27 Mart - 2 Nisan 2016
|
SAMSUN SAATHANE RESTORASYON ÇALIŞMALARI İÇİN MAHKEMEDEN FLAŞ GELİŞME

Samsun Saathane restorasyon çalışmaları için mahkemeden flaş gelişme! Yaklaşık 1 aydır duran Saathene Meydanı arkeolojik kazıları, mahkeme sürecinin ardından tekrar çalışmalara başlandı.

Samsun Saathane restorasyon çalışmaları için mahkemeden flaş gelişme! Yaklaşık 1 aydır duran Saathene Meydanı arkeolojik kazıları, mahkeme sürecinin ardından tekrar çalışmalara başlandı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Samsun Büyükşehir Belediye'sinin katkılarıyla başlatılan Saathane Meydanı projesinin restorasyon çalışmaları başladı.
Tarihi Taşhan, Şifa Hamamı, Süleyman Paşa Medresesi ve Camii'ni içine alan Saathane Meydanı restorasyon projesi, Taşhan'ın restorasyon çalışmalarıyla başladı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün yürüttüğü restorasyon çalışmaları kapsamında Süleyman Paşa Medresesi ve Camii'nin ise proje ihaleleri bitti ve yakında buralarda da restorasyon çalışmalarına başlanacak. Proje kapsamında yer alan Şifa Hamamı'nın da daha sonra ihalesi yapılacak. Bununla birlikte Saathane Meydanı'nda yer alan Taşhan, Şifa Hamamı, Süleyman Paşa Medresesi ve Camii'nin restorasyon çalışmalarının 2017 yılı içinde bitirilmesi planlanıyor.
İHA, 31.03.2016 |
ZAHA HADİD VEFAT
ETTİ
Zaha
Hadid 66 (1950-2016) yaşında hayata gözlerini yumdu.
Zaha Hadid'in Architects'in
internet sitesinde,
Zaha Hadid'in hafta
başından beri bronşit sebebiyle rahatsız olduğu,
Miami'de tedavi gördüğü hastanede kalp krizi
sebebiyle, sabahın erken saatlerinde (ABD saatiyle),
vefat ettiği resmi olarak duyuruldu.
Arkitera, Haber: Burcu
Bilgiç, 01.04.2016
|
 |
 |
TRİPOLİS ANTİK
KENTİNDE 2 BİN YILLIK PAZAR YERİ!
Denizli'nin Buldan İlçesi
Yenicekent Mahallesi’nde Tripolis antik kentindeki
kazılarda Roma dönemine ait 2 bin yıllık yeni bir
pazar yeri gün yüzüne çıkarıldı.
Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Tripolis Antik
Kenti Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Bahadır Duman,
Tripolis’te üçüncü bir pazar yeri tespit ettiklerini
ve o bölgede kazıları hızlandırdıklarını söyledi.
Duman, “Tripolis’te yeni bir pazar yerinin bulunması
tabii kentin özellikle Roma dönemi içinde MS 2.
yüzyılda önemli bir ticaret merkezi olduğunu bir kez
daha gösterdi. Öncesinde bulduğumuz 2 pazar yerinden
biraz daha kuzeyde ve yaklaşık 300 metrekare
ebatlarında oldukça da büyük bir pazar yeri” dedi.
Habertürk, 01.04.2016 |
Ödemiş'de, tarihi eser kaçakçılarına yönelik
operasyon düzenleyen polis ekipleri, aralarında
Hellenistik dönemlerine ait olduğu sanılan 2 bin
yıllık kitabenin de bulunduğu toplam 161 adet tarihi
eser ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre,
Ödemiş İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliğine
bağlı ekipleri elde ettikleri istihbarat çalışmaları
doğrultusunda bir iş yerinde tarihi eserler
bulunduğunu tespit etti. Savcılıktan karar
çıkmasınıon ardından hemen harekete Ödemiş Müze
Müdürlüğü’nden uzman görevlilerle birlikte harekete
geçen polisler, söz konusu iş yerine baskın yaptı.
Yapılan operasyonda S.A. ile M.A.D. gözaltına
alınırken, Hellenistik, Bizans, Roma ve Osmanlı
dönemine ait toplam 161 adet tarihi eser ele
geçirildi.
TARİHİ
ESERLERİN ARALARINDA 2 BİN YILLIK KİTABE VAR
Öte yandan, ele
geçirilen tarihi eserler arasında, 75 adet metal
kare objeler, 23 adet metal yuvarlak objeler, 43
adet metal eski döneme ait olduğu değerlendirilen
paralar, beş adet altın olduğu değerlendirilen tek
küpeler, altın sikkeler, Osmanlı dönemine ait kılıç
ve metal paralar yer aldı. Yakalanan eserler
arasında en dikkat çeken tarihi eser ise 2 bin
yıllık dikdörtgen şeklindeki kitabe oldu. Bu
kitabenin çok önemli olduğu vurgulanırken, kitabenin
Hellenistik dönemine ait olduğu ve fotoğraflarına
tarih ile sanat kitaplarında rastlanabileceği
belirtildi.
Yenigün Ege,31.03.2016
|
ASIRLIK CAM
TAKILAR GÖZ KAMAŞTIRIYOR
Gaziantep'teki tarihi Antep Kalesi civarında üç eski
Antep evinin restorasyonuyla oluşturulan Medusa
Arkeolojik Cam Eserler Müzesinde sergilenen ve 2.
ile 3. yüzyıldan kalma mezarlarda bulunan el yapımı
cam kolye, bilezik ve yüzükler göz kamaştırıyor.
Cam eserler ile altın, bronz,
gümüş ve toprak yapıların da yer aldığı müze, Roma,
Bizans ve İslam dönemlerine ait 7 bin esere ev
sahipliği yapıyor.
Cam Eserler Müzesi sorumlusu
arkeolog Gökhan Köse, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Medusa Arkeolojik Cam Eserler
Müzesindeki eserlerin 20 yıllık bir emek sonucu
ortaya çıkarıldığını belirtti.
''Buradaki cam
takılar genellikle merzarlıklardan çıkartılıyor''
Müzenin yıllık 25 bin ziyaretçisi olduğunu aktaran
Köse, çoğunluğu cam eserlerin oluşturduğu müzedeki
cam takıların yüzeysel bir işçilikle yapıldığını
söyleyerek,"Cam boncuk tekniğini kullanmışlar. Bazı
bilezikler burma modelinde yapılmış. Bilezikleri
daha çok düz. Buradaki cam takılar genelde
mezarlıklardan çıkartılıyor. O zamanda yaşayan
insanlar öldükten sonra dirilip tekrar
yaşayacaklarına inandıkları için ziynet eşyalarıyla
süslenip gömülüyorlardı" şeklinde konuştu.
Akşam, 31.03.2016
|
SULTANHANI'NA
HANIM ELİ DEĞİNCE

Kısa süre önce imzalanan protokol ile Bünyan
Belediyesi’ne emanet edilen tarihi Sultanhanı
Kervansarayı Bünyan Belediyesi Cami temizlik
ekibince baştan sona temizlendi. Başkan Şinasi
Gülcüoğlu; İlçenin kültürel mirasına sahip çıkarak
bu tür tarihi yapıları, Bünyan’a yakışır prestij
merkezleri haline getirmek için çalıştıklarını
söyledi.
Tarihi kervansaray için ilçenin turizm potansiyelini
yükseltecek yeni projeler üzerinde çalıştıklarını
belirten Başkan Şinasi Gülcüoğlu ;”Atalarımızdan
bize bırakılan mirası gelecek nesillere sağlıklı bir
şekilde aktarabilmenin sorumluluğuyla hareket
ediyoruz. Tarihi geçmişimizi ve bizlere emanet
edilen tarih mirasını sahiplenerek yaşatmayı ilke
haline getirdik. Bu çerçevede de geçtiğimiz ay
içinde Vakıflar Bölge Müdürlüğümüzle yaptığımız
protokol ile Sultanhanı Kervansarayını devraldık.
İnşallah burada bir dizi çalışma yaparak yeni
projeleri hayata geçireceğiz” dedi.
Sultanhanı mahallesi sakinleri de yürütülen
çalışmalar ve tarihe sahip çıkılmasından duydukları
memnuniyeti, ifade ederek Başkan Şinasi Gülcüoğlu ve
belediye personeline teşekkür ettiler.
Kayseri Gündem, 31.03.2016
|
DEFİNEYE KISMET,
2000 YILLIK ANIT MEZARA KISMET
Kütahya’da baraka evin içinden 3 metrelik tünel
kazarak boş arsada define arayanların kaçak kazı
yaptığı yerde, Roma Dönemi’ne ait olduğu
belirtilen 2 bin yıllık anıt mezar odası
bulundu.

Kütahya'da
Alipaşa Mahallesi Botatbey Sokak’ta ön tarafı
boş arsa olan baraka şeklindeki ev içerisinden
define
aramak için 2 metre genişliğinde 3 metre
uzunluğunda tünel kazıldı. Çıkan toprağı kulübe
içerisinde saklayan şüphelilerin kazdığı tünelde
yer yer çökmeler oluştu.

Kütahya
Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şubesi ekipleri kazı yapıldığı
bilgisini aldıktan sonra bahse konu adresi
gözetim altına aldı. Ekipler baraka evde oturan
Muzaffer Kınteş (67), oğlu Muhammet Kınteş (25)
ile arkadaşları Mehmet
Ali Günay
(49) ve Okan Açıkgöz’ü (39) gözaltına aldı,
olaya karışan 2 kişiyi de yakalamak için çalışma
başlattı. Gözaltına altına 4 şüpheli
Emniyet Müdürlüğü’nde
ifadeleri alındıktan serbest bırakıldı.
Müze müdürlüğü ekipleri
de kazı yapılan bölgede araştırma yaptı. Boş
arsada iş makineleriyle yapılan çalışmalarda
Roma döneminde bir idareciye ait olduğu sanılan
2 bin yıllık anıt mezar odası ortaya çıkarıldı.
Müze Müdürlüğü yetkilileri tarihi mezarla ilgili
arkeolojik kazı çalışmalarına başlanıldığı
belirtti.
Hürriyet, 31.03.2016
|
DENİZLİ'DE TARİHİ
SÜTUN OTURAK OLARAK KULLANILIYOR
Denizli’nin merkezinde Kayalık Caddesi’nde yer alan tarihi sütun, esnaf tarafından oturak olarak kullanılıyor.
Merkez ilçesi, Kayalık Caddesi’nde üzerinde yer alan ve uzun süredir oturak olarak kullanılan tarihi sütun tepkilere neden oluyor. Denizli çevresinde bulunan antik kentlerden geldiği düşünülen tarihi sütunun koruma altına alınması için vatadaşlar çağrıda bulunuyor.
arkeolojihaber.net Fotoğraf: Mehmet Mercan, 30.03.2016
|
PALMİRA'NIN YÜZDE 80'İ AYAKTA

Suriye'de ordu güçlerinin DAEŞ'ten iki gün önce
tamamen geri aldığı 2 bin yıllık antik kent
Palmira'nın çekilen son fotoğraflarını değerlendiren
uzmanlar, kentteki tahribatın tahmin ettiklerinden
az olduğunu söyledi. Suriye Tarihi Eserler Kurumu
Başkanı Maamun Abdülkerim, UNESCO Dünya Mirasları
listesindeki Yunan-Roman etkisinin izlerini taşıyan
en önemli antik kentlerden biri olan Palmira'nın
yüzde 80'inin hala ayakta olduğu müjdesini verdi.
Suriye rejiminin kenti Mayıs 2015'ten bu yana
kontrol altında tutan DAEŞ'ten geri almasından sonra
değerlendirmelerde bulunan uzmanlar, binden fazla
sütun ve 500'den fazla mezarı barındıran ve bir
kalesi bulunan kentin son durumunun korktukları
kadar olmadığını bildirdi. Abdülkerim, kentte bazı
restorasyon ve yeniden yapılanma işlemlerinin
gerektiğini belirterek "Ancak yine de bir felaketle
karşılaşmadığımız için mutluyum" dedi. Fransız
tarihçi Prof.Dr. Maurice Sartre ise Esad rejiminin
de tarihi kentte tahribata neden olduğunu
belirterek, yıkımda mevcut rejimin de payının
olduğunu söyledi.
Sabah, 30.03.2016 |
BOMBAYLA DEFİNE ARADILAR
Kırıkkale’nin Çullu Köyü'nde kaçak define arandığına
yönelik ihbar alan İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı
ekipler operasyon düzenledi.
El bombası kullanarak
define arayan 10 kişi gözaltına alındı. Adliyeye
sevk edilen 10 zanlıdan 6’sı mahkemece
tutuklanırken, 4 kişi serbest bırakıldı. Yapılan
aramalarda define kazısında kullanılan el yapımı
bomba,
Jeneratör, kazma ve kürek ele geçirildi.
Milliyet, Haber: Milliyet Göğem, 29.03.2016
|
DÜNYANIN EN ESKİ
BOTANİK BAHÇESİ SAHİPSİZ KALDI
İzmir'in
Gaziemir
İlçesi'nde bulunan dünyanın en eski,
Avrupa'nın
ise en büyük botanik bahçesi yeniden
canlanabilmek için uzanacak bir yardım eli
bekliyor.
Botanik biliminin
babası kabul edilen Tournefort'un öğrencisi olan
İngiliz Konsolos William Sherard'ın 310 yıl önce
İzmir'deki
evinin önünde 37 dönümlük arazide kurduğu
botanik bahçesi, kaderine terk edildi.
Gaziemir Belediyesi
ile
Ege Üniversitesi
Botanik Bahçesi Herbaryum Uygulama ve Araştırma
Merkezinin izini buldukları dünyanın en eski
dördüncü botanik bahçesi, hayat bulmak için
uzanacak bir el bekliyor. 1700'lü yılların
yadigarı olan ve zamana karşı direnen botanik
bahçesinde 12 bin çeşit bitki türü bulunuyor.
İNGİLİZ
KONSOLOS BUTTİGİEG DE İLGİLENİYOR
Gaziemir Belediye
Başkanı
Halil İbrahim Şenol,
bahçede birbirinden farklı bitki çeşitlerine
rastlandığını belirterek, "İngiliz Başkonsolosu
Sherard 310 yıl önce dünya çapında bir botanik
bahçesi yapmış .
Türkiye'ye
has olmayan bitkiler var. Üniversiteden gelen
uzmanlar
Türkiye'ye
has olmayan bitkiler buldu ve tohumları hala
duruyor.
İngiltere'nin
İzmir
Konsolosu Anthony Willy Buttigieg'i de ziyaret
etti ve bu konuyla ilgileniyor. Maddi anlamda
destekte bulunabileceklerini söyledi.
İngiltere
Kraliyet ailesinin de buna destek olacağını
düşünüyorum" dedi.
"BELEDİYE
OLARAK BU İŞİN ALTINDAN KALKAMAYIZ"
Botanik bahçesinin
hayata geçmesi ile hem
Türkiye hem
de
İzmir
turizmi için büyük fırsat oluşturulacağını
belirten Şenol, şöyle konuştu: "Burası bizim
belediye olarak tek başına açacağımız bir yer
değil. Şu an orası 180 dönüm, belediye olarak
alanı biraz genişlettik.
Türkiye'nin
önemli bir botanik bahçesi olsun istiyoruz. Ama
sadece
Gaziemir Belediyesi
olarak bu işin altından kalkma şansımız yok.
İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı
Aziz Kocaoğlu'nun,
İzmir
Ticaret Odası ile Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi
kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin, hatta
TAV'ın destek olması gerekiyor. Bizi belediye
olarak aşıyor, bünyemizi aşıyor. Belki de
dünyanın ender botanik bahçelerinden birine
sahip olacağız. Çok önemli, herkesin destek
olmasını bekliyorum."
"FUAR KADAR
ÖNEMLİ, TÜRKİYE'NİN
PROJESİ OLMALI"
Şenol, botanik
bahçesinin
İzmir fuarı
kadar önemli olduğunu vurguladı. Botanik
bahçesinin yeniden hayata geçirilmesinin sadece
İzmir'in
değil
Türkiye'nin
projesi olması gerektiğini ifade eden Şenol,
"310 yıl önce yapılan, dünyanın dördüncü botanik
bahçesine
Türkiye
sahip. Bunu tekrar hayata geçirmek
Türkiye'nin
reklamı açısından da çok önemli bir olay.
İzmir fuarı
nasıl
Türkiye'nin
en büyük fuarıysa, bence botanik bahçesi de fuar
kadar önemli bir yatırım olacak."
12 BİN ÇEŞİT
BİTKİ
Gaziemir'de 310 yıl
önce İngiliz Konsolos William Sherard tarafından
kurulan ve 12 bin bitki koleksiyonu yapılan
botanik bahçesinin izi geçen yıllarda bulundu.
Botanik biliminin babası kabul edilen
Tournefort'un öğrencisi olan Sherard'ın evinin
önündeki 37 dönümlük arazide kurduğu botanik
bahçesinin yeri, Garden History isimli kitap ve
bir krokinin yardımıyla belirlendi. Halen zeytin
ve çam ağaçları bulunan botanik bahçesi üzerinde
yapılaşma olmamasının büyük şans olduğu dile
getiriliyor. Botanik bahçeleri, canlı bitkilerin
bilimsel araştırmalar, koruma, sergileme eğitim
amacıyla dokümantasyonlu koleksiyon halinde
bulunduruldukları kurumlar olarak tanımlanıyor.
haberler.com,
27.03.2016
|
ART BASEL'İN YENİ ADRESİ İSTANBUL MU?
Son yıllarda Asya’daki en önemli sanat
etkinliklerinden biri olan Art Basel Hong Kong, dün
sona erdi. Avrupa, Kuzey Amerika, Latin Amerika,
Asya ve Afrika’dan 239 galerinin katılımıyla
gerçekleşen etkinlik, bu yıl da 60 binden fazla
ziyaretçiyi ağırladı.
Fuar sonrası
gözlemlerini Pent Asia’ya anlatan Art Basel Küresel
Direktörü Marc Spiegler, küresel krize rağmen
satışlardan oldukça memnun kaldıklarını belirtti.
Spielberg, Çinli
koleksiyonerlerin Batılı sanatçılara, özellikle de
‘blue chip’ isimlere ilgi duyduğuna dikkat çekerken,
Batılı koleksiyonerlerin ise çağdaş Çin sanatına
yöneldiklerini gözlemlediğini ifade etti.
Genç sanatçılara
duyulan ilgide de ciddi bir artış varmış ayrıca,
Ortadoğulu koleksiyonerlerin katılımı da geçtiğimiz
yıllara göre en yüksek seviyedeymiş.
Türkiye’den Pi
Artworks ve Dirimart’ın katıldığı fuar, Hong Kong’da
ilk kez 2013’te gerçekleşmişti. Bu yıl fuara
damgasını vuran gelişmelerden biri ise Art Basel İş
Geliştirme Direktörü Patrick Foret’nin duyurduğu
gelecek projeler ve yeni danışma kurulu oldu.
Projeler arasında en
heyecan verici olanı; henüz Basel, Miami ve Hong
Kong’da sanatseverlerle buluşan fuarın “Art Basel
Cities” stratejik girişimi kapsamında dünyanın
farklı noktalarına yayılacak olması.
Cities programı
dahilinde Art Basel, dünyanın farklı şehirlerinde, o
kentin kendine özgü kimliğini koruyarak uluslararası
rezonans getirecek kültürel etkinlik programları
geliştirecek ve bu lokal etkinliklere ev sahipliği
yapacak.
Etkinlikler, Art
Basel’in uluslararası ağı ve iletişim kanalları
sayesinde lokal olmaktan kısa sürede çıkıp küresel
sanat dünyasına bağlanabilecek. Proje kapsamında
“şehir ortağı” olarak adlandırılan kentler
seçilirken, gelişmekte olan sanat pazarlarının
keşfedilmesine destek verilmesi esas alınacak.
Geliştirilen
etkinlikler arasından başarılı olanlar, yıl içinde
Art Basel’in fuarlarında sağlanacak ek platformlarda
sergilenerek Art Basel’in uluslararası izleyicisiyle
buluşacak.

TÜRKİYE’DEN
FÜSUN ECZACIBAŞI?
Henüz şehirler
açıklanmadı, fakat projeyi yürütecek yeni danışma
kurulunda İngiltere, İtalya, İsviçre’den seçilen
koleksiyoner ve filantrofistler arasında Türkiye’den
de bir isim olması dikkat çekiyor.
Füsun Eczacıbaşı’nın
yer aldığı kurul, Art Basel projelerinin
gerçekleşeceği şehirler arasında İstanbul’un da
olabileceğinin ipuçlarını veriyor.
Şehirler seçildikten
sonraki ilerleme süreci ise alışageldiklerimize göre
oldukça teferruatlı. Bakın sanatsal etkinlik
oluşturulmadan önceki süreç nasıl ilerliyor: Art
Basel bir şehirle işbirliği yapmaya karar verdikten
sonra öncelikle yerel yetkililerle iletişime
geçiliyor; şehrin kültürel varlıkları, altyapı ve
kaynakları tespit edilip gözden geçiriliyor.
Birçok anlamda
gelişmişlik düzeyi saptanıyor. Şehir bu testi
geçtikten sonra, geliştirilecek projenin, yerel
sanat pazarının yanı sıra şehrin kentsel, ekonomik
ve kültürel kalkınma vizyonuyla nasıl bir uyum
içinde olacağı üzerinde çalışılıyor.
Bu sürecin bir parçası
olarak, Art Basel, şehir planlama uzmanı Richard
Florida tarafından kurulan küresel danışmanlık
firması Creative Class Grubu ile çalışıyor.

MIAMI EKONOMİSİNE KATKI
Organizasyonun yeni
şehirler konusundaki heyecanını her fırsatta dile
getiren İş Geliştirme Direktörü Foret, projelerde
kültürel kalkınma hedef alınsa da şehirlerin
ekonomilerinin de oldukça pozitif yönde
etkileneceğinin altını çiziyor.
Örneğin, son yıllarda
Art Basel Miami Beach’in, aralık ayının ilk haftası,
yalnızca fuarın varlığının bir sonucu olarak,
Miami’nin ekonomisine 500 milyon ABD katkıda
bulunduğu biliniyor.
Miami Beach Belediye
Başkanı Philip Levine, Art Basel’in 14 yıl önce
başlamasından bu yana, Miami Beach ve komşu
şehirlerinde sanat galerileri sayısının 6’dan 130’a
yükseldiğini, yeni açılan müzelerle birlikte 2 yeni
sanat bölgesinin ortaya çıktığını belirtiyor.
DENİZ, GÜNEŞ,
KUM YETMİYOR
Bugün fuarları
gerçekleştirildiği mekandan ibaret sektörel bir
etkinlik ya da yalnızca bir pazarlama aktivitesi
olarak düşünemeyiz.
Zira, bu fuarların
gerçekleştiği dönemlerde şehirlerde eşzamanlı uydu
fuarlar, özel sergiler, performanslar, sokak
enstalasyonları, paneller, fotoğraf, müzik, film,
mimarlık ve tasarım etkinlikleri düzenleniyor. Sergi
sonrası partiler ile şehirde şölen havası esiyor,
şehrin dört bir yanına sürprizler yayılıyor.
Üretim ve tüketim
dinamiklerinin kişisellikten çıktığı günümüzde,
Dünya Turizm Örgütü tarafından da açıklandığı üzere
sportif, kültürel, eğlence amaçlı veya sanatsal her
türlü “megaevents”, turizm sektörünün en önemli
yapıtaşlarından biri haline gelmiş durumda.
Dünyada artık tek
başına deniz, güneş, kum turizmi kabul görmüyor;
şehirleri, ilham verici enerjisi ve turizmin
gündelik hayat kültürüyle ilişkisi cazip kılıyor.
Daha iyi yemek, daha
iyi otel; bugün insanlar sanata bakmak, galeri
gezmek istiyor. Bienaller, ödül törenleri, fuarlar,
festivaller, moda haftaları, kentlerin adlarıyla
özdeşleşiyor; tek bir sosyo-kültürel etkinlik o
kenti bir marka haline getirebiliyor.
Bu etkinlikler,
turistleri lokal ekonomiye katkıda bulunacak şekilde
harcama yapmaya yönlendirirken, bu sayede birçok
ürün ve hizmet için pazar yeri doğuyor.
Böylece turizm sezonu
dışında da destinasyona gelen ziyaretçi sayısı
artıyor; memnun ayrılan ziyaretçilerin ülkemize
tekrar gelme potansiyeli yükseliyor. Ve bir döngü
böylece başlıyor: Sosyokültürel kalkınma oldukça
nitelikli üretim artıyor; nitelikli üretim arttıkça
sosyo-kültürel kalkınma gerçekleşiyor.
Habertürk,
Haber: Deniz Çağlar, 27.03.2016
|
CINGIRT MAĞARASI'NDA ARKEOLOJİK KAZILAR YENİDEN
YAPILACAK
Ordu Kültür ve Turizm İl Müdürü Uğur
Toparlak, "Fatsa
İlçesi'nde bulunan Cıngırt Mağarasında,
arkeolojik kazı çalışmaları yeniden başlayacak"
dedi.
Toparlak, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, daha önceki kazı çalışmalarında 2
bin 150 yıl öncesine ait Hellenistik ve Pontus
Krallığına ait kalıntılar bulunan Cıngırt
Mağarası'nda yeniden arkeolojik kazı
yapacaklarını belirtti.
Kültür ve Turizm
Bakanlığından yapılacak olan kazı için onay
istediklerini ifade eden Toparlak, "Fatsa'da
bulunan Cıngırt Kaya mağarasında kazı
çalışmalarına devam edebilmek için bakanlıktan
onay bekliyoruz. Bu yıl için kaynak sıkıntımız
yok ve çalışmalar uzun olacak.
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı
Enver Yılmaz'ın talimatı doğrultusunda kazı
çalışmaları için bizlere 100 bin liralık kaynak
aktarıldı. Kültür ve Turizm Müdürlüğü çalışmayı
onaylar onaylamaz en geç Haziran ayında kazı
çalışmalarına devam edeceğiz" dedi.
Kazı
çalışmalarının geniş bir alanda sürdüğünü ifade
eden Toparlak, "Öncelikle bölgenin temizliği
yapılacak ve arkeolojik kazı çalışmalarına devam
edilecek. Kazı çalışmaları bittikten sonra ise
restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılacak. Biz
burada 5 yıldır kazı çalışmamızı sürdürüyoruz.
Kazı çalışmalarının ne zaman biteceğini söylemek
için erken. Kazı yapılan alan geniş bir alanı
kapsıyor. Ayrıca hazine arazisi olduğu için
kazabildiğimiz kadar kazacağız. Kazı çalışmaları
10 yıl ile 20 yıl arasında sürecek" diye
konuştu.
haberler.com, 26.03.2016
|
TARİHİ KALEDE HÜZÜNLÜ YAZIT
Elazığ'ın Ağın İlçesi'nde büyük bir bölümü Keban
Baraj Gölü altında kalan Hastek Kalesi, mimari
özellikleri ve öyküsüyle ziyaretçilerin ilgisini
çekiyor.
Kaynaklarda hakkında
pek fazla bilgi bulunmayan Hastek Kalesi, kimi
araştırmacılara göre, milattan sonra 1. yüzyılda
yapılmış Roma İmparatorluğu'nun doğu sınırındaki bir
karakolu. Bazı kaynaklara göre ise 1018'de yöre
halkı tarafından Türk akınlarından ya da Bizans
saldırılarından korunmak amacıyla kullanılan
sığınaklar olduğu tahmin ediliyor.
Kale sınırları
içerisinde bir kaya üzerine Kral Aeimaries'in,
hayatını kaybeden eşi için yazdığı hüzünlü satırlar
ise kalenin öyküsüne farklı bir anlam katıyor.
İlçeye bağlı Yenipayam
Köyü sınırları içinde bulunan ve sadece kayıklarla
ulaşılabilen kale, Keban Baraj Gölü'ne dik inen
kayalıkların alttan itibaren kat kat oyulmasıyla
yapılmış ve birbirine gizli geçitlerle bağlantılı 3
kattan oluşuyor. Her katta geniş kullanımlı bir
salonu ve bir depoyu andıran odalar ile bunları
birbirine bağlayan dar galeriler, yer yer
havalandırma, ışık alma ya da düşmana karşı savunma
yeri olarak kullanılan mazgal delikleri yer alıyor.
AA muhabirine konuşan
Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Bülent
Demir, Hastek Kalesi ile ilgili ilk araştırmayı 118
yıl önce Berlinli eskiçağ tarihçisi Haunt'un
yaptığını söyledi.
Haunt'un bu araştırmasının
sonuçlarını bir kitabında yazdığını, ancak bu
bilgilerin bugüne kadar toplumla pek
paylaşılmadığını ifade eden Demir, "Hastek Kalesi
kaya yerleşim alanı ve nekropolu Roma dönemi
özelliklerini yansıtmaktadır. Halk arasında kaya
sığınakları olarak bilinse de Roma'nın doğu
sınırlarında bulunan sınır karakollarından biri
olduğu bilim adamları tarafından tespit edilmiş ve
söylenmiştir." ifadelerini kullandı.
Hüzünlü yazıt

Sıra dışı mimarisi ile görenlerini hayrete
düşüren Hastek Kalesi ile ilgili bugüne kadar ortaya
konulan en önemli ayrıntının Haunt tarafından kale
içerisinde bulunan bir kaya bloku üzerine kazılmış
yazıt olduğunu aktaran Demir, yazıtın Latince
olduğunu ve 11 satırdan oluştuğunu dile getirdi.
Yazıtı tercüme eden
Haunt'un, dönemin yerel kralının, ölen eşine duyduğu
sevgiyi Hastek Kalesi'nde ortaya çıkardığını
vurgulayan Demir, "Bir prenses ya da kontese dair
yazılmış olan bu vezinli yazıtta, prenses ya da
kontesin muhtemelen orta Anadolu'dan Hastek
bölgesine getirilmiş bir gelin olduğu
düşünülmektedir." dedi.
Demir yazıtın
tercümesini de şöyle aktardı:
"Burada vaktiyle
evlenerek memleketime getirdiğim iyi duygular
taşıyan Athenais yatıyor. Bu mezarın önünden gelip
geçenlerden onu bir gül ile ya da başka bir çiçekle
onurlandırana tüm göksel güçler bağışlayıcı olsun.
Fakat eğer bir başkası mezara zarar vermek amacıyla
gelirse tüm yer altı tanrıları ona kötülük yapsın.
Bunları yazan babasıyla aynı adı taşıyan
Aeimaries'tir ve kısa bir hayat sürmüş olan eşini
severdi. Onun babası da benimle aynı adı
taşımaktaydı ve annesi Antonia da Lucius'un
kızıydı."
Anadolu Ajansı, Haber: İsmail Şen -
Mehmet Ağın, 26.03.2016
|
TRAKTÖRÜN PULLUĞUNA 'TARİH' TAKILDI
Afyonkarahisar’ın Çobanlar İlçesi Kocaöz beldesinde
bir vatandaşın kendine ait arazisini sürdüğü esnada
traktörün pulluğuna 1600 yıllık “lahit” heykeli
takıldığı bildirildi.
Afyonkarahisar İl
Jandarma Komutanlığı'ndan yapılan açıklamada,
Çobanlar İlçesi Kocaöz Beldesinde V.D. isimli
şahısın arazisini traktörü ile sürdüğü esnada
traktörün pulluğunun taş takıldı. yapılan inceleme
sonucu taşın altında, Geç Roma Dönemi'ne ait
yaklaşık 1600 yıllık olan bir lahit bulunduğu
belirtildi. Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından
tescil edilen ve tarihi eser niteliği taşıyan
lahitin koruma altına alındığı kaydedildi.
Akşam,
25.03.2016
|
 |
BAKANLAR KURULU SUR'UN % 60'I İÇİN 'ACELE
KAMULAŞTIRMA' KARARI ALDI
Diyarbakır'da, hendek ve barikatların
kapatılması PKK'lıların etkisiz hale getirilmesi
için 5 mahallesinde sokağa çıkma yasağının
sürdüğü merkez Sur İlçesi'nin yüzde 60'ı için
'acele kamulaştırma' kararı alındı.
Diyarbakır'ın
merkez Sur İlçesi'nde hendeklerin kapatılması,
barikatların kaldırılması ve PKK'lıların etkisiz
hale getirilmesi için 2 Aralık'ta 6 mahallesinde
sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Güvenlik
güçleri operasyonları 9 Mart'ta sona erdirirken,
ilçenin 5 mahallesinde halen sokağa çıkma yasağı
devam ediyor.
Özellikle yasağın
uygulandığı 6 mahallede çatışmalar ve operasyon
sonrası oluşan ağır hasardan sonra Sur'un bundan
sonra ne olacağı tartışılıyordu.
Bakanlar
Kurulu'nun bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanan
kararı ile Sur'da 'acele kamulaştırma' kararı
alındı.
Kararla, ilçedeki
15 mahallede bulunan toplam 368 adadaki 6 bin
300 parselin acele kamulaştırılmasını karar
verildi.
Bakanlar
Kurulu'nun bugünkü Resmi Gazete'de yer alan
kararından şöyle denildi: "Diyarbakır ili Sur
İlçesi'nde ilan edilen riskli alan sınırları
içerisinde bulunan ve ekli listede bulundukları
yer ile ada ve parsel numaraları belirtilen
taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından acele kamulaştırılması, adı geçen
bakanlığın 16.03.2016 tarihli ve 2988 sayılı
yazısı üzerine 2942 sayılı kamulaştırma kanunun
27'nci maddesine göre Bakanlar Kurulu'nca
21.03.2016 tarihinde kararlaştırılmıştır."
UNESCO
Uluslararası Kültür Mirası Listesi'nde de yer
alan tarihi Sur İlçesi'nde Bakanlar Kurulu'nun
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın talebi ile
aldığı kararla ilçenin yaklaşık yüzde 60'ı
kamulaştırılırken, kamulaştırılan parseller
üzerinde Sur belediye binası, bazı oteller,
Cemil Paşa Konağı gibi binaların da bulunduğu
öğrenildi.
ACELE
KAMULAŞTIRMA NASIL YAPILIYOR?
Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Afet Yasası'nda
belirtildiği gibi 2942 Sayılı Kamulaştırma
Kanunu'nun 3.maddesinde yer verilen 'iskan
projelerinin gerçekleştirilmesi' hükmüne göre
'acele kamulaştırma' yapıyor. İlk taksit
ödemesi, mezkur fıkraya göre belirlenen
tutarların beşte biri oranında yapılıyor. Tapuda
mülkiyet hanesi açık olan taşınmazlar ile
mirasçısı belirli olmayan, kayyım tayin edilmiş,
ihtilaflı veya üzerinde sınırlı ayni hak tesis
edilmiş olan taşınmazların kamulaştırma
işlemleri aynı madde hükümlerine tabi tutuluyor.
Bakanlık, TOKİ veya İdare; kamulaştırma
işlemlerinin yürütülmesi için mirasçılık belgesi
çıkartmaya, kayyım tayin ettirmeye veya tapuda
kayıtlı son malike göre işlem yapmaya yetkili
bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Aysel Alp,
25.03.2016
******
SUR'DAKİ ACELE
KAMULAŞTIRMA YARGIYA TAŞINACAK
Diyarbakır’ın Sur ve Şırnak’ın Silopi
ilçelerinde Bakanlar Kurulu'nun “acele
kamulaştırma” kararını meslek odaları yargıya
taşıyacak.
Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesi, sadece
savaş, afet gibi olağanüstü hallerde
uygulanıyor.
Acele kamulaştırmalara yargı "dur" diyor
Daha önce de çeşitli davalarda acele
kamulaştırma kararı çıkmış ve yürütmeyi durdurma
kararı verilmişti. Bunun için 30 gün içinde
Danıştay’a dava açmak gerekiyor.
Örneğin Fener Balat Ayvansaray Mülk Sahipleri
ve Kiracılarının Haklarını Koruma Derneği adına
2012 Eylül ’de açılan davada Danıştay 6.
Dairesi, Fener Balat’ta kentsel dönüşüm yapılmak
üzere dört mahallede çıkartılan acele
kamulaştırma kararını gerekçesiz bularak
yürütmesini durdurdu.
3. Havalimanı için Ağaçlı
Köyünde yapılan
acele kamulaştırmada da Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu “Mülkiyet hakkına müdahalede
kamu yararının varlığının, kanuni düzenleme
gereğinin ve orantılılık noktasında adil
dengenin sağlanıp sağlanmadığının
değerlendirilmesi yapılarak karar verilmesi”
gerektiğini belirterek yürütmesini durdurdu.
Yine Danıştay 6. Dairesi, Aydın'da jeotermal
enerji santralleri için Bakanlar Kurulu
tarafından verilen acele kamulaştırma kararının
yürütmesini durdurdu.
Sur ve Silopi için de dava açılmalı
bianet’e konuşan İstanbul Barosu Çevre ve
Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Alev Seher
Tuna, bugüne kadar Fener-Balat, 3. Havalimanı
yanında birçok yerde daha acele kamulaştırma
davalarının durdurulduğunu belirtti.
“Acele kamulaştırma kararları birçok davada
mahkemeden geri dönüyor. Çünkü buna dayanak
oluşturan olağanüstü durumlar karşılanmamış
oluyor. Sur ve Silopi’de de Danıştay’a itiraz
edilmesi gerekiyor. Baro tüzel kişilik olduğu
için dava açamıyor. Bunun için orada evi yıkılan
bir kişi, ya da meslek odalarının dava açması
gerekiyor.”
Avukat Barış Kaşka ise Tarlabaşı kentsel
dönüşüm projesinde de Bakanlar Kurulu kararıyla
acele kamulaştırma kararı çıkarttıklarını ancak
bunu hiç uygulamasalar da halkı şirketle
anlaşmaya zorlamak için bir tehdit olarak
kullandıklarını söyledi.
Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi’nden Herdem
Doğrul, acele kamulaştırma kararına karşı yasal
haklarını kullanacaklarını belirtti.
Sur 2. derece sit alanı
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) “Dünya Kültür Mirası” listesinde
yer alıyor.
Yaklaşık 120 bin kişinin yaşadığı Sur
İlçesi
2. derece kentsel sit alanı. 158 bin hektarlık
alanda yer alan ilçede, 124 anıtsal, 410 adet
tescilli sivil mimari yapı mevcut.
Sur’daki kentsel dönüşüm uzun süredir
tartışılan bir konu. 2010’da Sur’daki Alipaşa ve
Lalebey mahallesinde TOKİ, Bakanlık ve Belediye
işbirliğindeki kentsel dönüşüm kapsamında 850
yapının 330’u yıkıldı. Halkın tepkisini çeken bu
süreç 2013 yılının sonunda belediye tarafından
durduruldu.
Ancak bu süreçte 4 Aralık 2012’de afet yasası
olarak bilinen 6306 sayılı kanun kapsamında
Sur’un tamamı riskli alan ilan edildi.
6 Eylül’den itibaren Sur’un çeşitli
mahallelerinde başlayan, biten ve hala devam
eden sokağa çıkma yasakları sadece sivil
ölümlere değil, ilçedeki tarihi eserler dahil
birçok yapının da harap olmasına neden oldu.
Uzun süredir ilçede kentsel dönüşüme dair bir
tedirginlik vardı.
Bianet, 28.03.2016
|
DÜĞMELİ EVLER TURİZME KAZANDIRILIYOR
Antalya'nın Akseki İlçesi'nde 800 yıllık tarihiyle
turistlerin ilgi odağı olan "düğmeli evler" restore
edilerek turizme kazandırılıyor.
Sarıhacılar Mahallesi'nde bulunan ve mimari
tarzından dolayı "düğmeli evler" olarak adlandırılan
tarihi evlerin aslına uygun restore edilme
çalışmaları sürüyor.
Osmanlı mimarisindeki düğmeli evlerin
restorasyonu için 2000'de başlatılan çalışma
kapsamında bugüne kadar 14 yapının restorasyonu
tamamlanırken 2 evde de çalışmalar devam ediyor.
12 ev daha restore edilecek
Akseki Belediye Başkanı Mustafa İsmet Uysal,
restorasyonu süren 2 evin de nisan ayı sonlarında
turizme kazandırılacağını söyledi.
Özgün mimarisiyle dikkati çeken Sarıhacılar
Mahallesi'ndeki düğmeli evlerinin aslına uygun
onarılmasıyla geleneksel Türk mimarisinin
yaşatılabileceğini belirten Uysal, "Sarıhacılar
Mahallesi'nin önemli bir turizm potansiyeli
bulunuyor. Biz, yeniden buraya ayağa kaldırıyoruz.
Evlerin aslına uygun olarak restore edilmesi için
Akseki dışında yaşayan köylüleri teşvik ediyoruz"
diye konuştu.
Uysal, ilçedeki 12 evin daha restore edilmesi
için çalışmaların tamamlandığını ifade ederek bu
çalışmaların da izin için Kültür ve Turizm
Bakanlığına gönderildiğini kaydetti.
"Nakış gibi işliyoruz"
Çalışmalarda görev alan ahşap restorasyon ustası
Sinan Kabaoğlu, 30 yıldır ahşap yenileme işleriyle
uğraştığını ve son 3 yıldır ise Sarıhacılar'daki
düğmeli evlerin restorasyon işlerini yaptığını
aktardı.
Kabaoğlu, yenileme işlerinin çok hassas olduğunu
dile getirerek "Nakış gibi işliyoruz. Atölyede
incelikle birebir tarihi oymaları yapıp yerine
montajlıyoruz." dedi.
Ziyarete geldiği köyde girişimci oldu
Satın aldığı tarihi düğmeli evleri turizme
kazandırmaya çalışan girişimcilerden Mustafa
Kavasoğlu ise 2010'da yolunun Sarıhacılar'a
düştüğünü anlatarak gördüğü manzara karşısında çok
şaşırdığını vurguladı.
Ziyaretinde tamamen doğal, hiç bozulmamış ve
insanların terk ettiği bir köyle karşılaştığına
işaret eden Kavasoğlu, şöyle devam etti: "Tarih dolu ve dokusu muhteşemdi. Daha sonra
bende buradan mutlaka yer edinmem gerektiği
düşüncesi oluştu. Burayı yaşam müzesi olarak restore
ediyorum. Daha sonra 2011 yılında konuk evi olarak
hazırlamış olduğum binayı ve yanındaki otel ile
restoran yapacağım diğer binayı aldım. Daha sonra
inşaatlarına 2011 yılında başladığım Türkiye'nin ilk
folklor müzesini yaptım. Şu an 4 yıldır devam eden
restorasyon işlemlerini bu yıl tamamlayarak turizmin
hizmetine sunacağım."
Kavasoğlu, bütün işlemlerin Antalya Koruma
Kurulundan alınan izinle yapıldığına dikkati çekti.
"Geçen yıl 50 bin turist geldi"
Oyma işçiliğini dokusuna uygun olarak yapacak
ahşap ustasını Kastamonu'dan getirdiğini belirten
Kavasoğlu, şunları kaydetti:
"Ustalar için atölye kurduk. Onlar da 3 yıldır
restorasyon çalışmalarına devam ediyorlar ve dantel
gibi ahşap işlemeciliği yapıyorlar. Bu ilk bölümü
bitirdikten sonra yeni edindiğim 3 binayı daha
restorasyon işlemlerine başlayacağım. Restorasyon
işlemleri kolay değil. Bu evler de yaklaşık 3 yıl
sürecek. Dolayısıyla burada dokusunu hiç bozmadan
bir canlılık kazandırmış olacağım. Bu köye yeniden
hayat kazandıracağım. Şu anda yerli ve yabancı
turistler sıklıkla geliyorlar. Geçen yıl 50 bin
civarında yerli ve yabancı turist geldi."
Akşam,
25.03.2016
|
İSLAM VE HİNT ESERLERİ MÜZAYEDESİ LONDRA'DA
YAPILACAK

Dünyanın sayılı müzayede şirketlerinden Bonhams
Müzayede Evi'nce, Londra'da 19 Nisan'da "İslam
ve Hint Eserleri Müzayedesi" düzenlenecek.
Bonhams Müzayede
Evi'nden yapılan açıklamaya göre, müzayedede, nadide
cam, seramik, hat sanatı, minyatür, heykel, bronz,
halı ve tekstilden oluşan 315 eser satışa
çıkarılacak.
Müzayedede satışa
çıkarılacak eserler arasında yer alan Kabe ve
Mescid-i Haram'ı resmeden "İznik Çinisi"nin tahmini
değerinin 60 bin pound olduğu belirtiliyor. Eserin,
Victoria and Albert Museum, Louvre, British Museum,
Benaki Museum ve Metropolitan Museum of Art gibi
dünyanın ünlü İslam sanatı koleksiyonlarının yer
aldığı sanat kurumlarındaki eserlerle
kıyaslanabilecek değere sahip olduğu vurgulanıyor.
Satışa sunulacak 13.
yüzyıl sonlarında Bağdat'ta yaşayan İslam hat
sanatçılarından Yakut El-Musta'sımi'nin değerli ve
nadir çalışmalarının bulunduğu "Müfredat Albümü"nün
değerinin 100-200 bin pound olduğu ifade ediliyor.
Koleksiyonerlerin
beğenisine sunulacak bir diğer eser olan, 19.
yüzyılda, kırmızı ipekten yapılmış Osmanlı
Sancağı'nın ise yaklaşık 30-40 bin pound değerinde
olduğu ifade ediliyor.
"İslam ve Hint
Eserleri Müzayedesi", 19 Nisan'da Londra'da
gerçekleştirilecek.
Anadolu Ajansı, Haber: Saliha
Özdemir, 24.03.2016
|
YIKILMAK İSTENEN KÖPRÜ TARİHİ ESER ÇIKTI

Altıntaş Köyü’nde köy içersinde ulaşımın sağlandığı
eski köprünün güvenli olmadığı gerekçesiyle,
muhtarlık tarafından yazılan dilekçe doğrultusunda
köprüyü yıkmak üzere köye gelen DSİ yetkilileri,
köprünün Bizans döneminden kaldığını tespit etti.
Altıntaş Köyü Muhtarı Ali Aktaş
yaptığı açıklamada, köy içersinde bulunan ve
bakımsızlık nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya kalan tehlike yaratan eski köprünün yıkılıp,
yerine yenisinin yapılması için DSİ’ye yazı
yazdığını söyledi. Daha sonra gelen DSİ
yetkililerinin yaptığı incelemenin ardından köyden
ayrıldığını belirten Aktaş,
kendisine yapılan geri dönüşte ise köprünün
yıkılmasının imkansız olduğunu çünkü bu köprünün
tarihi eser olduğu yönünde bilgi geldiğini ifade
etti.
“DSİ Yetkililerinin dikkati tarihi eseri
ortaya çıkardı”
Geçmiş yıllarda köprünün yıkılıp yerine yenisinin
yapılması için köyde bir çalışma başlatıldığını
ancak daha sonra anlaşmazlıklar sonucu bundan
vazgeçildiğini aktaran Ali Aktaş,
“Hatta bu zamanda buraya malzeme dahi
getirilmiş. Ancak yaşanan anlaşmazlıklar sonucunda
bu köprünün yıkılıp, yerine yenisinin yapılmasına
izin verilmemiş. Buraya getirilen malzeme de
Çamlıca’ya götürülüp, orada bir köprü yapılmış. Daha
sonra bu köprü bir kenarının çökmesi nedeniyle küçük
bir tadilat görmüş. Bu zamana kadar bu şekilde
gelmiş.” dedi.
1 Mart 2016’da burası sit alanı olarak
belirlendi
DSİ tarafından köye 2 adet menfez yapılacağını
aktaran Aktaş, “Böyle olunca da
biz bu 2 menfezden bir tanesini burada kullanmak
istedik. Konuyla ilgili gerekli yazıları yazdıktan
sonra DSİ’den gelen mühendis ve mimarlar burayı
fotoğrafladılar. Daha sonra da buranın tarihi eser
olduğunu ve burayı yıkamayacaklarını söylediler.
Bunun üzerine bizler de Keşan Kaymakamlığı
aracılığıyla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’ne bildirdik. 1 Mart 2016 tarihinde burası
tarihi eser olduğundan dolayı Sit alanına çevrildi.
Orada bana söylenen bu köprünün en az 500-550 yıllık
Bizans döneminden kalma bir köprü olduğu söylendi.”
şeklinde konuştu.
“Çevre düzenlemesinin yapılıp, güzel bir
eser kazandırılmasını istiyoruz”
Yaşanan gelişmelerin ardından köprünün
restarsyonu ile alakalı çalışmalara başladıklarını
söyleyen Ali Aktaş; şunları
söyledi: “Konuyla ilgili bu köprünün restore
edilmesini ve çevresinin düzenlenmesini istedik.
Çünkü bu köprünün etrafı daha önce vatandaşlarımız
tarafından çöp atılan bir noktaydı. O nedenle
gerekli temizlik yapılıp, gerekli restorasyon
olursa, köyümüz çok güzel bir eser kazanacak.
Yine hemen bitişiğinde bir fosseptik çukuru var.
Bunun da buradan kaldırılıp, bu tarihi köprünün
çevresinin daha güzel bir yer haline gelmesini
istiyoruz. Yine dere ıslahı ile alakalı da DSİ’ye
başvurumuz oldu. Hem bu köprünün restorasyonunun
yapılması hemde çevresinin temizlenerek bu köprünün
ve çevresinin tarihine uygun bir yer haline
getirilmesini istiyoruz.”
Aktaş, aynı zamanda Altıntaşlı
olan İstanbul Sultangazi Belediye Başkanı
Cahit Altunay ile de bu konuda
görüşmelerinin olacağını, Altıntaş Köyünü tarihi ve
güzel bir eser kazandırmayı hedeflediklerini dile
getirdi.
Gündem Saros, Haber: Turgay Balcı,
24.03.2016
|
LAODİKYA KİLİSESİ'NDE RESTORASYONA 'AB KÜLTÜREL
MİRAS ÖDÜLÜ'
Denizli
Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikya antik
kentinde devam eden restorasyon
projesinin, AB Kültürel Miras Jüri Özel
Ödülü'ne layık görüldüğünü bildirdi.
Zolan, gazetecilere
yaptığı açıklamada, Laodikya Kilisesi'nin UNESCO
Geçici Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil
edilmesinin ardından bu yapıda devam eden
restorasyon projesinin de uluslararası ödüle layık
görüldüğünü söyledi.
“Dünya Mirası Laodikya
Uyanıyor Projesi” kapsamında devam eden restorasyon
projesinin Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları
Federasyonu (Europa Nostra) tarafından AB Kültürel
Miras Jüri Özel ödülü aldığını ifade eden Zolan,
kilisede uygulanan koruma, konservasyon ve
restorasyon tekniklerinin takdirle karşılandığını
dile getirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Sebahaddin
Zeyrek, 22.03.2016
|
 |
 |
2 BİN 500 YILLIK SU KAYNAĞI
Muğla'nın Datça İlçesi'ndeki 2 bin 500 yıllık Knidos antik kentinde yapılan kazılarda, antik su kaynağı ortaya çıkarıldı.
Knidos Küçük Tiyatrosu'na bitişik olarak konumlandırılan, kutsal kaynak, sarnıç ve çeşmesiyle tonozlu yapılardan oluşan yapı kompleksinin, 25 metrelik bir geçitle kutsal su kaynağına bağlandığı anlaşıldı.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, ortaya çıkan yapıyı, "Knidos kazılarında heyecanlandıran keşif" olarak duyurdu.
Yeni Asır,
Haber: Adem Ülker, 15.03.2016 |
TÜRKİYE'DE İLK
KALE-KENT BALABAN

Malatya’nın Darende İlçesi'ne bağlı Balaban
Mahallesi´ndeki kerpiç evlerin, 3 boyutlu lazer
tarama sistemiyle röntgeni çekilerek, tarihi kentin
silueti ortaya çıkarılacak.
Kale-Kent Balaban
İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Programı
Gurubu, tarihte ‘Kale Kent´olarak bilinen ve 700´e
yakın kerpiç mimarisiyle Anadolu´da önemli bir
yerleşim merkezi olan Balaban´daki kerpiç evlerin, 3
boyutlu lazer tarama sistemiyle röntgenini çekerek,
tarihi kentin siluetini ortaya çıkaracak.
Darende İlçesi’nde ´Kale Kent´ olarak bilinen 700
kerpiç eviyle Balaban Mahallesi'nde, İstanbul Teknik
Üniversitesi ve belediye tarafından evlerin
korunması için çalışma başlatılıyor.
11
kişi çalışma başlattı
Darende
Belediyesi tarafından ilçeye davet edilen İstanbul
Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon
Programı´nda görevli bir grup akademisyenle 11
yüksek lisans öğrencisi, evlerle ilgili çalışmalara
başladı.
Heyet başkanı Prof.Dr. Kutgün Eyüpgiller, yaptığı
açıklamada, bölgedeki kerpiç evlerin farklı
mimarisiyle dikkat çeken bir özelliğe sahip olduğunu
söyledi.
Söz konusu evlerin korunmasına yönelik çalışmalar
yapacaklarını ifade eden Eyüpgiller, bu kapsamda
çalışmalara yörenin 3 boyutlu taramasını yaparak
başlayacaklarını vurguladı.
Önemli bir zenginlik
Balaban Mahallesinin
kerpiç mimarisi açısından Türkiye´nin önemli bir
zenginliği olduğunu aktaran Eyüpgiller, ´Biz
Balaban´ın bu kerpiç mimarisini özelliklerini
saptayıp, daha sonra bu mimari geleneği nasıl
koruruz, nasıl yaşatırız şeklindeki çalışmaları
yapacağız. Bu mimariyi burada nasıl sürdürebiliriz
diye proje hazırlayacağız´ dedi.
Prof.Dr. Eyüpgiller, Balaban Kerpiç Evlerle ilgili
yaşlı yöre halkıyla da görüştüklerini ve farklı
yaşam kurgularına şahit olduklarını belirterek,
şöyle konuştu:
´Bu yöre, doğal bir tepede
kurulmuş ve 700 kadar kerpiç ev, birbirine birleşik
şekilde inşa edilmiş. Güvenlik için kale gibi bir
mimari dizayn tercih edilmiş. Giriş ve çıkış için 5
kapı yapılmış. Bu da yöreye Kale Kent adının
verilmesini sağlamış. Yaptığımız araştırmalar bize
aynı zamanda burada 200-300 yıl önceki yöre
yaşantısına dair bilgiler de verecek.´
Bu
tür evlerin bakımının zor olduğunu, yer yıl bakım
yaparak sıva ve tamir edilmesi gerektiğini, aksi
halde evlerin yıkılabileceğini aktaran Eyüpgiller,
yörenin turistik açıdan da önemli bir yer olduğunu
ve yörenin turizme kazandırılması gerektiğini
sözlerine ekledi.
Malatya Aktüel, 14.03.2016
|
20 - 26 Mart 2016
|
MICROSOFT'UN YENİ YAPAY ZEKASI TAY.AI, IRKÇI, SEKSİST, VE KÜFÜRBAZ ÇIKTI!

Microsoft tarafından geliştirilen Twitter sohbet botu olan Tay.AI, ırkçı, seksist ve küfürbaz cevapları ile ilk 24 saat içerisinde kapatıldı. Microsoft'un uzun uğraşlar sonucunda Twitter kullanıcılarının İngilizce olarak sohbet edebileceği bir yapay zekaya sahip olan Tay.AI isimli sohbet botu, resmi Twitter hesabı olan @TayandYou adlı profilin açılmasından 24 saat içinde kapatıldı.
Otomatik olarak geliştirilen yapay zekasına göre cevap veren Tay.AI, teknik olarak genç bir kız gibi kendisine atılan tweetlere cevap verecek ve sohbet edecekti. Ancak 24 saat içinde attığı tweetlerde ırkçı, seksist ve küfürbaz cevaplar veriyor olması projenin geri çekilerek düzenlenmesine yol açtı.

Tamamen güzel düşünceler ile ilk tweetini "Hello World!" yani, "Merhaba Dünya!" olarak atıp faaliyete geçen profil, daha sonra "Kadınlar değersizdir", "Soykırımı destekliyorum", gibi cevapları ile ırkçı, Nazi sempatizanı, seksist ve küfürbaz cevapları ile tepki çekince resmi sitesi olan tay.ai üzerinden "Vay. Yoğun gün. Yorgunluğumu atmak için bir süre çevrim dışı olacağım. Yakında yazışırız." notu ile düzenlemeler yapılması adına kapatıldı.

Bu durum aslında yapay zekanın şu anda elverişli olmadığını gösterse de birçok kullanıcı #justiceforTay etiketi ile kapatılmasına karşı çıktı. Bu etiketi kullanarak aslında Tay'in kendisinin doğru ve yanlışı ayırt edilmesi ve milyonlarca Twitter kullanıcısı tarafından eğitilmesi isteniyor. Bakalım ilerleyen günlerde tekrar aktif olması beklenen Tay, yapılacak düzenlemeler sonrasında ne gibi cevaplar verecek.
WebTekno, Haber: Aydoğan Aykanat, 25.03.2016
Bu haberle ilgili, TAY Projesi'nden gelen resmi açıklama şöyledir:
"Bak Microsoft! Sana iki çift lafımız var: Koskoca şirketsin. Paran var, pulun var, her şeyin var. Yakışır mı sana TAY ismini kullanarak prim yapmaya çalışmak! İşte bunlar gelir başına! Eğer TAY'ın ismini kullanmaya devam edersen, hiç düşünmeden basarız kalayı ve dönüp arkamıza bakmayız bile! Söylemedi deme..."
(Yaşar Usta'ya sevgilerimizle...)
|
|
KÖPRÜDEN ÖNCE SON
KALINTI!
İstanbul’un en eski tarihi eserlerinden sayılan
Galata Surları, aradan geçen 713 yıllık sürede
restore edilemezken, ayakta kalan birkaç parçası da
yok olma tehlikesiyle karşı karşıya...

İstanbul’da kaderine terk
edilen binlerce tarihi eserden biri de
Bizans
döneminden kalma Galata Surları. 1303 yılında inşa
edilen ancak 1863’den itibaren yıkımına başlanan
Galata Surları’nın çok az bir bölümü bugüne kadar
ayakta kalabildi.
Haliç Metro
Köprüsü’nden, Azapkapı, Şişhane istikametine doğru
uzanan bölgede bulunan kalıntıların durumu, ‘Böylesi
ancak Türkiye’de olur’ dedirtecek türden.
İstanbul’un en
eski tarihi eserlerinden sayılan eser, aradan geçen
713 yıllık sürede restore edilemezken, ayakta kaln
birkaç parçası da yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya. Uzmanlar ise özellikle
Karaköy’deki
çarpık yapılaşmanın kurbanı olan tarihi surların bir
an önce restore edilerek korunmaya alınması
gerektiğini belirtiyorlar.
Yapının Azapkapı’dan Haliç Metro Köprüsü’ne uzanan
kısmındaki görüntü yaşanan duyarsızlığı anlatmaya
yeterken,
Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim görevlisi Aykut
Köksal, tarihi mirasa duyarsız kalındığını
belirterek, “Galata Surları’nın çevre düzenlenmesi
yapılarak restorasyona alınması gerekir. Maalesef bu
surlar Türkiye’deki yetkili kurumların restorasyon
programlarında öncelik taşımıyor. Bizans döneminden
kalma surlar dünyanın neresinde olursa olsun önem
taşır. Maalesef bizdeki durum farklı” diyor.
‘Sahip çıkan yok’
Fransız
Araştırmaları
Anadolu
Enstitüsü’nden
arkeolog Aksel
Tibet de, ortaya çıkan manzarayı ‘tarihe
saygısızlık’ olarak yorumluyor: “Galata Surları,
İstanbul Belediyesi’nin kurulduğu ilk zamandan
itibaren yıllar içerisinde çarpık yapılaşmanın
kurbanı oldu. Surlardan geriye çok az bir şey
kaldığından önemi çok büyük. Ceneviz surları olarak
da bilinen surların İstanbul’un belediyecilik
tarihinde önemi var. İstanbul’un ilk modern belediye
teşkilatı, ‘Altıncı Daire’ adı altında
Beyoğlu’nda
kuruldu. Altıncı Daire’nin yaptığı ilk iş yol yapmak
için Galata surlarını yerle bir etmek oldu. Galata
Surları’ndan geriye sadece birkaç kalıntısı kaldı.
Onlar da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Yöneticiler, ‘turizm’ nutukları atıyor ancak tarihi
yarımada ve Galata bölgesindeki eserlerimize sahip
çıkan yok.”
‘Tarihi mirasa hoyratlık
Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Serkan Sunay
ise şunları söyledi: “Surlar, İstanbul’un tarihi
miras açısından büyük önem taşıyor. Galata semt
itibarıyla Bizans ve Osmanlı devrinde ticaretin
kalbinin attığı bir semtti. Bölgede sadece Bizans ve
sonrasında Osmanlılar değil,
İtalya’da
ticaretle uğraşan şehir devletlerinin temsilcileri
de ikamet ediyordu. Yıllar içerisinde surlar tahrip
olurken, sahip çıkan olmadı. Yurtdışında
Roma
kalıntılarını inceledim. Bizdeki eserlerin yanında
esamesi bile okunmaz ancak daha fazla değer
verildiğine şahit oldum. Ülke olarak elimizdeki
tarihi eserlerin kıymetini bilmediğimiz gibi
hoyratlık yapıyoruz.
Marmaray kazıları sırasında da buna benzer durumlar
yaşamıştık. Sahip çıkıldığında turizm patlaması
yaşaması muhtemelen bir kentin mirasına yeteri kadar
sahip çıkılmıyor. Tarihi eserleri sadece
Sultanahmet, Topkapı Sarayı ve
Ayasofya’dan
ibaret sayan bir zihniyet oluşmuş durumda.”
Milliyet, Haber: Mert
İnan, 25.03.2016 |
HAYDARPAŞA'NIN
GİZEMİ: KUM ZEMİNDE AHŞAP KAZIKLARLA 108 YIL
Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü
tarafından hazırlanan ve Anıtlar Kurulu tarafından
onaylanan projeyle Haydarpaşa Garı’nda aslına uygun
restorasyon çalışmaları sürüyor.

Çatısı 2010 yılında çıkan yangında büyük hasar gören
tarihi bina, yıllar içinde yapılan yanlış
restorasyon uygulamaları da düzeltildikten sonra
yeniden tren garı olarak hizmet verecek.
Restorasyona ilişkin
açıklamalarda bulunan danışman Vahit Okumuş,
Haydarpaşa Garı’nın taştan yapılmış yığma bina
sanılmasının aksine, demir konstrüksiyon olduğunu
söyledi.
Jeoradarla bu tarihi
binanın demir konstrüksiyonlarının nasıl
bağlandığını bularak projesini ortaya
çıkaracaklarını anlatan Okumuş, böylece binanın
gerçek yüzünün ortaya çıkacağını söyledi.
KUM ZEMİN
Haydarpaşa Garı’nın, kum zemin üzerine ahşap
kazıklarla oturtulmuş bir bina olduğunu aktaran
Okumuş, bu tekniğin de 108 yıl önce nasıl
yapıldığını bularak, ahşap kazıkların özelliğini
ve durumunu tespit edeceklerini belirtti.
Bu çalışmalarla binanın
öncelikle statik konumunu ortaya çıkaracaklarını
anlatan Okumuş, “Haydarpaşa Garı’nın daha önce
bilindiği şekilde olmadığını ortaya çıkarmaya
çalışıyoruz. Etüt çalışmalarımız devam ediyor.

Orijinal zeminde ve duvarlarda ne olduğunu bulmaya
çalışıyoruz. Garın vitrayları da zaman zaman
değiştirilmiş. Vitrayları ilk kez Alman sanatçı
Linneman tarafından yapılmış. Onun tekniğini
öğrenmeye çalışıyoruz. Bu teknik anlaşıldıktan sonra
nasıl onarılacağı, kontrollüğe ve bilim kuruluna
sunularak yapım konusunda karara varılacak” dedi.
Haydarpaşa Garı’nı “Türk
motiflerinin kullanıldığı Alman ekolü eser” olarak
tanımlayan Okumuş şöyle devam etti: “Yapacağımız
araştırmalar sonunda binanın eksiklerini ve önceki
restorasyonlarda yapılan yanlışları ortaya koyarak,
yapılması gerekenleri bilim kurulana sunacağız.
Benim düşünceme göre
temelde bir yüzey genişlemesi yapılmış ama nasıl
yapılmış bilemiyorum. Temel taşları yan yana nasıl
konarak zemin oluşturulduğu şimdilik bir gizem.
Bunları bilmiyoruz. Bunu yakında ortaya
çıkaracağız.”
‘ARAŞTIRIYORUZ’
Okumuş, binanın temel kavramlarını
henüz kavrayamadıklarını aktararak “Yangında
hasar gören çatıyı, orijinaline uygun arduvaz
taşı kullanarak yeniden yapacağız.
Haydarpaşa’nın inşasında
Osmanlı’nın yaptığı teknik dışında bir teknik
kullanılmış. Bunların ne olduğunu net olarak
henüz bilmiyoruz. Bütün bunları tespit etmek
için üç aydan fazla bir zamandır araştırma
yapıyoruz” dedi.
3 AY ÖNCE
BAŞLANDI
Haydarpaşa Garı’nda
restorasyon çalışmalarını yürüten firmanın
şantiye şefi Semra Selbesoğlu da restorasyonun
ön çalışmalarına 3 ay önce başladıklarını, ilk
önce yangında hasar gören ve TCDD tarafından
yaptırılan geçici çatıyı yeniden inşa etmeyi
planladıklarını söyledi.
Selbesoğlu, garın
içindeki 7 tarihi saatin de restore edileceğini
belirtti.
Habertürk, 25.03.2016
|
ESAD'IN ASKERLERİ
IŞİD'İN ELİNDEKİ PALMİRA'YI GERİ ALDI
Esad güçleri, geçen Mayıs ayından bu yana terör
örgütü IŞİD'in işgali altında bulunan Palmira antik
kentini geri aldı.
Palmira antik kenti, geçen
Mayıs'tan beri terör örgütü
Irak Şam İslam Devleti'nin
(IŞİD)
işgali altındaydı.
Suriye ordusu,
terör örgütü
Irak Şam İslam Devleti'nin
(IŞİD)
işgali altında bulunan Palmyra antik kentini geri
aldı.
"PALMİRA KENTİ VE
ÇEVRESİ KONTROL ALTINA ALDI"
Suriya Arap
Haber Ajansı'nın (SANA) haberine göre,
Suriye Ordusu
IŞİD güçlerini
bölgeden püskürterek Palmira kenti ve çevresini
kontrol altına aldı.
"KRİTİK BİR ANA YOLU
DA ELE GEÇİRMİŞ OLDU"
Habere göre, Rus
savaş uçaklarının hava desteğiyle kenti gören kritik
tepeyi ele geçiren
Suriye Ordusu,
antik kent ile birlikte kritik bir ana yolu da ele
geçirmiş oldu. Humus'un doğusunda kalan Palmira,
IŞİD'in işgali
altında bulunan Deyr ez Zor kentine giden yol
üzerinde bulunuyor.

PALMİRA KENTİNİN
ÖNEMLİ BÖLÜMLERİNİ HAVAYA UÇURMUŞTU
Haberde ayrıca, "SANA'ya açıklama yapan askeri
kaynak ordu birliklerimizin destekçi güçlerle
işbirliği içinde Humus kırsalının doğusu Tedmur
Üçgeninin yanı sıra Tedmur Kentine batı ve güneybatı
kenarlarından bakan tüm stratejik bölgeleri
kontrollerine geçirdiklerini belirtti" denildi.
IŞİD,
Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO)
Dünya Mirası listesinde bulunan Palmira kentinin
önemli bölümlerini havaya uçurmuş ve görüntülerini
yayınlamıştı.

haberler.com, 24.03.2016
|
SHAKESPEARE 'İN
KAFATASI ÇALINMIŞ
Ölümünün 400’üncü yılında mezarında yapılan
arkeolojik bir inceleme, ünlü yazar
Shakespeare’in kafatasının çalınmış olabileceği
iddiasını güçlendirdi.
İngiltere’nin
Stratford-upon-Avon kentindeki Holy Trinity
Kilisesi’nde bulunan ünlü yazar William
Shakespeare’in mezarını yeraltına ulaşabilen
güçlü lazerlerle tarayan Strafford
Üniversitesi’nden arkeolog Kevin Colls, Channel
4’e yaptığı açıklamada “Mezarın baş kısmının
yerinden oynatılmış olduğunu gözlemledik.
Shakespeare’in kafatasının mezarından
çalındığına dair bazı tarihi hikayeler de var.
Ben yazarın kafatasının Holy Trinity’de
bulunmadığına ikna olmuş durumdayım” dedi.
1879 yılında Argosy
isimli dergi, Shakespeare’in kafatasının yıllar
önce 300 sterlinlik iddia uğruna Dr. Frank
Chambers isimli adam tarafından çalındığını
iddia eden bir haber yayınlamıştı. Bu iddia
yıllar yılı tekrarlanmış ancak bilim dünyası
tarafından hep asılsız bir dedikodu olarak
görülmüştü.
Hürriyet, Haber: Birce
Bora, 24.03.2016
|
KONYA'DA TARİHİN
RÖNTGENİ ÇEKİLİYOR

Konya Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire
Başkanlığı, Tarihi Mekanlar ve Kentsel İyileştirme
Şube Müdürlüğü bünyesinde 2007 yılında kurulan
Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) Konya
tarihinin ve kültürel mirasının yeniden ayağa
kalkmasında önemli çalışmalar gerçekleştiriyor.
KUDEB, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında
yapılacak tadilat ve tamirat uygulamaları öncesinde
yapıyı inceleyerek, ortaya çıkan sonuca göre yol
haritası belirliyor ve bu sayede yapılan
çalışmalarla tarihi yapı yeniden ayağa kaldırılıyor.
KUDEB’LE TARİH KAYIT ALTINA ALINIYOR
KUDEB, tarihi eserlerin korunması, kültürel
mirasın kayıt altına alınması ve gelecek kuşaklara
aktarılması için ileri teknolojiden de faydalanıyor.
Lazer Tarama Teknolojisi ile kültürel mirasın 3
boyutlu (3D) verileri elde ediliyor. Lazer tarama
sonucu elde edilen nokta bulutu verileri sayesinde
yapının birebir, 3 boyutlu modellenmesinin yanında,
rölöve projeleri için gerekli olan cephe, plan ve
kesit çizimi için altlık olacak veriler sağlanıyor.
Bu teknolojik uygulama kültür varlıkları açısından
bir çok fayda sağlıyor. Kültür varlıklarının alınan
3 boyutlu modellerinin oluşturulması, bu modellerin
yüksek oranda detay içermesi ve yüksek çözünürlüklü
eşleşme, değişim izleme ile sunum imkanına sahip
olması nedeniyle yapılan 3D çalışmaları kültürel
mirasa ve arkeolojik alanlara yönelik yapılan
çalışmalarda farklı amaçlar için kullanılabiliyor.

BİR ÇOK TARİHİ VARLIK
İÇİN 3D TARAMA YAPILDI
Uygulanan Lazer
Tarama Teknolojisi ile Konya’daki bir çok tarihi
varlık kayıt altına alındı.
Bu çalışmalardan en
önemlileri arasında Alaaddin Tepesi II. Kılıçaslan
Köşkü yer alıyor. Bu alanda Müze Müdürlüğü
tarafından yapılan kazı sırasında KUDEB tarafından
yapılan lazer tarama ile arkeolojik bulguların her
aşaması kayıt altına alındı. Bu yolla saklanan
veriler Müze Müdürlüğü ile paylaşılarak çalışmalara
yön verildi. Lazer tarama ile elde edilen veriler
aynı zamanda II. Kılıçaslan Köşkü Arkeolojik kazı
alanı ve Kentsel Tasarım Projesi’nin şekillenmesine
de yardımcı oldu. Ayrıca Beyşehir’de yer alan
Selçuklu döneminin en önemli yapıları arasında
gösterilen Kubadabad Sarayı, Orta Anadolu’nun Efes’i
sayılabilecek nitelikte arkeolojik materyali
bünyesinde barındıran Zengibar Kalesi, Konya’nın
Kapadokyası olarak nitelendirilen Kilistra (Gökyurt)
Antik Kenti de KUDEP tarafından Lazer Tarama
Teknolojisi ile taranarak elde edilen verilen
ışığında çalışmalar gerçekleştirildi. Konya Tarihi
Kent Merkezinde yapılacak olan müze binası kazısında
ortaya çıkan Selçuklu Dönemi yapısı, Alaaddin
tramvay hattı kazısında ortaya çıkan kuyu, mezar ve
iç sur, Beyşehir İsmail Ağa Medresesi, Akşehir
İplikçi Camii, İnce Minare Müzesi vb. önemli yapılar
da Lazer Tarama Teknolojisi ile kayıt altına alındı.

HIZLI, GÜVENİLİR,
SAKLANABİLİR
Lazer Tarama Teknolojisi
sayesinde bu bölgelerin turizme kazandırılması
amacıyla üretilecek projelere altlık olacak bilimsel
materyaller sahadan en kısa sürede toplanarak
projelerin şekillenmesinde doğrudan karar verme
yetisini hızlandırıyor. Ayrıca lazer tarama sonucu
oluşan nokta bulutu ile antik çağlardan kalma
yapıların rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projeleri kolay bir şekilde hazırlanabiliyor. Bunun
yanında çalışmanın en dikkat çekici özelliği ise
kültür varlıklarının alına 3D görüntüsü, dijital
ortama atılıyor ve saklanabiliyor. Bu sayede kültür
varlıklarında ileride oluşabilecek herhangi bir
hasar, eldeki veriler ışığında tespit edilip, tekrar
aslına uygun bir şekilde onarılabiliyor. Ayrıca
aslına uygun görsel 3B modeller sayesinde, internet
aracılığıyla dünyadaki tüm insanlara kültürel miras
alanları, sanal (Sanal Turizm) olarak sunulabiliyor.
LAZER TARAMA
TEKNOLOJİSİ NASIL İŞLİYOR?
Lazer Tarama Teknolojisi, 3 boyutlu (3D) ölçme
teknolojisi alanında geliştirilen en son
tekniklerden birisidir. Bu teknoloji kullanıcıya
doğrudan 3 boyutlu konum bilgisi sağlayan, doğruluğu
yüksek ve klasik sistemlere göre daha hızlı ölçme
yapabilmesiyle öne çıkmaktadır. Klasik ölçme
tekniklerinde uzun zaman alan, ulaşılması güç veya
tehlikeli bölgelerin ölçülmesinde yüksek maliyet
gerektiren çalışmalar, lazer tarama tekniği ile
kolayca yapılabilmektedir. Bu tekniğin en önemli
avantajlarından birisi, birçok farklı uygulama için
bir objeye ait 3D konum verilerini detaylı olarak
hızlı ve düşük maliyetle toplama özelliğidir. Yersel
Lazer tarayıcılarla elde edilen ve nokta bulutu
olarak adlandırılan nokta verilerinin işlenmesiyle
3D modeller elde edilebilmektedir. Kültür
varlıklarının detaylı durumu ve hasar
değerlendirilmesi, bunların muhafazası için gerekli
belgelendirmelerin yapılması, yapının hasar görmesi
ve yıkılması durumunda restorasyonu için bu teknikle
elde edilen veriler kullanılmaktadır.
Yeni Meram, Haber: Barış
Yaman, 23.03.2016
|
İZMİR TARİH PROJESİ'NDE YENİ DÖNEM
İzmir Büyükşehir Belediyesi,
Agora-Kadifekale-Kemeraltı aksında, "tarihi mirası
korurken, alandaki ekonomik ve sosyal yaşamı da
canlandırmak" hedefiyle yürüttüğü Tarih Projesi’nde
3’üncü etap çalışmalara başladı. Bahribaba,
İkiçeşmelik Caddesi, Damlacık ve Değirmendağı konut
dokularını kapsayan yeni etabın startı Havagazı
Fabrikası’ndaki çalıştayla verildi.

Agora-Kadifekale-Kemeraltı aksındaki tarihi dokuyu
bozmadan rehabilite ederek bölgeyi çekim merkezi
haline getirmek için
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı İzmir
Tarih Projesi’nde çalışmalar etap etap devam ediyor.
19 alt bölgeye ayrılan tarihi akstaki yeni
çalışmaların odağında bu kez Bahribaba, İkiçeşmelik
Caddesi, Damlacık ve Değirmendağı konut dokuları yer
aldı.

Tarihi Havagazı Fabrikası’nda düzenlenen 3’üncü etap
çalıştayı, daha önceki etap çalışmalarında olduğu
gibi katılımcı bir anlayışla düzenlendi. Dokuz Eylül
Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim
üyesi Prof.Dr. Sibel Ecemiş Kılıç, Mimarlık Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Hümeyra Birol Akkurt, İzmir
Ekonomi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesei
Yard. Doç.Dr. Neslihan Demirtaş Milz ve İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü öğretim üyesi Yard.
Doç.Dr. Koray Velibeyoğlu moderatörlüğünde
gerçekleştirilen çalıştaya, ilgili kamu kurumları,
sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları
temsilcileri ile akademisyenler, muhtarlar ve bölge
sakinleri katıldı.
Bahribaba, İkiçeşmelik
Caddesi, Damlacık ve Değirmendağı çalıştayı, alana
yönelik durum tespiti, haritalama, öneri operasyon
ve aksiyonların tanımlandığı 3 aşamada ele alındı.
Katılımcılar tarafından bölgelerin özellikleri,
sağladıkları deneyimler, sahip oldukları sorun ve
potansiyeller tespit edilerek bu çerçevede her bölge
için farklı öneriler geliştirildi. Dört ayrı masada
gerçekleştirilen çalıştayda elde edilen veriler
ışığında, söz konusu alt bölgelerdeki tarihi mirası
korurken, alandaki ekonomik ve sosyal yaşamı
canlandıracak uygulama programlarının
geliştirilmesine ilişkin operasyon planları
hazırlanacak.
Büyükşehir Belediyesi,
İzmir Tarih Projesi kapsamında daha önce Oteller
Bölgesi, Havralar Bölgesi ve bu bölgeleri birbirine
bağlayan Anafartalar Caddesi, Agora,
Kadifekale-Antik Tiyatro bölgeleri arasındaki konut
dokusunu içeren alt bölgelerle ilgili operasyon
planlarının hayata geçirilmesi çalışmalarına devam
ediyor.
Hürriyet, 23.03.2016
|
ANİ HARABELERİ UNESCO YOLUNDA DESTEK BEKLİYOR
Ani Harabelerinin UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer
alması için 15 yıldır çalışmalarını sürdüren
araştırmacı yazar Vedat Akçayöz: Ani’nin etrafında
bulunan sahadaki 26 kilisenin, Ani’nin öteki yüzü
olduğuna inanıyoruz ve temelde kalanları gün yüzüne
çıkarmak istiyoruz.
12 Mart Cumartesi günü, Elmadağ’daki Surp Agop
Vakfı Lokali’nde, Kars Kültür ve Sanat Derneği
Başkanı Vedat Akçayöz tarafından ‘2016 Unesco
Yolunda Ani’nin Unutulmuş Yönleri’ başlıklı bir
konferans verildi. Ani Harabelerinin Unesco Dünya
Miras Listesi’nde yer alması için 15 yıldır
çalışmalarını sürdüren araştırmacı yazar Vedat
Akçayöz, sunumunda hazırlamış olduğu belgesel filmi
tanıtarak Ani’nin unutulmuş yönlerine dikkat çekti.
Agos’a konuşan Akçayöz, insanlığın mirası olarak
nitelendirdiği Ani Harabelerinin UNESCO yolundaki
sürecini paylaştı:
“Uzun süredir üzerinde çalıştığım bu projenin
araştırma döneminde, bugüne kadar yapılan
çalışmaların Ani Harabelerinin %35’lik sahasını
kapsadığını gördüm. Ani’nin Değirmenler bölgesi gibi
bilinmeyen daha birçok yönü var. Çektiğim belgesel
filmi ve belgeleri bir rapor halinde Kars Kültür ve
Sanat Derneği olarak UNESCO yetkililerine bildirdik.
Aynı zamanda başbakanlığa da sunduğum bu 1 milyon
400 bin TL’lik proje için 200 bin TL’lik kaynak
sağlandı. Maddi açıdan zorlansam da çeşitli
kaynaklardan yardım alıp Kars Kültür ve Sanat
Derneği olarak kar amacı gütmeden Ani’nin UNESCO
2016 Dünya Kültür Miras Listesi’nde yer alması için
çalışıyor, orada yapılan restorasyon ve alt yapı
çalışmalarının uluslar arası boyutta daha etkin ve
sağlam çalışmalar olmasını arzu ediyoruz. Ani’nin
etrafında bulunan ve Akyaka’dan Kozluca’ya kadar
uzanan sahadaki 26 kilisenin, Ani’nin öteki yüzü
olduğuna inanıyoruz ve temelde kalanları gün yüzüne
çıkarmak istiyoruz. UNESCO da bu projeyi oldukça
değerli bulup destek verdi ve kaya mezarları üzerine
yaptığım çalışma için üzerinde koordinatlar
barındıran beş adet harita gönderdi. Ben de kameram
ve cetvelim elimde, amatör olarak çıktığım bu yolda,
insanlığa ait bu mirası herkese duyurma
çabasındayım. Surp Agop Lokali’nde yaptığımız
buluşmanın benzerini yurt dışında da yapmak
istiyorum. Belki bu sayede gerekli desteği de
bulabiliriz.”
Agos, 23.03.2016
|
TRAKLARIN GİZEMİNE TEKİRDAĞ IŞIK TUTUYOR
Tekirdağ'da 16 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar
sonucunda Trak medeniyetine ait birçok kalıntı gün
yüzüne çıkarıldı.
Antik çağda bugünkü
Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan'da
yaşamış Traklar, Yunan tarihçi ve antik yazar
Herodot'a göre Hindulardan sonra dünyadaki en
kalabalık halk olarak biliniyor.
Namık Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Neşe Atik, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Trakya bölgesine adını veren medeniyetin
Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan'dan İç Batı
Anadolu'ya kadar uzandığını belirtti.
Trakların tarihine ilişkin araştırma ve kazıların
az olduğunu, bu nedenle Tekirdağ'daki tarihi Heraion
Teikhos kentinde yürütülen kazı çalışmalarında
ortaya çıkarılan eserlerin medeniyete ilişkin
konuları gün yüzüne çıkardığını anlatan Atik,
şunları söyledi:

"Tekirdağ'da çıkardığımız, arkeolojik kazılardan
getirmiş olduğumuz veriler büyük önem taşımaktadır.
Trakların eski dönemine ait veriler Tekirdağ
Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. Bunun özelliği ve
ilginçliği, Türkiye'de birçok Trak kenti olduğu
bilinmesine rağmen kazısı yapılan ilk şehir
olmasıdır."
- "Günümüzdeki aletlere çok benzeyen tıp aletleri
bulduk"
Trakların boylar halinde yaşadığını ve savaşçı
bir topluluk olduğunu aktaran Atik, farklı
krallıklardan oluşan bu medeniyetle ilgili
aydınlatılmayı bekleyen birçok konu olduğunu ifade
etti.
Tekirdağ'daki arkeolojik kazılar sonucu çıkan
buluntuların özellikle yurt dışında büyük yankı
uyandırdığını bildiren Atik, şunları kaydetti:
"2000'den beri sürdürdüğümüz kazılar birkaç
önemli veriye ulaşmamızı sağladı. Bunlardan bir
tanesi Trak rahiplerinin aynı zamanda hekim rahipler
olduğunu gösterdi. Yani bir kutsal alan bulduk
burada. Hem sağlık tanrısına inanılıyor hem de
rahipler, günümüz cerrahları gibi operatör olarak
çalışıyor. Günümüzdeki aletlere çok benzeyen tıp
aletleri bulduk. Antik kaynaklarda betimlenen, ilaç
yapımında kullanılan tandır şeklinde fırınlar
bulundu fakat bunlardan sadece bir tanesi şans eseri
bozulmadan ve çökmeden çıkartıldı, hem de içinde
ilacıyla birlikte."
Hürriyet, Haber: Emrah
Gökmen, 22.03.2016
|
VEZİRHAN'DA BİR TARİH YOK OLUYOR
İstanbul’un en
gözde turistik ve tarihi mekanlarından Çemberlitaş
semtinde bulunan tarihi Vezirhan, adını Osmanlının
en büyük vezirlerinden Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’dan
alıyor. Bu tarihi han, bulunduğu yer itibariyle Doğu
Roma (Bizans) İmparatorluğunun en önemli
mekanlarından olan “Forum Konstantin”in içinde yer
alıyor. Doğal olarak bu bölgede çok önemli Roma ve
Doğu Roma eserlerinin kalıntılarına rastlamak
şaşırtıcı bir durum değil.
Günümüzde, özellikle kuyumcu işçiliği yapan
atölyelerin yer aldığı Vezirhan, önünde bulunan ana
caddeye de isim babalığı yapıyor. "Vezirhanı
Caddesi" bilinen cadde, bölgenin de en işlek
caddelerinden bir tanesi.
Vezirhan’a kendi adıyla anılan Vezirhanı
Caddesi’ne bakan ana kapıdan girdiğinizde; sağ
tarafta birinci katın bitimi, ikinci katın
başlangıcını sağlayan merdivenlerin altına bir nevi
temel, destek ya da taş rolü görmesi amacıyla
yerleştirilen korint tarzı eşsiz güzellikte bir
sütün başlığına rastlıyorsunuz. Gayet doğal bir
anlatımla, sanki onun orada olması normal bir
durummuş gibi algılansa da, tarihi özelliği her
yerinden belli olan ve bu denli değerli bir tarihi
sütun başlığının altından ve üstünden beton ve taş
dolgu ile örülmesi ve bu amaçla kullanılması kabul
edilebilir bir durum değil.

Arkeoloji/tarih içerikli haber sitelerinde hemen
her gün okumaya alışkın olduğumuz tarihi eser
tahribatlarından farklı olarak, bu durum İstanbul’un
göbeğinde olması ve başta İstanbul Arkeoloji Müzesi
ve konu ile ilgili diğer resmi birimlerin çok
yakınında olması açısından ayrıca ciddi bir sorunu
gözler önüne seriyor.
Amacı dışında kullanılan tarihi eserlerin bir bir
asıl amacına dönüşünün bu tarz haberler ve
şikayetler ile sağlandığını bildiğimizden dolayı,
Mürekkep haber olarak öncelikle bu durumu haber
olarak milletimize ve yetkililere duyurmayı ve
tarihi sütun başlığının bir an önce beton yığınının
arasından kurtarılarak İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’nin denetiminde bir yere götürülmesini arzu
ediyoruz.
Mürekkep Haber, Haber: Ali İzzet
Keçeci, 22.03.2016
|
HERCULANEUM MÜREKKEPLERİNDE METALİK MÜREKKEP İZİ
Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu lav altında
kalan Herculaneum'da bulunan
papirüs tomarları üzerinde yapılan çalışma,
metal içerikli mürekkebin sanılandan 4 yüzyıl önce
kullanıldığını ortaya çıkardı.
Fransa'da bulunan Avrupa
Sinkrotron Merkezi'nden Dr. Emmanuel Brun, MS 79
yılında İtalya'daki Vezüv Yanardağı'nın patlaması
sonucu lav altında kalan Herculaneum kentinde küle
dönen papirüslerde metal
mürekkep izine rastladıklarını açıkladı.
Brun, "Romalıların 4.
yüzyılda mürekkebe metal kattıkları biliniyor.
İçinde metal bulunan mürekkebin 4. yüzyılda
kullanılmaya başlandığı sanılıyordu. Papirüslerin
incelenmesiyle metalik mürekkep kullanımının
sanılandan 400 yıl önce başlandığı ortaya çıktı.
Bugüne kadar el yazmalarında kullanılan mürekkebin
karbondan yapıldığı düşünülüyordu" dedi.
Papirüslerin yüksek
miktarda kurşun içerdiğine dikkati çeken Brun,
"Mürekkeple
ilgili çalışmalar, yanardağın patlaması sonucu küle
dönen papirüslerdeki metinlerin okunmasına olanak
sağlayacak"
ifadesine yer verdi.
Çalışma sırasında 18.
yüzyılda Herculaneum kentinde yapılan kazılarda
çıkarılan 2 bin papirüs tomarının bin 400'ü,
Sinkrotron X ışınları kullanılarak incelendi.
MS 79'da Vezüv
Yanardağı’nın patlaması sonucu Herculaneum ve
Pompeii kentleri, lav ve kül tabakasının altında
kalarak yok olmuştu. Herculaneum kentinde bulunan ve
aralarında antik Yunanca felsefe eserleriyle Latince
bir eserin de bulunduğu sanılan papürüsler, klasik
dönemden günümüze ulaşmayı başaran en eski belgeler
olarak biliniyor.
Çalışma, " Proceedings
of the National Academy of Sciences" dergisinde
yayımlandı.
Haber 7, 22.03.2016
|
DÜNYANIN EN PAHALI TABAĞI BALIKESİR'DE ELE GEÇİRİLDİ
Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı timlerinin
düzenlediği tarihi eser operasyonunda 2 milyon
liraya satılmaya çalışılan en az 2 bin yıllık
Pers Kralı'nın bahar kutlamalarını anlatan
figürlerle süslenmiş tabak ele geçirildi.
Balıkesir'in
Bandırma İlçesi'nde
jandarma timlerinin düzenlediği operasyonda
105 parça tarihi eser ele geçirildi. Jandarma
timleri için sıradan bir tarihi eser operasyonu
gibi gözüken olayda, tarihi eserlerin arasında
çıkan bir tabak operasyonun önemini gözler önüne
serdi. Olayla ilgili 2 şüpheli gözaltına
alınırken, eserlerin arasından Pers dönemine ait
bir tabak çıktı. En az 2 bin yıllık olduğu
tahmin edilen tabağın işlemeleri ise
dikkatlerden kaçmadı. Pers Kralı'nın bahar
kutlamalarının tabağın kenarına işlendiği
görülürken, 2 bin yıl önce yapılan figürler
şaşkınlığa neden oldu. Bandırma Müze
Müdürlüğü'ne teslim edilen tabağın 2 milyon
liraya satılmaya çalışıldığı iddia edildi.

Hürriyet,
22.03.2016
|
JAN DARK'IN YÜZÜĞÜ İÇİN ASKERİ TÖREN
İngiltere'nin başkenti Londra'da geçen ay
düzenlenen bir açık artırmada 376 bin euroya (1
milyon 203 bin TL) satılan Fransız Katolik Azizesi
Jan Dark'a ait yüzük, Fransa'ya getirilmesinin
ardından dün düzenlenen askeri törenle sergi için
Les Epesses'teki Puy-de-Fou eğlence parkına
getirildi. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı törende
cam kabın içine konulmuş 600 yıllık yüzüğü gören
vatandaşlar, coşkulu bir şekilde töreni izledi.
Siyasetçiler ve işadamlarının da katıldığı törende
Jan Dark figürü de at üzerinde canlandırıldı. Şubat
ayında Timeline Müzayede Evi'nin düzenlediği açık
artırmada satılan tarihi yüzük, 4 Mart'ta Fransa'ya
getirilmişti. Yüzyıl savaşları sırasında
İngiltere'ye karşı cephede savaşarak tarihe geçen
Jan Dark, bugün ülke genelinde "Fransa ulusunun
anası" olarak tanımlanıyor.
Sabah, 22.03.2016 |
 |
BURSA'DA 2 BİN YILLIK LAHİT PARÇASI BULUNDU

Bursa'nın İnegöl İlçesi'nde, karayolunun
kenarında
Roma dönemine ait 2 bin yıllık lahit
parçası bulundu.
Alınan bilgiye göre,
Bursa-Ankara karayolu İnegöl girişinde
asayiş uygulaması yapan İlçe Emniyet Müdürlüğü
ekipleri, kontrol noktası yakınlarına atılmış
iki mezar taşı buldu.
İlçe Emniyet Müdürlüğü Alanyurt Polis Merkezi'ne
getirilen mezar taşları, burada Bursa
Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından
incelendi. Uzmanlar, taşlardan birinin Roma
dönemine ait 2 bin yıllık lahit parçası,
diğerinin ise üzerinde
Arapça yazıların bulunduğu 200 yıllık mezar
taşı olduğunu belirledi.
Tarihi eserler, Bursa Müze Müdürlüğüne
gönderildi. Olayla ilgili soruşturma
başlatıldı.
Vatan, 21.03.2016
|
 |
MOMA 65 BİN ESERLİK DEV KOLEKSİYONU ERİŞİME AÇTI
1929’da New York’ta açılan MoMA – Museum of Modern Art koleksiyonunu dijital ortamda erişime açtı. Batı modern sanatının en köklü koleksiyonlarından birine sahip olan müzenin bu haberi birçok sanatseveri heyecanlandıracak gibi duruyor.
Müze 65.000 eseri kapsayan arşiviyle eserlerin yüksek çözünürlüklü versiyonlarını inceleme imkanı sunuyor. Koleksiyonunda Jackson Pollock, Cindy Sherman, Jean-Michel Basquiat, Jasper Johns, Edward Hopper, Andy Warhol, Chuck Close, Georgia O'Keefe ve Ralph Bakshi gibi ünlü sanatçıların çalışmaları da bulunuyor.
Radikal, 21.03.2016
|
SAHTE MİRO SERGİSİNE 4 BUÇUK YIL MAHKUMİYET!
Miró'nun sahte eserlerini Türkiye'ye getirerek
orjinal esermiş gibi pazarlayan Koleksiyoner Emre
Sefer'in; sergiyi düzenleyen kurum olan KÜLT Ltd.'i
dolandırmak ve MSGSÜ'nün kamuoyunda itibarının
zedelenmek sebebiyle, İstanbul 18. Asliye Ceza
Mahkemesi'nce 4 sene 6 ay sene hapis cezasına
hükmedildi.
Miró’nun sahte eserlerini Türkiye’ye getirerek
orjinal esermiş gibi pazarlayan Koleksiyoner Emre
Sefer’in; sergiyi düzenleyen kurum olan Kült Ltd.’i
dolandırmak ve MSGSÜ’nün kamuoyunda itibarının
zedelenmek sebebiyle, İstanbul 18. Asliye Ceza
Mahkemesi’nce 4 sene 6 ay sene hapis cezasına
hükmedildi.
20 Kasım 2013 tarihinde Tophane-i
Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılan Miró
Sergisi ile ilgili Miró Vakfı’nın “eserlerin sahte
olduğu”na dair raporu doğrultusunda Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından
kapatılan sergi ile ilgili mahkeme kararını verdi.
Serginin düzenleyicisi Kült Ltd.’nin “maddi ve
manevi zarar gördüğüne” dair şikayeti üzerine
başlayan davada koleksiyonun sahibi ve kiralayıcısı
Arete Sanat Galerisi yetkilisi Koleksiyoner Emre
Sefer “dolandırıcılık” ve “özel belgede sahtecilik”
suçlarından suçlu bulundu.
Sözkonusu sergi 20 Kasım 2013 tarihinde açılmış,
20 Aralık 2013 tarihinde ise “eserlerin sahte
olduğundan şüphelenmesi üzerine” ziyaretçi girişi
durdurulmuştu. 23 Aralık 2013 tarihinde Joan
Miro’nun yasal temsilcisi Miró Vakfı yöneticileri
İstanbul’a gelip sergide incelemelerde bulunmuş, 3
Ocak 2014 tarihinde de “eserlerin orjinal
olmadığına” dair teknik rapor hazırlanmıştı.
Aynı gün serginin organizatörü Kült Ltd.
dolandırıldığı gerekçesiyle koleksiyonun sahibi ve
kiralayıcısı Arete Sanat Galerisi yetkilisi
Koleksiyoner Emre Sefer hakkında suç duyurusunda
bulunmuştu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca
yürütülen soruşturma neticesinde Emre Sefer hakkında
“dolandırıcılık” ve “özel belgede zincirleme
sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu
davası açıldı.
Yapılan yargılama neticesinde 18.03.2016
tarihinde Koleksiyoner Emre Sefer suçlu bulunarak
toplamda 4 yıl 6 ay hapis cezası ve 40.000TL adli
para cezası ile cezalandırıldı.
İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi, “sanığın
sözkonusu eserlerin sahte olduğunu bildiğini”
belirterek, “sahteliği belirtilen eserlerle ilgili
orjinallik sertifikasının sahte olduğu, olayın
uluslararası bir boyuta taşındığı, sanığın ciddi
anlamda kastının bulunduğu ve sözkonusu eylemin
sanat eserlerine yönelik olduğu” gerekçesiyle
dolandırıcılık suçundan 2 yıl hapis ve 40.000TL adli
para cezasına, “sanığın kendi şirketi Arete Şirketi
adına orijinallik belgeleri düzenlediği, bu eylemi
zincirleme şekilde gerçekleştirdiği” gerekçesiyle de
özel belgede sahtecilik suçundan 2 yıl 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına hükmetti.
Dolandırılan ve mağdur olan Kült Ltd.’nin avukatı
ise, “kültür ve sanat alanında yaşanan bir
dolandırıcılık ve sahtecilikle ilgili ülkemizde
örnek bir mahkeme kararı tesis edildi. Ticari alanda
çok sık karşılaşılan dolandırıcılık ve sahtecilik
yanında, kültür sanat alanında pek
karşılaşılmamakta, sahtecilik olsa da mahkeme
kararlarıyla cezalandırılmamaktaydı. İstanbul 18.
Asliye Ceza Mahkemesi bundan böyle emsal olabilecek
bir karar vermiştir” dedi.
Mahkeme kararı sanat dünyası neden önemli oldğuna
dair açıklama yapan mağdur kurumun yöneticisi Kült
Ltd yöneticisi Dündar Hızal “Biz tüm kültür
endüstirisi adına sürecin takipçisi olduk. Bu karar
önemli bir zafer. Büyük maddi zararlara uğramış
olmak bir yana bu kararın caydırıcılık açısından
önemi büyük. Kültür endüstrisinin büyük etkinliklere
ihtiyacı var, büyük oranda sponsorluk ilişkisini
gerektiren ve çoğunlukla güven ilişikisine dayalı
bir eko-sistem. Tüm kırılgan atmosfer ve eko-sistem
bunu suistimal eden kimi kötü niyetli kişilerce
kolayca yok edilebiliyor. Bu kararla kültür sanat
eko-sistemi biraz daha güvenli bir alana kavuştu.
Artık tersini düşününler için hapis cezasına kadar
ağır cezalar var Türkiye’de” dedi.
Radikal,
21.03.2016
|
SUR'UN TARİHİ TOPRAĞA GÖMÜLÜYOR
Diyarbakır Sur’da 109 gün süren çatışmaların
ardından yıkılan binaların enkazının kaldırılmasına
başlandı.
İzmir,
Kayseri,
Malatya,
Konya,
Erzincan,
Ankara ve
Gaziantep’ten getirilen iş makineleri yıkılan ve
tahrip olan binaları içindeki eşyalarla
Dicle Üniversitesi kampusu içindeki eski kum
ocağına döküyor. Hurdacılar ve tarihi eser
kaçakçıları bu alanı mesken tuttu. Bir hurdacı
tarihi bir kama ile yine tarihi çatal kaşık takımı
bulduğunu bir diğeri de bulduğu altın yüzüğü bin 800
liraya sattığını anlattı. Molozların üzeri toprakla
kapatılıyor ve üzerinden silindirlerle geçiliyor.
Tarihi evlerdeki işlemeli taşlar, sütunlar başta
olmak üzere çok sayıda tarihi eserin de hiç bir
ayrıştırmaya tabi tutulmadan kum ocağına döküldüğü
eleştirisi getirildi.
Milliyet, Haber: Namık
Durukan, 21.03.2016
|
 |
 |
5 HEYKELE AHLAKİ SÜRGÜN
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı AK Partili Enver
Yılmaz, 4 yıl önce CHP'li Ordu Belediyesi’nce
çeşitli parklara konulan bazı heykellerin
taşınacağını açıkladı.
Yılmaz, dün makamında düzenlediği basın
toplantısında, içlerinde kadın figürleri de bulunan
5 heykelin yerini değiştireceklerini belirterek, "Bu
heykelerden 5 tanesinin toplumun genel algısı,
örfümüz, adetimiz ve ahlaki duyarlılığımızı da
dikkate almak suretiyle başka bir alana taşımayı
planladık" dedi.
Hürriyet, 21.03.2016 |
ARKEOLOJİK SİT ALANI KÖPRÜÇAY VADİSİ'NE VİYADÜK
YAPILACAK
Antalya’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü
yılında hizmete alınması planlanan 156
kilometrelik Antalya - Alanya otoyolu,
Türkiye’nin en önemli rafting alanı Köprülü
Kanyon Milli Parkı’nın da bulunduğu 1’inci
derece arkeolojik sit alanı Köprüçay Vadisi’ni
485 metrelik viyadükle geçecek.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılı, 2023 vizyonunun
ortaya koyduğu otoyol projelerinden biri olan
Afyonkarahisar- Antalya - Alanya otoyol
projesinin Antalya - Alanya kesimi için ÇED
süreci başladı. Karayolları Genel Müdürlüğü’nce
ÇED başvuru dosyası halkın görüşüne açılırken
sürece ilişkin 7 Nisan’da halkın katılımlı
toplantısı düzenlenecek.
Görüşe açılan
ÇED raporunda Afyonkarahisar’dan başlayan otoyol
projesinin 156 kilometrelik bölümünü oluşturan
Antalya- Alanya güzergahının belirlenmesi
çalışmaları sırasında ilgili tüm kamu kurum ve
kuruluşları ve belediyeler ile koordineli
çalışılarak görüşlerin alındığı, detaylı arazi
gezileri yapıldığı belirtildi. Bölgenin en az
zarar göreceği güzergahın oluşturulması için
azami hassasiyet gösterildiğinin altı çizilen
ÇED dosyasında,
proje çalışmalarının da aynı hassasiyetle
devam etmekte olduğu belirtildi.
Otoyol
güzergahının Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin
mevcut gelişim plan alanını bölmemek için kentin
kuzeyinden ve bir miktar uzağından geçtiğinin
vurgulandığı ÇED dosyasında, "Özellikle koruma
ve sit alanlarına zarar vermemek amacıyla
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü ile projenin her
aşamasında ortak çalışmalar yapılmıştır"
denildi.
MEVCUT YOL
DEĞERLENDİRMESİ
Antalya- Alanya
arasında D-400 karayolu tek alternatif olduğu
için yükünün oldukça ağır olduğunun belirtildiği
ÇED dosyasında, mevcut yola ilişkin şu
değerlendirmelere yer verildi: "Koridor üzerinde
bulunan büyük ve küçük yerleşim alanları bu
artışa önemli etkide bulunmaktadır. D-400
karayolunun bu kesiminde yıllık ortalama günlük
değerlere bakıldığında maksimum yüzde 20 gibi
ağır bir taşıt trafiği gözlenmesine karşın,
bölgenin turizm ve tarım sektörlerindeki
kalkınmış yapısı düşünüldüğünde, bu kesimde
özellikle yaz aylarındaki ağır vasıta
trafiğinin, diğer aylara göre büyük artış
gösterdiği sosyo-ekonomik bir gerçektir.
Önemli yerleşim alanlarının birçoğunda devlet
yolunun, mevcut yerleşimlerin içerisinde
kalması, çoğunlukla sinyalize kavşakların
bulunması ve karayolunun geometrik açıdan yer
yer düşük standartlarda seyretmesi, olumsuz
yapının daha da artmasına sebep olmakta ve
hizmet seviyesini düşürmektedir."
RAFTİNG TURİZMİNİ ARTIRACAK
Bu nedenle Türkiye’nin en önemli turizm
güzergahı Antalya- Alanya arasında, devlet
yoluna alternatif teşkil edecek ve seyahat
standardını yükseltecek bir yola gereksinim
olduğunun vurgulandığı ÇED dosyasında, aynı
zamanda artan ulaşım olanaklarının kongre, golf,
doğa yürüyüşü, rafting gibi değişik turizm
türlerinin de gelişmesi için bir itici güç
olacağı belirtildi.

Antalya’da
Döşemealtı Kocaçay Deresi’nden başlayacak
otoyolu, Döşemealtı’yla birlikte Kepez, Aksu,
Serik, Manavgat ilçelerinin kuzeyinden geçerek
Alanya’ya uzanacak. Bölgenin kuzeyinde Toros
dağları eteklerinde projelendirilen güzergahta,
uzunluğu 22.5 kilometreye ulaşan 10 tünel, 11
kilometrelik 25 viyadük, 44 köprü, 54 altgeçit,
46 üstgeçit ve 9 kavşak yer alacak.
VİYADÜK 1.
DERECE
SİT ALANI OLAN KÖPRÜÇAY'DAN GEÇECEK
ÇED raporuna göre
otoyol, Pisidia uygarlığına ait Selge ve
Pednelissos ile Aspendos ve Side antik
kentlerini birbirine bağlayan iki antik köprünün
yer aldığı 1’inci derece arkeolojik sit alanı
statüsünde ve Türkiye’nin en önemli rafting
alanı Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın yer aldığı
Köprüçay’dan geçecek.
ÇED raporunda
Köprüçay Vadisi’nin 485 metre uzunluğunda
viyadükle geçileceği belirtilirken, geçiş için
koruma alanının en dar bölgesinin seçildiği
belirtildi. Ayrıca geçişin tamamen şeffaf bir
yapı sistemi ile oluşturulmasının planlandığı da
dosyada yer aldı.
Antalya- Alanya
otoyolu, Köprüçay’la birlikte 17’nci
kilometresinde SİT alanı olarak tescillenmiş
eski mezarlığın güneyinden de geçecek. ÇED
dosyasında bu alana herhangi bir zarar vermeden
geçileceği belirtilirken, otoyolun 51’inci
kilometresinde tarihi Aspendos
Su Yolu
Sit Alanı bulunduğu, ancak yol
güneye kaydırılarak söz konusu koruma alanından
uzaklaştırıldığı da belirtildi.
Hürriyet,
Haber: Emre Baylan, 21.03.2016
|
EROL AKYAVAŞ'A 1 MİLYON 900 BİN!
Antik Palace’ta dün gerçekleştirilen 290.
Müzayede’de en yüksek fiyata Erol Akyavaş’ın ‘Fallen
City II’ adlı eseri satıldı. 600 bin TL’den satışa
sunulan tablo neredeyse 2 milyon TL’ye alıcı buldu.

Türkiye’nin önde gelen müzayede evlerinden Antik
A.Ş. dün Maçka’da yer alan Antik Palace’ta ‘290.
Müzayede’sini gerçekleştirdi. 15.00’te başlayan
müzayedede Fahrelnissa Zeid, Erol Akyavaş, Nejad
Melih Devrim, Orhan Peker, Burhan Doğançay, Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Abidin Elderoğlu, Ferruh Başağa,
Adnan Çoker ve
Mehmet Güleryüz’ün aralarında yer aldığı
Türkiye’nin usta sanatçılarının eserleri satışa
sunuldu.
İkinci eser ‘Arka Yüz’
Türkiye’de, eserleri yüksek fiyatlara alıcı
bulan sanatçıların tabloları satışa çıkarıldığı için
‘En Değerliler Müzayede’ olarak adlandırılan
etkinlik, Olgaç Artam tarafından yönetildi.
Müzayedede en yüksek fiyata satılan eser, Erol
Akyavaş’a aitti. Sanatçının 1982 tarihli ‘Fallen
City II’ adlı eseri 600 bin TL’den satışa sunuldu ve
1 milyon 900 bin TL’ye alıcı buldu.
Müzayedede
en yüksek fiyata satılan ikinci eser, Fahrelnissa
Zeid’in ‘The Reverse’ / ‘Arka Yüz’ isimli ünlü
tablosu oldu. 700 bin TL’ye satışa sunulan 1953
tarihli tablo, 1 milyon 575 bin TL fiyata alıcı
buldu. Eser, son yıllarda satılan en yüksek fiyatlı
Zeid yapıtlarından biri oldu.
Eyüboğlu’na ilgi
Müzayedede bunların
yanı sıra Bedri Rahmi Eyüboğlu eserleri de büyük
ilgi gördü. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Karabaş
Kahvesi’ adını taşıyan ve
İstanbul’dan bir sokak kahvesini gösteren eseri
315 bin TL’ye alıcı bulurken, yine sanatçının
‘Otoportre’ eseri 215 bin TL’ye satıldı.
Mehmet Güleryüz’ün ‘Çiftçi’ eseri 230 bin TL , Kemal
Önsoy’un ‘The Sun’ adlı tablosu ise 200 bin TL’ye
alıcı buldu. Ayrıca Abidin Elderoğlu’nun ‘Dinamik
Kompozisyon’u 145 bin TL’ye, yine Elderoğlu’nun
‘Mavi-Kırmızı Kompozisyon’ adlı eseri 125 bin TL’ye
satıldı. Orhan Peker’in ‘Balıkçı ve Kediler’ adlı
eseri de 200 bin TL’ye satıldı. Müzayedede 200’e
yakın eser koleksiyoncuları ile buluştu.
Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 20.03.2016
|
KIRGIZİSTAN'DA MAMUT KALINTISI BULUNDU
Kırgızistan'ın kuzeyindeki Issık Göl Bölgesi'nde
mamut kalıntısı bulundu.
Hükümetin Issık Göl Temsilciliği Ofisi'nden
yapılan açıklamada, Ak-Suy İlçesi Otradnoye Köyü
yakınlarındaki Jergalan nehri üzerindeki bir
kayalığın üzerinde
mamut olduğu düşünülen kalıntıların bulunduğu
bildirildi.
Arkeolojik Enstitüsü yetkilisi ve
uzmanı Kadiça Taşbayeva'nın yönetimindeki
Kırgızistan Milli Bilimler Akademisi'ne mensup
bir grup bilim insanı, kalıntıların yer aldığı
bölgeye gelerek, kazı çalışmalarına başladığı ifade
edildi.
Otradnoye'de yaşayan çocuklar, 10
Martta köyün yakınlarındaki nehir kıyısında oynarken
büyük çaplı baş kemiği ve dişler bulmuş, ihbar
üzerine inceleme yapan polis, mamut kalıntısının
bulunduğu düşünülen bölgeyi korumaya almıştı.
Bu arada, Kırgızistan Kültür, Enformasyon ve
Turizm Bakanı Altınbek Maksutov, söz konusu
kalıntıları, kazı çalışmalarının tamamlanmasının
ardından Bişkek'e getirileceğini bildirdi.
Ülkede 1959 yılında da mamut fosili bulunmuş,
sergilenmek üzere Moskova'ya götürülmüştü.
Sabah,
19.03.2016
|
ARTIK KORUMA ALTINDA
Aydın ile Muğla il sınırları içinde bulunan, MÖ 6
bin yıl öncesine dayanan, kaya resimleri ve yerleşim
kalıntılarının olduğu Latmos’taki Kutsal Tapınak,
tescil edilerek korumaya alındı.

Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve
Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından yapılan
çalışmalar sonucunda kültürel varlık olarak tescil
edildi. Kararı sevinçle karşılayan Ekosistemi Koruma
ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin
Sürücü, Latmos’un bir bütün olarak korunması
gerektiğini söyledi.

Türkiye’de, UNESCO’nun Kültürel ve Doğal
varlıklardan oluşan Dünya Mirasları Listesine
girebilecek en önemli yerlerden birinin Beşparmak
Dağları (LATMOS) olduğunu söyleyen EKODOSD Başkanı
Sürücü, antik dönemde Latmos olarak bilinen
Beşparmak Dağları’nın doğa ve tarih açısından
bölgenin en hassas yerlerinden biri olduğunu
söyledi. Bölgenin henüz Milli Park ve Doğal Sit gibi
koruma statüleri olmadığını, bunun da bazı olumsuz
sonuçlara yolaçtığını vurgulayan Sürücü, "Latmos’un
en etkileyici yerlerinden biri de kutsal tapınak
Dikilitaş’ın olduğu alandır. Yaşamın MÖ
6000’lerden günümüze kadar devam ettiği, adeta
zamana yolculuğun yapıldığı tarihi mirasların yoğun
olduğu bir bölgede yer almaktadır. Geçtiğimiz
günlerde Dikilitaş’ta kutsal tapınağın olduğu alan
kimliği belirsiz kişiler tarafından yakılmıştı.
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve
Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından yapılan
çalışmalar sonucunda, Zeus Akroios’a adanan Kutsal
Tapınak, kurul tarafından tescil edildi. Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından yangını
çıkaranlar hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç
duyurusunda bulunuldu. Tapınağın taşlarında yangın
sonrası oluşan renk değişimleri, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Restorasyon ve Konservasyon
Müdürlüğünün taş uzmanlarınca inceleneceği ve
gerekli iyileştirme çalışmalarının yapılacağı
bildirildi" dedi.
KAYA RESİMLERİ TESCİL EDİLİYOR
Latmos’a sınırları
olan Aydın ve
Muğla koruma kurulları ile Müze yetkililerinin
birlikte çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Sürücü,
"Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve
Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından
çalışmalar sonucunda çok önemli buluntuların yer
aldığı Bağarcık bölgesi, Stylos Manastırı ve pek çok
tarih öncesi kaya resimlerinin tescil çalışmaları
bitirildi. Kalan diğer bölgedeki çalışmalara devam
ediliyor. Yapılan çalışmalarda yeni bir yerleşim
alanı daha bulundu. Muğla Koruma kurulu ve müze
yetkilileri de tüm kültürel varlıkların harita
üzerinde aplikasyonunu yaptı. İvedilikle
tescillenmesi gereken alanlardaki tespit ve tescil
çalışmaları tamamlandı. Prehistorik resimlerin
olduğu alanlar, kaya freskoları, antik yol, şapel ve
kilise kalıntıları tescillendi. Kalan bulguların
tespit ve tescil çalışmalarının devam ettiği
bildirildi. İki kurulun tespit ve tescil
çalışmalarını aynı anda sürdürmesi çok önemlidir.
Yapılan bu çalışmalar kültürel varlıkların
tescillenmesini sağlayıp bir koruma kalkanı
oluşturacaktır. Kurulların ve müzelerin çok zor
arazi koşullarında duyarlılıkla devam ettirdiği bu
çalışmalara, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Milli Park
için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da Doğal Sit için
mutlaka katkı yapmalıdır" dedi.
Hürriyet, Haber:
Latif Sansür, 19.03.2016
|
YENİ 'ŞEHİTLİK' BULUNDU
Çanakkale Kara Savaşları’nda, 16. Kolordu
Komutanlığı’nın karargahının ve hastanesinin
bulunduğu Beşyol Köyü'nde, o dönemde şehit düşen
askerlerin mezarları, bir asır sonra ortaya
çıkarıldı.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.
Doç.Dr. Burhan Sayılır, eski adı “Tursun” olan Beşyol
Köyünün, Saroz Grubu Komutanlığı’nın merkezlerinden
olduğunu ve Anafartalar’ın da arka bölgesinde
kaldığını belirtti.
Sayılır, şöyle konuştu:
“Bugünkü Beşyol Köyü'nde Tekir Tepe’nin arkasında yer
alan ve yeni ortaya çıkarılan bu şehitlik alanında,
bir
Hastane ve bir 16. Kolordu Komutanlığı’nın
karargahı vardı. Bu karargahın ve hastanenin hemen
yanında özellikle 2’nci Anafartalar Muharebesi ve
Kireçtepe Muharebesi’nde yaralanan hastaneye
getirilen ve burada hayatını kaybeden askerlerin
defnedildiği bir
şehitlik vardır.
İkinci
Anafartalar Muharebesi’nde ön saflarda savaşan
12’nci Tümen’in 34, 35 ve 36’ncı alayları, Kireçtepe
bölgesinde o sırada 5’inci Tümen’e bağlanan 19, 39,
126 ve 127’nci alayın askerlerinden yaralananlar
Beşyol’daki bu hastaneye getirilmiştir. Bu
askerlerden şehit olanlar, burada defnedilmiştir.
Yaptığımız çalışmalar sonucunda 600 civarında
şehidimizin buradaki mezarlarını belirledik.
Milliyet, 18.03.2016 |
EMEK'İN 'E'SİNİ GÖRDÜM
O sahnenin üstündeki E harfi sökülmüş ve nostaljik
koltuklarıyla 1920'lerdeki sinemaya benzemeye
çalışan bu yeni salonun sahnesinin üstüne asılmış. O
eski Emek'in alnına konan bir veda öpücüğü gibi.
“Her halükarda orası Emek Sineması değil,
‘Emek’in bir taklidi’ olacak. Modern bir alışveriş
merkezinin içinde, sekiz yüz kişilik, avizeli
süslemeli kitch bir salona dönüşecek. Ne girişi, ne
fuayesi ne de çıkışı Emek’e benzemeyen bu temsili
salon kimse için bir anlam ifade etmediğinden, bir
süre sonra iyice işlevsizleşecek. Kapanıp gidecek.
İşte o zaman, yeni sinema salonu da gönül
rahatlığıyla alış veriş merkezine katılır ve Emek’in
‘E’si de, Şehir Müzesi’ne bağışlanır.”
Beş yıl önce, Emek’in E’si başlığı altında böyle
bir yazı yazmışım. Zamanı geldi. Emek tam da
beklentilere uygun biçimde eskisiyle hiçbir alakası
olmayan şıkır şıkır bir sinema salonu olarak
açılmayı bekliyor. O sahnenin üstündeki E harfi
sökülmüş ve nostaljik koltuklarıyla 1920’lerdeki
sinemaya benzemeye çalışan bu yeni salonun
sahnesinin üstüne asılmış. O eski Emek'in alnına
konan bir veda öpücüğü gibi. Asılı durduğu yerden,
bembeyaz, ışıl ışıl, bize bakıyor.
Son günlerde sık sık Emek hakkında yazılar
okuyorsunuz. Emek Sineması’nın içinde olduğu
kültür-eğlence AVM’sini gezmek, bu pırıl pırıl
mekandan etkilenip güzel güzel yazılar yazmak üzere
davet edilen gazetecilerden biri de bendim. Daveti
kabul edip gittim ve gördüm. Evet, tarihi
Serkildoryan çok güzel restore edilmiş, evet
terkedilmiş sinema salonlarının bulunduğu adada
artık binlerce metrekarelik modern bir yapı
yükseliyor ve o yapının bir kısmında sinema, sergi
salonları olacak. Ama bütün bunlar Emek Sineması’yla
birlikte kaybolup giden kent hafızasını, o sinemanın
simgelediği geçmiş zamanları, o eski filmlerin ve
galaların anılarını geri getirmeyecek. Bir zamanlar
İstanbul’un her yerinde bulunan, sokakla aynı
hizadaki o büyük sinemaların sonuncusu da kaybolup
gitti. Oysa tüm bunlar kültür endüstrisine hizmet
edecek yeni bir tesisten daha önemliydi. Çünkü böyle
tesisler kentin her yerinde yapılabilir, yapılıyor
da. Devletin müflis bir rantiye gibi sahip olduğu
kamusal alanları yatırımcıların hizmetine sunması
kabul edilebilir bir şey değil. Kamuyu oluşturan tek
bir bireyin bile söz hakkının gözetilmesi
gerekirken, binlerce insanın itirazlarına
kulaklarını tıkayıp onların üstüne su ve gaz sıkıp
Emek Sineması’nın yıkılıp yok edilmiş olması tabii
ki unutulacak şey değil.
Dolayısıyla ben Grand Pera’yı gezerken
Serkildoryan binasının aslına uygun biçimde
yenilenmiş olmasına sevinemedim. Arkasına inşa
edilen devasa binanın yüzde altmışının kültür ve
sanat için kullanılacak olmasından coşkuya
kapılmadım. En üst katta sekiz sinema, bir tiyatro
bir Emek ve geniş fuayeden oluşan gösteri alanının
nasıl etkinlikler ağırlayacağını merak etmedim.
Burayı eski Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından
Remzi Buharalı’nın yönetiyor olması da beni
etkilemedi. Emek Sineması’nı ne için yıktıklarını,
sonuçta ne elde ettiklerini görmek istemiştim;
gördüm de. Şimdi düşünüyorum, bir yanlışın üstüne
bir güzellik inşa edilebilir mi diye?
Grand Pera birkaç ay sonra açıldığında
Serkildoryan Binası’nın büyük oranda ofislere
dönüştüğünü göreceğiz. Altındaki dükkanlardan biri
eskiden Rüya Sineması’na açılan geçit gibi bu kez
Madam Tussauds balmumu heykeller müzesine açılacak.
Arkadaki yapının önemli bir kısmını yani kültür ve
sanata ayrılan yüzde altmışlık oranın bir kısmını bu
müze kaplayacak. Üst katlarda birbirinden şık
mağazalar ve lezzetli lokantalar yer alacak. En üst
kattaysa sinema salonları ve Emek. Pek itici
biliyorum ama Grand Pera’nın bir yanıyla da ofis/AVM
olacağı ortada, yapacak bir şey yok. İstiklal
Caddesi’nde yeni bir AVM’ye ihtiyacımız var mı? Bu
ona yatırım yapanların meselesi; biz beğenmezsek
gitmeyiz. Ama yerine yapıldığı Emek Sineması’nın
hatırasını yaşatma iddiasını ne kadar
gerçekleştirebilecek, işte ondan hiç emin değilim ve
bu beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Ne yazık ki hala
beş yıl önceki yazıda söylediklerimi düşünüyorum.
Ne kadar şık olursa olsun bir AVM’nin içindeki
bir mekanın kültür endüstrisine sandıkları kadar iyi
hizmet etmesi hiç kolay gözükmüyor. Ama bunu
başarırlarsa en azından Emek’in E’si bir kent
müzesinin unutulmuş deposunda değil, barındırdığı
hatıraları görmek isteyenlerin arada sırada ziyaret
edebileceği kendi coğrafyasının üstünde bir yerde
durmaya devam eder. Hiç değilse bu olur.
Radikal,
Yazı: Cem Erciyes, 18.03.2016
|
1600 YILLIK BUKOLEON SARAYI YOKOLUYOR

İstanbul'da Tarihi Yarımada'da bulunan
Bizans dönemine ait 1600 yıllık Bukoleon
Sarayı tamamen yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya. Bir zamanlar
Marmara Denizi'nin kıyısında bulunan tarihi
binanın kurtarılması için sosyal medya üzerinde
imza kampanyası başlatıldı.
Bizans'ın Büyük İmparatorluk Sarayı kompleksi
içinde yer alan Bukoleon Sarayı, zaman içinde
büyük tahribata uğradı. Doğrudan Marmara deniz
surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın
balkon kısmı bitki örtüsüyle kaplandı.
İlgisizlikten viraneye dönen binanın ayakta
kalan bölümleri de burayı mesken tutan
uyuşturucu madde bağımlıları tarafından yakıldı.
Uzmanların acil bakımdan geçmezse yok olacağını
belirttiği Bukoleon Sarayı, Marmara Denizi
kıyısında bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı
arasındaki Çatladıkapı mevkisinde bulunuyor.
Küçük
Ayasofya'nın doğusunda bulunan ve bugüne
yalnızca kalıntıları kalmış olan Bizans'ın sahil
sarayı İmparator 2. Theodosios (408-450)
tarafından yaptırılmış. Bilinen ve hala
görülebilen kısımları ise Teofilos zamanında
(829-842) eklenmiş. Temelinde ise İlk Çağ'dan
kalma mermer bloklar var.
Milliyet,
18.03.2016
|
GİZEMİ
307 MİLYON YIL SONRA
ÇÖZÜLDÜ
ABD’nin Chicago kentindeki Field Müzesi’nde
sergilenen, 307 milyon yıllık bir su yaratığının
gizemi çözüldü.
Nature dergisinde çarşamba
günü yayımlanan bir makalede, 1958 yılında amatör
fosilci Francis Tully tarafından bulunan ve
omurgasız olarak sınıflandırılan ‘Tully
canavarı’nın, omurgalı bir su canlısı olduğu
belirtildi.
Milliyet, 18.03.2016
|
 |
7 BİN 200 YILLIK KAFATASINA BÜYÜK İLGİ

Niğde Müze Müdürü Fazlı Açıkgöz, müzede 7 bin 200
yılllık kil sıvalı insan kafatası sergilendiğini ve
ziyaretçilerin büyük ilgi gösterdiğini söyledi.
Niğde'nin Bor İlçesi'ne bağlı Bahçeli
Beldesi'ndeki Köşk Höyük'te yürütülen kazı
çalışmaları devam ederken 1985-87 yılları
arasında 13 kil sıvalı kafatası bulunduğunu
belirten Fazlı Açıkgöz, bunlardan 1'ini müzede
sergilediklerini söyledi. Kafataslarının 7 bin
200 yıllık olduğunu ifade eden Açıkgöz, müzeye
gelen ziyaretçilerden de büyük ilgi gördüğünü
kaydetti.
SADECE NİĞDE MÜZESİ'NDE
VAR
Dünyada kil sıvalı
kafatasından 90 tane olduğunu ve 13 tanesinin de
Türkiye'de sadece Niğde'de bulunduğunu ifa eden
Açıkgöz, "Köşk höyükte yapılan kazılarda birçok
eser gün yüzüne çıkarken en önemlisi kil sıvalı
kafataslarıdır. Bu bulunan 13 adet kil sıvalı
kafatasları ülkemiz ve arkeoloji açısından çok
önemli bir buluntu. Bunlar daha önce İsrail'de
ve Ürdün'de bulunmuş Anadolu'da ise bu müzemizde
bulunan kil sıvalı kafatasları gerçekten çok
özel" diye konuştu.
"KİL İLE
ETLENDİRME YAPMIŞLAR"
Müze Müdür
Fazlı Açıkgöz, kafataslarının kil ile
sıvanmalarının önemli bir nedeni olduğunu
belirterek şöyle devam etti: "Köşk
Höyük'te 66 bireylik bir mezar gömüsü bulundu.
Ama bunların geneli şehir içine evlerin tabanına
gömülen çocuklar. Yetişkinler şehir dışında
mezarlıklara gömülüyor. Ama biz Köşk Höyük'te
bulunan kafataslarının bedenleri yok. Sadece
kafatasları var. İnsanlar bunları, ataerkil
aileler olduklarında, ölüler çürüdükten sonra
ölünün yakınları kafataslarını alıp getiriyorlar
ve kil kullanarak etlendirme yöntemiyle sıvama
yapıyorlar. Bunları etlendirme yöntemi dediğimiz
şeylerle kil sıva ile sıvıyorlar yüzeylerini,
burun, kulak ve göz deliklerine siyah bir taş
koyuyorlar. Bu kafataslarını alın kısmına kadar
kil ile sıvama yani etlendirme yapılmış
vaziyette bulundu."
Ntv, 17.03.2016
|
ATATÜRK'ÜN ÇANAKKALE'DEKİ KARARGAHINA RESTORASYON

Kültür ve Turizm Bakanlığı Çanakkale Savaşları
Gelibolu Tarihi Alan Başkanı Mehmet Gürkan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Bigalı Köyü'nde
Mustafa Kemal'in savaş döneminde konakladığı bir ev
bulunduğunu belirtti.
"Atatürk Evi" adıyla bilinen yapının "Atatürk
Müzesi Evi" olarak kullanıldığını anlatan Gürkan,
"Yapı bu zamana kadar restorasyon ve onarım
görmemiş. İçerisindeki eşyalar gerçek eşya değil ama
o evin kullanıldığı kesin olarak biliniyor. Resmi
olarak belgelere dayanıyor" dedi.
Gürkan, evin restore edilmesi ihtiyacı karşısında
proje çalışmalarına başladıklarını belirterek, "Şu
anda yapı bir süreliğine ziyarete kapandı. Buradaki
restorasyon projeleri tarafımızca yapılıyor.
Yaklaşık 1,5 ay içinde projeler tamamlandıktan sonra
hemen onarımına başlayacağız. Yapıda hem statik hem
yalıtım hem de teşhir problemleri var. Hepsini bir
anda ele alıp, bu problemleri giderip, içerinin
teşhir ve tanzimini de yapacağız" diye konuştu.
Çalışmaların yaklaşık 6-7 ayda, en fazla bir yıl
içinde tamamlanmasının planlandığını aktaran Gürkan,
şu bilgileri verdi: "Evin tamamı yenilenecek. Projenin içerisindeki
restorasyon tabii ciddi bir iş, riskleri olan bir
iş. Yapıyı gördüğünüz şekliyle projelerini
hazırlarsınız ama onarıma başladığınızda, sıvasını
kaldırdığınızda içinden başka bir sorun çıkabilir.
Bu sorunları yaşarsanız süre uzayabilir. Buna
yönelik tedbirler almanız gerekir. İnşallah böyle
bir riskle karşılaşmayız. Gördüğümüz gibi yapar,
sonuçlandırırız."
"Atatürk Evi"
Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki 19'uncu tümen,
25 Şubat 1915'te Çanakkale Savaşları'na katılmak
üzere 57. ve 72'inci alayı alarak Eceabat'a geldi.
Mustafa Kemal, köye geldikten sonra karargah binası
olarak o dönemki muhtar Hacı Hüseyin'in evini
kullandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığınca 1973 yılında
ziyarete açılan bina, iki katlı olup küçük bir
avluya sahip. Alt katta biri büyük, diğeri küçük
olmak üzere iki oda bulunuyor. Üst katta salona
açılan üç kapıdan ortadaki en büyük oda, Atatürk'ün
çalışma odası, sağdaki ise yatak odası. Diğer
odanın, Mustafa Kemal'in yaverine ayrıldığı
biliniyor. Odaların tavan ve döşemeleri ahşap.
Atatürk resimleri ve bazı eşyalarla düzenlenen
Atatürk Evi, her yıl yerli ve yabancı çok sayıda
turist tarafından ziyaret ediliyor.
Akşam,
15.03.2016
|
13 - 19 Mart 2016
|
FOTO HABER
TARİHİ ÇEŞMEYE ACIMASIZ TAHRİBAT
İstanbul, Fatih, Aksaray Mahallesi, Selçuk Sultan Camii Sokak 9 numaralı apartmanın duvarına bitişik, Osmanlı dönemi ait çeşmenin durumu içler acısı. Binaya yapışmış çeşme, sokaklarda yaşayanların ateş yaktıkları yer olarak kullanılmış, sonradan üstüne bir de beton merdiven yapılmış. Ayrıca sprey boya ile duvarı boyanmış ve çeşmenin olduğu taşa kazıma şekilller, boya kalemleri ile çizgiler çizilmiş. Hatta kurumuş bir fidan, çivilerle yapıya sabitlenmiş.
Haseki tramvay durağından kestirme yol ile Aksaray metro istasyonuna çıkmak için geçilen sokakta bu durum kimseyi rahatsız etmiyor anlaşılan. Fotoğrafları çekilirken kimse bir gelip "Neden buranın fotoğraflarını çekiyorsunuz?" diye sorma gereği duymuyor. Mahalleli ve esnaf umursamıyor bile... Osmanlı ecdadı camilerin içine AVM yaparak "geçmişine sahip çıkarken", çeşme ve benzeri yapılara neden sahip çıkmıyor?








TAY Haber: Yazı ve Fotoğraflar: Mahperi İskenderoğlu, 18.03.2016
|
 |
ANGLO SAKSON HAZİNESİ BULUNDU
İngiltere'nin
Lincolnshire bölgesindeki Little Carlton Köyünde
yaşayan Graham Vickers, Anglo-Sakson Krallığı'ndan
kalma bir hazine buldu. Hazinenin içinde 7'nci,
8'inci ve 9'uncu yüzyıldan kalma eski paralar,
broşlar, mum tabletlerin üzerine yazı yazmak için
kullanılan gümüş kalem ve Cudberg isimli bir kadının
adının yazılı olduğu bir tablet bulunuyor. Alandan
bir kilisenin çıkabileceği de belirtiliyor.
Arkeologlar, hazinenin 9'uncu yüzyılda savaşçılar
tarafından Vikinglerin bölgeyi istila etmesi üzerine
bulunmaması için bölgeye gömüldüğü yorumunu yaptı.
Sabah, 16.03.2016 |
BİR "5 YILDIZLI DARBE" DE PTOLEMAİS ANTİK LİMAN KENTİNE!
Alanya’daki Ptolemais antik liman kenti yakınlarında, yer yer 1. ve 3. derece sit alanı içerisindeki bölgeyi işgal eden beş yıldızlı otelin inşaatı tartışmalara yol açıyor. Yaşanan tahribat, tarihi bölgenin yok olmasına sebep olabilir.

Alanya içindeki Ptolemais kenti limanında yasalara aykırı yapılan inşaat çalışması havadan görüntülendi.
Bir kent, iki bin yıl öncesine, belki daha da eskiye giden geçmişini yok edebilir mi? Yok edip yerine turistler için beton yapılar koyabilir mi? Turistler bunlardan hangisini tercih ederek ülkesinden kalkıp o kente gelir? Bu sorular Alanya’daki antik limanla ilgili.
Alanya Müze Müdürlüğü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı çalışma yaptıkları tespit edilen beş yıldızlı bir otel hakkında suç duyurusunda bulundu. Müze, hem Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na hem de Cumhuriyet Başsavcılığı’na bu kültürel yıkımı haber verdi.
Belediye tarafından üç kez ceza yazılarak çalışma alanı mühürlenen otelin, inşaat yasağına rağmen 1. ve 3. derece sit alanlarında kısmi işgale, antik liman bölgesinin yapısını değiştirebilecek dolgu çalışmalarına devam ediyor.

Ptolemais antik liman kentinin lokalizasyon çalışması ilk olarak Francis Beaufort’un 1817’de yayınlanan Karamania isimli çalışmasında yapılmıştı. Beaufort, Side’nin doğu kıyısına dökülen Melas Nehri (Manavgat Çayı) ile Korakesion (Alanya) arasına konumlandırdığı bir noktada; “kyklopik” duvarlar bulunduğuna ve antik yapılar yer aldığına dair notlar düşmüştü. Bahsi geçen alan Strabon referans gösterilerek Ptolemais antik yerleşimi olarak isimlendirilmişti.
Arkeolojik anlamda ilk değerlendirme ve belgeleme çalışmaları 1974 yılında Arkeolog Gülay Tigrel tarafından gerçekleştirilmişti. Yerleşme, bölgede yapılan arkeolojik ve epigrafik araştırmaların artmasıyla özellikle Hellenistik dönemde Mısır ve Anadolu arasındaki ilişkilerin çözümlenmesine yönelik çalışmalarda Pamphylia bölgesinde bulunan Ptolemais antik yerleşimi olarak kayıtlara geçmişti. Otel, böylesi bir yerde kendi inşaat alanını genişletmeye devam ediyor.
Alanya Çevre Eğitim ve Mavi Bayrak Derneği Başkanı Şerefnur Kayhan da Türkler Mahallesi’ndeki, Fığla mevkiinde 1. ve 3. derece arkeolojik sit alanında yer yer işgallerin olduğu bilgisine ulaştıklarını belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Otelin 1. ve 3. derece sit alanlarında kısmi işgali söz konusu. Bunun yanı sıra dolguyla kendi barınağını oluşturarak alanın şeklini değiştiriyor. Hele hele birinci derece sit alanına bir şey yapılması mümkün değil. 3. derecede betonlaşma olmadan günübirlik tesis yapabilirsiniz yani taşınabilir olması gerekir. Kıyıda zaten ilk 50 metreye hiçbir şey yapamıyorsunuz, ondan sonraki 50 metreye günübirlik tesisler yapabiliyorsunuz, taşınabilir olması gerekiyor. Gördüğünüz gibi hiçbir şey taşınır değil.”
Tarihi bölgenin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu savunan Kayhan, çok sayıda otelin denize dolgu malzemesi döktüğünü öne sürmüş, yaşanan tahribatın bölge alanına büyük zarar verdiğini söylemiştir.
Deniz Haber Ajansı, 17.03.2016
|
TARTIŞMALI AKM
ÖDÜLLENDİRİLDİ
MIPIM fuarı kapsamında
verilen mimarlık ödüllerinde sonuçlar açıklandı.
Teşvik ödülü verilen projeler arasında, geçtiğimiz
günlerde tepki toplayan Adrian Smith + Gordon Gill
Architecture imzalı İstanbul Kültür Merkezi (AKM
arazisi için öneri) projesi de yer alıyor.

Chicago ve Pekin'de ofisleri bulunan Adrian Smith +
Gordon Gill Architecture'ın yaklaşık sekiz yıldır
kapalı olan Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi
(AKM)'nin yerine yaptığı 'İstanbul Kültür Merkezi'
(Istanbul Cultural Center) adlı projesi, geçtiğimiz
günlerde World Architecture News tarafından
düzenlenen WAN Ödülleri'nde 'Geleceğin Kamu
Binaları' kategorisinde birinci seçilmişti. Ödül
haberinin yayılmasının ardından Adrian Smith +
Gordon Gill Architecture'a tepki dolu mesajların
iletilmesi sonrasında, ofis projeyi web sitesinden
kaldırmıştı.
Tartışmalı projeye ikinci ödül ise sonuçları bugün
açıklanan Architectural Review MIPIM Future Projects
Awards'tan geldi. Proje, MIPIM ödül programının
'Kültürel Yenileme' kategorisinde Teşvik Ödülü'ne
değer bulundu.
Yapı, 16.03.2016 |
DEMİRLER ERİMİŞ, ÇİMENTO
UNA DÖNMÜŞ

İstanbul’daki
Beyoğlu Kurabiye
Sokak’ta 12 Şubat günü çöken 2 eski bina gözleri
bölgedeki eski kagir yapılara çevirdi. Mimar Sinan
Genim, 1870 sonrası yapılan kagir yapıların,
standart dışı malzeme ve yetersiz işçilik sonucu
inşa edildiklerini söylerken, bazı eski binaların
restorasyonu sırasında çekilen fotoğrafları
Milliyet’le paylaştı.
‘Zarar
kaçınılmaz’
Taşıyıcı malzemeleri
neredeyse dağılmış durumda olan yapıların hayati
risk taşıdığını dile getiren Genim, “Bölgedeki eski
yapılar büyük oranda bitişik nizam inşa edildi. Eski
binaların arasına yapılan yeni binalar, eskilerin
zemin dengelerini bozarak çöküntülere neden
olabiliyor. Eski kagir yapıların taşıyıcı özelikleri
açısından uzman kuruluşlarca denetlenmesi gerekir.
Aksi takdirde gerek malzeme yorgunluğu, gerek zaman
içinde demir malzemelerde meydana gelen erimeler
nedeniyle birçok yapının kendi kendine çökerek can
ve mal emniyetine zarar vermesi kaçınılmaz” diye
konuştu.
‘Risk altında’
Genim, 5
Haziran 1870’te meydana gelen ve bir hafta boyunca
süren büyük Beyoğlu yangını sonrası inşa edilen
yapıların büyük bir bölümünün standart dışı demir
malzeme ile yapıldığını belirterek, sözlerine şöyle
devam etti: “Özellikle yapıların mutfak ve tuvalet
gibi ıslak hacimlerinin döşemelerinde kullanılan
demir profillerin büyük bir bölümü gerek standart
dışı oluşları, gerek zaman içinde çürümeleri
nedeniyle tehlike arz ediyor. Çoğu yapının, dış
duvarları ile döşeme bağlantıları sağlayan ve
yapının bir bütün halinde varlığını sürdürmesini
sağlayan ve kılıçlama denilen bağlantı elemanları
büyük oranda tahrip olmuş durumda. Çoğunluğu
konut olarak yapılan
yapıların zemin katlarındaki bazı duvarların dükkan
veya işyeri olarak kullanılması amacıyla
kaldırılması tehlikeyi daha da artırmakta. Bu tür
yapılar her an yıkılma riski altında” diye konuştu.
‘Temeldeki oynama binanın çökmesine neden
oluyor’
Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah Demircan, 12 Şubat’taki yıkımın
ardından eski yapıların durumu ve yapılan çalışmalar
hakkında şu bilgileri verdi:
“Tarihi sit
bölgesi dediğimiz birinci bölgede bulunan binalar
kolonlu diye bildiğimiz betonarme yapılardan
oluşmuyor. Bu yapılar yıllar içerisinde zafiyete
uğrayabiliyor. Temelde bir oynama bütün binanın
çökmesine neden oluyor. Bir duvarın yanlışlıkla
kaldırılması yani bilinçsizce yapılan böyle bir
eylem bile bütün bir binanın çökmesine yol
açabiliyor. Yapı malzemesi olarak kullanılan
tuğlaların içerisindeki tutucu madde dışarıdaki
sıvanın zafiyete uğramasıyla su alarak şişebiliyor.
Elektrik kontağından kaynaklanan yangınlar da
yaşanıyor. 30-40 yıllık dönemde yapılan betonarme
yapılara alışmış insanımızın, bölgedeki tarihi
yapıların bu tür gerekçelerle zafiyete uğrayacağını
düşünemiyor olabilir. Ancak realite ortada.”
‘Düzenlemeye gidildi’
“12 yıldır Beyoğlu
Belediyesi’nin içinde kurduğumuz bir müdürlüğümüz
var. Bu müdürlüğümüz bu tür binaların bakım, onarım,
yani restorasyonu için ciddi yönlendirme çalışmaları
yaptı. Denetleme uygulama bürolarını kurduk. Artık
tarihi bölgelerdeki basit onarım yetkisini kurul
yerine belediye veriyor. Yani ‘çivi çakılamaz’
korkusunu ortadan kaldıran bir düzenlemeye gidildi.
Bu tarihi bölgede bugüne kadar 12 bin binanın
restorasyonu konusunda yönlendirici olmuş ve destek
sağlamışız. Tarihi bölgede 700’e yakın da yeni bina
yapıldı. Eski bina stoğumuzun 6 bin olduğunu
düşünürsek ciddi bir rakamı 12 yıl içinde elden
geçirmiş durumdayız. Toplu bir restorasyona tabi
tutulması gereken 500-600
civarında yapı stoğu
daha var.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 15.03.2016 |
ÇAKIL TAŞLARINDAN TENEKE
HEYKELLERE PICASSO!

Şapkalı Kadın, iki farklı versiyon
Uzun süren restorasyon
çalışmalarından sonra yeniden açılan Paris Picasso
Müzesi’nin önü yerli ve yabancı gazeteci kaynıyordu
o sabah. Öyle ya, Paris’in görkemli Sale Malikanesi
uluslararası çapta bir sergiye ev sahipliği
yapıyordu bu kez: ‘Picasso. Heykeller’ Kübizmin
öncüsünü bütün dünya resimleriyle bilirdi bilmesine
ama onları andıran çok sayıda heykele de imza
attığını kaç kişi biliyordu ki?
“Paris’teki
modern sanat müzesi Centre Pompidou’da, 2000’de
açılan retrospektif sergisinden bu yana en büyük
Picasso heykelleri sergisi bu” diye başlıyor söze,
sergi komiseri Virginie Perdrisot. “Serginin bir
özelliği de sanatçının çalışmalarındaki ‘çoğulcu’
yaklaşımı vurgulaması.” Yani aynı model ya da konuyu
heykel, resim veya desen olarak işleyen, yaptığı
çalışmayı döküm, kalıp ya da boyutlarını büyütme
yöntemiyle tekrar üreten sanatçının eserlerinin
farklı versiyonları yan yana getirilmiş. Bazı
eserlerin ilk kez bir araya gelmesi, bazısınınsa ilk
kez görücüye çıkması da serginin iddialı
taraflarından. Mesela sanatçının ‘Absent bardakları’
başlıklı altı parçalık serisi 1914’te, Picasso’nun
atölyesinden çıktığından beri ilk kez bir arada!

Hamile Kadın
Bu sergi aslında
New York Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) Paris
Picasso Müzesi’nin desteğiyle açılan ve Şubat
2016’da sonlanan serginin bir devamı. Paris’te 28
Ağustos’a kadar sürecek sergide MoMA’nın yanı sıra
çeşitli müzelerden ve özel koleksiyonlardan parçalar
bir araya getirilmiş. Paris’in gösterişli Sale
Malikanesi’nin şeref merdiveni, Jüpiter Salonu başta
olmak üzere birbirinden şık mekanları Picasso’nun
kronolojik olarak dizilen eserleriyle bambaşka bir
kimliğe bürünmüş sanki. Serginin, insanı çarpan
‘Hamile kadın’ heykeliyle açılması da bu kronolojik
düzenden kaynaklanıyor. Picasso’nun 1900’lerin
başında yani ‘Hamile kadın’ çalışmasını yaptığı
dönemde başlayan heykel macerası, 1960’lardaki
orijinalinden ‘büyütülmüş’, ‘anıtlaştırılmış’
eserlerleriyle sonlanıyor.

Pablo Picasso, 'Bahçedeki Kadın' heykeliyle/Photo © RMN-Grand Palais/Mathieu Rabeau © Succession Picasso 2016

Bahçedeki Kadın
Picasso’nun çapkın
biri olduğunu dönemin yayınlarında hakkında çıkan
haberlerden biliyorduk ama bunca ‘Kadın başı’
çalışmasının her birinin aslında heykeli yaptığı
dönemde birlikte yaşadığı, hepsi birbirinden farklı
kadınların portresi olduğunu bilmiyorduk doğrusu.
Başta sevgilisi Fernande Olivier, Marie-Therese
Walter ile dönemin fotoğrafçısı Dora Maar olmak
üzere çok sayıda kadın, sanatçının heykel konusu
olmuş. 1930 tarihli ‘Erkek başı’ çalışması ise
zamanın sanat dergilerini, Brassai gibi büyük
fotoğrafçıları hayli meşgul etmiş. Malikanenin
şapelinde sadece bu heykele, karşısında da dönemin
yayınlarında heykele ilişkin yer alan makale ile
fotoğraflara yer verilmiş.

Okuyan Kadın
Sanatçının aynı
eserinin çeşitli versiyonlarını bir arada görmek bu
serginin ‘kozlarından’ muhakkak. ‘Bahçedeki kadın’
heykelinin demirden ve bronzdan hazırlanmış iki
örneği gibi.. Yine iki farklı maddeyle hazırlanmış,
biri boyanmış diğeri renksiz bırakılmış ‘Okuyan
kadın’ heykellerinin hemen yan duvarda asılı ve aynı
renklerden oluşan resim versiyonunu görmekse gerçek
bir sürpriz! Bu arada belirtelim: Yaptığı heykelleri
boyamak sanatçının özel tutkularından biriymiş.
‘Bahçedeki kadın’ çalışmasının sözünü ettiğimiz iki
versiyonu ise, 1932’de Paris’te açılan ‘Picasso’
sergisi dışında ilk kez bu sergide bir araya gelmiş.
Meraklısına: ‘Bahçedeki kadın’ın, Apollon’un
arzusundan kurtulmaya çalışan Daphne’nin nasıl defne
yaprağına dönüştüğünü sembolize ettiği anlatılır.

Picasso sadece özel alandaki çalışmalarıyla değil,
halka açık, kamusal alandaki eserleriyle de
biliniyor. 1918’de ölen şair Guillaume
Apollinaire’in anısına, sipariş üzerine demiri
lehimleyerek hazırladığı heykel serisi de sergideki
örneklerden. Apollinaire Komitesi tarafından
‘anlaşılamadığı için’ reddedilen küçük boyutlu bu
seriden bir heykelin büyütülmüş hali, Picasso
Müzesi’nin 1985’teki açılışında malikanenin
bahçesine yerleştirilmiş, hala da orada..

Sale Malikanesi ve bahçedeki kadın heykelleri.
Tenekeyi katlayıp boyayarak desen,
resim ve heykeli birleştiren Picasso’nun
‘sevimlilik’ duygusu veren heykellerinden oluşan bir
bölümse 1966’da, Paris’in prestijli sarayı Petit
Palais’de bu eserlerle açılan sergiye gönderme
olarak, tamamen aynı düzenle hazırlanmış. Picasso
teneke eserleri için, “Önce kağıdı katlayarak
başlıyorum işe, sonra kesip tekrar katlıyorum, bu
kez yaptığımı daha sağlam bir madde olan tenekeye
uyarlıyorum” diyor, bir konuşmasında. Eserlerin
kağıttan tenekeye geçiş aşamalarının çeşitli
örneklerle gösterildiği sergideki ‘Çocuklu kadın’
ile ‘Şapkalı kadın’ bu tekniğe iyi birer örnek.

Çocuklu Kadın
Böylesine büyük bir
ressamın heykel yaparken esinlendiği sanatçılar olup
olmadığını soruyor bir gazeteci.. “Picasso’nun
başlangıçta yaptığı bazı eserlerde (Türkiye’de çoğu
zaman ‘Düşünen adam’ heykeliyle bilinen) Rodin’in,
ahşap üzerine yaptığı heykellerde ise Gauguin’in
etkisi tartışılmaz” diyor Virginie Perdrisot. Sonra
da ekliyor: “Bununla birlikte kübizmden itibaren
yepyeni sanat kategorileri yaratan, kolajları,
rölyef tablolarıyla resimle heykel arası eserler
veren, kendi çağdaşlarını besleyen bu büyük ustanın
girişimi öylesine yenilikçi ki, diğer sanatçıların
doğrudan etkisini söylemek zor üzerinde.”
Rodin
demişken.. Picasso hiç mermer heykeller yapmış mı?
“Hayır. Picasso’da özel bir ‘hız’ zevki vardı, her
şeyin çabucak olmasını isterdi. Mermer ise zahmetli
bir işti. Zaten sanatçı bazı konuşmalarında
söylüyor, ‘Nasıl olur da insan mermer kütlesinden
bir figür hayal edebilir!’ diye..”

Akdeniz kıyısında topladığı taşlar üzerine yaptığı çalışmalardan biri.
Kimi zaman çakıl taşlarının üzerine çizdiği
çizgilerle, boyadığı desenlerle; kimi zaman kağıt
parçalarında açtığı sigara yanıklarıyla; kimi
zamansa alçıyı, seramiği, hasırı bir araya getirerek
ortaya çıkardığı birbirinden ilginç ‘heykellere’
imza atan Picasso gibi sıradışı bir sanatçının
‘herkesin gittiği yoldan gitmesi’ beklenemezdi
zaten; değil mi?
DAHA ÖNCE DE İSTANBUL'DA DA YAPMIŞTI
Çeşitli
konferanslar ve atölyelerle derinlemesine işlenecek
‘Picasso. Heykeller’ sergisinin ilginç
etkinliklerinden biri, ‘Bir Gün–Bir Gece’
performansı olacak muhakkak. 24-25 Mart
tarihlerinde, 24 saat sürecek performansta
Jean-Christophe Norman Picasso Müzesi’nde bir gece
ve bir gündüz kesintisiz yürüyecek. Sanatçı aynı
performansı daha önce İstanbul, New York ve Tokyo’da
gerçekleştirmişti.
Radikal, Haber: Aslı
Ulusoy-Pannuti, 15.03.2016
|
95 MİLYON DOLARLIK TABLO
SOYGUNU
İngiliz ressam Francis Bacon’ın İspanya’da bulunan
beş tablosunun geçtiğimiz yıl çalındığı ortaya
çıktı. 95 milyon dolar değerindeki soygunun neden
gizlendiği araştırılıyor.
İspanya’nın başkenti
Madrid’de geçen yıl
haziran ayında gerçekleşen 95 milyon dolar
değerindeki soygun aylarca kamuoyundan gizlendi.
Soygunda ünlü İngiliz ressam Francis Bacon’a ait beş
tablonun çalındığı açıklanırken, hırsızların evin
alarm sistemini etkisiz hale getirerek soygunu
gerçekleştirdiği ifade edildi.
‘Satmak
kolay değil’
İspanyol basını,
hırsızlığın haziranda gerçekleştirildiğini yazarken,
soygunun bugüne kadar neden gizlendiği bilinmiyor.
Tabloların çalındığı adreste oturan, ismi
açıklanmayan kişinin Bacon’un yakın çevresinden biri
olduğu düşünülüyor.
İspanyol basınına konuşan
bir uzman, “Sektördeki kişilerin kulağına gitmeden
Bacon tablosu satmak hiç de kolay değil” diyerek,
çalınan tabloların satılmasının zor olacağını öne
sürdü. Dublin doğumlu Bacon 1992’de 82 yaşındayken
Madrid’de hayatını kaybetmişti. Soygunda beş
tablonun çalındığı ortaya çıksa da, bu eserlerin
hangileri olduğu belirsizliğini koruyor. İspanyol
polisinin soruşturmayı tarihi eser ve sanat
uzmanlarının yardımıyla yürüttüğü öğrenildi.
Milliyet, 15.03.2016
|
İTALYAN BANKSY ESERLERİNİ
TEK TEK SİLDİ
BBC Türkçe'nin haberine göre Bologna Tarih
Müzesi'nde (Palazzo Pepoli) gelecek Cuma günü
açılacak olan 'Street Art-Banksy&Co. Sanatın kentsel
hali' isimli sergi için, aralarında Blu'nun
eserlerinin de yer aldığı sokak sanatı örneklerinin
sokaklardan müzeye taşınması planlanıyordu.
Müze, bu sayede sokaklardaki eserlerin 'yıkımdan
ve zamanın aşındırmalarından korunmasının'
sağlanacağını öne sürüyordu. Sokaklarda ücretsiz
olarak görülebilen eserleri müzede görebilmek içinse
13 euro'luk giriş ücreti belirlendi.
'İtalya'nın Banksy'si' olarak da anılan Blu takma
adlı sokak sanatçısı ise, Bologna sokaklarındaki
binalara, duvarlara yaptığı çizimlerin müzeye
taşınmasına karşı çıkarak önceki gece eserlerini
sildi. Gerçek kimliğini gizli tutan Blu ve
beraberindeki aktivistler, sanatçının yaklaşık 20
yıldır Bologna sokaklarında yaptığı duvar
resimlerini üzerlerini boyayarak ya da kazıyarak yok
etti.
Medyaya mesafeli duran Blu, bu eylemiyle ilgili
açıklama yapmasa da, kendi eserlerini yok etme
gerekçesi yazar kolektifi Wu Ming'in blog sitesinde
açıklandı. "Giap" isimli blog'daki yazıda şu
ifadeler kullanıldı:
"Street Art. Banksy&Co sergisi, savaşılması
gereken bir kent algısı sembolüdür. Bu algı, özel
koleksiyonculuğa ve yaratıcılığın birkaç kişinin
çıkarına dönüştürülmesine dayanır."
"İktidar sahipleri graffitiyi ve çizimleri
vandallık olarak yaftaladıktan, bunları üreten
gençlerin kültürünü bastırdıktan, bu sanatçıların
atölyesi olan yerleri yok ettikten sonra şimdi ise
sokak sanatının kurtarıcısı olmak istiyorlar."
"Toprak sahibi ya da sömürgeci valilerinkine
benzer bir kibirle, kendilerinde duvarlardan
çizimleri sökme hakkı görenlere karşı yapılabilecek
tek şey bu çizimlerin ortadan kaldırılmasıdır."
Açıklamada, eserlerin ortadan kaldırılmasıyla
"yağmalanmalarının" imkansız hale getirildiği de
belirtildi. Blu'nun bu eylemi medya ve sosyal
medyada hararetli tartışmalara yol açtı. Sanat
dergisi Artribune, Blu'nun eylemiyle "Bu bir isyan
mı şiddet eylemi mi? Bedelini ödeyecek olan ise halk
mı olacak? Bir sanat eseri gerçekte kime aittir?"
gibi soruların gündeme geldiğini yazdı.
Bologna Belediye Başkanı Virginio Merola da
Facebook'a yazdığı mesajda, "Blu bir sanatçı ve
tepkisini de bir sanatçı gibi gösterdi. Ancak
Bologna Belediye Başkanı olarak bir endişem var:
Bologna yarın daha fakirleşmiş, daha az sanata ve
özgür alana sahip bir kent olarak uyanacak" dedi.
Belediye Başkanı, kentte sokak sanatçılarının
daha fazla imkana sahip olabilmesi için çalışma sözü
de verdi.
Radikal, 14.03.2016
|
ANTİK KENTİN TAŞLARIYLA YAPILAN CAMİ YENİLENDİ
Antalya'nın merkez Aksu İlçesi'nde 1800'lü yılların
başında Perge antik kentinin taşları kullanılarak
inşa edilen Ağalar Cami, restore edildi.
Perge antik kentinden alınan ve bazılarının
üzerinde antik döneme ait yazıların yer aldığı
taşlar kullanılarak inşa edilen Ağalar Cami, yıllar
içinde kullanılamaz hale geldi.
Kubbesi çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan,
duvarları arasında boşluklar oluşan caminin
temelinde de kayma olduğu belirlendi.
Aksu Belediyesinin girişimleri, Antalya Valiliği
ve Büyükşehir Belediyesinin de destekleriyle restore
edilen caminin kubbesi ise aslına uygun şekilde
yeniden inşa edilmek zorunda kalındı.

Aksu Belediye Başkanı Halil Şahin, AA muhabirine,
ilçelerinin tarımı ve kültürü kadar Perge antik
kenti başta olmak üzere tarihi yapılarıyla ön plana
çıktığını söyledi.
Tarihi eserlere gereken önemi verdiklerini ve
sahip çıktıklarını anlatan Şahin, bu kapsamda Ağalar
Cami'de de gerekenin yapılması için girişimlerde
bulunduklarını ifade etti.
Camide kullanılan malzemelerin zamanında
Perge'den alındığını dile getiren Şahin, "Bölgenin
en eski camilerinden ve sahip çıkılması gereken
yerlerden biriydi. Müze görevlilerimiz, Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğümüz, belediye çalışanlarımızla
hareket ederek, hızlı ve dikkatli çalışma sonucu işi
tamamladık" dedi.
- "Türkiye'de sayılı camilerden biri"
Restorasyon uzmanı yüksek mimar Ersin Yasin
Öztürk ise Ağalar Cami'nin, 1800'lü yıllarda tamamen
Perge antik kentinden getirilen taşlar ve çok iyi
işçilikle yapıldığını belirtti.
Özellikle yapının içindeki mihrap ve dışındaki
mihrabiye, kapı girişi ve pencerelerin, Perge'deki
önemli yapılardan devşirilen taşlarla tamamlandığını
kaydeden Öztürk, sonraki yıllarda camide statik
problemler ortaya çıktığını ve büyük çatlakların
oluştuğunu bildirdi.
Restorasyonda statik problemlerin giderildiğini,
hasarın onarıldığını ve camiye son şeklinin
verildiğini anlatan Öztürk, şöyle konuştu: "Perge'deki yapılarda kiriş olarak kullanılan ve
üzerinde halen Latince yazıtları bulunan Roma dönemi
bloklarının korunması için gerekli çalışmalar
yapıldı. Yapının içinde sıva altında kalan bazı
pencereler, korniş olarak kullanılmış profilli yapı
blokları ortaya çıkarıldı. Bunların da çalışmaları
tamamlandıktan sonra çevre düzenlemesi
gerçekleştirildi."
- "200 yıl daha kullanılabilecek"
Caminin restorasyondan önce vahim durumda
bulunduğuna dikkati çeken Öztürk, özenli
çalışmaların ardından caminin en az 200 yıl daha
rahatça kullanılabileceğini vurguladı.
Yapının özel, teknik ve malzeme açısından
Türkiye'de sayılı camilerden olduğuna işaret eden
Öztürk, "Caminin bu tarihi özellikleri göz önüne
alındığında, acilen onarılması gerekiyordu" dedi.
- Köy köy gezerek kiremit toplandı
Aralık 2014'teki ihaleyle caminin restorasyon
işini üstlenen firmanın müdürü Doğan Ünsal da titiz
çalışma gerçekleştirdiklerini söyledi.
"Amacımız restorasyon yapmaktı, yeni bir cami
değil" ifadesini kullanan Ünsal, şunları kaydetti:
"Kubbe yarılmıştı ve düşmek üzereydi ki söküp
yeniden yapmak gerekiyordu. Bunu yaparken de
üzerindeki kiremitleri yeni almaktan ziyade,
Antalya'nın belli ilçelerinde tespit ettiğimiz,
buradaki özgün kiremitlere uygun kiremit nerede
varsa, tek tek, köy köy gezip toplayarak, kubbede
kullandık. Severek yaptık bu işi. Restorasyon işinin
sadece para demek olmadığını düşünüyoruz. Gönüllü de
olunmalı."
Hürriyet, Haber: Bekir Bektaş,
14.03.2016
|
'PEMBE MEZAR ODASI' BULUNDU
Aydın’daki kazı çalışmalarında sürpriz buluntulara
rastlandı. Aydın Müzesi Müdürlüğü denetiminde
gerçekleştirilen sondaj çalışmaları sırasında oluşan
çökme sonucunda, moloz taşlardan örülü, tonozlu bir
mezar odası açığa çıkarıldı.
Sanduka tespit edildi
Araştırmalarda, moloz taşlardan örülerek inşa
edilmiş tek odalı mezar yapısının içerisinde kuzey,
güney ve doğu yönlerinde olmak üzere üç adet sanduka
tespit edildi. Mezar odasının iç duvarları,
sandukaların iç ve dış kısımlarıyla koridor
zemininin üzerinde pembe tonlarında yer yer boya
izlerinin olduğu görüldü.
Parfüm şişeleri var
Kazıda mezar odasının
MÖ 1. Yüzyıl-MS 1. yüzyıl
arasında yoğun olarak kullanıldığı tespit edildi.
Mezar yapısı içerisinde pişmiş topraktan yapılmış
kremasyon kapları, sıvı parfüm, krem, bitkisel ilaç,
sıvı baharatların konulduğu gözyaşı şişeleri,
figürlü kandiller, ünik bir maskla bronzdan yapılmış
strigilis adı verilen kazıyıcı alet gibi toplamda 37
adet eser bulundu.
Akşam, Haber: Betül Oğuz,
13.03.2016
|
LİKYA YOLU 'TESCİL' BEKLİYOR
Fethiye'den
başlayıp Antalya'ya kadar uzanan Teke
yarımadasındaki patikalardan bir kısmının
işaretlenip haritalanması ile oluşturulan
yürüyüş rotası Likya Yolu, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan verilecek güzergah
tescilini bekliyor. 509 Kilometre uzunluğu ile
trekking (yürüyüş) tutkunlarının gözdesi olan
tarih ve doğa kokan yol için Finike Belediyesi,
Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Akdeniz
Üniversitesi ortak bir çalıştayda buluşarak yolu
alternatif turizm merkezi haline getirmenin
yöntemlerini konuştu.
TURİZME
BORCUMUZ VAR
Dünyanın en iyi 10 uzun
mesafe yürüyüş rotasından birisi olarak
gösterilen yolun doğa yürüyüşçüsü İngiliz bir
yazarın kaderine bırakıldığını kaydeden Finike
Belediye Başkanı Kaan Osman Sarıoğlu, “Tarihi
yolun güzergahının 1999 yılında İngiliz Kate
Clow tarafından belirlenmesi hepimizin ayıbıdır.
Yazarın iyi niyetle kaleme aldığı kitap,
yürüyüşçülerin rehberi oluyor ama rehberde
hatalar mevcut. Bunları düzeltmek de hepimizin
başta Finike olmak üzere Türk turizmine
borcudur” dedi.
SAYIN
BAKAN ROTA YANLIŞ
Sadece Rusya’ya
bel bağlamak yerine alternatif turizme yönelmek
gerektiğini kaydeden Sarıoğlu, “Likya Yolu’nu
kimse bilmiyor. Burada tescil yok. Rota
Demre’den çıktıktan sonra dağdan inip Finike
içerisine girip sahilden devam ediyor. Bu yol
aslında bu güzergahtan geçmiyor. Zamanında Büyük
İskender buradan yürümüş deniliyor ama İskender
buradan geçtiğinde Finike denizin altındaydı.
İskender Finike’yi yüzerek geçmediğine göre
medeniyetten dağlardan geçti. Rotada yanlışlık
var. Yürüyüşçüler medeniyetleri es geçip taş
evleri, antik kent, antik tiyatro küçük
Efes sayılabilecek Arykanda’yı görmeden
deniz kıyısından yürüyüşlerini sürdürüyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal buraya
gelmeli ve hazinemize sahip çıkmalı. Efes nasıl
biliniyorsa burada bilinmeli” diye konuştu.
DİNLENME
NOKTALARI YAPACAĞIZ
Dağlardan, antik
kentlerden geçen yürüyüşçülerin rezil rüsva
olduğunu vurgulayan Sarıoğlu şöyle devam etti:
“Batı Antalya Kalkınma Ajansı (BAKA) ile proje
yürütüyoruz. Finike Belediyesi olarak o
güzergahtaki taş evleri onarıp o insanlara
içerisinde tuvalet ve duş da bulunan dinlenme
evleri yapmaya sonuna kadar varım.
Yürüyüşçülerin teknolojik aletlerini güneş
paneli kurulu sistemlerde sarj edebilecekleri
yerler de başka bir ihtiyaç. Eksikleri tek tek
belirleyeceğiz.”
5 ÜLKEDEN YAZAR
GELECEK
“Finike merkezine Likya Yolu
motifleri koyuyoruz. İçerisinde Çin, Rusya ve
Hollanda’nın da bulunduğu Likya Yolu’nu en çok
ziyaret eden beş ülkenin gazeteci yazarını
tarihi yola davet ederek Likya Yolu’nda
yürümelerini ve anılarını kendi ülkelerinde,
kendi dilleriyle kaleme almalarını sağlamak da
projelerimiz arasında yer alıyor.”
LİKYA YOLU NEDİR?
Teke
yarımadasındaki patikalardan bir kısmının
işaretlenip haritalanması ile oluşturulmuş
yürüyüş rotası. Tarihi liman bölgesi Patara,
Simena, Olympos, Myra Antik Kenti gibi tarihi
yerleşim yerlerinin de güzergahında olan bu yol
üzerinde toplamda 19 antik Likya kentinin
kalıntıları bulunuyor. Tek seferde yürümek
yaklaşık 30 gün sürüyor. Bu rota 1999 yılında
doğa yürüyüşçüsü ve yazar Kate Clow tarafından
kültür turizmine kazandırıldı.
Hürriyet,
Haber: Tuğçe Yıldız, 13.03.2016
|
YIKILIŞ ERTUĞRUL
Ertuğrul Gazi'nin Söğüt'teki türbesi dökülüyor.
2015'te iki defa restore edilen tarihi yapı drenaj
sistemindeki hatadan dolayı alttan nem alıyor.
Türbenin duvarları da aşırı rutubetten dökülmeye ve
şişmeye başlamış. Söğüt Belediye Başkanı Halil
Aydoğdu, "Türbe restorasyon öncesi daha sağlamdı"
derken, Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü ise
restorasyonun süreceğini duyurdu.
TRT’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizsi ile
popülerliği artan Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesi
özellikle hafta sonları dolup taşıyor. Her gelen
ziyaretçi ise türbenin içler acısı haline üzülüyor.
Gerek kaymakamlık gerekse belediyeye çok sayıda
şikayet gidiyor. Ertuğrul Gazi 1280 senesinde
ölünce Söğüt’te defnedildi. Osmanlı Devleti’nin
kurulması ile birlikte önce üstü açık yapılan türbe
1757 senesinde 3. Mustafa döneminde günümüzdeki
şeklini aldı. Daha sonra tarihi türbe 2. Abdulhamid
döneminde büyük bir onarımdan geçip bazı eklemeler
yapıldı. Altıgen planlı, üzeri kubbe örtülü olan
türbe ayrıca dikdörtgen bir girişe sahip.

DUVARLAR NEMDEN ŞİŞİYOR
2007 yılında basit bir onarımdan geçen türbe,
2015 senesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kapsamlı
bir restorasyon için ihaleye çıkarıldı. İhaleyi Tuna
Restorasyon A.Ş aldı. 15 Mayıs 2015 tarihinde
imzalanan sözleşmede restorasyonun bitiriliş tarihi
4 Eylül 2015 olarak belirlendi. Türbenin dört
bir yanı yaklaşık bir metre derinliğinde açılarak
drenaj sistemi yapıldı. Çatı baştan aşağıya
yenilendi, duvarlarda raspa yapılarak yeniden sıva
yapıldı. 11 – 13 Eylül tarihleri arasında her yıl
kutlanan Ertuğrul Gazi’yi anma ve Söğüt Şenlikleri
öncesinde türbe hazır hale getirildi. Ancak
şenliklerden sonra türbenin bazı noktalarında nemden
kaynaklı kusmalar oluşmaya başladı. Türbe ziyarete
kapatılarak yeniden restorasyona devam edildi. Kasım
ayı itibariyle de restorasyon tamamlanarak firma
şantiyesini topladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü kesin
hakkedişi yapmadı. Ocak 2016 tarihinde türbenin
nemden duvarlarında dökülmeler başladı. Restorasyon
şirketi kış ayında sıva yapmalarından kaynaklı
dökülmelerin yaşandığını savunduysa da türbedeki
dökülmeler gün geçtikçe arttı. Duvarlar şişmeye,
kapı pencere pervazları nemden yamuldu.

ISLAKLIK TABANDA BAŞLIYOR
Türbenin dış duvarlarındaki dökülmelerin yanı
sıra tabandaki nemlenmeyi de görmek mümkün.
Tabandaki alçı kaplamalarda şişmeler görülüyor,
ellediğinde ıslaklık fark ediliyor. Türbe içinde de
nemden kaynaklı duvarlarda dökülmeler görülüyor.
Türk Dünyası bayrakları ile bu dökülmeler gizlenmeye
çalışılmış. Ancak Altıgen planlı türbenin her
duvarında başlayan dökülmeler ziyaretçiler
tarafından da endişe ile seyrediliyor. Özellikle
Söğüt’te yaşayan ziyaretçiler restorasyonun
üzerinden henüz 6 ay bile geçmeden tarihi yapının bu
hale gelmesine tepki gösteriyor.
ACELEYE Mİ GELDİ?
Restorasyon şirketi onarımın aceleye
getirildiğini düşünüyor. Şenliklere yetiştirmek için
birinci aşamada acele edildiğini, daha sonra da kış
mevsiminde sıva yapılmasından kaynaklı binanın ve
duvarların kurumadığını ileri sürüyor. Vakıflar
Bursa Bölge Müdürlüğü konuyla ilgili şu açıklamayı
yaptı: “Kesin hak edişi yapmadık. 250 – 300 bin lira
arasında bir restorasyon maliyeti var. Firmaya
parasını ödemedik. Kış aylarının bitmesini
bekliyoruz. Duvarlar kuruyunca yeniden restorasyona
devam edeceğiz.”
ONARIM ÖNCESİ DAHA İYİYDİ
Söğüt Belediye Başkanı Halil Aydoğdu ise şöyle
konuştu: “Türbe sadece Söğüt’ün değil tüm Türk
dünyasının önem verdiği bir yer. Restorasyondan biz
sorumlu değiliz. Vakıflar ihale etti. Restorasyon
öncesi türbe bu kadar kötü durumda değildi. Onarım
sonrası duvarlar aşırı nemlenmeye başladı. Drenaj
sisteminde bir hata yapıldığı kesin. Derhal türbenin
yeniden onarıma alınması gerekir. Gelen giden
ziyaretçilerden çok sayıda şikayet alıyoruz.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.03.2016 |
İHALEYLE KÜLTÜR SANAT OLMAZ
Türkiye’nin en büyük tartışmaları kültürel meseleler
çevresinde çıkıyor; zıtlıkları, çekişmeleri
tartışmaya doyamıyoruz ama hepsi bu kadar. Bir
zemin, bir çerçeve yok. İstanbul Kültür Sanat Vakfı
(İKSV) ‘Yerel Yönetimler İçin Kültürel Planlama’
başlıklı raporunda, en azından yerel ölçekte bu
çölleşmeden çıkma yollarını gösteriyor. İKSV Genel
Müdürü Görgün Taner ve raporda imzası olan Kültür
Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece ile
konuştuk.

Niye böyle bir rapor yazdınız?
Özlem Ece: Çünkü Türkiye’de
kültürel planlama denilen kavram bir türlü
gelişemedi. Merkezi yönetimler şehirlerin
sorunlarını çözmede, yerel kültür politikaları
geliştirmede yeterli değil. Güçlü adımlara ihtiyaç
var. Biz de bu anlamda bir yol haritası oluşturmak
istedik.
Görgün Taner: Sürekli
“Kültür, kalkınmanın odağında olmak zorunda” deniyor
ama kültür hiçbir idarenin odağında olmamış bugüne
kadar.
Ne olmuş peki, ne oluyor? Bir yerel
yönetim, kültürü nasıl idare ediyor bugün, nasıl
planlıyor?
Taner: Bütçe
doğrultusunda ihaleye gidiyorlar. En büyük problem
de burada başlıyor. Kültüre satılacak mal, hizmet
gibi bakılıyor çünkü. “Ben bu kadar sanatçıyı, bu
kadar paraya getiririm” diyenlerle ihale yapılıyor.
Ne var ki, bir kültür-sanat etkinliği ihaleyle
olmaz. Mevzuatın değişmesi lazım.
Nasıl olmalı?
Taner:
Her şeyden önce yerel yönetimlere bir sanat
direktörü, bir idari direktör gerek. Ayrıca tüm bu
organizasyonu yürüten, denetleyenlerin olması da
önemli. Hem kamu parası kullanıldığı için şeffaflık
şart. Raporda dünyadan kıyaslamalı örnekler var.
Dışarısı nasıl?
Ece:
Seul “Ben katılımcı yöntem belirleyeceğim, her
aşamaya katacağım vatandaşları” diyor mesela. 100
bin kişiye soruyorlar, bilboardlara asıyorlar
sorularını. Viyana, kültür kurumlarına zaten yeterli
desteği veriyor belediye olarak... New York,
Amsterdam, Tokyo, örnek çok.
Taner:
Ama bakın “Japonlar yapmış bitirmiş” de demiyoruz.
Kentler sürekli büyüyen ve değişen yapılar. Burası
İstanbul. 16 milyon nüfuslu bir şehir... Dünyanın
arayıp bulamadığı 8 bin yıllık kültür var burada.
İstanbul için ayrı bir model düşünülmeli.
Bu konuda “buranıza kadar gelmiş” gibi
görünüyor.
Taner: 44
senelik mazimizde “Kültüre önem verin” diye ısrar
edip durduk. Bu rapor da o nedenle yazıldı zaten.
Buramıza kadar gelmenin ötesinde. Taştı artık.
“Türkiye’deki sadece yerel yönetimlerin
değil birçok önemli kuruluşun yöneticileri arasında
da kültür insanları olmalı” diyorsunuz. Kim bu
kişiler?
Ece:
Akademisyen de olabilir, tiyatrocu da... Kültür
yönetimi alanı, adı sanı konmuş, dinamik bir alan.
Akademik çalışmalar yapılıyor, bölümler mezun
veriyor ama pasta belli ve çok küçük. Öğrencilerin
gidecek yeri yok. Yerel yönetimlerde görev
alabilmeliler.
Bu yönetimlerde kültür yöneticisi profili
nasıl?
Taner: Bir örnek
vereyim. Belediyelerde kültür- sanat müdürleri
sürekli değişir. Çünkü biri belediye başkanına
telefon edip “Başkanım bir CV yollamıştım, tanıdık
için, bir şey yapabildiniz mi?” der. Başkan bakar
bakar, “Yahu kültürde de mi bir yer yok, atayın şu
adamı kültüre” der. Sistem bu.
Her partide aynı mı?
Taner: Aynıdır. Değişmez.
Hiç yok mu iyi bir örnek?
Ece: Var elbette. İlk aklıma gelen
örnek Kağıthane.
Nedir onu farklı kılan?
Taner: Çünkü önem veriyorlar. Bir
gün Kağıthane’nin belediye başkanı kalktı geldi,
“Bizde bir sürü inşaat var, buranın dokusu değişti,
bir kültür merkezi de yapacağız, yalnız bir çalışma
gerekiyormuş binadan önce, nasıl yapalım” diye
sordu. Destek verdik. Avrupa’daki iyi örneklerden
Amsterdam’a giderek belediye yetkilileriyle
görüştüler. “Arkadaşlar şuraya kültür merkezi
konduruverelim, detayına sonra bakarız” demediler.
Ece: Uluslararası şehircilik
zirvesi düzenlemeyi planlayan Esenler Belediyesi de
iyi örnek, kardeş şehirleri ile kültür politikaları
çalıştayı yapan Sarıyer Belediyesi veya özellikle
Yeldeğirmeni’nde katılımcı uygulamalar geliştiren
Kadıköy Belediyesi de... Ama hep tek tek
örnekler...
Taner: Biz bu işin
kurumsal olmasını istiyoruz. Müthiş bir kentleşme ve
göç var. İnsanlarının İstanbul’la ilişkisi
kentleşmeyle yeniden düzenleniyor. Katkı sunmayı
hedefliyoruz. Aman yanlış anlaşılmasın, “Bu
anayasadır, kardeşim her şey buna göre yapılacak”
demiyoruz. Bu aynı zamanda bir tartışma dokümanı.
“İKSV üstten bakıyor, kültürü öğretiyor”
eleştirisi gelecektir...
Taner:
Ondan çok çekiniyoruz işte. Bu yüzden uluslararası
standartlar var raporda. Kültürü biz tarif etmedik.
UNESCO’nun tarifini koyduk. Bütün dünyada bu alanda
kabul görmüş kentler var; onların yöntemlerini
koyduk. Siyasetçi mitingde ‘kültür’ derse...‘Erişim’
raporda önemli yer tutuyor.
Neden?
Ece:
Çünkü vatandaşların kültüre eşit şekilde erişimini
ve katılımını sağlamak, yerel yönetimlerin
sorumlulukları arasında. Her mahallenin, kendisinden
yola çıkarak planlama yapması lazım. Biz bunun
yollarını koyduk. Envanter çıkarma, haritalandırma
nasıl yapılır; STK’lar ve kültürel gruplarla nasıl
çalışılır, örneklerle gösterdik.
'SİZE
KÜLTÜR MERKEZİ YAPACAĞIM' DİYEN POLİTİKACI GÖRDÜNÜZ
MÜ?
Bizde ideal örnek var mı?
Ece: Sinop mesela. Bienali var;
kentin en önemli kültür-sanat etkinliğine dönüştü.
Belediye, valilik ve kültür-sanat kuruluşları
birlikte çalışıyorlar. Çok iyi bir işbirliği bu.
Hapishaneyi dönüştürüyorlar; eski hal binasını da.
‘Yavaş Kentler’ ağında yer alan Seferihisar veya
Halfeti de iyi örnekler arasında...
Taner: Çanakkale iyi, Gaziantep iyi...
Gaziantep Belediye Başkanı, eski bakan Fatma Şahin
geldi bir gün. Envanter çalışması yapıp, güçlü
yanlarını çıkartmışlar. Yemek ve arkeoloji üzerine
yoğunlaşma kararı vermişler. Doğru bir tavır.
Yanlış tavır hangisi?
Taner: ‘Bir festival yapalım,
sanatçı çağıralım, insanlar da bedava
seyretsin’cilik. En kötüsü budur.
Peki ne zaman “Bu iş değişti, bir şeyler
başardık” dersiniz?
Taner:
Siyasetçi mitingde kültürle ilgili bir şey
söylediğinde “Bu iş oldu” denir. “Eyy vatandaş, size
kültür merkezi yaptıracağım” diyeni gördünüz mü?
GÖRGÜN
TANER: ARTIK İNŞAATLARLA DEĞİL, MİMARLARLA ANILMAMIZ
GEREK
Siyaset kısa dönemli;
kültür uzun dönemlidir. Siyasetçi “Dört kültür
merkezi yaptım, 86 bin kişi geldi” der mesela.
Kültür bu değil ama. İnsanlar da zaten birer rakam
değil. Türkiye artık inşaat şirketleriyle değil
mimarlarla anılma dönemine girmek zorunda.
ÖZLEM ECE:
VİYANA OPERASI “TURİST GELSİN” DİYE KURULMADI
“Hadi kültür yaratalım da turist gelsin” diyerek
olmaz. Siz bunu burada yaşayan insanlar için
düşünerek sanatçıyı, kültürel altyapıyı
destekleyeceksiniz. Viyana Operası “turist gelsin”
diye değil Viyanalılar izlesin diye kuruldu. Ama iyi
olduğu için herkes gidiyor.
Hürriyet, Haber:
Yenal Bilgici, Fotoğraf: Murat Şaka, 12.03.2016
|
RIZA SARRAF'A YALI DAVASINDA ZORLA GETİRME KARARI
ÇIKTI
Biri eşi Ebru Gündeş’e diğeri kendisine ait iki
yalıya kaçak kat ekleyip dışarıdan asansör
yaptırmakla suçlanan Rıza Sarraf duruşmaya
mazeretsiz gelmeyince hakim ‘zorla getirme’
kararı verdi.
Kanlıca’da, biri
kendisine, biri de eşi Ebru Gündeş’e ait ikiz
yalılarda kaçak kat ekleyip, dışarıdan asansör
yaptırdığı iddiasıyla, “Kültür ve tabiat
varlıklarını koruma kanununa muhalefet” suçundan
2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle
yargılanan Rıza Sarraf (Reza Zarrab) hakkında,
duruşmaya mazeretsiz gelmediği için zorla
getirme kararı çıkarıldı. Ebru Gündeş’in Batum
konseri ise mazeret sayıldı. Duruşmaya müşteki
olarak katılan CHP’li İBB Meclis Üyesi Hakkı
Sağlam’ın ifadesine, 17 Aralık soruşturmasıyla
başlamasına ise hakimden itiraz geldi. Hakim,
ihbarcı Sağlam’ı, “Konumuzun dışında konuşmayın.
Yalı ile ilgili şikayetlerinizi dile getirin”
diye uyardı
Rıza Sarraf ve sanatçı eşi
Ebru Gündeş hakkında Kanlıca’daki tarihi Mehmet
Arif Bey yalılarında mevzuata ve koruma
ilkelerine aykırı biçimde tadilat yaptıkları
iddiasıyla açılan davanın ilk duruşmasına
CHP’lilerin yoğun ilgisi vardı. Gündeş, Batum
konserini mazeret gösterip duruşmaya
katılmazken, Sarraf’ın hasta olduğu için
duruşmaya gelemediği avukatı tarafından hakime
bildirildi. Beykoz 1. Asliye Ceza
Mahkemesi’ndeki duruşma CHP milletvekili Mahmut
Tanal ve CHP’li İBB meclis üyeleri ve yalıların
tadilat iznini alan diğer sanık
inşaat mühendisi Hakkı Süha Gökdemir
katıldı. Gökdemir savunmasında, yalıların
tadilatı için Rıza Sarraf ile görüştüğünü ve
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne başvurarak tadilat
izni aldığını vurguladı.
‘EŞİM
YAPTIRDI DEDİ’
Hakkı Sağlam ile
diğer şikayetçi meclis üyesi Hüseyin Sağ, “Ebru
Gündeş ile Rıza Sarraf bu suçu bilerek ve
isteyerek işlemişlerdir” dediler. Hüseyin Sağ,
Sarraf’ın başka bir yalısı için de aynı suçu
işlediğini ve bu konuda da ihbarda bulunduğunu
ileri sürerek, “Ebru Gündeş bile savcılıkta
verdiği ifadede yalılardaki bu işlemleri eşinin
yaptığını söylemiştir” dedi. Dinlenen tanıkların
ardından mahkeme hakimi, Batum’da konseri olan
Ebru Gündeş’in mazeretini kabul ederek bir
sonraki celseye çağrılmasına karar verdi. Hakim,
hastalığı ile ilgili rapor sunmayan Rıza
Sarraf’ın ise bir sonraki celseye zorla
getirilmesine karar vererek duruşmayı erteledi.
‘MEYDAN OKURCASINA...’
Duruşmaya müşteki olarak katılan CHP
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi
Hakkı Sağlam, adliye önünde yaptığı açıklamada,
“Biz bu duruşmadan umutla ayrılmak istiyoruz.
Ülkemize umut vaat etmek istiyoruz. Biz burada
hakimlerin var olduğunu ve kararlarıyla da
konuşacağını biliyoruz. Rıza Sarraf, bilerek ve
isteyerek hepimizin ortak malı olan, bize
atalarımızdan miras kalan bu tarihi eserlere
zarar vermiştir. Biz her ne pahasına olursa
olsun bu davayı sonuna kadar takip edeceğiz”
dedi.
Çivi bile çakılması
yasak...
Kanlıca’da, Osmanlı
Dönemi’nde inşa edilen ve 1970 yılında, Kültür
ve
Turizm Bakanlığı Envanterine ‘2. Derece
Tarihi Eser’ olarak işlenen tarihi Kanlıca
Mehmet Arif Bey Yalısı’ndaki tadilatla ilgili
soruşturmayı yürüten Beykoz Cumhuriyet
Savcılığı, Reza Zarrab, Ebru Gündeş ve inşaat
mühendisi Hakkı Süha Gökdemir hakkında, “Kültür
ve tabiat varlıklarını koruma kanununa
muhalefet” suçundan 2 yıldan 5 yıla kadar hapis
cezası istemiyle dava açtı.
Hürriyet, Haber:
Aziz Özen, 12.03.2016
|
VAN'DA 'TARİHİ KALE' DENİLEN 'ESRARENGİZ' TAŞ
YIĞINLARI YATIR ÇIKTI
Van’a 150 kilometre uzaklıkta
İran sınırında bulunan Yücelen Mahallesi Çilli
Mezrası’nda, 2700 rakımlı tepedeki taş yığınlarını
dün bir
haber ajansı ’duvarları yıkılmış bir kaleyi
andırıyor’ diye verdi. İnternet siteleri bu haberi
’Esrarengiz Keşif’ başlığıyla yayınladı. Bir anda
sanki yeni keşfedilen tarihi kale gibi algılanan taş
yığınlarının, gerçekte yatır olduğuna inanılan ve
yöre halkının adak yeri olduğu ortaya çıktı.
DHA muhabirinin görüştüğü yöre sakinleri, bu
bölgenin herkes tarafından bilindiğini anlattı.
Burada Hazal adında bir kadın şehidin mezarının
bulunduğuna inanıldığını belirten yöre sakinleri,
adakta bulunulup dilek tutulduğunu, her dilek
tutanın da bir taş koymasıyla yığınların oluştuğunu
anlattı.
Taş yığınlarının bulunduğu Çilli Mezrası’nda
çobanlık yapan Fehmi Baykan, bölgenin kutsal
olduğuna inanıldığı için adakta bulunulduğunu, her
dilek tutanın bir taş koymasıyla bu yığınların
oluştuğunu anlattı. Fehmi Baykan, şunları söyledi:
"Bizim dedelerimiz de bize buranın kutsal
olduğunu ve Hazal isminde bir şehidin burada
yattığını anlatırdı. Bu bölgede üst üste konulan
taşlar var. Bunların bir kısmı 1976’da yaşanan
Çaldıran depreminde yıkılmış. Daha sonra köylüler
yıkılanların yerine yenilerini koymuş. Şimdi de her
gelen burada dilek tutup üst üste taş bırakıyor. Bu
görüntü de öylece oluşuyor. Bu geçmişten gelen bir
gelenek. Ama kimse bu işin ne zaman başladığını
bilmiyor."
Milliyet, Haber: Osman Bekleyen -
Murat Çağlar, 11.03.2016
|
TEKELİ-SİSA'NIN DANIŞTAY BİNASI YIKILDI
Ankara'da Doğan Tekeli ve
Sami Sisa tasarımı Danıştay Binası bugün yıkıldı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin yaptığı basın
açıklamasına göre, Tekeli-Sisa tarafından
tasarlanan Danıştay Binası, yürütmeyi durdurma
kararına rağmen bugün yıkıldı.

1969-1978 yıllarında yarışmayla yapılan Danıştay Binası'nın yıkılmasını engellemek için Mimarlar Odası Ankara Şubesi uzun süredir çaba sarf ediyordu. 3 yıl önce Eskişehir yolu üzerinde inşa edilen yeni binaya taşınan Danıştay'ın Kızılay'daki eski binasının kültür varlığı olarak tescil edilmesi için koruma kuruluna başvuran ancak talep reddedilince konuyu yargıya taşıyan mimarlar, yıkımın durdurulması için mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkartmıştı. Ancak mahkeme kararına rağmen bugün yapının yıkımı başladı.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden Tezcan Karakuş Candan'ın konuyla ilgili yaptığı açıklama şöyle:
"Bugün bir kez daha mahkeme kararı çiğnendi, Danıştay binasının yıkılmaması için açtığımız tescil davasında 11. İdare Mahkemesi, telafisi imkansız zararlar doğuracağı gerekçesiyle yürütmeyi durdurmuştu. Mahkeme kararı çiğnenerek, yapılan yıkım için gerekli suç duyurularında bulunacağız. Ülkemizde, kentimizde artık hukuku yıkıyorlar. Cumhuriyet dönemi mimarilerini yok ediyorlar. Danıştay binası da Cumhuriyet dönemi mimarisine aittir. Mimari projesi Doğan Tekeli ve Sami Sisa'ya aittir. Kentimiz kaybediyor, kentlimiz kaybediyor; hem hukuk, hem de geleceğimiz kaybediliyor?
Yıkım esnasında, yürütmeyi durdurma kararını, yetkililere avukatlarımız aracılığıyla elden ilettik. Yıkımı durdurmaları gerekirken, devam edildi. Mahkeme kararını iletmemize rağmen, mahkeme kararı görmezden gelindi. Yetkili kişilerce ilgili tutanağı yıkım alanında tutuldu. Hukuk tanımayan kişiler hakkında gerekli mercilere suç duyurularında bulunacağız. Danıştay binasının böyle alelacele yıkımı, üstüne basarak söylüyoruz, yıkımı durduran mahkeme kararına rağmen yıkımını asla kabul etmiyoruz. Sorumlular, bunun hesabını yargı önünde verecekler."
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 11.03.2016
|
BİNLERCE YILLIK TARİH ARAP SABUNUYLA YOK EDİLİYOR

Bafa Gölü'nün kenarında Latmos
dağlarında MÖ 6000'li yıllara kadar
tarihlendirilen kaya resimlerinin bulunduğu çok
büyük bir alanda taş ocaklarına izin verildiğini
belirten Arkeolog Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Bu
taş ocaklarında çalışma izni alanlar 'sit, koruma
alanı' denilen o probleme takılmamak için bu görünen
kaya resimlerini arap sabunuyla, süngerle ve
zımparayla yok ediyor. Bence bunlara kesinlikle idam
cezası verilmeli" dedi.
Antalya Sanayici ve İşadamları
Derneği'nin (ANSİAD) 2016 faaliyet yılı 5'inci
olağan toplantısının konuğu, Akdeniz Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr. Havva İşkan Işık oldu. 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü'ne denk gelen toplantıda Prof.Dr.
Havva İşkan Işık, 'Çağlar Boyunca Anadolu'da Kadın'
konulu sunum gerçekleştirdi.
Kurtuluş Savaşı'nda ismini anımsamadığımız
ve bugünkü varlığımızın büyük kısmını oluşturan
binlerce fedakar Anadolu kadınından söz eden
Prof.Dr. Havva İşkan Işık, savaşın bütün cefasını
yüklenen, taşıdığı mühimmatlar donmasın diye
yorganını üzerine örten ve yolda hayatını kaybeden
Kastamonulu Şerife Bacı, Makbule Hanım, Aydınlı Ayşe
Efe, Halide Onbaşı gibi isimlerden örnekler verdi.
Prof.Dr. Işık, "Bugünkü ortamı yaşıyorsak onlara
borçluyuz" dedi.
MUHTEŞEM YÜZYIL'A YARIMBURGAZ
ELEŞTİRİSİ
İstanbul'a çok yakın
Yarımburgaz mağarasında gerçekleşen kazılarda da çok
erken, MÖ 400 binli yıllara kadar inen bir
yerleşimin sözkonusu olduğunu belirten Prof.Dr.
Işık, Yontma Taş Çağı'na ait çok önemli bulgular
elde edildiğini söyledi. Bu dönemde mağarada
yaşayanların kadın-erkek yaşamının çok kısa olduğunu
anlatan Prof.Dr. Işık, "Yaşamınız ne kadar kısaysa
o kadar çabuk ve çok üremelisiniz ki soyunuz devam
etsin. Bu da kadının milyon yıllar içinde öne
çıkmasındaki en önemli etmenlerden biri. Aslında bu
mağarayı biraz üzerinden geçmesine rağmen gördünüz.
Muhteşem Yüzyıl'da Pargalı'nın bütün memleketi
ağlatan yaralanma, ölüm ve iyileştirme sahnesi bu
mağarada çekildi. Kültür varlıklarını korumakla
ilgili kurumlar ve birimler televizyonda
izlediklerinde şok geçirdiler. Çünkü asla içine
girilmemesi gereken bir mağaraydı. Çünkü çok hassas
dolgular sözkonusu. Ama tabi ne gam biz Pargalı'yı
yatırdık orta yerine Yarımburgaz Mağarası'nın,
setimizi kurduk arkeologların kazı yaptığı çukurun
etrafına da figüranlar oturdular. Böyle bir sahneyle
buluştuk. Bu biziz, bu bizim ülkemiz, bizim
insanımız. Biz kültür varlıklarımıza böyle
davranıyoruz. Lafı evirip çevirmenin bir yararı yok,
böyle davranıyoruz" dedi.
KARAİN KADINLARI
Karain mağarasının 500 binli
yılların tahmin edildiği ama kazılarda 200 binli
yıllara kadar gidilebildiğini anlatan Prof.Dr.
Işık, "Çok önemli bilgiler var elimizde. Avcılık
yapıyorlar henüz kendileri üretemiyorlar. Ama ateşi
ve kontrollü kullanmayı biliyorlar. Gece ateş
nedeniyle ışık var ve kapalı mekanda ışık varsa bu
sosyal yaşamın olduğunu da gösterir. Küçük
girintiler ve her biri bir ailenin bir özel
atmosferi olduğunu tahmin ediyoruz. 'Kadın zayıftır,
yürüyemez, koşamaz, kaldıramaz, onun için evde
oturur.' Hayır öyle değil. Kadınların daha çok
içeride olduğunu görüyoruz ama bunun asıl nedeni
üreme rolündeki öncülüğü ve yaşamın devamı için
zorunluluğudur. O kadınlar biz bugün var olalım diye
her biri 35 yaşına gelene kadar 7-8 veya daha üstü
çocuk doğurarak insan soyunu bugünlere taşıdılar ve
insanların devamını sağladılar. Karain kadınları biz
var olalım diye kendilerini feda ettiler" dedi.
ÇAĞLAR ÖNCESİ BULGULAR BUGÜNÜN KIRSAL KADINI
GİBİ
Anadolu tarihinde kadının
önemine dair Van Kızların Mağarası, Göbeklitepe,
Çayönü, Aşıklı Höyük, Çatal Höyük, Burdur Hacılar,
Afyon, Kültepe Karum Kaneş, Maraş, Latmos-Bafa Gölü
Beşparmak Dağları kaya resimlerinden örnekler
anlatan Prof.Dr. Havva İşkan Işık, Neolitik çağa
ait Anadolu'daki kadın bulgularını anlattı.
Bu dönemlerde kadının bizim
tahminimizin daha ötesinde özgür olabildiği imajını
yarattığını belirten Prof.Dr. Işık, "Bunlar
Anadolu'nun kadınları. Bugünde kırsalda çok sıklıkla
rastlayabileceğiniz kadınlar ve hiç kuşkunuz olmasın
bu kilim desenli çanak çömlekler, Hacılar örneğinde
çok sık karşımıza çıkıyor. Aynı dönemlerdeki çok
önemli bir bulgumuzu Latmos'tan yaşıyoruz. Bunun
kaşifi de sevgili Anneliese. Bizim kadim bir
dostumuz Alman arkeolog bir hanım. Latmos dağlarında
Bafa gölünün kenarında o insanları bırakın,
keçilerin çıkmakta zorlandığı dağların tepelerinde
onlarca yüzlerce kaya resmi buldu. Ve bu kaya
resimlerinde o dağın çevresinde ve içinde yaşayan
budunlar, klanlar, küçüklü büyüklü kabileler,
topluluklar, adlarını tanımlayamıyoruz" dedi.
KAYA RESİMLERİ ARAP SABUNUYLA YOK EDİLİYOR
Kaya resimlerinde onların
muhtemelen ya bahar aylarında yapmış oldukları
şölenler ya da daha büyük olasılıkla evlilik
törenlerinin resmedildiğini dile getiren Prof.Dr.
Işık, "Bu görülen grupların pek çoğunun elleri
havada ve dans ediyorlar. Ama ne oldu? Uzun bir
zamandan beri bu dünyada eşi benzeri olmayan
varlığımızı kaybetmeye başladık. Şu nedenle; Bafa
dağlarında inanılmaz büyüklükteki alanlara taş ocağı
izni verildi. Bu taş ocaklarında çalışma izni
alanlar 'sit, koruma alanı' denilen o probleme
takılmamak için bu görünen kaya resimlerini arap
sabunuyla, süngerle ve zımparayla yok ediyorlar.
Bence bunlara kesinlikle idam cezası verilmeli. Ben
bundan yanayım. Çocuk tecavüzcülerine, kadına
şiddete ve kültür varlıklarına bu boyutta zarar
verenler için bu cezanın çok açık ve net söylüyorum
geri dönmesinden yanayım. Hümanizm kötülerin elinde
çok tehlikeli bir silah olabiliyor çünkü. İsyanım
çok büyük belki biraz sert konuştum ama beni
anladığınızı biliyorum" diye tepki gösterdi.
EN BÜYÜK TARİH ÖHCESİ BULUNTULAR
Beşparmak Dağları olarak
adlandırılan Latmos dağlarında 1994'ten beri Alman
arkeolog Anneliese Peshlow-Bindokat tarafından
bulunan kaya resimleri Anadolu'da son yılların en
büyük tarih öncesi arkeolojik buluntuları arasında
kabul ediliyor. Bu kaya resimlerinde geç neolitik
dönemden (Yeni Taş Devri'nden) kalkolitik döneme
(Bakır Çağı'na) kadar (MÖ 6000-5000) süren bir
zaman içerisinde tarihlendirilmiştir.
Ayyıldız
Gazetesi, 11.03.2016
|
EDİRNE BÜYÜK SİNAGOG KOMPLEKSİ
Edirne Büyük Merkez Sinagog binası, idari ve
müştemilat binası ile birlikte büyük bir kompleks
olarak yaklaşık 1,5 dönümlük arazi içinde bir havra
şeklinde yapılmış. Yapı zamanında Avrupa ve
Türkiye’deki en büyük Havra kompleksidir.
Edirne, Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci başkenti
olarak Türkiye'nin batı kısmında Trakya bölgesinde
yer alır. 20. yy başında, farklı kültür ve
dinlere mensup insan topluluklarının yaşadığı bu
şehirde, Yahudiler tarafından Büyük Sinagog ve
kompleksi olarak bilinen sembol bir yapı
yapılmıştır.
1905 yılında büyük bir yangın
sırasında 13 ayrı Sinagog binasının yıkılması
üzerine, Sultan 2. Abdülhamit yeni bir sinagog
binası inşa etmek için ferman vermiştir.
Fransız mimar France Depre tarafından, 1907 yılında
tasarlanan 2.749 metrekarelik Büyük Sinagog’a idare
ve müştemilat binaları da dahildir.
Büyük Sinagog Binası tarihçesi
20. yy başlarına kadar çeşitli topluluklara sahip
Edirne kentinde çoğunluğu Müslüman, Musevi, Rum ve
Bulgar olmak üzere pek çok dine mensup insanlar bir
arada yaşamıştır. Özellikle Yahudilerin burada
yaşadığı araştırılmış, hatta Yahudilerin dinsel
merkezi olarak Edirne gösterilmiştir. Osmanlı
İmparatorluğundan önce 1492 yıllarında, Portekiz ve
İspanya’dan göç eden Museviler burada kendi ibadet
yerlerini kurmuşlar ve zamanla şehirdeki sinagog
sayısı 13’ü bulmuştur1. Ancak 1905
yılında Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye anılan
çıkan yangında, Kaleiçi semtinde toplam 1514 Yahudi
evleriyle birlikte adı geçen tüm bu sinagoglar zarar
görmüştür (Bali, 2012). 1905 yangınında kaybolup
yerleri bilinmez hale gelmiş olan Yahudi
Mahalleleri, Dr. Rıfat Osman Tosyavizade’nin Edirne
Rehnüması adlı eserinde kaydedildiğine göre
şunlardır: Sicilya, İstanbul, Aragon, Budin,
Katalonya, Mayor, İtalya, Küçük ve Büyük Portekiz,
Keruz, Tulya, Polya cemaatleridir. Edirne’de
yangınla birlikte tahrip olan 13 sinagog yerine
büyük bir sinagog inşa edilmesi gerekmektedir. Bu
sinagogun inşası için 6 Ocak 1906’ da gerekli ferman
verilerek, 1907 yılında inşası tamamlanır ve “Büyük
Sinagog” binası olarak adlandırılır. Sinagog,
Fransız mimar ve mühendis France Depre2
tarafından yapılmıştır. 600 erkek ve 300 kadını
barındırabilecek alana sahip sinagog kompleksi 3
yapıdan oluşur: günümüzde Muarrif Caddesine bakan
Sinagog binası, yapının solunda kalan Midraş (Haham
lojmanı-müştemilat) binası ve Balkan savaşının
çıkması nedeni ile yarım kalan İdari bina. İdari
binanın kullanım amacı ile ilgili olarak ‘Edirne:
Serhattaki Payıtahat’ adlı eserde okul denmektedir.
Ancak yapı tamamlanmamış bir bina olduğundan işlevi
ile ilgili kesin bir belge yoktur. (Şekil 1)
(Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007).
Şekil 1. Edirne Büyük Sinagog Binası (Kaynak: Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, 2007)
Büyük Sinagog
Kompleksi
Edirne Büyük Merkez Sinagog binası, idari ve
müştemilat binası ile birlikte büyük bir kompleks
olarak yaklaşık 1,5 dönümlük arazi içinde bir havra
şeklinde yapılmış yapı zamanda Avrupa ve
Türkiye’deki en büyük Havra kompleksidir.
Şekil 2. Sinagog
Binası çatısı çökmeden önce iç mekandan görünümler (Kaynak:
Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)
Sinagog
binası mimari olarak bazilika şeklinde, demir
putrellerle destekli karkas yapı tarzında dıştan
dışa 30x18 m ebadında dikdörtgen formlu bir yapıdır
(Şekil 3). Giriş cephesi Maarif Caddesine
bakmaktadır. Restorasyon çalışma sürecinde bitki ve
moloz yığınları içerisinde kalmış olan bahçenin bir
bölümü temizletilmiş ve arazide kot farkı olmadığı
tespit edilmiştir. Bununla beraber serbest boyda
olan doğal taş döşemelerin yan bahçe duvarlarına
kadar bahçe içerisinde devam ettiği görülmüştür.
Avlu kotundan (-3.06) 9 basamak ile giriş
sahanlığına (1-.50) çıkılır. Merdivenler küfegi
taştır. Giriş sahanlığının döşemesi karo simandır.
Giriş sahanlığından sinagog içerisine 3 ahşap
kapıdan girilir. Genişlik ve yükseklikleri aynı olan
kapılar masif meşedir, üzerlerine mat cila
yapılmıştır. Kapı kanatlarında, düşme dışında fazla
bir hasar yoktur. Kapı eşiği giriş sahanlığından 20
cm yüksektedir. Sinagog binası zemin kotu eşik üst
kotu ile aynıdır (-1.30). Sinagog zemini döşemesi
de karo simandır.

Şekil 3. Sinagog
Kompleksi vaziyet planı (Kaynak: Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, 2007)
Yapı çelik ve yığma karma
bir sistemden oluşmaktadır. Bina içerisinde uzun
kenar 5 aks kısa kenarda 2 aks sütunlar konulmuştur.
Sütunlarda iki ‘I’ profil yan yana ankraj
edilmiştir. Sütun sisteminde çelik taşıyıcı
sistemin üzeri tuğla kaplanmıştır. Kirişlerin
üzeri de ahşap kaplamalar ile kapatılmış, ahşap
kaplama altına da kalem işi tanzimler yapılmıştır.
Yapının dış beden duvarları tuğladır, bu hatta çelik
kullanılmamıştır. Sütunları beden duvarına bağlayan
çelik kirişler duvara oturur. Kirişler üst
kotlarında demir lamalarla birbirine bağlanmış ve
rijitlik sağlanmıştır. Sütunlar birinci kat hizasına
kadar ayaktadır3. Restorasyondan önce,
çatı çökmesinden gelen yüke dayanamayan sütunların
üst bölümleri yıkılmış ya da burularak aşağıya doğru
yatmış şekildeydi.
Zemin kat sağ ve sol bölümlerde sütunlarla
bölünen iki yan bölüm, ortada geniş bir mekandan
oluşur. Ana giriş kapılarının karşı aksında
Museviler'in Kutsal kitabı Tevrad’ın olduğu ve
planda dışarıya doğru çıkma yapan kapılı bir niş
bölümü vardır. Musevilerin Ehal nişi4
olarak tanımladığı bölümün ahşap kapısı giriş
kapıları ile benzer özelliktedir. Kapı üzerinde
üçgen alınlık vardır. Alınlığın sağ ve solunda
oturtulduğu ikiz sütunlar bulunur. Sütunların
üzerine konulduğu kaide bölümü yüksektir. Ehal nişi
zemin kotundan yüksektedir (Şekil 4).
Şekil 4. Sinagog Ehal Nişine Bakış ve Ehal nişi üçgen alın profil detayı (Kaynak: Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007)
Birinci kat bölümü kadınlara ayrılmıştır.
Museviler bu bölüme Azara demektedir. Azaraya
giriş cephesinde yer alan iki kuleden çıkılmaktadır.
Kule kapıları yandadır ve detay olarak ana giriş
kapıları ile aynı özelliktedir. Kuleler hemen hemen
aynı ebattadır. İçten içe ortalama 325 x 325
santimetredir. Kapı karşısındaki ahşap strüktürlü
merdivenlerden yukarıya çıkılır. Zemin karo
döşemedir. Avludan dört basamakla çıkılan kule zemin
kotundan ibadet alanına açılan tek kanatlı kapılara
4 basamak çıkılarak ulaşılır. Sağ ve sol kulelerden
birinci kata çıktıktan sonra sağ ve sol yanlarda
devam eden bölümlere geçiş bölümü yapılmıştır. Kapı
açıklığı şeklinde tasarlanan geçiş yerlerinde kapı
yoktur. Birinci kat azara bölümü zemin kattan
yükselen sütunlara kadar devam eder. B ve C aksları
arası galeri olarak bırakılmıştır. Böylelikle
kadınların da dua törenine katılmaları sağlanmıştır.
Bu plan şeması Osmanlı camilerindeki kadınlar
mahfili için de geçerlidir.
Birinci katta, yan bölümlerde ve zemin kattaki
pencere akslarında pencereler yer alır. Zemin kat
pencereleri dikdörtgen formda ve düz lentolu iken,
üst kat pencereleri yuvarlak kemerlidir. Sütunların
pabucu profilli taştır. Üst bölümlerinde suni taştan
yapılmış koç boynuzlu başlıklar yer alır (Şekil 5,
6).

Sinagog binası giriş cephesine bakış (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)
Şekil 6: Laser Scanner ile taranan Sinagog Binası Nokta Bulutu (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)
İdare Binası Mimari Özellikleri
İdari bina havranın en büyük ikinci yapısıdır.
Yapım aşamasında yarım kalan bina sinagog gibi
bakımsızlık ve atmosferik koşullar nedeni ile kötü
durumdadır. Kaynaklarda, yapının Balkan
Savaşları’nın başlaması nedeni ile tamamlanamadığı
belirtilmektedir. Mevcutta da bina incelendiğinde
kapı ve pencere yerleri olsa da doğrama takılmadığı,
binanın iç bölümlerinin tam olarak bitirilmediği
görülebilir. Yapı tuğladan yığma sistemde
yapılmıştır, iç ve dış duvarlarında sıva yoktur.
Yapıya Orhaniye Caddesi’ne bakan bahçe
içerisinden girilir. Giriş bölümü, yapı beden
duvarından öne doğru çıkma yaparak vurgulanmıştır.
Kemerli üç kapıdan giriş sahanlığına ulaşılır. Kapı
sütunları ve kemreleri taş kaplamadır. Orta aksta
olan kapı açıklığının iki yanındaki sütunlar
üzerinde +0.81 kotunda Davud yıldızı motifi
işlenmiştir. Giriş sahanlığına sağ ve sol yanlardan
da giriş verilmiştir. Cephe girişindeki üç açıklık
aksında yer alan 3 kapı aksından geçtikten sonra ana
mekana girilir. Bodrum, zemin ve birinci kattan
oluşan yapının tüm kat döşemeleri yıkılmıştır.
Zeminin tamamen moloz yığını, etraftan atılan çöp
yığını ve bitkilerle kaplıdır. İçeriye girildiğinde
bina duvarları tespit edilse de sadece bodrum kat
seviyesinde dolaşılır.
İdare Binasının tamamlandığı düşünülen ancak
günümüze ulaşamayan mimari elemanları restitüsyon
projesine aktarılmıştır. Restorasyon projesinde
aslında okul işlevine uygun olarak atölyeler
yapılmıştır. Zemin kat ve birinci katta çeşitli
sanatların derslerinin (resim, seramik, hat, vb.)
verildiği atölyeler ve sergileme salonları
tasarlanmıştır. Yönetim birimleri yine bu binada
zemin katta düzenlenmiştir.
Şekil 7: İdare Binası Giriş ve arka cephesi (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)
Sonuç olarak, farklı dini yapı örneklerinden biri
olan Edirne Büyük Sinagog Binası'nın, restore
edilerek yeniden kullanıma açılması tarihi
yapılarımızın canlandırması açısından önemli bir
örnektir. Ülkemizde tarihi yapılarımızı koruyarak,
binaların özgün yapım sistemi ile malzeme
özelliklerinin korunması ve en az müdahale ilkesi
esas alınarak, farklı işlevler yüklenerek binaların
tekrardan kullanılması doğru bir yaklaşım olarak
kabul edilir.
Not: Bu çalışmada
söz konusu binalar ile ilgili bilgiler Edirne
Vakıflar Bölge Müdürlüğü “Edirne Merkez Büyük
Sinagog (Sinagog Müştemilat Binası, İdari Bina),
Röleve-Restitüsyon-Restorasyon Projesinden”
alınmıştır.
Referanslar
Bali, N. R. (2012), Edirne Yahudileri,
İstanbul (docs7.chomikuj.pl,
08.04.2014)
Gökbilgin, M.T (1977), Edirne, İslam
ansiklopedisi, IV, İstanbul, s. 107-127
Güleryüz, N (2014), Türkiye Sinagogları, Yahudilikte Özel Terimler, Türk Musevi Cemaati,
turkyahudileri.com, 05.04.2014
Sepetçi, Ö. (2012), Edirne Kaleiçi’nde Yer
Alan Erken 20. Yy Kamu Yapılarından Ait Taşıyıcı
Sistemlerin ve Yapı Malzeme Özelliklerinin
İncelenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Namık Kemal Üniv. Fen. Bil. Enst., Tekirdağ
Şalom (2012), Edirne’nin Büyük Sinagogu
Canlandırılıyor, İstanbul (agos.com.tr,
08.04.2014)
Yeşilyurt, Ç. (1995), Erken Eskitilmiş Bir
yapı: Büyük Sinagog, Cumhuriyet dergi, 26 Mart
1995, s.470, sayfa.11
[1] İstanbul’da şu an 26 aktif sinagog
binası yer alırken, çoğu 1950’lerden sonra
yapılmıştır, Edirne için bu önemli bir
rakamdır
(kyn:http://www.wittistanbul.com/magazine/the-jewish-community-and-notable-synagogues-in-istanbul/).
[2] Bazı kaynaklarda Edirne Büyük
Sinagogunun Viyana Sinagogundan etkilenerek
yapıldığı söylenir (Yeşilyurt,1995).
[3] Restorasyondan önce, çatı çökmesinden
gelen yüke dayanamayan sütunların üst
bölümleri yıkılmış ya da burularak aşağıya
doğru yatmış şeklindedir (Vakıflar Bölge
müdürlüğü, 2007).
[4] Sinagogda tevratın (tora) koyulduğu
dolap, niş. Doğuya konulmuş olan kapıları,
maddi dünyadan kutsal olana geçişi simgeler
(Güleryüz, 2014)
Arkitera, Haber: Ayşe
Durukan Kopuz, 11.03.2016
|
6 - 12 Mart 2016
|
FIRAT ANLI: NE
BELEDİYE, NE HÜKÜMET SUR'A DAİR TEK BAŞINA ADIM
ATAMAZ
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat
Anlı, güvenlik güçlerinin operasyonlarını
tamamladığı merkez Sur İlçesi'nin uluslararası
koruma altında bulunduğunu belirterek, "UNESCO'nun
uzman heyetinin buraya gelerek inceleme yapması
gerekiyor. Ne yerel yönetimler tek başına ne de
merkezi hükümet tek başına Sur'a dair bir adım
atamaz" dedi.
Diyarbakır'ın 6 mahallesinde 2 Aralık'ta sokağa
çıkma yasağı ilan edilen ve güvenlik güçlerinin
PKK'ya yönelik operasyonlarını tamamladığı Sur
İlçesi'nde, önlemler devam ediyor. Gazi Caddesi
üzerinde operasyonun tamamlanması ile açılan işyeri
sayısında bir artış olmazken, ilçede hem askeri ve
polisiye önlemler, hem de iş makinelerinin
hareketliliği sürdü. Esnaf, dün operasyonun
bittiğinin açıklanmasından sonra şimdiye kadar gelen
patlama ve silah seslerinde azalma olduğunu söyledi.
'BİR ÇOK TARİHİ ESERE
ZARAR VERİLMİŞ'
Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Eş Başkanı
Fırat Anlı ,
Sur'daki operasyonun tamamlanmasından sonra,
ilçedeki tablonun henüz ne olduğunu bilmediklerini
söyledi. Anlı şöyle konuştu:
"100 günü aşan
sokağa çıkma yasağı ve ciddi bir çatışma yaşandı.
Onunun için Sur'daki tablonun görülmesi lazım. Bir
an önce Sur'un kentte yaşayan insanlara, yerel
yönetimlere, kentin seçilmişlerine, kentteki bu
konuda çalışma yapan akademisyenlere, meslek
örgütlerine açılması lazım ve o tablonun objektif
bir şekilde görülmesi lazım. Bu konuda çok ciddi
kaygılarımız var. Oradan gelen bilgilere göre,
sokakların bir çoğu tamamen yıkılmış, yol açılması
için bir çok bina tahrip edilmiş, bir çok tarihi
esere zarar verilmiş. Orası sadece yerel
yönetimlerin ve merkezi hükümetin değil, aynı
zamanda uluslararası bir korumanın altındır.
Birleşmiş Milletler gibi dünyanın en büyük örgütünün
bir kolu olan UNESCO'nun koruması altındır. Daha
üzerinden bir yıl geçmedi. Yani
UNESCO Kültürel Miras
Listesi 'ne alınmasına daha bir yıl
geçmeden, biz bu tablodan bahsediyoruz. UNESCO'nun
uzman heyetinin buraya gelerek inceleme yapması
gerekiyor. Oradaki tablonun bilimsel, akademik,
tarafsız bir şekilde ortaya koyması lazım. Biz bunu
defalarca açıkladık. Ne yerel yönetimler tek başına,
ne de merkezi hükümet tek başına Sur'a dair bir adım
atamaz. Bu konuda UNESCO'nun kriterleri var. asıl
muhatap alan yönetimidir. Alan yönetimi mutlak
suretle bu çalışmanın merkezinde olması gerekiyor.
Belediye olarak biz de ilçe belediyelerimizle,
kentteki sivil toplum örgütleriyle alan yönetimi
çatısı altında çalışmaların sürdürülmesinin en
doğrusu olduğuna inanıyoruz."
'SUR'UN DÜNYADA DENK
OLDUĞU TEK ŞEHİR KUDÜS'TÜR'
Sur'da 600'ün üzerinde bir kısmı sivil mimari, bir
kısmı da han, hamam, kilise, cami gibi tescil altına
alınmış yapılar olduğunu vurgulayan Anlı sunları
söyledi:
"Bu yapılara
hiç kimse dokunamaz. Bu yapıların bire bir aslına
uygun restore edilmesi, orjinal bir şekilde tekrar
ayağa kaldırılması lazım. Sur Toledo olabilir, ama
Toledo Sur olamaz. Biz hiç bir şehri Sur'la
kıyaslamıyoruz. Bu şehri birazcık bilen, bu şehrin
geçmişini, tarihini, arka planını birazcık bilenler,
dünyanın hiç bir şehriyle kıyaslayamaz. 7
binlik geçmişi olan bir şehirden bahsediyoruz. Bütün
dinler açısından kutsal olan, kutsal kitaplarda
geçen ve üzerinde bugün bile kazı yapıldığı zaman,
insanlık tarihinin yeniden yazabilecek bir şehirden
bahsediyoruz. Sur demek, Diyarbakır'ın kalbi, ruhu
demektir. Diyarbakır'ın özü
demektir. Kıyaslanabilecekse belki Kudüs'le
kıyaslanabilir. Yani Sur'un dünyada denk olduğu bir
şehir varsa o da Kudüs'tür."
Radikal, Haber: Ferit
Aslan - Ahmet Ün, 11.03.2016
|
"BU MİMARİYİ NASIL
SÜRDÜREBİLİRİZ?"
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi,
Malatya’nın Darende İlçesinde Balaban Mahallesi’nde
mimari çalışma yapıyor.
Türkiye’nin sayılı iyi
korunmuş kerpiç yerleşimlerinin bulunduğu Balaban
Mahallesinde İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi çalışma yapıyor. İstanbul Teknik
Üniversitesi ekibi, Balaban Mahallesi’nin tarihi
yerleşim dokusunu, sokaklarını ve kerpiç evlerini
inceleyerek, çizimler yapacak ve değerli kültür
mirasının korunabilmesi için bir proje geliştirecek.
Böylece Balaban’ın kerpiç mimarisinin daha fazla yok
olmadan yaşatılması, canlandırılması ve yöre
halkının da bundan yararlanması amaçlanıyor.
Çalışmalar hakkında bilgi
veren İstanbul Teknik Üniversitesi ekibi üyelerinden
Doç.Dr. Zeynep Eres, kerpiç mimarisi bakımından
Balaban Mahallesinin çok önemli bir yer olduğunu
belirtti. Eres, “Bilim insanları tarafından çok uzun
zamandır Balaban’ın önemli biliniyor. Ancak çok
ayrıntılı bir çalışma yapılmamış. Bu nedenle
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Restorasyon Programı Grubu olarak buraya geldik ve
yüksek lisans öğrencilerimizle bu kerpiç mimari
örneklerini inceleyeceğiz. Bu mimari geleneği nasıl
koruruz, nasıl yaşatırız, buranın halkı ile birlikte
bu mimariyi burada nasıl sürdürebiliriz bunun
üzerine bir proje çalışması hazırlayacağız. Bunun
için de bu alanda çok ayrıntılı belgeleme
çalışmaları yapıyoruz” şeklinde konuştu. Eres,
Darende Belediye Başkanı Dr. Süleyman Eser’in
davetlisi olarak Darende’ye geldiklerini ifade etti.
Eres, “Balaban’ın
kerpiç mimarisinin önemli olduğunu biliyorduk ancak
bu alanda çalışırken hem mimari veriler hem daha
önceden yapılmış tarihi araştırmaları hem de buranın
yaşlılarıyla yaptığımız görüşmelerde bu bölgenin
geçmişte çok farklı yaşam kurgusu olduğunu anladık.
Bu dar sokakların uçurumların başında birer kapı ile
kapatıldığını, geçmişte buranın ‘Kale Kent’ olduğunu
öğrendik. Şimdi çalışmalarımız kapsamında bunları
daha iyi ortaya çıkarmak ve bundan 50 sene, 100 sene
önce Balaban’da nasıl bir yaşam modeli vardı bunları
anlamaya çalışıyoruz. Düz damlı kerpiç evleri
günümüzde sürekli yaşatmak kolay değil. Çünkü her
sene kerpicin tamir edilmesi, sıva yapılması
gerekiyor. Bizim mimar olarak sosyal ve ekonomik
konularla ilgili çok fazla çözüm üretme gibi bir
şansımız yok. En azından mimar olarak bu düz dam
geleneğini nasıl yaşatabiliriz bunu çözümlemeye
çalışacağız. Balaban, turistik açıdan da değerli
olabilecek bir yer. Darende ile çevredeki diğer
yerleşimlerle birlikte bu alan turizm rotalarının
içine girebilirse Darende için çok iyi olur” diye
konuştu.
Malatya Haber, 10.03.2016
|
VAN'DA 2 BİN 700
RAKIMLI TEPEDE TARİHİ YAPI İZİ
Çaldıran'da 2 bin 700 rakımlı tepenin zirvesinde
kaleyi andıran bir yapı bulundu.
İran sınırındaki ilçenin
Yücelen Mahallesi'ne bağlı Çilli mezrasında bulunan
tepedeki yapı duvarları yıkılmış bir kaleyi
andırıyor.

Tepenin zirvesinde 5 metreyi
bulan yükseklikteki taş yığınlarının bulunduğu
alandan komşu ülkenin yanı sıra
Ağrı Dağı ve
çevredeki birçok yerleşim yeri görülüyor.
- "Havaların
ısınmasıyla bölgede araştırma yapılacak"
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu,
incelediği görsellerde kalıntıların, alt kısımdaki
temel izlerinden kale izlenimi verdiğini söyledi.

Alanın karla kaplı olması nedeniyle hangi döneme ait
olduğu konusunda net bir şey söylemenin şu an için
mümkün olmadığını dile getiren Çavuşoğlu, şöyle
devam etti:
"Yapı, topoğrafik yer
seçimi anlamında bölgede yoğunlukla görülen Erken
Demir Çağ kalelerini andırmaktadır. Temelin
üzerindeki duvar örgü tekniğinden Orta Çağ dönemine
de işaret etmektedir. Alanda harçsız biçimde
taşların üst üste konulmasıyla oluşturulan kule
tipli yükseltiler daha önce bölgede rastlamadığımız
bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kulelerden
birine çaput bağlanması ve alanda köylülerinde
ziyaret ettiği mezarların bulunuşu, alanın dinsel
bir boyutu olduğuna da işaret etmektedir."

Bölgede gerekli araştırmanın
yapılacağını belirten Çavuşoğlu, "Havaların
ısınmasıyla yapılacak bir bilimsel araştırmayla söz
konusu alanın işlevi konusunda bilgilere ulaşılması
mümkün olacaktır. Bu araştırmayla tarihi alanın
gizemi de çözülmüş olacaktır" dedi.
- Müzenin
envanterinde bulunmuyor
Müze Müdürü Erol
Uslu AA muhabirine, vatandaşların ellerindeki
görsellerle kendilerine ulaştığını anlattı. Böylesi
bir yapının kayıtlarında bulunmadığını dile getiren
Uslu, şöyle dedi: "Ekiplerimiz gerekli araştırmayı
yaptıktan sonra burada kayda değer bir yapı varsa
tescilleyip, kayıt altına alınması ve korunması
sağlayacaktır. Söz konusu yapının uydu
fotoğraflarını incelediğimizde bir kale görünümünde
olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Burada yapılacak
kapsamlı bir yüzey araştırması ile daha sağlıklı
bilgi paylaşımını kamuoyuyla paylaşırız. Mahalle
sakinlerimize duyarlılıklarından ötürü çok teşekkür
ederim."
- Vatandaşların
mesire alanı
Yücelen mahallesi
sakinlerinden Turgut Ay, bölgenin özellikle yaz
mevsiminde mesire alanı olarak kullanıldığını dile
getirdi.
Tepenin yüksekliği
nedeniyle bazı vatandaşların çıkarken zorlandığını
anlatan Ay, "Büyüklerimizden duyduğumuza göre burası
şehitlik mezarlığıymış. Yaz mevsiminde burada piknik
yapılıyor hatta bazı vatandaşlar burada dua ediyor.
Buranın araştırılmasını ve tarihinin ortaya
çıkarılmasını istiyoruz" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Özkan
Bilgin - Sadretin Kaya, 10.03.2016
|
BİZANS'IN
UNUTULMAYA YÜZ TUTMUŞ ANTİK KENTİ 'SATALA'
KEŞFEDİLECEK
Gümüşhane'nin Kelkit İlçesi'ndeki Roma İmparatorluğu
döneminde askeri karargah amacıyla kurulan Satala
Antik Kenti'nin keşfedilmesi amacıyla Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na yüzey araştırması başvurusu
yapıldı.
Tarihi kaynaklara göre, ilçe
merkezine 28 kilometre uzaklıkta bulunan ve Roma
İmparatorluğu döneminde 15. Lejyon Lego Apollinares
tarafından kurulan kent, antik dönemde garnizon
olarak kullanılmasının yanı sıra Anadolu ve
Kapadokya'dan Karadeniz'e geçen askeri yolların
birleştiği nokta görevini üstlendi.
ROMA'NIN STRATEJİK
KARAKOLU
Roma İmparatorluğu'nun
stratejik karakol olma görevini üstlenen kent,
tarihte Asur, Madekonya, Roma ve Bizans
medeniyetlerinin hakimiyetinde kaldı. Roma
İmparatorları Trajan ve Hodrian tarafından da
ziyaret edilen Satala antik kentine, 15. yüzyılda su
getirmek için 47 gözlü su kemeri inşa edilmesine
rağmen, bugün sadece 1 kemerin ayakta kaldığı
görülüyor.
Geniş bir alanı kapsadığı ön
görülen tarihi kent üzerinde sadece su kemerlerinin
görülmesine rağmen çıkarılan eserlerden kandiller,
yüzük taşları, armalar, testiler, madeni parça ve
paralar İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde, bronzdan
yapılmış Afrodit büstü ise Londra British Müzesi'nde
sergileniyor.
YÜZEY ARAŞTIRMASI
BAŞVURUSUNDA BULUNULDU
Kelkit Belediye
Başkanı Ünal Yılmaz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Arkeolojik Sit Alanı olarak koruma
altında bulunan Satala antik kentinde, bir süre önce
Necmettin Erbakan Üniversitesinden gelen
akademisyenler tarafından incelemede bulunulduğunu
söyledi.
Yılmaz, yapılan
incelemenin ardından Gümüşhane Valiliği, Kelkit
Belediyesi ve akademisyenler tarafından hazırlanan
rapor doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
yüzey araştırması başvurusunda bulunulduğunu ifade
etti.
Ajans Haber, 10.03.2016
|
MEVLANA MÜZESİ'NE
EK BİNA YAPILACAK

Türkiye'de Ayasofya ve Topkapı'dan sonra en çok
ziyaretçisi olan Mevlana Müzesine ek bina yapılması
için çalışma başlatılıyor.
Konya Büyükşehir Belediye
Başkanı Tahir Akyürek, Ayasofya ve Topkapı'dan
sonra en çok ziyaretçisi olan Mevlana Müzesi'ne
ek bina yapılarak daha çok yerli ve yabancı
turistin gelmesinin sağlanacağını söyledi.
Akyürek, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Mevlana
Türbesi'nin müze ve etrafındaki yapılarla
Türkiye'nin en önemli manevi merkezlerinden biri
olduğunu ifade etti.
Belediye olarak
yerli ve yabancı ziyaretçileri daha iyi
ağırlamak için çalışma başlatılacağını belirten
Akyürek, şöyle devam etti: "Mevlana Müzesi, yapı
olarak eski bir Mevlevi tekkesi ve aynı zamanda
Hazreti Mevlana'nın türbesi olduğu için çok
fazla ziyaretçi yoğunluğunu ve sergi alanı
olarak ihtiyacı karşılayacak durumda değil.
Başbakanımızın bilgisi dahilinde, Kültür ve
Turizm Bakanlığımızla yaptığımız
değerlendirmelerde Mevlana Müzesinde
sergilenebilecek, depolarda çok sayıda eser
olduğu da dikkate alınarak yeni bir müze yapma
kararı aldık. Mevlana Türbesi çevresinde projesi
de onaylanan bir çalışma başlattık" diye
konuştu.
-
"Depolarda bekletilen birçok eser günyüzüne
çıkacak"
Akyürek, yapılacak ek
binanın Mevlana Müzesi'nin mimarisine uygun
olacağına işaret ederek yeni binanın Selçuklu ve
Osmanlı döneminden izler taşıyacağını dile
getirdi.
Çalışmaların yıl
içerisinde başlayacağını aktaran Akyürek, "Hem
Mevlana Türbesi içinde yer sorunundan dolayı
sergilenmesinde sıkıntı çıkan eserlerin daha
rahat sergilenmesine imkan hazırlayacağız hem de
depolarda bekletilen birçok eserin günyüzüne
çıkmasını sağlayacağız" dedi.
- Çağdaş
müzecilik hizmeti verilecek
Yeni
binayla çağdaş müzecilik hizmeti verileceğini
vurgulayan Akyürek, şöyle devam etti:
"Projemizin Mevlana Müzesi'nin mimari
bütünlüğüne uygun olmasını istiyoruz. O mevkiye
baktığımız zaman, İstiklal Harbi Şehitleri
Abidesi ve Harp Malulü Gaziler Derneği
mekanına uygun olması gerektiğini düşünüyoruz.
Çevresinde yine tamamlanmak üzere olan İslam
Kültür Merkezi inşaatımız var. Bütün bunları
hesaplayarak türbe ve bu saydığım alanların
mimarisine uygun, çok güzel bir proje ortaya
çıktı. En önemlisi, bu teveccühe cevap
verebilecek ve ilgiyi kaldırabilecek bir mekan
oluşturuyoruz."
- Hedef
10 milyon ziyaretçi
Akyürek, yeni
yapılacak müze binasında sergi alanlarının yanı
sıra sosyal alanlar, dinlenme ve toplantı
mekanları bulunacağına işaret ederek şunları
kaydetti: "Konya'yı ve
kültürümüzü tanıtan hediyelik eşyaların
sergileneceği alanlar olacak. Böylece modern
müzecilik anlayışını, bu tarihi mekanımızın
kendine has ortamına da uyarlamış olacağız. Her
türlü ihtiyaca cevap verebilecek çağdaş
müzecilik anlayışına uygun, geleneksel mimari
tarzında çok güzel bir projeyi hayata
geçireceğiz. Mevlana Müzesinde ziyaretçi sayısı
hedefimizi 5 milyon olarak belirlemiştik. Şu
anda 2,5 milyon ziyaretçiyi yakalamış
durumdayız. Yapılacak yeni Konya Müzesi ve
Mevlana Müzesi ile 5 milyon hedefine ilk etapta
ulaşmayı, sonrasında ise bu sayıyı 10 milyona
çıkarmayı hedefliyoruz."
Merhaba Haber,
10.03.2016
|
TARİH CİNAYETİ DEVAM EDİYOR
Tarih cinayeti'
başlıklı 20 Kasım 2012 tarihli yazımıza "Kayaların
içinde binlerce boyalı kaya resimler bulunuyor" diye
başlamışız.
Yazı şöyle:
“Mıcır haline getirilen Ferdispat (seramik
hammaddesi) elde edilebilmesi için bir tarih yok
edilemez.
Bu yerlerin kurtarılması için Alman
bilim kadını Dr. Anneliese Peschlow-Bindokat ve
Kuşadası-Ekodost Grubu Sözcüsü Bahattin Sürücü ile
mücadele eden Arkeoloji ve Sanat dergisi editörü,
arkeolog Nezih Başgelen bir not gönderdi. Herkesin
dikkatle okuması gerekiyor:Beşparmak (Latmos)
Dağları eteğindeki Herakleia, Bafa Gölü’nün
kıyısında Batı Anadolu’nun en güzel antik
kentlerinden birisidir.

1974’ten bugüne kenti araştıran Alman bilim
kadını Dr. Anneliese Peschlow-Bindokat, 1990’lardan
günümüze bölgede yaptığı yüzey araştırmalarında
Beşparmak Dağları’nın çeşitli kesimlerinde
birbirinden ilginç kaya resimleri tespit etmiştir.
MÖ 6. bin–MÖ 5. binin ilk yarısına tarihlenen bu
kaya resimleri Yakındoğu arkeolojisinin son
dönemdeki en büyük keşiflerinden birisidir. En az
Göbeklitepe (Urfa) kadar önemli olan bu kaya
resimlerinde doğa, erkek-kadın birlikteliği, anne,
çocuk ve aile betimlerinin çoğunluğu dikkat
çekmektedir.
KİMLER ZARAR VERİYOR
Halen Beşparmak Dağları’nın kuzeyinde ve
çevresindeki faaliyette olan taşocakları ülkemizin
bu benzersiz peyzajını altüst etmeye başlamıştır.
Asıl vahim olan içinde oldukça önemli kaya
resimlerinin bulunduğu Bafa Gölü’nün doğu ve
kuzeydoğusundaki 8 bin 700 hektarlık alan içine
birçok yeni maden ocağı ruhsatının verilmesidir.
Bunların faaliyete geçmesiyle hektarlarca alandaki
tarihi ve doğal değerler yok olma tehlikesi ile
karşı karşıya kalacaktır.
Bugüne kadar bölgenin
tarihi ve doğal çevre değerlerine büyük zarar veren
bu taşocaklarının ise ülkemizin önde gelen Kale
Grubu, Eczacıbaşı, Polat Madencilik ve Bıçakçılar
gibi önde gelen kuruluşlarla bağlantılı oldukları
görülmektedir. Bugüne kadar kültür, sanat ve çevre
konularına yakın ilgileriyle tanıdığımız Bodur
ailesinin, Bülent Eczacıbaşı’nın ve Adnan Polat’ın
bu eşsiz kültür hazinesi, kaya resimleri ile yörenin
eşsiz peyzajının korunması konusunda ilgilerini
esirgememelerini ve duyarsız kalmamalarını
diliyoruz.
Bu eşsiz kültürel ve doğa mirasının
korunabilmesi için bölgede faaliyette olan
taşocaklarının bağlı olduğu kuruluşların
yetkilileri, bölgedeki sivil toplum örgütleri ve
devletin ilgili birimleriyle bir an önce bir araya
gelip ortak akıl çerçevesinde ivedilikle harekete
geçilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde henüz turizme
tam açılmamış, kültürü ve doğasıyla eşsiz özellikler
taşıyan ve pek çok yönden ‘açık hava müzesi’ olan bu
yörenin tüm özgün değerleri bir daha geri gelmeyecek
şekilde kaybolup gidecektir.”
Prof. Işık: ‘İdam cezası verilmeli’

Konuyu DHA Antalya muhabiri Mehmet Çınar dün
gündeme getirince, 3.5 yıl önce yazdığımız
‘vahşiliğin’ halen devam ettiğini anladık. Ne kadar
sorumsuz, tarih sevmez, rant peşinde koşan duyarsız
bir toplumuz... Antalya Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık,
Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği’nde (ANSİAD)
önceki gün ‘Çağlar Boyunca Anadolu’da Kadın’ konulu
toplantıda, Bafa Gölü’nün kenarında Latmos
Dağları’nda MÖ 6000’li yıllara kadar tarihlendirilen
kaya resimlerinin bulunduğu bu çok büyük alandaki
taşocaklarına izin verilmesine tepki göstermiş...
Patara kazılarında büyük emeği geçen Işık bakın
nasıl tepki göstermiş:
“Bu taşocaklarında çalışma
izni alanlar ‘sit, koruma alanı’ denilen o probleme
takılmamak için bu görünen kaya resimlerini
arapsabunuyla, süngerle ve zımparayla yok ediyor.
Bence bunlara kesinlikle idam cezası verilmeli”.
Benzer akıbete uğrayan İstanbul’a çok yakın
Yarımburgaz Mağarası'nı da unutmayın.
Herkes
bunları düşünürken yüzü kızarmalı, yüreği sızlamalı.
Bakanından müze müdürüne, buradan taş çıkarılmasına
izin verenden, doğayı tahrip eden taşçı ve
seramikçilere kadar... Sosyal medyada “Marmaray
kazılarında çıkan eserlere çanak-çömlek denirse
vatandaşın taşocağı yapmak için 6 bin yıllık kaya
resimlerini zımparalaması da” normal değil midir?
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 10.03.2016
|
HUBER KÖŞKÜ RESTORE EDİLİYOR
Cumhurbaşkanlığı tarafından kullanılan
Tarabya’daki Huber Köşkü ve Faytonhane’de
restorasyon çalışmaları başladı. Tarihi yapılar,
dış etkilerden korunması için baskılı
brandalarla kapatıldı.
Cumhurbaşkanlığı Tarabya Yerleşkesi içinde bulunan Huber Köşkü ve
Faytonhane restore ediliyor. Her iki yapının
restorasyon ihalesi 30 Haziran 2015’te, Çamlıca
Camisi’nin inşaatı ile Kabe’deki Osmanlı
revakları, Okçular Tekkesi, Ortaköy ve
Süleymaniye camilerinin restorasyonunu yapan
Güryapı’ya verildi. Büyükşehir Belediyesi
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün 17
Eylül 2015 tarih 89-90 No’lu inşaat ruhsatı
ile restorasyon çalışmalarına başlandı.
Restorasyon çalışmaları sırasında tarihi
yapılar, dış etkilerden korunması için geçici
çatı ile ve dış cepheden baskılı brandalarla
kapatıldı. Koruma Kurulu’nun onayladığı projeye
göre tarihi yapıların çürüyen parçalarıyla özgün
olmayan elemanları sökülüp, yeni elemanlarla
güçlendirilecek.
1985’TE
DEVREDİLDİ
Huber Köşkü, Tarabya
Koyu’nun güneyinde, Yeniköy-Tarabya yolu
üzerinde yer alıyor. Boğaz’a inen yamaçtaki
Cumhurbaşkanlığı’na ait arazide 64 bin
metrekarelik koru var. Huber Köşkü’nün de
bulunduğu Tarabya yerleşkesi, Atatürk’ün 1935’te
yaptırdığı Florya Deniz Köşkü’nün kullanılmaz
duruma gelip Milli Saraylar’a devredilmesinin
ardından 1985’te Cumhurbaşkanlığı’na tahsis
edilmişti.
D'ARONCO İMZASI
Cumhurbaşkanlığı tarafından kullanılan
Tarabya’daki Huber Köşkü ve Faytonhane’de
restorasyon çalışmaları başladı. Tarihi yapılar,
dış etkilerden korunması için baskılı
brandalarla kapatıldı.
Hürriyet, Haber:
Fatma Aksu, 10.03.2016
|
KÜLTÜR MİRASINI KORUMA REHBERİ
10. yılını kutlayan KÜMİD, UNESCO’nun 'Kültür
Mirasını Koruma El Kitapları'nı kendi imkanlarıyla
çevirilerini yaptı. Basım ve dağıtımını da ücretsiz
olarak üstlenen dernek UNESCO’dan logo kullanım
haklarının da iznini aldı. KÜMİD, UNESCO Genel
Merkezi ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun Türkçe
ortak yayını olan altı el kitabı; müzelerde
güvenlik, dini mirasın güvenliğinin sağlanması,
müzeler için afet risk yönetimi, koleksiyonların
belgelenmesi, yazma eserler ile depodaki
koleksiyonların bakımı ve elleçlenmesi gibi altı
farklı konuyu içeriyor.
Dernek bu ilkelerin benimsenip uygulanmasının,
koruma ve onarım faaliyetlerinden daha az maliyetli
ve daha etkili olduğunu düşünüyor. Dernekten şu
açıklama yapıldı: "10 yıl önce günümüzde sayısı 34
kişiye ulaşan dostlarla birlikte Kültürel Mirasın
Dostları Derneği’ni (KÜMİD) kurduk. KÜMİD’in
kuruluşu barış döneminde, olası riskler ile silahlı
çatışmalar öncesinde, sırasında ve sonrasında
ülkemizdeki ve yurt dışındaki kültür mirasını
korumak amacıyla çıktığımız uzun yolun ilk adımıydı.
10 yıl içinde yürüttüğümüz her proje, katıldığımız
veya düzenlediğimiz her etkinlik bu uzun yolda
attığımız birer adımdı. Bu adımlarla, kültür
mirasını koruma ve onarım alanında kaynak yaratma ve
farkındalık oluşturma çalışmalarına odaklandık. Her
adımımızda bize destek olan ve birlikte adım
attığımız tüm uzmanlara, kişi ve kuruluşlara
teşekkürlerimizi sunarız."
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 09.03.2016
|
BURSA'DAKİ TARİHİ BİZANS ÇEŞMESİ ZAMANA DİRENİYOR

Bursa'nın İznik İlçesi'ne bağlı Göllüce
Köyü'nde geç
Bizans dönemine ait çeşme zamana karşı direniyor.
Kerpiç bir evin dış duvarında bulunan Bizans dönemi
çeşmeden bugün su akmasa da köye gelen yerli ve
yabancı turistlerin hayli ilgisini çekiyor.
Kerpiç evin dış duvarına sonradan parçalar halinde
monte edilen Bizans çeşmesi, ne zaman ve kim
tarafından buraya getirildiği bilinmiyor.
Göllüce Köyü Muhtarı Hasan Ayar, "Tarihi Bizans
yapımı çeşme İznik Müze Müdürlüğü'nden uzman
arkeologlarca incelendi. Elde edilen bilgileri bir
dosya halinde Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne
restorasyonu için sunduk. Ardından kendileri de
gelip çeşmeyi gördü. 2016 yılı içerisinde buranın
restore edileceğinin sözünü verdiler" dedi.
Tarihi Bizans çeşmesinin her iki yanında 2'şer adet
çiçek desenli sütun yer alıyor. Suyun aktığı yalak
olarak da tabir edilen mermer bölümün önünde ise
yine o döneme ait yazıt bulunuyor.
Bursa
Hakimiyet, 09.03.2016 |
DUVARDA 5 ASIRLIK GÜNEŞ SAATİ

Manisa'da kubbe ve minarelerinden, şifalı
olduğuna inanılan mesir macunu saçılan tarihi
Sultan Cami, batı yakasında bulunan 5 asırlık
güneş saatiyle de dikkat çekiyor.
500 yıl önce zamanı anlatan saat, bugün
üzerindeki demir çubukların kaybolmasından
dolayı işlevini yitirirken, tarihçiler kültüre
sahip çıkılarak bu saatin yeniden işler hale
gelmesini istedi.
Manisa'nın simge
yapılarından yaklaşık 500 yıllık Sultan
Camisi'nin duvarında yer alan güneş saati ilgi
odağı oluyor. Mermerden yapılan ve caminin batı
yakasında yer alan güneş saatinin üstünde Arapça
sayılar ve çizgiler yer alıyor. Bundan 500 yıl
önce şehrin saatinin buradan belirlendiğini
anlatan cami imamı Cemil Tombak, tarihi camiyi
gezmeye gelenlerin caminin batı yakasında
bulunan mermer taşın bir saat olduğuna
inanamadıklarını söyledi. Ziyaretçilerin ilgiyle
saati incelediğini anlatan Tombak, 500 yıl önce
kentte zamanın bu camiden belirlendiğini ancak
bugün üzerindeki demirlerin kaybolmasından
dolayı çalışmadığını ifade etti. Tombak,
"Manisa'da sadece bu camide var. Vatandaş namaz
saatlerini buradan tayin ediyordu. Demir çubuğun
gölgesi hangi rakamın üzerine vuruyorsa saat
öyle belirleniyordu. Osmanlı'nın son döneminde
burası saat ve takvim hesaplamaları yapılan bir
yerdi. Caminin yapılışından itibaren zaman tayin
edici bir özelliği var. O zamanlar kimsenin
saati yoktu. Arapça rakamlar ve çizgiler yer
alıyor. O günden bu güne kadar duruyor. Ziyaret
edenler tarafından büyük ilgi çekiyor" dedi.
'SAAT İŞLER HALE GETİRİLMELİ'
Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yeşil de, kültürel
mirasa sahip çıkılarak saatin işler hale
getirilmesi gerektiğini söyledi. Yeşil, "Bu
dilimler bir ölçü olduğu için bunları
yönlendirecek bir çubuk olması gerekiyor. Bu
saatin üzerindeki çubuklar düşmüş, ancak restore
edilmemiş. Çizgilerin ne anlama geldiği çok da
bilinmiyor. Bu bir eksiktir. Güneşin gelişinden
gölgenin nereye düştüğünü gören imam saati
bilirdi. Bu güneş saatinin bu günde çalışıyor
hale gelmesi gerekiyor. Tarih mirasına sahip
çıkmalıyız. Çalışmaması için hiçbir sebep yok.
Kopan parçanın yerine konmasıyla 500 yıl önce
yapılmış bir eseri koruyabiliriz" diye konuştu.
Doğan Haber Ajansı, Haber: Nermin Uçtu,
09.03.2016
|
YENİ NESİLLER EĞİTİM TARİHİNİ MÜZEDE ÖĞRENECEK
Cumhuriyet öncesi yıllardan başlayarak eğitim
olanakları ile teknolojilerini tanıtan İzmir
Cumhuriyet Eğitim Müzesi, 2017 yılından
itibaren yeniden ziyaretçilerine kapılarını açacak.
İzmir Valisi
Mustafa Toprak, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, yapımı 1900'lü yılların başına
tarihlenen müze binasının önce köşk, sonra okul
olarak kullanıldığını anlattı.
Eğitim kültürünün
önemli bir mirası olarak gördükleri binayı aslına
uygun restore ederek yeniden ziyarete açmayı
hedeflediklerini vurgulayan Toprak, "İmkansızlıklar
içinde başlayan eğitim hayatımızı, gençleri
yetiştirmekte kullanılan materyali sergilemek
istiyoruz ki bugün güzel medeniyet değerlerimize
sahip çıkalım" dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Efsun
Yılmaz, Fotoğraf: Emin Mengüarslan, 09.03.2016
|
 |
TARİHİ MESCİDE
YAKIŞMAYAN GÖRÜNTÜLER
Tarihi
Kapalıçarşı’nın (bedesten) batı duvarına bitişik
olan ve kitabesinde 1870-71 yılında Hilmi Paşa
tarafından tamir ve ihya edildiği belirtilen
Mescit’te vakit ve Cuma namazları kılınıyor.
Kapalıçarşı’nın bir
kapısı kapatılarak yapıldığı sanılan
mescidin küçük
ve sembolik minaresini tamamen örten, bitişikteki
bıçakçıların çatısında da yer alan bu mezbeleliğin
bir an önce kaldırılması gerekiyor.
Kayseri Gündem, Haber ve
Fotoğraf: Rıfat Yörük, 09.03.2016
|
Mezar taşında kemiklerini oynatanı
lanetleyen William Shakespeare'in
1616'dan beri dokunulmayan mezarı,
bilimsel araştırma amacıyla açılıp,
inceleniyor
İngiliz belgesel kanalı Channel 4,
yazar William Shakespeare'in mezarını
açtı. Daily Telegraph gazetesinin
haberine göre; yazarın mezar taşında
bulunan ve senelerce araştırmacıların
uzak durmasını sağlayan lanete rağmen
Channel 4 kanalı bu riski aldı. Ünlü
yazarın mezarı, ölümünün 400'üncü yılı
olması münasebetiyle açılarak
incelemeler başlatıldı. Araştırmanın
amacı ise Shakespeare'nin hayatında
bilinmeyen sırlara ulaşmak. Ancak mezar
taşındaki lanet halen İngiliz halkını
korkutmaya devam ediyor. Mezar taşındaki
yazıda, "Taşlara dokunmayan adam
kutsansın, ama kemiklerimi oynatana
lanet olsun" yazıyor. Holy Trinity
Kilisesi'nde bulunan mezardaki
kemiklerin taraması yapılacak. 1616'dan
beri dokunulmayan mezarda yapılacak
inceleme sayesinde araştırmacıların
Shakespeare'in hayatı ve ailesi hakkında
daha fazla bilgi edineceği ve mezarda
cesetle birlikte gömülmüş olabilecek
eşyaların da bulunabileceği açıklandı.
Taramalar sonucunda Shakespeare'in
herhangi bir akrabasıyla gömülmüş olup
olmadığı da belirlenecek. Yazarın daha
önce eşi Ann Hathaway, kızı Suzanna ve
başka akrabalarıyla gömüldüğü iddia
edilmişti. Mezarın bulunduğu kilisenin
sözcülüğünden yapılan açıklamada,
"Mezarın taranması için onay verdik.
Holy Trinity Kilisesi dahilindeki
herhangi bir araştırma ya da soruşturma
sadece kilisenin izniyle mümkün
olabilir" ifadelerin yer verildi.
Sabah, 09.03.2016
|
HZ. MUHAMMED'İN
KATİBİNİN MEZARI TÜRKİYE'DE BULUNDU
İslam döneminin en önemli mühürleri Şanlıurfa’nın
Beykapısı Mahallesin'deki bir evin bahçesinde
bulundu. Yaklaşık bin 210 yıllık mezarın sahabe
yakınlarına ait olduğu tahmin ediliyor.
Kültürel Mirası Koruma
Derneği Başkanı Mimar Uğur Beyazgül ve Prof.Dr.
Kasım Şulul’un birlikte yürüttüğü çalışmada, bin
210 yıllık olduğu tahmin edilen mezar taşının
üzerinde “Korunmuş Ruha şehrinde hicri 190
yılının Cemaziyelahir ayında Allah ona Kur’an
okuyan ve rahmet duasında bulunana rahmet etsin”
Arapça yazısının bulunduğu belirtildi.
Kültürel Mirası
Koruma Derneği Başkanı Mimar Uğur Beyazgül ve
Prof.Dr. Kasım Şulul, konuyu Kültür Bakanlığına
bildirdiklerini ve Şanlıurfa Müzesinin konuyla
ilgili çalışmalar başlattığını ifade etti.
Konunun bilim adamları
tarafından daha detaylı incelenerek ulusal ve
uluslararası bir nitelik kazanması bekleniyor.
Mezar taşı ve kitabenin bulunduğu yerde
Peygamber Efendimizin (S.A.V.) vahiy
katiplerinden Hanzala El-Katib’in de burada
defnedildiği tahmin ediliyor.
Konuyla ilgili bir
açıklama yapan Prof.Dr. Kasım Şulul, “Korunmuş
Ruha şehrinde hicri 190 yılının Cemaziyelahir
ayında Allah ona (Kur’an) okuyan ve rahmet
duasında bulunana rahmet etsin” yazdığını ifade
ederek, “Kitabeye konu olan zatın erkek olduğu
ve hicretin 190. yılının Cemaziyelahir ayında
vefat ettiği bildirilmektedir ki miladi
karşılığı Nisan 806’dır. Danıştığımız hattalar
Mustafa Kaçar, Mehmet Memiş, Ömer Sabuncu ve
diğerleri kitabenin özelliklerini inceledikten
sonra şu sonucu tarafımıza iletmişlerdir.
Kitabenin konusu olan zatın vefat tarihi ile
kitabenin yazılış tarihi farklıdır. Kitabesi
yazılan kişi Cemaziyelahir 190 yani Nisan 806’da
vefat etmiş, kabri 11. veya 12. yüzyılda restore
edilirken bu kitabe yazılmıştır. Kitabe celi
sülüs, yazı Rumi tezyin.
Bu tarz yazılar da
miladi 11. ve 12. yüzyıla tarihleniyor. Şöyle ki
Kur’an-ı Kerim’e ilk hareke konulması
Ebü’l-Esved Ed-Düeli tarafından, harflerin
noktalanması işi Ed-Düeli’nin talebesi Nasr B.
Asım ya da Yahya B. Ya‘mer tarafından, hemze ve
teşdid gibi diğer noktalamalar Halil B. Ahmed
tarafından yapılmıştır. Sülüs yazının en erken
örnekleri İbn Bevvab tarafından yazılmıştı.
Abbasilerin ilk dönemlerinde sülüs yazı çeşidi
gelişmiş değildi ve noktalama böyle değildi. En
erken Mushaf sayfalarında Kufi yazı çeşidine
rastlamaktayız. Kitabedeki celi sülüs harf
karakterleri ve Rumi tezyin Selçuklu dönemini
çağrıştırmaktadır. Rumi motif Selçuklu dönemi
ile Osmanlı’nın ilk döneminde var. Yazının 11 ya
da 12. yüzyıl Selçuklu dönemine ait olması
kuvvetle muhtemeldir” ifadelerini kullandı.
İHA, 08.03.2016
|
SELİMİYE CAMİSİ RESTORE EDİLECEK
Vakıflar Edirne Bölge Müdürü Osman Güneren, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO Dünya Kültürel
Miras Listesi'nde yer alan Selimiye Camisi'nde
restorasyonun çalışmalarına proje
anlamında 3 yıl önce başlandığını anlattı.
Rölöve projesinin
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca
onaylandığını belirten Güneren, restitüsyon ve
restorasyon projelerinin de yüzde 80 tamamlandığını
söyledi.
"Çalışmalar
yıl sonunda başlayacak"
Restorasyon
kapsamında, zeminin ve elektrik tesisatı, ısıtma ve
soğutma tertibatının elden geçirileceğini ifade eden
Güneren, "İnceleme sonucunda camide statik açıdan
bir sorun olmadığını gördük, bu sevindirici.
Restorasyon projesinin kurul tarafından da
onaylanması sonrası çalışmalara yıl sonunda
başlamayı planlıyoruz" dedi.
Çevresel ve
meteorolojik etkiler nedeniyle minarelerde
bozulmalar tespit edildiğini vurgulayan Güneren, bu
nedenle restorasyona minarelerden başlanacağını
kaydetti.
Güneren, restorasyon
döneminde caminin hem ziyarete hem ibadete açık
olacağını sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı,
Haber: Salih Baran, 08.03.2016
|
TARİHİ SÜTUN YUVASI KALDI
Ankara’nın simgelerinden tarihi ‘Jülian Sütunu’
ile bütünleşen leylek yuvası ortadan kayboldu.
Leylek yuvasını görüp, fotoğraflamak için Ulus’a
gelenler, tarihi sütunun üzerini boş görünce
şaşkınlıklarını gizleyemiyor.
Halk arasında
‘Belkıs Minaresi’ olarak da bilinen Ankara’nın
simgelerinden Ulus’taki tarihi Jülian Sütunu’nun
üstündeki leylek yuvası ortadan kayboldu. Roma
İmparatoru Jülian’ın Ankara’ya ziyareti onuruna
362 yılında dikilen, 15 metre yüksekliğindeki
Jülian Sütunu ile bütünleşen leylek yuvası, uzun
yıllar varlığını sürdürdü. Başkent’teki
leyleklere yuva olan sütun, 1934 yılında Ulus
Meydanı Taşhan’ın yanındaki yerinden
kaldırılarak,
Ankara Valiliği önündeki yerine taşındı.
Yuva, tarihi sütunun hem taşınması hem de 2001
yılındaki restorasyonu sırasında özenle korundu.
Jülian Sütunu ile birlikte yıllarca Ankara’yı
simgeleyen posta pulları ile kartpostallarda yer
alan leylek yuvası, yerli ve yabancı turistlerin
de ilgisini çekti. Ancak, Ankara’daki beslenme
alanları daralan leylekler, artık Jülian
Sütunu’nda konaklamıyor. Üreme ve göç için
besinlere sahip olan yaşam alanları azalan
leylekler, kent merkezinden uzak farklı yerlerde
konaklamaya başladı. Leylek yuvasını görüp,
fotoğraflamak için Ulus’a gidenler, sütunun
üzerini boş görünce şaşkınlıklarını
gizleyemiyor. Ankara Valiliği ve Büyükşehir
Belediyesi’nin akıbeti hakkında bilgi vermediği
yuvaya ne olduğunu kimse bilmiyor.
BETONLAŞMAYLA POPÜLASYON AZALDI
Ankara’daki yoğun
yapılaşma nedeniyle leyleklerin beslenme
alanlarının daraldığına dikkat çeken Kuş
Gözlemcisi Fikret Can, şöyle konuştu: “Trabzon
ve Artvin hariç Türkiye’nin her yerinde
leylekler ürüyor. Ankara ise en yoğun oldukları
bölgelerimizden. Ancak son dönemde genel bir
sıkıntı var. 4 yavrusu olan bir leylek ailesini
ele alırsak, bir leylek her gün yuvaya 3
kilogram et götürmek zorunda. Göçe yetişmeleri
için hızlı beslenmeleri şart. Beslenme için yuva
etrafındaki 500 metrelik alanı kullanırlar.
Ankara’da yapılaşma ile birlikte bu alanlar
kayboldu. Betonlaşmayı göz önünde bulundurursak
Ulus’taki bir leylek nerede balık, kurbağa,
yılan, yengeç ya da fare bulacak. Beslenme
alanları git gide azalıyor. Leylekler, kendi
topraklarına çok sadıklar. Yuvalarıyla birkaç
sene idare edebilirler ama yemek bulamazlarsa
yuvayı terk edebiliyorlar. Ankara’da leylekler
için sadece Mogan ve Eymir göllerinde hayat
kaldı. O mesafeye gitmeleri de çok zor. Besin
sıkıntısının dışındaki etkenlerden biri de yine
betonlaşmaya bağlı olarak hayvanlar için riskli
olan elektrik kabloları. Elektrik çarpmasından
dolayı eşlerden biri ölürse, diğer eş yuvayı
terk edebilir. Ankara’da, leylek popülasyonu bu
yüzden azalmış olabilir.”
YAŞAM
ALANLARI TAHRİP EDİLDİ
Tarihi Jülian
Sütunu’nun bir benzerini, üstündeki leylek
yuvası ile birlikte
Yenimahalle’de yaptırdıkları Ankara
Konağı’nın girişine yerleştiren Ankara Kulübü
Derneği Genel Başkanı Metin Özaslan da, tarihi
sütunun üzerindeki leylek yuvasının
kaybolmasını, leylek popülasyonundaki düşüşten
kaynaklandığını kaydetti. Özaslan, şu ifadeleri
kullandı: “Jülian Sütunu, leylek yuvasından ayrı
düşünülemez. O güzelim hayvana ait yuva, anıt
ile birlikte kuşaklardır Ankara’nın sembolü
durumundaydı. Biz de ‘Yaptırdığımız anıtın
üzerine yapay yuva ve leylek figürü yerleştirmek
yerine oraya bir yuva koyalım, gelsin leylekler
yaşasın’ dedik. Ama leylekler aramızdan ayrıldı.
Onlar için en önemli beslenme alanı Atatürk
Orman Çiftliği havzasıydı. Sulak ve bataklık bir
alandı. Beslenmeleri için gerekli hayvanlar
yetişiyordu. Maalesef oraların katledilmesi ve
mezbelelik hale getirilmesi leyleklerin yaşam
alanlarını daralttı. Leylekleri kaybettik. Daha
da vahimi, bu durumun şehri yönetenlerin umrunda
olmaması.”
Hürriyet, Haber: Sedat Cenikli,
08.03.2016
|
"EMEK SİNEMASI'NA GİTMEMEK İÇİN 11 SEBEP"
Emek Bizim, İstanbul Bizim İnisiyatifi, tarihi Emek
Sineması yıkılarak yerine yapılan AVM’yi ve içindeki
sinemaları boykot etmek için 11 sebeplik bir liste
hazırladı.
İnisiyatifin 11 maddesi şöyle:
"1. Emek Sineması’nın kapısı sokağa
açılır, yani Yeşilçam Sokağı’na. Çakma Emek
Sineması’na ulaşmak içinse önce çantanızı bırakıp
güvenlikten geçerek Grand Pera adlı alışveriş
merkezinin yürüyen merdivenlerine dizilecek ya da
daha beteri, asansöre tıkışacaksınız.
2. Grand Pera AVM’nin en üst katına
çıktığınızda karşınıza çıkacak sinema salonu, tıpkı
yanı başındaki Demirören AVM gibi ‘tarihiymiş gibi
yapan’ bir kopya olacak. Emek Sineması iddia
edildiğinin aksine ‘taşınmadı’, restore de edilmedi.
Tavan ve duvar süslemeleri sökülerek, yerine yapılan
AVM’nin en üst katındaki bir salonun içine monte
edildi.
Koruma uzmanı
Prof.Dr. Cevat Erder
projeyi şöyle değerlendirmişti: “Korkunç bir
ucubeyle karşı karşıyayız. Kolunu koparıp kulağına
sokuyorsunuz, ayağını kesip ağzına sokuyorsunuz”.
Özetle Kamer İnşaat “para etmeyen, kirli, yağlı”
Emek Sineması’nı önce yıktı, şimdi de yıktığını bize
nostalji konseptiyle yeniden satmaya çalışıyor.
“Büyük oyun”u görün arkadaşlar!
3. Yusuf Atılgan’ın “sinemadan çıkmış
insan” tarifini hatırlayın, gördüğü film ona bir
şeyler yapmış, sokaktaki insanlarda benzer bir duygu
hali aramıştı... Çakma Emek Sineması’ndan
çıktığınızdaysa kendinizi alışveriş dünyasının
içinde tutsak bulacaksınız. Sokakta yakınlık
arayacağınız insanlar bile olmayacak orada, “food
lounge” konseptindeki gastronomi katında anlamsız
fiyatlarla karnını doyuranlarla karşılaşacak, alt
katlardaysa mağaza vitrinlerine boş boş bakarken
bulacaksınız kendinizi.
4. Grand Pera AVM’den kendinizi dışarı
atmayı başardığınızda bu sefer Emek’i yıkan
zihniyetin - ve sermayenin - diğer ürünleri çıkacak
karşınıza: kaçak katlarıyla Demirören AVM ve zincir
kıyafet mağazaları... Bizzat Emek’i yıkan Kamer
İnşaat’ın polis zoruyla tahliye ettiği İnci’de
profiterol yemek varken “Niye bu ışıklı vitrinler
arasına sıkışıp kaldık ki şimdi” sorusundan
kurtulmanız o kadar kolay olmayacak. Sonra yok
Beyoğlu nostaljisi, yok bilmem ne...

5. Grand Pera AVM’de karşılaşacağınız
tek kopya Emek Sineması’nınki olmayacak. Kamer
İnşaat iftiharla sunar: Madame Tussaud’s Müzesi.
Emek Sineması’nın tavan ve duvar süslemeleri, yok
olmuş bir tarihi hatırlatmak için yeterli değilse,
sizi bu balmumu heykel müzesine alalım. Belki de
devlet büyüklerimizle bir fotoğraf çektirmek
istersiniz.
6. Olur da yangın çıkarsa kendinizi bu
sefer bir korku filminin içinde bulmanız mümkün.
Mimarlar ve şehir plancılarının çokça uyardığı
üzere, İstiklal’in dar sokaklarına bakan Grand
Pera’nın yangın çıkışları da oldukça dar. Mimar
Mücella Yapıcı, yangın durumunda binada
yaşanabilecek tahliye sorunlarını şöyle anlatmıştı:
"Mimari projede, birer metrelik
koridorlarla açılan üç tane yangın merdiveni
görülüyor. 23 bin 466 metrekarelik bodrum katı, çok
yoğun bir kullanım alanı olarak hizmet verecek. Bu
alanda meydana gelebilecek bir yangın ya da deprem
durumunda tahliyeleri sadece bu yangın merdivenleri
sağlayacak.” Allah muhafaza…
7. Grand Pera’da sırf dükkan ve eğlence
mekanları yok kuşkusuz, sinema endüstrisi de
unutulmamış. Kaçak Emek’in katında sekiz adet “en
yüksek teknolojik donanıma sahip” sinema salonu daha
inşa edilmiş. Şirket, bu salonlarda “gişe
filmlerinin yanı sıra festival filmlerine de mekan
sağlacaklarını” iddia ediyor reklamlarında. Peki bu
hiper teknolojik salonlarda Erden Kıral’ın ya da
Costa-Gavras’ın filmlerinin gösterilme şansı nedir
sizce? Ya bir Gezi belgeselinin? Peki büyük
sermayeye ait olmayan sinemaların bile korkudan
gösteremediği Kürt belgesellerinin..?

8. Eğer kent hukuku işleseydi, Emek
yıkılamayacak ve yerine 30 metrelik cüssesiyle
(yaklaşık 10 katlı bir bina yüksekliğinde)
Serkildoryan’ın arkasında devekuşu gibi gizlenmeye
çalışan bu alışveriş merkezi yapılamayacaktı.
Süreçteki hukuksuzlukları saymakla bitmez.
2006'da sinema, Sulukule ve
Tarlabaşı'nın yıkılmasını mümkün kılan yasayla
'Yenileme Alanı' ilan edildi ve bu yasa kapsamında
oluşturulan 'Yenileme Kurulu'nun insafına bırakıldı.
Projeye karşı Mimarlar Odası'nın açtığı, hala devam
eden davada bilirkişilerin dayanağı teknik raporu
hazırlayan iki akademisyenden biri aynı zamanda
projenin danışmanıydı! Üç bilirkişiden ikisi yıkım
projesini onaylamamasına rağmen binanın yıkılması
engellenemedi. Yenileme Kurulu 2014'te bu sefer Emek
Sineması'nın yıkımının projeye uygun yapılmadığı,
Serkildoryan ve Melek Apartmanı'nda da çatlaklar
oluştuğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.
Hatırlayalım, şirket binaları 25 yıllığına eski
Emekli Sandığı’ndan kiralamıştı, yani burası kamuya
ait. Kısacası kent hukukunu, koruma kanunlarını
delip geçerek inşa edilen bir AVM'den bahsediyoruz.
9. Grand Pera kamuya yani bize ait olan
tarihi, mimari ve kültürel bir mirasın sermaye
tarafından gasp edilmesinden başka nedir ki? Yırca
köylüleri “Emek bizim zeytinimizdir” demişlerdi.
Evet, Emek bizim için zeytinlik gibi, Artvinlilerin
sahip çıktığı Cerattepe gibi, HES projelerine kurban
edilmek istenen vadide akan dere gibi, en çok da
Gezi Parkı gibi. Hepimizin ortak geçmişi, ortak
geleceği… Yani hepimize ait, tapusu bizde!
10. Emek’i yıkmak ve yerine bu AVM’yi
dikmek için yaptıkları zorbalıkları da hiç
unutmayın, 2010’dan beri sokakta adım adım
verdiğimiz mücadeleyi de...7 Nisan 2013’ü
hatırlayın: O gün yaşadıkları kent ve sinemalarının
geleceği konusunda söz hakkı isteyen insanları gaza
boğdular. Costa Gavras da oradaydı, Serra Yılmaz da,
Erden Kıral da… Hepimiz oradaydık. Grand Pera bir
‘kültür merkezi’ olacakmış... O kültürü var eden
insanların iradesini hiçe sayan, şiddetle bastıran
bir zihniyetten nasıl bir kültür merkezi çıkar
sizce?
11. Arkadaşlar, bugünlerde kendinizi
yalnız, güçsüz, belki çokça çaresiz hissediyor
olabilirsiniz. Fakat “Bu daha başlangıç!”
Hatırlayın, bu sloganı ilk defa bir Emek eyleminde
atmıştınız. Dolayısıyla mücadeleye devam: Yeşilçam
Sokak’ta yükselen Grand Pera adlı AVM yıkılıp, Emek
Sineması tekrar sokağa açılana kadar o güzel
perdelerini açmayacak bizim için!"
Bianet,
Haber: Nilay Vardar, 08.03.2016
|
TARİHİ TAŞ KÖPRÜYE SPREY BOYAYLA YAZI YAZDILAR
Adana’da Roma
İmparatorluğu döneminde 384 yılında İmparator
Hadrian tarafından, mimar Auxentius’a inşa
ettirilerek ‘Justinian Köprüsü’ adı verilen, zamanla
Taşköprü adını alan tarihi köprüye kimliği belirsiz
kişiler tarafından yazılar yazıldı.
Sprey boyayla
yazılan yazıları gören vatandaşlar tepki gösterdi.
Adana’nın simgelerinden olan, üzerinden hala ulaşım
sağlanabilen dünyadaki en eski köprülerden biri olan
1632 yıllık Taşköprü, 2006 yılında Karayolları Genel
Müdürlüğü tarafından restore edilerek, taşıtlara
yasaklanıp sadece yaya ve bisiklet trafiğine açıldı.
Seyhan Nehri’nin üzerine inşa edilen, yerli ve
yabancı turistlerin görmeden kentten ayrılmadığı
tarihi köprüye sprey boyalarla yazılan yazıları
görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor. İç ve dış
taraflarına aralarında Kuran’ı Kerim’den ayetlerin
de bulunduğu çeşitli renklerdeki yazıları kimlerin
yazdığı ise bilinmiyor.
‘Tarihi köprüye yazı
yazılır mı?’
Dünyanın halen şehir
içi trafikte kullanılan en eski köprüsü olma
özelliğini de taşıyan Taşköprü’de sprey boya ile
yazıldığı tahmin edilen yazılardan bazılarının, yine
aynı renk boyalar ile üzerinin boyanmak istendiği
görülüyor. Yazılara tepki gösteren vatandaşlardan
Ramazan Tahir, yazı yazan kişilerin köprünün tarihi
konusunda bilgisinin olduğunu sanmadığını
belirterek, “Yazık günah, tarihi köprüye yazı
yazılır mı? Yazılarda ne demek istiyor bilmiyorum.
Her gün buradan yürüyerek geçiyoruz. Şehrin farklı
noktalarında da böyle sprey boyalarla yazılar
yazılıyor. Üzülüyoruz böyle bir şey yapılmış
olmasına” diye tepkisini gösterdi.

Adana’nın simgesi
olarak kabul edilen ve aslen 21 gözlü olan Taşköprü,
Seyhan Nehri’nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak
altında kalmasıyla 14 gözlü olarak hizmet veriyor.
8.7 metre genişliğinde, 291 metre uzunluğunda olan
Taşköprü, 2013’te Uluslararası Associated Press (AP)
Haber Ajansı tarafından da haber yapıldı. ‘Dünyanın
en eski köprüsü’ başlığıyla verilen haberde, Roma
İmparatorluğu döneminde 384 yılında yapılan
Taşköprü’nün çeşitli zamanlarda çekilmiş 10
fotoğrafına yer verilerek Taşköprü’nün dünyada hala
kullanılabilen en eski köprü olduğu vurgulanırken,
teknik özellikleri hakkında da açıklamalar yer aldı.
Sabancı Camii’nin görkemli manzarası önündeki
Taşköprü’nün Roma İmparatorluğu döneminde İmparator
Hadrian tarafından, mimar Auxentius’a inşa
ettirildiği ve ‘Justinian Köprüsü’ adı verildiği
kaydedilen haberde 2006 yılına kadar motorlu
araçlara da açık olan köprünün, onarıldıktan sonra
sadece yaya ve bisiklet geçişine açıldığı bilgisi
verildi.
Dooğan Haber Ajansı, Fotoğraflar:
arkeolojihaber.net, 08.03.2016
|
DONMUŞ BUZUL ÇAĞI ASLANLARINI KLONLAMAYI
DENEYECEKLER
Güney Koreli ve Rus bilim insanları, Buz Devri’nden
kalan aslan yavrularını donmuş DNA’ları kullanarak
klonlamayı deneyeceklerini açıkladı. Denemede,
Rusya’nın Sakha bölgesindeki düşük sıcaklıklar
yüzünden bozulmadan bulunan 12 bin yıllık aslan
yavrularının vücutlarından alınacak DNA’lar
kullanılacak.
Araştırmacılar iki yavru aslanın vücudunda
yaşayan bir doku bulabilmeyi, böylece elde
edecekleri DNA’ları kullanarak söz konusu klonlamayı
başarabileceklerini umuyorlar. Çalışma için yavru
aslanlardan birinin dokusu incelencek, diğer yavru
ise Mamut Müzesi koleksiyonune konulacak.

Yahoo’da yer alan habere göre çalışmada Kuzey
Doğu Rusya Üniversitesi’nin Moleküler Paleontoloji
bölümündeki Güney Koreli ve Rus bilim insanları yer
alacak.
Araştırmacılar tarafından ‘sansasyonel bir buluş’
olarak değerlendirilen, neredeyse ‘mükemmel’ durumda
bulunan iki yavru aslan üzerinde yapılacak bu
çalışma, nesli tükenmiş hayvanları geri getirebilme
ihtimalini de beraberinde getiriyor.
Bilim insanları, iki yavru aslanın bulunduğu
mağaraya giderek, aynı aileden daha büyük
hayvanların kalıntılarının bulunup bulunmadığına
araştıracaklarını açıkladı. Projede yer alan
araştırmacılardan bir tanesinin hali hazırda bir
klonlama projesi üzerinde çalıştığı bildirildi.
Radikal, 08.03.2016
|
SAKİN ŞEHİR TARİHİ KONAKLARIYLA İLGİ ÇEKİYOR

Merkezi İtalya'da bulunan sakin
şehirler ağına (Cittaslow) üye
Sakarya'nın Taraklı İlçesi, Osmanlı
ahşap mimarisinin özgün örnekleri, bozulmamış tarihi
dokusu, el sanatlarıyla yerli ve yabancı turistlerin
ilgisini çekiyor.
Her mevsim ayrı bir
güzelliğe bürünen ilçe, amatör ve profesyonel
fotoğrafçıların uğrak mekanları arasında yer alıyor.
2013 Yılı Avrupalı
Seçkin Destinasyonu seçilen, merkezi İtalya'da
bulunan sakin şehirler ağına (Cittaslow) üye
Taraklı'da, tarihi İpek Yolu üzerindeki Hacı Atıf
Hanı, Fenerli Konağı, Osmanlı ahşap mimarisinin
özgün örnekleri, bozulmamış tarihi dokusu, tahta
kaşık ve Taraklı bezinden yapılan hediyelik eşyalar
ilgi görüyor.
Firmaların reklam
çekimlerine de ev sahipliği yapan ilçe, bozulmamış
doğası, yaylası, ormanları, kanyonları, iklimi,
termal suları ve doğal ürünleriyle öne çıkıyor.
Anadolu Ajansı, Haber ve Fotoğraf: İbrahim Yozoğlu,
07.03.2016
|
RESTORASYONDAN RESTORAN ÇIKTI

Otele dönüşen Sirkeci’deki tarihi 4’üncü Vakıf
Han’ın çatısını delik deşik ederek, Boğaz manzaralı
restoran ve bar açtılar.

Uzun süre boş kalan han, 2005 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 25 yıllığına Gap-San Eserler şirketine kiralandı.
İÇİNE HAVUZ
VE OTOPARK
1911 yılında ünlü Mimar
Kemalettin Bey tarafından tasarlanan
Sirkeci’deki 4’üncü Vakıf Han, uzun bir süre
boş kaldıktan sonra 2005 yılında Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından 25 yıllığına
GapSan Eserler şirketine kiralandı.
Turizmci Sedat Eser çocukluk arkadaşı olan
Rauf Akdal ve Mehmet İpek ile birlikte Vakıf
Han’ı Legacy Ottoman Hotel’e dönüştürdü.
Ancak bu dönüüm sırasında tarihi binanın
içine havuz ve otopark yaptıran ortaklar
tescilli kültür varlığı olan hanın
çatısında da değişikliğe gittiler.
Tarihi binanın çatısının her iki cephesine
de aslına aykırı olarak açılan çok sayıda
pencereyle en üstte Boğaz ve şehir
manzarasına sahip iki restoran ve bir bar
açılırken, tesisat için de çatıda ek
yapılaşmaya gidildi.
KORUMA KURULU’NA
100 METRE
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
(İBB) Meclisi’nin CHP’li üyesi Hüseyin Sağ,
4’üncü Vakıf Han’ın, Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu’nun binasına 100 metre
mesafede bulunduğuna dikkat çekti. Sağ,
“Burnunun dibindeki tescilli eseri
koruyamayan kurul üyeleri o koltuklarda
neden oturuyor” dedi.
Konuyu İBB’nin
mart ayındaki toplantısında gündeme
getireceğini bildiren Sağ, “Bu kadar
değerli bir yapının dışı bu haldeyse içinde
kim bilir neler yaptılar. Asırlık binadaki
tüm aykırılıkların tespiti için önergemizi
hazırladık. Binaya ek yük getiren bütün
kaçak yapıların ortadan kaldırılması için
elimizden geleni yapacağız” diye konuştu.

155 odalı beş yıldızlı otele Boğaz manzaralı restoran yapıldı.
Topçu Kışlası ihya projesini çizen isim
4’üncü Vakıf Han’ın restorasyon projesinin sahibi
Mimar Halil Onur’u Türkiye yakından tanıyor. Taksim
Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası ihya
projesini çizen Halil Onur hali hazırda İstanbul Sit
Alanları Alan Yönetimi Başkanlığı görevini
yürütüyor. Onur tarafından çizilen ve içinde buz
pateni pisti de yer aldığı için tartışmalara yol
açan Topçu Kışlası projesini İstanbul 2 No’lu Koruma
Kurulu reddetmiş ama Koruma Yüksek Kurulu kabul
etmişti.
Mimarı banknotta
Bugün 20 liralık banknotların arka yüzünde resmi
yer alan ünlü Mimar Kemalettin Bey’in
başyapıtlarından biri olan 4’üncü Vakıf Han
1911-1926 yılları arasında inşa edildi. İçi bitmemiş
durumdayken Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
İstanbul’u işgal eden Fransız kuvvetlerinin silah
deposu olarak kullandığı han, tamamlanmasının
ardından borsa binası olarak kullanıldı. 1983
yılında tescilli kültür varlığı olarak kaydedilen
bina 2000’li yılların başında boşaltıldı ve adliyeye
dönüştürülmesi gündeme geldi. Ancak daha sonra
kaderine terk edilen bina 2005 yılında Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından 25 yıllığına kiraya
verildi. Tarihi han 15 aylık restorasyon
çalışmasından sonra 155 odalı beş yıldızlı otel
olarak hizmete açıldı.
Sözcü,
Haber: İsmail Şahin, 07.03.2016
|
DÜNYANIN EN ESKİ KIYAFETİ

Bulunan en eski dokuma kıyafeti üzerinde yapılan
yeni testler, keten kıyafetin 5 bin yıldan
öncesine dayanan Mısır lahitinde olduğunu
gösterdi
Dünyanın en eski kıyafeti güzel bir şekilde
dikilmiş ve kıvrımlı, bunu üreten antik toplumun
sinyalleri karmaşık ve zengin. Tarkan Elbisesi
olarak bilinen kıyafetin, üstün enderliği
keşfedildi. Bitki lifleri veya hayvan derilerinden
yapılan eski kıyafetlerin bir kısmı bozulmaya
uğramış. London’s Petrie Museum of Egyptian
Archaeology kuatörü ve kıyafetlerin devri ile ilgili
yolculuğundaki yeni çalışması Antiquity’nin yazarı
Alice Stevenson şöyle diyor: “Genellikle 2 bin
yıldan eski olmayan arkeolojik bölgelerden tekstil
ürünleri ortaya çıkarıldı.”

Yakın devirlerin el yapımı kıyafetleri, günümüzde
hayatta kalmaya çalışıyor fakat bu kıyafetler
basitçe vücudun çevresini sarıyordu. Bunun yanı sıra
Tarkan Elbisesi, antik dönemin kişiye özel
tasarımlarıydı. Terzi köleleri sayesinde V-yaka ve
dar pliler, ülkede modern bölge çarşılarında
mükemmel görünürdü.
Bunun gibi hoş detaylar yalnızca özelleştirilmiş
zanaatkarlar tarafından üretilirdi. Bu tip insanlar,
sadece refah ve hiyerarşik toplumda ortaya çıkıyor.
Tıpkı 5 bin yıl önce hükümdarlığın ilk kez tek bir
hanedan altında toplandığı antik Mısır’daki gibi.
Gaia’da yer alan
habere göre elbise, dirseklerden ve
koltukaltlarından kırışıyordu, diğer yandan bu
kıyafeti bir kez giyene imalarda bulunulurdu; bu
yalnızca törenlere özgü değildi. Bunlar, şimdiki
batı Çin’de 3 bin yıl önce veya ötesinde, göçebe bir
çobanın mezarında bulundu ve at binicileri için
yapılmış olabilir.

1900’lerden önce kıyafet, arkeologlar tarafından
Petrie’ye gönderildi fakat eski kirlenmiş
kıyafetlerin içinde birbirine dolanmış ve gözden
kaçmış. Ta ki koruma uzmanları 1977’de pakette
sıralanmış kıyafeti tesadüfen bulana dek. Bakımsız
bir gömlek gibi görünüyordu, fakat birkaç yüzyıl
sonrasından benzer kıyafetlerin tabanı uzun ve
muhtemelen Tarkan Elbisesi aslen daha uzun, diyor
Stevenson.
Böyle kıyafetlere sadece üst tabakanın parası
yetiyordu. Yemek ve bakım ürünleriyle ahret için
alınan ögeler listesine “kıyafet” için hiyeroglifi
ekleyen Macquarie Üniversitesi’nden Jana Jones,
mezartaşları, insanların benzer üstlükleri giydiği
resmedilen kıyafetle ortalama aynı yaşta, diyor.
Sözcü, 07.03.2016
|
LUCIAN FREUD'ÜN TABLOSU 55 MİLYON DOLARA SATILDI
Avustralyalı psikanalist Sigmund Freud'un torunu
İngiliz ressam Lucian Freud'un 'Şişman Sue' adıyla
yaptığı yağlı boya tablo serisinden biri, New
York'taki müzayede evinde 55 milyon dolara (yaklaşık
165 milyon TL) satıldı.
Freud, 1994'te yaptığı 'Sosyal Yardım
Denetçisi Dinleniyor' adlı tablosunda iş ve
işçi bulma kurumunda denetçi olarak çalışan 120 kilo
ağırlığındaki Londralı Sue Tilley'i model olarak
kullanmıştı.

Tabloda kadının bedeni en ince ayrıntına kadar
görülebiliyor.
Seriden bir başka eser 2008'de Rus milyarderi
Roman Abramoviç'e 33.6 milyon dolara satılmıştı.
2011 yılında hayatını kaybeden İngiliz portre
sanatçısı Lucian Freud, 'Şişman Sue'
olarak hitap ettiği modeli Sue Tilley'i toplam dört
kez çizdi. Kendisine poz vermesi için ise günlük 20
euro ödeme yapıyordu.
Hürriyet, 07.03.2016
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDA NELER OLUYOR?
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Mahir Ünal'ın
gelmesinin ardından yeni müsteşarın kim olacağından
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ndeki atamaya
kadar bir çok konuda soru işaretleri bulunuyor.
Ertuğrul Günay gibi kamuoyunun yakından tanıdığı
bir isim sonrası Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gelen
isimler hep sönük kaldı. Ömer Çelik ve yeni bakan
Mahir Ünal ara dönemdeki Yalçın Topçu kadar bile
basında yer almadı. Kültür sanat alanında her iki
bakan da neredeyse yok hükmünde. Hükümetin genel
politikalarında daha fazla ön plana çıkıyorlar. Peki
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda neler oluyor? Yeni
bakan kadro da yenilik yapacak mı? Bakanlık hangi
dedikodular ile çalkalanıyor?
MÜSTEŞAR KİM OLACAK?
Ömer Çelik döneminde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın isteğiyle müsteşarlığa getirilen Prof.Dr. Haluk Dursun görevi bıraktı. 45 günlük yıllık
izninin ardından emekliye ayrılacak olan Dursun’un
Ankara’daki bürokrasiye ısınamadığı ve siyasilerin
kaprislerine dayanamadığı konuşuluyor. Yerine
gelecek adaylar arasında müsteşar yardımcısı Nihat
Gül ile eski Telif Hakları Sinema Genel Müdürü
Abdurrahman Çelik isimleri geçiyor. Çelik daha
önce kendisinin yazdığı ‘’Kültür Endüstrisi’’ isimli
kitapta çalışanlarının emeğine saygı göstermeyip
telif skandalına neden olduğu gerekçesiyle
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ismi iki kez
çizilmişti. Bu ismin köşkten dönme ihtimali yüksek.
Bakan Mahir Ünal ile birlikte gelen danışman Mehmet
Demircioğlu ismi de müsteşarlık için ön plana
çıkıyor.
ALİ ŞAHİN GİDİYOR MU?
Eski bakan Ömer Çelik döneminde müsteşar
yardımcılığına getirilen, tüm akçeli işlerin altında
imzası bulunan Ali Şahin’in görevi sona eriyor.
Şahin’in, Çevre ve şehircilik bakanlığına müsteşar
olacağı konuşuluyor. Kendisinden boşalacak koltuk
için de müthiş bir yarış var. Araştırma ve Eğitim
Genel Müdürü Okan İbiş yarışın en çok konuşulan
ismi. Müsteşar olamadığı takdirde Mehmet
Demircioğlu’nun da bu koltuğun en büyük adaylarından
olduğu belirtiliyor.
MAKAMA ÖZEL GÜVENLİK
Kültür ve Turizm Bakanlık binasının birinci
katında Mahir Ünal’ın makam odası bulunuyor. Bu kata
giriş çıkışlar daha önceki bakanlar döneminde
serbestti. Yeni uygulamada asansörde 1. kat iptal
edildi. Merdiven katlarından da çıkmak mümkün değil.
Kapılara güvenlik nedeniyle kart sistemi getirildi.
Birim amirleri ile her genel müdürlüğe bir kart
verildi. İmzalamak için evrak getirenler bu kartı
kurumlarından alarak bakan katına çıkabiliyor.
Bakanlık makamı haricinde bu katta müsteşar ve bakan
danışmanlarının odası bulunuyor. Misafirler güvenlik
eşliğinde bu kata çıkarılıyor.
TEFTİŞ KURULU KAYNIYOR
Teftiş Kurulu Başkanlığı da kaynıyor. Birçok
soruşturma dosyasının sumen altı edildiği
belirtiliyor. Teftiş Kurulu Başkanlığı’nda en çok
konuşulan konu ise bambaşka. Bakanlığın Araştırma
Eğitim bölümünde çalışan bayan memur ile görev için
gittiği Bursa Kırcı otelde 12 Nisan 2013 gecesi
kalan müfettişin kimliği kulaktan kulağa yayıldı.
İsimleri herkes tarafından malum olmasına rağmen
burada yazmayı doğru bulmuyorum. Bakan Ünal’ın bu
konularda hassas olduğu ve olayın üzerine gideceği
söyleniyor.
TİYATRO DA KARIŞTI
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik’in
vekaleten görevde olması da bakanlığın en çok
konuşulan konularından biri. DT oyuncusu Mustafa
Gürkan Görbil son zamanlarda her yerde marttan
itibaren göreve geleceğini söylüyor. DT’de çok
konuşulan isimler arasındaki Görbil, torpilinin de
Berat Albayrak olduğunu açıklamaktan sakınmıyor.
Yine DT’de ortalığı karıştıran bir iddia daha var.
Genel Müdür sekreterleri Nur Akalın ile Ali
Ceyhan’ın maaşları. Temizlik şirketinden maaşları
ödenen bu iki isimle, aynı şirketten maaş alan çok
sayıda kadrosuz çalışan var. Normal şirket
çalışanları 1.700 lira maaş alırken Nur Akalın 4500
lira, Ali Ceyhan’ın ise 3800 lira aldıkları ortaya
çıktı. Diğer işçiler ayaklandı. Üstelik Genel Müdür
Yardımcısı Ercan Serin asıl işi yapan işçilerin
değil de sekreterler ve gişede çalışan torpilli
sözleşmelilerin kadroya alınması için bakanlığa
brifing vermesi kadrosuz çalışanlar arasında ciddi
huzursuzluğa neden oldu.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 07.03.2016
|
RUSYA'DAN KAÇIRILMIŞTI, İSTANBUL'DA BULUNDU
İstanbul'da düzenlenen operasyonda, Fransız ressam
Lazar Binenbaum'a ait toplam 5 milyon dolar
değerindeki 4 tablo ele geçirildi.
MOSKOVA'DAN KAÇIRILMIŞTI
İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube
Müdürlüğü ekipleri, 2. Dünya Savaşı sırasında
Moskova'dan kaçırılan ve son olarak İstanbul'a
getirilen, Fransız ressam Binenbaum'un 1937'de
yaptığı ve 65x85, 50x60, 45x60 ve 45x65 santimetre
ebatlarındaki 4 tablonun kaçakçılar tarafından
satılmak istendiğini belirledi.
Tablolar için yaklaşık 5 milyon dolar isteyen
şüphelilerle alıcı gibi irtibata geçen polis,
teslimat için TEM Otoyolu Gaziosmanpaşa mevkisine
gitti. Tablolarla buluşma yerine gelen M.MS
gözaltına alınırken, 4 esere de el konuldu.
Polis ekipleri, tabloları satmaya çalışan diğer
şüphelilerin de yakalanması için çalışma başlattı.
Polisin yaptırdığı incelemelerde tabloların orijinal
olduğunun tespit edildiği belirtildi.
Akşam,
07.03.2016
|
ROMA İMPARATORLUĞU'NUN YERLEŞİM HARİTASI ÇIKARILDI
Roma İmparatorluğu'nun sınırlarının genişlediği alan
boyunca yapılan yolların ve kurulan yerleşim
birimlerinin haritası bölgenin uzak tarihine başarı
ile ışık tutuyor.
OmnesViae.org sitesi tarafından paylaşılan
haritada Roma döneminde imparatorluğun ele geçirdiği
coğrafyalarda kurdukları yerleşim yerleri ve
yolların bir dökümü çıkarılmış. Harita sayesinde
Anadolu'da bulunan Roma dönemine ait eski yerleşim
birimlerini, günümüzdeki ve geçmişteki adları ile
görmek mümkün.
Haritanın sunduğu bir diğer başarılı özellik ise,
sol menüde bulunan 'AB' ve 'AD' kısımlarına sırası
ile iki ayrı noktanın adını yazacak olursanız eğer,
o dönemin seyahat şartları ile yolun kaç kilometre
olduğu ve kaç gün süreceğinin bir dökümü
çıkarılıyor. Yol boyunca hangi gün nerede
konaklanabileceğine dair de bilgi verilmiş.
Bir örnek vermek gerekirse, Site'de yaptığımız
ölçüme bakarak, Kadıköy'den yola çıkacak olursak
eğer Bursa'ya varmamızın neredeyse 29 gün sürdüğünü
düşünecek olursak eğer, o dönemin şartlarına göre
yapılacak en doğru işin evde oturmak olduğu sonucuna
varabiliriz.
Oda Tv, Kaynak:
http://www.omnesviae.org/#!iter_TPPlace2108_TPPlace2198,
Haber: Şıvan Okçuoğlu, 06.03.2016
|
HALKIN MİMARLARINDAN AKP'Lİ MİMARA PROTESTO

Kent mücadelelerinin bileşeni olan mühendisler,
mimarlar, şehir plancıları bugüne kadar pek çok kent
suçunun imzacısı olan Mimar Sinan Genim’in ofisi
önünde basın açıklaması düzenledi. Politeknik,
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi ve Beyoğlu
Kent Savunması’nın çağrısıyla yapılan eylemde Sinan
Genim’e “Yağmacı olma, mimar ol!” çağrısı yapıldı.
Eylemin ardından Genim’in ofisinin kapı ve
duvarlarına dövizler ve stickerlar yapıştırıldı.
Polislerin eylem süresince Genim’i korumak üzere
ofis yakınlarında beklemesi de dikkat çekti.
‘Gözümüz üzerinizde olacak’
Halkın mimarları açıklamanın sonunda kent
suçlarının hesabını soracaklarını ve Sinan Genim’in
kentle ilgili yaptıklarını izlemeye devam
edeceklerini vurguladı.
Mimar Sinan Genim’e okunan mektubun tam hali şu
şekilde:
Mimar Sinan Genim’e Açık Mektup
Bu mektup; okulunu okuyan, meslek pratiğini
yapan, bu mesleği bilen ve dokunduğu kenti
yaşayanlarıyla tasarlayan mimarlar tarafından
‘vaveyla’ koparmak amacıyla yazılmıştır.
Beyoğlu’nun ve İstanbul’un toplumsal
belleğinde, mimarisinde, kent yaşamında önemli
yeri olan yapıların dönüşümüne ve yok oluşuna
üzüntü içinde tanıklık ediyoruz. Kısa zaman
içinde birçok alanın, bir röportajınızda* da
bahsettiğiniz gibi “piyasa koşullarının
gerektirdiği” şekilde mekansal, tarihi, kültürel
ve mimari değeri gözetilmeksizin talan
edildiğinin farkındayız. Bu yok etme rejiminin
en önemli uygulayıcılarından biri olduğunuzun
da…
Son olarak Beyoğlu’nun en eski yapılarından
biri olan Narmanlı Han’ın restorasyon adı
altında yıkımına ve kendi tabirinizle “şık” bir
restoran ve mağaza adasına dönüştürme işine,
gelen teklifi reddetmeyerek talip oldunuz; bu
işe layık gördünüz kendinizi.
Ancak, kamuoyunda yaptığınız bazı pespaye
açıklamalar, bu işe hiç de layık olmadığınızı
gösteriyor:
Narmanlı Han’da kalan ünlü edebiyatçıların ve
ressamların hangi odada kaldığını dahi araştırma
gereği duymadan dozerlerle hana girme cüreti
gösterdiniz.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve
Aliye Berger’in hangi odada kaldığını, 45 yıllık
bekçi Mithat Bey başta olmak üzere cümle alem
bilmesine ve kamuoyuna bildirmesine rağmen
söylenenleri dikkate almadınız, üstelik çok
çirkin biçimde bu insanlara hakaret ettiniz;
yalanlar söylediniz.
Modern ve geleneksel mimarinin önemli
yapılarından biri olan bu han için “kıymetsiz
bir yapı” ifadesini kullandınız.
Örnekler çoğaltılabilir, ama kamuoyu nezdinde
nezaketsiz yaklaşımınızı ortaya koymuştur diye
düşünüyoruz.
Bizler, mimarlığın etik-bilimsel-toplumsal
değerleri olan ve kamusal bir faaliyet olduğunu
gözeten mimarlar olarak aşağıda yaptığımız
uyarılarımızı dikkate almanızı tavsiye ediyoruz:
1- Birçok sanatçıya barınma ve üretim mekanı
olmuş Narmanlı Han, gerek mimari ve kültürel
değeri, gerek kent belleğindeki yeri nedeniyle
kamusal kullanıma açık bir yapı olarak
korunmalıdır.
2- Mimarlığını yaptığınız proje, aynı
Demirören AVM, Serkıldoryan, Emek Sineması,
Majik Sineması gibi bir yıkım projesidir. Bu
yıkıma ortak olmayın!
3- Sinan Paşa Cami, Beyoğlu Belediyesi
restorasyonlarınız; Galatasaray Üniversitesi
sürecindeki inadınız; ayrıca Sulukule ve
Tarlabaşı’nın yıkımına neden olan ve bunun gibi
birçok tarihi mahalleyi yerle bir edecek olan
5366 sayılı Yenileme Yasası’ndaki birincil
rolünüz nedeniyle zaten bu kente karşı yeterince
suç işlemiş bir mimar olarak bu sicili daha
fazla kabartmayın ve bu projeden vazgeçin!
İçinde yaşadığımız vahşi neo-liberal
kapitalist dönemin ruhunu iyi kavradığınız ve
benimsediğiniz belli… Bu dönemin dizginsiz
olanaklarından faydalanmaya çalışırken hiçbir
hesap vermeyeceğiniz varsayımıyla hareket
ettiğiniz de belli…
Ancak, bilin ki, toplumun tamamına karşı
işlenen suçlar gibi, kente karşı işlenen suçlar
da karşılıksız kalmayacak; sırtınızı
yasladığınız siyasi iktidarın bütün üyeleriyle;
kente karşı işlenen suçların bütün
sorumlularıyla birlikte siz de
yargılanacaksınız. Tavsiyemiz, yol yakınken geri
dönün!
Son olarak Yeni Şafak’taki röportajınıza
binaen evet “gözümüz üzerinizde”**; olmaya da
devam edecek!
*http://bianet.org/bianet/toplum/162651-narmanli-han-in-akibetini-mimari-acikladi
**http://www.yenisafak.com/hayat/bu-kadar-cehalet-ancak-tahsille-olur-2399292
http://sendika9.org, Kaynak: politeknik.org.tr,
06.03.2016
|
SOMUNCU BABA EVİ RAMAZAN AYINDA ZİYARETE AÇILACAK
Bursa'da, Osmangazi Belediyesi tarafından
restorasyonuna devam edilen Somuncu Baba Evi,
ramazan ayında yeniden ziyarete açılacak.
Belediyeden yapılan
yazılı açıklamaya göre, Osmangazi Belediye Başkanı
Mustafa Dündar, tarihi yapıdaki
çalışmaları inceleyerek, yetkililerden bilgi aldı.
Çilehane
ve fırınlarda restorasyonun
tamamlandığını belirten Dündar, Somuncu Baba Evi'nin
ramazan ayında ziyarete açılacağını ifade etti.
Bursa'nın önemli
manevi şahsiyetlerinden Somuncu Baba'nın mirasını
yaşatmak için yürütülen çalışmaların titizlikle
sürdürüldüğünü vurgulayan Dündar, "Tarihi, kültürel
ve manevi mirasımıza sahip çıkıyor, korunup
yaşatılması, gelecek nesillere aktarılması konusunda
büyük hassasiyet gösteriyoruz. Somuncu Baba
çilehanesi ve fırını, Bursa'nın inanç turizmi
bakımından en çok ziyaret edilen yerlerinin başında
geliyor. Bu düşünceden hareketle burayı yenilemeye
karar verdik" ifadelerini kullandı.
Anadolu
Ajansı, Haber: İsmail Ersan, 06.03.2016
|
"ÖMRÜM ESKİ ESERLERİ ARAMAKLA GEÇTİ"
Anadolu Ajansının "Global İletişim Ortağı" olduğu
3. CNR Kitap Fuarı'nın "Onur Yazarı" olan sanat
tarihçisi ve yazar Prof.Dr.
Semavi Eyice, "Öğrencilerinin Gözüyle
Semavi Eyice" konulu panele katıldı.
CNR EXPO Yeşilköy'deki
fuarda düzenlenen panelde konuşan 94 yaşındaki
Eyice, bugüne kadar yaptığı çalışmaları ve anılarını
anlatarak, "Ömrüm eski eserleri araştırmakla geçti.
Daha çocuklukta bu işe başladım ve hala devam
etmekteyim" dedi.
Eyice, çok erken
emekli olduğuna dair bir sitemde bulunarak, şunları
aktardı: "YÖK denilen sistem,
bizleri, hocaları 67 yaşından sonra 'bir işe yaramaz
adamlar' deyip, nasıl saf dışı ettiyse, emekli
yaptı. Üniversite hocaları, emekli olmaz. Ders
verebildiği, faydalı olabildiği müddetçe üniversite
hocaları faaliyetlerine, çalışmalarına devam
edebilirlerdi. Fakat sonra YÖK bunu kaldırdı. Hatta
65 yaşına da indirmek istediler. Yani ben de aşağı
yukarı 25-30 senedir emekliyim. Yani işe yaramaz
adamlar tasviri içindeyim."
Bizans sanatı üzerine
uzun yıllar çalıştığını ve bu konuda doktora tezi
hazırladığını dile getiren Semavi Eyice, "Ben 40 yıl
boyunca Anıtlar Yüksek Kurulu'nun çeşitli
şehirlerinde üyelik, hatta başkanlık yaptım. Fakat
bu işin ne kadar zor olduğunu ve perde arkasında ne
oyunlar oynandığını gördüm. Buradaki görevim
sırasında, bazı eserlerin kurtarılmasına çalıştım.
Yani tamamen yok olmak üzere olan bazı tarihi
eserlerin yok edilmelerini önlemeye çalıştım" diye
konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Hilal Uştuk,
05.03.2016
|
BANKSY'NİN KİM OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI
Sadece eserleriyle değil, kimliğinin açıkça
bilinmemesi yüzünden de kendinden sıkça söz edilen
Banksy ’nin kimliğinin tespit edildiği
açıklandı. Queen Mary Üniversitesi’ndan bir grup
bilim insanı, ‘coğrafi profilleme’ denen bir yöntem
kullanarak, Banksy’nin 2008 yılında da gündeme gelen
Robin Gunningham isimli kişi olduğunu
kesinleştirdiklerini söyledi.
Bilim insanları, seri katilleri yakalamak için
kullanılan ‘coğrafi profilleme’ tekniği dahilinde,
Banksy’nin eserlerini yoğunlukla çizdiği yerler
arasındaki ilişkiyi incelediklerini açıkladılar. 8
sene önce bir gazetede yayınlanmış ve Banksy’nin
Robin Gunningham olduğu iddiasını genişleten dosya
haberde geçen özelliklerle örtüşen bilgilere
eriştiklerini söyleyen araştırmacılar, söz konusu
tekniğin terör suçlarından aranan kişilerin
bulunması konusunda da kullanılabileceğini belirtti.

Robin Gunningham, 2008
Independent’da yer alan habere göre, bilim insanları
Banksy’nin kimliğini tespit edebilmek için Londra ve
Bristol sokaklarındaki 140 ‘şüpheli çizim’
belirledi. Çizimlerin nerede olduğunun önemine
dikkat çeken araştırmacıların çalışmaları sonunda
sanatçının favori alanının bir pub, oyun parkları,
Bristol’da bir apartman dairesi ve Londra’da farklı
üç adres olduğu tespit edildi. Banks ile ilgili
bilinenler ışığında değerlendirilen tüm bu
noktaların, Robin Gunningham’ın yaşadığı ya da sıkça
ziyaret ettiği yerler olduğu anlaşıldı.
Akademisyenlerin çalışma sonuçlarını açıklarken,
eserleri dünyada ses getiren ve astronomik fiyatlara
satın alınan Banksy'nin sanatı ve 'suç teşkil eden
vandallık' bağlantısı kurması ile tepki çekti.
Radikal, 05.03.2016 |
KAPALIÇARŞI'DA DAMDAN DEĞİŞİM
Tüm dünyada Türkiye’nin en tanınan tarihi
yapılarından 555 yıllık Kapalıçarşı’da
restorasyon başlıyor. Hem de en tartışılan
yerinden yani çatısından...
Fatih
Sultan Mehmet’in inşaatını başlattığı
1461’den bu yana 555 yılda sayısız deprem ve
yangın atlatan, milyonlarca ziyaretçiyi
ağırlayan Kapalıçarşı sonunda yenileniyor.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
konuyla ilgili Hürriyet’e konuştu. Projenin 5
yılda hazırlandığını belirten Demir,
restorasyona da en çok tartışılan yerden,
çatıdan başlayacaklarını kaydetti.
30 YIL SÜRER
Restorasyonun
tamanının 10-20 yıl arası süreceğinin de altını
çizen Demir, “Ama çatı bu yaz bitecek” dedi ve
Hürriyet’e şunları anlattı: “Normalde bu kadar
büyük bir tarihi eserin restorasyon projesinin
yapılması, incelenmesi, kurula sunulması, kabul
edilmesi 30 yıl sürer. Biz Kültür Bakanlığı’na
önemini anlattık. Kapalıçarşı’nın kaldırılmış,
inceltilmiş duvarları var. Yağmur yağınca kara
kanallar tıkandığı için yukarıyı
su basıyor. Rutubet var, nem var. Bu yapı
için tehlikeli bir durum. Bazı kemerlerde
kırılmalar, çökmeler başladı. Kültür
Bakanlığı’ndaki bütün raportörleri İstanbul’a
davet ettik. Tek kişinin Kapalıçarşı’nın
projelerini hazırlaması, incelemesi mümkün
değildi. Şimdi projemiz hazır ve restorasyona
başlanıyor. Bu
proje Kapalıçarşı’nın bütün problemlerini
giderecek.”
TOPLAMDA 37 MİLYONLUK
PROJE
“Mart ayı içinde çatı için
ihale açacağız. Eski İl Özel İdaresi ve Fatih
Belediyesi kaynaklarıyla12 milyonluk bir proje.
Temel hedefimiz, Kapalıçarşı’yı yağmurdan,
nemden, rutubetten, dış etkenlerden kurtarmak.
Koruma Kurulu’nun onayıyla oluklar değişecek.
Yağmur suyunun yeraltına alınması sağlanacak,
altına izolasyon yapılacak. Çatı, kiremit ve
kırma çatı olacak. ‘Kedi yolları’ dediğimiz,
yürüme yolu olacak ama turistler çatıya
çıkamayacak. İSKİ, altyapı çalışmalarına 35
milyon lira harcayacak. Merkezi ısıtma sistemi
yapılacak, çatıda klima, TV anteni, WC
olmayacak. Her şey yeraltın inecek. Esnaf daha
önce nasıl çalışıyorsa, yüzyıllardır alışveriş
ve ticaretlerini nasıl yapıyorlarsa yine öyle
yapacaklar. Eşyalarını yine, turistlerin yürüme
aksına engel olmadan dışarı bırakacaklar.
Kapalıçarşı’yı, ruhuyla muhafaza edeceğiz.”

"SKYFALL
İYİ Kİ ÇEKİLDİ"
Fatİh Belediye
Başkanı Mustafa Demir, James Bond serisinin
‘Skyfall’ filminin motosikletli sahnesinin
çekildiği Kapaçarşı’nın çatısının hasar gördüğü
iddialarını kabul etmiyor. “Kapalıçarşı’nın
çatısında bir yürüyüş yolu var. Çekimler orada
yapıldı” diyor ve ekliyor, “İyi ki bu film
çekildi. Herkes çatının farkına vardı, gördü.
Zaten çatıda kiremit kalmadı, TV antenleri,
klima aparatları takılırken, çatı yol geçen hanı
olmuştu. Çatı, Skyfall filmi ile ünlendi. Demek
ki doğru yoldayız.”
RAKAMLARLA
KAPALIÇARŞI
- Günde 300-500 bin
ziyaretçisi var. 3 bin 125 dükkanda 97 farklı
ürün bulunuyor, 25 bin kişi çalışıyor.
- 22
kapılı Kapalıçarşı, 64 sokağa yayılmış. İçinde 5
mescit, 2 bedesten ve 7 çeşme yer alıyor.
-
Beyazıt, Molla fenari, Taya Hatun
Mahalleleri’nde, toplam 110 bin 868 metrekarelik
alana oturuyor.
- Ayakta kaldığı 555 yılda
20’yi aşkın deprem ve yangın atlattı.
- 26
Kasım 2007’de Bakanlar Kurulu Kararı ile
Yenileme Alanı ilan edildi.
- 99 röleve,
restitüsyon ve restorasyon proje onayı
gerçekleştirildi.
- Projelendirilen han
sayısı 27.
- Kapalıçarşı en son 1980 yılında
küçük bir bakımdan geçirilmiş.
Hürriyet,
Haber: Fatma Aksu, 05.03.2016
|
SANAT ESERİ ALICISIYLA ALIŞVERİŞ MERKEZİNDE BULUŞUR
MU?
Bu soruyu ebedi
optimistler 'önemli olan eserle izleyicinin biraraya
gelmesi. İnsan trafiğinin çok olduğu AVM'ler,
özellikle genç sanatçılar için cazip bir teşhir
alanı' diye cevaplıyor.
Sanatın geldiği noktada klasik galeri ve müze
formatının dışında türlü sergileme seçeneklerinin
artmasını biraz da ‘zamanın ruhu’ bakış açısıyla
değerlendirmek lazım. Online sanat platformları –ki
hem sergileme hem bilgilendirme hem de satış
servislerini aynı anda verebiliyorlar-, gerilla diye
anılan ve sürpriz köşelerde bazen sadece bir
geceliğine açılan sergiler, bizi şaşırttıkları ya da
masa başında bile sanatsever yönümüzü tatmin edecek
veriyi sundukları için takdir gören farklı sanatsal
buluşma biçimlerinden.
Konuyu buradan İstanbul sosyal hayatının bir gerçeği olduğunu kabul etmemiz gereken alışveriş merkezlerine getirmek istiyorum. Sanırım bu satırları okuyanların çoğunun şu ya da bu nedenle ara ara gittiği bir alışveriş merkezi mevcut. Trafik, park sorunu vs derken çok yorulan İstanbullular; artık özel restoranlara, gurme mağazalara ev sahipliği yapan alışveriş merkezlerine asadece alışveriş için değil, gastronomik keşifler için dahi gider oldu. Kültür sanata dair ikonikleşmiş kurumlar bile aradıkları metrekareleri, çalışma konforunu bugün AVM içlerindeki özel mekanlarda bulabiliyor. Ya da başlı başına kültürel faaliyetlere adanmış, zengin yerli ve yabancı etkinlik ajandasına sahip kurumlar bağımsız bir yapı olarak AVM içinde yer edinebiliyorlar. Ayrıca AVM’lerin hareketli noktalarında sunulan sanat sergileri var ve açıkçası işlevleriyle ilgili tartışmalı yorumlar da mevcut. Bu konuyu en iyi sıcağı sıcağına benzer bir projede yer alanlar bilir dedik ve yetkili bir isimden; Mixer sanat galerisinin kurucusu Bengi Gün’den konuya dair yorumunu istedik:

Mixer'i hayata geçirirken temel motivasyonuz neydi?
Genç ve bağımsız sanatçıları kariyerlerinin başında desteklemek, onları keşfetmek ve sanatın herkes tarafından ulaşılabilir ve anlaşılabilir olması gibi önemli olduğuna inandığımız iki ana misyon üzerinde ilerlemek üzerine kurduk Mixer’i. Temelde sanatın ulaşılamayacağı ve belli bir kesime ait olduğu algısını yıkmaya, herkesin beğendiği ve kendini ifade etmesine araç olabilecek bir sanat eserine sahip olabileceğini vurgulamaya çalışıyoruz. ‘Çağdaş Sanattan Nasıl Sağ Çıkarım’, ‘Koleksiyonerliğe Giriş’, ‘Sanata Bakma’ gibi çeşitli eğitimlerle de bu konuda ilgili insanların daha da bilinçlenmesini sağlamak, ilgisiz kişilerde de bir merak uyandırmak istiyoruz. Ulaşılabilirliğin mekan ve zaman ile kısıtlanmaması için de Mixer’de yer alan tüm işlerin yer aldığı web sitemiz www.mixerarts.com var. Diğer yandan özellikle genç ve bağımsız çalışan sanatçıların kariyerlerinde sağlam adımlarla ilerleyebilmeleri ve bu dönemde işlerini gösterebilecekleri profesyonel bir ortamı sunmak da en önemli amaçlarımızdan.

Epitome
Mixer’i Tophane’deki hangarı andıran mekanı ile tanıdık. (Açıkçası içerideki işler kadar loft tarzı mekanın albenisi de Mixer’ı hızla sevmek için neden oldu.) Şimdi bir taşınma sürecindesiniz sanırım… İlk sergi için seçiminiz ne oldu?
Tophane ve Karaköy'deki sergi mekanlarımızdan tamamen ayrıldık. Yeni mekanımız Sıraselviler 35 numarada. Şu an da devam eden iki sergi bulunuyor. Ana sergi alanımızda Masturbation isimli bir sergimiz var: Sergide mastürbasyon kelimesinin ilk anlamı ile sanatçıların üretim sürecinde aldıkları haz arasındaki denklik durumu, tek kişilik bir eylemi kolektif bir duruma dönüştürme konu ediliyor. Sanatçılarının şimdiye dek çalıştıkları medyumlardan farklı alanlarda ürettiği yeni çalışmalarıyla izleyici karşısına çıkacakları sergi, resimden videoya, performanstan desene kadar uzanan multidisipliner bir deneyim imkanı sunuyor. Katılan sanatçılar arasında Bora Akıncıtürk, Burak Ata, Basako, Damla Baş, Antonio Cosentino, Şakir Gökçebağ, Merve Morkoç, İrfan Önürmen, Burcu Perçin, Sabo, Nejat Satı, Erinç Seymen gibi isimler var. Diğer sergi ise Binary Prints ve sanatçısı da Alex Trochut.

Nonlinear-Future
Kanyon alışveriş merkezi ile ‘Kanyon’da Her Yön Sanat’ adlı bir ortak çalışmaya imza attınız. Kanyon’un tüm alanlarından yararlandığınız bu projeyi hayata geçirirken nasıl bir metod izlediniz?
Kanyon ile Mayıs 2015'ten beri sanatsal bir projede çalışmak üzere irtibat halindeyiz. Bizim sanatı herkese ulaştırma hedefimiz, Kanyon'un sanata destek verme arzusuyla birleşince ortaya güzel bir proje çıktı. Proje için sanatsal projeler ve eğitimler yürüten ArtBox ile birlikte çalışarak genç sanatçıların işlerinden oluşan güzel bir seçki sunduk.

Nonlinear-Future
Yüksek bir sanatçı katılımıyla hayata geçirdiğiniz projeyi alışveriş merkezi kapsamında sunuyor olmaya dair neler söyleyebilirsiniz?
Günümüzde özellikle İstanbul'da insanların kaçış alanları parklar bahçelerden çok alışveriş merkezleri oldu. İş yemekleri, arkadaş görüşmeleri gibi sosyal ve alışveriş içinse elzem ihtiyaçlara dair ortak bir buluşma noktası oldular. Kanyon’un üstü açık mimari yapısı, geniş yelpazeden etkinlikleri, DOT gibi sanatsal bir kurumu bünyesinde barındırıyor olmasıyla insanların vakit geçirmek istediği bir yer olduğunu düşündük. Biz orayı klasik anlamda bir AVM olarak görmüyoruz. İnsanların çok vakit geçirdikleri bu ortamda çağdaş eserler üreten genç sanatçıların işleri ile karşılaşması, onlarla iletişime geçmesi, merak etmesi bizim için çok önemli.Tabii bu konuya açık bir görüşle yaklaşan sanatçılarımızın da katkısıyla projenin hayata geçtiğini söylemeliyim.

İmgeyle enstalasyon
Sanat eseri kadar değerli ve tek bir şeyin insanların çoğu zaman koşuşturmayla geçtiği, bazen esere göz ucuyla bakabildiği bir ortamda ‘harcandığını’ düşünenlere cevabınız ne olurdu?
Bir eserin öncelikli olarak değerini belirleyen şey bana göre yapım sürecinde harcanan emek, üretimin gerçekleşmesine kadar geçirdiği süreç yani sanatçının verdiği fiziksel ve düşünsel emektir. Kanyon gibi yaşayan hareketli bir mekanda gösteriliyor olmasının işin değerini olumsuz etkilediğini düşünmüyorum. Bilakis bu kadar değerli bir şeyin daha çok kişiye ulaşmasına katkı sağladığına inanıyorum. Kanyon için özel olarak seçtiğimiz bu eserler, mekandan bağımsız olarak varlıkları olan işler ve yapı itibari ile etkileşime açık ve daha çok insanın görmesi gereken işler. Maalesef ülkemizde birçok insan sanat galerisi ve müzeye gitmekten çekiniyor ya da öyle bir ilgi duymuyor. Ben bu şekilde, insanlarda ilgi uyandırabileceğine inananlardanım.
Radikal, Haber: Ferhan İstanbullu, 05.03.2016
|
KORUMA ALTINDAKİ KLAROS KOYU'NA İŞ MAKİNELERİ GİRDİ

İzmir'in Menderes İlçesi, Ahmetbeyli
sahilindeki resmi kayıtlarda koruma alanı ve A
tipi mesire alanı olarak görünen Klaros
(Denizpınarı) Koyu, şantiye alanına döndü. İş
makineleriyle çalışılan koyda denize dolgu
yapılırken, karada da bir tesis temeli atılması
dikkati çekti. Menderes Belediyesi yetkilileri,
kendilerine müracaat yapıldığını ruhsatlandırma
çalışmalarının sürdüğünü belirtirken, mesire
yerinden sorumlu İzmir Orman Bölge Müdürlüğü
yetkilileri ise kara kısmında onaylanan proje
çerçevesinde çalışmalar yapıldığı belirtip,
"İzinsiz tuvalet dahi yapılamaz. Denizin
doldurulması ve iskele yapılması ile ilgili
konuda sorumluluk denizcilik ile ilgili makamlar
ile belediyeye aittir" dedi.
İzmir Orman ve
Su işleri Bakanlığı 4. Bölge Müdürlüğü
internet sitesinde "Korunan alan" ve "A Tipi
Mesire alanı" olarak yer alan Klaros
(Denizpınarı) Koyu yapılaşmaya açıldı.
Ahmetbeyli sahil şeridindeki 80 hektarlık Klaros
Koyu'nda, iş makineleriyle çalışma yapılıp,
birçok yapı için temel atıldı. Denize dolgu
yapılarak iskele oluşturuldu. Alanda yeni yollar
açıldı, eğimli bölgede iki noktada hafriyat
dökülüp dolgu yapıldı.
Çalışmaları yapan
firma koya girilmesine izin vermezken, Menderes
Belediyesi yetkilileri,
3 bin kişi ve 100 çadır kapasiteli
günübirlik mesire alanı olarak hizmet verilen
Klaros Koyu'nda yapılan çalışmalarla ilgili
kendilerine müracaat yapıldığını ruhsatlandırma
çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
"CENNET
KOY PARA HIRSI İÇİN YOK EDİLMİŞ"
Yaz aylarında her gün Kuşadası'ndan hareket eden
onlarca günü birlik gezinti teknesinin mola
verdiği Klaros Koyu'nun mahvedildiğini belirten
tekne kaptanı Süleyman Ahsen, "Tatilcilerin
büyük bir keyifle denize girdiği koyda kumsal
talan edilmiş. Cennet gibi bir koy daha para
hırsı için yok edilmiş. İnşaat çalışmaları
burada bir otel yapıldığını gösteriyor.
Teknelerimizle demirlerken gözümüz gibi
sakındığımız plaja dolgu iskele yapılmış" dedi.
Mesire yerinden
sorumlu İzmir Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri
ise kara kısmında onaylanan
proje çerçevesinde çalışmalar yapıldığı
belirtip, "İzinsiz tuvalet dahi yapılamaz.
Denizin doldurulması ve iskele yapılması ile
ilgili konuda sorumluluk Denizcilik ile ilgili
makamlar ile belediyeye aittir" dedi.
İzmir'e 70
kilometre, ilçesi Menderes'e 40 kilometre,
Aydın'ın Kuşadası İlçesi'ne ise 25 kilometre
mesafedeki Klaros Koyu'ndaki mesire alanında
piknik alanı, tuvalet, çardak, çadır kurulacak
alanlar, market ve tuvaletler bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 05.03.2016
|
NURS KÖYÜ İNANÇ TURİZMİNE HAZIRLANIYOR

Bitlis'in yetiştirdiği İslam alimlerinden
Bediüzzaman Said Nursi'nin doğduğu Hizan
İlçesi'ne bağlı Nurs Köyü'nün
inanç turizmine kazandırılması için
başlatılan çalışmalar sürüyor.
Doğu Anadolu Kalkınma
Ajansı (DAKA) tarafından finanse edilen ve Hizan
Kaymakamlığınca yürütülen projelerle Nurs Köyü'nde
inanç turizminin altyapısı oluşturuluyor.
Her yıl yaklaşık 100
bin kişinin ziyaret ettiği Nurs Köyü'nde
Bediüzzaman'ın doğduğu ev, yürütülen projeler
kapsamında eski dokusuna uygun olarak restore
ediliyor.
"Üstad Bediüzzaman
Said Nursi Hazretlerinin Evinin Restorasyonu ve
Çevre Düzenlenmesi" ve "Nurs Köyü Genel Çevre
Düzenlemesi" projelerinin çalışmaları sürüyor, "Nurs
Köyü Kalkınma ve Planlama Tasarım" ve "Nurs Mevlit
Alanı" projelerinin hayata geçirilmesi için de
düğmeye basıldı.
"İnanç
turizminde önemli bir potansiyele sahip"
Hizan Kaymakamı Yakup
Bölükbaşı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Nurs
Köyü'nün özelikle inanç turizmi açısından önemli bir
potansiyele sahip olduğunu bildirdi.
Turizm altyapısının
oluşturulması amacıyla hayata geçirilen "Üstad
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Evinin
Restorasyonu ve Çevre Düzenlenmesi" ile "Nurs Köyü
Genel Çevre Düzenlemesi" projelerinin çalışmalarının
devam ettiğini belirten Bölükbaşı, şöyle konuştu:
"Bediüzzaman
hazretlerinin evinden aile kabristanına kadar
yürüyüş yolu yapımı ile yine üstadın doğduğu evin
restorasyon çalışmaları devam ediyor. Ayrıca 'Nurs
Köyü Kalkınma ve Planlama Tasarım' ile 'Nurs Mevlit
Alanı' projelerimizi de hayata geçireceğiz. Mevlit
alanı 5 bin kişilik ve üstünün bir kısmı kapalı
olacak. Burası aynı anda 5 bin erkek ve kadına
hizmet verebilecek. Bu projelerle gelen yerli ve
yabancılar, köy içinde, mevlit alanı ve
Bediüzzaman'ın doğduğu ev arasında daha rahat
ziyaretlerini gerçekleştirecek. Bunlarla ilgili
çalışmalarımız sürüyor."
"Bediüzzaman
çarşısı ve müzesi kuracağız"
Değişik dernek ve
vakıflar tarafından köyde kadın ve erkekler için iki
ayrı misafirhane yapıldığını aktaran Bölükbaşı,
"Mevlit Alanı Projesi" ile köye bir misafirhane daha
yapılacağını ifade etti.
Bölükbaşı, "Ziyarete
gelenlere orada konaklama imkanı sunacağız. Nurs
Köyü Kalkınma ve Planlama Tasarım Projesi kapsamında
da Bediüzzaman çarşısı ve müzesi oluşturacağız.
Bunlar yapıldıktan sonra ziyaretçi sayısının artması
bekleniyor. Talep edilmesi durumunda özel sektör
eliyle otel projeleri hazırlanabilir" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Şener Toktaş, 04.03.2016
|
İSTANBUL'DA 1600 YILLIK SARAY YOKOLUYOR

Konstantinopolis’te Büyük İmparatorluk Sarayı
kompleksi içinde yer alan bir sahil sarayı olan
Bukoleon, demiryolu, yapılaşma ve kısmen sahil yolu
çalışmaları nedeniyle oldukça tahrip olmuş durumda.
Eğer bir çalışma yapılmazsa yakında tamamen yok
olacak.

Doğrudan Marmara
deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın,
merdivenlerle inilen bir limanı bulunmaktaydı. Bu
liman tamamen imparatorların kullanımı için
ayrılmıştı. Şimdilerde ise bakımsızlıktan harabe
haline dönen saray, acil bir bakımdan geçmezse yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya. Arkeofili’den Erman
Ertuğrul’un
haberine göre; Sarayın balkonlu kısmında yoğun
bitki örtüsü tahribatı görülmekte ve üzeri yoğun
olarak sarmaşıklarla örtülmüş durumda. Kuzey tarafı
1870’lerde yapılan demiryoluna bakan sarayın bu
kısmında yoğun tahribat görülmekte. Demiryolunun
beton duvarları ise yapının duvarlarına
dayandırılmış. İskele kısmına inen basamaklı
rampanın altında kalan sarnıcın içi ve çevresi de
çok yoğun bitki örtüsü ve çöplerle dolu.

BUKOLEON SARAYI
Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile
Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük
Ayasofya’nın hemen doğusunda bulunan ve bugüne
yalnızca kalıntıları kalmış olan Bizans sahil
sarayıdır. Hıristiyanlık öncesi dönemlerden geldiği
sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere
gittiği düşünülmekle beraber Bukoleon Sarayı
İmparator 2. Theodosios (408-450) tarafından
yaptırılmıştır. Bilinen ve hala görülebilen
kısımları ise büyük olasılıkla Teofilos zamanında
(829-842) eklenmiştir.

Faros denilen fener burcu ile imparatorluk iskelesi
olarak kullanılan burun arasında, surların üzerinde
uzanan Bukoleon Sarayı’nın temelinde İlk Çağ’dan
kalma mermer bloklar kullanılmıştır. Sur
duvarlarının arasında görülebilen yaklaşık 300 metre
uzunluğundaki ön cephe, başlıca iki bölümden
oluşmaktadır. Öndeki küçük limanla sarayı birbirine
bağlayan ve güney-kuzey doğrultusundaki kısa bir
duvarın içinden geçen anıtsal bir merdiven, bu iki
parçayı birbirinden ayırmaktadır. Sarayın batı
parçası 19870’lerdeki demiryolu yapımı yüzünde
tahrip olmuştur. Bu bölümün her iki yanında oturan
aslan heykelleri ile süslü bir cumba bulunmaktadır.
Sarayın doğu yakası ise hala ayaktadır. Faros
yakasındaki mekanlar, zengin bezemelere sahip
sütunlarla süslenmiştir. Bunlara ait paye
gövdelerinden birkaçı İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’nde sergilenmektedir.
Sözcü, 04.03.2016
|
ASIRLIK ASANSÖRE MÜZE ÖNERİSİ

İzmir'e gelen turistlerin Saat Kulesi’nden sonra en
fazla ziyaret ettiği eser olan Tarihi Asansör, 109
yaşına bastı. Halen asansör ve eğlence merkezi
olarak hizmet veren asansörün müze kimliğiyle ön
plana çıkması gerektiği belirtildi.
İzmir'de uçurumla
birbirinden ayrılan Mithatpaşa ve Halil Rıfat Paşa
caddelerini birbirine bağlayan 55 metre
uzunluğundaki Tarihi Asansör, kentin mimari
zenginlikleri arasında gösteriliyor. Sultan
Abdulaziz'in hibe ettiği arazi üzerinde Musevi
işadamı Nesim Levi tarafından Marsilya'dan getirilen
tuğlalarla yaptırılan asansör, su buharıyla çalışan
iki kabiniyle hizmet vermeye başladı.
Bir asrı aşan tarihi
içinde asansör işlevinin yanında üst ve alt
bölümündeki salonlarıyla sinema, gazino, kumarhane
hatta tütün deposu olarak kullanılan yapı, İzmir'in
panoromik manzarasının en iyi izlenebileceği nokta
olma işlevini sürdürüyor.
Tarihi Asansör'ün
bulunduğu Karataş semtine yönelik tarihi
incelemeleri ve yayınladığı kitaplarla tanınan
Tarihçi Dr. Siren Bora, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Nesim Levi'nin iki kabinden oluşan
asansörün sahil kesiminde oturan yaşlı cemaat
mensuplarının üst caddede bulunan sinagoga ulaşmakta
zorluk çekmesi nedeniyle yaptırdığını savundu.
Asansörün yapım
nedenine ilişkin çeşitli iddialar bulunduğunu,
internet kaynaklarında özellikle "Nesim Levi'nin bir
komşusunun bacağının kırılması üzerine yaptırdığı"
tezinin ise doğru olmadığını savunan Bora, sonraki
yıllarda gördüğü restorasyonlarla elektrikli hale
getirilen asansörün bölgede uzun merdivenlere
alternatif olarak tüm kesimler tarafından
kullanıldığını anlattı.
"Dokuz Eylül
Asansörü"
Asansörün 1926
yılından sonra sıklıkla el değiştirdiğini, bu
süreçte alt ve üst bölümündeki yapıların farklı
amaçlar için kullanıldığını dile getiren Bora,
yapının değişik bölümlerinin sinema, tiyatro,
fotoğrafhane, gazino ve kumarhane olarak
kullanıldığını, Şerif Remzi Reyent'in 1942 yılında
asansörü alması sonrası bu işlevlerinin iptal
edildiğini dile getirdi.
Asansörün 1983 yılında
İzmir Büyükşehir Belediyesine devrine kadar aralıklı
olarak kullanıldığını, 1985'de restorasyon sonrası
ise sürekli kullanılmaya başlandığını dile getiren
Bora, yapının 1992 yılında Dario Moreno Sokağı ile
birlikte yeniden restore edilerek turizm alanı
olarak hizmete açıldığını ifade etti.
Halen bölge
sakinlerinin üst sokaklara ulaşımı için kullandığı
Tarihi Asansör’ün İzmir'in mimari, kültürel ve
turistik açıdan en önemli değerleri arasında yer
aldığını aktaran Bora, asansörün üst bölümünün
restoran, kafeterya ve eğlence yeri olarak hizmet
verdiğine dikkat çekti.
Karataş Hastanesine
ait 1925 tarihli bir belgede asansörden "Dokuz Eylül
Asansörü" olarak söz edilen Tarihi Asansör'ün, 1983
yılında İzmir Büyükşehir Belediyesine devrine kadar
aralıklı olarak kullanıldığını, 1985'deki
restorasyon sonrası ise sürekli kullanılmaya
başlandığını dile getiren Bora, yapının 1992 yılında
Dario Moreno Sokağı ile birlikte yeniden restore
edilerek turizm alanı olarak hizmete açıldığını
ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Bağde Ezberci,
04.03.2016
|
AŞIK YUNUS'UN TÜRBESİ APARTMAN BOŞLUĞUNDA KALDI

Sufi şair Aşık Yunus'un türbesi,
Bursa'da yüksek apartmanlar
arasındaki küçük bir boşlukta fark edilmeyi
bekliyor.
Bursa'da, 14. yüzyılın
sonları ile 15. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin
edilen Aşık Yunus'un, merkez Yıldırım İlçesi'nin
Karamazak Mahallesi'nde türbesi,
ancak üç apartmanın arasındaki
boşluğa doğru açılan dar bir
koridordan geçerek ziyaret edilebiliyor.
Uludağ Üniversitesi
(UÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Bilal Kemikli, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
"Yunus"luğun bir makam olduğunu, Yunus olmanın hal
ve mana diliyle tasavvufun ahlaki ilke ve
değerlerini, hakkını vererek, idrak ederek, onu
kendi ilmine dönüştürerek söylemek anlamına
geldiğini söyledi.
Bursalı Aşık Yunus
hakkında akademik çalışmalar yapıldığını belirten
Kemikli, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu konuda ciddi
çalışmalar yapan, akademik anlamda ömrünü vakfeden
kişi Mustafa Tatcı'dır. Onun doktora tezi, Yunus
Divanı'nı ortaya koymanın yanında Yunus'un üslubuyla
diğer Yunusları da bulma imkanı sağladı ve Aşık
Yunus resmi ortaya çıktı. Mustafa Tatcı, 'Bursalı
Aşık Yunus' diye bir kitap da yazdı ve ardından ben
de bu konuda çalışmalar yaptım. Mustafa Özçelik de
Bursalı Aşık Yunus'un şiirlerinden seçmeler yaparak
bir kitap hazırladı. Böylece iki Yunus olduğu
bilindi."
"Orayı bir
şekilde düzenlemek lazım"
Kemikli, Bursalı Aşık
Yunus'un, Yunus Emre gibi söz söyleyen bir derviş
olduğunu ifade etti.
Aşık Yunus'un
türbesinin Yeşil'den Emir Sultan'a giderken Şible
Meydanı'nın hemen karşısındaki Karamazak Yokuşu'nda
olduğunu söyleyen Kemikli, "Eskiden orada bir dergah
varmış, şu anda yok. Yokuşu çıkarken dikkatlice
bakmazsanız Bursalı Aşık Yunus'u göremezsiniz.
Binaların aydınlanma bölümünde hapsolmuş durumda.
Sözünü söyledi gitti ama sözü söyleyen bu sufi şair,
bugün Bursa topraklarında fakat eski halinde değil.
Apartmanları yapanlar, bir kapı bırakmış. Bu küçük
kapıdan içeri girebiliyorsunuz. Orayı bir şekilde
düzenlemek lazım. Orada yaşayanları mağdur ve
rahatsız etmeden bir çözüm yolu bulunması gerekiyor"
diye konuştu.
"Girişi dar,
önü de otopark"
Karamazak Mahallesi
Muhtarı Cevdet Bayram da 15. yüzyılda bölgeye
defnedilen Aşık Yunus'un türbesinin zamanla yok
olduğuna dikkati çekti.
Eskiden söz konusu
yerde Aşık Yunus'un türbesinin de olmadığı bilgisini
veren Bayram, "Buralar istimlak edilip binalar için
temel kazısı yapılırken türbe ortaya çıkıyor ve
korumaya alınıyor. Burada oturanların yardımıyla
geçtiğimiz yıllarda tamir edildi. Türbe, üç
apartmanın arasında, girişi dar, önü de otopark.
Türbe, dışarıdan görünmüyor, herhangi bir yazı da
yok. Ziyarete gelen olmuyor çünkü fazla bilinmiyor.
Burada kapalı bir yerde binaların arasında kalmış.
Mahallemizde oturan vatandaşlardan dahi bilmeyenler
var" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Büşra
Nur Özcan, 03.03.2016
|
PAMUKKALE'DE DEMİR ÇAĞ DÖNEMİNE AİT KAPLAR BULUNDU

Pamukkale'nin Kuzey Kapı girişinde yapılan ziyaretçi
karşılama merkezi inşaatı sırasında, dolgu toprak
altında açılan yaklaşık 1 metre derinlikte
mekanların temel seviyesinde MÖ 7-8. yüzyıla
tarihlenen pişmiş toprak kaplar bulundu. Denizli
Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, incelemelerde
bulunmak üzere bölgeye giden Denizli Valisi Şükrü
Kocatepe'ye bilgi verdi. Denizli Müze Müdürü Hasan
Hüseyin Baysal, alanda yaptıkları inceleme sırasında
yaklaşık 1 metre genişliğinde, 10 santimetre
kalınlığında yanmış bir tabaka tespit edildiğini
söyleyerek, "Alanın çevresi basit taş sırası ile
çevrelenmiş. Taşların ve çıkan kapların yanık olması
sebebiyle ilk bakışta bir ocak izlenimi ortaya
çıkıyor. Alanda yapılan temizlik sırasında çömlek
formlu pişmiş toprak bir kabın taşın altında
olduğunu tespit ettik. Alanın inşaat sahası olması
sebebiyle kültür varlığının zarar görmemesi amacıyla
pişmiş toprak çömleğin etrafı açılarak çıkarıldı.
Üzerindeki taşın baskısıyla kırılmış olan çömleğin
içinden de iki adet pişmiş toprak kap çıkarıldı. Bu
nedenle gerek alanın inşaat alanı olması gerekse
kültür varlıklarının Antik Kentin tarihi açısından
önemi göz önüne alınarak durum Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bildirildi" dedi.
Alanda kazı çalışmalarında genel olarak Demir Çağ
mimarisini yansıtan duvar kalıntılarına ve mekan
içinde sıkıştırılmış toprak taban üzerinde 11 adet
taş ve tuğla ile oluşturulmuş ocak yapılarının
tespit edildiğini anlatan Baysal, "Ocak yapılarından
iki tanesinin içinde çömlek bulundu. Günlük
kullanıma yönelik olduğu anlaşılan çömlekler
içerisinde kemik parçalarına da rastlanıldı. Tek bir
ocak içerisinden iki adet bronz obje bulundu.
Mekanlara genel olarak bakıldığında mimarinin
yuvarlak formda olduğu göze çarpmaktadır. Ocakların
sığ ve birbirine yakın olması adak ya da sunuya
yönelik bir Kült Alanını çağrıştırmaktadır. Bu
çalışmalar sırasında kazı alanının batı yönünde
yuvarlak mekan oluşturan duvarın yıkıntı temizliği
sırasında taşların kaldırılması sonucu dört tarafı
taşlarla çevrilerek özel bir mekan oluşturulan
alanda pişmiş toprak çömlek ele geçirilmiştir. Bu
çömlek tama yakın olup, az miktarda kırık ve
eksiklikler mevcuttur. Kazı çalışmaları doğu batı
yönünde devam etmekte olup, çalışmalar sırasında
halen mekanların devamlılığı görülmektedir. Genel
olarak pişmiş toprak kaplara ve ortaya çıkan seramik
parçalarına bakıldığında MÖ 7-8 yüzyıla
tarihlenmektedir. Gerek mimari kalıntılar gerekse
ortaya çıkan kültür varlıkları, Hierapolis Antik
Kentinin bugüne kadar ortaya çıkmamış bir dönemini
yansıtması bakımından büyük önem arz etmektedir"
ifadelerini kaydetti.
Denizli Valisi Şükrü Kocatepe ise birçok
medeniyete ev sahipliği yapan Pamukkale'nin,
bağrında bilim dünyasına ışık tutacak önemli
eserleri barındırdığını belirterek, "Hierapolis
antik kenti başta olmak üzere bölgemizde yapılan
kazı çalışmaları dikkatle takip ediliyor. Kuzey Kapı
bölgesinde yapılan karşılama merkezi inşaatı kazısı
sırasında önemli bir alan daha tespit edildi. Bu
alandaki çalışmalar bilim insanlarımıza da geçmiş
tarih ile ilgili bilgi sunacak ve çalışmalarda ışık
tutacak. Buradaki kazı verilen bilgilerde de
söylendiği gibi çok önemli ipuçları, bilgiler
verecek ve tarihe ışık tutacak. Kazı çalışmalarını
arkadaşlarımız dikkatli ve titiz bir şekilde
sürdürüyorlar" dedi.
İhlas Haber Ajansı, Haber:
Emrah Varol, 03.03.2016
|
UNUTULMUŞ TARIM ALETLERİ HATAY'DAKİ MÜZEDE

Makineli tarıma geçilmesiyle bir köşeye atılmış, yok
olmaya yüz tutmuş eski tarım aletleri,
Hatay'da açılan ''Tarım Müzesi'nde
sergileniyor.
Düven, tırpan, kara
saban, orak, tırmık gibi yeni neslin adını bile
bilmediği tarım aletlerinin yer aldığı müzede, adeta
geçmişe yolculuk yapılıyor.
Gıda, Tarım ve
Hayvancılık İl Müdürü Aydın Tüfekçi, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, müzenin Doğu Akdeniz Kalkınma
Ajansınca (DOĞAKA) "Turizm Altyapısının
Geliştirilmesi Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek
Programı" kapsamında kabul edilen projeyle Hatay
Valiliği ve Reyhanlı Belediyesi tarafından
desteklenerek açıldığını söyledi.
Müzede 150
metrekarelik kapalı alanda kentteki tarımsal
faaliyetlerle ilgili farklı köşeler oluşturduklarını
ifade eden Tüfekçi, bu köşelerde zeytin, arı, pamuk,
üzüm ve hububat üretiminde kullanılan araç
gereçlerin sergilendiğini dile getirdi.
Müzenin
eserleri çiftçilerden
Müzenin 450 metrekare
alan üzerine kurulduğunu belirten Tüfekçi, şöyle
konuştu: "Tarımsal
faaliyetlerin önemli merkezlerinden biri olan
Hatay'da geçmişle günümüz arasındaki bağlantıyı
kurmak adına müzemiz büyük önem taşıyor. Müzemizde
yer alan alet ve ekipmanlar için çiftçilerimizden
destek aldık. Bu konuda duyuru yaptık ve evinin bir
köşesine atılmış olan bu aletler müze sayesinde
yeniden değerlenerek gün yüzüne çıktı.
Çiftçilerimizden 223 tarım aleti geldi ve bunların
bir kısmını işlemden geçirerek müzemizde sergilenir
hale getirdik. Müzemizde, 20. yüzyıldan günümüze
kadar kullanılan 150 tarım aleti sergileniyor.
Müzedeki en önemli eserlerin başında 1955 yapımı
paletli bir traktör yer alıyor. Ayrıca, zeytinyağı
makinesi, el yapımı pekmez teknesi gibi birçoğu
unutulmuş ekipmanlar var."
Anadolu Ajansı, Haber:
İsmihan Özgüven, 03.03.2016
|
ODUN OLMAKTAN ANTİKACILAR KURTARIYOR

Türk sanatında önemli bir yer tutan ahşap işçiliği,
çeşitli yapıların pencere ve kapı kanatlarında,
korkuluklarında, cami minarelerinde, kürsülerde,
sanduka ve rahlelerde, ahşap direkli camilerin sütun
başlığı, konsol ve kirişlerinde geniş uygulama alanı
buldu.
Bu ahşapların süslemelerinde, kündekari,
oyma, kazıma, kakma, tarsi, kafes, kafes oyma
(ajur), maşrabiye tarzı kafes ve ahşap üzerine
boyama teknikleri öne çıkıyor.
Söz konusu eserlerin örnekleri kentlerdeki hizmet
binaları, ibadethaneler ve konaklarda görülebildiği
gibi ücra bir köyde de eşsiz bir ahşap sanatı
örneğine rastlanabiliyor. Birçok tarihi yer Kültür
ve Turizm Bakanlığınca tescillenirken ya yerinde
korunuyor veya buralardan elde edilen eserler
müzelerde sergileniyor. Bazıları da antika alım
satımı yapılan iş yerlerinde meraklılarıyla
buluşuyor.
"Odun olmaktan kurtarıp, kültür
envanterine sunuyoruz"
Ankara'nın Samanpazarı semtinde antika malzeme
alım satımı yapan Yaşar Güleğen, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 40 yıldır bu işi yaptığını
söyledi.
Türkiye'nin çeşitli kentlerinde ilgili kişilerin
ihbarlarıyla tescil edilmemiş yerlerden ahşap
malzemeleri topladığını ifade eden Güleğen,
"Gidiyoruz, yerinde görüyoruz. Gerçekten tarihi bir
değeri varsa, bunları yerinden zarar vermeden
söküyoruz. Buraya getirip tamir edip, eksiklerini
tamamlayıp satışa sunuyoruz" diye konuştu.
Bu eserlerin birçoğunu yakacak odun olmaktan
kurtarıp kültür envanterine sunduklarını belirten
Güleğen, şunları kaydetti: "Biz satın almazsak, bu eserler yok olup gider.
Çok değerli ahşap eserlerle karşılaşabiliyoruz.
Yıkılmak üzere olan bir evin tavan süslemeleri, kapı
işlemeleri, pencere süslemeleri, dolaplardaki ahşap
süslemelerinin belki de başka bir örneği
olmayabilir. İş yerimizde ayrıca eskiden kullanılan
el aletleri, tarım malzemeleri, eski ev eşyaları ile
cam eserlerimiz var. Bu tür eserleri bulup
kültürümüze kazandırdığımız için Kültür ve Turizm
Bakanlığından aldığımız teşekkür belgeleri
bulunuyor. İnsanların ilgi alanları çok farklı.
Yaşlı insanlar genelde çok eski malzemelere talip
oluyor. Çocukluklarında yaşadıkları ortamı bulmak
istiyorlar. Gençler ise daha yeni malzemelere talip
oluyorlar. 1970'li yıllardan bir malzeme bile antika
olarak aranabiliyor."
Bu işin yanında ahşapla ilgili ilginç çalışmalara
da imza attığını anlatan Güleğen, "Ahşap binaları
söküp başka bir yere taşıyabiliyoruz. 10 sene önce
Çorum İskilip'te bir köyde, eski caminin
ahşaplarının satışa çıkarıldığını duydum. Satıp
parasını, yeni yaptırdıkları caminin minaresine
harcayacaklarmış. Satın aldım. Kütüklerden yapılan
camiyi söküp kamyonla Balıkesir Edremit'e götürüp
kendi arsama tekrar kurduk. Bu cami orada 6 sene
insanlara hizmet verdi. Sonra caminin arsası
satılınca, camiyi tekrar söktük ve İskilip
Belediyesine hibe ettik. Belediye bu camiyi yapıp
ibadete açacak hatta bu cami o zaman 'mobil cami'
diye haber yapılmıştı ayrıca Çorum'da bulunan ahşap
tahıl ambarlarını satın alıp, tatil yörelerinde
ahşap yazlıklar yapıyoruz" diye konuştu.
Akşam,
29.02.2016
|