24 - 30 Nisan 2016
|
MİMARLAR, YILDIZ
SARAYI'NI 2051 YILINA KADAR GERİ ALDI
İstanbul’da, Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası’nın
asma katı ile bodrum katı, 1995 yılında yapılan
protokol ile Kültür Bakanlığı tarafından 10
yıllığına Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi’ne tahsis edilmişti. Oda, binayı İstanbul
şubesi olarak kullanmaya başlamıştı.
2002 yılında yenilenen
protokol ile tahsis süresi imza tarihinden itibaren
49 yıl olarak belirlendi. Yani bina 2051 yılına
kadar odaya verildi. Ancak 8 Kasım 2015’te 42 yapı
ile birlikte Yıldız Sarayı kompleksi
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edildi. Kültür Bakanlığı
da 7 Aralık 2015’te sarayın dış karakol binasını
kullanan odanın protokolünü tek taraflı olarak
feshetti.
MAHKEME, HUKUKA UYGUN
BULMADI
Mimarlar Odası da fesih
işleminin yürütmesinin durdurulması istemi ile dava
açtı. İstanbul 12. İdare Mahkemesi, taraflar
arasında imzalanan protokole göre kurallara uyulduğu
sürece odanın binada kullanım süresi dolmadan,
mekanın bir başka kuruma tahsis edilemeyeceğini ya
da boşaltılamayacağını kaydetti. Kararda, bu nedenle
2002 yılında 49 yıllığına imzalanan protokolün
öngörülen süre dolmadan ve yükümlülüklerin ihlal
edildiğine ilişkin herhangi bir tespit yapılmadan
fesh edilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığına
dikkat çekildi.
Osmanlı’nın ana
sarayı
Yıldız
Sarayı, Beşiktaş Yıldız tepesinde Osmanlı saray
mimarisinin son dönemini yansıtan çeşitli üsluplarda
(barok, art nouveau, neo-klasik vb.) inşa edilmiş
yapılardan oluşmakta. Kanuni Sultan Süleyman
döneminden beri padişahlar tarafından av sahası
olarak kullanılan Hazine-i Hassa’ya kayıtlı bu
araziye ilk kasrı, Sultan I.Ahmed (1603-1617)
yaptırmış.18. yüzyıl sonunda Sultan 3. Selim
(1789-1807) burada, Mihrişah Valide Sultan için bir
kasır ile babası III. Mustafa adına günümüze kadar
gelen 4 cepheli rokoko tarzında bir çeşme inşa
ettirdi. Yıldız Sarayı, 2. Abdülhamit döneminde
Osmanlı Devleti’nin ana sarayı olarak kullanılmıştı.
Bu dış karakol binası da sarayın, imparatorluk
sarayı olduğu dönemde yapılmış. Günümüzde Mimarlar
Odası İstanbul Şubesi olarak kullanılıyor.
Sözcü, Haber: Özlem
Güvemli, 29.04.2016
|
BALİNA DERİSİNE
YAZILI 600 YILLIK TEVRAT ELE GEÇİRİLDİ
İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şubesi
ekipleri, bir internet sitesi üzerinden balina
derisine işlenmiş yaklaşık 600 yıllık Tevrat’ı 5
milyon dolara satmak isteyen Suriye uyruklu bir
kişiyi yakaladı. Topkapı Sarayı Müzesi görevlileri,
tarihi Tevrat’ta yaptığı ilk incelemede orijinal
olduğunu tespit etti.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Kaçakçılık
Suçlarıyla Mücadele Şubesi ekipleri, bir internet
sitesi üzerinden balina derisine işlenmiş yaklaşık
600 yıllık Tevrat’ı satmak isteyen Suriye uyruklu
bir kişiyi tespit ederek çalışma başlattı. Polis
ekipleri, müşteri gibi davranarak, Suriye uyruklu
satıcı avukat Osama Ali Taha ile irtibata geçti.
5 MİLYON DOLARLIK
TARİHİ TEVRAT’IN FOTOĞRAFLARINI POLİSLERE YOLLADI
Müşteri kılığındaki polisler eseri görmek
istediklerini belirtince, satıcı Osama Ali Taha,
yaklaşık 600 yıllık Tevrat’a ait fotoğraf ve video
görüntülerini polis ekiplerine yollayarak, 5 milyon
dolar istedi. Polis ekipleri, verilen fiyatı uygun
bulduklarını belirterek, Osama Ali Taha ile
randevulaştı. Taha, Sultanahmet’te bir otelde
müşteri kılığındaki Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleriyle buluşunca, yakalanarak
gözaltına alındı.
Osama Ali Taha, sağlık
kontrolünden geçirildikten sonra, sorgulanmak üzere
Vatan Caddesi’nde bulunan Kaçakçılık Suçlarıyla
Mücadele Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.
KAÇAK YOLLARDAN
TÜRKİYE’YE SOKMUŞ
Zanlının, emniyetteki
ilk ifadesinde, yaklaşık 600 yıllık Tevrat’ın
ailesine ait olduğunu öne sürerek, Suriye’den
Türkiye’ye kaçak yollardan getirdiğini söylediği
öğrenildi.
İLK İNCELEMEDE
ORİJİNAL OLDUĞU TESPİT EDİLDİ
Kaçakçılık
Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, ele
geçirilen tarihi Tevrat’ın incelenmesi için Topkapı
Sarayı Müzesi görevlilerine bilgi verdi. Uzman
ekipler, yaptıkları ilk incelemede, tarihi Tevrat’ın
78×48 cm ebatlarında, yaklaşık 600 yıllık olduğunu,
balina derisine işlendiğini ve orijinal olduğunu
tespit etti. Uzmanlar, tarihi Tevrat’ı detaylı bir
şekilde incelenmesi için Topkapı Sarayı Müzesi’ne
gönderdi.
ŞÜPHELİ, YURTDIŞINA
ÇIKIŞ YASAĞI KONULARAK SERBEST BIRAKILDI
Suriyeli şüpheli Osama Ali Taha hakkında 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nca
işlem başlatıldı. Zanlı, emniyetteki işlemlerinin
ardından, yurtdışına çıkış yasağı konularak serbest
bırakıldı.
Sözcü, 28.04.2016
|
SUR'DA ABLUKA VAR,
SURP GİRAGOS ÖDÜLÜNE KAVUŞAMIYOR
Restorasyonuyla Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülü
Europa Nostra 2015'e layık Diyarbakır Surp Giragos
Kilisesi, ödülünü Sur'daki sokağa çıkma yasağı
nedeniyle kendi mekanında alamıyor. Ödül töreni 5
Mayıs'ta İstanbul'da yapılacak.
Surp
Giragos Ermeni Kilisesi, yıllar boyunca kaderine
terk edildikten sonra 2010 yılında Ermeni toplumunun
büyük çabaları sonucunda restore edilmişti.
Kilisenin restorasyonu, Avrupa’nın kültürel miras
alanında en prestijli ödülü olan Avrupa Birliği
Kültürel Miras Ödülü / Europa Nostra 2015 ödülüne
layık görülmüştü .263 kişi ve organizasyonun
başvurusu sonrasında 28 proje ödül almıştı. Ödüle
Türkiye’den Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi
layık görülmüştü.
Tören İstanbul’da
Ödül için bu yıl Diyarbakır Surp Giragos
Kilisesi’nde tören düzenlenerek ödül plaketinin
kiliseye çakılması planlanıyordu. Ancak Sur
İlçesi'nde kilisenin bulunduğu bölgeye girişlerin
yasak olması nedeniyle ödül töreni İstanbul’da
yapılacak.
Tören, 5
Mayıs Perşembe günü Türkiye Ermenileri
Patrikhanesi’nde yapılacak. Saat 17.00’deb aşlayacak
törende Europa Nostra Türkiye Başkanı Nuran Zeren
Gülersoy, Başepiskopos Aram Ateşyan ve Diyarbakır
Surp Giragos Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Ergun
Ayık hazır bulunacak.
Törende
kilisenin restorasyon projesini yürüten Yrd. Doç.
Meral Halifeoğlu da restorasyon sürecine ilişkin
sunum yapacak.
Avrupa
Birliği Kültürel Miras Ödülü, koruma, araştırma ve
sayısallaştırma, özel hizmet ve öğretimle
farkındalıkarttırma olmak üzere dört farklı
kategoride kültürel miras özelliği olan eserlere ve
projelere veriliyor.
Ödülün gerekçesi
Ödül komitesi, ödülün
Surp Giragos’a verilme gerekçesi olarak, kilise
restorasyonunda yerel yönetim, yöre halkı ve Ermeni
cemaatinin katkısını göstermişti: "Bu
bölgede Ermenilerin ana kilisesinin cemaatinin
buradan gitmesinden sonra restore edilmesi için
harcanan çaba, kent ve kentliler için önemli bir
uzlaştırma hareketi olmuştur. Proje, çatı, çan
kulesi ve iç döşeme malzemeleri başta olmak üzere,
kayıp elemanlarının yeniden inşa edilmesi için eski
belgeler üzerinde yapılan geniş bir araştırma
sonucunda geliştirilmiştir. Ermeni Cemaati’nin
eserin restorasyona katılımı da yöre halkı arasında
barış ve toplumsal bütünleşmenin gelişmesinde çok
büyük bir katkı sağlamıştır ve tüm dünyadan Ermeni
ziyaretçileri buraya çekmektedir.”
17.
yüzyılda inşa edilmiş olan Surp Giragos Kilisesi’nin
çan kulesi 1914 yılında top atışıyla yıkılmış;1915
sonrasında metruk bir hale gelmişti. 2010 yılında
başlayan restorasyon çalışmalarına Surp Giragos
Kilise Vakfı, sivil toplum grupları, ilgi gösteren
bireylerin çabaları sayesinde devam etmiş, daha
sonraki aşamalarda yerel yönetimin katkısı ve
desteği sayesinde, çalışmalar genişletilerek,
papazevi, şapel ve alandaki diğer binalar da
onarılmıştı.
Agos, Haber: Uygar
Gültekin, Fotoğraf: Berge Arabian, 28.04.2016
|
OSMANLI ARŞİVİNİN YARISI TASNİF EDİLDİ
Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç.Dr. Uğur Ünal,
İstanbul'daki Osmanlı arşivinde 95 milyon belge, 400
bin defter bulunduğunu, bugüne dek bunların
yarısının tasnifinin tamamlandığını bildirdi.
Devlet Arşivleri Genel Müdürü
Doç.Dr. Uğur Ünal,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü'nün 2 temel arşivden oluştuğunu ve
bunların İstanbul'daki Osmanlı ve Ankara'daki
Cumhuriyet arşivi olduğunu söyledi.
Bunun dışında kamuda da devletin arşivine evrak
vermek durumunda olmayan bazı istisna arşivlerin
bulunduğunu anlatan Ünal, şöyle konuştu:
"Osmanlı dönemi' denildiğinde işin önemli kısmı
İstanbul'daki Osmanlı arşivimizde. İstanbul'daki
Osmanlı arşivimizde 95 milyon belge, 400 bin de
defter var. Bunların hepsi resmi evraklar ve
kayıtlardır. Bugün tasnifi tamamlanmış bütün
arşivimize araştırmacılarımız ulaşabilirler.
Tasnifin önemli bir kısmı tamamlanmış durumda.
İnternet sitemize girdiklerinde araştırmacılarımız
istedikleri taramayı yapabilirler. Bugün itibariyle
Osmanlı arşivinin yarısı tasnif edilmiş durumdadır.
45-50 milyon arası bir rakam tasnif edilmiştir.
Ancak bu, şu anlama gelmesin; 'geriye kalan evrak
maliye evrakıdır ve Osmanlı tarihinin
aydınlatılmasında en önemli belgeler zaten
araştırılmaya açılmış durumdadır.' Geriye kalan bir
fondur. Bu fonda önümüzde onlarca yıl alacaktır."
Restorasyon ve dijitalleşme çalışmaları
Arşiv işinin sadece tasnif olmadığına işaret
eden Ünal, "Bunun dışındaki restorasyon ve
dijitalleşme çalışmalarını da hızla yürütüyoruz.
Bütün hedefimiz araştırmaya açılan evrakı hızlı bir
şekilde dijital ortamda araştırmacıyla
buluşturabilmek." dedi.
Ünal, Cumhuriyet dönemi arşivinde de 40 milyona
yakın evrakın bulunduğunu, bunların da hızlı bir
şekilde dijitalleştirildiğini ve araştırmaya
açıldığını kaydetti.
Kamuoyunda arşivlerin kapalı olduğuna dair
haberlerin ortaya çıktığını aktaran Ünal, şöyle
devam etti: "Böyle bir şey söz konusu değil. Arşivde tasnifi
tamamlanan evrak araştırmaya hızlı bir şekilde
açılır. Hele bunlar tarihi evraksa. Özellikle sosyal
medyada da resmi hesaplarımızdan gündeme ait birçok
belgeyi paylaşıyoruz. Hiçbir şekilde personel
eksikliğimiz söz konusu değil. "
Akşam,
27.04.2016
|
IŞİD, NAPOLYON'UN KARISININ KİLİSESİNİ PATLATTI
IŞİD'in,
Irak'ın
Musul kentinde Hristiyanlara ait en ünlü
yapılardan biri olan
Saat Kilisesi'ni yıktığı belirtildi. Rus
haber ajansı Sputnik'in Erbil merkezli Rudaw
haber ajansından aktardığı habere göre
IŞİD, bir Hristiyan tarikatı olan
Dominikenler tarafından 1872'de inşa edilen
kiliseyi birden fazla bomba patlatıp yerle bir
etti.
EŞYALARI
YAĞMALAMIŞLARDI
Kilisenin saat
kulesi, Iraklı Hristiyanlara, Fransız imparator
Napolyon Bonapart'ın karısı imparatoriçe
Eugenie de Montijo tarafından
hediye edilmişti. Kilise bu nedenle 'Saat
Kilisesi' adını almıştı. Diğer taraftan
militanların geçen yıl da kilise binasındaki
saati tahrip edip binanın içindeki eşyaları
yağmaladığı haberleri gelmişti.
IŞİD, Haziran
2014'te ele geçirip
Irak'taki 'başkenti' ilan ettiği Musul'da
bir
dizi kiliseyi imha etmişti. Musul'daki
kiliselerden bazıları da mahkeme ya da
hapishaneye dönüştürülmüştü. Bu arada ABD
Savunma Bakanı Ashton Carter, geçen hafta
yaptığı bir açıklamada, Iraklı güçlerin Musul'u
IŞİD'den geri almasına yardımcı olmaları için bu
ülkeye 217
asker daha gönderebileceklerini söylemişti.
Hürriyet, 27.04.2016
|
ZARRAB'A KELEPÇE, KAÇAK KÖŞKÜNE KEPÇE
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 17 Aralık’ın kilit
ismi Reza Zarrab’ın Kandilli’deki kaçak yapılarına
14 ay boyunca dokunamadı. Zarrab geçtiğimiz ay
ABD’de tutuklandı, kepçeler dün kaçak binaları
yıkmaya başladı. İlk kepçe 3 katlı binaya vuruldu.
17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının kilit ismi
Reza Zarrab, 25 milyon dolar ödeyerek satın aldığı
Kandilli’deki tarihi köşkü yıkıp yenisini inşa etti.
Bahçedeki ağaçları kestirdi, üç katlı betonarme bir
yapı dikti. SÖZCÜ, ‘Korunması gereken kültür
varlığı” olarak 1986’da tescillenen köşkteki
hukuksuzluğu kamuoyunun gündemine getirdikten sonra
13 Şubat 2015’te inşaat mühürlendi.
ÖNCE ÜÇ KATLI BİNAYI YIKTILAR
Üzerinden neredeyse 1 yıl geçti. Boğaziçi İmar
Müdürlüğü, AKP iktidarının ‘hayırsever işadamı’
Zarrab’ın kaçak yapılarını yıkmadı, yıkamadı. Ta ki
Reza Zarrab, kara para aklama ve ABD’yi dolandırmak
suçundan 21 Mart günü Miami’de tutuklanana kadar.
Kandilli’deki köşk arazisindeki kaçak yapılaşmayla
ilgili savcılığa 14 ay önce “yıkım işlemleri
başladı” diye yazı yazan İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü dün köşke
kepçelerle girdi.
Kepçeler önce köşkün arka cephesinde bulunan 61
metre genişliğindeki üç katlı yapıyı yıkmaya
başladı. Ardından ön cephede bulunan 24 metre
genişliğinde tek katlı kaçak yapılar yıkılacak.
Bütün bunların ardından, kat yükseklikleri
değiştirilen, cephesi genişletilen, bodrum katları
büyütülen, zeminiyle çatısına ilaveler yapılan
tarihi köşk bir kez daha yıkılarak yeniden aslına
uygun olarak inşa edilecek. Yıkım ve yapım
masrafları tutuklu işadamı Reza Zarrab’ın şirketi
Royal Holding’den tahsil edilecek.
YARGILANMA DEVAM EDECEK
Kaçak inşaatla ilgili hem Boğaziçi İmar Müdürlüğü
hem de İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu, köşkün sahibi ve fenni sorumlular
hakkında geçtiğimiz yıl Anadolu Cumhuriyet
Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu. Zarrab
ve diğer sorumlular tescilli kültür varlığında izne
aykırı tadilat ve inşaat yaptıkları için 6 aydan 3
yıla kadar hapis veya adli para cezası istemiyle
yargılanıyor.
TARİHİ BÖYLE YERLE BİR ETTİ
Zarrab’ın şantiyesini denetime giden İstanbul 6
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
üyelerinin ‘onaylı projeye ve yasalara aykırı’
uygulamalarla ilgili hazırladığı raporda şu
tespitler yapılmıştı:
- Ruhsatlı eski eser yapıda
döşemeler kaydırılarak kat yükseklikleri
değiştirildi, ikinci bodrum kat büyütüldü ve birinci
bodrum kat ile birleştirildi.
- Çatı mahyası
yüksek kuruldu, zemin kat seviyesinde arka cephede
1.50×5.90 metre ebatlarına ilave yapıldı. Arka cephe
konturu 1.60 metre büyütüldü, bodrum kat seviyesinde
ön cephede 5.00 x 17.20 metre ebatlarında büyüme
yapıldı.
- Kaçak binanın arka cephesinde yaklaşık
61 metre genişliğinde üç katlı, ön cephesinde ise 24
metre genişliğinde tek katlı yeni yapılar inşa
edildi.
Kaçağın peşini bırakmadık
SÖZCÜ, çivi çakılması dahi yasak olan tarihi
yapılara yönelik yasadışılığı, ısrarlı haberleriyle
sık sık kamuoyunun gündemine getirdi. Onlardan biri
22 Haziran 2015 günkü nüshamızın manşeti.
KİLİT SORUYU SORDUK
“Boğaz’da Reza’nın önüne yatan kim?” başlığıyla
çıkan SÖZCÜ, Kandilli’deki hukuksuzluğu okurlarına
hatırlatıp “Belediye yıkım kararını neden
uygulamıyor” diye sormuştu. SÖZCÜ’nün 2015’in ilk
aylarında kamuoyuna duyurduğu yasadışılığın
üzerinden 14 ay geçtikten sonra belediye yasaları
uygulamaya başladı.
Sırada yalılar var
Kandilli’deki kaçak ve yasadışı yapılaşma işadamı
Reza Zarrab’ın tek vukuatı değil. SÖZCÜ, 31 Mayıs
2015 günü Zarrab’ın Kanlıca’da 40 milyon dolara
satın aldığı ‘Mehmet Arif Bey Yalıları’nı da
yasalara aykırı olarak restore ettirdiğini duyurdu.
Osmanlı döneminde inşa edilen ve 1970 yılında ikinci
derece tarihi eser olarak tescil edilen yalılardan
birine kaçak kat çıkıldığı, toplam 770 metrekare
büyüklüğündeki yalıların arasına asansör yapıldığı,
yan duvarların kırılarak tüp geçitle birbirine
bağlandığı ortaya çıktı. SÖZCÜ’nün haberinin
ardından İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu, 1 Temmuz’da yalıların ve köşkün
projelerine uygun hale getirilerek kaçak yapıların
yıkılmasına karar verdi.
EBRU GÜNDEŞ: REZA YAPTI
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne işlemin
gerçekleştirilmesi için yazı yazan Kurul’un suç
duyurusu üzerine, Gündeş ve Zarrab hakkında dava
açıldı. İlk duruşmada, Zarrab’ın hiçbir izin almadan
kendi yalısında tadilat yaptığı ortaya çıktı. Gündeş
de savunmasında tüm sorumluluğu eşine attı. Davanın
ikinci duruşması 24 Haziran günü yapılacak.
Kandilli’deki köşkün kaçaklarını yıkmaya başlayan
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün önümüzdeki günlerde
Kanlıca’daki iki tarihi yalıyı da orijinal haline
getirmesi bekleniyor.
Sözc, Haber: İsmail Aydın,
27.04.2016
|
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ TARTIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI
Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz hafta Kültürel
Kalkınma Programı toplantısında gazetecilerin
sorularını yanıtlarken Atatürk Kültür Merkezi’nin
(AKM) restorasyonu hakkında, “AKM hem statik, hem de
hukuki sorunlar yaşanan bir konu. Oraya İstanbul’un
ihtiyacı olan büyük bir sanat merkezi yapılmasını
konuşmak durumundayız” dedi. Restorasyonu üstlenen
Taca İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Tayyar Akkurt’un
fotoğraflar eşliğinde son yaptığı açıklamada da
“Binanın restore edilemeyecek kadar kötü durumda
olduğu ve binanın yıkılıp yeniden yapılması
gerektiği” vurgulandı. Bu açıklamaların ardından
“AKM yıkılmalı mı, restore mi edilmeli?” tartışması
yeniden gündeme geldi. Konunun ilgililerinden,
AKM’nin tescilli bir eser olduğu için
yıkılamayacağını dile getirenlerin yanında, binanın
tarihi eser sayılamayacağını öne sürenler de oldu.
Prof.Dr.
Afife Batur İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi:
‘ONARILMAYACAK
BİNA YOKTUR’
O bina restore
edilebilir bir binaydı. Restorasyon projesi hazırdı,
kuruldan onaylıydı. Buna rağmen yapılmamış olmasının
arkasında art niyet olduğunu düşünüyorum. Tescil
edilen yapıların hepsi bundan 100 sene önce yapılmış
olmak zorunda değil. Bu binaya ‘Tarihi değildir’
demek çok büyük cehalet veya kötü niyettir. Binanın
Taksim Meydanı’na verdiği cephe, nadir rastlanan
incelikte ve mimari özelliklere sahiptir. Başka
hiçbir operada, toplantı salonları açık mekanlar
değildir. Bina şeffaf ve dışarıyla bütünleşmiş bir
konsepte sahiptir. Mimari açıdan simge bir yapıdır.
Onarılmayacak bina yoktur.”
Yrd. Doç.Dr.
Hasan Fırat Diker Mimar:
‘SİMGESEL
ÖZELLİĞİ VAR’
“Tescilli bir eserin
ihya edilmesi ekonomik ömrüyle ilişkilendirilemez.
Çünkü tescil ve restorasyon konusu bir kültür
varlığı meselesidir. AKM değil, başka bir modern
bina da dış etkilere bu kadar açık bırakılsaydı
sonuç pek farklı olmazdı. Modern mimarlık
antolojimizde AKM’nin önemli bir simgesel özelliği
var. Bu bina, elimizde çok fazla iyi örneği
bulunmayan Cumhuriyet dönemi modern mimarlık
eserlerinden bir tanesi. Yıkıp yerine yenisini
yapmaktansa, AKM iyileştirilerek güncellenmelidir.”
Sinan Genim
Mimar:
‘KORKULARIMIZ
NEDENİYLE ÇÖZÜM BULAMIYORUZ’
“Bu bina raşitik bir
bina. Orasına burasına bir şey eklenmiş. Restorasyon
projesinin müteahhitliğini üstlenen Naci Bey’e
(Mehmet Naci Topsakal), ‘Bu binayı toparlayamazsın’
dedim. Hakikaten de öyle oldu. Bazı kolonlarının
altında temellerinin olmadığı, üst kattaki kolonun
alt katta devam etmemesi gibi yapısal sorunlar
ortaya çıktı. Bence tescilli olması da lüzumsuz.
Tescil edilecek anıtsal ve mimari bir özelliği yok.
Özgün bir mimarisi yok. Dolayısıyla bir proje
yarışması açılmalı, halkın bilgisine sunulmalı ve
yerine çağdaş, İstanbul’a yakışır yeni bir bina
yapılmalıdır. Herkesin ‘Yıkılırsa buraya cami
yapılacak, AVM yapılacak’ diye bir korkusu var. Biz
korkularımız nedeniyle bu işe bir çözüm
bulamıyoruz.”
Ali
Hacıalioğlu Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Sekreteri:
‘TESCİLLİ
YAPIDIR, YIKILAMAZ’
“AKM, tescilli bir
yapıdır ve yıkılması mümkün değildir. Estetik ve
tarihsel değeri bilimsel kuruluşların ve yargının
verdiği kararlarda belirlenmiştir. Tescilli bir
yapıya ilişkin o yapının nasıl restore edileceği de,
ilgili uzman kuruluşların karar verdiği bir konudur.
AKM’nin restorasyonu ve güçlendirmesi yapılıp aslına
ve fonksiyonuna uygun bir şekilde yaşatılması
mümkündür. ”
Haldun Hürel
MSGSÜ Öğretim Görevlisi, İstanbul yazarı:
‘TAKSİM’İ
GÖLGELİYOR’
“Onarım yapılamayacağı
konusunda teknik bilgiye sahip değilim. Ancak o
binanın tarihi bir eser olduğunu düşünmüyorum.
Çirkin bir yapı olarak görüyorum. Taksim’in mimari
ve tarihi hüviyetine uygun bir yapı olmadığı gibi
Taksim’deki meydanımsı boşluğun çirkinliğine de
katkıda bulunuyor. Yıkılıp geleneksel Türk mimari
örgüsüne uygun şekilde, temelden, yeniden dizayn
edilmesi lazım.”
AKM
RESTORASYON SÜRECİ
1997
“1. Grup Korunması Gereken Kültür Varlığı” olarak
tescil edildi.
2005
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, binanın
ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu gerekçesiyle
yıkılmasını ve yeni bina yapılmasını önerdi.
2008
AKM tadilat gerekçesiyle kapatıldı. İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın üstlendiği AKM
yenileme projesi üzerinde STK ve meslek odaları,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla uzlaştı.
2009
Restorasyon koşullarını içeren bir protokol
imzalandı.
2010
Bakanlık, yeni projeyi onaylayarak 5 Mayıs’ta
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na
gönderdi. Ancak ajans süresinin sona ereceği 31
Aralık 2010 tarihine kadar ödenek sağlanmadı.
2012
Şubat ayında Sabancı Holding ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı arasında AKM restore işlemlerine dair
protokol imzalandı.
2013
AKM’de bina statiğindeki sorunlardan kaynaklanacak
can ve mal güvenliği nedeniyle 24 Mayıs’ta
çalışmalar durduruldu. Aradan geçen 3 yıllık süreçte
hiçbir işlem yapılmadı.
Habertürk, Haber: Serkan
Akkoç, 27.04.2016
|
KANUNİ'NİN MEZARI ORTAYA ÇIKIYOR
Macaristan Zigetvar’da Kanuni Sultan Süleyman’ın
mezarının bulunması yönünde devam eden kazılar
doğrultusunda ortaya çıkan kalıntıları
değerlendirmek için Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı (TİKA) ve Macaristan hükümeti işbirliğiyle
dün Sepetçiler Kasrı’nda bilimsel bir panel
düzenlendi.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Başkanı
Serdar Çam,
Macaristan’da 2013’te Kanuni Sultan Süleyman’ın
iç organlarının gömüldüğü mezarın bulunması için
başlatılan çalışmalarda belirli bir aşamaya
gelindiğini belirterek, son kazı çalışmalarıyla üzüm
tepesinde ortaya çıkan Osmanlı yerleşkesinin
bulunmasının gurur verici olduğunu kaydetti.
Kazı çalışmaları sonucunda aralıkta Budapeşte’de
Kanuni’nin türbesinin bulunduğuna ilişkin açıklama
yapıldığını anımsatan Çam, şu bilgileri verdi:
‘Önemli bir keşif’
“Macaristan’daki en büyük Osmanlı yerleşkesinin
kesinlikle bulunduğu noktasında bulgular ortaya
kondu. Hamam, palankanın içinde yer alması gereken
kışla, cami ve dergahın bulunduğu mekan ortaya
çıktı. Kuvvetle muhtemeldir ki, oradaki türbe
kalıntılarından biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın
vefat ettiğinde iç organlarının defnedildiği yer
olduğu ortaya çıktı.” Kazı çalışmalarının Türkiye
Proje Ekip Başkanı Prof.Dr. Ali Uzay Peker de
“Kazı, bizi Macaristan’da Osmanlı yerleşkesinin
ortaya çıkartılmasına götürdü. Bu gerçekten önemli
bir keşif olacak” dedi.
‘Askerlerden
gizlediler’
Panelde konuşan
Prof.Dr.
İlber Ortaylı ise kalıntılar üzerinde yaptığı
incelemeler doğrultusunda şunları belirtti:
“Askerlerin savaşta padişahlarının öldüğünü
öğrenmemeleri adına ve naaşın çürümemesi için
Osmanlı’da yapılan bir uygulama olarak iç organları
boşaltılmıştır. Kuşatma esnasında oluşturulan savaş
otağının merkezinde bir türbe hazırlanıp buraya
gömülmüştür.
bugün ortaya çıkan buluntular ışığında bu yapıya
türbe değildir demek mantıklı bir yaklaşım olmaz.”
Milliyet, Haber: Halil İbrahim Bitki, 27.04.2016 |
4 BİN YILLIK BEŞİK
KERTMESİ ORTAYA ÇIKTI
Kayseri’ye 21 kilometre
uzaklıkta bulunan ve uzun bir süredir devam eden
Kültepe Kaniş Karum kazılarında çıkan tabletler
Anadolu’daki
4 bin yıllık uluslararası ekonomik, siyasi,
toplumsal ve kişisel bilgileri aydınlatmaya
devam ediyor.
Kültepe Kaniş Karum’da 68
yıldır sürdürülen kazılara başkanlık eden
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, “Bu tabletlerde
ekonomik, siyasi, toplumsal ve hatta kişisel
bilgiler,
bugünkü
Arapça'nın atası olan Akadça'nın Assur
lehçesiyle ve çivi yazısıyla yazılmıştır.
Şimdiye kadar
bulunan 23 bin 500 tablet, eski dünyanın en
büyük ve kapsamlı özel şahıs arşivlerini
oluşturması ve tüm dünyanın hafızası olması
nedeniyle, 2014 yılında
UNESCO
tarafından, ‘Dünya Belleği Kütüğü"ne’
kaydedilmiştir. Kültepe tabletleri
Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi,
İstanbul
arkeoloji
Müzesi ve
Kayseri
Müzesi'nde korunmaktadır” dedi.
Prof.Dr. Kulakoğlu,
“Kültepe tabletleri içinde bir nişan akdi
konusunda yazılı bir kontrat ele geçmemiştir.
Anlaşılan nişan aileler arasında akdedilmekte ve
herhangi bir yazılı belge gerekmemekteydi.
Elimizde bir nişanın bozulduğunun resmi bir
belge ile tespit edildiği hakkında bir mahkeme
zaptı bulunmaktadır” dedi.
Prof.Dr. Kulakoğlu,
kazılarda çıkan tabletteki mahkeme zaptında
yazılanları şu şekilde anlattı:
“?..Ahu-waqar ve Zuba
şahit olarak bizi tuttular ve Ahu-waqar Zuba’ya
şöyle dedi:
“Kız kardeşim artık
büyüdü (evlilik çağına geldi), buraya gel ne
Kaniş şehrinde kız kardeşimi eş olarak al
(onunla evlen).
Zuba şu cevabı verdi:
“Kız kardeşin orada
otursun”.
Ahu-waqar şöyle konuştu:
“Kaniş şehrinde kız
kardeşim hakkında koloni mahkemesinin kararını
ver. Sen uzakta bir yerde bulunuyorsun. Kız
kardeşim ne zamana kadar Kaniş şehrinde
beklesin?”
Zuba şöyle cevap verdi:
“Git! Kız kardeşini
gönlünün istediği yere (kimseye) kocaya ver.”
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu,
“Bu mahkeme zaptına göre genç kızın erkek
kardeşi, herhalde ağabeyi Ahu-waqar, davalı olan
Zuba’yı kız kardeşi ile mahkeme huzurunda
evlenmeye davet etmiştir. Çünkü genç kız artık
büyümüş, evlilik çağına ulaşmıştır. Kızın erkek
kardeşinin bu zorlaması, genç kızın davalıya,
daha küçük yaşta iken, herhalde çocukluk
çağında, söz verilip nişanlandığını açık olarak
ortaya koymaktadır. Genç kızla nişanlanmış olan
erkek de herhalde çok genç bir kişi idi. Şimdi
onun evlenmekten çekinmesi, zorlanınca da
evlenmekten vazgeçmesi böyle yorumlanabilir.
Anılan mahkeme zaptında
erkeğin mahkeme huzurunda sözlü bir beyanı başka
bir deyimle evlenmekten vazgeçmesi aradaki
nişanın bozulmasına yeterli olmuştur.
Tabletlerde geçen 'kız
büyüdü' ifadesi, küçük yaştaki kız ve erkeklerin
evlenmelerine müsaade edilmediğini, diğer
taraftan Anadolu'da bazı bölgelerde hala
yaşamakta olan beşik kertmesi adetini akla
getirmektedir” diye konuştu.
Prof.Dr. Kulakoğlu,
“Tabletler 23 bin yıl civarında bir zamana
dayanıyor. Kültepe’de çıkardığımız eserler 50
binden aşağı değil. Anadolu tarihinde en büyük
merkezlerinden birini kazıyoruz, bunun da
tanıtımını yapmak istiyoruz. 25 bine yakın
tablet var. Bu tabletler doğal olarak çok zengin
konulara sahip. UNESCO listesinde dememizin en
büyük nedeni de bu tabletlerin herhangi bir
şekilde kraliyet ve sarayın bir arşivi olmaması.
Bunlar aynen bugünkü Kayseri’deki gibi özel
tüccarların arşivi. Bugün bir ticari büroda
muhasebesinde, arşivinde ne varsa bizim
Kültepe’deki tüccarlar evleri de aynı şekilde o
arşivlerle dolu. Tüccar arşivi olduğu için bu
tabletlerde ekonomik, ticari konular,
alacak-verecek listesi var. Bunların yanında
düzenli olarak tüccarın yaptığı ödemeler
kaydedilmiş. Bunlar başlık parası, kan parası,
vergileri gibi şeyleri de öğreniyoruz. Dönemin
ekonomik yapısında para olarak kullanılan
bakırın, altının değerini de öğreniyoruz.
Kültepe tabletleri sadece Anadolu tarihini
değil, Mezopotamya ve
Suriye’nin
de tarihini aydınlatıyor. Bu özel arşivlerin
özelliği budur” şeklinde konuştu.
Milliyet, 26.04.2016
|
VENEDİK SANAT BİENALİ TÜRKİYE PAVYONU'NDA YER ALACAK
SANATÇI BELİRLENDİ
13 Mayıs-26
Kasım 2017 tarihlerinde gerçekleştirilecek Venedik
Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi’nin Türkiye
Pavyonu’nda sanatçı Cevdet Erek’in projesi
sergilenecek.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın (İKSV)
yürüttüğü sergide, Cevdet Erek'in birlikte
çalışacağı proje ekibi önümüzdeki aylarda
açıklanacak.
Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat
Sergisi Türkiye Pavyonu Danışma Kurulu'nda
sanatçı Ali Kazma, Arter'in küratörlerinden
Başak Doğa Temür, Suna ve İnan Kıraç Vakfı,
Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü Özalp
Birol, küratör ve İstanbul Modern Müzesi Sanat
Danışmanı Paolo Colombo ile Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Batı ve Çağdaş Sanatlar
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep
İnankur yer alıyor.
Arkitera, Haber: Nilüfer
Karakoç, 26.04.2016
|
YOLGEÇEN HANI OTEL OLACAK
İstanbul Beyazıt’daki eski
Yolgeçen Han, Koruma Kurulu kararı
doğrultusunda tescilden çıkarıldı. 56
metrekarelik alanda yer alan Yolgeçen Han’ı otel
olacak.
İSTANBUL’da tescilli iki
yol geçen hanından biri olan Beyazıt’daki
eski
Yolgeçen Han, İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’nde oy çokluğuyla alınan kararla
tescilden çıkarıldı.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Koruma
Kurulu kararı doğrultusunda tescilden çıkarılan
56 metrekarelik alanda yer alan eski Yolgeçen
Hanı’nın
otel olacağını söyledi.
27 NİSAN
KARARI
İstanbul 2 Numaralı Yenileme
Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, 27 Nisan 2014 tarihinde aldığı kararla,
2’nci Derece Ticaret alanı olarak görülen hanın,
ticaret alanı fonksiyonunu koruyup, tescil
taramasını kaldırdı. Yüksekliğini de 6.5 metre,
yani 2 kat olarak belirledi. Kurul, gerekçesini,
“Eski Yolgeçen Hanı, 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıkları Kanunu’nun 6. Madde’sinde
belirtilen özellikleri taşımaması nedeniyle,
taşınmazın korunması gerekli kültür varlığı
olarak tescil edilmesine gerek olmadığına karar
verildi” diye açıkladı.
Fatih Belediye
Başkanlığı, söz konusu kurul kararı
doğrultusunda hazırladığı 1/1000 ölçekli
Uygulama İmar Planı değişikliği teklifini 4
Kasım 2015 tarihinde oy çokluğu ile ilçe
meclisinden geçirip,
İBB’ye sundu. Eski Yol Geçen Han, 26 Kasım
2007 tarihli
Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilen,
Kapalı
Çarşı ve Çevresi (Beyazıt-Molla Fenari-Taya
Hatun Mahallesi) Kentsel Yenileme Alanında
kalıyor. Dosyasında başka kurum görüşü
bulunmayan ve
CHP’li komisyon üyelerinin katılmadığı
teklif, İBB Meclisi’nde muhalefetin ret oyuna
karşılık Ak Partili Meclis üyelerinin oy
çokluğuyla kabul edildi.
KAÇAK KAT YIKILACAK
Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, Koruma Kurulu
kararı doğrultusunda tescilden çıkarılan 56
metrekarelik alanda yer alan eski Yolgeçen
Hanı’nın otel olacağını söyledi. Mustafa Demir,
İstanbul’da ‘Yolgeçen han’ olarak bilinen ‘Küçük
Yolgeçen Hanı’nın Koruma Kurulu tarafından
rölöve ve restitüsyon projesinin onaylandığını
söyledi. Demir, geleneksel ticaret alanı içinde
kaldığını belirttiği eski Yolgeçen Hanı ile
ilgili de, “Mülk sahibi otel yapacak. Otel
olabilmesi için de projeyle müracaat etmesi
gerekiyor. Binanın mevcut hali beş katlı ve
üstte kaçağı var. Önce bu kaçağın temizlenmesi
lazım. Kendisi tarihi eser değil. Ama komşusu
tarihi eser olduğu için, ancak Kurul onaylarsa
otel yapabilecek” açıklamasında bulundu.
Yasal
düzenleme gerekiyor
İstanbul’un
tarihi hanlarının kurtulması için yasal
düzenleme gerektiğini söyleyen Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir, “Her yeri yenileme alanı
ilan edemeyeceğimize göre,
Türkiye’nin neresinde olursa olsun, bu
hanların ihtiyaçlarının karşılanması ve geleceğe
taşınması için kanun değişikliği gerekiyor.
Bunun için çalışmalarımız var” dedi.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 26.04.2016
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
İstanbul Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekipleri, bir
ay önce M.N. adlı kişinin elindeki tarihi
eserleri Londra ve New York’ta zengin Arap
müşterilere satmak istediği yönünde bilgi aldı.
Alıcı rolündeki
polisler M.N. ile eserlerden birini 1 milyon
liraya alma konusunda anlaştı. Polisler gerçek
kimliklerini açıklayarak M.N.’yi gözaltına aldı.
Satış gerçekleşirken, eşzamanlı başka bir ekip
M.N.’nin
Ataşehir’de eserleri gizlediği rezidans
dairesine girdi. Yapılan aramada, ressam Nazmi
Ziya ile Lazar Binenbaum’a ait olanların da
arasında bulunduğu 18 tabloya ulaşıldı.
Aramanın
devamında, 12 adet ahşap edirnekari tekniği ile
yapılan eser, 2 adet Hilye-i Şerif, 2 adet ahşap
sandık, rahle, bakır alem başı, bakır sahan
kapağı, 2 adet bakır tepsi, 1 adet yazma eser ve
15 adet hat levha olmak üzere 55 parça esere el
konuldu. M.N. emniyetteki sorgusunun ardından
hakkında 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Kanunu kapsamında işlem yapılarak serbest
bırakıldı.
Polis ele geçen eserlerin yaklaşık 15 milyon
lira değerinde olduğunu belirtti.
Hürriyet,
Haber: Çetin Aydın, 26.04.2016
|
ANTALYA NEKROPOL ALANI MODERN SANATLAR MÜZESİ
YARIŞMAYLA YAPILIYOR
2005 yılında düzenlenen bir ulusal yarışma ile elde
edilen Doğu Garajı ve Halk Pazarı projesinin
uygulama kazıları sırasında Antalya kent tarihini
bilinenden daha eskiye taşıyan bir Nekropol alanı
keşfedilmişti.
2005 yılında düzenlenen "Antalya Kent Merkezi
Doğu Garajı ve Halk Pazarı Alanı Düzenlenmesi
Mimari Proje Yarışması"nda 1. ödülü Erkal
Mimarlık (Ozan Erkal - Emre Erkal) kazanmıştı.
Projenin müelliflerinden Emre Erkal'dan
aldığımız bilgiye göre, yarışmada elde edilen
projenin inşaatı sırasında nekropol çıkınca,
proje de yeni duruma adapte olmuş. Antalya
Müzesi'nin sorumluluğunda arkeolojik çalışmalar
yapılmış, arsalar ikiye bölünmüş.
Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin internet
sitesinde "Nekropol alanı nakış gibi işleniyor"
başlığıyla yer alan habere göre, projenin
inşaatına 10 sene aradan sonra başlandı.
Nekropol alanı nakış gibi işleniyor
Nekropol Alanı projesinde, tarihi mezarlık alanını dış
etkenlerden koruyacak üst yapının taşıyıcı
ayakların montesine başlandı. Büyükşehir
Belediyesi'nin en prestijli projelerinden Doğu
Garajı Kültür Merkezi ve Nekropol alanında
çalışmalar hızla sürüyor. Tarihi 3 bin yıl
öncesine dayanan nekropol alanını turistik bir
cazibe merkezi haline getirecek proje adım adım
ilerliyor. Tarihi mezarların zarar görmemesi
için aylardır nakış gibi işlenen alanda büyük
bir titizlikle devam eden çalışmada projenin üst
yapı ayakları yükselmeye başladı. Nekropol
alanını dış etkenlerden koruyacak üst yapıyı
taşıyacak çelik konstrüksiyonlar büyük bir
özenle montaj ediliyor. Dev çelik ayakların
yerleştirilmesi ile proje yavaş yavaş
şekillenmeye başlayacak.
DEV AYAKLAR YERLEŞTİRİLİYOR
Alana yerleştirilmeye başlanan 61 çelik kolondan
en büyüğü 914 mm çapında ve 11 metre
yüksekliğinde. Bu dev çelik ayaklar Nekropol
alanındaki arkeolojik buluntuları güneş ve
yağmur gibi dış etmenlerden koruyacak hafif
malzemeli üst örtüyü taşıyacak. Nekropol Alanı
Projesi yaklaşık 15 milyon liraya mal olacak.
ÇAĞDAŞ KENT MÜZESİ
'Çağdaş Kent Müzesi' konseptiyle düzenlenen
Nekropol alanında teşhir, canlandırma ve
bilgilendirme unsurları yer alacak. Alan süreli
ve yıl boyu devam eden sergilere ev sahipliği
yapacak. Arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı
zemin, bir dizi platform sayesinde çevresindeki
sokak kotlarına uyumlu olacak. Böylece yarı-açık
sergileme alanları oluşturulacak. Alt kotlarda
mezarlara yakın gezinti güzergahı ahşap, cam ve
çelik elemanlar ile tasarlanacak.
Çalışmalar, Büyükşehir Belediyesi
arkeologlarının ve teknik kontrol ekibinin de
dahil olduğu kontrol teşkilatı denetiminde ve
Antalya Müze Müdürlüğü gözetiminde, Antalya
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
kararları çerçevesinde yürütülüyor.
ÇARŞI VE KÜLTÜR MERKEZİ'NDE ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Öte yandan, 'Nekropol Alanı' ile
ilişkilendirilerek tasarlanan ve ihalesi yapılan
Doğu Garajı Kültür ve Ticaret Merkezi'nde de
hafriyat çalışmaları başladı. Kentsel bir
kompleks olarak planlanan proje, teknik ve
lojistik üniteleri de içeriyor. Geleneksel çarşı
kültürünü Doğu Garajı'nda nekropolün etrafında
yaşatacak proje, kent merkezindeki ticaretin
artırılmasına da katkı sağlayacak. Proje, kültür
merkezi olarak da işlev görecek. Projede 700
araçlık bölgenin en büyük yer altı otoparkı
olacak. 25 otobüs kapasiteli park da bu alanın
içinde yer alacak. Pazar yeri ve Festival
çarşısı esnafı için dükkanlar olacak. Geleneksel
halk pazarı kültürünün de yaşatılacağı proje
içinde mağazalar restoranlar da söz konusu.
Ayrıca Büyükşehir Konservatuvarı yaşam canlılığı
sağlaması adına çarşının en üst katına
taşınacak. Bina içinde 700 kişilik konser ve
tiyatro salonu hizmet verecek. Bu proje de
yaklaşık 70 milyon liraya mal olacak.
Arkitera, Haber: Emine Merdim Yılmaz, 25.04.2016
|
SANAT FUARINA 'ENDİŞE' İPTALİ
Bu yıl 23-25 Eylü tarihleri arasında
Haliç Kongre Merkezi’nde yapılması planlanan
çağdaş sanat fuarı Artinternational,
katılımcı galerilerin endişeleri yüzünden iptal
edildi.
İlki 2013 yılında
düzenlenen ve kısa sürede ziyaretçi sayısı ve
katılımcılarıyla öne çıkan uluslararası
çağdaş sanat fuarı Artinternational
Türkiye’deki olumsuz koşullar nedeniyle bu
yıl yapılamayacak. Dünyanın önde gelen sanat
galerilerini ve koleksiyonerleri Türkiye’ye
getiren fuar 23-25
Eylül tarihleri arasında
Haliç Kongre Merkezi’nde
gerçekleştirilecekti. Fuarı uluslararası
etkinlik firması Montgomery ve kurucu ortağı
Interteks birlikte düzenliyorlardı.
GALERİLER ENDİŞELİ
Montgomery grubunun başkanı ve
Artinternational’ın kurucu ortağı Sandy Angus
yaptığı açıklamada şunları kaydetti:
“Artinternational’ın direktörleri,
son günlerde Türkiye’de faaliyet gösterirken
yaşanan zorluklar ve katılımcı galerilerin dile
getirdiği bazı endişeler sebebiyle fuarın 4’üncü
edisyonunun ertelenmesi yönünde zor bir karar
aldılar. Şu anda, fuarın bir sonraki edisyonu
için olası yeni bir ortakla görüşmelerimiz
sürüyor ve Artinternational’ın dünyanın her
yanından güncel sanatın en iyilerini
İstanbul’a getirmeye devam edeceğinden
eminiz.”
Interteks’in Yönetim Kurulu
Başkanı ve Artinternational’ın kurucu ortağı
Yeşim Avunduk ise “Güncel sanat alanındaki en
iyi uluslararası çalışmaları İstanbul’da
buluşturmayı amaçlayan Artinternational,
Türkiye’nin hızla gelişen sanat piyasasına ayak
uydurabilen bir fuar. Fuarın ilk kez
düzenlendiği 2013 yılından bu yana, katılımcı
galeri ve satış rakamlarında düzenli bir artış
elde edildi. 2015 yılına gelindiğinde ise,
satışlar toplam 30 milyon dolara ulaşırken,
ziyaretçi sayısı 35 bine yükseldi.
Artinternational’ın bundan sonraki yıllarda da
büyümeye ve başarısını artırmaya devam edeceğine
inanıyoruz. Türkiye’deki gelişmeleri yakından
gözlemleyerek, fuarın 4’üncü edisyonunu 2017
yılında gerçekleştirmeyi umuyoruz” dedi.
Hürriyet, 25.04.2016
|
118 YILLIK YALIYA KAÇAK KAT
Arman Tekstil’in 2000’de İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nden kiralayarak restore ettiği Ajia adlı
butik otele dönüştürdüğü Kanlıca’daki tarihi Ahmet
Rasim Paşa Yalısı’na kaçak kat çıkıldığı tespit
edildi. 10 Ekim 1970 tarihinde tescilli kültür
varlığı olarak koruma altına alınan yalının eski ve
yeni fotoğrafları karşılaştırıldığında orijinal
çatının bozulduğu ve pencereler açıldığı görülüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkiye’deki
tarihi eserleri bir araya getirerek oluşturduğu
envanter.gov.tr adlı internet sitesinde yer alan
bilgilere göre bakanlık kaçak kattan haberdar. Ahmet
Rasim Paşa Yalısı ile ilgili hazırlanan sayfadaki
gözlem bölümünde “Çatı terası ve çatı eğimindeki
değişiklik yapının bütünselliğini bozmuştur” ifadesi
yer alıyor.
SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAK
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ve Boğaziçi
İmar Müdürlüğü’nün tarihi yapılardaki kaçak
yapılaşmaya göz yumarak suç işlediğini belirten
Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li üyesi Hüseyin
Sağ, hem bu kuruluşlar hakkında hem de yalıyı
kiralayan Arman Tekstil’in o dönemki ortakları
Serdar Bilgili ve Alişan Arıkan hakkında suç
duyurusunda bulunacaklarını kaydetti.
“Kendisine emanet edilen tarihi eserleri korumayan
Boğaziçi İmar Müdürü nerede” diye soran Sağ: “Bir
vatandaş çatısında kiremit oynatsa elli tane zabıta
gidiyor. Eğer adamına göre muamele yapılıyorsa ki
öyle gözüküyor; bu kamu vicdanını yaralar” dedi.
Kadir Topbaş’a bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün
görevini ihmal etmesiyle ilgili olarak İBB
Meclisi’ndeki soru önergelerine bir yıldır cevap
verilmediğini bildiren Sağ, “Topbaş bizzat kendisi
bu bürokratları koruyor. Sorulara da sessiz kalarak
suç işliyor” diye konuştu.
27 yıllığına kiralandı
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir süre
İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) görevini yapan
Ahmet Rasim Paşa’nın adını taşıyan yalı 1897 yılında
yandı. Bir yıl sonra yerine eskisinin yarısı
büyüklüğünde üç katlı yalı yapıldı. 1915 yılında
Ahmet Rasim Paşa’nın varisleri yalıyı İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) sattı.
Uzun
yıllar ilkokul olarak kullanılan yalı, 1970 yılında
korunması gereken kültür varlığı olarak tescil
edildi. Kullanılamaz hale geldiği için 1974 yılında
boşaltılan ve uzun yıllar atıl kalan Ahmet Rasim
Paşa yalısı, 1 Ekim 2000 tarihinde 27 yıllığına o
tarihte Serdar Bilgili ve ailesinin ortak olduğu
Arman Tekstil şirketine kiralandı. Yalı, mimar Reşit
Soley tarafından restore edildikten sonra 2004
yılında Ajia adlı butik otel olarak hizmete açıldı.
Hapis cezası da var
2960
sayılı Boğaziçi İmar Kanunu’nda yıkımın yanı sıra
inşaat ruhsatı ile eklerine ve imar mevzuatına
aykırı yapılan yapıların aykırı kısım ve bölümleri
için hapis cezası öngörülüyor. Yasanın 18’inci
maddesinde, yapı sahipleri, fenni mesulleri ve
müteahhitleri bir aydan altı aya kadar hapis ve 200
bin liradan 500 bin liraya kadar ağır para cezası
ile cezalandırılacağı yazıyor. Yasada, kanunla
verilen görevleri belirtilen süre içinde yapmayanlar
veya görevini kötüye kullanan kamu yetkililerinin de
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılacağı belirtiliyor.
Sözcü, Haber:
İsmail Şahin, 25.04.2016
|
PERU'DAKİ ANTİK KANALLARIN SIRRI UZAYDAN ÇÖZÜLDÜ
Peru’nun güneyindeki kurak vadilerde bulunan
su kanalları üzerindeki şekiller bir zamanlar
buralarda gelişmiş bir toplumun yaşadığına işaret
ediyor.
Dünyanın en kurak
bölgelerinden birinde spiral şeklinde açılmış
delikler yukarıdan bakıldığında ilginç bir görüntü
oluşturuyor. Bu deliklerin ne amaçla açıldığının
sırrı ancak uzaydan çekilen fotoğraflar sayesinde
çözülebildi.
Bu spiral huni
şeklindeki bu delikler
Peru’nun
Nazca bölgesinde bulunuyor. Burası Nazca
çizgileri olarak bilinen ve toprağa işlenmiş dev
geometrik şekilleriyle de ünlü olan bir bölge.
SU KANALIYLA
TARIM
Nazca’da yaşayan antik
toplumların yıllarca süren kuraklığa rağmen nasıl
ayakta kaldığı merak ediliyordu.
İtalya’daki Çevre Analizi Metodoloji
Enstitüsü’nden Rosa Lasaponara, spiral şeklindeki bu
yapıların yeraltı sularını çıkarmak için yapılmış
gelişkin bir hidrolik sistem olduğunu söylüyor. Bu
yapılar sayesinde bu kurak bölge büyük bir dönüşüm
geçirdi.
Lasaponara ve ekibi
spiral yapıların uydu yoluyla çekilmiş görüntülerini
ve Nazca bölgesindeki dağılımını ve yakınlarındaki
eski yerleşim alanlarını inceledi.
Spiral huni şeklindeki yapılar rüzgarın yeraltı kanallarına girmesini sağlıyordu.
Bunun üzerine
Lasaponara şu sonuca vardıklarını belirtiyor:
“Bu yapılar
bugün bizim gördüğümüz halinden çok daha
gelişkin yapılardı. Bunlar sayesinde yıllar boyunca
yeraltı suları kullanılarak dünyanın en kurak
yerlerinden biri olan bu vadide yoğun tarım yapmak
mümkün olmuştu.
RÜZGARLA SU
AKIŞI
Yeraltında birikmiş
sular bir
dizi kanalla ihtiyaç duyulan yerlere taşınıyor,
artan kısmı ise rezervuarlarda saklanıyordu. Su
akışını sağlamak için kanalların üzerinde spiral
huni şeklinde bacalar inşa edilmişti. Bu huniler
sayesinde kanala rüzgar giriyor ve böylece su akışı
sağlanıyordu.
Bu suların tarımda
sulama amaçlı kullanımının yanı sıra evdeki
ihtiyaçları karşılamak için de kullanıldığı
belirtiliyor. Lasaponara, uydu görüntülerini
inceleyerek vardığı sonuçları daha sonra
yayınlayacak.
Araştırmacılar uzun
süre bu spiral hunilerin sırrını çözememişti. Karbon
yoluyla tarih saptama yöntemi bu kanallarda
kullanılamıyordu. Nazca’daki yerleşim bölgesinde
bunların kaynağıyla ilgili herhangi bir bilgi de
yoktu. Zira Güney
Amerika’daki birçok medeniyet yazı
kullanmamıştı.
Spiral hunilerin
varlığı, MÖ 1000 ila MS 750 yılları arasında
Nazca bölgesinde yaşayan toplumların oldukça
gelişkin olduğunu gösteriyor.
Nazca çizgilerinin de suyla bağlantılı olduğu sanılıyor
Hunilerin inşası özel
bir
teknoloji gerektiriyordu. Bu işi yapanlar hem
bölgenin jeolojik yapısı, hem de suyun hangi
dönemlerde azalıp çoğaldığı konusunda bilgi sahibi
olmalıydı. Zira bu bölge tektonik fay hatları
üzerinde bulunuyordu.
TOPLUMSAL
ÖRGÜTLENME
Bu bilgi sayesinde
kurak bir bölgenin yüzyıllar boyunca su sorunu
çözülmüştü.
Lasaponara, ünlü Nazca
çizgilerinin yapılması gibi huni ve kanalların
bakımının da iyi bir toplumsal örgütlenme
gerektirdiğini söylüyor. Bu çizgilerin de suyla
bağlantılı olduğu sanılıyor. Hunilerin öyle kaliteli
inşa edilmiş ki bazıları bugün bile kullanılıyor.
Bu spiral huniler,
Nazca bölgesinde yaşayan yerlilerin oldukça örgütlü
olduğunu, aynı zamanda toplumun hiyerarşik bir
yapısı olduğunu gösteriyor. Lasaponara, spiral
hunilerin “iktidardaki kişilerin
kendi etkileri altında olan topluluklar arasında
su dağıtımını kontrol etme” konusunda önemli bir
işlev gördüğüne inanıyor.
Zira yeryüzünün en
kurak bölgelerinden birine su taşıma bilgisi, yaşam
kaynağının anahtarını elinde tuttuğunuz anlamına
geliyor.
Hürriyet, 25.04.2016
|
AKKALE ANTİK KENTİNİN RESTORASYONU İÇİN PROJE
Erdemli
Ticaret ve Sanayi Odası (ETSO) Başkanı Orhan
Sarı,
Mersin'in
Erdemli
İlçesi'nde MÖ 4. yüzyıla
ait
Akkale antik
kentinin restorasyonu ve çevre
düzenlemesi için proje hazırlığına başlandığını
bildirdi.
Sarı, antik kentte gazetecilere
yaptığı açıklamada,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Mersin Üniversitesinin (MEÜ) işbirliğiyle
antik kentte çevre düzenlemesi yapmayı
hedeflediklerini söyledi.
Kanlıdivane
antik kentinde gerçekleştirilen çevre
düzenlemesindeki projeyi geliştirerek
Akkale'de uygulamak için ön çalışma
başlattıklarını ifade eden Sarı, şöyle konuştu:
"Erdemli'deki başta
Akkale antik
kenti olmak üzere tarihi ve
kültürel değerlerin kalıntılarının ayağa
kaldırılmasına katkı sunmak istiyoruz. Oda
olarak
Akkale Antik Kenti için önce restorasyon,
ardından da Kanlıdivane antik kentindeki gibi
çevre düzenleme projesi hazırlayacağız. Projenin
hayata geçmesi ve turizmin hizmetine sunulması
için üzerimize düşen göreve hazırız.
Bölgemizdeki tarihi değerlerin ayağa
kaldırılmasını istiyoruz. Bu konuda proje
hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığına
sunacağız. Kabul görürse
Akkale Antik Kenti kalıntıları ayağa kalkmış
olacak."
Denize hakim noktadaki
Akkale
antik kentinin su sarnıcı, hamam, üç
katlı mezar ve limanı bulunduğunu belirten Sarı,
buranın antik dönemde zeytinyağı ihraç merkezi
olduğunu anlattı.
ZEYTİNYAĞI ÜRETİM MERKEZİYDİ
MEÜ
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Ümit
Aydınoğlu da Kanlıdivane antik kentini ayağa
kaldırmak amacıyla başlatılan çevre düzenleme
projesinin tamamlanarak uygulandığını kaydetti.
Bu projeye danışmanlık yaptığını vurgulayan
Aydınoğlu, şunları kaydetti:
"Kanlıdivane'de yaklaşık 1 kilometre yürüme
yolları, parkurlar ve ziyaretçi merkezleri
yapıldı. Engellilerin de gezmesine imkan
sağlayan yollar oluşturuldu. Kanlıdivane'nin
antik öneminden kaynaklanan bazı özellikleri
ayağa kaldırıldı. Burası, antik dönemde bölgenin
önemli zeytinyağı üretim merkeziydi. Burada
temizlik yapıldı ve zeytinyağı üretim merkezi
aslına uygun restore edildi. Zeytinin kırıldığı
ve preslendiği mekanlar ortaya çıkartıldı."
Aydınoğlu, aynı projenin
Akkale
antik kentinde de uygulanması için
ön çalışma yapıldığını, Kültür ve Turizm
Bakanlığına müracaat edileceğini, uygun
görülmesi durumunda projenin hayata
geçirileceğini sözlerine ekledi.
haberler.com, 25.04.2016
|
PALMİRA TARİH KATLİAMI TÜRKİYE'DE DE YAŞANIYOR
IŞİD’in Suriye’nin Palmira antik kentinde yaptığı yıkımın benzeri bir süredir Anadolu’da yaşanıyor. 2 bin yıllık anıtlardaki insan figürleri keski, matkap, asit ve dinamitle yok ediliyor. Son birkaç yılda Friglerden kalma beş büyük Kibele anıtı tahrip edilen Afyon’da dinamitlenen yazıtın yanı başına şu yazılmış: “Vur dumana, gel imana.” Tahribatı yakından izleyen arkeolog, editör Nezih Başgelen’le İzmir ve Afyon’da saldırıya uğrayan anıtları gezdik.
KARABEL ANITI
HİTİT SINIRINA ÜST ÜSTE SALDIRILAR
urası Hitit İmparatorluğunun batı sınırını gösteren tek kanıttı. 3300 yıllık kral rölyefi ve hiyeroglif buradaydı. Anadolu’nun en eski lisanı burada okunmuştu.
NEREDE: İzmir’de, Kemalpaşa-Torbalı karayolunun yanında.
NEDEN ÖNEMLİ: Yüksek, kayalık tepelerle çevrili antik Mira ülkesinin girişinde bir kayaya oyulan 3300 yıllık Kral Tarkasnava rölyefi, Hitit İmparatorluğu’nun uzun zamandır tartışılan batı sınırını gösteren yegane kanıt. Batıda, Anadolu’nun bilinen en eski lisanı Luvice’nin görüldüğü en önemli anıt. Rölyefin yanında kralı tanıtan hiyeroglif yer alıyordu. 1839’da Fransız gezgin Charles Texier’in keşfettiği anıtın önemi dört yıl sonra Çorum Boğazköy’deki kabartmalarla benzerliği fark edilince ortaya çıkmıştı.
NE OLDU: Birkaç yıl önce anıta evvela asit atıldı. Ardından bulunduğu kaya bloku boydan boya asitle yıkandı. Muhtemelen dinamit yerleştirmek için keskiyle 10 santimetrelik delik açıldı. Yazılar ve rölyefteki detaylar kayboldu. Anıt başında rastladığımız bir İzmirli, beş yıl önce zeminde koç başı ve yılan rölyeflerinin bulunduğunu söyledi; kaybolmuş. Geçidi düşmanlardan koruma amacıyla yapılan ikinci rölyef ve yazıtlar 1977’de yol yapımında yok edilmişti.
KESKİLİ MATKAPLA KAZINDI
KÜÇÜK KAPIKAYA
DİNAMİTTEN KURTULMUŞTU
NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Döğer kasabası ile Leğen Köyü arasında.
NEDEN ÖNEMLİ: Yaklaşık 2600 yıllık dini anıt Anadolu’nun ortak simgesi, bereket tanrıçası Kibele’nin erken dönem nadir tasvirlerinden biriydi.
NE OLDU: Kaya kütlesinin içinde mezar arayan defineciler dinamitle üst bölümü uçurdu. Kibele rölyefinin yanına matkapla delik açıp, arkada bölme olup olmadığını kontrol ettiler. Tüm bu saldırılardan kurtulan anıt, yakın geçmişte keskili matkapla tamamen kazındı.
DERİN YARIKLAR AÇILDI
BÜYÜK KAPIKAYA
GERİYE HİÇBİR İZ BIRAKMADILAR
NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Üçlerkayası Köyü yakınlarında.
NEDEN ÖNEMLİ: Kayalara oyulmuş antik at arabası yolunun kıyısına yerleştirilmiş, türünün nadide örneği yol tapınağı yaklaşık 2700 yıllıktı. Yekpare kayanın yüzeyine geometrik desenler işlenmiş, içindeki pencereye Kibele rölyefi yapılmıştı. Kültür turizminde önemli olan Frig Yolu parkurunun en önemli anıtlarından biriydi.
NE OLDU: Kayadaki Kibele rölyefi tamamen kazındı. Matkapla rölyefin ayak bölümüne derin yarıklar açıldı.
KESKİYLE YOK EDİLDİ
AYAZİN ASLANLI MEZAR
MEDUSA’LARI KAZIDILAR
NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Ayazin Köyü’nün girişinde.
NEDEN ÖNEMLİ: Frig sanatının Roma döneminde de tüm canlılığıyla devam ettiğini gösteren 1800 yıllık aile mezarı ustaca işlenmiş figürleriyle sıradışı bir eser.
NE OLDU: Giriş kapısının üstünde büyük Medusa, iki yanında aslan, üstteki bölümde küçük bir Medusa figürü bulunuyordu. Medusa’lar keskiyle yok edildi. Mezar odasının kapısının iç yüzeyinin iki yanındaki Romalı giysili kadın ve erkek figürleri matkapla, kapının iç yüzeyinin üstündeki Medusa figürü keskiyle ortadan kaldırıldı.
MATKAPLA DELİNDİ
ASLANKAYA
AFYON’U DÜNYAYA TANITIYORDU
NEREDE: Afyon’da Frig yaylaları olarak bilinen bölgede. Döğer beldesi sınırları içinde.
NEDEN ÖNEMLİ: 20 metre yüksekliğindeki Frig anıtı 2600 yıllık. Açılmış bir kapının ardında, yanında iki aslan bulunan Tanrıça Kibele görülüyordu. Anıttaki mimari unsurlar başta Antik Yunan olmak üzere pek çok uygarlığa tapınak mimarisi konusunda öncü oldu, ilham verdi. Fotoğrafı Afyon’un uluslararası tanıtımında kullanılıyor.
NE OLDU: 1995’te yüzeyi dinamitlenmişti, bu kez matkaplı saldırıya uğradı. Rölyefin bacak bölgesinde derin bir delik oluşturuldu, tavana uzanan kabartma kazındı.
DİNAMİTLE PARÇALANDI
YILANTAŞ
SALDIRGANIN İMZASI KAYADA
NEREDE: Afyon’un İhsaniye İlçesi'ne bağlı Kayıhan kasabasındaki Göynüş Vadisi Örenyeri’nde.
NEDEN ÖNEMLİ: Aslantaş, Maltaş gibi Frig kral mezarlarının bulunduğu alanda, Yılantaş’ın yanı başındaki kitabe bu yapıları anlamamızı sağlayan ipuçları içeriyordu.
NE OLDU: Dinamitlenen yazıt okunamayacak halde parçalandı. Saldırganlar, yazıta 20 metre uzakta, yol kıyısındaki büyük bir taşın üstüne, yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde, 2.5 metre genişliğinde mavi boyayla şu mesajı yazdı: “Vur dumana, gel imana, be Üskül”...
Hürriyet, Haber: Serhan Yedig, Fotoğraflar: Selçuk Şamiloğlu, 23.04.2016
|
OYA ECZACIBAŞI: NEW YORK METROPOLITAN MÜZESİ'NDEN
SONRA BİZ GELİYORUZ
Hedefe odaklı ve mükemmeliyetçi bir işkadını Oya
Eczacıbaşı. 17 yıllık mücadelenin sonunda 2004’te
Türkiye’nin hayalini kurduğu çağdaş sanat müzesine
bizleri kavuşturdu.
12 yılda müze o kadar
hızlı gelişti ve öyle güzel sergilere ev sahipliği
yaptı ki 11 yılda 115 sergiyle ziyaretçi sayısı 6
milyonu çoktan aştı. Sosyal medyada takipçi sayısı
New York Metropolitan Müzesi’nden sonra 11’inci.
Şimdi sırada acayip bir sergi daha var.
İstanbul Modern
Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı röportaj
vermeyi pek sevmez ama biz kendisini uzun uğraşlar
sonunda ikna ettik. İşte liseye kadar Fransa’da
yaşayan, o yıllarda hayalini kurduğu müzeciliğin
eğitimini alan, ata binmeyi çok seven Eczacıbaşı’nın
İstanbul Modern’e dair yeni planları ve özel
hayatından kesitler.
“Müzecilik
sizin misyonunuz” diyebilir miyiz?
Bu soruyla çok
karşılaşıyorum. Babamın Strasbourg Üniversitesi’nde
görev aldığı yıllarda, 3 yaşından 18’ime kadar
Fransa’da yaşadım. Yuvadan itibaren liseyi de orada
okudum. O dönemde yurtdışında müzeleri gezerken,
ülkemin çağdaş sanat alanındaki eksikliklerini görme
imkanım oldu. Ailemin bu konudaki yorumları da beni
etkilemiş olabilir tabii. Hep bu alanda bir şeyler
yapmak istedim. O yüzden lisansüstü eğitimimi müze
işletmeciliği üzerine İngiltere’de tamamladım.
Türkiye’de
ekol olabilecek bir projeye imza attınız ve İstanbul
Modern’i kurdunuz. Bu fikir, o yıllarda kafanızda
var mıydı?
İstanbul’da bir modern
sanat müzesi kurma fikri, 30 yıl önce ortaya çıktı.
1987’de ilk kez düzenlenen Uluslararası İstanbul
Bienali sırasında şehrimizin modern bir müzeye olan
ihtiyacı görülmüştü. Başta İKSV Başkanı rahmetli
Nejat F. Eczacıbaşı olmak üzere pek çok sanatsever,
bu ihtiyacın giderilmesi için o dönemde harekete
geçti. Ben de başından beri bu projede yer almak ve
bu hayali gerçeğe dönüştürmek için elimden geleni
yapmak istedim. Fikir aşamasının gerçeğe dönüşmesi
2004’ü buldu.
Zor oldu mu
peki?
Hem de nasıl! Sonuçta
17 yıllık bir mücadeleydi. 2003’te şu oturduğumuz
yer, tamamen örümcek ağlarıyla doluydu. Film seti
olarak kullanılan bir antrepoydu burası. Düşünün ki
gümrüklü alan olduğu için balkona çıkmak bile
yasaktı. Şu anda Boğaz’ı ve çağdaş sanatı buluşturan
bir yer haline geldi.
İstanbul
Modern çatısı altında neyi hedeflemiştiniz?
Modern ve çağdaş sanat
farkındalığını artırmak ilk hedefimizdi. Bu alanda
öncü olduk. Tabii ki en büyük amacımız müze
ziyaretini bir alışkanlık haline getirmek ve
ilgiyi sürekli kılmaktı. Tate, MoMA, Centre Georges
Pompidou gibi yurtdışındaki örneklere baktığımızda,
bu müzeler birbirlerinden farklı yapılara sahip. Ama
ortak noktası hayatın içinde yer alan mekanlar
olmaları. Biz de İstanbul Modern’de en başından beri
bunu hedefledik. Bağışlarla her geçen gün güçlenen
koleksiyonumuzu sergiliyor ve süreli güncel
sergilerimizi düzenliyoruz. Ayrıca her yaşa uygun
eğitim programları, sinema, kütüphane, dolu dolu
etkinlik programları, tasarım ürünlerinin bulunduğu
mağaza, restoran ve kafemizle sürekli yaşayan ve
yaşatan bir müze olmayı başardık.
‘MÜZEYE GİREN
İLK YAPIT ÜNLÜ RESSAM ZEID’DEN OLDU’
Müzeye gelen
ilk parça neydi, hatırlıyor musunuz?
Unutmam mümkün değil!
İstanbul Modern daha fikir aşamasındayken dünya
çapında ünlü sanatçımız Fahrelnissa Zeid’in
“Cehennemim” adlı başyapıtını, ailesi armağan
etmişti. Müzeye giren ilk yapıt da o oldu.
İstanbul
Modern’de şu ana kadar kaç sergi yaptınız? En
önemlileri, akılda kalanlar hangileri?
11 yılda 115 sergi
düzenledik. Küratöryel ekibimizin büyük bir özen ve
yoğun çalışmaları sonucu hazırlanan sergilerimizin
her biri ayrı önem ve değere sahip. Ama elbette
Fikret Mualla’nın en kapsamlı retrospektifinin yeri
her zaman ayrı. Mualla’nın özgün dünyasını tematik
ve tarihsel olarak bütün boyutlarıyla yansıtmasının
dışında, İstanbul Modern’de düzenlenen ilk
retrospektif olması itibarıyla da bizim için önemli
bir sergiydi.
6 MİLYON
ZİYARETÇİ
Yılda yaklaşık
kaç kişi müzeyi ziyaret ediyor?
Kuruluşumuzdan bu yana
6 milyonu aşan bir izleyici kitlesine ulaştık. Her
yıl ortalama 650 bin ziyaretçimiz oluyor. Eğitim
programlarımızdan yararlanan çocuk ve genç sayısı
ise 650 bini aştı.
Peki günlük
kaç kişi?
Son dönemde İstanbul’a
gelen turist sayısında düşme olduğu için bu bize de
yansıdı. Ancak yine de İstanbul’a gelen turistin
Topkapı, Sultanahmet gibi Tarihi Yarımada’yı
gezdikten sonra ziyaret listesinde ilk sıradayız.
Ortalama günlük 2 bin, 2 bin 500 ziyaretçimiz
oluyor.
İstanbul
Modern’in yabancı ziyaretçisi çok. Bu durumun
Türkiye’nin tanıtımına büyük katkısı var.
Kesinlikle haklısınız.
Ziyaretçi sayılarına baktığımızda yüzde 40 ile 50
arasında yabancıların olduğunu görüyoruz. Her geçen
yıl bu sayının artması bize İstanbul Modern’in
uluslararası çağdaş sanatın izlendiği bir çekim
alanı haline geldiğini gösteriyor. Kuruluş
amaçlarımızdan biri Türkiye’nin sanatsal
yaratıcılığını yurtdışına tanıtmak ve taşımaktı.
Daha yolun başındayız ama doğru yolda olduğumuzu
bilmek bizi motive ediyor.
İngiltere
Kraliçesi II. Elizabeth de müzeyi ziyaret etmişti
değil mi?
Evet. Yaklaşık 8 sene
önce ziyaret etti. Tasarım sergimizi gezip
geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybeden ünlü mimar
Zaha Hadid’in kısa bir sunumunu dinledi.
Atölyelerimize katılan çocuklarla birlikte vakit
geçirerek, onlarla sohbet etti. Çok etkilendiğini
söyleyebilirim.
Zaha Hadid’le
röportaj yapma fırsatım oldu, dünya için çok büyük
bir kayıp...
Evet gerçekten de çok
erken bir kayıp oldu. Tasarım dünyasının duayeniydi.
Kraliçe II. Elizabeth’le de müzemizde tanışmıştı.
Şu ana kadar
pek çok ödül de aldı İstanbul Modern, hangi
ödüllerdi?
Farklı kategori ve
özelliklerde 20’nin üzerinde ödül aldık. Avrupa
Müzeler Forumu Özel Ödülü ile Cumhurbaşkanlığı
Kültür ve Sanat Özel Ödülü son aldığımız ödüller.
Paris’teki
“Centre Georges Pompidou” ile Genç İstanbul Modern
arasında ne tarz bir işbirliği var?
Paris’teki Centre
Pompidou ile 9 yıldır devam eden bir eğitim
işbirliğimiz var. Eğitim sponsorumuz Garanti
Bankası. Onların katkılarıyla Genç İstanbul Modern
eğitim programını başlattık. Centre Pompidou yılda 2
defa okul öncesi, okul çağı çocuklar ve ailelerine
yönelik özel olarak hazırlanan yaratıcı programları
bizimle paylaşıyor. Bu işbirliği çerçevesinde birkaç
hafta önce çocuklara yönelik “Eğlenceli Fikirler
Merkezi” adlı bir atölye başlattık.
Yeni Zelandalı sanatçı
Peter Robinson’ın çocuklar için tasarladığı bu
atölye, biçimlerin keşfedilmesini ve yeni oyunlar
yaratılmasını sağlıyor.
DESTEĞİN
SÜREKLİLİĞİ ÖNEMLİ
Genç
sanatçılara nasıl bir katkı sağlıyorsunuz?
Aidatlarından sağlanan
gelirle İstanbul Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu’na
genç sanatçıların yapıtlarının katılması için kaynak
oluşturuyoruz. 2013-2014 yıllarında Genç Modern
üyelerinin katkılarıyla oluşturulan Genç Modern Fonu
ile Fikret Atay’ın “Tinica” adlı videosu, Vahap
Avşar’ın “Kara Albüm” serisinden iki çalışması,
Ferhat Özgür’ün “Şarkı Söyleyebilirim” adlı videosu
ve Vahit Tuna’nın “Sunshine” adlı yerleştirmesi
İstanbul Modern koleksiyonuna kazandırıldı.
Türkiye’de
kültür-sanat denildiğinde ilk akla gelen
isimlerinden birisiniz. İş dünyasının sanata
bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kültür-sanat
organizasyonları ve kurumlarıyla yan yana duran
şirketlerin önemli bir prestij ve ayrıcalık
kazandığına inanıyorum. Ancak bu alan, kısa vadeli
bir destek alanı değil. O yüzden şirketlere olan
kalıcı etkisi de ancak sürekliliği olması durumunda
gerçekleşiyor. Destekçilerimizin sürekli olduğunu
görmek bizleri umutlandırıyor.
Sosyal
sorumluluk projelerinde yer alıyor musunuz?
Topluma fayda
sağlayacak projelerde elimden geldiğince yer almaya
çalışıyorum. Bizim için en büyük sosyal sorumluluk
projesinin İstanbul Modern çatısı altında
gerçekleştirdiğimiz, toplumun her kesimine hitap
eden eğitim programları olduğunu düşünüyorum.
Bu eğitim
programları nedir?
Dezavantajlı sosyal
gruplarla bedensel ve zihinsel engelli çocuk, genç
ve yetişkinler için özel eğitim programları
tasarlayıp uyguluyoruz. Görme engelli çocuklar için
düzenlediğimiz “Dokunduğum Renk”, uzman eşliğinde
sergi gezilerini, atölyede gerçekleştirilen
uygulamaları ve sesli betimlemeli film
gösterimlerini kapsıyor. Ayrıca özel öğrenme
gereksinimli çocuklar için fiziksel, sosyal ve
zihinsel bağlamda farklı deneyim alanları yaratan
“Buluşma” projesini de gerçekleştiriyoruz. Bu
projede özel öğrenme gereksinimi olan çocukları
liseli gençlerle bir araya getirererek
kaynaşmalarını sağlıyoruz. Böylece gönüllü
gençlerin, kültürel yaşamda sosyal sorumluluklar
üstlenmesine de aracı oluyoruz. 23 Nisan haftasında
da binlerce çocuğumuzu her yıl farklı temaların
işlendiği bir şenlikte müzemizde ağırlayarak,
sanatla buluşmalarını sağlıyoruz.
'KAYBOLMAKTA
OLAN ZANAAT VE EL SANATLARINI ÜNLÜ SANATÇI VE
TASARIMCILARLA BULUŞTURUYORUZ'
Yeni projeler
neler?
İstanbul Modern
Zanaat, Sanat ve Tasarım Platformu’nun ilk projesini
tamamlamak üzereyiz. İstanbul Kalkınma Ajansı
desteğiyle gerçekleştiriyoruz. Yeni projeyle
kaybolmakta olan zanaat ve el sanatlarını ünlü
sanatçı ve tasarımcılarla buluşturuyoruz. Bakır,
ahşap, cam, kemik ve sedefle geleneksel üretim
tekniklerini yeniden yorumlayarak tasarıma
dönüştüren bir proje. Bu projeye 5
sanatçı/tasarımcı, 4 zanaatkar katıldı.
Bu muhteşem
bir proje. Hangi sanatçı ve tasarımcılar katılıyor?
Atilla Kuzu bakır,
Hatice Gökçe kemik, Adnan Serbest ahşap, Ekrem
Yalçındağ sedef ve Seyhun Topuz’un cam için
yorumladığı tasarımlar, çok değerli zanaatkarların
dokunuşuyla yeni ürünler olarak ortaya çıktı.
Haziran ayında yeni sergilerimiz olacak. İnci
Eviner’in retrospektifi bunlardan biri. Şu anda
yoğun bir şekilde yeni sergilere hazırlanıyoruz.
Bu kadar büyük
bir organizasyonun finansı, işletmesi zor olmuyor
mu?
İstanbul Modern’de bir
ilki gerçekleştirdik. Özel sektör, kamu ve yerel
yönetimin desteklediği bir sinerji oluşturduk.
Toplumsal sorumluluk taşıyan kuruluşlar, İstanbul
Modern’de gerçekleşen değişik etkinlikler ve
sergileri destekliyor. Eğitim bölümümüzün ana
sponsoru 11 yıldır Garanti Bankası. Sosyal projeler
alanında ise Şekerbank ve BASF’den destek alıyoruz.
Ücretsiz girişin sağlandığı “Sizin Perşembeniz”
gününün sponsoru Ülker mesela. Turkcell’in teknoloji
sponsorluğu da bizim için çok değerli. Son olarak
Turkcell ile birlikte dünyadaki çok önemli müzelerde
dahi bulunmayan Beacon teknolojisini hayata
geçirdik. Bu teknolojiyle ziyaretçilerimiz
yapıtlarla ilgili yazılı ve görsel bilgiye akıllı
telefonlarından ulaşabiliyor. Öte yandan çok sayıda
kuruluş ve Eğitim Dostları’nın desteğiyle
kaynaklarımızı güçlendiriyoruz.
‘BİR MÜZEYİ
DESTEKLEMEK ÜLKEMİZDE ÇOK YENİ BİR KAVRAM’
Gala Modern’i
de kastediyorsunuz değil mi?
Gala Modern gecesini
müzemizin eğitim programlarını desteklemek amacıyla
2009’dan beri gerçekleştiriyoruz. Bir müzeyi
desteklemek ülkemizde çok yeni bir kavram. İstanbul
Modern Kültür Elçilerimiz, yurtiçi ve yurtdışından
sanatçıların verdiği destekle geceden elde edilen
geliri, çocuk ve gençlerin eğitim programlarını
çoğaltmak ve zenginleştirmek için değerlendiriyoruz.
Bir üyelik
programınız var. Bir müzeye üye olmak ne demek,
nasıl üye olunur?
Sanatın iyileştirici
ve dönüştürücü gücüne inanıyorum. Müzemize üye olan
destekçilerimiz de buna inanan sanatseverlerden
oluşuyor. Kurumsal ve bireysel üyelik programlarımız
mevcut. Çok yeni olarak “Yaşa, Paylaş, Keşfet, İzle”
kampanyasını başlattık.
Amacı nedir bu
kampanyanın?
Müzenin yaşanması
gereken bir mekan olduğunu anlatmak istiyoruz. Şu
anda 6 farklı üye kategorisinde 2 bini aşan üye
sayımız var. Üye profilimiz oldukça farklılık
gösteriyor.
Üyeleriniz
kimlerden oluşuyor?
Üyelerimiz sadece
sanatla iç içe olan bir kesimden değil, hemen hemen
her sektörden. Bireysel, aile ve indirimli
üyeliklerimize ek olarak Genç Modern, gümüş ve altın
üyelerimize hem müze içi hem de müze dışında çok
özel sanat etkinliklerine katılma imkanı sunuyoruz.
Bu çok güzel
bir teşvik...
Üyelerimizin modern
sanatın Türkiye ve dünyadaki gelişimini takip
etmesine ve ülkemizin kültür-sanat hayatının
gelişimine katkıda bulunmalarına aracılık ediyoruz.
Üyelerimiz müzedeki etkinliklerin dışında, galeri ve
sanatçı atölyelerine yapılan ziyaretler,
koleksiyoner buluşmaları, küratör eşliğinde rehberli
turlar, sergi açılışları, film öngösterimleri,
yurtdışı gezi programları gibi çok çeşitli sanatsal
aktivitelere katılıyor.
'KIZIM GENÇ
MODERN'İN KURUCULUĞUNU ÜSTLENDİ'
Bülent Bey
projelerinizde size destek olur mu?
Tabii ki. Sanata ve
özellikle modern sanata olan ilgisi sebebiyle her
zaman destek oluyor.
Eşiniz Bülent
Eczacıbaşı da siz de hedefe odaklısınız? “İkinizin
de mükemmelliyetçi bir tarafı var” diyebilir miyiz?
Hedefe odaklı
olduğumuzu söyleyebilirim. Sanırım biraz var...
Çocuklarınızın
sanata merakı var mı?
Emre de Esra da
çocukluklarından beri sanatla iç içe. Çeşitli ilgi
alanları var elbette. Esra, 21-40 yaş arası üyelik
programımız olan Genç Modern’in kuruculuğunu
üstlendi. Onların iyi bir eğitim alıp kendilerine
heyecan veren amaçların peşinden gitmeleri ve
dünyaya açık insanlar olmaları bizim için en önemli
değer. Sanatı da hayatlarının bir parçası haline
getirmelerinden son derece mutluyum.
Gününüz müzede
mi geçiyor?
Zamanımın çoğunu
İstanbul Modern’de geçirmeye çalışıyorum. Müzedeki
ekip arkadaşlarımla birlikte yoğun bir çalışma
temposu içindeyiz. Küratöryel, eğitim, pazarlama,
sinema, sponsorluk, üyelik ve etkinlik
departmanlarındaki arkadaşlarla birlikte müzemizin
yeni projeleri üzerinde hiç durmadan, heyecanla
çalışıyoruz.
Sosyal medya
ile aranız nasıl?
Kişisel olarak değil
ama müze olarak sosyal medyada başarılı olduğumuzu
söyleyebilirim. Twitter’da 1 milyon takipçiyi aştık,
dünyadaki en önemli müzelerle karşılaştırdığımızda
11’inci sıradayız. New York Metropolitan Müzesi’nden
sonra biz geliyoruz.
İstanbul
Modern’in tarihçesini ve başarı hikayesini bir
kitapta buluşturmayı düşünüyor musunuz?
Keşke. Umarım
gelecekte bir gün kuruluş hikayemizi bir kitapta
toplayabiliriz.
Galataport
projesi İstanbul Modern’i nasıl etkileyecek?
Şu anda proje süreci
devam ediyor. Biz de süreci takip ediyoruz. İstanbul
Modern’i yenilemek amacıyla projelerimiz olacak.
Habertürk, Haber: Dilek Birgen, 24.04.2016
|
TARLADA ROMALILARDAN KALMA ODA MEZARI BULUNDU
Bursa'nın İznik İlçesi'nde Roma dönemine ait olduğu
sanılan oda mezarı bulundu.
Hisardere yolu Bayırdibi mevkiinde Hasan Kaya
adlı vatandaşa ait tarlada ortaya çıkan tarihi mezar
için müze yetkilileri seferber oldu. Uzun süre önce
defineciler tarafından kazıldığı ve üzeri tahta ile
kapatılıp toprak ile örtüldüğü anlaşılan mezar,
tarla sahibi Kaya’nın çift sürdüğü sırada ortaya
çıktı. Kaya, ortaya çıkan dehlizi müze yetkililerine
bildirdi. Roma dönemi oda mezara ulaşmak isteyen
arkeologlar, sondaj çalışması yürütüyor.
Yine
aynı noktada başka bir tarla sahibine ait arazide
geçen yıl lahit mezar bulunmuştu. Hisardere yolu
Bayırdibi mevkiinde ki tarım alanının Roma döneminde
şehir mezarlığı (akropol) olduğu sanılıyor.
Akşam, 23.04.2016
|
KUŞLAR DİNOZORLAR GİBİ YOK OLMAKTAN NASIL KURTULDU?
Bir göktaşı 66 milyon yıl önce dünyaya çarpıp da
herşeyi yakar ve dinozorların çoğunun soyunu
tüketirken, çağdaş kuşların ataları bu felakette yok
olmaktan nasıl kurtuldu?
Uzmanlara göre,
gagalarının yardımıyla tohumları yiyebilmeleri
sayesinde.
Göktaşının dünyaya
çarpmasıyla birlikte dünyanın iklimi değişti ve
ortalığı kaplayan bulutlar
güneş ışıklarını perdeledi.
Nükleer felakete
benzer bu koşullarda güneş ışığının kesilmesi
fotosentezi engelleyince önce bütün bitkiler yok
oldu.
Bu durumda da önce
otobur dinozorlar, sonra da onları yiyerek beslenen
etobur
dinozor türleri hızla yokoldular.
Fakat gagalı
dinozorlar yani bugünkü kuşların ataları bu
felaketten kurtulmayı başardı.
Çünkü toprakta bitip
tükenmez birikmiş bir tohum hazinesi vardı, tabii
gagası olana...
Dişsiz kuşlar
Yapılan bir araştırma
dişsiz ama gagalı, kuşa benzer dinozorların,
göktaşının dünyaya çarpışını izleyen felaket
dönemini, beslenme biçimleri sayesinde atlatmış
olabileceklerini ortaya koyuyor.
Toprağa karışmış tohumlar, yeryüzü yeniden yeşerene
ve bitki türleri gelişene kadar
kuş soyunu ayakta tutmuş görünüyor.
Current Biology adlı
dergide yayımlanan araştırmaya göre bu durum,
günümüzdeki hiç bir kuşun gagasında neden diş
bulunmadığını da açıklıyor.
Araştırmacılar
Maniraptoranlar diye adlandırılan, kuş benzeri
dinozorlara ait 3 binden fazla diş fosilini
inceledi.
Bu dinozorlar
günümüzdeki kuşların en yakın akrabaları arasında.
Bugünkü kuşlar olmazdı
Fakat Mesozoik dönemin
sonunda dişleri olan kuşların da içinde bulunduğu
birçok kuş benzeri dinozor da yok oldu.
Araştırma ekibi
kalanların, yani günümüz kuşlarının atalarının ise
beslenme biçimleri sayesinde kurtulduklarını ve
bugünün kuşlarına evrildiklerini düşündü ve
incelemelerini bu varsayım üzerine kurdu.
Sağ kalabilmek için
kuşların atalarının, tohumları kırıp içini
yiyebilecek kuvvette muhtemelen kısa gagaları olan
dinozorlar olması ya da buna evrilmesi gerektiği
sonucuna vardılar.
Araştırma ekibinin
başkanı Toronto Üniversitesi'nden Derek Larson,
"Eğer bu tohum yiyen kuşsu dinozorlar bu felaketi
atlatamasaydı
bugün çevremizde gördüğümüz kuş türlerinin
önemli bir kısmı da olmayacaktı,
dünya çok daha farklı bir yer olacaktı" diyor.
Larson bunun bir
istisnasının belki böcek yiyerek sağ kalabilen bir
kaç kuş türü olabileceğini ekliyor.
Hürriyet,
23.04.2016
|
TALAN EDİLEN ATİKHİSAR TÜMÜLÜSÜ SİT ALANI İLAN
EDİLDİ
Çanakkale’de Atikhisar Barajı’na 1,5 kilometre
mesafede bulunan ve define avcılarının adeta talan
ettiği Atikhisar Tümülüsü’nün bulunduğu bölge
Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Müdürlüğü’nün aldığı karar ile 1. Derecede Sit Alanı
ilan edildi.
Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Müdürlüğü’nün 2016 yılının Mart ayında yaptığı
toplantısında Arkeologlar Ali Güçlü ile Hakan
Başyeğit’in raporu ele alındı. Arkeologlar
yazdıkları raporda söz konusu Tümülüs mezarın il
merkezine bağlı Saraycık Köyü sınırları içerisinde,
Çanakkale-Çan yolunun kenarına yakın kısımda
Atikhisar Kalesi ve barajına 1,5 kilometre mesafede
yer aldığını belirterek, “Tümülüs tarım arazileri
ortasında yer alan doğal bir tepe üzerinde yer
almakta olup, küçük kazılar sonucu buluntular etrafa
saçılmıştır. Etrafa yayılan buluntuların büyük
çoğunluğunu antik dönem mezarlarında kullanılan
kapak kiremit parçaları oluşturmaktadır. Kaçak kazı
çukurlarında herhangi bir mimari buluntuya
rastlanmamış olup, mezar kiremitlerinin yoğunluğu
göz önüne bulundurulduğunda alanda kısmen tahrip
edilmiş Geç Roma veya Bizans Dönemine
tarihlendirilecek bir mezar olduğu düşünüldüğünden
burasının tescil edilerek koruma altına alınması
gerekmektedir” dediler.
Rapor doğrultusunda bölgede incelemelerde bulunan
Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü
uzmanları da yaptıkları araştırmalarda bu yerin 1.
Derecede Arkeolojik Sit Alanı olmasına karar vererek
bunu onayladı.
Alınan kararla 1. Derecede Sit Alanı ilan edilen
bu bölgede kaçak kazılar ve yapılaşma ile tarımsal
faaliyetlerin de önüne geçilmiş oldu. Bu bölgede
ileriki yıllarda kazıların yapılması ile yeni
bulgulara ulaşılması bekleniyor.
Çanakkale
Travel, Haber: Ayhan Öncü, 22.04.2016
|
ANTAKYA'DA 'NEŞELİ OL, HAYATINI YAŞA' YAZILI MOZAİK
BULUNDU
Antakya’da yürütülen kazı çalışmalarında üzerinde
Grekçe "Neşeli ol hayatını yaşa" yazılı mozaik
bulundu. Hatay Arkeoloji Müzesi Arkeoloğu Demet Kara
bulunan mozaikle ilgili olarak, "Türkiye'de eşi
olmayan bir mozaik. İtalya'da buna benzer bir mozaik
var. Ama bu daha geniş kapsamlı. Milattan önce 3.
yüzyıla ait olması açısından önemli" dedi.
Kentte 2012 yılında
teleferik projesinin yapımı sırasında tarihi
kalıntıların bulunması üzerine İplik Pazarı
mevkisinde başlatılan kurtarma kazısında, yeni
kalıntılar tespit edildi. Hatay Arkeoloji Müzesi
Arkeoloğu Demet Kara, bölgede 2012 yılında çalışma
yapmaya başladıklarını, 2013'te devam ettiklerini,
bu yıl da Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle
çalışmaları yürüttüklerini söyledi. Şu an kazı
yapılan alanın Roma döneminde Antiocheia olarak
adlandırılan antik kentin bir mahallesinde
bulunduğunu ifade eden Kara, bölgenin Orta Çağ'dan
Roma Hellenistik döneme kadar inen bir katmana sahip
olduğunu kaydetti.
Antiocheia'nın Roma
döneminde dünyanın üçüncü büyük şehri olduğuna
dikkati çeken Kara, şöyle konuştu:
“Antiocheia, çok önemli zengin bir şehirdir. O
dönemde kentte mozaik okulları ve Antiocheia'ya özgü
darphaneler var. Gaziantep'teki Zeugma, burada
yetişen ustaların yetiştirdiği kişiler tarafından
yapılmış bile olabilir. Antiocheia mozaikleri dünya
çapında önemli mozaikler. Kazı alanındaki taş döşeli
cadde, Kurtuluş Caddesi'nden gelen Antik Roma yoluna
paralel olarak uzanmakta. Bu konuda bilimsel
danışmanımız olan Mustafa Kemal Üniversitesinden
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hatice
Pamir'in Antiocheia Kenti üzerine bilimsel
çalışmaları var."
Dünyada eşi olmayan mozaiklerden birinin Hatay'da
bulunduğunu ve üzerinde Grekçe, 'neşeli ol hayatını
yaşa' yazdığını ifade eden Kara, şu bilgileri verdi:
"Doç.Dr. Pamir, onu 'iskelet mozaik' olarak
adlandırdı ve mozaik üzerinde yaptığı bilimsel
çalışma sonucunda, milattan önce 3. yüzyılda bir
evin yemek salonuna ait mozaik olduğunu tespit etti.
Mozaik üzerinde üç sahne var. Siyah tessara üzerine
yapılmış cam mozaikler. Roma döneminde elit sınıfın
arasında sosyal etkinlik olarak iki şey çok önemli.
Biri hamam olayı ikincisi ise akşam yemeği. Birinci
sahnede bir zenci, kürekle ateş atıyor. Bu hamamı
simgeliyor. Orta sahnede ise güneş saati ve ona
koşan giysili bir genç ve arkasında çıplak kafalı
bir uşağı var. Güneş saati 9 ile 10 arasında. Saat
9.00 Romalılarda hamam saati. Saat 10.00'da ise
akşam yemeğine yetişmek zorunda. Eğer yetişmezse çok
ayıp karşılanıyor. Orta sahnede böyle bir anlatım
var. Sahne üzerinde yemeğe geç kaldığını belirten
bir yazı var. Diğerinde de zaman kavramını anlatan
bir yazı yer alıyor. Son sahnede ise ehli keyif bir
iskelet. Elinde içki kasesi yanında bir ekmek ve
şarap testisi. Onun üzerindeki yazıda da Grekçe
'Neşeli ol hayatını yaşa' yazıyor. Türkiye'de eşi
olmayan bir mozaik. İtalya'da buna benzer bir mozaik
var. Ama bu daha geniş kapsamlı. Bu sahne üzerinde
tek olması açısından ve milattan önce 3. yüzyıla ait
olması açısından önemli."
Kara, şu an Hatay
Büyükşehir Belediyesinin desteğiyle bölgede
çalışmalara devam ettiklerini kaydetti.
Cnn Türk,
22.04.2016
******
'NEŞELİ OL, HAYATINI YAŞA'
YAZILI MOZAİK İÇİN İLBER ORTAYLI'DAN ÖNERİ
Hatay’da teleferik çalışmaları sırasında bulunan
ve üzerinde ‘Neşeli
ol,
hayatını yaşa’ yazan mozaiğin de yer aldığı
İplik Pazarı mevkiindeki kazı alanında inceleme
yapan ünlü tarihçi İlber Ortaylı, çıkan mozaiğin
çok önemli, nadir bir eser olduğunu belirterek,
bu eserin olduğu yere müze yapılarak
sergilenmesi gerektiğini söyledi.
Mustafa Kemal
Üniversitesi’nde bir konferans veren ünlü
tarihçi İlber Ortaylı, daha sonra geçtiğimiz
günlerde basınla paylaşılan ünlü mozaiğin
bulunduğu kazı alanına gelerek,
Hatay Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyle
çeşitli incelemlerde bulundu. Ortaylı, Hatay
Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’tan kazı
çalışmaları hakkında bilgiler aldı.
DAHA
BURADAN NELER ÇIKACAK?
Kazı alanında
basın mensuplarına açıklamalarda bulunan İlber
Ortaylı,
Antakya’da birbirine bağlı şekilde çok
sayıda bu şekilde
mozaik olduğuna değindi. Geçmişin
Antakyası'nın ortaya çıktığını ifade eden
Ortaylı, şunları söyledi:
"Bizim
gençliğimizdeki 60’lı yıllarda bunların hiçbiri
yoktu ortada. Yeni müzeden itibaren yan yana
yapılacak kazılarda büyük mozaiklerin ortaya
çıkacağı anlaşılıyor. Çünkü burada senatöryal
ailelerin yani eyalet zenginlerinin kalabalığı
ve servetleri hudutsuz. Bunlar kendilerini ispat
etmek zorunda. Yani Roma’daki patriçe soyunun
mozaik tabanla kendini ispat etmesine gerek yok.
Ama bunlar edecek. Ve bunun için oradan ustalar
getiriyorlar. Çok
canlı şeyler, daha buradan neler çıkacak.
Onun için bu mozaik yolu projesi fevkalade
çekici bir şey. Antakya’nın da her
zaman için bir sulh ve barış içinde
yaşayacağı belli. Gelecek insanlar bunları
görecek. Yani bizim bunları görmemiz lazım. Çok
orijinal şeyler, tabi
ben oraya kadar çıkmadım bakmadım ama resmi
var elimizde. Bu yüksek seviyede bir mozaik.
İnsanlar anatomi biliyorlar Roma döneminde. Çok
güzel şeyler yapılabilir, bu güzel yani resimden
görünen bu. İnşallah değerlendirilecektir, bana
kalırsa bir ayrı binada müzede teşhiri gerekir".
MOZAİK
YOLU PROJESİ BAŞLATILDI
Mozaiğin bulunduğu
yerde eserlerin sergilenmesi için bir müze
kurulacağını belirten Hatay Büyükşehir Belediye
Başkanı Lütfi Savaş ise konuşmasına şöyle devam
etti:
"Mozaik Yolu
projemiz var, yaklaşık 3 ay önce başladı.
Mozaiği zengin olan 4 şehir var, içlerinde en
zengin olanı Hatay. Bu 4 şehri tanıtmak ve
destinasyon oluşturmak istiyoruz. Sadece bu
mozaik değil, birçok eseri bu alanda bulduk.
Hepsini topladık, şuanda müzemizle
değerlendiriyoruz. Tabi tarihi doku olduğu için
sürekli istişareler yapıyoruz, bu nedenle uzun
sürüyor. Bu arada proje çalışması da devam
ediyor. İnşallah alana bir müze yapacağız ve
orada bu mozaikle birlikte diğer eserleri de
sergileyeceğiz. Bunun gibi bir tane daha var
İtalya’da ama o bunun yanında çok amatör
kalır. İnsanlar buraya gelirken görmeleri için,
Uzun
Çarşı'dan bu yana bir arkeopark yapacağız.
Kazacağız, kazdığımız yeri camla kaplayacağız,
diğer eserleri de orada sergileyeceğiz. İnsanlar
buraya gelene kadar havaya girecekler. Bu
projeyi inşallah yıl sonu veya 2017'nin mart
ayına kadar bitirmeyi tasarlıyoruz. Hem
istasyon, hem müze, hem de teleferik bitmiş
olacak".
Hürriyet, 26.04.2016
******
HATAY'DA
ÇIKARTILAN MOZAİKTEKİ YAZI ACABA DOĞRU MU
OKUNDU?
Hatay’da bundan 2
bin 400 sene önce, Roma döneminde yapıldığı ve
üzerinde eski Yunanca “Neş’eli ol,
hayatını yaşa” sözlerinin yazılı olduğu
söylenen bir mozaik bulundu.
Hakikaten hoş, üç
panelinden ikisi sağlam kalmış, içerisinde mizah
unsuru barındıran ve anlatıldığına göre örneği
pek olmayan önemli bir mozaik... İyi güzel de,
bu enteresan arkeolojik keşif için kimi tebrik
edeceğiz? Kazıyı yapan heyette kimler var?
Heyetin başkanı kim? Mozaiği bulma şerefi kime
ait?
Hangi arkeoloğa
“Eline sağlık!” dememiz
gerektiğini bilmiyoruz, zira yapılan
açıklamalarda “Mozaik şu kişi yahut
kişiler tarafından bulundu” denmiyor,
yani isim verilmiyor, sadece “Bulundu,
edildi, çok güzel, muhteşem, eşi-örneği yok”
gibisinden sözler ediliyor, o kadar... Sangi
gökten elinde kazma-kürekle birileri inmiş,
gecelerin birinde mozaiğin bulunduğu yeri
kazmış, bulduğunu kazı yerine bıraktıktan sonra
yanlarından getirdikleri alet-edevatı da alıp
geldikleri gibi yine göğe yükselmişler!
İsmi şimdilik
meçhul olan yahut telaffuz edilmeyen bu
arkeoloğu kendi adıma tebrik ettikten sonra
aklıma takılan ve Batı’nın arkeolojik
çevrelerinde de ele alınan bir başka hususu
yazayım: Hatay’da ortaya çıkartılan mozaik
sadece bizde değil, yabancı basında da yer
buldu. Uzmanlar ve konuya aşina olanlar,
mozaiğin üzerinde eski Yunanca ile yazılmış olan
ve “Neş’eli ol, hayatını yaşa” manasına geldiği
söylenen ibareleri üç günden buyana
tartışıyor...
EV Mİ,
İMARETHANE Mİ?
Eski Grekçe’yi
bilenler, yazılanların bu şekilde tercüme
edilmemesi gerektiğini söylüyorlar. Klasik
arkeoloji gruplarında, mozaiğin aslında üç parça
olduğunu, her parçanın üzerindeki yazıların
birbirini takip ettiğini ama en sağdaki parçanın
tahrip olduğunu, dolayısı ile ortadaki ve
soldaki panelin üzerindeki yazıların tercümesi
ile yetinileceğini söylüyor ama bu iki parçadaki
ifadelerin “Neş’eli ol, hayatını yaşa”
manasına gelmediğini anlatıyorlar.
Uzmanlara göre,
mozaiğin ve yazıların şu şekilde
değerlendirilmesi gerekiyor: Mozaik bir zengin
evine değil, fakirlere çorba dağıtan, yani bizim
imarethaneler gibi faaliyet gösteren bir mutfağa
ait olmalıdır. Bu mutfağın zengin evinde
bulunması mümkündür ama mozaiğin üzerindeki yazı
fakirler ile alakalı bir faaliyet ihtimalini
güçlendirmektedir. Roma zamanında fukaraya
bedava çorba dağıtıldıktan sonra ahlaki, felsefi
ve sosyal konuşmalar yapılmakta ama gelenler
çorbalarını içtikten sonra mekandan hemen
ayrılmak, açıkçası “kaçmak”
istemektedirler. Ortadaki panelde gitmek üzere
olarak resmedilen kişi bunlardan biridir,
çorbasını içtikten hemen sonra duvardaki güneş
saatine bakarak vaktin geç olduğunu söyleyip
mekanı terketmekte, arkasındaki sakallı adam da
geri getirmeye çalışmaktadır. İfade, sol panelde
görülen iskeletin üzerindeki satırlar ile
birbirini tamamlamakta ve “Acele ile
yediğin yemeğin zevkini ölüm ile alırsın”
şekline gelmektedir.
FANİ
DÜNYEVİ ZEVKLER...
Aynı yabancı
uzmanlarına göre, mozaikte “Neş’eli ol,
hayatını yaşa” ifadesi bulunmamakta,
bambaşka şeyler söylenmektedir ve ifadenin
tamamı, tahrip olmuş olan en sağdaki panelde
bulunması gereken yazının diğer cümlelerin
siyakından hareketle tahmini ile şu şekilde
olmalıdır:
“Bütün
dünyevi zevkler fanidir. Bu evde hayır işlemek
maksadıyla sunulan yemeği gözardı edip
kaçırdığın ve sadece karnını beleşe doyurmak
maksadıyla geldiğin takdirde alacağın sadece
ölümlü bir ruhun bir anlık zevki olur”.
Batı’daki Eski
Yunan ve Roma uzmanı epigraflar, yani kitabe
uzmanları, mozaiğin üzerindeki yazılar ile
ilgili olarak işte böyle düşünüyorlar... Bu
ifade, o devirdeki hikmet sahiplerinden birinin
yine o zamanlarda meşhur olan bir sözü olabilir.
Mozaiğin zengin
evinin mutfağında değil, Batı’da şimdi
“Salvation Army” denen hayır
faaliyetlerinin yapıldığı bir başka mutfağın
duvarında bulunması da benim aklıma daha yatkın
geliyor.
Metni bizim
epigrafların mı, yoksa yabancı kitabe
uzmanlarının mı doğru okuyup yorumladıkları
eminim yakında ortaya çıkacaktır.
Habertürk,
Yazı: Murat Bardakçı, 27.04.2016
******
TARİH DE YAZI DA
YANLIŞ
Hatay’da geçtiğimiz günlerde bulunan
iskelet figürlü
mozaik arkeoloji ve bilim dünyasında
tartışmaya neden oldu. Hatay Arkeoloji
Müzesi’nce Anadolu Ajansı’na yapılan
açıklama yanlışlarla dolu. Mozaiğin tarihi
MÖ 3. yüzyıla ve Hellenistik döneme ait
olduğu, üzerinde “Neşeli ol hayatını yaşa”
yazdığı ileri sürüldü. Uzmanlar hem tarihin
hem de yazının yanlış yorumlandığını
düşünüyor.
Hatay’da 2012 yılında teleferik
projesinin yapımı sırasında tarihi
kalıntıların bulunması üzerine İplik Pazarı
mevkiinde başlatılan kurtarma kazısında
mozaikler bulundu.
Hatay
Arkeoloji Müzesi’nce devam eden
kazılarda 2 yıl önce bulunan
mozaik bilim dünyasında tartışmalara
neden oldu. Mozaik ile ilgili yapılan
açıklamadaki tarih ve Grekçe yazının yorumu
bilim insanlarını şaşırttı.
ROMA
DÖNEMİNE AİT
Mozaik uzamanı
olarak bilinen Arkeolog Prof.Dr. Levent Zoroğlu
tarihteki tutarsızlığa dikkat çekti. Zoroğlu;
“Hem Hellenistik hem Roma dönemi açıklaması
kesinlikle doğru olamaz. Roma dönemi mozaikleri
bunlar. Klikya bölgesinde örneklerine çok
rastlıyoruz. MS 3. yüzyıl olması gerekir.
Hatay’ın da kuruluş yıllarına geliyor.
Hellenistik dönemde Hatay’da kalıntı yok. Bu tür
mozaikler de olamaz.
Antakya doğunun başkenti. MÖ 3. yüzyıl
açıklaması dil sürçmesi olmalı” dedi.
SANATÇININ
İSMİ DE OLABİLİR
Eskiçağ ve antik
dönem yazıtları uzmanı Prof.Dr. Mustafa Hamdi
Sayar yazının yorum şekline itiraz ederek
şunları söyledi: “Mozaik üzerindeki Grekçe
yazının tam karşılığı ‘neşe’ demek. İsim yada
sıfat anlamında. Bu mozaikte gösterilen kişinin
de adı olabilir mozaik yapan sanatçının da.
Erkek ismi anlamında. Sonuna büyük ‘H’ harfine
benzeyen ‘E’ harfi kullansaydı dişil olurdu.
‘Neşeli ol hayatını yaşa’ gibi bir
emir kipi çıkarmak doğru değil. Çünkü orada
sadece ‘neşe’ yazıyor. Bir önceki mozaik resmini
düşünerek bir ironik anlam çıkarılacaksa da
‘Neşeli bir hayat geçir sonunda iskelet
olacaksın’ gibi filozofik yaklaşılabilir. Ama
orada resmin iki yanında aslında tek kelime
olarak ‘Neşe’ yazıyor.”
‘NEŞE
YAZIYOR’
Kazının bilimsel danışmanı Doç.Dr.
Hatice Pamir ise mozaikte ‘neşe’ yazdığını
savunuyor: “Tarih ajans haberinde yanlış
verilmiş. Mozaik için 3. yüzyıl tarihlemesi
yapınca herhalde bu çok eski milattan önce
olması gerekir düşüncesiyle verilmiş. Mozaik
üzerinde Grekçe ‘neşe’ yazdığı doğru. Temanın
bütününe bakınca ‘Neşeli ol hayatın tadını
çıkar’ anlamına geliyor. Mozaik bütününde
neşelenmeyi, eğlenmeyi öğütlüyor. Tüm bunları
yakında yayımlanacak bilimsel makalemde
açıkladım. Tartışılması beni sevindiriyor.”
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 28.04.2016
******
'İSKELET MOZAİK'
TARTIŞMASI BÜYÜYOR
Hatay’da
geçtiğimiz hafta tamamlanan kazılarda, üzerinde
Grekçe “Neşeli ol, hayatını yaşa” ve “Yemeğe
koş, geç kalma” yazısının olduğu 1700 yıllık
mozaiklerin bulunduğunun açıklanması, tarih ve
arkeoloji dünyasında heyecanla karşılandı.
Habertürk yazarı Murat
Bardakçı, “Hatay’da çıkarılan mozaikteki yazı
acaba doğru mu okundu?” sorusunu yöneltti ve
yeni bir tartışma başlattı.
Mozaikteki yazının
anlamını antik edebiyat uzmanları ile anıtlar
üzerindeki kitabeleri ve yazıları inceleyen
bilim dalı uzmanı olan epigraflara sorduk.
Mozaiğin bütününe odaklanılmadığını söyleyen
uzmanlar, “Neşeli ol, hayatını yaşa” çevirisine
katılmadıklarını söyleyerek farklı olasılıklar
üzerinde durdu.
‘PARAZİT
DENİLEN BİR TİP TANIMLANIYOR'
Haris
Rigas (Antik Yunan edebiyatı uzmanı)
“Mozaikte 3
panel yer alıyor. Ancak açıklamalarda mozaiğin
bütününe odaklanılmadı. Soldaki iskeletli
panelde yer alan ‘euphrosynos’, neşeli anlamına
gelen ‘euphron’ sıfatının şiirsel bir versiyonu.
Görselle beraber çevirisi ve esprisi: ‘Sadece
ölene kadar değil sonrasında da içelim’ anlamına
gelmekte.
Ortadaki panelde yer alan
‘trekhedipnos akairos’ yazısının anlamı ‘geç
kalmış bir şölene koşan’... MS 1. yüzyılda
yaşamış ünlü Yunan yazarı Plutarkhos’a göre,
‘şölene- koşan’ kavramı, Yunan argosunda ve
Yunan ya da Roma komedyasında çok yaygın olan
parasites (parazit) denilen bir insan tipini
tanımlıyor.
Daha düşük statüsü olan
‘parasitos’lar dost muhabbetiyle değil,
yalakalık yaparak, zenginlerin şölenlerine
bedava katılırdı. Parasitos ve trekhedeipnos
kelimeleri, ‘yalaka, fırsatçı, bedavacı ve
soytarı’ anlamlarını da taşıyor. Öyleyse
cümlenin serbest çevirisi ‘Şölene geç kalmış
bedavacı’ olur...
Paneldeki iki bedavacı
güneş saatine bakıp şölene geç kaldıklarını fark
ediyorlar. Burada belki de başka bir espri var.
Kompozisyonda ‘Geç kalmış bedavacılar gelene
kadar ben içmekten öldüm, ama yine de hoşum’
mesajı verilmiş olabilir. Burası zengin bir
ailenin şölen salonu şüphesiz. Roma ve
Hellenistik döneme ait zenginlerin şölen
salonlarında bu tür esprili yer dekorasyonları
çok yaygın.”
‘NEŞELİ OL
GİBİ BİR EMİR KİPİ YOK’
Prof.Dr. Ioanna Kuçuradi (Maltepe Üniversitesi
İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı)
“İskeletin
bulunduğu mozaikte ‘euphrosynos’ yazıyor. Bu
özel isim de olabilir, sıfat da olabilir. Nasıl
kullanıldığı net değil. ‘Neşeli durumda olan’
anlamını taşıyor. ‘Neşeli ol, hayatını yaşa’
gibi bir emir kipi yok. Ortadaki mozaikte
‘trekhedipnos’ ve ‘akairos’ yazıyor. Birinci
kelimenin imlası bozuk. ‘Akşam yemeğine koşan’
anlamında okunabilir. ‘Akairos’ ise ‘zamansız’,
‘uygun zamanda olmayan’ demek.”
‘AKŞAM
YEMEĞINE KOŞAN KİŞİ DEMEK’
Prof.Dr. Evangelia Balta (Atina Helenik Tarih
Araştırmaları Merkezi Başkanı)
“Rehed(e)ipnos kelimesi ‘akşam yemeğine koşan
kişi’, akarios da ‘doğru olmayan zamanda’
anlamına gelir. Cümle olarak ‘geciktiği akşam
yemeğine koşan kişi’ demektir.”
‘ŞÖLENLERDEKİ
BELEŞÇİLER BETİMLENMİŞ’
Doç.Dr. Fatih Onur (Akdeniz Üniversitesi Eskiçağ
Dilleri ve Kültürleri Bölümü Eski Yunan Dili ve
Edebiyatı Anabilim Dalı)
“Yazılar
belli ifadelerin kişileştirilmiş halleri.
Ortadaki figür hikayeyi anlamamız için çok
önemli. Uzun tunik giymiş kişi, bir sütun
üzerindeki güneş saatine işaret ederek uzanıyor
ve ‘akşam yemeğine koşturan/geç kalan’
anlamındaki ‘trekhedipnos’ kelimesi kullanılmış.
Bu aynı zamanda şölenlere
sızarak beleşçilik yapan kimselere de deniyor.
Hatta geç antik dönem yazıtlarından Alkiphron’da
bu sözcük, ‘akşam yemeğini daha erken yiyebilmek
için saatin çubuğunu ileri alan kimse’ için bile
kullanılmış. Burada da bu yazarın anlattığı
hikayeye bir atıf olabilir.
Tam arkasındaki yaşlı
‘akairos’ figürü ise ‘zamansız, vakitsiz,
yersiz’ olarak gösterilmiş. Zamanla ilgili bir
mesajı daha da fazla vurguluyor. Bu kişi,
Alkiphron’daki hikayede de yemek saatini
beklemeye sabredemeyen Trekhedipnos’un ikna
etmeye çalıştığı Lopadekthambos adlı arkadaşını
simgeliyor olabilir.
Soldaki figürün, yani
bir şarap amforası ve ekmeklerin arasında keyif
yapıyor olarak betimlenen iskeletin etrafındaki
yazı ise ‘hayatı keyifli yaşayan; neşeli kimse’
demek. Bu da orta sahnedeki parazit gibi yemeğe
katılmaya çalışan kişilerin, nihayetinde ölüp
iskelete döndüklerinde bile yeme içmeye böyle
devam edeceklerini zannediyor olmalarına
kinayeli bir dokundurma yapıyor.”
Habertürk, Haber: Sami
Akbıyık, 29.04.2016
|
500 YILLIK SIR ÇÖZÜLDÜ
Inka uygarlığına ait
çocuk mumyalarının sırrı çözüldü. Bilim
dünyasının uzun süredir ölüm nedenlerini bulmak için
çalıştığı mumyaların bira ve kokainle
uyuşturulduktan sonra donarak ölüme terk edildiği
anlaşıldı.
Mumyaların aradan geçen 500 yıla rağmen uyuyor gibi
görünmesi bilim adamlarını şaşkınlığa uğratıyordu.
1996’da Arjantin sınırında bulunan
çocuk mumyalar arasında 13 yaşındaki
'Llullaillaco Maiden', dört ya da 5 yaşlarında bir
erkek ve bir
kız bulunuyordu. Bradford Üniversitesi’nce
yapılan araştırmada çocukların kokainin ana maddesi
coca yaprağı ve bira yapımında kullanılan
chichaizine rastlandı. Inkalar güzel çocukları
kurban seçerek Llullaillco Dağı’na adak olarak
sunuyordu.
"ÇOCUKLARIN DOĞAL YOLLARLA ÖLMEDİKLERİNİ
BİLİYORUZ!"
Uyuşturucu maddenin etkisiyle baygınlık geçiren
çocuklar daha sonra dağın yamacına götürülerek
donarak ölüme terk ediliyordu. Araştırmanın lideri
Dr. Andrew Wilson, çocukların saçlarından alınan
numunelerde de yüksek oranda uyuşturucunun izine
rastladıklarını açıkladı. Dr. Andrew Wilson, “Artık
çocukların doğal yollarla ölmediklerini biliyoruz.
Çocuklar kurban edildi. Bu konuda tek tesellimiz
çocukların ölürken acı çekmemeleri” dedi.
Hürriyet, 21.04.2016 |
İNŞAAT KAZISINDA ROMA DÖNEMİNE AİT SÜTUNLAR BULUNDU
Vezirköprü
İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısında
Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen sütunlar ve
blok taşlar bulundu.
Cumhuriyet Mahallesi 517.
Sokak'ta bir inşaatın temel kazısı sırasında tarihi
taşlar olduğunu fark eden işçiler, çalışmaları
durdurarak ilgililere
haber verdi. Samsun Arkeoloji ve Etnografya
Müzesinden gelen arkeologlar gözetiminde çıkarılan
sütun ve
blok taşlar incelendi.
Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen sütun ve
blok taşların Samsun Arkeoloji ve Etnografya
Müzesine götürüleceği öğrenildi.
Haber 7,
20.04.2016
|
|
TARİHİ KAZI ALANINDA İNSAN İSKELETLERİ BULUNDU
Bartın'ın Amasra İlçesi'nde iki yıl önce,
bir inşaatın sondaj kazıları sırasında tarihi
yapıya rastlanmasının ardından başlatılan
kurtarma kazısında çok sayıda insan iskeleti
ortaya çıktı.
Boztepe mahallesinde bir inşaatın sondaj
kazıları sırasında 12'inci yüzyıl Ceneviz
dönemine ait olduğu tahmin edilen tarihi yapı
bulundu. Amasra İlçesi'ndeki arazilerin büyük
çoğunluğunu 3'üncü derece sit alanlarının
oluşturması nedeniyle Müze Müdürlüğü'nün
denetiminde sondaj kazıları yapılmaya başlandı.
Kazı sırasında beton bir yapıya rastlanılmasının
ardından, Karabük Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu bölgede geniş çaplı kazı ve inceleme
çalışmasının başlatılmasına karar verdi. Kazı
çalışmaları sırasında tarihi yapının içerisinde
20 insan iskeleti bulundu. Antropologların
bölgeye gelerek çalışma yapacakları belirtildi.
Kazı alanında çalışmaların titizlikle
sürdürüldüğünü vurgulayan Amasra Müze Müdürü
Baran Aydın şunları söyledi:
"Şu anda
bulunan insan kemikleriyle ilgili kesin ve net
bir bilgi vermemiz mümkün değil. Kazı
çalışmalarımız önümüzdeki günlerde devam edecek.
İnsan kemiklerinin hangi tarihe ait olduklarını
ise uzmanların incelemesinden sonra
anlayabileceğiz. Burada ortaya çıkan eserler
ilçedeki üzeri örtülü tarihi ve antik şehri gün
yüzüne çıkarma adına ümit veren bulgulardır."
DHA, Haber: Ayhan Acar, 17.04.2016
|
17 - 23 Nisan 2016
|
İSTANBUL'DA CAMİ
ÖNÜNE YAPIYA TEPKİ
Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en önemli eserlerinden
biri olan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah
Sultan için Mimar Sinan’ın Üsküdar’da yaptığı
Mihrimah Sultan Külliyesi’nin önüne yaklaşık 4 metre
yüksekliğinde inşa edilmeye başlanan prefabrik bir
yapı Üsküdarlıların tepkisini çekti.
Şikayetler üzerine yapımı
durdurulduğu öğrenilen yapının ‘Kan Merkezi’ olarak
kullanılacağı ortaya çıktı. Sahilde halen bir otobüs
mobil olarak kan merkezi hizmeti veriyor. Yapıyla
hizmetin, sabit hale gelmesinin amaçlandığı
belirtildi.
‘SİLUETİ BOZAR’
Üsküdarlılar, yapının tarihi dokuya zarar
verdiğini savunarak başka bir yere inşa edilmesini
istedi. Mihrimah Sultan Camii’ne bitişik yapılan
yapının akıbetine ilişkin, Üsküdar bölgesinden
sorumlu 6 No’lu Koruma Kurulu’ndan bilgi isteyen
Mimarlar Odası, “Kurul kurallarına aykırı, izinsiz
bir uygulama var ise ivedilikle durdurulması
konusunda” Üsküdar Belediye Başkanlığı ve İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bildirimde
bulunulduğu yanıtını aldı.
Mimarlar Odası Anadolu I.
Büyükkent Bölge Temsilciliği Yönetim Kurulu üyesi
Aysel Can Ekşi, uygulamanın bir kent suçu olduğunu
ve acilen kaldırılması gerektiğini savundu. Ekşi,
“Caminin önünde o silueti, dokuyu bozan, eserin
niteliğini ortadan kaldıran her türlü yapı
kaldırılmalıdır” şeklinde konuştu.
‘YAPI GEÇİCİ’
Tepki çeken prefabrik yapı ile ilgili Üsküdar
Belediyesi’nden bir yetkili, yapının daha hijyenik
koşullarda kan alınması için Kızılay Kan Merkezi
olarak kullanılacağını ve geçici olacağını, Üsküdar
Meydan düzenlemesinin ardından da sabit bir alana
alınacağını söyledi. Yüksekliğinin de 3 metreye
indirileceği bildirildi.
Habertürk, 21.04.2016
|
TARİHİ MEZARLIKTA
DEFİNECİLERE KAMERALI ÖNLEM
Manisa'da Hüsrevağa Külliyesi içinde yer alan,
bahçesinde 600 yıllık mezarların ve Paşa Kızı
Türbesi'nin bulunduğu tarihi mezarlık defineciler
tarafından birçok kez tahrip edildi. Define avcıları
tarafından mezarlar üç kez talan edilince Hüsrevağa
Camisi Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Kamil
Tatlıcılar'ın girişimi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından önlem alındı. Hüsrevağa Camisi Koruma ve
Yaşatma Derneği Başkanı Kamil Tatlıcılar, 16 yıldır
dernek başkanlığı yaptığını belirterek, 2015'te üç
kez definecilerin mezarlara zarar verdiğini söyledi.
Müslüman mezarlığında define
olmasının mümkün olmadığını anlatan Tatlıcılar, bu
olaylardan sonra tarihi mezarlıkta önlemleri
artırdıklarını ve alarm kurdurduklarını açıkladı.
Tatlıcılar, "Burada Osmanlı zamanında yaşamış
yaklaşık 200 kişinin mezarı var. Bu bir tarih
mirastır. Definecilerden bıkınca buraya Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından ihale ile kamera
taktırdık. Mezarlığı gören alanda 9 kamera var ve 9
alarm yer alıyor. Alarmlar direk polis merkezine
bağlı, burada kuş uçsa orada alarm veriyor ve direk
bizi arıyorlar" diye konuştu.
Tarihi mezarlıkta
kimlerin yattığının araştırılması için çalışma
yapıldığını da kaydeden Tatlıcılar, 22 gün boyunca
uzman bir ekip tarafından mezar taşlarının
okunduğunu belirterek, "Bu tarihi mirası kitap
haline getirecekler. O dönemde şehrin ileri
gelenlerinin mezarlarının burada yer aldığını
düşünüyorlar. Burada bir düzenleme yapılacak" dedi.
bursa.com, 21.04.2016
|
NEKROPOL
ÇARŞISINDA TARİHİ MEZARLARA ÖZEL KORUMA
Büyükşehir Belediyesi’nin kent merkezini turistik
cazibe merkezi haline getirecek Doğu Garajı Nekropol
Alanı projesinde, tarihi mezarlık alanını dış
etkenlerden koruyacak üst yapının taşıyıcı ayakların
montesine başlandı.
Büyükşehir Belediyesi’nin önemli rojelerinden Doğu
Garajı Kültür Merkezi ve Nekropol alanında
çalışmalar hızla sürüyor. Tarihi 3 bin yıl öncesine
dayanan nekropol alanını turistik bir cazibe merkezi
haline getirecek proje adım adım ilerliyor. Tarihi
mezarların zarar görmemesi için aylardır nakış gibi
işlenen alanda büyük bir titizlikle devam eden
çalışmada projenin üst yapı ayakları yükselmeye
başladı. Nekropol alanını dış etkenlerden koruyacak
üst yapıyı taşıyacak çelik konstrüksiyonlar büyük
bir özenle montaj ediliyor. Dev çelik ayakların
yerleştirilmesi ile proje yavaş yavaş şekillenmeye
başlayacak.
DEV AYAKLAR
YERLEŞTİRİLİYOR
Alana
yerleştirilmeye başlanan 61 çelik kolondan en büyüğü
914 mm çapında ve 11 metre yüksekliğinde. Bu dev
çelik ayaklar Nekropol alanındaki arkeolojik
buluntuları güneş ve yağmur gibi dış etmenlerden
koruyacak hafif malzemeli üst örtüyü taşıyacak.
Nekropol Alanı Projesi yaklaşık 15 milyon liraya mal
olacak.
ÇAĞDAŞ KENT MÜZESİ
‘‘Çağdaş Kent
Müzesi’’ konseptiyle düzenlenen Nekropol alanında
teşhir, canlandırma ve bilgilendirme unsurları yer
alacak. Alan süreli ve yıl boyu devam eden sergilere
ev sahipliği yapacak. Arkeolojik kazıların ortaya
çıkardığı zemin, bir
dizi platform
sayesinde çevresindeki sokak kotlarına uyumlu
olacak. Böylece yarı-açık sergileme alanları
oluşturulacak. Alt kotlarda mezarlara yakın gezinti
güzergahı ahşap, cam ve çelik elemanlar ile
tasarlanacak.Çalışmalar, Büyükşehir Belediyesi
arkeologlarının ve teknik kontrol ekibinin de dahil
olduğu kontrol teşkilatı denetiminde ve
Antalya Müze
Müdürlüğü gözetiminde, Antalya Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun kararları çerçevesinde
yürütülüyor.
ÇARŞI VE KÜLTÜR
MERKEZİ’NDE ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Öte yandan,
“Nekropol Alanı” ile ilişkilendirilerek tasarlanan
ve ihalesi yapılan Doğu Garajı Kültür ve Ticaret
Merkezi’nde de hafriyat çalışmaları başladı. Kentsel
bir kompleks olarak planlanan proje, teknik ve
lojistik üniteleri de içeriyor. Geleneksel
Çarşı kültürünü
Doğu Garajı’nda nekropolün etrafında yaşatacak
proje, kent merkezindeki ticaretin artırılmasına da
katkı sağlayacak. Proje, kültür merkezi olarak da
işlev görecek. Projede 700 araçlık bölgenin en büyük
yer altı otoparkı olacak. 25 otobüs kapasiteli park
da bu alanın içinde yer alacak. Pazar yeri ve
Festival çarşısı esnafı için dükkanlar olacak.
Geleneksel halk pazarı kültürünün de yaşatılacağı
proje içinde mağazalar restoranlar da söz konusu.
Ayrıca Büyükşehir Konservatuvarı yaşam canlılığı
sağlaması adına çarşının en üst katına taşınacak.
Bina içinde 700 kişilik konser ve tiyatro salonu
hizmet verecek. Bu proje de yaklaşık 70 milyon
liraya mal olacak.
Milliyet, 21.04.2016 |
|
HİNDİSTAN 'KUH-İ NUR' ELMASINI İSTİYOR
Kraliçe
2’nci Elizabeth’in annesi ‘Ana Kraliçe’ Elizabeth
Bowes-Lyon’ın tacındaki elmas yine İngiltere ile
Hindistan arasında mesele oldu. Hindistan Kültür
Bakanlığı, Londra Kalesi’nde sergilenen taçtaki
‘Kuh-i Nur’ (Nur Dağı) adındaki elmasın
“anavatanına” dönmesi için girişimlerin
yoğunlaştırılacağını açıkladı. Elmas 13’üncü
yüzyılda Hindistan’da 186 kırat olarak bulunmuş,
kesilip 105 kırata küçüldükten sonra defalarca el
değiştirip 1851’de İngiltere’ye getirilmişti. ‘Kuh-i
Nur’un kime ait olduğu tartışmaları İngiltere ve
Hindistan’da yüksek mahkemelere de taşınmış, her iki
mahkeme de elmasın iadesine gerek olmadığı kararına
varmıştı. Hintler, kendileri için manevi değeri
bulunan elmasın 19. yüzyılda İngiltere tarafından
“çalındığını” iddia ederken, İngiltere elmasın,
Kraliçe Victoria’ya “hediye edildiğini” öne sürüyor.
Habertürk, 21.04.2016 |
DALİ'NİN GÜNLÜĞÜ SATILIYOR
İspanyol sürrealist ressam
Salvador Dali ve
Pablo Picasso’nun da aralarında olduğu
dünyaca ünlü ressamlara ait 496 parçalık bir
koleksiyon, Fransa’nın başkenti
Paris’teki Sotheby’s Müzayede Evi’nde açık
artırmayla satılacak.
26-27 Nisan’da
düzenlenecek açık artırmada koleksiyonun toplam
4 milyon
Euro’ya satılması bekleniyor. Koleksiyonun
en dikkat çeken parçası, Dali’nin en iyi
arkadaşlarından olan sürrealist akımın önde
gelen isimlerinden Fransız şair Paul Eluard’ın
eşi Gala’ya aşkını ve onu nasıl baştan çıkarmaya
çalıştığını anlatan, özel çizimlerinin olduğu
günlüğü. Günlüğün 50 bin Euro’dan alıcı bulması
bekleniyor.
1929 yılında tanışan sanat
dünyasının ünlü aşıkları Dali ve Gala, 1934
yılında da evlenmişti.
Picasso’nun 20 mektup ve çizimleri, Rene
Magritte, Roland Penrose’nın, Joan Miro’nın
şiirleri ve fotoğrafları da açık artırmaya
çıkacak parçalar arasında.
Hürriyet,
21.04.2016
|
Musa Peygamber’in Firavun Akheton olduğunu daha önce
öne süren yazar Ahmet Osman son kitabında bu kez
Musa’nın akrabalarının hikayesini yazdı.
Ahmed Osman, Mısır kökenli
İngiliz yazar. Gençliğinde bir “Müslüman Kardeşler”
militanı olan Osman merakının peşinden giderek Antik
Mısır tarihinde uzmanlaştı. Say Yayınları daha önce
yazarın “Musa ve Akhenaton” adlı kitabını
yayınlamıştı. Osman “Kayıp Şehir: Mısır’dan Çıkış’ın
Ardındaki Arkeolojik Kanıtlar” kitabında Musa ile
Firavun Akhenaton arasında bağlantı kuruyor,
Musa’nın aslında Firavun Akhenaton olduğunu ileri
sürüyordu. Bu tez yazara başka borçlar yükledi. Eğer
Musa Firavun Akhenaton ise Musa’nın akrabaları da
Akhenaton’un çevresinden olması gerekti. “Yusuf ve
Yuya” eşleşmesi tezi de böyle ortaya çıktı.
Ama bütün bunların
gerçekleştiği tarihsel arena tarihten silinmiş
gibiydi. Kutsal Kitap’da sözü edilen “Çıkış” ve ona
sahne olan şehrin izleri kaybolmuştu. “Kayıp
Şehir”de Ahmed Osman işte o şehrin izlerini sürüyor.
ÇIKIŞ YANLIŞ YERDE Mİ
ARANIYOR
Uzmanlar Tevrat’taki
İbranilerin Mısır’dan “Çıkış”ı için kanıtları yanlış
tarihsel zaman ve yerde aramakta ısrar ettikleri
için sadece olumsuz kanıtlar bulmakta başarılı
oldular. Son yüzyılda Kitabı Mukaddes’in söz ettiği
diğer yerler kadar Mısır ve İsrail’de de birçok
arkeolojik kazı yapıldı. Ancak tüm bu çabaların
sonucunda kayda değer hiçbir kanıt elde edilemedi.
Bu başarısızlıktan dolayı ana
akım tarih ve arkeoloji anlayışı “Çıkış”ı hiç
olmamış gibi ve Kitabı Mukaddes hikâyesini de
bütünüyle kurgusal metinler olarak telakki etmeye
başladı. Mısırbilimciler ve arkeologlar ise artık
“Çıkış”ın gerçekliğini reddediyorlar.
Bunun nedeni Çıkış’ın yanlış
zamanda aranması ve bu nedenle arkeologların da
yanlış yerlere bakmaları olabilir mi?,
“BİLİM CEMAATİ” KARŞI
ÇIKTI
Bu sorunun izinden giden Ahmed
Osman araştırmaları sırasında pek çok engellemeyle
karşılaşmış. Bu engellerin en önemlisi ise bizzat
“bilim cemaati”… Şöyle yazıyor Osman: “…araştırma
yıllarımda, sonuçları sadece inançlarıyla uyum
göstermediği için nesnel sonuçları reddetmeye hazır
birçok bilim insanıyla karşılaştım. Yusuf ile ilgili
kitabımı yayınlamadan önce Edinburg’dan İskoç
Mısırbilimci Cyril Aldred ile bağlantı kurdum.
Aldred, Akhenaton ile ilgili kitabında ‘Yuya’nın
mumyası onun Semitik kökenli bir yabancı olduğunu
gösteriyor’ diye yazmıştı; Ona ‘Ne dersiniz, bunun
Yusuf olduğunu söyleyebilir miyim?’ diye sordum.
Aldred, bu kimlik belirlemeyi reddetmekle kalmadı
aynı zamanda daha sonraki baskısında Yuya’nın
Semitik kökenli olabileceğine ilişkin yorumunu da
kitabından çıkardı.
Kitabımın yayınlanmasının
ardından ‘Kayıplar ve Bulunanlar’ adıyla bir program
yapan Birleşik Devletler NBC TV’den biri benimle
temasa geçti. Benden programında savlarımı savunacak
ABD’de yaşayan birini önermemi istedi. Uluslararası
Mısırbilimciler Kongresinde tanıştığım ve Yuya‘nın
Yusuf ile aynı zamana denk geldiğini savunan
Amerikalı Mısırbilimci James K. Hoffmeir’den bu
konudaki düşündüklerimi televizyonda savunmasını
istedim. Ancak Hoffmeir’in bu önerimi reddetmesi
beni çok şaşırttı. Ona, ‘Neden, nasıl olsa benimle
aynı görüşü paylaşıyorsun’ dedim. Bana, ‘Bu dinime
aykırıdır’ diye yanıt verdi.
Yine benim gibi Mısır’dan
İsraillilerin çıkışıyla ilgili Kitabı Mukaddes’teki
yazılanları onaylamak için tarihsel belgeleri
toplamaya çalışan Liverpool Üniversitesi’nden
Kenneth Kitchen da araştırmalarımın tek bir
noktasını bile kabul etmedi. Bir Mısırlı olarak bir
süredir Musa ve Çıkış üzerine tarihsel gerçeği
ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Bir Hıristiyan olarak
Kitchen da edebi anlamıyla Kitabı Mukaddes’in
anlatısının tarihsel gerçekliğini doğrulamak
istiyordu. Bir keresinde bana, ‘Bir Mısır metni
İncil’le çelişirse, ben İncil’de yazılanları tercih
ederim’ demişti.”
MUMYA SEMİTİK ÇIKARSA
İSRAİL’LE KRİZ ÇIKAR
Mısırbilimin
vaziyeti böyle; bu bilim Avrupamerkezci bakış
açısını zarara uğratmayacak kadar emin ellerde.
Doğu’da durum daha vahim. Mısır Kültür Bakanı o
kadar duyarlı ki, “incelenecek mumyanın Semitik
olduğu ortaya çıkarsa İsrail ile siyasi sorun çıkar”
diye mumya üzerinde DNA testi yapılmasını
reddedebiliyor. ZahiHawass gibi popüler bilim
şahsiyetlerinin at koşturduğu ve bilim adamından çok
bir diplomat gibi davrandığı tekinsiz bir alanda
yürütüyor Ahmed Osman araştırmalarını.
Aslında aranan “kayıp” kent
Ramses’in kenti. Osman, 1987 yılında “Krallar
Vadisindeki Yabancı” adlı kitabımda
Ramses’inKantarahbölgesinde olduğu tezini ileri
sürmüştü. Başka hiçbir yerden bunu çürütecek bir
kanıt ortaya çıkmadı.
Bu bölgede yapılan kazıların
başında bulunan Mısır Antik Eserler Bölümünden
Muhammed Abül Maksud bulgularını şöyle açıkladı:
“Kuzey Sina Kantarah Bölgesinde Tell Hebua’da üç yıl
çalıştıktan sonra Mısırın Doğu Kapısı olarak bilinen
bu bölgede en geniş müstahkem kenti buldum. Bu kent
en geniş ve en uzun zamandır ikamet edilen kentti.
Ve Kuzey Sina’nın en antik yerleşimiydi.”
KAYIP KENT BULUNACAK
MI
Maksud, ayrıca bulduğu kentin en
azından kendisinden önceki iki kentin üzerine inşa
edilmiş olduğunu da rapor ediyordu. Tell Hebua diye
bilinen iki ayrı yer vardı. Kendisinin ki
Kantara’nın yaklaşık 4 kilometre kadar
kuzeydoğusundaydı. Ve diğeri de Kantara
yakınlarındaydı. Ayrıca Maksud Hiksoslar döneminde
duvarların sağlamlaştırılmasından önce burada bir
Asya kökenli topluluğun yaşadığının kanıtlarının
buldu. Bu da Doğu Deltasında Hiksoslardan önce 13.
Hanedan Döneminde yerleşim biriminin bir Semitik
toplum tarafından kullanıldığını göstermekteydi.
Muhammed Abdül Maksud
araştırmalarını ilerlettikçe yerleşim biriminde daha
ilginç kalıntılara ulaştı. Araştırmalar ve bulgular
artık “Çıkış”ın kayıp kentini işaret etmekteydi…
Omega Yayınlarının Türkçeye
kazandırdığı “Musa ve Akhenaton” adlı ilk kitabında
bir firavunu kurucu peygambere dönüştüren süreci
açığa çıkaran ve Çıkış’ın gerçekleştiği zamanı
yeniden tanımlayan Ahmet Osman, bu kez Tevrat’ın
“Çıkış” bölümündeki olayların sahnelendiği “kayıp”
şehrin peşinde.
“Kayıp Şehir”in
ardından “Vezir Yuya ve Yusuf Peygamber” ile Tevrat
bulmacası çözüme ulaştırılmış olacak.
Oda Tv, 20.04.2016
|
TARİHİ KÖPRÜDE
TAHRİBAT BÜYÜYOR
Ankara Çayı
üzerine 1222 yılında yapılan Selçuklu mirası
Akköprü,
kaderine terk edildi. Tarihi köprüdeki tahribat
her geçen gün büyürken, vatandaşlar köprü ve
çevresinde ıslah çalışması yapılmasını istiyor.
Ankara Hürriyet’in
daha önce ‘Miras ilgisiz kaldı’ başlığıyla
gündeme getirdiği 800 yıllık tarihi
Akköprü’deki
tahribat gün geçtikçe büyüyor.
Anadolu
Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubad adına 1222
yılında Ankara Valisi Kızıl Bey tarafından
Ankara Çayı üzerine yaptırılan Yenimahalle’deki
tarihi Akköprü’nün korkulukları dökülüyor.
Köprünün restorasyonu sırasında yürüme alanının
iki yanında bulunan korkuluklara döşenen
taşlardan bazıları yerlerinden çıkıyor. Köprünün
Tanzimat Caddesi tarafındaki giriş kısmına ise
bilinçsiz kişilerce sprey boyayla yazı
yazılıyor. Tarihi köprünün üzerine sprey boyayla
yazı yazılması Ankaralılar kadar turistleri de
rahatsız ediyor.
TARİHİ AYAKLAR
ÇÖP DOLU
Sadece yaya girişine açık
olan köprünün etrafı da çöplüğe dönmüş durumda.
Köprünün etrafındaki
yeşil
alanlara bilinçsiz kişilerce plastik atık, sebze
ve meyve kasaları, meşrubat kutuları, cam
şişeler atılıyor. 800 yıldır köprüyü ayakta
tutan ayakların su üzerinde kalan kısımlarında
da
bakımsızlık
nedeniyle bataklık alanlarda yetişen otlar
yükseliyor. Köprünün altından geçen Ankara Çayı
ile taşınan ağaç gövdesi,
koltuk,
karton parçası gibi atıklar da suyun az olduğu
bölgelere takılıyor.
İSTİNAT DUVARINDA
GÖÇÜK
Ankara Çayı ile yeşil alanlardaki kirlenmeden
dolayı pis kokuların yükseldiği tarihi köprünün
etrafındaki istinat duvarları da bakım bekliyor.
Ankara Çayı’nın iki yanında yükselen duvarların,
köprüye yakın olan kısımları çökmüş durumda.
Duvardan dökülen taşlar ise Ankara Çayı ile
birlikte taşınıyor. Tarihi köprünün
bakımsızlığından ve denetimsizliğinden yakınan
Ankaralılar, köprü ve çevresinde ıslah çalışması
yapılmasını istiyor.
Hürriyet, Haber: sedat
Cenikli, 20.04.2016
|
|
RUSYA'DA 2 METRELİK MAMUT DİŞİ BULUNDU
Altay
Özerk Cumhuriyeti'nde yaklaşık 2 metre uzunluğunda
mamut dişi ve bazı kemikleri bulundu.
Rusya
Kültür ve Tarih Mirası Ajansı’ndan yapılan
açıklamaya göre, inşat alanında hafriyat çalışmaları
sırasında 24 metre yerin dibinde yaklaşık 2 metre
uzunluğunda mamut dişi ve bazı kemikleri bulundu.
Uzmanlara göre mamut, 20-22 bin yıl önce o
bölgede bulunan gölün açılmasıyla meydana gelen su
baskını altında kaldı.
Daha önce Altay’da 3 farklı mamutun kemikleri
bulunmuştu.
Sözcü, 20.04.2016
|
MONA LİSA'NIN EVİ 20 MİLYON DOLARA SATILIK
Leonardo Da Vinci'nin ünlü tablosu Mona Lisa'da
çizdiği Lisa Gherardini'nin bir zamanlar ipek
tüccarı olan eşi Francesco Del Giocondo ile yaşadoğı
Villa Antinori 20 milyon dolara satılık.
İtalya'nın Floransa şehri tepelerinde yer alan bu
tarihi yapı, 1490'lı yıllarda Del Giocondos
tarafından yapılan malikane, 19. yüzyılda Tuscan
Vadisi şarap tüccarlarından Antinori'ye satılmıştı.
Tarihçiler, Mona Lisa'nın 1503-1506 yılları arasında
bu binada Da Vinci tarafından çizildiğine inanıyor.
Sözcü, 20.04.2016 |
MEĞER ŞEYTAN BERGAMALIYMIŞ
Avusturya’da Viyana Üniversitesi, İncil'de geçen ve
'666' olarak bilinen şeytan sayısının ne anlama
geldiğini çözdüklerini iddia etti.
Araştırmaya göre 666'nın geçmişi, 53 ila 117
yılları arasında yaşamış Roma İmparatoru Trajan’a
dayanıyor. Daha önce antik kent Efes’te üzerinde
“Numara ‘865’i seviyorum” notu yazan bir mektup
bulan bilim insanları her rakamın bir sözcüğü
simgelediği sonucuna varmıştı. Bilim insanları,
666'nın ise tapınağı İzmir’e bağlı Bergama
İlçesi'nde bulunan Roma İmparatoru Trajan’ı işaret
ettiği sonucuna vardı.
Akşam, 20.04.2016
|
|
BİZANS TÜNELLERİ ORTAYA ÇIKARILDI
Bursa Zindan Kapı'da sürdürülen restorasyon
çalışmalarında, 23 yıllık Bursa kuşatmasında
Bizanslıların şehre gizlice gıda soktuğu lojistik
tüneller ortaya çıkarıldı.
Başkan Altepe,
Büyükşehir bürokratlarıyla birlikte Zindan Kapı'da
sürdürülen restorasyon ve rekonstrüksiyon
çalışmaları sırasında açığa çıkan tünelleri
inceledi.
Bursa'nın fethinin Osman Gazi döneminde başladığını
ve 23 yıl sürdüğünü, Osman Gazi'nin de bu fethi
göremediğini hatırlatan Başkan Altepe, Bizanslıların
hayatlarını sürdürmesine yarayan tünellerin 2500 yıl
sonra gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla
birlikte yeniden ortaya çıktığını ifade etti.
Tünellerin şehre dışarıdan rahatlıkla girişlerin
yapılabileceği, eşya taşınabilecek genişlikte
olduğunu vurgulayan Başkan Altepe, "Yaklaşık 3.5
metre genişlikte tüneller var. Bu tünellerle
birlikte şehirdekiler rahatlıkla hayatlarını
sürdürebildiler. Zindan Kapı restorasyonu bu durumu
en net şekliyle ortaya çıkardı" dedi.
"ORİJİNAL
YAPIYI ORTAYA ÇIKARDIK"
Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, Zindan Kapı'daki restorasyon
çalışmalarının tüm hızıyla devam ettiğini vurguladı.
Asırlar önce inşa edilen surların Büyükşehir
Belediyesi'nce yürütülen yenileme çalışmalarıyla
birlikte orijinal haline kavuşmaya başladığını
belirten Başkan Altepe, "Büyükşehir Belediyesi
olarak Bursa'da hüküm süren medeniyetlerin izlerini
birer birer ayağa kaldırıyoruz. Buradaki çalışmalar
kapsamında, önünde ve içinde 11 binanın
kamulaştırmasını gerçekleştirdik. Zindan Kapı'nın
kule bölümünde bile bina vardı. Hepsini yıkarak,
orijinal yapıyı ortaya çıkardık. İnşallah imalatlar
tamamlandığı zaman şehrimiz güzel bir alana daha
kavuşacak" diye konuştu.
Akşam, 20.04.2016 |
HIRSIZ ÇALDI, DEVLET EL YAZMASI ESERLERİN PEŞİNİ
BIRAKMADI
Devlet, Konya’daki Yusuf Ağa Yazma Eser
Kütüphanesi’nde 2000 yılında ortaya çıkan Cumhuriyet
tarihinin en büyük tarihi el yazması eser soygununun
peşini bırakmadı. Hırsızlığın ortaya çıktığı
tarihten bu yana 16 yıldır tarihi eserlerin peşini
bırakmayan devlet, dünyanın her tarafında yaptığı
araştırmalar sonucunda, kaybolan 110 el yazması eser
ve Selçuklu dönemine ait 64 yazma eserin cilt
kapaklarından 6’sını bularak Türkiye’ye getirmeyi
başardı. Paha biçilmez diğer eserler hala aranırken,
kütüphane memuru S.Ç. hakkında verilen 20 milyon
dolarlık tazminat kararının Yargıtay tarafından
onanmasıyla yüzyılın soygunu yeniden gündeme geldi.
4’Ü İNGİLTERE’DE 2’Sİ ABD’DE BULUNDU
Türkiye’nin en büyük
el yazması merkezlerinden Konya’daki Yusuf Ağa
Kütüphanesi’nde çalışan S.Ç. adlı memurun 2000
yılında emeklilik başvurusu sırasında, tarihi
eserlerin sayımı yapılınca, yüzyılın tarihi eser
kaçakçılığı da ortaya çıktı. Sayımda, 110 adet el
yazması eser ile Selçuklu dönemine ait 64 adet yazma
eserin cilt kapağının yerinde olmadığı, bunların
başka kitaplarla değiştirildiği tespit edildi. Bunun
üzerine kütüphane memuru S.Ç. hakkında dava açıldı.
S.Ç. 5 yıl 2 ay 15 gün hapis cezasına
çarptırılırken, devlet, soygunun peşini bırakmadı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı görevlileri ile Türk diplomatlar dünya
çapında hafiye gibi araştırmaya girişti. Dünyanın
sayılı müzayede kuruluşlarında ve koleksiyonlarda
yapılan araştırmalar sonucunda paha biçilmez el
yazması eserlerin 4’ü İngiltere’de, 2’si Amerika’da
bulundu.
İbn-i Arabi’nin
Kitabu’l Ba, Kitabu’l Hutbe ile Hilyetu’l Ebdal adlı
eserleri ile Kadı-Zade Rumi Selahaddin Musa b.
Muhammed’e ait Kitabu’l Hey’e isimli eser
İngiltere’de müzayede salonunda satışa çıkarılınca
Türkiye’nin girişimleri sonucu ülkeye getirilerek
Yusuf Ağa Kütüphanesi’ne teslim edildi. Eserlerden
2’si de ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi Yazma ve
Nadir Eserler Kütüphanesi Lawrence J. Schoeberg
Koleksiyonu’ndan çıktı. Bunların, Ebu Ali Hüseyin b.
Abdi’llah’a ait El-İşarat ve’t-Tenbihat fi’l-Mantık
isimli eserine Razi’nin yazmış olduğu şerh ve Ebu
Ya’küb es-Sekkaki’nin Miftahü’l-Ulum isimli eserler
olduğu tespit edildi. Bu iki eser de ABD’den
alınarak, kütüphanedeki yerine tekrar konuldu.
CEZAYI
FAİZİYLE ÖDEYECEK
Devlet bir yandan,
tamamına yakınının yurtdışına çıkarıldığı düşünülen
tarihi eserleri aramaya devam ederken, bir yandan da
kütüphane memuru S.Ç. hakkında tazminat davası açtı.
Dava 5 Mart 2016 tarihinde Yargıtay’da karara
bağlandı. Yargıtay, S.Ç.’nin, devlete 20 milyon
dolar tazminat ödemesine dair yerel mahkeme kararını
onadı. S.Ç. 20 milyon doların, emekliye ayrıldığı 24
Nisan 2000 tarihinden bu yana gerçekleşen yasal
faizini de ödeyecek. Bu da, cumhuriyet tarihinin en
büyük tazminat cezalarından biri olarak tarihe
geçti. HABERTÜRK’ün kendisine ulaşmaya çalıştığı
S.Ç.’nin avukatı Ali Özerdem, “Ben de kendisine
ulaşamıyorum. Telefonu yok, nerede olduğunu ve şu an
ne iş yaptığını bilmiyorum” dedi.
ARANAN ESERLER
Yusuf Ağa
Kütüphanesi’den çalınan ve halen aranan, birçoğu bin
yıllık eserlerden bazıları şöyle:
-Sadreddin Muhammed b.
İshak el-Konevi: Miftahu’l- Gayb, Kitabün-Nefahat
el-İlahiyye, Fazlu’s-Saadeti’t-Tevhid.
-Muhyiddin Arabi:
Risaleti Ruhul Kudüs fi Menazıratün Nefs, Aklat
al-Mustavfirat, Kitabu Tacut Teracim fi
İşareti’l-İlm, Kitabu’ş-Şevahid, Kitabu’l-Celale,
Kitabu’l-Ezel, Divan-ı Şeyhü’l
-İbni Baytar Ziyaeddin
Abdullah b. Ahmed el-Maliki: Tezkiratü İbn Baytar
fi’t-Tıb.
-Fahreddin Muhammed b.
Ömer er-Razi: Şerh el-Kanun fi’t-Tıb.
-Ebu’l-Fevz b.
Abdü’l-Halik el Mısri: 536 H. (1141 M.) tarihinde
Kufi hat ile yazılan Kuran-ı Kerim.
-Tabib el-A’yün
b.A’yün al-Mısri: el-Kanunu fi’t-Tıp.
-Ekber.
Habertürk,
Haber: Aykut Yılmaz, 20.04.2016
|
CAMİ TUVALETİ İNŞAATINDA TARİHİ DUVAR BULUNDU
Samsun’da bir caminin bahçesinde yapılan tuvalet
kazısında tarihi duvar bulundu.
Samsun’un İlkadım
İlçesi'nde bulunan Yalı Camii’nin bahçesinde yapılan
tuvalet temeli kazısında tarihi duvar ortaya çıktı.
Tarihi duvarın bulunmasının ardından tuvalet kazısı
çalışmaları durdurulurken, Müze Müdürlüğü ekipleri
bölgede incelemelere başladı.
Edinilen bilgiye
göre tarihi duvar, İlkadım Belediyesi Fen İşleri
Müdürlüğü ekipleri tarafından Hançerli Mahallesi’nde
bulunan Yalı Camii’nin avlusuna tuvalet yapmak için
temel kazısı yaptığı sırada fark edildi.
1485
yılında Hoca Hayrettin tarafından yaptırılan Yalı
Camii’nin tuvalet temeli inşaatı durdurulurken, Müze
Müdürlüğü ekipleri bölgede inceleme başlattı.
Milliyet, 19.04.2016 |
MANİSA'DA TARİHİ ESERLER BAKIMSIZ
Manisa'da yüzlerce yıla meydan okuyan tarihi
eserler, bakımsızlık ve zarar veren kişiler yüzünden
tahribata uğradı. Bazı eserlerin duvarları sprey
boyalarla tahrip edilirken, bazıları da evsizlerin
mekanı oldu.
Şehzadeler'deki Ulucami'nin yanında bulunan,
Saruhanoğulları dönemine ait, Anadolu Türk
mimarisinde benzer bir örneği daha bulunmayan
yaklaşık 700 yıllık darphane, çöplüğe dönmüş haliyle
dikkati çekti. 2013'te Manisa Belediyesi tarafından
restore edilen bina, korunmaması nedeniyle yine
tahrip edildi. Bu kez Büyükşehir Belediyesi
tarafından kapılar demir korkuluklarla çevrildi.
Ancak bu da tarihi esere zarar verilmesine engel
olmadı.
Darphane binasının çevresinde oturan vatandaşlar
da, tarihi esere sahip çıkılmamasından yakındı.
Vatandaşlar, gece saatlerinde birçok kişinin buraya
geldiğini kendilerinin de tedirgin olduğunu anlattı.
Camları kırılan ve içerisi çöplük haline dönen
tarihi bina, tekrar hayat bulmayı bekliyor.
5 ASIRLIK CAMİ DUVARINA SPREY BOYAYLA
YAZI
Manisa'da 476 yıldır kubbe ve minarelerinden
şifalı mesir macunu saçılan tarihi Sultan Camii'nin
duvarlarındaki yazılar da dikkat çekti. 500 yıllık
caminin duvarları sprey boyalarla yazılan isimlerle
doldu. 5 asırlık cami duvarındaki yazılar, kireçle
kapatılmaya çalışılsa da kötü görüntünün önüne
geçilemedi. 24 Nisan'daki 476'ncı Mesir Macunu
Festivali'ne günler kala tarihi cami duvarlarındaki
sprey boyaların kapatılması bekleniyor.
Gerçek
Gündem, Haber: Nermin Uçtu, 19.04.2016
|
GAZİKÖY
HELLENİSTİK DÖNEME GERİ DÖNÜYOR
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ‘Miras Atölyesi 2
Projesi’ kapsamında bulunan Gaziköy
Mahallesi, Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından arkeolojik sit alanı olarak kabul
edildi. Kentsel sit alanı olarak belirlenen köydeki
41 eser tescillendi. Burada restorasyon çalışmasına
start verilecek. Osmanlı,
Bizans ve Rumlar’ın yaşamlarına tanıklık eden
köy böylece eski doğal haline dönüştürülecek.
Evlerine çivi dahi çakmayan köylüler bu kararla
birlikte eserlerin aslına uygun olarak restore
edebilecekler.
KÖYÜ TERK ETMEDİLER
Gaziköy halkı arkeolojik
sit kısıtına rağmen
kentte yaşamaya devam etti. Mahallede bulunan 41
adet taşınmazın tescil fişi arkeoloji müzesiyle
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanarak
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü’ne sunuldu. Tekirdağ Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Albayrak, “Şarköy İlçesi’nin kültür
mirasını en fazla yansıtan mahallelerinde biri de
Gaziköy. Biz bu bölgenin kalkınması ve kültür
varlıklarının onarılıp korunarak gelecek kuşaklara
aktarılabilmesini istiyoruz. Alınan bu kararla
tescillenen yapıların restorasyon çalışmaları
yapılmaya başlanacak. Bu kararın alınmasında İmar ve
Şehircilik Dairesi Başkanı Dilşad Ergin başta olmak
üzere emeği geçen tüm personelimi tebrik eder
bölgemize hayırlı olmasını dilerim ” dedi. 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa
göre Gaziköy’de bulunan tarihi yapılar ve evlerde
basit onarım dahi yapılamazken, karar sonrası
vatandaşlar belirlenen tescilli binalar üzerinde
aslına sadık kalarak onarım ve mevcut eski
temellerin üzerine yöresel mimari ve malzemeler ile
yapı yapma hakkına sahip olacak.
Milliyet,
19.04.2016
|
NADİR OSMANLI ESERLERİ LONDRA'DA SATILACAK
Dünyanın önde gelen uluslararası müzayede evlerinden
Sotheby’s Müzayede Evi’nin bu hafta İngiltere’nin
başkenti Londra’da düzenleyeceği açık artırmalarda,
Genç Osman olarak bilinen Sultan II. Osman’ın tahta
çıkışının resmedildiği tablo başta olmak üzere,
Osmanlı dönemine ait birçok eser alıcıların önüne
çıkacak. Sotheby’s tarafından her yıl düzenlenen
Oryantalist ve Ortadoğu Sanat Haftası çerçevesinde
bugün yapılacak “Oryantalist” ile yarın
gerçekleşecek “İslam Dünyası Sanatı” başlıklı
müzayedelerde 250’den fazla eser satışa çıkarılacak.
“Oryantalist” başlıklı müzayedede yer alacak 40
eserin, 20 bin ile 1 milyon Euro fiyat aralığında
alıcı bulması bekleniyor. Müzayedede Türk ressam
Şevket Dağ’ın da eseri bulunuyor. Dağ’ın
Ayasofya’nın batı girişini resmettiği tablonun 155
bin-232 bin Euro aralığında alıcı bulması
öngörülüyor.
GENÇ OSMAN’IN TAHTA ÇIKIŞI
Yarın düzenlenecek
“İslam Dünyası Sanatı” başlıklı müzayedede yer
alacak Genç Osman’ın tahta çıkışının resmedildiği
tablo, yoğun ilgi gören eserler arasında yer alıyor.
Avusturya Büyükelçisi Baron Hans Mollard von Reinek
ile seyahat eden Avrupalı bir sanatçı tarafından
yapıldığı tahmin edilen tablonun 150 bin ile 200 bin
sterlin (190 bin-254 bin Euro) arasında alıcı
bulacağı tahmin ediliyor. Satışa sunulacak Osmanlı
dönemine ait diğer eserler arasında, padişahların
kavuğuna iliştirilen, zümrütten yapılmış etrafı
elmaslarla çevrili, 17. yüzyıl sonu ya da 18. yüzyıl
başına ait olduğu düşünülen bir sorguç da var. Bir
diğer eser ise 16. yüzyıla ait, kaplumbağa kabuğu ve
sedef kullanılarak tasarlanmış bir katip kutusu.
Bunun, 19. yüzyılda bir dönem Türkiye topraklarında
görevli, Avrupalı bir elçi tarafından kullanıldığı
düşünülüyor. Son olarak da lavanta mavisi renkli,
16. yüzyılın sonlarında üretilmiş, İznik işi,
seramik bir su matarası var.
Habertürk,
19.04.2016
|
SADECE SAVARONA
DEĞİL, O TARİHİ GEMİLERİ DE KORUYAMADIK
Kurtuluşa, Kuruluşa ve Cumhuriyete mal olmuş gemilere sahip çıkamadık. Bandırma, Nusret, Alemdar, Hamidiye, Ertuğrul, Söğütlü, Yavuz, Sakarya ve daha niceleri...
Sadece Osmanlının değil, döktüğü 26 mayınla Rusya’nın da kaderini değiştiren Kahraman Nusret’i bile koruyamadık. Donanma hizmetindeyken 1955 yılında yardımcı sınıf gemi yapıldı. 1962 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından özel bir kişiye daha sonra 1983 yılında bir armatöre satıldı. Geminin yeni sahibi omurga ve postaları hariç gemiyi tamamen değiştirdi ve adını “Kaptan Nusret” koydu. Mersin Magosa hattında çalışan gemi 1990 yılında Mersin’de limanda tumba oldu ve battı. 1999 yılında gönüllü bir grup gemiyi çıkardı ve Tarsus Belediyesi, gemiyi özgün yapısına sadık kalarak tekrar inşa ettirdi. 2003 yılında Tarsus Şehir Merkezindeki parkta, müze gemi statüsünde halkın ziyaretine açıldı. Gerçek bedeninden bugüne değişmeyen sadece omurgası.
Nusret
Bandırma gemisi 1924 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve jilet oldu.
Atatürk’ün yatı olarak bilinen Ertuğrul yatı da 1937 yılında hizmet dışına çıkarılıp, bir süre Deniz Ticaret Mektebinde okul gemisi görevinde kullanıldı, 1958 yılında kilosu 13 kuruştan hurdacıya satıldı. Benzer akıbet Söğütlü yatını da yakaladı.
Kahraman muharebe kruvazörü Hamidiye 1964 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve Hurdacı İlhami’ye satıldı.
Yavuz 1972 yılında MKE’ye gönderildi ve jilet oldu.
Hamidiye kruvazörü
Atatürk’ün en çok gezdiği Sakarya motoru da jilet olmaktan kurtulamayanlar arasında. Bugün elimizde Atatürk’ün gezi motorları olan Acar motoru (halen Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kasımpaşa’da) ile Çubuk Baraj gölünde kullandığı tenezzüh teknesi (halen Anıtkabir’de) dışında kala kala bir tek Savarona kaldı.
BİR DENİZCİLİK MÜZESİ BİLE YAPAMADIK
Atatürk’ün yurt gezileri yaptığı Reşitpaşa, Ankara, Gülcemal, İzmir, Ege ile Karadeniz vapurları gibi hatıralarımızı süsleyen posta ve kurvaziyer gemileri ile tarihe mal olmuş şilep, tanker ve şehir hattı vapurlarımızdan bırakalım birini, üzerlerindeki malzemeyi bile gelecek nesillere aktarabilecek ciddi anlamda bir “Denizcilik Müzesi” kurma gayretine bile girişmedik. Bir zamanlar Denizcilik İşletmelerinin küçük de olsa bir sanat galerisi vardı. Şimdi o da yok. Gülcemal’in piyanosu kim bilir hangi depoda. Atatürk’ün en çok kullandığı yolcu gemisi olan Ege gemisinin direği Allahtan, Ortaköy’de Yüksek Denizcilik Okulunun (şimdi Kalkavan Meslek Lisesi) bahçesine dikilmiş. Yoksa tarihi gemilerden geriye tek hatıra kalmayacaktı.
Donanmanın ulusal yeteneklerle 70’lerin başında yaptığı ilk büyük milli gemi projesi Berk ve Peyk refakat muhriplerinden Berk 2001’de hedef gemisi oldu. Peyk 2003’de acımasızca söküldü. Onların yerine Amerikan muhrip ve firkateynlerini müze gemi yaptık.
SAVARONA'DA 54 GÜN KALDI
Savarona’nın kaderi ise tartışmasız en acıklı olanlardan. 28 Şubat 1931 tarihinde Hamburg Almanya’da Amerikalı bir işadamının kızı için inşa edilen Savarona Yatı, bir vergi problemi nedeniyle sahibi tarafından yedi yıl sonra satışa çıkarıldı. CHP’nin girişimleri ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından Cumhurbaşkanı Yatı olarak kullanılmak üzere satın alınan Savarona’ya, 24 Mart 1938 tarihinde, Türk sancağı çekildi. Milleti Ata’sına bu gemiyi hediye ettiğinde ve gemiyle ilk karşılaştığında, Acar motoru ile ilk kez Yeşilköy açıklarında ona yaklaşırken, yanındakilere dönüp “ne olurdu şu gemi birkaç ay önce gelseydi” demişti. Denizi, gemiyi ve hayatı çok seven biri için ne de doğal bir sözdü bu.
Atatürk, Dolmabahçe açıklarında demirli Savarona’da, 54 gün kaldı. 9 Temmuz 1938 tarihinde, Savarona’da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı, onun son toplantısı oldu.
Gemi, 1951 yılında Okul Gemisi olarak kullanılmak üzere Deniz Kuvvetlerine devredildi. TCG kimliğini alan TCG Savarona,1952 yılında Yunan kralını, 1954 yılında Yugoslav Devlet Başkanını, 1955 yılında Lübnan Cumhurbaşkanı ile Irak Kralını, 1956 yılında İran Şahını, 1957 yılında Alman Cumhurbaşkanını ağırladı.Bu arada dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı resmi ziyaret maksadıyla 1954 yılında Yugoslavya’ya, 1955 yılında Pakistan’a götürdü. Okul gemisi olarak da Deniz Harp Okulu son sınıf öğrencilerini her yaz açık deniz eğitimine ve Avrupa limanlarına götürdü. Bu şekilde, 1951-1986 arasında 4000’ e yakın deniz subayı adayı bu gemide eğitildi. Bir kuğu gibi, ziyaret edilen limanlara süzülen TCG Savarona ve üzerinde eğitim gören Deniz Harp Okulu son sınıf öğrencileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin enerjisi ve Atatürk devrimlerinin gücünü yurt dışında gururla temsil etti.
Gemi, 3 Ekim 1979 sabahı Heybeliada açıklarında demirliyken bir sabotaj sonucu kısmen yandı. Dönemin Cumhurbaşkanı, Amiral Fahri Korutürk’ün özel direktifleri ile Gölcük Tersanesi’nde süratle tamir edildi. Ancak bu tamir yetersizdi. Dönemin Amiralleri Korutürk’ün direktifini yerine getirmek için gemiye aslında makyaj yaptırdı. Makineler, kablo ve boru devrelerine dokunulmadı. Yanan orijinal mobilyalar yerine Kelebek Mobilyadan hazır mobilyalar alındı. Gemi zorlamayla 1981 yılından sonra tekrar okul gemisi görevlerini yerine getirmeye başladı. Ancak makine/elektrik sistemlerindeki ağır malzeme yorgunluğunun doğurduğu ağır riskler nedeni ile dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Zahit Atakan tarafından, 27 Temmuz 1986 tarihinde hizmet dışına çıkarıldı. Müze gemi yapılması fikri tartışılmadı bile. Söz konusu dönemde Deniz Kuvvetleri karargahındagörevli yüksek rütbeli Amiraller, TCG Savarona’yı Kültür Bakanlığına, yangından kaçırır gibi devretti. Bu karara kimse itiraz etmedi. Kültür Bakanlığı da bu asil gemiyi, Maliye Bakanlığı kayıtlarına aktarıp, sökülmek üzere MKE’ye gönderdi. Gemi son anda, bir iş adamı tarafından hurda fiyatına, 2035 yılına kadar, 49 yıllığına, Maliye Bakanlığından kiralandı. Aslında kiralanan Atatürk’ün denizdeki manevi varlığıydı.
ADI AŞAĞILAYICI KELİMELERLE ANILIR OLDU
Savarona milyonlarca doları bulan büyük masraflarla yeniden toparlandı. Sitim türbini ana ve yardımcı makineleri söküldü. Yerine modern dizeller koyuldu. Lüks bir yat olacağı için baş taraftaki açık güverteye jakuzi;kazan dairesi yerine hamam yapıldı. Yeni kimliği ile dünyanın en zenginlerinin tutkularının aracı oldu. Dünyanın en pahalı kiralık yatı olmuştu. Genelde onu Atatürk’ten nefret eden Suudi Arabistan Krallığına mensup zengin Arap Şeyhleri ve işadamları kiralıyordu. Başına çok üzücü ve acıklı olaylar geldi. Adı her sene ana akım medyada fuhuş gibi aşağılayıcı kelimelerle anılır oldu. Hem kendi adını, hem de Atatürk’ün manevi varlığını lekeleyen, bu gelişmelere rağmen, toplum olarak ona sahip çıkamayışımız, Atatürk’e sadakatimiz kadar, deniz tarih bilincimizin ve deniz kültürü birikimimizin ne denli zayıf olduğunun da somut bir göstergesi oldu. Armatörlük firması ile Maliye Bakanlığı arasındaki protokolde, geminin “Atatürk’ün şahsında somutlaşan isminin, manevi kimliğine uygun olmayan davranışlar içinde kullanımını yasaklar” koşulu vardı. Bu koşul ihlal edilirse, protokol feshedilebiliyordu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Milli Savunma Bakanlığı üzerinden, 2007 ve 2009 yıllarında geminin isminin karıştığı, basına yansıyan aşağılayıcı olaylar üzerine, söz konusu koşulun işletilmesi için iki kez girişimde bulunduysa da, dönemin valisi Muammer Güler yönetimindeki İstanbul Valiliği, geminin kullanımına yönelik denetlemelerin sonunda, gemiyi “kusursuz” bulduğundan, bu girişimler başarısız oldu.
28 Eylül 2010 günü gazeteler çarşaf çarşaf, “Antalya’da Savarona’ya fuhuş operasyonu” haberleri ile donanmıştı. 3 yıl sonra 19 Mayıs 2013 tarihli Sözcü Gazetesinin manşeti de “Ata’nın yatı Savarona, randevu evine döndü” idi. Gazete, 19 Mayıs gibi anlamlı bir günde,attığı bu manşetle Savarona’nın düşürüldüğü durumu tokat gibi Türk halkının yüzüne çarpıyor, Ata ile özdeşleşmiş bir geminin içler acısı durumunu kamuoyunun dikkatine sunuyordu.
Savarona’nın kira protokolü bu skandallara rağmen hükümet tarafından feshedilmedi. Savarona, 2014 Ocak ayında, Hükümet tarafından Protokol feshedilerek değil, armatörün istediği milyonlarca dolarlık “transfer ücreti” ödenerek geri alındı. Bu gemiye Türk halkı, sahip çıkamadı ve müze yapılamadı. Aslında onun hak ettiği kader, Ata’sını son terk ettiği Dolmabahçe Sarayının yanında müze gemi olmaktı. Sarayın yanına yapılacak bir parmak iskeleye aborda/ kıçtankara edilebilir, Türk Denizcilik Gücünü ilgilendiren (Donanma hariç) tüm diğer alanların (deniz ticareti, balıkçılık, gemi inşa, deniz sporları, deniz turizmi vs) temsil edileceği sabit bir “Türk Denizcilik Müzesine” dönüştürülebilirdi. Bugün Türk sivil denizciliğinin, bir müzesi dahi yoktur.
GÜVERTENİN KAPATILAN BÖLÜMÜ DERHAL DÜZELTİLMELİDİR
İslam Zirvesi toplantısı nedeniyle geminin açık güvertesinin kapatılması ve kaçak güverte çıkılması eğer geçici olarak yapılmış bir işlem ise derhal düzeltilmelidir. Kalıcı yapılmış olmasını düşünemediğimi burada ifade etmeliyim. Bugün Dolmabahçe Sarayına ya da Topkapı Sarayına nasıl kaçak kat çıkılamazsa 75 yaşındaki yüzer tarihi varlık statüsündeki Savarona’ya da dış görüşünü bozacak kaçak güverte çıkılarak tadilat yapılamaz. Daha da öte halen modern görünüşlü can kurtarma botları yerine de Savarona’nın 1931 yılındaki özgün filikalarının aynısı yapılarak yerleştirilmesi gerekir. Savarona 1986-2014 arasında aşağılayıcı kelimelerle anılan kaderinden devlete geri dönerek kurtuldu. Ancak bu yeni hayatında da yeni travmalar yaşamamalıdır.
Yazımızda şikayet ettiğimiz tüm konuların ana teması deniz ve denizcilik kültürü eksikliğidir. Savarona’yı bir evrak ekinde Kültür bakanlığına devreden Amirallerin fikri ile Savarona’ya kaçak güverte çıkma kararı alan, ya da baş tarafına jakuzi koyan bürokrat ya da mühendisin ortak özelliği deniz ve denizcilik kültürü eksikliğidir. Zira bunun okulu yoktur. Benzer kararları bir İngiliz ya da Fransız amiraline, devlet görevlisine veya mühendisine aldıramazsınız.
Amiral Cem Gürdeniz
Oda Tv, 19.04.2016
|
MOSTAR'I ONARDIK, HAYRABOLU'YU GÖMDÜK
Tekirdağ’ın
Hayrabolu
İlçesi'nde
Osmanlı dönemine ait yaklaşık 500 senelik
tarihi köprü Koruma Kurulu kararına rağmen
yıllardır toprak altından çıkarılmayı bekliyor.
1975 yılında Karayolları’nca yol genişletme
çalışmaları sırasında köprünün üstü
kapatılmıştı.
Hayrabolu deresinin yatağı taşkınlardan
dolayı 1960’lı yıllarda
DSİ tarafından değiştirilince üstündeki
tarihi köprünün de işlevi bitti.
Osmanlı döneminde sefere çıkan askerlerin
rahat geçmesi düşüncesiyle yapılan tarihi köprü
gün geçtikçe bakımsız hale geldi. 4 metre
genişliğinde 40 metre uzunluğunda 9 gözlü taş
köprünün
yol genişletme çalışması sırasında üstü
toprakla örtüldü. Hayrabolu - Alpullu karayolu
olarak o tarihten itibaren hizmete giren yolun
altında kalan köprüyü bir daha da gören olmadı.
İZİNLERİ
HAZIR
Hayrabolu’da
gazetecilik yapan Şerif Baysalan köprüyü yeniden
gün yüzüne çıkarmak için mücadele etti. 1995
yılında dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’a
durumu anlattı. Talay’ın hayretle tepki verdiği
köprü için girişimlere başlandı. Koruma Kurulu
kararı alındı,
Tekirdağ Müzesi’ne kazı izni verildi. Ancak
Hayrabolu’yu Alpullu’ya bağlayan başka bir yol
olmadığından çevre yolu yapılana kadar köprünün
çıkarılması ertelendi. Aradan 20 yıl daha geçti,
çevre yolu tamamlandı ama köprü bir türlü toprak
altından çıkarılmadı.
İSTİMLAK
KARARI ÇIKTI
Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
15.02.2013 tarihinde plan tadilatı projesini
kabul etti. Plana göre yolun üst tarafında 10
metre istimlak yapılıp, yol o tarafa
kaydırılacak. Kurul kararında “Köprünün en kısa
zamanda belediyesi ile
Tekirdağ Müze Müdürlüğü tarafından ortaya
çıkarılmasına karar verildi” denildi. Ancak bu
tarihten itibaren de kamulaştırma bir türlü
yapılamadı. Tarihi köprüyü yeniden kültürümüze
kazandırmak için 40 yıldır mücadele eden
gazeteci Şerif Baysalan, Hayrabolu Belediyesi’ni
suçluyor. Tekirdağ Eski Müze Müdürü Mehmet Akif
Işın: “2. Bayazıd dönemi olduğunu tahmin
ediyoruz. 500 yıllık köprü. Mostar Köprüsü’nü
onarıp açıyoruz ama
kendi ülkemizde köprüyü gömüyoruz.
Müdürlüğüm döneminde çok uğraştım ama
bürokratlar her ne hikmetse köprünün
çıkarılmasını istemediler” diyor.
BAŞKAN
ALBAYRAK: ÇIKARMAK İSTİYORUZ
Hayrabolu Belediye
Başkanı Fehmi Altayoğlu köprüyle ilgili
sorumluluğun Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nde
olduğunu söyledi. Tekirdağ Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Albayrak ise “Beraber planlama
yapıyoruz. Biraz daha
vakit alacak ama köprüyü çıkarmak istiyoruz”
dedi.
KİTABE DE
KAYBOLDU
Köprü toprakla
gömüldükten sonra tarihi kitabe de kayboldu.
Şerif Baysalan ve 5 arkadaşı
Karayolları’na ait şantiyenin arkasında taş
yığınları arasında kitabeyi bulup Hayrabolu
Belediyesi’ne teslim etti. Uzun yıllar belediye
binasının girişinde sergilenen kitabe 2000’li
yılların başında yeniden sırra kadem bastı.
Kitabenin şimdi nerede olduğu bilinmiyor. 1967
senesinde kitabe ‘Hayrabolu Sesi’ gazetesinde
yayınlandı. Kitabedeki bilgilerden yola çıkarak
ebced hesabıyla tarihlemesi 1576 yılına tekabül
ediyor. Kitabeye göre köprü 1861 senesinde hayır
sahibi Ataullah Bey tarafından onarılmış.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 19.04.2016
|
TRİPOLİS'TEKİ
AGORA GÜN YÜZÜNE ÇIKARTILACAK
Denizli'nin Buldan
İlçesi'nde bulunan antik Tripolis kentinde yürütülen
kazı çalışmalarında bu yıl 90 metre uzunluğunda, 50
metre genişliğindeki agora gün yüzüne çıkarılacak.
Denizli Valisi Şükrü
Kocatepe, Pamukkale Üniversitesi tarafından kazı
çalışmaları yürütülen Buldan'daki antik Tripolis
kentini ziyaret ederek kazı çalışmaları hakkında
bilgi aldı. Buldan Kaymakamı Hacı Uzkuç ile Kültür
ve Turizm İl Müdürü Mehmet Korkmaz'ın da bulunduğu
ziyarette, Vali Kocatepe'ye Tripolis Kazı Heyeti
Başkanı Doç.Dr. Bahadır Duman, yapılan çalışmalar
hakkında bilgi verdi. Tripolis Kazı Heyeti Başkanı
Doç.Dr. Bahadır Duman, bu yıl kazı çalışmalarıyla 90
metre uzunluğunda, 50 metre genişliğindeki agorayı
gün yüzüne çıkaracaklarını söyleyerek, "Bu yıl kazı
çalışmaları programına jeoradar taramaları sonucu
agorayı aldık. Agora, kentin merkezinde doğu batı
yönlü 90 metre uzunluğunda, kuzey güney yönlü 50
metre genişliğinde. MS 2'nci yüzyılda dikdörtgen
olarak inşa edilmiş. Roma Dönemi'nde İon tarzında
yapılan antik kentin üçüncü agorası, kentin
stratejik noktada olması nedeniyle ticari
faaliyetlerin yoğun olarak yapıldığını gösteriyor.
Ayrıca kent ve çevresindeki yerleşimler için ticari
bir öneme sahip. Agoranın doğu ve batı kısa
kenarlarında 18'er sütun, kuzey ve güney uzun
kenarlarında 36'şar sütun bulunuyor. Bu yıl
gerçekleştirilecek kazı çalışmalarıyla agora
kazısının tamamlanmasını planlıyoruz" dedi.
Kazı Başkanı Duman, antik
kentte kazı ve restorasyon çalışmalarının 30 kişilik
ekip tarafından yürütüldüğünü belirterek,
"Çalışmalarımız bilimsel veri ve metotlar ışığında
30 kişilik ekip ile Denizli Müze Müdürlüğü
gözetiminde devam ediyor. Antik kentin ana
caddelerinden biri olan Hierapolis Caddesi'nin
restorasyon çalışmalarını büyük oranda tamamladık.
Bu çalışmalar kapsamında caddenin doğu bitişiğinde
yer alan 17 sütun da aslına uygun biçimde restore
edilerek orijinal yerlerine konuldu" diye konuştu.
Kazı ve restorasyon
çalışmalarının hızlı bir şekilde devam ettiğini
gözlemlediğini söyleyen Vali Şükrü Kocatepe, kazı
heyetine verimli çalışmalarından dolayı teşekkür
etti.
haber1.com, Haber: Osman
Nuri Boyacı, 18.04.2016 |
JANDARMADAN 'TARİHİ ESER' OPERASYONU
Suriye'deki müzelerden çalınarak
İstanbul'a getirilen bazı eserlerin satılacağı
ihbarı üzerine harekete geçen İstanbul İl
Jandarma ekipleri 3 parça tarihi eser ele
geçirdi. Gözaltına alınan 4 şüpheli de "Kültür
ve Tabiat Varlığı Kaçakçılığı" suçundan adliyeye
sevk edildi.
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, Suriye'deki iç
karışıklık nedeniyle müzelerin yağmalandığı ve
müzelerden çalınan bazı tarihi eserlerin Suriye
uyruklu şahıslar tarafından illegal yollarla
Türkiye'ye getirildiğinin bilgisini aldı. Söz
konusu tarihi eserlerden bir kısmının
Büyükçekmece ve Çekmeköy İlçeleri'ne getirildiği
ve buradan pazarlanmak üzere taşınacağı ihbarını
alan jandarma ekipleri, tarihi eseri taşındığı
değerlendirilen 2 aracı ve şüphelileri takibe
aldı.
Bir araç Büyükçekmece İlçesi
Karaağaç Mahallesi'nde, bir araç ise Çekmeköy
İlçesi Reşadiye Mahallesi'nde eş zamanlı olarak
durduruldu. Büyükçekmece'de durdurulan araçta
yapılan aramada bagajda çarşafa sarılı vaziyette
tek parça halinde 80x80 cm ölçülerinde bir
mozaik, Çekmeköy'de durdurulan araçta ise
120x120 ve 120x100 cm ölçülerinde iki mozaik ele
geçirildi. Araçta bulunan 4 şüpheli de gözaltına
alındı.
Ele geçirilen tarihi eserler de
mozaik bilirkişi raporunun düzenlenmesi
maksadıyla Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne teslim
edildi.
Yapılan incelemede 80x80
ölçülerindeki mozaik üzerindeki mitolojik bir
başın yer aldığı, taşlarının tümüyle orijinal
olduğu, ancak yer yer onarımların yapıldığı
belirlendi. 120x120 ölçülerindeki mozaik
üzerinde Adem ve Havva tasvirinin yer aldığı,
taşlarının tümüyle orijinal olduğu, ancak yer
yer yeni onarımların yapıldığı belirtilen
raporda, 120x100 ölçülerindeki mozaik üzerinde
ise Apollon ya da Nymphe tasvirinin yer aldığı,
taşlarının orijinal olduğu, ancak yeni
onarımların yapıldığı, eserlerin Roma Dönemi'ne
ait olduğu ve her 3 eserin de 2863 Sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında
tasnif ve tescile tabi müzelik değerde ve alımı
satımı yasak eserlerden olduğu tespit edildi.
Tarihi eserler, İstanbul Arkeoloji Müze
Müdürlüğü tarafından koruma altına alınırken,
gözaltına alınan 4 şüpheli ise "Kültür ve Tabiat
Varlığı Kaçakçılığı" suçundan adliyeye sevk
edildi.
DHA, Haber: Serpil Kırkesen,
17.04.2016
|
BİZ BÜYÜK RESTORATÖRLER ÜLKESİ DEĞİLİZ
Yeryüzünde
hiçbir toplum 13'üncü asrın incisi olan bir eserin
akıbetini bilim kurulundaki üç-beş üyeye,
bürokrasinin kilit noktasındaki amirlere ve
amatörlerin inisiyatifine bırakma lüksüne sahip
değildir.
Bir müddet evvel, Şile’deki Ocaklı Ada Kalesi’nin sözde restorasyonu basını işgal etmişti. Hiç şüphesiz İstanbul surlarının Taç Vakfı tarafından desteklenen restorasyonu da Hollywood zevkine göre yapılan düğün pastası görümündeki bir çalışmadır. Vlaherna Sarayı’nın restorasyonu, Anadolu’daki restorasyonlar arasında Sümela ve daha nice sayısız eser bunların başında gelir. Daha tatsız örnekler de vardır. Bilhassa İstanbul’da yeni bir bina yapılırken temeldeki eski eserler betona gömülür; ileride tarihçiler Beşiktaş İnönü Stadı’nın altındaki Saray Ahırları’nı, asıl önemlisi Dolmabahçe Tiyatrosu’nun ne olduğunu haklı olarak soracaklar.
İYİ SONUÇ İÇİN BİRİKİM LAZIM, O DA YOK
Bizzat Topkapı Sarayı’nda 1940’lı ve 1960’lı yıllarda beyaz çimentonun yanlış olarak ve bilinçsizce kullanıldığı biliniyor. Mesela Hırka-i Saadet’in üzerinde bu kullanım duvarın öbür tarafındaki orijinal düzgün restorasyonla karşılaştırıldığında daha iyi görülebilir. Sarayın bir talihsizliği de 1940’larda bürokratların Enderun hazinesindeki ahşap kubbeyi yetersiz bulup taş ve çimento ile kubbe yaptırmalarıdır. Bu yeni kubbelerin binanın istinat duvarlarına verdiği aşırı yükün yarattığı problem bir yana Hazine Dairesi’ndeki ısınma ayarı bakımından da beklenmeyen etkileri görülür.
Restoratörler malzemeyi tanımıyorlar; eski yapıların özellikleri iyi incelenmiş değil. İnşaat dünyasına giren her yeni malzeme veya her uygulanan tekniğin eski eserlerin restorasyonunda kullanımı hiç şüphesiz ki akıl işi değildir. Maalesef mimar zümresi iyi restoratör yetiştiremiyor. Zira bu ikinci dal müthiş bir tarih ve sanat tarihi bilgisi, engin coğrafya gözlemleri ve birikimi gerektirmektedir. Son zamanlarda hükümet, çevreyi korumaktan ve yükselen İstanbul’un yarattığı tahribattan söz eder oldu. Ne var ki yakın zamandaki hukuksuz yapılanmaların bile önlenmesine ve düzeltilmesine yönelik en hafif ümit veren bir girişim görülmüyor. Zavallı İstanbul; hiç değilse senin güzelliğini korumak için nasılsa mahkemelerden çıkan kararları bile uygulayacak otorite nerede?
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE’NİN ÇATI OLUKLARI
Sadece İstanbul mu? İşte Anadolu’dan bir başka örnek. Erzurum’un ortasında yer alan ve I. Alaeddin Keykubad’ın kızı Hüdavent Hatun tarafından yaptırılan Çifte Minareli Medrese, Kösedağ Savaşı’ndan sonra İran İlhanlı Moğollarının resmen sınırlarına da katılmasa da etki alanına giren Erzurum’da bir tür direnişin eseridir. Önündeki Çifte Minare’nin mazide yıkıldığı malum. Yerel halk ve üniversite öğrencilerinin gün boyu ve akşamları oturduğu, kısa süren Erzurum yazında hoş bir serinliği olan, çay-kahve sohbetleri yapılan bu alanın özgün mimarisi dolayısıyla yıllar süren uzun bir restorasyon geçirdiği de malum. Maalesef biz büyük restoratörler ülkesi değiliz. Restorasyon uzmanı iyi bir mühendis, iyi bir tarihçi ve sanatkar olmak zorunda. Bu nedenle bütün eski bina restorasyonlarında yetkili kurullar ve Anıtlar’la müteahhitler arasında bitmeyen çekişmeler, iptaller, uzatmalar görülür. 13’üncü asrın bu ünlü eserinin çatı olukları nasıl düzenlenecek?
13’ÜNCÜ ASRIN İNCİSİ KİMLERE EMANET
Bu bir estetik, fakat her şeyden önce bir teknik icat meselesidir. Binanın içinde ve dışında yer alan olukların halkta ve sanat tarihçileri arasında tepki yarattığı görülüyor. Haklıdırlar. Ne var ki böyle mühim restorasyonlarda herkesin ilgi göstermesi, bilgi dağarcığını açması gerekir. Yeryüzünde hiçbir toplum 13’üncü asrın incisi olan bir eserin akıbetini bilim kurulundaki üç-beş üyeye, bürokrasinin kilit noktasındaki amirlere ve amatörlerin inisiyatifine bırakma lüksüne sahip değildir. II. Cihan Harbi’nden sonra Hitler’in kasten tahrip ettiği Varşova’nın restorasyonunun nasıl bir ulusal seferberlik halinde sürdüğünü hatırlamak gerekir. En büyük restorasyon uzmanı kimdir? Cevap: Atalarının mirasını tanıyan, merak eden, hafızasına nakşeden ve koruma kavgası yapan halkın kendisidir. Yoksa hiçbir şey düzgün yürümez.
ORTAÖĞRETİMDE TARİH DERS KİTAPLARI
Müfredat programı taslağında ele alınan konular geniş. Bu genişliğe uygun bir metin ortaya konacağıysa çok şüpheli.
Türkiye’de kasaba politikası tarih düşüncesine el atmaya heveslendi. Vahim bir gelişme... 18 ve 19’uncu yüzyılın eğitim tarihini dikkate alırsak ilk örnek bu değil. İnkılapçı Fransa’dan anayasal monarşist Britanya’ya, Alman dükalıkları ve Avusturya İmparatorluğu’ndan otokrat (müstebid) Rusya’ya kadar, her yerde aynı şey denenirdi. Kitleye aktarılan tarihte olayların ve kurumların doğru tespiti ve tarifi ama yorumların imparatorlukların veya milliyetlerin ideolojisine paralel ölçüde saptırılmasına dikkat edilirdi. Bu yapma tarih Voltaire’den Hegel’e herkesin kendi Fransız veya Alman dünyasını beşeriyetin ulaştığı en yüksek mertebe olarak değerlendirdiği bir yorumun okullara girmesine neden oldu.
GÜNDEMDE NE VAR?
İnsanların çoğu tarihi okulda öğrenir; bu bugün de geçerlidir. Açıkça anlaşılıyor ki Türkiye bu akıma ilk giren ülke değil; bazı gayretkeşler Türk İmparatorluğu’nun tarih dersine el atışını göz ardı ettiler. Geç kalmıştı ama iddiasızdı okul tarihçiliği... Fezleke-i Tarih-i Osmani mütevazı bir bilinç verme örneğidir. Kemalist dönemin tarihçiliğini bazı siyaset bilimcisi arkadaşlar(!) her ülkedeki muasır tarih derslerini mukayeseli olarak inceleme yeteneğine sahip olmadıklarından veya gerek duymadıklarından olacak kendilerince ele aldılar. Hatta Türk tarih dersi kitaplarını ele alanların bazıları yabancı Türkologlardı. Yorumları ve bilgi dağarcıkları fakirdir. Onlardan beklenen daha geniş mukayeseli bir metin analiziydi.
Konuyu fazla uzatmayalım; bugün Milli Eğitim, tarih derslerine el atıyor. 9-12’nci sınıflar için hazırlanan tarih dersi öğretim programı TBMM’nin gündeminde. Sokakta, acemi basın-yayın organlarında ele alınan grotesk tarih yorumları yanında (bunu gülüncün ötesinde ‘çarpık’ diye yorumlamak mümkün) anlaşılan bir de müfredat değişecek.
Müfredat programı taslağına baktım; ele alınan konular fazla geniş. Bu genişliğe uygun bir metin ortaya konacağı çok şüpheli. İnanç sistemlerine kadar iniliyor. Metafizik, mezhep, yaratılış efsanesi vs gibi sonsuz kavramlar açıklanacakmış.
TARİH ANLATIN
Laf ola bir şema; sadece tarih anlatın, yetişir. Tarihin doğrularını ve saptanan gerçeklerini kaleme alıp ancak sonra yorum yapabilirsiniz. Büyük iddialarla körpe dimağların nasıl yetiştirileceği bir merak konusudur. Maalesef akademik dünyamız ortaokul-lise metinlerini yazan öğretmenlerle temas içinde değil. Ya öğretmenlerce arzu edilmiyorlar yahut da geniş kitleye yaklaşmayı bilmiyorlar. Kitap pazarının cazibesi böyle bir ilgiyi fıtraten imkansız kılıyor. Dolayısıyla yazarların alternatif kitap yazıp yorumculuk yapması gerekir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitap yazımını kanunlaştırma çabası ise sadece ters teper.
İLBER HOCA ÖNERİYOR: EVLİYA ÇELEBİ KÖPRÜSÜ
İzmit Körfezi üzerine yapılan ve gelecek yıl bitmesi beklenen köprünün ismi için Turkish Daily News’ta bir teklif kaleme alan tanınmış Britanya-İskoçyalı Osmanlı tarihçisi Dr. Caroline Finkel, ‘Evliya Çelebi’ ismini öneriyor. Hakikaten hak edilen bir isim. Evliya bu hattan defalarca kayıkla ve salla geçti ve bu imparatorluğun dört köşesine ulaşıp bize eşsiz mirasını, ‘Seyahatname’sini bıraktı.
Hürriyet, Yazı: İlber Ortaylı, 17.04.2016
|
TARİHİ KAZI ALANINDA İNSAN İSKELETLERİ BULUNDU
Bartın’ın
Amasra İlçesi’nde iki yıl önce, bir inşaatın
sondaj kazıları sırasında tarihi yapıya
rastlanmasının ardından başlatılan kurtarma
kazısında çok sayıda insan iskeleti ortaya
çıktı.
Boztepe
mahallesinde bir inşaatın sondaj kazıları
sırasında 12’inci
yüzyıl Ceneviz dönemine ait olduğu tahmin edilen
tarihi yapı bulundu.
Amasra İlçesi’ndeki arazilerin büyük
çoğunluğunu 3’üncü derece sit alanlarının
oluşturması nedeniyle Müze Müdürlüğü’nün
denetiminde sondaj kazıları yapılmaya başlandı.
Kazı sırasında beton bir yapıya rastlanılmasının
ardından,
Karabük Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
bölgede geniş çaplı kazı ve inceleme
çalışmasının başlatılmasına karar verdi. Kazı
çalışmaları sırasında tarihi yapının içerisinde
20 insan iskeleti bulundu. Antropologların
bölgeye gelerek çalışma yapacakları belirtildi.
"Şu anda bulunan insan kemikleriyle ilgili kesin ve
net bir bilgi vermemiz mümkün değil. Kazı
çalışmalarımız önümüzdeki günlerde devam edecek.
İnsan kemiklerinin hangi tarihe ait olduklarını ise
uzmanların incelemesinden sonra anlayabileceğiz.
Burada ortaya çıkan eserler ilçedeki üzeri örtülü
tarihi ve antik şehri gün yüzüne çıkarma adına ümit
veren bulgulardır."
Hürriyet, 17.04.2016 |
DA VİNCİ'NİN YAŞAYAN AKRABALARI BULUNDU
BBC'nin haberine
göre, ünlü ressam Leonardo da Vinci'nin soyundan
gelen kişilerin kimliğini araştıran İtalyan
tarihçiler, ünlü sanatçı ve bilginin 35 yaşayan
akrabasının kimliğini tespit etti.
Tarihçiler, hiç
evlenmediği ve çocuğu olmadığından Da Vinci'nin
akrabalarını bulabilmek için kardeşlerinin
soyundan gelenleri araştırdı.
Leonardo da
Vinci'nin hayattaki akrabaları arasında ünlü
yönetmen Franco Zeffirelli'nin de bulunduğu,
akrabalarının büyük bölümünün, Toskana'da
yaşadığı kaydedildi.
Rönesans sanatını
doruğa ulaştıran, çeşitli alanlardaki
araştırmaları ve buluşlarıyla tanınan, dünyanın
gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından ve
dehalarından biri kabul eden Leonardo da Vinci,
1452 yılında İtalya'nın Anchiano kabasında
dünyaya geldi.
O dönemde genç bir
hukukçu olan Piero da Vinci'nin bir çiftçi kızı
olan Caterina ile evlilik dışı ilişkisinden
dünyaya gelen Leonardo da Vinci'nin en en
tanınmış yapıtları arasında Mona Lisa ve Son
Akşam Yemeği bulunuyor.
Habertürk, 16.04.2016
|
'DEDE'NİN 2 BİN 700 YILLIK TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
Bölge Müdürlüğü, Şardağı’nda bulunan ve ‘Dede’
ismiyle adlandırılan Tümülüs tarzı mezarın sit alanı
ilan edilerek arkeolojik kültür varlığı olarak
tescillenmesi için çalışma başlattı.
Dede
Tümülüsü'nde inceleme yapan Gaziantep Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı
arkeolog Ahmet Beyazlar, anıt mezar olduğu
değerlendirilen alanın milattan önce 6. yüzyıldan
sonra bölgede hüküm süren Pontus Kralı
Mitridate-Bedriata’nın ismi ile çağrışım yaptığını
kaydetti.
Tümülüslerin, ana kayaya oyulmuş bir
kral ya da bey mezarının üstünün çakıl taşları ile
kapatılması mantığına dayandığını kaydeden arkeolog
Ahmet Beyazlar, Dede Tümülüsünün Nemrut Dağı’ndaki
Arkeokos’un mezarı ile benzerlik gösterdiğine vurgu
yaptı.
Gaziantep Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu Bölge Müdürlüğü, Şardağı’nda Elbistan’ı
kuşbakışı olarak gören en hakim noktalardan biri
olan alanda bulunan ve halk arasında ‘Dede’ olarak
bilinen bölgenin tarihi ve kültürel değerini tespit
etmek için harekete geçti. Bilinen bir tarihi
olmayan ve ne için yapıldığına dair birçok rivayet
bulunan Dede’nin hangi yıllarda ve ne amaçla
Şardağı’nın tepesinde inşa edildiğinin tespit
edilmesini öngören projenin ilk çalışması Gaziantep
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü
uzmanı arkeolog Ahmet Beyazlar ve ekibi tarafından
yapıldı.
Define arayıcılarının büyük bir kısmını talan
ettiği Dede Tümülüsünün jeofizik incelemeler
sonucunda kral ya da bey mezarı olduğunun
belirlenmesinin ardından bölge sit alanı ilan
edilecek ve arkeolojik kültür varlığı olarak tescil
edilecek.
Elbistan’da yaşayan Mehmet Arkalı
isimli vatandaşın
bimer’e yaptığı başvuru sonrasında başlayan
çalışma hakkında bilgi veren Gaziantep Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı
Arkeolog Ahmet Beyazlar, tümülüslerin MÖ
6. yüzyıldan
Roma dönemine kadar
Anadolu’da ve Orta Asya’da yaşam bulan bir anıt
mezar türü olduğunu belirtti.
Tümülüslerin ana
kayaya kazılan mezar odası ve üzerine çakıl taşı
yığılması ile oluştuğunun bilgisini veren Gaziantep
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
Uzmanı Arkeolog Ahmet Beyazlar, “Bakanlığımıza BİMER
kanalı ile Elbistan merkezdeki ‘Dede Tümülüsü’ ile
ilgili tespit ve tescil çalışması talebinde
bulunulması üzerine buradayız. Konuyla ilgili olarak
çalışmaya geldik. Şardağı’nda bulunan alanda
incelemeler yaptık. Alanın tesciline yönelik gerekli
tespit çalışmasını yaptık. Yaptığımız tespite göre
burası bir Tümülüs mezar. Tümülüs mezar, klasik
dönem dediğimiz MÖ 6. yüzyıldan başlayarak Roma
dönemine kadar geçen süreçte Anadolu’da ve Orta
Asya’da yaşam bulmuş bir anıt mezar türü. Bunun
altında ana kayaya oyulmuş mezar odası bulunur. Onun
içinde de dönemin beyinin, kralının mezarı olur.
Bunun da üzeri açılmasını engellemek için çakıl
yığınları ile kapatılır. Taş yığınları hem mezarı
korur hem de abidevi şekilde görülmesini ve ileri
dönemlere aktarılması sağlanır” dedi.
Bölgeye
verilen isim olan ‘Dede’nin tarihsel süreçte ata
anlamına gelen ‘Date’ kelimesi ile çağrışım yaptığı
görüşünü aktaran Beyazlar, bölgedeki anıt mezarın da
Anadolu’da Romalılara karşı mücadele eden Pontus
Kralı Mitridate’ye ait olabileceği izlenimini
taşıdığını anlattı.
Gaziantep Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı Arkeolog Ahmet
Beyazlar, bu konuda da, “Dede; ata, date gibi bir
isim. Anadolu’da Roma egemenliği oluşmadan önce 48
yıl sürmüş bir savaş var. Dede Tümülüs’ü de
Anadolu’da Romalılara karşı mücadele eden dönemin
Pontus Kralı Mitridate-Bedriata’nın ismi ile ilgili
çağrışım yapıyor. Nitekim İskit Devleti’nin
yıkılması sonucunda oradaki askerlerin Anadolu’da
paralı asker olarak Büyük İskender’e gelmeleri,
Büyük İskender’den sonra da yerel beylikler olarak
alan hakimiyetinde kalmaları bu süreçte bunların
kültürlerini buraya taşımalarına ve burada
yaşadıkları dönem içerisinde kendi kültür ve
inançları çerçevesinde bu mezarları yaptıkları
yönünde bir düşünce oluştu. Nemrut Dağı’nda
Arkeokos’un mezarı var. O da böyle çakıl mezardır”
ifadelerini kullandı.
Dede Tümülüs’ünün define
arayıcıları tarafından tahrip edildiğinin de
bilgisini veren Beyazlar, çakıl yığını altında
olduğu değerlendirilen mezara ulaşılamadığını ifade
etti.
Bölgenin korunması gerektiğine işaret eden
Beyazlar, “Tümülüs’ün belli bir yerlerinde define
arayıcıları tarafından tahribatlar yapıldığını
gördük. Bunun nedeni, tepenin altındaki kaya oygu
mezarına, yani kralın ya da beyin mezarına
ulaşmaktır. İçindeki varsa değerli hazineleri almak
amacı taşıyor. Şuana kadar buna ulaşılmış değil
ancak, bu tür kişilere de
fırsat verilmemeli. Yerel imkanlarla bunlar
korunmalı” çağrısında bulundu.
Gaziantep Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü Uzmanı
Arkeolog Ahmet Beyazlar, tescil çalışmasının
sürecini de, “Bir yandan da burasının jeofizik
çalışmaları yapılarak çakıl yığınının altındaki oda
mezarın olup olmadığı durumu tespit edilmeli. Daha
sonraki süreçte de buna inilerek mezarın bilimsel
metotlarla çalışılması gerekiyor. Tespit edilmesi
halinde olduğu yerin görsel olarak turizme açılacak
mekan olarak tanzim edilmesi gerekiyor. Dede
Tümülüsünün olduğu yer, Elbistan’ı en güzel noktadan
görülebildiği bir alan. Tepeye hakim bir nokta. Biz,
alanın koordinatlarını belirledik. Koruma alanı ne
kadar olacak ona yönelik çevresel araştırmalar
yaptık. Tescil yönetmeliğine göre rapor
hazırlanacak. Bundan sonraki süreçte de bizim
hazırladığımız rapor kurula sunulacak. Kurulun
kararının ardından bölge arkeolojik kültür varlığı
olarak tescil edilecek” cümleleri ile özetledi.
Milliyet, 15.04.2016 |
TARİHİ OKULUN BAŞINA GELMEYEN KALMADI
Mustafa Kemal Atatürk’ün Latin alfabesini
tanıttığı okullar arasında yer alan eski adıyla
‘Turgut
Reis İlkokulu’ kaderine terk edildi. 1999’da
20 yıllığına bir derneğe tahsis edilen okul
binası, birinci derece
sit alanı olarak tescillendi. Son dönemde
kaderine terk edilen bina, yeniden eğitim
yuvasına dönüşebilmek için yetkililerin ilgisini
bekliyor.
Ulus Hacıbayram
Mahallesi Gülbaba Sokak’ta bulunan
okul binası, 1999’da yaşanan yangının
ardından
Ankara Valiliği’nce 20 yıllığına Bedensel
Engelliler Derneği’ne tahsis edildi. Bina, 2010
yılında kısmi bir restorasyonla faal duruma
getirildi. 2012’de eski Başkan Faruk Öztimur’un
vefatı ile dernek bir çok sorunla karşı karşıya
kaldı. Sıkıntılara rağmen verdikleri mücadele
ile birçok engellinin istihdamına kaktı
sağladıklarını belirten Bedensel Engelliler
Derneği Başkanı Yeşim Şirin,
Cumhuriyet tarihine tanıklık eden önemli
eğitim binalarından birinin, engelli
vatandaşların istihdamına katkı veren bir yapıya
çevirebileceklerini kaydetti. Şini şunları
söyledi:
HIRSIZ VE BAĞIMLILAR DADANDI
“Geçen ekimde
okulda eğitime yardımcı ekipmanların çoğu
çalındı. Olayın ardından bize gönüllü olarak
destek sağlayan kişilerin yardımıyla pencelere
korkuluk yaptırdık. Ancak onlar da kırıldı. Şu
anda elimizde kalan cihazların çoğu tam
anlamıyla çalışır durumda değil. Engelli
vatandaşlarımıza eğitim verdiğimiz ders
saatlerinde binanın kapı demirlerine tırmanan ve
camlarımıza taş atan madde bağımlıları
tarafından sürekli
taciz edildik. Engelli öğrencilerimiz
bırakın eğitim almayı, okula gelmekten bile
korkmaya başladı. Tarihi eğitim binası,
bağımlıların eğlence yerine dönüştü.
MÜLTECİLER
KAMP KURDU
Tarihi yapıya
Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan banklar
bir süre Suriyeli mülteciler tarafından işgal
edildi. Bahçemizi çadır kente çeviren
mültecileri uzun süre çıkartamadık. Yatak yorgan
çoluk
çocuk, burada yatıp kalktılar. Daha sonra
bir anda terk edip gittiler. Herhangi bir
güvenlik görevlimiz bulunmadığı için ne
hırsızlığın, ne mültecilerin ne de madde
bağımlılarının yarattığı tehlikelerin önüne
geçemedik. Bugüne kadar bizlere bir şey olmamış
olması büyük şans. Hareket kabiliyeti düşük olan
bedensel engelliler doğal olarak normalde fazla
üşüyor. Binamızda uzun süredir
doğalgaz sistemi çalışmıyor. Özellikle soğuk
havalarda engelli vatandaşlarımız için büyük
zorluk yaratıyor.”
DESTEK
BEKLİYORUZ
Turgut Reis İlkokulu'nun kaderine terk
edilmemesi için desteğe ihtiyaç duyduklarını
belirten Bedensel Engelliler Derneği Başkanı
Yeşim Şirin, “Bakanlık, belediye ve hayırsever
iş adamlarının sesimizi duymasını bekliyoruz”
dedi. Tarihi binanın girişinde, 9 Ağustos
1928’de
Atatürk’ün yeni alfabeyi ilk kez Gülhane’de
düzenlediği bir gala ile katılımcılara tanıttığı
fotoğraf yer alıyor. Eski adıyla Turgut Reis
İlkokulu da gerçekleşen galanın ardından
yaklaşık 2 ay boyunca Atatürk’ün
Türkiye’yi gezerek alfabeyi tanıttığı
okullar arasında bulunuyor. Tarihi okula dadanan
hırsızlar, Atatürk büstünü bile çaldı.
Hürriyet, Haber: Doğahan Giritlioğlu, 15.04.2016
|
ERDOĞAN ATATÜRK'ÜN YATI SAVARONA'YA DA KAT ÇIKTI
Bu haberi ilk kez Odatv’den okuyacaksınız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk’ün tarihi yatı
Savarona’ya “kaçak kat” çıktı.
Savarona’nın üst güvertesinin açık platformu
kapatıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam Zirvesi'ne katılan
devlet ve hükümet başkanlarını dün Atatürk'ün
yadigar yatı Savarona'da ağırlamıştı. Anıtkabir’e
gitmeyen Suudi Arabistan gibi İslam ülkeleri
liderleri, Atatürk’ün mirası Savarona’nın
“kaçak katında” toplandı.
Ve Erdoğan liderlerle buluşmasını üstü kapatılan
ve oluşturulan bu yeni bölümde gerçekleştirdi.
85 yıllık tarihi yat Savarona, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın talimatıyla 2013’ün sonlarında Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nca kiralandığı işadamı Kahraman
Sadıkoğlu’ndan devralınmış ve “restore” edilmişti.
Odatv’nin görüştüğü kaynaklar, bu skandalı
doğruladı ve yaşananın kritik değerdeki tarihi yata
“gecekondu yapmakla” eşdeğer
olduğunu belirtti.
İŞTE SAVARONA’NIN KAPATILAN PLATFORMUNUN
ESKİ VE YENİ HALİ
Oda Tv, 15.04.2016
******
BİZİMKİLER
SAVARONA'YA KAÇAK KAT ÇIKARKEN İNGİLİZLER BAKIN NE
YAPTI?
Değerli sınıf arkadaşım
Cem Gürdeniz,
Odatv’de yayınlanan “Sadece Savarona Değil, O Tarihi
Gemileri de Koruyamadık” başlıklı yazısında;
“Kurtuluşa, kuruluşa ve Cumhuriyete mal olmuş
gemilere sahip çıkamadık. Bandırma, Nusret, Alemdar,
Ertuğrul, Söğütlü, Yavuz, Sakarya ve daha niceleri”
demiş. Yerden göğe kadar haklı!
Gürdeniz, yazısının sonunda
bunu; deniz ve denizcilik kültürünün eksikliğine
bağlamış. Yazdıklarına katılıyorum ama, sanki
durum bunun daha ötesinde gibime geliyor. Eskiye ve
tarihe mal olmuş şeylere sahibiyet eksikliğimiz,
sadece deniz ve denizcilik ile sınırlı değil ki!
PORTOBELLO’YA NUR
YAĞIYOR
“Eskiye rağbet olsa, bitpazarına
nur yağardı”; kültürümüzün bir özdeyişi ama, doğru
bir söz değil. Londra’da, Portobello’da dünyanın en
büyük bitpazarı var ama nur yağıyor. Ne İngiltere’de
ne de Avrupa’da, eskiyi kötülemek için söylenmiş
böyle bir söz yok. Hatta; eskiye, hem de çok eskiye
ve tarihi şeylere karşı ilgi ve alaka çok yüksek.
İngiltere’de; bir kızın
evlenirken ninesinin gelinliğini giymesi, bir genç
erkeğin dedesinin, hatta büyük dedesinin kol saatini
takıyor olması bir onur vesilesi. Bir çevrenize
bakın; babasının bile kol saatini takan kaç kişi
var? Hele ekonomik durumu iyi olanlarda,
rastlayamazsınız bile!
HMS BELFAST
2000’li yılların başında, Londra’da, bir
İngiliz’in evine ailece yemeğe davetleydik. Ev
sahibi, evini bana gururla gezdirdi; “Türker bu masa
Victoria döneminden kalma”, “Türker bu etajer 250
yıllık” diyerek anlattı. İngilizler; eskiyi ve
tarihi şeyleri korumayı, kültürlerinin bir parçası
haline getirmişler.
İşte bu nedenle; tarihi
binalara kimse elini süremez İngiltere’de. Bu iş,
iktidarların boyunu aşar. İşte bu nedenle, müzeleri
çok. İşte bu nedenle 1936’da yapımına başlanan, II.
Dünya Savaşı’na katılan
hafif kruvazör HMS Belfast; hurdaya çıkarılıp
satılmamış, jilet yapılmamış, müze haline
getirilerek, Thames nehrinin üzerinde
ziyaretçilerini bekliyor.
KÜLTÜR NEDİR?
Küçük yaşta babamı kaybettim. Öldüğünde;
elbiselerini vermek istediler, ayakkabısını kapının
dışına koydular. Kıyameti kopardım! Gelenek olduğunu
söylediler ve bana anlatmaya çalıştılar. Ama ikna
edemediler! İnsan aklının sorgulamasından geçmeyen
gelenek, çağdaş değildir.
Geleneklerin hepsi doğru mu
sanıyorsunuz? Berdel de, başlık da gelenekti, hatta
bazı yerlerde hala var. Ama bugün bunlar
savunulabilir mi?
Sözlükler, kültürü; “Tarih
içerisinde yaratılan, bir anlam ve önem sistemidir.
Bir grup insanın; bireysel ve toplu yaşamlarını
anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada
kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir” diye
tanımlıyor.
KÖKSÜZ DEVŞİRMELER
Kültürümüzün içinde, korunması gerekli çok
iyi şeyler var. Ama iyi olmayan şeyler de var.
Bunlardan bir tanesi; eskinin, geçmişin ve geçmişe
ait değerlerin korunması ve muhafazası. Bu iyi
olmayan kültürel miras; bir bölümüyle İslami
kültürden, bir bölümüyle Türk olmayan, devşirme ve
köksüz Osmanlı bürokratlarından geliyor.
İslami kültürün bir
bölümünde; kendinden öncesini suçlamak, aşağılamak
ve yok saymak var. Bu kültür nedeniyle; Suudi
Arabistan, Osmanlı izlerini kutsal topraklardan
siliyor. Bu kültür nedeniyle; radikal İslami
örgütler, İslam
öncesi uygarlıklara ait eserleri tahrip ediyorlar.
ATATÜRK HİTİTLER’İN
PEŞİNE DÜŞÜYOR
Batı; kök bulabilmek için, kendini Eski
Yunan’a ve Mezopotamya
kültürüne bağlıyor. Bu nedenle, bu kültürün izleri
olan eserlerine de sahip çıkıyor. Zaman içinde
eskiye sahip çıkma, kültürünün bir parçası oluyor.
Aynı bilinç, Atatürk’te de
var. Anadolu’daki bütün uygarlıklara sahip çıkıyor.
Anadolu’da 4 bin yıl önce uygarlık kuran Hititler’in
peşine düşüyor, Alacahöyük’te kazı yaptırıyor.
16. yüzyıldan sonra,
Türkmen kültürünü iyice kaybeden Osmanlılar ise;
Anadolu
Uygarlıklarının eserlerinin yağmalanmasına seyirci
kalıyor, hatta bunları, fermanlarla yabancılara
hediye ediyorlar. Bunlardan bazıları; Milet Agora
Kuzey Kapısı - Berlin Müzesi’nde, Zeus Sunağı -
Berlin Müzesi’nde, Nereidler Anıtı - Londra Britanya
Müzesi’ndedir.
YAPMAMIZ GEREKEN
NEDİR?
“Bir vatana sahip olmanın yolu; o
topraklarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş
uygarlıkları tanımak ve sahip olmaktan geçer” diyor
Atatürk. Yine Atatürk, Hatay sorunu ile ilgili
olarak Fransızlarla mücadele ederken; “40 asırlık
Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz” diyor.
Tarihi anlamı olan
gemilerimiz dahil, geçmişimizin ve köklerimizin
izlerine sahip çıkabilmek ve bunu kültürümüzün bir
parçası haline getirmek için yapmamız gereken; Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda ilerlemektir.
YAPILAN DÜŞMANLIKTIR
Bu günden itibaren; İngiltere ADD’nin
davetlisi olarak, Londra’dayım. Yarın (22 Nisan
2016) Grand Palace, Banqueting Suite, 242 High Road,
London N22 8JX adresinde; “Dünyada Antiemperyalist
Mücadelenin İlk Kalesi Olan TBMM’nin Açılışının 96.
Yılında Ülkemize, Bölgemize ve Dünyaya Bakış”
konusunu anlatacağız.
Ertesi gün; Londra’da
yaşayan Türklerle, 23 Nisan Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramını
Kutlayacağız.
Ulusal Bayramlarımızın,
Türkiye’de türlü bahaneler ile kutlanmasının
yasaklanması; Türkiye Cumhuriyetine ve onun kurucu
ideolojisine açıktan saldırı ve düşmanlıktır.
Saygılar sunarım.
Türker Ertürk
Oda Tv, 21.04.2016
|
ÇANAKKALE'DE 70
BİN YILLIK İNSAN İZLERİ BULUNDU
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Çamkabalak
Köyü’nün güneydoğusunda köy girişinde bulunan küçük
kayalıklarla kaplı alanda 70 bin yıl öncesine ait
insan izlerine rastlandı. Orta Paleolitik döneme ait
taş aletler, yonga parçaları ve çekirdeklerin
bulunduğu bu alan Çanakkale Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu tarafından 1. Derecede Sit Alanı
ilan edildi.
Edinilen bilgiye göre 2 yıl
önce Ayvacık İlçesi'ne bağlı Çambakalak Köyü
girişinde yer alan yerel taş ustaları tarafından taş
alım yeri olarak kullanılan bölgede araştırma yapan
arkeologlar normal taşların dışında ilginç taş
örneklerine rastladı. Bunun üzerine taşlar üzerinde
geniş kapsamlı bir araştırma başlatan arkeologlar
bunların binlerce yıl öncesine ait olduğunu
belirledi. Diskoid ve yarım ay biçimli aletler ile
tek veya çift kenarlı kazıyıcılar, çontuklu
düzeltili ve dişli alet sayısının bu bölgede çok
fazla olduğunu gören Arkeologlar bu yerin Orta
Paleolitik yerleşim alanı olduğunu tespit etti.
Bulunan taş aletlerin çıkarım
tipleri, yongalama biçimleri konusunda önemli
veriler sunan çekirdeklerin söz konusu alanın en
yoğun kültür varlığı olduğunu belirleyen arkeologlar
Çamkabalak Köyü girişindeki bu yerde bulunan
aletlerin genelde Neanderthal popülasyonları ile
ilişkilendirilmesine rağmen bazen diğer Arkaik insan
türleri olan Homo Heidelbergensis veya Homo Erectus,
hatta Homo Sapiens ile bile ilişkilendirileceğini;
bu bakımdan buradaki yerleşimin Orta Paleolitik
dönemin son bölümüne denk düşen ve tahmini 70.00 ile
30.000 tarihleri arasında burada bir çeşit açık
yerleşimin olduğunun söylenebileceğini ifade
ettiler.
BÖLGE 1. DERECE SİT
ALANI İLAN EDİLDİ
Öte yandan tarihi
açıdan önemli bir buluşun ortaya çıkmasının ardından
Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu da
14 Mart 2016 tarihinde aldığı karar ile Çambakalak
Köyü girişindeki bu yeri Orta Paleolitik Dönem Açık
Hava Yerleşimi alanı olarak belirleyip 1. Dereceden
Arkeolojik Sit Alanı ilan etti. Bu alanın 1. derece
Sit Alanı ilan edilmesinin ardından söz konusu alan
koruma altına alınırken, yerel taş ustaları
tarafından da bu bölgeden taş alımı yasaklanmış
oldu.
BÖLGEDE GENİŞ ÇAPLI
BİR KAZI ÇALIŞMASI YAPILABİLİR
Bu arada 70 bin yıllık insan izlerine rastlanan
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Çamkabalak
Köyü girişindeki bu bölgede geniş çaplı bir kazı
çalışmasının yapılması ile çok önemli tarihi
eserlere rastlanabileceğini belirten vatandaşlar, en
kısa sürede çalışmalara başlanmasını istediler. 70
bin yıl önce insanların yaşadığı bu bölgede daha
geniş kapsamlı bir araştırmanın yapılabilmesi için
sponsor firmalara ihtiyaç bulunduğunu da belirten
vatandaşlar, bunun sağlanması halinde çalışmaların
daha hızlı ilerleyebileceğini ve bu bölgenin
Çanakkale’deki diğer tarihi ve turistik yerler gibi
önemli bir turizm bölgesi olabileceğini ifade
ettiler.
Çanakkale Travel, Haber:
Ayhan Öncü, 14.04.2016
|
MISIR'DAKİ
ARKEOLOJİK KAZIDA BULUNAN DAVUD'UN YILDIZI TARTIŞMA
YARATTI
Mısır Antika Eserler Bakanlığı yetkililerinden
Mahmut Afifi, Aswan bölgesindeki eski Roma
tapınağındaki bir taş üstünde iki adet 6 köşeli
Davud’un Yıldızı sembolüne rastladığını duyurdu.
Ülkenin güneyindeki Aswan
bölgesinde Nil Nehri üzerinde bulunan Elefantin
adasında MÖ 3. yüzyıldan kaldığı düşünülen Roma
tapınağında bulunan söz konusu semboller büyük
tartışma yarattı.
Afifi, sembollerin tapınağın
restorasyonunda çalışan Alman arkeologlar tarafından
sonradan eklendiğini iddia etti. Mahmut Afifi, söz
konusu arkeologlara üzerinde Davud’un Yıldızı olan
taşın tapınaktan çıkarılması talimatını verirken bu
tür müdahalelere karşı yasal yaptırım uygulamakla da
tehdit etti.
Konu hakkında haber yapan
Mısırlı Suezbalabady web sitesi de Afifi’nin
belirttiği şekilde tapınakta bulunan Davud’un
Yıldızı’nın Alman arkeoloji ekibinin Yahudi bir
mensubu tarafından çizildiğini, amaçlarının Mısır
kültürünü yağmalamak ve Mısırlıları kışkırtmak
olduğunu iddia etti.
Yeni atanan ve
Afifi’nin üstü olan Mısır Antik Eserler Bakanı Halid
Anani de olaylar üzerine söz konusu tapınağı ziyaret
ederek ardından bir basın açıklaması yaptı. Anani,
Mısırlı ve Almanlardan oluşan bir arkeoloji ekibinin
tapınağın ilk bulunduğu zamandan kalma resimlerini
inceleyeceğini, üzerinde Davud’un Yıldızı bulunan
taşın üzerinde sembol olmayan halinin arkeolojik
anlamı ve değerinin araştırılacağını söyledi. Anani
ayrıca bir İslami antik eserler uzmanına danışılarak
6 köşeli yıldızın tapınağın yapıldığı erken dönemde
yaygın olup olmadığının araştırılacağını belirtti.
salom.com.tr, 13.04.2016
|
DEFİNE AVCILARI TARAFINDAN BULUNAN 3400 YILLIK
TARİHİ KALINTILAR GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLİYOR
Yozgat’ın Sorgun
İlçesi'ne bağlı Yeniyer beldesinde bulunan MÖ 1400-1200 yıllarına ait
Hititlerin Heykel Atölyesi olarak kullanılan
eserlerin gün yüzüne çıkması bekleniyor.
Define avcılarının
Kaçak kazı yapmaları sonucu fark edilen ve 1987
yılında Hapis Boğazı Harabeleri olarak koruma altına
alınan Hititlere ait heykel atölyesinde bulunan
tarihi kalıntıların gün yüzüne çıkarılması
bekleniyor.
Yeniyer Belediye Başkanı Osman
Yılmaz, Karakız Mahallesi Kazankaya,
Armutlu ve Hapis Boğazı bölgelerinde tarihe ışık
tutacak önemli arkeolojik eserlerin bulunduğunu
belirterek, “İlk tarihi bulgular 1982 yılında Müze
Müdürlüğü tarafından yapılmış. 1987 yılında ise
Hapis Boğazı Harabeleri olarak koruma altına
alınmış. 2009 yılında ise Yozgat Müze Müdürlüğü
yaptıkları araştırmalar sonucunda Karakız Heykel
Atölyesi olarak bu bölgeyi tescilledi” dedi.
DEFİNECİLER HEYKELLERE ZARAR VERİYOR
Yeniyer
Belediye Başkanı Osman Yılmaz, söz konujsu tarihi
alana defineciler tarafından zarar verildiğini
belirterek, “Bölgede define arayan kişiler bu
eserlere zarar veriyorlar. Bu eserleri gören kişiler
taşların altında tarihi bir eser arama niyetiyle
taşlara zarar verip, bu tarihi eserlerin yok
olmasına neden olabilirler. Bu nedenle Yozgatlı
mülkü amirlerimizin, milletvekillerimizin ve
bakanlarımızın bu bölge üzerinde biran önce
çalışmalarını hızlandırarak bu bölgeyi turizme
kazandırmalarını bekliyoruz. Aksi halde bu kadar
önemli bir tarih yok olup gidecek.” diye konuştu.
Bölgenin Yozgat turizmine büyük katkı sağlayacağını
vurgulayan Başkan Yılmaz, “Sorgun İlçemiz termal
turizm açısından büyük gelişmeler yaşıyor. Buraya
gelen turistler termalden sonra bölgemizde Hapis
Boğazını gezme imkanı da bulacağı için ikisi bir
bütünlük oluşturacaktır. Bu sebeple termal turizmi
geliştirmek istiyorsa bu tür tarihi kalıntıların da
biran önce gün yüzüne çıkması gerekir.” diye
konuştu.
HİTİT ASLANLARIN SIRRI ÇÖZÜLEMEDİ
Arkeologların, Yeniyer Beldesinde yer alan her bir
beş ton ağırlığındaki aslan heykellerinin sırrının
çözmeye çalıştığını söyleyen Yılmaz, “Yağmacıların
geçmişte zarar verdiği aslanların ne amaçla
yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Hititlerin
Anadolu’da egemenlik kurduğu
MÖ 1400-1200
yılları arasında yapıldığı tahmin edilen granit
aslan heykellerinin, ileriye doğru hamle yapmış,
başları biraz eğik, başlarının üst kısmı,
enselerinden çok az daha yüksekte olması kutsal bir
su kaynağına adanmış anıtlar olabileceği
düşünülüyor.” dedi.
KAYALARIN YÜKSEKLİĞİ 2
METREYİ BULUYOR
Dev aslan heykelleri ve taş
ocağında bulunan, en büyüğü iki metre çapındaki
kayaların, arkeologların bu oymaların ne için
yapılmış olduğu konusunda büyük bir merak
uyandırdığını belirten Yılmaz “Karakız civarında
yapılan araştırmalar heykellerin yapıldığı düşünülen
tarihte, bu bölgenin bir Hitit yerleşimi olduğunu
gösteriyor. Öte yandan heykellerin büyüklükleri
yapıldıktan sonra uzak mesafelere taşınmağın son
derece az olduğunu gösteriyor. Hititlerin
heykeltıraş gelenekleriyle su kaynaklarına olan
ilgileri arasında bu heykellerin önemi birbirine
parelel.” şeklinde konuştu.
2.HAPİS BOĞAZI HİTİT
HEYKEL ATÖLYESİ FESTİVALİ YAPILACAK
Başkan
Yılmaz, geçtiğimiz yıl 1’inci Hapis Boğazı Hitit
Heykel Atölyesi Festivali yaptıklarını, bu yıl ise
2’incisini yapacaklarına değinerek, “Karakız
Mahallesi Hapis Boğazı mevkiindeki Hitit Taş
Atölyesi’ni tanıtımına katkı sağlamak için
geçtiğimiz yıl bir enlik düzenledik. Bu yıl ise 9-10
Temmuz tarihleri arasında 2’inci kez şenliğimizi
yapmayı planlıyoruz. Bu tür şenlikler ile bu bölgeyi
daha iyi tanıtmayı planlıyoruz” ifadelerini
kullandı.
Milliyet, 13.04.2016 |
HATAY'DA KAYI BOYU DAMGALI MEZAR TAŞLARI BULUNDU
Hatay'ın Hassa İlçesi'ndeki 17
Türkmen mezarlığının en büyüğü Karapınar Türkmen
Mezarlığı'nda Kayı Boyu'nun
sembolüne rastlanması, bu boyun bölgeye yerleşme
izni aldığını ve yerleşimini Islahiye'ye doğru oba
oba devam ettirdiğini ortaya koydu.
Hatay Arkeoloji
Müzesi'nde görevli arkeolog Demet Kara, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Hassa İlçesi Aktepe
Mahallesi'ndeki Karapınar Türkmen Mezarlığı'nda
2014 yılı kasım ayından bu yana Kültür ve Turizm
Bakanlığının izniyle temizlik ve koruma çalışmaları
yaptıklarını, bölgede Mustafa Kemal Üniversitesi
(MKÜ) Sanat Tarihi bölümünün de bilimsel faaliyet
yürüttüğünü kaydetti.
"Damgalar o boyların kendi kimliğini anlatan
işaretlerdir"
Mezarlık alanlarının
yaşanan kültürün tapuları olduğunu ifade eden Kara,
şöyle devam etti: ''Mezarlık alanında
tespit edilmiş kültür bölümleri o insanların,
medeniyetin burada yaşadığının bir ispatıdır. Burası
bölgenin en büyük mezarlığı, yüzeysel bakıldığında
ot ve çalılarla kaplıydı. Değişik boylara ait
damgalar gördük. Damgalar o boyların kendi kimliğini
anlatan işaretlerdir. Burada Orta Asya'dan kopup
gelen Türkmen boylarının damgalarını, sembol ve
işaretlerini tespit ettik. Şu an çalışma devam
ettiği için daha çok boyların işaretlerini
bulacağımızı düşünüyoruz. Kısa süre önce Kayı
Boyu'nun damgalarını tespit ettik. Kayı Boyu'nun
damgasının yer aldığı mezar taşlarını bulduğumuz
için bu bölgenin, Halep beyinin, Kayı beyi Süleyman
Şah'a oturma izni vermiş olduğu bölge diye
düşünüyoruz. Şu an gündemde olan Diriliş Ertuğrul
dizisinden de takip ettiğimizde bu bölgenin onların
yurtlukları olduğunu anlıyoruz. Kayı işaretli
damgalı taşları bulduğumuz için bu coğrafyada Kayı
Boyu yerleşti ve Islahiye'ye doğru oba oba sürekli
yerleşmelerini devam ettirdiler.''
Anadolu
Ajansı, Haber: İsmihan Özgüven, 13.04.2016
|
İZNİK'TE ROMA DÖNEMİ KAYA KABARTMALARI YOK OLUYOR
Bursa'nın
İznik İlçesi
Derbent Köyü yakınlarında bulunun
Roma dönemine ait kaya kabartmaları zamana yenik
düşüyor.
Derbent Köyü yakınlarında adak
kabartmaları olarak bilinen bölgede
Roma dönemine ait insan figürlü 9 kabartma
bulunuyor. Kabartmalar arasındaki sakallı büst ile
üçgen alınlıklı olanlar net görülebiliyor. Altında
Yunanca bir kitabe de ise 'Uğurlu
olsun' bölümü okunabiliyor. Tekli, ikili ve üçlü
kabartma gruplarından oluşan kayalardaki eserler,
koruma altında olmadıkları için doğanın da etkisiyle
her geçen gün yok oluyor. Kabartmaların zamana
tamamen yenik düşerek kaybolmamaları için koruma
altına alınması isteniyor.
haberler.com,
12.04.2016 |
BU TABLO SATIN ALINMALI, TÜRKİYE'YE GETİRİLİP
TOPKAPI'YA KONMALIDIR!
Londra’nın meşhur mezat
şirketi Sotheby’s’in önümüzdeki 20 Nisan’da yapacağı
“İslam Dünyası Sanatı” müzayedesinde bugüne
kadar bilinmeyen, tarihimiz için son derece önemli
olan ve belge niteliğinde bir tablo satılacak:
“Genç Osman” diye bilinen İkinci
Osman’ın 26 Şubat 1618’de tahta çıkışını
gösteren yağlıboya bir tablo...
200 bin pound yani 800 bin lira başlangıç fiyatı
ile arttırmaya çıkacak olan tablonun önemi hayali
değil gerçek olması ve cülus, yani tahta çıkış
törenini bizzat izlemiş olan Avrupalı bir elçilik
ressamının elinden çıkması...
17. asırdan itibaren İstanbul’u ve İstanbul
Sarayı’nı en gerçekçi şekilde gösteren tablolar,
Avrupalı elçilik ressamlarının eserleridir. Avrupalı
hükümdarların İstanbul’a gönderdikleri
büyükelçilerin maiyetlerinde ressamlar da yeralmış,
şehri ve şayet izin verildi ise sarayı ve hatta
hükümdarı da resmetmişler, elçiler kendi
hükümdarlarına raporları ile beraber bu tabloları da
göndermişler, yani resimler o senelerde mevcut
olmayan fotoğrafın yerini tutmuştur. Eserleri ile o
dönem İstanbul’unu, devlet adamlarını ve bazı önemli
olayların ayrıntılarını öğrenmemizi sağlayan
Antoine Ignace Melling, Jean-Baptiste van Mour,
Eugène Flandin yahut Claes Ralamb
gibi ressamlar, Türkiye’ye hep elçilik heyetleri ile
gelmişlerdir.
TÖRENE BİZZAT KATILMIŞLAR
Londra’da 20 Nisan’da satışa çıkacak olan tablo
da 1618’de Avusturya İmparatorluğu’nun elçisi olarak
İstanbul’a gelen Baron Hans Mollard von
Reinek’in maiyetinde bulunan ama ismini
maalesef bilmediğimiz bir ressam ait. Elçiye o
senenin 26 Şubat’ında tahta çıkan İkinci
Osman’ın cülus törenini takip etme izni,
daha doğrusu ayrıcalığı verilmiş ve törene elçi ile
beraber katılan ressam, o sahneyi tablosuna
yansıtmış.
127’ye 107,5 santim eb’adındaki yağlıboya tablo,
törenin bütün ayrıntılarını veriyor. O sırada 14
yaşında olan genç hükümdar tahtında otururken, hemen
karşısındaki başka bir tahtta da başında altın tacı
ve etrafında hizmetkarları ile annesi
Mahfiruz Sultan görülüyor. Arka planda
Ayasofya Camii ve minarelerdeki müezzinler
yeralıyor, tablonun merkezinde Şeyhülislam
Esad Efendi elinde Kur’an ile resmediliyor,
Esad Efendi’nin hemen önünde de
Mevleviler sema ediyorlar. Sadrazam Halil
Paşa, Kızlarağası Süleyman, silahdar ağa ve
solaklar gibi devletin ve sarayın o dönemdeki diğer
önemli görevlileri de tabloda yeralıyorlar...
BU PARA TÜRKİYE İÇİN NEDİR Kİ?
Resmin tuhafıma giden tarafı, valide sultanların
cülus törenlerinde oğulları ile karşılıklı
oturdukları ve yüzlerinin de açık olduğu hakkında
kaynaklarda herhangi bir kayıt bulunmamasına rağmen,
Genç Osman’ın annesi
Mahfiruz Kadın’ın Avrupalı kraliçeler gibi
başında bir taç ile ve yüzü açık şekilde tahtta
otururken gösterilmesi... Ama, tarihçi
Hammer’de geçen “Avusturya
Elçisi’nin cülus törenini izlemesine izin verildiği”
yolundaki kayıttan hareketle tablonun hayali değil
gerçek olduğu gözönüne alındığında, Mahfiruz
Sultan’ın bu görüntüsünün de doğru kabul
edilmesi gerekiyor...
Bu son derece önemli tablo hakkında bir de küçük
hatırlatma: Sotheby’s’in mezat kataloğunda tablo ile
ilgili olarak verilen açıklamalarda geçen isimlerin
birçoğu yanlıştır! Zamanın sadrazamı ile
şeyhülislamının isimleri bile yanlış yazılmış, bu
makamlara daha sonra gelecek olan kişiler o gün
görevde imiş gibi gösterilmişlerdir ve dünyanın en
önemli müzayede kuruluşlarından biri olduğunu iddia
eden Sotheby’s’in böyle hatalar yapmaması gerekir!
Ve, mezata konan cülus tablosu ile alakalı en
önemli husus: Tarihimiz, özellikle de protokol
tarihimiz bakımından büyük önem taşıyan ve dünyada
tek olan böyle bir tablonun yeri resmedildiği mekan,
yani Topkapı Sarayı’dır. Devlet tarafından satın
alınıp yapıldığı yere, Türkiye’ye getirilmesi tarihi
bir gerekliliktir; üstelik iki yüz, haydi
bilemediniz üç yahut dört yüz bin pound da Türkiye
için öyle pek birşey değildir.
Habertürk, Yazı:
Murat Bardakçı, 08.04.2016
******
'GENÇ OSMANIN CÜLUSU' TABLOSUNU KÜLTÜR BAKANLIĞI
SATIN ALDI
Londra’nın ünlü mezat şirketi Sotheby’s’te dün
yapılan “İslam Dünyası Sanatı” müzayedesinde 200 bin
sterlin (809 bin lira) açılış fiyatı ile arttırmaya
çıkan ve dünyada tek olan “Genç Osman’ın Cülusu”
tablosunu, en yüksek fiyatı veren Kültür Bakanlığı
satın aldı. Bakanlığın 430 bin sterline aldığı
tablo, vergisi ile yaklaşık 540 bin sterline (2
milyon 185 bin lira) malolacak.
Tarihlerimizde “Genç
Osman” diye geçen İkinci Osman’ın 26 Şubat 1618’de
tahta çıkış törenini gösteren yağlıboya bir tablo,
Avusturya İmparatorluğu’nun o sırada İstanbul’da
bulunan ve cülus törenini izlemesine izin verilen
elçisi Baron Hans Mollard von Reinek’in maiyetinde
bulunan ama ismi bilinmeyen bir ressama aitti.
Törende büyükelçi ile beraber hazır bulunan ressam,
cülus törenini tablosuna aynen yansıtmıştı.
127’ye 107,5 santim
eb’adındaki yağlıboya tabloda, o sırada 14 yaşında
olan genç hükümdar tahtında otururken, hemen
karşısındaki başka bir tahtta da başında altın tacı
ve etrafında hizmetkarları ile annesi Mahfiruz
Sultan görülüyor. Arka planda Ayasofya Camii ve
minarelerdeki müezzinler yeralıyor, tablonun
merkezinde Şeyhülislam Esad Efendi elinde Kur’an ile
resmediliyor, Esad Efendi’nin hemen önünde de
Mevleviler sema ediyorlar. Sadrazam Halil Paşa,
Kızlarağası Süleyman, silahdar ağa ve solaklar gibi
devletin ve sarayın o dönemdeki diğer önemli
görevlileri de tabloda yeralıyorlar...
Tablo, ödemenin ve
teslim muamelesinin yapılmasının ardından Türkiye’ye
getirilerek Topkapı Sarayı’na konacak ve sarayda
önümüzdeki haftalarda ilk defa açılacak olan “cülus
sergisi”nde teşhir edilecek. Topkapı Sarayı’nda bu
serginin ardından yine ilk defa bir başka uygulama
daha başlatılacak ve “saray okulu” olan “Enderun”un
eğitim sistemi o yüzyılların elbiselerini giymiş
görevliler tarafından yılda iki kez temsili olarak
sahnelenecek.
Bundan 2 hafta önce,
Sotheby’s’teki satışı haber almamın hemen ardından
gazetedeki köşemde “Bu tablo satın alınmalı,
Türkiye’ye getirilip Topkapı’ya konmalıdır!”
başlıklı bir yazı yazmış ve Kültür Bakanlığı’nın
başka örneği olmayan bu son derece önemli esere
mutlaka sahip çıkması gerektiğini söylemiştim.
Devletin ve özellikle
de Kültür Bakanı Mahir Ünal’ın konunun üzerine
giderek tarihimiz bakımından son derece önemli olan
bu sanat eserini memlekete kazandırmış olmalarından
dolayı son derece memnunum. Kaldı ki tabloya ödenen
2 milyon küsur lira devletin prestiji bakımından
nedir ki?
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı,
21.04.2016
|
10 - 16 Nisan 2016
|
İLÇEYİ KARIŞTIRAN
HEYKEL
Ukraynalı
heykeltıraş
tarafından 5 yıl önce yapılıp Bursa’da bir
kütüphanenin bahçesine dikilen
Adem-Havva heykeli müstehcen olduğu gerekçesiyle
tartışmaya sebep oldu. Farklı görüşlerdeki iki
farklı grup aynı heykelin önünde basın açıklaması
yaparken, vatandaşlar duruma tepki gösterdi.
Ukrayna devlet sanatçısı 56
yaşındaki
heykeltıraş
Gutyrya Vyacheslav'ın 5 yıl önce Adem ile Havva'yı
tasvir ederek yaptığı nü heykel 5 yıl sonra
düzenlenen bir heykel sempozyumunda ödül almaya hak
kazanınca,
Nilüfer Üçevler
Kütüphanesi'nin bahçesinde bulunan heykelin önüne
bir tabela çakıldı. Ukraynalı heykeltıraşın ismi ile
Adem Havva yazılı tabelayı gören mahalle halkı, nü
heykelin kaldırılması için harekete geçildi. Ancak
mahallenin bu isteğine belediyeden olumlu cevap
gelmedi. Bunun üzerine mahallede heykel tartışması
başladı.
HEYKEL ÖNÜNDE FARKLI GÖRÜŞLÜ İKİ GRUP BASIN
AÇIKLAMASI YAPTI
Bugün öğle saatlerinde
heykelin bulunduğu parkta farklı görüşten
iki ayrı grup
basın açıklaması yaptı. AKP Nilüfer İlçe Başkanı
Celil Çolak ile birlikte heykel önünde toplanan bir
gurup, heykelin bir an önce kaldırılmasını talep
etti. Celil Çolak, "Bizleri manevi açıdan yaralayan
böyle bir heykel belki Ukrayna'da tepki görmez, ama
Türkiye'de fazlasıyla görür. Bunu düşünmeyen bir
belediye başkanına da açıkçası söyleyecek söz
bulamıyorum. Heykel parktan kaldırılana kadar
protestolarımız devam edecek" dedi.
"İNANCIMIZA KÜLLİYEN
HAKARET"
Heykelin önüne tabelalar konana
kadar geçen 5 yılda vatandaşların bu heykelin neyi
tasvir ettiğini anlamadığını belirten Çolak, "Bu
yazıyı buraya koymasalar belki bu heykel bir şey
ifade etmeyecek. Ancak siz buraya Adem Havva
yazarsanız, bu bizim inanç davamıza külliyen hakaret
eden bir davranış olur. Biz bunu şimdi fark ettik,
ama zaman geçmiş değil. Çağrıda bulunuyorum, gelsin
belediye başkanı, lütfen bunu buradan kaldırsın"
diye konuştu.
"DİNİMİZDE PEYGAMBER
RESMEDİLMEZ"
Bir gazetecinin, "Sizce bu
heykel müstehcen mi?" diye sorması üzerine Çolak,
"Müstehcenlikten ziyade, bizim dinimizde
peygamberler resmedilmez. Resme, heykele dökülemez.
Bizim yetiştiğimiz kültür bunu söylüyor" dedi.
Basın açıklaması yapıldığı
sırada heykelin diğer cephesinde toplanan Nilüfer
Kent Konseyi üyesi bir grup kadın da, heykelin
kaldırılmak istenmesini protesto etti. Nilüfer Kent
Konseyi Kadın Meclisi Başkan Yardımcısı Şükran
Kılıç, "Biz aşktan, özgürlükten, demokrasiden ve
sanattan yanayız. Bu heykel yeni bir heykel
değildir. 2011 yılında yerleştirilmiştir. Bu
zihniyeti anlamıyoruz" diye konuştu.
Bu sırada Kılıç'ın
konuşmasını yarıda kesen mahalleli bir kadın, "Neyin
aşkından bahsediyorsun sen? Adem ile Havva aşkı diye
bir şey mi var? Daha yazdığını bile okuyamıyorsun"
diyerek tepki gösterdi. Bazı vatandaşların tepkisi
üzerine her iki gurup da dağılmak zorunda kaldı.
Sabah, 15.04.2016
|
ŞADIRVANDAN LAHİT
ÇIKTI
Balıkesir'in
Edremit
İlçesi'nde, tarihi Pazarlık Camisi'ndeki restorasyon
çalışmaları sırasında, fayansları sökülen
şadırvandan mermer lahit çıktı.
Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü,
Edremit'teki
106 yıllık tarihi geçmişe sahip Pazarlık Camisi'nde,
geçen hafta restorasyon çalışması başlatmıştı.
Restorasyon ihalesini alan şirketin çalışmaları
sırasında, fayansları sökülen caminin şadırvanından
mermer lahit çıktı. İçi ve dışı fayansla kaplanmış
olan lahite şamandıralı sistem kurulup, su deposu
olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Bunun üzerine
müteahhit firma, şadırvandaki çalışmaları durdurdu.
Şadırvandaki lahit fotoğraflanıp
Balıkesir
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne gönderildi. Bugüne kadar
şadırvanda bir lahit olduğundan haberdar olmayan
Edremit Müftüsü
Kemal Karadeniz
ile cami cemaati büyük şaşkınlık yaşadı.
Müftü
Karadeniz,
"Müteahhidin verdiği bilgi üzerine dün (Perşembe)
itibariyle Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden uzmanlar
geldi. Ama şadırvandaki lahitle ilgili ne
yapılacağına, Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gelecek
yanıta göre karar verilecek. Lahitin tarihi ve
arkeolojik değerinin olup olmadığı, araştırmalar
sonucu ortaya çıkacak" dedi.
haberler.com, 14.04.2016 |
MİMAR SİNAN'IN
CAMİSİNDEKİ ÇİNİLERİN ÜSTÜNE KALORİFER PETEĞİ
DÖŞENDİ
İstanbul’un
Kocamustafapaşa semtinde yer alan ve Mimar Sinan’ın
yaptığı Ramazan Efendi Camii’ndeki benzersiz
çinilerin üstüne kalorifer peteği yerleştirildi.
Bezirganbaşı Camii, Hüsrev Çelebi Camii ve Bazergan
Mescidi gibi isimlerle de anılan Ramazan Efendi
Camii’nde eşsiz çinilere yapılan muamele görenleri
hayrete düşürdü. 1586 yılında yaptırılan camide 400
Yıllık çinilerin üstüne kalorifer peteği döşendi ve
üstüne “Lütfen peteklere yaslanmayın, tarihi çiniler
kırılarak zarar görmektedir” yazılı bir kağıt
yapıştırıldı. Fakat camiinin en önemli süslerinden
olan tarihi çinilerin üstüne neden kalorifer peteği
yerleştirildiğine kimse anlam veremedi.
Eşiktaşını geçerek camiye girdikten sonra mermer
mihrap ve minberi çevreleyen çiniler 16. yüzyıla
tarihleniyor. İç mekan duvarları, mihrap
yükseltisine kadar bu çiniler ile bezeli. Twitter’da
söz konusu fotoğrafın paylaşılmasının ardından
birçok kişi olaya tepki gösterdi. Fotoğrafı paylaşan
@carnafauna isimli kullanıcı; “O petekleri oraya
asarken aklınız neredeydi? E hadi astınız, zarar
verdiğini de gördünüz, neden sökmüyorsunuz?” diyerek
tepkisini dile getirdi.
Bezirganbaşı Hacı Hüsrev Çelebi tarafından, Şeyh
Ramazan Efendi adına 1586 yılında Mimar Sinan’a
yaptırılan camii, aynı zamanda Mimar Sinan’ın son
eserlerinden. 1782 yılında meydana gelen yangında
zarar gören caminin, daha sonra 19. yüzyıl
başlarında ünlü bestekar Hammamizade İsmail Dede
Efendi tarafından tamir ettirildiği biliniyor.
arkeofili.com, Haber:
Erman Ertuğrul, 14.04.2016 |
MİLYON DOLARLIK
KAYIP TABLOLAR
İtalyan ressam Caravaggio'nun 17'nci yüzyılda
yaptığı "Judith'in Holofernes'i Katli" tablosu,
ortadan yok olmasından 150 yıl sonra Fransa'nın
Toulouse kentinde bir tavan arasında bulundu. 120
milyon Euro değerindeki tablonun bulunması, akla
diğer kayıp tabloları getirdi. İşte o tablolardan
bazıları...
BULANA VERİLECEK ÖDÜLÜ BELLİ OLANLAR
Tablo adı /
Ressam: Francis Bacon / Lucian Freud
1988 yılında Almanya,
Berlin'de çalındı. Bulana 150 bin Euro ödül
verilecek.
Christ in the Storm on lake of Galilee / Rembrandt
1990 yılında ABD,
Boston'da çalındı. Bulana 4 milyon dolar ödül
verilecek.
Congregation Leaving the Reformed Church in Nuenen /
Van Gogh
2002 yılında Hollanda,
Amsterdam'da çalındı. Bulana 1 milyon Euro ödül
verilecek.
The Concert / Vermeer
1990 yılında ABD,
Boston'da çalındı. Bulana 4 milyon dolar ödül
verilecek.
The Just Judges / Jan Van Eyck
1934 yılında Belçika'nın
Ghent şehrinde çalındı. Bulana verilecek ödül
açıklanmadı.
Nativity with St. Francis and St. Lawrence /
Caravaggio
1969 yılında İtalya'nın
Palermo şehrinde çalındı. Bulana verilecek ödül
açıklanmadı.
Portrait of a Young Man / Raphael
1945 yılında Polonya'nın
Krakow şehrinde Naziler tarafından el konuldu.
Bulana verilecek ödül açıklanmadı.
Le Pigeon Aux petit Pois /
Picasso
2010 yılında Fransa,
Paris'te çalındı. Bulana verilecek ödül açıklanmadı.
Picasso'nun Harlequin Head adlı tablosu ise
Hollanda'nın Roterdam kentinde çalındı. Bulana
verilecek ödül açıklanmadı.
Paul Cezanne'ın View of Auvers-sur-Oise tablosu 2000
yılında İngiltere'nin Oxford kentinden çalındı.
Bulana verilecek ödül açıklanmadı.
Habertürk, 14.04.2016 |
CHAUVET MAĞARASI
SANILAN 10.000 YIL ESKİ ÇIKTI
Güneydoğu Fransa’da
bulunan tarihöncesi Paleolitik mağara sanatının en
iyi temsil edildiği mağaralardan biri olan Chauvet
mağarasının sanılandan 10.000 sene önceye
tarihlendiği ve mağarada iki ayrı yerleşim evresi
yaşandığı düşünülüyor.
Mağara’daki kırmızı ve siyah
boyalar üzerine yapılan radyokarbon çalışmaları
Amerika merkezli Ulusal Bilimler Akademisi
Dergisi’nde (PNAS) yayınlandı. Rapora göre
çizimlerin çoğu 30.000 yıl öncesine tarihleniyor.
Güney Fransa’daki Ardèche
bölgesinde bulunan Chauvet-Pont d’Arc, dünya
çapındaki bilinen en erken insanlar tarafından
süslenen mağara olmasıyla ünlendi. İlk olarak
1994’te keşfedilen UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki
mağaranın duvarlarında el baskıları ve mağara ayısı,
tüylü mamut, ve birkaç farklı çeşit büyük kediler
olmak üzere 14 farklı tür hayvan çizimleri
bulunuyor.
Yıllardır bu mağara
resimlerinin günümüzden yaklaşık 24.000 – 20.000 yıl
önce yapıldığı düşünülüyordu. Şimdi ise mağaranın
daha eski ve karmaşık bir tarih olduğu ortaya çıktı.
Araştırmada mağaranın
duvarlarından ve zemininden alınan kömür örnekleri
üzerinde radyokarbon analizi yapıldı. Bu analiz,
mağarada iki yerleşim evresi olduğunu ortaya
çıkardı.
Yapılan detaylı çalışmalara
göre mağaradaki ilk insan izleri günümüzden 37.000
ila 33.500 yıl öncesine denk geliyor. Bu yerleşim ya
da kullanım döneminin mağaranın girişine düşen bir
kaya nedeniyle sonlandığı düşünülüyor.
İkinci insan yerleşimi ise
günümüzden 31.000 ila 28.000 yıl
öncesinde gerçekleşti. Bu ikinci insan faaliyeti
döneminin de ilkinde olduğu gibi, yaklaşık 29.400
yıl önce düşen ve mağaranın girişini kısmen kapayan
bir kaya nedeniyle bittiği düşünülüyor.
Araştırmada ayrıca, mağara
içinde bulunan hayvan kemiklerinin insanlarla
ilişkili olmadığı bu kemiklerin büyük çoğunluğunun
mağara ayılarına ait olduğu anlaşıldı.
Buna ek olarak mağara içinde
insana ait kemik kalıntılarına da rastlanmamış.
Araştırmacılar bunun, insanlar bu mağarada
yaşamadığı, fakat dönem dönem ziyaret ettiği için
olduğunu düşünüyor.
Çalışmanın başındaki isim olan Jean Michel Geneste
araştırmanın aslında 18 yıllık bir sürecin sonucu
olduğunu söylüyor. Geneste, kömür ve kemik
örneklerinden yaklaşık 250’den fazla tarih elde
edildiğini ve bunların istatiksel bir model
oluşturmak için kullanıldığını belirtiyor.
Tarihlendirme, bu istatiksel model sayesinde
yapıldı.
Geneste bu durumun büyük bir
yenilik olduğunu, ve bu yeni yöntemlerin başka
yerlerde başka dönemleri incelemek için de
kullanılabileceğini söyledi.
Geneste “Artık günümüzden
36.000 yıl önce, yani modern aletlerin, sanatın ve
takı yapımının ortaya çıktığı Üst Paleolitik
dönemde, oldukça gelişmiş ve başarılı bir sanatın
varolduğunu kanıtlayabiliyoruz. Bu sanat çoktan,
Batı Avrupa’daki uzun süren bir kültürel geleneğin
ve hatıranın nesnesi haline gelmişti” diyor.
Jean Michel bu
durumla ilgili şu yorumu yapıyor: “Daha önce bu
sadece bir hipotezdi. Şimdi birçok radyokarbon
tarihimiz olduğu için bir kesinlik var.”
arkeofili.com, Kaynak:
Rfi.fr, Çeviri: Tolunay Bayram, 13.04.2016
|
TARİHİ ALANIN
KORUNMASI VATANDAŞI MAĞDUR EDEREK OLMAZ
Çanakkale deniz ve kara
savaşlarının meydana geldiği alanının tarihi,
kültürel, manevi değerleri ile doğal dokusunun
korunması, yaşatılması, geliştirilmesi, tanıtılması,
gelecek kuşaklara aktarılması ve yönetiminin
sağlanması amacıyla kurulan, Çanakkale Savaşları
Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın bölgedeki
yerleşim yerlerinde özellikle tarım ile uğraşan
köylülerin faaliyetlerini engelleyici müdahalelerde
bulunduğu iddia edildi. Vatandaşların tarlalarında
aletlerini tarımsal faaliyetleri için gerekli olan
bir takım malzemeleri barındırmak için koydukları
konteynırların kaldırılması girişiminde bulunan alan
başkanlığının bu girişimi bölge halkının tepkisine
neden oldu. Bu alanın değerinin korunması burada
devam eden yaşamın gereklerine müdahale etmek ile
olmaz, alan başkanlığının yaptığı müdahalelere karşı
çözüm üretmek adına yaptıkları başvurularında
dikkate alınmadığını belirten bölge köylüleri;
“Köyümüzü, toprağımızı terk edip göç mü edelim
istiyorlar” diyerek tepki gösterdiler. “Okullar
olmasa milli eğitimi ne güzel yönetirdim” diyen
milli eğitim bakanı misali, tarihi alan içerisinde
yaşayan insanları yok sayan bir alan başkanlığı
mantığına dikkat çeken bölge halkı, sorunlarının
çözümü konusunda yetkililerden yardım talep
ediyorlar.
Çanakkale Olay, 13.04.2016 |
IŞİD, NİNOVA'DA 2 BİN YILLIK MAŞKİ KAPISI'NI YOK ETTİ
Terör örgütü IŞİD, 2014'ten bu yana kontrol
ettiği Musul yakınlarındaki Ninova'da 2 bin
yıllık bir tarihi yapıyı daha yerle bir etti.
British Institute
Irak Çalışmaları kurumundan bir kaynak,
İngiliz Independent gazetesine, eski Asur şehri
Ninova'nın girişindeki "Tanrı'nın
Kapısı" olarak da bilinen
Maşki Kapısı'nın yok edildiğini doğruladı.
Musul'daki aktivistler,
Kürt yayın organı ARA
News'e,
radikal dinci militanların kapıyı imha etmek
için askeri ekipmanlar kullandığını söylediler.
Maşki Kapısı'nın yok edilmesi, terör örgütü
IŞİD'in ele geçirdiği topraklarda giriştiği
kültürel katliamın son
örneği.
IŞİD daha önce
Musul Müzesi'nde binlerce yıllık heykelleri
yıkmış, antik şehir Palmira'da da birçok eseri
tamamen parçalamıştı.
Terör örgütü,
Palmira'da Baalşamin Tapınağı'nı havaya uçurmuş
ve görüntülerini sosyal medyadan yayınlamıştı.
British Museum'dan bir yetkili,
Independent'a, Irak'tan gelen son haberleri
takip ettiklerini belirterek, "Doğal olarak
kültürel mirasın tahrip edilmesi ve
vandallık eylemleri karşısında büyük üzüntü
duyuyoruz. Ve olanakları şartlarımızı zorlayarak
takip etmeyi sürdüreceğiz. Belirli bir bilgi
olmadan, neyin yok edildiğine dair yorum yapmak
mümkün değil" dedi.
Hürriyet, 13.04.2016
|
CARAVAGGIO'NUN
TABLOSU TAVAN ARASINDAN ÇIKTI
Fransa'nın güneyinde bir evin tavan arasında
bulunan tablonun, ünlü İtalyan ressam
Caravaggio'ya
ait olduğu tahmin ediliyor.
Le Figaro
gazetesi, ünlü ressamın yaklaşık 400 yıl önce
yaptığı tablonun değerinin 120 milyon
Euro civarında olduğunu duyurdu.
Yapımının ardından 100
yıl sonra kayıplara karışan tablonun Toulouse
kenti yakınlarındaki eski bir evin çatısında
2014 yılında bulunduğunu duyuran
gazete,
evin sahibinin çatının su sızdırması üzerine
tamirat için tavan arasına çıktığında bu değerli
tabloyla karşılaştığını yazdı.
Fransız sanat tarihi
uzmanı Eric Turquin'ın görüşlerine yer
verilen haberde,
Caravaggio'nun
“Judith Beheading Holofernes” adını taşıyan
tabloyu
1604-1605 yılları
arasında Roma'da yaptığı kaydedildi.
Fransa'daki
yasalara göre, ülke topraklarında bulunan bir
sanat eserinin 30 ay boyunca
yurt dışına
çıkartılmasına yasak getirilirken, ulusal
müzelerin bu eserleri
para
ödeyerek satın almasına öncelik veriliyor.
Söz konusu haberin
basında yer almasının ardından
akşam
saatlerinde bir açıklama yapan Fransız Kültür
Bakanlığı, söz konusu tabloyu satın almak için
girişim başlattığını duyurdu.
Barok stili resmin
öncüsü sayılan, gölge ve ışığı çok iyi
kullanmasıyla tanınan ünlü İtalyan ressam, 1571-
1610 yılları arasında yaşamış ve 39 yaşında
hayata gözlerini yummuştu.
Hürriyet, 12.04.2016
|
KÜTAHYA'DA 2 BİN
YILLIK MEZAR ODASI BULUNDU
Kütahya'nın
Domaniç
İlçesi'nde yürütülen kazı çalışmalarında, Roma
dönemine ait mezar odası bulundu.
Kütahya
Müze Müdürü Metin Türktüzün, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Hisar Mahallesi'nde tarihi
bir yapı olduğunun bildirilmesi üzerine
arkeologlar tarafından kazı çalışması
başlatıldığını belirtti.
Türktüzün, kazı
çalışmasında ilk bulgulara göre açılan yapının
Roma dönemine ait yaklaşık 2 bin yıllık bir
mezar odası olduğunu düşündüklerini ifade etti.
Kazı çalışması yapılan alanın aynı zamanda Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
tescilli olduğunu anlatan Türktüzün, şunları
kaydetti:
"Üst kısmındaki açıklıktan
toprak, moloz, çöp ve bunun gibi maddelerle
doldurulmuş mezarın içini temizliyoruz. Mezarın iç
kısmında görülen giriş kapısının dıştan açılması
için çalışmalar sürdürülüyor. İç kısımda mezarda
yatanlara ait kemikler bulundu. O döneme ait
aile mezarlığı
bulunma ihtimali var"
Türktüzün, kazı
çalışmalarının tamamlanmasının ardından bu alanın
arkeolojik park olarak düzenleneceğini de sözlerine
ekledi.
Hürriyet, 12.04.2016
|
PARION'DA
ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR
Güney Marmara Kalkınma Ajansı’nın 2015 Yılı Küçük Ölçekli Altyapı Mali Destek Programı kapsamından desteklediği “Bir Medeniyet Uyanıyor: Parion” projesinde çalışmalar tamamlanmak üzere. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün ana destekleriyle ve İÇDAŞ A.Ş.’nin sponsorluğunda yürütülen çalışmalarda büyük ilerlemeler kaydedildi.
Biga Kaymakamlığı, İÇDAŞ A.Ş. ve Güney Marmara Kalkınma Ajansının yürüttüğü projede son olarak Kemer Köyünde yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan Roma Hamamı’nın üzerinin kapanması çalışmaları tamamlandı. Projede kazı alanının korunması ve ışıklandırılması çalışmalarının yanında Parion antik kentini tanıtımına yönelik broşür, stand, bilgilendirme levhaları, tanıtım CD’leri, kiosk, maket sunumu gibi çalışmalar yer alıyor. Toplam bütçesi 633 bin TL olan ve GMKA’dan 475 bin TL destek almaya hak kazanan proje ile tarihi kentin ve ortaya çıkarılan kültürel değerlerinin gelecek kuşaklara aktarılması, bölge halkında tarihi ve kültürel değerlere sahip çıklması noktasında bilinç oluşturulması, antik kentin tanıtımı yoluyla ziyaretçi sayısının artırılması ve önemli bir kültürel değerinin turizme kazandırılması amaçlanıyor. Ayrıca antik kentlerde yaşanan en önemli sorunlardan biri olan kazı sonrası ortaya çıkan eserlerin doğa ve insan tahribatına karşı korunması sorununa da proje kapsamında çözüm üretilmesi hedefleniyor.
Güney Marmara’nın
Yeni Kültür Turizmi Noktası: Parion
Parion Çanakkale’nin
Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü mevkinde yer
alan antik bir liman kentidir. Parion’un ismi
ilk kez Herodotos’da geçmiştir. Pers Kralı
Dareios İskit seferine çıkışında (MÖ513-512)
Parion tyranı Herophantos’ta onun yanında İskit
seferine katılmışlardır. Kentin Atina- Pers ve
Peleponessos savaşlarında Atina yanlısı bir
siyaset izlediği, Ksenophon Hellenika adlı
eserinde Alkibiades’in komutasındaki Atina
donanmasının MÖ 410 ‘da Parion’un limanında
toplandığını belirtmesi bu bilgiyi
doğrulamaktadır. Kentin İskenderin Pers
zaferinden sonra Makedon hakimiyetine girdiği,
onun ölümünden sonra da Trakya Kralı
Lysimachos’un MÖ 302 de Parion’u kendi
yönetimine aldığı bilinmektedir. MÖ 241’de ise
Bergama krallığına bağlanan kent Attalos’lar
zamanında Bergama krallığı ile yakın ilişki
içesinde olmuştur. Bergama Kralı III. Attalos’un
vasiyeti ile birlikte Roma’ya bağlanmıştır.
Çanakkale Boğazı’nın Marmara denizine çıkış
yönünde Anadolu yakasında yer alan ve bulunduğu
stratejik konumu ile her dönem egemen güçlerin
önem verdiği bir kent olan Parion, Antik
çağlardan günümüze uzanan hikayesi ve ortaya
çıkartılan eserleriyle önümüzdeki yıllarda Güney
Marmara’nın yeni turizm noktası olacak.
Çanakkale Olay,
12.04.2016
|
HASANKEYF KAYIYOR!
Batman'ın tarihi ilçesi Hasankeyf'in yeni yolunda
büyük toprak kütleleri birbirinden ayrıldı. jeoloji
yüksek mühendisi Ümit Işık ,Hasankeyf'i Mardin'e
bağlayan yol üzerinde meydana gelen heyelanı,
yağışlarla birlikte toprağın suya doymasına bağladı.
Meydana gelen toprak kayması Yeni Hasankeyf
Köprüsü’ne 800 metre uzaklıkta yaşandı. Jeoloji
mühendisi Ümit Işık, “Uydu fotoğraflarını
incelediğimde heyelan öncesinde taraçalandırma
yapıldığını tespit ettik. Bu taraçalandırmanın
heyelanı önleyemediği aşikardır.
Heyelan olan Şev’in zemininin yamaç molozu tabir
edilen killi, siltli, kumlu, çakıllı ve yer yer
kireçtaşı blokları karışımından oluşan gevşek
malzemeli bir yapıda olduğu gözlemlenmiştir. Başta
Şev topuğunun alınması, yağışlarla birlikte yeraltı
su seviyesinin artması yani zeminin suya doygun hale
gelmesi ve bununla birlikte boşluk suyu basıncının
artması, buna benzer birçok sebep heyelana neden
olmaktadır. Buranın gevşek zemin malzemesine sahip
olması heyelana kapı açmıştır” dedi.
Gerçek
Gündem, 12.04.2016
|
YAPICI: SUR TARİH OLMASIN!
Yaklaşık 4 ay süren çatışmaların ardından ağır
tahribata uğrayan Diyarbakır’ın Sur İlçesi için
Bakanlar Kurulu’nun 25 Mart 2016 günü ‘acela
kamulaştırma’ kararına ilişkin tartışmalar devam
ediyor. Sur için ‘acele kamulaştırma’ kararının
ardından ilçede inceleme ve tespitlerde bulunan
Mimarlar Odası Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)
Dayanışma Kurulu Başkanı Mücella Yapıcı BirGün’e
konuştu.
Sit alanı yıktılar
“Sur tarih
olmasın” diyen Yapıcı, ilçedeki gözlemlerini şöyle
anlattı: “Esas tespitlerde bulunmak istediğimiz Dört
Ayaklı Minare’nin olduğu noktaya sokulmadık. O
noktada çok sayıda tahkimat vardı. Bizi rahatsız
eden ve hayrete düşüren husus asker, tank ve zırhlı
araçlara çok sayıda moloz kamyonunun eklenmiş
olmasıydı. Bu moloz kamyonları yıkılan evlerden
sürekli bir şeyler boşaltıyorlardı. Bu bizi çok
rahatsız etti çünkü operasyonların bittiği
söylenmesine rağmen halk mahallelerine dönemezken
bir yandan da evleri yıkılıyor ve eşyaları başka bir
bölgeye atılıyordu. Tarihi bir sit alanı yıkılıp
içindeki eşyalarla birlikte bir yerlere dökülüyor.
Bir de Dört Ayaklı Minare’nin yan tarafından
güvenlik güçlerinin araçlarının geçebileceği
genişlikte bir yolun açılmış olduğunu tespit ettik.
Sur’un tarihi dokusu Koruma İmar Planı’nda da
dikkate alınmıştır ancak şimdi bu planda olmayan bir
yolun açıldığı görülüyor. Dünya kültür mirası
güvenlik politikalarıyla güvenli kılınamaz. Sur’da
şu anda yürütülen her faaliyet 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na aykırı.“
Aynı mantık
Sur için ‘acele kamulaştırma’nın
İstanbul Sulukule ve Tarlabaşı yıkımlarıyla aynı
mantığı taşıdığını kaydeden Yapıcı şöyle devam etti:
“Kentin yoksulları, çalışanları, işçi sınıfı,
ötekileri bu kent merkezlerinde istenmiyor. Bu bir
bakıma bir kültürel kıyım. Sulukule’de Romanlar
binlerce yıllık mahallelerinden atıldılar. Zorla mı
atıldılar? Hayır, insanlar korkutuldu ve acele
kamulaştırma adı altında kentlerin çok uzağına
sürüldüler. Mülkleri varken, mülksüzleştirildiler.
Sulukule’deki yerleşimlere Suriyeli zenginler
yerleşti. Şimdi aynı yöntemle Sur’u da boşaltmaya
çalışacaklar. Bu anlamda Sur’da bir yandan ekonomik
rant gayesi var, diğer yandan da en önemlisi bir
nüfus ve mülkiyet dönüşümü amaçlanıyor. Bugün mesela
Başbakan Davutoğlu’nun eşi Sare Hanım Sur’da bir ev
istediğini söylüyor. İşte Sur’da artık ancak
Davutoğlu’nun eşi gibi zengin insanlar ev
isteyebilir. Dünyada emperyalist kapitalist
savaşların en büyük sonucu budur.”
Birgün, Haber:
Zeynep Kuray, 12.04.2016
|
ORYANTALİZM VE İSTANBUL
Oryantalizm çok
kullandığımız, gerek edebiyatta gerekse plastik
sanatlardaki tezahürlerine rastgeldiğimizde çokça
tartıştığımız, gündeme aldığımız bir kavram...
Asla tek bir amaca ve bakış açısına alınmaması
gereken bir kavram aynı zamanda.
Ben Türkiyeli ressam ve yazarların oryantalist
bir anlayışla bizi anlatan eserler yaratmasında bir
beis görmüyorum.
Aksine ona farklı bir lezzet de katabileceği
inancındayım.
Artam Galeri’de 15 Ocak-15 Şubat tarihleri
arasında gerçekleştirilen Oryantalizm Sergisi* için
hazırlanan katalog vesilesiyle oryantalizm ve
hakkında gerçekleşen tartışmalar üzerine düşündüm.
Oryantalizm kataloğunun başında Zeynep İnankur’un
“Oryantalistlerin İstanbul’u” yazısını okudum.
Önemli bir tespitte bulunuyor girişte: “İstanbul
kentinin doğal güzellikleri ve tarihi anıtları
oryantalist sanatçıların en çok resmettiği konuların
başında gelir, fotoğrafın ve Türk yağlıboya resminin
ortaya çıkmasına kadar İstanbul kentini biz bu
resimler sayesinde tanırız.”
İnankur’a göre ise İstanbul iki ayrı kent
görünümündeydi: biri Türk ve Müslüman İstanbul,
diğeri de Avrupalı...
Oryantalist ressamlar Galata ve Pera gibi kendi
ülkelerindekine benzeyen semtlere pek iltifat
etmemişler, Boğaz manzaralarının ve Türk-İslam
mahallelerinin resmini yapmışlardır.
Karaköy-Eminönü arasındaki köprü için Edmondo de
Amicis’in saptaması, çeşitliliğe değiniyor: “Bu,
durmadan ve bozulup değişen bir ırk ve din
mozayikidir.”
İnankur, Amadeo Preziosi’nin suluboya Galata
Köprüsü’nün bu görüşü doğruladığını belirtir.
Kimler vardır o resimde? Simitçi, hamal, süvari,
derviş, şemsiyeli kadınlar ve sarıklı adamlar.
Oryantalistlerin izinde ya da etkisinde olduğu
söylenen yazarlar ve sanatçılar için yapılan
eleştiriler de bu noktada yoğunlaşmaktadır, bizim
sadece Doğu tarafımızı gördükleri yönündedir, çünkü
Batılılara değişik ve söz edilebilir gelen bu
yanımızdır.
Zeynep İnankur’un yazısını okuduktan sonra,
resimleri daha iyi değerlendirebilirsiniz.
***
Oryantalistler olmasa, o dönemi bu kadar iyi
tanıyamayacak, yabancıların İstanbul’u nasıl
değerlendiklerini, resme nasıl yansıttıklarını
öğrenemeyecektik.
Hiç kuşkusuz, bu resimler kadar o dönemi
anılarında yazanların kitaplarını, seyahatnamelerini
de okumak gerekir.
Jean - Baptiste Van Mour Ekolü - Sultan III.
Ahmed’in (1703-1730) Elçi Cornelis Calkoen’i Kabulü,
Jean - Leon Gerome - İstanbul Hanımefendisi,
Pierre Desire Guillemet - Sultan’ın Gözdesi.
Bunlara bir resim kadar bir belge, zamanın süsü,
kıyafeti olarak da bakıyorum.
Giysi tarihinden makyaj anlayışına kadar çok
şeyin bilgisini veriyor.
Kataloğun sonunda Antik AŞ’nin sergi açılışından
fotoğraflar var.
Eserleri sergilenen, kataloglara konulan
sanatçıların, kataloğun sonunda biyografilerini
okuyabilirsiniz.
***
Oryantalizm konusunda örneklerle, yazısıyla sizi
bilgilendirecek bir çalışma.
Tabii kavram ve konuyla ilgili diğer çalışmaları
da okumak, görmek gerekliliğinden söz etmiyorum
bile...
Hürriyet, Haber: Doğan Hızlan, 12.04.2016
|
NEANDERTALLERİN
FİZİKSEL FARKLILIKLARINA YEDİKLERİ NEDEN OLDU
Yapılan yeni bir
araştırmaya göre, Buzul Çağı Avrupasında
Neandertallerin göğüs kafesi ve leğen kemiği, yüksek
proteinli bir beslenme biçimine uyum sağlamak için
genişledi.
Modern insanın atası Homo
sapiens, 40.000 yıl öncesine kadar yeryüzünü
Neandertallerle paylaştı. Zaman zaman Homo
sapienslerle çiftleşen Neandertaller, Homo
sapienslere de oldukça benziyordu fakat aynı zamanda
onlardan bir bakıma farklıydılar. Neandertaller,
Homo sapienslere göre daha kısa ve tıknazdı. Göğüs
kafesleri ve pelvisleri ise daha genişti.
Peki bu farklılıklara neden
olan neydi? Tel Aviv Üniversitesi tarafından
yürütülen yeni bir araştırmaya göre, büyük
hayvanlardan alınan yüksek proteinlerin yer aldığı
Buzul Çağı diyeti, Neandertallerin daha büyük bir
göğüs kafesi ve daha geniş bir pelvis gibi bazı
fiziksel farklılıklara sahip olmasını sağladı.
Yapılan araştırmaya göre,
Neandertal göğüs kafesi, yüksek miktardaki proteini
enerjiye çevirebilecek daha büyük bir karaciğeri
barındırabilmek için evrim geçirmek zorunda kaldı.
Bu büyüyen metabolizma, aynı zamanda zehirli üreleri
vücuttan atabilmek için geniş bir boşaltım sistemine
de ihtiyaç duydu. Bu da muhtemelen pelvisin
genişlemesine yol açtı.
Prof. Avi Gopher, “Neandertal
ve Homo sapiens’in pelvisi ve göğüs kafesi
arasındaki farkı yıllardır biliyoruz. Fakat şimdi
konuya çok farklı bir açıdan bakıyoruz.” diyor.
Fiziksel Antropoloji Amerikan
Dergisi’nde yayımlanan çalışmayı, Tel Aviv
Üniversitesi, Arkeoloji ve Antik Yakındoğu
Kültürleri Bölümü’nden Prof. Gopher, Prof. Ran
Barkai and doktora öğrencisi Miki Ben-Dor yürüttü.
Ben-Dor: “Sert Buzul Çağı
kışlarında karbonhidrat ve yağ kaynakları
sınırlıydı. Fakat Neandertallerin sürekli avladığı
büyük hayvanlar yaşamaya devam ediyordu. Bu durum,
yüksek proteinli diyete olan evrimsel adaptasyonu
tetikledi. Bu da genişlemiş karaciğer, genişlemiş
böbrek sistemi ve bunlara karşılık gelen morfolojik
belirtileri beraberinde getirdi. Tüm bunlar
Neandertallerin evrim sürecine katkı yaptı.” dedi.
Homo erectus’un Levant
bölgesinde yok oluşunu konu alan 2011 yılında
yayımlanan bir araştırmada, diyetin insan evriminde
önemli bir rol oynadığından bahsettiklerini söyleyen
Prof. Barkai, “Şimdi ise bu yüksek yağ tüketiminin,
insan evrimi tarafından sunulan çıkmazların en
önemlilerinden biri olduğunu tartıştık. İnsanların
enerjiye dönüştürebileceği protein miktarı
sınırlıdır. Bu yüzden bunun çözümü, daha kolay elde
edilebildiği mevsimlerde yağ ve karbonhidratları
daha fazla tüketmekti.”
Bugüne kadar hayvanlar
üzerinde yapılan birçok deneyin, yüksek proteinli
diyetin daha büyük böbrek ve karaciğere neden
olduğunu gösterdiğini söyleyen Ben-dor, “Arktik
bölgelerde yaşamış olan ve genellikle etle
beslenen erken insanların da büyük karaciğere sahip
oldukları ve böbrek sistemlerini daha çok
çalıştırmalarını sağlayan bol su içmeye eğilimli
oldukları gözlemlendi.” dedi.
Araştırmacılara göre,
Neandertallerin yağ ve protein ihtiyaçlarını
karşıladıkları büyük hayvanlara olan bağlılığı,
Neandertallerin yok oluşu için bir ipucu sunabilir.
Arkeolojik kanıtlara göre Neandertallerin yok oluşu,
Avrupa’da büyük hayvanların yok olmasından yani
50.000 yıl öncesinden hemen sonraya denk geliyor.
arkeofili.com, Kaynak:
aftau.org, Çeviri: Erman Ertuğrul, 12.04.2016
|
PROF. YALÇIN KÜÇÜK: MİMAR SİNAN DİYE BİR ADAMIN
TÜRKİYE COĞRAFYASINDA YAŞADIĞINA DAİR ELİMİZDE
HİÇBİR BİLGİ YOKTUR
Profesör Yalçın Küçük,
Osmanlı tarihinin en büyük mimarı olarak
bilinen Mimar Sinan’ın,
Türk coğrafyasında yaşamadığını ileri sürdü.
Hürriyet gazetesinde pazar günleri köşe
yazarlığı yapan tarihçi Prof. İlber
Ortaylı’ya seslenen Küçük, “İlber
Ortaylı üstadım, hocam, arkadaşım beni
affetsin, Mimar Sinan diye bir adamın
Türkiye coğrafyasında yaşadığına dair
elimizde hiçbir bilgi yoktur” dedi. Küçük,
"Burada isimlerini vermeyeceğim, ülkemizin
en güvenilir mimari tarihçileri Mimar
Sinan’ı başka türlü yazarlar” ifadelerini
kullandı.
Yalçın Küçük’ün Odatv’de
yayımlanan söyleşisinden ilgili bölüm şöyle:
Hürriyet’in güzel tarih sayfasında
“Harem bir okul muydu” başlığı var, çok çok
önemli. Birazdan harem sözcüğü üzerinde de
duracağım, haram, unutmayalım, çünkü burada
kültür konusunu ele alıyoruz, bu
mülakatlarımız sürecek. Sonra da bir
arabaşlık var, “Mimar Sinan yaptı” diyor,
şöyle bir cümle var:
“Padişahların bütün gün oturdukları,
çoğu zaman geceyi de geçirdikleri Topkapı
Sarayı’nın Harem bölümünü de Kanuni Sultan
Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan yapmıştır.”
Devam ediyor, “Topkapı’daki büyük mimarın
tek eseri budur.” İlber Ortaylı üstadım,
hocam, arkadaşım beni affetsin, Mimar Sinan
diye bir adamın Türkiye coğrafyasında
yaşadığına dair elimizde hiçbir bilgi
yoktur. Burada isimlerini vermeyeceğim,
ülkemizin en güvenilir mimari tarihçileri
Mimar Sinan’ı başka türlü yazarlar.
"Türkiye’deki camilerin mimarisi çirkin,
mimarlık yok"
- Neden isim vermiyorsunuz?
Cumhuriyet’te de uzun süre yazan Doğan Kuban
değil mi?
Yalçın Küçük: Evet,
Doğan Kuban Hocam. Hayır, bize anlatılan
Mimar Sinan, öyle bir Mimar Sinan yoktur.
Hürriyet gazetesine gittiniz diye bayağı
tarihin bütün yalanlarını söyleyemezsiniz
orada. Bu mümkün değil. Daha da önemli bir
noktaya geliyorum, nedir bu cami dediğiniz,
niye İlber Hocam camiyi bilmem neyi
abartıyor?
Ben şunu
söylüyorum, burada isim vermeyeceğim, XVI.
veya XVII. yüzyılda İstanbul’a gelen Düveli
Muazzama’dan büyük bir sefir ne der biliyor
musunuz? İlber Hocam bunları inceleyecek,
gerektiği zaman ben kaynak göstereceğim.
Sefir gelmiş İstanbul’a, kaynak var bende,
anıları Türkçeye de çevrilmiş, bir
Ayasofya’yı görmüş, bir de camileri görmüş,
neyi görmüş peki, bütün camiler Ayasofya’nın
tekrarıdır, Ayasofya Kilisesi’nin
tekrarıdır. Ben şöyle söylüyorum İlber
Ortaylı Hocama, Ayasofya varsa Türkiye’de
cami yoktur. Ayasofya varsa Türkiye’de çok
büyük cami mimarı bir adamın olduğunu hiçbir
ciddi adam ileri süremez.
Ben yıllarca
Sultanahmet’te yattım. Sultanahmet’ten de
sadece Ayasofya’nın sonradan minareye
çevrilen çan kulelerini gördüm. O benim
günümdü. Sonra da Türkiye’den ayrılmak ve
gönüllü sürgün hayatı yaşamak istediğim
zaman da, gitmeden evvel bir daha görmek
istediğim yer Ayasofya oldu. Büyüleyicidir;
çok yazık ki, duvarlarının pek çok
güzelliğini biz Türkler kazımışız, ama
inanılmaz bir güzelliktir. O varsa, Türkler
için şunu söyleyebilirsiniz, o diğer
kubbeleri yaptıkları için kutlayabilirsiniz.
İyi kalfalarımız vardır dersiniz, mimarımız
vardır diyemezsiniz. İyi taklitçilerimiz
vardır dersiniz, mimarımız vardır
diyemezsiniz.
Fransızcası mosquée, İngilizcesi
mosque diyorlar; aslı bunlara uygundur,
mescit denmektedir. Arabi’de, başka yerlerde
“cami” diye bir sözcük de yoktur, bu
vesileyle okuyucularımıza lütfumuz olsun;
cami toplamak demektir, cema, bir tek Cuma
günleri toplanır camide Müslümanlar. Oradan
da kalmış, biz almışız onu, biz de öyle bir
millet olduğumuz için başka dillerden kolay
olan şeyleri alırız.
Burada bir parantez açabilir miyim,
camilerimizin şu anda hepsi boştur. Biz
iktidara geldiğimiz zaman, bu camilerin
hepsini, o binaları okul olarak
kullanacağız. İbadet yerleri güzel olacak.
Böyle her köşeye doldurulmuş, çirkin, boş
yerler olmayacak. Boştur hepsi, kimse gitmez
oralara, bu Akepe gericiliği döneminde de
her köşeye bir tane cami yapıldı, ama
camiler boştur, gideni yoktur, çok açık.
Gericiliklerini sadece bunları yaparak
gösteriyorlar, öyle güzel binalar da değil.
Burada bir parantez daha açabilir miyim,
İlber Hocam, büyük hocam, böyle bunlardan
bahsetme, böyle “Mimar Sinan yapmıştır” diye
doğru olmayan bir şeyi yazma. Doğruysa,
“Yalçın Küçük yanlış söylüyor” dersiniz ve
bir kez de “ohh” derim ben de, “bir yanlışım
da bulundu” derim.
T24, 11.04.2016
|
1500 YAŞINDA TÜRK MUMYA
Moğolistan’da Altay Dağları’nda 6. yüzyılda yaşayan
bir kişinin mumyası bulundu. Kadın olduğu tahmin
edilen mumya, Orta Asya’da bütün halinde bulunan ilk
örnek.
Arkeologlar,
Moğolistan’da Altay Dağları’nda buz tutmuş
Türk bir kadına ait olduğu sanılan bir
mumya buldu. Şu ana kadar mumyanın sadece
ayakları ve bir eli görünür hale gelecek kadar kazı
çalışmaları yapıldı. Arkeologlar, bütün halinde
bulunan mumyaya zarar vermemek için çalışmalarını
çok hassas şekilde yürütüyor. 1500 yıl önce yaşadığı
tahmin edilen
Türk kadının ayakkabılarının modern görüntüsü
dikkat çekti.
2 BİN 803
METREDE BULUNDU
Bu, Orta
Asya’da bulunan tamamı korunmuş ilk Türk mumya.
Mumya, 2 bin 803 metre yükseklikte tespit edildi.
Araştırmacılar, bulunan mumyanın mezarında ok
olmadığını ve buradan cesedin
kadın olduğu tahmini yaptıklarını söyledi.
Mezarda ayrıca, tahta bir kase, bir vazo, demir
çaydanlık, yalak, eski kıyafetler, at kayışı, at,
koyun ve keçi kalıntıları bulundu. Mumyanın elit
kesimden değil halktan biri olduğu da ifade edildi.
Hürriyet, 11.04.2016
|
SİNAN GENİM: 70 YAŞINDA HAPSE GİRMEK İSTEMEM
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde son günlerde çok
tartışılan tarihi Narmanlı Han’ı restorasyon mimarı
Sinan Genim ile gezdik. Ne yapmak istiyor? Tarihi
yapıyı yıkıp yeniden mi yapacak? Koruma Kurulu ve
müze izinleri var mı? Bu kadar yaygara neden
koparıldı?
Tüm bu soruları Sinan Genim şantiyeyi gezerken
cevapladı.
İstiklal Caddesi'nden tünele doğru giderken sağ
tarafta dış görünümüyle insanı cezbeden o muhteşem
yapıyı fark etmemek mümkün değildir. Narmanlı Han
1831 yılında inşa edilmiş, 1880 yılına kadar Rusya
Büyükelçiliği ve ardından 1914'e kadar Rus
hapishanesi olarak kullanılmıştı.
Sonraki yıllarda stüdyo ve konut olarak
kullanılan ve o yıllarda Narmanlı Yurdu olarak da
anılan bina, Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve
Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi birçok yazar ve sanatçıya
ev sahipliği yaptı. Yılların verdiği tahribata
dayanamayan Narmanlı Han gün geçtikçe çürüdü,
eklentiler ve yersiz müdahaleler ile yıkılmanın
eşiğine geldi.
Bir süredir Narmanlı Han gündemi meşgul ediyor.
Beyoğlu Savunması yapılan restorasyonu soylulaştırma
olarak nitelendirip, müdahalenin tarihi binanın
ruhuna aykırı olduğunu ileri sürerek karşı çıkıyor.
Restorasyonun mimarı Sinan Genim ile hem bu
tartışmaları konuştuk hem de yapılan restorasyonu
yerinde inceledik.
AMACIM YAPIYI AYAKTA TUTMAK
Herkesin aklında Emek, Demirören AVM,
Majik ve benzerleri var. Siz de yıkıp yeniden mi
yapacaksınız?
-70 yaşındayım. Bu yaştan sonra adımı kirletemem.
Tescilli yapıyı yıkıp hapislerde çürümeye ise hiç
niyetim yok. Para kazanacağım çok fazla proje
teklifi var. Lakin ben bu tarihi binanın korunmasını
istiyorum. Amacım yapıyı ayakta tutmak, aslına uygun
restore etmek.
O halde insanlar neden itiraz ediyor?
-Onlara sormak lazım. Gelin konuşalım dedim.
Kimse yanaşmadı konuşmaya. Dinlemeden karşı
çıktılar. Ne yapılacağını bilmeden. Gitsinler Pera
Müzesi'ne, Galatasaray Kültür Sanat Merkezi'ne,
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'ne baksınlar.
Beyoğlu'nda ilk işim değil benim.
Siz gidip anlatsaydınız?
-Bakın biz önce Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu'na anlattık. Beyoğlu Belediyesi'ne anlattık.
İzinleri alabilmek için zaten bunların hepsine
anlatmamız gerekiyor. Onlar da gelip sorsaydılar
onlara da anlatırdım.
Aslına uygun restore edeceğim diyorsunuz,
sonra ne olarak kullanılacak?
-Evvela buradaki yapıyı güçlendirip gelecek
kuşaklara taşınmasını sağlayacağız. Dış duvarları
tamamen koruyoruz. İç duvarlarda sağlam olanları da
koruyoruz. İçte birtakım değişiklikler yapacağız.
Ama binanın ne yüksekliği değişecek, ne yeni eklenti
katlar yapılacak, ne de dış görünümünü
değiştireceğiz.
Soylulaştırma eleştirilerine ne
diyorsunuz?
-Kamu malı değil adamın özel mülkü burası. Küçük
dükkanlar yap, ucuza ver, buraya sadece belli gelir
grupları gelsin diyemezsin. 7 dükkan, 2 restoran bir
de kafeterya açacağız. Restoranların biri İstiklal
Caddesi'ne bakan ikinci katta lüks olacak.
Dükkanların ikisi İstiklal caddesine 5'i avluya
bakacak. Avluya kafeterya yapıyoruz. İstiklal
Caddesi ile Sofalı Sokak arasında bir bağlantı
sokağı olacak. Yani ben buranın bahçesini sokak
havasında yapacağım. Burayı kamusal alan dışına
almayacağız. Ticarethaneler olacak. Neden halktan
uzak bir yer yapayım ki? Her türlü insan gelecek.
MÜZELİK BİR ŞEY YOK
İş makinesi soktunuz. Herkes Narmanlı Han
yıkılıyor endişesine kapıldı...
-Tescilli yapıyı göz göre göre yıkmanın
cezasından kimsenin haberi yok sanırım. Dış duvarlar
yıllar içinde oturmuş. Statik yapısı sağlam değil.
Kaya gibi görünen temel toprak aslında suyu görünce
un ufak oluyor. Binanın çevresine 150 kuyu açtık.
İçini perde betonla doldurup yapıyı güçlendiriyoruz.
Her kuyudan 7 kamyon hafriyat çıkıyor. İşte bu
hafriyatı kamyona yüklemek için iş makinesi
kullanıyoruz.
Çevre binaların temellerinden eski dönem
mezarlar çıktı. Hafriyat için müzeden izin alındı
mı?
-Mezarlık buralara kadar gelmiyor. Koruma
Kurulu'nun da izni var. Şu ana kadar kuyulardan
çıkan bir şey olmadı. Müzeye de şikayet olmuş.
Geldiler kuyulara baktılar. Sorun yok dediler.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 11.04.2016
|
KOLOPHON ANTİK KENTİ DEFİNECİLER TARAFINDAN TAHRİP
EDİLİYOR
İzmir’in Menderes
İlçesi’nde, bulunan Kolophon antik kenti
definecilerin uğrak yeri haline geldi.
İzmir’in Menderes
İlçesi’nde, Değirmendere ve Çamönü köyleri arasında
yer alan Kolophon Antik Kenti’nde lahit ve kaya
mezarları ile tarihi eserler kaçak kazı yapan define
avcıları tarafından talan ediliyor. Birçok
medeniyete ev sahipli yapan Kolophon antik
kenti ilgili koruma çalışma yapılmaması ise tepki
çekiyor. Vatandaşlar, harabe haline gelen mezarların
kaderine terk edildiğini söyledi.
Kolophon Antik
Kenti
Kolophon antik kenti İzmir’in Menderes İlçesi’nde,
Değirmendere ve Çamönü köyleri arasında
yer alıyor. Antik Smyrna (modern İzmir) kentini
güneye Notion ve Ephesos’a bağlayan en kısa güzergah
Kolophon üzerinden geçiyor.
İonyalılar MÖ 9
yüzyılda bu bölgeye geldiklerinde Kolophon adıyla,
12 büyük İon kentinden biri olarak anılan yeni bir
yerleşim yeri kurdular. Kentin MÖ 7. yy’da,
Ephesos ve Smyrna kentleri gibi Lydia krallarının
hakimiyetine girdiği biliniyor.
arkeolojihaber.net, Fotoğraf: Okan Emre Güney,
11.04.2016
|
İSTANBUL'DAKİ 175 CAMİDEN 523 KUTSAL EMANET ÇALINDI
Camilerde 14 yılda yaşanan soygunların envanteri
çıktı Hırsızların uğradığı camiler
arasında Fatih, Eyüp Sultan ve Sultanahmet de yer
aldı.
AKP iktidarı döneminde İstanbul’da bulunan 175 camiden 523 tarihi eserin çalındığı ortaya çıktı. Camilerde kaybolan kutsal emanetler arasında, Kur’an-ı Kerim, Sakal-ı Şerif, şamdan, halı, minarelerin üzerinden bulunan alem, kapı ve duvardaki çiniler de yer alıyor…Eserleri çalınan camiler arasında Eyüp Sultan, Fatih ve Sultanahmet gibi büyük camiler de var. En fazla kayıp ise 36 eserle Sultanahmet Camii’nde…
İstanbul’da Fatih Katip Muslihiddin Camii, İskender Çelebi Camii, Üsküdar Ahmediye Camii, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii, Üsküdar Valide-i Atik Camii’si dahil olmak üzere 310 camide Sakal-ı Şerif bulunuyor. Cam hazne içerisinde Kadir Gecesi’nde ziyarete açılan Sakal-ı Şerif’lerden üç tanesi çalındı. Eyüp Sultan Camii’nden ise 2004 yılında 6 eser çalındı. Caminin duvar çinileri talan edildi.
İstanbul’daki camilerde geçen yıl çalınan eser sayısı 30 olarak tespit edildi. İçlerinde el yazması Kur’an-ı Kerim’lerin de yer aldığı tarihi eserlerin değeri milyonlarca lira… İstanbul’da 2004 yılından bu yana çalınan el yazması Kur’an-ı Kerim’in sayısı 23 oldu. Sadece Yavuz Sultan Selim Camii’nde on dört el yazması Kur’an-ı Kerim kayıp. Caminin avlu girişi kapısının üzerinde bulunan çini kaplama da göz göre göre çalındı. Camilerin dışında İslami mimari eserlerinin sergilendiği Fatih’te bulunan Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nden de 33 kutsal emanet çalındı.
Sözcü, 11.04.2016
|
DÜNYA MİRASI
HEVSEL BAHÇELERİ YENİDEN CANLANDI
UNESCO Dünya Kültür Miras
Listesi'nde yer alan ve Güneydoğu'nun kuş cenneti
olarak bilinen Diyarbakır'daki Hevsel Bahçeleri,
terör örgütü PKK'ya yönelik Sur'da gerçekleştirilen
operasyonun tamamlanmasının ardından tekrar eski
canlılığına kavuştu.
Diyarbakır'ın Sur
İlçesi sınırlarındaki 8 bin yıllık geçmişi bulunan
ve 7 bin dönümlük alana sahip Hevsel Bahçeleri,
PKK'lı teröristlere yönelik operasyonun başarıyla
tamamlanmasının ardından yeniden canlandı.
Diyarbakır'ın sebze ve meyve ambarı konumunda
bulunan Hevsel Bahçeleri'ne aylar sonra giden
vatandaşlar, bahçelerinde çalışıyor.
Tarımsal özelliğinin
yanı sıra yabani hayatın da ön plana çıktığı Hevsel
Bahçeleri, baharın gelişiyle farklı bitki ve hayvan
türleriyle görsel bir şölen yaşatıyor. Hevsel
Bahçeleri'ne gidenler yol kenarında dolaşan kirpiler
ve cıvıl cıvıl öten kuşlar eşliğinde ürünlerini at
ve katır üstünde taşıyan vatandaşları görüyor.
Akşam (Kısaltarak), 10.04.2016
|
CANER ERKİN SİRKECİ'DE OTEL AÇIYOR
Fenerbahçe'nin başarılı sol bek oyuncusu Caner
Erkin, futbolun dışında yeni bir işin peşine
düştü.
Sarı Lacivertliler'le olan sözleşmesi sezon sonu
sona erecek olan ve birçok Avrupa kulübünün
yanında Türk kulüplerinin de gözdesi haline
gelen Caner Erkin, ayda 500 bin Lira ödeyeceği
Sirkeci'deki tarihi bir binayı kiraladı.
Tecrübeli futbolcunun Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nden 25 yıllığına kiraladığı bu binayı
bir butik otele çevirmeyi düşündüğü öğrenildi.
Mısır Çarşısı'nın yakınlarında olan binada
tadilat başladı.
Milliyet (Kısaltarak),
10.04.2016
|
"TARİHİ YARIMADAYA ŞİRK İHANETTİR"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, eşi Sare Davutoğlu ile
birlikte Süleymaniye Camisi'ndeki Mimar Sinan'ı
anma programına katıldı. Davutoğlu konuşmasında
“Bir gemi ile İstanbul’a yaklaşıyorsanız, bir
tarafta Süleymaniye diğer tarafta ‘Gökkafes’
denilen bir ucube. Bundan sonra bu şehre hançer
gibi saplanan hiçbir eser yapılmayacak” dedi.
“Tarihi yarımadaya şirk koşan, o yarımadayı
tahakküm eden ne eser varsa bu şehre ihanettir”
diyen Davutoğlu özetle şöyle konuştu:
GÖKKAFES
BİR UCUBE
“Tarihi yarımadada,
Fatih'te,
İstanbul'un kalbinde büyüdüm ama hep
Salacak'ta bir evim olsun istedim. Çünkü
kalbinde büyüdüğünüzde o şehri güzelliğini
içeriden yaşıyorsunuz da bazen dışarıdan temaşa
etmek istediğinizde en güzel siluetlerinden
birisi oradan görürsünüz. Şimdi muhasebe
vaktidir arkadaşlar. Burada isim vermekten de
kaçınmayacağım. Eğer bir gemi ile
İstanbul'a yaklaşıyorsanız, bir tarafta
Süleymaniye diğer tarafta 'Gökkafes'
denilen
bir ucube. Biz
Mimar Sinan'dan, bizim nesil hiç ders
almamış diye insan kahrediyor, üzülüyor,
mahvoluyor. Tarihi yarım adaya şirk koşan, o
yarımadayı tahakküm eden ne eser varsa bu şehre
ihanettir. Aynı şeyi
Zeytinburnu kuleleri içinde söylerim, diğer
yapılar içinde.
ELİMİZDE İMKANLAR
VAR
Mimar Sinan’ın elinde
bilgisayar yoktu,
animasyon, simülasyon yapamıyordu. Ama bir
gönül gözü ile derin estetik gözüyle baktığında
hangi eserin nerede nasıl duracağını görüyordu.
Şimdi elimizde bütün bu imkanlar var. Çok rahat
bir şekilde yüksek bir mimarinin neye tahakküm
edeceğini görecek imkanlara sahibiz. Onu ekrana
yansıtıp görebilecekken, onu dahi yapmayıp, bir
an önce en yüksek binalar yapıp, en fazla ne
kadar ederiz, onun hesabı içine giriyoruz. Yüz
yıl öncesine göre şehrin nüfusu 10-15 misli
arttı. Biz de buna göre imar edebilirdik. Şunu
söylemiyorum; şehir gelişecek, doğaldır. Dünyada
İstanbul gibi bir başka şehrin olmadığı bir
özellik, hem kadim bir birikime sahiptir, hem
moderniteyi yoğun yaşamıştır, hem de küresel bir
şehir olma yolunda ilerliyor.
Biz Mimar
Sinan’ın hakkını vermek istiyorsak, ahirette
onunla karşılaştığımızda ‘ben
size nice bir şehir bıraktım, siz ne hale
getirdiniz’ demesini istemiyorsak, İstanbul’da
taş üstüne taş koyarken, bin kere düşünüp, bir
kere koyacağız. İstanbul’u bu çarpık
şehirleşmenin getirdiği hallerden kurtarırken,
hepsini gözden geçirerek yeniden inşa edeceğiz.
İstanbul’a uçakla geldiğimde, 50 - 60 - 70’li
yıllardan sonra çocukluğumuzdan sonra gelişen
çevre semtlere baktığımızda doğanın, yeşilin,
Büyükçekmece’nin,
Küçükçekmece’nin o güzel göllerinin etrafına
baktığınız da ne kadar plansız ve savruk
geliştiğini görmek ıstırap veriyor.
SEFERBERLİK VAKTİDİR
Bir tek
tarihi yarımadaya geldiğimde içimi bir huzur
kaplıyor. Şimdi seferberlik vaktidir. Hepimiz
Mimar Sinan’ı her gün düşünerek, gerektiğinde,
onun formları üzerinde illa Mimar Sinan’ı taklit
etmeden çok güzel eserler ortaya koyarak bu
şehrin, bu medeniyetin idrakini vermek
zorundayız.”
MİMAR SİNAN'IN
KAYIP KAFATASI ARAŞTIRILACAK
Mimar
Sinan’ın kayıp kafatasının araştırılacağını
söyleyen Davutoğlu şu bilgileri aktardı: “Etnik
kökenin tartışıldığı bir dönemde, onun da
Türk olduğu ispat etmek için, biliyorsunuz
bazıları, isimlerini zikrederek burada kötü bir
hatırayı yad etmek istemem. Ama önemli 3 isim,
maalesef Mimar Sinan’ın mübarek bedeninin
bulunduğu türbeyi açarak, mübarek bedendeki
beynin bulunduğu kafatasını ölçme cüretine
kalktıkları biliniyor. O kafatası ölçümleriyle,
bir şey ispat etmeye çalışılır kendilerine.
Mezarı açılır, kafatası çıkarılır ve incelemek
üzere götürülür. Daha sonra bu mübarek bedenin
bu uzvu bir restorasyon esnasında geri konmadığı
ortay çıkar.
Başbakanlık müsteşarımıza ağır sorumluluğu
olarak görev verdim. İnceleme başlatacağız ve
Mimar Sinan’ın mübarek bedeni, mübarek
parçası... Kafatası demek bile bana ağır
geliyor, ifade edemiyorum. Elimizdeki imkanlarla
DNA testleri de dahil olmak üzere, neredeyse o
mübarek parçasını inşallah bedeninin diğer
parçaları ile buluşturup, en azından
tarihimizdeki bu
kara lekeyi silmek için adım atacağız.”
Hürriyet, Haber: Enver Alas - Uğur Can - Gülseli
Kenarlı, 10.04.2016
|
TOPKAPI SARAYI GÜÇLENDİRİLMELİ
İlber Ortaylı,
Topkapı Sarayı Müzesi'nin eski başkanı. Sarayın her
köşesini avucunun içi gibi biliyor. Pazartesi günü
Gülhane Parkı'nın saraya bitişik duvarı yıkılıp iki
kişinin yaşamını yitirmesine neden olunca, kaza
alanını beraberce ziyaret ettik. Sonra da Topkapı
Sarayı'nın neden alarm verdiğini ondan dinledik.
Yıkılan bölüm Gülhane Parkı’nın içinde, Topkapı
Sarayı’na da çok yakın. Tam olarak nereden
bahsediyoruz?
Gülhane Parkı, klasik devirde Topkapı Sarayı’nın
has bahçesiydi. Bu, denizle Sirkeci arasındaki
sahadır ve Sur-u Hümayun yani Emperyal Duvar denen
bir koruma, çevirme arkasındadır. Bahçeye Sarayburnu
tarafından girerseniz, demiryolu üzerinden aşarak
tepede solunuzda bir kır kahvesinin bulunduğunu
göreceksiniz. Bu kır kahvesi çok tanınır çünkü
serbesttir. Buraya gelip otururlar, manzara
seyrederler. Hemen üzerinde Topkapı’nın Mecidiye
Köşkü vardır ve gene yanıbaşında da Topkapı sahası
içindeki Konyalı Lokantası vardır.
Pazartesi günü çöken duvar, tam da
burada, o kır kahvesinin altında. Siz bu duvarı iyi
biliyorsunuz.
Duvarın bir tarafı, yani Saray duvarlarına yakın
kısmı 25 metre yüksekliktedir. Allah’tan o yüksek
bölümde bir çöküntü olmadı, daha fazla zarar
verebilirdi. Ama maalesef bu çöküntü sonrasında
manzarayı seyretmek için orada olan 2 gencimizi
kaybettik; 6 kişi de yaralandı, umarım hızla
iyileşirler... Olayın en tatsız tarafı bu. Tetkik
ettiğiniz zaman duvarın bir istinat duvarı olduğunu
yani arkadaki toprağı tutmak için yapıldığını
görüyorsunuz; bahsettiğim 25 metrelik kısmı da diğer
alçak kısım da moloz denilen yığma taşla
yapılmıştır. Mesele evvela buradan çıkar.
BELEDİYE TASARRUFUNDA
Neden?
Kesme taşla yapılan ve birbirine raptedilen bir
duvar değil bu; kalınlığı da hiçbir yerde 1-1.5
metreyi geçmez. Hakikaten yetersiz bir istinattır.
Bunun arkası da yumuşak moloz toprakla dolu.
Görünüşe göre, bir de burada ağaç yetiştirilmiştir;
o ağaçlar çok kenarda olduğu için kökleri duvarları
parçalamış. Yıkılan kısımda o çam ağaçlarını da
gördük. Burada bir bakımsızlık söz konusudur.
Kimin bakması gerekiyor?
Belediyenin tasarrufunda Gülhane. Ama bu daha
kapsamlı bir mesele. Duvarın devamının da Topkapı
arazisinde bulunduğunu biliyorsunuz. Önce Konyalı
Restoran’a sonra ta uca doğru gidiyor duvar. Sarayın
altında Hazine’nin ve Elbise Koğuşu’nun bulunduğu
bölüm ve oradan eski Gülhane Hastanesi’nin bulunduğu
sahaya kadar uzanıyor. Orada yakın geçmişe, Ertuğrul
Bey’in bakanlığına kadar askeri tesisler vardı. Yani
19’uncu asırda inşa edilen depolar. Onlar boşaltıldı
şimdi; boşaltıldıktan sonra, o duvarlar tamire
başlandı.
PADİŞAH DÖNEMİNE AİT DEĞİL
Siz o bölümde de mi bir problem
görüyorsunuz?
Elbette problem var. Saray’ın Hazine Dairesi,
Elbise-i Hümayun denilen bölümün altı, statik
bakımdan bir problem arz ediyor. Kandilli
Rasathanesi eski müdürü Prof.Dr. Mustafa Erdik,
İTÜ’den Celal Şengör gibi uzmanlar hep söyledi. 1999
Depremi’nden beri bu hocalar gidip Topkapı’yı
gönüllü olarak incelediler ve çok yakın ilgi
gösterdiler; hatta deprem günü benim liseden de
arkadaşım olan Mustafa (Erdik) oradaydı; eski müdür
Filiz Hanım (Çağman), Topkapı adına müthiş bir
deprem korkusu içindeydi o zaman. Haklıydı da. Şimdi
sadece güneybatı tarafından tamirat başlamış. Bu
duvarın çöküşü; bu bahsettiğim kısmın ne büyük risk
altında olduğunu, çanların o bölüm için çaldığını
gösteriyor.
Derhal güçlendirme başlamalı mı
diyorsunuz yani?
Milyonlarca dolara da mal olsa yapılmalı bu.
Sarayın alt kısmının kesinlikle kapatılıp çembere
alınmasının ve derhal tamirinin düşünülmesi
gerekiyor. Bu park bölümü de ayrıca düşünülmeli.
Malzemeden görüyorsunuz; burada padişahların
oturduğu döneme ait değil. O dönemden önce böyle
çürük duvar yapılmaz.
Bu duvarlar ne zaman yapıldı?
Büyük ihtimalle 1860’tan sonrasına, yani
padişahların sarayı tamamen terk ettiği, burada
ancak birkaç tane Enderun ağasının, memurun kaldığı
döneme ait. O zamanlar Gülhane, park da değildi,
biliyorsunuz. Park ilk defa 20’nci yüzyıl başında
Topuzlu Cemil Paşa tarafından düzenlenmiştir.
Gülhane, kapalı bir eski saray bahçesiydi. Besbelli
ki bu istinat duvarı da buraya o zaman yapılmış.
İçinde horasan kullanılan taşlar var, çimento
kullanılan var ama bu, yığma toprağın kullanıldığı,
yerine göre 1-1.5 metre kalınlığında kagir yığma bir
yapı. Dayanması mümkün değil. Ayrıca duvarın
ötesinde Sarayburnu trafiği oluyor. Az belki ama
oluyor. Tabii orada bir sarsıntı yapıyor bu. Hem iyi
kötü, insanlar orada geziyor, oturuyorlar.
KARAYOLU BİLE İPTAL EDİLMELİ
Ne yapılması gerekiyor peki? Orada yol
var, demiryolu ağı var, ciddi trafik var...
Kaldırılmalı hepsi. Saray için tehlike arz
ediyorlar. Tarihi Sirkeci İstasyonu’nun önemli
binaları haricindekiler derhal oradan
kaldırılmalıdır. Sahildeki Yalı Camii ve Sepetçiler
Kasrı gibi eserler bırakılmalı elbette. Ama buradaki
karayolunun da iptal edilmesi lazım. Adnan Menderes
zamanında açılan, surun çevresini dolaşan
karayolunun hiçbir gereği yok. Tehlikelidir. Dahası
demiryolunun geçtiği mıntıka binalar için bir
tehlike arz ediyor. Dahası bu demiryolunun altında
Aya Yorgi Kilisesi gibi eski eserler var... Onlar da
ortaya çıkarılmalı...
Çok da karışık bir bölge, her şey iç içe.
Nasıl içinden çıkılacak?
Parka bakan Fil Duvarı da böyle çökmüştü daha
önce. Belediye orayı süratle onardı. Buralarının
tekrar ele alınması gerekir. Sarayın Marmaray’a
bakan arka kesiminin kesinlikle park olarak
düzenlenmesi gerekir. Böyle düzenlendiğinde
demiryolunun da kesinlikle kaldırılması gerekiyor ve
oradaki bazı binaların, tarihi ve estetik bir önemi
yoksa bir şekilde seddi yani yıkılması gerekir. Ve
bilhassa bizim Müze’nin (Topkapı Sarayı Müzesi)
temellerinin, yani Marmaray’a bakan istinat
duvarlarının en kısa zamanda ve en iyi şekilde
restorasyonun tamamlanması gerekiyor. 1.5 yıl önce
başlandı, hızlanması temenni edilir.
TÜRK MÜHENDİSLER KÜLTÜR İMTİHANINDAN
SINIFTA KALDI
Marmaray’ın Topkapı Sarayı’na bu kadar
yakın olmasında sizce bir sakınca var mı?Şüphesiz ki var. Marmaray’ın sarayın etrafında
yüzeye çıkması büyük yanlıştır. Aynı şekilde Haliç
üzerinde o çirkin köprü ve döşenen metro hattı bence
Türk mühendisler için bir kültür imtihanıydı ve
sınıfta kaldılar. Bizimkiler statik, betonarme vs.
bilirler ama maalesef yaşadıkları çevrenin tarihi
dokusunu anlamıyorlar, bilmiyorlar. Süleymaniye’nin
altından metro geçmez ve oraya istasyon konmaz. O
kadar yoğun trafik yok orada. Hem Mimar Sinan’ın o
camiyi kurduğu tepe öyle çok kayalık da değil;
inşaat bu yüzden uzun sürdü. Metro geçirmek çok
lüzumsuz bir iştir. Utanıp sıkılınacak bir iştir.
RANDEVUSUZ TOPKAPI’YA GİRİLMESİN
Siz öteden beri Topkapı Sarayı’nı ziyaret
için yeni düzenlemelerin gerektiğini de
savunuyorsunuz. Ne yapmalı?
Randevu sistemine geçilmeli. Halkımız için
Müzekart var. Ucuz da. Bütün müzelere istediğiniz
kadar giriyorsunuz (Belediyeye ait olan müzelerle
özeller hariç ama onların da sayısı az). Yani kimse
şikayet etmesin fiyattan. Yabancılar için olan ücret
de çok ucuz. Dünyada 40 liraya müzeye girilmez, 10
küsur Euro, gülünç. Arttırılması lazım.
Aynı anda ziyaret edenlerin sayısı da
çok...
Çok kalabalık var. Bu müzeye girilemiyor. Böyle
bir müzeye ne bakılır, ne gezilir. Kesinlikle
İtalya’da uygulanan randevu sisteminin uygulanması
gerekiyor. Mecburuz buna.
RİCA EDERİM, İLİM TARİHİ İÇİN BAŞKA YER
BULUN
Siz Topkapı Sarayı’nın içindeki, 19’uncu
yüzyıldan itibaren inşa edilen bazı binaların da,
sarayın dokusunu bozduğunu düşünüyorsunuz. Hangi
binalar bunlar?
Çok örnek var. Mesela çok seviyoruz, Türk
medeniyetinin modernleşmesinin bir parçası olarak
görüyoruz ama işte Müze-i Humayun (Bugünkü Arkeoloji
Müzesi)... O kadarla kalsaydı yine iyi, ne de olsa
onun tarihi ve kültürel bir anlamı var ama aynı müze
için, tutmuşlar tam sarayın kapısına Babüsselam’a
yakın bir gudubet müze binası daha ilave etmişler.
Bu ikincisi tahammülfersa bir bina. Kesinlikle
yıkılması lazım. Hiçbir şeye uymuyor.
Arkeologları kızdıracaksınız şimdi!
Mesele o değil; arkeolojiyi çok önemseyip sarayı
ihmal ediyorlar. Bıraksanız müzenin bütün
döküntülerini de saraya koyarlar. Ayrıca aşağıda
demiryolu sahasında ve Gülhane’de de başka yapılar
var böyle çirkin, dokuyu bozan. Görev zamanımda
birini yıktırmaya muvaffak oldum ama sadece yarısı
yıkıldı; çirkin bir bina; sura bitişik.
Hepsinin bir işlevi var ama. Bazıları
müze mesela, ne yapmalı?
Evet mesela bunlardan bir tanesi İlim Tarihi
Müzesi olarak kullanılıyor; çok rica ederim ilim
tarihi için başka bir yer bulun. Gülhane Parkı’nın
da Saray’la birlikte ele alınması gerekiyor.
Dolayısıyla 19’uncu asır ilavelerinin kesinlikle
değiştirilmesi, temizlenmesi, restorasyonu
gerekiyor.
ORGANİZATÖRLERİN YERİNDE OLSAM AYA
İRİNİ’YE GİRMEM
Yani siz esasen bunlara çirkin
olduklarından veya dokularının birbirini
tutmadığından itiraz ediyorsunuz...
Evet, stiller birbirini hiç tutmuyor. Mesela
Darphane’de de böyle ilaveler var. Hem çirkinler,
hem de fonksiyonları yanlış, sarayı negatif
etkiliyor. Tabii Aya İrini’yi de ayrıca düşünmeli.
Neden?
Aya İrini tek ikonoklast kilisedir. Fresk yoktur.
Bizans devrinden beri hiç cami olmamıştır; müzedir.
Önce depo olarak kullanıldı; yeniçeri sancakları
orada saklanırdı sonra silah müzesi yapıldı. Şimdi
konserler için kullanılıyor. Ben o konserleri
organize edenlerin yerinde olsam oraya adım atmam.
Neredeyse bininci yılına yaklaşan bir bina ve
restorasyona ihtiyaç duyulmamış. Fakat gerekiyor.
Bir çöküntü var. Hem tarihçilerin, hem mimarların,
hem restoratörlerin tetkik edeceği, sempozyumlarla
tespit edeceği, 25-30 yıl sürecek yavaş yavaş bir
restorasyon… Bu dönemde zaman zaman ziyarete de
kapanacak tabii. Ama Aya İrini’nin artık büyük
faaliyetlere kapalı olması gerekiyor...
Hürriyet,
Haber: Yenal Binici, 10.04.2016
|
OTOPARKTA YAPILAN KAZIDA 2 METRELİK BAŞSIZ KADIN
HEYKELİ BULUNDU
İzmit'te, bir otoparkta yapılan
kazı çalışmasında yaklaşık 2 bin yıllık olduğu
tahmin edilen Roma dönemine ait başsız kadın heykeli
bulundu.
İzmit Çukurbağ Mahallesi’nde, eskiden otopark
olarak kullanılan bir arsada yapılan çalışmalar
sırasında yaklaşık 5 metre derinlikte heykele
rastlayan işçiler yetkililere
haber verdi.
Daha önce başta Herkül heykeli olmak üzere birçok
tarihi eser bulunan mahalleye İzmit Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nden arkeologlar
gönderildi.
Arkeologlar, çevresini titizlikle kazdıkları heykeli
ortaya çıkardı. Yaklaşık 2 metre uzunluğundaki
başsız kadın heykeli vinçle dışarı çıkarıldı, üstü
bezle kapatılıp müzeye götürüldü.
Heykelin, Roma dönemine ait yaklaşık 2 bin yıllık
olduğu tahmin ediliyor. Bir tanrıçayı tasvir ettiği
düşünülen heykelle ilgili incelemer sürüyor.
Sözcü, 09.04.2016 |
500 YILLIK PARAYI MÜZEYE BAĞIŞLAYACAK
Vanlı
koleksiyoner Osman Gezer, Amerika'da Ermeni asıllı
bir koleksiyoncudan temin ettiği yaklaşık 500 yıl
öncesine ait Safevi parasını müzeye teslim edeceğini
söyledi.
Henüz 5 yaşındayken düğme biriktirmeye başlayan,
daha sonra para ve antika eşyalara merak salan
Gezer, 30 yıldan bu yana topladığı paralarla
oluşturduğu koleksiyonunu evindeki bir odada
sergiliyor.
Bir kurumda asgari
ücretle çalıştığını ve çocukluğundan bu yana eski
eşyalara merakının olduğunu anlatan 45 yaşındaki
Gezer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, özellikle
nadir bulunan paralara ilgi duyduğunu söyledi.
Gezer, en son Sultan
Vahdettin dönemine ait bir paranın eline geçtiğini
belirterek, şöyle konuştu: "Normalde en son
padişah olmasına rağmen, Vahdettin'in paraları
toplatılmış. Toplanan paralar eritildiği için,
piyasada bu paralardan pek kalmamış. Bu nedenle
elimde bulunan Vahdettin dönemine ait 5 mecidiye,
nadir bulunan bir paradır. Bu şekilde paraları
toplamaya devam ederken bir gün, 'batan geminin
malları' deyimiyle bilinen İsmet İnönü dönemine ait
50 kuruş buldum. Bunun hikayesi de çok ilginç.
İnönü, o dönem paraları İngiltere'de bastırıyor.
Paraları alan gemi, 1941 yılında Yunanistan'a
yaklaşırken batıyor ve içindeki paralar su yüzeyine
çıkıyor. Yunanistan halkı da bu paraları toplayıp,
'batan geminin malları' diyerek piyasaya sürüyor.
İsmet İnönü de o dönemde başka para bastırıyor. O
döneme ait bu para bir arkadaşımın vasıtasıyla elime
geçti."
"KORUYAMAMAKTAN KORKUYORUM"
Paraların yanı sıra
gümüş takı, eski kartpostal, antika malzemeler ve
kitap da topladığını dile getiren Gezer, "Yıllarımı
vererek bir araya getirdiğim eşya ve paralardan
oluşan koleksiyonumu koruyamamaktan korkuyorum.
Çünkü bir çelik kasa dahi alamıyorum. Sürekli
yerlerini değiştirdiğim için de bir çoğu kayboldu,
bazıları da zarar gördü." diye konuştu.
500 YILLIK PARAYI MÜZEYE BAĞIŞLAYACAK
Sosyal medya üzerinden
Amerika'da yaşayan Ermeni asıllı bir koleksiyoncu
ile tanışan Gezer, kısa sürede dost edindiği
koleksiyonerden eski paralar hakkında önemli
bilgiler aldığını aktardı.
Gezer, arkadaşının
elinde 500 yıl önce Van'da kullanılan bir paranın
bulunduğunu ve bunu kendisine armağan etmek
istediğini anlatarak, şöyle devam etti: "Ermeni arkadaşımın bu
haberi beni çok heyecanlandırdı. Bunun üzerine ona
adresimi verdim. O da elindeki parayı gönderdi. 500
yıllık parayı müzeye hediye edeceğim. Daha sonra
yaptığım bir araştırmada neticesinde aynı paradan
müzemizde de bir tane bulunduğunu ve Safeviler
dönemine ait olduğunu öğrendim. Daha önce de Urartu
dönemine ait bazı süs eşyalarını, 2. Süleyman
dönemine ait dirhemleri müzemize teslim etmiştim. Bu
parayı da müzeye teslim etmek benim için gururdur.
Şimdi de Osmanlı dönemine ait orijinal bir barutluk
buldum."
Paraları ve bulduğu
eşyaları araştırdıkça tarihe olan ilgisinin de
arttığını vurgulayan Gezer, "Paraların tarihini
öğrendiğimizde o paranın hangi padişah dönemine ait
olduğunu anlamış oluyoruz. Bu sayede
padişahlarımızı, tarihimizi, kayme, mangır ve
mecidiyenin ne olduğunu öğrendim. Bu koleksiyon bana
çok güzel şeyler öğretti." dedi.
Gezer, topladıkları
eşya ve paraları sergiye dönüştürmek istediğini
belirterek, "İnsanlara bu paraları toplamalarını
tavsiye ederim. Kahvehane köşelerinde oturmaktansa
bu tarihe sahip çıkmak çok önemli. Ben tarihi
kitaplardan ziyade bu paralardan öğrendim. Benim
nazarımda bunlara değer biçilemez. Sigaraya
vereceğim parayı bunlara veriyorum. Onlara iyi
bakmaya çalışıyorum. Hatta çocuklarım bile
kıskanıyor." ifadelerini kullandı.
Habertürk,
09.04.2016
|
BAKAN ÜNAL GERMANİCİA ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARINI
İNCELEDİ
Bakan Ünal, Germanicia
antik kentinde devam eden
kazı çalışmalarını inceledi. Antik kenti tamamıyla
ortaya çıkaracaklarını belirten Bakan Ünal, "Bu kazı
çalışmamızı önümüzdeki 2 yıl geniş bir alanda
kamulaştırmayı gerçekleştirip daha büyük bir alanı
ortaya çıkarmayı planlıyoruz" dedi.
Kazı çalışmasının 30 parsele yakın bir alanda devam
ettiğini söyleyen Ünal şunları söyledi: "Burası
antik bir kent olarak şehir merkezinin olduğu ve
diğer kutsal mekanların olduğu kısımlar kazılarla
ortaya çıkacaktır. Biz öncelikli olarak mozaikleri
ortaya çıkarıyoruz. Hatay'dan başlayıp Gaziantep,
Şanlıurfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş'la devam eden
bölgede uzun bir mozaik yolu var. Buradaki
mozaiklerin bir özelliği de o günkü mimarı yapıya
dair bize net resimler veriyor olması. Kazılarımız
devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda yine kamulaştırma
ve kazılar devam edecek."
Kahramanmaraş'ta
gerçekleştirilen kültür ve turizm çalıştayını da
değerlendiren Bakan Ünal, bölgesel olarak eylem
planı hazırladıklarını kaydetti. Çalıştayın verimli
geçtiğine değinen Ünal, "Dünya turizm örgütünün 2030
turizm öngörülerine göre önümüzdeki süreçte turizm
trendleri daha çok kültür tarih inanç yönlü turizm
modelleri öne çıkıyor" diye konuştu.
Habertürk,
09.04.2016
|
MİMAR SİNAN'IN MATEMATİĞİNİ ÇÖZDÜ
Mimar Vahit Okumuş 25 yıl
süren çalışmaları sonucu Mimar Sinan'ın
eserlerindeki dayanıklılık, akustik ve ısınma
konusundaki dayanıklılığının matematiğini çözdü.
Başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin pek çok ilindeki tarihi yapıların restorasyonunda danışmanlık görevinde bulunan Vahit Okumuş, 25 yılını adadığı araştırmalar sonucu, Osmanlı'dan günümüze ulaşan tarihi eserlerin mimarı Sinan'ın matematiğini çözmeyi başardığını kaydetti.
Türkiye'de tarihi eser restorasyonu denildiğinde akla ilk gelen isimlerden Okumuş'un mesleki anlamda hayatını adadığı iki konu, "Sinan" ve "tarihi eser restorasyonu". Okumuş, tarihi eserlerin aslına uygun restore edilmesi adına, kimi zaman karşısına çıkan bürokratik engellerle de sonuna kadar mücadele ettiğini anlattı.
Mesleğine aşık bir inşaat mühendis olmasının, yanı sıra "Mimar Sinan" uzmanı olarak tanınan Okumuş, "Sinan, ne mühendis ne de bir mimardır. Bu iki unvana sığmaz çünkü o bir filozoftur" dedi. Hayatını, Mimar Sinan'ın eserlerindeki matematiği çözmeye adayan ve tek arzusunun üniversitelerde, "eski eser mühendislik bölümü" kurularak, Mimar Sinan'ın tekniğinin genç mühendis adaylarına öğretilmesi olduğunu belirten Vahit Okumuş, Mimar Sinan'ın 428. ölüm yıl dönümünde, 25 yılını adadığı araştırmalarını AA muhabirine anlattı.
Sinan'ın, bir eser yapacaksa, onun depreme dayanıklılığını, zeminini, akustiğini, mukavemetini, hatta ısınmasını dahi düşündüğünü ve buna göre bir yöntem aradığını aktaran Okumuş, modern biliminse, istediği şeyi önce çizdiğini ve onun hesap şeklini yaptığını ifade etti.
Okumuş, Sinan'ın, elindeki malzemenin taşıyacağı güce göre, kendi matematiğini kurduğunu anlatarak, "Sinan mühendislik dalında, akustikte, köprüde, kemerde, istinat duvarında, barajlarda, zeminde, izolasyonda, deprem konusunda dünya biliminin bugün dahi ulaşamadığı, yeni bir matematik sistem kurmuştur.
Bu sistemin adına da 'birim daire metodu' denir. Bugün dünyada ilk kez ben yayınladım, şu anda da bilip kullanan yoktur. Sinan bu nedenle filozoftur, çünkü kendine özgün bir mühendislik oluşturmuş, bulduğu statik sistemle, matematiksel çözümler üretmiştir." diye konuştu.
"Sinan, bugünkü bilimin üzerinde bir adam"
Okumuş, Zigetvar Seferi öncesi Kanuni Sultan Süleyman'ın Büyükçekmece'de inşa ettirdiği 636 metrelik Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nden örnekle, Mimar Sinan'ın köprü yaparken kullandığı metodu, şöyle anlattı: "Sinan, köprü inşasında birim daire metodunu kullanır ve köprüsü hiçbir zaman düşey yük oluşturmaz. Yani, üzerinden hangi yük geçerse geçsin, kemerlerin hiçbiri aşağı doğru basmaz, yana doğru basar. Yükü, yana doğru iter. Bu Sinan'a ait bir metottur.
Modern bilim, iş metodu, enerji metodu gibi çeşitli metotlarla kemerlerde çözüm yapar ama hiçbir şekilde doğru çözümler üretemezler. Bu sadece Sinan'ın metoduyla çözülür. O nedenle Sinan, bugünkü bilimin üzerinde bir adam. Sinan'ın köprülerinde, sivri kemer görünümü vardır. Sinan, daireyi 8 derece ile 82 derece arasındaki iki yaydan oluşturur. Bunu da hesapla yapar.
Düşey yük oluşmasın diye daireyi keser ve iki daireyi birleştirdiği noktaya da üzengi taşını (orta taşı) koyar. Bu taş genellikle 15 santimetre civarındadır. Taşı keser ki hiç bir zaman yatay yük oluşmasın. Yoksa tam daire yapılmış köprüler ve kemerlerde, üst kısımda düşey basınç oluşur. Sinan bu düşey basıncı istemez. Bunu yaptıktan sonra kemeri örerken hiç bir şekilde, harç, demir, zıvana kullanmaz. Sadece taşları özel bir teknikle dizer. Öyle bir dizer ki derinine doğru birbirine bağlar bu taşı. Sistem kendi içinde bağlanır."
Bu tekniğin ötesinde Sinan'ın köprü yapımlarında hareketli yükün etkisini direkt olarak köprüye aktarmadığını anlatan Okumuş, yaptığı araştırmalar sonucu Sinan'ın eserlerindeki dayanıklılığın bilimsel açıklamasını ise şöyle aktardı: "Modern bilim hareketli yükü taşıyacak sistemler oluşturur. Halbuki hareketli yük, titreşim yaptığı için yapılan malzemenin bozulmasını kolaylaştırır. Sinan, buna çok önemli bir yöntem bulmuştur. Bir araba köprüye girdiği an, yükünü bütün köprüye dağıtır. Yani hareketli yük, tekil olarak etki etmez. Bu tekil olarak etki etmediği için de üzerine gelecek yükle, köprü bozulmaz. Bugünkü bilim bunu çözememiştir. Çözemediği için de onu demirlerle taşıyacak sistem oluşturmuştur. Biz modern bilimde köprüleri, deneyle, yaklaşık metotlarla çözeriz. Teorik olarak olarak çözmüş olmamıza rağmen, teorik çözümlerimizde yaklaşık metotlar kullanırız. Sinan hiçbir zaman yaklaşık metot kullanmaz, tamimiyle dosdoğru çözüm yapar, doğru çözüm yapar. Bu nedenle üzerine gelecek hareketli yük, köprüyü etkileyemez. Etkileyemediği için de hiçbir şekilde köprünün ileride hareketli yük dolayısıyla bozulması mümkün değildir."
Sinan'ın, köprüdeki eğimi yine birim daire metoduyla çözdüğünü ve bu eğimi, yükün dağıtımı için yaptığını aktaran Okumuş, "Her köprüsünde böyle bir eğim vardır. Asıl doğru olan budur. Bunun bir avantajı da vardır. Sular yükseldiğinde köprünün üzerinden akmasını istemez, yandan kaçması için bu eğimi yapar. Köprülerde en büyük tehlike üzerinden su geçtiğinde ortaya çıkar, çünkü yıkılabilir" dedi.
Sinan'ın inşa ettiği köprülerin ayaklarında da bir köprü bulunduğunu ifade eden Okumuş, "Bunun amacı şu; Su yükseldikçe köprü yatay etki yapar, düşey etki yapmaz. Yatay etki yaparak, ayakları tutmayı sağlar. Su yükseldikçe üzerine yük fazla binecektir. Binen yük ayaklarını sıkıştıracaktır, kaymasını önleyecektir" diye konuştu.
Tarihi, laboratuvar olarak kullanır"
Usta Mimar'ın eserinde kullandığı malzemeyi özenle seçtiğini ve aynı ocağın taşını kullandığını belirten Okumuş, "Sinan'ın bir özelliği de malzeme seçmesini çok iyi bilmesidir. Zannediyorum ki tarihi laboratuvar gibi kullanır. Geçmişte yapılmış eserlerdeki taşların dayanıklılığını tespit eder. Bu dayanıklı taşların ocaklarını bulur ve onları kullanır. Kullandığı taşların ömrü çok uzundur" dedi.
Osmanlı döneminde Bakırköy'deki adliyenin bulunduğu yerden küfeki taşının çıkarıldığını anlatan Okumuş, bu taşın Romalılar tarafından kullanıldığını tespit eden Sinan'ın İstanbul'daki eserlerinde küfeki taşı kullandığını aktardı.
Sinan'ın iki farklı malzemeyi bir eserde kullanmadığını dile getiren Okumuş, şöyle devam etti: "Beton niye bozulur? Çünkü değişken malzemelerden oluşmuş bir harçtır. O nedenle Sinan böyle şeyleri hiç kullanmaz. Günümüzde inşaat malzemesini laboratuvarda deniyoruz, 'mukavemeti bu kadar' diyoruz. Bu malzemenin zamanla ne kaybedeceğini bilmiyoruz. Bizim zaman ölçerimiz yok. Sadece 'sıcak ve soğuktan nasıl etkilenir, aşınma oranı nedir?' diye tespitler yapıyoruz. Zamanın bir fonksiyon olduğunu ve bir işlev yarattığını bilemediğimiz için 'mukavemeti şudur, öyleyse şunla şunu yapabilirim' diyoruz ama beton da olduğu gibi zamanla çürüyor. Ama Sinan bunu çok iyi biliyor. Bunu nereden bildiğini bilmiyorum ama öğrendiği yerin tarih olduğuna inanıyorum. Zamanın bir şeyleri etkilediğini biliyor ve bu nedenle tarihe dayanmış malzemeleri kullanıyor eserlerinde."
Sinan'ın eserlerinin hiçbir zaman rutubet almadığını, izolasyonu da bilimsel yöntemlerle yaptığını belirten Okumuş, "Süleymaniye gibi bir bina yapıyor. O eserin depreme dayanmasını değil, o eseri depremden nasıl koruyacağını düşünerek hesap yapıyor. O eseri nasıl ısıtacağını düşünüyor. Kullandığı taşın akustiğini bildiği için öyle şekil veriyor.
Sinan cami yaparken önce kafasından çizmiyor. Onun statiğini, akustiğini, izolasyonunu, depreme dayanıklılığını düşünerek mimarisini oluşturuyor. Yani doğal mimarisini buluyor. Sinan'a ulaşabilmek için önce onun statiğini bilmeniz, hesap metodunu bulmanız lazım. Yoksa onun mimarisine ulaşamazsınız" ifadelerini kullandı.
Süleymaniye'nin akustiğindeki küp efsanesi
Eski eserlerle ilgili günümüzde kullanılan bir hesap metodunun olmadığını, bugünkü bilimin, mühendislik programlarının eski eserleri çözemeyeceğini savunan Okumuş, "25 yıl önce, bu metodun farklı ülkelerde çözülebildiği düşüncesiyle İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü bir araştırma yapılmasını istedi.
Ben de nereden başlasam diye düşünürken, bu işi Sinan'ın yapabileceği aklıma geldi. Ama daha önce bir yaşam felsefem vardı. Bir eser ya da bir taş, tarihten bize intikal edebiliyorsa, ister tesadüfen ister tecrübelerle yapılsın, orada gerçek bir bilimin gizli olduğuna inanıyorum. Bunun üzerine Sinan'ı incelemeye karar verdim" diye konuştu.
Sinan'ı incelemeye Süleymaniye Camisi ile başladığını, eski rölöve projesinin kopyasını alarak odasına astığını ve uzun süre seyrettiğini anlatan Okumuş, şunları kaydetti: "Süleymaniye Camisi'ne sabah namazına gidiyordum ve öğlene kadar camiyi izliyordum. Amacım şuydu; neyi nasıl ve niçin yaptığını görmek için eseri iyi tanımalıydım. Kullandığı malzeme ne? Taş kullanmış, tuğla kullanmış. Taş ve tuğla, eğilmeye ve çekmeye dayanmaz. Öyleyse bütün eserlerini, basınca dayanır şekilde yapma mecburiyetindeydi, yoksa bu eserlerin yaşaması mümkün değildi. O zaman basınca dayanır bir form vermek için ne yapmıştır? diye düşündüm. ..
Basınca dayanıklılık için kullandığı metodu buldum. Çok iyi trigonometri bilir. Trigonometriden yola çıkarak, bunu buldum. Onu öğretmeleri lazım. Sinan'ı çözerken bana en büyük engel, beni geciktiren şey, bana öğretilenlerdi. Size öğretilenlerin dışına kolay çıkamazsınız. Benim amacım Mimar Sinan'ı dünyaya, yaptığı eserlerin bilimini anlatarak tanıtmak. Bir ustadır, bir mimardır anlamında anlatılmasına çok kızıyorum ve ismine de Mimar Sinan denmesini istemiyorum çünkü filozofların ismi onu tanıtır" diye tamamladı.
Akustik çalışması da yaptım Süleymaniye Camisi'nde. Hiç bilmediğimiz galen taşını kullanmıştır akustik için. Sinan, Süleymaniye Camisi'nin duvarlarına hiçbir zaman yük taşıtmamıştır. Kemerlerine taşıtmıştır. Süleymaniye'de duvarların için boştur."
Hayali, Sinan'ın tekniğinin üniversitede öğretilmesi
Yıllarını Sinan'ın eserlerini incelemeye adayan Okumuş, bundan sonraki tek hayalinin, Osmanlı'dan günümüze eserleri ulaşan usta mimarın kullandığı tekniğin ve matematiğinin genç mühendislere öğretilmesi için bir bölüm açılması olduğunu söyledi.
Okumuş, sözlerini, "Eski eserleri, yapılış tekniğini bilmedikleri için statik tekniğini bozuyorlar. Üniversitelerde eski eser mühendislik bölümü kurup, bunun tekniğini öğretmeleri lazım. Çünkü çok uzun iş. Bugünkü statikten daha zor. Onu öğretmeleri lazım. Sinan'ı çözerken bana en büyük engel, beni geciktiren şey, bana öğretilenlerdi. Size öğretilenlerin dışına kolay çıkamazsınız. Benim amacım Mimar Sinan'ı dünyaya, yaptığı eserlerin bilimini anlatarak tanıtmak. Bir ustadır, bir mimardır anlamında anlatılmasına çok kızıyorum ve ismine de Mimar Sinan denmesini istemiyorum çünkü filozofların ismi onu tanıtır" diye tamamladı.
Habertürk, 09.04.2016
|
SİNAN'IN ESERİ ASIRLARA MEYDAN OKUYOR
Eserleriyle sadece Anadolu'da değil, Balkanlar'da da
Osmanlı'nın mührünü vuran Mimar Sinan'ın Bosna
Hersek'teki bilinen tek eseri Sokollu Mehmed Paşa
Köprüsü ya da daha yaygın adıyla Drina Köprüsü,
asırlardır tüm ihtişamıyla dimdik ayakta duruyor.
Balkanlar'daki en önemli Osmanlı eserlerinden
kabul edilen ve geçen yıl Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından restore edilen
Vişegrad'daki bu tarihi köprü, Mimar Sinan'ın Bosna
Hersek'teki imzası olarak da nitelendiriliyor.
Bosna Hersekli Osmanlı sadrazamı Sokollu Mehmed
Paşa tarafından 1577 yılında Mimar Sinan'a
yaptırılan köprü, Nobel ödüllü yazar İvo Andric'in
"Drina Köprüsü" isimli romanına da adını verdi.
Yaşadığı savaşlara rağmen asırlardır tüm
endamıyla Drina Nehri üzerinde ayakta duran köprü,
gerek muazzam mimarisi gerekse görkemli duruşuyla
görenleri büyülemeye devam ediyor.
Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi Öğretim
Görevlisi Prof.Dr. İbrahim Krzovic, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Bosna bizzat Mimar Sinan
tarafından inşa edilmiş çok fazla eser
bulunmadığını, hatta herkes tarafından bilinen tek
eserinin Drina üzerindeki Sokollu Mehmed Paşa
Köprüsü olduğunu kaydetti.
Drina Köprüsü olarak da bilinen bu köprünün
abidevi bir kavrayışın yansıması olduğunu söyleyen
Krzovic, "Ondan önce ya da sonra böyle bir eser daha
yapılmadı." dedi.
Krzovic, Drina Köprüsü'nün Balkanlar'daki anıtsal
ve muazzam eserlerden biri olduğuna işaret ederek,
Mimar Sinan'ın yedi anıtsal köprü inşa ettiğini ve
Vişegrad'daki bu köprünün en iyisi olduğunu dile
getirdi.
İki eseri daha vardı
Drina Köprüsü dışında, Mimar Sinan'ın Bosna
Hersek'te iki eserinin daha bulunduğuna dair iki
belgenin de günümüze ulaştığını aktaran Krzovic,
belgelerde geçen ancak bugün ayakta olmayan iki
eserin Sofu Mehmed Paşa Camisi ile Mehmed Paşa
İmareti olduğunu söyledi.
Krzovic, Bosna Hersek'te Mimar Sinan üzerine
araştırma yapan bazı isimlerin, belgelerde Hersek
bölgesinde olduğu yazan Sofu Mehmed Paşa Camisi ile
aynı isimde bir caminin Banja Luka şehrinde de
bulunduğunu ve bu caminin de Mimar Sinan'ın eseri
olduğunu savunduklarını belirterek, sözlerine şöyle
devam etti:
"Banja Luka'daki cami Mimar Sinan'ın eserine
benzemiyor. Çünkü cami 16. yüzyılın ortalarında
yapılmış ve mimari olarak mütevazi bir yapıya sahip.
Böyle bir caminin Mimar Sinan'ın ustalık döneminde
yapıldığını düşünmek zor. Belki de bu cami Mimar
Sinan'ın öğrencileri tarafından yapılmış ancak
kayıtlara Mimar Sinan'ın eseri olarak geçmiş
olabilir. Mimar Sinan gelmiş geçmiş en iyi mimardır.
Onun eserleri Osmanlı mimarisindeki klasik dönemin
en iyi örnekleridir, ki bu dönemde Bosna Hersek'te
de olağanüstü eserler inşa edilmiştir."
Ustanın çıraktaki yansıması: "Mostar
Köprüsü"
Mimar Sinan, bizzat inşa ettiği eserlerin
yanında, yetiştirdiği çıraklarıyla da Bosna
Hersek'te iz bıraktı.
Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mimar
Hayreddin'in, 1566 yılında inşa ettiği Mostar
Köprüsü, ülkedeki en önemli Osmanlı eserlerinden
biri olarak bugün de dimdik ayakta. Bosna'daki
savaşta Hırvat topçuları tarafından yıkılan tarihi
köprü, savaşın ardından aslına uygun olarak
yenilenerek, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu çok
sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir
törenle 2004'te açılmıştı.
Krzovic, Bosna Hersek'in sembollerinden biri olan
ve medeniyetleri birbirine bağlayan Mostar
Köprüsü'nü "iyi bir okul ve iyi bir öğrencinin
eseri" olarak nitelendirerek, "Mostar Köprüsü, Drina
Köprüsü gibi büyüklüğü ya da güçlü duruşuyla değil,
zerafeti ve cüretkarlığıyla Avrupa'dan gelen yazar
ve seyyahları çok etkilemiştir." diye konuştu.
Mimar Sinan'ın öğrencilerinin Bosna Hersek'te
birçok eser inşa ettiğini anlatan Krzovic, ülkedeki
en güzel cami olarak nitelendirilen Foça'daki Alaca
Cami'nin de Mimar Sinan'ın öğrencisi Ramazan Ağa
tarafından yaptırıldığını aktardı.
Krzovic, Mimar Sinan'ın "bereketli ve verimli"
bir okula sahip olduğunu kaydederek, Balkanlar'daki
farklı ülkelerde Mimar Sinan'ın yaptığı eserlerin
"büyük bir şahsiyetin ve kazanımların etkisi"
olduğunu sözlerine ekledi.
Akşam, 08.04.2016
|
SURP MİNAS KİLİSESİ'NE YIKIM TEHDİDİ
Erzurum’a bağlı Gez Köyü'ndeki Surp Minas
Kilisesi’nin akıbeti belirsizliğini koruyor.
Kilisenin tapusu şu anda Almanya’da yaşayan Sabri
Ergin’de bulunuyor. Ergin, tapunun annesinden
kaldığını ve kilisenin restorasyona muhtaç bir halde
olduğunu belirtiyor: “Erzurum’a bağlı Gez Köyünde
annemin, babasından kalma bir arazisi bulunuyor. Bu
arazi üzerinde de Surp Minas Ermeni Kilisesi yer
alıyor. Kilise şu an cemaat olmadığı için
kullanılmıyor ve bakıma muhtaç bir halde akıbetini
bekliyor.”
Kilisenin kaderine terk edilmemesi için çaba
gösterdiklerini belirten Ergin, konuyu Başepiskopos
Aram Ateşyan’la da görüştüğünü söylüyor: “Münih’teki
ilişkilerimi kullanarak buradaki Ermeni toplumunun
aracılığıyla Başepiskopos Aram Ateşyan ile görüştüm.
Ancak kendisi Erzurum’da artık Ermeni nüfus
kalmadığını ve kendilerinin de kilise için maddi
imkanlarının olmadığını belirterek bize yardımcı
olamayacaklarını belirtti. Bunun üzerine noter
aracılığıyla Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne ve Erzurum
Belediyesi’ne dilekçe göndererek buranın tarihi eser
olarak tescilini talep ettik.”
‘Mülk dağıtmıyoruz’
Türkiye Ermeni Patrikhanesi’nden UNESCO’ya,
Almanya hükümetinden ABD’deki Ermenilere pek çok
kuruma destek çağrısı yapan Ergin, henüz olumlu bir
yanıt alamadığını belirtiyor: “Kilisenin
restorasyonu için başvurmadığım yerler,
başvurduklarımdan azdır. Ermeni Patrikhanesi’ne
gittiğimde orada biri ‘Kiliseyi bana ver’ dedi. Biz
burada mülk dağıtmıyoruz ki. Öte yandan satın almak
isteyenler de oldu. ‘Başka bir kilise 1.5 milyon
dolara satılmış, sen de sat’ dediler, satmadım.”
Belediyeden tehdit
Erzurum Aziziye Belediyesi’nin “bir hafta içinde
restore etmezseniz yıkacağız” tehdidiyle
karşılaştıklarını belirten Ergin, bunun üzerine
kiliseyi 2010’da tarihi eser olarak tescil ettirmiş.
Ancak Aziziye Belediyesi, yakın zamanda Ergin’le
yeniden iletişime geçerek kilisenin yeniden
yıkılmasını istemiş. Ergin, tarihi eser statüsünde
yer alan kilisenin yıkımı halinde AİHM’e kadar
hukuki sürecin takipçisi olacağını belirtiyor.
Restorasyon için 2012’de bir proje hazırlayan
Ergin, gerekli finansman destek sağlanamadığı için
projeyi hayata geçiremediğini söylüyor: “50 bin
dolar olsa, kendi cebimden verip finanse edeceğim
fakat o dönem projeyi yazdığımızda 500 bin dolarlık
bir bütçe ortaya çıktı. Biz buranın kültür-sanat
faaliyetlerine ev sahipliği yapmasını istiyoruz.
Çünkü öylesine bir restorasyon yapmanın bir anlamı
yok. Restore ettikten sonra kim duracak orada. Ben
bu restorasyonu kendim için yapmayı düşünmüyorum ki.
İki halkın kullanması için yapıyorum. Bugün orada az
da olsa bir Ermeni cemaati kalsaydı, çok daha kolay
olabilirdi.”
‘Barış simgesi olsun’
Sabri Ergin, annesinin kiliseye gösterdiği ilgiye
de değindi: “Bu kilise anneme babasından
kaldığından, kendisi için de bir önem arz ediyordu.
Annem senelerden beri Surp Minas Kilisesi’nin yok
olmaması için çok çaba sarfetti. Tek isteği bu
tarihi ibadethanenin yıkılmamasıydı. Ne yazık ki
kendisini geçen yıl kaybettik. O, kilisenin
yaşatılmasını istiyordu. Kültür sanat merkezi veya
bir kütüphane olarak halka hizmet vermesini, Ermeni
ve Türk halkının barış simgesi olmasını istiyordu.”
Agos, Haber: Vartan Estukyan, 08.04.2016
|
KADIKÖY'DEKİ ERMENİ VAKFI'NIN MÜLKLERİ NEDEN
TARTIŞILIYOR?
Ana akım medyada, Tarihi Kadıköy
Çarşısı’ndaki tarihi dokunun kaybolduğuna dair çok
sayıda haber yer alırken, buradaki dükkanların
çoğunun Ermeni ve Rum vakıflarına ait olduğunun
özellikle vurgulanması dikkat çekti.
Borçlar Kanunu’nun 347. maddesinde 10 yıllık kiracıların gerekçesiz tahliye edilmesinin önünü açan değişikliğin 2012 yılında yapılmasından bu yana birçok tarihi dükkan tahliye edildi. Bu yönüyle tartışmalara yol açan uygulama, Tarihi Kadıköy Çarşısı’ndaki dükkanlar için alınan tahliye kararlarıyla bir kez daha gündeme geldi. Ana akım medyada, Çarşı’daki tarihi dokunun kaybolduğuna dair çok sayıda haber yer alırken, buradaki dükkanların çoğunun Ermeni ve Rum vakıflarına ait olduğunun özellikle vurgulanması dikkat çekti.
‘Kanuni sorumluluğumuz’
Bu haberler üzerine görüşüne başvurduğumuz Kadıköy Surp Takavor Kilisesi Vakfı yöneticileri haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirtti. Kadıköy Çarşısı’nda envanterlerine kayıtlı kilisenin çevresinde bulunan 16 dükkan olduğunu belirten Yönetim Kurulu üyesi Sarven Sertşimşek şöyle konuştu:“Medyada yer alan haberlerin tamamı spekülasyon. Bugüne kadar sadece bir dükkanla sorun yaşadık; onun dışında, vakfın sorun yaşadığı kiracı yok. Tamamen Vakıflar Kanunu’na uygun olarak hareket ediyoruz. Kanunda vakfımızı zarara uğratamayacağımız yazıyor. Dolayısıyla değerinde kira toplamak bizim kanuni görevimiz. Aksi takdirde vakfımızı zarara uğratmış oluruz. Kira artışı zaten mahkeme kararlarına bağlı olan bir uygulama. Vakıf olarak kanunun bize verdiği hakları kullanıyoruz.”
‘Kötü niyet var’
Vakfın emlaktan sorumlu yönetim kurulu üyesi Arman Hilkat ise, yaşananları şöyle aktardı: “Söz konusu kiracı (Brezilya Kurukahvecisi) haberlerde belirtildiği gibi 96 yıllık bir kiracı değil, 36 yıldır kiracımız. Çarşıdaki rayicin çok altında kira verdikleri için kendileriyle birkaç yıl önce sözlü olarak görüştüm. Ancak bunu kabul etmediler. Biz de kanuni süreci başlattık. Öte yandan bahsi geçen kiracının, Çarşı’da iki dükkanı var. Biri dükkanının yanında boş duruyor, öteki ise hemen karşısında, meyhane olarak kiraya verilmiş. Kendi dükkanından günün değerine uygun kira alırken vakfımıza ait mülkte düşük kirayla devam etmeye çalışması kötü niyeti ortaya koyuyor. Ayrıca, görüşmelerimizde sağlık sorunları nedeniyle çalışmaya devam etmeyeceğini söylemişti. Ancak böyle bir yola gitti. Beş yıldır vakıfta görev yapıyorum; bugüne dek böyle bir sorunla karşılaşmamıştık.”
Agos, Haber: Miran Manukyan, 08.04.2016
|
MAĞARA
RESİMLERİNDEKİ SOYU TÜKENMİŞ ÖKÜZLER YENİDEN
YETİŞTİRİLECEK
Ekolog, genetikçi,
tarihçi ve sığır yetiştiricilerinden oluşan
“Taurus (Boğa) Programı” isimli ortaklık,
paleolitik mağara resimlerini süsleyen nesli
tükenmiş yaban öküzünü, uygun özelliklere sahip
modern sığırları melezleyerek yeniden
canlandırmayı planlıyor. Stichting Taurus isimli
bir Hollanda kuruluşunun desteklediği programda,
genetik mühendislik uygulanmıyor.
Fransa’daki Lascaux mağarasındaki paleolitik duvar resimlerinin kopyası.
Yaban öküzleri, özellikle
Fransa’daki Lascaux mağarasındaki 17,000 yıllık
resimlerde belirgin şekilde resmediliyor. Mağaranın
duvarlarında ileri doğru kıvrılan uzun boynuzlarıyla
resmedilen bu uzun hayvanların yanı sıra betimlenen
dev bir geyik olan Megaloceros ve mağara aslanının
da nesli uzun zaman önce tükendi. Fakat yaban
öküzlerinin genleri modern sığırlarda hala mevcut.
Bilim adamları da onları geri getirmeye çalışıyor.
Bilim insanları, yaban öküzü
atalarıyla bazı aynı özellikleri taşıyan sığır
çeşitlerini belirledi. Bu özellikler büyük bir
vücut, uzun bacaklar, uzun ve atletik bir yapı,
ileri doğru kıvrılan boynuzlar, erkeklerde siyah ve
dişilerde kırmızımsı kahverengi bir kürkten
oluşuyor. Modern sığırların yaban öküzü üretmek
amacıyla melezlenmesi, 2008 yılında yedi tür sığır
kullanılarak başladı.
Taurus Projesi’ni yöneten
ekolog Ronald Goderie aldıklara hızlı sonuçlara
şaşırdığını söylüyor. “İkinci nesil sığırlarda
şimdiden, hayvanın renklerinin yaban öküzüne benzer
olduğunu görüyoruz. Erkekler siyah renkli ve
sırtlarında omurgaları boyunca açık renkli bir çizgi
var. Bacakları şimdiden daha uzun. Daha karmaşık
olan boynuzların şekli ve boyutu. Bazı bireylerde,
boynuz uzunluğunun olması gerekenein %75inde
olduğunu görüyoruz. Yaklaşık altı-yedi nesil içinde
stabil bir boğa grubu elde edeceğimizi düşünüyoruz,
bu da bir 7-10 yıl alır” diyor.
Program kapsamında yetiştirilen ikinci nesil bir boğa, Keent Doğa Rezervi, Hollanda. (Görsel: Staffan Widstrand/Wild Wonders of Europe)
Taurus projesi, bir “yeniden yabanileştirme” koruma
hareketinin parçası olarak başladı. Yeniden
yabanileştirme, belli bir araziyi mümkün olduğu
kadar, insan öncesi haline geri döndürmeyi
amaçlıyor. Bu da sıklıkla, yok olmuş hayvan ve
bitkileri yeniden canlandırmaya çalışmayı kapsıyor.
Kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Rewilding Europe
(Avrupa’yı Yeniden Yabanileştirme), yaban
öküzlerinin konulması için, onların yaşadığı
dünyayı taklit edecek 10 konum belirledi.
Canlandırmak için değerlendirilen diğer hayvanlar
arasında vahşi atlar, Avrupa bizonu ve dağ keçisi
(ibeks) bulunuyor.
Yaban öküzleri bir zamanlar
Avrupa ve Asya’nın büyük bir bölümünde yaşıyordu.
Avlanma ve açık alanların tarlaya dönüştürülmesinin
bir sonucu olarak Avrupa’nın yabani öküzlerinden
geriye çok küçük bir grup kaldı. Bu grup da 1628’de
sonuncusu ölene kadar kraliyet emriyle korundukları
Polonya’daki bir ormanda yaşadı. 100 yıldan uzun bir
süre boyunca Polonya kraliyet ailesi öküzleri
kurtarmaya çalıştı ve kışın onları besleyen kişilere
vergi indirimi yaptı. Fakat politik istikrarsızlık,
evcil sığır hastalıkları ve diğer tehditler
öküzlerin sonunu getirdi.
Avrupa’nın bazı kısımlarını
yeniden yabanileştirmenin gerekçesi olarak, bazı
geniş arazilerin ekolojik olarak dengesiz bir
durumda olması gösteriliyor. Çoğu eski tarım alanı
olan araziler, birçok kuş, böcek, küçük memeli ve
yırtıcı hayvanlara elverişsiz hale geldi.
Yeniden yabanileştirme
akımına ve yaban ökzülerinin yetiştirilmesine karşı
olan uzmanlar ise, yaban öküzlerini doğaya salmanın
sonuçlarının ne olacağını kestirmenin zor olduğunu
düşünüyor. Doğaya sonradan salınan bu türlerin,
mevcut türlerle nasıl bir etkileşime gireceği
hakkında çok az bilgiye sahibiz.
Taurus Projesi’nin DNA
analizine rehberlik eden bir moleküler genetikçi
olan Richard Crooijmans ise “Yeniden bir yaban öküzü
yetiştirmeyeceğiz. Yaban öküzüne benzer bir hayvan
yetiştireceğiz. Şu anda yaptığımız şey hayvanları
birleştirmek ve birbirine karıştırmak. Zaten
hangi zamana ait olan bir yaban öküzü istediğimizi
de bilemeyiz. Pleistosen dönemden mi istiyoruz?
Erken Holosen’den mi? Ortaçağ’dan mı?” diyor.
2 milyon yıl geriye giden
fosil kaydıyla yaban öküzleri, uzun bir süre boyunca
değişme ve çevresine uyum sağlama şansı buldu.
1620li yılların yumuşak huylu yaban öküzleri,
kemikleri DNA analizi için kullanılan Neolitik yaban
ökzülerinden oldukça farklı olabilir.
Crooijmans “Prensipte, yaban ökzülerinin soyu
aslında tükenmedi. Onlar hala modern sığır
türlerinde yaşıyor, fakat çok fazla değişmiş
durumdalar” diyor.
arkeofili.com,
Kaynak: The Washington Post, Haber: Jackson Landers,
Çeviri: Ayşe Bursalı, 04.04.2016
|
ATİNA'DA TAVERNACILARI LANETLEYEN 2400
YILLIK TABLETLER BULUNDU
Atina’da bir genç kadının
mezarında taverna işleten insanları lanetleyen 2,400
yıllık beş adet kurşun tablet bulundu.
Tabletlerin dört tanesinde,
“kitonik” yani yeraltı dünyası tanrıları çağıran ve
Atina’daki dört farklı karı-koca taverna
işletmecisini hedef almalarını isteyen lanetler
yazılıydı. Beşinci tablet boştu, ve büyük ihtimalle
bu tablete büyüler sözlü olarak söylenmişti.
Beş tablet de demir bir
çiviyle delinmiş, katlanmış ve mezara konulmuştu.
ANtik inanışlara görre, mezar bu tabletlere,
bahsedilen yeraltı tanrılarına ulaşma imkanı
veriyordu. Böylece tanrılar lanetin
buyurduğu şeyleri yapabilecekti.
Phanagora ve Demetrios’u lanetleyen yazılar. Görsel: Jessica Lamont.
Köpek Kulağı Laneti
Lanetlerden birinin hedefi, bir taverna
işleten Demetrios ve Phanagora isimli bir
karı-kocaydı. Onları hedefleyen lanetin bir kısmı
şöyle:
"Nefretini Phanagora ve
Demetrios’un, ve tavernalarının ve mallarının ve
mülklerinin üstüne kus. Düşmanım Demetrios ve
Phanagora’yı, kan ve külle, tüm ölülerle tutacağım…
Demetrios seni olabilecek en
güçlü şekilde, böyle bir lanetle bağlayacağım. Ve
dil[inin] üstüne bir kynotos ile vuracağım."
Kynotos kelime anlamı olarak
“köpek kulağı” demek olsa da, aslında “atılabilecek
en küçük zar anlamına gelen bir antik kumar terimi”
diye yazıyor John Hopkins Üniversitesi’nden Jessica
Lamont, yakın zamanda Zeitschrift für Papyrologie
und Epigraphik’te yayınlanan makalesinde. Lamont
“Kurşun tablete çivi çakma eylemi de bu arzu edilen
duyguyu ritüel olarak yansıtır” diyor.
Lamont “Demetrios’un diline bu ayıplanacak kadar şanssız zarla vurulmasından bahsederek lanet, yerel tavernaların sadece sosyalleşilen barlar değil, aynı zamanda klasik Atina’da kumar ve diğer başka kötü aktivitelerin bolca yer aldığı alanlar olduğnu ortaya koyuyor” diyor.
Phanagora ve Demetrios’u lanetleyen yazılar. Görsel: Jessica Lamont.
Tabletlerin Bulunduğu Kadın Mezarı
Beş
tabletin bulunduğu mezar, Atina’nın limanı olan
Piraeus’un kuzeydoğusundaydı ve 2003 yılında
kazılmıştı. Henüz bu konuda bir yayın yapılmamış
olsa da, lanet tabletleri üzerinde Piraeus
Müzesi’nde çalışan Lamont, mezarda genç bir kadının
yakılmış kalıntılarının bulunduğunu söylüyor.
Lamont Live Science’a yaptığı
açıklamada “Lanet tabletlerinin işe yaraması için
bir mezar ya da kuyu gibi yer altında bir
yere konulmaları gerekir. Bu toprak
altındaki yerlerin, lanetlerin yeraltı dünyasına
ulaşabilmesi için bir kanal sağladığı düşünülürdü”
diyor Lamont. Böyle kitonik tanrılar lanette
buyurulanları yapabilirdi.
Lamont, mezarda gömülen
kadının lanetlerle ya da tavernalarla hiçbir ilgisi
olmayabileceğini söylüyor. Belki de bu kadın sadece,
birinin diğer insanlara bu lanetleri okumak istediği
bir zamanda ölmüştü.
Kadının ölümüyle ilgili olan
törenlerde mezar “ulaşılabilir durumda olurdu, bu da
birinin tabletleri toprak altına koyması ve gömmesi
için uygun bir fırsat olurdu” diyordu Lamont.
Tabletlerdeki
lanetleri kim okudu?
Lanet
tabletlerindeki yazı muntazam ve metin zarif şekilde
yazılmış, bu da profesyönel bir lanet-yazıcının
tabletleri oluşturduğunu düşündürüyor. Lamont “Bu
kadar açık ve uzun ve güzel yazılmış birşey bulmak
çok nadirdir. Ama tabii ki çok korkunç şeyler
söylüyorlar” dedi.
Büyük ihtimalle efsun, büyü ve tılsım gibi birçok
başka doğaüstü hizmetlerde de bulunan bu lanet
yazıcı, Lamont’a göre büyük ihtimalle Atina’nın
taverna işletme sektöründe çalışan biri tarafından
tutulmuştu. Lamont “Bence bunları sipariş veren
insanın kendisi de taverna dünyasında çalışıyordu,
olasılıkla bu dört karı-koca taverna işletmecisinin
rakibiydi” diyor.
arkeofili.com,
Kaynak: Livescience, Haber: Owen Jarus, Çeviri: Ayşe
Bursalı, 04.04.2016
|
NEPAL'DEKİ
KUMAŞLAR İPEK YOLU'NUN DAHA GÜNEYE DE İNDİĞİNİ
GÖSTERİYOR
Nepal’deki Samdzong 5
arkeolojik alanında bulunan MS 400-650 yıllarına
tarihlenen kumaş ve boyaların analizi, Çin ve
Hindistan’dan getirilen malzemelerin yerel
olarak bulunan malzemelerle birlikte
kullanıldığını gösterdi. Yerel olarak ipek
üretilmemesi, Samdzong’un bulunduğu Yukarı
Mustang bölgesinin İpek Yolu’nun bir parçası
olduğunu gösteriyor.
Kırmızı renge sahip tabby doku tekniğine sahip iyi işlenmiş kumaş. Görsel: M. Gleba
Samdzong 5’teki kumaşlarda
keten tohumu yağına batırılmış ipek lifleri, munjet
ve Hint lak boyaları bulunması, Çin ve Hindistan’dan
ithal edilen malların, yerel olarak üretilen
ürünlerle birleştirilerek kullanıldığın ortaya
koydu. Araştırmayı yapan Gleba “Yerel olarak ipek
üretildiğine dair hiçbir kanıt yok, bu da
Samdzong’un İpek Yolu’nun uzun mesafeli ticaret
ağının bir parçası olduğunu düşündürüyor” dedi.
Gleba “Veriler, Yukarı
Mustang’in izole ve uzak bir yer değil, bir zamanlar
küçük olan, fakat daha büyük bir insan ve yer ağının
önemli bir noktası olan bir yer olduğu düşüncesini
kuvvetlendiriyor. Bu kumaşlar, yerel tekstil malzeme
ve teknikleri hakkında bildiklerimizi geliştirecek.
Ayrıca farklı toplumların, yerel kültürel ve
ekonomik ihtiyaçlara göre, nasıl yeni tekstil
teknolojilerini geliştirdiği ve bunlara uyum
sağladığı konusunda da fikir sahibi olacağız” dedi.
Kompleks dekoratif başlıklara dair olası kanıtlar. Bunlar altın/gümüş renkli maskeye takılmış olabilir. Görsel: M. Gleba
Nepal’den bu döneme ait çok az sayıdak kumaş
kalıntısı bulunmuş olması, bulunan bu kumaşların da
önemini artırıyor. Samdzong mezar kompleksinin kuru
iklimi ve bulunduğu yüksek irtifa (4000 km), organik
materyellerin mükemmel şekilde korunmasını sağlamış.
Bulunan kumaş objelerden bir
tanesi, bakır, cam ve kumaştan yapılmış boncukların
bağlandığı yün kumaşlardan oluşuyor. Bu eser,
muhteşem bir altın/gümüş ölüm maskıyla birlikte,
yetişkin bir insanın tabutunun yakınında bulundu.
Maskın kenarlarında bulunan küçük iğne delikleri,
maskın bir kumaşın üstüne dikildiğini ve büyük
ihtimalle, kompleks ve dekoratif amaçlı bir başlığın
kalıntıları olduğunu gösteriyor.
Bu altın/gümüş renkli maskın, Samdzong 5 mezar kompleksindeki bir tabutta, yetişkin birinin yüzünü kapladığı düşünülüyor. Görsel: M. Aldenderfer
Samdszong 5 kazılan bölgedeki kuyu mezarlarda
yapılan kazılardan biri. Bu mezarlar ancak 2009’daki
bir sarsıntıdan sonra gün yüzüne çıktı. Sarsıntıyla
birlikte, sarp kayalıklara ilk olarak tarihöncesi
zamanında kazılan fakat sonra üstü kapanan uçurumın
bir bölümü, yerinden kopmuştu.
arkeofili.com, Kaynak:
University of Crambridge, Çeviri: Ayşe Bursalı,
04.04.2016 |
KİLİSEYİ KİLİSE OLARAK KULLANMAK YASAK
Ordu’da Agape Kilisesi Derneği’nin tarihi Taşbaşı
Ortodoks Kilisesi’nin ibadethane olarak kendilerine
verilmesi için yaptıkları başvuru reddedildi.
Protestan cemaatinin ibadet yeri sıkıntısı devam
ediyor. Türkiye’nin çeşitli illerinde ibadet yeri
tahsis edilmesi için yaptıkları başvurular
reddediliyor. Son olarak Ordu’da Agape Kilisesi
Derneği’nin tarihi Taşbaşı Ortodoks Kilisesi’nin
ibadethane olarak kendilerine verilmesi için
yaptıkları başvuru reddedildi. Ordu İl Kültür ve
Turizm Müdürü Uğur Toparlak, yaptığı açıklamada
Taşbaşı Kilisesi’nin Arkeoloji Müzesi olarak
kullanılacağından dolayı Agape Kilisesi’nin
talebinin reddedildiğini açıkladı. Toparlak,
“başvurusu yapılan bina Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından 2 yıl önce Arkeoloji Müzesi olarak
tescillendi. Başvurularına olumsuz yanıt verdik.
Taşbaşı Kültür Merkezi’ni, Arkeoloji Müzesi olarak
kullanacağız. Ordu’da kazılarda çıkan tarihi eserler
orada sergilenecek. Sinop’ta Ordu hazineleri
eserleri ve diğer arkeolojik eserler de buraya
getirilerek burada sergilenecek” diye konuştu.
Protestan cemaatinin ibadet yeri sıkıntıları
sadece Ordu’yla sınırlı değil. İstanbul ve Ankara’da
da ibadet yeri için yapılan başvurular reddedildi.
Bursa’da ise Protestan Kilisesi’ne tahsis edilen
kilisenin tahsis sözleşmesi yenilenememişti. Bursa
Protestan cemaati kilisenin yeniden tahsis edilmesi
için girişimlerini sürdürüyor.
Bürokrasi sorunu
Protestan Kiliseler Birliği Genel Sekreteri Umut
Şahin, ibadet yeri sıkıntısına ilişkin konuştu.
“Yıllardır bu sıkıntı devam ediyor. Yaptığımız
başvurular reddediliyor. Başvurularımıza genellikle
yer yok diye cevap veriyorlar. Biz kendimiz yer
gösterince, hemen Diyanet’te soruyorlar. Diyanet
genellikle cami yapacağız cevabı veriyor.
Belediyeler kilise açan belediye olmak istemiyorlar.
Bürokrasi işliyor ve bütün enerjimizi tüketiyorlar.”
Cumhuriyet tarihi boyunca sadece İstanbul’da bir
kilisenin kabul edildiğini hatırlatan Şahin, “İlk ve
tek kilise. Onu da kendi imkanlarımıza yaptık” dedi.
AİHM’e taşındı
Protestan cemaatinin konuya ilişkin hukuki
mücadelesi de sürüyor. Ankara’da Kurtuluş
Kiliseleri, 2006’da Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne
başvuru yaptı. Kilisenin başvurusuna belediyeden
yanıt gelemeyince 2007’de yeniden başvurular yaptı.
Belediye “uygun yer yok” cevabını verdi. Kilise,
başvurduğu hukuki yolların hiçbirinden sonuç
alamadı. 2013 yılında ise Ankara’da bulunan Çankaya
Belediyesine başvuru yapıldı. İki farklı yer için
yapılan başvurular da reddedildi. Kilisenin halen
resmi statülü ibadet yeri bulunmuyor. Kilise, ibadet
yeri sıkıntısına ilişkin AİHM’e başvurdu.
Türkiye’deki inanç gruplarının sorunları üzerine
çalışma yapan Norveç Helsinki Komitesi İnanç
Özgürlüğü Girişimi’nin proje yöneticisi Mine
Yıldırım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin inanç
özgürlüğünü güvence altına alan 9. Maddesi ibadet
etme, ibadet yeri kurma ve yaşatma haklarını da
güvence altına altığına dikkat çekerek devletler
açısından bunun bir yükümlülük doğurduğunu söyledi.
Yıldırım “Söz konusu bir inanç topluluğunun ibadet
yeri ihtiyacı ise devletin bu konuda engel olmaması
ve gerekiyorsa ibadet yeri ihtiyacının karşılanması
için adım atması gerekir” dedi. Yıldırım, AİHM
kısa bir süre sonra Yehova’nın Şahitleri Derneği
tarafından konuyla ilgili açılmış bir davayı karara
bağlayacağını ve bu kararın tüm inanç toplulukları
için önemli olduğunu söyledi.
Agos, Haber: Uygar
Gültekin, 01.04.2016
|
MODERN İNSAN
VE DESİNOVALILAR SADECE 50.000 YIL ÖNCE
ÇİFTLEŞTİ
Yeni yapılan
araştırmalar Güney Asya’daki modern
popülasyonlarda sanılandan daha fazla Denisova
DNA’sı olduğunu, ve Homo sapiens- Denisova
çiftleşmesinin sadece 50.000 yıl öncesine
tarihlendiğini gösteriyor. Bu da Homo sapiens‘in
diğer hominidlerle çiftleşme tarihini binlerce
yıl değiştiriyor.
DNA testleri için yok edilmiş olan Denisova parmak kemiğiinin kopyası. (Görsel: Thilo Parg, CC BY-SA 3.0)
Afrika dışındaki insan
nüfusunun genlerinde az oranda Neandertal DNA’sı
olduğu ve modern insan ve Neandertalin bir noktada
çiftleştiği uzun süredir biliniyor. Yeni araştırma
ise, birçok insanın, az oranda da olsa
Denisovalılara ait DNA’ya da sahip olduğunu
gösteriyor. Üstelik araştırmaya göre, insanlar
Denisovalılarla, Neandertallerle olduğundan daha
yakın bir zamanda çiftleşti. Bu Neandertallerle olan
çiftleşmeden 100 nesil kadar sonra bile gerçekleşmiş
olabilir.
Araştırmacılar dünya çapında
250 modern insan popülasyonunun genetik verilerini,
Denisova fosillerinde bulunan DNA’yla karşılaştırdı.
Daha sonra, gelişmiş modelleme teknikleri
kullanarak, günümüzde Hindistan, Nepal, Bhutan,
Tibet ve Güney Asya’nın diğer kısımlarında yaşayan
insanların, mevcut modellerin öne sürdüğünden daha
çok Denisovalı DNA’sına sahip olduğunu keşfettiler.
İnsanlarda en yüksek Denisova DNA’sı Avustralya ve Papua Yeni Gine popülasyonlarında (kırmızı). Fakat yeni araştırma Güney Asya’da da beklenenden daha yüksek Denisova DNA’sı oranı keşfetti (açık yeşil).
Denisovalılar ilk olarak 2008’de Sibirya’daki bir
mağarada bulunan bir diş ve parmak kemiğinden elde
edilen DNA ile tanımlandı. Modern insan ve
Neandertallerden genetik olarak farklı olan
Denisovalılar yaklaşık 500.000 yıl önce insan aile
ağacından ayrıldı. Daha önceki araştırmalar
Avustralya, Papua Yeni Gine ve Okyanusya’nun diğer
kısımlarında yaşayan insanların DNA’sının %5’inin
Denisovalılardan geldiğini ortaya koydu.
Araştırmacılardan Sriram
Sankararaman “Birkaç sene öncesine kadar bu önemli
grubu bilmiyorduk bile. Şimdi araştırmamız,
Denisovalıların insanlık tarihinin neresinde dahil
olduğu konusuna ışık tutuyor. Ayrıca hesapsal
biyolojinin inceleyebileceği yeni araştırma konuları
da ortaya çıkarmış oldu” diyor.
Araştırmacılar 120
Afrika-dışı popülasyona ait 257 genoma, farklı
genetik ve istatistik tekniklerini uyguladılar.
Araştırma Denisovalıların ve
modern insanın 44,000 ila 54,000 yıl önce
çiftleştiğini gösterdi. Daha önceki araştırmalar
Neandertallerle insanların 50,000 ila 60,000 yıl
önce çiftleştiğini göstermişti.
Araştırmacılar ayrıca hem Denisova hem de Neandertal
soyunun, hem erkek X kromozomlarından hem de erkek
testislerinde görülen genlerden silindiğini
keşfetti. Makale, bunun modern erkeklerde daha
azalmış bereketliliğe katkı yapmış olabileceğini öne
sürüyor, çünkü bereketlilikte azalmanın iki farklı
tür melez popülasyonun ortak bir özelliği olduğunu
gösteriyor.
arkeofili.com,
Kaynak: UCLA Newsroom, Çeviri: Ayşe Bursalı,
28.03.2016
|
3 - 9 Nisan 2016
|
RUSYA: IŞİD, SURİYE'DEN ÇALDIĞI ESERLERİ GAZİANTEP'TE SATIYOR
Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Türkiye'nin Gaziantep ilinin, terör örgütü IŞİD militanlarının Suriye’den çıkardığı tarihi eserlerin satış merkezine dönüştüğünü belirtti.
BM Güvenlik Konseyi’ne yazdığı mektupta, IŞİD’in Suriye’de çaldığı tarihi eserlerin dağıtım sistemini ana hatlarıyla anlatan Rus diplomat, örgütün aktif olarak internet üzerindeki açık artırma alışveriş sitelerini kullandığına dikkat çekti.
Halihazırda Suriye’de 9’u UNESCO Dünya Mirası listesinden yaklaşık 100 bin kültürel anıtın IŞİD kontrolünde olduğunu belirten Çurkin, örgütün yasadışı tarihi eser ve arkeolojik değer ticaretinden elde ettiği gelirin yıllık 150-200 milyon dolar olduğunu kaydetti.
'ANTİKACILAR ÜZERİNDEN SATILIYOR’
BM'nin internet sitesinde yayınlanan mektupta, “Aşırılık yanlılarının Suriye ve Irak’tan çaldığı tarihi eserlerin satışı genel olarak Türkiye üzerinden yapılıyor. Türkiye’nin Gaziantep şehri, kültür miraslarının yasadışı olarak satıldığı en büyük merkez haline geldi. Çalınan eserler bu şehirde yasadışı biçimde açık artırmaya çıkarılıyor, antika dükkanları ağı üzerinden ve Bakırcılar Çarşısı’nda (Şekeroğlu Mah. Eski Saray Cad.) satılıyor” denildi.
NAKLİYAT FİRMALARININ İSİMLERİNİ VERDİ
Ayrıca Türkiye-Suriye sınırında yeni satış noktalarının açıldığını belirten Çurkin, “Büyük eşyaların teslimini Şenocak Nakliyat, Devran Nakliyat, Karahan Nakliyat ve Egemen Nakliyat gibi Türk nakliyat şirketleri gerçekleştiriyor. Kaçak tarihi eserler daha sonra Türkiye’nin İzmir, Mersin ve Antalya şehirlerine ulaştırılıyor ve burada uluslararası suç örgütlerinin temsilcileri tarafından menşeilerine ilişkin sahte belgeler hazırlanıyor” ifadelerini kullandı.
Tarihi eserlerin daha sonra e-bay gibi internetteki açık artırma usulü alışveriş siteleri üzerinden yabancı ülkelerdeki koleksiyonculara satıldığını kaydeden Çurkin, ayrıca vauctions.com, ancients.info, vcoins.com, trocadero.com ve auctionata.com online mağazalarının adlarını da verdi.
‘IŞİD, SOSYAL MEDYADAN YARARLANIYOR’
Faillerin, kimlik ve satıcının bulunduğu gerçek yerin tespitini engellemek amacıyla IP adreslerini değiştirmek gibi gizlilik önlemleri aldığına dikkat çeken Çurkin, “IŞİD, aracıları devre dışı bırakmak ve sanat eserlerini doğrudan alıcılara satmak için son zamanlar sıkça sosyal medyanın sunduğu imkanlardan yararlanıyor” diye konuştu.
IŞİD’in bu amaçla ‘Doğal Kaynakların Kontrolü Bakanlığı’ kurduğunu ve bu yapının başında da Ebu Sayyaf El Iraki’nin bulunduğunun altını çizen Rus diplomat, “Yapılan kazılara, bulunan eserlerin yerden çıkarılması ve taşınması sürecine sadece söz konusu kurumun mührünü taşıyan izin kağıdına sahip kişiler erişim sağlıyor” dedi.
sputniknews.com, 07.04.2016
|
SURİYE'NİN TARİHİ BÖYLE YAĞMALANIYOR: ‘TÜRK BÜROKRATLAR DA İŞİN İÇİNDE'
Gaziantep Üniversitesi'nden arkeolog Eyüp Ay, IŞİD'in yağmaladığı tarihi eserlerin satışında, neden bu kentin merkez olduğunu anlattı. Ay, "Bürokratlar, güvenlik görevlileri ve tüccarların dahil olduğu örgütlü bir kaçakçılık yapısı var, yasalar uygulanmıyor, sınır denetlenmiyor" dedi.
Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Güvenlik Konseyi'ne yazdığı mektupta, IŞİD ve diğer cihatçı grupların, Irak ile Suriye'den yağmaladıkları tarihi eserlerin satışında Gaziantep'in merkez olduğuna dikkat çekti. Bu yönde bilgiler daha önce de basına yansımıştı.
Sadece IŞİD'in günlük gelirinin 2014 yılında 1 milyon ile 5 milyon dolar arasında değiştiği tahmin ediliyordu.
Örgütün ana gelir kaynağının Türkiye'nin güney koridorunun merkezde yer aldığı petrol ticareti olduğu belirtilirken, tarihi eserlerin yağmalanıp satılmasıyla da önemli miktarda gelir elde ediliyor.
Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Eyüp Ay, kentteki tarihi eser kaçakçılığı hacminin milyon dolarları bulduğunu söyledi. Ay, eşsiz eserlerin Türkiye üzerinden satıldığını kaydetti.
'GAZİANTEP'TE KAÇAKÇILAR TEŞVİK EDİLİYOR'
Suriye'de çatışmaların başlaması ve IŞİD'in ilerleyişine bağlı olarak, Gaziantep'te tarihi eser kaçakçılığının arttığını belirten Ay "Antep'te tarihi eser kaçakçılığını teşvik eden bazı unsurlar var. Koleksiyonerlik ve özel müzecilik var Antep'te. Bunlar doğal olarak zaten kültür varlıklarının kaçırılmasını, tarihi eser kaçakçılığını teşvik ediyor. İkinci bir yapı, zaman içinde Gaziantep Müzesi'nde, daha başka müzelerde kaçakçılığa bulaşmış bir özgeçmişi olan personel atandı. Üçüncü yapı, Türkiye'nin genelinde olduğu gibi bu işi takip etmekle görevli olan emniyet güçleri var. Bunda da ne yazık ki, tarihi eser kaçakçılığını teşvik edecek bir yapı her zaman olmuştur. Bu üçü bir araya gelince Gaziantep'i cazip hale getirdi tarihi eser kaçakçıları için" dedi.
‘YABANCI BİR MUHABİR BİLE ALMANYA'YA ESER KAÇIRDI'
Kendisiyle söyleşi yapmak üzere kente gelen bir yabancı bir basın kuruluşunun muhabirinin bile, bazı eserlerin Almanya'ya kaçırılmasında rol aldığını anlatan Eyüp Ay, durumu bildirdiği istihbarat yetkililerinin de kaçakçılığa ortak olduklarını söyledi.
‘YASALAR UYGULANMIYOR'
Kültür varlıklarının yağmalanmasına ilişkin davalarda bilirkişi olarak görev de alan Ay "Kanunlarda tanımlanmış olan, kendi uzmanlık alanımıza giren konuların raporunu yazdıktan sonra, ona ilişkin yasaları çıkarıp altına yazmamıza rağmen, ne yazık ki pek bir işlem yapılmıyor. Tarihi eser kaçakçılarına bir müeyyide uygulanmıyor. Yasada olmasına rağmen, yasalar uygulanmıyor" dedi.
‘BÜROKRATLAR VE GÜVENLİK GÖREVİLERİ İŞİN İÇİNDE'
Ay, basından edindikleri bilgilere göre Türkiye'nin sınırda denetimleri biraz daha ciddiye almaya başladığını ancak öncesinde yeterli önlemlerin alınmaması nedeniyle kaçakçılığın arttığını söyledi:
"Son bir — iki yıla kadar, sadece kültür varlığı değil, terörist, vatandaş, araba, araç ve her türlü kaçak ürünler giriyordu. Sınırdaki durum o kadar kötüydü ki, Suriye'den istediğiniz şeyi getirebiliyordunuz. " Niye başka yere gitmiyor da Gaziantep'e geliyor? Çünkü bunun altyapısı hazır. Bu konuda örgütlenmiş bir kaçakçılık müessesesi söz konusu. İçinde bürokratların, tüccarların ve güvenlik güçlerinin bulunduğu üçlü sacayağından bahsediyoruz.
‘YPG BÖLGELERİNDEN DE ÇOK SAYIDA ESER GELİYOR'
Sadece cihatçı örgütlerin hakim olduğu bölgelerden değil, Kamışlı ve Resulayn'dan gibi (Serekani) YPG'nin elindeki bölgelerden de çok sayıda eserin, Mardin başta olmak üzere Türkiye'ye kaçırılarak satıldığını söyledi. Müzelerden çalınan eserleri belirli koşullarda geri almanın mümkün olduğunu aktaran Eyüp Ay, daha önce gün yüzüne çıkmamış eserlerin kaçırılmasının büyük bir sorun olduğunu belirtti.
sputniknews.com, 08.04.2016
|
DEFİNE ARARKEN
METAN GAZINDAN ÖLDÜLER
Düzce’nin Gümüşova İlçesi Pazarcık Köyü’nde, oturan
kuzenler İhsan Tora, Nurettin Tora, Özcan Tora ve
Sinan Tora, Hendek’te oturan enişteleri Ahmet
Şentürk ile birlikte köyde iddiya göre define aramak
için kazı yaptı.
5 kişi, yaklaşık 20 metre
derinlikdeki kuyuda biriken suyu su motoruyla
tahliye etmek istedi. 5 kişi, motordan çıktığı
tahmin edilen gazdan etkilendi.
Yakınları kurtardı
Durumu fark eden
yakınları, merdiven yardımıyla İhsan Tora, Nurettin
Tora ve Özcan Tora’yı kuyudan çıkarmayı başardı. 3
kişi
hendek Devet
Hastanesi’ne kaldırılırken, daha derinde olan Sinan
Tora ve Ahmet Şentürk için itfaiye ekipleri kurtarma
çalışması başlattı.
Tora ve Şentürk kuyudan çıkarılarak hastaneye
kaldırıldı, ancak yapılan müdahaleye rağmen
yaşamlarını yitirdi. Olayla ilgili soruşturma
başlatıldı.
Milliyet, 08.04.2016 |
|
GAZZE'DE BİZANS
KİLİSESİ
Gazze'nin kent
merkezindeki
Filistin
Meydanı'nda yapılan kazı çalışmaları sırasında,
yerin dokuz metre altından tarihi eser niteliği
taşıyan taş, mermer ve çömlek parçaları bulundu.
Filistin
Turizm ve
Tarihi Eserler Bakan Yardımcısı Muhammed Hılle,
bulunan parçalardan ikisinin Bizanslılar zamanında
Gazze'de inşa edilen bir kilisenin sütunlarının
kaideleri olduğunu ve üzerinde yaprak şeklinde
işlemeler bulunduğunu belirtti. Gün yüzüne çıkarılan
eserlerin incelendikten sonra Paşa Sarayı Müzesi'nde
sergileneceği kaydedildi.
Sabah, 07.04.2016 |
HAVAGAZI
FABRİKASININ ALAN TESCİLİ KALDIRILDI
Tezcan Karakuş Candan "Havagazı Fabrikası yeni bir
rant süreci ile karşı karşıya. Ankara 1 Nolu Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu'nun alan tescilini kaldıran
kararını yargıya taşıyacağız" dedi.
Havagazı Fabrikası ve Alanının eski görüntüsü
Mimarlar Odası Ankara Şubesinde yapılan basın
toplantısında Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tezcan Karakuş Candan 1929 yılından yapılan
Cumhuriyet'in ilk sanayi yapılarından biri olan
ve bir bölümü 2006 yılında tescil kararı
kaldırılarak yıkılan Havagazı Fabrikası’nın, alan
tescilinin kaldırıldığını kaydetti. Candan, Havagazı
Fabrikası alanında yaşanan son gelişmeyi şöyle
aktardı:
Bu süreçte de geçtiğimiz yıl
Torunlar İnşaatın alana AVM yapması gündeme
gelmişti. Torunlar İnşaat böyle bir durumun
olmadığına ilişkin açıklama yapmıştı. Sonra bir
dönem dört emsalli bir proje yapıldı. Sonra dava
açıldı proje iptal edildi. Şimdi de Maltepe Havagazı
Fabrikası alanının Ankara 1 numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 04.02.2016
tarih, 3041 sayılı kararı ile tescil kaydının
kaldırıldığı ve bahse konu kararla tescil kararı
kaldırılan söz konusu taşınmazda bulunan Maltepe
Havagazı Fabrikası alanında yer alan fabrika
bacalarının şiddetli lodos nedeniyle yıkılması talep
edilmekte. Endüstri mirası olan Havagazı
fabrikasının ayakta kalan bacalarının korunması
gerekiyor. Bu alanda atölyeler, depolar
silolar ve işçi lojmanları da bulunuyor bunlarında
korunarak gelecek kuşaklara aktarılması
gerekiyor.Davamız devam ederken alanın tescilini
kaldırılması kabul edilemez.
Kaygılıyız
Alan tescilinin kaldırılmasıyla
Cumhuriyetin sanayi tanıklarından olan endüstri
mirasının ranta açık bir alan haline gelmesinden
kaygı duyduklarını belirten Candan, şunları söyledi:
Çevre Şehircilik Bakanlığı ve
Büyükşehir Belediyesi arasında plan yapma
hiyerarşisinde bir karmaşıklık var. Aralarında plan
yapma süreçlerinden kaynaklı bir gerilim olduğunu
hissediyoruz. Kimin ne yaptığı belli değil.
Cumhurbaşkanı anayasayı tanımıyor, bakanlıkla
büyükşehir belediyesi de plan hiyerarşisini
tanımıyor. Dolayısıyla sıkıntılı bir süreç yaşanıyor
ve kent yönetilemez hale geliyor. Müdahale
edilemeyen bir süreçle karşı karşıyayız. Bu plan
hiyerarşisi ve bu karmaşıklık içinde Havagazı
Fabrikası ranta teslim edilmek isteniyor.
Alanın tescilinin kaldırılmasını yargıya
taşıyacağız. 4 Şubat 2016 tarihli 3041 sayılı kararı
Koruma Kurulu’ndan istedik ,iptali için dava
açacağız. Yeni bir rant süreci ile karşı karşıyayız.
Ankara Yönetilemez
Durumda
Candan, EGO hangarların
yaşanan sürecin de yine plan hiyerarşisindeki
karmaşıklığın bir sonucu olduğunu ifade ederek,
şunları kaydetti:
EGO hangarları
Büyükşehir Belediyesi’nin hemen yanındaydı, biz bu
binalarla ilgili tescil başvurusu yaptık. Tescil
başvurusu sürecinde hangarlar yıkıldı. Hangarlar
yıkılmış olmasına rağmen Koruma Kurulu, kurumlardan
45 gün içinde görüş istedi. Öte yandan bu kenti
yöneten Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih
Gökçek, 2015 yılında 'EGO hangarları yerini
haberimiz olmadan almışlar, elimizden uçuvermiş
tapularının kendilerinin üstüne almışlar' diye
açıklama yapmıştı. Kendi alanı içinde bir yerin
alındığını bile bilmeyen biri bu kenti yönetemez. Bu
süreç Kavaklıdere’de Avusturya ve Rusya
Sefareti arasındaki alanda da yaşanıyor. Çevre
Şehircilik Bakanlığı 4 emsalli bir plan yapıyor.
Büyükşehir Belediyesi buna dava açıyor ve daha sonra
aynı alana plan değişikliği yapıyor. Planı kim
yapıyor, emsali kim veriyor, kim dava açıyor belli
değil. Kentte planlama süreçleri birbirine karıştığı
için kent yönetilemez durumda kimin nerede ne
yaptığı belli değil.
Arkitera, Haber: Burcu
Bilgiç, 07.04.2016
|
İNŞAAT KAZISINDA
TARİH ÇIKTI
İzmir Eşrefpaşa
Caddesi’nde yıkılan bir spotçu mağazasının arsasında
yapılan inşaat sondaj kazılarında tarihi yapı
kalıntıları çıktı.İnşaat öncesi yapılan sondaj
kazısında tarihi yapı buluntularına ranstlandı.
Sondaj kazısının devam edeceği ve çıkacak bulgulara
göre inşat konusunda karar verileceği belirtildi.
Müze yetkilileri, kazı alanının tarihi Agora ören
yeri ve sinagoglara çok yakın bir yerde olmasına
dikkat çekti. Kazılar ve ortaya çıkanlar çevredeki
esnafı da heyecanlandırdı.
Milliyet, 07.04.2016 |
|
MİMAR SİNAN'IN
GÖREMEDİĞİ ESERİ YILLARA MEYDAN OKUYOR
Osmanlı döneminde yaptıklarıyla mimarlık tarihine
damga vuran Mimar Sinan'ın Ege Bölgesi'ndeki bilinen
tek eseri olan ve hayattayken bitimini göremediği
Muradiye Camisi ve Külliyesi, Osmanlı yapıtlarının
en güzel örneklerinden biri olarak yıllara meydan
okuyor.
Osmanlı döneminde "şehzadeler
şehri" olarak bilinen Manisa, Fatih Sultan Mehmed
gibi yetiştirdiği şehzadelerin yanı sıra mimari
eserleriyle de öne çıkan şehirler arasında yer
alıyor.
Mimar Sinan'ın Ege
Bölgesi'ndeki tek eseri olan ve Şehzadeler
İlçesi'nde bulunan Muradiye Camisi ve Külliyesi,
kentin en önemli yapıtlarından biri olarak göze
çarpıyor.
Cami, medrese ve
imarethane bölümünün yer aldığı külliyenin cami
dışındaki bölümleri, günümüzde Manisa Müzesi olarak
kullanılıyor.
Anadolu Ajansı, Haber ve
Fotoğraf: Ferdi Uzun, 07.04.2016
|
Taraklı İlçesi'nde bir çiftçi ceviz bahçesinde
belleme yaparken 2 bin yıllık mezar taşı buldu. Müze
Müdürlüğü, mezar taşının bulunduğu alanda arkeolojik
kazı başlattı.
İlçe merkezine 7 kilometre
uzaklıkta bulunan Kayaboğazı Göleti mevkiindeki
ceviz bahçesinde bekleme yapan Mehmet Kalyoncu,
tarihi mezar taşı buldu.
Kalyoncu, durumu
jandarmaya bildirdi. Bunun üzerine Müze Müdürlüğü'ne
bilgi verildi. Tarihi eserin bulunduğu yere gelen
görevliler, eserin Roma dönemine ait mezar taşı
olduğunu belirledi.
Arkeologlar, taşın bulunduğu
alanda kazı çalışması başlattı.
Yaklaşık 2
bin yıllık olduğu öne sürülen mezar taşının, orjinal
yeri olup olmadığı kazı çalışması sonunda belli
olacak.
Bulunan eser ise Müze Müdürlüğü'ne
götürüldü.
Sakarya Rehberim,
06.04.2016 |
TARİHİ MEDRESEYE BORU DÖŞEDİLER
Erzurum'un simgesi olan ve 7 milyon lira
harcanarak aslına uygun şekilde restore edilen
Çifte Minareli Medrese'nin dört bir yanında
yağmur sularının tahliyesi için döşenen borular
tartışma konusu oldu.
Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin
Keykubad'ın kızı Hüdavent Hatun tarafından 1253
yılında yaptırılan Çifte Minareli Medrese, 15
Ağustos 2011'de restorasyona alındı. Dış dünyaya
kapatılan medresenin restorasyonu için 7 milyon
lira dolayında harcama yapıldı.
Önümüzdeki mayıs
ayına kadar yeniden turizme açılması beklenen ve
müze olarak hizmet vermesi gündemde olan Çifte
Minareli Medrese'nin çatı kısmında yapılan
çalışmadaki yeni uygulamalar eleştirilere hedef
oldu. Önce havalandırma için medresenin arka
bölümüne çelik bir yapı konuldu. Ardından, arka
tarafa yapılan merdiven için cam bölme inşa
edildi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun onayıyla yapılan restorasyonda,
son olarak tarihi yapının çatısındaki
kar ve
yağmur sularını taşıyacak olan 15 ayrı çelik
boru monte edildi.
Çifte Minareli Medrese'nin yanı başındaki tarihi Ulu
Cami'de de restorasyon sırasında benzer tahliye
boruları yaptırıldığı dikkat çekti. Çifte Minareli
Medrese'deki borularla ilgili
Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü yetkilileri, konuyla ilgili
açıklama yapamayacaklarını bildirdi. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü yetkilileri ise konuyla ilgili sorular
karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Restorasyonun
ve boruların Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun onayıyla yapıldığını söyleyen Vali Ahmet
Altıparmak ise, “O borular kuruldan onay alınarak
yapılmış. Görüntüden
ben de rahatsız oldum" diye konuştu.
Hürriyet, 06.04.2016 |
BURSA'DA OSMANLI MİRASI HIRSIZLARIN İNSAFINA TERK
EDİLDİ
Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü'nün 9 ay
evvel restorasyon ihalesi yaparak ibadete kapattığı
erken Osmanlı dönemine ait bir selattin camideki
tarihi hat levhaları, eski lafza-i celal, ism-i
nebi, mihrap ayetleri, çihar yar-i güzin takımı gibi
antika değeri olan eski levhalar ile el yazma
Kur'an-ı kerim ve antika büyük sandıklı cami saati,
müteahhit tarafından bir odaya rastgele bırakıldı.
Eski eşyaların çok özensiz şekilde kapısı
kilitsiz bir odada tutulduğunu sorduğumuz Bursa
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, camideki bu
eşyalardan müezzinin sorumlu olduğunu belirtti.
Eşyaların sahipsiz bir halde olduğunu sorduğumuz
ilçe müftülüğü yetkilileri ise, Vakıflar'a ait
tarihi mekanlardaki eski eşyaların caminin ayrılmaz
parçası olduğuna dikkat çekerek, "Zimmet din
görevlileri üzerinde olsa da malın sahibi
Vakıflar'dır. Bu sebeple eşyaların restorasyon
sırasında emniyetli bir şekilde muhafaza edilmesi
sorumluluğu Vakıflar'a aittir" dediler.
ESKİ ESERLERİ SEVENLER KURUMU'NDAN TEPKİ
Bursa'da kamu yararına dernek olarak 1942 yılından
bu tarafa 150'den fazla eserin restorasyonunu
gerçekleştiren Eski Eserleri Sevenler Kurumu (BEESK)
ise, camilerden levha hırsızlıklarının en çok
tamirat sırasında gerçekleştiğine dikkat çekti.
BEESK Başkanı Mimar Zafer Ünver, Ulucami'nin 4 yıl
önce yapılan restorasyonu sırasında 3 hat yazısının
çalındığına dikkat çekerek, "Eski eser
tamiratlarında Vakıflar sadece binanın durumunu
hesap ediyor. Oysa eski eserlerde sadece bina değil,
içerisindeki levhaların da bakımlarının yapılması
gerekir. Böyle bir kalem maalesef restorasyon
ihalesinde yer almıyor. Ayrıca eski levhalar
tamiratta yerlerinden indirildiğinden çalınmaya daha
müsait hale geliyor. Vakıflar'da görev yapan sanat
tarihçilerin ve uzmanların bu levhaların başka bir
yerde rutin bakımlarını yapmaları gerekiyor.
Bursa'da gelenekli sanatlarla ilgilenen, talebe
yetiştiren Kültür Bakanlığı sanatçıları var. Başka
şehirlerden, hatta Balkanlar'dan levhalar tamir
edilmek üzere Bursa'ya getirilirken, şehrimizideki
bürokrasiden dolayı camilerdeki eski hatların ve
saatlerin bakımlarının yaptırılamaması çok acı. Bu
konuda yetkililerin harekete geçmelerini bekliyoruz"
dedi.
bursadabugun.com, 06.04.2016 |
SULTANAHMET CAMİİ RESTORASYONUNDA SONA GELİNDİ
Tarihi yarımadada bulunan ve İznik çinileriyle
bezendiği, yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi
de mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için
yabancı turistlerin “Mavi Cami/Blue Mosque” olarak
adlandırdığı Sultanahmet Camii’nin, minaresindeki
kayma sebebi ile 400 yıl sonra yapılan restorasyon
çalışmasında son aşamaya gelindi.
Türkiye’nin 6 minareli tek tarihi camisi olan
caminin sökülen sağ ön minaresindeki restorasyonun
önümüzdeki aylarda bitmesi hedefleniyor. İki
şerefesi ortaya çıkan minarenin üçüncü şerefesinin
de yakın zamanda tamamlanmasının ardından bakır alem
yerine konulacak.
I. Ahmed tarafından mimar Sedefkar Mehmet Ağa’ya
1616 yılında yaptırılan camideki çalışma, yaklaşık
bir yıl önce Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
yapılan incelemelerin ardından başlatıldı.
İncelemede yapımından yüzyıllar geçmesine rağmen
genel olarak zeminde ciddi sorun olmadığı tespit
edildi.
Habertürk, 06.04.2016 |
LOUVRE MÜZESİ BİR KEZ DAHA BİRİNCİ OLDU
2015 yılında
dünyada en çok ziyaret edilen müzeler arasında
Fransa’nın ilk devlet müzesi 1793 yılında hizmete
giren ‘Louvre’ 8 milyon 600 bin ziyaretçiyle yine
birinciliği kimseye kaptırmadı.
Geçtiğimiz yıl
dünyada en çok ziyaret edilen müzeler kategorisinde
Louvre müzesinden sonra sıralamayı takip eden
müzeler 6 milyon 821 bin ziyaretçiyle Londra’da
‘British’, 6 milyon 653 ziyaretçiyle New York
‘Metropolitan Of Art’, 6 milyon 3bin ziyaretçiyle
‘Vatikan’, 5 milyon 908 bin ziyaretçiyle Londra
‘National Gallery’, 5 milyon 291 bin ziyeretçiyle
Taipei ‘National Palace’, 4 milyon 712 bin
ziyaretçiyle Londra ‘Tate Modern’, 4 milyon 104 bin
ziyaretçi Waşington ‘National Gallery of art’, 3
milyon 668 bin ziyaretçiyle Saint-Petersburg
‘Ermitage’ ve 10. sırada 3 milyon 440 bin
ziyaretçiyle Paris ‘Orsay’ müzesi sıralamayı takip
etti.
Günde ortalama 25 bin ziyaretçisini ağırlayan
‘Louvre’ müzesin en değerli eserleri arasında
İtalyan heykeltıraş, ressam Leonardo da Vinci’nin
Floransa’da 15.yüzyılın başında resmedilmiş dünyaca
ünlü ‘Mona Liza’ tablosu bulunuyor.
Sözcü,
05.04.2016
|
ÇÖKME SIRASI SARAYDA MI?
Gülhane Parkı içinde sahil kısmı tarafında
bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
tarafından kiralanan çay bahçesinin duvarı
önceki gün çöktü. 5 metrelik duvarın çökmesiyle
göçük altında kalan 7 kişiden 5’i kurtarıldı.
Saatler sonra ise iki kişinin cesedi çıkarıldı.
Yetkililer çökme nedenini araştırıyor. Dün
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri de çöken
noktada inceleme yaptı. Çökme nedeni olarak
Marmara Denizi’nde artan sismik hareketliliğin
olabileceği üzerinde duruluyor.
Geçen hafta
Jeofizik mühendisi Yrd. Doç.Dr. Oğuz
Gündoğdu, “Bölgede
son yaşanan hareketlerde sıkıntılı durum
var. Bu depremler
Adalar bölgesinde açılmayı, kuzeyde
sıkışmayı ifade ediyor.
Gölcük Depremi’nden bu yana ilk defa görülen
bu durum hiç hoş değil” şeklinde konuşmuştu.
ÇAY
BAHÇESİNİN TEMELİ DOLGU
Bakanlık
yetkilileri yaptıkları incelemede çay bahçesinin
tabanına atılan betonun da çok kötü olduğunu
aşırı yük taşıyacak özellikte bulunmadığını
belirtiyorlar. Buranın dolgu alanı olması ve
sağlam bir kaya zeminin bulunmaması da göçüğün
yaşanmasına neden olarak düşünülüyor.
Duvarın
çöktüğü yerin altında askerlerin nöbet tuttuğu
noktaya geçen yıl bakanlıkça yapılan güvenlik
duvarı olmasa facianın daha da büyük
olabileceğini belirten yetkililer, ‘’Topkapı
Sarayı’nı incelemeye aldık. Duvarlarda
çatlak ya da ayrılma var mı diye baktık. Şuan
için müzede bir sorun görünmüyor. Ancak geçen
yıl aynı aks üzerinde Konyalı restoranın da
duvarı çökmüştü. Bunu önemsiyoruz ve sarayın
denize bakan yamaç üzerinde risk incelemesi
yapacağız’’ dedi.
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 05.04.2016
|
YOLCUNUN ÇANTASINDAN TARİHİ ESERLER ÇIKTI
İzmir'den Samsun'a giden bir yolcu otobüsünde
seyahat eden bir yolcunun tarihi eser niteliği
taşıyan materyaller götürdüğünü öğrenen polis, dün
öğle saatlerinde Ankara-İzmir Karayolu'nun Uşak
Şeker Fabrikası Kavşağı'nda denetim noktası
oluşturdu. Plakası belirlenen otobüsü durduran
polis, 35 yaşındaki A.S.İ isimli şüphelinin
çantasında 105 değişik boy ve ebatlarda, üzerlerinde
figürler bulunan sikke, 25 delikli sikke, 7 ambalaj
içerisinde değişik boy ve ebatlarda sikke, 6 değişik
boy ve ebatlarda ok ucu, 5 değişik ebatlarda taş
figür ve bir de üzerinde figür bulunan metal yüzük
ele geçirdi.
Gözaltına alınan A.S.İ., emniyete götürüldü.
Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
Akşam,05.04.2016
|
|
|
YOZGAT'TA TARİHİ İKONA ELE GEÇTİ
Yozgat’ta, değeri 1 milyon 200 bin lira olduğu
tahmin edilen tarihi ikona ele geçirildi. Yozgat İl
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, H.D’nin, üzerinde
Hazreti Meryem ve Hazreti İsa işlemesi bulunan
tarihi ikonayı satmak için müşteri aradığı bilgisine
ulaştı.
Ekipler,
Yozgat merkezdeki bir adrese düzenledikleri
operasyonda H.D. ile eseri satın almak isteyen S.P.
ve 7 şüpheliyi suçüstü yakaladı. Gözaltına alınan 9
kişi, adliyeye sevk edildi.
Milliyet, 05.04.2016
|
EDOARDO TRESOLDI BU KEZ BİR BAZİLİKAYI TEL ÖRGÜLERLE
AYAĞA KALDIRDI
İşlerini heyecanla takip ettiğimiz Edoardo
Tresoldi tellerden ördüğü heykellerine
bir yenisini daha ekledi. Sanatçı bu defa
Siponto Arkeoloji Parkı‘nda (İtalya) yer
alan erken dönem Hıristiyan kilisesini tel örgüleri
kullanarak ayağa kaldırdı.
Siponto Arkeoloji Parkı, önemli arkeolojik
kazıların yapıldığı büyük bir sit alanı. 13.
yüzyılda yaşanan deprem sonrası terk edilen yerleşim
alanı dönemin liman ticareti yapılan önemli
bölgelerinden birisi. Romanesk tarzın insan
eliyle yaratılmış birçok örneğinin bulunduğu bölge,
aynı zamanda burayı zamanının önemli psikoposluk
bölgelerinden birisi yapan erken dönem Hristiyan
bazilikasına da ev sahipliği yapıyor.
Bazilikanın arkeolojik kazılarda ortaya çıkan
kalıntıları 13. yüzyılda liman ticareti yapılan
bölgeyi günümüzde önemli bir turizm alanına
dönüştürmüş.
Edoardo Tresoldi, zemininde kolon kalıntıları
bulunan bu bazilikayı özgün planına göre tel
örgülerle ayağa kaldırdı. Dikeyde yükselen hafif
strüktür yapının mimari detaylarını da içinde
barındırıyor. Sanatçı bazilikanın kolonatlı yapısını
ve kubbeli formunu ince detaylarla ortaya
çıkartırken alana da tel örgülerden heykeller
yerleştirdi. ‘Basilica di Siponto’
adlı restitüsyon çalışması, boşluğun içinde
yarattığı transparan hacimle ziyaretçilerin ışık ve
gölge oyunları arasında bir deneyim yaşamasını
sağlıyor.
kot0.com, Haber: Gupse
Korkmaz, 04.04.2016
|
SUR BÖYLEYDİ, BÖYLE OLDU
Diyarbakır Sur’da 6 mahallede PKK’lıların
kazdıkları hendeklerin kapatılması ve
barikatların kaldırılması için 2 Aralık 2015’te
başlatılan ve 103 gün süren operasyondan sonra,
ilçede teröristlerin yol açtığı tahribat,
operasyon öncesi ve sonrası havadan çekilen
fotoğraflar ile bir kez daha ortaya çıktı.
Tarihi Suriçi’nin
kuş bakışı operasyon öncesi çekilen fotoğrafı
ile karşılaştırıldığında birçok mahalle ve
sokakta yaşanan çatışmalardan sonra meydanların
ve geniş caddelerin oluştuğu görüldü. Özellikle
Fatih Paşa, Hasarlı, Dabanoğlu ve Savaş
mahallelerinde büyük değişimin meydana geldi.
Sur’da operasyondan önce ve sonra çekilen
fotoğrafları karşılaştıran Büyükşehir Belediyesi
Kültürel Miras ve
Turizm Daire Başkanı Nevin Soyukaya, “Operasyon
sonrasında çekilen fotoğrafa bakınca bir çok yeni
yol ve meydan oluştuğu görülüyor. Bunlar ne
mevcut, ne de koruma amaçlı imar planında yok” dedi.
İlçede isteyen mülk sahiplerinin de katılımıyla
önümüzdeki günlerde hasar tespit çalışmalarına
başlanacak. Yetkililer, hasar tespit çalışmaları
sırasında eşyaları hasar gören ailelere evlerinin
yanı sıra eşyalarının da bedellerinin ödeneceğini
söyledi.
Hürriyet, 04.04.2016
|
BARDAKÇI'DAN PES DOĞRUSU DEDİRTEN YORUM
Habertürk gazetesi yazarı, tarihçi Murat
Bardakçı, İstanbul’daki çarpık yapılaşmanın tek
sorumlusunun Mimarlar Odası olduğunu iddia etti.
Bardakçı, iddiasına dayanak olarak,
yaratıcılıktan uzak, estetik yoksunu her binanın
projesinde bir mimarın imzasının olmasını
gösterdi. Cumhuriyet döneminde sembol olarak
gösterebilecek bir yapı ortaya konulamadığı için
Türkiye’nin tanıtımında hala Mimar Sinan'ın 500
yıl önce inşa ettiği eserlerin gösterildiğine
dikkat çeken Bardakçı, Mimarlar Odası’nın
yapılacak işlere, yerinde ve doğru olsa bile
mutlaka karşı çıktığını belirtti.
Geçen hafta hayatını kaybeden dünyaca ünlü
mimar Zaha Hadid’in ölümüne de değinen Bardakçı,
Hadid’in 2006’da İstanbul’un Kartal İlçesi için
çizdiği kentsel dönüşüm projesine ilişkin,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir
Topbaş’ın “Türkiye’de böyle bir projeyi çizecek
mimar yok. Bu kumaşı herkes dikemez” sözlerinin
haklı olduğunu da öne sürdü.
Gerçek Gündem,
04.04.2016
|
1400 YILLIK YERALTI ŞEHRİ ORTAYA ÇIKARILDI
Nevşehir Belediyesi tarafından
projelendirilen
Nevşehir Kalesi Etrafı Kentsel Yenileme
Projesi uygulaması sırasında ortaya çıkartılan
ve günümüzden 1400 yıl öncesine uzandığı tahmin
edilen yeraltı şehir yerleşiminde tarihi yapılar
gün yüzüne çıkıyor. Tüf kayalara oyulu
yapı stilinin hakim olduğu yeraltı şehir
yerleşiminin Dron ile yapılan çekimlerinde
merkezde, adeta ilmek ilmek işlenen yapıların
havadan görüntüsü usta bir ressamın
elinden çıkan muhteşem bir tabloyu andırıyor.
Temizlik çalışmalarının tamamlanmasının ardından
bir bölümü 2018 yılı sonlarında turizme
kazandırılması planlanan merkezin Kapadokya
turizmine ciddi bir ivme kazandırması
bekleniyor.
Belediye Başkanı
Hasan Ünver, Nevşehir Belediyesi tarafından projelendirilen Nevşehir Kalesi Etrafı Kentsel Yenileme Projesi uygulaması sırasında keşfedilen dünyanın en büyük yeraltı şehir yerleşiminde başlatılan temizleme çalışmalarında bugüne kadar Roma ,Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı dönemi ne ait çok
sayıda dini, askeri ve sivil mimarlık
değerlerinin ortaya çıkartıldığını belirtti.
Ünver, Nevşehir Belediyesi öncülüğünde 11 mahalleyi içine alan 366 bin metrekarelik
alanın , 2 bin metrekarelik bölümünde
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan alınan izin
doğrultusunda Müze Müdürlüğü gözetiminde
sürdürülen Arkeolojik Araştırma ve temizlik
çalışmalarına 100 ü aşkın kişinin katıldığını
ifade etti.
Milliyet, 03.04.2016
|
WARHOL DA MÜLTECİYDİ
Hiç kendinizi bir müze görevlisi yerine koydunuz mu?
Saatlerce bir odanın içinde bir baştan bir başa
gidip geleceksiniz, elleriniz ya arkanızda kavuşacak
birbirine ya tam göbeğinizin biraz üstünde?
Eserlerin burnunun dibine dibine girenlere yaklaşıp
“Lütfen” diyeceksiniz, “Şu çizginin gerisinde durur
musunuz?” Halbuki o eserin burnunun dibine yaklaşan
bal gibi de biliyor kuralları çiğnediğini ama merak
işte, eser sahibi fırça darbesini sağdan sola mı
vurmuş, kaç kat boya var, sanki anlayacağız bir
bakışta. New York’taki Morgan Library’nin
görevlileri ziyaretçileri sık sık “Fotoğraf çekmek
yasak” diye uyarıyor. Ziyaretçiler mutsuz. Halbuki
herkes gidince müze görevlisi girecek eserin
burnunun dibine, fırça darbesi için değil, eserin
bir yerine bir şey olmuş mu diye, zira bir sergiyi
gezenin aklı ancak 5 dakika o sergideyse görevlinin
aklı 24 saat orada.
HİÇ BİTMEYEN
15 DAKİKA
“Warhol by the book”
sergisi; Andy Warhol’un kitaplarının, iki-üç dolara
satın aldığı ucuz fotoğraf albümlerine yerleştirdiği
polaroid fotoğrafların, meşhur birkaç işinin, oraya
buraya yazdığı ve hatta ona ithafen yazılan
mektupların birarada durduğu ufak bir sergi aslında.
Onunki hiç bitmeyen bir 15 dakika! Serginin
girişinde duvara “O da bir göçmendi” yazmışlar.
Slovak göçmeni bir ailenin oğlu olduğunu daha
sergiye girer girmez belirtmeleri kimbilir hangi
politikanın, hangi pili biten dünyanın sonucu? Andy
Warhol’un esinlendiği, başucundan ayırmadığı
kitaplarla başlıyor sergi: Andre Lejard’ın
Matisse’I, Victor Perard’ın Anatomi ve Resim adlı
kitabı, Gertrude Stein’ın Dünya Yuvarlaktır kitabı,
Truman Capote’nin Gece Ağacı ve Diğer Öyküler’i.
Capote hayranlığı ise bir duvarda Truman Capote ve
Capote’nin annesi Nina’ya kendi elleriyle yazıp
yolladığı bir posta kartından anlaşılıyor.
REDDEDİLEN
WARHOL
Tipografi yerine
kaligrafiyi tercih ettiği yıllar 1953-1960 arası, bu
yıllarda sekiz resimli kitap hazırlamış Warhol, her
birinden yüzer adet bastırıyor, arada yayıncılara da
yolluyor, belki basarlar umuduyla. Duvarlarda
yayıncılara gönderdiği kopyalar üzerine editörlerden
birinin mektubu var: “Sevgili Bayan Andie” diye
başlayan mektup, Warhol’un teklifini reddediyor, her
kibar veda gibi, “Hayırlı vazifeler ve iyi günler”
dileyerek bitiyor! Her şeyi ama her şeyi saklamış,
kayıt altına almış Warhol. Sebebi ise 1972’de
uğradığı bir vergi soruşturması. İnterview
dergisinin ofisine, Warhol’un stüdyosuna uğrayan
herkesi isim isim ve kendisine açılan her telefonu
not etmenin yanı sıra her sesi, duyduğu her kelimeyi
kaydedecek. Bazen bir otelin mektup kağıdı, bazense
çizgili bir defter. 1976’da ise artık şu halde: Her
sabah düzenli olarak sekreteri Pat Hackett’ı arayıp
bazen iki saati bulan telefon görüşmelerinde
günlüğünü not ettiriyor (20 bin sayfa not). Öyle
detaylı yazdırıyor ki o gün nereye davet edilmiş,
hangi sanat komisyonuna katılması istenmiş, yapılan
iş görüşmeleri. Ve her yere davet edildiğinden
defterine şu notu yazdırıyor: “New York’taki her
açılışa gideceğim, bu herhangi bir tuvaletteki bir
klozet kapağının açılışı bile olabilir!” Meğer
hayatta en sevdiği şey telefonda konuşmakmış, öyle
yazıyor duvarlarda!
WARHOL EŞİTTİR
GUTENBERG
Kitap önerilerinin,
yazdığı çizdiği resimlediği kitapların, reddedildiği
mektupların tam çaprazında ise Campbell çorbalarının
yönetim kurulundan gelen bir mektup duruyor: “Sayın
Baylar, Andy Warhol’un kitap projesi ve içinde yer
alacak Campbell çorbaları eserleri bizi haliyle epey
heyecanlandırıyor. Ancak sizlerden ricamız, elbette
sanatçımıza bu konuda bir yaptırımımız olamaz da,
bizim Sayın bay Warhol’dan bu konuda bir eser
talebinde bulunmadığımızı, bu eserlerin kendi
inisiyatifi olduğunu –eğer sorarlarsa-
hatırlatmanızdır. Sanatçının yeni çıkacak kitabını
merakla bekliyor, başarılarının devamını diliyoruz.”
Random House’un editörlerinden Bennett Cerf de bir
mektubunda, “Warhol’un Indexi Gutenberg’in icadı
gibi bir şeydir” yazıyor. Neyse ki, “Lütfen
abartmama izin verin” diye başladığı cümlesini
“Warhol’un halihazırda sanat dünyasında başardığı
durum zaten abartmanın da tam karşılığıdır” diye
bitiriyor.
MÜLTECİLER BAŞ
TACIMIZDIR
Bugünlerde New York’ta
marketlerin, restoranların, kafelerin girişinde bir
kağıt parçası duruyor: “Mültecilerin başımızın
üzerinde yeri vardır” diye çevireyim ben Türkçe’ye.
Brooklyn’de başlayan bir barış hareketi. Dükkanların
girişine asılan bu ilanın üzerinde çocuğunu
kucaklamış çaresiz bakan adamın tam yanında yazan bu
cümle dönüyor dolaşıyor, serginin girişindeki
cümleyle buluşuyor. “Yok artık” ifadesinin
tedavülden kalktığı bir dünyada, birbirine bakıp da
“Burada bile mültecilere kötü mü davranılıyor?” diye
soranlar, hala şaşıran insanlar var. Halbuki
şaşırmak da tedavülden kalkmalı, nihayetinde kimse
çıkıp da dünyanın fişini çekmediği sürece şaşırmaya
devam edeceğiz gibi duruyor. Dünya kurtarma sınavını
bekliyor ve hiç çalışmıyor.
Habertürk, Haber:
Elif Key, 03.04.2016
|
DEFİNECİLER VE DENİZ TARİHİ KALEYİ YUTTU
2012 senesinde Edirne Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından tescillenen ve etrafı sit
alanı ilan edilen tarihi kale, doğanın ve
definecilerin eline bırakıldı. Koruma bandı da
bekçi de yok.
Keşan'ın Yayla
Köyü’nde binlerce yıllık bir tarih, doğanın ve
definecilerin eline bırakıldı. Kimine göre
Bizans kalesi kimine göre gözetleme karakolu
olan mimari yapının parçaları birer birer yok
oluyor. Yayla Köyü’ndeki kalıntılar uzun
yıllardır
Ege’nin hırçın dalgalarına karşı koyamadı.
Her geçen gün sur duvarları yıkıldı, taşlarını
deniz birer birer yuttu. Kumsal tarihi kaleye
ait kültür varlıkları ile doldu.
Kalenin yok
olmasında definecilerin de payı büyük. Bazen sur
duvarlarını yıktılar bazen sur diplerini kazarak
yıkılmayı hızlandırdılar. Yayla Köyü sakinlerini
de canından bezdiren defineci saldırılarına
önlem alınması için köylüler şikayetçi oldu.
Edirne Müzesi ve Koruma Kurulu raportör
gönderdi. Hazırlanan raporda,
kaçak kazı ve çevresel faktörlerden dolayı
kalenin harap vaziyette olduğu, duvar
kalıntılarının içerisine aralıklarla
yerleştirilen pitoslar (Küpler) tespit edildiği
belirtildi. Edirne Koruma Kurulu 2012 yılında
kaleyi tescilleyerek çevresini birinci derece
sit alanı ilan etti.
Kağıt üzerinde
tarihi kale koruma altına alındı. Ancak ne bekçi
konuldu başına ne de koruma bandı çekildi. Kale
yine açık denizin hırçın dalgalarına esir oldu.
Definecilerin kazıları durmaksızın devam etti.
Kaleye ait büyük pitoslar etrafa dağıldı. İçinde
altın olduğunu düşünen defineciler
tarafından pitoslar
paramparça edildi. Önlem alınmadığı takdirde
çok yakında kaleden geriye tek bir taş bile
kalmayacak.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
03.04.2016
|
DÜNYA MİRASI GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Antik çağda
Likya'nın dini merkezi konumunda olan ve 1998'de
UNESCO Dünya Kültür Miras'ı Listesi'ne alınan Letoon
antik kentinde kazı çalışmaları bu yıl
tamamlanıyor. Bugüne kadar yapılan kazılarda Leto,
Apollon ve Artemis tapınaklarıyla birlikte bir
manastır, bir çeşme ve Roma tiyatrosu kalıntıları
ortaya çıkarıldı. Artemis ve Apollo'nun annesi
Leto'ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda
bulunan ve peripteros tarzında yapılmış Leto
Tapınağı olarak tespit edildi. Letoon'daki çevre
düzenlemesinin bu yıl turizm mevsiminde tamamlanması
hedefleniyor.
Yeni Asır, Haber: Adem Ülker,
02.04.2016 |
|
ALLİANOİ İÇİN HUKUK MÜCADELESİ AYM'YE TAŞINDI
Tarihi 1800 yıl önceye dayanan antik sağlık yurdu
Allianoi Antik kenti Yortanlı Barajının suları
altında. Antik kenti yok oluşa götüren bu süreç sona
erdi ama antik kenti kurtarmaya dönük açılan
davalarda hukuk arayışı hala sürüyor. EGEÇEP ve bir
grup yurttaş, Allianoi’yi sulara gömen kararlarla
ilgili davaları Anayasa Mahkemesine taşıdı.
VAHŞİCE SULARA GÖMÜLDÜ
1. Derece Arkeolojik sit olan
Allianoi antik kenti, henüz daha yüzde 30’u gün
yüzüne çıkarılamadan ömrü 40-50 yıl olacağı söylenen
Yortanlı Barajı’nın suları altına gömüldü. Başta
antik kentte kazılar yapan Trakya Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Yaraş
ve arkeoloji ekibi olmak üzere, dünya kültür
mirasının bu önemli eserinin yok olmasına gönlü razı
olmayan onlarca yurttaş ve kurum Allioni’yi yok
oluşa götürecek sürece engel olmak için yıllarca
mücadele verdi. Açılan davalar, yapılan eylemler,
uluslararası çağrılar bir işe yaramadı ve 2011
yılında su tutan Yortanlı Barajı kısa sürede antik
kenti tamamen sular altında bıraktı.
BARAJ SULARI TAMAMEN YUTTU
Antik kentin 1998 yılında bulunuşu ve kurtarma
kazıları boyunca barajın su tutmasına kadar geçen
yıllar içerisinde açılan davalarda 1. derece
arkeolojik sit statüsü bulunan Allianoi’nin bu
şekilde vahşice yok edilmesine karşı yasalar,
anayasa ve uluslararası yasalarca engel olunması
amaçlandı. Açılan davalardan birisi antik kentin
sular altında kalmasını önleyebilmek için Yortanlı
Barajı’nın aks yerinin ve göl alanının
değiştirilmesi için DSİ’ye yapılan itirazlarla
ilgili davaydı. Bir diğer dava Allianoi’yi 1. derece
sit ilan eden, ardından AKP iktidarının siyasi
baskılarına boyun eğerek bu kararından çark eden
İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulunun “Kille örtülerek Allianoi
suya gömülebilir” kararına karşı açılmıştı. Baraj su
tuttuktan sonra bile yıllarca devam eden bu
davalardan sonuç çıkmayınca antik kent sulara
gömüldü. Yoranlı Barajı’nın tamamen yuttuğu antik
kentin artık izi kalmamışken, onu koruma mücadelesi
verenler hukuki açıdan mücadele sürecini sonuna
kadar devam ettirmekte kararlı olduklarını,
Allianoi’yi kurtarmaya dönük açılan iki dava için
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaparak
gösterdiler. EGEÇEP Derneği ve 100’ün üzerinde
yurttaş adına AYM’ye başvuran EGEÇEP Hukuk Komisyonu
Üyesi Av. Arif Ali Cangı, Allianoi’yi hukuksuz ve
vicdansızca suya gömmüş olsalar da hukuki
mücadelenin devam ettiğini söyledi.
ANADOLU MOZAİĞİNİN EN GÜZEL PARÇALARINDAN
BİRİYDİ
Allianoi antik kalıntılarının, Bergama’nın 18
kilometre kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet
alanın tam ortasında bulunduğunu belirten Cangı,
sulara gömülen Allianoi’nin Anadolu mozaiğinin en
güzel parçalarından birisi, ülkemizde sağlam kalmış
halen kullanılabilecek sıcak suyu ile en büyük
sağlık merkezi, aynı zamanda dünyanın doğa
tarafından en iyi korunmuş ve en sağlam kalabilmiş
sağlık yurtlarından birisi olduğunu kaydetti. Bu
özellikleriyle “İnsanlığın ortak kültür mirası”
nitelemesini çoktan hak etmiş olan Allianoi’nin
korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için
yurttaşlar, dernekler ve meslek odalarından
oluşturulan Allianoi Girişim Grubu adlı örgütlenme
ile toplumsal ve hukuksal mücadele yürütüldüğünü
aktaran Cangı, antik kentle ilgili verilen yargı
sürecinin tamamlanmasının ardından hukuk
mücadelesinin devamı için konuyu AYM’ye
taşıdıklarını dile getirdi.
AYM BAŞVURU GEREKÇELERİ
Avukat Arif Ali Cangı’nın AYM’ye gönderdiği
başvuru dilekçesindeki gerekçelerden bazıları
şunlar;
1) 30.12.2010’da açılan ve
20.01.2016 yılında sonuçlanan davada adil yargılanma
hakkı ihlal edilmiştir. Yargılamada makul süre
aşılmıştır. Makul süre aşıldığı için ören yeri kumla
kaplanmış, barajda su tutulmasına izin verilmesi
üzerine de su tutma işlemine girişilmiş ve Allianoi
suya gömülmüştür.
2) Teknik değerlendirme içeren
bilirkişi raporunun dikkate alınmaması ciddi bir
adil yargılanma hakkı ihlalidir. Yerel mahkemenin oy
çokluğu ile verilen davanın esastan reddi kararında,
dava dosyasında yapılan bilirkişi incelemesine
dayanılmaktadır. Bilirkişi heyetindeki azınlık
görüşü, mahkeme kararında çoğunluk görüşü halini
alarak, tek kişinin oyu ile karar verilmiştir.
3) Temyiz aşamasında duruşma
isteminin karşılanmaması da adil yargılanma hakkının
ihlalidir;
4 ) Kültürel mirasın korunmasına
ilişkin anayasa, uluslararası sözleşmeler ile
AİHS’nin 8. ve 13. maddeleri ihlal edilmiştir.
Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 02.04.2016
|
IŞİD'DEN ÖNCE VE SONRA ANTİK KENT PALMİRA
Suriye Ordusu’nun
terör örgütü IŞİD’den geri aldığı Palmira antik
kentini tekrar ziyaret eden AFP ve Getty Images
fotoğrafcısı Joseph Edi, tarihi kalıntıları tekrar
fotoğrafladı. 2014 yılında çektiği fotoğrafları da
yanında götüren Edi, Palmira’nın IŞİD’ten önceki ve
sonraki hallerini gözler önüne serdi.
Zafer Takı
Baalşamin Tapınağı. İki Korinth sütununun arasından bakış
Bel Tapınağı
Bel Tapınağı
Bel Tapınağı
Palmira Müzesi’nin içi
arkeolojihaber.net, 02.04.2016 |
TÜRKİYE'NİN 4. BÜYÜK OVASI ASLINDA GÖLMÜŞ
Kahramanmaraş'ta 2007
yılından bu yana yapılan kazı çalışmalarında,
Türkiye'nin en büyük 4. ovası olan Elbistan
Ovası'nın MÖ 6-7 binlerde göl olduğu
belirlendi.
Kentte 9 yıldır kazı
çalışması yürüten Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erik, geçmişe dönük yapılmış hiçbir çalışmanın
bulunmadığını, yoğun kömür ve maden yataklarıyla
dikkat çeken alanın arkeolojik anlamda ön plana
çıkmadığını söyledi.
Elbistan Ovası'nın
üzerinde arkeolojik anlamda yerleşimin bulunmadığına
dikkati çeken Erek, şunları kaydetti: "Ceyhan gölünün
etrafında sınırlar başlar. O sınırları gezdiğiniz
zaman hemen dışında höyüklerin başladığını
görürsünüz. Bugün Karahöyük de aynı o şekildedir.
Yani bu göl sınırlarının hemen etrafında kalmıştır.
Yaptığımız araştırmalarda belli ki bu insanların
höyükleşme dönemi içerisinde Elbistan Ovası suyla
kaplıydı. Bu sebeple de oraya yerleşmemişler.
Buraların jeolojik yapısı bu verileri veriyor.
2012'de yüzey araştırması yaparken bu göl sınırını
ortaya çıkardık. Bütün höyük yerleşimlerinin bu
sınırın hemen dışında yer aldığını gördük. 6-7
binlerden önce Elbistan Ovası gölle kaplıymış.
İnsanlar bu göl sınırının etrafına yerleşmiş. Bugün
de o göl sınırlarının dışında yoğun bir tarım
yapılmaktadır."
Erek, "Bu toprakların
bu kadar verimli olması buraların eskiden göl
olmasından kaynaklanmaktadır. Göl olduğu dönemde
bitkisel ve hayvansal organikler ölüyor ve tabana
birikiyor. Bu tabaka tabaka yüzyıllarca devam ettiği
için gölün tabanında çok ciddi anlamda organik bir
kalıntı oluyor. O zaman da çok doğal bir verimlilik
kaynağı haline geliyor. Şimdi gübrelenen toprağın
bile onun kadar verimli olması mümkün değil." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: İsmail Hakkı Demir, Fotoğraf:
Kenan Arayıcı, 02.04.2016
|
5 ASIRLIK ELYAZMALARI DESTEK BEKLİYOR
İzmir Milli Kütüphanesi'nde yüzlerce yıllık Rumca el
yazması eserler gün yüzüne çıktı. Eserlerin edebi
değeri ve tercümelerinin yapılması için destek
bekleniyor.
Milli Kütüphane
Derneği Başkanı Ulvi Puğ, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 1 milyon 100 bini aşan kitaba ve
yüzlerce araştırmacıya ev sahipliği yaptıklarını
kaydetti.
Hazine olarak nitelendirdikleri nadir eserlerin
de bekçiliğini yaptıklarını anlatan Puğ, son olarak
3 bine yakın Rumca eserin çevirisi ve modern dünyaya
kazandırılması için çalışma başlattıklarını ifade
etti.
Eserlerin yüzlerce yıllık olduğunu söyleyen Ulvi
Puğ, bu eserler arasında "paha biçilemez" olduğu
tahmin edilen bin 500 civarında el yazmasının da
bulunduğunu bildirdi.
Eserlerin tarihi, edebi değerini belirlenmesi ve
tercüme edilmesi için 90 bin liralık bütçeye ihtiyaç
bulunduğunu dile getiren Ulvi Puğ, "Bizim bunu
karşılayacak bütçemiz yok çünkü ücretsiz hizmet
veren bir vakıf kütüphanesiyiz" dedi.
Okunmayı bekleyen kitaplar arasında tarihi, dini,
anı kitapları olabileceğini dile getiren Ulvi Puğ,
kitapların bir bölümünün de matbaanın bulunmasından
önce yazıldığına dikkat çekti.
En az 500-600 yıllık olduğu tahmin edilen eserler
arasında "bin yıllık" el yazmalarının da
olabileceğini kaydeden Puğ, "Bu eserlerin bir döneme
ışık tutacağına inanıyoruz" dedi.
El yazması Kur'an-ı Kerim de var
Mimar Tahsin Sermet Bey'in yaptığı neo-klasik
binada 1933 yılından bu yana hizmet veren İzmir
Milli Kütüphanesi, birçok tarihi esere de ev
sahipliği yapıyor.
Girit Adası'nın Yunanistan'a bırakılmasının
ardından adadaki camilerin yağmalanması sırasında
zarar gören ve o dönem sayfaları eksik de olsa bin
drahmiye satın alınarak kurtarılan el yazması
Kur'an-ı Kerim, kütüphanenin en değerli eserleri
arasında bulunuyor.
Adada yaşayan Giritli Türklerden Latifzade Sami
oğlu Ahmet Esat'ın satın alarak yok olmaktan
kurtardığı altın varaklı el yazması nüsha, 1945'ten
bu yana koruma altında tutuluyor.
Kütüphanedeki önemli eserler arasında Enveri'nin
1465 yılında bitirdiği 3 bin 730 beyitten oluşan
manzum eseri "Düsturname-i Enveri" yer alıyor.
"Aydınoğulları hakkında daha fazla bilgi
içeriyor"
İslam tarihinden Fatih Sultan Mehmet dönemine
Osmanlı tarihini anlatan ve iki nüsha halinde
yazıldıktan sonra bir örneği Fransa'ya kaçırılan
eser, özellikle Aydınoğulları hakkında diğer
kitaplara oranla daha fazla bilgi içeriyor.
İzmirli Hasan Edip Efendi'nin II. Mahmud'a ithaf
etmek üzere yazdığı, Osman Gazi'den başlayarak I.
Abdülhamid dönemine kadar Osmanlı tarihini anlattığı
eseri "Ziya-üt Dehr Cila-ül Asr" da kütüphanedeki
önemli eserler arasında bulunuyor.
İzmir Milli Kütüphanesi'nde 1531 yılında
Gutenberg Matbaası'nda basılmış Aristoteles'in
hayatını anlatan Yunanca eserin yanı sıra 1732
yılında Müteferrika Matbaası'nda basılan Katip
Çelebi'nin Kitab-ı Cühannüma adlı eseri de yer
alıyor.
Akşam, 01.04.2016
|
ÖDEMİŞ'TE 2 BİN YILLIK KİTABE ELE GEÇİRİLDİ
İzmir'in
Ödemiş İlçesi'nde polis tarafından yapılan
operasyonda, Hellenistik döneme ait 2 bin yıllık
kitabe ile Osmanlı dönemine ait bir kılıcın da
aralarında bulunduğu 161 parça tarihi eser ele
geçirildi.
Ödemiş İlçe Emniyet Müdürlüğü
Asayiş Büro Amirliği ekipleri, bir işyerinde tarihi
eser saklandığını öğrendi. Mahkeme kararının
alınmasının ardından harekete geçen ekipler, dün
(perşembe) sabah işyerine baskın yaptı. Yapılan
operasyonda S.A.(59) ile M.A.D.(53) gözaltına
alındı. Aramada ise Hellenistik döneme ait 2 bin
yıllık kitabe ile Osmanlı dönemine ait bir kılıcın
da aralarında bulunduğu 161 parça tarihi eser ele
geçirildi. Tarihi eserler arasında; 75 adet metal
kare obje, 43 adet tarihi olduğu sanılan metal para,
23 adet metal yuvarlak obje, tekli 5 altın küpe, 8
metal kırık parça, altın sikkeler, metal para,
üzerinde haç işareti bulunan bir kare obje, 2 adet
eski paradan alınma kalıp yer aldı. Ayrıca iki
dedektör de bulundu. Gerekli işlemlerin ardından
eserlerin müzeye teslim edileceği bildirildi.
Zanlıların, işlemlerin tamamlanmasının ardından
adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.
Hürriyet,
Haber: Faruk Çark, 01.04.2016
|
HAYDARPAŞA'DA RESTORASYON BAŞLADI
Geçtiğimiz aralık ayında Devlet Demiryolları
İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün tarihi Haydarpaşa
Garı’nın orijinal haline sadık kalarak hazırladığı
restorasyon projesine Kadıköy Belediyesi onay
vermişti. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel
Müdürlüğü tarafından hazırlanan proje Anıtlar Kurulu
tarafından da onaylanmıştı. 28 Kasım 2010’da çıkan
yangında çatısı zarar gören tarihi Haydarpaşa
Garı’nın çatısı, özgün durumu korunarak restore
edilecek. Restorasyon projesinin danışmanlığını
yürüten mühendis Vahit Okumuş, projenin detaylarını
Gazete Kadıköy’e anlattı.
“HER AYRINTIYI
DÜŞÜNÜYORUZ”
Restorasyon çalışmalarıyla ilgili
sorularımızı yanıtlayan Vahit Okumuş, 2010 yılında
çıkan yangında orijinal çatının önemli oranda zarar
gördüğünü ve çatının zemininde bulunan demirlerin de
paslanmış olabileceğini ifade etti. Gar binasının ve
çatısının ne ölçüde zarar gördüğünü tespit etmek
için araştırmaların devam ettiği bilgisini paylaşan
Okumuş, “Şu an koruyucu çatı yapıyoruz ve çalışma
yapmak için iskele kuruyoruz. Koruyucu çatıyı
yaptıktan sonra çalışmalara tam anlamıyla
başlayacağız. Koruyucu çatıyı yapmazsak bina daha
fazla zarar görür” dedi.
Restorasyon
çalışmalarında en ince ayrıntıyı bile düşündüklerini
belirten Okumuş, kullanılan orijinal malzemelerin de
mikro analizini yapacaklarını, bu sistemle bilimsel
sonuçlara ulaşacaklarını ifade etti. Okumuş,
Haydarpaşa Garı için şu bilgileri de paylaştı: “Bu
bina tahta kazıkların üzerine oturtularak inşa
edilmiş. Ayrıca bina demir konstrüksiyonlarla
birbirine kenetlenmiş. Biz jeoaradarlarla bu tarihi
binanın demirlerle birbirine nasıl kenetlendiğini de
tespit etmek istiyoruz. Demirler ne kadar paslanmış
ya da ne ölçüde zarar görmüş bunu kayıt altına
almalıyız. Garın üzerine kurulduğu zeminin de etüt
çalışmasını yapmak gerekiyor. Çünkü bu yapı kısmen
sulu bir zemin üzerine kurulmuş. 100 yılı aşkın bir
zamandır da ciddi bir rutubet ya da sızıntı
yaşanmamış. O dönem nasıl bir izolasyon sistemi
yapılmış bunu da ortaya çıkarmak gerekiyor.”
“ZAMAN VERMEK DOĞRU DEĞİL”
Haydarpaşa Garı’nda
yürütülen restorasyon çalışmalarının ne zaman
biteceği merak edilen konulardan biri. Projenin
hangi tarihte biteceğine açıklık getiren Vahit
Okumuş, “Projenin tamamlanması için 500 gün süre
verildi. Ama bana göre, tarihi eserlerin yenilenmesi
konusunda süre verilmesi doğru değil. Çünkü bu iş
çok ciddi ve incelikli. En doğru ve iyi olanı yapmak
zorundasınız. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar
düşünmek ve araştırmak zorundayız. Üç aydır
buradayız ama hala araştırmaya devam ediyoruz” diye
konuştu.
Haydarpaşa Garı’nda kullanılan orijinal
birçok malzemenin yurtdışından getirildiğini ve
dönemin en iyi ustaları tarafından yapıldığını
söyleyen Okumuş, gar binasında kullanılan
vitrayların da yenileceğini ama camların Türkiye’de
bulunmadığını ifade etti.
“BİLİNÇSİZ
KULLANILIYOR”
Geçmişten günümüze kadar tarihi
eserlerin bilinçsizce korunduğunu söyleyen Okumuş,
her tarihi eser için kullanma ve koruma talimatının
hazırlanması gerektiğini ifade ediyor. Haydarpaşa
Garı’nda yapılan değişikliklerin de doğru bir
yöntemle yapılmadığını belirten Okumuş, “Burada
yapılan onarımlar ciddiyetsiz ve bilinçsizce
yapılmış. Bana göre tarihi eserlerin kullanımı için
talimat çıkarılmalı. Kimse kafasına göre değişik
yapmamalı” dedi.
Haydarpaşa Garı’nın Alman
mimarisinin önemli bir eseri olduğunu söyleyen
Okumuş, tarihi garın Osmanlı ve Selçuklu
mimarisinden farklı olduğunu da kaydetti. Okumuş,
“Mesele yapmak değil. Doğru olanı yapmak istiyoruz.
Eski eserlerde her şey bilinmez. Bir de burası Alman
mimarisinin bir örneği. Bizim klasik Osmanlı
mimarisinden farklı. Osmanlı ve Selçuklu mimarisini
bildiğimiz için bizim için daha kolay oluyor. Ama
buradaki çalışmalarımızla biz de her şeyi yeniden
öğreniyoruz. Şöyle söyleyeyim Alman mimarisinin en
önemli eseri ilk defa ciddi bir şekilde restore
ediliyor” dedi.
“ÖNERİLERE AÇIĞIZ”
“Kamuoyunun buradaki işleyişi ve işlerin nasıl
yürüdüğünü bilmesi gerekir” görüşünü paylaşan
Okumuş, “Buradaki restorasyon sadece Türkiye’de
takip edilmiyor. Almanya’daki ilgililer de çalışmayı
yakından takip ediyor. Restorasyon projesi
ilerledikçe panolara bilgilendirme yazıları ve
görselleri asacağız. Hatta ilerleyen zamanlarda
projenin detaylarına ilişkin sunum da yapacağız”
dedi. Bilgi almak ya da öneride bulunmak isteyen
akademisyen ve mimarlara da kapılarının açık
olduğunu söyleyen Okumuş şu çağrıda bulundu: “Elinde
burayla ilgili metin ya da kayıt varsa bizimle
paylaşabilirler. Soru sormak isteyen ya da öneri de
bulunmak isteyen akademisyenlere, mimarlara açığız.
Kapımız bu konuda bilinçli herkese açık. Gelsinler
tartışalım, beraber araştıralım.”
DAHA ÖNCE
DE RESTORASYON YAPILMIŞTI
Haydarpaşa’da Garı’nda
başlayan restorasyon ilk değil. Gar binasının birkaç
defa onarımdan geçtiği biliniyor. 1. Dünya Savaşı
sırasında silah taşıyan vagonlardaki cephanelerin
alev almasıyla binanın bazı bölümleri yanmış.
Yangında zarar gören taşlar aynı malzemeden
işlenerek, 1937-38 yılında yenilenmiş. 1979 yılında
ise Haydarpaşa Garı’nın açıklarında Indepenta adlı
Romen tankerinin bir Yunan yük gemisiyle çarpışması
sonucu yüksek ısıdan kaynaklı binanın vitraylarında
kullanılan kurşun erimiş, camlar kırılmış. O’
Linneman adlı ustanın eseri olan vitraylar yeniden
onarılmış. Dört dış cepheyle iki kulenin
restorasyonuysa 1983’te yapılmış. 2016 yılında
başlanan restorasyon çalışmalarıyla da 2010’da yanan
çatının ayakta kalan kısımları aslına uygun restore
edilecek. Binanın iç kısmındaki hizmet birimleri
korunarak yenilenecek. Binanın dış cephe temizliği
de yapılarak, taş, demir ve ahşap kısımlar
onarılacak. Zarar gören vitraylar aslına uygun
şekilde yenilenecek.
Gazete Kadıköy, Haber:
Erhan Demirtaş, 31.03.2016
|