Haberler logo Kasım '16 Arşivi

27 Kasım - 10 Aralık 2016
İSTANBUL'DA 'TARİHİ YARIMADA'YA ELVEDA

İstanbul 2. İdare Mahkemesi tarihi yarımadaya “elveda” dedirtecek bir karara imza attı. Kumkapı Balık Hali’nin marina yapılmasına, Yedikule Bostanları’nın da bulunduğu bölgenin açık spor ve rekreasyon alanına dönüştürülmesine kapı açan imar planının iptali istemiyle açılan davayı reddetti. CHP’li meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu, karara tepki göstererek “Tarihi yarımadayı yok edecek bu kararı Danıştay’a taşıyacağız” dedi.

CHP’li 8 Meclis üyesi, eski İstanbul’un kalbi “tarihi yarımada”yı dönüştürecek imar planlarının iptali istemiyle dava açmıştı. İstanbul 2. İdare Mahkemesi, geçen yıl, 61 konu başlığından 37’sine yürütmeyi durdurma, 7’sine ise kısmen yürütmeyi durdurma karar vermişti. Fatih Belediyesi karara itiraz etmişti. Mahkeme de önce yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı, sonra da davayı bitirdi. Kararda, dava konusu düzenlemelerin 1/5000 ölçekli koruma amaçlı imar planında öngörüldüğü, itirazların konusunun da bu plan olduğu ifade edildi. Dava konusu olan 1/1000 ölçekli imar planının üst plana uygun olarak hazırlandığı savunuldu. Ulaşım, otopark, Avrasya Tüneli ve tarihi yarımada içerisindeki yenileme alanlarına ilişkin imar planlarına karşı, daha önceden, Mimarlar Odası tarafından dava açıldığı anımsatıldı. Odanın açtığı davada, Sirkeci Garı’nın otel, İETT Garajı alanının da ticaret merkezi olmasını öngören planların iptal edildiğine dikkat çekildi.

Önü açılan projeler
Tarihi yarımadaya bağlanacak olan Avrasya Tünel Geçişi. 1. Derece koruma bölgesinde yer alan ve geçen aylarda Avrasya Tüneli geçiş güzergâhı üzerinde olduğu gerekçesiyle yıkılan Kumkapı Balık Hali’ne yapılacak marina. UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan ve Yedikule’den Ayvansaray’a kadar uzanan kara surları koruma bandında yapılacak işlemler. Yedikule Bostanları’nın da yer aldığı bölgelerde yapılması planlanan açık spor alanları, rekreasyon alanları. Fatih geneline inşa edilecek otoparklar. Sur içinde öğrenci yurdu ve meslek okulları...
Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 08.12.2016

TARİHİ DARÜŞŞAFAKA BİNASI BAKIN NE OLDU?

İstanbul Fatih’teki binada 1873 yılından 1993 yılına kadar eğitim ve öğretimini sürdüren Darüşşafaka Lisesi, 1994’te Maslak’taki kampüsüne taşındı. Darüşşüfaka Cemiyeti adına yapılan açıklamaya göre; Fatih’teki tarihi bina yeni kampüsün ihtiyacı olan finansmanı sağlaması için Ziraat Bankası’na satıldı.

Cemiyetin binayla ilişkisi kalmadı. Bina 15 yıl boş kaldı. Milli Eğitim, yabancı uyruklu öğrencilerin eğitim göreceği, yüzde 20'si T.C. vatandaşı öğrencilerden oluşacak bir Anadolu imam hatip lisesi açmaya karar verdi.

AFRİKALILAR TERCİH EDİYOR
Sözcü'den Özlem Güvemli'nin haberine göre, Maliye'yle yapılan yazışmalar sonuncu tarihi binalar, Milli Eğitim'e tahsis edildi. Öğrencilerin 26 bin metrekarelik arazi üzerindeki Darüşşafaka binalarında eğitim görmesi uygun bulundu. Pansiyonlu Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi'nin açılması karara bağlanınca restorasyon başladı. Okul ilk olarak Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi bünyesinde eğitim verdi. 2011-2012 eğitim-öğretim yılında tarihi binaya taşındı. Tadilat ve restorasyon çalışmaları sürdüğü için lise, 5 yıldır yapının yanındaki binada faaliyetlerini yürütüyor. Okula Afrikalılar ağırlıklı olmak üzere Asya, Balkanlar ve KKTC'den öğrenci geliyor.

İTALYAN MİMAR TASARLADI, DOLMABAHÇE'NİN MİMARBAŞI ÇİZDİ
İnşaatı 1873'te biten 143 yıllık yapıyı, İtalyan mimar Barironi tasarladı. Binanın planını Dolmabahçe Sarayı'nın mimarbaşı olan Ohannes Amire Balyan çizdi.

Gerçek Gündem, 07.12.2016

İSTANBUL'DA 16 MÜZE AÇILACAK



İstanbul'da 16 yeni müze açılması planlanıyor. Müjdeyi veren isim İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Kütük. İBB Kültür A.Ş.'nin Fatih'teki yeni tarihi İstanbul Kitapçısı'nı tanıtmak amacıyla düzenlediği basın toplantısında Kütük, kentte 16 yeni müze çalışması olduğunu belirterek “Yılbaşında Şerefiye Sarnıcı'nı açacağız" diye konuştu.

Haziran sonunda Tekfur Sarayı ve Çini Müzesi'ni açacağız. Feshane'nin de devrini aldık, Tasavvuf Müzesi Feshane'de olacak. Minia World diye Miniatürk'ün dünya versiyonunu Yenikapı'da gerçekleştireceğiz. Magnaura Sarayı'nı aldık ve Bizans Müzesi yapacağız. Bizans İşkence Müzesi'ni yapacağız. Kent Müzesi'nin ihalesi de gerçekleştirildi” dedi.

Haliç'te Büyük Çamlıca Tepesi'ndeki radyo ve televizyon vericilerinin olduğu kulelerin yıkılacağını da belirten Kütük şunları söyledi: “Çamlıca'daki televizyon kuleleri yıkılacak. Ulaştırma Bakanlığı tarafından 360 küsur metrelik bir kule yapılıyor. Bu kulenin altında sosyal donatılar olacak. İki restoran kafe ve seyir terası bulunacak. Kulenin yapımına başlandı, şu an 40 metreye kadar yükseldi. 6 aya kadar bitirecek ve teslim edecekler. Muhtemelen oranın işletmesini de İBB Kültür A.Ş. olarak biz yapacağız.”
Yeni Şafak, 07.12.2016
GALATAPORT PROJESİ 2019'DA TAMAMLANACAK



Karada Karaköy ve Galata bölgesi arasında, denizde ise Boğaz ile Haliç'in kesişim noktasında bulunan ve adaların karşısında yer alan 4,5 milyar TL'lik Galataport Projesi'nin devam eden çalışmaları havadan drone ile görüntülendi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, yapımının tamamlanmasının ardından dünya standartlarında kruvaziyer bir limanı İstanbul'a kazandıracak olan projenin inşaat çalışmalarını yerinde inceledi. Başkan Demircan'a projeyi gerçekleştiren şirketin CEO'su Adem Durak ve şirket yetkilileri de eşlik etti. Başkan Demircan, 2019 yılında tamamlanması öngörülen projenin şantiye sahasını gezerek, yetkililerden çalışmalar hakkında bilgi aldı.

“Galataport pasaportla işlem yapan 3 milyon yabancı turisti ağırlayacak"
Başkan Demircan, Galataport Projesi'nin hem Beyoğlu bölgesine hem de Türkiye ekonomisine önemli katkılar sunacağını ifade ederek, önemli bir turizm ve istihdam kapısı açacağına da dikkat çekti. Demircan, "Galataport'un yeni işletmecileri olan özel sektör, burada 375 bin metrekare kapalı alan yeniliyor. Özel sektör bunu yap-işlet-devret modeliyle aldı. Burası tamamlandığında 20-25 milyon ziyaretçisi olacak. Nasıl havalimanımız varsa, nasıl otobüs terminalimiz varsa, yabancı turiste kapısını açan, pasaportla işlem yapan yılda 3 milyon turisti ağırlayacak İstanbul'un en önemli turizm kapısı ve Beyoğlu içinde çok kıymetli bir çalışma olacak" dedi.


5 bin kişiye istihdam
Galataport çalışmasının önemli bir istihdam kapısı açacağını söyleyen Başkan Demircan, “Bu çalışma 5 bin kişiye doğrudan istihdam sağlayacak. Bu sadece bu alanda çalışacak sayı. Buraya gelecek turist sayısının çevreye katacağı katma değerle bunun çarpan etkisinin nereye ulaşacağını hesap etmemiz mümkün değil. Zaten Galataport sadece bu bölgeye değil, İstanbul'a ve Türkiye'nin tanıtımına çok büyük katkı sağlayacak. Dünyada özellikle Avrupalılar uzun süreli gemilerle seyahat ediyorlar. Turistler Akdeniz'i dolaşıyorlar, Ege Denizi'nden Marmara Denizi'ne, oradan da Karadeniz'e çıkmaları mümkün olacak. Burası turistler için çok önemli bir destinasyon" şeklinde konuştu.

“375 bin metrekare alanda 4,5 milyar liralık yatırım gerçekleşiyor"
Türkiye ekonomisi için yapılan yatırımların süreç içerisinde önemli olduğunu belirten Demircan, “Belki şu süreçlerde biraz tatsız limoni dönemler yaşıyoruz. Ama bunların geçici olduğunu biliyoruz. Çünkü, Türkiye'ye, Türk ekonomisine, Türk turizmine olan inanç devam ediyor, bundan sonra da devam edecek. İşte bu yatırımlar da bu süreçte bizim için çok kıymetli. 4,5 milyar liralık bir yatırım gerçekleşiyor ve 375 bin metrekare alan yapılıyor. Bu çalışmanın İstanbul için çok önemli bir destinasyon olduğunu görüyoruz" diye konuştu.

Galataport Projesi ile limanın halka açılması sağlanırken, tamamlanmasının ardından alan İstanbulluların ve turistlerin tüm günlerini geçirebilecekleri bir destinasyon haline gelecek. Çalışmaları yaklaşık 1 yıldır devam eden projenin bünyesinde bulunacak müzeler, perakende ve yeme-içme alanları, ofisleri ve meydanları ile Galataport Projesi'nin insanlara yeni bir yaşam alanı sunması hedefleniyor. 375 bin metrekare alan üzerinde sürdürülen inşaat çalışmaları süresince projede 5 bin kişinin de istihdamı sağlanacak. Projenin tamamlanmasının ardından bölgeyi yıllık 20-25 milyon arasında kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Öte yandan inşaat alanı havadan görüntülendi. Görüntülerde hızla devam eden çalışmalarda gelinen son nokta görülüyor.
Yeni Şafak, 07.12.2016
RESTORE EDİLEN ERMENİ KİLİSESİ KÜTÜPHANE OLUYOR

Niğde'de bulunan Ermeni Kilisesi’nin çocuk kütüphanesi olması için çalışma başlatıldı. Mülkiyeti İl Özel İdaresine ait Eskisaray Mahallesi'ndeki Ermeni Kilisesi’nin restorasyonu tamamlandı.

İl Genel Meclisi’nin aralık ayı toplantısında, kilisenin İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü tarafından çocuk kütüphanesi olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilmesi konusu görüşüldü. Konuyla ilgili teklif Plan Bütçe Eğitim Kültür ve Çeşitli İşler Komisyonu'na sevk edildi. Kilisenin kütüphaneye dönüştürülmesiyle ilgili karar komisyonun raporuna göre verilecek.
Sözcü, 07.12.2016

İzmir’in Karşıyaka İlçesi'ndeki tarihi tren istasyonu TCDD tarafından ihaleye çıkarılıyor.
Osmanlı döneminin ilk demiryolu Basmane-Bandırma hattının önemli yapılarından olan tarihi istasyon ranta açılarak kiraya veriliyor.

RESTORASYONLA BİR BÖLÜMÜ YIKILDI
Bir dönem müze olması düşünülen istasyonun tarihi 1800’lü yılların sonuna dayanıyor.  Yaklaşık 125 yıllık bir geçmişi olan istasyonun restorasyonu için 2013 yılında yapılan çalışmalarda Karşıyaka İstasyonu’nun tarihi dokusu göz ardı edilerek iç bölümleri yıkılmış, yıkım işlemine ise Karşıyakalılar ve sivil toplum kuruluşlarından tepkiler gelmişti.

34 BİN TL BEDELLE KAFE, RESTORAN OLACAK
Mülkiyeti TCDD Genel Müdürlüğü’ne ait tarih mirası uzun süredir atıl durumda durmasının ardından yeniden kullanıma açılma kararı alındı.

TCDD 3. Bölge Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilecek kullanım ihalesi ile Bahariye Mahallesi’nde yer alan tarihi istasyon un işletme hakkı için ihaleye çıkılıyor. Toplamda 572 metrekare kapalı, bin 1754 metrekare açık alanı olan istasyonun kafe, restoran, pastane, müze, çay bahçesi, büfe, işyeri, kış bahçesi, wc, olarak kullanılmak üzere için aylık 34 bin TL muhammen bedel kira isteniyor.

2021 yılı sonuna kadar kullanım hakkı bulunan ihale kapalı teklif usulü ile bugün saat 14.00’da TCDD İzmir 3. Bölge Müdürlüğü Taşınmaz İhale Komisyonunca yapılacak.

Öte yandan Karşıyaka Tren İstasyonu’nun ranta açılmasına karşı çıkan sivil toplum örgütleri ve Karşıyakalılar, ihaleyi protesto etmek için bir araya gelecek. 

İLKLERİN İSTASYONU
Demiryolları tarihinde ilk kez kombine taşımacılık Karşıyaka'da gerçekleşmiştir. Banliyö trenle, atlı tramvaylarda kombine bilet uygulaması burada 21 Ağustos 1903 tarihinde başlatılmış. Yine banliyö trenlerinde ilk mevki uygulaması Karşıyaka trenlerinde başlıyor. 1984 yılında vagonlar üzerinde edna (adi), evsat (orta), ala (çok iyi) yazıyor sonraki yıllarda ise Vali Hasan Fehmi Paşa bu yazıları kaldırarak birinci, ikinci ve üçüncü yazdırıyor.
Ege Medyası, 07.12.2016

OSMANLI'YA BETONA MAHKEME DUR DEDİ

Üsküdar’da Mimar Sinan’a ait 450 yıllıkAtik Valide Sultan Külliyesiyanına yapılan öğrenci yurdu inşaatını mahkeme durdurdu.  İstanbul 3. İdare Mahkemesi 2 Aralık tarihli kararında mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi isteyerek bu süre zarfında yürütmeyi durdurma kararı verdi.

HÜRRİYET MANŞETTEN VERMİŞTİ
Üsküdar'daki Mimar Sinan’a ait 450 yıllık Atik Valide Külliyesi’nin dibine beton atılarak öğrenci yurdu inşa edilmesini Hürriyet 11 Haziran’da ‘’Osmanlıya Beton’’ manşetiyle duyurmuştu. Yeni inşaatın kalıpları tarihi binanın duvarlarına yaslanmıştı. Koruma Kurulu’ndan izin alınarak inşa edilen betonarme yapı Atik Valide İlim ve Hizmet Vakfı adına öğrenci yurdu olarak yapılıyordu.  Hürriyet’in haberinden sonra inşaat durmuş ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Üsküdar Belediyesi inşaatın projeye ve mevzuata uygun yapıldığı yönündeki tespitleri üzerine kaldığı yerden devam etmişti. 

MAHKEME KEŞİF İSTEDİ
Avukat Onur Cingil İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nde Üsküdar Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine dava açtı. Yapılan itirazda, İstanbul 6 Numaralı Koruma Kurulu tarafından 16 Ocak 2013 tarihli onaylanan avan proje ile bu projeye uygun olarak Üsküdar Belediyesi tarafından verilen inşaat ruhsatının hukuka aykırı olduğu, dava konusu inşaatın önemli bir eser olan Atik Valide Sultan Külliyesi’nin bitişiğinde zarar verecek şekilde inşa edildiği ileri sürüldü. Mahkeme bu gerekçelere bakarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına oy birliği ile karar verdi.

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 06.12.2016

'KUŞLAR' YUVAYA DÖNDÜ

Kuzgun Acar’ın soyut kompozisyon “Kuşlar” heykeli, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından yürütülen restorasyon ve konservasyon projesinin ardından ait olduğu yuvasına, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’na geri döndü. Acar’ın (1928-1976) tam kırk yıl önce tamamlayarak İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok duvarına astığı ve aradan geçen sürede Çarşı’nın sembolü haline gelen eseri, demirden yapılmış olmasının ve açık havada sergilenmesinin de etkisiyle yıllar içinde hayli tahrip olmuş, çürümeye başlamış, hatta bazı parçaları kopmuştu.

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, daha önce 2008’de İMÇ’deki sanat eserlerinin temizliğini üstlenmişti. 2013 yılında da “Kuşlar” heykeli için vakfın projesi kapsamında sanat tarihçileri ve restoratörlerden oluşan bir danışma kurulu oluşturuldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Özer Aktimur, yok olmak üzere olan bu eserin restorasyonunu üstlendi. Yaklaşık üç senelik bir restorasyon ve konservasyon çalışmasının ardından “Kuşlar”, yuvaya dönmeden önce sanatseverlerle bir araya gelmesi, sanatçının özgün dokunuşlarının daha yakından gözlenebilmesi amacıyla Sakıp Sabancı Müzesi bahçesinde sergilendi.
Cumhuriyet, 06.12.2016

ULUS'TA TARİH KIYIMI YAPILACAK

Ankara'da Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı projesi kapsamında 1. Derece Arkeolojik SİT Alanı’nda bazı binaların acele kamulaştırma ile yıkılma işlemine karşı açılan dava, Danıştay 6. Daire tarafından esastan reddedildi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Candan Danıştay 6. Dairesi'nin birçok benzer karar verdiğine dikkat çekti. Candan, 2002 yılına kadar Cumhuriyet tarihinde sadece 14 kez yapılan acele kamulaştırmaların AKP hükümeti döneminde 2 bine ulaştığını söyledi.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Büyükşehir Belediyesi'nin, Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı projesi kapsamında bulunan Bentderesi'ndeki Antik Roma Tiyatrosu'na ilişkin çalışmalarda 1. Derece Arkeolojik SİT Alanı’nda bazı binaların acele kamulaştırma ile yıkılma işleminin iptaline ilişkin davanın Danıştay 6. Dairesi tarafından reddedilmesini değerlendirdi. Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Danıştay 6.Dairesi'nin kararlarını izliyoruz. Yargıya müdahale ve 12 Eylül referandumundan sonra oluşturulan bu dairenin verdiği kararlar, hukuksal sürece siyasetin müdahalesi kuşkusunu güçlendirmektedir. Taksim Topçu Kışlası'nda, dün AOÇ’de bugün Ulus’ta acele kamulaştırma işine onay veren Danıştay 6. Daire kentsel mücadele ve çevre mücadelesine bakan daire olarak görev yapıyor. Ulus’ta 1.derece arkeolojik SİT alanında acele kamulaştırılacak bir durum yok. Başkent savaş alanı oldu anlaşılan” dedi.

'ACELE KAMULAŞTIRMA SAVAŞ KOŞULLARINDA YAPILIR'
Savaş koşullarında uygulanan acele kamulaştırma sayısının AKP hükümeti döneminde iki binlere ulaştığını kaydeden Candan, 2002 yılına kadar Cumhuriyet tarihinde 14 kez acele kamulaştırma yapıldığı dile getirdi. Ancak 2002 yılından günümüze kadar bu sayının 2 bine ulaştığına dikkat çeken Candan, acele kamulaştırmanın kentsel topraklara, doğal ve tarihsel varlıklara el koyma sürecinin adı olduğunu söyledi. Ulus’un altında ve üstünde tarih yattığını ifade eden Candan, “Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus'ta hayata geçirmeye çalıştığı projeler kapsamında açılan ve iptal kararı verilen davalarda bilirkişilerin ve mahkemelerin ‘Ulus’ta tarihinden ve kültüründen bihaber uygulamalar yapılmaktadır’ kararı çok nettir. Ulus’taki uygulamalara ve plana yönelik davamız devam ederken Danıştay 6. Daire vatandaşların açtığı davayı esastan reddederek Ulusun yıkımı kararına ortak olmuştur. Bu karar hukuki ve bilimsel değildir. Ulus’taki alanların ve tarihin ranta kurban edilmesine izin vermeyeceğiz” dedi.

Evrensel, 06.12.2016

TARİHİ BİR KENT YOK OLDU

Halepli Mahmud Zeyin El Abidin, 2013'ten beri Yıldız Teknik Üniversite'nde öğretim görevlisi. Mimarlık tarihi alanında çalışıyor. Ortadoğu’daki Osmanlı mimari yapıları konusunda uzman. Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Suriye temsilciliği, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nda (TİKA) da müşavirlik yaptı.

Zeyin El Abidin’in Suriye ve Suudi Arabistan’daki Osmanlı eserleri hakkında 7 kitabı bulunuyor. Son çalışması ise 1986’da UNESCO Dünya Mirası listesine giren, eski Halep’te iç savaş nedeniyle hasar gören tarihi binaların tespiti.

35 tarihi binada hasar belgelendi
Yıllardır ülkesinin çeşitli kentlerinde bulunan tarihi yapıları belgeleyen Zeyin El Abidin’in yeni çalışması Halep’in savaşta zarar gören mimari eserleri üzerine. Basit bir sergi ile başlayan proje, tarihi kentle ilgili önemli bir belge olma yolunda ilerliyor:

“Öğrencilik yıllarımdan beri doğup büyüdüğüm şehir olan Halep’in mimari eserlerini belgeliyorum. Bu işe başladığımda bir gün savaş çıkacağı ve fotoğrafını çektiğim binaların yok olacağı aklıma bile gelmezdi. İnsanlar haklı olarak Halep’te ne olup bittiğini bilmiyor. Yıkımın boyutlarını ortaya koymak için elimdeki fotoğraf ve çizimleri internetten bulduğum hasarlı görüntüleri ile eşleştirdim. Şu ana kadar UNESCO Dünya Mirası listesinde olan tarihi Halep’in savaştan zarar gören 35 binasını belgeledik. Savaş devam ettiği için sahada çalışamıyoruz. İnternet ve medya aracılığıyla hasar gördüğünü tespit ettiğimiz yeni binalarla bu çalışmaya devam ediyoruz.”



Mimar Sinan'a ait Hüsreviye Camii tamamen yıkıldı, Osmanlı kapalıçarşısı da hasar gören binalar arasında.

Mimar Sinan’ın yaptığı cami yerle bir oldu
Halep’in Arap, Türk, Kürt ve Ermeni, mozaik gibi bir kültürel dokuya sahip olduğunu söyleyen Zeyin El Abidin, aynı karakterin mimari yapıya da yansıdığını düşünüyor. Suriye’deki ayaklanma 19 Temmuz 2012'de Halep’e de sıçradı ve kent büyük ölçüde muhaliflerin eline geçti. Ancak son bir yıldır Rusya ve İran’ın desteği ile Halep’in muhaliflerden geri alınması için yürütülen ağır bombardımanlar kente büyük zarar verdi. Zeyin El Abidin "Halep kentinin dokusu, mimarisi en az yüzde 70 zarar görmüştür" diyerek hasar gören binalar arasında Mimar Sinan’ın Hüsreviye ve Adliye külliyelerinin de olduğunun altını çizdi:

“Tabii savaş bittiğinde bu eserlerin bir kısmı restore edilecek, bir kısmı belki yeniden inşa edilmeli. Örneğin Sinan’ın yapmış olduğu ilk eser olan Hüsreviye Külliyesi tamamen yıkılmış vaziyette. Geriye fotoğraflarından başka bir şey kalmadı.”

Hasar gören tarihi binaların çoğu Osmanlı dönemine ait
Tarihi Halep kenti ve kalesi birçok uygarlığa ev sahipliği yaptı. Helenistik dönem, Roma, Bizans, Emeviler, Selçuklu, Memlükler ve Osmanlı... Yavuz Sultan Selim döneminde (1516) Osmanlı yönetimine giren kent, ekonomik ve kültürel olarak en çok bu dönemde gelişti. Zeyin El Abidin, “Halep zaten bir Osmanlı kenti. Yani Halep’in kapalı çarşısı, Halep’in hanları, Halep’in geleneksel evleri... Dolayısıyla doğal olarak baktığınız zaman, en büyük eserler, Osmanlı döneminden zarar gören eserler.” diyor. 

Al Jazeera, Haber: Can Hasasu, 05.12.2016



******


OSMANLI'NIN 22, MİMAR SİNAN'IN 2 ESERİ HALEP'TE YERLE BİR OLDU!

Suriye’deki iç savaşta bugüne kadar Emevi, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan yüzlerce tarihi cami, medrese, külliye, hamam ve hastane tahrip edildi. Suriye’deki Osmanlı eserlerini 25 yıldır inceleyen ve 8 kitap yazan Ortadoğu’da Osmanlı eserleri uzmanı Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Tarihi Kürsüsü hocası Suriyeli Mahmud Zeynel Abidin, Halep’teki eserlerin son durumunu HABERTÜRK’e anlattı

“Son kuşatmalarla Halep’te 200 tarihi eser tahrip edildi. Halep mimarisinin yüzde 70’i Osmanlı eserlerinden oluşuyordu. Tamamı yok oldu. Tahrip edilen 200’e yakın eserden sadece 33’ü tespit edildi. 33 tarihi yapının öncesini bizzat ben fotoğrafladım. Bu eserlerden 22’sinin Osmanlı’ya ait olduğunu, hatta 2’sinin Mimar Sinan’a ait olduğunu tespit ettim. Mimar Sinan’ın 2 eserinden biri tamamen yok olmuş, biri de yüksek oranda tahrip edilmiş durumda” dedi

Suriye’de Beşar Esad güçleri, son 4 yılda ülkenin ikinci büyük kenti konumunda olan Halep’i defalarca kuşatma altına aldı. 2013’ten itibaren Halep’te 200’den fazla tarihi eser tahrip edildi. Bu eserler her gün yeniden tahrip edilmeye devam ediliyor. Kuşatmalar sırasında Esad güçleri ve muhalifler arasında çıkan çatışmalar sonucunda şehir tam anlamıyla bir harabeye döndü. Tarihi eserlerin kimi tamamen yok oldu, kimi roket ve kurşunlarla kısmi zarar gördü.

‘MİMAR SİNAN’IN CAMİSİ DİNAMİTLE YOK EDİLDİ’
Yıllardır Ortadoğu’daki Osmanlı eserleri üzerine çalışan Osmanlı eserleri uzmanı Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Mimarlık Tarihi Kürsüsü hocası Suriyeli Mahmud Zeynel Abidin, Suriye’de Mimar Sinan’a ait 3 yapının bulunduğunu söyledi. Abidin, “Bunlardan biri Şam’daki Süleymaniye Külliyesi. Temeldeki teknik sorunundan dolayı tahrip olma tehlikesi yaşıyor. Acilen restore edilmesi gerekiyor. Diğer 2’si de Halep kentinde. Atılan roketlerle Adliye Camii’nin kubbesi ve minaresi yıkıldı. Hüsreviye Külliyesi, temeline dinamit konularak tamamen yok edildi” dedi.

Ortadoğu’da Osmanlı’ya ait bine yakın tarihi yapının bulunduğunu belirten Mahmud Zeynel Abidin, “Bu eserlerin tamamını tespit etmeye çalışıyorum. Ancak bunu bir ekiple yapmak gerekiyor. Benim imkânlarım kısıtlı. Tek başıma yaklaşık 25 yıldır 200’e yakınını tespit edip 8 kitap halinde yayımladım” diye konuştu.

‘ARAPLAR DA OSMANLI ESERLERİNİ TANIMIYOR’
Yaptığı çalışmalarla Osmanlı eserlerini tespit edip bulunduğu ülkenin kültür bakanlıklarına rapor halinde sunduğunu söyleyen Abidin, “Onlar da bu çalışmalar neticesinde Osmanlı yapılarını fark edip restore ediyorlar, değer veriyorlar” ifadesini kullandı. Kendisini Türk ve Osmanlı kültürünü Araplara tanıtmaya adayan Mahmud Zeynel Abidin, “Şimdilik Halep’te UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren en önemli 33 tarihi yapıyı tespit ettim. 100’e çıkarıp kitap şeklinde yayımlayacağım. Bunun için çalışıyorum” dedi. 

HÜSREVİYE CAMİİ VE KÜLLİYESİ
1546 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Halep Valisi Hüsrev Paşa tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirildi. Hüsreviye Külliyesi’nin içinde bir cami, bir medrese ve bir türbe bulunmaktaydı. Suriye’de başlayan iç savaş sonucunda bakımsız kalan külliye, kendi haline terk edilmişti. 2013’ün sonlarına doğru bölgedeki silahlı güçler temellerine dinamit koyarak yapıyı tamamen yok etti.

UNESCO LİSTESİNDE OLANLARIN KİTABINI YAZIYOR
Mahmud Zeynel Abidin, 2012’den beri Halep’te bulunan Emevi, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait yüzlerce tarihi cami, medrese, külliye, hamam ve hastanenin tahrip edilmeden önceki hallerini Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde hazırladığı doktora tezi için fotoğrafladı. Halep’te Emevi dönemine ait 2, Eyyubi dönemine ait 2, Memluk dönemine ait 7 ve Osmanlı dönemine ait 22 eserin tahrip edildiğini söyleyen Abidin, “Yıkılan kentte milattan öncesine ait bir tapınak ve surların büyük bir kısmı da yok edildi” dedi.

Habertürk, Haber: Sami Akbıyık, 09.12.2016

GÖBEKLİTEPE UNESCO YOLUNDA

Dünyada en eski tapınak merkezi kabul edilen, yaklaşık 12 bin yıllık geçmişe sahip Göbeklitepe, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası asıl listesine girmeye hazırlanıyor.

Şanlıurfa'ya 18 kilometre mesafede, Örencik Mahallesi yakınlarında bulunan ve ilk kez 1963'te İstanbul ve Chicago Üniversitelerinden araştırmacıların yüzey çalışmaları sırasında fark edilen Göbeklitepe'deki kazı çalışmaları, 53 yıldır sürüyor.

Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müzesi tarafından 1995'ten beri ortaklaşa yürütülen çalışmalarla, neolitik döneme ait, boyları 3-6 metre, ağırlıkları da 40 ila 60 ton arasında değişen, yabani hayvan figürlü "T" biçimli dikili taşlar, 8-30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli dünyanın en eski tapınak kalıntıları, çok sayıda yabani hayvan figürü, insan heykeli ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler gün yüzüne çıkarıldı.

Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere birçok kurum ve kuruluş, "Dünyanın en eski tapınak merkezi" olduğu belirtilen ve 5 yıl önce UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan Göbeklitepe'nin tanıtımı için çeşitli projeler yürütüyor.

ÖLMEDEN ÖNCE GÖRÜLMESİ GEREKEN 2'NCİ YER
Geçen yıl İsviçre'nin Davos kentinde gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu'ndaki tanıtımda katılımcıların ilgisini çeken Göbeklitepe, Amerika Birleşik Devletleri'nde yayın yapan internet sitesi Business Insider'ın bu yıl güncellediği "Ölmeden önce görülmesi gereken 30 mekan" arasında da ikinci sırada gösterilmişti.


Kısa süre önce Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı'nın incelemelerde bulunduğu Göbeklitepe'nin, tarihi dokusu, arkeolojik değeri ve özgünlüğünü koruması dolayısıyla gelecek yıl Şubat ayında geçici listeden asıl listeye girmesi bekleniyor.

"TURİZME KATKI SAĞLAYACAK"
Şanlıurfa Valisi Güngör Azim Tuna, Göbeklitepe'nin dünya arkeoloji tarihinin belli başlı parametrelerini ciddi manada değiştiren bir kazı alanı olduğunu söyledi.

Bölgede kazı çalışmalarının devam ettiğini anımsatan Tuna, çalışmalarının ardından söz konusu yerle ilgili daha önemli sonuçlara ulaşmayı öngördüklerini belirtti.

Göbeklitepe'ye ilişkin uluslararası çok sayıda yayının yapıldığını anlatan Tuna, şunları kaydetti:

"Tahminimiz 2018'e kadar Göbeklitepe, UNESCO'nun dünya mirası listesine alınacak. İnşallah önümüzdeki dönemde netleşecek. Bunun önemi çok büyük. Şu anda tarihin bilinen en eski tapınağı Göbeklitepe. Bunu aslında bütün ülkeler çok iyi biliyor. Geçtiğimiz yıllarda dünyanın dört bir tarafından ziyaretçi de aldı. Geçen yıldan beri malum sebepler (terör ve Suriye sınırındaki gelişmeler) nedeniyle ziyaretçi trafiğimiz azaldı. Eminim yeni bir tanıtım çalışması ve yapılan restorasyon hizmetiyle Göbeklitepe, Türkiye'nin turizmine önemli katkılar sağlayacak."
Ntv, 05.12.2016

YÜKSEK SOSTEYE AVCILAR'DA ORTAYA ÇIKTI

Avcılar'da Küçükçekmece Göl Havzası (Bathonea) Antik Yerleşkesi'nde sürdürülen kazılarda ortaya çıkan yaklaşık 20 bin parça cam buluntu değerlendirilirken, 1500 yıl önce bölgede yüksek standartlı bir yaşam olduğu, yapılarda pencere camının yanı sıra o zamana kadar fazla bilinmeyen vitrayların da yaygın olarak kullanıldığı anlaşıldı.



Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Avcılar'da Küçükçekmece Göl Havzası'nda yürütülen Bathonea kazılarındaki buluntular bu sezon Ağustos ve Eylül aylarında laboratuvar, depo ve analiz çalışmaları ile tek tek yeniden değerlendirildi.



Küçükçekmece Göl Havzası'nda Kazı Başkan Vekilliği görevini yürüten, müzecilik, antik cam tasarımı ve cam tarihi konularında uzman arkeolog Dr. Şeniz Atik, Küçükçekmece Gölü kıyısında yürütülen kazılarda ele geçen, büyük boyutlu bazilikal yapılar ile martyrion ve mezarlarda yaklaşık 20 bine yakın cam buluntuya rastlandığını söyledi.



Bir dönem TRT 2'de yayınlanan 'Camdaki Yansımalar' belgeselinin kaynak metin yazarlığı ve bilimsel danışmanlığını da yapan Dr. Atik, buluntular ile ilgili değerlendirme çalışmaları yaptıklarını, bölgede özellikle çok sayıda pencere camı ve altın varaklı cam mozaik parçalarına (tessera) rastlandığını belirterek şöyle dedi:



“Geçtiğimiz yıllarda yürütülen kazı çalışmalarında bulunan yaklaşık 20 bin adet cam parçasının önemli bir bölümünü pencere camları oluşturmaktadır. Bölgedeki antik yapılara ait pencere camlarının çokluğu ve yoğunluğunun yanı sıra özel olarak kesilmiş ince vitraylar da dikkat çekici. Bu vitraylar önemli yapılarda pano ve pencere camı olarak kullanılıyor. Bunların ötesinde, yine çok sayıda cam tesseralar (mozaik parçaları)cam kap, kandil, bardak, kase ya da ayaklı kadehlere rastlıyoruz. Buluntuların büyük bir kısmının iyi kaliteli camlar olduğunu görüyoruz. Bu da burada yüksek standartlı bir yaşamın varlığının kanıtıdır. Bölgede bulunan bir kısım cam şişeler de Anadolu'daki formlardan farklılık göstermektedir."



Dr. Atik, "Bunlara dayanarak camların bir kısmının ithal, bir kısmının ise yerel olabileceği düşünülmektedir. Tüm buluntular titizlikle değerlendiriliyor. Küçük parçalar halinde oldukları için, bunların önce tasnifleri yapılarak birleşebilecek parçaların seçilmesi, bütünleme çalışılmalarının ardından çizimlerinin ve tanımlarının yapılması; analizleri yapılması gerekenlerin belirlenmesi ve yayına hazırlaması hayli zaman alıyor" diye konuştu.



Yakın zamanda Marmaray Yenikapı Kazılarının cam buluntularını değerlendirerek yayınlayan Dr. Atik, Yenikapı ve Bathonea buluntuları arasında benzerlikler olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:



“Bu da demektir ki ya İstanbul ve civarında önemli bir üretim merkezi vardı, ya da burası Yenikapı gibi büyük bir liman olduğu için camların bir kısmı ithal olarak gelmişti. Buluntuların çalışmaları tamamlandıktan sonra, Bathonea'nın İstanbul ve diğer kentlerle ilişkisi ortaya çıkacak.

Buluntuların önemli bir kısmı 5–7. yüzyılları kapsıyor. Bu alanın daha geç dönemlerde de kullanım gördüğünü 10.-12. yüzyıllara ait, az yoğunluktaki buluntular sayesinde biliyoruz. Daha sonra Geç Osmanlı döneminden de az sayıda cam buluntu var."



Özel kesimli renkli cam vitray parçaların ve altın varaklı tesseraların önemine değinen Dr. Atik, "Bathonea'da 5–7'inci Yüzyıl tabakalarında açığa çıkan cam bulgulara dayanarak, buradaki yaşam standartlarının oldukça yüksek olduğunu belirtebiliriz" diye ekledi.
Ntv, 05.12.2016
İSTANBUL RESİMLERİ MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

Antik AŞ müzayede evinin 10 Aralık Cumartesi günü gerçekleştireceği müzayedede Türk ve yabancı ressamların ağırlıklı olarak ‘İstanbul’ konulu tabloları satışa çıkıyor.

Artam Antik AŞ müzayede evinin 10 Aralık Cumartesi günü Antik Palace’ta gerçekleştireceği müzayedesinde özel koleksiyonlardan seçilen 1880 – 1980 dönemine ait önemli ressamların tabloları satışa sunuluyor. Halil Paşa ‘Göksu’da Sandal Sefası’, Süleyman Seyyid imzalı ‘natürmort’ ve ‘orman’ konulu tabloları, Hoca Ali Rıza’nın ‘Peysaj’ konulu çalışmaları, Nazmi Ziya’nın ünlü ‘Koç Kahvesi’ eserinin de yer aldığı farklı dönemlerinden 5 tablosu ilk kez müzayedeye çıkacak. İbrahim Çallı’nın ‘Manolyalar’, ‘Kapalı Çarşı’ ve ‘Topkapı’ çalışmaları, Hikmet Onat’ın ‘Boğaz’ konulu eserleri, Şevket Dağ ve Mahmud Cüda gibi Türk resim tarihinin önemli sanatçılarının tabloları da satışa sunulan eserler arasında.

SERGİSİ DEVAM EDİYOR
Halen Pera Müzesi’nde sergisi devam eden, İstanbul’u belgesel niteliğinde resimleyen Felix Ziem’in ‘İstanbul’ eseri de ilk kez satışa sunulacak. OsmanlıAilesi’nden Hasan Hüsnü Paşa ve Ratip Paşa’nın torunu olan Mualla Emine Hanım Koleksiyonu’ndan müzayedeye gelen tablo 350 bin TL açılış fiyatına sahip. Fausto Zonaro ve Prieur Bardin gibi önde gelen Avrupalı sanatçıların eserleri de müzayedede olacak.

Müzayedede modern Türk resmi için de özel bir bölüm yer alıyor. Hale Asaf, Hamit Görele, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevat Dereli, Ali Çelebi, Orhan Peker, Cihat Burak, Mustafa Esirkuş ve Nuri İyem’in eserlerinden oluşan bir koleksiyon da satışa sunuluyor. 200 eserin satışa çıkacağı müzayedeyi Artam Antik AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam yönetecek. Satışa sunulan eserler 10 Aralık tarihine kadar Antik AŞ’nin Maçka’da bulunan ana binası Antik Palace’ta görülebilir. Online katalog için: antikas.com

SANATIN ZAMAN TÜNELİ
Turgay Artam: “Türk resim sanatının en değerli imzalarının yer aldığı müzayedemizde sergilenen eserler 1880’lerde oryantalist ressamların gözünden İstanbul betimlemeleri ile başlıyor ve Türk resim sanatının zaman tüneli olarak devam ediyor.”

Hürriyet, 04.12.2016

GÖLYAZI MÜZEPARK PROJESİ ORTAK AKILLA OLUŞTURULACAK



Gölyazı’daki nekropol alanında devam eden kazı çalışmaları ile dünyadaki koruma ve sergileme örneklerinin ele alındığı “Uluslararası Nilüfer Kültür Çalıştayları Serisi-1” sona erdi.

Gölyazı’nın binlerce yıllık tarihini gün yüzüne çıkarmak için çalışmalar yürüten Nilüfer Belediyesi, bu kapsamda “Uluslararası Nilüfer Kültür Çalıştayları Serisi-1 Nekropol ve Peyzaj: Uygulamalar, Yaklaşımlar ve Öneriler”adı altında çalıştay düzenledi. Nilüfer Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Müzeler Müdürlüğü ile UIudağ Üniversitesi işbirliği ile Gölyazı Kültürevi’nde gerçekleşen çalıştay iki gün sürdü. Etkinliğe alanında uzman akademisyenler, ilgili meslek odaları ile dernek temsilcileri, öğrenciler ve vatandaşlar da katılım gösterdi. Almanya, İtalya, Azerbaycan ve Suriye’den 5, Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden 36 katılımcının yer aldığı çalıştayda, Gölyazı’daki nekropol alanı, Kız Ada ve Demeter Kutsal Alanı’nda devam eden arkeolojik kazı çalışmaları masaya yatırıldı. Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Tarih ve Turizm Bürosu'nun koordinasyonunda düzenlen çalıştaya Peyzaj Mimarlar Odası Bursa İl Temsilciliği, Arkeologlar Derneği Bursa Şubesi, Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi (ICOMOS) destek verdi. İki gün süren oturumlarda dünyadaki farklı nekropol alanlarındaki koruma önlemleri ve önerileri, peyzaj problemleri, sergileme önerileri, müze park uygulamaları, arkeometrik analizler ile yer altı yapılarının envanter tespitine yönelik araştırmalar ele alındı ve 7 oturumda toplam 26 bildiri sunuldu.

İki gün boyunca yapılan bilimsel değerlendirmeler sonucu elde edilen sonuç bildirgesinde yapılacak olan düzenlemenin hem arkeoloji biliminin ilkeleri hem de doğal ve tarihi çevre ile uyumlu olması gerektiği vurgulandı. Nekropol alanının gelecek nesillere aktarılması amacıyla sürdürülebilirliğinin sağlanması gerektiğine dikkat çekilen bildirgede, “Alanın planlama çalışması ve proje tasarımı Gölyazı’nın tamamı için geçerli olacak koruma kararları, çevre düzenleme kararlarına uyularak bütüncül bir yaklaşım ile ele alınmalıdır” değerlendirmesi yapıldı.

Bildiride ayrıca son günlerde arkeolojik ve doğal sit alanlarının üzerindeki baskının arttığına dikkat çekildi ve basın yayın organlarında arkeolojik eserlere alınır satılır bir meta gibi fiyat biçilmesi yaklaşımı kınandı. Çalıştayda üzerinde uzlaşılan değerlendirme ve öneriler, Nilüfer Belediyesi’nin Gölyazı’daki nekropol alanında hayata geçireceği müze park için rehber niteliği taşıyacak.

Çalıştayın sonunda Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Güney Özkılınç, katkı sunan akademisyenlere Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey adına plaket vererek teşekkür etti.
nilufer.bel.tr, 04.12.2016

O KÜTÜPHANEDE SONRADAN YAPILAN NE VARSA SÖKÜLDÜ

Tabanlıoğlu Mimarlık'ın ortağı Melkan Gürsel, ofisin temel direklerinden Özdem Gürsel'le birlikte geçen eylül ayında Londra'daki Victoria & Albert Müzesi'nde sergilenen "Beloved/Azizem" adlı eserlerini ekrana yansıttığı görüntülerle anlatırken, İstanbul'daki Beyazıt Kütüphanesi'nin restorasyonunu anımsattı.

Kütüphanenin restorasyon ihalesini Rena İnşaat almıştı. Biz restorasyonun mimari projesini sosyal sorumluluk kapsamında üstlendik. Kütüphane restore edilmiş haliyle 2015’te açıldı.

Projenin dünya mimarlık çevrelerinde ilgi çektiğini vurguladı:

- Projemiz en son ABD’den çok önemli bir ödül aldı. Beyazıt Kütüphanesi’ndeki eserlerin korunarak sergilenmesi için tasarladığımız cam kutulardan yola çıkarak Murat Tabanlıoğlu ile birlikte “Beloved/Azizem” adlı 13 metrelik bir “uçan kutu” yaptık.

“Uçan kutu”nun siyah ayna cilalı paslanmaz çelik plakadan oluştuğunu, içine de hikaye yerleştirdiklerini kaydetti:

- Kutunun içine Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” romanını anlatan 7 projeksiyon yerleştirdik.

Sonra Beyazıt Kütüphanesi’ne döndü:

- Kültür yolculuğumuzun önemli duraklarından biri Beyazıt Kütüphanesi oldu. Burada mümkün olduğunca, “Yaptığımız işte hafif kalalım ki, mekanın ihtişamı ortaya çıksın” mantığıyla hareket ettik.

Kütüphanenin bütün mekanik elektrik mühendisliklerini Aydın Doğan Vakfı’nın üstlendiğine değinip, ekrandaki avlu görüntüsünü işaret etti:

- Avludaki sonradan yapılan çirkin kolonu ve üzerindeki yapıyı attık. Onun üzerine “polikarbon etfe” bir malzeme koyduk. Çok hafif, şeffaf, içinde gaz var kendisi şişiyor. Amacımız dış etkenlerden korumak için üzerini kapamaktı. Ancak, binanın geneline zarar vermesin diye hafif olmalıydı. Eski hali felaketti. Şimdi avludan gökyüzü görünüyor.

O sırada Sinan Mataracı’nın şirketi Rena İnşaat’ın tanıtım kitabından Beyazıt Kütüphanesi bölümüne baktım:

- Kütüphanede 11 bin 120 adedi yazma olmak üzere 40 binin üzerinde nadir eser var.

Melkan Gürsel, eserlerin bir kısmına dokunmanın bile söz konusu olmaması gerektiğinin altını çizdi:

Metalik aksamların gömülmesi için kütüphanenin yan tarafında kazılar yapıldığını belirtti:

- O kazı sırasında bambaşka bir yüzyıl daha çıktı. Onun üzerine cam koyarak görünür hale getirdik.

Sonradan yapılan yemekhaneyi iptal ettiklerini aktarıp, şu mesajı verdi:

Aydın Doğan Vakfı katkıda bulundu, Tabanlıoğlu mimari becerisini hediye etti, Rena İnşaat titizlikle restorasyonu gerçekleştirdi...

Beyazıt Kütüphanesi, ev sahipliği yaptığı değerlere yakışır tarihi görüntüsüne döndü...
Hürriyet, Yazı: Vahap Munyar, 04.12.2016

ANKARA KALESİ MECLİS GÜNDEMİNDE



CHP Parti Meclisi Üyesi ve Ankara Milletvekili Necati Yılmaz, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bilimden yoksun ve özensiz çalışmaları nedeniyle Ankara Kalesi’nin surlarının çökme tehdidiyle karşı karşıya bulunduğu iddialarını TBMM gündemine getirdi. Tarihi surların payandası olan kaya kütlelerinin iş makineleriyle kırılıp kırılmadığının açıklanmasını isteyen Yılmaz, “22 yıllık Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinde hayata geçirdiği her projeyle Ankara’yı yaşanmaz bir kent haline getiren Melih Gökçek’in, Başkent’in tarihi simgelerinden Ankara Kalesi’nde yürüttüğü proje ile ‘tarihi bir katliam’ yaptığı iddiası doğru mudur?” diye sordu.

Yılmaz, Başbakan Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Kale’nin surlarını yüzyıllardır taşıyarak günümüze kadar getiren ve payanda görevi yapan kaya kütlelerini gözünü kırpmadan yok ettiği iddialarını anımsattı. Konuyla ilgili Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan’ın da açıklamalarının basında yer aldığını ifade eden Yılmaz, Candan’ın “Daha önce de Büyükşehir’i uyarmıştık. Ankara Kalesi’nde önce özensiz bilimden uzak çalışmalarla, surların güvenliğini tehlikeye atacak duvar yaptı. Şimdi de aynı özensizlikle tarihi bölgeye dozerle, kepçeyle girerek 2 ay önce yaptığını yıkıyor. Madem yıkacaktın niye yaptın?” dediğini hatırlattı.

“Tarihi katliam değil midir?"
Yılmaz, duvarların yıkılmasının asıl nedeninin toplanan suyun tahliye edilememesi ve kale surlarını tehdit etmesi olup olmadığının açıklanmasını isteyerek, bu konuda bugüne kadar yapılan uyarıların neden dikkate alınmadığını sordu. CHP’li Yılmaz, önergesinde şu sorulara yer verdi:

“Yükleniciye ‘yıkın’ talimatı verilen duvar ve öncesinde yapılan kazı-kırma işlemleri ve hafriyatın alandan uzaklaştırılması işlemleri için kaç lira ödenmiştir?

Söz konusu Kale ve Önü Meydan Projesi’nde kaç sanat tarihçisi, kaç mimar, kaç mühendis ve kaç arkeolog çalışmaktadır? Bu çalışmalarda meslek örgütleri, üniversiteler ve uzmanların görüşleri alınmış mıdır?

Söz konusu proje hakkında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iletilen şikayet, öneri var mıdır? Basına ‘tarihi kıyım’ olarak yansıyan iddialar konusunda bakanlık neden sessiz kalmaktadır?

Kale surundaki artan su sızıntısı ve çatlağın giderek derinleşmesinin sorumlusu kimlerdir? Bu konuda bir önlem alınmakta mıdır? Ankara Kalesi’nin surlarında çökme olması halinde bunun sorumluları kimler olacaktır?

22 yıllık Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinde hayata geçirdiği her projeyle Ankara’yı yaşanmaz bir kent haline getiren Melih Gökçek’in, Başkent’in tarihi simgelerinden Ankara Kalesi’nde yürüttüğü proje ile ‘tarihi bir katliam’ yaptığı iddiası doğru mudur? Doğru ise bu katliamlara hükümetinizin sessiz kalması onayladığı anlamını mı taşımaktadır?”
Birgün, 03.12.2016

İNCİRLİİN MAĞARASI'NDAKİ KAZILARDA İNSAN VE HAYVAN KEMİKLEİR BULUNDU

Muğla'nın Milas İlçesi'ndeki İncirliin Mağarası'nda yürütülen kurtarma kazılarında, insan kemiklerine ve seramik parçalarına rastlanıldığı belirtildi.



Milas'ın Gökçeler Mahallesi'nde yer alan, önceki araştırmalarda mağara girişindeki toprak zeminde ve içinde çok sayıda prehistorik ve antik dönem arasına tarihlenen seramik parçaları bulunan İncirliin Mağarası'nda, kurtarma kazıları başladı.

Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla 1'inci derece arkeolojik ve 1'inci derece doğal sit olarak tescillenen mağaradaki çalışmaları, Milas Müze Müdürlüğü yürütüyor.



Mağarada, bazı kişilerce kaçak kazılar da yapılmıştı. Milas Kaymakamı Fuat Gürel, Uyku Vadisi'nde yer alan dev sarkıt, dikit, sütun ve damlataş havuzlarıyla kaplı olan toplam 345 metre uzunluğundaki mağarada yürütülen çalışmaları yerinde inceledi, basın mensuplarına bilgi verdi.



İncirliin'deki değerleri turizme kazandırmak amacıyla Güney Ege Kalkınma Ajansı ile Milas Kaymakamlığı olarak geçen yıl çalışma başlattıklarını söyleyen Gürel, Uyku Vadisi'nde ve mağara içerisinde yürüyüş yolları yapılarak, İncirliin Mağarası'nın içinin aydınlatıldığını söyledi. 



İncirliin Mağarası'ndaki arkeolojik kazı ve sondaj çalışmalarının bilimsel açıdan çok önemli olduğuna değinen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adnan Diler de şunları söyledi:
"İncirliin'deki çalışmalar bilimsel anlamda çok önemli. Karia bölgesinde, özellikle bu kıyıya yakın kesimlerdeki dip tarihle ilgili bilgilerimiz son derece yetersiz.
Bu bölgedeki gerek kömür havzasında yapılan kazılar, gerekse yürütülen yüzey araştırmaları sonucunda hem kıyı hem iç kesimlerde tunç çağında, yani milattan önce 3100 ve 1200 yılları arasında zengin bir yerleşme olduğunu biliyoruz.



Ama bundan önceki süreçte yani neolitik ve kalkolitik çağ ile ilgi bilgilerimiz son derece yetersiz. Bu tür malzemelerin de İncirliin gibi yerlerden gelmesi çok yüksek. Zaten buradaki çalışmaların bir gerekçesi de o.



Çalışmalarımızın amacı hem buradaki tahribatı önlemek, hem de bilgilerin kurtarılarak zenginleştirilmesini sağlamak. Şuna kadar elde edilen bulgu ve bilgiler doğrultusunda raporlar yayınlanmadı ama buradaki buluntular geç kalkolitik dönemde bir yerleşme olduğu belli oluyor.
Bu olasılıkla daha da erkene gidecek. Ve Karia'nın dip tarihi ile ilgili bilinmezlere bir ışık tutacaktır. Bu bakımdan çalışmalar önemli."
Cnn Türk, 01.12.2016
FİLİSTİN'DE DOĞUŞ KİLİSESİ'NDEKİ MOZAİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKTI



Filistin’in Beytüllahim kentinde Roma İmparatorluğu tarafından 327 tarihinde Hazreti İsa'nın doğduğuna inanılan yerin üzerine inşa edilen Doğuş Kilisesi, 600 yıldan bu yana ilk defa büyük çaplı bir restorasyondan geçiyor.

En son yaklaşık 600 yıl önce Osmanlı Devleti idaresinde restore edilen kilisenin yenilenmesi için 4 yıl önce başlayan çalışmalar devam ediyor. Doğuş Kilisesi'nin şu ana kadar, dökme kurşun çatısı yenilendi, pencereleri değiştirildi, iç sıvası yenilenerek, kaybolmaya yüz tutmuş mozaikleri gün yüzüne çıkarıldı. Restorasyon çalışmalarına harcanan toplam 11 milyon avroluk bütçenin 3,7 milyon avroluk kısmı Filistin tarafından, geri kalanı ise Filistinli Müslüman ile Hristiyan şirketlerin bağışlarıyla ve uluslararası yardımlarla oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) standartlarına göre sürdürülen restorasyon çalışmalarında, Filistinli mühendislerin yanı sıra İtalya’dan gelen mimar ve sanatçılar da yer alıyor.

Kilisenin restorasyonuyla ilgili AA muhabirine bilgi veren Filistin Devlet Bakanı ve Doğuş Kilisesi Restorasyon Komisyonu Başkanı Ziyad El-Bendek, devam eden restorasyon çalışmalarının asırların yıprattığı tarihi kilisenin korunması açısından hayati önem taşıdığını söyledi.

Restorasyon çalışmalarını yerinde görmek üzere kilisede incelemelerde bulunan El-Bendek, “Restorasyon öncesinde kilisenin duvarlarındaki yaklaşık iki bin metrelik mozaikten sadece 120 metre kalmıştı. Renkleri bozulmuş, toz ve mum islerinden kararmış mozaikler, yapılan restorasyonla yeniden gün yüzüne çıkarıldı.” dedi.

Filistinli Bakan, "Bu restorasyon aynı zamanda Filistin halkının tarihi ve geleceğini muhafaza etmeye çalıştığının da göstergesidir. Hazreti Mesih 2 bin yıl önce bu topraklarda doğdu ve insanlığa barış mesajını da buradan taşıdı." diye konuştu.

İncil'e göre, Hazreti İsa Beytullahim'de bir mağarada doğdu. 300 yıl sonra buraya inşa edilen Doğuş Kilisesi, Hıristiyanların en kutsal mekanlarından biri kabul ediliyor. 2002'deki çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz Filistinli kiliseye sığınmış, bunun ardından İsrail askerleri kiliseyi kuşatmıştı. Vatikan'ın çağrılarına rağmen kilise saldırılar sırasında hasar görmüştü.

Anahtarı 150 yıl boyunca Müslüman aileye emanet edildi
Doğuş Kilisesi yüzyıllar boyunca Hristiyan Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında da bir rekabete neden olmuştu. Doğuş Kilisesi'nin anahtarını elinde bulundurup kapıyı açma yetkisi, 1520’lerde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Katolik papazlara verilmişti. Yetki, 1630’larda Rum Ortodokslara devredilmiş ve kilisenin kapısını 1850’lere kadar her sabah Ortodokslar açmıştı.

Rusya ve Fransa’nın 1850’lerde Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerinde koruyuculuk talepleri iki mezhebi yine karşı karşıya getirmişti. Bu çekişmeye Sultan Abdülmecid Han çıkardığı bir ferman ile son vermişti.

Fermanla 1852’de kilisenin kapısındaki kilidi değiştirilmiş ve anahtarın papazlarda değil, Beytullahim’in önde gelen bir Müslüman ailesinde, Hüseyniler’de bulunmasını emretmişti.

Yaklaşık 150 sene Doğuş Kilisesi bu Müslüman ailenin mensuplarınca açılmıştı. İsrail ordusunun 2002 yılında kiliseyi kuşatmasının ardından, Kudüs Rum Patriği tarafından kilit değiştirilerek, bu gelenek sona erdirilmişti.
Anadolu Ajansı, Haber: Eshat Fırat, 30.11.2016

TÜRKİYE'DE 100 BİN 746 TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI BULUNUYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığının 2015 yılı verilerine göre, Türkiye'de koruma altında olan 100 bin 746 adet taşınmaz kültür varlığı mevcut.

Gelecek nesillere aktarılması için korunan kültür varlıkları arasında sivil mimarlık örnekleri, kalıntılar, sokaklar, dinsel, kültürel, idari, askeri, endüstriyel ve ticari yapılar, mezarlıklar, şehitlikler, anıt ve abideler yer alıyor.

Verilere göre, korunması gereken kültür varlığı bakımından Türkiye'deki en zengin il İstanbul.

İstanbul'da, 25 bin 102'si sivil mimarlık örneği, 627'si kalıntı, 6'sı sokak, bin 159'u dinsel yapı, 2 bin 130'u kültürel yapı, 475'i idari yapı, 76'sı askeri yapı, 490'ı endüstriyel ve ticari yapı, 545'i mezarlık, 12'si şehitlik, 72'si de anıt ve abide olmak üzere toplam 30 bin 694 korunması gereken taşınmaz kültür varlığı bulunuyor.

İkinci sırada İzmir
Yerleşim izleri milattan önce 6500 yılına kadar uzandığı tespit edilen, Hellenistik Dönem'den Roma İmparatorluğu'na tarihte önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan liman ve ticaret kenti İzmir de taşınmaz kültür varlığı zenginliği bakımından İstanbul'dan sonra ikinci sırada yer alıyor.

İzmir'de 4 bin 335'i sivil mimarlık örneği, 82'si kalıntı, 4'ü sokak, 417'si dinsel yapı, 550'si kültürel yapı, 230'u idari yapı, 29'u askeri yapı, 758'i endüstriyel ve ticari yapı, 129'u mezarlık, 1'i şehitlik, 27'si de anıt ve abide olmak üzere toplam 6 bin 562 taşınmaz kültür varlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından korunması gereken yapı listesine alındı.

En az tescilli kültür varlığı Hakkari'de
Verilere göre, 37 taşınmaz kültür varlığına sahip Hakkari, Türkiye'de en az taşınmaz kültür varlığına sahip il. En az taşınmaz kültür varlığı sıralamasında Hakkari'yi 41 kültür varlığı ile Ağrı, 59 kültür varlığı ile Bingöl, 73'er kültür varlığı ile Iğdır ve Muş, 74 kültür varlığı ile Kırıkkale takip ediyor.

Anadolu Ajansı, Haber: Leyla Ataman Koyuncuoğlu, 30.11.2016

MAHLER'İN EL YAZIMI NOTALARI REKOR FİYATA SATILDI

Avusturyalı besteci Gustav Mahler'in el yazımı 232 sayfalık "İkinci Senfoni"si Londra'daki müzayede rekor fiyata alıcı buldu.

İngiltere'nin başkenti Londra'daki, dünyanın önde gelen uluslararası müzayede evlerinden Sotheby's Müzayede Evi'nde düzenlenen açık artırmada Mahler'in kendi kaleme aldığı eseri 4 milyon 546 bin 250 sterline satıldı.

Sanatçının 1888-1894 yıllarında yazdığı 232 sayfalık notaları, şimdiye kadar bir açık artırmada en yüksek fiyata satılan el yazımı müzik notası oldu.

Geç-romantizm ile modernizm arasındaki dönemin en büyük bestecisi olarak kabul edilen ve yaşadığı dönemin önde gelen orkestra şeflerinden olan Avusturyalı besteci Gustav Mahler, 1911'de 50 yaşında hayatını kaybetmişti.
Anadolu Ajansı, Haber: İnci Gündağ, 29.11.2016

HAYALET KÖY LÜBBEY HARİTADAN SİLİNEBİLİR

Son yıllarda adı satılık köye çıkan Ödemiş’in terk edilen tarihi köyü Lübbey'in önlem alınmaması durumunda birkaç yağmurdan sonra tamamen tahrip olacağı öne sürüdü.



İzmirde faaliyet yürüten bir grup dağcı, son yıllarda adı satılık köye çıkan Ödemiş’in terk edilen tarihi köyü Lübbey’i gezip fotoğrafladı. Osmanlı döneminde, askerlerden kaçan eşkıyaların saklandığı köy olarak bilinen, şimdilerde ise az sayıda insanın yaşaması nedeniyle hayalet köy olarak alınan Ödemiş’in Lübbey bölgesindeki bazı yapıların, İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillendiğini öğrendiklerini belirten dağcılardan Turgay Eser, köyün biran önce ele alınması ve turuzme kazandırılması gerektiğini söyledi. Basın yayın organlarında adından çokça söz edilen köyün korumasız kaldığını ve kışın yağan yağmurlar nedeniyle yok olma ile karşı karşıya kaldığını söyledi.

GEÇTİĞİMİZ AYLARDA TESCİLLENDİ
Ödemiş İlçesi'ndeki tarihi Lübbey bölgesinde önemli bir gelişme yaşandı. Son yıllarda kaderine terk edilen ve özellikle Osmanlı döneminde askerlerden kaçan eşkıyaların saklandığı bölge olması nedeniyle dikkatleri üzerine çeken köyde, İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından bir çalışma başlatıldı. Çalışmalarla birlikte, bölgedeki cami ile birlikte 54 evi tescilli hale getirildi.

Ödemişli emekli arkeolog Prof Dr. Veli Sevin de kurulun elini çabuk tutması gerektiğini belirterek, “Ödemiş ve çevresi tarihi açıdan zengin bir bölge. Lübbey gibi, eski Lidya uygarlıklarının kalıntıları olan Datbey ve Neikaia gibi kentlerin gün yüzüne çıkarılabilmesi için üniversite ve sivil toplum örgütleri ile ortak çalışma yürütülmeli" dedi.
Milliyet, Haber: Onur Şahan, 29.11.2016
DOLMABAHÇE SARAYI ZİYARETÇİLERİN GÖZDESİ OLDU

TBMM'ye bağlı Milli Sarayları 899 bin 258 kişi ziyaret etti.

Meclisin, 17 Kasım 2015 ile 19 Ağustos 2016 tarihlerini kapsayan 1. yasama yılında en fazla ziyaretçi Dolmabahçe Sarayı'na geldi. Dolmabahçe Sarayı'nı, bu dönemde 499 bin 910 kişi gezdi.

Beylerbeyi Sarayı, 96 bin 562 kişiye kapılarını açarak, en fazla ziyaretçi alan ikinci yer oldu.

Yıldız Şale'yi 17 bin 278 kişi, Saray Koleksiyonu Müzesi'ni 25 bin 38 kişi, Resim Müzesi'ni 50 bin 984 kişi, Küçüksu Kasrı 'nı 51 bin 757 kişi, Maslak Kasrı'nı 5 bin 165 kişi, Ihlamur Kasrı'nı 59 bin 690 kişi, Aynalıkavak Kasrı'nı 7 bin 307 kişi, Florya Atatürk Deniz Köşkü'nü 57 bin 742 kişi ve Yalova Atatürk Köşkü'nü 2 bin 825 kişi ziyaret etme imkanı buldu.

İşaret dili rehberi
Saray, müze, köşk ve kasırları gezmek isteyen ziyaretçilerin rezervasyon talepleri de Milli Saraylar çağrı merkezince alındı.

TBMM'nin 26. Dönem 1. Yasama Yılında 5 bin 909 rezervasyon işlemi yapılarak, 193 bin 968 ziyaretçinin gezi rezervasyonu gerçekleştirildi.

Başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere saray, köşk ve kasırlara gelen bireysel ziyaretçilere yasama yılında rehberler tarafından 10 binden fazla gezi ve rehberlik hizmeti sunuldu.

Ayrıca, gelen talepler doğrultusunda her ayın ilk haftası pazartesi günlerinde Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında, işaret dili rehberi görev alıyor.

Bu arada Kurtuluş Savaşı Müzesi olan 1. TBMM Binası'na da yoğun bir ziyaretçi ilgisi oldu. 1 Ekim 2015-11 Ağustos 2016 tarihleri arasında Kurtuluş Savaşı Müzesi'ni, 139 bin 536 kişi ziyaret etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Meltem Öztürk, 29.11.2016

YURT İNŞAATI KAZISINDAN ANTİK MEZAR ÇIKTI

Antalya'nın Aksu İlçesi Macun Mahallesi'nde, İmam Hatip Lisesi'nin yurt binası inşaatı için kepçelerle temel kazısı başlatıldı. Kazı çalışmasının ikinci gününde alüvyonlarla kaplı alanın yaklaşık bir metre altında kepçeye büyük blok taşlar takıldı.



Bunun üzerine Aksu Belediyesine ait iş makinesi kazı çalışmasına yavaş ve itinalı şekilde devam etti. Çukurun derinleşmesiyle birlikte ilk olarak sur şeklinde uzun duvarlar ortaya çıktı.

Tarihi kalıntılardan şüphelenen ekipler durumu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bildirdi.

"KEPÇEYE DOKUNDU"
Kazma kürek ve iş makinesi yardımıyla yapılan çalışmada antik çağa ait olduğu tahmin edilen bir mezara ulaşıldı. İtinayla yapılan temizliğim ardından mezar gün yüzüne çıkarıldı.



Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından başlatılan kazıda mezarın içinden çıkarılan çok sayıda seramik ve tarihi parçalar incelenmek üzere müzeye götürüldü. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinin incelemenin ardından açıklama yapacağı kaydedildi. Öte yandan mezarın yan tarafından kazı çalışmasına devam edildi.

Mezarın bulunduğu alanın yakınında ise Perge antik kenti bulunuyor ve yaz aylarında burada arkeolojik kazılara devam ediliyor.



Hürriyet, 29.11.2016

150 YILLIK CAMİNİN İLK MİHRABI ORTAYA ÇIKTI

Gaziantep'in İslahiye İlçesi'nde, tarihi Dervişpaşa Camisi'ndeki restorasyon çalışması sırasında 150 yıllık bazalt taşından yapılan ilk mihrap ortaya çıktı.

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ilçede 1866 yılında inşa edilerek ibadete açılan Dervişiye Camisi'nde restorasyon çalışması başlatıldı. Camideki restorasyon çalışmaları sırasında dökülen sıvaların arkasında Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi'nde görülen bazalt taşlarıyla yapılan mihrap ortaya çıktı. Caminin, sütun, revak ve kemerlerinde de bazalt taşları kullanıldığı ancak sonrasında yapılan yenileme çalışmaları belirlendi.

İlçe Müftüsü Ramazan Dolu, ortaya çıkan mihrabın cam bölme ile korumaya alınacağını söyledi. Müftü Ramazan Dolu, caminin 1960'lı yıllarda beton kullanılarak genişletildiğini ifade ederek, "1960'lardan sonra ihtiyaca cevap vermeyince dönem dönem camide beton kullanılmış. İlk mihrap da beton ile kapatılmış ve ortaya denk gelecek şekilde yeni mihrap inşa edilmiş. Bazalt taşlarıyla yapılan 150 yıllık mihrabın aslına uygun olarak cam ile kapatarak koruyacağız. Tarihi camimizin aslına uygun olarak restorasyon yapılması ilçemiz için büyük bir kazanç olacak" şeklinde konuştu.
Milliyet, 28.11.2016

VİRANŞEHİR'İN SON 'DİKME'Sİ YIKILMAYA YÜZ TUTTU

Şanlıurfa’nın Viranşehir İlçesi'nde, Bizans döneminde tapınak olarak inşa edilen yapının 8 dikmesinden (paye) günümüze ulaşan son dikmesi de ilgisizlik nedeniyle yıkılmaya yüz tuttu.
Viranşehir ilçe merkezinde, 4-5’inci yüzyıllar arasında Bizans döneminde tapınak olarak inşa edilen yapının dikmelerinden 7 tanesi günümüze ulaşamazken kalan son dikme de büyük hasar görmüş durumda.

Konuyla ilgili İLKHA’ya konuşan Tarihçi Ahmet Bağrış, Viranşehir’de Roma, Sasani, Akkoyunlar ve Karakoyunlular gibi birçok medeniyete ait tarihi kalıntıların bulunduğu ifade etti.
Bu tarihi kalıntılardan birinin de Roma dönemine ait tapınak olduğunu söyleyen Bağrış, söz konusu tapınağın 8 payesinden 7 tanesinin 1900’lü yılların başında yıkıldığını hatırlatarak günümüze sadece bir payenin ulaştığını belirtti.

Bağrış, “Şu an bu dikme, şehir merkezinde bulunmaktadır. Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından korunma altına almış olan bu yapı, ne yazık ki bakımsızlıktan taşların alt zemini çökmeye başlamıştır. Tarihin kayıp olması ile beraber etrafında oynayan çocuklar için de büyük bir tehlikenin habercisi olmuştur. Ne yazık ki Viranşehirliler tarihine sahip çıkmıyor. Çünkü böyle önemli bir yapının ilçede bulunmasıyla gurur duyulmalı. Ama ne yazık ki o bölgede bazı uyuşturucu madde bağımlıları ve tarihi taşların üzerine yazılmış yazılar görüyoruz.”
Bağrış, son olarak, yıkılmak üzere olan dikmelerin, kazaya sebebiyet vermeden yetkililer tarafından gerekli çalışmaların yapılmasını istedi.

Viranşehir Dikmeleri
Viranşehir ilçe merkezinde, “Dikmeler” olarak bilinen kalıntılar, Bizans dönemi Hıristiyan yapılarının Urfa bölgesindeki en büyük örneklerindendir. Sekizgen planlı bu yapının 34.5x32 metre çapındaki kubbesinin bazalt taşından örülmüş sekiz adet paye üzerine oturduğu İngiliz araştırmacı Gertrude Bell tarafından 1905 tarihinde çekilen fotoğraflardan ve mevcut kalıntılardan anlaşılmaktadır. Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği anlaşılan bu yapının önemli bir aziz için Martyrion olarak 4-5’inci yüzyıllar arasında Bizans döneminde inşa edildiği tahmin edilir. Kalıntılar arasında bulunan çok sayıdaki mozaik tanesinden, yapının zengin mozaik süslemeli olduğu anlaşılmaktadır. 8 payeli yapının, günümüze ancak bir payesi ulaşabilmiştir.
İlkha, Haber: Sabri Acet, 28.11.2016

KALE SURLARINDA ÇÖKME TEHLİKESİ

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin "bilimden yoksun özensiz çalışmaları" nedeniyle tarihi kalenin surlarının çökmesine neden olacağı uyarısında bulundu.

Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan "Daha önce de Büyükşehir Belediyesi'ni uyarmıştık. Ankara Kalesi'nde önce özensiz bilimden uzak çalışmalarla, surların güvenliğini tehlikeye atacak duvar yaptı. Şimdi de aynı özensizlikte tarihi bölgeye dozerle, kepçeyle girerek 2 ay önce yaptığını yıkıyor. Madem yıkacaktın niye yaptın?" dedi.

Tarihi suça imza attı
Candan sözlerine şöyle devam etti: "Surların önünde sadece yeni rant odakları yaratacak ticari mekanlar yaratabilmek adına kale önü dükkanlar ve meydan düzenleme işini perde olarak kullanarak 2000 bin yıllık tarihi surların payandası olan kaya kütlelerini iş gücü makineleri ile kırarak yok eden Ankara Büyükşehir Belediyesi, tarihi bir suça daha imza atmıştır. Bu aymazlık ve mimarlık sanat tarihinden uzak tavırlara artık tahammülümüz kalmadı. Kale surlarını jeolojik katmanları açısından savunmasız bırakılmasının bilimsel ve mühendislik anlamında hiçbir açıklaması olamaz."

Candan, "Bugün tarihi surların telafi olmayacak şekilde zarar görmesi, cehaletin cesaretinden başka bir durum ile açıklanamaz. Kale surlarını savunmasız ve her an yıkım tehlikesi ile karşı karşıya bırakan Ankara Büyükşehir Belediyesi, surları yüzyıllardır taşıyarak günümüze kadar gelmesini sağlayan ve payanda görevi yapan kaya kütlelerini gözünü kırpmadan yok etmiş. Koruma kurulu bu duruma sessiz kalmış ve izlemiştir" dedi.

Maliyeti nedir?
Yetkililere, "Ankara'nın arkeolojik katmanlarını, geleneksel kent dokusunu ve Ulus'un tarihsel kimliğinin en önemli niteliğini oluşturan mimari mirasını oluşturan mimari yapı, kentsel mekân, çevre ve yer özelliklerini de tehdit eden bir yaklaşım ile kale önü ve meydan projesinin maliyeti nedir?" sorusunu yönelten Candan, şunları kaydetti:

"Surların önünde inşa edilen ve bugün yıkıldığı bilgisi paylaşılan inşaat mühendisliği açısından en kötü örnek seçilerek belki üniversitelerde ders konusu yapılacak kadar mühendislikten uzak ve ne amaçla yapıldığı bir türlü anlaşılamayan istinat duvarı için Büyükşehir Belediyesi kaç lira harcamıştır. Yükleniciye bugün 'yıkın' dedikleri duvar ve öncesinde yaptığı kazı-kırma işlemleri, hafriyatın alandan uzaklaştırılması işlemleri için kaç lira ödenmiştir. Ankara Büyükşehir Belediyesi bütçesinden sorumsuzca harcanan paralar hakkında kamuoyuna bilgi vermek ve bilimden ve teknikten uzak bu ihale için yapılan tüm masraf ile birlikte bu ihalenin kararının altında kimlerin imzası var ise kendilerinden tazmin edilmesi gerekmektedir."

Tarihi bir bölgede nasıl çalışılacağını bilmiyorsanız, koltuklarınızı terk edin
Candan, sözlerine şöyle devam etti: "Ankara Kalesi ile ilgili tarih yeniden canlanıyor" sloganıyla yapılan katliama ilişkin daha önce de söylemiştik, 'Ankara Kalesi'nde böyle duvar yaparsan, o duvarların içerisine de öyle barbakan yaparsan, su tahliyesini yapamazsın ve kale surlarının yıkımına neden olursun' dedik. Bugün bu yeni yapılan duvarların yıkılmasının nedeni muhtemelen toplanan suyun tahliye edilememesi ve kale surlarını tehdit etmesidir. Ankara yapboz tahtası değildir. Kültür Bakanlığı bu kıyıma nasıl izin veriyor? Kale surundaki su sızıntısı artıyor, çatlak giderek derinleşiyor. Bu çatlağın sorumlusu iş bilmez yöneticilerdir. Tarihi bir bölgede nasıl çalışılacağını bilmiyorsanız, koltuklarınızı terk edin, Ankara kalesinin surlarında çökme olursa yargı önünde hesap vereceksiniz."
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 28.11.2016

SİT BİTTİ, YENİ KORUMALAR GELDİ

Türkiye genelinde 2.5 milyon hektar sit alanı gözden geçirildi. Kimi yerler sit olmaktan çıkarıldı, kimi yerlerin derecesi düşürüldü. Sit kavramı da tarih oldu. Artık jeolojik dönemlere ait, ender bulunan ve olağanüstü özelliklere sahip yerler 1, 2 ve 3. derece sit olarak anılmayacak. Bunun yerine ‘Kesin Korunacak Alan’, ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanı’ ile ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ olarak gruplandırılacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ‘Doğal sit Alanlarının Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projesi’ adıyla 2014’te başlattığı çalışmada 1 milyon 774 bin hektar alanda bulunan 2 bin 430 doğal sit alanı ile özel çevre koruma bölgesi olan 180 bin hektarlık Tuz Gölü’nün sit statüsü gözden geçirildi. Türkiye, Tuz Gölü’yle birlikte 22 bölgeye ayrıldı. Sit gözden geçirmesi, yapılan ihalelerle özel şirketlere verildi. Bu şirketler, aralarında ekolog ile kuş, memeli, botanik, omurgasız, sürüngen uzmanları ve hidro jeolog, peyzaj mimarı, harita mühendisi, Coğrafi Bilgi Sistemi sertifikalı uzmanların olduğu 11 kişilik ekiple bütün sit alanlarını dört mevsim boyunca izleyerek rapor hazırladı. Şanlıurfa bölgesinin ihalesi, güvenlik gerekçesiyle iptal edilirken 21 bölgenin raporları ilgililere teslim edildi. Aralarında İzmir Çeşme, Seferihisar, Antalya Tünektepe, Konya Beyşehir ve Tuz Gölü başta olmak üzere 1000’in üzerindeki yerde eski sit sınırları yeniden belirlendi.

‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’nda düşük yoğunluklu turizm ve konuta izin verileceğini belirten Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy, yeni sistemi şöyle anlattı:

GÖL KURUMUŞ SINIRLAR ÇEKİLMİŞ
“Doğal sit alanlarının korunarak gelecek nesillere sağlıklı aktarılabilmesi için bilimsel kriterler ışığında yeni bir değerlendirme yapılıyor. Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projesi’ne neden ihtiyaç duyduk? Zaman içinde kimi doğal sit olma özelliğini kaybetmiş, orman alanıysa yanmış, iklimsel etkilerden dolayı kurumuş, bitki örtüsü ortadan kalkmış. Sadece ağaçlar, çalılar değil orada yaşayan canlılar da yok olmuş. Doğal sit alanı ile ilgisi kalmamış. Kimi yerde yanlışlıkla sit ilan edilmiş. Örneğin Muğla ilinin yüzde 96’sı sit alanı. Bu derecelenme ve tescilin gözden geçirilmesi gerekiyordu. Örneğin, Tuz Gölü ve Beyşehir Gölü birinci derece koruma alanı. Zaman içinde çeşitli nedenlerle göl kurumuş, sınırları geriye çekilmiş. Sit özelliği tamamen kaldırılmaz ama sınırları yeniden gözden geçirmek gerekiyor.

Yeniden değerlendirmenin ana unsurlarından biri de koruma-kullanma dengesini gözetmek. İlle de özelliklerini yitirmiş, yanmış yıkılmış, kurumuş olması gerekmiyor. Bütün dünyada bu denge gözetilirken, bizde koruyacak olursak ya insanları dahi sokmuyoruz ya da aşırı derecede kullanarak, doğal güzellikler hiç yokmuş gibi davranıyoruz. İşte yeni sistemde koruma kullanma dengesini gözeterek yeniden değerlendiriyoruz.

TURİZM SEKTÖRÜ DAR ALANDA BOĞULMASIN
Yeni sistem eskisinden daha korumacı. İlk kategoride yapı yok, ikincide (Nitelikli doğal koruma alanında) geleneksel köy evinin tamiratına izin verilecek, örneğin ahşaptan teras yapılabilir. Üçüncü kategoride ise sürdürülebilir alanlar kriteri var. Burada çok düşük yoğunluklu turizm tesisi ve konut yapılabilecek. Örneğin, bir turizmci 5 bin metrekarelik bir arsa elde etmişse, buraya 0.30 yoğunluk verilecek. Ama büyük bir tesis yapmak istiyorsa ve elinde 30 bin metrekarenin üzerinde arsa varsa o zaman yoğunluk artışı sağlanacak. Bu da turizm sektörünün dar bir alanda boğulmaması için yapılıyor.”

ÇALIŞMALAR YIL SONUNA KADAR TAMAMLANACAK
Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Elazığ ve Batman’ı içine alan bölgenin ihalesi güvenlik nedeniyle iptal edildi. Bu bölge hariç çalışma, bu yılın sonuna kadar tamamlanacak. İzmir Çeşme ve Seferihisar, Antalya Tünektepe, Konya Beyşehir’in çalışmaları tamamlandı. Şirketlerin raporları önce illerde kontrol teşkilatına, oradan muayene ve kabul komisyonuna, ardından Tabiat Varlıkları Bölge Komisyonu’na geliyor. İl müdürlüğünün onayından sonra da genel müdürlük inceleme ekibine ulaşıyor. Son olarak da Bakan onayına sunuluyor. Birinci kategoride yer alan ‘Kesin Korunacak Alanlar’ ise Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilecek.

’RANT’ YANITI
Kesin korunacak alanların ve nitelikli doğal koruma alanlarının çevresinde yer alan ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’nda düşük yoğunluklu turizm ve konuta izin verileceğini belirten Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy, ‘rant’ kaygılarına karşı şunları söyledi: “Biz bu alanları yeniden değerlendirirken ekolojik, jeolojik, morfolojik yönden gözetip derecelerinin değiştirilmesi, kapsamdan çıkarılması gerekenlerin ayıklanması gibi zor bir çalışma yürütüyoruz. Bir yandan rant diğer yandan bizim bu alanları koruma hassasiyetimiz zaman zaman değişik çatışma ve sürtüşmelere sebebiyet verecek görünüyor. Buralar kıymetli yerler. Çok dikkatli davranılması gerekiyor. Ama bizim gözümüzden kaçsa bile vatandaştan, sivil toplumdan kaçmıyor. Aynı imar planları gibi askıya çıkıyor. Bütün kurumlara belediyelere, ticaret sanayi odalarına gönderilerek görüşleri isteniyor. Bütün halk, sivil toplum kuruluşları vakıf oluyor. İtiraz olursa, yeniden inceleniyor.”

ESKİ SİSTEM
Yapılan çalışmalar sonucunda 1, 2 ve 3. derece sit alanı olarak ifade edilen ve jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip, yer üstünde ve yer altında veya su altında bulunan korunması gereken alanlar yeniden tanımlandı. Sınırlar kimi yerde büyüdü, kimi yerde ise küçüldü ya da derecesi değişti. Birinci derece sit alanları bilimsel çalışma dışında korunması gereken alanlar; ikinci derece sit, turizm ve hizmete yönelik yapılar dışında yapılaşmaya izin verilmeyen alanlar; üçüncü derece sit ise yörenin ihtiyacına göre konut kullanımına da açılabilecek alanları ifade ediyordu. 

YENİ SİSTEM
Yeni sistemde ise ender alanlar 3 kategoriye ayrıldı. Kesin Korunacak Alanlar, Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilecek ve bilimsel araştırma dışında hiçbir şekilde girişime izin verilmeyecek. ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanları’ doğal yapısı değişmemiş veya az değişmiş, insan faaliyetlerinden etkilenmemiş, doğal hayata dayalı geleneksel yaşam şekillerinin korunduğu alanlar. Çevre Bakanlığı’nın yaptığı tanıma göre üçüncü kategoride ise ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ bulunuyor. Buralar, kesin korunacak ve nitelikli koruma alanlarını etkileyen ve bu alanlarla bütünlük sağlayan yerleri ifade ediyor. 

‘3. DERECE’ KONTROLLÜ KULLANIMA AÇILIYOR
Sit alanlarını sil baştan düzenleyen çalışmayla ilgili Hürriyet’e bilgi veren Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy, “Türkiye’deki sit alanlarını 21 bölgeye ayırarak yapılan çalışmada sona gelindi. Urfa bölgesi hariç yıl sonuna kadar tüm çalışmalar tamamlanmış olacak. Tüm sit alanları gözden geçirildi. İlk iki kategoride inşaat olmayacak; ama üçüncü kategoride, yani ilk iki kategorinin çevresindeki alanlarda düşük yoğunluklu konut ve turizm tesisine izin verilecek. Dünyadaki gibi koruma kullanma dengesi göz önüne alınarak sınırlar yeniden belirlendi” dedi.

Hürriyet, Haber: Aysel Alp, 28.11.2016

AHIRA SAKLADIĞI YARIM MİLYONLUK ESER ELE GEÇİRİLDİ



Bursa'da bir ihbar üzerine Karacabey İlçesi'ndeki bir kişinin ahırına ve tarlasına baskın düzenleyen jandarma, Roma dönemine ait yarım milyon lira değerindeki mezar rölyefi ile bir mezar steli ve çeşitli sikkeler ele geçirdi.

  

Bir ton ağırlığındaki mermerden rölyefin üzerinde erkek ve kadın başı, ata binmiş kral ve sohbet eden bir erkek ile kadın kabartmaları bulunuyordu. Bu mezar rölyefinin piyasa değerinin 500 bin lira olduğu belirtildi. C.O'ya ait tarlada da üzerinde kutsama yapan rahip ve kadın figürlerinin bulunduğu ve piyasa değerinin 100 bin lira olduğu değerlendirilen bir mezar steli ele geçirildi.



İş yerinde yapılan aramada da Roma dönemine ait 25 bakır ve bronz sikke bulunan C.O. hakkında işlem yapıldı, tarihi eserlere, C.O'nun 'define aramakta' kullandığı dedektörle birlikte el konuldu. Eserler vinç yardımıyla müzeye taşındı.
Cnn Türk, 28.11.2016
NEVŞEHİR'DE FİL DİŞİ FOSİLİ BULUNDU

Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Gümüşyazı Köyü'nde, traktörle tarlasını süren vatandaş fil dişi fosili buldu.

Traktörle tarlasını sürerken toprak yüzeyine çıkan taşlaşmış parçaları  bir araya getiren Ali Kale, Nevşehir Müze Müdürlüğüne bilgi verdi.

Yetkililer, köye gelerek parçalar üzerinde yaptığı incelemede,  yaklaşık bir metre uzunluğundaki fosil parçaların fil dişine ait olduğunu tespit  etti.

Kale, AA muhabirine yaptığı açıklamada, buğday ekimi için tarlasını  sürdüğü sırada karşılaştığı cisimlerin dikkatini çektiğini, parçaları biraya  getirdiğinde ise fil dişine benzer bir şeklin ortaya çıktığını anlattı. Köye gelerek incelemede bulunan müze yetkilileri ise cismin Gülşehir  çevresinde çokça bulunan fil dişi fosili olduğunu ifade etti.

Daha önce ilçeye bağlı Tuzköy, Yeniyaylacık ve Karacaşar köylerinde  benzer kalıntılara rastlandığı,  parçaların Nevşehir Müzesi'nde sergileneceği  kaydedildi.
Milliyet, 28.11.2016

SULTANAHMET CAMİSİ RESTORE EDİLECEK

Osmanlı mimarisinin ilk ve tek 6 minareli camisi olan çinileri dolayısıyla yabancı turistlerin "Mavi Cami/Blue Mosque" diye tanımladıkları Sultanahmet Camisi, 400 yıllık tarihinin en kapsamlı restorasyonundan geçilerek, hatalı onarımlardan kurtarılacak.



Osmanlı padişahı I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar Mehmet Ağa'ya, tarihi yarımadada Ayasofya'nın karşısına yaptırılan Sultanahmet Camisi, 1616 yılında ibadete açıldı. İznik'te yapılan 20 bini aşkın çiniyle bezendiği, yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için yabancı turistlerin "Blue Mosque" olarak adlandırdığı Sultanahmet Camisi, Osmanlı mimarlığının ilk ve tek 6 minareli camisi olma özelliği taşıyor.Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi ile Marmara ve İstanbul Boğazı'ndan geçenlerin gözlerini alamayacağı bir görüntü oluşmasına katkı sağlayan Sultanahmet Camisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon kapsamına alındı.

YAKLAŞIK 3,5 YIL SÜRECEK
AKP iktidarları döneminde İstanbul'daki orta ve büyük ölçekli camilerin restorasyonlarını tamamlayan ya da devam ettiren Vakıflar Genel Müdürlüğü, her gün yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrayan Sultanahmet Camisi'nde, yaklaşık 3,5 yıl sürecek restorasyon için çalışmalarını tamamladı.Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, restorasyon için hazırlıkların sona erdiğini belirterek, ihale sürecinin tamamlanması ve kışın atlatılmasının ardından bahar aylarında çalışmaların başlayacağını söyledi.

"Sultanahmet Camisi restorasyonu bizim İstanbul'daki final restorasyonlarımızdan olacak" ifadesini kullanan Ertem, kentte orta ve büyük ölçekli bütün camilerin restorasyonlarının ya tamamlandığını ya da devam ettiğini anlattı.İstanbul'da büyük ölçekli olarak Rüstem Paşa Camisi, Yeni Cami ve Beyazıt Cami'sinin restorasyonlarının devam ettiğini dile getiren Ertem, "Sultanahmet Camisi son restorasyonundan bugüne 30 seneyi aşan bir zaman geçti. Buranın bir şansı 80'li yıllarda restorasyon gördü, tıpkı Edirne'deki Selimiye Camisi gibi. Şimdi de 30 sene sonra tekrar restorasyona alacağız. Bu en kapsamlı restorasyonlardan birisi olacak" diye konuştu.

Genel Müdür Ertem, Sultanahmet Camisi'nin zemininde yer altı sularından kaynaklı sıkıntı bulunduğunu belirterek, şöyle devam etti:"Buranın temel sıkıntısı; 30 yıl önceki restorasyonda zemin altında bir çalışma yapılmadı. Bugüne kadar yaptığımız çalışmalarda zemin altı röntgenini çektik. Bu röntgen çekimleri sonrasında baktık ki, statik problem yok ama yeraltı sularından kaynaklı sıkıntı var. Mesela buraya kış ve bahar aylarında gelenler, yağmur sularının tahliye edilemediğine şahit olmuşlardır. Bunu gidermek için kapsamlı bir çalışma yapacağız. Bu gerekirse tahliye kanallarının açılması, güçlendirme olabilir. Bu çerçevede bakacağız ve çalışmaları ona göre yapacağız. 30 yıl önceki restorasyondan farkı bu olacak."

MİNARELERDEN BİRİ ONARILDI
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, acil müdahale gerektirdiği için minarelerden birinin onarıldığını hatırlatarak, diğer minarelerde de tahribatı görünce çalışmayı minare minare yapmaktansa kapsamlı restorasyona geçmeye karar verdiklerini aktardı.Ertem, 10 yıldır çalışma prensiplerini değiştirdiklerini ve artık kısmi değil bütüncül restorasyon gerçekleştirdiklerini dile getirerek, "Şu anda Avrupa yakasında 39, Anadolu yakasında 10 restorasyon devam ediyor. Türkiye genelinde de 250 şantiyemiz açık. Bitenlerin yerine mutlaka yeni restorasyonlar başlıyor. En fazla görünür yüzümüz restorasyonlar. Bunun hem teşkilatın, kurumun tanıtılması hem ihtiyaçların giderilmesi hem de vakfedenlerin iradelerinin yerine getirilmesi anlamında önemli bir fonksiyon olduğunu düşünüyoruz" ifadelerini kullandı.

"ÇİNİLER ÇALINMIŞ"
Sultanahmet Camisi'nin çinilerinin önemine işaret eden Ertem, şu değerlendirmede bulundu:"Ne yazık ki, bugüne kadar birçok yerde çiniler çalınmış vaziyette, hem yazı hem de çini pano olarak çalınmış. Eskiden çalınan yerler için çözüm üretilmiyordu, oralar tamamlanmıyordu. Anıtlar Kurulunun aldığı karar çerçevesinde orijinaline uygun, birebir aynısını yaparak bu çinilerin tamamlanmasıyla alakalı çözüm üretildi. Biz de restorasyonda uygun çinileri üreteceğiz."

İBADETE AÇIK OLACAK
Adnan Ertem, caminin, restorasyon esnasında ziyarete ve ibadete açık olmasını sağlayacak bir ortam oluşturacaklarını belirterek, Yeni Cami'de, ses izolasyonu sağlayan iskele sayesinde alt tarafta ibadet edilirken, üst tarafta çalışmalara devam edildiğini anlattı.Camide kapsamlı bir restorasyon yapılacağını belirten Ertem, "Uzun bir restorasyon süresi olacak. Öngörülen süre 2020 yılının ortasına geliyor. Çalışmaları hızlandırarak, ekibi güçlendirerek, öngöremediğimiz hususlar da az çıkarsa restorasyonu 2020 öncesinde tamamlamayı düşünüyoruz" dedi.

RESTORASYON KAPSAMINDA YAPILACAKLAR
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, restorasyon kapsamında yapılacak çalışmaları da şöyle sıraladı:"Cami üst kurşun örtüsü sökülerek yenilenecek. Cami genelinde cephe temizliği yapılacak. Cami iç ve dışındaki yonutaşı ve mermer kaplamalarının raspa, sağlamlaştırma ve ıslah çalışmaları yapılacak. Restorasyonu tamamlanan M1 minare haricindeki diğer minareler de aynı metotlarla restore edilecek. Cami içindeki çinilerin konservasyonları yapılacak. Ahşap ve sıva yüzeylerinde bulunan mevcut kalemişleri raspa edilecek, özgün kalemişleri temizlenecek ve ihya edilecek. Özgün sıvalar sağlamlaştırılacak. Cami içi döşeme kaplamaları tamir edilecek. İç avludaki mermer döşemelerin, sütunların konservasyonları yapılacak. Cami bünyesindeki ahşap kündekarilerin kapsamlı konservasyonları yapılacak. Klasik lokmalı demir parmaklıkları tamir edilecek. Dış avluda çevre düzenlemesi gerçekleştirilecek. Tuvaletler yenilenecek."

Milliyet, 27.11.2016

DİYARBAKIR SURLARI, ÇİN SEDDİNİ GERİDE BIRAKTI

Diyarbekir Tanıtma ve Kalkındırma Derneği Başkanı Abdulkadir Arslanoğlu, Diyarbakır Surları'nı Çin Seddi'nden sonra en uzun ikinci sur olarak bildiklerini fakat bu yanlışın UNESCO tarafından düzeltildiğini söyledi.

Diyarbekir Tanıtma ve Kalkındırma Derneği Başkanı Abdulkadir Arslanoğlu, kentin simgesi haline gelen surların yanlış bilinenleri ile ilgili açıklamalarda bulundu. Arslanoğlu, Diyarbakır Surları'nın bu güne kadar Çin Seddi'nden sonra en uzun en geniş ikinci suru diye bilindiğini fakat UNESCO’nun yanlış bilinen hadiseyi düzelttiğini ifade etti. Arslanoğlu, “Şöyle, Diyarbakır Surları Çin Seddi'nden çok farklı olarak, alelade bir set değildir, Diyarbakır Surları'nın onlarca burcu vardır ve burçları üzerinde taş işlemeciliğin zirvesinde olan kitabeler, yazılar, kabartmalar ve oymalar vardır. Bu yönüyle de Diyarbakır Surları dünya çapında benzeri olmayan tarihi ve kültürel bir mirastır” dedi.

  

“DİYARBAKIR OLAYLARLA ANILMASIN”
Dünyanın ikinci bir yerinde benzeri bulunmayan Diyarbakır Surları'nın 6 bin yıllık geçmişinin olduğunu aktaran Arslanoğlu, şunları söyledi:



“Diyarbakır Surları, onlarca medeniyetten izler, eserler ve emareler bulabileceğiniz muhteşem bir yapı. 2015 yılında UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne valiliğin yoğun gayretleri sonucunda Diyarbakır Surları'nı aldı. Diyarbakır Surları ile alakalı 1046 senesinde İranlı seyyah Nasırı Hüsrev şöyle bir ifade kullanıyor, ‘Hint, Arap, Acem ve Türk ülkelerini gezdim, gittiğim hiçbir yerde çevresinin tamamı surlarla kaplı olan, çevrili olan ikinci bir şehir görmedim. Aynı zamanda böyle muhteşem bir unsur gördüm diyeni de görmedim’ demek suretiyle yaklaşık 10 asır önce Diyarbakır Surları'na olan hayranlığını bu şekilde açıklıyor. Dolayısıyla, Diyarbakır’ın bugünden itibaren terörle, şiddetle, kaosla, anarşi ile değil, sınırları içinde bulunan manevi, tarihi, kültürel değerleri ile gündeme gelmesi gerekiyor. Diyarbakır Surları Diyarbakır’ı dünya çapında tarih turizminin kalbinin attığı bir şehir haline getirebilecek bir potansiyele sahip. Dolayısıyla Diyarbakır Surları'nın duyurulması ve yurdumuzun muhtelif yerlerinde ikamet eden yurttaşlarımızın Diyarbakır Surları'nı ziyaret için Diyarbakır’a gelmelerini bekliyoruz.”
Milliyet, 26.11.2016

3800 YILLIK DÜŞÜNEN ADAM HEYKELİ BULUNDU



İsrail Antika Merkezi'nin öncülüğünde Yehud bölgesinde kazı çalışması gerçekleştiren arkeologlar, 3 bin 800 yıllık bir 'düşünen adam' heykeli bulduklarını açıkladı.

18 santimetre boyundaki heykelin Bronz Çağı'nın ortalarında yapıldığını belirten araştırma ekibinin başındaki Profesör Gilad Itach, “Bu dünya üzerinde bulunmuş en eski 'düşünen adam' heykeli. Figür bir taşın üzerine oturmuş. Elleri çenesinin üzerinde. Bir düşünce içerisinde olduğu açıkça görülüyor" diye konuştu.

Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in 1904 yılında tamamladığı ünlü eseri 'Düşünen Adam', uzun yıllardır felsefi düşünceyi anlatan bir simge olarak kullanılıyor.
Yeni Şafak, 26.11.2016
BİLİM İNSANLARINDAN TARİHİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF

Johannesburg kenti yakınlarındaki mağarada 15 farklı vücuda ait 1500 fosilleşmiş iskelet parçası bulundu. Johannesburg’daki Witwatersrand Üniversitesi’nden Profesör Lee Berger, “Size insan atasını yeni türünü tanıştırmaktan memnuniyet duyuyorum” dedi.

Evrim çalışmaları için dönüm noktası olduğu belirtilen keşif tüm dünyada merak uyandırdı. Yeni türe, bulunduğu mağaranın adı olan “yükselen yıldız”a atfen “Homo Naledi” ismi verildi. “Naledi” Afrika yerlilerinin konuştuğu bir dil olan Sesotho’da ‘yıldız’ anlamına geliyor. Uzmanlar kemiklerin yaşını henüz tespit edemedi fakat Homo Naledi’nin öldükten sonra mağaraya getirildiğine inanıyor. “Tarihte ölüm sonrası düzenlenen ritüellerin sadece Homo Sapiens’e ait olduğunu düşünüyorduk” diyen Berger, keşifle beraber bu inancın yerle bir olduğunu ifade ediyor.

Kalıntıları bulan araştırmacılar henüz bu canlıların ne zaman yaşadığına dair bilgileri kesinleştiremedi; ancak ekibin başında bulunan Profesör Lee Berger, Naledi türünün Homo cinsinin ilk örnekleri arasında sayılabileceğine ve Afrika’da üç milyon yıl öncesine dayandığına inanıyor. Ancak bu alanda çalışan meslektaşları gibi Berger de ‘kayıp halka’ tanımını kullanmaktan kaçınıyor ve Naledi’nin daha ilkel primatlar ile insanlar arasında bir ‘köprü’ olarak görülebileceğini söylüyor.

SANKİ DOĞA İNSANIN EVRİMİNE DAİR DENEYLER YAPIYORDU…
Afrika kıtasında ilk kez insanın akrabalarına ait bu kadar çok fosil bir arada bulundu. Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nden Profesör Chris Stringer, Naledi’nin önemli bir keşif olduğunu söyledi: “Sanki doğa insanın ne şekilde evrileceğine dair deneyler yapıyordu da insan benzeri canlılar Afrika’nın farklı bölgelerinde birbirine paralel bir şekilde ortaya çıkıyordu. Bunlardan sadece biri insanı ortaya çıkaracak şekilde hayatta kaldı.”

Kemiklerin bu kadar iyi korunmuş bir halde günümüze kadar gelmesi bilim insanlarını şaşırtıyor. Homo naledi Afrika’da bulunan diğer ilkel insanlara benzemiyor. Bir gorilinki kadar küçük bir beyne sahip. Leğen kemiği ve omuzları çok iyi gelişmemiş. Fakat kafatasının yapısı, dişlerin küçüklüğü ve karakteristik uzun bacaklar ve modern görünümlü ayakları nedeniyle insan cinsi kategorisinde değerlendiriliyor.

SEMBOLİK DÜŞÜNCE KAPASİTESİNE SAHİP OLABİLİR
Aydınlanmayı bekleyen sorun bu kalıntıların mağaraya nasıl girdiği. Johannesburg yakınlarındaki Rising Star mağarası ‘İnsanlığın Beşiği’ olarak bilinen bir bölgede bulunuyor. Mağaranın devamında dar bir yeraltı tüneli var. Berger’in ekibi National Geographic Society’nin desteğiyle buraya giriyor. Tünel çok dar olduğu için zayıf kadınlar gönderiliyor. 20 dakikalık bir sürünmenin ardından yüzlerce kemiğin bulunduğu bölüme giriliyor.

Homo Naledi’nin bu kişileri belki de kuşaklar boyunca bilerek mağaraya taşıyıp bıraktığı sanılıyor. Bu kanıtlanırsa Naledi’nin ritüel içeren davranışlarda bulunma ve muhtemelen sembolik düşünce kapasitesine sahip olduğu belirlenmiş olacak. Bu durumda, bunun sadece son 200 bin yıl içinde ortaya çıkan insana özgü olduğuna ilişkin inanç eskimiş olacak.

İNSAN MI, DEĞİL Mİ?
Prof. Berger Naledi’yi insan olarak tanımlamak istemiyor. Prof. Stringer ise Naledi’nin ilkel insan olarak nitelendirilebileceğine inanıyor. Fakat mevcut teorilerin gözden geçirilmesi gerektiği ve insanın evrim tarihinin zengin ve karmaşık olduğu, yeni yeni aralandığı konusunda hemfikir.
Sözcü, 25.11.2016

KAYSERİ'DE 881 YILLIK SELÇUKLU HAMAMINA RESTORASYON



Melikgazi Belediyesi, 881 yıllık Selçuklu eseri Gülük Hamamı'nı aslına uygun restore edip, yeniden hizmete sokacak.

Melikgazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç’ın girişimleri ve desteği ile Gülük mahallesinde bulunan tarihi hamam restore edilerek tekrar hayat bulacak. 1135 yılında inşa edilen ve 1210 yılında Danişmentlilerden Yağıbasanoğlu Mahmud’un kızı Atsız Elti Hatun tarafından onarılan tarihi hamama ilişkin değerlendirmelerde bulunan Başkan Memduh Büyükkılıç, Gülük Hamamı’nın, tarihi ve kültürel miras açısında önemli bir eser olduğunu belirtti. Büyükkılıç, ''İlçemizin en önemli tarihi varlıklarından birisi olan Gülük Hamamı, yaklaşık 881 yıllık geçmişe sahip. Tarihi Selçuklu eseri hamamın kısa sürede aslına uygun restorasyonunu yapıp Melikgazi’mizin ve Kayseri halkımızın hizmetine sunulması ve bu kültürel mirasımızın korunup tekrar ülkemize kaplıca turizm merkezi olarak kazandırmayı hedefliyoruz. Hamamın restorasyon projeleri çizildi, ihale süreci ve akabinde de restorasyon çalışmaları başlayacak. Bu kültürel mirasımız restorasyonu tamamlandığında ilçemize bir doğal mirası daha kazandırmış olacağız" dedi. 
Hürriyet, 24.11.2016
ŞANLIURFA'DA TARİHİ MOZAİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Urfa Kalesi çevresinde 10 ay önce yürütülen çalışmalarda, bazı kaya mezarlarına rastlandı. Bunun üzerine arkeologlarca bölgede yapılan kazı çalışmalarında, 80'e yakın kaya mezarı bulundu. 

Kaya mezarlarında araştırmalarını sürdüren arkeologlar, 5 mezarda taban mozaiklerinin yer aldığını tespit etti. Arkeologlar, yaptıkları çalışmalarla, yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen mozaikleri gün yüzüne çıkardı.

Süryanice yazıtlar ve ince işlemelerin yer aldığı mozaik ile kaya mezarlarının, MÖ 132 ve MS 639 yılları arasında Şanlıurfa'da hüküm süren Edessa Krallığı dönemine ait olduğu tahmin ediliyor.

"Bu mirası dünyaya sunacağız"
Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi, Şanlıurfa'nın kültürleri barındırarak bugüne kadar geldiğini belirtti.

Urfa Kalesi çevresindeki çalışmalarda tarihi eserlerin ortaya çıktığını ifade eden Çiftçi, şunları kaydetti:

"Çalışmalarımız özellikle milattan sonra 2. ve 3. yüzyıldaki yaşam mağaralarına ulaşmış durumda. Burada ortaya çıkan taban mozaiklerine baktığımız zaman defnedilen kişilerin resimlerinin işlenmiş olduğunu görüyoruz. Proje çalışmalarımızın bitimiyle bu alanlarımızı turizme kazandıracağız. Yerli ve yabancı turistler bu alanlarda gezecek. 2 bin yıl öncesine uzanan tarihsel alandaki bu kültürü bilimsel olarak öğrenmiş olacaklar. Şanlıurfa çok zengin bir tarihe sahip. Biz de bu mirası dünyaya sunacağız."
Anadolu Ajansı, Haber: Mehmet Fatih Aslan, 13.11.2016



20 - 26 Kasım 2016
KYME ARKEOLOJİ MÜZESİ VE KAZIEVİ BAKIMSIZ BIRAKILARAK TAHRİP EDİLİYOR

İzmir Aliağa’da geçtiğimiz yıllarda içi boşaltılan ama tepkiler üzerine eserleri yeniden yerleştirilen Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi bu sefer bakımsız bırakılarak tahrip ediliyor.

Güvenliği sağlanmayan müzenin kendi haline bırakılması birçok tehlikeye davet çıkarıyor. Müzenin camları kırılmış, kapıları tahrip edilmiş, bahçesi çöplüğe dönmüş durumda.

Müzenin içinde Kyme antik kentinden çıkarılmış bir çok tarihi eser bulunuyor. Müzenin pencerelerinden içeriye bakıldığında tarihi eserler rahatlıkla görülebiliyor. Kapısı tahrip edilmiş müzenin, eserleri çalınma riski altında.

Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi’nin kendi haline bırakılmasına Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü Ahmet Tuncay Karaçorlu tepki gösterdi. Kyme Arkeoloji Müzesi ve Kazıevi’nin Aliağa halkına kültürel alanda önemli bir kazanç alanı olabileceğini söyleyen Karaçorlu, ziyarete açılmayan ve bakımsız bırakılan müzenin Aliağa halkının geleceğinden yıllarca çalındığını belirtti. Karaçorlu, müzenin korunması için “Kültür ve Turizm Bakanlığını bir kez daha göreve çağırıyoruz!” dedi.

Ahmet Tuncay Karaçorlu’nun yaptığı açıklama şu şekilde:

1990’lı yıllarda, dönemin Belediye Başkanlığı ve İtalyan Arkeolog, Ordinaryus Profesör Sebastiana Lagona’nın da girişimleriyle, yapımına başlanmış ve tamamlanmış Aliağa Kyme Arkeoloji Müzesi, hala bakanlık tarafından tamamlanmamış durumda!

Bir İtalyan Üniversitesi ve Aliağa Belediyesi sorumluluğunda olan kazı alanı ve arkeoloji müzesi, birkaç yıldır uyarmamıza rağmen öğrencilerimize, ilgililere ve Aliağa halkına açılmamış durumda. Yetkisiz ve sorumsuz bir arkeologun verdiği onaylarla sadece müze tehlike altında olmadığı gibi, aynı zamanda kazı bölgesinde verilen koruma yasasına aykırı izinlerle, SOCAR ve NEMPORT liman şirketlerinin eline terk edilmiş durumda.

Aliağa halkına kültürel alanda önemli bir kazanç alanı olabilecek olan müze, Aliağa halkının geleceğinden de yıllarca çalınmış durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı bir kez daha göreve çağırıyoruz!

Ahmet Tuncay Karaçorlu
Doğal ve Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü
Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Kurucu Başkanı

dagmedya.net, 24.11.2016

MUMYANIN KALBİNDEKİ KUTUDAN AŞK ÇIKTI

Fransa’da Rennes arkeologları tarafından yapılan kazılarda kıyafetleriyle gömülen kadın mumya dikkat çekti. Aradan 350 yıl geçmesine rağmen kıyafetlerinin nasıl bu kadar korunduğu da merak konusu oldu.

KALBİNDEKİ KUTUDA EŞİNİN İSMİ YAZIYOR
Kalbinin üzerinde bulunan bir kutuda eşinin ismi yazan kadının soylu bir aileden geldiği anlaşılıyor.

Soylu mumya kadının üzerinde şapkası, yün bir pelerini ve eşek derisinden yapılmış mantar tabanlı bir de ayakkabısı bulunuyor.
Sözcü, 24.11.2016

Mısır'da arkeologlar, 5 bin yıldan daha eskiye dayandığını düşündükleri bir antik kent buldu.

Yapılan kazılarda; evlere, araç gereçlere, çömleklere ve devasa mezarlara da rastlandı.



Keşfedilen antik şehir Nil Nehri boyunca uzanıyor.

BBC Türkçe'nin haberine göre şehir, her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilen ve dünyanın en büyük açık hava müzesi olarak adlandırılan Luksor şehri ile Antik Mısır'ın en eski kentlerinden biri olan Abidos'a da yakın.

Arkeologlar, burada bulunan 15 büyük mezarın kutsal kent Abidos'ta bulunan kral mezarlarından bile daha büyük olduğunu söylüyor.



Ayrıca mezarların büyüklüğünün, yüksek sosyal statüye sahip kişilere ait olduklarını da gösterdiği düşünülüyor.

Kentin önemli devlet yetkilileri ve lahit inşa edenlere ev sahipliği yaptığı ve erken dönem antik Mısır zamanları boyunca geliştirilmiş olabileceği kanısı hakim.

     
Odatv, 24.11.2016

PRUSİAS AD HYPİUM ANTİK KENTİNDE ARKEOPARK KURULUYOR

Düzce Belediyesi tarafından hazırlanan ve Doğu Marmara Kalkınma Ajansınca desteklenen "Doğu Marmara Antik Kent Projesi" kapsamında, "Batı Karadeniz'in Efesi" olarak adlandırılan "Prusias ad Hypium Antik Kenti"ne arkeopark yapılıyor.

Belediyeden yapılan açıklamaya göre, Konuralp Mahallesi'nde, aslan pençesi figürleriyle süslenmiş basamakları ve kemerli geçitleriyle varlığını koruyan antik tiyatro, su kemerleri ve Roma Köprüsü gibi yapıların da yer aldığı antik kent bölgesinde arkeopark çalışmaları başladı.

Düzce Belediyesi koordinesinde yürütülen çalışmalar kapsamında, antik kentin bulunduğu alana oturma ve dinlenme amaçlı yapılan parkın yaklaşık 2 bin metrekarelik alana sahip olması planlanıyor.

Arkeopark çalışmalarının da içinde bulunduğu 1 milyon 215 bin liralık bütçeye sahip "Doğu Marmara Antik Kent Projesi" kapsamında bölgede "Açık Hava Kent Müzesi" oluşturulacak ve ev pansiyonculuğunun yaygınlaştırılması sağlanacak.

Turistlere görsel bir seyir alanı oluşturulması hedeflenen çalışmada, Turizm Enformasyon Ofisinin de kurulacağı alanda tarihi, doğal ve kültürel mirasın korunmasına katkı sağlanarak Konuralp'in turizm ayağının ön plana çıkartılması amaçlanıyor.

"Doğu Marmara Antik Kent Projesi"nin 2017 yılı içerisinde tamamlanması bekleniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Ömer Faruk Cebeci, 23.11.2016

Dünya’da yaşam ne zaman başladı? Yıllardır bu soruyu cevaplamak için birçok kazı yapıyoruz ve jeolojik kanıtlar arıyoruz. Küresel ısınmaya teşekkür edelim, çünkü en eski yaşam kanıtını barından fosil bulundu.

WebTekno'nun Futurism'den aktardığı habere göre, dünya üzerindeki yaşamı 220 milyon yıl daha geriye götüren bu fosil ile, Dünya üzerindeki ilk yaşam buluntusunun tarihi 3.7 milyar yıla çıktı.

Grönland’ın Isua kayalıklarında, araştırmacılar küçük, koni şeklinde, yassı ve katmanlı 4 cm’lik yapılar buldular. Bunlar kayanın yüzeyine yayılmışlardı.

İncelemelerden sonra bilim insanları bunların “stromatolitler” denilen mikroorganizmalar tarafından yapıldığını ileri sürdü. Bu bakteriler genellikle eski kayalarda bulunuyor ve yaşamın doğduğu zamanı, gökyüzünün hala turuncu ve okyanusların yeşil olduğu zamana dek geri götürüyor. Aslında bu keşif 4 yıl önce yapılmış ama şimdi açıklanmasının nedeni, bilim insanlarının bu konuda emin olana dek testlere devam etmesi. New South Wales Üniversitesi’nden Martin Van Kranendonk “Kesinlikle ikna oldum, yaşam bu kadar geri gidiyor” dedi.

Dünya, 3.7 milyar yıl önce cehennemsi bir görüntüye sahipti. Okyanuslar donuk durumdaydı. Dönüş hızı hala çok fazla ve yüzeyi erimiş lavlarla kaplı, çamurumsu bir yapıdaydı. Bu durum bile yaşamı sonlandırabilirdi. Fakat bulunan kanıtlar yaşamın bu ortamda bile var olduğunu bize kanıtlıyor.
Odatv, 23.11.2016

HATAY'DA YOL ÇALIŞMASINDA TARİHİ ESER BULUNDU

Defne İlçesi'nde Büyükşehir Belediyesince bir kavşakta yapılan alt geçit çalışması sırasında Roma dönemine ait mozaik ve dönemi henüz belirlenemeyen hamam duvarı bulundu.



Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Defne Uğur Mumcu Alanı'nda sit bölgesi olmayan yerde kavşak çalışması başlattıklarını belirtti. Savaş, çalışma sırasında Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen kırılmış şekilde bir parça mozaik ve dönemi henüz tespit edilmeyen hamam duvarı bulunduğunu söyledi.

Eserlerle ilgili Antakya arkeoloji Müzesi yetkilileriyle görüştüklerini anlatan Savaş, Müzenin eserlerin bulunduğu kazı çalışması başlattığını aktararak, şu değerlendirmede bulundu:

''Bu aşamada bizim çalışmamız eserlerin olmadığı diğer yerlerde devam ediyor. Kurtarma kazısının bitmesinin ardından yolumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Orada çıkacak herhangi bir güzel eseri de kaybetmek istemiyoruz. Bunun için de Müzemizle, Anıtlar Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığıyla çalışmayı tercih ediyoruz. Çalışmalarımız biraz gecikecek ama olsun. Hatay'ın tarihi bir öneme sahip olması nedeniyle yaptığımız çalışmalarda birçok eserle karşılaşabiliyoruz. Ancak bu bizi yıldırmıyor, üzmüyor, kızdırmıyor. Bu coğrafyada çalışırken daha ihtimamlı çalışmamıza sebep oluyor. Bu eserlerin dünyayla paylaşılması, turizme katkısı ve şehrin değerinin artırılması bizim için ayrı bir kazançtır. Çalışmalarımızda gecikmeler olsa da iş uzasa da ekonomik olarak daha çok para versek de bu şehrin hak ettiği değerleri ortaya çıkarmak ve dünyayla paylaşmak bunların çok üstünde bir değer taşıyor.''

Savaş, çalışmalar tamamlandıktan sonra ilçenin güzel bir kavşak düzenlemesine sahip olacağını sözlerine ekledi.
Milliyet, 23.11.2016

DODO İSKELETİ 430 BİN DOLARA SATILDI

İngiltere'de açık artırmada satışa çıkartılan nesli tükenmiş dodo kuşunun iskeleti 430 bin dolara alıcı buldu.

BBC'nin haberine göre, İngiltere'nin güneyinde Billingshurst Köyünde Summer Place müzayede evinde satışa çıkarılan dodo iskeleti, özel bir koleksiyoncu tarafından 430 bin dolara satın alındı.

Müzayede evi yetkilileri, yüzde 95'i tamamlanan iskeletin parçalarının 40 yıl boyunca bir dodo meraklısı tarafından toplandığını söyledi.

"Nesli tükenmiş güvercin cinsinden, uçamayan bir kuş"
Dünya genelindeki müzelerde yalnızca 12 dodo iskeletinin bulunduğu belirtiliyor. 

Nesli tükenmiş güvercin cinsinden, uçamayan bir kuş türü olan dodo, en son 16. yüzyılda Hint Okyanusu'nun Mauritius Adası'nda Portekizli denizciler tarafından görülmüştü.

Hindiden büyük, ortalama 23 kilogram ağırlığındaki kuşun 1681 yılında neslinin tükendiği ifade ediliyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Murat Karadağ, 23.11.2016

ARKEOLOGLAR ŞAŞKIN, İNŞAAT TEMELİNDEN ÇIKAN TARİHİ MEZAR SAYISI 18 OLDU

Muğla Milas İlçesi'nde yürütülen inşaat temeli kazısı sırasında ortaya çıkarılan mezar sayısı 18 oldu. Milas Hacıapti Mahallesi Fabrika Sokak'ta ortaya çıkan mezarlar, arkeoloji camiasını ve vatandaşları şaşırttı.

Milas Arkeoloji Müzesi ekipleri, yürütülen çalışmalar sırasında daha önce hiç açılmamış bir oda mezarına rastlamıştı. Şimdi de ekipler, 600 metrekarelik inşaat alanında yapılan çalışmalarda ikinci olarak soylu bir aileye ait, 2 bin 400 yıl önce inşa edildiği belirlenen oda mezarı buldu.

Hellenistik döneme ait olduğu belirlenen oda mezarı açan arkeologlar ve uzmanlar, zengin bir aileye ait olduğu düşünülen mezardan 103 eseri gün yüzüne çıkardı.

Bulunan son mezarla birlikte inşaat temelinden çıkan mezar sayısının 18'ye yükseldiği ve mezarların hepsinin döneminin farklı olduğu belirtildi.
T24 Haber, 22.11.2016

ARKEOLOJİK MAĞARAYA ZARAR VEREN MULTİMİLYONER İSPANYOL İŞADAMI HAPSE GİRDİ

İspanyol multimilyoner iş adamı, arkeolojik bir mağarayı tahrip ettiği gerekçesiyle iki buçuk yıl hapse mahkum edildi.

Victorino Alonso, Pyrenees’te yer alan, MÖ 8.000 yılında ve Bronz çağda insanların yaşadığı bir mağarayı genişletmek için mekanik kazıcıların kullanılmasını emrederek “kültürel mirasa suçu”  işlediği iddiasıyla suçlu bulundu.

İspanya’da “Kömür kralı” olarak da tanınan multimilyoner iş adamı, mağarayı, Alonso’nun sahibi olduğu bir şirket tarafından işletilen çevredeki avlanma alanında yaşayan hayvanlar için barınak ve beslenme yeri olarak kullandı.

Aragon bölgesindeki mağarada yaşanan yıkım, işlenmiş kemiklerin, binlerce çanak çömlek parçasının, 6000 yıllık bir mezarlığın ve geometrik sanat örneklerinin yok olmasına neden oldu.

Arkeologlar, mağaradaki kalıntıların %90 kadarının yok edilmiş ve dağıtılmış olduğunu söylüyor.

İspanya’nın ünlü paleoantropologlarından Juan Luis Arsuaga, “Bu sanki insanlık tarihinden bir sayfanın yırtılıp atılması gibi bir durum. Burası, İber Yarımadasında tarımın doğuşundan, pastoral aktivitelere kadar Avrupa için ender rastlanabilecek bir mağaraydı.”

Alonso, mahkemeye yaptığı açıklamada, mağaranın içine girerek kazma kararına dahil edilmediğini söyledi. Mağaradaki yıkım 2007 yılında gerçekleşmişti fakat iki yıl boyunca rapor edilmemişti.

İş adamı Alonso’nun, hapis cezasına itiraz etmeyi planladığı belirtiliyor.
arkeofili.com, Fotoğraf: Museo de Huesco, 22.11.2016

"ÜÇ KIZ" HEYKELİ SALDIRIYA UĞRADI

Ordu’nun Altınordu İlçesi'nde, kentin yöresel türküsü olan ‘Tabya başında üç kız yan yana’ türküsünden esinlenilerek yapılan 3 kadın heykelinden biri, başı gövdesinden ayrılarak tahrip edildi.

Ordu Belediyesi tarafından yaklaşık 10 yıl önce, Taşbaşı Mahallesi'nde belirlenen, seyir terası konumundaki açık alana kentin yöresel türküsü 'Tabya başında 3 kız yan yana'dan esinlenerek 3 kadın heykeli yerleştirildi. Zaman zaman üzerine yazılar yazılarak tahrip edilen heykeller 3 yıl önce belediye tarafından heykeltıraşlara temizletilerek tekrar yerine konuldu. Yine tahrip edilmeye devam eden heykellerden biri başı ile gövde kısmından kırılarak zarar gördü. Kadın heykellerinin tahrip edilmesi çevredekiler tarafından tepkiyle karşılandı.

DİĞER HEYKELLER DE ZARAR GÖRMÜŞTÜ
Dönemin Ordu Belediyesi tarafından 4 yıl önce düzenlenen 2'nci Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu'na katılan 8 heykeltıraş tarafından 12 heykel yapılarak, kent merkezindeki cadde ve parklara yerleştirildi. Kadın heykelleri üzerine sprey boya ile 'Edep yahu' yazılarak bazıları tahrip edildi. 30 Mart 2014 seçimlerinden sonra Ordu'nun büyükşehir olmasıyla birlikte Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu sonlandırılarak, kadın heykellerin kaldırılması için belediye tarafından anket çalışması yapıldı. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Ak Partili Enver Yılmaz, toplumun genel algısı, örf ve adet, ahlaki duyarlılık dikkate alınmak suretiyle 8 ay önce 5 kadın heykelini bulundukları park ve caddelerden kaldırtarak Taşbaşı Kültür Merkezi (Taşbaşı Kilisesi) bahçesine taşıtmış, burada belirlenen yerlere yerleştirilerek sergilenmesini sağlamıştı.
Hürriyet, Haber: Nedim Kovan, 21.11.2016

TARİHİ EREĞLİ EVLERİ YENİDEN HAYAT BULACAK

Kocaeli'nin Karamürsel İlçesi'nde yer alan ve bazı Yeşilçam filmlerinin de çekildiği 9 tarihi evin restorasyonuna başlanacağı bildirildi.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, kentteki tarihi dokunun korunması amacıyla başlatılan restorasyon çalışmalarının devam ettiği belirtildi.

Kentin her köşesinde yer alan tarihi yapıların restore edilerek gelecek kuşaklara miras bırakıldığı vurgulanan açıklamada, "Ereğli Evleri Hayat Buluyor" projesi kapsamında Karamürsel İlçesine bağlı Ereğli Mahallesi'nde tarihi yapıların yeniden hayat bulacağı bildirildi.

Tarihi Ereğli evlerinde bazı Yeşilçam filmlerinin de çekildiği anımsatılan açıklamada,"Bugün adını balıkçılıkla duyuran ve Osmanlı'dan günümüze küçük bir balıkçı kasabası özelliğini koruyan Ereğli'de, yenileme hareketi yaşanıyor. Bir zamanlar Yeşilçam filmlerinin çekildiği bölgedeki tarihi evler yenilenecek. Sahil yolunun kenarında yan yana uzanan tarihi Ereğli evleri geçmişin ruhunu yaşatması için restore edilecek. İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı tarafından 9 tescilli evin restorasyon projeleri hazırlanıyor. Projeleri tamamlanan ve kamulaştırılan Çapalı Konak olarak tanınan yapı, restore edilerek sosyal ve kültürel etkinliklerin mekanı haline getirilecek. Ayrıca restorasyon uygulaması kapsamında 2 parselde daha kamulaştırma çalışması sürüyor. Ereğli evleri kendine has yapıları ve dar sokaklarıyla dikkat çekiyor. Ereğli'nin tuz ve yosun kokan deniz havasını evlere yansıtan kültürel yapısı, dış mekanda balıkçılığı andıran motiflerin kullanılmasında etkili oldu."ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı, Haber: Şengül Oymak, 21.11.2016

ÜÇ KUŞAKTIR 'KLAROS' İÇİN ÇALIŞIYORLAR

İzmir'in Menderes İlçesi'nde, Çelik ailesi üyeleri, üç kuşaktır antik çağın en eski "kehanet merkezlerinden" biri olan Klaros'da çalışıyor.

119 yıl önce keşfedilen ve elde edilen bulgularla antik çağın en eski kehanet merkezlerinden olduğu belirlenen Klaros'daki kazılar, o günden bu yana aralıklarla devam ediyor.

Kazı çalışmalarında ve güvenlik hizmetlerinde ise çalışanlar ağırlıklı olarak yöre halkından seçiliyor. Üç kuşaktır alanda çalışan Çelik ailesi de üstlendikleri görevlerle tarihe hizmet veriyor.

Kazı alanında 25 yıl çalıştıktan sonra emekli olan Çetin Çelik (60), babası Mustafa Çelik'in 1950-1974 yılları arasında Klaros'un ilk resmi bekçiliğini yaptığını anlattı.  

"Bu bizim için büyük bir gurur"
Klaros'daki panoda babasının ve ağabeyinin fotoğraflarının bulunduğunu aktaran Çelik, bunun kendileri için büyük bir gurur olduğunu söyledi.

Çetin Çelik, babasının İngilizce, Yunanca ve Almanca konuşabildiğini bu nedenle yabancı kazı ekiplerince tercih edildiğini aktararak, "Babam emekli olunca daha sonra ağabeyim İsmail Çelik burada çalışmaya başladı. Fransızlar burada kazı çalışması yaparken ben de onlarla birlikte senede 1 ay çalışmaya başladım. Ağabeyim daha sonra emekli oldu ama ben çalışmaya devam ettim." dedi. 

Yaşının ilerlemesi nedeniyle kazı alanında çalışmakta zorlandığını ve istemeyerek emekli olduğunu aktaran Çetin Çelik, kendisinden sonra oğlunun işbaşı yaptığını söyledi.

"Buraya hiçbir zarar gelmesin diye gece gündüz bekledik"
Kazı alanında 25 yıl çalıştıktan sonra emekli olan Çetin Çelik (60), babası Mustafa Çelik'in 1950-1974 yılları arasında Klaros'un ilk resmi bekçiliğini yaptığını anlattı.

Yaşının ilerlemesi nedeniyle kazı alanında çalışmakta zorlandığını ve istemeyerek emekli olduğunu aktaran Çetin Çelik, kendisinden sonra oğlunun işbaşı yaptığını söyledi. 

Yöre insanı oldukları için bölgeden uzaklaşmadıklarını, sürekli kazı alanıyla iç içe olduklarını ifade eden Çetin, "Burada büyüdük. Buraya hiçbir zarar gelmesin diye gece gündüz bekledik. O sürede hiçbir şekilde buradaki eserler zarar görmedi, kaçak kazı yapılmadı. Şimdi oğlum da burada çalışıyor. Üç kuşaktır burada çalışmak çok güzel bir duygu. Aile olarak tarihi eserlere bağımız çok büyük. Biz burada çalıştığımız için çok mutluyuz, huzurluyuz. Devamlı burayı kontrol ediyoruz ve zevk alıyoruz burada çalışmaktan." diye konuştu.

"İşimi büyük keyif alarak yapıyorum"
Klaros'da çalışan, Çelik ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi Mustafa Çelik (28) de 2008 yılında kazı ekibinde çalışmaya başladığını ve işini büyük bir keyif alarak yaptığını anlattı.

Askerlik görevini tamamladıktan sonra alandaki gişede görev aldığını ifade eden Çelik, "Burada üç kuşak arka arkaya çalışmak bizim için büyük bir mutluluk. İçerideki panolarda dedemin ve amcamın fotoğraflarını görmek bizim için onur ve gurur verici. Şu an gişe görevlisiyim, burada çalıştığım için çok mutluyum. Dedemin ve amcamın anıları olduğu için buraya geldiğimizde onlarla hep beraberiz. Nesilden nesile bu böyle gidecek." şeklinde konuştu.
Anadolu Ajansı, 21.11.2016

ÇAVUŞOĞLU'NDAN KİLİSE JESTİ

Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan İstanbul'un tarihine yakışır bir geleneği yerleştirdi.

Adı, “BEYOĞLU SOHBETLERİ”.

Sohbet geleneği aslında İstanbul’un ta kendisi... İnanç ve insan zenginliği.

Her inançtan, her dilden, her kültürden, her ırktan insanların en samimi ve en sahici haliyle sohbeti.

Fikirlerin özgürce dile geldiği bir ortam.

Üstelik mekanı da çok anlamlı...

PERA PALAS...

Önceki gün konuk, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu idi.

Çavuşoğlu bütün samimiyetiyle her soruyu cevapladı.

Ama önce masadan bir not aktarmalıyım.

Bir ara Süryani Kilisesi’nden bir temsilci Bakan’ın kulağına bir şeyler söyledi.

Sonraki diyalog şöyle:

Bakan: “Olur mu öyle şey... Niye o kilise yapılmayacakmış... Bir dakika...”

Temsilci: “Evet, yer konusunda Vatikan izni gerekiyormuş...”

Bakan (Özel kalemine): “Lütfen hemen bu konuyu çözelim. Not alın. Hemen yarın... Gerekirse Vatikan nezdinde biz girişimde bulunup kilise için yer tahsisini çözelim.”

Ben önce ne olduğunu tam anlamadım.

Yanımda oturan Süryani Kilisesi’nden Yusuf Sağ’a sordum.

Sağ cevap verdi:

Süryanilerin İstanbul’da kilisesi yoktur. O nedenle bir kilise arayışı oldu. Yeşilköy’de Vatikan’a bağlı bir vakıf arazisi var. Ancak bir türlü bürokrasi geçit vermedi. Gerçi oradaki papaz arkadaşımız çok iyi niyetli. Ama arsada bir de mezarlık olduğu için Vatikan’ın onayı gerekiyor. O nedenle Bakan Bey’den yardım istendi... O da büyük bir nezaket gösterdi. İşte insanlığın bu anlayışa ihtiyacı var.”

Evet, Yeşilköy’de yapılacak Süryani Kilisesi’nin önü, işte böyle bir Beyoğlu sohbetinde açıldı.

Mevlüt Bey’in bu tavrı, aslında insanlığın barış içinde yaşayabilmesinin en güzel örneğidir...

Keşke dünya bu olgunluğa gelse.

Çavuşoğlu’nun şu sözü de önemlidir:

Bizim mutlaka o kilisenin yapımındaki engelleri kaldırmak için elimizden geleni yapmamız gerekir. Vatikan Büyükelçimizle de konuşalım. Niye? Çünkü biz her türlü inancın birlikte yaşayabileceğine inanıyoruz...”

Gerçekten de oturduğum masaya bakıyorum... Bir inanç zenginliği...

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Beyoğlu Belediye Başkanı Demircan, yanımda Türkiye Süryani Katolik Patrik Genel Vekili Yusuf Sağ, Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav Isak Haleva, Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin, karşımda Patrik Bartholomeos...

Peder Sağ, Mardin’den binlerce yıl öncesinin kültürünü anlatıyor. Sınıf arkadaşı işadamı Zeynel Abidin Erdem...

Az sonra Orhan Gencebay, “Batsın bu dünya”yı neden bestelediğini anlatıyor.

İnanç ve düşünce zenginliği, bir Beyoğlu gecesini, sanki insanlığın bütün inanç iklimlerinden, düşünce renklerinden yapılmış bir tablo gibi aydınlatıyor.

Dikkat ettim, o gece her konuşmacı, barış içinde bir arada yaşama isteğini anlattı.
Hürriyet, Fatih Çekirge, 21.11.2016

ABD İLE İKİNCİ İADE KRİZİ

FETÖ elebaşısı Gülen'den sonra ABD'yle şimdi de Zeugma'dan çalınan mozaiklerin iadesi krizi yaşanıyor.

SANAT MERKEZİNDE SERGİLENİYOR
Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi'nde sergilenen ve MS 2'nci yüzyılın sonuna tarihlenen 'Çingene Kızı'n kayıp kenar bordürleri, 2012'de ABD'de çıktı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, eserlerin Ohio'daki Bowling Green Devlet Üniversitesi'nin Wolfe Sanat Merkezi'nde sergilendiğini belirledi.

BİLİMSEL RAPORLARI YOK SAYDILAR
Mozaiklerin Türkiye'den gittiğini ispatlayan raporlar gönderildi. Üniversite, raporu 'yeterli' görmedi, mozaiklerin yurtdışına yasadışı çıkarıldığını ispatlayan doküman istedi.

Bakanlık, konunun UNESCO'da gündeme getirilmesi için Dışişleri Bakanlığı'ndan talepte bulundu.

MOZAİĞİ KAÇAKÇILAR ÇALDI
'Çingene Kızı' mozaiği, Maenad Villası'nın yemek odasının tabanına ait mozaiğin kaçakçılardan geriye parçaları arasında bulundu.

Milliyet, 21.11.2016

İKİNCİ BAYEZİD'İN HAMDULLAH'A YAZDIRDIĞI EFSANE KUR'AN 513 SENE SONRA YAYINLANDI

Türkiye’de sessiz-sadasız çok güzel işler yapılıyor. İşte, bunlardan biri: Yazma Eserler Kurumu, Türk Hattı’nın İkinci Bayezid döneminde yaşamış olan üstadı Şeyh Hamdullah’ın Topkapı Sarayı’ndaki meşhur Kur’an’ının tıpkıbasımını yayınladı.

Kültür Bakanlığı’na bağlı olan ve başında Prof.Dr. Muhittin Macit’in bulunduğu “Yazma Eserler Kurumu”, Türk Hat Sanatı’nın en önemli ismi kabul edilen ve hayattan 1520’de ayrılan Amasyalı Şeyh Hamdullah’ın 1503’te İkinci Bayezid için yazdığı Kur’an’ın tıpkıbasımını yayınladı. Türk hattatlarının sonraki asırlarda tatbik ettikleri bütün yazı kurallarını içerisinde bulunduran bu eser artık hat meraklılarının ellerinin altında bulunabilecek.



Şeyh Hamdullah Kur’an’ının Fatiha ve Bakara Sureleri’nin yazılı olduğu sayfası

Topkapı Sarayı” denince hatırımıza önce sarayın hazine dairesindeki kıymetli taşlarla işlenmiş tahtlar, meşhur Kaşıkçı Elması, Topkapı Hançeri, zümrüt askılar ve diğer emsalsiz mücevher gelir.

Ama, sarayda az kişinin ve daha ziyade işin erbabının bildiği bir başka hazine daha vardır: Kütüphane...

Bu kütüphanede Hazine Dairesi’ndeki mücevherler kadar kıymetli, hatta bazıları daha da değerli elyazması eserler bulunur. Hükümdarlar tarafından asırlar boyunca servet harcanarak toplanmış olan bazıları minyatürlü bu elyazmalarının çoğu tek nüshadır, yani dünyada başka örnekleri yoktur. Hattından, yani yazısından mürekkebine, kağıdından cildine kadar en kaliteli malzeme kullanılarak hazırlanmış, tezhipleri yani sayfa süsleri o devrin en önemli sanatçılarına yaptırılmış ve sarayın kütüphanesinde yüzyıllar boyunca muhafaza edilmişlerdir.



İkinci Bayezid

HER ÇEŞİT ELYAZMASI
Kütüphanedeki eserler sadece elyazması kitaplardan ibaret değildir, burada en meşhur sanatçıların eserlerinin yeraldığı minyatür albümlerinden “kaatı” ve “tırnak” vesaire gibi sanat eserlerine kadar dünya kadar obje de mevcuttur.

Kültür Bakanlığı’na bağlı olan ve başında Prof.Dr. Muhittin Macit’in bulunduğu “Yazma Eserler Kurumu”, geçtiğimiz günlerde sarayın bu gizli hazinelerinden birini, 15.-16. asır hattatlarından olan ve Türk Hat Sanatı’nın en önemli isimlerinden olan Amasyalı Şeyh Hamdullah’ın 1503’te İkinci Bayezid için yazdığı Kur’an’ın tıpkıbasımını yayınladı.

Kur’an ile birarada olan ve hattat Prof.Dr. Muhittin Serin’in hazırladığı tanıtım kitapçığındaki önsözler de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Kültür Bakanı Nabi Avcı tarafından yazılmış.

Önce, Şeyh Hamdullah’ın kim olduğundan ve hat sanatımızdaki yerinden kısaca bahsedeyim:

Hamdullah, aslen Buharalı olan bir Sühreverdi Şeyhi’nin oğlu idi, Amasya’da doğdu, hattı Hayreddin-i Maraşi’den öğrenerek icazet aldı, şehzadelik senelerinde Amasya’da valilik eden Bayezid’in yakınlarından oldu, Bayezid’in Fatih Sultan Mehmed’in vefatından sonra tahta çıkmasının adından Hamdullah da İstanbul’a yerleşti, hükümdardan büyük saygı gördü, zamanının en büyük üstadlarından kabul edildi ve çok sayıda eser verdi. Yazdığı kırktan fazla Kur’an, dua kitapları, levhalar ile çok sayıda kitabe bugüne kadar geldi.



Hamdullah’ın ketebe, yani imza kısmı (sol sayfada, alttaki kısım): Hattat, “Bu Kur’an’ı saçlarım ağarıp başım titrerken yazdım” diyor

Hattatın yeni padişahla beraber İstanbul’a yerleşmesi, bir yerde Türk hattının da dönüm noktası oldu. O zamana kadar nisbeten sert görünümü olan hat, Hamdullah’ın koyduğu estetik kaideler çerçevesinde yumuşak ve daha zarif bir şekle büründü. Türk Hat Sanatı, Hamdullah’ın çizgisinde devam edip güçlü ve kendine mahsus bir okul halini alırken, İslami yazının o devre kadar merkezi olan Bağ- dat’ın yerine de İstanbul geçti.

HATTATLAR OKÇU İDİ
Eski hattatlar, el becerilerini daha da geliştirebilmek için aynı zamanda okçuluk da yaparlardı, hattatların “Şeyh” kabul ettikleri Hamdullah, aynı zamanda okçuların da şeyhi idi ve sanatkar, Okmeydanı’nda bulunan ve birkaç sene önce restore edilen Okçular Tekkesi’nin şeyhliğinde bulunmuştu.

Hamdullah hayattan 1520’de İstanbul’da ayrıldı ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. Mezarı sonraki asırlarda hattatların sık sık ziyaret ettikleri bir yer olacak ve devrin önde gelen hattatları da Hamdullah’ın yakınına gömülmeyi vasiyet edeceklerdi.

Hamdullah’ın Yazma Eserler Kurumu’nun tıpkıbasımını yayınladığı Kur’an’ı, Topkapı Müzesi’nde, Üçüncü Ahmed kitapları arasında 5 numarada bulunuyor. 36’ya 26 santim eb’adında ve 377 varak olan, henüz piyasaya verilmeyen ve şimdilik sadece protokole dağıtılan Kur’an’ın mükemmel ve muhteşem tezhipleri bundan yine asırlar önce, İkinci Bayezid’in kölelerinden Hasan bin Abdullah tarafından yapılmış.

BAŞI TİTRERKEN YAZMIŞ
Şeyh Hamdullah’ın eseri olan Kur’an’ın en hassas ve okuyanı bir anlığına titreten kısmı ise, eserin “ketebe” denen imza kısmı... Hattat, bu satırlarda “Bu Mushaf-ı Şerifi, İbnü’ş-Şeyh diye bilinen Hamdullah saçları- nın ağarıp başının titrediği yaşlılık günlerinde yazdı. Kerem sahiplerinden kalem hatalarının affını ümid etmektedir” diyor.

Hamdullah’ın tıpkıbasımı yapılan Kur’an’ının özelliği Türk Hat Sanatı’nda asırlar boyunca uyulan kuralları birarada gösteren eserlerin ve Türkler tarafından yazılmış olan Kur’anlar’ın en önemlilerinden biri olmasıdır ve Yazma Eserler Kurumu’nun Başkanı Prof.Dr. Muhittin Macit, yayını meraklıları tarafından uzun senelerdir beklenen bu Kur’an’ın tıpkıbasımını çıkartmakla hat ve kültür tarihimize çok büyük bir hizmette bulunmuştur.

İKİNCİ MAHMUD'DAN 170 SANTİM UZUNLUĞUNDA BAŞSAĞLIĞI MEKTUBU 
İstanbul’da geçtiğimiz günlerde yapılan bir müzayedede diplomasi tarihimiz bakı- mından son derece önem taşıyan ama şimdiye kadar meçhul olan bir mektup satıldı: İkinci Mahmud’un 1816 Aralık’ında Sicilyateyn Kralı Ferdinand’a gönderdiği başsağlığı ve iki memleket arasındaki dostluk ilişkilerinin devamını temenni ettiği bir mektup



170 santimlik taziye mektubu

KANUNİ GİBİ YAZMIŞ
“Başsağlığı mektubu” derken öyle alışılmış yazılardan bahsettiğimi düşünmeyin... Hükümdarın mektubu fermanlarda kullanılan gayet san’atlı bir “divani” yazı ve altın mürekkebi ile kaleme alınmış, uzunluğu da tam 170 santim!

Mektubu, kolleksiyoner dostum Mehmet Çebi satın aldı...

İkinci Mahmud, metnin hemen girişinde kendinden bahsederken asırlar önce ceddi Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği mektuptaki üslubu kullanıyor, yani hakim olduğu memleketleri sıralıyor ve günün imparatorluğunun sınırlarını çiziyor.

SINIRLARI ÇİZİYOR
Hükümdarın sözünü ettiğim ifadesi, günümüzün Türkçesi ile şöyle:

“Ben ki Mekke-i Mükerreme’nin, Medine-i Münevvere’nin ve Kudüs-i Şerif’in, Bilad-ı Selase denen İstanbul, Edirne ve Bursa’nın, Şam’ın, Mısır’ın, Arabistan’ın tamamının, Afrika’nın, Berka’nın, Kayrevan’ın, Halep’in, Arap ve Acem Irakı’nın, Basra’nın, Lahsa’nın, Deylem’in, Rakka’nın, Musul’un, Şehrizor’un, Diyarbekir’in, Dulkadiriyye’nin, Erzurum’un, Sivas’ın, Adana’nın, Karaman’ın, Van’ın, Magrib’in, Habeş Memleketi’nin, Tunus’un, Trablus- şam’ın, Kıbrıs’ın, Rodos’un, Girit’in, Mora’nın, Akdeniz ve Karadeniz ve Cezayir sahillerinin, Anadolu’nun, Rumeli’nin ve özellikle de Bağdat’ın, Kürdistan’ın, Rum’un, Türk’ün, Tatar’ın, Çerkes’in, Ahıska’nın, Gürcü, Kabartay, Deşt-i Kıpçak ve Tatar memleketlerinin, Bosna’nın, Belgrad Kalesi’nin, Sırp Hükümeti’nin kalelerinin, Arnavutluk’un, Eflak ve Boğdan’ın çevresi ile ifade edilmeyen daha nice beldelerin sultanı Gazi Mahmud Han’ım”.

İkinci Mahmud daha sonra Sicilyateyn Kralı Ferdinand’a karısı Kraliçe Maria Carolina’nın vefatından duyduğu üzüntüyü ifade edip taziyede bulunuyor ve memleketleri arasındaki iyi ilişkilerin devamını arzu ettiğini yazıyor.

Hatırlatayım: Sultan Mahmud’un ölümünden duyduğu üzüntüyü yazdığı Sicilyateyn Kraliçesi Maria Carolina, Kutsal Roma İmparatoru Birinci Fransuva ile Avusturya’nın güçlü imparatoriçesi Maria Teresa’nın kızı, Fransız İhtilali’nde idam edilen Kraliçe Marie Antoinette’in ablası idi.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 20.11.2016

AİZANOİ İKİNCİ EFES OLACAK

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Aizanoi antik kentinin dünyada bu ölçekte ve nitelikte ayakta kalmış en büyük Zeus tapınağı olduğunu ifade ederek, “Aizanoi Antik Kenti ikinci bir Efes olmaya aday tarihi sit alanıdır.

Önümüzdeki dönemde buradaki çalışmaları muhtelif etkinliklerle bütün dünyaya tanıtmak için bakanlık olarak elimizden geleni yapacağız” dedi. Bakan Avcı, Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan Aizonai antik kentinde incelemelerde bulundu. Antik kent ve burada yürütülen kazı çalışmaları hakkında ilgililerden bilgi alan Bakan Nabi Avcı, Aizanoi’nin, dünyada bu ölçekte ve bu nitelikte ayakta kalmış en büyük Zeus tapınağı olduğunu söyledi. Antik kentin dünyada ilk borsanın kurulduğu yer olması nedeniyle de önemli olduğunu ifade eden Bakan Nabi Avcı, şöyle konuştu: “Gördüklerimiz kazılabilen yerlerde ortaya çıkanlardır. O dönemin koşullarında çok katmanlı yerleşim olmadığı için bu bölgede çok daha geniş alana yayılan bir yerleşim söz konusu. Zaman içesinde onlar da inşallah gün yüzüne çıkacak. Maalesef biz burasını hem kendimiz yeterince tanımıyoruz hem de dışarıya yeterince tanıtamıyoruz. Oysa ki burası etkili bir tanıtımla çok ciddi bir turistik cazibe merkezi olmaya gerçekten layık bir yer.”
Hürriyet, 20.11.2016

BARAJ SULARI ÇEKİLİNCE 3 ASIRLIK KÖY ORTAYA ÇIKTI

Bodrum'daki Mumcular Barajı'nda yağışların azalmasıyla birlikte su düzeyinin 8 metreye kadar inmesi, baraj sularının altında kalan 3 asırlık Çömlekçi'nin eski yerleşim yerini gün yüzüne çıkardı.



Muğla'nın Bodrum İlçesi Mumcular Mahallesi'nde DSİ tarafından 1991'de yapımı tamamlanan tarımsal sulama ve kullanma suyu amaçlı Mumcular Barajı'ndaki su miktarı, yağışların azalmasıyla 20 milyon metreküpten 2 milyon metreküpe kadar düştü. Yaklaşık 1 milyon 500 bin metrekare yüzölçümüne ve 82 metre derinliğe sahip barajdaki su düzeyi  8 metreye kadar indi. Azalan su düzeyi nedeniyle yaklaşık 300 yıl önce Anadolu'dan göçen Yörüklerin kurduğu Çömlekçi Köyü'nün harabelerini ortaya çıkardı. Geçimini çömlekçilik ve kiremitçilikten kazanması nedeniyle Çömlekçi Köyü adı verilen eski yerleşim yerinde, sular altında kalan kiremit fabrikası, 7 yel değirmeni, han ve su kemerleri görünür oldu. Çömlekçi Köyü ilk olarak, 1955'te bölgenin gölet haline çevrilmesiyle sular altında kaldı, daha sonra bögleye baraj yapıldı. 

    

HATIRALAR CANLANDI
Çırkan Dağı eteklerine taşınan Çömlekçi Mahallesi'nde oturan evli ve 3 çocuk, 7 torun sahibi 76 yaşındaki Celal Yalçın, şunları anlattı:"Çocukluğumuz buralarda geçti. O zaman baraj yoktu. Değirmenler eski baraj ve kiremit fabrikası vardı. Bodrum ve Milas'taki evlerin tamamında bu fabrikadan üretilen tuğla ve çatılarda kiremitler kullanıldı. Yıllar sonra anılar tekrar gözümüzde canlandı."

KAYIT ALTINA ALINACAK
Suların çekilmesiyle gün ışığına çıkan yel değirmeni, tarihi su kemeri, kiremit fabrikası ve han kalıntılarının mutlaka envanter ve kayıt altına alınması gerektiğini belirten emekli arkeolog ve Bodrum Kent Konseyi Tarih Grubu Başkanı Ayşe Temiz ise, şöyle konuştu:"Suların çekilmesiyle ortaya çıkan tarihin bugüne kadar envantere ve tarih bulgularına kayıt edildiğine rastlamadık. Ben de bölgede 50 yıldır çalışma yapıyorum. Buna rağmen ilk kez buna tanık oluyorum. Önümüzdeki hafta Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler ve arkeologlar ile bölgede inceleme yaparak gün ışığına çıkan eserlerin kayda geçirilmesini, Bodrum Kent Müzesi'nde bilgileri ve fotoğrafları ile yer almasını sağlayacağız. Doğa eninde sonunda sahip olduğu değerleri yine insan ile buluşturuyor. Bu eserler bence paha biçilemez. Yörenin kültürünü geçmişini anlatan önemli bulgular."



HATIRALAR CANLANDI
Çırkan Dağı eteklerine taşınan Çömlekçi Mahallesi'nde oturan evli ve 3 çocuk, 7 torun sahibi 76 yaşındaki Celal Yalçın, şunları anlattı:"Çocukluğumuz buralarda geçti. O zaman baraj yoktu. Değirmenler eski baraj ve kiremit fabrikası vardı. Bodrum ve Milas'taki evlerin tamamında bu fabrikadan üretilen tuğla ve çatılarda kiremitler kullanıldı. Yıllar sonra anılar tekrar gözümüzde canlandı."



KAYIT ALTINA ALINACAK
Suların çekilmesiyle gün ışığına çıkan yel değirmeni, tarihi su kemeri, kiremit fabrikası ve han kalıntılarının mutlaka envanter ve kayıt altına alınması gerektiğini belirten emekli arkeolog ve Bodrum Kent Konseyi Tarih Grubu Başkanı Ayşe Temiz ise, şöyle konuştu:"Suların çekilmesiyle ortaya çıkan tarihin bugüne kadar envantere ve tarih bulgularına kayıt edildiğine rastlamadık. Ben de bölgede 50 yıldır çalışma yapıyorum. Buna rağmen ilk kez buna tanık oluyorum. Önümüzdeki hafta Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler ve arkeologlar ile bölgede inceleme yaparak gün ışığına çıkan eserlerin kayda geçirilmesini, Bodrum Kent Müzesi'nde bilgileri ve fotoğrafları ile yer almasını sağlayacağız. Doğa eninde sonunda sahip olduğu değerleri yine insan ile buluşturuyor. Bu eserler bence paha biçilemez. Yörenin kültürünü geçmişini anlatan önemli bulgular."

Milliyet, 20.11.2016

DÜNYA MÜZELERİNDEKİ TÜRK İMZALARI

Dünya müzelerindeki Türkiyeli sanatçıların işleri göğsümüzü kabartıyor. Geçen ay 2007’de hayatını kaybeden Hüseyin Bahri Alptekin’in işleri Londra’daki Tate Müzesi’nin daimi koleksiyonuna kabul edildi. İşte dünya müzelerindeki sanatçılarımızdan mini bir rehber

İstanbul çağdaş sanatın merkezi olma yolunda büyük adımlarla ilerliyor. Çağdaş sanat fuarlarına her yıl yaklaşık yüzde 15 fazla katılım gerçekleşiyor, bienaller ve sergilerle sanat daha fazla gündemimizde oluyor. Son yıllarda ise göğsümüzü dünya müzelerindeki kalıcı koleksiyonlara dahil olan Türkiyeli sanatçılar kabartıyor. "Metropolitan Müzesi'ne girdi", "Tate kalıcı koleksiyonuna dahil oldu" gibi haberleri okudukça Olimpiyatlarda altın madalya kazanmış misali haklı gurur yaşıyoruz. Geçen ay Tate Müzesi 2007 yılında kaybettiğimiz sanatçı, küratör ve öğretim görevlisi Hüseyin Bahri Alptekin'in beş işini birden alınca gözler dünya müzelerindeki Türk sanatçılara çevrildi. Özellikle son yıllarda dünya müzeleri ardı ardına genç ve çağdaş Türkiyeli sanatçıların işlerini almaya başladı. Bugün dünyanın farklı yerlerindeki müzelerde Türkiyeli sanatçıların onlarca işi yer alıyor. Burada hepsini saymak belki olanaksız ama gelin öne çıkanlara bir göz atalım... Hangi müzede hangi sanatçının işi var mini bir rehber yapalım. Böylelikle dünya müzelerini gezerken hangi Türk sanatçılarla karşılaşacağınızı bilmiş olursunuz.

Özellikle son yıllarda dünya müzeleri ardı ardına genç ve çağdaş Türkiyeli sanatçıların işlerini almaya başladı.

ALBERTINA'NIN YENİ ÜYESİ
Çağdaş sanatçı Mediha Didem Türemen'in ağaç baskı eseri ise dünyanın en kapsamlı sanat koleksiyonlaından birine sahip olan Viyana'daki Albertina Müzesi'nin kalıcı koleksiyonuna dahil edildi. Türemen'in eseri müze koleksiyonunun büyük bölümünü oluşturan 'Çizimler ve Baskılar' bölümünde yer alacak. Bu bölüm aynı zamanda Leonardo da Vinci, Picasso, Gustav Klimt gibi geçmişten günümüze birçok sanatçının farklı dönem işlerini barındırıyor.



Mediha Didem Türemen-Albrecht Dürer'e Saygı

ALPTEKİN TATE'TE
2007'de hayatını kaybeden sanatçı, küratör ve eğitim görevlisi Hüseyin Bahri Alptekin'in H-faktörü: Misafirperverlik/Husumet serisinden beş işi Tate Müzesi koleksiyonuna dahil edildi. Frieze Tate Fonu yeni sponsoru WME IMG, 2016 yılı alımı için 150 bin pound hibe etti. Bu hibe karşılığında 10 eser alınması kararlaştırıldı. Dördü Tate küratörü, ikisi konuk küratör olmak üzere altı kişilik jüri ise 10 eserden beşini Hüseyin Bahri Alptekin'in çalışmalarından seçti. Seriden alınan çalışmalar Tirana Palace, Pendion Bombay, Hotel Bagdad, Motel Rio ve Motel Yalta. Alptekin'in bu isimleri ve pano tasarımlarıyla vaat ettikleri yüzeysel hayaller yerine, ancak sefil koşullar sunabilen ucuz otelleri örneklemekte olan bu serisi küreselleşen Museum of Modern Art'ın (MOMA) kalıcı koleksiyonuna dünyaya dair ironik eleştiri sunuyor.



Hüseyin Bahri Alptekin-H-faktörü: Misafirperverlik/ Husumet serisi

METROPOLITAN'DA DOĞANÇAY DÖNEMİ
New York Metropolitan Museum of Art'ın kalıcı koleksiyonuna dahil edilen ilk Türk sanatçı 2012'de Burhan Doğançay oldu. Büyük ustanın Ribbon Mania isimli eserini koleksiyonuna katan müzenin küratörü Dr. Sheila R. Canby "Türkiye'nin en önemli ressamlarından Doğançay'ın ikonik çalışması müzemize büyük değer kattı" dedi. Doğançay'ın eserleri Guggenheim (New York), Victoria & Albert Museum (Londra), Centre Pompidou'nun da (Paris) aralarında bulunduğu 70 müzede sergileniyor.



Burhan Doğançay-Ribbon Mania

ÇEKİL'İN GÜNCESİ MOMA'DA
Museum of Modern Art'ın (MOMA) kalıcı koleksiyonuna dahil olan bir başka isim ise Cengiz Çekil oldu. Bugün de Yaşıyorum isimli eser Çekil'in 1976 yılında her gece uyumadan önce 'Bugün de Yaşıyorum' mührünü bastığı ve tarih attığı bir güncesi. Çekil böylelikle yaşadığı dönemin de portresini çizmiş oldu. Çekil'in yaşadığı döneme tanıklık eden 'soyut bir günce' olan bu eser, aynı zamanda sağ-sol çekişmesi ve terörün gündelik hayatın parçası olduğu dönemde sanatçının kıstırılmış konumuna gönderme yapıyor. 2015 yılında hayatını kaybeden sanatçının işi 2011 yılında müze koleksiyonuna dahil edildi.



Cengiz Çekil-Bugün de Yaşıyorum

AKSAN YUNANİSTAN'DA
Rasim Aksan'ın Untitled ve Untitled isimli eserleri Atina'daki Copelouzos Müzesi'nin kalıcı koleksiyonuna eklendi. Sanatçının Galerist'teki İsimsiz1 başlıklı ilk kişisel sergisinde izleyiciyle buluşan eserlerde Aksan, yağlı boyanın yanı sıra akrilik, kaligrafi mürekkebi, ebru boyasını airbrush tekniğiyle uygulamıştır. Figüratif ve hipergerçekci eserleriyle dikkat çeken sanatçının çalışmaları ağırlıklı olarak görsel bir bombardıman sonucudur.



Rasim Aksan-Untitled

HAMİLE HALİÇ METROPOLİTAN 'DA
Eserlerinde kadınların statüsü ve tüketim kültürü üzerine kafa yoran genç sanatçı Elif Uras'ın Pregnant Haliç II isimli eseri koleksiyoner Öner Kocabeyoğlu tarafından Met'e bağışlandı. Müzenin daimi koleksiyonuna kabul edilen heykeli Uras, İznik Vakfı atölyelerinde SAHA Derneğinin katkılarıyla üretti. Heykel geçen yıl ise ABD'nin Connecticut eyaletinde bulunan The Aldrich Contemporary Art Museum'da sergilenmişti.



Elif Uras-Pregnant Haliç II

ÜÇ FEMİNİST SANATÇI LONDRA'DA
Dünyanın ilk Ulusal Devlet Müzesi olarak 1753 yılında Londra'da kurulan ve altı milyondan fazla ziyaretçisi olan British Museum, İpek Duben, Azade Köker ve Şükran Moral'in birer eserini 2010 yılında daimi koleksiyonuna katmıştı. Her üç sanatçı da eserlerinde cinsiyet, şiddet, savaş, göç gibi kavramları ele almıştı. Ardından 2011 yılında müze İpek Duben'in bir eserini daha daimi koleksiyona kabul etti. Müze, Duben'in 2010 yılında Manuscript X adlı eserini koleksiyonuna eklemişti. Ardından da Refugee isimli sanatçı kitabını ekledi.



İpek Duben-Manuscript X

YALÇINDAĞ İSVİÇRE VE ALMANYA'DA
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden mezun olan Ekrem Yalçındağ'ın Berlin, Münih, İstanbul ve Düsseldorf başta olmak üzere pek çok kentin başlıca galerilerinde sergileri açıldı. Yalçındağ'ın Impressions from the Streets serisinden bir eseri 2013 yılında Museum Haus Konstruktiv Zürih'in kalıcı koleksiyonuna dahil oldu. Kunstmuseum Stutgart ise 2005'te yeni binasına taşındı ve Angekommen başlığıyla müze ziyaretlere açıldı. Yalçındağ'ın Villa Waldberta, Barrock in Istanbul ve 735 isimli eserleri daimi koleksiyon için satın alındı ve müzenin yeni binadaki açılış sergisinde gösterildi.
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 20.10.2016
AHIRIN ALTINDA 15 ASIRLIK SU SARNICI BULUNDU

Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, Nusaybin yolu üzerinde bulunan 3 bin yıllık antik kent Dara Harabelerinde kazı çalışmalarının devam ettiğini bildirdi.

6. yüzyılda Roma Garnizon kenti Dara'nın büyük kısmının köy evlerinin altında kaldığını kaydeden Erdoğan, şöyle konuştu:

"Dara'da kazı çalışmaları devam ettikçe Roma ve Pers dönemine ait eserlerin de açığa çıkmaya devam ediyor. En son yapılan kazılarda Roma döneminden kalma su sarnıcı 18 metre derinliğinde, 15 metre genişliğinde. Burası toprak ile dolmuştu, boşalttık. Yıkılan tabanı Koruma Kurulu Müdürlüğünün projesi kapsamında onarıldı."

"Misafirlerin su ihtiyacı karşılanıyordu"
Roma ve Pers döneminde Mardin'den gelen misafirlerin su ihtiyaçlarının bu sarnıç sayesinde giderildiğini belirten Erdoğan, "Bu sarnıcın ilginç tarafından birisi de şehrin 4 kilometrelik batı kısmındaki surun hemen arkasında kalmış olması. O dönemde Mardin tarafından gelen misafirler şehrin içine alınmasa bile onların su ihtiyaçlarını gidermek için yapıldığını düşünüyoruz." diye konuştu.

Sarnıcın, Ocak 2017'de turizm kazandırılacağını ifade eden Erdoğan, Dara kentindeki kamulaştırma çalışmalarının bitmesi durumunda Türkiye ve Mardin turizmine önemli katkı sunacaklarını vurguladı.
Anadolu Ajansı, Haber: Osman Öksüz, 19.11.2016

DOĞAN KUBAN: BİZDE BABAMIN EVİDİR KORUYAYIM KÜLTÜRÜ YOK İSTANBUL DA BÖYLE GİTTİ

Mimar, restoratör, tarihçi... Değil söyleşmek, karşı karşıya oturmaktan bile onur duyduğum ‘Hocaların Hocası’... 1990’da emekli oldu. O gün bugündür, kendi tabiriyle 24 saat çalışıyor. Yazıyor, üretiyor, anlatıyor. Alanındaki en büyük başvuru kaynaklarından ‘Osmanlı Mimarisi’ adlı kitabı yeniden yayımlanan 92 yaşındaki Doğan Kuban’a, üzerine şiirler yazdığı sevgili İstanbul’unu ve bugünkü mimarlık anlayışını sordum.

İstanbul bir yapılar şehri olmaktan çıktı; artık bir yollar kenti” diyorsunuz. Ne demek yollar kenti olmak?
- Dünya akıldan uzaklaştı çünkü kontrol edilemeyecek kadar hızlı gelişiyor. Teknoloji de çok hızlı. Şehirler ayak uyduramıyor buna. Birçok şehir, çaresizlikten, yapılarını koruyamadı. En basit örnekle başlayalım: İstanbul Belediyesi, 1969’da benden bir koruma planı yapmamı istemişti. İki sene çalıştım onun için. Ev ev, yapı yapı çalıştım. Neleri korumak gerekiyor, tek tek çıkardım.

Ne büyüklükte bir plan bu?
- On bin hektarlık falan. Eski İstanbul küçüktür zaten. Suriçi örneğin, 1440 hektar. İşte Galata, Boğaz kıyıları, Üsküdar, Haydarpaşa, Kadıköy’ü de katınca 10 bin hektar ediyor. Dedim ya, adım adım dolaştık bu plan için. Ama ne kaldı?

Hiçbir şey mi?
- Hiçe yakın. Suriçi hep ahşaptı o zaman. Yedikule, Cerrahpaşa, İstanbul’un en eski, en özgün mahalleleri. Şehri o şehir, İstanbul yapan mahalleler... Bugün aradan 37 sene geçmiş. Benim “Korunsun” dediğimin yüzde 1’i bile yok. Siz anlayın durumu.

Yeni yapılar var. Haliç Köprüsü geçti mesela oradan.
- Haliç Köprüsü’ne gelmene bile gerek yok... Süleymaniye’nin içinden bir şey geçmedi ki. Biz yok ettik. Sadece İstanbul’da da değil. İzmir mesela; orada da bir koruma planı yaptım. Şehrin içinde eski sokaklar vardı. O eski evler... Onlar üstelik Türkiye’nin özgün konut mimarisinin örnekleriydi. Geldiler, yaktılar, otopark yaptılar. Burada da öyle.

Sizin en çok canınızı yakan nerelerin gitmesi oldu?
- Suriçi başta... Boğaz, Üsküdar...

Peki bu yıkımın belli bir dönemi var mı? Bugün mü 2000’ler öncesi mi?
- Dalan döneminde başladı. Sonra artarak devam etti. Ama bu şehir için kilit değişim dönemi Adnan Menderes’in başbakanlığıdır... Kendine özgü, konsantre bir şehirdi İstanbul. Değiştirmeye içeriden başladı Menderes. Vatan Caddesi’ni açarak girdi işe. Açınca da Fatih gitti. 

ESAS İSTANBUL’U ARTIK KİMSE GÖREMEZ
Siz bu 600 bin hektarlık ‘Yeni İstanbul’un ne kadarını gördünüz?
- Çoğunu gördüm ama görsem ne olur; tanımıyorum ki. Zaten burada oturanlar da tanımıyor artık şehri.

İstanbullular, İstanbul’u bilmiyor mu?
- İstanbullu yok artık. Çünkü İstanbul yok. Rize’den, Sivas’tan gelmiş ama İstanbul’u görmemiş ki.

Yapmayın Doğan Bey, şimdi de insanların görmeye, tanımaya çalıştığı koca bir şehir var.
- Hayır, esas İstanbul çok küçük. Kimse göremez artık onu.

Neden göremez?
- Çünkü İstanbul sokaktır, mahalledir. O İstanbul artık yok.

İstanbul’daki çocukluğunuza dair yazdığınız şiirlerde, lüfer avına çıkmaktan, bostanlarda dolaşmaktan bahsediyorsunuz. Bu mudur kastettiğiniz?
- İşte onların hiçbiri kalmadı artık.

Şimdi bambaşka bir İstanbul yok mu? Bugün üniversiteden mezun olsanız; lüfer avına çıkmasanız bile İstanbullu hissetmez miydiniz yine de?
- “İstanbulluyum” demezdim. Çünkü tecrübe edemiyor olurdum İstanbul’u. Bakın, İstanbul dediğimiz İstanbul artık yok. 1949’dan beri Anadoluhisarı’nda oturuyorum. Ben 1990’a kadar okuluma, işime vapurla gittim geldim. Ama şimdi çık buradan, in iskeleye, “Vapur var mı” diye sor. “İki saat sonra” derler. Halbuki eskiden, boş bile olsa, Şirket-i Hayriye gider gelirdi Boğaz’da. Bir Osmanlı geleneğidir.

Yeni vapurları gördünüz mü peki?
- Çok çirkin bir şey o. Nedir o canım. Hapishane gibi içi. 

100 BİN CAMİ YAPTIK, HEP KOPYA

Bir makalenizde Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii’nin önünden geçerken yaşadığınız hayal kırıklığından bahsediyorsunuz. Sonradan hiç içine girdiniz mi caminin?
- Ne girip göreceğim; hepsi birbirine benziyor. Öyle camilere ‘Sinan’ ismini vermek Mimar Sinan’a hakaret zaten. Sinan çok yetenekli bir adamdı. Selimiye Camii örneğin, o tür kubbeli yapıların en güzelidir; geometrisi mükemmeldir. Şimdikiler hep kopya. Bu da utanç verici. Yahu 100 bin cami yapıldı Türkiye’de... Bütün Osmanlı camilerini toplasan 100 bin etmez. Ama bizdekilerin hepsi kopya.

Bu kadar çok cami yapıldı; neden gelişmedi peki bizde cami mimarisi?
- Gelişmedi çünkü İslam politikasının yaşaması için dünyaya uyması lazım. Mimaride de elbette...

Vedat Dalokay’ın İslamabad’da yaptığı camiden övgüyle bahsediyorsunuz; çağdaş bir örnek olarak. Bir Türk mimar, neden aynı camiyi bizde yapamıyor?
- Yaptırmıyorlar çünkü. Yaptırmadılar da. Ama tekrar söyleyeyim, dünyada en güzel modern camiyi Vedat Dalokay yaptı. Butto yaptırdı. Dalokay, Ankara’da ‘Kocatepe Camii’ için açılan yarışmayı da kazanmıştı. Kocatepe’de yaptırılmayan cami, İslamabad’da yapıldı işte. Eskilerin taklidi değildi; yorumuydu. Ben de girmiştim o yarışmaya.

Siz cami yaptınız mı?
- 1962’de bizim mektebin diploma projesi olarak cami yaptım. Tüm öğrenciler yaptı. O kadar güzeldi ki hepsi. O camiler inşa edilmiş olsaydı, biz bugünkü mimariyi çoktan aşmış olurduk.

Ama o mimarlar da sonradan cami yapmışlardır muhakkak; onların hiç kusuru yok mu bu kopya mimari anlayışta?
- Hayır, onlar cami yapmadı.

Kim yaptı peki?
- Bizde camileri kalfalar yapıyor.

Hiç mimar eli dokunmuyor mu?
- 1950’lerde falan mimarlar da yapardı, öyle hatırlıyorum. Tabii mimar camisi deyince, Ortaköy Camii var örneğin. Balyanların yaptığı. Tophane’ye kadar o kadar cami var. Hepsi şimdikilerden güzel.

Karacaahmet’in içindeki cami var. Şakirin. Ondan övgüyle söz ediliyor; güncel bir örnek olarak.
- Evet, güzel o... Üsküdar’da, İlahiyat Fakültesi’nin camii de güzel.

Bugün Çamlıca’da inşa edilen cami?
- O konuşulmaya değmez. Sultanahmet’in kopyası. Zaten orası yanlış seçim. Cami, cemaat uğradığı zaman olur. Dağa tepeye cami yapılmaz. Anadolu’yu dolaşın, bulamazsınız.

OSMANLI’DA DA TARİH BİLİNCİ YOKTU
Sizin mimari açıdan en beğendiğiniz şehir neresi?
- Viyana. Berlin çok güzel değildir ama düzenlidir; severim. Ben Paris doğumluyum. Şehrin merkezi, hala ilk hatıralarımdaki gibidir. Bazı yerleri onlar da bozdular çaresizlikten ama her şeye rağmen 60 sene evvel ne gördüysem şimdi de aynısını görürüm. Varşova sonra; bozulan yıkılan ne varsa, aslına uygun restore ettiler. Biz burada olanları kendimiz yok ettik.

Varşova, restorasyon konusunda ideal şehir sanırım.
- İşte o ideal ancak tarih bilinciyle mümkün. Ama kendimizi kandırmayalım! Bu bilinç bizde eskiden de yoktu. Padişah bile babasının yaptırdığı evi yıkar, kendisininkini yapardı. Yıka yıka giderdi. Topkapı Sarayı da buna dahil. Göçerliktir bu.

İktidarlar da böyle mi davrandı?
Sadece politikacılar değil. Halk da korumadı. “Babamın evidir, koruyayım” diye bir kültürü yok.

Bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
- Bugün bitmiş; seksen milyonluk bir nüfusu idare edecek bir kültür yok toplumda. Başta kim olursa olsun... 200 küsur üniversite var ama hoca yok. Cehalet kubanı olarak devam ediyoruz

Biraz karamsarsınız sanırım Doğan Bey.
- Karamsar olamam ben. İyimser sayılırım aslında. Tarihçiyim. Çok daha kötü dönemlerden geçtik. Amerika da geçiyor bakın. Trump var orada da.

Ama “Batı teknoloji üretiyor hiç değilse” diyorsunuz bir yandan da.
- Evet, dünyayı kurtaran o. Ama uygarlığı değil. Uygar dediğin silah da üretiyor.

Peki bugün en çok kullanılan şey olan cep telefonları ilginizi çekiyor mu?
- Ne getiriyor sana? Google falan, bilgi getirmiyor. Ansiklopedilerde on sayfa varsa, burada iki satır var.

Ama bilgiye ulaşımı çok hızlandırdı?
- Ama insan beyni makine gibi düşünmez ki... Cehaletin yok olduğunu sandığın bir devirde bir başka cehalet yerleşiyor. Düşünmeyi otomatikleştiren bir şey. “Düşünme!” demek zaten o. Sabahtan akşama kadar telefon elde. Elin uzantısı. O insan düşünemez.

Bana enteresan gelen bir fikriniz var. İstanbul’u baştan aşağı boyamalı diyorsunuz...
- Beton çünkü. Renk koyarsan değişir. Farklılaşır. Benzerlik gider.

Ne renge boyamalı peki İstanbul’u?
- Kırmızı, sarı, mavi...Bakın, İstanbul’un içi renkliydi. O ahşap evler hep boyalıydı.

Kuzguncuk biraz öyle şimdi sanki?
- İşte kısmen korundu Kuzguncuk. O yüzden öyle. Eski İstanbul’dan bahsediyorum zaten. Maslak’ı da boyayın demiyorum.

VASATIN TEMSİLCİSİ TRUMP
“Türk mimarisinin yapıtaşı konuttur” dersiniz. Bugünkü konutları nasıl değerlendirirsiniz? TOKİ örneğin, her geçen gün daha çok ev yapıyor.
- Bizim mimarimizle ilgisi yok onların. Halbuki o konut, Osmanlı döneminde bizim dünya kültürümüze hediyemizdi. Osmanlı’nın en iyi yaptığı şeydir hatta. Bahçesiyle, avlusuyla... Belli bir mimari kalitedeydi. Yaşamı daha güzel kılardı. Bugün o kalitede bir evde yaşamıyoruz.

Şehrin civarındaki uydu kentler ‘kalite’ konusunda çok iddialı. Üstelik ‘akıllı ev’ler üretiliyor.
- Akıllı ev dediğin teknoloji sadece. Estetik olup olmadığı şüpheli. Tasarım kötüyse akıl mühim değil. Bir de çok pahalı ve uzak. “Havaalanına beş dakika” diyor reklamında. Neden? Her gün havaalanına mı gidecek, işine mi gidecek orada oturan?  Ama satış olayı her şeyi değiştiriyor.

Nasıl?
- Entelektüel içerik yerine çarpıcı bir şey öneriyor reklamlar. Bugün teknolojinin tanımladığı bir insan var. Vasat bir insan bu. Uygarlıkla alakasız; gündelik olanın tanımladığı insan. Vasatlık her yerde. ABD’deki Trump, bu insanın temsilcisi.

TOPÇU KIŞLASI GÜZEL DEĞİLDİ

İstanbul’da en beğendiğiniz mimari eser hangisi?
- Çok var. Süleymaniye Camii, Sokollu Camii, Mağlova Kemeri, Kanuni Türbesi... Sinan’ın eserleri hepsi tabii.

Birini seçseniz...
- Sinan’dan en çok Selimiye’yi severim. İstanbul’da ise Sokollu Camii.

En beğenmedikleriniz?
- Gökdelenlerin hemen hepsi. Çünkü yapmayı bilmiyorlar.

Siz İstanbul’da en çok hangi semtleri seversiniz?
- Boğaz’ı severim en çok. Anneannemin evi Cerrahpaşa’daydı; eski ahşap evler, mahalleler... Yazdığım İstanbul’u gerçekten gördüm ben. O eski konakların içinde yaşadım, onları bildiğim için severim.

Türkiye’de en beğendiğiniz yerler?
- Safranbolu... Kurtarabildik çünkü. Urfa, Antep, Diyarbakır da çok güzeldir...

Köy var mı iyi örnek olarak gösterebileceğiniz?
- Kasaba daha rahat söylenebilir. Kastamonu’dakiler, Amasya’dakiler... Sonra Tokat’ın eski mahalleleri... Birgi’nin, Ödemiş’in de köyleri güzeldir. Ahşap konutları olan bütün şehirler, kasabalar güzeldir. Batı ve Kuzey Anadolu’dakiler... Orman olması lazım. Orman içindeki köyler, tüm o ahşap işçilikleriyle etkileyicidir.

Tartışılan bir eser sorayım. Gezi Parkı’na inşa edilmek istenen Topçu Kışlası?
- Kopya bir binadır o, kötüdür. En güzel kışla Kuleli’dir. Selimiye büyüktür ama

güzel olan Taşkışla’dır... Kandilli de semtini güzelleştirmiştir.

Beştepe Külliyesi’ni beğendiniz mi?
- İlgilenmedim. Mimar olarak iyi isimlerle çalışmıyorlar. Çok değerlendirilecek bir şey değil. Zaten orada mesele, yeşili yok etmiş olmak.

İSTANBUL VE TÜRKİYE NASIL KURTULUR?
İstanbul’da yeni plan yapılabilir mi? Nasıl kurtulacak İstanbul?
- İstanbul’da artık plan yapılamaz. Dünyada da bu kadar büyük şehri planlayamazsınız. Bu kadar araba geçer, şu kadar bina, mektep, yeşil alan gerekir... Sayı bile sayamıyorsun şimdi, ekonomi istismara dayalı, bu veriyi kim toplayacak? Uzman mı getirecek tepedekiler? Öyle olsa bile kendilerine “Evet” diyeni getirecekler. Oysa harekete geçilmezse İstanbul batıracak Türkiye’yi.

Ne yapmalı peki?
- Çareyi Anadolu’da aramalı. Anadolu şehirlerini, sanayi ve eğitimle cazibe merkezi haline getirmeli. 20 kadar şehrin nasıl merkez haline getirilebileceğini bir tasarı haline getirdim zaten.

Nüfus oraya mı kayacak yani?
- Evet ama çevresinde yeni kültürel alanlar da gelişecek. Nüfusları da asla bir milyonu geçmeyecek. Doğru bir sistemle çağırırsan, insanlar oraya gider. Tarlalar boş.

ARTIK GÖÇE GEREK OLMASIN

Doğan Kuban’ın Anadolu’da Sanayileşme tasarısı

** Bu sanayi  merkezleri güneydoğu-kuzeybatı ve güneybatı-kuzeydoğu aksları  üzerinde, başkentte buluşan bir ulaşım sistemi içinde yer almalı.

** Kentlerin seçiminde amaca en çabuk varma potansiyeli  kuşkusuz önemli olacaktır. Sanayi altyapısı, öğretim altyapısı, ulaşım, tarımsal  potansiyel, yöresel gelir,  çevresel  zenginlik,  tarihi  miras  temel  verilerimiz.

** Üniversite ile sanayi  arasındaki işbirliğinin  yaratacağı  ekonomik güç ve kültürel sinerji  ile yöre halkı uluslararası uygarlığın bilinçli üyeleri olacak.

** Türk halkı teknoloji ithal etmekten teknoloji kullanmaya geçişi böyle gerçekleştirebilir.

** Bu tasarı Anadolu’da fabrika kurmak değil,  yurt yüzeyine yayılan  bir sanayileşmeyi  öngören ve  onun  çevresinde  gelişecek bir uygar  yaşamı hedefleyen bütüncül bir  kalkınma projesi  taslağı  ve önerisidir.

** Eğer Türkiye böyle bir program gerçekleştirebilirse, ulusal  gelirini, 2025’e kadar 15 bin dolar  düzeyine çıkarabilir. Ulusal gelirin yüzde 10’u, 20 yılda bunu başarabilir.

** Böylece megalopolislere göç etmeye de gerek kalmayacak.

AKM’NİN MİMARLIK TARİHİNDE YERİ VAR

Başbakan Yıldırım, geçen hafta Sepetçiler Kasrı’ndaki ‘Mimarlar Buluşması’nda imar rantına medeniyetimizin yenik düştüğünü söyledi. Nasıl değerlendirirsiniz?
- Sayın Başbakanımızın bu düşüncesine katılıyorum. Bunun nedeni Türkiye sanayileşmesinin gerçekleşmemesi ve ekonominin bütün etkinliğinin yapı sanayii üstüne yoğunlaşması. Son 50 senede yapılan binlerce cami; Sinan’ın büyük mimari üslubunun küçük boyutlu yozlaşmış, kötü taklitlerinden ibaret. Bir de artık ortada hiç kalmayanlar var.

Nedir onlar?
- Ahşap konutlar. Özellikle 17’nci yüzyıldan sonra İstanbul’da inşa edilen eşsiz yapılar inşaat furyasına kurban oldu.

Yıldırım; “Atatürk Kültür Merkezi... Ne özelliği var o binanın” diye de sordu. Biz de size sormak isteriz, ne özelliği var AKM’nin?
- Türkiye mimarlık tarihinde özel bir konumu var bu binanın. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 1940 ve 50’li dönemi mezunlarının,
Cumhuriyet’in mimarlık gelişmesinde ‘İkinci Ulusal Dönem’ denilen Neo-Osmanlı üslubuna tepki olarak ürettikleri  ilk modernizm tasarımlarındandır.

AKM hakkında Erdoğan oraya ‘barok tarzda opera binası’ yapmak istediklerini söylemişti. Neden barok?
- Bana komik geliyor. Bugün dünyada barok yapan mı var? Bugün dünyanın ‘barok’u Zaha Hadid’in yaptığı modern işlerdir. Dekoratif bir şeydir barok. Biz yaptık zaten baroku bol bol. Devri geçti.

EN TEHLİKELİ ŞEY İNŞAATÇILIK

Şehircilik açısından bugünü nasıl görüyorsunuz?
- Bugün şehrin para getiren bir şey olduğu anlaşıldı. Türkiye’nin işadamları o yüzden sanayici değil müteahhit oldular. Bu çok tehlikeli bir şeydir.

Neden tehlikeli?
- Çünkü inşaatçı bir şey üretmez aslında. Arkasında entelektüel bir gelişme yoktur. Tabii başka hiçbir şey bilmeyen bir halk için iş sağlar. Halkın karnı doyar. Kendisi için de büyük kar vardır.

Bugünkü büyük projeleri nasıl değerlendirirsiniz?
- Açıkçası çok ilgilenmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim: İktidarda olan adam en çok parayı nerede kazandığına bakar. Şimdi toprak para getirdikçe, ekonomiyi çok basit bir işleme, inşaata indirgiyorlar. Eğitime, araştırmaya para ayırmıyorlar. Gerekli mühendis de sanayici de yetişmiyor. Mevcut durumu istismar ediyorsunuz, halkı da istismar ediyorsunuz aslında. Cahil bir halk, iş yapıp para kazanmış oluyor. Bu kadar.

TATİLDE 800 SAYFA YAZDIM

** Ben 24 saat çalışırım. Çünkü muntazam uyuyamam. O  yüzden de çalışırım hep. Bununla birlikte; düzenli bir programım yoktur. Birisi, “Sana geleceğim” derse, “Tamam, gel” derim. “Başka yere gidelim” derse “Haydi gidelim” derim. Geriye kalan zamanlarda da çalışırım. Bir de çok hızlı yazarım. Tatilde 800 sayfa yazdım mesela. Her yerde yazarım. Yatakta bile. Elle de yazarım, bilgisayarda da. İki tane elma var bende (‘Apple’ı kastediyor) ama daktilo diye kullanırım. E-mail kullanmanın kolay olduğunu biliyorum ama pek girmedim. 

** Çok yürürüm ben; hep yürüdüm bugüne kadar. Ama bu şehirde yürünmüyor artık. İzmir yakınlarında 20 dönümlük bir çiftlik var. Deniz kenarında, içinde 400 ağaç... Patikalar yaptırdım ağaçların altında. Taşları ayıklattırdım. Yumuşak toprak kaldı sadece... Orada yürüyorum.

İŞE GİTMEK İÇİN ÜÇ SAAT YOL YAPMAK ÇAĞDAŞLIK DEĞİLDİR
İstanbul tam olarak ne zaman yaşanmaz hale gelir?

- Şimdi. Günde yolda üç saat kaybediyorsan, kaç para kaybediyorsun? Hesapla. Sonra üretim azalıyor... Şehri kirletiyorsun. Hayat kalitesi gidiyor. Çağdaşlık mı bu? Şehir hayatı böyle değildir. Geri kalmış şehirler böyledir. 20 milyonluk şehir kalmadı dünyada. Hindistan’da, Meksika’da var sadece.

Hürriyet, Haber: Yenal Bilgici, Fotoğraf: Emre Yunusoğlu, 19.11.2016

KASTAMONU'DA PAFLAGONYA DÖNEMİNE AİT MEZAR ODASI BULUNDU

Kastamonu'nun Daday İlçesi Kayı Köyü'nde daha önce defineciler tarafından tahrip edilen alanda, tarihte 'Paflagonya' olarak geçen bölgede yaşamış soylu bir kişiye ait olduğu tahmin edilen mezar odası bulundu.



Geçen yıl definecilerin iş makinesiyle tahrip ettiği alanda Kastamoun Müze Müdürlüğü'nce kazı çalışması başlatıldı. Kazılarda, 22 metre çapında, 5 metre yüksekliğinde mezar odası bulundu. Vinç yardımıyla düzenlenen tarihi mezarın Paflagonya dönemine ait olduğu belirlendi. Kazı Danışmanı, Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şahin Yıldırım, bölgede ilk kez  Paflagonya dönemine ait bir eserle karşılaştıklarını söyleyerek şöyle konuştu:



"Bu bizim için çok önemli. Çünkü bölgenin arkeolojisiyle ilgili elimizdeki bilgiler kısıtlıydı. Yaklaşık 2 bin 200 yıllık böyle bir anıt mezarla karşılaşmak bizleri de çok şaşırttı. Mezar anıtını tümülüs olarak da adlandırabiliriz. Tümülüs şeklindeki mezarların İtalya'da Romalılar tarafından sıklıkla kullanıldığını biliyoruz. Bu anıtın MÖ 2'nci yüzyılda yapıldığını düşünüyoruz. Mezar taşlarının numaralandırılmış olduğunu görüyoruz. Taşların birbirine tutturulması içinde demir kenetler kullanmışlar, ayrıca doğal afetlerde taşların sağlamlığını sağlamak için kurşun akıtıldığını da tespit ettik. Her taş birbirinden çok farklı. Vinçlerle kaldırdığımız taşların 8.5 tona kadar ulaştığını tespit ettik."

  

Definecilerin tahrip ettiği mezarı yeniden düzenlediklerini ifade eden Yrd. Doç.Dr. Yıldırım, "Arazi çalışmalarını tamamlamak üzereyiz. Restore çalışmalarımız devam edecek. Çevre düzenlemelerinin ardından buranın turizme açılması planlanıyor" dedi.
Milliyet, Haber: Ayhan Acar, 18.11.2016

SELÇUKLU VE OSMANLI'DAN MİRAS KALAN ÇEŞMELER ONARILIYOR

Kütahya'da Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma çeşmeler Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından onarılıyor.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü (OGM), Kütahya'daki ormanlık alanlarda, Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma kültürel miras olan çeşmeleri onarıyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada, çalışmalarla yolcuların su ihtiyacını karşıladıklarını belirtti.

Eroğlu, "Yol kenarında bulunan çeşmeler daha güzel ve dikkat çekici halleriyle hizmet verecek. Domaniç, Simav ve Emet'teki 3 çeşmenin onarımı tamamlandı. Emet ve Kütahya'da 3'er, Gediz, Simav ve Tavşanlı'da 2'şer olmak üzere toplam 12 çeşmenin onarımında ise sona yaklaşıldı." ifadelerini kullandı.

Çeşmelerin virane halden göz alıcı güzelliklerine kavuşacağını vurgulayan Eroğlu, şunları kaydetti:

"Böylece ormanlarımızı gezmeye gelen vatandaşlarımız daha güzel manzarayla buluşacak. Üstelik toplam 15 çeşmenin onarım maliyeti cüzi bir rakam olan bin 900 liraya yapılıyor. Şimdiden vatandaşlarımıza hayırlı olsun."
Akşam, 18.11.2016

TARİHİN KÜLTÜREL MİRASI: ARSLANTEPE

Anadolu topraklarının zengin tarihi kültürünü yansıtan, ilk şehir devletinin kurulmasına sahne olan Malatya'daki Arslantepe Höyüğü, duvarlarına renkli figürler işlenmiş kerpiçten sarayı, 5 bin 500 yıllık geçmişe sahip tapınağı, kılıç ve mızraklarıyla tarihe ışık tutuyor.

Fırat Nehri'nin batı kıyısında, Malatya'ya 7 kilometre mesafedeki Arslantepe, yüksek tarım potansiyeli, sulak alanları ve nehrin taşkınlarından korunan yapısı sayesinde binlerce yıl insanoğluna kucak açmış tarihi mekanlar arasında bulunuyor.

Milattan önce 5 binli yıllara dayanan Geç Kalkolitik dönemden Demir Çağı'na kadar geçen tarihsel sürecin buluntularına rastlanan Arslantepe, Hitit'lerden Roma ve Bizans'a kadar pek çok medeniyetin de izlerini saklıyor.

Yapılan kazı çalışmalarıyla Geç Hitit Dönemi'ne ait, girişinde aslan heykelleri ve devrilmiş bir kral heykelinin bulunduğu höyük, yağmur drenaj hattı gibi altyapısı bulunan kerpiçten sarayı ve 2 bini aşkın mühürle ilk şehir devletinin yapılarını ortaya koyuyor. Duvarlarında gücün tasvir edildiği renkli figürler ve işlenmiş rölyef levhalarla erken devlet sisteminin izlerini barındıran Arslantepe'de Mezopotamya ile benzerlik gösteren çok sayıda çanak ve çömlekler de kazılardan çıkan eserler arasında yer alıyor.

Bakır, kurşun, gümüş, altın ve alaşımlarından oluşan metal eserlerin de bulunduğu höyükte, önemli bulgular arasındaki 12 mızrak ile 3'ünün kabzası gümüş, bezemeli 9 kılıç da silah kullanımının ilk örneklerini göstermesi bakımından döneme ışık tutuyor. 

Önemli bulgulara ulaşıldı
Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, Arslantepe'de geçmişten bu yana yürütülen kazı çalışmalarında önemli bulgulara ulaşıldığını belirtti.

Bulunan eserlerin ve ortaya çıkan sarayın insanlık tarihindeki ilk yerleşik devlet hayatını, cilalı taş devrinden demir devrine geçişi ve demir devrinden demirin silah olarak kullanılması gibi önemli bulguları ortaya çıkardığını kaydeden Gürkan, yine ilk ambar sisteminin oluşturulması, kerpiç saray ve bürokratik yapının oluşturulmasıyla ilgili sürecin de kazılarla gün yüzüne çıktığını ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Tuba Karahan, 16.11.2016

JANDARMA KAÇAK KAZI BASKININDA LAHİT MEZAR ELE GEÇİRDİ



Karaman'da jandarma ekiplerince düzenlenen kaçak kazı baskınında 4 kişi gözaltına alınırken, Roma dönemine lahit mezar ile milattan önce 2 bin yılından kaldığı tahmin edilen çift kuplu bir testi ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, Karaman Müze Müdürlüğü ekipleri, merkeze bağlı Eğilmez Köyü Karadağ eteklerinde bazı kişilerin izinsiz olarak define aradığı yönünde duyum alması üzerine jandarmadan yardım istedi. Bunun üzerine müze görevlileri jandarmayla birlikte kazı yapılan alana operasyon düzenledi. Yapılan operasyonda S.B., Y.D., M.O. ve A.C. isimli kişiler gözaltına alındı. Şahısların kazı yaptıkları alanda kepçe ile arama yapan ekipler, milattan sonra Roma dönemine ait ve 3-4. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen dört kenarı insan başı figürlü açılmamış lahit mezar ile milattan önce 2 bin yılından kaldığı tahmin edilen çift kuplu bir testi buldu. Ele geçirilen lahit mezar bulunduğu yerden alınarak Karaman Müzesine getirildi. Lahit mezar ile ilgili incelemeler devam ediyor. Baskın sonucu 4 kişi gözaltına alınırken, kazıda kullanılan malzemeler ile iki adet ruhsatsız av tüfeğine de el konuldu.

Öte yandan, yetkililer ele geçirilen mezarla ilgili bakanlığa bilgi verdiklerini gelecek sonuca göre açıklama yapacaklarını ifade etti.
haberler.com, 28.10.2016


13 - 19 Kasım 2016
KONYA'DA İZİNSİZ KAZI İDDİASI

Konyada kar maskeli 26 yaşındaki Bayram A. ile 35 yaşındaki Saffet U., kullanılmayan 4 metre derinliğindeki sarnıcın içinde yaklaşık 4 metre tünel kazıp define ararken yakalandı. Olay, merkez Meram İlçesi Gödene Mahallesi'nde boş bir arazide kullanılmayan sarnıçta meydana geldi. Çevredekiler sarnıca ellerinde kazma kürekle kar maskeli kişilerin girdiğinin görmesi üzerine polise bildirdi. Araziye gelen polis, sarnıcın yanında Bayram A.'yı yakaladı. Bu sırada polisin geldiğinden habersiz olan sarnıcın içinde kazma ve kürekle tünel kazıp define arayan Saffet U., sarnıcın kuyusundan yukarı çıktı. 2 kişi polis tarafından gözaltına alındı.

Polis, içeride başka birilerinin daha olabileceği ihtimali üzerine AFAD ve itfaiye ekiplerinden yardım istedi. AFAD ekipleri, halatlarla sarnıca ve definecilerin kazdıkları tünele girip incelemede bulundu. Yapılan incelemede başka bir kişiye rastlanılmazken, kazıda kullanılan kazma ve kürek ele geçirildi. Polis, gözaltına aldığı Saffet U.'ya "Sen buradan nasıl çıktın?" diye sorması üzerine "Biz çıkarız komiserim" demesi dikkat çekti. Gözaltına alınan şüpheliler ifadelerinin ardından serbest bırakılırken, haklarında başlatılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan idari para cezası uygulanacağı öğrenildi.
Merhaba Haber, 18.11.2016

ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS PROJESİNE İKİNCİ ÖDÜL

Yüreğir İlçesi'nde tarihi 7 bin yıl öncesine dayanan ve Lokman Hekim'in bulduğu ölümsüzlük ilacını Ceyhan nehrine düşürerek kaybettiği rivayetiyle ünlü Misis antik kentinde gerçekleştirilen kazı ve restorasyon çalışmaları, Tarihi Kentler Birliği tarafından ödüllendirildi.



Tarihi Kentler Birliği ile Çevre ve Kültür Vakfı (ÇEKÜL) işbirliğiyle, 2015'te 'Ölümsüzlük Şehri Misis Projesi' ile ödüllendirilen Yüreğir Belediyesi, bu yıl Misis Antik Kenti Projesi ile 'Proje, Uygulama ve Süreklilik' dalında birinci oldu. Ödül töreni Antalya'da düzenlenen YAPEX Fuarı'nda gerçekleştirildi.

Misis'in restorasyon ve kazı çalışmaları nedeniyle layık görüldüğü ödülü, Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan aldı.



Ölümsüzlük Şehri Misis Projesi'nin çok yönlü devam ettiği ve bölgede bulunan tüm tarihi yapıların özgün yapısına kavuşturulduğunu anlatan Mahmut Çelikcan, Kervansaray restorasyonu ile Lokman Hekim Camii rekonstrüksiyon çalışmaları devam ederken Roma dönemine ait 2'nci ve 3'üncü yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ve 1970 yılına kadar kullanılan iki su değirmeninin de restore edilip, eski özgün yapılarına kavuşturulacağını söyledi.



Arkeolojik kazıların devam ettiğini belirten Yüreğir Belediye Başkanı Çelikcan, 'Ölümsüzlük Şehri Misis' adının nerden kaynaklandığını şöyle açıkladı:



"Kazıyla ilgili değil ama rivayet odur ki Lokman Hekim'in çok ve çeşitli doğal bitkilere sahip bölgede ölümsüzlük reçetesini bulduğu, ancak Ceyhan nehrine düşürdüğü yönünde. Ceyhan nehri de Misis Antik Kentinin yanı başında. Türkiye ve Adana için önemli bir nehir ve biz de oradan esinlenerek adını 'Ölümsüzlük Şehri Misis' koyduk. Bu isimle projemizde kazı ve restorasyon çalışmalarımızı sürdürüyoruz."



7 BİN YILLIK TARİHE SAHİP
Başkan Mahmut Çelikcan, kazı ve restorasyon çalışmalarının, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokol kapsamında Yüreğir Belediyesi koordinatörlüğünde Adana Arkeoloji Müzesi, Roma İtalyan Ulusal Araştırma Merkezi ve Pisa Üniversitesi işbirliğinde 2012'den beri yapıldığını kaydetti. Kazı çalışmalarının ikinci yılında bölgede kervansaray, cami ve su değirmenlerinin restore edildiğini anlatan Çelikcan, "Misis şehrinde kazı çalışmalarına başladığımızda rivayetler 3 bin yıllık bir tarihi olduğu yönündeydi, ancak kazılar devam ettikçe gördük ki burada çıkan buluntular bize Hitit dönemine kadar bir ışık tuttu ve 7 bin yıllık bir tarihi olduğu ortaya çıktı" dedi.

ULUSLARARASI PLATFORMLARDA TANITILIYOR
Projenin sürekliliği adına bu ikinci ödülü aldıklarını ve mutlu olduklarını belirten Çelikcan, "İnşallah daha farklı ödüller de bekliyoruz, özelikle uygulama alanında. Çok müthiş bir tarihi zenginlik var. Biz Yüreğir'i sadece Türkiye'de değil, tarihi ve doğal güzellikleriyle dünyaya tanıtacak bu projeyi yürütüyoruz. Değişik uluslararası platformlarda da bu proje tanıtılıyor. Bu ödüller tabii ki moral motivasyonumuzu artırıyor. Burada turizm, kültür ve sosyal açıdan önemli bir destinasyon olacağını düşünüyoruz" diye konuştu.






Akşam, 17.11.2016
KUKULKAN PİRAMİTİ'NİN İÇİNDE ÜÇÜNCÜ BİR YAPI KEŞFEDİLDİ

Meksika’da Maya uygarlığı tarafından inşa edilen Kukulkan Piramidi’nin içinde üçüncü bir yapı daha keşfedildiği açıklandı.

Uzmanlar El Kastillo olarak da bilinen piramidin ilk hali olduğu düşünülen bir yapıya ulaşıldığını açıkladı.



Piramidin içinde ikinci bir piramit olduğu 19'ncu yüzyılın başlarında keşfedilmişti. Ancak arkeologların yeni yapıyı keşfinin ardından piramidin 3 aşamalı olarak inşa edildiği ortaya çıkmış oldu. Uzmanlar piramidin Rusların iç içe geçen matruşka bebekleri gibi olduğunun anlaşıldığını söyledi.

Bölgedeki en küçük piramidin milattan sonra 550 ile 800 yılları arasında yapıldığı biliniyor. Bu keşfin bölgede yaşayan ilk halkların yaşamı hakkında birçok sırrı da ortaya çıkarabileceği düşünülüyor.


Akşam, 17.11.2016
GÖBEKLİTEPE VE APHRODİSİAS DÜNYA MİRASI LİSTESİNE GİRECEK

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Bakanlığının 2017 yılı bütçesi üzerine yaptığı sunumda, Göbeklitepe ve Aphrodisias Antik Kenti’nin, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvuru yapılacağını ilan etti.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı yaptığı açıklamada, Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunan Aphrodisias Antik Kenti’nin adaylık belgelerinin Dünya Miras Merkezine iletildiğini, Göbeklitepe’ye ait evrakların ise 1 Şubat 2017'da gönderileceğini söyledi.

Dünya Miras Listesi’ndeki varlık sayısının 2016’da listeye alınan “Ani Arkeolojik Alanı” ile 16’ya yükseldiğini belirten Bakan Avcı, Geçici Liste’de yer alan “Afrodisias Arkeolojik Alanı”na ait adaylık dosyasının Dünya Miras Merkezine iletildiğini, Göbeklitepe’ye ait dosyasının da 1 Şubat 2017’de Dünya Miras Merkezi’ne gönderilmesinin planlandığını söyledi.

Avcı, Dünya Geçici Miras Listesi’ndeki varlık sayısının da 69’a yükseldiğini dile getirdi.

Aydın’da bulunan Aphrodisias antik kenti 2009 yılında, Şanlıurfa yer alan Göbeklitepe ise 2011 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’ne kaydedilmişti. 2015 yılında dünya mirası listesine Efes Antik Kenti ve Diyarbakır surları girmişti.

2016 yılında ise Kars’taki Ani Harabeleri listeye alınmıştı. Aphrodisias Antik Kenti, Roma çağına ait heykeltıraşlık okulu, tiyatro gibi anıtsal yapılarıyla tanınırken, Göbeklitepe ise dünyada bilinen en eski anıtsal tapınak durumunda.
Haber 10, 17.11.2016

'KÖPRÜDEKİ KIZLAR'A 54 MİLYON $

Sotheby’s’in New York’taki açık artırmasında Norveçli ressam Edvard Munch’ün ünlü “Köprüdeki Kızlar” tablosu 54.5 milyon dolara alıcı buldu.

Bir grup genç kadının tasvir edildiği, 1902’de biten eserin 50 milyon doların üzerinde satılması bekleniyordu. Alıcının açık artırmaya katılmak için 2 milyon dolar ücret ödediği belirtildi. Aynı ressamın ‘Çığlık’ tablosu ise 119 milyon dolara alıcı bulmuştu.
Habertürk, 17.11.2016

İSTANBUL MODERN'İN YENİ MÜZE BİNASI 2019'DA GALATAPORT'TA

Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi İstanbul Modern’in Galataport kapsamında yeniden yapılmasına ilişkin işbirliği anlaşması, Galataport projesinin geliştirme ve yönetimini üstlenen, Doğuş Grubu‘na bağlı Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırımları A.Ş. ile İstanbul Modern Sanat Vakfı (İMSAV) arasında imzalandı. Yeni müze binasının 2019 yılında açılması planlanıyor. İstanbul Modern, yeni müze binası tamamlanana kadar Galataport sahasında bulunan Paket Postanesi’ndeki geçici yerinde hizmet verecek.

Açıklandığı ilk günden beri kamuoyunda, kültür-sanat ve mimarlık çevrelerinde tartışmalar yaratan Galataport projesi kapsamında Karaköy-Tophane bölgesinin birçok değişikliğe uğraması bekleniyor. Proje kapsamında Antrepo binaları, Liman İşletmeleri, Paket Postanesi, Sedad Hakkı Eldem Binası gibi birçok tarihi bina ya yıkıldı ya da yıkılmak üzere. Galataport projesi, Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından yürütülüyor.

Anlaşmaya göre dünya standartlarında bir tasarımla hayata geçirilecek yeni bina, müzenin kurucu sponsoru Eczacıbaşı Holding ve Doğuş Grubu-Bilgili Holding’in ortaklaşa katkısıyla yapılacak. İmzalanan protokol çerçevesinde Doğuş Grubu-Bilgili Holding, İstanbul Modern’in yeni binasının ana sponsorları arasında yer alacak.

Dünya çapında bir müze binası olması hedefleniyor
İstanbul Modern’in yeni binasının tamamlanmasıyla birlikte, İstanbul dünya çapında ses getirecek bir müzeye sahip olacak. İstanbul Modern’in mimari projesi için müze tasarımında dünyanın en deneyimli mimarlarıyla görüşmeler sürüyor.

Geçici müze binası, Karaköy’deki Paket Postanesi
İstanbul Modern, yeni müze binası tamamlanana kadar Galataport sahasında bulunan Paket Postanesi’nde sanatseverleri ağırlayacak. Karaköy’deki bina, İstanbul Modern’in tüm faaliyetlerini yeni müze hazır olana kadar eksiksiz olarak sürdürebileceği bir biçimde, tarihi dokusu korunarak Doğuş Grubu-Bilgili Holding tarafından restore edilecek.

kulturlimited.com, 17.11.2016

BARTIN'DA MOLOZ DÖKÜLEN ALANDA TARİHİ KALINTILAR BULUNDU

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde inşaat hafriyatlarının döküldüğü alanda tarihi değeri olduğu düşünülen kalıntılar bulundu. Amasra Müze Müdürlüğü inceleme başlattı.

Amasra Küçük Liman mevkisinin üst tarafında moloz ve çöplerin döküldüğü alanda, üzerinde figürler bulunan tarihi kalıntıları görenler Amasra Müze Müdürlüğü'ne haber verdi.

Zaman zaman inşaat kazılarında çıkan hafriyatların döküldüğü bölgede bulunan tarihi kalıntılarla ilgili inceleme başlatıldı.

Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, ilçede nereyi kazarsanız mutlaka tarihi esere rastlandığını belirterek şöyle konuştu:

"Sonuçta kentin altındaki her yer tarih kaynıyor. Bu bizim için sürpriz olmadı. Arkadaşlarımız çöplük alanda bulunan kalıntıları ve başka bulunan kalıntıları da inceliyor. Şu anda hangi döneme ait oldukları konusunda net bir bilgimiz yok. Rapor hazırlandıktan sonra bu bilgiye ulaşabiliriz. Burada bulunan eserleri önümüzdeki günlerde oradan alacağız. Biz de Amasra Müze Müdürlüğü olarak gereken çalışmaları yapmak için arkadaşlarımızla birlikte görev başındayız."
Birgün, 16.11.2016

IŞİD'DEN KURTARILAN NİMRUD ANTİK KENTİNDE TÜM ESERLER YOK EDİLMİŞ

Irak’ta yer alan ve iki yıl boyunca IŞİD’in elinde kaldıktan sonra geçtiğimiz günlerde kurtarılan Nimrud antik kentinde tüm tarihi eserler paramparça edilmiş.



Son olarak 2015 yılının Mart ayında açıklama yapan yetkililer, “Dozerlerle yıkıma başladılar. Antik kente ne kadar hasar verdiklerini bilemiyoruz” açıklaması yapmıştı. Fakat geçtiğimiz günlerden antik kentin IŞİD’ten kurtarılmasıyla bölgedeki tarihi eserlere verilen gerçek zarar ortaya çıktı.



Irak’ta bir Assur kenti olan Nimrud antik kenti, günümüzden tam 3300 yıl öncesine tarihleniyor ve Mezopotamya’daki en önemli arkeolojik alanlardan birisi olarak gösteriliyor. Fakat ne yazık ki geçtiğimiz günlerde çekilen video ve fotoğraflar, antik kentteki tarihi eserlerin paramparça edildiğini gösterdi.

Son yapılan tespitlerde Nimrud’taki oyma frizler, kanatlı boğa ve aslan heykelleri moloz haline getirilmiş. Bölgedeki antik kalıntıların dikkat çekeni olan zigurat ise büyük ölçüde yıkılmış.

Aşiret milis komutanı Ali al-Bayati, “Daha önce burada bir yaşam vardı, fakat şimdi hiçbir şey kalmamış. Yıkılmadık hiçbir şey bırakmamışlar. Nimrud’u kaybetmek kendi evini kaybetmekten bile daha kötü.” diyor.



IŞİD’in 2015 yılında yayınladığı Nimrud videolarında, militanların paha biçilemez freskleri ve Asur kralı mezarlarını balyozlarla parçaladığı, tapınakları ise dinamitlerle havaya uçurduğu görülüyordu.



IŞİD, 2014’ün Haziran ayında Musul’u ele geçirdiği zaman 20 kilometre mesafedeki Nimrud Antik Kenti’ni konrol altına almıştı.
arkeofili.com, 16.11.2016


******


IŞİD, Musul’dan çekilirken bir antik kenti bir de bölgenin en önemli tarihi eserlerinden Nimrud zigguratını yerle bir etti.

Zigguratın Mezopotamya’daki piramit benzeri tapınaklar olduğunu ilkokul derslerinden hatırlıyor olabilirsiniz.

Bu yapılar, ilk medeniyetlere ev sahipliği yapan Mezopotamya bölgesinin geçmişine dair bize çok fazla bilgi sağlama potansiyeline sahip.

Ancak tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de Fırat ve Dicle arasındaki topraklar savaşlara sahne oluyor ve maalesef bu savaşlar esnasında tarihi eserler de zarar görüyor.



IŞİD geçmişte bu tarihi yapılara karşı saygısız tavırlarıyla tanınmıştı. dunyahalleri.com'un National Geographic'ten aktardığı haberine göre örgüt bu tavrını devam ettirerek, Musul’dan çekilirken bir antik kenti bir de bölgenin en önemli tarihi eserlerinden Nimrud zigguratını yerle bir etti. Günümüzden 2900 yıl önce, o zamanlar Kalah olarak bilinen şehirde inşa edilen zigguratın, son çekilen uydu fotoğraflarında yerle bir olduğu görüldü.

Nimrud zigguratı, ilk inşa edildiğinde 61×61 metre taban üzerine, 61 metre yüksekliğinde bir kule şeklinde yapılmıştı. Daha sonra bu yapının bazı bölümleri yıkılmış, ancak 43 metrelik kısmı hala ayaktaydı. Uydu fotoğraflarına baktığımızda IŞİD’in bu yapıyı bilinçli olarak, iş makineleriyle yıktığı görülüyor.

  

YIKIMIN MUHTEMEL NEDENLERİ
IŞİD’in zigguratı neden yıktığı ise henüz bilinmiyor. Bu konu üzerine bazı düşünceler mevcut. Muhtemel bir neden, zigguratın bölgedeki en yüksek yapı olması ve görüşü engellemesi olabilir. Ancak çevresinde başka herhangi bir yapı ya da yer şekli bulunmayan bu yapının yıkılması ya da yerinde durması savaş açısından kimseye avantaj sağlayacak gibi görünmüyor.

Bir başka ihtimal ise bölge halkının moralini bozmak ve bölgeye yaklaşan Irak ordusuna gözdağı vermek olabilir. Bu yapının eski bir tapınak olduğu düşünüldüğünde IŞİD’in yapıyı İslam’a aykırı bulduğu için de yıkmış olabileceği göz önünde bulundurulabilir.

Son olarak IŞİD bu yapının içinde değerli kalıntılar aramak için de zigguratı yıkmış olabilir ancak bu da mantıklı bir sebep değil çünkü zigguratlar tamamen taştan inşa edilen ve içinde mezar bulunmayan yapılar. Amerikan Şarki Araştırmalar Okulu (ASOR) Akademik Direktörü Michael Danti “Bir zigguratın içinde değerli kalıntılar aramak için oldukça naif olmak gerekiyor.” diyor.

Sebebi her ne olursa olsun IŞİD 2900 yıllık tarihi bir hamlede yerle bir etti. Tarih boyunca savaşlardan nasibini alan bu bölgenin tarihinin yine savaşlarla yok olması, bölgenin kültürü ve bilgi birikimi açısından üzüntü verici bir durum.

PEŞMERGE DE ANTİK ŞEHRE KONUŞLANDI
Zigguratın yanı sıra, Nimrud’dan sonra kısa bir süre Yeni Asur İmparatorluğu‘nun başkentliğini yapmış olan Dur-Sharrukin antik şehrinin de savaş sırasında tahrip edildiği belirtiliyor. 1900’lerin başında arkeologlarca incelenen bu şehrin önemli kalıntılara ev sahipliği yaptığı görülmüştü. 2015’te IŞİD tarafından yağmalanan bu şehrin şimdi de Peşmerge askerleri tarafından üs olarak kullanıldığı söyleniyor. Şehrin önemli bir kısmını yerle bir eden askerler, yıkılan bölgenin üzerine bir askeri yerleşim yeri kurdular. Uydu fotoğraflarında bazı arkeolojik kalıntıların yerinde durduğu görülse de şehrin önemli bir kısmı yıkılmış durumda.

Odatv.com, 17.11.2016

ORDU'DA BULUNAN 2 BİN 500 YILLIK MAĞARA TURİZME KAZANDIRILACAK



Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından, Altınordu İlçesi'nde bulunan Taşbaşı Kültür Merkezi olarak kullanılan eski Taşbaşı Kilisesi mevkiinde 2 bin 500 yıllık mağara bulundu. Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan açıklamada, 2 bin 500 yıllık mağaranın yaklaşık 40 metre uzunluğunda ve 1.5 metre genişliğinde olduğu ifade edildi. Mağaranın turizme kazandırılması için çalışma başlatıldı. Antik çağda insanların elleriyle yaptığı tarihi mağaranın Taşbaşı Kilisesi'ne kadar ulaştığı ve bölgede yaşayanların yerleşim yerlerinden denize ulaşımını da bu yolla sağladığının tahmin edildiği belirtildi. Mağaranın zemininin taş döşeme olduğu ve ilerleyen kısımlarının doğal kireç oluşumuyla kapandığı belirlendi.




Milliyet, 16.11.2016
BAKAN NABİ AVCI, BAKANLIĞIN 2017 BÜTÇESİNİ TBMM PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONUNA SUNDU

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Bakanlığının 2017 yılı bütçesi üzerine yaptığı sunumda, 2016'nın sadece Türkiye’de değil Suriye, Irak, Fransa, Pakistan, Belçika ve dünyanın birçok köşesinde, bombaların ardı ardına patlatıldığı bir yıl olduğunu belirtti. 

Yaşanan acılara ve küresel teröre karşı insanlığın ortak bir duruş ve söylem geliştiremediğine işaret eden Bakan Nabi Avcı, çağrılarına uluslararası toplumdan gerekli yanıtı alamadıklarını söyledi.

Terörizmin, ekonomiyi de olumsuz etkilediğinin altını çizen Bakan Nabi Avcı, küresel olan turizm sektörünü son zamanlarda terörizmin hedef aldığını dile getirdi. Bakan Nabi Avcı, son yıllarda artan terörün tüm insanlığı hedef aldığını, aynı zamanda, özellikle güvenlik kaygısıyla seyahatlere engel olarak, birçok ülkede turizm sektöründe durgunluğa yol açtığını kaydetti. 

Bakan Nabi Avcı, Dünya Seyahat ve Turizm Örgütünün 2014 yılı rakamlarına, göre Avrupa’nın gayri safi yurtiçi hasılasına katkısı 780 milyar dolar olan ve GSYİH'sının yüzde 3,4’ünü oluşturan turizm sektörünün, 2016'da tüm dünyada turistik destinasyonlarda zorlu bir sürece girdiğini söyledi.

Türkiye'nin 2016'da sadece geleneksel olarak tanımlanabilecek bir teröre maruz kalmadığının altını çizen Bakan Nabi Avcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Başkentin göbeğinde bomba patlatan, kendi insanına silah sıkan ve tanklarla halkının üzerine yürüyen, devlet kurumlarına sızmış yeni bir terör yapılanması olan FETÖ'nün darbe girişimine de tanık olunmuştur. Ancak millet, 15 Temmuz’da tek yürek, tek vücut olmuş, kendisini esarete, zulme, kaosa mahkum etmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakarak bir kahramanlık destanına imza atmıştır.

Yine, 2016 yılı Rusya ile geçici bir kriz döneminin yaşandığı bir yıl olmuştur. Ancak sorunun çözümü yönünde karşılıklı olarak önemli adımlar atıldığı, geleceğe daha güvenle bakacağımız ve sektörde karşılıklı olarak yaralarımızı saracağımız yeni bir döneme 'merhaba' dedik. Dünyanın en fazla turist çeken 6'ncı, Avrupa’nın ise 4'üncü ülkesi konumunda olan ülkemizin turizm sektöründe, 2023 hedeflerine ulaşabilmesi, niteliği itibarıyla kırılgan bir sektör olan turizmin, dünya genelinde yaşanan olumsuzluklardan ve bölgesel gelişmelerden en az düzeyde etkilenmesi amacıyla etkin tedbirler aldık."

Bu kapsamda toplam maliyeti 543 milyon lira olan, sektöre 255 milyon lira hibe desteğiyle 288 milyon lira ödeme yapılmasını içeren Turizm Acil Eylem Planı Destek Paketini, bu yıl uygulamaya koyduklarını anımsatan Avcı, "Bakanlık olarak, varış noktalarımızı tek bir pazara bağlı kılmadan, pazar ve ürün çeşitliliğini destekleyecek, böylece kriz dönemlerindeki yönetimi etkinleştirecek bir yaklaşımla çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Turizm sektöründe küresel gelişmelere anında cevap veren bir refleksle hareket eden Bakanlığımız, kültürel değerlerimizi ön plana çıkararak ürün ve varış noktası çeşitliliğini sağlayarak kültür ekonomisi ile turizm sektörünü buluşturmak için de etkin tedbirler almaktadır." ifadelerini kullandı. 

82 Müzede Çalışmalar Sürüyor
Bakanlığa bağlı 198 müze, 138 ören yeri ve 220 özel müzenin, faaliyetlerini sürdürdüğünü, müze ve ören yerlerini 2016'nın ilk 9 ayında, 14,4 milyon kişinin ziyaret ettiğini aktaran Bakan Nabi Avcı, en çok ziyaret edilen müzelerin sırasıyla Konya Mevlana Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi ve Ayasofya Müzesi olduğunu bildirdi.

Bu yıl açılması planlanan 16 müzeden 3'ünün açıldığını, 6 müzenin açılışa hazır olduğunu, 7’sinin de yıl sonuna kadar tamamlanarak açılışa hazır hale getirilmesinin hedeflendiğini belirten Bakan Nabi Avcı, "2016'da 27 yeni müze yapımı ve yenileme projesine ek olarak, 55 uygulama işi ile toplam 82 müzede çalışmalar devam etmekte olup, bu çalışmaların 2017 yılında tamamlanmasını öngörüyoruz." dedi.

Dünya Miras Listesi'ndeki varlık sayısının 2016'da listeye alınan "Ani Arkeolojik Alanı" ile 16'ya yükseldiğini aktaran Bakan Nabi Avcı, Geçici Liste'de yer alan "Afrodisias Arkeolojik Alanı"na ait adaylık dosyasının Dünya Miras Merkezine iletildiğini, Göbeklitepe'ye ait dosyasının da 1 Şubat 2017’de Dünya Miras Merkezi'ne gönderilmesinin planlandığını söyledi. Bakan Nabi Avcı, Dünya Geçici Miras Listesi'ndeki varlık sayısının da 69'a yükseldiğini dile getirdi. 

Bakan Nabi Avcı, 2016’da tespit ve tescil çalışmaları kapsamında, Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarınca 914 sit alanı ile bin 531 taşınmaz kültür varlık sayısının varlığının tescillendiğini, ülkede toplam 15 bin 754 sit alanı, 102 bin 280 taşınmaz kültür varlığı bulunduğunu kaydetti. 

Yerli Bilim Heyetlerince Gerçekleştirilecek Kazılara 40 Milyon Aktarılacak
Bakanlıkça 2016'da toplam 509 kazı ve araştırma faaliyeti gerçekleştirildiğini, çalışmalar için 18,2 milyon lira ödenek kullanıldığını aktaran Bakan Nabi Avcı, 2017'de de 600'e yakın kazı ve araştırma çalışmasının planlandığını, yerli bilim heyetlerince gerçekleştirilecek kazılara 40 milyon lira ödenek aktarılmasının öngörüldüğünü sözlerine ekledi. 

Üzerinde taşınmaz kültür varlığı bulunan tescilli taşınmazlar ile sit alanlarında kalan ve kesin yapılanma yasağı getirilen özel mülkiyetteki taşınmazların kamulaştırıldığını veya hazine arazileriyle takas edildiğini belirten Bakan Nabi Avcı, Bakanlığın kamulaştırma ödeneğinin 2003'e kıyasla 2016'da 38 kat arttığını, bugüne kadar toplam 198,5 milyon lira kamulaştırma ödeneği kullanıldığını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, bu yıl 17 ilde 88 taşınmazın kamulaştırma çalışmalarının başladığını, 2017'de kamulaştırma çalışmalarına devam edileceğini belirtti.

Kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren yatırımcı ve girişimcilerin teşvik edilmesi kapsamında 2006'dan bugüne kadar 94 kültür belgesinin düzenlendiğini, 2009-2016'da 16 tesise 868 bin lira enerji desteği geri ödemesi yapıldığını aktaran Bakan Nabi Avcı, kültürel alanda sponsorluğun teşviki amacıyla 2008'den bugüne kadar 86 kurum ve kuruluşa vergi indirimi sağlandığını kaydetti. Bakan Nabi Avcı, 2017'de de bu teşviklerin artarak devam ettirilmesinin planlandığını belirtti.
kulturturizm.gov.tr (Kısaltarak), 16.11.2016
FRİDA'NIN KAYIP RESMİ BULUNDU

Meksikalı sanatçı Frida Kahlo'nun 60 yıldır görülmeyen resmi önümüzdeki hafta New York'ta açık artırmaya çıkacak.

BBC Türkçe’nin haberine göre, 1929 yılında yapılan Kolyeli Kız resmi Kahlo'nun kocası tarafından, ünlü ressama ölümünden önce yardımcı olan bir kadına hediye edilmişti. Resmin varlığı, Kaliforniya'da yaşayan ve bugün 90 yaşında olan kadının, 60 yıl boyunca yatak odasında tuttuğu resmi bu yıl Sotheby's müzayede evine vermesiyle ortaya çıktı. 22 Kasım'da gerçekleşecek açık artırmada resmin 2 milyon dolara satılması bekleniyor.

Sotheby's'in Latin Amerika sanatı sorumlusu Axel Stein, resmin çok iyi korunduğunu söyledi: "Resim çok yeni duruyor. Evin karanlık bir kısmında saklanmış ve renkleri çok canlı. Stein, tuval üzerine yağlıboya ile yapılan resmin "yakınlık ve sıcaklık hissi" yarattığını söyledi. Resimde muhtemelen Frida Kahlo'nun kendisi olan bir kız çocuğunun portresi yer alıyor.

Sanat uzmanları resmin varlığını, Frida Kahlo'nun bir arkadaşının çektiği fotoğraf sayesinde biliyordu. Kahlo'nun resimlerinin görüldüğü siyah beyaz fotoğraftaki Kolyeli Kız'ın nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Resmin sahibi Sotheby's'e, Kahlo'nun eşi Deigo Rivera'nın resmi 1955'te kendisine hediye ettiğini söyledi. Kahlo'nun ağaçların arasındaki iki çıplak kadını tasvir ettiği bir resmi bu yıl New York'ta 8 milyon dolara satılmış, Kahlo'nun en pahalı resmi unvanını ele geçirmişti.


Odatv.com, 16.11.2016

İZİNSİZ KAZI YAPMAK İÇİN JANDARMAYA 200 BİN LİRA RÜŞVET TEKLİF ETTİLER

Kastamonu' da jandarma ekiplerine rüşvet vererek kaçak kazı yapmak isteyen 5 kişi adliyeye sevk edildi.

Edinilen bilgiye göre, Akkaya Köyünde 5 kişilik şebeke, Akkaya İlçe Jandarma Komutanlığını ziyaret ederek, buradaki görevlilere kaçak kazı yapmak için rüşvet teklif etti.

Yaklaşık 200 bin TL rüşvet teklifinde bulunan şahıslar, daha sonra karakoldan ayrıldı. Şebekeyi takibe alan jandarma ekipleri, izinsiz ve kaçak kazı yapmak isteyen şahıslardan kazı öncesinde para istedi. Jandarma ekiplerine ilk etapta 2 bin TL rüşvet veren şebeke, ardından kaçak kazı yapmak istedikleri yere gitti.

Burada şebekeye yönelik eş zamanlı operasyon gerçekleştiren jandarma ekipleri, A.K., O.T., F.E. , B.B. ve K.D. isimli şahısları kazı malzemeleri ile birlikte suçüstü yakaladı. A.K., O.T., F.E. , B.B. ve K.D., "rüşvet, izinsiz kazı ve tarihi eser kaçakçılığı" suçlamalarıyla jandarma ekiplerince gözaltına alındı. Jandarmadaki işlemlerinin ardından zanlılar adliyeye sevk edildi.
T24 Haber, 15.11.2016

"VAN GOGH'UN DEFTERİ BULUNDU" İDDİASI

Ünlü Hollandalı ressam Vincent van Gogh’un, sanat hayatının en verimli dönemine ait 65 eskizini içeren defterin bulunduğu iddiası tartışma yarattı.

Toronto Üniversitesinden Kanadalı van Gogh uzmanı Bogmila Welsh-Ovcharov eserlerin orijinal olduğunu iddia ederken, Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nden “Defterden uzun süredir haberdardık, uzmanlarımızın yaptığı inceleme sonucu eserlerin taklit olduğu sonucuna vardık” açıklaması geldi.

Tartışmalar devam ederken, dün eskizlerin bir araya getirildiği “Vincent van Gogh, the fog of Arles: The rediscovered sketchbook” (Vincent van Gogh, Arles’in sisi: Yeniden keşfedilen eskiz defteri) adlı kitap yayınlandı. Welsh-Ovcharov defteri, van Gogh’un ömrünün sonuna doğru yerleştiği Fransa’nın Arles kentinde bulduğunu söyledi. Defterin van Gogh’a sık gittiği kafenin sahibi tarafından hediye edildiği, ressamın da 2 yıl sonra sayfaları eskizleriyle doldurup geri verdiği ileri sürüldü.
Hürriyet, 15.11.2016

"TARİHE SAHİP ÇIKIN" ÇAĞRISI

Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında yıkım ve yapım çalışmaları süren Hacı Bayram Mahallesi’nin bir tarafında yeni konaklar yükselirken, alt kısımlardaki tarihi yapılar onarılmayı bekliyor. Mahalle sakinleri, restorasyon için “Yık, yeniden yap olmamalı” diyor.

Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında yıkım ve yenileme çalışmalarına devam ettiği Hacı Bayram Camii çevresinin bir kısmında yeni konaklar yükselirken, alt kısımlarda ortaya çıkan tarihi konaklar ise onarılmayı bekliyor. Mahallede yıkılma tehlikesi olan birçok tarihi evde Suriyeliler başta olmak üzere vatandaşlar ikamet ediyor. Yapıların kime ait olduğunu bilmediklerini belirten Hacı Bayram Mahallesi’ndeki vatandaşlar yapılacak restorasyon çalışmaları için, “Yık yeniden yap olmamalı” diyor. Mahallenin Ankara ile özdeşleşmiş birçok tarihi konağa ev sahipliği yaptığına dikkat çeken mahalle sakinlerinden Mehmet Arabacı, semtin olumsuz olaylarla anılmasının tarihi özelliğini geri plana ittiğini belirtti.

TARİHİ DOKUYA SADIK KALINSIN
Aynı zamanda muhtar azası olan Arabacı şunları söyledi: “Mahallemiz bilinen geçmişi ile 2 bin-2 bin 500 yıllık bir tarihe sahip. Aynı zamanda cumhuriyet ile yaşıt bir mahalle. Kentsel dönüşüm içerisinde olduğundan birçok tarihi ev ve sokak yıkıldı. Mahalleli olarak istediğimiz, tarihi dokuya zarar verilmeden ve tarihi binaların korunarak restorasyonun yapılması ve bacasız sanayi olan turizme açılması. Bu yapılırken cumhuriyet ve cumhuriyet öncesi yapıların korunmasını, tarihi dokuya sadık kalınmasını istiyoruz. Mevcut durumdaki bu yapılar bu şekilde beklediği sürece zarar görebilir. Alkol almak isteyenler buraya gelebilir.

SIRADAN BİR MAHALLE DEĞİL
Gelecek nesile görsel kanıtlar olarak bırakılmasını Kültür ve Turizm Bakanlığı ile belediyelerden talep ediyor ve istiyoruz. Kurumlar tarihe sahip çıksınlar. Mahallemizi sıradan bir mahalle olarak görmesinler. Ankara Valiliği, ilk Başbakanlık binası, hariciye vekaleti, Julien Anıtı, Augustus Mabedi, Hacı Bayram Camii, Şeyh İzzetin Türbesi, gibi birçok tarihi eseri barındırmaktadır. Şunu da belirtmek isteriz ki yapılan restorasyon çalışmaları yık yeniden yap şeklinde olmamalı. Yapıların aslına uygun olarak restore edilmesini istiyoruz. Geriye dönüp baktığımızda birçok tarihi evin yıkıldığını görüyoruz. Tarihi binaların tescillenerek koruma altına alınmasını, aslına uygun olarak restorasyonunu bekliyoruz.”

Mahalle sakinlerinden Mehmet Arabacı, beyaz konakta bombalı saldırıda hayatını kaybeden gazeteci Uğur Mumcu’nun ikamet ettiğini söylüyor.

Hacı Bayram Mahallesi’ndeki tarihi Hamidiye Mescidi’nin önündeki metruk kısımda asılı olan çamaşırlar dikkat çekiyor.
Hürriyet, Haber: Murat Yılmaz, 15.11.2016

PORTEKİZ'DE SELFİE ÇEKEN BİR TURİST 300 YILLIK HEYKELİ PARÇALADI

Portekiz’deki bir müzede sergilenen 18. yüzyılda yapılmış bir heykel daha, selfie çekmeye çalışan bir turist tarafından parçalandı.

Portekiz’deki Lizbon Ulusal Antik Sanat Müzesi’nde Brezilyalı bir turist, 18. yüzyıla ait Aziz Michael heykeli ile selfie çekmeye çalışırken heykele çarptı. Heykel yere düşerek birçok parçaya ayrıldı.

Olay sırasında orada bulunan diğer ziyaretçiler, parçalanmış heykelin fotoğraflarını çekerek sosyal medyada paylaştı. Olayı fotoğraflayarak yıkım anını paylaşanlardan biri, “Bu olay, her ayın ilk Pazar günü düzenlenen ücretsiz giriş etkinliğinin bir sonucu.” dedi.

Müzenin direktör yardımcısı Jose Alberto Seabra Carvalho ise uzun yıllardır bu müzede çalıştığını fakat daha önce hiç böyle bir olay yaşanmadığını söylüyor.

Uzmanlar 1700’lü yıllarda yapılan heykelin onarılamayacak şekilde zarar gördüğünü söylüyor.

Olay hakkında soruşturma başlatıldı fakat heykeli düşürüp kıran kişinin ismi henüz açıklanmadı.

Son yıllarda selfie çekmek ve selfie çubuğu kullanmanın yaygınlaşmasıyla birçok müze ve arkeolojik alanda trajikomik olaylar yaşanmaya başladı. Bazı müzeler selfie çekmeyi yasaklarken, bazı müzeler ise bunu ücretli hale getirdi. Son olarak yine Portekiz’deki bir müzede selfie çekmeye çalışan bir turist 126 yıllık bir heykeli düşürüp parçalamıştı.
arkeofili.com, 15.11.2016

ŞEHİTLİĞİ TALAN ETMİŞLER

Erzurum’da 1916 yılında Rus işgaline karşı Kargapazarı dağlarında direnirken şehit düşen 350 subay ve erin naaşlarının bulunduğu şehitlik define avcılarının talanına uğradı. Jandarma ekipleri define arayan 4 şüpheliyi yakalayarak, gözaltına aldı.



ATAK Arama Kurtarma ve Doğa Sporları Kulübü Başkanı Çetin Bayram’ın araştırma ve çalışmaları sonucu bu yılın başlarında bulunan Kargapazarı Şehitliği, define avcılarının hedefi oldu. 350 subay ve erin naaşlarının bulunduğu şehitlikte kazı yaparak define arayan 4 şüpheli, jandarma ekiplerinin çalışması sonucu suçüstü yakalandı. Gözaltına alınan 4 şüpheli adliyeye sevk edilecek.



Kargapazarı Şehitliği’nde define arayan şüphelilere öfke kusan Çetin Bayram, “Kargapazar Müfrezesi Şehitliği, Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa ve Doğu Cephesinde, Dünya üzerindeki belki de en orijinal haliyle korunmuş mezarlığı. Şehitliğin ortasında define avcıları tarafından büyük bir çukur kazınmış durumda. Bundan yaklaşık 1 ay önce Valimiz Seyfettin Azizoğlu’yla buraya geldiğimiz de bu çukur daha küçüktü. Valimiz alay komutanına talimat verdi. Şehitlerimizin kanında define arayanların derhal bulunması için talimat verdi. Burada şehit kanları arasında define aranıyor. Burası 1. Dünya Savaşında Rus ordusuna karşı savaşan Osmanlı ordusundan şehitlerimizin şehitliği. “ diye konuştu.


Vatan, 15.11.2016
URFA'DA SÜRYANİLERE AİT TEK TARİHİ KİLİSE KÜLTÜR MERKEZİNE ÇEVRİLDİ

Urfa’da 1861 yılında yapılan ve Süryanilere ait kentteki tek kilise olan Reji Kilisesi, restore edildikten sonra Eyyübiye Belediyesi’ne bağlı kültür merkezi ve Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı olarak kullanılmaya başlandı.

Urfa’da Ellisekiz Meydanı’nda bulunan Süryanilere ait Reji Kilisesi (Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi), kültür merkezi olarak kullanılacak şekilde restore edildikten sonra Eyyübiye Belediyesi’ne tahsis edildi.

Kilisenin bazı bölümleri kültür merkezi olarak kullanılırken, bir bölümü de Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı olarak kullanılıyor.

Kilisenin tarihi
Kilisenin kitabesinde yer alan bilgilere göre, 1861 yılında Patrik II.Yakup ve Metropolit Aziz Gregorius döneminde Süryaniler tarafından yapılan kilise, İsa’nın iki havarisinin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşıyor.

Süryanilerin 1924 yılında zorla yerinden edilmesine kadar kilise ve okul olarak kullanılan tarihi yapı, bu tarihten sonra Tekel İdaresi’ne devredilerek tütün işleme fabrikası olarak kullanıldı.

İlerleyen yıllarda şaraplık üzüm deposu olarak kullanılan yapı, Fransızcada tekel sözcüğünün karşılığının Regie (Reji) olmasından ötürü daha sonraları Reji Kilisesi olarak anılmaya başlandı.

1998 yılında restore edilen kilisenin bahçesinden ve duvarlarından çıkarılan Süryanice yazılı mezar taşları da bugün halen Urfa Müzesi’nde sergilenmekte.
Gazete Karınca, 14.11.2016

ÇAĞDAŞ SANAT EL DEĞİŞTİRİYOR

Önümüzdeki hafta sonu iki müzayedede 433 eser satışa sunulacak. Antik AŞ’nin 19 Kasım, Beyaz Müzayede’nin ise 20 Kasım da düzenleyecekleri müzayedelerde çağdaş sanatın önde gelen isimlerinin eserleri el değiştirecek.

Çağdaş Türk resminin usta isimlerinden Fahrel Nissa Zeid, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Mehmet Güleryüz, Mübin Orhon, Komet, Orhan Peker’e ait eserler Antik AŞ tarafından 19 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirilecek müzayede ile satışa çıkıyor. Fahrel Nisa Zeid’in 1949 dönemi ‘Mozaikler’ konulu eseri 350 bin, Komet’in 10 sene içinde tamamladığı, ‘Öğle Uykusundan Uyanırken’ adlı eseri ise 200 bin lira başlangıç fiyatıyla müzayedede olacak. Erol Akyavaş’ın MoMA koleksiyonunda yer alan 1959 döneminden ‘Zafer Kapısı’ ve Che Guevara’yı yorumladığı eseri, Mehmet Güleryüz’ün ‘Uzak bir yerde’, ‘Kılavuz’ ve farklı dönemlerinden eserleri de ilk kez müzayedede satışa sunulacak. Burhan Doğançay’ın ‘Kurdeleler’, ‘Duvarlar’ serisi, Bedri Rahmi Eyüboğlu’dan ‘Otoportre’, Eren Eyüboğlu, İhsan Cemal Karaburçak, Ferruh Başağa, Orhan Peker, Ferit İşcan, Nuri İyem, Abidin Dino, Ömer Uluç ve Mübin Orhon eserleri de koleksiyoncuların beğenisine sunulacak.

Müzayedede güncel sanatçıların eserleri de önemli bir bölüm oluşturuyor. Canan Tolon’un ‘Glitch 20’ adlı yapıtı, Selma Gürbüz’ün ‘Kadın’ konulu eserleri, Kemal Önsoy’dan ‘Güneş’ konulu soyut çalışmalar, İstanbul Modern’de sergisi devam eden İnci Eviner’in tuval çalışması, Tayfun Erdoğmuş, Nilbar Güreş, Ansen, Haluk Akakçe ve Ekrem Yalçındağ gibi Türkiye’nin önde gelen güncel sanatçılarına ait eserler bunlardan bazıları. Olgaç Artam tarafından yönetilecek müzayede 19 Kasım 2016 saat 15.00’te Antik Palace’da gerçekleştirilecek. Satışa sunulacak eserler Artam Antik AŞ sergi salonlarında görülebilir. (www.artam.com)

EN PAHALI ESERLER ANNE-OĞULUN
Antik AŞ’nin müzeyedesinde Fahrel Nissa Zeid’in 1949 tarihli 105x160 cm ebatlarındaki tablosu 350 bin lira başlangıç fiyatıyla müzayedeye çıkarken, Beyaz Müzayede’de ise oğlu Nejad Melih Devrim’in ‘Abstrait Azure’ adlı 1955 tarihli eseri 550-800 bin lira tahmini fiyat aralığı ile satışa sunulacak.

MÜZAYEDENİN YILDIZI NEJAD MELİH DEVRİM
Beyaz Müzayede, 20 Kasım Pazar günü gerçekleştireceği müzayedede 135 sanatçının, 254 eserini satışa sunacak. Çağdaş ve modern sanat müzayedesinde Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Abidin Dino, Erol Akyavaş, Adnan Çoker, Ömer Uluç, Neşe Erdok, Nuri İyem, Komet, Mehmet Güleryüz, Canan Tolon, Kemal Önsoy, Fahrel Nissa Zeid, Hakkı Anlı, Fikret Mualla, Nurullah Berk, Burhan Doğançay, Ferruh Başağa, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Burhan Uygur, Cihat Burak, Cevat Dereli, Ali Çelebi, Şükriye Dikmen, İhsan Cemal Karaburçak, Avni Arbaş, Turan Erol, Ergin İnan, Devrim Erbil, Güngör Taner, Mustafa Ata, Alev Ebuzziya, Koray Ariş, Osman Dinç, Ramazan Bayrakoğlu, Selma Gürbüz, Murat Pulat, Ansen gibi Türk Çağdaş Sanatı’nın önemli isimlerinin eserleri bulunuyor. Ayrıca, Peter Halley, Sarah Morris, Franz Ackermann, Peter Zimmermann, Jan Voss, Antonio Segui, Gudmundur Erro, Hermann Nitsch ve Alexander Kosolapov gibi dünya
çağdaş sanat ustalarının seçkin eserleri satışa sunulacak.
Hürriyet, 14.11.2016

BAŞBAKAN'IN AKM İLE İLGİLİ SÖZLERİNE TEPKİLER BÜYÜYOR

Başbakan Binali Yıldırım’ın Atatürk Kültür Merkezi’yle (AKM) ile ilgili olarak “AKM’yi kaldıralım, ne özelliği var o binanın?” demesi mimarlık ve kültürsanat dünyasında tepki çekti. Anımsanacağı üzere Başbakan Yıldırım, önceki gün Şehrin Mimarları Buluşması etkinliğinde şu ifadelere yer vermişti: “Onu kaldıralım, o alanı da genişletelim, kimliği olan, dört köşe cam giydirme bir bina yerine bizim kültürümüzü, tarihimizi, geçmişimizi geleceğe taşıyan güzel bir bina yapalım.”

Sorumlusu AKP
Eyüp Muhcu (Mimarlar Odası Genel Başkanı): AKM’nin değerini Koruma Kurulu tescil ederek ortaya koymuştur. Ayrıca mimarlık, kütür-sanat alanında çalışan bilim insanları, uzmanlar hazırlanan rapor ve düzenlenen belgelerle AKM’nin özelliklerini, değerini bilimsel veriler ortaya koymuştur. AKM’nin bugün işlevisiz hale getirilmesinin sorumlusu AKP iktidarlarıdır. Bir başbakan tarafından AKM’nin değersiz olduğu şeklinde niteleme son derece talihsiz. Bu yapıya politik nedenlerle ya da bölgedeki yüksek rant elde etmek amacıyla karşı çıkabilirsiniz ancak o yapının değersiz olduğunu iddia edemezsiniz.

Yargı kararına saygı
Sami Yılmaztürk (Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı): Mimarlar Odası’nın düzenlediği ankette AKM önemli yapılar arasında ilk 20’ye girdi. Daha öncede AKM’nin yıkılmasını öngören projeler yargı kararıyla durdurulmuştur. Başbakan’ı yargı kararlarına saygılı olmaya davet ediyorum. Cumhurbaşkanı ya da Başbakan kendi düşüncelerine uygun bir yapıyı başka bir yerde yapabilir. AKM’yi yıkıp yeniden yapmaya kalkmak Cumhuriyet ilkeleriyle, çağdaşlaşmayla kavgadır. Biz bu kavgayı kabul etmiyoruz.

Kültür bakanları...
Orhan Aydın (Sanatçılar Girişimi sözcüsü): Başbakan ‘AKM yıkılamaz tescilli kültürel bir varlıktır. Koruma Kurulu kararı doğrultusunda onarılmalıdır’ denen yargı kararını hiçe sayıyor ve binanın görünümüyle ilgili görüş beyan edip yıkılmalı diyor. 9 yıldır AKP’nin tüm Kültür Bakanları da CB’de aynı şeyleri söylediler ve binayı ölüme terk ettiler.

Başbakan opera bestesi de yapsın!
Korhan Gümüş (Mimar, aktivist): Hukuk açısından bakarsak buna siyasitçiler mi verir yoksa Koruma Kurulu mu? Kendini mimari konuda bu kadar yeterli hissediyorsa neden opera bestesi de yapmasın. Sayın Başbakan kusura bakmasın ama buna karar verecek kurumlar var. Başbakan kendi evinde beğenmediği koltuğu değiştirebilir ama bir kamu kişiliği olarak bir yapının akıbetini evindeki koltuk gibi çözemez.

Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 13.11.2016

NİĞDE'DE TARİHİ AYIP!



Niğde kent merkezindeki, kullanılmayan 155 yıllık Rum Ortodoks Kilisesi ile 1223 yılında Selçuklular tarafından yapılan ve halen ibadet edilen Alaeddin Camisi'nin duvarlarına sprey boya ile yazılan yazılar, tepki çekti.



Aşıkların ilan tahtasını andıran duvarlardaki bazı yazılarda da küfür içerikli yazılar yazılması, 'Tarihe büyük saygısızlık' olarak değerlendirildi.



Çevre sakinleri, Rum Ortodoks Kilisesi ile kimsenin ilgilenmediğini, camide ise ibadet yapılmasına rağmen yazılan yazıların kente yakışmadığını belirterek, gerekli önlemlerin alınmasını istedi.



Her tarafı çeşitli bezemeler ve fresklerle süslü olan kilisenin, içinde ve dışında yazı yazılmamış yer bulunmuyor.



Uzun yıllar Niğde Belediyesi'nin deposu olarak kullanılan ve daha sonra boşaltılan kilise, Kapadokya turlarının durağı olabilecekken, kötü görüntüsü ile zamana direniyor.



  
Cumhuriyet, 13.11.2016
TEMNOS'U BÖYLE TALAN ETMİŞLER

Roma döneminin 12 Aiolis (Batı Anadolu) kentinden biri olan Temnos defineciler tarafından talan edildi. Arkeologlara taş çıkaracak şekilde Temnos Antik Kenti’ni kazan defineciler tarihi mezarlarda hiçbir eser bırakmadı.

Terk edilen Görece Köyü sınırları içinde ve Menemen’in kuzeydoğusundaki dağlık arazide yer alan Temnos’tan antik dönemin ünlü tarihçileri Herodotos ve Strabon, 12 Aiolis kentinden biri olarak söz ediyor. Aiolis, Batı Anadolu’nun kuzey bölgesinin antik adı.

Gediz Nehri kuzeyinden Bakırçay güneyine uzanan bölgeyi kapsıyor. Kentin kuruluşu ile ilgili efsanede kral Malaos’un kahine nereye şehir kurayım diye sorduğu, kahinin dağları göstererek “arabanın dingili nerede kırılırsa şehri oraya kur” dediği ve Malaos’un arabasının dingilinin bugünkü Temnos’ta kırıldığı rivayet ediliyor. Temnos Antik Kenti Roma hakimiyetindeyken M.S. 9. yüzyılda terk edilmiş. En son 1934 ve 1938 yıllarında Alman tarafından arkeolojik kazı yapılan kent, bugün arkeologların değil, definecilerin hedefinde.

DEFİNECİLER KAMP KURMUŞ
Antik kentin, definecilerin ağır saldırısına uğradığına yönelik bir ihbar üzerine bölgeyi yerinde inceledik. İzmir ve Menemen güzergahını kullanarak bir noktaya kadar araçla dağ yolunda ilerledik. Ancak yolun geçit vermemesi üzerine Temnos’a ulaşmak için dağ yolunda yaklaşık 5 kilometre yürüdük. Sarp dağlarda keçi çobanı haricinde hiç kimseye rastlamadık. Antik kente girdiğimizde şoke edici bir manzarayla karşılaştık. Yolun sağı ve solu delik deşikti. Ormanlık alanda her ağacın dibinde metrelerce derinlikte çukurlar kazılmıştı. Antik kentin merkezinde, etrafı görülmemesi için çalılarla çevrili dev bir çukur bulunuyordu. Yaklaşık 7-8 metre derinliğinde, 10 metre enindeki bu çukuru kazmak için definecilerin aylarca kamp kurmuş olmaları gerek. Gece-gündüz el yordamıyla kazılan çukurlarda çökme yaşanmaması için de odunlardan önlemler alınmış. Etraftaki çöplerden de definecilerin burada uzun süre konakladığını anlamak mümkün. Definecilerin kazdığı bir çukurda ortaya çıkan basamaklardan podyumlu bir yapının varlığı dikkat çekiyor. Tapınak ya da kutsal bir alan olduğu düşünülen yapıdan definecilerin neler götürdüğünü tespit etmek oldukça güç.

MEZARLAR SOYULMUŞ
Antik kent merkezine yaklaşık 1 kilometre mesafede nekropol yani mezarlık alanı bulunuyor. 2000-2500 yıllık, yüzlerce mezar defineciler tarafından soyulmuş. Mezarlık alan, köstebek yuvası gibi delik deşik. Neredeyse kazılmadık, eşelenmedik tek bir boş alan bırakılmamış. Mezarlık alanda da definecilerin yıllardır kaçak kazı yaptığı görülüyor. Çok yeni, taze kazılmış toprakların olması definecilerin kısa süre önce burada olduklarını gösteriyor. Bölgede ucu bucağı bilinmeyen tüneller kazılmış. İçine girmeye çekindiğimiz tünellerde mezarlar tek tek soyulmuş. Kazma küreklerle el yordamı ile metrelerce derinlikte kazıldığı anlaşılan mezarların içindeki hediyelerin tamamı defineciler tarafından yağmalanmış.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 13.11.2016

NİMRUD ANTİK KENTİ DEAŞ'TAN ALINDI

Irak'ın antik kenti Nimrud terör örgütü DEAŞ'tan temizlendi. Şehir Mart 2015'ten beri DEAŞ'ın elindeydi.

Irak güçleri terör örgütü DEAŞ'ın elinde bulunan antik kent Nimrud'u aldı. Nimrud Musul'a 30 kilometre uzaklıkta bulunuyor.

Irak Ordusu tarafından yapılan açıklamada, " Dokuzuncu zırhlı birliklerimiz Nimrud'u tamamen DEAŞ'ın elinden aldı. Mühimmatlarını bırakarak kaçan örgütün bayrağını binalardan kaldırdık" dedi.

13. yüzyıldan kalma antik eserlerin bulunduğu kent 1845-1851 yılları arasında Austen Henry Layard tarafından ortaya çıkarılmıştı.

DEAŞ militanları tarafından 2015'in Mart ayında işgal edilen kentte tarihi eserler büyük hasar gördü. Ülkenin Turizm ve Arkeoloji Bakanlığı, Mart 2015'te "Dozerlerle yıkıma başladılar. Antik kente ne kadar hasar verdiklerini bilemiyoruz" açıklaması yapmıştı. 
Hürriyet, 13.11.2016

İSTANBUL'UN YENİ MÜZELERİ

İstanbul Büyükşehir Belediyesi uzun zamandır çeşitli vesilelerle konuşulan, yapılması planlanan müzelerini Contemporary Istanbul’da tanıttı.

Terörün her geçen gün daha da küreselleşmesiyle birlikte tüm dünyada turizm son derece sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Paris’teki saldırılardan dolayı bir yıl içinde şehre giden turist sayısı yaklaşık 1.5 milyon kişi azaldı. Ülkemizin de yaşanan bu olumsuzluklardan etkilenmesi tabii ki kaçınılmaz ama 2000 yılında yaklaşık 7 milyon olan turist sayımız 2015’te 28 milyondan fazlaydı. Yani ülkemizde turist sayısı 15 yılda yaklaşık dört katına çıktı. Doygunluk noktasına ulaşmamış olan ülkemiz için daha kat edilecek yol varken gelişmiş ülkeler için aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor. 

2015 yılı verilerine göre ülkemizde en çok ziyaret edilen müze 3 milyon 466 bin 638 kişinin ziyaret ettiği İstanbul Ayasofya Müzesi olurken, ikinci müze 3 milyon 252 bin 524 kişinin ziyaret ettiği İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi oldu. Konya Mevlana Müzesi ise 2 milyon 337 bin 850 kişi tarafından ziyaret edildi.  

Müzeler ve müzelerde sergilenen eserler birer kültür hazinesi olarak sadece ekonomiye değil, sosyal hayata da büyük katkılar sağlamaktadır. Bu konuyla alakalı olarak, tespit edebildiğim, Türkçe tek kaynak heykeltıraş Elçin Şener editörlüğünde Prof.Dr. Orhan Şener’in yazdığı “Müzelerin Ekonomik Etkileri” isimli eserdir. Kitabın giriş bölümünde belirtildiğine göre, sadece Mona Lisa Fransa’ya yılda yaklaşık 1 milyar dolar katkı sağlamakta. Yine Orhan Şener’e göre gelişmiş ülkelerdeki kişi başına turist harcaması 1500 euro’yken bizde bu rakam yaklaşık 800 euro’dur.

Tarihe ışık tutuyoruz
Bu alandaki eksikliğimizi gidermek için hem devlet kurumları hem de özel sektörün uzun vadeli planlamalar yapıp belki de koordineli olarak harekete geçmesi gerektiği yıllardır konuşulur. Atılan bazı adımlar da var. Örneğin Vehbi Koç Vakfı’nın Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin inşaatı devam ediyor ve 2018’de açılması planlanıyor. (Umarım Sadberk Hanım Müzesi’nin kaderine sahip olmaz.) 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi de uzun zamandır çeşitli vesilelerle konuşulan, yapılması planlanan müzelerini Contemporary Istanbul’da tanıttı. Yeri gelmişken, ülkemizde çağdaş sanatın yaygınlaşmasında büyük katkısı olan Contemporary Istanbul’u dört günde 90 binden fazla kişi ziyaret etti. Satışa sunulan eserlerin toplam tutarı 56 milyon dolar olan fuardaki eserlerin yüzde 62’sinin satıldığını belirtmek isterim. Önümüzdeki yıl İstanbul Bienali’yle birlikte çok daha etkin ve yoğun geçeceğini tahmin etmek hiç de zor değil. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi fuarda, İstanbul Kent Müzesi, Yenikapı Arkeoloji Müzesi, Tasavvuf Müzesi, Tekfur Sarayı Müzesi, Kadıköy Gazhane Enerji Müzesi, Anemas Zindanları İşkence Müzesi, Modern Sanatlar Müzesi, 15 Temmuz Şehitleri Müzesi ve Haliç Tersanesi Bilim ve Teknoloji Müzesi’lerinin görselleri ve maketlerini sergiledi. 

Bu müzelerin her biri hakkında ayrı bir yazı kaleme alınmayı hak ediyor. Bir kısmı İstanbullulara ve yerli turistlere hitap ederken bir kısmının da yabancı turistlerin ilgisini çekebilecek nitelikte olacağı adından dahi anlaşılıyor. İstanbul Kent Müzesi, Modern Sanatlar Müzesi, Yenikapı Arkeoloji Müzesi ve Tasavvuf Müzesi uluslararası alanda ilgi çekecek ve İstanbul’a gelen turistlere ziyaret edebilecekleri yeni alternatifler oluşturması bakımından son derece önemli. 

Bir şehir ne kadar çok müzeye sahip olursa oranın kültürel hayatı da bu oranda gelişecektir. Dünya kültür sahnesinde sesimizi daha net duyurmak ve Türkiye’den bahsedildiğinde akıllara ilk olarak kültürün gelmesini istiyorsak daha yürünecek çok yolumuz var. 
Miliyet, Yazı: Samed Karagöz, 12.11.2016

KASTAMONU'DAKİ KURGANDA 24 MEZAR BULUNDU

Kastamonu'nun Daday İlçesi Elmayazı Köyü'ndeki 3 bin 500 yıllık kurganda (ilkçağda gömüt üzerine toprak yığma yoluyla oluşturulan küçük tepe) yapılan kazılarda 24 mezar bulundu.

Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi kazı danışmanı Yrd. Doç.Dr. Şahin Yıldırım yaptığı açıklamada, bölgedeki çalışmalarına kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine 2012 yılında başladıklarını söyledi.

Kurganların genellikle anıt mezarlık olarak tek kişi için yapıldığına dikkati çeken Yıldırım, Daday'daki kazıda ortaya çıkarılan kurganda ise 24 mezarın bulunduğunu ifade etti. Bu durumun kendilerini de şaşırttığını dile getiren Yıldırım, şunları belirtti:

"Kars'ta, Erzurum'da örnekleri var. Buradaki örneğimiz Orta Anadolu için önemliydi. Oldukça farklı bir durumla karşılaştık. 3 bin 500 yıl öncesine ait 24 mezar ortaya çıkarıldı. Bunlar cenin pozisyonunda doğu-batı doğrultusunda yatırılmıştı. Kadın, erkek ve çocuk iskeletleri var. Büyük ihtimalle hastalık ya da bir savaş nedeniyle ölünce buraya gömülmüşler. Anadolu'da daha önce 24 kişinin gömülü olduğu bir kurganla karşılaşılmamıştı. Bu da burada sıra dışı bir olayın olduğunu gösteriyor. Kurganın Hititler dönemine ait olduğunu sanıyoruz. Hititler'in yıkılış döneminde toplu ölüm meydana gelmiş olabilir."

Yıldırım, iskeletler üzerinde çeşitli çalışmaların yapılacağını, kaç yaşında öldüklerinin ve ölüm nedenlerinin tespit edilmeye çalışılacağını anlattı.

İskeletlerle ilgili karbon testi de yapmayı düşündüklerine işaret eden Yıldırım, "Kazı çalışmamızı 50 metrekarelik bir alanda gerçekleştirdik. Bu mezar anıtı bizim için çok önemli. Bir kişi için yapılan mezarda 24 kişinin gömülmesi, burada farklı bir olayın meydana geldiğini gösteriyor. Bu sorulara cevap bulmak için çalışmalarımız devam edecek." ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 11.11.2016

MESOTİMOLOS KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR



Uşak'ın Eşme İlçesi Düzköy yakınlarında bulunan, kaya ev ve mezarları ile volkanik kalıntılardaki insan ayak izleriyle kendini gösteren Mesotimolos'un, bilimsel araştırmalarla hem ortaya çıkarılması hem de peri bacası oluşumları gibi coğrafi güzellikleriyle tarih ve doğa turizmine kazandırılması hedefleniyor.

Bölgede incelemelerde bulunan Uşak Valisi Ahmet Okur, Düzköy yakınlarında "Kale mevkii" diye anılan bölgenin, tarihi ve coğrafi açıdan önemli bir destinasyon olarak dikkati çektiğini söyledi.

Bölgedeki volkanik kayalarla çevrili vadide, Lidya şehirlerinden Mesotimolos'tan kalma kayalara oyulmuş ev ve mezarlar, volkanik kalıntılarda binlerce yıl öncesine ait insan ayak izlerinin görülebildiğine işaret eden Okur, "Burası araştırılmaya ve incelenmeye muhtaç bir alanımız. Bölgede eski medeniyetlere ait çok sayıda kalıntı var. Bilimsel araştırmalarla gün yüzüne çıkarılacak çok değerli kalıntılar bunlar. Daha önce dokunulmamış bir tarihi alan" diye konuştu.

"Bilimsel Çalışmalar tanınmasını sağlayacak"
Yapılacak arkeolojik çalışmaların bölgenin tanınırlığına önemli katkı sağlayacağını bildiren Okur, şunları kaydetti:


"Peribacası oluşumları görülmeye değer. Çok fazla bilinen bir bölge değil burası. Güzel bir doğa yürüyüşü alanı, bütün doğaseverleri buraya davet ediyorum. Tanınması ve gezilmesi gereken bir bölge. Fotoğraf tutkunları için yine özel bir alan. Öncelikle buraya ulaşımı kolay hale getireceğiz. Bilimsel çalışmaların artmasıyla daha çok ziyaretçinin bölgeye geleceğini düşünüyorum. Ulubey Kanyonları'na yakın olması sebebiyle de kısa sürede tanınırlığı artabilir"

"Acilen koruma altına alınmalı"
Bölgede toprak analizleri yapan Uşak Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Atasoy ise alanda volkanik kalıntılarda bulunan, binlerce yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen insan ayak izlerinin yaşının belirlenmesi ve acilen koruma altına alınması gerektiğini vurguladı.
Yeni Şafak, 09.11.2016


6 - 12 Kasım 2016
ATATÜRK'ÜN ARKEOLOJİYE VERDİĞİ ÖNEM ANLATILDI

10 Kasım Atatürk'ü Anma etkinlikleri kapsamında Fen Edebiyat Fakültesi Konferans Salonu'nda Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Bakan moderatörlüğünde; Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz ve Arkeoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Ozan Özbudak'ın katılımıyla 10 Kasım Atatürk'ü Anma Paneli gerçekleştirildi.

Panele rektör yardımcısı Prof.Dr. Mustafa Bıyık, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Emre Güler, akademisyenler ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Emre Güler’in açış konuşması ile başlayan programda
Atatürk’ün fikirlerini yaşatmak için bir araya geldiklerini belirten Dekan Güler, Ulu Önder’in bıraktığı ülkenin bağımsızlığını ilelebet koruyacaklarını söyledi. Güler, “Atatürk’ün ilkelerinden aldığımız güçle ülkülerinden vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Programda öğrenciler Gizem Yamur ve Ramazan Yanar tarafından Orhan Seyfi Orhon’un Gidiyor” isimli şiiri okundu.

Tarih ana bilim dalı Yüksek Lisans öğrencisi Özgür Gürses’in “Atatürk ve Halkçılık” konulu sunumu ile devam eden program Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Bakan moderatörlüğünde Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz ve Arkeoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Ozan Özbudak'ın konuşmacı olarak katıldıkları panel ile sona erdi. Yrd. Doç.Dr. Özlem Sir Gavaz, Avrupa’da yapılan kazılarda ele geçen eserlerin halk arasında milli duyguları uyandırdığını kaydederek, Türkiye’de yapılan kazıların da Atatürk’ün talimatları doğrultusunda başlatıldığına dikkat çekti.
Çorum Haber, Haber: Erkan Bayatlı, 10.11.2016


Samsun'un Çarşamba Kurtahmetli Mahallesi'ndeki ‘Paşa Mezarlığı’ olarak adlandırılan kökeni Osmanlı dönemlerine dayanan ‘Haznedaroğulları’ olarak adlandırılan hanedan ailesinin mezarlığı yok olmak üzere. Paşa Mezarlığı'nın bakımsızlık ve definecilerin talanları yüzünden yok olmak üzere olduğunu belirten eski Kurtahmetli Mahallesi Muhtarı Üzeyir Torun, “Orta Asya’dan gelen Kurt Ahmetli kabilesinin bu bölgede yaşadığı hatta köyümüzün adının da buradan geldiği söylenmekte. Bu ailenin mezarlığını daha önce parayla tutulan bakıcılar yapıyordu, ancak bu para yardımı 20-30 yıl önce kesildi. Mezarlığa sahip çıkan olmadığından, definecilerin yuvası oldu. Defineciler buraları kazıp, mezarlara zarar verdiler. Bir şey de bulamadılar. Bu tarihi esere sahip çıkılmalı” diye konuştu.



Mezarlığın bakımı için dedesine ve babasına para ödendiğini belirten mahalle sakinlerinden 64 yaşındaki Abdullah Erdoğan, “Dedemden itibaren 60-70 yıl bu mezara bakıldı, ancak babamın vefatından sonra buraya ne herhangi bir bakım parası geldi, ne de buraya bakan da oldu. Defineciler mezarları talan etti, hatta mezarlar açıldığı için kafatasları ortaya çıktı, biz de o kemikleri yerlerine geri koyduk” dedi.



Bu mezarlıktaki aileler hakkında Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rıza Karagöz bir de kitap yazmış. Karagöz yazdığı kitapta Karadeniz’de bir hanedan kurucusu olduğu söylenen Haznedarzade Süleyman Paşa’nın hayatından ve Osmanlı döneminde üstlendiği görevlerinden bahsetti.



Samsun Haber, 10.11.2016
AVM YAPACAKLARDI ALTINDAN TARİH ÇIKTI

İzmir’de AVM yapılmak üzere inşaatın devam ettiği alandan Osmanlı dönemine ait liman kalıntıları ve şapel çıkınca şantiyede arkeologlar çalışmaya başladı.

İzmir Konak'ta, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından özelleştirilen ve ardından mahkeme kararı ile kiracılarının tamamı tahliye edilen 120 yıllık Kaptan Mustafa Paşa İş Merkezi'nin bulunduğu bina, geçen haziran ayında yıkıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, 'yap-işlet-devret' modeliyle 30 yıllığına yatırımcı bir firmaya ihale edilen binanın yerine AVM yapımı için iş makineleri çalışmaya başladı. Molozların kaldırıldığı zeminin temizlendiği alanda iş makineleri çalışmalarını sürdürürken, bina temelinden tarihi kalıntılar çıktı.

HAMAM DA VARMIŞ
Temmuzda, temelde Osmanlı dönemine ait liman kalıntılarına ulaşıldığı gerekçesiyle inşaat çalışmaları durduruldu. İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü bölgede sondaj yaparak kalıntıları incelemeye başlarken, diğer yanda iş makinelerinin çalışması tepki çekti. Yaklaşık bir ay önce de inşaat alanının zemininde şapel çıktı. Hamam ile Bizans ve Roma dönemine ait kalıntıların da bulunduğu inşaat alanından, pazartesi günü iş makineleri boşaltıldı ve arkeologlar kazı çalışmalarına başladı.
Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 10.11.2016

KİTAP KOLEKSİYONUNA 19 MİLYON LİRA

Fransa’nın ünlü işadamlarından 86 yaşındaki Pierre Berge’nin kitap koleksiyonu Paris’te düzenlenen açıkartırma ile satıldı.

Berge 1600 eserlik kitap koleksiyonundan 376 kitap ve elyazması ile Avrupa edebiyatının XIX. yüzyıla ait çok önemli eserlerini düzenlenen ikinci açıkartırma ile satışa çıkardı.

AIDS FONUNA BAĞIŞLADI
Paris’teki Drout Müzayede Evi’nde önceki gün yapılan açıkartırma sonucunda 5.5 milyon Euro gelir sağlandı. Açıkartırmada Stephane Mallerme’nin eseri 587 bin 720 Euro’ya satılırken, Flubert’in 537 bin 880 Euro, Madame Bovary’nin orijinal edisyonu ise 190 bin 369 Euro’ya alıcı buldu.

Berge, açıkartırma sonunda elde edilen 5.5 milyon Euro (19 milyon lira) geliri, ölene kadar birlikte yaşadığı hayat arkadaşı ünlü tasarımcı Yves Saint Laurent ile birlikte AIDS hastalığı ile mücadele için kurdukları fona bağışladı. Kitap müzayedesinde, 376 antika niteliği taşıyan kitabın yanı sıra Balzac, Hugo, Stendhal, Baudelaire ve Gustave Flaubert gibi ünlü yazarların elyazıları da satışa çıkarıldı. Dünyaca ünlü Yves Saint Laurent markasının kurucularından olan Berge, geçen yılki kitap koleksiyonu satışı sonucu elde edilen 11 milyon Euro’yu yine AIDS hastalığı ile mücadele konusunda yapılan araştırmalar için bağışlamıştı. 

KALANINI DA SATACAK
Pierre Berge, koleksiyonunda kalan ve değeri 30 milyon Euro’ya ulaştığı tahmin edilen son kitaplarını da gelecek yıl yine geliri AIDS fonuna aktarılmak üzere açıkartırmayla satmayı planladığını açıkladı.
Hürriyet, 10.11.2016

TARİHİ DEDİKLERİ DEFTERİ 50 BİN DOLARA SATACAKLARDI

Adana'da toprağa gömülerek eskitilmiş sahte defteri tarihi diyerek 50 bin dolara satmak isteyen 2 kişi tutuklandı.

Tarsus- Adana- Gaziantep (TAG) Otoyolu'nda uygulama yapan Uyuşturucuyla Mücadele Şubesi ekiplerinin durdurduğu otomobilin yakıt deposunda 30 kilo uyuşturucu ile el yazması ceylan derisi görünümlü defter ele geçirildi. Uyuşturucuyu Diyarbakır'dan İstanbul'a götürdüklerini itiraf edip, tarihi defteri de 50 bin dolara satacaklarını söyleyen kaçakçılar Cavit B. ile Sefer K. çıkartıldıkları mahkemece tutuklandı.

TOPRAKTA ESKİTİLMİŞ

  

Ele geçirilen defter ise incelenmek üzere Müze Müdürlüğü görevlilerine teslim edildi. Hıristiyan tarihinde çok önemli bir yere sahip olduğu ileri sürülün ceylan derisine el yazması olduğu söyleyen ve üzerinde Haç ile Meryem Ana figürü bulunan defterin Müze Müdürlüğü'ndeki incelenmesi tamamlandı.



Kaçakçıların tarihi diyerek 50 bin dolara satacaklarını söyledikleri defterin hiçbir değeri olmadığı ortaya çıktı. Tarihi görünüm vermek için hazırlanan defterin eskitmek için de toprağa gömülüp bir süre bekletildiği belirlendi.
Milliyet, Haber: Fatih Karaçalı, 10.11.2016

İŞ MAKİNESİYLE KAÇAK KAZI YAPAN 13 KİŞİ YAKALANDI

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde Pisidia Antiokheia antik kenti yakınlarındaki 1'inci Derece Arkeolojik sit olan tepede, iş makinesiyle kaçak kazı yapan 1'i polis 13 şüpheli, jandarmanın operasyonuyla yakalandı.

Yalvaç merkeze yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki Kıranardı mevkiinden dün sabaha karşı iş makinesi sesleri geldiği ihbarı üzerine harekete geçen İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, bölgeye baskın düzenledi. Yapılan operasyonda Pisidia Antiokheia antik kentine yaklaşık 500 metre uzaklıktaki 1'inci Derece Arkeolojik sit olan tepenin iş makinesiyle kazılarak define arandığı tespit edildi.

Aralarında İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görevli 1 polis memurunun da bulunduğu 13 şüpheli jandarma tarafından gözaltına alırken, olay yerinde Otomobil, TIR ve iş makinesiyle 9 milimetre çapında ruhsatsız tabancaya el konuldu. Şüpheliler Ferhat A. (32), Faruk D. (36), Harun K., Ahmet Y. (54), HASAN T. (43), Arif T. (29), Haşim B. (58), Nevzat T. (41), Özkan Ö. (43), Ali U. (26), İlker B. (46) ile iş makinesi operatörü Yusuf Ö. (30) ve polis memuru N.O. (29)'nun  bölgede 2 ayrı noktada Kaçak kazı yaptığı belirtildi. Kaçak kazıda kullanılan iş makinesinin Sütçüler İlçesi'nden bir TIR'a yüklenerek getirildiği kaydedildi.

OTOMOBİL KAÇAK ÇIKTI
Gözaltına alınan şüpheliler karakola götürülürken, yapılan sorgularında Ferhat A., Faruk D. ve Harun K.'nın, geçen mart ayında kaçak kazı yaparken yakalandığı ve sonrasında serbest bırakıldığı belirlendi. Faruk D.'nin Yalvaç'ta define işine meraklı kişileri bularak, define yeri bildiği vaadinde bulunarak para aldığı tespit edildi. Olay yerinde ele geçirilen lüks otomobili de araştıran jandarma, aracın Bulgaristan'dan kaçak yollarla yurda sokulduğunu belirledi.

Kaçak kazıda yakalanan Ferhat A., Faruk D., Harun K., Ahmet Y., Hasan T., Arif T., Haşim B., Nevzat T., Özkan Ö., Ali U., İlker B. ile iş makinesi operatörü Yusuf Ö. ve polis memuru N.O. bugün öğle saatlerinde işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.
Milliyet, 10.11.2016

TARİHİ KAPI TOKMAKLARI YOK OLUYOR



Muğla'nın kentsel sit alanı içinde olan, 150 yıl önce Ermeni ve Rum ustalar tarafından yapılan 4 bin kapı tokmağından günümüze sadece 20-30 tanesi ulaşabildi. Osmanlı kültürünün bir parçası olan kapı tokmakları, koruma altına alınmadığı takdirde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Muğla'nın tarihi kapı tokmakları, temsil ettikleri kültür ve yaşam biçimiyle beraber yok olmak üzere. Yaklaşık 150 yıl önce, çoğunlukla Ermeni ve Rum ustalar tarafından yapılan, şıklığıyla göz dolduran, bir dönem büyük değer verilen kapı tokmakları, şimdilerde yaşam savaşı veriyor. Çok azının günümüze ulaşabildiği sanat eserleri, teknolojiye yenik düşerek yerini otomatik kapı zillerine bıraktı.

Muğla'nın en güzel mimari örneklerinden tarihi evlerin çoğunda, kuzulu kapı bulunuyor. İki kanatlı büyük bir kapının içinde yer alan ve 'kuzu' olarak adlandırılan, aile mahremiyetini esas alan ahşap kapılar, içeriye doğru açılıyor. Üzerinde bulunan ve aksesuvar gibi görünen kapı tokmakları, ev halkının sosyal, kültürel ve estetik duyguları hakkında birçok manayı ihtiva ediyor.

KADINLAR 2, ERKEKLER 3 KEZ ÇALAR
Muğla evlerindeki kapı tokmaklarının çoğunluğu kadın eli şeklinde. 3 kez çalındığında gelen misafirin erkek, 2 defa çalındığında ise kadın olduğunu belli eden tokmaklar, yakın döneme kadar yerel kültürün bir parçasıydı. Yaklaşık 150 yıl önce yapılan tokmaklar, zenginliği ve batıya dönük mimari tarzını da yansıtırdı. Dövme demirden yapılmış olan tarihi tokmaklar, son yıllarda antikacıların ve hırsızların gazabına uğradı. Muğla'nın kentsel sit alanı içinde bulunan 4 bin kapı tokmağından, günümüze sadece 20-30 tanesi ulaşabildi.

TOKMAK HER ŞEYİ ANLATIRDI
Muğla'daki kapı tokmakları ağırlıklı olarak ördek, halka ve genellikle de el biçiminde. Evin kadını kapıyı açmadan kimin ve ne için geldiğini anlayabiliyordu. Evin beyi geldiğinde tokmak iki kez çalınırdı. Çocuklar hızlı ve sert aralıklarla vurur, misafirler ise daha yavaş ve aheste vurmayı tercih ederdi. Art niyetli birinin geldiği ise kapı sesinin şiddetinden anlaşılırdı. Kapılar birbirine yakın olsa da hangi evin tokmağının çalındığı tınısından belli olurdu. Ev sahibi, kısa bir süre için bir yere gittiyse tokmağın üzerine kısa, uzun süre dönmeyecekse uzunca bir ip asardı. Yatıya gittiyse, kalın bir ip asar ve düğüm atardı. Gelen misafirler de ipe bakarak ne zaman döneceği hakkında bilgi sahibi olurdu.

EVLERİ DE MEYDAN OKUR
Tokmakların bulunduğu Muğla evleri de tarih kokan mimarisiyle asırlara meydan okuyor. Muğla evleri 19'uncu yüzyıldan itibaren Rum ustalar tarafından yapılmaya başlanmış ve toprak ağaları tarafından tercih edilmiş. Yan ve arka duvarları taş, ön ve iç kısımları ahşap. Avrupa ve özellikle İtalya'dan gelen neo klasik akımlar da mimari tarzlarını etkilemiş. Sadece Muğla'ya özgü değil fakat şehrin coğrafi özellikleriyle uyum sağlamış. Menteşe Belediye Başkanı CHP'li Bahattin Gümüş, şöyle dedi:
"Restorasyon çalışmalarıyla geçmişteki mimari özellikleri ve öğeleri aslına uygun olarak geleceğe taşımak istiyoruz. Onarımlarda çift uçlu çakma çivileri bile aslına uygun olarak yapıyoruz. Ancak kapı tokmakları dışarıda olduğu için kolaylıkla sökülüp alınıyor. Bazı restorasyonlarda kapı tokmakları yoktu. Bunları aslına uygun olarak dövme demirden yaptırdık ve yerine koyduk. Ancak önemli olan bu bilinci oluşturmaktır." 

Mimar Ertuğrul Aladağ da ilgi duyduğu için araştırma yaptığı tokmakların sayılarının hızla azalmasının üzüntü verici olduğunu belirtti. 'Eski Muğla' diye anılan bölgede yaklaşık 4 bin 400 tarihi ev bulunduğunu, bunların 400'ünün tescilli olduğunu ve çoğunda insanların yaşadığını belirten Aladağ, araştırması sonucu tokmaklarla ilgili öğrendiklerini şöyle anlattı:
"Ermeni veya Rum demir ustalarının hünerli ellerinden çıkan tokmaklar eski evlerin en önemli aksesuarlarındandı. Tokmaklar fonksiyonel işlevlerinin yanında sanat eseri özelliği de taşıyordu. Her evin tokmağının farklı olması çıkardığı sesi de farklı kılıyordu. Muğla'nın tarihi kapı tokmakları, temsil ettikleri koca bir kültür ve yaşam biçimiyle beraber yok olmak üzere. Bir şekilde bunun önüne geçilmesi gerekir. Çalınan tokmaklar antikacılara bile satılmış olabilir."
Hürriyet, Haber: Cavit Akgün, 10.11.2016
ENKAZ PARALARI SATIŞTA

ABD kıyılarında bulunan 300 yıllık enkazdan çıkarılan altın sikkeler satışa çıktı.

1715’te fırtınada batan İspanyol gemisinden çıkarılan 295 adet altın sikkenin toplam değerinin 1 milyon dolar olduğu düşünülüyor.

Paraların satış fiyatı ise 2 bin dolar ile 9 bin dolar arasında değişiyor.


Milliyet, 09.11.2016

YENİKAPI BATIKLARI PROJESİ'NE AVRUPA'DAN ÖDÜL

İstanbul Üniversitesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim dalının yürüttüğü Yenikapı Batıkları Projesi ön sonuçlarının sunulduğu “The Yenikapı Byzantine-Era Shipwrecks, Istanbul, Turkey: A preliminary report and inventory of the 27 wrecks studied by Istanbul University” başlıklı makale Honor Frost Vakfı/IJNA ödülünü almaya hak kazandı. Proje Direktörü Prof.Dr. Ufuk Kocabaş tarafından kaleme alınan makale, denizcilik arkeolojisi alanında dünyanın en prestijli bilimsel dergilerinden “International Journal of Nautical Archaeology”nin 44. sayısında yayınlandı. Ödül kriterlerini en iyi biçimde karşılayarak, Wiley Yayınevi tarafından internet üzerinden en çok indirilen ve referans verilen makale olduğu saptanan yayın, tüm araştırmacıların faydalanması için ücretsiz olarak http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/1095-9270.12084/full linkinde erişime açıldı.

TAYHaber, 09.11.2016
KONYA'DA YUNAN GENERALE AİT MEZAR STELİ ELE GEÇİRİLDİ

Konya'nın Kadınhanı İlçesi'nde jandarma tarafından düzenlenen operasyonda MÖ 200-600'lü yıllara ait Yunan döneminde yaşamış garnizon komutanı generale ait olduğu değerlendirilen yaklaşık 2 ton ağırlığında mezar steli ele geçirildi.

İZİNSİZ KAZI TESPİT EDİLDİ
Konya İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kadınhanı İlçesi'nde, izinsiz kazı yapılacağı yönünde alınan ihbar üzerine harekete geçti. Kadınhanı İlçe Jandarma Komutanlığı ile Ankara'dan gelen Kültür ve Turizm Bakanlığı ekipleri tarafından Osmancık Mahallesi mevkisinde müşterek yapılan çalışmada izinsiz kazı yapılan bir alan tespit edildi.



MÖ 200-600'LÜ YILLARA AİT KOMUTANA AİT
Çeşme yalağının bulunduğu kuyunun içerisinde yürütülen çalışma sonucunda yaklaşık 2 ton ağırlığında bir mezar (taşı) steli bulundu. Bulunduğu yerden çıkarılan, üstünde yazıt bulunan mezar stelinin MÖ 200-600'lü yıllara ait Yunan döneminde yaşamış garnizon komutanı generale ait olduğu değerlendirilirken, mezar steline müzeye kaldırılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri tarafından el konuldu.

Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

  
haberler.com, 09.11.2016

TAŞHORAN NİYE KADERİNE TERK EDİLDİ?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “Malatya gibi tarih kokan bir kente gelen turist sayısı yok denecek kadar az sayıdadır. Malatya’nın kültürel, sosyal ve turizm açısından gelişimi için kentin tüm dinamiklerinin harekete geçmesi gerekmektedir” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, restorasyonuna 2012’de başlanıp, 2014 yılında  durdurulan Malatya Çavuşoğlu Mahallesindeki Taşhoran Kilisesi’nin akıbetini sordu.Ağbaba, Malatya’daki tarihi eserlerin neden kaderine terk edildiğinin açıklanmasını istedi.

Taşhoran Kilisesi’nin  Malatya ili Yeşilyurt İlçesi Çavuşoğlu Mahallesi'nde yer aldığını ve 18. yüzyılın ikinci yarısında Ermeniler tarafından yapılan bir kilise olduğunu kaydeden Ağbaba, “Kilise, 1335 m2 bir alanda kurulu dikdörtgen bir plan üzerine kesme taşlarla inşa edilmiştir. Taşhoran Kilisesi’nde Ekim 2012’de başlayan restorasyon çalışmaları 2014 yılında  durdurulmuştur. O tarihten itibaren kilisede hiçbir işlem yapılmamıştır.”ifadelerini kullandı.

Ağbaba, Malatya’daki restorasyon çalışmalarında yaşanan aksaklıkların, kentin kültürel yapısı açısından önemli eksiklikler yarattığını kaydederek, “Daha önce de farklı örnekleriyle gündeme gelen sorunlar nedeniyle Malatya gibi tarih kokan bir kente gelen turist sayısı yok denecek kadar az sayıdadır. Malatya’nın kültürel, sosyal ve turizm açısından gelişimi için kentin tüm dinamiklerinin harekete geçmesi gerekmektedir” dedi.

BAKAN AVCI’YA SORULAR
Ağbaba,  Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde Bakan Avcı’ya ; “Malatya’da bulunan tarihi  Taşhoran Kilisesi restorasyonu neden durdurulmuştur? Restorasyon çalışmalarına ne zaman tekrar başlanacaktır? Bir taraftan 1,5 milyon dolar harcanarak restore edilen Van’ın Akdamar adasındaki kilise dururken, diğer taraftan daha düşük rakamlarla restore edilebilecek tarihi Taşhoran Kilisesi neden kaderine terk edilmiştir? Malatya’nın kültürel mirasına büyük katkı sağlayacak kilise ne zaman turizme kazandırılacaktır?”sorularını yöneltti.

Malatya Haber, 08.11.2016

BU KEZ KONU ATATÜRK



Yunanistan’ın Selanik kentinde bulunan Atatürk’ün doğduğu evde, işadamı Serdar Bilgili’nin sponsorluğunda yaptırılan restorasyondaki skandallara bir yenisi daha eklendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı’nın Yunanistan hükümeti ile yürüttüğü temasların ardından 2012 yılında restore edilen Atatürk Evi’nde sergilenen Atatürk’e ait fotoğraflarda yer alan Osmanlıca yazılarda skandal niteliğinde çeviri hataları yapıldığı ortaya çıktı. Atatürk’ün Tuzla İstasyonu’nda çekilen fotoğrafının altına bilgi notu olarak ‘İzmit’ yazılması, “Neo Osmanlıcıların müteahhitleri de onları denetleyen bürokratları da Osmanlıca bilmiyor” yorumlarına neden oldu.

     

2013 YILINDA ESKİ BAKAN ÇELİK YENİDEN HİZMETE AÇTI
Selanik’te bulunan Atatürk Evi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın yürüttüğü temasların ardından 2012 yılında gerçekleştirilen restorasyona, işadamı Serdar Bilgili sponsor oldu. 2013 yılında bitirilen restorasyonun ardından, müze niteliğindeki Atatürk Evi, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından Ağustos 2013’te yeniden hizmete açıldı.



RESTORASYONUN ARDINDAN TANINMAZ HALE GELDİ
1924 yılında Yunanistan’ın Türkiye’ye hibe ettiği ev, o tarihten bu yana Atatürk’e ait eşyaların sergilendiği bir müze olarak hizmet veriyordu. Ancak restorasyonun ardından adeta tanınmaz hale gelen Atatürk Evi’ni gezenler bu duruma tepki göstermişlerdi.

ATATÜRK’ÜN FOTOĞRAFINDA SKANDAL OSMANLICA HATASI
Restorasyonun ardından adeta bir fotoğraf galerisine dönüşen Atatürk Evi’nde sergilenen Atatürk’e ait fotoğraflarda yer alan Osmanlıca yazıların da Türkçeye yanlış çevrildiği ortaya çıktı. Atatürk’ün çocuklarla görüldüğü fotoğraflardan birinde yer alan Osmanlıca ‘Tuzla’ yazısının, fotoğraf altında “Çocuklar tarafından karşılanması, İzmit İstasyon-1928” olarak günümüz Türkçesine çevrilmesi dikkat çekiyor.

‘NEO OSMANLICILARIN MÜTEAHHİTLERİ OSMANLICA BİLMİYOR’
Sergide yer alan Osmanlıca hatasını ‘skandal’ olarak niteleyen ziyaretçiler, “Neo Osmanlıcıların müteahhitleri de onları denetleyen bürokratları da Osmanlıca bilmiyor” sözleriyle tepkilerini dile getiriyor.  


Odatv, Haber: Yusuf Yavuz, 08.11.2016

TUNUS'UN ÇÖL SARAYLARI

Tunus'ta güneyin kültür ve mimarisinden izler taşıyan 300 yıldan fazla süredir tarihe tanıklık eden saraylar, uzun yıllardır yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

AA muhabirine konuşan Tunus Kültür Uzmanı Habib Alcan, yüzyıllar önce ilkel yöntemlerle inşa edilen yapıların, ülkenin güneydoğusunda yaşayan halkın geleneksel yaşam tarzını gözler önüne serdiğini, ataları ile tarihi ve kültürel bağlarını yansıttığını belirtti.

Medenin ile Tatavin arasında yaklaşık 160 saray bulunduğunu, en az 3 en fazla 6 katlı saraylarda genellikle 200-300 oda yer aldığını ifade eden Alcan, resmi kurumlar tarafından maruz kaldığı ihmale rağmen, evlerin mimari yapısının turist çekmeye devam ettiğini dile getirdi.

"Tarihi sarayların bir özelliği ise gıda depoları barındırması"
Bölgede yerleşimin 12. yüzyıla dayandığını, burada ilk evlerin 8 yüzyıl önce inşa edildiğini kaydeden Alcan, ancak bugün kurulu yapıların ömrünün henüz 300 yıllık olduğunu aktardı. 

Tunuslu Abdullah el-Mednini de önceden bina yapmak için tuğla ve çimento bulunmadığını, insanların evlerini kerpiçten yaptığını belirterek, söz konusu yapıların Tunus'ta eskiden hakim olan kabilecilik kültürünü yansıttığını ifade etti.

Her yapının sahibi olduğu ailenin adıyla anıldığını söyleyen Mednini, "Tarihi sarayların bir özelliği ise gıda depoları barındırması. Ekilen ve toplanan ürünler burada saklanırdı. Develerle taşınması ve boşaltılması kolay olduğu için buğday ve arpa gibi ürünler üst odalarda depolanır alt katlardaki odalarda ise başka tür yiyecekler bulunurdu." dedi.

Çöllük geniş araziler üzerine kurulu olduğu için Tatavin'deki yapıların birbiriyle arasının uzak olduğunu aktaran Mednini, yüksek bölgede kurulu Medenin'dekilerin ise birbirine bitişik ya da çok yakın olduğunu dile getirdi. 
Anadolu Ajansı, Haber: Heyzem El Mahzi, Ftoğraf: Nacer Talel, 08.11.2016

MADAM BOVARY NOTLARINA 2 MİLYON TL

Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Fransız Gustave Flaubert’in el yazması notlarının bulunduğu defter bugün açık artırmaya çıkarılıyor. Uzmanlar, 1880 yılında henüz 58 yaşındayken hayatını kaybeden ve özellikle 5 yılda tamamladığı Madame Bovary adlı eseriyle tüm dünyada tanınan edebiyatçının defterinin 600 bin Euro’ya (2 milyon 88 bin TL) alıcı bulmasını bekliyor. 

Defterde Flaubert’in, Fransa’nın Bretonya bölgesinde yürüyüş yaptığı sırada yazdığı seyahat notlarının, günlük notların ve Madame Bovary’ye ait bazı notların da bulunduğu belirtiliyor. İngiliz The Guardian Gazetesi’ne konuşan Fransa’daki Drouot Müzayede Evi’nden Benoit Forgeot, ‘tarihi’ olarak nitelendirdiği açık artırma için, “Nadir bulunan ve muhteşem bir eser. Tam anlamıyla dikkat çekici” diye konuştu.
Habertürk, 08.11.2016

MÜZELERE ZİYARETÇİ SAYISINDA HEDEF DÜNYA BİRİNCİLİĞİ 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt, Türkiye'nin müze ve ören yerleri ziyaretçi sayısında dünya birinciliğini hedeflediğini bildirdi.



Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyadaki en önemli kültür varlıklarının Türkiye'de yer aldığını söyledi.

Türkiye'nin bulunduğu topraklarda geçmişte birçok medeniyetin kurulduğunu belirten Kurt, "Dünyadaki büyük uygarlıklar, Hititler, Frigler, Selçuklu, Osmanlı, Bizans, Roma'nın mirasını bu topraklar barındırıyor. Örneğin Şanlıurfa'daki Göbeklitepe on binlerce yıl öncesine ulaşıyor. Türkiye'nin kültür varlığı o kadar zengin ki 15 binin üzerinde sit alanımız var." diye konuştu.

"Her yeni açılan sit alanında yapılan kazılarda tarihimiz daha da eskiye gidiyor"
Sit alanlarının henüz yüzde 5'inin açıldığına işaret eden Kurt, şunları kaydetti: "Her yeni açılan sit alanında yapılan kazılarda tarihimiz daha da eskiye gidiyor. Çok büyük bir zenginlik ve potansiyelimiz var. Bu eşsiz eserleri dünyaya ve insanlığa sunacağız. Çünkü medeniyetimiz, paylaşım ve adalet medeniyetidir. Örnek bir medeniyettir. Gelecekte bütün dünya, bu topraklarda neler olup bittiğini daha çok görmeye gelecek. Misafirperverliğin en güzel örneklerini de topraklarımızda görüyoruz. Göbeklitepe bugün dünyanın tarihini en ileri noktaya taşıyan bir yapıdır."

Kazılar sürdükçe müzelerin zenginleşeceğini dile getiren Kurt, Türkiye'deki müzelerde ziyaretçi sayısının her geçen gün arttığını bildirdi.

Bu topraklardaki bütün medeniyetleri yeni bir anlayışla yorumladıklarını anlatan Kurt, "Türkiye'deki tarihi alanlara ve müzelere dünyanın her tarafından ziyaretçi bekliyoruz. Türkiye, geçen yıl gelen misafir itibarıyla dünya altıncısıdır. Bu, çok büyük bir başarı. Hedefimiz dünya birincisi olmak." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Cihan Demirci, 08.11.2016

KORUMA KURULU KARARINI VERDİ: TARİHİMODA İSKELESİ'NDEKİ 'KAÇAK' KAFE KAPATILDI

Kadıköy’deki Moda İskelesi’nin usulsüz restorasyondan sonra bir kafe olarak işletilmesine karşı Mimarlar Odası’nın İstanbul büyükşehir belediyesine (İBB) bağlı Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü’ne (KUDEB) yaptığı başvuru sonuç verdi. Kafenin tabelası indirilip kapısına kilit vuruldu.

Moda İskelesi dönemin ünlü mimarlarından Vedat Tek tarafından 100 yıl önce inşa edilmişti.

İBB, mülkiyeti kendisindeki iskelede 2015 yılında ruhsatsız olarak restorasyon başlatmıştı.

Anıtlar Kurulu ve Koruma Kurulu, KUDEB kararı olmadan, restorasyon ilkelerine aykırı çalışma yapıldığını açıklamış, restorasyon başta semt sakinleri ve Kadıköy Kent Dayanışması olmak üzere kamuoyunun tepkisini çekmiş, şikayet konusu olmuştu.

Mimarlar Odası ve Kadıköy belediyesi ayrı ayrı yaptıkları incelemeler sonucunda, binaya maddi hasar verildiğini, terasın kapalı alanla birleştirildiğini, yolcu giriş kapılarının kapatıldığını, ahşap doğramaların PVC ve yekpare cama dönüştürüldüğünü, çatıya çinko mutfak bacası eklendiğini, cepheye klimalar konduğunu saptamıştı.

Mimarlar Odası ve Kadıköy belediyesi, durumu tespit eden belgelerle Koruma Kurulu’na başvurmuştu.

Koruma Kurulu, 19 Kasım tarihinde yapılan itirazları haklı bulmuş ve Moda İskelesi’nin  2000 yılında onaylanan restorasyon projesine altı ay içinde uygun hale getirilmesine, süre bitiminde KUDEB’ten teknik rapor istenmesine karar vermişti.

Ancak, kurul kararına rağmen çalışmaya kaçak olarak devam edilmiş ve Ocak 2016 sonunda tarihi iskele ‘Neffes Cafe’ adıyla işletmeye açılmıştı.

Kadıköy Kent Dayanışması öncülüğünde mahalle muhtarı, semt sakinleri ve yaşam savunucularının katılımıyla şubat ayında iskele önünde bir basın açıklaması yapılmıştı.

Tepkiler sonuç verdi ve Mimarlar Odası KUDEB’e tekrar başvurdu.

Geçtiğimiz hafta içinde iskeledeki cafe kapatıldı ve tabelası indirildi. Yaz aylarında eklenen ve iskelenin görünümünü bozan tenteler kaldırıldı. Parmaklıklara hatalı restorasyonun düzeltilmeye başlandığına dair küçük bir bilgi notu asıldı: “İstanbul 5 Numaralı Koruma Kurulu kararına uygun olarak düzenleme yapılmaktadır.” 

Kadıköy Kent Dayanışması da şöyle dedi: “Tarihi Moda İskelesi aslına uygun hale getirildikten sonra kent içi ulaşıma katkısı hesaplanarak deniz ulaşımına açılması değerlendirilmeli veya ticari kaygılar gözetilmeden kent ve toplum yararına kamusal bir mekan olarak kullanıma açılmalıdır” dedi.
Diken, Haber: Rıfat Doğan, 07.11.2016

400 YILLIK TARİHİ SULTANAHMET CAMİSİ'NİN MİNARE RESTORASYONU TAMAMLANDI

Sultanahmet Camii'nde uzun süren çalışmalar kapsamında caminin 6 minaresinden birinin kaymakta olduğu tespit edilmişti.



400 yıllık caminin sağ ön minarenin konservasyonu için hummalı bir çalışma başlatılmıştı. Yaklaşık 2 yıl süren restorasyon çalışması sona erdi. 400 ila 700 kilogram arasında değişen 532 taş sökülerek yapılan laboratuvar çalışmaları sonucunda yeniden örüldü.

İstanbul Vakıflar 1.Bölge Müdürü Mürsel Sarı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan restorasyon hakkında bilgiler verdi. Restorasyon çalışmalarının öngörülenden farklı şekilde ilerlediğini ifade eden Sarı, minare taşlarında ciddi derecede aşınmalar meydana geldiğini ifade etti.

Toplamda 532 taşın söküldüğü restorasyonun bilimsel çalışmalarla desteklendiğinin altını çizen Sarı konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi; "Projede 25 sıra taşın sökülmesi ön görülüyordu. Bunlar söküldüğünde baktık ki minare taşlarını birbirine bağlayan aparatlarda ciddi aşınmalar olmuş. Tekrar danışman ve statik hocalarımı tarafından 6 sıra daha sökülmesi ön görüldü. Onların da sökümü yapıldıktan sonra tekrar taşlar örülmeye başlandı. Bahsettiğimiz her taşın bir tanesi 400 ila 700 kilo ağırlığında. Toplam 532 adet taş söküldü. Bunların her birinin laboratuvar ortamında deneyleri yapıldı. Ne kadar aşınma var, hangileri tamamlanacak gibi ölçümler yapıldı. Yaklaşık 371 tanesinde konservasyon işlemi uygulandı.

28 taşta herhangi bir kayıp yoktu, onlar aynı şekilde kullanıldı. Diğer kalan 170 küsür taşta yeniden imal edilerek minareye koyuldu. 2 yıl gibi bir süre içerisinde geçtiğimiz eylül ayı bitmiş oldu."

Çalışmalar kapsamında minarenin bakır alemi ve 16.5 metre yüksekliğindeki ahşap seren direği de söküldü. Kurşun kaplamaları yapılarak minare statik açıdan sağlamlaştırıldı.

Sultan Ahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihi yarımadada, Mimar Sedefkar Mehmed Ağa'ya yaptırılmıştır. Cami mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Camii (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Sultanahmet Camii, Türkiye'nin 6 minareli ilk camisidir.
Habertürk, 07.11.2016
FATİH'TE 200 MİLYONLUK RESTORASYON

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, ilçenin hemen hemen her bölgesinde yapılan tarihi eserlerin restorasyonları için son 300 yılın en kapsamlı çalışmaları olduğunu söyledi. 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, katıldığı “Turizm, Kültür Turizmi ve Tarihi Eserlerin Restorasyonu” konulu panelde, Fatih’e yapılan restorasyon çalışmalarının son 300 yılın en büyük restorasyonu olduğunu açıkladı. 2002 yılından bu yana yapılan çalışmalarda eserlerin restorasyonu, ulaşılabilirliği ve çevre düzenlemelerinin en kapsamlı halini aldığını ifade eden Demir, şunları kaydetti:

300 YILIN REKOR YENİLİĞİ 
“2002’den bu yana tarihi eserlerin restorasyonu, etraflarının açılması, düzenlenmesi, ulaşılabilir olması, fonksiyonlandırılması söz konusu olduğunda son 300 yılın en önemli çalışmalarının yapıldığı restorasyonlar. Bunu tarihçiler de söylüyor biz de söylüyoruz. 2002 AK Parti dönemine kadar 3. Mustafa döneminde bu tarihi eserlerin ayağa kaldırılması en önemli dönemini yaşadı. O dönemden sonra günümüzde en fazla restorasyonların yapıldığı, tarihi eserlerin ön plana çıkarıldığı, bu konuda kaynağın harcandığı ve onuna ilgili önemli işlerin yapıldığı dönemi yaşıyoruz. 300 yıldan sonra, 3. Mustafa’dan sonra ilk defa bu kadar ciddi çalışmalar yapılıyor.” Demir, restorasyon çalışmalarının toplam maliyetinin 200 milyon TL olduğunu da sözlerine ekledi. 

Akşam, 07.11.2016

TAHTALI MİNARE HAMAMI RESTORASYONU

Tarihi Tahtalı Minare Hamamı, atıl durumdan kurtarılıyor. Battalgazi Belediyesi tarafından tapusu alınan Tarihi Tahtalı Hamamı’nın restorasyonuna başlandı.

Battalgazi Belediyesi’nin konuya ilişkin bülteni şöyle:

“Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, beraberinde AKP Battalgazi Merkez İlçe Başkanı Osman Güder ve Battalgazi Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Kırçuval ile birlikte restorasyon çalışmalarına başlanan tarihi Tahtalı Hamam’da incelemelerde bulundu. Kitabesi bulunmayan, ancak mimari özellikleri ile son Osmanlı eseri olduğu belli olan Tarihi Tahtalı Hamam, dikdörtgen planlı ve kesme taştan ve üç bölümden oluşuyor. Tahtalı Hamam’ın tarihi ve kültürel miras açısında önemli bir eser olduğunu belirten Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, tapusu Battalgazi Belediyesi tarafından alındıktan sonra restorasyon çalışmalarına başlandığını söyledi. Başkan Gürkan, süreç ile ilgili kısa bilgiler vererek, “Malatya’nın en eski yapılarından, tarihi ve kültürel mirasımız açısından önemli bir eser olan Tahtalı Minare Hamamı’nın restorasyonu başladı. Şu anda da ilgili müellif firma çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürüyor. Önemli olan bu Tahtalı Minare Hamamı geçmişine ve aslına uygun restorasyonunu yapıp, Battalgazi’mizin ve Malatya halkımızın hizmetine sunulması ve kültürel mirasımızın korunup gelecek kuşaklara aktarılması konusundaki çalışmalarımızın netice vermesidir. Bu çerçeve içerisinde buranın kamulaştırılması yapıldıktan hemen sonra buranın restorasyon projesi çalışmaları başlatıldı. Restorasyon projesi ilgili koruma kurulunda onaylandıktan sonra ihale süreci ve akabinde de restorasyon çalışmaları başladı. Şu andaki ilgili firmada hakikaten çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürüyor. Buranın her ne kadar 500 günde bitirilmesi hedeflense de, 300-350 günde restorasyonun tamamlanarak halkımızın hizmetine açılacağına inanıyorum. Bu kültürel mirasımızın da Battalgazi’mize, Malatya’mıza ve ülkemize ve insanlığa hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum” dedi.”
Malatya Haber, 07.11.2016

BİTLİS'TE 180 MİLYON YILLIK GERÇEK ORTAYA ÇIKTI

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Jeoloji Yüksek Mühendisi Prof.Dr. Ercan Aksoy, Bitlis ve çevresindeki ocaklardan çıkarılan mermerlerin içindeki fosilleri araştırdıklarını bildirdi.



Aksoy, yaptığı açıklamada, mermerlerin içinde pek çok farklı canlıya ait fosil çıktığını ve bunları incelediklerini söyledi.



Fosillerin milyonlarca yılda oluştuğunu belirten Aksoy, "Mermerlerin içinde 'ostrea' adı verilen canlıya ait kalıntılar olduğunu belirledik. Günümüzde istiridye olarak tanımlayabileceğimiz bir canlı türü. Bu konuda mikroskobik araştırma yaptık. İstiridyenin yanında alg ve mercanlara ait kalıntıları da tespit ettik. Bunun yanında miogypsina cinsine ait fosiller bulduk." dedi.



Prof.Dr. Aksoy, araştırdıkları fosillerin yaklaşık 20 derece sıcaklıktaki, derinliği fazla olmayan denizlerde yaşadığını tespit ettiklerini belirterek, şunları kaydetti:
"Bu fosiller miyosen dönemini karakterize ediyor. Şöyle diyebiliriz Doğu Anadolu Bölgesi yaklaşık 200 milyon yıl önce bölgede açılan okyanusla su altında kalmış. Levhaların kapanmasıyla bölge oldukça yükselerek kalıntı denizler oluşmuş."



"Bu dönemde bölgede okyanuslaşma başlıyor. Yani Bitlis sular altındaydı. Yaklaşık 20 milyon yıl önce denizin bölgeden çekilmesiyle karasal koşullar hakim oldu. Yani Bitlis'in 180 milyon yıl su altında kaldığını söyleyebiliriz."
Habertürk, 06.11.2016
ROMA BOSTANINDAN KEPÇEYİ ÇIKARDILAR

Beyoğlu, Cihangir’deki Sanatkarlar Parkı’nın bitişiğine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması planlanan, geçen hafta İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın talimatıyla durdurulan sosyal-kültürel tesis inşaatı alanında, İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ekiplerinin denetiminde elle kazı yapılması kararı alınmıştı.

 Mahalle sakinlerinin tarım yaptığı, adını da Roma Bostanı koyduğu alana yüklenici firma dün yine kepçeyle girdi. Polis denetiminde hafriyat çalışması yapan firma çalışanları, kurul kararının kendilerine ulaştırılması üzerine çalışmayı durdurup, kamyonları alandan dışarı çıkarırken, iş makinası kepçe inşaat alanında kaldı. Vatandaşlar çalışma sona erene kadar nöbet tutacaklarını söyledi.
Hürriyet, 06.11.2016

SANAT DÜNYASININ EN ETKİLİ 100 İSMİ

Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleşen Contemporary İstanbul Fuarı bugün sona eriyor. Fuarın yoğun ilgi gören bölümlerinden biri, koleksiyonerler tarafından seçilen 120 eserin izleyiciyle buluştuğu Collectors’ Stories... Bu yıl ilk kez gerçekleştirilen proje Türkiye’nin 60 önemli koleksiyonerine dikkat çekerken, geçtiğimiz hafta dünyanın önde gelen çağdaş sanat yayınlarından Art Review, Power 100 listesiyle çağdaş sanat dünyasının en etkili ve ilham veren isimlerini açıkladı. 2002’den bu yana yayınlanan listede, Türkiye’den yalnızca Ömer Koç bulunuyor. Haliyle gözler, Collectors’ Stories’de de Koç’un fark yaratan koleksiyonundan eserler arıyor. Fakat projede, en büyük tutkusu gözlerden uzak yaşamak olan Koç’a ait bir parça bulunmuyor.

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un Power 100’e girme sebeplerinin başında, çağdaş sanatı kişisel olarak, yani koleksiyonerliğiyle desteklemesi geliyor. Koç Holding’in 20 yıl boyunca (2007-2026) İstanbul Bienali’ne sponsor olması, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nu desteklemesi, Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’na verdiği destek ve ARTER’in kurulması gibi ibareler de yer alıyor. Koç Holding’e bağlı Vehbi Koç Vakfı, önümüzdeki yıl Dolapdere’de VKV Çağdaş Sanat Müzesi’ni açmaya da hazırlanıyor.

Power 100’de, listeye 99’uncu sıradan giriş yapan Ömer Koç’la birlikte, François Pinault, Adrian Cheng, Eli ve Edythe Broad gibi sanat dünyasına yön veren koleksiyonerlerin yanı sıra; Ai Wei Wei, Olafur Eliasson, Yayoi Kusama, Marina Abramovic gibi sanatçılar, Larry Gagosian, Marian Goodman ve Sir Nicholas Serrota’nın da aralarında bulunduğu galericiler ve müze yöneticileri yer alıyor.

İlk sıradaki isim ise Londra’daki Serpentine Galleries’in İsviçreli Artistik Direktörü ve küratör Hans Ulrich Obrist... Listeye Türkiye’den giren ilk ismin, 2011-2014 yılları arasında Vasıf Kortun olduğu biliniyor.

Peki sanat dünyası gücünü kimlerden alıyor?

AVRUPA HaKİMİYETİ
Artlyst’in raporuna göre, Avrupa her yıl olduğu gibi bu yıl da sanatsal üretim ve organizasyonların merkezinde. Listedeki şahsiyetlerin doğum yerleri baz alındığında sanat dünyasının en etkili isimlerinin yüzde 51’inin Avrupalı olduğu görülüyor. Yüzde 22’si Amerikalı, yüzde 13’ü Asya ve Latin Amerika’dan. Yüzde 3’erlik oranlarla Afrika ve Ortadoğu da onları takip ediyor.

DAHA ÇOK SANAT DAHA AZ PAZAR
Power 100 listesinin ilk 10’u alışıldığı üzere sabit kalsa da bu yıl özellikle ‘daha çok sanat, daha az pazar odaklı’ isimler olması göze çarpıyor. Şaşırtıcı biçimde listede müzayede evleriyle bağlantılı tek bir isim bulunmazken, oldukça fazla sayıda küratör, sanatçı ve müze yöneticisi dikkat çekiyor. Sonuçta yüzde 65’i galericiler ve ‘art dealer’lar, yüzde 23’ü sanatçılar, yüzde 22’yi de küratör ve müze direktörleri oluştururken, ‘koleksiyoner’ sıfatıyla yer alan yüzde 14’lük kısımda fuar ve okul yöneticileri, hatta feilozoflar da yer alıyor.

ERKEK EGEMENLİĞİ
Sanat dünyasının yüzde 68’inde erkek hakimiyeti gözlemleniyor, kadınlar listenin sadece yüzde 32’sini oluşturuyor. Listedeki ilk kadın Manuela Wirth 3’üncü sırada eşiyle birlikte. Alman video sanatçısı Hito Steyer 7 numarada ve tek başına. Steyer’i önümüzdeki Venedik Bienali’nin küratörü, Christine Macel takip ediyor.

Habertürk (kısaltarak), 06.11.2016

MUNCH'UN 'KÖPRÜDEKİ KIZLAR'I NEW YORK'TA MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

Sotheby's Müzayede Evi, New York'ta sonbahar açık artırmaları öncesinde, Norveçli ressam Edvard Munch'un "Köprüdeki Kızlar" tablosunun da dahil olduğu eserleri basına tanıttı.

Tanıtımda bir konuşma yapan Sotheby's'in İzlenimci ve Modern Sanat bölümü yöneticilerindenn Simon Shaw, bu lirik eserin Munch'un kariyerindeki en güçlü eserlerden biri olduğunu ve iki defa sanatçıya Sotheby's'deki kendi dünya rekorunu kırdırdığını söyledi.

Müzayede evi, Munch'un 1902 tarihli "Köprüdeki Kızlar" tablosuyla ilgili daha önceki açıklamasında, tablonun 50 milyon dolardan satılmasını beklediklerini bildirirken, eser 2008'de 30 milyon 800 bin dolara alıcı bulmuştu.

Sotheby's tarafından 2012 yılında satılan sanat tarihinin en bilinen tabloları arasında olan Munch'un "Çığlık" tablosu ise en son 119.9 milyon dolara satılmıştı.

Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) akımının önemli temsilcilerinden kabul edilen Munch'un yanında, Empresyonizmin (İzlenimcilik) öncülerinden Vincent van Gogh'un bir "natürmort" eseri de müzayede haftasında satışa sunulacaklar arasında.
Anadolu Ajansı, Haber: Selçuk Acar, 05.11.2016

MONA LİSA'NIN YÜZÜNDEKİ GÖLGENİN SIRRINI FİZİKÇİLER ÇÖZDÜ

Amerika'nın Chicago şehrindeki meşhur Argonne Ulusal Laboratuvarı'nın önemli isimlerinden olan fizikçi Prof.Dr. Ercan Alp'le sohbete doyamazsınız.

O kadar isteklidir ki anlatmaya, parçacık fiziğinde son gelişmeleri sizin ona sormanıza fırsat bile vermeden anlatmaya başlar. Derdi hep Türkiye’dir aslında, yılmadan yorulmadan Türkiye’de bir hızlandırıcı kurulması için uğraşır.

İşte o Ercan Alp ile birkaç yıl önce sohbet ederken ondan öğrenmiştim, Paris’teki ünlü Louvre Müzesi’nde yaşanmakta olanları.

Müze, biliyorsunuz 9.5 milyona varan ziyaretçi sayısıyla dünyanın en çok ziyaret edilen ikinci müzesi. (Birinci sırada Çin’deki İmparatorluk Sarayı var.)

Nitekim Paris’e yolu düşenler bilir, Louvre’un önünde bilet kuyruğunun olmadığı bir zamana denk gelmek meseledir.

YA MONA LİSA SOLARSA?
Bunca insan müzenin kasasına milyarlarca Euro bırakarak müzeye girer ve onların ezici bir çoğunluğunun hedefi müzedeki en ünlü eserdir; Vincili Leonardo’nun Mona Lisa’sı.

Müze yönetimi bu en değerli eserini korumak için elinden geleni yapıyor; elinden gelmeyenler için de dışarıdan yardım istiyor.

Ercan Alp’ten birkaç yıl önce duyduğuma göre Mona Lisa’nın zaman içinde renklerinin solmasından endişe ediyor müze yönetimi ve bunun için parçacık fizikçilerinden yardım istiyor.

Resmin renklerinin solmaması için önce o renklerin nasıl oluştuğunu, büyük ressam Leonardo’nun nasıl bir boya karışımı hazırladığını bilmek gerek. Hangi atomlar, hangi moleküller var o renklerin içinde ve bunların ışıkta yansıttığı renklerin değişmesinin nasıl önüne geçilebilir?

MÜZEYE KURULAN HIZLANDIRICI
Resmi yerinden indirip bir hızlandırıcı merkezine götürmek, orada bir laser kaynağı ile resmin boyasını tahlil etmek söz konusu olamayacağına göre ne yapılacak?

Genç kuşak Fransız fizikçi Philippe Walter öncülüğünde kalabalık bir ekip Louvre’nun bodrumunda kurdukları bir hızlandırıcı ile epey bir zamandan beri Mona Lisa’nın sırlarını çözmeye çalışıyorlar. Walter ve arkadaşları, ‘X-Ray Aydınlatma’ adı verilen bir teknikle Mona Lisa’nın her milimetrekaresini incelediler.

Şimdi onların incelemeleri ‘Angewandte Chemie International Edition’ adlı dergide bir makale olarak yayımlandı.

MONA LİSA’NIN YÜZÜNÜN GÖLGELERİ
Araştırmacılar sadece Leonardo’nun Mona Lisa’yı yaparken kullandığı boyaların bileşimini ortaya çıkarmakla kalmadı; bu ünlü tablonun yüzyıllardır insanları büyüleyen bazı özelliklerinin nereden geldiği konusunda da ciddi bir fikir oluşturdular.

Mona Lisa, evet resimdeki kadının gülümsemesiyle meşhurdur ve daha çok da bu tartışılır ama resmin başka detayları da var. Mesela Mona Lisa’nın yüzünde gördüğümüz gölgelerin kaynağı. Bilen biliyor, resmin üzerinde herhangi bir fırça darbesini belli eden bir şey yok ama işte kadının yüzünde yine de gölgeler var.

Walter ve arkadaşları, kullandıkları X-Ray kaynağı sayesinde bu sırrı çözmüş olabilirler. Anlaşılan Leonardo boyamayı tamamladıktan sonra bir çeşit cila da sürmüş bazı bölgelere. İşte o gölge hissini veren şey de o cilanın etkisi.

Dr. Walter ve ekibi, ressamın önce Mona Lisa’nın yüzünü ten renginde boyadığını saptamış. Ardından Leonardo, tam 30 kez çok ince bir cilalama işlemi yapmış. Bu işlemlerden bazıları yarım milimetre kalınlığında. Yani ressam biz o gölgeleri hissedebilelim diye çok ama çok ince çalışmış, Mona Lisa’nın yüzündeki ifade ve o ifadeyi dramatikleştiren gölge hissi tesadüfen ortaya çıkmış bir şey değilmiş.

Bu yazıdaki bilgileri The Economist’in taa haziran ayında yayımladığı bir haberden aldım; Prof.Dr. Ercan Alp ile yaptığım sohbetle de birleştirdim. Maalesef The Economist, Dr. Walter ve arkadaşlarının Louvre’un bodrumundaki o laboratuvarda çalışmasının esas sebebi olan Mona Lisa’nın korunması konusunda ne gibi bilgiler edindiğini yazmamıştı.

Ama Mona Lisa’nın yüzündeki gölgenin sırrını çözenler, herhalde resmin solmamasının yolunu da bulmuşlardır.
Hürriyet, Yazı: İsmet Birkan, 05.11.2016

Yeni yıldan itibaren Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanan harp okulları eğitime açılıyor. Kuleli Askeri Lisesi’nin bulunduğu bina ise rektörlük binası olacak

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrasında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile harp okullarındaki öğrenciler üniversitelere yönlendirilmiş, askeri liseler de kapatılmıştı. Milli Savunma Bakanlığı, Milli Savunma Üniversitesi altında eğitim verecek harp okulları için yeniden alım yapılacağını doğruladı. Hava Harp Okulu için üniversitelerin ikinci ve üçüncü sınıflarından geçiş yapılabileceği duyurulmuştu. Bu kapsamda 4 bini geçen başvurular alınmıştı. Şuan öğrencilerin mülakatlarının sürdüğü belirtilirken, önümüzdeki yıldan itibaren eğitimler başlayacak. Yeni kurulan üniversitenin çatısı altında hizmet verecek olan harp okullarının 2017'de öğrenci alımına başlayacağı öğrenildi. İlk olarak Hava Harp Okulu'nun öğrenci alacağı ve Şubat 2017'de eğitime başlanacağı belirtildi. Daha sonra da Deniz ve Kara Harp Okulu öğrenci alarak eğitime başlayacak. 15 Temmuz sonrası kapatılan Kuleli Askeri Lisesi'nin bulunduğu binanın ise yeni dönemdeki pozisyonu belli oldu. Kuleli artık Milli Savunma Üniversitesi'ne "Rektörlük Binası" olarak hizmet verecek. Milli Savunma Üniversitesi'ne Rektör olarak ünlü tarihçi Prof.Dr. Erhan Afyoncu atanmıştı.
Sabah, Haber: Ahmet Topal, 03.11.2016

DÜNYANIN GÖZÜ O SATIŞTA

Üzerinde On Emir'in yazılı olduğu bilinen en eski taş tablet 16 Kasım 2016 günü satışa çıkıyor. Açık arttırma, Beverly Hills'de bulunan Heritage Auctions'da düzenlenecek.

'Yavneh On Emir Taşı' olarak bilinen tablet şu anda Brooklyn, New York'ta bulunan Yaşayan Tevrat Müzesi (The Living Torah Museum)'da sergileniyor. 63.5cm'e 57.15 cm ölçülerindeki beyaz mermer Yavneh Taşı yaklaşık olarak 52 kg ağırlığında. 20 satırdan oluşan kitabe Samiriye lehçesi ile ve Eski-İbranice karakterleri ile yazılmış. Kitabede kullanılan karakterler ve noktalama işaretleri MS dört ve sekizinci yüzyıllar arasında kullanılan Samiriye yazısıyla aynı özellikleri taşıyor.

Eski İbranice yazısı antik Fenike yazısının bir varyasyonuydu. MÖ 10.yy'dan MÖ 5.yy'a kadar kullanılmış, sonrasında yerini yavaşça Aram yazısına bırakmıştı. Her ne kadar Aram yazısı yerine geçmiş olsa da, Eski İbranice yazısı Samiriye'de kullanılmaya devam etmiş, günümüzde de halen kullanılmaktadır.

GERÇEK KÖKENİ ORTAYA ÇIKMADI
Yavneh On Emir Taşı'nın yaşı hakkında iki farklı teori bulunuyor, Samiriye konusunda çalışan bilim insanı John Bowman, taşın İslam'ın yayılmaya başladığı 640-830 yıllarından kalma olduğunu ve Samiriyelilerin Abbasi Halifeliği tarafından kılıçtan geçirilerek katledildiği tarihlerden önce yazıldığı düşünüyor. Öteki araştırmacılar ise daha ileriki bir tarihi işaret ederek Bizans döneminden kalma olabileceğini düşünüyorlar.

Taş ve üzerindeki On Emir hakkında dikkat çekici olan özelliklerden biri, günümüzde bilinen metinle aralarında bazı farklar bulunması. Örneğin 'Rab'ın ismini boş yere ağıza almayacaksın' satırının bu taşın üzerinde bulunmaması dikkat çekici bir özellik. Bu eksikliğin yanında yazının son kısmında bir de fazlalık bulunuyor.

Yazının sonunda günümüzde bilinen metinde olmayan Gerizim Dağı'nda bir tapınak inşa edilmesinden ve On Emir'in de yine Gerizim Dağı'nın üzerinde tebliğ edildiğinden bahsediliyor. Bu tapınağın muhtemelen günümüzde Batı Şeria'da bulunan Nablus'ta bulunduğu söyleniyor. Tabletin gerçek kökeni henüz ortaya çıkarılabilmiş değil.

TAŞIN ÜZERİNE BASTILAR
1913'te Yavne yakınlarında bir tren yolu inşası esnasında bulunan taş üzerinde yapılan inceleme ve araştırmalar 1940 yılında sona ermişti. İşçiler daha sonra taşı yerel bir zengine satmışlar, bu şahıs da taşı evinin avlusunun zeminine yerleştirmişti.

Aradan geçen yıllar boyunca zemindeki taşın üzerinden basanların ayaklarının teması nedeniyle taşın ortasındaki bölüm silikleşmeye başladı, neyse ki taşın üzerine eğik bir açı ile ışık verildiğinde bu bölüm halen okunabiliyor.

BİLGİNE SATILDI
Taş, keşfinden 30 yıl sonra 1943'te sahibinin oğlu tarafından Mr. Kaplan adlı bir bilgine satıldı, bu şahıs ise taşın gerçek değerini anlayabilecek bilgi ve birikime sahipti. Kaplan, taşın üzerindeki yazının deşifresi için Samiriye tarihi uzmanı ve daha sonra İsrail'in ikinci başbakanı olacak kişiden, Yitzhak Ben-Zvi'den yardım istedi.

Ben-Zvi, Yavneh taşı üzerinde yapılan en geniş ölçekli inceleme ve araştırmayı gerçekleştirdi, daha ileriki tarihlerde yapılan incelemeler ise Ben-Zvi'nin tespitlerinin neredeyse bütünüyle doğru olduklarını gösterecekti.

Her ne kadar kitabenin yaşı üzerindeki tartışmalar henüz son bulmamış olsa da, bilinen Samiriyeli On Emir örnekleri arasında en eskisi olduğuna kimsenin kuşkusu yok.

210 BİN DOLARDAN SATIŞA ÇIKACAK
1990'larda tablet İsrail'in iyi bilinen antika satıcılarından Robert Deutsch'a satıldı, ve 2005'te Yaşayan Tevrat Müzesi'nin başındaki isim olan Rabbi Saul Deutsch'a kaldı.

İsrail Eski Eserler Birimi, yazıtın taşınabilmesi için özel bir izin ve özel şartlar gerektiğini bildirdi. Taşın başka yere taşınması, ancak herkes tarafından görülebileceği bir şekilde sergilenmesi durumunda mümkün olacaktı. Aynı şartlar taşın gelecekteki sahibi için de geçerli olacak.

Taşın açık arttırmaya çıkarılış fiyatı 210.000 $ olsa da, bu fiyatın çok üzerinde bir fiyata alıcı bulacağı düşünülüyor.
Oda Tv, Kaynak: Thevintagenews.com, Çeviri: Şıvan Okçuoğlu, 03.11.2016





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi