Haberler logo Şubat '16 Arşivi

21 - 27 Şubat 2016
TARİHTEN BİR KUPÜR...





Kadıköy Hali, Yenikapı Lunaparkı, Ayasofya Hamamı ve Arnavutköy Boğaziçi Lisesi ile ilgili bir restorasyon haberi.

(1960'lı yıllar, Hürriyet Gazetesi)

Gönderen: Metehan Peköz
SİVAS VALİSİ BARUT, KONGRE MÜZESİ'NDEKİ ÇALIŞMALARI İNCELEDİ

Sivas Valisi Alim Barut, restorasyonunda sona yaklaşılan Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’nde incelemelerde bulundu.

Yüzde 95’i tamamlanan restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Vali Alim Barut’a, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Salih Ayhan eşlik ederek çalışmalar hakkında bilgi verdi.

İncelemenin ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Vali Alim Barut, "Restorasyonun ardından, teşhir tanzim ve çevre düzenlemesi yapılacak. Teşhir tanzime ilişkin tüm hazırlıklarımız tamam. Bilindiği üzere ihalesi geçtiğimiz günlerde yapılmıştı. Titizlikle süreci takip ederek ve bazı prosedürleri tamamlayarak 4 Eylül’e kadar teşhir tanzimi bitireceğimizi düşünüyoruz. İkinci aşamada da çevre düzenlemesine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Saraylar’dan onay geldiğinde çevre düzenlemesinin de ihale sürecini başlatacağız. Sivas’ımıza ve milletimize hayırlı olsun." diye konuştu.

İncelemelerde Vali Yardımcısı Mehmet Şerif Olçaş, İl Emniyet Müdürü Turgay Çalışkan, Gölova Kaymakamı Erkan İsa Erat da yer aldı.
Merhaba Haber, 04.03.2016

ASYA'NIN EN YAŞLISI



İran'ın Yezd eyaletinde bulunan ve 4 bin 500 yaşında olduğu tahmin edilen servi ağacı turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor. Konunun uzmanları, ağacın ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Metuşaleh isimli 4 bin 800 yaşındaki çam ağacından sonra dünyada bilinen en yaşlı ikinci ağaç olduğunu söylüyor. Asya'nın en yaşlı canlısı olarak anılan Aberkuh isimli servi hakkındaki efsaneler antik hikayelere dayanıyor. Bir inanışa göre Servi Aberkuh, Hz. Nuh peygamberin oğullarından Yafes tarafından dikilmiş. Bir diğer efsane ise ağacın Zerdüştlük inancının kurucusu olan Zerdüşt tarafından bizzat dikildiğini söylüyor. Aberkuh kentinde bulunan ağacın boyunun 25 metre, çevresinin ise 18 metre olduğu ölçüldü. Hakkında yapılan araştırmalara göre Yezd bölgesinin ikliminin servi ağacına çok uygun olduğu, servi Aberkuh'un uzun ömrünü bu iklim şartlarına borçlu olduğu belirtildi. İranlı coğrafya ve tarih yazarı Hamdallah Kazvini'nin metinlerini inceleyen tarihçiler, ağacın 14'üncü yüzyılda dahi bir çekim merkezi olduğunu; halkın Aberkuh'u ziyaret etmek için uzak yollardan geldiğini söylüyor.
Sabah, 04.03.2016
JANDARMANIN GİRDİĞİ EVDEN TARİHİ ESER ÇIKTI

Tekirdağ Malkara ilçe Jandarma ekipleri tarafından bir evde yapılan aramada, 2 adet tarihi eser bulundu.

İddiaya göre, 156’ya gelen ihbarı değerlendiren Malkara İlçe Jandarma Asayiş Timi ekibi, Tekirdağ Jandarma KOM ile Merkez Karakol Komutanının da katılımıyla Deveci Mahallesi’nde bir eve operasyon yaptı.

Evde yapılan aramada, eski zamanlardan kalma 2 adet tarihi eser parçasına rastlandı. Jandarmaya ifade veren ev sahibi, tarihi eser olduğu iddia edilen kap ve objeyi pazardan aldığını ileri sürdüğü öğrenildi. Tekirdağ İl Jandarma ekiplerine teslim edilen eserler muhafazaya alındı.
Milliyet, 04.03.2016

ZİGETVAR MİNARESİ MİNİ KRİZ ÇIKARDI

Zigetvar Kalesi’ndeki Kanuni Sultan Süleyman Camisi minaresinin uzatılıp uzatılmaması tartışmasında son noktayı Macar Kültür Müsteşarı koydu: Cami, kültür mirası ve koruma altında. Ama minare, uzatılmayacak!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 6-7 Eylül’de yapacağı Macaristan ziyareti öncesi, Osmanlı döneminde yapılan Zigetvar Kalesi içindeki caminin minaresiyle ilgili tartışma, mini bir kriz halini aldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gezi programı dahilinde ziyaret etmesi beklenen Zigetvar Kalesi içindeki Kanuni Sultan Süleyman Camisi minaresinin ‘aslına uygun olarak uzatılıp uzatılmayacağı’ basında haber olup bu binanın ibadete açılıp açılmayacağı da dahil tartışma yaratınca, sonunda bir panel düzenlendi.

‘TÜRKİYE BASKI YAPMADI’
Başkent Budapeşte’de önceki gün yapılan “Zigetvar’da minare yapılsın mı” panelinde Macaristan’ın eski Ankara Büyükelçisi Janos Hovari, Zigetvar’da yeni minare yapımının hiç gündeme gelmediğini, eski minarenin yenilenmesinin uzmanların vereceği karara bağlı olduğunu belirtti. Hovari, “Andras Sarayı’nda inşa edilen Osmanlı camisinin ibadete açılması konusunda da Türk hükümeti baskı yapmadı” dedi.

Başbakanlık Kültür Müsteşarı L. Simon Laszlo da hükümet olarak Zigetvar Kalesi’nde ibadethane yapımına izin vermeyeceğini daha önce de açık şekilde ifade ettiğini belirterek şunları söyledi:

‘BİZ KARAR VERİRİZ’
“Zigetvar’da ne yapılıp yapılmayacağına biz karar veririz. 450 yıllık bu cami kültür mirasıdır ve koruma altındadır. Caminin içi restore edilecek fakat eski minarenin uzatılması söz konusu değil. Zigetvar Kalesi’nin restore dilmesi hükümet programında vardır. Ancak kalede İslamiyet’le ilgili bir yapıya müsaade etmiyoruz ve etmeyeceğiz. Yeni minare ve eski minarenin aslına uygun şekilde yeniden yapımına müsaade etmiyoruz. Bu konuyla ilgili Türkiye’nin Macaristan Büyükelçisi ile de görüştüm. Bu görüşmelere yazıya da döküldü. Bu görüşmelerde de hükümetin Zigetvar Kalesi’nde dinsel hiçbir şeyin yapımına müsaade etmeyeceğini kendilerine söyledim. Her şey bu kadar açık.” 

MACAR BASININA HABER OLMUŞTU
Ocak ayında Macaristan basınında çıkan haberlerde, Türkiye’nin Zigetvar Kalesi’ndeki caminin minaresini restore etmek istediği, Büyükelçi Şakir Fakılı’nın restorasyon planlarını şehir konseyine verdiğini yazdı. 1566 yılındaki Zigetvar Kuşatması’nın 450 yıl dönümü kapsamında anma etkinlikleri düzenlenecek. Zigetvar şehrinin, 7 Eylül’de de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Macar ve Hırvat liderlerin de katılacağı uluslararası bir zirveye ev sahipliği yapması bekleniyor. Hungary Today’de çıkan haberde restorasyonun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı zirveye göre planlandığı yazıldı.

Hürriyet, 04.03.2016

6500 YILLIK DİŞ DOLGUSU



İnsanoğlu yazıyı, tekerleği ve medeniyeti keşfetmeden önce çürük dişleri oyarak ağrıyı gidermesini biliyordu

1921’de bugünkü Zambia topraklarında bir madende eski bir kafatası bulunmuştu. Bir erkeğe ait olduğu belirlenen bu kafatasının, insanın atalarından Homoheidelbergensis’e ait olduğu düşünülüyordu.

Bunlar Afrika, Avrupa ve batı Asya’da 600 ile 200 bin yıl önce yaşamıştı. Kafatasının 10 dişinde oyuklar vardı. Ölüm nedeni bu bile olabilirdi. Ama bu şaşırtıcı birgelişmeydi. Çünkü ilk insanların dişinde çürüğe pek rastlanmıyordu. Diş çürümesi yaklaşık 10 bin yıl kadar önce yaygınlaşmaya başladı. Bu, atalarımızın tarıma başladığı dönemdi. Bundan sonra gelişkin denebilecek dişçilik örneklerine rastlandı. Arkeologlar farklı bölgelerde çürük dişlerin kazındığına, çekildiğine, hatta delindiğine dair örneklere rastladı.

Yani öyle görünüyordu ki çürük dişlerin oyulmasını içeren tedavi, binlerce yıl önceki yazı ve tekerlek keşfinden çok daha öncesine dayanıyordu. Tarım öncesi toplumlarda diş çürümesine fazla rastlanmıyordu. Çürüklerdeki artış ilk olarak 1970’lerde kabul gördü. Uzmanlar bunu, tarımın gelişmesiyle diyetteki karbonhidrat oranının artışına bağladı.

Ağızdaki bazı bakterilerin karbonhidratı asite dönüştürerek diş minesine zarar verdiği doğru. Ama bazı uzmanlar diş çürüklerinde yaygınlaşmanın tek başına diyetle açıklanamayacağı kanısında. Belki de tarımla birlikte baş gösteren diğer değişimler buna neden olmuştur. Tarımla birlikte yerleşik hayata geçilmesi ve doğurganlık artışı gibi. Hamilelikte hormonların değişmesi ile kadınların damaklarında şişme ve tükürükte asit-baz dengesinin değişmesine bağlı diş çürükleri ortaya çıkabiliyor.

Antik dönem Asyalı kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda artan doğurganlığın ağız sağlığında ciddi bir bozulmaya yol açtığı görüldü. Bu faktörlerin rolü tam olarak bilinmese de şu bir gerçek ki bu topluluklar diş ağrısına çözüm bulmaya çalışmış. İlk dişçilik aletlerinin tarım başlamadan hemen önceki döneme ait olduğu görülüyor.

DİŞLERDEKİ OYUKLAR
1980’lerde İtalya’da bir kazıda bulunan 14 bin yıllık yetişkin erkek kafatası geçen yıl incelendiğinde, çürük bir diş üzerindeki kazıma izleri dikkat çekmişti. Bunun ince bir çakmak taşı ile yapıldığı tahmin ediliyor. Bu alet ise o dönemlerde henüz yeniydi. Araştırmacılar bu aletin ilk olarak 9000 ila 7500 yıl önce bugünkü Pakistan topraklarında ortaya çıktığına inanıyor.

Bu bölgede Neoloitik dönemden (Cilalı Taş Devri) kalma bir mezarlıkta en az dokuz kafatasındaki dişlere benzer müdahalelerde bulunulmuş olduğu görüldü. Bunlardan biri üç farklı dişinde kazıtma/delme işlemi yaptırmıştı. Eski insanların dişi delebilecek böylesi bir teknolojiye nasıl sahip olduğu sorulabilir. Ancak benzer teknikler bazı yerli topluluklar arasında bugün de kullanılıyor.

İLK DOLGU
Peru’da 600 yıl öncesine ait kafataslarındaki dişlerde de benzer yuvarlak oyuklara rastlandı. Oyuklar incelendiğinde, döndürerek delme ve kazıma işlemi için iki ayrı alet kullanıldığı sonucuna varıldı. Bin yıl öncesinde Peru’da yapılan bu tür diş tedavilerinde anestezi için koka yapraklarının kullanılmış olabileceği tahmin ediliyor. Binlerce yıl öncesinde yapılan bu diş tedavilerinde, çürük dişi delip içindeki ölü dokuyu sıyırdıktan sonra oluşan oyuğun bazı dolgu maddeleriyle doldurulmuş olduğu da sanılıyor.

2012’de İtalya’da Uluslararası Teorik Fizik Merkezi’nde üç boyutlu bir tarama teknolojisinin denemeleri yapılmıştı. İncelenen kemiklerden biri, 100 yıl önce Slovenya yakınlarında bir mağarada bulunan ve 6500 yıl öncesine ait olan bir insan çenesiydi. Dişlerden birine yapışık ilginç bir madde araştırmacıların dikkatini çekmiş, bunun dişteki oyuğu doldurmak için kullanılmış balmumu olduğu görülmüştü. Bugün bu kafatası İtalya’daki Trieste Doğal Tarih Müzesi’nde sergileniyor ve yeryüzünün en eski dolgusu büyük ilgi görüyor.
Sözcü, 03.03.2016

"ASIL OLAN AHİLİK YANİ KARDEŞLİK MÜESSESESİNİN YENİDEN DİRİLTİLMESİDİR"

  

Ahi Evran-ı Veli Külliyesi projesinin detaylarını Mi'mar Mimarlık kurucuları İbrahim Hakkı Yiğit ve Ahmet Yılmaz'dan dinledik.

Büyük şehirlerde diğer illerimize göre daha çok sayıda ve çeşitlilikte proje üretiliyor; haliyle bu projeler daha görünür olabiliyor, diğer illerde yürüyen projeler ise biraz geri planda kalabiliyor. Anadolu kökenli kadim bir öğretinin anavatanı olan Kırşehir'den Ahi Evran-ı Veli Külliye projesini anlatma sebebimiz; hem büyük şehir dışından iyi niyetlerle yürütülen bir projeyi tanıtmak, hem de kamusal öneme sahip bir proje olması.

Kırşehir il merkezinde yer alan, çevre topraklarda gelişip yaygınlaşan; sanat, ticaret, dayanışma ve yardımlaşma kurumu olan Ahilik* Teşkilatının özelliklerini yansıtan, yaklaşık 55.000 m²'lik alan içersinde toplam inşaat alanı 40.000 m² olan Külliye bünyesinde; Ahilik Araştırma Kütüphanesi, arasta/bedesten, Ahilik ve Astronomi Müzesi, usta ve esnaf odaları, dükkanlar, şadırvan, sahne ve tören alanı, butik konaklama tesisleri ve yeme içme mekanları yer alıyor.



Başta Kırşehir olmak üzere; Anadolu tarihi içinde önemli bir yere sahip, kökeni 12. yüzyıla dayanan Ahilik geleneğinin korunması için Ahi Evran-ı Veli Hazretleri'nin türbesinin bulunduğu Ahi Evran Camii ve alanında yapılan Külliye projesi, kültürel mirasın korunması için yola çıkılan önemli bir sosyal sorumluluk projesi olmasıyla da öne çıkıyor.

Geçmişin izleri okunarak, yerin fısıltıları dinlenerek, uzmanların görüşleri alınarak, yerelliğin ön plana çıktığı Ahi Evran-ı Veli Külliyesi projesi, Mi'mar Mimarlık tasarım ekibi tarafından projelendirildi. Dört etaptan ilkinin uygulandığı proje ile ilgili detaylı bilgiyi Mi'mar Mimarlık kurucuları İbrahim Hakkı Yiğit ve Ahmet Yılmaz'dan aldık.

Heval Zeliha Yüksel: Kökeni yüzyıllar öncesine dayanan Ahilik geleneğinin korunması için yapılan Ahi Evran-ı Veli Külliye projesinin hikayesini dinleyebilir miyiz?
Kırşehir Belediye Başkanı Sn. Yaşar Bahçeci Bey, bugünkü 55.000 m2 alanda kurulan Ahi Evran külliye projesini yaptırmayı düşünmüşler. Bu bağlamda yaptıkları bir ihale neticesinde iş Mİ'mar Mimarlık olarak bizim uhdemizde kalınca, öncelikle kendileriyle tanışarak projeyi özümsemeye çalıştık. 2011 yılı itibariyle hem kendileri hem de işaret ettikleri Ahilik konusu uzmanları ile birebir görüşerek projemizi geliştirdik. Bu sebeple Konya'ya giderek kendisinden istifade ettiğimiz Prof.Dr. Mikail Bayram Hocamız ve Ahi Baba Mustafa Karagüllü'yü, ayrıca Prof.Dr. Sadettin Ökten'i ve mimar Hilmi Şenalp'i, mimar Mahmut Kirazoğlu, Kazım Ceylan, Prof.Dr. Ahmet Kala'yı ve katkılarını ifade etmek isteriz. Bu isimler dışında çeşitli seviyelerde projemize katkısı olmuş danışmanlarımız ile proje nihai hale süreçler halinde getirildi. Özellikle Belediye Başkanımızın yapılacak külliye projesinin yüzyıllarca kullanılabilmesini istemesi, projenin doğal taştan kagir bir yapı olarak inşasının da başlangıcını oluşturdu. Gelinen süreçte dinamik bir proje olarak tasarım sürecinin halen devam etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle proje alanında yapılan kentsel tasarım projesi ve bu projeyi mesnet alarak yapılmış olan imar planı çerçevesinde uygulama projeleri yapılmaktadır. Mevcut doku ile irtibatlı, parçalı bütünler olarak mekanlar oluşturuldu. İşte tam da bu kısımda gerek fikirleri ile gerekse projeleri ile bizlere yol gösteren merhum Turgut Cansever'i de rahmetle ve minnetle anmalıyız.

Ahilik hakkında araştırma yaptığınızı biliyoruz. Biraz bu kısmını da dinleyebilir miyiz? Geçmişin izlerini nasıl yeni duruma adapte ettiniz?
Ahilik sistemi halihazırda devam etmemektedir. Hem Selçuklu hem de Osmanlı kurucu unsurlarından olan bu sistemin kavranması gerekiyordu. Bu hususta biraz önce bahsettiğim isimler ile görüşmeler yapılarak, sonrasında Ahiliğe dair yapılmış olan kitap, sempozyum vb. envantere ulaşarak ciddi okumalar neticesinde bir seviyeye gelinmiş oldu. Neticede önümüzde mekanlara ait talep listesi bulunsa da, bu listenin daha ileriye götürülerek, hem nicelik olarak mekanları hem de nitelik olarak projeyi belli bir seviyeye getirmeye çalıştık. Kırşehir'e, Kayseri'ye, Konya ve Nevşehir'e sayısız ziyaretlerimiz oldu. Hem uzmanlarla görüşmelerimiz; hem de Konya Mevlana Külliyesi, Nevşehir Hacı Bektaş Külliyesi gibi dönemi içinde önem ve nitelik arz eden mekanlara gidilmiş oldu. Sonuçta bu kişi, kaynak ve mekanlardan alınan bilgi ve görgü ile Kırşehir Ahi Evran Külliyesi projesini inşa etmeye çalıştık.



Kamusal bir alan olması itibariyle nelere dikkat ettiniz?
Çeşitli seviyede açık ve kapalı mekanları içeren projenin en önemli özelliği, her insanın en rahat şekilde erişilebilir olmasıdır. Zaten yapılarımızın en fazla 2 kat olarak projelendirilmesiyle kullanım esnasında çok az müdahale ile ve az masrafla işletilmesine dönük olarak tasarım kararı bulunmakta. Sonuçta bu hacimdeki yapı topluluğunun uzun yıllar aynı nitelikte kullanılması yani sürdürülebilir olması şarttır.



Mevcut yeşil doku korundu mu?
Evet, tasarımın en önemli kriterlerinden bir tanesi de tespit edilmiş olan nitelikli ağaçların korunması idi. Bu meydanda önce ağaçlar korundu ve kalan boşluklarda mimari ve kentsel tasarıma yön verildi. Dolayısıyla hem ağaçlar korunmuş oldu; hem de nitelikli ağaçlar bir dekor olarak değil de, tasarıma katılan ve zenginleştiren unsurlar oldular.

Yaklaşık 55.000 m²'lik proje alanı. Büyük bir proje. Hangi aşamadasınız şu anda?
Projemiz toplam 4 aşamadan oluşuyor. Projenin merkezi konumundaki ilk etap tamamlanmak üzere olup, tüm etapların avan projesi tamamlanmış ve ilgili kurumlardan onaylandı.

  

Size göre bu projenin sürdürülebilir olması için yani Ahilik kültürünü yaşatması bağlamında neler yapılması gerekiyordu? Projeye yansıtabildiniz mi?
Kırşehir son büyük Ahi şehridir. Yapılan araştırmalarda bugün ülkemiz sınırlarında 30 civarında ahi şehri bulunmaktadır. Ayrıca döneminde, merkezi Kırşehir'de olmak üzere kurulmuş olan Ahi Evran Vakfı'nın, Osmanlı döneminde 75 ayrı merkezde de şubesi bulunmaktaydı. İstanbul'daki Ahi Evran Vakfı'nın merkezi Zeytinburnu, Kazlıçeşme olup; ayrıca tüm Osmanlı coğrafyasında isminde 'AHİ' kelimesi geçen 276 adet vakıf tespit edilmiştir. Bu tespitler Ahilik konusunun geçmişte toplumda ne kadar önemli ve merkezi bir yer edindiğini ifade etmektedir. Neticede bu gün projeyi tasarlarken tüm bu verilerin kullanılmasına gayret edildi. Asıl olan ahilik yani kardeşlik müessesesinin yeniden diriltilmesidir. Projemiz bu fikirle inşa edilmektedir.



Yerelliğin ön plana çıktığı Ahi Evran-ı Veli Külliyesi projesinde hangi malzemeler kullanıldı?
Tüm külliyenin temel yapı malzemesi traverten taşı olup, güncel deprem yönetmeliği bağlamında betonarme ile birlikte ağırlıklı klasik kagir sistem birlikte kullanılmış olup (mix dizayn) tüm duvarlar 60 cm kalınlıkta klasik kagir sistem ile çözülmüş; kiriş, çatı ve tonoz sistemler ve yer yer gizli açık düşey taşıyıcı sistemler ise yüksek mukavemetli özel beyaz beton ile uygulanmıştır. Bunun dışında çatı örtü sistemlerinde titanyum çinko, tüm pencere doğrama ve kapı, kepenk sistemlerinde ahşap/meşe ve alüminyum doğrama sistemleri kullanılmıştır. 4.250 m³ traverten taş kullanılmış olup; ilerleyen etaplarda ise 7.000 m³ traverten taşı daha kullanılacaktır. Kullandığımız traverten Kırşehir il sınırları içerisindeki mucur bölgesinden çıkarılmaktadır.

     

*Ahilik: Kökeni 12. yüzyıla dayanan Ahilik; iş ahlakını savunan, sermayeyi ve işçinin alın terini koruyan, akıl, ahlak, bilim ve çalışma prensipleri üzerine kurulan, günümüzün kooperatifçilik, sendikacılık, sosyal güvenlik, kalite ve fiyat kontrol sistemine benzer yönleri olan bir teşkilattır.
Arkitera, Haber: Heva Zeliha Yüksel, 03.03.2016

ŞİRİNCE'DEKİ TARİHİ KİLİSENİN RESTORASYONU BİTMEK ÜZERE



İzmir’in Selçuk İlçesi Şirince Mahallesi’ndeki St. John Kilisesi’nde yürütülen restorasyon çalışmalarında sona gelindiği açıklandı.

DHA'nın haberine göre, çalışmalar hakkında bilgi veren AK Partili Selçuk Belediye Başkanı Dahi Zeynel Bakıcı, "Şirince St. John Kilisesi Restorasyon projesi kapsamında derz onarımları ve güçlendirme çalışmaları tamamlandı. Yıkılmış kubbe aslına uygun olarak yapılmış ve kilisenin çatısı yenilenmiştir. Orijinal sıva ve fresklerde mikroenjeksiyon yapılarak mevcut olan yapının korunması sağlanmıştır. Ayrıca, kilisenin çevresinde drenaj çalışmaları yapılarak, bahçe döşemesi ve bahçeye inen merdivenler yenilenmiştir. Bununla birlikte yine kadınlar mahfilinin ahşap döşemesi ve sundurma onaylı projesine uygun olarak tekrar yapılmıştır" dedi.

Çalışmaların çok yakın zamanda tamamlanacağını kaydeden Başkan Bakıcı, "Kilisede yürütülen çalışmalarda şu anda elektrik işleri ve kadınlar mahfiline çıkan merdivenlerin bir bölümü ahşap bir bölümü de cam yapılmaktadır. Daha sonra zemin döşemesi temizlenip restorasyon sonlandırılacaktır" dedi.

Şirince'ye değer katacak
St. John Kilisesi restorasyon çalışmalarının ardından Şirince’de Sokak Sağlıklaştırma ve Kentsel Tasarım projesine başlanılacağını hatırlatan Başkan Bakıcı, yapılan çalışmalarla birlikte kentin daha şirin bir yer olacağına vurgu yaptı. Selçuk’un arkeolojik değerleriyle dünyanın çok önemli turizm merkezi olduğuna dikkat çeken Başkan Bakıcı, "Hepimizin de bildiği gibi Selçuk gerçekten arkeolojik açısından değerlendirilecek en önemli alanlardan bir tanesidir. Gezilecek görülecek birçok kültür değerimiz var. Bu kapsamda Selçuk için önemli olan üç projeden biri olan ve inanç turizmine yüksek düzeyde katkı koyacağını düşündüğümüz St. John Kilisesinin onarım ve restorasyon çalışmasıdır. Ben ilçemiz açısından çok büyük bir kazanım olacağına inandığım bu önemli çalışmalara destek veren Kültür Ve Turizm Bakanımıza ve İzmir Valimize çok teşekkür ediyorum" dedi.

Yapı, 03.02.2016

KORSAN AKM

Adrian Smith&Gordon Gill Architecture’ın Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine yaptığı ‘İstanbul Kültür Merkezi’ adlı proje, World Architecture News’ın düzenlediği WAN Ödülleri’nde birinci seçildi. Kim tarafından sipariş edildiği bilinmeyen gizemli projenin görselleri internette ortaya çıktı.



2000’li yılların ortalarından bu yana ‘Yıkılsın mı yıkılmasın mı?’ tartışmaları süren İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 16 Mayıs 2008’de verdiği konserdan beri yaklaşık sekiz yıldır kapalı. Kasım 2007’de İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu tarafından 1. derece kültür varlığı olarak tescil edilen (buna göre yıkılsa bile yerine aynısı yapılmak zorunda) AKM’de 2012 yılında restorasyon çalışmaları başlamış ama Mayıs 2013’te durdurulmuştu. O tarihten beri kaderine terk edilmiş halde kapalı duran AKM, şimdilerde internette dolaşan bir projeyle yeniden gündemde. Zira Chicago ve Pekin’de ofisleri bulunan Adrian Smith& Gordon Gill Architecture’ın Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine yaptığı ‘İstanbul Kültür Merkezi’ adlı proje, World Architecture News’ın düzenlediği WAN Ödülleri’nde ‘Geleceğin Kamu Binaları’ kategorisinde birinci seçildi. Kim tarafından sipariş edildiği bilinmeyen gizemli projenin görselleri ise internette ortaya çıktı.

World Architecture News internet sitesinde yer alan habere göre Washington DC’deki Constitution Gardens, Budapeşte’deki Macar Müziği Merkezi, Norveç’teki Kültür Evi ve Taypey Sanat Müzesi tasarımları arasından birinci seçilen ‘İstanbul Kültür Merkezi’ projesi, jüri tarafından ‘çok yönlülüğü’yle birinci oldu. Proje imajlarına bakılırsa AKM ve hemen yanındaki otoparkı da kapsayan ‘İstanbul Kültür Merkezi’nin tanıtımında ise “Politik gösterilerin de merkezi olan, modern İstanbul’un kalbinde, metro ağlarına yakın, büyük bir turist ve eğlence merkezi olan ve restoran, mağaza ve otelleriyle ünlü Taksim Meydanı’nda...” ifadelerine yer verildi.

DAVET ÜZERİNE Mİ YAPILDI
Adrian Smith & Gordon Gill Architecture’ın web sitesinde ise merkezin içeriği “Bir opera salonu, bir tiyatro ve sinemadan oluşacak birbirlerine entegre edilmiş kültür binaları” şeklinde tanıtılıyor. Adrian Smith & Gordon Gill Architecture şirketine mail üzerinden projenin davet üzerine mi yapıldığını, eğer öyleyse davetin hangi kişi ya da kurum tarafından yapıldığını sorduk ama henüz olumlu olumsuz bir cevap alamadık.

Hürriyet, Haber: Birce Altay - Erkan Aktuğ, 03.03.2016



******


"BÖYLE BİR PROJE 'HAFIZA KIRIMI" ANLAMINA GELİR"

Paylaşılan bu görüntüyü arkasında mimari bir düşünce olmadığı için ciddiye almıyorum diyebilirim, ama bakarsınız başka işlerde olduğu gibi yarın arkasında kamunun olduğu anlaşılır. Sorun da zannedersem burada.

Gezi için bir mimarın AVM hayali kurması mümkündür. Ama benim hayalim tek hayal olacaktır, başkasına hayat hakkı tanımam demek olsa olsa Neo-Nazi partisinin bir üye mimarının, militanının falan söyleyebileceği bir şeydir.

İster siparişle hazırlamış olsun, ister kendi başına hazırlamış olsun önce mimarlığın böyle bir şey olup, olmadığının tartışılması lazım.

AKM önemli bir belge, bir hafıza mekanı. Bu niteliği yasal olarak tanımlanmış, kurumlar da tescil etmiş.

Bu durumda önce yapının bu niteliği üzerinde kafa yormak lazım. Bunu da ancak bağımsız bir organlaşma yapabilir, tıpkı geçmişte yapıldığı gibi.

AKM'nin yıkılmasını isteyen iktidara karşı mimarlarla, proje müellifleri ile bir tür arayüz oluşturan bu kişiler değerlendirme yaptılar ve onu restorasyona ikna ettiler. "Önce yıkalım, sonra düşünelim" demek bana "önce asalım, sonra yargılayalım" demek gibi geliyor, o tarihte iktidara bu söylenmişti ve otoriter yaklaşım bu şekilde çözülmüştü. 

Eğer bunu yapmazsanaz, yalnızca yıkalım yeniden yapalım (ya da burası kutsaldır, buraya dokunamazsın) derseniz, düşünceyi yasaklamış olursunuz.

AKM'de ne olduğunu, restorasyon sürecinin nasıl başarıldığını ve nasıl kaybedildiğini ne yazık ki kamuoyu bilmiyor. Otoriter yönetimlerin bir özelliği de zaten bu tür kamusal konuları muallakta bırakmaktır. 

İktidar biliyorsunuzdur belki sivil girişimi yarışmaya veya yeni projeye ikna etmeye çalıştı, uzun bir süre. Amaç öncelikle mevcut yapının yıkılmasıydı.

Bu bile AKM'nin bir hafıza mekanı olarak ne kadar önemli olduğunu ve meselenin iktidar alanında değil, bağımsız bir mimari platformda tartışılması gerektiğini gösteriyor.

İstemeyerek de olsa, kabul etmek zorunda kalmıştı. Ama sonra mimari düşünce alanını imha eden bir gelişme yaşandı.

Mahkeme kararı ile böylesine deneysel, çok boyutlu, yıllarca emek verilen bir konu halledilebilir mi? Mahkeme kararı iktidarı acaip rahatlattı. "İstemiyorlarsa, yapmayın" talimatını verdi, en tepedeki kişi. Yıllarca harcanan emekler de çöpe gitti.

Elbette herkesin hayal kurmaya hakkı var. Ama bu proje eğer bir hayal değil de bir mimarlık projesi olarak değerlendirilecekse, o zaman sormak lazım.

Bu mimarlık grubu işi nasıl almış? Nasıl seçilmiş? Projeyi kim yönetiyor? 

AKM'nin bir hafıza mekanı olarak niteliklerini nasıl değerlendirmiş? Bu tasarımın AKM yerine bambaşka bir yerde olmaması için bir neden var mı? 

Dikkat ederseniz bu soruların cevabı yok.

Böyle bir proje bir "hafıza kırımı" anlamına gelir. AKM tartışılamaz demiyorum, tam tersine. Mimarlık keşfetmeye, sorgulamaya dayanan bir faaliyettir.

Eğer bunlar sorulmuyorsa, Gezi'ye siparişle yaptırılan "çakma kışla" projesi gibi bir mimarlık skandalı ile karşı karşıyayız demektir.
Yapı, Yazı: Korhan Gümüş, 03.03.2016

BURSA'DA İKİ KİLİSENİN BAŞINA GELENLER

Mülkiyeti şahsa ait olan Setbaşı’ndaki Ermeni Katolik Kilisesi’yle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün (VGM) elindeki Fransız Kilisesi, geçmişleri benzemekle birlikte farklı iki gelişmeyle gündemde.

Geçtiğimiz haftalarda Bursa’daki iki kiliseyle ilgili çıkan haberler kamuoyunda büyük ilgi çekti. İlki, internet sitelerine verilen ilanla satılığa çıkarılan bir Ermeni kilisesi… Diğeriyse şehirdeki Katolik, Ortodoks ve Protestan cemaatlerinin birlikte kullandığı, ‘kilise tahliye ediliyor’ başlıklarıyla gündeme gelen Fransız Kilisesi… İlk haber, Bursa’daki Hıristiyan kültürel mirasıyla ilgili endişeler yaratırken, diğeri şehirdeki Hıristiyanların geleceğiyle ilgili soru işaretleri ortaya çıkardı. Her iki gelişmeyi de, aralarında eski belediye başkanlarının, şehrin önde gelen tarihçilerinin, gazetecilerinin, din görevlilerinin ve emlakçılarının da olduğu kişilerle konuşarak yerinden takip etmek için bir gün boyunca Bursa’daydım.

İki gelişme
Bursa’daki vaktimin büyük kısmını geçirdiğim şehrin merkezi Osmangazi’de, yenileme projeleriyle ‘parlatılmış’ bir ilçe görüntüsü hakimdi. Büyükşehir Belediyesi’nin sadece yapıları yenilemekle kalmayıp bütün bir Osmanlı kültürünü canlandırmak istediği bir süredir bilinen bir durum. Bu yönde projeler de hız kesmeden devam ediyor. Belediyenin bir anlamda ‘başarılı’ olduğu söylenebilir, zira Muradiye Külliyesi, Ulucami civarı, Kapalı Çarşı ve Hanlar Bölgesi yenilenmiş görüntüleriyle oldukça ‘dikkat çekici’. 2016 yılının da hazırlanan master plan çerçevesinde Bursa’da kentsel dönüşüm yılı olması öngörülüyor. Ancak Osmanlı kültürünü yansıtan bütün bu yapılarla birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren bu bölgedeki iki kilise, ne yazık ki aynı ilgiye mazhar olamamış. Mülkiyeti şahsa ait olan Setbaşı’ndaki Ermeni Katolik Kilisesi’yle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün (VGM) elindeki Fransız Kilisesi, geçmişleri benzemekle birlikte farklı iki gelişmeyle gündemde.

Setbaşı Semti’ndeki kilise için Bursa’daki yerel bir gazete olan Şehir Medya, “Bursa’da 300 Yıllık Ermeni Ortodoks Kilisesi, İnternet Üzerinden Satışa Çıkarıldı” manşetini atmıştı. ‘Satılık kilise’ ilanları Türkiye’de yeni bir olgu değil, ama elbette haber değeri taşıyor, okuyucu için ilgi çekici ve satılık her kilisenin ortaya çıkarılması gereken bir hikayesi var. Bursa’daki ilk işim de bu kiliseyi ve bulunduğu semti gezip satış temsilciliğini üstlenen Hakim Emlak yetkilileriyle görüşmek oldu.

Fiyatı 1,5 milyon dolar
Kilisenin mülkiyeti şahsa ait... Emlak danışmanı Tayfun Özenginler, kilise için belirledikleri bedelin 1 milyon 500 bin dolar olduğunu söylüyor. Kendisi yaklaşık beş senedir satılık halde olan bu kilisenin medyada gündeme gelmesinden de rahatsız, “Kilise için bütün gün arayan soran, gelen giden, işimizi gücümüzü yapamaz olduk” diyor. Kilisenin 1-2 alıcısı varmış. Binanın bulunduğu semt Setbaşı şehrin hareketli yerlerinden, kilisenin etrafı kafelerle dolu, şehirdeki gayrımüslimlerin oturmak için tercih ettiği bir semt, belediye de buradaki çevre düzenlemesine önem veriyor, Özenginler’e göre ‘Bursa’nın Cihangiri’, “Bu sebeple bina harabe olsa da ederi yüksek”. Kendisi mirasçının ABD’de yaşadığını ve ilgilenen olursa yardımcı olacaklarını söylemekle yetinip isim vermekten kaçınıyor. Ancak, Bursa tarihi üzerine çalışan yerel araştırmacı Raif Kaplanoğlu’ndan kilisenin sahibi aileyle ilgili detayları alıyoruz.

Bursa’ya gitmeden önce konuştuğum pek çok tarihçinin referans gösterip beni yönlendirdiği bir isim olan Kaplanoğlu, Bursa tarihiyle ilgili çok sayıda kitabın yazarı, ‘Bursa Çalışmaları Dergisi’ gibi süreli yayınlarda da makaleleri yer alıyor. Kaplanoğlu, kilisenin sahibinin aynı zamanda tütüncü olan, Bursaspor’un ilk başkanı Salih Kiracıbaşı’nın, yani Kiracıbaşı Ailesi’nin olduğunu, Salih Kiracıbaşı’nın damadı olan, bir dönemin Türkiye Futbol Federasyonu Asbaşkanı ve Fenerbahçe Basın Sözcüsü Hadi Neşet Türkmen’in de hissesinin bulunduğunu söylüyor. Kilisenin satışına ilişkin karar da hemen hemen Türkmen’in 2012’deki vefatından sonraki döneme denk geliyor.

Kiliseyi gezerken bana eşlik eden Protestan Kilisesi Pastörü İsmail Kulakçıoğlu, satılık ilanın çıktığı ilk dönemde, daha sonra dolandırıcı olduklarını anladığı bazı kişilerin de kendisiyle bağlantıya geçerek, kiliseyi Bursa’daki Protestan cemaatine 1 milyon dolara satmaya çalıştıklarını dile getirdi.

Tütün deposu
Medyada kiliseyle ilgili çıkan haberlerde önemli eksikler ve yanlışlar var. Haber aşağı yukarı çoğu mecrada ‘300 yıllık Ermeni Ortodoks Kilisesi satışa çıkarıldı’ minvalinde yapıldı. Öncelikle kilise Ortodoks değil Ermeni Katolik Kilisesi… Bursa’daki ikinci Ermeni kilisesi, bugün var olmayan ilk kilise ise Bogosyan Ermeni Gregoryen Kilisesi olarak biliniyor. Ermeni Katolik Kilisesi 1923’ten sonra tütün deposu olarak kullanılmış. Haberlerdeki ikinci yanlışa gelecek olursak, Setbaşı’ndaki Ermeni Katolik Kilisesi 300 yıllık değil; 300 yıllık olan Gregoryen cemaatine ait olan Bogosyan Ermeni Gregoryen Kilisesi. Bu kilisenin tarihini ise Uludağ Üniversitesi’nden tarihçi İsmail Yaşayanlar’a sordum. Kendisi Bursa Araştırmaları Vakfı’nda aktif ve vakıf olarak Bursa üzerine süreli bir yayın hazırlığındalar. Geçmişi 17. yüzyıla dayanan Bogosyan Kilisesi, 1794’e gelindiğinde, kiliselerinin harap olduğundan yakınan Bursa Ermenileri tarafından, gerekli müsaadeyi alarak tamir edilmeye başlanmış. Ramazan ayına denk gelen bu süreç, tamirin maksadını aşarak yapıyı büyüttükleri ve yükselttikleri iddiasıyla Müslümanlarda rahatsızlık yaratmış. O dönem provoke edilen bini aşkın Bursalı kadın, tamir edilen bu kiliseyi ‘yağmurun yağmamasının nedeni’ olarak gördükleri için yıkmışlar. Kiliseyle birlikte bitişiğindeki altı-yedi ev bu olay sonucu yanmış. Bugün satışa çıkarılan Ermeni Katolik Kilisesi’yse 1831’de kullanılmayan bir binanın kiliseye dönüştürülmesiyle ortaya çıktı. Araştırmacı Kaplanoğlu, Setbaşı’nın büyük ölçüde Ermenilerin yaşadığı bir semt olduğunu ve Çelebi Mehmet’in Yeşil Cami’yi yaptırdıktan sonra orada çalıştırılmak üzere on Ermeni aileyi Kütahya’dan Bursa’ya getirdiğini söylüyor.

Fransız Kilisesi
Yine geçtiğimiz hafta basına yansıyan bir başka haber Bursa’da yaşayan Hıristiyanları yakından ilgilendiriyordu. Fransız Kilisesi olarak bilinen kilisenin tahliye edilmesinin talep edildiği iddia edildi. Daha sonra haberin sosyal medyada yaygınlaşması ve bir tepki oluşmasıyla kilisede ibadetin devam etmesine izin verildiği söylendi ancak üç cemaat diken üstünde. Süreci doğru anlamak için ilk olarak restorasyonun başladığı dönem Demokratik Sol Parti’den belediye başkanı olan Erdoğan Bilenser’le görüştüm.

Eski Bursa Belediye Başkanı Bilenser, o dönem Bursa’daki oto ve oto yan sanayinde çalışan Katolik Hıristiyanların ibadet ihtiyacının doğduğunu ve bu grubun Mimar Hasan Sözineri’yle beraber konuyla ilgili kendisini ziyaret ettiğini söylüyor. “Katolik cemaati çoktan kiliseyle ilgili bir proje hazırlamış ve hatta tüm giderleri de kendileri karşılamıştı, biz de bu yenileme projesinin sorumluluğunu üstlendik” diyen Bilenser, anlaşmanın yapıldığı gün bomba ihbarı geldiğini, haberin gazetelerde çıktığı günden sonraysa bir radikal İslamcı örgütün de tehditlerde bulunduğunu söyledi.

Restore edilen kilisenin ibadete açılmasıysa Bakanlar Kurulu kararı gerektiriyor ki tahmin edilebileceği gibi bu kolaylıkla elde edilebilecek bir karar değil. Kilise o dönem Vakıflardan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in sözlü izni ile ibadete açılabiliyor, Bakanlar Kurulu kararı bundan çok sonra alınabiliyor. Sözlü izne rağmen kilise için bu defa da bir tahsis sorunu gündeme gelmiş. O dönem Bursa’da ikamet eden Katoliklerin kurumsal bir kimliği olmadığı için, VGM çözümü, kiliseyi Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etmekte bulmuş. Kanuna göre VGM bir mülkü ancak kamu yararına bir derneğe veya vakfa tahsis edebiliyor, belediyelerin ise böyle bir sınırlaması yok. Belediyenin tahsis süresi 31.12.2015 tarihinde dolduktan sonra belediye VGM’ye biz bu işle uğraşmak istemiyoruz binanızı teslim alın demiş. Protestan Kilisesi Pastörü İsmail Kulakçıoğlu, “Belediye kiliseyi VGM’ye boş olarak teslim edebilmek için bizden 4 gün içinde burayı boşaltmamızı istedi. Ama bu haberin sosyal medyada tepki görmesiyle bize ibadete devam edebileceğimiz iletildi” diyor ve VGM’nin bir çözüm arayışında olduğunu, bugün için ibadete engel bir durum olmadığını ve sürecin olumlu ilerlediğini ekledi. Ancak konuyu yakından takip eden Bursa Hakimiyet Gazetesi Muhabiri Kemal Mert farklı düşünüyor. Mert, “O kiliseyi kullanan sadece Protestan cemaati olsaydı, kilise şimdiye çoktan boşaltılmıştı. Ama Katolik ve Ortodoks cemaatlerinin de o kiliseyi kullanıyor oluşu durumu değiştirdi. Bana göre bir süre daha böyle gider ama tahsis sorunu çözülmezse, bu cemaatler kilisesiz kalabilir” diyor.

İmza Fedrogotti’nin
Kilisenin ibadete açılması için girişimlerde bulunan ve yenileme projesinin tüm giderlerini karşılayan Türkiye’deki Latin Katolik cemaatinin tek tüzel kişiliği Evrim Okulları’yken, kilisenin nasıl Bursa’daki Türk Protestan Cemaati’nin kullanımına geçtiği ise ayrı bir süreç. Belediye ile yapılan ibadet amaçlı protokolde de Evrim Okulları yetkilisi Peder Namık Fedrogotti’nin imzası var. Bu soruyu Mimar Hasan Sözineri’ye yönelttim. Sözineri, “Katolik cemaatinin bu işle ilgilenen idarecisi Peder Namık Fedrogotti’ydi. Kendisi vefat edince Katolik cemaati kiliseyle ilgilenemez oldu ve Bursa’daki yerleşik Protestan cemaatine sorumluluğu devretti. Bugün de kilisenin tadilat gibi işleri oluyor ve Belediye bu konularda aradan çekilmek istiyor” diyor.

Bursa’daki Protestan cemaati, 1990’larda ev grubu olarak bir araya gelmeye, 1994’te de bildirimde bulunarak 2004’e kadar bir apartman dairesinde ibadetlerini yapagelmiş. Fransız Kilisesi’nde her Pazar günü ibadetlerini yaparken bir de kullandıkları ayrı bir hizmet evi bulunuyor. Katolik cemaati ayda iki, Ortodoks cemaatiyse ayda bir ayin yapıyor. Kilisenin sorumluluğu büyük ölçüde Protestan cemaatinde… 2015 yazında Yalova Işık Derneği aracılığıyla yeni bir tahsis talebinde bulunulmuş ama sonuçsuz kalmış. Pastör İsmail Kulakçıoğlu, “Dini kuruluşlar yasasını bekliyoruz. VGM çözüm üretmeyi üstlendi ve sürecin olumlu sonuçlanacağına eminiz. Ama belediye bizi atsa atamaz, satsa satamaz, sonuçta buradayız, en azından tadilatlarda yardım edebilirler” diyor.   
Agos, Haber: Fatih Gökhan Diler, 02.03.2016

YAHUDİLİK HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ

500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Neve Şalom Sinagogu binasına taşındı. Üç katlı yeni mekanında geniş bir koleksiyon seçkisine yer veren ve daha teknolojik bir kimliğe bürünen müze, ziyaretçilerine Yahudi tarihi, gelenekleri, dini ritüelleri ve sosyal yaşamına dair birçok konuyu kapsayan, heyecanlı bir gezi vadediyor.

“Ortaçağ’da üretilen ve her yıl bir Hıristiyan çocuğun Yahudilerce öldürülüp kanının Pesah (Hamursuz) Bayramı’nda yenen Matsa’ya (hamursuz ekmek) katıldığı iftirası birçok Avrupa ülkesinde Yahudilerin kıyımına yol açtı. 1530’da Amasya ve kısa bir süre sonra Tokat Yahudileri benzer bir iddiayla karşılaşınca Kanuni Sultan Süleyman şöyle buyurdu: Bu gibi iddialar Padişahlık Divanında muhakeme edilecek ve emrim olmadan başka bir yerde görülmeyecektir.” Yahudilerin ‘Kan İftirası’ dedikleri bu meseleyle ilgili olarak Sultan Abdülaziz’in yayımladığı ferman, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin giriş katında sergileniyor. 2001’den beri faaliyet gösterdiği Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu’ndan, 1951’de inşa edilen Neve Şalom Sinagogu binasına taşınan müzede, bu ferman gibi birçok tarihi belgeyi görmek mümkün. 

Yahudi tarihi  
Müzenin müdürü Nisya İşman Allovi’yle “kuruluş amacı parçası oldukları toplumla etkileşimi gözler önüne sermek” olan müzeyi geziyoruz. İlk bölümde, MÖ 4. yüzyıldan günümüze Anadolu topraklarındaki Yahudi tarihiyle ilgili belgeler, cemaatin ileri gelenlerinin geniş topluma katkılarıyla ilgili bilgiler ve kişisel eşyaları var. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi de içine alan bölümde tarihi olaylar kronolojik düzende aktarılıyor; yakın tarih ise çoğunlukla dokunmatik panoda, resim ve videolar aracılığıyla sergileniyor. Bu bölümde 1493’te İspanya’dan göç eden ve Osmanlı’da ilk matbaayı kuran Nahmias kardeşlerin 1512’de bastığı ilk kitaplardan Midraş Teilim yer alıyor. Burada Sabetay Sevi, Abdülaziz döneminde yayımlanan Hahambaşı Nizamnamesi, Osmanlı mimarisinden etkilenilerek yapılan, minare şeklinde bir menora (yedi kollu şamdan), Kurtuluş Savaşı’nda hayatını kaybeden Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiyeli 42 Yahudi’yi kurtaran Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen hakkında detaylar öğrenebiliyorsunuz. ‘Şa’arey Mizrah’dan itibaren, 101 Yahudi gazetesi ve dergisinin hem örnekleri, hem de tarihçeleri bu kısımda sergileniyor.

Doğumdan ölüme Yahudilik
Yeni bina ile Neve Şalom arasında camdan yapılmış bir tüp geçitten ikinci kata geçerken, sinagogun içini görmek, eğer varsa düğün, sünnet, Bar Mitzvah’ı şahane bir açıdan seyretmek mümkün. Midraş Holü denen bu bağlantıyı geçtikten sonra daha çok dini objelere ve ritüellere ayrılmış olan sergiyle karşılaşıyorsunuz. 1982’de kapanan Apollon Sinagogu’ndan gelen midraş’ın (dua yeri) temsili olarak yeniden oluşturulduğu bu bölümde, farklı sinagoglardan gelen dini objeler ve Musevilikle ilgili bilgiler yer alıyor. Burada sergilenen Tevrat sayfaları ve Haham giysileri de ilgi çekici detaylardan.

Son katta etnografya bölümü yer alıyor. Türkiye Yahudi cemaatinin yaşam döngüsünde, doğumdan ölüme ne varsa, her şey burada. Kent hayatından, düğünlerden, sünnetlerden, cenaze törenlerinden, kına gecesinden, bayramlardan tutun, bebeklerin doğumundan önce yerine getirilen adetlere kadar her şey fotoğraflarla belgeleniyor ve anlatılıyor. Burada teknoloji kullanımı da ağırlıkta. Yahudi geleneklerine, dillerine, müziklerine, cemaatin yaşadığı bölgelerde yer alan sinagog, mezarlık gibi yapıların görsel ve detaylarına dokunmatik ekranlara tıklayarak ulaşabiliyorsunuz. En eğlenceli bölümlerden biri, yemek kültürüyle ilgili. Yahudilerin yemek tariflerini isterseniz e-postayla kendinize gönderiyor, isterseniz tarifin yer aldığı kağıt parçasını koparıp cebinize atıyorsunuz. Bu bölümde, ayrıca, Judeo-Espanyol dilinde yapılmış sözlü tarih mülakatlarını dinleyebiliyorsunuz.

Mucizeler ülkesinde Yahudiler
500. Yıl Vakfı Başkan Yardımcısı Moris Levi, “Bizler, Hz. İbrahim’in torunları, 2300 yıldan uzun bir süredir bu topraklarda yaşıyoruz. Ancak bugün tanıtımını yaptığımız müzenin kurucusu 500. Yıl Vakfı, Sefarad atalarımızın 1492’de İspanya engizisyonundan kaçarak Osmanlı topraklarına geldikleri tarihi başlangıç olarak aldı” diyor. Levi, bütün yaşananlara rağmen Türkiye’nin Yahudiler için ‘pais de miracolos’ yani ‘mucizeler ülkesi’ olduğunu söylüyor. İşte o 500 yıllık birikimin değerli bir kısmı yeni yerinde. Bu sefer ilk defa, ‘acı tarih’ de müzenin bir parçası olmuş; daha önce pek sözü edilmeyen Trakya Olayları, 20 Sınıf Askerlik, Struma Faciası, Varlık Vergisi anlatıları da müzeye girmiş. Moris Levi, “Bir yerde uzun süre yaşarsanız, pembe sayfaların yanında gri sayfalar da olur” diyor.

500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi yeni mekanında, hem geniş bir envanterle, hem de teknolojik imkanlarla hizmet veriyor. İnteraktif panolar, dokunmatik ekranlar arşivlerde kapalı kalmış veri ve nesneleri görünür hale getiriyor. Müzede, ziyaretçilerin Türkiye’deki Yahudi yaşamının kökleriyle ilgili bilgilere ulaşabilecekleri bir araştırma bilgisayarı da mevcut. Üniversitelerde hazırlanmış, Yahudilikle ilgili tez çalışmaları da burada toplanıyor. Müzedeki 9 Mart Çarşamba günü yapılacak olan ilk etkinlikte, İlber Ortaylı okurlarıyla buluşup son kitabını imzalayacak.

Müze pazartesiden perşembeye her gün 10.00-16.00, cuma günleri 10.00-13.00, pazar günleri ise 10.00-14.00 arası ziyaret edilebilecek.
Agos, Haber: Nazan Özcan, Fotoğraf: Berge Arabian, 02.03.2016

DÜNYA BİLİM İNSANLARININ GÖZÜ DİREKLİ MAĞARASI'NDA

Yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine ait çakı, kalem, delici gibi aletlerle kemirgen hayvanların iskelet kalıntılarına rastlanan Kahramanmaraş'taki Direkli Mağarası, dünya bilim insanlarını heyecanlandırıyor. Çeşitli ülkelerden mağara arkeolojisi üzerine çalışan bilim insanları Direkli Mağarası'ndaki arkeolojik çalışmalara katılmak istiyor.

Prof.Dr. Kılıç Kökten tarafından 1959 yılında keşfedilmesinin ardından Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek'in girişimiyle 2006'da yüzey araştırması, 2007'de de kazısına başlanan Direkli Mağarası'ndaki çalışmalara Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlilerinin yanı sıra üniversite öğrencileri de katılıyor.

Paleolitik Çağ'a kadar dayanan çakmak taşından yapılmış çakılar, deliciler, kalemlere rastlanılan mağarada, Pleistosen (buzul çağına) ait et ve ot oburlarla kemirgen hayvan grubuna ait diş ve iskelet kalıntılar yer alıyor.

Anadolu insanının hareketli yapısını da ortaya çıkaran bulgular, ABD'de düzenlenecek "Amerikan Arkeoloji Topluluğu Sempozyumu"nda da ele alınacak. 
Anadolu Ajansı, 02.03.2016

2 BİN YILLIK ANITA TARİHİ AYIP

     

Bartın’ın Amasra İlçesi'nde bulunan ve Roma İmparatorluğu döneminde yapılan 2 bin yıllık tarihi Kuş Kayası Yol Anıtı’na sprey boya ile yazı yazan bir kişinin, anıt önünde hatıra fotoğrafı çektirerek sosyal paylaşım sitesinde paylaşması üzerine yasal işlem başlatıldı.

Amasra’da geçtiğimiz aylarda tarihi kalıntılar ve eserler üzerine sprey boya ile duvarlara yazılar yazılmasının ardından 2 bin yıllık tarihi Amasra Kuş Kayası Anıtı’na da yazı yazıldı. Tarihi eserlerin bulunduğu bölgelerde rutin olarak yaptıkları incelemelerde Kuş Kayası Yol Anıtı’na sprey boya ile yazı yazıldığını fark eden Amasra Kaymakamlığı ve Müze Müdürlüğü, yazı yazanların kimliklerini tespit etmeye çalıştığı esnada A.U. isimli sosyal medya kullanıcısı tarafından yayınlanan fotoğrafı incelemeye aldı. Sosyal paylaşım sitesindeki fotoğraf üzerine A.U’nun kimliğini tespit eden Kaymakamlık ve Amasra Müze Müdürlüğü kısa sürede anıta yazı yazan şahsın bilgilerine ulaşarak adli işlem başlattı. Başlatılan adli takibatın yanı sıra anıt üzerindeki yazıların silinmesi için yapılacak tüm harcamanın A.U’dan tahsil edileceği öğrenildi.



"YASAL İŞLEM BAŞLATILDI"
Bu tür olayların daha önce de yaşandığını ifade eden Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, "Ulusal ve yerel basında da son zamanlarda genişçe yankı bulan sprey boya ile tarihi eserlere yazı yazılması olayını kısıtlı imkanlarımızla henüz temizletmiş olmamıza rağmen maalesef şimdi de Kuş Kayası Anıtı’na benzeri şekilde yazı ve şekillerin çizildiği uzmanlarımızca tespit edildi. Hatta bunu yapan kişilerin söz konusu eylemi şahsi Facebook sayfalarından da paylaştıklarına dair elde edilen bilgiler de değerlendirildi. Yasal olarak gereğinin yapılacağına hiç kuşkumuz yok. Anıtlara yönelik olarak yapılacak her türlü fiziki olumsuz müdahalenin Türk Ceza Kanunu’nda 2863 sayılı kanuna muhalefet kapsamına gireceği ve bu kapsamda takibata uğrayacağı konusunda bir kez daha hatırlatma yapmanın faydalı olacağı kanaatindeyim. Kuş Kayası Anıtı’nda görülen sprey boya ile yazı olayı ile ilgili müze uzmanlarımız gerekli yasal işlemleri başlatmış bulunmaktadır" dedi.



"ANIT ROMA DÖNEMİNE AİT"
Kuş Kayası Anıtı hakkında bilgi veren Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, "Günümüzde toprak üzerinde ancak sayılı miktarda takip edebildiğimiz Amasra’nın meşhur tarihi anıtlarından biri olan Kuş Kayası Anıtı bir yol anıtı olarak Anadolu’da bilinen en nadir örneklerdendir. Roma İmparatoru Tiberius Claudius Germanicus (MS 41-54) zamanında, Krateia-Amastris yolunun tamamlanmasına binaen Bithynia-Pontus Valiliğine atanan Gaius Julius Aquilla’nin devlete hizmet etmek maksadı ile kendi şahsi ödeneği ile Roma lejyonerlerine yaptırdığı anıttır. Bundan başka en kısa zamanda anıtlarımızın olduğu noktalarda kamera sistemleri ve bilgilendirme uyarı levhaları gibi sistemler ile diğer güvenlik tedbirleri alınması konusunda gerekli araştırma ve ilgili merciler ile olan girişimlerimiz devam etmektedir Özetle anıtlarımızı korumak en önemli vatandaşlık bilinç ve görevlerimizdendir. Amasralı hemşehrilerimizin ve güzel ilçemizi ziyarete gelen ziyaretçilerimizin burada gördükleri anıtların temizliği ve korunmasında hassas davranmalarını rica ediyoruz" dedi.
Yaklaşık bir ay önce de Amasra Kalesi duvarlarına sprey boya ile yazı yazılmış, yazıyı yazanlar bulunamamıştı. Kale duvarlarına yazılan yazıların silinmesi için il dışından özel ekip ve donanım getirilerek duvarlardaki yazılar silinmişti.
Milliyet, 02.03.2016
FETHİ PAŞA KORUSU'NDA NELER OLUYOR?



İstanbul Üsküdar Sultantepe Mahallesi'nde bulunan tarihi Fetih Paşa Korusu'na iş makinaları girdi. Bir süredir bölgeye yerleştirilen iş makinalarının bugün itibariyle çalışmaya başladığını söyleyen mahalle sakinleri iş makinalarının durdurulmasını istedi.  

Restorasyon yapılıyor
Radikal'den Hacı Bişkin'in haberine göre, tepkilere rağmen iş makinalarının çalışmaya başladığı Fethi Paşa Korusu ile ilgili konuşan yetkililer ise Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde restorasyon yapıldığını söyledi. Fethi Paşa Korusu’ndaki çalışmanın restorasyon amaçlı olmadığını söyleyen mahalleli ise korunun imara açılacağını iddia etti.

Ne olmuştu?
Üsküdar Sultantepe Mahallesi'nde, İstanbul Boğazı’na hakim noktada bulunan Fetih Paşa Korusu'nda bulunan Hüseyin Avni Paşa Köşkü Haziran 2014’te yandı. Köşkün tamamen küle dönmesine neden olan yangın sonrasında içinde 3 bin ağaç bulunan korunun müteahhit Mehmet Cengiz tarafından satın alındığı ortaya çıkmıştı.

Yapı, 02.03.2016

KARŞIYAKA'DA TARİH AYAĞA KALKIYOR

Karşıyaka’nın en eski ve tarihi dokusu itibariyle en özel yapılarından biri olan Tonakizade Konağı’nı kamulaştırmak ve aslına uygun olarak restore etmek için ilk adımı atıldı. Fahrettin Hüsnü Tonak’a ait olan ve Karşıyaka Spor Kulübü’nün kuruluş yıllarında ilk kararların verildiği yapı olarak da bilinen konak, bir asırlık tarihine uygun olarak yenilenecek ve Karşıyaka Belediyesi’nin kültürel, sosyal etkinlik alanı olarak tasarlanacak. Karar önceki gün yapılan belediye meclisinde görüşülerek ilgili komisyona gönderildi. Karar alındıktan sonra kamulaştırma çalışması başlayacak ve aile bireylerinin onayı ve önerileri doğrultusunda proje geliştirilecek.

Karşıyaka’yı kültür ve sanatın başkenti yapmak için var güçleriyle çalıştıklarını kaydeden Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar, “Yeni tesisler kazandırmanın yanı sıra, geçmişin izini taşıyan tarihi yapıları da Karşıyakamıza kazandırmak istiyoruz. Tonakizade Konağı, hem ilçemiz hem de Karşıyaka Spor Kulübümüz için önemli bir yapı. Burayı korumak ve gelecek kuşaklara miras olarak bırakmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz” dedi.

Karşıyaka Belediyesi Meclis Üyesi Ahmet Diker de “Mecliste alınan karar ilçemiz için son derece önemli ve heyecan verici. Karşıyakalılar ve Kaf-Sin-Kaf sevdalıları için çok büyük anlamı olan bu konağın yeniden kente kazandırılacağı günü heyecanla bekliyoruz. Bu konuda emeği geçen başta başkanımız olmak üzere, tüm meclis üyelerine teşekkür ediyorum” diye konuştu.  
Gazete Yenigün, 02.03.2016

YIKMAYIN, AYAĞA KALDIRIN


Mimarlar Odası ile Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasında yaşanan dava polemiğinin ardından “Ulus Tarihi Kent Merkezi” projesi bir kez daha Ankara’nın gündemine oturdu.

Meslek odaları, Ulus’taki bazı binaların yıkılmasına karşı çıkarken, Büyükşehir Belediyesi ise, Ankara’ya geniş bir meydan kazandırmak istiyor. Tartışmalar sürerken “Sorgulu Sualli”de, Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Ulus Tarihi Kent Merkezi, Hacıbayram Camii Çevresi ve Ankara Kalesi çevresindeki ilk koruma amaçlı planlama çalışmalarını 1982 yılında başlatan Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı Prof.Dr. Mehmet Tunçer’i dinledik. Geniş bir ekiple yaptıkları planların 2006 yılında iptal edildiğini hatırlatan ve Ulus’ta ‘koruma’ anlayışından ‘yenileme’ anlayışına geçildiğini belirten Tunçer, Büyükşehir Belediyesi’ne çağrıda bulunuyor: “Bilimsel koruma yerine, yıkıp yeniden yapmayı benimseyen yaklaşımdan vazgeçin. Eğer paranız varsa, meydan için Ulus’u yıkmakla uğraşmayın. Hacı Doğan Mahallesi tamamen çökmek üzere. Acil el atılması gerekiyor. Antik Tiyatro ve çevresini düzenleyin, Kale’ye çıkışları yayalaştırın. Bölgeyi restore edin ve Ulus’u ayağa kaldırın.”

Ankara’da uzun yıllar kent planlamasına emek vermiş bir profesör olarak Ulus konusuna özellikle eğiliyorsunuz. Ulus, Ankara’nın ilk yerleşim yerlerinden ve ticarete ev sahipliği yapmasının yanı sıra tarihi ve turistik bir yanı da var. Bu yönleriyle Ulus’u korumak Başkent için hayati önem taşıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana Ulus’u yeterince koruyabildik mi?

“Maalesef, ‘Eski Ankara’ ve ‘Ulus tarihsel kent merkezi’ 1980’lere kadar korunamamış, Jansen’in ‘Protokol Alanı’ ilan ettiği kesimler hariç, özellikle ana caddeler üzeri çok katlı yapılaşmalar ile yok edilmiştir. Koruma amaçlı çalışmalar Jansen’den tam 50 yıl sonra yapılabilmiştir. Ulus Tarihi Kent Merkezi ve Eski Ankara’nın benim mesleki yaşamımda önemli bir yeri var. Ulus Tarihi Kent Merkezi, Hacıbayram Camii Çevresi ve Ankara Kalesi çevresindeki ilk koruma amaçlı planlama çalışmalarını, 1982-87 yılları arasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çalışırken başlatmıştım. Hatta ilk onaylı Koruma Planı olan Hacıbayram Camii Çevre Düzenlemesi, Sulu Han Çevre Düzenlemesi gibi plan ve projeleri hazırladım o dönemde.

1986 Yılında “Ulus Tarihi Kent Merkezi Çevre Düzenleme Yarışmasını”, 1987 yılında ise “Ankara Kalesi Koruma Planlaması ve Projelendirme” yarışmasını açtık. Bu yarışmalarda raportör ve jüri üyesi olarak bulundum. O yarışmaya 15 kadar proje katıldı. Yarışmayı kazanan ODTÜ’den Prof.Dr. Raci Bademli oldu. Ulus Projesi 1991 yılında onaylandı ancak yapılamadı. 1994 yılında Melih Gökçek, belediye seçimlerini kazandı. 2006’ya kadar Ulus projesiyle ilgili hiçbir şey yapılmadı, sürüncemede kaldı. Sadece Altındağ Belediyesi, bağımsız projeler yaptı. Büyükşehir Belediyesi 2006’da Ulus Projesi’ni iptal etti, durdurdu. Yeniden bir proje hazırlattı. Bu da dava konusu oldu.

Neden iptal edildi?
Benim okuduğum ve bildiğim kadarıyla, iptal edilen projeyle ilgili sürekli ODTÜ’ye danışılmak durumundaydı. Öyle olunca sanırım, biraz da politik nedenlerle ODTÜ’den koparmak istediler projeyi.

Proje eksik görülmüş olabilir mi, ya da uygulanması mümkün olmayan bir durum mu vardı?
Eski projenin kötü bir tarafı yoktu. Hatta, koruma, planlama camiasında çok iyi bir proje olarak hala anılır. Yeni yapılan planların eskisinden farkı şu. Bir takım aktif proje alanları ilan ediliyor, komple yıkıp, koruma falan yok, ne varsa, kültür varlığıymış, moderni mimariymiş bunlara tamamen sil baştan anlayışıyla yaklaşılıyor.

YENİ TARİHİ ESERLER YAPILIYOR!
Plan değişikliğiyle, “Koruma Islah Planı”ndan “Kentsel Yenileme Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı”na geçiş yapılmış oldu. ‘Koruma’dan ‘Yenileme’ye geçiş neyi ifade ediyor?

Ankara Büyükşehir Belediyesi “en büyük”, “en kısa sürede bitirilen” olarak nitelendirilen ancak “plansız”, “şehircilik ilkelerine, bilime ve tekniğe aykırı”, “kaynak israfı yaratan” nitelikte oldukları üniversiteler ve meslek odalarınca yıllardır söylenen “büyük” projelere girişmiştir. Bu projelerin ortak özellikleri Ankara’yı Ankara yapan mekanlara ve değerlere rant gözlüğü ile bakılmasını kanıtlar nitelikte olmasıdır. Ankara’nın tarihsel ve işlevsel kalbi olan “Ulus Tarihi Kent Merkezi” yıllardır süren ihmaller, yanlışlar ve Ulus’a ilişkin olarak üniversitelerin, meslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin ürettikleri birikimin göz ardı edilmesi sonucunda her geçen gün yok olmaktadır. Yanlışlar dizisinin son halkası olarak, sadece sansasyonel ve rant amaçlı projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla Ulus “Yenileme Alanı” ilan edilmiştir. Bilimsel korumayı değil de yıkıp yeniden yapmayı benimseyen bir yaklaşımdır. Kısacası, bu bölgede ‘yeni’ ‘tarihi eserler’ yapılmaktadır.

Büyükşehir Belediyesi’nin güncel planının ana unsurunu kente yeni bir meydan kazandırmak hedefi oluşturuyor. Bunun için de bazı binaların yıkılması planlanıyor. Siz bu binaların yıkımına karşı çıkıyorsunuz. Söz konusu binalar, 1930’dan 1960’lara kadar gelen bir zaman diliminde inşa edilmiş binalar. Bu binalar, Başkent için çok önemli mi?

Ulus Meydanı, 20. yüzyıl boyunca Türkiye’de üretilen yapılı çevrenin farklı mimarlık anlayışlarını barındıran ve sergileyen bir bölge olarak da önem kazanmıştır. Ulus Meydanı ve çevresindeki yapılar, kültürel kimliğin ve kent belleğinin önemli bileşenleri olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yıkılmak istenen alanlarda, Cumhuriyet sonrasının modern mimari örneklerin ekonomik ömürleri, maliyetleri, müelliflik hakları gibi hususlar göz ardı edilerek mevcut yerleşim dokusu ve bölge bütününün genel dokusu ile uyuşmayan ve ulaşım olanaklarını aşırı zorlayan büyük ticaret kompleksleri önerilmiştir.

Yarışma yolu ile elde edilmiş olan 100. Yıl Çarşısı’nın bu proje kapsamında yıkılarak yerine Çarşı yapımı önerilmiştir. Talim Terbiye Binası, Anafartalar Çarşısı, Gümrük Müsteşarlığı, Türk Telekom binalarının yıkılarak yerine Ulus İşhanı’nın yapımı önerilmiştir. Modern Çarşı, Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ve yürürlükteki Koruma Amaçlı İmar Planında tescil için önerilen 2 bina da yıkılarak yerine dev Taşhan Kapalı Çarşısı yapılmak istenmektedir. Bu yıkıma karşı bütün üniversiteler, sivil toplum örgütleri, odalar ve yerel esnaf dernekleri karşı çıkmışlardır. Ulus Tarihi Kent Merkezi içinde yer alan ve ‘’Tarihi Ticari Merkez’’in önemli bir bölümü olan “Ulus Meydanı” ve ‘’Hal Bölgesi’’ yeniden ele alınarak çağdaş şehircilik, koruma, yenileme, peyzaj ilkeleri doğrultusunda düzenlenmesi gereklidir.

İTFAİYE MEYDANI KALMADI
Ankara’nın meydana ihtiyacı yok mu? Burası dışında bir meydan öneriniz var mı?
Ankara’da hakikaten meydan denilebilecek pek fazla mekan bulunmamaktadır. Ancak Ulus Zafer Heykeli gibi küçük ölçekli bir anıtı tanımlayan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü binası ve arkasındaki meydan daha fazla büyütülürse, İstanbul Taksim Meydanı gibi çok geniş, ölçeksiz ve tanımsız mekanlar ortaya çıkacaktır. Ulus İş Hanı, Erken Cumhuriyet Dönemi’nin (1923-1950) Ulusal ve Uluslararası mimarlık üsluplarından sonra 1950’ler mimarlığının modern çizgisini temsil eden simge yapılardan birisidir. Bu dönemde giderek aratan yeni ticari büro ve alışveriş mekanı gereksinimlerini karşılamak amacıyla inşa edilmiştir. Yapının, üç tarafındaki yolların da yarattığı karmaşık kentsel çevreye karşın, sokaklarla ve Meydan ile kurduğu ilişki, yüksek büro bloğunun hafif gerilimli düzenlenişi gibi özellikleri “Kentsel Yapı” statüsü kazandırmaktadır. Bu özellikleri ile Cumhuriyet Dönemi mimarlık tarihi değerlendirmelerinde önemli bir belge niteliği taşımaktadır. Aynı zamanda yoğun ve aktif olarak kullanımının sağladığı ekonomik değer de göz ardı edilmemelidir. Meydan konusuna gelince, İtfaiye Meydanı’nı biliyorsunuz, şimdiye kadar bütün planlarda, en başından beri Jansen planından bu yana meydandı ve 2006 planında da meydandı. Şimdi oraya cami yapıyorlar, meydan filan kalmadı. Orası meydan olabilirdi.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında şehrin merkezi olan Ulus, bugün gecekondu ve suçla anılır hale geldi. Ulus’a meydan yapmak, Ulus’a hak ettiği değeri kazandırır mı? Ulus’u kurtarır mı?
Ulus’a meydan bahanesiyle buradaki modernizm öncüsü ve anı değeri olan yapılar yıkılacaktır. Bu ise; Ulus’u kurtarmaz daha kötü bir hale getirir. Yıllarca sürecek bir mezbelelik halinde inşaat alanı olacaktır. Milyonlarca ton moloz burada çıkarılacak ve ekonomik ömrü dolmadan yıkılacak yapıların oluşturacağı kamu zararı milyarlarca liraya ulaşacaktır. Yıkım projesi ile buradaki esnaf burayı terk edecek yerine AVM benzeri yapılar gelecektir.

Mimarlar Odası tarafından 17 Mayıs 2005 tarihinde düzenlenen Ulus Paneli’nde söz alan esnaf temsilcilerinden biri şöyle söylemiştir: “Biz bu Ulus’tan gittiğimiz zaman, Posta caddesi, Modern çarşı, Hal, Kuyumcular, Anafartalar Çarşısı, esnafı gittiği zaman ULUS diye bir şey olmayacak maalesef. Mamak’taki adam Armada’ya gidemediği gibi, Hasköy’deki adam Armada’ya gidemediği gibi, Altındağ’daki insan Atakule’ye gidip alışveriş edemediği gibi Ulus’a gelip alışveriş edemeyecek!”

BÜTÜNCÜL PLANLAR YAPILMALI
Peki ne yapılmalı Ulus için?

Eğer paranız varsa, Ulus’u yıkmakla uğraşmayın. Sulu Han’ın alt tarafına inin, Hacı Doğan Mahallesi tamamen çökmek üzere. Terk edilmiş yapılar var. Acil el atılması gerekiyor. Hacı Doğan Mahallesi’ni Karyağdı türbesine kadar olan bölgeyi restore edin. Ayağa kaldırın. Antik Tiyatro ve çevresini düzenleyin, Kale’ye çıkışları yayalaştırın. Yaya bölgesi haline getirin. Kale’ye çıkarken teleferik düşünülüyordu bir ara, onu yapabilirsiniz. En önemlisi, Kaleiçi. Kaleçi hala restore edilemedi, hala mezbelelik. Yani oradaki sosyal doku, en düşük gelirli insanların yerleştiği yer haline geldi. Kaleiçi’nin bir koruma planı yok ve son yapılan koruma planı da iptal edilmiş durumda, koruma niteliği olmadığı gerekçesiyle. Belediye yetkilileri öyle demeyecektir, ‘Biz çok iyi plan yaptık’ diyecektir ama, maalesef öyle değil. Bütüncül planlamar yok, belediyeler arasında koordinasyon yok. Bir gün yatıyorlar, şuradan başlayalım diyorlar, öbür gün başka bir şey deniyor.

ULUS'TA PROJE YAPIYORSANIZ BU ANTİK KENTİ GÖRMEZDEN GELEMEZSİNİZ
Ulus’u yeniden ayağa kaldırmak istiyorsanız, bütüncül planlamalarla yaklaşmalısınız. Bir yanda meydan yapıyorum derken, diğer yanda hemen yanı başındaki tarihi antik tiyatroyu görmezden gelemezsiniz. Ben arkeolog değilim ancak, Bergama, Perge, Patara, Kaş arkeolojik alanlarındaki koruma amaçlı planları, arkeoloji danışmanları ile birlikte hazırladım. 1964 Yılında kabul edilen Venedik Tüzüğü (Venice Charter) ilkelerine göre restorasyon yapılırken tarihi yapının malzemesi ile uyumlu, ona aykırı olmayacak bir malzeme kullanılması gereklidir. 

TİNERCİ YUVASI HALİNE GELMİŞ
Faraziyelerin başladığı yerde onarım durmalıdır. Onarım yapılırken uyumlu ve aykırı olmayacak malzeme ile yapılması en önemli restorasyon ilkesidir. Gördüğünüz bu beyaz mermerler restorasyon ilkesine aykırıdır. Üstelik, bu antik kent arkeolojik sittir ve böyle başıboş bırakılamaz. Çevresinin denetim altına alınması gerekir. Fakat gördüğünüz gibi, ayyaşlar ve tinercilerin yuvası olmuş.

HACI BAYRAM PROJESİ İYİ GİDİYOR
“Hacı Bayram’da iyi şeyler oldu. Aslında 2006 yılına kadar yine pek birşey yapılmadı. Fakat 2006’dan itibaren Hacı Bayram çevre düzenlemesi yapıldı, yeniden o dokunun ayağa kaldırılması konusunda olumlu adımlar atıldı. Sokaklar canlandı, Güvercin Sokak ve çevresi güzelleştirildi, meydan düzenlendi. Cami restore edildi. Hacı Bayram projesi iyi gidiyor, önemli bir kazanım Ankara için. son beş altı senede yapılanlar olumlu. Tarihi dokunun restorasyonu konusunda son dönemde yapılanlardan memnunum.

ANKARA ÇEVRESİNİ KAYBETTİ
Uzun yıllar kent planlaması ve arkeolojik alanların koruma planlarında görev alan Prof.Dr. Mehmet Tunçer, Başkent’e dair birikimlerini “Çevresini Arayan Ankara” ismiyle kitaplaştırdı. Tunçer, “Bu benim Ankara üzerine yayınlanan üçüncü kitabım. Yüksek lisans ve doktora tezlerim de Ankara tarihi ve doğal çevresine ilişkin idi. Bütün bu birikimden sonra şu sonuçlara varıyorum: Ankara; vadilerini, bağlarını, derelerini ve çaylarını ve tarihsel çevresinin büyük bir kısmını Başkent olduğundan bu yana geçen 90 yıl içinde kaybetti.”

Hürriyet, Fotoğraflar: Oğuz Demir, 01.03.2016

LATMOS'TA YANGIN

     

Aydın’da en önemli dogal ve antik değerleri bünyesinde barındıran Beşparmak Dağları’ndaki Latmos’un Dikilitaş bölgesindeki antik kalıntılarında yangın çıktı.



Doğal peyzajı ve jeolojik yapısı itibariyle Batı Anadolu’nun en etkileyici ve kültürel miras açısından en zengin yerlerinden birisi olan Latmos’taki arkeolojik buluntulardan yer aldığı Dikilitaş bölgesi Kutsal Tapınak olarak biliniyordu. Henüz neden çıktığı belirlenemeyen yangın sonucu antik bir çok kalıntının bulunduğu Dikilitaş bölgesi tamamen yandı.



Bölgede inceleme yapan Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği(EKODOSD) tarafından yangının ardından bir açıklama yapıldı. Kuşadası EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “ Dikilitaş’ta gördüğümüz manzara dehşet vericiydi. Dikilitaş ve çevresinin tamamen yanmış olduğunu gördük.Bölge insanlarından aldığımız bilgilere göre; yangının bir grup tarafından sucuk pişirirken ateşin kontrol edilemediği ve Dikilitaş bölgesinin tamamen yandığı şeklindeydi. Bu yangın, Latmos’un Milli Park yapılması gerekliliğinin ne kadar önemli olduğu göstermektedir. Burada sadece tarih tehlikede değildir. Aynı zamanda bölgede yaşayan binlerce yöre insanının en önemli geçim kaynağı olan fıstık çamları da tehlikededir. Doğada sucuk pişirmek için ateş yakanlar, ne kadar dikkat ederse etsin, bir anlık ihmalden bugün olduğu gibi çok önemli bir kutsal alan yanabilmektedir. Latmos korunan bir alan olduğunda, burada yapılan tüm faaliyetler kontrollü, koruma-kullanma dengesi çerçevesinde yapılacağından, her türlü tehdit ortadan kalkmış olacaktır. Aksi halde buraya olan tehditler sürekli artacak korumak zorlaşacaktır “ dedi.
Milliyet, 01.03.2016
İZMİT'TE ARKEOLOJİ DÜNYASINI HEYECANLANDIRAN KAZI HAZIRLIĞI

İzmit’te Marmara Depremi’nde enkaz kaldırma çalışmaları sırasında bulunan antik kent kalıntılarıyla igili olarak bu ay içinde geniş kapsamlı bir toplantı,  Nisan ayında da arkeoloji dünyasını heyecanlandıracak bir kazı  başlatılacak.

ÇÖPLÜKTE BUNUNAN HERKÜL HEYKELİ
İzmit’in Çukurbağ Mahallesi’nde, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nde yıkılan bazı binaların enkazının kaldırılması ve sırasında burada yeraltında tarihi ktalıntılara rastlandı. Daha sonra hafriyat sırasında bazı heykeller, sütun ve yapı taşları ortaya çıktı. Şu anda Etnografya Müzesi’nde sergilenmekte olan, başı olmayan, ancak bugüne kadar bulunanların en büyüklerinden biri olarak nitelendirilen dev Herakles (Herkül) heykeli de bu alandan çıktı. Ancak bu çok değerli heykel, hafriyat çalışması sırasında ortaya çıkmasına rağmen, inşaat sahipleri tarafından inşaatın durdurulacağı endişesiyle çöp ve hafriyatların döküm alanına atıldı. İhbar üzerine alınıp müzeye kaldırıldı. Aynı bölgede yine başı ve ayakları olmayan Athena heykeli, Roma İmparatorları Dioclatianus ve Konstantin’in birbirlene sarıldığı bir pano da bulundu. Aynı alanda zemine çok yakın noktada dev bir yapı olduğu anlaşıldığı gibi, aynı bölgede yeraltında atlı arabaların geçebileceği büyüklükte, bir kolu sahile, bir kolu ise yine İzmit Körfezi’ne hakim bir noktada bulunan ve ortaya çıkarılmayı bekleyen antik tiyatroya uzandığı anlaşılan dev tüneller de bulundu. Bu gelişmeler üzerine İl Kültür Müdürlüğü’nce bölge tel örgülerle çevrilerek giriş çıkış yasaklandı, 24 saat özel güzenlikle koruma altına alındı.

ARKEOLOJİ DÜNYASINDA HEYECAN YARATTI
İzmit Müze Müdürü Rıdvan Gölcük, kazı öncesi yapılan çalışmalarla ilgili bilgi verirken bu çalışmada görev almak için birçok yerli ve yabancı arkeolog ve araştırmacıların kendilerine başvurduğunu, çalışmanın arkeoloji dünyasında büyük heyecan yarattığını söyledi. Rıdvan Gölcük, bu ay içinde geniş kapsamlı bir toplantı yapılacağını belirterek şöyle devam etti:

"Çukurbağ’da ilk verilere 2001 yılında Herakles heykelinin bulunmasıyla rastlandı. Sonra kısa süreli bir kazı oldu. Kamulaştırmalarla birlikte 2009 de biraz daha kapsamlı ikinci kazı yapıldı. eşi olmayan şahane eserlere rastlandı. Hatta bu panolardan biri çok önemliydi. Roma İmparatorları Dioclatianut ve Konstantin’in birbirlena sarıldığı bir pano da bulundu. Burada Got istilasının ardından kazanılan zafer anısına yapılmış bir eser var. Ortaya çıkartılacak yapı da MS 258 yılında Got’ların Nikomedya’ya saldırısı ve Roma zaferi ile sonuçlanması ve bu zaferin anısına yapılmış bir anıttan bölüm. Nisan ayında bir kazıya başlayacağız. Bu alanda ilk kez jeoradar çalışması yapılacak. Bununla yer altındaki kültür varlıkları tesbit edilecek ve buna göre kazı yapılacak. Burada çok büyük anıtsal bir yapı var. Şimdi arkeolog dünyasında çok büyük bir merak var. Aynı zamanda burada çalışmak konusunda bilamadamlarından yoğun talepler aldık. Kazı Kocaeli Müzesi Başkanlığında yapılacak. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nden Tuna Şare ve ekibi danışmanlığında olacak. Bu TÜBİTAK’ın da destelediği bir proje. "

YÜZYILLARDIR SARAYIN ÜZERİNDE OTURUYORLAR
Aynı zamanda tarih araştırmacısı da olan, Çekül Vakfı Kocaeli Temsilcisi ve Nicomedia Akademi Dernek Başkanı Numan Gülşah da Roma Sarayı olarak da adlandırılan bu alan üzerinde evlerinin bulunduğunu belirterek, tespitlere göre yeraltındaki yapının yaklaşık 60 bin metrekarelik alanı kapladığını ileri sürdü. Antik dönemde adı Nicomedia olan bugünkü İzmit’in 284 yılından 330 yılına kadar Roma’ya başkentlik yaptığını, buradaki sarayın Dioclatianus tarafından yaptırıldığını da anlatan Numan Gülşah, "Bizim aile büyüklerimiz 300 yıldan beri bu bölgede oturuyorlardı. Son olarak bu binamız inşa edilmişti. Ancak 17 Ağustos 1999 depreminde hasar görünce kat indirimine gitmişti, şimdi oturmuyoruz, bazı sosyal faaliyetler için derneklere verdik. Ancak bizim gibi burada birçok kişi, asırlardır habersiz olarak dev bir sarayın üzerinde oturuyor" dedi.

Milliyet, Haber: Mustafa Bağdiken, 01.03.2016

SARAÇOĞLU'NDA BAKIMSIZLIK TEPKİSİ

Saraçoğlu Mahallesi’ndeki bakımsızlığa tepki gösteren Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Saraçoğlu Mahallesi’ni zorla tahliyelerle insansızlaştırdılar. Şimdi de bakımını yapmayarak çöküntü haline getiriyorlar. Sonrada kentsel dönüşüm yaparak itibar vermeye çalışacaklar." dedi.



Lojman statüsünün kaldırılması için açtıkları davanın devam ettiğini belirten Candan özetle şunları söyledi: “Saraçoğlu Mahallesi, tarihsel ve kültürel varlığı ile hepimiz için bir değer, Ankara’nın incisi. Önce riskli alan ilan ettiler, sit derecesini düşürdüler, lojman statüsünü kaldırarak ekonomiye kazandırmak için Maliye Bakanlığı’na devrettiler. Riskli alan kararı dava yoluyla kaldırıldı. Sit derecesinin düşürülmesi dava yoluyla iptal edildi. Lojman statüsünün kaldırılması için açtığımız dava devam ediyor. Kültür Bakanlığı tüm yazışmalarımıza ve çağrılarımıza rağmen Ankara’nın yanı başındaki bu varlığın korunmasına gözlerini kapamış. Yapılar çürümeye bırakılmış durumda, merdivenler çöküyor, bahçeler çöp dolu, tavanlar akıyor, tesisat talan ediliyor. Kültür varlığını korumamak, bakımını yapmamak kanunen suçtur. Koruma Kurulunu ve Kültür Bakanlığını göreve çağırıyoruz. Birazcık vicdanları varsa gereğini yaparlar. Maliye Bakanlığı ve yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacağız.”
Yapı, 01.03.2016
MODERNİ KESİNTİYE UĞRATAN ANILAR
Pera Müzesi'nde açılan 'Anı ve Süreklilik, Huma Kabakçı Koleksiyonu'ndan Bir Seçki'deki çeşitlilik, moderniteyle kesintili ilişkimizin farklı veçhelerine işaret ediyor. Misal Erinç Seymen'in küpeli Yavuz Sultan Selim portresini bir ineğin üstüne yerleştirdiği eseri, geleneğin nasıl dolaşıma sokulduğunu irdeleyen boyutuyla pekala 'modernite'ye eleştirel bir noktadan yaklaşabiliyor.

“Aslında bu tam da müzenin, içinde sergilenen her şeyi nasıl da narsist mimarisinin boyunduruğu altına soktuğunu açık bir şekilde gösteriyor”... Daniel Burren, 1971’de New York’taki Guggenheim Müzesi’nde sergilenecek işi için müzenin ortasından yaklaşık 20 metre uzunluğunda siyah beyaz çizgilerin olduğu bir panoyu sarkıtmak istediğinde, eğer bu gerçekleşirse diğer işlerin görülmeyeceği eleştirilerine böyle cevap vermişti. Dönem, köklü sanat kurumlarının köklerinin sorgulandığı, ilerlemeci bir çizgiyi öngören modernist anlayışın masaya yatırıldığı, “akıntıya karşı kürek çeken dahi erkek sanatçıların” belirlediği sanat tarihinin geçerliliğinden kuşku duyulan zamanlardı… Tabii ki bu isyanın ateşleyici güçlerinden biri de kimlikti… Zira kimlik denilen şey de bu büyük anlatının bize biçtiği rollerden ibaretti ve en akıllıca strateji bu sistemi görünür kılmaktı. Tıpkı Daniel Burren’ın söz konusu müdahelesinde modernizmin yılmaz temsilcisi Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanan bir binanın işleyişini ortaya çıkartmak istemesinde olduğu gibi…

Kağıt üstünde işin özeti bu. Fildişi kulelerde belirlenen bir tarih akışı ve ona isyan eden sorgulayıcı figürler! Ancak modernizmin, bu üstünkörü anlatıda belirtildiği gibi tekdüze ilerleyen bir çizgiye sahip olmadığı aşikar. Özellikle gözler, Batı’nın biraz daha dışına çevrildiğinde... Misal Türkiye’de modernizmin hiç engellenmeyen bir sürekliliğe sahip olduğunu iddia etmek mümkün mü? Ülkenin modernle ilişkisi, ortak bir noktaya varılamayan bir mücadele alanı gibi… Kamusal alanda kimin görünüp temsil edilip edilmeyeceği, gelenekle kurulacak ilişki, modernin ne olduğu hep çatışma sebebi. Dolayısıyla hem ona karşı tepkileri hem de onun dümeninde gerçekleştirilen eylemleri de tek bir potada ele almanın imkanı pek yok.

MODERNİTEYE ELEŞTİRİ
Pera Müzesi’nin yeni sergisi 'Anı ve Süreklilik', en başında adıyla bu çatışmaları çağırıyor. Teoride bir sürekliliğe sahip olması öngörülen moderni kesintiye uğratan anılar, kimlik hezeyanları, beklenmedik alışverişler serginin bel kemiğini oluşturuyor.

1980’lerde Nahit Kabakçı’nın başlattığı Huma Kabakçı koleksiyonundan bir seçkiyi sunan sergi, dört ana başlığa ayrılmış: “Modernite”, 'Akışkan Kimlikler', 'Formları Şekillendirmek', 'Hafıza' ve 'Yüz Yüze'... Ancak eserlerin, sıra sıra yerleştirilmiş bu altbaşlıklara kendilerini teslim etmediklerini görmek için Pera Müzesi’ni şöyle bir dolanmak yeterli. Selma Gürbüz’ün mistik bir boyuttan bu dünyayla hesaplaştığı ve 'Modernite' başlığı altında sunulan resmi, pekala “Formları Şekillendirmek”teki formun modernle ilişkisini açığa çıkartan işlere göz kırpabiliyor. Ya da Erinç Seymen’in küpeli Yavuz Sultan Selim portresini bir ineğin üstüne yerleştirdiği eseri, geleneğin nasıl dolaşıma sokulduğunu irdeleyen boyutuyla 'Modernite'ye eleştirel bir noktadan yaklaşabiliyor. Benzer şekilde Shaphour Boyan’ın mermiye benzer 'Bilinmeyen Objeler'i, sergideki tüm başlıkların altını doyurabilecek çağrışımlara yol açıyor.



Erinç Seymen, İsimsiz


BÖYLE BİR SERGİYİ MÜZEDE GÖRMENİN KARI
Kabakçı ailesinin iki kuşak boyunca devam ettirdiği bu koleksiyondaki çeşitlilik, ülkenin moderniteyle ilişkisinin farklı veçhelerine işaret ediyor. Belki bu yüzden serginin adında geçen sürekliliğinin yankılarını işlerin yerleştirilme şeklinde bulmaya çalışmak nafile. Beden, kimliğin ele avuca sığmaz tarafı, tarihin gidişatına taş konan anlar... Hepsi, söz konusu sürekliliği kesintiye uğratıyor… Daniel Burren’ın söz konusu işi gibi kurumun işleyişini doğrudan ortaya çıkartan bir müdahele söz konusu değil tabii ki. Ancak tüm bu çeşitlilik, kategorilere gelememe hali, doğrudan bir şekilde olmasa da kurumsal olanla akışkan kimliklerin ilişkisi üzerine düşündürme gücüne, koleksiyon gibi bir sanat geleneğinin satır aralarında bu ilişkiden nasıl etkilenebileceğini gösterme gücüne sahip.

Küratörlüğünü Huma Kabakcı ve Esra Aliçavuşoğlu’nun yaptığı ‘Anı ve Süreklilik: Huma Kabakcı Koleksiyonu’ndan Bir Seçki’, 1 Mayıs’a kadar Pera Müzesi’nde.



Pınar Yolaçan, Tal Gibi serisi




Güçlü Öztekin, Bekarlarla Geleceğimizi Bekliyoruz




Ali Arif Ersen, Saraybosna serisi




Sarkis, Melbourne serisi




Richard Serra, İsimsiz

Radikal, Yazı: Erman Ata Uncu, 01.03.2016
HİSAR'DAKİ CAMİNİN GERÇEKLERİ

Rumelihisarı ile birlikte inşa edildiği tahmin edilen Kaleiçi Camisi’nin, 1884 yılında; “Büyük felaket” diye adlandırılan depremde yıkıldığı biliniyor. Zaten Albert Gabriel’in, 1890-1900 yılları arasında hazırladığı Rumelihisarı restitüsyonu çizimlerinde de caminin, sadece temelleri görülüyordu.

1957’de Rumelihisarı’nın, bir askeri açık hava müzesi ve park olarak düzenlenmesi kararlaştırılmış ve bir proje yarışması açılmıştı. Yarışma jürisinde; başta Sedad Hakkı Eldem olmak üzere 7 uzman yer alıyordu. Yarışma programında; yeni yaya yolları, mehter gösterileri için bir gösteri alanı ve manzara terasları tasarlanması isteniyordu. Programda camiden söz edilmiyordu. Biz de yarışmaya hazırlanırken gezdiğimiz Hisar’da, caminin yıkık minaresinden başka bir izine rastlamamıştık.

Temelini sağlamlaştırdık
Yarışma jürisi, projemizi, 6/1 oy çokluğuyla birincilik ödülüne layık gördü. Hisar’ın bağlı bulunduğu Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü, uygulama projelerinin yapımı ve inşaatın kontrolü işini de büromuza verdi. Biz de Topkapı Sarayı uzmanları ve tarihçilerle işbirliği içinde görevimizi tamamladık. 1958 yılında Hisar, bu yeni işleviyle hizmete açıldı.

İnşaat sırasında, alan temizlenirken ortalarda, eski bir sarnıcın duvarları ile en altta, cami temelleri ortaya çıktı. Temelleri, dar ve gevşek yapılı göründüğü için caminin, bazı boğaz camileri gibi ahşap yapılı olabileceğini düşündük. Temelleri olduğu haliyle sağlamlaştırarak bıraktık.

İddialar kasıtlı
Projemizin ana fikri, yeni düzenlemenin tarihsel yapıya zarar vermeden hatta temas etmeden gerçekleştirilmesi şeklindeydi. Bu düşünceyle gösteri alanı, cami temellerine değmeyen ve tek bir kolon tarafından taşınan betonarme bir plak olarak tasarlandı, gerçekleştirildi. Bu açıklamayla medyada cami temellerinin örtüldüğü, toprak doldurularak gösteri alanı yapıldığı iddialarının, bilgisizce ya da kasıtlı yapılmış iddialar olduğu görülecektir.

Gerçekte, yıkıldığı 1884’ten 2005’e kadar bu caminin yeniden yapılması olmamıştır. Rumelihisarı İskele Camisi inşa edildikten sonra belki de Hisar Camii’ne ihtiyaç kalmamıştı.

Son yıllarda yıktıranın kim olduğu belirtilmeden ya da Rahmetli Celal Bayar suçlanarak caminin yıktırıldığı, yerine gösteri alanı yapıldığı iddiasıyla hayali din düşmanları yaratılıyor. Bugün gösteri alanının korunmasını isteyenlere cami düşmanı elitler denerek hücum ediliyor.

Popüler sanat yanlışı
Biz uygulamamızla Demokrat Parti iktidarının başarıyla gerçekleştirdiği restorasyondan sonra bu tarihi mekan için amaçladığı kullanış biçimini, mimarlık ve yeniden kullanım kuralları içinde gerçekleştirmeye çalışmıştık. Açıldığı yıllarda bu çalışmamızın kamuoyunda büyük beğeni kazandığı, o zamanın gazete koleksiyonlarında görülebilir.

Hisar’ın, bu yeni yaşamındaki gösteri alanı, ilk yıllarda amacı doğrultusunda sadece mehter gösterileri ve halk oyunları için hizmet veriyordu. Birkaç yıl sonra, büyük tiyatrocu Muhsin Ertuğrul, Hisar’ın bu yeni atmosferini beğenerek burada klasik tiyatro eserlerinin sahnelenebileceğini düşünmüş; “Hamlet” ve “Kral Lear” gibi eserleri başarıyla sergilemişti. Ancak; bizim on, on beş dakikalık ve ayakta izlenecek gösteriler için tasarladığımız ve Rumelihisarı iç mekanına daha uygun olduğunu düşündüğümüz serbest düzenli kademeler, Muhsin Ertuğrul’un talebiyle ve bize danışılmaksızın, rahat oturulur amfi basamaklarına dönüştürülmüştü.

Sonraki yıllarda tiyatroya ilgi azalır gibi olunca gösteri alanı, yapılış amacının dışında, aşırı yüksek sesle icra edilen popüler sanatın emrine verildi. Bence asıl yanlış olan buydu. Ve üç yıl önce isabetli bir kararla, bu gösteriler durduruldu.

Oturma alanı yıkılmalı
Yeni Ebu’l-Feth Camisi, bence ideolojik yönü ağır basan bir kararla, ihtiyaç olup olmadığına bakılmadan inşa edilmiştir. Caminin aslını gösteren bir belge bulunamadığı için 1850’lerde karakalemle yapıldığı tahmin edilen, net olmayan bir resme dayanılarak; “olsa olsa böyle olurdu” mantığıyla uygulanmıştır. Bugünkü iktidarımız da tıpkı Demokrat Parti gibi tarihsel-kültürel mirasımız olan yapıları, kendine göre kullanmayı istiyor. Acaba bunlar, siyasi iktidarların ideolojilerine göre düzenlemelerini bozup, yeni düzenlemeler yapabilecekleri yerler midir?

Bugünkü hali ile cami mevcut sahne platformu üstünde yeni bir tiyatro dekoru gibi duruyor. Caminin yıkımı artık söz konusu olmadığına göre; en azından yeni bir çevre düzenlemesi ile zemine bağlanması, çevredeki oturma alanının ve üstüne oturduğu platformun yıkılması gerçekleştirilmelidir.
Cumhuriyet, Yazı: Doğan Tekeli, 29.02.2016

108 YILLIK TARİHİ BİNA KENT KOLEJİ YAPILDI

İzmir'de bir dönem Devlet Güvenlik Mahkemesi olarak da kullanılan 108 yıllık tarihi yapının, Kent Koleji'ne dönüştürülmesi için 2014 yılında Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan restorasyon tamamlandı. Geçici kabul işlemlerinden sonra iç dekorasyonun ardından İzmir'de kalifiye eleman arayan işletmelerde istihdam sağlayacak kurslar Kent Koleji'nde açılacak. İzmir Kent Koleji bünyesinde Fabrikasyon Laboratuvarı (FabLab) kurulacak. FabLab, İzmir Kent Koleji'nde eğitim alacak kursiyerlerin yanısıra, mühendislik, teknik ve meslek lisesi öğrencilerine ve yaptığı projeleri ve fikirlerini somutlaştırmak isteyen herkese açık olacak.
Sabah, 29.02.2016
MONGERİ'NİN ŞİŞLİ'DEKİ BİNASI SANAT MERKEZİNE DÖNÜŞÜYOR

2013 yılında kurulduğundan bu yana Nişantaşı’ndaki galerisinde, sanat dünyasında ses getiren sergilere ve etkinliklere imza atan Bozlu Art Project, Şişli’deki sanat merkezinin kapılarını 1 Mart’ta sanatseverlere açıyor.

Cumhuriyet dönemi I. Ulusal Mimarlık Akımı'nın önemli örneklerinden biri olan tarihi Mongeri Binası, iki yıla yaklaşan bir hazırlık sürecinin sonunda Bozlu Art Project'in etkinliklerine ev sahipliği yapacak bir sanat merkezine dönüştürüldü.

2013 yılından bu yana Nişantaşı'ndaki sanat galerisinde düzenlediği sergiler, sanatçı konuşmaları, belgesel, katalog ve arşiv çalışmalarıyla vizyonunu sanatseverlerle paylaşan Bozlu Art Project, Şişli'deki sanat merkezinin kapılarını Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu ve Bozlu Art Project sanatçılarından derlenen karma sergiyle sanatseverlere açıyor. Bozlu Art Project Şişli, açılış sergisinin ardından kütüphane, arşiv, sergi, yayınevi ve sanat semineri gibi faaliyetlere ev sahipliği yapacak.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 29.02.2016

TARİHİ KÖPRÜ YOK OLUYOR!



Bartın'ın Amasra İlçesi'nde Roma döneminde yapılan tarihi Kemerdere Köprüsü, bakımsızlık nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

İlçeye 3 kilometre uzaklıkta Cevizlik Vadisi'nde bulunan ve Roma İmparatoru Claudius döneminde Roma yol ağının bir parçası olarak yapılan Kemerdere Köprüsü'nün harabe hali görenlerin tepkisini çekti. Büyük kaya parçalarından yapılan ve ayağında Roma-Pontus savaşlarında 7 askerin mızrak savaşı yaptıklarını anlatan silik kabartma bulunan köprü, definecilerin de talan etmesi sonucu hasar gördü. Bartın-Amasra yol yapım çalışmaları sırasında yukarıdan gelen hafriyatın zarar verdiği köprünün bazı parçaları da dereye yuvarlandı. Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, köprünün Roma döneminde yapıldığını bildiklerini belirterek, şöyle konuştu:

"Kemerdere Köprüsü, Kuşkayası yol anıtının devamı olarak yapılan Roma döneminden kalan en önemli eserler arasında yer almaktadır. Bakanlık, Kemerdere Köprüsü'nün restorasyonu için yapılan ihale çeşitli nedenlerle iptal edildi. Burada çalışma yapmak için Ankara ile görüşmelerimiz devam ediyor. Önümüzdeki zamanlarda temizlik ve restorasyonu için çalışmalara başlayacağız."

Amasra Belediye Başkanı Emin Timur da, Roma Dönemi'nde yapılan bu köprünün restorasyon ihalesinin 2012 yılında yapılmasının planlandığını belirterek, "Köprü orman içinde kaldığı ve ulaşımı olmadığı için ihalesi iptal edildi. Şu anda defineciler tarafından köprünün çoğu yeri talan edilmiş durumda. Orası bizler için çok değerli, Roma Dönemi'nin önemli eserlerinden biridir. Turizme kazandırılması için bizler de belediye olarak gereken çalışmaları yapmaya hazırız" dedi.
Gerçek Gündem, Haber: Ayhan Acar, 29.02.2016

KAYIP ADA VORDONİSİ UNESCO YOLUNDA



İstanbul’un kayıp adası olarak bilinen tarihi Vordonisi’nin gün yüzüne çıkarılması ve batık adanın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne kabul edilmesi için Maltepe Belediyesi ve 3 üniversite ortak çalışmalara başladı.

TARIHI yaklaşık 1200 yıl öncesine dayanan ve 1010 yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde sular altında kalan Vordonisi Adası, Maltepe Belediyesi öncülüğünde,İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Cem Gazioğlu,Dr. Hakan Kaya, Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr.Mustafa Şahin, Düzce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yar. Doç.Dr. Ahmet Bilir, su altı araştırmacısı gazeteci Gökhan Karakaş, Deniz Biyoloğu Mert Gökalp, Vordonisi rehberleri Serco Ekşiyan ve Ercan Akpolat’tan oluşan bir ekiple gün yüzüne çıkarılacak.Yapılacak çalışmayla adanın tüm özellikleri keşfedilerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı ve UNESCO’ya bir çalışma sunulacak. Sonraki aşama ise batık adanın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması ve turizme açılması. Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Tarihi yaklaşık bin yıl öncesine dayanan ve deprem sonucu batan ada, aslında bizlere hem arkeolojik hem de sismik açıdan değerli veriler sunacak” diye konuştu.Keşif ekibi ise İstanbul’un 10. adası Vordonisi’de yapılacak araştırmayla ilgili, “Bu adada karbon 14 ve diğer bilimsel metotlarla bir araştırma yapılarak kayaçların durumunun incelenmesi gerekiyor. Adanın kalıntıları üzerinde kestane,midye ve türevi deniz canlıları olduğu için tam olarak ana manastırı görebilmek mümkün olmuyor” bilgisini verdi.

10. VE 11. ADALARDAN OLUŞUYOR
Vordonisi, aslında 2 adadan oluşuyor. Biri Büyük, diğeri Küçük Vordo olarak geçen adalar,İstanbul’un 10’uncu ve 11’inci adaları. Bizans tarihçisi Semavi Eyice tarafından 1936’da kayıtlara geçirilen Vordonosi’de, adanın karşısındaki Satyros Manastırı’nın ikizi olduğu biliniyor.
Habertürk, 29.02.2016
KAÇAK KAZIYA 4 GÖZALTI

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Çatalca’nın İnceğiz ve Elbasan mahalleleri arasında bulunan Mağaralar mevkiinde kaçak kazı yapıldığı bilgisi alındı.

Bölgeye düzenlenen operasyonda, yaklaşık 10 metre  derinlikte Kaçak kazı yaptığı tespit edilen 4 kişi gözaltına alındı. Kazıda kullanılan Jeneratör, hilti, balyoz, keski, halat gibi çeşitli eşyalara el konuldu. Jandarmadaki işlemleri tamamlanan şüpheliler adliyeye  sevk edildi. 
Milliyet, 28.02.2016 

ANAMED SAYESİNDE ANADOLU KÜLTÜR MİRASI DÜNYAYA AÇILIYOR
Hitit, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi Anadolu'da var olmuş tüm insanlığa ait kültürel mirasın bilimsel olarak araştırılmasına olanak veren  Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi  onuncu yılını kutluyor...

Ticari faaliyetlerini Ankara’dan İstanbul’a taşımaya karar veren Vehbi Koç’un 1960 yılında satın aldığı ilk bina, İstiklal Caddesi’ndeki geçmişi 19. Yüzyılın başına uzanan tarihi Merkez Han’dayız. 1961’de Gazsan Likid Gaz Ticaret ve Sanayi A.Ş. olarak kullanılan bu binada kim bilir neler tartışıldı, ne önemli kararlar alındı.               

Aradan yarım yüzyıldan fazla bir süre geçmiş, şimdi binanın toplantı salonunda sanayi yatırımları değil, eğitim, araştırma, tarih ve arkeoloji gibi kültürel konuları konuşuyoruz.

Üç bloktan oluşan Merkez Han, bugün Vehbi Koç Vakfı tarafından kurulan, yerli yabancı akademisyenlerin Anadolu Medeniyetleriyle ilgili araştırmalarını destekleyen ANAMED’e ev sahipliği yapıyor.

2005 yılında kurulan, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi üniversitelerimizdeki doktora sonrası çalışmalarda duyulan büyük bir eksikliği gideriyor. 10 yıldır bilimsel çalışmalara katkı sağlıyor. Konusunda Türkiye’nin uluslararası çapta ilk ve tek gerçek araştırma merkezi demek abartı olmaz.

Koç Üniversitesi’nin Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinin doktora programları da var. ANAMED bundan sonrasını devam ettiriyor, üniversitenin bir uzantısı, bilgi üretim merkezi gibi çalışıyor. Doktora ve sonrası Neolotik Çağ’dan Osmanlı’ya uzanan süreçte Anadolu’da tarih, arkeoloji, kültür mirası alanlarında araştırma yapacak akademisyenlere burslar veriliyor.

Hafta başında ANAMED direktörü Doç.Dr. Chris Roosvelt ve yöneticisi Dr. Buket Coşkuner’le bir araya geldik. Kurulduğundan bu yana gerçekleştirilen faaliyetlerini anlattılar ve bundan sonraki hedeflerini paylaştılar.

Chris Roosvelt, “Her yıl 15 doktora öğrencisi ve 15 kıdemli akademisyene dokuz ay boyunca konaklamadan ulaşıma, yemek ihtiyacından saha gezileri ve ödeneklerine tüm ihtiyaçlarını karşılayacak burs veriyoruz” diyor. Her araştırmacı Merkez Han’daki kendilerine ait odada konaklıyormuş.

Bugüne dek 250 bilim insanına burs verilmiş. Ayrıca bursiyerlerden arta kalan üç aylık yaz döneminde gelecek araştırmacılar için burslarda olduğu gibi Stavros Niarchos Vakfı, Geç Antik Çağ ve Bizans Araştırmaları Merkezi, Harvard Üniversitesi Rönesans Araştırmaları Merkezi ve Kubbealtı Akademisi Vakfı gibi kuruluşlarla işbirliği yapıyorlarmış.

Tabii ki ANAMED’in tek faaliyeti akademik çalışmalara burs vermek değil. 2012 yılından bugüne dek ‘’Bir Başkentin Su Yolları: Bizans Dönemi Konstantinopolis’, ‘Tarihi Hayallemek: Sagalasos Kazı Fotoğrafçısının Arkeolojisi’ Nazlı’nın Defteri: Osman Hamdi Bey’in Çevresi’ gibi birbirinden değerli 13 sergi gerçekleştirilmiş. 12 kitap yayınlanmış.  

Üç yılda bir de kültürel miras bilincini arttırmak amacıyla Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu düzenliyorlar. Türkiye’de ve yurt dışında sürdürülen Bizans araştırmalarının paylaşıldığı sempozyumun dördüncüsü 23-25 Haziran tarihleri arasında yapılıyor.

GELECEK HEDEFLERİ

ANAMED yöneticisi,  aynı zamanda Bizans uzmanı olan Dr. Buket Coşkuner de geçmişe daha çok sahip çıkmak istediklerini söylüyor. Araştırmalara verdikleri desteği arttırmak, arşiv merkezi olmak, dijital alanda güçlenmek, tüm bilgi ve materyallerin dahil olduğu bir dijital arşiv yapmak öncelikli hedefleri. 2026 yılına dek sergi projeleri dolmuş. Sosyal medyayı daha çok kullanmak, ANAMED galerisini sanat meraklılarının uğrak yeri haline getirmek istiyorlar.

ANAMED Beyoğlu’nun bir araştırma merkezine dönüşmesinde öncü rol üstlendi. Bugün Merkez Han’ın içinde aynı zamanda Hollanda Araştırmaları Merkezi/NIT, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü/TEBE, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı/TİNA, Koç Üniversitesi Yayınları/KÜY bulunuyor.

İstiklal Caddesi’nde ise bugün ANAMED’in yanı sıra Salt, Alman Arkeoloji Enstitüsü  DAİ, Hollanda Enstitüsü, Fransız Araştırmaları Enstitüsü gibi bir çok kültür kurumu var.

Kültür ve mimari ancak böylesi vizyon sahibi grupların, kurumların binalara ve geçmişe sahip çıkmasıyla, eğitime destek vermesiyle korunuyor ve gelecek kuşaklara aktarılıyor. Ne diyelim, iyi ki varlar ve iyi ki uluslararası arenada kendimizi kanıtlayacağımız kültür sanat varlıklarımızı yaşatıyorlar.

Pera’nın en gizemli binalarından biri olduğu söylenen Merkez Han’ı ve ANAMED’i daha yakından tanımak istiyorsanız bir fırsat yaratın derim. Devam etmekte olan ‘Günlük Sesler: Sesi Gündelik Hayat Üzerinden Keşfetmek’ sergisini dolaşıp, ardından da en üst kattaki muhteşem manzarasıyla Divan Cafe’de bir yorgunluk kahvesi içebilirsiniz...
Radikal, Haber: Müge Akgün, 28.02.2016

PERA MÜZESİ'NE İKİ SERGİ



Pera Müzesi sergiden sergiye koşuyor. Müze şimdi de resimde metafizik akımının öncüsü, 20. yüzyılın en sıra dışı sanatçılarından Giorgio de Chirico’nun eserlerini İstanbul’a getirdi. Serginin adı da pek manidar “Giorgio de Chirico: Dünyanın Gizemi”... Gerçeküstücülüğe de esin kaynağı olan ikonik sanatçı Chirico’nun sergisinin küratörlüğünü Fabio Benzi yapıyor. Resimleriyle René Magritte, Paul Delvaux, Man Ray, Pierre Roy, Salvador Dali, Yves Tanguy gibi sürrealistleri etkileyen Chirico’nun bu sergisinde yaklaşık 70 resim, 2 litografi serisi ve 10 heykel bulunuyor. Üstelik bu serginin manevi bir yanı da var; sanatçı ilk kez babası Evaristo de Chirico’nun doğduğu kent olan İstanbul’a eserleriyle geldi... 1909’teki erken dönem eserinden 1970’lerin ortalarındaki son dönem yapıtlarını kapsayan bu panoramayı kaçırmayın!



İKİ KUŞAĞIN KOLEKSİYONU
Sanat disiplinlerinde koleksiyonlerlik sürekli tartışılır, ne olup olmadığı üzerine yorumlar yapılır. Müzedeki diğer sergi “Anı ve Süreklilik: Huma Kabakcı Koleksiyonu’ndan Bir Seçki”de, Kabakcı’ya babası Nahit Kabakcı’dan kalan eserler yer alıyor. Böylece iki farklı jenerasyonun sanat koleksiyonerliğine bakış açısı gözler önüne seriliyor. Küratörlüğünü Huma Kabakçı ve Esra Aliçavuşoğlu’nun yaptığı sergi “Hafıza”, “Formları Şekillendirmek”, “Akışkan Kimlikler”, “Modernite” ve “Yüz Yüze” bölümlerinden oluşuyor. Sergide işlerini görebileceğiniz 45 sanatçı arasında Aliye Berger, Heinz Mack, Damien Hirst, Etel Adnan, David Bailey gibi isimler var.


Habertürk, Haber: Sema Ereren, 27.02.2016
ÇERKEŞ'İN TARİHİ KONAĞI İÇKİLİ MEKAN HALİNE GETİRİLDİ

Çankırı'nın Çerkeş İlçesi'nde bulunan tarihi Fişek Ali Konağı içkili mekan haline getirildi. Mahalle içine içkili mekan açılmasının yolunu açan 'Turizm İşletme Ruhsatı' tartışmalara neden oldu.

Çerkeş'in sivil mimarisinin önemli eserlerinden olan Fişek Ali Konağı, Çankırı İl Özel İdaresi tarafından sahiplerinden satın alındıktan sonra restore edilerek Çerkeş kültürel mirasına kazandırıldı. Çankırı'nın en eski kasabalarından olan ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan Çerkeş'te ayağa kaldırılan Fişek Ali Konağı o günden sonra tarih ve kültür meraklılarının uğrak mekanı haline geldi.

Ancak İl Özel İdaresi'nin yöresel yemekler sunmak şartı ile 2011 yılında müstecire kiraladığı mekan, 24.10. 2014 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınan ruhsatla içkili mekan haline dönüştürüldü. O tarihten sonra içkili olduğu için konaktan istifade edemeyen vatandaşlar, devletin milyonlarca liralık ödenek aktararak Çerkeş halkının hizmetine sunduğu konağın içkili mekan haline getirilip belirli bir zümrenin istifadesine sunulmasına tepki gösterdi.

BELEDİYE TOPU BAKANLIĞA ATTI
Çerkeş yerel gazetesinin konuyu gündeme taşıması ile sosyal medyada tartışma büyüdü. Çerkeş Belediyesi son günlerde kamuoyunda yaşanan tartışmalara açıklık getirerek resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada; Fişek Ali Konağı'na verilen ve içki satışının yolunu açan 'Turizm İşletme Belgesi'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verildiğini ifade ederek, uygulamayla alakası olmadığını duyurdu.
Zaman, 26.02.2016

"KÜLTÜR MİRASINI KORUYABİLİRİZ"

İstanbul’da düzenlenen ‘Kültür Varlıklarının Korunması ve Sürdürülebilir Yönetimi’ konulu Güneydoğu Avrupa Kültür Bakanları Konseyi Toplantısı’nın dünkü oturumu, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ın ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Ünal Güneydoğu Avrupa kültür bakanları olarak kültürel mirasın korunması için bir araya geldiklerini ve bunun için ortak çaba sürdürdüklerini söyledi ve ekledi: “Böyle bir kültürel miras bırakabilmemiz, korkularımızdan  kurtulmamız, şiddetten, nefretten, terörden arınmamız ve evrensel değerlere sadık kalmak ancak bir iş birliği haline dönüştürülmesiyle mümkündür.” 
Milliyet, 26.02.2016 

TUTANKAMON'UN MEZAR ODASINDA İKİ SIR KAPI



Mısır Turizm Bakanı Hişam Zaazu, İspanya ziyareti sırasında ABC gazetesine verdiği röportajda çok önemli bir keşif açıklamasında bulundu. Zaazu, 94 yıl önce İngiliz arkeolog Howard Carter'ın bulduğu çocuk firavun Tutankamon'un mezar odasının yanında iki gizli odanın varlığının keşfedildiğini duyurdu. Gelişen teknolojik imkanlarla birlikte 'termal kamera taraması ve manyetik alan ölçümlerinin yapıldığı mezar odasının bitişiğindeki iki odadan birinde hazinelerin bulunduğu düşünülüyor.

KIZ KARDEŞ YA DA ÜVEY ANNE
Zaazu, Tutankamon'nun yatak odası olarak kullanılan bu odada hazine olma ihtimalinin yüzde 90 olduğunu söylüyor. Varlığı tespit edilen diğer oda ise Tutankamon lahtinin ayak ucu konumdaki duvarla bitişik durumda. Bu odada Mısır firavunlarından Akhenaton'un ilk karısı Kiya ya da Akhenaton'un kızı ve Tutankamon'un kız kardeşi Meritaton'un lahitlerinin bulunabileceği düşünülüyor.

CARTER NEDEN DURDU?
Bakan Zaazu, "Bu 21'inci yüzyılın en büyük keşfi olacak. Arkeoloji dünyasında Big Bang (Büyük Patlama) etkisi yaratacak" dediği keşifle ilgili detayların kamuyoyuyla nisan ayında paylaşılacağını duyurdu. İngiliz basını arkeolog Carter'ın 1922'deki kazı çalışmalarında neden bu odaları bulmaya çalışmadığını sorguluyor.
Sabah, 26.02.2016
İZMİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

İzmir'in Konak İlçesi'nde Roma, Hellenistik, Bizans ve İlhanlı dönemlerine ait tarihi eserleri satmaya çalışan bir kişi yakalandı.

Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, R. A. (40) isimli şahsın elinde çok sayıda tarihi eser bulunduğu ve bunları satmaya çalıştığı bilgisine ulaştı. Harekete geçen ekipler tarafından düzenlenen operasyonda zanlı R.A., toplam 317 adet tarihi eserle birlikte yakalandı. Eserlerle ilgili olarak İzmir Müze Müdürlüğü görevlilerince yapılan incelemeler sonucunda 313 adet bronz ve gümüş sikkenin Roma, Hellenistik, Bizans ve İlhanlı dönemlerine ait, 2863 sayılı kanun kapsamında orijinal tarihi eser, 4 adet bronz sikkeninse sahte olduğu tespit edildi. Zanlı R.A., tutuksuz yargılanmak üzere cumhuriyet savcılığından serbest bırakıldı.
Zaman, 26.02.2016

BİN YILLIK TARİHE KALASLI KORUMA!

Kars'ta 10. yüzyılda Bagratlı Krallığı'nca Ermeni-Gürcü Kilisesi olarak inşa edilen daha sonra camiye çevrilen ibadethanenin bahçe duvarları kalaslarla ayakta tutulmaya çalışılıyor.

Tarihi yapı çökme tehlikesi ile karşı karşıya iken hemen yanında bulunan Evliya Camii'ne ikinci bir abdesthane yapılması dikkat çekiyor.

Kars Kalesi'nin eteklerinde Kale İçi Mahallesi'nde, 10. yüzyılda Kral Abas'ın yaptırdığı 12 Havariler Kilisesi son 10 yılda 2 kez restore edildi. 1993 yılında cami olarak ibadete açılan yapının kubbesi ise son restorasyonda yenilendi. Bu çalışmalarda unutulan ise tarihi yapının bahçe duvarları oldu.

İKİNCİ ABDESTHANE SİLUETİ BOZUYOR
2015'de Evliya Camii bahçesinde var olan yapılara ihtiyaç olmamasına rağmen yenilerinin eklenmesi için çalışma başlatılırken dikkatlerden kaçmayan ise Evliya Camii ve Kümbet Camii (12 Havariler Kilisesi) arasına silueti bozacak abdesthanenin yapılıyor olması oldu. Söz konusu duruma Kafkas Üniversitesi (KAÜ) sanat tarihi öğretim görevlilerinin ve sivil toplum kuruluşlarının sessizliğe bürünmesi tepki çekti.


Var olan abdesthanenin yapıldığı tarihlerde ise sadece bir kaç vatandaşın tepki gösterdiği çalışmalarda onlarca ağaç sökülmüştü. Gelinen noktada ise var olanın yerine bir tane daha abdesthane yapılırken turizm şehri olma iddiasındaki Kars'ın bin yıllık tarihinin kalaslara emanet edilmesi şaşırttı.

'BU ESERLER AVRUPA'DA OLSA ÇOK DEĞER VERİRLER'
Hollanda'dan 40 yıl sonra doğup büyüdükleri toprakları gezmeye, havasını solumaya ve çocukluklarında bahçe duvarının gölgesinde oyunlar oynadıkları alanları ziyaret eden Recep Şenol ve Neşe Gül Şenol çifti, yapılanın hiç iyi bir şey olmadığını söyledi. Görüntünün 'utanç verici' olduğunu belirten çift, tepkilerini şöyle dile getirdi: 'Burasını gördüğümüz zaman, 'Şu tarihi esere hiç değer vermemişiz' dedim. Şu kalasların duruşuna, 'Yazıklar olsun' dedim. Tarihi değerleri git gide yok ediyoruz. Çarşıda da böyle atıl olan eserler var. Bizler bakımsız gördük. Devletimizin bunları görmesi lazım, bunlara sahip çıkması lazım. Bu tarihi eserler Avrupa'da olsa çok değer verirler. Bizler değer vermiyoruz. Kıymet bilmiyoruz."
Zaman, 26.02.2016

NEFERTİTİ'Yİ KOPYALADILAR

Almanya’nın başkenti Berlin’deki Neues Müzesi’nde bulunan 3 bin 361 yıllık Kraliçe Nefertiti büstü filmleri aratmayan bir eyleme konu oldu.

İki sanatçı müzenin güvenlik görevlilerinin bir anlık dikkatsizliğinden yararlanarak tarihi büstü taramayı ve bu sayede 3D bir yazıcı yardımıyla büstün bir kopyasını yaratmayı başardı.

GERÇEK SAHİBİNE VERECEKLER
Sanatçılar, yarattıkları “kopya büstü” eserin gerçek sahibi olduğuna inandıkları Mısır’daki bir müzeye vereceklerini söyledi.

Şaşırtıcı eylemi gerçekleştiren Irak asıllı Alman sanatçı Nora al-Badri ve Alman meslektaşı Jan Nikolai Nelles, bu eylemi “intikam almak” amacıyla yaptıklarını söyledi.

Sanatçılar, 1912 yılında büstü keşfedip ülkelerine getiren ve Mısır’la Almanya arasında sonu gelmeyen bir tartışma başlatan Alman arkeologların hatasını bu şekilde düzeltmek istediklerini belirtti. 
Hürriyet, 25.02.2016 

KOÇ MÜZESİ'NDE DENİZ KÜLTÜRÜ KONUŞULDU

Emekli amiral Cem Gürdeniz tarafından denizcilik kültürünün gelişmesi ve denizlerimizden daha fazla faydalanması için Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu tarafından bir sempozyum düzenlendi.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın yanı sıra çeşitli meslek gruplarından temsilcilerin ve akademisyenlerin katıldığı sempozyumda, devlet ve sivil kuruluşların birlikte çalışmasının önemine değinildi. Konuşmacılar arasındaki Milliyet Muhabiri Gökhan Karakaş’ta gazetemizi tanıttı.

8 bin 333 km uzunluğundaki kıyıları, yüzlerce akarsu ve tatlı su kaynağına rağmen deniz kültürünün yeterli seviyede olmadığı ülkemizde sorunların bulunması ve çözüm üretilmesi için düzenlenen sempozyum, Rahmi Koç Müzesi’nde gerçekleşti.  Sempozyumun açılış konuşmasını yapan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, “Ülkemizde denizcilik faaliyetleri, su varlıklarımızın korunması ve kirlilikle mücadelede epey yol alındı. Bu alanda yapılacak daha çok çalışma var. Dolayısıyla ülkemizde denizcilik  yaklaşımını daha üst bir çerçeveden ele alacak platformların artmasını ümit ediyorum" dedi.

Sempozyumda gazeteci Turgay Noyan; “Türk deniz ve denizcilik kültüründe öne çıkan örnekler’, kaptan Ali Bozoğlu;  ‘Ticaret gemileri ve denizcilik müzeleri arşivleri’, deniz binbaşı Gökhan Atmaca; ‘Savaş gemileri, askeri tersaneler, deniz müzeleri’, emekli amiral engin Baykal; ‘Denizcilik festivalleri’, Savaş Karakaş; ‘Sualtı arkeoloji Mirası’, Metin Önkol; ‘Gemi modelciliği’ gibi konularda sunum ve konuşmalar yaptı. Milliyet Gazetesi muhabiri gökhan karakaş’ta, medyanın deniz kültürüne bakışı ve gazetemizin yayınladığı haberler üzerine konuşma yaptı.
Milliyet, 25.02.2016
KIRŞEHİR'DE KAÇAK KAZI OPERASYONU

Kırşehir İl Jandarma Komutanlığı, birinci derece sit alanında izinsiz tarihi eser kazısı yapan iki ayrı olayın zanlısı toplam 7 kişiyi suçüstü yakaladı.

İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize (KOM) Suçlarla Mücadele ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı ve kaçak kazının önlenmesi kapsamında, sorumluluk bölgesinde bulunan iki ayrı alanda izinsiz olarak kazı yapılacağı ihbarı aldı. Birinci derece sit alanında izinsiz tarihi eser kazısı yapılacağı ihbarlarını değerlendiren Jandarma KOM ekipleri, Kırşehir merkeze bağlı Göllü Köyü ve merkeze bağlı Karıncalı köylerinde yaptıkları operasyonlarda kazı sırasında kaçmaya çalışan 7 zanlıyı gözaltına aldı.

Operasyon sonucu Roma dönemine ait lahit kapağı ve kazı çalışmalarında kullanılan 4 adet muhtelif kazı malzemesi ele geçirildiği öğrenildi.

Kırşehir İl Jandarma Komutanlığı tarafından yapılan açıklamada, olayda ele geçirilen tarihi eserlerin Kırşehir Müze Müdürlüğüne teslim edildiği ve zanlıların haklarında yapılan işlemlerden sonra Kırşehir Adliyesi’ne sevk edildiği bildirildi.
Kırşehir Çiğdem, 25.02.2016

SANDIKTAN ASIRLIK BESTELER ÇIKTI

İzmir hakkında araştırmaları bulunan sanatçı-yazar Yaşar Ürük, AA muhabirine, 1877-1924'te yaşayan, Türk müzik tarihinde önemli iz bırakan, "Selanik Marşı" gibi çalışmaları onlarca yıldır seslendirilen İsmail Zühtü'nün kayıp eserlerinin peşine 40 yıl önce düştüğünü söyledi.

Bazı eserleri yurt dışında basılan İsmail Zühtü'nün, Türk müziğinin önemli isimlerinden Ahmed Adnan Saygun'un hocası olduğuna işaret eden Ürük, kayıp eserlerin bir bölümünü, sanatçının diğer öğrencisi Hilmi Ferit Atrek'ten ölümünden önce aldığını anlattı. 

Eserlerin bir bölümünü de İsmail Zühtü'nün hocalık yaptığı Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesinin arşivi yanmadan önce edindiğini belirten Ürük, yine de parçaların eksik kaldığını ifade etti.

"Hocaların hocası"nın yaklaşık 100-120 yıl önce yazdığı eserleri ailesinin bir sandıkta sakladığını öğrendiğini bildiren Ürük, İsmail Zühtü'nün Almanya'da yaşayan torunu Seyide Kayserili'nin yakınlarının kendisini arayarak "kayıp hazineyi" gösterdiğini dile getirdi. 

Milli Kütüphane'ye bağışlanması gündemde
Çok iyi çocuk şarkıları ve koro parçalarının yer aldığı bu eserlerin, Türk müzik tarihi açısından büyük önem taşıdığına dikkati çeken Ürük, bestecinin kayıp eserlerinin hikayesini şöyle anlattı:

"Vefatından sonra bazı aile bireyleri, İsmail Zühtü'nün bütün notalarının içinde bulunduğu sandığı alıp evine götürmüş. Müzik dünyamız da bestecinin eserlerinden mahrum kalmış. Çok önemli eserleri var, müzik dokusu ve orkestrasyonu çok sağlam eserler. Önceki yıl Almanya'dan bir hanımefendi beni buldu. İsmail Zühtü'nün torununun kızı olduğunu anlattı. Eserleri sakladığını da söyledi. Önce bir sandıkta, daha sonra valizde saklamışlar. Bu eserleri ben de görebildim. Çoğu piyano parçası. Yüzlerce nota orada bekliyordu. Çok mutlu oldum, notaları almamı istediler ancak sonra eserlerin Milli Kütüphane'ye bağışlanması konusunda görüş birliğine vardık."

Notaların gelecek aylarda kütüphaneye bağışlanacağını kaydeden Ürük, önce tasnifleme çalışması ile kayıt sistemine aktarım yapılması ve bunların müzik eğitimi verilen kurumlarla paylaşılması gerektiğini ifade etti. 

Eserlerin ortaya çıkmasıyla ulusal müzik tarihine önemli katkı sağlandığını vurgulayan Ürük, bir asır saklanan eserlerden birini de ocak ayında seslendirdiklerini bildirdi.

İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Ulvi Puğ ise İsmail Zühtü'nün büyük önem taşıyan eserlerini kabul etmekten onur duyacaklarını belirterek, "Seyide Hanım, eserleri kütüphanemize bağışlayacağını bizlere bildirdi" dedi.

Torun Kayserili: "Büyük gurur yaşıyorum"
İsmail Zühtü'nün hayatının anlatıldığı ve gün yüzüne çıkan bir eserin seslendirildiği toplantıya katılmak üzere Almanya'dan İzmir'e gelen Seyide Kayserili de büyük gurur yaşadığını söyledi.

Yıllarca koruduğu eserler için en iyi yerin Milli Kütüphane olduğuna karar verdiğini belirten Kayserili, İsmail Zühtü'nün notalarının artık güvende bulunacağını sözlerine ekledi.
Akşam, 25.02.2016

BURSA'YA AÇIK HAVA MÜZESİ GELİYOR



Binlerce yıl çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan Bursa’nın tarihi, Osmangazi Belediyesi’nin 2011 yılından bu yana devam eden çalışmalarıyla gün yüzüne çıkıyor. Bursa’nın geleceğini değiştirecek, turizmine değer katacak çalışmalar yapılıyor.

“Hisar Arkeopark” adı altında başlayan çalışmalarda, 1. derecede sit alanı olarak kabul edilen bölgede 2200 yıllık Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerine ait kalıntılar büyük bir titizlikle yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılıyor. Bölgede devam eden kazılar ve incelemeler, Bursa’nın uzun zamandır saklı kalan tarihini aydınlatırken, tahmin edilenden daha eski zamanlara uzanan medeniyetlerin tarihine ışık tutulacak. Bölgede şu anda uzman bir ekip detaylı çizim yapılabilmesi için çekimler, ölçümler ve özel cihazlarla harita çalışmaları yapıyor. İleriki dönemlerde yapılacak kazılarla derinlere inildikçe daha eski hayat izlerine ulaşılması hedefleniyor.

Hisar Arkeopark’ın hizmete açılması ise bütün kazılar bittikten sonra mümkün olabilecek. Şu ana kadar çıkan eserler Bursa Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza ediliyor. Arkeopark açıldıktan sonra taşınabilir evsafta olan eserlerin bir müze binası yapılarak burada teşhir edilmesi planlanıyor.
bursa.com, 25.02.2016
TAHRAN'DA MİMAR SİNAN SERGİSİ AÇILDI

İran'da Yunus Emre Enstitüsü Tahran Türk Kültür Merkezi, İslam Ülkeleri Kültür Enstitüsü (ECO) ile birlikte Mimar Sinan sergisi ve Mimar Sinan konferansı düzenledi.

Programa, ECO başkanı İftihar Hüseyin Arif, Yunus Emre Tahran Türk Kültür Merkezi Müdürü Doç.Dr. Şamil Öçal, Enstitü Kültür Sanat Koordinatörü Eyyüp Azlal, Tacikistan'ın Tahran Büyükelçisi Nimetullah İmamzade ve Afganistan'ın Tahran Büyükelçisi Nasır Ahmednur katıldı.

Etkinlikte, Mimar Sinan’ın Türkiye ve Osmanlı coğrafyasında yer alan 33 eserinin bulunduğu bir serginin de açılışı yapıldı.

Program öncesinde İran ve Türkiye'nin milli marşları çalındı. Ardından ECO Başkanı İftihar Hüseyin Arif bir konuşma yaptı. ECO Başkanı Arif, yaptığı konuşmasında şunları söyledi:

"Mimarlık sanatın değişik bir çeşididir. Sanatçı eserini önce hayal eder, sonra hayata geçirir. Mimar ise bir esere hayat veriyor. İslam dünyasının büyük mimarlarından Mimar Sinan'ı bugün anacağız. Onun kıymetli eserlerini göreceğiz ve kıymetli eserleri hakkında bilgiler dinleyeceğiz. Mimar Sinan, geçmişte yaptığı eserlerle şimdi ve gelecek zamanlara dair önemli mesajlar vermiş biri olarak karşımıza çıkar. Mimar Sinan, bana göre İslam dünyasının örnek bir mimarıdır."

"Sinan'ın eserleri İslam medeniyetinin ürünleridir"
Yunus Emre Tahran Türk Kültür Merkezi Müdürü Öçal da yaptığı konuşmada, Mimar Sinan’ın eserlerinin İslam medeniyetinin ürünleri olduğunu belirtti.


Öçal, "Osmanlı'nın hakim olduğu topraklarda Mimar Sinan’ın eserlerini görmek mümkündür. Mimar Sinan, eserlerinde özellikle camilerde İslami tevhid anlayışını yansıtmış, İslam ülkelerine ait birçok mimari eserden etkilenerek yeni bir sentez oluşturmuştur" dedi.

Konferans bölümünde İran İslam Ansiklopedisi Mimari Bölümü Editörü Mehdi Gülçin Arifi de bir konuşma yaptı. Arifi, ilk olarak Mimar Sinan'ın ortaçağ İslam dünyasının en büyük mimarlarından biri olduğunu söyledi. 

Konferans bitiminden sonra Mimar Sinan’ın Türkiye ve Osmanlı bakiyesi coğrafyada yer alan 33 eserinin yer aldığı serginin açılışı yapıldı.
Anadolu Ajansı, Haber: Ahmet Dursun, 25.02.2016

AYASOFYA'NIN SIRLARI DEŞİFRE EDİLİYOR

Çektiği Ayasofya'nın Derinlikleri adlı belgeselle dünyaca ünlü yazar Dan Brown'ın son romanı Cehennem'e konu olan, yaptığı çalışmalar ülkemizde de kitaplara kaynaklık eden yönetmen Göksel Gülensoy'un belgesel görüntüleri Cehennem romanının sinema uyarlamasında da yer alacak. Ayasofya'nın Derinlikleri'ni kendi imkanlarıyla çeken ve şimdilerde ülkemizde seyirciyle buluşturmanın mücadelesini veren Gülensoy, ilk bölümün kazancı ile de belgeselin devamını çekmeyi hedefliyor. Şu ana kadar ne Kültür Bakanlığı’ndan ne de sanata sponsorluk eden büyük şirketlerden hiçbir destek alamayan yönetmen Gülensoy'a belgeselin hikayesini anlattı.

- Ayasofya'nın Derinlikleri ne zaman ve nasıl başladı?
1998'de yola çıktık belgesel için. O zamanın Kültür Bakanlığı'ndan izin aldık ve çalışmalara başladık. Doç.Dr. İhsan Tunay Ayasofya'nın altında dehlizler, sarnıçlar var diye ipuçlarını verdi. Daha önce hiç çalışmamış bu konuda. 1998'de ilk defa ben ve ekibim girdik oraya. Üç kere dalış yaptık 2002'ye kadar. Sonra yurtdışına gittim. Türkiye'ye döndüğümde geri kalan kısmı tamamladım. 2012-2013 dalışlarını yaptık.

- Dan Brown'ın da ilgisini çekti çalışmanız...
2014'te Dan Brown Cehennem romanında hem benden hem projemden bahsetti ve referans olarak gösterdi. Cehennem romanında böyle bir şey çıkınca biz filmin daha üst bir kalitede olması için daha profesyonel cihazlarla çalıştık. Başımızda Semavi Eyice ile yurtdışı ve yurtdışından akademik bir kurul var

- Bu ölçekte bir işin üstesinden nasıl geldiniz? Kurumsal destekler var mı?
Kültür Bakanlığı'na başvurduk projemiz geçmedi, şahsi başvurular yaptık sonuç alamadık. Türkiye'yi uluslararası çapta temsil edecek bir proje. Dünyanın en ünlü romanında ismi geçiyor. Dan Brown'un romanı bütün dünyada 75 milyon satılmış. Okurlardan bana binlerce mail geliyor, gelişmeleri merak ediyorlar.

İstanbul’un altında bir İstanbul daha Topkapı Sarayı'na, Tekfur Sarayı'na uzanan tüneller olduğu söyleniyor. Onlar ne zaman ne amaçla açılmış?
İstanbul aslında tepelere kurulu bir sualtı şehri. Bu  tünellerin su yolları olarak kullanıldığını düşünüyoruz. Bir efsaneye göre Kral Jüstinyanus Ayasofya, Büyük Saray ve Hipodrom arasında geziyor. Bir bakıyorsunuz Ayasofya'da bir bakıyorsunuz Hipodrom'da locada ve efsaneye göre halk arasında dolaşmayan bir kral. Bu mekanlar arasında dolaşabilmesinin tek yolu da bu tünelleri kullanması. Jüstinyanus'un yolu imparator yolu diye geçiyor. Bunun ufak tefek kalıntılarını bulduk. Büyük Saray’ın alt kalıntılarına da bu yolda rastlandı. 12 metrede çalışırken hep odalara rastlıyorum. Şehrin içerisinde ayrı bir şehir var.



Fatih’in portresi ve gül kardeşliği


İnsanların en ilgisini çeken şeylerden biri de tarihi yarımadanın altında hazineler olduğu söylencesi…

1453'te İstanbul fethedildikten sonra Fatih İstanbul'daki Bizans’a ait tüm eserleri kendi üstüne alarak bir vakıf kuruyor. O dönem Bellini, Fatih'in elinde gül bulunan tablosunu yapıyor. “Emanetlerinizi aldım ve bunları koruyacağım” mesajını veriyor. Gül kardeşliği diye bir topluluk vardır Hıristiyanlar için çok önemlidir. Buna gönderme yapıyor. Peki bu eserleri nasıl sakladı; hepsini toprak altına gömdü.  Yunanistan'da bir bakan 2004’te “Türkiye'de kültür bakanı olsaydım Ayasofya'nın çevresini yıkar, orayı kazardım” demişti.
Akşam, 24.02.2016

PALMİRA ANTİK KENTİNİN IŞİD TAHRİBATINDAN SONRAKİ GÖRÜNTÜLERİ YAYINLANDI
Suriye'nin Birleşmiş Milletler Dünya Mirası listesinde yer alan Palmira Antik Kenti'nin, IŞİD tahribatı sonrası ilk görüntüleri yayınlandı.

İsveç’in Expressen Gazetesi, Birleşmiş Milletler Dünya Mirası Listesi’nde olan Suriye’nin 2000 yıldır ayaktaki Palmira Kenti’nin IŞİD tarafından tahrip edildikten sonraki halini gösteren, gizli kamera ile çekilmiş görüntülerini yayınladı.



Gizli çekilen görüntülerde kentin simgesi olan Zafer Takı’nın, Baalshamin Tapınağı’nın tahribat sonucu yok olduğu, 2000 yıllık Kule Mezarların dinamitle havaya uçurulması sonucu taş yığınına döndüğü açıkça görünüyor.



Palmira Müze Müdürü Khalil Hariri Expressen Gazetesi’ne yaptığı açıklamada “IŞİD’li teröristler gömülü olduğu düşünülen iki ton altını aradılar. Aradıklarını bulamayınca da insanları katletmeye ve Palmira Kenti´ni yok etmeye başladılar” dedi.


Sözcü, 24.02.2016
DÜNYADAKİ 'İLK HAYVAN' DENİZ SÜNGERİYMİŞ


ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) bilim insanları, deniz süngerinin Dünya’da ortaya çıkan ilk hayvan olduğunu tespit ettiklerini açıkladı. 

Araştırmacılar, deniz süngerinin 540 milyon yıl önce başlayan ve birçok hayvan türünün ortaya çıkmasına neden olan 'Cambrian Explosion' isimli evrimsel dönemden çok daha önce ortaya çıktığını kanıtlamayı başardıklarını söyledi.

640 MİLYON YILLIK KAYALARDA BULUNDU
Yüz milyonlarca yıllık kayalar üzerinde bulunan molekül kalıntılarını inceleyen uzmanlar, modern deniz süngerleri tarafından da üretilen 24-Isopropylcholesterol isimli molekülü 640 milyon yıllık kayaların üzerinde bulmayı başardıklarını söyledi.


Araştırmacılar bu keşiften hareketle yaptıkları incelemelerde, deniz süngerinin Dünya’da ortaya çıkmış ilk hayvan olduğu sonucuna vardıklarını belirtti. 

Araştırmayı gerçekleştiren ekibin başında bulunan David Gold, bu keşfin bir çok yeni soru doğurduğunu belirtti. 

'FOSİL KAYITLARINDA BÜYÜK BİR BOŞLUK VAR'
İngiliz Independent gazetesine konuşan Gold, “Bu organizmalar neye benziyordu? 640 milyon yıl önce Dünya nasıl bir yerdi? Neden fosil kayıtlarında böylesine büyük bir boşluk var?” diye sordu ve bu sorulara halen bir cevap veremediklerini belirtti. 

Araştırmacı, “Bu soruların yanıtını bilmememiz erken dönem hayvan yaşamı ile ilgili sahip olduğumuz bilgilerin eksikliğini gösteriyor. Yapılacak daha çok keşif var ve bu keşif sayesinde, doğru incelendiğinde, moleküler fosillerin fosil kayıtlarındaki boşlukları doldurmak konusunda ne denli etkili olabileceğini görmüş olduk” dedi.
Hürriyet, Haber: Birce Bora, 24.02.2016

RİVA KALESİ SÜNGER BOB'A BENZEMESİN

Restore edildikten sonra ‘Sünger Bob’a benzetilen Şile Kalesi’nden sonra İstanbul’un Karadeniz kıyısındaki Cenevizlilerden kalma Riva Kalesi’nin restorasyonu için İstanbul Büyükşehir Belediyesi düğmeye bastı.

‘Riva Kalesi restorasyonu ve çevre düzenleme inşaatı’ yapım işi 17 Mart’ta açık ihaleye çıkarılıyor. Sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 5 gün içinde yer teslimi yapılarak işe başlanacak, kalenin restorasyon çalışması 400 günde tamamlanacak.

Sadece yerli firmaların katılabileceği ihalede, ekonomik açıdan en avantajlı teklif değerlendirilecek.

Karadeniz’den Riva Deresi’ne girişi kontrol etmek amacıyla Cenevizliler tarafından kurulduğu tahmin edilen Riva Kalesi’nin biri yıkık iki burcu bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 24.02.2016



******


"RİVA KALESİ SÜNGER BOB OLMAYACAK"


İstanbul’daki Riva Kalesi'nde yapılacak restorasyon projesi için konuşan Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek: “Riva Kalesi, Riva'nın çehresine ayrı bir değer ve güzellik katacak. Şile Kalesi'yle ilgili 'Sünger Bob' tartışmalarının burada da olmaması, çalışmaların tarihi dokuya ve aslına uygun olarak yapılması için gerekli takibi Beykoz Belediyesi olarak bizzat yaptık" dedi.

Cenevizliler tarafından yapılan, Osmanlı döneminde Revan Kalesi olarak adlandırılan ve Riva Deresi'nin Karadeniz'e döküldüğü noktada yer alan kalenin restorasyonu için İstanbul Büyükşehir Belediyesince, 17 Mart Perşembe günü yapılacak "Riva Kalesi restorasyonu ve çevre düzenleme inşaatı" açık ihaleye çıkarılacak ve restorasyon, çevre düzenleme inşaatının 400 günde tamamlanması sağlanacak. Karadeniz’den Riva Deresi’ne girişi kontrol etmek amacıyla Cenevizlilerce kurulduğu tahmin edilen kalenin biri yıkık iki burcu bulunuyor.
Hürriyet, 04.03.2016

KUDÜS'TE 7 BİN YIL ÖNCESİNE DAYANAN YAŞAM İZLERİ BULUNDU

Bir yol inşaatı sırasında keşfedilen 7 bin yıllık taş evler ve eserlerle birlikte Kudüs’teki yaşamın en eski izleri ortaya çıkarılmış oldu.

İsrail Tarihi Eserler Kurumu, yol inşaatından önce kuzey Kudüs’te bir kurtarma kazısı gerçekleştirdi ve kalkolitik (Bakır Çağ) dönemde inşa edildiklerine inanılan iki taş ev keşfetti. 7 bin yıl öncesine dayanan bu dönemde insanlar, taştan yaptıkları araç gereçleri güçlendirmek için onlara bakır (Yunanca chalcos) eklemeye başlamışlardı.

İsrail Tarihi Eserler Kurumu, Newsweek’e yaptığı açıklamada, evlerin günümüze dek oldukça iyi bir şekilde korunduğunu ve çeşitli tesisatlar kurulmuş zeminlere sahip olduklarını dolayısıyla da uzun süreliğine kullanıldıklarını belirtti. Bu evlerin yanı sıra, kurumun “dönemin tipik eşyaları” olarak tanımladığı çanak çömlek kalıntıları, çakmak taşından araçlar ve bazalttan yapılmış bir kase de keşfedildi.

İsrail Tarihi Eserler Kurumu, yeni arkeolojik buluntuların, MÖ 5000 yılı civarında Kudüs’te köklü bir yerleşik hayatın varlığını kanıtladığını belirtti. Daha önce de Kudüs’te kalkolitik döneme ait çömlek parçaları keşfedilmiş ancak şimdiye kadar herhangi bir yerleşim alanı keşfedilmemişti.

Ronit Lupo: “Bu keşif, şehir ve civarı hakkındaki araştırmalarımıza çok büyük katkı sağlayacak.”
İsrail Tarihi Eserler Kurumu adına kazı çalışması yapan ekibin başkanı Ronit Lupo, önceleri Kudüs’ün 5 bin yıllık bir geçmişi olduğu düşünülürken bu keşifle birlikte düşünülenden çok daha eskiye uzandığını söyledi.

“Gün yüzüne çıkarılan yapılar, Kudüs’ün standart mimarisine aykırı bir şekilde inşa edilmemiş” diyor Lupo. “Bu keşif, şehir ve civarı hakkındaki araştırmalarımıza çok büyük katkı sağlayacak.”

“Hasat için kullanılan küçük orak benzeri bıçaklar, bina yapmak için kullanılan keskiler ve baltalar, delgi ve tığ gibi taştan yapılmış araç gereçler sayesinde bu yerleşim bölgesindeki halkın geçim kaynağını anlayabiliyoruz” diye ekliyor Lupo. “Akik taşından (değerli bir taş) yapılma bir boncuk ise mücevher imalatını ya da ithalatını gösteriyor.” Lupo, kurumun bir sonraki amacının, 7 bin yıl önce o topraklarda yaşamış insanların “beslenme alışkanlıklarını” öğrenmek için bölgede bulunan koyun ve keçi kemiklerini incelemek olduğunu belirtiyor son olarak.
Gaia Dergi, Haber: Onur Kavalcı, 23.02.2016

DUAYEN GALERİCİLER SANAT PİYASASINI DEĞERLENDİRDİ

22 Şubat 2016, TEM Sanat ve Mine Sanat, galericilikte 30 yılı geride bıraktı. Galeri Baraz geçen yıl, Maçka Sanat ise bu sene 40. yılını dolduruyor. Türkiye'de özel galerilerin tarihi çok eski değil, sayıları da az. “Ben sanatseverim, tüccar değilim” diyen Besi Cecan (TEM Sanat), "Tehlikeli bir sanat ortamındayız." diyen Mine Gülener (Mine Sanat) ve artık Kurtuluş'taki merkezinde sergi açmayan, Anadolu'ya yönelen Yahşi Baraz, galericiliğin geldiği noktayı değerlendirdi.

Sanat galericiliğinde 30 yıl az değil. Hele, Türkiye gibi henüz yolun başındaki bir sanat ortamı için iyi bir istikrar sayılır. Mart 1985'te kurulan Mine Sanat, bir yıldır sergileriyle ve hazırladığı üç ciltlik kitapla 30. yılını taçlandırdı. Geçen hafta açılan, İstanbul'daki yeni ve yedinci yerleri ‘7 MEKAN' ile de galericilikteki istikrarını sürdürmeye devam ediyor. 18 Ocak 1986'da kurulan TEM Sanat ise otuzuncu yaş gününü, açılışını aynı güne denk getirdiği 'Devabil Kara' sergisiyle kutluyor.

Kurtuluş'taki mekanında 300'den fazla sergiye ev sahipliği yapan Yahşi Baraz ise artık burada sergi açmıyor. 40. yılını da sessiz sedasız geçirdi. Baraz, epeydir ‘Anadolu şehirlerinde sanatı geliştirmek' için işbirliği içinde. Sakarya Sanat Galerisi'ne sergiler hazırlıyor, danışmanlık yapıyor. Görüştüğümüzde 29 Mart'ta açacakları karma serginin hazırlığı içindeydi.

1980'ler, Türkiye'de özel galericiliğin yavaş yavaş hareketlendiği yıllardı. Adalet Cimcoz'un 1950'lerin sonunda Beyoğlu'nda açtığı Türkiye'nin ilk özel sanat galerisi Maya'nın kısa serüveninden sonra kimse özel galeri açmaya cesaret edemedi. Galeri Baraz (1975), Maçka Sanat (1976), Bakraç Sanat'ın (1979) girişimleri ve 80'lerin başlarından itibaren banka galerilerinin artması Cimcoz gibi 'sanatsever', 'sanatçı dostu' galerilere cesaret verdi. TEM Sanat, Mine Sanat, Galeri NEV, Doku Sanat, Urart Sanat galerilerinin kuruluşu bu yıllara denk geliyor.

Türkiye'de çağdaş sanat ortamı artık çok gelişti, ilerledi. Sergiler, fuarlar, galeriler arttı fakat farklı bir hava hakim. Eskiden sanatçı-galerici ilişkisi daha çok özveri üzerine kuruluydu. Galerilerin şekli bile bu amaca hizmet ederdi. TEM Sanat gibi daha çok eşyası; perdesi, masası, aile albümü olan, birkaç kedisi bulunan, sıkılmayacağınız, oturup çay kahve içebileceğiniz daha samimi yerlerdi galeriler. Yenileri, bir pazar alanı olarak tasarlanıyor.

“Ben sanatseverim, tüccar değilim.” diyen Besi Cecan (TEM Sanat), "Tehlikeli bir sanat ortamındayız." diyen Mine Gülener (Mine Sanat) ve "Yanlış yatırımlar yapılıyor." diye Yahşi Baraz (Galeri Baraz) gibi ‘sanat ve sanatçı dostu' galeri sahiplerinin de nesli tükeniyor. Onlara kulak vermek lazım:

Besi Cecan (TEM Sanat Galerisi'nin kurucusu): ‘Ben sanatseverim, tüccar değil'
"O yıllarda ben bir şirkette dış ilişkiler müdürüydüm. Devamlı seyahat ediyorum, kamyon ve treyler satıyorum. Emekli olduktan sonra, ailemden de bir miktar miras kalınca kendimi sanata verdim. Çünkü ben sanatseverim, tüccar değil. İlgilendiğim sanatçılar vardı. Mesela 30 kuşağı sanatçılarından Ali Avni Çelebi'nin perişan hali beni çok üzmüştü. Büyük bir usta oysa. Fındıkzade'de beş katlı asansörsüz bir binada oturuyordu. Eşi de Parkinson hastası. 80 yaşındaydı o zaman. Galerilere resim yapıyor ama hiçbir zaman karşılığını alamamış ve artık resimden nefret eder hale gelmişti. Odun taşıyor, kömür taşıyor, kahvehanede pişti oynuyordu. Beni galeri açmaya iten sebeplerden biri budur.

 İlk etapta yurt dışına gitmeye karar verdim. Elimde fotoğraf makinemle yedi şehri dolaştım. Paris, Berlin, Torino, Floransa… Buralardaki galerileri etüt ettim, notlar aldım. Edindiğim izlenimlerle Nişantaşı'nda TEM Sanat'ı açtım. Zincirli asma sistemini İtalya'dan aldım. Sonra, ben burada perdenin üzerine resim asıyorum. Avrupa'da bütün galeriler o zaman öyleydi. Bu benim işime geldi. Çünkü dört duvar arasında yaşayamam, bütün günümü burada geçiriyorum. Benim ilk amacım satmaktan ziyade sanatı sevdirmek. 30 sene ayakta kaldığıma göre demek ki satmışım ve sanatçılara destek olmuşum da…

 Resim alan önce sanatsever olacak, sonra koleksiyoner. Ben sanatsever üretmeye çalışıyorum. Piyasamızda toplayıcılar var. Onlar benden resim almazlar. Çünkü pazarlık yapmam. Bu onlara uymaz. Sanatçımı korumak zorundayım. Pazarlık bizde bir spor gibi. Benim sanatçımla da, koleksiyonerle de aramda dürüstlük vardır. Fahiş fiyatla hiçbir zaman resim satmadım. Satsaydım burada olmazdım. 30 yıldır Nişantaşı gibi bir yerde mekanımı korudum. Dayandım. Her ay mutlaka bir sergi açtım. Yazın da açığız. 12 ay sanatçılarıma hizmet veriyorum.”

Mine Gülener (Mine Sanat Galerisi'nin kurucusu): ‘Acı bir yozlaşma yaşanıyor' 
“Türkiye'de tarihini bir kitapla anlatan bir-iki galeri var. Biz onlardan biriyiz. İlk galerimi Altıyol'da açtım. Anadolu yakasında çağdaş sanat galerisi yoktu o yıllarda. Burası kültür faaliyeti daha az olan bir bölgeydi. Dolayısıyla direndik. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin hocaları da bana çok destek oldu. Kuruluşumda büyük katkısı olan Özdemir Altan, Adnan Çoker, Mustafa Ata, Yusuf Taktak, Zekai Ormancı olmazsa Mine Sanat olamazdı. Onlar da Türkiye'de çağdaş sanatın köprüyü geçmesini istiyorlardı.    

 Altıyol'dan sonra Bahariye, Caddebostan'dan derken Nişantaşı'na geldik ve artık buradayız. Biz tamamen idealist düşüncelerle galericilik yaptık. Bir arkadaşım bana ‘şövalye' adını koymuştu. O dönemde resim hiç satılmıyordu. İnsanları galeriye sokabilmek için kapıda dururduk. Nedir, ne değildir, ücretli mi, girelim mi, girmeyelim mi diye bir çekimserlik vardı. Zorla içeri alırdık insanları ve saatlerce anlatırdık yaptığımızı. Galeri zaten bir eğitim kurumu benim gözümde. Bir kişiyle 4-5 saat konuştuğum olurdu. Koleksiyoner de yetiştirdik. Tamamen amatör ruhla başladık, hep galeriye masraf ettim. İlk on yıl hiç resim satamadım. Eşimin müzik mağazası Melodi Müzik bizi ayakta tuttu. Bugüne kadar çizgimden hiç ödün vermedim. Fakat bir zamanlar müzikte yaşanan yozlaşma artık plastik sanatlara bulaştı. Acı bir şekilde yozlaşma yaşanıyor. Maalesef sahte resim piyasası gelişti. Tehlikeli bir sanat ortamındayız. İnsanlar hangi sanat eserini alacağını yarı biliyor, yarı bilmiyor. Bir geçiş dönemi yaşıyoruz.”  

Yahşi Baraz (Galeri Baraz'ın kurucusu): 'Büyük bir kaos var'
"1970'li yıllarda Amerika'da bir galeride çalıştım, çok sevdim bu işi ve Türkiye'de yapayım dedim. Ama Türkiye sanatta daha yolun çok başındaydı. Müzeler, sanat galerileri açılmamıştı, birkaç koleksiyoner vardı, resim alım satımı yok gibiydi. Basın, sergilerle hiç ilgilenmezdi. Bir Akademi'nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) içinde sanat ortamı vardı. Bir de Taksim Sanat Galerisi. İnsanlar da sergilere ilgisizdi. Atölyesini Akademi'nin dışında kurmuş ressam yoktu. Sadece hocalık yapan ve o şekilde ayakta duran birtakım sanatçılarımız vardı. Hepsi benden 35-40 yaş büyüktü. Galeriyi açtığım zaman 30'lu yaşlardaydım. Ressamlar, hiçbiri de galeriyle çalışmamıştı. Dolayısıyla diyalog kurmak zor oldu. Çoğu resim yapmayı bırakmıştı. Resim yapın, sergi açalım diye yönlendirmeye çalıştık. Sabri Berkel'ler, Mahmud Cuda'lar, eserlerine ne kadar değer biçeceklerini bilemezdi. Mesela Neşet Günal 800 Dolar'dı, bugün 1 Milyon Lira'ya bulamazsınız.

 Son on yılda yurt dışında Türkiye'yle ilgili büyük bir reklam yapıldı. Türkiye çok büyük bir gelişme içinde diye. Ekonomi gelişti, milli gelir arttı. Şimdi dursa da bu dönemleri gördük. Bu propagandanın etkisini ben yaşadım, yurt dışında Türkiye'den geldiğimi duyan bizi milyoner zannetti. Amerikalılar, Avrupalılar… Bu galericilerin de hoşuna gitti ve burada pazar araştırması yaptılar. Buraya gelen galericilerin hiçbiri Türk ressamıyla, Türk resmiyle ilgilenmiyor, bir-iki tanesi hariç. Paul Kasmin var, Taner Ceylan'ı satıyor, bir Fransız galerisi var Lelong, Ramazan Bayrakoğlu'nu satıyor. Bir de Marlborough Ahmet Güneştekin satıyor. Yani kendi ressamlarını pazarlamaya çalışıyorlar.

Bizim için dezavantajları oldu bu durumun. Birçok koleksiyoner, yıllarca topladığı resimleri sattı, o parayla yabancı resim aldı. Ve bu devam ediyor. Yabancı galerilerden milyonlarca dolarlık resim alındı. Bu durum Türk sanatçılarını çok etkiledi; biz mahvolacağız, bütün para yabancılara gidiyor, pazarımız bozuldu diye endişeleri oldu. Bu olabilir fakat şöyle bir gelişme oldu. Belirli ressamların dışındaki; Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Ergin İnan Fahrelnisa Zeyd, Nejad Devrim, beş altı ressam daha sayabiliriz bunların dışındaki birçok ressam şu an ekonomik krizde. Hiçbir şey satamaz durumdalar. Türk alıcılar belirli ressamlara para yatırıyor, diğerlerini yok farz ediyor. Bu bir süre devam edecek.

 Bugünkü bir tehlike şu aslında: Yeni açılan galeriler, bir seçki yapmadan, hangisi sanatçıdır diye düşünmeden, herkese sergi açtırıyorlar. Bu bir kaos yarattı. Galerileri idare edenler de sanat kültüründen yoksun. Bunun getirdiği de başka bir kaos var. Çok aldatıcı sergiler açılıyor, yanlış yatırımlar yapılıyor. 20 sene sonra bugün açılan sergilerin hiçbirinin adını dahi duymayacaksınız. 2-3 kişi zor kalır.

Türkiye'nin son bir yıldır yaşadığı siyasi durum da bizi çok etkiledi. Satışları aşağıya çekti. Bütün sanat piyasası böyle. Bazı açık artırma merkezlerinde her şey satıldı gösteriyorlar ama öyle olmadığına yüzde yüz inanıyorum. Piyasayı canlandırmak için söylenir böyle şeyler. Gerçekliği pek yoktur. Şu anda sanat piyasası çok sıkışık, daha da sıkışacağını tahmin ediyorum. Bugünler yine çok iyi günler."
Zaman, 23.02.2016

40 YILLIK GALERİCİ YAHŞİ BARAZ: SANAT PİYASASI ÇOK SIKIŞIK, BUNLAR İYİ GÜNLERİMİZ

Yahşi Baraz, sanat galericiliğinde 40 yıllık bir tecrübeye sahip. 1975 yılında Kurtuluş'ta, ailesinden kalan apartmanı Galeri Baraz adıyla galeriye dönüştürdü ve o günlerden bugünlere geldi. Galeri geçen yıl 40 yaşını sessiz sedasız doldurdu. Yahşi Baraz, artık burada sergi açmıyor. ‘Anadolu'daki sanatı ve sanatseverleri geliştirmek' amacıyla Anadolu'ya yöneldi. Sakarya Sanat Galerisi'nde peş peşe sergiler açtı. Görüştüğümüzde 29 Mart'ta açacakları yeni karma serginin kataloğunu hazırlıyordu. Sanat piyasasının dünden bugüne serüvenini bilen ve pek çok kriz atlatan Baraz, son bir yıldır Türkiye'nin siyasi ortamının galericileri çok etkilediğini söylüyor. Sanat piyasasına, günümüz sanatçılarına, müzelere ve bir furya şeklinde büyüyen fuarlara dair tespitleri de önemli.

40 yıllık galerici Yahşi Baraz: ‘Sanat piyasası çok sıkışık, bunlar iyi günlerimiz'
Yahşi Baraz, sanat galericiliğinde 40 yıllık bir tecrübeye sahip. 1975 yılında Kurtuluş'ta, ailesinden kalan apartmanı Galeri Baraz adıyla galeriye dönüştürdü ve o günlerden bugünlere geldi. Galeri geçen yıl 40 yaşını sessiz sedasız doldurdu. Yahşi Baraz, artık burada sergi açmıyor. ‘Anadolu'daki sanatı ve sanatseverleri geliştirmek' amacıyla Anadolu'ya yöneldi. Sakarya Sanat Galerisi'nde peş peşe sergiler açtı. Görüştüğümüzde 29 Mart'ta açacakları yeni karma serginin kataloğunu hazırlıyordu. Sanat piyasasının dünden bugüne serüvenini bilen ve pek çok kriz atlatan Baraz, son bir yıldır Türkiye'nin siyasi ortamının galericileri çok etkilediğini söylüyor. Sanat piyasasına, günümüz sanatçılarına, müzelere ve bir furya şeklinde büyüyen fuarlara dair tespitleri de önemli.

Galericilik, sizin başladığınız ilk yıllardan bugüne nasıl değişti?
1970'li yıllarda Amerika'da bir galeride çalıştım, çok sevdim bu işi, Türkiye'de yapayım dedim. Ama Türkiye sanatta daha yolun çok başındaydı. Müzeler, sanat galerileri açılmamıştı, birkaç koleksiyoner vardı, resim alım satımı yok gibiydi. Basın, sergilerle hiç ilgilenmezdi. Bir Akademi'nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) içinde sanat ortamı vardı. Bir de Taksim Sanat Galerisi. İnsanlar da sergilere ilgisizdi. Atölyesini Akademi'nin dışında kurmuş ressam yoktu. Sadece hocalık yapan ve o şekilde ayakta duran birtakım sanatçılarımız vardı. Hepsi benden 35-40 yaş büyüktü.

Siz kaç yaşlarındaydınız?
30'lu yaşlarda. Ressamların hiçbiri galeriyle çalışmamıştı. Dolayısıyla diyalog kurmak zor oldu. Çoğu resim yapmayı bırakmıştı. Resim yapın, sergi açalım diye yönlendirmeye çalıştık. Sabri Berkel'ler, Mahmud Cuda'lar, eserlerine ne kadar değer biçeceklerini bilemezdi. Mesela Neşet Günal 800 Dolar'dı, bugün 1 Milyon Lira'ya bulamazsınız.

Resme ilgi nasıldı, satmaya başladınız mı hemen?
1975-1980 arası Türkiye'nin karanlık yıllarıydı. Siyasi çatışmalar ekonomiyi de bozmuştu. Sanat eseri satmak o yıllarda zordu, çok lüks bir şeydi. Fakat idealist bir şekilde üstüne gittik. 1980'e kadar çok kötü geçti. 1980 ihtilalinden sonra değişim oldu. Turgut Özal gelince Türkiye rahatladı. Resim satılmaya başlandı.

Peki 90'lar… O yıllar Türkiye'nin zor zamanlarıydı, sizin için nasıl geçti?
1990'lı yıllarda piyasa daha inişli çıkışlıydı. 2000'lere kadar böyle gitti. 2001'de büyük bir ekonomik kriz oldu. Galericiliğin en kötü yılları 2000-2001'dir. En iyisi hangisidir derseniz, 1985-1990 arası -bir de 2008-2012 arası iyidir.- Alıcılar sınırlıydı belki ama sürekli alımlar oldu. 1991'de Irak Savaşı her şeyi durdurdu. 2001'den sonra Türkiye'de yine değişim oldu. Bu değişim 2006'dan sonra bayağı hızlandı. Ekonomide iyiye doğru gidiş yaşandı. 2004'te İstanbul Modern, arkasından PERA, Sabancı Müzesi açıldı. Müzecilik sanat ortamına hareket kazandırdı. O yıllarda hem milli gelirde artma oldu, hem de yeni bir nesil geldi. Sanatla ilgilenen bir nesil. Biraz yatırım için, biraz da sevdiği için sanatla ilgilenen bir nesil…

Şu anda Türkiye'de ne kadar yaşayan sanatçı var?
3-4 bin civarında. Bu rakam tabi çok küçük. Amerika'da 250 bin, Rusya'da 300 bin, Polonya'da 40 bin, Almanya'da bütün sanat dallarıyla birlikte 1 milyon olduğu biliniyor. Ama bunların hangisi sanat tarihine kalacak, bunları küratörler ayıklayacak, tabi galerilerin de büyük katkısı oluyor sanatçı seçiminde.

Çağdaş sanat ortamı Türkiye'de çok gelişti ama sadece satış telaşı var, kimsenin sanat umurunda değilmiş gibi görünüyor.  
Son on yılda yurt dışında Türkiye'yle ilgili büyük bir reklam yapıldı. Türkiye çok büyük bir gelişme içinde diye. Ekonomi gelişti, milli gelir arttı. Şimdi dursa da bu dönemleri gördük. Bu propagandanın etkisini ben yaşadım, yurt dışında Türkiye'den geldiğimi duyan bizi milyoner zannetti. Amerikalılar, Avrupalılar… Bu galericilerin de hoşuna gitti ve burada pazar araştırması yaptılar.

Yabancı galerilerin Türkiye'ye gelmesi sanata/sanatçıya ne kattı?
Buraya gelen galericilerin hiçbiri Türk ressamıyla, Türk resmiyle ilgilenmiyor, bir-iki tanesi hariç. Paul Kasmin var, Taner Ceylan'ı satıyor, bir Fransız galerisi var Lelong, Ramazan Bayrakoğlu'nu satıyor. Bir de Marlborough Ahmet Güneştekin satıyor. Yani kendi ressamlarını pazarlamaya çalışıyorlar. Bizim için dezavantajları oldu bu durumun. Birçok koleksiyoner, yıllarca topladığı resimleri sattı, o parayla yabancı resim aldı. Ve bu devam ediyor.

Bu çok acı bir şey… Sanat için de, sanatçı için de…
Yabancı galerilerden milyonlarca dolarlık resim alındı. Bu durum Türk sanatçılarını çok etkiledi; biz mahvolacağız, bütün para yabancılara gidiyor, pazarımız bozuldu diye endişeleri oldu. Bu olabilir fakat şöyle bir gelişme oldu. Belirli ressamların dışındaki; Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Ergin İnan Fahrelnisa Zeyd, Nejad Devrim, beş altı ressam daha sayabiliriz bunların dışındaki birçok ressam şu an ekonomik krizde. Hiçbir şey satamaz durumdalar. Türk alıcılar belirli ressamlara para yatırıyor, diğerlerini yok farz ediyor. Bu bir süre devam edecek.

Karışık ve tehlikeli bir ortam gibi görünüyor.
Bugünkü tehlike şu aslında: Yeni açılan galeriler, bir seçki yapmadan, hangisi sanatçıdır diye düşünmeden, herkese sergi açtırıyorlar. Bu bir kaos yarattı. Bugün sergi açanların büyük bir kısmı sanat tarihine kalmayacaktır. Galerileri idare edenler de sanat kültüründen yoksun. Bunun da getirdiği başka bir kaos var. Çok aldatıcı sergiler açılıyor, yanlış yatırımlar yapılıyor. 20 sene sonra bugün açılan sergilerin hiçbirinin adını dahi duymayacaksınız. 2-3 kişi zor kalır.

Hiç özgün bir şeyler çıkıyor mu?
Genç kuşak sanatçılar özgün bir şey üretemiyorlar, hepsi alıntı. Yabancılar, ‘Bunları 30-40 sene önce bizim çocuklar yaptı' diyorlar. Kendilerini dünyaya nasıl kabul ettirecekler? Birkaç müze dışında Türk ressamını koleksiyonuna dahil eden müze yoktur. 20 yüzyıl kitaplarında hiçbir Türk ressamı bulamazsınız, ansiklopedilerde yoktur. Bunların sebeplerini araştırmak lazım. Neden Türk resmi yurt dışına açılamıyor, sormak lazım.

Bizim güzel sanatlar fakültelerinde de eğitim feci durumda. Ben oradan mezunum, eğitim sistemini yakından biliyorum. Bugün birçok mezun tın tın mezun oluyor. 30 sene önceden de kötü vaziyette. İnternet olmasına rağmen… Mezun olanların biriktirdiği bilgi çok az. Bendeki kitaplar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin kütüphanesinde yok. Arşivimde 40 bin sanat kitabı bulunuyor.

Fuarlara yabancı koleksiyonerlerin geldiği söyleniyor. Hakikaten böyle bir sirkülasyon var mı?
Hiçbir yabancı koleksiyoner Türk resmi almaz. Yurt dışı müzayedelerinde Türk resmi satılıyor ama alıcıların çoğu Türk'tür. Yabancılar evrensel değeri olan resimleri alıyorlar. Türk sanatı henüz evrensel değil. 40-50 sene sonra müzeler kurulur, sanatçılarımıza sahip çıkarız, onları yurt dışında tanıtmaya çalışırız, belki o zaman yabancılar da ilgi göstermeye başlar. İlk olarak Türk sanatçılarına Türklerin sahip çıkması lazım. Müzeler yoluyla, koleksiyonlarla…

Türkiye'de müzecilik daha çok yeni, 10 yıllık geçmişi var.
Türkiye'de müzeleri Batı müzeleri karşılaştırdığımızda bir hiç olduğunu görürsünüz. Dünya müzeleri ne yapmış incelemeleri lazım. Hangi danışmanları kullanmış, hangi sanat eserlerini almış, yayın yapmış mı? Eğitim kurumları nasıldır? Bizdeki eğitim kurumlarına bakın, bir de İngiltere, Amerika'dakiler bakın. Müzeler aynı şekilde. Kütüphaneler aynı şekilde. Bir zengin adamın evinde kaç kitap var, bunlara bakacaksınız. Yoksa evine Osman Hamdi'yi asmış hiçbir şey ifade etmez. Duvara para asmış gibi bir şey çıkıyor karşınıza.

Koleksiyonerler cephesinde durum nasıl?
Dünya çapındaki koleksiyonerlere baktığınız zaman, benim en beğendiğim Baron Hans Heinrich von Thyssen vardır. Çok meşhur. Alman miltimilyarder bir adam. İspanya'da müze açtı. 13. yüzyıl sanatından Andy Warhol'a kadar elinde pek çok sanatçının eseri var. Şimdi o çapta bir koleksiyoner Türkiye'de yok. Türkiye'deki koleksiyoner kendini eğitmiş konumda da değil. Sanatla direkt bağlantısı yok. Sanatı bir statü, sınıf atlama olarak düşünüyor.

Son bir-iki yıldır, Türkiye'nin siyasi durumu ortada. Bu sizi nasıl etkiledi?
Çok etkiledi. Satışları aşağıya çekti. Bütün sanat piyasası böyle. Bazı açık artırma merkezlerinde her şey satıldı gösteriyorlar ama öyle olmadığına yüzde yüz inanıyorum. Piyasayı canlandırmak için söylenir böyle şeyler. Gerçekliği pek yoktur. Şu anda sanat piyasası çok sıkışık, daha da sıkışacağını tahmin ediyorum. Bugünler yine çok iyi günler. İdealist olanlar kazanacaktır.

Artık burada sergi açmıyor musunuz?
300'den fazla sergi açtık bu galeride. Bundan sonraki amacım Anadolu şehirlerinde sanatı geliştirmek, Sakarya Sanat Galerisi'yle başladık, onlara sergi hazırlıyorum. 29 Mart'ta karma bir sergimiz olacak.

Neden böyle bir şeye yönelme ihtiyacı duydunuz?
Kırk yılı aşkın bir süredir ülkemin sanat ortamında, aktif olarak araştıran, çalışan, düşünen, sergiler gerçekleştiren biri olarak sanat deneylerim hep büyük kentlerde gerçekleştirdiğim organizasyonlar oldu. Bu güne kadar gerek galerim adına gerek kurumlar adına İstanbul, Ankara ve İzmir'de düzenlediğim solo ve karma sergi etkinlikleri sanırım 300'ü aşmıştır. Yurt dışında ise 1978'de Chicago'da,1981'de Sofya'da ve 1982'de Düseldorff'da Türk resim sanatı örneklerini kuşatan üç büyük sergi düzenledim. Kariyerim boyunca Anadolu kentlerinde neredeyse hiç sergi etkinliği gerçekleştiremedim. Çünkü bu kentlerde sergi organize etme olanağı hiçbir biçimde bulamamıştım. Anadolu kentlerinde sanat yaratısına ilgi az olduğu için buralarda sergi açabilme olanağı yoktu. Şimdi var.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 23.02.2016

PASTEUR'UN EVİNDE BİR GÜN



Paris’e 440 km uzaklıkta, 3 bin 718 kişinin yaşadığı minik Arbois şehrinin toplantı salonu tıklım tıklımdı o gün... Başta biz Paris’ten gelen gazeteciler, Fransa ’nın gururu Bilimler Akademisi’nin konuşmacıları, UNESCO ve Fransa Milli Kütüphanesi’nin temsilcileri olmak üzere davetliler ve şehrin sakinleriyle dopdolu salon; bir büyük bilim adamının, kuduz aşısının ve pastörizasyon tekniğinin mucidi Louis Pasteur ’ün adıyla yankılandı durdu gün boyu. Pasteur’ün bilimdeki ‘evrensel’ yaklaşımı, arşivlerinin UNESCO Dünya Hafızası Listesi’ne girişi, bıraktığı bilimsel miras, Pasteur Enstitüsü’nün tifüs, sıtma, difteri, tetanoz üzerine çalışmaları ve aşılarla Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü bütün gün, bilim insanlarınca ele alınan konular arasındaydı. Arbois şehri ile Pasteur evi/müzesi de günün konularındandı.

Pasteur’ün Arbois’da çocukluğunu yaşadığı, sonra da satın alıp yeniden düzenlediği evinin kapısını son kez kapattığı tarih 4 Ekim 1894. Ve bugün müze olarak kullanılan evi, bilim adamının bıraktığı haliyle duruyor. Pasteur ailesinin, şaraplarıyla ünlü Arbois’e, bu eve varış tarihi 1830.
Sepicilik yapan baba Jean-Joseph Pasteur ile eşi Jeanne Etiennette Roqui’nin dört çocuğundan biridir Pasteur. 1842’de Paris’e, ülkenin prestijli okulu Ecole Normale Superieur’e giren, 1857’de bu okulda idareci ve bilimsel çalışmalar müdürü olan Pasteur için Arbois, gerek kendisi gerekse ailesi için hep döndükleri bir adres olmuş.



Pasteur'ün bugün müze olan evindeki kapıda hala Bay L Pasteur yazıyor. 


Evinin bir bölümünü laboratuvara çevirerek, tutkusu bilimi hayatının her anında yaşayan Pasteur için tatiller, bu evde araştırmayla geçirdiği dönemler hep... Başta üzüm bağı sahipleri olmak üzere çiftçilerin bitki, veterinerlerin hayvan, kimi zamansa halkın kendi hastalıklarına ilişkin danışmak üzere sık sık uğradığı evdeki bilardo salonunda, eşi Marie’nin çaldığı piyano dikkat çekici. Beş çocuğu olan ancak üçü küçük yaşta ölen Pasteur ailesinin üç de torunu olur. Bu torunlardan Camille Vallery-Radot’un odası, minyatür sandalyeler, sehpalar, beşik ve yatağıyla öylece duruyor.



Torunu Camille Vallery-Radot’un odası


Pasteur’ün evindeki turumuzu yapan ve işine aşık olduğu her halinden belli turizm ve iletişim sorumlusu Sylvie Morel, Emile Isembart imzalı bir tabloya dikkatimizi çekiyor: Resimde, Pasteur’ün tedavi ettiği çoban Jean Baptiste Jupille’in, kuduz köpek tarafından ısırıldıktan hemen sonra arkadaşlarını korumak için, onu takunyayla nasıl etkisiz hale getirmeye çalıştığı sahneleniyor. Pasteur’ün kuduz aşısı için seçtiği ilk insan kobayların çocuklar olduğu düşünülürse, tablo daha da anlamlı hale geliyor tabii...



Pasteur döneminden kalma deney tüpleri


1883'TE STERİLİZE ETTİĞİ TAVUK SUYU DURUYOR!
Vitrinlerdeki tabak çanak takımları, 1700’lerden kalma ve bir zamanlar bölgenin ünlü ‘sarı şarabını’ içeren boş şişe, hizmetçilerin geçişini kolaylaştıran iki kapılı odalar, yatağın hazırlanmasını basitleştiren raylı sistem vs. derken evin belki de en ilginç yerine, Pasteur’ün 57 yaşındayken düzenlediği kişisel laboratuvarına ulaşıyoruz. Şarap ve bira fermantasyonları başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklar, mikroorganizmalar ve aşı üzerine yaptığı çalışmaların bir bölümü, Arbois’daki laboratuvarında, deney tüpleri, şişeler içinde öylece duruyor. Hatta 1883’te sterilize etmeyi başardığı tavuk suyu da el değmemiş, mikrop kapmamış haliyle karşımızda!



Laboratuvarından bir köşe


Sylvie Morel, evin rehberli turların yanı sıra İngilizce, Almanca ve Flamanca hazırlanan dijital tabletlerle de gezilebildiğini söylüyor. Tabletin özelliği, ziyaretçiye ‘Pasteur tarafından ağırlanıyormuş’ hissi vermesi. Yani tableti hangi nesneye, ortama çevirirseniz ya görüntüde hareket halindeki Pasteur beliriyor ya da söz konusu nesne, mesela piyano çalmaya başlıyor. Morel, ilkokuldan üniversiteye okul grupları için eğitici atölyelerin düzenlendiğini de ekliyor.



Yaşadığı dönemde yaptığı çalışmalardan ötürü Millet Meclisi’nce iki ödüle layık görülen, Bilimler Akademisi ile Fransız Akademisi’ne üye olan, dönemindeki tıp adamlarını, “Doktor ya da cerrah olma şerefine erişmiş olsaydım, her cerrahi müdahaleden önce ellerimi iyice yıkardım” diyerek öfkelendiren ve bir dönem tıpçıların oklarını üzerine çeken ama çalışmalarıyla tıbbın ilerlemesine büyük katkıda bulunan, bugün çoğu Fransız’ın ‘kimyager’ değil, ‘doktor’ olduğunu sandığı Pasteur konulu konferanslara dönmeden önce yemek arası...



Bölgenin gururu ‘sarı şarap’ başta olmak üzere çeşitli peynir ve şarküteri ürünlerinden, kişlerden oluşan mönüden sonra konferans serisine devam: Bugünkü mikrobiyolojinin temelinde Pasteur’ün bulunduğunu, onun ve izinden gidenlerin sayesinde Birinci Dünya Savaşı sırasında binlerce insanın ölümünün nasıl önüne geçildiğini, UNESCO'nun Dünya Hafızası Listesi’ne giren arşivlerinin insanlık ve bilim açısından taşıdığı önemi dinlerken... Bir sürpriz!

Türk gazeteci olduğumu öğrenen Burgonya Üniversitesi hocalarından Daniel Raichvarg yanıma yaklaşıp heyecanla şöyle diyor: “Geçen sene hazırladığımız ‘Pastörizasyon Hayatları’ başlıklı kitapta (aşağıda), Pasteur ekolünün sıkı takipçilerinden, Fransız arkeolog Salomon Reinach’ı da uzun uzun anlattık. Türkiye’ye şarbon aşısı götüren ilk kişinin Reinach olduğunu biliyor muydunuz?”



Louis ve Marie Pasteur



MULTİDİSİPLİNER ÇALIŞMANIN BABASI 
Pasteur’ün araştırmacılar için taşıdığı önemi, davetliler arasındaki 2008 Nobel Tıp Ödülü sahibi, Bilimler Akademisi ve Pasteur Enstitüsü üyesi Françoise Barée-Sinoussi’ye sordum, yanıtladı:

Pasteur sizin için ne ifade ediyor?
Benim için büyük bir öncü. Onun bilime yaklaşımı, vizyonu hala güncel. Multidisipliner araştırmalarda, yani fiziği, kimyayı, matematiği, bugün biyo-istatistiği, bilgisayarı birleştirdiğimizde sonuçta anlıyoruz ki Pasteur, kendi zamanının teknolojisiyle var olan tüm bilimleri bilgiyi ilerletme amacıyla bir araya getirmeye, geliştirdiği uygulamalar ve araçları insanların yararına sunmaya gayret etmiş hep. Öyle ki bugün mültidisipliner çalışma deyince tek kelimeyle ‘Pasteur tarzı çalışma’dan söz edebiliriz.

Araştırmalarınıza devam ediyor musunuz?
Artık emekliyim; araştırmacı değilim, laboratuvarım kapandı ama yeni kuşak araştırmacıların uluslararası alanda, özellikle AIDS konusundaki araştırmalarını kolaylaştırmak için çalışıyorum. Ayrıca kaynakları sınırlı ülkelerle de çalışmalarım sürüyor. Hala Paris’teki Pasteur Enstitüsü’ndeyim, bir bürom var orada.

Bir bilim kadını olarak Pasteur için düzenlenen bugün boyunca neler hissettiniz?
Pasteur’ün varlığını aramızda hissettim. Zaten bunun için burada olmak istiyordum, kendi şehrinde Pasteur ruhunu bulmak için!



Pasteur, ailesiyle

Radikal, Haber ve Fotoğraflar: Aslı Ulusoy-Pannuti, 23.02.2016

BURSA'DAKİ KİLİSE CEMAATE KALDI

Bursa'da Hristiyanların ortaklaşa kullandığı kilise, Radikal'in haberi üzerine yine cemaatine kaldı. Bursa Protestan Kilisesi Pastörü İsmail Kulakçıoğlu’nu bugün telefonla arayan Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, kilisenin daha önceki gibi ibadet amaçlı kullanılacağını, Hristiyan yurttaşların binayı boşaltmasına gerek olmadığını bildirdi. Bu habere sevinin Hristiyanlar, yeni bir protokol yapılması için Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Recep Altepe'den ve Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar'dan randevu talebinde bulundu.

Kulakçıoğlu, yaptığı yazılı açıklamada, “Toplumsal ilişkilerin mozaik örneği kullanılarak açıklandığı ülkemizde mozaiğin dökülen parçaları olarak yer almak istemediğimizi ifade ederek kesin çözüm seçeneklerini deniyoruz” dedi.

Bursa'da yaşayan dört Hıristiyan topluluğu, 2002-2004 yıllarında restore ettikleri kiliseyi, büyükşehir belediyesi ile yaptıkları protokol sonucu ibadethane olarak kullanıyordu. Protestan Topluluğu'nun Pastörü İsmail Kulaçoğlu'nun verdiği bilgiye göre bu protokol, 2015 yılında bitmişti.

Topluluğun başvurduğu büyükşehir belediyesi yetkilileri, bir şirket kurarak kendilerine başvurmalarını ve buna göre tahsis işlemi yapacaklarını belirtmişti. Şirket kurup belediyeye başvuran Hıristiyanlara dün "Kiliseyi boşaltın" haberi ulaşmıştı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden telefonda arandığını belirten Kulakçıoğlu, "Daha önce yazılı ve sözlü bir bildirimde bile bulunmadılar. Birkaç gün içinde boşaltın ve bize boş halde bırakın' deyip gelecek hafta cuma gününe kadar süre verdiler" demişti.

Kilisede 100'ü aşkın vatandaşın ibadet ettiğini kaydeden Kulakçıoğlu, bu tutumu rencide edici bulduklarını vurgulayarak, "Avrupa şehri olarak ilan edilen Bursa'da inanç turizmi çerçevesinde kullanılan kilisenin kapatılması anlamına kararın değişeceğini umuyoruz" demişti.
Radikal, Haber: İsmail Saymaz, 23.02.2016

200 YILLIK CAMİ MOLOZLARA GÖMÜLDÜ

  

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Zeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı'nda kurduğu asfalt öğütme tesisi, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 17. yüzyılda yaptırılan camiyi moloz yığınlarının ortasında bıraktı.

Çalışmalar kapsamında kamyonlarla getirilen asfalt molozları işlemden geçirildikten sonra boş meydanda depolanmaya başlandı. Zaman içerisinde tesisin alanı yetmeyince caminin çevresine bırakılan molozlar, 200 yıllık caminin yollarını kapattı. Camiye sadece denize bakan bölümünden küçük araçların girmesi için yol bırakılırken, etrafına yer yer 3 metreyi bulan asfalt molozları döküldü. Kazlıçeşme tarafından bakıldığında caminin sadece minaresi görünüyor. Camide öğle ve ikindi namazları kılınırken, cuma günleri Fatih Camii'nde yer kalmaması nedeniyle vatandaşlar molozların üzerinden camiye ulaşmak zorunda kalıyor. Kazlıçeşme Meydanı'ndaki iki caminin restorasyonu 2011 yılında başladı. Meydan içerisinde bulunan ve 17'nci yüzyılda yapılan cami, 4 yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından  2015'in Ramazan ayında yeniden ibadete açıldı.



CAMİ ÖNCE CEMAATİNİ KAYBETTİ
İstanbul'la ilgili araştırmalar yapan tarihçi yazar Ramazan Bedük, 90'lı yıllarda sanayi tesislerinin kaldırılıp bölgenin mitingler için geniş bir meydan olarak düzenlenmesinin ardından caminin cemaatini kaybettiğini söyledi. Bedük özetle şunları kaydetti: “Osmanlı döneminde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii'nin bir cemaati vardı. Cemaatin ağırlıklı kısmını kasaplar oluşturduğu için cami, yüzlerce yıl ‘Kasaplar Camii' olarak bilindi. Çünkü Kazlıçeşme, hayvan kesiminin yapıldığı, dericilik ve tabaklama tesislerinin bulunduğu bir sanayi bölgesiydi ve bu sanayi bölgesinin de esas esnaf grubunu kasaplar oluşturuyordu. Kasaplar Camii'nin bir cemaati yok artık.”

Zaman, Haber: Burak Çan, 23.02.2016

SAHİBİNDEN SATILIK KİLİSE



Setbaşı’nda kafeler sokağındaki  300 yıllık Ermeni Ortodoks kilisesi, internette yayınlanan “her işe uygun satılık kilise” başlığı ile yeni sahibini bekliyor. Eğer bu binayı bir cemaat satın alırsa ya da satın alan şahıs cemaate kiralarsa Setbaşında, Yeşil Camii ve Yeşil Türbe’ye komşu bir kilise açılabilir mi?

Mübadele dönemi öncesinde Bursa’da yaşayan Ermeni Ortodoks cematince kullanıldığı iddia edilen 300 yıllık kilise, Demokrat Parti döneminde kentin önde gelen ailelerinden birine satıldı. Tapuda 500 metrekare bahçe içinde 300 metrekare kullanım alanlı kagir bina olarak görünen kilise imar durumunda soysa kültürel alan olarak geçiyor. Ailenin uzun yıllar tütün deposu olarak işletmelere kiraya verdiği tarihi kilise, 1980 sonrası kapısına kilit vurularak kaderine terk edildi. Kilisenin satış işlemlerini takip eden Hakim Emlak sorumlusu Tayfun Özenginler, ailenin hayatta kalan tek varisinin de yurt dışında yaşadığını söyledi.

KİLİSE YENİDEN AÇILABİLİR Mİ?
Mübadele öncesinde Ermeni Ortodoks cemaatinin kullandığı iddia edilen kiliseye dair İstanbul’da bulunan Fener Rum Patrikhanesi dosyalarında herhangi bir kayda rastlanmadığı görüldü. Özenginler’in açıklamasına göre, kiliseye alıcı olmak için cemaatlerden bir teklif gelmedi. Özenginler,  İstanbul’da yaşayan Dr. Damafyan isimli bir gayrimüslimin binayı kiralamak ve kilise olarak hizmete açmak istediğini söyledi. Ancak, kilisenin sahibi mülkiyeti kendisine ait iken binanın kilise olarak açılmasına karşı çıktığı için teklifi reddetti. Özenginler’in bu açıklaması akıllara şu soruyu getiriyor: Eğer bu binayı bir cemaat satın alırsa ya da satın alan şahıs cemaate kiralarsa Setbaşında, Yeşil Camii ve Yeşil Türbe’ye komşu bir kilise açılabilir mi?

TEK VARİS MİNESOTALI PROFESÖR
İsmi sır gibi saklanan ve kilisenin sahibi olan ailenin hayatta tek varisi kaldığı öğrenildi. Hakim Emlak sorumlusu Tayfun Özenginler, bina sahibinin Minesota’da yaşadığını ve bir matematik profesörü olduğunu söyledi. İsmi saklanan profesör yaklaşık 30 yıldır Türkiye’ye gelmediği gibi kilisenin satış işlemlerini de tamamen emlak danışmanına bıraktı.

DEFİNECİLERİN VAZGEÇİLMEZ ADRESİ
Uzun yıllardır kullanılmayan ve kapısına kilit vurulan tarihi kilise definecilerin vazgeçilmez adresi haline geldi. Tayfun Özenginler, 10 yıl evveline kadar kilisenin tepesindeki çanın dahi muhafaza edildiğini ancak artık binanın defineciler tarafından delik deşik edilerek tanınmaz hale getirildiğini söyledi. Özenginler, talan edilen tarihi yapının son durumuna dair şu bilgileri paylaştı: “Uzun zamandır atıl kalınca definecilerin tahribine maruz kalmış. Defineciler Ermeni ganimeti bulmak ümidiyle kilisenin içini delik deşik etmiş. Kilisenin çatısındaki çanı bile götürmüşler. Zaten tütün deposu olarak kullanıldığı dönemde de kilisenin tarihi süslemeleri badana yapıldığı için tahrip edilmiş. Hatta kilisenin altında hazine bulmak ümidiyle 10 metrelik bir tünel kazmışlar.”

Şehir Medya, Haber: Melike Olgun, 23.02.2016

SAATHANE MEYDANI ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI İÇİN MAHKEME SONUÇLARI BEKLENİYOR


     

  

Samsun Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Turan Çakır, yaklaşık 1 aydır duran Saathene Meydanı arkeolojik kazı çalışmalarının, mahkeme sürecinden sonra devam edeceğini söyledi.



İlkadım İlçesi Kazım Paşa Caddesi üzerinde bulanan Saathane Meydanı’nda Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Samsun Müze Müdürlüğü’nün arkeolojik kazı çalışmaları yaklaşık 1 aydır durdu.



Çevrede bulunan dükkan sahiplerinin açtığı davalar yüzünden kazı çalışmalarının durduğunu belirten Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Turan Çakır, konuyla ilgili açıklamalarda bulundu.



Çalışmaların devam etmesi için gerekli yazıların ve mahkeme kararlarının beklendiğini vurgulayan Turan Çakır, “Saathane Meydanı’ndaki çalışmalarımızla alakalı olarak, bizi mahkemeye veren dükkan sahipleri vardı. Mahkeme süreçleri şu anda devam ediyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun da bizden beklediği meclis kararları vardı. Geçtiğimiz mecliste bu kararları aldık. Çalışmaların tekrar devam etmesi için Koruma Kurulu’ndan gelecek yeni yazıyı bekliyoruz. Gerekli yazı geldiği zaman işlemler kaldığı yerden devam edecek. Taşhan restorasyon ihalesini Vakıflar Bölge Müdürlüğü yaptı. Bugün-yarın müteahhit firma restorasyon çalışmalarına başlayacak. Kale surların açılması işlemleri ise binalarla alakalı mahkeme sürecinin bitmesinin ardından devam edilecek. Saathane Meydanı’ndaki çalışmaların bu yılın sonunda tamamen biteceğini tahmin ediyorum. Kale kalıntılarının üstlerini camdan yapacağız. Bir bölümü de cam fanuslar içerisini alınıp üstlerinde gezilebilecek. Şu anda kale surları üzerinde doğal gaz, elektrik, telefon, internet kabloları bulunuyor. Onların tamamı proje kapsamında cam fanuslara alınırken kaldırılacak” dedi.
Hürriyet, 23.02.2016
MAGNESİA ANTİK KENTİ GÖLE DÖNDÜ



Aydın`ın Germencik İlçesi`nin Tekin Mahallesi yakınlarında bulunan ve 30 yıldır kazı çalışmaları devam eden Magnesia Antik Kenti, bu yıl da su altında kaldı.

Tabanından çıkan suya, yağmur suları da eklenince milattan önce 3`üncü yüzyıla ait Magnesia kenti göle döndü. Sadece görevlilerin bulunduğu Magnesia antik kentinde geçmişte de yaşanan bu durumun önleneceğine yönelik açıklamalara rağmen bir değişiklik olmaması görenleri üzdü. Tarihte önemli olaylara sahne olduğu için `olaylar şehri` olarak anılan Magnesia, en çok milattan önce 3`üncü yüzyıla ait Artemis ve Zeus tapınaklarıyla biliniyor.
Sözcü, Haber: Cem Ulucan Aydın, 23.02.2016


******



"ANTİK KENTTEKİ JEOTERMAL KUYU ÇALIŞMASI DURDURULSUN"



Aydın Tabip Odası Başkanı Dr. Metin Aydın, tescilli birinci derece arkeolojik alan olan Magnesia antik kent sınırları içinde jeotermal kuyu açıldığını hatırlatarak, çalışmaların derhal durdurulmasını istedi.

Mevcut kanunlar yürürlükte olmasına rağmen son birkaç aydır Magnesia antik kenti alanı içinde Ortaklar-Söke yolunda, Gümüşçay'ın solunda yer alan Höyük dibinde jeotermal santral kurulum amaçlı kuyu kazılması çalışmaları devam ettiğini söyleyen Aydın, bu olayların yaşanmasının tek sebebinin jeotermal yasası olduğunu ifade etti.

Metin Aydın, "2007 yılı sonrası ÇED yasasında yapılan değişiklikler ile jeotermal santraller birinci derece gayri sıhhi müesseseler içinde yer alırken yani ÇED alınması gerekli iken, ÇED alınması gerekli olmayan ikinci derece gayri sıhhi müesseseler içine sokuldu. Bu düzenlemeler sonrası bugün tuğla fabrikası veya balık çiftliği için ÇED zorunlu iken çevreye yaptığı zararlar çok daha fazla olan jeotermal santraller için ÇED istenmez hale geldi. Yasal düzenlemelerin kendi lehlerine göre düzenlenmesinden cesaret alan jeotermal işletmeler, günlük pratikte her gün çevre ve canlı yaşamına zarar faaliyet yapmaktadır. Birinci sınıf tarım arazileri, incir ve zeytin bahçeleri, yerleşim yerlerinin yanına ve içine jeotermal santraller, kuyular yapılır halde iken Magnesia örneğinde olduğu gibi çevrede yapılan talanda sıranın tarihi yerleşim yerlerine, kültürel miraslarımıza gelmesinin üzüntüsü ve şaşkınlığını yaşamaktayız. Şaşkınlığımız bunlara izin verilebilmesi, kontrol edilmemesi ve tüm yaşananlara suskun ve kör kalınabilmesi noktasında daha da artmaktadır. Tabip Odası olarak Magnesia arkeolojik sit alanında faaliyette bulunan jeotermal santral amaçlı kuyu kazma faaliyetlerinin geri dönüşümsüz kültürel hasara zarar vermeden derhal durdurulmasını, hali hazırda yürürlükte olan kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununa uyulmasını, bu kanunu uygulamak ve denetlemek makamında olan tüm yetkilileri göreve davet ediyoruz." dedi.

Bu arada Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü yetkilileri ise konu ile ilgili açıklama yapmadı.
Cihan Haber Ajansı, 29.02.2016
3 BİN YILLIK PARMAK İZİ

Cambridge Fitzwilliam Müzesi’nden bilim insanları antik Mısır’da yapılmış bir tabutun kapağında tam 3 bin yıllık bir parmak izi bulduklarını açıkladı.

Uzmanlar, parmak izinin cila kurumadan önce yanlışlıkla tabutun kapağına dokunan bir ustaya ait olduğuna inandıklarını söyledi. Tabutun üzerindeki parmak izinin “Death on the Nile” (Nil’de Ölüm) isimli yeni bir sergide yer alacağı açıklandı. 

Tabutun MÖ yaklaşık 1000 yılında yaşamış olan Nesaverşeft ya da Nes-Amun isimli bir rahibe ait olduğu sanılıyor.
Hürriyet, 22.02.2016

O ESKİ HALİNDEN ESER YOK ŞİMDİ

İstiklal Caddesi'ne Tünel tarafından çıktığınızda ona selam verirdiniz. Şimdilerde hummalı bir inşaat çalışmasının demir yığınları içine hapsolmuş küskün Narmanlı Han; geçmişte ressamların, edebiyatçıların, kısacası entelektüel camianın uğrak yerlerinden biriydi.

Tarihi yapıların yıkılıp yerlerine otel ya da AVM yapılması artık adiyattan haberler haline geldi. Beyoğlu'nda bulunan son kalelerden Narmanlı Han da geçtiğimiz günlerde dozerleri aldı içine. İtirazlar, kavgalar sürüyor lakin geçmişte bağrında Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçıları, sahafları, plakçıları barındırmış bu han, varlığını eski halinden uzak restorasyonuyla devam ettireceğe benziyor. Kültür sanat tarihimizde 185 yıllık bir kapıyı daha kapatırken, Narmanlı Han'dan kimler gelmiş kimler geçmiş bir hatırlayalım…

19. yüzyılda abad olan Beyoğlu'nun ilk binalarından olan Narmanlı Han, 1831'de inşa edildi. Rusya Elçilik Sarayı tamamlanana kadar Rus büyükelçiliği olarak kullanıldı. Sonrasında ise bir Rus hapishanesine dönüştü. Birinci Dünya Savaşı patlak verip de Osmanlı ve Rusya ayrı düşünce bir süre metruk kaldı.

Lakin çok geçmeden Bolşevik İhtilali gerçekleşince, çarlık taraftarı mültecilerle birlikte yeniden hareketlendi. Bir rivayete göre de, Stalin döneminde Sovyet vatandaşlığından çıkarılan ve bu sürede İstanbul'da Büyükada'da yaşadığı bilinen büyük rakibi Troçki bir süre Narmanlı Han'da saklandı. Son olarak Rus tüccarların ticaret ofislerinin macerasına tanıklık eden hanın seyri, 1933'te Narmanlı ailesine satılmasıyla çehre değiştirdi.

Tanpınar'ın yurdu, ‘Huzur'un ev sahibi
Aslen Erzurum'un Narman İlçesi'nden olan ünlü İstanbul tüccarları Avni ve Sıtkı Narmanlı kardeşler, bugünün rant kovalayan anlayışına hayli uzaktı. Taşralı tüccarların ciddi para tekliflerine mukabil, sanata meraklı Narmanlı'lar, burayı daha düşük meblağlara sanatçılara, edebiyatçılara kiraladı. Böylece han, döneminde küçük bir kültür ve sanat merkezine dönüştü. O yıllarda ‘Narmanlı Yurdu' olarak anılan mekanın en önemli sakinlerinden biri kuşkusuz Ahmet Hamdi Tanpınar'dı. Bir huzursuzluğun romanı olan Huzur'u büyük ölçüde bu yurtta yazan Tanpınar, kim bilir Narmanlı'da nelerden esinlenmiş, neler yaşamıştı… Ünlü edebiyat profesörü Berna Moran'ın eşi ve kendisi de bir akademisyen olan, yaşamı boyunca entelektüel tarihimizin önemli figürleriyle bir arada bulunan Tatyana Moran, Dün Bugün kitabında Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Narmanlı macerasını şöyle anlatıyor:

“Ankara'dan döndükten sonra Hamdi profesör olarak edebiyat fakültesine girdi. Aynı zamanda da güzel sanatlarda ders veriyordu. Mali durumu düzelmişti. Bana artık ablasının evinden ayrılıp taşınmak istediğini söyledi. Aklıma derhal bizim Narmanlı Yurdu'nda giriş katında küçük bir daire geldi; bir büyük oda, mutfak ve banyodan ibaretti. Ucuza da vereceklerdi. Teklif ettim. Hamdi çok sevindi. Derhal tuttu ve taşındı. Perde olarak gazeteler yapıştırdı. Bir iki tabak, bardak satın alındı.

Hamdi bir gün hasta oldu. Bizim hizmetçi Melahat aşağıya inip, ‘Hamdi Bey nedir o eski yorgan, o sizi ısıtmıyor, perdeleriniz de yok, niye böyle oturuyorsunuz?'. ‘Param yok.' demiş Hamdi. ‘Bunları size taksitle yaptırırım.' ve yaptırdı da. Bu daire her akşam dolup taşıyordu; Bedri Rahmi, karısı, kız kardeşi Mualla… Sabahattin Eyüboğlu, ressam Zeki Faik İzer, Mehmet Ali Cimcoz ve karısı Adalet… Türküler söylenir, yenilip içilirdi.”

Kimler gelmiş kimler geçmiş…
Narmanlı Yurdu'nda sanatçılar, sadece Tanpınar'ın misafirleri değildi elbet. Ünlü heykeltıraş Firsek Karol, üç odayı birleştirmiş, atölye olarak kullanıyordu. Bedri Rahmi Eyüboğlu da buradaki bir dükkana yerleşmişti. Narmanlı Yurdu'nun altındaki Mimoza Şapkacısı'nda resim sergileri açılmış, Bedri Rahmi de bunlardan birine katılmıştı. Mimoza Şapkacısı, aynı zamanda Türkiye'de kurulan dördüncü sanatçı birliği olduğu için kendilerine alfabeden düz hesap dördüncü harfi isim olarak seçen ‘D Grubu ressamları'nın da ilk sergisine ev sahipliği yapmıştı. Bunlardan başka yine ressam Aliye Berger'in atölyesi de Narmanlı'daydı. Dönemin ünlü Ermeni gazetesi Jamanak, yayım hayatını 60 yıl burada sürdürmüş, gazeteci Neşet Atay, Ulus gazetesine İstanbul haberlerini buradan geçmişti.

80'li ve 90'lı yıllara geldiğimizde Narmanlı Han, eski cazibesini kaybetti fakat yine de içindeki plakçısı, sahafı, çay bahçesi, akasyaları ve mor salkımlarıyla gençlerin uğrak yerlerinden olmaya bir süre daha devam etti. Onlar da handan ayrıldığında bir noter, bir bekçi, yaklaşık 70 kedi ve onların bakımını üstlenen bir hayırsever, hatta daha sonra da tavukların yurdu oldu. Özetle giderek metruk bir hale büründü. Yaklaşık 15 yıldır restorasyonuyla ilgili dedikodular süren ve eski haline çoktan küstürülmüş olan bu tarihi yapıyı bugünlerde ziyaret etmek isterseniz etrafını saran demir perdeleri seyredebilirsiniz.
Zaman, Haber: Hatice Tuğba Çetinkaya, 21.02.2016



******


NARMANLI HAN'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Beyoğlu’nun en eski hanlarından olan ve Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’in sahibi Tekin Esen'e 57 milyon dolara satılan Narmanlı Han’da restorasyon çalışması başladı.

Beyoğlu Kent Savunması, Twitter üzerinden restorasyon çalışmalarının başladığını gösteren fotoğraflar yayımladı.

19. YÜZYILIN İLK YARISINDA KURULDU
19. yüzyılın ilk yarısında kurulan Narmanlı Han, ilk önce Rus elçilik binası ve ticaret ofisi olarak kullanıldı.

Dış görünüşü bir kaleyi andıran bu iki katlı devasa yapı daha sonraki yıllarda bir yandan ticaret merkezi olarak işlev görürken, diğer yandan ünlü şair, heykeltıraş, ressam ve yazarlara ev sahipliği yaptı.

170 yıllık İstanbul tarihine yakından tanıklık yapan ve hiç değişmeyen Narmanlı Hanı'nı şimdi bir restorasyon sürecine girdi.

RESTORASYONU HEP MUAMMA OLDU
Yapı Kredi Koray 2001 yılında restore etmek amacıyla Narmanlı Han’ın yüzde 15’lik hissesini satın almıştı. Yapı Kredi Koray’ın restorasyon projesi 2002'de Anıtlar Kurulu’ndan onay almış; ama sivil toplum kuruluşlarının itirazı ve alınan yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle başlayamamıştı.

Proje bir türlü gerçekleştirilemeyince Narmanlı Han’ın 12 varisi 2008 yılında Yapı Kredi Koray’a dava açarak hisselerini geri almak istedi. Ailenin “gayrimenkul hissesi karşılığında inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin feshi” için açtığı davayı mirasçılar kazandı. Ardından hisseler Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı. Narmanlı Han 57 milyon dolara satıldı.
Hürriyet, 22.02.2016



******


İŞTE NARMANLI HAN'IN SON HALİ

Beyoğlu'ndaki tarihi Narmanlı Han'da yürütülen restorasyon çalışmaları görüntülendi. Görüntülerde, binaların bir kısmının içinin tamamen boşaltıldığı, sadece dış duvarların kaldığı görülüyor.

Mimari projesini Sinan Genim'in çizdiği tarihi Narmanlı Han 'da restorasyon çalışmaları devam ediyor. Restorasyon çerçevesinde hanın iç tarafında yürütülen çalışmalar görüntülendi.

Fotoğraflarda hanın arka cephesinde bulunan binaların bir kısmının içinin tamamen boşaltıldığı, sadece dış duvarların kaldığı görülüyor.

NEDEN ÖNEMLİ?
İstiklal Caddesi'nin en eski yapılarından biri olan Narmanlı Han 1831 yılında inşa edildi. Narmanlı Han 1880 yılına karar Rus elçiliği, ardından 1914 yılına dek Rus hapishanesi olarak kullanıldı.

Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar ve sanatçının eserlerini ürettiği han için 2015 yılında restorasyon projesi hazırlandı.

Proje  16.06.2015 tarihinde İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanınca bütün tepkilere rağmen 19 Ocak’ta restorasyon için ilk çalışmalara başlandı.
Radikal, Haber: İdris Emen, 02.03.2016

BRONZ ÇAĞDAN KALMA 3000 YILLIK TEKERLEK BULUNDU



İngiliz arkeologlar, Cambridge’de yaklaşık 3 bin yıl önce yapıldığı düşünülen ve kusursuz bir biçimde bronz çağdan günümüze kadar şeklini kaybetmeden korunan tekerlek buldu. Bu keşfi görmek için Tokyo’dan ve dünyanın dört bir yanından arkeologlar kazı bölgesine akın etti.
Cambridge Üniversitesi Arkeoloji bölümünden profesör Mark Knight, Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, bu bölgenin kendilerini şaşırtmaya devam ettiğini söyleyerek, ‘ancak bana sorarsanız, buradan beklediğim son şey sanırım kusursuz bir şekilde korunmuş bir tekerlek bulmak olurdu’ diye konuştu. Arkeologlar, tekerleği bulunduğu yerden dikkatlice çıkarmaya çalışırken tarihi kalıntının bir kısmının hala göbeğine bağlı olduğu ve yangında zarar görmüş, Nene nehri kıyısındaki yerleşim yerine ait olduğu sanılıyor. Tekerleğin yanında aynı zamanda bir kadına ait kafatası, koyun ve domuz kemikleri de çıkarıldı. Yangındaki karbonmonoksit gazının da etkisiyle üç bin yıldır iyi şekilde toprağın altında korunduğu ve şeklinin bozulmadığı tespit edildi.
Aydınlık, 21.02.2016
BALYAN KARDEŞLER'İN TARİHİ BİNASI KİTABEVİ OLDU



Mahalle kültürünün devam ettiği, kozmopolit, kilise, cami ve sinagogun iç içe olduğu bir semt Kuzguncuk. Nail Kitabevi’nin bulunduğu bina da semtin ayakta kalan yapılarından. 
Kitabevinin sahibi ise 26 yıldır okul kıyafeti üreten bir firması olan, kitapları ve yayınevlerini yakından takip eden birisi Erhan Nailoğlu… 19’uncu yüzyılın sonlarında inşa edilen, Osmanlı döneminin ünlü mimarlarından Balyan Kardeşler’in mimarlığını yaptığı Kuzguncuk’taki tarihi binanın satış ilanını gören Nailoğlu’nun aradığı fırsat da ayağına gelmiş. 
 
Hatalı restorasyon nedeniyle mühürlenen, ikinci dereceden tarihi eser olan yapıyı satın alan Nailoğlu 2.5 yıl sonra, Haziran 2015’te kitabevini de hayata geçirmiş. Bu süreçte ‘Nail Yayınevini de kurmuş. “Yetmişiki milletten insanın kol kola yaşadığı, herkesin birbirini tanıdığı, ahşap binalarının hala dimdik ayakta olduğu bir küçük köydür Kuzguncuk. Kitabevinin önündeki çınar ağacı eskiden insanların buluşma noktasıymış. Tutkumu hayata geçirdiğim için mutluyum” diyor Nailoğlu. 

Binlerce kitabı bulmak mümkün
Nail Kitabevi işlemeleri ve cumbasıyla kendine has bir yer… Geçmişte ‘Berber Muzaffer’ diye anılan ve insanların yine buluştuğu bir yermiş burası. Üst kattaki kitaplıkta edebiyattan sanata, tıptan bilime kadar farklı alanlarda pek çok eser mevcut.Binanın en üst katında Türkiye’den ve dünyadan gelen yazarlar ağırlanıyor. “Genç sanatçıları teşvik edip desteklemek istiyorum” diyen Nailoğlu, önümüzdeki ay binanın bodrum katında özel sergi alanı açmayı düşünüyor.
 
Kitabevinde takas veya kitap satışı yapılmıyor. Enteresan gelebilir fakat kafede internet de yok.
Vatan (Kısaltarak), 21.02.2016
GÜNEY KIBRIS'TA TARİHİ CAMİ KUNDAKLANDI

Güney Kıbrıs'ın Denya bölgesinde bulunan tarihi cami bu sabah kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından kundaklandı. Sabah saatlerinde çılan yangına Rum itfaiyesinin müdahale ettiği ve taştan binanın ahşap çatısındaki yangının güçlükle söndürüldüğü bildirildi.

Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis de konuyla ilgili yazılı açıklama yaparak, Denya camisi'nin kundaklanmasını sert bir dille kınandı. Anastasiadis açıklamasında, olayı "en güçlü ifadelerle kınadığını" belirtti. Rum Başkanlık Sarayı'ndan yapılan açıklamaya göre Anastasiadis, konuyla ilgili olarak “Her nereden gelirse gelsin, hangi maksatla olursa olsun bu tür suç faaliyetleri, işgale son verme ve vatanımızı yeniden birleştirme çabalarına sadece zarar verir.” ifadesini kullandı.

Açıklamada ayrıca, Anastasiadis'in, Rum Adalet Bakanlığı'na ve Rum Polis Genel Müdürlüğü'ne, konunun en kısa sürede aydınlatılması için talimat verdiği belirtilirken, Rum Dışişleri Bakanlığı'na da caminin uğradığı zararın en kısa sürede giderilmesi için direktif verdiği vurgulandı.

Denya Camisi, Kültürel Miras Teknik Komitesi, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ortak çalışmasıyla aslına uygun restore edilmiş ve restorasyon çalışmaları Aralık 2014'te tamamlanmıştı. Çalışmaların tamamlanması çerçevesinde tören de gerçekleştirilmişti.
Zaman, Haber: Remzi Samar, 21.02.2016

SANAT PİYASASININ GELECEĞİ BAKIN KİMİN ELİNDE!

ARTNews Ltd. dünyanın en eski kültür-sanat yayınları kuruluşu; bir yayın imparatorluğu. 100 yılı aşkın geçmişi olan şirket, Art in America, ArtNews gibi dünyanın en etkili sanat yayınlarını bünyesinde bulunduruyor. Ancak geçen hafta duyurdukları yeni CEO sanat gündeminin en tartışmalı konusu... Neden mi? Yeni CEO Vincent Fremont, ünlü bir sanat simsarı olmasının yanında kabarmış kaçakçılık ve sahtecilik dosyalarıyla sanat dünyasının yakından tanıdığı bir isim de ondan! Son günlerde sanat çevrelerinde en sık duyduğum cümle, “Kuzuyu kurda teslim ettiler”! Ve hemen herkes, bu atamanın sanat medyasının büyük kısmını Fremont’un kontrol etmesini sağlayacağında birleşiyor. Peki nasıl oldu da “sabıka”larıyla bilinen Fremont’a bu denli etkin bir yetki verildi? İşte soru işaretleri ve yanıtlar...

SAHTE İMZA, ŞÜPHELİ KAYNAK
“Sabık” Fremont, son 20 yılda ABD’deki sanat piyasasının gidişatını belirlemiş önemli isimlerden biri. İyi bir sanat tüccarı... 1987’de Pop-art akımının temsilcisi Andy Warhol’un ölümüyle birlikte Warhol Vakfı’nın kurucu ortağı oldu. 2010’a kadar Andy Warhol stüdyosunun direktörü ve tüm eserlerin satışında -Warhol ailesi dışında- tek yetkili şahıstı. Görev döneminde türeyen sahte imzalı ve kaynağı şüpheli Warhol tabloları, koleksiyoner ve müzayede evlerinin korkulu rüyası oldu. 2010’da ünlü yazar ve koleksiyoner Joe Simon’un açtığı davada Andy Warhol’un ilk yapıtlarından biri olduğu söylenen bir çizim tartışmaları ayyuka çıkardı. Warhol’un ağabeyi yapıtı sahte olarak tanımlarken Fremont çizimin özgün olduğunu savunuyordu. ABD Federal Mahkemesi, Fremont ve Warhol Vakfı’nın onlarca tabloyu sahte imza ile otantik gibi sınıflandırıp satışa sunduklarına karar verdi. İşlerin iyice sarpa sardığını anlayan Warhol ailesi de kendilerine milyonlar kazandıran Fremont’la yollarını ayırmak zorunda kaldı.

YENİ PATRONU ESKİ MÜŞTERİSİ
İşte o Fremont, bugün dünyanın en önemli kültür-sanat yayınlarından birinin CEO’su. Üstelik hiç yayın deneyimi yok. Son derece şaibeli bulunan bu atamayla ilgili ilginç bir detay daha var: Borsada işlem gören ArtNews şirketinin sahibi Peter Brant, dünyanın önde gelen Warhol koleksiyonerleri arasında. Bu nedenle de her türlü manipülasyona açık sanat pazarında Fremont’un CEO’luğu “sanat piyasasının bütünlüğünü tehdit edici” olarak nitelendiriliyor. Sanatın paraya dönüşümündeki akıl almaz oyunları düşünürsek; bu atamanın ardında bir tablo satıcısından uluslararası müzayede evlerine, galeri patronlarından uyanık geçinen milyarder koleksiyonerlere ve ulusal müzelere uzanan şaşırtıcı bir entrika filmi çıkabilir. Yakın gelecekte duyarsanız şaşırmayın!

SÜPERSTAR SAHTEKAR
Sanat tarihindeki en ilginç taklitçi, “Süperstar Sahtekar” Wolfgang Beltracchi’ye ayrı bir yer açmak gerekiyor. Yakın zamanda çok etkileyici kitabını okudum, geçen yıl hayatının anlatıldığı film vizyondaydı... Usta sahtecinin oyunu, sanat camiasına yıllar önce yaptığı bir açıklamayla başlıyor: “Eşim Helene’in büyükbabasından kalma dev bir resim koleksiyonuna sahibim.” Sonra eski tuvaller ve kağıtlar topluyor, satışlara dair sahte belgeleri çay ve kahveyle eskitiyor, tuvalleri yaşlandırıyor. Eğer taklit edeceği ressam solaksa, sol eliyle yapıyor; ressam üç günde bitirdiyse eseri, o da üç günde bitiriyor. Ölü ressamların ruhlarıyla konuştuğunu iddia eden Beltracchi, ünlü sadece ressamların tablolarını mükemmel kopyalamıyor, onlara ait olduğunu iddia ettiği yepyeni tablolar üretiyor. Öyle ki Max Ernst’e ait olduğu sanılan bir tablo aylarca Metropolitan Sanat Müzesi’nde, Paris’te Centre Pompidou’da sergileniyor. Gerçekse, 2008’de, sözde Heinrich Campendonk’a ait bir eser olan “Rotes Bild mit Pferden” tablosu Christie’s tarafından incelenirken “titanyum beyazı” adı verilen bir pigmente rastlanmasıyla ortaya çıkıyor. Zira titanyum beyazı, tablonun ait olduğu 1914 yılında henüz kullanılmamakta. Yine de eser, o güne kadar satılan en pahalı Campendonk tablosu olarak tarihe geçiyor.

Wolfgang Beltracchi, hapisten çıktıktan sonra hem ilginç bir dolandırıcı hem de inanılmaz bir yetenek olarak şöhrete kavuşuyor. Tabloları artık kendi imzasıyla satılıyor. Hem karısı Helene hem de kendisi, hikayelerini anlatan kitaplar yazıyor.

Kendilerini oynadıkları film de “En İyi Belgesel” dalında 2014’te Alman Film Ödülü’nü kazandı.

GERÇEK BİR SAHTE TABLO
Geçen hafta sanat dünyasını karıştıran bir olay daha vardı. Tom Ford’un yönetim kurulu başkanı, aynı zamanda Sotheby’s Onursal Başkanı, İtalyan iş adamı ve koleksiyoner Domenico De Sole, 8.3 milyon dolara satın aldığı Mark Rothko tablosunun sahte çıkması sonucu New York’taki ünlü galerist Ann Freedman’e 25 milyon dolarlık tazminat davası açtı. Herhalde bu olaydan Freedman ve De Sole’den sonra en çok etkilenen isimse Vincent Fremont’du. Zira Fremont’un yeni görevinin kamuoyuna açıklanmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleşen olayın, kendisinin geçmişteki benzer davalarını gündeme getirmemesi olanaksızdı. Her iki olaya aynı hafta gösterilen yoğun ilgi, Fremont için şanssızlık oldu.

PICASSO’NUN YAPMADIĞI ‘PICASSO’LARA 34 MİLYON EURO
Belki de o kadar büyük bir şanssızlık değildir! Çünkü sahtecilik yaptıkları için hüküm giymiş kişiler bu işten kazançlı çıkar oldu. Fremont bir kenara, son yıllarda “usta resim sahtekarları”na duyulan ilgi bunun ispatı. Adeta “yükselen trend” olarak karşımıza çıkan sahtecilik, zaten gizemiyle sanat severleri yüzyıllardır cezbediyordu. Bazı sahteciler öyle yetenekli ki, dünyanın önde gelen sanat tarihçilerini, uzmanları, müzeleri kolaylıkla kandırabiliyor; yetmiyor baş tacı yapılıyorlar. Mesela taklitçi ressam John Myatt, 1995’te yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanmışken bugün tabloları arkalarında “gerçek bir sahte tablo” etiketiyle milyon dolarlara satılıyor. Birkaç yıl önce hapisten çıkan “Süperstar Sahtekar” Wolfgang Beltracchi ise, yaptığı “aslında olmayan” Picasso tabloları ile Sotheby’s, Christie’s, Lempertz gibi dünyaca ünlü müzayede evlerinde alıcı buluyor. Ressamın son iki yılda elde ettiği kazancın 34 milyon euro (yaklaşık 115 milyon TL) olduğu söyleniyor.

EFSANE SAHTECİ
Konu sahte resimse, hakkını yiyemeyeceğimiz bir isim var: Hollandalı Han van Meegeren. “Gelmiş geçmiş en büyük resim dolandırıcısı” denen sanatçı, zamanında Nazileri bile dolandırmasıyla ünlü. 17. yüzyıldan kalma olduğunu iddia ettiği bir Johannes Vermeer taklidini Hitler’in yardımcısı Hermann Göring’e satmış. Dahası, sahte tablo Hollanda’nın Ulusal Hazineleri listesine de girmiş. Bugün “Vermeer’i Vermeer’den iyi resmeden sanatçı” olarak anılıyor.

Habertürk, Haber: Deniz Çağlar, 21.02.2016

DEFİNE UĞRUNA 700 YILLIK TÜRBEYİ KAZDILAR

İzmir’in Tire İlçesi'nde akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. Gözü dönmüş define avcıları Balım Sultan Zaviyesi bahçesinde bulunan İsa Baba Türbesi’ne girerek türbe içerisindeki mezarı kazdı.

Geçtiğimiz aylarda restorasyon çalışmaları devam eden Tarihi Kutu Han’da işçiler tarafından çıkarılan hazinenin ardından  define avcıları gözünü şimdi de İzmir’in tarihi kentlerinden biri olan Tire’ye dikti. Türbeleriyle meşhur olan Tire’de, Balım Sultan Zaviyesi bahçesinde bulunan ve 700 yıllık olduğu öne sürülen İsa Baba Türbesi de definecilerden nasibini aldı. Bir süre önce kimliği belirsiz kişi yada kişiler İsa Baba Türbesi’ne gelerek türbe içerisinde bulunan iki mezardan birini kazarak türbeyi talan etti.

Olay, türbeye ibadet etmeye gelen bir gurup vatandaş tarafından fark edildi. Geçtiğimiz günlerde bir gurup ziyaretçi, hem Balım Sultan Türbesi’ni hem de İsa Baba Türbesi’ni ziyaret etmek için türbelerin bulunduğu alana geldi. Bu sırada gurubun içinden bir kişi İsa Baba Türbesi’nin kapısının açık olduğunu gördü ve kapıdan içeri girdi. Gördüğü manzara karşısında neye uğradığını anlamayan ziyaretçi durumu hemen  Jandarma’ya bildirdi.

Tire İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler, Tire müzesi yetkilileriyle birlikte Türbeye geldi. Olay yerinde detaylı inceleme başlatan Jandarma, mezarın kim yada kimler tarafından kazıldığı hakkında çok yönlü çalışma başlattı. Müze yetkililerinin de incelemeye aldığı konu, Tire’de büyük yankı uyandırdı. Jandarma ve Polis ekipleri ilçeye gelen define avcılarını yakalamak ve diğer tarihi yerleri korumak için Tire’de alarmın rengini kırmızıya çevirdi. Türbenin kim yada kimler tarafından kazıldığı henüz belirlenemezken güvenlik güçleri şimdi her yerde define avcılarını arıyor.
Milliyet, 20.02.2016

TARİHİ MEZARLIĞI DA TALAN ETMİŞLER

İstanbul'un tarihi dokusunun en önemli göstergelerinden biri olan Osmanlı dönemine ait mezarların içler acısı hali yürek burkuyor. Kadıköy Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'ndaki tarihi mezar taşlarının da kırık dökük hali tepki çekiyor. Taşlarının üzerinde kişisel bilgilerle birer biyografi belgesi özelliği taşıyan mezarlık İBB Meclisi gündemine taşındı.

Kadıköy'deki 300 yıllık Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'ndaki talan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi'ne taşındı. CHP İBB Meclis Üyesi Mesut Kösedağı, “Tarihi kavuk baş taşlı mezar taşları yerle bir olmuş, kırılmış, bazı mezarlar kazılmış durumdadır. Bahtsız ve sahipsiz olan mezarlık, Marmaray projesinin ortasında kalmasından dolayı yine yok olma durumundadır.” dedi.

Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'ndaki mezar taşlarında sivil ve askeri kişilerin başlık ve rütbe işaretleri de yer alıyor. Osmanlı mezar taşlarının günümüzde bir daha yapılamayacak taş işçiliği ile süsleme mükemmelliğine de sahip olduğu dile getiriliyor.

MEZARLAR YIKILMIŞ, TAŞLAR DEVRİLMİŞ
İBB Meclisi şubat ayı toplantısında söz alan Kösedağı, kentteki tarihi mezarlıkların son durumunu sordu. Kösedağı, yaklaşık 300 yıllık Müslüman Türk mezarlığını kaderine terk edenleri milletin vicdanına havale ettiğini belirtti. Kösedağı, sürekli ecdadıyla övünen yerel yöneticilerin Osmanlı Devleti döneminde sarayın ileri gelenlerinin mezarlarını barındıran Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nı kaderine terk ettiğini öne sürdü. Kösedağı, şunları söyledi: “Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, Üsküdar'dan başlayarak Kadıköy üzerinden Kızıltoprak'a kadar uzanan Büyük Karacaahmet Mezarlığı'nın bir bakıma son önemli ucudur. Mezarlıkta genellikle saraya mensup kişilerin kabirleri bulunuyor. Bugün pek az bir parçası kalan mezarlıkta mevcut mezar taşları da yarı yarıya gömülmüş, bir kısmı parçalanmış, büyük bir kısmı da otlar ve dikenler arasında kaybolmuş durumdadır.”

RESTORE EDİLECEK Mİ?
Mesut Kösedağı, Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın Marmaray projesinin ortasında kalmasından dolayı yok olma sürecine girdiğini kaydetti. Kösedağı, hazırladığı önergede şu sorulara yer verdi: “Ayrılık çeşmesi mezarlığı hangi kurumun sorumluluğundadır? Mezarlığın bir kitabesi neden yoktur? Mezarlığın tarihi hakkında bilgi veren bir tabela koymayı düşünmüyor musunuz? Halkın ziyaretine kapalı olan, büyük bir bölümü yok olmuş Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nı restore etmeyi düşünmüyor musunuz?”

Zaman, 20.02.2016

ABD'DEN EDİRNE DARÜŞŞİFASI'NA BRONZ ÖDÜLÜ GELDİ

500 yıllık geçmişiyle tıp tarihinde önemli bir yere sahip olan Sultan II. Bayezid Edirne Darüşşifası’nın Abdi İbrahim tarafından gerçekleştirilen yenileme projesi, iletişim alanında ödül aldı.

Proje, dünyada iletişimin Oscar’ları olarak kabul edilen ve bu yıl 26’ncı kez düzenlenen Mercury Mükemmellik Ödülleri’nde bronz ödüle layık görüldü.

Çağdaş müzecilik anlayışıyla yenilenen Sultan II. Bayezid Edirne Darüşşifası, geçtiğimiz yıl 235 bin 437 kişi tarafından ziyaret edildi.

ABD’nin New York kentinde düzenlenen Mercury Mükemmellik Ödülleri’ne bu yıl 23 ülkeden bine yakın proje katıldı ve projeler iletişim alanında uzman 66 kişilik bir jüri tarafından değerlendirildi.
Habertürk, 19.02.2016



14 - 20 Şubat 2016
TARİHİ YARIMADA OTELLERLE DOLACAK

Eminönü’nden sonra Yenikapı, Aksaray ve Yedikule’yi de turizmin hizmetine açtı. Tarihi semtlerin dokusunu bozacak karar yoğun inşaat faaliyeti yaratacak.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), tarihi yarımadayı ‘otel yarımadası’na dönüştürecek bir karar aldı. Tarihi semtlerdeki sosyal dokuyu bozacağı için tepki çeken girişimin ilk adımı ocak ayında atıldı. Belediye, tarihi yarımadanın en güzel sivil mimari örneği evleri ve tescilli hanlarının bulunduğu Eminönü’nde ev pansiyonculuğu yapılmasına izin verdi. İBB; şimdi de Yedikule, Yenikapı ve Aksaray için aynı kararı aldı.

 DÖRT MAHALLEYİ KAPSIYOR
Fatih Belediyesi tarafından “Yedikule-Yenikapı 3. Etap Yenileme Avan Projesi” ile “Aksaray ve Çevresi Yenileme Avan Projesi” için hazırlanan imar planı değişiklikleri şubat ayında İBB Meclis gündemine geldi. İmar ve Bayındırlık Komisyonu, Yedikule-Yenikapı 3. Etap Yenileme Avan Projesi’ne ilişkin plan değişikliği teklifini “3. derece ticaret alanlarında ev pansiyonculuğuna yönelik kullanımlar yer alabilir” notunu ekleyerek uygun buldu ve meclise havale etti. Alınan bu karar, Yalı, Kasap İlyas, Çakırağa, Kürkçübaşı mahallelerini kapsıyor.

AKSARAY TİCARET ALANI OLDU
202 bin metrekarelik alanı ilgilendiren “Aksaray ve Çevresi Yenileme Avan Projesi” kapsamında 21 yerleşim adası için yapılan imar planı değişikliği de aynı toplantıda gündeme alındı. Plan değişikliği ile yerleşim adaları 2. derece ticaret, 3. derece ticaret ve park alanına çevrildi.

YAPILAN DEĞİŞİKLİK A’DAN Z’YE YANLIŞ
Komisyon bu değişiklik talebini de “3. derece ticaret alanlarında ev pansiyonculuğuna yönelik kullanımlar yer alabilir” plan notunu ekleyerek uygun buldu. Her iki komisyon raporu da CHP grubunun muhalefetine rağmen kabul edildi. CHP’li Meclis Üyesi Esin Hacıalioğlu, İBB Meclisi’nin ardı ardına aldığı bu kararların A’dan Z’ye yanlış olduğunu söyledi.

YARIMADAYI YATAKHANE YAPTILAR
Hacıalioğlu “5 yıldızlı otel yerine ev pansiyonculuğunu desteklemek lazım. Ancak burada bildiğimiz anlamda ev sahibinin bir kaç odasını pansiyon olarak kiraladığı uygulama yok. Evler otele dönüştürülüyor. Sosyal dokuyu da bozuyorlar. Tarihi yarımadayı yatakhane olarak görüyorlar” dedi.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 18.02.2016

AUGUST RODIN'İN HEYKELİNE 2.2 MİLYON EURO ÖDEDİ

Fransız heykeltıraş August Rodin’in “Öpücük” heykelinin sanatçının ölümünden sonra kalıbı kullanılarak yapılan bir bronz dökümü, rekor fiyata alıcı buldu.

Fransa’nın başkenti Paris’te yapılan açık artırmada, 1927’de yapılan 85 santimetre yüksekliğindeki bronz döküm, bir Amerikalı koleksiyoner tarafından 2.2 milyon Euro’ya (yaklaşık 7.2 milyon TL) satın alındı. Bu miktarın “bir döküm modele verilen en yüksek bedel” olduğu açıklandı.
Habertürk, 18.02.2016

TARİHİN EN ESKİ KATLİAMINA AİT KANITLAR BULUNDU



Kenya Nataruk'ta bulunan insan kalıntıları tarihin en eski katliamına ait olabilir. 27 insana ait kalıntılar 10.000 yıl eskiye dayanıyor

Arkeologlar, Kenya’da yapılan kazı çalışmaları sırasında tarihin en eski katliamından kalmış olabilecek kalıntılara rastladı. Webtekno’da yer alan ve arkeologların aktardıklarına göre yaklaşık 10.000 senelik kalıntıların bulunduğu bu kazı alanında birçok farklı insan bedenine ait kemikler bulunuyor. Bundan 10.000 sene önce, yani MÖ 8000 yılları insanlık hakkında fazla bilginin olmadığı, bilinmez yıllar arasında bulunuyor. Bu kalıntılar, insanların karanlık tarihinden kalmış olmaları nedeniyle hem toplumların yapılanmasına, hem de insanların bilinmeyen tarihine ışık tutabilirler.

Arkeologların söylediğine göre Turkana Gölü’nün batısında yer alan Nataruk’ta bulunan kalıntılarda tam 27 farklı kişiye ait kemik örnekleri mevcut. Bu kemiklerin, kişilerin toprağa düzgün olarak gömülememiş olması nedeniyle tam 10.000 yıldır çürümediği düşünülüyor. Arkeologların söylediğine göre bu kalıntılar tarihin ilk savaşının yanı sıra ilk katliamının da kalıntıları olabilirler. 2012 yılından beri bölgede sürdürülen çalışmalar sonucunda bulunan kemiklerin bölgede öldürülmüş olan göçebelere ait olduğu düşünülüyor. Tahminlere göre kadınların ve çocukların da aralarında bulunduğu göçebeler, bölgede yaşayan toplayıcı ve avcılar tarafından saldırıya uğramış ve öldürülmüşler.

Kalıntılar çok eski olması nedeniyle araştırmacılara  o dönem hakkında detaylı bilgiler veremiyorlar ancak böyle bir bulgu, bilim dünyası açısından son derece önemli.
Sözcü, 17.02.2016

HOBBİTLER MEĞER BAŞKA BİR TÜRMÜŞ

NTV'nin haberine göre kalıntılarına ilk kez 2003 yılında Flores adasında ulaşılan Homo floresiensis türü ile ilgili yeni bir iddia ortaya atıldı. 

Homo floresiensis'e ait kemikler üzerinde araştırmalar yapan Fransız bilim insanları kısa boyları nedeniyle 'Hobbit' olarak da anılan Homo floresiensis'in daha önce ortaya atılan iddiaların aksine deforme olmuş bir insan türü olmadığını öne sürdü. 

"HOMO SAPIENS DIŞINDA KALAN TÜRLER BU SÜREYE KADAR HAYATTA KALAMAZ"
Daha önce aynı alanda araştırmalar yapan bilim insanları Homo sapiens dışında kalan bir insan türünün 18 bin yıl gibi erken bir tarihe kadar hayatta kalamayacağını öne sürmüştü.

Bu teorinin aksine, son çalışma 'Hobbit'lerin modern insan ile bağı bulunmayan bir tür olduğu iddiasında.

Sonuçları, Journal of Human Evolution'ın Nisan sayısında yayınlanacak araştırma kapsamında 15 bin yaşında olduğu düşünülen kafataslarını 3D tarayıcılar ile incelenen ekip, Homo floresiensis'in bizim türümüzün karakteristik özelliklerine sahip olmadığı sonucuna vardı. 

Araştırmanın Homo floresiensis'in deforme olmuş Homo sapiens olduğu bilgisini kanıtlamadığının altını çizen France'daki 'Natural History Museum' (Doğa Tarihi Müzesi) çalışanı ve araştırmanın lideri Antoine Balzeau, AFP'ye yaptığı açıklamada kendi iddialarını kanıtlamak için çalışmalara devam ettiklerini belirtti.  
Radikal, 17.02.2016

TARİHİ SURLARA AVRASYA TÜNELİ DÜZENLEMESİ

Avrasya Tüneli'nin çıkma noktası olan Kennedy caddesinin ayırdığı kara surlarıyla deniz surları Bizans çağında olduğu benzeri Mermer Kule'de birleşecek.Fakat İstanbul'u denizden iştirak eden saldırılara karşı muhafaza etmek üzere deniz kenarına yapılan tarihi surlarla deniz arasına Avrasya Tüneli'ni karaya bağlayan yol girecek.

Temeli 2011 senesinde atılan ve 2017 senesinde açılması tasarılanan Avrasya Tüneli'nden sonra kesintisiz erişimin sağlanabilmesi için kavşak ve yol genişletme çalışmaları için imar tasarınında değişim yapıldı . İstanbul Megakent Belediye Meclisi'nde görüşülen 'İstanbul Boğazı Yolu Tüp Geçiş Projesi Avrasya Tüneli' imar planına göre tünel, Avrupa yakasındaki çıkma noktası olan Kazlıçeşme üstünde yapılacak kavşakla bağlanacak. Bakırköy-Yenikapı arasındaki kıyı yolu, ortadaki transit yol kaldırılarak 3'er şeritli duruma getirilerek akışkan bir trafik sağlanması tasarılanıyor .

KARA SURLARI İLE DENİZ SURLARI BİRLEŞİYOR
Fatih, Zeytinburnu ve Bakırköy sahili süresince ilerleyecek proje, şu anda deniz ve kara surlarının birleşme noktası olan Mermer Kule'nin denize olan konumunu değiştirecek. İstanbul Megakent Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, Geçen Ekim ayı içinde Kara Surlarıyla Deniz Surlarının Mermer Kule'de birleştirilmesi için iş yürüttüklerine ilişkili olarak basın üyelerine ipucu vermişti. Bu tasarıya göre , surları bölen şuanki kıyı yolu iptal edilerek, Mermer Kule'nin güneyinden geçecek. an itibariyle yolun geçtiği ve projenin yapılmasıyla beraber sur içerisinde kalacak bölge ise rekreasyon sahası olarak kullanılacak.

ONALTIDOKUZ KULELERİNİN ÖNÜNDEN 8 ŞERİTLİ YOL GEÇECEK
Raporda bununla beraber , Veliefendi Hipodrom'unun bulunduğu Onuncu Yıl Caddesi ile Turan Güneş Caddesi arasındaki Kennedy Caddesinin kapasitesinin arttırılmasının tasarılandığı , "Kennedy Caddesi'ne direkt bağlanan yöntemlerin , trafik hızını düşüreceği tespit edildiğinden tasarılanan yolun kuzeyinde de 2 şeritli yan yol" inşa edileceği belirtiliyor. Bu tasarıya göre İstanbul'un siluetini bozduğu iddiasıyla tıraşlanması istenen 16: 9 kulelerinin bulunduğu kıyı bandı yeni yapılacak dolgu çalışmalarıyla genişletilecek. Tasarıya göre Onaltıdokuz kulelerinin önünden 8 şeritli yol geçecek.

CHP: VATANDAŞ SAHİLE ULAŞAMAYACAK
İBB Meclisi'nde oyçokluğu ile onaylanan rapora göre , tüp geçişi işletmeye açıldığında, yolun kenarında olan 2,5 metrelik kısım yaya yolu ve güzel bir bisiklet yolu olarak kamunun kullanımına açık kalacak. 6 kısımdan oluşan projenin, önceden planlı bir şekilde değil de şuanki gelişmelere göre planlandığını dile getiren CHP Meclis üyesi mimar Esin Hacıalioğlu, yöntemlerin eklenmesi ile sahilin vatandaşın ulaşımına kapatılacağınıylatti .

Avrasya Tüneli'ni sadece lastik tekerlekli ulaşıma karşı olduğu , toplu ulaşıma hitap etmemesi nedeni ile eleştiren Hacıalioğlu, bu trafikteki yoğun ve akışkan araç trafiği yaşanacağına dikkat çekti. Hacıalioğlu, "Madem projeden vazgeçmiyorsunuz, hiç olmazsa bu yolu zemin altına alalım ki vatandaşlar sahile ulaşabilsinler" önerisinde bulundu.
haberport.com, 17.02.2016

İTALYA DÜNYA MİRASINI KORUMA ALTINA ALIYOR

İtalya’nın Dünya Mirası statüsüne sahip popüler bir turistik bölge olan Cinque Terre’ye girmesine izin verilen turist sayısını bölgedeki yerel kültürü koruyabilmek adına önemli oranda kısıtlamayı planladığı açıklandı.

Yetkililer İtalya’nın kuzey batısındaki bu bölgede bulunan 5 balıkçı kasabasını sadece bu yaz 2.5 milyon turistin ziyaret ettiğini ve bu yoğunluğun bölge halkına büyük zarar verdiğini söyledi.

Bölge halkı özellikle turistik yolcu gemileri ile Cinque Terra’ya gelen turistlerin kontrol edilemez bir yoğunluk yarattığını ve köyleri yaşanamaz hale getirdiğini söyledi.

İTALYAN GAZETESİNE KONUŞTU
Cinque Terre Parkı lideri Vittorio Alessandro konuyla ilgili la Repubblica gazetesine yaptığı açıklamada bu yıl bölgeye sadece 1.5 milyon turistin giriş yapmasına izin verileceğini söyledi ve “Bu karar nedeniyle eleştirileceğimizi biliyoruz, ancak bu bizim varlığımızı sürdürebilmemiz ile ilgili bir konu” dedi.

Yetkililer, bölgeye çıkan yollara özel cihazlar yerleştirilerek köylere doğru giden kişilerin sayısının tespit etmeyi ve önceden belirlenmiş bir sayıya ulaşıldığında tüm yolları kapatmayı planladıklarını açıkladı.

BİLET ALACAKLAR
Cinque Terre’yi ziyaret etmek isteyen tüm turistlerin bölgeye girişlerini garanti altına alabilmek için ziyaretlerinden önce internet üzerinden bilet satın almak zorunda kalacağı da belirtildi.

Dik, dar patikalarla ulaşılan ve rengarenk köy evleri barındıran Cinque Terre bölgesi bir kaç yıl öncesine dek turistlerin yoğun ilgisi ile karşılaşmıyordu.

Ancak son yıllarda Akdeniz’in Tunus gibi bazı popüler turist merkezlerinin bölgede yaşanan terör saldırıları nedeniyle tercih edilmemeye başlamasının ardından yolcu gemileri Cinque Terre’yi de düzenli olarak durdukları limanlar arasına ekledi. Bu durum bölgenin bir anda milyonlarca kişinin ziyaret ettiği popüler bir turistik merkeze dönüşmesine neden oldu.
Hürriyet, Haber: Birce Bora, 17.02.2016

TARİHİ OKULUN ARAZİSİNDE BUTİK OTEL

Yenikapı Surp Tateos Partoğomeos Kilisesi Vakfı, uzun yıllar önce kapanan Hayganuşyan Okulu’nun bulunduğu araziyi kiraya verdi. Geçen yıl Haziran ayında BRF Uluslar Arası Taşımacılık ve Dış Ticaret Limited Şirketi’yle sözleşme imzalayan vakıf, projenin Anıtlar Kurulu’ndan geçip başlamasını bekliyor. Yenikapı Surp Tateos Partoğomeos Kilisesi Vakfı Başkanı Murat Karaman ve projenin mimarı Yusuf Sertkaya, 25 yıl boyunca ‘yap-işlet-devret’ modeli çerçevesinde kiralanan bina hakkında Agos’a açıklamalarda bulundu. 

‘Yıllık vakfın kasasına 180 bin TL girecek’
Tarihi yapı olduğundan dolayı mimarisi bozulmadan üç parsellik alana yapılacak olan butik otel, üç katlı ve 35 odalı olacak. İzin süresi bir yıl, inşaat süresi üç yıl olmak üzere, yapının toplam dört yılda tamamlanacağını belirten Vakıf Başkanı Murat Karaman, projeden umutlu.

Projenin tamamlanmasıyla, vakfa yılda 180 bin TL kazandıracağını belirten Karaman, her yıl düzenli olarak kira artışı olacağını ve kasaya giren bu parayla ihtiyacı olan vakıflara yardım edileceğini söyledi.

‘Proje rölöve sürecinde’
Mimar Yusuf Sertkaya ise şu bilgileri paylaştı: “Projenin kısa sürede Anıtlar Kurulu’ndan geçmesini bekliyoruz. Çizimlerimiz hazır. Tarihi bir yapı olduğundan, aslına uygun olması gerekiyor. Proje rölöve sürecinde, izinler tamamlandıktan sonra inşaata başlayacağız. Üç parsel, 300 metrekarelik alana yapılacak olan proje çerçevesinde üç yılın sonunda üç katlı, 30 odalı bir butik otel inşa edeceğiz.”

Tarihi belgelerde Hayganuşyan Okulu
Yenikapı’daki Ermeni okullarının kuruluş tarihlerine dair net bilgiler bulunmasa da, 19. yüzyıldan önce de burada Ermenilere ait eğitim kurumları olduğu tahmin ediliyor. 1880’de, Arakelots Okulu’nda 54, Hayganuşyan Okulu’nda ise 87 öğrenci bulunuyordu. İstanbul Ermeni Patrikliği Tedrisat Komisyonu’nun 1 Ocak 1907 tarihli envanterinde ise, iki okula ilişkin veriler bir arada sunulmuş: Sekizi erkek, dördü kadın, toplam 12 öğretmen; 42’si kız, 45’i erkek, toplam 87 anaokulu öğrencisi; 107’si kız, 116’sı erkek, toplam 223 ilkokul öğrencisi. Bu okulların sonraki yıllardaki akıbeti hakkında ise bilgi bulunmuyor.
.Agos, Haber: Miran Manukyan, 17.02.2016

MACHU PICCHU TEHLİKE ALTINDAKİ DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDEN ÇIKIYOR

UNESCO, Machu Picchu’daki çalışmalarda gelişme kaydedildiğini ve Machu Picchu’nun Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi’nden çıkarıldığını onayladı.

UNESCO tarafından Cusco’daki Tarihi Tapınak’ta geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen incelemeler sonrasında, ekip İnka kalesinde gelişme kaydedildiğini onayladı.

Gelişmenin devamlılığını garanti altına almak için, bu kültür mirası alanını koruyacak gerekli adımların belirleneceği bir rapor hazırlanacak.

UNESCO uzmanı César Moreno Triana, “Burada çok önemli gelişmeler gerçekleşti ve bu gelişmeler sayesinde, Machu Picchu’nun Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi’nde yer alması ihtimali minimuma düşürüldü.” dedi.

Alanda gerçekleştirilen gözlemler, Kültür Bakanlığı ve Ulusal Tabiatı Koruma Birimi, Dış Ticaret ve Turizm Bölge Müdürlüğü ve diğer devlet birimlerinin burada yapıcı çalışmalar gerçekleştirdiğini gösteriyor.

Moreno Triana, Machu Picchu yönetiminin bu arkeolojik kompleksi koruma çalışmalarını devam ettireceğine dair bir rapor hazırlayacaklarını belirtti.

2017 Şubat ayında, Machu Picchu’daki gelişmenin devam edip etmediğini gözlemlemek için bir takip incelemesi gerçekleştirilecek.
onedio.com, 16.02.2016

İNŞAATI BİLE BİTMEDEN 'KÜLTÜREL MİRAS' OLDU

Belediye, hizmet verilecek ‘kültürel miras’ nitelikli 34 cami arasına Çamlıca’yı da kattı. CHP’liler, “Açılmadan nasıl tarih oldu?” diye tepki gösterdi.



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “İstanbul’un her yerinden görülsün” talimatı ile yaptırdığı Büyük Çamlıca Camii, daha inşaatı bitmeden kültürel miras ilan edilerek Mimar Sinan’ın büyük eseri Süleymaniye ile aynı kategoride değerlendirildi.

İstanbul’daki 34 caminin güvenliği, temizliği, tuvaletlerinin işletilmesi ve basit bakım onarım işlerinin bir yıl süre ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması için protokol imzalandı. İBB’nin şubat ayı meclis oturumunda oylanarak kabul edilen protokol 1 yıl geçerli olacak. İBB, “kültürel mirasın korunarak gelecek kuşaklara devri görevinin müşterekliği” nedeniyle faaliyetleri karşılığında hiçbir bedel talep etmeyecek.

MECLİSTE TEPKİLERE NEDEN OLDU
Güvenlik ve temizlik hizmeti verilecek kültürel miras niteliğindeki 34 cami arasında Sultanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Fatih, Mihrimah Sultan, Kılıç Ali Paşa, Eyüp Sultan gibi tarihi yapılar bulunurken Çamlıca Camii’nin yer alması da dikkat çekti. Çamlıca Camii’nin daha inşaatı bitmeden “kültürel miras” olarak değerlendirilmesi ve açılmadan temizlik ve güvenlik işlerinin bedavaya getirilmesi meclis oturumunda tepkilere neden oldu.

“ERDOĞAN İSTEYİNCE OLUYOR”
İBB Meclisi CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban, “İnşaatı devam eden caminin listeye eklenmesini yadırgadık. Açılmadan nasıl ‘tarihi’ oldu?” diye sordu. CHP Meclis Üyesi Hasan Tapan da aralarında Mimar Sinan’ın eserlerinin bulunduğu camiler içinde Çamlıca Camii’nin yer almasını doğru bulmadıklarını vurguladı. Bu camiye özel tünel projesi hazırlandığını da anımsatan Tapan, Erdoğan’ın talimatı söz konusu olunca her şeyin çok kolay halledildiğini söyledi.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 16.02.2016

2 MİLYONA RESTORE ETTİLER, SONRA ÖZEL VAKFA DEVRETTİLER

İstanbul Eyüp’teki Vezir Tekkesi’nin belediye tarafından 2 milyon lira harcanarak restore edildikten sonra özel bir vakfa tahsis edildiği ortaya çıktı.



Harap durumdaki Nakşibendi tekkesinin restorasyonu büyük bir yatırım gerektirdiği için Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2008 yılında Büyükşehir’e tahsis edilmişti.



Restorasyonun bitmesinden hemen sonra başlayacak olan on yıllık kullanım hakkı bulunmasına rağmen İBB, tekkeyi kullanmadı. İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’ne başvurarak özel bir vakıf lehine tahsis hakkından feragat etmek istediğini bildirdi. Tekke, Sahn-ı Seman İslami İlimler Eğitim ve  Araştırma Merkezi’ne tahsis edildi.

Sayıştay’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2014 Yılı Düzenlilik Denetim Raporu’nda söz konusu restorasyon ve tahsis ile ilgili dikkat çekici tespitler yapıldı. Raporda “Söz konusu taşınmazın tahsis amacına uygun olarak kullanılmaksızın özel bir vakfa tahsis edilmesine neden olunması idare yararı ve kurum menfaatleri ile bağdaşmamaktadır” denildi. İBB’nin yaptığı tahsisi açıklayacak somut herhangi bir bilgi veya belge göndermediğine de vurgu yapıldı.
Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 16.02.2016
10 YILDA NE SÖZLER VERİLDİ
İBB İmar Komisyonu, mahkeme tarafından iptal edilen 1/5000 ölçekli Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nın revize edilmesini kararlaştırdı. Bu tarihi gar için sevindirici bir haber. Peki bu karar ne anlama geliyor?

Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen Haydarpaşa Tren Garı 19 Ağustos 1908'de hizmete girdi. Son 10 yıldır tarihi garla ilgili tartışmalar hiç bitmedi. Gar fonksiyonunu şimdilik kaybetse de sevindirici haber İBB İmar Komisyonu’ndan geldi. Daha önce mahkeme tarafından iptal edilen 1/5000 ölçekli Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nın revize edilmesi kararlaştırıldı. Yeni hazırlanacak planda Haydarpaşa Garı, ‘Hızlı Tren’in ilk istasyonu olacak ve tarihi kimliği korunarak gar fonksiyonuna devam edecek.

HALA ŞÜPHE VAR!
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık eden, Anadolu'ya açılışın veya İstanbul’a son durağı Haydarpaşa Garı ve çevresi 2004 yılından bu yana plan noktasında çok defa değişikliğe uğradı. Yöneticiler birçok sözler verdi. Her defasında bu sözler unutularak tarihi gar ve çevresi rant amaçlı kullanıma açık tutuldu. İBB’nin son kararı da açıkçası çok inandırıcı olmamakla birlikte verilen sözü sevinçle karşılamayı gerektiriyor. Ancak bir lütufta değil. Çünkü yargı hali hazırdaki planı iptal etmişti. İBB’nin bu planı değiştirmekten başka çaresi de yoktu. Hoş bu yönde pek çok mahkeme kararına şahidiz.  Sadece plan notlarında ufak tefek değişiklik yapılarak yargı kararları geçiştirilirdi. Çevredeki revizyon nasıl yapılacak henüz net değil ama en azından tarihi gar binasının asli fonksiyonunda yeniden kullanılacak olması STK’ların mücadelesiyle kazanılmış önemli bir haktır.

KORUMA KURULU DİRENDİ
Şimdi son 10 yıllık Haydarpaşa Garı mücadelesine ve gelişmelere bir göz atalım… Haydarpaşa Garı, İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 21.08.1997 gün ve 4542 sayılı kararı ile "1. grup korunması gerekli kültür varlığı" olarak tescil edilerek korumaya alındı. 2004 yılında basında "Haydarpaşa Manhattan olacak" başlığı altında Haydarpaşa Limanı ve çevresi için hazırlanmakta olan proje ile gar ve limanı içine alan bölgenin dünya ticaret merkezi olarak planlandığı duyuruldu. Bu tarihten itibaren de tartışmalar hiç bitmedi.



Revize edilecek planda Haydarpaşa'nın görünümü maket üzerinde böyleydi.

TCDD’NİN İNADI
Haydarpaşa ve çevresini imara açan planlar 2005 yılında kültürel dokuya uygunsuzluğu nedeniyle İstanbul 3 Numaralı Koruma Kurulu'ndan onay alamadı. TCDD yılmadı planları tekrar iletti. Ancak yine planlar kuruldan onay alamadı. 5 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu 26 Nisan 2006 gün ve 85 sayılı karar ile Haydarpaşa Garı ve çevresini Kentsel ve Tarihi Sit olarak tescil etti. Ancak kararın dağıtımı yapılmadı. Kararın yeniden görüşülmesi için Kültür Bakanlığı devreye girdi.  Kurul kararında direnince Haziran 2007 tarihinde TCDD İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde kararın iptali yönünde dava açtı. Mahkeme davayı reddedince, TCDD temyiz etti ama karar Danıştay’ca onandı. Böylelikle Haydarpaşa Garı çevresi SİT ilan edilerek korumaya alındı.

Bu tarihten sonra adım adım gelişmeler şöyle yaşandı.

*Kasım 2007 İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü arasında imzalanan 30.11.2007 tarihli protokol ile Haydarpaşa limanı ve geri sahasını kapsayan bölge için "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa gar, liman ve geri sahası koruma amaçlı nazım imar planı" çalışmasının yapılması karara bağlandı.

*28 Kasım 2010 saat 14.30’da Tarihi Haydarpaşa Garı çatısında yangın çıktı.  Tarihi bina büyük hasar gördü.

*Kasım 2011 Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Harem Otogarının bulunduğu bölgenin kültür, turizm, ticaret alanına dönüştürülmesini amaçlayan “1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı”, İBB Meclisi’nde oy çokluğunca kabul edildi.

*Şubat 2012 "Haydarpaşa gar, liman ve geri sahası koruma amaçlı nazım imar planı" İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde onaylandı. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Gar fonksiyonunu kaybedecek. Garı konaklama fırsatı verebilecek şekilde değerlendireceğiz.” dedi.

*Eylül 2012 İstanbul Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için nihai düzenleme kararı, AKP’li üyelerin çoğunluk oyları ile İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden geçti.

*Ekim 2012 Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası İstanbul şubeleri, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve Liman-İş tarafından "Üsküdar İlçesi, Harem Bölgesi ile Haydarpaşa Liman Geri Sahası 1/5000 Ölçekli, 19 Haziran 2012 Tasdik Tarihli Nazım İmar Planı’nın yürütmesinin durdurulması ve iptali istemi ile dava açtı.

*Kasım 2012 İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın “Tüp geçit var. Bina yapılamaz.” itirazı üzerine, Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için TCDD arsalarına verdiği ticaret imar iznini iptal etti. Arsalar imar planına yeşil alan olarak işlendi.

*Aralık 2012 İstanbul 5 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu 27 Aralık 2012 tarih ve 899 sayılı kararı ile restorasyon projelerini onayladı.

*Şubat 2013 Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Yıldırım, Haydarpaşa Garı’nın otel olmayacağını söyledi.

*Haziran 2013 Haydarpaşa Garı’ndan son banliyö treni seferleri gerçekleşti.

*Aralık 2013 Haydarpaşa Garı yangınla ilgili davada, izolasyon çalışmasını yapan 2 işçi ve şirket sahibi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi.

*Şubat 2014 İBB Meclisi 3 Aralık 2013'te 1/5000 ölçekli Haydarpaşa Garı, Kadıköy Meydanı ve Çevresi koruma amaçlı nazım imar planı notlarında değişiklik yaptı. Planın özü aynı kalmakla beraber değiştirilen plan notları askıya çıktı.

*Haydarpaşa garı, Kadıköy Meydanı ve Çevresi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı değişikliğine ilişkin İBB'nin 08 Ekim 2012 tarih 23954 sayılı kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile açılan davada dava sonuna kadar yürütmenin durdurulmasına karar verildi.

*Mart 2014 Değiştirilen plan notlarının askıdan inmesiyle 28.03.2014 tarihinde Haydarpaşa Dayanışması adına Mimarlar Odası söz konusu planın iptali ile yürütmesinin durdurulması istemi ile İstanbul İdare Mahkemesi'nde dava açtı.

*Mayıs 2014 17 Şubat 2014 tarihinde yürütmenin durdurulmasına kararına itiraz eden İBB'nin talebi kabul edilmedi. "Haydarpaşa Garı Kadıköy Meydanı ve Çevresi 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı" için yürütmeyi durdurma kararı verildi.

*Haziran 2014 Restorasyon ihalesini Delta İnşaat şirketi kazandı. Şirket 13 Haziran 2014 tarihinde işe başlama sözleşmesi imzaladı.

*Eylül 2014 Kadıköy Belediyesi Haydarpaşa restorasyon projesini reddetti. Haydarpaşa Gar Binası restorasyonuna ruhsat vermedi.

*Kadıköy Belediyesi'nin reddettiği Haydarpaşa Garı restorasyon projesinde, gara 100 bin metrekarelik workshop, yeraltı otoparkı ve yeraltı çarsısı gibi yeni bölümler eklendiği ortaya çıktı.

*Ağustos 2015 Harem bölgesi ile Haydarpaşa Liman ve Geri Sahası 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun olmadığı gerekçeleriyle iptal edildi.

*Aralık 2015 Ulaştırma Bakanlığı’nın Haydarpaşa Garı ile ilgili plan detayları belli oldu: Haydarpaşa Garı aslına uygun restore edilecek, gar fonksiyonu korunacak. Bölgede planlanan birçok ticaret alanı da iptal edildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 16.02.2016

39 ESER GETİRİLDİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2015 yılında yasadışı yollarla ülke dışına çıkarılan kültür varlıklarının iadesine yönelik çalışmaların bilançosunu açıkladı. Avusturya’dan boğa figürü başı ve Almanya’dan lahit parçasının da aralarında olduğu 39 eserin Türkiye’ye iadesi sağlandı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre, geçen yıl ABD’den 27, İsviçre’den 10, Avusturya ve Almanya’dan birer olmak üzere toplamda 39 eser ait olduğu topraklara geri döndü. 2002 yılından bu yana ise 4 bin 268 adet kültür varlığının yurtdışından iadesi sağlandı. 2015 yılında iadesi sağlanan eserler arasında Avusturya’dan boğa figürü başı, İsviçre’den çeşitli seramik ve mimari parçalardan oluşan Knidos kökenli 10 adet eser, Almanya’dan lahit parçası, Amerika Birleşik Devletleri Brauer Sanat Müzesi’nden iki adet stel ve 23 adet muhtelif eser yer alıyor. 

İKİNCİ KEZ SEÇİLDİ
ABD’den getirilen eserler arasında basına ‘Kitap Dedektifi’ olarak yansıyan Hollanda’da İslam Bilim Tarihi üzerine doktora yapan Hüseyin Şen’in girişimlerinin ardından Schoenberg koleksiyonundan getirilen iki elyazması eser de bulunuyor. Hüseyin Şen’e Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından Hollanda’daki temaslarında takdirname verilmişti. Türkiye tarihi eserlerin iadesi konusunda yaptığı çalışmalar sonucunda 2015 yılında, ‘Kültür Varlıklarının Kaynak Ülkeye İadesi veya Kanunsuz Alıkoyma Durumunda Geri Verilmesinin Teşviki Hükümetlerarası Komitesi’ üyeliğine (ICPRCP) 4 yıllık süreyle ikinci kez seçilmişti.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 16.02.2016

TARİHİ KONAK ŞİFA MERKEZİ OLUYOR



Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına getirilen Hisar bölgesindeki 200 yıllık sivil mimarlık örneği tarihi konak Sağlık Ocağı ve 112 Acil Servis İstasyonu olarak bölge halkına hizmet verecek.

Bursa surları, tarihi han, hamam, cami ve köprü gibi ecdat emaneti olan eserlerin yanı sıra harika haline gelen sivil mimarlık örneği yapıların da kente kazandırılması için büyük çaba harcayan Büyükşehir Belediyesi, mülkiyetini üzerine aldığı Hisar bölgesindeki yaklaşık 200 yıllık konağı da ilk günkü ihtişamına kavuşturuyor. Hisar bölgesinde Kaleboyu Caddesi üzerinde bulunan sivil mimarlık örneği yapının mülkiyet sorununun çözümünün ardından restorasyona başlayan Büyükşehir Belediyesi, çalışmaları tamamlanma aşamasına getirdi. Ahşap malzeme kullanımı ile sıcak bir görüntü kazanan tarihi konak, aile sağlığı merkezi ve 112 Acil Servis İstasyonu olarak bölge halkına hizmet verecek.

Tarihi konakta devam eden restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, çalışmalar hakkında Kültür ve Turizm Daire Başkanı Aziz Elbas’tan bilgi aldı. Kent merkezinde el atmadık ecdat emaneti eser bırakmadıklarını ifade eden Altepe, harabe görüntüleri bulundukları bölgeler için risk oluşturan sivil mimarlık örneği yapıları da bir bir Bursa’ya kazandırdıklarını söyledi. Hisar Bölgesi’ndeki tarihi konağı da ayrıcalıklı bir eser olarak bölgeye kazandırmak için yoğun çaba harcadıklarını dile getiren Altepe, “Öncelikle mülkiyet sorununu çözdük ve mülkiyeti bize geçti. Projelerimizi hazırlayıp, hemen çalışmalara başladık. Aslına uygun olarak yapılan çalışmalarda artık son aşamaya gelindi. Bu tarihi mekan sağlık ocağı ve 112 Acil Servis İstasyonu olarak hizmet verecek. Böylelikle bölge halkının önemli bir ihtiyacı da giderilmiş olacak” dedi.
Milliyet, 15.02.2016
İŞTE DÜNYANIN EN PAHALI 5 ESERİ

Osmanlı’nın son dönemine gerek resimleri gerek müzeciliği ve arkeoloji alanındaki çalışmalarıyla damga vuran Osman Hamdi Bey’in bir eseri daha mahkeme koridorlarına takıldıktan sonra satışa çıkıyor. Haber, Şubat başında müzayede usulüyle satışı gerçekleştirecek Antik A.Ş. tarafından duyuruldu.

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ
Osman Hamdi’nin hemen herkesin bildiği 1906 tarihli ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ eseri, 50’li yılların sonunda bir cinayet, seneler sonra ise bir iflas davasına konu olmuş; nihayetinde 2004 senesinde o dönem için rekor bir rakamla 5,5 trilyon TL (3,9 milyon dolar) karşılığında Pera Müzesi’ndeki ‘istirahatgahına’ çekilmişti.



Tuval üzerine yağlıboya, 221.5 x 120 cm


CAMİ ÖNÜ
Yaklaşık iki yıl önce 10 milyon TL muhammen bedelle satışa çıkan ve varis-miras anlaşmazlığı dolayısıyla müzayededen çıkarılan ‘Cami Önü’ (1882) tablosu, bahar aylarında tekrar alıcı bekleyecek. Şayet 2014’teki açılış fiyatıyla satılsa bile, Türk modern resminin ‘en pahalı tablosu’ olarak tarihe geçecek.



Tuval üzerine yağlıboya, 185 x 100 cm


Bu uzunca girizgahın sebebi, müzayedelerde el değiştiren dünyanın en pahalı beş modern resmini hikayeleriyle mercek altına almaktı. Haydi başlayalım...

1- Nafea Faaipoipo ( Ne zaman evleneceksin), Paul Gauguin
Şubat 2015 - 300 milyon dolar (yaklaşık 810 milyon TL)
Fransız ressam Gauguin, kıymeti öldükten sonra anlaşılan sanatkarlardan. Post-empresyonist ressamın 1892 tarihli yağlı boya tablosu, iki Tahitili kızı resmediyor; eşini ve çocuklarını bırakıp, Güney
Pasifik adası Tahiti’ye yaptığı ilk ziyaretten kalma.

Tablo geçen yıl bu sıralar 300 milyon dolara Katar Emirliği’ne geçmeden önce İsviçreli Rudolf Staechelin’in koleksiyonundaydı ve Basel’deki Kuntsmuseum’da sergileniyordu.



Tuval üzerine yağlıboya, 101 x 77 cm


Peki, elinde birçok değerli eser bulunduran 62 yaşındaki koleksiyoner bu Gauguin’den neden vazgeçti? Cevabı New York Times’a verdiği demeçteki şu cümlede: “Esasen iyi bir teklif aldığımız için. Piyasa çok yüksek ve 10 yıl içinde ne olacağını kim bilir?”

Gauguin ile ilgili güçlü bir tevatürden bahsedip, en pahalı ikinci tabloya geçelim: “Ünlü ressamın, Tahiti’de yaptığı resimler için model olarak kullandığı kadınların bir kısmıyla seks yaptığı söylenegelir.”

2- Les Joueurs de cartes (Kağıt oynayanlar), Paul Cézanne
Nisan 2011 - 274 milyon dolar (yaklaşık 440 milyon TL)
Şubat 2012’de sanat dünyasına bomba gibi bir haber düşmüş, Paul Gauguin’in ‘hemşehrisi’ ve çağdaşı Paul Cézanne’ın ‘Les Joueurs de cartes’ (1893) adlı eseri 250 milyon dolardan fazla bir rakama satılmıştı. Kime mi? Tabii ki Katar Kraliyet Ailesi’ne.

Empresyonizm ile kübizm arasında bir köprü gibi duran ressamın Aix-en-Provence’lı iki köylüyü kağıt oynarken yansıttığı tablo, Yunan armatör Yorgo Embirikos’un koleksiyonundaydı.



Tuval üzerine yağlıboya 97 x 130 cm

Embirikos rahmetli olmadan kısa bir süre önce, 2011 kışında, meşhur sanat simsarları William Acquavella ve iddiaya göre Larry Gagosian, Cézanne’ın bu tablosu için 220 milyon doları gözden çıkardı. Bunun üzerine Cézanne’ın peşinde olan Katar Kraliyet Ailesi, üçe beşe bakmadan 250 milyon doları masaya koyuverdi.

Satışın ayrıntıları gecikmeli olarak ortaya çıkınca kur değişimi meselesi yüzünden tablonun net fiyatına ilişkin çeşitli rakamlar ortada dolaşıyor. Tahminler Katar’ın ‘Les Joueurs de cartes’ için 300 milyon dolar bandında bir para ödediği yönünde.

Cézanne’ın ‘Les Joueurs de cartes’ ismiyle farklı kompozisyonlarda ve farklı figürlerle beş resminin bulunduğunu ve dördünün dünyanın en saygın müzelerinde sergilendiğini söyleyip, son bir ekleme yaparak üçüncü kata çıkalım:

Sanat eserlerine neredeyse yılda 1 milyar dolar yatıran Katar, Suriye’de yaşanan insanlık dramını adeta locadan izliyor!

3- No. 6 Violet, Green, and Red (No. 6 Mor, Yeşil ve Kırmızı), Mark Rothko
Ağustos 2014 - 186 milyon dolar (yaklaşık 400 milyon TL)

Osman Hamdi Bey’in iki başyapıtı gibi Amerikalı ressam Mark Rothko’nun da bu eseri dava konusu oldu. Monaco kulübünün sahibi Rus işadamı Dimitri Rıbolevlev, Rothko'nun 1951 tarihli kıymetli eserinin satışına aracılık eden İsviçreli sanat simsarı Yves Bouvier'i kendisini fiyat konusunda yanılttığı iddiasıyla mahkeme verdi.

Monaco'da savcıya verdiği ifadede Bouvier, Rothko'yu Fransız şarap üreticisi Christian Moueix'nin eşi Cherise Moueix'ten 80 milyon dolar, artı açıklanmayan bir komisyon karşılığında aldığını söyledi. Bouvier'in söylediği rakamın, Rıbolevlev'in ödemeyi kabul ettiği miktardan aşağı yukarı 80 milyon euro daha az olduğunu belirtip, hukuki faslı kapayalım.

'No. 6 Violet, Green and Red'in soyut ekspresyonizmin en iyi eserlerinden biri olarak kabul edildiğini de söyledikten sonra Rothko'dan Picasso'ya geçelim.

4- Les Femmes d’Alger, Version O (Cezayirli Kadınlar Version O), Pablo Picasso
Mayıs 2015, 179,3 milyon dolar (483 milyon TL)
Pablo Picasso'nun 1955 yılında tamamladığı bu eseri, çıplak cariyeleri kübist bir bakış açısıyla yansıtıyor. İspanyol dahi 1954-1955 arasında A'dan O'ya kadar sıraladığı 15'lik seriyi, Fransız ressam Eugene Delacroix'nun Louvre'da sergilenen 'Femmes d'Alger dans leur appartement' (Evlerindeki Cezayirli Kadınlar) eserinden ilhamla yaptı.



Tuval üzerine yağlıboya, 114 x 146.4 cm

Guardian'dan Jonathan Jones, sanat piyasını hareketlendiren bu satışı abartı bularak, “Bu geç dönem Picasso'yu satın alan, iade talep etmeli. Bu resmin Delacroix'nun başyaptını tekrar keşfeden post-modern ressamın en iyi işlerinden biri olduğunu iddia etmek absürd” yazmıştı.

5- Nu couche (Yatan çıplak), Amedeo Modigliani
Kasım 1015, 170,4 milyon dolar (yaklaşık 498 milyon TL)
İtalyan usta, bu satışla Picasso ve Cézanne gibi çağdaş sanatın finansal anlamda birinci sınıflarının arasında girmiş oldu. Modigliani’nin ‘No couche’si (1917-1918) New York’taki müzayedede Çinli milyarder Liu Yiqian’da kalmıştı. O da New York Times’a eseri Şangay’daki müzelerinde sergilemeyi planladığını açıklamıştı.

Bu eser Paris’te ilk kez sergilendiğinde adeta skandal çıkmış, teklifler havada uçuşmuştu. Peki, 'yatan çıplak' bu rakamı gerçekten hak ediyor mu? Bana kalırsa, tabii ki hayır… Ama Guardian’ın sanat eleştirmeni Jonathan Jones benden hayli farklı düşünüyor:



Tuval üzerine yağlıboya 60 x 92 cm

"Eğer büyük bir sanatçının tablosu piyasaya gelirse, en seçkin müze kalitesinde olmasa dahi, söz konusu sanatçının eserlerinin tipik bir örneğini temsil ediyorsa, o zaman müzayede evlerini ya da balatayı sıyıran koleksiyonerleri suçlamak yersiz.” 
Hürriyet, Haber: Serdar Aksoy, 15.02.2016 

KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN YIKILAN GECEKONDULARIN ALTINDAN 'TARİH' ÇIKTI

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı’nın 2014’te Nevşehir merkezde yürüttüğü kentsel dönüşüm projesi, tarihi bir yeraltı şehrinin ortaya çıkmasını sağladı.



Nevşehir Kalesi’nin eteklerindeki bin 500 gecekonduyu yıkan TOKİ, 90 milyon TL harcama yaptı. Ancak tamamen temizlenen 600 bin metrekarelik alanda yeraltında tarihi bir kente rastlandı.



Dünyanın en büyük eski yerleşimi olduğu belirtilen yeraltı şehrinin bulunmasıyla başlatılan çalışmalar devam ediyor.



Toplu konut projesinden vazgeçtiklerini, harcanan 90 milyon TL’yi de zarar olarak görmediklerini vurgulayan TOKİ Başkanı M. Ergün Turan çalışmaları şöyle değerlendirdi:



“Burası, Anadolu tarihine yeni bir ışık tutacak tamamen yeni bir keşif. Bölge 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edildi. Bu şehirde 7 kilometrelik tüneller uzanıyor. Bunun Nevşehir’e nasıl değer katacağının çalışması yapılıyor.



Geçen yıl temizlik çalışmalarına başlandı. Bölgede tarihle ilgili bilgileri yeni baştan değerlendirecek nitelikte bilgi ve belgelere ulaşılıyor. Bu bulgular Anadolu’nun tarihine yeni değerler katacak.”

'TURİZME KATKISI BÜYÜK OLACAK'

Bölgede Ortodoks dönemine ait yeraltı kilisesinin ortaya çıkarıldığını aktaran TOKİ Başkanı Turan, yapıdaki fresklerin de çok önemli bulgular olduğunu ifade etti:



“Bu, dünya Ortodoksluğunun tarihi açısından çok önemlidir. Kapadokya bölgesindeki en büyük kiliselerden biri olarak değerlendiriliyor. Tamamıyla yerin altında, yerin üzerinde hiçbir belirtisi olmayan bir alan. Hizmete açılmasıyla birlikte turizme katkı sağlayacak.”

5 BİN YILLIK HAZİNE

400 bin metrekareye yakın alana yayılan yapı, dünyanın en büyük yeraltı şehri olma özelliğini taşıyor.

7 kilometrelik yürüyüş yolu bulunan şehirde, kiliseler, su yolları, su küpleri, galeriler ve çeşmeler bulundu. Dev yeraltı şehrinin tarihinin 5 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor.


Habertürk, 15.02.2016

BİR TARİH DAHA YOK EDİLİYOR!



Koruma Kurulu tarafından tescil edilen Ankara’daki İller Bankası'nın taş binası da bu alanda yapımı süren camiye kurban ediliyor.

Tescili kaldırılarak yıkılması istenen İller Bankası taş binası boşaltılmaya başladı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan “İller Bankası binasının yıkımı mimari katliam olur” dedi.

“Cumhuriyetin Ulus’tan Çankaya’ya uzanan temsil aksı üzerinde bulunan simge yapılardan olan İller Bankası, modern mimarlık eserlerinden birisidir’’ diyen Candan şunları söyledi:

“Erken Cumhuriyet dönemi yapıları tehdit altındadır. Bu aynı zamanda Cumhuriyetin mimari izlerini silme hareketidir. Tarih boyunca otoriter yönetimler, yapılı çevre üzerinden yok etme girişimlerini hep yapmışlardır. Yıkımını kabul etmiyoruz. Yargı mücadelesi başlattık.”
Sözcü, Haber: Yavuz Alatan, 14.02.2016

'MODA İSKELESİ'NDE KENT SUÇUNA HAYIR'

Kadıköy Kent Dayanışması, 100 yıl önce mimar Vedat Tek tarafından inşaa edilen ve Kadıköy’ün simgelerinden biri olan tarihi Moda İskelesi‘nin aslına uygun restore edilmediği ve kaçak olarak işletmeye açıldığı gerekçesiyle iskele önünde eylem yaptı.

Restorasyon çalışmalarının geçtiğimiz yıl başladığı iskelede yaklaşık bir hafta önce ‘Neffes-cafe-restoran’ adlı işletme faaliyete geçmişti. Moda İskelesi önünde toplanan grup, “Tarihi iskelede kent suçuna hayır” yazılı pankart açtı, “Kaçak kafe istemiyoruz” , “Moda bizim, Kadıköy bizim” , “Kültürel miras yağmalanamaz” şeklinde slogan attı.

İSKELENİN MÜLKİYETİ İBB’DE
Kadıköy Kent Dayanışması adına basın açıklamasını okuyan Yasemin Şenkal “İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) , mülkiyeti kendisinde olan iskelede geçtiğimiz yıl ruhsatsız olarak, bilgi tabelası bile koymadan restorasyon çalışmaları başlatmıştı. Anıtlar Kurulu, Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu KUDEB kararı olmadan, İBB tarafından restorasyon ilkelerine aykırı çalışmalar başladığında başta semt sakinleri olmak üzere kamuoyunun tepkisini çekmiş, şikayet konusu olmuştu” diyerek yaşanan süreci aktardı.

ESKİ HALİNE GETİRMEK İÇİN 6 AY SÜRE VERİLDİ ANCAK…
Mimarlar Odası ve Kadıköy Belediyesi’nin yaptıkları incelemeler sonucunda binaya maddi hasar verildiğinin tesipt edildiğini belirten Şenkal, 5 Numaralı Koruma Kurulu’nun itirazları haklı bularak Moda iskelesinin 6 ay içinde 2000 yılında onaylanan restorasyon projesine uygun hale getirilmesine karar verdiğini söyledi. Ancak Kurul kararına rağmen çalışmalara kaçak olarak devam edildiğini ifade eden Şenkal, Ocak ayı sonunda tarihi iskelede kafe-restoran açılarak işletilmeye başlandığını söyledi.

İBB’YE ‘KAÇAK KAFEYİ KAPATIN’ ÇAĞRISI
İBB'nin bu uygulamasını tarihi ve kültürel değerlere saygısızlık ve kent yağması olarak değerlendirdiklerini belirten Şenkal konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:

“Kadıköy'ün ve Moda'nın önemli bir değerinin bu şekilde yağmalanmasına sessiz kalmayacağız. İBB'nin iskele binasını kiraladığı şirketle birlikte hukuk kuralları içinde hareket etmesini; işledikleri suçtan acilen dönerek Koruma Kurulu'nun kararına uymalarını istiyoruz. Yetkili resmi kurumların bu suça sessiz kalmayarak görevlerini yapmalarını; kaçak cafe'yi kapatmalarını talep ediyoruz.”

Açıklamanın ardından müzik eşliğinde şarkı söyleyerek eylemini sonlandıran grup, sahilde kısa süre sloganlar atarak yürüdü. Grup eylemin ardından dağıldı.
Gerçek Gündem, Haber: Ezgi Çapa, 14.02.2016

TARİHE IŞIK TUTAN BİLET

Son Halife Abdülmecid Efendi'nin, sürgün yolculuğu ve sürgün hayatına dair orijinal belge ve fotoğraflar ortaya çıktı. Belgeler arasında, Abdülmecid ve ailesini sürgüne taşıyan tren bileti de var.



Abdülmecid Osmanoğlu (II. Abdülmecid), son İslam Halifesi'ydi. 18 Kasım 1922'de, meclisteki oylamayla halife seçilmiş, hilafete son veren 431 numaralı kanunla da 3 Mart 1924 tarihinde görevi sona ermişti. Kanun, Osmanlı hanedanının yurtdışına çıkarılmasını da kapsıyordu. Bu nedenle Abdülmecid ve ailesi de diğer Osmanlı hanedanları gibi yurtdışına sürgüne gönderildi. Simplon Ekspresi'yle (Eski Şark Ekspresi) çıktıkları yolculuk, Abdülmecid ve yakınları için aslında yeni bir hayatın başlangıcı, sonu belli olmayan bir sürgündü. İsviçre, Fransa derken, Halife Abdülmecid'in sürgün hayatı, 1944 yılında Paris'te hayatını kaybetmesiyle son buldu. Bugüne kadar, bu döneme ait yüzlerce yazı kaleme alındı, bilgiler paylaşıldı, belgeler ortaya çıkarıldı. Çok sayıda fotoğraf da kamuoyunun gündemine taşındı. Ancak, çeşitli arşivlerden hala bu dönemlere ait yeni belge ve fotoğraflar ortaya çıkıyor. Bu yeni detaylarla, puzzle'ın uygun parçaları yerine oturuyor. SABAH'ın ulaştığı yeni bilgi ve belgeler dört yıl önce hayatını kaybeden araştırmacı Taha Toros arşivinden çıktı. Abdülmecid'in yakınlarıyla birlikte trenle çıktığı sürgüne dair yeni belge ve fotoğraflar tarihe ışık tutacak nitelikte. Bu belgeler arasında en önemlisi, halife ve ailesinin sürgüne gönderildiği Avrupa'ya giderken kullandıkları trenin bileti. Abdülmecid ve ailesi, görkemli saraylar ve konforlu bir yaşamdan yeni bir dönemin kapısını tren yolculuğuyla araladılar. Abdülmecid ve beraberindekilerin ne zaman yola çıktığı konusunda net olmayan bilgiler vardı. Biletin üzerindeki mühür sayesinde bu yolculuğun tarihi kesinleşmiş oldu.

TÜM GRUBA TEK BİLET
Dolmabahçe Sarayı'ndan üç taksiye bindirilen halife, ailesi ve yakın çalışma arkadaşları, Avrupa'ya gitmek üzere Çatalca Tren Garı'na getirildi. Herhangi bir kargaşa yaşanmaması için Sirkeci yerine Çatalca Tren Garı seçilmişti. Bu tarihi yolculukla ilgili yeni detaylara ulaşıldı. Yolculuğun bileti, grubun kaç gün sonra Macaristan'a ulaştığı gibi... Ulaştığımız bu biletle, grup adına tek bir bilet düzenlediği ortaya çıkıyor. Bu tren biletinin üzerindeki, tarih, trene binilen kentin adı ile varılacak kent, kişi sayısı gibi bilgiler el yazısı ile doldurulmuş. Biletin üzerinde, 1-2, 3-4, 5-6, 7-8, 11- 12, 13-14, 15-16 ve 17 numaraları dikkat çekiyor. Bu numaraların koltuk ya da kompartımana ait olduğu düşünülüyor. Biletin tarih kısmında ise, 4 Mart 1924 yazarken bilete vurulan mühürde de aynı tarih yer alıyor. Biletin numarası ise 014645. Büyük ebatlardaki biletin, alt bölümü ile arkası dünyanın önde gelen otel ilanlarıyla dolu.

725 KİLOLUK BAGAJ
Saraylarda yaşam süren tüm konfora sahip aile, yeni bir yolculuk için tüm varlıklarını doğal olarak geride bıraktı. Ortaya çıkan bu yeni belge ve bilgilere göre, son halife ve beraberindekiler bu yolculukta 725 kg'lık bir bagaja sahip. Osmanlı hanedanının aynı zamanda tek ressam üyesi özelliğine de sahip Abdülmecid ile beraberindekileri taşıyan trenin, yolculuktan iki gün sonra Macaristan'a vardığı, 6 Mart 1924 tarihli bir karakalem çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Abdülmecid bu karakalem çalışmasında, dağlık ve ağaçlık bir yeri anlatıyor. Macaristan'dan geçerken, trenin bir istasyonda durmasından yararlanan Abdülmecid, karakalemle manzarayı kağıda aktarmış. Halife, karakalem çalışmanın sağ alt köşesine, "Büyük ecdadımın muzafferen geçtiği Macaristan" notunu da düşmüş. Abdülmecid ve yanındakiler, İsviçre'ye vardığında onları Bomonti Ailesi karşılar. Aile, Leman Gölü'nün (Cenevre Gölü) kıyısındaki Büyük Alp Oteli'ne yerleşir.

SİYASETLE HİÇ UĞRAŞMADIM
Abdülaziz'in oğlu son Halife'nin kendisiyle ilgili basında çıkan haberler üzerine, kendi el yazısıyla yazdığı bir not da yeni çıkan belgeler arasında. Abdülmecid, bu notta, siyasetle hiç uğraşmadığını, tarafsızlığını koruduğunu anlatıyor.

NİCE SAHİLİNDE YÜRÜYÜŞ
Abdülmecid, Leman Gölü kıyısındaki Büyük Alp Oteli'nde kaldıktan sonra Ekim 1924'te Fransa'nın sahil kenti Nice geçti ve ömrünün geri kalanını Fransa'da tamamladı. Yeni ortaya çıkan başka bir fotoğrafta da, Abdülmecid, kızı Dürrüşehvar ile özel kalemi Hüseyin Nakıp Turan'ın Nice sahilinde yürüyüş yaptıkları görülüyor. Fotoğrafta, Abdülmecid ve kızının şıklığı dikkat çekiyor. Bu arada Dürrüşehvar'ın, 1931 yılında dünyanın en zengin hükümdarlarından Haydarabad Nizamı'nın oğlu Azam Cah ile evlendiği, bu evliliğiyle Berar Prensesi unvanını aldığını da hatırlatalım. Arşivlerden çıkan bir başka fotoğraf karesi de Abdülmecid'in portresi. Bu fotoğrafı özel kılan, fotoğrafın sol alt kısmına Abdülmecid'in kendi el yazısıyla yazdığı bir not ile imzasının bulunması. Abdülmecid'in kaleme aldığı bu satırlarda, "Ecdadı Gazi Turhan Bey gibi besaletle felaketli günlerime iştirak eden katibim Hüseyin Nakip Bey'e yadigarım. 10 zilhicce 1342' ifadeleri ile hicri takvim bilgisi yer alıyor.

BELGELER NAKİP BEY'DEN
Bu tarihi belge ve bilgilere araştırmacı yazar Taha Toros'un arşivine sahip İstanbul Şehir Üniversitesi'nden ulaştık. Arşivciliğe ayrı bir önem veren üniversitenin Kütüphane Direktörü Ayhan Kaygusuz, bugünlerde Taha Toros'un arşivindeki Abdülmecid dosyası üzerinde çalıştıklarını belirterek, "Bu belge ve bilgilerin Abdülmecid'in özel katibi Hüseyin Nakib Bey, büyük araştırmacı Taha Toros'a ulaştırmış. Dosyaları açtığımızda çok zengin bir belge ve bilgiyle karşılaşıyoruz. Abdülmecid dosyasının çalışması tamamlanınca bu döneme ilişkin sergi açmayı da planlıyoruz" diyor. Tarih Öğrencisi ve Araştırmacı Abdullah Karaaslan'dan da, Osmanlıcasıyla, belge ve fotoğraflar hakkındaki açıklamaları öğrendik.
Sabah, Haber: Nebahat Koç, 14.02.2016
'POLİTİKAYI SANATA BULAŞTIRAN DÜŞMEYE MAHKUM'

Ressam, heykeltıraş, marangoz, mimar Heinz Mack, retrospektif bir sergiyle Emirgan’daki Sabancı Müzesi’ne geliyor. Eserler İstanbul’a gelmeden, biz Mack’in Almanya’daki çiftlik evine misafir olduk.

ZERO akımı”nda akla gelen iki ismi var; Otto Piene ve Heinz Mack. “ZERO” derken, 2. Dürya Savaşı’nın kıtlığında, elde avuçta ne varsa onlarla sanat yapmak diye düşünün! İkisiyle de tanıştık. Sabancı Müzesi’ndeki ZERO sergisinde özellikle de Mack’in “Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü” eserini çok sevmiş, sosyal medyada paylaşmaya doyamamıştık. Önümüzdeki hafta bu kez solo sergisi için geliyor Heinz Mack. O gelmeden biz Almanya’daki evine misafir olduk. Yol boyunca Sabancı Müzesi Müdürü sevgili Nazan Ölçer sanatçıyı anlattı ama anlattığından daha fazlasını bulduk. Düsseldorf’taki deposunun girişinde duran dev söğüt ağacının arkasındaki heykelleri görünce, evini hayal dahi edemeyeceğimi anladım. İki adımda bir “Bayanlar, baylar lütfen dikkat edin” dedikçe kendimizi annemizin sadece konukları gelince açtığı “misafir odası”na girmiş gibi hissettik.

Eserlerle dolu bir köşede duruyordum, “Bunu seveceksiniz” dedi Mack ve fişi takıp birden her şeyi canlandırdı. Kinetik eserleri, göreni yolculuğa çıkarıyor, insanı adeta hipnotize ediyor. Optik oyunlarını çok seviyor. (Bu kısmı HTDokun’da görebilirsiniz.) Eserlerini yapabilmek için malzemeleri özenle seçiyor; dokunarak, malzemeyi tanıyarak... “Aklımdakini en iyi bu taş anlatıyordu, yeni bitirdim” diyor bahçesindeki heykelini gösterirken. O sırada ellerine gözüm takılıyor, kocaman ve yıpranmış... Nazan Hanım yolda “Heinz ressam, heykeltıraş, marangoz, mimar... Çok meziyeti var, kaldı mı böyle sanatçı?” diyor. Ellerini kullanarak, tek başına yapıyor eserlerini. Sohbetimiz sırasında onlarca asistanıyla çalışıp eserle bağı gerçek anlamda olmayan Jef Koons ve Anish Kapoor gibi isimlere de laf etmeden geçmiyor.

‘ESERLERİMDE İDEOLOJİ YOK’
Mönchengladbach’daki çiftlik evini alabilmek ve hayalindeki hale getirmek için epey uğraşmış. Her yerde irili ufaklı heykeller, rölyefler, pastel boyalar, marangozluk aletleri, tuvaller, karalamalar... Böyle saydığıma bakmayın, görebileceğiniz en düzenli atölyelerden biri. Yaptığı eserlerin sayısını o bile bilmiyor, eşinin dediğine göre neredeyse bütün gün çalışıyormuş. Mack önce evine buyur ediyor, sonra inceden ayar veriyor: “Eserlerimi çok kişi gördü ama atölyemi çok yakın dostlarım dışında kimse görmedi. Atölyemde ilk kez gazetecileri ağırlıyorum, büyük ihtimalle de son olacak...” Ne kadar şanslıyım! Bırakın atölyesini görmeyi, Heinz Mack ile tanışmak, eserlerini bire bir ondan dinlemek bile çok mühim.

Sohbetimiz sırasında özgürlük duygusunun altını sıkça çiziyor. Politikaya bulaşmak istemiyor, “Poltikayı sanatına yansıtan sanatçı, düşüşe mahkumdur. Benim eserlerimde ideoloji yok” diyor. Kimi eserinde İslam kültüründen etkilendiğini anlatan Mack, İstanbul’daki sergisini çok önemsiyor: “İstanbul’daki sergimin oryantal ve oksidental düşünce arasındaki ilişkiyi gösterme anlamını taşımasını isterim. Umarım sanatçılarınızda etki bırakır ve ilham olabilirim.” Alçak gönüllü davranıyor ama her usta gibi biraz aksi, fotoğrafını zor çektim. O kadar da olsun, Mack, ZERO akımının kurucusu ve Almanya’nın yaşayan en önemli sanatçılarından...

MACK'İN ESERLERİNE 700 BİN LİRA AZ BİLE!
Atölye turundan sonra Beck&Eggeling Gallery’ye gittik, Mack’in oradaki eserlerini görmeye. Nazan Hanım’ın Heinz Mack ile tanışmasına vesile olan galerinin kurucusu Michael Beck konuşurken, bir ara gözüm kataloğa ilişti. Karşısında durduğumuz Mack imzalı heykelin fiyatını da öğrenmiş oldum; 210 bin Euro (Yaklaşık 700 bin TL). Üstelik bu en uygun eserlerinden biriymiş. “Vay canına!” deyince, galeri çalışanlarından bir kadın “Az bile” dedi.

Eserleri Victoria & Albert Museum, Tate Gallery, Manchester Art Gallery, MoMa gibi müze ve galerilerin koleksiyonlarında yer alıyor, peşine düşebilirsiniz. Ya da ayağınıza kadar gelen Sabancı Müzesi’ndeki “Mack: Sadece Işık ve Renk” sergisini gezebilirsiniz. Tahincioğlu Holding’in desteklediği sergi, sanatçının 85. yaşını ve kariyerinin 60. yılını Uzakdoğu, Avrupa ve Türkiye’de gerçekleşen bir dizi sergiyle taçlandırması açısından önem taşıyor. Küratörleri müze müdürü Dr. Nazan Ölçer ve Royal Academy of Arts Londra’nın eski direktörü Sir Norman Rosenthal olan sergiyi 17 Temmuz’a kadar görebilirsiniz. Hatta mutlaka görün, Nazan Hanım’ın da dediği gibi “Bu sergi geçmişten bugüne eserlerinin yer aldığı bir çeşit retrospektif.”
Habertürk, Haber: Ece Ulusum, 14.02.2016

TARİHİ YARIMADA'DA TALAN 500 YILLIK MAHALLEYE SIÇRADI

İstanbul'da tarihi yarımadada rant iddialarının ardı arkası kesilmiyor. Fatih'teki 500 yıllık Ayvansaray Türk Mahallesi'ndeki tek katlı ahşap binaların büyük bölümü ‘yenileme' adı altında yıkıldı. Bölgede şimdi  6 katlı otel inşaatı yükseliyor. Vatandaşlar, mahallenin ranta kurban edildiğini öne sürüyor.

Tarihi yarımadanın kalbi Fatih'teki 500 yıllık Ayvansaray Türk Mahallesi'ndeki ahşap binalar turizm bahanesiyle Ranta kurban edildi. İddiaya göre, kentsel sit bölgesinde bulunan mahallede ‘yenilemerasyon' adı altında, 90 civarındaki ahşap binanın büyük bölümü yıkıldı. Bölgeye bir otel yapılması tepkilere sebep oldu. Mimarlar Odası, tarihi yarımadanın ‘yenileme alanı' adı altında ranta açıldığını öne sürdü.

Ayvansaray'daki surların hemen yanı başındaki Türk Mahallesi turizm bahanesiyle ranta kurban edildi. Mahalledeki tek taklı ahşap binaların bazıları restore edilirken, evlerin büyük bölümü yıkıldı. İstanbul'un fethi için gelen ve Peygamber Efendimiz'in (sas) süt kardeşi Hz. Şeybe'nin de aralarında olduğu sahabe kabirlerinin yanı başındaki mahallede şimdi bir otel yükseliyor. Otel inşaatının sürdüğü alanda Toklu Dede Mescidi bulunuyor. 1929 yılında yıkılan ama parseli hala imar planlarında cami olarak gözüken Toklu Dede Mescidi'nin yeri otel projesi için imar planlarında defalarca değiştirildi. Mescidin bulunduğu parsel otelin bulunduğu yerde sıkışmış vaziyette.

‘Ayvansaray Toklu Dede Projesi' adıyla dönüştürülen mahallede vatandaşlara 6,5 metre yükseklikte imar izni veriliyor. Fatih Belediyesi ve yenileme kurulunun izniyle yapılan otel ise çatı katındaki terasla birlikte 6 kat olarak yükseliyor.

‘OTEL YAPILDI, İZİN SONRADAN ALINDI'
Yıllar önce mahallenin yarısından fazlasının yeşil alan olduğunu belirten Fener Balat Ayvansaray Derneği (FEBAYDER) Başkanı İbrahim Gültekin, otel inşaatıyla ilgili yasal izinlerin sonradan alındığını iddia etti. Gültekin, şunları kaydetti: “Türk Mahallesi'nde binalar çok hisseli olunca ev sahipleri satıp para kazanmak istedi. Zaten sit alanı diye belediye bir şey yapmaya izin vermiyordu. Mülk sahiplerinden bir iki kişi haricinde parseller toplandıktan sonra herhangi bir arkeolojik çalışma ya da izin olmadan inşaat başladı. Mart 2014'teki yerel seçimlerden sonra da inşaat hiç başlamamış gibi izin çıkarıp Meclis'ten geçirdiler.”

VATANDAŞA İZİN YOK; AMA OTELE VAR
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Çevre Etki Değerlendirme Kurulu Üyesi Mimar Mücella Yapıcı'ya göre, mahallenin asli yapısı bozulmadan yenileme yapılması gerekirken kat sayısı artırılarak ahşap binaların yerine sıralı beton binalar dikildi. Yapıcı, şunları kaydetti: “500 yıllık mahallenin yok edilmesine gerçekten içim acıdı. Oraya beton bir otel konduruldu. Bir yeri korumak oranın içindeki yaşamı ve kimlikleri korumakla olur. Ayvansaray Türk Mahallesi örneği gibi korkunç katı yasalarla vatandaşa izin verilmezken aynı irade orayı yıkıp otel yapıyor.”

Zaman, Haber: Cafer Can, 13.02.2016

İKİ DEFA RESTORE EDİLEN ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ DÖKÜLMEYE BAŞLADI

Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi'nin türbesi, 6 ay içinde 2 defa restore edilmesine rağmen duvarlarının döküldüğü görüldü.

Bilecik'in Söğüt İlçesi'nde bulunan ve son olarak II. Abdülhamit Han tarafından yaptırılan Ertuğrul Gazi Türbesi, yılda binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Türbede meydana gelen hasarlardan dolayı Vakıflar Genel Müdürlüğü, restore için açılan ihaleyi 15 Mayıs 2015 tarihinde bir firmaya vermişti.

Türbeyi Eylül ayındaki Söğüt Şenlikleri'ne yetiştirmek için çalışmaya başlayan firma, restorasyonu hızlandırdı. Restorasyon, şenliklerden önce tamamlandı. Ancak birkaç ay geçince yapılan işler bozulmaya, yapılan sıvalar dökülmeye başladı.

Bunun üzerine firma, ikinci defa türbeyi restore etti fakat bu restorasyon da uzun sürmedi. Günlerdir elektrikleri kesik olan türbenin iç ve dış duvarları su aldığı için sıvası dökülmeye başladı. Hatta tarihi çinilerin bile dökülme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı görüldü.

'DİZİSİ İÇİN MİLYON HARCANIYOR, TÜRBEYE SAHİP ÇIKILMIYOR'
Kış aylarında olmasına rağmen her gün çok sayıda ziyaretçinin geldiği Ertuğrul Gazi Türbesi'nin bu hali ziyaretçilerin tepkisini çekiyor. Ziyaretçiler, "Dizisi için milyonlar harcanan türbeye neden sahip çıkılmıyor?" diye tepkilerini dile getiriyor.

Zaman, 12.02.2016

TARİHİ GAR HİZMET VERMEYE HAZIRLANIYOR

Manisa’daki Yunusemre Belediyesi tarihi Horozköy Garı binasını restore ettirerek kadınlara yönelik kurs ve aktiviteler düzenleyecek.

Yunusemre Belediyesi Fen İşleri ekipleri, kadınlar için çeşitli kurs ve aktivitelerin düzenleneceği tarihi Horozköy Garı binasında çalışmalarını tamamladı. Garın yanındaki alana 24 metrelik vagonun konuşlandırılacağı proje kapsamında, anneleri kursa katılan minikler, hem eğlenecek hem de eğitilecek. Belediye Başkan Yardımcısı Saniye Altay, yaklaşık 1 yıl önce TCDD ile bir protokol imzaladıklarını ve şu anda kullanılmayan Horozköy Gar binasının kullanım hakkını aldıklarını ifade etti. Yalnızca kadınları değil, çocukları da düşünerek hareket ettiklerini anlatan Altay, "Tarihi yapıda dokuyu bozmadan TCDD’den vagon talep ettik. Vagon şu anda tadilattan geçmeyi beklerken; ray ve traversleri kurumun Manisa’da hizmet veren makine ikmal bölümüyle çalışma yaparak çok kısa bir süre içerisinde bölgeye sevk edip montajını yaptık. Vagondaki restorasyon tamamlandığında hem kadınlara hem çocuklara çok güzel bir aktivite alanı kazandıracağız" dedi.
Hürriyet, Haber: Mehmet Hakkı Özbayır, 12.02.2016

MARMARA KÖŞKÜ YIKIMINA DURDURMA

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin, Atatürk Orman Çiftliği arazisi içerisinde bulunan Marmara Köşkü'nün yıkımı ile rekonstrüksiyon olarak yeniden yapım projesine onay veren kurul kararının iptali için açtığı davada kurul kararının yürütmesi durduruldu.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Marmara Köşkü'nün yıkılacağına dair haberler üzerine yargıya başvurmuştu. Ankara 6. İdare Mahkemesi, dava konusu işlemin yıkıma ilişkin olması ve telafisi güç zarar görebilecek nitelikte bulunması nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığının savunması ve ara karar cevabı alınıp ya da savunma ve ara karara cevap verme süresi geçip yeni bir karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına karar verdi.

"Köşk yıkılmadan, statik sorunu varsa güçlendirilmelidir"
Konuyla ilgili açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, "Marmara Köşkü, Gazi Orman Çiftliği'nin başlıca dinlenme ve eğlence mekanı olan Marmara Havuzu'nun bulunduğu halka açık parkın bir parçası olarak Atatürk'ün isteği üzerine yapılmıştır. Mustafa Kemal, Atatürk Orman Çiftliğini ve diğer mülkiyetindeki çiftlikleri Marmara Köşkünde halka bağışlanmıştır. Koruma mevzuatı gereği rekonstrüksiyon müdahale biçimi ancak tescil edilen ve tescil edilmesi gereğine rağmen elde olmayan sebeplerle tescili yapılmamış ve/veya herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapılar için uygulanabilecekken Koruma Kurulu 1928'den beri sağlam bir şekilde ayakta duran 2 katlı Marmara Köşkünün rekonstrüksiyon (yeniden yapım) projesini uygun bulmuştur. Bu karar koruma mevzuatına ve hukuka aykırı olduğu için yargıya taşıdık. Yürütmenin durdurulması kararı oldukça sevindiricidir. Köşkün yıkılmadan var ise statik bir sorun güçlendirilerek korunması en doğru çözüm olacaktır." dedi.

Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 12.02.2016

CHP, HASANKEYF'İN SULAR ALTINDA KALMASININ ENGELLENMESİNİ İSTEDİ

CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci, Hasankeyf'in su altında kalmasının engellenmesi için TBMM Başkanlığı'na araştırma önergesi verdi.

Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Yedekci önergesinde özetle, “Anadolu ve Mezopotamya’nın uygarlık tarihinde çok önemli kültürel değerler olduğu bilinmektedir.

Hasankeyf, Mezopotamya'da insanlığın yerleşik hayata geçtiğinin en belirgin örneğidir. Hasankeyf'i birinci derece sit alanı yapan en önemli özellik bir bütün içerisinde, mağaralar, kalenin tarihi dokusu, ibadethaneler ve burada yaşayan atalarımızın mezarları, Zeynel Bey Türbesi ve kazı çalışmaları daha bitmemiş, gün ışığına çıkmayı bekleyen binlerce tarihi eserin burada yer almasıdır. Sular altında kalacak olan binlerce mağaranın taşınması zaten söz konusu değildir." izahında bulundu.

Yedekci, Hasankeyf'te gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen kültürel ve tarihi mirasın korunması ve kentin sular altında kalmasının engellenmesi için alınacak önlemlerin saptanması amacıyla Meclis araştırması açılmasını talep etti.
Zaman, 12.02.2016



******


BİR HASANKEYF HİKAYESİ: TARİHİMİZ GİTTİ, EVİMİZ GİTTİ, TOPRAĞIMIZDA MÜLTECİ OLDUK

Hasankeyf'i yutacak Ilısu Barajı'nın inşaatı devam ederken, halkın ilçeyi boşaltması için kaymakamlığa yazı gönderildi. Bir yandan 10 bin yıllık tarihin sular altında kalacağına üzülen halk, diğer yandan istimlak bedeli sebebiyle mağdur olmuş durumda.

Batmanlı Hüsna teyze kalenin tam karşısında, küçük bir evde mütevazı bir hayat yaşıyor. Binlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapan mağaraların üstünden Dicle'yi seyrediyor. Tıpkı Mehmet amca gibi... Hasankeyf'in iki mahzun sakini, dedelerinden kalan evleri terk etmeye zorlanıyor. Ve ikisi de bugünlerde daha çok hüzünlü. Muhtarlıklara gönderilen ‘evlerini boşaltsınlar' haberi onlara çoktan ulaşmış. Sona gelindiğinin farkındalar, evlerinden çıkarılacaklarını biliyorlar ama gidecek yerleri yok. Mehmet Çiğci, “Kendi toprağımda mülteci durumuna düşürüldüm. Tarlamı ekemiyorum, bağıma bakamıyorum. Şimdi boşaltın diyorlar, yüreğim yanıyor. Tarihimiz gitti, evimiz tarlamız gitti. TOKİ'ye borçlandırmak istiyorlar.” diyor. Hüsna Öztürk ise farklı düşünmüyor. “Bize ne yer verildi ne ev yapıldı, nereye gideceğiz? Bunlar dünyalık şeyler, ya sular altında kalacak bu kadar zatın kabri ne olacak?” diye soruyor.

Hasankeyf'i yutacak Ilısu Barajı'nın inşaatı devam ederken hükümet, yıllardır ‘tarih sulara gömülmesin' diye feryat eden tüm çevrelere rağmen ilgili kanun tasarısını Meclis'ten geçirdi. Akabinde Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü harekete geçerek vatandaşların ilçeyi boşaltmaları için kaymakamlığa yazı gönderdi. Çok yakında 250'e yakın (kazı yapılmadığı için altında ne olduğu bilinmeyen) höyük, 5 binden fazla mağara, tarihi camiler, minareler, kilise kalıntıları, sahabe kabirleri, türbeler, tarihi köprüler gibi eşsiz değerler sular altında kalacak. Ve insanlar... Onlar da evinden, yurdundan olacak. Evet Hasankeyf'te sona doğru gelindi. Ancak ilçede büyük sıkıntılar devam ediyor. ‘Yeni Hasankeyf'te ilçeye cevap verecek konut hala yapılmış değil. Esnafların gideceği, işyerini açacağı dükkanlar daha inşa edilmedi. İstimlak edilen evler ve işyerleri için biçilen değer ise mağduriyetin temelini oluşturuyor. Hasankeyf'in tarihi çarşısındaki dükkanların kimisine 8 bin kimisine 10 bin TL istimlak bedeli yazılmış. Evleri, 20 ya da 30 bin liraya istimlak eden hükümet, TOKİ'de yapacağı konutları, farklı seçenekler olmakla birlikte, 160-70 bin TL'ye ‘hak sahibi'ne vereceğini açıklamış. Hasankeyf'in tarihi İlçesi'ndeki esnaflardan Hayrullah Gündüz, işyerine kamulaştırma için verilen 8 bin liranın çok komik bir rakam olduğunu belirtiyor.

12 BİN YILDIR YERLEŞİM YERİ
Hasankeyf, 12 bin yıldan beri bilinen yerleşim yeri olarak kullanılan nadir yerlerden biri. Anadolu'da Ortaçağ'a ait bütünlüğünü koruyabilen tek şehir olma özelliğini taşıyor. Asur ve Urartu dönemlerine kadar inen bir geçmişi olan şehirde Romalıların da izleri var. Milattan sonra 4. yüzyılda Hasankeyf 'i alan Bizanslılar, buraya kale inşa eder. Bizans'ın hakimiyeti Müslümanların burayı ele geçirdiği 7. yüzyılın başlarına kadar sürer. Hasankeyf, 1101-1232 tarihleri arasında Artukoğulları'nın başkenti olur. Daha sonra Eyyubiler alır ve Moğol istilası başlar. Söz konusu istila döneminde bölgedeki pek çok yerleşim yeri gibi Hasankeyf de tahrip edilir. Eyyubiler daha sonra beyliklerden alarak yeniden imar eder. 1516 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu'na dahil edilir.

TAŞINACAK MI, SULAR ALTINDA MI KALACAK?
Hasankeyf'te bulunan El Rızk Camii, Koç Camii, Sultan Süleyman Camii, Kızlar Camii, Küçük Cami, Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesi, Artuklu Köprüsü, sahabe Abdullah Varakanna'nın taşınması planlanıyor. Ancak uzun süredir taşınmaya yönelik çalışmalar durmuş durumda.

2006'DA ‘SİT ALANINA BARAJ YAPILAMAZ' KARARI ALINMIŞ
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu 27 Ekim 2006 tarihinde barajların sit alanı dışına yapılması yönünde karar almıştı. Kararda şu ifadeler yer alıyor:  “Baraj yapılması planlanan alanlarda, bir heyet tarafından mevcut ve olası taşınmaz kültür varlıklarının envanter ve belgeleme çalışmalarının yapılmasına, söz konusu alanda taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunması halinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından planlanan alanın dışında baraj alanı olarak başka yerlerin planlamasının yapılmasına...”

NEREYE GİDECEĞİMİ BİLMİYORUM
Hasankeyf çarşısında keçi kılı dokumacılığının son ustalarından olan Faris Ayhan (83), bundan sonra ne yapacağını ve nereye gideceğini bilmediğini söylüyor. “Evladım insan doğup büyüdüğü yeri nasıl terk edebilir?” diye soruyor. Faris amcanın yeğeni Arif Ayhan da, “Ekmeğimi kazandığım tezgah olmayınca ben ne yaparım? Ben artık buralarda durmam, başımı alır giderim.” diyor.

Dicle Nehri'nin kıyısındaki bereketli topraklarda ikamet eden Hasankeyf'in sakinlerinden Mehmet Çiğci (80) de tepkisini şöyle dile getiriyor: “Kendi toprağımda mülteci durumuna düşürüldüm. Tarlamı ekemiyorum, bağıma bakamıyorum. Şimdi boşaltın diyorlar, yüreğim yanıyor. Tarihimiz gitti, evimiz tarlamız gitti. TOKİ'ye borçlandırmak istiyorlar. 50–60 yıllık bir enerji için 10 bin yıllık bir tarihi heba ediyorsunuz. Bunun izahını yapan yok.”

BİR BARAJ İÇİN TARİH FEDA EDİLDİ
Veysi Ayhan:  “Hasankeyf, 12 bin yıllık geçmişi olan ve UNESCO kültürel miras kriterlerinin onda dokuzunu taşıyan dünyadaki tek yerdir. Bu değeri geleceğe taşıyıp büyük bir proje ile turizme kazandırmak yerine, ömrü ancak 50 yıl civarı olacak bir baraja feda edilmek istenmektedir. Hasankeyf'teki arkeolojik alanların ancak yüzde 20 – 30'u gün yüzüne çıkarılmış durumda. Geri kalan arkeolojik alanlarda kazılara bugün başlanırsa 60 yıla kadar gidebilecek bir zamana ihtiyaç var.”

YENİ YERLEŞİM YERİ YAPILMADI, İSTİMLAK BEDELLERİ DÜŞÜK
AKP'li Hasankeyf Belediye Başkanı A. Vahap Kusen: “DSİ bir yazı gönderdi, 15 gün içerisinde tahliye edilmesiyle ilgili. Ama yeni yerleşim için mümkün değildir. Çünkü yeni yerleşim yapılmadan vatandaşa tebliğ etmek doğru değildir. İskan ile ilgili bir durum yok. İstimlak bedelleri çok düşük. Bu rahatsızlığımızı her yerde dile getirtiyoruz. Hasankeyf'in su altında kalmasına destek veren bir insan değilim. Şu anda yeni bir yerleşim yapılıyor. Yeni yerleşimlerde kamu binaları bitmesine rağmen ben belediye olarak yeni yerleşime girmedim. Halkın olduğu yerde ben yerel yönetimler olarak orada dururum. Halk orada olduğu sürece de ben yeni yerleşime gitmeyi düşünmüyorum.”

Zaman, Haber: İsmail Avcı, 14.02.2016

BALIKÇI AĞINA ANTİK ÇAĞDAN KALMA KÜP TAKILDI

Trabzon'un Araklı İlçesi'nde bir gemideki balıkçılar tarafından Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 300 kilogramlık küp bulundu. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ekiplerince gemiden alınan küp, incelenmek üzere Trabzon Müzesi'ne götürüldü.

Trabzon'da, Karadeniz'e açılan bir balıkçı gemisinin ağına, Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu tahmin edilen 300 kilogramlık küp takıldı.

Araklı Limanı'ndaki "Adem Baba 3" adlı geminin kaptanlığını yapan Yakup Uzun, mürettebatla açılarak Arsin İlçesi yakınlarında denize ağ attı. Gemi çalışanları, bir süre sonra toplamak istedikleri ağda yaklaşık 1,5 metre yüksekliğinde küp olduğunu fark etti.

Küpü dikkatli şekilde güverteye alan çalışanlar, limana geldiklerinde ise durumu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bildirdi. Yetkililerin Araklı Limanı'na gelmesinin ardından, yaklaşık 300 kilogramlık küp, bir kamyonete yüklendi.

MÜZE PERSONELİ SEFERBER OLDU
Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu tahmin edilen küp, zarar görmemesi ve incelemesinin yapılabilmesi için Trabzon Müzesi'ne getirildi.

Küp, müzenin 10 personeli tarafından araçtan indirildi. Personel, kırılmaması için lastik ve sünger kullandıkları küpü, yaklaşık 45 dakikalık çalışmanın ardından müzeye alabildi.

Küple ilgili çalışmalara başlayan yetkililer, "pitos" adı verilen bu tür küplerin, antik çağda genellikle şarap ile zeytinyağı gibi sıvı ve kuru tarım ürünlerinin depolanması için kullanıldığını bildirdi.

"İLK ANDA HEYECANIMIZA ENGEL OLAMADIK"
Geminin kaptanı Yakup Uzun yıllardır Karadeniz'de avlandıklarını söyledi.

Küpü ağlarda gördükleri ilk anda heyecanlarına engel olamadıklarını anlatan Uzun, "Öğleden sonra denize çıktık ama balık bulamadık. Ardından akşam saatlerinde yeniden denize açıldık ve ağ attık. Ağı çekerken baktık ki içinde küp var. İlk önce içinde altın vardır diye heveslendik. O kadar büyük bir küpte altın olsa bir servet ama çıkardıktan sonra içinde bir şey olmadığını anladık. Güverteye koyduk ve yetkilileri arayarak bilgi verdik" diye konuştu.

Küpün ağlara takılmasının kendileri için maddi zarar oluşturmadığını bildiren Uzun, "Birkaç kez buna benzer olay başımıza geldi ancak onlarda küpler çok ufaktı ve çıkarılırken kırıldı. Bunu güzel şekilde çıkardık" dedi. 
Hürriyet, 12.02.2016

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından Sarayköy’de yapılan operasyonda bir aracın bagajında çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

Bir ihbarı değerlendiren Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Sarayköy’de iki kişinin elinde tarihi eser bulunduğu ve bu eserleri satmaya çalıştığı bilgisine ulaştı. İhbar doğrultusunda şüphelileri takibe alan jandarma, operasyona başladı. Sarayköy İlçesi'nde şüpheli aracı durduran ekipler, araç içerisinde yaptığı aramada çok sayıda tarihi eser ele geçirdi. Aracın bagajında bulunan bin 259 adet sikke, 1 adet insan figürlü heykel, 1 adet kartal başlı obje, 7 adet ok başı, 26 adet yüzük, 5 adet kolye ve 44 adet çeşitli tarihi eser ele geçirildi. Ele geçirilen tarihi eserler Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, 2 şüphelide gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Milliyet, 12.02.2016
EVİN BAHÇESİNDE TARİHİ ESER BULDU

Denizli'nin Çardak İlçesi'nde bir evinin bahçesinde tarihi esere rastladı.

Cumhuriyet Mahallesi'nde yaşayan Uğur Yıldız, evinin bahçesinde soğan dikimi yaptığı sırada tarihi eser parçasına rastlayınca durumu jandarma ve müze müdürlüğü ekiplerine bildirdi.
Müze müdürlüğünden gelen görevliler, toprak altında tarihi bir mezar olduğunu tespit etti.
Yıldız, gazetecilere yaptığı açıklamada, bahçede soğan dikmek için kazı yaptığı sırada taş parçalarına rastladığını, bunun üzerine kazıyı devam ettirince mezarın üst kısmına rastladığını söyledi.
Beyaz Gündem, 12.02.2016
ATA'NIN KALDIĞI EV RESTORE EDİLECEK

Balıkesir’in Edremit İlçesi’nde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934 yılında kaldığı Çayiçi Caddesi üzerindeki tarihi bina, Edremit Belediyesi’ne kazandırıldı. Birkaç defa el değiştiren ancak SİT alanı olması nedeniyle düzenleme yapılamayan yapı, aslına uygun olarak restore edilerek Atatürk’ün hatıralarıyla donatılacak.



Ulu Önder Mustafa Kemal Atatük’ün Edremit’e ikinci kez geldiği 14 Nisan 1934 tarihinde konakladığı Çayiçi Caddesi üzerindeki tarihi bina CHP’li Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka’nın başlattığı girişimler sonucunda Edremit Belediyesi’ne kazandırıldı. Halk arasında ‘Atatürk’ün kaldığı ev’ ve ‘Sezai Beyin evi’ olarak bilinen Tuzcumurat Mahallesi Çayiçi Caddesi üzerinde, yıllardır metruk bir halde bekleyen, bahçeli, iki katlı tarihi evin tapusu kamulaştırma yoluyla Edremit Belediyesi’ne çıkarıldı.



Anıtlar Kurulu tarafından da tescilli olan evin Edremit’e yakışır hale getirileceğini belirten Başkan Saka, tarihi yapının kazandırılmasına katkı veren ev sahiplerine teşekkür etti. Saka, "Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934 yılında Edremit’e ikinci kez geldiğinde konakladığı tarihi yapıyı yaptığımız girişimler sonucunda Belediyemize kazandırdık. Yıllardır şehrin merkezinde metruk bir şekilde duran bu tarihi yapıyı Anıtlar Kurulu’ndan gerekli izinleri alarak aslına uygun bir şekilde restore edip, Ulu Önderimizin manevi anısına yakışır şekilde Edremitimizin prestij merkezi haline getireceğiz" dedi.
Hürriyet, Haber: Fatih Emrah Erdoğan, 12.02.2016
MODERN MİMARLIĞIN ÖNEMLİ İSMİ LE COURBUSIER İSTANBUL'DA AĞIRLANIYOR

İstanbulSMD, modern mimarlığın önemli isimlerinden Le Corbusier’nin yarım asıra yayılan yapıtlarından bir bölümünü, Fondation Le Corbusier’nin desteği ve Seranit Grup’un sponsorluğunda gerçekleştireceği sergiyle izleyicilere açıyor.


İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İstanbulSMD), modern mimarlığın önemli isimlerinden Le Corbusier'nin yarım asra yayılan yapıtlarından bir bölümünü, mart ayında açılacak "Çapraz Yansımalar/Mimarlık, Fotoğraf ve Metin" isimli sergiyle izleyicilere açıyor. Fondation Le Corbusier'in desteği ve Seranit Grup'un sponsorluğunda açılacak sergi, mimarlık fotoğrafçısı Cemal Emden'in son beş yıldır oluşturduğu Le Corbusier portfolyosu içinden yeni bir seçki olarak sergiye 9 Mart 2016 'da Teşvikiye Galeri Işık'da açılacak ve 8 Nisan'a kadar izlenebilecek olan sergide,

Emden'in fotoğraflarının yanı sıra, Türkiye'den ve yurtdışından, Le Corbusier üzerine araştırma ve çalışmaları olan akademisyenlerin yazdığı metinler de yer alacak.

Sergi, hem ölümünün 50. yılının ardından Le Corbusier'nin işlerini hatırlamak hem de mimarlık, fotoğraf ve metin arasındaki ilişki biçimleri üzerinde düşünmek üzere tasarlandı. Burcu Kütükçüoğlu'nun küratörlüğünde gerçekleşecek sergi, mimarın önemli yapılarının ve güncel durumların izlenmesi için önemli bir fırsat sunuyor.

Davetli yazarlar sergiye metinleriyle katkıda bulunacak Cemal Emden'in çektiği Le Corbusier yapılarına dair bir grup fotoğraf, Türkiye ve yurtdışında, görsel kültür ve görsel sanatlar alanlarında çalışan akademisyenlere gönderilerek, onlardan içlerinden seçecekleri bir yapı üzerine, o imgenin kendilerine neden 'çekici geldiğini' ifade eden bir başlık ve bir kısa metin üretmeleri istendi. Bu format ünlü görsel kültür düşünürü Roland Barthes'ın Camera Lucida adlı kitabındaki yaklaşımından ilhamla tasarlandı. Proje, mimarlık ve fotoğraf üzerine eşzamanlı, spontane ve öznel düşünceler üretmek için zemin sunmayı amaçlıyor. Metinlerin yazarlarından, seçtikleri imgelerin mimari ya da fotografik açıdan çarpıcı yönlerini ortaya çıkaracak kişisel yorumlarını, serbest bir tarzda ifade etmeleri bekleniyor. Davetli yazarlar, sergiye metinleriyle katkıda bulunmalarının yanı sıra, fotoğraf seçkisinin belirlenmesinde oynadıkları rolle, küratoryal sürecin de parçası oluyorlar.

Mimari kültürün ve fiziksel çevrenin gelişimine katkıda bulunan projeleri destekleyen Seranit Grup ve İstanbulSMD organizasyonu ile gerçekleştirilecek sergiye ek olarak, sergilenen fotoğraf ve metinlerin yer alacağı bir kitap basılacak ve metinleriyle katkı yapmış olan akademisyenlerden bir grup ile sergi açılışında bir panel düzenlenecek.
Arkitera, Haber: Nilğfer Karakoç, 12.02.2016

BİTLİS KİLİSESİ DESTEK ARIYOR

Bitlis Belediyesi, Bitlis merkez Hersan Mahallesi Kurubulak mevkiinde bulunan Surp Nişan Kilisesi’nin restorasyonu için destek arıyor.

Belediyenin, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı’na (DAKA) sunduğu proje kabul edildi. Ancak restorasyon için halen desteğe ihtiyaç var. Belediye Eş Başkanı Hüseyin Olan, kilisenin geleceğini garanti almak istediklerini söyledi.  Belediye Eş Başkanı Olan, restorasyona destek için İstanbul’da görüşmeler yaptı. Başkan Olan ve beraberindeki heyet, 5 Şubat Cuma günü Türkiye Ermenileri Patrikhanesi’ni ziyaret ederek Başepiskopos Aram Ateşyan’la görüşerek restorasyon süreciyle ilgili destek istedi.  Restorasyon sürecine ilişkin Agos’a bilgi veren Olan, “Kilise eskiden Tekel’in kullandığı bir arazinin içinde. Tekel’in tasfiyesinden sonra mülkiyeti Belediye’mize geçti. Bakımsız kalmış. Biz de kilisenin yeniden işlevi hale gelmesi için çalışmalara başladık. Kilisenin restorasyonu için projeler hazırlandı ve ilgili kurullar tarafından onaylandı. Ancak restorasyon maliyetli bir süreç. Bu konuda desteğe ihtiyacımız var” dedi.  

Başepiskopos Ateşyan’la yaptıkları görüşmede destek istediklerini aktaran Olan, Patrikhane’nin kendilerine teknik çalışmalar boyunca yardımcı olabilecekleri sözünü aldıklarını söyledi. Kilisenin, restorasyonun ardından Kent Müzesi ve sergi alanı olarak kullanılacağını belirten Olan, ilerleyen zamanlarda talep gelmesi halinde belirli dönemlerde ibadete açılabileceğini de sözlerine ekledi. Olan,  “Bizim başkanlığımız döneminde kilisenin restorasyonunu tamamlamak ve geleceğini garanti altına almak istiyoruz” dedi. 
Agos, Haber: Uygar Gültekin, 12.02.2016

VAN GOGH'UN YATAK ODASI KİRALIK!

  
Chicago Sanat Enstitüsü'nde başlayacak olan Van Gogh sergisi için, bir ev kiralama sitesi üzerinden tutulan daireler, ünlü ressamın Fransa, Arles'daki evinin yatak odası olarak döşenip konaklamaya açıldı.
Gelecek Pazar günü Chicago Sanat Enstitüsü’nde başlayacak olan Van Gogh sergisi için yapılan bu özel çalışma, ressamın 1888 ve 1889 yıllarının farklı dönemlerinde çizdiği Oda tablosunun üç versiyonun da Kuzey Amerika’da ilk defa sergilenecek olması açısından önemli bulunuyor. Geceliği 10 dolardan kiralanacak olan odaların uygunluk durumları ise enstitünün sosyal medya sayfalarından duyurulacak.



Time’da yer alan habere göre iki misafirin kalabileceği Van Gogh’un yatak odası temalı bu odalarda konuklar kablosuz internet bağlantısı, çamaşır ve kurutma makinesi ve televizyon gibi hizmetlerden de yararlanabilecek.

Söz konusu odaları kiralayamayan ancak bu atmosferi deneyimlemek isteyen sanatseverler içinse Van Gogh’un yatak odasının ‘dijital olarak geliştirilmiş bir rekonstrüksüyonu’ sergilenecek.

Sergi 14 Şubat 2016 - 10 Mayıs 2016 tarihleri arasında ziyarete açık olacak.

Radikal, 11.02.2016
MUĞLA'DA KYON ANTİK KENTİ İÇİNDEKİ OTOPARK KALDIRILDI

Muğla’ya bağlı Yatağan İlçesi’nin Çamyayla Köyü'nde yer alan ve Roma dönemine ait olan Kyon antik kenti tiyatrosunun orkestra kısmı otopark olarak kullanılıyordu. Kültür Varlıkları, gelen tepkilerden sonra en az 2000 yıllık olan tiyatro içindeki otopark kaldırıldı.

Kyon antik kenti tiyatrosunun orkestra kısmı otopark olarak kullanılıyordu. Ayrıca tepeye yaslanmış bir şeklinde konumlanan ve evlerin arasında kalmış tiyatronun içine parke taşı döşenmişti.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Abdullah Kocapınar, sosyal medya üzerinden Arkeolojihaber’e son durumu gösteren fotoğraf gönderdi. Kocapınar, “10.02.2016 günü itibariyle tiyatronun görüntüsü” dedi.

MUĞLA’DA KYON ANTİK KENTİ HAKKINDA
Konum olarak Muğla Kavaklıdere İlçesi yakınlarındaki Çamlıbel (eski isimleri Çamyayla ve Belibol) beldesindedir. Bölgede arkeolojik kazı yapılmadığı için şehir hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ünlü coğrafya yazarı Strabon, ‘Antik Anadolu Coğrafyası’ isimli kitabında şehrin sadece isminden bahsetmesine karşın yerleşim hakkında başka bilgi vermez. Roma döneminde kendi adına sikke bastırmış olması o dönemlerde önemli bir yerleşim olduğunun göstergesi olarak kabul ediliyor.

Şehrin Bizans zamanında da varlığını devam ettirdiğini görüyoruz. Bu dönemde ‘Paliapolis’ ismiyle biliniyor. Roma dönemiyle tarihlendirilen tiyatrosunun büyük bir kısmı ve orkestrası toprak altında kalmış. Günümüzde tiyatroya ait olan 13 basamaklı bir oturma grubunu görülüyor. Bu şehirden günümüze ulaşan başka bir bulgu yok. 
Hürriyet, 11.02.2016

İZNİK'TEKİ LAHİT UZMAN EKİPLER TARAFINDAN TEMİZLENECEK

İtalya'nın başkenti Roma'da geçtiğimiz iki ay önce İmparatorluk Forumları'ndaki (Fori Imperiali) sütunlardan birine metal parayla adını kazıyan Türk öğrenci gözaltına alındıktan sonra 2 bin 200 euro para cezasına çarptırılmasının ardından magandaların verdiği zararlarla gündeme gelen tıpkı Roma'daki eserler kadar tarihi geçmişe sahip İznik Lefke Kapısı çıkışındaki yamaçta yekpare bazalt taşından yapılan Berberkaya Lahiti'ne sahip çıkıldı. 

     

Üzerine neredeyse lahitin tamamını kaplayacak şekilde sprey ya da yağlı boya ile isimlerini yazanların oluşturduğu görüntüler nedeniyle turizmcileri isyan noktasına getiren zararın telafisi için Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Röleve ve Anıtlar Kurulu çalışma başlattı. Geçen yıl onaylanan proje doğrultusunda anıtın çevre temizliği yapıldı, ardından turistlerin daha rahat çıkmaları için 300 metrelik merdiven döşendi. 



Tepenin aşağısında bulunan lahide gidemeyen vatandaşların eseri izleyebilmesi için özel platform çalışmasına başlandı. 

Lahit üzerindeki sprey ve yağlı boyaların temizlenmesi için onay çıktığı ve önümüzdeki günlerde İstanbul'dan gelecek uzman bir ekibin çalışmalara başlayacağı bildirildi. 



BERBERKAYA LAHDİ
Halk arasında Berberkayası olarak da adlandırılan lahit, antik çağdan İznik'e kalan eserlerden en önemlisi sayılıyor. Lahitin, Bityhnia kral mezarlarından olabileceği öngörülüyor. Bu varsayıma göre Nikaia ile tek ilişkisi olan 2'nci Prusias, oğlu Nicomedes ile girdiği mücadele sonucu İznik'e sığınmış. Daha sonra İzmit'te öldürüldü. 2'nci Prusias'ın ölümü üzerine hazırlanan yekpare lahtin İznik'e getirilirken çatladığı tahmin ediliyor. Bu varsayıma göre lahitin MÖ 149 yılına ait olduğu tahmin ediliyor. Fakat bu görüşe katılmayan sanat tarihçisi Prof. Semavi Eyice'ye göre lahit İznik'e hakim bir tepeye yerleştirilmiş, depremler veya zemin kayması sonucu tepeden aşağıya yuvarlanarak olduğu yere yan yatarak göle bakan alınlığı kırılmış.

Bursa Olay, 11.02.2016

400 YAŞINDAKİ MİNARE YENİDEN ÖRÜLÜYOR

Sultanahmet Camisi'nin kayma nedeniyle sökülen bir minaresi, külahı ile petek ve gövdesinin bir bölümündeki ağırlıkları 400 ila 700 kilogram arasında değişen 532 taşının konservasyonunun ardından yeniden örülüyor.

Sultanahmet Camisi, Osmanlı padişahı I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar Mehmet Ağa'ya 1616 yılında yaptırıldı. Tarihi yarımadada bulunan ve İznik çinileriyle bezendiği, yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için yabancı turistlerin "Mavi Cami/Blue Mosque" olarak adlandırdığı Sultanahmet Camisi, Türkiye'nin 6 minareli tek tarihi camisi.

Her gün yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrayan Sultanahmet Camisi'nde yaklaşık 1 yıldır, kayma sebebiyle sökülen sağ ön minarenin konservasyonu için hummalı bir çalışma yürütülüyor.

Bilim kurulu kararları doğrultusunda, öncelikle minarenin bakır alemi ve 16,5 metre yüksekliğindeki ahşap seren direği sökülerek, koruma altına alındı. Minarenin sökülen, ağırlıkları 400 ila 700 kilogram arasında değişen 532 taşı incelendi. Bu taşların 373'ünün konservasyonu yapılırken, 28'ine bozulma olmadığı için müdahale edilmedi. Minarenin 131 taşı ise gerekli test ve deneylerin ardından Pınarhisar'dan getirilen aynı kalitedeki küfeki taşlarıyla değiştirildi.

"6 ayda bitirilmesi hedefleniyor" 
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, çalışmalara ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul'daki camilerin teker teker restore edildiğini hatırlatarak, bu kapsamda, Sultanahmet Camisi'nin de baştan aşağı incelendiğini söyledi. Caminin öncelikle zemininin röntgeninin çekildiğini belirten Ertem, yapımının üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen zeminde ciddi sorun olmadığının tespit edildiğini kaydetti.


Çalışmalar kapsamında minarelerin statiğinin de kontrol edildiğini anlatan Ertem, ön çalışmalarda caminin 6 minaresinden birinin kaymakta olduğunun görüldüğünü aktardı.

Minarenin bu haliyle can güvenliği açısından tehlike oluşturduğunun belirlendiğini aktaran Ertem, "Zaman zaman minareden taşlar düştüğü gözlendi ve duruma acil olarak müdahale edildi. Minaredeki onarım acil bir müdahaleydi. İlgili koruma kurulu onayıyla minarenin külah ve peteklerindeki taşlar söküldü. İncelemede minarenin çok kötü durumda olduğu görüldü. Kurul onayı doğrultusunda sökülen orijinal taşlar, tek tek elden geçirildi. Her bir taşa arkeolojik kalıntı mantığıyla yaklaşıldı, hassas bir konservasyon yapıldı" diye konuştu.

Genel Müdür Ertem, minarenin, konservasyonu biten taşlarla yeniden örülmeye başladığını belirterek, şu ana kadar sökülen 38 sıradan 6'sının örüldüğünü bildirdi. Çalışmalara, rüzgarlı, karlı ve yağmurlu havalarda ara verildiğini anlatan Ertem, restorasyonun 6 ayda bitirilmesinin hedeflendiğini kaydetti.

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Sultanahmet Camisi'nin restorasyon projesinin hazır olduğunu ve kurul onayından geçtiğini vurguladı.
Anadolu Ajansı, Fotoğraf: Berk Özkan, 11.02.2016

OSMANLILAR VE AVRUPALILAR BU SERGİDE BULUŞUYOR
Osmanlılar ve Avrupalılar: 500 Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne Düşünmek' projesinin İstanbul ayağı "Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve Olasılıklar" sergisi 4 Mart'ta MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonu'nda açılıyor.

Belçika'nın önde gelen sanat kurumlarından BOZAR'ın liderliğinde altı sanat kurumunun ortaklığında  “Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve Olasılıklar” sergisi 4- 27 Mart tarihleri arasında MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonu’nda olacak. 

Avrupa Birliği Kültür Programı’nın desteğiyle, gerçekleştirilen Osmanlılar ve Avrupalılar: 500 Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne Düşünmek adlı projenin İstanbul ayağı olarak açılacak serginin küratörlüğünü Beral Madra üstleniyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Cittadellarte-Pistoletto Foundation ortaklığıyla düzenlenecek sergi ücretsiz olarak gezilebilecek. Sergide Erol Eskici, Leone Contini, Eda Gecikmez, Mary Zygouri, Driant Zeneli ve Naci Güneş Güven’in çalışmaları yer alacak. 

Serginin sanatçıları geçtiğimiz yıl Haziran ve Temmuz aylarında, Cittadellarte-Pistoletto Vakfı’nın Biella’daki merkezinde bir konuk sanatçı programına katıldılar. Avrupa ve Türkiye arasında günümüzdeki kültür alışverişini etkilediği varsayılan tarihsel kültür ilişkileri üzerine projeler geliştiren sanatçılar program boyunca, Gülçin Aksoy,  Ergin Çavuşoğlu,  Güven İncirlioğlu,  Adrian Paci, Michelangelo Pistoletto ve Igiaba Scego gibi isimlerle ortak çalışmalarda bulundular. “Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve Olasılıklar” başlıklı sergide bu iki aylık ortak çalışma sürecinin sonucu olan yapıtları sunulacak.

2012 yılında hayata geçirilen Osmanlılar ve Avrupalılar, 500 Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne Düşünmek başlıklı proje, Avrupa ve Türkiye’nin 500 yıllık ortak kültür hazinesine yolculuk yapmak ve kültürel ilişkilerin yeniden düşünülmesini sağlamayı amaçlıyor. Projenin ortaklığını, Belçika’dan BOZAR, Türkiye’den İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Polonya’dan National Museum in Krakow, İtalya’dan Cittadellarte-Pistoletto Foundation, Avusturya’dan Kunsthistorisches Museum Vienna ve Hollanda’dan Witte de With for Contemporary Art üstleniyor. Projeye ortak olan her sanat kurumu ülkesinde Osmanlılar ve Avrupalılar, 500 Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne Düşünmek başlığı altında farklı etkinlikler düzenliyor.
Radikal, 11.02.2016

BİTLİS VALİLİĞİ: CAMİNİN ÇALINAN TARİHİ TAŞI BULUNDU

Bitlis Valiliği, Bitlis’in Adilcevaz İlçesi'nde bulunan tarihi Tuğrulbey Camii'nin çalınan mihrabındaki tarihi eser niteliğindeki taşın bulunduğunu, camiye teslim edildiğini bildirdi.

Bitlis Valiliği'nden yapılan açıklamada şöyle denildi: "Adilcevaz İlçesi'nde bulunan Tuğrulbey Camii çevresinde yapılan kontrollerde, caminin mihrabının duvarının dış çıkıntısı üzerindeki tarihi eser niteliğindeki taşın yerinden sökülmek suretiyle çalınmış olduğu anlaşılmıştır. Adilcevaz Emniyet Müdürlüğü ekiplerince, ilçe merkezinde bulunan tüm mobese kameraları incelendiğinde olayın meydana geldiği saatlerde gri renkli Ford Connect marka bir aracın cami etrafında göründüğü tespit edilmiş, bahse konu aracın plakası okunamamış ancak araç üzerinde bazı ayırt edici emarelerin olduğu değerlendirilmiş ve çevrede yapılan araştırmalarda, bu aracın R.B. adına kayıtlı 04 plakalı bir araç olduğu tespit edilmiştir.

Araştırmalar üzerine, Adilcevaz Sulh Ceza Mahkemesi'nin vermiş olduğu arama kararına istinaden R.B. isimli şahsın adresinde arama yapılmış fakat herhangi bir suç ve suç unsuruna rastlanılmamıştır. R.B.’nin diğer adresi olan Aydınlar Beldesi Kışkılı Köyü İlçe Jandarma personelleri ile birlikte yola çıkılmış, fakat yolun karla kaplı olmasından dolayı bahse konu adrese ulaşılamadığından arama yapılamamıştır. Şüpheli R.B., ifadesi alınmak üzere İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne getirilmiş, alınan ifadesinde Tuğrulbey Camii'ne ait taşı, kendine ait 04 plakalı araç ile 01 Ocak 2016 günü saat 21.30 sıralarında, ismini bilmediği 3 şahıs ile beraber çaldıklarını, çalıntı taşın Aydınlar Beldesi/Kışkılı Köyü'ndeki ikametinde sakladıklarını beyan etmesi üzerine, Kaymakamlık Özel İdare ekiplerince yol açıldıktan sonra bahse konu taş, şahsın ikametinde bulunmuştur.

R.B. isimli şahıs, 04 Ocak 2016 günü mevcutlu olarak çıkarıldığı Adilcevaz Cumhuriyet Başsavcılığı'nda adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış, diğer 3 şahıs ile ilgili araştırmalar devam etmektedir. Bahse konu tarihi eser niteliğindeki taş ise cumhuriyet savcısının talimatı ile Tuğrulbey Camii görevlisine teslim edilmiştir. İlimiz ve çevresinde suç ve suçlulara karşı yürüttüğümüz kararlı mücadelemiz devam edecektir.”
Cihan Haber Ajansı, 10.02.2016
SELÇUKLU VE OSMANLI ESERLERİ RESTORE EDİLİYOR

Konya, Karaman, Aksaray merkez ve ilçelerinde bulunan yıllara meydan okuyan "ecdat yadigarı" eserlerde, kültürel değerlerin gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla restorasyon ve onarım çalışmaları yapılıyor.

Tarihi cami, han, hamam ve türbe gibi yaklaşık 95 eser, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünce gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla yenileniyor. Aynı zamanda, Konya Büyükşehir Belediyesi ile yürütülen ortak projeler kapsamında 20 eser üzerinde de çalışmalar sürüyor.

Ilgın'daki Çukur Camii, Akşehir İmaret ve Kadınhanı Pınarbaşı camileri gibi yaklaşık 50 eser, Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restore edilerek adeta ilk günkü halini alıyor. Meram Mülhak Emir Halil Mescidi, Taşkent Uzun Şeyh Camii ve Ilgın Beykonak Sultan Türbesi gibi 10 eserde çalışmalar tamamlandı, Eşrefoğlu, Alaaddin ve Sultan Selim camileri başta olmak üzere 40 önemli eserde ise onarımlar devam ediyor.

Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üç ilde ecdadın emaneti tarihi eserlerde onarım çalışmaları yaptıklarını söyledi.

Son yıllarda büyük bir hassasiyetle projeler hazırladıklarını belirten Genç, "Şu anda 3 ilde 95'e yakın tarihi eser üzerinde çalışmalar yapıyoruz. Aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi ile 20 eser üzerinde de çalışıyoruz. Sadece Konya'da Alaaddin Camii, Karatay Dolap Mektep Mescidi, Akşehir İmaret Camii, Kadınhanı Pınarbaşı Camii, Ilgın Çukur Camii, Beyşehir Eşrefoğlu Camii gibi 50 civarında eserde onarım, restorasyon ve proje çalışmamız var. Bunlardan 10'u tamamlandı" diye konuştu.

Tarihi mirasa sahip çıkmanın öncelikli görevleri olduğuna dikkati çeken Genç, şöyle devam etti: "Ecdadın emanetine sahip çıkma açısından, eser bütünlüğünü koruyarak en doğru restorasyon ve onarımları yapmaya çalışıyoruz. Konya bölgesinde Selçuklu, beylikler ve Osmanlı dönemine ait eserler var. Konya en fazla Selçuklu eseri olan şehrimiz. Osmanlı dönemi açısından da İstanbul, Bursa ve Edirne'den sonra geliyor. Restorasyonunu yaptığımız Selçuklu eserlerini 'küllerinden doğan eserler' kategorisinde değerlendiriyoruz. 2016 yılı içerisinde de 20 civarında onarım ve restorasyon, 20'ye yakın da proje ihalesi yapacağız. Amacımız, bölgemizde restorasyonu ve onarımı yapılmamış eser bırakmamak."
Akşam, 10.02.2016



7 - 13 Subat 2016
PATATES İÇİN KAZMIŞLAR!

Konya’nın merkez Meram İlçesi'nde önceki akşam bir apartmanın arka bahçesinde meydana gelen olayda iddiaya göre apartman sakinleri bahçede tanımadıkları kişilerin kazı yaptıklarını görünce durumu polise bildirdi. Kısa sürede olay yerine gelen polis, Abdullah Mucuk, Vedat Bütün ve Muhammet Halil karaman’ı define aramak için kazdıkları tünelde suçüstü yakaladı. 

Şüphelilerin polisi karşılarında görünce, “Gömdüğümüz patatesleri çıkartıyorduk” diye suçlarını gizlemeye çalıştıklarını ama sonradan ”Şeytana uyduk, define arıyorduk” dedikleri öğrenildi. 

Kaporta ustası Abdullah Mucuk ve Vedat Bütün ile fırıncı Muhammet Halil Karaman’ın, kendilerine ait olmayan bir apartmanın bahçesinde 5 aydır define aradıkları ve bugüne kadar 2.5 metre derinliğinde 3 metre uzunluğunda tünel kazdıkları tünelin sağ ve sollarında yaklaşık 2’şer metre genişliğinde de yine kazı yapıp define aradıkları saptandı.

Mum ışığında yapmışlar
Şüphelilerin tünelin ağzını tahta parçalarıyla kapatıp buradan girip çıktıkları ve kazı çalışmalarını da mum ışığı altında yaptıkları ileri sürüldü. Daha önce herhangi bir suç kaydı bulunmayan 3 kişi, polis merkezine götürüldü.

“Gömdüğümüz patatesleri çıkartıyorduk” diyerek suçlarını gizlemeye çalışan şüpheliler daha sonra “Şeytana uyduk, define arıyorduk” dedi.
Milliyet, Haber: Tolga Yanık, 11.02.2016

PARİS'TEKİ TARİHİ ANTREPONUN DÖNÜŞÜMÜ TAMAMLANDI

Entrepôt Macdonald projesine geçtiğimiz haziran ayında yerleşimler başladı. Proje Paris'in önemli dönüşüm bölgelerinden biri olan Paris Nord Est'te yer alıyor; konut, işyeri ve ticaretten oluşan karma işlevli bir planı hayata geçiriyor.

Entrepôt Macdonald, Paris şehir yönetimi tarafından listelenen 17 büyük dönüşüm projesinden biri.

Proje alanını içine alan bir üst ölçekli gelişim planı, 2002 yılında temelleri atılan Paris Nord Est projesi. Paris Nord Est projesi 200 hektarlık bir alanın dönüşümünü kapsıyor.

Paris'in kuzeyi 20.yüzyılın başında Avrupa'nın en önemli endüstriyel üretim alanlarından biri haline geldi. 750 hektarlık alanı kaplayan endüstri bölgesi 50.000 kişinin çalıştığı dev bir fabrika gibiydi. Bölge 1970'lerin sonlarında ekonomik ve sosyal krizle karşı karşıya kaldı. 1990'ların sonundan beri bölgenin dönüşümüyle ilgili, zaman zaman taraflar arasındaki anlaşmazlıklara da sahne olan, bir fikir geliştirme sürecine girildi.

Paris Nord Est bölgesi, Paris'in kuzeyindeki banliyöler ve şehir merkezi arasındaki bağlantının sağlanabilmesi açısından stratejik bir öneme sahip. Bölge merkezle çeper arasında bir sınır görevi görüyor ve şehrin ulaşım şemasında önemli yere sahip olan çevre yolu ile demiryolunun kesişiminde yer alıyor. 2002 yılından beri hayata geçirilmeye başlanan proje, bölge için ofis, konut ve servis alanlarından oluşan karma kullanım öneriyor.



Entrepôt Macdonald'da işte bu gelişim planının bir parçası. Paris banliyöleriyle şehir merkezi arasında köprü görevi görmesi planlanan bina aynı zamanda Paris'in en uzun binası. 616 metre uzunluğundaki bina 1970 yılında Marcel Forest tarafından Calberson SNTR için tasarlanmış. Antrepo, tren yolundan gelen malzemelerin bulvarda bekleyen kamyonlara yüklenmesi için tasarlanmış. 



Binanın gelecekte başka amaçlarla kullanılmasını öngören Paris Belediyesi, olası gelecek senaryolarına müsade eden bir bina tasarımını şart koşmuş. Bu nedenle bina, metrekaresi yaklaşık 2 ton taşıyabilen, bir "bodrum kat" olarak tasarlanmış. İşlevini yitirip atıl duruma geldikten sonra Paris Belediyesi'nin şirketlerinden birine devredilen alanın master plan çalışması için, 2006 yılında açılan bir yarışma sonucunda OMA görevlendirilmiş. Floris Alkemade (OMA'nın o zamanki ortaklarından) ve Xaveer De Geyter tarafından yürütülen planlama süreci sonucunda, bünyesinde toplu konut, ofis binaları, okul, kütüphane ve hatta yeni bir sokak barındıran bir şema oluşturulmuş. Şemanın çok çeşitli bir kullanıcı profiline hitap etmesi amaçlanmış.



Uzun ve yekpare blok bölümlere ayırılarak 15 mimarlık firması her bir bölümün tasarımını yapmak için görevlendirilmiş. Yapının tek parça ve monoton bir kütle olmaması için geliştirilen yöntemin sonucunda daha boşluklu ve çok dilli bir bina elde edilmiş.



Projenin, Paris banliyölerinde inşa edilen ve çok eleştirilen toplu konut projelerine benzememek için, karma kullanımlı, boşluk doluluk oranları özenle tasarlanmış, kamusal alan ve konut alanı ilişkisi düşünülmüş bir altlık önerdiği düşünülse de projenin başarısı hakkında söz söylemek için daha erken olduğu yapılan yorumlar arasında.


Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 10.02.2016
MUĞLA'DA KYON ANTİK TİYATROSU OTOPARK OLARAK KULLANILIYOR

Muğla’ya bağlı Yatağan İlçesi’nin Çamyayla Köyünde yer alan ve Roma dönemine ait olan Kyon Antik Kenti tiyatrosunun orkestra kısmı otopark olarak kullanılıyor. Ayrıca tepeye yaslanmış bir şeklinde konumlanan ve evlerin arasında kalmış tiyatronun içine parke taşı döşenmiş.

Kyon Antik Kenti
Kent, Menteşe beldesi yakınlarında, Çamyayla (Bellibal) Köyü'ndedir. Kyon ismi Helence’de ‘köpek mezarı’ anlamına gelmektedir. Bizans döneminde ise, buraya Paliapolis deniliyordu. Kyon antik kentinde arkeolojik kazı çalışmaları yapılmadığından hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Roma dönemine ait tiyatro ve çeşitli sunak taşları köy içerisinde yer alan kalıntılardır. Tiyatronun 13 sıra basamağı günümüze ulaşmıştır. Roma döneminde Kyon Antik Kenti’nde sikke basıldığı bilinmektedir.



arkeolojihaber.net, Fotoğraflar: Özcan Yüksek, 10.02.2016

PORTAKAL'IN YÜZ YILINA ARMAĞAN

Kurulduğu 1914 yılından bu yana düzenlediği sergi ve müzayedelerle Türkiye'de sanat piyasasının gelişmesinde önemli yeri olan Portakal Sanat ve Kültür Evi, sanat tarihinin dört önemli ismini dört yeni kitapla okurun ilgisine sundu. Sanat dünyasına yön vermiş üç ünlü sanat taciri Duveen, Vollard ve Portakal ailesinin yaşam öyküleri ile ressam Osman Hamdi Bey'in sanatçı defterleri kitap olarak yayımlandı.

Raffi Portakal, sanat severlerin hatta sevmeden ilgilenenlerin bile tanıdığı bir isim. Belki onu ve ailesinin hikayesini çok bilmezler ama muhtemelen vaktiyle yönettiği müzayedelere katılmış, hiç değilse adını duymuşlardır. Raffi Portakal'ı jestleri ve bir orkestra şefi gibi kullandığı elleriyle izlemeyi, mizahıyla renklendirdiği konuşmalarını dinlemeyi severim ben. Sanatı içselleştirmeden ‘kutsallaştıranların' ona kızdığını, sanatın ticaretini de yaptığı için ‘ötekileştirdiklerini' biliyorum. Bu yüzden daha fazla ilgimi çekiyor doğrusu.

SANAT PİYASASINDA BİR ASIR
Dün, 1914'ten bu yana düzenlediği sergi ve müzayedelerle, Türkiye'de özel koleksiyon ve müzelerin gelişmesinde katkısı olan Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin hikayesini ve yeni yayımladıkları dört sanat kitabının sunumunu dinlemeye gittim. Raffi Portakal'ın konuşmasını kaçırdım ama daha sonra onunla sohbet etme imkanı buldum. Portakal ailesinin ötesine geçen “Raffi Portakal/Portakal'ın Yüzyılı” kitabının motivasyonunu merak ettim. Raffi Bey, sakin ses tonuyla anlatıyordu: “Bu kitap çalışmalarını yapabilmek için o sırada hayatta olan aile efradımla, meslektaşlarımla, ağabeylerimle, uzmanlarla röportajlar yaptırdım. Zeynep Avcı ve kitaplarda andığım isimler çok emek verdi. Bilgileri toparlayıp Enis'e (Batur) teslim ettik. Onun süzgecinden geçti. Ben aslında Portakal'ı bir kurum olarak merkeze koymak, ama aslen onun çevresinde gelişen aile hayatını, kenti, kültür ve beğeni dünyasını aktarmak istedim.”

Bu çaba Türkiye'nin yüz yıllık sanat ortamının ve piyasanın süreçlerini aktarması bakımından fevkalade önemli. Raffi Portakal'ın da hatırlattığı gibi, asırlık bir zaman koridorunda kendi olarak ve kalarak ciddi bir psikanaliz zorluğu ve her şeyden önemlisi olup bitenle her anlamda yüzleşme cesareti gerektiren ciddi bir teşebbüs. Mesela, 7. Bölüm'ün başlığı, bu uzun soluklu çalışmanın bugünkü kültürel yozlaşmayla sanatın ihtiyaç duyduğu ortamı da iyi ifade ediyor bence: “Kültürün devamlılığına özen göstermeyince köksüz, savruk ve sahte yaşamlar sürmek durumunda kalıyoruz”.

‘KÜLTÜREL SÜREKLİLİK ÖNEMLİ'  
Doğrusu, sadece bu başlık ve içeriği üzerinden Raffi Portakal'la daha uzun sohbet edebilmek ve o söyleşiyi paylaşabilmek isterdim. Buna imkan olmadı. Biraz, günümüzün umutsuzluğundan bahsettik. Tahmin ettiğim gibi o güncele çok takılmıyor, “Bugün Fransa'da, Suriye'de, Sur'da yaşanan felaketlerden etkileniyoruz, mutsuz oluyoruz. Tam da bu nedenle kültürel süreklilik önemli, korumak zorundayız. Bizde merak yok, kitapta da bunları anlattım.” diyor.

SANAT PİYASASININ PERDE ARKASI
Ailenin ve kurumun yüzyıllık hikayesini anlatan “Raffi Portakal/Portakal'ın Yüzyılı”na eşlik eden “Duveen/Antikacıların Piri” ve “Vollard/Bir Tablo Satıcısının Anıları” Portakal'ın sözünü ettiği kültürel süreklilik kavramı açısından son derece önemli iki eser. Kitaplar, Amerika ve Avrupa'dan sanata, sanatçıya ve sanat piyasasına yön veren iki büyük sanat tacirinin, Duveen ve Vollard'ın hikayesini konu alıyor. Bu isimlerin sanat piyasasını okuma becerilerinin ötesinde yeni sanatçıları desteklemekteki ilham verici cesaretlerini ve sanatçıların, koleksiyonerlerin kültürün dönüşümü üzerindeki etkilerini görüyoruz kişisel hikayelerin içinde.

Özellikle benim gibi sanat piyasasının mutfağını, perde arkasını merak edenler, sanat bilgisi ve kıvrak zekasıyla Avrupa sanatını Amerikan sermayesiyle buluşturan Duvenn'in hikayesini, S.N. Behraman'ın anlatısıyla okumaktan keyif alacaktır. Resim sanatının çehresini değiştirdiği söylenen Vollard; Paul Cezanne, Edgar Degas, Edouart Manet, Auguste Renoir, Claude Monet, Van Gogh gibi ressamların yanı sıra koleksiyonerler, sanat eleştirmenleri ve galericilerden oluşan sanat çevresini de anlatıyor. Arayıp da bulunamayan içeriğe sahip bu tür yayınların, bu anlamda da Türkçe kaynaklarda önemli bir ihtiyacı karşılayacaklarından eminim.

Osman Hamdi Bey'in dünyası
Raffi Portakal, aile hikayesini anlatırken, bir ara beni yanına çağırıp Osman Hamdi kitabına yazdığı sunuşu, küçük bir çocuğa anlatır gibi parmaklarıyla satırlara dokunarak yüksek sesle okudu. Hikaye, 1970'lerde, Arnavutköy'de antikacıyla eskici dükkanı arası bir dükkan olan Mimi'de geçiyor: “Defteri aldım, açtım, şöyle bir karıştırdım. İnanılmaz bir servet vardı karşımda: Osman Hamdi Bey'in el yazısıyla güncesi, günceye eşlik eden desenleri ve hatta gündelik hesapları ve notları. Her zaman bir piyesin kulisini, restoranın mutfağını, yaşamların arka planını merak ettim. Şimdi elimde Osman Hamdi Bey gibi maruf bir sanatçının özel yaşamına bakabileceğim pencere açılmıştı. Mimi pazarlık kabul etmiyordu. Defteri satın aldım.”

Raffi Portakal'ın merak dürtüsü, çabası ve sanata saygısıyla ortaya çıkan “Osman Hamdi Bey/İzlenimler, 1869-1885” adlı kitabı, Edhem Eldem yayına hazırlamış. Osman Hamdi Bey'in hayatının en az bilinen dönemine ışık tutuyor kitap. İki özel koleksiyonda yer alan ve şimdiye kadar yayınlanmamış iki özgün defter, bazı belgelerin tıpkıbasımı, metnin aktarımı ve ortaya çıkan malzemenin ayrıntılı yorumundan oluşan kitapta, Osman Hamdi Bey'in el yazısıyla güncesi, günceye eşlik eden desenleri ve notları da yer alıyor. Çok konuşulan ama neredeyse hakkında doğru, tatmin edici bilgilere ulaşılamayan özel bir ressam hakkında yayınlanmış özenli bir baskı ve çok kıymetli bir araştırma...
Zaman, 10.02.2016

PICASSO'NUN AYNI HEYKELİ İKİ FARKLI KİŞİYE Mİ SATILDI?

İspanyol kübist ressam ve heykeltıraş Pablo Picasso’nun “Bust of a Woman” heykelini, torunu Maya Widmaier Picasso’nun hem dünya sanat piyasasının önemli isimlerinden Larry Gagosian’a hem de Katar Kraliyet ailesini temsil eden Pelham Holdings’e sattığı iddia ediliyor. Kültür Servisi'den Gökçen Sena Duman'ın haberine göre; Widmaier Picasso yaptığı açıklamada “Bust of a Woman” eserini 2 kez sattığı iddiasını reddetti ve Larry Gagosian’ın “iyi niyetli bir şekilde en uygun ödemeyi yaptığını” belirtti. Gagosian ise eseri rekor bir meblağ olan yaklaşık 106 milyon dolara yatırımcı Leon Black’e sattı. Pelham Holdings’in 2014’te Widmaier Picasso ile 42 milyon dolar için mutabakat sağladığını ve Picasso’nun anlaşmadan caymadan önce ödemenin 3’te 2’sini yaptığını açıklamasıyla beraber olay mahkemeye intikal etti.

Pelham Holdings bu durumdan Widmaier Picasso’nun iki çocuğunu sorumlu tutuyor. Söylentilere göre oğlu Olivier, Pelham Holdings’le anlaşma yapma taraftarı iken zaman zaman Gagosian’la çalışan kızı Diana ise Gagosian’ı uygun görüyor. Widmaier Picasso, kızının heykelin daha yüksek bir fiyata satılabileceğini hatırlattığını belirtirken kızı Diana ise “Heykelin gerçek değerini ona hatırlattığım için suçlanamam” diye ekliyor. Dava karara bağlanana kadar “Bust of a Woman”ın Gagosian’da kalması konusunda uzlaşma sağlandı. Sanat dünyasının takipçileri ise dava konusunda ikiye bölünmüş vaziyette davanın sonucunu bekliyor.
Radikal, 09.02.2016

KANAL İSTANBUL'DA GÜZERGAHI PALEOLİTİK ÇAĞ DEĞİŞTİRMİŞ



Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, geçtiğimiz hafta İstanbul’un büyük projeleri arasında gösterilen Kanal İstanbul için, “Uzmanların yaptığı çalışmalarda sit bölgeleri için bazı tereddütler oluştu. Bu yüzden güzergahı yeni baştan ele almak ihtiyacı doğdu” dedi. Bakan Yıldırım’ın sözünü ettiği ‘sit alanlarının’ İstanbul’un en eski yerleşim yeri olarak kabul edilen antik çağdan kalma Yarımburgaz Mağaraları’ olduğu iddia ediliyor.

Daha önce Kanal İstanbul’un geçeceği güzergah olarak Küçükçekmece-Bahçeşehir- Arnavutköy hattı öne çıkmıştı. Hiçbir zaman bu konuda net açıklama yapılmasa da bu bölgedeki bazı projeler ve mevcut konutların, ‘Kanal İstanbul manzaralı’ diye satıldığı biliniyordu. İşte tarihi Antik Çağ’a, yaklaşık 400 bin yıl eskiye dayanan Yarımburgaz Mağaraları da tam bu hattın girişinde bulunuyor.

 İstanbul’un yaklaşık 22 kilometre batısında, Küçükçekmece Gölü’nün 1.5 kilometre kadar kuzeyinde, Başakşehir İlçesi’nin Altınşehir semtinde bulunan Yarımburgaz Mağaraları, bir dönem hiçbir izin alınmadan tarihi dizilerin ‘film seti’ de olmuştu. En son Muhteşem Yüzyıl’ın 43. ve 44. bölümlerindeki bazı önemli sahneler bu mağarada çekildiği için soruşturma başlatıldı. Sevilen bir diğer dizi Leyla ile Mecnun da bazı sahneleri bu mağaralarda çekildiği için büyük tepki toplamıştı.

UZUNLUĞU BİR KM’Yİ BULUYOR
Uzunluğu yaklaşık 1 kilometre olan Yarımburgaz’ın içinde, tavan yükseklikleri 15 metreye ulaşan odalar bulunuyor.

Muhteşem Yüzyıl’da Pargalı İbrahim’in tedavi edildiği yer olarak Yarımburgaz Mağaraları dizi seti olarak kullanıldı. Bu sırada mağaraların duvarına yazılar yazıldığı için soruşturma başlatıldı.

ÇATALCA’DA İNCEĞİZ MAĞARALARI ÖNE ÇIKTI
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde açıkladığı ve Çılgın Proje olarak lanse edilen Kanal İstanbul’da öne çıkan ilk güzergah Çatalca idi. Çatalca da önemli arkeolojik buluntulara ev sahipliği yapıyor. Çatalca’daki İnceğiz Mağaraları’nın tarihi milattan önce 3. yüzyıla kadar dayanıyor.

2001’DE 1. DERECE SİT ALANI İLAN EDİLDİ
2001 yılında 1. Derece Arkeolojik-Doğal Sit Alanı ilan edilen Yarımburgaz Mağaraları için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin halen Sazlıdere Barajı ile Çekmece Gölü arasındaki su yolunu kanal şeklinde baraja kadar açıp mağaranın önünün sandallarla geçilebilecek Venedik tarzı bir proje üzerinde çalıştığı ifade ediliyor.

Habertürk, 09.02.2016

SANAT AŞKI 5 YILDA 223 MİLYON DOLAR HARCATTI



Manevi doyumun yanı sıra yatırım aracı olarak da pek çok kişinin ilgi gösterdiği sanat eserleri, son yıllarda Türk sanatseverlerin de ilgisini çekmeye başladı. Gerek dünyada gerekse Türkiye'de düzenlenen müzayedelerde çeşitli sanat eserlerine ciddi miktarlarda paralar ödenirken, artan ilgi bu alandaki ithalat rakamlarına da yansıdı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden derlediği bilgilere göre, söz konusu fasılda 2011'de 41,5 milyon dolarlık ithalat yapan Türkiye, 2012'de 40,8, 2013'te 50, 2014'te 55, 2015'te 35,6 milyon dolarlık ithalat gerçekleştirdi. Böylece 5 yılda gerçekleştirilen toplam ithalat 223 milyon dolara ulaştı.
En çok el yapımı tablo alındı

İthal sanat eserlerinin alt kalemleri incelendiğinde geçen yıl gerçekleştirilen 35,6 milyon dolarlık ithalat içinde tamamen elle yapılmış tablo ve resimler 17,5 milyon dolarla ilk sırada yer aldı. Orijinal heykel ve yontu eserler 10,1 milyon dolar ile ikinci sırayı alırken, eskiliği yüz yılı aşmış antikalar için ise 4 milyon dolar ödendi.

En çok İngiltere'den eser alındı
Geçen yıl en fazla ithalat yapılan ülkelerin başında 8,4 milyon dolarla İngiltere geldi. Bu ülkeyi 7'şer milyon dolarla ABD ve Fransa, 3,3 milyon dolarla Almanya izledi.

Avusturya, Hollanda, İtalya, Belçika ve Çin 1 milyon doların üzerinde ithalat yapılan diğer ülkeler olarak kayıtlara geçti.

2011-2015 dönemindeki sanat eseri, koleksiyon eşyası ve antika ithalatı (bin dolar) şöyle:


Habertürk, 08.02.2016
ANKARA'DAKİ SON BİZANS BİNASI YOK OLMANIN EŞİĞİNDE



Ankara’da Bizans döneminden ayakta kalan tek yapı olan Saint Clement Kilisesi günümüzde yok olmak üzere. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun (GEEAYK) 12 Nisan1980 tarihinde aldığı 2167 sayılı karar ile tescillenen St. Clement Kilisesi can çekişiyor.  



Arkeofili'den Bensu Aldırmaz'ın haberine göre, bilinen tarihi en az 10 bin yıl öncesine kadar uzanan Ankara tarih öncesinden günümüze kadar pek çok medeniyeti barındırdı. Bu medeniyetlerden biri de Bizans. Fakat Ankara’da Bizans döneminden kalan son eser olan St. Clement Kilisesi günümüzde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir binanın içinden geçilerek güçlükle ulaşılabilen St. Clement Kilisesi’nin sadece birkaç duvar kalıntısı ve kilisenin zemin katına ait bir kemer ayağı günümüze ulaşabildi.


Ankara’da varlığını zor da olsa sürdürmekte olan bu yapı, oldukça önemli bir kültür varlığı olmasına rağmen günümüzde harabe halinde. Birçok yeni yapılan binanın arasında kalmış bu yapıyı, küçük bir merdiven sayesinde iş yerlerinden zorla alınan izinle ziyaret etmek mümkün olabiliyor.

Ankara’nın Ulus semtinde, Denizciler Caddesi ve Çıkrıkçılar Yokuşu’nun kesiştiği köşede bulunan St. Clement Kilisesi, eski adliye binasının arkasında kalıyor.

KİLİSENİN TARİHİ
Kilisenin tarihi hakkında birçok araştırmacı farklı görüşler öne sürüyor. Kilise genel olarak 4. ve 9. yüzyıllara tarihlendirilmekte. Clement Kilisesi’nin yerine daha sonra II. Murad döneminde Turasan Bey’in yeğeni Ahmed Bin Hızır Yeğen Bey tarafından cami ve medresesinin yapıldığı, 1917 yılında çıkan büyük yangında bu iki eserin tamamen yıkılmış fakat bir süre minaresinin sağlam kaldığı bilinmekte. 1925 yılından sonra o da kaldırılmış. Bazı eski resimlerden camiden ayrı bir minaresinin ve bu minarenin çinilerle süslü olduğu görülmekte. Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Tarih İçinde Ankara kitabında da yer verilen kilise, Bizans Dönemi mabetlerinden biri olarak tanıtılıyor.
Cumhuriyet, 08.02.2016

'KUŞLAR' HEYKELİ İMÇ'YE GERİ DÖNÜTOR

Çağdaş heykel sanatının en önemli eserlerinden biri olan Kuzgun Acar'ın Kuşlar Heykeli restore edildi.

Yolu Unkapanı'na sık düşenlerin gözü mutlaka aşinadır, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'nın duvarını süsleyen bu kuşlara. Öyle bildiğiniz kuşlardan bahsetmiyoruz. Söz ettiğimiz çağdaş heykel sanatının en önemli eserlerinden biri. Kuzgun Acar'ın Kuşlar Heykeli.

Belki bir çok insan tarafından eserin hikayesi bilinmiyor. Ama heykel uzun yıllarca İMÇ binasının duvarında asılı kaldı. Eser 1967 yılında yapıldı Kuzgun Acar tarafından ve dönemin önemli mimari yapılarından olan İMÇ'nin duvarında yerini aldi. 2013 yılında ise restorasyon çalışmaları için yıllar sonra ilk kez indirildi duvardan.

Eserin restorasyonunu Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı üstlendi. Restorasyon çalışmalarını ise Özer Aktimur yaptı.

Kuşlar Heykeli, adıyla daha da özdeşleşti zaman içinde. Kuşlar bir bir yuva yaptı heykelin üzerine. O kuş yuvaları retorasyon sürecinde çıktı ortaya.

Kuzgun Acar'ın en önemli eserlerinden biri olan Kuşlar Heykeli'nin restorasyonu tamamlandı. Çok kısa bir süre içinde İMÇ duvarında ki yerini alacak, yeniden İMÇ binasını süsleyecek ve kuşlara yuva olacak.
Arkitera, Kaynak: İstanbul Ajansı, Haber: Bahar Bayhan, 08.02.2016

DALİ'NİN 'BALIK KADIN'I 'BALIK ADAM' ÇIKTI



Yirminci yüzyılın en önemli sürrealist ressamlarından Salvador Dali'nin sanat hayatının ilk yıllarında yaptığı bir tablonun ismi değiştirildi. ABD Teksas'ta bir müzede sergilenen ve bugüne kadar ismi "La Femme Poisson" (Balık Kadın) olarak bilinen tablonun arka kısmında mikroskopik incelemeler yapıldı. Dali'nin ilk sergilemeden sonra tablonun arkasına yazdığı 'Balık Kadın' yazısını karalayarak 'Balık Adam' yazdığı ortaya çıktı. Southern Methodist Üniversitesi uzmanları, incelemelerden sonra tablonun gerçek isminin "L'Homme Poisson" (Balık Adam) olduğunu açıkladı. Araştırma heyeti başkanı Mark Roglán, bundan sonra tablonun orijinal isminin kullanılmasının daha doğru olduğunu kaydetti. "L'Homme Poisson", Dali'nin 1931'de ABD'de sergilenen ilk 10 tablosu arasında yer aldığı için büyük önem taşıyor.
Sabah, 08.02.2016
TARİHİN TAŞLARLA YAZILDIĞI KENT: SUR

Geçmişte çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan ve "tarihin taşlarla yazıldığı kent" olarak bilinen Diyarbakır'ın Sur İlçesi, yapıların ana malzemesi olan bazalt taşının sağlamlığının da etkisiyle günümüze kadar ulaşmış tarihi yapılarıyla dikkati çekiyor.

Tarihi surları, camileri, kiliseleri, hanları, evleri, kalesi, köprüsü ve çarşılarıyla ön planda olan Diyarbakır'ın ilk yerleşim yeri Sur İlçesi, adını, Diyarbakır Surlar'ından aldı.

Diyarbakır Surları 2010 yılında Cumhurbaşkanlığı himayesi altına alınan,Tarihi Surları ve Hevsel Bahçeleri ile UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan ilçede, farklı medeniyetlere ve dönemlere ait cami, kilise, kale, han, ev, çarşı ve köprü olmak üzere 612 kültür varlığı bulunuyor.

Yapılan tespit ve tescil çalışmalarında 2 kale (5 bin 800 metre), 18 idari yapı ve köşk, 53 dini mimari (cami-kilise), 51 su mimarisi (hamam, çeşme, değirmen), 3 eğitim yapısı (medrese), 12 ticari yapı (han ve çarşı), 19 türbe, 447 sivil mimari (ev), 2 mimari kalıntı ve arkeolojik sit (höyük) olmak üzere 612 kültür varlığı belgelendi.

Dicle Üniversitesi (DÜ) Mimarlık Fakültesi Rölöve ve Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Neslihan Dalkılıç, "Tarihi ilçede cami, kilise ve çok sayıda geleneksel ev bulunmaktadır. Bu eserlerin ana mimari malzemesi olan bazalt taşının sağlamlığı ve dayanıklılığı, yapıların günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır" dedi.

Kentin simgesi Diyarbakır surlarının yaptıkları çalışmalarda dış surların 5 bin 200, iç kalenin surlarının ise 600 metre olarak ölçtüklerini, 645 metrelik kısmın çeşitli dönemlerde bilinçli olarak veya doğal etmenler nedeniyle yıkıldığını ifade eden Dalkılıç, "Dış kale üzerinde 82 burç, iç kale üzerinde ise 19 burç bulunuyor. Şehrin kuzey ve kuzey batı tarafındaki burçların daha yüksek ve sık aralıklarla yapıldığını görüyoruz" dedi.

Dicle Üniversitesi (DÜ) Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Sanat Tarihçisi Doç.Dr. İrfan Yıldız da , ''Diyarbakır Sur içi tipik bir Ortaçağ kentidir. Genel olarak baktığımız zaman 16-17. yüzyıl Diyarbakır'a gelen seyyahlar Sur içi mevkisinden övgüyle bahseder. Özellikle şehrin sokakları ve caddelerin yapısı bakımından şehri övmektedirler. Bugün Sur içinde gezerseniz yine orta çağ kokusunu hissedersiniz. Gerek sokak yapıları olsun gerekse dışa çıkıntı yapan cumbalarıyla tipik bir Ortaçağ dokusunu Sur'da görürsünüz" dedi.
Sabah, 07.02.2016



******


TERÖR ÖRGÜTÜ SUR'DAKİ TARİHİ ESERLERİ YOK ETTİ

Terör örgütü PKK mensuplarının Diyarbakır’ın Sur ile Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerindeki tarihi camilerle kiliseleri tahrip ederek, şehirlerin tarihi dokusuna büyük zarar verdiği belirtildi.

Güvenlik kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Sur İlçesi’ndeki operasyonlar nedeniyle kaçan teröristler kullandıkları evleri, camileri, kiliseleri tahrip edip yaktı.

Cizre ve Silopi’de de aynı taktikleri uygulayan teröristlerin saldırıları sonucu, kentin ilk Osmanlı eseri Fatih Paşa Camii’nde yangın çıkmış ve büyük hasar meydana gelmişti.

Fatih Paşa, Arap Şeyh, Hacı Hamit ve Hasırlı camileri ile Ermeni Katolik ve Protestan kiliselerinin çevresinde teröristlerce kazılan hendeklere ve kurulan barikatlara çok sayıda patlayıcı tuzaklandığı tespit edildi.

Birçok tarihi eser, terör örgütünün bombalarıyla büyük hasar gördü.
















Habertürk, 08.02.2016
MEZARDAN 2 BİN YILLIK "TİYATRO SEVGİSİ" ÇIKTI

Aydın'da, Tralleis antik kenti sınırları içinde 1. yüzyılda yapıldığı düşünülen mezar odası bulundu. Mezardan çıkarılan ve 'ölü hediyesi' olarak konulduğu düşünülen mask, yaklaşık 2 bin yıllık 'tiyatro sevgisi'nin ifadesi oldu.

Efeler İlçesindeki Tralleis'in üçüncü derece arkeolojik sit alanında, Aydın Müzesince koruma amaçlı imar planı doğrultusunda başlatılan, inşaat ruhsatına esas sondaj kazı çalışmasının ilk gününde 2 bin yıllık mezar odasına ulaşıldı. Odadan çıkan ölü hediyeleri, dönemin kültürel hayatına ilişkin önemli ipuçları sundu.

Aydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, yaptığı açıklamada, kentin insanlık tarihi boyunca yerleşim merkezi olduğunu, bundan dolayı birçok uygarlığa ev sahipliği yaptığını belirtti.

Milattan önce 7 bin yılından bugüne, pek çok döneme ait izlere rastlanabilen Aydın'da 22 tescilli antik kent olduğunu aktaran Aktakka, Tralleis antik kentinin nekropolünde, sondaj çalışması sırasında bir mezar kalıntısına rastlanıldığını, buradan çıkan tarihi eserler sayesinde mezardaki kişinin uğraşları, meslekleri, ilgi alanlarına ilişkin bilgi sahibi olduklarını ifade etti.

Geceleri polisler korudu
Aydın Müzesi Müdürü Yılmaz Akkan da mezar odasının yerinin belirlenmesinin ardından 10 kişilik ekibin gece geç saatlere kadar çalışarak tarihi eserlere ulaştığını anlattı.

Ekibin alanda çalışmadığı sırada, mezarı ve içindekileri "define avcılarından" korumak için polis ekiplerinin bölgede nöbet tuttuğunu dile getiren Akkan, şöyle konuştu: "Dikdörtgen planlı, devşirme taşlardan yapılmış tonoz örtülü mezar içerisinde 3 sanduka tespit ettik. Rastladığımız kemikler deforme olmuş, erimiş durumdaydı. Ölü hediyelerine ait oldukça geniş kapsamlı buluntu grubu elde ettik. 37 envanterlik nitelikte sağlam eser ele geçti. Kremasyon kapları, gözyaşı şişeleri, kandiller... En nadide eserlerden birisi pişmiş toprak mask. Mask bize mezarda yatanlar hakkında bilgi veriyor. Sanatla, tiyatroyla ilintili bir kişinin burada yattığını düşünebiliriz. Belki meslek olarak onu yapıyor. Şimdiye kadar Aydın'daki kazılarda mask ya da benzeri buluntuya rastlanılmamıştı."

Geç Hellenistik Erken Roma Dönemine tarihlendirilen eserlerin temizlik ve konservasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra müze koleksiyonlarına dahil edilecek. Mezarın bulunduğu alanla ilgili kararı ise kültür varlıklarını koruma kurulunun verecek.
Sabah, 07.02.2016

GALATAPORT'A KAZMA VURULDU

İstanbul Karaköy’de 2002’den beri yılan hikayesine dönen Galataport Projesi’ne nihayet start verildi. İnşaatı üç yıl sürecek proje için Doğuş ve Bilgili’nin ortak olarak kurduğu Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırımları AŞ çalışmalara başladı. Nargileciler ve antrepolar yıkılmaya başlandı.

Galataport adıyla bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi, İstanbul’un en tartışmalı projelerinden biri.

Karaköy’de Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait liman sahasının yenilenmesi projesinin tarihi çok eskilere dayanıyor. Proje, fikir olarak 1990’larda Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde çıkıyor. Sahanın özelleştirilme kararı 2002’de alınıyor. İhale ise 2005’te yapılıyor. En yüksek teklif, 3,5 milyar Euro ile Sami Ofer’in ortak olduğu Royal Carribean Cruises konsorsiyumundan geliyor.

49 yıllığına yap-işlet-devret modeli ile çıkılan ihalede “Ofer’e peşkeş” iddiaları sürerken, Danıştay’ın imar planına olur vermemesi sonucunda, ihale bir süre sonra iptal ediliyor.

2013 Mayıs’ında yeni ihale yapılıyor. Gelen 5 tekliften en yükseği 702 milyon dolarla Doğuş Holding’e ait. Fiyatın düşmesinin nedeni, sürenin 30 yıla inmesi ve imar planında yapılan kat oranlarındaki değişiklikler...

İhalenin onaylanması ile 2014’te sahanın işletmesi Doğuş ve Bilgili’ye geçiyor. Ancak sivil toplum örgütlerinin açtığı davalar, bölgede yıkılması gereken dükkanları kullanan nargilecilerin itirazları ve yeni ÇED raporunun beklenmesi, inşaatın bir türlü başlayamamasına neden oluyor.

Yeni ÇED raporu da, Çevre Bakanlığı tarafından Ekim ayında kabul ediliyor.

Böylece proje, iki yıl önce Serdar Bilgili’nin Şubat 2015 olarak verdiği tarihten bir yıl sonra, Şubat 2016’da başlıyor.

Projeye yönelik Danıştay savcısı ve bilirkişinin kamu yararı bulunmadığı iddiası, sivil toplum kuruluşlarının bölgenin tarihi yapısının bozulacağı ve soylulaştırılacağına yönelik itirazları da ortada kalıyor.

Bilirkişiye göre kıyı halka kapanacak, Serdar Bilgili ise aksine proje ile 1,2 kilometrelik sahil şeridinin halkın kullanımına açılacağını söylüyor. Proje bittiğinde bu itirazların ne kadar geçerli olacağını yaşayıp göreceğiz!

Umarız geç kalınmaz!

Dünyanın en lüks oteli Peninsula açılacak
Peki, üç yıl sürecek inşaatın sonunda neler olacak?

Bölgede kruvaziyer gemilere yönelik yeni terminal, eskisinin iki katından daha büyük olacak. Terminal yer altına alınıyor. 6 bin 200 yolcuyu bulan büyük gemilerin de İstanbul’a çekilmesi planlanıyor.

Ayrıca Hong Kong ve New York’un en lüks otel markası Peninsula geliyor. Hong Konglu grupla yapılan ortaklık anlaşması için Rekabet Kurulu’ndan onay, eylül ayında çıktı. 200 milyon Euro tutarındaki proje ile lüks bir otel gerçekleştirilecek.

Verilen bilgiye göre Tophane Meydanı, 30 dönüme yakın alanıyla, İstanbul’un en büyük meydanlarından biri olacak. Proje sahası içindeki tescilli binaların da restorasyonuyla, bazı tarihi binalar şehre geri kazandırılmış olacak.

İstanbul Modern iki yıl Paket Postanesi’nde
Galataport sahasında Türkiye’de çağdaş sanatın merkezi İstanbul Modern ile Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi yer alıyor. Resim Heykel Müzesi’nde bir süredir restorasyon sürüyor.

Eczacıbaşı Ailesi öncülüğünde, 2004’te Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nden 28 yıllığına kiralanan 4 numaralı antrepoda açılan İstanbul Modern Müzesi ne olacak? Daha önce yapılan açıklamalarda müzenin bulunduğu antreponun da yıkılacağı ve yeni bir bina inşaa edileceği belirtiliyordu. Peki yeni proje ne? Oya Eczacıbaşı’nın verdiği bilgiler şöyle:

“İstanbul Modern’in bulunduğu antreponun yıkılması gündemdeydi ancak biz yıkmaktan vazgeçtik. Yenilenecek. Bu da, tahminlerimize göre iki yıl sürecek. Geçici süre için müzeyi taşıyacağız. Büyük ihtimalle Paket Postanesi’ne taşınacağız. Mart ayında kesinleşir.”Aldığım başka bir duyuma göre ise mimarı bile belli olan yeni bina için Doğuş grubu ile görüşmeler sürüyor. Terminalin yer altına taşınacak olması binanın yıkılmasını gerektiriyor. Eğer anlaşma olmazsa aynı bina yerinde kalıp, yenilenecek.
Hürriyet, Yazı: Jale Özgentürk, 07.02.2016

İŞTE NARMANLI HAN

İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Narmanlı Han’da restorasyon çalışmaları devam ederken, Beyoğlu Kent Savunması’nın proje iptali başvurusu, gözleri yeniden tartışmalı projeye çevirdi. Proje mimarı Sinan Genim, “Bir yapının aslına uygun olarak restore edilmesine karşı çıkılmasını anlamıyorum” dedi.



İstanbul Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üzerinde bulunan tarihi Narmanlı Han’da restorasyon çalışmaları devam ediyor. Ancak Beyoğlu Kent Savunması üyelerinin restorasyon projesinin iptali için başvuru yapmaları tartışmaları beraberinde getirirken projenin mimarı Sinan Genim ise Narmanlı Han’ın kapılarını ilk kez Milliyet’e açtı.



185 yıl önce inşaa edilen Narmanlı Han, 1880’e kadar Rusya Konsolosluğu ardından 1914’e dek Rus hapishanesi olarak kullanılmıştı. Bina, Narmanlı ailesinin mülkiyetine geçtikten sonra uzun yıllar konut olarak kullanılırken, Narmanlı Yurdu olarak anılmıştı. Mekan Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar ve sanatçının ikametgah adresi olurken Ermeni basınının önemli yayın organlarından Jamanak’ın merkezi de uzun yıllar Narmanlı Han içerisinde yer aldı. 
 
57 milyon dolara alındı
Yıllar içinde ihtişamından uzaklaşan Narmanlı Han, Aralık 2013’te 57 milyon dolara Tekin Esen ve Mehmet Erkul’un temsil ettiği Esen ve Erkul ailelelerine satıldı. Bakımsızlık ve eskime nedeniyle ayakta zor duran eserin yeniden ihyası için Mimar Sinan Genim tarafından hazırlanan restorasyon projesi ise yetkili kurullardan geçtikten sonra çalışmalara başlandı. Ancak geçtiğimiz günlerde Beyoğlu Kent Savunması üyelerinin Narmanlı Han’daki restorasyona karşı çıkarak, projenin iptali için İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurmaları gözleri tarihi binaya çevirdi.
 


‘Anıtsal nitelikte ağaç yok’
Projenin mimarı Sinan Genim; “Hazırladığımız proje yetkili kurullardan geçti. Proje tamamlandıktan sonra bünyesinde 7 dükkan ve 2 restoran yer alacak. Dükkanların 2’si İstiklal Caddesi’ne, 5’i de iç avluya bakacak. Kent savunucularının neye karşı çıktıkları belli değil. Narmanlı Han’ın içinde anıtsal nitelikte ağaç bulunmuyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun nitelikli anıtsal ağaç olmadığına dair kararı var. Restorasyona karşı çıkanlar yapının kamulaştırılıp ucuza kiraya verilmesini talep eden bir zihniyet. Eğer bu insanların amacı Beyoğlu’nun yapılarına sahip çıkmaksa, Narmanlı Han’ın hemen karşısında bulunan ve yıllardır, ön yüzü iskele ile kapatılan Raimondo D’Aranco’nun yaptığı Botter Apartmanı ne oluyor diye sorarlardı. Eğer gerçekten bu konulara sahip çıkıyorlarsa kendi aralarında para toplayıp bu tür yapıları satın alabilirler” dedi.
 
‘Onarılmasa yıkılacaktı’
Genim, restorayon projesinin toplam maliyetinin 25 milyon lirayı bulacağını belirtirken; “Retorasyon 2018’in sonunda tamamlanarak bina hizmete açılacak. Ön cephede yer alan iki dükkan ile giriş aksında Kaçak olarak düzenlenen iki küçük satıcının dışında uzun süredir boş olan yapılar, gerek geçen zaman gerekse uzun süredir bakımsız kalmaları dolayısıyla harap haldeydi. Tek tek incelendiğinde bazı nostaljik hatıraların ve İstiklal Caddesi cephesi dışında yapıların korunması gerekli herhangi bir özelliği bulunmuyor. Çeşitli dönemlerde, büyük bir karmaşık malzeme ile yapılmış yapıların günümüzdeki statik kabuller ile korunması mümkün değil. Daha önceleri Prof. Müfit Yorulmaz ve Prof. Günay Özmen tarafından düzenlenen inşaat mühendisliği raporunda söz konusu yapıların bir deprem sırasında göstereceği statik direnç belirsiz. Bir an önce onarıma başlanmaması Narmanlı’nın yıkılmasını seyretmek demekti” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Mert İnan, 07.02.2016
ELÇİLİKLERDEN HAZİNE ÇIKTI

Dışişleri Bakanlığı, 135 büyükelçilikte bulunan tabloların envanterini çıkardı. Uzman heyetin elden geçirdiği 4 bin 679 tablo www.mfa.gov.tr'de sergileniyor. Bir kısmı Osmanlı'dan miras kalan tablolar arasında, Halil Paşa, İbrahim Çallı, Şefik Bursalı, Şevket Dağ, Hikmet Onat gibi ressamların yanı sıra Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Fikret Mualla, Abidin Dino, Fahrünnisa Zaid, Devrim Erbil, Ömer Uluç, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Naile Akıncı, Nusret Çolpan (minyatür) ve Ali Toy'un (hat) eserleri var.

Dışişleri Bakanlığı, yurtdışı temsilciliklerinde bulunan tabloların envanterini çıkardı. Bir kısmı Osmanlı bakiyesi 4 bin 679 bin kadar tablo uzman heyet tarafından elden geçirildi. Bir kısmı depolardan çıkarılan eserler özel bakım uygulanıp, ömürleri uzatıldı. Sürecin sonunda oluşan devasa dijital arşiv bakanlığın internet sitesinde (//diplomatic.mfa.gov.tr/Painting/PaintingCollections.aspx) sergilenmeye başlandı. Tablo eksperlerinin fiyat biçmekte zorlandıkları zengin koleksiyonda, son dönem Osmanlı asker ressamlarından Halil Paşa (10 eser), Hikmet Onat, Fikret Mualla (13 eser), Abidin Dino (4 eser), Nuri İyem (2 eser), Erol Akyavaş, Bedri Rahmi Eyüboğlu (15 eser), Eren Eyüboğlu (9 eser), Eyüp ressamı Naile Akıncı (2 eser) gibi önemli isimlerin tabloları bulunuyor. Eserlerin çoğu bizzat sanatçılar tarafından hediye edilmiş Hariciye'ye, bir kısmı da Osmanlı'dan miras.

HARİCİYE ‘DOĞANÇAY' ZENGİNİ
Koleksiyonda Doğançay ailesinden iki isim yer alıyor. 2,2 milyonluk ‘Mavi Senfoni' tablosuyla öne çıkan Burhan Doğançay'ın 17 eseri, ressam babası Adil Doğançay da 3  tablosu yurtdışı temsilciliklerinin duvarlarını süslüyor. Hariciyenin paha biçilemeyen koleksiyonunun ağırlığını yağlıboya resimler oluşturuyor. Ancak gravür, karakalem, akrilik, baskı ve taş baskı (litografi) tekniğiyle çalışılmış eserler de var. Minyatür sanatçısı Nusret Çolpan ‘İstanbul ve Camii' isimli minyatürü, Hattat Ali Toy'un ‘Modern Hat' çalışması ve İbrahim Çallı'nın yağlıboya ‘İsmet İnönü' portresi öne çıkan eserlerden.

TÜRKİYE TABLOLARLA ANLATILIYOR
Dışişleri'nin sitesinde sergilenen koleksiyon incelendiğinde, yurtdışında sergilenen eserlerde çoğunlukla şehir manzaralarına, insan portelerine ve Türkiye'ye özgü detayların işlendiği görülüyor. Zaman'a konuşan üst düzey bir diplomat, sınır ötesinde yıllardır sergilenen resimlerin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e özenle seçildiğini, büyükelçilerin bu özel eserler üzerinden bulundukları ülke diplomatları ile vatandaşlarına Türkiye'yi anlatma imkanı bulduklarını vurguluyor. Son envanter çalışmasıyla, birçoğu 1920'lerden kalan eserlere ömür kazandırıldığını aktarıyor. Online serginin Türkiye'de yerleşik yabancı misyonlara hitap eden ‘Diplomatik Portal' bölümünde yayınlanarak, yabancı diplomatlara ünlü Türk ressamları keşfetme imkanı sağlandığını ifade ediyor.

Pekin'den Washington'a, Ulanbator'dan Tunus'a dünyanın dört bir tarafında faaliyet gösteren 135 büyükelçilikte asılı tablolara imza atan diğer önemli ressamlardan bazıları şöyle: Ali Çelebi, Devrim Erbil (18 eser), Fahrünnisa Zaid, Şevket Dağ, Hikmet Onat (17), Ercüment Kalmık, Turan Erol, Feyhaman Duran, Gencay Kasapçı, Şefik Bursalı, Yalçın Gökçebağ, Cevat Dereli, İnci Eviner, Cemal Tollu, İbrahim Safi, Avni Arbaş, Orhan Peker, Nurullah Berk, Cihat Burak, Zeki Faik İzer, Şeref Akdik, Ömer Uluç, Nedret Sekban, Nejad Devrim ve Necdet Kalay.
Zaman, Haber: Mesut Çevikalp, 07.02.2016

KADIKÖY'DE PARKIN YERİNE YAPILAN İŞYERLERİ YIKILIYOR



İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kadıköy Altıyol Bahariye Caddesi köşesinde bulunan 2 bin 378 metrekare araziyi 2007 yılında park olarak kullanılması için Kadıköy Belediye Başkanlığı’na 10 yıl süre ile bedelsiz olarak tahsis etti. Tahsis ederken de üstünde “Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kararı gereğince inşaat yapılamaz” şerhi konuldu.

Buna rağmen Kadıköy Belediyesi arazinin 970 metrekarelik kısmını kiraya verip üzerine binalar yapılmasını sağladı. Bu durum İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 3 Kasım 2014 tarihinde yapılan teknik tespitle ortaya çıkarıldı. Yapılan tespitte, arazinin 300 metrekaresinin Ret Kit, 260 metrekaresinin Starbucks ve 230 metrekaresinin İsis Bar olmak üzere üç farklı işletme tarafından kullanıldığı belirlendi. Bunun üzerine Kadıköy Belediyesi’nden, arazinin üstündeki işletmelerin tahliye edilip park haline getirilmesini istedi. Kadıköy Belediyesi de, bir yazı ile tahsise konu 970 metrekarelik alanın, 20 Mayıs 2008 tarihinde 9 yıllığına DB Tur. İnş. Ve Tem. Hiz. Ltd. Şti. adına, söz konusu yerde bulunan kafeteryanın da ihale yoluyla 9 yıllığına DB Tur. Gıd. İnş. Ve Tem. Ltd. Şti.’ne kiraya verildiğini belirtti.

KORUMA KURULU DA SAVCILIĞA BAŞVURDU
Öte yandan, Koruma Kurulu da, tahsise konu taşınmaz üzerinde bulunan izinsiz kafe ve eklentilerine ilişkin savcılığa suç duyurusunda bulundu. Geçen yılın haziran ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla tahsis iptal edildi.

BUGÜN KEPÇELER GİRDİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesine geçen arazi üzerindeki işyerleri bugün kepçelerle yıkılmaya başlandı.


Radikal, 07.02.2016
ZERO'NUN KURUCUSU HEİNZ MACK SABANCI MÜZESİ'NE GELİYOR

Sakıp Sabancı Müzesi, ‘Zero Geleceğe Sayım' sergisinin ardından Zero akımının yaşayan kurucusu, Alman ressam ve heykeltraş Heinz Mack'ın kişisel sergisine ev sahipliği yapacak. 18 Şubat'ta başlayacak sergi öncesinde, sanatçının Düsseldorf'taki atölyesini bir grup gazeteciyle gezdik. 

Almanya'nın yaşayan en önemli sanatçılarından ressam ve heykeltıraş Heinz Mack (1931), Sabancı Müzesi'ne konuk oluyor. Mack, II. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'daki Nazi karanlığını ve kasvetli ortamı dağıtmak üzere ortaya çıkan ve bütün kalıpları kıran “Zero” (Sıfır) akımının Otto Piene ile kurucusu. Alman modernist akımının bu önemli ustasının eserleri yakın zamanda Sabancı'daki ZERO sergisindeydi. 18 Şubat'ta açılacak ‘MACK. Sadece Işık ve Renk' adlı sergiyle, sanatçının 60 yıllık sanat üretiminden heykeller, ışıklı sütunlar ve rölyefler sunulacak. Son nesil klasik Avrupa sanatçılarından biri olan Mack'ın Almanya'nın Düsseldorf kentindeki atölyesini, sergi öncesinde bir grup gazeteciyle gezdik.
Düsseldorf'a vardıktan sonra ilk durak Mack'ın eserlerini sakladığı, sanayi bölgesindeki deposu oldu. Sanatçı bizi kapıda karşılarken, ilerlemiş yaşına rağmen enerjisi ve hayat dolu olması göze çarpıyor. Günlerdir soğuk ve yağmurlu havanın etkisinde olan Düsseldorf, güneşli bir güne başlamıştı. Bahçedeki heykelleri işaret edip, “Bakın hava güneşli olunca eserler böyle ışıklanıyor.” diye heyecanla konuşuyor. Heykellerinde, demir, kum, tahta, cam ve seramik gibi çeşitli materyaller kullanan Mack ışığa olan tutkusuyla biliniyor. Atölyesindeki yüzlerce eser bu ışık dilini hep birlikte konuşuyor.



Hemen atölye turuna başlayan Mack, paketlenmek ve müştelerine gönderilmek üzere malzemelerini depoda biriktiren bir fabrikayı andıran kocaman iki atölyesiyle herkesi şaşırtıyor. Bu depoların elektriğinden ısıtmasına kadar her şeyiyle ilgilenen Mack, gözü gibi baktığı eserlerinin sayısını kendisi bile hesaplamakta zorlanıyor. Sanatçının bu düzeninin ardında her ikisi de sanat tarihçisi olan karısı Ute ve kızı Marie-Valeria yer alıyor. Mack'in, piyasada çokça görülen ve eleştirilen asistanlar ordusuyla çalışan (Anish Kapoor, Damien Hirst ve Antony Gormley) gibi isimlerden uzak bir sanat pratiği var. Depo gezisinin ardından ikinci durak, Mack ile 17. yüzyıldan kalma hem atölye hem de ev olarak kullandığı alçakgönüllü çiftlik evi oluyor. Bahçedeki heykeller ve kendi tasarladığı atölyesini göstererek, “Buradaki heykelleri, tabloları hep kendi ellerimle yaptım, ben elleriyle çalışan bir sanatçıyım.” diyor.

‘Sanat zulme ve acımasızlığa karşı bir sestir'
Doğu ile Batı kültürlerinden beslenen ve İslam sanatlarına ilgisini sık sık dile getiren Mack, bu atölye turundan sonra bir basın toplantısı düzenledi. Mack'ın sanatçı, felsefeci kimliğiyle gazetecilere söyleyecek çok şeyi var. İstanbul'daki sergi için çok heyecanlı olduğu her halinden belli. Doğu-Batı buluşmasına önem veren Mack, “Eserlerimde ideoloji yok. Kendi bireyselliğimi derinlerde tecrübe ediyorum.” diyor. Gölge ve ışığa önem verdiğini belirten Mack, “Her materyalin kendi dili var, onu öğrenmek lazım” diye de öğütlüyor. Sanatçı ve ideoloji ilişkisine değinen Mack, “Sanatçı politik olanla yakınlık kurduğunda özgürlüğü elinden alınır. Bu tarih boyunca öyle olmuştur. Ben özgür bir sanatçıyım, hiçbir politik güç bana ne yapmam gerektiğini söyleyemez. Bu yüzden kendi eserlerimle Türkiye'deki sanatçılar üzerinde bir etki veya ilham kaynağı olabilme temennisi içindeyim.”diyor.

Nazan Ölçer'in deyişiyle bilge bir sanatçı olan Mack, sanat piyasasının maymunu değil. Hatta kimi zaman piyasadan kendi eserlerini satın alacak kadar da işlerine düşkün. Ticari beklentinin yüksek olduğu bir dönemde sanatçının özgürlüğüne sıklıkla işaret ediyor. Bir sanatçı olarak umudunu asla yitirmediğini dile getiren Mack, “Matisse, karısını ve kızını elinden alan Nazi döneminde bile resmi bırakmadı çünkü sanat zulme ve acımasızlığa karşı bir sestir.”şeklinde konuşuyor.

İstanbul'a gelecek eserlerin seçiminde çok az müdahalesi olduğunu söyleyen Mack, kendi sergisinin İstanbul'da ziyaretçisi olacağını söylüyor. Küratörlüğünü S. Ü. Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile Royal Academy of Arts Londra eski Sergiler Direktörü ve sanat tarihçisi Sir Norman Rosenthal'in üstlendiği sergi Tahincioğlu Holding katkılarıyla 17 Temmuz'a kadar görülebilecek. 
Zaman, Haber: Musa İğrek, 06.02.2016
SİNOP'UN TARİHİ HAL BİNASI KÜLTÜR MERKEZİ OLUYOR

Sinopale Uluslararası Sinop Bienali önerisiyle Sinop'un kent belleğinde önemli bir yer tutan tarihi sebze hali kültür merkezine dönüştürülüyor. Açılış tarihi henüz belli olmayan bina, Hal Sinop Buluşma Merkezi adıyla Sinop'ta kültürel, sosyal ve eğitsel etkinliklere ev sahipliği yapacak, kentin kalkınmasına hizmet edecek.

Sinop Hal binası 1980'li yıllara kadar kentin önemli sosyal ve ticari merkezi konumundaydı. Bununla birlikte, Türkiye'de örneği ilk olan sosyal girişim örneklerinden de biriydi. Bina, 1950'li yıllarda hayırsever işadamı Muharrem Tansel tarafından inşa edilerek Sinop Belediyesi'ne bağışlanmıştı. Vakıfnamesinde ise hal binasının yerine farklı bir amaçla yapı yapılamayacağı, dükkanların ihtiyaç sahibi küçük esnafın kullanımına verilmesi, kar amaçlı kullanılmaması, dükkanlardan elde edilen gelirin hal binasına ve fakirlerin ihtiyaçları için kullanılması şart koşuluyordu. Esnaf kültüründen AVM kültürüne evrilen tüketim alışkanlıkları zaman içinde Sinop'un hal binasını işlevsiz bıraktı. Ancak geleceği gören vakıfnamesi sayesinde günümüze ulaşmayı başaran bina, kent belleğindeki önemi nedeniyle Sinopale girişimi tarafından gündeme getirilerek, kentin gelişimine hizmet eden yeni bir fonksiyon kazandırılması doğrultusunda Sinop Belediye Başkanlığı ile kentsel dönüşüme örnek olacak bir çalışma başlatıldı. Ardından Mimar Sinan Üniversitesi, Sokak Bizim Derneği gibi kurumlarla oluşturulan ortaklıklar sayesinde Sinop Hal binasının kente değer katması yönünde yeni bir başlangıç gerçekleşti.
Zaman, 06.02.2016

Son günlerde kaçakçılık şube ekiplerinin art arda yakaladıkları dünyaca ünlü ressamlara ait tablolar tüm dünya basının gündeminde. Picasso, Sir Anthony van Dyck, Dali'ye ait tablolar milyonlarca dolara satılırken suçüstü yapılıyor. İşte yolu Türkiye'den geçen ünlü tablolar

Türkiye sanatın önemli merkezlerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor diyoruz. Sanat fuarları, yurtdışına açılan sanatçılar göğsümüzü kabarta dursun belki de tek eksiğimiz Picasso, Paul Cezanne gibi dünyaca ünlü ustalara ait eserlerden yoksun olmamız. Oysa hem yerli hem de The Guardian gibi dünya basınında yolu Türkiye'den geçen ve değerleri milyonlarca doları bulan, sanat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük isimlerine ait eserler sık sık haber oluyor. Ama maalesef bu eserler ne bir müze koleksiyonuna girmek için ülkemize giriş yapıyor ne de sergilenmek için. Söz konusu eserler uluslararası çeteler tarafından, koleksiyonlardan ve müzelerden çalınıp Türkiye topraklarında elden çıkarılmaya çalışılıyor. Ama bu noktada kaçakçılar, Türk polisinden kaçamıyor. Dünya müzelerinden yağmalanan ve değeri milyonlarca doları bulan eserler uzun süren takip sonrasında kaçakçılık şube ekipleri tarafından yakalanıyor.

NEDEN RESİM?
Dünyada silah ve uyuşturucu kaçakçılığından sonra en fazla resim ve sanat eserleri para ediyor. Bu da kaçakçılar için sanat eserini cazip hale getiriyor. Özellikle kolay taşınabilir resimlerin ülkeye sokulması ve ülkeden çıkarılması da zor olmuyor. Peki ama kafalarda "Bu tarihi eserler gümrükten nasıl geçiyor?" sorusu oluşabilir. Yetkililer çoğu kez 'eski' eşyalarla birlikte konteynerlerin içinde sokulduklarını belirtiyor. Eski masa, koltuk, sandalye sokarken tabloyu da masanın çekmecesine koyuyorlarmış. Yakalanan eserlerin orijinal olup olmadığının tespiti için Louvre, British, Picasso müzeleri gibi yetkili kurumlar tarafından ekspertiz yapılması gerekiyor. Türkiye'de yakalanan eserler eğer İstanbul'daysa önce Mimar Sinan Üniversitesi'ne gönderiliyor, ardından Topkapı Sarayı'na geçiyor. FBI ve Interpol'e listeler bildiriliyor. Ve sahipleri var ise eserlerin geri teslim işlemleri başlatılıyor.

KAZINMIŞ VE KATLANMIŞ
Görüş aldığımız yetkililer yakaladıkları eserlerde yoğun tahribatlar olduğunu belirtiyor. Örneğin geçtiğimiz ay Topkapı'da lüks bir otelde 17 milyon dolara satılmak üzereyken suçüstü yakalanan Sir van Dyck tablosunun bazı bölümlerinin kazınmış olduğunu görüyoruz. Ayrıca yakalanan eserler arasında çerçevesinden çıkarılmış, rulo yapılmış, hatta katlanmış olanlar dahi mevcut.

SADDAM'IN KOLEKSİYONU
Yıllar önce Saddam'ın Irak'ının Kuveyt'i işgali sırasında binlerce Irak askeri Kuveyt'teki birçok sanat galerisini ve müzeyi ve özel koleksiyonu yağmaladı. Bu yağmalanan eserlerin büyük bir kısmı Türkiye üzerinden dünyaya yayıldı. Örneğin Pablo Picasso'nun 1991 yılında, 1. Körfez Savaşı sırasında Kuveyt Müzesi'nden çalındığı belirtilen nü tablosu 2011 yılında Balıkesir'de ele geçirilmişti. Onun dışında Irak'ın işgali ve Saddam'ın devrilmesiyle beraber bu kez Irak'taki müzeler ve koleksiyonlar yağmalandı ve yine bir kısmı ülkemize kaçak yollardan sokuldu.

YAĞMALANANLAR GELİYOR
Son olarak da beş yıldır devam eden Suriye savaşıyla beraber sadece mülteciler değil yurtdışına kaçırılmak istenen sanat eseri ve tablolar da ilk durak olarak Türkiye'ye getirildi. Özellikle bu sanat eserlerine yönelik hırsızlık olaylarını dünyada Gürcülerin başını çektiği grupların yaptığı biliniyor. Ve bu gruplar da ister Avrupa'dan çalmış olsunlar ister Avrupa dışında bir yerden, bir şekilde İstanbul'a getirip eserin burada pazarlanmasını sağlıyorlar.

17 MİLYON DOLARLIK ESER
Sanat hırsızlığında astronomik rakamlar konuştuğu için hırsızlar tarafından tercih ediliyor. Geçtiğimiz ay yakalanan van Dyck tablosu bunun en canlı ispatı. İngiltere'deki özel bir koleksiyonerden Gürcü bir çete tarafından çalınan tablo 200 bin dolara satılmış. Tabloyu satın alan iki Türk işadamı ise 17 milyon dolar gibi astronomik bir rakama elden çıkarmak isterken yakalandılar.

POLİS ALICI KOLEKSİYONER ROLÜ OYNUYOR
İşin en ilginç tarafıysa bu operasyonların gerçekleşme şekli. Özellikle yeni dönemde kaçakçılık şube timlerinde sanat danışmanı, arkeoloji uzmanı gibi farklı branşlardan anlayan kişiler çalıştırılıyor. 2016 yılında gerçekleşen operasyonlardan biri şöyle gelişiyor: Bir polis memuru tabloyu satın almak isteyen kişi kılığında uzun süredir teknik takipte olan satıcılarla kontak sağlıyor. Bu kişi 'zengin bir koleksiyoner' izlenimi vermek için tepeden tırnağa lüks markaların kıyafetlerini giyiyor. Taktığı saat, kahve içmek için gittiği mekan dahi pahalı ve lüks yerlerden seçiliyor. Karşı taraf alıcının yeterince parasının olduğuna inanmak için kanıt istediğinde ise banka kasası açılıyor ve paralar önünde fotoğraf çekip karşı tarafa yollanıyor. Sonuç olarak da milyonlarca dolar kazanacağını sanan sanat eseri hırsızları karşılarında Kaçakçılık Şube Müdürlüğü elemanlarını görüyor.

MUHBİRE YÜZDE YEDİ
Kaçakçılık şube ekipleri uzun süre hırsız çetelerini teknik takibe alıyor. Genellikle teknik takip gelen ihbar sonrası oluyor. Bu arada sanat eseri kaçakçılığını ihbar edenlere yüzde yedi pay veriliyor.

KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ?
İşte Yalova'da yakalanan Paul Cezanne'dan Elazığ'da ele geçirilen Picasso'ya kadar yolu sınırlarımızdan geçen ve başarılı operasyonlar sonucu yakalanan tablolar...

NELER YAKALANDI?

Ocak 2016... İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü Bakırköy'de bir operasyon yaptı. Haftalardır peşinde oldukları tabloyu sonunda ele geçirdiler. Satılmaya çalışan tablonun Picasso'nun Dressing Her Hair (Saçını Tarayan Çıplak Kadın) olduğu anlaşıldı. New York'ta bir koleksiyonerden çalınan tablo 8 milyon dolara satılmaya çalışılıyordu. Eser şu anda orijinalliğinin tespiti için Mimar Sinan Üniversitesi'nde...

Ocak 2016... Topkapı'da lüks bir otelde Sir Anthony Van Dyck'a ait bir eser ele geçirildi. Eseri Gürcülerden 200 bin dolara alan iki Türk tam 17 milyon dolara satmak istedi. Kaçakçılık Şube ekipleri 132X96 boyutlarındaki eseri otelde ele geçirdi. 17. Yüzyıla ait tablo şimdi Topkapı Sarayı'nda...

Mayıs 2015... Yalova Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekipleri ünlü Fransız ressam Paul Cezanne'e ait olduğu öne sürülen, piyasa değeri 150-200 milyon dolar olduğu belirtilen tabloyu satmak isteyenleri suçüstü yakaladı.

Mart 2015... Tokat'ta polis ekipleri, Hollandalı ressam Vincent van Gogh'a ait olduğu ileri sürülen bir tablo ele geçirdi. Tablonun sanatçının Yetim Adam serisinden Van Gogh İhtiyar Sopayla isimli eseri olduğu söyleniyor.

Mart 2011... Körfez Savaşı'nda Kuveyt Müzesi'nden çalınan ünlü ressam Picasso'nun 10 milyon dolar değerindeki tablosu Balıkesir'de yakalandı.

Mart 2002... Aksaray'da gerçekleşen bir operasyonda İspanyol Ressam Salvador Dali'ye ait olduğu öne sürülen bir tablo yakalandı.

Haziran 2001... Elazığ Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi aldığı ihbarı değerlendirince Picasso'ya ait tahmini değeri 3 milyon dolar olan yağlı boya tablo ele geçirildi.
Sabah, 06.02.2016

HASANKEYF'İN 'MİRAS LİSTESİ' BAŞVURUSU DA BARAJA TAKILMIŞ
Ilısu Barajı suları altında kalma tehlikesi bulunan Hasankeyf'in Dünya Kültür Mirası Listesi'ne adaylık başvurusunun da baraja takıldığı ortaya çıktı. Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen 'Zeynep Ahunbay başvurdu' demişti. Radikal'e konuşan Ahunbay, biz kriterlere uygun olduğunu bakanlığa bildirdik, onlar adaylık başvurusu yapmadı. Çünkü bölgede baraj yapılıyordu" dedi.


Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası Merkezi Direktörü Mechtild Rössler, Ilısu Baraj Gölü suları altında kalma tehlikesi bulunan antik kent Hasankeyf için Türkiye'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne başvurmadığını açıklaması tartışma yarattı. Oysa yaklaşık 10 bin yıllık geçmişe sahip Batman’ın antik ilçesi Hasankeyf'in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için STK'lar çağrı yapmıştı. Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen ise, DHA'ya yaptığı açıklamada  ’Dünya Kültür Mirası Listesi’ için belirlenen 10 kriterinden 9’unu taşıyan Hasankeyf için Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye Milli Komite Yönetim Kurulu 2’nci Başkanı İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’ın yıllar önce başvuruda bulunduğunu söyledi.Ancak acı gerçeğin UNESCO Direktörü Mechtild Rössler'in açıkladığı gibi olduğunu Prof.Dr. Zeynep Ahunbay'da doğruladı.

BAKANLIK BAŞVURU YAPMASI LAZIM AMA...
Radikal'e konuşan Prof.Dr. Zeynep Ahunbay şunları söyledi: "Yıllar önce biz Hasankeyf'in Dünya Kültür mirası listesi kriterlerini taşıdığını Kültür ve Turizm Bakanılığı'na bildirdik. Yazıları yazdık. Doğa Derneği de doğa çeşitliliği ile ilgili toplantılar yapıp raporları bakanlığa sundu. Dosyayı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO'ya sunması gerekiyordu. Bakanlık baraj yapıldığı ve kentin sular altında kalacağı için başvuruyu yapmamış." 

Ahunbay bu durumun üzücü olduğunu dile getirerek "Bir kültür mirası sular altında kalacak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açtığımız dava halen devam ediyor" dedi.
Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 05.02.2016

İKİ YASSIADA

27 Mayıs darbesi sonrasında Adnan Menderes ve bazı bakanların yargılandığı ve idamlarından önce hapis yattıkları Yassıada'nın imara açıldıktan sonra görüntüsü tamamen değişti. Marmara Denizi üzerinde Yeşil dokusu ile fark edilen adanın şimdiki görüntüsü tam bir şantiyeyi andırıyor.

Mayıs 2015'te imara açıldıktan sonra tüm ağaçların kesildiği ve yeşil dokusu adeta yok edilen tarihi Yassıada'da 5 yıldızlı otel, konferans sergi salonları, cami yapılıyor. Adanın son fotoğrafını Levon Bağış uçaktan çekti ve twitter hesabında paylaştı.


Hürriyet, 05.02.2016


******


MESA'DAN YASSIADA AÇIKLAMASI

     

Yassıada ile ilgili haberlerin ardından, adadaki çalışmalarla ilgili müteahhitlik görevini üstlenen Mesa'dan açıklama geldi. Mesa Mesken Sanayii tarafından yapılan açıklama şöyle;

"Basın ve Kamuoyunun Dikkatine,



Taahhüt projelerimiz arasında yer alan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait, yatırımı ve işletmesi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne bağlı GTİ Şirketi tarafından üstlenilen Yassıada’da kongre merkezi, otel ve müzeden oluşacak “Demokrasi ve Özgürlük Adası” projesine ilişkin bugün yayınlanan görseller ve yapılan yorumlarla ilişkin aşağıdaki açıklama zarureti doğmuştur.

Bugün basında yayınlanan hava fotoğraflarında mevsimsel değişikliklerle (kış / bahar) birlikte farkı oluşturan ve yeşil alan olarak görünen bölümler, otsu bitkiler ve makilik alanları kapsamaktadır.



Proje kapsamında sadece birkaç ağacın yeri değiştirilmiştir. Buna karşın proje kapsamında Yassıada’daki mevcut ağaç dokusuna, 120 adet yetişkin ağaç eklenecektir. Yapımını üstlendiğimiz proje tamamlandığında, ekli görsellerde de görüleceği gibi Yassıada’daki doğal doku, başta ağaçlar olmak üzere 3 katına çıkacaktır. "
Yapı, 05.02.2016


******


YASSIADA TARTIŞMASI

Otel ve kongre merkezi inşaatı yapılan Yassıada’nın son görüntüsü tartışma yarattı. Uçaktan çekilen fotoğrafta yeşil dokunun kaybolduğu ortaya çıktı. Sivil toplum kuruluşları tarih ve doğa katliamı yapıldığını ileri sürerken, projeyi üstlenen MESA, “Eskisinden yeşil olacak” diye açıklama yaptı.

Levon Bağış’ın sosyal medyada paylaştığı Yassıada fotoğrafı, inşaat çalışmalarında adanın halini gözler önüne serdi. Yassıada ve Sivriada’nın imara açılmasına tepki gösteren sivil toplum örgütleri, bunun tarih ve doğa katliamı olduğunu, adayı çöle çevrildiğini iddia ettiler. İnşaatı yapan MESA Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Boysanoğlu ise adanın bir yıl daha bozkır görüneceğini, ardından 5-6 metre uzunluğunda mevcudun üç katı fazlası çam ağacı dikileceğini açıkladı.

DAVA AÇILMIŞTI
Adanın imara açılması kararlarının iptali ve yürütmesinin durdurulması için Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Şehir Plancıları Odası ile birlikte dava açmıştı. Bilirkişi raporuna rağmen mahkeme yürütmenin durdurulması istemini reddetmişti. 10 hektarlık adanın, kayalıkları, kıyıları da içine alınıp 18 hektar olarak inşaata açıldığını belirten Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı, “Yassıada, birinci derece doğal, tarihi ve arkeolojik SİT alanı. Koruma planı hazırlanarak, yapılacak tüm kazılar, müdahaleler müze denetiminde yapılmalı. Oysa koruma planı yapılmadı. Tüm yetki inşaat şirketi MESA’ya verildi. Şirket kendi kendine, bu korunacak bu korunmayacak, kararı verdi. Hiçbir arkeolojik, çevresel etüt yapılmadan inşaat sürüyor. İstanbul’da her alan arsa olarak görüldüğü için Yassıada’yı da kaybettik. Topografyası yok edildi, korkunç bir tahribat var. Ada dümdüz arsa haline getirildi” dedi.


Arkeologlar Derneği Başkanı Yiğit Ozar, son fotoğrafla adanın üzerindeki katmanların iş makinalarıyla düzleştirildiğinin anlaşıldığını belirterek, “Böylesine önemli arkeolojik katmanları olan bir coğrafyanın hiçbir müze denetimi olmadan, bilimsel araştırma yapılmadan düzlenmesi kabul edilebilir değil. Bir dozerin toprağa her girişinde insanlık tarihi açısından çok önemli bilgiler de kaybediliyor ve neyi kaybettiğimizi bile bilmiyoruz” dedi.



BOŞUNA YAPIYORLAR
Adalar Savunması’ndan Ömer Süvari ise şöyle konuştu: “2012’den beri bunların olmaması için çok uğraştık ama karşımızda bizi dinleyecek kimseyi bulamadık. Daha ağır sonuçlarla karşılaşacağız. Çünkü Yassıada ve Sivriada, Marmara Denizi ve İstanbul’un doğal yaşamı; nesli tükenen balık ve kuş türleri için çok önemli. Marmara’da mercan, sinerit, karagöz gibi türler sadece bu iki adanın açıklarında kaldı. Onlar da bitecek. Yassıada’da mercan yataklarının üzerine beton döktüler, dinamit kullandılar. İskele, liman yaptılar, adayı genişlettiler. İşin trajik tarafı yapılan inşaatlar kullanılamayacak. Adalar iklimi çok sert. 9-10 ay fırtına olduğu için ulaşım imkansız olacak.”


Yassıada ve Sivriada’nın inşaat yapımını üstlenen MESA Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Boysanoğlu, şunları söyledi: “Adanın yüzde 60-70’i maki, ağaç değil. Az sayıda çam ağacı vardı, onlar da kaldı. Ada 100 bin metrekare, 50-60 bin metrekare inşaat yapılıyor. Kesilenlerin yerine büyümüş gelişmiş, 5-6 metre çam ağaçları dikilecek.

Ağaç sayısı kesilenin en az 3 katı olacak. Askeriyeye ait, tarihi değeri olmayan luzumsuz binaların yerine de ağaçlar dikilecek. 1 yıl daha bozkır görünecek ama sonra geçmiştekinden daha yeşil olacak. Öyle beş yıldızlı oteller falan da olmayacak. Devlet büyüklerinin ağırlandığı; bongolov gibi iki katlı binalar, kongre merkezi yapıyoruz. Genişletme yok. Ufak bir iskele bağlantısı var. Mevcut alan üzerine oturuyoruz. Burası 97-98 bin metrekare. Hangi ekoloji bozulacak? Ben de mimarım. Bize bakanlığın verdiği bir proje var ve onu uyguluyoruz.” 

Kesilen 5 ağaç
Yassıada ve Sivriada’nın yapım işini üstlenen ve 30 yıl süreyle işletecek olan TOBB Gümrük ve Turizm İşletmeleri Yönetim Kurulu Başkanı Arif Parmaksız Turizm Bakanlığının projesini uyguladıklarını belirterek, “Orası orman değil, maki; kestiğimiz 5 ağaç. Yeni peyzaj planına göre adayı tamamen yeşil alana döndüreceğiz. Kesilen ağaçların yerine üç kat fazla sayıda ağaç dikeceğiz” dedi. 14 Mayıs 2015’te temel atma törenine katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yassıada’nın İstanbul’un Camp David’i olacağını belirterek “Yassıada’yı arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı barış adasına; müze ve kongre merkezine dönüştüreceğiz. Yeşil alan kesinlikle bugünkünden fazla olacak” demişti.

Hürriyet, Haber: Aysel Alp, 05.02.2016


******



BAKAN EROĞLU: YASSIADA'DA AĞAÇ KESİMİ FOTOĞRAFINI BEN GÖRMEDİM AMA SAHTEDİR

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Yassıada'nın imara açılmasından sonra basına yansıyan fotoğrafı görmediğini ancak sahte olduğunu öne sürdü. Eroğlu, Yassıada'da ağaç kesimini haber yapan basın mensuplarını Aydın Büyükşehir Belediyesi'nin kestiği ağaçların haberini yapmamakla eleştirdi.

Açılışlar için Denizli'ye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu ile gelen Bakan Eroğlu, Denizli Valisi Şükrü Kocatepe'yi ziyaret etti. Ziyarette Adalet Bakan yardımcısı Bilal Uçar, Denizli Valisi Şükrü Kocatepe, AK Parti Denizli milletvekilleri Şahin Tin, Cahit Özkan, Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan ve bürokratlar hazır bulundu.

"AYDIN BÜYÜKŞEHİR BETON HALİNE GETİRDİ"

Ziyaret sonrası basın toplantısı düzenleyen iki bakan, Denizli'ye yapılan yatırımlarla ilgili bilgi verdi.

Eroğlu, gazetecilerin Yassıada'nın imara açılmasından sonra basına yansıyan fotoğrafla ilgili sorusu üzerine bu yapılan haberlerin kasıtlı olduğunu öne sürdü.

Kendisinin "3 -5ağaç kesiliyor" şeklinde açıklamasının eleştirildiği hatırlatılınca Eroğlu, şöyle dedi: "Bunun cevabını verdim. Eleştirilebilir tabi. Ben yatırımla ilgili konuşmam. Aydın'da arkadaşa şunu söyledim. Aydın'da burada tarihi caminin karşısında muhteşem bir yeşillik vardı. Ona lütfen bir Google'dan bakın. Oradaki bütün ağaçları kestiler Binlerce ağaç kesildi. Oraya taştan bir şey yapıldı, beton. Siz bunu görmüyorsunuz, oradaki üç beş tane kesilip kesilmediği, bize de ait değil, dolayısıyla bunu görüyorsunuz diye onu sordular. 'Kesiliyorsa' dedim bakarız. 'Bir kesilen yere beş dikeriz' dedim. Aydın'da bunu sordular. Tamam mı? Kasıtlı sorduğu için. Ben de Aydın'a, sen dedim bununla ilgili bir haber yaptın mı? Aydın'ın merkezinde yeşillik yok. En güzel bir mesirelik bir alanı tamamen beton haline getirdi. Kimsenin sesi çıkmadı. Bütün ağaçlar kesildi. Yalova'da ağaçlar kesildi. Mesele ağaç meselesi değil. Biz onu vurgulamak istedik. Anlatabiliyor muyum?" 

"BEN GÖRMEDİM ŞU ANDA AMA SAHTEDİR"
Bir gazetecinin, basına yansıyan fotoğrafta Yassıada'da maden sahası gibi ağaçların kesildiğinin görüldüğünü, bu fotoğrafın doğru olup olmadığı şeklindeki sorusu üzerine Eroğlu, şu yanıtı verdi:

"Ben görmedim şu anda ama sahtedir. Orada maden sahası filan yok kardeşim. Ben Yassıada'yı bilmez miyim? İstanbul'da yaşadım. İSKİ Genel Müdürlüğü yaptım. Orada orman filan yok. Ağaç yok kardeşim. Benim bildiğim kadarıyla. Ben projeyle ilgili bir şey demiyorum. İncelemedim. Ama ben ağaçla ilgili kısmını söylüyorum. Yassıada'da da bizim orman alanımız yok. Çıplak bir kaya. Aydın'da soran da kasıtlı sorduğu için ben dedim, bir basın mensubu olarak, şuradaki muhteşem şeylerin içinde, tarihi caminin hemen karşısında, muhteşem bir yeşillik vardı. Her ay gider oraya girerdik. Orayı tamamen Aydın Büyükşehir Belediyesi, tamamen büyüyen ağaçları kesti. Şu anda orası bir beton yığını haline geldi. Bunu gördün mü diye söyledim. Bunu yazmıyor. Ben 'bir ağaç kesilirse beş ağaç dikeriz' demişim. Onu yazıyor. Kasıtlı davranmayalım. Tabi size demiyorum. Mutfaktakiler var ya onlar işi değiştiriyorlar."
Radikal (Kısaltarak), 07.02.2016



******


YASSIADA/YASLI ADA!

Türkiye demokrasisinin ilk çok partili dönemi, 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle sona erince, DP İktidarının tüm mensupları Marmara'nın ortasında bir adada kurulan mahkemede yargılandılar. Atatürk'ün son Başvekili ve 1950/60 döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar, milletvekillleri bir yıl boyunca burada tutuklu kaldılar. Onlar, aileleri ve darbe ortamına rağmen ziyaretlerine gelmeye cesaret edenler, bu adada unutulmaz acı anılar, üzüntüler yaşadılar.

Demokrasi tarihimizde hep buruk duygularla anımsadığımız bu talihsiz süreçle özdeşleşen bu küçük adanın adı Yassıada'dır. Anımsattıkları nedeniyle halk arasında çoğu kez "Yaslı Ada" diye de anılır.

Yassıada, 27 Mayıs sonrasında -önceden olduğu gibi- bir süre yine Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca, daha sonra da Su Ürünleri Yüksek Okulu olarak kullanıldı. Ancak ulaşım ve benzeri zorluklar nedeniyle 90'lı yılların ortalarında terk edildi. Uzun süre boş kaldı.

2007 Eylül'ünde göreve başladıktan sonra, başta İstanbul olmak üzere, birçok yerde terk edilmiş, ya da kötü kullanılan tarihi mekanları kurtarmak ve iyileştirmek için Kültür ve Turizm Bakanlığınca bir seferberlik başlattık. Topkapı Sarayı avlusundan gecekonduları, Ayasofya içinde unutulan devasa iskeleyi çıkarmak, Ayazağa'da -şimdi Uniq Istanbul diye bilinen- yeni bir kültür vahası inşa etmek, yine Topkapı'da kullanılmayan askeri depoları Saraya katmak, Ankara'da Bakanlığın tarihi binasının yanı başında evsizlerin işgaline uğramış metruk Çarşı'nın yerine park yapmak, aynı durumdaki Cer Atölyelerinde CerModern'i açmak bu sayede mümkün oldu.

2009/10 Yıllarında farklı konularda yeni müzeler kurmak konusunda arkadaşlarımızla fikirler geliştirirken, sadece tarihi objeleri içinde barındıran değil, yaşanmış acıları da toplumsal hafızada unutulmaz kılan 'anı müzeleri' yapmak konusunda da yeni görüşler oluştu. Ankara Ulucanlar Ceza ve Tutukevinde -Altındağ Belediyesince-  sürdürülen bir çalışma vardı; Sinop Kale/Cezaevi için AB'den kredi bulundu. Diyarbakır'da -İçkale yapılarının dışında- Cezaevinin de Müze olması tartışılıyordu; hala tartışılıyor. Madımak boşaltılmış ve bir anı mekanı olarak düzenlemesi -Valilik eliyle- başlamıştı.

Bütün bu seferberlik içinde Yassıada, balıkçıların arada bir uğradığı ıssız bir ada olarak unutulmuşluğa terkedilemezdi. Demokrasi tarihimizin bu en sorunlu mekanı, tüm yaşananların belleklere kazınacağı bir anı merkezi ve Demokrasi Müzesi olmalıydı. Bu amaçla adanın tarihi işlevine uygun olarak düzenlenmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi için girişimler başlatıldı. 2010 Yılında adanın kültür envanteri çıkarıldı; Roma ve Osmanlı yapılarının tespit ve tescil işlemleri yapıldı.

Kamu kurumlarının elinden bir mülkü almak -o mülk kullanılmasa bile- çok zordur. Her kurum, kullanmadığı mülkü elinden çıkarmamak için her türlü gerekçeyi arar, bulur, işi olabildiğince uzatır. Örneğin, Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesinin yanıbaşında yıllarca ilgili kurumların varlığını bile unuttuğu birkaç metruk yapıyı, iyi bir kültür girişimine tahsis etmek için iki yıla yakın uğraştığımızı anımsıyorum. Şimdi o metruk yapıların yerinde Ankara'nın son zamanlardaki en güzel kültür-sanat merkezlerinden biri haline gelen bir 'butik' arkeoloji müzesi bulunuyor.

Nihayet, 2011 Nisanında Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü, öteki kamu kurumlarına daha önce yapılmış tahsisleri kaldırarak, adanın "müze yapılmak üzere" Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisine karar verdi. Bunun üzerine adada neler yapılabileceği konusunda ilgili birimler ön çalışmalara başladı.

Temmuz 2011'de dönemin İstanbul Valisi H.Avni Mutlu, Büyükşehir ve Adalar Belediye Başkanları, Bakanlığımızın Müsteşar ve ilgili genel müdürleri ve uzmanlarıyla Yassıada'ya gittik. Yıllar süren terkedilmişliğin bütün tahribatını sergileyen bakımsızlık içindeydi. Her köşesini adım adım gezerek birlikte neler yapılabileceğini konuştuk, ilke kararları aldık.

Yassıada'da Bizans (Doğu Roma) ve Osmanlı döneminden kalma arkeolojik ve tarihsel yapılar ve doğal SİT alanları vardı. Bu yapılar olduğu gibi korunacak; iskele, DP'li tutukluların kaldığı koğuşlar, karşılama ve görüşme mekanları, muhafız birliğinin kaldığı ve yemek yediği yerler, nöbetçi düzenekleri müze kapsamı içinde restore edilecekti.

Deniz Kuvvetlerinin kullandığı dönemde yapılmış bulunan büyük Spor Salon, darbeden sonra Mahkeme olarak kullanılmıştı. Bu salona ziyaretçiler 1960'ta duruşmayı izlemeye gelenler gibi -sessizce- alınacak, sergileme tekniklerinin tüm yeni olanakları kullanılarak -ses ve ışık yöntemleriyle- duruşma ortamı canlandıracaktı.

Yassıada yargılamaları başladığında İstanbul iskelelerinden adaya gelenler, gemiye bindikleri anda askeri disiplinle karşılaşıyor, zorunlu olmadıkça yerlerinden bile kalkmıyor, tam bir sıra ve disiplin içinde Mahkeme salonuna alınıyorlardı. Enis Batur, "bir Ada hikayesi" kitabında bu soğuk ve katı ritüeli son derece gerçekçi biçimde anlatır. Ziyaretçilerin, turistik bir geziden çok, bu yargılama ortamını tam anlamıyla duyumsamaları için, böyle bir ritüelin yaşanmasının olumlu olumsuz etkileri üzerinde konuştuğumuzu dahi anımsıyorum.

Elbette bazı ek düzenlemeler de yapmak gerekecekti. Gelen ziyaretçiler için 'askeri kantin' ortamını hissettiren bir yemek salonu, büyüklerinin yaşadığı adada 'bir gece' kalmak isteyen tutuklu yakınları için koğuşu anımsatan sınırlı, butik bir konaklama imkanı ve adanın genel görüntüsünde kaybolacak ölçeklerde bilgi ve sergi merkezleri. Bu arada adada, Deniz Kuvvetleri ve Üniversite tarafından kullanıldığı dönemde yapılmış bulunan çok katlı binalar da kaldırılacak, yeşil alanlar çoğaltılacaktı.

Böylelikle Yassıada, demokrasi ve hukuk tarihimizin hüzün ve ibret verici bir dönemini belleklere kazıyan bir Demokrasi Müzesi olacak, bunun dışında 'turistik' ya da 'ticari' hiçbir düzenlemeye izin ve imkan verilmeyecekti. Bu temel ilkeler doğrultusunda ön proje hazırlıkları başladı. Yapılaşmayı çoğaltan, ticari ve turistik cazibe merkezi haline getirmeyi amaçlayan projeler yerine, sade, vakur düzenlemeler üzerinde yoğunlaşılmaya çalışıldı.

Bu aşamada Başbakanlık çevreleri proje ile özel olarak ilgilenmeye, projeyi bir yap-işlet modeliyle uygulamaya kalkmaya çalıştı. Bu ilginin ardından adanın SİT kararları kurcalanmaya başlandı. Doğal SİT alanları 2011'de Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlanmış; yeşil alanlar inşaat lobisinin insafına terk edilmişti. Kasım 2012'de V no'lu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu, -tek yapı ölçeğinde tescilleri koruyarak- arkeolojik sitle örtüştüğü gerekçesiyle tarihi SİT kararını kaldırdı. Bu arada, (Aralık 2012'de) II no'lu Koruma Kurulu Gezi Parkı'nın yapılaşma projesini reddetmişti. Baştan beri Koruma Kurullarından hoşnut olmayan sn. Erdoğan'la, İstanbul'da tarihi dokuyu bozan yüksek yapılaşmalar ve özellikle de Gezi'deki betonlaşmaya karşı çıkmamdan kaynaklı tartışmalar sonunda, Ocak 2013'te Bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldım.

Ayrılmamım ardından (Nisan 2013'te) torba yasaya konulan hükümlerle Yassıada'da düzenleme ve yapılaşmanın,  "Kıyı Kanunu ve diğer kanunların koyduğu hertürlü kısıtlamanın dışında bırakılması için" özel bir kanun çıkarıldı.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da Mayıs 2013'te yaptığı ve Haziran 2013'te askıya çıkardığı 1/5000 ölçekli sözde "Koruma Amaçlı İmar Planıyla" adada inşaat için öngörülen yüzde 5 emsal değeri, yüzde 65'e çıkarmış oldu. Mayıs /Haziran 2013'te Türkiye, Gezi Parkı olaylarının hay-ı huyu içinde, -birkaç ilgili ve duyarlı insanın dışında- Yassıada'da, Demokrat Partililerin hatıraları üstünden  yaşanan bu imar yağmasının farkında bile olmadı.

Bu kanunun ve planın verdiği imar ve inşa keyfiliğiyle bir protokol yapılarak Yassıada, yap-işlet sözleşmesiyle TOBB'a verildi. TOBB da bu projeyi bir kültür yatırımı desteği olarak üstlenmek yerine, turistik amaçlı, gelir getirici bir yatırıma dönüştürerek tanınmış bir konut yap-sat firmasına ihale etti.

Demokrasi tarihimizin acı ve en ibret verici sayfalarının yaşandığı Yassıada, bütün bu uğraşlardan sonra bugün, bir yap-sat firmasının elinde, sadece tarihi ve doğal dokusu değil, bütün hatıraları çiğnenmiş bir turistik mekana dönüştürülüyor. Adanın yeşil dokusunu tümüyle yok edip inşaat arsasına dönüştürenlerin savunma amacıyla yaptığı açıklamalar daha da feci: Konaklama tesisleri devlet büyüklerinin konuk edileceği en yüksek düzeyde olacakmış! Projeyi hiç anlamamışlar!

Celal Bayar ve Menderes, orada 5 yıldızlı imkanlarla mı tutuklu kaldılar ki, şimdi siz 'lütfedip' ziyarete gelen 'devlet büyüklerine' bu imkanları sunmak için yapılar yapıyorsunuz?

Görülen o ki, yap-işletçiler de, yükleniciler de, Yassıada'nın görgüsüz bir lüks ve ihtişamla boğulmasının değil, doğal ve tarihsel koşullarının bütün sadeliğiyle korunmasının izleyenler üzerinde daha büyük bir etki ve saygı uyandıracağını anlamamışlar. Tarihi mekanların başına gelebilecek en büyük felaket de budur. Tarihi bilmeyenlerin, sözde sahip çıkıyor görünmesi ve onu bilinçsizce tahrip etmesi.

Özetle, 2011 yılında tarihi anlamına uygun bir 'demokrasi ibret müzesi' yapmak amacıyla tahsis edilmiş bulunan Yassıada, bu amaçların dışında 'turistik' bir mekana dönüştürülemez. Yassıada da yaşanan anılar ve acılar, Kongre ve benzeri amaçlarla adaya geleceklere vakit geçirecekleri ek ve eğlencelik bir turistik gösteri aracı yapılamaz.

Tarihe duyarlı olduğunu düşündüğüm sayın Başbakan ve sayın -yeni- Kültür ve Turizm Bakanı'nın bu uygulamayı yeniden irdelemesi ve düzelttirmesi için gereken müdahaleyi ivedilikle yapacağını umuyorum. Aksi takdirde yapılanlar, Istanbul'un tümüyle arsaya dönüştürülmesinin acısını çeken duyarlı yurttaşlarımızın haklı tepkisinin yanısıra -ve ondan da önce- Yassıada'da yaşamlarının en acılı günlerini geçirmiş bulunan insanların anılarına da büyük bir duyarsızlık ve saygısızlık olacak, onların aziz ruhlarını rahatsız edecektir.
Radikal, Yazı: Ertuğrul Günay/Eski Kültür ve Turizm Bakanı, 08.02.2016



******


İBB'DE YASSIADA TARTIŞMASI

Yassıada’nın 'Demokrasi ve Özgürlük Adası' yapılmak üzere imara açılarak, şantiye alanına dönmesi tartışması İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde gerginliğe neden oldu.

Yassıada’nın 'Demokrasi ve Özgürlük Adası' yapılmak üzere imara açıldıktan sonraki hava görüntüleri medyada yer almış ve adanın şantiyeye döndüğü, ağaçların yok olduğu tartışmaları başlamıştı.

DHA'nın haberine göre, İBB Meclisi Şubat ayı oturumunun ilk gününde söz alan İBB Meclisi CHP Grup Sözcüsü Tonguç Çoban, CHP’li Meclis üyelerinin geçtiğimiz aylarda adaya çıkarma yaparak, yapılacak inşai faaliyetlerin adanın arkeolojik özelliklerini, tarihi dokusunu, doğal sit özelliklerini tahrip edeceği yönünde uyarıda bulunduklarını ancak bu uyarıların dikkate alınmadığını söyledi.

Basında yer alan fotoğrafları gösteren Çoban, "Bu sizin içinizi sızlatmıyorsa, vicdanınızı yaralamıyorsa diyecek bir şey yok. Ama siz de 'bu kadar da hoyrat davranılmaz' diyorsunuz, eminim" diye konuştu.

Denizin doldurularak adanın morfolojik yapısı ile oynandığını belirten Çoban, "Bundan sonra adanın adını 'Yamyassıada' yapalım. Hadi doğaya, tarihe arkeolojiye saygınız yok, hiç olmazsa aynı gelenekten geldiğiniz Adnan Menderes’e saygınız olsun" dedi.

"O fotoğraf devam eden inşaatı gösteriyor"
CHP’nin eleştirilerine yanıt vermek üzere kürsüye çıkan İBB Meclisi AK Parti Grup Başkan Vekili Abubekir Taşyürek, CHP grubunun önerilerini dikkate aldıklarını belirterek demokrasiyi iki kanatlı bir kuşa benzetti.

Yassıada konusunda algı yönetimi yapıldığını savunan Taşyürek, yapılan işin tamamlanmasının ardından değerlendirme yapılması gerektiğini söyleyerek "Oradaki inşai faaliyet devam etmektedir" dedi.

Özgürlük ve Demokrasi Adası projesi ile zamanında yaşanan acıların bir nebze olsun dindirileceğini söyleyen Taşyürek, "Bir zihniyetin büyük acılar yaşattığı, Türkiye’nin en önemli başvekillerden Adnan Menderes’in ruhunu bir nebze olsun yad edeceğiz, ailelerinin acılarını dindireceğiz" dedi.

Meclis başkanvekili söz vermeyince gerilim yükseldi
Zaman zaman gerilimin yükseldiği oturumda, İBB Meclis Başkanvekili Ahmet Selamet, Yassıada tartışmasına katılmak isteyen CHP’li Meclis üyesi Esin Hacıalioğlu’na söz vermeyince tartışma daha da alevlendi.

Meclis Başkanvekili Selamet, konuşma yapmak için Meclis Başkanlığı'na önceden dilekçe vermek gerektiğini söyleyerek, Hacıalioğlu’nun yarın konuşma yapabileceğini belirterek bu oturumda konuşma yapmasına izin vermedi.
Yapı, 10.02.2016

TERÖRE İNAT MOZAİK ATAĞI

One Derneği, Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta yer alan tarihi mozaikleri tanıtmak için harekete geçti. Dernek Başkanı Demet Çetindoğan Sabancı, terör olayları ve Suriyeli göçmen sorunlarının ‘Mozaik Yolu’ isimli projelerini hayata geçirme düşüncelerini değiştirmediğini söyledi.

Yönetim Kurulu Başkanlığını Demet Çetindoğan Sabancı’nın yaptığı ONE Derneği (Ortak Nesiller Entegrasyonu) Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep ve Kahramanmaraş’ı kapsayan ‘Mozaik Yolu’ projesini  dünyaya tanıtacak. Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın öncülüğünde yürütülen projeyle Anadolu topraklarındaki mozaiklerin 2 yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerinde tanıtılması amaçlanıyor. İlk büyük tanıtım atağı da 11 Şubat’ta İsviçre’nin dünyaca ünlü kayak merkezi Gstaad’ta gerçekleştirilecek.

ALTIN TOPRAKLAR
Demet Çetindoğan Sabancı, bölgeye “Altın Topraklar” dedi ve Türkiye’nin kültürel miraslarını dünyaya tanıtmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla, 4 şehrin Belediye Başkanları’yla uyumlu çalıştıklarını anlattı.  Prof.Dr. Ortaylı’nın belirlediği rotanın ‘Mozaik Yolu’ olarak tanıtımının sponsorluğunu ise Gaziantep kökenli Şölen firması üstlendi. 100 ülkeye ihracat yapan Şölen’in İcra Kurulu Başkanı Elif Çoban, toplantıda “Türkiye’nin dünya çapında markalar çıkarması için ilk önce ülkemizin de markalaşması gerekiyor. Bu toprakların insanı olarak sahip olduğumuz kültürel mirasımızı en iyi şekilde dünyaya tanıtmayı istiyoruz” dedi.

YAĞMACILAR

One Derneği Danışma Kurulu Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, 4 ilde Roma İmparatorluğu’nun en ihtişamlı izlerinin bulunduğunu anlattı. MÖ 4000’li yıllardan günümüze kadar çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapan Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’da bulunan mozaik müzeleri bu rotanın öne çıkan durakları olacak.  Toplantıda Anadolu topraklarından yurtdışına, hatta dünyanın ünlü müzerline kaçırılan eserler de konuşuldu. Prof. Ortaylı, her dönemde yağmacıların ve bu yağmacılardan eser alan zenginlerin olduğunu anlattığı konuşmasında, “Ne yazık ki bazı müzeler de bu işin bir parçası oldular. Topkapı Müzesi müdürlüğü yaparken Metropolitan Müzesi ile her türlü ilişkiyi bu yüzden kesmiştim” dedi.  Ortaylı, Avrupa’da işini çok iyi yapan müzelerin olduğunu ve Mozaik Yolu projesini doğru isimlerle tanıtacaklarını da aktardı.

Önce Avrupa sonra Amerika
‘Mozaik Yolu’ projesi için 11 Şubat’ta İsviçre Gstaad’ta gerçekleştirilecek tanıtımın ardından Venedik Gugenheim Müzesi’nde de tanıtım yapılacak. 2017’de de Londra Victoria and Albert Museum ve Washington Smithsonian Institute’de tanıtım yapılacak. Demet Çetindoğan Sabancı İsviçre’de gerçekleşecek tanıtım gecesinde yöre yemeklerinin sunulacağını, Vodafone ortaklığıyla hazırlanan Mozaik Yolu’nu tanıtan bir video gösterimi yapılacağını söyledi. Tanıtımlarda modacı Özlem Süer’in de bölge kıyafetlerinden esinlenerek hazırladığı mini defileler gerçekleştirilecek.

Dünya jet sosyetesi tanıtıma katılacak
Gstaad’taki tanıtıma; İngiltere Prensesi Michael of Kent, Fransa Prensesi Caroline Murat, İtalya Prensesi  Marie Gabrielle de Savoie , Piyanist Clemence Guerrand, Phebus Publishing House Kurucusu Vera Michalski–Hoffman, Uluslararası Çocuğu Koruma Hareketi Kurucusu Homayra Sellier , Gestaad Müzik festivali Başkanı Denise Elfen, Koleksiyonerler  Ella Cisneros,  Emmanuela de Nora ve Bibi Gritti gibi önemli isimler katılacak.

Hürriyet, Haber: Elif Ergu, 05.02.2016

DİYARBAKIR SUR'DA 5 BİN YILLIK MOZAİK BULUNDU



Diyarbakır Valiliği, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi görevlileri tarafından kent genelinde tarihi eser, sigara ve elektronik eşya kaçakçılığı yapanlara ve organizasyonlara yönelik 3 ayrı operasyon düzenlendiğini açıkladı.

Açıklamada, polis ekipleri merkez Sur İlçesi'nde MÖ 3000 yıllara ait mozaik eserin yanı sıra, PKK'ya finansman sağlamak amacıyla ülkeye yasa dışı yollardan getirilen kaçak sigaraların Sur İlçesi'nde kapalı bir alanda depoladıkları tespit edildiği ve depoya yapılan operasyonda piyasa değeri 307 bin 500 lira olan değişik markalarda toplam 61 bin 500 paket kaçak sigara ele geçirildiği belirtildi.
Cnn Türk (Kısaltarak), 04.02.2016



.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi