21 - 27 Şubat 2016
|
TARİHTEN BİR KUPÜR...

Kadıköy Hali, Yenikapı Lunaparkı, Ayasofya Hamamı ve Arnavutköy Boğaziçi Lisesi ile ilgili bir restorasyon haberi.
(1960'lı yıllar, Hürriyet Gazetesi)
Gönderen: Metehan Peköz
|
SİVAS VALİSİ
BARUT, KONGRE MÜZESİ'NDEKİ ÇALIŞMALARI İNCELEDİ
Sivas Valisi Alim Barut,
restorasyonunda sona yaklaşılan Atatürk Kongre
ve Etnografya Müzesi’nde incelemelerde bulundu.
Yüzde 95’i tamamlanan
restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Vali
Alim Barut’a, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri
Salih Ayhan eşlik ederek çalışmalar hakkında
bilgi verdi.
İncelemenin ardından
basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Vali
Alim Barut, "Restorasyonun ardından, teşhir
tanzim ve çevre düzenlemesi yapılacak. Teşhir
tanzime ilişkin tüm hazırlıklarımız tamam.
Bilindiği üzere ihalesi geçtiğimiz günlerde
yapılmıştı. Titizlikle süreci takip ederek ve
bazı prosedürleri tamamlayarak 4 Eylül’e kadar
teşhir tanzimi bitireceğimizi düşünüyoruz.
İkinci aşamada da çevre düzenlemesine ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Saraylar’dan
onay geldiğinde çevre düzenlemesinin de ihale
sürecini başlatacağız. Sivas’ımıza ve
milletimize hayırlı olsun." diye konuştu.
İncelemelerde Vali
Yardımcısı Mehmet Şerif Olçaş, İl Emniyet Müdürü
Turgay Çalışkan, Gölova Kaymakamı Erkan İsa Erat
da yer aldı.
Merhaba Haber,
04.03.2016
|
ASYA'NIN EN
YAŞLISI

İran'ın Yezd eyaletinde bulunan ve 4 bin 500 yaşında
olduğu tahmin edilen servi ağacı turistlerin
ilgisini çekmeye devam ediyor. Konunun uzmanları,
ağacın ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Metuşaleh
isimli 4 bin 800 yaşındaki çam ağacından sonra
dünyada bilinen en yaşlı ikinci ağaç olduğunu
söylüyor. Asya'nın en yaşlı canlısı olarak anılan
Aberkuh isimli servi hakkındaki efsaneler antik
hikayelere dayanıyor. Bir inanışa göre Servi
Aberkuh, Hz. Nuh peygamberin oğullarından Yafes
tarafından dikilmiş. Bir diğer efsane ise ağacın
Zerdüştlük inancının kurucusu olan Zerdüşt
tarafından bizzat dikildiğini söylüyor. Aberkuh
kentinde bulunan ağacın boyunun 25 metre, çevresinin
ise 18 metre olduğu ölçüldü. Hakkında yapılan
araştırmalara göre Yezd bölgesinin ikliminin servi
ağacına çok uygun olduğu, servi Aberkuh'un uzun
ömrünü bu iklim şartlarına borçlu olduğu belirtildi.
İranlı coğrafya ve tarih yazarı Hamdallah
Kazvini'nin metinlerini inceleyen tarihçiler, ağacın
14'üncü yüzyılda dahi bir çekim merkezi olduğunu;
halkın Aberkuh'u ziyaret etmek için uzak yollardan
geldiğini söylüyor.
Sabah, 04.03.2016 |
JANDARMANIN
GİRDİĞİ EVDEN TARİHİ ESER ÇIKTI
Tekirdağ
Malkara ilçe
Jandarma
ekipleri tarafından bir evde yapılan aramada, 2 adet
tarihi eser bulundu.
İddiaya göre, 156’ya
gelen ihbarı değerlendiren Malkara İlçe Jandarma
Asayiş Timi ekibi, Tekirdağ Jandarma KOM ile Merkez
Karakol Komutanının da katılımıyla Deveci
Mahallesi’nde bir eve operasyon yaptı.
Evde yapılan aramada,
eski zamanlardan kalma 2 adet tarihi eser parçasına
rastlandı. Jandarmaya ifade veren ev sahibi, tarihi
eser olduğu iddia edilen kap ve objeyi pazardan
aldığını ileri sürdüğü öğrenildi. Tekirdağ İl
Jandarma ekiplerine teslim edilen eserler muhafazaya
alındı.
Milliyet, 04.03.2016
|
ZİGETVAR MİNARESİ
MİNİ KRİZ ÇIKARDI
Zigetvar Kalesi’ndeki Kanuni Sultan Süleyman
Camisi minaresinin uzatılıp uzatılmaması
tartışmasında son noktayı Macar Kültür Müsteşarı
koydu: Cami, kültür mirası ve koruma altında.
Ama minare, uzatılmayacak!
Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın 6-7 Eylül’de yapacağı
Macaristan
ziyareti öncesi, Osmanlı döneminde yapılan
Zigetvar Kalesi içindeki caminin minaresiyle
ilgili tartışma, mini bir kriz halini aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
gezi programı dahilinde ziyaret etmesi beklenen
Zigetvar Kalesi içindeki Kanuni Sultan Süleyman
Camisi minaresinin ‘aslına uygun olarak uzatılıp
uzatılmayacağı’ basında haber olup bu binanın
ibadete açılıp açılmayacağı da dahil tartışma
yaratınca, sonunda bir panel düzenlendi.
‘TÜRKİYE BASKI
YAPMADI’
Başkent Budapeşte’de önceki
gün yapılan “Zigetvar’da minare yapılsın mı”
panelinde Macaristan’ın eski Ankara Büyükelçisi
Janos Hovari, Zigetvar’da yeni minare yapımının
hiç gündeme gelmediğini, eski minarenin
yenilenmesinin uzmanların vereceği karara bağlı
olduğunu belirtti. Hovari, “Andras Sarayı’nda
inşa edilen Osmanlı camisinin ibadete açılması
konusunda da Türk hükümeti baskı yapmadı” dedi.
Başbakanlık Kültür
Müsteşarı L. Simon Laszlo da hükümet olarak
Zigetvar Kalesi’nde ibadethane yapımına izin
vermeyeceğini daha önce de açık şekilde ifade
ettiğini belirterek şunları söyledi:
‘BİZ KARAR
VERİRİZ’
“Zigetvar’da ne yapılıp
yapılmayacağına biz karar veririz. 450 yıllık bu
cami kültür mirasıdır ve koruma altındadır.
Caminin içi restore edilecek fakat eski
minarenin uzatılması söz konusu değil. Zigetvar
Kalesi’nin restore dilmesi hükümet programında
vardır. Ancak kalede İslamiyet’le ilgili bir
yapıya müsaade etmiyoruz ve etmeyeceğiz. Yeni
minare ve eski minarenin aslına uygun şekilde
yeniden yapımına müsaade etmiyoruz. Bu konuyla
ilgili Türkiye’nin Macaristan Büyükelçisi ile de
görüştüm. Bu görüşmelere yazıya da döküldü. Bu
görüşmelerde de hükümetin Zigetvar Kalesi’nde
dinsel hiçbir şeyin yapımına müsaade
etmeyeceğini kendilerine söyledim. Her şey bu
kadar açık.”
MACAR BASININA
HABER OLMUŞTU
Ocak ayında Macaristan basınında çıkan
haberlerde, Türkiye’nin Zigetvar Kalesi’ndeki
caminin minaresini restore etmek istediği,
Büyükelçi Şakir Fakılı’nın restorasyon
planlarını şehir konseyine verdiğini yazdı. 1566
yılındaki Zigetvar Kuşatması’nın 450 yıl dönümü
kapsamında anma etkinlikleri düzenlenecek.
Zigetvar şehrinin, 7 Eylül’de de Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan ile Macar ve Hırvat liderlerin de
katılacağı uluslararası bir zirveye ev sahipliği
yapması bekleniyor. Hungary Today’de çıkan
haberde restorasyonun, Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın da katılacağı zirveye göre
planlandığı yazıldı.
Hürriyet, 04.03.2016
|
6500 YILLIK DİŞ
DOLGUSU

İnsanoğlu yazıyı, tekerleği ve medeniyeti
keşfetmeden önce çürük dişleri oyarak ağrıyı
gidermesini biliyordu
1921’de bugünkü Zambia
topraklarında bir madende eski bir kafatası
bulunmuştu. Bir erkeğe ait olduğu belirlenen bu
kafatasının, insanın atalarından
Homoheidelbergensis’e ait olduğu düşünülüyordu.
Bunlar Afrika, Avrupa ve batı Asya’da 600 ile 200
bin yıl önce yaşamıştı. Kafatasının 10 dişinde
oyuklar vardı. Ölüm nedeni bu bile olabilirdi. Ama
bu şaşırtıcı birgelişmeydi. Çünkü ilk insanların
dişinde çürüğe pek rastlanmıyordu. Diş çürümesi
yaklaşık 10 bin yıl kadar önce yaygınlaşmaya
başladı. Bu, atalarımızın tarıma başladığı dönemdi.
Bundan sonra gelişkin denebilecek dişçilik
örneklerine rastlandı. Arkeologlar farklı bölgelerde
çürük dişlerin kazındığına, çekildiğine, hatta
delindiğine dair örneklere rastladı.
Yani öyle görünüyordu ki
çürük dişlerin oyulmasını içeren tedavi, binlerce
yıl önceki yazı ve tekerlek keşfinden çok daha
öncesine dayanıyordu. Tarım öncesi toplumlarda diş
çürümesine fazla rastlanmıyordu. Çürüklerdeki artış
ilk olarak 1970’lerde kabul gördü. Uzmanlar bunu,
tarımın gelişmesiyle diyetteki karbonhidrat oranının
artışına bağladı.
Ağızdaki bazı bakterilerin karbonhidratı asite
dönüştürerek diş minesine zarar verdiği doğru. Ama
bazı uzmanlar diş çürüklerinde yaygınlaşmanın tek
başına diyetle açıklanamayacağı kanısında. Belki de
tarımla birlikte baş gösteren diğer değişimler buna
neden olmuştur. Tarımla birlikte yerleşik hayata
geçilmesi ve doğurganlık artışı gibi. Hamilelikte
hormonların değişmesi ile kadınların damaklarında
şişme ve tükürükte asit-baz dengesinin değişmesine
bağlı diş çürükleri ortaya çıkabiliyor.
Antik dönem Asyalı kadınlar
üzerinde yapılan araştırmalarda artan doğurganlığın
ağız sağlığında ciddi bir bozulmaya yol açtığı
görüldü. Bu faktörlerin rolü tam olarak bilinmese de
şu bir gerçek ki bu topluluklar diş ağrısına çözüm
bulmaya çalışmış. İlk dişçilik aletlerinin tarım
başlamadan hemen önceki döneme ait olduğu görülüyor.
DİŞLERDEKİ OYUKLAR
1980’lerde İtalya’da bir kazıda bulunan 14
bin yıllık yetişkin erkek kafatası geçen yıl
incelendiğinde, çürük bir diş üzerindeki kazıma
izleri dikkat çekmişti. Bunun ince bir çakmak taşı
ile yapıldığı tahmin ediliyor. Bu alet ise o
dönemlerde henüz yeniydi. Araştırmacılar bu aletin
ilk olarak 9000 ila 7500 yıl önce bugünkü Pakistan
topraklarında ortaya çıktığına inanıyor.

Bu bölgede Neoloitik dönemden
(Cilalı Taş Devri) kalma bir mezarlıkta en az dokuz
kafatasındaki dişlere benzer müdahalelerde
bulunulmuş olduğu görüldü. Bunlardan biri üç farklı
dişinde kazıtma/delme işlemi yaptırmıştı. Eski
insanların dişi delebilecek böylesi bir teknolojiye
nasıl sahip olduğu sorulabilir. Ancak benzer
teknikler bazı yerli topluluklar arasında bugün de
kullanılıyor.
İLK DOLGU
Peru’da 600 yıl öncesine ait
kafataslarındaki dişlerde de benzer yuvarlak
oyuklara rastlandı. Oyuklar incelendiğinde,
döndürerek delme ve kazıma işlemi için iki ayrı alet
kullanıldığı sonucuna varıldı. Bin yıl öncesinde
Peru’da yapılan bu tür diş tedavilerinde anestezi
için koka yapraklarının kullanılmış olabileceği
tahmin ediliyor. Binlerce yıl öncesinde yapılan bu
diş tedavilerinde, çürük dişi delip içindeki ölü
dokuyu sıyırdıktan sonra oluşan oyuğun bazı dolgu
maddeleriyle doldurulmuş olduğu da sanılıyor.
2012’de İtalya’da
Uluslararası Teorik Fizik Merkezi’nde üç boyutlu bir
tarama teknolojisinin denemeleri yapılmıştı.
İncelenen kemiklerden biri, 100 yıl önce Slovenya
yakınlarında bir mağarada bulunan ve 6500 yıl
öncesine ait olan bir insan çenesiydi. Dişlerden
birine yapışık ilginç bir madde araştırmacıların
dikkatini çekmiş, bunun dişteki oyuğu doldurmak için
kullanılmış balmumu olduğu görülmüştü. Bugün bu
kafatası İtalya’daki Trieste Doğal Tarih Müzesi’nde
sergileniyor ve yeryüzünün en eski dolgusu büyük
ilgi görüyor.
Sözcü, 03.03.2016
|
"ASIL OLAN AHİLİK
YANİ KARDEŞLİK MÜESSESESİNİN YENİDEN
DİRİLTİLMESİDİR"
Ahi Evran-ı Veli Külliyesi projesinin detaylarını
Mi'mar Mimarlık kurucuları İbrahim Hakkı Yiğit ve
Ahmet Yılmaz'dan dinledik.
Büyük şehirlerde diğer
illerimize göre daha çok sayıda ve çeşitlilikte
proje üretiliyor; haliyle bu projeler daha
görünür olabiliyor, diğer illerde yürüyen
projeler ise biraz geri planda kalabiliyor.
Anadolu kökenli kadim bir öğretinin anavatanı
olan Kırşehir'den Ahi Evran-ı Veli Külliye
projesini anlatma sebebimiz; hem büyük şehir
dışından iyi niyetlerle yürütülen bir projeyi
tanıtmak, hem de kamusal öneme sahip bir proje
olması.
Kırşehir il merkezinde
yer alan, çevre topraklarda gelişip yaygınlaşan;
sanat, ticaret, dayanışma ve yardımlaşma kurumu
olan Ahilik* Teşkilatının özelliklerini
yansıtan, yaklaşık 55.000 m²'lik alan içersinde
toplam inşaat alanı 40.000 m² olan Külliye
bünyesinde; Ahilik Araştırma Kütüphanesi,
arasta/bedesten, Ahilik ve Astronomi Müzesi,
usta ve esnaf odaları, dükkanlar, şadırvan,
sahne ve tören alanı, butik konaklama tesisleri
ve yeme içme mekanları yer alıyor.

Başta Kırşehir olmak
üzere; Anadolu tarihi içinde önemli bir yere
sahip, kökeni 12. yüzyıla dayanan Ahilik
geleneğinin korunması için Ahi Evran-ı Veli
Hazretleri'nin türbesinin bulunduğu Ahi Evran
Camii ve alanında yapılan Külliye projesi,
kültürel mirasın korunması için yola çıkılan
önemli bir sosyal sorumluluk projesi olmasıyla
da öne çıkıyor.
Geçmişin izleri okunarak,
yerin fısıltıları dinlenerek, uzmanların
görüşleri alınarak, yerelliğin ön plana çıktığı
Ahi Evran-ı Veli Külliyesi projesi, Mi'mar
Mimarlık tasarım ekibi tarafından
projelendirildi. Dört etaptan ilkinin
uygulandığı proje ile ilgili detaylı bilgiyi
Mi'mar Mimarlık kurucuları İbrahim Hakkı Yiğit
ve Ahmet Yılmaz'dan aldık.
Heval Zeliha
Yüksel: Kökeni yüzyıllar öncesine dayanan Ahilik
geleneğinin korunması için yapılan Ahi Evran-ı
Veli Külliye projesinin hikayesini dinleyebilir
miyiz?
Kırşehir Belediye Başkanı Sn.
Yaşar Bahçeci Bey, bugünkü 55.000 m2 alanda
kurulan Ahi Evran külliye projesini yaptırmayı
düşünmüşler. Bu bağlamda yaptıkları bir ihale
neticesinde iş Mİ'mar Mimarlık olarak bizim
uhdemizde kalınca, öncelikle kendileriyle
tanışarak projeyi özümsemeye çalıştık. 2011 yılı
itibariyle hem kendileri hem de işaret ettikleri
Ahilik konusu uzmanları ile birebir görüşerek
projemizi geliştirdik. Bu sebeple Konya'ya
giderek kendisinden istifade ettiğimiz Prof.Dr.
Mikail Bayram Hocamız ve Ahi Baba Mustafa
Karagüllü'yü, ayrıca Prof.Dr. Sadettin Ökten'i
ve mimar Hilmi Şenalp'i, mimar Mahmut Kirazoğlu,
Kazım Ceylan, Prof.Dr. Ahmet Kala'yı ve
katkılarını ifade etmek isteriz. Bu isimler
dışında çeşitli seviyelerde projemize katkısı
olmuş danışmanlarımız ile proje nihai hale
süreçler halinde getirildi. Özellikle Belediye
Başkanımızın yapılacak külliye projesinin
yüzyıllarca kullanılabilmesini istemesi,
projenin doğal taştan kagir bir yapı olarak
inşasının da başlangıcını oluşturdu. Gelinen
süreçte dinamik bir proje olarak tasarım
sürecinin halen devam etmekte olduğunu
söyleyebiliriz. Öncelikle proje alanında yapılan
kentsel tasarım projesi ve bu projeyi mesnet
alarak yapılmış olan imar planı çerçevesinde
uygulama projeleri yapılmaktadır. Mevcut doku
ile irtibatlı, parçalı bütünler olarak mekanlar
oluşturuldu. İşte tam da bu kısımda gerek
fikirleri ile gerekse projeleri ile bizlere yol
gösteren merhum Turgut Cansever'i de rahmetle ve
minnetle anmalıyız.

Ahilik hakkında
araştırma yaptığınızı biliyoruz. Biraz bu
kısmını da dinleyebilir miyiz? Geçmişin izlerini
nasıl yeni duruma adapte ettiniz?
Ahilik sistemi halihazırda devam etmemektedir.
Hem Selçuklu hem de Osmanlı kurucu unsurlarından
olan bu sistemin kavranması gerekiyordu. Bu
hususta biraz önce bahsettiğim isimler ile
görüşmeler yapılarak, sonrasında Ahiliğe dair
yapılmış olan kitap, sempozyum vb. envantere
ulaşarak ciddi okumalar neticesinde bir seviyeye
gelinmiş oldu. Neticede önümüzde mekanlara ait
talep listesi bulunsa da, bu listenin daha
ileriye götürülerek, hem nicelik olarak
mekanları hem de nitelik olarak projeyi belli
bir seviyeye getirmeye çalıştık. Kırşehir'e,
Kayseri'ye, Konya ve Nevşehir'e sayısız
ziyaretlerimiz oldu. Hem uzmanlarla
görüşmelerimiz; hem de Konya Mevlana Külliyesi,
Nevşehir Hacı Bektaş Külliyesi gibi dönemi
içinde önem ve nitelik arz eden mekanlara
gidilmiş oldu. Sonuçta bu kişi, kaynak ve
mekanlardan alınan bilgi ve görgü ile Kırşehir
Ahi Evran Külliyesi projesini inşa etmeye
çalıştık.

Kamusal bir alan
olması itibariyle nelere dikkat ettiniz?
Çeşitli seviyede açık ve kapalı
mekanları içeren projenin en önemli özelliği,
her insanın en rahat şekilde erişilebilir
olmasıdır. Zaten yapılarımızın en fazla 2 kat
olarak projelendirilmesiyle kullanım esnasında
çok az müdahale ile ve az masrafla işletilmesine
dönük olarak tasarım kararı bulunmakta. Sonuçta
bu hacimdeki yapı topluluğunun uzun yıllar aynı
nitelikte kullanılması yani sürdürülebilir
olması şarttır.

Mevcut yeşil
doku korundu mu?
Evet, tasarımın en
önemli kriterlerinden bir tanesi de tespit
edilmiş olan nitelikli ağaçların korunması idi.
Bu meydanda önce ağaçlar korundu ve kalan
boşluklarda mimari ve kentsel tasarıma yön
verildi. Dolayısıyla hem ağaçlar korunmuş oldu;
hem de nitelikli ağaçlar bir dekor olarak değil
de, tasarıma katılan ve zenginleştiren unsurlar
oldular.
Yaklaşık 55.000
m²'lik proje alanı. Büyük bir proje. Hangi
aşamadasınız şu anda?
Projemiz
toplam 4 aşamadan oluşuyor. Projenin merkezi
konumundaki ilk etap tamamlanmak üzere olup, tüm
etapların avan projesi tamamlanmış ve ilgili
kurumlardan onaylandı.
Size göre bu
projenin sürdürülebilir olması için yani Ahilik
kültürünü yaşatması bağlamında neler yapılması
gerekiyordu? Projeye yansıtabildiniz mi?
Kırşehir son büyük Ahi şehridir.
Yapılan araştırmalarda bugün ülkemiz
sınırlarında 30 civarında ahi şehri
bulunmaktadır. Ayrıca döneminde, merkezi
Kırşehir'de olmak üzere kurulmuş olan Ahi Evran
Vakfı'nın, Osmanlı döneminde 75 ayrı merkezde de
şubesi bulunmaktaydı. İstanbul'daki Ahi Evran
Vakfı'nın merkezi Zeytinburnu, Kazlıçeşme olup;
ayrıca tüm Osmanlı coğrafyasında isminde 'AHİ'
kelimesi geçen 276 adet vakıf tespit edilmiştir.
Bu tespitler Ahilik konusunun geçmişte toplumda
ne kadar önemli ve merkezi bir yer edindiğini
ifade etmektedir. Neticede bu gün projeyi
tasarlarken tüm bu verilerin kullanılmasına
gayret edildi. Asıl olan ahilik yani kardeşlik
müessesesinin yeniden diriltilmesidir. Projemiz
bu fikirle inşa edilmektedir.

Yerelliğin ön
plana çıktığı Ahi Evran-ı Veli Külliyesi
projesinde hangi malzemeler kullanıldı?
Tüm külliyenin temel yapı malzemesi
traverten taşı olup, güncel deprem yönetmeliği
bağlamında betonarme ile birlikte ağırlıklı
klasik kagir sistem birlikte kullanılmış olup
(mix dizayn) tüm duvarlar 60 cm kalınlıkta
klasik kagir sistem ile çözülmüş; kiriş, çatı ve
tonoz sistemler ve yer yer gizli açık düşey
taşıyıcı sistemler ise yüksek mukavemetli özel
beyaz beton ile uygulanmıştır. Bunun dışında
çatı örtü sistemlerinde titanyum çinko, tüm
pencere doğrama ve kapı, kepenk sistemlerinde
ahşap/meşe ve alüminyum doğrama sistemleri
kullanılmıştır. 4.250 m³ traverten taş
kullanılmış olup; ilerleyen etaplarda ise 7.000
m³ traverten taşı daha kullanılacaktır.
Kullandığımız traverten Kırşehir il sınırları
içerisindeki mucur bölgesinden çıkarılmaktadır.
*Ahilik: Kökeni 12.
yüzyıla dayanan Ahilik; iş ahlakını savunan,
sermayeyi ve işçinin alın terini koruyan, akıl,
ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine
kurulan, günümüzün kooperatifçilik,
sendikacılık, sosyal güvenlik, kalite ve fiyat
kontrol sistemine benzer yönleri olan bir
teşkilattır.
Arkitera, Haber: Heva
Zeliha Yüksel, 03.03.2016
|
ŞİRİNCE'DEKİ
TARİHİ KİLİSENİN RESTORASYONU BİTMEK ÜZERE

İzmir’in Selçuk İlçesi Şirince Mahallesi’ndeki St.
John Kilisesi’nde yürütülen restorasyon
çalışmalarında sona gelindiği açıklandı.
DHA'nın haberine göre, çalışmalar hakkında bilgi
veren AK Partili Selçuk Belediye Başkanı Dahi Zeynel
Bakıcı, "Şirince St. John Kilisesi Restorasyon
projesi kapsamında derz onarımları ve güçlendirme
çalışmaları tamamlandı. Yıkılmış kubbe aslına uygun
olarak yapılmış ve kilisenin çatısı yenilenmiştir.
Orijinal sıva ve fresklerde mikroenjeksiyon
yapılarak mevcut olan yapının korunması
sağlanmıştır. Ayrıca, kilisenin çevresinde drenaj
çalışmaları yapılarak, bahçe döşemesi ve bahçeye
inen merdivenler yenilenmiştir. Bununla birlikte
yine kadınlar mahfilinin ahşap döşemesi ve sundurma
onaylı projesine uygun olarak tekrar yapılmıştır"
dedi.
Çalışmaların çok
yakın zamanda tamamlanacağını kaydeden Başkan
Bakıcı, "Kilisede yürütülen çalışmalarda şu anda
elektrik işleri ve kadınlar mahfiline çıkan
merdivenlerin bir bölümü ahşap bir bölümü de cam
yapılmaktadır. Daha sonra zemin döşemesi temizlenip
restorasyon sonlandırılacaktır" dedi.
Şirince'ye değer
katacak
St.
John Kilisesi restorasyon çalışmalarının ardından
Şirince’de Sokak Sağlıklaştırma ve Kentsel Tasarım
projesine başlanılacağını hatırlatan Başkan Bakıcı,
yapılan çalışmalarla birlikte kentin daha şirin bir
yer olacağına vurgu yaptı. Selçuk’un arkeolojik
değerleriyle dünyanın çok önemli turizm merkezi
olduğuna dikkat çeken Başkan Bakıcı, "Hepimizin de
bildiği gibi Selçuk gerçekten arkeolojik açısından
değerlendirilecek en önemli alanlardan bir
tanesidir. Gezilecek görülecek birçok kültür
değerimiz var. Bu kapsamda Selçuk için önemli olan
üç projeden biri olan ve inanç turizmine yüksek
düzeyde katkı koyacağını düşündüğümüz St. John
Kilisesinin onarım ve restorasyon çalışmasıdır. Ben
ilçemiz açısından çok büyük bir kazanım olacağına
inandığım bu önemli çalışmalara destek veren Kültür
Ve Turizm Bakanımıza ve İzmir Valimize çok teşekkür
ediyorum" dedi.
Yapı, 03.02.2016
|
KORSAN AKM
Adrian Smith&Gordon Gill Architecture’ın Taksim’deki
Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine yaptığı ‘İstanbul
Kültür Merkezi’ adlı proje, World Architecture
News’ın düzenlediği WAN Ödülleri’nde birinci
seçildi. Kim tarafından sipariş edildiği bilinmeyen
gizemli projenin görselleri internette ortaya çıktı.

2000’li yılların ortalarından bu yana ‘Yıkılsın mı
yıkılmasın mı?’ tartışmaları süren İstanbul
Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Devlet
Senfoni Orkestrası’nın 16
Mayıs 2008’de verdiği konserdan beri yaklaşık
sekiz yıldır kapalı. Kasım 2007’de İstanbul 2 No’lu
Koruma Kurulu tarafından 1. derece kültür varlığı
olarak tescil edilen (buna göre yıkılsa bile yerine
aynısı yapılmak zorunda) AKM’de 2012 yılında
restorasyon çalışmaları başlamış ama Mayıs 2013’te
durdurulmuştu. O tarihten beri kaderine terk edilmiş
halde kapalı duran AKM, şimdilerde internette
dolaşan bir projeyle yeniden gündemde. Zira Chicago
ve Pekin’de ofisleri bulunan Adrian Smith& Gordon
Gill Architecture’ın Taksim’deki Atatürk Kültür
Merkezi’nin yerine yaptığı ‘İstanbul Kültür Merkezi’
adlı
proje, World Architecture News’ın düzenlediği
WAN Ödülleri’nde ‘Geleceğin Kamu Binaları’
kategorisinde birinci seçildi. Kim tarafından
sipariş edildiği bilinmeyen gizemli projenin
görselleri ise internette ortaya çıktı.
World Architecture News internet sitesinde yer alan
habere göre Washington DC’deki Constitution Gardens,
Budapeşte’deki Macar Müziği Merkezi, Norveç’teki
Kültür Evi ve Taypey Sanat Müzesi tasarımları
arasından birinci seçilen ‘İstanbul Kültür Merkezi’
projesi, jüri tarafından ‘çok yönlülüğü’yle birinci
oldu. Proje imajlarına bakılırsa AKM ve hemen
yanındaki otoparkı da kapsayan ‘İstanbul Kültür
Merkezi’nin tanıtımında ise “Politik gösterilerin de
merkezi olan, modern İstanbul’un kalbinde,
metro ağlarına yakın, büyük bir turist ve
eğlence merkezi olan ve restoran, mağaza ve
otelleriyle ünlü Taksim Meydanı’nda...” ifadelerine
yer verildi.
DAVET ÜZERİNE Mİ YAPILDI
Adrian Smith & Gordon
Gill Architecture’ın web sitesinde ise merkezin
içeriği “Bir opera salonu, bir tiyatro ve sinemadan
oluşacak birbirlerine entegre edilmiş kültür
binaları” şeklinde tanıtılıyor. Adrian Smith &
Gordon Gill Architecture şirketine mail üzerinden
projenin davet üzerine mi yapıldığını, eğer öyleyse
davetin hangi kişi ya da kurum tarafından
yapıldığını sorduk ama henüz olumlu olumsuz bir
cevap alamadık.
Hürriyet, Haber: Birce Altay -
Erkan Aktuğ, 03.03.2016
******
"BÖYLE BİR PROJE
'HAFIZA KIRIMI" ANLAMINA GELİR"
Paylaşılan bu görüntüyü
arkasında mimari bir düşünce olmadığı için ciddiye
almıyorum diyebilirim, ama bakarsınız başka işlerde
olduğu gibi yarın arkasında kamunun olduğu
anlaşılır. Sorun da zannedersem burada.

Gezi için bir mimarın AVM
hayali kurması mümkündür. Ama benim hayalim tek
hayal olacaktır, başkasına hayat hakkı tanımam demek
olsa olsa Neo-Nazi partisinin bir üye mimarının,
militanının falan söyleyebileceği bir şeydir.
İster siparişle
hazırlamış olsun, ister kendi başına hazırlamış
olsun önce mimarlığın böyle bir şey olup,
olmadığının tartışılması lazım.
AKM önemli bir belge, bir
hafıza mekanı. Bu niteliği yasal olarak
tanımlanmış, kurumlar da tescil etmiş.
Bu durumda önce yapının
bu niteliği üzerinde kafa yormak lazım. Bunu da
ancak bağımsız bir organlaşma yapabilir, tıpkı
geçmişte yapıldığı gibi.
AKM'nin yıkılmasını
isteyen iktidara karşı mimarlarla, proje
müellifleri ile bir tür arayüz oluşturan bu
kişiler değerlendirme yaptılar ve onu
restorasyona ikna ettiler. "Önce yıkalım, sonra
düşünelim" demek bana "önce asalım, sonra
yargılayalım" demek gibi geliyor, o tarihte
iktidara bu söylenmişti ve otoriter yaklaşım bu
şekilde çözülmüştü.
Eğer bunu yapmazsanaz,
yalnızca yıkalım yeniden yapalım (ya da burası
kutsaldır, buraya dokunamazsın) derseniz,
düşünceyi yasaklamış olursunuz.
AKM'de ne olduğunu,
restorasyon sürecinin nasıl başarıldığını ve
nasıl kaybedildiğini ne yazık ki kamuoyu
bilmiyor. Otoriter yönetimlerin bir özelliği de
zaten bu tür kamusal konuları muallakta
bırakmaktır.
İktidar
biliyorsunuzdur belki sivil girişimi
yarışmaya veya yeni projeye ikna etmeye
çalıştı, uzun bir süre. Amaç öncelikle
mevcut yapının yıkılmasıydı.
Bu bile AKM'nin bir
hafıza mekanı olarak ne kadar önemli
olduğunu ve meselenin iktidar alanında
değil, bağımsız bir mimari platformda
tartışılması gerektiğini gösteriyor.
İstemeyerek de olsa,
kabul etmek zorunda kalmıştı. Ama sonra mimari
düşünce alanını imha eden bir gelişme yaşandı.
Mahkeme kararı ile
böylesine deneysel, çok boyutlu, yıllarca emek
verilen bir konu halledilebilir mi? Mahkeme
kararı iktidarı acaip rahatlattı.
"İstemiyorlarsa, yapmayın" talimatını verdi, en
tepedeki kişi. Yıllarca harcanan emekler de çöpe
gitti.
Elbette herkesin hayal
kurmaya hakkı var. Ama bu proje eğer bir hayal
değil de bir mimarlık projesi olarak
değerlendirilecekse, o zaman sormak lazım.
Bu mimarlık grubu işi
nasıl almış? Nasıl seçilmiş? Projeyi kim
yönetiyor?
AKM'nin bir hafıza mekanı
olarak niteliklerini nasıl değerlendirmiş? Bu
tasarımın AKM yerine bambaşka bir yerde olmaması
için bir neden var mı?
Dikkat ederseniz bu
soruların cevabı yok.
Böyle bir proje bir
"hafıza kırımı" anlamına gelir. AKM tartışılamaz
demiyorum, tam tersine. Mimarlık keşfetmeye,
sorgulamaya dayanan bir faaliyettir.
Eğer bunlar
sorulmuyorsa, Gezi'ye siparişle yaptırılan
"çakma kışla" projesi gibi bir mimarlık skandalı
ile karşı karşıyayız demektir.
Yapı, Yazı: Korhan
Gümüş, 03.03.2016
|
BURSA'DA İKİ
KİLİSENİN BAŞINA GELENLER
Mülkiyeti şahsa ait olan Setbaşı’ndaki Ermeni
Katolik Kilisesi’yle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
(VGM) elindeki Fransız Kilisesi, geçmişleri
benzemekle birlikte farklı iki gelişmeyle gündemde.
Geçtiğimiz haftalarda
Bursa’daki iki kiliseyle ilgili çıkan haberler
kamuoyunda büyük ilgi çekti. İlki, internet
sitelerine verilen ilanla satılığa çıkarılan bir
Ermeni kilisesi… Diğeriyse şehirdeki Katolik,
Ortodoks ve Protestan cemaatlerinin birlikte
kullandığı, ‘kilise tahliye ediliyor’ başlıklarıyla
gündeme gelen Fransız Kilisesi… İlk haber,
Bursa’daki Hıristiyan kültürel mirasıyla ilgili
endişeler yaratırken, diğeri şehirdeki
Hıristiyanların geleceğiyle ilgili soru işaretleri
ortaya çıkardı. Her iki gelişmeyi de, aralarında
eski belediye başkanlarının, şehrin önde gelen
tarihçilerinin, gazetecilerinin, din görevlilerinin
ve emlakçılarının da olduğu kişilerle konuşarak
yerinden takip etmek için bir gün boyunca
Bursa’daydım.
İki gelişme
Bursa’daki vaktimin büyük kısmını
geçirdiğim şehrin merkezi Osmangazi’de, yenileme
projeleriyle ‘parlatılmış’ bir ilçe görüntüsü
hakimdi. Büyükşehir Belediyesi’nin sadece yapıları
yenilemekle kalmayıp bütün bir Osmanlı kültürünü
canlandırmak istediği bir süredir bilinen bir durum.
Bu yönde projeler de hız kesmeden devam ediyor.
Belediyenin bir anlamda ‘başarılı’ olduğu
söylenebilir, zira Muradiye Külliyesi, Ulucami
civarı, Kapalı Çarşı ve Hanlar Bölgesi yenilenmiş
görüntüleriyle oldukça ‘dikkat çekici’. 2016 yılının
da hazırlanan master plan çerçevesinde Bursa’da
kentsel dönüşüm yılı olması öngörülüyor. Ancak
Osmanlı kültürünü yansıtan bütün bu yapılarla
birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren bu
bölgedeki iki kilise, ne yazık ki aynı ilgiye mazhar
olamamış. Mülkiyeti şahsa ait olan Setbaşı’ndaki
Ermeni Katolik Kilisesi’yle Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün (VGM) elindeki Fransız Kilisesi,
geçmişleri benzemekle birlikte farklı iki gelişmeyle
gündemde.
Setbaşı Semti’ndeki kilise
için Bursa’daki yerel bir gazete olan Şehir Medya,
“Bursa’da 300 Yıllık Ermeni Ortodoks Kilisesi,
İnternet Üzerinden Satışa Çıkarıldı” manşetini
atmıştı. ‘Satılık kilise’ ilanları Türkiye’de yeni
bir olgu değil, ama elbette haber değeri taşıyor,
okuyucu için ilgi çekici ve satılık her kilisenin
ortaya çıkarılması gereken bir hikayesi var.
Bursa’daki ilk işim de bu kiliseyi ve bulunduğu
semti gezip satış temsilciliğini üstlenen Hakim
Emlak yetkilileriyle görüşmek oldu.
Fiyatı 1,5 milyon
dolar
Kilisenin mülkiyeti şahsa ait...
Emlak danışmanı Tayfun Özenginler, kilise için
belirledikleri bedelin 1 milyon 500 bin dolar
olduğunu söylüyor. Kendisi yaklaşık beş senedir
satılık halde olan bu kilisenin medyada gündeme
gelmesinden de rahatsız, “Kilise için bütün gün
arayan soran, gelen giden, işimizi gücümüzü yapamaz
olduk” diyor. Kilisenin 1-2 alıcısı varmış. Binanın
bulunduğu semt Setbaşı şehrin hareketli yerlerinden,
kilisenin etrafı kafelerle dolu, şehirdeki
gayrımüslimlerin oturmak için tercih ettiği bir
semt, belediye de buradaki çevre düzenlemesine önem
veriyor, Özenginler’e göre ‘Bursa’nın Cihangiri’,
“Bu sebeple bina harabe olsa da ederi yüksek”.
Kendisi mirasçının ABD’de yaşadığını ve ilgilenen
olursa yardımcı olacaklarını söylemekle yetinip isim
vermekten kaçınıyor. Ancak, Bursa tarihi üzerine
çalışan yerel araştırmacı Raif Kaplanoğlu’ndan
kilisenin sahibi aileyle ilgili detayları alıyoruz.
Bursa’ya gitmeden önce
konuştuğum pek çok tarihçinin referans gösterip beni
yönlendirdiği bir isim olan Kaplanoğlu, Bursa
tarihiyle ilgili çok sayıda kitabın yazarı, ‘Bursa
Çalışmaları Dergisi’ gibi süreli yayınlarda da
makaleleri yer alıyor. Kaplanoğlu, kilisenin
sahibinin aynı zamanda tütüncü olan, Bursaspor’un
ilk başkanı Salih Kiracıbaşı’nın, yani Kiracıbaşı
Ailesi’nin olduğunu, Salih Kiracıbaşı’nın damadı
olan, bir dönemin Türkiye Futbol Federasyonu
Asbaşkanı ve Fenerbahçe Basın Sözcüsü Hadi Neşet
Türkmen’in de hissesinin bulunduğunu söylüyor.
Kilisenin satışına ilişkin karar da hemen hemen
Türkmen’in 2012’deki vefatından sonraki döneme denk
geliyor.
Kiliseyi gezerken bana eşlik
eden Protestan Kilisesi Pastörü İsmail Kulakçıoğlu,
satılık ilanın çıktığı ilk dönemde, daha sonra
dolandırıcı olduklarını anladığı bazı kişilerin de
kendisiyle bağlantıya geçerek, kiliseyi Bursa’daki
Protestan cemaatine 1 milyon dolara satmaya
çalıştıklarını dile getirdi.
Tütün deposu
Medyada kiliseyle ilgili çıkan haberlerde
önemli eksikler ve yanlışlar var. Haber aşağı yukarı
çoğu mecrada ‘300 yıllık Ermeni Ortodoks Kilisesi
satışa çıkarıldı’ minvalinde yapıldı. Öncelikle
kilise Ortodoks değil Ermeni Katolik Kilisesi…
Bursa’daki ikinci Ermeni kilisesi, bugün var olmayan
ilk kilise ise Bogosyan Ermeni Gregoryen Kilisesi
olarak biliniyor. Ermeni Katolik Kilisesi 1923’ten
sonra tütün deposu olarak kullanılmış. Haberlerdeki
ikinci yanlışa gelecek olursak, Setbaşı’ndaki Ermeni
Katolik Kilisesi 300 yıllık değil; 300 yıllık olan
Gregoryen cemaatine ait olan Bogosyan Ermeni
Gregoryen Kilisesi. Bu kilisenin tarihini ise Uludağ
Üniversitesi’nden tarihçi İsmail Yaşayanlar’a
sordum. Kendisi Bursa Araştırmaları Vakfı’nda aktif
ve vakıf olarak Bursa üzerine süreli bir yayın
hazırlığındalar. Geçmişi 17. yüzyıla dayanan
Bogosyan Kilisesi, 1794’e gelindiğinde,
kiliselerinin harap olduğundan yakınan Bursa
Ermenileri tarafından, gerekli müsaadeyi alarak
tamir edilmeye başlanmış. Ramazan ayına denk gelen
bu süreç, tamirin maksadını aşarak yapıyı
büyüttükleri ve yükselttikleri iddiasıyla
Müslümanlarda rahatsızlık yaratmış. O dönem provoke
edilen bini aşkın Bursalı kadın, tamir edilen bu
kiliseyi ‘yağmurun yağmamasının nedeni’ olarak
gördükleri için yıkmışlar. Kiliseyle birlikte
bitişiğindeki altı-yedi ev bu olay sonucu yanmış.
Bugün satışa çıkarılan Ermeni Katolik Kilisesi’yse
1831’de kullanılmayan bir binanın kiliseye
dönüştürülmesiyle ortaya çıktı. Araştırmacı
Kaplanoğlu, Setbaşı’nın büyük ölçüde Ermenilerin
yaşadığı bir semt olduğunu ve Çelebi Mehmet’in Yeşil
Cami’yi yaptırdıktan sonra orada çalıştırılmak üzere
on Ermeni aileyi Kütahya’dan Bursa’ya getirdiğini
söylüyor.
Fransız Kilisesi
Yine geçtiğimiz hafta basına yansıyan bir
başka haber Bursa’da yaşayan Hıristiyanları yakından
ilgilendiriyordu. Fransız Kilisesi olarak bilinen
kilisenin tahliye edilmesinin talep edildiği iddia
edildi. Daha sonra haberin sosyal medyada
yaygınlaşması ve bir tepki oluşmasıyla kilisede
ibadetin devam etmesine izin verildiği söylendi
ancak üç cemaat diken üstünde. Süreci doğru anlamak
için ilk olarak restorasyonun başladığı dönem
Demokratik Sol Parti’den belediye başkanı olan
Erdoğan Bilenser’le görüştüm.
Eski Bursa Belediye Başkanı
Bilenser, o dönem Bursa’daki oto ve oto yan
sanayinde çalışan Katolik Hıristiyanların ibadet
ihtiyacının doğduğunu ve bu grubun Mimar Hasan
Sözineri’yle beraber konuyla ilgili kendisini
ziyaret ettiğini söylüyor. “Katolik cemaati çoktan
kiliseyle ilgili bir proje hazırlamış ve hatta tüm
giderleri de kendileri karşılamıştı, biz de bu
yenileme projesinin sorumluluğunu üstlendik” diyen
Bilenser, anlaşmanın yapıldığı gün bomba ihbarı
geldiğini, haberin gazetelerde çıktığı günden
sonraysa bir radikal İslamcı örgütün de tehditlerde
bulunduğunu söyledi.
Restore edilen kilisenin
ibadete açılmasıysa Bakanlar Kurulu kararı
gerektiriyor ki tahmin edilebileceği gibi bu
kolaylıkla elde edilebilecek bir karar değil. Kilise
o dönem Vakıflardan Sorumlu Başbakan Yardımcısı
Mehmet Ali Şahin’in sözlü izni ile ibadete
açılabiliyor, Bakanlar Kurulu kararı bundan çok
sonra alınabiliyor. Sözlü izne rağmen kilise için bu
defa da bir tahsis sorunu gündeme gelmiş. O dönem
Bursa’da ikamet eden Katoliklerin kurumsal bir
kimliği olmadığı için, VGM çözümü, kiliseyi Bursa
Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etmekte bulmuş.
Kanuna göre VGM bir mülkü ancak kamu yararına bir
derneğe veya vakfa tahsis edebiliyor, belediyelerin
ise böyle bir sınırlaması yok. Belediyenin tahsis
süresi 31.12.2015 tarihinde dolduktan sonra belediye
VGM’ye biz bu işle uğraşmak istemiyoruz binanızı
teslim alın demiş. Protestan Kilisesi Pastörü İsmail
Kulakçıoğlu, “Belediye kiliseyi VGM’ye boş olarak
teslim edebilmek için bizden 4 gün içinde burayı
boşaltmamızı istedi. Ama bu haberin sosyal medyada
tepki görmesiyle bize ibadete devam edebileceğimiz
iletildi” diyor ve VGM’nin bir çözüm arayışında
olduğunu, bugün için ibadete engel bir durum
olmadığını ve sürecin olumlu ilerlediğini ekledi.
Ancak konuyu yakından takip eden Bursa Hakimiyet
Gazetesi Muhabiri Kemal Mert farklı düşünüyor. Mert,
“O kiliseyi kullanan sadece Protestan cemaati
olsaydı, kilise şimdiye çoktan boşaltılmıştı. Ama
Katolik ve Ortodoks cemaatlerinin de o kiliseyi
kullanıyor oluşu durumu değiştirdi. Bana göre bir
süre daha böyle gider ama tahsis sorunu çözülmezse,
bu cemaatler kilisesiz kalabilir” diyor.
İmza Fedrogotti’nin
Kilisenin ibadete açılması için
girişimlerde bulunan ve yenileme projesinin tüm
giderlerini karşılayan Türkiye’deki Latin Katolik
cemaatinin tek tüzel kişiliği Evrim Okulları’yken,
kilisenin nasıl Bursa’daki Türk Protestan
Cemaati’nin kullanımına geçtiği ise ayrı bir süreç.
Belediye ile yapılan ibadet amaçlı protokolde de
Evrim Okulları yetkilisi Peder Namık Fedrogotti’nin
imzası var. Bu soruyu Mimar Hasan Sözineri’ye
yönelttim. Sözineri, “Katolik cemaatinin bu işle
ilgilenen idarecisi Peder Namık Fedrogotti’ydi.
Kendisi vefat edince Katolik cemaati kiliseyle
ilgilenemez oldu ve Bursa’daki yerleşik Protestan
cemaatine sorumluluğu devretti. Bugün de kilisenin
tadilat gibi işleri oluyor ve Belediye bu konularda
aradan çekilmek istiyor” diyor.
Bursa’daki Protestan
cemaati, 1990’larda ev grubu olarak bir araya
gelmeye, 1994’te de bildirimde bulunarak 2004’e
kadar bir apartman dairesinde ibadetlerini
yapagelmiş. Fransız Kilisesi’nde her Pazar günü
ibadetlerini yaparken bir de kullandıkları ayrı bir
hizmet evi bulunuyor. Katolik cemaati ayda iki,
Ortodoks cemaatiyse ayda bir ayin yapıyor. Kilisenin
sorumluluğu büyük ölçüde Protestan cemaatinde… 2015
yazında Yalova Işık Derneği aracılığıyla yeni bir
tahsis talebinde bulunulmuş ama sonuçsuz kalmış.
Pastör İsmail Kulakçıoğlu, “Dini kuruluşlar yasasını
bekliyoruz. VGM çözüm üretmeyi üstlendi ve sürecin
olumlu sonuçlanacağına eminiz. Ama belediye bizi
atsa atamaz, satsa satamaz, sonuçta buradayız, en
azından tadilatlarda yardım edebilirler” diyor.
Agos, Haber: Fatih Gökhan
Diler, 02.03.2016
|
YAHUDİLİK HAKKINDA
BİLMEDİKLERİNİZ
500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Neve Şalom
Sinagogu binasına taşındı. Üç katlı yeni mekanında
geniş bir koleksiyon seçkisine yer veren ve daha
teknolojik bir kimliğe bürünen müze, ziyaretçilerine
Yahudi tarihi, gelenekleri, dini ritüelleri ve
sosyal yaşamına dair birçok konuyu kapsayan,
heyecanlı bir gezi vadediyor.
“Ortaçağ’da üretilen ve her
yıl bir Hıristiyan çocuğun Yahudilerce öldürülüp
kanının Pesah (Hamursuz) Bayramı’nda yenen Matsa’ya
(hamursuz ekmek) katıldığı iftirası birçok Avrupa
ülkesinde Yahudilerin kıyımına yol açtı. 1530’da
Amasya ve kısa bir süre sonra Tokat Yahudileri
benzer bir iddiayla karşılaşınca Kanuni Sultan
Süleyman şöyle buyurdu: Bu gibi iddialar Padişahlık
Divanında muhakeme edilecek ve emrim olmadan başka
bir yerde görülmeyecektir.” Yahudilerin ‘Kan
İftirası’ dedikleri bu meseleyle ilgili olarak
Sultan Abdülaziz’in yayımladığı ferman, 500. Yıl
Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin giriş katında
sergileniyor. 2001’den beri faaliyet gösterdiği
Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu’ndan, 1951’de inşa
edilen Neve Şalom Sinagogu binasına taşınan müzede,
bu ferman gibi birçok tarihi belgeyi görmek mümkün.
Yahudi tarihi
Müzenin müdürü Nisya İşman Allovi’yle
“kuruluş amacı parçası oldukları toplumla etkileşimi
gözler önüne sermek” olan müzeyi geziyoruz. İlk
bölümde, MÖ 4. yüzyıldan günümüze Anadolu
topraklarındaki Yahudi tarihiyle ilgili belgeler,
cemaatin ileri gelenlerinin geniş topluma
katkılarıyla ilgili bilgiler ve kişisel eşyaları
var. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi de
içine alan bölümde tarihi olaylar kronolojik düzende
aktarılıyor; yakın tarih ise çoğunlukla dokunmatik
panoda, resim ve videolar aracılığıyla sergileniyor.
Bu bölümde 1493’te İspanya’dan göç eden ve
Osmanlı’da ilk matbaayı kuran Nahmias kardeşlerin
1512’de bastığı ilk kitaplardan Midraş Teilim yer
alıyor. Burada Sabetay Sevi, Abdülaziz döneminde
yayımlanan Hahambaşı Nizamnamesi, Osmanlı
mimarisinden etkilenilerek yapılan, minare şeklinde
bir menora (yedi kollu şamdan), Kurtuluş Savaşı’nda
hayatını kaybeden Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı’nda
Türkiyeli 42 Yahudi’yi kurtaran Rodos Konsolosu
Selahattin Ülkümen hakkında detaylar
öğrenebiliyorsunuz. ‘Şa’arey Mizrah’dan itibaren,
101 Yahudi gazetesi ve dergisinin hem örnekleri, hem
de tarihçeleri bu kısımda sergileniyor.
Doğumdan ölüme Yahudilik
Yeni
bina ile Neve Şalom arasında camdan yapılmış bir tüp
geçitten ikinci kata geçerken, sinagogun içini
görmek, eğer varsa düğün, sünnet, Bar Mitzvah’ı
şahane bir açıdan seyretmek mümkün. Midraş Holü
denen bu bağlantıyı geçtikten sonra daha çok dini
objelere ve ritüellere ayrılmış olan sergiyle
karşılaşıyorsunuz. 1982’de kapanan Apollon
Sinagogu’ndan gelen midraş’ın (dua yeri) temsili
olarak yeniden oluşturulduğu bu bölümde, farklı
sinagoglardan gelen dini objeler ve Musevilikle
ilgili bilgiler yer alıyor. Burada sergilenen Tevrat
sayfaları ve Haham giysileri de ilgi çekici
detaylardan.
Son katta etnografya bölümü
yer alıyor. Türkiye Yahudi cemaatinin yaşam
döngüsünde, doğumdan ölüme ne varsa, her şey burada.
Kent hayatından, düğünlerden, sünnetlerden, cenaze
törenlerinden, kına gecesinden, bayramlardan tutun,
bebeklerin doğumundan önce yerine getirilen adetlere
kadar her şey fotoğraflarla belgeleniyor ve
anlatılıyor. Burada teknoloji kullanımı da
ağırlıkta. Yahudi geleneklerine, dillerine,
müziklerine, cemaatin yaşadığı bölgelerde yer alan
sinagog, mezarlık gibi yapıların görsel ve
detaylarına dokunmatik ekranlara tıklayarak
ulaşabiliyorsunuz. En eğlenceli bölümlerden biri,
yemek kültürüyle ilgili. Yahudilerin yemek
tariflerini isterseniz e-postayla kendinize
gönderiyor, isterseniz tarifin yer aldığı kağıt
parçasını koparıp cebinize atıyorsunuz. Bu bölümde,
ayrıca, Judeo-Espanyol dilinde yapılmış sözlü tarih
mülakatlarını dinleyebiliyorsunuz.
Mucizeler ülkesinde
Yahudiler
500. Yıl Vakfı Başkan
Yardımcısı Moris Levi, “Bizler, Hz. İbrahim’in
torunları, 2300 yıldan uzun bir süredir bu
topraklarda yaşıyoruz. Ancak bugün tanıtımını
yaptığımız müzenin kurucusu 500. Yıl Vakfı, Sefarad
atalarımızın 1492’de İspanya engizisyonundan kaçarak
Osmanlı topraklarına geldikleri tarihi başlangıç
olarak aldı” diyor. Levi, bütün yaşananlara rağmen
Türkiye’nin Yahudiler için ‘pais de miracolos’ yani
‘mucizeler ülkesi’ olduğunu söylüyor. İşte o 500
yıllık birikimin değerli bir kısmı yeni yerinde. Bu
sefer ilk defa, ‘acı tarih’ de müzenin bir parçası
olmuş; daha önce pek sözü edilmeyen Trakya Olayları,
20 Sınıf Askerlik, Struma Faciası, Varlık Vergisi
anlatıları da müzeye girmiş. Moris Levi, “Bir yerde
uzun süre yaşarsanız, pembe sayfaların yanında gri
sayfalar da olur” diyor.
500. Yıl Vakfı Türk
Musevileri Müzesi yeni mekanında, hem geniş bir
envanterle, hem de teknolojik imkanlarla hizmet
veriyor. İnteraktif panolar, dokunmatik ekranlar
arşivlerde kapalı kalmış veri ve nesneleri görünür
hale getiriyor. Müzede, ziyaretçilerin Türkiye’deki
Yahudi yaşamının kökleriyle ilgili bilgilere
ulaşabilecekleri bir araştırma bilgisayarı da
mevcut. Üniversitelerde hazırlanmış, Yahudilikle
ilgili tez çalışmaları da burada toplanıyor.
Müzedeki 9 Mart Çarşamba günü yapılacak olan ilk
etkinlikte, İlber Ortaylı okurlarıyla buluşup son
kitabını imzalayacak.
Müze pazartesiden
perşembeye her gün 10.00-16.00, cuma günleri
10.00-13.00, pazar günleri ise 10.00-14.00 arası
ziyaret edilebilecek.
Agos, Haber: Nazan Özcan,
Fotoğraf: Berge Arabian, 02.03.2016
|
DÜNYA BİLİM İNSANLARININ GÖZÜ DİREKLİ MAĞARASI'NDA
Yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine ait çakı, kalem,
delici gibi aletlerle kemirgen hayvanların iskelet
kalıntılarına rastlanan Kahramanmaraş'taki Direkli
Mağarası, dünya bilim insanlarını heyecanlandırıyor.
Çeşitli ülkelerden mağara arkeolojisi üzerine
çalışan bilim insanları Direkli Mağarası'ndaki
arkeolojik çalışmalara katılmak istiyor.
Prof.Dr. Kılıç Kökten
tarafından 1959 yılında keşfedilmesinin ardından
Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek'in girişimiyle
2006'da yüzey araştırması, 2007'de de kazısına
başlanan Direkli Mağarası'ndaki çalışmalara Kültür
ve Turizm Bakanlığı görevlilerinin yanı sıra
üniversite öğrencileri de katılıyor.
Paleolitik Çağ'a kadar
dayanan çakmak taşından yapılmış çakılar, deliciler,
kalemlere rastlanılan mağarada, Pleistosen (buzul
çağına) ait et ve ot oburlarla kemirgen hayvan
grubuna ait diş ve iskelet kalıntılar yer alıyor.
Anadolu insanının
hareketli yapısını da ortaya çıkaran bulgular,
ABD'de düzenlenecek "Amerikan Arkeoloji Topluluğu
Sempozyumu"nda da ele alınacak.
Anadolu Ajansı,
02.03.2016
|
2 BİN YILLIK ANITA TARİHİ AYIP
Bartın’ın Amasra
İlçesi'nde bulunan ve Roma
İmparatorluğu döneminde yapılan 2 bin yıllık tarihi
Kuş Kayası Yol Anıtı’na sprey boya ile yazı yazan
bir kişinin, anıt önünde hatıra fotoğrafı çektirerek
sosyal paylaşım sitesinde paylaşması üzerine yasal
işlem başlatıldı.
Amasra’da geçtiğimiz
aylarda tarihi kalıntılar ve eserler üzerine sprey
boya ile duvarlara yazılar yazılmasının ardından 2
bin yıllık tarihi Amasra Kuş Kayası Anıtı’na da yazı
yazıldı. Tarihi eserlerin bulunduğu bölgelerde rutin
olarak yaptıkları incelemelerde Kuş Kayası Yol
Anıtı’na sprey boya ile yazı yazıldığını fark eden
Amasra Kaymakamlığı ve Müze Müdürlüğü, yazı
yazanların kimliklerini tespit etmeye çalıştığı
esnada A.U. isimli sosyal medya kullanıcısı
tarafından yayınlanan fotoğrafı incelemeye aldı.
Sosyal paylaşım sitesindeki fotoğraf üzerine A.U’nun
kimliğini tespit eden Kaymakamlık ve Amasra Müze
Müdürlüğü kısa sürede anıta yazı yazan şahsın
bilgilerine ulaşarak adli işlem başlattı. Başlatılan
adli takibatın yanı sıra anıt üzerindeki yazıların
silinmesi için yapılacak tüm harcamanın A.U’dan
tahsil edileceği öğrenildi.

"YASAL
İŞLEM BAŞLATILDI"
Bu tür olayların daha
önce de yaşandığını ifade eden Amasra Müze Müdürü
Baran Aydın, "Ulusal ve yerel basında da son
zamanlarda genişçe yankı bulan sprey boya ile tarihi
eserlere yazı yazılması olayını kısıtlı
imkanlarımızla henüz temizletmiş olmamıza rağmen
maalesef şimdi de Kuş Kayası Anıtı’na benzeri
şekilde yazı ve şekillerin çizildiği uzmanlarımızca
tespit edildi. Hatta bunu yapan kişilerin söz konusu
eylemi şahsi Facebook sayfalarından da
paylaştıklarına dair elde edilen bilgiler de
değerlendirildi. Yasal olarak gereğinin yapılacağına
hiç kuşkumuz yok. Anıtlara yönelik olarak yapılacak
her türlü fiziki olumsuz müdahalenin Türk Ceza
Kanunu’nda 2863 sayılı kanuna muhalefet kapsamına
gireceği ve bu kapsamda takibata uğrayacağı
konusunda bir kez daha hatırlatma yapmanın faydalı
olacağı kanaatindeyim. Kuş Kayası Anıtı’nda görülen
sprey boya ile yazı olayı ile ilgili müze
uzmanlarımız gerekli yasal işlemleri başlatmış
bulunmaktadır" dedi.

"ANIT ROMA
DÖNEMİNE AİT"
Kuş Kayası Anıtı hakkında
bilgi veren Amasra Müze Müdürü Baran Aydın,
"Günümüzde toprak üzerinde ancak sayılı miktarda
takip edebildiğimiz Amasra’nın meşhur tarihi
anıtlarından biri olan Kuş Kayası Anıtı bir yol
anıtı olarak Anadolu’da bilinen en nadir
örneklerdendir. Roma İmparatoru Tiberius Claudius
Germanicus (MS 41-54) zamanında, Krateia-Amastris
yolunun tamamlanmasına binaen Bithynia-Pontus
Valiliğine atanan Gaius Julius Aquilla’nin devlete
hizmet etmek maksadı ile kendi şahsi ödeneği ile
Roma lejyonerlerine yaptırdığı anıttır. Bundan başka
en kısa zamanda anıtlarımızın olduğu noktalarda
kamera sistemleri ve bilgilendirme uyarı levhaları
gibi sistemler ile diğer güvenlik tedbirleri
alınması konusunda gerekli araştırma ve ilgili
merciler ile olan girişimlerimiz devam etmektedir
Özetle anıtlarımızı korumak en önemli vatandaşlık
bilinç ve görevlerimizdendir. Amasralı
hemşehrilerimizin ve güzel ilçemizi ziyarete gelen
ziyaretçilerimizin burada gördükleri anıtların
temizliği ve korunmasında hassas davranmalarını rica
ediyoruz" dedi.
Yaklaşık bir ay önce de Amasra
Kalesi duvarlarına sprey boya ile yazı yazılmış,
yazıyı yazanlar bulunamamıştı. Kale duvarlarına
yazılan yazıların silinmesi için il dışından özel
ekip ve donanım getirilerek duvarlardaki yazılar
silinmişti.
Milliyet, 02.03.2016 |
FETHİ PAŞA KORUSU'NDA NELER OLUYOR?

İstanbul Üsküdar Sultantepe Mahallesi'nde bulunan
tarihi Fetih Paşa Korusu'na iş makinaları girdi. Bir
süredir bölgeye yerleştirilen iş makinalarının bugün
itibariyle çalışmaya başladığını söyleyen mahalle
sakinleri iş makinalarının durdurulmasını istedi.
Restorasyon yapılıyor
Radikal'den Hacı Bişkin'in haberine göre,
tepkilere rağmen iş makinalarının çalışmaya
başladığı Fethi Paşa Korusu ile ilgili konuşan
yetkililer ise Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde
restorasyon yapıldığını söyledi. Fethi Paşa
Korusu’ndaki çalışmanın restorasyon amaçlı
olmadığını söyleyen mahalleli ise korunun imara
açılacağını iddia etti.
Ne olmuştu?
Üsküdar Sultantepe Mahallesi'nde, İstanbul
Boğazı’na hakim noktada bulunan Fetih Paşa
Korusu'nda bulunan Hüseyin Avni Paşa Köşkü Haziran
2014’te yandı. Köşkün tamamen küle dönmesine neden
olan yangın sonrasında içinde 3 bin ağaç bulunan
korunun müteahhit Mehmet Cengiz tarafından satın
alındığı ortaya çıkmıştı.
Yapı, 02.03.2016
|
KARŞIYAKA'DA TARİH
AYAĞA KALKIYOR
Karşıyaka’nın en eski ve tarihi dokusu itibariyle en
özel yapılarından biri olan Tonakizade Konağı’nı
kamulaştırmak ve aslına uygun olarak restore etmek
için ilk adımı atıldı. Fahrettin Hüsnü Tonak’a ait
olan ve Karşıyaka Spor Kulübü’nün kuruluş yıllarında
ilk kararların verildiği yapı olarak da bilinen
konak, bir asırlık tarihine uygun olarak yenilenecek
ve Karşıyaka Belediyesi’nin kültürel, sosyal
etkinlik alanı olarak tasarlanacak. Karar önceki gün
yapılan belediye meclisinde görüşülerek ilgili
komisyona gönderildi. Karar alındıktan sonra
kamulaştırma çalışması başlayacak ve aile
bireylerinin onayı ve önerileri doğrultusunda proje
geliştirilecek.
Karşıyaka’yı kültür ve
sanatın başkenti yapmak için var güçleriyle
çalıştıklarını kaydeden Karşıyaka Belediye Başkanı
Hüseyin Mutlu Akpınar, “Yeni tesisler kazandırmanın
yanı sıra, geçmişin izini taşıyan tarihi yapıları da
Karşıyakamıza kazandırmak istiyoruz. Tonakizade
Konağı, hem ilçemiz hem de Karşıyaka Spor Kulübümüz
için önemli bir yapı. Burayı korumak ve gelecek
kuşaklara miras olarak bırakmak için elimizden gelen
gayreti göstereceğiz” dedi.
Karşıyaka Belediyesi
Meclis Üyesi Ahmet Diker de “Mecliste alınan karar
ilçemiz için son derece önemli ve heyecan verici.
Karşıyakalılar ve Kaf-Sin-Kaf sevdalıları için çok
büyük anlamı olan bu konağın yeniden kente
kazandırılacağı günü heyecanla bekliyoruz. Bu konuda
emeği geçen başta başkanımız olmak üzere, tüm meclis
üyelerine teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Gazete Yenigün, 02.03.2016
|
YIKMAYIN, AYAĞA KALDIRIN

Mimarlar Odası ile Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek arasında yaşanan dava polemiğinin
ardından “Ulus Tarihi Kent Merkezi” projesi bir
kez daha Ankara’nın gündemine oturdu.
Meslek odaları,
Ulus’taki bazı binaların yıkılmasına karşı
çıkarken, Büyükşehir Belediyesi ise, Ankara’ya
geniş bir meydan kazandırmak istiyor.
Tartışmalar sürerken “Sorgulu Sualli”de,
Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Ulus Tarihi
Kent Merkezi, Hacıbayram Camii Çevresi ve Ankara
Kalesi çevresindeki ilk koruma amaçlı planlama
çalışmalarını 1982 yılında başlatan Şehir ve
Bölge Yüksek Plancısı Prof.Dr. Mehmet Tunçer’i
dinledik. Geniş bir ekiple yaptıkları planların
2006 yılında iptal edildiğini hatırlatan ve
Ulus’ta ‘koruma’ anlayışından ‘yenileme’
anlayışına geçildiğini belirten Tunçer,
Büyükşehir Belediyesi’ne çağrıda bulunuyor:
“Bilimsel koruma yerine, yıkıp yeniden yapmayı
benimseyen yaklaşımdan vazgeçin. Eğer paranız
varsa, meydan için Ulus’u yıkmakla uğraşmayın.
Hacı Doğan Mahallesi tamamen çökmek üzere. Acil
el atılması gerekiyor. Antik Tiyatro ve
çevresini düzenleyin, Kale’ye çıkışları
yayalaştırın. Bölgeyi restore edin ve Ulus’u
ayağa kaldırın.”
Ankara’da
uzun yıllar kent planlamasına emek vermiş bir
profesör olarak Ulus konusuna özellikle
eğiliyorsunuz. Ulus, Ankara’nın ilk yerleşim
yerlerinden ve ticarete ev sahipliği yapmasının
yanı sıra tarihi ve turistik bir yanı da var. Bu
yönleriyle Ulus’u korumak Başkent için hayati
önem taşıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu
yana Ulus’u yeterince koruyabildik mi?
“Maalesef, ‘Eski
Ankara’ ve ‘Ulus tarihsel kent merkezi’
1980’lere kadar korunamamış, Jansen’in ‘Protokol
Alanı’ ilan ettiği kesimler hariç, özellikle ana
caddeler üzeri çok katlı yapılaşmalar ile yok
edilmiştir. Koruma amaçlı çalışmalar Jansen’den
tam 50 yıl sonra yapılabilmiştir. Ulus Tarihi
Kent Merkezi ve Eski Ankara’nın benim mesleki
yaşamımda önemli bir yeri var. Ulus Tarihi Kent
Merkezi, Hacıbayram Camii Çevresi ve Ankara
Kalesi çevresindeki ilk koruma amaçlı planlama
çalışmalarını, 1982-87 yılları arasında Ankara
Büyükşehir Belediyesi’nde çalışırken
başlatmıştım. Hatta ilk onaylı Koruma Planı olan
Hacıbayram Camii Çevre Düzenlemesi, Sulu Han
Çevre Düzenlemesi gibi plan ve projeleri
hazırladım o dönemde.
1986 Yılında “Ulus
Tarihi Kent Merkezi Çevre Düzenleme
Yarışmasını”, 1987 yılında ise “Ankara Kalesi
Koruma Planlaması ve Projelendirme” yarışmasını
açtık. Bu yarışmalarda raportör ve jüri üyesi
olarak bulundum. O yarışmaya 15 kadar proje
katıldı. Yarışmayı kazanan ODTÜ’den Prof.Dr.
Raci Bademli oldu. Ulus Projesi 1991 yılında
onaylandı ancak yapılamadı. 1994 yılında Melih
Gökçek, belediye seçimlerini kazandı. 2006’ya
kadar Ulus projesiyle ilgili hiçbir şey
yapılmadı, sürüncemede kaldı. Sadece
Altındağ Belediyesi, bağımsız projeler
yaptı. Büyükşehir Belediyesi 2006’da Ulus
Projesi’ni iptal etti, durdurdu. Yeniden bir
proje hazırlattı. Bu da dava konusu oldu.
Neden
iptal edildi?
Benim okuduğum ve
bildiğim kadarıyla, iptal edilen projeyle ilgili
sürekli ODTÜ’ye danışılmak durumundaydı. Öyle
olunca sanırım, biraz da politik nedenlerle
ODTÜ’den koparmak istediler projeyi.
Proje
eksik görülmüş olabilir mi, ya da uygulanması
mümkün olmayan bir durum mu vardı?
Eski projenin kötü
bir tarafı yoktu. Hatta, koruma, planlama
camiasında çok iyi bir proje olarak hala anılır.
Yeni yapılan planların eskisinden farkı şu. Bir
takım aktif proje alanları ilan ediliyor, komple
yıkıp, koruma falan yok, ne varsa, kültür
varlığıymış, moderni mimariymiş bunlara tamamen
sil baştan anlayışıyla yaklaşılıyor.
YENİ
TARİHİ ESERLER YAPILIYOR!
Plan
değişikliğiyle, “Koruma Islah Planı”ndan
“Kentsel Yenileme Alanı Koruma Amaçlı Uygulama
İmar Planı”na geçiş yapılmış oldu. ‘Koruma’dan
‘Yenileme’ye geçiş neyi ifade ediyor?
Ankara Büyükşehir
Belediyesi “en büyük”, “en kısa sürede
bitirilen” olarak nitelendirilen ancak
“plansız”, “şehircilik ilkelerine, bilime ve
tekniğe aykırı”, “kaynak israfı yaratan”
nitelikte oldukları üniversiteler ve meslek
odalarınca yıllardır söylenen “büyük” projelere
girişmiştir. Bu projelerin ortak özellikleri
Ankara’yı Ankara yapan mekanlara ve değerlere
rant gözlüğü ile bakılmasını kanıtlar nitelikte
olmasıdır. Ankara’nın tarihsel ve işlevsel kalbi
olan “Ulus Tarihi Kent Merkezi” yıllardır süren
ihmaller, yanlışlar ve Ulus’a ilişkin olarak
üniversitelerin, meslek odalarının ve sivil
toplum örgütlerinin ürettikleri birikimin göz
ardı edilmesi sonucunda her geçen gün yok
olmaktadır. Yanlışlar dizisinin son halkası
olarak, sadece sansasyonel ve rant amaçlı
projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla Ulus
“Yenileme Alanı” ilan edilmiştir. Bilimsel
korumayı değil de yıkıp yeniden yapmayı
benimseyen bir yaklaşımdır. Kısacası, bu bölgede
‘yeni’ ‘tarihi eserler’ yapılmaktadır.
Büyükşehir
Belediyesi’nin güncel planının ana unsurunu
kente yeni bir meydan kazandırmak hedefi
oluşturuyor. Bunun için de bazı binaların
yıkılması planlanıyor. Siz bu binaların yıkımına
karşı çıkıyorsunuz. Söz konusu binalar, 1930’dan
1960’lara kadar gelen bir zaman diliminde inşa
edilmiş binalar. Bu binalar, Başkent için çok
önemli mi?
Ulus Meydanı, 20.
yüzyıl boyunca Türkiye’de üretilen yapılı
çevrenin farklı mimarlık anlayışlarını
barındıran ve sergileyen bir bölge olarak da
önem kazanmıştır. Ulus Meydanı ve çevresindeki
yapılar, kültürel kimliğin ve kent belleğinin
önemli bileşenleri olarak varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Yıkılmak istenen alanlarda,
Cumhuriyet sonrasının modern mimari örneklerin
ekonomik ömürleri, maliyetleri, müelliflik
hakları gibi hususlar göz ardı edilerek mevcut
yerleşim dokusu ve bölge bütününün genel dokusu
ile uyuşmayan ve ulaşım olanaklarını aşırı
zorlayan büyük ticaret kompleksleri
önerilmiştir.
Yarışma yolu ile elde edilmiş
olan 100. Yıl Çarşısı’nın bu proje kapsamında
yıkılarak yerine Çarşı yapımı önerilmiştir.
Talim Terbiye Binası, Anafartalar Çarşısı,
Gümrük Müsteşarlığı, Türk Telekom binalarının
yıkılarak yerine Ulus İşhanı’nın yapımı
önerilmiştir. Modern Çarşı, Gümrük Muhafaza
Müdürlüğü ve yürürlükteki Koruma Amaçlı İmar
Planında tescil için önerilen 2 bina da
yıkılarak yerine dev Taşhan Kapalı Çarşısı
yapılmak istenmektedir. Bu yıkıma karşı bütün
üniversiteler, sivil toplum örgütleri, odalar ve
yerel esnaf dernekleri karşı çıkmışlardır. Ulus
Tarihi Kent Merkezi içinde yer alan ve ‘’Tarihi
Ticari Merkez’’in önemli bir bölümü olan “Ulus
Meydanı” ve ‘’Hal Bölgesi’’ yeniden ele alınarak
çağdaş şehircilik, koruma, yenileme, peyzaj
ilkeleri doğrultusunda düzenlenmesi gereklidir.
İTFAİYE
MEYDANI KALMADI
Ankara’nın
meydana ihtiyacı yok mu? Burası dışında bir
meydan öneriniz var mı?Ankara’da
hakikaten meydan denilebilecek pek fazla mekan
bulunmamaktadır. Ancak Ulus Zafer Heykeli gibi
küçük ölçekli bir anıtı tanımlayan Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü binası ve arkasındaki
meydan daha fazla büyütülürse, İstanbul Taksim
Meydanı gibi çok geniş, ölçeksiz ve tanımsız
mekanlar ortaya çıkacaktır. Ulus İş Hanı, Erken
Cumhuriyet Dönemi’nin (1923-1950) Ulusal ve
Uluslararası mimarlık üsluplarından sonra
1950’ler mimarlığının modern çizgisini temsil
eden simge yapılardan birisidir. Bu dönemde
giderek aratan yeni ticari büro ve alışveriş
mekanı gereksinimlerini karşılamak amacıyla inşa
edilmiştir. Yapının, üç tarafındaki yolların da
yarattığı karmaşık kentsel çevreye karşın,
sokaklarla ve Meydan ile kurduğu ilişki, yüksek
büro bloğunun hafif gerilimli düzenlenişi gibi
özellikleri “Kentsel Yapı” statüsü
kazandırmaktadır. Bu özellikleri ile Cumhuriyet
Dönemi mimarlık tarihi değerlendirmelerinde
önemli bir belge niteliği taşımaktadır. Aynı
zamanda yoğun ve aktif olarak kullanımının
sağladığı ekonomik değer de göz ardı
edilmemelidir. Meydan konusuna gelince, İtfaiye
Meydanı’nı biliyorsunuz, şimdiye kadar bütün
planlarda, en başından beri Jansen planından bu
yana meydandı ve 2006 planında da meydandı.
Şimdi oraya cami yapıyorlar, meydan filan
kalmadı. Orası meydan olabilirdi.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında şehrin merkezi olan
Ulus, bugün gecekondu ve suçla anılır hale
geldi. Ulus’a meydan yapmak, Ulus’a hak ettiği
değeri kazandırır mı? Ulus’u kurtarır mı?
Ulus’a meydan
bahanesiyle buradaki modernizm öncüsü ve anı
değeri olan yapılar yıkılacaktır. Bu ise; Ulus’u
kurtarmaz daha kötü bir hale getirir. Yıllarca
sürecek bir mezbelelik halinde inşaat alanı
olacaktır. Milyonlarca ton moloz burada
çıkarılacak ve ekonomik ömrü dolmadan yıkılacak
yapıların oluşturacağı kamu zararı milyarlarca
liraya ulaşacaktır. Yıkım projesi ile buradaki
esnaf burayı terk edecek yerine AVM benzeri
yapılar gelecektir.
Mimarlar Odası tarafından
17 Mayıs 2005 tarihinde düzenlenen Ulus
Paneli’nde söz alan esnaf temsilcilerinden biri
şöyle söylemiştir: “Biz bu Ulus’tan gittiğimiz
zaman, Posta caddesi, Modern çarşı, Hal,
Kuyumcular, Anafartalar Çarşısı, esnafı gittiği
zaman ULUS diye bir şey olmayacak maalesef.
Mamak’taki adam Armada’ya gidemediği gibi,
Hasköy’deki adam Armada’ya gidemediği gibi,
Altındağ’daki insan Atakule’ye gidip alışveriş
edemediği gibi Ulus’a gelip alışveriş
edemeyecek!”
BÜTÜNCÜL
PLANLAR YAPILMALI
Peki ne
yapılmalı Ulus için?
Eğer
paranız varsa, Ulus’u yıkmakla uğraşmayın. Sulu
Han’ın alt tarafına inin, Hacı Doğan Mahallesi
tamamen çökmek üzere. Terk edilmiş yapılar var.
Acil el atılması gerekiyor. Hacı Doğan
Mahallesi’ni Karyağdı türbesine kadar olan
bölgeyi restore edin. Ayağa kaldırın. Antik
Tiyatro ve çevresini düzenleyin, Kale’ye
çıkışları yayalaştırın. Yaya bölgesi haline
getirin. Kale’ye çıkarken teleferik
düşünülüyordu bir ara, onu yapabilirsiniz. En
önemlisi, Kaleiçi. Kaleçi hala restore
edilemedi, hala mezbelelik. Yani oradaki sosyal
doku, en düşük gelirli insanların yerleştiği yer
haline geldi. Kaleiçi’nin bir koruma planı yok
ve son yapılan koruma planı da iptal edilmiş
durumda, koruma niteliği olmadığı gerekçesiyle.
Belediye yetkilileri öyle demeyecektir, ‘Biz çok
iyi plan yaptık’ diyecektir ama, maalesef öyle
değil. Bütüncül planlamar yok, belediyeler
arasında koordinasyon yok. Bir gün yatıyorlar,
şuradan başlayalım diyorlar, öbür gün başka bir
şey deniyor.

ULUS'TA
PROJE YAPIYORSANIZ BU ANTİK KENTİ GÖRMEZDEN
GELEMEZSİNİZ
Ulus’u yeniden
ayağa kaldırmak istiyorsanız, bütüncül
planlamalarla yaklaşmalısınız. Bir yanda meydan
yapıyorum derken, diğer yanda hemen yanı
başındaki tarihi antik tiyatroyu görmezden
gelemezsiniz. Ben arkeolog değilim ancak,
Bergama, Perge, Patara, Kaş arkeolojik
alanlarındaki koruma amaçlı planları, arkeoloji
danışmanları ile birlikte hazırladım. 1964
Yılında kabul edilen Venedik Tüzüğü (Venice
Charter) ilkelerine göre restorasyon yapılırken
tarihi yapının malzemesi ile uyumlu, ona aykırı
olmayacak bir malzeme kullanılması gereklidir.
TİNERCİ
YUVASI HALİNE GELMİŞ
Faraziyelerin
başladığı yerde onarım durmalıdır. Onarım
yapılırken uyumlu ve aykırı olmayacak malzeme
ile yapılması en önemli restorasyon ilkesidir.
Gördüğünüz bu beyaz mermerler restorasyon
ilkesine aykırıdır. Üstelik, bu antik kent
arkeolojik sittir ve böyle başıboş bırakılamaz.
Çevresinin denetim altına alınması gerekir.
Fakat gördüğünüz gibi, ayyaşlar ve tinercilerin
yuvası olmuş.
HACI
BAYRAM PROJESİ İYİ GİDİYOR
“Hacı Bayram’da
iyi şeyler oldu. Aslında 2006 yılına kadar yine
pek birşey yapılmadı. Fakat 2006’dan itibaren
Hacı Bayram çevre düzenlemesi yapıldı, yeniden o
dokunun ayağa kaldırılması konusunda olumlu
adımlar atıldı. Sokaklar canlandı, Güvercin
Sokak ve çevresi güzelleştirildi, meydan
düzenlendi. Cami restore edildi. Hacı Bayram
projesi iyi gidiyor, önemli bir kazanım Ankara
için. son beş altı senede yapılanlar olumlu.
Tarihi dokunun restorasyonu konusunda son
dönemde yapılanlardan memnunum.
ANKARA
ÇEVRESİNİ KAYBETTİ
Uzun yıllar kent
planlaması ve arkeolojik alanların koruma
planlarında görev alan Prof.Dr. Mehmet Tunçer,
Başkent’e dair birikimlerini “Çevresini Arayan
Ankara” ismiyle kitaplaştırdı. Tunçer, “Bu benim
Ankara üzerine yayınlanan üçüncü kitabım. Yüksek
lisans ve doktora tezlerim de Ankara tarihi ve
doğal çevresine ilişkin idi. Bütün bu birikimden
sonra şu sonuçlara varıyorum: Ankara;
vadilerini, bağlarını, derelerini ve çaylarını
ve tarihsel çevresinin büyük bir kısmını Başkent
olduğundan bu yana geçen 90 yıl içinde
kaybetti.”
Hürriyet, Fotoğraflar: Oğuz Demir,
01.03.2016
|
LATMOS'TA YANGIN
Aydın’da en önemli dogal ve antik değerleri
bünyesinde barındıran Beşparmak Dağları’ndaki
Latmos’un Dikilitaş bölgesindeki antik
kalıntılarında yangın çıktı.

Doğal peyzajı ve
jeolojik yapısı itibariyle Batı
Anadolu’nun en etkileyici ve kültürel miras açısından en zengin yerlerinden birisi olan Latmos’taki arkeolojik buluntulardan yer aldığı Dikilitaş bölgesi Kutsal Tapınak olarak biliniyordu. Henüz neden çıktığı belirlenemeyen yangın sonucu antik bir çok kalıntının bulunduğu Dikilitaş bölgesi tamamen yandı.

Bölgede inceleme yapan Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği(EKODOSD) tarafından yangının ardından bir açıklama yapıldı. Kuşadası EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “ Dikilitaş’ta gördüğümüz manzara dehşet vericiydi. Dikilitaş ve çevresinin tamamen yanmış olduğunu gördük.Bölge insanlarından aldığımız bilgilere göre; yangının bir grup tarafından sucuk pişirirken ateşin kontrol edilemediği ve Dikilitaş bölgesinin tamamen yandığı şeklindeydi. Bu yangın, Latmos’un Milli Park yapılması gerekliliğinin ne kadar önemli olduğu göstermektedir. Burada sadece tarih tehlikede değildir. Aynı zamanda bölgede yaşayan binlerce yöre insanının en önemli geçim kaynağı olan fıstık çamları da tehlikededir. Doğada sucuk pişirmek için ateş yakanlar, ne kadar dikkat ederse etsin, bir anlık ihmalden bugün olduğu gibi çok önemli bir kutsal alan
yanabilmektedir. Latmos korunan bir alan olduğunda,
burada yapılan tüm faaliyetler kontrollü,
koruma-kullanma dengesi çerçevesinde yapılacağından,
her türlü tehdit ortadan kalkmış olacaktır. Aksi
halde buraya olan tehditler sürekli artacak korumak
zorlaşacaktır “ dedi.
Milliyet, 01.03.2016 |
İZMİT'TE ARKEOLOJİ DÜNYASINI HEYECANLANDIRAN KAZI
HAZIRLIĞI
İzmit’te
Marmara Depremi’nde enkaz kaldırma çalışmaları
sırasında bulunan antik kent kalıntılarıyla igili
olarak bu ay içinde geniş kapsamlı bir toplantı,
Nisan ayında da
arkeoloji dünyasını heyecanlandıracak bir kazı
başlatılacak.
ÇÖPLÜKTE BUNUNAN HERKÜL HEYKELİ
İzmit’in Çukurbağ Mahallesi’nde, 17 Ağustos 1999
Marmara Depremi’nde yıkılan bazı binaların enkazının
kaldırılması ve sırasında burada yeraltında tarihi
ktalıntılara rastlandı. Daha sonra hafriyat
sırasında bazı heykeller, sütun ve yapı taşları
ortaya çıktı. Şu anda Etnografya Müzesi’nde
sergilenmekte olan, başı olmayan, ancak bugüne kadar
bulunanların en büyüklerinden biri olarak
nitelendirilen dev Herakles (Herkül) heykeli de bu
alandan çıktı. Ancak bu çok değerli heykel, hafriyat
çalışması sırasında ortaya çıkmasına rağmen, inşaat
sahipleri tarafından inşaatın durdurulacağı
endişesiyle çöp ve hafriyatların döküm alanına
atıldı. İhbar üzerine alınıp müzeye kaldırıldı. Aynı
bölgede yine başı ve ayakları olmayan Athena
heykeli,
Roma İmparatorları Dioclatianus ve Konstantin’in
birbirlene sarıldığı bir pano da bulundu. Aynı
alanda zemine çok yakın noktada dev bir yapı olduğu
anlaşıldığı gibi, aynı bölgede yeraltında atlı
arabaların geçebileceği büyüklükte, bir kolu sahile,
bir kolu ise yine
İzmit Körfezi’ne hakim bir noktada bulunan ve
ortaya çıkarılmayı bekleyen antik tiyatroya uzandığı
anlaşılan dev tüneller de bulundu. Bu gelişmeler
üzerine İl Kültür Müdürlüğü’nce bölge tel örgülerle
çevrilerek giriş çıkış yasaklandı, 24 saat özel
güzenlikle koruma altına alındı.

ARKEOLOJİ DÜNYASINDA HEYECAN YARATTI
İzmit Müze Müdürü Rıdvan
Gölcük, kazı öncesi yapılan çalışmalarla ilgili
bilgi verirken bu çalışmada görev almak için birçok
yerli ve yabancı
arkeolog ve araştırmacıların kendilerine
başvurduğunu, çalışmanın arkeoloji dünyasında büyük
heyecan yarattığını söyledi. Rıdvan Gölcük, bu ay
içinde geniş kapsamlı bir toplantı yapılacağını
belirterek şöyle devam etti:
"Çukurbağ’da ilk verilere 2001 yılında Herakles
heykelinin bulunmasıyla rastlandı. Sonra kısa süreli
bir kazı oldu. Kamulaştırmalarla birlikte 2009 de
biraz daha kapsamlı ikinci kazı yapıldı. eşi olmayan
şahane eserlere rastlandı. Hatta bu panolardan biri
çok önemliydi. Roma İmparatorları Dioclatianut ve
Konstantin’in birbirlena sarıldığı bir pano da
bulundu. Burada Got istilasının ardından kazanılan
zafer anısına yapılmış bir eser var. Ortaya
çıkartılacak yapı da MS 258 yılında Got’ların
Nikomedya’ya saldırısı ve Roma zaferi ile
sonuçlanması ve bu zaferin anısına yapılmış bir
anıttan bölüm. Nisan ayında bir kazıya başlayacağız.
Bu alanda ilk kez jeoradar çalışması yapılacak.
Bununla yer altındaki kültür varlıkları tesbit
edilecek ve buna göre kazı yapılacak. Burada çok
büyük anıtsal bir yapı var. Şimdi arkeolog
dünyasında çok büyük bir merak var. Aynı zamanda
burada çalışmak konusunda bilamadamlarından yoğun
talepler aldık. Kazı
Kocaeli Müzesi Başkanlığında yapılacak.
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nden Tuna Şare ve
ekibi danışmanlığında olacak. Bu
TÜBİTAK’ın da destelediği bir proje. "
YÜZYILLARDIR SARAYIN ÜZERİNDE OTURUYORLAR
Aynı zamanda tarih araştırmacısı da olan, Çekül
Vakfı Kocaeli Temsilcisi ve Nicomedia Akademi Dernek
Başkanı Numan Gülşah da Roma Sarayı olarak da
adlandırılan bu alan üzerinde evlerinin bulunduğunu
belirterek, tespitlere göre yeraltındaki yapının
yaklaşık 60 bin metrekarelik alanı kapladığını ileri
sürdü. Antik dönemde adı Nicomedia olan bugünkü
İzmit’in 284 yılından 330 yılına kadar Roma’ya
başkentlik yaptığını, buradaki sarayın Dioclatianus
tarafından yaptırıldığını da anlatan Numan Gülşah,
"Bizim aile büyüklerimiz 300 yıldan beri bu bölgede
oturuyorlardı. Son olarak bu binamız inşa edilmişti.
Ancak 17 Ağustos 1999 depreminde hasar görünce kat
indirimine gitmişti, şimdi oturmuyoruz, bazı sosyal
faaliyetler için derneklere verdik. Ancak bizim gibi
burada birçok kişi, asırlardır habersiz olarak dev
bir sarayın üzerinde oturuyor" dedi.
Milliyet,
Haber: Mustafa Bağdiken, 01.03.2016
|
SARAÇOĞLU'NDA BAKIMSIZLIK TEPKİSİ
Saraçoğlu
Mahallesi’ndeki bakımsızlığa tepki gösteren Mimarlar
Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan,
“Saraçoğlu Mahallesi’ni zorla tahliyelerle
insansızlaştırdılar. Şimdi de bakımını yapmayarak
çöküntü haline getiriyorlar. Sonrada kentsel dönüşüm
yaparak itibar vermeye çalışacaklar." dedi.

Lojman statüsünün kaldırılması için açtıkları
davanın devam ettiğini belirten Candan özetle
şunları söyledi: “Saraçoğlu Mahallesi, tarihsel ve
kültürel varlığı ile hepimiz için bir değer,
Ankara’nın incisi. Önce riskli alan ilan ettiler,
sit derecesini düşürdüler, lojman statüsünü
kaldırarak ekonomiye kazandırmak için Maliye
Bakanlığı’na devrettiler. Riskli alan kararı dava
yoluyla kaldırıldı. Sit derecesinin düşürülmesi dava
yoluyla iptal edildi. Lojman statüsünün kaldırılması
için açtığımız dava devam ediyor. Kültür Bakanlığı
tüm yazışmalarımıza ve çağrılarımıza rağmen
Ankara’nın yanı başındaki bu varlığın korunmasına
gözlerini kapamış. Yapılar çürümeye bırakılmış
durumda, merdivenler çöküyor, bahçeler çöp dolu,
tavanlar akıyor, tesisat talan ediliyor. Kültür
varlığını korumamak, bakımını yapmamak kanunen
suçtur. Koruma Kurulunu ve Kültür Bakanlığını göreve
çağırıyoruz. Birazcık vicdanları varsa gereğini
yaparlar. Maliye Bakanlığı ve yetkililer hakkında
suç duyurusunda bulunacağız.”
Yapı, 01.03.2016 |
MODERNİ KESİNTİYE UĞRATAN ANILAR
Pera Müzesi'nde açılan 'Anı ve Süreklilik, Huma
Kabakçı Koleksiyonu'ndan Bir Seçki'deki çeşitlilik,
moderniteyle kesintili ilişkimizin farklı
veçhelerine işaret ediyor. Misal Erinç Seymen'in
küpeli Yavuz Sultan Selim portresini bir ineğin
üstüne yerleştirdiği eseri, geleneğin nasıl dolaşıma
sokulduğunu irdeleyen boyutuyla pekala 'modernite'ye
eleştirel bir noktadan yaklaşabiliyor.
“Aslında bu tam da müzenin, içinde sergilenen her
şeyi nasıl da narsist mimarisinin boyunduruğu altına
soktuğunu açık bir şekilde gösteriyor”... Daniel
Burren, 1971’de New York’taki Guggenheim Müzesi’nde
sergilenecek işi için müzenin ortasından yaklaşık 20
metre uzunluğunda siyah beyaz çizgilerin olduğu bir
panoyu sarkıtmak istediğinde, eğer bu gerçekleşirse
diğer işlerin görülmeyeceği eleştirilerine böyle
cevap vermişti. Dönem, köklü sanat kurumlarının
köklerinin sorgulandığı, ilerlemeci bir çizgiyi
öngören modernist anlayışın masaya yatırıldığı,
“akıntıya karşı kürek çeken dahi erkek sanatçıların”
belirlediği sanat tarihinin geçerliliğinden kuşku
duyulan zamanlardı… Tabii ki bu isyanın ateşleyici
güçlerinden biri de kimlikti… Zira kimlik denilen
şey de bu büyük anlatının bize biçtiği rollerden
ibaretti ve en akıllıca strateji bu sistemi görünür
kılmaktı. Tıpkı Daniel Burren’ın söz konusu
müdahelesinde modernizmin yılmaz temsilcisi Frank
Lloyd Wright tarafından tasarlanan bir binanın
işleyişini ortaya çıkartmak istemesinde olduğu gibi…
Kağıt üstünde işin özeti bu. Fildişi kulelerde
belirlenen bir tarih akışı ve ona isyan eden
sorgulayıcı figürler! Ancak modernizmin, bu
üstünkörü anlatıda belirtildiği gibi tekdüze
ilerleyen bir çizgiye sahip olmadığı aşikar.
Özellikle gözler, Batı’nın biraz daha dışına
çevrildiğinde... Misal Türkiye’de modernizmin hiç
engellenmeyen bir sürekliliğe sahip olduğunu iddia
etmek mümkün mü? Ülkenin modernle ilişkisi, ortak
bir noktaya varılamayan bir mücadele alanı gibi…
Kamusal alanda kimin görünüp temsil edilip
edilmeyeceği, gelenekle kurulacak ilişki, modernin
ne olduğu hep çatışma sebebi. Dolayısıyla hem ona
karşı tepkileri hem de onun dümeninde
gerçekleştirilen eylemleri de tek bir potada ele
almanın imkanı pek yok.
MODERNİTEYE ELEŞTİRİ
Pera
Müzesi’nin yeni sergisi 'Anı ve Süreklilik', en
başında adıyla bu çatışmaları çağırıyor. Teoride bir
sürekliliğe sahip olması öngörülen moderni kesintiye
uğratan anılar, kimlik hezeyanları, beklenmedik
alışverişler serginin bel kemiğini oluşturuyor.
1980’lerde Nahit Kabakçı’nın başlattığı Huma Kabakçı
koleksiyonundan bir seçkiyi sunan sergi, dört ana
başlığa ayrılmış: “Modernite”, 'Akışkan Kimlikler',
'Formları Şekillendirmek', 'Hafıza' ve 'Yüz Yüze'...
Ancak eserlerin, sıra sıra yerleştirilmiş bu
altbaşlıklara kendilerini teslim etmediklerini
görmek için Pera Müzesi’ni şöyle bir dolanmak
yeterli. Selma Gürbüz’ün mistik bir boyuttan bu
dünyayla hesaplaştığı ve 'Modernite' başlığı altında
sunulan resmi, pekala “Formları Şekillendirmek”teki
formun modernle ilişkisini açığa çıkartan işlere göz
kırpabiliyor. Ya da Erinç Seymen’in küpeli Yavuz
Sultan Selim portresini bir ineğin üstüne
yerleştirdiği eseri, geleneğin nasıl dolaşıma
sokulduğunu irdeleyen boyutuyla 'Modernite'ye
eleştirel bir noktadan yaklaşabiliyor. Benzer
şekilde Shaphour Boyan’ın mermiye benzer 'Bilinmeyen
Objeler'i, sergideki tüm başlıkların altını
doyurabilecek çağrışımlara yol açıyor.

Erinç Seymen, İsimsiz
BÖYLE BİR SERGİYİ MÜZEDE GÖRMENİN KARI
Kabakçı ailesinin iki kuşak boyunca devam ettirdiği
bu koleksiyondaki çeşitlilik, ülkenin moderniteyle
ilişkisinin farklı veçhelerine işaret ediyor. Belki
bu yüzden serginin adında geçen sürekliliğinin
yankılarını işlerin yerleştirilme şeklinde bulmaya
çalışmak nafile. Beden, kimliğin ele avuca sığmaz
tarafı, tarihin gidişatına taş konan anlar... Hepsi,
söz konusu sürekliliği kesintiye uğratıyor… Daniel
Burren’ın söz konusu işi gibi kurumun işleyişini
doğrudan ortaya çıkartan bir müdahele söz konusu
değil tabii ki. Ancak tüm bu çeşitlilik,
kategorilere gelememe hali, doğrudan bir şekilde
olmasa da kurumsal olanla akışkan kimliklerin
ilişkisi üzerine düşündürme gücüne, koleksiyon gibi
bir sanat geleneğinin satır aralarında bu ilişkiden
nasıl etkilenebileceğini gösterme gücüne sahip.
Küratörlüğünü Huma Kabakcı ve Esra Aliçavuşoğlu’nun
yaptığı ‘Anı ve Süreklilik: Huma Kabakcı
Koleksiyonu’ndan Bir Seçki’, 1 Mayıs’a kadar Pera
Müzesi’nde.

Pınar Yolaçan, Tal Gibi serisi

Güçlü Öztekin, Bekarlarla Geleceğimizi Bekliyoruz

Ali Arif Ersen, Saraybosna serisi

Sarkis, Melbourne serisi

Richard Serra, İsimsiz
Radikal,
Yazı: Erman Ata Uncu, 01.03.2016 |
HİSAR'DAKİ CAMİNİN GERÇEKLERİ
Rumelihisarı ile birlikte inşa edildiği tahmin
edilen Kaleiçi Camisi’nin, 1884 yılında; “Büyük
felaket” diye adlandırılan depremde yıkıldığı
biliniyor. Zaten Albert Gabriel’in, 1890-1900
yılları arasında hazırladığı Rumelihisarı
restitüsyonu çizimlerinde de caminin, sadece
temelleri görülüyordu.
1957’de Rumelihisarı’nın, bir askeri açık hava
müzesi ve park olarak düzenlenmesi kararlaştırılmış
ve bir proje yarışması açılmıştı. Yarışma jürisinde;
başta Sedad Hakkı Eldem olmak üzere 7 uzman yer
alıyordu. Yarışma programında; yeni yaya yolları,
mehter gösterileri için bir gösteri alanı ve manzara
terasları tasarlanması isteniyordu. Programda
camiden söz edilmiyordu. Biz de yarışmaya
hazırlanırken gezdiğimiz Hisar’da, caminin yıkık
minaresinden başka bir izine rastlamamıştık.
Temelini sağlamlaştırdık
Yarışma jürisi, projemizi, 6/1 oy çokluğuyla
birincilik ödülüne layık gördü. Hisar’ın bağlı
bulunduğu Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü, uygulama
projelerinin yapımı ve inşaatın kontrolü işini de
büromuza verdi. Biz de Topkapı Sarayı uzmanları ve
tarihçilerle işbirliği içinde görevimizi tamamladık.
1958 yılında Hisar, bu yeni işleviyle hizmete
açıldı.
İnşaat sırasında, alan temizlenirken ortalarda,
eski bir sarnıcın duvarları ile en altta, cami
temelleri ortaya çıktı. Temelleri, dar ve gevşek
yapılı göründüğü için caminin, bazı boğaz camileri
gibi ahşap yapılı olabileceğini düşündük. Temelleri
olduğu haliyle sağlamlaştırarak bıraktık.
İddialar kasıtlı
Projemizin ana fikri, yeni düzenlemenin tarihsel
yapıya zarar vermeden hatta temas etmeden
gerçekleştirilmesi şeklindeydi. Bu düşünceyle
gösteri alanı, cami temellerine değmeyen ve tek bir
kolon tarafından taşınan betonarme bir plak olarak
tasarlandı, gerçekleştirildi. Bu açıklamayla medyada
cami temellerinin örtüldüğü, toprak doldurularak
gösteri alanı yapıldığı iddialarının, bilgisizce ya
da kasıtlı yapılmış iddialar olduğu görülecektir.
Gerçekte, yıkıldığı 1884’ten 2005’e kadar bu
caminin yeniden yapılması olmamıştır. Rumelihisarı
İskele Camisi inşa edildikten sonra belki de Hisar
Camii’ne ihtiyaç kalmamıştı.
Son yıllarda yıktıranın kim olduğu belirtilmeden
ya da Rahmetli Celal Bayar suçlanarak caminin
yıktırıldığı, yerine gösteri alanı yapıldığı
iddiasıyla hayali din düşmanları yaratılıyor. Bugün
gösteri alanının korunmasını isteyenlere cami
düşmanı elitler denerek hücum ediliyor.
Popüler sanat yanlışı
Biz uygulamamızla Demokrat Parti iktidarının
başarıyla gerçekleştirdiği restorasyondan sonra bu
tarihi mekan için amaçladığı kullanış biçimini,
mimarlık ve yeniden kullanım kuralları içinde
gerçekleştirmeye çalışmıştık. Açıldığı yıllarda bu
çalışmamızın kamuoyunda büyük beğeni kazandığı, o
zamanın gazete koleksiyonlarında görülebilir.
Hisar’ın, bu yeni yaşamındaki gösteri alanı, ilk
yıllarda amacı doğrultusunda sadece mehter
gösterileri ve halk oyunları için hizmet veriyordu.
Birkaç yıl sonra, büyük tiyatrocu Muhsin Ertuğrul,
Hisar’ın bu yeni atmosferini beğenerek burada klasik
tiyatro eserlerinin sahnelenebileceğini düşünmüş;
“Hamlet” ve “Kral Lear” gibi eserleri başarıyla
sergilemişti. Ancak; bizim on, on beş dakikalık ve
ayakta izlenecek gösteriler için tasarladığımız ve
Rumelihisarı iç mekanına daha uygun olduğunu
düşündüğümüz serbest düzenli kademeler, Muhsin
Ertuğrul’un talebiyle ve bize danışılmaksızın, rahat
oturulur amfi basamaklarına dönüştürülmüştü.
Sonraki yıllarda tiyatroya ilgi azalır gibi
olunca gösteri alanı, yapılış amacının dışında,
aşırı yüksek sesle icra edilen popüler sanatın
emrine verildi. Bence asıl yanlış olan buydu. Ve üç
yıl önce isabetli bir kararla, bu gösteriler
durduruldu.
Oturma alanı yıkılmalı
Yeni Ebu’l-Feth Camisi, bence ideolojik yönü ağır
basan bir kararla, ihtiyaç olup olmadığına
bakılmadan inşa edilmiştir. Caminin aslını gösteren
bir belge bulunamadığı için 1850’lerde karakalemle
yapıldığı tahmin edilen, net olmayan bir resme
dayanılarak; “olsa olsa böyle olurdu” mantığıyla
uygulanmıştır. Bugünkü iktidarımız da tıpkı Demokrat
Parti gibi tarihsel-kültürel mirasımız olan
yapıları, kendine göre kullanmayı istiyor. Acaba
bunlar, siyasi iktidarların ideolojilerine göre
düzenlemelerini bozup, yeni düzenlemeler
yapabilecekleri yerler midir?
Bugünkü hali ile cami mevcut sahne platformu
üstünde yeni bir tiyatro dekoru gibi duruyor.
Caminin yıkımı artık söz konusu olmadığına göre; en
azından yeni bir çevre düzenlemesi ile zemine
bağlanması, çevredeki oturma alanının ve üstüne
oturduğu platformun yıkılması gerçekleştirilmelidir.
Cumhuriyet, Yazı: Doğan Tekeli, 29.02.2016
|
108 YILLIK TARİHİ BİNA KENT KOLEJİ YAPILDI
İzmir'de bir dönem Devlet Güvenlik Mahkemesi
olarak da kullanılan 108 yıllık tarihi yapının, Kent
Koleji'ne dönüştürülmesi için 2014 yılında
Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan
restorasyon tamamlandı. Geçici kabul işlemlerinden
sonra iç dekorasyonun ardından İzmir'de kalifiye
eleman arayan işletmelerde istihdam sağlayacak
kurslar Kent Koleji'nde açılacak. İzmir Kent Koleji
bünyesinde Fabrikasyon Laboratuvarı (FabLab)
kurulacak. FabLab, İzmir Kent Koleji'nde eğitim
alacak kursiyerlerin yanısıra, mühendislik, teknik
ve meslek lisesi öğrencilerine ve yaptığı projeleri
ve fikirlerini somutlaştırmak isteyen herkese açık
olacak.
Sabah, 29.02.2016 |
 |
MONGERİ'NİN ŞİŞLİ'DEKİ BİNASI SANAT MERKEZİNE
DÖNÜŞÜYOR
2013 yılında kurulduğundan bu yana Nişantaşı’ndaki
galerisinde, sanat dünyasında ses getiren sergilere
ve etkinliklere imza atan Bozlu Art Project,
Şişli’deki sanat merkezinin kapılarını 1 Mart’ta
sanatseverlere açıyor.
Cumhuriyet dönemi I. Ulusal Mimarlık
Akımı'nın önemli örneklerinden biri olan tarihi
Mongeri Binası, iki yıla yaklaşan bir hazırlık
sürecinin sonunda Bozlu Art Project'in
etkinliklerine ev sahipliği yapacak bir sanat
merkezine dönüştürüldü.
2013 yılından bu yana Nişantaşı'ndaki sanat
galerisinde düzenlediği sergiler, sanatçı
konuşmaları, belgesel, katalog ve arşiv
çalışmalarıyla vizyonunu sanatseverlerle
paylaşan Bozlu Art Project, Şişli'deki sanat
merkezinin kapılarını Dr. Şükrü Bozluolçay
Koleksiyonu ve Bozlu Art Project sanatçılarından
derlenen karma sergiyle sanatseverlere açıyor.
Bozlu Art Project Şişli, açılış sergisinin
ardından kütüphane, arşiv, sergi, yayınevi ve
sanat semineri gibi faaliyetlere ev sahipliği
yapacak.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç,
29.02.2016
|
TARİHİ KÖPRÜ YOK OLUYOR!

Bartın'ın Amasra İlçesi'nde Roma döneminde yapılan
tarihi Kemerdere Köprüsü, bakımsızlık nedeniyle yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
İlçeye
3 kilometre uzaklıkta Cevizlik Vadisi'nde bulunan ve
Roma İmparatoru Claudius döneminde Roma yol ağının
bir parçası olarak yapılan Kemerdere Köprüsü'nün
harabe hali görenlerin tepkisini çekti. Büyük kaya
parçalarından yapılan ve ayağında Roma-Pontus
savaşlarında 7 askerin mızrak savaşı yaptıklarını
anlatan silik kabartma bulunan köprü, definecilerin
de talan etmesi sonucu hasar gördü. Bartın-Amasra
yol yapım çalışmaları sırasında yukarıdan gelen
hafriyatın zarar verdiği köprünün bazı parçaları da
dereye yuvarlandı. Amasra Müze Müdürü Baran Aydın,
köprünün Roma döneminde yapıldığını bildiklerini
belirterek, şöyle konuştu:
"Kemerdere Köprüsü, Kuşkayası yol anıtının devamı
olarak yapılan Roma döneminden kalan en önemli
eserler arasında yer almaktadır. Bakanlık, Kemerdere
Köprüsü'nün restorasyonu için yapılan ihale çeşitli
nedenlerle iptal edildi. Burada çalışma yapmak için
Ankara ile görüşmelerimiz devam ediyor. Önümüzdeki
zamanlarda temizlik ve restorasyonu için çalışmalara
başlayacağız."
Amasra Belediye Başkanı Emin Timur da, Roma
Dönemi'nde yapılan bu köprünün restorasyon
ihalesinin 2012 yılında yapılmasının planlandığını
belirterek, "Köprü orman içinde kaldığı ve ulaşımı
olmadığı için ihalesi iptal edildi. Şu anda
defineciler tarafından köprünün çoğu yeri talan
edilmiş durumda. Orası bizler için çok değerli, Roma
Dönemi'nin önemli eserlerinden biridir. Turizme
kazandırılması için bizler de belediye olarak
gereken çalışmaları yapmaya hazırız" dedi.
Gerçek
Gündem, Haber: Ayhan Acar, 29.02.2016
|
KAYIP ADA VORDONİSİ UNESCO YOLUNDA

İstanbul’un kayıp adası olarak bilinen tarihi
Vordonisi’nin gün yüzüne çıkarılması ve batık adanın
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne kabul edilmesi
için Maltepe Belediyesi ve 3 üniversite ortak
çalışmalara başladı.
TARIHI yaklaşık 1200 yıl
öncesine dayanan ve 1010 yılında meydana gelen büyük
İstanbul depreminde sular altında kalan Vordonisi
Adası, Maltepe Belediyesi öncülüğünde,İstanbul
Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi
Prof.Dr.Cem Gazioğlu,Dr. Hakan Kaya, Uludağ
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr.Mustafa Şahin, Düzce Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yar. Doç.Dr. Ahmet Bilir, su
altı araştırmacısı gazeteci Gökhan Karakaş, Deniz
Biyoloğu Mert Gökalp, Vordonisi rehberleri Serco
Ekşiyan ve Ercan Akpolat’tan oluşan bir ekiple gün
yüzüne çıkarılacak.Yapılacak çalışmayla adanın tüm
özellikleri keşfedilerek İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, Kültür Bakanlığı ve UNESCO’ya bir
çalışma sunulacak. Sonraki aşama ise batık adanın
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması ve
turizme açılması. Maltepe Belediye Başkanı Ali
Kılıç, “Tarihi yaklaşık bin yıl öncesine dayanan ve
deprem sonucu batan ada, aslında bizlere hem
arkeolojik hem de sismik açıdan değerli veriler
sunacak” diye konuştu.Keşif ekibi ise İstanbul’un
10. adası Vordonisi’de yapılacak araştırmayla
ilgili, “Bu adada karbon 14 ve diğer bilimsel
metotlarla bir araştırma yapılarak kayaçların
durumunun incelenmesi gerekiyor. Adanın kalıntıları
üzerinde kestane,midye ve türevi deniz canlıları
olduğu için tam olarak ana manastırı görebilmek
mümkün olmuyor” bilgisini verdi.
10. VE
11. ADALARDAN OLUŞUYOR
Vordonisi,
aslında 2 adadan oluşuyor. Biri Büyük, diğeri Küçük
Vordo olarak geçen adalar,İstanbul’un 10’uncu ve
11’inci adaları. Bizans tarihçisi Semavi Eyice
tarafından 1936’da kayıtlara geçirilen Vordonosi’de,
adanın karşısındaki Satyros Manastırı’nın ikizi
olduğu biliniyor.
Habertürk, 29.02.2016 |
KAÇAK KAZIYA 4 GÖZALTI
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’ndan yapılan yazılı
açıklamaya göre, Çatalca’nın İnceğiz ve Elbasan
mahalleleri arasında bulunan Mağaralar mevkiinde
kaçak kazı yapıldığı bilgisi alındı.
Bölgeye düzenlenen
operasyonda, yaklaşık 10 metre derinlikte
Kaçak kazı yaptığı tespit edilen 4 kişi
gözaltına alındı. Kazıda kullanılan
Jeneratör, hilti, balyoz, keski, halat
gibi çeşitli eşyalara el konuldu.
Jandarmadaki işlemleri tamamlanan şüpheliler
adliyeye sevk edildi.
Milliyet, 28.02.2016
|
ANAMED SAYESİNDE ANADOLU KÜLTÜR MİRASI DÜNYAYA
AÇILIYOR
Hitit, Yunan,
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi Anadolu'da
var olmuş tüm insanlığa ait kültürel mirasın
bilimsel olarak araştırılmasına olanak veren
Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma
Merkezi onuncu yılını kutluyor...
Ticari faaliyetlerini Ankara’dan İstanbul’a
taşımaya karar veren Vehbi Koç’un 1960 yılında satın
aldığı ilk bina, İstiklal Caddesi’ndeki geçmişi 19.
Yüzyılın başına uzanan tarihi Merkez Han’dayız.
1961’de Gazsan Likid Gaz Ticaret ve Sanayi A.Ş.
olarak kullanılan bu binada kim bilir neler
tartışıldı, ne önemli kararlar alındı.
Aradan yarım yüzyıldan fazla bir süre geçmiş,
şimdi binanın toplantı salonunda sanayi yatırımları
değil, eğitim, araştırma, tarih ve arkeoloji gibi
kültürel konuları konuşuyoruz.
Üç bloktan oluşan Merkez Han, bugün Vehbi Koç
Vakfı tarafından kurulan, yerli yabancı
akademisyenlerin Anadolu Medeniyetleriyle ilgili
araştırmalarını destekleyen ANAMED’e ev sahipliği
yapıyor.
2005 yılında kurulan, Koç Üniversitesi Anadolu
Medeniyetleri Araştırma Merkezi
üniversitelerimizdeki doktora sonrası çalışmalarda
duyulan büyük bir eksikliği gideriyor. 10 yıldır
bilimsel çalışmalara katkı sağlıyor. Konusunda
Türkiye’nin uluslararası çapta ilk ve tek gerçek
araştırma merkezi demek abartı olmaz.
Koç Üniversitesi’nin Arkeoloji ve Sanat Tarihi
bölümlerinin doktora programları da var. ANAMED
bundan sonrasını devam ettiriyor, üniversitenin bir
uzantısı, bilgi üretim merkezi gibi çalışıyor.
Doktora ve sonrası Neolotik Çağ’dan Osmanlı’ya
uzanan süreçte Anadolu’da tarih, arkeoloji, kültür
mirası alanlarında araştırma yapacak akademisyenlere
burslar veriliyor.

Hafta başında ANAMED direktörü
Doç.Dr. Chris
Roosvelt ve yöneticisi Dr. Buket Coşkuner’le bir
araya geldik. Kurulduğundan bu yana gerçekleştirilen
faaliyetlerini anlattılar ve bundan sonraki
hedeflerini paylaştılar.
Chris Roosvelt, “Her yıl 15 doktora öğrencisi ve
15 kıdemli akademisyene dokuz ay boyunca
konaklamadan ulaşıma, yemek ihtiyacından saha
gezileri ve ödeneklerine tüm ihtiyaçlarını
karşılayacak burs veriyoruz” diyor. Her araştırmacı
Merkez Han’daki kendilerine ait odada konaklıyormuş.
Bugüne dek 250 bilim insanına burs verilmiş.
Ayrıca bursiyerlerden arta kalan üç aylık yaz
döneminde gelecek araştırmacılar için burslarda
olduğu gibi Stavros Niarchos Vakfı, Geç Antik Çağ ve
Bizans Araştırmaları Merkezi, Harvard Üniversitesi
Rönesans Araştırmaları Merkezi ve Kubbealtı
Akademisi Vakfı gibi kuruluşlarla işbirliği
yapıyorlarmış.
Tabii ki ANAMED’in tek faaliyeti akademik
çalışmalara burs vermek değil. 2012 yılından bugüne
dek ‘’Bir Başkentin Su Yolları: Bizans Dönemi
Konstantinopolis’, ‘Tarihi Hayallemek: Sagalasos
Kazı Fotoğrafçısının Arkeolojisi’ Nazlı’nın Defteri:
Osman Hamdi Bey’in Çevresi’ gibi birbirinden değerli
13 sergi gerçekleştirilmiş. 12 kitap yayınlanmış.
Üç yılda bir de kültürel miras bilincini
arttırmak amacıyla Uluslararası Sevgi Gönül Bizans
Araştırmaları Sempozyumu düzenliyorlar. Türkiye’de
ve yurt dışında sürdürülen Bizans araştırmalarının
paylaşıldığı sempozyumun dördüncüsü 23-25 Haziran
tarihleri arasında yapılıyor.
GELECEK HEDEFLERİ

ANAMED yöneticisi, aynı zamanda Bizans
uzmanı olan Dr. Buket Coşkuner de geçmişe daha çok
sahip çıkmak istediklerini söylüyor. Araştırmalara
verdikleri desteği arttırmak, arşiv merkezi olmak,
dijital alanda güçlenmek, tüm bilgi ve materyallerin
dahil olduğu bir dijital arşiv yapmak öncelikli
hedefleri. 2026 yılına dek sergi projeleri dolmuş.
Sosyal medyayı daha çok kullanmak, ANAMED galerisini
sanat meraklılarının uğrak yeri haline getirmek
istiyorlar.
ANAMED Beyoğlu’nun bir araştırma merkezine
dönüşmesinde öncü rol üstlendi. Bugün Merkez Han’ın
içinde aynı zamanda Hollanda Araştırmaları
Merkezi/NIT, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü/TEBE,
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı/TİNA, Koç
Üniversitesi Yayınları/KÜY bulunuyor.
İstiklal Caddesi’nde ise bugün ANAMED’in yanı
sıra Salt, Alman Arkeoloji Enstitüsü DAİ, Hollanda
Enstitüsü, Fransız Araştırmaları Enstitüsü gibi bir
çok kültür kurumu var.
Kültür ve mimari ancak böylesi vizyon sahibi
grupların, kurumların binalara ve geçmişe sahip
çıkmasıyla, eğitime destek vermesiyle korunuyor ve
gelecek kuşaklara aktarılıyor. Ne diyelim, iyi ki
varlar ve iyi ki uluslararası arenada kendimizi
kanıtlayacağımız kültür sanat varlıklarımızı
yaşatıyorlar.
Pera’nın en gizemli binalarından biri olduğu
söylenen Merkez Han’ı ve ANAMED’i daha yakından
tanımak istiyorsanız bir fırsat yaratın derim. Devam
etmekte olan ‘Günlük Sesler: Sesi Gündelik Hayat
Üzerinden Keşfetmek’ sergisini dolaşıp, ardından da
en üst kattaki muhteşem manzarasıyla Divan Cafe’de
bir yorgunluk kahvesi içebilirsiniz...
Radikal,
Haber: Müge Akgün, 28.02.2016
|
PERA MÜZESİ'NE İKİ SERGİ

Pera Müzesi sergiden sergiye koşuyor. Müze şimdi de
resimde metafizik akımının öncüsü, 20. yüzyılın en
sıra dışı sanatçılarından Giorgio de Chirico’nun
eserlerini İstanbul’a getirdi. Serginin adı da pek
manidar “Giorgio de Chirico: Dünyanın Gizemi”...
Gerçeküstücülüğe de esin kaynağı olan ikonik sanatçı
Chirico’nun sergisinin küratörlüğünü Fabio Benzi
yapıyor. Resimleriyle René Magritte, Paul Delvaux,
Man Ray, Pierre Roy, Salvador Dali, Yves Tanguy gibi
sürrealistleri etkileyen Chirico’nun bu sergisinde
yaklaşık 70 resim, 2 litografi serisi ve 10 heykel
bulunuyor. Üstelik bu serginin manevi bir yanı da
var; sanatçı ilk kez babası Evaristo de Chirico’nun
doğduğu kent olan İstanbul’a eserleriyle geldi...
1909’teki erken dönem eserinden 1970’lerin
ortalarındaki son dönem yapıtlarını kapsayan bu
panoramayı kaçırmayın!

İKİ KUŞAĞIN KOLEKSİYONU
Sanat
disiplinlerinde koleksiyonlerlik sürekli tartışılır,
ne olup olmadığı üzerine yorumlar yapılır. Müzedeki
diğer sergi “Anı ve Süreklilik: Huma Kabakcı
Koleksiyonu’ndan Bir Seçki”de, Kabakcı’ya babası
Nahit Kabakcı’dan kalan eserler yer alıyor. Böylece
iki farklı jenerasyonun sanat koleksiyonerliğine
bakış açısı gözler önüne seriliyor. Küratörlüğünü
Huma Kabakçı ve Esra Aliçavuşoğlu’nun yaptığı sergi
“Hafıza”, “Formları Şekillendirmek”, “Akışkan
Kimlikler”, “Modernite” ve “Yüz Yüze” bölümlerinden
oluşuyor. Sergide işlerini görebileceğiniz 45
sanatçı arasında Aliye Berger, Heinz Mack, Damien
Hirst, Etel Adnan, David Bailey gibi isimler var.

Habertürk, Haber: Sema Ereren, 27.02.2016 |
ÇERKEŞ'İN TARİHİ KONAĞI İÇKİLİ MEKAN HALİNE
GETİRİLDİ
Çankırı'nın Çerkeş İlçesi'nde bulunan tarihi Fişek
Ali Konağı içkili mekan haline getirildi. Mahalle
içine içkili mekan açılmasının yolunu açan 'Turizm
İşletme Ruhsatı' tartışmalara neden oldu.
Çerkeş'in sivil
mimarisinin önemli eserlerinden olan Fişek Ali
Konağı, Çankırı İl Özel İdaresi tarafından
sahiplerinden satın alındıktan sonra restore
edilerek Çerkeş kültürel mirasına kazandırıldı.
Çankırı'nın en eski kasabalarından olan ve Osmanlı
döneminin izlerini taşıyan Çerkeş'te ayağa
kaldırılan Fişek Ali Konağı o günden sonra tarih ve
kültür meraklılarının uğrak mekanı haline geldi.
Ancak İl Özel İdaresi'nin yöresel yemekler
sunmak şartı ile 2011 yılında müstecire kiraladığı
mekan, 24.10. 2014 tarihinde Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan alınan ruhsatla içkili mekan haline
dönüştürüldü. O tarihten sonra içkili olduğu için
konaktan istifade edemeyen vatandaşlar, devletin
milyonlarca liralık ödenek aktararak Çerkeş halkının
hizmetine sunduğu konağın içkili mekan haline
getirilip belirli bir zümrenin istifadesine
sunulmasına tepki gösterdi.
BELEDİYE TOPU
BAKANLIĞA ATTI
Çerkeş yerel gazetesinin
konuyu gündeme taşıması ile sosyal medyada tartışma
büyüdü. Çerkeş Belediyesi son günlerde kamuoyunda
yaşanan tartışmalara açıklık getirerek resmi
internet sitesinden yaptığı açıklamada; Fişek Ali
Konağı'na verilen ve içki satışının yolunu açan
'Turizm İşletme Belgesi'nin Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından verildiğini ifade ederek,
uygulamayla alakası olmadığını duyurdu.
Zaman,
26.02.2016
|
"KÜLTÜR MİRASINI KORUYABİLİRİZ"
İstanbul’da düzenlenen ‘Kültür Varlıklarının
Korunması ve Sürdürülebilir Yönetimi’ konulu
Güneydoğu Avrupa Kültür Bakanları Konseyi
Toplantısı’nın dünkü oturumu, Kültür ve Turizm
Bakanı Mahir Ünal’ın ev sahipliğinde
gerçekleştirildi.
Ünal
Güneydoğu
Avrupa kültür bakanları olarak kültürel mirasın
korunması için bir araya geldiklerini ve bunun için
ortak çaba sürdürdüklerini söyledi ve ekledi: “Böyle
bir kültürel miras bırakabilmemiz, korkularımızdan
kurtulmamız, şiddetten, nefretten, terörden
arınmamız ve evrensel değerlere sadık kalmak ancak
bir iş birliği haline dönüştürülmesiyle mümkündür.”
Milliyet, 26.02.2016
|
TUTANKAMON'UN MEZAR ODASINDA İKİ SIR KAPI

Mısır Turizm Bakanı Hişam Zaazu, İspanya ziyareti
sırasında ABC gazetesine verdiği röportajda çok
önemli bir keşif açıklamasında bulundu. Zaazu, 94
yıl önce İngiliz arkeolog Howard Carter'ın bulduğu
çocuk firavun Tutankamon'un mezar odasının yanında
iki gizli odanın varlığının keşfedildiğini duyurdu.
Gelişen teknolojik imkanlarla birlikte 'termal
kamera taraması ve manyetik alan ölçümlerinin
yapıldığı mezar odasının bitişiğindeki iki odadan
birinde hazinelerin bulunduğu düşünülüyor.
KIZ KARDEŞ YA DA ÜVEY ANNE
Zaazu, Tutankamon'nun yatak odası olarak
kullanılan bu odada hazine olma ihtimalinin yüzde 90
olduğunu söylüyor. Varlığı tespit edilen diğer oda
ise Tutankamon lahtinin ayak ucu konumdaki duvarla
bitişik durumda. Bu odada Mısır firavunlarından
Akhenaton'un ilk karısı Kiya ya da Akhenaton'un kızı
ve Tutankamon'un kız kardeşi Meritaton'un
lahitlerinin bulunabileceği düşünülüyor.
CARTER NEDEN DURDU?
Bakan Zaazu, "Bu 21'inci
yüzyılın en büyük keşfi olacak. Arkeoloji dünyasında
Big Bang (Büyük Patlama) etkisi yaratacak" dediği
keşifle ilgili detayların kamuyoyuyla nisan ayında
paylaşılacağını duyurdu. İngiliz basını arkeolog
Carter'ın 1922'deki kazı çalışmalarında neden bu
odaları bulmaya çalışmadığını sorguluyor.
Sabah,
26.02.2016 |
İZMİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
İzmir'in Konak İlçesi'nde Roma,
Hellenistik, Bizans ve
İlhanlı dönemlerine ait tarihi eserleri satmaya
çalışan bir kişi yakalandı.
Kaçakçılık
Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, R.
A. (40) isimli şahsın
elinde çok sayıda tarihi eser bulunduğu ve bunları
satmaya çalıştığı bilgisine ulaştı. Harekete geçen
ekipler tarafından düzenlenen operasyonda zanlı
R.A., toplam 317 adet tarihi eserle birlikte
yakalandı. Eserlerle ilgili olarak İzmir Müze
Müdürlüğü görevlilerince yapılan incelemeler
sonucunda 313 adet bronz ve gümüş sikkenin Roma,
Hellenistik, Bizans ve İlhanlı dönemlerine ait, 2863
sayılı kanun kapsamında orijinal tarihi eser, 4 adet
bronz sikkeninse sahte olduğu tespit edildi. Zanlı
R.A., tutuksuz yargılanmak üzere cumhuriyet
savcılığından serbest bırakıldı.
Zaman,
26.02.2016
|
BİN YILLIK TARİHE KALASLI KORUMA!
Kars'ta 10. yüzyılda Bagratlı Krallığı'nca
Ermeni-Gürcü Kilisesi olarak inşa edilen daha sonra
camiye çevrilen ibadethanenin bahçe duvarları
kalaslarla ayakta tutulmaya çalışılıyor.
Tarihi yapı çökme
tehlikesi ile karşı karşıya iken hemen yanında
bulunan Evliya Camii'ne ikinci bir abdesthane
yapılması dikkat çekiyor.
Kars Kalesi'nin
eteklerinde Kale İçi Mahallesi'nde, 10. yüzyılda
Kral Abas'ın yaptırdığı 12 Havariler Kilisesi son 10
yılda 2 kez restore edildi. 1993 yılında cami olarak
ibadete açılan yapının kubbesi ise son restorasyonda
yenilendi. Bu çalışmalarda unutulan ise tarihi
yapının bahçe duvarları oldu.
İKİNCİ
ABDESTHANE SİLUETİ BOZUYOR
2015'de Evliya
Camii bahçesinde var olan yapılara ihtiyaç
olmamasına rağmen yenilerinin eklenmesi için çalışma
başlatılırken dikkatlerden kaçmayan ise Evliya Camii
ve Kümbet Camii (12 Havariler Kilisesi) arasına
silueti bozacak abdesthanenin yapılıyor olması oldu.
Söz konusu duruma Kafkas Üniversitesi (KAÜ) sanat
tarihi öğretim görevlilerinin ve sivil toplum
kuruluşlarının sessizliğe bürünmesi tepki çekti.
Var olan abdesthanenin yapıldığı tarihlerde ise
sadece bir kaç vatandaşın tepki gösterdiği
çalışmalarda onlarca ağaç sökülmüştü. Gelinen
noktada ise var olanın yerine bir tane daha
abdesthane yapılırken turizm şehri olma iddiasındaki
Kars'ın bin yıllık tarihinin kalaslara emanet
edilmesi şaşırttı.
'BU ESERLER AVRUPA'DA OLSA
ÇOK DEĞER VERİRLER'
Hollanda'dan 40 yıl sonra
doğup büyüdükleri toprakları gezmeye, havasını
solumaya ve çocukluklarında bahçe duvarının
gölgesinde oyunlar oynadıkları alanları ziyaret eden
Recep Şenol ve Neşe Gül Şenol çifti, yapılanın hiç
iyi bir şey olmadığını söyledi. Görüntünün 'utanç
verici' olduğunu belirten çift, tepkilerini şöyle
dile getirdi: 'Burasını gördüğümüz zaman, 'Şu tarihi
esere hiç değer vermemişiz' dedim. Şu kalasların
duruşuna, 'Yazıklar olsun' dedim. Tarihi değerleri
git gide yok ediyoruz. Çarşıda da böyle atıl olan
eserler var. Bizler bakımsız gördük. Devletimizin
bunları görmesi lazım, bunlara sahip çıkması lazım.
Bu tarihi eserler Avrupa'da olsa çok değer verirler.
Bizler değer vermiyoruz. Kıymet bilmiyoruz."
Zaman, 26.02.2016
|
NEFERTİTİ'Yİ KOPYALADILAR
Almanya’nın başkenti Berlin’deki Neues
Müzesi’nde bulunan 3 bin 361 yıllık Kraliçe
Nefertiti büstü filmleri aratmayan bir eyleme
konu oldu.
İki sanatçı
müzenin güvenlik görevlilerinin bir anlık
dikkatsizliğinden yararlanarak tarihi büstü
taramayı ve bu sayede 3D bir yazıcı yardımıyla
büstün bir kopyasını yaratmayı başardı.
GERÇEK
SAHİBİNE VERECEKLER
Sanatçılar,
yarattıkları “kopya büstü” eserin gerçek sahibi
olduğuna inandıkları
Mısır’daki bir müzeye vereceklerini söyledi.
Şaşırtıcı eylemi
gerçekleştiren
Irak asıllı Alman sanatçı Nora al-Badri ve
Alman meslektaşı Jan Nikolai Nelles, bu eylemi
“intikam almak” amacıyla yaptıklarını söyledi.

Sanatçılar, 1912
yılında büstü keşfedip ülkelerine getiren ve
Mısır’la
Almanya arasında sonu gelmeyen bir tartışma
başlatan Alman arkeologların hatasını bu şekilde
düzeltmek istediklerini belirtti.
Hürriyet,
25.02.2016
|
KOÇ MÜZESİ'NDE DENİZ KÜLTÜRÜ KONUŞULDU
Emekli amiral Cem Gürdeniz tarafından denizcilik
kültürünün gelişmesi ve denizlerimizden daha fazla
faydalanması için Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu
tarafından bir sempozyum düzenlendi.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanlığı’nın yanı sıra çeşitli meslek
gruplarından temsilcilerin ve akademisyenlerin
katıldığı sempozyumda, devlet ve sivil kuruluşların
birlikte çalışmasının önemine değinildi.
Konuşmacılar arasındaki Milliyet Muhabiri Gökhan
Karakaş’ta gazetemizi tanıttı.
8 bin 333 km
uzunluğundaki kıyıları, yüzlerce akarsu ve tatlı su
kaynağına rağmen deniz kültürünün yeterli seviyede
olmadığı ülkemizde sorunların bulunması ve çözüm
üretilmesi için düzenlenen sempozyum,
Rahmi Koç Müzesi’nde gerçekleşti. Sempozyumun
açılış konuşmasını yapan emekli Tümamiral Cem
Gürdeniz, “Ülkemizde denizcilik faaliyetleri, su
varlıklarımızın korunması ve kirlilikle mücadelede
epey yol alındı. Bu alanda yapılacak daha çok
çalışma var. Dolayısıyla ülkemizde denizcilik
yaklaşımını daha üst bir çerçeveden ele alacak
platformların artmasını ümit ediyorum" dedi.
Sempozyumda gazeteci Turgay Noyan; “Türk deniz ve
denizcilik kültüründe öne çıkan örnekler’, kaptan
Ali Bozoğlu; ‘Ticaret gemileri ve denizcilik
müzeleri arşivleri’, deniz binbaşı Gökhan Atmaca;
‘Savaş gemileri, askeri tersaneler, deniz müzeleri’,
emekli amiral engin Baykal; ‘Denizcilik
festivalleri’, Savaş Karakaş; ‘Sualtı
arkeoloji Mirası’, Metin Önkol; ‘Gemi
modelciliği’ gibi konularda sunum ve konuşmalar
yaptı. Milliyet Gazetesi muhabiri
gökhan karakaş’ta, medyanın deniz kültürüne
bakışı ve gazetemizin yayınladığı
haberler üzerine konuşma yaptı.
Milliyet,
25.02.2016 |
KIRŞEHİR'DE KAÇAK KAZI OPERASYONU
Kırşehir İl Jandarma
Komutanlığı, birinci derece sit alanında izinsiz
tarihi eser kazısı yapan iki ayrı olayın zanlısı
toplam 7 kişiyi suçüstü yakaladı.
İl Jandarma
Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize (KOM) Suçlarla
Mücadele ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı ve kaçak
kazının önlenmesi kapsamında, sorumluluk bölgesinde
bulunan iki ayrı alanda izinsiz olarak kazı
yapılacağı ihbarı aldı. Birinci derece sit alanında
izinsiz tarihi eser kazısı yapılacağı ihbarlarını
değerlendiren Jandarma KOM ekipleri, Kırşehir
merkeze bağlı Göllü Köyü ve merkeze bağlı Karıncalı
köylerinde yaptıkları operasyonlarda kazı sırasında
kaçmaya çalışan 7 zanlıyı gözaltına aldı.
Operasyon sonucu
Roma dönemine ait lahit kapağı ve kazı
çalışmalarında kullanılan 4 adet muhtelif kazı
malzemesi ele geçirildiği öğrenildi.
Kırşehir İl
Jandarma Komutanlığı tarafından yapılan açıklamada,
olayda ele geçirilen tarihi eserlerin Kırşehir Müze
Müdürlüğüne teslim edildiği ve zanlıların haklarında
yapılan işlemlerden sonra Kırşehir Adliyesi’ne sevk
edildiği bildirildi.
Kırşehir Çiğdem, 25.02.2016
|
SANDIKTAN ASIRLIK BESTELER ÇIKTI
İzmir hakkında araştırmaları bulunan sanatçı-yazar
Yaşar Ürük, AA muhabirine, 1877-1924'te yaşayan,
Türk müzik tarihinde önemli iz bırakan, "Selanik
Marşı" gibi çalışmaları onlarca yıldır seslendirilen
İsmail Zühtü'nün kayıp eserlerinin peşine 40 yıl
önce düştüğünü söyledi.
Bazı eserleri yurt dışında basılan İsmail
Zühtü'nün, Türk müziğinin önemli isimlerinden Ahmed
Adnan Saygun'un hocası olduğuna işaret eden Ürük,
kayıp eserlerin bir bölümünü, sanatçının diğer
öğrencisi Hilmi Ferit Atrek'ten ölümünden önce
aldığını anlattı.
Eserlerin bir bölümünü de İsmail Zühtü'nün
hocalık yaptığı Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesinin
arşivi yanmadan önce edindiğini belirten Ürük, yine
de parçaların eksik kaldığını ifade etti.
"Hocaların hocası"nın yaklaşık 100-120 yıl önce
yazdığı eserleri ailesinin bir sandıkta sakladığını
öğrendiğini bildiren Ürük, İsmail Zühtü'nün
Almanya'da yaşayan torunu Seyide Kayserili'nin
yakınlarının kendisini arayarak "kayıp hazineyi"
gösterdiğini dile getirdi.
Milli Kütüphane'ye bağışlanması gündemde
Çok iyi çocuk şarkıları ve koro parçalarının yer
aldığı bu eserlerin, Türk müzik tarihi açısından
büyük önem taşıdığına dikkati çeken Ürük, bestecinin
kayıp eserlerinin hikayesini şöyle anlattı:
"Vefatından sonra bazı aile bireyleri, İsmail
Zühtü'nün bütün notalarının içinde bulunduğu sandığı
alıp evine götürmüş. Müzik dünyamız da bestecinin
eserlerinden mahrum kalmış. Çok önemli eserleri var,
müzik dokusu ve orkestrasyonu çok sağlam eserler.
Önceki yıl Almanya'dan bir hanımefendi beni buldu.
İsmail Zühtü'nün torununun kızı olduğunu anlattı.
Eserleri sakladığını da söyledi. Önce bir sandıkta,
daha sonra valizde saklamışlar. Bu eserleri ben de
görebildim. Çoğu piyano parçası. Yüzlerce nota orada
bekliyordu. Çok mutlu oldum, notaları almamı
istediler ancak sonra eserlerin Milli Kütüphane'ye
bağışlanması konusunda görüş birliğine vardık."
Notaların gelecek aylarda kütüphaneye
bağışlanacağını kaydeden Ürük, önce tasnifleme
çalışması ile kayıt sistemine aktarım yapılması ve
bunların müzik eğitimi verilen kurumlarla
paylaşılması gerektiğini ifade etti.
Eserlerin ortaya çıkmasıyla ulusal müzik tarihine
önemli katkı sağlandığını vurgulayan Ürük, bir asır
saklanan eserlerden birini de ocak ayında
seslendirdiklerini bildirdi.
İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Ulvi Puğ ise
İsmail Zühtü'nün büyük önem taşıyan eserlerini kabul
etmekten onur duyacaklarını belirterek, "Seyide
Hanım, eserleri kütüphanemize bağışlayacağını
bizlere bildirdi" dedi.
Torun Kayserili: "Büyük gurur yaşıyorum"
İsmail Zühtü'nün hayatının anlatıldığı ve gün
yüzüne çıkan bir eserin seslendirildiği toplantıya
katılmak üzere Almanya'dan İzmir'e gelen Seyide
Kayserili de büyük gurur yaşadığını söyledi.
Yıllarca koruduğu eserler için en iyi yerin Milli
Kütüphane olduğuna karar verdiğini belirten
Kayserili, İsmail Zühtü'nün notalarının artık
güvende bulunacağını sözlerine ekledi.
Akşam,
25.02.2016
|
BURSA'YA AÇIK HAVA MÜZESİ GELİYOR

Binlerce yıl çeşitli medeniyetlere ev sahipliği
yapan Bursa’nın tarihi, Osmangazi Belediyesi’nin
2011 yılından bu yana devam eden çalışmalarıyla gün
yüzüne çıkıyor. Bursa’nın geleceğini değiştirecek,
turizmine değer katacak çalışmalar yapılıyor.
“Hisar Arkeopark” adı altında başlayan
çalışmalarda, 1. derecede sit alanı olarak kabul
edilen bölgede 2200 yıllık Roma, Bizans, Osmanlı
dönemlerine ait kalıntılar büyük bir titizlikle
yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılıyor. Bölgede
devam eden kazılar ve incelemeler, Bursa’nın uzun
zamandır saklı kalan tarihini aydınlatırken, tahmin
edilenden daha eski zamanlara uzanan medeniyetlerin
tarihine ışık tutulacak. Bölgede şu anda uzman bir
ekip detaylı çizim yapılabilmesi için çekimler,
ölçümler ve özel cihazlarla harita çalışmaları
yapıyor. İleriki dönemlerde yapılacak kazılarla
derinlere inildikçe daha eski hayat izlerine
ulaşılması hedefleniyor.
Hisar Arkeopark’ın
hizmete açılması ise bütün kazılar bittikten sonra
mümkün olabilecek. Şu ana kadar çıkan eserler Bursa
Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza ediliyor. Arkeopark
açıldıktan sonra taşınabilir evsafta olan eserlerin
bir müze binası yapılarak burada teşhir edilmesi
planlanıyor.
bursa.com, 25.02.2016 |
TAHRAN'DA MİMAR SİNAN SERGİSİ AÇILDI
İran'da Yunus Emre Enstitüsü Tahran Türk Kültür
Merkezi, İslam Ülkeleri Kültür Enstitüsü (ECO) ile
birlikte Mimar Sinan sergisi ve Mimar Sinan
konferansı düzenledi.
Programa, ECO başkanı
İftihar Hüseyin Arif, Yunus Emre Tahran Türk Kültür
Merkezi Müdürü Doç.Dr. Şamil Öçal, Enstitü Kültür
Sanat Koordinatörü Eyyüp Azlal, Tacikistan'ın Tahran
Büyükelçisi Nimetullah İmamzade ve Afganistan'ın
Tahran Büyükelçisi Nasır Ahmednur katıldı.
Etkinlikte, Mimar Sinan’ın Türkiye ve Osmanlı
coğrafyasında yer alan 33 eserinin bulunduğu bir
serginin de açılışı yapıldı.
Program
öncesinde İran ve Türkiye'nin milli marşları
çalındı. Ardından ECO Başkanı İftihar Hüseyin Arif
bir konuşma yaptı. ECO Başkanı Arif, yaptığı
konuşmasında şunları söyledi:
"Mimarlık
sanatın değişik bir çeşididir. Sanatçı eserini önce
hayal eder, sonra hayata geçirir. Mimar ise bir
esere hayat veriyor. İslam dünyasının büyük
mimarlarından Mimar Sinan'ı bugün anacağız. Onun
kıymetli eserlerini göreceğiz ve kıymetli eserleri
hakkında bilgiler dinleyeceğiz. Mimar Sinan,
geçmişte yaptığı eserlerle şimdi ve gelecek
zamanlara dair önemli mesajlar vermiş biri olarak
karşımıza çıkar. Mimar Sinan, bana göre İslam
dünyasının örnek bir mimarıdır."
"Sinan'ın eserleri İslam medeniyetinin ürünleridir"
Yunus Emre Tahran Türk
Kültür Merkezi Müdürü Öçal da yaptığı konuşmada,
Mimar Sinan’ın eserlerinin İslam medeniyetinin
ürünleri olduğunu belirtti.
Öçal,
"Osmanlı'nın hakim olduğu topraklarda Mimar Sinan’ın
eserlerini görmek mümkündür. Mimar Sinan,
eserlerinde özellikle camilerde İslami tevhid
anlayışını yansıtmış, İslam ülkelerine ait birçok
mimari eserden etkilenerek yeni bir sentez
oluşturmuştur" dedi.
Konferans bölümünde İran
İslam Ansiklopedisi Mimari Bölümü Editörü Mehdi
Gülçin Arifi de bir konuşma yaptı. Arifi, ilk olarak
Mimar Sinan'ın ortaçağ İslam dünyasının en büyük
mimarlarından biri olduğunu söyledi.
Konferans bitiminden
sonra Mimar Sinan’ın Türkiye ve Osmanlı bakiyesi
coğrafyada yer alan 33 eserinin yer aldığı serginin
açılışı yapıldı.
Anadolu Ajansı, Haber: Ahmet
Dursun, 25.02.2016
|
AYASOFYA'NIN SIRLARI DEŞİFRE EDİLİYOR
Çektiği Ayasofya'nın Derinlikleri adlı belgeselle
dünyaca ünlü yazar Dan Brown'ın son romanı
Cehennem'e konu olan, yaptığı çalışmalar ülkemizde
de kitaplara kaynaklık eden yönetmen Göksel
Gülensoy'un belgesel görüntüleri Cehennem romanının
sinema uyarlamasında da yer alacak. Ayasofya'nın
Derinlikleri'ni kendi imkanlarıyla çeken ve
şimdilerde ülkemizde seyirciyle buluşturmanın
mücadelesini veren Gülensoy, ilk bölümün kazancı ile
de belgeselin devamını çekmeyi hedefliyor. Şu ana
kadar ne Kültür Bakanlığı’ndan ne de sanata
sponsorluk eden büyük şirketlerden hiçbir destek
alamayan yönetmen Gülensoy'a belgeselin hikayesini
anlattı.
- Ayasofya'nın Derinlikleri ne zaman ve
nasıl başladı?
1998'de yola çıktık
belgesel için. O zamanın Kültür Bakanlığı'ndan izin
aldık ve çalışmalara başladık. Doç.Dr. İhsan Tunay
Ayasofya'nın altında dehlizler, sarnıçlar var diye
ipuçlarını verdi. Daha önce hiç çalışmamış bu
konuda. 1998'de ilk defa ben ve ekibim girdik oraya.
Üç kere dalış yaptık 2002'ye kadar. Sonra yurtdışına
gittim. Türkiye'ye döndüğümde geri kalan kısmı
tamamladım. 2012-2013 dalışlarını yaptık.
- Dan Brown'ın da ilgisini çekti
çalışmanız...
2014'te Dan Brown Cehennem
romanında hem benden hem projemden bahsetti ve
referans olarak gösterdi. Cehennem romanında böyle
bir şey çıkınca biz filmin daha üst bir kalitede
olması için daha profesyonel cihazlarla çalıştık.
Başımızda Semavi Eyice ile yurtdışı ve yurtdışından
akademik bir kurul var
- Bu ölçekte bir işin üstesinden nasıl
geldiniz? Kurumsal destekler var mı?
Kültür Bakanlığı'na başvurduk projemiz geçmedi,
şahsi başvurular yaptık sonuç alamadık. Türkiye'yi
uluslararası çapta temsil edecek bir proje. Dünyanın
en ünlü romanında ismi geçiyor. Dan Brown'un romanı
bütün dünyada 75 milyon satılmış. Okurlardan bana
binlerce mail geliyor, gelişmeleri merak ediyorlar.
İstanbul’un altında bir İstanbul
daha Topkapı Sarayı'na, Tekfur Sarayı'na uzanan
tüneller olduğu söyleniyor. Onlar ne zaman ne amaçla
açılmış?
İstanbul aslında tepelere
kurulu bir sualtı şehri. Bu tünellerin su yolları
olarak kullanıldığını düşünüyoruz. Bir efsaneye göre
Kral Jüstinyanus Ayasofya, Büyük Saray ve Hipodrom
arasında geziyor. Bir bakıyorsunuz Ayasofya'da bir
bakıyorsunuz Hipodrom'da locada ve efsaneye göre
halk arasında dolaşmayan bir kral. Bu mekanlar
arasında dolaşabilmesinin tek yolu da bu tünelleri
kullanması. Jüstinyanus'un yolu imparator yolu diye
geçiyor. Bunun ufak tefek kalıntılarını bulduk.
Büyük Saray’ın alt kalıntılarına da bu yolda
rastlandı. 12 metrede çalışırken hep odalara
rastlıyorum. Şehrin içerisinde ayrı bir şehir var.

Fatih’in portresi ve gül kardeşliği
İnsanların en ilgisini çeken şeylerden
biri de tarihi yarımadanın altında hazineler olduğu
söylencesi…
1453'te İstanbul
fethedildikten sonra Fatih İstanbul'daki Bizans’a
ait tüm eserleri kendi üstüne alarak bir vakıf
kuruyor. O dönem Bellini, Fatih'in elinde gül
bulunan tablosunu yapıyor. “Emanetlerinizi aldım ve
bunları koruyacağım” mesajını veriyor. Gül
kardeşliği diye bir topluluk vardır Hıristiyanlar
için çok önemlidir. Buna gönderme yapıyor. Peki bu
eserleri nasıl sakladı; hepsini toprak altına gömdü.
Yunanistan'da bir bakan 2004’te “Türkiye'de kültür
bakanı olsaydım Ayasofya'nın çevresini yıkar, orayı
kazardım” demişti.
Akşam, 24.02.2016
|
PALMİRA ANTİK KENTİNİN IŞİD TAHRİBATINDAN SONRAKİ
GÖRÜNTÜLERİ YAYINLANDI
Suriye'nin Birleşmiş Milletler Dünya Mirası
listesinde yer alan Palmira Antik Kenti'nin,
IŞİD tahribatı sonrası ilk görüntüleri
yayınlandı.
İsveç’in
Expressen Gazetesi, Birleşmiş Milletler Dünya Mirası
Listesi’nde olan Suriye’nin 2000 yıldır ayaktaki
Palmira Kenti’nin IŞİD tarafından tahrip edildikten
sonraki halini gösteren, gizli kamera ile çekilmiş
görüntülerini yayınladı.

Gizli çekilen görüntülerde kentin simgesi olan Zafer
Takı’nın, Baalshamin Tapınağı’nın tahribat sonucu
yok olduğu, 2000 yıllık Kule Mezarların dinamitle
havaya uçurulması sonucu taş yığınına döndüğü açıkça
görünüyor.

Palmira Müze Müdürü Khalil Hariri Expressen
Gazetesi’ne yaptığı açıklamada “IŞİD’li teröristler
gömülü olduğu düşünülen iki ton altını aradılar.
Aradıklarını bulamayınca da insanları katletmeye ve
Palmira Kenti´ni yok etmeye başladılar” dedi.

Sözcü, 24.02.2016 |
DÜNYADAKİ 'İLK HAYVAN' DENİZ SÜNGERİYMİŞ

ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden
(MIT) bilim insanları, deniz süngerinin Dünya’da
ortaya çıkan ilk hayvan olduğunu tespit
ettiklerini açıkladı.
Araştırmacılar,
deniz süngerinin 540 milyon yıl önce başlayan ve
birçok hayvan türünün ortaya çıkmasına neden
olan 'Cambrian Explosion' isimli evrimsel
dönemden çok daha önce ortaya çıktığını
kanıtlamayı başardıklarını söyledi.
640 MİLYON YILLIK KAYALARDA BULUNDU
Yüz milyonlarca yıllık kayalar üzerinde
bulunan molekül kalıntılarını inceleyen
uzmanlar, modern deniz süngerleri tarafından da
üretilen 24-Isopropylcholesterol isimli molekülü
640 milyon yıllık kayaların üzerinde bulmayı
başardıklarını söyledi.
Araştırmacılar
bu keşiften hareketle yaptıkları incelemelerde,
deniz süngerinin
Dünya’da ortaya çıkmış ilk hayvan olduğu
sonucuna vardıklarını belirtti.
Araştırmayı gerçekleştiren ekibin başında
bulunan David Gold, bu keşfin bir çok yeni soru
doğurduğunu belirtti.
'FOSİL
KAYITLARINDA BÜYÜK BİR BOŞLUK VAR'
İngiliz Independent gazetesine konuşan Gold,
“Bu organizmalar neye benziyordu? 640 milyon yıl
önce Dünya nasıl bir yerdi? Neden fosil
kayıtlarında böylesine büyük bir boşluk var?”
diye sordu ve bu sorulara halen bir cevap
veremediklerini belirtti.
Araştırmacı,
“Bu soruların yanıtını bilmememiz erken dönem
hayvan yaşamı ile ilgili sahip olduğumuz
bilgilerin eksikliğini gösteriyor. Yapılacak
daha çok keşif var ve bu keşif sayesinde, doğru
incelendiğinde, moleküler fosillerin fosil
kayıtlarındaki boşlukları doldurmak konusunda ne
denli etkili olabileceğini görmüş olduk” dedi.
Hürriyet, Haber: Birce Bora, 24.02.2016
|
RİVA KALESİ SÜNGER BOB'A BENZEMESİN
Restore edildikten sonra ‘Sünger Bob’a
benzetilen Şile Kalesi’nden sonra İstanbul’un
Karadeniz kıyısındaki Cenevizlilerden kalma Riva
Kalesi’nin restorasyonu için İstanbul Büyükşehir
Belediyesi düğmeye bastı.
‘Riva Kalesi
restorasyonu ve çevre düzenleme inşaatı’ yapım
işi 17 Mart’ta açık ihaleye çıkarılıyor.
Sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 5 gün
içinde yer teslimi yapılarak işe başlanacak,
kalenin restorasyon çalışması 400 günde
tamamlanacak.
Sadece yerli firmaların
katılabileceği ihalede, ekonomik açıdan en
avantajlı teklif değerlendirilecek.
Karadeniz’den Riva Deresi’ne girişi kontrol
etmek amacıyla Cenevizliler tarafından kurulduğu
tahmin edilen Riva Kalesi’nin biri yıkık iki
burcu bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, 24.02.2016
******
"RİVA KALESİ
SÜNGER BOB OLMAYACAK"

İstanbul’daki Riva Kalesi'nde yapılacak
restorasyon projesi için konuşan Beykoz
Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek: “Riva
Kalesi, Riva'nın çehresine ayrı bir değer ve
güzellik katacak. Şile Kalesi'yle ilgili
'Sünger Bob' tartışmalarının burada da
olmaması, çalışmaların tarihi dokuya ve
aslına uygun olarak yapılması için gerekli
takibi Beykoz Belediyesi olarak bizzat
yaptık" dedi.
Cenevizliler
tarafından yapılan, Osmanlı döneminde Revan
Kalesi olarak adlandırılan ve Riva
Deresi'nin Karadeniz'e döküldüğü noktada yer
alan kalenin restorasyonu için İstanbul
Büyükşehir Belediyesince, 17 Mart Perşembe
günü yapılacak "Riva Kalesi restorasyonu ve
çevre düzenleme inşaatı" açık ihaleye
çıkarılacak ve restorasyon, çevre düzenleme
inşaatının 400 günde tamamlanması
sağlanacak. Karadeniz’den Riva Deresi’ne
girişi kontrol etmek amacıyla Cenevizlilerce
kurulduğu tahmin edilen kalenin biri yıkık
iki burcu bulunuyor.
Hürriyet,
04.03.2016
|
KUDÜS'TE 7 BİN YIL ÖNCESİNE DAYANAN YAŞAM İZLERİ
BULUNDU
Bir yol inşaatı
sırasında keşfedilen 7 bin yıllık taş evler ve
eserlerle birlikte Kudüs’teki yaşamın en eski izleri
ortaya çıkarılmış oldu.
İsrail Tarihi
Eserler Kurumu, yol inşaatından önce kuzey Kudüs’te
bir kurtarma kazısı gerçekleştirdi ve kalkolitik
(Bakır Çağ) dönemde inşa edildiklerine inanılan iki
taş ev keşfetti. 7 bin yıl öncesine dayanan bu
dönemde insanlar, taştan yaptıkları araç gereçleri
güçlendirmek için onlara bakır (Yunanca chalcos)
eklemeye başlamışlardı.
İsrail Tarihi
Eserler Kurumu, Newsweek’e yaptığı açıklamada,
evlerin günümüze dek oldukça iyi bir şekilde
korunduğunu ve çeşitli tesisatlar kurulmuş zeminlere
sahip olduklarını dolayısıyla da uzun süreliğine
kullanıldıklarını belirtti. Bu evlerin yanı sıra,
kurumun “dönemin tipik eşyaları” olarak tanımladığı
çanak çömlek kalıntıları, çakmak taşından araçlar ve
bazalttan yapılmış bir kase de keşfedildi.
İsrail Tarihi Eserler
Kurumu, yeni arkeolojik buluntuların, MÖ 5000 yılı
civarında Kudüs’te köklü bir yerleşik hayatın
varlığını kanıtladığını belirtti. Daha önce de
Kudüs’te kalkolitik döneme ait çömlek parçaları
keşfedilmiş ancak şimdiye kadar herhangi bir
yerleşim alanı keşfedilmemişti.
Ronit Lupo: “Bu
keşif, şehir ve civarı hakkındaki araştırmalarımıza
çok büyük katkı sağlayacak.”
İsrail Tarihi Eserler
Kurumu adına kazı çalışması yapan ekibin başkanı
Ronit Lupo, önceleri Kudüs’ün 5 bin yıllık bir
geçmişi olduğu düşünülürken bu keşifle birlikte
düşünülenden çok daha eskiye uzandığını söyledi.

“Gün yüzüne
çıkarılan yapılar, Kudüs’ün standart mimarisine
aykırı bir şekilde inşa edilmemiş” diyor Lupo. “Bu
keşif, şehir ve civarı hakkındaki araştırmalarımıza
çok büyük katkı sağlayacak.”
“Hasat için
kullanılan küçük orak benzeri bıçaklar, bina yapmak
için kullanılan keskiler ve baltalar, delgi ve tığ
gibi taştan yapılmış araç gereçler sayesinde bu
yerleşim bölgesindeki halkın geçim kaynağını
anlayabiliyoruz” diye ekliyor Lupo. “Akik taşından
(değerli bir taş) yapılma bir boncuk ise mücevher
imalatını ya da ithalatını gösteriyor.” Lupo,
kurumun bir sonraki amacının, 7 bin yıl önce o
topraklarda yaşamış insanların “beslenme
alışkanlıklarını” öğrenmek için bölgede bulunan
koyun ve keçi kemiklerini incelemek olduğunu
belirtiyor son olarak.
Gaia Dergi, Haber: Onur
Kavalcı, 23.02.2016
|
DUAYEN GALERİCİLER SANAT PİYASASINI DEĞERLENDİRDİ
22 Şubat 2016, TEM Sanat ve Mine Sanat,
galericilikte 30 yılı geride bıraktı. Galeri Baraz
geçen yıl, Maçka Sanat ise bu sene 40. yılını
dolduruyor. Türkiye'de özel galerilerin tarihi çok
eski değil, sayıları da az. “Ben sanatseverim,
tüccar değilim” diyen Besi Cecan (TEM Sanat),
"Tehlikeli bir sanat ortamındayız." diyen Mine
Gülener (Mine Sanat) ve artık Kurtuluş'taki
merkezinde sergi açmayan, Anadolu'ya yönelen Yahşi
Baraz, galericiliğin geldiği noktayı değerlendirdi.
Sanat galericiliğinde
30 yıl az değil. Hele, Türkiye gibi henüz yolun
başındaki bir sanat ortamı için iyi bir istikrar
sayılır. Mart 1985'te kurulan Mine Sanat, bir yıldır
sergileriyle ve hazırladığı üç ciltlik kitapla 30.
yılını taçlandırdı. Geçen hafta açılan,
İstanbul'daki yeni ve yedinci yerleri ‘7 MEKAN' ile
de galericilikteki istikrarını sürdürmeye devam
ediyor. 18 Ocak 1986'da kurulan TEM Sanat ise
otuzuncu yaş gününü, açılışını aynı güne denk
getirdiği 'Devabil Kara' sergisiyle kutluyor.
Kurtuluş'taki
mekanında 300'den fazla sergiye ev sahipliği yapan
Yahşi Baraz ise artık burada sergi açmıyor. 40.
yılını da sessiz sedasız geçirdi. Baraz, epeydir
‘Anadolu şehirlerinde sanatı geliştirmek' için
işbirliği içinde. Sakarya Sanat Galerisi'ne sergiler
hazırlıyor, danışmanlık yapıyor. Görüştüğümüzde 29
Mart'ta açacakları karma serginin hazırlığı
içindeydi.
1980'ler, Türkiye'de
özel galericiliğin yavaş yavaş hareketlendiği
yıllardı. Adalet Cimcoz'un 1950'lerin sonunda
Beyoğlu'nda açtığı Türkiye'nin ilk özel sanat
galerisi Maya'nın kısa serüveninden sonra kimse özel
galeri açmaya cesaret edemedi. Galeri Baraz (1975),
Maçka Sanat (1976), Bakraç Sanat'ın (1979)
girişimleri ve 80'lerin başlarından itibaren banka
galerilerinin artması Cimcoz gibi 'sanatsever',
'sanatçı dostu' galerilere cesaret verdi. TEM Sanat,
Mine Sanat, Galeri NEV, Doku Sanat, Urart Sanat
galerilerinin kuruluşu bu yıllara denk geliyor.
Türkiye'de çağdaş
sanat ortamı artık çok gelişti, ilerledi. Sergiler,
fuarlar, galeriler arttı fakat farklı bir hava
hakim. Eskiden sanatçı-galerici ilişkisi daha çok
özveri üzerine kuruluydu. Galerilerin şekli bile bu
amaca hizmet ederdi. TEM Sanat gibi daha çok eşyası;
perdesi, masası, aile albümü olan, birkaç kedisi
bulunan, sıkılmayacağınız, oturup çay kahve
içebileceğiniz daha samimi yerlerdi galeriler.
Yenileri, bir pazar alanı olarak tasarlanıyor.
“Ben sanatseverim,
tüccar değilim.” diyen
Besi Cecan (TEM Sanat), "Tehlikeli bir sanat
ortamındayız." diyen
Mine Gülener (Mine Sanat) ve "Yanlış yatırımlar
yapılıyor." diye Yahşi Baraz (Galeri Baraz) gibi
‘sanat ve sanatçı dostu' galeri sahiplerinin de
nesli tükeniyor. Onlara kulak vermek lazım:
Besi Cecan
(TEM Sanat Galerisi'nin kurucusu): ‘Ben
sanatseverim, tüccar değil'
"O yıllarda ben bir
şirkette dış ilişkiler müdürüydüm. Devamlı seyahat
ediyorum, kamyon ve treyler satıyorum. Emekli
olduktan sonra, ailemden de bir miktar miras kalınca
kendimi sanata verdim. Çünkü ben sanatseverim,
tüccar değil. İlgilendiğim sanatçılar vardı. Mesela
30 kuşağı sanatçılarından Ali Avni Çelebi'nin
perişan hali beni çok üzmüştü. Büyük bir usta oysa.
Fındıkzade'de beş katlı asansörsüz bir binada
oturuyordu. Eşi de Parkinson hastası. 80 yaşındaydı
o zaman. Galerilere resim yapıyor ama hiçbir zaman
karşılığını alamamış ve artık resimden nefret eder
hale gelmişti. Odun taşıyor, kömür taşıyor,
kahvehanede pişti oynuyordu. Beni galeri açmaya iten
sebeplerden biri budur.
İlk
etapta yurt dışına gitmeye karar verdim. Elimde
fotoğraf makinemle yedi şehri dolaştım. Paris,
Berlin, Torino, Floransa… Buralardaki galerileri
etüt ettim, notlar aldım. Edindiğim izlenimlerle
Nişantaşı'nda TEM Sanat'ı açtım. Zincirli asma
sistemini İtalya'dan aldım. Sonra, ben burada
perdenin üzerine resim asıyorum. Avrupa'da bütün
galeriler o zaman öyleydi. Bu benim işime geldi.
Çünkü dört duvar arasında yaşayamam, bütün günümü
burada geçiriyorum. Benim ilk amacım satmaktan
ziyade sanatı sevdirmek. 30 sene ayakta kaldığıma
göre demek ki satmışım ve sanatçılara destek olmuşum
da…
Resim alan önce sanatsever olacak, sonra
koleksiyoner. Ben sanatsever üretmeye çalışıyorum.
Piyasamızda toplayıcılar var. Onlar benden resim
almazlar. Çünkü pazarlık yapmam. Bu onlara uymaz.
Sanatçımı korumak zorundayım. Pazarlık bizde bir
spor gibi. Benim sanatçımla da, koleksiyonerle de
aramda dürüstlük vardır. Fahiş fiyatla hiçbir zaman
resim satmadım. Satsaydım burada olmazdım. 30 yıldır
Nişantaşı gibi bir yerde mekanımı korudum. Dayandım.
Her ay mutlaka bir sergi açtım. Yazın da açığız. 12
ay sanatçılarıma hizmet veriyorum.”
Mine Gülener
(Mine Sanat Galerisi'nin kurucusu): ‘Acı bir
yozlaşma yaşanıyor'
“Türkiye'de tarihini
bir kitapla anlatan bir-iki galeri var. Biz onlardan
biriyiz. İlk galerimi Altıyol'da açtım. Anadolu
yakasında çağdaş sanat galerisi yoktu o yıllarda.
Burası kültür faaliyeti daha az olan bir bölgeydi.
Dolayısıyla direndik. Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'nin hocaları da bana çok destek oldu.
Kuruluşumda büyük katkısı olan Özdemir Altan, Adnan
Çoker, Mustafa Ata, Yusuf Taktak, Zekai Ormancı
olmazsa Mine Sanat olamazdı. Onlar da Türkiye'de
çağdaş sanatın köprüyü geçmesini istiyorlardı.
Altıyol'dan sonra Bahariye, Caddebostan'dan derken
Nişantaşı'na geldik ve artık buradayız. Biz tamamen
idealist düşüncelerle galericilik yaptık. Bir
arkadaşım bana ‘şövalye' adını koymuştu. O dönemde
resim hiç satılmıyordu. İnsanları galeriye
sokabilmek için kapıda dururduk. Nedir, ne değildir,
ücretli mi, girelim mi, girmeyelim mi diye bir
çekimserlik vardı. Zorla içeri alırdık insanları ve
saatlerce anlatırdık yaptığımızı. Galeri zaten bir
eğitim kurumu benim gözümde. Bir kişiyle 4-5 saat
konuştuğum olurdu. Koleksiyoner de yetiştirdik.
Tamamen amatör ruhla başladık, hep galeriye masraf
ettim. İlk on yıl hiç resim satamadım. Eşimin müzik
mağazası Melodi Müzik bizi ayakta tuttu. Bugüne
kadar çizgimden hiç ödün vermedim. Fakat bir
zamanlar müzikte yaşanan yozlaşma artık plastik
sanatlara bulaştı. Acı bir şekilde yozlaşma
yaşanıyor. Maalesef sahte resim piyasası gelişti.
Tehlikeli bir sanat ortamındayız. İnsanlar hangi
sanat eserini alacağını yarı biliyor, yarı bilmiyor.
Bir geçiş dönemi yaşıyoruz.”
Yahşi Baraz
(Galeri Baraz'ın kurucusu): 'Büyük bir kaos var'
"1970'li yıllarda
Amerika'da bir galeride çalıştım, çok sevdim bu işi
ve Türkiye'de yapayım dedim. Ama Türkiye sanatta
daha yolun çok başındaydı. Müzeler, sanat galerileri
açılmamıştı, birkaç koleksiyoner vardı, resim alım
satımı yok gibiydi. Basın, sergilerle hiç
ilgilenmezdi. Bir Akademi'nin (Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi) içinde sanat ortamı vardı.
Bir de Taksim Sanat Galerisi. İnsanlar da sergilere
ilgisizdi. Atölyesini Akademi'nin dışında kurmuş
ressam yoktu. Sadece hocalık yapan ve o şekilde
ayakta duran birtakım sanatçılarımız vardı. Hepsi
benden 35-40 yaş büyüktü. Galeriyi açtığım zaman
30'lu yaşlardaydım. Ressamlar, hiçbiri de galeriyle
çalışmamıştı. Dolayısıyla diyalog kurmak zor oldu.
Çoğu resim yapmayı bırakmıştı. Resim yapın, sergi
açalım diye yönlendirmeye çalıştık. Sabri
Berkel'ler, Mahmud Cuda'lar, eserlerine ne kadar
değer biçeceklerini bilemezdi. Mesela Neşet Günal
800 Dolar'dı, bugün 1 Milyon Lira'ya bulamazsınız.
Son
on yılda yurt dışında Türkiye'yle ilgili büyük bir
reklam yapıldı. Türkiye çok büyük bir gelişme içinde
diye. Ekonomi gelişti, milli gelir arttı. Şimdi
dursa da bu dönemleri gördük. Bu propagandanın
etkisini ben yaşadım, yurt dışında Türkiye'den
geldiğimi duyan bizi milyoner zannetti.
Amerikalılar, Avrupalılar… Bu galericilerin de
hoşuna gitti ve burada pazar araştırması yaptılar.
Buraya gelen galericilerin hiçbiri Türk ressamıyla,
Türk resmiyle ilgilenmiyor, bir-iki tanesi hariç.
Paul Kasmin var, Taner Ceylan'ı satıyor, bir Fransız
galerisi var Lelong, Ramazan Bayrakoğlu'nu satıyor.
Bir de Marlborough Ahmet Güneştekin satıyor. Yani
kendi ressamlarını pazarlamaya çalışıyorlar.
Bizim için
dezavantajları oldu bu durumun. Birçok koleksiyoner,
yıllarca topladığı resimleri sattı, o parayla
yabancı resim aldı. Ve bu devam ediyor. Yabancı
galerilerden milyonlarca dolarlık resim alındı. Bu
durum Türk sanatçılarını çok etkiledi; biz
mahvolacağız, bütün para yabancılara gidiyor,
pazarımız bozuldu diye endişeleri oldu. Bu olabilir
fakat şöyle bir gelişme oldu. Belirli ressamların
dışındaki; Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Ergin İnan
Fahrelnisa Zeyd, Nejad Devrim, beş altı ressam daha
sayabiliriz bunların dışındaki birçok ressam şu an
ekonomik krizde. Hiçbir şey satamaz durumdalar. Türk
alıcılar belirli ressamlara para yatırıyor,
diğerlerini yok farz ediyor. Bu bir süre devam
edecek.
Bugünkü bir tehlike şu aslında: Yeni açılan
galeriler, bir seçki yapmadan, hangisi sanatçıdır
diye düşünmeden, herkese sergi açtırıyorlar. Bu bir
kaos yarattı. Galerileri idare edenler de sanat
kültüründen yoksun. Bunun getirdiği de başka bir
kaos var. Çok aldatıcı sergiler açılıyor, yanlış
yatırımlar yapılıyor. 20 sene sonra bugün açılan
sergilerin hiçbirinin adını dahi duymayacaksınız.
2-3 kişi zor kalır.
Türkiye'nin son bir yıldır yaşadığı siyasi durum da
bizi çok etkiledi. Satışları aşağıya çekti. Bütün
sanat piyasası böyle. Bazı açık artırma
merkezlerinde her şey satıldı gösteriyorlar ama öyle
olmadığına yüzde yüz inanıyorum. Piyasayı
canlandırmak için söylenir böyle şeyler. Gerçekliği
pek yoktur. Şu anda sanat piyasası çok sıkışık, daha
da sıkışacağını tahmin ediyorum. Bugünler yine çok
iyi günler."
Zaman, 23.02.2016
|
40 YILLIK GALERİCİ YAHŞİ BARAZ: SANAT PİYASASI ÇOK
SIKIŞIK, BUNLAR İYİ GÜNLERİMİZ
Yahşi Baraz, sanat galericiliğinde 40 yıllık bir
tecrübeye sahip. 1975 yılında Kurtuluş'ta,
ailesinden kalan apartmanı Galeri Baraz adıyla
galeriye dönüştürdü ve o günlerden bugünlere geldi.
Galeri geçen yıl 40 yaşını sessiz sedasız doldurdu.
Yahşi Baraz, artık burada sergi açmıyor.
‘Anadolu'daki sanatı ve sanatseverleri geliştirmek'
amacıyla Anadolu'ya yöneldi. Sakarya Sanat
Galerisi'nde peş peşe sergiler açtı. Görüştüğümüzde
29 Mart'ta açacakları yeni karma serginin kataloğunu
hazırlıyordu. Sanat piyasasının dünden bugüne
serüvenini bilen ve pek çok kriz atlatan Baraz, son
bir yıldır Türkiye'nin siyasi ortamının galericileri
çok etkilediğini söylüyor. Sanat piyasasına, günümüz
sanatçılarına, müzelere ve bir furya şeklinde
büyüyen fuarlara dair tespitleri de önemli.
40 yıllık
galerici Yahşi Baraz: ‘Sanat piyasası çok sıkışık, bunlar iyi
günlerimiz'
Yahşi Baraz, sanat
galericiliğinde 40 yıllık bir tecrübeye sahip. 1975
yılında Kurtuluş'ta, ailesinden kalan apartmanı
Galeri Baraz adıyla galeriye dönüştürdü ve o
günlerden bugünlere geldi. Galeri geçen yıl 40
yaşını sessiz sedasız doldurdu.
Yahşi Baraz, artık burada sergi açmıyor.
‘Anadolu'daki sanatı ve sanatseverleri geliştirmek'
amacıyla Anadolu'ya yöneldi. Sakarya Sanat
Galerisi'nde peş peşe sergiler açtı. Görüştüğümüzde
29 Mart'ta açacakları yeni karma serginin kataloğunu
hazırlıyordu. Sanat piyasasının dünden bugüne
serüvenini bilen ve pek çok kriz atlatan Baraz, son
bir yıldır Türkiye'nin siyasi ortamının galericileri
çok etkilediğini söylüyor. Sanat piyasasına, günümüz
sanatçılarına, müzelere ve bir furya şeklinde
büyüyen fuarlara dair tespitleri de önemli.
Galericilik,
sizin başladığınız ilk yıllardan bugüne nasıl
değişti?
1970'li yıllarda
Amerika'da bir galeride çalıştım, çok sevdim bu işi,
Türkiye'de yapayım dedim. Ama Türkiye sanatta daha
yolun çok başındaydı. Müzeler, sanat galerileri
açılmamıştı, birkaç koleksiyoner vardı, resim alım
satımı yok gibiydi. Basın, sergilerle hiç
ilgilenmezdi. Bir Akademi'nin (Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi) içinde sanat ortamı vardı.
Bir de Taksim Sanat Galerisi. İnsanlar da sergilere
ilgisizdi. Atölyesini Akademi'nin dışında kurmuş
ressam yoktu. Sadece hocalık yapan ve o şekilde
ayakta duran birtakım sanatçılarımız vardı. Hepsi
benden 35-40 yaş büyüktü.
Siz kaç
yaşlarındaydınız?
30'lu yaşlarda.
Ressamların hiçbiri galeriyle çalışmamıştı.
Dolayısıyla diyalog kurmak zor oldu. Çoğu resim
yapmayı bırakmıştı. Resim yapın, sergi açalım diye
yönlendirmeye çalıştık. Sabri Berkel'ler, Mahmud
Cuda'lar, eserlerine ne kadar değer biçeceklerini
bilemezdi. Mesela Neşet Günal 800 Dolar'dı, bugün 1
Milyon Lira'ya bulamazsınız.
Resme ilgi
nasıldı, satmaya başladınız mı hemen?
1975-1980 arası
Türkiye'nin karanlık yıllarıydı. Siyasi çatışmalar
ekonomiyi de bozmuştu. Sanat eseri satmak o yıllarda
zordu, çok lüks bir şeydi. Fakat idealist bir
şekilde üstüne gittik. 1980'e kadar çok kötü geçti.
1980 ihtilalinden sonra değişim oldu. Turgut Özal
gelince Türkiye rahatladı. Resim satılmaya başlandı.
Peki 90'lar… O
yıllar Türkiye'nin zor zamanlarıydı, sizin için
nasıl geçti?
1990'lı yıllarda
piyasa daha inişli çıkışlıydı. 2000'lere kadar böyle
gitti. 2001'de büyük bir ekonomik kriz oldu.
Galericiliğin en kötü yılları 2000-2001'dir. En
iyisi hangisidir derseniz, 1985-1990 arası -bir de
2008-2012 arası iyidir.- Alıcılar sınırlıydı belki
ama sürekli alımlar oldu. 1991'de Irak Savaşı her
şeyi durdurdu. 2001'den sonra Türkiye'de yine
değişim oldu. Bu değişim 2006'dan sonra bayağı
hızlandı. Ekonomide iyiye doğru gidiş yaşandı.
2004'te İstanbul Modern, arkasından PERA, Sabancı
Müzesi açıldı. Müzecilik sanat ortamına hareket
kazandırdı. O yıllarda hem milli gelirde artma oldu,
hem de yeni bir nesil geldi. Sanatla ilgilenen bir
nesil. Biraz yatırım için, biraz da sevdiği için
sanatla ilgilenen bir nesil…
Şu anda
Türkiye'de ne kadar yaşayan sanatçı var?
3-4 bin civarında. Bu
rakam tabi çok küçük. Amerika'da 250 bin, Rusya'da
300 bin, Polonya'da 40 bin, Almanya'da bütün sanat
dallarıyla birlikte 1 milyon olduğu biliniyor. Ama
bunların hangisi sanat tarihine kalacak, bunları
küratörler ayıklayacak, tabi galerilerin de büyük
katkısı oluyor sanatçı seçiminde.
Çağdaş sanat
ortamı Türkiye'de çok gelişti ama sadece satış
telaşı var, kimsenin sanat umurunda değilmiş gibi
görünüyor.
Son on yılda yurt
dışında Türkiye'yle ilgili büyük bir reklam yapıldı.
Türkiye çok büyük bir gelişme içinde diye. Ekonomi
gelişti, milli gelir arttı. Şimdi dursa da bu
dönemleri gördük. Bu propagandanın etkisini ben
yaşadım, yurt dışında Türkiye'den geldiğimi duyan
bizi milyoner zannetti. Amerikalılar, Avrupalılar…
Bu galericilerin de hoşuna gitti ve burada pazar
araştırması yaptılar.
Yabancı
galerilerin Türkiye'ye gelmesi sanata/sanatçıya ne
kattı?
Buraya gelen
galericilerin hiçbiri Türk ressamıyla, Türk resmiyle
ilgilenmiyor, bir-iki tanesi hariç. Paul Kasmin var,
Taner Ceylan'ı satıyor, bir Fransız galerisi var
Lelong, Ramazan Bayrakoğlu'nu satıyor. Bir de
Marlborough Ahmet Güneştekin satıyor. Yani kendi
ressamlarını pazarlamaya çalışıyorlar. Bizim için
dezavantajları oldu bu durumun. Birçok koleksiyoner,
yıllarca topladığı resimleri sattı, o parayla
yabancı resim aldı. Ve bu devam ediyor.
Bu çok acı bir
şey… Sanat için de, sanatçı için de…
Yabancı galerilerden
milyonlarca dolarlık resim alındı. Bu durum Türk
sanatçılarını çok etkiledi; biz mahvolacağız, bütün
para yabancılara gidiyor, pazarımız bozuldu diye
endişeleri oldu. Bu olabilir fakat şöyle bir gelişme
oldu. Belirli ressamların dışındaki; Burhan
Doğançay, Erol Akyavaş, Ergin İnan Fahrelnisa Zeyd,
Nejad Devrim, beş altı ressam daha sayabiliriz
bunların dışındaki birçok ressam şu an ekonomik
krizde. Hiçbir şey satamaz durumdalar. Türk alıcılar
belirli ressamlara para yatırıyor, diğerlerini yok
farz ediyor. Bu bir süre devam edecek.
Karışık ve
tehlikeli bir ortam gibi görünüyor.
Bugünkü tehlike şu
aslında: Yeni açılan galeriler, bir seçki yapmadan,
hangisi sanatçıdır diye düşünmeden, herkese sergi
açtırıyorlar. Bu bir kaos yarattı. Bugün sergi
açanların büyük bir kısmı sanat tarihine
kalmayacaktır. Galerileri idare edenler de sanat
kültüründen yoksun. Bunun da getirdiği başka bir
kaos var. Çok aldatıcı sergiler açılıyor, yanlış
yatırımlar yapılıyor. 20 sene sonra bugün açılan
sergilerin hiçbirinin adını dahi duymayacaksınız.
2-3 kişi zor kalır.
Hiç özgün bir
şeyler çıkıyor mu?
Genç kuşak sanatçılar
özgün bir şey üretemiyorlar, hepsi alıntı.
Yabancılar, ‘Bunları 30-40 sene önce bizim çocuklar
yaptı' diyorlar. Kendilerini dünyaya nasıl kabul
ettirecekler? Birkaç müze dışında Türk ressamını
koleksiyonuna dahil eden müze yoktur. 20 yüzyıl
kitaplarında hiçbir Türk ressamı bulamazsınız,
ansiklopedilerde yoktur. Bunların sebeplerini
araştırmak lazım. Neden Türk resmi yurt dışına
açılamıyor, sormak lazım.
Bizim güzel sanatlar
fakültelerinde de eğitim feci durumda. Ben oradan
mezunum, eğitim sistemini yakından biliyorum. Bugün
birçok mezun tın tın mezun oluyor. 30 sene önceden
de kötü vaziyette. İnternet olmasına rağmen… Mezun
olanların biriktirdiği bilgi çok az. Bendeki
kitaplar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin
kütüphanesinde yok. Arşivimde 40 bin sanat kitabı
bulunuyor.
Fuarlara
yabancı koleksiyonerlerin geldiği söyleniyor.
Hakikaten böyle bir sirkülasyon var mı?
Hiçbir yabancı
koleksiyoner Türk resmi almaz. Yurt dışı
müzayedelerinde Türk resmi satılıyor ama alıcıların
çoğu Türk'tür. Yabancılar evrensel değeri olan
resimleri alıyorlar. Türk sanatı henüz evrensel
değil. 40-50 sene sonra müzeler kurulur,
sanatçılarımıza sahip çıkarız, onları yurt dışında
tanıtmaya çalışırız, belki o zaman yabancılar da
ilgi göstermeye başlar. İlk olarak Türk
sanatçılarına Türklerin sahip çıkması lazım. Müzeler
yoluyla, koleksiyonlarla…
Türkiye'de
müzecilik daha çok yeni, 10 yıllık geçmişi var.
Türkiye'de müzeleri
Batı müzeleri karşılaştırdığımızda bir hiç olduğunu
görürsünüz. Dünya müzeleri ne yapmış incelemeleri
lazım. Hangi danışmanları kullanmış, hangi sanat
eserlerini almış, yayın yapmış mı? Eğitim kurumları
nasıldır? Bizdeki eğitim kurumlarına bakın, bir de
İngiltere, Amerika'dakiler bakın. Müzeler aynı
şekilde. Kütüphaneler aynı şekilde. Bir zengin
adamın evinde kaç kitap var, bunlara bakacaksınız.
Yoksa evine Osman Hamdi'yi asmış hiçbir şey ifade
etmez. Duvara para asmış gibi bir şey çıkıyor
karşınıza.
Koleksiyonerler cephesinde durum nasıl?
Dünya çapındaki
koleksiyonerlere baktığınız zaman, benim en
beğendiğim Baron Hans Heinrich von Thyssen vardır.
Çok meşhur. Alman miltimilyarder bir adam.
İspanya'da müze açtı. 13. yüzyıl sanatından Andy
Warhol'a kadar elinde pek çok sanatçının eseri var.
Şimdi o çapta bir koleksiyoner Türkiye'de yok.
Türkiye'deki koleksiyoner kendini eğitmiş konumda da
değil. Sanatla direkt bağlantısı yok. Sanatı bir
statü, sınıf atlama olarak düşünüyor.
Son bir-iki
yıldır, Türkiye'nin siyasi durumu ortada. Bu sizi
nasıl etkiledi?
Çok etkiledi.
Satışları aşağıya çekti. Bütün sanat piyasası böyle.
Bazı açık artırma merkezlerinde her şey satıldı
gösteriyorlar ama öyle olmadığına yüzde yüz
inanıyorum. Piyasayı canlandırmak için söylenir
böyle şeyler. Gerçekliği pek yoktur. Şu anda sanat
piyasası çok sıkışık, daha da sıkışacağını tahmin
ediyorum. Bugünler yine çok iyi günler. İdealist
olanlar kazanacaktır.

Artık burada
sergi açmıyor musunuz?
300'den fazla sergi
açtık bu galeride. Bundan sonraki amacım Anadolu
şehirlerinde sanatı geliştirmek, Sakarya Sanat
Galerisi'yle başladık, onlara sergi hazırlıyorum. 29
Mart'ta karma bir sergimiz olacak.
Neden böyle
bir şeye yönelme ihtiyacı duydunuz?
Kırk yılı aşkın bir
süredir ülkemin sanat ortamında, aktif olarak
araştıran, çalışan, düşünen, sergiler gerçekleştiren
biri olarak sanat deneylerim hep büyük kentlerde
gerçekleştirdiğim organizasyonlar oldu. Bu güne
kadar gerek galerim adına gerek kurumlar adına
İstanbul, Ankara ve İzmir'de düzenlediğim solo ve
karma sergi etkinlikleri sanırım 300'ü aşmıştır.
Yurt dışında ise 1978'de Chicago'da,1981'de Sofya'da
ve 1982'de Düseldorff'da Türk resim sanatı
örneklerini kuşatan üç büyük sergi düzenledim.
Kariyerim boyunca Anadolu kentlerinde neredeyse hiç
sergi etkinliği gerçekleştiremedim. Çünkü bu
kentlerde sergi organize etme olanağı hiçbir biçimde
bulamamıştım. Anadolu kentlerinde sanat yaratısına
ilgi az olduğu için buralarda sergi açabilme olanağı
yoktu. Şimdi var.
Zaman, Haber: Sevinç Özarslan,
23.02.2016
|
PASTEUR'UN EVİNDE BİR GÜN

Paris’e 440 km uzaklıkta, 3 bin 718 kişinin yaşadığı
minik Arbois şehrinin toplantı salonu tıklım
tıklımdı o gün... Başta biz Paris’ten gelen
gazeteciler,
Fransa ’nın gururu Bilimler Akademisi’nin
konuşmacıları, UNESCO ve Fransa Milli
Kütüphanesi’nin temsilcileri olmak üzere davetliler
ve şehrin sakinleriyle dopdolu salon; bir büyük
bilim adamının, kuduz aşısının ve
pastörizasyon tekniğinin mucidi
Louis Pasteur ’ün adıyla yankılandı
durdu gün boyu. Pasteur’ün bilimdeki ‘evrensel’
yaklaşımı, arşivlerinin UNESCO Dünya Hafızası
Listesi’ne girişi, bıraktığı bilimsel miras, Pasteur
Enstitüsü’nün tifüs, sıtma, difteri, tetanoz üzerine
çalışmaları ve aşılarla Birinci Dünya Savaşı’ndaki
rolü bütün gün, bilim insanlarınca ele alınan
konular arasındaydı. Arbois şehri ile Pasteur
evi/müzesi de günün konularındandı.
Pasteur’ün
Arbois’da çocukluğunu yaşadığı, sonra da
satın alıp yeniden düzenlediği evinin kapısını son
kez kapattığı tarih 4 Ekim 1894. Ve bugün
müze olarak kullanılan evi, bilim adamının bıraktığı
haliyle duruyor. Pasteur ailesinin, şaraplarıyla
ünlü Arbois’e, bu eve varış tarihi 1830.
Sepicilik yapan baba Jean-Joseph Pasteur ile eşi
Jeanne Etiennette Roqui’nin dört çocuğundan biridir
Pasteur. 1842’de Paris’e, ülkenin prestijli okulu
Ecole Normale Superieur’e giren, 1857’de bu okulda
idareci ve bilimsel çalışmalar müdürü olan Pasteur
için Arbois, gerek kendisi gerekse ailesi için hep
döndükleri bir adres olmuş.

Pasteur'ün bugün müze olan evindeki kapıda hala Bay L Pasteur yazıyor.
Evinin bir bölümünü laboratuvara çevirerek, tutkusu
bilimi hayatının her anında yaşayan Pasteur için
tatiller, bu evde araştırmayla geçirdiği dönemler
hep... Başta üzüm bağı sahipleri olmak üzere
çiftçilerin bitki, veterinerlerin hayvan, kimi
zamansa halkın kendi hastalıklarına ilişkin danışmak
üzere sık sık uğradığı evdeki bilardo salonunda, eşi
Marie’nin çaldığı piyano dikkat çekici. Beş çocuğu
olan ancak üçü küçük yaşta ölen Pasteur ailesinin üç
de torunu olur. Bu torunlardan Camille
Vallery-Radot’un odası, minyatür sandalyeler,
sehpalar, beşik ve yatağıyla öylece duruyor.

Torunu Camille Vallery-Radot’un odası
Pasteur’ün evindeki
turumuzu yapan ve işine aşık olduğu her halinden
belli turizm ve iletişim sorumlusu Sylvie Morel,
Emile Isembart imzalı bir tabloya dikkatimizi
çekiyor: Resimde, Pasteur’ün tedavi ettiği çoban
Jean Baptiste Jupille’in, kuduz köpek tarafından
ısırıldıktan hemen sonra arkadaşlarını korumak için,
onu takunyayla nasıl etkisiz hale getirmeye
çalıştığı sahneleniyor. Pasteur’ün kuduz aşısı için
seçtiği ilk insan kobayların çocuklar olduğu
düşünülürse, tablo daha da anlamlı hale geliyor
tabii...

Pasteur döneminden kalma deney tüpleri
1883'TE STERİLİZE ETTİĞİ TAVUK SUYU
DURUYOR!
Vitrinlerdeki tabak çanak takımları,
1700’lerden kalma ve bir zamanlar bölgenin ünlü
‘sarı şarabını’ içeren boş şişe, hizmetçilerin
geçişini kolaylaştıran iki kapılı odalar, yatağın
hazırlanmasını basitleştiren raylı sistem vs. derken
evin belki de en ilginç yerine, Pasteur’ün 57
yaşındayken düzenlediği kişisel laboratuvarına
ulaşıyoruz. Şarap ve bira fermantasyonları başta
olmak üzere bulaşıcı hastalıklar, mikroorganizmalar
ve aşı üzerine yaptığı çalışmaların bir bölümü,
Arbois’daki laboratuvarında, deney tüpleri, şişeler
içinde öylece duruyor. Hatta 1883’te sterilize
etmeyi başardığı tavuk suyu da el değmemiş, mikrop
kapmamış haliyle karşımızda!

Laboratuvarından bir köşe
Sylvie
Morel, evin rehberli turların yanı sıra İngilizce,
Almanca ve Flamanca hazırlanan dijital tabletlerle
de gezilebildiğini söylüyor. Tabletin özelliği,
ziyaretçiye ‘Pasteur tarafından ağırlanıyormuş’
hissi vermesi. Yani tableti hangi nesneye, ortama
çevirirseniz ya görüntüde hareket halindeki Pasteur
beliriyor ya da söz konusu nesne, mesela piyano
çalmaya başlıyor. Morel, ilkokuldan üniversiteye
okul grupları için eğitici atölyelerin
düzenlendiğini de ekliyor.

Yaşadığı dönemde yaptığı çalışmalardan ötürü Millet
Meclisi’nce iki ödüle layık görülen, Bilimler
Akademisi ile Fransız Akademisi’ne üye olan,
dönemindeki tıp adamlarını, “Doktor ya da cerrah
olma şerefine erişmiş olsaydım, her cerrahi
müdahaleden önce ellerimi iyice yıkardım” diyerek
öfkelendiren ve bir dönem tıpçıların oklarını
üzerine çeken ama çalışmalarıyla tıbbın ilerlemesine
büyük katkıda bulunan, bugün çoğu Fransız’ın
‘kimyager’ değil, ‘doktor’ olduğunu sandığı Pasteur
konulu konferanslara dönmeden önce yemek arası...

Bölgenin gururu ‘sarı şarap’ başta olmak üzere
çeşitli peynir ve şarküteri ürünlerinden, kişlerden
oluşan mönüden sonra konferans serisine devam:
Bugünkü mikrobiyolojinin temelinde Pasteur’ün
bulunduğunu, onun ve izinden gidenlerin sayesinde
Birinci Dünya Savaşı sırasında binlerce insanın
ölümünün nasıl önüne geçildiğini, UNESCO'nun Dünya
Hafızası Listesi’ne giren arşivlerinin insanlık ve
bilim açısından taşıdığı önemi dinlerken... Bir
sürpriz!
Türk gazeteci olduğumu öğrenen Burgonya
Üniversitesi hocalarından Daniel Raichvarg yanıma
yaklaşıp heyecanla şöyle diyor: “Geçen sene
hazırladığımız ‘Pastörizasyon Hayatları’ başlıklı
kitapta (aşağıda), Pasteur ekolünün sıkı
takipçilerinden, Fransız arkeolog Salomon Reinach’ı
da uzun uzun anlattık. Türkiye’ye şarbon aşısı
götüren ilk kişinin Reinach olduğunu biliyor
muydunuz?”

Louis ve Marie Pasteur
MULTİDİSİPLİNER ÇALIŞMANIN BABASI
Pasteur’ün
araştırmacılar için taşıdığı önemi, davetliler
arasındaki 2008 Nobel Tıp Ödülü sahibi, Bilimler
Akademisi ve Pasteur Enstitüsü üyesi Françoise
Barée-Sinoussi’ye sordum, yanıtladı:
Pasteur sizin için ne ifade ediyor?
Benim için
büyük bir öncü. Onun bilime yaklaşımı, vizyonu hala
güncel. Multidisipliner araştırmalarda, yani fiziği,
kimyayı, matematiği, bugün biyo-istatistiği,
bilgisayarı birleştirdiğimizde sonuçta anlıyoruz ki
Pasteur, kendi zamanının teknolojisiyle var olan tüm
bilimleri bilgiyi ilerletme amacıyla bir araya
getirmeye, geliştirdiği uygulamalar ve araçları
insanların yararına sunmaya gayret etmiş hep. Öyle
ki bugün mültidisipliner çalışma deyince tek
kelimeyle ‘Pasteur tarzı çalışma’dan söz edebiliriz.
Araştırmalarınıza devam ediyor musunuz?
Artık
emekliyim; araştırmacı değilim, laboratuvarım
kapandı ama yeni kuşak araştırmacıların uluslararası
alanda, özellikle AIDS konusundaki araştırmalarını
kolaylaştırmak için çalışıyorum. Ayrıca kaynakları
sınırlı ülkelerle de çalışmalarım sürüyor. Hala
Paris’teki Pasteur Enstitüsü’ndeyim, bir bürom var
orada.
Bir bilim kadını olarak Pasteur için düzenlenen
bugün boyunca neler hissettiniz?
Pasteur’ün
varlığını aramızda hissettim. Zaten bunun için
burada olmak istiyordum, kendi şehrinde Pasteur
ruhunu bulmak için!

Pasteur, ailesiyle
Radikal, Haber ve Fotoğraflar: Aslı Ulusoy-Pannuti,
23.02.2016
|
BURSA'DAKİ KİLİSE CEMAATE KALDI
Bursa'da Hristiyanların ortaklaşa kullandığı kilise,
Radikal'in haberi üzerine yine cemaatine kaldı.
Bursa Protestan Kilisesi Pastörü İsmail
Kulakçıoğlu’nu bugün telefonla arayan Vakıflar Bölge
Müdürlüğü yetkilileri, kilisenin daha önceki gibi
ibadet amaçlı kullanılacağını, Hristiyan
yurttaşların binayı boşaltmasına gerek olmadığını
bildirdi. Bu habere sevinin Hristiyanlar, yeni bir
protokol yapılması için Bursa Büyükşehir Belediyesi
Başkanı Recep Altepe'den ve Osmangazi Belediye
Başkanı Mustafa Dündar'dan randevu talebinde
bulundu.
Kulakçıoğlu, yaptığı yazılı
açıklamada, “Toplumsal ilişkilerin mozaik örneği
kullanılarak açıklandığı ülkemizde mozaiğin dökülen
parçaları olarak yer almak istemediğimizi ifade
ederek kesin çözüm seçeneklerini deniyoruz” dedi.
Bursa'da yaşayan dört Hıristiyan topluluğu,
2002-2004 yıllarında restore ettikleri kiliseyi,
büyükşehir belediyesi ile yaptıkları protokol sonucu
ibadethane olarak kullanıyordu. Protestan
Topluluğu'nun Pastörü İsmail Kulaçoğlu'nun verdiği
bilgiye göre bu protokol, 2015 yılında bitmişti.
Topluluğun başvurduğu büyükşehir belediyesi
yetkilileri, bir şirket kurarak kendilerine
başvurmalarını ve buna göre tahsis işlemi
yapacaklarını belirtmişti. Şirket kurup belediyeye
başvuran Hıristiyanlara dün "Kiliseyi boşaltın"
haberi ulaşmıştı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden
telefonda arandığını belirten Kulakçıoğlu, "Daha
önce yazılı ve sözlü bir bildirimde bile
bulunmadılar. Birkaç gün içinde boşaltın ve bize boş
halde bırakın' deyip gelecek hafta cuma gününe kadar
süre verdiler" demişti.
Kilisede 100'ü aşkın vatandaşın ibadet ettiğini
kaydeden Kulakçıoğlu, bu tutumu rencide edici
bulduklarını vurgulayarak, "Avrupa şehri olarak ilan
edilen Bursa'da inanç turizmi çerçevesinde
kullanılan kilisenin kapatılması anlamına kararın
değişeceğini umuyoruz" demişti.
Radikal, Haber:
İsmail Saymaz, 23.02.2016
|
200 YILLIK CAMİ MOLOZLARA GÖMÜLDÜ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Zeytinburnu
Kazlıçeşme Meydanı'nda kurduğu asfalt öğütme tesisi,
Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 17.
yüzyılda yaptırılan camiyi moloz yığınlarının
ortasında bıraktı.
Çalışmalar kapsamında
kamyonlarla getirilen asfalt molozları işlemden
geçirildikten sonra boş meydanda depolanmaya
başlandı. Zaman içerisinde tesisin alanı yetmeyince
caminin çevresine bırakılan molozlar, 200 yıllık
caminin yollarını kapattı. Camiye sadece denize
bakan bölümünden küçük araçların girmesi için yol
bırakılırken, etrafına yer yer 3 metreyi bulan
asfalt molozları döküldü. Kazlıçeşme tarafından
bakıldığında caminin sadece minaresi görünüyor.
Camide öğle ve ikindi namazları kılınırken, cuma
günleri Fatih
Camii'nde yer kalmaması nedeniyle vatandaşlar
molozların üzerinden camiye ulaşmak zorunda kalıyor.
Kazlıçeşme Meydanı'ndaki iki caminin restorasyonu
2011 yılında başladı. Meydan içerisinde bulunan ve
17'nci yüzyılda yapılan cami, 4 yıl süren
restorasyon çalışmalarının ardından 2015'in
Ramazan ayında yeniden ibadete açıldı.

CAMİ ÖNCE
CEMAATİNİ KAYBETTİ
İstanbul'la ilgili
araştırmalar yapan tarihçi yazar Ramazan Bedük,
90'lı yıllarda sanayi tesislerinin kaldırılıp
bölgenin mitingler için geniş bir meydan olarak
düzenlenmesinin ardından caminin cemaatini
kaybettiğini söyledi. Bedük özetle şunları kaydetti:
“Osmanlı döneminde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Camii'nin bir cemaati vardı. Cemaatin ağırlıklı
kısmını kasaplar oluşturduğu için cami, yüzlerce yıl
‘Kasaplar Camii' olarak bilindi. Çünkü Kazlıçeşme,
hayvan kesiminin yapıldığı, dericilik ve tabaklama
tesislerinin bulunduğu bir sanayi bölgesiydi ve bu
sanayi bölgesinin de esas esnaf grubunu kasaplar
oluşturuyordu. Kasaplar Camii'nin bir cemaati yok
artık.”
Zaman, Haber: Burak Çan, 23.02.2016
|
SAHİBİNDEN SATILIK KİLİSE

Setbaşı’nda kafeler sokağındaki 300 yıllık Ermeni
Ortodoks kilisesi, internette yayınlanan “her işe
uygun satılık kilise” başlığı ile yeni sahibini
bekliyor. Eğer bu binayı bir cemaat satın alırsa ya
da satın alan şahıs cemaate kiralarsa Setbaşında,
Yeşil Camii ve Yeşil Türbe’ye komşu bir kilise
açılabilir mi?
Mübadele dönemi öncesinde Bursa’da
yaşayan Ermeni Ortodoks cematince kullanıldığı iddia
edilen 300 yıllık kilise, Demokrat Parti döneminde
kentin önde gelen ailelerinden birine satıldı.
Tapuda 500 metrekare bahçe içinde 300 metrekare
kullanım alanlı kagir bina olarak görünen kilise
imar durumunda soysa kültürel alan olarak geçiyor.
Ailenin uzun yıllar tütün deposu olarak işletmelere
kiraya verdiği tarihi kilise, 1980 sonrası kapısına
kilit vurularak kaderine terk edildi. Kilisenin
satış işlemlerini takip eden Hakim Emlak sorumlusu
Tayfun Özenginler, ailenin hayatta kalan tek
varisinin de yurt dışında yaşadığını söyledi.
KİLİSE YENİDEN AÇILABİLİR Mİ?
Mübadele öncesinde Ermeni Ortodoks cemaatinin
kullandığı iddia edilen kiliseye dair İstanbul’da
bulunan Fener Rum Patrikhanesi dosyalarında herhangi
bir kayda rastlanmadığı görüldü. Özenginler’in
açıklamasına göre, kiliseye alıcı olmak için
cemaatlerden bir teklif gelmedi. Özenginler,
İstanbul’da yaşayan Dr. Damafyan isimli bir
gayrimüslimin binayı kiralamak ve kilise olarak
hizmete açmak istediğini söyledi. Ancak, kilisenin
sahibi mülkiyeti kendisine ait iken binanın kilise
olarak açılmasına karşı çıktığı için teklifi
reddetti. Özenginler’in bu açıklaması akıllara şu
soruyu getiriyor: Eğer bu binayı bir cemaat satın
alırsa ya da satın alan şahıs cemaate kiralarsa
Setbaşında, Yeşil Camii ve Yeşil Türbe’ye komşu bir
kilise açılabilir mi?
TEK VARİS MİNESOTALI PROFESÖR
İsmi sır gibi saklanan ve kilisenin sahibi olan
ailenin hayatta tek varisi kaldığı öğrenildi. Hakim
Emlak sorumlusu Tayfun Özenginler, bina sahibinin
Minesota’da yaşadığını ve bir matematik profesörü
olduğunu söyledi. İsmi saklanan profesör yaklaşık 30
yıldır Türkiye’ye gelmediği gibi kilisenin satış
işlemlerini de tamamen emlak danışmanına bıraktı.
DEFİNECİLERİN VAZGEÇİLMEZ ADRESİ
Uzun yıllardır kullanılmayan ve kapısına kilit
vurulan tarihi kilise definecilerin vazgeçilmez
adresi haline geldi. Tayfun Özenginler, 10 yıl
evveline kadar kilisenin tepesindeki çanın dahi
muhafaza edildiğini ancak artık binanın defineciler
tarafından delik deşik edilerek tanınmaz hale
getirildiğini söyledi. Özenginler, talan edilen
tarihi yapının son durumuna dair şu bilgileri
paylaştı: “Uzun zamandır atıl kalınca definecilerin
tahribine maruz kalmış. Defineciler Ermeni ganimeti
bulmak ümidiyle kilisenin içini delik deşik etmiş.
Kilisenin çatısındaki çanı bile götürmüşler. Zaten
tütün deposu olarak kullanıldığı dönemde de
kilisenin tarihi süslemeleri badana yapıldığı için
tahrip edilmiş. Hatta kilisenin altında hazine
bulmak ümidiyle 10 metrelik bir tünel kazmışlar.”
Şehir Medya, Haber: Melike Olgun, 23.02.2016
|
SAATHANE MEYDANI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI İÇİN
MAHKEME SONUÇLARI BEKLENİYOR

Samsun Büyükşehir
Belediyesi Başkan Vekili Turan Çakır, yaklaşık 1
aydır duran Saathene Meydanı arkeolojik kazı
çalışmalarının, mahkeme sürecinden sonra devam
edeceğini söyledi.

İlkadım İlçesi Kazım Paşa
Caddesi üzerinde bulanan Saathane Meydanı’nda
Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Samsun Müze Müdürlüğü’nün arkeolojik kazı çalışmaları yaklaşık 1 aydır durdu.

Çevrede bulunan dükkan sahiplerinin açtığı davalar yüzünden kazı çalışmalarının durduğunu belirten Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Turan Çakır, konuyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Çalışmaların devam etmesi için gerekli
yazıların ve mahkeme kararlarının beklendiğini
vurgulayan Turan Çakır, “Saathane Meydanı’ndaki
çalışmalarımızla alakalı olarak, bizi mahkemeye
veren dükkan sahipleri vardı. Mahkeme süreçleri şu
anda devam ediyor. Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun da bizden beklediği meclis kararları
vardı. Geçtiğimiz mecliste bu kararları aldık.
Çalışmaların tekrar devam etmesi için Koruma
Kurulu’ndan gelecek yeni yazıyı bekliyoruz. Gerekli
yazı geldiği zaman işlemler kaldığı yerden devam
edecek. Taşhan restorasyon ihalesini Vakıflar Bölge
Müdürlüğü yaptı. Bugün-yarın müteahhit firma
restorasyon çalışmalarına başlayacak. Kale surların
açılması işlemleri ise binalarla alakalı mahkeme
sürecinin bitmesinin ardından devam edilecek.
Saathane Meydanı’ndaki çalışmaların bu yılın sonunda
tamamen biteceğini tahmin ediyorum. Kale
kalıntılarının üstlerini camdan yapacağız. Bir
bölümü de cam fanuslar içerisini alınıp üstlerinde
gezilebilecek. Şu anda kale surları üzerinde doğal
gaz, elektrik, telefon, internet kabloları
bulunuyor. Onların tamamı proje kapsamında cam
fanuslara alınırken kaldırılacak” dedi.
Hürriyet, 23.02.2016 |
MAGNESİA ANTİK KENTİ GÖLE DÖNDÜ

Aydın`ın Germencik İlçesi`nin Tekin Mahallesi
yakınlarında bulunan ve 30 yıldır kazı çalışmaları
devam eden Magnesia Antik Kenti, bu yıl da su
altında kaldı.
Tabanından çıkan suya, yağmur
suları da eklenince milattan önce 3`üncü yüzyıla ait
Magnesia kenti göle döndü. Sadece görevlilerin
bulunduğu Magnesia antik kentinde geçmişte de
yaşanan bu durumun önleneceğine yönelik açıklamalara
rağmen bir değişiklik olmaması görenleri üzdü.
Tarihte önemli olaylara sahne olduğu için `olaylar
şehri` olarak anılan Magnesia, en çok milattan önce
3`üncü yüzyıla ait Artemis ve Zeus tapınaklarıyla
biliniyor.
Sözcü, Haber: Cem Ulucan Aydın,
23.02.2016
******
"ANTİK KENTTEKİ JEOTERMAL KUYU ÇALIŞMASI
DURDURULSUN"

Aydın Tabip Odası Başkanı Dr. Metin Aydın, tescilli
birinci derece arkeolojik alan olan
Magnesia antik
kent sınırları içinde jeotermal kuyu açıldığını
hatırlatarak, çalışmaların derhal durdurulmasını
istedi.
Mevcut kanunlar yürürlükte olmasına rağmen son
birkaç aydır
Magnesia antik
kenti alanı içinde Ortaklar-Söke yolunda,
Gümüşçay'ın solunda yer alan Höyük dibinde jeotermal
santral kurulum amaçlı kuyu kazılması çalışmaları
devam ettiğini söyleyen Aydın, bu olayların
yaşanmasının tek sebebinin jeotermal yasası olduğunu
ifade etti.
Metin Aydın, "2007 yılı sonrası ÇED yasasında
yapılan değişiklikler ile jeotermal santraller
birinci derece gayri sıhhi müesseseler içinde yer
alırken yani ÇED alınması gerekli iken, ÇED alınması
gerekli olmayan ikinci derece gayri sıhhi
müesseseler içine sokuldu. Bu düzenlemeler sonrası
bugün tuğla fabrikası veya balık çiftliği için ÇED
zorunlu iken çevreye yaptığı zararlar çok daha fazla
olan jeotermal santraller için ÇED istenmez hale
geldi. Yasal düzenlemelerin kendi lehlerine göre
düzenlenmesinden cesaret alan jeotermal işletmeler,
günlük pratikte her gün çevre ve canlı yaşamına
zarar faaliyet yapmaktadır. Birinci sınıf tarım
arazileri, incir ve zeytin bahçeleri, yerleşim
yerlerinin yanına ve içine jeotermal santraller,
kuyular yapılır halde iken
Magnesia
örneğinde olduğu gibi çevrede yapılan talanda
sıranın tarihi yerleşim yerlerine, kültürel
miraslarımıza gelmesinin üzüntüsü ve şaşkınlığını
yaşamaktayız. Şaşkınlığımız bunlara izin
verilebilmesi, kontrol edilmemesi ve tüm yaşananlara
suskun ve kör kalınabilmesi noktasında daha da
artmaktadır. Tabip Odası olarak
Magnesia
arkeolojik sit alanında faaliyette bulunan jeotermal
santral amaçlı kuyu kazma faaliyetlerinin geri
dönüşümsüz kültürel hasara zarar vermeden derhal
durdurulmasını, hali hazırda yürürlükte olan kültür
ve tabiat varlıklarını koruma kanununa uyulmasını,
bu kanunu uygulamak ve denetlemek makamında olan tüm
yetkilileri göreve davet ediyoruz." dedi.
Bu
arada
Aydın Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
yetkilileri ise konu ile ilgili açıklama yapmadı.
Cihan Haber Ajansı,
29.02.2016 |
3 BİN YILLIK PARMAK İZİ
Cambridge Fitzwilliam Müzesi’nden bilim
insanları antik Mısır’da yapılmış bir tabutun
kapağında tam 3 bin yıllık bir parmak izi
bulduklarını açıkladı.
Uzmanlar, parmak
izinin cila kurumadan önce yanlışlıkla tabutun
kapağına dokunan bir ustaya ait olduğuna
inandıklarını söyledi. Tabutun üzerindeki parmak
izinin “Death on the Nile” (Nil’de Ölüm) isimli
yeni bir sergide yer alacağı açıklandı.
Tabutun MÖ yaklaşık 1000 yılında yaşamış olan
Nesaverşeft ya da Nes-Amun isimli bir rahibe ait
olduğu sanılıyor.
Hürriyet, 22.02.2016
|
 |
O ESKİ HALİNDEN ESER YOK ŞİMDİ
İstiklal Caddesi'ne Tünel tarafından çıktığınızda
ona selam verirdiniz. Şimdilerde hummalı bir inşaat
çalışmasının demir yığınları içine hapsolmuş küskün
Narmanlı Han; geçmişte ressamların, edebiyatçıların,
kısacası entelektüel camianın uğrak yerlerinden
biriydi.
Tarihi yapıların
yıkılıp yerlerine otel ya da AVM yapılması artık
adiyattan haberler haline geldi. Beyoğlu'nda bulunan
son kalelerden
Narmanlı Han da geçtiğimiz günlerde dozerleri
aldı içine. İtirazlar, kavgalar sürüyor lakin
geçmişte bağrında Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi
Eyüboğlu gibi sanatçıları, sahafları, plakçıları
barındırmış bu han, varlığını eski halinden uzak
restorasyonuyla devam ettireceğe benziyor. Kültür
sanat tarihimizde 185 yıllık bir kapıyı daha
kapatırken, Narmanlı Han'dan kimler gelmiş kimler
geçmiş bir hatırlayalım…
19. yüzyılda abad
olan Beyoğlu'nun ilk binalarından olan Narmanlı Han,
1831'de inşa edildi. Rusya Elçilik Sarayı
tamamlanana kadar Rus büyükelçiliği olarak
kullanıldı. Sonrasında ise bir Rus hapishanesine
dönüştü. Birinci Dünya Savaşı patlak verip de
Osmanlı ve Rusya ayrı düşünce bir süre metruk kaldı.
Lakin çok geçmeden
Bolşevik İhtilali gerçekleşince, çarlık taraftarı
mültecilerle birlikte yeniden hareketlendi. Bir
rivayete göre de, Stalin döneminde Sovyet
vatandaşlığından çıkarılan ve bu sürede İstanbul'da
Büyükada'da yaşadığı bilinen büyük rakibi Troçki bir
süre Narmanlı Han'da saklandı. Son olarak Rus
tüccarların ticaret ofislerinin macerasına tanıklık
eden hanın seyri, 1933'te Narmanlı ailesine
satılmasıyla çehre değiştirdi.
Tanpınar'ın yurdu,
‘Huzur'un ev sahibi
Aslen Erzurum'un
Narman İlçesi'nden olan ünlü İstanbul tüccarları Avni
ve Sıtkı Narmanlı kardeşler, bugünün rant kovalayan
anlayışına hayli uzaktı. Taşralı tüccarların ciddi
para tekliflerine mukabil, sanata meraklı
Narmanlı'lar, burayı daha düşük meblağlara
sanatçılara, edebiyatçılara kiraladı. Böylece han,
döneminde küçük bir kültür ve sanat merkezine
dönüştü. O yıllarda ‘Narmanlı Yurdu' olarak anılan
mekanın en önemli sakinlerinden biri kuşkusuz Ahmet
Hamdi Tanpınar'dı. Bir huzursuzluğun romanı olan
Huzur'u büyük ölçüde bu yurtta yazan Tanpınar, kim
bilir Narmanlı'da nelerden esinlenmiş, neler
yaşamıştı… Ünlü edebiyat profesörü Berna Moran'ın
eşi ve kendisi de bir akademisyen olan, yaşamı
boyunca entelektüel tarihimizin önemli figürleriyle
bir arada bulunan Tatyana Moran, Dün Bugün kitabında
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Narmanlı macerasını şöyle
anlatıyor:
“Ankara'dan döndükten
sonra Hamdi profesör olarak edebiyat fakültesine
girdi. Aynı zamanda da güzel sanatlarda ders
veriyordu. Mali durumu düzelmişti. Bana artık
ablasının evinden ayrılıp taşınmak istediğini
söyledi. Aklıma derhal bizim Narmanlı Yurdu'nda
giriş katında küçük bir daire geldi; bir büyük oda,
mutfak ve banyodan ibaretti. Ucuza da vereceklerdi.
Teklif ettim. Hamdi çok sevindi. Derhal tuttu ve
taşındı. Perde olarak gazeteler yapıştırdı. Bir iki
tabak, bardak satın alındı.
Hamdi bir gün hasta
oldu. Bizim hizmetçi Melahat aşağıya inip, ‘Hamdi
Bey nedir o eski yorgan, o sizi ısıtmıyor,
perdeleriniz de yok, niye böyle oturuyorsunuz?'.
‘Param yok.' demiş Hamdi. ‘Bunları size taksitle
yaptırırım.' ve yaptırdı da. Bu daire her akşam
dolup taşıyordu; Bedri Rahmi, karısı, kız kardeşi
Mualla… Sabahattin Eyüboğlu, ressam Zeki Faik İzer,
Mehmet Ali Cimcoz ve karısı Adalet… Türküler
söylenir, yenilip içilirdi.”
Kimler gelmiş
kimler geçmiş…
Narmanlı Yurdu'nda
sanatçılar, sadece Tanpınar'ın misafirleri değildi
elbet. Ünlü heykeltıraş Firsek Karol, üç odayı
birleştirmiş, atölye olarak kullanıyordu. Bedri
Rahmi Eyüboğlu da buradaki bir dükkana yerleşmişti.
Narmanlı Yurdu'nun altındaki Mimoza Şapkacısı'nda
resim sergileri açılmış, Bedri Rahmi de bunlardan
birine katılmıştı. Mimoza Şapkacısı, aynı zamanda
Türkiye'de kurulan dördüncü sanatçı birliği olduğu
için kendilerine alfabeden düz hesap dördüncü harfi
isim olarak seçen ‘D Grubu ressamları'nın da ilk
sergisine ev sahipliği yapmıştı. Bunlardan başka
yine ressam Aliye Berger'in atölyesi de
Narmanlı'daydı. Dönemin ünlü Ermeni gazetesi
Jamanak, yayım hayatını 60 yıl burada sürdürmüş,
gazeteci Neşet Atay, Ulus gazetesine İstanbul
haberlerini buradan geçmişti.
80'li ve 90'lı
yıllara geldiğimizde Narmanlı Han, eski cazibesini
kaybetti fakat yine de içindeki plakçısı, sahafı,
çay bahçesi, akasyaları ve mor salkımlarıyla
gençlerin uğrak yerlerinden olmaya bir süre daha
devam etti. Onlar da handan ayrıldığında bir noter,
bir bekçi, yaklaşık 70 kedi ve onların bakımını
üstlenen bir hayırsever, hatta daha sonra da
tavukların yurdu oldu. Özetle giderek metruk bir
hale büründü. Yaklaşık 15 yıldır restorasyonuyla
ilgili dedikodular süren ve eski haline çoktan
küstürülmüş olan bu tarihi yapıyı bugünlerde ziyaret
etmek isterseniz etrafını saran demir perdeleri
seyredebilirsiniz.
Zaman, Haber: Hatice Tuğba
Çetinkaya, 21.02.2016
******
NARMANLI HAN'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Beyoğlu’nun en eski hanlarından olan ve Erkul
Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve
Eteksan Tekstil’in sahibi Tekin Esen'e 57 milyon
dolara satılan Narmanlı Han’da restorasyon
çalışması başladı.
Beyoğlu Kent
Savunması, Twitter üzerinden restorasyon
çalışmalarının başladığını gösteren fotoğraflar
yayımladı.

19.
YÜZYILIN İLK YARISINDA KURULDU
19. yüzyılın ilk
yarısında kurulan Narmanlı Han, ilk önce Rus
elçilik binası ve ticaret ofisi olarak
kullanıldı.
Dış görünüşü bir
kaleyi andıran bu iki katlı devasa yapı daha
sonraki yıllarda bir yandan ticaret merkezi
olarak işlev görürken, diğer yandan ünlü şair,
heykeltıraş, ressam ve yazarlara
ev sahipliği yaptı.
170 yıllık
İstanbul tarihine yakından tanıklık yapan ve hiç
değişmeyen Narmanlı Hanı'nı şimdi bir
restorasyon sürecine girdi.
RESTORASYONU HEP MUAMMA OLDU
Yapı Kredi Koray 2001 yılında restore etmek
amacıyla Narmanlı Han’ın yüzde 15’lik hissesini
satın almıştı. Yapı Kredi Koray’ın restorasyon
projesi 2002'de Anıtlar Kurulu’ndan onay almış;
ama sivil toplum kuruluşlarının itirazı ve
alınan yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle
başlayamamıştı.
Proje bir türlü
gerçekleştirilemeyince Narmanlı Han’ın 12 varisi
2008 yılında Yapı Kredi Koray’a dava açarak
hisselerini geri almak istedi. Ailenin
“gayrimenkul hissesi karşılığında
inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin
feshi” için açtığı davayı mirasçılar kazandı.
Ardından hisseler Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e
satıldı. Narmanlı Han 57 milyon dolara satıldı.
Hürriyet, 22.02.2016
******
İŞTE NARMANLI
HAN'IN SON HALİ
Beyoğlu'ndaki
tarihi Narmanlı Han'da yürütülen restorasyon
çalışmaları görüntülendi. Görüntülerde,
binaların bir kısmının içinin tamamen
boşaltıldığı, sadece dış duvarların kaldığı
görülüyor.

Mimari projesini Sinan Genim'in çizdiği
tarihi
Narmanlı Han 'da
restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Restorasyon çerçevesinde hanın iç tarafında
yürütülen çalışmalar görüntülendi.
Fotoğraflarda hanın arka cephesinde bulunan
binaların bir kısmının içinin tamamen
boşaltıldığı, sadece dış duvarların kaldığı
görülüyor.
NEDEN ÖNEMLİ?
İstiklal Caddesi'nin en eski yapılarından
biri olan Narmanlı Han 1831 yılında inşa edildi.
Narmanlı Han 1880 yılına karar Rus elçiliği,
ardından 1914 yılına dek Rus hapishanesi olarak
kullanıldı.

Aliye Berger,
Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu
başta olmak üzere birçok yazar ve sanatçının
eserlerini ürettiği han için 2015 yılında
restorasyon projesi hazırlandı.
Proje 16.06.2015
tarihinde İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
onaylanınca bütün tepkilere rağmen 19 Ocak’ta
restorasyon için ilk çalışmalara başlandı.
Radikal, Haber: İdris Emen, 02.03.2016
|
BRONZ ÇAĞDAN KALMA 3000 YILLIK TEKERLEK BULUNDU

İngiliz arkeologlar, Cambridge’de yaklaşık 3 bin yıl
önce yapıldığı düşünülen ve kusursuz bir biçimde
bronz çağdan günümüze kadar şeklini kaybetmeden
korunan tekerlek buldu. Bu keşfi görmek için
Tokyo’dan ve dünyanın dört bir yanından arkeologlar
kazı bölgesine akın etti.
Cambridge Üniversitesi
Arkeoloji bölümünden profesör Mark Knight, Guardian
gazetesine yaptığı açıklamada, bu bölgenin
kendilerini şaşırtmaya devam ettiğini söyleyerek,
‘ancak bana sorarsanız, buradan beklediğim son şey
sanırım kusursuz bir şekilde korunmuş bir tekerlek
bulmak olurdu’ diye konuştu. Arkeologlar, tekerleği
bulunduğu yerden dikkatlice çıkarmaya çalışırken
tarihi kalıntının bir kısmının hala göbeğine bağlı
olduğu ve yangında zarar görmüş, Nene nehri
kıyısındaki yerleşim yerine ait olduğu sanılıyor.
Tekerleğin yanında aynı zamanda bir kadına ait
kafatası, koyun ve domuz kemikleri de çıkarıldı.
Yangındaki karbonmonoksit gazının da etkisiyle üç
bin yıldır iyi şekilde toprağın altında korunduğu ve
şeklinin bozulmadığı tespit edildi.
Aydınlık,
21.02.2016 |
BALYAN
KARDEŞLER'İN TARİHİ BİNASI KİTABEVİ OLDU

Mahalle kültürünün devam ettiği, kozmopolit, kilise,
cami ve sinagogun iç içe olduğu bir semt Kuzguncuk.
Nail Kitabevi’nin bulunduğu bina da semtin ayakta
kalan yapılarından.
Kitabevinin sahibi ise 26 yıldır okul kıyafeti
üreten bir firması olan,
kitapları ve yayınevlerini yakından takip
eden birisi Erhan Nailoğlu… 19’uncu yüzyılın
sonlarında inşa edilen, Osmanlı döneminin ünlü
mimarlarından Balyan Kardeşler’in mimarlığını
yaptığı Kuzguncuk’taki tarihi binanın satış
ilanını gören Nailoğlu’nun aradığı
fırsat da ayağına gelmiş.
Hatalı restorasyon nedeniyle mühürlenen, ikinci
dereceden tarihi eser olan yapıyı satın alan
Nailoğlu 2.5 yıl sonra, Haziran 2015’te
kitabevini de hayata geçirmiş. Bu süreçte ‘Nail
Yayınevini de kurmuş. “Yetmişiki milletten
insanın kol kola yaşadığı, herkesin birbirini
tanıdığı, ahşap binalarının hala dimdik ayakta
olduğu bir küçük köydür Kuzguncuk. Kitabevinin
önündeki çınar ağacı eskiden insanların buluşma
noktasıymış. Tutkumu hayata geçirdiğim için
mutluyum” diyor Nailoğlu.
Binlerce kitabı bulmak mümkün
Nail Kitabevi işlemeleri ve cumbasıyla
kendine has bir yer… Geçmişte ‘Berber
Muzaffer’ diye anılan ve insanların yine
buluştuğu bir yermiş burası. Üst kattaki
kitaplıkta edebiyattan sanata, tıptan bilime
kadar farklı alanlarda pek çok eser
mevcut.Binanın en üst katında Türkiye’den ve
dünyadan gelen yazarlar ağırlanıyor. “Genç
sanatçıları teşvik edip desteklemek
istiyorum” diyen Nailoğlu, önümüzdeki ay
binanın
bodrum katında özel sergi alanı açmayı
düşünüyor.
Kitabevinde takas veya kitap satışı
yapılmıyor. Enteresan gelebilir fakat kafede
internet de yok.
Vatan (Kısaltarak),
21.02.2016
|
GÜNEY KIBRIS'TA TARİHİ CAMİ KUNDAKLANDI
Güney Kıbrıs'ın Denya bölgesinde bulunan tarihi cami
bu sabah kimliği belirsiz kişi veya kişiler
tarafından kundaklandı. Sabah saatlerinde çılan
yangına Rum itfaiyesinin müdahale ettiği ve taştan
binanın ahşap çatısındaki yangının güçlükle
söndürüldüğü bildirildi.
Rum Yönetimi Başkanı
Anastasiadis de konuyla ilgili yazılı açıklama
yaparak, Denya
camisi'nin kundaklanmasını sert bir dille
kınandı. Anastasiadis açıklamasında, olayı "en güçlü
ifadelerle kınadığını" belirtti. Rum Başkanlık
Sarayı'ndan yapılan açıklamaya göre Anastasiadis,
konuyla ilgili olarak “Her nereden gelirse gelsin,
hangi maksatla olursa olsun bu tür suç faaliyetleri,
işgale son verme ve vatanımızı yeniden birleştirme
çabalarına sadece zarar verir.” ifadesini kullandı.
Açıklamada ayrıca,
Anastasiadis'in, Rum Adalet Bakanlığı'na ve Rum
Polis Genel Müdürlüğü'ne, konunun en kısa sürede
aydınlatılması için talimat verdiği belirtilirken,
Rum Dışişleri Bakanlığı'na da caminin uğradığı
zararın en kısa sürede giderilmesi için direktif
verdiği vurgulandı.
Denya Camisi, Kültürel
Miras Teknik Komitesi, Avrupa Birliği ve Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı ortak çalışmasıyla
aslına uygun restore edilmiş ve restorasyon
çalışmaları Aralık 2014'te tamamlanmıştı.
Çalışmaların tamamlanması çerçevesinde tören de
gerçekleştirilmişti.
Zaman, Haber: Remzi Samar,
21.02.2016
|
SANAT PİYASASININ GELECEĞİ BAKIN KİMİN ELİNDE!
ARTNews Ltd. dünyanın en eski kültür-sanat yayınları
kuruluşu; bir yayın imparatorluğu. 100 yılı aşkın
geçmişi olan şirket, Art in America, ArtNews gibi
dünyanın en etkili sanat yayınlarını bünyesinde
bulunduruyor. Ancak geçen hafta duyurdukları yeni
CEO sanat gündeminin en tartışmalı konusu... Neden
mi? Yeni CEO Vincent Fremont, ünlü bir sanat simsarı
olmasının yanında kabarmış kaçakçılık ve sahtecilik
dosyalarıyla sanat dünyasının yakından tanıdığı bir
isim de ondan! Son günlerde sanat çevrelerinde en
sık duyduğum cümle, “Kuzuyu kurda teslim ettiler”!
Ve hemen herkes, bu atamanın sanat medyasının büyük
kısmını Fremont’un kontrol etmesini sağlayacağında
birleşiyor. Peki nasıl oldu da “sabıka”larıyla
bilinen Fremont’a bu denli etkin bir yetki verildi?
İşte soru işaretleri ve yanıtlar...
SAHTE İMZA,
ŞÜPHELİ KAYNAK
“Sabık” Fremont, son
20 yılda ABD’deki sanat piyasasının gidişatını
belirlemiş önemli isimlerden biri. İyi bir sanat
tüccarı... 1987’de Pop-art akımının temsilcisi Andy
Warhol’un ölümüyle birlikte Warhol Vakfı’nın kurucu
ortağı oldu. 2010’a kadar Andy Warhol stüdyosunun
direktörü ve tüm eserlerin satışında -Warhol ailesi
dışında- tek yetkili şahıstı. Görev döneminde
türeyen sahte imzalı ve kaynağı şüpheli Warhol
tabloları, koleksiyoner ve müzayede evlerinin
korkulu rüyası oldu. 2010’da ünlü yazar ve
koleksiyoner Joe Simon’un açtığı davada Andy
Warhol’un ilk yapıtlarından biri olduğu söylenen bir
çizim tartışmaları ayyuka çıkardı. Warhol’un ağabeyi
yapıtı sahte olarak tanımlarken Fremont çizimin
özgün olduğunu savunuyordu. ABD Federal Mahkemesi,
Fremont ve Warhol Vakfı’nın onlarca tabloyu sahte
imza ile otantik gibi sınıflandırıp satışa
sunduklarına karar verdi. İşlerin iyice sarpa
sardığını anlayan Warhol ailesi de kendilerine
milyonlar kazandıran Fremont’la yollarını ayırmak
zorunda kaldı.
YENİ PATRONU
ESKİ MÜŞTERİSİ
İşte o Fremont, bugün
dünyanın en önemli kültür-sanat yayınlarından
birinin CEO’su. Üstelik hiç yayın deneyimi yok. Son
derece şaibeli bulunan bu atamayla ilgili ilginç bir
detay daha var: Borsada işlem gören ArtNews
şirketinin sahibi Peter Brant, dünyanın önde gelen
Warhol koleksiyonerleri arasında. Bu nedenle de her
türlü manipülasyona açık sanat pazarında Fremont’un
CEO’luğu “sanat piyasasının bütünlüğünü tehdit
edici” olarak nitelendiriliyor. Sanatın paraya
dönüşümündeki akıl almaz oyunları düşünürsek; bu
atamanın ardında bir tablo satıcısından uluslararası
müzayede evlerine, galeri patronlarından uyanık
geçinen milyarder koleksiyonerlere ve ulusal
müzelere uzanan şaşırtıcı bir entrika filmi
çıkabilir. Yakın gelecekte duyarsanız şaşırmayın!

SÜPERSTAR
SAHTEKAR
Sanat tarihindeki en
ilginç taklitçi, “Süperstar Sahtekar” Wolfgang
Beltracchi’ye ayrı bir yer açmak gerekiyor. Yakın
zamanda çok etkileyici kitabını okudum, geçen yıl
hayatının anlatıldığı film vizyondaydı... Usta
sahtecinin oyunu, sanat camiasına yıllar önce
yaptığı bir açıklamayla başlıyor: “Eşim Helene’in
büyükbabasından kalma dev bir resim koleksiyonuna
sahibim.” Sonra eski tuvaller ve kağıtlar topluyor,
satışlara dair sahte belgeleri çay ve kahveyle
eskitiyor, tuvalleri yaşlandırıyor. Eğer taklit
edeceği ressam solaksa, sol eliyle yapıyor; ressam
üç günde bitirdiyse eseri, o da üç günde bitiriyor.
Ölü ressamların ruhlarıyla konuştuğunu iddia eden
Beltracchi, ünlü sadece ressamların tablolarını
mükemmel kopyalamıyor, onlara ait olduğunu iddia
ettiği yepyeni tablolar üretiyor. Öyle ki Max
Ernst’e ait olduğu sanılan bir tablo aylarca
Metropolitan Sanat Müzesi’nde, Paris’te Centre
Pompidou’da sergileniyor. Gerçekse, 2008’de, sözde
Heinrich Campendonk’a ait bir eser olan “Rotes Bild
mit Pferden” tablosu Christie’s tarafından
incelenirken “titanyum beyazı” adı verilen bir
pigmente rastlanmasıyla ortaya çıkıyor. Zira
titanyum beyazı, tablonun ait olduğu 1914 yılında
henüz kullanılmamakta. Yine de eser, o güne kadar
satılan en pahalı Campendonk tablosu olarak tarihe
geçiyor.
Wolfgang Beltracchi,
hapisten çıktıktan sonra hem ilginç bir dolandırıcı
hem de inanılmaz bir yetenek olarak şöhrete
kavuşuyor. Tabloları artık kendi imzasıyla
satılıyor. Hem karısı Helene hem de kendisi,
hikayelerini anlatan kitaplar yazıyor.
Kendilerini
oynadıkları film de “En İyi Belgesel” dalında
2014’te Alman Film Ödülü’nü kazandı.
GERÇEK BİR
SAHTE TABLO
Geçen hafta sanat
dünyasını karıştıran bir olay daha vardı. Tom
Ford’un yönetim kurulu başkanı, aynı zamanda
Sotheby’s Onursal Başkanı, İtalyan iş adamı ve
koleksiyoner Domenico De Sole, 8.3 milyon dolara
satın aldığı Mark Rothko tablosunun sahte çıkması
sonucu New York’taki ünlü galerist Ann Freedman’e 25
milyon dolarlık tazminat davası açtı. Herhalde bu
olaydan Freedman ve De Sole’den sonra en çok
etkilenen isimse Vincent Fremont’du. Zira Fremont’un
yeni görevinin kamuoyuna açıklanmasıyla eş zamanlı
olarak gerçekleşen olayın, kendisinin geçmişteki
benzer davalarını gündeme getirmemesi olanaksızdı.
Her iki olaya aynı hafta gösterilen yoğun ilgi,
Fremont için şanssızlık oldu.
PICASSO’NUN
YAPMADIĞI ‘PICASSO’LARA 34 MİLYON EURO
Belki de o kadar büyük
bir şanssızlık değildir! Çünkü sahtecilik yaptıkları
için hüküm giymiş kişiler bu işten kazançlı çıkar
oldu. Fremont bir kenara, son yıllarda “usta resim
sahtekarları”na duyulan ilgi bunun ispatı. Adeta
“yükselen trend” olarak karşımıza çıkan sahtecilik,
zaten gizemiyle sanat severleri yüzyıllardır
cezbediyordu. Bazı sahteciler öyle yetenekli ki,
dünyanın önde gelen sanat tarihçilerini, uzmanları,
müzeleri kolaylıkla kandırabiliyor; yetmiyor baş
tacı yapılıyorlar. Mesela taklitçi ressam John
Myatt, 1995’te yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanmışken
bugün tabloları arkalarında “gerçek bir sahte tablo”
etiketiyle milyon dolarlara satılıyor. Birkaç yıl
önce hapisten çıkan “Süperstar Sahtekar” Wolfgang
Beltracchi ise, yaptığı “aslında olmayan” Picasso
tabloları ile Sotheby’s, Christie’s, Lempertz gibi
dünyaca ünlü müzayede evlerinde alıcı buluyor.
Ressamın son iki yılda elde ettiği kazancın 34
milyon euro (yaklaşık 115 milyon TL) olduğu
söyleniyor.
EFSANE SAHTECİ
Konu sahte resimse,
hakkını yiyemeyeceğimiz bir isim var: Hollandalı Han
van Meegeren. “Gelmiş geçmiş en büyük resim
dolandırıcısı” denen sanatçı, zamanında Nazileri
bile dolandırmasıyla ünlü. 17. yüzyıldan kalma
olduğunu iddia ettiği bir Johannes Vermeer taklidini
Hitler’in yardımcısı Hermann Göring’e satmış.
Dahası, sahte tablo Hollanda’nın Ulusal Hazineleri
listesine de girmiş. Bugün “Vermeer’i Vermeer’den
iyi resmeden sanatçı” olarak anılıyor.
Habertürk,
Haber: Deniz Çağlar, 21.02.2016
|
DEFİNE UĞRUNA 700 YILLIK TÜRBEYİ KAZDILAR
İzmir’in Tire İlçesi'nde akıllara durgunluk veren bir
olay yaşandı. Gözü dönmüş define avcıları Balım
Sultan Zaviyesi bahçesinde bulunan İsa Baba
Türbesi’ne girerek türbe içerisindeki mezarı kazdı.
Geçtiğimiz aylarda restorasyon çalışmaları devam
eden Tarihi Kutu Han’da işçiler tarafından çıkarılan
hazinenin ardından define avcıları gözünü
şimdi de İzmir’in tarihi kentlerinden biri olan
Tire’ye dikti. Türbeleriyle meşhur olan Tire’de,
Balım Sultan Zaviyesi bahçesinde bulunan ve 700
yıllık olduğu öne sürülen İsa Baba Türbesi de
definecilerden nasibini aldı. Bir süre önce kimliği
belirsiz kişi yada kişiler İsa Baba Türbesi’ne
gelerek türbe içerisinde bulunan iki mezardan birini
kazarak türbeyi talan etti.
Olay, türbeye ibadet etmeye gelen bir gurup
vatandaş tarafından fark edildi. Geçtiğimiz günlerde
bir gurup ziyaretçi, hem Balım Sultan Türbesi’ni hem
de İsa Baba Türbesi’ni ziyaret etmek için türbelerin
bulunduğu alana geldi. Bu sırada gurubun içinden bir
kişi İsa Baba Türbesi’nin kapısının açık olduğunu
gördü ve kapıdan içeri girdi. Gördüğü manzara
karşısında neye uğradığını anlamayan ziyaretçi
durumu hemen Jandarma’ya bildirdi.
Tire İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler,
Tire müzesi yetkilileriyle birlikte Türbeye geldi.
Olay yerinde detaylı inceleme başlatan Jandarma,
mezarın kim yada kimler tarafından kazıldığı
hakkında çok yönlü çalışma başlattı. Müze
yetkililerinin de incelemeye aldığı konu, Tire’de
büyük yankı uyandırdı. Jandarma ve Polis ekipleri
ilçeye gelen define avcılarını yakalamak ve diğer
tarihi yerleri korumak için Tire’de alarmın rengini
kırmızıya çevirdi. Türbenin kim yada kimler
tarafından kazıldığı henüz belirlenemezken güvenlik
güçleri şimdi her yerde define avcılarını arıyor.
Milliyet, 20.02.2016
|
TARİHİ MEZARLIĞI DA TALAN ETMİŞLER
İstanbul'un tarihi dokusunun en önemli
göstergelerinden biri olan Osmanlı dönemine ait
mezarların içler acısı hali yürek burkuyor. Kadıköy
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'ndaki tarihi mezar
taşlarının da kırık dökük hali tepki çekiyor.
Taşlarının üzerinde kişisel bilgilerle birer
biyografi belgesi özelliği taşıyan mezarlık İBB
Meclisi gündemine taşındı.
Kadıköy'deki 300
yıllık Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'ndaki talan
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi'ne
taşındı. CHP İBB Meclis Üyesi Mesut Kösedağı,
“Tarihi kavuk baş taşlı mezar taşları yerle bir
olmuş, kırılmış, bazı mezarlar kazılmış durumdadır.
Bahtsız ve sahipsiz olan mezarlık, Marmaray
projesinin ortasında kalmasından dolayı yine yok
olma durumundadır.” dedi.
Ayrılık Çeşmesi
Mezarlığı'ndaki mezar taşlarında sivil ve askeri
kişilerin başlık ve rütbe işaretleri de yer alıyor.
Osmanlı mezar taşlarının günümüzde bir daha
yapılamayacak taş işçiliği ile süsleme
mükemmelliğine de sahip olduğu dile getiriliyor.
MEZARLAR
YIKILMIŞ, TAŞLAR DEVRİLMİŞ
İBB Meclisi şubat ayı
toplantısında söz alan Kösedağı, kentteki tarihi
mezarlıkların son durumunu sordu. Kösedağı, yaklaşık
300 yıllık Müslüman Türk mezarlığını kaderine terk
edenleri milletin vicdanına havale ettiğini
belirtti. Kösedağı, sürekli ecdadıyla övünen yerel
yöneticilerin Osmanlı Devleti döneminde sarayın
ileri gelenlerinin mezarlarını barındıran Ayrılık
Çeşmesi Mezarlığı'nı kaderine terk ettiğini öne
sürdü. Kösedağı, şunları söyledi: “Ayrılık Çeşmesi
Mezarlığı, Üsküdar'dan başlayarak Kadıköy üzerinden
Kızıltoprak'a kadar uzanan Büyük Karacaahmet
Mezarlığı'nın bir bakıma son önemli ucudur.
Mezarlıkta genellikle saraya mensup kişilerin
kabirleri bulunuyor. Bugün pek az bir parçası kalan
mezarlıkta mevcut mezar taşları da yarı yarıya
gömülmüş, bir kısmı parçalanmış, büyük bir kısmı da
otlar ve dikenler arasında kaybolmuş durumdadır.”
RESTORE
EDİLECEK Mİ?
Mesut Kösedağı,
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın Marmaray projesinin
ortasında kalmasından dolayı yok olma sürecine
girdiğini kaydetti. Kösedağı, hazırladığı önergede
şu sorulara yer verdi: “Ayrılık çeşmesi mezarlığı
hangi kurumun sorumluluğundadır? Mezarlığın bir
kitabesi neden yoktur? Mezarlığın tarihi hakkında
bilgi veren bir tabela koymayı düşünmüyor musunuz?
Halkın ziyaretine kapalı olan, büyük bir bölümü yok
olmuş Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nı restore etmeyi
düşünmüyor musunuz?”
Zaman, 20.02.2016
|
ABD'DEN EDİRNE DARÜŞŞİFASI'NA BRONZ ÖDÜLÜ GELDİ
500 yıllık geçmişiyle tıp tarihinde önemli bir yere
sahip olan Sultan II. Bayezid Edirne Darüşşifası’nın
Abdi İbrahim tarafından gerçekleştirilen yenileme
projesi, iletişim alanında ödül aldı.
Proje, dünyada
iletişimin Oscar’ları olarak kabul edilen ve bu yıl
26’ncı kez düzenlenen Mercury Mükemmellik
Ödülleri’nde bronz ödüle layık görüldü.
Çağdaş müzecilik
anlayışıyla yenilenen Sultan II. Bayezid Edirne
Darüşşifası, geçtiğimiz yıl 235 bin 437 kişi
tarafından ziyaret edildi.
ABD’nin New York
kentinde düzenlenen Mercury Mükemmellik Ödülleri’ne
bu yıl 23 ülkeden bine yakın proje katıldı ve
projeler iletişim alanında uzman 66 kişilik bir jüri
tarafından değerlendirildi.
Habertürk, 19.02.2016
|
14 - 20 Şubat 2016
|
TARİHİ YARIMADA
OTELLERLE DOLACAK
Eminönü’nden sonra
Yenikapı, Aksaray ve Yedikule’yi de turizmin
hizmetine açtı. Tarihi semtlerin dokusunu bozacak
karar yoğun inşaat faaliyeti yaratacak.

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB), tarihi yarımadayı ‘otel
yarımadası’na dönüştürecek bir karar aldı. Tarihi
semtlerdeki sosyal dokuyu bozacağı için tepki çeken
girişimin ilk adımı ocak ayında atıldı. Belediye,
tarihi yarımadanın en güzel sivil mimari örneği
evleri ve tescilli hanlarının bulunduğu Eminönü’nde
ev pansiyonculuğu yapılmasına izin verdi. İBB; şimdi
de Yedikule, Yenikapı ve Aksaray için aynı kararı
aldı.
DÖRT MAHALLEYİ
KAPSIYOR
Fatih Belediyesi tarafından
“Yedikule-Yenikapı 3. Etap Yenileme Avan Projesi”
ile “Aksaray ve Çevresi Yenileme Avan Projesi” için
hazırlanan imar planı değişiklikleri şubat ayında
İBB Meclis gündemine geldi. İmar ve Bayındırlık
Komisyonu, Yedikule-Yenikapı 3. Etap Yenileme Avan
Projesi’ne ilişkin plan değişikliği teklifini “3.
derece ticaret alanlarında ev pansiyonculuğuna
yönelik kullanımlar yer alabilir” notunu ekleyerek
uygun buldu ve meclise havale etti. Alınan bu karar,
Yalı, Kasap İlyas, Çakırağa, Kürkçübaşı
mahallelerini kapsıyor.
AKSARAY TİCARET ALANI OLDU
202
bin metrekarelik alanı ilgilendiren “Aksaray ve
Çevresi Yenileme Avan Projesi” kapsamında 21
yerleşim adası için yapılan imar planı değişikliği
de aynı toplantıda gündeme alındı. Plan değişikliği
ile yerleşim adaları 2. derece ticaret, 3. derece
ticaret ve park alanına çevrildi.
YAPILAN DEĞİŞİKLİK A’DAN Z’YE YANLIŞ
Komisyon bu değişiklik talebini de “3. derece
ticaret alanlarında ev pansiyonculuğuna yönelik
kullanımlar yer alabilir” plan notunu ekleyerek
uygun buldu. Her iki komisyon raporu da CHP grubunun
muhalefetine rağmen kabul edildi. CHP’li Meclis
Üyesi Esin Hacıalioğlu, İBB Meclisi’nin ardı ardına
aldığı bu kararların A’dan Z’ye yanlış olduğunu
söyledi.
YARIMADAYI YATAKHANE
YAPTILAR
Hacıalioğlu “5 yıldızlı otel yerine ev
pansiyonculuğunu desteklemek lazım. Ancak burada
bildiğimiz anlamda ev sahibinin bir kaç odasını
pansiyon olarak kiraladığı uygulama yok. Evler otele
dönüştürülüyor. Sosyal dokuyu da bozuyorlar. Tarihi
yarımadayı yatakhane olarak görüyorlar” dedi.
Sözcü, Haber: Özlem
Güvemli, 18.02.2016
|
 |
AUGUST RODIN'İN
HEYKELİNE 2.2 MİLYON EURO ÖDEDİ
Fransız heykeltıraş August Rodin’in “Öpücük”
heykelinin sanatçının ölümünden sonra kalıbı
kullanılarak yapılan bir bronz dökümü, rekor fiyata
alıcı buldu.
Fransa’nın başkenti
Paris’te yapılan açık artırmada, 1927’de yapılan 85
santimetre yüksekliğindeki bronz döküm, bir
Amerikalı koleksiyoner tarafından 2.2 milyon Euro’ya
(yaklaşık 7.2 milyon TL) satın alındı. Bu miktarın
“bir döküm modele verilen en yüksek bedel” olduğu
açıklandı.
Habertürk, 18.02.2016
|
TARİHİN EN ESKİ
KATLİAMINA AİT KANITLAR BULUNDU

Kenya Nataruk'ta bulunan insan kalıntıları
tarihin en eski katliamına ait olabilir. 27
insana ait kalıntılar 10.000 yıl eskiye
dayanıyor
Arkeologlar,
Kenya’da yapılan kazı çalışmaları sırasında
tarihin en eski katliamından kalmış olabilecek
kalıntılara rastladı. Webtekno’da
yer alan ve arkeologların aktardıklarına göre
yaklaşık 10.000 senelik kalıntıların bulunduğu
bu kazı alanında birçok farklı insan bedenine
ait kemikler bulunuyor. Bundan 10.000 sene önce,
yani MÖ 8000 yılları insanlık hakkında fazla
bilginin olmadığı, bilinmez yıllar arasında
bulunuyor. Bu kalıntılar, insanların karanlık
tarihinden kalmış olmaları nedeniyle hem
toplumların yapılanmasına, hem de insanların
bilinmeyen tarihine ışık tutabilirler.
Arkeologların söylediğine
göre Turkana Gölü’nün batısında yer alan
Nataruk’ta bulunan kalıntılarda tam 27 farklı
kişiye ait kemik örnekleri mevcut. Bu
kemiklerin, kişilerin toprağa düzgün olarak
gömülememiş olması nedeniyle tam 10.000 yıldır
çürümediği düşünülüyor. Arkeologların
söylediğine göre bu kalıntılar tarihin ilk
savaşının yanı sıra ilk katliamının da
kalıntıları olabilirler. 2012 yılından beri
bölgede sürdürülen çalışmalar sonucunda bulunan
kemiklerin bölgede öldürülmüş olan göçebelere
ait olduğu düşünülüyor. Tahminlere göre
kadınların ve çocukların da aralarında bulunduğu
göçebeler, bölgede yaşayan toplayıcı ve avcılar
tarafından saldırıya uğramış ve öldürülmüşler.
Kalıntılar çok eski
olması nedeniyle araştırmacılara o dönem
hakkında detaylı bilgiler veremiyorlar ancak
böyle bir bulgu, bilim dünyası açısından son
derece önemli.
Sözcü, 17.02.2016
|
HOBBİTLER MEĞER
BAŞKA BİR TÜRMÜŞ
NTV'nin haberine göre kalıntılarına ilk kez 2003
yılında Flores adasında ulaşılan Homo
floresiensis türü ile ilgili yeni bir iddia ortaya
atıldı.
Homo floresiensis'e ait
kemikler üzerinde araştırmalar yapan Fransız bilim
insanları kısa boyları nedeniyle 'Hobbit' olarak da
anılan Homo floresiensis'in daha önce ortaya atılan
iddiaların aksine deforme olmuş bir insan türü
olmadığını öne sürdü.
"HOMO SAPIENS DIŞINDA
KALAN TÜRLER BU SÜREYE KADAR HAYATTA KALAMAZ"
Daha önce aynı alanda araştırmalar yapan
bilim insanları Homo sapiens dışında kalan bir insan
türünün 18 bin yıl gibi erken bir tarihe kadar
hayatta kalamayacağını öne sürmüştü.
Bu teorinin aksine, son
çalışma 'Hobbit'lerin modern insan ile bağı
bulunmayan bir tür olduğu iddiasında.
Sonuçları, Journal of Human
Evolution'ın Nisan sayısında yayınlanacak araştırma
kapsamında 15 bin yaşında olduğu düşünülen
kafataslarını 3D tarayıcılar ile incelenen ekip,
Homo floresiensis'in bizim türümüzün karakteristik
özelliklerine sahip olmadığı sonucuna vardı.
Araştırmanın Homo
floresiensis'in deforme olmuş Homo sapiens olduğu
bilgisini kanıtlamadığının altını
çizen France'daki 'Natural History Museum' (Doğa
Tarihi Müzesi) çalışanı ve araştırmanın
lideri Antoine Balzeau, AFP'ye yaptığı
açıklamada kendi iddialarını kanıtlamak için
çalışmalara devam ettiklerini belirtti.
Radikal, 17.02.2016
|
TARİHİ SURLARA
AVRASYA TÜNELİ DÜZENLEMESİ
Avrasya
Tüneli'nin
çıkma noktası olan Kennedy caddesinin ayırdığı kara
surlarıyla deniz surları Bizans çağında olduğu
benzeri Mermer Kule'de birleşecek.Fakat
İstanbul'u denizden iştirak eden saldırılara karşı
muhafaza etmek üzere deniz kenarına yapılan tarihi
surlarla deniz arasına Avrasya Tüneli'ni karaya
bağlayan yol girecek.
Temeli 2011 senesinde atılan
ve 2017 senesinde açılması tasarılanan Avrasya
Tüneli'nden sonra kesintisiz erişimin sağlanabilmesi
için kavşak ve yol genişletme çalışmaları için imar
tasarınında değişim yapıldı . İstanbul Megakent
Belediye Meclisi'nde görüşülen 'İstanbul Boğazı Yolu
Tüp Geçiş Projesi Avrasya Tüneli' imar planına göre
tünel, Avrupa yakasındaki çıkma noktası olan
Kazlıçeşme üstünde yapılacak kavşakla bağlanacak.
Bakırköy-Yenikapı arasındaki kıyı yolu, ortadaki
transit yol kaldırılarak 3'er şeritli duruma
getirilerek akışkan bir trafik sağlanması
tasarılanıyor .
KARA SURLARI İLE
DENİZ SURLARI BİRLEŞİYOR
Fatih,
Zeytinburnu ve Bakırköy sahili süresince ilerleyecek
proje, şu anda deniz ve kara surlarının birleşme
noktası olan Mermer Kule'nin denize olan konumunu
değiştirecek. İstanbul Megakent Belediyesi
(İBB) Başkanı Kadir Topbaş, Geçen Ekim ayı içinde
Kara Surlarıyla Deniz Surlarının Mermer Kule'de
birleştirilmesi için iş yürüttüklerine ilişkili
olarak basın üyelerine ipucu vermişti. Bu tasarıya
göre , surları bölen şuanki kıyı yolu iptal
edilerek, Mermer Kule'nin güneyinden geçecek. an
itibariyle yolun geçtiği ve projenin yapılmasıyla
beraber sur içerisinde kalacak bölge ise rekreasyon
sahası olarak kullanılacak.
ONALTIDOKUZ
KULELERİNİN ÖNÜNDEN 8 ŞERİTLİ YOL GEÇECEK
Raporda bununla beraber , Veliefendi
Hipodrom'unun bulunduğu Onuncu Yıl Caddesi ile Turan
Güneş Caddesi arasındaki Kennedy Caddesinin
kapasitesinin arttırılmasının tasarılandığı ,
"Kennedy Caddesi'ne direkt bağlanan yöntemlerin ,
trafik hızını düşüreceği tespit edildiğinden
tasarılanan yolun kuzeyinde de 2 şeritli yan yol"
inşa edileceği belirtiliyor. Bu tasarıya göre
İstanbul'un siluetini bozduğu iddiasıyla
tıraşlanması istenen 16: 9 kulelerinin bulunduğu
kıyı bandı yeni yapılacak dolgu çalışmalarıyla
genişletilecek. Tasarıya göre Onaltıdokuz
kulelerinin önünden 8 şeritli yol geçecek.
CHP: VATANDAŞ SAHİLE
ULAŞAMAYACAK
İBB Meclisi'nde oyçokluğu
ile onaylanan rapora göre , tüp geçişi işletmeye
açıldığında, yolun kenarında olan 2,5 metrelik
kısım yaya yolu ve güzel bir bisiklet yolu olarak
kamunun kullanımına açık kalacak. 6 kısımdan oluşan
projenin, önceden planlı bir şekilde değil de şuanki
gelişmelere göre planlandığını dile getiren CHP
Meclis üyesi mimar Esin Hacıalioğlu, yöntemlerin
eklenmesi ile sahilin vatandaşın ulaşımına
kapatılacağınıylatti .
Avrasya Tüneli'ni
sadece lastik tekerlekli ulaşıma karşı olduğu ,
toplu ulaşıma hitap etmemesi nedeni ile eleştiren
Hacıalioğlu, bu trafikteki yoğun ve akışkan araç
trafiği yaşanacağına dikkat çekti. Hacıalioğlu,
"Madem projeden vazgeçmiyorsunuz, hiç olmazsa bu
yolu zemin altına alalım ki vatandaşlar sahile
ulaşabilsinler" önerisinde bulundu.
haberport.com, 17.02.2016
|
İTALYA DÜNYA
MİRASINI KORUMA ALTINA ALIYOR
İtalya’nın Dünya Mirası statüsüne sahip popüler
bir turistik bölge olan Cinque Terre’ye
girmesine izin verilen turist sayısını bölgedeki
yerel kültürü koruyabilmek adına önemli oranda
kısıtlamayı planladığı açıklandı.
Yetkililer İtalya’nın
kuzey batısındaki bu bölgede bulunan 5 balıkçı
kasabasını sadece bu yaz 2.5 milyon turistin
ziyaret ettiğini ve bu yoğunluğun bölge halkına
büyük zarar verdiğini söyledi.
Bölge halkı özellikle
turistik yolcu gemileri ile Cinque Terra’ya
gelen turistlerin kontrol edilemez bir yoğunluk
yarattığını ve köyleri yaşanamaz hale
getirdiğini söyledi.
İTALYAN
GAZETESİNE KONUŞTU
Cinque Terre
Parkı lideri Vittorio Alessandro konuyla ilgili
la Repubblica gazetesine yaptığı açıklamada bu
yıl bölgeye sadece 1.5 milyon turistin giriş
yapmasına izin verileceğini söyledi ve “Bu karar
nedeniyle eleştirileceğimizi biliyoruz, ancak bu
bizim varlığımızı sürdürebilmemiz ile ilgili bir
konu” dedi.
Yetkililer, bölgeye çıkan
yollara özel cihazlar yerleştirilerek köylere
doğru giden kişilerin sayısının tespit etmeyi ve
önceden belirlenmiş bir sayıya ulaşıldığında tüm
yolları kapatmayı planladıklarını açıkladı.
BİLET
ALACAKLAR
Cinque
Terre’yi ziyaret etmek isteyen tüm turistlerin
bölgeye girişlerini garanti altına alabilmek
için ziyaretlerinden önce internet üzerinden
bilet satın almak zorunda kalacağı da
belirtildi.
Dik, dar patikalarla
ulaşılan ve rengarenk köy evleri barındıran
Cinque Terre bölgesi bir kaç yıl öncesine dek
turistlerin yoğun ilgisi ile karşılaşmıyordu.
Ancak son yıllarda
Akdeniz’in Tunus gibi bazı popüler turist
merkezlerinin bölgede yaşanan terör saldırıları
nedeniyle tercih edilmemeye başlamasının
ardından yolcu gemileri Cinque Terre’yi de
düzenli olarak durdukları limanlar arasına
ekledi. Bu durum bölgenin bir anda milyonlarca
kişinin ziyaret ettiği popüler bir turistik
merkeze dönüşmesine neden oldu.
Hürriyet, Haber: Birce
Bora, 17.02.2016
|
TARİHİ OKULUN
ARAZİSİNDE BUTİK OTEL
Yenikapı Surp Tateos Partoğomeos Kilisesi Vakfı,
uzun yıllar önce kapanan Hayganuşyan Okulu’nun
bulunduğu araziyi kiraya verdi. Geçen yıl Haziran
ayında BRF Uluslar Arası Taşımacılık ve Dış Ticaret
Limited Şirketi’yle sözleşme imzalayan vakıf,
projenin Anıtlar Kurulu’ndan geçip başlamasını
bekliyor. Yenikapı Surp Tateos Partoğomeos Kilisesi
Vakfı Başkanı Murat Karaman ve projenin mimarı Yusuf
Sertkaya, 25 yıl boyunca ‘yap-işlet-devret’ modeli
çerçevesinde kiralanan bina hakkında Agos’a
açıklamalarda bulundu.
‘Yıllık vakfın
kasasına 180 bin TL girecek’
Tarihi yapı
olduğundan dolayı mimarisi bozulmadan üç parsellik
alana yapılacak olan butik otel, üç katlı ve 35
odalı olacak. İzin süresi bir yıl, inşaat süresi üç
yıl olmak üzere, yapının toplam dört yılda
tamamlanacağını belirten Vakıf Başkanı Murat
Karaman, projeden umutlu.
Projenin tamamlanmasıyla,
vakfa yılda 180 bin TL kazandıracağını belirten
Karaman, her yıl düzenli olarak kira artışı
olacağını ve kasaya giren bu parayla ihtiyacı olan
vakıflara yardım edileceğini söyledi.
‘Proje rölöve
sürecinde’
Mimar Yusuf Sertkaya ise şu
bilgileri paylaştı: “Projenin kısa sürede Anıtlar
Kurulu’ndan geçmesini bekliyoruz. Çizimlerimiz
hazır. Tarihi bir yapı olduğundan, aslına uygun
olması gerekiyor. Proje rölöve sürecinde, izinler
tamamlandıktan sonra inşaata başlayacağız. Üç
parsel, 300 metrekarelik alana yapılacak olan proje
çerçevesinde üç yılın sonunda üç katlı, 30 odalı bir
butik otel inşa edeceğiz.”
Tarihi belgelerde
Hayganuşyan Okulu
Yenikapı’daki Ermeni
okullarının kuruluş tarihlerine dair net bilgiler
bulunmasa da, 19. yüzyıldan önce de burada
Ermenilere ait eğitim kurumları olduğu tahmin
ediliyor. 1880’de, Arakelots Okulu’nda 54,
Hayganuşyan Okulu’nda ise 87 öğrenci bulunuyordu.
İstanbul Ermeni Patrikliği Tedrisat Komisyonu’nun 1
Ocak 1907 tarihli envanterinde ise, iki okula
ilişkin veriler bir arada sunulmuş: Sekizi erkek,
dördü kadın, toplam 12 öğretmen; 42’si kız, 45’i
erkek, toplam 87 anaokulu öğrencisi; 107’si kız,
116’sı erkek, toplam 223 ilkokul öğrencisi. Bu
okulların sonraki yıllardaki akıbeti hakkında ise
bilgi bulunmuyor.
.Agos, Haber: Miran Manukyan,
17.02.2016
|
MACHU PICCHU TEHLİKE ALTINDAKİ DÜNYA MİRASI
LİSTESİ'NDEN ÇIKIYOR
UNESCO, Machu Picchu’daki
çalışmalarda gelişme kaydedildiğini ve Machu
Picchu’nun Tehlike Altındaki Dünya Mirası
Listesi’nden çıkarıldığını onayladı.
UNESCO tarafından Cusco’daki Tarihi Tapınak’ta
geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen incelemeler
sonrasında, ekip İnka kalesinde gelişme
kaydedildiğini onayladı.
Gelişmenin devamlılığını garanti altına almak
için, bu kültür mirası alanını koruyacak gerekli
adımların belirleneceği bir rapor hazırlanacak.
UNESCO uzmanı César Moreno Triana, “Burada çok
önemli gelişmeler gerçekleşti ve bu gelişmeler
sayesinde, Machu Picchu’nun Tehlike Altındaki Dünya
Mirası Listesi’nde yer alması ihtimali minimuma
düşürüldü.” dedi.
Alanda gerçekleştirilen gözlemler, Kültür
Bakanlığı ve Ulusal Tabiatı Koruma Birimi, Dış
Ticaret ve Turizm Bölge Müdürlüğü ve diğer devlet
birimlerinin burada yapıcı çalışmalar
gerçekleştirdiğini gösteriyor.
Moreno Triana, Machu Picchu yönetiminin bu
arkeolojik kompleksi koruma çalışmalarını devam
ettireceğine dair bir rapor hazırlayacaklarını
belirtti.
2017 Şubat ayında, Machu Picchu’daki gelişmenin
devam edip etmediğini gözlemlemek için bir takip
incelemesi gerçekleştirilecek.
onedio.com,
16.02.2016
|
İNŞAATI BİLE BİTMEDEN 'KÜLTÜREL MİRAS' OLDU
Belediye, hizmet verilecek ‘kültürel miras’
nitelikli 34 cami arasına Çamlıca’yı da kattı.
CHP’liler, “Açılmadan nasıl tarih oldu?” diye tepki
gösterdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
“İstanbul’un her yerinden görülsün” talimatı ile
yaptırdığı Büyük Çamlıca Camii, daha inşaatı
bitmeden kültürel miras ilan edilerek Mimar Sinan’ın
büyük eseri Süleymaniye ile aynı kategoride
değerlendirildi.
İstanbul’daki 34
caminin güvenliği, temizliği, tuvaletlerinin
işletilmesi ve basit bakım onarım işlerinin bir yıl
süre ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılması için protokol imzalandı. İBB’nin şubat ayı
meclis oturumunda oylanarak kabul edilen protokol 1
yıl geçerli olacak. İBB, “kültürel mirasın korunarak
gelecek kuşaklara devri görevinin müşterekliği”
nedeniyle faaliyetleri karşılığında hiçbir bedel
talep etmeyecek.
MECLİSTE TEPKİLERE NEDEN OLDU
Güvenlik ve temizlik hizmeti verilecek kültürel
miras niteliğindeki 34 cami arasında Sultanahmet,
Beyazıt, Süleymaniye, Fatih, Mihrimah Sultan, Kılıç
Ali Paşa, Eyüp Sultan gibi tarihi yapılar bulunurken
Çamlıca Camii’nin yer alması da dikkat çekti.
Çamlıca Camii’nin daha inşaatı bitmeden “kültürel
miras” olarak değerlendirilmesi ve açılmadan
temizlik ve güvenlik işlerinin bedavaya getirilmesi
meclis oturumunda tepkilere neden oldu.
“ERDOĞAN İSTEYİNCE OLUYOR”
İBB Meclisi CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban,
“İnşaatı devam eden caminin listeye eklenmesini
yadırgadık. Açılmadan nasıl ‘tarihi’ oldu?” diye
sordu. CHP Meclis Üyesi Hasan Tapan da aralarında
Mimar Sinan’ın eserlerinin bulunduğu camiler içinde
Çamlıca Camii’nin yer almasını doğru bulmadıklarını
vurguladı. Bu camiye özel tünel projesi
hazırlandığını da anımsatan Tapan, Erdoğan’ın
talimatı söz konusu olunca her şeyin çok kolay
halledildiğini söyledi.
Sözcü, Haber: Özlem
Güvemli, 16.02.2016
|
2 MİLYONA RESTORE ETTİLER, SONRA ÖZEL VAKFA
DEVRETTİLER
İstanbul Eyüp’teki Vezir Tekkesi’nin
belediye tarafından 2 milyon lira harcanarak restore
edildikten sonra özel bir vakfa tahsis edildiği
ortaya çıktı.

Harap durumdaki Nakşibendi tekkesinin
restorasyonu büyük bir yatırım gerektirdiği için
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2008 yılında
Büyükşehir’e tahsis edilmişti.

Restorasyonun bitmesinden hemen sonra başlayacak
olan on yıllık kullanım hakkı bulunmasına rağmen
İBB, tekkeyi kullanmadı. İstanbul Vakıflar 1. Bölge
Müdürlüğü’ne başvurarak özel bir vakıf lehine tahsis
hakkından feragat etmek istediğini bildirdi. Tekke,
Sahn-ı Seman İslami İlimler Eğitim ve Araştırma
Merkezi’ne tahsis edildi.
Sayıştay’ın, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi 2014 Yılı Düzenlilik Denetim
Raporu’nda söz konusu restorasyon ve tahsis ile
ilgili dikkat çekici tespitler yapıldı. Raporda “Söz
konusu taşınmazın tahsis amacına uygun olarak
kullanılmaksızın özel bir vakfa tahsis edilmesine
neden olunması idare yararı ve kurum menfaatleri ile
bağdaşmamaktadır” denildi. İBB’nin yaptığı tahsisi
açıklayacak somut herhangi bir bilgi veya belge
göndermediğine de vurgu yapıldı.
Sözcü, Haber:
Özlem Güvemli, 16.02.2016 |
10 YILDA NE SÖZLER VERİLDİ
İBB İmar Komisyonu, mahkeme tarafından iptal edilen
1/5000 ölçekli Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve
Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nın revize
edilmesini kararlaştırdı. Bu tarihi gar için
sevindirici bir haber. Peki bu karar ne anlama
geliyor?
Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak
inşa edilen Haydarpaşa Tren Garı 19 Ağustos 1908'de
hizmete girdi. Son 10 yıldır tarihi garla ilgili
tartışmalar hiç bitmedi. Gar fonksiyonunu şimdilik
kaybetse de sevindirici haber İBB İmar
Komisyonu’ndan geldi. Daha önce mahkeme tarafından
iptal edilen 1/5000 ölçekli Haydarpaşa Garı, Kadıköy
Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı'nın revize edilmesi kararlaştırıldı. Yeni
hazırlanacak planda Haydarpaşa Garı, ‘Hızlı Tren’in
ilk istasyonu olacak ve tarihi kimliği korunarak gar
fonksiyonuna devam edecek.
HALA ŞÜPHE VAR!
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine
tanıklık eden, Anadolu'ya açılışın veya İstanbul’a
son durağı Haydarpaşa Garı ve çevresi 2004 yılından
bu yana plan noktasında çok defa değişikliğe uğradı.
Yöneticiler birçok sözler verdi. Her defasında bu
sözler unutularak tarihi gar ve çevresi rant amaçlı
kullanıma açık tutuldu. İBB’nin son kararı da
açıkçası çok inandırıcı olmamakla birlikte verilen
sözü sevinçle karşılamayı gerektiriyor. Ancak bir
lütufta değil. Çünkü yargı hali hazırdaki planı
iptal etmişti. İBB’nin bu planı değiştirmekten başka
çaresi de yoktu. Hoş bu yönde pek çok mahkeme
kararına şahidiz. Sadece plan notlarında ufak
tefek değişiklik yapılarak yargı kararları
geçiştirilirdi. Çevredeki revizyon nasıl yapılacak
henüz net değil ama en azından tarihi gar binasının
asli fonksiyonunda yeniden kullanılacak olması
STK’ların mücadelesiyle kazanılmış önemli bir
haktır.
KORUMA KURULU DİRENDİ
Şimdi son 10 yıllık Haydarpaşa Garı mücadelesine
ve gelişmelere bir göz atalım… Haydarpaşa Garı,
İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun 21.08.1997 gün ve 4542 sayılı
kararı ile "1. grup korunması gerekli kültür
varlığı" olarak tescil edilerek korumaya alındı.
2004 yılında basında "Haydarpaşa Manhattan olacak"
başlığı altında Haydarpaşa Limanı ve çevresi için
hazırlanmakta olan proje ile gar ve limanı içine
alan bölgenin dünya ticaret merkezi olarak
planlandığı duyuruldu. Bu tarihten itibaren de
tartışmalar hiç bitmedi.

Revize edilecek planda Haydarpaşa'nın görünümü maket üzerinde böyleydi.
TCDD’NİN İNADI
Haydarpaşa ve çevresini imara açan planlar 2005
yılında kültürel dokuya uygunsuzluğu nedeniyle
İstanbul 3 Numaralı Koruma Kurulu'ndan onay alamadı.
TCDD yılmadı planları tekrar iletti. Ancak yine
planlar kuruldan onay alamadı. 5 Numaralı Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu 26 Nisan 2006 gün ve 85
sayılı karar ile Haydarpaşa Garı ve çevresini
Kentsel ve Tarihi Sit olarak tescil etti. Ancak
kararın dağıtımı yapılmadı. Kararın yeniden
görüşülmesi için Kültür Bakanlığı devreye girdi.
Kurul kararında direnince Haziran 2007 tarihinde
TCDD İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde kararın iptali
yönünde dava açtı. Mahkeme davayı reddedince, TCDD
temyiz etti ama karar Danıştay’ca onandı. Böylelikle
Haydarpaşa Garı çevresi SİT ilan edilerek korumaya
alındı.
Bu tarihten sonra adım adım gelişmeler şöyle
yaşandı.
*Kasım 2007 İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile
Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü
arasında imzalanan 30.11.2007 tarihli protokol ile
Haydarpaşa limanı ve geri sahasını kapsayan bölge
için "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa gar, liman ve geri
sahası koruma amaçlı nazım imar planı" çalışmasının
yapılması karara bağlandı.
*28 Kasım 2010 saat 14.30’da Tarihi Haydarpaşa
Garı çatısında yangın çıktı. Tarihi bina büyük
hasar gördü.
*Kasım 2011 Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve
Harem Otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm,
ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan “1/5000
Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı”, İBB
Meclisi’nde oy çokluğunca kabul edildi.
*Şubat 2012 "Haydarpaşa gar, liman ve geri sahası
koruma amaçlı nazım imar planı" İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Meclisi’nde onaylandı. İstanbul Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, “Gar fonksiyonunu kaybedecek.
Garı konaklama fırsatı verebilecek şekilde
değerlendireceğiz.” dedi.
*Eylül 2012 İstanbul Haydarpaşa Garı ve Liman
Dönüşüm Projesi için nihai düzenleme kararı, AKP’li
üyelerin çoğunluk oyları ile İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi’nden geçti.
*Ekim 2012 Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları
Odası İstanbul şubeleri, Birleşik Taşımacılık
Çalışanları Sendikası ve Liman-İş tarafından
"Üsküdar İlçesi, Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman
Geri Sahası 1/5000 Ölçekli, 19 Haziran 2012 Tasdik
Tarihli Nazım İmar Planı’nın yürütmesinin
durdurulması ve iptali istemi ile dava açtı.
*Kasım 2012 İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın
“Tüp geçit var. Bina yapılamaz.” itirazı üzerine,
Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için TCDD
arsalarına verdiği ticaret imar iznini iptal etti.
Arsalar imar planına yeşil alan olarak işlendi.
*Aralık 2012 İstanbul 5 No’lu Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu 27 Aralık 2012 tarih ve 899 sayılı
kararı ile restorasyon projelerini onayladı.
*Şubat 2013 Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Yıldırım, Haydarpaşa Garı’nın otel
olmayacağını söyledi.
*Haziran 2013 Haydarpaşa Garı’ndan son banliyö
treni seferleri gerçekleşti.
*Aralık 2013 Haydarpaşa Garı yangınla ilgili
davada, izolasyon çalışmasını yapan 2 işçi ve şirket
sahibi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi.
*Şubat 2014 İBB Meclisi 3 Aralık 2013'te 1/5000
ölçekli Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Çevresi
koruma amaçlı nazım imar planı notlarında değişiklik
yaptı. Planın özü aynı kalmakla beraber değiştirilen
plan notları askıya çıktı.
*Haydarpaşa garı, Kadıköy Meydanı ve Çevresi
1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı
değişikliğine ilişkin İBB'nin 08 Ekim 2012 tarih
23954 sayılı kararının iptali ve yürütmenin
durdurulması istemi ile açılan davada dava sonuna
kadar yürütmenin durdurulmasına karar verildi.
*Mart 2014 Değiştirilen plan notlarının askıdan
inmesiyle 28.03.2014 tarihinde Haydarpaşa
Dayanışması adına Mimarlar Odası söz konusu planın
iptali ile yürütmesinin durdurulması istemi ile
İstanbul İdare Mahkemesi'nde dava açtı.
*Mayıs 2014 17 Şubat 2014 tarihinde yürütmenin
durdurulmasına kararına itiraz eden İBB'nin talebi
kabul edilmedi. "Haydarpaşa Garı Kadıköy Meydanı ve
Çevresi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı" için yürütmeyi durdurma kararı verildi.
*Haziran 2014 Restorasyon ihalesini Delta İnşaat
şirketi kazandı. Şirket 13 Haziran 2014 tarihinde
işe başlama sözleşmesi imzaladı.
*Eylül 2014 Kadıköy Belediyesi Haydarpaşa
restorasyon projesini reddetti. Haydarpaşa Gar
Binası restorasyonuna ruhsat vermedi.
*Kadıköy Belediyesi'nin reddettiği Haydarpaşa
Garı restorasyon projesinde, gara 100 bin
metrekarelik workshop, yeraltı otoparkı ve yeraltı
çarsısı gibi yeni bölümler eklendiği ortaya çıktı.
*Ağustos 2015 Harem bölgesi ile Haydarpaşa Liman
ve Geri Sahası 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı
şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu
yararına uygun olmadığı gerekçeleriyle iptal edildi.
*Aralık 2015 Ulaştırma Bakanlığı’nın Haydarpaşa
Garı ile ilgili plan detayları belli oldu:
Haydarpaşa Garı aslına uygun restore edilecek, gar
fonksiyonu korunacak. Bölgede planlanan birçok
ticaret alanı da iptal edildi.
Radikal, Haber:
Ömer Erbil, 16.02.2016
|
39 ESER GETİRİLDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2015 yılında
yasadışı yollarla ülke dışına çıkarılan kültür
varlıklarının iadesine yönelik çalışmaların
bilançosunu açıkladı. Avusturya’dan boğa figürü
başı ve Almanya’dan lahit parçasının da
aralarında olduğu 39 eserin Türkiye’ye iadesi
sağlandı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın verilerine göre, geçen yıl ABD’den
27, İsviçre’den 10, Avusturya ve Almanya’dan
birer olmak üzere toplamda 39 eser ait olduğu
topraklara geri döndü. 2002 yılından bu yana ise
4 bin 268 adet kültür varlığının yurtdışından
iadesi sağlandı. 2015 yılında iadesi sağlanan
eserler arasında Avusturya’dan boğa figürü başı,
İsviçre’den çeşitli seramik ve mimari
parçalardan oluşan Knidos kökenli 10 adet eser,
Almanya’dan lahit parçası, Amerika Birleşik
Devletleri Brauer Sanat Müzesi’nden iki adet
stel ve 23 adet muhtelif eser yer alıyor.
İKİNCİ KEZ
SEÇİLDİ
ABD’den getirilen
eserler arasında basına ‘Kitap Dedektifi’ olarak
yansıyan Hollanda’da İslam Bilim Tarihi üzerine
doktora yapan Hüseyin Şen’in girişimlerinin
ardından Schoenberg koleksiyonundan getirilen
iki elyazması eser de bulunuyor. Hüseyin Şen’e
Başbakan
Ahmet Davutoğlu tarafından Hollanda’daki
temaslarında takdirname verilmişti. Türkiye
tarihi eserlerin iadesi konusunda yaptığı
çalışmalar sonucunda 2015 yılında, ‘Kültür
Varlıklarının Kaynak Ülkeye İadesi veya Kanunsuz
Alıkoyma Durumunda Geri Verilmesinin Teşviki
Hükümetlerarası Komitesi’ üyeliğine (ICPRCP) 4
yıllık süreyle ikinci kez seçilmişti.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 16.02.2016
|
TARİHİ KONAK ŞİFA
MERKEZİ OLUYOR

Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon
çalışmaları tamamlanma aşamasına getirilen Hisar
bölgesindeki 200 yıllık sivil mimarlık örneği tarihi
konak Sağlık
Ocağı ve 112 Acil Servis İstasyonu olarak bölge
halkına hizmet verecek.
Bursa surları, tarihi han, hamam, cami ve köprü gibi
ecdat emaneti olan eserlerin yanı sıra harika haline
gelen sivil mimarlık örneği yapıların da kente
kazandırılması için büyük çaba harcayan Büyükşehir
Belediyesi, mülkiyetini üzerine aldığı Hisar
bölgesindeki yaklaşık 200 yıllık konağı da ilk günkü
ihtişamına kavuşturuyor. Hisar bölgesinde Kaleboyu
Caddesi üzerinde bulunan sivil mimarlık örneği
yapının mülkiyet sorununun çözümünün ardından
restorasyona başlayan Büyükşehir Belediyesi,
çalışmaları tamamlanma aşamasına getirdi. Ahşap
malzeme kullanımı ile sıcak bir görüntü kazanan
tarihi konak, aile sağlığı merkezi ve 112 Acil
Servis İstasyonu olarak bölge halkına hizmet
verecek.
Tarihi konakta devam eden
restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
çalışmalar hakkında Kültür ve Turizm Daire Başkanı
Aziz Elbas’tan bilgi aldı. Kent merkezinde el
atmadık ecdat emaneti eser bırakmadıklarını ifade
eden Altepe, harabe görüntüleri bulundukları
bölgeler için risk oluşturan sivil mimarlık örneği
yapıları da bir bir Bursa’ya kazandırdıklarını
söyledi. Hisar Bölgesi’ndeki tarihi konağı da
ayrıcalıklı bir eser olarak bölgeye kazandırmak için
yoğun çaba harcadıklarını dile getiren Altepe,
“Öncelikle mülkiyet sorununu çözdük ve mülkiyeti
bize geçti. Projelerimizi hazırlayıp, hemen
çalışmalara başladık. Aslına uygun olarak yapılan
çalışmalarda artık son aşamaya gelindi. Bu tarihi
mekan sağlık ocağı ve 112 Acil Servis İstasyonu
olarak hizmet verecek. Böylelikle bölge halkının
önemli bir ihtiyacı da giderilmiş olacak” dedi.
Milliyet, 15.02.2016 |
İŞTE DÜNYANIN EN PAHALI 5 ESERİ
Osmanlı’nın son dönemine gerek resimleri gerek
müzeciliği ve arkeoloji alanındaki çalışmalarıyla
damga vuran Osman Hamdi Bey’in bir eseri daha
mahkeme koridorlarına takıldıktan sonra satışa
çıkıyor. Haber, Şubat başında müzayede usulüyle
satışı gerçekleştirecek Antik A.Ş. tarafından
duyuruldu.
KAPLUMBAĞA
TERBİYECİSİ
Osman Hamdi’nin hemen
herkesin bildiği 1906 tarihli ‘Kaplumbağa
Terbiyecisi’ eseri, 50’li yılların sonunda bir
cinayet, seneler sonra ise bir iflas davasına konu
olmuş; nihayetinde 2004 senesinde o dönem için rekor
bir rakamla 5,5 trilyon TL (3,9 milyon dolar)
karşılığında Pera Müzesi’ndeki ‘istirahatgahına’
çekilmişti.

Tuval üzerine yağlıboya, 221.5 x 120 cm
CAMİ
ÖNÜ
Yaklaşık iki yıl önce 10 milyon
TL muhammen bedelle satışa çıkan ve varis-miras
anlaşmazlığı dolayısıyla müzayededen çıkarılan ‘Cami
Önü’ (1882) tablosu, bahar aylarında tekrar alıcı
bekleyecek. Şayet 2014’teki açılış fiyatıyla satılsa
bile, Türk modern resminin ‘en pahalı tablosu’
olarak tarihe geçecek.

Tuval üzerine yağlıboya, 185 x 100 cm
Bu uzunca girizgahın
sebebi, müzayedelerde el değiştiren dünyanın en
pahalı beş modern resmini hikayeleriyle mercek
altına almaktı. Haydi başlayalım...
1- Nafea Faaipoipo
( Ne zaman evleneceksin), Paul Gauguin
Şubat
2015 - 300 milyon dolar (yaklaşık 810 milyon TL)
Fransız ressam
Gauguin, kıymeti öldükten sonra anlaşılan
sanatkarlardan. Post-empresyonist ressamın 1892
tarihli yağlı boya tablosu, iki Tahitili kızı
resmediyor; eşini ve çocuklarını bırakıp, Güney
Pasifik adası Tahiti’ye yaptığı ilk ziyaretten
kalma.
Tablo geçen yıl bu
sıralar 300 milyon dolara Katar Emirliği’ne geçmeden
önce İsviçreli Rudolf Staechelin’in
koleksiyonundaydı ve Basel’deki Kuntsmuseum’da
sergileniyordu.

Tuval üzerine yağlıboya, 101 x 77 cm
Peki, elinde birçok
değerli eser bulunduran 62 yaşındaki koleksiyoner bu
Gauguin’den neden vazgeçti? Cevabı
New York Times’a verdiği demeçteki şu cümlede:
“Esasen iyi bir teklif aldığımız için. Piyasa çok
yüksek ve 10 yıl içinde ne olacağını kim bilir?”
Gauguin ile ilgili
güçlü bir tevatürden bahsedip, en pahalı ikinci
tabloya geçelim: “Ünlü ressamın, Tahiti’de yaptığı
resimler için model olarak kullandığı kadınların bir
kısmıyla seks yaptığı söylenegelir.”
2- Les Joueurs de
cartes (Kağıt oynayanlar), Paul Cézanne
Nisan 2011 - 274 milyon dolar (yaklaşık 440
milyon TL)
Şubat 2012’de sanat
dünyasına bomba gibi bir haber düşmüş, Paul
Gauguin’in ‘hemşehrisi’ ve çağdaşı Paul Cézanne’ın
‘Les Joueurs de cartes’ (1893) adlı eseri 250 milyon
dolardan fazla bir rakama satılmıştı. Kime mi? Tabii
ki Katar Kraliyet Ailesi’ne.
Empresyonizm ile
kübizm arasında bir köprü gibi duran ressamın
Aix-en-Provence’lı iki köylüyü kağıt oynarken
yansıttığı tablo, Yunan armatör Yorgo Embirikos’un
koleksiyonundaydı.

Tuval üzerine yağlıboya 97 x 130 cm
Embirikos rahmetli
olmadan kısa bir süre önce, 2011 kışında, meşhur
sanat simsarları William Acquavella ve iddiaya göre
Larry Gagosian, Cézanne’ın bu tablosu için 220
milyon doları gözden çıkardı. Bunun üzerine
Cézanne’ın peşinde olan Katar Kraliyet Ailesi, üçe
beşe bakmadan 250 milyon doları masaya koyuverdi.
Satışın ayrıntıları
gecikmeli olarak ortaya çıkınca kur değişimi
meselesi yüzünden tablonun net fiyatına ilişkin
çeşitli rakamlar ortada dolaşıyor. Tahminler
Katar’ın ‘Les Joueurs de cartes’ için 300 milyon
dolar bandında bir para ödediği yönünde.
Cézanne’ın ‘Les
Joueurs de cartes’ ismiyle farklı kompozisyonlarda
ve farklı figürlerle beş resminin bulunduğunu ve
dördünün dünyanın en saygın müzelerinde
sergilendiğini söyleyip, son bir ekleme yaparak
üçüncü kata çıkalım:
Sanat eserlerine
neredeyse yılda 1 milyar dolar yatıran Katar,
Suriye’de yaşanan insanlık dramını adeta locadan
izliyor!
3- No. 6 Violet, Green, and Red
(No. 6 Mor, Yeşil ve Kırmızı), Mark Rothko
Ağustos 2014 - 186 milyon dolar (yaklaşık 400 milyon
TL)

Osman Hamdi Bey’in iki
başyapıtı gibi Amerikalı ressam Mark Rothko’nun da
bu eseri dava konusu oldu. Monaco kulübünün sahibi
Rus işadamı Dimitri Rıbolevlev, Rothko'nun 1951
tarihli kıymetli eserinin satışına aracılık eden
İsviçreli sanat simsarı Yves Bouvier'i kendisini
fiyat konusunda yanılttığı iddiasıyla mahkeme verdi.
Monaco'da savcıya
verdiği ifadede Bouvier, Rothko'yu Fransız şarap
üreticisi Christian Moueix'nin eşi Cherise
Moueix'ten 80 milyon dolar, artı açıklanmayan bir
komisyon karşılığında aldığını söyledi. Bouvier'in
söylediği rakamın, Rıbolevlev'in ödemeyi kabul
ettiği miktardan aşağı yukarı 80 milyon euro daha az
olduğunu belirtip, hukuki faslı kapayalım.
'No. 6 Violet, Green
and Red'in soyut ekspresyonizmin en iyi eserlerinden
biri olarak kabul edildiğini de söyledikten sonra
Rothko'dan Picasso'ya geçelim.
4- Les Femmes
d’Alger, Version O (Cezayirli Kadınlar Version O),
Pablo Picasso
Mayıs 2015, 179,3 milyon dolar
(483 milyon TL)
Pablo Picasso'nun 1955
yılında tamamladığı bu eseri, çıplak cariyeleri
kübist bir bakış açısıyla yansıtıyor. İspanyol dahi
1954-1955 arasında A'dan O'ya kadar sıraladığı
15'lik seriyi, Fransız ressam Eugene Delacroix'nun
Louvre'da sergilenen 'Femmes d'Alger dans leur
appartement' (Evlerindeki Cezayirli Kadınlar)
eserinden ilhamla yaptı.

Tuval üzerine yağlıboya, 114 x 146.4 cm
Guardian'dan Jonathan
Jones, sanat piyasını hareketlendiren bu satışı
abartı bularak, “Bu geç dönem Picasso'yu satın alan,
iade talep etmeli. Bu resmin Delacroix'nun
başyaptını tekrar keşfeden post-modern ressamın en
iyi işlerinden biri olduğunu iddia etmek absürd”
yazmıştı.
5- Nu couche
(Yatan çıplak), Amedeo Modigliani
Kasım
1015, 170,4 milyon dolar (yaklaşık 498 milyon TL)
İtalyan usta, bu
satışla Picasso ve Cézanne gibi çağdaş sanatın
finansal anlamda birinci sınıflarının arasında
girmiş oldu. Modigliani’nin ‘No couche’si
(1917-1918) New York’taki müzayedede Çinli milyarder
Liu Yiqian’da kalmıştı. O da New York Times’a eseri
Şangay’daki müzelerinde sergilemeyi planladığını
açıklamıştı.
Bu eser Paris’te ilk
kez sergilendiğinde adeta skandal çıkmış, teklifler
havada uçuşmuştu. Peki, 'yatan çıplak' bu rakamı
gerçekten hak ediyor mu? Bana kalırsa, tabii ki
hayır… Ama Guardian’ın sanat eleştirmeni Jonathan
Jones benden hayli farklı düşünüyor:

Tuval üzerine yağlıboya 60 x 92 cm
"Eğer büyük bir
sanatçının tablosu piyasaya gelirse, en seçkin müze
kalitesinde olmasa dahi, söz konusu sanatçının
eserlerinin tipik bir örneğini temsil ediyorsa, o
zaman müzayede evlerini ya da balatayı sıyıran
koleksiyonerleri suçlamak yersiz.”
Hürriyet,
Haber: Serdar Aksoy, 15.02.2016
|
KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN YIKILAN GECEKONDULARIN ALTINDAN
'TARİH' ÇIKTI
Toplu Konut İdaresi
(TOKİ) Başkanlığı’nın 2014’te Nevşehir merkezde
yürüttüğü kentsel dönüşüm projesi, tarihi bir
yeraltı şehrinin ortaya çıkmasını sağladı.

Nevşehir Kalesi’nin eteklerindeki bin 500
gecekonduyu yıkan TOKİ, 90 milyon TL harcama yaptı.
Ancak tamamen temizlenen 600 bin metrekarelik alanda
yeraltında tarihi bir kente rastlandı.

Dünyanın en büyük eski yerleşimi olduğu belirtilen
yeraltı şehrinin bulunmasıyla başlatılan çalışmalar
devam ediyor.

Toplu konut projesinden vazgeçtiklerini, harcanan 90
milyon TL’yi de zarar olarak görmediklerini
vurgulayan TOKİ Başkanı M. Ergün Turan çalışmaları
şöyle değerlendirdi:

“Burası, Anadolu tarihine yeni bir ışık tutacak
tamamen yeni bir keşif. Bölge 3. derece arkeolojik
sit alanı ilan edildi. Bu şehirde 7 kilometrelik
tüneller uzanıyor. Bunun Nevşehir’e nasıl değer
katacağının çalışması yapılıyor.

Geçen yıl temizlik çalışmalarına başlandı. Bölgede
tarihle ilgili bilgileri yeni baştan değerlendirecek
nitelikte bilgi ve belgelere ulaşılıyor. Bu bulgular
Anadolu’nun tarihine yeni değerler katacak.”
'TURİZME KATKISI BÜYÜK OLACAK'
Bölgede Ortodoks dönemine ait yeraltı
kilisesinin ortaya çıkarıldığını aktaran TOKİ
Başkanı Turan, yapıdaki fresklerin de çok önemli
bulgular olduğunu ifade etti:

“Bu, dünya Ortodoksluğunun tarihi açısından çok
önemlidir. Kapadokya bölgesindeki en büyük
kiliselerden biri olarak değerlendiriliyor.
Tamamıyla yerin altında, yerin üzerinde hiçbir
belirtisi olmayan bir alan. Hizmete açılmasıyla
birlikte turizme katkı sağlayacak.”
5 BİN YILLIK HAZİNE
400 bin metrekareye yakın alana yayılan yapı,
dünyanın en büyük yeraltı şehri olma özelliğini
taşıyor.

7 kilometrelik yürüyüş yolu bulunan şehirde,
kiliseler, su yolları, su küpleri, galeriler ve
çeşmeler bulundu. Dev yeraltı şehrinin tarihinin
5 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor.

Habertürk, 15.02.2016
|
BİR TARİH DAHA YOK EDİLİYOR!

Koruma Kurulu tarafından tescil edilen
Ankara’daki İller Bankası'nın taş binası da bu
alanda yapımı süren camiye kurban ediliyor.
Tescili
kaldırılarak yıkılması istenen İller Bankası taş
binası boşaltılmaya başladı. Mimarlar Odası Ankara
Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan “İller Bankası
binasının yıkımı mimari katliam olur” dedi.
“Cumhuriyetin Ulus’tan Çankaya’ya uzanan temsil
aksı üzerinde bulunan simge yapılardan olan İller
Bankası, modern mimarlık eserlerinden birisidir’’
diyen Candan şunları söyledi:
“Erken Cumhuriyet dönemi yapıları tehdit
altındadır. Bu aynı zamanda Cumhuriyetin mimari
izlerini silme hareketidir. Tarih boyunca otoriter
yönetimler, yapılı çevre üzerinden yok etme
girişimlerini hep yapmışlardır. Yıkımını kabul
etmiyoruz. Yargı mücadelesi başlattık.”
Sözcü,
Haber: Yavuz Alatan, 14.02.2016
|
'MODA İSKELESİ'NDE KENT SUÇUNA HAYIR'
Kadıköy Kent
Dayanışması, 100 yıl önce mimar Vedat Tek tarafından
inşaa edilen ve Kadıköy’ün simgelerinden biri olan
tarihi Moda İskelesi‘nin aslına uygun restore
edilmediği ve kaçak olarak işletmeye açıldığı
gerekçesiyle iskele önünde eylem yaptı.
Restorasyon çalışmalarının geçtiğimiz yıl
başladığı iskelede yaklaşık bir hafta önce
‘Neffes-cafe-restoran’ adlı işletme faaliyete
geçmişti. Moda İskelesi önünde toplanan grup,
“Tarihi iskelede kent suçuna hayır” yazılı pankart
açtı, “Kaçak kafe istemiyoruz” , “Moda bizim,
Kadıköy bizim” , “Kültürel miras yağmalanamaz”
şeklinde slogan attı.
İSKELENİN MÜLKİYETİ İBB’DE
Kadıköy Kent Dayanışması adına basın açıklamasını
okuyan Yasemin Şenkal “İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) , mülkiyeti kendisinde olan
iskelede geçtiğimiz yıl ruhsatsız olarak, bilgi
tabelası bile koymadan restorasyon çalışmaları
başlatmıştı. Anıtlar Kurulu, Koruma Uygulama ve
Denetim Bürosu KUDEB kararı olmadan, İBB tarafından
restorasyon ilkelerine aykırı çalışmalar
başladığında başta semt sakinleri olmak üzere
kamuoyunun tepkisini çekmiş, şikayet konusu olmuştu”
diyerek yaşanan süreci aktardı.
ESKİ HALİNE GETİRMEK İÇİN 6 AY SÜRE
VERİLDİ ANCAK…
Mimarlar Odası ve Kadıköy Belediyesi’nin
yaptıkları incelemeler sonucunda binaya maddi hasar
verildiğinin tesipt edildiğini belirten Şenkal, 5
Numaralı Koruma Kurulu’nun itirazları haklı bularak
Moda iskelesinin 6 ay içinde 2000 yılında onaylanan
restorasyon projesine uygun hale getirilmesine karar
verdiğini söyledi. Ancak Kurul kararına rağmen
çalışmalara kaçak olarak devam edildiğini ifade eden
Şenkal, Ocak ayı sonunda tarihi iskelede
kafe-restoran açılarak işletilmeye başlandığını
söyledi.

İBB’YE ‘KAÇAK KAFEYİ KAPATIN’ ÇAĞRISI
İBB'nin bu uygulamasını tarihi ve kültürel
değerlere saygısızlık ve kent yağması olarak
değerlendirdiklerini belirten Şenkal konuşmasını şu
sözlerle sürdürdü:
“Kadıköy'ün ve Moda'nın önemli bir değerinin bu
şekilde yağmalanmasına sessiz kalmayacağız. İBB'nin
iskele binasını kiraladığı şirketle birlikte hukuk
kuralları içinde hareket etmesini; işledikleri
suçtan acilen dönerek Koruma Kurulu'nun kararına
uymalarını istiyoruz. Yetkili resmi kurumların bu
suça sessiz kalmayarak görevlerini yapmalarını;
kaçak cafe'yi kapatmalarını talep ediyoruz.”
Açıklamanın ardından müzik eşliğinde şarkı
söyleyerek eylemini sonlandıran grup, sahilde kısa
süre sloganlar atarak yürüdü. Grup eylemin ardından
dağıldı.
Gerçek Gündem, Haber: Ezgi Çapa,
14.02.2016
|
TARİHE IŞIK TUTAN BİLET
Son Halife Abdülmecid
Efendi'nin, sürgün yolculuğu ve sürgün hayatına dair
orijinal belge ve fotoğraflar ortaya çıktı. Belgeler
arasında, Abdülmecid ve ailesini sürgüne taşıyan
tren bileti de var.

Abdülmecid Osmanoğlu (II. Abdülmecid), son
İslam Halifesi'ydi. 18 Kasım 1922'de, meclisteki
oylamayla halife seçilmiş, hilafete son veren 431
numaralı kanunla da 3 Mart 1924 tarihinde görevi
sona ermişti. Kanun, Osmanlı hanedanının yurtdışına
çıkarılmasını da kapsıyordu. Bu nedenle Abdülmecid
ve ailesi de diğer Osmanlı hanedanları gibi
yurtdışına sürgüne gönderildi. Simplon Ekspresi'yle
(Eski Şark Ekspresi) çıktıkları yolculuk, Abdülmecid
ve yakınları için aslında yeni bir hayatın
başlangıcı, sonu belli olmayan bir sürgündü.
İsviçre, Fransa derken, Halife Abdülmecid'in sürgün
hayatı, 1944 yılında Paris'te hayatını kaybetmesiyle
son buldu. Bugüne kadar, bu döneme ait yüzlerce yazı
kaleme alındı, bilgiler paylaşıldı, belgeler ortaya
çıkarıldı. Çok sayıda fotoğraf da kamuoyunun
gündemine taşındı. Ancak, çeşitli arşivlerden hala
bu dönemlere ait yeni belge ve fotoğraflar ortaya
çıkıyor. Bu yeni detaylarla, puzzle'ın uygun
parçaları yerine oturuyor. SABAH'ın ulaştığı yeni
bilgi ve belgeler dört yıl önce hayatını kaybeden
araştırmacı Taha Toros arşivinden çıktı.
Abdülmecid'in yakınlarıyla birlikte trenle çıktığı
sürgüne dair yeni belge ve fotoğraflar tarihe ışık
tutacak nitelikte. Bu belgeler arasında en önemlisi,
halife ve ailesinin sürgüne gönderildiği Avrupa'ya
giderken kullandıkları trenin bileti. Abdülmecid ve
ailesi, görkemli saraylar ve konforlu bir yaşamdan
yeni bir dönemin kapısını tren yolculuğuyla
araladılar. Abdülmecid ve beraberindekilerin ne
zaman yola çıktığı konusunda net olmayan bilgiler
vardı. Biletin üzerindeki mühür sayesinde bu
yolculuğun tarihi kesinleşmiş oldu.
TÜM
GRUBA TEK BİLET
Dolmabahçe Sarayı'ndan üç
taksiye bindirilen halife, ailesi ve yakın çalışma
arkadaşları, Avrupa'ya gitmek üzere Çatalca Tren
Garı'na getirildi. Herhangi bir kargaşa yaşanmaması
için Sirkeci yerine Çatalca Tren Garı seçilmişti. Bu
tarihi yolculukla ilgili yeni detaylara ulaşıldı.
Yolculuğun bileti, grubun kaç gün sonra Macaristan'a
ulaştığı gibi... Ulaştığımız bu biletle, grup adına
tek bir bilet düzenlediği ortaya çıkıyor. Bu tren
biletinin üzerindeki, tarih, trene binilen kentin
adı ile varılacak kent, kişi sayısı gibi bilgiler el
yazısı ile doldurulmuş. Biletin üzerinde, 1-2, 3-4,
5-6, 7-8, 11- 12, 13-14, 15-16 ve 17 numaraları
dikkat çekiyor. Bu numaraların koltuk ya da
kompartımana ait olduğu düşünülüyor. Biletin tarih
kısmında ise, 4 Mart 1924 yazarken bilete vurulan
mühürde de aynı tarih yer alıyor. Biletin numarası
ise 014645. Büyük ebatlardaki biletin, alt bölümü
ile arkası dünyanın önde gelen otel ilanlarıyla
dolu.
725 KİLOLUK BAGAJ
Saraylarda yaşam süren tüm konfora sahip aile, yeni
bir yolculuk için tüm varlıklarını doğal olarak
geride bıraktı. Ortaya çıkan bu yeni belge ve
bilgilere göre, son halife ve
beraberindekiler bu yolculukta 725 kg'lık bir bagaja
sahip. Osmanlı hanedanının aynı zamanda tek ressam
üyesi özelliğine de sahip Abdülmecid ile
beraberindekileri taşıyan trenin, yolculuktan iki
gün sonra Macaristan'a vardığı, 6 Mart 1924 tarihli
bir karakalem çalışmasıyla ortaya çıkıyor.
Abdülmecid bu karakalem çalışmasında, dağlık ve
ağaçlık bir yeri anlatıyor. Macaristan'dan geçerken,
trenin bir istasyonda durmasından yararlanan
Abdülmecid, karakalemle manzarayı kağıda aktarmış.
Halife, karakalem çalışmanın sağ alt köşesine,
"Büyük ecdadımın muzafferen geçtiği Macaristan"
notunu da düşmüş. Abdülmecid ve yanındakiler,
İsviçre'ye vardığında onları Bomonti Ailesi
karşılar. Aile, Leman Gölü'nün (Cenevre Gölü)
kıyısındaki Büyük Alp Oteli'ne yerleşir.
SİYASETLE HİÇ UĞRAŞMADIM
Abdülaziz'in oğlu
son Halife'nin kendisiyle ilgili basında çıkan
haberler üzerine, kendi el yazısıyla yazdığı bir not
da yeni çıkan belgeler arasında. Abdülmecid, bu
notta, siyasetle hiç uğraşmadığını, tarafsızlığını
koruduğunu anlatıyor.
NİCE SAHİLİNDE
YÜRÜYÜŞ
Abdülmecid, Leman Gölü kıyısındaki
Büyük Alp Oteli'nde kaldıktan sonra Ekim 1924'te
Fransa'nın sahil kenti Nice geçti ve ömrünün geri
kalanını Fransa'da tamamladı. Yeni ortaya çıkan
başka bir fotoğrafta da, Abdülmecid, kızı
Dürrüşehvar ile özel kalemi Hüseyin Nakıp Turan'ın
Nice sahilinde yürüyüş yaptıkları görülüyor.
Fotoğrafta, Abdülmecid ve kızının şıklığı dikkat
çekiyor. Bu arada Dürrüşehvar'ın, 1931 yılında
dünyanın en zengin hükümdarlarından Haydarabad
Nizamı'nın oğlu Azam Cah ile evlendiği, bu
evliliğiyle Berar Prensesi unvanını aldığını da
hatırlatalım. Arşivlerden çıkan bir başka fotoğraf
karesi de Abdülmecid'in portresi. Bu fotoğrafı özel
kılan, fotoğrafın sol alt kısmına Abdülmecid'in
kendi el yazısıyla yazdığı bir not ile imzasının
bulunması. Abdülmecid'in kaleme aldığı bu
satırlarda, "Ecdadı Gazi Turhan Bey gibi besaletle
felaketli günlerime iştirak eden katibim Hüseyin
Nakip Bey'e yadigarım. 10 zilhicce 1342' ifadeleri
ile hicri takvim bilgisi yer alıyor.
BELGELER NAKİP BEY'DEN
Bu
tarihi belge ve bilgilere araştırmacı yazar Taha
Toros'un arşivine sahip İstanbul Şehir
Üniversitesi'nden ulaştık. Arşivciliğe ayrı bir önem
veren üniversitenin Kütüphane Direktörü Ayhan
Kaygusuz, bugünlerde Taha Toros'un arşivindeki
Abdülmecid dosyası üzerinde çalıştıklarını
belirterek, "Bu belge ve bilgilerin Abdülmecid'in
özel katibi Hüseyin Nakib Bey, büyük araştırmacı
Taha Toros'a ulaştırmış. Dosyaları açtığımızda çok
zengin bir belge ve bilgiyle karşılaşıyoruz.
Abdülmecid dosyasının çalışması tamamlanınca bu
döneme ilişkin sergi açmayı da planlıyoruz" diyor.
Tarih Öğrencisi ve Araştırmacı Abdullah
Karaaslan'dan da, Osmanlıcasıyla, belge ve
fotoğraflar hakkındaki açıklamaları öğrendik.
Sabah, Haber: Nebahat Koç, 14.02.2016 |
'POLİTİKAYI SANATA BULAŞTIRAN DÜŞMEYE MAHKUM'
Ressam, heykeltıraş, marangoz, mimar Heinz Mack,
retrospektif bir sergiyle Emirgan’daki Sabancı
Müzesi’ne geliyor. Eserler İstanbul’a gelmeden, biz
Mack’in Almanya’daki çiftlik evine misafir olduk.
ZERO akımı”nda akla gelen iki ismi var; Otto Piene
ve Heinz Mack. “ZERO” derken, 2. Dürya Savaşı’nın
kıtlığında, elde avuçta ne varsa onlarla sanat
yapmak diye düşünün! İkisiyle de tanıştık. Sabancı
Müzesi’ndeki ZERO sergisinde özellikle de Mack’in
“Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü” eserini çok sevmiş,
sosyal medyada paylaşmaya doyamamıştık. Önümüzdeki
hafta bu kez solo sergisi için geliyor Heinz Mack. O
gelmeden biz Almanya’daki evine misafir olduk. Yol
boyunca Sabancı Müzesi Müdürü sevgili Nazan Ölçer
sanatçıyı anlattı ama anlattığından daha fazlasını
bulduk. Düsseldorf’taki deposunun girişinde duran
dev söğüt ağacının arkasındaki heykelleri görünce,
evini hayal dahi edemeyeceğimi anladım. İki adımda
bir “Bayanlar, baylar lütfen dikkat edin” dedikçe
kendimizi annemizin sadece konukları gelince açtığı
“misafir odası”na girmiş gibi hissettik.
Eserlerle dolu bir
köşede duruyordum, “Bunu seveceksiniz” dedi Mack ve
fişi takıp birden her şeyi canlandırdı. Kinetik
eserleri, göreni yolculuğa çıkarıyor, insanı adeta
hipnotize ediyor. Optik oyunlarını çok seviyor. (Bu
kısmı HTDokun’da görebilirsiniz.) Eserlerini
yapabilmek için malzemeleri özenle seçiyor;
dokunarak, malzemeyi tanıyarak... “Aklımdakini en
iyi bu taş anlatıyordu, yeni bitirdim” diyor
bahçesindeki heykelini gösterirken. O sırada
ellerine gözüm takılıyor, kocaman ve yıpranmış...
Nazan Hanım yolda “Heinz ressam, heykeltıraş,
marangoz, mimar... Çok meziyeti var, kaldı mı böyle
sanatçı?” diyor. Ellerini kullanarak, tek başına
yapıyor eserlerini. Sohbetimiz sırasında onlarca
asistanıyla çalışıp eserle bağı gerçek anlamda
olmayan Jef Koons ve Anish Kapoor gibi isimlere de
laf etmeden geçmiyor.
‘ESERLERİMDE İDEOLOJİ YOK’
Mönchengladbach’daki
çiftlik evini alabilmek ve hayalindeki hale getirmek
için epey uğraşmış. Her yerde irili ufaklı
heykeller, rölyefler, pastel boyalar, marangozluk
aletleri, tuvaller, karalamalar... Böyle saydığıma
bakmayın, görebileceğiniz en düzenli atölyelerden
biri. Yaptığı eserlerin sayısını o bile bilmiyor,
eşinin dediğine göre neredeyse bütün gün
çalışıyormuş. Mack önce evine buyur ediyor, sonra
inceden ayar veriyor: “Eserlerimi çok kişi gördü ama
atölyemi çok yakın dostlarım dışında kimse görmedi.
Atölyemde ilk kez gazetecileri ağırlıyorum, büyük
ihtimalle de son olacak...” Ne kadar şanslıyım!
Bırakın atölyesini görmeyi, Heinz Mack ile tanışmak,
eserlerini bire bir ondan dinlemek bile çok mühim.
Sohbetimiz sırasında
özgürlük duygusunun altını sıkça çiziyor. Politikaya
bulaşmak istemiyor, “Poltikayı sanatına yansıtan
sanatçı, düşüşe mahkumdur. Benim eserlerimde
ideoloji yok” diyor. Kimi eserinde İslam kültüründen
etkilendiğini anlatan Mack, İstanbul’daki sergisini
çok önemsiyor: “İstanbul’daki sergimin oryantal ve
oksidental düşünce arasındaki ilişkiyi gösterme
anlamını taşımasını isterim. Umarım sanatçılarınızda
etki bırakır ve ilham olabilirim.” Alçak gönüllü
davranıyor ama her usta gibi biraz aksi, fotoğrafını
zor çektim. O kadar da olsun, Mack, ZERO akımının
kurucusu ve Almanya’nın yaşayan en önemli
sanatçılarından...

MACK'İN
ESERLERİNE 700 BİN LİRA AZ BİLE!
Atölye turundan sonra
Beck&Eggeling Gallery’ye gittik, Mack’in oradaki
eserlerini görmeye. Nazan Hanım’ın Heinz Mack ile
tanışmasına vesile olan galerinin kurucusu Michael
Beck konuşurken, bir ara gözüm kataloğa ilişti.
Karşısında durduğumuz Mack imzalı heykelin fiyatını
da öğrenmiş oldum; 210 bin Euro (Yaklaşık 700 bin
TL). Üstelik bu en uygun eserlerinden biriymiş. “Vay
canına!” deyince, galeri çalışanlarından bir kadın
“Az bile” dedi.
Eserleri Victoria &
Albert Museum, Tate Gallery, Manchester Art Gallery,
MoMa gibi müze ve galerilerin koleksiyonlarında yer
alıyor, peşine düşebilirsiniz. Ya da ayağınıza kadar
gelen Sabancı Müzesi’ndeki “Mack: Sadece Işık ve
Renk” sergisini gezebilirsiniz. Tahincioğlu
Holding’in desteklediği sergi, sanatçının 85. yaşını
ve kariyerinin 60. yılını Uzakdoğu, Avrupa ve
Türkiye’de gerçekleşen bir dizi sergiyle
taçlandırması açısından önem taşıyor. Küratörleri
müze müdürü Dr. Nazan Ölçer ve Royal Academy of Arts
Londra’nın eski direktörü Sir Norman Rosenthal olan
sergiyi 17 Temmuz’a kadar görebilirsiniz. Hatta
mutlaka görün, Nazan Hanım’ın da dediği gibi “Bu
sergi geçmişten bugüne eserlerinin yer aldığı bir
çeşit retrospektif.”
Habertürk, Haber: Ece
Ulusum, 14.02.2016
|
TARİHİ YARIMADA'DA TALAN 500 YILLIK MAHALLEYE
SIÇRADI
İstanbul'da tarihi yarımadada rant iddialarının ardı
arkası kesilmiyor. Fatih'teki 500 yıllık Ayvansaray
Türk Mahallesi'ndeki tek katlı ahşap binaların büyük
bölümü ‘yenileme' adı altında yıkıldı. Bölgede şimdi
6 katlı otel inşaatı yükseliyor. Vatandaşlar,
mahallenin ranta kurban edildiğini öne sürüyor.
Tarihi yarımadanın
kalbi Fatih'teki 500 yıllık Ayvansaray Türk
Mahallesi'ndeki ahşap binalar turizm bahanesiyle
Ranta kurban edildi. İddiaya göre, kentsel sit
bölgesinde bulunan mahallede ‘yenilemerasyon' adı
altında, 90 civarındaki ahşap binanın büyük bölümü
yıkıldı. Bölgeye bir otel yapılması tepkilere sebep
oldu. Mimarlar Odası, tarihi yarımadanın ‘yenileme
alanı' adı altında ranta açıldığını öne sürdü.
Ayvansaray'daki
surların hemen yanı başındaki Türk Mahallesi turizm
bahanesiyle ranta kurban edildi. Mahalledeki tek
taklı ahşap binaların bazıları restore edilirken,
evlerin büyük bölümü yıkıldı. İstanbul'un fethi için
gelen ve Peygamber Efendimiz'in (sas) süt kardeşi
Hz. Şeybe'nin de aralarında olduğu sahabe
kabirlerinin yanı başındaki mahallede şimdi bir otel
yükseliyor. Otel inşaatının sürdüğü alanda Toklu
Dede Mescidi bulunuyor. 1929 yılında yıkılan ama
parseli hala imar planlarında cami olarak gözüken
Toklu Dede Mescidi'nin yeri otel projesi için imar
planlarında defalarca değiştirildi. Mescidin
bulunduğu parsel otelin bulunduğu yerde sıkışmış
vaziyette.
‘Ayvansaray Toklu Dede
Projesi' adıyla dönüştürülen mahallede vatandaşlara
6,5 metre yükseklikte imar izni veriliyor. Fatih
Belediyesi ve yenileme kurulunun izniyle yapılan
otel ise çatı katındaki terasla birlikte 6 kat
olarak yükseliyor.
‘OTEL YAPILDI,
İZİN SONRADAN ALINDI'
Yıllar önce mahallenin
yarısından fazlasının yeşil alan olduğunu belirten
Fener Balat Ayvansaray Derneği (FEBAYDER) Başkanı
İbrahim Gültekin, otel inşaatıyla ilgili yasal
izinlerin sonradan alındığını iddia etti. Gültekin,
şunları kaydetti: “Türk Mahallesi'nde binalar çok
hisseli olunca ev sahipleri satıp para kazanmak
istedi. Zaten sit alanı diye belediye bir şey
yapmaya izin vermiyordu. Mülk sahiplerinden bir iki
kişi haricinde parseller toplandıktan sonra herhangi
bir arkeolojik çalışma ya da izin olmadan inşaat
başladı. Mart 2014'teki yerel seçimlerden sonra da
inşaat hiç başlamamış gibi izin çıkarıp Meclis'ten
geçirdiler.”
VATANDAŞA İZİN
YOK; AMA OTELE VAR
Mimarlar Odası
İstanbul Şubesi Çevre Etki Değerlendirme Kurulu
Üyesi Mimar Mücella Yapıcı'ya göre, mahallenin asli
yapısı bozulmadan yenileme yapılması gerekirken kat
sayısı artırılarak ahşap binaların yerine sıralı
beton binalar dikildi. Yapıcı, şunları kaydetti:
“500 yıllık mahallenin yok edilmesine gerçekten içim
acıdı. Oraya beton bir otel konduruldu. Bir yeri
korumak oranın içindeki yaşamı ve kimlikleri
korumakla olur. Ayvansaray Türk Mahallesi örneği
gibi korkunç katı yasalarla vatandaşa izin
verilmezken aynı irade orayı yıkıp otel yapıyor.”
Zaman, Haber: Cafer Can, 13.02.2016
|
İKİ DEFA RESTORE EDİLEN ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
DÖKÜLMEYE BAŞLADI
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin babası
Ertuğrul Gazi'nin türbesi, 6 ay içinde 2 defa
restore edilmesine rağmen duvarlarının döküldüğü
görüldü.
Bilecik'in Söğüt
İlçesi'nde bulunan ve son olarak II. Abdülhamit Han
tarafından yaptırılan Ertuğrul Gazi Türbesi, yılda
binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Türbede meydana
gelen hasarlardan dolayı Vakıflar Genel Müdürlüğü,
restore için açılan ihaleyi 15 Mayıs 2015 tarihinde
bir firmaya vermişti.
Türbeyi Eylül ayındaki
Söğüt Şenlikleri'ne yetiştirmek için çalışmaya
başlayan firma, restorasyonu hızlandırdı.
Restorasyon, şenliklerden önce tamamlandı. Ancak
birkaç ay geçince yapılan işler bozulmaya, yapılan
sıvalar dökülmeye başladı.
Bunun üzerine firma,
ikinci defa türbeyi restore etti fakat bu
restorasyon da uzun sürmedi. Günlerdir elektrikleri
kesik olan türbenin iç ve dış duvarları su aldığı
için sıvası dökülmeye başladı. Hatta tarihi
çinilerin bile dökülme tehlikesi ile karşı karşıya
kaldığı görüldü.
'DİZİSİ İÇİN MİLYON
HARCANIYOR, TÜRBEYE SAHİP ÇIKILMIYOR'
Kış aylarında olmasına
rağmen her gün çok sayıda ziyaretçinin geldiği
Ertuğrul Gazi Türbesi'nin bu hali ziyaretçilerin
tepkisini çekiyor. Ziyaretçiler, "Dizisi için
milyonlar harcanan türbeye neden sahip çıkılmıyor?"
diye tepkilerini dile getiriyor.
Zaman,
12.02.2016
|
TARİHİ GAR HİZMET VERMEYE HAZIRLANIYOR
Manisa’daki Yunusemre Belediyesi tarihi Horozköy
Garı binasını restore ettirerek kadınlara yönelik
kurs ve aktiviteler düzenleyecek.
Yunusemre Belediyesi Fen İşleri ekipleri, kadınlar
için çeşitli kurs ve aktivitelerin düzenleneceği
tarihi Horozköy Garı binasında çalışmalarını
tamamladı. Garın yanındaki alana 24 metrelik vagonun
konuşlandırılacağı proje kapsamında, anneleri kursa
katılan minikler, hem eğlenecek hem de eğitilecek.
Belediye Başkan Yardımcısı Saniye Altay, yaklaşık 1
yıl önce TCDD ile bir protokol imzaladıklarını ve şu
anda kullanılmayan Horozköy Gar binasının kullanım
hakkını aldıklarını ifade etti. Yalnızca kadınları
değil, çocukları da düşünerek hareket ettiklerini
anlatan Altay, "Tarihi yapıda dokuyu bozmadan
TCDD’den vagon talep ettik. Vagon şu anda tadilattan
geçmeyi beklerken; ray ve traversleri kurumun
Manisa’da hizmet veren makine ikmal bölümüyle
çalışma yaparak çok kısa bir süre içerisinde bölgeye
sevk edip montajını yaptık. Vagondaki restorasyon
tamamlandığında hem kadınlara hem çocuklara çok
güzel bir aktivite alanı kazandıracağız" dedi.
Hürriyet, Haber: Mehmet Hakkı Özbayır, 12.02.2016
|
MARMARA KÖŞKÜ YIKIMINA DURDURMA
Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin, Atatürk Orman
Çiftliği arazisi içerisinde bulunan Marmara
Köşkü'nün yıkımı ile rekonstrüksiyon olarak yeniden
yapım projesine onay veren kurul kararının iptali
için açtığı davada kurul kararının yürütmesi
durduruldu.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Marmara
Köşkü'nün yıkılacağına dair haberler üzerine
yargıya başvurmuştu. Ankara 6. İdare Mahkemesi,
dava konusu işlemin yıkıma ilişkin olması ve
telafisi güç zarar görebilecek nitelikte
bulunması nedeniyle Kültür ve Turizm
Bakanlığının savunması ve ara karar cevabı
alınıp ya da savunma ve ara karara cevap verme
süresi geçip yeni bir karar verilinceye kadar
yürütmenin durdurulmasına karar verdi.
"Köşk yıkılmadan, statik sorunu varsa
güçlendirilmelidir"
Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası
Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan,
"Marmara Köşkü, Gazi Orman Çiftliği'nin başlıca
dinlenme ve eğlence mekanı olan Marmara
Havuzu'nun bulunduğu halka açık parkın bir
parçası olarak Atatürk'ün isteği üzerine
yapılmıştır. Mustafa Kemal, Atatürk Orman
Çiftliğini ve diğer mülkiyetindeki çiftlikleri
Marmara Köşkünde halka bağışlanmıştır. Koruma
mevzuatı gereği rekonstrüksiyon müdahale biçimi
ancak tescil edilen ve tescil edilmesi gereğine
rağmen elde olmayan sebeplerle tescili
yapılmamış ve/veya herhangi bir nedenle
yitirilmiş olan yapılar için uygulanabilecekken
Koruma Kurulu 1928'den beri sağlam bir şekilde
ayakta duran 2 katlı Marmara Köşkünün
rekonstrüksiyon (yeniden yapım) projesini uygun
bulmuştur. Bu karar koruma mevzuatına ve hukuka
aykırı olduğu için yargıya taşıdık. Yürütmenin
durdurulması kararı oldukça sevindiricidir.
Köşkün yıkılmadan var ise statik bir sorun
güçlendirilerek korunması en doğru çözüm
olacaktır." dedi.
Arkitera, Haber: Bahar
Bayhan, 12.02.2016
|
CHP, HASANKEYF'İN SULAR ALTINDA KALMASININ
ENGELLENMESİNİ İSTEDİ
CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci,
Hasankeyf'in su altında kalmasının engellenmesi için
TBMM Başkanlığı'na araştırma önergesi verdi.
Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Yedekci
önergesinde özetle, “Anadolu ve Mezopotamya’nın
uygarlık tarihinde çok önemli kültürel değerler
olduğu bilinmektedir.
Hasankeyf,
Mezopotamya'da insanlığın yerleşik hayata geçtiğinin
en belirgin örneğidir. Hasankeyf'i birinci derece
sit alanı yapan en önemli özellik bir bütün
içerisinde, mağaralar, kalenin tarihi dokusu,
ibadethaneler ve burada yaşayan atalarımızın
mezarları, Zeynel Bey Türbesi ve kazı çalışmaları
daha bitmemiş, gün ışığına çıkmayı bekleyen binlerce
tarihi eserin burada yer almasıdır. Sular altında
kalacak olan binlerce mağaranın taşınması zaten söz
konusu değildir." izahında bulundu.
Yedekci,
Hasankeyf'te gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen
kültürel ve tarihi mirasın korunması ve kentin sular
altında kalmasının engellenmesi için alınacak
önlemlerin saptanması amacıyla Meclis araştırması
açılmasını talep etti.
Zaman, 12.02.2016
******
BİR HASANKEYF HİKAYESİ: TARİHİMİZ GİTTİ, EVİMİZ GİTTİ, TOPRAĞIMIZDA MÜLTECİ OLDUK

Hasankeyf'i yutacak Ilısu Barajı'nın inşaatı devam
ederken, halkın ilçeyi boşaltması için kaymakamlığa
yazı gönderildi. Bir yandan 10 bin yıllık tarihin
sular altında kalacağına üzülen halk, diğer yandan
istimlak bedeli sebebiyle mağdur olmuş durumda.
Batmanlı Hüsna teyze
kalenin tam karşısında, küçük bir evde mütevazı bir
hayat yaşıyor. Binlerce yıllık
tarihe ev sahipliği yapan mağaraların üstünden
Dicle'yi seyrediyor. Tıpkı Mehmet amca gibi...
Hasankeyf'in iki mahzun sakini, dedelerinden
kalan evleri terk etmeye zorlanıyor. Ve ikisi de
bugünlerde daha çok hüzünlü. Muhtarlıklara
gönderilen ‘evlerini boşaltsınlar' haberi onlara
çoktan ulaşmış. Sona gelindiğinin farkındalar,
evlerinden çıkarılacaklarını biliyorlar ama gidecek
yerleri yok. Mehmet Çiğci, “Kendi toprağımda mülteci
durumuna düşürüldüm. Tarlamı ekemiyorum, bağıma
bakamıyorum. Şimdi boşaltın diyorlar, yüreğim
yanıyor. Tarihimiz gitti, evimiz tarlamız gitti.
TOKİ'ye borçlandırmak istiyorlar.” diyor. Hüsna
Öztürk ise farklı düşünmüyor. “Bize ne yer verildi
ne ev yapıldı, nereye gideceğiz? Bunlar dünyalık
şeyler, ya sular altında kalacak bu kadar zatın
kabri ne olacak?” diye soruyor.
Hasankeyf'i yutacak
Ilısu Barajı'nın inşaatı devam ederken hükümet,
yıllardır ‘tarih sulara gömülmesin' diye feryat eden
tüm çevrelere rağmen ilgili kanun tasarısını
Meclis'ten geçirdi. Akabinde Devlet Su İşleri Bölge
Müdürlüğü harekete geçerek vatandaşların ilçeyi
boşaltmaları için kaymakamlığa yazı gönderdi. Çok
yakında 250'e yakın (kazı yapılmadığı için altında
ne olduğu bilinmeyen) höyük, 5 binden fazla mağara,
tarihi camiler, minareler, kilise kalıntıları,
sahabe kabirleri, türbeler, tarihi köprüler gibi
eşsiz değerler sular altında kalacak. Ve insanlar...
Onlar da evinden, yurdundan olacak. Evet
Hasankeyf'te sona doğru gelindi. Ancak ilçede büyük
sıkıntılar devam ediyor. ‘Yeni Hasankeyf'te ilçeye
cevap verecek konut hala yapılmış değil. Esnafların
gideceği, işyerini açacağı dükkanlar daha inşa
edilmedi. İstimlak edilen evler ve işyerleri için
biçilen değer ise mağduriyetin temelini oluşturuyor.
Hasankeyf'in tarihi çarşısındaki dükkanların
kimisine 8 bin kimisine 10 bin TL istimlak bedeli
yazılmış. Evleri, 20 ya da 30 bin liraya istimlak
eden hükümet, TOKİ'de yapacağı konutları, farklı
seçenekler olmakla birlikte, 160-70 bin TL'ye ‘hak
sahibi'ne vereceğini açıklamış. Hasankeyf'in tarihi
İlçesi'ndeki esnaflardan Hayrullah Gündüz, işyerine
kamulaştırma için verilen 8 bin liranın çok komik
bir rakam olduğunu belirtiyor.

12 BİN YILDIR
YERLEŞİM YERİ
Hasankeyf, 12 bin
yıldan beri bilinen yerleşim yeri olarak kullanılan
nadir yerlerden biri. Anadolu'da Ortaçağ'a ait
bütünlüğünü koruyabilen tek şehir olma özelliğini
taşıyor. Asur ve Urartu dönemlerine kadar inen bir
geçmişi olan şehirde Romalıların da izleri var.
Milattan sonra 4. yüzyılda Hasankeyf 'i alan
Bizanslılar, buraya kale inşa eder. Bizans'ın
hakimiyeti Müslümanların burayı ele geçirdiği 7.
yüzyılın başlarına kadar sürer. Hasankeyf, 1101-1232
tarihleri arasında Artukoğulları'nın başkenti olur.
Daha sonra Eyyubiler alır ve Moğol istilası başlar.
Söz konusu istila döneminde bölgedeki pek çok
yerleşim yeri gibi Hasankeyf de tahrip edilir.
Eyyubiler daha sonra beyliklerden alarak yeniden
imar eder. 1516 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu'na
dahil edilir.
TAŞINACAK MI,
SULAR ALTINDA MI KALACAK?
Hasankeyf'te bulunan
El Rızk Camii, Koç Camii, Sultan Süleyman Camii,
Kızlar Camii, Küçük Cami, Zeynel Bey Türbesi, İmam
Abdullah Zaviyesi, Artuklu Köprüsü, sahabe Abdullah
Varakanna'nın taşınması planlanıyor. Ancak uzun
süredir taşınmaya yönelik çalışmalar durmuş durumda.

2006'DA ‘SİT
ALANINA BARAJ YAPILAMAZ' KARARI ALINMIŞ
Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu 27 Ekim 2006
tarihinde barajların sit alanı dışına yapılması
yönünde karar almıştı. Kararda şu ifadeler yer
alıyor: “Baraj yapılması planlanan alanlarda,
bir heyet tarafından mevcut ve olası taşınmaz kültür
varlıklarının envanter ve belgeleme çalışmalarının
yapılmasına, söz konusu alanda taşınmaz kültür
varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının
bulunması halinde Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı tarafından planlanan alanın dışında baraj
alanı olarak başka yerlerin planlamasının
yapılmasına...”
NEREYE GİDECEĞİMİ
BİLMİYORUM
Hasankeyf çarşısında
keçi kılı dokumacılığının son ustalarından olan
Faris Ayhan (83), bundan sonra ne yapacağını ve
nereye gideceğini bilmediğini söylüyor. “Evladım
insan doğup büyüdüğü yeri nasıl terk edebilir?” diye
soruyor. Faris amcanın yeğeni Arif Ayhan da,
“Ekmeğimi kazandığım tezgah olmayınca ben ne
yaparım? Ben artık buralarda durmam, başımı alır
giderim.” diyor.
Dicle Nehri'nin
kıyısındaki bereketli topraklarda ikamet eden
Hasankeyf'in sakinlerinden Mehmet Çiğci (80) de
tepkisini şöyle dile getiriyor: “Kendi toprağımda
mülteci durumuna düşürüldüm. Tarlamı ekemiyorum,
bağıma bakamıyorum. Şimdi boşaltın diyorlar, yüreğim
yanıyor. Tarihimiz gitti, evimiz tarlamız gitti.
TOKİ'ye borçlandırmak istiyorlar. 50–60 yıllık bir
enerji için 10 bin yıllık bir tarihi heba
ediyorsunuz. Bunun izahını yapan yok.”
BİR BARAJ İÇİN
TARİH FEDA EDİLDİ
Veysi Ayhan:
“Hasankeyf, 12 bin yıllık geçmişi olan ve UNESCO
kültürel miras kriterlerinin onda dokuzunu taşıyan
dünyadaki tek yerdir. Bu değeri geleceğe taşıyıp
büyük bir proje ile turizme kazandırmak yerine, ömrü
ancak 50 yıl civarı olacak bir baraja feda edilmek
istenmektedir. Hasankeyf'teki arkeolojik alanların
ancak yüzde 20 – 30'u gün yüzüne çıkarılmış durumda.
Geri kalan arkeolojik alanlarda kazılara bugün
başlanırsa 60 yıla kadar gidebilecek bir zamana
ihtiyaç var.”
YENİ YERLEŞİM YERİ
YAPILMADI, İSTİMLAK BEDELLERİ DÜŞÜK
AKP'li Hasankeyf
Belediye Başkanı A. Vahap Kusen: “DSİ bir yazı
gönderdi, 15 gün içerisinde tahliye edilmesiyle
ilgili. Ama yeni yerleşim için mümkün değildir.
Çünkü yeni yerleşim yapılmadan vatandaşa tebliğ
etmek doğru değildir. İskan ile ilgili bir durum
yok. İstimlak bedelleri çok düşük. Bu
rahatsızlığımızı her yerde dile getirtiyoruz.
Hasankeyf'in su altında kalmasına destek veren bir
insan değilim. Şu anda yeni bir yerleşim yapılıyor.
Yeni yerleşimlerde kamu binaları bitmesine rağmen
ben belediye olarak yeni yerleşime girmedim. Halkın
olduğu yerde ben yerel yönetimler olarak orada
dururum. Halk orada olduğu sürece de ben yeni
yerleşime gitmeyi düşünmüyorum.”
Zaman, Haber:
İsmail Avcı, 14.02.2016
|
BALIKÇI AĞINA ANTİK ÇAĞDAN KALMA KÜP TAKILDI
Trabzon'un Araklı İlçesi'nde bir gemideki
balıkçılar tarafından Doğu Roma İmparatorluğu
dönemine ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 300
kilogramlık küp bulundu. İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ekiplerince gemiden alınan küp,
incelenmek üzere Trabzon Müzesi'ne götürüldü.
Trabzon'da,
Karadeniz'e açılan bir balıkçı gemisinin ağına,
Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu
tahmin edilen 300 kilogramlık küp takıldı.
Araklı Limanı'ndaki "Adem Baba 3" adlı
geminin kaptanlığını yapan Yakup Uzun,
mürettebatla açılarak Arsin İlçesi yakınlarında
denize ağ attı.
Gemi çalışanları, bir süre sonra toplamak
istedikleri ağda yaklaşık 1,5 metre
yüksekliğinde küp olduğunu fark etti.
Küpü dikkatli şekilde güverteye alan çalışanlar,
limana geldiklerinde ise durumu İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğüne bildirdi. Yetkililerin Araklı
Limanı'na gelmesinin ardından, yaklaşık 300
kilogramlık küp, bir kamyonete yüklendi.
MÜZE PERSONELİ SEFERBER OLDU
Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu
tahmin edilen küp, zarar görmemesi ve
incelemesinin yapılabilmesi için Trabzon
Müzesi'ne getirildi.
Küp, müzenin 10
personeli tarafından araçtan indirildi.
Personel, kırılmaması için lastik ve sünger
kullandıkları küpü, yaklaşık 45 dakikalık
çalışmanın ardından müzeye alabildi.
Küple ilgili çalışmalara başlayan yetkililer,
"pitos" adı verilen bu tür küplerin, antik çağda
genellikle şarap ile zeytinyağı gibi sıvı ve
kuru tarım ürünlerinin depolanması için
kullanıldığını bildirdi.
"İLK
ANDA HEYECANIMIZA ENGEL OLAMADIK"
Geminin kaptanı Yakup Uzun yıllardır
Karadeniz'de avlandıklarını söyledi.
Küpü ağlarda gördükleri ilk anda heyecanlarına
engel olamadıklarını anlatan Uzun, "Öğleden
sonra denize çıktık ama balık bulamadık.
Ardından akşam saatlerinde yeniden denize
açıldık ve ağ attık. Ağı çekerken baktık ki
içinde küp var. İlk önce içinde altın vardır
diye heveslendik. O kadar büyük bir küpte altın
olsa bir servet ama çıkardıktan sonra içinde bir
şey olmadığını anladık. Güverteye koyduk ve
yetkilileri arayarak bilgi verdik" diye konuştu.
Küpün ağlara takılmasının kendileri için
maddi zarar oluşturmadığını bildiren Uzun,
"Birkaç kez buna benzer olay başımıza geldi
ancak onlarda küpler çok ufaktı ve çıkarılırken
kırıldı. Bunu güzel şekilde çıkardık" dedi.
Hürriyet, 12.02.2016
|
DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Denizli İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından
Sarayköy’de yapılan operasyonda bir aracın bagajında
çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.
Bir ihbarı
değerlendiren Denizli İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri, Sarayköy’de iki kişinin elinde tarihi eser
bulunduğu ve bu eserleri satmaya çalıştığı bilgisine
ulaştı. İhbar doğrultusunda şüphelileri takibe alan
jandarma, operasyona başladı. Sarayköy İlçesi'nde
şüpheli aracı durduran ekipler, araç içerisinde
yaptığı aramada çok sayıda tarihi eser ele geçirdi.
Aracın bagajında bulunan bin 259 adet sikke, 1 adet
insan figürlü heykel, 1 adet kartal başlı obje, 7
adet ok başı, 26 adet yüzük, 5 adet kolye ve 44 adet
çeşitli tarihi eser ele geçirildi. Ele geçirilen
tarihi eserler Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, 2
şüphelide gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma
devam ediyor.
Milliyet, 12.02.2016 |
 |
EVİN BAHÇESİNDE TARİHİ ESER BULDU
Denizli'nin
Çardak İlçesi'nde bir evinin bahçesinde
tarihi esere rastladı.
Cumhuriyet
Mahallesi'nde yaşayan Uğur Yıldız, evinin bahçesinde
soğan dikimi yaptığı sırada tarihi eser parçasına
rastlayınca durumu jandarma ve müze müdürlüğü
ekiplerine bildirdi.
Müze müdürlüğünden gelen
görevliler, toprak altında tarihi bir mezar olduğunu
tespit etti.
Yıldız, gazetecilere yaptığı
açıklamada, bahçede soğan dikmek için kazı yaptığı
sırada taş parçalarına rastladığını, bunun üzerine
kazıyı devam ettirince mezarın üst kısmına
rastladığını söyledi.
Beyaz Gündem, 12.02.2016 |
ATA'NIN KALDIĞI EV RESTORE EDİLECEK
Balıkesir’in Edremit İlçesi’nde Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürk’ün 1934 yılında kaldığı Çayiçi Caddesi
üzerindeki tarihi bina, Edremit Belediyesi’ne
kazandırıldı. Birkaç defa el değiştiren ancak SİT
alanı olması nedeniyle düzenleme yapılamayan yapı,
aslına uygun olarak restore edilerek Atatürk’ün
hatıralarıyla donatılacak.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatük’ün Edremit’e ikinci
kez geldiği 14 Nisan 1934 tarihinde konakladığı
Çayiçi Caddesi üzerindeki tarihi bina CHP’li Edremit
Belediye Başkanı Kamil Saka’nın başlattığı
girişimler sonucunda Edremit Belediyesi’ne
kazandırıldı. Halk arasında ‘Atatürk’ün kaldığı ev’
ve ‘Sezai Beyin evi’ olarak bilinen Tuzcumurat
Mahallesi Çayiçi Caddesi üzerinde, yıllardır metruk
bir halde bekleyen, bahçeli, iki katlı tarihi evin
tapusu kamulaştırma yoluyla Edremit Belediyesi’ne
çıkarıldı.

Anıtlar Kurulu tarafından da tescilli olan evin
Edremit’e yakışır hale getirileceğini belirten
Başkan Saka, tarihi yapının kazandırılmasına katkı
veren ev sahiplerine teşekkür etti. Saka, "Mustafa
Kemal Atatürk’ün 1934 yılında Edremit’e ikinci kez
geldiğinde konakladığı tarihi yapıyı yaptığımız
girişimler sonucunda Belediyemize kazandırdık.
Yıllardır şehrin merkezinde metruk bir şekilde duran
bu tarihi yapıyı Anıtlar Kurulu’ndan gerekli
izinleri alarak aslına uygun bir şekilde restore
edip, Ulu Önderimizin manevi anısına yakışır şekilde
Edremitimizin prestij merkezi haline getireceğiz"
dedi.
Hürriyet, Haber: Fatih Emrah Erdoğan,
12.02.2016 |
MODERN MİMARLIĞIN ÖNEMLİ İSMİ LE COURBUSIER
İSTANBUL'DA AĞIRLANIYOR
İstanbulSMD, modern mimarlığın önemli isimlerinden
Le Corbusier’nin yarım asıra yayılan yapıtlarından
bir bölümünü, Fondation Le Corbusier’nin desteği ve
Seranit Grup’un sponsorluğunda gerçekleştireceği
sergiyle izleyicilere açıyor.

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği
(İstanbulSMD), modern mimarlığın önemli
isimlerinden Le Corbusier'nin yarım asra yayılan
yapıtlarından bir bölümünü, mart ayında açılacak
"Çapraz Yansımalar/Mimarlık, Fotoğraf ve Metin"
isimli sergiyle izleyicilere açıyor. Fondation
Le Corbusier'in desteği ve Seranit Grup'un
sponsorluğunda açılacak sergi, mimarlık
fotoğrafçısı Cemal Emden'in son beş yıldır
oluşturduğu Le Corbusier portfolyosu içinden
yeni bir seçki olarak sergiye 9 Mart 2016 'da
Teşvikiye Galeri Işık'da açılacak ve 8 Nisan'a
kadar izlenebilecek olan sergide,
Emden'in fotoğraflarının yanı sıra,
Türkiye'den ve yurtdışından, Le Corbusier
üzerine araştırma ve çalışmaları olan
akademisyenlerin yazdığı metinler de yer alacak.
Sergi, hem ölümünün 50. yılının ardından Le
Corbusier'nin işlerini hatırlamak hem de
mimarlık, fotoğraf ve metin arasındaki ilişki
biçimleri üzerinde düşünmek üzere tasarlandı.
Burcu Kütükçüoğlu'nun küratörlüğünde
gerçekleşecek sergi, mimarın önemli yapılarının
ve güncel durumların izlenmesi için önemli bir
fırsat sunuyor.
Davetli yazarlar sergiye metinleriyle katkıda
bulunacak Cemal Emden'in çektiği Le Corbusier
yapılarına dair bir grup fotoğraf, Türkiye ve
yurtdışında, görsel kültür ve görsel sanatlar
alanlarında çalışan akademisyenlere
gönderilerek, onlardan içlerinden seçecekleri
bir yapı üzerine, o imgenin kendilerine neden
'çekici geldiğini' ifade eden bir başlık ve bir
kısa metin üretmeleri istendi. Bu format ünlü
görsel kültür düşünürü Roland Barthes'ın Camera
Lucida adlı kitabındaki yaklaşımından ilhamla
tasarlandı. Proje, mimarlık ve fotoğraf üzerine
eşzamanlı, spontane ve öznel düşünceler üretmek
için zemin sunmayı amaçlıyor. Metinlerin
yazarlarından, seçtikleri imgelerin mimari ya da
fotografik açıdan çarpıcı yönlerini ortaya
çıkaracak kişisel yorumlarını, serbest bir
tarzda ifade etmeleri bekleniyor. Davetli
yazarlar, sergiye metinleriyle katkıda
bulunmalarının yanı sıra, fotoğraf seçkisinin
belirlenmesinde oynadıkları rolle, küratoryal
sürecin de parçası oluyorlar.
Mimari kültürün ve fiziksel çevrenin
gelişimine katkıda bulunan projeleri destekleyen
Seranit Grup ve İstanbulSMD organizasyonu ile
gerçekleştirilecek sergiye ek olarak, sergilenen
fotoğraf ve metinlerin yer alacağı bir kitap
basılacak ve metinleriyle katkı yapmış olan
akademisyenlerden bir grup ile sergi açılışında
bir panel düzenlenecek.
Arkitera, Haber:
Nilğfer Karakoç, 12.02.2016
|
BİTLİS KİLİSESİ DESTEK ARIYOR
Bitlis Belediyesi, Bitlis merkez Hersan Mahallesi
Kurubulak mevkiinde bulunan Surp Nişan Kilisesi’nin
restorasyonu için destek arıyor.
Belediyenin, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı’na
(DAKA) sunduğu proje kabul edildi. Ancak restorasyon
için halen desteğe ihtiyaç var. Belediye Eş Başkanı
Hüseyin Olan, kilisenin geleceğini garanti almak
istediklerini söyledi. Belediye Eş Başkanı
Olan, restorasyona destek için İstanbul’da
görüşmeler yaptı. Başkan Olan ve beraberindeki
heyet, 5 Şubat Cuma günü Türkiye Ermenileri
Patrikhanesi’ni ziyaret ederek Başepiskopos Aram
Ateşyan’la görüşerek restorasyon süreciyle ilgili
destek istedi. Restorasyon sürecine ilişkin
Agos’a bilgi veren Olan, “Kilise eskiden Tekel’in
kullandığı bir arazinin içinde. Tekel’in
tasfiyesinden sonra mülkiyeti Belediye’mize geçti.
Bakımsız kalmış. Biz de kilisenin yeniden işlevi
hale gelmesi için çalışmalara başladık. Kilisenin
restorasyonu için projeler hazırlandı ve ilgili
kurullar tarafından onaylandı. Ancak restorasyon
maliyetli bir süreç. Bu konuda desteğe ihtiyacımız
var” dedi.
Başepiskopos Ateşyan’la yaptıkları görüşmede
destek istediklerini aktaran Olan, Patrikhane’nin
kendilerine teknik çalışmalar boyunca yardımcı
olabilecekleri sözünü aldıklarını söyledi.
Kilisenin, restorasyonun ardından Kent Müzesi ve
sergi alanı olarak kullanılacağını belirten Olan,
ilerleyen zamanlarda talep gelmesi halinde belirli
dönemlerde ibadete açılabileceğini de sözlerine
ekledi. Olan, “Bizim başkanlığımız döneminde
kilisenin restorasyonunu tamamlamak ve geleceğini
garanti altına almak istiyoruz” dedi.
Agos, Haber: Uygar Gültekin, 12.02.2016
|
VAN GOGH'UN YATAK ODASI KİRALIK!
Chicago Sanat Enstitüsü'nde başlayacak olan Van Gogh
sergisi için, bir ev kiralama sitesi üzerinden
tutulan daireler, ünlü ressamın Fransa, Arles'daki
evinin yatak odası olarak döşenip konaklamaya
açıldı.
Gelecek Pazar günü Chicago Sanat Enstitüsü’nde
başlayacak olan Van Gogh sergisi için yapılan bu
özel çalışma, ressamın 1888 ve 1889 yıllarının
farklı dönemlerinde çizdiği Oda tablosunun üç
versiyonun da Kuzey Amerika’da ilk defa sergilenecek
olması açısından önemli bulunuyor. Geceliği 10
dolardan kiralanacak olan odaların uygunluk
durumları ise enstitünün sosyal medya sayfalarından
duyurulacak.

Time’da yer alan habere göre iki
misafirin kalabileceği Van Gogh’un yatak odası
temalı bu odalarda konuklar kablosuz internet
bağlantısı, çamaşır ve kurutma makinesi ve
televizyon gibi hizmetlerden de yararlanabilecek.
Söz konusu odaları kiralayamayan ancak bu atmosferi
deneyimlemek isteyen sanatseverler içinse Van
Gogh’un yatak odasının ‘dijital olarak geliştirilmiş
bir rekonstrüksüyonu’ sergilenecek.
Sergi 14 Şubat
2016 - 10 Mayıs 2016 tarihleri arasında ziyarete
açık olacak.
Radikal, 11.02.2016 |
MUĞLA'DA KYON ANTİK KENTİ İÇİNDEKİ OTOPARK
KALDIRILDI
Muğla’ya bağlı Yatağan İlçesi’nin Çamyayla Köyü'nde yer alan ve Roma dönemine ait olan Kyon antik kenti tiyatrosunun orkestra kısmı otopark olarak kullanılıyordu. Kültür Varlıkları, gelen tepkilerden sonra en az 2000 yıllık olan tiyatro içindeki otopark kaldırıldı.
Kyon antik kenti
tiyatrosunun orkestra kısmı otopark olarak
kullanılıyordu. Ayrıca tepeye yaslanmış bir
şeklinde konumlanan ve evlerin arasında kalmış
tiyatronun içine parke taşı döşenmişti.

Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, sosyal medya
üzerinden Arkeolojihaber’e son durumu gösteren
fotoğraf gönderdi. Kocapınar, “10.02.2016 günü
itibariyle tiyatronun görüntüsü” dedi.

MUĞLA’DA
KYON ANTİK KENTİ HAKKINDA
Konum olarak Muğla
Kavaklıdere İlçesi yakınlarındaki Çamlıbel (eski
isimleri Çamyayla ve Belibol) beldesindedir.
Bölgede arkeolojik kazı yapılmadığı için şehir
hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ünlü
coğrafya yazarı Strabon, ‘Antik Anadolu
Coğrafyası’ isimli kitabında şehrin sadece
isminden bahsetmesine karşın yerleşim hakkında
başka bilgi vermez. Roma döneminde
kendi adına sikke bastırmış olması o
dönemlerde önemli bir yerleşim olduğunun
göstergesi olarak kabul ediliyor.
Şehrin Bizans
zamanında da varlığını devam ettirdiğini
görüyoruz. Bu dönemde ‘Paliapolis’ ismiyle
biliniyor. Roma dönemiyle tarihlendirilen
tiyatrosunun büyük bir kısmı ve orkestrası
toprak altında kalmış. Günümüzde tiyatroya ait
olan 13 basamaklı bir oturma grubunu görülüyor.
Bu şehirden günümüze ulaşan başka bir bulgu
yok.
Hürriyet, 11.02.2016
|
İZNİK'TEKİ LAHİT UZMAN EKİPLER TARAFINDAN
TEMİZLENECEK
İtalya'nın başkenti Roma'da
geçtiğimiz iki ay önce İmparatorluk Forumları'ndaki
(Fori Imperiali) sütunlardan birine metal parayla
adını kazıyan Türk öğrenci gözaltına alındıktan
sonra 2 bin 200 euro para cezasına çarptırılmasının
ardından magandaların verdiği zararlarla gündeme
gelen tıpkı Roma'daki eserler kadar tarihi geçmişe
sahip İznik Lefke Kapısı çıkışındaki yamaçta yekpare
bazalt taşından yapılan Berberkaya Lahiti'ne sahip
çıkıldı.
Üzerine neredeyse lahitin tamamını kaplayacak
şekilde sprey ya da yağlı boya ile isimlerini
yazanların oluşturduğu görüntüler nedeniyle
turizmcileri isyan noktasına getiren zararın
telafisi için Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa
Röleve ve Anıtlar Kurulu çalışma başlattı. Geçen
yıl onaylanan proje doğrultusunda anıtın çevre
temizliği yapıldı, ardından turistlerin daha
rahat çıkmaları için 300 metrelik merdiven
döşendi.

Tepenin aşağısında bulunan lahide gidemeyen
vatandaşların eseri izleyebilmesi için özel
platform çalışmasına başlandı.
Lahit üzerindeki sprey ve yağlı boyaların
temizlenmesi için onay çıktığı ve önümüzdeki
günlerde İstanbul'dan gelecek uzman bir ekibin
çalışmalara başlayacağı bildirildi.

BERBERKAYA LAHDİ
Halk arasında Berberkayası olarak da
adlandırılan lahit, antik çağdan İznik'e kalan
eserlerden en önemlisi sayılıyor. Lahitin,
Bityhnia kral mezarlarından olabileceği
öngörülüyor. Bu varsayıma göre Nikaia ile tek
ilişkisi olan 2'nci Prusias, oğlu Nicomedes ile
girdiği mücadele sonucu İznik'e sığınmış. Daha
sonra İzmit'te öldürüldü. 2'nci Prusias'ın ölümü
üzerine hazırlanan yekpare lahtin İznik'e
getirilirken çatladığı tahmin ediliyor. Bu
varsayıma göre lahitin MÖ 149 yılına ait
olduğu tahmin ediliyor. Fakat bu görüşe
katılmayan sanat tarihçisi Prof. Semavi Eyice'ye
göre lahit İznik'e hakim bir tepeye
yerleştirilmiş, depremler veya zemin kayması
sonucu tepeden aşağıya yuvarlanarak olduğu yere
yan yatarak göle bakan alınlığı kırılmış.
Bursa Olay, 11.02.2016
|
400 YAŞINDAKİ MİNARE YENİDEN ÖRÜLÜYOR

Sultanahmet Camisi'nin kayma nedeniyle sökülen bir
minaresi, külahı ile petek ve gövdesinin bir
bölümündeki ağırlıkları 400 ila 700 kilogram
arasında değişen 532 taşının konservasyonunun
ardından yeniden örülüyor.
Sultanahmet Camisi,
Osmanlı padişahı I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar
Mehmet Ağa'ya 1616 yılında yaptırıldı. Tarihi
yarımadada bulunan ve İznik çinileriyle bezendiği,
yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de mavi
ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için yabancı
turistlerin "Mavi Cami/Blue Mosque" olarak
adlandırdığı Sultanahmet Camisi, Türkiye'nin 6
minareli tek tarihi camisi.
Her gün yerli ve
yabancı turistlerin akınına uğrayan Sultanahmet
Camisi'nde yaklaşık 1 yıldır, kayma sebebiyle
sökülen sağ ön minarenin konservasyonu için hummalı
bir çalışma yürütülüyor.
Bilim kurulu kararları
doğrultusunda, öncelikle minarenin bakır alemi ve
16,5 metre yüksekliğindeki ahşap seren direği
sökülerek, koruma altına alındı. Minarenin sökülen,
ağırlıkları 400 ila 700 kilogram arasında değişen
532 taşı incelendi. Bu taşların 373'ünün
konservasyonu yapılırken, 28'ine bozulma olmadığı
için müdahale edilmedi. Minarenin 131 taşı ise
gerekli test ve deneylerin ardından Pınarhisar'dan
getirilen aynı kalitedeki küfeki taşlarıyla
değiştirildi.
"6 ayda
bitirilmesi hedefleniyor"
Vakıflar Genel Müdürü
Adnan Ertem, çalışmalara ilişkin AA muhabirine
yaptığı açıklamada, İstanbul'daki camilerin teker
teker restore edildiğini hatırlatarak, bu kapsamda,
Sultanahmet Camisi'nin de baştan aşağı incelendiğini
söyledi. Caminin öncelikle zemininin röntgeninin
çekildiğini belirten Ertem, yapımının üzerinden
yüzlerce yıl geçmesine rağmen zeminde ciddi sorun
olmadığının tespit edildiğini kaydetti.
Çalışmalar kapsamında minarelerin statiğinin de
kontrol edildiğini anlatan Ertem, ön çalışmalarda
caminin 6 minaresinden birinin kaymakta olduğunun
görüldüğünü aktardı.
Minarenin bu haliyle
can güvenliği açısından tehlike oluşturduğunun
belirlendiğini aktaran Ertem, "Zaman zaman minareden
taşlar düştüğü gözlendi ve duruma acil olarak
müdahale edildi. Minaredeki onarım acil bir
müdahaleydi. İlgili koruma kurulu onayıyla minarenin
külah ve peteklerindeki taşlar söküldü. İncelemede
minarenin çok kötü durumda olduğu görüldü. Kurul
onayı doğrultusunda sökülen orijinal taşlar, tek tek
elden geçirildi. Her bir taşa arkeolojik kalıntı
mantığıyla yaklaşıldı, hassas bir konservasyon
yapıldı" diye konuştu.
Genel Müdür Ertem,
minarenin, konservasyonu biten taşlarla yeniden
örülmeye başladığını belirterek, şu ana kadar
sökülen 38 sıradan 6'sının örüldüğünü bildirdi.
Çalışmalara, rüzgarlı, karlı ve yağmurlu havalarda
ara verildiğini anlatan Ertem, restorasyonun 6 ayda
bitirilmesinin hedeflendiğini kaydetti.
Vakıflar Genel Müdürü
Adnan Ertem, Sultanahmet Camisi'nin restorasyon
projesinin hazır olduğunu ve kurul onayından
geçtiğini vurguladı.
Anadolu Ajansı, Fotoğraf:
Berk Özkan, 11.02.2016
|
OSMANLILAR VE AVRUPALILAR BU SERGİDE BULUŞUYOR
Osmanlılar ve Avrupalılar: 500 Yıllık Kültürel
İlişkiler Üstüne Düşünmek' projesinin İstanbul ayağı
"Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve
Olasılıklar" sergisi 4 Mart'ta MSGSÜ Tophane-i Amire
Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonu'nda
açılıyor.
Belçika'nın önde gelen sanat kurumlarından BOZAR'ın
liderliğinde altı sanat kurumunun ortaklığında
“Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve
Olasılıklar” sergisi 4- 27 Mart tarihleri
arasında MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat
Merkezi Tek Kubbe Salonu’nda olacak.
Avrupa Birliği Kültür Programı’nın desteğiyle,
gerçekleştirilen Osmanlılar ve Avrupalılar: 500
Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne Düşünmek adlı
projenin İstanbul ayağı olarak açılacak serginin
küratörlüğünü Beral Madra üstleniyor. İstanbul
Kültür Sanat Vakfı ve Cittadellarte-Pistoletto
Foundation ortaklığıyla düzenlenecek sergi ücretsiz
olarak gezilebilecek. Sergide Erol Eskici, Leone
Contini, Eda Gecikmez, Mary Zygouri, Driant Zeneli
ve Naci Güneş Güven’in çalışmaları yer alacak.
Serginin sanatçıları geçtiğimiz yıl Haziran ve
Temmuz aylarında, Cittadellarte-Pistoletto Vakfı’nın
Biella’daki merkezinde bir konuk sanatçı programına
katıldılar. Avrupa ve Türkiye arasında günümüzdeki
kültür alışverişini etkilediği varsayılan tarihsel
kültür ilişkileri üzerine projeler geliştiren
sanatçılar program boyunca, Gülçin Aksoy,
Ergin Çavuşoğlu, Güven İncirlioğlu,
Adrian Paci, Michelangelo Pistoletto ve Igiaba Scego
gibi isimlerle ortak çalışmalarda bulundular.
“Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve
Olasılıklar” başlıklı sergide bu iki aylık ortak
çalışma sürecinin sonucu olan yapıtları sunulacak.
2012 yılında hayata geçirilen Osmanlılar ve
Avrupalılar, 500 Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne
Düşünmek başlıklı proje, Avrupa ve Türkiye’nin 500
yıllık ortak kültür hazinesine yolculuk yapmak ve
kültürel ilişkilerin yeniden düşünülmesini sağlamayı
amaçlıyor. Projenin ortaklığını, Belçika’dan BOZAR,
Türkiye’den İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Polonya’dan
National Museum in Krakow, İtalya’dan
Cittadellarte-Pistoletto Foundation, Avusturya’dan
Kunsthistorisches Museum Vienna ve Hollanda’dan
Witte de With for Contemporary Art üstleniyor.
Projeye ortak olan her sanat kurumu ülkesinde
Osmanlılar ve Avrupalılar, 500 Yıllık Kültürel
İlişkiler Üstüne Düşünmek başlığı altında farklı
etkinlikler düzenliyor.
Radikal, 11.02.2016
|
BİTLİS VALİLİĞİ: CAMİNİN ÇALINAN TARİHİ TAŞI BULUNDU
Bitlis Valiliği, Bitlis’in Adilcevaz
İlçesi'nde bulunan tarihi Tuğrulbey Camii'nin çalınan
mihrabındaki tarihi eser niteliğindeki taşın
bulunduğunu, camiye teslim edildiğini bildirdi.
Bitlis Valiliği'nden yapılan açıklamada şöyle
denildi: "Adilcevaz İlçesi'nde bulunan Tuğrulbey
Camii çevresinde yapılan kontrollerde, caminin
mihrabının duvarının dış çıkıntısı üzerindeki tarihi
eser niteliğindeki taşın yerinden sökülmek suretiyle
çalınmış olduğu anlaşılmıştır. Adilcevaz
Emniyet Müdürlüğü ekiplerince, ilçe merkezinde
bulunan tüm mobese kameraları incelendiğinde olayın
meydana geldiği saatlerde gri renkli Ford
Connect marka bir aracın cami etrafında göründüğü
tespit edilmiş, bahse konu aracın plakası okunamamış
ancak araç üzerinde bazı ayırt edici emarelerin
olduğu değerlendirilmiş ve çevrede yapılan
araştırmalarda, bu aracın R.B. adına kayıtlı 04
plakalı bir araç olduğu tespit edilmiştir.
Araştırmalar üzerine, Adilcevaz
Sulh Ceza Mahkemesi'nin vermiş olduğu arama kararına
istinaden R.B. isimli şahsın adresinde arama
yapılmış fakat herhangi bir suç ve suç unsuruna
rastlanılmamıştır. R.B.’nin diğer adresi olan
Aydınlar Beldesi Kışkılı Köyü İlçe Jandarma
personelleri ile birlikte yola çıkılmış, fakat yolun
karla kaplı olmasından dolayı bahse konu adrese
ulaşılamadığından arama yapılamamıştır. Şüpheli
R.B., ifadesi alınmak üzere İlçe Emniyet
Müdürlüğü'ne getirilmiş, alınan ifadesinde Tuğrulbey
Camii'ne ait taşı, kendine ait 04 plakalı araç ile
01 Ocak 2016 günü saat 21.30 sıralarında, ismini
bilmediği 3 şahıs ile beraber çaldıklarını, çalıntı
taşın Aydınlar Beldesi/Kışkılı Köyü'ndeki ikametinde
sakladıklarını beyan etmesi üzerine, Kaymakamlık
Özel İdare ekiplerince yol açıldıktan sonra bahse
konu taş, şahsın ikametinde bulunmuştur.
R.B. isimli şahıs, 04 Ocak 2016 günü mevcutlu olarak
çıkarıldığı Adilcevaz
Cumhuriyet Başsavcılığı'nda adli kontrol şartıyla
serbest bırakılmış, diğer 3 şahıs ile ilgili
araştırmalar devam etmektedir. Bahse konu tarihi
eser niteliğindeki taş ise cumhuriyet savcısının
talimatı ile Tuğrulbey Camii görevlisine teslim
edilmiştir. İlimiz ve çevresinde suç ve suçlulara
karşı yürüttüğümüz kararlı mücadelemiz devam
edecektir.”
Cihan Haber Ajansı, 10.02.2016 |
SELÇUKLU VE OSMANLI ESERLERİ RESTORE EDİLİYOR

Konya, Karaman, Aksaray merkez ve ilçelerinde
bulunan yıllara meydan okuyan "ecdat yadigarı"
eserlerde, kültürel değerlerin gelecek kuşaklara
aktarılması amacıyla restorasyon ve onarım
çalışmaları yapılıyor.
Tarihi cami, han, hamam ve türbe gibi yaklaşık 95
eser, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünce
gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla
yenileniyor. Aynı zamanda, Konya Büyükşehir
Belediyesi ile yürütülen ortak projeler kapsamında
20 eser üzerinde de çalışmalar sürüyor.
Ilgın'daki Çukur Camii, Akşehir İmaret ve
Kadınhanı Pınarbaşı camileri gibi yaklaşık 50 eser,
Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restore edilerek adeta
ilk günkü halini alıyor. Meram Mülhak Emir Halil
Mescidi, Taşkent Uzun Şeyh Camii ve Ilgın Beykonak
Sultan Türbesi gibi 10 eserde çalışmalar tamamlandı,
Eşrefoğlu, Alaaddin ve Sultan Selim camileri başta
olmak üzere 40 önemli eserde ise onarımlar devam
ediyor.
Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, üç ilde ecdadın
emaneti tarihi eserlerde onarım çalışmaları
yaptıklarını söyledi.
Son yıllarda büyük bir hassasiyetle projeler
hazırladıklarını belirten Genç, "Şu anda 3 ilde 95'e
yakın tarihi eser üzerinde çalışmalar yapıyoruz.
Aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi ile 20 eser
üzerinde de çalışıyoruz. Sadece Konya'da Alaaddin
Camii, Karatay Dolap Mektep Mescidi, Akşehir İmaret
Camii, Kadınhanı Pınarbaşı Camii, Ilgın Çukur Camii,
Beyşehir Eşrefoğlu Camii gibi 50 civarında eserde
onarım, restorasyon ve proje çalışmamız var.
Bunlardan 10'u tamamlandı" diye konuştu.
Tarihi mirasa sahip çıkmanın öncelikli görevleri
olduğuna dikkati çeken Genç, şöyle devam etti:
"Ecdadın emanetine sahip çıkma açısından, eser
bütünlüğünü koruyarak en doğru restorasyon ve
onarımları yapmaya çalışıyoruz. Konya bölgesinde
Selçuklu, beylikler ve Osmanlı dönemine ait eserler
var. Konya en fazla Selçuklu eseri olan şehrimiz.
Osmanlı dönemi açısından da İstanbul, Bursa ve
Edirne'den sonra geliyor. Restorasyonunu yaptığımız
Selçuklu eserlerini 'küllerinden doğan eserler'
kategorisinde değerlendiriyoruz. 2016 yılı
içerisinde de 20 civarında onarım ve restorasyon,
20'ye yakın da proje ihalesi yapacağız. Amacımız,
bölgemizde restorasyonu ve onarımı yapılmamış eser
bırakmamak."
Akşam, 10.02.2016
|
7 - 13 Subat 2016
|
PATATES İÇİN
KAZMIŞLAR!
Konya’nın merkez
Meram
İlçesi'nde önceki akşam bir apartmanın arka
bahçesinde meydana gelen olayda iddiaya göre
apartman sakinleri bahçede tanımadıkları kişilerin
kazı yaptıklarını görünce durumu polise bildirdi.
Kısa sürede olay yerine gelen polis, Abdullah Mucuk,
Vedat Bütün ve Muhammet Halil
karaman’ı
define aramak
için kazdıkları tünelde suçüstü yakaladı.
Şüphelilerin polisi
karşılarında görünce, “Gömdüğümüz patatesleri
çıkartıyorduk” diye suçlarını gizlemeye
çalıştıklarını ama sonradan ”Şeytana uyduk, define
arıyorduk” dedikleri öğrenildi.
Kaporta ustası Abdullah Mucuk
ve Vedat Bütün ile fırıncı Muhammet Halil
Karaman’ın, kendilerine ait olmayan bir apartmanın
bahçesinde 5 aydır define aradıkları ve bugüne kadar
2.5 metre derinliğinde 3 metre uzunluğunda tünel
kazdıkları tünelin sağ ve sollarında yaklaşık 2’şer
metre genişliğinde de yine kazı yapıp define
aradıkları saptandı.
Mum ışığında
yapmışlar
Şüphelilerin tünelin
ağzını tahta parçalarıyla kapatıp buradan girip
çıktıkları ve kazı çalışmalarını da mum ışığı
altında yaptıkları ileri sürüldü. Daha önce herhangi
bir suç kaydı bulunmayan 3 kişi, polis merkezine
götürüldü.
“Gömdüğümüz patatesleri
çıkartıyorduk” diyerek suçlarını gizlemeye çalışan
şüpheliler daha sonra “Şeytana uyduk, define
arıyorduk” dedi.
Milliyet, Haber: Tolga
Yanık, 11.02.2016
|
PARİS'TEKİ TARİHİ
ANTREPONUN DÖNÜŞÜMÜ TAMAMLANDI
Entrepôt Macdonald projesine geçtiğimiz haziran
ayında yerleşimler başladı. Proje Paris'in önemli
dönüşüm bölgelerinden biri olan Paris Nord Est'te
yer alıyor; konut, işyeri ve ticaretten oluşan karma
işlevli bir planı hayata geçiriyor.
Entrepôt Macdonald, Paris şehir yönetimi tarafından
listelenen 17 büyük dönüşüm projesinden biri.
Proje alanını içine alan bir
üst ölçekli gelişim planı, 2002 yılında temelleri
atılan Paris Nord Est projesi. Paris Nord Est
projesi 200 hektarlık bir alanın dönüşümünü
kapsıyor.
Paris'in kuzeyi 20.yüzyılın
başında Avrupa'nın en önemli endüstriyel üretim
alanlarından biri haline geldi. 750 hektarlık alanı
kaplayan endüstri bölgesi 50.000 kişinin çalıştığı
dev bir fabrika gibiydi. Bölge 1970'lerin sonlarında
ekonomik ve sosyal krizle karşı karşıya kaldı.
1990'ların sonundan beri bölgenin dönüşümüyle
ilgili, zaman zaman taraflar arasındaki
anlaşmazlıklara da sahne olan, bir fikir geliştirme
sürecine girildi.
Paris Nord Est bölgesi,
Paris'in kuzeyindeki banliyöler ve şehir merkezi
arasındaki bağlantının sağlanabilmesi açısından
stratejik bir öneme sahip. Bölge merkezle çeper
arasında bir sınır görevi görüyor ve şehrin ulaşım
şemasında önemli yere sahip olan çevre yolu ile
demiryolunun kesişiminde yer alıyor. 2002 yılından
beri hayata geçirilmeye başlanan proje, bölge için
ofis, konut ve servis alanlarından oluşan karma
kullanım öneriyor.

Entrepôt Macdonald'da işte bu gelişim planının bir
parçası. Paris banliyöleriyle şehir merkezi arasında
köprü görevi görmesi planlanan bina aynı zamanda
Paris'in en uzun binası. 616 metre uzunluğundaki
bina 1970 yılında Marcel Forest tarafından Calberson
SNTR için tasarlanmış. Antrepo, tren yolundan gelen
malzemelerin bulvarda bekleyen kamyonlara yüklenmesi
için tasarlanmış.

Binanın gelecekte başka amaçlarla kullanılmasını
öngören Paris Belediyesi, olası gelecek
senaryolarına müsade eden bir bina tasarımını şart
koşmuş. Bu nedenle bina, metrekaresi yaklaşık 2 ton
taşıyabilen, bir "bodrum kat" olarak tasarlanmış.
İşlevini yitirip atıl duruma geldikten sonra Paris
Belediyesi'nin şirketlerinden birine devredilen
alanın master plan çalışması için, 2006 yılında
açılan bir yarışma sonucunda OMA
görevlendirilmiş. Floris Alkemade (OMA'nın o zamanki
ortaklarından) ve Xaveer De Geyter tarafından
yürütülen planlama süreci sonucunda, bünyesinde
toplu konut, ofis binaları, okul, kütüphane ve hatta
yeni bir sokak barındıran bir şema oluşturulmuş.
Şemanın çok çeşitli bir kullanıcı profiline hitap
etmesi amaçlanmış.

Uzun ve yekpare blok
bölümlere ayırılarak 15 mimarlık firması her bir
bölümün tasarımını yapmak için görevlendirilmiş.
Yapının tek parça ve monoton bir kütle olmaması için
geliştirilen yöntemin sonucunda daha boşluklu ve çok
dilli bir bina elde edilmiş.

Projenin, Paris banliyölerinde inşa edilen ve çok
eleştirilen toplu konut projelerine benzememek için,
karma kullanımlı, boşluk doluluk oranları özenle
tasarlanmış, kamusal alan ve konut alanı ilişkisi
düşünülmüş bir altlık önerdiği düşünülse de projenin
başarısı hakkında söz söylemek için daha erken
olduğu yapılan yorumlar arasında.

Arkitera, Haber: Burcu
Bilgiç, 10.02.2016 |
MUĞLA'DA KYON
ANTİK TİYATROSU OTOPARK OLARAK KULLANILIYOR
Muğla’ya bağlı Yatağan
İlçesi’nin Çamyayla Köyünde yer alan ve Roma
dönemine ait olan Kyon Antik Kenti tiyatrosunun
orkestra kısmı otopark olarak kullanılıyor. Ayrıca
tepeye yaslanmış bir şeklinde konumlanan ve evlerin
arasında kalmış tiyatronun içine parke taşı
döşenmiş.
Kyon Antik Kenti
Kent, Menteşe
beldesi yakınlarında, Çamyayla (Bellibal)
Köyü'ndedir. Kyon ismi Helence’de ‘köpek mezarı’
anlamına gelmektedir. Bizans döneminde ise, buraya
Paliapolis deniliyordu. Kyon antik
kentinde arkeolojik kazı çalışmaları yapılmadığından
hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Roma
dönemine ait tiyatro ve çeşitli sunak taşları köy
içerisinde yer alan kalıntılardır. Tiyatronun 13
sıra basamağı günümüze ulaşmıştır. Roma
döneminde Kyon Antik Kenti’nde sikke basıldığı
bilinmektedir.

arkeolojihaber.net,
Fotoğraflar: Özcan Yüksek, 10.02.2016
|
PORTAKAL'IN YÜZ YILINA ARMAĞAN

Kurulduğu 1914 yılından bu yana düzenlediği sergi ve
müzayedelerle Türkiye'de sanat piyasasının
gelişmesinde önemli yeri olan Portakal Sanat ve
Kültür Evi, sanat tarihinin dört önemli ismini dört
yeni kitapla okurun ilgisine sundu. Sanat dünyasına
yön vermiş üç ünlü sanat taciri Duveen, Vollard ve
Portakal ailesinin yaşam öyküleri ile ressam Osman
Hamdi Bey'in sanatçı defterleri kitap olarak
yayımlandı.
Raffi Portakal, sanat
severlerin hatta sevmeden ilgilenenlerin bile
tanıdığı bir isim. Belki onu ve ailesinin hikayesini
çok bilmezler ama muhtemelen vaktiyle yönettiği
müzayedelere katılmış, hiç değilse adını
duymuşlardır.
Raffi Portakal'ı jestleri ve bir orkestra şefi
gibi kullandığı elleriyle izlemeyi, mizahıyla
renklendirdiği konuşmalarını dinlemeyi severim ben.
Sanatı içselleştirmeden ‘kutsallaştıranların' ona
kızdığını, sanatın ticaretini de yaptığı için
‘ötekileştirdiklerini' biliyorum. Bu yüzden daha
fazla ilgimi çekiyor doğrusu.
SANAT
PİYASASINDA BİR ASIR
Dün, 1914'ten bu yana
düzenlediği sergi ve müzayedelerle, Türkiye'de özel
koleksiyon ve müzelerin gelişmesinde katkısı olan
Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin hikayesini ve
yeni yayımladıkları dört sanat kitabının sunumunu
dinlemeye gittim. Raffi Portakal'ın konuşmasını
kaçırdım ama daha sonra onunla sohbet etme imkanı
buldum. Portakal ailesinin ötesine geçen “Raffi
Portakal/Portakal'ın Yüzyılı” kitabının
motivasyonunu merak ettim. Raffi Bey, sakin ses
tonuyla anlatıyordu: “Bu kitap çalışmalarını
yapabilmek için o sırada hayatta olan aile
efradımla, meslektaşlarımla, ağabeylerimle,
uzmanlarla röportajlar yaptırdım. Zeynep Avcı ve
kitaplarda andığım isimler çok emek verdi. Bilgileri
toparlayıp Enis'e (Batur) teslim ettik. Onun
süzgecinden geçti. Ben aslında Portakal'ı bir kurum
olarak merkeze koymak, ama aslen onun çevresinde
gelişen aile hayatını, kenti, kültür ve beğeni
dünyasını aktarmak istedim.”
Bu çaba Türkiye'nin
yüz yıllık sanat ortamının ve piyasanın süreçlerini
aktarması bakımından fevkalade önemli. Raffi
Portakal'ın da hatırlattığı gibi, asırlık bir zaman
koridorunda kendi olarak ve kalarak ciddi bir
psikanaliz zorluğu ve her şeyden önemlisi olup
bitenle her anlamda yüzleşme cesareti gerektiren
ciddi bir teşebbüs. Mesela, 7. Bölüm'ün başlığı, bu
uzun soluklu çalışmanın bugünkü kültürel yozlaşmayla
sanatın ihtiyaç duyduğu ortamı da iyi ifade ediyor
bence: “Kültürün devamlılığına özen göstermeyince
köksüz, savruk ve sahte yaşamlar sürmek durumunda
kalıyoruz”.
‘KÜLTÜREL
SÜREKLİLİK ÖNEMLİ'
Doğrusu, sadece bu
başlık ve içeriği üzerinden Raffi Portakal'la daha
uzun sohbet edebilmek ve o söyleşiyi paylaşabilmek
isterdim. Buna imkan olmadı. Biraz, günümüzün
umutsuzluğundan bahsettik. Tahmin ettiğim gibi o
güncele çok takılmıyor, “Bugün Fransa'da, Suriye'de,
Sur'da yaşanan felaketlerden etkileniyoruz, mutsuz
oluyoruz. Tam da bu nedenle kültürel süreklilik
önemli, korumak zorundayız. Bizde merak yok, kitapta
da bunları anlattım.” diyor.
SANAT
PİYASASININ PERDE ARKASI
Ailenin ve kurumun
yüzyıllık hikayesini anlatan “Raffi
Portakal/Portakal'ın Yüzyılı”na eşlik eden
“Duveen/Antikacıların Piri” ve “Vollard/Bir Tablo
Satıcısının Anıları” Portakal'ın sözünü ettiği
kültürel süreklilik kavramı açısından son derece
önemli iki eser. Kitaplar, Amerika ve Avrupa'dan
sanata, sanatçıya ve sanat piyasasına yön veren iki
büyük sanat tacirinin, Duveen ve Vollard'ın
hikayesini konu alıyor. Bu isimlerin sanat
piyasasını okuma becerilerinin ötesinde yeni
sanatçıları desteklemekteki ilham verici
cesaretlerini ve sanatçıların, koleksiyonerlerin
kültürün dönüşümü üzerindeki etkilerini görüyoruz
kişisel hikayelerin içinde.
Özellikle benim gibi
sanat piyasasının mutfağını, perde arkasını merak
edenler, sanat bilgisi ve kıvrak zekasıyla Avrupa
sanatını Amerikan sermayesiyle buluşturan Duvenn'in
hikayesini, S.N. Behraman'ın anlatısıyla okumaktan
keyif alacaktır. Resim sanatının çehresini
değiştirdiği söylenen Vollard; Paul Cezanne, Edgar
Degas, Edouart Manet, Auguste Renoir, Claude Monet,
Van Gogh gibi ressamların yanı sıra koleksiyonerler,
sanat eleştirmenleri ve galericilerden oluşan sanat
çevresini de anlatıyor. Arayıp da bulunamayan
içeriğe sahip bu tür yayınların, bu anlamda da
Türkçe kaynaklarda önemli bir ihtiyacı
karşılayacaklarından eminim.
Osman Hamdi Bey'in
dünyası
Raffi Portakal, aile
hikayesini anlatırken, bir ara beni yanına çağırıp
Osman Hamdi kitabına yazdığı sunuşu, küçük bir
çocuğa anlatır gibi parmaklarıyla satırlara
dokunarak yüksek sesle okudu. Hikaye, 1970'lerde,
Arnavutköy'de antikacıyla eskici dükkanı arası bir
dükkan olan Mimi'de geçiyor: “Defteri aldım, açtım,
şöyle bir karıştırdım. İnanılmaz bir servet vardı
karşımda: Osman Hamdi Bey'in el yazısıyla güncesi,
günceye eşlik eden desenleri ve hatta gündelik
hesapları ve notları. Her zaman bir piyesin
kulisini, restoranın mutfağını, yaşamların arka
planını merak ettim. Şimdi elimde Osman Hamdi Bey
gibi maruf bir sanatçının özel yaşamına
bakabileceğim pencere açılmıştı. Mimi pazarlık kabul
etmiyordu. Defteri satın aldım.”
Raffi Portakal'ın
merak dürtüsü, çabası ve sanata saygısıyla ortaya
çıkan “Osman Hamdi Bey/İzlenimler, 1869-1885” adlı
kitabı, Edhem Eldem yayına hazırlamış.
Osman Hamdi Bey'in hayatının en az bilinen
dönemine ışık tutuyor kitap. İki özel koleksiyonda
yer alan ve şimdiye kadar yayınlanmamış iki özgün
defter, bazı belgelerin tıpkıbasımı, metnin aktarımı
ve ortaya çıkan malzemenin ayrıntılı yorumundan
oluşan kitapta, Osman Hamdi Bey'in el yazısıyla
güncesi, günceye eşlik eden desenleri ve notları da
yer alıyor. Çok konuşulan ama neredeyse hakkında
doğru, tatmin edici bilgilere ulaşılamayan özel bir
ressam hakkında yayınlanmış özenli bir baskı ve çok
kıymetli bir araştırma...
Zaman, 10.02.2016
|
PICASSO'NUN AYNI HEYKELİ İKİ FARKLI KİŞİYE Mİ
SATILDI?
İspanyol kübist ressam ve heykeltıraş Pablo
Picasso’nun “Bust of a Woman” heykelini, torunu Maya
Widmaier Picasso’nun hem dünya sanat piyasasının
önemli isimlerinden Larry Gagosian’a hem de Katar
Kraliyet ailesini temsil eden Pelham Holdings’e
sattığı iddia ediliyor. Kültür Servisi'den Gökçen
Sena Duman'ın haberine göre; Widmaier Picasso
yaptığı açıklamada “Bust of a Woman” eserini 2 kez
sattığı iddiasını reddetti ve Larry Gagosian’ın “iyi
niyetli bir şekilde en uygun ödemeyi yaptığını”
belirtti. Gagosian ise eseri rekor bir meblağ olan
yaklaşık 106 milyon dolara yatırımcı Leon Black’e
sattı. Pelham Holdings’in 2014’te Widmaier Picasso
ile 42 milyon dolar için mutabakat sağladığını ve
Picasso’nun anlaşmadan caymadan önce ödemenin 3’te
2’sini yaptığını açıklamasıyla beraber olay
mahkemeye intikal etti.
Pelham Holdings bu durumdan Widmaier Picasso’nun
iki çocuğunu sorumlu tutuyor. Söylentilere göre oğlu
Olivier, Pelham Holdings’le anlaşma yapma taraftarı
iken zaman zaman Gagosian’la çalışan kızı Diana ise
Gagosian’ı uygun görüyor. Widmaier Picasso, kızının
heykelin daha yüksek bir fiyata satılabileceğini
hatırlattığını belirtirken kızı Diana ise “Heykelin
gerçek değerini ona hatırlattığım için suçlanamam”
diye ekliyor. Dava karara bağlanana kadar “Bust of a
Woman”ın Gagosian’da kalması konusunda uzlaşma
sağlandı. Sanat dünyasının takipçileri ise dava
konusunda ikiye bölünmüş vaziyette davanın sonucunu
bekliyor.
Radikal, 09.02.2016
|
KANAL İSTANBUL'DA GÜZERGAHI PALEOLİTİK ÇAĞ
DEĞİŞTİRMİŞ

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, geçtiğimiz hafta İstanbul’un büyük projeleri arasında gösterilen Kanal İstanbul için, “Uzmanların yaptığı çalışmalarda sit bölgeleri için bazı tereddütler oluştu. Bu yüzden güzergahı yeni baştan ele almak ihtiyacı doğdu” dedi. Bakan Yıldırım’ın sözünü ettiği ‘sit alanlarının’ İstanbul’un en eski yerleşim yeri olarak kabul edilen antik çağdan kalma Yarımburgaz Mağaraları’ olduğu iddia ediliyor.
Daha önce Kanal İstanbul’un geçeceği güzergah olarak
Küçükçekmece-Bahçeşehir- Arnavutköy hattı öne
çıkmıştı. Hiçbir zaman bu konuda net açıklama
yapılmasa da bu bölgedeki bazı projeler ve mevcut
konutların, ‘Kanal İstanbul manzaralı’ diye
satıldığı biliniyordu. İşte tarihi Antik Çağ’a,
yaklaşık 400 bin yıl eskiye dayanan Yarımburgaz
Mağaraları da tam bu hattın girişinde bulunuyor.
İstanbul’un yaklaşık 22 kilometre batısında,
Küçükçekmece Gölü’nün 1.5 kilometre kadar kuzeyinde,
Başakşehir İlçesi’nin Altınşehir semtinde bulunan
Yarımburgaz Mağaraları, bir dönem hiçbir izin
alınmadan tarihi dizilerin ‘film seti’ de olmuştu.
En son Muhteşem Yüzyıl’ın 43. ve 44. bölümlerindeki
bazı önemli sahneler bu mağarada çekildiği için
soruşturma başlatıldı. Sevilen bir diğer dizi Leyla
ile Mecnun da bazı sahneleri bu mağaralarda
çekildiği için büyük tepki toplamıştı.
UZUNLUĞU BİR
KM’Yİ BULUYOR
Uzunluğu yaklaşık 1
kilometre olan Yarımburgaz’ın içinde, tavan
yükseklikleri 15 metreye ulaşan odalar bulunuyor.

Muhteşem Yüzyıl’da
Pargalı İbrahim’in tedavi edildiği yer olarak
Yarımburgaz Mağaraları dizi seti olarak kullanıldı.
Bu sırada mağaraların duvarına yazılar yazıldığı
için soruşturma başlatıldı.
ÇATALCA’DA
İNCEĞİZ MAĞARALARI ÖNE ÇIKTI
Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde açıkladığı ve
Çılgın Proje olarak lanse edilen Kanal İstanbul’da
öne çıkan ilk güzergah Çatalca idi. Çatalca da
önemli arkeolojik buluntulara ev sahipliği yapıyor.
Çatalca’daki İnceğiz Mağaraları’nın tarihi milattan
önce 3. yüzyıla kadar dayanıyor.
2001’DE 1.
DERECE SİT ALANI İLAN EDİLDİ
2001 yılında 1. Derece
Arkeolojik-Doğal Sit Alanı ilan edilen Yarımburgaz
Mağaraları için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
halen Sazlıdere Barajı ile Çekmece Gölü arasındaki
su yolunu kanal şeklinde baraja kadar açıp mağaranın
önünün sandallarla geçilebilecek Venedik tarzı bir
proje üzerinde çalıştığı ifade ediliyor.
Habertürk, 09.02.2016
|
SANAT AŞKI 5 YILDA 223 MİLYON DOLAR HARCATTI

Manevi doyumun yanı sıra yatırım aracı olarak da pek
çok kişinin ilgi gösterdiği sanat eserleri, son
yıllarda Türk sanatseverlerin de ilgisini çekmeye
başladı. Gerek dünyada gerekse Türkiye'de düzenlenen
müzayedelerde çeşitli sanat eserlerine ciddi
miktarlarda paralar ödenirken, artan ilgi bu
alandaki ithalat rakamlarına da yansıdı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden
derlediği bilgilere göre, söz konusu fasılda 2011'de
41,5 milyon dolarlık ithalat yapan Türkiye, 2012'de
40,8, 2013'te 50, 2014'te 55, 2015'te 35,6 milyon
dolarlık ithalat gerçekleştirdi. Böylece 5 yılda
gerçekleştirilen toplam ithalat 223 milyon dolara
ulaştı.
En çok el yapımı tablo alındı
İthal sanat eserlerinin alt kalemleri
incelendiğinde geçen yıl gerçekleştirilen 35,6
milyon dolarlık ithalat içinde tamamen elle yapılmış
tablo ve resimler 17,5 milyon dolarla ilk sırada yer
aldı. Orijinal heykel ve yontu eserler 10,1 milyon
dolar ile ikinci sırayı alırken, eskiliği yüz yılı
aşmış antikalar için ise 4 milyon dolar ödendi.
En çok İngiltere'den eser alındı
Geçen yıl en fazla ithalat yapılan ülkelerin
başında 8,4 milyon dolarla İngiltere geldi. Bu
ülkeyi 7'şer milyon dolarla ABD ve Fransa, 3,3
milyon dolarla Almanya izledi.
Avusturya,
Hollanda, İtalya, Belçika ve Çin 1 milyon doların
üzerinde ithalat yapılan diğer ülkeler olarak
kayıtlara geçti.
2011-2015
dönemindeki sanat eseri, koleksiyon eşyası ve antika
ithalatı (bin dolar) şöyle:

Habertürk, 08.02.2016 |
ANKARA'DAKİ SON BİZANS BİNASI YOK OLMANIN EŞİĞİNDE

Ankara’da Bizans döneminden ayakta kalan tek yapı
olan Saint Clement Kilisesi günümüzde yok
olmak üzere. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kurulu’nun (GEEAYK) 12 Nisan1980
tarihinde aldığı 2167 sayılı karar ile tescillenen
St. Clement Kilisesi can çekişiyor.

Arkeofili'den Bensu Aldırmaz'ın
haberine göre, bilinen tarihi en az 10 bin yıl
öncesine kadar uzanan Ankara tarih öncesinden
günümüze kadar pek çok medeniyeti barındırdı. Bu
medeniyetlerden biri de Bizans. Fakat Ankara’da
Bizans döneminden kalan son eser olan St. Clement
Kilisesi günümüzde yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya. Bir binanın içinden geçilerek güçlükle
ulaşılabilen St. Clement Kilisesi’nin sadece birkaç
duvar kalıntısı ve kilisenin zemin katına ait bir
kemer ayağı günümüze ulaşabildi.

Ankara’da varlığını zor da olsa sürdürmekte olan bu
yapı, oldukça önemli bir kültür varlığı olmasına
rağmen günümüzde harabe halinde. Birçok yeni yapılan
binanın arasında kalmış bu yapıyı, küçük bir
merdiven sayesinde iş yerlerinden zorla alınan
izinle ziyaret etmek mümkün olabiliyor.
Ankara’nın Ulus semtinde, Denizciler Caddesi ve
Çıkrıkçılar Yokuşu’nun kesiştiği köşede bulunan St.
Clement Kilisesi, eski adliye binasının arkasında
kalıyor.

KİLİSENİN TARİHİ
Kilisenin tarihi hakkında birçok araştırmacı
farklı görüşler öne sürüyor. Kilise genel olarak 4.
ve 9. yüzyıllara tarihlendirilmekte.
Clement Kilisesi’nin yerine daha sonra II. Murad
döneminde Turasan Bey’in yeğeni Ahmed Bin Hızır
Yeğen Bey tarafından cami ve medresesinin yapıldığı,
1917 yılında çıkan büyük yangında bu iki eserin
tamamen yıkılmış fakat bir süre minaresinin sağlam
kaldığı bilinmekte. 1925 yılından sonra o da
kaldırılmış. Bazı eski resimlerden camiden ayrı bir
minaresinin ve bu minarenin çinilerle süslü olduğu
görülmekte. Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanan Tarih İçinde Ankara kitabında da yer
verilen kilise, Bizans Dönemi mabetlerinden biri
olarak tanıtılıyor.
Cumhuriyet, 08.02.2016
|
'KUŞLAR' HEYKELİ İMÇ'YE GERİ DÖNÜTOR
Çağdaş heykel sanatının en önemli eserlerinden biri
olan Kuzgun Acar'ın Kuşlar Heykeli restore edildi.
Yolu Unkapanı'na sık düşenlerin gözü mutlaka
aşinadır, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'nın
duvarını süsleyen bu kuşlara. Öyle bildiğiniz
kuşlardan bahsetmiyoruz. Söz ettiğimiz çağdaş heykel
sanatının en önemli eserlerinden biri. Kuzgun
Acar'ın Kuşlar Heykeli.
Belki bir çok insan tarafından eserin hikayesi
bilinmiyor. Ama heykel uzun yıllarca İMÇ binasının
duvarında asılı kaldı. Eser 1967 yılında yapıldı
Kuzgun Acar tarafından ve dönemin önemli mimari
yapılarından olan İMÇ'nin duvarında yerini aldi.
2013 yılında ise restorasyon çalışmaları için yıllar
sonra ilk kez indirildi duvardan.
Eserin restorasyonunu Kültür Bilincini Geliştirme
Vakfı üstlendi. Restorasyon çalışmalarını ise Özer
Aktimur yaptı.
Kuşlar Heykeli, adıyla daha da özdeşleşti zaman
içinde. Kuşlar bir bir yuva yaptı heykelin üzerine.
O kuş yuvaları retorasyon sürecinde çıktı ortaya.
Kuzgun Acar'ın en önemli eserlerinden biri olan
Kuşlar Heykeli'nin restorasyonu tamamlandı. Çok kısa
bir süre içinde İMÇ duvarında ki yerini alacak,
yeniden İMÇ binasını süsleyecek ve kuşlara yuva
olacak.
Arkitera, Kaynak: İstanbul Ajansı, Haber:
Bahar Bayhan, 08.02.2016
|
DALİ'NİN 'BALIK KADIN'I 'BALIK ADAM' ÇIKTI

Yirminci yüzyılın en önemli sürrealist
ressamlarından Salvador Dali'nin sanat hayatının ilk
yıllarında yaptığı bir tablonun ismi değiştirildi.
ABD Teksas'ta bir müzede sergilenen ve bugüne kadar
ismi "La Femme Poisson" (Balık Kadın) olarak bilinen
tablonun arka kısmında mikroskopik incelemeler
yapıldı. Dali'nin ilk sergilemeden sonra tablonun
arkasına yazdığı 'Balık Kadın' yazısını karalayarak
'Balık Adam' yazdığı ortaya çıktı. Southern
Methodist Üniversitesi uzmanları, incelemelerden
sonra tablonun gerçek isminin "L'Homme Poisson"
(Balık Adam) olduğunu açıkladı. Araştırma heyeti
başkanı Mark Roglán, bundan sonra tablonun orijinal
isminin kullanılmasının daha doğru olduğunu
kaydetti. "L'Homme Poisson", Dali'nin 1931'de ABD'de
sergilenen ilk 10 tablosu arasında yer aldığı için
büyük önem taşıyor.
Sabah, 08.02.2016 |
TARİHİN TAŞLARLA YAZILDIĞI KENT: SUR
Geçmişte çok sayıda medeniyete ev sahipliği
yapan ve "tarihin taşlarla yazıldığı kent" olarak
bilinen
Diyarbakır'ın
Sur İlçesi, yapıların ana malzemesi olan bazalt
taşının sağlamlığının da etkisiyle günümüze kadar
ulaşmış tarihi yapılarıyla dikkati çekiyor.
Tarihi
surları, camileri, kiliseleri, hanları, evleri,
kalesi, köprüsü ve çarşılarıyla ön planda olan
Diyarbakır'ın ilk yerleşim yeri Sur
İlçesi,
adını, Diyarbakır Surlar'ından aldı.
Diyarbakır Surları 2010 yılında Cumhurbaşkanlığı
himayesi altına alınan,Tarihi Surları ve Hevsel
Bahçeleri ile UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde
yer alan ilçede, farklı medeniyetlere ve dönemlere
ait cami, kilise, kale, han, ev, çarşı ve köprü
olmak üzere 612 kültür varlığı bulunuyor.
Yapılan tespit ve tescil çalışmalarında 2 kale (5
bin 800 metre), 18 idari yapı ve köşk, 53 dini
mimari (cami-kilise), 51 su mimarisi (hamam, çeşme,
değirmen), 3 eğitim yapısı (medrese), 12 ticari yapı
(han ve çarşı), 19 türbe, 447 sivil mimari (ev), 2
mimari kalıntı ve arkeolojik sit (höyük) olmak üzere
612 kültür varlığı belgelendi.
Dicle Üniversitesi (DÜ) Mimarlık Fakültesi Rölöve
ve Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı
Doç.Dr. Neslihan Dalkılıç, "Tarihi ilçede cami,
kilise ve çok sayıda geleneksel ev bulunmaktadır. Bu
eserlerin ana mimari malzemesi olan bazalt taşının
sağlamlığı ve dayanıklılığı, yapıların günümüze
kadar ulaşmasını sağlamıştır" dedi.
Kentin simgesi Diyarbakır surlarının yaptıkları
çalışmalarda dış surların 5 bin 200, iç kalenin
surlarının ise 600 metre olarak ölçtüklerini, 645
metrelik kısmın çeşitli dönemlerde bilinçli olarak
veya doğal etmenler nedeniyle yıkıldığını ifade eden
Dalkılıç, "Dış kale üzerinde 82 burç, iç kale
üzerinde ise 19 burç bulunuyor. Şehrin kuzey ve
kuzey batı tarafındaki burçların daha yüksek ve sık
aralıklarla yapıldığını görüyoruz" dedi.
Dicle Üniversitesi (DÜ) Ziya Gökalp Eğitim
Fakültesi Öğretim Üyesi Sanat Tarihçisi
Doç.Dr. İrfan Yıldız da , ''Diyarbakır Sur içi
tipik bir Ortaçağ kentidir. Genel olarak baktığımız
zaman 16-17. yüzyıl Diyarbakır'a gelen seyyahlar Sur
içi mevkisinden övgüyle bahseder. Özellikle şehrin
sokakları ve caddelerin yapısı bakımından şehri
övmektedirler. Bugün Sur içinde gezerseniz yine orta
çağ kokusunu hissedersiniz. Gerek sokak yapıları
olsun gerekse dışa çıkıntı yapan cumbalarıyla tipik
bir Ortaçağ dokusunu Sur'da görürsünüz" dedi.
Sabah, 07.02.2016
******
TERÖR ÖRGÜTÜ SUR'DAKİ TARİHİ ESERLERİ YOK ETTİ
Terör örgütü PKK mensuplarının Diyarbakır’ın Sur ile
Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerindeki tarihi
camilerle kiliseleri tahrip ederek, şehirlerin
tarihi dokusuna büyük zarar verdiği belirtildi.
Güvenlik kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Sur
İlçesi’ndeki operasyonlar nedeniyle kaçan
teröristler kullandıkları evleri, camileri,
kiliseleri tahrip edip yaktı.
Cizre ve Silopi’de
de aynı taktikleri uygulayan teröristlerin
saldırıları sonucu, kentin ilk Osmanlı eseri Fatih
Paşa Camii’nde yangın çıkmış ve büyük hasar meydana
gelmişti.
Fatih Paşa, Arap Şeyh, Hacı Hamit ve
Hasırlı camileri ile Ermeni Katolik ve Protestan
kiliselerinin çevresinde teröristlerce kazılan
hendeklere ve kurulan barikatlara çok sayıda
patlayıcı tuzaklandığı tespit edildi.
Birçok
tarihi eser, terör örgütünün bombalarıyla büyük
hasar gördü.
 
 
 
 
 
 
 

Habertürk, 08.02.2016
|
MEZARDAN 2 BİN YILLIK "TİYATRO SEVGİSİ" ÇIKTI
Aydın'da,
Tralleis antik kenti sınırları içinde 1.
yüzyılda yapıldığı düşünülen mezar odası bulundu.
Mezardan çıkarılan ve 'ölü hediyesi' olarak
konulduğu düşünülen mask, yaklaşık 2 bin yıllık
'tiyatro sevgisi'nin ifadesi oldu.
Efeler İlçesindeki Tralleis'in üçüncü derece
arkeolojik sit alanında,
Aydın Müzesince koruma amaçlı imar planı
doğrultusunda başlatılan, inşaat ruhsatına esas
sondaj kazı çalışmasının ilk gününde 2 bin yıllık
mezar odasına ulaşıldı. Odadan çıkan ölü hediyeleri,
dönemin kültürel hayatına ilişkin önemli ipuçları
sundu.
Aydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka,
yaptığı açıklamada, kentin insanlık tarihi boyunca
yerleşim merkezi olduğunu, bundan dolayı birçok
uygarlığa ev sahipliği yaptığını belirtti.
Milattan önce 7 bin yılından bugüne, pek çok
döneme ait izlere rastlanabilen Aydın'da 22 tescilli
antik kent olduğunu aktaran Aktakka,
Tralleis antik kentinin nekropolünde, sondaj
çalışması sırasında bir mezar kalıntısına
rastlanıldığını, buradan çıkan tarihi eserler
sayesinde mezardaki kişinin uğraşları, meslekleri,
ilgi alanlarına ilişkin bilgi sahibi olduklarını
ifade etti.
Geceleri polisler korudu
Aydın Müzesi Müdürü Yılmaz Akkan da mezar
odasının yerinin belirlenmesinin ardından 10 kişilik
ekibin gece geç saatlere kadar çalışarak tarihi
eserlere ulaştığını anlattı.
Ekibin alanda çalışmadığı sırada, mezarı ve
içindekileri "define avcılarından" korumak için
polis ekiplerinin bölgede nöbet tuttuğunu dile
getiren Akkan, şöyle konuştu: "Dikdörtgen planlı, devşirme taşlardan yapılmış
tonoz örtülü mezar içerisinde 3 sanduka tespit
ettik. Rastladığımız kemikler deforme olmuş, erimiş
durumdaydı. Ölü hediyelerine ait oldukça geniş
kapsamlı buluntu grubu elde ettik. 37 envanterlik
nitelikte sağlam eser ele geçti. Kremasyon kapları,
gözyaşı şişeleri, kandiller... En nadide eserlerden
birisi pişmiş toprak mask. Mask bize mezarda
yatanlar hakkında bilgi veriyor. Sanatla, tiyatroyla
ilintili bir kişinin burada yattığını düşünebiliriz.
Belki meslek olarak onu yapıyor. Şimdiye kadar
Aydın'daki kazılarda mask ya da benzeri buluntuya
rastlanılmamıştı."
Geç Hellenistik Erken Roma Dönemine
tarihlendirilen eserlerin temizlik ve konservasyon
çalışmaları tamamlandıktan sonra müze
koleksiyonlarına dahil edilecek. Mezarın bulunduğu
alanla ilgili kararı ise kültür varlıklarını koruma
kurulunun verecek.
Sabah, 07.02.2016
|
GALATAPORT'A KAZMA VURULDU
İstanbul Karaköy’de 2002’den beri yılan hikayesine
dönen Galataport Projesi’ne nihayet start verildi.
İnşaatı üç yıl sürecek proje için Doğuş ve
Bilgili’nin ortak olarak kurduğu Salıpazarı Liman
İşletmeciliği ve Yatırımları AŞ çalışmalara başladı.
Nargileciler ve antrepolar yıkılmaya başlandı.
Galataport adıyla bilinen Salıpazarı Kruvaziyer
Limanı Projesi, İstanbul’un en tartışmalı
projelerinden biri.
Karaköy’de Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait
liman sahasının yenilenmesi projesinin tarihi çok
eskilere dayanıyor. Proje, fikir olarak 1990’larda
Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı döneminde çıkıyor. Sahanın özelleştirilme
kararı 2002’de alınıyor. İhale ise 2005’te
yapılıyor. En yüksek teklif, 3,5 milyar Euro ile
Sami Ofer’in ortak olduğu Royal Carribean Cruises
konsorsiyumundan geliyor.
49 yıllığına
yap-işlet-devret modeli ile çıkılan ihalede “Ofer’e
peşkeş” iddiaları sürerken, Danıştay’ın imar planına
olur vermemesi sonucunda, ihale bir süre sonra iptal
ediliyor.
2013 Mayıs’ında yeni ihale yapılıyor. Gelen 5
tekliften en yükseği 702 milyon dolarla Doğuş
Holding’e ait. Fiyatın düşmesinin nedeni, sürenin 30
yıla inmesi ve imar planında yapılan kat
oranlarındaki değişiklikler...
İhalenin
onaylanması ile 2014’te sahanın işletmesi Doğuş ve
Bilgili’ye geçiyor. Ancak sivil toplum örgütlerinin
açtığı davalar, bölgede yıkılması gereken dükkanları
kullanan nargilecilerin itirazları ve yeni ÇED
raporunun beklenmesi, inşaatın bir türlü
başlayamamasına neden oluyor.
Yeni ÇED raporu da, Çevre Bakanlığı tarafından
Ekim ayında kabul ediliyor.
Böylece proje,
iki yıl önce Serdar Bilgili’nin Şubat 2015 olarak
verdiği tarihten bir yıl sonra, Şubat 2016’da
başlıyor.
Projeye yönelik Danıştay savcısı ve bilirkişinin
kamu yararı bulunmadığı iddiası, sivil toplum
kuruluşlarının bölgenin tarihi yapısının bozulacağı
ve soylulaştırılacağına yönelik itirazları da ortada
kalıyor.
Bilirkişiye göre kıyı halka
kapanacak, Serdar Bilgili ise aksine proje ile 1,2
kilometrelik sahil şeridinin halkın kullanımına
açılacağını söylüyor. Proje bittiğinde bu
itirazların ne kadar geçerli olacağını yaşayıp
göreceğiz!
Umarız geç kalınmaz!
Dünyanın en lüks oteli Peninsula açılacak
Peki, üç yıl sürecek inşaatın sonunda neler olacak?
Bölgede kruvaziyer gemilere yönelik yeni
terminal, eskisinin iki katından daha büyük olacak.
Terminal yer altına alınıyor. 6 bin 200 yolcuyu
bulan büyük gemilerin de İstanbul’a çekilmesi
planlanıyor.
Ayrıca Hong Kong ve New York’un
en lüks otel markası Peninsula geliyor. Hong Konglu
grupla yapılan ortaklık anlaşması için Rekabet
Kurulu’ndan onay, eylül ayında çıktı. 200 milyon
Euro tutarındaki proje ile lüks bir otel
gerçekleştirilecek.
Verilen bilgiye göre
Tophane Meydanı, 30 dönüme yakın alanıyla,
İstanbul’un en büyük meydanlarından biri olacak.
Proje sahası içindeki tescilli binaların da
restorasyonuyla, bazı tarihi binalar şehre geri
kazandırılmış olacak.
İstanbul Modern iki yıl Paket Postanesi’nde
Galataport sahasında Türkiye’de çağdaş sanatın
merkezi İstanbul Modern ile Mimar Sinan Üniversitesi
Resim Heykel Müzesi yer alıyor. Resim Heykel
Müzesi’nde bir süredir restorasyon sürüyor.
Eczacıbaşı Ailesi öncülüğünde, 2004’te Türkiye
Denizcilik İşletmeleri’nden 28 yıllığına kiralanan 4
numaralı antrepoda açılan İstanbul Modern Müzesi ne
olacak? Daha önce yapılan açıklamalarda müzenin
bulunduğu antreponun da yıkılacağı ve yeni bir bina
inşaa edileceği belirtiliyordu. Peki yeni proje ne?
Oya Eczacıbaşı’nın verdiği bilgiler şöyle:
“İstanbul Modern’in bulunduğu antreponun yıkılması
gündemdeydi ancak biz yıkmaktan vazgeçtik.
Yenilenecek. Bu da, tahminlerimize göre iki yıl
sürecek. Geçici süre için müzeyi taşıyacağız. Büyük
ihtimalle Paket Postanesi’ne taşınacağız. Mart
ayında kesinleşir.”Aldığım başka bir duyuma göre ise
mimarı bile belli olan yeni bina için Doğuş grubu
ile görüşmeler sürüyor. Terminalin yer altına
taşınacak olması binanın yıkılmasını gerektiriyor.
Eğer anlaşma olmazsa aynı bina yerinde kalıp,
yenilenecek.
Hürriyet, Yazı: Jale Özgentürk,
07.02.2016
|
İŞTE NARMANLI HAN
İstiklal
Caddesi’ndeki tarihi Narmanlı Han’da restorasyon
çalışmaları devam ederken, Beyoğlu Kent
Savunması’nın proje iptali başvurusu, gözleri
yeniden tartışmalı projeye çevirdi. Proje mimarı
Sinan Genim, “Bir yapının aslına uygun olarak
restore edilmesine karşı çıkılmasını anlamıyorum”
dedi.

İstanbul
Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üzerinde bulunan
tarihi Narmanlı Han’da restorasyon çalışmaları devam
ediyor. Ancak Beyoğlu Kent Savunması üyelerinin
restorasyon projesinin iptali için başvuru yapmaları
tartışmaları beraberinde getirirken projenin mimarı
Sinan Genim ise Narmanlı Han’ın kapılarını ilk kez
Milliyet’e açtı.

185 yıl önce inşaa edilen Narmanlı Han, 1880’e
kadar Rusya Konsolosluğu ardından 1914’e dek Rus
hapishanesi olarak kullanılmıştı. Bina, Narmanlı
ailesinin mülkiyetine geçtikten sonra uzun
yıllar
konut olarak kullanılırken, Narmanlı Yurdu
olarak anılmıştı. Mekan Aliye Berger, Ahmet
Hamdi Tanpınar, Bedri
Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok
yazar ve sanatçının ikametgah adresi olurken
Ermeni basınının önemli yayın organlarından
Jamanak’ın merkezi de uzun yıllar Narmanlı Han
içerisinde yer aldı.
57 milyon dolara alındı
Yıllar içinde ihtişamından uzaklaşan Narmanlı
Han, Aralık 2013’te 57 milyon dolara Tekin Esen
ve Mehmet Erkul’un temsil ettiği Esen ve Erkul
ailelelerine satıldı. Bakımsızlık ve eskime
nedeniyle ayakta zor duran eserin yeniden ihyası
için
Mimar Sinan Genim tarafından hazırlanan
restorasyon projesi ise yetkili kurullardan
geçtikten sonra çalışmalara başlandı. Ancak
geçtiğimiz günlerde Beyoğlu Kent Savunması
üyelerinin Narmanlı Han’daki restorasyona karşı
çıkarak, projenin iptali için
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurmaları gözleri tarihi binaya çevirdi.

‘Anıtsal nitelikte ağaç yok’
Projenin mimarı Sinan Genim; “Hazırladığımız
proje yetkili kurullardan geçti. Proje
tamamlandıktan sonra bünyesinde 7 dükkan ve 2
restoran yer alacak. Dükkanların 2’si İstiklal
Caddesi’ne, 5’i de iç avluya bakacak. Kent
savunucularının neye karşı çıktıkları belli
değil. Narmanlı Han’ın içinde anıtsal nitelikte
ağaç bulunmuyor. Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun nitelikli anıtsal ağaç olmadığına
dair kararı var. Restorasyona karşı çıkanlar
yapının kamulaştırılıp ucuza kiraya verilmesini
talep eden bir zihniyet. Eğer bu insanların
amacı Beyoğlu’nun yapılarına sahip çıkmaksa,
Narmanlı Han’ın hemen karşısında bulunan ve
yıllardır, ön yüzü iskele ile kapatılan Raimondo
D’Aranco’nun yaptığı Botter Apartmanı ne oluyor
diye sorarlardı. Eğer gerçekten bu konulara
sahip çıkıyorlarsa kendi aralarında para
toplayıp bu tür yapıları satın alabilirler”
dedi.
‘Onarılmasa yıkılacaktı’
Genim, restorayon projesinin toplam maliyetinin
25 milyon lirayı bulacağını belirtirken;
“Retorasyon 2018’in sonunda tamamlanarak bina
hizmete açılacak. Ön cephede yer alan iki dükkan
ile giriş aksında
Kaçak olarak düzenlenen iki küçük satıcının
dışında uzun süredir boş olan yapılar, gerek
geçen zaman gerekse uzun süredir bakımsız
kalmaları dolayısıyla harap haldeydi. Tek tek
incelendiğinde bazı nostaljik hatıraların ve
İstiklal Caddesi cephesi dışında yapıların
korunması gerekli herhangi bir özelliği
bulunmuyor. Çeşitli dönemlerde, büyük bir
karmaşık malzeme ile yapılmış yapıların
günümüzdeki statik kabuller ile korunması mümkün
değil. Daha önceleri Prof. Müfit Yorulmaz ve
Prof. Günay Özmen tarafından düzenlenen inşaat
mühendisliği raporunda söz konusu yapıların bir
deprem sırasında göstereceği statik direnç
belirsiz. Bir an önce onarıma başlanmaması
Narmanlı’nın yıkılmasını seyretmek demekti” diye
konuştu.
Milliyet, Haber: Mert İnan,
07.02.2016
|
ELÇİLİKLERDEN HAZİNE ÇIKTI

Dışişleri Bakanlığı, 135 büyükelçilikte bulunan
tabloların envanterini çıkardı. Uzman heyetin elden
geçirdiği 4 bin 679 tablo www.mfa.gov.tr'de
sergileniyor. Bir kısmı Osmanlı'dan miras kalan
tablolar arasında, Halil Paşa, İbrahim Çallı, Şefik
Bursalı, Şevket Dağ, Hikmet Onat gibi ressamların
yanı sıra Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Fikret
Mualla, Abidin Dino, Fahrünnisa Zaid, Devrim Erbil,
Ömer Uluç, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Naile Akıncı,
Nusret Çolpan (minyatür) ve Ali Toy'un (hat)
eserleri var.
Dışişleri Bakanlığı,
yurtdışı temsilciliklerinde bulunan
tabloların
envanterini çıkardı. Bir kısmı Osmanlı bakiyesi
4 bin 679 bin kadar tablo uzman heyet tarafından
elden geçirildi. Bir kısmı depolardan çıkarılan
eserler özel bakım uygulanıp, ömürleri uzatıldı.
Sürecin sonunda oluşan devasa dijital arşiv
bakanlığın internet sitesinde
(//diplomatic.mfa.gov.tr/Painting/PaintingCollections.aspx)
sergilenmeye başlandı. Tablo eksperlerinin fiyat
biçmekte zorlandıkları zengin koleksiyonda, son
dönem Osmanlı asker ressamlarından Halil Paşa (10
eser), Hikmet Onat, Fikret Mualla (13 eser), Abidin
Dino (4 eser), Nuri İyem (2 eser), Erol Akyavaş,
Bedri Rahmi Eyüboğlu (15 eser), Eren Eyüboğlu (9
eser), Eyüp ressamı Naile Akıncı (2 eser) gibi
önemli isimlerin tabloları bulunuyor. Eserlerin çoğu
bizzat sanatçılar tarafından hediye edilmiş
Hariciye'ye, bir kısmı da Osmanlı'dan miras.
HARİCİYE
‘DOĞANÇAY' ZENGİNİ
Koleksiyonda Doğançay
ailesinden iki isim yer alıyor. 2,2 milyonluk ‘Mavi
Senfoni' tablosuyla öne çıkan Burhan Doğançay'ın 17
eseri, ressam babası Adil Doğançay da 3
tablosu yurtdışı temsilciliklerinin duvarlarını
süslüyor. Hariciyenin paha biçilemeyen
koleksiyonunun ağırlığını yağlıboya resimler
oluşturuyor. Ancak gravür, karakalem, akrilik, baskı
ve taş baskı (litografi) tekniğiyle çalışılmış
eserler de var. Minyatür sanatçısı Nusret Çolpan
‘İstanbul ve Camii' isimli minyatürü, Hattat Ali
Toy'un ‘Modern Hat' çalışması ve İbrahim Çallı'nın
yağlıboya ‘İsmet İnönü' portresi öne çıkan
eserlerden.
TÜRKİYE
TABLOLARLA ANLATILIYOR
Dışişleri'nin
sitesinde sergilenen koleksiyon incelendiğinde,
yurtdışında sergilenen eserlerde çoğunlukla şehir
manzaralarına, insan portelerine ve Türkiye'ye özgü
detayların işlendiği görülüyor. Zaman'a konuşan üst
düzey bir diplomat, sınır ötesinde yıllardır
sergilenen resimlerin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e
özenle seçildiğini, büyükelçilerin bu özel eserler
üzerinden bulundukları ülke diplomatları ile
vatandaşlarına Türkiye'yi anlatma imkanı
bulduklarını vurguluyor. Son envanter çalışmasıyla,
birçoğu 1920'lerden kalan eserlere ömür
kazandırıldığını aktarıyor. Online serginin
Türkiye'de yerleşik yabancı misyonlara hitap eden
‘Diplomatik Portal' bölümünde yayınlanarak, yabancı
diplomatlara ünlü Türk ressamları keşfetme imkanı
sağlandığını ifade ediyor.
Pekin'den
Washington'a, Ulanbator'dan Tunus'a dünyanın dört
bir tarafında faaliyet gösteren 135 büyükelçilikte
asılı tablolara imza atan diğer önemli ressamlardan
bazıları şöyle: Ali Çelebi, Devrim Erbil (18 eser),
Fahrünnisa Zaid, Şevket Dağ, Hikmet Onat (17),
Ercüment Kalmık, Turan Erol, Feyhaman Duran, Gencay
Kasapçı, Şefik Bursalı, Yalçın Gökçebağ, Cevat
Dereli, İnci Eviner, Cemal Tollu, İbrahim Safi, Avni
Arbaş, Orhan Peker, Nurullah Berk, Cihat Burak, Zeki
Faik İzer, Şeref Akdik, Ömer Uluç, Nedret Sekban,
Nejad Devrim ve Necdet Kalay.
Zaman, Haber: Mesut
Çevikalp, 07.02.2016
|
KADIKÖY'DE PARKIN YERİNE YAPILAN İŞYERLERİ YIKILIYOR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kadıköy Altıyol
Bahariye Caddesi köşesinde bulunan 2 bin 378
metrekare araziyi 2007 yılında park olarak
kullanılması için Kadıköy Belediye Başkanlığı’na 10
yıl süre ile bedelsiz olarak tahsis etti. Tahsis
ederken de üstünde “Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulu kararı gereğince inşaat yapılamaz” şerhi
konuldu.
Buna rağmen Kadıköy Belediyesi
arazinin 970 metrekarelik kısmını kiraya verip
üzerine binalar yapılmasını sağladı. Bu durum
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 3 Kasım
2014 tarihinde yapılan teknik tespitle ortaya
çıkarıldı. Yapılan tespitte, arazinin 300
metrekaresinin Ret Kit, 260 metrekaresinin Starbucks
ve 230 metrekaresinin İsis Bar olmak üzere üç farklı
işletme tarafından kullanıldığı belirlendi. Bunun
üzerine Kadıköy Belediyesi’nden, arazinin üstündeki
işletmelerin tahliye edilip park haline
getirilmesini istedi. Kadıköy Belediyesi de, bir
yazı ile tahsise konu 970 metrekarelik alanın, 20
Mayıs 2008 tarihinde 9 yıllığına DB Tur. İnş. Ve
Tem. Hiz. Ltd. Şti. adına, söz konusu yerde bulunan
kafeteryanın da ihale yoluyla 9 yıllığına DB Tur.
Gıd. İnş. Ve Tem. Ltd. Şti.’ne kiraya verildiğini
belirtti.
KORUMA KURULU DA SAVCILIĞA BAŞVURDU
Öte yandan, Koruma Kurulu da, tahsise konu
taşınmaz üzerinde bulunan izinsiz kafe ve
eklentilerine ilişkin savcılığa suç duyurusunda
bulundu. Geçen yılın haziran ayında İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla tahsis iptal
edildi.
BUGÜN KEPÇELER GİRDİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesine geçen arazi
üzerindeki işyerleri bugün kepçelerle yıkılmaya
başlandı.

Radikal, 07.02.2016 |
ZERO'NUN KURUCUSU HEİNZ MACK SABANCI MÜZESİ'NE
GELİYOR
Sakıp Sabancı Müzesi, ‘Zero Geleceğe Sayım'
sergisinin ardından Zero akımının yaşayan kurucusu,
Alman ressam ve heykeltraş Heinz Mack'ın kişisel
sergisine ev sahipliği yapacak. 18 Şubat'ta
başlayacak sergi öncesinde, sanatçının
Düsseldorf'taki atölyesini bir grup gazeteciyle
gezdik.
Almanya'nın yaşayan en
önemli sanatçılarından ressam ve heykeltıraş
Heinz Mack (1931), Sabancı Müzesi'ne konuk
oluyor. Mack, II. Dünya Savaşı sonrasında
Almanya'daki Nazi karanlığını ve kasvetli ortamı
dağıtmak üzere ortaya çıkan ve bütün kalıpları kıran
“Zero” (Sıfır) akımının Otto Piene ile kurucusu.
Alman modernist akımının bu önemli ustasının
eserleri yakın zamanda Sabancı'daki ZERO
sergisindeydi. 18 Şubat'ta açılacak ‘MACK. Sadece
Işık ve Renk' adlı sergiyle, sanatçının 60 yıllık
sanat üretiminden heykeller, ışıklı sütunlar ve
rölyefler sunulacak. Son nesil klasik Avrupa
sanatçılarından biri olan Mack'ın Almanya'nın
Düsseldorf kentindeki atölyesini, sergi öncesinde
bir grup gazeteciyle gezdik.
Düsseldorf'a
vardıktan sonra ilk durak Mack'ın eserlerini
sakladığı, sanayi bölgesindeki deposu oldu. Sanatçı
bizi kapıda karşılarken, ilerlemiş yaşına rağmen
enerjisi ve hayat dolu olması göze çarpıyor.
Günlerdir soğuk ve yağmurlu havanın etkisinde olan
Düsseldorf, güneşli bir güne başlamıştı. Bahçedeki
heykelleri işaret edip, “Bakın hava güneşli olunca
eserler böyle ışıklanıyor.” diye heyecanla
konuşuyor. Heykellerinde, demir, kum, tahta, cam ve
seramik gibi çeşitli materyaller kullanan Mack ışığa
olan tutkusuyla biliniyor. Atölyesindeki yüzlerce
eser bu ışık dilini hep birlikte konuşuyor.

Hemen atölye turuna
başlayan Mack, paketlenmek ve müştelerine
gönderilmek üzere malzemelerini depoda biriktiren
bir fabrikayı andıran kocaman iki atölyesiyle
herkesi şaşırtıyor. Bu depoların elektriğinden
ısıtmasına kadar her şeyiyle ilgilenen Mack, gözü
gibi baktığı eserlerinin sayısını kendisi bile
hesaplamakta zorlanıyor. Sanatçının bu düzeninin
ardında her ikisi de sanat tarihçisi olan karısı Ute
ve kızı Marie-Valeria yer alıyor. Mack'in, piyasada
çokça görülen ve eleştirilen asistanlar ordusuyla
çalışan (Anish Kapoor, Damien Hirst ve Antony
Gormley) gibi isimlerden uzak bir sanat pratiği var.
Depo gezisinin ardından ikinci durak, Mack ile 17.
yüzyıldan kalma hem atölye hem de ev olarak
kullandığı alçakgönüllü çiftlik evi oluyor.
Bahçedeki heykeller ve kendi tasarladığı atölyesini
göstererek, “Buradaki heykelleri, tabloları hep
kendi ellerimle yaptım, ben elleriyle çalışan bir
sanatçıyım.” diyor.
‘Sanat zulme
ve acımasızlığa karşı bir sestir'
Doğu ile Batı kültürlerinden beslenen ve İslam
sanatlarına ilgisini sık sık dile getiren Mack, bu
atölye turundan sonra bir basın toplantısı
düzenledi. Mack'ın sanatçı, felsefeci kimliğiyle
gazetecilere söyleyecek çok şeyi var. İstanbul'daki
sergi için çok heyecanlı olduğu her halinden belli.
Doğu-Batı buluşmasına önem veren Mack, “Eserlerimde
ideoloji yok. Kendi bireyselliğimi derinlerde
tecrübe ediyorum.” diyor. Gölge ve ışığa önem
verdiğini belirten Mack, “Her materyalin kendi dili
var, onu öğrenmek lazım” diye de öğütlüyor. Sanatçı
ve ideoloji ilişkisine değinen Mack, “Sanatçı
politik olanla yakınlık kurduğunda özgürlüğü elinden
alınır. Bu tarih boyunca öyle olmuştur. Ben özgür
bir sanatçıyım, hiçbir politik güç bana ne yapmam
gerektiğini söyleyemez. Bu yüzden kendi eserlerimle
Türkiye'deki sanatçılar üzerinde bir etki veya ilham
kaynağı olabilme temennisi içindeyim.”diyor.
Nazan Ölçer'in deyişiyle bilge bir sanatçı olan
Mack, sanat piyasasının maymunu değil. Hatta kimi
zaman piyasadan kendi eserlerini satın alacak kadar
da işlerine düşkün. Ticari beklentinin yüksek olduğu
bir dönemde sanatçının özgürlüğüne sıklıkla işaret
ediyor. Bir sanatçı olarak umudunu asla
yitirmediğini dile getiren Mack, “Matisse, karısını
ve kızını elinden alan Nazi döneminde bile resmi
bırakmadı çünkü sanat zulme ve acımasızlığa karşı
bir sestir.”şeklinde konuşuyor.
İstanbul'a
gelecek eserlerin seçiminde çok az müdahalesi
olduğunu söyleyen Mack, kendi sergisinin İstanbul'da
ziyaretçisi olacağını söylüyor. Küratörlüğünü S. Ü.
Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile
Royal Academy of Arts Londra eski Sergiler Direktörü
ve sanat tarihçisi Sir Norman Rosenthal'in
üstlendiği sergi Tahincioğlu Holding katkılarıyla 17
Temmuz'a kadar görülebilecek.
Zaman, Haber: Musa
İğrek, 06.02.2016 |
SİNOP'UN TARİHİ HAL BİNASI KÜLTÜR MERKEZİ OLUYOR
Sinopale Uluslararası Sinop Bienali önerisiyle
Sinop'un kent belleğinde önemli bir yer tutan tarihi
sebze hali kültür merkezine dönüştürülüyor. Açılış
tarihi henüz belli olmayan bina, Hal Sinop Buluşma
Merkezi adıyla Sinop'ta kültürel, sosyal ve eğitsel
etkinliklere ev sahipliği yapacak, kentin
kalkınmasına hizmet edecek.
Sinop Hal binası
1980'li yıllara kadar kentin önemli sosyal ve ticari
merkezi konumundaydı. Bununla birlikte, Türkiye'de
örneği ilk olan sosyal girişim örneklerinden de
biriydi. Bina, 1950'li yıllarda hayırsever işadamı
Muharrem Tansel tarafından inşa edilerek Sinop
Belediyesi'ne bağışlanmıştı. Vakıfnamesinde ise hal
binasının yerine farklı bir amaçla yapı
yapılamayacağı, dükkanların ihtiyaç sahibi küçük
esnafın kullanımına verilmesi, kar amaçlı
kullanılmaması, dükkanlardan elde edilen gelirin hal
binasına ve fakirlerin ihtiyaçları için kullanılması
şart koşuluyordu. Esnaf kültüründen AVM kültürüne
evrilen tüketim alışkanlıkları zaman içinde Sinop'un
hal binasını işlevsiz bıraktı. Ancak geleceği gören
vakıfnamesi sayesinde günümüze ulaşmayı başaran
bina, kent belleğindeki önemi nedeniyle Sinopale
girişimi tarafından gündeme getirilerek, kentin
gelişimine hizmet eden yeni bir fonksiyon
kazandırılması doğrultusunda Sinop Belediye
Başkanlığı ile kentsel dönüşüme örnek olacak bir
çalışma başlatıldı. Ardından Mimar Sinan
Üniversitesi, Sokak Bizim Derneği gibi kurumlarla
oluşturulan ortaklıklar sayesinde
Sinop Hal binasının kente değer katması yönünde
yeni bir başlangıç gerçekleşti.
Zaman, 06.02.2016
|
Son günlerde kaçakçılık şube ekiplerinin art arda
yakaladıkları dünyaca ünlü ressamlara ait tablolar
tüm dünya basının gündeminde. Picasso, Sir Anthony
van Dyck, Dali'ye ait tablolar milyonlarca dolara
satılırken suçüstü yapılıyor. İşte yolu Türkiye'den
geçen ünlü tablolar
Türkiye sanatın önemli merkezlerinden biri
olma yolunda emin adımlarla ilerliyor diyoruz. Sanat
fuarları, yurtdışına açılan sanatçılar göğsümüzü
kabarta dursun belki de tek eksiğimiz Picasso, Paul
Cezanne gibi dünyaca ünlü ustalara ait eserlerden
yoksun olmamız. Oysa hem yerli hem de The
Guardian gibi dünya basınında yolu Türkiye'den
geçen ve değerleri milyonlarca doları bulan, sanat
tarihinin gelmiş geçmiş en büyük isimlerine ait
eserler sık sık haber oluyor. Ama maalesef bu
eserler ne bir müze koleksiyonuna girmek için
ülkemize giriş yapıyor ne de sergilenmek için. Söz
konusu eserler uluslararası çeteler tarafından,
koleksiyonlardan ve müzelerden çalınıp Türkiye
topraklarında elden çıkarılmaya çalışılıyor. Ama bu
noktada kaçakçılar, Türk polisinden kaçamıyor. Dünya
müzelerinden yağmalanan ve değeri milyonlarca doları
bulan eserler uzun süren takip sonrasında kaçakçılık
şube ekipleri tarafından yakalanıyor.
NEDEN RESİM?
Dünyada silah ve uyuşturucu
kaçakçılığından sonra en fazla resim ve sanat
eserleri para ediyor. Bu da kaçakçılar için sanat
eserini cazip hale getiriyor. Özellikle kolay
taşınabilir resimlerin ülkeye sokulması ve ülkeden
çıkarılması da zor olmuyor. Peki ama kafalarda "Bu
tarihi eserler gümrükten nasıl geçiyor?" sorusu
oluşabilir. Yetkililer çoğu kez 'eski' eşyalarla
birlikte konteynerlerin içinde sokulduklarını
belirtiyor. Eski masa, koltuk, sandalye sokarken
tabloyu da masanın çekmecesine koyuyorlarmış.
Yakalanan eserlerin orijinal olup olmadığının
tespiti için Louvre, British, Picasso müzeleri gibi
yetkili kurumlar tarafından ekspertiz yapılması
gerekiyor. Türkiye'de yakalanan eserler eğer
İstanbul'daysa önce Mimar Sinan Üniversitesi'ne
gönderiliyor, ardından Topkapı Sarayı'na geçiyor.
FBI ve Interpol'e listeler bildiriliyor. Ve
sahipleri var ise eserlerin geri teslim işlemleri
başlatılıyor.
KAZINMIŞ VE KATLANMIŞ
Görüş aldığımız yetkililer yakaladıkları
eserlerde yoğun tahribatlar olduğunu belirtiyor.
Örneğin geçtiğimiz ay Topkapı'da lüks bir otelde 17
milyon dolara satılmak üzereyken suçüstü yakalanan
Sir van Dyck tablosunun bazı bölümlerinin kazınmış
olduğunu görüyoruz. Ayrıca yakalanan eserler
arasında çerçevesinden çıkarılmış, rulo yapılmış,
hatta katlanmış olanlar dahi mevcut.
SADDAM'IN KOLEKSİYONU
Yıllar önce Saddam'ın
Irak'ının Kuveyt'i işgali sırasında binlerce Irak
askeri Kuveyt'teki birçok sanat galerisini ve müzeyi
ve özel koleksiyonu yağmaladı. Bu yağmalanan
eserlerin büyük bir kısmı Türkiye üzerinden dünyaya
yayıldı. Örneğin Pablo Picasso'nun 1991 yılında, 1.
Körfez Savaşı sırasında Kuveyt Müzesi'nden çalındığı
belirtilen nü tablosu 2011 yılında Balıkesir'de ele
geçirilmişti. Onun dışında Irak'ın işgali ve
Saddam'ın devrilmesiyle beraber bu kez Irak'taki
müzeler ve koleksiyonlar yağmalandı ve yine bir
kısmı ülkemize kaçak yollardan sokuldu.
YAĞMALANANLAR GELİYOR
Son olarak da beş
yıldır devam eden Suriye savaşıyla beraber sadece
mülteciler değil yurtdışına kaçırılmak istenen sanat
eseri ve tablolar da ilk durak olarak Türkiye'ye
getirildi. Özellikle bu sanat eserlerine yönelik
hırsızlık olaylarını dünyada Gürcülerin başını
çektiği grupların yaptığı biliniyor. Ve bu gruplar
da ister Avrupa'dan çalmış olsunlar ister Avrupa
dışında bir yerden, bir şekilde İstanbul'a getirip
eserin burada pazarlanmasını sağlıyorlar.
17 MİLYON DOLARLIK ESER
Sanat
hırsızlığında astronomik rakamlar konuştuğu için
hırsızlar tarafından tercih ediliyor. Geçtiğimiz ay
yakalanan van Dyck tablosu bunun en canlı ispatı.
İngiltere'deki özel bir koleksiyonerden Gürcü bir
çete tarafından çalınan tablo 200 bin dolara
satılmış. Tabloyu satın alan iki Türk işadamı ise 17
milyon dolar gibi astronomik bir rakama elden
çıkarmak isterken yakalandılar.
POLİS
ALICI KOLEKSİYONER ROLÜ OYNUYOR
İşin en
ilginç tarafıysa bu operasyonların gerçekleşme
şekli. Özellikle yeni dönemde kaçakçılık şube
timlerinde sanat danışmanı, arkeoloji uzmanı gibi
farklı branşlardan anlayan kişiler çalıştırılıyor.
2016 yılında gerçekleşen operasyonlardan biri şöyle
gelişiyor: Bir polis memuru tabloyu satın almak
isteyen kişi kılığında uzun süredir teknik takipte
olan satıcılarla kontak sağlıyor. Bu kişi 'zengin
bir koleksiyoner' izlenimi vermek için tepeden
tırnağa lüks markaların kıyafetlerini giyiyor.
Taktığı saat, kahve içmek için gittiği mekan dahi
pahalı ve lüks yerlerden seçiliyor. Karşı taraf
alıcının yeterince parasının olduğuna inanmak için
kanıt istediğinde ise banka kasası açılıyor ve
paralar önünde fotoğraf çekip karşı tarafa
yollanıyor. Sonuç olarak da milyonlarca dolar
kazanacağını sanan sanat eseri hırsızları
karşılarında Kaçakçılık Şube Müdürlüğü elemanlarını
görüyor.
MUHBİRE YÜZDE YEDİ
Kaçakçılık şube ekipleri uzun süre hırsız çetelerini
teknik takibe alıyor. Genellikle teknik takip gelen
ihbar sonrası oluyor. Bu arada sanat eseri
kaçakçılığını ihbar edenlere yüzde yedi pay
veriliyor.
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ?
İşte Yalova'da yakalanan Paul Cezanne'dan
Elazığ'da ele geçirilen Picasso'ya kadar yolu
sınırlarımızdan geçen ve başarılı operasyonlar
sonucu yakalanan tablolar...
NELER
YAKALANDI?
Ocak 2016... İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü Bakırköy'de bir operasyon yaptı. Haftalardır peşinde oldukları tabloyu sonunda ele geçirdiler. Satılmaya çalışan tablonun Picasso'nun Dressing Her Hair (Saçını Tarayan Çıplak Kadın) olduğu anlaşıldı. New York'ta bir koleksiyonerden çalınan tablo 8 milyon dolara satılmaya çalışılıyordu. Eser şu anda orijinalliğinin tespiti için Mimar Sinan Üniversitesi'nde...
Ocak 2016... Topkapı'da lüks bir otelde Sir Anthony Van Dyck'a ait bir eser ele geçirildi. Eseri Gürcülerden 200 bin dolara alan iki Türk tam 17 milyon dolara satmak istedi. Kaçakçılık Şube ekipleri 132X96 boyutlarındaki eseri otelde ele geçirdi. 17. Yüzyıla ait tablo şimdi Topkapı Sarayı'nda...
Mayıs 2015... Yalova Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekipleri ünlü Fransız ressam Paul Cezanne'e ait olduğu öne sürülen, piyasa değeri 150-200 milyon dolar olduğu belirtilen tabloyu satmak isteyenleri suçüstü yakaladı.
Mart 2015... Tokat'ta polis ekipleri, Hollandalı ressam Vincent van Gogh'a ait olduğu ileri sürülen bir tablo ele geçirdi. Tablonun sanatçının Yetim Adam serisinden Van Gogh İhtiyar Sopayla isimli eseri olduğu söyleniyor.
Mart 2011... Körfez Savaşı'nda Kuveyt Müzesi'nden çalınan ünlü ressam Picasso'nun 10 milyon dolar değerindeki tablosu Balıkesir'de yakalandı.
Mart 2002... Aksaray'da gerçekleşen bir operasyonda İspanyol Ressam Salvador Dali'ye ait olduğu öne sürülen bir tablo yakalandı.
Haziran 2001... Elazığ Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi aldığı ihbarı değerlendirince Picasso'ya ait tahmini değeri 3 milyon dolar olan yağlı boya tablo ele geçirildi.
Sabah, 06.02.2016
|
HASANKEYF'İN 'MİRAS LİSTESİ' BAŞVURUSU DA BARAJA
TAKILMIŞ
Ilısu Barajı
suları altında kalma tehlikesi bulunan Hasankeyf'in
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne adaylık başvurusunun
da baraja takıldığı ortaya çıktı. Hasankeyf Belediye
Başkanı Abdulvahap Kusen 'Zeynep Ahunbay başvurdu'
demişti. Radikal'e konuşan Ahunbay, biz kriterlere
uygun olduğunu bakanlığa bildirdik, onlar adaylık
başvurusu yapmadı. Çünkü bölgede baraj yapılıyordu"
dedi.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO) Dünya Mirası Merkezi Direktörü Mechtild
Rössler, Ilısu Baraj Gölü suları altında kalma
tehlikesi bulunan antik kent Hasankeyf için
Türkiye'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
başvurmadığını açıklaması tartışma yarattı. Oysa
yaklaşık 10 bin yıllık geçmişe sahip Batman’ın antik
ilçesi Hasankeyf'in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
alınması için STK'lar çağrı yapmıştı. Hasankeyf
Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen ise, DHA'ya
yaptığı açıklamada ’Dünya Kültür Mirası Listesi’
için belirlenen 10 kriterinden 9’unu taşıyan
Hasankeyf için Uluslararası Anıtlar ve Sitler
Konseyi (ICOMOS) Türkiye Milli Komite Yönetim Kurulu
2’nci Başkanı İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep
Ahunbay’ın yıllar önce başvuruda bulunduğunu
söyledi.Ancak acı gerçeğin UNESCO Direktörü Mechtild
Rössler'in açıkladığı gibi olduğunu Prof.Dr. Zeynep
Ahunbay'da doğruladı.
BAKANLIK BAŞVURU
YAPMASI LAZIM AMA...
Radikal'e konuşan Prof.Dr. Zeynep Ahunbay şunları
söyledi: "Yıllar önce biz Hasankeyf'in Dünya
Kültür mirası listesi kriterlerini taşıdığını Kültür
ve Turizm Bakanılığı'na bildirdik. Yazıları yazdık.
Doğa Derneği de doğa çeşitliliği ile ilgili
toplantılar yapıp raporları bakanlığa sundu. Dosyayı
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO'ya sunması
gerekiyordu. Bakanlık baraj yapıldığı ve kentin
sular altında kalacağı için başvuruyu yapmamış."
Ahunbay bu durumun üzücü olduğunu dile getirerek
"Bir kültür mirası sular altında kalacak.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açtığımız dava
halen devam ediyor" dedi.
Radikal,
Haber: Ercan Sarıkaya, 05.02.2016
|
İKİ YASSIADA
27 Mayıs darbesi sonrasında Adnan Menderes ve
bazı bakanların yargılandığı ve idamlarından
önce hapis yattıkları Yassıada'nın imara
açıldıktan sonra görüntüsü tamamen değişti.
Marmara Denizi üzerinde Yeşil dokusu ile fark
edilen adanın şimdiki görüntüsü tam bir
şantiyeyi andırıyor.
Mayıs 2015'te imara açıldıktan sonra tüm
ağaçların kesildiği ve yeşil dokusu adeta yok
edilen tarihi Yassıada'da 5 yıldızlı otel,
konferans sergi salonları, cami yapılıyor.
Adanın son fotoğrafını Levon Bağış uçaktan çekti
ve twitter hesabında paylaştı.

Hürriyet, 05.02.2016
******
MESA'DAN YASSIADA
AÇIKLAMASI
Yassıada ile ilgili haberlerin ardından, adadaki
çalışmalarla ilgili müteahhitlik görevini üstlenen
Mesa'dan açıklama geldi. Mesa Mesken Sanayii
tarafından yapılan açıklama şöyle;
"Basın ve
Kamuoyunun Dikkatine,

Taahhüt projelerimiz
arasında yer alan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait,
yatırımı ve işletmesi Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği’ne bağlı GTİ Şirketi tarafından üstlenilen
Yassıada’da kongre merkezi, otel ve müzeden oluşacak
“Demokrasi ve Özgürlük Adası” projesine ilişkin
bugün yayınlanan görseller ve yapılan yorumlarla
ilişkin aşağıdaki açıklama zarureti doğmuştur.
Bugün basında yayınlanan hava fotoğraflarında
mevsimsel değişikliklerle (kış / bahar) birlikte
farkı oluşturan ve yeşil alan olarak görünen
bölümler, otsu bitkiler ve makilik alanları
kapsamaktadır.

Proje kapsamında sadece
birkaç ağacın yeri değiştirilmiştir. Buna karşın
proje kapsamında Yassıada’daki mevcut ağaç dokusuna,
120 adet yetişkin ağaç eklenecektir. Yapımını
üstlendiğimiz proje tamamlandığında, ekli
görsellerde de görüleceği gibi Yassıada’daki doğal
doku, başta ağaçlar olmak üzere 3 katına çıkacaktır.
"
Yapı, 05.02.2016
******
YASSIADA TARTIŞMASI
Otel ve kongre merkezi inşaatı yapılan Yassıada’nın
son görüntüsü tartışma yarattı. Uçaktan çekilen
fotoğrafta yeşil dokunun kaybolduğu ortaya çıktı.
Sivil toplum kuruluşları tarih ve doğa katliamı
yapıldığını ileri sürerken, projeyi üstlenen MESA,
“Eskisinden yeşil olacak” diye açıklama yaptı.
Levon Bağış’ın sosyal medyada paylaştığı Yassıada
fotoğrafı,
inşaat çalışmalarında adanın halini gözler önüne
serdi. Yassıada ve Sivriada’nın imara açılmasına
tepki gösteren sivil toplum örgütleri, bunun tarih
ve doğa katliamı olduğunu, adayı çöle çevrildiğini
iddia ettiler. İnşaatı yapan MESA Yönetim Kurulu
Başkanı Erhan Boysanoğlu ise adanın bir yıl daha
bozkır görüneceğini, ardından 5-6 metre uzunluğunda
mevcudun üç katı fazlası çam ağacı dikileceğini
açıkladı.
DAVA AÇILMIŞTI
Adanın imara açılması
kararlarının iptali ve yürütmesinin durdurulması
için Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir
Plancıları Odası ile birlikte dava açmıştı.
Bilirkişi raporuna rağmen mahkeme yürütmenin
durdurulması istemini reddetmişti. 10 hektarlık
adanın, kayalıkları, kıyıları da içine alınıp 18
hektar olarak inşaata açıldığını belirten Mimarlar
Odası Büyükkent Şubesi Genel Sekreteri Mücella
Yapıcı, “Yassıada, birinci derece doğal, tarihi ve
arkeolojik SİT alanı. Koruma planı hazırlanarak,
yapılacak tüm kazılar, müdahaleler müze denetiminde
yapılmalı. Oysa koruma planı yapılmadı. Tüm yetki
inşaat şirketi MESA’ya verildi. Şirket kendi
kendine, bu korunacak bu korunmayacak, kararı verdi.
Hiçbir arkeolojik, çevresel etüt yapılmadan inşaat
sürüyor. İstanbul’da her alan arsa olarak görüldüğü
için Yassıada’yı da kaybettik. Topografyası yok
edildi, korkunç bir tahribat var. Ada dümdüz arsa
haline getirildi” dedi.
Arkeologlar Derneği
Başkanı Yiğit Ozar, son fotoğrafla adanın üzerindeki
katmanların iş makinalarıyla düzleştirildiğinin
anlaşıldığını belirterek, “Böylesine önemli
arkeolojik katmanları olan bir coğrafyanın hiçbir
müze denetimi olmadan, bilimsel araştırma yapılmadan
düzlenmesi kabul edilebilir değil. Bir dozerin
toprağa her girişinde insanlık tarihi açısından çok
önemli bilgiler de kaybediliyor ve neyi
kaybettiğimizi bile bilmiyoruz” dedi.
BOŞUNA YAPIYORLAR
Adalar
Savunması’ndan Ömer Süvari ise şöyle konuştu:
“2012’den beri bunların olmaması için çok uğraştık
ama karşımızda bizi dinleyecek kimseyi bulamadık.
Daha ağır sonuçlarla karşılaşacağız. Çünkü Yassıada
ve Sivriada, Marmara Denizi ve İstanbul’un doğal
yaşamı; nesli tükenen balık ve kuş türleri için çok
önemli. Marmara’da mercan, sinerit, karagöz gibi
türler sadece bu iki adanın açıklarında kaldı. Onlar
da bitecek. Yassıada’da mercan yataklarının üzerine
beton döktüler, dinamit kullandılar. İskele, liman
yaptılar, adayı genişlettiler. İşin trajik tarafı
yapılan inşaatlar kullanılamayacak. Adalar iklimi
çok sert. 9-10 ay fırtına olduğu için ulaşım
imkansız olacak.”
Yassıada ve Sivriada’nın inşaat yapımını üstlenen
MESA Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Boysanoğlu,
şunları söyledi: “Adanın yüzde 60-70’i maki, ağaç
değil. Az sayıda çam ağacı vardı, onlar da kaldı.
Ada 100 bin metrekare, 50-60 bin metrekare inşaat
yapılıyor. Kesilenlerin yerine büyümüş gelişmiş, 5-6
metre çam ağaçları dikilecek.
Ağaç sayısı
kesilenin en az 3 katı olacak. Askeriyeye ait,
tarihi değeri olmayan luzumsuz binaların yerine de
ağaçlar dikilecek. 1 yıl daha bozkır görünecek ama
sonra geçmiştekinden daha yeşil olacak. Öyle beş
yıldızlı oteller falan da olmayacak. Devlet
büyüklerinin ağırlandığı; bongolov gibi iki katlı
binalar, kongre merkezi yapıyoruz. Genişletme yok.
Ufak bir iskele bağlantısı var. Mevcut alan üzerine
oturuyoruz. Burası 97-98 bin metrekare. Hangi
ekoloji bozulacak? Ben de mimarım. Bize bakanlığın
verdiği bir proje var ve onu uyguluyoruz.”
Kesilen 5 ağaç
Yassıada ve
Sivriada’nın yapım işini üstlenen ve 30 yıl süreyle
işletecek olan
TOBB Gümrük ve
Turizm İşletmeleri Yönetim Kurulu Başkanı Arif
Parmaksız Turizm Bakanlığının projesini
uyguladıklarını belirterek, “Orası orman değil,
maki; kestiğimiz 5 ağaç. Yeni peyzaj planına göre
adayı tamamen yeşil alana döndüreceğiz. Kesilen
ağaçların yerine üç kat fazla sayıda ağaç dikeceğiz”
dedi. 14 Mayıs 2015’te temel atma törenine katılan
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yassıada’nın İstanbul’un
Camp David’i olacağını belirterek “Yassıada’yı
arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı barış adasına;
müze ve kongre merkezine dönüştüreceğiz. Yeşil alan
kesinlikle bugünkünden fazla olacak” demişti.
Hürriyet, Haber: Aysel Alp, 05.02.2016
******
BAKAN EROĞLU: YASSIADA'DA AĞAÇ KESİMİ
FOTOĞRAFINI BEN GÖRMEDİM AMA SAHTEDİR
Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Yassıada'nın imara
açılmasından sonra basına yansıyan fotoğrafı
görmediğini ancak sahte olduğunu öne sürdü. Eroğlu,
Yassıada'da ağaç kesimini haber yapan basın
mensuplarını Aydın Büyükşehir Belediyesi'nin kestiği
ağaçların haberini yapmamakla eleştirdi.
Açılışlar için Denizli'ye Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanı Sema Ramazanoğlu ile gelen Bakan Eroğlu,
Denizli Valisi Şükrü Kocatepe'yi ziyaret etti.
Ziyarette Adalet Bakan yardımcısı Bilal Uçar,
Denizli Valisi Şükrü Kocatepe, AK Parti Denizli
milletvekilleri Şahin Tin, Cahit Özkan, Denizli
Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan ve
bürokratlar hazır bulundu.
"AYDIN
BÜYÜKŞEHİR BETON HALİNE GETİRDİ"
Ziyaret sonrası basın toplantısı düzenleyen iki
bakan, Denizli'ye yapılan yatırımlarla ilgili bilgi
verdi.
Eroğlu, gazetecilerin Yassıada'nın imara
açılmasından sonra basına yansıyan fotoğrafla ilgili
sorusu üzerine bu yapılan haberlerin kasıtlı
olduğunu öne sürdü.
Kendisinin "3 -5ağaç kesiliyor" şeklinde
açıklamasının eleştirildiği hatırlatılınca Eroğlu,
şöyle dedi: "Bunun cevabını verdim. Eleştirilebilir
tabi. Ben yatırımla ilgili konuşmam. Aydın'da
arkadaşa şunu söyledim. Aydın'da burada tarihi
caminin karşısında muhteşem bir yeşillik vardı. Ona
lütfen bir Google'dan bakın. Oradaki bütün ağaçları
kestiler Binlerce ağaç kesildi. Oraya taştan bir şey
yapıldı, beton. Siz bunu görmüyorsunuz, oradaki üç
beş tane kesilip kesilmediği, bize de ait değil,
dolayısıyla bunu görüyorsunuz diye onu sordular.
'Kesiliyorsa' dedim bakarız. 'Bir kesilen yere beş
dikeriz' dedim. Aydın'da bunu sordular. Tamam mı?
Kasıtlı sorduğu için. Ben de Aydın'a, sen dedim
bununla ilgili bir haber yaptın mı? Aydın'ın
merkezinde yeşillik yok. En güzel bir mesirelik bir
alanı tamamen beton haline getirdi. Kimsenin sesi
çıkmadı. Bütün ağaçlar kesildi. Yalova'da ağaçlar
kesildi. Mesele ağaç meselesi değil. Biz onu
vurgulamak istedik. Anlatabiliyor muyum?"
"BEN GÖRMEDİM ŞU ANDA AMA SAHTEDİR"
Bir gazetecinin, basına yansıyan
fotoğrafta Yassıada'da maden sahası gibi ağaçların
kesildiğinin görüldüğünü, bu fotoğrafın doğru olup
olmadığı şeklindeki sorusu üzerine Eroğlu, şu yanıtı
verdi:
"Ben görmedim şu anda ama sahtedir. Orada maden
sahası filan yok kardeşim. Ben Yassıada'yı bilmez
miyim? İstanbul'da yaşadım. İSKİ Genel Müdürlüğü
yaptım. Orada orman filan yok. Ağaç yok kardeşim.
Benim bildiğim kadarıyla. Ben projeyle ilgili bir
şey demiyorum. İncelemedim. Ama ben ağaçla ilgili
kısmını söylüyorum. Yassıada'da da bizim orman
alanımız yok. Çıplak bir kaya. Aydın'da soran da
kasıtlı sorduğu için ben dedim, bir basın mensubu
olarak, şuradaki muhteşem şeylerin içinde, tarihi
caminin hemen karşısında, muhteşem bir yeşillik
vardı. Her ay gider oraya girerdik. Orayı tamamen
Aydın Büyükşehir Belediyesi, tamamen büyüyen
ağaçları kesti. Şu anda orası bir beton yığını
haline geldi. Bunu gördün mü diye söyledim. Bunu
yazmıyor. Ben 'bir ağaç kesilirse beş ağaç dikeriz'
demişim. Onu yazıyor. Kasıtlı davranmayalım. Tabi
size demiyorum. Mutfaktakiler var ya onlar işi
değiştiriyorlar."
Radikal
(Kısaltarak),
07.02.2016
******
YASSIADA/YASLI ADA!
Türkiye demokrasisinin ilk çok partili dönemi, 27
Mayıs 1960 askeri darbesiyle sona erince, DP
İktidarının tüm mensupları Marmara'nın ortasında bir
adada kurulan mahkemede yargılandılar. Atatürk'ün
son Başvekili ve 1950/60 döneminin Cumhurbaşkanı
Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar,
milletvekillleri bir yıl boyunca burada tutuklu
kaldılar. Onlar, aileleri ve darbe ortamına rağmen
ziyaretlerine gelmeye cesaret edenler, bu adada
unutulmaz acı anılar, üzüntüler yaşadılar.
Demokrasi tarihimizde hep buruk duygularla
anımsadığımız bu talihsiz süreçle özdeşleşen bu
küçük adanın adı Yassıada'dır. Anımsattıkları
nedeniyle halk arasında çoğu kez "Yaslı Ada" diye de
anılır.
Yassıada, 27 Mayıs sonrasında -önceden olduğu
gibi- bir süre yine Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca,
daha sonra da Su Ürünleri Yüksek Okulu olarak
kullanıldı. Ancak ulaşım ve benzeri zorluklar
nedeniyle 90'lı yılların ortalarında terk edildi.
Uzun süre boş kaldı.
2007 Eylül'ünde göreve başladıktan sonra, başta
İstanbul olmak üzere, birçok yerde terk edilmiş, ya
da kötü kullanılan tarihi mekanları kurtarmak ve
iyileştirmek için Kültür ve Turizm Bakanlığınca bir
seferberlik başlattık. Topkapı Sarayı avlusundan
gecekonduları, Ayasofya içinde unutulan devasa
iskeleyi çıkarmak, Ayazağa'da -şimdi Uniq Istanbul
diye bilinen- yeni bir kültür vahası inşa etmek,
yine Topkapı'da kullanılmayan askeri depoları Saraya
katmak, Ankara'da Bakanlığın tarihi binasının yanı
başında evsizlerin işgaline uğramış metruk Çarşı'nın
yerine park yapmak, aynı durumdaki Cer Atölyelerinde
CerModern'i açmak bu sayede mümkün oldu.
2009/10 Yıllarında farklı konularda yeni müzeler
kurmak konusunda arkadaşlarımızla fikirler
geliştirirken, sadece tarihi objeleri içinde
barındıran değil, yaşanmış acıları da toplumsal
hafızada unutulmaz kılan 'anı müzeleri' yapmak
konusunda da yeni görüşler oluştu. Ankara Ulucanlar
Ceza ve Tutukevinde -Altındağ Belediyesince-
sürdürülen bir çalışma vardı; Sinop Kale/Cezaevi
için AB'den kredi bulundu. Diyarbakır'da -İçkale
yapılarının dışında- Cezaevinin de Müze olması
tartışılıyordu; hala tartışılıyor. Madımak
boşaltılmış ve bir anı mekanı olarak düzenlemesi
-Valilik eliyle- başlamıştı.
Bütün bu seferberlik içinde Yassıada,
balıkçıların arada bir uğradığı ıssız bir ada olarak
unutulmuşluğa terkedilemezdi. Demokrasi tarihimizin
bu en sorunlu mekanı, tüm yaşananların belleklere
kazınacağı bir anı merkezi ve Demokrasi Müzesi
olmalıydı. Bu amaçla adanın tarihi işlevine uygun
olarak düzenlenmesi amacıyla Kültür ve Turizm
Bakanlığına tahsisi için girişimler başlatıldı. 2010
Yılında adanın kültür envanteri çıkarıldı; Roma ve
Osmanlı yapılarının tespit ve tescil işlemleri
yapıldı.
Kamu kurumlarının elinden bir mülkü almak -o mülk
kullanılmasa bile- çok zordur. Her kurum,
kullanmadığı mülkü elinden çıkarmamak için her türlü
gerekçeyi arar, bulur, işi olabildiğince uzatır.
Örneğin, Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesinin
yanıbaşında yıllarca ilgili kurumların varlığını
bile unuttuğu birkaç metruk yapıyı, iyi bir kültür
girişimine tahsis etmek için iki yıla yakın
uğraştığımızı anımsıyorum. Şimdi o metruk yapıların
yerinde Ankara'nın son zamanlardaki en güzel
kültür-sanat merkezlerinden biri haline gelen bir
'butik' arkeoloji müzesi bulunuyor.
Nihayet, 2011 Nisanında Maliye Bakanlığı Milli
Emlak Genel Müdürlüğü, öteki kamu kurumlarına daha
önce yapılmış tahsisleri kaldırarak, adanın "müze
yapılmak üzere" Kültür ve Turizm Bakanlığına
tahsisine karar verdi. Bunun üzerine adada neler
yapılabileceği konusunda ilgili birimler ön
çalışmalara başladı.
Temmuz 2011'de dönemin İstanbul Valisi H.Avni
Mutlu, Büyükşehir ve Adalar Belediye Başkanları,
Bakanlığımızın Müsteşar ve ilgili genel müdürleri ve
uzmanlarıyla Yassıada'ya gittik. Yıllar süren
terkedilmişliğin bütün tahribatını sergileyen
bakımsızlık içindeydi. Her köşesini adım adım
gezerek birlikte neler yapılabileceğini konuştuk,
ilke kararları aldık.
Yassıada'da Bizans (Doğu Roma) ve Osmanlı
döneminden kalma arkeolojik ve tarihsel yapılar ve
doğal SİT alanları vardı. Bu yapılar olduğu gibi
korunacak; iskele, DP'li tutukluların kaldığı
koğuşlar, karşılama ve görüşme mekanları, muhafız
birliğinin kaldığı ve yemek yediği yerler, nöbetçi
düzenekleri müze kapsamı içinde restore edilecekti.
Deniz Kuvvetlerinin kullandığı dönemde yapılmış
bulunan büyük Spor Salon, darbeden sonra Mahkeme
olarak kullanılmıştı. Bu salona ziyaretçiler 1960'ta
duruşmayı izlemeye gelenler gibi -sessizce-
alınacak, sergileme tekniklerinin tüm yeni
olanakları kullanılarak -ses ve ışık yöntemleriyle-
duruşma ortamı canlandıracaktı.
Yassıada yargılamaları başladığında İstanbul
iskelelerinden adaya gelenler, gemiye bindikleri
anda askeri disiplinle karşılaşıyor, zorunlu
olmadıkça yerlerinden bile kalkmıyor, tam bir sıra
ve disiplin içinde Mahkeme salonuna alınıyorlardı.
Enis Batur, "bir Ada hikayesi" kitabında bu soğuk ve
katı ritüeli son derece gerçekçi biçimde anlatır.
Ziyaretçilerin, turistik bir geziden çok, bu
yargılama ortamını tam anlamıyla duyumsamaları için,
böyle bir ritüelin yaşanmasının olumlu olumsuz
etkileri üzerinde konuştuğumuzu dahi anımsıyorum.
Elbette bazı ek düzenlemeler de yapmak
gerekecekti. Gelen ziyaretçiler için 'askeri kantin'
ortamını hissettiren bir yemek salonu, büyüklerinin
yaşadığı adada 'bir gece' kalmak isteyen tutuklu
yakınları için koğuşu anımsatan sınırlı, butik bir
konaklama imkanı ve adanın genel görüntüsünde
kaybolacak ölçeklerde bilgi ve sergi merkezleri. Bu
arada adada, Deniz Kuvvetleri ve Üniversite
tarafından kullanıldığı dönemde yapılmış bulunan çok
katlı binalar da kaldırılacak, yeşil alanlar
çoğaltılacaktı.
Böylelikle Yassıada, demokrasi ve hukuk
tarihimizin hüzün ve ibret verici bir dönemini
belleklere kazıyan bir Demokrasi Müzesi olacak,
bunun dışında 'turistik' ya da 'ticari' hiçbir
düzenlemeye izin ve imkan verilmeyecekti. Bu temel
ilkeler doğrultusunda ön proje hazırlıkları başladı.
Yapılaşmayı çoğaltan, ticari ve turistik cazibe
merkezi haline getirmeyi amaçlayan projeler yerine,
sade, vakur düzenlemeler üzerinde yoğunlaşılmaya
çalışıldı.
Bu aşamada Başbakanlık çevreleri proje ile özel
olarak ilgilenmeye, projeyi bir yap-işlet modeliyle
uygulamaya kalkmaya çalıştı. Bu ilginin ardından
adanın SİT kararları kurcalanmaya başlandı. Doğal
SİT alanları 2011'de Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
bağlanmış; yeşil alanlar inşaat lobisinin insafına
terk edilmişti. Kasım 2012'de V no'lu Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu, -tek yapı ölçeğinde
tescilleri koruyarak- arkeolojik sitle örtüştüğü
gerekçesiyle tarihi SİT kararını kaldırdı. Bu arada,
(Aralık 2012'de) II no'lu Koruma Kurulu Gezi
Parkı'nın yapılaşma projesini reddetmişti. Baştan
beri Koruma Kurullarından hoşnut olmayan sn.
Erdoğan'la, İstanbul'da tarihi dokuyu bozan yüksek
yapılaşmalar ve özellikle de Gezi'deki betonlaşmaya
karşı çıkmamdan kaynaklı tartışmalar sonunda, Ocak
2013'te Bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldım.
Ayrılmamım ardından (Nisan 2013'te) torba yasaya
konulan hükümlerle Yassıada'da düzenleme ve
yapılaşmanın, "Kıyı Kanunu ve diğer kanunların
koyduğu hertürlü kısıtlamanın dışında bırakılması
için" özel bir kanun çıkarıldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da Mayıs 2013'te
yaptığı ve Haziran 2013'te askıya çıkardığı 1/5000
ölçekli sözde "Koruma Amaçlı İmar Planıyla" adada
inşaat için öngörülen yüzde 5 emsal değeri, yüzde
65'e çıkarmış oldu. Mayıs /Haziran 2013'te Türkiye,
Gezi Parkı olaylarının hay-ı huyu içinde, -birkaç
ilgili ve duyarlı insanın dışında- Yassıada'da,
Demokrat Partililerin hatıraları üstünden
yaşanan bu imar yağmasının farkında bile olmadı.
Bu kanunun ve planın verdiği imar ve inşa
keyfiliğiyle bir protokol yapılarak Yassıada,
yap-işlet sözleşmesiyle TOBB'a verildi. TOBB da bu
projeyi bir kültür yatırımı desteği olarak üstlenmek
yerine, turistik amaçlı, gelir getirici bir yatırıma
dönüştürerek tanınmış bir konut yap-sat firmasına
ihale etti.
Demokrasi tarihimizin acı ve en ibret verici
sayfalarının yaşandığı Yassıada, bütün bu
uğraşlardan sonra bugün, bir yap-sat firmasının
elinde, sadece tarihi ve doğal dokusu değil, bütün
hatıraları çiğnenmiş bir turistik mekana
dönüştürülüyor. Adanın yeşil dokusunu tümüyle yok
edip inşaat arsasına dönüştürenlerin savunma
amacıyla yaptığı açıklamalar daha da feci: Konaklama
tesisleri devlet büyüklerinin konuk edileceği en
yüksek düzeyde olacakmış! Projeyi hiç anlamamışlar!
Celal Bayar ve Menderes, orada 5 yıldızlı
imkanlarla mı tutuklu kaldılar ki, şimdi siz
'lütfedip' ziyarete gelen 'devlet büyüklerine' bu
imkanları sunmak için yapılar yapıyorsunuz?
Görülen o ki, yap-işletçiler de, yükleniciler de,
Yassıada'nın görgüsüz bir lüks ve ihtişamla
boğulmasının değil, doğal ve tarihsel koşullarının
bütün sadeliğiyle korunmasının izleyenler üzerinde
daha büyük bir etki ve saygı uyandıracağını
anlamamışlar. Tarihi mekanların başına gelebilecek
en büyük felaket de budur. Tarihi bilmeyenlerin,
sözde sahip çıkıyor görünmesi ve onu bilinçsizce
tahrip etmesi.
Özetle, 2011 yılında tarihi anlamına uygun bir
'demokrasi ibret müzesi' yapmak amacıyla tahsis
edilmiş bulunan Yassıada, bu amaçların dışında
'turistik' bir mekana dönüştürülemez. Yassıada da
yaşanan anılar ve acılar, Kongre ve benzeri
amaçlarla adaya geleceklere vakit geçirecekleri ek
ve eğlencelik bir turistik gösteri aracı yapılamaz.
Tarihe duyarlı olduğunu düşündüğüm sayın Başbakan
ve sayın -yeni- Kültür ve Turizm Bakanı'nın bu
uygulamayı yeniden irdelemesi ve düzelttirmesi için
gereken müdahaleyi ivedilikle yapacağını umuyorum.
Aksi takdirde yapılanlar, Istanbul'un tümüyle arsaya
dönüştürülmesinin acısını çeken duyarlı
yurttaşlarımızın haklı tepkisinin yanısıra -ve ondan
da önce- Yassıada'da yaşamlarının en acılı günlerini
geçirmiş bulunan insanların anılarına da büyük bir
duyarsızlık ve saygısızlık olacak, onların aziz
ruhlarını rahatsız edecektir.
Radikal, Yazı: Ertuğrul Günay/Eski
Kültür ve Turizm Bakanı, 08.02.2016
******
İBB'DE YASSIADA TARTIŞMASI
Yassıada’nın 'Demokrasi ve Özgürlük Adası'
yapılmak üzere imara açılarak, şantiye alanına
dönmesi tartışması İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB) Meclisi’nde gerginliğe neden oldu.
Yassıada’nın 'Demokrasi ve Özgürlük Adası'
yapılmak üzere imara açıldıktan sonraki hava
görüntüleri medyada yer almış ve adanın şantiyeye
döndüğü, ağaçların yok olduğu tartışmaları
başlamıştı.
DHA'nın haberine göre, İBB Meclisi Şubat ayı
oturumunun ilk gününde söz alan İBB Meclisi CHP Grup
Sözcüsü Tonguç Çoban, CHP’li Meclis üyelerinin
geçtiğimiz aylarda adaya çıkarma yaparak, yapılacak
inşai faaliyetlerin adanın arkeolojik özelliklerini,
tarihi dokusunu, doğal sit özelliklerini tahrip
edeceği yönünde uyarıda bulunduklarını ancak bu
uyarıların dikkate alınmadığını söyledi.
Basında yer alan fotoğrafları gösteren Çoban, "Bu
sizin içinizi sızlatmıyorsa, vicdanınızı
yaralamıyorsa diyecek bir şey yok. Ama siz de 'bu
kadar da hoyrat davranılmaz' diyorsunuz, eminim"
diye konuştu.
Denizin doldurularak adanın morfolojik yapısı ile
oynandığını belirten Çoban, "Bundan sonra adanın
adını 'Yamyassıada' yapalım. Hadi doğaya, tarihe
arkeolojiye saygınız yok, hiç olmazsa aynı
gelenekten geldiğiniz Adnan Menderes’e saygınız
olsun" dedi.
"O fotoğraf devam eden inşaatı
gösteriyor"
CHP’nin eleştirilerine yanıt vermek üzere kürsüye
çıkan İBB Meclisi AK Parti Grup Başkan Vekili
Abubekir Taşyürek, CHP grubunun önerilerini dikkate
aldıklarını belirterek demokrasiyi iki kanatlı bir
kuşa benzetti.
Yassıada konusunda algı yönetimi yapıldığını
savunan Taşyürek, yapılan işin tamamlanmasının
ardından değerlendirme yapılması gerektiğini
söyleyerek "Oradaki inşai faaliyet devam etmektedir"
dedi.
Özgürlük ve Demokrasi Adası projesi ile zamanında
yaşanan acıların bir nebze olsun dindirileceğini
söyleyen Taşyürek, "Bir zihniyetin büyük acılar
yaşattığı, Türkiye’nin en önemli başvekillerden
Adnan Menderes’in ruhunu bir nebze olsun yad
edeceğiz, ailelerinin acılarını dindireceğiz" dedi.
Meclis başkanvekili söz vermeyince
gerilim yükseldi
Zaman zaman gerilimin yükseldiği oturumda, İBB
Meclis Başkanvekili Ahmet Selamet, Yassıada
tartışmasına katılmak isteyen CHP’li Meclis üyesi
Esin Hacıalioğlu’na söz vermeyince tartışma daha da
alevlendi.
Meclis Başkanvekili Selamet, konuşma yapmak için
Meclis Başkanlığı'na önceden dilekçe vermek
gerektiğini söyleyerek, Hacıalioğlu’nun yarın
konuşma yapabileceğini belirterek bu oturumda
konuşma yapmasına izin vermedi.
Yapı, 10.02.2016
|
TERÖRE İNAT MOZAİK ATAĞI
One Derneği, Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep ve
Kahramanmaraş’ta yer alan tarihi mozaikleri
tanıtmak için harekete geçti. Dernek Başkanı
Demet Çetindoğan Sabancı, terör olayları ve
Suriyeli göçmen sorunlarının ‘Mozaik Yolu’
isimli projelerini hayata geçirme düşüncelerini
değiştirmediğini söyledi.
Yönetim Kurulu Başkanlığını Demet Çetindoğan
Sabancı’nın yaptığı ONE Derneği (Ortak Nesiller
Entegrasyonu) Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep ve
Kahramanmaraş’ı kapsayan ‘Mozaik Yolu’ projesini
dünyaya tanıtacak. Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın
öncülüğünde yürütülen projeyle Anadolu
topraklarındaki mozaiklerin 2 yıl boyunca
dünyanın farklı bölgelerinde tanıtılması
amaçlanıyor. İlk büyük tanıtım atağı da 11
Şubat’ta İsviçre’nin dünyaca ünlü kayak merkezi
Gstaad’ta gerçekleştirilecek.
ALTIN TOPRAKLAR
Demet
Çetindoğan Sabancı, bölgeye “Altın Topraklar” dedi
ve Türkiye’nin kültürel miraslarını dünyaya tanıtmak
için Kültür ve
Turizm Bakanlığı’yla, 4 şehrin Belediye
Başkanları’yla uyumlu çalıştıklarını anlattı.
Prof.Dr. Ortaylı’nın belirlediği rotanın ‘Mozaik
Yolu’ olarak tanıtımının sponsorluğunu ise Gaziantep
kökenli Şölen firması üstlendi. 100 ülkeye
ihracat yapan Şölen’in İcra Kurulu Başkanı Elif
Çoban, toplantıda “Türkiye’nin dünya çapında
markalar çıkarması için ilk önce ülkemizin de
markalaşması gerekiyor. Bu toprakların insanı olarak
sahip olduğumuz kültürel mirasımızı en iyi şekilde
dünyaya tanıtmayı istiyoruz” dedi.
YAĞMACILAR

One
Derneği Danışma Kurulu Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı, 4 ilde Roma İmparatorluğu’nun en ihtişamlı
izlerinin bulunduğunu anlattı. MÖ 4000’li
yıllardan günümüze kadar çok sayıda uygarlığa ev
sahipliği yapan Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’da
bulunan mozaik müzeleri bu rotanın öne çıkan
durakları olacak. Toplantıda Anadolu
topraklarından yurtdışına, hatta dünyanın ünlü
müzerline kaçırılan eserler de konuşuldu. Prof.
Ortaylı, her dönemde yağmacıların ve bu
yağmacılardan eser alan zenginlerin olduğunu
anlattığı konuşmasında, “Ne yazık ki bazı müzeler de
bu işin bir parçası oldular. Topkapı Müzesi
müdürlüğü yaparken Metropolitan Müzesi ile her türlü
ilişkiyi bu yüzden kesmiştim” dedi. Ortaylı,
Avrupa’da işini çok iyi yapan müzelerin olduğunu ve
Mozaik Yolu projesini doğru isimlerle
tanıtacaklarını da aktardı.
Önce Avrupa sonra Amerika
‘Mozaik
Yolu’ projesi için 11 Şubat’ta İsviçre Gstaad’ta
gerçekleştirilecek tanıtımın ardından Venedik
Gugenheim Müzesi’nde de tanıtım yapılacak. 2017’de
de Londra Victoria and Albert Museum ve Washington
Smithsonian Institute’de tanıtım yapılacak. Demet
Çetindoğan Sabancı İsviçre’de gerçekleşecek tanıtım
gecesinde yöre yemeklerinin sunulacağını, Vodafone
ortaklığıyla hazırlanan Mozaik Yolu’nu tanıtan bir
video gösterimi yapılacağını söyledi. Tanıtımlarda
modacı Özlem Süer’in de bölge kıyafetlerinden
esinlenerek hazırladığı mini defileler
gerçekleştirilecek.
Dünya jet sosyetesi tanıtıma katılacak
Gstaad’taki tanıtıma; İngiltere Prensesi Michael of
Kent, Fransa Prensesi Caroline Murat, İtalya
Prensesi Marie Gabrielle de Savoie , Piyanist
Clemence Guerrand, Phebus Publishing House Kurucusu
Vera Michalski–Hoffman, Uluslararası Çocuğu Koruma
Hareketi Kurucusu Homayra Sellier , Gestaad Müzik
festivali Başkanı Denise Elfen, Koleksiyonerler
Ella Cisneros, Emmanuela de Nora ve Bibi
Gritti gibi önemli isimler katılacak.
Hürriyet,
Haber: Elif Ergu, 05.02.2016
|
DİYARBAKIR SUR'DA 5 BİN YILLIK MOZAİK BULUNDU

Diyarbakır Valiliği, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık
ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi görevlileri
tarafından kent genelinde tarihi eser, sigara ve
elektronik eşya kaçakçılığı yapanlara ve
organizasyonlara yönelik 3 ayrı operasyon
düzenlendiğini açıkladı.
Açıklamada, polis
ekipleri merkez Sur İlçesi'nde MÖ 3000
yıllara ait mozaik eserin yanı sıra, PKK'ya
finansman sağlamak amacıyla ülkeye yasa dışı
yollardan getirilen kaçak sigaraların Sur İlçesi'nde
kapalı bir alanda depoladıkları tespit edildiği ve
depoya yapılan operasyonda piyasa değeri 307 bin 500
lira olan değişik markalarda toplam 61 bin 500 paket
kaçak sigara ele geçirildiği belirtildi.
Cnn Türk
(Kısaltarak), 04.02.2016 |