendiğini, 2009-2016'da 16 tesise
868 bin lira enerji desteği geri ödemesi yapıldığını
aktaran Bakan Nabi Avcı, kültürel alanda
sponsorluğun teşviki amacıyla 2008'den bugüne kadar
86 kurum ve kuruluşa vergi indirimi sağlandığını
kaydetti. Bakan Nabi Avcı, 2017'de de bu teşviklerin
artarak devam ettirilmesinin planlandığını belirtti.
kulturturizm.gov.tr (Kısaltarak), 16.11.2016 |
FRİDA'NIN KAYIP
RESMİ BULUNDU
Meksikalı sanatçı Frida Kahlo'nun 60 yıldır
görülmeyen resmi önümüzdeki hafta New York'ta açık
artırmaya çıkacak.
BBC Türkçe’nin haberine göre,
1929 yılında yapılan Kolyeli Kız resmi Kahlo'nun
kocası tarafından, ünlü ressama ölümünden önce
yardımcı olan bir kadına hediye edilmişti. Resmin
varlığı, Kaliforniya'da yaşayan ve bugün 90 yaşında
olan kadının, 60 yıl boyunca yatak odasında tuttuğu
resmi bu yıl Sotheby's müzayede evine vermesiyle
ortaya çıktı. 22 Kasım'da gerçekleşecek açık
artırmada resmin 2 milyon dolara satılması
bekleniyor.

Sotheby's'in Latin Amerika sanatı sorumlusu Axel
Stein, resmin çok iyi korunduğunu söyledi: "Resim
çok yeni duruyor. Evin karanlık bir kısmında
saklanmış ve renkleri çok canlı. Stein, tuval
üzerine yağlıboya ile yapılan resmin "yakınlık ve
sıcaklık hissi" yarattığını söyledi. Resimde
muhtemelen Frida Kahlo'nun kendisi olan bir kız
çocuğunun portresi yer alıyor.

Sanat uzmanları resmin varlığını, Frida Kahlo'nun
bir arkadaşının çektiği fotoğraf sayesinde
biliyordu. Kahlo'nun resimlerinin görüldüğü siyah
beyaz fotoğraftaki Kolyeli Kız'ın nerede olduğunu
kimse bilmiyordu. Resmin sahibi Sotheby's'e,
Kahlo'nun eşi Deigo Rivera'nın resmi 1955'te
kendisine hediye ettiğini söyledi. Kahlo'nun
ağaçların arasındaki iki çıplak kadını tasvir ettiği
bir resmi bu yıl New York'ta 8 milyon dolara
satılmış, Kahlo'nun en pahalı resmi unvanını ele
geçirmişti.

Odatv.com, 16.11.2016
|
İZİNSİZ KAZI YAPMAK İÇİN JANDARMAYA 200 BİN LİRA
RÜŞVET TEKLİF ETTİLER
Kastamonu' da jandarma ekiplerine rüşvet
vererek kaçak kazı yapmak isteyen 5 kişi
adliyeye sevk edildi.
Edinilen bilgiye göre, Akkaya
Köyünde 5
kişilik şebeke, Akkaya İlçe Jandarma
Komutanlığını ziyaret ederek, buradaki
görevlilere kaçak kazı yapmak için rüşvet
teklif etti.
Yaklaşık 200 bin TL rüşvet teklifinde
bulunan şahıslar, daha sonra karakoldan
ayrıldı. Şebekeyi takibe alan jandarma
ekipleri, izinsiz ve kaçak kazı yapmak
isteyen şahıslardan kazı öncesinde para
istedi. Jandarma ekiplerine ilk etapta 2 bin
TL rüşvet veren şebeke, ardından kaçak kazı
yapmak istedikleri yere gitti.
Burada şebekeye yönelik eş zamanlı
operasyon gerçekleştiren jandarma ekipleri,
A.K., O.T., F.E. , B.B. ve K.D. isimli
şahısları kazı malzemeleri ile birlikte
suçüstü yakaladı. A.K., O.T., F.E. , B.B. ve
K.D., "rüşvet, izinsiz kazı ve tarihi eser
kaçakçılığı" suçlamalarıyla jandarma
ekiplerince gözaltına alındı. Jandarmadaki
işlemlerinin ardından zanlılar adliyeye sevk
edildi.
T24 Haber, 15.11.2016
|
"VAN GOGH'UN DEFTERİ BULUNDU" İDDİASI
Ünlü Hollandalı ressam Vincent
van Gogh’un, sanat hayatının en verimli
dönemine ait 65 eskizini içeren defterin
bulunduğu iddiası tartışma yarattı.
Toronto
Üniversitesinden Kanadalı
van Gogh uzmanı Bogmila Welsh-Ovcharov
eserlerin orijinal olduğunu
iddia ederken,
Amsterdam’daki
Van Gogh Müzesi’nden “Defterden uzun süredir
haberdardık, uzmanlarımızın yaptığı inceleme
sonucu eserlerin taklit olduğu sonucuna vardık”
açıklaması geldi.
Tartışmalar devam
ederken, dün eskizlerin bir araya getirildiği “Vincent
van Gogh, the fog of Arles: The rediscovered
sketchbook” (Vincent van Gogh, Arles’in sisi:
Yeniden keşfedilen eskiz defteri) adlı
kitap yayınlandı. Welsh-Ovcharov defteri,
van Gogh’un ömrünün sonuna doğru yerleştiği
Fransa’nın Arles kentinde bulduğunu söyledi.
Defterin van Gogh’a sık gittiği kafenin sahibi
tarafından
hediye edildiği, ressamın da 2 yıl sonra
sayfaları eskizleriyle doldurup geri verdiği
ileri sürüldü.
Hürriyet, 15.11.2016
|
"TARİHE SAHİP ÇIKIN" ÇAĞRISI
Ulus
Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında yıkım
ve yapım çalışmaları süren Hacı Bayram
Mahallesi’nin bir tarafında yeni konaklar
yükselirken, alt kısımlardaki tarihi yapılar
onarılmayı bekliyor. Mahalle sakinleri,
restorasyon için “Yık, yeniden yap olmamalı”
diyor.
Büyükşehir Belediyesi’nin
Ulus
Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında yıkım
ve yenileme çalışmalarına devam ettiği Hacı
Bayram Camii çevresinin bir kısmında yeni
konaklar yükselirken, alt kısımlarda ortaya
çıkan tarihi konaklar ise onarılmayı bekliyor.
Mahallede yıkılma tehlikesi olan birçok tarihi
evde Suriyeliler başta olmak üzere vatandaşlar
ikamet ediyor. Yapıların kime ait olduğunu
bilmediklerini belirten Hacı Bayram
Mahallesi’ndeki vatandaşlar yapılacak
restorasyon çalışmaları için, “Yık yeniden yap
olmamalı” diyor. Mahallenin
Ankara ile özdeşleşmiş birçok tarihi konağa
ev sahipliği yaptığına dikkat çeken mahalle
sakinlerinden Mehmet Arabacı, semtin olumsuz
olaylarla anılmasının tarihi özelliğini geri
plana ittiğini belirtti.

TARİHİ
DOKUYA SADIK KALINSIN
Aynı zamanda
muhtar azası olan Arabacı şunları söyledi:
“Mahallemiz bilinen geçmişi ile 2 bin-2 bin 500
yıllık bir tarihe sahip. Aynı zamanda
cumhuriyet ile yaşıt bir mahalle.
Kentsel dönüşüm içerisinde olduğundan birçok
tarihi ev ve sokak yıkıldı. Mahalleli olarak
istediğimiz, tarihi dokuya zarar verilmeden ve
tarihi binaların korunarak restorasyonun
yapılması ve bacasız sanayi olan turizme
açılması. Bu yapılırken cumhuriyet ve cumhuriyet
öncesi yapıların korunmasını, tarihi dokuya
sadık kalınmasını istiyoruz. Mevcut durumdaki bu
yapılar bu şekilde beklediği sürece zarar
görebilir. Alkol almak isteyenler buraya
gelebilir.

SIRADAN
BİR MAHALLE DEĞİL
Gelecek nesile
görsel kanıtlar olarak bırakılmasını Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile belediyelerden talep
ediyor ve istiyoruz. Kurumlar tarihe sahip
çıksınlar. Mahallemizi sıradan bir mahalle
olarak görmesinler.
Ankara Valiliği, ilk
Başbakanlık binası, hariciye vekaleti,
Julien Anıtı, Augustus Mabedi, Hacı Bayram
Camii, Şeyh İzzetin Türbesi, gibi birçok tarihi
eseri barındırmaktadır. Şunu da belirtmek
isteriz ki yapılan restorasyon çalışmaları yık
yeniden yap şeklinde olmamalı. Yapıların aslına
uygun olarak restore edilmesini istiyoruz.
Geriye dönüp baktığımızda birçok tarihi evin
yıkıldığını görüyoruz. Tarihi binaların
tescillenerek koruma altına alınmasını, aslına
uygun olarak restorasyonunu bekliyoruz.”

Mahalle
sakinlerinden Mehmet Arabacı,
beyaz konakta bombalı saldırıda hayatını
kaybeden gazeteci
Uğur Mumcu’nun ikamet ettiğini söylüyor.

Hacı Bayram
Mahallesi’ndeki tarihi Hamidiye Mescidi’nin
önündeki metruk kısımda asılı olan çamaşırlar
dikkat çekiyor.
Hürriyet, Haber: Murat
Yılmaz, 15.11.2016
|
PORTEKİZ'DE SELFİE ÇEKEN BİR TURİST 300 YILLIK
HEYKELİ PARÇALADI
Portekiz’deki bir müzede
sergilenen 18. yüzyılda yapılmış bir heykel daha,
selfie çekmeye çalışan bir turist tarafından
parçalandı.

Portekiz’deki Lizbon Ulusal Antik Sanat Müzesi’nde
Brezilyalı bir turist, 18. yüzyıla ait Aziz Michael
heykeli ile selfie çekmeye çalışırken heykele
çarptı. Heykel yere düşerek birçok parçaya ayrıldı.
Olay sırasında orada bulunan diğer ziyaretçiler,
parçalanmış heykelin fotoğraflarını çekerek sosyal
medyada paylaştı. Olayı fotoğraflayarak yıkım anını
paylaşanlardan biri, “Bu olay, her ayın ilk Pazar
günü düzenlenen ücretsiz giriş etkinliğinin bir
sonucu.” dedi.
Müzenin direktör yardımcısı Jose Alberto Seabra
Carvalho ise uzun yıllardır bu müzede çalıştığını
fakat daha önce hiç böyle bir olay yaşanmadığını
söylüyor.
Uzmanlar 1700’lü yıllarda yapılan heykelin
onarılamayacak şekilde zarar gördüğünü söylüyor.
Olay hakkında soruşturma başlatıldı fakat heykeli
düşürüp kıran kişinin ismi henüz açıklanmadı.
Son yıllarda selfie çekmek ve selfie çubuğu
kullanmanın yaygınlaşmasıyla birçok müze ve
arkeolojik alanda trajikomik olaylar yaşanmaya
başladı. Bazı müzeler selfie çekmeyi yasaklarken,
bazı müzeler ise bunu ücretli hale getirdi. Son
olarak yine Portekiz’deki bir müzede selfie çekmeye
çalışan bir turist 126 yıllık bir heykeli düşürüp
parçalamıştı.
arkeofili.com, 15.11.2016
|
ŞEHİTLİĞİ TALAN ETMİŞLER
Erzurum’da 1916 yılında Rus işgaline karşı
Kargapazarı dağlarında direnirken şehit düşen 350
subay ve erin naaşlarının bulunduğu şehitlik define
avcılarının talanına uğradı. Jandarma ekipleri
define arayan 4 şüpheliyi yakalayarak, gözaltına
aldı.

ATAK Arama Kurtarma ve Doğa Sporları Kulübü Başkanı
Çetin Bayram’ın araştırma ve çalışmaları sonucu bu
yılın başlarında bulunan Kargapazarı Şehitliği,
define avcılarının hedefi oldu. 350 subay ve
erin naaşlarının bulunduğu şehitlikte kazı yaparak
define arayan 4 şüpheli,
jandarma ekiplerinin çalışması sonucu suçüstü
yakalandı. Gözaltına alınan 4 şüpheli adliyeye sevk
edilecek.

Kargapazarı Şehitliği’nde define arayan şüphelilere
öfke kusan Çetin Bayram, “Kargapazar Müfrezesi
Şehitliği, Birinci Dünya Savaşı’nın
Avrupa ve Doğu Cephesinde, Dünya üzerindeki
belki de en orijinal haliyle korunmuş mezarlığı.
Şehitliğin ortasında define avcıları tarafından
büyük bir çukur kazınmış durumda. Bundan yaklaşık 1
ay önce Valimiz Seyfettin Azizoğlu’yla buraya
geldiğimiz de bu çukur daha küçüktü. Valimiz alay
komutanına talimat verdi. Şehitlerimizin kanında
define arayanların derhal bulunması için talimat
verdi. Burada şehit kanları arasında define
aranıyor. Burası 1. Dünya Savaşında Rus ordusuna
karşı savaşan Osmanlı ordusundan şehitlerimizin
şehitliği. “ diye konuştu.

Vatan, 15.11.2016 |
URFA'DA SÜRYANİLERE AİT TEK TARİHİ KİLİSE KÜLTÜR
MERKEZİNE ÇEVRİLDİ
Urfa’da 1861 yılında yapılan ve
Süryanilere ait kentteki tek kilise olan
Reji Kilisesi, restore edildikten sonra
Eyyübiye Belediyesi’ne bağlı kültür merkezi
ve Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Vakfı olarak kullanılmaya başlandı.
Urfa’da Ellisekiz Meydanı’nda bulunan
Süryanilere ait Reji Kilisesi (Aziz Petrus
ve Aziz Paulus Kilisesi), kültür merkezi
olarak kullanılacak şekilde restore
edildikten sonra Eyyübiye Belediyesi’ne
tahsis edildi.
Kilisenin bazı bölümleri kültür merkezi
olarak kullanılırken, bir bölümü de Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı olarak
kullanılıyor.
Kilisenin tarihi
Kilisenin kitabesinde yer alan bilgilere
göre, 1861 yılında Patrik II.Yakup ve
Metropolit Aziz Gregorius döneminde
Süryaniler tarafından yapılan kilise,
İsa’nın iki havarisinin anısına inşa
edildiğinden onların ismini taşıyor.
Süryanilerin 1924 yılında zorla yerinden
edilmesine kadar kilise ve okul olarak
kullanılan tarihi yapı, bu tarihten sonra
Tekel İdaresi’ne devredilerek tütün işleme
fabrikası olarak kullanıldı.
İlerleyen yıllarda şaraplık üzüm deposu
olarak kullanılan yapı, Fransızcada tekel
sözcüğünün karşılığının Regie (Reji)
olmasından ötürü daha sonraları Reji
Kilisesi olarak anılmaya başlandı.
1998 yılında restore edilen kilisenin
bahçesinden ve duvarlarından çıkarılan
Süryanice yazılı mezar taşları da bugün
halen Urfa Müzesi’nde sergilenmekte.
Gazete Karınca, 14.11.2016
|
ÇAĞDAŞ SANAT EL DEĞİŞTİRİYOR
Önümüzdeki hafta
sonu iki müzayedede 433 eser satışa sunulacak.
Antik AŞ’nin 19 Kasım,
Beyaz
Müzayede’nin
ise 20 Kasım da düzenleyecekleri müzayedelerde
çağdaş
sanatın önde gelen isimlerinin eserleri el
değiştirecek.
Çağdaş
Türk resminin usta isimlerinden Fahrel Nissa
Zeid, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Mehmet
Güleryüz, Mübin Orhon, Komet, Orhan Peker’e ait
eserler Antik AŞ tarafından 19 Kasım Cumartesi
günü gerçekleştirilecek
müzayede ile satışa çıkıyor. Fahrel Nisa
Zeid’in 1949 dönemi ‘Mozaikler’ konulu eseri 350
bin, Komet’in 10 sene içinde tamamladığı, ‘Öğle
Uykusundan Uyanırken’ adlı eseri ise 200 bin
lira başlangıç fiyatıyla müzayedede olacak. Erol
Akyavaş’ın MoMA koleksiyonunda yer alan 1959
döneminden ‘Zafer Kapısı’ ve Che Guevara’yı
yorumladığı eseri, Mehmet Güleryüz’ün ‘Uzak bir
yerde’, ‘Kılavuz’ ve farklı dönemlerinden
eserleri de ilk kez müzayedede satışa sunulacak.
Burhan Doğançay’ın ‘Kurdeleler’, ‘Duvarlar’
serisi, Bedri Rahmi Eyüboğlu’dan ‘Otoportre’,
Eren Eyüboğlu, İhsan Cemal Karaburçak, Ferruh
Başağa, Orhan Peker, Ferit İşcan, Nuri İyem,
Abidin Dino, Ömer Uluç ve Mübin Orhon eserleri
de koleksiyoncuların beğenisine sunulacak.
Müzayedede güncel
sanatçıların eserleri de önemli bir bölüm
oluşturuyor. Canan Tolon’un ‘Glitch 20’ adlı
yapıtı, Selma Gürbüz’ün ‘Kadın’
konulu eserleri, Kemal Önsoy’dan ‘Güneş’ konulu
soyut çalışmalar,
İstanbul Modern’de sergisi devam eden
İnci Eviner’in tuval çalışması, Tayfun
Erdoğmuş, Nilbar Güreş, Ansen, Haluk Akakçe ve
Ekrem Yalçındağ gibi
Türkiye’nin önde gelen güncel sanatçılarına
ait eserler bunlardan bazıları. Olgaç Artam
tarafından yönetilecek müzayede 19 Kasım 2016
saat 15.00’te Antik Palace’da
gerçekleştirilecek. Satışa sunulacak eserler
Artam Antik AŞ sergi salonlarında görülebilir. (www.artam.com)
EN PAHALI
ESERLER
ANNE-OĞULUN
Antik AŞ’nin
müzeyedesinde Fahrel Nissa Zeid’in 1949 tarihli
105x160 cm ebatlarındaki tablosu 350 bin lira
başlangıç fiyatıyla müzayedeye çıkarken,
Beyaz Müzayede’de ise oğlu Nejad Melih
Devrim’in ‘Abstrait Azure’ adlı 1955 tarihli
eseri 550-800 bin lira tahmini fiyat aralığı ile
satışa sunulacak.

MÜZAYEDENİN YILDIZI NEJAD MELİH DEVRİM
Beyaz Müzayede, 20
Kasım Pazar günü gerçekleştireceği müzayedede
135 sanatçının, 254 eserini satışa sunacak.
Çağdaş ve modern
sanat müzayedesinde Nejad Melih Devrim,
Mübin Orhon, Selim Turan, Abidin Dino, Erol
Akyavaş, Adnan Çoker, Ömer Uluç, Neşe Erdok,
Nuri İyem, Komet, Mehmet Güleryüz, Canan Tolon,
Kemal Önsoy, Fahrel Nissa Zeid, Hakkı Anlı,
Fikret Mualla, Nurullah Berk, Burhan Doğançay,
Ferruh Başağa, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren
Eyüboğlu, Burhan Uygur, Cihat Burak, Cevat
Dereli, Ali Çelebi, Şükriye Dikmen, İhsan Cemal
Karaburçak, Avni Arbaş, Turan Erol, Ergin İnan,
Devrim Erbil, Güngör Taner, Mustafa Ata, Alev
Ebuzziya, Koray Ariş, Osman Dinç,
Ramazan Bayrakoğlu, Selma Gürbüz, Murat
Pulat, Ansen gibi Türk Çağdaş Sanatı’nın önemli
isimlerinin eserleri bulunuyor. Ayrıca, Peter
Halley, Sarah Morris, Franz Ackermann, Peter
Zimmermann, Jan Voss, Antonio Segui, Gudmundur
Erro, Hermann Nitsch ve Alexander Kosolapov gibi
dünya
çağdaş sanat ustalarının seçkin eserleri
satışa sunulacak.
Hürriyet, 14.11.2016
|
BAŞBAKAN'IN AKM İLE İLGİLİ SÖZLERİNE TEPKİLER
BÜYÜYOR
Başbakan Binali Yıldırım’ın Atatürk Kültür
Merkezi’yle (AKM) ile ilgili olarak “AKM’yi
kaldıralım, ne özelliği var o binanın?” demesi
mimarlık ve kültürsanat dünyasında tepki çekti.
Anımsanacağı üzere Başbakan Yıldırım, önceki gün
Şehrin Mimarları Buluşması etkinliğinde şu ifadelere
yer vermişti: “Onu kaldıralım, o alanı da
genişletelim, kimliği olan, dört köşe cam giydirme
bir bina yerine bizim kültürümüzü, tarihimizi,
geçmişimizi geleceğe taşıyan güzel bir bina
yapalım.”
Sorumlusu AKP
Eyüp Muhcu (Mimarlar Odası Genel
Başkanı): AKM’nin değerini Koruma Kurulu
tescil ederek ortaya koymuştur. Ayrıca mimarlık,
kütür-sanat alanında çalışan bilim insanları,
uzmanlar hazırlanan rapor ve düzenlenen belgelerle
AKM’nin özelliklerini, değerini bilimsel veriler
ortaya koymuştur. AKM’nin bugün işlevisiz hale
getirilmesinin sorumlusu AKP iktidarlarıdır. Bir
başbakan tarafından AKM’nin değersiz olduğu şeklinde
niteleme son derece talihsiz. Bu yapıya politik
nedenlerle ya da bölgedeki yüksek rant elde etmek
amacıyla karşı çıkabilirsiniz ancak o yapının
değersiz olduğunu iddia edemezsiniz.
Yargı kararına saygı
Sami Yılmaztürk (Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı):
Mimarlar Odası’nın düzenlediği ankette AKM önemli
yapılar arasında ilk 20’ye girdi. Daha öncede
AKM’nin yıkılmasını öngören projeler yargı kararıyla
durdurulmuştur. Başbakan’ı yargı kararlarına saygılı
olmaya davet ediyorum. Cumhurbaşkanı ya da Başbakan
kendi düşüncelerine uygun bir yapıyı başka bir yerde
yapabilir. AKM’yi yıkıp yeniden yapmaya kalkmak
Cumhuriyet ilkeleriyle, çağdaşlaşmayla kavgadır. Biz
bu kavgayı kabul etmiyoruz.
Kültür bakanları...
Orhan Aydın (Sanatçılar Girişimi
sözcüsü): Başbakan ‘AKM yıkılamaz tescilli
kültürel bir varlıktır. Koruma Kurulu kararı
doğrultusunda onarılmalıdır’ denen yargı kararını
hiçe sayıyor ve binanın görünümüyle ilgili görüş
beyan edip yıkılmalı diyor. 9 yıldır AKP’nin tüm
Kültür Bakanları da CB’de aynı şeyleri söylediler ve
binayı ölüme terk ettiler.
Başbakan opera bestesi de yapsın!
Korhan Gümüş (Mimar, aktivist):
Hukuk açısından bakarsak buna siyasitçiler mi verir
yoksa Koruma Kurulu mu? Kendini mimari konuda bu
kadar yeterli hissediyorsa neden opera bestesi de
yapmasın. Sayın Başbakan kusura bakmasın ama buna
karar verecek kurumlar var. Başbakan kendi evinde
beğenmediği koltuğu değiştirebilir ama bir kamu
kişiliği olarak bir yapının akıbetini evindeki
koltuk gibi çözemez.
Cumhuriyet, Haber: Ceren
Çıplak, 13.11.2016
|
NİĞDE'DE TARİHİ AYIP!

Niğde kent merkezindeki,
kullanılmayan 155 yıllık Rum Ortodoks Kilisesi ile
1223 yılında Selçuklular tarafından yapılan ve halen
ibadet edilen Alaeddin Camisi'nin duvarlarına sprey
boya ile yazılan yazılar, tepki çekti.

Aşıkların ilan tahtasını andıran duvarlardaki bazı
yazılarda da küfür içerikli yazılar yazılması,
'Tarihe büyük saygısızlık' olarak değerlendirildi.

Çevre sakinleri, Rum Ortodoks Kilisesi ile kimsenin
ilgilenmediğini, camide ise ibadet yapılmasına
rağmen yazılan yazıların kente yakışmadığını
belirterek, gerekli önlemlerin alınmasını istedi.

Her tarafı çeşitli bezemeler ve fresklerle süslü
olan kilisenin, içinde ve dışında yazı yazılmamış
yer bulunmuyor.

Uzun yıllar Niğde
Belediyesi'nin deposu olarak kullanılan ve daha
sonra boşaltılan kilise, Kapadokya turlarının durağı
olabilecekken, kötü görüntüsü ile zamana direniyor.

Cumhuriyet, 13.11.2016 |
TEMNOS'U BÖYLE TALAN ETMİŞLER

Roma döneminin
12 Aiolis (Batı Anadolu) kentinden biri olan
Temnos defineciler tarafından talan edildi.
Arkeologlara taş çıkaracak şekilde Temnos Antik
Kenti’ni kazan defineciler tarihi mezarlarda
hiçbir eser bırakmadı.
Terk edilen Görece
Köyü sınırları içinde ve
Menemen’in kuzeydoğusundaki dağlık arazide
yer alan
Temnos’tan antik dönemin ünlü tarihçileri
Herodotos ve Strabon,
12 Aiolis kentinden biri olarak söz ediyor.
Aiolis, Batı
Anadolu’nun kuzey bölgesinin antik adı.
Gediz Nehri
kuzeyinden Bakırçay güneyine uzanan bölgeyi
kapsıyor. Kentin kuruluşu ile ilgili efsanede
kral Malaos’un kahine nereye şehir kurayım
diye sorduğu, kahinin dağları göstererek
“arabanın dingili nerede kırılırsa şehri oraya
kur” dediği ve Malaos’un arabasının
dingilinin bugünkü Temnos’ta kırıldığı rivayet
ediliyor. Temnos Antik Kenti Roma
hakimiyetindeyken M.S. 9. yüzyılda terk edilmiş.
En
son 1934 ve 1938 yıllarında Alman tarafından
arkeolojik kazı yapılan kent,
bugün arkeologların değil, definecilerin
hedefinde.
DEFİNECİLER KAMP KURMUŞ
Antik kentin,
definecilerin ağır saldırısına uğradığına yönelik
bir ihbar üzerine bölgeyi yerinde inceledik.
İzmir ve Menemen güzergahını kullanarak bir
noktaya kadar araçla dağ yolunda ilerledik. Ancak
yolun geçit vermemesi üzerine Temnos’a ulaşmak için
dağ yolunda yaklaşık 5 kilometre yürüdük. Sarp
dağlarda keçi çobanı haricinde hiç kimseye
rastlamadık. Antik kente girdiğimizde şoke edici bir
manzarayla karşılaştık. Yolun sağı ve solu delik
deşikti. Ormanlık alanda her ağacın dibinde
metrelerce derinlikte çukurlar kazılmıştı. Antik
kentin merkezinde, etrafı görülmemesi için çalılarla
çevrili dev bir çukur bulunuyordu. Yaklaşık 7-8
metre derinliğinde, 10 metre enindeki bu çukuru
kazmak için definecilerin aylarca kamp kurmuş
olmaları gerek.
Gece-gündüz el yordamıyla kazılan çukurlarda
çökme yaşanmaması için de odunlardan önlemler
alınmış. Etraftaki çöplerden de definecilerin burada
uzun süre konakladığını anlamak mümkün.
Definecilerin kazdığı bir çukurda ortaya çıkan
basamaklardan podyumlu bir yapının varlığı dikkat
çekiyor. Tapınak ya da kutsal bir alan olduğu
düşünülen yapıdan definecilerin neler götürdüğünü
tespit etmek oldukça güç.
MEZARLAR
SOYULMUŞ
Antik kent merkezine
yaklaşık 1 kilometre mesafede nekropol yani mezarlık
alanı bulunuyor. 2000-2500 yıllık, yüzlerce mezar
defineciler tarafından soyulmuş. Mezarlık alan,
köstebek yuvası gibi delik deşik. Neredeyse
kazılmadık, eşelenmedik tek bir boş alan
bırakılmamış. Mezarlık alanda da definecilerin
yıllardır
kaçak kazı yaptığı görülüyor. Çok yeni, taze
kazılmış toprakların olması definecilerin kısa süre
önce burada olduklarını gösteriyor. Bölgede ucu
bucağı bilinmeyen tüneller kazılmış. İçine girmeye
çekindiğimiz tünellerde mezarlar tek tek soyulmuş.
Kazma küreklerle el yordamı ile metrelerce
derinlikte kazıldığı anlaşılan mezarların içindeki
hediyelerin tamamı defineciler tarafından
yağmalanmış.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
13.11.2016
|
NİMRUD ANTİK KENTİ DEAŞ'TAN ALINDI

Irak'ın antik kenti
Nimrud terör örgütü
DEAŞ'tan temizlendi. Şehir Mart 2015'ten
beri DEAŞ'ın elindeydi.
Irak güçleri terör örgütü
DEAŞ'ın elinde bulunan antik kent
Nimrud'u aldı. Nimrud Musul'a 30 kilometre
uzaklıkta bulunuyor.
Irak Ordusu tarafından yapılan açıklamada, "
Dokuzuncu zırhlı birliklerimiz Nimrud'u tamamen
DEAŞ'ın elinden aldı. Mühimmatlarını bırakarak
kaçan örgütün bayrağını binalardan kaldırdık"
dedi.
13. yüzyıldan
kalma antik eserlerin bulunduğu kent 1845-1851
yılları arasında Austen Henry Layard tarafından
ortaya çıkarılmıştı.
DEAŞ militanları
tarafından 2015'in Mart ayında işgal edilen
kentte tarihi eserler büyük hasar gördü. Ülkenin
Turizm ve
Arkeoloji Bakanlığı, Mart 2015'te
"Dozerlerle yıkıma başladılar. Antik kente ne
kadar hasar verdiklerini bilemiyoruz" açıklaması
yapmıştı.
Hürriyet, 13.11.2016
|
İSTANBUL'UN YENİ MÜZELERİ
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi uzun zamandır çeşitli vesilelerle
konuşulan, yapılması planlanan müzelerini
Contemporary Istanbul’da tanıttı.
Terörün her geçen gün daha da küreselleşmesiyle
birlikte tüm dünyada turizm son derece sıkıntılı bir
dönemden geçiyor.
Paris’teki saldırılardan dolayı bir yıl içinde
şehre giden turist sayısı yaklaşık 1.5 milyon kişi
azaldı. Ülkemizin de yaşanan bu olumsuzluklardan
etkilenmesi tabii ki kaçınılmaz ama 2000 yılında
yaklaşık 7 milyon olan turist sayımız 2015’te 28
milyondan fazlaydı. Yani ülkemizde turist sayısı 15
yılda yaklaşık dört katına çıktı. Doygunluk
noktasına ulaşmamış olan ülkemiz için daha kat
edilecek yol varken gelişmiş ülkeler için aynı şeyi
söylemek mümkün görünmüyor.
2015 yılı verilerine
göre ülkemizde en çok ziyaret edilen müze 3 milyon
466 bin 638 kişinin ziyaret ettiği
İstanbul
Ayasofya Müzesi olurken, ikinci müze 3 milyon
252 bin 524 kişinin ziyaret ettiği İstanbul Topkapı
Sarayı Müzesi oldu.
Konya Mevlana Müzesi ise 2 milyon 337 bin 850
kişi tarafından ziyaret edildi.

Müzeler ve müzelerde sergilenen eserler birer
kültür hazinesi olarak sadece ekonomiye değil,
sosyal hayata da büyük katkılar sağlamaktadır. Bu
konuyla alakalı olarak, tespit edebildiğim, Türkçe
tek kaynak heykeltıraş Elçin Şener editörlüğünde
Prof.Dr. Orhan Şener’in yazdığı “Müzelerin Ekonomik
Etkileri” isimli eserdir. Kitabın giriş bölümünde
belirtildiğine göre, sadece Mona Lisa
Fransa’ya yılda yaklaşık 1 milyar
dolar katkı sağlamakta. Yine Orhan Şener’e göre
gelişmiş ülkelerdeki kişi başına turist harcaması
1500 euro’yken bizde bu rakam yaklaşık 800 euro’dur.
Tarihe ışık
tutuyoruz
Bu alandaki eksikliğimizi gidermek için hem
devlet kurumları hem de özel sektörün uzun vadeli
planlamalar yapıp belki de koordineli olarak
harekete geçmesi gerektiği yıllardır konuşulur.
Atılan bazı adımlar da var. Örneğin
Vehbi Koç Vakfı’nın Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin
inşaatı devam ediyor ve 2018’de açılması
planlanıyor. (Umarım Sadberk Hanım Müzesi’nin
kaderine sahip olmaz.)
İstanbul Büyükşehir Belediyesi de uzun zamandır
çeşitli vesilelerle konuşulan, yapılması planlanan
müzelerini Contemporary Istanbul’da tanıttı. Yeri
gelmişken, ülkemizde çağdaş sanatın yaygınlaşmasında
büyük katkısı olan Contemporary Istanbul’u dört
günde 90 binden fazla kişi ziyaret etti. Satışa
sunulan eserlerin toplam tutarı 56 milyon dolar olan
fuardaki eserlerin yüzde 62’sinin satıldığını
belirtmek isterim. Önümüzdeki yıl İstanbul
Bienali’yle birlikte çok daha etkin ve yoğun
geçeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi fuarda, İstanbul
Kent Müzesi,
Yenikapı
Arkeoloji Müzesi, Tasavvuf Müzesi, Tekfur Sarayı
Müzesi,
Kadıköy Gazhane Enerji Müzesi, Anemas Zindanları
İşkence Müzesi, Modern Sanatlar Müzesi, 15
Temmuz Şehitleri Müzesi ve
Haliç Tersanesi Bilim ve Teknoloji
Müzesi’lerinin görselleri ve maketlerini sergiledi.
Bu müzelerin her biri hakkında ayrı bir yazı kaleme
alınmayı hak ediyor. Bir kısmı İstanbullulara ve
yerli turistlere hitap ederken bir kısmının da
yabancı turistlerin ilgisini çekebilecek nitelikte
olacağı adından dahi anlaşılıyor. İstanbul Kent
Müzesi, Modern Sanatlar Müzesi, Yenikapı Arkeoloji
Müzesi ve Tasavvuf Müzesi uluslararası alanda ilgi
çekecek ve İstanbul’a gelen turistlere ziyaret
edebilecekleri yeni alternatifler oluşturması
bakımından son derece önemli.
Bir şehir ne kadar çok müzeye sahip olursa oranın
kültürel hayatı da bu oranda gelişecektir. Dünya
kültür sahnesinde sesimizi daha net duyurmak ve
Türkiye’den bahsedildiğinde akıllara ilk olarak
kültürün gelmesini istiyorsak daha yürünecek çok
yolumuz var.
Miliyet, Yazı: Samed Karagöz,
12.11.2016
|
KASTAMONU'DAKİ KURGANDA 24 MEZAR BULUNDU
Kastamonu'nun Daday İlçesi Elmayazı Köyü'ndeki 3 bin
500 yıllık kurganda (ilkçağda gömüt üzerine toprak
yığma yoluyla oluşturulan küçük tepe) yapılan
kazılarda 24 mezar bulundu.

Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi kazı danışmanı Yrd. Doç.Dr.
Şahin Yıldırım yaptığı açıklamada, bölgedeki
çalışmalarına kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine
2012 yılında başladıklarını söyledi.

Kurganların genellikle anıt mezarlık olarak tek kişi
için yapıldığına dikkati çeken Yıldırım, Daday'daki
kazıda ortaya çıkarılan kurganda ise 24 mezarın
bulunduğunu ifade etti. Bu durumun kendilerini de
şaşırttığını dile getiren Yıldırım, şunları
belirtti:
"Kars'ta, Erzurum'da örnekleri var. Buradaki
örneğimiz Orta Anadolu için önemliydi. Oldukça
farklı bir durumla karşılaştık. 3 bin 500 yıl
öncesine ait 24 mezar ortaya çıkarıldı. Bunlar cenin
pozisyonunda doğu-batı doğrultusunda yatırılmıştı.
Kadın, erkek ve çocuk iskeletleri var. Büyük
ihtimalle hastalık ya da bir savaş nedeniyle ölünce
buraya gömülmüşler. Anadolu'da daha önce 24 kişinin
gömülü olduğu bir kurganla karşılaşılmamıştı. Bu da
burada sıra dışı bir olayın olduğunu gösteriyor.
Kurganın Hititler dönemine ait olduğunu sanıyoruz.
Hititler'in yıkılış döneminde toplu ölüm meydana
gelmiş olabilir."

Yıldırım, iskeletler üzerinde çeşitli çalışmaların
yapılacağını, kaç yaşında öldüklerinin ve ölüm
nedenlerinin tespit edilmeye çalışılacağını anlattı.

İskeletlerle ilgili karbon testi de yapmayı
düşündüklerine işaret eden Yıldırım, "Kazı
çalışmamızı 50 metrekarelik bir alanda
gerçekleştirdik. Bu mezar anıtı bizim için çok
önemli. Bir kişi için yapılan mezarda 24 kişinin
gömülmesi, burada farklı bir olayın meydana
geldiğini gösteriyor. Bu sorulara cevap bulmak için
çalışmalarımız devam edecek." ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 11.11.2016
|
MESOTİMOLOS KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Uşak'ın Eşme İlçesi Düzköy yakınlarında bulunan,
kaya ev ve mezarları ile volkanik kalıntılardaki
insan ayak izleriyle kendini gösteren
Mesotimolos'un, bilimsel araştırmalarla hem ortaya
çıkarılması hem de peri bacası oluşumları gibi
coğrafi güzellikleriyle tarih ve doğa turizmine
kazandırılması hedefleniyor.
Bölgede
incelemelerde bulunan Uşak Valisi Ahmet Okur, Düzköy
yakınlarında "Kale mevkii" diye anılan bölgenin,
tarihi ve coğrafi açıdan önemli bir destinasyon
olarak dikkati çektiğini söyledi.
Bölgedeki
volkanik kayalarla çevrili vadide, Lidya
şehirlerinden Mesotimolos'tan kalma kayalara oyulmuş
ev ve mezarlar, volkanik kalıntılarda binlerce yıl
öncesine ait insan ayak izlerinin görülebildiğine
işaret eden Okur, "Burası araştırılmaya ve
incelenmeye muhtaç bir alanımız. Bölgede eski
medeniyetlere ait çok sayıda kalıntı var. Bilimsel
araştırmalarla gün yüzüne çıkarılacak çok değerli
kalıntılar bunlar. Daha önce dokunulmamış bir tarihi
alan" diye konuştu.
"Bilimsel
Çalışmalar tanınmasını sağlayacak"
Yapılacak arkeolojik çalışmaların bölgenin
tanınırlığına önemli katkı sağlayacağını bildiren
Okur, şunları kaydetti:
"Peribacası
oluşumları görülmeye değer. Çok fazla bilinen bir
bölge değil burası. Güzel bir doğa yürüyüşü alanı,
bütün doğaseverleri buraya davet ediyorum. Tanınması
ve gezilmesi gereken bir bölge. Fotoğraf tutkunları
için yine özel bir alan. Öncelikle buraya ulaşımı
kolay hale getireceğiz. Bilimsel çalışmaların
artmasıyla daha çok ziyaretçinin bölgeye geleceğini
düşünüyorum. Ulubey Kanyonları'na yakın olması
sebebiyle de kısa sürede tanınırlığı artabilir"
"Acilen koruma altına alınmalı"
Bölgede toprak analizleri yapan Uşak
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Atasoy ise alanda
volkanik kalıntılarda bulunan, binlerce yıl öncesine
ait olduğu tahmin edilen insan ayak izlerinin
yaşının belirlenmesi ve acilen koruma altına
alınması gerektiğini vurguladı.
Yeni Şafak,
09.11.2016 |
6 - 12 Kasım 2016
|
ATATÜRK'ÜN
ARKEOLOJİYE VERDİĞİ ÖNEM ANLATILDI
10 Kasım Atatürk'ü Anma
etkinlikleri kapsamında Fen Edebiyat Fakültesi
Konferans Salonu'nda Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Mustafa Bakan moderatörlüğünde; Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz ve
Arkeoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Ozan Özbudak'ın
katılımıyla 10 Kasım Atatürk'ü Anma Paneli
gerçekleştirildi.
Panele rektör yardımcısı
Prof.Dr. Mustafa Bıyık, Fen Edebiyat Fakültesi
Dekanı Prof.Dr. Emre Güler, akademisyenler ve çok
sayıda öğrenci katıldı.
Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Emre Güler’in
açış konuşması ile başlayan programda
Atatürk’ün fikirlerini
yaşatmak için bir araya geldiklerini belirten Dekan
Güler, Ulu Önder’in bıraktığı ülkenin bağımsızlığını
ilelebet koruyacaklarını söyledi. Güler, “Atatürk’ün
ilkelerinden aldığımız güçle ülkülerinden
vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Programda öğrenciler Gizem Yamur ve Ramazan Yanar
tarafından Orhan Seyfi Orhon’un Gidiyor” isimli
şiiri okundu.
Tarih ana bilim dalı
Yüksek Lisans öğrencisi Özgür Gürses’in “Atatürk ve
Halkçılık” konulu sunumu ile devam eden program
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa
Bakan moderatörlüğünde Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz ve Arkeoloji
Bölümü Arş. Gör. Dr. Ozan Özbudak'ın konuşmacı
olarak katıldıkları panel ile sona erdi. Yrd.
Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz, Avrupa’da yapılan kazılarda
ele geçen eserlerin halk arasında milli duyguları
uyandırdığını kaydederek, Türkiye’de yapılan
kazıların da Atatürk’ün talimatları doğrultusunda
başlatıldığına dikkat çekti.
Çorum Haber, Haber: Erkan
Bayatlı, 10.11.2016 |

Samsun'un Çarşamba
Kurtahmetli Mahallesi'ndeki ‘Paşa Mezarlığı’
olarak adlandırılan kökeni Osmanlı dönemlerine
dayanan ‘Haznedaroğulları’ olarak adlandırılan
hanedan ailesinin mezarlığı yok olmak üzere.
Paşa Mezarlığı'nın bakımsızlık ve definecilerin
talanları yüzünden yok olmak üzere olduğunu
belirten eski Kurtahmetli Mahallesi Muhtarı
Üzeyir Torun, “Orta Asya’dan gelen Kurt Ahmetli
kabilesinin bu bölgede yaşadığı hatta köyümüzün
adının da buradan geldiği söylenmekte. Bu
ailenin mezarlığını daha önce parayla tutulan
bakıcılar yapıyordu, ancak bu para yardımı 20-30
yıl önce kesildi. Mezarlığa sahip çıkan
olmadığından, definecilerin yuvası oldu.
Defineciler buraları kazıp, mezarlara zarar
verdiler. Bir şey de bulamadılar. Bu tarihi
esere sahip çıkılmalı” diye konuştu.

Mezarlığın bakımı
için dedesine ve babasına para ödendiğini
belirten mahalle sakinlerinden 64 yaşındaki
Abdullah Erdoğan, “Dedemden itibaren 60-70
yıl bu mezara bakıldı, ancak babamın
vefatından sonra buraya ne herhangi bir
bakım parası geldi, ne de buraya bakan da
oldu. Defineciler mezarları talan etti,
hatta mezarlar açıldığı için kafatasları
ortaya çıktı, biz de o kemikleri yerlerine
geri koyduk” dedi.

Bu
mezarlıktaki aileler hakkında Ondokuz
Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen-Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Rıza Karagöz bir de kitap
yazmış. Karagöz yazdığı kitapta
Karadeniz’de bir hanedan kurucusu olduğu
söylenen Haznedarzade Süleyman Paşa’nın
hayatından ve Osmanlı döneminde
üstlendiği görevlerinden bahsetti.

Samsun Haber,
10.11.2016
|
AVM YAPACAKLARDI
ALTINDAN TARİH ÇIKTI
İzmir’de
AVM
yapılmak üzere inşaatın devam ettiği alandan
Osmanlı dönemine ait liman kalıntıları ve şapel
çıkınca şantiyede arkeologlar çalışmaya başladı.
İzmir
Konak'ta,
Başbakanlık
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
özelleştirilen ve ardından mahkeme kararı ile
kiracılarının tamamı tahliye edilen 120 yıllık
Kaptan Mustafa Paşa İş Merkezi'nin bulunduğu
bina, geçen haziran ayında yıkıldı. Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından, 'yap-işlet-devret'
modeliyle 30 yıllığına yatırımcı bir firmaya
ihale edilen binanın yerine
AVM yapımı
için iş makineleri çalışmaya başladı. Molozların
kaldırıldığı zeminin temizlendiği alanda iş
makineleri çalışmalarını sürdürürken, bina
temelinden tarihi kalıntılar çıktı.
HAMAM DA
VARMIŞ
Temmuzda, temelde
Osmanlı dönemine ait liman kalıntılarına
ulaşıldığı gerekçesiyle inşaat çalışmaları
durduruldu.
İzmir 1
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü bölgede sondaj yaparak kalıntıları
incelemeye başlarken, diğer yanda iş
makinelerinin çalışması tepki çekti. Yaklaşık
bir ay önce de inşaat alanının zemininde şapel
çıktı. Hamam ile Bizans ve Roma dönemine ait
kalıntıların da bulunduğu inşaat alanından,
pazartesi günü iş makineleri boşaltıldı ve
arkeologlar kazı çalışmalarına başladı.
Hürriyet, Haber:
Mustafa Oğuz, 10.11.2016
|
KİTAP
KOLEKSİYONUNA 19 MİLYON LİRA
Fransa’nın
ünlü işadamlarından 86 yaşındaki Pierre
Berge’nin
kitap
koleksiyonu Paris’te düzenlenen açıkartırma ile
satıldı.
Berge 1600 eserlik
kitap
koleksiyonundan 376
kitap ve
elyazması ile Avrupa edebiyatının XIX. yüzyıla
ait çok önemli eserlerini düzenlenen ikinci
açıkartırma ile satışa çıkardı.
AIDS
FONUNA BAĞIŞLADI
Paris’teki
Drout Müzayede Evi’nde önceki gün yapılan
açıkartırma sonucunda 5.5 milyon
Euro gelir
sağlandı. Açıkartırmada Stephane Mallerme’nin
eseri 587 bin 720 Euro’ya satılırken, Flubert’in
537 bin 880 Euro, Madame Bovary’nin orijinal
edisyonu ise 190 bin 369 Euro’ya alıcı buldu.
Berge, açıkartırma
sonunda elde edilen 5.5 milyon Euro (19 milyon
lira) geliri, ölene kadar birlikte yaşadığı
hayat arkadaşı ünlü tasarımcı Yves Saint Laurent
ile birlikte AIDS hastalığı ile mücadele için
kurdukları fona bağışladı. Kitap müzayedesinde,
376 antika niteliği taşıyan kitabın yanı sıra
Balzac, Hugo, Stendhal, Baudelaire ve Gustave
Flaubert gibi ünlü yazarların elyazıları da
satışa çıkarıldı. Dünyaca ünlü Yves Saint
Laurent markasının kurucularından olan Berge,
geçen yılki kitap koleksiyonu satışı sonucu elde
edilen 11 milyon Euro’yu yine AIDS hastalığı ile
mücadele konusunda yapılan araştırmalar için
bağışlamıştı.
KALANINI DA
SATACAK
Pierre Berge,
koleksiyonunda kalan ve değeri 30 milyon Euro’ya
ulaştığı tahmin edilen
son
kitaplarını da gelecek yıl yine geliri AIDS
fonuna aktarılmak üzere açıkartırmayla satmayı
planladığını açıkladı.
Hürriyet, 10.11.2016
|
TARİHİ DEDİKLERİ
DEFTERİ 50 BİN DOLARA SATACAKLARDI
Adana'da toprağa gömülerek eskitilmiş sahte defteri
tarihi diyerek 50 bin dolara satmak isteyen 2 kişi
tutuklandı.
Tarsus-
Adana-
Gaziantep (TAG)
Otoyolu'nda uygulama yapan Uyuşturucuyla Mücadele
Şubesi ekiplerinin durdurduğu otomobilin yakıt
deposunda 30 kilo uyuşturucu ile el yazması ceylan
derisi görünümlü defter ele geçirildi. Uyuşturucuyu
Diyarbakır'dan
İstanbul'a
götürdüklerini itiraf edip, tarihi defteri de 50 bin
dolara satacaklarını söyleyen kaçakçılar Cavit B.
ile Sefer K. çıkartıldıkları mahkemece tutuklandı.
TOPRAKTA ESKİTİLMİŞ
Ele geçirilen defter ise
incelenmek üzere Müze Müdürlüğü görevlilerine teslim
edildi. Hıristiyan tarihinde çok önemli bir yere
sahip olduğu ileri sürülün ceylan derisine el
yazması olduğu söyleyen ve üzerinde Haç ile Meryem
Ana figürü bulunan defterin Müze Müdürlüğü'ndeki
incelenmesi tamamlandı.

Kaçakçıların tarihi
diyerek 50 bin dolara satacaklarını söyledikleri
defterin hiçbir değeri olmadığı ortaya çıktı. Tarihi
görünüm vermek için hazırlanan defterin eskitmek
için de toprağa gömülüp bir süre bekletildiği
belirlendi.
Milliyet, Haber: Fatih
Karaçalı, 10.11.2016
|
İŞ MAKİNESİYLE
KAÇAK KAZI YAPAN 13 KİŞİ YAKALANDI
Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde Pisidia Antiokheia
antik kenti yakınlarındaki 1'inci Derece Arkeolojik
sit olan tepede, iş makinesiyle kaçak kazı yapan 1'i
polis 13 şüpheli, jandarmanın operasyonuyla
yakalandı.
Yalvaç merkeze yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki
Kıranardı mevkiinden dün sabaha karşı iş makinesi
sesleri geldiği ihbarı üzerine harekete geçen İlçe
Jandarma
Komutanlığı ekipleri, bölgeye baskın düzenledi.
Yapılan operasyonda Pisidia Antiokheia antik kentine
yaklaşık 500 metre uzaklıktaki 1'inci Derece
Arkeolojik sit olan tepenin iş makinesiyle kazılarak
define arandığı
tespit edildi.

Aralarında
İstanbul
Emniyet Müdürlüğü'nde görevli 1 polis memurunun da
bulunduğu 13 şüpheli jandarma tarafından gözaltına
alırken, olay yerinde
Otomobil, TIR
ve iş makinesiyle 9 milimetre çapında ruhsatsız
tabancaya el konuldu. Şüpheliler Ferhat A. (32),
Faruk D. (36), Harun K., Ahmet Y. (54),
HASAN T. (43),
Arif T. (29), Haşim B. (58), Nevzat T. (41), Özkan
Ö. (43), Ali U. (26), İlker B. (46) ile iş makinesi
operatörü Yusuf Ö. (30) ve polis memuru N.O.
(29)'nun bölgede 2 ayrı noktada
Kaçak kazı
yaptığı belirtildi. Kaçak kazıda kullanılan iş
makinesinin Sütçüler İlçesi'nden bir TIR'a
yüklenerek getirildiği kaydedildi.
OTOMOBİL KAÇAK ÇIKTI
Gözaltına alınan şüpheliler karakola
götürülürken, yapılan sorgularında Ferhat A., Faruk
D. ve Harun K.'nın, geçen mart ayında kaçak kazı
yaparken yakalandığı ve sonrasında serbest
bırakıldığı belirlendi. Faruk D.'nin Yalvaç'ta
define işine meraklı kişileri bularak, define yeri
bildiği vaadinde bulunarak para aldığı tespit
edildi. Olay yerinde ele geçirilen lüks otomobili de
araştıran jandarma, aracın
Bulgaristan'dan
kaçak yollarla yurda sokulduğunu belirledi.
Kaçak kazıda yakalanan
Ferhat A., Faruk D., Harun K., Ahmet Y., Hasan T.,
Arif T., Haşim B., Nevzat T., Özkan Ö., Ali U.,
İlker B. ile iş makinesi operatörü Yusuf Ö. ve polis
memuru N.O.
bugün öğle
saatlerinde işlemlerinin ardından adliyeye sevk
edildi.
Milliyet, 10.11.2016
|
TARİHİ KAPI
TOKMAKLARI YOK OLUYOR

Muğla'nın kentsel sit alanı içinde olan, 150 yıl
önce Ermeni ve Rum ustalar tarafından yapılan 4 bin
kapı tokmağından günümüze sadece 20-30 tanesi
ulaşabildi. Osmanlı kültürünün bir parçası olan kapı
tokmakları, koruma altına alınmadığı takdirde yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Muğla'nın tarihi kapı tokmakları, temsil ettikleri
kültür ve yaşam biçimiyle beraber yok olmak üzere.
Yaklaşık 150 yıl önce, çoğunlukla Ermeni ve Rum
ustalar tarafından yapılan, şıklığıyla göz dolduran,
bir dönem büyük değer verilen kapı tokmakları,
şimdilerde yaşam savaşı veriyor. Çok azının günümüze
ulaşabildiği sanat eserleri, teknolojiye yenik
düşerek yerini otomatik kapı zillerine bıraktı.
Muğla'nın en güzel mimari
örneklerinden tarihi evlerin çoğunda, kuzulu kapı
bulunuyor. İki kanatlı büyük bir kapının içinde yer
alan ve 'kuzu' olarak adlandırılan, aile
mahremiyetini esas alan ahşap kapılar, içeriye doğru
açılıyor. Üzerinde bulunan ve aksesuvar gibi görünen
kapı tokmakları, ev halkının sosyal, kültürel ve
estetik duyguları hakkında birçok manayı ihtiva
ediyor.
KADINLAR 2,
ERKEKLER 3 KEZ ÇALAR
Muğla evlerindeki
kapı tokmaklarının çoğunluğu kadın eli şeklinde. 3
kez çalındığında gelen misafirin erkek, 2 defa
çalındığında ise kadın olduğunu belli
eden tokmaklar, yakın döneme kadar yerel kültürün
bir parçasıydı. Yaklaşık 150 yıl önce yapılan
tokmaklar, zenginliği ve batıya dönük mimari tarzını
da yansıtırdı. Dövme demirden yapılmış olan tarihi
tokmaklar, son yıllarda antikacıların ve hırsızların
gazabına uğradı. Muğla'nın kentsel sit alanı içinde
bulunan 4 bin kapı tokmağından, günümüze sadece
20-30 tanesi ulaşabildi.
TOKMAK HER ŞEYİ ANLATIRDI
Muğla'daki kapı
tokmakları ağırlıklı olarak ördek, halka ve
genellikle de el biçiminde. Evin kadını kapıyı
açmadan kimin ve ne için geldiğini anlayabiliyordu.
Evin beyi geldiğinde tokmak iki kez çalınırdı.
Çocuklar hızlı ve sert aralıklarla vurur, misafirler
ise daha yavaş ve aheste vurmayı tercih ederdi. Art
niyetli birinin geldiği ise kapı sesinin şiddetinden
anlaşılırdı. Kapılar birbirine yakın olsa da hangi
evin tokmağının çalındığı tınısından belli olurdu.
Ev sahibi, kısa bir süre için bir yere gittiyse
tokmağın üzerine kısa, uzun süre dönmeyecekse uzunca
bir ip asardı. Yatıya gittiyse, kalın bir ip asar ve
düğüm atardı. Gelen misafirler de ipe bakarak ne
zaman döneceği hakkında bilgi sahibi olurdu.
EVLERİ DE MEYDAN
OKUR
Tokmakların
bulunduğu Muğla evleri de tarih kokan mimarisiyle
asırlara meydan okuyor. Muğla evleri 19'uncu
yüzyıldan itibaren Rum ustalar tarafından yapılmaya
başlanmış ve toprak ağaları tarafından tercih
edilmiş. Yan ve arka duvarları taş, ön ve iç
kısımları ahşap. Avrupa ve özellikle İtalya'dan
gelen neo klasik akımlar da mimari tarzlarını
etkilemiş. Sadece Muğla'ya özgü değil fakat şehrin
coğrafi özellikleriyle uyum sağlamış. Menteşe
Belediye Başkanı
CHP'li Bahattin
Gümüş, şöyle dedi:
"Restorasyon
çalışmalarıyla geçmişteki mimari özellikleri ve
öğeleri aslına uygun olarak geleceğe taşımak
istiyoruz. Onarımlarda çift uçlu çakma çivileri bile
aslına uygun olarak yapıyoruz. Ancak kapı tokmakları
dışarıda olduğu için kolaylıkla sökülüp alınıyor.
Bazı restorasyonlarda kapı tokmakları yoktu. Bunları
aslına uygun olarak dövme demirden yaptırdık ve
yerine koyduk. Ancak önemli olan bu bilinci
oluşturmaktır."
Mimar Ertuğrul Aladağ da
ilgi duyduğu için araştırma yaptığı tokmakların
sayılarının hızla azalmasının üzüntü verici olduğunu
belirtti. 'Eski Muğla' diye anılan bölgede yaklaşık
4 bin 400 tarihi ev bulunduğunu, bunların 400'ünün
tescilli olduğunu ve çoğunda insanların yaşadığını
belirten Aladağ, araştırması sonucu tokmaklarla
ilgili öğrendiklerini şöyle anlattı:
"Ermeni veya Rum demir
ustalarının hünerli ellerinden çıkan tokmaklar eski
evlerin en önemli aksesuarlarındandı. Tokmaklar
fonksiyonel işlevlerinin yanında sanat eseri
özelliği de taşıyordu. Her evin tokmağının farklı
olması çıkardığı sesi de farklı kılıyordu. Muğla'nın
tarihi kapı tokmakları, temsil ettikleri koca bir
kültür ve yaşam biçimiyle beraber yok olmak üzere.
Bir şekilde bunun önüne geçilmesi gerekir. Çalınan
tokmaklar antikacılara bile satılmış olabilir."
Hürriyet, Haber: Cavit
Akgün, 10.11.2016 |
 |
ENKAZ PARALARI SATIŞTA
ABD kıyılarında bulunan 300 yıllık enkazdan
çıkarılan altın sikkeler satışa çıktı.
1715’te fırtınada batan
İspanyol gemisinden çıkarılan 295 adet altın
sikkenin toplam değerinin 1 milyon
dolar olduğu düşünülüyor.
Paraların satış fiyatı ise 2 bin dolar ile 9 bin dolar arasında değişiyor.
Milliyet, 09.11.2016
|
YENİKAPI BATIKLARI PROJESİ'NE AVRUPA'DAN ÖDÜL
İstanbul Üniversitesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim dalının yürüttüğü Yenikapı Batıkları Projesi ön sonuçlarının sunulduğu “The Yenikapı Byzantine-Era Shipwrecks, Istanbul, Turkey: A preliminary report and inventory of the 27 wrecks studied by Istanbul University” başlıklı makale Honor Frost Vakfı/IJNA ödülünü almaya hak kazandı. Proje Direktörü Prof.Dr. Ufuk Kocabaş tarafından kaleme alınan makale, denizcilik arkeolojisi alanında dünyanın en prestijli bilimsel dergilerinden “International Journal of Nautical Archaeology”nin 44. sayısında yayınlandı. Ödül kriterlerini en iyi biçimde karşılayarak, Wiley Yayınevi tarafından internet üzerinden en çok indirilen ve referans verilen makale olduğu saptanan yayın, tüm araştırmacıların faydalanması için ücretsiz olarak http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/1095-9270.12084/full linkinde erişime açıldı.
TAYHaber, 09.11.2016
|
 |
KONYA'DA YUNAN
GENERALE AİT MEZAR STELİ ELE GEÇİRİLDİ
Konya'nın
Kadınhanı
İlçesi'nde
jandarma
tarafından düzenlenen operasyonda MÖ 200-600'lü
yıllara ait Yunan döneminde yaşamış garnizon
komutanı generale ait olduğu değerlendirilen
yaklaşık 2 ton ağırlığında mezar steli ele
geçirildi.
İZİNSİZ KAZI TESPİT
EDİLDİ
Konya İl
Jandarma
Komutanlığı ekipleri,
Kadınhanı
İlçesi'nde, izinsiz kazı yapılacağı yönünde alınan
ihbar üzerine harekete geçti.
Kadınhanı İlçe
Jandarma
Komutanlığı ile
Ankara'dan
gelen
Kültür ve Turizm Bakanlığı
ekipleri tarafından
Osmancık
Mahallesi mevkisinde müşterek yapılan çalışmada
izinsiz kazı yapılan bir alan tespit edildi.

MÖ 200-600'LÜ YILLARA
AİT KOMUTANA AİT
Çeşme
yalağının bulunduğu
kuyunun içerisinde yürütülen çalışma sonucunda
yaklaşık 2 ton ağırlığında bir mezar (taşı) steli
bulundu. Bulunduğu yerden çıkarılan, üstünde yazıt
bulunan mezar stelinin MÖ 200-600'lü yıllara ait
Yunan döneminde yaşamış garnizon komutanı generale
ait olduğu değerlendirilirken, mezar steline müzeye
kaldırılmak üzere
Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileri tarafından el konuldu.
Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
haberler.com, 09.11.2016
|
TAŞHORAN NİYE
KADERİNE TERK EDİLDİ?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “Malatya
gibi tarih kokan bir kente gelen turist sayısı yok
denecek kadar az sayıdadır. Malatya’nın kültürel,
sosyal ve turizm açısından gelişimi için kentin tüm
dinamiklerinin harekete geçmesi gerekmektedir” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı
ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, restorasyonuna
2012’de başlanıp, 2014 yılında durdurulan
Malatya Çavuşoğlu Mahallesindeki Taşhoran
Kilisesi’nin akıbetini sordu.Ağbaba, Malatya’daki
tarihi eserlerin neden kaderine terk edildiğinin
açıklanmasını istedi.
Taşhoran Kilisesi’nin
Malatya ili Yeşilyurt İlçesi Çavuşoğlu
Mahallesi'nde yer aldığını ve 18. yüzyılın ikinci
yarısında Ermeniler tarafından yapılan bir kilise
olduğunu kaydeden Ağbaba, “Kilise, 1335 m2 bir
alanda kurulu dikdörtgen bir plan üzerine kesme
taşlarla inşa edilmiştir. Taşhoran Kilisesi’nde Ekim
2012’de başlayan restorasyon çalışmaları 2014
yılında durdurulmuştur. O tarihten itibaren
kilisede hiçbir işlem yapılmamıştır.”ifadelerini
kullandı.

Ağbaba, Malatya’daki
restorasyon çalışmalarında yaşanan aksaklıkların,
kentin kültürel yapısı açısından önemli eksiklikler
yarattığını kaydederek, “Daha önce de farklı
örnekleriyle gündeme gelen sorunlar nedeniyle
Malatya gibi tarih kokan bir kente gelen turist
sayısı yok denecek kadar az sayıdadır. Malatya’nın
kültürel, sosyal ve turizm açısından gelişimi için
kentin tüm dinamiklerinin harekete geçmesi
gerekmektedir” dedi.
BAKAN AVCI’YA SORULAR
Ağbaba, Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı
tarafından yazılı olarak cevaplandırılması istemiyle
TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde Bakan
Avcı’ya ; “Malatya’da bulunan tarihi Taşhoran
Kilisesi restorasyonu neden durdurulmuştur?
Restorasyon çalışmalarına ne zaman tekrar
başlanacaktır? Bir taraftan 1,5 milyon dolar
harcanarak restore edilen Van’ın Akdamar adasındaki
kilise dururken, diğer taraftan daha düşük
rakamlarla restore edilebilecek tarihi Taşhoran
Kilisesi neden kaderine terk edilmiştir? Malatya’nın
kültürel mirasına büyük katkı sağlayacak kilise ne
zaman turizme kazandırılacaktır?”sorularını
yöneltti.
Malatya Haber, 08.11.2016
|
BU KEZ KONU
ATATÜRK

Yunanistan’ın Selanik
kentinde bulunan Atatürk’ün doğduğu evde, işadamı
Serdar Bilgili’nin sponsorluğunda yaptırılan
restorasyondaki skandallara bir yenisi daha eklendi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri
Bakanlığı’nın Yunanistan hükümeti ile yürüttüğü
temasların ardından 2012 yılında restore edilen
Atatürk Evi’nde sergilenen Atatürk’e ait
fotoğraflarda yer alan Osmanlıca yazılarda skandal
niteliğinde çeviri hataları yapıldığı ortaya çıktı.
Atatürk’ün Tuzla İstasyonu’nda çekilen fotoğrafının
altına bilgi notu olarak ‘İzmit’ yazılması, “Neo
Osmanlıcıların müteahhitleri de onları denetleyen
bürokratları da Osmanlıca bilmiyor” yorumlarına
neden oldu.
2013 YILINDA ESKİ BAKAN ÇELİK YENİDEN
HİZMETE AÇTI
Selanik’te bulunan Atatürk
Evi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Dışişleri
Bakanlığı’nın yürüttüğü temasların ardından 2012
yılında gerçekleştirilen restorasyona, işadamı
Serdar Bilgili sponsor oldu. 2013 yılında bitirilen
restorasyonun ardından, müze niteliğindeki Atatürk
Evi, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik
tarafından Ağustos 2013’te yeniden hizmete açıldı.

RESTORASYONUN
ARDINDAN TANINMAZ HALE GELDİ
1924
yılında Yunanistan’ın Türkiye’ye hibe ettiği ev, o
tarihten bu yana Atatürk’e ait eşyaların
sergilendiği bir müze olarak hizmet veriyordu. Ancak
restorasyonun ardından adeta tanınmaz hale gelen
Atatürk Evi’ni gezenler bu duruma tepki
göstermişlerdi.
ATATÜRK’ÜN FOTOĞRAFINDA SKANDAL OSMANLICA
HATASI
Restorasyonun ardından adeta bir
fotoğraf galerisine dönüşen Atatürk Evi’nde
sergilenen Atatürk’e ait fotoğraflarda yer alan
Osmanlıca yazıların da Türkçeye yanlış çevrildiği
ortaya çıktı. Atatürk’ün çocuklarla görüldüğü
fotoğraflardan birinde yer alan Osmanlıca ‘Tuzla’
yazısının, fotoğraf altında “Çocuklar tarafından
karşılanması, İzmit İstasyon-1928” olarak günümüz
Türkçesine çevrilmesi dikkat çekiyor.

‘NEO OSMANLICILARIN
MÜTEAHHİTLERİ OSMANLICA BİLMİYOR’
Sergide yer alan Osmanlıca hatasını ‘skandal’ olarak
niteleyen ziyaretçiler, “Neo Osmanlıcıların
müteahhitleri de onları denetleyen bürokratları da
Osmanlıca bilmiyor” sözleriyle tepkilerini dile
getiriyor.

Odatv, Haber: Yusuf Yavuz,
08.11.2016
|
TUNUS'UN ÇÖL
SARAYLARI
Tunus'ta güneyin kültür ve mimarisinden izler
taşıyan 300 yıldan fazla süredir tarihe tanıklık
eden saraylar, uzun yıllardır yerli ve yabancı
turistlerin ilgisini çekiyor.
AA muhabirine konuşan Tunus
Kültür Uzmanı Habib Alcan, yüzyıllar önce ilkel
yöntemlerle inşa edilen yapıların, ülkenin
güneydoğusunda yaşayan halkın geleneksel yaşam
tarzını gözler önüne serdiğini, ataları ile tarihi
ve kültürel bağlarını yansıttığını belirtti.

Medenin ile Tatavin arasında
yaklaşık 160 saray bulunduğunu, en az 3 en fazla 6
katlı saraylarda genellikle 200-300 oda yer aldığını
ifade eden Alcan, resmi kurumlar tarafından maruz
kaldığı ihmale rağmen, evlerin mimari yapısının
turist çekmeye devam ettiğini dile getirdi.
"Tarihi sarayların
bir özelliği ise gıda depoları barındırması"
Bölgede yerleşimin 12. yüzyıla dayandığını, burada ilk evlerin 8 yüzyıl önce inşa edildiğini kaydeden Alcan, ancak bugün kurulu yapıların ömrünün henüz 300 yıllık olduğunu aktardı.

Tunuslu Abdullah el-Mednini
de önceden bina yapmak için tuğla ve çimento
bulunmadığını, insanların evlerini kerpiçten
yaptığını belirterek, söz konusu yapıların Tunus'ta
eskiden hakim olan kabilecilik kültürünü
yansıttığını ifade etti.
Her yapının sahibi olduğu
ailenin adıyla anıldığını söyleyen Mednini, "Tarihi
sarayların bir özelliği ise gıda depoları
barındırması. Ekilen ve toplanan ürünler burada
saklanırdı. Develerle taşınması ve boşaltılması
kolay olduğu için buğday ve arpa gibi ürünler üst
odalarda depolanır alt katlardaki odalarda ise başka
tür yiyecekler bulunurdu." dedi.
Çöllük geniş araziler
üzerine kurulu olduğu için Tatavin'deki yapıların
birbiriyle arasının uzak olduğunu aktaran Mednini,
yüksek bölgede kurulu Medenin'dekilerin ise
birbirine bitişik ya da çok yakın olduğunu dile
getirdi.
Anadolu Ajansı, Haber:
Heyzem El Mahzi, Ftoğraf: Nacer Talel, 08.11.2016
|
MADAM BOVARY NOTLARINA 2 MİLYON TL
Dünya edebiyatının
en önemli yazarlarından Fransız Gustave
Flaubert’in el yazması notlarının bulunduğu
defter bugün açık artırmaya çıkarılıyor.
Uzmanlar, 1880 yılında henüz 58 yaşındayken
hayatını kaybeden ve özellikle 5 yılda
tamamladığı Madame Bovary adlı eseriyle tüm
dünyada tanınan edebiyatçının defterinin 600 bin
Euro’ya (2 milyon 88 bin TL) alıcı bulmasını
bekliyor.
Defterde
Flaubert’in, Fransa’nın Bretonya bölgesinde
yürüyüş yaptığı sırada yazdığı seyahat
notlarının, günlük notların ve Madame Bovary’ye
ait bazı notların da bulunduğu belirtiliyor.
İngiliz The Guardian Gazetesi’ne konuşan
Fransa’daki Drouot Müzayede Evi’nden Benoit
Forgeot, ‘tarihi’ olarak nitelendirdiği açık
artırma için, “Nadir bulunan ve muhteşem bir
eser. Tam anlamıyla dikkat çekici” diye konuştu.
Habertürk, 08.11.2016
|
MÜZELERE ZİYARETÇİ
SAYISINDA HEDEF DÜNYA BİRİNCİLİĞİ
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Yalçın Kurt, Türkiye'nin müze ve ören yerleri
ziyaretçi sayısında dünya birinciliğini
hedeflediğini bildirdi.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın
Kurt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyadaki en
önemli kültür varlıklarının Türkiye'de yer aldığını
söyledi.
Türkiye'nin bulunduğu topraklarda geçmişte birçok
medeniyetin kurulduğunu belirten Kurt, "Dünyadaki
büyük uygarlıklar, Hititler, Frigler, Selçuklu,
Osmanlı, Bizans, Roma'nın mirasını bu topraklar
barındırıyor. Örneğin Şanlıurfa'daki Göbeklitepe on
binlerce yıl öncesine ulaşıyor. Türkiye'nin kültür
varlığı o kadar zengin ki 15 binin üzerinde sit
alanımız var." diye konuştu.
"Her yeni açılan sit
alanında yapılan kazılarda tarihimiz daha da eskiye
gidiyor"
Sit alanlarının henüz yüzde
5'inin açıldığına işaret eden Kurt, şunları
kaydetti: "Her yeni açılan sit alanında yapılan
kazılarda tarihimiz daha da eskiye gidiyor. Çok
büyük bir zenginlik ve potansiyelimiz var. Bu eşsiz
eserleri dünyaya ve insanlığa sunacağız. Çünkü
medeniyetimiz, paylaşım ve adalet medeniyetidir.
Örnek bir medeniyettir. Gelecekte bütün dünya, bu
topraklarda neler olup bittiğini daha çok görmeye
gelecek. Misafirperverliğin en güzel örneklerini de
topraklarımızda görüyoruz. Göbeklitepe bugün
dünyanın tarihini en ileri noktaya taşıyan bir
yapıdır."
Kazılar sürdükçe müzelerin
zenginleşeceğini dile getiren Kurt, Türkiye'deki
müzelerde ziyaretçi sayısının her geçen gün
arttığını bildirdi.
Bu topraklardaki bütün
medeniyetleri yeni bir anlayışla yorumladıklarını
anlatan Kurt, "Türkiye'deki tarihi alanlara ve
müzelere dünyanın her tarafından ziyaretçi
bekliyoruz. Türkiye, geçen yıl gelen misafir
itibarıyla dünya altıncısıdır. Bu, çok büyük bir
başarı. Hedefimiz dünya birincisi olmak." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber:
Cihan Demirci, 08.11.2016
|
KORUMA KURULU KARARINI VERDİ: TARİHİMODA
İSKELESİ'NDEKİ 'KAÇAK' KAFE KAPATILDI
Kadıköy’deki Moda İskelesi’nin usulsüz
restorasyondan sonra bir kafe olarak işletilmesine
karşı Mimarlar Odası’nın İstanbul büyükşehir
belediyesine (İBB) bağlı Koruma Uygulama Denetim
Müdürlüğü’ne (KUDEB) yaptığı başvuru sonuç verdi.
Kafenin tabelası indirilip kapısına kilit vuruldu.
Moda İskelesi dönemin ünlü mimarlarından Vedat Tek
tarafından 100 yıl önce inşa edilmişti.
İBB, mülkiyeti kendisindeki iskelede 2015 yılında
ruhsatsız olarak restorasyon başlatmıştı.
Anıtlar Kurulu ve Koruma Kurulu, KUDEB kararı
olmadan, restorasyon ilkelerine aykırı çalışma
yapıldığını açıklamış, restorasyon başta semt
sakinleri ve Kadıköy Kent Dayanışması olmak üzere
kamuoyunun tepkisini çekmiş, şikayet konusu olmuştu.
Mimarlar Odası ve Kadıköy belediyesi ayrı ayrı
yaptıkları incelemeler sonucunda, binaya maddi hasar
verildiğini, terasın kapalı alanla
birleştirildiğini, yolcu giriş kapılarının
kapatıldığını, ahşap doğramaların PVC ve yekpare
cama dönüştürüldüğünü, çatıya çinko mutfak bacası
eklendiğini, cepheye klimalar konduğunu saptamıştı.
Mimarlar Odası ve Kadıköy belediyesi, durumu tespit
eden belgelerle Koruma Kurulu’na başvurmuştu.
Koruma Kurulu, 19 Kasım tarihinde yapılan
itirazları haklı bulmuş ve Moda İskelesi’nin 2000
yılında onaylanan restorasyon projesine altı ay
içinde uygun hale getirilmesine, süre bitiminde
KUDEB’ten teknik rapor istenmesine karar vermişti.
Ancak, kurul kararına rağmen çalışmaya kaçak
olarak devam edilmiş ve Ocak 2016 sonunda tarihi
iskele ‘Neffes Cafe’ adıyla
işletmeye açılmıştı.
Kadıköy Kent Dayanışması öncülüğünde mahalle
muhtarı, semt sakinleri ve yaşam savunucularının
katılımıyla şubat ayında iskele önünde bir basın
açıklaması yapılmıştı.
Tepkiler sonuç verdi ve Mimarlar Odası KUDEB’e
tekrar başvurdu.
Geçtiğimiz hafta içinde iskeledeki cafe kapatıldı
ve tabelası indirildi. Yaz aylarında eklenen ve
iskelenin görünümünü bozan tenteler kaldırıldı.
Parmaklıklara hatalı restorasyonun düzeltilmeye
başlandığına dair küçük bir bilgi notu asıldı:
“İstanbul 5 Numaralı Koruma Kurulu kararına
uygun olarak düzenleme yapılmaktadır.”
Kadıköy Kent Dayanışması da şöyle dedi: “Tarihi
Moda İskelesi aslına uygun hale getirildikten sonra
kent içi ulaşıma katkısı hesaplanarak deniz
ulaşımına açılması değerlendirilmeli veya ticari
kaygılar gözetilmeden kent ve toplum yararına
kamusal bir mekan olarak kullanıma açılmalıdır”
dedi.
Diken, Haber: Rıfat Doğan, 07.11.2016
|
400 YILLIK TARİHİ SULTANAHMET CAMİSİ'NİN MİNARE
RESTORASYONU TAMAMLANDI
Sultanahmet Camii'nde
uzun süren çalışmalar kapsamında caminin 6
minaresinden birinin kaymakta olduğu tespit
edilmişti.

400 yıllık caminin sağ ön minarenin konservasyonu
için hummalı bir çalışma başlatılmıştı. Yaklaşık 2
yıl süren restorasyon çalışması sona erdi. 400
ila 700 kilogram arasında değişen 532 taş sökülerek
yapılan laboratuvar çalışmaları sonucunda yeniden
örüldü.
İstanbul Vakıflar 1.Bölge Müdürü Mürsel
Sarı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan
restorasyon hakkında bilgiler verdi. Restorasyon
çalışmalarının öngörülenden farklı şekilde
ilerlediğini ifade eden Sarı, minare taşlarında
ciddi derecede aşınmalar meydana geldiğini ifade
etti.
Toplamda 532 taşın söküldüğü restorasyonun
bilimsel çalışmalarla desteklendiğinin altını çizen
Sarı konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi;
"Projede 25 sıra taşın sökülmesi ön görülüyordu.
Bunlar söküldüğünde baktık ki minare taşlarını
birbirine bağlayan aparatlarda ciddi aşınmalar
olmuş. Tekrar danışman ve statik hocalarımı
tarafından 6 sıra daha sökülmesi ön görüldü. Onların
da sökümü yapıldıktan sonra tekrar taşlar örülmeye
başlandı. Bahsettiğimiz her taşın bir tanesi 400
ila 700 kilo ağırlığında. Toplam 532 adet taş
söküldü. Bunların her birinin laboratuvar ortamında
deneyleri yapıldı. Ne kadar aşınma var, hangileri
tamamlanacak gibi ölçümler yapıldı. Yaklaşık 371
tanesinde konservasyon işlemi uygulandı.
28 taşta
herhangi bir kayıp yoktu, onlar aynı şekilde
kullanıldı. Diğer kalan 170 küsür taşta yeniden imal
edilerek minareye koyuldu. 2 yıl gibi bir süre
içerisinde geçtiğimiz eylül ayı bitmiş oldu."
Çalışmalar kapsamında minarenin bakır alemi ve 16.5
metre yüksekliğindeki ahşap seren direği de söküldü.
Kurşun kaplamaları yapılarak minare statik açıdan
sağlamlaştırıldı.
Sultan Ahmet Camii, 1609-1616
yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed
tarafından İstanbul'daki tarihi yarımadada, Mimar
Sedefkar Mehmed Ağa'ya yaptırılmıştır. Cami mavi,
yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği
için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de
yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için
Avrupalılarca "Mavi Camii (Blue Mosque)" olarak
adlandırılır. Sultanahmet Camii, Türkiye'nin 6
minareli ilk camisidir.
Habertürk, 07.11.2016 |
FATİH'TE 200 MİLYONLUK RESTORASYON
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, ilçenin hemen
hemen her bölgesinde yapılan tarihi eserlerin
restorasyonları için son 300 yılın en kapsamlı
çalışmaları olduğunu söyledi.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
katıldığı “Turizm, Kültür Turizmi ve Tarihi
Eserlerin Restorasyonu” konulu panelde, Fatih’e
yapılan restorasyon çalışmalarının son 300 yılın
en büyük restorasyonu olduğunu açıkladı. 2002
yılından bu yana yapılan çalışmalarda eserlerin
restorasyonu, ulaşılabilirliği ve çevre
düzenlemelerinin en kapsamlı halini aldığını
ifade eden Demir, şunları kaydetti:
300 YILIN REKOR YENİLİĞİ
“2002’den bu yana tarihi eserlerin
restorasyonu, etraflarının açılması,
düzenlenmesi, ulaşılabilir olması,
fonksiyonlandırılması söz konusu olduğunda son
300 yılın en önemli çalışmalarının yapıldığı
restorasyonlar. Bunu tarihçiler de söylüyor biz
de söylüyoruz. 2002 AK Parti dönemine kadar 3.
Mustafa döneminde bu tarihi eserlerin ayağa
kaldırılması en önemli dönemini yaşadı. O
dönemden sonra günümüzde en fazla
restorasyonların yapıldığı, tarihi eserlerin ön
plana çıkarıldığı, bu konuda kaynağın harcandığı
ve onuna ilgili önemli işlerin yapıldığı dönemi
yaşıyoruz. 300 yıldan sonra, 3. Mustafa’dan
sonra ilk defa bu kadar ciddi çalışmalar
yapılıyor.” Demir, restorasyon çalışmalarının
toplam maliyetinin 200 milyon TL olduğunu da
sözlerine ekledi.
Akşam, 07.11.2016
|
TAHTALI MİNARE
HAMAMI RESTORASYONU
Tarihi Tahtalı Minare Hamamı, atıl durumdan
kurtarılıyor. Battalgazi Belediyesi tarafından
tapusu alınan Tarihi Tahtalı Hamamı’nın
restorasyonuna başlandı.
Battalgazi Belediyesi’nin
konuya ilişkin bülteni şöyle:
“Battalgazi Belediye
Başkanı Selahattin Gürkan, beraberinde AKP
Battalgazi Merkez İlçe Başkanı Osman Güder ve
Battalgazi Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Kırçuval
ile birlikte restorasyon çalışmalarına başlanan
tarihi Tahtalı Hamam’da incelemelerde bulundu.
Kitabesi bulunmayan, ancak mimari özellikleri ile
son Osmanlı eseri olduğu belli olan Tarihi Tahtalı
Hamam, dikdörtgen planlı ve kesme taştan ve üç
bölümden oluşuyor. Tahtalı Hamam’ın tarihi ve
kültürel miras açısında önemli bir eser olduğunu
belirten Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin
Gürkan, tapusu Battalgazi Belediyesi tarafından
alındıktan sonra restorasyon çalışmalarına
başlandığını söyledi. Başkan Gürkan, süreç ile
ilgili kısa bilgiler vererek, “Malatya’nın en eski
yapılarından, tarihi ve kültürel mirasımız açısından
önemli bir eser olan Tahtalı Minare Hamamı’nın
restorasyonu başladı. Şu anda da ilgili müellif
firma çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürüyor.
Önemli olan bu Tahtalı Minare Hamamı geçmişine ve
aslına uygun restorasyonunu yapıp, Battalgazi’mizin
ve Malatya halkımızın hizmetine sunulması ve
kültürel mirasımızın korunup gelecek kuşaklara
aktarılması konusundaki çalışmalarımızın netice
vermesidir. Bu çerçeve içerisinde buranın
kamulaştırılması yapıldıktan hemen sonra buranın
restorasyon projesi çalışmaları başlatıldı.
Restorasyon projesi ilgili koruma kurulunda
onaylandıktan sonra ihale süreci ve akabinde de
restorasyon çalışmaları başladı. Şu andaki ilgili
firmada hakikaten çalışmalarını yoğun bir şekilde
sürdürüyor. Buranın her ne kadar 500 günde
bitirilmesi hedeflense de, 300-350 günde
restorasyonun tamamlanarak halkımızın hizmetine
açılacağına inanıyorum. Bu kültürel mirasımızın da
Battalgazi’mize, Malatya’mıza ve ülkemize ve
insanlığa hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum”
dedi.”
Malatya Haber, 07.11.2016
|
BİTLİS'TE 180 MİLYON YILLIK GERÇEK ORTAYA ÇIKTI
Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Jeoloji Yüksek
Mühendisi Prof.Dr. Ercan Aksoy, Bitlis ve
çevresindeki ocaklardan çıkarılan mermerlerin
içindeki fosilleri araştırdıklarını bildirdi.

Aksoy, yaptığı açıklamada, mermerlerin içinde pek
çok farklı canlıya ait fosil çıktığını ve bunları
incelediklerini söyledi.

Fosillerin milyonlarca yılda oluştuğunu belirten
Aksoy, "Mermerlerin içinde 'ostrea' adı verilen
canlıya ait kalıntılar olduğunu belirledik.
Günümüzde istiridye olarak tanımlayabileceğimiz bir
canlı türü. Bu konuda mikroskobik araştırma yaptık.
İstiridyenin yanında alg ve mercanlara ait
kalıntıları da tespit ettik. Bunun yanında
miogypsina cinsine ait fosiller bulduk." dedi.

Prof.Dr. Aksoy, araştırdıkları fosillerin yaklaşık
20 derece sıcaklıktaki, derinliği fazla olmayan
denizlerde yaşadığını tespit ettiklerini belirterek,
şunları kaydetti:
"Bu fosiller miyosen dönemini
karakterize ediyor. Şöyle diyebiliriz Doğu Anadolu
Bölgesi yaklaşık 200 milyon yıl önce bölgede açılan
okyanusla su altında kalmış. Levhaların kapanmasıyla
bölge oldukça yükselerek kalıntı denizler oluşmuş."

"Bu dönemde bölgede okyanuslaşma başlıyor. Yani
Bitlis sular altındaydı. Yaklaşık 20 milyon yıl önce
denizin bölgeden çekilmesiyle karasal koşullar hakim
oldu. Yani Bitlis'in 180 milyon yıl su altında
kaldığını söyleyebiliriz."
Habertürk, 06.11.2016 |
ROMA BOSTANINDAN KEPÇEYİ ÇIKARDILAR
Beyoğlu,
Cihangir’deki Sanatkarlar Parkı’nın
bitişiğine İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından yapılması planlanan, geçen hafta İBB
Başkanı Kadir Topbaş’ın talimatıyla durdurulan
sosyal-kültürel tesis inşaatı alanında, İstanbul
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ekiplerinin
denetiminde elle kazı yapılması kararı
alınmıştı.
Mahalle
sakinlerinin tarım yaptığı, adını da Roma
Bostanı koyduğu alana yüklenici firma dün yine
kepçeyle girdi.
Polis denetiminde hafriyat çalışması yapan
firma çalışanları, kurul kararının kendilerine
ulaştırılması üzerine çalışmayı durdurup,
kamyonları alandan dışarı çıkarırken, iş
makinası
kepçe inşaat alanında kaldı. Vatandaşlar
çalışma sona erene kadar nöbet tutacaklarını
söyledi.
Hürriyet, 06.11.2016
|
SANAT DÜNYASININ EN
ETKİLİ 100 İSMİ

Lütfi Kırdar Kongre
Merkezi’nde gerçekleşen Contemporary İstanbul Fuarı
bugün sona eriyor. Fuarın yoğun ilgi gören
bölümlerinden biri, koleksiyonerler tarafından
seçilen 120 eserin izleyiciyle buluştuğu Collectors’
Stories... Bu yıl ilk kez gerçekleştirilen proje
Türkiye’nin 60 önemli koleksiyonerine dikkat
çekerken, geçtiğimiz hafta dünyanın önde gelen
çağdaş sanat yayınlarından Art Review, Power 100
listesiyle çağdaş sanat dünyasının en etkili ve
ilham veren isimlerini açıkladı. 2002’den bu yana
yayınlanan listede, Türkiye’den yalnızca Ömer Koç
bulunuyor. Haliyle gözler, Collectors’ Stories’de de
Koç’un fark yaratan koleksiyonundan eserler arıyor.
Fakat projede, en büyük tutkusu gözlerden uzak
yaşamak olan Koç’a ait bir parça bulunmuyor.
Koç Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Ömer Koç’un Power 100’e girme
sebeplerinin başında, çağdaş sanatı kişisel olarak,
yani koleksiyonerliğiyle desteklemesi geliyor. Koç
Holding’in 20 yıl boyunca (2007-2026) İstanbul
Bienali’ne sponsor olması, Venedik Bienali Türkiye
Pavyonu’nu desteklemesi, Nasreddin Hoca Karikatür
Yarışması’na verdiği destek ve ARTER’in kurulması
gibi ibareler de yer alıyor. Koç Holding’e bağlı
Vehbi Koç Vakfı, önümüzdeki yıl Dolapdere’de VKV
Çağdaş Sanat Müzesi’ni açmaya da hazırlanıyor.
Power 100’de, listeye
99’uncu sıradan giriş yapan Ömer Koç’la birlikte,
François Pinault, Adrian Cheng, Eli ve Edythe Broad
gibi sanat dünyasına yön veren koleksiyonerlerin
yanı sıra; Ai Wei Wei, Olafur Eliasson, Yayoi
Kusama, Marina Abramovic gibi sanatçılar, Larry
Gagosian, Marian Goodman ve Sir Nicholas Serrota’nın
da aralarında bulunduğu galericiler ve müze
yöneticileri yer alıyor.
İlk sıradaki isim ise
Londra’daki Serpentine Galleries’in İsviçreli
Artistik Direktörü ve küratör Hans Ulrich Obrist...
Listeye Türkiye’den giren ilk ismin, 2011-2014
yılları arasında Vasıf Kortun olduğu biliniyor.
Peki sanat dünyası
gücünü kimlerden alıyor?
AVRUPA
HaKİMİYETİ
Artlyst’in raporuna
göre, Avrupa her yıl olduğu gibi bu yıl da sanatsal
üretim ve organizasyonların merkezinde. Listedeki
şahsiyetlerin doğum yerleri baz alındığında sanat
dünyasının en etkili isimlerinin yüzde 51’inin
Avrupalı olduğu görülüyor. Yüzde 22’si Amerikalı,
yüzde 13’ü Asya ve Latin Amerika’dan. Yüzde 3’erlik
oranlarla Afrika ve Ortadoğu da onları takip ediyor.
DAHA ÇOK SANAT
DAHA AZ PAZAR
Power 100 listesinin
ilk 10’u alışıldığı üzere sabit kalsa da bu yıl
özellikle ‘daha çok sanat, daha az pazar odaklı’
isimler olması göze çarpıyor. Şaşırtıcı biçimde
listede müzayede evleriyle bağlantılı tek bir isim
bulunmazken, oldukça fazla sayıda küratör, sanatçı
ve müze yöneticisi dikkat çekiyor. Sonuçta yüzde
65’i galericiler ve ‘art dealer’lar, yüzde 23’ü
sanatçılar, yüzde 22’yi de küratör ve müze
direktörleri oluştururken, ‘koleksiyoner’ sıfatıyla
yer alan yüzde 14’lük kısımda fuar ve okul
yöneticileri, hatta feilozoflar da yer alıyor.
ERKEK
EGEMENLİĞİ
Sanat dünyasının yüzde
68’inde erkek hakimiyeti gözlemleniyor, kadınlar
listenin sadece yüzde 32’sini oluşturuyor. Listedeki
ilk kadın Manuela Wirth 3’üncü sırada eşiyle
birlikte. Alman video sanatçısı Hito Steyer 7
numarada ve tek başına. Steyer’i önümüzdeki Venedik
Bienali’nin küratörü, Christine Macel takip ediyor.
Habertürk (kısaltarak), 06.11.2016
|
MUNCH'UN
'KÖPRÜDEKİ KIZLAR'I NEW YORK'TA MÜZAYEDEYE
ÇIKIYOR

Sotheby's Müzayede Evi, New
York'ta sonbahar açık artırmaları öncesinde,
Norveçli ressam Edvard Munch'un "Köprüdeki Kızlar"
tablosunun da dahil olduğu eserleri basına tanıttı.
Tanıtımda bir konuşma yapan
Sotheby's'in İzlenimci ve Modern Sanat bölümü
yöneticilerindenn Simon Shaw, bu lirik eserin
Munch'un kariyerindeki en güçlü eserlerden biri
olduğunu ve iki defa sanatçıya Sotheby's'deki kendi
dünya rekorunu kırdırdığını söyledi.
Müzayede evi, Munch'un 1902
tarihli "Köprüdeki Kızlar" tablosuyla ilgili daha
önceki açıklamasında, tablonun 50 milyon dolardan
satılmasını beklediklerini bildirirken, eser 2008'de
30 milyon 800 bin dolara alıcı bulmuştu.
Sotheby's tarafından 2012
yılında satılan sanat tarihinin en bilinen tabloları
arasında olan Munch'un "Çığlık" tablosu ise en son
119.9 milyon dolara satılmıştı.
Ekspresyonizm
(Dışavurumculuk) akımının önemli temsilcilerinden
kabul edilen Munch'un yanında, Empresyonizmin
(İzlenimcilik) öncülerinden Vincent van Gogh'un bir
"natürmort" eseri de müzayede haftasında satışa
sunulacaklar arasında.
Anadolu Ajansı, Haber:
Selçuk Acar, 05.11.2016
|
MONA LİSA'NIN YÜZÜNDEKİ GÖLGENİN SIRRINI FİZİKÇİLER
ÇÖZDÜ
Amerika'nın Chicago şehrindeki meşhur
Argonne Ulusal Laboratuvarı'nın önemli isimlerinden
olan fizikçi Prof.Dr. Ercan Alp'le sohbete
doyamazsınız.

O kadar isteklidir ki anlatmaya, parçacık
fiziğinde son gelişmeleri sizin ona sormanıza fırsat
bile vermeden anlatmaya başlar. Derdi hep
Türkiye’dir aslında, yılmadan yorulmadan Türkiye’de
bir hızlandırıcı kurulması için uğraşır.
İşte o Ercan Alp ile birkaç yıl
önce sohbet ederken ondan öğrenmiştim, Paris’teki
ünlü Louvre Müzesi’nde yaşanmakta olanları.
Müze, biliyorsunuz 9.5 milyona varan ziyaretçi
sayısıyla dünyanın en çok ziyaret edilen ikinci
müzesi. (Birinci sırada Çin’deki İmparatorluk Sarayı
var.)
Nitekim Paris’e yolu düşenler bilir, Louvre’un
önünde bilet kuyruğunun olmadığı bir zamana denk
gelmek meseledir.
YA MONA LİSA SOLARSA?
Bunca insan müzenin kasasına milyarlarca Euro
bırakarak müzeye girer ve onların ezici bir
çoğunluğunun hedefi müzedeki en ünlü eserdir;
Vincili Leonardo’nun Mona Lisa’sı.
Müze yönetimi bu en değerli eserini korumak için
elinden geleni yapıyor; elinden gelmeyenler için de
dışarıdan yardım istiyor.
Ercan Alp’ten birkaç yıl önce
duyduğuma göre Mona Lisa’nın zaman içinde
renklerinin solmasından endişe ediyor müze yönetimi
ve bunun için parçacık fizikçilerinden yardım
istiyor.
Resmin renklerinin solmaması için önce o
renklerin nasıl oluştuğunu, büyük ressam
Leonardo’nun nasıl bir boya karışımı
hazırladığını bilmek gerek. Hangi atomlar, hangi
moleküller var o renklerin içinde ve bunların ışıkta
yansıttığı renklerin değişmesinin nasıl önüne
geçilebilir?
MÜZEYE KURULAN HIZLANDIRICI
Resmi yerinden indirip bir hızlandırıcı merkezine
götürmek, orada bir laser kaynağı ile resmin
boyasını tahlil etmek söz konusu olamayacağına göre
ne yapılacak?
Genç kuşak Fransız fizikçi Philippe
Walter öncülüğünde kalabalık bir ekip
Louvre’nun bodrumunda kurdukları bir hızlandırıcı
ile epey bir zamandan beri Mona Lisa’nın sırlarını
çözmeye çalışıyorlar. Walter ve
arkadaşları, ‘X-Ray Aydınlatma’ adı
verilen bir teknikle Mona Lisa’nın her
milimetrekaresini incelediler.
Şimdi onların incelemeleri ‘Angewandte
Chemie International Edition’ adlı dergide
bir makale olarak yayımlandı.
MONA LİSA’NIN YÜZÜNÜN GÖLGELERİ
Araştırmacılar sadece Leonardo’nun
Mona Lisa’yı yaparken kullandığı boyaların
bileşimini ortaya çıkarmakla kalmadı; bu ünlü
tablonun yüzyıllardır insanları büyüleyen bazı
özelliklerinin nereden geldiği konusunda da ciddi
bir fikir oluşturdular.
Mona Lisa, evet resimdeki kadının gülümsemesiyle
meşhurdur ve daha çok da bu tartışılır ama resmin
başka detayları da var. Mesela Mona Lisa’nın yüzünde
gördüğümüz gölgelerin kaynağı. Bilen biliyor, resmin
üzerinde herhangi bir fırça darbesini belli eden bir
şey yok ama işte kadının yüzünde yine de gölgeler
var.
Walter ve arkadaşları, kullandıkları X-Ray
kaynağı sayesinde bu sırrı çözmüş olabilirler.
Anlaşılan Leonardo boyamayı
tamamladıktan sonra bir çeşit cila da sürmüş bazı
bölgelere. İşte o gölge hissini veren şey de o
cilanın etkisi.
Dr. Walter ve ekibi, ressamın
önce Mona Lisa’nın yüzünü ten renginde boyadığını
saptamış. Ardından Leonardo, tam 30
kez çok ince bir cilalama işlemi yapmış. Bu
işlemlerden bazıları yarım milimetre kalınlığında.
Yani ressam biz o gölgeleri hissedebilelim diye çok
ama çok ince çalışmış, Mona Lisa’nın yüzündeki ifade
ve o ifadeyi dramatikleştiren gölge hissi tesadüfen
ortaya çıkmış bir şey değilmiş.
Bu yazıdaki bilgileri The
Economist’in taa haziran ayında yayımladığı bir
haberden aldım; Prof.Dr. Ercan Alp ile yaptığım sohbetle
de birleştirdim. Maalesef The Economist, Dr.
Walter ve arkadaşlarının Louvre’un
bodrumundaki o laboratuvarda çalışmasının esas
sebebi olan Mona Lisa’nın korunması konusunda ne
gibi bilgiler edindiğini yazmamıştı.
Ama Mona Lisa’nın yüzündeki gölgenin sırrını
çözenler, herhalde resmin solmamasının yolunu da
bulmuşlardır.
Hürriyet, Yazı: İsmet Birkan,
05.11.2016
|
Yeni yıldan itibaren Milli Savunma
Bakanlığı’na bağlanan harp okulları
eğitime açılıyor. Kuleli Askeri
Lisesi’nin bulunduğu bina ise rektörlük
binası olacak
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi
sonrasında çıkarılan Kanun Hükmünde
Kararname ile harp okullarındaki
öğrenciler üniversitelere
yönlendirilmiş, askeri liseler de
kapatılmıştı. Milli Savunma Bakanlığı,
Milli Savunma Üniversitesi altında
eğitim verecek harp okulları için
yeniden alım yapılacağını doğruladı.
Hava Harp Okulu için üniversitelerin
ikinci ve üçüncü sınıflarından geçiş
yapılabileceği duyurulmuştu. Bu kapsamda
4 bini geçen başvurular alınmıştı. Şuan
öğrencilerin mülakatlarının sürdüğü
belirtilirken, önümüzdeki yıldan
itibaren eğitimler başlayacak. Yeni
kurulan üniversitenin çatısı altında
hizmet verecek olan harp okullarının
2017'de öğrenci alımına başlayacağı
öğrenildi. İlk olarak Hava Harp
Okulu'nun öğrenci alacağı ve Şubat
2017'de eğitime başlanacağı belirtildi.
Daha sonra da Deniz ve Kara Harp Okulu
öğrenci alarak eğitime başlayacak. 15
Temmuz sonrası kapatılan Kuleli Askeri
Lisesi'nin bulunduğu binanın ise yeni
dönemdeki pozisyonu belli oldu. Kuleli
artık Milli Savunma Üniversitesi'ne
"Rektörlük Binası" olarak hizmet
verecek. Milli Savunma Üniversitesi'ne
Rektör olarak ünlü tarihçi Prof.Dr.
Erhan Afyoncu atanmıştı.
Sabah,
Haber: Ahmet Topal, 03.11.2016
|
DÜNYANIN GÖZÜ O SATIŞTA
Üzerinde On Emir'in yazılı olduğu bilinen en eski
taş tablet 16 Kasım 2016 günü satışa çıkıyor. Açık
arttırma, Beverly Hills'de bulunan Heritage
Auctions'da düzenlenecek.
'Yavneh On Emir Taşı' olarak
bilinen tablet şu anda Brooklyn, New York'ta bulunan
Yaşayan Tevrat Müzesi (The Living Torah
Museum)'da sergileniyor. 63.5cm'e 57.15 cm
ölçülerindeki beyaz mermer Yavneh Taşı yaklaşık
olarak 52 kg ağırlığında. 20 satırdan oluşan kitabe
Samiriye lehçesi ile ve Eski-İbranice karakterleri
ile yazılmış. Kitabede kullanılan karakterler ve
noktalama işaretleri MS dört ve sekizinci
yüzyıllar arasında kullanılan Samiriye yazısıyla
aynı özellikleri taşıyor.
Eski İbranice yazısı antik Fenike yazısının bir
varyasyonuydu. MÖ 10.yy'dan MÖ 5.yy'a kadar
kullanılmış, sonrasında yerini yavaşça Aram yazısına
bırakmıştı. Her ne kadar Aram yazısı yerine geçmiş
olsa da, Eski İbranice yazısı Samiriye'de
kullanılmaya devam etmiş, günümüzde de halen
kullanılmaktadır.
GERÇEK KÖKENİ ORTAYA ÇIKMADI
Yavneh On Emir Taşı'nın yaşı hakkında iki farklı
teori bulunuyor, Samiriye konusunda çalışan bilim
insanı John Bowman, taşın İslam'ın yayılmaya
başladığı 640-830 yıllarından kalma olduğunu ve
Samiriyelilerin Abbasi Halifeliği tarafından
kılıçtan geçirilerek katledildiği tarihlerden önce
yazıldığı düşünüyor. Öteki araştırmacılar ise daha
ileriki bir tarihi işaret ederek Bizans döneminden
kalma olabileceğini düşünüyorlar.
Taş ve üzerindeki On Emir hakkında dikkat çekici
olan özelliklerden biri, günümüzde bilinen metinle
aralarında bazı farklar bulunması. Örneğin 'Rab'ın
ismini boş yere ağıza almayacaksın'
satırının bu taşın üzerinde bulunmaması dikkat
çekici bir özellik. Bu eksikliğin yanında yazının
son kısmında bir de fazlalık bulunuyor.
Yazının sonunda günümüzde bilinen metinde olmayan
Gerizim Dağı'nda bir tapınak inşa edilmesinden ve On
Emir'in de yine Gerizim Dağı'nın üzerinde tebliğ
edildiğinden bahsediliyor. Bu tapınağın muhtemelen
günümüzde Batı Şeria'da bulunan Nablus'ta bulunduğu
söyleniyor. Tabletin gerçek kökeni henüz ortaya
çıkarılabilmiş değil.
TAŞIN ÜZERİNE BASTILAR
1913'te Yavne yakınlarında bir tren yolu inşası
esnasında bulunan taş üzerinde yapılan inceleme ve
araştırmalar 1940 yılında sona ermişti. İşçiler daha
sonra taşı yerel bir zengine satmışlar, bu şahıs da
taşı evinin avlusunun zeminine yerleştirmişti.
Aradan geçen yıllar boyunca zemindeki taşın
üzerinden basanların ayaklarının teması nedeniyle
taşın ortasındaki bölüm silikleşmeye başladı, neyse
ki taşın üzerine eğik bir açı ile ışık verildiğinde
bu bölüm halen okunabiliyor.
BİLGİNE SATILDI
Taş, keşfinden 30 yıl sonra 1943'te sahibinin
oğlu tarafından Mr. Kaplan adlı bir bilgine satıldı,
bu şahıs ise taşın gerçek değerini anlayabilecek
bilgi ve birikime sahipti. Kaplan, taşın üzerindeki
yazının deşifresi için Samiriye tarihi uzmanı ve
daha sonra İsrail'in ikinci başbakanı olacak
kişiden, Yitzhak Ben-Zvi'den yardım istedi.
Ben-Zvi, Yavneh taşı üzerinde yapılan en geniş
ölçekli inceleme ve araştırmayı gerçekleştirdi, daha
ileriki tarihlerde yapılan incelemeler ise
Ben-Zvi'nin tespitlerinin neredeyse bütünüyle doğru
olduklarını gösterecekti.
Her ne kadar kitabenin yaşı üzerindeki
tartışmalar henüz son bulmamış olsa da, bilinen
Samiriyeli On Emir örnekleri arasında en eskisi
olduğuna kimsenin kuşkusu yok.
210 BİN DOLARDAN SATIŞA ÇIKACAK
1990'larda tablet İsrail'in iyi bilinen antika
satıcılarından Robert Deutsch'a satıldı, ve 2005'te
Yaşayan Tevrat Müzesi'nin başındaki isim olan Rabbi
Saul Deutsch'a kaldı.
İsrail Eski Eserler Birimi, yazıtın taşınabilmesi
için özel bir izin ve özel şartlar gerektiğini
bildirdi. Taşın başka yere taşınması, ancak herkes
tarafından görülebileceği bir şekilde sergilenmesi
durumunda mümkün olacaktı. Aynı şartlar taşın
gelecekteki sahibi için de geçerli olacak.
Taşın açık arttırmaya çıkarılış fiyatı 210.000 $
olsa da, bu fiyatın çok üzerinde bir fiyata alıcı
bulacağı düşünülüyor.
Oda Tv, Kaynak:
Thevintagenews.com, Çeviri: Şıvan Okçuoğlu,
03.11.2016
|