Haberler logo Mart '16 Arşivi

27 Mart - 2 Nisan 2016
SAMSUN SAATHANE RESTORASYON ÇALIŞMALARI İÇİN MAHKEMEDEN FLAŞ GELİŞME





Samsun Saathane restorasyon çalışmaları için mahkemeden flaş gelişme! Yaklaşık 1 aydır duran Saathene Meydanı arkeolojik kazıları, mahkeme sürecinin ardından tekrar çalışmalara başlandı.





Samsun Saathane restorasyon çalışmaları için mahkemeden flaş gelişme! Yaklaşık 1 aydır duran Saathene Meydanı arkeolojik kazıları, mahkeme sürecinin ardından tekrar çalışmalara başlandı.


 


Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Samsun Büyükşehir Belediye'sinin katkılarıyla başlatılan Saathane Meydanı projesinin restorasyon çalışmaları başladı.





Tarihi Taşhan, Şifa Hamamı, Süleyman Paşa Medresesi ve Camii'ni içine alan Saathane Meydanı restorasyon projesi, Taşhan'ın restorasyon çalışmalarıyla başladı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün yürüttüğü restorasyon çalışmaları kapsamında Süleyman Paşa Medresesi ve Camii'nin ise proje ihaleleri bitti ve yakında buralarda da restorasyon çalışmalarına başlanacak. Proje kapsamında yer alan Şifa Hamamı'nın da daha sonra ihalesi yapılacak. Bununla birlikte Saathane Meydanı'nda yer alan Taşhan, Şifa Hamamı, Süleyman Paşa Medresesi ve Camii'nin restorasyon çalışmalarının 2017 yılı içinde bitirilmesi planlanıyor.

  İHA, 31.03.2016
ZAHA HADİD VEFAT ETTİ

Zaha Hadid 66 (1950-2016) yaşında hayata gözlerini yumdu.

Zaha Hadid'in Architects'in internet sitesinde, 

Zaha Hadid'in hafta başından beri bronşit sebebiyle rahatsız olduğu, Miami'de tedavi gördüğü hastanede kalp krizi sebebiyle, sabahın erken saatlerinde (ABD saatiyle), vefat ettiği resmi olarak duyuruldu.
Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 01.04.2016

TRİPOLİS ANTİK KENTİNDE 2 BİN YILLIK PAZAR YERİ!

Denizli'nin Buldan İlçesi Yenicekent Mahallesi’nde Tripolis antik kentindeki kazılarda Roma dönemine ait 2 bin yıllık yeni bir pazar yeri gün yüzüne çıkarıldı.

Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Bahadır Duman, Tripolis’te üçüncü bir pazar yeri tespit ettiklerini ve o bölgede kazıları hızlandırdıklarını söyledi. Duman, “Tripolis’te yeni bir pazar yerinin bulunması tabii kentin özellikle Roma dönemi içinde MS 2. yüzyılda önemli bir ticaret merkezi olduğunu bir kez daha gösterdi. Öncesinde bulduğumuz 2 pazar yerinden biraz daha kuzeyde ve yaklaşık 300 metrekare ebatlarında oldukça da büyük bir pazar yeri” dedi.
Habertürk, 01.04.2016

Ödemiş'de, tarihi eser kaçakçılarına yönelik operasyon düzenleyen polis ekipleri, aralarında Hellenistik dönemlerine ait olduğu sanılan 2 bin yıllık kitabenin de bulunduğu toplam 161 adet tarihi eser ele geçirildi.

Alınan bilgiye göre, Ödemiş İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliğine bağlı ekipleri elde ettikleri istihbarat çalışmaları doğrultusunda bir iş yerinde tarihi eserler bulunduğunu tespit etti. Savcılıktan karar çıkmasınıon ardından hemen harekete Ödemiş Müze Müdürlüğü’nden uzman görevlilerle birlikte harekete geçen polisler, söz konusu iş yerine baskın yaptı. Yapılan operasyonda S.A. ile M.A.D. gözaltına alınırken, Hellenistik, Bizans, Roma ve Osmanlı dönemine ait toplam 161 adet tarihi eser ele geçirildi.

TARİHİ ESERLERİN ARALARINDA 2 BİN YILLIK KİTABE VAR
Öte yandan, ele geçirilen tarihi eserler arasında, 75 adet metal kare objeler, 23 adet metal yuvarlak objeler, 43 adet metal eski döneme ait olduğu değerlendirilen paralar, beş adet altın olduğu değerlendirilen tek küpeler, altın sikkeler, Osmanlı dönemine ait kılıç ve metal paralar yer aldı. Yakalanan eserler arasında en dikkat çeken tarihi eser ise 2 bin yıllık dikdörtgen şeklindeki kitabe oldu. Bu kitabenin çok önemli olduğu vurgulanırken, kitabenin Hellenistik dönemine ait olduğu ve fotoğraflarına tarih ile sanat kitaplarında rastlanabileceği belirtildi.
Yenigün Ege,31.03.2016

ASIRLIK CAM TAKILAR GÖZ KAMAŞTIRIYOR

Gaziantep'teki tarihi Antep Kalesi civarında üç eski Antep evinin restorasyonuyla oluşturulan Medusa Arkeolojik Cam Eserler Müzesinde sergilenen ve 2. ile 3. yüzyıldan kalma mezarlarda bulunan el yapımı cam kolye, bilezik ve yüzükler göz kamaştırıyor.

Cam eserler ile altın, bronz, gümüş ve toprak yapıların da yer aldığı müze, Roma, Bizans ve İslam dönemlerine ait 7 bin esere ev sahipliği yapıyor.

Cam Eserler Müzesi sorumlusu arkeolog Gökhan Köse, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Medusa Arkeolojik Cam Eserler Müzesindeki eserlerin 20 yıllık bir emek sonucu ortaya çıkarıldığını belirtti.

''Buradaki cam takılar genellikle merzarlıklardan çıkartılıyor''
Müzenin yıllık 25 bin ziyaretçisi olduğunu aktaran Köse, çoğunluğu cam eserlerin oluşturduğu müzedeki cam takıların yüzeysel bir işçilikle yapıldığını söyleyerek,"Cam boncuk tekniğini kullanmışlar. Bazı bilezikler burma modelinde yapılmış. Bilezikleri daha çok düz. Buradaki cam takılar genelde mezarlıklardan çıkartılıyor. O zamanda yaşayan insanlar öldükten sonra dirilip tekrar yaşayacaklarına inandıkları için ziynet eşyalarıyla süslenip gömülüyorlardı" şeklinde konuştu.

Akşam, 31.03.2016

SULTANHANI'NA HANIM ELİ DEĞİNCE

Kısa süre önce imzalanan protokol ile Bünyan Belediyesi’ne emanet edilen tarihi Sultanhanı Kervansarayı Bünyan Belediyesi Cami temizlik ekibince baştan sona temizlendi. Başkan Şinasi Gülcüoğlu; İlçenin kültürel mirasına sahip çıkarak bu tür tarihi yapıları, Bünyan’a yakışır prestij merkezleri haline getirmek için çalıştıklarını söyledi.

Tarihi kervansaray için ilçenin turizm potansiyelini yükseltecek yeni projeler üzerinde çalıştıklarını belirten Başkan Şinasi Gülcüoğlu ;”Atalarımızdan bize bırakılan mirası gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarabilmenin sorumluluğuyla hareket ediyoruz. Tarihi geçmişimizi ve bizlere emanet edilen tarih mirasını sahiplenerek yaşatmayı ilke haline getirdik. Bu çerçevede de geçtiğimiz ay içinde Vakıflar Bölge Müdürlüğümüzle yaptığımız protokol ile Sultanhanı Kervansarayını devraldık. İnşallah burada bir dizi çalışma yaparak yeni projeleri hayata geçireceğiz” dedi.

Sultanhanı mahallesi sakinleri de yürütülen çalışmalar ve tarihe sahip çıkılmasından duydukları memnuniyeti, ifade ederek Başkan Şinasi Gülcüoğlu ve belediye personeline teşekkür ettiler.
Kayseri Gündem, 31.03.2016

DEFİNEYE KISMET, 2000 YILLIK ANIT MEZARA KISMET

Kütahya’da baraka evin içinden 3 metrelik tünel kazarak boş arsada define arayanların kaçak kazı yaptığı yerde, Roma Dönemi’ne ait olduğu belirtilen 2 bin yıllık anıt mezar odası bulundu.



Kütahya'da Alipaşa Mahallesi Botatbey Sokak’ta ön tarafı boş arsa olan baraka şeklindeki ev içerisinden define aramak için 2 metre genişliğinde 3 metre uzunluğunda tünel kazıldı. Çıkan toprağı kulübe içerisinde saklayan şüphelilerin kazdığı tünelde yer yer çökmeler oluştu.



Kütahya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri kazı yapıldığı bilgisini aldıktan sonra bahse konu adresi gözetim altına aldı. Ekipler baraka evde oturan Muzaffer Kınteş (67), oğlu Muhammet Kınteş (25) ile arkadaşları Mehmet Ali Günay (49) ve Okan Açıkgöz’ü (39) gözaltına aldı, olaya karışan 2 kişiyi de yakalamak için çalışma başlattı. Gözaltına altına 4 şüpheli Emniyet Müdürlüğü’nde ifadeleri alındıktan serbest bırakıldı.

Müze müdürlüğü ekipleri de kazı yapılan bölgede araştırma yaptı. Boş arsada iş makineleriyle yapılan çalışmalarda Roma döneminde bir idareciye ait olduğu sanılan 2 bin yıllık anıt mezar odası ortaya çıkarıldı. Müze Müdürlüğü yetkilileri tarihi mezarla ilgili arkeolojik kazı çalışmalarına başlanıldığı belirtti.

  

Hürriyet, 31.03.2016

DENİZLİ'DE TARİHİ SÜTUN OTURAK OLARAK KULLANILIYOR

Denizli’nin merkezinde Kayalık Caddesi’nde yer alan tarihi sütun, esnaf tarafından oturak olarak kullanılıyor.

Merkez ilçesi, Kayalık Caddesi’nde üzerinde yer alan ve uzun süredir oturak olarak kullanılan tarihi sütun tepkilere neden oluyor. Denizli çevresinde bulunan antik kentlerden geldiği düşünülen tarihi sütunun koruma altına alınması için vatadaşlar çağrıda bulunuyor.
arkeolojihaber.net Fotoğraf: Mehmet Mercan
, 30.03.2016

PALMİRA'NIN YÜZDE 80'İ AYAKTA



Suriye'de ordu güçlerinin DAEŞ'ten iki gün önce tamamen geri aldığı 2 bin yıllık antik kent Palmira'nın çekilen son fotoğraflarını değerlendiren uzmanlar, kentteki tahribatın tahmin ettiklerinden az olduğunu söyledi. Suriye Tarihi Eserler Kurumu Başkanı Maamun Abdülkerim, UNESCO Dünya Mirasları listesindeki Yunan-Roman etkisinin izlerini taşıyan en önemli antik kentlerden biri olan Palmira'nın yüzde 80'inin hala ayakta olduğu müjdesini verdi. Suriye rejiminin kenti Mayıs 2015'ten bu yana kontrol altında tutan DAEŞ'ten geri almasından sonra değerlendirmelerde bulunan uzmanlar, binden fazla sütun ve 500'den fazla mezarı barındıran ve bir kalesi bulunan kentin son durumunun korktukları kadar olmadığını bildirdi. Abdülkerim, kentte bazı restorasyon ve yeniden yapılanma işlemlerinin gerektiğini belirterek "Ancak yine de bir felaketle karşılaşmadığımız için mutluyum" dedi. Fransız tarihçi Prof.Dr. Maurice Sartre ise Esad rejiminin de tarihi kentte tahribata neden olduğunu belirterek, yıkımda mevcut rejimin de payının olduğunu söyledi.
Sabah, 30.03.2016
BOMBAYLA DEFİNE ARADILAR

Kırıkkale’nin Çullu Köyü'nde kaçak define arandığına yönelik ihbar alan İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler operasyon düzenledi.

El bombası kullanarak define arayan 10 kişi gözaltına alındı. Adliyeye sevk edilen 10 zanlıdan 6’sı mahkemece tutuklanırken, 4 kişi serbest bırakıldı. Yapılan aramalarda define kazısında kullanılan el yapımı bomba, Jeneratör, kazma ve kürek ele geçirildi.
Milliyet, Haber: Milliyet Göğem, 29.03.2016

DÜNYANIN EN ESKİ BOTANİK BAHÇESİ SAHİPSİZ KALDI

İzmir'in Gaziemir İlçesi'nde bulunan dünyanın en eski, Avrupa'nın ise en büyük botanik bahçesi yeniden canlanabilmek için uzanacak bir yardım eli bekliyor.

Botanik biliminin babası kabul edilen Tournefort'un öğrencisi olan İngiliz Konsolos William Sherard'ın 310 yıl önce İzmir'deki evinin önünde 37 dönümlük arazide kurduğu botanik bahçesi, kaderine terk edildi. Gaziemir Belediyesi ile Ege Üniversitesi Botanik Bahçesi Herbaryum Uygulama ve Araştırma Merkezinin izini buldukları dünyanın en eski dördüncü botanik bahçesi, hayat bulmak için uzanacak bir el bekliyor. 1700'lü yılların yadigarı olan ve zamana karşı direnen botanik bahçesinde 12 bin çeşit bitki türü bulunuyor.

İNGİLİZ KONSOLOS BUTTİGİEG DE İLGİLENİYOR
Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol, bahçede birbirinden farklı bitki çeşitlerine rastlandığını belirterek, "İngiliz Başkonsolosu Sherard 310 yıl önce dünya çapında bir botanik bahçesi yapmış . Türkiye'ye has olmayan bitkiler var. Üniversiteden gelen uzmanlar Türkiye'ye has olmayan bitkiler buldu ve tohumları hala duruyor. İngiltere'nin İzmir Konsolosu Anthony Willy Buttigieg'i de ziyaret etti ve bu konuyla ilgileniyor. Maddi anlamda destekte bulunabileceklerini söyledi. İngiltere Kraliyet ailesinin de buna destek olacağını düşünüyorum" dedi.

"BELEDİYE OLARAK BU İŞİN ALTINDAN KALKAMAYIZ"
Botanik bahçesinin hayata geçmesi ile hem Türkiye hem de İzmir turizmi için büyük fırsat oluşturulacağını belirten Şenol, şöyle konuştu: "Burası bizim belediye olarak tek başına açacağımız bir yer değil. Şu an orası 180 dönüm, belediye olarak alanı biraz genişlettik. Türkiye'nin önemli bir botanik bahçesi olsun istiyoruz. Ama sadece Gaziemir Belediyesi olarak bu işin altından kalkma şansımız yok. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun, İzmir Ticaret Odası ile Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin, hatta TAV'ın destek olması gerekiyor. Bizi belediye olarak aşıyor, bünyemizi aşıyor. Belki de dünyanın ender botanik bahçelerinden birine sahip olacağız. Çok önemli, herkesin destek olmasını bekliyorum."

"FUAR KADAR ÖNEMLİ, TÜRKİYE'NİN PROJESİ OLMALI"
Şenol, botanik bahçesinin İzmir fuarı kadar önemli olduğunu vurguladı. Botanik bahçesinin yeniden hayata geçirilmesinin sadece İzmir'in değil Türkiye'nin projesi olması gerektiğini ifade eden Şenol, "310 yıl önce yapılan, dünyanın dördüncü botanik bahçesine Türkiye sahip. Bunu tekrar hayata geçirmek Türkiye'nin reklamı açısından da çok önemli bir olay. İzmir fuarı nasıl Türkiye'nin en büyük fuarıysa, bence botanik bahçesi de fuar kadar önemli bir yatırım olacak."

12 BİN ÇEŞİT BİTKİ
Gaziemir'de 310 yıl önce İngiliz Konsolos William Sherard tarafından kurulan ve 12 bin bitki koleksiyonu yapılan botanik bahçesinin izi geçen yıllarda bulundu. Botanik biliminin babası kabul edilen Tournefort'un öğrencisi olan Sherard'ın evinin önündeki 37 dönümlük arazide kurduğu botanik bahçesinin yeri, Garden History isimli kitap ve bir krokinin yardımıyla belirlendi. Halen zeytin ve çam ağaçları bulunan botanik bahçesi üzerinde yapılaşma olmamasının büyük şans olduğu dile getiriliyor. Botanik bahçeleri, canlı bitkilerin bilimsel araştırmalar, koruma, sergileme eğitim amacıyla dokümantasyonlu koleksiyon halinde bulunduruldukları kurumlar olarak tanımlanıyor.
haberler.com, 27.03.2016

ART BASEL'İN YENİ ADRESİ İSTANBUL MU?

Son yıllarda Asya’daki en önemli sanat etkinliklerinden biri olan Art Basel Hong Kong, dün sona erdi. Avrupa, Kuzey Amerika, Latin Amerika, Asya ve Afrika’dan 239 galerinin katılımıyla gerçekleşen etkinlik, bu yıl da 60 binden fazla ziyaretçiyi ağırladı.

Fuar sonrası gözlemlerini Pent Asia’ya anlatan Art Basel Küresel Direktörü Marc Spiegler, küresel krize rağmen satışlardan oldukça memnun kaldıklarını belirtti.

Spielberg, Çinli koleksiyonerlerin Batılı sanatçılara, özellikle de ‘blue chip’ isimlere ilgi duyduğuna dikkat çekerken, Batılı koleksiyonerlerin ise çağdaş Çin sanatına yöneldiklerini gözlemlediğini ifade etti.

Genç sanatçılara duyulan ilgide de ciddi bir artış varmış ayrıca, Ortadoğulu koleksiyonerlerin katılımı da geçtiğimiz yıllara göre en yüksek seviyedeymiş.

Türkiye’den Pi Artworks ve Dirimart’ın katıldığı fuar, Hong Kong’da ilk kez 2013’te gerçekleşmişti. Bu yıl fuara damgasını vuran gelişmelerden biri ise Art Basel İş Geliştirme Direktörü Patrick Foret’nin duyurduğu gelecek projeler ve yeni danışma kurulu oldu.

Projeler arasında en heyecan verici olanı; henüz Basel, Miami ve Hong Kong’da sanatseverlerle buluşan fuarın “Art Basel Cities” stratejik girişimi kapsamında dünyanın farklı noktalarına yayılacak olması.

Cities programı dahilinde Art Basel, dünyanın farklı şehirlerinde, o kentin kendine özgü kimliğini koruyarak uluslararası rezonans getirecek kültürel etkinlik programları geliştirecek ve bu lokal etkinliklere ev sahipliği yapacak.

Etkinlikler, Art Basel’in uluslararası ağı ve iletişim kanalları sayesinde lokal olmaktan kısa sürede çıkıp küresel sanat dünyasına bağlanabilecek. Proje kapsamında “şehir ortağı” olarak adlandırılan kentler seçilirken, gelişmekte olan sanat pazarlarının keşfedilmesine destek verilmesi esas alınacak.

Geliştirilen etkinlikler arasından başarılı olanlar, yıl içinde Art Basel’in fuarlarında sağlanacak ek platformlarda sergilenerek Art Basel’in uluslararası izleyicisiyle buluşacak.

TÜRKİYE’DEN FÜSUN ECZACIBAŞI?
Henüz şehirler açıklanmadı, fakat projeyi yürütecek yeni danışma kurulunda İngiltere, İtalya, İsviçre’den seçilen koleksiyoner ve filantrofistler arasında Türkiye’den de bir isim olması dikkat çekiyor.

Füsun Eczacıbaşı’nın yer aldığı kurul, Art Basel projelerinin gerçekleşeceği şehirler arasında İstanbul’un da olabileceğinin ipuçlarını veriyor.

Şehirler seçildikten sonraki ilerleme süreci ise alışageldiklerimize göre oldukça teferruatlı. Bakın sanatsal etkinlik oluşturulmadan önceki süreç nasıl ilerliyor: Art Basel bir şehirle işbirliği yapmaya karar verdikten sonra öncelikle yerel yetkililerle iletişime geçiliyor; şehrin kültürel varlıkları, altyapı ve kaynakları tespit edilip gözden geçiriliyor.

Birçok anlamda gelişmişlik düzeyi saptanıyor. Şehir bu testi geçtikten sonra, geliştirilecek projenin, yerel sanat pazarının yanı sıra şehrin kentsel, ekonomik ve kültürel kalkınma vizyonuyla nasıl bir uyum içinde olacağı üzerinde çalışılıyor.

Bu sürecin bir parçası olarak, Art Basel, şehir planlama uzmanı Richard Florida tarafından kurulan küresel danışmanlık firması Creative Class Grubu ile çalışıyor.

MIAMI EKONOMİSİNE KATKI
Organizasyonun yeni şehirler konusundaki heyecanını her fırsatta dile getiren İş Geliştirme Direktörü Foret, projelerde kültürel kalkınma hedef alınsa da şehirlerin ekonomilerinin de oldukça pozitif yönde etkileneceğinin altını çiziyor.

Örneğin, son yıllarda Art Basel Miami Beach’in, aralık ayının ilk haftası, yalnızca fuarın varlığının bir sonucu olarak, Miami’nin ekonomisine 500 milyon ABD katkıda bulunduğu biliniyor.

Miami Beach Belediye Başkanı Philip Levine, Art Basel’in 14 yıl önce başlamasından bu yana, Miami Beach ve komşu şehirlerinde sanat galerileri sayısının 6’dan 130’a yükseldiğini, yeni açılan müzelerle birlikte 2 yeni sanat bölgesinin ortaya çıktığını belirtiyor.

DENİZ, GÜNEŞ, KUM YETMİYOR
Bugün fuarları gerçekleştirildiği mekandan ibaret sektörel bir etkinlik ya da yalnızca bir pazarlama aktivitesi olarak düşünemeyiz.

Zira, bu fuarların gerçekleştiği dönemlerde şehirlerde eşzamanlı uydu fuarlar, özel sergiler, performanslar, sokak enstalasyonları, paneller, fotoğraf, müzik, film, mimarlık ve tasarım etkinlikleri düzenleniyor. Sergi sonrası partiler ile şehirde şölen havası esiyor, şehrin dört bir yanına sürprizler yayılıyor.

Üretim ve tüketim dinamiklerinin kişisellikten çıktığı günümüzde, Dünya Turizm Örgütü tarafından da açıklandığı üzere sportif, kültürel, eğlence amaçlı veya sanatsal her türlü “megaevents”, turizm sektörünün en önemli yapıtaşlarından biri haline gelmiş durumda.

Dünyada artık tek başına deniz, güneş, kum turizmi kabul görmüyor; şehirleri, ilham verici enerjisi ve turizmin gündelik hayat kültürüyle ilişkisi cazip kılıyor.

Daha iyi yemek, daha iyi otel; bugün insanlar sanata bakmak, galeri gezmek istiyor. Bienaller, ödül törenleri, fuarlar, festivaller, moda haftaları, kentlerin adlarıyla özdeşleşiyor; tek bir sosyo-kültürel etkinlik o kenti bir marka haline getirebiliyor.

Bu etkinlikler, turistleri lokal ekonomiye katkıda bulunacak şekilde harcama yapmaya yönlendirirken, bu sayede birçok ürün ve hizmet için pazar yeri doğuyor.

Böylece turizm sezonu dışında da destinasyona gelen ziyaretçi sayısı artıyor; memnun ayrılan ziyaretçilerin ülkemize tekrar gelme potansiyeli yükseliyor. Ve bir döngü böylece başlıyor: Sosyokültürel kalkınma oldukça nitelikli üretim artıyor; nitelikli üretim arttıkça sosyo-kültürel kalkınma gerçekleşiyor.
Habertürk, Haber: Deniz Çağlar, 27.03.2016

CINGIRT MAĞARASI'NDA ARKEOLOJİK KAZILAR YENİDEN YAPILACAK

Ordu Kültür ve Turizm İl Müdürü Uğur Toparlak, "Fatsa İlçesi'nde bulunan Cıngırt Mağarasında, arkeolojik kazı çalışmaları yeniden başlayacak" dedi.

Toparlak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, daha önceki kazı çalışmalarında 2 bin 150 yıl öncesine ait Hellenistik ve Pontus Krallığına ait kalıntılar bulunan Cıngırt Mağarası'nda yeniden arkeolojik kazı yapacaklarını belirtti.

Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılacak olan kazı için onay istediklerini ifade eden Toparlak, "Fatsa'da bulunan Cıngırt Kaya mağarasında kazı çalışmalarına devam edebilmek için bakanlıktan onay bekliyoruz. Bu yıl için kaynak sıkıntımız yok ve çalışmalar uzun olacak. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz'ın talimatı doğrultusunda kazı çalışmaları için bizlere 100 bin liralık kaynak aktarıldı. Kültür ve Turizm Müdürlüğü çalışmayı onaylar onaylamaz en geç Haziran ayında kazı çalışmalarına devam edeceğiz" dedi.

Kazı çalışmalarının geniş bir alanda sürdüğünü ifade eden Toparlak, "Öncelikle bölgenin temizliği yapılacak ve arkeolojik kazı çalışmalarına devam edilecek. Kazı çalışmaları bittikten sonra ise restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılacak. Biz burada 5 yıldır kazı çalışmamızı sürdürüyoruz. Kazı çalışmalarının ne zaman biteceğini söylemek için erken. Kazı yapılan alan geniş bir alanı kapsıyor. Ayrıca hazine arazisi olduğu için kazabildiğimiz kadar kazacağız. Kazı çalışmaları 10 yıl ile 20 yıl arasında sürecek" diye konuştu.
haberler.com, 26.03.2016

TARİHİ KALEDE HÜZÜNLÜ YAZIT

Elazığ'ın Ağın İlçesi'nde büyük bir bölümü Keban Baraj Gölü altında kalan Hastek Kalesi, mimari özellikleri ve öyküsüyle ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

Kaynaklarda hakkında pek fazla bilgi bulunmayan Hastek Kalesi, kimi araştırmacılara göre, milattan sonra 1. yüzyılda yapılmış Roma İmparatorluğu'nun doğu sınırındaki bir karakolu. Bazı kaynaklara göre ise 1018'de yöre halkı tarafından Türk akınlarından ya da Bizans saldırılarından korunmak amacıyla kullanılan sığınaklar olduğu tahmin ediliyor.

Kale sınırları içerisinde bir kaya üzerine Kral Aeimaries'in, hayatını kaybeden eşi için yazdığı hüzünlü satırlar ise kalenin öyküsüne farklı bir anlam katıyor.

İlçeye bağlı Yenipayam Köyü sınırları içinde bulunan ve sadece kayıklarla ulaşılabilen kale, Keban Baraj Gölü'ne dik inen kayalıkların alttan itibaren kat kat oyulmasıyla yapılmış ve birbirine gizli geçitlerle bağlantılı 3 kattan oluşuyor. Her katta geniş kullanımlı bir salonu ve bir depoyu andıran odalar ile bunları birbirine bağlayan dar galeriler, yer yer havalandırma, ışık alma ya da düşmana karşı savunma yeri olarak kullanılan mazgal delikleri yer alıyor.

AA muhabirine konuşan Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Bülent Demir, Hastek Kalesi ile ilgili ilk araştırmayı 118 yıl önce Berlinli eskiçağ tarihçisi Haunt'un yaptığını söyledi.
Haunt'un bu araştırmasının sonuçlarını bir kitabında yazdığını, ancak bu bilgilerin bugüne kadar toplumla pek paylaşılmadığını ifade eden Demir, "Hastek Kalesi kaya yerleşim alanı ve nekropolu Roma dönemi özelliklerini yansıtmaktadır. Halk arasında kaya sığınakları olarak bilinse de Roma'nın doğu sınırlarında bulunan sınır karakollarından biri olduğu bilim adamları tarafından tespit edilmiş ve söylenmiştir." ifadelerini kullandı.

Hüzünlü yazıt

Sıra dışı mimarisi ile görenlerini hayrete düşüren Hastek Kalesi ile ilgili bugüne kadar ortaya konulan en önemli ayrıntının Haunt tarafından kale içerisinde bulunan bir kaya bloku üzerine kazılmış yazıt olduğunu aktaran Demir, yazıtın Latince olduğunu ve 11 satırdan oluştuğunu dile getirdi.

Yazıtı tercüme eden Haunt'un, dönemin yerel kralının, ölen eşine duyduğu sevgiyi Hastek Kalesi'nde ortaya çıkardığını vurgulayan Demir, "Bir prenses ya da kontese dair yazılmış olan bu vezinli yazıtta, prenses ya da kontesin muhtemelen orta Anadolu'dan Hastek bölgesine getirilmiş bir gelin olduğu düşünülmektedir." dedi.

Demir yazıtın tercümesini de şöyle aktardı: "Burada vaktiyle evlenerek memleketime getirdiğim iyi duygular taşıyan Athenais yatıyor. Bu mezarın önünden gelip geçenlerden onu bir gül ile ya da başka bir çiçekle onurlandırana tüm göksel güçler bağışlayıcı olsun. Fakat eğer bir başkası mezara zarar vermek amacıyla gelirse tüm yer altı tanrıları ona kötülük yapsın. Bunları yazan babasıyla aynı adı taşıyan Aeimaries'tir ve kısa bir hayat sürmüş olan eşini severdi. Onun babası da benimle aynı adı taşımaktaydı ve annesi Antonia da Lucius'un kızıydı."
Anadolu Ajansı, Haber: İsmail Şen - Mehmet Ağın, 26.03.2016

TRAKTÖRÜN PULLUĞUNA 'TARİH' TAKILDI

Afyonkarahisar’ın Çobanlar İlçesi Kocaöz beldesinde bir vatandaşın kendine ait arazisini sürdüğü esnada traktörün pulluğuna 1600 yıllık “lahit” heykeli takıldığı bildirildi.

Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı'ndan yapılan açıklamada, Çobanlar İlçesi Kocaöz Beldesinde V.D. isimli şahısın arazisini traktörü ile sürdüğü esnada traktörün pulluğunun taş takıldı. yapılan inceleme sonucu taşın altında, Geç Roma Dönemi'ne ait yaklaşık 1600 yıllık olan bir lahit bulunduğu belirtildi. Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü tarafından tescil edilen ve tarihi eser niteliği taşıyan lahitin koruma altına alındığı kaydedildi.
Akşam, 25.03.2016

BAKANLAR KURULU SUR'UN % 60'I İÇİN 'ACELE KAMULAŞTIRMA' KARARI ALDI

Diyarbakır'da, hendek ve barikatların kapatılması PKK'lıların etkisiz hale getirilmesi için 5 mahallesinde sokağa çıkma yasağının sürdüğü merkez Sur İlçesi'nin yüzde 60'ı için 'acele kamulaştırma' kararı alındı.

Diyarbakır'ın merkez Sur İlçesi'nde hendeklerin kapatılması, barikatların kaldırılması ve PKK'lıların etkisiz hale getirilmesi için 2 Aralık'ta 6 mahallesinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Güvenlik güçleri operasyonları 9 Mart'ta sona erdirirken, ilçenin 5 mahallesinde halen sokağa çıkma yasağı devam ediyor.

Özellikle yasağın uygulandığı 6 mahallede çatışmalar ve operasyon sonrası oluşan ağır hasardan sonra Sur'un bundan sonra ne olacağı tartışılıyordu.

Bakanlar Kurulu'nun bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanan kararı ile Sur'da 'acele kamulaştırma' kararı alındı.

Kararla, ilçedeki 15 mahallede bulunan toplam 368 adadaki 6 bin 300 parselin acele kamulaştırılmasını karar verildi.

Bakanlar Kurulu'nun bugünkü Resmi Gazete'de yer alan kararından şöyle denildi: "Diyarbakır ili Sur İlçesi'nde ilan edilen riskli alan sınırları içerisinde bulunan ve ekli listede bulundukları yer ile ada ve parsel numaraları belirtilen taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması, adı geçen bakanlığın 16.03.2016 tarihli ve 2988 sayılı yazısı üzerine 2942 sayılı kamulaştırma kanunun 27'nci maddesine göre Bakanlar Kurulu'nca 21.03.2016 tarihinde kararlaştırılmıştır."

UNESCO Uluslararası Kültür Mirası Listesi'nde de yer alan tarihi Sur İlçesi'nde Bakanlar Kurulu'nun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın talebi ile aldığı kararla ilçenin yaklaşık yüzde 60'ı kamulaştırılırken, kamulaştırılan parseller üzerinde Sur belediye binası, bazı oteller, Cemil Paşa Konağı gibi binaların da bulunduğu öğrenildi.

ACELE KAMULAŞTIRMA NASIL YAPILIYOR?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Afet Yasası'nda belirtildiği gibi 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 3.maddesinde yer verilen 'iskan projelerinin gerçekleştirilmesi' hükmüne göre  'acele kamulaştırma' yapıyor. İlk taksit ödemesi, mezkur fıkraya göre belirlenen tutarların beşte biri oranında yapılıyor. Tapuda mülkiyet hanesi açık olan taşınmazlar ile mirasçısı belirli olmayan, kayyım tayin edilmiş, ihtilaflı veya üzerinde sınırlı ayni hak tesis edilmiş olan taşınmazların kamulaştırma işlemleri aynı madde hükümlerine tabi tutuluyor. Bakanlık, TOKİ veya İdare; kamulaştırma işlemlerinin yürütülmesi için mirasçılık belgesi çıkartmaya, kayyım tayin ettirmeye veya tapuda kayıtlı son malike göre işlem yapmaya yetkili bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Aysel Alp, 25.03.2016



******


SUR'DAKİ ACELE KAMULAŞTIRMA YARGIYA TAŞINACAK

Diyarbakır’ın Sur ve Şırnak’ın Silopi ilçelerinde Bakanlar Kurulu'nun “acele kamulaştırma” kararını meslek odaları yargıya taşıyacak. 

Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesi, sadece savaş, afet gibi olağanüstü hallerde uygulanıyor.

Acele kamulaştırmalara yargı "dur" diyor
Daha önce de çeşitli davalarda acele kamulaştırma kararı çıkmış ve yürütmeyi durdurma kararı verilmişti. Bunun için 30 gün içinde Danıştay’a dava açmak gerekiyor.

Örneğin Fener Balat Ayvansaray Mülk Sahipleri ve Kiracılarının Haklarını Koruma Derneği adına 2012 Eylül ’de açılan davada Danıştay 6. Dairesi, Fener Balat’ta kentsel dönüşüm yapılmak üzere dört mahallede çıkartılan acele kamulaştırma kararını gerekçesiz bularak yürütmesini durdurdu.

3. Havalimanı için Ağaçlı Köyünde yapılan acele kamulaştırmada da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu “Mülkiyet hakkına müdahalede kamu yararının varlığının, kanuni düzenleme gereğinin ve orantılılık noktasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi yapılarak karar verilmesi” gerektiğini belirterek yürütmesini durdurdu.

Yine Danıştay 6. Dairesi, Aydın'da jeotermal enerji santralleri için Bakanlar Kurulu tarafından verilen acele kamulaştırma kararının yürütmesini durdurdu.

Sur ve Silopi için de dava açılmalı
bianet’e konuşan İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Alev Seher Tuna,  bugüne kadar Fener-Balat, 3. Havalimanı yanında birçok yerde daha acele kamulaştırma davalarının durdurulduğunu belirtti.

“Acele kamulaştırma kararları birçok davada mahkemeden geri dönüyor. Çünkü buna dayanak oluşturan olağanüstü durumlar karşılanmamış oluyor. Sur ve Silopi’de de Danıştay’a itiraz edilmesi gerekiyor. Baro tüzel kişilik olduğu için dava açamıyor. Bunun için orada evi yıkılan bir kişi, ya da meslek odalarının dava açması gerekiyor.”  

Avukat Barış Kaşka ise Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesinde de Bakanlar Kurulu kararıyla acele kamulaştırma kararı çıkarttıklarını ancak bunu hiç uygulamasalar da halkı şirketle anlaşmaya zorlamak için bir tehdit olarak kullandıklarını söyledi.

Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi’nden Herdem Doğrul, acele kamulaştırma kararına karşı yasal haklarını kullanacaklarını belirtti.

Sur 2. derece sit alanı
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) “Dünya Kültür Mirası” listesinde yer alıyor.

Yaklaşık 120 bin kişinin yaşadığı Sur İlçesi 2. derece kentsel sit alanı. 158 bin hektarlık alanda yer alan ilçede, 124 anıtsal, 410 adet tescilli sivil mimari yapı mevcut. 

Sur’daki kentsel dönüşüm uzun süredir tartışılan bir konu. 2010’da Sur’daki Alipaşa ve Lalebey mahallesinde TOKİ, Bakanlık ve Belediye işbirliğindeki kentsel dönüşüm kapsamında 850 yapının 330’u yıkıldı. Halkın tepkisini çeken bu süreç 2013 yılının sonunda belediye tarafından durduruldu.

Ancak bu süreçte 4 Aralık 2012’de afet yasası olarak bilinen 6306 sayılı kanun kapsamında Sur’un tamamı riskli alan ilan edildi.

6 Eylül’den itibaren Sur’un çeşitli mahallelerinde başlayan, biten ve hala devam eden sokağa çıkma yasakları sadece sivil ölümlere değil, ilçedeki tarihi eserler dahil birçok yapının da harap olmasına neden oldu.

Uzun süredir ilçede kentsel dönüşüme dair bir tedirginlik vardı.
Bianet, 28.03.2016

DÜĞMELİ EVLER TURİZME KAZANDIRILIYOR

Antalya'nın Akseki İlçesi'nde 800 yıllık tarihiyle turistlerin ilgi odağı olan "düğmeli evler" restore edilerek turizme kazandırılıyor.

Sarıhacılar Mahallesi'nde bulunan ve mimari tarzından dolayı "düğmeli evler" olarak adlandırılan tarihi evlerin aslına uygun restore edilme çalışmaları sürüyor.

Osmanlı mimarisindeki düğmeli evlerin restorasyonu için 2000'de başlatılan çalışma kapsamında bugüne kadar 14 yapının restorasyonu tamamlanırken 2 evde de çalışmalar devam ediyor. 

12 ev daha restore edilecek
Akseki Belediye Başkanı Mustafa İsmet Uysal, restorasyonu süren 2 evin de nisan ayı sonlarında turizme kazandırılacağını söyledi. 

Özgün mimarisiyle dikkati çeken Sarıhacılar Mahallesi'ndeki düğmeli evlerinin aslına uygun onarılmasıyla geleneksel Türk mimarisinin yaşatılabileceğini belirten Uysal, "Sarıhacılar Mahallesi'nin önemli bir turizm potansiyeli bulunuyor. Biz, yeniden buraya ayağa kaldırıyoruz. Evlerin aslına uygun olarak restore edilmesi için Akseki dışında yaşayan köylüleri teşvik ediyoruz" diye konuştu.

Uysal, ilçedeki 12 evin daha restore edilmesi için çalışmaların tamamlandığını ifade ederek bu çalışmaların da izin için Kültür ve Turizm Bakanlığına gönderildiğini kaydetti.

"Nakış gibi işliyoruz"
Çalışmalarda görev alan ahşap restorasyon ustası Sinan Kabaoğlu, 30 yıldır ahşap yenileme işleriyle uğraştığını ve son 3 yıldır ise Sarıhacılar'daki düğmeli evlerin restorasyon işlerini yaptığını aktardı.

Kabaoğlu, yenileme işlerinin çok hassas olduğunu dile getirerek "Nakış gibi işliyoruz. Atölyede incelikle birebir tarihi oymaları yapıp yerine montajlıyoruz." dedi.

Ziyarete geldiği köyde girişimci oldu
Satın aldığı tarihi düğmeli evleri turizme kazandırmaya çalışan girişimcilerden Mustafa Kavasoğlu ise 2010'da yolunun Sarıhacılar'a düştüğünü anlatarak gördüğü manzara karşısında çok şaşırdığını vurguladı.

Ziyaretinde tamamen doğal, hiç bozulmamış ve insanların terk ettiği bir köyle karşılaştığına işaret eden Kavasoğlu, şöyle devam etti: "Tarih dolu ve dokusu muhteşemdi. Daha sonra bende buradan mutlaka yer edinmem gerektiği düşüncesi oluştu. Burayı yaşam müzesi olarak restore ediyorum. Daha sonra 2011 yılında konuk evi olarak hazırlamış olduğum binayı ve yanındaki otel ile restoran yapacağım diğer binayı aldım. Daha sonra inşaatlarına 2011 yılında başladığım Türkiye'nin ilk folklor müzesini yaptım. Şu an 4 yıldır devam eden restorasyon işlemlerini bu yıl tamamlayarak turizmin hizmetine sunacağım."  

Kavasoğlu, bütün işlemlerin Antalya Koruma Kurulundan alınan izinle yapıldığına dikkati çekti. 

"Geçen yıl 50 bin turist geldi"
Oyma işçiliğini dokusuna uygun olarak yapacak ahşap ustasını Kastamonu'dan getirdiğini belirten Kavasoğlu, şunları kaydetti: "Ustalar için atölye kurduk. Onlar da 3 yıldır restorasyon çalışmalarına devam ediyorlar ve dantel gibi ahşap işlemeciliği yapıyorlar. Bu ilk bölümü bitirdikten sonra yeni edindiğim 3 binayı daha restorasyon işlemlerine başlayacağım. Restorasyon işlemleri kolay değil. Bu evler de yaklaşık 3 yıl sürecek. Dolayısıyla burada dokusunu hiç bozmadan bir canlılık kazandırmış olacağım. Bu köye yeniden hayat kazandıracağım. Şu anda yerli ve yabancı turistler sıklıkla geliyorlar. Geçen yıl 50 bin civarında yerli ve yabancı turist geldi."
Akşam, 25.03.2016

İSLAM VE HİNT ESERLERİ MÜZAYEDESİ LONDRA'DA YAPILACAK

Dünyanın sayılı müzayede şirketlerinden Bonhams Müzayede Evi'nce, Londra'da 19 Nisan'da "İslam ve Hint Eserleri Müzayedesi" düzenlenecek.

Bonhams Müzayede Evi'nden yapılan açıklamaya göre, müzayedede, nadide cam, seramik, hat sanatı, minyatür, heykel, bronz, halı ve tekstilden oluşan 315 eser satışa çıkarılacak.

Müzayedede satışa çıkarılacak eserler arasında yer alan Kabe ve Mescid-i Haram'ı resmeden "İznik Çinisi"nin tahmini değerinin 60 bin pound olduğu belirtiliyor. Eserin, Victoria and Albert Museum, Louvre, British Museum, Benaki Museum ve Metropolitan Museum of Art gibi dünyanın ünlü İslam sanatı koleksiyonlarının yer aldığı sanat kurumlarındaki eserlerle kıyaslanabilecek değere sahip olduğu vurgulanıyor.

Satışa sunulacak 13. yüzyıl sonlarında Bağdat'ta yaşayan İslam hat sanatçılarından Yakut El-Musta'sımi'nin değerli ve nadir çalışmalarının bulunduğu "Müfredat Albümü"nün değerinin 100-200 bin pound olduğu ifade ediliyor.

Koleksiyonerlerin beğenisine sunulacak bir diğer eser olan, 19. yüzyılda, kırmızı ipekten yapılmış Osmanlı Sancağı'nın ise yaklaşık 30-40 bin pound değerinde olduğu ifade ediliyor.

"İslam ve Hint Eserleri Müzayedesi", 19 Nisan'da Londra'da gerçekleştirilecek.
Anadolu Ajansı, Haber: Saliha Özdemir, 24.03.2016

YIKILMAK İSTENEN KÖPRÜ TARİHİ ESER ÇIKTI

Altıntaş Köyü’nde köy içersinde ulaşımın sağlandığı eski köprünün güvenli olmadığı gerekçesiyle, muhtarlık tarafından yazılan dilekçe doğrultusunda köprüyü yıkmak üzere köye gelen DSİ yetkilileri, köprünün Bizans döneminden kaldığını tespit etti.

Altıntaş Köyü Muhtarı Ali Aktaş yaptığı açıklamada,  köy içersinde bulunan ve bakımsızlık nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan tehlike yaratan eski köprünün yıkılıp, yerine yenisinin yapılması için DSİ’ye yazı yazdığını söyledi. Daha sonra gelen DSİ yetkililerinin yaptığı incelemenin ardından köyden ayrıldığını belirten Aktaş, kendisine yapılan geri dönüşte ise köprünün yıkılmasının imkansız olduğunu çünkü bu köprünün tarihi eser olduğu yönünde bilgi geldiğini ifade etti.

“DSİ Yetkililerinin dikkati tarihi eseri ortaya çıkardı”
Geçmiş yıllarda köprünün yıkılıp yerine yenisinin yapılması için köyde bir çalışma başlatıldığını ancak daha sonra anlaşmazlıklar sonucu bundan vazgeçildiğini aktaran Ali Aktaş, “Hatta bu zamanda buraya malzeme dahi getirilmiş. Ancak yaşanan anlaşmazlıklar sonucunda bu köprünün yıkılıp, yerine yenisinin yapılmasına izin verilmemiş. Buraya getirilen malzeme de Çamlıca’ya götürülüp, orada bir köprü yapılmış. Daha sonra bu köprü bir kenarının çökmesi nedeniyle küçük bir tadilat görmüş. Bu zamana kadar bu şekilde gelmiş.” dedi.

1 Mart 2016’da burası sit alanı olarak belirlendi
DSİ tarafından köye 2 adet menfez yapılacağını aktaran Aktaş, “Böyle olunca da biz bu 2 menfezden bir tanesini burada kullanmak istedik. Konuyla ilgili gerekli yazıları yazdıktan sonra DSİ’den gelen mühendis ve mimarlar burayı fotoğrafladılar. Daha sonra da buranın tarihi eser olduğunu ve burayı yıkamayacaklarını söylediler.  Bunun üzerine bizler de Keşan Kaymakamlığı aracılığıyla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne bildirdik. 1 Mart 2016 tarihinde burası tarihi eser olduğundan dolayı Sit alanına çevrildi. Orada bana söylenen bu köprünün en az 500-550 yıllık Bizans döneminden kalma bir köprü olduğu söylendi.” şeklinde konuştu.

“Çevre düzenlemesinin yapılıp, güzel bir eser kazandırılmasını istiyoruz”
Yaşanan gelişmelerin ardından köprünün restarsyonu ile alakalı çalışmalara başladıklarını söyleyen Ali Aktaş; şunları söyledi: “Konuyla ilgili bu köprünün restore edilmesini ve çevresinin düzenlenmesini istedik. Çünkü bu köprünün etrafı daha önce vatandaşlarımız tarafından çöp atılan bir noktaydı. O nedenle gerekli temizlik yapılıp, gerekli restorasyon olursa, köyümüz çok güzel bir eser kazanacak.  Yine hemen bitişiğinde bir fosseptik çukuru var. Bunun da buradan kaldırılıp, bu tarihi köprünün çevresinin daha güzel bir yer haline gelmesini istiyoruz. Yine dere ıslahı ile alakalı da DSİ’ye başvurumuz oldu. Hem bu köprünün restorasyonunun yapılması hemde çevresinin temizlenerek bu köprünün ve çevresinin tarihine uygun bir yer haline getirilmesini istiyoruz.”

Aktaş, aynı zamanda Altıntaşlı olan İstanbul Sultangazi Belediye Başkanı Cahit Altunay ile de bu konuda görüşmelerinin olacağını, Altıntaş Köyünü tarihi ve güzel bir eser kazandırmayı hedeflediklerini dile getirdi.
Gündem Saros, Haber: Turgay Balcı, 24.03.2016

LAODİKYA KİLİSESİ'NDE RESTORASYONA 'AB KÜLTÜREL MİRAS ÖDÜLÜ'

Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikya antik kentinde devam eden restorasyon projesinin, AB Kültürel Miras Jüri Özel Ödülü'ne layık görüldüğünü bildirdi.

Zolan, gazetecilere yaptığı açıklamada, Laodikya Kilisesi'nin UNESCO Geçici Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmesinin ardından bu yapıda devam eden restorasyon projesinin de uluslararası ödüle layık görüldüğünü söyledi.

“Dünya Mirası Laodikya Uyanıyor Projesi” kapsamında devam eden restorasyon projesinin Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu (Europa Nostra) tarafından AB Kültürel Miras Jüri Özel ödülü aldığını ifade eden Zolan, kilisede uygulanan koruma, konservasyon ve restorasyon tekniklerinin takdirle karşılandığını dile getirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Sebahaddin Zeyrek, 22.03.2016

2 BİN 500 YILLIK SU KAYNAĞI

Muğla'nın Datça İlçesi'ndeki 2 bin 500 yıllık Knidos antik kentinde yapılan kazılarda, antik su kaynağı ortaya çıkarıldı.


Knidos Küçük Tiyatrosu'na bitişik olarak konumlandırılan, kutsal kaynak, sarnıç ve çeşmesiyle tonozlu yapılardan oluşan yapı kompleksinin, 25 metrelik bir geçitle kutsal su kaynağına bağlandığı anlaşıldı.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, ortaya çıkan yapıyı, "Knidos kazılarında heyecanlandıran keşif" olarak duyurdu.
Yeni Asır, Haber: Adem Ülker, 15.03.2016
TÜRKİYE'DE İLK KALE-KENT BALABAN

Malatya’nın Darende İlçesi'ne bağlı Balaban Mahallesi´ndeki kerpiç evlerin, 3 boyutlu lazer tarama sistemiyle röntgeni çekilerek, tarihi kentin silueti ortaya çıkarılacak.

Kale-Kent Balaban
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Programı Gurubu, tarihte ‘Kale Kent´olarak bilinen ve 700´e yakın kerpiç mimarisiyle Anadolu´da önemli bir yerleşim merkezi olan Balaban´daki kerpiç evlerin, 3 boyutlu lazer tarama sistemiyle röntgenini çekerek, tarihi kentin siluetini ortaya çıkaracak.

Darende İlçesi’nde ´Kale Kent´ olarak bilinen 700 kerpiç eviyle Balaban Mahallesi'nde, İstanbul Teknik Üniversitesi ve belediye tarafından evlerin korunması için çalışma başlatılıyor.

11 kişi çalışma başlattı
Darende Belediyesi tarafından ilçeye davet edilen İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Programı´nda görevli bir grup akademisyenle 11 yüksek lisans öğrencisi, evlerle ilgili çalışmalara başladı.

Heyet başkanı Prof.Dr. Kutgün Eyüpgiller,  yaptığı açıklamada, bölgedeki kerpiç evlerin farklı mimarisiyle dikkat çeken bir özelliğe sahip olduğunu söyledi.

Söz konusu evlerin korunmasına yönelik çalışmalar yapacaklarını ifade eden Eyüpgiller, bu kapsamda çalışmalara yörenin 3 boyutlu taramasını yaparak başlayacaklarını vurguladı.

Önemli bir zenginlik
Balaban Mahallesinin kerpiç mimarisi açısından Türkiye´nin önemli bir zenginliği olduğunu aktaran Eyüpgiller, ´Biz Balaban´ın bu kerpiç mimarisini özelliklerini saptayıp, daha sonra bu mimari geleneği nasıl koruruz, nasıl yaşatırız şeklindeki çalışmaları yapacağız. Bu mimariyi burada nasıl sürdürebiliriz diye proje hazırlayacağız´ dedi.

Prof.Dr. Eyüpgiller, Balaban Kerpiç Evlerle ilgili yaşlı yöre halkıyla da görüştüklerini ve farklı yaşam kurgularına şahit olduklarını belirterek, şöyle konuştu:
´Bu yöre, doğal bir tepede kurulmuş ve 700 kadar kerpiç ev, birbirine birleşik şekilde inşa edilmiş. Güvenlik için kale gibi bir mimari dizayn tercih edilmiş. Giriş ve çıkış için 5 kapı yapılmış. Bu da yöreye Kale Kent adının verilmesini sağlamış. Yaptığımız araştırmalar bize aynı zamanda burada 200-300 yıl önceki yöre yaşantısına dair bilgiler de verecek.´

Bu tür evlerin bakımının zor olduğunu, yer yıl bakım yaparak sıva ve tamir edilmesi gerektiğini, aksi halde evlerin yıkılabileceğini aktaran Eyüpgiller, yörenin turistik açıdan da önemli bir yer olduğunu ve yörenin turizme kazandırılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Malatya Aktüel, 14.03.2016



20 - 26 Mart 2016
MICROSOFT'UN YENİ YAPAY ZEKASI TAY.AI, IRKÇI, SEKSİST, VE KÜFÜRBAZ ÇIKTI!





Microsoft tarafından geliştirilen Twitter sohbet botu olan Tay.AI, ırkçı, seksist ve küfürbaz cevapları ile ilk 24 saat içerisinde kapatıldı. Microsoft'un uzun uğraşlar sonucunda Twitter kullanıcılarının İngilizce olarak sohbet edebileceği bir yapay zekaya sahip olan Tay.AI isimli sohbet botu, resmi Twitter hesabı olan @TayandYou adlı profilin açılmasından 24 saat içinde kapatıldı.

Otomatik olarak geliştirilen yapay zekasına göre cevap veren Tay.AI, teknik olarak genç bir kız gibi kendisine atılan tweetlere cevap verecek ve sohbet edecekti. Ancak 24 saat içinde attığı tweetlerde ırkçı, seksist ve küfürbaz cevaplar veriyor olması projenin geri çekilerek düzenlenmesine yol açtı.





Tamamen güzel düşünceler ile ilk tweetini "Hello World!" yani, "Merhaba Dünya!" olarak atıp faaliyete geçen profil, daha sonra "Kadınlar değersizdir", "Soykırımı destekliyorum", gibi cevapları ile ırkçı, Nazi sempatizanı, seksist ve küfürbaz cevapları ile tepki çekince resmi sitesi olan tay.ai üzerinden "Vay. Yoğun gün. Yorgunluğumu atmak için bir süre çevrim dışı olacağım. Yakında yazışırız." notu ile düzenlemeler yapılması adına kapatıldı.





Bu durum aslında yapay zekanın şu anda elverişli olmadığını gösterse de birçok kullanıcı #justiceforTay etiketi ile kapatılmasına karşı çıktı. Bu etiketi kullanarak aslında Tay'in kendisinin doğru ve yanlışı ayırt edilmesi ve milyonlarca Twitter kullanıcısı tarafından eğitilmesi isteniyor. Bakalım ilerleyen günlerde tekrar aktif olması beklenen Tay, yapılacak düzenlemeler sonrasında ne gibi cevaplar verecek.

WebTekno, Haber: Aydoğan Aykanat, 25.03.2016




Bu haberle ilgili, TAY Projesi'nden gelen resmi açıklama şöyledir:

"Bak Microsoft! Sana iki çift lafımız var: Koskoca şirketsin. Paran var, pulun var, her şeyin var. Yakışır mı sana TAY ismini kullanarak prim yapmaya çalışmak! İşte bunlar gelir başına! Eğer TAY'ın ismini kullanmaya devam edersen, hiç düşünmeden basarız kalayı ve dönüp arkamıza bakmayız bile! Söylemedi deme..."

(Yaşar Usta'ya sevgilerimizle...)

KÖPRÜDEN ÖNCE SON KALINTI!

İstanbul’un en eski tarihi eserlerinden sayılan Galata Surları, aradan geçen 713 yıllık sürede restore edilemezken, ayakta kalan birkaç parçası da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya...



İstanbul’da kaderine terk edilen binlerce tarihi eserden biri de Bizans döneminden kalma Galata Surları. 1303 yılında inşa edilen ancak 1863’den itibaren yıkımına başlanan Galata Surları’nın çok az bir bölümü bugüne kadar ayakta kalabildi. Haliç Metro Köprüsü’nden, Azapkapı, Şişhane istikametine doğru uzanan bölgede bulunan kalıntıların durumu, ‘Böylesi ancak Türkiye’de olur’ dedirtecek türden. İstanbul’un en eski tarihi eserlerinden sayılan eser, aradan geçen 713 yıllık sürede restore edilemezken, ayakta kaln birkaç parçası da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Uzmanlar ise özellikle Karaköy’deki çarpık yapılaşmanın kurbanı olan tarihi surların bir an önce restore edilerek korunmaya alınması gerektiğini belirtiyorlar. 

Yapının Azapkapı’dan Haliç Metro Köprüsü’ne uzanan kısmındaki görüntü yaşanan duyarsızlığı anlatmaya yeterken, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim görevlisi Aykut Köksal, tarihi mirasa duyarsız kalındığını belirterek, “Galata Surları’nın çevre düzenlenmesi yapılarak restorasyona alınması gerekir. Maalesef bu surlar Türkiye’deki yetkili kurumların restorasyon programlarında öncelik taşımıyor. Bizans döneminden kalma surlar dünyanın neresinde olursa olsun önem taşır. Maalesef bizdeki durum farklı” diyor.  

‘Sahip çıkan yok’
Fransız Araştırmaları Anadolu Enstitüsü’nden arkeolog Aksel Tibet de, ortaya çıkan manzarayı ‘tarihe saygısızlık’ olarak yorumluyor: “Galata Surları, İstanbul Belediyesi’nin kurulduğu ilk zamandan itibaren yıllar içerisinde çarpık yapılaşmanın kurbanı oldu. Surlardan geriye çok az bir şey kaldığından önemi çok büyük. Ceneviz surları olarak da bilinen surların İstanbul’un belediyecilik tarihinde önemi var. İstanbul’un ilk modern belediye teşkilatı, ‘Altıncı Daire’ adı altında Beyoğlu’nda kuruldu. Altıncı Daire’nin yaptığı ilk iş yol yapmak için Galata surlarını yerle bir etmek oldu. Galata Surları’ndan geriye sadece birkaç kalıntısı kaldı. Onlar da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yöneticiler, ‘turizm’ nutukları atıyor ancak tarihi yarımada ve Galata bölgesindeki eserlerimize sahip çıkan yok.” 

‘Tarihi mirasa hoyratlık 
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Serkan Sunay ise şunları söyledi: “Surlar, İstanbul’un tarihi miras açısından büyük önem taşıyor. Galata semt itibarıyla Bizans ve Osmanlı devrinde ticaretin kalbinin attığı bir semtti. Bölgede sadece Bizans ve sonrasında Osmanlılar değil, İtalya’da ticaretle uğraşan şehir devletlerinin temsilcileri de ikamet ediyordu. Yıllar içerisinde surlar tahrip olurken, sahip çıkan olmadı. Yurtdışında Roma kalıntılarını inceledim. Bizdeki eserlerin yanında esamesi bile okunmaz ancak daha fazla değer verildiğine şahit oldum. Ülke olarak elimizdeki tarihi eserlerin kıymetini bilmediğimiz gibi hoyratlık yapıyoruz. 

Marmaray kazıları sırasında da buna benzer durumlar yaşamıştık. Sahip çıkıldığında turizm patlaması yaşaması muhtemelen bir kentin mirasına yeteri kadar sahip çıkılmıyor. Tarihi eserleri sadece Sultanahmet, Topkapı Sarayı ve Ayasofya’dan ibaret sayan bir zihniyet oluşmuş durumda.” 
Milliyet, Haber: Mert İnan, 25.03.2016
HAYDARPAŞA'NIN GİZEMİ: KUM ZEMİNDE AHŞAP KAZIKLARLA 108 YIL

Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve Anıtlar Kurulu tarafından onaylanan projeyle Haydarpaşa Garı’nda aslına uygun restorasyon çalışmaları sürüyor.



Çatısı 2010 yılında çıkan yangında büyük hasar gören tarihi bina, yıllar içinde yapılan yanlış restorasyon uygulamaları da düzeltildikten sonra yeniden tren garı olarak hizmet verecek.
Restorasyona ilişkin açıklamalarda bulunan danışman Vahit Okumuş, Haydarpaşa Garı’nın taştan yapılmış yığma bina sanılmasının aksine, demir konstrüksiyon olduğunu söyledi.
Jeoradarla bu tarihi binanın demir konstrüksiyonlarının nasıl bağlandığını bularak projesini ortaya çıkaracaklarını anlatan Okumuş, böylece binanın gerçek yüzünün ortaya çıkacağını söyledi.

KUM ZEMİN
Haydarpaşa Garı’nın, kum zemin üzerine ahşap kazıklarla oturtulmuş bir bina olduğunu aktaran Okumuş, bu tekniğin de 108 yıl önce nasıl yapıldığını bularak, ahşap kazıkların özelliğini ve durumunu tespit edeceklerini belirtti.

Bu çalışmalarla binanın öncelikle statik konumunu ortaya çıkaracaklarını anlatan Okumuş, “Haydarpaşa Garı’nın daha önce bilindiği şekilde olmadığını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Etüt çalışmalarımız devam ediyor.



Orijinal zeminde ve duvarlarda ne olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Garın vitrayları da zaman zaman değiştirilmiş. Vitrayları ilk kez Alman sanatçı Linneman tarafından yapılmış. Onun tekniğini öğrenmeye çalışıyoruz. Bu teknik anlaşıldıktan sonra nasıl onarılacağı, kontrollüğe ve bilim kuruluna sunularak yapım konusunda karara varılacak” dedi.

Haydarpaşa Garı’nı “Türk motiflerinin kullanıldığı Alman ekolü eser” olarak tanımlayan Okumuş şöyle devam etti: “Yapacağımız araştırmalar sonunda binanın eksiklerini ve önceki restorasyonlarda yapılan yanlışları ortaya koyarak, yapılması gerekenleri bilim kurulana sunacağız.

Benim düşünceme göre temelde bir yüzey genişlemesi yapılmış ama nasıl yapılmış bilemiyorum. Temel taşları yan yana nasıl konarak zemin oluşturulduğu şimdilik bir gizem. Bunları bilmiyoruz. Bunu yakında ortaya çıkaracağız.”

‘ARAŞTIRIYORUZ’
Okumuş, binanın temel kavramlarını henüz kavrayamadıklarını aktararak “Yangında hasar gören çatıyı, orijinaline uygun arduvaz taşı kullanarak yeniden yapacağız.

Haydarpaşa’nın inşasında Osmanlı’nın yaptığı teknik dışında bir teknik kullanılmış. Bunların ne olduğunu net olarak henüz bilmiyoruz. Bütün bunları tespit etmek için üç aydan fazla bir zamandır araştırma yapıyoruz” dedi.

3 AY ÖNCE BAŞLANDI
Haydarpaşa Garı’nda restorasyon çalışmalarını yürüten firmanın şantiye şefi Semra Selbesoğlu da restorasyonun ön çalışmalarına 3 ay önce başladıklarını, ilk önce yangında hasar gören ve TCDD tarafından yaptırılan geçici çatıyı yeniden inşa etmeyi planladıklarını söyledi.

Selbesoğlu, garın içindeki 7 tarihi saatin de restore edileceğini belirtti.
Habertürk, 25.03.2016

ESAD'IN ASKERLERİ IŞİD'İN ELİNDEKİ PALMİRA'YI GERİ ALDI

Esad güçleri, geçen Mayıs ayından bu yana terör örgütü IŞİD'in işgali altında bulunan Palmira antik kentini geri aldı.

Palmira antik kenti, geçen Mayıs'tan beri terör örgütü Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) işgali altındaydı. Suriye ordusu, terör örgütü Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) işgali altında bulunan Palmyra antik kentini geri aldı.

"PALMİRA KENTİ VE ÇEVRESİ KONTROL ALTINA ALDI"
Suriya Arap Haber Ajansı'nın (SANA) haberine göre, Suriye Ordusu IŞİD güçlerini bölgeden püskürterek Palmira kenti ve çevresini kontrol altına aldı.

"KRİTİK BİR ANA YOLU DA ELE GEÇİRMİŞ OLDU"
Habere göre, Rus savaş uçaklarının hava desteğiyle kenti gören kritik tepeyi ele geçiren Suriye Ordusu, antik kent ile birlikte kritik bir ana yolu da ele geçirmiş oldu. Humus'un doğusunda kalan Palmira, IŞİD'in işgali altında bulunan Deyr ez Zor kentine giden yol üzerinde bulunuyor.

PALMİRA KENTİNİN ÖNEMLİ BÖLÜMLERİNİ HAVAYA UÇURMUŞTU
Haberde ayrıca, "SANA'ya açıklama yapan askeri kaynak ordu birliklerimizin destekçi güçlerle işbirliği içinde Humus kırsalının doğusu Tedmur Üçgeninin yanı sıra Tedmur Kentine batı ve güneybatı kenarlarından bakan tüm stratejik bölgeleri kontrollerine geçirdiklerini belirtti" denildi.

IŞİD, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) Dünya Mirası listesinde bulunan Palmira kentinin önemli bölümlerini havaya uçurmuş ve görüntülerini yayınlamıştı.

haberler.com, 24.03.2016

SHAKESPEARE 'İN KAFATASI ÇALINMIŞ

Ölümünün 400’üncü yılında mezarında yapılan arkeolojik bir inceleme, ünlü yazar Shakespeare’in kafatasının çalınmış olabileceği iddiasını güçlendirdi.

İngiltere’nin Stratford-upon-Avon kentindeki Holy Trinity Kilisesi’nde bulunan ünlü yazar William Shakespeare’in mezarını yeraltına ulaşabilen güçlü lazerlerle tarayan Strafford Üniversitesi’nden arkeolog Kevin Colls, Channel 4’e yaptığı açıklamada “Mezarın baş kısmının yerinden oynatılmış olduğunu gözlemledik. Shakespeare’in kafatasının mezarından çalındığına dair bazı tarihi hikayeler de var. Ben yazarın kafatasının Holy Trinity’de bulunmadığına ikna olmuş durumdayım” dedi.

1879 yılında Argosy isimli dergi, Shakespeare’in kafatasının yıllar önce 300 sterlinlik iddia uğruna Dr. Frank Chambers isimli adam tarafından çalındığını iddia eden bir haber yayınlamıştı. Bu iddia yıllar yılı tekrarlanmış ancak bilim dünyası tarafından hep asılsız bir dedikodu olarak görülmüştü. 
Hürriyet, Haber: Birce Bora, 24.03.2016

KONYA'DA TARİHİN RÖNTGENİ ÇEKİLİYOR



Konya Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı, Tarihi Mekanlar ve Kentsel İyileştirme Şube Müdürlüğü bünyesinde 2007 yılında kurulan Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) Konya tarihinin ve kültürel mirasının yeniden ayağa kalkmasında önemli çalışmalar gerçekleştiriyor. KUDEB, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında yapılacak tadilat ve tamirat uygulamaları öncesinde yapıyı inceleyerek, ortaya çıkan sonuca göre yol haritası belirliyor ve bu sayede yapılan çalışmalarla tarihi yapı yeniden ayağa kaldırılıyor.

KUDEB’LE TARİH KAYIT ALTINA ALINIYOR
KUDEB, tarihi eserlerin korunması, kültürel mirasın kayıt altına alınması ve gelecek kuşaklara aktarılması için ileri teknolojiden de faydalanıyor. Lazer Tarama Teknolojisi ile kültürel mirasın 3 boyutlu (3D) verileri elde ediliyor. Lazer tarama sonucu elde edilen nokta bulutu verileri sayesinde yapının birebir, 3 boyutlu modellenmesinin yanında, rölöve projeleri için gerekli olan cephe, plan ve kesit çizimi için altlık olacak veriler sağlanıyor. Bu teknolojik uygulama kültür varlıkları açısından bir çok fayda sağlıyor. Kültür varlıklarının alınan 3 boyutlu modellerinin oluşturulması, bu modellerin yüksek oranda detay içermesi ve yüksek çözünürlüklü eşleşme, değişim izleme ile sunum imkanına sahip olması nedeniyle yapılan 3D çalışmaları kültürel mirasa ve arkeolojik alanlara yönelik yapılan çalışmalarda farklı amaçlar için kullanılabiliyor.

BİR ÇOK TARİHİ VARLIK İÇİN 3D TARAMA YAPILDI
Uygulanan Lazer Tarama Teknolojisi ile Konya’daki bir çok tarihi varlık kayıt altına alındı.

Bu çalışmalardan en önemlileri arasında Alaaddin Tepesi II. Kılıçaslan Köşkü yer alıyor. Bu alanda Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazı sırasında KUDEB tarafından yapılan lazer tarama ile arkeolojik bulguların her aşaması kayıt altına alındı. Bu yolla saklanan veriler Müze Müdürlüğü ile paylaşılarak çalışmalara yön verildi. Lazer tarama ile elde edilen veriler aynı zamanda II. Kılıçaslan Köşkü Arkeolojik kazı alanı ve Kentsel Tasarım Projesi’nin şekillenmesine de yardımcı oldu.  Ayrıca Beyşehir’de yer alan Selçuklu döneminin en önemli yapıları arasında gösterilen Kubadabad Sarayı, Orta Anadolu’nun Efes’i sayılabilecek nitelikte arkeolojik materyali bünyesinde barındıran Zengibar Kalesi, Konya’nın Kapadokyası olarak nitelendirilen Kilistra (Gökyurt) Antik Kenti de KUDEP tarafından Lazer Tarama Teknolojisi ile taranarak elde edilen verilen ışığında çalışmalar gerçekleştirildi. Konya Tarihi Kent Merkezinde yapılacak olan müze binası kazısında ortaya çıkan Selçuklu Dönemi yapısı, Alaaddin tramvay hattı kazısında ortaya çıkan kuyu, mezar ve iç sur, Beyşehir İsmail Ağa Medresesi, Akşehir İplikçi Camii, İnce Minare Müzesi vb. önemli yapılar da Lazer Tarama Teknolojisi ile kayıt altına alındı.

HIZLI, GÜVENİLİR, SAKLANABİLİR
Lazer Tarama Teknolojisi sayesinde bu bölgelerin turizme kazandırılması amacıyla üretilecek projelere altlık olacak bilimsel materyaller sahadan en kısa sürede toplanarak projelerin şekillenmesinde doğrudan karar verme yetisini hızlandırıyor. Ayrıca lazer tarama sonucu oluşan nokta bulutu ile antik çağlardan kalma yapıların rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri kolay bir şekilde hazırlanabiliyor. Bunun yanında çalışmanın en dikkat çekici özelliği ise kültür varlıklarının alına 3D görüntüsü, dijital ortama atılıyor ve saklanabiliyor. Bu sayede kültür varlıklarında ileride oluşabilecek herhangi bir hasar, eldeki veriler ışığında tespit edilip, tekrar aslına uygun bir şekilde onarılabiliyor. Ayrıca aslına uygun görsel 3B modeller sayesinde, internet aracılığıyla dünyadaki tüm insanlara kültürel miras alanları, sanal (Sanal Turizm) olarak sunulabiliyor.

LAZER TARAMA TEKNOLOJİSİ NASIL İŞLİYOR?
Lazer Tarama Teknolojisi, 3 boyutlu (3D) ölçme teknolojisi alanında geliştirilen en son tekniklerden birisidir. Bu teknoloji kullanıcıya doğrudan 3 boyutlu konum bilgisi sağlayan, doğruluğu yüksek ve klasik sistemlere göre daha hızlı ölçme yapabilmesiyle öne çıkmaktadır. Klasik ölçme tekniklerinde uzun zaman alan, ulaşılması güç veya tehlikeli bölgelerin ölçülmesinde yüksek maliyet gerektiren çalışmalar, lazer tarama tekniği ile kolayca yapılabilmektedir. Bu tekniğin en önemli avantajlarından birisi, birçok farklı uygulama için bir objeye ait 3D konum verilerini detaylı olarak hızlı ve düşük maliyetle toplama özelliğidir. Yersel Lazer tarayıcılarla elde edilen ve nokta bulutu olarak adlandırılan nokta verilerinin işlenmesiyle 3D modeller elde edilebilmektedir. Kültür varlıklarının detaylı durumu ve hasar değerlendirilmesi, bunların muhafazası için gerekli belgelendirmelerin yapılması, yapının hasar görmesi ve yıkılması durumunda restorasyonu için bu teknikle elde edilen veriler kullanılmaktadır.

Yeni Meram, Haber: Barış Yaman, 23.03.2016

İZMİR TARİH PROJESİ'NDE YENİ DÖNEM

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora-Kadifekale-Kemeraltı aksında, "tarihi mirası korurken, alandaki ekonomik ve sosyal yaşamı da canlandırmak" hedefiyle yürüttüğü Tarih Projesi’nde 3’üncü etap çalışmalara başladı. Bahribaba, İkiçeşmelik Caddesi, Damlacık ve Değirmendağı konut dokularını kapsayan yeni etabın startı Havagazı Fabrikası’ndaki çalıştayla verildi.

Agora-Kadifekale-Kemeraltı aksındaki tarihi dokuyu bozmadan rehabilite ederek bölgeyi çekim merkezi haline getirmek için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı İzmir Tarih Projesi’nde çalışmalar etap etap devam ediyor. 19 alt bölgeye ayrılan tarihi akstaki yeni çalışmaların odağında bu kez Bahribaba, İkiçeşmelik Caddesi, Damlacık ve Değirmendağı konut dokuları yer aldı.

Tarihi Havagazı Fabrikası’nda düzenlenen 3’üncü etap çalıştayı, daha önceki etap çalışmalarında olduğu gibi katılımcı bir anlayışla düzenlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Sibel Ecemiş Kılıç, Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Hümeyra Birol Akkurt, İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesei Yard. Doç.Dr. Neslihan Demirtaş Milz ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü öğretim üyesi Yard. Doç.Dr. Koray Velibeyoğlu moderatörlüğünde gerçekleştirilen çalıştaya, ilgili kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları temsilcileri ile akademisyenler, muhtarlar ve bölge sakinleri katıldı.

Bahribaba, İkiçeşmelik Caddesi, Damlacık ve Değirmendağı çalıştayı, alana yönelik durum tespiti, haritalama, öneri operasyon ve aksiyonların tanımlandığı 3 aşamada ele alındı. Katılımcılar tarafından bölgelerin özellikleri, sağladıkları deneyimler, sahip oldukları sorun ve potansiyeller tespit edilerek bu çerçevede her bölge için farklı öneriler geliştirildi. Dört ayrı masada gerçekleştirilen çalıştayda elde edilen veriler ışığında, söz konusu alt bölgelerdeki tarihi mirası korurken, alandaki ekonomik ve sosyal yaşamı canlandıracak uygulama programlarının geliştirilmesine ilişkin operasyon planları hazırlanacak.

Büyükşehir Belediyesi, İzmir Tarih Projesi kapsamında daha önce Oteller Bölgesi, Havralar Bölgesi ve bu bölgeleri birbirine bağlayan Anafartalar Caddesi, Agora, Kadifekale-Antik Tiyatro bölgeleri arasındaki konut dokusunu içeren alt bölgelerle ilgili operasyon planlarının hayata geçirilmesi çalışmalarına devam ediyor.
Hürriyet, 23.03.2016

ANİ HARABELERİ UNESCO YOLUNDA DESTEK BEKLİYOR

Ani Harabelerinin UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alması için 15 yıldır çalışmalarını sürdüren araştırmacı yazar Vedat Akçayöz: Ani’nin etrafında bulunan sahadaki 26 kilisenin, Ani’nin öteki yüzü olduğuna inanıyoruz ve temelde kalanları gün yüzüne çıkarmak istiyoruz.

12 Mart Cumartesi günü, Elmadağ’daki Surp Agop Vakfı Lokali’nde, Kars Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz tarafından ‘2016 Unesco Yolunda Ani’nin Unutulmuş Yönleri’ başlıklı bir konferans verildi. Ani Harabelerinin Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alması için 15 yıldır çalışmalarını sürdüren araştırmacı yazar Vedat Akçayöz, sunumunda hazırlamış olduğu belgesel filmi tanıtarak Ani’nin unutulmuş yönlerine dikkat çekti. Agos’a konuşan Akçayöz, insanlığın mirası olarak nitelendirdiği Ani Harabelerinin UNESCO yolundaki sürecini paylaştı:

“Uzun süredir üzerinde çalıştığım bu projenin araştırma döneminde, bugüne kadar yapılan çalışmaların Ani Harabelerinin %35’lik sahasını kapsadığını gördüm. Ani’nin Değirmenler bölgesi gibi bilinmeyen daha birçok yönü var. Çektiğim belgesel filmi ve belgeleri bir rapor halinde Kars Kültür ve Sanat Derneği olarak UNESCO yetkililerine bildirdik. Aynı zamanda başbakanlığa da sunduğum bu 1 milyon 400 bin TL’lik proje için 200 bin TL’lik kaynak sağlandı. Maddi açıdan zorlansam da çeşitli kaynaklardan yardım alıp Kars Kültür ve Sanat Derneği olarak kar amacı gütmeden Ani’nin UNESCO 2016 Dünya Kültür Miras Listesi’nde yer alması için çalışıyor, orada yapılan restorasyon ve alt yapı çalışmalarının uluslar arası boyutta daha etkin ve sağlam çalışmalar olmasını arzu ediyoruz. Ani’nin etrafında bulunan ve Akyaka’dan Kozluca’ya kadar uzanan sahadaki 26 kilisenin, Ani’nin öteki yüzü olduğuna inanıyoruz ve temelde kalanları gün yüzüne çıkarmak istiyoruz. UNESCO da bu projeyi oldukça değerli bulup destek verdi ve kaya mezarları üzerine yaptığım çalışma için üzerinde koordinatlar barındıran beş adet harita gönderdi. Ben de kameram ve cetvelim elimde, amatör olarak çıktığım bu yolda, insanlığa ait bu mirası herkese duyurma çabasındayım. Surp Agop Lokali’nde yaptığımız buluşmanın benzerini yurt dışında da yapmak istiyorum. Belki bu sayede gerekli desteği de bulabiliriz.”
Agos, 23.03.2016

TRAKLARIN GİZEMİNE TEKİRDAĞ IŞIK TUTUYOR

  

Tekirdağ'da 16 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar sonucunda Trak medeniyetine ait birçok kalıntı gün yüzüne çıkarıldı.

Antik çağda bugünkü Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan'da yaşamış Traklar, Yunan tarihçi ve antik yazar Herodot'a göre Hindulardan sonra dünyadaki en kalabalık halk olarak biliniyor.

Namık Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Neşe Atik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Trakya bölgesine adını veren medeniyetin Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan'dan İç Batı Anadolu'ya kadar uzandığını belirtti.

Trakların tarihine ilişkin araştırma ve kazıların az olduğunu, bu nedenle Tekirdağ'daki tarihi Heraion Teikhos kentinde yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan eserlerin medeniyete ilişkin konuları gün yüzüne çıkardığını anlatan Atik, şunları söyledi:



"Tekirdağ'da çıkardığımız, arkeolojik kazılardan getirmiş olduğumuz veriler büyük önem taşımaktadır. Trakların eski dönemine ait veriler Tekirdağ Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. Bunun özelliği ve ilginçliği, Türkiye'de birçok Trak kenti olduğu bilinmesine rağmen kazısı yapılan ilk şehir olmasıdır."

- "Günümüzdeki aletlere çok benzeyen tıp aletleri bulduk"
Trakların boylar halinde yaşadığını ve savaşçı bir topluluk olduğunu aktaran Atik, farklı krallıklardan oluşan bu medeniyetle ilgili aydınlatılmayı bekleyen birçok konu olduğunu ifade etti.

Tekirdağ'daki arkeolojik kazılar sonucu çıkan buluntuların özellikle yurt dışında büyük yankı uyandırdığını bildiren Atik, şunları kaydetti: "2000'den beri sürdürdüğümüz kazılar birkaç önemli veriye ulaşmamızı sağladı. Bunlardan bir tanesi Trak rahiplerinin aynı zamanda hekim rahipler olduğunu gösterdi. Yani bir kutsal alan bulduk burada. Hem sağlık tanrısına inanılıyor hem de rahipler, günümüz cerrahları gibi operatör olarak çalışıyor. Günümüzdeki aletlere çok benzeyen tıp aletleri bulduk. Antik kaynaklarda betimlenen, ilaç yapımında kullanılan tandır şeklinde fırınlar bulundu fakat bunlardan sadece bir tanesi şans eseri bozulmadan ve çökmeden çıkartıldı, hem de içinde ilacıyla birlikte."
Hürriyet, Haber: Emrah Gökmen, 22.03.2016

VEZİRHAN'DA BİR TARİH YOK OLUYOR

İstanbul’un en gözde turistik ve tarihi mekanlarından Çemberlitaş semtinde bulunan tarihi Vezirhan, adını Osmanlının en büyük vezirlerinden Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’dan alıyor. Bu tarihi han, bulunduğu yer itibariyle Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun en önemli mekanlarından olan “Forum Konstantin”in içinde yer alıyor. Doğal olarak bu bölgede çok önemli Roma ve Doğu Roma eserlerinin kalıntılarına rastlamak şaşırtıcı bir durum değil.

Günümüzde, özellikle kuyumcu işçiliği yapan atölyelerin yer aldığı Vezirhan, önünde bulunan ana caddeye de isim babalığı yapıyor. "Vezirhanı Caddesi" bilinen cadde, bölgenin de en işlek caddelerinden bir tanesi.  

Vezirhan’a kendi adıyla anılan Vezirhanı Caddesi’ne bakan ana kapıdan girdiğinizde; sağ tarafta birinci katın bitimi, ikinci katın başlangıcını sağlayan merdivenlerin altına bir nevi temel, destek ya da taş rolü görmesi amacıyla yerleştirilen korint tarzı eşsiz güzellikte bir sütün başlığına rastlıyorsunuz. Gayet doğal bir anlatımla, sanki onun orada olması normal bir durummuş gibi algılansa da, tarihi özelliği her yerinden belli olan ve bu denli değerli bir tarihi sütun başlığının altından ve üstünden beton ve taş dolgu ile örülmesi ve bu amaçla kullanılması kabul edilebilir bir durum değil.

Arkeoloji/tarih içerikli haber sitelerinde hemen her gün okumaya alışkın olduğumuz tarihi eser tahribatlarından farklı olarak, bu durum İstanbul’un göbeğinde olması ve başta İstanbul Arkeoloji Müzesi ve konu ile ilgili diğer resmi birimlerin çok yakınında olması açısından ayrıca ciddi bir sorunu gözler önüne seriyor.

Amacı dışında kullanılan tarihi eserlerin bir bir asıl amacına dönüşünün bu tarz haberler ve şikayetler ile sağlandığını bildiğimizden dolayı, Mürekkep haber olarak öncelikle bu durumu haber olarak milletimize ve yetkililere duyurmayı ve tarihi sütun başlığının bir an önce beton yığınının arasından kurtarılarak İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin denetiminde bir yere götürülmesini arzu ediyoruz.
Mürekkep Haber, Haber: Ali İzzet Keçeci, 22.03.2016

HERCULANEUM MÜREKKEPLERİNDE METALİK MÜREKKEP İZİ

Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu lav altında kalan Herculaneum'da bulunan papirüs tomarları üzerinde yapılan çalışma, metal içerikli mürekkebin sanılandan 4 yüzyıl önce kullanıldığını ortaya çıkardı.

Fransa'da bulunan Avrupa Sinkrotron Merkezi'nden Dr. Emmanuel Brun, MS 79 yılında İtalya'daki Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu lav altında kalan Herculaneum kentinde küle dönen papirüslerde metal mürekkep izine rastladıklarını açıkladı.

Brun, "Romalıların 4. yüzyılda mürekkebe metal kattıkları biliniyor. İçinde metal bulunan mürekkebin 4. yüzyılda kullanılmaya başlandığı sanılıyordu. Papirüslerin incelenmesiyle metalik mürekkep kullanımının sanılandan 400 yıl önce başlandığı ortaya çıktı. Bugüne kadar el yazmalarında kullanılan mürekkebin karbondan yapıldığı düşünülüyordu" dedi.

Papirüslerin yüksek miktarda kurşun içerdiğine dikkati çeken Brun, "Mürekkeple ilgili çalışmalar, yanardağın patlaması sonucu küle dönen papirüslerdeki metinlerin okunmasına olanak sağlayacak" ifadesine yer verdi.

Çalışma sırasında 18. yüzyılda Herculaneum kentinde yapılan kazılarda çıkarılan 2 bin papirüs tomarının bin 400'ü, Sinkrotron X ışınları kullanılarak incelendi.

MS 79'da Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonucu Herculaneum ve Pompeii kentleri, lav ve kül tabakasının altında kalarak yok olmuştu. Herculaneum kentinde bulunan ve aralarında antik Yunanca felsefe eserleriyle Latince bir eserin de bulunduğu sanılan papürüsler, klasik dönemden günümüze ulaşmayı başaran en eski belgeler olarak biliniyor.

Çalışma, " Proceedings of the National Academy of Sciences" dergisinde yayımlandı.
Haber 7, 22.03.2016

DÜNYANIN EN PAHALI TABAĞI BALIKESİR'DE ELE GEÇİRİLDİ

Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı timlerinin düzenlediği tarihi eser operasyonunda 2 milyon liraya satılmaya çalışılan en az 2 bin yıllık Pers Kralı'nın bahar kutlamalarını anlatan figürlerle süslenmiş tabak ele geçirildi.

Balıkesir'in Bandırma İlçesi'nde jandarma timlerinin düzenlediği operasyonda 105 parça tarihi eser ele geçirildi. Jandarma timleri için sıradan bir tarihi eser operasyonu gibi gözüken olayda, tarihi eserlerin arasında çıkan bir tabak operasyonun önemini gözler önüne serdi. Olayla ilgili 2 şüpheli gözaltına alınırken, eserlerin arasından Pers dönemine ait bir tabak çıktı. En az 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen tabağın işlemeleri ise dikkatlerden kaçmadı. Pers Kralı'nın bahar kutlamalarının tabağın kenarına işlendiği görülürken, 2 bin yıl önce yapılan figürler şaşkınlığa neden oldu. Bandırma Müze Müdürlüğü'ne teslim edilen tabağın 2 milyon liraya satılmaya çalışıldığı iddia edildi.

Hürriyet, 22.03.2016

JAN DARK'IN YÜZÜĞÜ İÇİN ASKERİ TÖREN

İngiltere'nin başkenti Londra'da geçen ay düzenlenen bir açık artırmada 376 bin euroya (1 milyon 203 bin TL) satılan Fransız Katolik Azizesi Jan Dark'a ait yüzük, Fransa'ya getirilmesinin ardından dün düzenlenen askeri törenle sergi için Les Epesses'teki Puy-de-Fou eğlence parkına getirildi. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı törende cam kabın içine konulmuş 600 yıllık yüzüğü gören vatandaşlar, coşkulu bir şekilde töreni izledi. Siyasetçiler ve işadamlarının da katıldığı törende Jan Dark figürü de at üzerinde canlandırıldı. Şubat ayında Timeline Müzayede Evi'nin düzenlediği açık artırmada satılan tarihi yüzük, 4 Mart'ta Fransa'ya getirilmişti. Yüzyıl savaşları sırasında İngiltere'ye karşı cephede savaşarak tarihe geçen Jan Dark, bugün ülke genelinde "Fransa ulusunun anası" olarak tanımlanıyor.
Sabah, 22.03.2016
BURSA'DA 2 BİN YILLIK LAHİT PARÇASI BULUNDU



Bursa'nın İnegöl İlçesi'nde, karayolunun kenarında Roma  dönemine ait 2 bin yıllık lahit parçası bulundu. 
Alınan bilgiye göre, Bursa-Ankara karayolu İnegöl girişinde asayiş  uygulaması yapan İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, kontrol noktası yakınlarına  atılmış iki mezar taşı buldu.
 
İlçe Emniyet Müdürlüğü Alanyurt Polis Merkezi'ne getirilen mezar  taşları, burada Bursa Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından incelendi. Uzmanlar,  taşlardan birinin Roma dönemine ait 2 bin yıllık lahit parçası, diğerinin ise  üzerinde Arapça yazıların bulunduğu 200 yıllık mezar taşı olduğunu belirledi.
 
Tarihi eserler, Bursa Müze Müdürlüğüne gönderildi. Olayla ilgili  soruşturma başlatıldı.
Vatan, 21.03.2016
MOMA 65 BİN ESERLİK DEV KOLEKSİYONU ERİŞİME AÇTI

1929’da New York’ta açılan MoMA – Museum of Modern Art koleksiyonunu dijital ortamda erişime açtı. Batı modern sanatının en köklü koleksiyonlarından birine sahip olan müzenin bu haberi birçok sanatseveri heyecanlandıracak gibi duruyor. 

Müze 65.000 eseri kapsayan arşiviyle eserlerin yüksek çözünürlüklü versiyonlarını inceleme imkanı sunuyor. Koleksiyonunda Jackson Pollock, Cindy Sherman, Jean-Michel Basquiat, Jasper Johns, Edward Hopper, Andy Warhol, Chuck Close, Georgia O'Keefe ve Ralph Bakshi gibi ünlü sanatçıların çalışmaları da bulunuyor.
Radikal, 21.03.2016

SAHTE MİRO SERGİSİNE 4 BUÇUK YIL MAHKUMİYET!
Miró'nun sahte eserlerini Türkiye'ye getirerek orjinal esermiş gibi pazarlayan Koleksiyoner Emre Sefer'in; sergiyi düzenleyen kurum olan KÜLT Ltd.'i dolandırmak ve MSGSÜ'nün kamuoyunda itibarının zedelenmek sebebiyle, İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi'nce 4 sene 6 ay sene hapis cezasına hükmedildi.

Miró’nun sahte eserlerini Türkiye’ye getirerek orjinal esermiş gibi pazarlayan Koleksiyoner Emre Sefer’in; sergiyi düzenleyen kurum olan Kült Ltd.’i dolandırmak ve MSGSÜ’nün kamuoyunda itibarının zedelenmek sebebiyle,  İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 4 sene 6 ay sene hapis cezasına hükmedildi.

20 Kasım 2013 tarihinde Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılan Miró Sergisi ile ilgili Miró Vakfı’nın “eserlerin sahte olduğu”na dair raporu doğrultusunda Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından kapatılan sergi ile ilgili mahkeme kararını verdi.

Serginin düzenleyicisi Kült Ltd.’nin “maddi ve manevi zarar gördüğüne” dair şikayeti üzerine başlayan davada koleksiyonun sahibi ve kiralayıcısı Arete Sanat Galerisi yetkilisi Koleksiyoner Emre Sefer “dolandırıcılık” ve “özel belgede sahtecilik” suçlarından suçlu bulundu.

Sözkonusu sergi 20 Kasım 2013 tarihinde açılmış, 20 Aralık 2013 tarihinde ise “eserlerin sahte olduğundan şüphelenmesi üzerine” ziyaretçi girişi durdurulmuştu. 23 Aralık 2013 tarihinde Joan Miro’nun yasal temsilcisi Miró Vakfı yöneticileri İstanbul’a gelip sergide incelemelerde bulunmuş, 3 Ocak 2014 tarihinde de “eserlerin orjinal olmadığına” dair teknik rapor hazırlanmıştı.

Aynı gün serginin organizatörü Kült Ltd. dolandırıldığı gerekçesiyle koleksiyonun sahibi ve kiralayıcısı Arete Sanat Galerisi yetkilisi Koleksiyoner Emre Sefer hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma neticesinde Emre Sefer hakkında “dolandırıcılık” ve “özel belgede zincirleme sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldı.

Yapılan yargılama neticesinde 18.03.2016 tarihinde Koleksiyoner Emre Sefer suçlu bulunarak toplamda 4 yıl 6 ay hapis cezası ve 40.000TL adli para cezası ile cezalandırıldı.

İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi, “sanığın sözkonusu eserlerin sahte olduğunu bildiğini” belirterek, “sahteliği belirtilen eserlerle ilgili orjinallik sertifikasının sahte olduğu, olayın uluslararası bir boyuta taşındığı, sanığın ciddi anlamda kastının bulunduğu ve sözkonusu eylemin sanat eserlerine yönelik olduğu” gerekçesiyle dolandırıcılık suçundan 2 yıl hapis ve 40.000TL adli para cezasına, “sanığın kendi şirketi Arete Şirketi adına orijinallik belgeleri düzenlediği, bu eylemi zincirleme şekilde gerçekleştirdiği” gerekçesiyle de özel belgede sahtecilik suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetti.

Dolandırılan ve mağdur olan Kült Ltd.’nin avukatı ise, “kültür ve sanat alanında yaşanan bir dolandırıcılık ve sahtecilikle ilgili ülkemizde örnek bir mahkeme kararı tesis edildi. Ticari alanda çok sık karşılaşılan dolandırıcılık ve sahtecilik yanında, kültür sanat alanında pek karşılaşılmamakta, sahtecilik olsa da mahkeme kararlarıyla cezalandırılmamaktaydı. İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi bundan böyle emsal olabilecek bir karar vermiştir” dedi.

Mahkeme kararı sanat dünyası neden önemli oldğuna dair açıklama yapan mağdur kurumun yöneticisi Kült Ltd yöneticisi Dündar Hızal “Biz tüm kültür endüstirisi adına sürecin takipçisi olduk. Bu karar önemli bir zafer. Büyük maddi zararlara uğramış olmak bir yana bu kararın caydırıcılık açısından önemi büyük. Kültür endüstrisinin büyük etkinliklere ihtiyacı var, büyük oranda sponsorluk ilişkisini gerektiren ve çoğunlukla güven ilişikisine dayalı bir eko-sistem. Tüm kırılgan atmosfer ve eko-sistem bunu suistimal eden kimi kötü niyetli kişilerce kolayca yok edilebiliyor. Bu kararla kültür sanat eko-sistemi biraz daha güvenli bir alana kavuştu. Artık tersini düşününler için hapis cezasına kadar ağır cezalar var Türkiye’de” dedi.
Radikal, 21.03.2016

SUR'UN TARİHİ TOPRAĞA GÖMÜLÜYOR

Diyarbakır Sur’da 109 gün süren çatışmaların ardından yıkılan binaların enkazının kaldırılmasına başlandı.

İzmir, Kayseri, Malatya, Konya, Erzincan, Ankara ve Gaziantep’ten getirilen iş makineleri yıkılan ve tahrip olan binaları içindeki eşyalarla Dicle Üniversitesi kampusu içindeki eski kum ocağına döküyor. Hurdacılar ve tarihi eser kaçakçıları bu alanı mesken tuttu. Bir hurdacı tarihi bir kama ile yine tarihi çatal kaşık takımı bulduğunu bir diğeri de bulduğu altın yüzüğü bin 800 liraya sattığını anlattı. Molozların üzeri toprakla kapatılıyor ve üzerinden silindirlerle geçiliyor.  Tarihi evlerdeki işlemeli taşlar, sütunlar başta olmak üzere çok sayıda tarihi eserin de hiç bir ayrıştırmaya tabi tutulmadan kum ocağına döküldüğü eleştirisi getirildi.
Milliyet, Haber: Namık Durukan, 21.03.2016

5 HEYKELE AHLAKİ SÜRGÜN

Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı AK Partili Enver Yılmaz, 4 yıl önce CHP'li Ordu Belediyesi’nce çeşitli parklara konulan bazı heykellerin taşınacağını açıkladı.

Yılmaz, dün makamında düzenlediği basın toplantısında, içlerinde kadın figürleri de bulunan 5 heykelin yerini değiştireceklerini belirterek, "Bu heykelerden 5 tanesinin toplumun genel algısı, örfümüz, adetimiz ve ahlaki duyarlılığımızı da dikkate almak suretiyle başka bir alana taşımayı planladık" dedi. 
Hürriyet, 21.03.2016
ARKEOLOJİK SİT ALANI KÖPRÜÇAY VADİSİ'NE VİYADÜK YAPILACAK

Antalya’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında hizmete alınması planlanan 156 kilometrelik Antalya - Alanya otoyolu, Türkiye’nin en önemli rafting alanı Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın da bulunduğu 1’inci derece arkeolojik sit alanı Köprüçay Vadisi’ni 485 metrelik viyadükle geçecek.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılı, 2023 vizyonunun ortaya koyduğu otoyol projelerinden biri olan Afyonkarahisar- Antalya - Alanya otoyol projesinin Antalya - Alanya kesimi için ÇED süreci başladı. Karayolları Genel Müdürlüğü’nce ÇED başvuru dosyası halkın görüşüne açılırken sürece ilişkin 7 Nisan’da halkın katılımlı toplantısı düzenlenecek.

Görüşe açılan ÇED raporunda Afyonkarahisar’dan başlayan otoyol projesinin 156 kilometrelik bölümünü oluşturan Antalya- Alanya güzergahının belirlenmesi çalışmaları sırasında ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile koordineli çalışılarak görüşlerin alındığı, detaylı arazi gezileri yapıldığı belirtildi. Bölgenin en az zarar göreceği güzergahın oluşturulması için azami hassasiyet gösterildiğinin altı çizilen ÇED dosyasında, proje çalışmalarının da aynı hassasiyetle devam etmekte olduğu belirtildi.

Otoyol güzergahının Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin mevcut gelişim plan alanını bölmemek için kentin kuzeyinden ve bir miktar uzağından geçtiğinin vurgulandığı ÇED dosyasında, "Özellikle koruma ve sit alanlarına zarar vermemek amacıyla Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ile projenin her aşamasında ortak çalışmalar yapılmıştır" denildi.

MEVCUT YOL DEĞERLENDİRMESİ
Antalya- Alanya arasında D-400 karayolu tek alternatif olduğu için yükünün oldukça ağır olduğunun belirtildiği ÇED dosyasında, mevcut yola ilişkin şu değerlendirmelere yer verildi: "Koridor üzerinde bulunan büyük ve küçük yerleşim alanları bu artışa önemli etkide bulunmaktadır. D-400 karayolunun bu kesiminde yıllık ortalama günlük değerlere bakıldığında maksimum yüzde 20 gibi ağır bir taşıt trafiği gözlenmesine karşın, bölgenin turizm ve tarım sektörlerindeki kalkınmış yapısı düşünüldüğünde, bu kesimde özellikle yaz aylarındaki ağır vasıta trafiğinin, diğer aylara göre büyük artış gösterdiği sosyo-ekonomik bir gerçektir.

Önemli yerleşim alanlarının birçoğunda devlet yolunun, mevcut yerleşimlerin içerisinde kalması, çoğunlukla sinyalize kavşakların bulunması ve karayolunun geometrik açıdan yer yer düşük standartlarda seyretmesi, olumsuz yapının daha da artmasına sebep olmakta ve hizmet seviyesini düşürmektedir."

RAFTİNG TURİZMİNİ ARTIRACAK
Bu nedenle Türkiye’nin en önemli turizm güzergahı Antalya- Alanya arasında, devlet yoluna alternatif teşkil edecek ve seyahat standardını yükseltecek bir yola gereksinim olduğunun vurgulandığı ÇED dosyasında, aynı zamanda artan ulaşım olanaklarının kongre, golf, doğa yürüyüşü, rafting gibi değişik turizm türlerinin de gelişmesi için bir itici güç olacağı belirtildi.

Antalya’da Döşemealtı Kocaçay Deresi’nden başlayacak otoyolu, Döşemealtı’yla birlikte Kepez, Aksu, Serik, Manavgat ilçelerinin kuzeyinden geçerek Alanya’ya uzanacak. Bölgenin kuzeyinde Toros dağları eteklerinde projelendirilen güzergahta, uzunluğu 22.5 kilometreye ulaşan 10 tünel, 11 kilometrelik 25 viyadük, 44 köprü, 54 altgeçit, 46 üstgeçit ve 9 kavşak yer alacak.

VİYADÜK 1. DERECE SİT ALANI OLAN KÖPRÜÇAY'DAN GEÇECEK
ÇED raporuna göre otoyol, Pisidia uygarlığına ait Selge ve Pednelissos ile Aspendos ve Side antik kentlerini birbirine bağlayan iki antik köprünün yer aldığı 1’inci derece arkeolojik sit alanı statüsünde ve Türkiye’nin en önemli rafting alanı Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın yer aldığı Köprüçay’dan geçecek.

ÇED raporunda Köprüçay Vadisi’nin 485 metre uzunluğunda viyadükle geçileceği belirtilirken, geçiş için koruma alanının en dar bölgesinin seçildiği belirtildi. Ayrıca geçişin tamamen şeffaf bir yapı sistemi ile oluşturulmasının planlandığı da dosyada yer aldı. 

Antalya- Alanya otoyolu, Köprüçay’la birlikte 17’nci kilometresinde SİT alanı olarak tescillenmiş eski mezarlığın güneyinden de geçecek. ÇED dosyasında bu alana herhangi bir zarar vermeden geçileceği belirtilirken, otoyolun 51’inci kilometresinde tarihi Aspendos Su Yolu Sit Alanı bulunduğu, ancak yol güneye kaydırılarak söz konusu koruma alanından uzaklaştırıldığı da belirtildi.
Hürriyet, Haber: Emre Baylan, 21.03.2016

EROL AKYAVAŞ'A 1 MİLYON 900 BİN!

Antik Palace’ta dün gerçekleştirilen 290. Müzayede’de en yüksek fiyata Erol Akyavaş’ın ‘Fallen City II’ adlı eseri satıldı. 600 bin TL’den satışa sunulan tablo neredeyse 2 milyon TL’ye alıcı buldu.



Türkiye’nin önde gelen müzayede evlerinden Antik A.Ş. dün Maçka’da yer alan Antik Palace’ta ‘290. Müzayede’sini gerçekleştirdi. 15.00’te başlayan müzayedede Fahrelnissa Zeid, Erol Akyavaş, Nejad Melih Devrim, Orhan Peker, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Elderoğlu, Ferruh Başağa, Adnan Çoker ve Mehmet Güleryüz’ün aralarında yer aldığı Türkiye’nin usta sanatçılarının eserleri satışa sunuldu. 

İkinci eser ‘Arka Yüz’
Türkiye’de, eserleri yüksek fiyatlara alıcı bulan sanatçıların tabloları satışa çıkarıldığı için ‘En Değerliler Müzayede’ olarak adlandırılan etkinlik, Olgaç Artam tarafından yönetildi. Müzayedede en yüksek fiyata satılan eser, Erol Akyavaş’a aitti. Sanatçının 1982 tarihli ‘Fallen City II’ adlı eseri 600 bin TL’den satışa sunuldu ve 1 milyon 900 bin TL’ye alıcı buldu. 

Müzayedede en yüksek fiyata satılan ikinci eser, Fahrelnissa Zeid’in ‘The Reverse’ / ‘Arka Yüz’ isimli ünlü tablosu oldu. 700 bin TL’ye satışa sunulan 1953 tarihli tablo, 1 milyon 575 bin TL fiyata alıcı buldu. Eser, son yıllarda satılan en yüksek fiyatlı Zeid yapıtlarından biri oldu.  

Eyüboğlu’na ilgi
Müzayedede bunların yanı sıra Bedri Rahmi Eyüboğlu eserleri de büyük ilgi gördü. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Karabaş Kahvesi’ adını taşıyan ve İstanbul’dan bir sokak kahvesini gösteren eseri 315 bin TL’ye alıcı bulurken, yine sanatçının ‘Otoportre’ eseri 215 bin TL’ye satıldı. 

Mehmet Güleryüz’ün ‘Çiftçi’ eseri 230 bin TL , Kemal Önsoy’un ‘The Sun’ adlı tablosu ise 200 bin TL’ye alıcı buldu. Ayrıca Abidin Elderoğlu’nun ‘Dinamik Kompozisyon’u 145 bin TL’ye, yine Elderoğlu’nun ‘Mavi-Kırmızı Kompozisyon’ adlı eseri 125 bin TL’ye satıldı. Orhan Peker’in ‘Balıkçı ve Kediler’ adlı eseri de 200 bin TL’ye satıldı. Müzayedede 200’e yakın eser koleksiyoncuları ile buluştu.
Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 20.03.2016
KIRGIZİSTAN'DA MAMUT KALINTISI BULUNDU

Kırgızistan'ın kuzeyindeki Issık Göl Bölgesi'nde mamut kalıntısı bulundu.

Hükümetin Issık Göl Temsilciliği Ofisi'nden yapılan açıklamada, Ak-Suy İlçesi Otradnoye Köyü yakınlarındaki Jergalan nehri üzerindeki bir kayalığın üzerinde mamut olduğu düşünülen kalıntıların bulunduğu bildirildi.

Arkeolojik Enstitüsü yetkilisi ve uzmanı Kadiça Taşbayeva'nın yönetimindeki Kırgızistan Milli Bilimler Akademisi'ne mensup bir grup bilim insanı, kalıntıların yer aldığı bölgeye gelerek, kazı çalışmalarına başladığı ifade edildi.

Otradnoye'de yaşayan çocuklar, 10 Martta köyün yakınlarındaki nehir kıyısında oynarken büyük çaplı baş kemiği ve dişler bulmuş, ihbar üzerine inceleme yapan polis, mamut kalıntısının bulunduğu düşünülen bölgeyi korumaya almıştı.

Bu arada, Kırgızistan Kültür, Enformasyon ve Turizm Bakanı Altınbek Maksutov, söz konusu kalıntıları, kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından Bişkek'e getirileceğini bildirdi.

Ülkede 1959 yılında da mamut fosili bulunmuş, sergilenmek üzere Moskova'ya götürülmüştü.
Sabah, 19.03.2016

ARTIK KORUMA ALTINDA

Aydın ile Muğla il sınırları içinde bulunan, MÖ 6 bin yıl öncesine dayanan, kaya resimleri ve yerleşim kalıntılarının olduğu Latmos’taki Kutsal Tapınak, tescil edilerek korumaya alındı.



Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından yapılan çalışmalar sonucunda kültürel varlık olarak tescil edildi. Kararı sevinçle karşılayan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, Latmos’un bir bütün olarak korunması gerektiğini söyledi.



Türkiye’de, UNESCO’nun Kültürel ve Doğal varlıklardan oluşan Dünya Mirasları Listesine girebilecek en önemli yerlerden birinin Beşparmak Dağları (LATMOS) olduğunu söyleyen EKODOSD Başkanı Sürücü, antik dönemde Latmos olarak bilinen Beşparmak Dağları’nın doğa ve tarih açısından bölgenin en hassas yerlerinden biri olduğunu söyledi. Bölgenin henüz Milli Park ve Doğal Sit gibi koruma statüleri olmadığını, bunun da bazı olumsuz sonuçlara yolaçtığını vurgulayan Sürücü, "Latmos’un en etkileyici yerlerinden biri de kutsal tapınak Dikilitaş’ın olduğu alandır. Yaşamın MÖ 6000’lerden günümüze kadar devam ettiği, adeta zamana yolculuğun yapıldığı tarihi mirasların yoğun olduğu bir bölgede yer almaktadır. Geçtiğimiz günlerde Dikilitaş’ta kutsal tapınağın olduğu alan kimliği belirsiz kişiler tarafından yakılmıştı. Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından yapılan çalışmalar sonucunda, Zeus Akroios’a adanan Kutsal Tapınak, kurul tarafından tescil edildi. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından yangını çıkaranlar hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu. Tapınağın taşlarında yangın sonrası oluşan renk değişimleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Restorasyon ve Konservasyon Müdürlüğünün taş uzmanlarınca inceleneceği ve gerekli iyileştirme çalışmalarının yapılacağı bildirildi" dedi.

KAYA RESİMLERİ TESCİL EDİLİYOR
Latmos’a sınırları olan Aydın ve Muğla koruma kurulları ile Müze yetkililerinin birlikte çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Sürücü, "Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Aydın Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından çalışmalar sonucunda çok önemli buluntuların yer aldığı Bağarcık bölgesi, Stylos Manastırı ve pek çok tarih öncesi kaya resimlerinin tescil çalışmaları bitirildi. Kalan diğer bölgedeki çalışmalara devam ediliyor. Yapılan çalışmalarda yeni bir yerleşim alanı daha bulundu. Muğla Koruma kurulu ve müze yetkilileri de tüm kültürel varlıkların harita üzerinde aplikasyonunu yaptı. İvedilikle tescillenmesi gereken alanlardaki tespit ve tescil çalışmaları tamamlandı. Prehistorik resimlerin olduğu alanlar, kaya freskoları, antik yol, şapel ve kilise kalıntıları tescillendi. Kalan bulguların tespit ve tescil çalışmalarının devam ettiği bildirildi. İki kurulun tespit ve tescil çalışmalarını aynı anda sürdürmesi çok önemlidir. Yapılan bu çalışmalar kültürel varlıkların tescillenmesini sağlayıp bir koruma kalkanı oluşturacaktır. Kurulların ve müzelerin çok zor arazi koşullarında duyarlılıkla devam ettirdiği bu çalışmalara, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Milli Park için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da Doğal Sit için mutlaka katkı yapmalıdır" dedi.

Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 19.03.2016

YENİ 'ŞEHİTLİK' BULUNDU

Çanakkale Kara Savaşları’nda, 16. Kolordu Komutanlığı’nın karargahının ve hastanesinin bulunduğu Beşyol Köyü'nde, o dönemde şehit düşen askerlerin mezarları, bir asır sonra ortaya çıkarıldı.



Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi. Doç.Dr. Burhan Sayılır, eski adı “Tursun” olan Beşyol Köyünün, Saroz Grubu Komutanlığı’nın merkezlerinden olduğunu ve Anafartalar’ın da arka bölgesinde kaldığını belirtti. 

Sayılır, şöyle konuştu: “Bugünkü Beşyol Köyü'nde Tekir Tepe’nin arkasında yer alan ve yeni ortaya çıkarılan bu şehitlik alanında, bir Hastane ve bir 16. Kolordu Komutanlığı’nın karargahı vardı. Bu karargahın ve hastanenin hemen yanında özellikle 2’nci Anafartalar Muharebesi ve Kireçtepe Muharebesi’nde yaralanan hastaneye getirilen ve burada hayatını kaybeden askerlerin defnedildiği bir 
şehitlik vardır. 

İkinci Anafartalar Muharebesi’nde ön saflarda savaşan 12’nci Tümen’in 34, 35 ve 36’ncı alayları, Kireçtepe bölgesinde o sırada 5’inci Tümen’e bağlanan 19, 39, 126 ve 127’nci alayın askerlerinden yaralananlar Beşyol’daki bu hastaneye getirilmiştir. Bu askerlerden şehit olanlar, burada defnedilmiştir. Yaptığımız çalışmalar sonucunda 600 civarında şehidimizin buradaki mezarlarını belirledik. 
Milliyet, 18.03.2016
EMEK'İN 'E'SİNİ GÖRDÜM
O sahnenin üstündeki E harfi sökülmüş ve nostaljik koltuklarıyla 1920'lerdeki sinemaya benzemeye çalışan bu yeni salonun sahnesinin üstüne asılmış. O eski Emek'in alnına konan bir veda öpücüğü gibi.

“Her halükarda orası Emek Sineması değil, ‘Emek’in bir taklidi’ olacak. Modern bir alışveriş merkezinin içinde, sekiz yüz kişilik, avizeli süslemeli kitch bir salona dönüşecek. Ne girişi, ne fuayesi ne de çıkışı Emek’e benzemeyen bu temsili salon kimse için bir anlam ifade etmediğinden, bir süre sonra iyice işlevsizleşecek. Kapanıp gidecek.

İşte o zaman, yeni sinema salonu da gönül rahatlığıyla alış veriş merkezine katılır ve Emek’in ‘E’si de, Şehir Müzesi’ne bağışlanır.”

Beş yıl önce, Emek’in E’si başlığı altında böyle bir yazı yazmışım. Zamanı geldi. Emek tam da beklentilere uygun biçimde eskisiyle hiçbir alakası olmayan şıkır şıkır bir sinema salonu olarak açılmayı bekliyor. O sahnenin üstündeki E harfi sökülmüş ve nostaljik koltuklarıyla 1920’lerdeki sinemaya benzemeye çalışan bu yeni salonun sahnesinin üstüne asılmış. O eski Emek'in alnına konan bir veda öpücüğü gibi. Asılı durduğu yerden, bembeyaz, ışıl ışıl, bize bakıyor.

Son günlerde sık sık Emek hakkında yazılar okuyorsunuz. Emek Sineması’nın içinde olduğu kültür-eğlence AVM’sini gezmek, bu pırıl pırıl mekandan etkilenip güzel güzel yazılar yazmak üzere davet edilen gazetecilerden biri de bendim. Daveti kabul edip gittim ve gördüm. Evet, tarihi Serkildoryan çok güzel restore edilmiş, evet terkedilmiş sinema salonlarının bulunduğu adada artık binlerce metrekarelik modern bir yapı yükseliyor ve o yapının bir kısmında sinema, sergi salonları olacak. Ama bütün bunlar Emek Sineması’yla birlikte kaybolup giden kent hafızasını, o sinemanın simgelediği geçmiş zamanları, o eski filmlerin ve galaların anılarını geri getirmeyecek. Bir zamanlar İstanbul’un her yerinde bulunan, sokakla aynı hizadaki o büyük sinemaların sonuncusu da kaybolup gitti. Oysa tüm bunlar kültür endüstrisine hizmet edecek yeni bir tesisten daha önemliydi. Çünkü böyle tesisler kentin her yerinde yapılabilir, yapılıyor da. Devletin müflis bir rantiye gibi sahip olduğu kamusal alanları yatırımcıların hizmetine sunması kabul edilebilir bir şey değil. Kamuyu oluşturan tek bir bireyin bile söz hakkının gözetilmesi gerekirken, binlerce insanın itirazlarına kulaklarını tıkayıp onların üstüne su ve gaz sıkıp Emek Sineması’nın yıkılıp yok edilmiş olması tabii ki unutulacak şey değil.

Dolayısıyla ben Grand Pera’yı gezerken Serkildoryan binasının aslına uygun biçimde yenilenmiş olmasına sevinemedim. Arkasına inşa edilen devasa binanın yüzde altmışının kültür ve sanat için kullanılacak olmasından coşkuya kapılmadım. En üst katta sekiz sinema, bir tiyatro bir Emek ve geniş fuayeden oluşan gösteri alanının nasıl etkinlikler ağırlayacağını merak etmedim. Burayı eski Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından Remzi Buharalı’nın yönetiyor olması da beni etkilemedi. Emek Sineması’nı ne için yıktıklarını, sonuçta ne elde ettiklerini görmek istemiştim; gördüm de. Şimdi düşünüyorum, bir yanlışın üstüne bir güzellik inşa edilebilir mi diye?

Grand Pera birkaç ay sonra açıldığında Serkildoryan Binası’nın büyük oranda ofislere dönüştüğünü göreceğiz. Altındaki dükkanlardan biri eskiden Rüya Sineması’na açılan geçit gibi bu kez Madam Tussauds balmumu heykeller müzesine açılacak. Arkadaki yapının önemli bir kısmını yani kültür ve sanata ayrılan yüzde altmışlık oranın bir kısmını bu müze kaplayacak. Üst katlarda birbirinden şık mağazalar ve lezzetli lokantalar yer alacak. En üst kattaysa sinema salonları ve Emek. Pek itici biliyorum ama Grand Pera’nın bir yanıyla da ofis/AVM olacağı ortada, yapacak bir şey yok. İstiklal Caddesi’nde yeni bir AVM’ye ihtiyacımız var mı? Bu ona yatırım yapanların meselesi; biz beğenmezsek gitmeyiz. Ama yerine yapıldığı Emek Sineması’nın hatırasını yaşatma iddiasını ne kadar gerçekleştirebilecek, işte ondan hiç emin değilim ve bu beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Ne yazık ki hala beş yıl önceki yazıda söylediklerimi düşünüyorum.

Ne kadar şık olursa olsun bir AVM’nin içindeki bir mekanın kültür endüstrisine sandıkları kadar iyi hizmet etmesi hiç kolay gözükmüyor. Ama bunu başarırlarsa en azından Emek’in E’si bir kent müzesinin unutulmuş deposunda değil, barındırdığı hatıraları görmek isteyenlerin arada sırada ziyaret edebileceği kendi coğrafyasının üstünde bir yerde durmaya devam eder. Hiç değilse bu olur.
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 18.03.2016

1600 YILLIK BUKOLEON SARAYI YOKOLUYOR

İstanbul'da Tarihi Yarımada'da bulunan Bizans dönemine ait 1600 yıllık Bukoleon Sarayı tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir zamanlar Marmara Denizi'nin kıyısında bulunan tarihi binanın kurtarılması için sosyal medya üzerinde imza kampanyası başlatıldı.

Bizans'ın Büyük İmparatorluk Sarayı kompleksi içinde yer alan Bukoleon Sarayı, zaman içinde büyük tahribata uğradı. Doğrudan Marmara deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın balkon kısmı bitki örtüsüyle kaplandı. İlgisizlikten viraneye dönen binanın ayakta kalan bölümleri de burayı mesken tutan uyuşturucu madde bağımlıları tarafından yakıldı. Uzmanların acil bakımdan geçmezse yok olacağını belirttiği Bukoleon Sarayı, Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkisinde bulunuyor. Küçük Ayasofya'nın doğusunda bulunan ve bugüne yalnızca kalıntıları kalmış olan Bizans'ın sahil sarayı İmparator 2. Theodosios (408-450) tarafından yaptırılmış. Bilinen ve hala görülebilen kısımları ise Teofilos zamanında (829-842) eklenmiş. Temelinde ise İlk Çağ'dan kalma mermer bloklar var.
Milliyet, 18.03.2016

GİZEMİ
307 MİLYON YIL SONRA
ÇÖZÜLDÜ

ABD’nin  Chicago kentindeki Field Müzesi’nde sergilenen, 307 milyon yıllık bir su yaratığının gizemi çözüldü.

Nature dergisinde çarşamba günü yayımlanan bir makalede, 1958 yılında amatör fosilci Francis Tully tarafından bulunan ve omurgasız olarak sınıflandırılan ‘Tully canavarı’nın, omurgalı bir su canlısı olduğu  belirtildi.

Milliyet, 18.03.2016

7 BİN 200 YILLIK KAFATASINA BÜYÜK İLGİ

Niğde Müze Müdürü Fazlı Açıkgöz, müzede 7 bin 200 yılllık kil sıvalı insan kafatası sergilendiğini ve ziyaretçilerin büyük ilgi gösterdiğini söyledi.

Niğde'nin Bor İlçesi'ne bağlı Bahçeli Beldesi'ndeki Köşk Höyük'te yürütülen kazı çalışmaları devam ederken 1985-87 yılları arasında 13 kil sıvalı kafatası bulunduğunu belirten Fazlı Açıkgöz, bunlardan 1'ini müzede sergilediklerini söyledi. Kafataslarının 7 bin 200 yıllık olduğunu ifade eden Açıkgöz, müzeye gelen ziyaretçilerden de büyük ilgi gördüğünü kaydetti.

SADECE NİĞDE MÜZESİ'NDE VAR
Dünyada kil sıvalı kafatasından 90 tane olduğunu ve 13 tanesinin de Türkiye'de sadece Niğde'de bulunduğunu ifa eden Açıkgöz, "Köşk höyükte yapılan kazılarda birçok eser gün yüzüne çıkarken en önemlisi kil sıvalı kafataslarıdır. Bu bulunan 13 adet kil sıvalı kafatasları ülkemiz ve arkeoloji açısından çok önemli bir buluntu. Bunlar daha önce İsrail'de ve Ürdün'de bulunmuş Anadolu'da ise bu müzemizde bulunan kil sıvalı kafatasları gerçekten çok özel" diye konuştu.

"KİL İLE ETLENDİRME YAPMIŞLAR"
Müze Müdür Fazlı Açıkgöz, kafataslarının kil ile sıvanmalarının önemli bir nedeni olduğunu belirterek şöyle devam etti: "Köşk Höyük'te 66 bireylik bir mezar gömüsü bulundu. Ama bunların geneli şehir içine evlerin tabanına gömülen çocuklar. Yetişkinler şehir dışında mezarlıklara gömülüyor. Ama biz Köşk Höyük'te bulunan kafataslarının bedenleri yok. Sadece kafatasları var. İnsanlar bunları, ataerkil aileler olduklarında, ölüler çürüdükten sonra ölünün yakınları kafataslarını alıp getiriyorlar ve kil kullanarak etlendirme yöntemiyle sıvama yapıyorlar. Bunları etlendirme yöntemi dediğimiz şeylerle kil sıva ile sıvıyorlar yüzeylerini, burun, kulak ve göz deliklerine siyah bir taş koyuyorlar. Bu kafataslarını alın kısmına kadar kil ile sıvama yani etlendirme yapılmış vaziyette bulundu."
Ntv, 17.03.2016

ATATÜRK'ÜN ÇANAKKALE'DEKİ KARARGAHINA RESTORASYON

Kültür ve Turizm Bakanlığı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı Mehmet Gürkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bigalı Köyü'nde Mustafa Kemal'in savaş döneminde konakladığı bir ev bulunduğunu belirtti.

"Atatürk Evi" adıyla bilinen yapının "Atatürk Müzesi Evi" olarak kullanıldığını anlatan Gürkan, "Yapı bu zamana kadar restorasyon ve onarım görmemiş. İçerisindeki eşyalar gerçek eşya değil ama o evin kullanıldığı kesin olarak biliniyor. Resmi olarak belgelere dayanıyor" dedi.

Gürkan, evin restore edilmesi ihtiyacı karşısında proje çalışmalarına başladıklarını belirterek, "Şu anda yapı bir süreliğine ziyarete kapandı. Buradaki restorasyon projeleri tarafımızca yapılıyor. Yaklaşık 1,5 ay içinde projeler tamamlandıktan sonra hemen onarımına başlayacağız. Yapıda hem statik hem yalıtım hem de teşhir problemleri var. Hepsini bir anda ele alıp, bu problemleri giderip, içerinin teşhir ve tanzimini de yapacağız" diye konuştu.

Çalışmaların yaklaşık 6-7 ayda, en fazla bir yıl içinde tamamlanmasının planlandığını aktaran Gürkan, şu bilgileri verdi: "Evin tamamı yenilenecek. Projenin içerisindeki restorasyon tabii ciddi bir iş, riskleri olan bir iş. Yapıyı gördüğünüz şekliyle projelerini hazırlarsınız ama onarıma başladığınızda, sıvasını kaldırdığınızda içinden başka bir sorun çıkabilir. Bu sorunları yaşarsanız süre uzayabilir. Buna yönelik tedbirler almanız gerekir. İnşallah böyle bir riskle karşılaşmayız. Gördüğümüz gibi yapar, sonuçlandırırız."

"Atatürk Evi"
Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki 19'uncu tümen, 25 Şubat 1915'te Çanakkale Savaşları'na katılmak üzere 57. ve 72'inci alayı alarak Eceabat'a geldi. Mustafa Kemal, köye geldikten sonra karargah binası olarak o dönemki muhtar Hacı Hüseyin'in evini kullandı.

Kültür ve Turizm Bakanlığınca 1973 yılında ziyarete açılan bina, iki katlı olup küçük bir avluya sahip. Alt katta biri büyük, diğeri küçük olmak üzere iki oda bulunuyor. Üst katta salona açılan üç kapıdan ortadaki en büyük oda, Atatürk'ün çalışma odası, sağdaki ise yatak odası. Diğer odanın, Mustafa Kemal'in yaverine ayrıldığı biliniyor. Odaların tavan ve döşemeleri ahşap.

Atatürk resimleri ve bazı eşyalarla düzenlenen Atatürk Evi, her yıl yerli ve yabancı çok sayıda turist tarafından ziyaret ediliyor.
Akşam, 15.03.2016



13 - 19 Mart 2016

FOTO HABER


TARİHİ ÇEŞMEYE ACIMASIZ TAHRİBAT

İstanbul, Fatih, Aksaray Mahallesi, Selçuk Sultan Camii Sokak 9 numaralı apartmanın duvarına bitişik, Osmanlı dönemi ait çeşmenin durumu içler acısı. Binaya yapışmış çeşme, sokaklarda yaşayanların ateş yaktıkları yer olarak kullanılmış, sonradan üstüne bir de beton merdiven yapılmış. Ayrıca sprey boya ile duvarı boyanmış ve çeşmenin olduğu taşa kazıma şekilller, boya kalemleri ile çizgiler çizilmiş. Hatta kurumuş bir fidan, çivilerle yapıya sabitlenmiş.

Haseki tramvay durağından kestirme yol ile Aksaray metro istasyonuna çıkmak için geçilen sokakta bu durum kimseyi rahatsız etmiyor anlaşılan. Fotoğrafları çekilirken kimse bir gelip "Neden buranın fotoğraflarını çekiyorsunuz?" diye sorma gereği duymuyor. Mahalleli ve esnaf umursamıyor bile... Osmanlı ecdadı camilerin içine AVM yaparak "geçmişine sahip çıkarken", çeşme ve benzeri yapılara neden sahip çıkmıyor?



















TAY Haber: Yazı ve Fotoğraflar: Mahperi İskenderoğlu, 18.03.2016
ANGLO SAKSON HAZİNESİ BULUNDU

İngiltere'nin Lincolnshire bölgesindeki Little Carlton Köyünde yaşayan Graham Vickers, Anglo-Sakson Krallığı'ndan kalma bir hazine buldu. Hazinenin içinde 7'nci, 8'inci ve 9'uncu yüzyıldan kalma eski paralar, broşlar, mum tabletlerin üzerine yazı yazmak için kullanılan gümüş kalem ve Cudberg isimli bir kadının adının yazılı olduğu bir tablet bulunuyor. Alandan bir kilisenin çıkabileceği de belirtiliyor. Arkeologlar, hazinenin 9'uncu yüzyılda savaşçılar tarafından Vikinglerin bölgeyi istila etmesi üzerine bulunmaması için bölgeye gömüldüğü yorumunu yaptı.
Sabah, 16.03.2016
BİR "5 YILDIZLI DARBE" DE PTOLEMAİS ANTİK LİMAN KENTİNE!

Alanya’daki Ptolemais antik liman kenti yakınlarında, yer yer 1. ve 3. derece sit alanı içerisindeki bölgeyi işgal eden beş yıldızlı otelin inşaatı tartışmalara yol açıyor. Yaşanan tahribat, tarihi bölgenin yok olmasına sebep olabilir.





Alanya içindeki Ptolemais kenti limanında yasalara aykırı yapılan inşaat çalışması havadan görüntülendi.

Bir kent, iki bin yıl öncesine, belki daha da eskiye giden geçmişini yok edebilir mi? Yok edip yerine turistler için beton yapılar koyabilir mi? Turistler bunlardan hangisini tercih ederek ülkesinden kalkıp o kente gelir? Bu sorular Alanya’daki antik limanla ilgili.

Alanya Müze Müdürlüğü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na aykırı çalışma yaptıkları tespit edilen beş yıldızlı bir otel hakkında suç duyurusunda bulundu. Müze, hem Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na hem de Cumhuriyet Başsavcılığı’na bu kültürel yıkımı haber verdi.

Belediye tarafından üç kez ceza yazılarak çalışma alanı mühürlenen otelin, inşaat yasağına rağmen 1. ve 3. derece sit alanlarında kısmi işgale, antik liman bölgesinin yapısını değiştirebilecek dolgu çalışmalarına devam ediyor.





Ptolemais antik liman kentinin lokalizasyon çalışması ilk olarak Francis Beaufort’un 1817’de yayınlanan Karamania isimli çalışmasında yapılmıştı. Beaufort, Side’nin doğu kıyısına dökülen Melas Nehri (Manavgat Çayı) ile Korakesion (Alanya) arasına konumlandırdığı bir noktada; “kyklopik” duvarlar bulunduğuna ve antik yapılar yer aldığına dair notlar düşmüştü. Bahsi geçen alan Strabon referans gösterilerek Ptolemais antik yerleşimi olarak isimlendirilmişti. Arkeolojik anlamda ilk değerlendirme ve belgeleme çalışmaları 1974 yılında Arkeolog Gülay Tigrel tarafından gerçekleştirilmişti. Yerleşme, bölgede yapılan arkeolojik ve epigrafik araştırmaların artmasıyla özellikle Hellenistik dönemde Mısır ve Anadolu arasındaki ilişkilerin çözümlenmesine yönelik çalışmalarda Pamphylia bölgesinde bulunan Ptolemais antik yerleşimi olarak kayıtlara geçmişti. Otel, böylesi bir yerde kendi inşaat alanını genişletmeye devam ediyor.

Alanya Çevre Eğitim ve Mavi Bayrak Derneği Başkanı Şerefnur Kayhan da Türkler Mahallesi’ndeki, Fığla mevkiinde 1. ve 3. derece arkeolojik sit alanında yer yer işgallerin olduğu bilgisine ulaştıklarını belirterek sözlerine şöyle devam etti:

“Otelin 1. ve 3. derece sit alanlarında kısmi işgali söz konusu. Bunun yanı sıra dolguyla kendi barınağını oluşturarak alanın şeklini değiştiriyor. Hele hele birinci derece sit alanına bir şey yapılması mümkün değil. 3. derecede betonlaşma olmadan günübirlik tesis yapabilirsiniz yani taşınabilir olması gerekir. Kıyıda zaten ilk 50 metreye hiçbir şey yapamıyorsunuz, ondan sonraki 50 metreye günübirlik tesisler yapabiliyorsunuz, taşınabilir olması gerekiyor. Gördüğünüz gibi hiçbir şey taşınır değil.”

Tarihi bölgenin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu savunan Kayhan, çok sayıda otelin denize dolgu malzemesi döktüğünü öne sürmüş, yaşanan tahribatın bölge alanına büyük zarar verdiğini söylemiştir.

Deniz Haber Ajansı, 17.03.2016
TARTIŞMALI AKM ÖDÜLLENDİRİLDİ

MIPIM fuarı kapsamında verilen mimarlık ödüllerinde sonuçlar açıklandı. Teşvik ödülü verilen projeler arasında, geçtiğimiz günlerde tepki toplayan Adrian Smith + Gordon Gill Architecture imzalı İstanbul Kültür Merkezi (AKM arazisi için öneri) projesi de yer alıyor.



Chicago ve Pekin'de ofisleri bulunan Adrian Smith + Gordon Gill Architecture'ın yaklaşık sekiz yıldır kapalı olan Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM)'nin yerine yaptığı 'İstanbul Kültür Merkezi' (Istanbul Cultural Center) adlı projesi, geçtiğimiz günlerde World Architecture News tarafından düzenlenen WAN Ödülleri'nde 'Geleceğin Kamu Binaları' kategorisinde birinci seçilmişti. Ödül haberinin yayılmasının ardından Adrian Smith + Gordon Gill Architecture'a tepki dolu mesajların iletilmesi sonrasında, ofis projeyi web sitesinden kaldırmıştı.

Tartışmalı projeye ikinci ödül ise sonuçları bugün açıklanan Architectural Review MIPIM Future Projects Awards'tan geldi. Proje, MIPIM ödül programının 'Kültürel Yenileme' kategorisinde Teşvik Ödülü'ne değer bulundu.
Yapı, 16.03.2016
DEMİRLER ERİMİŞ, ÇİMENTO UNA DÖNMÜŞ



İstanbul’daki Beyoğlu Kurabiye Sokak’ta 12 Şubat günü çöken 2 eski bina gözleri bölgedeki eski kagir yapılara çevirdi. Mimar Sinan Genim, 1870 sonrası yapılan kagir yapıların, standart dışı malzeme ve yetersiz işçilik sonucu inşa edildiklerini söylerken, bazı eski binaların restorasyonu sırasında çekilen fotoğrafları Milliyet’le paylaştı. 

‘Zarar kaçınılmaz’
Taşıyıcı malzemeleri neredeyse dağılmış durumda olan yapıların hayati risk taşıdığını dile getiren Genim, “Bölgedeki eski yapılar büyük oranda bitişik nizam inşa edildi. Eski binaların arasına yapılan yeni binalar, eskilerin zemin dengelerini bozarak çöküntülere neden olabiliyor. Eski kagir yapıların taşıyıcı özelikleri açısından uzman kuruluşlarca denetlenmesi gerekir. Aksi takdirde gerek malzeme yorgunluğu, gerek zaman içinde demir malzemelerde meydana gelen erimeler nedeniyle birçok yapının kendi kendine çökerek can ve mal emniyetine zarar vermesi kaçınılmaz” diye konuştu. 

‘Risk altında’
Genim, 5 Haziran 1870’te meydana gelen ve bir hafta boyunca süren büyük Beyoğlu yangını sonrası inşa edilen yapıların büyük bir bölümünün standart dışı demir malzeme ile yapıldığını belirterek, sözlerine şöyle devam etti: “Özellikle yapıların mutfak ve tuvalet gibi ıslak hacimlerinin döşemelerinde kullanılan demir profillerin büyük bir bölümü gerek standart dışı oluşları, gerek zaman içinde çürümeleri nedeniyle tehlike arz ediyor. Çoğu yapının, dış duvarları ile döşeme bağlantıları sağlayan ve yapının bir bütün halinde varlığını sürdürmesini sağlayan ve kılıçlama denilen bağlantı elemanları büyük oranda tahrip olmuş durumda. Çoğunluğu konut olarak yapılan yapıların zemin katlarındaki bazı duvarların dükkan veya işyeri olarak kullanılması amacıyla kaldırılması tehlikeyi daha da artırmakta. Bu tür yapılar her an yıkılma riski altında” diye konuştu.

‘Temeldeki oynama binanın çökmesine neden oluyor’
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, 12 Şubat’taki yıkımın ardından eski yapıların durumu ve yapılan çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi: 
“Tarihi sit bölgesi dediğimiz birinci bölgede bulunan binalar kolonlu diye bildiğimiz betonarme yapılardan oluşmuyor. Bu yapılar yıllar içerisinde zafiyete uğrayabiliyor. Temelde bir oynama bütün binanın çökmesine neden oluyor. Bir duvarın yanlışlıkla kaldırılması yani bilinçsizce yapılan böyle bir eylem bile bütün bir binanın çökmesine yol açabiliyor. Yapı malzemesi olarak kullanılan tuğlaların içerisindeki tutucu madde dışarıdaki sıvanın zafiyete uğramasıyla su alarak şişebiliyor. Elektrik kontağından kaynaklanan yangınlar da yaşanıyor. 30-40 yıllık dönemde yapılan betonarme yapılara alışmış insanımızın, bölgedeki tarihi yapıların bu tür gerekçelerle zafiyete uğrayacağını düşünemiyor olabilir. Ancak realite ortada.”

‘Düzenlemeye gidildi’
“12 yıldır Beyoğlu Belediyesi’nin içinde kurduğumuz bir müdürlüğümüz var. Bu müdürlüğümüz bu tür binaların bakım, onarım, yani restorasyonu için ciddi yönlendirme çalışmaları yaptı. Denetleme uygulama bürolarını kurduk. Artık tarihi bölgelerdeki basit onarım yetkisini kurul yerine belediye veriyor. Yani ‘çivi çakılamaz’ korkusunu ortadan kaldıran bir düzenlemeye gidildi. Bu tarihi bölgede bugüne kadar 12 bin binanın restorasyonu konusunda yönlendirici olmuş ve destek sağlamışız. Tarihi bölgede 700’e yakın da yeni bina yapıldı. Eski bina stoğumuzun 6 bin olduğunu düşünürsek ciddi bir rakamı 12 yıl içinde elden geçirmiş durumdayız. Toplu bir restorasyona tabi tutulması gereken 500-600 
civarında yapı stoğu daha var.”
Milliyet, Haber: Mert İnan, 15.03.2016
ÇAKIL TAŞLARINDAN TENEKE HEYKELLERE PICASSO!



Şapkalı Kadın, iki farklı versiyon


Uzun süren restorasyon çalışmalarından sonra yeniden açılan Paris Picasso Müzesi’nin önü yerli ve yabancı gazeteci kaynıyordu o sabah. Öyle ya, Paris’in görkemli Sale Malikanesi uluslararası çapta bir sergiye ev sahipliği yapıyordu bu kez: ‘Picasso. Heykeller’ Kübizmin öncüsünü bütün dünya resimleriyle bilirdi bilmesine ama onları andıran çok sayıda heykele de imza attığını kaç kişi biliyordu ki?

“Paris’teki modern sanat müzesi Centre Pompidou’da, 2000’de açılan retrospektif sergisinden bu yana en büyük Picasso heykelleri sergisi bu” diye başlıyor söze, sergi komiseri Virginie Perdrisot. “Serginin bir özelliği de sanatçının çalışmalarındaki ‘çoğulcu’ yaklaşımı vurgulaması.” Yani aynı model ya da konuyu heykel, resim veya desen olarak işleyen, yaptığı çalışmayı döküm, kalıp ya da boyutlarını büyütme yöntemiyle tekrar üreten sanatçının eserlerinin farklı versiyonları yan yana getirilmiş. Bazı eserlerin ilk kez bir araya gelmesi, bazısınınsa ilk kez görücüye çıkması da serginin iddialı taraflarından. Mesela sanatçının ‘Absent bardakları’ başlıklı altı parçalık serisi 1914’te, Picasso’nun atölyesinden çıktığından beri ilk kez bir arada!



Hamile Kadın 


Bu sergi aslında New York Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) Paris Picasso Müzesi’nin desteğiyle açılan ve Şubat 2016’da sonlanan serginin bir devamı. Paris’te 28 Ağustos’a kadar sürecek sergide MoMA’nın yanı sıra çeşitli müzelerden ve özel koleksiyonlardan parçalar bir araya getirilmiş. Paris’in gösterişli Sale Malikanesi’nin şeref merdiveni, Jüpiter Salonu başta olmak üzere birbirinden şık mekanları Picasso’nun kronolojik olarak dizilen eserleriyle bambaşka bir kimliğe bürünmüş sanki. Serginin, insanı çarpan ‘Hamile kadın’ heykeliyle açılması da bu kronolojik düzenden kaynaklanıyor. Picasso’nun 1900’lerin başında yani ‘Hamile kadın’ çalışmasını yaptığı dönemde başlayan heykel macerası, 1960’lardaki orijinalinden ‘büyütülmüş’, ‘anıtlaştırılmış’ eserlerleriyle sonlanıyor.



Pablo Picasso, 'Bahçedeki Kadın' heykeliyle/Photo © RMN-Grand Palais/Mathieu Rabeau © Succession Picasso 2016




Bahçedeki Kadın


Picasso’nun çapkın biri olduğunu dönemin yayınlarında hakkında çıkan haberlerden biliyorduk ama bunca ‘Kadın başı’ çalışmasının her birinin aslında heykeli yaptığı dönemde birlikte yaşadığı, hepsi birbirinden farklı kadınların portresi olduğunu bilmiyorduk doğrusu. Başta sevgilisi Fernande Olivier, Marie-Therese Walter ile dönemin fotoğrafçısı Dora Maar olmak üzere çok sayıda kadın, sanatçının heykel konusu olmuş. 1930 tarihli ‘Erkek başı’ çalışması ise zamanın sanat dergilerini, Brassai gibi büyük fotoğrafçıları hayli meşgul etmiş. Malikanenin şapelinde sadece bu heykele, karşısında da dönemin yayınlarında heykele ilişkin yer alan makale ile fotoğraflara yer verilmiş.



Okuyan Kadın


Sanatçının aynı eserinin çeşitli versiyonlarını bir arada görmek bu serginin ‘kozlarından’ muhakkak. ‘Bahçedeki kadın’ heykelinin demirden ve bronzdan hazırlanmış iki örneği gibi.. Yine iki farklı maddeyle hazırlanmış, biri boyanmış diğeri renksiz bırakılmış ‘Okuyan kadın’ heykellerinin hemen yan duvarda asılı ve aynı renklerden oluşan resim versiyonunu görmekse gerçek bir sürpriz! Bu arada belirtelim: Yaptığı heykelleri boyamak sanatçının özel tutkularından biriymiş. ‘Bahçedeki kadın’ çalışmasının sözünü ettiğimiz iki versiyonu ise, 1932’de Paris’te açılan ‘Picasso’ sergisi dışında ilk kez bu sergide bir araya gelmiş. Meraklısına: ‘Bahçedeki kadın’ın, Apollon’un arzusundan kurtulmaya çalışan Daphne’nin nasıl defne yaprağına dönüştüğünü sembolize ettiği anlatılır.



Picasso sadece özel alandaki çalışmalarıyla değil, halka açık, kamusal alandaki eserleriyle de biliniyor. 1918’de ölen şair Guillaume Apollinaire’in anısına, sipariş üzerine demiri lehimleyerek hazırladığı heykel serisi de sergideki örneklerden. Apollinaire Komitesi tarafından ‘anlaşılamadığı için’ reddedilen küçük boyutlu bu seriden bir heykelin büyütülmüş hali, Picasso Müzesi’nin 1985’teki açılışında malikanenin bahçesine yerleştirilmiş, hala da orada..



Sale Malikanesi ve bahçedeki kadın heykelleri.


Tenekeyi katlayıp boyayarak desen, resim ve heykeli birleştiren Picasso’nun ‘sevimlilik’ duygusu veren heykellerinden oluşan bir bölümse 1966’da, Paris’in prestijli sarayı Petit Palais’de bu eserlerle açılan sergiye gönderme olarak, tamamen aynı düzenle hazırlanmış. Picasso teneke eserleri için, “Önce kağıdı katlayarak başlıyorum işe, sonra kesip tekrar katlıyorum, bu kez yaptığımı daha sağlam bir madde olan tenekeye uyarlıyorum” diyor, bir konuşmasında. Eserlerin kağıttan tenekeye geçiş aşamalarının çeşitli örneklerle gösterildiği sergideki ‘Çocuklu kadın’ ile ‘Şapkalı kadın’ bu tekniğe iyi birer örnek.



Çocuklu Kadın 


Böylesine büyük bir ressamın heykel yaparken esinlendiği sanatçılar olup olmadığını soruyor bir gazeteci.. “Picasso’nun başlangıçta yaptığı bazı eserlerde (Türkiye’de çoğu zaman ‘Düşünen adam’ heykeliyle bilinen) Rodin’in,  ahşap üzerine yaptığı heykellerde ise Gauguin’in etkisi tartışılmaz” diyor Virginie Perdrisot. Sonra da ekliyor: “Bununla birlikte kübizmden itibaren yepyeni sanat kategorileri yaratan, kolajları, rölyef tablolarıyla resimle heykel arası eserler veren, kendi çağdaşlarını besleyen bu büyük ustanın girişimi öylesine yenilikçi ki, diğer sanatçıların doğrudan etkisini söylemek zor üzerinde.”

Rodin demişken.. Picasso hiç mermer heykeller yapmış mı? “Hayır. Picasso’da özel bir ‘hız’ zevki vardı, her şeyin çabucak olmasını isterdi. Mermer ise zahmetli bir işti. Zaten sanatçı bazı konuşmalarında söylüyor, ‘Nasıl olur da insan mermer kütlesinden bir figür hayal edebilir!’ diye..”



Akdeniz kıyısında topladığı taşlar üzerine yaptığı çalışmalardan biri.


Kimi zaman çakıl taşlarının üzerine çizdiği çizgilerle, boyadığı desenlerle; kimi zaman kağıt parçalarında açtığı sigara yanıklarıyla; kimi zamansa alçıyı, seramiği, hasırı bir araya getirerek ortaya çıkardığı birbirinden ilginç ‘heykellere’ imza atan Picasso gibi sıradışı bir sanatçının ‘herkesin gittiği yoldan gitmesi’ beklenemezdi zaten; değil mi?

DAHA ÖNCE DE İSTANBUL'DA DA YAPMIŞTI
Çeşitli konferanslar ve atölyelerle derinlemesine işlenecek ‘Picasso. Heykeller’ sergisinin ilginç etkinliklerinden biri, ‘Bir Gün–Bir Gece’ performansı olacak muhakkak. 24-25 Mart tarihlerinde, 24 saat sürecek performansta Jean-Christophe Norman Picasso Müzesi’nde bir gece ve bir gündüz kesintisiz yürüyecek. Sanatçı aynı performansı daha önce İstanbul, New York ve Tokyo’da gerçekleştirmişti. 
Radikal, Haber: Aslı Ulusoy-Pannuti, 15.03.2016

95 MİLYON DOLARLIK TABLO SOYGUNU

İngiliz ressam Francis Bacon’ın İspanya’da bulunan beş tablosunun geçtiğimiz yıl çalındığı ortaya çıktı. 95 milyon dolar değerindeki soygunun neden gizlendiği araştırılıyor.

İspanya’nın başkenti Madrid’de geçen yıl haziran ayında gerçekleşen 95 milyon dolar değerindeki soygun aylarca kamuoyundan gizlendi. Soygunda ünlü İngiliz ressam Francis Bacon’a ait beş tablonun çalındığı açıklanırken, hırsızların evin alarm sistemini etkisiz hale getirerek soygunu gerçekleştirdiği ifade edildi. 

‘Satmak kolay değil’
İspanyol basını, hırsızlığın haziranda gerçekleştirildiğini yazarken, soygunun bugüne kadar neden gizlendiği bilinmiyor. Tabloların çalındığı adreste oturan, ismi açıklanmayan kişinin Bacon’un yakın çevresinden biri olduğu düşünülüyor. 

İspanyol basınına konuşan bir uzman, “Sektördeki kişilerin kulağına gitmeden Bacon tablosu satmak hiç de kolay değil” diyerek, çalınan tabloların satılmasının zor olacağını öne sürdü. Dublin doğumlu Bacon 1992’de 82 yaşındayken Madrid’de hayatını kaybetmişti. Soygunda beş tablonun çalındığı ortaya çıksa da, bu eserlerin hangileri olduğu belirsizliğini koruyor. İspanyol polisinin soruşturmayı tarihi eser ve sanat uzmanlarının yardımıyla yürüttüğü öğrenildi.
Milliyet, 15.03.2016

İTALYAN BANKSY ESERLERİNİ TEK TEK SİLDİ

BBC Türkçe'nin haberine göre Bologna Tarih Müzesi'nde (Palazzo Pepoli) gelecek Cuma günü açılacak olan 'Street Art-Banksy&Co. Sanatın kentsel hali' isimli sergi için, aralarında Blu'nun eserlerinin de yer aldığı sokak sanatı örneklerinin sokaklardan müzeye taşınması planlanıyordu.

Müze, bu sayede sokaklardaki eserlerin 'yıkımdan ve zamanın aşındırmalarından korunmasının' sağlanacağını öne sürüyordu. Sokaklarda ücretsiz olarak görülebilen eserleri müzede görebilmek içinse 13 euro'luk giriş ücreti belirlendi.

'İtalya'nın Banksy'si' olarak da anılan Blu takma adlı sokak sanatçısı ise, Bologna sokaklarındaki binalara, duvarlara yaptığı çizimlerin müzeye taşınmasına karşı çıkarak önceki gece eserlerini sildi. Gerçek kimliğini gizli tutan Blu ve beraberindeki aktivistler, sanatçının yaklaşık 20 yıldır Bologna sokaklarında yaptığı duvar resimlerini üzerlerini boyayarak ya da kazıyarak yok etti.

Medyaya mesafeli duran Blu, bu eylemiyle ilgili açıklama yapmasa da, kendi eserlerini yok etme gerekçesi yazar kolektifi Wu Ming'in blog sitesinde açıklandı. "Giap" isimli blog'daki yazıda şu ifadeler kullanıldı:

"Street Art. Banksy&Co sergisi, savaşılması gereken bir kent algısı sembolüdür. Bu algı, özel koleksiyonculuğa ve yaratıcılığın birkaç kişinin çıkarına dönüştürülmesine dayanır."

"İktidar sahipleri graffitiyi ve çizimleri vandallık olarak yaftaladıktan, bunları üreten gençlerin kültürünü bastırdıktan, bu sanatçıların atölyesi olan yerleri yok ettikten sonra şimdi ise sokak sanatının kurtarıcısı olmak istiyorlar."

"Toprak sahibi ya da sömürgeci valilerinkine benzer bir kibirle, kendilerinde duvarlardan çizimleri sökme hakkı görenlere karşı yapılabilecek tek şey bu çizimlerin ortadan kaldırılmasıdır." Açıklamada, eserlerin ortadan kaldırılmasıyla "yağmalanmalarının" imkansız hale getirildiği de belirtildi. Blu'nun bu eylemi medya ve sosyal medyada hararetli tartışmalara yol açtı. Sanat dergisi Artribune, Blu'nun eylemiyle "Bu bir isyan mı şiddet eylemi mi? Bedelini ödeyecek olan ise halk mı olacak? Bir sanat eseri gerçekte kime aittir?" gibi soruların gündeme geldiğini yazdı.

Bologna Belediye Başkanı Virginio Merola da Facebook'a yazdığı mesajda, "Blu bir sanatçı ve tepkisini de bir sanatçı gibi gösterdi. Ancak Bologna Belediye Başkanı olarak bir endişem var: Bologna yarın daha fakirleşmiş, daha az sanata ve özgür alana sahip bir kent olarak uyanacak" dedi.

Belediye Başkanı, kentte sokak sanatçılarının daha fazla imkana sahip olabilmesi için çalışma sözü de verdi.
Radikal, 14.03.2016

ANTİK KENTİN TAŞLARIYLA YAPILAN CAMİ YENİLENDİ

Antalya'nın merkez Aksu İlçesi'nde 1800'lü yılların başında Perge antik kentinin taşları kullanılarak inşa edilen Ağalar Cami, restore edildi.

Perge antik kentinden alınan ve bazılarının üzerinde antik döneme ait yazıların yer aldığı taşlar kullanılarak inşa edilen Ağalar Cami, yıllar içinde kullanılamaz hale geldi.

Kubbesi çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan, duvarları arasında boşluklar oluşan caminin temelinde de kayma olduğu belirlendi.

Aksu Belediyesinin girişimleri, Antalya Valiliği ve Büyükşehir Belediyesinin de destekleriyle restore edilen caminin kubbesi ise aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmek zorunda kalındı.



Aksu Belediye Başkanı Halil Şahin, AA muhabirine, ilçelerinin tarımı ve kültürü kadar Perge antik kenti başta olmak üzere tarihi yapılarıyla ön plana çıktığını söyledi.

Tarihi eserlere gereken önemi verdiklerini ve sahip çıktıklarını anlatan Şahin, bu kapsamda Ağalar Cami'de de gerekenin yapılması için girişimlerde bulunduklarını ifade etti.

Camide kullanılan malzemelerin zamanında Perge'den alındığını dile getiren Şahin, "Bölgenin en eski camilerinden ve sahip çıkılması gereken yerlerden biriydi. Müze görevlilerimiz, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğümüz, belediye çalışanlarımızla hareket ederek, hızlı ve dikkatli çalışma sonucu işi tamamladık" dedi.

     

- "Türkiye'de sayılı camilerden biri"
Restorasyon uzmanı yüksek mimar Ersin Yasin Öztürk ise Ağalar Cami'nin, 1800'lü yıllarda tamamen Perge antik kentinden getirilen taşlar ve çok iyi işçilikle yapıldığını belirtti.

Özellikle yapının içindeki mihrap ve dışındaki mihrabiye, kapı girişi ve pencerelerin, Perge'deki önemli yapılardan devşirilen taşlarla tamamlandığını kaydeden Öztürk, sonraki yıllarda camide statik problemler ortaya çıktığını ve büyük çatlakların oluştuğunu bildirdi.

Restorasyonda statik problemlerin giderildiğini, hasarın onarıldığını ve camiye son şeklinin verildiğini anlatan Öztürk, şöyle konuştu: "Perge'deki yapılarda kiriş olarak kullanılan ve üzerinde halen Latince yazıtları bulunan Roma dönemi bloklarının korunması için gerekli çalışmalar yapıldı. Yapının içinde sıva altında kalan bazı pencereler, korniş olarak kullanılmış profilli yapı blokları ortaya çıkarıldı. Bunların da çalışmaları tamamlandıktan sonra çevre düzenlemesi gerçekleştirildi."

- "200 yıl daha kullanılabilecek"
Caminin restorasyondan önce vahim durumda bulunduğuna dikkati çeken Öztürk, özenli çalışmaların ardından caminin en az 200 yıl daha rahatça kullanılabileceğini vurguladı.

Yapının özel, teknik ve malzeme açısından Türkiye'de sayılı camilerden olduğuna işaret eden Öztürk, "Caminin bu tarihi özellikleri göz önüne alındığında, acilen onarılması gerekiyordu" dedi.

- Köy köy gezerek kiremit toplandı
Aralık 2014'teki ihaleyle caminin restorasyon işini üstlenen firmanın müdürü Doğan Ünsal da titiz çalışma gerçekleştirdiklerini söyledi.

"Amacımız restorasyon yapmaktı, yeni bir cami değil" ifadesini kullanan Ünsal, şunları kaydetti: "Kubbe yarılmıştı ve düşmek üzereydi ki söküp yeniden yapmak gerekiyordu. Bunu yaparken de üzerindeki kiremitleri yeni almaktan ziyade, Antalya'nın belli ilçelerinde tespit ettiğimiz, buradaki özgün kiremitlere uygun kiremit nerede varsa, tek tek, köy köy gezip toplayarak, kubbede kullandık. Severek yaptık bu işi. Restorasyon işinin sadece para demek olmadığını düşünüyoruz. Gönüllü de olunmalı."
Hürriyet, Haber: Bekir Bektaş, 14.03.2016

'PEMBE MEZAR ODASI' BULUNDU

Aydın’daki kazı çalışmalarında sürpriz buluntulara rastlandı. Aydın Müzesi Müdürlüğü denetiminde gerçekleştirilen sondaj çalışmaları sırasında oluşan çökme sonucunda, moloz taşlardan örülü, tonozlu bir mezar odası açığa çıkarıldı. 

Sanduka tespit edildi 
Araştırmalarda, moloz taşlardan örülerek inşa edilmiş tek odalı mezar yapısının içerisinde kuzey, güney ve doğu yönlerinde olmak üzere üç adet sanduka tespit edildi. Mezar odasının iç duvarları, sandukaların iç ve dış kısımlarıyla koridor zemininin üzerinde pembe tonlarında yer yer boya izlerinin olduğu görüldü. 

Parfüm şişeleri var
Kazıda mezar odasının MÖ 1. Yüzyıl-MS 1. yüzyıl arasında yoğun olarak kullanıldığı tespit edildi. Mezar yapısı içerisinde pişmiş topraktan yapılmış kremasyon kapları, sıvı parfüm, krem, bitkisel ilaç, sıvı baharatların konulduğu gözyaşı şişeleri, figürlü kandiller, ünik bir maskla bronzdan yapılmış strigilis adı verilen kazıyıcı alet gibi toplamda 37 adet eser bulundu.

Akşam, Haber: Betül Oğuz, 13.03.2016

LİKYA YOLU 'TESCİL' BEKLİYOR

Fethiye'den başlayıp Antalya'ya kadar uzanan Teke yarımadasındaki patikalardan bir kısmının işaretlenip haritalanması ile oluşturulan yürüyüş rotası Likya Yolu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan verilecek güzergah tescilini bekliyor. 509 Kilometre uzunluğu ile trekking (yürüyüş) tutkunlarının gözdesi olan tarih ve doğa kokan yol için Finike Belediyesi, Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Akdeniz Üniversitesi ortak bir çalıştayda buluşarak yolu alternatif turizm merkezi haline getirmenin yöntemlerini konuştu.

TURİZME BORCUMUZ VAR
Dünyanın en iyi 10 uzun mesafe yürüyüş rotasından birisi olarak gösterilen yolun doğa yürüyüşçüsü İngiliz bir yazarın kaderine bırakıldığını kaydeden Finike Belediye Başkanı Kaan Osman Sarıoğlu, “Tarihi yolun güzergahının 1999 yılında İngiliz Kate Clow tarafından belirlenmesi hepimizin ayıbıdır. Yazarın iyi niyetle kaleme aldığı kitap, yürüyüşçülerin rehberi oluyor ama rehberde hatalar mevcut. Bunları düzeltmek de hepimizin başta Finike olmak üzere Türk turizmine borcudur” dedi.

SAYIN BAKAN ROTA YANLIŞ
Sadece Rusya’ya bel bağlamak yerine alternatif turizme yönelmek gerektiğini kaydeden Sarıoğlu, “Likya Yolu’nu kimse bilmiyor. Burada tescil yok. Rota Demre’den çıktıktan sonra dağdan inip Finike içerisine girip sahilden devam ediyor. Bu yol aslında bu güzergahtan geçmiyor. Zamanında Büyük İskender buradan yürümüş deniliyor ama İskender buradan geçtiğinde Finike denizin altındaydı. İskender Finike’yi yüzerek geçmediğine göre medeniyetten dağlardan geçti. Rotada yanlışlık var. Yürüyüşçüler medeniyetleri es geçip taş evleri, antik kent, antik tiyatro küçük Efes sayılabilecek Arykanda’yı görmeden deniz kıyısından yürüyüşlerini sürdürüyor. Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal buraya gelmeli ve hazinemize sahip çıkmalı. Efes nasıl biliniyorsa burada bilinmeli” diye konuştu.

DİNLENME NOKTALARI YAPACAĞIZ
Dağlardan, antik kentlerden geçen yürüyüşçülerin rezil rüsva olduğunu vurgulayan Sarıoğlu şöyle devam etti: “Batı Antalya Kalkınma Ajansı (BAKA) ile proje yürütüyoruz. Finike Belediyesi olarak o güzergahtaki taş evleri onarıp o insanlara içerisinde tuvalet ve duş da bulunan dinlenme evleri yapmaya sonuna kadar varım. Yürüyüşçülerin teknolojik aletlerini güneş paneli kurulu sistemlerde sarj edebilecekleri yerler de başka bir ihtiyaç. Eksikleri tek tek belirleyeceğiz.”

5 ÜLKEDEN YAZAR GELECEK
“Finike merkezine Likya Yolu motifleri koyuyoruz. İçerisinde Çin, Rusya ve Hollanda’nın da bulunduğu Likya Yolu’nu en çok ziyaret eden beş ülkenin gazeteci yazarını tarihi yola davet ederek Likya Yolu’nda yürümelerini ve anılarını kendi ülkelerinde, kendi dilleriyle kaleme almalarını sağlamak da projelerimiz arasında yer alıyor.”

LİKYA YOLU NEDİR?
Teke yarımadasındaki patikalardan bir kısmının işaretlenip haritalanması ile oluşturulmuş yürüyüş rotası. Tarihi liman bölgesi Patara, Simena, Olympos, Myra Antik Kenti gibi tarihi yerleşim yerlerinin de güzergahında olan bu yol üzerinde toplamda 19 antik Likya kentinin kalıntıları bulunuyor. Tek seferde yürümek yaklaşık 30 gün sürüyor. Bu rota 1999 yılında doğa yürüyüşçüsü ve yazar Kate Clow tarafından kültür turizmine kazandırıldı.
Hürriyet, Haber: Tuğçe Yıldız, 13.03.2016

YIKILIŞ ERTUĞRUL
Ertuğrul Gazi'nin Söğüt'teki türbesi dökülüyor. 2015'te iki defa restore edilen tarihi yapı drenaj sistemindeki hatadan dolayı alttan nem alıyor. Türbenin duvarları da aşırı rutubetten dökülmeye ve şişmeye başlamış. Söğüt Belediye Başkanı Halil Aydoğdu, "Türbe restorasyon öncesi daha sağlamdı" derken, Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü ise restorasyonun süreceğini duyurdu.

TRT’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizsi ile popülerliği artan Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesi özellikle hafta sonları dolup taşıyor. Her gelen ziyaretçi ise türbenin içler acısı haline üzülüyor. Gerek kaymakamlık gerekse belediyeye çok sayıda şikayet gidiyor.  Ertuğrul Gazi 1280 senesinde ölünce Söğüt’te defnedildi. Osmanlı Devleti’nin kurulması ile birlikte önce üstü açık yapılan türbe 1757 senesinde 3. Mustafa döneminde günümüzdeki şeklini aldı. Daha sonra tarihi türbe 2. Abdulhamid döneminde büyük bir onarımdan geçip bazı eklemeler yapıldı. Altıgen planlı, üzeri kubbe örtülü olan türbe ayrıca dikdörtgen bir girişe sahip.



DUVARLAR NEMDEN ŞİŞİYOR
2007 yılında basit bir onarımdan geçen türbe, 2015 senesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kapsamlı bir restorasyon için ihaleye çıkarıldı. İhaleyi Tuna Restorasyon A.Ş aldı. 15 Mayıs 2015 tarihinde imzalanan sözleşmede restorasyonun bitiriliş tarihi 4 Eylül 2015 olarak belirlendi.  Türbenin dört bir yanı yaklaşık bir metre derinliğinde açılarak drenaj sistemi yapıldı. Çatı baştan aşağıya yenilendi, duvarlarda raspa yapılarak yeniden sıva yapıldı. 11 – 13 Eylül tarihleri arasında her yıl kutlanan Ertuğrul Gazi’yi anma ve Söğüt Şenlikleri öncesinde türbe hazır hale getirildi.  Ancak şenliklerden sonra türbenin bazı noktalarında nemden kaynaklı kusmalar oluşmaya başladı. Türbe ziyarete kapatılarak yeniden restorasyona devam edildi. Kasım ayı itibariyle de restorasyon tamamlanarak firma şantiyesini topladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü kesin hakkedişi yapmadı. Ocak 2016 tarihinde türbenin nemden duvarlarında dökülmeler başladı. Restorasyon şirketi kış ayında sıva yapmalarından kaynaklı dökülmelerin yaşandığını savunduysa da türbedeki dökülmeler gün geçtikçe arttı. Duvarlar şişmeye, kapı pencere pervazları nemden yamuldu.



ISLAKLIK TABANDA BAŞLIYOR
Türbenin dış duvarlarındaki dökülmelerin yanı sıra tabandaki nemlenmeyi de görmek mümkün. Tabandaki alçı kaplamalarda şişmeler görülüyor, ellediğinde ıslaklık fark ediliyor. Türbe içinde de nemden kaynaklı duvarlarda dökülmeler görülüyor. Türk Dünyası bayrakları ile bu dökülmeler gizlenmeye çalışılmış. Ancak Altıgen planlı türbenin her duvarında başlayan dökülmeler ziyaretçiler tarafından da endişe ile seyrediliyor. Özellikle Söğüt’te yaşayan ziyaretçiler restorasyonun üzerinden henüz 6 ay bile geçmeden tarihi yapının bu hale gelmesine tepki gösteriyor.

ACELEYE Mİ GELDİ?
Restorasyon şirketi onarımın aceleye getirildiğini düşünüyor. Şenliklere yetiştirmek için birinci aşamada acele edildiğini, daha sonra da kış mevsiminde sıva yapılmasından kaynaklı binanın ve duvarların kurumadığını ileri sürüyor. Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Kesin hak edişi yapmadık. 250 – 300 bin lira arasında bir restorasyon maliyeti var. Firmaya parasını ödemedik. Kış aylarının bitmesini bekliyoruz. Duvarlar kuruyunca yeniden restorasyona devam edeceğiz.”

ONARIM ÖNCESİ DAHA İYİYDİ
Söğüt Belediye Başkanı Halil Aydoğdu ise şöyle konuştu: “Türbe sadece Söğüt’ün değil tüm Türk dünyasının önem verdiği bir yer. Restorasyondan biz sorumlu değiliz. Vakıflar ihale etti. Restorasyon öncesi türbe bu kadar kötü durumda değildi. Onarım sonrası duvarlar aşırı nemlenmeye başladı. Drenaj sisteminde bir hata yapıldığı kesin. Derhal türbenin yeniden onarıma alınması gerekir. Gelen giden ziyaretçilerden çok sayıda şikayet alıyoruz.”

     

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.03.2016
İHALEYLE KÜLTÜR SANAT OLMAZ

Türkiye’nin en büyük tartışmaları kültürel meseleler çevresinde çıkıyor; zıtlıkları, çekişmeleri tartışmaya doyamıyoruz ama hepsi bu kadar. Bir zemin, bir çerçeve yok. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ‘Yerel Yönetimler İçin Kültürel Planlama’ başlıklı raporunda, en azından yerel ölçekte bu çölleşmeden çıkma yollarını gösteriyor. İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ve raporda imzası olan Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece ile konuştuk.

Niye böyle bir rapor yazdınız? 
Özlem Ece: Çünkü Türkiye’de kültürel planlama denilen kavram bir türlü gelişemedi. Merkezi yönetimler şehirlerin sorunlarını çözmede, yerel kültür politikaları geliştirmede yeterli değil. Güçlü adımlara ihtiyaç var. Biz de bu anlamda bir yol haritası oluşturmak istedik. 
Görgün Taner: Sürekli “Kültür, kalkınmanın odağında olmak zorunda” deniyor ama kültür hiçbir idarenin odağında olmamış bugüne kadar. 

Ne olmuş peki, ne oluyor? Bir yerel yönetim, kültürü nasıl idare ediyor bugün, nasıl planlıyor?
Taner: Bütçe doğrultusunda ihaleye gidiyorlar. En büyük problem de burada başlıyor. Kültüre satılacak mal, hizmet gibi bakılıyor çünkü. “Ben bu kadar sanatçıyı, bu kadar paraya getiririm” diyenlerle ihale yapılıyor. Ne var ki, bir kültür-sanat etkinliği ihaleyle olmaz. Mevzuatın değişmesi lazım. 

Nasıl olmalı?
Taner: Her şeyden önce yerel yönetimlere bir sanat direktörü, bir idari direktör gerek. Ayrıca tüm bu organizasyonu yürüten, denetleyenlerin olması da önemli. Hem kamu parası kullanıldığı için şeffaflık şart. Raporda dünyadan kıyaslamalı örnekler var.

Dışarısı nasıl? 
Ece: Seul “Ben katılımcı yöntem belirleyeceğim, her aşamaya katacağım vatandaşları” diyor mesela. 100 bin kişiye soruyorlar, bilboardlara asıyorlar sorularını. Viyana, kültür kurumlarına zaten yeterli desteği veriyor belediye olarak... New York, Amsterdam, Tokyo, örnek çok. 
Taner: Ama bakın “Japonlar yapmış bitirmiş” de demiyoruz. Kentler sürekli büyüyen ve değişen yapılar. Burası İstanbul. 16 milyon nüfuslu bir şehir... Dünyanın arayıp bulamadığı 8 bin yıllık kültür var burada. İstanbul için ayrı bir model düşünülmeli.

Bu konuda “buranıza kadar gelmiş” gibi görünüyor. 
Taner: 44 senelik mazimizde “Kültüre önem verin” diye ısrar edip durduk. Bu rapor da o nedenle yazıldı zaten. Buramıza kadar gelmenin ötesinde. Taştı artık.

“Türkiye’deki sadece yerel yönetimlerin değil birçok önemli kuruluşun yöneticileri arasında da kültür insanları olmalı” diyorsunuz. Kim bu kişiler? 
Ece: Akademisyen de olabilir, tiyatrocu da... Kültür yönetimi alanı, adı sanı konmuş, dinamik bir alan. Akademik çalışmalar yapılıyor, bölümler mezun veriyor ama pasta belli ve çok küçük. Öğrencilerin gidecek yeri yok. Yerel yönetimlerde görev alabilmeliler. 

Bu yönetimlerde kültür yöneticisi profili nasıl?
Taner: Bir örnek vereyim. Belediyelerde kültür- sanat müdürleri sürekli değişir. Çünkü biri belediye başkanına telefon edip “Başkanım bir CV yollamıştım, tanıdık için, bir şey yapabildiniz mi?” der. Başkan bakar bakar, “Yahu kültürde de mi bir yer yok, atayın şu adamı kültüre” der. Sistem bu. 

Her partide aynı mı?
Taner: Aynıdır. Değişmez. 

Hiç yok mu iyi bir örnek?
Ece: Var elbette. İlk aklıma gelen örnek Kağıthane. 

Nedir onu farklı kılan?
Taner: Çünkü önem veriyorlar. Bir gün Kağıthane’nin belediye başkanı kalktı geldi, “Bizde bir sürü inşaat var, buranın dokusu değişti, bir kültür merkezi de yapacağız, yalnız bir çalışma gerekiyormuş binadan önce, nasıl yapalım” diye sordu. Destek verdik. Avrupa’daki iyi örneklerden Amsterdam’a giderek belediye yetkilileriyle görüştüler. “Arkadaşlar şuraya kültür merkezi konduruverelim, detayına sonra bakarız” demediler.  
Ece: Uluslararası şehircilik zirvesi düzenlemeyi planlayan Esenler Belediyesi de iyi örnek, kardeş şehirleri ile kültür politikaları çalıştayı yapan Sarıyer Belediyesi veya özellikle Yeldeğirmeni’nde katılımcı uygulamalar geliştiren Kadıköy Belediyesi de... Ama hep tek tek örnekler... 
Taner: Biz bu işin kurumsal olmasını istiyoruz. Müthiş bir kentleşme ve göç var. İnsanlarının İstanbul’la ilişkisi kentleşmeyle yeniden düzenleniyor. Katkı sunmayı hedefliyoruz. Aman yanlış anlaşılmasın, “Bu anayasadır, kardeşim her şey buna göre yapılacak” demiyoruz. Bu aynı zamanda bir tartışma dokümanı.

“İKSV üstten bakıyor, kültürü öğretiyor” eleştirisi gelecektir...
Taner: Ondan çok çekiniyoruz işte. Bu yüzden uluslararası standartlar var raporda. Kültürü biz tarif etmedik. UNESCO’nun tarifini koyduk. Bütün dünyada bu alanda kabul görmüş kentler var; onların yöntemlerini koyduk. Siyasetçi mitingde ‘kültür’ derse...‘Erişim’ raporda önemli yer tutuyor.

Neden?
Ece: Çünkü vatandaşların kültüre eşit şekilde erişimini ve katılımını sağlamak, yerel yönetimlerin sorumlulukları arasında. Her mahallenin, kendisinden yola çıkarak planlama yapması lazım. Biz bunun yollarını koyduk. Envanter çıkarma, haritalandırma nasıl yapılır; STK’lar ve kültürel gruplarla nasıl çalışılır, örneklerle gösterdik. 

'SİZE KÜLTÜR MERKEZİ YAPACAĞIM' DİYEN POLİTİKACI GÖRDÜNÜZ MÜ?
Bizde ideal örnek var mı?

Ece: Sinop mesela. Bienali var; kentin en önemli kültür-sanat etkinliğine dönüştü. Belediye, valilik ve kültür-sanat kuruluşları birlikte çalışıyorlar. Çok iyi bir işbirliği bu. Hapishaneyi dönüştürüyorlar; eski hal binasını da. ‘Yavaş Kentler’ ağında yer alan Seferihisar veya Halfeti de iyi örnekler arasında...
Taner: Çanakkale iyi, Gaziantep iyi... Gaziantep Belediye Başkanı, eski bakan Fatma Şahin geldi bir gün. Envanter çalışması yapıp, güçlü yanlarını çıkartmışlar. Yemek ve arkeoloji üzerine yoğunlaşma kararı vermişler. Doğru bir tavır. 

Yanlış tavır hangisi?
Taner: ‘Bir festival yapalım, sanatçı çağıralım, insanlar da bedava seyretsin’cilik. En kötüsü budur. 

Peki ne zaman “Bu iş değişti, bir şeyler başardık” dersiniz? 
Taner: Siyasetçi mitingde kültürle ilgili bir şey söylediğinde “Bu iş oldu” denir. “Eyy vatandaş, size kültür merkezi yaptıracağım” diyeni gördünüz mü?

GÖRGÜN TANER: ARTIK İNŞAATLARLA DEĞİL, MİMARLARLA ANILMAMIZ GEREK
Siyaset kısa dönemli; kültür uzun dönemlidir. Siyasetçi “Dört kültür merkezi yaptım, 86 bin kişi geldi” der mesela. Kültür bu değil ama. İnsanlar da zaten birer rakam değil. Türkiye artık inşaat şirketleriyle değil mimarlarla anılma dönemine girmek zorunda.

ÖZLEM ECE: VİYANA OPERASI “TURİST GELSİN” DİYE KURULMADI
“Hadi kültür yaratalım da turist gelsin” diyerek olmaz. Siz bunu burada yaşayan insanlar için düşünerek sanatçıyı, kültürel altyapıyı destekleyeceksiniz. Viyana Operası “turist gelsin” diye değil Viyanalılar izlesin diye kuruldu. Ama iyi olduğu için herkes gidiyor.
Hürriyet, Haber: Yenal Bilgici, Fotoğraf: Murat Şaka, 12.03.2016

RIZA SARRAF'A YALI DAVASINDA ZORLA GETİRME KARARI ÇIKTI

Biri eşi Ebru Gündeş’e diğeri kendisine ait iki yalıya kaçak kat ekleyip dışarıdan asansör yaptırmakla suçlanan Rıza Sarraf duruşmaya mazeretsiz gelmeyince hakim ‘zorla getirme’ kararı verdi.  

Kanlıca’da, biri kendisine, biri de eşi Ebru Gündeş’e ait ikiz yalılarda kaçak kat ekleyip, dışarıdan asansör yaptırdığı iddiasıyla, “Kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununa muhalefet” suçundan 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Rıza Sarraf (Reza Zarrab) hakkında, duruşmaya mazeretsiz gelmediği için zorla getirme kararı çıkarıldı. Ebru Gündeş’in Batum konseri ise mazeret sayıldı. Duruşmaya müşteki olarak katılan CHP’li İBB Meclis Üyesi Hakkı Sağlam’ın ifadesine, 17 Aralık soruşturmasıyla başlamasına ise hakimden itiraz geldi. Hakim, ihbarcı Sağlam’ı, “Konumuzun dışında konuşmayın. Yalı ile ilgili şikayetlerinizi dile getirin” diye uyardı

Rıza Sarraf ve sanatçı eşi Ebru Gündeş hakkında Kanlıca’daki tarihi Mehmet Arif Bey yalılarında mevzuata ve koruma ilkelerine aykırı biçimde tadilat yaptıkları iddiasıyla açılan davanın ilk duruşmasına CHP’lilerin yoğun ilgisi vardı. Gündeş, Batum konserini mazeret gösterip duruşmaya katılmazken, Sarraf’ın hasta olduğu için duruşmaya gelemediği avukatı tarafından hakime bildirildi. Beykoz 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma CHP milletvekili Mahmut Tanal ve CHP’li İBB meclis üyeleri ve yalıların tadilat iznini alan diğer sanık inşaat mühendisi Hakkı Süha Gökdemir katıldı. Gökdemir savunmasında, yalıların tadilatı için Rıza Sarraf ile görüştüğünü ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne başvurarak tadilat izni aldığını vurguladı. 

‘EŞİM YAPTIRDI DEDİ’
Hakkı Sağlam ile diğer şikayetçi meclis üyesi Hüseyin Sağ, “Ebru Gündeş ile Rıza Sarraf bu suçu bilerek ve isteyerek işlemişlerdir” dediler. Hüseyin Sağ, Sarraf’ın başka bir yalısı için de aynı suçu işlediğini ve bu konuda da ihbarda bulunduğunu ileri sürerek, “Ebru Gündeş bile savcılıkta verdiği ifadede yalılardaki bu işlemleri eşinin yaptığını söylemiştir” dedi. Dinlenen tanıkların ardından mahkeme hakimi, Batum’da konseri olan Ebru Gündeş’in mazeretini kabul ederek bir sonraki celseye çağrılmasına karar verdi. Hakim, hastalığı ile ilgili rapor sunmayan Rıza Sarraf’ın ise bir sonraki celseye zorla getirilmesine karar vererek duruşmayı erteledi.


‘MEYDAN OKURCASINA...’
Duruşmaya müşteki olarak katılan CHP İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Hakkı Sağlam, adliye önünde yaptığı açıklamada, “Biz bu duruşmadan umutla ayrılmak istiyoruz. Ülkemize umut vaat etmek istiyoruz. Biz burada hakimlerin var olduğunu ve kararlarıyla da konuşacağını biliyoruz. Rıza Sarraf, bilerek ve isteyerek hepimizin ortak malı olan, bize atalarımızdan miras kalan bu tarihi eserlere zarar vermiştir. Biz her ne pahasına olursa olsun bu davayı sonuna kadar takip edeceğiz” dedi. 

Çivi bile çakılması yasak...
Kanlıca’da, Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen ve 1970 yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Envanterine ‘2. Derece Tarihi Eser’ olarak işlenen tarihi Kanlıca Mehmet Arif Bey Yalısı’ndaki tadilatla ilgili soruşturmayı yürüten Beykoz Cumhuriyet Savcılığı, Reza Zarrab, Ebru Gündeş ve inşaat mühendisi Hakkı Süha Gökdemir hakkında, “Kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununa muhalefet” suçundan 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı.
Hürriyet, Haber: Aziz Özen, 12.03.2016

VAN'DA 'TARİHİ KALE' DENİLEN 'ESRARENGİZ' TAŞ YIĞINLARI YATIR ÇIKTI

Van’a 150 kilometre uzaklıkta İran sınırında bulunan Yücelen Mahallesi Çilli Mezrası’nda, 2700 rakımlı tepedeki taş yığınlarını dün bir haber ajansı ’duvarları yıkılmış bir kaleyi andırıyor’ diye verdi. İnternet siteleri bu haberi ’Esrarengiz Keşif’ başlığıyla yayınladı. Bir anda sanki yeni keşfedilen tarihi kale gibi algılanan taş yığınlarının, gerçekte yatır olduğuna inanılan ve yöre halkının adak yeri olduğu ortaya çıktı.

DHA muhabirinin görüştüğü yöre sakinleri, bu bölgenin herkes tarafından bilindiğini anlattı. Burada Hazal adında bir kadın şehidin mezarının bulunduğuna inanıldığını belirten yöre sakinleri, adakta bulunulup dilek tutulduğunu, her dilek tutanın da bir taş koymasıyla yığınların oluştuğunu anlattı.

Taş yığınlarının bulunduğu Çilli Mezrası’nda çobanlık yapan Fehmi Baykan, bölgenin kutsal olduğuna inanıldığı için adakta bulunulduğunu, her dilek tutanın bir taş koymasıyla bu yığınların oluştuğunu anlattı. Fehmi Baykan, şunları söyledi:

"Bizim dedelerimiz de bize buranın kutsal olduğunu ve Hazal isminde bir şehidin burada yattığını anlatırdı. Bu bölgede üst üste konulan taşlar var. Bunların bir kısmı 1976’da yaşanan Çaldıran depreminde yıkılmış. Daha sonra köylüler yıkılanların yerine yenilerini koymuş. Şimdi de her gelen burada dilek tutup üst üste taş bırakıyor. Bu görüntü de öylece oluşuyor. Bu geçmişten gelen bir gelenek. Ama kimse bu işin ne zaman başladığını bilmiyor."
Milliyet, Haber: Osman Bekleyen - Murat Çağlar, 11.03.2016

TEKELİ-SİSA'NIN DANIŞTAY BİNASI YIKILDI

Ankara'da Doğan Tekeli ve Sami Sisa tasarımı Danıştay Binası bugün yıkıldı.



Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin yaptığı basın açıklamasına göre, Tekeli-Sisa tarafından tasarlanan Danıştay Binası, yürütmeyi durdurma kararına rağmen bugün yıkıldı.

 

 

 

 














































1969-1978 yıllarında yarışmayla yapılan Danıştay Binası'nın yıkılmasını engellemek için Mimarlar Odası Ankara Şubesi uzun süredir çaba sarf ediyordu. 3 yıl önce Eskişehir yolu üzerinde inşa edilen yeni binaya taşınan Danıştay'ın Kızılay'daki eski binasının kültür varlığı olarak tescil edilmesi için koruma kuruluna başvuran ancak talep reddedilince konuyu yargıya taşıyan mimarlar, yıkımın durdurulması için mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkartmıştı. Ancak mahkeme kararına rağmen bugün yapının yıkımı başladı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden Tezcan Karakuş Candan'ın konuyla ilgili yaptığı açıklama şöyle:

"Bugün bir kez daha mahkeme kararı çiğnendi, Danıştay binasının yıkılmaması için açtığımız tescil davasında 11. İdare Mahkemesi, telafisi imkansız zararlar doğuracağı gerekçesiyle yürütmeyi durdurmuştu. Mahkeme kararı çiğnenerek, yapılan yıkım için gerekli suç duyurularında bulunacağız. Ülkemizde, kentimizde artık hukuku yıkıyorlar. Cumhuriyet dönemi mimarilerini yok ediyorlar. Danıştay binası da Cumhuriyet dönemi mimarisine aittir. Mimari projesi Doğan Tekeli ve Sami Sisa'ya aittir. Kentimiz kaybediyor, kentlimiz kaybediyor; hem hukuk, hem de geleceğimiz kaybediliyor?

Yıkım esnasında, yürütmeyi durdurma kararını, yetkililere avukatlarımız aracılığıyla elden ilettik. Yıkımı durdurmaları gerekirken, devam edildi. Mahkeme kararını iletmemize rağmen, mahkeme kararı görmezden gelindi. Yetkili kişilerce ilgili tutanağı yıkım alanında tutuldu. Hukuk tanımayan kişiler hakkında gerekli mercilere suç duyurularında bulunacağız. Danıştay binasının böyle alelacele yıkımı, üstüne basarak söylüyoruz, yıkımı durduran mahkeme kararına rağmen yıkımını asla kabul etmiyoruz. Sorumlular, bunun hesabını yargı önünde verecekler."
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 11.03.2016

BİNLERCE YILLIK TARİH ARAP SABUNUYLA YOK EDİLİYOR





























Bafa Gölü'nün kenarında Latmos dağlarında MÖ 6000'li yıllara kadar tarihlendirilen kaya resimlerinin bulunduğu çok büyük bir alanda taş ocaklarına izin verildiğini belirten Arkeolog Prof.Dr. Havva İşkan Işık, "Bu taş ocaklarında çalışma izni alanlar 'sit, koruma alanı' denilen o probleme takılmamak için bu görünen kaya resimlerini arap sabunuyla, süngerle ve zımparayla yok ediyor. Bence bunlara kesinlikle idam cezası verilmeli" dedi.

Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (ANSİAD) 2016 faaliyet yılı 5'inci olağan toplantısının konuğu, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık oldu. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne denk gelen toplantıda Prof.Dr. Havva İşkan Işık, 'Çağlar Boyunca Anadolu'da Kadın' konulu sunum gerçekleştirdi.

 Kurtuluş Savaşı'nda ismini anımsamadığımız ve bugünkü varlığımızın büyük kısmını oluşturan binlerce fedakar Anadolu kadınından söz eden Prof.Dr. Havva İşkan Işık, savaşın bütün cefasını yüklenen, taşıdığı mühimmatlar donmasın diye yorganını üzerine örten ve yolda hayatını kaybeden Kastamonulu Şerife Bacı, Makbule Hanım, Aydınlı Ayşe Efe, Halide Onbaşı gibi isimlerden örnekler verdi. Prof.Dr. Işık, "Bugünkü ortamı yaşıyorsak onlara borçluyuz" dedi. 

MUHTEŞEM YÜZYIL'A YARIMBURGAZ ELEŞTİRİSİ
İstanbul'a çok yakın Yarımburgaz mağarasında gerçekleşen kazılarda da çok erken, MÖ 400 binli yıllara kadar inen bir yerleşimin sözkonusu olduğunu belirten Prof.Dr. Işık, Yontma Taş Çağı'na ait çok önemli bulgular elde edildiğini söyledi. Bu dönemde mağarada yaşayanların kadın-erkek yaşamının çok kısa olduğunu anlatan Prof.Dr. Işık, "Yaşamınız ne kadar kısaysa o kadar çabuk ve çok üremelisiniz ki soyunuz devam etsin. Bu da kadının milyon yıllar içinde öne çıkmasındaki en önemli etmenlerden biri. Aslında bu mağarayı biraz üzerinden geçmesine rağmen gördünüz. Muhteşem Yüzyıl'da Pargalı'nın bütün memleketi ağlatan yaralanma, ölüm ve iyileştirme sahnesi bu mağarada çekildi. Kültür varlıklarını korumakla ilgili kurumlar ve birimler televizyonda izlediklerinde şok geçirdiler. Çünkü asla içine girilmemesi gereken bir mağaraydı. Çünkü çok hassas dolgular sözkonusu. Ama tabi ne gam biz Pargalı'yı yatırdık orta yerine Yarımburgaz Mağarası'nın, setimizi kurduk arkeologların kazı yaptığı çukurun etrafına da figüranlar oturdular. Böyle bir sahneyle buluştuk. Bu biziz, bu bizim ülkemiz, bizim insanımız. Biz kültür varlıklarımıza böyle davranıyoruz. Lafı evirip çevirmenin bir yararı yok, böyle davranıyoruz" dedi.  

KARAİN KADINLARI
Karain mağarasının 500 binli yılların tahmin edildiği ama kazılarda 200 binli yıllara kadar gidilebildiğini anlatan Prof.Dr. Işık, "Çok önemli bilgiler var elimizde. Avcılık yapıyorlar henüz kendileri üretemiyorlar. Ama ateşi ve kontrollü kullanmayı biliyorlar. Gece ateş nedeniyle ışık var ve kapalı mekanda ışık varsa bu sosyal yaşamın olduğunu da gösterir. Küçük girintiler ve her biri bir ailenin bir özel atmosferi olduğunu tahmin ediyoruz. 'Kadın zayıftır, yürüyemez, koşamaz, kaldıramaz, onun için evde oturur.' Hayır öyle değil. Kadınların daha çok içeride olduğunu görüyoruz ama bunun asıl nedeni üreme rolündeki öncülüğü ve yaşamın devamı için zorunluluğudur. O kadınlar biz bugün var olalım diye her biri 35 yaşına gelene kadar 7-8 veya daha üstü çocuk doğurarak insan soyunu bugünlere taşıdılar ve insanların devamını sağladılar. Karain kadınları biz var olalım diye kendilerini feda ettiler" dedi.

ÇAĞLAR ÖNCESİ BULGULAR BUGÜNÜN KIRSAL KADINI GİBİ
Anadolu tarihinde kadının önemine dair Van Kızların Mağarası, Göbeklitepe, Çayönü, Aşıklı Höyük, Çatal Höyük, Burdur Hacılar, Afyon, Kültepe Karum Kaneş, Maraş, Latmos-Bafa Gölü Beşparmak Dağları kaya resimlerinden örnekler anlatan Prof.Dr. Havva İşkan Işık, Neolitik çağa ait Anadolu'daki kadın bulgularını anlattı.

Bu dönemlerde kadının bizim tahminimizin daha ötesinde özgür olabildiği imajını yarattığını belirten Prof.Dr. Işık, "Bunlar Anadolu'nun kadınları. Bugünde kırsalda çok sıklıkla rastlayabileceğiniz kadınlar ve hiç kuşkunuz olmasın bu kilim desenli çanak çömlekler, Hacılar örneğinde çok sık karşımıza çıkıyor. Aynı dönemlerdeki çok önemli bir bulgumuzu Latmos'tan yaşıyoruz. Bunun kaşifi de sevgili Anneliese. Bizim kadim bir dostumuz Alman arkeolog bir hanım. Latmos dağlarında Bafa gölünün kenarında o insanları bırakın, keçilerin çıkmakta zorlandığı dağların tepelerinde onlarca yüzlerce kaya resmi buldu. Ve bu kaya resimlerinde o dağın çevresinde ve içinde yaşayan budunlar, klanlar, küçüklü büyüklü kabileler, topluluklar, adlarını tanımlayamıyoruz" dedi.  

KAYA RESİMLERİ ARAP SABUNUYLA YOK EDİLİYOR
Kaya resimlerinde onların muhtemelen ya bahar aylarında yapmış oldukları şölenler ya da daha büyük olasılıkla evlilik törenlerinin resmedildiğini dile getiren Prof.Dr. Işık, "Bu görülen grupların pek çoğunun elleri havada ve dans ediyorlar. Ama ne oldu? Uzun bir zamandan beri bu dünyada eşi benzeri olmayan varlığımızı kaybetmeye başladık. Şu nedenle; Bafa dağlarında inanılmaz büyüklükteki alanlara taş ocağı izni verildi. Bu taş ocaklarında çalışma izni alanlar 'sit, koruma alanı' denilen o probleme takılmamak için bu görünen kaya resimlerini arap sabunuyla, süngerle ve zımparayla yok ediyorlar. Bence bunlara kesinlikle idam cezası verilmeli. Ben bundan yanayım. Çocuk tecavüzcülerine, kadına şiddete ve kültür varlıklarına bu boyutta zarar verenler için bu cezanın çok açık ve net söylüyorum geri dönmesinden yanayım. Hümanizm kötülerin elinde çok tehlikeli bir silah olabiliyor çünkü. İsyanım çok büyük belki biraz sert konuştum ama beni anladığınızı biliyorum" diye tepki gösterdi.  

EN BÜYÜK TARİH ÖHCESİ BULUNTULAR
Beşparmak Dağları olarak adlandırılan Latmos dağlarında 1994'ten beri Alman arkeolog Anneliese Peshlow-Bindokat tarafından bulunan kaya resimleri Anadolu'da son yılların en büyük tarih öncesi arkeolojik buluntuları arasında kabul ediliyor. Bu kaya resimlerinde geç neolitik dönemden (Yeni Taş Devri'nden) kalkolitik döneme (Bakır Çağı'na) kadar (MÖ 6000-5000) süren bir zaman içerisinde tarihlendirilmiştir.

Ayyıldız Gazetesi, 11.03.2016

EDİRNE BÜYÜK SİNAGOG KOMPLEKSİ

Edirne Büyük Merkez Sinagog binası, idari ve müştemilat binası ile birlikte büyük bir kompleks olarak yaklaşık 1,5 dönümlük arazi içinde bir havra şeklinde yapılmış. Yapı zamanında Avrupa ve Türkiye’deki en büyük Havra kompleksidir.

 

 

 

 




















Edirne, Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci başkenti olarak Türkiye'nin batı kısmında Trakya bölgesinde yer alır. 20. yy başında,  farklı kültür ve dinlere mensup insan topluluklarının yaşadığı bu şehirde, Yahudiler tarafından Büyük Sinagog ve kompleksi olarak bilinen sembol bir yapı yapılmıştır.

1905 yılında büyük bir yangın sırasında 13 ayrı Sinagog binasının yıkılması üzerine, Sultan 2. Abdülhamit yeni bir sinagog binası inşa etmek için ferman vermiştir. Fransız mimar France Depre tarafından, 1907 yılında tasarlanan 2.749 metrekarelik Büyük Sinagog’a idare ve müştemilat binaları da dahildir.

Büyük Sinagog Binası tarihçesi
20. yy başlarına kadar çeşitli topluluklara sahip Edirne kentinde çoğunluğu Müslüman, Musevi, Rum ve Bulgar olmak üzere pek çok dine mensup insanlar bir arada yaşamıştır. Özellikle Yahudilerin burada yaşadığı araştırılmış, hatta Yahudilerin dinsel merkezi olarak Edirne gösterilmiştir. Osmanlı İmparatorluğundan önce 1492 yıllarında, Portekiz ve İspanya’dan göç eden Museviler burada kendi ibadet yerlerini kurmuşlar ve zamanla şehirdeki sinagog sayısı 13’ü bulmuştur1. Ancak 1905 yılında Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye anılan çıkan yangında, Kaleiçi semtinde toplam 1514 Yahudi evleriyle birlikte adı geçen tüm bu sinagoglar zarar görmüştür (Bali, 2012).  1905 yangınında kaybolup yerleri bilinmez hale gelmiş olan Yahudi Mahalleleri, Dr. Rıfat Osman Tosyavizade’nin Edirne Rehnüması adlı eserinde kaydedildiğine göre şunlardır: Sicilya, İstanbul, Aragon, Budin, Katalonya, Mayor, İtalya, Küçük ve Büyük Portekiz, Keruz, Tulya, Polya cemaatleridir. Edirne’de yangınla birlikte tahrip olan 13 sinagog yerine büyük bir sinagog inşa edilmesi gerekmektedir. Bu sinagogun inşası için 6 Ocak 1906’ da gerekli ferman verilerek, 1907 yılında inşası tamamlanır ve “Büyük Sinagog” binası olarak adlandırılır. Sinagog, Fransız mimar ve mühendis France Depre2 tarafından yapılmıştır. 600 erkek ve 300 kadını barındırabilecek alana sahip sinagog kompleksi 3 yapıdan oluşur: günümüzde Muarrif Caddesine bakan Sinagog binası, yapının solunda kalan Midraş (Haham lojmanı-müştemilat) binası ve Balkan savaşının çıkması nedeni ile yarım kalan İdari bina. İdari binanın kullanım amacı ile ilgili olarak ‘Edirne: Serhattaki Payıtahat’ adlı eserde okul denmektedir. Ancak yapı tamamlanmamış bir bina olduğundan işlevi ile ilgili kesin bir belge yoktur. (Şekil 1) (Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007).
























Şekil 1. Edirne Büyük Sinagog Binası (Kaynak: Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007)

Büyük Sinagog  Kompleksi
Edirne Büyük Merkez Sinagog binası, idari ve müştemilat binası ile birlikte büyük bir kompleks olarak yaklaşık 1,5 dönümlük arazi içinde bir havra şeklinde yapılmış yapı zamanda Avrupa ve Türkiye’deki en büyük Havra kompleksidir.





















Şekil 2. Sinagog Binası çatısı çökmeden önce iç mekandan görünümler (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)

Sinagog binası mimari olarak bazilika şeklinde, demir putrellerle destekli karkas yapı tarzında dıştan dışa 30x18 m ebadında dikdörtgen formlu bir yapıdır (Şekil 3). Giriş cephesi Maarif Caddesine bakmaktadır. Restorasyon çalışma sürecinde bitki ve moloz yığınları içerisinde kalmış olan bahçenin bir bölümü temizletilmiş ve arazide kot farkı olmadığı tespit edilmiştir. Bununla beraber serbest boyda olan doğal taş döşemelerin yan bahçe duvarlarına kadar bahçe içerisinde devam ettiği görülmüştür. Avlu kotundan (-3.06) 9 basamak ile giriş sahanlığına (1-.50) çıkılır. Merdivenler küfegi taştır. Giriş sahanlığının döşemesi karo simandır. Giriş sahanlığından sinagog içerisine 3 ahşap kapıdan girilir. Genişlik ve yükseklikleri aynı olan kapılar masif meşedir, üzerlerine mat cila yapılmıştır. Kapı kanatlarında, düşme dışında fazla bir hasar yoktur. Kapı eşiği giriş sahanlığından 20 cm yüksektedir. Sinagog binası zemin kotu eşik üst kotu ile aynıdır (-1.30).  Sinagog zemini döşemesi de karo simandır.





























Şekil 3. Sinagog Kompleksi vaziyet planı (Kaynak: Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007)

Yapı çelik ve yığma karma bir sistemden oluşmaktadır. Bina içerisinde uzun kenar 5 aks kısa kenarda 2 aks sütunlar konulmuştur. Sütunlarda iki ‘I’ profil yan yana ankraj edilmiştir. Sütun sisteminde çelik taşıyıcı sistemin üzeri tuğla kaplanmıştır. Kirişlerin üzeri de ahşap kaplamalar ile kapatılmış, ahşap kaplama altına da kalem işi tanzimler yapılmıştır. Yapının dış beden duvarları tuğladır, bu hatta çelik kullanılmamıştır. Sütunları beden duvarına bağlayan çelik kirişler duvara oturur. Kirişler üst kotlarında demir lamalarla birbirine bağlanmış ve rijitlik sağlanmıştır. Sütunlar birinci kat hizasına kadar ayaktadır3. Restorasyondan önce, çatı çökmesinden gelen yüke dayanamayan sütunların üst bölümleri yıkılmış ya da burularak aşağıya doğru yatmış şekildeydi.

Zemin kat sağ ve sol bölümlerde sütunlarla bölünen iki yan bölüm, ortada geniş bir mekandan oluşur. Ana giriş kapılarının karşı aksında Museviler'in Kutsal kitabı Tevrad’ın olduğu ve planda dışarıya doğru çıkma yapan kapılı bir niş bölümü vardır. Musevilerin Ehal nişi4 olarak tanımladığı bölümün ahşap kapısı giriş kapıları ile benzer özelliktedir. Kapı üzerinde üçgen alınlık vardır. Alınlığın sağ ve solunda oturtulduğu ikiz sütunlar bulunur. Sütunların üzerine konulduğu kaide bölümü yüksektir. Ehal nişi zemin kotundan yüksektedir (Şekil 4).

 

 

 









Şekil 4. Sinagog Ehal Nişine Bakış ve Ehal nişi üçgen alın profil detayı (Kaynak: Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007)

Birinci kat bölümü kadınlara ayrılmıştır. Museviler bu bölüme Azara demektedir. Azaraya giriş cephesinde yer alan iki kuleden çıkılmaktadır. Kule kapıları yandadır ve detay olarak ana giriş kapıları ile aynı özelliktedir. Kuleler hemen hemen aynı ebattadır. İçten içe ortalama 325 x 325 santimetredir. Kapı karşısındaki ahşap strüktürlü merdivenlerden yukarıya çıkılır. Zemin karo döşemedir. Avludan dört basamakla çıkılan kule zemin kotundan ibadet alanına açılan tek kanatlı kapılara 4 basamak çıkılarak ulaşılır. Sağ ve sol kulelerden birinci kata çıktıktan sonra sağ ve sol yanlarda devam eden bölümlere geçiş bölümü yapılmıştır. Kapı açıklığı şeklinde tasarlanan geçiş yerlerinde kapı yoktur. Birinci kat azara bölümü zemin kattan yükselen sütunlara kadar devam eder. B ve C aksları arası galeri olarak bırakılmıştır. Böylelikle kadınların da dua törenine katılmaları sağlanmıştır. Bu plan şeması Osmanlı camilerindeki kadınlar mahfili için de geçerlidir.

Birinci katta, yan bölümlerde ve zemin kattaki pencere akslarında pencereler yer alır. Zemin kat pencereleri dikdörtgen formda ve düz lentolu iken, üst kat pencereleri yuvarlak kemerlidir. Sütunların pabucu profilli taştır. Üst bölümlerinde suni taştan yapılmış koç boynuzlu başlıklar yer alır (Şekil 5, 6).


 

 

 





















Sinagog binası giriş cephesine bakış (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)

 

 

 

 






















Şekil 6: Laser Scanner ile taranan Sinagog Binası Nokta Bulutu (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)

İdare Binası Mimari Özellikleri

İdari bina havranın en büyük ikinci yapısıdır. Yapım aşamasında yarım kalan bina sinagog gibi bakımsızlık ve atmosferik koşullar nedeni ile kötü durumdadır. Kaynaklarda, yapının Balkan Savaşları’nın başlaması nedeni ile tamamlanamadığı belirtilmektedir. Mevcutta da bina incelendiğinde kapı ve pencere yerleri olsa da doğrama takılmadığı, binanın iç bölümlerinin tam olarak bitirilmediği görülebilir. Yapı tuğladan yığma sistemde yapılmıştır, iç ve dış duvarlarında sıva yoktur.

Yapıya Orhaniye Caddesi’ne bakan bahçe içerisinden girilir. Giriş bölümü, yapı beden duvarından öne doğru çıkma yaparak vurgulanmıştır. Kemerli üç kapıdan giriş sahanlığına ulaşılır. Kapı sütunları ve kemreleri taş kaplamadır. Orta aksta olan kapı açıklığının iki yanındaki sütunlar üzerinde +0.81 kotunda Davud yıldızı motifi işlenmiştir. Giriş sahanlığına sağ ve sol yanlardan da giriş verilmiştir. Cephe girişindeki üç açıklık aksında yer alan 3 kapı aksından geçtikten sonra ana mekana girilir. Bodrum, zemin ve birinci kattan oluşan yapının tüm kat döşemeleri yıkılmıştır. Zeminin tamamen moloz yığını, etraftan atılan çöp yığını ve bitkilerle kaplıdır. İçeriye girildiğinde bina duvarları tespit edilse de sadece bodrum kat seviyesinde dolaşılır.

İdare Binasının tamamlandığı düşünülen ancak günümüze ulaşamayan mimari elemanları restitüsyon projesine aktarılmıştır. Restorasyon projesinde aslında okul işlevine uygun olarak atölyeler yapılmıştır. Zemin kat ve birinci katta çeşitli sanatların derslerinin (resim, seramik, hat, vb.) verildiği atölyeler ve sergileme salonları tasarlanmıştır. Yönetim birimleri yine bu binada zemin katta düzenlenmiştir.

 

 

 

 













Şekil 7: İdare Binası Giriş ve arka cephesi (Kaynak: Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007)

Sonuç olarak, farklı dini yapı örneklerinden biri olan Edirne Büyük Sinagog Binası'nın, restore edilerek yeniden kullanıma açılması tarihi yapılarımızın canlandırması açısından önemli bir örnektir. Ülkemizde tarihi yapılarımızı koruyarak, binaların özgün yapım sistemi ile malzeme özelliklerinin korunması ve en az müdahale ilkesi esas alınarak, farklı işlevler yüklenerek binaların tekrardan kullanılması doğru bir yaklaşım olarak kabul edilir.

Not: Bu çalışmada söz konusu binalar ile ilgili bilgiler Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü “Edirne Merkez Büyük Sinagog (Sinagog Müştemilat Binası, İdari Bina), Röleve-Restitüsyon-Restorasyon Projesinden” alınmıştır.

Referanslar
Bali, N. R. (2012), Edirne Yahudileri, İstanbul (docs7.chomikuj.pl, 08.04.2014)

Gökbilgin, M.T (1977), Edirne, İslam ansiklopedisi, IV, İstanbul, s. 107-127

Güleryüz, N (2014), Türkiye Sinagogları, Yahudilikte Özel Terimler, Türk Musevi Cemaati, turkyahudileri.com, 05.04.2014

Sepetçi, Ö. (2012), Edirne Kaleiçi’nde Yer Alan Erken 20. Yy Kamu Yapılarından Ait Taşıyıcı Sistemlerin ve Yapı Malzeme Özelliklerinin İncelenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Namık Kemal Üniv. Fen. Bil. Enst., Tekirdağ

Şalom (2012), Edirne’nin Büyük Sinagogu Canlandırılıyor, İstanbul (agos.com.tr, 08.04.2014) 

Yeşilyurt, Ç. (1995), Erken Eskitilmiş Bir yapı: Büyük Sinagog, Cumhuriyet dergi, 26 Mart 1995, s.470, sayfa.11

[1] İstanbul’da şu an 26 aktif sinagog binası yer alırken, çoğu 1950’lerden sonra yapılmıştır, Edirne için bu önemli bir rakamdır (kyn:http://www.wittistanbul.com/magazine/the-jewish-community-and-notable-synagogues-in-istanbul/).

[2] Bazı kaynaklarda Edirne Büyük Sinagogunun Viyana Sinagogundan etkilenerek yapıldığı söylenir (Yeşilyurt,1995).

[3] Restorasyondan önce, çatı çökmesinden gelen yüke dayanamayan sütunların üst bölümleri yıkılmış ya da burularak aşağıya doğru yatmış şeklindedir (Vakıflar Bölge müdürlüğü, 2007).

[4] Sinagogda tevratın (tora) koyulduğu dolap, niş. Doğuya konulmuş olan kapıları, maddi dünyadan kutsal olana geçişi simgeler (Güleryüz, 2014)
Arkitera, Haber: Ayşe Durukan Kopuz, 11.03.2016



6 - 12 Mart 2016
FIRAT ANLI: NE BELEDİYE, NE HÜKÜMET SUR'A DAİR TEK BAŞINA ADIM ATAMAZ
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı, güvenlik güçlerinin operasyonlarını tamamladığı merkez Sur İlçesi'nin uluslararası koruma altında bulunduğunu belirterek, "UNESCO'nun uzman heyetinin buraya gelerek inceleme yapması gerekiyor. Ne yerel yönetimler tek başına ne de merkezi hükümet tek başına Sur'a dair bir adım atamaz" dedi. 

Diyarbakır'ın 6 mahallesinde 2 Aralık'ta sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve güvenlik güçlerinin PKK'ya yönelik operasyonlarını tamamladığı Sur İlçesi'nde, önlemler devam ediyor. Gazi Caddesi üzerinde operasyonun tamamlanması ile açılan işyeri sayısında bir artış olmazken, ilçede hem askeri ve polisiye önlemler, hem de iş makinelerinin hareketliliği sürdü. Esnaf, dün operasyonun bittiğinin açıklanmasından sonra şimdiye kadar gelen patlama ve silah seslerinde azalma olduğunu söyledi.

'BİR ÇOK TARİHİ ESERE ZARAR VERİLMİŞ'
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı , Sur'daki operasyonun tamamlanmasından sonra, ilçedeki tablonun henüz ne olduğunu bilmediklerini söyledi. Anlı şöyle konuştu:
"100 günü aşan sokağa çıkma yasağı ve ciddi bir çatışma yaşandı. Onunun için Sur'daki tablonun görülmesi lazım. Bir an önce Sur'un kentte yaşayan insanlara, yerel yönetimlere, kentin seçilmişlerine, kentteki bu konuda çalışma yapan akademisyenlere, meslek örgütlerine açılması lazım ve o tablonun objektif bir şekilde görülmesi lazım. Bu konuda çok ciddi kaygılarımız var. Oradan gelen bilgilere göre, sokakların bir çoğu tamamen yıkılmış, yol açılması için bir çok bina tahrip edilmiş, bir çok tarihi esere zarar verilmiş. Orası sadece yerel yönetimlerin ve merkezi hükümetin değil, aynı zamanda uluslararası bir korumanın altındır. Birleşmiş Milletler gibi dünyanın en büyük örgütünün bir kolu olan UNESCO'nun koruması altındır. Daha üzerinden bir yıl geçmedi. Yani UNESCO Kültürel Miras Listesi 'ne alınmasına daha bir yıl geçmeden, biz bu tablodan bahsediyoruz. UNESCO'nun uzman heyetinin buraya gelerek inceleme yapması gerekiyor. Oradaki tablonun bilimsel, akademik, tarafsız bir şekilde ortaya koyması lazım. Biz bunu defalarca açıkladık. Ne yerel yönetimler tek başına, ne de merkezi hükümet tek başına Sur'a dair bir adım atamaz. Bu konuda UNESCO'nun kriterleri var. asıl muhatap alan yönetimidir. Alan yönetimi mutlak suretle bu çalışmanın merkezinde olması gerekiyor. Belediye olarak biz de ilçe belediyelerimizle, kentteki sivil toplum örgütleriyle alan yönetimi çatısı altında çalışmaların sürdürülmesinin en doğrusu olduğuna inanıyoruz."  

'SUR'UN DÜNYADA DENK OLDUĞU TEK ŞEHİR KUDÜS'TÜR'
Sur'da 600'ün üzerinde bir kısmı sivil mimari, bir kısmı da han, hamam, kilise, cami gibi tescil altına alınmış yapılar olduğunu vurgulayan Anlı sunları söyledi:
"Bu yapılara hiç kimse dokunamaz. Bu yapıların bire bir aslına uygun restore edilmesi, orjinal bir şekilde tekrar ayağa kaldırılması lazım. Sur Toledo olabilir, ama Toledo Sur olamaz. Biz hiç bir şehri Sur'la kıyaslamıyoruz. Bu şehri birazcık bilen, bu şehrin geçmişini, tarihini, arka planını birazcık bilenler, dünyanın hiç bir şehriyle kıyaslayamaz.  7 binlik geçmişi olan bir şehirden bahsediyoruz. Bütün dinler açısından kutsal olan, kutsal kitaplarda geçen ve üzerinde bugün bile kazı yapıldığı zaman, insanlık tarihinin yeniden yazabilecek bir şehirden bahsediyoruz. Sur demek, Diyarbakır'ın kalbi, ruhu demektir. Diyarbakır'ın özü demektir. Kıyaslanabilecekse belki Kudüs'le kıyaslanabilir. Yani Sur'un dünyada denk olduğu bir şehir varsa o da Kudüs'tür."

Radikal, Haber: Ferit Aslan - Ahmet Ün, 11.03.2016

"BU MİMARİYİ NASIL SÜRDÜREBİLİRİZ?"

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Malatya’nın Darende İlçesinde Balaban Mahallesi’nde mimari çalışma yapıyor.

Türkiye’nin sayılı iyi korunmuş kerpiç yerleşimlerinin bulunduğu Balaban Mahallesinde İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi çalışma yapıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi ekibi, Balaban Mahallesi’nin tarihi yerleşim dokusunu, sokaklarını ve kerpiç evlerini inceleyerek, çizimler yapacak ve değerli kültür mirasının korunabilmesi için bir proje geliştirecek. Böylece Balaban’ın kerpiç mimarisinin daha fazla yok olmadan yaşatılması, canlandırılması ve yöre halkının da bundan yararlanması amaçlanıyor.

Çalışmalar hakkında bilgi veren İstanbul Teknik Üniversitesi ekibi üyelerinden Doç.Dr. Zeynep Eres, kerpiç mimarisi bakımından Balaban Mahallesinin çok önemli bir yer olduğunu belirtti. Eres, “Bilim insanları tarafından çok uzun zamandır Balaban’ın önemli biliniyor. Ancak çok ayrıntılı bir çalışma yapılmamış. Bu nedenle İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Programı Grubu olarak buraya geldik ve yüksek lisans öğrencilerimizle bu kerpiç mimari örneklerini inceleyeceğiz. Bu mimari geleneği nasıl koruruz, nasıl yaşatırız, buranın halkı ile birlikte bu mimariyi burada nasıl sürdürebiliriz bunun üzerine bir proje çalışması hazırlayacağız. Bunun için de bu alanda çok ayrıntılı belgeleme çalışmaları yapıyoruz” şeklinde konuştu. Eres, Darende Belediye Başkanı Dr. Süleyman Eser’in davetlisi olarak Darende’ye geldiklerini ifade etti.

Eres, “Balaban’ın kerpiç mimarisinin önemli olduğunu biliyorduk ancak bu alanda çalışırken hem mimari veriler hem daha önceden yapılmış tarihi araştırmaları hem de buranın yaşlılarıyla yaptığımız görüşmelerde bu bölgenin geçmişte çok farklı yaşam kurgusu olduğunu anladık. Bu dar sokakların uçurumların başında birer kapı ile kapatıldığını, geçmişte buranın ‘Kale Kent’ olduğunu öğrendik. Şimdi çalışmalarımız kapsamında bunları daha iyi ortaya çıkarmak ve bundan 50 sene, 100 sene önce Balaban’da nasıl bir yaşam modeli vardı bunları anlamaya çalışıyoruz. Düz damlı kerpiç evleri günümüzde sürekli yaşatmak kolay değil. Çünkü her sene kerpicin tamir edilmesi, sıva yapılması gerekiyor. Bizim mimar olarak sosyal ve ekonomik konularla ilgili çok fazla çözüm üretme gibi bir şansımız yok. En azından mimar olarak bu düz dam geleneğini nasıl yaşatabiliriz bunu çözümlemeye çalışacağız. Balaban, turistik açıdan da değerli olabilecek bir yer. Darende ile çevredeki diğer yerleşimlerle birlikte bu alan turizm rotalarının içine girebilirse Darende için çok iyi olur” diye konuştu.
Malatya Haber, 10.03.2016

VAN'DA 2 BİN 700 RAKIMLI TEPEDE TARİHİ YAPI İZİ

  

Çaldıran'da 2 bin 700 rakımlı tepenin zirvesinde kaleyi andıran bir yapı bulundu.

İran sınırındaki ilçenin Yücelen Mahallesi'ne bağlı Çilli mezrasında bulunan tepedeki yapı duvarları yıkılmış bir kaleyi andırıyor.



Tepenin zirvesinde 5 metreyi bulan yükseklikteki taş yığınlarının bulunduğu alandan komşu ülkenin yanı sıra Ağrı Dağı ve çevredeki birçok yerleşim yeri görülüyor.

- "Havaların ısınmasıyla bölgede araştırma yapılacak"
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, incelediği görsellerde kalıntıların, alt kısımdaki temel izlerinden kale izlenimi verdiğini söyledi.




Alanın karla kaplı olması nedeniyle hangi döneme ait olduğu konusunda net bir şey söylemenin şu an için mümkün olmadığını dile getiren Çavuşoğlu, şöyle devam etti:
"Yapı, topoğrafik yer seçimi anlamında bölgede yoğunlukla görülen Erken Demir Çağ kalelerini andırmaktadır. Temelin üzerindeki duvar örgü tekniğinden Orta Çağ dönemine de işaret etmektedir. Alanda harçsız biçimde taşların üst üste konulmasıyla oluşturulan kule tipli yükseltiler daha önce bölgede rastlamadığımız bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kulelerden birine çaput bağlanması ve alanda köylülerinde ziyaret ettiği mezarların bulunuşu, alanın dinsel bir boyutu olduğuna da işaret etmektedir."



Bölgede gerekli araştırmanın yapılacağını belirten Çavuşoğlu, "Havaların ısınmasıyla yapılacak bir bilimsel araştırmayla söz konusu alanın işlevi konusunda bilgilere ulaşılması mümkün olacaktır. Bu araştırmayla tarihi alanın gizemi de çözülmüş olacaktır" dedi.

     

- Müzenin envanterinde bulunmuyor
Müze Müdürü Erol Uslu AA muhabirine, vatandaşların ellerindeki görsellerle kendilerine ulaştığını anlattı. Böylesi bir yapının kayıtlarında bulunmadığını dile getiren Uslu, şöyle dedi: "Ekiplerimiz gerekli araştırmayı yaptıktan sonra burada kayda değer bir yapı varsa tescilleyip, kayıt altına alınması ve korunması sağlayacaktır. Söz konusu yapının uydu fotoğraflarını incelediğimizde bir kale görünümünde olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Burada yapılacak kapsamlı bir yüzey araştırması ile daha sağlıklı bilgi paylaşımını kamuoyuyla paylaşırız. Mahalle sakinlerimize duyarlılıklarından ötürü çok teşekkür ederim."

- Vatandaşların mesire alanı
Yücelen mahallesi sakinlerinden Turgut Ay, bölgenin özellikle yaz mevsiminde mesire alanı olarak kullanıldığını dile getirdi.

Tepenin yüksekliği nedeniyle bazı vatandaşların çıkarken zorlandığını anlatan Ay, "Büyüklerimizden duyduğumuza göre burası şehitlik mezarlığıymış. Yaz mevsiminde burada piknik yapılıyor hatta bazı vatandaşlar burada dua ediyor. Buranın araştırılmasını ve tarihinin ortaya çıkarılmasını istiyoruz" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Özkan Bilgin - Sadretin Kaya, 10.03.2016

BİZANS'IN UNUTULMAYA YÜZ TUTMUŞ ANTİK KENTİ 'SATALA' KEŞFEDİLECEK

Gümüşhane'nin Kelkit İlçesi'ndeki Roma İmparatorluğu döneminde askeri karargah amacıyla kurulan Satala Antik Kenti'nin keşfedilmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yüzey araştırması başvurusu yapıldı.

Tarihi kaynaklara göre, ilçe merkezine 28 kilometre uzaklıkta bulunan ve Roma İmparatorluğu döneminde 15. Lejyon Lego Apollinares tarafından kurulan kent, antik dönemde garnizon olarak kullanılmasının yanı sıra Anadolu ve Kapadokya'dan Karadeniz'e geçen askeri yolların birleştiği nokta görevini üstlendi.

ROMA'NIN STRATEJİK KARAKOLU
Roma İmparatorluğu'nun stratejik karakol olma görevini üstlenen kent, tarihte Asur, Madekonya, Roma ve Bizans medeniyetlerinin hakimiyetinde kaldı. Roma İmparatorları Trajan ve Hodrian tarafından da ziyaret edilen Satala antik kentine, 15. yüzyılda su getirmek için 47 gözlü su kemeri inşa edilmesine rağmen, bugün sadece 1 kemerin ayakta kaldığı görülüyor.

Geniş bir alanı kapsadığı ön görülen tarihi kent üzerinde sadece su kemerlerinin görülmesine rağmen çıkarılan eserlerden kandiller, yüzük taşları, armalar, testiler, madeni parça ve paralar İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde, bronzdan yapılmış Afrodit büstü ise Londra British Müzesi'nde sergileniyor.

YÜZEY ARAŞTIRMASI BAŞVURUSUNDA BULUNULDU
Kelkit Belediye Başkanı Ünal Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Arkeolojik Sit Alanı olarak koruma altında bulunan Satala antik kentinde, bir süre önce Necmettin Erbakan Üniversitesinden gelen akademisyenler tarafından incelemede bulunulduğunu söyledi.

Yılmaz, yapılan incelemenin ardından Gümüşhane Valiliği, Kelkit Belediyesi ve akademisyenler tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yüzey araştırması başvurusunda bulunulduğunu ifade etti.
Ajans Haber, 10.03.2016

MEVLANA MÜZESİ'NE EK BİNA YAPILACAK



Türkiye'de Ayasofya ve Topkapı'dan sonra en çok ziyaretçisi olan Mevlana Müzesine ek bina yapılması için çalışma başlatılıyor.

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Ayasofya ve Topkapı'dan sonra en çok ziyaretçisi olan Mevlana Müzesi'ne ek bina yapılarak daha çok yerli ve yabancı turistin gelmesinin sağlanacağını söyledi.

Akyürek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Mevlana Türbesi'nin müze ve etrafındaki yapılarla Türkiye'nin en önemli manevi merkezlerinden biri olduğunu ifade etti.

Belediye olarak yerli ve yabancı ziyaretçileri daha iyi ağırlamak için çalışma başlatılacağını belirten Akyürek, şöyle devam etti: "Mevlana Müzesi, yapı olarak eski bir Mevlevi tekkesi ve aynı zamanda Hazreti Mevlana'nın türbesi olduğu için çok fazla ziyaretçi yoğunluğunu ve sergi alanı olarak ihtiyacı karşılayacak durumda değil. Başbakanımızın bilgisi dahilinde, Kültür ve Turizm Bakanlığımızla yaptığımız değerlendirmelerde Mevlana Müzesinde sergilenebilecek, depolarda çok sayıda eser olduğu da dikkate alınarak yeni bir müze yapma kararı aldık. Mevlana Türbesi çevresinde projesi de onaylanan bir çalışma başlattık" diye konuştu.

- "Depolarda bekletilen birçok eser günyüzüne çıkacak"
Akyürek, yapılacak ek binanın Mevlana Müzesi'nin mimarisine uygun olacağına işaret ederek yeni binanın Selçuklu ve Osmanlı döneminden izler taşıyacağını dile getirdi.

Çalışmaların yıl içerisinde başlayacağını aktaran Akyürek, "Hem Mevlana Türbesi içinde yer sorunundan dolayı sergilenmesinde sıkıntı çıkan eserlerin daha rahat sergilenmesine imkan hazırlayacağız hem de depolarda bekletilen birçok eserin günyüzüne çıkmasını sağlayacağız" dedi.

- Çağdaş müzecilik hizmeti verilecek
Yeni binayla çağdaş müzecilik hizmeti verileceğini vurgulayan Akyürek, şöyle devam etti: "Projemizin Mevlana Müzesi'nin mimari bütünlüğüne uygun olmasını istiyoruz. O mevkiye baktığımız zaman, İstiklal Harbi Şehitleri Abidesi ve Harp Malulü Gaziler Derneği mekanına uygun olması gerektiğini düşünüyoruz. Çevresinde yine tamamlanmak üzere olan İslam Kültür Merkezi inşaatımız var. Bütün bunları hesaplayarak türbe ve bu saydığım alanların mimarisine uygun, çok güzel bir proje ortaya çıktı. En önemlisi, bu teveccühe cevap verebilecek ve ilgiyi kaldırabilecek bir mekan oluşturuyoruz."

- Hedef 10 milyon ziyaretçi
Akyürek, yeni yapılacak müze binasında sergi alanlarının yanı sıra sosyal alanlar, dinlenme ve toplantı mekanları bulunacağına işaret ederek şunları kaydetti: "Konya'yı ve kültürümüzü tanıtan hediyelik eşyaların sergileneceği alanlar olacak. Böylece modern müzecilik anlayışını, bu tarihi mekanımızın kendine has ortamına da uyarlamış olacağız. Her türlü ihtiyaca cevap verebilecek çağdaş müzecilik anlayışına uygun, geleneksel mimari tarzında çok güzel bir projeyi hayata geçireceğiz. Mevlana Müzesinde ziyaretçi sayısı hedefimizi 5 milyon olarak belirlemiştik. Şu anda 2,5 milyon ziyaretçiyi yakalamış durumdayız. Yapılacak yeni Konya Müzesi ve Mevlana Müzesi ile 5 milyon hedefine ilk etapta ulaşmayı, sonrasında ise bu sayıyı 10 milyona çıkarmayı hedefliyoruz."
Merhaba Haber, 10.03.2016

TARİH CİNAYETİ DEVAM EDİYOR

Tarih cinayeti' başlıklı 20 Kasım 2012 tarihli yazımıza "Kayaların içinde binlerce boyalı kaya resimler bulunuyor" diye başlamışız.

Yazı şöyle:

“Mıcır haline getirilen Ferdispat (seramik hammaddesi) elde edilebilmesi için bir tarih yok edilemez.

Bu yerlerin kurtarılması için Alman bilim kadını Dr. Anneliese Peschlow-Bindokat ve Kuşadası-Ekodost Grubu Sözcüsü Bahattin Sürücü ile mücadele eden Arkeoloji ve Sanat dergisi editörü, arkeolog Nezih Başgelen bir not gönderdi. Herkesin dikkatle okuması gerekiyor:Beşparmak (Latmos) Dağları eteğindeki Herakleia, Bafa Gölü’nün kıyısında Batı Anadolu’nun en güzel antik kentlerinden birisidir.



1974’ten bugüne kenti araştıran Alman bilim kadını Dr. Anneliese Peschlow-Bindokat, 1990’lardan günümüze bölgede yaptığı yüzey araştırmalarında Beşparmak Dağları’nın çeşitli kesimlerinde birbirinden ilginç kaya resimleri tespit etmiştir. MÖ 6. bin–MÖ 5. binin ilk yarısına tarihlenen bu kaya resimleri Yakındoğu arkeolojisinin son dönemdeki en büyük keşiflerinden birisidir. En az Göbeklitepe (Urfa) kadar önemli olan bu kaya resimlerinde doğa, erkek-kadın birlikteliği, anne, çocuk ve aile betimlerinin çoğunluğu dikkat çekmektedir.

KİMLER ZARAR VERİYOR
Halen Beşparmak Dağları’nın kuzeyinde ve çevresindeki faaliyette olan taşocakları ülkemizin bu benzersiz peyzajını altüst etmeye başlamıştır. Asıl vahim olan içinde oldukça önemli kaya resimlerinin bulunduğu Bafa Gölü’nün doğu ve kuzeydoğusundaki 8 bin 700 hektarlık alan içine birçok yeni maden ocağı ruhsatının verilmesidir. Bunların faaliyete geçmesiyle hektarlarca alandaki tarihi ve doğal değerler yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Bugüne kadar bölgenin tarihi ve doğal çevre değerlerine büyük zarar veren bu taşocaklarının ise ülkemizin önde gelen Kale Grubu, Eczacıbaşı, Polat Madencilik ve Bıçakçılar gibi önde gelen kuruluşlarla bağlantılı oldukları görülmektedir. Bugüne kadar kültür, sanat ve çevre konularına yakın ilgileriyle tanıdığımız Bodur ailesinin, Bülent Eczacıbaşı’nın ve Adnan Polat’ın bu eşsiz kültür hazinesi, kaya resimleri ile yörenin eşsiz peyzajının korunması konusunda ilgilerini esirgememelerini ve duyarsız kalmamalarını diliyoruz.

Bu eşsiz kültürel ve doğa mirasının korunabilmesi için bölgede faaliyette olan taşocaklarının bağlı olduğu kuruluşların yetkilileri, bölgedeki sivil toplum örgütleri ve devletin ilgili birimleriyle bir an önce bir araya gelip ortak akıl çerçevesinde ivedilikle harekete geçilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde henüz turizme tam açılmamış, kültürü ve doğasıyla eşsiz özellikler taşıyan ve pek çok yönden ‘açık hava müzesi’ olan bu yörenin tüm özgün değerleri bir daha geri gelmeyecek şekilde kaybolup gidecektir.”

Prof. Işık: ‘İdam cezası verilmeli’

Konuyu DHA Antalya muhabiri Mehmet Çınar dün gündeme getirince, 3.5 yıl önce yazdığımız ‘vahşiliğin’ halen devam ettiğini anladık. Ne kadar sorumsuz, tarih sevmez, rant peşinde koşan duyarsız bir toplumuz... Antalya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık, Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği’nde (ANSİAD) önceki gün ‘Çağlar Boyunca Anadolu’da Kadın’ konulu toplantıda, Bafa Gölü’nün kenarında Latmos Dağları’nda MÖ 6000’li yıllara kadar tarihlendirilen kaya resimlerinin bulunduğu bu çok büyük alandaki taşocaklarına izin verilmesine tepki göstermiş... Patara kazılarında büyük emeği geçen Işık bakın nasıl tepki göstermiş:
“Bu taşocaklarında çalışma izni alanlar ‘sit, koruma alanı’ denilen o probleme takılmamak için bu görünen kaya resimlerini arapsabunuyla, süngerle ve zımparayla yok ediyor. Bence bunlara kesinlikle idam cezası verilmeli”.

Benzer akıbete uğrayan İstanbul’a çok yakın Yarımburgaz Mağarası'nı da unutmayın.
Herkes bunları düşünürken yüzü kızarmalı, yüreği sızlamalı. Bakanından müze müdürüne, buradan taş çıkarılmasına izin verenden, doğayı tahrip eden taşçı ve seramikçilere kadar... Sosyal medyada “Marmaray kazılarında çıkan eserlere çanak-çömlek denirse vatandaşın taşocağı yapmak için 6 bin yıllık kaya resimlerini zımparalaması da” normal değil midir?
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 10.03.2016

HUBER KÖŞKÜ RESTORE EDİLİYOR

Cumhurbaşkanlığı tarafından kullanılan Tarabya’daki Huber Köşkü ve Faytonhane’de restorasyon çalışmaları başladı. Tarihi yapılar, dış etkilerden korunması için baskılı brandalarla kapatıldı.

Cumhurbaşkanlığı Tarabya Yerleşkesi içinde bulunan Huber Köşkü ve Faytonhane restore ediliyor. Her iki yapının restorasyon ihalesi 30 Haziran 2015’te, Çamlıca Camisi’nin inşaatı ile Kabe’deki Osmanlı revakları, Okçular Tekkesi, Ortaköy ve Süleymaniye camilerinin restorasyonunu yapan Güryapı’ya verildi. Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün 17 Eylül 2015 tarih 89-90 No’lu inşaat ruhsatı ile restorasyon çalışmalarına başlandı. Restorasyon çalışmaları sırasında tarihi yapılar, dış etkilerden korunması için geçici çatı ile ve dış cepheden baskılı brandalarla kapatıldı. Koruma Kurulu’nun onayladığı projeye göre tarihi yapıların çürüyen parçalarıyla özgün olmayan elemanları sökülüp, yeni elemanlarla güçlendirilecek.

1985’TE DEVREDİLDİ
Huber Köşkü, Tarabya Koyu’nun güneyinde, Yeniköy-Tarabya yolu üzerinde yer alıyor. Boğaz’a inen yamaçtaki Cumhurbaşkanlığı’na ait arazide 64 bin metrekarelik koru var. Huber Köşkü’nün de bulunduğu Tarabya yerleşkesi, Atatürk’ün 1935’te yaptırdığı Florya Deniz Köşkü’nün kullanılmaz duruma gelip Milli Saraylar’a devredilmesinin ardından 1985’te Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmişti.

D'ARONCO İMZASI
Cumhurbaşkanlığı tarafından kullanılan Tarabya’daki Huber Köşkü ve Faytonhane’de restorasyon çalışmaları başladı. Tarihi yapılar, dış etkilerden korunması için baskılı brandalarla kapatıldı. 
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 10.03.2016

KÜLTÜR MİRASINI KORUMA REHBERİ

10. yılını kutlayan KÜMİD, UNESCO’nun 'Kültür Mirasını Koruma El Kitapları'nı kendi imkanlarıyla çevirilerini yaptı. Basım ve dağıtımını da ücretsiz olarak üstlenen dernek UNESCO’dan logo kullanım haklarının da iznini aldı. KÜMİD, UNESCO Genel Merkezi ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun Türkçe ortak yayını olan altı el kitabı; müzelerde güvenlik, dini mirasın güvenliğinin sağlanması, müzeler için afet risk yönetimi, koleksiyonların belgelenmesi, yazma eserler ile depodaki koleksiyonların bakımı ve elleçlenmesi gibi altı farklı konuyu içeriyor.

Dernek bu ilkelerin benimsenip uygulanmasının, koruma ve onarım faaliyetlerinden daha az maliyetli ve daha etkili olduğunu düşünüyor. Dernekten şu açıklama yapıldı: "10 yıl önce günümüzde sayısı 34 kişiye ulaşan dostlarla birlikte Kültürel Mirasın Dostları Derneği’ni (KÜMİD) kurduk. KÜMİD’in kuruluşu barış döneminde, olası riskler ile silahlı çatışmalar öncesinde, sırasında ve sonrasında ülkemizdeki ve yurt dışındaki kültür mirasını korumak amacıyla çıktığımız uzun yolun ilk adımıydı. 10 yıl içinde yürüttüğümüz her proje, katıldığımız veya düzenlediğimiz her etkinlik bu uzun yolda attığımız birer adımdı. Bu adımlarla, kültür mirasını koruma ve onarım alanında kaynak yaratma ve farkındalık oluşturma çalışmalarına odaklandık. Her adımımızda bize destek olan ve birlikte adım attığımız tüm uzmanlara, kişi ve kuruluşlara teşekkürlerimizi sunarız."
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.03.2016

BURSA'DAKİ TARİHİ BİZANS ÇEŞMESİ ZAMANA DİRENİYOR



Bursa'nın İznik İlçesi'ne bağlı Göllüce Köyü'nde geç Bizans dönemine ait çeşme zamana karşı direniyor. Kerpiç bir evin dış duvarında bulunan Bizans dönemi çeşmeden bugün su akmasa da köye gelen yerli ve yabancı turistlerin hayli ilgisini çekiyor.

Kerpiç evin dış duvarına sonradan parçalar halinde monte edilen Bizans çeşmesi, ne zaman ve kim tarafından buraya getirildiği bilinmiyor.

Göllüce Köyü Muhtarı Hasan Ayar, "Tarihi Bizans yapımı çeşme İznik Müze Müdürlüğü'nden uzman arkeologlarca incelendi. Elde edilen bilgileri bir dosya halinde Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne restorasyonu için sunduk. Ardından kendileri de gelip çeşmeyi gördü. 2016 yılı içerisinde buranın restore edileceğinin sözünü verdiler" dedi. 

Tarihi Bizans çeşmesinin her iki yanında 2'şer adet çiçek desenli sütun yer alıyor. Suyun aktığı yalak olarak da tabir edilen mermer bölümün önünde ise yine o döneme ait yazıt bulunuyor. 
Bursa Hakimiyet, 09.03.2016
DUVARDA 5 ASIRLIK GÜNEŞ SAATİ



Manisa'da kubbe ve minarelerinden, şifalı olduğuna inanılan mesir macunu saçılan tarihi Sultan Cami, batı yakasında bulunan 5 asırlık güneş saatiyle de dikkat çekiyor.
500 yıl önce zamanı anlatan saat, bugün üzerindeki demir çubukların kaybolmasından dolayı işlevini yitirirken, tarihçiler kültüre sahip çıkılarak bu saatin yeniden işler hale gelmesini istedi.

Manisa'nın simge yapılarından yaklaşık 500 yıllık Sultan Camisi'nin duvarında yer alan güneş saati ilgi odağı oluyor. Mermerden yapılan ve caminin batı yakasında yer alan güneş saatinin üstünde Arapça sayılar ve çizgiler yer alıyor. Bundan 500 yıl önce şehrin saatinin buradan belirlendiğini anlatan cami imamı Cemil Tombak, tarihi camiyi gezmeye gelenlerin caminin batı yakasında bulunan mermer taşın bir saat olduğuna inanamadıklarını söyledi. Ziyaretçilerin ilgiyle saati incelediğini anlatan Tombak, 500 yıl önce kentte zamanın bu camiden belirlendiğini ancak bugün üzerindeki demirlerin kaybolmasından dolayı çalışmadığını ifade etti. Tombak, "Manisa'da sadece bu camide var. Vatandaş namaz saatlerini buradan tayin ediyordu. Demir çubuğun gölgesi hangi rakamın üzerine vuruyorsa saat öyle belirleniyordu. Osmanlı'nın son döneminde burası saat ve takvim hesaplamaları yapılan bir yerdi. Caminin yapılışından itibaren zaman tayin edici bir özelliği var. O zamanlar kimsenin saati yoktu. Arapça rakamlar ve çizgiler yer alıyor. O günden bu güne kadar duruyor. Ziyaret edenler tarafından büyük ilgi çekiyor" dedi.

'SAAT İŞLER HALE GETİRİLMELİ'
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yeşil de, kültürel mirasa sahip çıkılarak saatin işler hale getirilmesi gerektiğini söyledi. Yeşil, "Bu dilimler bir ölçü olduğu için bunları yönlendirecek bir çubuk olması gerekiyor. Bu saatin üzerindeki çubuklar düşmüş, ancak restore edilmemiş. Çizgilerin ne anlama geldiği çok da bilinmiyor. Bu bir eksiktir. Güneşin gelişinden gölgenin nereye düştüğünü gören imam saati bilirdi. Bu güneş saatinin bu günde çalışıyor hale gelmesi gerekiyor. Tarih mirasına sahip çıkmalıyız. Çalışmaması için hiçbir sebep yok. Kopan parçanın yerine konmasıyla 500 yıl önce yapılmış bir eseri koruyabiliriz" diye konuştu.
Doğan Haber Ajansı, Haber: Nermin Uçtu, 09.03.2016
YENİ NESİLLER EĞİTİM TARİHİNİ MÜZEDE ÖĞRENECEK

Cumhuriyet öncesi yıllardan başlayarak eğitim olanakları ile teknolojilerini tanıtan İzmir Cumhuriyet Eğitim Müzesi, 2017 yılından itibaren yeniden ziyaretçilerine kapılarını açacak.

İzmir Valisi Mustafa Toprak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yapımı 1900'lü yılların başına tarihlenen müze binasının önce köşk, sonra okul olarak kullanıldığını anlattı.

Eğitim kültürünün önemli bir mirası olarak gördükleri binayı aslına uygun restore ederek yeniden ziyarete açmayı hedeflediklerini vurgulayan Toprak, "İmkansızlıklar içinde başlayan eğitim hayatımızı, gençleri yetiştirmekte kullanılan materyali sergilemek istiyoruz ki bugün güzel medeniyet değerlerimize sahip çıkalım" dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Efsun Yılmaz, Fotoğraf: Emin Mengüarslan, 09.03.2016

TARİHİ MESCİDE YAKIŞMAYAN GÖRÜNTÜLER

Tarihi Kapalıçarşı’nın (bedesten) batı duvarına bitişik olan ve kitabesinde 1870-71 yılında Hilmi Paşa tarafından tamir ve ihya edildiği belirtilen Mescit’te vakit ve Cuma namazları kılınıyor.

Kapalıçarşı’nın bir kapısı kapatılarak yapıldığı sanılan mescidin küçük ve sembolik minaresini tamamen örten, bitişikteki bıçakçıların çatısında da yer alan bu mezbeleliğin bir an önce kaldırılması gerekiyor.
Kayseri Gündem, Haber ve Fotoğraf: Rıfat Yörük, 09.03.2016

Mezar taşında kemiklerini oynatanı lanetleyen William Shakespeare'in 1616'dan beri dokunulmayan mezarı, bilimsel araştırma amacıyla açılıp, inceleniyor

İngiliz belgesel kanalı Channel 4, yazar William Shakespeare'in mezarını açtı. Daily Telegraph gazetesinin haberine göre; yazarın mezar taşında bulunan ve senelerce araştırmacıların uzak durmasını sağlayan lanete rağmen Channel 4 kanalı bu riski aldı. Ünlü yazarın mezarı, ölümünün 400'üncü yılı olması münasebetiyle açılarak incelemeler başlatıldı. Araştırmanın amacı ise Shakespeare'nin hayatında bilinmeyen sırlara ulaşmak. Ancak mezar taşındaki lanet halen İngiliz halkını korkutmaya devam ediyor. Mezar taşındaki yazıda, "Taşlara dokunmayan adam kutsansın, ama kemiklerimi oynatana lanet olsun" yazıyor. Holy Trinity Kilisesi'nde bulunan mezardaki kemiklerin taraması yapılacak. 1616'dan beri dokunulmayan mezarda yapılacak inceleme sayesinde araştırmacıların Shakespeare'in hayatı ve ailesi hakkında daha fazla bilgi edineceği ve mezarda cesetle birlikte gömülmüş olabilecek eşyaların da bulunabileceği açıklandı. Taramalar sonucunda Shakespeare'in herhangi bir akrabasıyla gömülmüş olup olmadığı da belirlenecek. Yazarın daha önce eşi Ann Hathaway, kızı Suzanna ve başka akrabalarıyla gömüldüğü iddia edilmişti. Mezarın bulunduğu kilisenin sözcülüğünden yapılan açıklamada, "Mezarın taranması için onay verdik. Holy Trinity Kilisesi dahilindeki herhangi bir araştırma ya da soruşturma sadece kilisenin izniyle mümkün olabilir" ifadelerin yer verildi.
Sabah, 09.03.2016

HZ. MUHAMMED'İN KATİBİNİN MEZARI TÜRKİYE'DE BULUNDU

İslam döneminin en önemli mühürleri Şanlıurfa’nın Beykapısı Mahallesin'deki bir evin bahçesinde bulundu. Yaklaşık bin 210 yıllık mezarın sahabe yakınlarına ait olduğu tahmin ediliyor.

Kültürel Mirası Koruma Derneği Başkanı Mimar Uğur Beyazgül ve Prof.Dr. Kasım Şulul’un birlikte yürüttüğü çalışmada, bin 210 yıllık olduğu tahmin edilen mezar taşının üzerinde “Korunmuş Ruha şehrinde hicri 190 yılının Cemaziyelahir ayında Allah ona Kur’an okuyan ve rahmet duasında bulunana rahmet etsin” Arapça yazısının bulunduğu belirtildi.

Kültürel Mirası Koruma Derneği Başkanı Mimar Uğur Beyazgül ve Prof.Dr. Kasım Şulul, konuyu Kültür Bakanlığına bildirdiklerini ve Şanlıurfa Müzesinin konuyla ilgili çalışmalar başlattığını ifade etti.
Konunun bilim adamları tarafından daha detaylı incelenerek ulusal ve uluslararası bir nitelik kazanması bekleniyor. Mezar taşı ve kitabenin bulunduğu yerde Peygamber Efendimizin (S.A.V.) vahiy katiplerinden Hanzala El-Katib’in de burada defnedildiği tahmin ediliyor.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Prof.Dr. Kasım Şulul, “Korunmuş Ruha şehrinde hicri 190 yılının Cemaziyelahir ayında Allah ona (Kur’an) okuyan ve rahmet duasında bulunana rahmet etsin” yazdığını ifade ederek, “Kitabeye konu olan zatın erkek olduğu ve hicretin 190. yılının Cemaziyelahir ayında vefat ettiği bildirilmektedir ki miladi karşılığı Nisan 806’dır. Danıştığımız hattalar Mustafa Kaçar, Mehmet Memiş, Ömer Sabuncu ve diğerleri kitabenin özelliklerini inceledikten sonra şu sonucu tarafımıza iletmişlerdir. Kitabenin konusu olan zatın vefat tarihi ile kitabenin yazılış tarihi farklıdır. Kitabesi yazılan kişi Cemaziyelahir 190 yani Nisan 806’da vefat etmiş, kabri 11. veya 12. yüzyılda restore edilirken bu kitabe yazılmıştır. Kitabe celi sülüs, yazı Rumi tezyin.

Bu tarz yazılar da miladi 11. ve 12. yüzyıla tarihleniyor. Şöyle ki Kur’an-ı Kerim’e ilk hareke konulması Ebü’l-Esved Ed-Düeli tarafından, harflerin noktalanması işi Ed-Düeli’nin talebesi Nasr B. Asım ya da Yahya B. Ya‘mer tarafından, hemze ve teşdid gibi diğer noktalamalar Halil B. Ahmed tarafından yapılmıştır. Sülüs yazının en erken örnekleri İbn Bevvab tarafından yazılmıştı. Abbasilerin ilk dönemlerinde sülüs yazı çeşidi gelişmiş değildi ve noktalama böyle değildi. En erken Mushaf sayfalarında Kufi yazı çeşidine rastlamaktayız. Kitabedeki celi sülüs harf karakterleri ve Rumi tezyin Selçuklu dönemini çağrıştırmaktadır. Rumi motif Selçuklu dönemi ile Osmanlı’nın ilk döneminde var. Yazının 11 ya da 12. yüzyıl Selçuklu dönemine ait olması kuvvetle muhtemeldir” ifadelerini kullandı.
İHA, 08.03.2016

SELİMİYE CAMİSİ RESTORE EDİLECEK

Vakıflar Edirne Bölge Müdürü Osman Güneren, AA muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesi'nde yer alan Selimiye Camisi'nde restorasyonun çalışmalarına proje anlamında 3 yıl önce başlandığını anlattı.

Rölöve projesinin Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca onaylandığını belirten Güneren, restitüsyon ve restorasyon projelerinin de yüzde 80 tamamlandığını söyledi.

"Çalışmalar yıl sonunda başlayacak"
Restorasyon kapsamında, zeminin ve elektrik tesisatı, ısıtma ve soğutma tertibatının elden geçirileceğini ifade eden Güneren, "İnceleme sonucunda camide statik açıdan bir sorun olmadığını gördük, bu sevindirici. Restorasyon projesinin kurul tarafından da onaylanması sonrası çalışmalara yıl sonunda başlamayı planlıyoruz" dedi.

Çevresel ve meteorolojik etkiler nedeniyle minarelerde bozulmalar tespit edildiğini vurgulayan Güneren, bu nedenle restorasyona minarelerden başlanacağını kaydetti.

Güneren, restorasyon döneminde caminin hem ziyarete hem ibadete açık olacağını sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı, Haber: Salih Baran, 08.03.2016

TARİHİ SÜTUN YUVASI KALDI

Ankara’nın simgelerinden tarihi ‘Jülian Sütunu’ ile bütünleşen leylek yuvası ortadan kayboldu. Leylek yuvasını görüp, fotoğraflamak için Ulus’a gelenler, tarihi sütunun üzerini boş görünce şaşkınlıklarını gizleyemiyor.

Halk arasında ‘Belkıs Minaresi’ olarak da bilinen Ankara’nın simgelerinden Ulus’taki tarihi Jülian Sütunu’nun üstündeki leylek yuvası ortadan kayboldu. Roma İmparatoru Jülian’ın Ankara’ya ziyareti onuruna 362 yılında dikilen, 15 metre yüksekliğindeki Jülian Sütunu ile bütünleşen leylek yuvası, uzun yıllar varlığını sürdürdü. Başkent’teki leyleklere yuva olan sütun, 1934 yılında Ulus Meydanı Taşhan’ın yanındaki yerinden kaldırılarak, Ankara Valiliği önündeki yerine taşındı. Yuva, tarihi sütunun hem taşınması hem de 2001 yılındaki restorasyonu sırasında özenle korundu. Jülian Sütunu ile birlikte yıllarca Ankara’yı simgeleyen posta pulları ile kartpostallarda yer alan leylek yuvası, yerli ve yabancı turistlerin de ilgisini çekti. Ancak, Ankara’daki beslenme alanları daralan leylekler, artık Jülian Sütunu’nda konaklamıyor. Üreme ve göç için besinlere sahip olan yaşam alanları azalan leylekler, kent merkezinden uzak farklı yerlerde konaklamaya başladı. Leylek yuvasını görüp, fotoğraflamak için Ulus’a gidenler, sütunun üzerini boş görünce şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Ankara Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin akıbeti hakkında bilgi vermediği yuvaya ne olduğunu kimse bilmiyor.

BETONLAŞMAYLA POPÜLASYON AZALDI
Ankara’daki yoğun yapılaşma nedeniyle leyleklerin beslenme alanlarının daraldığına dikkat çeken Kuş Gözlemcisi Fikret Can, şöyle konuştu: “Trabzon ve Artvin hariç Türkiye’nin her yerinde leylekler ürüyor. Ankara ise en yoğun oldukları bölgelerimizden. Ancak son dönemde genel bir sıkıntı var. 4 yavrusu olan bir leylek ailesini ele alırsak, bir leylek her gün yuvaya 3 kilogram et götürmek zorunda. Göçe yetişmeleri için hızlı beslenmeleri şart. Beslenme için yuva etrafındaki 500 metrelik alanı kullanırlar. Ankara’da yapılaşma ile birlikte bu alanlar kayboldu. Betonlaşmayı göz önünde bulundurursak Ulus’taki bir leylek nerede balık, kurbağa, yılan, yengeç ya da fare bulacak. Beslenme alanları git gide azalıyor. Leylekler, kendi topraklarına çok sadıklar. Yuvalarıyla birkaç sene idare edebilirler ama yemek bulamazlarsa yuvayı terk edebiliyorlar. Ankara’da leylekler için sadece Mogan ve Eymir göllerinde hayat kaldı. O mesafeye gitmeleri de çok zor. Besin sıkıntısının dışındaki etkenlerden biri de yine betonlaşmaya bağlı olarak hayvanlar için riskli olan elektrik kabloları. Elektrik çarpmasından dolayı eşlerden biri ölürse, diğer eş yuvayı terk edebilir. Ankara’da, leylek popülasyonu bu yüzden azalmış olabilir.”

YAŞAM ALANLARI TAHRİP EDİLDİ
Tarihi Jülian Sütunu’nun bir benzerini, üstündeki leylek yuvası ile birlikte Yenimahalle’de yaptırdıkları Ankara Konağı’nın girişine yerleştiren Ankara Kulübü Derneği Genel Başkanı Metin Özaslan da, tarihi sütunun üzerindeki leylek yuvasının kaybolmasını, leylek popülasyonundaki düşüşten kaynaklandığını kaydetti. Özaslan, şu ifadeleri kullandı: “Jülian Sütunu, leylek yuvasından ayrı düşünülemez. O güzelim hayvana ait yuva, anıt ile birlikte kuşaklardır Ankara’nın sembolü durumundaydı. Biz de ‘Yaptırdığımız anıtın üzerine yapay yuva ve leylek figürü yerleştirmek yerine oraya bir yuva koyalım, gelsin leylekler yaşasın’ dedik. Ama leylekler aramızdan ayrıldı. Onlar için en önemli beslenme alanı Atatürk Orman Çiftliği havzasıydı. Sulak ve bataklık bir alandı. Beslenmeleri için gerekli hayvanlar yetişiyordu. Maalesef oraların katledilmesi ve mezbelelik hale getirilmesi leyleklerin yaşam alanlarını daralttı. Leylekleri kaybettik. Daha da vahimi, bu durumun şehri yönetenlerin umrunda olmaması.”

Hürriyet, Haber: Sedat Cenikli, 08.03.2016

"EMEK SİNEMASI'NA GİTMEMEK İÇİN 11 SEBEP"

Emek Bizim, İstanbul Bizim İnisiyatifi, tarihi Emek Sineması yıkılarak yerine yapılan AVM’yi ve içindeki sinemaları boykot etmek için 11 sebeplik bir liste hazırladı.

İnisiyatifin 11 maddesi şöyle:

"1. Emek Sineması’nın kapısı sokağa açılır, yani Yeşilçam Sokağı’na. Çakma Emek Sineması’na ulaşmak içinse önce çantanızı bırakıp güvenlikten geçerek Grand Pera adlı alışveriş merkezinin yürüyen merdivenlerine dizilecek ya da daha beteri, asansöre tıkışacaksınız.

2. Grand Pera AVM’nin en üst katına çıktığınızda karşınıza çıkacak sinema salonu, tıpkı yanı başındaki Demirören AVM gibi ‘tarihiymiş gibi yapan’ bir kopya olacak. Emek Sineması iddia edildiğinin aksine ‘taşınmadı’, restore de edilmedi. Tavan ve duvar süslemeleri sökülerek, yerine yapılan AVM’nin en üst katındaki bir salonun içine monte edildi.

Koruma uzmanı Prof.Dr. Cevat Erder projeyi şöyle değerlendirmişti: “Korkunç bir ucubeyle karşı karşıyayız. Kolunu koparıp kulağına sokuyorsunuz, ayağını kesip ağzına sokuyorsunuz”. Özetle Kamer İnşaat “para etmeyen, kirli, yağlı” Emek Sineması’nı önce yıktı, şimdi de yıktığını bize nostalji konseptiyle yeniden satmaya çalışıyor. “Büyük oyun”u görün arkadaşlar!

3. Yusuf Atılgan’ın “sinemadan çıkmış insan” tarifini hatırlayın, gördüğü film ona bir şeyler yapmış, sokaktaki insanlarda benzer bir duygu hali aramıştı... Çakma Emek Sineması’ndan çıktığınızdaysa kendinizi alışveriş dünyasının içinde tutsak bulacaksınız. Sokakta yakınlık arayacağınız insanlar bile olmayacak orada, “food lounge” konseptindeki gastronomi katında anlamsız fiyatlarla karnını doyuranlarla karşılaşacak, alt katlardaysa mağaza vitrinlerine boş boş bakarken bulacaksınız kendinizi.

4. Grand Pera AVM’den kendinizi dışarı atmayı başardığınızda bu sefer Emek’i yıkan zihniyetin - ve sermayenin - diğer ürünleri çıkacak karşınıza: kaçak katlarıyla Demirören AVM ve zincir kıyafet mağazaları... Bizzat Emek’i yıkan Kamer İnşaat’ın polis zoruyla tahliye ettiği İnci’de profiterol yemek varken “Niye bu ışıklı vitrinler arasına sıkışıp kaldık ki şimdi” sorusundan kurtulmanız o kadar kolay olmayacak. Sonra yok Beyoğlu nostaljisi, yok bilmem ne...

5. Grand Pera AVM’de karşılaşacağınız tek kopya Emek Sineması’nınki olmayacak. Kamer İnşaat iftiharla sunar: Madame Tussaud’s Müzesi. Emek Sineması’nın tavan ve duvar süslemeleri, yok olmuş bir tarihi hatırlatmak için yeterli değilse, sizi bu balmumu heykel müzesine alalım. Belki de devlet büyüklerimizle bir fotoğraf çektirmek istersiniz.

6. Olur da yangın çıkarsa kendinizi bu sefer bir korku filminin içinde bulmanız mümkün. Mimarlar ve şehir plancılarının çokça uyardığı üzere, İstiklal’in dar sokaklarına bakan Grand Pera’nın yangın çıkışları da oldukça dar. Mimar Mücella Yapıcı, yangın durumunda binada yaşanabilecek tahliye sorunlarını şöyle anlatmıştı:

"Mimari projede, birer metrelik koridorlarla açılan üç tane yangın merdiveni görülüyor. 23 bin 466 metrekarelik bodrum katı, çok yoğun bir kullanım alanı olarak hizmet verecek. Bu alanda  meydana gelebilecek bir yangın ya da deprem durumunda tahliyeleri sadece bu yangın merdivenleri sağlayacak.” Allah muhafaza…

7. Grand Pera’da sırf dükkan ve eğlence mekanları yok kuşkusuz, sinema endüstrisi de unutulmamış. Kaçak Emek’in katında sekiz adet “en yüksek teknolojik donanıma sahip” sinema salonu daha inşa edilmiş. Şirket, bu salonlarda “gişe filmlerinin yanı sıra festival filmlerine de mekan sağlacaklarını” iddia ediyor reklamlarında. Peki bu hiper teknolojik salonlarda Erden Kıral’ın ya da Costa-Gavras’ın filmlerinin gösterilme şansı nedir sizce? Ya bir Gezi belgeselinin? Peki büyük sermayeye ait olmayan sinemaların bile korkudan gösteremediği Kürt belgesellerinin..?

8. Eğer kent hukuku işleseydi, Emek yıkılamayacak ve yerine 30 metrelik cüssesiyle (yaklaşık 10 katlı bir bina yüksekliğinde) Serkildoryan’ın arkasında devekuşu gibi gizlenmeye çalışan bu alışveriş merkezi yapılamayacaktı. Süreçteki hukuksuzlukları saymakla bitmez.

2006'da sinema, Sulukule ve Tarlabaşı'nın yıkılmasını mümkün kılan yasayla 'Yenileme Alanı' ilan edildi ve bu yasa kapsamında oluşturulan 'Yenileme Kurulu'nun insafına bırakıldı. Projeye karşı Mimarlar Odası'nın açtığı, hala devam eden davada bilirkişilerin dayanağı teknik raporu hazırlayan iki akademisyenden biri aynı zamanda projenin danışmanıydı! Üç bilirkişiden ikisi yıkım projesini onaylamamasına rağmen binanın yıkılması engellenemedi. Yenileme Kurulu 2014'te bu sefer Emek Sineması'nın yıkımının projeye uygun yapılmadığı, Serkildoryan ve Melek Apartmanı'nda da çatlaklar oluştuğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Hatırlayalım, şirket binaları 25 yıllığına eski Emekli Sandığı’ndan kiralamıştı, yani burası kamuya ait. Kısacası kent hukukunu, koruma kanunlarını delip geçerek inşa edilen bir AVM'den bahsediyoruz.

9. Grand Pera kamuya yani bize ait olan tarihi, mimari ve kültürel bir mirasın sermaye tarafından gasp edilmesinden başka nedir ki? Yırca köylüleri “Emek bizim zeytinimizdir” demişlerdi. Evet, Emek bizim için zeytinlik gibi, Artvinlilerin sahip çıktığı Cerattepe gibi, HES projelerine kurban edilmek istenen vadide akan dere gibi, en çok da Gezi Parkı gibi. Hepimizin ortak geçmişi, ortak geleceği… Yani hepimize ait, tapusu bizde!

10. Emek’i yıkmak ve yerine bu AVM’yi dikmek için yaptıkları zorbalıkları da hiç unutmayın, 2010’dan beri sokakta adım adım verdiğimiz mücadeleyi de...7 Nisan 2013’ü hatırlayın: O gün yaşadıkları kent ve sinemalarının geleceği konusunda söz hakkı isteyen insanları gaza boğdular. Costa Gavras da oradaydı, Serra Yılmaz da, Erden Kıral da… Hepimiz oradaydık. Grand Pera bir ‘kültür merkezi’ olacakmış... O kültürü var eden insanların iradesini hiçe sayan, şiddetle bastıran bir zihniyetten nasıl bir kültür merkezi çıkar sizce?

11. Arkadaşlar, bugünlerde kendinizi yalnız, güçsüz, belki çokça çaresiz hissediyor olabilirsiniz. Fakat “Bu daha başlangıç!” Hatırlayın, bu sloganı ilk defa bir Emek eyleminde atmıştınız. Dolayısıyla mücadeleye devam: Yeşilçam Sokak’ta yükselen Grand Pera adlı AVM yıkılıp, Emek Sineması tekrar sokağa açılana kadar o güzel perdelerini açmayacak bizim için!"
Bianet, Haber: Nilay Vardar, 08.03.2016

TARİHİ TAŞ KÖPRÜYE SPREY BOYAYLA YAZI YAZDILAR

Adana’da Roma İmparatorluğu döneminde 384 yılında İmparator Hadrian tarafından, mimar Auxentius’a inşa ettirilerek ‘Justinian Köprüsü’ adı verilen, zamanla Taşköprü adını alan tarihi köprüye kimliği belirsiz kişiler tarafından yazılar yazıldı.

Sprey boyayla yazılan yazıları gören vatandaşlar tepki gösterdi. Adana’nın simgelerinden olan, üzerinden hala ulaşım sağlanabilen dünyadaki en eski köprülerden biri olan 1632 yıllık Taşköprü, 2006 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek, taşıtlara yasaklanıp sadece yaya ve bisiklet trafiğine açıldı. Seyhan Nehri’nin üzerine inşa edilen, yerli ve yabancı turistlerin görmeden kentten ayrılmadığı tarihi köprüye sprey boyalarla yazılan yazıları görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor. İç ve dış taraflarına aralarında Kuran’ı Kerim’den ayetlerin de bulunduğu çeşitli renklerdeki yazıları kimlerin yazdığı ise bilinmiyor.

‘Tarihi köprüye yazı yazılır mı?’
Dünyanın halen şehir içi trafikte kullanılan en eski köprüsü olma özelliğini de taşıyan Taşköprü’de sprey boya ile yazıldığı tahmin edilen yazılardan bazılarının, yine aynı renk boyalar ile üzerinin boyanmak istendiği görülüyor. Yazılara tepki gösteren vatandaşlardan Ramazan Tahir, yazı yazan kişilerin köprünün tarihi konusunda bilgisinin olduğunu sanmadığını belirterek, “Yazık günah, tarihi köprüye yazı yazılır mı? Yazılarda ne demek istiyor bilmiyorum. Her gün buradan yürüyerek geçiyoruz. Şehrin farklı noktalarında da böyle sprey boyalarla yazılar yazılıyor. Üzülüyoruz böyle bir şey yapılmış olmasına” diye tepkisini gösterdi.

Adana’nın simgesi olarak kabul edilen ve aslen 21 gözlü olan Taşköprü, Seyhan Nehri’nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak altında kalmasıyla 14 gözlü olarak hizmet veriyor. 8.7 metre genişliğinde, 291 metre uzunluğunda olan Taşköprü, 2013’te Uluslararası Associated Press (AP) Haber Ajansı tarafından da haber yapıldı. ‘Dünyanın en eski köprüsü’ başlığıyla verilen haberde, Roma İmparatorluğu döneminde 384 yılında yapılan Taşköprü’nün çeşitli zamanlarda çekilmiş 10 fotoğrafına yer verilerek Taşköprü’nün dünyada hala kullanılabilen en eski köprü olduğu vurgulanırken, teknik özellikleri hakkında da açıklamalar yer aldı. Sabancı Camii’nin görkemli manzarası önündeki Taşköprü’nün Roma İmparatorluğu döneminde İmparator Hadrian tarafından, mimar Auxentius’a inşa ettirildiği ve ‘Justinian Köprüsü’ adı verildiği kaydedilen haberde 2006 yılına kadar motorlu araçlara da açık olan köprünün, onarıldıktan sonra sadece yaya ve bisiklet geçişine açıldığı bilgisi verildi.
Dooğan Haber Ajansı, Fotoğraflar: arkeolojihaber.net, 08.03.2016

DONMUŞ BUZUL ÇAĞI ASLANLARINI KLONLAMAYI DENEYECEKLER

Güney Koreli ve Rus bilim insanları, Buz Devri’nden kalan aslan yavrularını donmuş DNA’ları kullanarak klonlamayı deneyeceklerini açıkladı. Denemede, Rusya’nın Sakha bölgesindeki düşük sıcaklıklar yüzünden bozulmadan bulunan 12 bin yıllık aslan yavrularının vücutlarından alınacak DNA’lar kullanılacak.

Araştırmacılar iki yavru aslanın vücudunda yaşayan bir doku bulabilmeyi, böylece elde edecekleri DNA’ları kullanarak söz konusu klonlamayı başarabileceklerini umuyorlar. Çalışma için yavru aslanlardan birinin dokusu incelencek, diğer yavru ise Mamut Müzesi koleksiyonune konulacak.

Yahoo’da yer alan habere göre çalışmada Kuzey Doğu Rusya Üniversitesi’nin Moleküler Paleontoloji bölümündeki Güney Koreli ve Rus bilim insanları yer alacak.

Araştırmacılar tarafından ‘sansasyonel bir buluş’ olarak değerlendirilen, neredeyse ‘mükemmel’ durumda bulunan iki yavru aslan üzerinde yapılacak bu çalışma, nesli tükenmiş hayvanları geri getirebilme ihtimalini de beraberinde getiriyor.

Bilim insanları, iki yavru aslanın bulunduğu mağaraya giderek, aynı aileden daha büyük hayvanların kalıntılarının bulunup bulunmadığına araştıracaklarını açıkladı. Projede yer alan araştırmacılardan bir tanesinin hali hazırda bir klonlama projesi üzerinde çalıştığı bildirildi.
Radikal, 08.03.2016

SAKİN ŞEHİR TARİHİ KONAKLARIYLA İLGİ ÇEKİYOR

Merkezi İtalya'da bulunan sakin şehirler ağına (Cittaslow) üye Sakarya'nın Taraklı İlçesi, Osmanlı ahşap mimarisinin özgün örnekleri, bozulmamış tarihi dokusu, el sanatlarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Her mevsim ayrı bir güzelliğe bürünen ilçe, amatör ve profesyonel fotoğrafçıların uğrak mekanları arasında yer alıyor.

2013 Yılı Avrupalı Seçkin Destinasyonu seçilen, merkezi İtalya'da bulunan sakin şehirler ağına (Cittaslow) üye Taraklı'da, tarihi İpek Yolu üzerindeki Hacı Atıf Hanı, Fenerli Konağı, Osmanlı ahşap mimarisinin özgün örnekleri, bozulmamış tarihi dokusu, tahta kaşık ve Taraklı bezinden yapılan hediyelik eşyalar ilgi görüyor.

Firmaların reklam çekimlerine de ev sahipliği yapan ilçe, bozulmamış doğası, yaylası, ormanları, kanyonları, iklimi, termal suları ve doğal ürünleriyle öne çıkıyor.
Anadolu Ajansı, Haber ve Fotoğraf: İbrahim Yozoğlu, 07.03.2016

RESTORASYONDAN RESTORAN ÇIKTI



Otele dönüşen Sirkeci’deki tarihi 4’üncü Vakıf Han’ın çatısını delik deşik ederek, Boğaz manzaralı restoran ve bar açtılar.



Uzun süre boş kalan han, 2005 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 25 yıllığına Gap-San Eserler şirketine kiralandı.

İÇİNE HAVUZ VE OTOPARK
1911 yılında ünlü Mimar Kemalettin Bey tarafından tasarlanan Sirkeci’deki 4’üncü Vakıf Han, uzun bir süre boş kaldıktan sonra 2005 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 25 yıllığına GapSan Eserler şirketine kiralandı. Turizmci Sedat Eser çocukluk arkadaşı olan Rauf Akdal ve Mehmet İpek ile birlikte Vakıf Han’ı Legacy Ottoman Hotel’e dönüştürdü. Ancak bu dönü­üm sırasında tarihi binanın içine havuz ve otopark yaptıran ortaklar tescilli kültür varlığı olan hanın çatı­sında da değişikliğe gittiler.

Tarihi binanın çatısının her iki cephesine de aslına aykırı olarak açılan çok sayıda pencereyle en üstte Boğaz ve şehir manzarasına sahip iki restoran ve bir bar açılırken, tesisat için de çatıda ek yapılaşmaya gidildi.

KORUMA KURULU’NA 100 METRE
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nin CHP’li üyesi Hüseyin Sağ, 4’üncü Vakıf Han’ın, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun binasına 100 metre mesafede bulunduğuna dikkat çekti. Sağ, “Burnunun dibindeki tescilli eseri koruyamayan kurul üyeleri o koltuklarda neden oturuyo­r” dedi.

Konuyu İBB’nin mart ayındaki toplantısında gündeme getireceğini bildiren Sağ, “Bu kadar değerli bir yapının dışı bu haldeyse içinde kim bilir neler yaptılar. Asırlık binadaki tüm aykırılıkların tespiti için önergemizi hazırladık. Binaya ek yük getiren bütün kaçak yapıların ortadan kaldırılması için elimizden geleni yapacağız” diye konuştu.



155 odalı beş yıldızlı otele Boğaz manzaralı restoran yapıldı.

Topçu Kışlası ihya projesini çizen isim 
4’üncü Vakıf Han’ın restorasyon projesinin sahibi Mimar Halil Onur’u Türkiye yakından tanıyor. Taksim Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası ihya projesini çizen Halil Onur hali hazırda İstanbul Sit Alanları Alan Yönetimi Başkanlığı görevini yürütüyor. Onur tarafından çizilen ve içinde buz pateni pisti de yer aldığı için tartışmalara yol açan Topçu Kışlası projesini İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu reddetmiş ama Koruma Yüksek Kurulu kabul etmişti.

Mimarı banknotta
Bugün 20 liralık banknotların arka yüzünde resmi yer alan ünlü Mimar Kemalettin Bey’in başyapıtlarından biri olan 4’üncü Vakıf Han 1911-1926 yılları arasında inşa edildi. İçi bitmemiş durumdayken Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’u işgal eden Fransız kuvvetlerinin silah deposu olarak kullandığı han, tamamlanmasının ardından borsa binası olarak kullanıldı. 1983 yılında tescilli kültür varlığı olarak kaydedilen bina 2000’li yılların başında boşaltıldı ve adliyeye dönüştürülmesi gündeme geldi. Ancak daha sonra kaderine terk edilen bina 2005 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 25 yıllığına kiraya verildi. Tarihi han 15 aylık restorasyon çalışmasından sonra 155 odalı beş yıldızlı otel olarak hizmete açıldı.


Sözcü, Haber: İsmail Şahin, 07.03.2016

DÜNYANIN EN ESKİ KIYAFETİ



Bulunan en eski dokuma kıyafeti üzerinde yapılan yeni testler, keten kıyafetin 5 bin yıldan öncesine dayanan Mısır lahitinde olduğunu gösterdi

Dünyanın en eski kıyafeti güzel bir şekilde dikilmiş ve kıvrımlı, bunu üreten antik toplumun sinyalleri karmaşık ve zengin. Tarkan Elbisesi olarak bilinen kıyafetin, üstün enderliği keşfedildi. Bitki lifleri veya hayvan derilerinden yapılan eski kıyafetlerin bir kısmı bozulmaya uğramış. London’s Petrie Museum of Egyptian Archaeology kuatörü ve kıyafetlerin devri ile ilgili yolculuğundaki yeni çalışması Antiquity’nin yazarı Alice Stevenson şöyle diyor: “Genellikle 2 bin yıldan eski olmayan arkeolojik bölgelerden tekstil ürünleri ortaya çıkarıldı.”

Yakın devirlerin el yapımı kıyafetleri, günümüzde hayatta kalmaya çalışıyor fakat bu kıyafetler basitçe vücudun çevresini sarıyordu. Bunun yanı sıra Tarkan Elbisesi, antik dönemin kişiye özel tasarımlarıydı. Terzi köleleri sayesinde V-yaka ve dar pliler, ülkede modern bölge çarşılarında mükemmel görünürdü.

Bunun gibi hoş detaylar yalnızca özelleştirilmiş zanaatkarlar tarafından üretilirdi. Bu tip insanlar, sadece refah ve hiyerarşik toplumda ortaya çıkıyor. Tıpkı 5 bin yıl önce hükümdarlığın ilk kez tek bir hanedan altında toplandığı antik Mısır’daki gibi.

Gaia’da yer alan habere göre elbise, dirseklerden ve koltukaltlarından kırışıyordu, diğer yandan bu kıyafeti bir kez giyene imalarda bulunulurdu; bu yalnızca törenlere özgü değildi. Bunlar, şimdiki batı Çin’de 3 bin yıl önce veya ötesinde, göçebe bir çobanın mezarında bulundu ve at binicileri için yapılmış olabilir.

1900’lerden önce kıyafet, arkeologlar tarafından Petrie’ye gönderildi fakat eski kirlenmiş kıyafetlerin içinde birbirine dolanmış ve gözden kaçmış. Ta ki koruma uzmanları 1977’de pakette sıralanmış kıyafeti tesadüfen bulana dek. Bakımsız bir gömlek gibi görünüyordu, fakat birkaç yüzyıl sonrasından benzer kıyafetlerin tabanı uzun ve muhtemelen Tarkan Elbisesi aslen daha uzun, diyor Stevenson.

Böyle kıyafetlere sadece üst tabakanın parası yetiyordu. Yemek ve bakım ürünleriyle ahret için alınan ögeler listesine “kıyafet” için hiyeroglifi ekleyen Macquarie Üniversitesi’nden Jana Jones, mezartaşları, insanların benzer üstlükleri giydiği resmedilen kıyafetle ortalama aynı yaşta, diyor.
Sözcü, 07.03.2016

LUCIAN FREUD'ÜN TABLOSU 55 MİLYON DOLARA SATILDI

Avustralyalı psikanalist Sigmund Freud'un torunu İngiliz ressam Lucian Freud'un 'Şişman Sue' adıyla yaptığı yağlı boya tablo serisinden biri, New York'taki müzayede evinde 55 milyon dolara (yaklaşık 165 milyon TL) satıldı.

Freud, 1994'te yaptığı 'Sosyal Yardım Denetçisi Dinleniyor' adlı tablosunda iş ve işçi bulma kurumunda denetçi olarak çalışan 120 kilo ağırlığındaki Londralı Sue Tilley'i model olarak kullanmıştı.

Tabloda kadının bedeni en ince ayrıntına kadar görülebiliyor.

Seriden bir başka eser 2008'de Rus milyarderi Roman Abramoviç'e 33.6 milyon dolara satılmıştı.

2011 yılında hayatını kaybeden İngiliz portre sanatçısı Lucian Freud, 'Şişman Sue' olarak hitap ettiği modeli Sue Tilley'i toplam dört kez çizdi. Kendisine poz vermesi için ise günlük 20 euro ödeme yapıyordu.
Hürriyet, 07.03.2016

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDA NELER OLUYOR?
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Mahir Ünal'ın gelmesinin ardından yeni müsteşarın kim olacağından Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ndeki atamaya kadar  bir çok konuda soru işaretleri bulunuyor.

Ertuğrul Günay gibi kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim sonrası Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gelen isimler hep sönük kaldı. Ömer Çelik ve yeni bakan Mahir Ünal ara dönemdeki Yalçın Topçu kadar bile basında yer almadı. Kültür sanat alanında her iki bakan da neredeyse yok hükmünde. Hükümetin genel politikalarında daha fazla ön plana çıkıyorlar. Peki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda neler oluyor? Yeni bakan kadro da yenilik yapacak mı? Bakanlık hangi dedikodular ile çalkalanıyor?

MÜSTEŞAR KİM OLACAK?
Ömer Çelik döneminde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle müsteşarlığa getirilen Prof.Dr. Haluk Dursun görevi bıraktı. 45 günlük yıllık izninin ardından emekliye ayrılacak olan Dursun’un Ankara’daki bürokrasiye ısınamadığı ve siyasilerin kaprislerine dayanamadığı konuşuluyor. Yerine gelecek adaylar arasında müsteşar yardımcısı Nihat Gül ile eski Telif Hakları Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik isimleri geçiyor.  Çelik daha önce kendisinin yazdığı ‘’Kültür Endüstrisi’’ isimli kitapta çalışanlarının emeğine saygı göstermeyip telif skandalına neden olduğu gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ismi iki kez çizilmişti. Bu ismin köşkten dönme ihtimali yüksek. Bakan Mahir Ünal ile birlikte gelen danışman Mehmet Demircioğlu ismi de müsteşarlık için ön plana çıkıyor.

ALİ ŞAHİN GİDİYOR MU?
Eski bakan Ömer Çelik döneminde müsteşar yardımcılığına getirilen, tüm akçeli işlerin altında imzası bulunan Ali Şahin’in görevi sona eriyor. Şahin’in, Çevre ve şehircilik bakanlığına müsteşar olacağı konuşuluyor. Kendisinden boşalacak koltuk için de müthiş bir yarış var. Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Okan İbiş yarışın en çok konuşulan ismi. Müsteşar olamadığı takdirde Mehmet Demircioğlu’nun da bu koltuğun en büyük adaylarından olduğu belirtiliyor.

MAKAMA ÖZEL GÜVENLİK
Kültür ve Turizm Bakanlık binasının birinci katında Mahir Ünal’ın makam odası bulunuyor. Bu kata giriş çıkışlar daha önceki bakanlar döneminde serbestti. Yeni uygulamada asansörde 1. kat iptal edildi. Merdiven katlarından da çıkmak mümkün değil. Kapılara güvenlik nedeniyle kart sistemi getirildi. Birim amirleri ile her genel müdürlüğe bir kart verildi. İmzalamak için evrak getirenler bu kartı kurumlarından alarak bakan katına çıkabiliyor. Bakanlık makamı haricinde bu katta müsteşar ve bakan danışmanlarının odası bulunuyor. Misafirler güvenlik eşliğinde bu kata çıkarılıyor.

TEFTİŞ KURULU KAYNIYOR
Teftiş Kurulu Başkanlığı da kaynıyor. Birçok soruşturma dosyasının sumen altı edildiği belirtiliyor. Teftiş Kurulu Başkanlığı’nda en çok konuşulan konu ise bambaşka. Bakanlığın Araştırma Eğitim bölümünde çalışan bayan memur ile görev için gittiği Bursa Kırcı otelde 12 Nisan 2013 gecesi kalan müfettişin kimliği kulaktan kulağa yayıldı. İsimleri herkes tarafından malum olmasına rağmen burada yazmayı doğru bulmuyorum. Bakan Ünal’ın bu konularda hassas olduğu ve olayın üzerine gideceği söyleniyor.

TİYATRO DA KARIŞTI
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik’in vekaleten görevde olması da bakanlığın en çok konuşulan konularından biri. DT oyuncusu Mustafa Gürkan Görbil son zamanlarda her yerde marttan itibaren göreve geleceğini söylüyor. DT’de çok konuşulan isimler arasındaki Görbil, torpilinin de Berat Albayrak olduğunu açıklamaktan sakınmıyor. Yine DT’de ortalığı karıştıran bir iddia daha var. Genel Müdür sekreterleri Nur Akalın ile Ali Ceyhan’ın maaşları. Temizlik şirketinden maaşları ödenen bu iki isimle, aynı şirketten maaş alan çok sayıda kadrosuz çalışan var. Normal şirket çalışanları 1.700 lira maaş alırken Nur Akalın 4500 lira, Ali Ceyhan’ın ise 3800 lira aldıkları ortaya çıktı. Diğer işçiler ayaklandı. Üstelik Genel Müdür Yardımcısı Ercan Serin asıl işi yapan işçilerin değil de sekreterler ve gişede çalışan torpilli sözleşmelilerin kadroya alınması için bakanlığa brifing vermesi kadrosuz çalışanlar arasında ciddi huzursuzluğa neden oldu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.03.2016

RUSYA'DAN KAÇIRILMIŞTI, İSTANBUL'DA BULUNDU

İstanbul'da düzenlenen operasyonda, Fransız ressam Lazar Binenbaum'a ait toplam 5 milyon dolar değerindeki 4 tablo ele geçirildi.

MOSKOVA'DAN KAÇIRILMIŞTI
İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 2. Dünya Savaşı sırasında Moskova'dan kaçırılan ve son olarak İstanbul'a getirilen, Fransız ressam Binenbaum'un 1937'de yaptığı ve 65x85, 50x60, 45x60 ve 45x65 santimetre ebatlarındaki 4 tablonun kaçakçılar tarafından satılmak istendiğini belirledi.

Tablolar için yaklaşık 5 milyon dolar isteyen şüphelilerle alıcı gibi irtibata geçen polis, teslimat için TEM Otoyolu Gaziosmanpaşa mevkisine gitti. Tablolarla buluşma yerine gelen M.MS gözaltına alınırken, 4 esere de el konuldu.

Polis ekipleri, tabloları satmaya çalışan diğer şüphelilerin de yakalanması için çalışma başlattı. Polisin yaptırdığı incelemelerde tabloların orijinal olduğunun tespit edildiği belirtildi.
Akşam, 07.03.2016

ROMA İMPARATORLUĞU'NUN YERLEŞİM HARİTASI ÇIKARILDI

Roma İmparatorluğu'nun sınırlarının genişlediği alan boyunca yapılan yolların ve kurulan yerleşim birimlerinin haritası bölgenin uzak tarihine başarı ile ışık tutuyor.

OmnesViae.org sitesi tarafından paylaşılan haritada Roma döneminde imparatorluğun ele geçirdiği coğrafyalarda kurdukları yerleşim yerleri ve yolların bir dökümü çıkarılmış. Harita sayesinde Anadolu'da bulunan Roma dönemine ait eski yerleşim birimlerini, günümüzdeki ve geçmişteki adları ile görmek mümkün.

Haritanın sunduğu bir diğer başarılı özellik ise, sol menüde bulunan 'AB' ve 'AD' kısımlarına sırası ile iki ayrı noktanın adını yazacak olursanız eğer, o dönemin seyahat şartları ile yolun kaç kilometre olduğu ve kaç gün süreceğinin bir dökümü çıkarılıyor. Yol boyunca hangi gün nerede konaklanabileceğine dair de bilgi verilmiş.

Bir örnek vermek gerekirse, Site'de yaptığımız ölçüme bakarak, Kadıköy'den yola çıkacak olursak eğer Bursa'ya varmamızın neredeyse 29 gün sürdüğünü düşünecek olursak eğer, o dönemin şartlarına göre yapılacak en doğru işin evde oturmak olduğu sonucuna varabiliriz.
Oda Tv, Kaynak: http://www.omnesviae.org/#!iter_TPPlace2108_TPPlace2198, Haber: Şıvan Okçuoğlu, 06.03.2016

HALKIN MİMARLARINDAN AKP'Lİ MİMARA PROTESTO



Kent mücadelelerinin bileşeni olan mühendisler, mimarlar, şehir plancıları bugüne kadar pek çok kent suçunun imzacısı olan Mimar Sinan Genim’in ofisi önünde basın açıklaması düzenledi. Politeknik, Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi ve Beyoğlu Kent Savunması’nın çağrısıyla yapılan eylemde Sinan Genim’e “Yağmacı olma, mimar ol!” çağrısı yapıldı.

Eylemin ardından Genim’in ofisinin kapı ve duvarlarına dövizler ve stickerlar yapıştırıldı. Polislerin eylem süresince Genim’i korumak üzere ofis yakınlarında beklemesi de dikkat çekti.

‘Gözümüz üzerinizde olacak’
Halkın mimarları açıklamanın sonunda kent suçlarının hesabını soracaklarını ve Sinan Genim’in kentle ilgili yaptıklarını izlemeye devam edeceklerini vurguladı.

Mimar Sinan Genim’e okunan mektubun tam hali şu şekilde:

Mimar Sinan Genim’e Açık Mektup

Bu mektup; okulunu okuyan, meslek pratiğini yapan, bu mesleği bilen ve dokunduğu kenti yaşayanlarıyla tasarlayan mimarlar tarafından ‘vaveyla’ koparmak amacıyla yazılmıştır.

Beyoğlu’nun ve İstanbul’un toplumsal belleğinde, mimarisinde, kent yaşamında önemli yeri olan yapıların dönüşümüne ve yok oluşuna üzüntü içinde tanıklık ediyoruz. Kısa zaman içinde birçok alanın, bir röportajınızda* da bahsettiğiniz gibi “piyasa koşullarının gerektirdiği” şekilde mekansal, tarihi, kültürel ve mimari değeri gözetilmeksizin talan edildiğinin farkındayız. Bu yok etme rejiminin en önemli uygulayıcılarından biri olduğunuzun da…

Son olarak Beyoğlu’nun en eski yapılarından biri olan Narmanlı Han’ın restorasyon adı altında yıkımına ve kendi tabirinizle “şık” bir restoran ve mağaza adasına dönüştürme işine, gelen teklifi reddetmeyerek talip oldunuz; bu işe layık gördünüz kendinizi.

Ancak, kamuoyunda yaptığınız bazı pespaye açıklamalar, bu işe hiç de layık olmadığınızı gösteriyor:

Narmanlı Han’da kalan ünlü edebiyatçıların ve ressamların hangi odada kaldığını dahi araştırma gereği duymadan dozerlerle hana girme cüreti gösterdiniz.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Aliye Berger’in hangi odada kaldığını, 45 yıllık bekçi Mithat Bey başta olmak üzere cümle alem bilmesine ve kamuoyuna bildirmesine rağmen söylenenleri dikkate almadınız, üstelik çok çirkin biçimde bu insanlara hakaret ettiniz; yalanlar söylediniz.

Modern ve geleneksel mimarinin önemli yapılarından biri olan bu han için “kıymetsiz bir yapı” ifadesini kullandınız.

Örnekler çoğaltılabilir, ama kamuoyu nezdinde nezaketsiz yaklaşımınızı ortaya koymuştur diye düşünüyoruz.

Bizler, mimarlığın etik-bilimsel-toplumsal değerleri olan ve kamusal bir faaliyet olduğunu gözeten mimarlar olarak aşağıda yaptığımız uyarılarımızı dikkate almanızı tavsiye ediyoruz:

1- Birçok sanatçıya barınma ve üretim mekanı olmuş Narmanlı Han, gerek mimari ve kültürel değeri, gerek kent belleğindeki yeri nedeniyle kamusal kullanıma açık bir yapı olarak korunmalıdır.

2- Mimarlığını yaptığınız proje, aynı Demirören AVM, Serkıldoryan, Emek Sineması, Majik Sineması gibi bir yıkım projesidir. Bu yıkıma ortak olmayın!

3- Sinan Paşa Cami, Beyoğlu Belediyesi restorasyonlarınız; Galatasaray Üniversitesi sürecindeki inadınız; ayrıca Sulukule ve Tarlabaşı’nın yıkımına neden olan ve bunun gibi birçok tarihi mahalleyi yerle bir edecek olan 5366 sayılı Yenileme Yasası’ndaki birincil rolünüz nedeniyle zaten bu kente karşı yeterince suç işlemiş bir mimar olarak bu sicili daha fazla kabartmayın ve bu projeden vazgeçin!

İçinde yaşadığımız vahşi neo-liberal kapitalist dönemin ruhunu iyi kavradığınız ve benimsediğiniz belli… Bu dönemin dizginsiz olanaklarından faydalanmaya çalışırken hiçbir hesap vermeyeceğiniz varsayımıyla hareket ettiğiniz de belli…

Ancak, bilin ki, toplumun tamamına karşı işlenen suçlar gibi, kente karşı işlenen suçlar da karşılıksız kalmayacak; sırtınızı yasladığınız siyasi iktidarın bütün üyeleriyle; kente karşı işlenen suçların bütün sorumlularıyla birlikte siz de yargılanacaksınız. Tavsiyemiz, yol yakınken geri dönün!

Son olarak Yeni Şafak’taki röportajınıza binaen evet “gözümüz üzerinizde”**; olmaya da devam edecek!

*http://bianet.org/bianet/toplum/162651-narmanli-han-in-akibetini-mimari-acikladi

**http://www.yenisafak.com/hayat/bu-kadar-cehalet-ancak-tahsille-olur-2399292

http://sendika9.org, Kaynak: politeknik.org.tr, 06.03.2016

SOMUNCU BABA EVİ RAMAZAN AYINDA ZİYARETE AÇILACAK

Bursa'da, Osmangazi Belediyesi tarafından restorasyonuna devam edilen Somuncu Baba Evi, ramazan ayında yeniden ziyarete açılacak.

Belediyeden yapılan yazılı açıklamaya göre, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, tarihi yapıdaki çalışmaları inceleyerek, yetkililerden bilgi aldı.

Çilehane ve fırınlarda restorasyonun tamamlandığını belirten Dündar, Somuncu Baba Evi'nin ramazan ayında ziyarete açılacağını ifade etti.

Bursa'nın önemli manevi şahsiyetlerinden Somuncu Baba'nın mirasını yaşatmak için yürütülen çalışmaların titizlikle sürdürüldüğünü vurgulayan Dündar, "Tarihi, kültürel ve manevi mirasımıza sahip çıkıyor, korunup yaşatılması, gelecek nesillere aktarılması konusunda büyük hassasiyet gösteriyoruz. Somuncu Baba çilehanesi ve fırını, Bursa'nın inanç turizmi bakımından en çok ziyaret edilen yerlerinin başında geliyor. Bu düşünceden hareketle burayı yenilemeye karar verdik" ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı, Haber: İsmail Ersan, 06.03.2016

"ÖMRÜM ESKİ ESERLERİ ARAMAKLA GEÇTİ"

Anadolu Ajansının "Global İletişim Ortağı" olduğu 3. CNR Kitap Fuarı'nın "Onur Yazarı" olan sanat tarihçisi ve yazar Prof.Dr. Semavi Eyice, "Öğrencilerinin Gözüyle Semavi Eyice" konulu panele katıldı.

CNR EXPO Yeşilköy'deki fuarda düzenlenen panelde konuşan 94 yaşındaki Eyice, bugüne kadar yaptığı çalışmaları ve anılarını anlatarak, "Ömrüm eski eserleri araştırmakla geçti. Daha çocuklukta bu işe başladım ve hala devam etmekteyim" dedi.

Eyice, çok erken emekli olduğuna dair bir sitemde bulunarak, şunları aktardı: "YÖK denilen sistem, bizleri, hocaları 67 yaşından sonra 'bir işe yaramaz adamlar' deyip, nasıl saf dışı ettiyse, emekli yaptı. Üniversite hocaları, emekli olmaz. Ders verebildiği, faydalı olabildiği müddetçe üniversite hocaları faaliyetlerine, çalışmalarına devam edebilirlerdi. Fakat sonra YÖK bunu kaldırdı. Hatta 65 yaşına da indirmek istediler. Yani ben de aşağı yukarı 25-30 senedir emekliyim. Yani işe yaramaz adamlar tasviri içindeyim."

Bizans sanatı üzerine uzun yıllar çalıştığını ve bu konuda doktora tezi hazırladığını dile getiren Semavi Eyice, "Ben 40 yıl boyunca Anıtlar Yüksek Kurulu'nun çeşitli şehirlerinde üyelik, hatta başkanlık yaptım. Fakat bu işin ne kadar zor olduğunu ve perde arkasında ne oyunlar oynandığını gördüm. Buradaki görevim sırasında, bazı eserlerin kurtarılmasına çalıştım. Yani tamamen yok olmak üzere olan bazı tarihi eserlerin yok edilmelerini önlemeye çalıştım" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Hilal Uştuk, 05.03.2016

BANKSY'NİN KİM OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI

Sadece eserleriyle değil, kimliğinin açıkça bilinmemesi yüzünden de kendinden sıkça söz edilen Banksy ’nin kimliğinin tespit edildiği açıklandı. Queen Mary Üniversitesi’ndan bir grup bilim insanı, ‘coğrafi profilleme’ denen bir yöntem kullanarak, Banksy’nin 2008 yılında da gündeme gelen Robin Gunningham isimli kişi olduğunu kesinleştirdiklerini söyledi.

Bilim insanları, seri katilleri yakalamak için kullanılan ‘coğrafi profilleme’ tekniği dahilinde, Banksy’nin eserlerini yoğunlukla çizdiği yerler arasındaki ilişkiyi incelediklerini açıkladılar. 8 sene önce bir gazetede yayınlanmış ve Banksy’nin Robin Gunningham olduğu iddiasını genişleten dosya haberde geçen özelliklerle örtüşen bilgilere eriştiklerini söyleyen araştırmacılar, söz konusu tekniğin terör suçlarından aranan kişilerin bulunması konusunda da kullanılabileceğini belirtti.



Robin Gunningham, 2008

Independent’da yer alan habere göre, bilim insanları Banksy’nin kimliğini tespit edebilmek için Londra ve Bristol sokaklarındaki 140 ‘şüpheli çizim’ belirledi. Çizimlerin nerede olduğunun önemine dikkat çeken araştırmacıların çalışmaları sonunda sanatçının favori alanının bir pub, oyun parkları, Bristol’da bir apartman dairesi ve Londra’da farklı üç adres olduğu tespit edildi. Banks ile ilgili bilinenler ışığında değerlendirilen tüm bu noktaların, Robin Gunningham’ın yaşadığı ya da sıkça ziyaret ettiği yerler olduğu anlaşıldı.

Akademisyenlerin çalışma sonuçlarını açıklarken, eserleri dünyada ses getiren ve astronomik fiyatlara satın alınan Banksy'nin sanatı ve 'suç teşkil eden vandallık' bağlantısı kurması ile tepki çekti.
Radikal, 05.03.2016
KAPALIÇARŞI'DA DAMDAN DEĞİŞİM

Tüm dünyada Türkiye’nin en tanınan tarihi yapılarından 555 yıllık Kapalıçarşı’da restorasyon başlıyor. Hem de en tartışılan yerinden yani çatısından...

Fatih Sultan Mehmet’in inşaatını başlattığı 1461’den bu yana 555 yılda sayısız deprem ve yangın atlatan, milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan Kapalıçarşı sonunda yenileniyor.

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, konuyla ilgili Hürriyet’e konuştu. Projenin 5 yılda hazırlandığını belirten Demir, restorasyona da en çok tartışılan yerden, çatıdan başlayacaklarını kaydetti.

30 YIL SÜRER
Restorasyonun tamanının 10-20 yıl arası süreceğinin de altını çizen Demir, “Ama çatı bu yaz bitecek” dedi ve Hürriyet’e şunları anlattı: “Normalde bu kadar büyük bir tarihi eserin restorasyon projesinin yapılması, incelenmesi, kurula sunulması, kabul edilmesi 30 yıl sürer. Biz Kültür Bakanlığı’na önemini anlattık. Kapalıçarşı’nın kaldırılmış, inceltilmiş duvarları var. Yağmur yağınca kara kanallar tıkandığı için yukarıyı su basıyor. Rutubet var, nem var. Bu yapı için tehlikeli bir durum. Bazı kemerlerde kırılmalar, çökmeler başladı. Kültür Bakanlığı’ndaki bütün raportörleri İstanbul’a davet ettik. Tek kişinin Kapalıçarşı’nın projelerini hazırlaması, incelemesi mümkün değildi. Şimdi projemiz hazır ve restorasyona başlanıyor. Bu proje Kapalıçarşı’nın bütün problemlerini giderecek.”

TOPLAMDA 37 MİLYONLUK PROJE
“Mart ayı içinde çatı için ihale açacağız. Eski İl Özel İdaresi ve Fatih Belediyesi kaynaklarıyla12 milyonluk bir proje. Temel hedefimiz, Kapalıçarşı’yı yağmurdan, nemden, rutubetten, dış etkenlerden kurtarmak. Koruma Kurulu’nun onayıyla oluklar değişecek. Yağmur suyunun yeraltına alınması sağlanacak, altına izolasyon yapılacak. Çatı, kiremit ve kırma çatı olacak. ‘Kedi yolları’ dediğimiz, yürüme yolu olacak ama turistler çatıya çıkamayacak. İSKİ, altyapı çalışmalarına 35 milyon lira harcayacak. Merkezi ısıtma sistemi yapılacak, çatıda klima, TV anteni, WC olmayacak. Her şey yeraltın inecek. Esnaf daha önce nasıl çalışıyorsa, yüzyıllardır alışveriş ve ticaretlerini nasıl yapıyorlarsa yine öyle yapacaklar. Eşyalarını yine, turistlerin yürüme aksına engel olmadan dışarı bırakacaklar. Kapalıçarşı’yı, ruhuyla muhafaza edeceğiz.”

"SKYFALL İYİ Kİ ÇEKİLDİ"
Fatİh Belediye Başkanı Mustafa Demir, James Bond serisinin ‘Skyfall’ filminin motosikletli sahnesinin çekildiği Kapaçarşı’nın çatısının hasar gördüğü iddialarını kabul etmiyor. “Kapalıçarşı’nın çatısında bir yürüyüş yolu var. Çekimler orada yapıldı” diyor ve ekliyor, “İyi ki bu film çekildi. Herkes çatının farkına vardı, gördü. Zaten çatıda kiremit kalmadı, TV antenleri, klima aparatları takılırken, çatı yol geçen hanı olmuştu. Çatı, Skyfall filmi ile ünlendi. Demek ki doğru yoldayız.”

RAKAMLARLA KAPALIÇARŞI
- Günde 300-500 bin ziyaretçisi var. 3 bin 125 dükkanda 97 farklı ürün bulunuyor, 25 bin kişi çalışıyor.
- 22 kapılı Kapalıçarşı, 64 sokağa yayılmış. İçinde 5 mescit, 2 bedesten ve 7 çeşme yer alıyor.
- Beyazıt, Molla fenari, Taya Hatun Mahalleleri’nde, toplam 110 bin 868 metrekarelik alana oturuyor.
- Ayakta kaldığı 555 yılda 20’yi aşkın deprem ve yangın atlattı.
- 26 Kasım 2007’de Bakanlar Kurulu Kararı ile Yenileme Alanı ilan edildi.
- 99 röleve, restitüsyon ve restorasyon proje onayı gerçekleştirildi.
- Projelendirilen han sayısı 27.
- Kapalıçarşı en son 1980 yılında küçük bir bakımdan geçirilmiş.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 05.03.2016

SANAT ESERİ ALICISIYLA ALIŞVERİŞ MERKEZİNDE BULUŞUR MU?

Bu soruyu ebedi optimistler 'önemli olan eserle izleyicinin biraraya gelmesi. İnsan trafiğinin çok olduğu AVM'ler, özellikle genç sanatçılar için cazip bir teşhir alanı' diye cevaplıyor.

Sanatın geldiği noktada klasik galeri ve müze formatının dışında türlü sergileme seçeneklerinin artmasını biraz da ‘zamanın ruhu’ bakış açısıyla değerlendirmek lazım. Online sanat platformları –ki hem sergileme hem bilgilendirme hem de satış servislerini aynı anda verebiliyorlar-, gerilla diye anılan ve sürpriz köşelerde bazen sadece bir geceliğine açılan sergiler, bizi şaşırttıkları ya da masa başında bile sanatsever yönümüzü tatmin edecek veriyi sundukları için takdir gören farklı sanatsal buluşma biçimlerinden.

Konuyu buradan İstanbul sosyal hayatının bir gerçeği olduğunu kabul etmemiz gereken alışveriş merkezlerine getirmek istiyorum. Sanırım bu satırları okuyanların çoğunun şu ya da bu nedenle ara ara gittiği bir alışveriş merkezi mevcut. Trafik, park sorunu vs derken çok yorulan İstanbullular; artık özel restoranlara, gurme mağazalara ev sahipliği yapan alışveriş merkezlerine asadece alışveriş için değil, gastronomik keşifler için dahi gider oldu. Kültür sanata dair ikonikleşmiş kurumlar bile aradıkları metrekareleri, çalışma konforunu bugün AVM içlerindeki özel mekanlarda bulabiliyor. Ya da başlı başına kültürel faaliyetlere adanmış,  zengin yerli ve yabancı etkinlik ajandasına sahip kurumlar bağımsız bir yapı olarak AVM içinde yer edinebiliyorlar. Ayrıca AVM’lerin hareketli noktalarında sunulan sanat sergileri var ve açıkçası işlevleriyle ilgili tartışmalı yorumlar da mevcut. Bu konuyu en iyi sıcağı sıcağına benzer bir projede yer alanlar bilir dedik ve yetkili bir isimden; Mixer sanat galerisinin kurucusu Bengi Gün’den konuya dair yorumunu istedik:

Mixer'i hayata geçirirken temel motivasyonuz neydi?
Genç ve bağımsız sanatçıları kariyerlerinin başında desteklemek, onları keşfetmek ve sanatın herkes tarafından ulaşılabilir ve anlaşılabilir olması gibi önemli olduğuna inandığımız iki ana misyon üzerinde ilerlemek üzerine kurduk Mixer’i. Temelde sanatın ulaşılamayacağı ve belli bir kesime ait olduğu algısını yıkmaya, herkesin beğendiği ve kendini ifade etmesine araç olabilecek bir sanat eserine sahip olabileceğini vurgulamaya çalışıyoruz. ‘Çağdaş Sanattan Nasıl Sağ Çıkarım’, ‘Koleksiyonerliğe Giriş’, ‘Sanata Bakma’ gibi çeşitli eğitimlerle de bu konuda ilgili insanların daha da bilinçlenmesini sağlamak, ilgisiz kişilerde de bir merak uyandırmak istiyoruz. Ulaşılabilirliğin mekan ve zaman ile kısıtlanmaması için de Mixer’de yer alan tüm işlerin yer aldığı web sitemiz www.mixerarts.com var. Diğer yandan özellikle genç ve bağımsız çalışan sanatçıların kariyerlerinde sağlam adımlarla ilerleyebilmeleri ve bu dönemde işlerini gösterebilecekleri profesyonel bir ortamı sunmak da en önemli amaçlarımızdan.



Epitome

Mixer’i Tophane’deki hangarı andıran mekanı ile tanıdık. (Açıkçası içerideki işler kadar loft tarzı mekanın albenisi de Mixer’ı hızla sevmek için neden oldu.) Şimdi bir taşınma sürecindesiniz sanırım… İlk sergi için seçiminiz ne oldu?
Tophane ve Karaköy'deki sergi mekanlarımızdan tamamen ayrıldık.  Yeni mekanımız Sıraselviler 35 numarada. Şu an da devam eden iki sergi bulunuyor. Ana sergi alanımızda Masturbation isimli bir sergimiz var: Sergide mastürbasyon kelimesinin ilk anlamı ile sanatçıların üretim sürecinde aldıkları haz arasındaki denklik durumu, tek kişilik bir eylemi kolektif bir duruma dönüştürme konu ediliyor. Sanatçılarının şimdiye dek çalıştıkları medyumlardan farklı alanlarda ürettiği yeni çalışmalarıyla izleyici karşısına çıkacakları sergi, resimden videoya, performanstan desene kadar uzanan multidisipliner bir deneyim imkanı sunuyor. Katılan sanatçılar arasında Bora Akıncıtürk, Burak Ata, Basako, Damla Baş, Antonio Cosentino, Şakir Gökçebağ, Merve Morkoç, İrfan Önürmen, Burcu Perçin, Sabo, Nejat Satı, Erinç Seymen gibi isimler var. Diğer sergi ise Binary Prints ve sanatçısı da Alex Trochut.



Nonlinear-Future

Kanyon alışveriş merkezi ile ‘Kanyon’da Her Yön Sanat’ adlı bir ortak çalışmaya imza attınız. Kanyon’un tüm alanlarından yararlandığınız bu projeyi hayata geçirirken nasıl bir metod izlediniz?
Kanyon ile Mayıs 2015'ten beri sanatsal bir projede çalışmak üzere  irtibat halindeyiz. Bizim sanatı herkese ulaştırma hedefimiz, Kanyon'un  sanata destek verme arzusuyla birleşince ortaya güzel bir proje çıktı. Proje için sanatsal projeler ve eğitimler yürüten ArtBox ile birlikte çalışarak genç sanatçıların işlerinden oluşan güzel bir seçki sunduk. 



Nonlinear-Future

Yüksek bir sanatçı katılımıyla hayata geçirdiğiniz projeyi alışveriş merkezi kapsamında sunuyor olmaya dair neler söyleyebilirsiniz?
Günümüzde özellikle İstanbul'da insanların kaçış alanları parklar bahçelerden çok alışveriş merkezleri oldu. İş yemekleri, arkadaş görüşmeleri gibi sosyal ve alışveriş içinse  elzem ihtiyaçlara dair ortak bir buluşma noktası oldular. Kanyon’un üstü açık mimari yapısı, geniş yelpazeden etkinlikleri, DOT gibi sanatsal bir kurumu bünyesinde barındırıyor olmasıyla insanların vakit geçirmek istediği bir yer olduğunu düşündük. Biz orayı klasik anlamda bir AVM olarak görmüyoruz. İnsanların çok vakit geçirdikleri bu ortamda çağdaş eserler üreten genç sanatçıların işleri ile karşılaşması, onlarla iletişime geçmesi, merak etmesi bizim için çok önemli.Tabii bu konuya açık bir görüşle yaklaşan sanatçılarımızın da katkısıyla projenin hayata geçtiğini söylemeliyim.



İmgeyle enstalasyon

Sanat eseri kadar değerli ve tek bir şeyin insanların çoğu zaman koşuşturmayla geçtiği, bazen esere göz ucuyla bakabildiği bir ortamda ‘harcandığını’ düşünenlere cevabınız ne olurdu?
Bir eserin öncelikli olarak değerini belirleyen şey bana göre yapım sürecinde harcanan emek, üretimin gerçekleşmesine kadar geçirdiği süreç yani sanatçının verdiği fiziksel ve düşünsel emektir. Kanyon gibi yaşayan hareketli bir mekanda gösteriliyor olmasının işin değerini olumsuz etkilediğini düşünmüyorum. Bilakis bu kadar değerli bir şeyin daha çok kişiye ulaşmasına katkı sağladığına inanıyorum. Kanyon için özel olarak seçtiğimiz bu eserler, mekandan bağımsız olarak varlıkları olan işler ve yapı itibari ile etkileşime açık ve daha çok insanın görmesi gereken işler. Maalesef ülkemizde birçok insan sanat galerisi ve müzeye gitmekten çekiniyor ya da öyle bir ilgi duymuyor. Ben bu şekilde, insanlarda ilgi uyandırabileceğine inananlardanım.  

Radikal, Haber: Ferhan İstanbullu, 05.03.2016

KORUMA ALTINDAKİ KLAROS KOYU'NA İŞ MAKİNELERİ GİRDİ

İzmir'in Menderes İlçesi, Ahmetbeyli sahilindeki resmi kayıtlarda koruma alanı ve A tipi mesire alanı olarak görünen Klaros (Denizpınarı) Koyu, şantiye alanına döndü. İş makineleriyle çalışılan koyda denize dolgu yapılırken, karada da bir tesis temeli atılması dikkati çekti. Menderes Belediyesi yetkilileri, kendilerine müracaat yapıldığını ruhsatlandırma çalışmalarının sürdüğünü belirtirken, mesire yerinden sorumlu İzmir Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise kara kısmında onaylanan proje çerçevesinde çalışmalar yapıldığı belirtip, "İzinsiz tuvalet dahi yapılamaz. Denizin doldurulması ve iskele yapılması ile ilgili konuda sorumluluk denizcilik ile ilgili makamlar ile belediyeye aittir" dedi.

İzmir Orman ve Su işleri Bakanlığı 4. Bölge Müdürlüğü internet sitesinde "Korunan alan" ve "A Tipi Mesire alanı" olarak yer alan Klaros (Denizpınarı) Koyu yapılaşmaya açıldı. Ahmetbeyli sahil şeridindeki 80 hektarlık Klaros Koyu'nda, iş makineleriyle çalışma yapılıp, birçok yapı için temel atıldı. Denize dolgu yapılarak iskele oluşturuldu. Alanda yeni yollar açıldı, eğimli bölgede iki noktada hafriyat dökülüp dolgu yapıldı.

Çalışmaları yapan firma koya girilmesine izin vermezken, Menderes Belediyesi yetkilileri, 3 bin kişi ve 100 çadır kapasiteli günübirlik mesire alanı olarak hizmet verilen Klaros Koyu'nda yapılan çalışmalarla ilgili kendilerine müracaat yapıldığını ruhsatlandırma çalışmalarının sürdüğünü söyledi.

"CENNET KOY PARA HIRSI İÇİN YOK EDİLMİŞ"
Yaz aylarında her gün Kuşadası'ndan hareket eden onlarca günü birlik gezinti teknesinin mola verdiği Klaros Koyu'nun mahvedildiğini belirten tekne kaptanı Süleyman Ahsen, "Tatilcilerin büyük bir keyifle denize girdiği koyda kumsal talan edilmiş. Cennet gibi bir koy daha para hırsı için yok edilmiş. İnşaat çalışmaları burada bir otel yapıldığını gösteriyor. Teknelerimizle demirlerken gözümüz gibi sakındığımız plaja dolgu iskele yapılmış" dedi.

Mesire yerinden sorumlu İzmir Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise kara kısmında onaylanan proje çerçevesinde çalışmalar yapıldığı belirtip, "İzinsiz tuvalet dahi yapılamaz. Denizin doldurulması ve iskele yapılması ile ilgili konuda sorumluluk Denizcilik ile ilgili makamlar ile belediyeye aittir" dedi.

İzmir'e 70 kilometre, ilçesi Menderes'e 40 kilometre, Aydın'ın Kuşadası İlçesi'ne ise 25 kilometre mesafedeki Klaros Koyu'ndaki mesire alanında piknik alanı, tuvalet, çardak, çadır kurulacak alanlar, market ve tuvaletler bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 05.03.2016

NURS KÖYÜ İNANÇ TURİZMİNE HAZIRLANIYOR

Bitlis'in yetiştirdiği İslam alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi'nin doğduğu Hizan İlçesi'ne bağlı Nurs Köyü'nün inanç turizmine kazandırılması için başlatılan çalışmalar sürüyor.

Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) tarafından finanse edilen ve Hizan Kaymakamlığınca yürütülen projelerle Nurs Köyü'nde inanç turizminin altyapısı oluşturuluyor.

Her yıl yaklaşık 100 bin kişinin ziyaret ettiği Nurs Köyü'nde Bediüzzaman'ın doğduğu ev, yürütülen projeler kapsamında eski dokusuna uygun olarak restore ediliyor.

"Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Evinin Restorasyonu ve Çevre Düzenlenmesi" ve "Nurs Köyü Genel Çevre Düzenlemesi" projelerinin çalışmaları sürüyor, "Nurs Köyü Kalkınma ve Planlama Tasarım" ve "Nurs Mevlit Alanı" projelerinin hayata geçirilmesi için de düğmeye basıldı.

"İnanç turizminde önemli bir potansiyele sahip"
Hizan Kaymakamı Yakup Bölükbaşı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Nurs Köyü'nün özelikle inanç turizmi açısından önemli bir potansiyele sahip olduğunu bildirdi.

Turizm altyapısının oluşturulması amacıyla hayata geçirilen "Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Evinin Restorasyonu ve Çevre Düzenlenmesi" ile "Nurs Köyü Genel Çevre Düzenlemesi" projelerinin çalışmalarının devam ettiğini belirten Bölükbaşı, şöyle konuştu:

"Bediüzzaman hazretlerinin evinden aile kabristanına kadar yürüyüş yolu yapımı ile yine üstadın doğduğu evin restorasyon çalışmaları devam ediyor. Ayrıca 'Nurs Köyü Kalkınma ve Planlama Tasarım' ile 'Nurs Mevlit Alanı' projelerimizi de hayata geçireceğiz. Mevlit alanı 5 bin kişilik ve üstünün bir kısmı kapalı olacak. Burası aynı anda 5 bin erkek ve kadına hizmet verebilecek. Bu projelerle gelen yerli ve yabancılar, köy içinde, mevlit alanı ve Bediüzzaman'ın doğduğu ev arasında daha rahat ziyaretlerini gerçekleştirecek. Bunlarla ilgili çalışmalarımız sürüyor."

"Bediüzzaman çarşısı ve müzesi kuracağız"
Değişik dernek ve vakıflar tarafından köyde kadın ve erkekler için iki ayrı misafirhane yapıldığını aktaran Bölükbaşı, "Mevlit Alanı Projesi" ile köye bir misafirhane daha yapılacağını ifade etti.

Bölükbaşı, "Ziyarete gelenlere orada konaklama imkanı sunacağız. Nurs Köyü Kalkınma ve Planlama Tasarım Projesi kapsamında da Bediüzzaman çarşısı ve müzesi oluşturacağız. Bunlar yapıldıktan sonra ziyaretçi sayısının artması bekleniyor. Talep edilmesi durumunda özel sektör eliyle otel projeleri hazırlanabilir" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Şener Toktaş, 04.03.2016

İSTANBUL'DA 1600 YILLIK SARAY YOKOLUYOR



Konstantinopolis’te Büyük İmparatorluk Sarayı kompleksi içinde yer alan bir sahil sarayı olan Bukoleon, demiryolu, yapılaşma ve kısmen sahil yolu çalışmaları nedeniyle oldukça tahrip olmuş durumda. Eğer bir çalışma yapılmazsa yakında tamamen yok olacak.



Doğrudan Marmara deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın, merdivenlerle inilen bir limanı bulunmaktaydı. Bu liman tamamen imparatorların kullanımı için ayrılmıştı. Şimdilerde ise bakımsızlıktan harabe haline dönen saray, acil bir bakımdan geçmezse yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Arkeofili’den Erman Ertuğrul’un haberine göre; Sarayın balkonlu kısmında yoğun bitki örtüsü tahribatı görülmekte ve üzeri yoğun olarak sarmaşıklarla örtülmüş durumda. Kuzey tarafı 1870’lerde yapılan demiryoluna bakan sarayın bu kısmında yoğun tahribat görülmekte. Demiryolunun beton duvarları ise yapının duvarlarına dayandırılmış. İskele kısmına inen basamaklı rampanın altında kalan sarnıcın içi ve çevresi de çok yoğun bitki örtüsü ve çöplerle dolu.

BUKOLEON SARAYI
Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük Ayasofya’nın hemen doğusunda bulunan ve bugüne yalnızca kalıntıları kalmış olan Bizans sahil sarayıdır. Hıristiyanlık öncesi dönemlerden geldiği sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere gittiği düşünülmekle beraber Bukoleon Sarayı İmparator 2. Theodosios (408-450) tarafından yaptırılmıştır. Bilinen ve hala görülebilen kısımları ise büyük olasılıkla Teofilos zamanında (829-842) eklenmiştir.



Faros denilen fener burcu ile imparatorluk iskelesi olarak kullanılan burun arasında, surların üzerinde uzanan Bukoleon Sarayı’nın temelinde İlk Çağ’dan kalma mermer bloklar kullanılmıştır. Sur duvarlarının arasında görülebilen yaklaşık 300 metre uzunluğundaki ön cephe, başlıca iki bölümden oluşmaktadır. Öndeki küçük limanla sarayı birbirine bağlayan ve güney-kuzey doğrultusundaki kısa bir duvarın içinden geçen anıtsal bir merdiven, bu iki parçayı birbirinden ayırmaktadır. Sarayın batı parçası 19870’lerdeki demiryolu yapımı yüzünde tahrip olmuştur. Bu bölümün her iki yanında oturan aslan heykelleri ile süslü bir cumba bulunmaktadır. Sarayın doğu yakası ise hala ayaktadır. Faros yakasındaki mekanlar, zengin bezemelere sahip sütunlarla süslenmiştir. Bunlara ait paye gövdelerinden birkaçı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir.
Sözcü, 04.03.2016
ASIRLIK ASANSÖRE MÜZE ÖNERİSİ

İzmir'e gelen turistlerin Saat Kulesi’nden sonra en fazla ziyaret ettiği eser olan Tarihi Asansör, 109 yaşına bastı. Halen asansör ve eğlence merkezi olarak hizmet veren asansörün müze kimliğiyle ön plana çıkması gerektiği belirtildi.

İzmir'de uçurumla birbirinden ayrılan Mithatpaşa ve Halil Rıfat Paşa caddelerini birbirine bağlayan 55 metre uzunluğundaki Tarihi Asansör, kentin mimari zenginlikleri arasında gösteriliyor. Sultan Abdulaziz'in hibe ettiği arazi üzerinde Musevi işadamı Nesim Levi tarafından Marsilya'dan getirilen tuğlalarla yaptırılan asansör, su buharıyla çalışan iki kabiniyle hizmet vermeye başladı.

Bir asrı aşan tarihi içinde asansör işlevinin yanında üst ve alt bölümündeki salonlarıyla sinema, gazino, kumarhane hatta tütün deposu olarak kullanılan yapı, İzmir'in panoromik manzarasının en iyi izlenebileceği nokta olma işlevini sürdürüyor.

Tarihi Asansör'ün bulunduğu Karataş semtine yönelik tarihi incelemeleri ve yayınladığı kitaplarla tanınan Tarihçi Dr. Siren Bora, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Nesim Levi'nin iki kabinden oluşan asansörün sahil kesiminde oturan yaşlı cemaat mensuplarının üst caddede bulunan sinagoga ulaşmakta zorluk çekmesi nedeniyle yaptırdığını savundu.

Asansörün yapım nedenine ilişkin çeşitli iddialar bulunduğunu, internet kaynaklarında özellikle "Nesim Levi'nin bir komşusunun bacağının kırılması üzerine yaptırdığı" tezinin ise doğru olmadığını savunan Bora, sonraki yıllarda gördüğü restorasyonlarla elektrikli hale getirilen asansörün bölgede uzun merdivenlere alternatif olarak tüm kesimler tarafından kullanıldığını anlattı.

"Dokuz Eylül Asansörü" 
Asansörün 1926 yılından sonra sıklıkla el değiştirdiğini, bu süreçte alt ve üst bölümündeki yapıların farklı amaçlar için kullanıldığını dile getiren Bora, yapının değişik bölümlerinin sinema, tiyatro, fotoğrafhane, gazino ve kumarhane olarak kullanıldığını, Şerif Remzi Reyent'in 1942 yılında asansörü alması sonrası bu işlevlerinin iptal edildiğini dile getirdi.

Asansörün 1983 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesine devrine kadar aralıklı olarak kullanıldığını, 1985'de restorasyon sonrası ise sürekli kullanılmaya başlandığını dile getiren Bora, yapının 1992 yılında Dario Moreno Sokağı ile birlikte yeniden restore edilerek turizm alanı olarak hizmete açıldığını ifade etti.

Halen bölge sakinlerinin üst sokaklara ulaşımı için kullandığı Tarihi Asansör’ün İzmir'in mimari, kültürel ve turistik açıdan en önemli değerleri arasında yer aldığını aktaran Bora, asansörün üst bölümünün restoran, kafeterya ve eğlence yeri olarak hizmet verdiğine dikkat çekti.

Karataş Hastanesine ait 1925 tarihli bir belgede asansörden "Dokuz Eylül Asansörü" olarak söz edilen Tarihi Asansör'ün, 1983 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesine devrine kadar aralıklı olarak kullanıldığını, 1985'deki restorasyon sonrası ise sürekli kullanılmaya başlandığını dile getiren Bora, yapının 1992 yılında Dario Moreno Sokağı ile birlikte yeniden restore edilerek turizm alanı olarak hizmete açıldığını ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Bağde Ezberci, 04.03.2016

AŞIK YUNUS'UN TÜRBESİ APARTMAN BOŞLUĞUNDA KALDI

Sufi şair Aşık Yunus'un türbesi, Bursa'da yüksek apartmanlar arasındaki küçük bir boşlukta fark edilmeyi bekliyor.

Bursa'da, 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilen Aşık Yunus'un, merkez Yıldırım İlçesi'nin Karamazak Mahallesi'nde türbesi, ancak üç apartmanın arasındaki boşluğa doğru açılan dar bir koridordan geçerek ziyaret edilebiliyor.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bilal Kemikli, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Yunus"luğun bir makam olduğunu, Yunus olmanın hal ve mana diliyle tasavvufun ahlaki ilke ve değerlerini, hakkını vererek, idrak ederek, onu kendi ilmine dönüştürerek söylemek anlamına geldiğini söyledi.

Bursalı Aşık Yunus hakkında akademik çalışmalar yapıldığını belirten Kemikli, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu konuda ciddi çalışmalar yapan, akademik anlamda ömrünü vakfeden kişi Mustafa Tatcı'dır. Onun doktora tezi, Yunus Divanı'nı ortaya koymanın yanında Yunus'un üslubuyla diğer Yunusları da bulma imkanı sağladı ve Aşık Yunus resmi ortaya çıktı. Mustafa Tatcı, 'Bursalı Aşık Yunus' diye bir kitap da yazdı ve ardından ben de bu konuda çalışmalar yaptım. Mustafa Özçelik de Bursalı Aşık Yunus'un şiirlerinden seçmeler yaparak bir kitap hazırladı. Böylece iki Yunus olduğu bilindi."

"Orayı bir şekilde düzenlemek lazım" 
Kemikli, Bursalı Aşık Yunus'un, Yunus Emre gibi söz söyleyen bir derviş olduğunu ifade etti.

Aşık Yunus'un türbesinin Yeşil'den Emir Sultan'a giderken Şible Meydanı'nın hemen karşısındaki Karamazak Yokuşu'nda olduğunu söyleyen Kemikli, "Eskiden orada bir dergah varmış, şu anda yok. Yokuşu çıkarken dikkatlice bakmazsanız Bursalı Aşık Yunus'u göremezsiniz. Binaların aydınlanma bölümünde hapsolmuş durumda. Sözünü söyledi gitti ama sözü söyleyen bu sufi şair, bugün Bursa topraklarında fakat eski halinde değil. Apartmanları yapanlar, bir kapı bırakmış. Bu küçük kapıdan içeri girebiliyorsunuz. Orayı bir şekilde düzenlemek lazım. Orada yaşayanları mağdur ve rahatsız etmeden bir çözüm yolu bulunması gerekiyor" diye konuştu. 

"Girişi dar, önü de otopark" 
Karamazak Mahallesi Muhtarı Cevdet Bayram da 15. yüzyılda bölgeye defnedilen Aşık Yunus'un türbesinin zamanla yok olduğuna dikkati çekti.

Eskiden söz konusu yerde Aşık Yunus'un türbesinin de olmadığı bilgisini veren Bayram, "Buralar istimlak edilip binalar için temel kazısı yapılırken türbe ortaya çıkıyor ve korumaya alınıyor. Burada oturanların yardımıyla geçtiğimiz yıllarda tamir edildi. Türbe, üç apartmanın arasında, girişi dar, önü de otopark. Türbe, dışarıdan görünmüyor, herhangi bir yazı da yok. Ziyarete gelen olmuyor çünkü fazla bilinmiyor. Burada kapalı bir yerde binaların arasında kalmış. Mahallemizde oturan vatandaşlardan dahi bilmeyenler var" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Büşra Nur Özcan, 03.03.2016

PAMUKKALE'DE DEMİR ÇAĞ DÖNEMİNE AİT KAPLAR BULUNDU

Pamukkale'nin Kuzey Kapı girişinde yapılan ziyaretçi karşılama merkezi inşaatı sırasında, dolgu toprak altında açılan yaklaşık 1 metre derinlikte mekanların temel seviyesinde MÖ 7-8. yüzyıla tarihlenen pişmiş toprak kaplar bulundu.  Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, incelemelerde bulunmak üzere bölgeye giden Denizli Valisi Şükrü Kocatepe'ye bilgi verdi. Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, alanda yaptıkları inceleme sırasında yaklaşık 1 metre genişliğinde, 10 santimetre kalınlığında yanmış bir tabaka tespit edildiğini söyleyerek, "Alanın çevresi basit taş sırası ile çevrelenmiş. Taşların ve çıkan kapların yanık olması sebebiyle ilk bakışta bir ocak izlenimi ortaya çıkıyor. Alanda yapılan temizlik sırasında çömlek formlu pişmiş toprak bir kabın taşın altında olduğunu tespit ettik. Alanın inşaat sahası olması sebebiyle kültür varlığının zarar görmemesi amacıyla pişmiş toprak çömleğin etrafı açılarak çıkarıldı. Üzerindeki taşın baskısıyla kırılmış olan çömleğin içinden de iki adet pişmiş toprak kap çıkarıldı. Bu nedenle gerek alanın inşaat alanı olması gerekse kültür varlıklarının Antik Kentin tarihi açısından önemi göz önüne alınarak durum Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bildirildi" dedi.

Alanda kazı çalışmalarında genel olarak Demir Çağ mimarisini yansıtan duvar kalıntılarına ve mekan içinde sıkıştırılmış toprak taban üzerinde 11 adet taş ve tuğla ile oluşturulmuş ocak yapılarının tespit edildiğini anlatan Baysal, "Ocak yapılarından iki tanesinin içinde çömlek bulundu. Günlük kullanıma yönelik olduğu anlaşılan çömlekler içerisinde kemik parçalarına da rastlanıldı. Tek bir ocak içerisinden iki adet bronz obje bulundu. Mekanlara genel olarak bakıldığında mimarinin yuvarlak formda olduğu göze çarpmaktadır. Ocakların sığ ve birbirine yakın olması adak ya da sunuya yönelik bir Kült Alanını çağrıştırmaktadır. Bu çalışmalar sırasında kazı alanının batı yönünde yuvarlak mekan oluşturan duvarın yıkıntı temizliği sırasında taşların kaldırılması sonucu dört tarafı taşlarla çevrilerek özel bir mekan oluşturulan alanda pişmiş toprak çömlek ele geçirilmiştir. Bu çömlek tama yakın olup, az miktarda kırık ve eksiklikler mevcuttur. Kazı çalışmaları doğu batı yönünde devam etmekte olup, çalışmalar sırasında halen mekanların devamlılığı görülmektedir. Genel olarak pişmiş toprak kaplara ve ortaya çıkan seramik parçalarına bakıldığında MÖ 7-8 yüzyıla tarihlenmektedir. Gerek mimari kalıntılar gerekse ortaya çıkan kültür varlıkları, Hierapolis Antik Kentinin bugüne kadar ortaya çıkmamış bir dönemini yansıtması bakımından büyük önem arz etmektedir" ifadelerini kaydetti.

Denizli Valisi Şükrü Kocatepe ise birçok medeniyete ev sahipliği yapan Pamukkale'nin, bağrında bilim dünyasına ışık tutacak önemli eserleri barındırdığını belirterek, "Hierapolis antik kenti başta olmak üzere bölgemizde yapılan kazı çalışmaları dikkatle takip ediliyor. Kuzey Kapı bölgesinde yapılan karşılama merkezi inşaatı kazısı sırasında önemli bir alan daha tespit edildi. Bu alandaki çalışmalar bilim insanlarımıza da geçmiş tarih ile ilgili bilgi sunacak ve çalışmalarda ışık tutacak. Buradaki kazı verilen bilgilerde de söylendiği gibi çok önemli ipuçları, bilgiler verecek ve tarihe ışık tutacak. Kazı çalışmalarını arkadaşlarımız dikkatli ve titiz bir şekilde sürdürüyorlar" dedi.
İhlas Haber Ajansı, Haber: Emrah Varol, 03.03.2016

UNUTULMUŞ TARIM ALETLERİ HATAY'DAKİ MÜZEDE

Makineli tarıma geçilmesiyle bir köşeye atılmış, yok olmaya yüz tutmuş eski tarım aletleri, Hatay'da açılan ''Tarım Müzesi'nde sergileniyor.

Düven, tırpan, kara saban, orak, tırmık gibi yeni neslin adını bile bilmediği tarım aletlerinin yer aldığı müzede, adeta geçmişe yolculuk yapılıyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Aydın Tüfekçi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müzenin Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansınca (DOĞAKA) "Turizm Altyapısının Geliştirilmesi Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programı" kapsamında kabul edilen projeyle Hatay Valiliği ve Reyhanlı Belediyesi tarafından desteklenerek açıldığını söyledi.

Müzede 150 metrekarelik kapalı alanda kentteki tarımsal faaliyetlerle ilgili farklı köşeler oluşturduklarını ifade eden Tüfekçi, bu köşelerde zeytin, arı, pamuk, üzüm ve hububat üretiminde kullanılan araç gereçlerin sergilendiğini dile getirdi.

Müzenin eserleri çiftçilerden
Müzenin 450 metrekare alan üzerine kurulduğunu belirten Tüfekçi, şöyle konuştu: "Tarımsal faaliyetlerin önemli merkezlerinden biri olan Hatay'da geçmişle günümüz arasındaki bağlantıyı kurmak adına müzemiz büyük önem taşıyor. Müzemizde yer alan alet ve ekipmanlar için çiftçilerimizden destek aldık. Bu konuda duyuru yaptık ve evinin bir köşesine atılmış olan bu aletler müze sayesinde yeniden değerlenerek gün yüzüne çıktı. Çiftçilerimizden 223 tarım aleti geldi ve bunların bir kısmını işlemden geçirerek müzemizde sergilenir hale getirdik. Müzemizde, 20. yüzyıldan günümüze kadar kullanılan 150 tarım aleti sergileniyor. Müzedeki en önemli eserlerin başında 1955 yapımı paletli bir traktör yer alıyor. Ayrıca, zeytinyağı makinesi, el yapımı pekmez teknesi gibi birçoğu unutulmuş ekipmanlar var."
Anadolu Ajansı, Haber: İsmihan Özgüven, 03.03.2016

ODUN OLMAKTAN ANTİKACILAR KURTARIYOR

Türk sanatında önemli bir yer tutan ahşap işçiliği, çeşitli yapıların pencere ve kapı kanatlarında, korkuluklarında, cami minarelerinde, kürsülerde, sanduka ve rahlelerde, ahşap direkli camilerin sütun başlığı, konsol ve kirişlerinde geniş uygulama alanı buldu.

Bu ahşapların süslemelerinde, kündekari, oyma, kazıma, kakma, tarsi, kafes, kafes oyma (ajur), maşrabiye tarzı kafes ve ahşap üzerine boyama teknikleri öne çıkıyor.

Söz konusu eserlerin örnekleri kentlerdeki hizmet binaları, ibadethaneler ve konaklarda görülebildiği gibi ücra bir köyde de eşsiz bir ahşap sanatı örneğine rastlanabiliyor. Birçok tarihi yer Kültür ve Turizm Bakanlığınca tescillenirken ya yerinde korunuyor veya buralardan elde edilen eserler müzelerde sergileniyor. Bazıları da antika alım satımı yapılan iş yerlerinde meraklılarıyla buluşuyor.

"Odun olmaktan kurtarıp, kültür envanterine sunuyoruz"
Ankara'nın Samanpazarı semtinde antika malzeme alım satımı yapan Yaşar Güleğen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 40 yıldır bu işi yaptığını söyledi.

Türkiye'nin çeşitli kentlerinde ilgili kişilerin ihbarlarıyla tescil edilmemiş yerlerden ahşap malzemeleri topladığını ifade eden Güleğen, "Gidiyoruz, yerinde görüyoruz. Gerçekten tarihi bir değeri varsa, bunları yerinden zarar vermeden söküyoruz. Buraya getirip tamir edip, eksiklerini tamamlayıp satışa sunuyoruz" diye konuştu.

Bu eserlerin birçoğunu yakacak odun olmaktan kurtarıp kültür envanterine sunduklarını belirten Güleğen, şunları kaydetti: "Biz satın almazsak, bu eserler yok olup gider. Çok değerli ahşap eserlerle karşılaşabiliyoruz. Yıkılmak üzere olan bir evin tavan süslemeleri, kapı işlemeleri, pencere süslemeleri, dolaplardaki ahşap süslemelerinin belki de başka bir örneği olmayabilir. İş yerimizde ayrıca eskiden kullanılan el aletleri, tarım malzemeleri, eski ev eşyaları ile cam eserlerimiz var. Bu tür eserleri bulup kültürümüze kazandırdığımız için Kültür ve Turizm Bakanlığından aldığımız teşekkür belgeleri bulunuyor. İnsanların ilgi alanları çok farklı. Yaşlı insanlar genelde çok eski malzemelere talip oluyor. Çocukluklarında yaşadıkları ortamı bulmak istiyorlar. Gençler ise daha yeni malzemelere talip oluyorlar. 1970'li yıllardan bir malzeme bile antika olarak aranabiliyor."

Bu işin yanında ahşapla ilgili ilginç çalışmalara da imza attığını anlatan Güleğen, "Ahşap binaları söküp başka bir yere taşıyabiliyoruz. 10 sene önce Çorum İskilip'te bir köyde, eski caminin ahşaplarının satışa çıkarıldığını duydum. Satıp parasını, yeni yaptırdıkları caminin minaresine harcayacaklarmış. Satın aldım. Kütüklerden yapılan camiyi söküp kamyonla Balıkesir Edremit'e götürüp kendi arsama tekrar kurduk. Bu cami orada 6 sene insanlara hizmet verdi. Sonra caminin arsası satılınca, camiyi tekrar söktük ve İskilip Belediyesine hibe ettik. Belediye bu camiyi yapıp ibadete açacak hatta bu cami o zaman 'mobil cami' diye haber yapılmıştı ayrıca Çorum'da bulunan ahşap tahıl ambarlarını satın alıp, tatil yörelerinde ahşap yazlıklar yapıyoruz" diye konuştu.
Akşam, 29.02.2016





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi