Haberler logo Eylül '16 Arşivi

25 Eylül - 1 Ekim 2016
ERZURUM'DA OSMANLI SU KANALLARI BULUNDU



Erzurum’da altyapı çalışmaları sırasında, Osmanlı döneminden kaldığı tahmin edilen su kanalları ortaya çıktı. Kazı çalışması kısa sürede halk arasında define ve yeraltı şehri söylentilerini de beraberinde getirdi. Erzurum’da Cumhuriyet Caddesi’nde iş makineleriyle yapılan kazı çalışmasında yerin yaklaşık 6 metre altında Osmanlı döneminden kalma su kanalları bulundu. Belediye işçileri tarafından kanalların etrafı topraktan titizlikle temizlendi. Kazı çalışması, ‘define ve yeraltı şehri bulundu’ söylentisi üzerine meraklı vatandaşların ilgi odağı haline geldi. Çok sayıda vatandaş kazı yapılan alanın etrafına kısa sürede toplanarak meraklı gözlerle çalışmayı izlemeye başladı. Bazı vatandaşların define ve yeraltı şehri bulunduğu söylentisini çıkarttığı görüldü. Belediye yetkilileri ise define ve yeraltı şehri diye bir emarenin olmadığını, kazı çalışmasında Osmanlı döneminden kaldığı tahmin edilen yağmur arıtma su kanallarına rastlandığını kaydetti.
Yeni Bursa, 30.09.2016
SELÇUKLU HABERLEŞME SİSTEMİ ARAŞTIRILIYOR

Akdeniz Üniversitesi'nce başlatılan çalışmayla Anadolu Selçuklu döneminin haberleşme sistemini gün yüzüne çıkarmak için Alanya-Konya güzergahında yüzey araştırması başlatıldı.

Üniversiteden yapılan yazılı açıklamaya göre, Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü,Akdeniz Ortaçağ Araştırmaları Anabilim Dalı Başkanlığı öğretim üyeleri ve yüksek lisans öğrencileri ile mimar, sanat tarihçisi ve arkeologların da katılımıyla Anadolu Selçuklu dönemine ait haberleşme sistemlerini ortaya çıkarmak için Alanya-Konya güzergahında yüzey araştırması başlatıldı. Açıklamada, konuya ilişkin değerlendirmesine yer verilen Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Proje Başkanı Doç.Dr. Mehmet Emin Şen, "13. Yüzyıl Anadolu Selçuklu Devleti Haberleşme Sistemleri Projesi"ni hayata geçirerek çalışmalara start verdiklerini aktardı. Tarihte önemli bir yeri olan Anadolu Selçuklu Devleti dönemine ait haberleşme sistemlerini ortaya çıkarmayı amaçladıklarını vurgulayan Şen, şunları kaydetti: "Haberleşme sistemi üzerine yaptığımız çalışmanın sonuçları, sadece Türk tarihini değil dünya tarihindeki istihbarat ve iletişim yöntemlerinin tarihini de etkileyecek niteliktedir. Şu an için Alanya lokalizasyonunda kısmen tamamladığımız çalışmanın verileri, önümüzdeki aylarda kapsamlı toplantılarla değerlendirilecek. Projenin çıkış noktasını Alanya olarak belirledik. İleriki araştırma aşamalarında çalışmalarımız, Selçukluların hakim oldukları geniş bir coğrafyaya yayılacak."
Yeni Alanya, 29.09.2016

NEKROPOL ALANI ÇELİK AĞLA ÖRÜLÜYOR

Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin projelerinden Doğu Garajı Kültür Merkezi ve Nekropol alanında çalışmalar hızla sürüyor. Tarihi 3 bin yıl öncesine dayanan nekropol alanını turistik bir cazibe merkezi haline getirecek projede alanı dış etkenlerden koruyacak üst yapıyı taşıyacak çelik konstrüksiyonların monte işlemleri hızla sürüyor. Tarihi mezarların zarar görmemesi için aylardır alanda büyük bir titizlikle devam eden çalışmada, projenin üst yapı ayakları yükseliyor.

DEV AYAKLAR YERLEŞTİRİLİYOR
Şu ana kadar 58 çelik konstrüksiyonun monte edildiğini belirten yetkililer, gelecek ay da 6 çelik ayağın daha dikileceğini ifade etti. Alana yerleştirilen kolonlar 914 milimetre çapında ve 11 metre yüksekliğinde. Çelik ayaklar nekropol alanındaki arkeolojik buluntuları güneş ve yağmur gibi dış etmenlerden koruyacak. Yetkililer monte işlemleri sürerken çelik kolonların kirişlerinin de monte edildiğini belirtti. Alanda ayrıca zemin ve asma kat döşeme işlemleri ile kiriş makas çelik konstrüksiyon montajı da yapılıyor.

ÇAĞDAŞ KENT MÜZESİ
'Çağdaş Kent Müzesi' konseptiyle düzenlenen nekropol alanında teşhir, canlandırma ve bilgilendirme unsurları yer alacak. Alan süreli ve yıl boyu devam eden sergilere ev sahipliği yapacak. Arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı zemin, bir dizi platform sayesinde çevresindeki sokak kotlarına uyumlu olacak. Böylece yarı-açık sergileme alanları oluşturulacak. Alt kotlarda mezarlara yakın gezinti güzergahı ahşap, cam ve çelik elemanlar ile tasarlanacak. Çalışmalar, Büyükşehir Belediyesi arkeologlarının ve teknik kontrol ekibinin de dahil olduğu kontrol teşkilatı denetiminde ve Antalya Müze Müdürlüğü gözetiminde, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararları çerçevesinde yürütülüyor.
Kemer Gözcü, 29.09.2016

HAZZOPULO PASAJI'NDAKİ BİLMECE DEVAM EDİYOR

İstanbul Beyoğlu’nda bulunan İstiklal Caddesi, AKP döneminde hiç olmadığı kadar tahrip edildi. Talan ve rant politikalarının hakim olduğu İstiklal Caddesi’nde bir bir yükselen oteller, turistik işletmeler, AVM’ler ve mağaza zincirlerinin ardından cadde “kültürel merkez” özelliğini yitirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) “düzenlemelerinin” son kurbanı ise 145 yıllık Hazzopulo Pasajı oldu. İçerisinde, İstanbul’un en eski şapkacısından takıcısına, şarap evinden kitapçısına birçok esnafı barından Hazzopulo Pasajı’nda, çay ocağı sahipleri İBB’nin ‘ruhsat vermemesi’ nedeniyle mağdur durumda. Pasajdaki 7 çay ocağı işletmecisine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet ettikleri gerekçesiyle, 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Davanın iddianamesinde, pasajdaki 7 işletmecinin dükkanların duvarlarını izinsiz yıktığını ve izinsiz tadilat yapıldığı iddiası yer aldı. BirGün’e konuşan esnaflar ise, “muhatap bulamadıkları” gerekçesiyle şikayetçi. Çünkü Hazzopulo Pasajı yıllardır kayyum yönetiminde ve pasajın veraset davaları yıllardır sürüyor.

Hale bak önceden böyle miydi?
Pasaja girer girmez, esnaflardan bir tanesinin, şikayet dolu konuşmasını işitiyorum: “Şu hale baksana, önceden böyle miydi? Beyoğlu’nu ne hale getirdiler!”

İlk olarak 2006’dan beri pasajda olan Scala Kitapçısı’nın işletmecisi Adil Feyyat ile konuşuyorum. Feyyat, “Yaşananlar sadece Hazzopulo Pasajı’yla değil, bütün Beyoğlu’yla bağlantılı” diyor ve ekliyor: “Beyoğlu’nda neredeyse bir tane esnaf kalmadı, hepsi çıkıyor. Belediyenin baskısı çay ocağı üzerinden ilerlese de, bütün esnafa baskı yapılmış oluyor. Kayyum da burasıyla doğru düzgün ilgilenmiyor, sadece para topluyor. Biz mahkeme sürecini bekliyoruz. Esnafın bir araya gelememesi de etkili tabii. Kitapçı, çantacı gibilere ruhsat veriyor, çay ocaklarına vermiyor”

AKP talan peşinde
Feyyat ile konuşmamızın ardından Hazzopulo Pasajı’nın “müdavimlerinden” tiyatro oyuncuları Orhan Aydın ve Metin Coşkun’la karşılaşıyorum. Aydın ve Coşkun’la çay eşliğinde başlıyoruz konuşmaya. Aydın, AKP’nin bütün kültürel dokuları talan etmenin peşinde olduğunu vurgulayarak, “Yalnızca İstanbul’da değil, Anadolu’nun birçok yerinde, ne kadar kültürel doku varsa, tahrip ettiler. Bu rantın merkezi de Beyoğlu. İstiklal Caddesi’nde herkes vitrinlere bakarak dolaşır, kafalarını yukarıya kaldırıp bir baksalar, mimari dokuyla karşılaşacaklar! İçinde bulduğumuz Hazzopulo Pasajı’yla birlikte, Narmanlı Han ve Tokatlıyan Han tarihsel geçmişleri itibariyle çok önemli yerler. Burayı talan etmeye kalkmak halka düşmanlıktır! Çünkü burası halkın kullanımına açık bir yer. Burası kitapçısından takı tasarımcısına, çaycısından İstanbul’da tek kalan şapka tasarımcısına birçok zanaatkarı barındırıyor. Burayı yok etmek, hem buraya gelen insanlara hem de bu kentin insanlarına temel bir düşmanlıktır” diyor.

Güzel olan her şeye düşmanlar
“Güzel olan her şeye düşman bu adamlar” diyerek başlıyor Metin Coşkun ve şöyle devam ediyor: “Birer birer halkın sahip çıkması gereken her şeyi yok ediyorlar! Kimsede buna karşı maalesef bir şey yapamıyor”


Yaşananların suçlusu kayyum
Çayıyla meşhur, “Mustafa Amca Jean’s” de dava açılan 7 işletmeden biri. “Mustafa Amca” olarak bilinen Mustafa Kayacan’ın yeğeni Zeki Bardakçı’yla başlıyoruz laflamaya. 1985’ten beri çay ocağında çalıştığını ifade eden Bardakçı yaşananları şöyle anlatıyor: “Bizim çay ocağı 90’larda bilindi. Diğer çay ocaklarının mazileri ise iki ya da üç seneliktir. Ortada ne olduğunu kimse bilmiyor. Belediye kayyuma topu atıyor. Kayyum da karışmıyor, ‘esnaf kendi arasında halletsin’ diyor. Esnaf zaten bir araya gelemiyor. Burada muhatap yok, buraya geldiği yokki göremezsin. Burası yıkılsa kayyum gelmez. Yaşananların suçlusu kayyum aslında. Şu an harcımızı verdiğimiz halde ruhsatımızı vermediler. Beyoğlu’nda kaç tane işletmenin ruhsatı var? Pasajın geleceği de belli değil”


Beyoğlu artık bitti
Bardakçı, Beyoğlu’nun durumuna ilişkin, “Beyoğlu artık bitti” diyor ve ekliyor: “Önceden İstiklal Caddesi’ne çıkamazdım, insanların öyle kalabalıktı! 200 bin kira mı olur? Bunlar kirayla uyuyup, kirayla uyanıyorlar! Önceden bu pasajda insanlar, “günaydın, iyi günler” derdi. Şimdiyse, adam yanından geçiyor ve kafasını çeviriyor!’’

***

Pasajın tarihi
1871’de tüccar M. Hacopulo’nun yaptırdığı pasajda, önceleri üst katta evler, alt katta dükkanlar bulunuyordu. Ahmet Mithat Efendi’nin matbaasının burada olduğu, Namık Kemal’in çıkardığı İbret gazetesinin de bu matbaada basıldığı, pasajı anlatan belgelerde yer alıyor. Pasajın, Jön Türkler’in de buluşma yeri olduğu belgelerde yer alıyor.

Birgün, Haber: Uğur Şahin, 29.09.2016

SULTANLAR VE SANAT

Türk İslam Eserleri Müzesi'nde dünden bugüne yöneticilerle sanatçılar arasındaki bağa değinen ilgi çekici bir sergi açıldı. Adı; "Sultanların Sanata Yansıyan İzleri".

Osmanlı İmparatorluğu’nda sultanlar, sanat ve sanatçıyla köklü bağlar kurdular. Birçok sultan divan sahibi şairdi. Haliyle çevrelerinde şairler, sanatçılar bulunurdu.

Padişahların sanata olan yakınlıkları, onları korumalarını sağlamıştır. Aynı Batı’da da olduğu gibi özellikle şair sultanlar birer sanat hamisi kimliğini de yaratmışlardır.

Sergide divanı olan 11 padişahın tuğraları, şiirlerinin mısralarından esinlenerek süsleme sanatının örneklerini sergiliyor.

Divanı olan 11 padişahı ve mahlaslarını sıralamalıyım önce:

Fatih Sultan Mehmet-Avni (1432-1481),

II. Bayezid-Adni (1447-1512),

Yavuz Sultan Selim-Selimi (1470-1520),

Kanuni Sultan Süleyman-Muhibbi (1494-1566),

II. Selim (1524-1574),

Sultan III. Murad-Murad/Muradi (1546-1595),

I. Ahmed-Bahti (1590-1617), 

IV. Murad-Muradi (1612-1640),

II. Mustafa-Meftuni (1664-1703),

III. Ahmed-Necib (1673-1736),

III. Selim-İlhami (1761-1808).

***

Sergide, Faruk Taşkale, Sacid Açıkgözoğlu, Münevver Üçer, Hüseyin Gündüz, Kaya Üçer, Atilla Y. Turgut, Hüsna Kılıç, Emel B. Gemici, Murat Uçar, Reyhan İsen, Esin Kazazoğlu’nun eserleri bulunuyor. Her sanatçı iki adet çalışmayla sergide yer almış.

Katalogdaki incelemeler, sergiyi daha tadına vararak gezmenizi sağlayacak.

Yazarlar ve yazı başlıkları şöyle:

Osmanlı Sanatında Hami Sultanlar-Tuba Işınsu Durmuş,

Sultanların Şiirleri-Mustafa İsen.

Padişahların Hamiliği ile Gelişen Tezhip Sanatı-Münevver Üçer

Tuğra Tezhipleri-Faruk Taşkale

Ferman, Berat ve Tuğralar-Hüseyin Gündüz

Osmanlı Minyatürlerinde Padişahlara Dair-Hüsna Kılıç

Padişahlara Şiir Yazdıran Mekanlar-Kaya Üçer

İsen, sultanların sanata verdikleri önemi şu sözlerle vurguluyor:

“Osmanlı hanedanı, hem sanata verdikleri destek hem de bizzat yetiştirdikleri sanatçı şehzade ve sultanlarla dünyada başka hiçbir sarayla mukayese edilemeyecek bir zenginliğe ulaşmıştır.”

***

Sergiyi, 5 Ekim akşamına kadar gezebilirsiniz.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 29.09.2016

JAPONYA'DA OSMANLI PARASI BULUNDU



Japonya'nın güneyindeki Okinava Adası'ndaki Katsuren Kalesi harabelerinde yapılan kazılarda MÖ 4'üncü yüzyıldan kalma, Bizans İmparatoru 1. Konstantin'in tuğrasını taşıyan 4 bakır sikke bulundu. Aynı kazıda 17'nci yüzyıldan kalma Osmanlı tuğralı 6 metal para da çıkarıldı. Japon tarihçiler şimdi paraların bu kadar eski tarihte nasıl Japonya'ya ulaşmış olabileceğini araştırıyor.



Katsuren Kalesi, Japonya ile Çin ticaretinin önemli kavşak noktalarından biriydi. Ancak Okinava Adası'nda söz konusu tarihlerde Avrupa ile ticaret yapıldığına dair kayıt bulunmuyor. Kazı yetkilisi Masaki Yokou, "Bu bulgular adanın ticaretinin ne kadar canlı olduğunun kanıtı" dedi.
Sabah, 29.09.2016
BU MİRO'LAR SATILIK DEĞİL

Portekiz hükümeti 2014’te devlet koleksiyonundaki 85 adet Miro tablosunu satışa çıkaracağını duyurmuştu.

Ancak halkın tepkisi üzerine yaklaşık 30 milyon euroya satılacak olan tabloların satışı geri çekildi. Tablolar devlet koleksiyonuna ülkedeki BNP bankasının batması ve bankanın sahip olduğu kapsamlı sürrealist koleksiyona el koymasının ardından dahil olmuştu. 
Milliyet, 29.09.2016 

TÜRKİYE, AVRUPA'NIN KÜLTÜR VE SANAT DESTEĞİNE SIRT ÇEVİRDİ: PROGRAMDA YOKUZ

Türkiye, kültür ve sanatı teşvik etmek amacıyla kurulan Yaratıcı Avrupa Programı’nda (Creative Europe) bundan böyle yer almayacak.


Bu kapsamda Türkiye, Yaratıcı Avrupa projelerine katılamayacak. Ayrıca Türkiye’deki kültür ve sanat projeleri Avrupa’dan mali veya enformasyona dayalı destek alamayacak.

Aynı şekilde Avrupa’yla sanat alanındaki kurumsal işbirlikleri de geçerliliğini yitirecek.

Bakanlık: Kararı Türkiye aldı

Diken’e bilgi veren Kültür ve Turizm Bakanlığı kaynakları, Yaratıcı Avrupa Programı’ndan çıkma kararı alan tarafın Türkiye olduğunu söyledi.

Kararın henüz resmiyet kazanmadığını belirten yetkililer sürecin devam ettiğini söyledi.

Gerekçesi bilinmiyor

Konuyla ilgili karar, Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra resmiyet kazanacak ve Türkiye’nin programdan çıktığı açıklanacak.

Diken’e konuşan Yaratıcı Avrupa Programı Türkiye yetkilileri, kararın gerekçesiyle ilgili bilgi sahibi olmadıklarını, ancak süreçle ilgili gerekli açıklamanın önümüzdeki günlerde yapılacağını söyledi.

Türkiye 2014’te imzalamıştı

Yaratıcı Avrupa Programı, Türkiye adına AB Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ahmet Yücel ile AB Komisyonu adına Xavier Prats Monnè tarafından 2014 yılında imzalanmıştı.

Anlaşmaya göre Türkiye, Avrupa genelindeki kültür, sanat, film, çeviri ve bilgisayar oyunları alanında hibe desteği sağlamak amacıyla kullanılan 1.46 milyar avroluk bütçeden pay alacaktı. Ancak Türkiye’nin aldığı karar sebebiyle Türkiye’deki kültür sanat faaliyetlerine ilişkin projeler bu destekten mahrum kalacak.

Avrupa genelinde 300 bin sanatçıya destek

Anlaşmayla birlikte Türkiye, Avrupa çapında 300 bin sanatçı ve kültür çalışanına sağlanacak destekten pay alıyordu. Programın en önemli amacı ise sanatçıların eserlerini kendi ülkeleri dışında sergileme imkanı bulmasını ve maddi destek almasını sağlamaktı.

Bu kapsamda Avrupa genelinde bini aşkın film dağıtım desteği, en az 2 bin 500 sinemaya finansman sağlanıyor. 5 bin 500’den fazla kitap ve edebiyat eseri için de çeviri desteği veriliyor.

Programın hedefi ise kültür organizasyonlarına destek çıkmak, sanatçı ve kültür çalışanlarına profesyonel olarak eğitim vermek ve uluslararası alanda çalışma becerisi kazandırmak.

Ancak Türkiye’nin programdan ayrılmasıyla birlikte bu desteklerin hiçbirinden faydalanılamayacak.

Kültür sanat alanının önde gelen isimleri kararı üzüntüyle karşıladı.

Görgün Taner: Yeniden yer alabilmek için her türlü adım atılmalı
Kararı Diken’e değerlendiren İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner üzüntüsünü dile getirerek, programın Türkiye’deki sanatçılar için önemli olduğunu söyledi: “Yaratıcı Avrupa Programı’nda Türkiye’nin artık yer almayacak olması tüm kültür endüstrisi için çok üzücü bir gelişme. Bu program kapsamında oluşturulan ve Türkiye’nin de katkıda bulunduğu fondan yararlanabilmek hem sanatçılar hem de kültür kurumları için büyük önem taşıyordu.”

Türkiye’de kültür sanata ayrılan kaynakların yerel ve merkezi ölçekte çok kısıtlı olduğunu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesinin toplam ülke bütçesinde ancak yüzde 0.5’lik pay oluşturduğunu hatırlatan Taner, Türkiye’nin programa yeniden dahil olması gerektiğini ifade etti: “Yaratıcı Avrupa gibi programlara katılım uzun zaman gerektiriyor, uzun müzakereler sonucunda gerçekleşiyor. AB üyesi olmadığımız halde yararlanabildiğimiz bir fon sunmanın yanı sıra bu programın içinde yer almanın Türkiye’ye uluslararası ağlarla bağlantılar kurmak, uluslararası arenada görünürlük ve tanıtım olanakları kazandırmak açısından da çok faydaları vardı. Yeniden bu program içinde yer alabilmek için gereken her türlü adımın ivedilikle atılması gerektiğine inanıyorum.”

Vasıf Kortun: Umarım bu karardan en kısa zamanda dönülür
Diken’e konuşan SALT Araştırma ve Program Direktörü Vasıf Kortun, birçok projenin bu destek olmaksızın gerçekleştirilemeyeceğini söyledi: “Daha dün 2017 için Yaratıcı Avrupa Programı’na yeniden başvurmak üzere L’internationale Müze Konfederasyonu olarak arkadaşlarımız Brüksel’deydi. Toplantıda Türkiye’nin ne önder ne de partner olarak fonlara başvuramayacağını öğrendik. Bizim gibi birçok kültür kurumu için bu destek olmadan gerçekleşemeyecek projeler söz konusu.”

Devlet desteğinin son 50 yılda giderek azaldığını belirten Kortun, Yaratıcı Avrupa Programı’nın ‘kabile çıkarları’ tarafından yönetilmediğini ve bu anlamda Türkiye için önemli olduğunu ifade etti: “Kültürün barıştırma, müzakere ve birbirini anlama veya birbirinden öğrenme için çok güçlü bir araç olduğu aşikar. Aynı zamanda kendi içine ve ezberlerine kapanmayan, genişletilmiş bir Avrupa ufku için de bu fonların önemi büyük. Türkiye’nin kültür üreticilerinin dünyaya sunacakları var ve bu çok önemli bir kanaldı.  Monokültürün ne kadar marazi ve sürekli deformasyona teşne bir şey olduğunu biliyoruz. Devlet desteği en azından yarım asırdır azala azala karşılıklı bir güvensizlik içinde eridiği bu günlere kadar geldik. Bu sadece Türkiye’ye özgü olmasa da, buradaki durum çoğu yerden, en azından Avrupa’dan daha trajik. Yaratıcı Avrupa Programı gibi mekanizmalar ‘kabile çıkarları’ tarafından yönetilmeyen nadir desteklerden biriydi. Bu gelişmeler özellikle özerk kültür kurumlarını çok kötü etkileyecek.  Umarım bu karardan en kısa zamanda dönülür. Buna hepimizin ihtiyacı var.”
diken.com.tr, Haber: Can Semercioğlu, 28.09.2016

İŞTE TÜRKİYE'DEKİ MÜZE SAYISI

Türkiye genelinde müze sayısı, geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 4,3 artarak 409 oldu - Müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı yüzde 5,6 azalarak, 28 milyon 122 bin 934'e geriledi 

Türkiye genelinde müze sayısı, geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 4,3 artarak 409'a ulaşırken, müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı yüzde 5,6 azalışla 28 milyon 122 bin 934'e düştü.

2015 YILINA İLİŞKİN KÜLTÜREL MİRAS İSTATİSTİKLERİ AÇIKLANDI

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015 yılına ilişkin kültürel miras istatistiklerini açıkladı. 
Buna göre, Türkiye genelinde müze sayısı geçen yıl 2014'e göre yüzde 4,3 artarak 409'a ulaştı. Söz konusu müzelerin 193'ü Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde, 216'sı ise özel müze kategorisinde yer aldı. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki müzelerin 63'ü arkeoloji ve tarih, 44'ü etnografya ve antropoloji, 86'sı ise genel müze olarak faaliyet gösterdi. Bakanlığa bağlı müzelerdeki eser sayısı, bir önceki yıla göre 0,6 artarak 3 milyon 235 bin 113 oldu. 

Bakanlığa bağlı müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı geçen yıl bir önceki yıla göre, yüzde 5,6 azalarak 28 milyon 122 bin 934'e geriledi. 

Türkiye'de 2014'te bakanlığa bağlı ücretli müze ve ören yerlerini, ücret ödeyerek ziyaret edenlerin sayısı 23 milyon 692 bin 984 ve toplam ziyaretçiler içindeki payı yüzde 79,5 iken, 2015'te 19 milyon 699 bin 239 ziyaretçi ile bu pay yüzde 70'e düştü. Ücret ödenmeyen müze ve ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısı 6 milyon 106 bin 806 ve toplam ziyaretçiler içindeki payı 2014'te yüzde 20,5 olarak gerçekleşirken 2015'te bu pay 8 milyon 423 bin 695 ziyaretçi ile yüzde 30'a yükseldi. 

ÖZEL MÜZELERİN SAYISI VE ZİYARETÇİSİ ARTTI 
Özel müzelerde mevcut eser sayısı, 2015'te 2014'e göre yüzde 5,1 yükselerek 393 bin 602 oldu. Bu müzelerdeki ziyaretçi sayısı aynı dönemde yüzde 9,8 artarak 8 milyon 925 bin 132'e çıktı. 
Milli parkların alanı geçen yıl 2014 yılına göre yüzde 1,7 artarak 828 bin 614 hektar olarak kaydedildi. Tabiat parkı sayısı söz konusu dönemde yüzde 1,5 artışla 204'e, alanı ise yüzde 2,5 artışla 99 bin 394 hektara yükseldi. 

Tabiat koruma alanlarının sayısı geçen yıl bir önceki yıla göre değişmedi ve büyüklüğü yüzde 0,02 artarak 64 bin 224 hektar olarak hesaplandı. Tabiat anıtı sayısı aynı dönemde değişmezken, alanı yüzde 4,6 artış gösterdi. 
Hürriyet, 28.09.2016

İNŞAATTAN 2 BİN YILLIK MOZAİK ÇIKTI

Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde Meyrleia antik kentinde yapılan kurtarma kazısı sırasında 2 bin yıllık iki mozaik bulundu. Üzerinde çiçek işlemeleri bulunan mozaikler Bursa Müzesi tarafından korumaya alındı.

Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya İlçesi'nde yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun seramik parçalarına rastlayınca Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na başvurarak bölgenin 1’inci derece arkeolojik sit alanı ilan edilmesini önermiş, ancak koruma kurulu bölgeyi 3’üncü derece arkeolojik sit alanı ilan etmişti. 2015 yılında özel mülkünde konut yapmak isteyen bir kişi Mudanya’nın Ömer Bey Mahallesi’ne bağlı 1448 ada 8’inci ve 22’nci parsellerde müze denetiminde sondaj kazısı yaptı. 22’nci parselde Meyrleia antik kentine ait eserlere rastlanınca müze denetiminde bir kurtarma kazısı yapıldı.

İKİ MOZAİK BULUNDU
Yaklaşık bin metrekarelik alan üzerinde yapılan kazıda Meyrleia antik kentine ait künk, kanal, seramik fırın, arşitrav, mozaik, temel, taban, duvar, apsisli yapı ve cadde kalıntılarına rastlandı. Kazı çalışmaları devam ederken, Milattan Sonra 1. yüzyılda antik kent evlerinin tabanında süsleme olarak kullanılan çiçek desenli iki mozaik bulundu. Mozaiklerden birinin zaman içerisinde tahribata uğradığı tespit edilirken, diğerinin sağlam olduğu ortaya çıktı. Mozaikler Bursa Müze Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı. Yaklaşık 1 yıl süren kazı sonrasında antik kent ile ilgili Bursa Müze Müdürlüğü tarafından bir rapor hazırlanarak Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi. Raporda 3. derece arkeolojik sit alanı içerisinde bulunan antik kente ait yapıların yerinde korunması ve kent arkeolojisine kazandırılması önerildi.

Hürriyet, Haber: İdris Emen, 28.09.2016

URARTULARDA SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİNİN ÖNEMİ



Van Kalesi’nin kuzeyindeki höyükte yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında çıkan çanak çömlekler, Urartuların o dönemlerde süt ve süt ürünlerine verdiği önemi ortaya koyuyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle Van Kalesi’nin kuzeyindeki höyükte İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında yürütülen kazılarda bulunan eserler ve kalıntılar, Urartu Krallığı ve dönemin yaşamıyla ilgili yeni bilgilere ulaşılmasını sağlanıyor. Bu çalışmalar kapsamında bulunan çanak çömlekler de Urartuların 2800 yıl öncesine dayanan süt ve süt ürünlerinde oldukça ileri olduğu gözlemleniyor. Konu hakkında bilgi veren Konyar, “Devam eden çalışmalarda özellikle depo mekanlarında yumurta biçiminde kaplar çok yoğun olarak ortaya çıkıyor. Aslında bugün yine havanların yoğun olduğu köylerde ve Anadolu’nun diğer köylerinde peynir üretiminde gördüğümüz kap tiplerinin neredeyse birebir aynısını burada görüyoruz. Burada bulduğumuz küplerin altları genellikle tekli ve ikili deliklerin olduğu görünüyor. Özellikle üstte taşla sıkıştırılmış ürünün suyunun zamanında çıkmasını sağlıyor. Burada tabii ki Urartu’da hayvancılıkla ilgili, hayvancılıkla ilişkisine inmek gerekiyor. Bizce bunların tümünü peynir üretiminde ve benzer ürünlerde kullanılmış çanak-çömlek. Oldukça yoğun olarak kullanılıyor ve yoğun bir şekilde hayvancılık faaliyetleri gösteriyor. Özellikle süt ürünlerinde mutlaka etkin ve daha gelişmiş bir atölyeleri olmalıydı. Bu kazdığımız alanında çok sayıda bu bahsettiğim tipte çanak-çömlek ortaya çıktı ve biz bu alanlarda özellikle peynirin yanında tabii süt ürünlerinde işlenmiş olabileceğini düşünüyoruz” dedi.

Doç.Dr. Erkan Konyar, “Daha önce de söylediğim gibi bunların içlerinde yapılacak kimyasal analizlerle içlerinde üretilmiş ürünlerin niteliklerini saptayabileceğiz. Ama dediğim gibi en azından Van’da da peynir, otlu peynir için bir şey söyleyemem tabii ki peynir üretimi ta Urartu’ya kadar uzandığını ve daha erken dönemlere kadar gittiğini söyleyebiliriz. Bu buluntular da en azından bize bunu gösteren somut alanlardan bazıları” şeklinde konuştu.
NEANDERTAL FOSİLLERİ ÜZERİNDE YAPILAN TARAMALAR ARALARINDA NASIL İLETİŞİM KURDUKLARINI ORTAYA KOYDU

Neandertaller bizim gibi mi konuşuyordu? İnsanların soyu tükenmiş akrabalarının kulak kemikleri üzerine yapılan taramalar, onların insanlar gibi sesli iletişime uygun olacak şekilde ayarlandığını ortaya çıkardı.


Neandertaller üzerinde ilk fosil kemikleri üzerinde çalışan arkeologların, aptal ve ilkel olduklarına dair savları reddedilmekteydi ancak durum gösteriyor ki neandertaller en az türümüz kadar konuşkan da olabilirler.



Dailymail’de yer alan habere göre, araştırmacılar, Neandertallerin Homo Sapiens gibi sesli iletişim kullanmış olabileceklerine dair kanıtlara ulaştılar. Neandertaller fosillerinden ve modern insandan alınan kulak kemikleri 3 boyutlu tarayıcılarla analiz edildi. Almanya’nın Leipzig şehrindeki Max Planck Enstitüsü’nde paleoantropolog olan Profesör Jean Jacque Hublin, Ulusal Bilimler Akademisi’nin dergisinde, meslektaşlarıyla birlikte yazdığı makalede ” Sonuçlarımız, Neanderthal ile anatomik olarak modern insanın kulak kemikçiği arasında çarpıcı farklılıklar göstermektedir. Kulak kemikçiği morfolojisindeki belirgin farklılıklara rağmen, özellikle Afrika maymunları ile kıyaslandığında, Neanderthaller ile modern insanlar arasında işlevsel olarak kulak kemikçiği ve onu çevresindeki orta kulak yapılarına dair ilgili parametrelerinde büyük oranda benzerlikler bulunmaktadır.”

  

Makalenin devamında ise şu vurgu yapılıyor: ” Bunlar, Neandertaller ve modern insanların, orta kulakta, son ortak atalarından miras kalan benzer işitsel hassasiyeti korumak için seçici sıkışmanın işlevsel olarak eşdeğer çözümlere sahip olduğunun göstergesidir. Bu da iki türde tutarlı sözlü iletişimin yönlerini akla getirmektedir.”

Araştırmacılar, 14 Neandertal fosilinden elde ettikleri kulak kemiklerini, işlevlerini analiz etmek için 3 boyutlu modellerle çalıştılar. Bu çalışmaların içerisinde, kulak kemiği yapısındaki farkılıkların ise neandartellerde görülen beyin büyüklüğü farkılıklarıyla ilişkili olduğunu öne sürüyorlar. Birçok araştırmacı, Neandertallerin yavaş zekalı ve erken insan döneminin ilkel bir türü olduğu ve sadece homurdanarak iletişim kurduğuna inanıyordu. Fakat araştırmalar gösterdi ki Neandertallerin konuşma yeteneği de olabilir.



Araştırmacılar modern insana ait orta kulak ile(solda), neandertallerinkinin(sağda) benzer işlevlere sahip olduğunu buldu.

Son zamanlarda yapılan bir araştırma da Neandertallerin takı yapmış olabileceğini ve belki de sofistike bir kültüre sahip olabileceğini gösteriyor. Profesör Hublin, modern insanlar ile neandertaller arasındaki farklılıkların, bir türün diğerine göre daha gelişmiş olduğundan daha çok, ayrılmış evrim yollarının bir işareti olarak göründüğünü belirtiyor.
“Konuşulan karmaşık insan dilinin evrimi üzerinde yapılacak gelecekteki araştırmalarda, bulgularımız temel alınmalıdır.”
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul, 27.09.2016

ÇANAKKALE'DE SU PATLAĞI 3 LAHİT ORTAYA ÇIKARDI

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü yakınlarında, su borusundaki patlağı onarmak için kepçeyle yapılan kazı sırasında ortaya çıkan üç lahit için Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından kurtarma kazısı başlatıldı.

Kemer Köyü'ne su akışını sağlayan içme suyu borusu patlayınca onarım çalışması başlatıldı. Parion Antik Kenti yakınındaki boru paktlaığında kepçeyle onarım çalışması yapılırken, 3 lahite rastlandı. Durum hemen Jandarma ile arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yetkililerine bildirildi. Jandarma ve Kemer Köyü Muhtarı sabaha kadar lahitlerin başında nöbet tuttu.

Bugün ise Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nden kazı ekibi olay yerine gelerek, kurtarma çalışması başlattı. Kurtarma kazısı ile lahitler toprak altından tamamen gün yüzüne çıkarıldı. Kepçenin, su borusunu tamir için yaptığı ilk müdahale sırasında lahitlerden ikisinin kapağı kırıldığı belirlendi. Kazı ekibi, kurtarma kazısını sürdürürken, köylülerden bazıları çalışmaları merakla izledi. Köylülerden kimisi de cep telefonlarıyla lahitleri görüntüledi.

Bugün akşam saatlerinde lahitlerin kapaklarının açılmasını bekleyen köylülere, kazı ekibi kapağın yarın açılacağını söyledi. Köylüler lahitlerin açılmasını isterken birinde altın olduğunu ileri sürüldü.

Kemer Köyü sakinlerinden 72 yaşındaki Ali Koç, "Niye açtırtmıyorlar şimdi bu mezarları? Basın burada, herkes burada. Ne varsa dühnya görsün, niye saklıyorlar. Kepçe operatörü ve muhtar lahitler bulunduğunda ilk anda içinde altın gerdanlık görmüş" dedi.

Kemer Köyü Su Ürünleri Kooperatif Başkanı Mustafa Çiftçi ise yakındaki bir demir çelik fabrikasının daha önce burnadan çıkan lahitleri denize attığını ileri sürerek, "Şu anda denizde araştırma yapılsın" dedi.

Lahitlerin bulunduğu 6 dönümlük tarlanın sahibi 40 yaşındaki İsmail Güler de "Buradan lahit çıkacağı aklımıza gelmemişti. İnşallah içinden iyi bir şey çıkar. Bize de faydası olur" dedi.

Lahitlerin bulunduğu alanın yakınında ise Parion antik kenti bulunuyor ve yaz aylarında burada arkeolojik kazılar yapılıyor.
Hürriyet, 27.09.2016



******


ÇANAKKALE'DE BULUNAN LAHİTLERDEN İKİSİ AÇILDI

Çanakkale'nin Biga İlçesi'nde, patlayan su borusunun  onarımı için kazı yapılırken bulunan 3 lahitten ikisinin kapağı açıldı.

Kemer Köyü'ne su akışını sağlayan borunun patlaması üzerine köy  muhtarlığınca başlatılan onarım sırasında bulunan lahitler için başlatılan  kurtarma kazısı tamamlandı.

Çanakkale Arkeoloji Müzesi yetkililerince yapılan çalışmada, açılan  ilk lahitin içinden bir altın taç, bir avuç altın boncuk, yüzük, 3 adet mermi  çekirdeği büyüklüğünde altın materyal, 2 adet broş ile 1 adet sapsız ayna çıktı.

Diğer lahitten ise değerli eşya çıkmazken üçüncü lahitin yarın  açılacağı belirtildi.

Milattan önce (MÖ) 4. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen lahitlerin,  bulundukları bölgeye 2 kilometre uzaklıkta bulunan Parion antik kentinin  nekropolünün uzantısı olduğu düşünülüyor.
Milliyet, 28.09.2016



******


PATLAYAN SU BORUSU SKANDALI ORTAYA ÇIKARDI

Çanakkale’nin Biga İlçesi'ndeki tarladan geçen su hattında bulunan lahitler, korkunç gerçeği ortaya çıkardı. Kemer Köyündeki bir tarlada patlayan su borusunu onarmak için kepçeyle yapılan kazı sırasında 3 lahit bulundu. 2 bin 800 yıllık geçmişe sahip olan Parion antik kenti yakınlarında, Bekirli Termik Santralı yolu üzerinde bulunan lahitler, jandarma gözetimindeki kurtarma kazı ile açığa çıkarılıyor. Tarlada bulunan lahitler, yaklaşık 10 yıl önce antik kentin bitişiğinde kurulan İÇDAŞ şirketine ait termik santralle ilgili iddiaları da yeniden gündeme getirdi. Köylülerin iddiasına göre termik santralın inşası sırasında ortaya çıkan çok sayıda tarihi eser denize atıldı.

Bekirli ve Kemer köyleri sınırlarında, antik kentin yayıldığı alanda kurulduğu öne sürülen termik santral için verilen ÇED iznine karşı çıkan Prof.Dr. Cevat Başaran başkanlığındaki Parion Kazı Ekibi, santralın kurulması durumunda antik kent ve çevresinin bundan zarar göreceğini belirterek ÇED izninin iptalini istedi. Ancak Aralık 2007’de ilgili bakanlıklara gönderilen iptal talebinin ardından kısa bir süre sonra 2008 yılında İÇDAŞ şirketi ile Parion Kazı Evi arasında yapılan sponsorluk protokolü ile termik santral şirketi kazıların ana sponsoru oldu. Köylüler, termik santral çalışmaları sırasında ortaya çıkan çok sayıda tarihi eserin denize atıldığını öne sürüyor.

KAZI EKİBİ ÖNCE TERMİK SANTRALIN ÇED İZNİNİN İPTALİNİ İSTEDİ

2005 yılında kazı çalışmalarına başlanan Parion antik kentinin bitişiğinde termik santral inşa edilmesinin gündeme gelmesiyle, dönemin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı’na birer resmi yazı gönderen Parion Kazıları Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran, 10 Aralık 2007 tarihli yazısında, alandaki 3 yıllık kazı çalışmaları sırasında önemli bulguların ortaya çıkarıldığını belirterek, termik santral için verilen ÇED izninin iptalini istedi.

‘BU DOĞANIN VE KÜLTÜRÜN YOK EDİLMESİNE GÖZ YUMMAKTIR’
İÇDAŞ firması tarafından kurulmak istenen termik santralın çevreye, tarım ve hayvancılığın yanı sıra kültürel değerlere de zarar vereceğini savunan Başaran, “Bugün Kemer’de Parion adlı bir antik kent doğuyor. Beyaz mermerleri, cadde, sokak, villa ve tiyatrosuyla bir kent canlandırılmaya çalışılıyor. Kurulacak tesisler kültür ve turizm değerlerini olumsuz yönde etkileyecektir. Bu açıdan çevre sağlığını da olumsuz etkileyecek bu tesislerin kurulmasına izin vermek, bölgenin doğal ve kültürel özellikleriyle korunması gerekli değerlerimizin yok edilmesine göz yumma anlamına gelmektedir” ifadelerini kullandı.

TARİHİN KADERİ TERMİK SANTRALIN YAPACAĞI YARDIMA BAĞLANDI

Ancak 2008 yılında İÇDAŞ firması Parion kazılarına sponsor oldu. Dönemin Parion Kazı Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran ile İÇDAŞ A.Ş Genel Müdürü Bülent Engin arasında imzalanan 11 maddelik sözleşmeyle Parion kazılarının geleceği İÇDAŞ firmasının yapacağı ekonomik yardımlara bağlandı.

‘BAKANLIK VE VALİLİK PARA VERMİYOR, YARDIM EDİN’

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da onayı ile yapılan protokol çerçevesinde İÇDAŞ firmasının Parion kazılarına yaptığı 24 Temmuz 2008 tarihli bağış makbuzlarından birinin tutarı 173 bin 796 lira. Parion kazılarını yürüten ekibin, İÇDAŞ şirketine bu ödeneği talep etmek için yazdığı yazıda, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çanakkale Valiliği ve İl Özel İdaresi’nin arkeolojik kazılara herhangi bir ödenek ayırmadığının görüldüğünü belirterek bağış talebinde bulunması ise dikkat çekiyor.

TERMİK SANTRAL 2011’DE HİZMETE AÇILDI
Parion kazılarına 10 yıllığına sponsor olan İÇDAŞ firması, Kemer ve Bekirli köyleri arasında deniz kıyısında inşa edilen 600 mw kurulu güce sahip Bekirli Termik Santralını 2011 yılında hizmete açtı. Termik santralın ikinci ünitesi ise 2013 yılında dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız tarafından hizmete alındı.

KÖYLÜLER DAVA AÇARAK TARİHİ ESERLERE DİKKAT ÇEKMİŞTİ
Antik kentin etki alanında kurulan termik santralın inşaatı aşamasında verilen ÇED iznine dava açan yöre köylülerinden Kenan Taş, dava dilekçesinde antik kentin santral inşaatından olumsuz etkileneceğine dair çekincelerini de mahkemenin dikkatine sunduklarını belirterek, “Bizim açmış olduğumuz davayı İdare Mahkemesi önce ehliyet ve usul yönünden reddetti. Biz de bu kararı temyiz ettik. Dosya şu anda Yargıtay’da. Ancak Kemer Köyünde, termik santralın yolu üzerindeki tarlada bugün ortaya çıkan lahitler, bizim çekincelerimizin haklılığının ispatıdır. Geciken adalet adalet değildir elbette ama ilahi adalet üzeri örtülen hukuksuzlukları bir bir ortaya çıkarıyor” diye konuştu.

SORUŞTURMAYI KAPATAN SAVCI FETÖ’DEN TUTUKLANDI
Lahit bulunan bölgede daha önce de çeşitli tarihi eserlerin ortaya çıktığını dile getiren Taş, yöre halkının tarihi eserlerin yok edildiğine ilişkin şikayetleri üzerine 2009 yılında Biga Cumhuriyet Savcılığı’nca başlatılan soruşturmanın takipsizlikle sonuçlandığına dikkat çekerek, “Dönemin Biga Cumhuriyet Savcısı Uğur Ağrı, kültür mirasının tahrip edilmesiyle ilgili 2009/ 2990 numaralı soruşturmayı takipsizlik kararı vererek kapattı. Ancak adı geçen savcı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yürütülen FETÖ operasyonlarıyla görevden alınarak cezaevine gönderildi. Biz bu savcının verdiği takipsizlik kararının şaibeli olduğuna inanıyoruz” görüşünü dile getirdi.

MÜZE YETKİLİLERİ ALANDAKİ ÇALIŞMANIN DURMASINI İSTEMİŞTİ
2009 yılında köylülerin termik santral inşaatının hafriyat çalışmaları sırasında tarihi eserler ortaya çıktığı ve bunların tahrip edildiği yönünde Biga Cumhuriyet Savcılığı’na yaptıkları şikayet üzerine bölgeye gönderilen Çanakkale Müzesi uzmanları, jandarma gözetiminde ve İÇDAŞ firması yetkilileriyle birlikte yaptıkları incelemenin ardından 4 sayfalık bir rapor hazırlayarak Savcılığa teslim etti. Fotoğraflarla da belgelenen tahribata ilişkin raporda, alanda yapılacak kurtarma kazılarıyla arkeolojik potansiyelin tümüyle açığa çıkarılacağı belirtilerek, daha fazla tahribata neden olunmaması için belirlenen kesimlerde çalışmaların durdurulması istenmişti.

Odatv, Haber: Yusuf Yavuz, 28.09.2016

ANTALYA'DA 15 MİLYON YILLIK DENİZ CANLISI FOSİLLERİ BULUNDU

Antalya'nın Manavgat İlçesi’nde Toros Dağları’ndaki 1600 rakımlı Sülek Yaylası’nda 15 milyon yıllık olduğu tahmin edilen taşlaşmış deniz canlısı fosilleri bulundu.

Manavgat’ta Bahçeşehir Okulları Anadolu Lisesi’nde coğrafya öğretmeni ve Akdeniz Üniversitesi Coğrafya Anabilim Dalı yüksek lisans eğitimine devam eden 25 yaşındaki Bilgiday Harman, temmuz ve ağustos aylarında Toros Dağları’ndaki 1600 rakımlı Sülek ve 1950 rakımlı Göktepe yaylalarında arazi çalışmalarında bulundu. Çalışmalar sırasında Harman istiridye, su kaplumbağası, deniz kabuklusu, salyangoz, su yosunu ve mercanların taşlaşmış fosillerini buldu. 

TOROS DAĞLARI HALEN YÜKSELİYOR
Toros Dağları’nın oluşum sürecinin 35 milyon yıl öncesine uzandığını söyleyen öğretmen Bilgiday Harman, "Toros Dağları 2’nci Mezozoik zamanda üst oligosen döneminde oluşmuştur. Ülkemizde güneyden Arabistan levhası (tektonik tabaka, ana kara), kuzeyde ise Sibirya levhası sıkıştırıyor. Ülkemiz bu sıkışmaya daha fazla direnemeyip kıvrılarak yükselmeye başlıyor. Bu yükselme sırasında Toros Dağları oluşuyor. Alp- Himalaya dağ oluşumu olarak geçen, Avrupa’nın ortasında olan Alp Dağları’yla Hindistan’ın kuzeyinde bulunan Himalaya Dağları’yla Anadolu Toros Dağları aynı zamanda oluşmuştur. Hala da yükselmemiz devam ediyor. Çünkü hala Arabistan ve Sibirya levhalarının Anadolu Yarımadası’nı sıkıştırması devam ediyor" dedi. 

’15 MİLYON YIL ÖNCESİNE AİT OLDUKLARINI TAHMİN EDİYORUM’
Fosilleri Sülek Yaylası’nın doğu kesimlerinde yaptığı arazi gezisi çalışmaları esnasında bulduğunu belirten Harman, "Bu fosillere 1500- 2000 rakımlarda ya da 1000- 2000 rakımlarda özellikle aşınan bölgelerde rastlanıyor. Üzerleri toprakla kapanıp havayla temasları kesildiği için fosilleşiyorlar. Aşınımın fazla olduğu yerlerde yüzeye çıkmış oluyor fosiller ya da yol çalışması sırasında kazılan bölgelerde ortaya çıkabiliyor. Fosillerin yaşı konusunda kesin bir tarih vermem mümkün değil. Bu taşların kesin oluşum tarihlerini bilmek için bilimsel yöntemler kullanmamız gerekiyor. O bilimsel yöntemleri de üniversitelerimiz kullanıyor. Ancak Toros Dağları’nın oluşum sürecini dikkate aldığımızda en az 15 milyon yıl öncesine ait olduklarını tahmin ediyorum" diye konuştu.

’BİTKİ LİFLERİ ÇOK NET BELLİ’
Taşlaşmış fosillerin bütün özelliklerini koruduğunu belirten Bilgiday Harman, bilgi sahibi olmayan ve dikkatli bir şekilde bakmayanların bu taşların fosil olduğunu anlamasının zor olduğunu vurguladı. Bulduğu büyük taşı ve üzerindeki fosilleri gösteren Bilgiday Harman, şöyle dedi:

"Dikkatli bakmadığımız zaman normal bir taş zannedip, gelip geçiyoruz. Hatta birçok yaylada insanlar, orada ikamet eden kişiler bunlardan duvar bile örüyor. Fakat dikkatli şekilde baktığımızda üzerindeki mercanların, yosunların çok net şekilde belli olduğunu görüyoruz. Hala bitki lifleri çok net şekilde belli. Yani tam anlamıyla bir su yosunu, bir mercan burada tamamen kayalaşmış şekilde duruyor. Bu benim getirebildiğim bir parça. Bunun dışında çok büyük parçalar dağlarda mevcut."

DENİZ YILDIZI, KAPLUMBAĞA ÜZERİNDE FOSİLLEŞMİŞ
Bulduğu en etkileyici fosillerden birinin kırmızı renkli deniz kabuğu olduğunu kaydeden Harman, fosiller arasında birbiriyle yapışık halde deniz yıldızı ve su kaplumbağası bulduğunu belirtti. Harman, "Deniz yıldızı çok net bir şekilde görüyoruz fakat deniz yıldızı bir taş üzerine değil bir su kaplumbağası üzerine yapışmış. Ters çevirdiğimiz zaman su kaplumbağasının iskeletini, fosilini, kalıntısını görüyorum. Bu da gösteriyor ki bu deniz yıldızı öldükten sonra bir su kaplumbağasının sırtına yapışmış ve bu şekilde fosilleşmiş" dedi.

OKULDA SERGİLENİYOR
Şimdilik Bahçeşehir Okulları Manavgat Anadolu Lisesi’nde öğrencilerin incelemesi için sergilenen fosillerin, önümüzdeki günlerde muhafazalı bir şekilde sergilenmeye devam edeceğini belirten okul müdürü Harun Yılmaz, öğrencilere en iyi eğitimi verebilmeleri için öğretmenlerin kendini geliştirmeleri amacıyla bu tür akademik çalışmaları desteklediklerini vurguladı.
Hürriyet, Haber: Mithat Abakan, 27.09.2016

AMASRA'DA SONDAJ KAZISINDA BULUNAN 50 İNSAN İSKELETİ İNCELENİYOR

Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, Bartın'nın Amasra İlçesi'nde geçen Nisan ayında inşaat için yapılan sondaj kazısında bulunan 50 insan iskeletinin, Bizans dönemine ait 800 yıllık olduklarının tahmin edildiğini söyledi.



İlçede bir vatandaş, 2 yıl önce Boztepe Mahallesi'ndeki arazisine inşaat yapmak için amasra Müze Müdürlüğü'ne başvurdu. İlçenin çoğu alanının 3'üncü doğal SİT alanında bulunması nedeniyle Amasra Müze Müdürlüğü sondaj kazısı yaptı. Kazıda, geçmiş dönemlere ait tarihi bir yapıyla karşılaşılınca, Karabük Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na durum bildirildi. Kurul, kazı çalışmalarının genişletilmesi yönünde karar aldı.

   

Amasra Müze Müdürlüğü'nün denetiminde geçen Nisan ayında yapılan ve yaklaşık 1 ay süren kurtarma kazısında 'Şapel' olduğu düşünülen taş yapı ile yapının çevresinde 50 insan iskeleti bulundu.



Amasra Müze Müdürü Baran Aydın, yapılan görüşmelerden sonra iskeletlerin özel bir yöntemle kutulara konulup incelenmek üzere 1 ay önce Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Antropoloji Bölüm Başkanlığı'na gönderildiğini söyledi. İskeletlerin 800 yıllık ve Bizans dönemine ait olduğunu düşündüklerini söyleyen Aydın, şöyle konuştu:

"Şu anda iskeletlerin incelenmesi sürüyor. İncelemelerin tamamlanmasının ardından yaş grupları, hastalıkları, ölüm sebepleri ile genetik ilişkileri gibi konular açığa çıkacaktır. Sonuçların gelmesinden sonra neler yapılacağı konusunda bakanlık ve ilgili kurumlarla gerekli görüşmeleri yapacağız. Görüşmeler doğrultusunda tarihi yapı ve iskeletlerle ilgili gerekli çalışmalar devam edecektir. Şu anda kazı alanını da koruma altına aldık."
Milliyet, 27.09.2016

ANTANDROS ANTİK KENTİ KAZILARINDA KOZMETİK DÜKKANLAR BULUNDU

Balıkesir’in Edremit İlçesi'nde, 16 yıldır süren Antandros antik kenti kazı çalışmalarında 8 dükkan bulundu.

Altınoluk Kırsal Mahallesi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ege Üniversitesi tarafından Edremit Belediyesinin desteğiyle 16 yıldır aralıksız devam eden Antandros Antik Kenti kazı çalışmalarında sezon sonuna yaklaşılırken kente bitişik 8 dükkana ulaşıldı.

Antandros Kazı Başkan Vekili uzman arkeolog Rabia Aktaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Gürcan Polat’ın başkanlığını yürüttüğü kazı çalışmalarında yaklaşık 50 kişilik ekibin görev aldığını, akademik yılın başlamasıyla öğrencilerin bölgeden ayrılmasının ardından 10 kişilik arkeolog ekibin bölgedeki çalışmalara devam ettiğini söyledi.

Temmuz ayında İzmir'den 25 kişilik ekiple kazı alanına geldiklerini bildiren Aktaş, şöyle konuştu:

"Bu seneki yamaç ev Roma villasına ilişkin çalışmalar, daha çok yamaç evin giriş kapısını bulabilmek, mekanın sınırlarını belirleyebilmek adınaydı. Güneyinde yaptığımız çalışmalarda yapıya ait 8 dükkana denk geldik. Bu dükkanların da ikisinin üzeri şu an açılmış durumda. Bunlarda tama yakın sağlamlıkta kaplar ele geçti. Bu dükkanların daha çok kozmetik, seramik ürünlerinin satışı için kullanıldığı anlaşılıyor. Özel bir yapı. Bu da kamu yapısı değil, kişiye özel dükkanlar.

Bu seneki çalışmalar bayramdan sonra Edremit Belediyesinin desteğiyle devam ediyor. Ekibimiz biraz küçüldü, öğrencilerimiz okuluna geri döndü. Şimdilik 10 kişilik bir ekiple devam ediyoruz. Hem dükkanların açığa çıkarılabilmesi hem de dükkanların açıldığı bir ara sokak bulabilmek için çalışmalarımız devam ediyor. Büyük ihtimalle kasıma kadar buradayız.”

"O dönemde de kadınlar bu tür şeylere meraklıymış"
Tarihi Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Gülçin Cömert de antik kentle ilgili kamulaştırma çalışmalarının hızlandırılması gerektiğine dikkat çekerek, “Kazı çalışmalarımızda her yıl farklı buluntularla karşılaşıyoruz. Bu yıl bizi sevindiren farklı bir gelişme oldu. Yaklaşık bin 200 metrekare büyüklüğündeki Roma villasının hemen alt kısmında dükkanların izlerine rastladık. Bunlar o dönemin kozmetik, gıda ve seramik ürünlerinin satıldığı dükkanlar. Demek ki o dönemde de kadınlar bu tür şeylere meraklıymış. Heyecanla diğer buluntuları bekliyoruz." diye konuştu.

Kamulaştırma sorunu nedeniyle kazı alanının genişletilemediğini aktaran Cömert, "Bölgenin kalkınması turizm ve zeytinde ise bunun uluslararası boyutu, Antandros'tan geçiyor." şeklinde konuştu.

Mozaikleriyle ünlü, Kaletaşı tepesinin batı yamaçlarında yer alan antik şehirdeki arkeolojik buluntular milattan önce 7-8. yüzyıla kadar uzanıyor. Kazılar sırasında Roma dönemine ait mozaiklerle bezenmiş bir villaya, kanalizasyon ağına ve pek çok lahite rastlanan antik kentin adının, Troia savaşı sırasında da geçtiği biliniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Hakan Firik, 27.09.2016

MİMAR BALYAN AİLESİNİN ANIT MEZARI TAMAMLANDI

18. ve 19. yüzyılda hassa mimarı olarak Osmanlı Devleti tarafından yaptırılan birçok mimari esere imzasını atan Balyan Ailesi için yaptırılan anıt mezar 1 Ekim'de açılıyor.



Ermeni Mimarlar Derneği (HAYCAR) ve Hraç ve Hagop Kırmızıyan kardeşlerin girişimi ve destekleriyle Bağlarbaşı Surp Garabet Ermeni Mezarlığı'ndaki Balyan Ailesi'ne ait mezarlar yenilendi. 



HAYCAR mimarlarından Tavit Aynalı tarafından tasarlanan anıt mezarda Balyanların eseri olan Beşiktaş Meryemana Kilisesi'nin Horan (Sunak) bölümünden ilham alınmış. 6 metre genişlik ve 6 metre uzunluğundaki anıt mezar, girişte üç metrelik tek parça mermerden sütunlar, arkada ayrı bir grup sütun ve üzerine yerleşecek kubbe ile kemerden oluşuyor. Arka bölümde yer alacak blok mermerlerde, Ermenice olarak Balyan Ailesi'nin eserleri yazıyor. Diğer tarafta ise, Osmanlı Tuğrası yer alıyor.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 27.09.2016
MECLİS'İN ÖDÜLLÜ BİNASI YIKILDI, SIRA CAMİDE

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu ve akademisyenler, Behruz ve Can Çinici imzalı, 1989 tarihli TBMM eski Halkla İlişkiler binası ve Meclis Camii’nin yıkımına ilişkin olarak, CHP Ankara Milletvekili Levent Gök ile TBMM’de incelemelerde bulundu.



İnceleme gezisine, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, oda üyesi Namık Kemal Kaya, Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarisi Bölüm Başkanı Doç.Dr. Bülent Batuman, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Aydan Balamir, Bilkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Zeynep Önen Özveren de katıldı. Tezcan Karakuş Candan, söz konusu yıkıma özetle şöyle tepki gösterdi:

“İhtiyaca cevap vermiyor diye yıkmak akıl dışıdır, bilim dışıdır. Eski Halkla ilişkiler binası TBMM cami ile birlikte, Güvenpark’tan başlayan aksı taçlandıran yapı bütünlüğünün parçasıdır. Ağa Han Mimarlık ödülü almıştır. Yeni Halkla İlişkiler Binası, TBMM yerleşkesine uygun olmayan şekilde yapıldı. Asıl yıkılması gereken, yeni yaptıkları halkla ilişkiler binasıdır. Eski Halkla ilişkiler Binası ile ilgili tescil davamız devam ederken, yıkımının başlaması hukuksuzluğun mecliste yapılması anlamına gelmektedir.

Tasarım harikası
Yıkılmadan önce camide incelemelerde bulunduk, bir tasarım harikası olan caminin yıkılması da tam bir fütursuzluktur. Kültürün bıraktığı izler bizim için çok değerli, TBMM Camii ve Eski Halkla ilişkiler Binası bir bütündür. Bugün yıkılan TBMM yerleşkesinin yapısal bütünlüğüdür. TBMM yerleşkesinde yapılacak her bir yapısal süreç meslek alanımızı yakından ilgilendirmektedir. TBMM’de ödüllü mimarlık eserlerini yıkarak, ancak kültürsüzlüğünüzü ifade edebilirsiniz. Cumhuriyetin kurucu mekanının yerleşkesinde bütünlüğü bozan radikal yıkım hareketlerini kabul etmiyoruz. Bu işin peşini bırakmayacağız. Tarih bu yapılanları affetmeyecek.”

Yapı, 27.09.2016

SAFRANBOLU'DA TARİHİ KONAK YANDI

UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan Karabük'ün Safranbolu İlçesi'ndeki üç katlı tarihi konak yandı.



Alınan bilgiye göre, Akçasu Mahallesi Ulukavak Sokağı'nda, Mahir Oğuz'a ait "Emeksizler Evi" diye adlandırılan üç katlı tarihi konakta, henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Yaklaşık 150 yıllık olduğu belirtilen ve kimsenin yaşamadığı konaktaki yangına, Karabük ve Safranbolu belediyeleri itfaiye ekipleri müdahale etti. Ekiplerin yoğun çalışması sonunda söndürülen yangında, konak kullanılamaz hale geldi.

Safranbolu Kaymakamı Murat Bulacak, Belediye Başkanı Necdet Aksoy ve Karabük İl Emniyet Müdürü Serhat Tezsever, olay yerine gelerek incelemelerde bulundu. Aksoy, gazetecilere yaptığı açıklamada, konağın, ilçenin en büyük evlerinden biri olduğunu söyledi.

Konağı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına satın almak için geçen yıl girişimlere başladıklarını belirten Aksoy, "İçinde kimse yaşamıyordu. Yangının neden çıktığı henüz belli değil. Arkadaşlarımız gerekli çalışmayı yapacaktır. Saat 22.00 itibarıyla arkadaşlarımız ihbarı aldı. Müdahalemiz başladığında yangın çatıdan yukarıya çıkmıştı. Alevlenmiş aşamada biz haberdar olduk." diye konuştu.

Binanın rölövelerinin daha önce alındığını vurgulayan Aksoy, şunları kaydetti: "Tekrar aynısını yapma şansımız var. Tabii ki aslı gibi olmaz, Safranbolu'nun çok önemli bir değeri. İçinde insan yaşamadığı için can kaybımız çok şükür yok. Safranbolu'nun bir değerinin daha kaybedilmiş olmasının üzüntüsü içindeyiz. Kış mevsiminin başlangıcında böyle bir yangının çıkması bizim çok daha tetikte olmamız gerektiğinin işareti. Yangınlar genellikle kış ayında çıkar."
Habertürk, 26.09.2016
BU AYIP HEPİMİZİN

İstanbul Bahçelievler'de bulunan Siyavuspaşa Kasrı'na yapılan vefasızlık görenlerin için acıtıyor. 1571 yılında Mimar Sinan tarafından yaptırılan Siyavuspaşa Kasrı'nın tarihi duvarları sprey boyalar ile boyanırken çevresinde alkol ve uyuşturucu tüketiminin hat safhada olduğu iddia ediliyor. Uzun yıllar çocuk kütüphanesi olarak hizmet veren bina, 10 yıl önce restore edilecek olması sebebiyle tahliye edildi. 10 yıldır üzerine bir çivi bile çakılmayan Siyavuspaşa Kasrı, kaderine terk edilmiş tarihi değerlerimiz arasındaki yerini almış durumda.



10 YILDIR ÇİVİ BİLE ÇAKILMADI
Konuyla ilgili konuşan Siyavuspaşa Mahallesi Muhtarı Selami Aykut 'Kültür Bakanlığı'na defalarca restore işleminin başlatılması için yazı ve dilekçe yazdık. Kimse bize geri dönmedi. Siyavuspaşa Kasrı ilk defa tarihe bu kadar değer vermeyen anlayışla karşı karşıya kalmıştır.' dedi.  Kasrın işlevine değinen Aykut 'Siyavuspaşa Kasrı günümüzde kaderine terkedilmiş durumdadur. Bu kasır Siyavuspaşa'nın vafatının ardından uzun süre boş kalıyor. Daha sonra çocuk kütüphanesine dönüştürülen Siyavuspaşa Kasrı 10 yıl önce restore gerekçesiyle boşaltılıyor.Biz Siyavuspaşa kasrının restore edilerek yeniden kütüphane ya da müze olarak hizmete geçirilmesi taraftarıyız. Muhtarlık olarak restore işleminin başlatılması için 40 bin imza topladık. Girişimlerimize rağmen herhangi bir sonuç alamazsak biz burayı Siyavuspaşa Mahallesi Muhtarlığı olarak kullanma kararı aldık.' diye konuştu.



HERTÜRLÜ PİSLİK BURADA
Kasrın ve içerisinde bulunduğu parkın içerisinde bulunduğu güvenlik zafiyetine de dikkat çeken Selami Aykut 'Günümüzde ne Siyavuspaşa Kasrı'nın ne de içerisinde bulunduğu Milli Egemenlik Parkı'nın güvenilirliği bulunmuyor. Parka gezmeye, spor yapmaya gelen aileler sürekli tedirgin halde bulunuyor. Kasır çevresi ise özellikle lise öğrencileri tarafından sigara ve alkol tüketim nontası olarak benimsenmiş vaziyette. Bunun yanında uyuşturucu kullanımı ve alım satımı için de Siyavuspaşa Kasrı mesken tutulmuş durumda' diyerek mahallelinin bu durumdan şikayetçi olduğunu dile getirdi.



Bulgaristan'ın Sofya şehrinde yaşayan bir Türk'ten e-mail aldsığını söyleyen Selami Aykut, bir Siyavuspaşa Kasrı'nın da Sofya'da bulunduğunu, bu kasrın 1515-1875 yılları arasında camii olarak kullanıldığını ancak günümüzde camii'nin restore edilerek kiliseye çevrildiğini öğrendiğini söyledi.
ÖLÜME GELDİ, EVİ OLDU
Siyavuspaşa 1600'lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Sofya Valiliği ve sadrazamlık görevi yapmıştır. Parkın içinde gördüğünüz kasır Siyavuşpaşa'nın idam edilmek üzere gönderildiği kasırdır. Kasrın çevresinde görülen havuz benzeri yer Siyavuspaşa'nın idamı için özel olarak yaptırılıyor ve içi su ile doldurulduktan sonra Siyavuspaşa havuzun içerisinde ölüme terk ediliyor.  Ardından devlet içerisinde önemli bir sorun doğarken bu sorunu sadece  Siyavuspaşa'nın çözeceğine kanaat getiriliyor. Bunun üzerine  Siyavuspaşa'nın idam kararı geri alınıyor ve Siyavuspaşa bundan sonraki hayatını bu kasırda sürdürmeye başlıyor. Kendisi öldükten sonra Eyüp Sultan'a defnediliyor ve günümüzde Eyüp Sultan'da mezarı en çok ziyaret edilen iki kişiden birisi haline geliyor.









Habertürk, Haber: Serhan Sevin, 26.09.2016
130 YILIN GİZEMİ ÇÖZÜLDÜ: KARŞINIZDA VINCENT VAN GOGH

Sanat tarihinin en etkili isimlerinden Van Gogh’un hayatı, ölümünden yıllar sonra hala tartışma konusu. Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nin geçen hafta gerçekleştirdiği konferansta sanatçının hastalığına yeniden tanı kondu. İşte kulağını kesip bir kadına hediye etmesi, ‘kelime sanatı’na en az resim sanatı kadar değer vermesi ve nihayet çözülen diğer büyük sırlarıyla Vincent van Gogh...

Ölümünden 130 yıl sonra, Van Gogh’a konan ‘deli’ teşhisinin tıbbi karşılığı hala uzmanların tartışma konusu. Amsterdam Van Gogh Müzesi’nde yakın zamanda sona eren “Deliliğin Eşiğinde” adlı sergi kapsamında, Van Gogh’un tanısını koymak üzere dünya çapında 35 doktor, psikiyatr ve sanat tarihçisi bir araya geldi. Ve iki gün devam eden konferansta dünyanın dört bir yanından araştırmacılar Van Gogh’tan kalan mektupları, tıbbi kayıtları, eserleri inceledi.

Sanatçının 1888’de kulağını kesip 2 yıl sonra da intihar etmesine yol açan muhtemel nedenler arasında bipolar bozukluk, temporal lob epilepsisi, frengi, borderline kişilik bozukluğu, cycloid psikoz ve şizofreni var. Psikotik atakların mektuplardaki yansımalarını dikkate alan uzmanların çoğu şizofreni ve psikoz üzerinde yoğunlaşırken, kimileri de Van Gogh’un yazılarında çok güçlü bir akla ve bilince sahip olduğunu, klinik olarak ‘normal’ sayılması gerektiğini savunuyor. Amsterdam Üniversitesi’nde sanat tarihi profesörü olan Louis van Tilborgh, sanatçıyı düpedüz “vahşi” olarak karakterize ediyor; tıp etiği profesörü Arko Oderwald, kulağını kesmesini alkol bağımlılığına, uykusuzluğa, en çok da meslektaşı ve arkadaşı Paul Gauguin’le yaşadığı sorunlara bağlıyor. Van Gogh’un bir tartışma sonunda beraber yaşadığı Gauguin’i usturayla tehdit ettiği, Gauguin’in evi terk etmesi üzerine de öfkeyle sol kulağının bir kısmını kestiği biliniyor.

Ressamın ölümüne dair teoriler sayılırken, ataklarını yatıştırmak için içtiği yüksükotunun, resim yaparken kullandığı yağlı boyanın içerdiği kurşunla karışmasının ve aşırı absent tüketiminin bir nevi zehirlenmeye yol açma ihtimalinden de söz ediliyor.

Bazı bilim adamları, Van Gogh’un başyapıtlarından sayılan ve Arles’da kaldığı odayı betimlediği ‘Yatak Odası’ tablosunun farklı tarihlere ait üç versiyonunu inceledikten sonra, sanatçının kullandığı renk paletindeki tonların koyulaşması ile kötüleşen ruh sağlığı arasında bir bağlantı kurmuş. Sanatçının son on yıl içinde yarattığı toplam 2 bin 100 eserin 860’ını, hayatının son iki yılında Saint-Remy’deki akıl hastanesinde yaptığı da biliniyor.

Yaşamı boyunca yalnızca tek bir tablosunu satan Van Gogh, yoksulluk ve hastalıklarla geçen 37 yıllık yaşamını sonlandırdıktan sonra, keskin fırça darbeleriyle Batı sanat tarihinin en etkili isimleri arasına girdi.

KESİK KULAĞIN SAHİBİ 
The Art Newspaper’ın araştırmasının sonunda, Van Gogh’un, kulağını kestikten sonra onu Arles’ın kuzeyinde bir çiftçinin kızı olan Gabrielle Berlatier’ye hediye ettiği ortaya çıktı.

Bernadette Murphy’nin son kitabı olan “Van Gogh: True Story”de kimlik bilgileri gizli tutulan kadının kim olduğu ise Van Gogh’un erkek kardeşi Theo’ya 1889’da yazdığı mektuplar aracılığıyla deşifre edildi. Van Gogh, Berlatier’nin genelevde çalışan bir seks işçisi olduğunu yazmıştı. Genç kadının daha önce sanatçının favori mekanı Café de la Gare’da çalıştığı ve Van Gogh’un bir dönem bu kafenin yakınlarında bir ev kiraladığı da kayıtlar arasında.

BALZAC HAYRANI VAN GOGH
Van Gogh’un 1872- 1890 yılları arasında Theo’ya yazdığı ve bugün altı ciltlik bir koleksiyon oluşturan mektupları, sanatçının yaşamına dair önemli ayrıntılar sunuyor. Maddi sıkıntılarından sanat teorilerine, alkol sorunlarından evinin döşemesine kadar yaşamındaki bütün ayrıntılardan söz ettiği mektuplarında Van Gogh, 800’ü aşkın kitaba ve yüzlerce edebiyatçıya da atıf yapıyor. İyi derecede Fransızca ve İngilizce bilen, Charles Dickens ve Balzac hayranı olduğu bilinen sanatçı, resimlerine olduğu kadar edebiyata verdiği değeri 4 bin kelimeyi aşan mektuplarından birinde şöyle dile getiriyor: “Bir şeyi güzel söylemek en az resmetmek kadar ilginç ve zor değil mi? Çizgiler ve renklerin sanatı var, ama en az onlar kadar kalıcı olan ‘kelime sanatı’ diye bir şey de var.

YAĞLI BOYA SİNEMA FİLMİ GELİYOR 
Vincent van Gogh’un gizemli yaşamını ve ölümünü konu alan “Loving Vincent” adlı hazırlıkları devam eden film, sanat ve sinema dünyasında bir ilke imza atıyor: 2017’nin sonunda vizyona girmesi beklenen film tamamlandığında, dünyanın ilk tam boyalı uzun metraj animasyon yapımı olacak. Oscar ödüllü iki şirket, Breakthru Films ve Trademark Films’in bir araya geldiği projede, 30 ressamdan oluşan bir ekip çalışıyor. Ressamlar 80 dakikalık filmi, 55 binden fazla kareyi yağlı boya çalışarak tamamlayacak. Post-empresyonist tarzda ürün vermiş olan sanatçının efsanevi stiliyle oluşturulacak filmde saniyede 12 adet el yapımı yağlıboya tablo kullanılacak. Oscar ödüllü Hugh Welchman ve eşi Dorota Kobiela’nın yöneteceği film geçmiş ve bugün arasında gidip gelecek ve geçmişi gösteren kareler siyah–beyaz olarak resmedilecek.

Habertürk, Haber: Deniz Çağlar, 25.09.2016

TOPKAPI'DA DERİN ÇATLAK

Topkapı Sarayı Müzesi yıkılma tehdidiyle karşı karşıya. Sarayın hazinelerinin sergilendiği Fatih Köşkü güvenlik gerekçesiyle kapatıldı. Köşkün bodrum duvarlarında ve tavanlarında yarıklar tespit edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı acil müdahale başlattı.

Yıllardır makyaj restorasyonlar ile ayakta tutulmaya çalışılan Topkapı Sarayı Müzesi’nin taşıyıcı duvarlarında büyük yarıklar oluştu. Hazine bölümünün sergilendiği Fatih Köşkü’nün bodrum katındaki duvarlarda çimento sıvaların sökümü sırasında tesadüfen ortaya çıkan yarıklar Topkapı Sarayı’nda endişeye neden oldu. Sarayın 3. avlusunda yer alan ve en önemli eserlerin sergilendiği hazine bölümü güvenlik nedeniyle ziyarete kapatıldı. Paha biçilmez hazineler sarayın güvenli depolarına taşındı. 13 Mayıs 2016 tarihli uzman raporunda, “Çalışma yapılan söz konusu mahallerde raspa sonrası ortaya çıkan deformasyonların büyüklüğü çatlak boyutunu aşarak ayrık ve yarık seviyelerine geldiği gözlemlenmiştir” denildi.

AYNI AKSTA DUVARLAR BİR YIL ARAYLA ÇÖKTÜ
Geçtiğimiz nisan ayının başında Gülhane Parkı’nın denize bakan kısmında çay bahçesinin duvarı göçmüştü. O tarihte müze yetkilileri yaptıkları açıklamada “Aynı aks üzerinde bulunan Konyalı Restoran’ın duvarının da çöktüğünü, sarayın denize bakan yamacında risk incelemesi yapacaklarını” duyurmuşlardı. İncelemede çöken duvarlarla aynı paralelde bulunan Fatih Köşkü’nün bodrumlarında başladığı tespit edildi. Duvarlarda küçük kılcal çatlaklar gibi duran sıvalar kaldırdıklarında, altından çıkan manzara korkunçtu. Kılcal çatlakların altında kol girecek kadar büyük yarıklarla karşılaşıldı. Öyle ki bazı taşıyıcı duvarlarda oluşan boşluklar nerdeyse dışarıyı gösterecek boyutlardaydı. Uzmanları ürperten bu durum Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bir raporla bildirilerek derhal hazine bölümünün ziyarete kapatılması istendi. Bakanlık çökme riskine karşılık müzenin hazine bölümünü 13 Temmuz’da ziyarete kapattı. Topkapı Sarayı Hançeri, Kaşıkçı Elması, Nadir Şah Tahtı, Zümrüt Sorguç, Zümrütlü Maşrapa, Altın Miğfer, Hz. Osman’ın Kılıcı, Abanoz Taht gibi paha biçilmez Osmanlı hazinesi başka bölüme taşınarak koruma altına alındı. Sarayın restorasyonu için çalışma başlatıldı.

KURULA RESİMLİ RAPOR GİTTİ
İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu’na durum fotoğraflı bir raporla bildirilerek detaylı inceleme için izin talep edildi. Sorunun tespitinde zeminsel etkilerin ağır bastığı, yakın zamanda bölgede oluşan istinat duvarındaki yıkılmaların da zemin kaynaklı olduğu görüşü kabul edildi. Koruma Kurulu’nun izniyle yapılan incelemelerde 1940-1960 yıllarında yapılan kubbe ve tavanların betonla kaplanmasının binaya ağır yük getirdiği, son yıllarda Marmara Denizi’nde oluşan sismik hareketliliğin etkisinin binayı çökme noktasına getirdiği sonucuna varıldı. Acil müdahale için önce zemin etüdü yapılacağı ve ardından da bekletmeden zemin sağlamlaştırmasına geçileceği bildirildi.  Yetkililer sarayın içinde bulunduğu durumda 5 büyüklüğünde bir depreme bile dayanamayacağını, vakit geçirmeden müdahale gerektiğine dikkat çekiyorlar. Koruma Kurulu’ndan bir yetkili de durumun aciliyetini fark ettiklerini ve bu nedenle kararların geciktirilmeden alındığını söyledi. Fatih Köşkü’nün onarımı için yaklaşık 10 milyon liraya ihtiyaç olduğu bildirildi.
Hürriyet, Haber. Ömer Erbil, 25.09.2016



******


İLBER ORTAYLI: GÜNEY DUVARI CİDDİ TEHLİKE ALTINDA

Topkapı Sarayı'nda hazinenin sergilendiği Fatih Köşkü'nün çökme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun ortaya çıkmasının ardından konuyla ilgili konuşan Eski Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, "Bakanlığımızın bütçesi fevkalade yetersiz. Topkapı çok yük Bakanlığa. Bir şey yapılamıyor. Temel bir restorasyon; adam akıllı ciddi bir restorasyon lazım" dedi.

MEF Üniversitesi 2016-2017 Akademik Yılı Açılış Töreni, ilk dersi ve oryantasyon programına katılan Prof.Dr. İlber Ortaylı, törenin ardından DHA'ya özel açıklamalarda bulundu.

"BAKANLIĞIMIZIN BÜTÇESİ FEVKALADE YETERSİZ"
Topkapı Sarayı'nda, hazinenin sergilendiği Fatih Köşkü'nde İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu'nun izniyle yapılan incelemelerde kol girecek büyüklükteki yarıklar oluştuğunun ortaya çıkmasının ardından Ortaylı, "İfade edilen gerçek, çok uzun zamandır biliniyor. Hatta rasathane müdürümüz Mustafa Erbik ve Celal Şengör; uluslararası otorite bu konuda, kendilerinin raporları var, Marmara'ya bakan duvarlar için. Maalesef para toparlanamıyor. Bakanlığımızın bütçesi fevkalade yetersiz. Ya bir şekilde el atılır, kampanya açılır, veyahut Milli Saraylar gibi bir kuruluşa kapanır. Topkapı çok yük bakanlığa. Bu açık yani ve bir şey yapılamıyor. Temel bir restorasyon; adamakıllı ciddi bir restorasyon lazım. Bunu söylemek lazım. Bu biliniyor. Bunu hep ifade ettik. 10 yılı geçti bunun rapora dökülmesi" dedi. "Topkapı'nın geneli için bir tehlike var mı?" sorusuna Ortaylı, "hayır ama güney duvarı ciddi tehlike altında. O açık" şeklinde yanıt verdi.

Milliyte, Haber: Erhan Tekten, 26.09.2016



******


TOPKAPI SARAYI'NI İNŞAATLAR MI ÇÖKERTİYOR?

İstanbul'daki Topkapı Sarayı yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Topkapı Sarayı içerisindeki Fatih Köşkü güvenlik gerekçesiyle kapatıldı. Makyaj ve restorasyonlar ile yıllardır ayakta tutulmaya çalışılan Topkapı Sarayı Müzesi'nin taşıyıcı duvarlarında büyük yarıklar oluştu. Topkapı Sarayı Müzesi'nde yer alan hazine bölümünün sergilendiği Fatih Köşkü'nün bodrum katında tesadüfen yarıklar ortaya çıktı.

‘YOĞUN İNŞAAT, İNSAN VE ARAÇ TRAFİĞİ’
Konuyu TBMM gündemine taşıyan CHP’li Yarkadaş, “Uzmanlar tarafından 5 büyüklüğünde bir depreme bile dayanamayacağı belirtilen sarayın statik bakımdan incelemesi neden bugüne kadar yapılmamıştır?” dedi. Saray çevresinde yoğunlaşan inşaat çalışmaları (metro, yol vs) ve yoğun trafiğe de dikkat çeken CHP’li vekil deformasyonların kaynağının araştırılmasını istedi.

‘5 BÜYÜKLÜĞÜNDE DEPREME DAYANAMAYACAK’
Kültür ve Turizm Bakanı Prof.Dr. Nabi Avcı’nın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na önerge sunan Yarkadaş, şu ifadelerde bulundu:

“Topkapı Sarayı’nın yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ve içerisindeki Fatih Köşkü’nün güvenlik gerekçesiyle kapatıldığı basına yansımıştır. Sarayda hazine bölümünün sergilendiği Fatih Köşkü'nün bodrum katında tesadüfen yarıklar ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Uzmanlar tarafından büyük tehlike arz ettiği ifade edilen saraya vakit geçirilmeden müdahale edilmesi gerektiğinin ise altı öneme çizilmiştir.

Bu çerçevede;

1- Uzmanlar tarafından 5 büyüklüğünde bir depreme bile dayanamayacağı belirtilen sarayın statik bakımdan incelemesi neden bugüne kadar yapılmamıştır?

2- Saray çevresinde yoğunlaşan inşaat çalışmaları (metro, yol vs) ve yoğun trafik nedeniyle deformasyonların oluştuğu doğru mudur?

3- Marmara Denizi’ndeki sismik aktiviteden etkilendiği ifade edilen sarayda deformasyon ölçümleri yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa ölçüm sıkılığı nedir?

4- Güçlendirme çalışmaları kapsamında sarayda hangi işlemler yapılacaktır? Öngörülen maliyet miktarı nedir?”
Gerçek Gündem, 26.09.2016



******


İŞTE SARAYI KURTARACAK EYLEM PLANI

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıkılma tehlikesi bulunan Topkapı Sarayı’nın içindeki Fatih Köşkü için acil bir eylem planı belirledi. Buna göre Fatih Köşkü betondan arındırılacak ve sarayın bahçesine yerleştirilecek titreşim cihazlarının verilerine göre güçlendirme projesinin yöntemi belirlenecek.

Topkapı Sarayı Fatih Köşkü’nün içler acısı durumdan kurtulması için Kültür ve Turizm Bakanlığı proje çalışmalarını hızlandırdı. Hürriyet’in haberinden sonra bakanlık dün hem Topkapı Sarayı Müze Yönetimi hem de İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü’nden durum değerlendirmesi istedi. Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Hürriyet’in gösterdiği hassasiyete teşekkür ederek gerekli talimatların verildiğini, sarayın kurtarılması için durumun takipçisi olacaklarını söyledi.     Sarayın kurtuluşu için eylem planı da belirlendi. Fatih Köşkü betondan arındırılacak, bu çalışma süresinde de sarayın bahçesine ve dışına 20’ye yakın sondaj açılarak içlerine titreşim cihazları yerleştirilip zemindeki problem tespit edilerek, güçlendirme projesinin yöntemi belirlenecek. Fatih Köşkü’nün, Topkapı Sarayı’nın tam köşe ve yamaç kısmında kalmasından dolayı ve sergilenecek eserlerin paha biçilemez olmaları nedeniyle uygulama ve projede büyük bir hassasiyet gösterilmesi gerektiği belirtiliyor. Önceki yıllarda olduğu gibi duvarlardaki çatlakları ve yarıkları derz ya da enjeksiyon yöntemi ile doldurup kapatmak yerine güçlendirme projesinin bilimsel veriler ışığında yapılacağı bildirildi.

CHP’DEN SORU ÖNERGESİ
Topkapı Sarayı’ndaki ürperten görüntü TBMM’de de tepkilere neden oldu. CHP İstanbul Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ile Barış Yarkadaş soru önergeleri vererek Topkapı Sarayı’nı bu hale getiren sebepleri ve neler yapılacağını Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’ya sordu. Yarkadaş çatlak ve yarıkların sebebinin devam eden metro ve yeraltı inşaat çalışmaları olup olmadığını da sordu.

NELER YAPILACAK?
- Öncelikle Hazine bölümünün altındaki bodrumların tamamında ve teşhir salonundaki duvarlar ile kubbeler betondan arındırılacak.

- Bu süre zarfında müzenin bu bölümü ziyarete kapalı tutulacak.

- Sadece Fatih Köşkü değil arşiv depolarına kadar olan mutfak bölümlerinin de içinde yer aldığı Topkapı Saray’ının denize bakan yamaçlarında tahkimat duvarları sağlamlaştırılacak.

- Zeminsel deformasyonların sebep-sonuç ilişkisi irdelenecek.

- Sarayın bahçesinde, sergi salonlarının bodrum katlarında ve dış duvarların etrafında sondajlar açılarak özel bir yöntemle içlerine titreşimleri ölçen (inklinometre) cihazlar yerleştirilecek. En uygun noktaya kurulacak otomatik veri toplama sistemine bağlanacak.

- Duvarlardaki ayrıklara çatlak ölçerler, tiltmetre sensörleri yerleştirilerek bir süre izleme yapılacak.

- GPR zemin ölçümleri tamamlanacak.

- Güçlendirme için binanın betondan arındırılması sağlanırken titreşim sonuçlarına göre zemin ve güçlendirme modeli belirlenecek.

- Sonuç olarak jeolojik, statik ve mimari restorasyon kararlarının mesleki disiplinler ve kurumlar arası eşgüdümlü çalışarak alınacak. Sağlıklı veriler ile bütüncül bir çözüme ulaşılacak.

PROF.DR. İLBER ORTAYLI: GÜNEY DUVARI TEHLİKE ALTINDA
“İfade edilen gerçek, çok uzun zamandır biliniyor. Hatta rasathane müdürümüz Mustafa Erbik ve Celal Şengör’ün raporları var, Marmara’ya bakan duvarlar için. Maalesef para toparlanamıyor. Bakanlığımızın bütçesi fevkalade yetersiz. Adamakıllı bir restorasyon lazım. Bunu hep ifade ettik. 10 yılı geçti bunun rapora dökülmesinin üzerinden. Güney duvarı ciddi tehlike altında.”

YARIKLAR CİDDİYE ALINMALI
Durum tespit raporunda danışman olarak ismi geçen İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Feridun Çılı son durumu şöyle değerlendirdi: “Yerinde gördüm binayı. Çatlaklar yarıklar gerçekten ciddi. Duvarların arkalarında büyük yarıklar var. Sarayburnu’na bakan duvarlarda sorun büyük. Durumu ciddiye alıp acil güçlendirmek gerekir. Güçlendirmeye zeminden başlamak gerekir.”
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 26.09.2016



******


TOPKAPI'NIN YARIKLARI TONLARCA BETONDAN

"Fatih Köşkü'ndeki çökme tehlikesinin bir nedeni Koruma Kkurulu, diğeri de 1951'deki o marifet! Sağlam olsun diye her tarafına beton basılan 5 asırlık köşk, ağırlığa dayanamadı"

Ömer Erbil, Hürriyet’in önceki gün manşetten verdiği ve Topkapı Sarayı’nın bir bölümünün yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu haberi ile yine güzel bir iş çıkardı.

Gazetecilerin ve muhabirlerin medeni dünyada olduğu gibi bizde de artık belli konulara odaklanıp ihtisaslaşmaları gerektiğinin mükemmel bir örneğini teşkil eden Erbil önceki işleri, mesela sarayın sabık müdürünün tahtı evine götürmeye kalkışması haberi ile de ihtisaslaşmanın bir başka örneğini ortaya koymuştu.

Bir tarafı çökme tehlikesi ile karşı karşıya olan Topkapı Sarayı’nın başındaki gaileleri sıralamaya kalkacak olsam bu köşe değil, gazetenin bütün sayfaları az gelir!

Mekan eskidir, haraptır, bir tarafı tamir edilirken başka tarafı çökmektedir, yönetmeliklerin onarımı üstlenen firmaların taşeron kullanmalarına imkan vermesi restorasyonun kalitesini düşürmektedir, bakım ve tamir için kafi para yoktur, son senelerde gereken alaka gösterilmiş ise de geçmişteki ihmallerin tahribatını ortadan kaldırmakta müşküllerle karşılaşılmaktadır, üstüne üstlük, sarayın başında bir de “Koruma Kurulları” derdi vardır!

Bu kurullar geçmişte “Meclis Danışmanı” olmuş sabık milletvekillerine denize nazır makam oda ve seçmenlere de kadro temininden başka pek bir iş yapmayan Milli Saraylar’a karışamamakta ama Topkapı Sarayı’ndaki ağaçların budanmasına bile müdahale etmektedir. Kurul kararı olmadan sarayda nefes bile alamazsınız, alamayınca da acilen halledilmesi gereken işler bir türlü başlayamaz ve tahribat arttıkça artar...

TONLARCA BETONUN ESERİ
Bünyesinde Hazine Dairesi’ni de barındıran Fatih Köşkü’nde ortaya çıkan çökme tehlikesinin artık unutulmuş sebeplerinden birini hatırlatayım:

Devlet 1926’da Topkapı’nın hazinelerini Fransa’da satmaya heveslenmiş, Avrupa’dan davet ettiği mücevher uzmanlarına fiyat takdiri yaptırmak maksadıyla hazine Ankara’ya götürülmüş ama satış çok şükür ki yapılamamış ve objeler Ankara’da kasalara konmuş, sonra da unutulmuştu!

Kasaların 1951’de tesadüfen bulunup açılmasından sonra hazinenin İstanbul’a gönderilip Fatih Köşkü’nde şimdi teşhir salonu olarak kullanılan mekana konmasına karar verildi. Ama bu arada bir iş edildi, zamanın anlı-şanlı mimarları güvenliği arttırıp binayı sağlamlaştırmak maksadıyla her tarafına beton bastılar ve beş asırlık köşk ağırlığa dayanamaz hale geldi!

Mekan geçtiğimiz senelerde betonlardan kurtarıldı ama olan oldu, bakımsızlığın üzerine bir de betonun yükü binince her bir tarafı çatır çatır çatladı!

Sarayın senelerce müdürlüğünü yapan Dr. Filiz Çağman’ın 1999 depreminden sonra başlattığı kurtarma seferberliğini şimdiki başkan Prof. Mustafa Küçükaşçı şevkle devam ettiriyor ama saray ziyarete açık iken bu işin yapılması hayli zor!

Paris’teki Versailles, Moskova’daki Kremlin, Kahire’deki Şobra ve Tahran’daki Niyaveran Sarayları ile daha birçok memleketteki eski saraylar geçmiş senelerde bakıma alınmış ve uzun yıllar ziyarete kapalı tutulmuştu.

BİR TÜRKÇE ŞAHESERİ
Topkapı’nın baştan aşağı elden geçirilmesi için kapatılıp uzun seneler sürecek bir restorasyona başlanması artık şart ama bu işi kim yapacak ve kararı kimler verecek?

Dünkü gazetelerde okumuşsunuzdur: Erbil’in haberinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Basın Müşavirliği’nin bir açıklaması vardı...

Açıklamadaki bir cümleyi buraya aynen naklediyorum:

“...Zemin verileri ile birlikte güçlendirme projesinin ele alınabilmesi için bina içi, çevresi ile yamaç bölgesinden sondaj ve muayene çukuru açılması ve aletsel gözlem tekniklerinin kullanılarak izlenmesi gerektiğine, ayrıca sadece Hazine Bölümünün değil, söz konusu iş kapsamında Hazine ile Arşiv-Depo binaları arasındaki yamaçtan Askeri Bölgedeki yola kadar olan bölümün de birlikte ele alınması, söz konusu sondaj verileri sonucunda zemin etütlerinin laboratuvar sonuçlarına dayalı zemin güçlendirme yönteminin belirlenmesine, statik güçlendirme projesinin ise elde edilecek datalar, çatlak ölçerler, zemin zafiyetine göre sağlamlaştırma yönteminin belirlenmesine ve projelendirilmesine karar verilmiştir”.

Ne kadar kısa, kısalığı yüzünden okuyanın nefesini kesen, Türkçesi de imlası da birbirinden mükemmel ve söylenmek isteneni şıp diye anlatıveren bir cümle değil mi?

Bu şekilde nefis, destan gibi upuzun ve okuyanın nefesini kesen ve muammayı andıran daha dünya kadar cümle ile dolu açıklamada galiba “Haber doğru, Saray çöküyor, tedbir alıyoruz” demeye çalışılıyor ama söylenmek istenen söz bir türlü kısa, açık ve anlaşılır şekilde ifade edilemiyor! Bir dil ve ifade şaheseri olan resmi açıklama, üstelik tam da “Dil”, yani “Türkçe Bayramı”na rastlıyor!

İletişim profesörü olan ve dile verdiği önemi yakından bildiğim Kültür Bakanı Nabi Avcı, bakanlığının açıklamalarında böylesine mükemmel bir Türkçe kullanılması meselesine herhalde el atacaktır ama benim endişe ettiğim başka bir husus var:

Meramını iki-üç kelime ile anlatabileceği halde paragraflar dolusu upuzun metinler yazan ama bir türlü ifade edemeyen bir zihniyetin, Topkapı Sarayı’nı enkaz haline gelmekten kurtaracak acil kararlar alması şimdilik maalesef zor görünüyor!
Habertürk, Haber: Murat Bardakçı, 28.09.2016



******


TOPKAPI'DA KORKUTAN ÇUKUR

Topkapı Sarayı hazine bölümündeki derin çatlaklardan sonra bahçede kendiliğinden oluşan üç metre çapındaki çukur müzede tedirginliğe neden oldu. Adalet Kulesi’nin önündeki çimenlik alanda oluşan çukurun etrafı güvenlik şeridi ile koruma altına alındı.

Hürriyet, Topkapı Sarayı Müzesi hazine bölümü eserlerinin sergilendiği Fatih Köşkü’nün duvarlarında ve kubbesinde oluşan yarıkları geçen pazartesi gündeme taşımıştı. Tarihi köşkte oluşan yarıkların zeminde yaşanan oynamalardan kaynaklandığı ileri sürülmüş, kaymalarının önüne geçebilmek amacıyla bilimsel araştırma başlatılmıştı. Bayram tatilinde ikinci avluda kendiliğinden oluşan büyük çukur Topkapı Sarayı’na dair endişeleri artırdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ise obruğu andıran çukur hakkında korkulacak bir durum olmadığını, araştırmanın devam ettiğini duyurdular. 

GÜVENLİK AMİRİ KUYUYA DÜŞTÜ
Yazın kurak geçmesine rağmen bahçede çim zeminin kendiliğinden çökmesi çalışanları da tedirgin etti. Hürriyet’in haberinden sonra ismini vermek istemeyen bir personel arayarak bahçede kendiliğinden oluşan bir çukurdan söz etti. Hatta birkaç yıl önce Topkapı Sarayı güvenlik amiri Mehmet Aydın’ın yine bahçede dolaşırken zeminin göçmesiyle içine düştüğünü anlattı. Hürriyet’in görüntülediği İkinci Avlu’nun ortasındaki bahçede çim alanda kocaman bir çukur oluşmuştu. Mehmet Aydın’ın düştüğü çukurun ise Osmanlı dönemi bir su kuyusu olduğu daha sonraki çalışmalarda anlaşıldı.

ZİYARETÇİLER YAKLAŞTIRILMIYOR
Harem bölümüne girişin yaklaşık 200 metre yakınında Adalet Kulesi’nin önünde oluşan çukur güvenlik personelince fark edildi. Yaklaşık 3 metre çapında ve 2 metre derinlikte olan çukur yöneticileri tedirgin etti. İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü’nden gelen uzmanlar çukurun etrafının güvenlik şeridine alınmasını istedi. Göçükte kaybolan toprağın altta oldukça büyük bir alanı doldurmuş olabileceği belirtiliyor. Bir doğa olayından çok, alttaki arkeolojik katmanlarda bir göçük olma ihtimali üzerinde duruluyor. Göçme anında olay yerinde kimsenin olmaması şans olarak değerlendiriliyor. Bahçenin bu bölümünde riskin halen devam ettiği ileri sürülüyor. 

TAMAMI ARAŞTIRILACAK
Çukurun oluştuğu bahçede yeraltındaki katmanları görmek amacıyla jeoradar uygulaması yapıldı. İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu’ndan izin alınarak bahçede arkeologlarca kazı çalışması başlatılacak. Daha sonra 2. Avlu’nun tamamında GPRS sistemi ile yeraltı taraması yapılarak güvenlik zafiyeti gösteren zemin kısımlarda sağlamlaştırma yoluna gidilecek. Uzmanlarca Marmaray çalışmaları sırasında Gülhane Parkı içindeki İslam Bilim Teknolojileri Müzesi’nin duvarlarında çatlamalar oluştuğu, devam eden Avrasya Tüneli çalışmalarının da Topkapı Sarayı zemininde oynamalara neden olabileceği belirtiliyor. 

ZEMİN ÇOK ESNEK
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Feridun Çılı şöyle konuştu: “Kesin olarak altta bulunan bir Bizans ya da Roma yapısının bir hacminin üstü göçmüştür. Saray eski kalıntıların üstünde yükseliyor. Hazine’deki çatlamaların sebebi de zeminin altındaki kalıntılar. Orada sondaj yapılamamasının sebebi alttaki arkeolojik katmanlara zarar vermemekti. Doğal görünen sarayın zemini aslında esnek bir yapıya sahip. Zeminin tamamında bir araştırma yapılarak daha sağlıklı sonuçlar elde edilebilir.”
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 29.09.2016

BÖYLE BULUNMUŞTU, NEDENİ ANLAŞILDI

Avustralya’da bir ırmak kenarında bulunan 800 yıllık iskelet, antik çağda Aborjin kabilelerinin kullandığı ağaçtan yapılma güçlü silahlara dair yeni bilgiler ortaya çıkardı.

İki yıl önce bulunan iskeleti araştıran arkeologlar, başta kabile üyesinin sivri bir metal darbesiyle öldüğünü düşündü fakat sonraki araştırmalar neticesinde ölüme sebep olan silahın ağaçtan yapılma bir bumerang olduğu anlaşıldı.

Son araştırmalara göre; Aborjinlerin ‘Lil-lil’ adını verdiği tahta bumeranglar, kabile üyeleri arasındaki ölümcül kavgalar sırasında kullanılıyordu.

Yerel bir Aborjin kabilesi olan Baakantji’nin üyelerinden William Bates tarafından 2014 yılında bulunan iskelete ‘Kaakutja’ ismi verildi.





Habertürk, 25.09.2016

URARTULARA AİT KANALİZASYON SİSTEMİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI





Van'ın Gürpınar İlçesi'nde Çavuştepe Mahallesi'nde inşa edilen, üzüm bağları, surları, su sarnıçları, tapınakları ve saray yapılarıyla bugünlere kadar ulaşan kalede bu yılki kazı çalışmaları sona erdi.

Çalışmalarda 2004 yılında kalede tespit edilen 2 bin 800 yıl öncesine ait kanalizasyon sistemi, gün yüzüne çıkarıldı.

Kalenin batı kısmındaki yapıların altında ortaya çıkarılan ve yüzey kısmı ince taşlarla kaplı kanalın bir metre genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olduğu belirlendi.





"Mühendislik harikasıyla karşılaştık"
Kazı ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çavuştepe Kalesi'nin yol güzergahında olması dolayısıyla tarihi öneminin de büyük olduğunu söyledi.

Kaledeki kazı çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle sürdürdüklerini anlatan Çavuşoğlu, şöyle konuştu:

"Urartular, neyi nereye yapacaklarını çok iyi düşünmüşler. Her şeyi projeye göre yapmışlar. Şehrin planını önce adeta çizmişler. Burada önemli olan, şehir kurulmadan önce altyapı sisteminin hazırlanmış olmasıdır. 2 bin 800 yıl önce Urartular bu şehri kurarken şehir plancısı planı hazırlıyor, altyapıya göre sırasıyla inşaatlar yapılıyor. Bu, bizim için çok önemlidir. Burada muazzam derecede bir mühendislik harikasıyla karşılaştık."

Kanalizasyon sisteminin taşlardan yapıldığını ifade eden Çavuşoğlu, sistemin içinde bir oluğun yer aldığını kaydetti.

"Çok iyi bir sistem kurmuşlar"
Oluk sayesinde suyun kanala akıtıldığını belirten Çavuşoğlu, şöyle devam etti:

"Bu eser, bize medeniyeti tarif ediyor. Eski çağlardaki medeniyetin ne kadar üst yerlere geldiğini gösteriyor. Saray kısmında bir de tuvalet yer alıyor. Tuvalet, kanalizasyon sistemiyle surların dışına akıtılmış. Bu, Urartular'ın çok medeni bir toplum olduklarını bize gösteriyor. Günümüzde bir yere ev inşa ederken okulu, hastanesi, cami ve altyapısıyla muazzam bir sistem oluşturuluyor. Bunun aynısını 2 bin 800 yıl önce Urartular yapmış. O zamanın imkanlarıyla çok iyi bir sistem kurmuşlar. Bu da bizleri çok şaşırttı."

Çavuşoğlu, kale üzerinde kurulan şehrin uzunluğunun yaklaşık bir kilometre olduğu bilgisini paylaştı. 
Anadolu Ajansı, Haber: Mesut Varol - Ali İhsan Öztürk, 24.09.2016

NOEL BABA'NIN DOĞDUĞU KENTE İŞ'TEN DESTEK GELDİ

Dünyanın en eski meclis binalarından birinin de bulunduğu Patara antik kentinde yürütülen arkeolojik kazılara Türkiye İş Bankası, iştiraklerinden Şişe ve Cam Fabrikaları ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası ile birlikte destek olma kararı aldı.



“Noel Baba” olarak bilinen Aziz Nicolas’ın Patara’da doğduğunu söyleyen kazı başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, “6 bin yıllık tarihi ile Türkiye’nin zengin tarihi mirasının en güzel örneği olan bu alanda çalışmalarımız uzun yıllar sürecek” dedi. İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Senar Akkuş ise, Türkiye’nin yüz yıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını ve birçok antik kentle toplumsal değeri barındırdığını dile getirdi.  

Kültür ve Turizm bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi’nin desteğiyle 26 yıldır sürdürülen Antalya’nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Patara antik kenti kazıları artık İş Bankası Grubu sponsorluğunda yürütülecek. 

Günümüze kadar gelebilen antik meclis binalarından birine de ev sahipliği yapan antik kentteki kazılara 5 yıl boyunca destek olma kararı alan İş Bankası Grubu, bakanlık yetkilileri ve Akdeniz Ünivesitesi ile bir protokol imzaladı. 

2010 yılında restore edilen eski meclis binasında düzenlenen törende konuşan kazı başkanı Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Işık, “Milattan önce 4000 yılından Milattan sonra 1500’lü yıllara kadar aralıksız kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapan Patara, ülkemizin eşsiz tarihsel mirasının kanıtı. Aziz Nicolas yani Noel Baba, Patara’da doğduktan sonra Demre’ye gitmişti. Yani Aziz Nicolas Pataralıdır. İş Bankası’nın büyük bir destekle yanımızda yer alması bizi mutlu ederken, tarihsel mirasımıza değer verildiğini de gösteriyor. Patara’nın ikinci deniz fenerini de ortaya çıkartmaya çalışıyoruz” dedi.  

Dünya mirasına katkı
Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı medeniyetlere değinen İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Akkuş ise, şunları söyledi:
“Arkeoloji büyük titizlik, yoğun emek ve sabır gerektiren bir alan. Arkeoloji, insanlığın geçmişini ve kültürel değişimleri, kimi zaman bir mutfak eşyasından, kimi zaman bir savaş aletinden elde edilen ipuçlarıyla bize aktarıyor. Biz de bankamızın kuruluş idealleri gereğince, ülkemizin ve toplumumuzun geleceğine karşı duyduğumuz sorumluluktan hareketle, bu topraklara ait hazinelerin, değerlerin kaybolup gitmesine seyirci kalamayacağımızı düşünüyoruz. Bu sorumluluk bilinciyle iştiraklerimizden Şişecam ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası ile birlikte Patara Antik Kenti kazılarına bu yıldan itibaren destek vermeye başladık. Kazılarda ortaya çıkarılan arkeolojik değerler sadece Anadolu topraklarının medeniyet tarihine ışık tutmakla kalmayacak, dünya kültür mirasına da katkı sağlayacak.”
Milliuyet, Haber: Gökhan Karakaş, 24.09.2016


******



NOEL BABA'NIN KİLİSESİ ARANIYOR

Antalya’nın Kaş İlçesi'ndeki Patara’da 28 yıldır kazılar devam ediyor. İş Bankası ve bağlı şirketleri, Patara antik kentindeki kazı çalışmalarına 5 yıl süreyle toplam 750 bin TL mali destek sağlayacağını duyurdu.


Kısa bir süre önce hayata veda eden ve onbinlerce seveni tarafından sonsuzluğa uğurlanan Tarık Akan, Patara antik kentinin bir dostuydu... Akan’ın müze müdürünü canlandırdığı “Taşların Sırrı” dizisi Patara’da çekilmişti.

Antalya’nın Kaş İlçesi'nin Kalkan beldesi yakınlarında bulunan Likya Birliği ve eyaletinin başkenti Patara’da 28 yıldır kazılar devam ediyor. Kazılar, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Fahri Işık ve Prof.Dr. Havva İşkan Işık liderliğinde sürdürülüyor. Bir grup gazeteci Patara antik kentinde Likya Birliği Meclis binasında düzenlenen basın toplantısına katıldık. Toplantıda, İş Bankası ve bağlı şirketlerinin, Patara antik kentindeki kazı çalışmalarına 5 yıl süreyle toplam 750 bin TL mali destek sağlayacağı duyuruldu.

Kehanet merkezi
Kazı başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, “Noel Baba” olarak bilinen Aziz Nicolas’ın Patara’da doğduğunu belirterek “Homeros tarafından “Lykia soylu” olarak tanımlanan mitolojik tanrı Apollon’un önemli merkezlerinden biri olan Patara’daki kehanet tapınağı henüz bulunamamıştır. Aynı şekilde MS 4. yüzyılda Patara’da doğan, yetişen ve tüm dinsel öğretisini Patara’da geliştiren çağdaş dünyanın Noel Babası Aziz Nikolaus’un kilisesi de belirlenebilmiş değil. Ancak azimle yürütülen çalışmalarla, Lykia ve Anadolu arkeolojisinin inanç tarihi için özel önemi olan bu iki yapının bulunacağına inancımız tam” diyor.

‘Likya Yunan değil Anadolu halkıdır’
Toplantıda konuşan İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Senar Akkuş da “Topraklarımız çok fazla sayıda antik yerleşim alanı ve toplumsal değeri barındırıyor. Geçmişten bugüne bu zenginliklerin gün yüzüne çıkarılması, gelecek nesillere aktarılmasının son derece önemli olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Kazıya büyük emek veren Fahri Işık da Likya’nın Yunan değil Anadolu halkı olduğunu vurguladı. Işık, “İonlar”ın adlarının Hellence değil de Luvice olmasının bir anlamı olduğunu belirterek “Bulunan yazıtlarla, İonların, kendileriyle özdeşleştirilen Atinalı Hellenler göçle Anadolu’ya gelmeden en az 300 yıl kadar önce genç tunç çağı Anadolusu’nun kadim ve önemli halklarından biri olduğu belgelenir.

Onlar “Anadolulu” olunca da, İon sanatçıların elinde biçimlenen Likya Uygarlığı’nın “Hellenler”le ilişkilendirmek olmaz” dedi.
Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 26.09.2016

ÇAĞDAŞ TÜRKİYE SANATI İÇİN ÖNEMLİ ADIM

Metropolitan Sanat Müzesi, modern ve çağdaş Türkiye sanatı özel koleksiyonu oluşturmak üzere İyilik İçin Sanat Derneği ile iş birliği yapıyor.

Dünyanın en önemli sanat müzelerinden biri olan Metropolitan Sanat Müzesi, Türkiye’den bir dernekle ilk kez ortak bir çalışmaya imza atıyor. İyilik İçin Sanat/Magnum Opus Derneği’nin maddi desteği ile modern ve çağdaş sanatçıların eserlerinden bir seçki ile Daimi Özel Koleksiyonu oluşturulacak ve bu koleksiyon müzenin İslam Sanatları Bölümü’ne yerleştirilecek. İlerleyen zamanlarda sergiler ve farklı projelerde kullanılması planlanan koleksiyon, Türkiye çağdaş sanatının dünyada tanıtımına büyük katkı sağlayacak. 
artfulliving.com.tr, 23.09.2016

MERSİN'DE 8BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ BULUNDU

     

Mersin’de bir mağarada günümüzden 8000 yıl önceye tarihlenen kaya resimleri tespit edildi. Bilim insanları ayrıca Kilikya prehistoryası için çok önemli olan bu kaya resimlerinin bilimsel yayını da hazırladı.

Mersin’in Gülnar İlçesi'ndeki bir mağarada tespit edilen ve günümüzden 8.000 yıl önceye tarihlenen kaya resimleri hakkında bilgi veren bilim adamları, mağarada yaklaşık 10 adet figürün tam veya tama yakın olarak korunduğunu açıkladı.



Çukurova Üniversitesi arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer ve Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Murat Durukan yapılan çalışmaları şu bilgiyi verdi:
Anadolu’da Prehistorik dönemler için daha önceki yıllarda bulunmuş olan Latmos Dağları’ndaki çok sayıda mağara ve kaya altı sığınağındaki kaya resimleri çok büyük bir heyecan yaratmıştır. Daha sonra arka arkaya bulunan Çine, Uludağ, Balıkesir ve Tavabaşı kaya resimleri ise bu geleneğin sadece Latmos ile sınırlı olmadığını, hatta Tavabaşı kaya resimleri ile Likya bölgesine kadar yayıldığını göstermiştir. Orta Toroslar bölgesinde de bu tür kaya resimlerinin ilk kez tespit edilmesi Kilikya bölgesinin Prehistorik dönemleri için son derece önemlidir ve MÖ6.ve 5. binlerde Anadolu inanç sisteminin bu bölgede de görülüyor olması açısından çok değerlidir. Mağara içinde yer alan tüm figürler ve korunabilen figür ve/veya motif izleri kırmızı aşı boyası ile yapılmış, toz haline getirilmiş demir oksit veya hematit bağlayıcı bir sıvıyla karıştırıldıktan sonra elle ya da bir alet ile duvara sürülmüştür. Mağarada yaklaşık 10 adet figür tam veya tama yakın olarak korunmuş durumdadır ve 2 pano halinde karşımıza çıkmıştır."



Bu mağarayı, prehistorik bir topluluğun ibadet merkezi olduğunu tahmin ettiklerini belirten bilim insanları, bunun dışında kaya resimli mağaraların tarih öncesi insanların kült yerleri olduğu, bu tip mağaralara yapılan resimlerde de insanların olasılıkla dans ettikleri, bir ilkbahar ya da bereket şenliği veya geçiş ritüellerini yansıttıklarının düşünülebileceğini kaydetti.
Milliyet, 23.09.2016
ENEZ'DE 1400 YILLIK KİLİSE KALINTISI

Edirne‘nin Enez İlçesi'nde; Trak, Troya, Ceneviz, Roma, Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan medeniyetlerin ayak izlerinin ortaya çıkarılması için kazılar 45 yıldır devam ediyor.

Kazılarda  bin 400 yıllık kilise kalıntıları ortaya çıkarıldı.

Enez’de Taşaltı  dalyan gölünün kıyısında  kral kızı diye anılan mevkide bulunan kilisede kazılar 9 yıldır devam ediyor.

Kilise kazısında görev yapan Avusturyalı arkeolog Prof .Dr. Stefan Karwiese,kesanhaber.net’e yaptığı açıklamada,bu yıl çok güzel mermer parçalarına rastladıklarını söyledi.

Buradaki kazı çalışmalarına 9 yıl önce başladıklarını ifade eden Karwiese,şunları kaydetti:” Esas olarak 9 yıl önce başladık bu kazıya. Yani esas bir şekilde.. yani biraz daha geniş bir  şekilde ve titiz.O arada elimize geçen çok ilginç bulgular var .İlk önce yani bu kilisenin boyu 40’a 30 metre. yani demek ki gerçekten büyük bir alan.İçinde özel şeyler olarak 2 tane sarnıç o veya çeşme olarak adlandırılabilen  tesisler  rastladık.Onda taha da su taşıyor demek ki bu su tabi  yamaçtan aşağı iniyor ve orda toplanıyor.

Fakat bu yıl özellikle  çok güzel mermer parçalarına rasladık.Yani kilisenin iç donatımına çok güzel ışık atan parçalar var.Bazen o kadar çok  büyük tonluk 5 tonluk bile parçalar var.Onu şimdi meydana getirmek ve anlamak ve bildirmek üzere devam ediyoruz.

İlk önce bu kilisenin ilk yapımı 12’inci yüz yılda yer aldığını zannettiler. Fakat biz şimdi biliyoruz bu kilisenin temeli 6’ıncı yüz yılda yaratıldı.Yani imparator Justinyanus zamanında… Bu şekilde 1400 yıl burda duruyor.

E bu çok  uzun zaman bir sır kaldı.Fakat şimdi  belki çözdük.İsim kral kızı suni bir isim değildir.Yüz yıllarca halk arasında bu şekilde tüm yani bizim şimdi bulunduğumuz mevkiye isim olarak verilmişti.Demek ki her halde buraya bir kralın kızı gelmiş. Enez’in tarihinde böyle bir şey buluyoruz  ya…Bir kralın kızı buraya evleniyordu ve öldü.O şey bu şekilde isim kaldı.

Şimdi bu kiliseden doğru isminin ne olduğunu böyle bir şekilde bulduk  ona rastladık Bir mezarın üstünde bir freske rastladık.Ve bu freskte Pantokuratos yani isa kendisi bulunuyordu. Şimdi  böyle bir gösteriyor ki, bu kilisenin sahibi İsa kendisi idi.”
Keşan Haber, 23.09.2016

2 BİN YILLIK ÇEŞMEDEN YENİDEN SU AKACAK

Burdur'un Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra antik kentindeki kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan 2 bin yıllık çeşmeden yeniden su akıtılacak.

Kibyra Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarını 2006'dan bu yana sürdürdüklerini söyledi.

Bu yıl ilk kez agoranın üçüncü terasında kazı çalışmalarına başladıklarını belirten Özüdoğru, "Burada yuvarlak yapılı bir çeşme ortaya çıktı. Bu Kibyra için önemli, çünkü henüz ortaya çıkardığımız anıtsal bir çeşmemiz yoktu. Çeşmeyle, kentin su ihtiyacının nasıl karşılandığı, agorada mimari görsellik ve estetiğin nasıl yansıtıldığı bilgilerine ulaştık. Özellikle agoranın üçüncü terası, sosyal ve kültürel anlamda kentin kalbi sayılabilecek bir merkez. Çeşme için bu meydanın en görkemli anıtı diyebiliriz." dedi.

Özüdoğru, sütunlarla taşınan konik çatıya sahip çeşmenin, mimari özellikleriyle Kibyra için ünik bir yapı oluşturduğunu vurguladı.

Bu yıl çeşme yapısının kazı çalışmalarını tamamladıklarını anlatan Özüdoğru, şöyle devam etti:

"Umuyorum önümüzdeki yıl restorasyon projesi hazırlanacak. 2018 itibarıyla, antik dönemde kentin su ihtiyacını karşılayan ve günümüzde faal olarak kullanılan Böğrüdelik Yaylası'ndaki suyun, agorada ortaya çıkarılan bu yeni çeşme yapısından akıtılması planlanıyor. Bu yolla, özellikle turizm amaçlı kente gelen ziyaretçilerin, çeşmenin hem mimarisi hem işlevini tam olarak algılaması sağlanacak."

Roma döneminde, milattan sonra 23 yılında Kibyra'da meydana gelen büyük deprem sonrası kentin yeniden planlanıp kurulduğuna işaret eden Özüdoğru, çeşmenin depremden sonra yapıldığını sözlerine ekledi.

- "Fıskiye dediğimiz fonksiyonu icra ediyor"
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Adem Korkmaz da Kibyra'da bu yılki kazı çalışmalarının bir hafta sonra biteceğini söyledi.

Korkmaz, "Bu yıl birkaç noktada süren kazı çalışmalarında, ilk defa ortaya çıkan bir çeşmemiz var. Çeşme, buradaki nüfus hareketine bağlı olarak değişik dönemlerde büyümüş." diye konuştu.

Çeşmenin, kentin su ihtiyacını karşılamasının yanında bir fonksiyonu daha bulunduğunu anlatan Korkmaz, "Şehrin merkezi bir noktasında sosyal mekan olması anlamında, bugün fıskiye dediğimiz fonksiyonu icra ediyor. İnsanların gelip burada zaman geçirdikleri bir bölge. Agora bölgesi." dedi.
Habertürk, 22.09.2016

ROMA'NIN İSPANYOL MERDİVENLERİ YENİDEN AÇILIYOR

İtalya’nın başkenti Roma’nın tarihi ve turistik mekanları arasında başı çeken İspanyol Merdivenleri, 11 aylık restorasyonun ardından bugün yeniden açılacak.

İtalya’da moda devi markaların, dünyanın en çok turist çeken kenti olan Roma’daki tarihi ve turistik mekanları restore ettirip, açma geleneğine bugün bir yenisi daha eklendi.

Mücevherat ve lüks eşya markası Bulgari’nin 1,5 milyon avro ile sponsor olduğu restorasyon çalışmaları, geçen ekim ayında başladı ve 11 ay aradan sonra önceki gün resmen tamamlandı.

Romalı mimar Francesco de Sanctis tarafından 1723-1726 yılları arasında yapılan Trinita dei Monti kilisesinden İspanya Meydanı’na doğru inen tarihi basamaklar, restorasyon ve temizlik çalışmalarının ardından adeta yeniden parlamaya başladı.

Çalışmaların tamamlanması sebebiyle bugünki açılış öncesi Roma Belediye Başkanı Virginia Raggi, Bulgari markasının sahibi İtalyan iş adamı Nicola Bulgari, Bulgari CEO’su Jean-Christophe Babin, Roma Kültür İşleri Sorumlusu Luca Bergamo katılımıyla tarihi basamaklarda basın toplantısı düzenlendi.

Roma Belediye Başkanı Raggi: Romalılar için çok önemli bir gün
Basın toplantısında konuşan başkan Raggi, "Bugün, kent için, Romalılar için çok önemli bir gün. Hemşerilerimi temsilen burada olmaktan çok memnunum. Çalışmalar tamamlandı ve Trinita dei Monti merdivenleri yarın yeniden halka açılacak. Bulgari’ye ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum" dedi.

Raggi, bu akşamki açılış şovunun belirli kişilere değil herkese açık olacağını belirtirken, Roma’nın her İlçesi'nden bir çift ve Rebbibia cezaevinden de 10 hükümlü olmak üzere toplam 30 özel misafirlerinin olacağını söyledi.

Roma Belediye Başkanı, tarihi merdivenlerin zarar görmemesi için belediye ekiplerinin sürekli devriye gezeceğini, merdivenlere yönelik bir yasaklayıcı bir karar almak istemediklerini de sözlerine ekledi.

Bulgari CEO’su Jean-Christophe Babin, Roma’nın kendileri için ayrı bir önem taşıdığını, "Bulgari, dünyanın en tanınmış markalarından biri, bu biraz da Roma’nın sayesinde. Bizim kreasyonlarımız her zaman Roma’dan ilham alıyor. Bu nedenle, Roma’ya bir şeyler kazandırmak istedik" diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Barış Seçkin, 22.09.2016

3D TEKNOLOJİSİ TEVRAT'IN 2000 YILDIR DEĞİŞTİRİLMEDİĞİNİ KANITLADI

Ein Gedi Tevrat parşömeni yıllar evvel  büyük bölümü yanmış bir rulo olarak bulundu.   Bilim adamları yırtılmasına engel olmak için parşömeni 3D röntgen analizi ile incelediler.  

Yüzyıllar evvel bir yangında büyük zarar görmüş söz konusu parşömen yıllardır İsrail Antik Otoritesi’nin depolarında duruyordu. Parşömen halihazırda Yahudi kutsal kitabı Tevrat’ın standart formatta  en eski  kopyası.

 
Gelişen görüntüleme teknolojisi sayesinde tarihi Tevrat’ın Vayikra bölümünü okumayı başaran bilim adamları söz konusu satırların bugün sinagoglarda okunan ile birebir aynı olduğunu gördüler.   
ABD Kentucky ve Kudüs’ten bilim adamlarının gerçekleştirdiği proje, bilim dergisi Science Advances’ta yayınlanarak bilim dünyasında resmiyet kazandı.
Şalom, 22.09.2016



11 - 24 Eylül 2016
ARABAN'DA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Araban İlçesi'ndeki Roma dönemine ait tarihi üzüm işliklerini yerinde inceledi. Gaziantep İl Kültür Ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Gaziantep Arkeoloji Müzesi Arkeologu Halil Yılmaz ile birlikte geldiği Araban İlçesi'ne bağlı Yolveren kırsal mahallesi Tepeköy Kelle mevkiindeki Roma dönemine ait 10 adet tarihi üzüm işliği ve 2 adet kaya mezarını yerinde inceledi.



Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Araban İlçesi'ndeki Roma dönemine ait tarihi üzüm işliklerini yerinde inceledi. 

Gaziantep İl Kültür Ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Gaziantep Arkeoloji Müzesi Arkeologu Halil Yılmaz ile birlikte geldiği Araban İlçesi'ne bağlı Yolveren kırsal mahallesi Tepeköy Kelle mevkiindeki Roma dönemine ait 10 adet tarihi üzüm işliği ve 2 adet kaya mezarını yerinde inceledi.
Aykanat,’’Araban İlçesi'ndeki tarihi eserlere ilçeye bağlı Yolveren kırsal mahallesi Tepeköy Kelle mevkindeki Roma dönemine ait tarihi üzüm işlikleri ve kaya mezarlarının korumaya alınması için gerekenleri yapacağız’’ diye konuştu.
Olay Medya, 22.09.2016
SEYYİD BURHANEDDİN TÜRBESİ RESTORE EDİLİYOR
Mevlana’nın hocası Seyyid Burhaneddin’in türbesi restore ediliyor. Kayseri Büyükşehir Belediyesi yağmur ve kar sularının içeriye sızması sonucu deforme olan türbe üstü, iç mekanda yenileme çalışması başlattı.



Yağmur ve kar yağışları nedeniyle iç mekanında su sızıntısı ve rutubet oluşan Seyyid Burhaneddin Türbesi’nde onarım ve yenileme çalışmaları başladı. İç mekandaki rutubetli duvarlara Büyükşehir Belediyesi tarafından duvar kaldırması ve raspa çalışması yapıldı. Restore çalışmaları düzenleme yapılacak bölgelere belediyece asılan levhalar aracılığıyla duyuruldu. Kayseri Büyükşehir Belediyesi Etüt ve Projeler Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan yenileme projesi Kayseri Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından kabul edildi. Yapı ve Kontrol Daire Başkanlığı tarafından ihale edilen türbenin yenilemesine bir hafta içinde başlanacağı bildirildi. Daha önce yağmur ve kar sularının türbe çatısında oluşan çatlaklardan sızarak içeriye girmesi türbe içinde ıslaklık ve nemlenmeye neden olmuştu. Restore çalışmaları içerisinde, türbenin çatısı çinko ile kaplanacak ve çatıdan su sızıntısının önüne geçilmiş olacak. Türbe içerisine su sızmaması için çevresel bölümlerde yenileme çalışmaları içerisinde yalıtım yapılacağı bildirildi.
Kayseri Gündem, Haber ve Foto : Ahmet Bolat, 22.09.2016
RESTORASYONUN ARDINDAN ÇİN SEDDİ 'GERÇEKTEN ÇİRKİN OLDU'

Çin Seddi için yapılan restorasyon çalışmaları, tepkilerin hedefi oldu.

UNESCO Dünya Mirası listesindeki antik set zamanla zarar gören Liaoning bölgesindeki sekiz kilometrelik bölümü, beton ve kum içeren malzemelerle iki yıl önce onarılmıştı. Yapının bazı kısımlarının, beton kaplı bir yola benzediği belirtildi.

Restorasyonun 2 yıl sonra gündeme gelme nedeni ise, ülkenin sosyal medya platformu Weibo'da yer alan fotoğraflar oldu. 

Çinli bir yetkili " Gerçekten çirkin oldu" diyerek eleştirileri kabul etti. 

BBC'nin haberine göre Liaoning Bölgesel Antik Eserler Bürosu'ndan Ding Hui, 635 yıllık yapıdaki boşlukların doldurulduğunu ve en üst kısma şapka gibi bir "koruyucu" yüzey konulduğunu ancak yüzeyin olması gerektiği gibi gözükmediğini söyledi.

Öte yandan, restorasyona karşın duvarın bazı bölümlerinin yıkılma ve yağmur sularıyla çökme tehlikesi bulunduğu belirtildi.

1987 yılından beri Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Çin Seddi, MÖ 220 yılından 1600'lerde hüküm süren Ming Hanedanlığına kadar olan döneme dek sürekli yeniden inşa edildi.
Sol Haber, 22.09.2016

KEPÇEYLE DEFİNE AVI

Şehir merkezinin yanıbaşındaki Alpagut Köyünde bulunan üç tümülüs (antik dönem yığma mezar, defineciler tarafından kepçe kullanılarak kazıldı.



Şimdilik faili meçhul olayın, pazar gecesi Müze Müdürlüğü’ne yapılan ihbarla ortaya çıktığı öğrenildi. İhbar üzerine güvenlik güçlerini de harekete geçiren Müze yetkilileri, köye gittiklerinde şaşkınlık içinde kaldı.



İlimizdeki en büyükleri olduğu söylenen üç tümülüs mezarı hedef alan definecilerin, kazı için kepçe kullandıkları ortaya çıktı. Yapılan kazının öncesinin de olduğu ve kaçak kazıların bir süredir devam ettiği de edinilen bilgiler arasında.

     

Kazılan tümülüslerden çıkarılıp alınan tarihi eserler olup olmadığıyla ilgili net bir bilgiye henüz ulaşılamazken, bölgede irili ufaklı çok sayıda başka tümülüsün de bulunduğu, bunların Hellenistik ve Roma dönemlerine ait olduğu sanılıyor.

Bölgeyle ilgili bir tahmin ise, buranın Kastamonu’yu ilgi merkezi haline getirebilecek ölçüde, Taşköprü’deki Pompeiopolis antik kenti kadar önemli olabilecek bir antik çağ yerleşimi olduğu, ciddi arkeolojik araştırmaya gerek bulunduğu şeklinde.
Kastamonu Gazetesi, 22.09.2016

ANTİK KENTTEN TOKİ BİNALARINA TAŞINACAKLAR

Tokat'ta 2 bin yıllık geçmişe sahip Sebastapolis antik kenti üzerinde kurulu Sulusaray İlçesi'nde vatandaşlar, tarihle iç içe bulunmanın hem mutluluğunu hem de sorunlarını yaşıyor.



Büyük bölümü Sebastapolis antik kenti üzerine kurulu 3 bin 500 nüfuslu Sulusaray İlçesi'nde, evleri tarihi yapıların hemen yanında olanlar, aynı zamanda sit alanında bulunması nedeniyle herhangi bir tadilat yapamıyor, onarımdan geçiremiyor.

Menderes Mahallesi Muhtarı Mustafa Bağlar, yaptığı açıklamada, mahallelerinin 1. derecede sit alanı olduğunu söyledi.

Evlerinin bulunduğu bölgenin sit alanının içinde kaldığına dikkati çeken Bağlar, "Mahalle sakinlerimiz evlerinde hiçbir çalışma yapamıyor. Evlerde inşaat ve tadilat türü işlem yapmak yasak. Tarihle iç içe yaşamak çok güzel ama eskiyen evlerimiz yıkılacak diye korkuyoruz." dedi.

İlçe sakinlerinden Nuh Genç de tarih üzerinde yaşadıklarına işaret ederek böyle olduğu için mutluluk duyduklarını ama bunun bazı sorunları da beraberinde getirdiğini söyledi. Genç, "Tarih üzerinde yaşamak güzel. Tabii bir de bunun zorlukları var. Evlerimizin bulunduğu alan 1. derece sit alanı. Bu nedenle evlerimizde tadilat gibi işlemler yapamıyoruz. İşlem yapmak için Sivas Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulundan izin almak gerekiyor. İlçemizde yaşayanların en büyük sıkıntısı bu. Tarih üzerine kurulu ender yerlerden biriyiz." ifadelerini kullandı.

İlçe sakinlerinden Seyit Ömer Aydın ise ilçedeki antik kentte süren kazılarda yıllardır çalıştığını anlatarak, "İlçe olarak tarih üzerinde yaşıyoruz ama bu konuda biraz dertliyiz. Burası 1. derecede sit alanı olduğu için yapı izni verilmiyor." değerlendirmesinde bulundu.

Evler TOKİ'nin yapacağı binalara taşınacak
Sulusaray Belediye Başkanı Halil Demirkol da ilçedeki Sebastapolis antik kentinin Karadeniz Bölgesi'nin önemli tarihi yapılarından olduğunu söyledi.

İlçenin büyük bölümünün antik kent üzerine kurulu olduğuna işaret eden Demirkol, şunları kaydetti:

"Antik kentteki kazıların devam edebilmesi için kamulaştırma yapılması gerekiyor. Bu da İl Özel İdaresinin kısıtlı kaynakları ile yapılmaya çalışılıyor. Köklü çözüm bulma anlamında önceki belediye başkanlarımız döneminde TOKİ'ye ayrılmış olan bir alan vardı. Burayı TOKİ'ye devrettik. Şu anda imar çalışmaları devam ediyor. İnşallah imar çalışmaları bittiğinde TOKİ bize dönüş yapacak. Sonra vatandaşlarımızla toplantı yaparak görüşeceğiz. Antik kent üzerindeki evleri TOKİ'nin yapacağı evlere taşıyacağız. Çünkü tarihin üzerindeki yapıların vatandaşlarımıza büyük külfeti var. Evler su alıyor, yıkılacak vaziyette, ekonomik ömrünü tamamlamış durumda. Vatandaşlarımız zor şartlarda yaşıyorlar. Çalışmamız ile inşallah bu duruma cevap vermiş olacağız."
Yapı, 22.09.2016

ARAPGİR HAZİNELERİ İLGİ VE DESTEK BEKLİYOR

Arapgir, yerleştiği havza ve sahip olduğu kültürel değerler itibariyle tam anlamıyla bir kadim kültür geleneğini ve birikimini temsil ediyor. Bu geleneği oluşturan her bir unsuru günümüze taşıma işlevini üstlenmiş olması açısından da Türkiye’nin Kültür Mirası haritasının kilometre taşlarından birini oluşturan Arapgir, tarihsel sürekliliğin somut yansıması olarak, çeşitli medeniyetlerin birbirinden etkileşerek ürettiği yüzlerce eserle bu topraklarda aynı zamanda geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü kurmanın mücadelesini veriyor.

Yüz yıllarca çok kültürlülüğü ve farklılıkları aynı coğrafyada barındırma başarısını gösteren, üstelik bu farklılıkları aynı pota içinde eritme derdine düşmeden bu işi başaran Arapgir, üzerinde barındırdığı kültürel, tarihsel, sanatsal, inançsal ve doğal nitelikteki kültürel miras kapsamındaki eserler ile hakiki anlamda bir açık hava müzesi özelliğini taşıyor.

Kültürel Mirasın korunması, kültürel mirasın kültür ekonomisi yoluyla bulunduğu coğrafyada ekonomik faaliyetlerin önemli bir aktörüne dönüştürülmesi ve bu mirasın gelecek nesillere aktarılması, son yıllarda, dünyada hızla yükselen bir trend durumunda.

Arapgir Belediyesi de, ilçenin sahip olduğu kültürel mirasın öneminin farkında olarak, bu alanda çok sayıda proje geliştirmek yolunda kolları sıvadığı gözleniyor. Kültürel belediyecilik kavramına özel bir önem veren Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, işe, bu alanda ‘ellerinde ne olup olmadığı’ sorusuna cevap olarak, 2009 yılında Arapgir Kültür Envanteri’ni hazırlamak olduğunu söylüyor.

Arapgir Kültür Envanteri’nin ortaya çıkardığı gerçek, “Arapgir’in devasa bir kültürel ve doğal mirasa sahip olduğunu göstermesiydi.

Arapgir’in tarih ve kültür hazineleri saymakla bitmez. Tarihi camiler, 800 yıllık cem evi, mescidler, kervansaraylar, konaklar, tarihi kiliseler, kadim mezarlıklar, bugün artık çok az örneği kalan geleneksel değirmenler, özgün mimari örneği tarihi köprüler, hamamlar, medreseler, arkeolojik sit alanları, her biri farklı özelliklere sahip kanyonlar, su altı kültür mirası örnekleri, Osmanlı dönemi askeri ve sivil okul binaları, dergahlar, keşiş konakları, kültürel peyzaj alanları, endüstriyel miras örnekleri…

Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, şimdilerde işte bu kültürel mirasın tüm yönleri ile hayata kazandırılması, gün ışığına çıkarılması, restore edilerek hayatın içinden eserler konumuna getirilmesi için hummalı bir çalışmanın içine girmiş durumda.

Ancak, bütün bütçesi neredeyse personel maaşlarına ve birkaç temel belediyecilik hizmetlerine yetebilen belediye bütçesi ile bir bölümüne başladığı, bir bölümünü projelendirdiği, bir bölümünü ise hayal ettiği kültürel miras çalışmalarını sonuçlandırması bir hayli zor görünüyor.

Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu bunun için, merkezi yönetimin, özellikle de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın somut olan ve somut olmayan kültür mirası programları için ayırdığı bütçelerinden Arapgir Belediyesi’nin de faydalandırılması gerektiğini söylüyor.

Bu konuda Ankara’da çeşitli temaslarda bulunduğunu belirten Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, kültür mirası projelerine verilecek destek ile ilçenin yeni ekonomik faaliyet alanları ve istihdam kaynakları yaratabileceğine de dikkat çekiyor.

Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, ilçedeki çok sayıda eserin tescili için UNESCO ile iletişim halinde olduklarını da vurgulayarak “Şu anda Türkiye makamlarınca tescil edilmiş çok sayıda eserimiz var. Ancak bu eserlerin UNESCO tarafından da Dünya Kültür Mirası listelerine alınması için çalışıyoruz” dedi.

  

Sahip oldukları kültür mirasının olağanüstü zenginliğine dikkat çeken Cömertoğlu, Arapgir ve dolayısıyla Malatya’nın dünyada tanınmasının, turist çekmesinin ve kültür ekonomisi bakımından gelişmesinin önünü açacak çalışmalar konusunda Yeni Malatya Gazetesi’ne konuştu:

‘İlk işimiz Arapgir Kültür Envanteri’ni hazırlamak oldu’
“Yukarı Fırat Havzası’nın merkezi bir kere Arapgir’dir. Arapgir, Yukarı Fırat Havzası’nın Neolitik çağdan bu yana, insanlığın var olduğu her dönemde toplu yaşamın olduğu ve ayakta duran onlarca merkezi var. Taş Köprü’den başlıyor, Fırat Nehri’ne kadar yaklaşık 70 km’lik bir arterde sağlı sollu kanyonların içerisinde geçiyorsunuz. 19 km’lik bir Kayaarası Kanyonumuzun yanı sıra Yoncalı Kanyonu, Göz Kanyonu, Berenge Kanyonu, Koru Kanyonu, Ormansırtı Kanyonu, Taftı Kanyonumuz var. Bunlardan en önemlisi Kayaarası Kanyonu. Çok bakir. Fauna ve florası çok zengin ve çok canlı. Ürün çeşitliliği çok fazla. Geriye gittiğimizde MÖ 10 bin yıla dayanıyor. Taşköprü bir Roma eseri. Taşköprünün bulunduğu yer Neolotik Çağa ait bir kaya şehir merkezi.

2009 da başkan olduğumda ilk yaptığımız iş ‘Kültür Envanteri’ çıkarmak oldu. Doğal varlıklarımız, ürün konusunda, kültür ve tarih konusunda neyimiz var bunların hepsini araştırdık. İstanbul Teknik Üniversitesi ile protokol yaparak öğrenci çalışmasına yöneldik.

Doğal mirasa ait bir çalışma başlattık. Atlas Dergisi ile çalıştık. Güngör Yıldırım buraya geldi. Akademisyen ve Atlas Dergisi Editörü. 20 gün boyunca dağlarda gezildi ve öyle şeyler tespit edildi ki, dağcılık ve kültür yürüyüş notaları konusunda buradan daha uygun alanlar yok. Çünkü yaşam ile iç içe. Soyutlanmıyorsunuz. Mağaralarla ilgili araştırmalarla ilgili çalışma başlattık ama sonuca ulaşamadık çünkü çok mağara var.

‘200 eseri tescil için önerdik’
Merkezde tarihi 21 camimiz var, 130 eserin tescilini yaptırdık, 200 eseri tescil için önerdik

Doğal mirasımız, 6 tane kanyonumuz var, Eskişehir Vadisi doğal bir sit alanı ilan edildi. Arapgir’de dereler ve yamaçlarda bir yerleşim olduğu için su mimarisi ile ilgili eserler ve sivil mimari ile ilgili eserler var. 61 tane tarihi köprümüz var. Merkezde 42 tane tarihi mezarlık (100 yaş üzeri), 30 tane (100 yıl, 200 yıl, 800 ve 1000 yıla kadar olan) tarihi cami, ‘Selçuklu, Danişmendliler, İlhanlılar, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminden önceki yıllar. Tescile önerdiğimiz 200 tane eser var.

Bunlardan 130’u geçti ama tescile önermemiz gereken 100’in üzerinde eserimiz var. Bu camilerin 21 tanesi merkezde. Bunların içerisinde Eskişehir vadisinde Osmanlı döneminde ki bunların enkazları duruyor, Darülfünun Müessesi olarak kurulmuş, 5 bin öğrencinin okuduğu, Askeri ve İlmiye sınıfının birlikte okuduğu Rüştiye mektepleri var. Bunun merkezinde hamamlar var. Arapgir Merkezde şu anda tespit ettiğimiz tarihi taş hamamlarımız var. Hamamların ötesinde medrese yerleri var. Eskişehir Vadisi’nde 2 tane Kervansaray, 7 tane kilise, 72 tane su değirmeni var.

Entegre bir sistem bu. Tarımla geçiniyordu insanlar ve su değirmenleri var. Bunun haricinde merkeze geldiğimizde İstanbul Teknik Üniversitesi ile çalışmamızda, sivil mimaride 100 yaşın üzerinde 1100 tane taş, kerpiç ve ahşap bütünlüğümüzde konağımız var. Bunların 385 tanesi tipoloji örneği olarak tescil edilmek için çalışıldı. Tescile önerildiği zaman en az 500 tane konağımız tescilli konak haline gelecek. 385 tanesini zaten çalıştık. Bunlardan 7 tanesini kamulaştırdık. 4 tanesinin restorasyonunu bitirdik. Fonksiyon yüklüyoruz. Müze yapıyoruz. Geleneksel mimaride evi kullanacak ev pansiyonculuğu açıyoruz, gastronomi müzesi yapıyoruz, sanat müzesi için ayrı bir çalışma yapıyoruz. Ermeni geleneğinde Baş Keşişin konağı var. Bu konağı kamulaştırdık. Şu anda restorasyon işlemlerine başlıyoruz. Baş Keşişin evi olarak bu konağı Etnografik olarak donatıyoruz.

‘Kiliseleri ilgilileri ile buluşturuyoruz’
Meryem Ana kilisesi var. Kara kilise var. Bunlar zaten tescilli. Bu kiliseleri ilgilileri ile buluşturuyoruz. 41 mezarlık var. Bu 41 mezarlığın içerisinde Ermeni Mezarlığı da var. Bir tanesini restore ettik. 4 yıldır her yıl Eylül ayında gelip ayinlerini yapıyorlar. 15 gün kalıyorlar. Kuzey Amerika Doğu Yakası Ruhani Lideri Başpiskopos Hajak Barsamyan Arapgirli.

Bunlarla birlikte bir yaşamımız vardı, bu yaşam sanata dönüşmüştü, tekstil kentiydik. 5 bin tane dokuma tezgahımız vardı, bunun 2 bine yakını TSE belgesi almış, ‘Arapgir’ diye mühür alan, 7 ülkeye ihraç yapılan ürünlerden oluşuyordu. Yukarı Fırat havzası ciddi bir dut merkezidir. İpek kozacılığı yapılıyordu.

800 yıllık Cemevi




Sivil mimaride biz tarihi eserleri birer birer ayağa kaldırmaya çalışırken şunu söyleyebilirim. Tescil edildiğinde doğal mirası da içerisine koyarsak, 1000’in üzerinde çok net eserimiz var. 11 Tane MÖ’ye ait kaya mezarımız var. Onar bölgesinde MÖ Türklerin buraya yerleştiğine dair resimler var. Bu resimler bu döneme ait yaşamın çok eski olduğunu ifade ediyor. Onar’da yine 800 yıllık bir Cem evimiz var. Bağdat Valisi’nin görevlendirdiği, hizmet eri olarak buraya gelmiş, Şeyh Hasan Onar’ın 10 eri ile buraya geldiği, o günkü ismiyle dergah olarak kullandığı, bugünkü ismiyle Cemevi olan bir eserimiz var. Kendi türbesi de orda. Yine o bölgede kaya mezarlarında çalışmalarımız devam ediyor. Kaya mezar bölgelerinde, Taş Köprü ve Kuyulan’daki Roma dönemi eserlerine ilişkin çalışmalar devam ediyor.





Kuyulan bölgesinde İpek yolu ve Liman yolu buradan geçiyor. Roma eyaleti canlı bir şehir. O döneme ait çok inanılmaz eserler oluşmuş. En önemli eser, Eskişehir yerleşkesinin bulunduğu alandaki Göz suyunun yine Roma döneminden kalan Kale’ye kadar olan göz suyu. Bu su, Bizans döneminde Arapgir’in ismi Dasküze ismiyle kaynağını o sudan alıyor ve ‘Taşın gözündeki su’ manasında..

‘Arapgir Roma döneminde güvenli bir yaşam merkeziydi’
Roma döneminde Arapgert isimyle anılıyor. Ar, temiz demek, Ab, su kaynağı demek, gert ise gezinmek, güvende olmak demek. Temiz su kaynağında gezmek ve güvende olmak. Arapgir’in Roma döneminde kullanılan ismi. O dönemde Arapgir güvenli bir yaşam merkezi.

1531 yılında resmi nüfus 31 bin. Arapgir Liva merkezi. Roma’nın aktif eyalet olarak burayı kabul etmesi, Roma kızının Eskişehir’de kaya mezarının bulunması, Grekçe yazıt ve kitabelerinin bulunması, bu bölgedeki bu canlı delillerin o dönemde ne kadar aktif bir şehir olduğunu gösteriyor. Selçuklular ve İlanlılar döneminde burası devlet merkezi. Danişmentliler döneminde devlet merkezi. Bu dönemde gerek sivil mimaride gerekse dini mimaride onlara eser ortaya çıkmış. Bunların hepsi akademik ve bilimsel araştırmalar sonucu ortaya konulmuş bir bilgi. Arapgir’i insan kaynağı olarak araştırdığımızda sadece 116 bin insan İstanbul’da yaşıyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin bir Arapgirli var. İnsan kaynağı zengin bir coğrafya. Fırat’tan bu tarafa Arguvan, Keban, Divriği’yi koyun. Bu nerden geliyor? Yaşam ve medeniyet merkezi olmasından geliyor. Marka düzeyine ulaşmış zengin bir coğrafya. Mirasın ne kadar derin ve zengin olduğunu ortaya koyuyor.

‘Endüstriyel mirasımız ve geleneğimiz de çok güçlü’
Bu miras neden ayakta tutulamamış? 1896 yılında Resmi Arapgir Livası’nın ki, o tarihlerde liva, il merkezi, sancak olarak da 1830-1870 arası Diyarbakır sancağına bağlı. 1870’de Harput Sancağı kuruluyor, Harput sancağı 19 bin nüfus. 1896 yılında Arapgir Livası 68 bin resmi nüfus. Sanayi şehri. Dokumacılık var, tekstil var, ilim ve ticaret şehri. Ürün var yani. 1900’lü yıllara geldiğimizde büyük kıyıma uğradık. Ermeni ve Müslümanların ortak imal ettiği, ortaya çıkardığı sanat değerlerinin, tehcir diye tabir edilen, adı konulamamış, Osmanlı’nın zayıflama trendine girmesiyle şu an net adını koyduğumuz Siyonist bir felsefenin bölgeyi göç ettirip yalnızlaştırmasıyla Ermenilere kıyılmıştır. Ermenilere Müslümanlar kıymamıştır. Ermenilerin ayaklanmasına karşı bir ayaklanma olarak gelişmiştir. Taşnak Partisi Arapgir’de 1906 yılında kurulduktan sonra burada tahrik edici marjinal gruplar oluşmuştur. Nalbantlık, palancılık, kalaycılık, semercilik, kalaycılık ve 76 iş kolunda burası bir çıraklık merkezi gibi çalışıyormuş. Arapgir bir ahilik merkezidir. Yani buranın insanı zorunlu göçe zorlanıp yalnızlaştırılmıştır.

Bu kavganın en büyük bedeli Arapgir’e, Arapgir’in birikmiş medeniyetine ve sanat değerlerine ödetilmiştir. Terkedilen yerlerdeki eserler yıkılmış, yerine yenisi konmamıştır. Yalnızlaştırılmıştır. 68 bin nüfusun olduğu dönemde sadece Eskişehir vadisinde 2 bine yakın sivil mimari var. 100’ün üzerinde tescile önerdiğimiz, han, hamam, medrese, kilise, köprü, cami, dini ve kültür varlıklarımız var. 1000’in üzerinde tescile önermemiz gereken sivil mimari eserimiz var. Tescil işlemleri o kadar uzun ki, kolay olmuyor. Doğal mirasımızın en önemli miraslarından birisi florası. Şifalı bitkileri ve ürün çeşitleri. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin Sarıçiek yaylasında bir çalışması var. Bu çalışma sonucunda 700’e yakın endemik şifalı tür tespit edildi.

‘Arapgir Osmanlı’ya seçkin devlet adamları yetiştirdi’
Arapgir Osmanlı’ya 7 sadrazam 90 tane paşa vermiş. Neyle vermiş? Osmanlı’nın alt merkezinde Amasya dışında eleman istihdamı var mı? Yok. Bir tek Arapgir var. Niye Arapgir’e kıyılmış? Sorguladığımda şu sonuca ulaşıyorum: Koca Ragıp Paşa, sadrazam olup Saraya girdikten sonra 1630-1670 arası aşçısını, kapıcıbaşısını hepsini buradan götürmüş. Burada medrese geleneği oluşmuş, askeri okullar kurulmuş. Burada 300 yıllık bir yapı var. Süvari okulu. Osmanlı ordusuna süvari yetiştiriyor. Osmanlının seferberliklerindeki bütün asker sevkiyatı oradan yapılmış. Canlı ayakta duruyor konak. Kamulaştırmak için para arıyorum, kaynağı bulduğumuzda burayı merkez yapacağız inşallah.

‘Arapgir’in bir turizm senaryosuna ihtiyacı var, bunu gerçekleştireceğiz’
Arapgir’in bir turizm senaryosuna ihtiyacı var. Bugüne kadar turizmden beklediğini alamamasının nedeni, bir senaryosunun olmaması. Bir film çekecekseniz senaryosu olmadan çekebilir misiniz? Aktör var, plato var, yeterli elaman var ama senaryo yok. Biz şu anda senaryosunu oluşturuyoruz. Bu senaryoyu bilenlerle bu yıl çalışmalara başladık. Bu senaryonun içinde bir kere 11 tane müzemiz olacak. Bunlar, Tarım Müzesi, Hayvancılık Müzesi, tarihimiz çok derin üç ayrı merkezde Tarih Müzesi, ‘Cevat Çobanlı ile anılan Çanakkale Müzesi’, Emiroğlu Konağı, 1071 Malazgirt Zaferiyle anılıyor, çünkü komutan buralı, dolayısıyla bir başarı öyküsü yaratmış. Ermeni geleneğini bir müzede topluyoruz. Mutfağımız çok zengin bir Gastronomi Müzesi yapıyoruz. Etnografya müzesi yapıyoruz. Geleneksel el ürünleriyle ilgili bir müze yapıyoruz. 11 tane müzenin 3 tanesine başladık. Diğer müzelerimizle ilgili konaklarda restorasyon çalışmalarımız devam ediyor bir taraftan da proje çalışmalarıyla kaynak ilişkisi ile ilişkilendirecek bir ad koyuyoruz.

‘2019 vizyonumuz: Asgari 500 bin insanı Arapgir’e çekmek’
Turizm senaryomuzda asgari 500 bin insanı buraya getirecek bir 2019 vizyonu belirledik. 2019’a kadar hazırlayacağız. Şu anda bile çok ciddi bir rağbet var. Ama henüz olgunlaşmadığı için çok yansıtmıyoruz.. Sakin şehir modunda çalışmalarımızı olgunlaştırdık ve bu çerçevede devam ediyor. Tahribatın artmaması için sakin şehir modunu kendimize mod olarak kabul ettik. Türkiye’de 20’ye yakın şehir var, sakin şehir modunda. Bu Avrupa ülkelerinin de yer aldığı bir organizasyon. Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL’e üyeyiz. Hedefimiz nedir? Ye- İç-İstirahat et denilen Roma dönemindeki Arapgir’i tekrar kurmak. Ve insanları yüksek oksijende, doğal ürünler tüketmesini sağlayarak, kendi doğal ortamında rahatlayacağı, geçmiş medeniyetin izlerini burada bulmalarını ve hissetmelerini sağlamak”.
Malatya Haber, Haber:

GÖLYAZI'NIN TARİHİ ARKEOLOJİK KAZILARLA AYDINLANIYOR

Nilüfer Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü arasında 2015 yılında imzalanan protokol çerçevesinde geçtiğimiz aylarda başlayan kazılar devam ediyor. İlk etapta antik kente ismini veren Apollon Tapınağı’nın bulunduğu Kız Ada üzerindeki bitki temizliği ile başlayan çalışmaların ikinci ayağı, Nekropol alanında sürüyor. Yaklaşık iki aydır devam eden Nekropol kazılarında, Gölyazı’da günümüzden 2500 yıl öncesine ait günlük yaşam, üretim, ticaret ve dini inançlara ait önemli bulgular elde edildi. Nilüfer Belediyesi’nin desteği ve koordinasyonunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile Bursa Müze Müdürlüğü başkanlığında, Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin danışmanlığında yürütülen çalışmalarda 8’i arkeolog olan toplam 25 kişilik ekip görev alıyor. Daha önce hiç arkeolojik kazı yapılmayan Gözyazı’da çalışma için gerekli tüm araçların tedariğini ve personel hizmetini sağlayan Nilüfer Belediyesi bölgede bir ilki de gerçekleştirmiş oluyor.

Gölyazı ve çevresindeki kaçak kazıların önlenmesi amacıyla başlayan kazılar sonunda yüzlerce yıldır toprak altında yatan tarihin gün yüzüne çıkarılarak Gölyazı’nın kültür turizmine kazandırılması hedefleniyor. Devam eden kazıları Nilüfer Belediyesi Başkan Yardımcısı Bukle Erman ile Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Güney Özkılınç yerinde inceleyerek bilgi aldı. Erman, Nilüfer Belediyesi’nin üstlendiği çalışmaların, antik dönem Bursa- Bitinya coğrafyasına dair bilinmeyenleri de gün yüzüne çıkarma imkanı sağlaması açısından heyecan verici olduğunu belirtti.

Arkeopark oluşturulacak
Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Tarih ve Turizm Bürosu koordinasyonunda gerçekleşen çalışmaların ön hazırlığı 2015 yılı Ocak ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni, Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Mustafa Şahin’in başkanlığında ilçe genelinde arkeolojik kültür envanteri projesi ile başladı. Nilüfer Belediyesi bu çalışmanın ilk ürünü olan yayını önümüzdeki ay Bursalılar ve bilim çevreleriyle paylaşacak. Yayınlanacak ikinci çalışma ile eş zamanlı olarak yine bu proje kapsamında yüzey araştırmalarında kayıt altına alınan taş eserler bir araya getirilerek Gölyazı’da arkeopark oluşturulacak. 

Nilüfer Belediyesi, 21.09.2016

1600 YILLIK SURLAR DÜĞÜN SALONU OLDU

İstanbul Fatih Belediyesi'ne ait Topkapı Sosyal Tesisleri'ni genişletmek için surlar tahrip edildi. Duvarların bir bölümü iş makineleriyle yıkıldı. Açılan yeni alanda düğünler yapılacak.



İstanbul'daki en eski yapılardan biri olan ve UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınan 1600 yıllık surlar, adeta bir tarih katliamına kurban ediliyor. Surların bitişiğinde inşa edilen ve açıldığı ilk günden beri tartışmalara neden olan Fatih Belediyesi'ne ait Topkapı Sosyal Tesisleri'nin düğün alanını genişletmek için surlar tahrip edildi.

Fatih Belediye Meclisi'nin CHP'li Üyesi Fazıl Uğur Soylu, “Dış surların kenar duvarları yıkılıp yeni malzemelerle dekoratif bir şekilde yapıldı. Yasal işlem başlatacağız. Surlar ya tahrip ediliyor ya da yıkıntı olarak bırakılıyor” dedi. Arkeologlar Derneği'nden Yiğit Özer ise “Bu müdahalelerin evrensel koruma ilkelerine göre doğru olmadığı açık” diye konuştu.
Sözcü, Haber: Mehtap Özcan Ertürk, 21.09.2016
VAN KALESİ, UNESCO GEÇİCİ LİSTESİNDE



Van’da Akdamar Adası ve kilisesinin ardından Van Kalesi de UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girdi. Van Kültür ve Turizm İl Müdürü Muzaffer Aktuğ, Van Kalesi’nin UNESCO listesinde yerini alması için 2015 yılı sonlarına doğru hazırladıkları dosyanın Şubat 2016 tarihinde değerlendirilmeye alındığını belirterek “Dosyadaki eksikliklerin giderilmesi 9 aylık bir süreyi buldu. Temmuz ayı içerisinde toplanan UNESCO Kurulu üyeleri, Van Kalesi’ni de UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne aldı. Ancak 15 Temmuz olayları nedeniyle toplantı ertelendi. Ağustos ayı içerisinde yapılan toplantı sonrası bize bu haber ulaşmış oldu. Şu an Akdamar Adası’yla birlikte Van Kalesi de UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındı” dedi.

Van Kalesi’nin UNESCO listesinde yer almasının sevindirici olduğunu ifade eden Aktuğ, “Bundan sonra hem Akdamar Adası hem Van Kalesi sonsuza dek güvence altına alınmış oldu. Van Kalesi denince sadece kale dediğimiz alan değil; höyük ile birlikte Van Kalesi çevresi ve arka taraftaki eski Van şehrinin olduğu yeri de biz UNESCO’ya kazandırmış olduk. Van Gölü ve Hoşap Kalesi’nin de UNESCO Dünya Miras Listesi’ne katılımı hususunda hazırlıklarımızı yapacağımızı buradan belirtmek istiyorum. Müracaatımızı yapacağız” diye konuştu.
Habertürk, Haber: Meral Yıldız, 21.09.2016
KADIKÖY'ÜN MİMARINA VEDA

Kadıköy semti başta olmak üzere İstanbul’un mimarisine olan katkısıyla tanınan mimar Melih Koray dün yaşamını yitirdi.

1951 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olan Melih Koray’ın tasarladığı Bağdat Caddesi ve Kadıköy’de yer alan konut yapılar Anadolu yakasının mimari kimliğinin oluşturulmasını etkilemişti. Söz konusu binaların önemli bir kısmının kentsel dönüşüm kapsamında yıkılacak olmasını engellemek isteyen Koray, iki yıl önceki bir röportajında “Benim en çok üzüldüğüm şey çok güzel binaların yıkılacak olmasıdır” demişti.

Koray’ın en yenilikçi projelerinden bir tanesi ise ‘yüzen ev’di. İki sandal üzerinde tasarlanmış bu yapı Caddebostan sahilinde denizin üzerinde duruyordu ve dönemin gazetelerinde ‘yazın tadını çıkarmanın’ güzel yollarından biri olarak sunulmuştu.
Milliyet, 21.09.2016

ANTİK KENT, TOKAT'IN GASTRONOMİSİNE IŞIK TUTUYOR

Tokat'taki Komana antik kentinde yürütülen kazılarda kentin gastronomisi (kültür ve yemek arasındaki ilişki) hakkında pek çok bilgi elde edildi.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi Yerleşim Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Burcu Erciyas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Komana Pontika antik kentinde yüzey araştırmalarının ardından 2009'da başlattıkları kazıları sürdürdüklerini söyledi.

Komana'daki kazıların verimli geçtiğini ifade eden Erciyas, "Üç-dört alanda hedeflerimiz vardı. Bunlardan üçünde çok başarılı sonuçlara ulaşabildik. Amacımız Komana'yı turizme kazandırmak olduğu için surlardaki çalışmalarımıza hız verdik. Bu çerçevede kuzeybatı bölümünde büyük bir alanı ortaya çıkardık." dedi.

Antik kentin Tokat'ın en erken kent yerleşimi olduğuna değinen Erciyas, Bizans döneminin sonuna kadar kentsel özelliklerini koruduğunu belirtti.

Komana'daki arkeolojik kazıların Tokat'ın tarımsal üretim açısından zenginliğine ve gastronomisine ışık tuttuğunu bildiren Erciyas, şöyle devam etti:

"Ocak ve depolama alanlarından elde edilen verilere göre, bugün olduğu gibi Tokat'ın verimli ovalarında çok çeşitli ürünler yetiştirilebilmekteydi. Komana'daki ocak ve depolama alanlarından buğday, arpa, baklagillerin yanı sıra daha az rastlanan üzüm, nar, incir, kızılcık, kavun, çitlembik, alıç, kiraz, zeytin ve erik ile üretim altyapısı gerektiren nohut gibi ürünler, ceviz ve fındık gibi yemişlere dair veriler toplandı. Az sayıda pirinç tanesi ile üretimi zor ve daha çok ithal edilerek elde edilen ürünler de bulunmuştur. Buluntular, hayvan olarak en fazla koyun ve keçi, ikinci olarak sığır, üçüncü olarak da domuz türlerinin oluşturduğu memeli türlerine yönelimi göstermektedir. Tavuğun da gözlemlendiği kazılarda balıkçılık ile yaban hayvanlarından özellikle keklik ve tavşanının tüketildiği görülmüştür. Bu dönemde kekliklerin seramikler üzerinde görülmesi, tavşanın ikonografide yer alması, av hayvanlarının Komana'nın sofralarındaki önemini vurgulamaktadır."

Erciyas, çalışmalarında Komana'nın gastronomik çeşitliliğinin kanıtlandığının altını çizerek, et kullanılarak yapılan yemekler, tahıllardan elde edilen karbonhidratlı gıdalar, av hayvanları ile hazırlanan yahnilerin yanında meyve, yemiş, hatta unlu gıdalarda çeşni olarak kullanılan çörek otunun Komana'nın mutfağını tanımladığını anlattı.

"Meyveler çoğu zaman yaş, üzüm gibi bazıları da çeşitli ürünlere dönüştürülerek kış boyu kuru veya yan ürün olarak tüketilmiş olmalı." diyen Erciyas, şunları kaydetti:

"Az sayıda pirincin varlığı, tüketiminin bu dönemde işaretidir. Günümüzde meyve ve sebze çeşitlerine ulaşmak çok kolaydır ama yalnızca bir yüzyıl öncesinde bile ürünler ancak mevsiminde tüketilebilmekte, iklim şartlarına bağlı olarak kısıtlı üretim yapılabilmekte, sağlıklı beslenme şartları zorlukla sağlanabilmekteydi. Bu tür şartlarda Komana'da elde edilen ürün çeşitliliğine dair veriler, Tokat'ın günümüzde olduğu gibi verimli arazileri ve tarıma elverişli iklim şartları ile açıklanabilir."

Komana Pontika Antik Kenti
Kaynaklara göre, Mitridat Krallığı'nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan Komana Pontika, Anadolu tanrısı Ma'ya adanmış kutsal bir alandı. Aynı zamanda ticaret merkezi olan bölge, o dönemde kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar yeri ve kenti çevreleyen verimli arazisiyle Anadolu'nun tüm bölgelerinden ziyaretçi çekiyordu.

ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen Komana Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi, Orta Karadeniz yöresinin klasik çağ kenti Komana Pontika'nın konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında uygulamaya konulmuştu.

Gümenek Hamamtepe bölgesinde 2004'te yapılan yüzey araştırmalarının ardından antik kentin gün yüzüne çıkartılması için 2009'dan bu yana kazı çalışmaları yürütülüyor.
Trt Haber, 20.09.2016

MİMAR KEMALEDDİN ESERİ MUHACİR MİSAFİRHANESİ BİR GÜNLÜĞÜNE ZİYARETE AÇILIYOR

Metruk durumdaki tarihi yapıları sanat mekanı olarak yeniden kullanmayı hedefleyen Das Art Project'in düzenlediği ilk sergiye, Haydarpaşa'daki Mimar Kemaleddin eseri Muhacir Misafirhanesi ev sahipliği yapıyor.

Türkiye'de metruk durumda bulunan, döneminde farklı işlevler için kullanılan tarihi mekanları sanat alanlarına dönüştürmek amacıyla kısa süreli sergiler düzenlemek üzere yola çıkmış bağımsız bir sanat inisiyatifi olan Das Art Project, Mimar Kemaleddin'in Haydarpaşa demiryolu sahasında bulunan Muhacir Misafirhanesi (Dikimevi) binasını 14-15 Ekim'de ziyarete açıyor. Mimar Kemaleddin'in erken dönem eserlerinden olan bina, "Oxytocin: Güven Üzerine Denemeler" sergisiyle bir günlüğüne kullanıma açılmış olacak.

1903- 1908 yıllarında inşa edilen Muhacir Misafirhanesi, açıldığı dönemde veterinerlik öğrencilerine ev sahipliği yapmış, 1956'da ön kısmına yapılan beton eklemeler ile TCDD personelinin resmi giysilerinin dikimini sağlayan dikimevine dönüştürülmüştü. Günümüzde kullanım dışı olan yapı, İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2004 yılı 6910 sayılı kararı ile tescillenmiştir.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 20.09.2016

İNSAN NASIL GİYİNMEYE BAŞLADI?

Bugün hala avcılık ve toplayıcılık yapan bazı kabileler çıplak olmaya devam ediyor. Peki ilk insanlar ne zaman giyinmeye başladı?

Hepimiz çıplak doğar, ama kamusal alanda vücudumuzu örtme ihtiyacı duyarız. Bunun nedenleri var: Soğuk iklimlerde giysiler bizi donmaya, aşırı sıcakta ise güneşe karşı korur.

Bugün hala avcılık ve toplayıcılık yapan bazı kabileler çıplak olmaya devam ediyor. Bu giyinmenin hayatta kalma açısından zorunlu olmadığını gösteriyor. Peki ilk ne zaman giyinmeye başladık?

Giysiler fosilleşmeden çürüdüğü için ilk insanların ne zaman çıplak dolaşmaya son verip bedenlerini hayvan postu ve derisi ile kapladığını gösterecek verilerden yoksunuz.

Antropologlar bunun yerine dolaylı yöntemlerle tarih belirlemeye çalışır. 2011'de bitler üzerine yapılan bir araştırma, giysilerin kökeninin 170 bin yıl öncesine dayandığını ortaya koydu.

Araştırmacılar saç biti ile giysi bitinin tür olarak o dönemlerde ayrıldığını düşünüyor.

O zamanlar insanın atası Homo sapienler Afrika'da ortaya çıkmıştı. Vücutlarında fazla kıl yoktu artık. Oysa insana benzeyen homininler daha kıllıydı.

Bazı uzmanlar işte bu kıl yitimini telafi etmek üzere giysi giymeye başladığını düşünüyor.

Günümüzde hala avcılık ve toplayıcılık yapan Sudan'daki Nuer gibi bazı kabilelerin asgari giysi giymesi, örtünmenin sadece korunma amaçlı olmayabileceğini, utanma hissinin baş göstermiş olabileceğini gösteriyor. Ancak bunu kanıtlayabilecek herhangi bir veri bulunmuyor.

Güney Amerika'daki Fuegian kabilesi gibi diğer avcı-toplayıcı toplulukların da bazı zamanlar basit giysiler giydiğini, ama çıplak da dolaştığını gösteren tarihsel veriler de var. Buna göre, ilk insanlar sadece üşüdükleri zaman giyinmiş olabilir.

Afrika dışındaki bölgelerde ise giysinin soğuğa karşı korunmak için zorunlu ihtiyaç olduğunu anlamak zor değil. Başka bir insan türü olan Neandertaller ise çok daha soğuk iklimlerde yaşadığı için giyinme ihtiyacı duymuş olmalı.

Neandertaller Avrupa'da modern insandan önce yaşadı. Her iki türün de Homo heidelbergensis adı verilen aynı ortak atadan ortaya çıktığı sanılıyor. Eğer Neandertaller giysi giyiyor idiyse, giysi birden fazla kez icat edilmiş ve onlar bizden önce icat etmiş olmalı.

Uzmanlar, Neandertaller ile insanların giysi konusunda farklı yaklaşım sergilediğine inanıyor.

Neandertallerin yaşadıkları yerlere bakarak kışın vücutlarının yüzde 70-80'ini örtmüş olduğu, muhtemelen sırtlarına basit bir hayvan postu aldıkları tahmin ediliyor.

Modern insanlar ise birkaç parçayı birleştirerek daha karmaşık giysiler dikiyordu. Kendilerini daha sıcak tutacak ayı sansarı gibi hayvanları avlamaya yöneldikleri sanılıyor.

Bugün Eskimolar bile, tüylerin donmaması özelliğinden dolayı bu hayvanların postunu tercih ettiği biliniyor.

Bazı antropologlar modern insanın soğuk iklimlerde yaşayacak özellikler geliştirmeyi beklemek yerine, daha uygun giysiler dikmelerini sağlayan uygun teknoloji sayesinde oralara uyum sağladığını söylüyor.

Fakat Neandertaller de daha kısa ve tıknaz yapılı vücutlarıyla Avrupa'nın soğuk iklimine modern insandan daha iyi adapte olmuştu. Modern insanlar tarihlerinin önemli bir kısmını tropik Afrika'da geçirmişken Neandertaller Avrupa'ya çok daha önce gelmişlerdi.

Fakat ilginçtir ki onların soğuğa daha iyi uyum sağlamış olması aynı zamanda yıkılışlarına da neden olmuş olabilir.

30 bin yıl önce dünya iyice soğuduğunda zayıf vücutlarıyla soğuğa karşı çok daha hassas olan modern insanlar, bu açığı kapatmak için ekstra teknolojik yenilikler geliştirmek zorunda kaldılar. Özel kesici aletler ve iğneyle daha karmaşık giysiler üretebildiler.

Oysa Neandertallerin sadece basit kazıma aletleri vardı ve buzul çağına uygun giysiler üretemediler.

Bu onların bizden daha az zeki olduğu anlamına gelmiyor. Önceleri vücutlarını tümüyle örten giysilere ihtiyaçları yoktu. Bu ihtiyaç belirdiğinde ise onu yapacak teknolojiden mahrumlardı.

Araştırmalar modern insanın Neandertallerden bazı şeyler öğrenmiş olabileceğini gösteriyor. 40 bin ila 60 bin yıl önce taş yerine kemikten aletleri ilk kullanan onlardı.

Neandertaller yok olduktan sonra benzer aletleri Homo sapienler kullanmaya başladı. Bazıları bunu Neandertallerden modern insana aktarılmış bir şeyler olduğunun kanıtı olarak görüyor.

Bu aktarım, doğrudan karşılaşma şeklinde değil de modern insanın Neandertal kemik aletlere rastlaması şeklinde olabilir.

30 bin yıl önce Taş Devri giysileri daha gelişmişti. Gürcistan'da Dzudzuana Mağarası'nda o döneme ait boyalı keten lifleri bulundu.

Giysiler artık süsleme ve sembolik amaçlı kullanılıyordu. Aslında vücuda boyalarla desenler yapma giysilerden çok daha önce başlamış olabilirdi.

Neandertallerin 200 bin yıl önce vücutlarını kırmızı toprak boyasıyla boyadığını gösteren veriler var. Bu boya ayrıca hayvan postlarını boyamada, mağaralara yapılan resimlerde ve törensel mezarlarda da kullanılmış olabilir.

Uzmanlar, iklim soğuduğunda boyalı vücutların giysilerle örtüldüğüne ve bu süslemelerin giysilere aktarıldığına, bu durumda giysilerin ısıtma amacının yanı sıra sosyal bir özellik de kazandığına dikkat çekiyor.

Kısacası, giysiler sandığımızdan çok daha karmaşık özellikler taşıyor. Onlarsız hayatta kalamazdık, ama bugün ısıtma amacının çok daha ötesinde bir işlevleri var.

Giysiler kimliğimizin, kültürümüzün ve sosyal normlarımızın bir parçasıdır. Bizi diğer canlı türlerinden ve doğadan ayıran bir özelliktir. Ama bunun yanı sıra belli bir sosyal ya da siyasi gruba aidiyetimize işaret ederek bizi birbirimizden de ayırır.
T24, 20.09.2016

MÜZE GİRİŞ İHALESİ İPTAL EDİLDİ

Geçen sene de iptal edilen müze ve ören yerleri gişe işletme ihalesi yine iptal edildi.

İhale bedelinin 1.2 milyar TL olarak belirlendiği ihaleye teklif veren çıkmadı. Yeni ihalenin iki gün sonra tekrar yapılacağı öğrenildi. Sozcu.com.tr’nin Kültür Bakanlığı’ndaki kaynaklardan aldığı bilgiye göre, ihale bedelinin çok yüksek olmasından dolayı yeterli ilginin gösterilmediği öğrenildi.

2015 Yılında En Çok Ziyaret Edilen 10 Müze

1 İstanbul Ayasofya Müzesi 3.466.638
2 İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi 3.252.524
3 Konya Mevlana Müzesi 2.337.850
4 İstanbul Topkapı Sarayı – Harem Dairesi 877.331
5 İstanbul Arkeoloji Müzeleri 411.797
6 Ankara Cumhuriyet Müzesi 381.294
7 Antalya Demre Müzesi 364.529
8 Nevşehir Hacıbektaş Müzesi 363.457
9 Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi 272.814
10 İstanbul Kariye Müzesi 233.000

2015 Yılında En Çok Ziyaret Edilen 10 Örenyeri 

1 Denizli Pamukkale (Hierapolis) Örenyeri 1.731.271
2 İzmir Efes Örenyeri 1.702.865
3 Nevşehir Göreme Örenyeri 975.712
4 Çanakkale Troia Örenyeri 491.205
5 Nevşehir Derinkuyu Örenyeri 422.043
6 Nevşehir Kaymaklı Örenyeri 413.142
7 Aksaray Ihlara Vadisi Örenyeri 395.095
8 Antalya Olympos Örenyeri 364.489
9 Antalya Aspendos Örenyeri 335.363
10 Trabzon Sümela Örenyeri 330.705

Sözcü, 19.09.2016
BİLİM DÜNYASINI ŞAŞKINA ÇEVİRDİ

Tam 25 yıl önce İsviçre Alpleri'nde bulunan mumya, modern tıbbın gelişmesi için bilim insanlarına umut oldu.

Avrupa’nın en yaşlı mumyası 25 yıl önce İsviçre’deki Otztal Alpleri’nde buz kütlesinin içinde, donmuş bir şekilde yürüyüşçüler tarafından bulunmuştu.

Yaklaşık 5 bin 300 yaşında olduğu tahmin edilen ‘Ötzi’ adındaki mumya, hala bilim insanlarını büyülemeye devam ediyor.

Mumyanın bulunmasının hemen ardından, bölge polisi derinlemesine inceleme başlattı. Polis karakolunun yakınına ahşap bir tabuta konularak yerleştirilen 5 bin 300 yaşındaki mumyanın, milattan önce 3 bin 350 ila 3 bin 100 yılları arasında yaşadığını öğrenen pek çok kişi hayretler içinde kaldı.

Bilim dünyasının gelişmesiyle birlikte yeni teknolojiler sayesinde, Ötzi hakkında bilinmeyen pek çok sır da gün yüzüne çıkmaya başladı.

Geçtiğimiz günlerde İtalya’nın kuzeyindeki Bolzano şehrinde düzenlenen mumya kongresinde, Ötzi’nin midesinde bulunan bakteri ve nasıl öldüğü hakkında yeni bulgular paylaşıldı.

Mumya Enstitüsü Müdürü Albert Zink; Ötzi’nin midesinde bulunan bakterinin araştırılmasının, modern tıbbın gelişmesine de yardımcı olacağını vurguladı.

Bilim insanları 2001 yılında Ötzi'nin omzunda, arkasından aldığı bir ok darbesi sonucu oluşan yarayı keşfetmişti.



Araştırmacıların tezine göre, omzundan yaralanan Ötzi, daha sonra da kafasından aldığı sert bir darbe sonucu ölmüş olabilir.



 

Hürriyet, 19.09.2016

AFRODİSİAS'IN HAVUZU GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Aydın’ın Karacasu İlçesi'nde yer alan, adını aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’ten alan Afrodisias Antik Kenti’nde, dönemin Roma şehirlerinin ihtişamını yansıtan dev şehir havuzu yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılıyor.

UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi'nde bulunan Roma İmparatorluğu dönemine ait Afrodisias Antik Kenti iyi şekilde korunmuş anıt yapıları ile dikkati çekiyor. Afrodisias’ta ilk olarak 1904'te yabancı arkeologlarca başlatılan çalışmalar, sonrasında geniş kapsamla 1961-1990 yılları arasında Prof.Dr. Kenan Erim öncülüğünde yapıldı. Erim'in vefatının ardından Oxford Üniversitesi'nden Prof. Roland R.R. Smith başkanlığında devam eden kazılarda, kentin en önemli mimari unsurlarından şehir havuzu gün yüzüne çıkarılıyor. Roma şehirleri içerisinde varlığından haberdar olunan ve kazıyla etrafındaki parkıyla gün yüzüne çıkarılan ilk şehir havuzu olma özelliği taşıyan mimari yapı, 2 bin 100 yıl öncesindeki Roma şehirlerinin ihtişamını gösterdiği gibi o dönemin sosyal yaşantısına ait önemli bilgileri de ortaya koyuyor.

KENTİN GÜCÜNÜ GÖSTERMEK İÇİN
Kazı heyeti başkanı Prof. Smith, ilk kez 1980 yılında Prof.Dr. Kenan Erim tarafından kısmen kazısı yapılan şehir havuzunun, son 5 yıldır yapılan kazılarla, tümüyle ortaya çıkarılmaya çalışıldığını ifade etti. Smith, kazı çalışmaları son aşamaya gelen havuzun, Milattan Önce 1. yüzyıldan kalma olduğunu ve şehrin büyüklüğüyle kıyaslandığında devasa ölçekte olduğunu dile getirerek, "Burada 170 metre uzunluğunda 30 metre genişliğinde ve 1 metre derinliğinde bir süs havuzundan bahsediyoruz. Kentin gücünü göstermek için bu kadar büyük yapmışlar" dedi.
Hürriyet, 19.09.2016

BEYLERBEYİ SARAYI TÜNELİ TRAFİĞE AÇILDI

İstanbul'da Üsküdar-Beylerbeyi hattındaki sahil trafiğini rahatlatması hedeflenen ve 1970'li yıllardan bu yana trafiğe kapalı olan Beylerbeyi Sarayı Tüneli yeniden ulaşıma açıldı.

Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen tünelin açılışında yaptığı konuşmada, Üsküdarlılar için bugünün tünelin açılmasından dolayı özel bir gün olduğunu söyledi.

Beylerbeyi Sarayı'nın yaklaşık 2 asırlık bir saray olduğunu anımsatan Türkmen, "Bugün 19 Eylül 2016 günü, bu tünelin tekrar hizmete açılışının, trafiğe açılışının günüdür. Bu anlamda mutluyuz. Üsküdarlılar olarak heyecanlıyız" dedi.

Tünelin çevredeki trafiği rahatlatacağını ifade eden Türkmen, tünelin açılışının 2016-2017 eğitim ve öğretim yılının başladığı güne yetişmesinin de önemli olduğunu belirtti.

Türkmen, tünelin uzunluğunun 150 metre, yüksekliğinin ise 2 metre 90 santimetre olduğunu, tünelin girişi ve çıkışı itibarıyla da toplamda yaklaşık 650 metrelik bir yolun trafiğe açılışının yapıldığını aktararak, "Tünelden şu anda otomobil ve minibüs geçişlerine izin veriliyor. Bunu görüp ondan sonra otobüs geçişlerine karar vereceğiz" dedi.

Hilmi Türkmen, konuşmasının ardından aracına binerek tünelden geçti.

Tünelden otomobiliyle geçen Elif Topal, tünelden bugün itibarıyla haberdar olduğunu, görevlilerin yönlendirmesi sonucunda tesadüfen tüneli kullandığını söyledi.

Minibüs şoförü Mustafa Çetin de tüneli hizmete sunanlara teşekkür ederek, "Sağ olsunlar, mesafeyi kısalttı. Trafiği de önler. Bizim için her türlü avantaj" diye konuştu.

Minibüs şoförü Mehmet Polat ise tünelin zaman ve yakıt açısından faydalı olacağını söyledi.

Sultan 2. Mahmud tarafından 1829-1832 yılları arasında yaptırılan Beylerbeyi Sarayı Tüneli, 1970'li yıllara kadar Üsküdar ile Beylerbeyi sahil yolunu birbirine bağlayan bir tünel olarak kullanılıyordu.

Beylerbeyi Sarayı'ndaki Set Bahçeleri'nin altından geçen tünel, yüksek duvarların ötesi ile Beylerbeyi Sarayı'ndaki set bahçelerinin bağlantısını da kuruyordu. 150 metre uzunluğundaki tünel, müze ve sergi salonu olarak kullanımının ardından sahil trafiğini rahatlatmak amacıyla bugün tekrar hizmete açıldı.

Tünelin yeniden hizmete açılmasıyla 1,5 saati bulan Üsküdar-Beylerbeyi-Çengelköy hattı sahil yolculuğunun 15 dakikaya düşürülmesi hedefleniyor.

Tünel, sabah Beykoz-Üsküdar istikameti, akşam Üsküdar-Beykoz istikameti olarak tek yönlü hizmet verecek.

Çalışmalar sırasında tünelin orijinal dokusunun muhafaza edildiği bildirildi.
Habertürk, 19.09.2016

KİMSENİN TADI TUZU KALMADI: HASANKEYF'İMİZ KAÇTI

Hasankeyf’in sular altında kalması için geri sayım devam ediyor ama tarihi eserlerin taşınıp taşınmayacağı hala muamma. Başka bir muamma daha var: Ahalinin taşınacağı Yeni Hasankeyf’te kimin, nereye, nasıl yerleştirileceği. Memurların çoktan taşınmış olması ekonomiyi, terör de turizmi vurmuş.



Batman’ın incisi Hasankeyf, artık turistler açısından tam bir hayalet kasaba. Kimse bölgeye uğramaz olmuş. Girdiğim bir hediyelik eşya dükkanı gün boyu ancak tek bir küçük parça satabilmiş. Akşam yemek yediğim restoranda üç gündür ilk yemek yiyen benmişim. Gece kaldığım motelinse dört gündür ilk müşterisi...


Hasankeyf bölgenin en eski yerleşim yeri. 12 bin yıl önceden kalma tarihi eserler var. Buraya bir baraj yapılacağıysa, malumunuz, yarım asırlık bir hikaye.

Son iki yılda baraj önemli bir aşamaya geldi. Gövde inşaatı bitti. Sular yükselince ahalinin taşınacağı Yeni Hasankeyf tamamlandı. Kamu binaları ve kamu çalışanları bu yeni yerleşim yerine taşındı. 

DÜNYAYA REZİL OLURUZ

Tarihi eserlerin de taşınacağı söyleniyordu. Ancak suların yükselmesine bu kadar az vakit kala hala çoğu için herhangi bir somut adım atılmış değil. Üstelik sular altında kalacak olmasına rağmen Artuklu Köprüsü gibi bazı eserlerin restorasyon çalışmaları da devam ediyor.

Taşınmasına karar verilenler muallakta. Mesela 650 yıllık Zeynelbey Türbesi için ihale yapıldı. 500 gün içinde yeni yerleşim yerine taşınması gerekiyor. Taşıma raylı sistem kullanılarak yapılacak. Fakat başta Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen olmak üzere herkes tedirgin. Kusen, ağırlığı 1100 ton olan türbenin üst kısmında çatlaklar olduğunu, taşıma sırasında elde kalabileceğini söylüyor, dünyaya rezil olacağımızdan korkuyor. 

12 BİN YILLIK TARİH ‘HAYALET KENT’E DÖNDÜ 

Yeni Hasankeyf ise Türkiye’de ilk petrolün bulunduğu Raman Dağı’nın eteklerinde yer alıyor. Kamu yapıları tamamlandı, 13 binaya kamu personeli yerleşti. Okullar da hizmete başladı. Ancak Hasankeyfliler ile ilgili durum belirsiz. Bugüne kadar hak sahipleriyle üç anlaşma yapıldı. Hepsi iptal edildi. Geçen ay tekrar başvurular kabul edildi. 19 Ağustos tarihi itibariyle sona eren başvurulara göre 2120 kişi Hasankeyf’te hak sahibi olduğunu iddia etti. Komisyon değerlendirmesinin ardından yeni Hasankeyf’te kimlere ev verileceği belli olacak. Mevcut Hasankeyf’te yaklaşık 3 bin kişi yaşıyordu. 500’e yakın da hane vardı. Yeni Hasenkeyf’e ise 700-800 yeni ev yapılacağı tahmin ediliyor. Yeni tahminlere göre barajda 2017 sonlarına doğru su tutmaya başlanacak. Yeni evlerse TOKİ tarafından 18 ay sonra teslim edilecek.  Terörün turizmi tamamen bitirmiş olması da cabası. Bayramda kısmi hareketlenme oldu. Ama o da ancak Diyarbakır, Batman ve Mardin gibi çevre illerden gelenler. Eskisi gibi tur otobüslerinden eser yok. Yabancı turistin adı bile anılmıyor. 

HALK GİTMEK İSTEMİYOR

Evler güzel ama orada yaşamam
1933 doğumlu Hasibe Güzel, bir zamanlar Hasankeyf Kalesi’nde yaşıyordu. “1963’e kadar kalede yaşadım. Bir gün Demirel gelip temel attı. ‘Artık burada yaşayacaksınız’ dediler. Şimdi de ‘baraj’ diyorlar. Evleri gördüm güzel yapmışlar ama barajı da istemiyorum, yeni yerleşim yerini de...”

Ucuza alıp pahalıya satıyorlar
Yılmaz Özoğlu 50 yılda iki mağduriyet yaşadıklarını anlatıyor: “1970’lerde bizi mağaralardan çıkarırlarken de mağdur olduk. Mağaralara para vermiyorduk. Yaptıkları evden kira aldılar. Şimdi de evlerimizi ucuza alıyorlar, yeni evleri çok pahalıya satıyorlar. Biz o evlere gitmek istemiyoruz.”

Terör Güneydoğu’yu bitirdi
Öz Antik’in sahibi Mehmet Nuri Aydın, “Eskiden Hasankeyf’in geçim kaynağı dokumacılıktı. Bugün sadece bir parça kilim sattım. 35 TL” diyor. Komşusu Tahsin Mete de günü sadece iki parça satarak kapatmış. Çoban Ali Ayhan da halinden şikayetçi: “Terör Güneydoğu’yu bitirdi. Kimse gelmiyor artık.”



Hasankeyf, UNESCO’nun 10 kriterinden 9’unu taşıyor. Ilısu Barajı ile birlikte 83 arkeolojik alan sular altında kalacak.

Memurların yüzünü görmüyoruz
Terzi Ahmet Ece’nin kafası çok karışık... “Günü siftah yapmadan kapatıyoruz. Mesela bugün de öyle oldu. Memurlar da Yeni Hasankeyf’e taşındı, Batman’a gidip geliyorlar. Onları hiç görmüyoruz. Burada ekonomi çöktü. Esnaf kirayı çıkaramıyor. Ben de ne yapacağımı bilmiyorum” diyor.

Asgari ücretle nasıl öderiz?
Aşçı Refik Türkan: “Eskiden Dicle’nin kenarında çardaklarda çalışıyorduk. Ben ızgaracıydım. Günde en az 100 ızgara yapardım. Küçücük yerde 12 kişi çalışırdı. Kale kapandı, çardaklar kapandı, şimdi herkes işsiz... Yeni evler için ayda 1500 TL ödememiz gerekecek, asgari ücretle bu parayı nasıl öderiz?

Bir yılı, bir saatine değişmem
Adını vermek istemeyen bir memur: “Yeni Hasankeyf’teki bir yılımı, Hasankeyf’teki bir saatime değişmem. Ayrıca burada başka bir konu daha var. Kesmeköprü 1 ve 2 köyleri olarak biz yıllardır birbirimizi sevmeyiz. Şimdi Yeni Hasankeyf’te bizi bir arada yaşamaya zorluyorlar. Bunu kimse istemiyor.”

BARAJIN YÜZDE 81’İ BİTTİ 2017’DE TAMAMLANACAK
GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil, barajın 2015’te tamamlanmasının planlandığını ancak bölgedeki terör yüzünden bu tarihin ertelendiğini anlatıyor: “İnşaatı süren bazı baraj ve hidroelektrik santral inşaatları, yaşanan saldırılar ve sabotajlar yüzünden aksadı. Ilısu Barajı’nın toplam maliyeti 1.7 milyar TL. Yüzde 80’den fazlası tamamlandı. 2015 sonunda bitecekti ama çıkan olaylar nedeniyle inşaatlarda ilerleme sağlanamadı.” 

NE KAYBETTİKLERİNİ SON KEZ GÖRSÜNLER
Aktüel Arkeoloji dergisi yeni sayısını tamamen Hasankeyf’e ayırdı. Derginin yazıişleri müdürü Murat Nagis, son bir farkındalık yaratmak istediklerini, insanların ne kaybettiğimizi görmelerini istediklerini söylüyor: “Hasankeyf, tıpkı Göbeklitepe gibi Neolitik döneme kadar tarihinin uzanıyor. Son kazılarda 11.500 yıl öncesine ait eserler bulundu.”  

Hürriyet, Haber: Serkan Ocak, 17.09.2016

KÖMÜR ARARKEN TARİHİ ESER ORTAYA ÇIKTI

Muğla’nın Milas İlçesi’ndeki Yeniköy ve Kemerköy termik santrallarını besleyen kömür sahalarındaki kazılarda ise Erken Demir Çağı, Hellenistik, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait çok sayıda eser bulundu.



Kazı alanlarındaki yeni keşifler, yurtdışından geri alınan kıymetli parçalar, kentsel dönüşüm ve Marmaray gibi önemli altyapı projeleri sırasında bulunan hazinelerle zenginleşen Türkiye’nin tarihi hazinelerine, TANAP kazılarından da katkı geldi. Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) güzergahı üzerinde bulunan Alaybeyi Arkeolojik Alanı’nda gerçekleştirilen kazılarda, bölgenin tarihini değiştirecek bulgulara ulaşıldı. Muğla’nın Milas İlçesi’ndeki Yeniköy ve Kemerköy termik santrallarını besleyen kömür sahalarındaki kazılarda ise Erken Demir Çağı, Hellenistik, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait çok sayıda eser bulundu.

TANAP KAZILARINDA KARAZ İZİ
Azerbaycan doğalgazını Avrupa’ya taşımak üzere inşa edilen Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) güzergahı üzerinde bulunan Alaybeyi Arkeolojik Alanı’nda gerçekleştirilen kazılarda, Erken Tunç Çağı’na tarihlenen ve Kafkaslar’dan Mezopotamya’ya kadar yayılım gösteren “Karaz” kültürüne ait bir yerleşim evresi tespit edildi. Burada diagonal duvarların oluşturduğu mimari bir kompleks, bu kompleks içerisinde kalan yuvarlak planlı bir yapı ve bu yapının çevresinde hayvan başları, hoker tarzı gömüler, kutsal amaçlarla kullanılan farklı formlarda ocaklar ve bölgede daha önce hiç görülmemiş ana tanrıça idolleri ve figürleri ele geçirildi. Söz konusu alanın dini ritüeller ve kurban törenlerinin gerçekleştirildiği, kutsal bir alan olduğu değerlendiriliyor. Bölgedeki buluntular, Demir Çağı’nda burada göçer grupların yaşadığına işaret ediyor.

ROMA DÖNEMİNE AİT ESERLER
Muğla’nın Milas İlçesi’ndeki Yeniköy ve Kemerköy termik santrallarını besleyen dekupaj alanlarından Mengefe, Hüsamlar ve Belentepe açık kömür ocaklarında ilk kez 2006 yılında tarihi eserlere rastlandı. Ortaya çıkan antik yerleşimlerdeki kültür varlıklarını kurtarma kazılarına 2014 yılında başlandı. Halen devam eden kazı çalışmalarında bölge tarihini değiştirecek nitelikte bulgulara ulaşıldı. Hüsamlar Köyü kazılarında Erken Demir Çağı ve Hellenistik Dönem’e tarihlenen oda mezarlar ortaya çıkarıldı. Belentepe’deki arkeolojik alanlarda Hellenistik, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait çok sayıda eser bulundu. Belentepe’deki kazıda dip kısmı ve ağız kısmı yuvarlak kapakla kapatılmış, kemikten yapılmış pyksis bulundu. Yuvarlak parfüm kutusu olarak yapılan ve kadın süs eşyası olarak kullanılan kutunun gövdesinde 2 adet kanatlı eros tasviri alçak kabartma olarak işlenmiş.

YURTDIŞINDAN NELER GELDİ?
BRONZ AT KOŞUM TAKIMI PARÇASI:
Amerika’da yaşayan Anne Daughtry adlı kişi, MS 2. yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi’ne ait bronz at koşum takımı parçasını kendi isteğiyle 2014 yılında Los Angeles Başkonsolosluğu’na teslim etti.

MEZAR STELİ: ABD’nin Indiana Eyaleti’ndeki Valparaiso Üniversitesi, Brauer Sanat Müzesi koleksiyonunda bulunan Sardis kökenli 2 adet mezar stelini 2015’te anavatanına gönderdi.

EL YAZMASI: Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nden çalınan “Lubab el İşaret ve’t-Tenbihat” ve “Miftahu’l Ulum” adlı 2 adet el yazması, ABD’de bulundu.

OSMANLI BAYRAĞI: 1. Dünya Savaşı sırasında Şam’da Osmanlı Karargahı’nın İngiliz kuvvetlerince işgal edilmesinin ardından gönderden indirilen Osmanlı bayrağı, İngiliz bir askerin torunu tarafından Türkiye’ye teslim edildi.

MEZAR ADAK STELİ: Lidya Uygarlığı’na ait Manisa kökenli 10 adet mezar ve adak stelinin ABD’de internet üzerinden satışa çıkarılması üzerine bakanlık harekete geçti.

MEZAR TAŞLARI: İngiltere’de bir müzayede evinde satışa çıkarılan 18. yüzyıla ait 4 Osmanlı mezar taşı, yapılan girişimler sonucu yurda getirildi.

KARGO İLE YOLLANDI
Avusturya’nın başkenti Viyana’da yaşayan bir kişi, kargo ile Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne bir boğa başı figürü gönderdi. Paket içerisinde, Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne yazılmış Almanca bir not da vardı. Notta, şahsın 1963 yılında 1 haftalığına geldiği Antalya’da bahse konu eseri satın aldığı ve artık eseri kendi anayurduna iade etmek istediği yazıyordu. Tunç Çağı’na ait olan eser, pişmiş topraktan yapılmış. 9 cm boyunda ve 7 cm enindeki eser, Antalya Müzesi Müdürlüğü’nde korunuyor.

BOĞA BAŞI FİGÜRÜ
BULUNDUĞU YER: Avusturya/Viyana

TARİHİ: MÖ 3000-1200
TÜRKİYE’YE GETİRİLDİĞİ TARİH: 2016
SERGİLENDİĞİ MÜZE: Antalya Müzesi Müdürlüğü
BOYUTU-ÖLÇÜSÜ: 9 cm boyunda ve 7 cm eninde.

İLK SIRADA SIRBİSTAN VAR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu’dan yurtdışına kaçırılan tarihi eserleri hafiye gibi aramaya devam ediyor. Bakanlık, son 14 yıl içerisinde 4 bin 269 tarihi eserin izini bularak Türkiye’ye kazandırdı. İadesi sağlanan eserlerin ülkelere göre dağılımında Sırbistan bin 865 eserle ilk sırada yer aldı. Onu Almanya (bin 242), İsviçre (407), Avusturya (321), Hırvatistan (133), ABD (154), İngiltere (60), Avustralya (24), Birleşik Arap Emirlikleri (23), Bulgaristan (20), Fransa (18) takip etti. 2011 yılı ise Türkiye’ye iadelerin en yoğun olduğu yıl oldu. 2011’de toplam bin 885 eser Türkiye’ye geri döndü.

SİNAN PAŞA’NIN ÇİNİLERİ 2012’DE GERİ ALINDI
Bursa Sinanpaşa Camii’nde 2002 yılında gerçekleştirilen soygunda çalınan ve üzerinde Kuran-ı Kerim’den Haşr Suresi’nin 23. ayetinin bir bölümünün yazılı olduğu pencere süslemesini oluşturan 34 parça çini karo, İngiltere’de ortaya çıktı. 2012 yılında bakanlık tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda İngiltere’den iadesi sağlanan eserler, Ankara Etnoğrafya Müzesi Müdürlüğü’nde ziyarete açıldı.

BREMEN BİT PAZARINDA BİZANS HAZİNESİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2002 yılında Almanya’nın Bremen kentinde bit pazarında bin 182 eserin satışa çıktığını tespit etti. Bakanlık, söz konusu eserlerle ilgili Almanya’dan adli yardım talebinde bulundu. Eserlerin iadesiyle ilgili olumsuz yanıt verilmesi üzerine Dışişleri Bakanlığı, Hannover Başkonsolosluğu’nun temin ettiği bir avukatlık firması aracılığıyla Almanya’da dava açtı. Türkiye’nin haklı bulunması sonucunda, 2008 yılında eserler Türkiye’ye getirildi. Grek, Roma ve Bizans dönemine ait 716 sikke ile madeni süs eşyaları, mücevherler, haçlar ve mızrak uçlarından oluşan toplam bin 182 eser, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde koruma altına alındı.

DEVLETİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ TEMSİL EDİYOR
Amerika’da ikamet eden bir Türk’ün elinde bulunan Osmanlı Devlet Arması, 2016 yılında Türkiye’ye geri döndü. Los Angeles Başkonsolosluğu tarafından teslim alınan arma, Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’ne verildi. Sultan 2. Abdülhamid dönemine ait olan arma, atlas kumaş üzerine renkli iplerle işlenmiş. Armadaki güneş devletin büyüklüğünü, güneşin ortasındaki tuğra en büyük Müslüman Türk hanedanını, kavuk saltanat ve hilafeti, çiçekler müsamahayı, terazi adaleti, kitap Kuran-ı Kerim’i, silahlar orduyu, madalyonlar çeşitli milletlerden oluşan Osmanlı’yı temsil ediyor.

OSMANLI DEVLET ARMASI
BULUNDUĞU YER: ABD TARİHİ: 1876-1909

TÜRKİYE’YE GETİRİLDİĞİ TARİH: 26 Ocak 2016
SERGİLENDİĞİ MÜZE: Ankara Etnografya Müzesi
BOYUTU-ÖLÇÜSÜ: 35 x 40 cm
ÖNEMİ/ÖZELLİĞİ: Sultan 2. Abdülhamid dönemine ait.
Habertürk, Haber: Aykut Yılmaz, 17.09.2016

VAN GOGH'UN ÇİÇEKLERİ CANLANDI

Vincent van Gogh’a ait 60’tan fazla eser 2017’de Avustralya’daki National Gallery of Victoria’da sergilenecek.

‘Van Gogh and the Seasons’ adlı sergide 40 resim ve 25 çizim yer alacak.  Sanat tarihçi Sjraar Van Heugten’ın Van Gogh Museum’dan yararlanarak hazırladığı sergi daha önce ülkede görülmemiş eserlere de yer verecek. Sergi vesilesiyle Van Gogh’un ‘Cornflowers and Poppies’ eseri 4,5 metrelik bir panoda gerçek çiçeklerle canlandırıldı. 
Milliyet, 17.09.2016 

DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN OSMANLI PARASI ORTAYA ÇIKTI

Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid tarafından 1851 yılında bastırılan ancak basılı hali ve görseli günümüze ulaşamayıp sadece baskı kalıbı bilinen 6. emisyon 2. tertip kağıt 500 kuruş, Ankara'da bir koleksiyoncuda ortaya çıktı.

  

Paranın sahibi araştırmacı-yazar Necati Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Osmanlı'da kağıt paraların ilk defa 1840'ta, Abdülmecid döneminde "Kaime-i Nakdiye-i Mütebere" adıyla elle yazılıp tedavüle sunulduğunu belirtti. 

Abdülmecid döneminde çıkartılan 1. emisyon grubu paraların elle yazıldığını, 1841'den sonraki emisyonların ise matbu basıldığını vurgulayan Doğan, bu dönemdeki paraların faiz getirili borç senedi veya hazine bonosu niteliğinde olduğuna dikkati çekti.



"MALİYE NAZIRI ABDURRAHMAN NAFİZ MÜHÜRLEMİŞ"
İlk dönem basılan bazı Osmanlı kağıt paralarının çeşitli nedenlerle basılı halinin ya da kalıbının bugüne ulaşmadığına işaret eden Doğan, Abdülmecid tarafından 1851'de bastırılan 6. emisyon 2. tertip 500 kuruşun da basılı hali ve görseli günümüze ulaşmayan paralardan olduğunu bildirdi.

Söz konusu paranın kalıbının Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğünde bulunduğunu dile getiren Doğan, "Abdülmecid tarafından 1851'de bastırılan ama basılı hali ve görseli bugüne ulaşmayan 6. emisyon 2. tertip 500 kuruşu geçtiğimiz günlerde koleksiyonuma kattım. Bu para tedavülde olduğu dönemden sonra ilk kez görülüyor. Şimdiye kadar bir eşi daha görülmedi. Bunun da nedeni bu paraların tedavülden kaldırılıp topluca imha edilmesi. Elimizdeki ise elde kalan son para." dedi.

Doğan, elindeki paranın da o dönem basılan diğerleri gibi tek taraflı basıldığını belirterek, şunları söyledi:

"Basılı ön yüzünde Abdülmecid'in çiçekli kabartma tuğrası, paranın değeri olan 500 kuruş ve yıllık yüzde 6 faizli olduğu yer alıyor. Arka yüzünde dönemin Maliye Nazırı Abdurrahman Nafiz'in mührü bulunmakta. Taş baskı yöntemiyle 134x197 milimetre ebadında basılan paranın kağıdı ise bugünkü paralara göre oldukça incedir."

"TARİHİMİZE AİT BELGEYE ULAŞMANIN GURURUNU YAŞIYORUM"
Koleksiyoncular ve nümizmatik bilimi açısında çok önemli olan parayı kamuoyuyla paylaşmanın mutluluğunu ve gururunu yaşadığını dile getiren Doğan, şöyle dedi:

"Bugüne kadar 'Para ve Madalya' adıyla 11 kitap yayımladım. Titiz araştırmalar sayesinde tüm kitaplarımda çok nadir ya da ilk kez gün yüzüne çıkartılmış niteliği olan parçalara yer verdim. Geçen yıl da varlığı arşivlerdeki kayıtlar sayesinde bilinen Sultan Abdülmecid tarafından 1849'da bastırılan ancak bugüne basılı hali, kalıbı ve görseli dahi ulaşmayan 5. emisyon kağıt 500 kuruşu ortaya çıkartıp, kamuoyuyla paylaşmıştım. Bu iki para da 'ünik' niteliktedir. Yani her ikisi de dünyada tektir."

Her iki paranın izini yıllardır sürdüğünü ve bunun için büyük bir çaba harcadığını ifade eden Doğan, "Bu yaptığımı sadece bir iş olarak görmüyorum, bunu tarihe ve kültür hayatımıza karşı büyük bir sorumluluk olarak da görüyorum. Bunun için yıllardır gösterdiğim çabaların karşılığını almanın mutluluğunu, tarihimize ait bir belgeye ulaşmanın da gururunu yaşıyorum." ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 16.06.2016

PANTOLON: 3000 YIL ÖNCE ORTA ASYA'DA İCAT EDİLDİ

Sibirya’daki Taş Devri yerleşkelerinden Mal’ta ve Buret civarında bulunan insan figürinlerini inceleyen bazı uzmanlar, pantolonun 20 bin yıl önce giyilmiş olabileceğini öne sürmüştü. Deri veya kumaştan yapıldıkları için çok eski dönemlere ait pantolon kalıntılarına pek rastlanamıyordu.



Alman arkeoloji Enstitüsü arkeologlarından U. Beck ve M. Wagner; 2014’te Orta Asya’da yaptıkları kazıda, 3000 yıl önceden kaldığı belirlenen, kumaştan yapılmış iki pantolon buldu. 
Pantolonlar, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin Turfan kenti yakınındaki tarihi mezarlıkta, iki erkeğe ait M21 ve M157 numaralı mezarlarda bulundu. Mezarlarda bulunan yün pantolonların iplikleri Karbon-14 yöntemiyle analiz edildi. 

Bu yöntemle yapılan yaş tayinleri, pantolonların MÖ 1000-1300’lerden kaldığını kanıtladı. Her iki pantolonun da ata rahat binmek için tasarlanmış olduğu açıklandı. Pantolonları dikmek için büyük kumaşlar kesilmemişti. 

Araştırmacılar, üç ayrı yün kumaşın desenli olarak uygun boyutlarda dokunup ardından birbirine dikilerek pantolon yapıldığını belirledi.

İki dikdörtgen kumaş, paçalar için belden ayak bileklerine uzanacak boyuttaydı. Üçüncü kumaş, artı şeklinde olup diğer iki parçayı birleştirecek şekilde dokunmuştu. Kumaşlar tezgahta, kişilere özel boyutlarda dokunduğu için dokumacı ve terzinin aynı kişi olduğu açıklandı. 

Pantolonları 3000 yıl önce giyenlerin 40 yaşlarında olduğu belirlendi. Mezarlarında; savaş baltası, sadak, kamçı, dizgin ve deriden yapılmış kol zırhı bulunduğu için bu kişilerin atlı savaşçılar olduğu anlaşıldı. Dünyanın bilinen en eski pantolonları olan bu objelerle ilgili bilimsel veriler, 20 Ekim 2014’te Quaternary International’da yayımlandı.

Pantolonun Avrupa ve dünyaya yayılışı
Pantolonun; Orta Asya’dan İran’a MÖ 600’lerde geçtiği, Pers başkenti olan Persepolis’teki taş kabartmalarda yer alan figürlerden anlaşılmaktadır. İran’dan Orta Doğu’ya yayılan pantolon, Yunanlılar ve Romalılar tarafından benimsenmeyip doğuluların ve barbarların giysisi denilerek aşağılanırdı. Romalılar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini ele geçirince oralarda yaygın olan pantolonu benimseyip giymeye başladılar. 

Romalı askerler, MS birinci yüz yıldan itibaren tuniklerinin altına, dize kadar uzanan pantolonlar giydi. Batı Roma İmparatorluğu 476’da yıkılınca, Avrupa’da pantolon giyenlerin sayısı arttı. Doğu Roma İmparatorluğu’nda, tuniklerin altına pantolon giymek yaygınlaştı. Orta Asya’da ise Hunlar, göktürkler ve Uygurlar sürekli ata bindikleri için pantolon, çok eski bir gelenekti. Avrupa’da asiller ve zenginler, 8. yüzyıldan itibaren keten veya yünlü kısa pantolonlar giymeye başladı. İspanyol asillerin giydiği; üst kısmı geniş ve dizden bağcıklı olan pantolonların paçaları, balon gibi görünmeleri için pamukla desteklenip kapitone yapılarak dikilirdi. 

Avrupa’da 14. yüzyılda, uzun ve dar pantolonlar Moda oldu. Fransa’nın gezici komedi tiyatrolarındaki “Pantolone” adlı bir karakter, sürekli pantolon giydiği için pantolon kelimesi onun adıyla özdeşleşmişti. Fransız Devrimi sırasında, sokağa dökülen işçiler uzun paçalı pantolon giydiği için bu halk giysisine o dönemde pantolone adı verildi. İkinci Mahmut, Osmanlı askerlerine pantolon giyme mecburiyeti getirmişti. Abdülmecit ise tüm memurların pantolon giymesini sağladı.
Milliyet, Yazı: Ural Akbulut, 16.09.2016
DEFİNECİLER KÖYLÜYÜ İSYAN ETTİRDİ

Tekirdağ'ın Malkara İlçesi'ne bağlı Kermeyan Mahallesi'nde definecilerin sit alanlarında ve köy çevresinde gelişi güzel define araması köylüyü isyan ettirdi.



Olay, ilçeye bağlı Kermeyan Mahallesi Kale mevkii ve köy girişi mevkiinde meydana geldi. Kimliği belirsiz şüpheliler, Roma ile Bizans Dönemi’nin önemli yerleşim bölgelerinden Kale mevkiindeki sit alanında bulunan bir tarlada izinsiz kazı yaparak define aradı. Yaklaşık 20 metrelik çukur açan define avcıları, açtıkları çukurun altından da 25 metrelik bir tünel kazdı. Profesyonelce çalışan şüpheliler kullandıkları bazı malzemeleri olay yerinde bazılarını ise çevredeki çalılıklara saklayarak daha sonra olay yerinden uzaklaştı. Define avcıları Kale mevkiinde yaptıkları izinsiz kazı sonrasında dün gece de köy girişinde iş makinesi yardımıyla bir yolun altını kazdı. Yapılan izinsiz kazı sırasında defineciler, köylünün bahçesini suladığı ve çevreye su verdiği su boru hattını patlattı.



MUHTAR İSYAN ETTİ
Son zamanlarda kalabalık grupların köylerine gelerek çeşitli yerlerde kazı yaptığını anlatan Muhtar Yusuf Yılmaz, şöyle dedi:

"Bu definecilerden bıktık, usandık. Yeter artık. Bizi isyan ettirdiler. Köyümüz tarihi bir köy olduğu için zamanında burada Romalılar, Bizanslılar yaşamış. Bu yüzden de defineciler köyümüzü delik deşik etti. Bir an olsun rahat bırakmıyorlar. Önceki günlerde tarlaları kazmışlar, kazdıkları çukur derinlemesine 20 metre alttan da tünel olarak 25 metre kazı yapmışlar. Dün gece de köy girişindeki alanı kazmışlar. Kazarken oradan geçen su boru hattını patlatmışlar. Yazıktır. Tarladaki mahsullerimizi gece biçmeye kalksak Allah korusun çukura düşeceğiz. Burası sit alanı olduğu içinde defineciler burayı mesken tuttu."

  

Jandarmanın izinsiz kazı yapan definecileri yakalamak için başlattığı soruşturma sürdürülüyor.
Milliyet, Haber: Murat Yayın, 16.09.2016

IHLAMUR PARKI'NA 'APARTMAN YAPACAĞIZ' TABELASI

Beşiktaş’ta kültür varlığı olarak tescil edilen III. Selim ve II. Mahmut’a ait üç adet nişan taşının ve anıtsal nitelikte ağaçların bulunduğu Ihlamur Parkı’nın imara açılmasının ardından mahalleli ile belediye arasında yaşanan tartışma yeni bir boyut kazandı.

İmara açılan yaklaşık üç dönümlük arazinin sahipleri, arsanın etrafındaki sac levhaları kaldırdı. Yerine yeşil renkli tel örgüler koyup, parkın girişine, “3 bin 68 metrekare üzerine bölgenin mimarisine uygun, o bölgeye değer katacak ve 5 katı geçmeyecek şekilde konut projesi planlanmaktadır” yazan levha asıldı.Parkın bir bölümünün geçen haziran ayında demir levhalarla kapatılmaya başlanmasıyla, mahalle sakinleri protesto gösterileri yaparak Beşiktaş Belediyesi ve inşaat sahiplerini eleştirmişti. Yaşanan tartışmaların ardından inşaat şirketi çalışmalarına bir süre ara verdi. Şirket önce parkın etrafındaki demir levhaları sökerek yerine yeşil renkli tel örgüler çekti. Parka vatandaşın girmesi için geçitler de bıraktı. Sonra da mahallelinin tepkisini çeken bir tabela astı.

MİMARİYE UYGUN YAPACAĞIZ
Ihlamur Parkı'nın girişine üzerinde “Arsa sahipleri” notu bulunan levhada şunlar yazıyor:

Beşiktaş Abbasağa Mahallesi, Ihlamur Yıldız Yokuşu’nda yer alan, üzerinde 3. Selim ve 2. Mahmut’a ait üç adet nişan taşının ve anıtsal nitelikte ağaçların da bulunduğu çevre sakinleri tarafından kullanılan ve Ihlamur Parkı olarak adlandırılan 6 bin 735 metrekare yeşil alanın da olduğu 11 bin 936 metrekare arsanın işlemleri tamamlandıktan sonra iddia edilenlerin aksine içinde parkın ve tarihi mirasımızın da bulunduğu yeşil alanın terki yapılarak düzenlendikten sonra siz değerli mahalle sakinlerinin kullanımına sunulacaktır. 11 bin 936 metrekare arsamızdan yeşil alan dışında kalan ve 5 gecekondu, oto yıkama, oduncu ve çöp toplama yeri olarak kullanılan toplam 3 bin 68 metrekare üzerine  ve 5 katı geçmeyecek şekilde konut projesi planlanmakta.” 
Hürriyet, Haber: Fırat Alkaç, 15.09.2016

URARTU KRALLARINA AİT KAYA MEZARI 100 YIL SONRA GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi’nde yürütülen kazılarda Urartu krallarına ait önemli bir kaya mezarı 100 yıl aradan sonra gün yüzüne çıkarıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Van Kalesi'nde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında yürütülen kazı çalışmaları devam ediyor. Bu çalışmalar kapsamında Van Kalesi’nin doğu güney bölgesinde Urartu krallarına ait önemli bir kaya mezarı gün yüzüne çıkarıldı. Mezarın ortaya çıkarılmasında öncü olan Araştırmacı Dr. Bülent Genç, aslında bu kaya mezarının sitadelde ana kayaya oyulan ve küçük ön oda biçiminde dromoslu girişi olan ilk mezar örneği olarak karşılarına çıktığını söyledi.

Bu anlamda sitadeldeki Argişti mezarı, Neft Kuyu, İç Kale ve Doğu Odaları gibi diğer krali mezarlardan da farklı olduğunu ifade eden Genç, “Biz geçen yıl ekim ayında kalede yaptığımız incelemelerde kaya mezarının olduğu bu bölümde ve üst kısmında düzeltilmiş bazı kaya yüzeyleri tespit ettik. Bu yıl ki kazı sezonunda sitadelin söz konusu bölümünde çalışmalarımızı sürdürerek yeni bir kaya mezarı ortaya çıkardık. Arkeolojik sonuçları itibariyle Urartu kaya mezar mimarisinde ve kronolojisinde çok tartışma yaşatacak bir krali mezar. Urartu Krallığı’na başkentlik yapmış olan Van Kalesi’ndeki araştırmalar 19. yüzyılın ortalarından itibaren başlamaktadır. Yapılan bu çalışmalarla Urartu Krallığı’na ait çeşitli anıtsal yapılar ortaya çıkarılmıştı. Bunların içinde sitadelin güney cephesi boyunca yer alan krali kaya mezarları bilinmektedir. Bunlar Osmanlı döneminden itibaren depo ve baruthane gibi çeşitli amaçlarla kullanılmıştı. Bu kaya mezarlarının hepsi anıtsal cepheli ve çok odalı planları ile karşımıza çıkmaktadır. Bizim tespit ettiğimiz bu mezar ise yer altına işlenmesi ve planlaması açısından diğerlerinden farklı ve erken özellikler gösteriyor. Mezar bir ön oda ve buradan açılan kapıyla geçilen bir ana odadan oluşuyor. Gömünün yapıldığı bu ana odayı zeminden bir metre yükseklikte ve 12 metre boyunca devam eden kesintisiz bir niş çevreliyor. Maalesef mezar Ortaçağ, hatta daha erken dönemden itibaren soyulduğu için biz sadece mimarisi itibarı ile bu sonuçlara ulaştık. Ama Urartu kralları için günümüze kadar sırasıyla İç Kale, Neft Kuyu, Argişti Mezarı, Doğu Odaları ile ilgili teorik olarak önerilen kaya mezarı kronolojisine katkı sağlayacak niteliktedir. Özellikle hangi mezarın hangi krala ait olabileceği tezlerini baştan sona değiştirebilecek bir mezar olarak karşımıza çıkmaktadır" ifadelerini kullandı.

"ARAŞTIRMA TARİHÇESİ 1849’LARA KADAR GİDİYOR"
Sitadelde bu planlamada krali bir mezarın bulunmasının önemli olduğunu belirten Genç, “Özellikle planlama açısından benzer örneklerinin Assur İmparatorluğunda da bulunduğunun altını çizdi. Bununla birlikte yer altına oyulmuş ve aynı şekilde ön girişe sahip mezar mimarisi Urartu coğrafyasında yaygın olarak bilinmektedir. Ancak sitadelde gömü geleneği daha çok Mezopotamya ile benzerdir. Mezar mimarisini ve iç donanımlarını göz önüne aldığımız takdirde kaledeki mevcut kaya mezarlarından tamamen farklı özellikler göstermektedir. Mezar içerisindeki niş gömüye ait eşya, silah ve benzeri mezar hediyelerinin konulduğu bir amaca hizmet etmektedir. Bunun dışında sade ve bezemesiz bir mimari yapıya sahiptir. Urartu'da aslında araştırma tarihçesi 1849’lara kadar gidiyor. İngiliz büyükelçisi Austen Henry Layard’ın Analı Kız’da çalıştığını ve kazı yaptığını biliyoruz. Bu alanı daha sonra 1915-1916 yılında kısa süren Rus işgali döneminde Nicholas Yakovlevich Marr ve İosif Abgarovich Orbeli kazıyorlar. Ancak bu dediğim gibi 100 yıl önce yapılan bir çalışmadır. Uzunca bir aradan sonra kalede böyle bir mezar ortaya çıkarmamız tabi bizim açımızdan da ilginç oldu. Çünkü bu zamana kadar literatürde bütün kaya mezarları sadece var olanlar üzerinden tartışılıyordu. Böyle bir mezarın ortaya çıkması sitadelde benzer biçimde başka kaya mezarlarında bulunabileceğini akla getirmektedir. Çünkü bu alanda şimdiye kadar hiç kazı yapılmamış. Özellikle kaya mezarının yaklaşık 30 metre kuzeyinde Assur yazıtlı bir niş ve niş içerisinde bir stel kaidesi yer almaktadır. Bu nişte yer alan yazıtta çeşitli adak hayvan sayısından bahsediliyor. Bunun mezarla ilişkisini kazının ilerleyen süreçlerinde ortaya çıkaracağız. Ama bu alandaki çalışmalar dediğim gibi yüz yıl sonra böyle bir mezar ortaya çıkarmak bizim içinde çok şaşırtıcı oldu. Sonuçları itibarı ile de bizi bayağı heyecanlandırdı” dedi.

“YÜZ YIL SONRA BÖYLE BİR MEZAR ORTAYA ÇIKTI“
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle İstanbul Üniversitesi adına eski Van şehri, kalesi ve höyüğü kazılarının bir ayağının da sitadel kısmında devam ettiğini söyledi. Doç.Dr. Erkan Konyar, “Geçen yıl bazı araştırmacı arkadaşlarımızın ki bunların başında Bülent Genç geliyor. Bu alanda yaptıkları yüzey araştırmalarında bir mezara ait olabilecek kimi kanıtlar ortaya çıkarmışlardı. Ama açıkçası bize sıradışı gelmişti. Yani sitadelde zaten var olan anıtsal kaya mezarlarının Urartu krallarına ait olduğunu düşünüyoruz. Fakat burada çok ayrı bir formatta yeni bir mezar odasıyla karşılaştık. Urartu’da halkın kullandığı bir mezar odasının plan ve tipoloji açısından bir benzerini sitadelde bulduk. Bu da bize çok sıra dışı geldi. Aklımıza hemen bunun erken Urartu krallarına ait olabileceği fikri geldi. Tabi bu olasılıktan oluşuyor fakat bu fikri destekleyen birçok unsur var. Çünkü bu mezarın hemen üst kısmında Assurca bir yazıt var ki Urartular ilk yazıtlarını Assurca yazıyor. Bunun dışında kimi kaya işlemeleri ve konum özellikleri bu mezarın belki de kurucu krallara ait olabilecek bir mezar olduğunu bize gösteriyor. Bu da aslında Urartu araştırmalarında daha önce bilinen mezarlarla kıyasladığımızda yüz yıl sonra ilk defa belki yeni bir Urartu kralına ya da ilk Urartu krallarından birine ait olabilecek bir mezar odasının ortaya çıkması bizi bayağı heyecanlandırdı” dedi.







Milliyet, 14.09.2016
GİZEMLİ YAZI SAHTE DEĞİLMİŞ

ABD’li bilim insanları, Grolier Kodeksi olarak bilinen dünyanın en nadir ve eski kitaplarından Maya el yazmasının sahte olmadığını kanıtladı.

Sputnik'in aktardığı habere göre eski el yazması, 1960’larda Meksika’nın Chiapas eyaletindeki bir mağarada ‘mezar soyguncuları’ tarafından bulunmuştu ama kodeksin resmi tarihi, yazının ilk kez New York’taki bir kitapsever topluluğuna ait Grolier adlı özel bir kulüpte tanıtıldığı 1971’den itibaren başlıyor. Uzmanlar, uzun süre el yazının sahibi olan zengin Meksikalı koleksiyoncu Josué Sáenz’in anlattıklarına şüpheyle yaklaşmıştı.

Oldukça hasarlı 10 sayfadan oluşan kodeks üzerinde yapılan radyokarbon analizleri, 13. yüzyıla tarihlenen Amatl kağıdı kullanılan Grolier el yazmasının diğer el yazmalarından daha erken tarihli olduğunu ortaya koyuyor.



‘İKONOGRAFİK HATALAR YOK’
Brown Üniversitesi’nden Prof. Stephen Houston başkanlığındaki grubun gerçekleştirdiği yeni araştırma, el yazmanın gerçek olduğunu doğruladı. Sputnik’e konuşan Houston, araştırmalarıyla ilgili şunu söyledi: “Sahte belgeler yapan kişilerin en azından bir hata yapması gerekiyor. Oysa bizi etkileyen el yazmanın doğruluğundan çok ikonografik hataların yokluğu oldu. Nispeten son zamanlarda varılan bilgi düzeyi bu sonucu çıkma fırsatını verdi”.

​‘HİÇBİR ŞÜPHE YOK’
El yazmalarını tekrar inceleyip ilgili tüm şüpheleri tek tek gözden geçirme kararı aldıklarını belirten Houston, “Kitabın kopyasını çıkarıyoruz. Grolier el yazmasının gerçek olduğuna dair hiçbir şüphe yok. Vardığımız sonuçlar, dünyanın en nadir buluşlarından biri ve antik Amerika’nın en erken kitabı olan Dördüncü Maya El Yazması’nı doğruluyor. Bu el yazması, üretildiği topraklarda kalan tek Maya kitabı” dedi.

‘DAHA ÖNCE DİLE GETİRİLEN TAHMİNLER ÇÜRÜTÜLMÜŞTÜR
Venüs gezegeninin hareketlerini gösteren bir takvimden oluşan el yazmansının 104 yıllık bir süreci kapsadığını ve en az üç jenerasyon boyunca rahipler tarafından kullanılmış olabileceğini belirten ABD’li profesör, “Kodeksin gerçek olduğundan kesinlikle eminiz. Daha önce dile getirilen tahminler tarafımızdan çürütülmüştür. Kitabın içeriğine ve önemine ilişkin daha ayrıntılı bir rapor sunabilmek için daha çok çalışmamız lazım” diye konuştu.

 

Odatv, 14.09.2016
KAZDIKÇA TARİH FIŞKIRIYOR

Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ilk arkeolojik kazılarından Ordu Kurul Kalesi'nde devam eden kazılarda pek çok tarihi eser ortaya çıkarıldı.

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt başkanlığında 25 kişilik ekip tarafından kazı çalışmalarının sürdürüldüğü 2 bin 300 yıllık kale gün yüzüne çıkmaya başladı.

Kazı çalışmaları sonrası yüzlerce tarihi eser toprak altından çıkarılırken, en son 110 santimetre boyunda, tahtında oturan ana tanrıça Kibele heykelinin bulunması kaleye ilgiyi artırdı.

"Burada adeta tarih fışkırıyor"
Prof.Dr. Şenyurt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilk defa 2010 yılında kısıtlı imkanlarla başladıkları kazılarda 2016 yılı itibariyle çok ciddi mesafe kat ettiklerini söyledi.

Arkeolojik kazı için her yıl ayrılan ödeneğin artmasıyla kazıların daha da ivme kazandığını belirten Şenyurt, "2010 yılında başladığımız kazılar sonrası birçok eser toprak altından çıkarıldı, burası adeta tarih fışkırıyor." dedi. 
Anadolu Ajansı, Haber: Hayati Akçay, 14.09.2016

TURİZMDEKİ DURGUNLUK EFES ANTİK KENTİNİ DE ETKİLEDİ

İzmir’in Selçuk İlçesi’ndeki dünyaca ünlü Efes antik kenti, turizmdeki durgunluktan etkilendi.

Geçen yıllardaki turizm sezonunda her gün binlerce tatilci ve yabancı turistin gezdiği, kış aylarında ise kültür turlarıyla konuklarını ağırlayan Efes Antik Kenti, Eylül ayında terk edilmiş bir görüntü sergiliyor. Kuşadası Limanı’na yanaşan dev gemilerle gelen turistlerin günübirlik ziyaret ettiği antik kent, gemilerin rotalarını başka limanlara çevirmesinden turizmdeki durgunluktan payını aldı.
Milliyet, Haber: Latif Sansür, 14.09.2016

450 YILLIK CAMİ ETRAFINDAKİ ÇARPIK YAPILAŞMADAN KURTARILIYOR

Erzurum'da, Osmanlı döneminde Kuyucu Murat Paşa tarafından yaptırılan, yaklaşık 450 yıllık Muratpaşa Camisi, hamamı ve medresesi, etrafındaki çarpık yapılaşmadan kurtarılıyor.

Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, caminin etrafının açılması için 5 milyon liralık kamulaştırma bedeli ödendiğini söyledi.

''Kamulaştırma çalışmalarını yaklaşık 5 milyon liralık bir kaynakla gerçekleştirdik''
Külliyenin cami, medrese ve hamamdan oluştuğunu belirten Korkut, "Bu şaheserlerin etrafı bilindiği gibi yapı örüntüleriyle adeta işgal edilmiş durumdaydı. İlk önce belediye olarak burada kamulaştırma çalışmaları yaptık. Bu kamulaştırma çalışmalarını yaklaşık 5 milyon liralık bir kaynakla gerçekleştirdik. Bu iki eseri birbirine kavuşturduk. Şimdi ise burada hızlı bir şekilde peyzaj çalışmalarımız devam ediyor. Şu anda yol kotunu da bir miktar aşağıya çekerek, bu iki eserin daha fazla gün yüzüne çıkmasını sağlayacağız. Şu an çukurda kalıyor, basamaklarla inişleri var. Bu yol kotunu indirdikten sonra burası tabii zeminine kavuşacak. Ve bunun ardından seyri daha güzel bir konuma gelecek."dedi.

Korkut, Yakutiye Medresesi, Lala Paşa Camisi, Boyahane Camisi ve hamamında da daha önce peyzaj düzenlemeleri yaptıklarını anlattı.

Belediye olarak tarihi eserlere önem verdiklerini ifade eden Korkut, daha önce yaptıkları Yakutiye Kent Meydanı gibi 100 dönümlük bir alan üzerinde ikinci bir meydan oluşturacaklarını bildirdi.
Anadolu Ajansı, Haber: Hadi Şengül, 14.09.2016

ANADOLU'NUN EN ESKİ TAHIL ÖRNEKLERİ BULUNDU

Eskişehir'in İnönü İlçesi yakınlarındaki milattan önce 6 bin yılına ait Kanlıtaş Höyüğü'nde gerçekleştirilen kazılarda, kara burçak, ekmeklik buğday, kaplıca buğdayı, arpa, yoğurt otu gibi Anadolu'nun en eski tahıl örnekleri bulundu.

Kazı Grubu Başkanı ve Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Umut Türkcan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, höyükteki çalışmalara 2008-2009 yılında yüzey araştırmasıyla başladıklarını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığından 2008'de aldıkları izinle Kanlıtaş Höyüğü ve çevresinin daha iyi anlaşılabilmesi için İnönü Ovası'nın büyük bölümünü taradıklarını kaydeden Türkcan, şu bilgileri aktardı:

"Eskişehir Arkeoloji Müzesinin desteğiyle 2013'te bölgede kazıya başladık. Kanlıtaş Höyüğü kazılarına alanın tepe kısmından başladık. Batı Anadolu'daki nadir höyüklerden Kanlıtaş, dik, 25 metrelik bağımsız bir kaya blokuna dayanıyor. Söz konusu yer, Marmara Bölgesi ile Orta Anadolu'nun kesişim alanlarından biri. Kazı çalışmalarımız kapsamındaki bulgular ışığında bölgedeki yerleşimin, günümüzden 300 bin yıl öncesine kadar gidebildiğini tespit ettik."

"Kanlıtaş, tarımın yaygınlaştığı zamana denk geliyor"
Türkcan, Kanlıtaş Höyüğü'nün içinde bulunduğu Kuzfındık Vadisi'nde paleolitik dönemden Osmanlı'ya kadar kesintisiz bir insan yaşamı gördüklerini bildirdi.

Höyükte yapılan çalışmalarda çeşitli tahıl örneklerine rastladıklarını anlatan Türkcan, şunları söyledi:

"Tahılın evcilleştirilmesi 10-11 bin yıl arasında oldu. Anadolu tarıma geçişi 9 bin yıl önce yaşadı. Kanlıtaş Höyüğü ise tarımın artık yaygın olarak kullanılmaya başladığı zamana denk geliyor. Kara burçak, ekmeklik buğday, kaplıca buğdayı, arpa, yoğurt otu gibi örnekleri depolarda ve mekan için dolgularda net olarak gördük. Baklagilleri de kullanmışlar. 8 bin yıllık tahılları yeniden gün yüzüne çıkarttık. Batı Anadolu'nun bilinen en eski tahıl örneklerine sahip olduk."
Anadolu Ajansı, Haber: Deniz Açık, 14.09.2016

KİLİSE KÜTÜPHANE OLUYOR

Kayseri’de yaklaşık 40 yıldır spor salonu olarak kullanılan Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nin restorasyonu başladı. Kilise, kütüphane olarak hizmet verecek.

Agos'un haberine göre Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonu yaptırılacak tarihi Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi, 24 saat açık ‘Kent Kütüphanesi’ olarak düzenlenecek. Tarihi yapıda oluşturulacak kütüphanede 50 bin kitap bulunacak.

Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayseri’ye kazandırılacak olan 24 saat açık kent kütüphanesi için Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik’e bir sunum yapıldı. Sunumda projenin detaylarıyla ilgili bilgiler verildi. Restorasyon ihalesine çıkılan ve Eylül ayında restorasyon çalışmalarına başlanacak Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi’nin 24 saat açık kent kütüphanesi yapılması için proje çalışmaları tamamlandı. Belediye Başkanı Çelik, yapılan sunumda raf sistemleri, masa sandalyeler, aydınlatmalar, dijital çalışma alanları ve dekorasyonla ilgili hazırlanan önerileri inceledi. Daha çok ihtisas kütüphanesi olarak hizmet verecek kütüphanede yaklaşık 50 bin kitap bulunacak. 24 saat açık olacak olan kütüphanede gerek bireysel gerek grup çalışmaları yapılabilecek. Kütüphanede, dijital servislerden elektronik kitap ve dokümanlara da ulaşılabilecek. Kütüphanenin yan tarafına bir de ‘Kitap Cafe’ yapılacak. 24 saat açık kütüphane restorasyon ve teşhir-tanzim işlerinin tamamlanmasıyla 2017 sonbaharında hizmete açılacak.

Uzun yıllar boyunca spor salonu olarak kullanılan kilise için Protestan Cemaati başvuru yapmıştı. Kayseri Protestanları, ibadet edecek yer bulamadıkları için, kilisenin kendilerine tahsis edilmesini istemişti. İstanbul Protestan Kilisesi Vakfı, Kayseri Büyükşehir Belediyesine başvuru yapmıştı. Ancak yapılan görüşmelerde Protestan Kilisesi Vakfının başvurusu reddedilmişti.
Odatv, 13.09.2016

ÇATALHÖYÜK'TE 'EŞSİZ' KADIN HEYKELİ BULUNDU

Konya'da Çatalhöyük kazılarında, MÖ8000-5500 Neolitik Dönem'e ait, yüksek kalitede işçilikle yapılması ve vücudunun tüm parçalarının noksansız bulunması dolayısıyla "eşsiz" olarak nitelendirilen bir insan figürini (heykelcik) bulundu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında gerçekleştirilen 2016 yılı kazı çalışmalarında bulunan kadın figürini Çatalhöyük'ün üst seviyelerindeki mermerimsi taştan yapılmış.

Figürin, genelde olduğu gibi çöp alanında değil, bir platformun altında tek parça volkan camıyla birlikte özenle yerleştirilmiş bulundu. Parça kaybetmeden sağlam kalan eser, 17 santimetre yüksekliğinde ve 1 kilogram ağırlığında.

Kafasının şekli, saç tipi (başının tepesinde yuvarlak bir topuz), ellerinin göğüslerinin altında olması ve küçük ayaklarıyla tipik bir Çatalhöyük eseri özelliği taşıyan figürin, ince işçiliği ile diğer heykelciklerden ayrılıyor.

Figürin, noksansız vücudu, bir ritüelin parçası olması ve yüksek kalitesi nedeniyle yetkilerce "eşsiz" olarak nitelendiriliyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Yıldız Aktaş, 13.09.2016



******


ÇATALHÖYÜK'TEKİ FİGÜR NEDEN ŞİŞMAN?

Çatalhöyük kazılarında bulunan kadın heykelciği, sosyal medyada tartışma yarattı. Kimileri o dönemdeki kadınların genelde kilolu olduğunu savunurken bazı uzmanlar heykelin ana tanrıça figürü olarak yapıldığını söyledi.

Konya’da Çatalhöyük kazılarında bulunan, MÖ 8000-5500 neolitik döneme ait, yüksek kalitede işçilikle yapılması ve vücudunun tüm parçalarının noksansız bulunması dolayısıyla “eşsiz” olarak nitelendirilen kadın heykelciği tartışmaları beraberinde getirdi.

Bazı uzmanlar Çatalhöyük’teki neolitik figürinlerin (heykelcik) bereket tanrıçası olmadığını belirtirken, göğüs ve göbeğinin işlenişi itibarıyla “şişman” bir kadını temsil ettiğini belirttiler. Heykelcik, sosyal medyada “O dönemin kadınları aşırı kilolu muydu?”, “Neden diyet yapıyoruz?” sorularının sorulmasına neden oldu ve bu konuda bir tartışma başladı. Heykelciğin neden şişman olduğunu sorduğumuz uzmanlardan bazıları bunun, bereketi ve çoğalmayı simgeleyen tanrıça olduğunu, abartılı olarak gösterildiğini vurgularken, bazı uzmanlar da bu durumun beslenme alışkanlığının bir yansıması olduğu görüşünde.

"ANA TANRIÇA İNANCIYLA İLGİLİ"
Prof.Dr. Sümer Atasoy (Arkeolog): Neololitik devirden itibaren doğurganlığı temsil ettiği için geniş kalçalı ve büyük göğüslü kadın figürinleri yapılıyor. Tapınma görüyor. O devrin özelliği, bütün bu büyük göğüslü ve geniş kalçalılar ana tanrıça olarak kabul ediliyor. Bu inançla ilgili sadece.”

"KADIN MÜBALAĞALI GÖSTERİLİR"
Prof.Dr. Nurhan Atasoy (Sanat tarihçisi): Tipik bir tanrıça. Kadın idolüdür. Bir sürü kadın tanrıçalar var; onlardan biridir... Göbekli, koca memeli. Bacaklar kalın, şişman. Oturur vaziyettedir genelde... Bu figürler, çoğalma ve bereket figürleridir. Bunlar oturarak, koçun üstüne binmiş olarak ya da doğum halinde gösterilir. Kadınlar mübalağalı olarak gösterilir. Doğum, çoğalma ve bereket ile ilgili...

"TAHILA BAĞIMLILIK ŞİŞMANLATTI"
Doç.Dr. Necmi Karul (Arkeolog): Yerleşik düzene geçilmeden önce insan figürlerindeki tema erkekken, beslenme alışkanlıklarının değişmesiyle erkeğin yerini kadın sembolizması aldı. Kadının şişmanlığına gelince... Bunu beğenilerle ilişkilendirebiliriz ama Çatalhöyük’te betimlenen kadınların ortak özellikleri sadece şişmanlıkları değil. Kadının toplum içerisindeki yeriyle de ilişkili olabilir. Yoksa ‘Bütün kadınlar şişmandı, bütün kadınlar zayıftı da yöneticiler şişmandı’ demek için yeterince veri yok. İnsanların toprağa ve tahıla bağımlı hale geldiği ölçüde daha önceki avcı toplayıcılardan farklı olarak şişmanladıkları da biyolojik bir gerçek.

Habertürk, Haber: Ümran Avcı, 20.09.2016

"İLK KEZ HÜNKAR KASRI'NDA BAYRAM NAMAZI KILINDI"

Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, Ayasofya Müzesi Hünkar Kasrı’nda ilk kez bayram namazı kılındığını söyledi.

Cengiz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ayasofya Müzesi’nin içindeki Hünkar Kasrı’nda 1991’den beri namaz kılındığını belirtti. İmam Önder Soy’un göreve başlamasının ardından 3 aydır Hünkar  Kasrı’nda vakit namazlarının kılındığını ifade eden Cengiz, Soy’un sosyal medya üzerinden çağrısıyla dün ilk kez cemaatin bayram namazında burada buluştuğunu söyledi. Cengiz, “Bu bölümde 1933’ten beri hiç bayram namazı kılınmadı. İlk kez bu Kurban Bayramı’nda Ayasofya’nın Hünkar Kasrı bölümünde bayram namazı kılındı. Namaza yaklaşık 100 kişi katıldı” dedi.
Milliyet, 13.09.2016

YÜZ YILLIK SAAT KULESİ 2 AYDIR ÇALIŞMIYOR

İzmir'in yüz yıllık simgesi Saat Kulesi, tam iki aydır çalışmıyor. Saat Kulesi, darbe girişiminin gerçekleştiği geceki "demokrasi nöbeti"nde bazı kişilerce tahrip edilmişti. Onarımı için çalışmalar hala sürüyor.

21 yıldır Saat Kulesi'ndeki saatlerin bakımı yapan Feti Pamukoğlu, Anıtlar Kurulu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ortak hasar tespit çalışmasının devam ettiğini belirterek, dış yüzey ile saatin onarımı için ihale yapılacağını söyledi.

İzmir'de Osmanlı padişahı II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25'inci yıldönümünü kutlamak için 1901'de inşa edilen Saat Kulesi, 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gece, Konak Meydanı'nda tutulan "demokrasi nöbeti"nde tahrip edildi. O gece kuleye tırmananlar, kulenin denize bakan tarafındaki saatin camını ve kadranını kırdı. Kulenin dış demir parmaklıkları söküldü, tarihi taşlar zarar gördü.

Polis ekipleri olayla ilgili 17 yaşındaki V.İ.'yi gözaltına aldı. Cumhuriyet Savcılığı şüpheliyi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Aradan geçen iki ayda kulenin saati hala onarılmadı.

'KIRILAN CAM 100 YILLIK'
Kentin simgesi olan Saat Kulesi'nin denize bakan yüzü artık zamanı göstermiyor. 21 yıldır Saat Kulesi'ndeki saatlerin bakımı yapan Feti Pamukoğlu, Anıtlar Kurulu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ortak hasar tespit çalışmasının devam ettiğini belirterek, dış yüzey ile saatin onarımı için ihale yapılacağını söyledi. Pamukoğlu şöyle dedi:

"Denize bakan kadran ve cam ile ay yıldızlı taş, içeri girenler tarafından kırıldı. Tarihe verilen zarar, memlekete verilen zarardır. İzmir Büyükşehir Belediyesi şikayetçi oldu. Zarar tespiti ve polisin raporu bekleniyor. Raporun ardından Anıtlar Yüksek Kurulu'na kırılan saat ve taşların tamiri için başvuru yapılacak. Ardından da ihale yapılacak. Saatin tamir ihalesi kimde kalır şimdiden bir şey diyemem. Bizde kalırsa hemen tamirini yapmaya başlayacağım. Kırılan cam yüz yıllık."
Milliyet, 12.09.2016

İZNİK'TE MS II. YÜZYILA AİT ROMA LAHDİ BULUNDU

Bursa, İznik Hisardere Köyü yolu üzerindeki zeytinlikte üzerinde Eros kabartmaları olan 6 ton ağırlığında Roma dönemine ait lahit bulundu.



Arkeologların yaptığı kazıda MS II. yüzyıla ait olduğu öğrenilen lahit vinç yardımı ile bulunduğu yerden çıkarıldı. Etrafında 6 adet işlenmiş eros kabartması yer alan 6 ton ağırlığındaki mermer lahdin yan gövdesinde yazılar bulunuyor.



Roma soylularından bir kişiye ait olduğu anlaşılan mermer lahdin hemen yanı başında 3 adet tuğladan örülmüş mezar tespit edildi. Bunların ölen kişiye hizmet edenlerin mezarları olduğu sanılıyor.
raffdergi.com, 11.09.2016

SİNOP'TAKİ BALATLAR KİLİSESİ'NDE KAZILAR SÜRÜYOR

Sinop’ta yer alan Bizans dönemine Balatlar Kilisesi’ndeki kazı ve restorasyon çalışmaları yedinci yılına girdi.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Balatlar Kilisesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Gülgün Köroğlu, yaptığı açıklamada, Bizans döneminden kalma Balatlar Kilisesi’ndeki kazı ve restorasyon çalışmalarında bu sezon 20 kişilik ekibin yer aldığını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle 2010 yılında başlayan çalışmaların bu yıl yedinci yılını doldurduğunu belirten Köroğlu, “Bu sezon 9 Temmuz’da başladığımız çalışmalar Eylül ayı sonuna kadar devam edecek. Yaklaşık 1,5 aydır alandaki Roma hamamının batı bölümlerini kazıyoruz. Hamamın toprak altındaki frigidarium, yani soğukluk denilen bölümü ve MS 1.yüzyıla ait merkezi planlı yapı olan bir bölgeyi tamamen ortaya çıkarttık. Ayrıca Sinop kalesi yapıldığı sırada tahrip edilen o bölgede çalışmalarımız sırasında çok sayıda sikke buluntusu ortaya çıktı. Devam eden kazı çalışmaları sırasında toprağın hemen altında Rum döneminde ait olan mezarları açtık. Bir mezarda dört kafatası olduğunu, yanında bulunan diğer bir mezarda ise yine çoklu gömü olduğunu gördük. Şu anda çalışmalarımız devam ediyor ve mezar buluntuları devam ediyor. Bizi en çok Selçuklular döneminden kalan duvarlardan gelen molozlar ve atıklar uğraştırıyor.” dedi.

Kazı alanının istimlaklarla birlikte 13 bin metre kare alanda 20 kişilik ekiple çalışmalarını sürdürdüklerini ifade eden Köroğlu, “Bu sezon çalışma alanımızı batıya doğru en az 60 metre kare daha genişlettik ve genişletmeye de devam ediyoruz.” Kazıların yanı sıra kilise bölümünde restorasyon çalışmalarına bu yılda devam ettiklerini belirten Köroğlu şöyle konuştu; 13. yüzyıldan itibaren kilise olarak kullanılan yapıyı bu yıl dıştan onardık ve içine su girmesini engelledik. Kısa sürede kilise içerisinde tahrip olmuş duvar resimlerini bu sezon restore ederek tamamlamayı düşünüyoruz.“

Tahrip edilmiş ve karışık topraktan MÖ 1.yüzyılda Pontus Krallığı dönemine ait adakçı tasviri ve para bulduklarını da dile getiren Köroğlu, “Bundan sonra kazı çalışmalarımızla evreleri saptayıp, gelecek yıl çalışmalarımızla yapıyı batı tarafına doğru açmaya çalışacağız ve yapının giriş bölümüne ulaşabiliriz. Burada genellikle dükkanlar oluyor. Bunlara ulaşabiliriz. Gelecek yıl yeni kamulaştırılan alanda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Orası bizim için sürpriz bir yer olacak. Onu da yapılacak olan kazılar gösterecek. Alandaki kazılar en az 8-10 yıl daha devam edecek” şeklinde konuştu.
arkeolojihaber.net, 11.09.2016

3,7 MİLYAR YIL ÖNCESİNDEN YAŞAM İZİ

Dünyada yaşamın ne zaman başladığı uzun zamandır bir bilinmeyen. Nutman ve arkadaşlarının, Isua Grönland Greenstone Kuşağı’nda 3.7 milyar yıllık kayaları araştırdıkları çalışma bu bilinmeyeni aydınlatabilir nitelikte. Dünyadaki çoğu fosil kalıntısı tortul kayaçlardan oluşuyor. Fakat, bu ekibin araştırdığı kayalar başkalaşmış (metamorfik) türde kayalar. Yani ısı ve basınçla uzun süre boyunca şekil değiştirmiş ve artık eskiden oldukları tortul kayaç şeklinde değiller.

Ekip Isua Grönland Greenstone Kuşağı’nda eriyen kar yüzünden ortaya çıkmış küçük bir alanda, uzun jeolojik süreçler boyunca tortul kayaç özelliklerini iyi korumuş kayalar buldu. Uzak geçmişe aralanan bu kapıda bulunan jeokimyasal ve dokusal izler, yasam için uygun olabilecek bir yüzeye işaret ediyor. Kayalarda geçmişteki bir kasırgadan kalma dalgalanmalar, kaya  parçacıkları ve deniz suyu türevli minerallerin kimyası, bu alanın Dünya tarihi boyunca birçok biyotaya ev sahipliği yapmış, karbonat ve mineral depolanan bir sığ deniz olduğunu gösteriyor.

Ayrıca kayalarda, sedimanın mikrobiyal aktivitelerle biriktirilmesiyle oluşan stromatolitlere benzer yapılar da gözlemleniyor. Bu tip kayalarda stromatolitlerin gözlenmesi aslında şaşırtıcı. Çünkü, bu yapıların genelde biyosferde mikrobiyal aktivitelerin fazla oldugu zamana ait 0,5 -3,5 milyar yıllık kayalarda görüldüğü biliniyor. Buradaki belirsizlik ise bu yapıların yaşayan organizmalar dışında başka yollarla da oluşabiliyor olması ve kayalar ne kadar eski olursa bunu ayırt etmenin de o kadar güç olması.

Bu araştırmada bulunan az sayıda kayada yapılan biyolojik köken araştırması, sınırlı olsa da, ortamda mikrobiyal aktivite olduğunu gösteren çok önemli kanıtlar ortaya koyuyor. Bu yapılar koni şeklinde ve ince katmanlı dokuya sahipler. Koniler arasındaki tortul kayaçlar, bu yapıların kenarlarına karşı yığılmış kum gibi görünüyorlar. Tıpkı deniz tabanındaki yüksek yapılı konilerin arasındaki düşük bölgelerde birikmiş tortullara benziyorlar.  Şekilsel, dokusal ve kimyasal araştırmalar, bu yapıların sadece katlanmış kayalar olmadığını gösteriyor.

Kayalardaki bu yapılar, 3.7 milyar yıl öncesinden en eski atalarımızın ayak izleri olabilir. 3,7 milyar yıl önceki Dünya, asteroitlerle bombalanan kargaşalı ve gelişme döneminde olan bir Dünya idi. Yaşam, kendine bütün o karmaşanın arasında bile bir yer bulmuş görünüyor. Belki de aslında yaşam o kadar da detaycı ve olasılıksız değildir.
Sol Haber, Kaynak: Evidence of life in Earth’s oldest rocks, Nature News & Views doi:10.1038/nature19429, Derleme: Zeynep Ersoy, 10.09.2016

TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK TARİHİ ESER OPERASYONU

İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube ekipleri, A.Y. (59) ve M.U. (41) isimli şahısların ellerinde çok sayıda tarihi eser bulunduğu ihbarı üzerine çalışma başlattı.

Çalışmada, 15 bin 200 adet Osmanlı dönemine ait gümüş akçe ve içinde muhafaza edildikleri 1 adet bronz kap, 3 adet Roma dönemine ait pişmiş topak kandil, 2 adet Bizans ve Roma dönemine ait bronz sikke, 1 adet pişmiş toprak ağırlık, 1 adet iki parça halinde demir strigilis, 1 adet iki parça halinde taş kolye ucu olmak üzere toplam 15 bin 209 adet 2863 sayılı yasa kapsamında orijinal tarihi eser, 1 adet taş obje ele geçirildi. Operasyonun Emniyet tarafından ülke genelindeki en büyük tarihi eser operasyonu olduğu belirtildi.

Gözaltına alınan A.Y. ve M.U. isimli şahıslar hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını koruma kanununa muhalefet suçundan yasal işlem yapıldı. Şahıslar ifadeleri alındıktan sonra Cumhuriyet Savcısının talimatına istinaden tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Sol Haber, 09.09.2016



******


15 BİN ESERLE YAKALANAN TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI SERBEST BIRAKILDI

İzmir’de “Türkiye’nin en büyük tarihi eser operasyonu” olarak adlandırılan operasyonda 15 bin 210 eserle birlikte yakalanan şahıslar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 

Arkeofili'nin haberine göre, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube ekipleri, iki şüpheli şahsın ellerinde çok sayıda tarihi eser bulundurduğu ihbarı üzerine çalışma başlattı.

İki kişinin ellerindeki tarihi eserleri satmak istediği bilgisini alan ekipler, bağlantı kurdukları şüphelileri gözaltına aldı. Operasyonda rekor sayıda, 15 bin 200 adet Osmanlı dönemine ait gümüş akçe ve içinde muhafaza edildikleri 1 adet bronz kap, 3 adet Roma dönemine ait pişmiş toprak kandil, 2 adet Bizans ve Roma dönemine ait bronz sikke, 1 adet pişmiş toprak ağırlık, iki parça halinde demir strigilis, 1 adet iki parça halinde taş kolye ucu ele geçirildi.

Operasyonun polis tarafından ülke genelindeki yapılan en büyük tarihi eser operasyonu olduğu belirtildi. Gözaltına alınan şüpheliler hakkında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını koruma kanununa muhalefet suçundan işlem yapıldı. 2 şüpheli her zamanki gibi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Sol Haber, 10.09.2016

KANUNİ'NİN MACARİSTAN'DAKİ TÜRBESİNİN YERİ KESİNLEŞTİ



Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), 1566'da Zigetvar Kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği yeri kesin olarak buldu.

Araştırmayı yürüten ekibin başındaki ODTÜ Mimarlık Tarihi Bölümü öğretim görevlisi Prof.Dr. Ali Uzay Peker, AA muhabirine yaptığı açıklamada, TİKA'nın verdiği destek neticesinde, 1566'da Zigetvar Kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği yerin kesin olarak bulunduğunu söyledi.

2015 yılı Ekim ayında başlayan kazılarda Türk ve Macar olmak üzere iki ekip çalışmaya başladıklarını ve aynı yılındaki çalışmalar neticesinde öncelikle bir temel ortaya çıkarıldığını belirten Peker, şöyle konuştu: 

''Ortaya çıkan yapının bir türbe olma ihtimalini her zaman söyledim. Ama yanındaki yapıların da ortaya çıkmasını bekledim. Palankada sadece türbe yok çünkü onun yanında Sultan Süleyman'ın türbesi, yanında cami, tekke ve yeniçeri odaları da bulunmakta. Bunların hepsinin ortaya çıkarıldığı takdirde buranın türbe olduğu hakkında kesin olarak konuşabileceğimizi her zaman söyledim. Yapılan çalışmalarda türbenin yanı sıra cami ve onun yanında tekke de ortaya çıkarıldı. Ayrıca bunların birer Osmanlı yapısı olduğu maddi verilerle kanıtlandı.''

''Ne yazık ki, Avusturyalılar camiye büyük zarar vermiş''
Yaptıkları bilimsel çalışmaların sonucunda toprak altında bir yapı keşfettiklerini ve kazı sonucu ortaya çıkan yapının plan şeması ve konumunun tarihi belgelerle uyumlu olduğunu kaydeden Peker, şunları ifade etti:

''Ortaya çıkan yapı elimizdeki yazılı ve görsel belgelerle tamamen uyuştu. Aynı şekilde konumu hem Osmanlı hem de Macar ve Avusturya kaynaklarıyla da aynı. Yaptığımız bilimsel çalışmalar zaten bizi bu alana götürmüştü. Biz zaten burada toprak altında jeolojik ve kaynak araştırmaları neticesinde bir kalıntı görüyorduk. Kazı yapılan alanın Sultan Süleyman'ın türbesinin yer aldığını palanka olduğu kesinleşti. Bunu basına Başbakan Yardımcımız Veysi Kaynak ile açıkladık. Bunun dayanağı ise her şeyden önce arkeolojik veriler.

Burada son cemaat yeri ile beraber üç bölümlü ve minareli bir cami, duvar örgüsünde kullanılan tekniklerle beraber ortaya çıktı. Aynı zamanda caminin döşemesi de ortaya çıktı. Ne yazık ki, Avusturyalılar camiye büyük zarar vermiş. Temelleri yerde 40-50 santim kalmış. Ama her şeye rağmen döşemesinden çıkan parçalar ve bazı maddi buluntular örneğin, bulunan kemer tokaları ve ufak bir bıçak Osmanlı dönemine ait. Palankanın hendeğinde de yapılan kazılarda ortaya çıkan izler buranın doğru yer olduğunu gösterdi.''

''Macaristan'da bir Osmanlı yerleşkesini tekrar canlandırılıyor''
Tarihi kaynaklarda da bu bölgede Osmanlı yerleşkesi olduğuna ve yapılan yüzey araştırmalarında çok sayıda Osmanlı dönemine ait parçaların bulunduğuna dikkati çeken Peker, ''Burada iki önemli kaynağımız var. Birincisi Evliya Çelebi. Kendisi bu bölgede dışında kervansaray bulunan bir medreseden bahsediyor. Burada palankanın dışında zamanla bir Osmanlı kasabası oluşmuş. Bunu zaten yüzey araştırması da bize gösteriyor. Zaten bölgedeki alanda yürüdüğünüzde de Osmanlı dönemine ait birçok seramik parçası ile karşılaşıyorsunuz.'' şeklinde konuştu.

Peker, içinde türbe, cami ve tekkenin bulunduğu palankanın kazısının tamamlandığını, bölgede bulunan Osmanlı yerleşkesinin de ileride yapılacak kazılarda gün yüzüne çıkarılabileceğini belirtti.

Peker, "Şu an sadece palanka ortaya çıkarıldı. İleride yapılacak çalışmalar Osmanlı yerleşkesine doğru genişletilebilir. Burada yapılan çalışma, Macarların da ifade ettiğine göre, Macaristan'da bir Osmanlı yerleşkesinin ortaya çıkarılması için yapılan ilk çalışma. Daha önce böyle bir çalışma yapılamamış. Macaristan topraklarında bir Osmanlı yerleşkesini ortaya çıkarılıp tekrar canlandırılıyor. Bu müthiş bir şey. Çünkü Macarların olumlu tavrı, Türk-Macar ilişkilerindeki olumlu dönem iki halkın arasındaki diyaloğu arttıracaktır. Bu çalışma sadece bir arkeolojik kazı çalışması ve tarih araştırması değil aynı zamanda sosyal yönü çok güçlü olan ülkeler, kurumlar, üniversiteler ve disiplinler arası bir çalışmadır'' dedi.

Kanuni'nin ölümü gizlendi
Zigetvar Kalesi’nin kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman'ın ölüm haberi askerler arasında moral bozukluğu yaratmaması için gizlendi. Cesedi bozulmaması için iç organları çıkartılarak otağının bulunduğu yere gömüldü. Bedeni ise muhasaradan sonra İstanbul’a getirilerek Süleymaniye Camii avlusundaki bugünkü yerine gömüldü.

Kanuni'nin ölümünden sonra tahta geçen 2. Selim, babasının iç organlarının gömülü olduğu yere türbe, etrafına da külliye yaptırdı. 150 yıl kadar kalan bu yapılar daha sonra Zigetvar Kalesi'ni işgal eden Habsburg askerleri tarafından yıkıldı. Daha sonra Macarlar tarafından bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek" ismi konuldu.
Anadolu Ajansı, Haber: Mehmet Yılmaz, 09.09.2016

"BU DİPLOMATİK BİR YAPTIRIM DEĞİL, BİLİME VERİLMİŞ BİR CEZADIR"

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes ve Limyra kazılarının durdurulmasına “Arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının, gerekli belgeleme çalışmalarına dahi izin verilmeden durdurulması diplomatik bir yaptırım değil bilime verilmiş bir cezadır.” diyerek tepki gösterdi.



Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes ve Limyra kazılarının, Dışişleri Bakanlığı’nın isteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından durdurulmasını eleştirdi.

Türkiye dış politikasının Türkiye arkeoloji camiasının yansıttığı uluslararası uyumlu çalışma potansiyelini baltalamak yerine örnek almasını dilediklerini belirten Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

“36 yabancı kazıya, 13 yabancı yüzey araştırmasına izin verildi”

“Bu iki arkeolojik kazının durdurulması, ülkemiz ve Avusturya arasındaki siyasi gerilimlerin sonucunda gerçekleşmesi tarafımızdan vahim bir gelişme olarak algılanmış ve bu konuyu bir daha düşünmemize neden olmuştur.

“Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2015 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 36 yabancı kazıya, 13 yabancı yüzey araştırmasına izin verilmiştir.

“Bu kazı ve yüzey araştırmaları ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada ve Polonya’dan üniversiteler ya da araştırma enstitüleri tarafından yürütülmektedir.

“Ayrıca, Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilen 120 yerli kazı ve 86 yüzey araştırması da bulunmaktadır. Yerli kazı ve yüzey araştırmaları da Türkiye üniversitelerinin ilgili bölümlerinden akademisyen meslektaşlarımız tarafından yürütülmektedir.

“Bilim insanlarının uyruğu ayrım sebebi olamaz”

“Ancak gerek yabancı, gerekse yerli kazı ve yüzey araştırmaları yapan ekipler, farklı ülkelerden gelerek katılan, arkeolog ve sanat tarihçilerinin yanı sıra araştırmalara yardımcı çeşitli branşlardan bilim insanlarından oluşmaktadır.

“Şüphesiz bu bilim insanlarının ekiplerdeki varlığı milliyetlerinden değil, uzmanlık alanlarından kaynaklanmaktadır.

“Ülkemiz arkeolojisi dil, din ve ırk gözetmeyen bu yapısı sayesinde önemli bir birikim oluşturarak zenginleşmiştir.

“Biliyoruz ki, bir bilimsel çalışmanın değerlendirilmesinde, araştırmayı yürüten bilim insanlarının hangi ülkelerden geldikleri ve uyrukları bir ayrım sebebi olamaz.

Ülkemizdeki arkeoloji ortamı bu anlayışla iletişim kuran, kimlik gözetmeksizin birlikte çalışan saygın bilim insanlarından oluşan, evrensel bir yapıya sahiptir.

“Hafriyat çalışması değil, bilimsel üretim durduruluyor”

“Bu nedenle arkeolojik kazıların durdurulması, bir grup ‘yabancının’ ‘hafriyat’ çalışmasının durdurulması değil, bilimsel üretimin durdurularak kısıtlanmasıdır.

“Dolayısıyla arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının, gerekli belgeleme çalışmalarına dahi izin verilmeden durdurulması diplomatik bir yaptırım değil bilime verilmiş bir cezadır.

“Politikacıların diplomatik yollardan çözemedikleri sorunlar nedeniyle cezayı kazılarını kapatma şeklinde bilim üreten kişi ve kurumlara kesmeleri, büyük bir talihsizliktir.

“Dış politikamızın, ülkemiz arkeoloji camiasının yansıttığı uluslararası uyumlu çalışma potansiyelini  baltalamak yerine örnek almasını dileriz.”
Yapı, 09.09.2016

SPONSORLUK 2 BİN 200 YIL ÖNCE DE VARMIŞ

Yunusemre İlçesi'ne bağlı Yuntdağı bölgesindeki antik Aigai kentinde sürdürülen kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan eserlerde, sponsorluğun tarihinin 2 bin 200 yıl öncesine kadar gittiği ortaya çıktı.

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Yusuf Sezgin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Antik 12 İyon kentinden Aigai'nin, MÖ 1100 yıllarından sonra Yunanistan'dan gelip kuzeybatı Anadolu kıyılarına yerleşen Aioller tarafından kurulduğunu anlattı.

Aigai'de 2004 yılında başlayan kazılarda onbinlerce parçanın gün yüzüne çıkarıldığını dile getiren Sezgin, bulunan seramik eserlerin kazı evinde restore edildikten sonra sergilenmek üzere Manisa Müzesine teslim edildiğini anımsattı.

Dönemin özelliklerini yansıtan, 2 bin 200 yıl önce yaşayan insanların günlük hayatta kullandığı eserlerin toprak üstüne çıkarıldığını dile getiren Sezgin, kentin mezarlık alanında yürüttükleri kazı ve yüzey araştırmalarında çok önemli verilere de ulaştıklarını söyledi.

Geçen yıl başladıkları "NekroPergEol" projesi kapsamında Fransa, İtalya ve Almanya'daki değişik üniversitelerden gelen bilim adamları ile ortak yürüttüklerini çalışmada önemli mezarlar ve buluntularla karşılaştıklarını belirten Sezgin, bu çerçevede kent tarihinin MÖ 8 yüzyıla kadar gittiğini tespit ettiklerini dile getirdi.

Sponsorluk tarihine ışık tutan bulgular
Aigai'deki kazılarda dönemin zenginlerinden olduğunu değerlendirdikleri aileye ait heykel bulduklarını hatırlatan Sezgin, şunları söyledi:

"Heykele ait mermerden 6 metrelik bir de kaide vardı. Kazı heyeti olarak bu eserleri titizlikle inceledik ve bazı bulgulara ulaştık. Kaidede, o dönemin zengin ailelerinden 6 kişinin ismi vardı. Bunlar aynı aileye ait. Yazıda, 'Hayırsever (euregetes) Antiphanes ve Diaphenes halk tarafından onurlandırıldı' şeklinde bir ibareye rastladık. O dönemde kolay kolay hiç kimsenin bu şekilde heykeli yapılmaz. Mermerdeki ifadeden, heykeli yapılan ailenin antik kentin meclis binası inşaasına katkı sağladığını anlıyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla aile o dönemde yaşanan maddi sıkıntıyı bir şekilde gidermişler. Antik dönemde bu tür destekler mutlaka onurlandırılır. Bu sponsorluğu yapan ailenin 6 kişilik bir aile olduğunu biliyoruz. Bütün isimleri de elimizde. Kent, sponsor olan bu aileyi onurlandırmış ve her birinin heykelleri meclis binasına dikilmiş. Kazılarda ortaya çıkardığımız meclis binasındaki heykellerden, sponsorluğun tarihinin 2 bin 200 yıl öncesine kadar gittiğini tespit ettik."

Sezgin, heykeli yapan heykeltraşın da Bergamalı olduğunu belirlediklerine işaret etti.

Heykellerin üzerindeki antik Grekçe "Menestratus Hippiyu Pergammenos Epeue" imzasına rastladıklarını ifade eden Sezgin, "Bu imzayı iki heykelin üzerinde gördük. Bu da bize dönemin en önemli heykeltraşlarının yetiştiği Bergama'dan gelen sanatçı, bu ailenin heykelini yapmış." diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber: Turgay Duyar, 09.09.2016

TATARLI HÖYÜK'TE 3 BİN 500 YILLIK MÜHÜR BULUNDU

Adana'daki Tatarlı Höyük kazılarında Hitit dönemine ait anıtsal yapıda 3 bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen mühür bulunduğu bildirildi.

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Tatarlı Höyük Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, gazetecilere yaptığı açıklamada, Ceyhan İlçesi'nde sürdürülen kazılarda kil topağının üzerine işlenmiş bir mühür bulduklarını söyledi.

Bulunan bu mührün üzerinde Hitit dönemine ait kadın ismini okuduklarını anlatan Girginer, "Özellikle MÖ 2 bin yılın tüm dönemlerinde bu hususun daha ön plana çıktığını ve bu dönemlerde silindir, damga mühürlerle mühür baskı buluntularıyla höyüğün ne kadar önemli bir kent olduğunu kanıtlamıştır. Bul yıl yapılan kazı çalışmalarında ise höyük kazısının tarihini aydınlatan 3 bin 500 yıllık bir mühür bulduk" ifadelerini kullandı.

ÇÜ Tatarlı Höyük kazısı heyet üyesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Hititoloji Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Meltem Doğan Alparslan ise mühür baskısındaki ismi okuduklarında eserin MÖ 13'üncü yüzyıla, ünlü Hitit Kraliçesi Puduhepa'nın da yaşadığı döneme tarihlendiğini tahmin ettiklerini dile getirdi.

Mührün ortasında "Pati" isminin okunduğunu ifade eden Alparslan, mühür baskı alanını bir çerçeve gibi saran bezemeden yola çıkarak, bu mührün en yakın benzerinin, MÖ 13-14'üncü yüzyıllar arasına tarihlenen Suriye'deki Ras Shamra'da olduğuna dikkati çekti.

Alparslan, benzeri bezemeye sahip başka mühür örneklerinin Hitit imparatorluğunun başkenti Boğazköy/Hattuşa Kazısı'nda da bulunduğunun altını çizerek, şöyle devam etti:

"Tatarlı Höyük'te bulunan bu kil topağı üzerinde başka mühür baskıları da tespit edildi. Muhtemelen söz konusu olan aynı mührün birden fazla baskısıdır. Biz bu adı Patti şeklinde çivi yazılı metinlerden de tanımaktayız. Ayrıca yine aynı metinlerde Pattiya şeklinde okunan benzer formlar da bilinmektedir. Söz konusu mühür, Pati adını taşıyan bu kadının, bölgede nüfuslu biri olduğunu ya da mevki sahibi bir görevli olabileceğini düşündürüyor."
Habertürk, 09.09.2016

ZEUGMA ANTİK KENTLİ "ROMANİ BAMBİNO" 85 YIL SONRA EVİNE DÖNDÜ

Gaziantep'in Nizip İlçesi sınırlarındaki Zeugma antik kentinden 1931'de çıkarılarak Adana'ya gönderilen "Romani Bambino" adlı heykel, 85 yıl sonra "evine" getirildi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, makamında düzenlediği basın toplantısında, Gaziantep sınırlarında 5 antik kentin yer aldığını, bölgenin dünyanın en iyi arkeolojik altyapısına sahip yerlerinden biri olduğunu söyledi.

Fırat Nehri'nin kıyısındaki Zeugma antik kentinde 1931'de yapılan kazılarda "Romani Bambino" adlı heykelin ortaya çıkarıldığını kaydeden Şahin, "elinde fıstık salkımı olan çocuk" heykelinin, o dönemde Gaziantep'te müze bulunmadığı için Adana'ya gönderildiğini bildirdi.

Öncelikle Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı'ya teşekkür ettiğini belirten Şahin, şöyle devam etti:

"Bakanımızı aradığımızda 'Fıstığın memleketi burası, heykeli Adana'da duruyor. Dolayısıyla fıstık toplayan çocuk, fıstık memleketine ait. Onu memleketine geri getirelim, bu hasreti bitirelim' dedik. '23'ünde yapacağımız fıstık festivalinde de bunun tanıtımı yapalım' dedik. Bakanımız talimat verdi. Müzeler Genel Müdürlüğü, bizim müze müdürlüğümüz elden takip etti. Bürokratik işlemler 3 gün içinde bitti. Dün sabah da müze yetkililerimiz Adana'ya gitti ve Bambino'yu memleketine getirdi."

Heykeli, Gaziantep'e bayram hediyesi olarak gördüklerini anlatan Şahin, "Bir elinde fıstık salkımı, diğer elinde kuş var. Bilenlerin, görenlerin 'muhteşem' dediği Zeugma'nın simgesi Çingene Kızı'nın bakışlarına, bu heykelle yeni bir bakış geldi. Üstünde de 'Erken elveda' yazıyor. En kısa sürede halkımıza tanıtacağız. Ayrıca heykeltraşlarımıza da talimat verdik. Bu heykelin bir benzerini yapacaklar ve onu Fıstık Parkı'nda sergileyeceğiz." diye konuştu.

Milletvekili olduğu dönemde bu heykelin de aralarında yer aldığı, Gaziantep'e ait 5 tarihi eserin tekrar kente getirilmesiyle ilgili çalışma yaptığını söyleyen Şahin, bunlardan sadece "Romani Bambino"yu getiremediklerini ifade etti.

Şahin, "Şimdi sağ olsun Bakanımızın talimatıyla ve ekibimizin ciddi çalışmasıyla bunu başarmış olduk. 85 yıl sonra da eserimize kavuştuk. Bambino, yenilenen Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Zuhal Kocalar, 08.09.2016

TÜRKİYE'DEN UNESCO GEÇİCİ LİSTESİ'NE 10 YENİ ALAN EKLENDİ

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne Türkiye'den 10 yeni alan eklendi.

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne Sultan II. Bayezid Külliyesi (Edirne) Bodrum Kalesi (Muğla), Sivrihisar Ulu Camisi (Eskişehir), Hacı Bayram Cami ve çevresindeki tarihi alanlar (Ankara), Nuruosmaniye Külliyesi (İstanbul), Malabadi Köprüsü (Diyarbakır), Van Kalesi (Van), Kibyra Antik Kenti (Burdur), Yivli Minare (Antalya), Kızılırmak Deltası kuş cenneti (Samsun) kayıt edildi.

Yeni eklenen alanlarla birlikte Türkiye'den UNESCO'nun Dünya Mirası Geçici Listesi'nde 70 yer bulunuyor.

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Öcal Oğuz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne Türkiye'den 10 yeni alanın kayıt edildiğini söyledi.

Nisan ayında alınan kararın UNESCO tarafından yeni açıklandığını ifade eden Oğuz, "Şu anda Türkiye'nin 70 kültürel ve doğal mirası UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne yer alıyor, bu rakam dünyada geçici listede en fazla doğal ve kültürel mirası olan ülke konumuna getirdi. Geçici listeye alınmadan, UNESCO listesine önerilmesi mümkün olmuyor. Bu sürecin yaşanması bu sene listeye alınanlar için önemli ve sevindirici." dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Salih Baran, 08.09.2016

ŞAŞIRTAN KEŞİF

Kütahya'nın Domaniç İlçesi'nde, ormanda yürütülen yol çalışmaları sırasında Roma dönemine ait yüzlerce taş gülle bulundu.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Orman İşletme Şefliğince Aksu ve Fındıcak köyleri arasında orman yolu çalışmaları yapan işçiler, greyderin açtığı yerlerde çok sayıda taş gülleye rastladı.

Durumun yetkililere bildirilmesinin ardından Domaniç Kaymakamı Bünyamin Karaloğlu, bölgeye giderek incelemelerde bulundu.

Karaloğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yol çalışmasında top gibi yuvarlak taşlar bulunduğu yönünde bilgi gelmesi üzerine bölgeye gittiklerini ve yüzlerce taş gülle ile karşılaştıklarını anlattı. Karaloğlu, "Toprağın içinde çeşitli boylarda birçok gülle şeklinde taş toplar bulduk.

Ne olduğunu ilk başta anlayamadık. Müze Müdürlüğü ile irtibata geçtik ve bulunanların fotoğraflarını gönderdik. Müdürlük yetkilileri, bunların Roma dönemine taş gülleler olduğunu bize bildirdi." dedi.

Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün de Roma dönemine ait taş güllelerin kalelerde savunma amaçlı kullanıldığını belirterek, şu değerlendirmede bulundu:

"Bugüne kadar bazı yerde az sayıda taş gülleye rastlandı. Ancak bu bölgede yüzlerce taş gülle olduğu yönünde bilgiler ulaştı. Eski dönemlerde normal doğal taşlar işlenerek yuvarlak hale getirilerek gülleye dönüştürülüyor ve bunlar savaşlarda mancınıklarda kullanılıyor. Bu bölgede çok fazla görülmesinin nedeni ise buralarda bir kale olabilir ya da burası güllelerin üretildiği bir merkez olabilir."





Habertürk, 08.09.2016

ORDU'DA 2 BİN YILLIK HEYKEL

Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ilk arkeolojik kazılarından biri olan Ordu Kurul Kalesi'nde 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen, 110 santim yüksekliğinde mermerden yapılmış Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu.

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt başkanlığında 25 arkeolog tarafından kazı çalışmalarının sürdüğü, Doğu Karadeniz'in ilk bilimsel arkeolojik kazısının yapıldığı Ordu Kurul Kalesi'nde yaklaşık 200 kilogram ağırlığında ve 110 santim boyunda, tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu.

Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz, Altınordu İlçesi Bayadı Mahallesi sınırlarında yer alan kazı çalışmalarının yapıldığı bölgede inceleme yaparak, bilgi aldı.

'Açık hava müzesi gibi olacak'
Ziyareti sırasında kazıya dair bilgi alan Yılmaz, bu sene kazı için 500 bin lira destekte bulunduklarını söyledi:

"Burası Ordu Büyükşehir Belediyesi'nin maddi anlamda destekleyerek devam ettiği bir çalışma alanıdır. Kazı için geçen sene 1 milyon lira ödenek ayırdık. Kurul Kalesi'nde çalışmalar hızlandı. İnşallah gelecek yıl Kurul Kalesi ve çevresi, ortaya çıkarılan heykel ve eserlerle hem Türk turizmine hem de bölge turizmine kazandırılacaktır. Burası bir açık hava müzesi gibi olup herkes tarafından ziyaret edilecektir."

'Beklemediğimiz kadar önemli'
Prof.Dr. Şenyurt ise Türkiye'de bu yıl devam eden kazılar arasında en önemli eserin Ordu'da bulunduğuna dikkat çekerek, "Çalışmalarımıza ara vermeden devam ediyoruz. İki gün önce çok güzel bir eser bulduk. Çalışmalarımız esnasında 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen mermerden "Ana Tanrıça Kibele" heykeli bulundu. Gerçekten bizim de beklemediğimiz kadar önemli bir eseri Ordu'da bulup Türkiye arkeolojisine kazandırdık" diye konuştu.

'Afyon'dan getirilmiş olmalı'
Heykelin Türkiye'de yerinde bulunan ilk mermer heykel olduğuna da dikkat çeken Şenyurt, şöyle devam etti:

"Bu çok nadir bir durumdur. Araştırmalarımıza göre bu heykel Kurul Kalesi'ni istila eden Romalı askerlerin işgali sırasında giriş kapısındaki duvarların yıkılmasıyla yerinde kalmış. Heykelin 6. Mithriadat dönemine ve Hellenistik Pontus Krallığına ait bir heykel olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu heykelin muhtemelen Afyon ilinden buraya getirildiğini tahmin ediyoruz."

Şenyurt, "Bu heykel bize ayrıca Ordu Kurul Kalesi'nin çok önemli bir yerleşim yeri olduğunu göstermiş oldu. Bu anlamda kazının desteklenmesinde emeği geçen başta Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz'a ve ilgili bakanlığımıza teşekkür ediyoruz" şeklinde konuştu.

Prof.Dr. Şenyurt, maddi değeri ölçülemeyen heykelin bir süre yerinde kalacağını, daha sonra yetkililerin incelemelerinin ardından Ordu'daki müzeye kaldırılacağını sözlerine ekledi. 

aljazeera.com.tr, 08.09.2016


******


KİBELE'Yİ ON BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

Doğu Karadeniz’de yapılan ilk arkeolojik kazı olan tarihi Ordu Kurul Kalesi’nde geçen hafta bulunan "Ana Tanrıça Kibele Heykeli"ni görmek için binlerce insan kazı alanını ziyaret ediyor.

 

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt başkanlığında, 25 arkeolog tarafından kazı çalışmalarının sürdürüldüğü Ordu Kurul Kalesi’nde geçen hafta yaklaşık 200 kilogram ağırlığında ve 110 santim boyunda, tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele Heykeli bulundu. Kalede heykel bulunduğunu öğrenen binlerce kişi, eseri daha yakından görebilmek için kazı alanına geldi. Ordu kent merkezine yaklaşık 13 kilometre mesafedeki Bayadı Mahallesi’ne araçlarıyla gelenler, 300 basamaklı merdiveni çıkarak heykeli yerinde görme fırsatı buldu.

"5 günde 10 bin kişi ziyaret etti"
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, bir hafta içerisinde yaklaşık 10 bin kişinin Kurul Kalesi'ni ziyaret ederek heykeli gördüğünü belirtti. Yılmaz, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
"Kurul Kalesi’nde devam eden arkeolojik kazılarda 2 bin 100 yıldır tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele Heykeli bulunmuştu. Hemşehrilerimiz, Kibele Heykeli ve Kurul’u görmek için o günden sonra Kurul’a adeta akın ettiler. 5 günde ziyaretçi sayısının 10 bine ulaştığını öğrendik ve mutlu olduk. Önceki yıllarda Kurul Kalesi’ndeki arkeolojik kazılar için sadece 50 bin lira ödenek ayrılırken, bu yıl Büyükşehir olarak 1 milyon lira ödenek ayırmıştık. Çalışmaların meyvesini vermesi bizleri de mutlu etti. Kurul Kalesi Karadeniz’in en önemli turizm merkezlerinden birisi olacak. İnşallah bizler de her türlü desteği vermeye devam edeceğiz."


Milliyet, 15.09.2016

EDİRNE'DEKİ SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ, UNESCO'NUN O LİSTESİNE ADAY

UNESCO Dünya Miras Komitesi, Edirne'de bulunan Sultan 2. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne adaylığının onayladığını resmi web sitesinden duyurdu.

2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü'nü alan ve 2007 yılında da Kültür Mirasındaki En İyiler ve Mükemmellik Kulübü En İyi Sunum Ödülü'nü alan Sultan 2. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi'nin, UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'ne adaylığı kabul edildi.

UNESCO Dünya Mirası Alan Yönetimi Başkanı Yaşagül Ekinci, UNESCO'nun aday listesinde 174 ülkeden bin 600'ün üzerinde varlık olduğunu hatırlatarak, "UNESCO'nun aday listesinde 174 ülkeden bin 600'ün üzerinde varlık var. Bu bin 600'ün üzerinde varlığın hiçbirinin içinde buradaki külliyenin özelliklerine sahip bir bilim merkezi, bir tıp ve sağlık merkezi yok aday olarak. Dünya'nın hiçbir ülkesi bir sağlık yapısını, ya da bunun üretildiği bir yapıyı şu anda UNESCO'ya sunabilecek kapasitede görmüyor. Türkiye'de bizimle yarışabilecek Birkaç tane Tıp merkezi var ve onların hepsi de Osmanlı, İslam ve Tıp tarihine bağlı. Yani bu açıdan bakarsak UNESCO'da, Dünya'nın tüm kültürel değerlerinin olduğu bir listede biz, Tıp bilimine yaptığımız katkı, sağlık alanında yapılan çalışmalarla Dünya'ya örnek olma konusunda tekiz" dedi.

Trakya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erhan Tabakoğlu da Trakya Üniversitesi olarak 1982 yılında kurulan bir üniversite değil de 15. yüzyılda ecdat tarafından kurulan bir üniversite olduklarını vurgulayarak, "Biz Tıp Fakültesi olarak 19 Eylül'de göreceksiniz, başlayan her öğrencimize bir beyaz önlük töreni yaptıracağız. Ve diyeceğiz ki biz 1982'de kurulmuş bir üniversite değiliz, 1488 yılında kurulduk. İşte burası Avrupa'da insanları içlerine şeytan girmiş diye yakarlarken, biz su sesiyle güzel kokularla insanları tedavi ediyorduk' diye anlatacağız ve ilk dersi biz onlara burada vereceğiz. Yani kendi medeniyetimizi artık kendi üslubumuzla şekillendireceğiz" ifadelerini kullandı. Sultan 2. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Müdürü Hakan Akıncı ise 2015 yılında 235 bin ziyaretçi rakamına sahip olduklarını ve Kültür Bakanlığı'na bağlı müzeler ile aynı fiyat uygulamasını sürdürdüklerini belirtti.
Habertürk, 08.09.2016

İSRAİL'DE OSMANLI'NIN TOP MERMİLERİ BULUNDU



İsrailin kurumaya başlayan Taberiye Gölü'nde Birinci Dünya Savaşı'ndan kaldığı anlaşılan top mermileri bulundu. İsrail Polisine göre bulunan top mermileri bölgeden çekilen Osmanlı askerleri tarafından bırakılmış.

İsrailli bir gencin yüzerken rastladığı beş top mermisi İsrail Polisi tarafından imha edildi.

İsrail Polis Sözcüsü Luba Samri bulunan yaptığı açıklamada Bulunan top mermileri büyük olasılıkla Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordularının ilerlemesinden dolayı geri çekilen Osmanlı askerleri tarafından yüklerini hafifletmek için bırakılmış. dedi.
Yeni Şafak,07.09.2016
BAZİLİKA HALKA AÇILIYOR

İznik gölü içerisinde bulunan ve ‘Dünyadaki En Önemli 10 Arkeolojik Keşfi’ arasında gösterilen Bazilika ayda iki kez halka açılacak. Her ayın 1 ve 3'üncü Cumartesi günleri saat:14.00'de halka açılarak yapılan çalışmalar aktarılacak.  

İznik Kaymakamı Ali Hamza Pehlivan, İznik Belediye Başkanı Osman Sargın ve Müze Müdürü Haydar Kalsen ile birlikte Bazilika çalışmalarını yerinde inceledi.

Tarihi MÖ 4’üncü yüzyıla kadar uzanan, Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapan İznik’te 2014 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından havadan yapılan fotoğraf çekimleri sırasında, ilçe ile aynı adı taşıyan gölün 20 metre açığında 1.5-2 metre derinlikte bazilika formunda bir kilise kalıntısı ortaya çıkmış, buluş Amerika Arkeoloji Enstitüsü, resmi web sitesinde ‘Dünyadaki En Önemli 10 Arkeolojik Keşfi’ arasına gösterilmişti. Sikke, çini ve mozaiklerin çıktığı alanda değişik mezarların da bulunduğu alanda yer alan Bazilika’nın turizme kazandırılması için uğraşlar devam ederken, merak uyandıran çalışmalarda gelinen nokta halk ile paylaşılacak.

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin “Bizler bu kazı çalışmalarına 6 ay önce başladık. Kapılar devamlı kapalı olduğu için halkımızda içeriye bakma merakı doğmaktadır.  Biz bu merakı ortadan kaldırma düşüncesi ile bundan sonra her ayın 1. ve 3. cumartesi günü saat 14:00'te halk günü düzenleyeceğiz. Halk gününde kapıları tamamen açıp merak eden vatandaşlara yapılan çalışmalar anlatılacak” dedi.
Dünya, 05.09.2016



4 - 10 Eylül 2016
KURŞUNLU CAMİİ'NDE 5 MİLYONLUK TAHRİBAT

Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde sokağa çıkma yasakları sırasında PKK’lılar ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarda tahrip edilen tarihi Kurşunlu Cami’nde (Fatih Paşa) restorasyon çalışmaları hızla devam ediyor.



Terör olaylarının oluşturduğu tahribatın sembol ismi olan Kurşunlu Camii, Diyarbakır’daki ilk Osmanlı eseri.



Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından 1516-1521 arasında yaptırılan caminin içinde terör saldırıları nedeniyle çıkan yangında, orijinal kapı ve kepenkler yanarken, özgün mahfil yok olmuş.



Mihrap ve minberin büyük zarar gördüğü camide, ateşli silahlardan dolayı sütunlar ve taşıyıcı elemanların malzeme kaybına uğradığı ve bu nedenle ciddi statik problemler oluştuğu belirtildi.



2008’de restore edilen eserin hasar alması sonucu Vakıflar Genel Müdürlüğü emriyle 14 Nisan 2016’da onarım ihalesi yapıldı.



5 milyon TL’lik harcamanın yapılacağı restorasyon çalışmalarının 16 Aralık 2018’de tamamlanıp caminin teslim edilmesi planlanıyor. Bayram sonrası da Dört Ayaklı Minare’nin onarımı ile ilgili ihaleye çıkılacak.



Habertürk, Haber: Veysi İpek - Mehmet Çakan, 08.09.2016
'YOL'DAN ÇIKAN ROMA GÜLLESİ

Kütahya Orman İşletme Şefliği tarafından Aksu ve Fındıcak köyleri arasında orman yolu çalışmaları yapan işçiler, greyderin açtığı yerlerde çok sayıda taş gülleye rastladı.

Durumun yetkililere bildirilmesinin ardından Domaniç Kaymakamı Bünyamin Karaloğlu, bölgede incelemelerde bulundu. Karaloğlu, “Müze Müdürlüğü yetkilileri, taşların Roma dönemine ait taş gülleler olduğunu söyledi” dedi. 
Milliyet, 08.09.2016 

ROKETLİ SALDIRIDA TAHRİP OLAN TARİHİ TEKYE CAMİİ'NDE RESTORASYONA BAŞLANDI



Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyon için ihalesi yapılan Tekye caminin restorasyon çalışmalarına başlandı. Bir yıl içerisinde bitirilmesi planlanan Tekye cami restorasyonu yapıldıktan sonra ibadete açılacağı bildirildi. 24 Nisan tarihinde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın toplantı yaptığı Valilik binasına 50 metre mesafedeki Tekye Camii bahçesine roketli saldırı yapılmış, saldırıda hasar alan tarihi cami restorasyonu yapılacağı gerekçesiyle ibadete kapatılmıştı.

"Tekye caminin geçmişi"
Cumhuriyet Alanı yakınında olup adını verdiği Tekke Mahallesindedir. Bazı kaynaklarda “Canbolai Camisi, Canboladiyye Camisi, Canboladoğlu Camisi” adlarıyla geçen cami, Canbolad Paşa Külliyesi’nin merkez yapısıdır. Evliya Çelebi’nin “Canboladoğlu’nun Padişahane (padişaha yakışacak) Cami” sözüyle betimlediği bu caminin vakfiyesindeki (vakıf senedi) adı ise “Tekke Camisi’dir. Canbolad Bey Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin hayranlarındandı, onun adına yaptırdığı tekkenin önüne bu camiyi inşa ettirerek, bugün de kullanılan ismi verdi. Bu cami taşıdığı teknik özellikler yanında, görünüm itibarıyla da yöresindeki benzeri yapılardan farklı olup, yerel teknik uygulamaların dışında Osmanlı sanatıyla entegre olmuş nitelikler taşımaktadır.Görünüm mimarisi bakımından Kilis’in en önemli camisi olan bu yapı kuzey yönü ve buradaki cümle kapısı, kapının doğusundaki ve batısındaki pencereler, pencere alınlıklarındaki çiniler, çörtenler ve çörtenlerin altındaki rozetler, ustalıkla sanatı birleştiren uygulamalardır.Yapının diğer üç cephesinde altlı üstlü pencereler (üstteki pencereler vitraylı) yer almaktadır. Bu pencerelerin tümü düz atkılı ve dikdörtgen olup, pervazları siyah, sarı renkli mermerdir.Yöresi medrese hücreleri ile çevrili olan caminin, geniş bir avlusu ve görkemli bir giriş kapısı vardır. Zemini beyaz taşlarla döşenmiş olan avlunun sağında çift bilezikli bir kuyu ve önünde taştan yapılmış bir abdesthane bulunmaktadır. Harimi örten tek büyük bir kubbe, beş kemerli son cemaat yeri ve kare planı yapının temel özelliklerini oluşturur.Çokgen kasnaklı olan kubbe, 14.40 metrelik çapıyla Kilis’in en büyük kubbesidir. Son cemaat yeri ile harimin tüm alanı kubbelerle örtülmüştür. Büyük kubbe görkemli görünümü ve diğer kubbelerle ahenkli uyumuyla dikkatleri üzerine çekmektedir.Tekke Camisi’nin akıldan çıkmayacak bölümleri mihrabı ve minberi olup; ustalık kadar (taş işçiliği ) kullanılan taşlar ve renkler de belleklerde iz bırakacak kadar güzeldir.Mihrabın taşlarının özenli ve düzenli işlenmesi, kimi meraklılara göre caminin yapım tarihinin - hangi tarihte yapıldığının - ipucunu verir.verir.Dokuz taş basamakla çıkılan minberde de, yapı ve renk bakımından değişik taşlar kullanılmıştır. Evliya Çelebi’nin de hayranlıkla betimlediği bu yapı döneminin en güzel örneklerinden biridir.Yarım daire biçimindeki mihrabı, Kilis’te özgünlüğü koruyan iki mihraptan biridir. Renkli mermer kullanılarak yapılan süslemeleri, birbirine geçen motifleriyle Zengi ve Memlük sanatı izlerini taşır.1553 yılında yapılan minberin tümü renkli mermer, özgündür. Harimdeki ilgi çeken objelerin başında gelen minber, mermer işçiliği yanında bitkisel ve geometrik örgeleriyle ünlüdür.Harimin kuzey yönünde ağaçtan yapılmış mahfiller de özgün olup, balkon biçimindedir.Minare caminin kuzeybatı köşesinde, son cemaat yerinin hemen yanındadır. Siyah ve beyaz kesme taşlardan yapılan kaidenin köşeleri mukarnaslı, gövdesi de üç bileziklidir. Silindirik bir görünümü olan gövde yuvarlak olmayıp çokgendir. Kilis’in en yüksek minaresi olan bu yapının şerefe altı derin hücreli mukarnaslarla doldurulmuştur. Külahı da taş olan minarenin, mazgal biçiminde beş adet penceresi vardır.
Olay Medya, 07.09.2016
OSMANLI REVAKLARI YENİDEN KABE'DE

Bundan 4 yıl önce ‘alan genişletmek’ gerekçesiyle Kabe’den sökülen Osmanlı Revakları tarihi yerlerine döndü.

Kabe'nin tavaf alanını genişletmek için 2012’de sökülen  büyük bir kısmı, eski yerlerinden 20 metre geriye restore edilerek takıldı. Suudi Kralı Salman Bin Abdulaziz’in “Kabe’nin kolyesi gibi olmuş” dediği revaklarla ilgili çalışmaların tamamı, yıl sonunda bitmiş olacak. Mimar Sinan tarafından yapılan ve 500 yıl boyunca Kabe’yi çepeçevre saran revaklar, inşaat tamamlandığında Kabe’nin etrafında hilal şeklinde duracak.

ERDOĞAN SÖZ ALMIŞTI
Suudi yönetimi, dev otellerin gölgesinde kalan Kabe’yi 5 yıl önce genişletme kararı almıştı. Tavaf alanının etrafındaki Osmanlı Revakları genişletme çalışmaları kapsamında söküldü. Ancak bu karar tepkiye neden oldu. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bir Suudi Arabistan ziyaretinde Kral Abdullah bin Abdülaziz El-Suud ile görüşerek, revakların yeniden yerine konulması sözünü almış ve bunun üzerine revakların restorasyon işi, Bin Ladin Grubu tarafından bir Türk firmasına verilmişti.

Kabe’deki restorasyon çalışmaları nedeniyle, hacılar 5 yıldır inşaatlar arasında tavaf yapmak zorunda kaldı. Tavafın aksamaması için, Kabe’nin etrafına halka şeklinde 2 katlı çelik platform konuldu. Osmanlı Revakları’nın büyük kısmının eski yerlerinden 20 metre geriye monte edilmesiyle, genişletme çalışmalarında sona gelindi. Geçmiş yıllardaki çelik platform da kaldırıldı.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 07.09.2016

KANUNİ'NİN İÇ ORGANLARININ DEFNEDİLDİĞİ YER BULUNDU

Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, 1566 yılındaki Zigetvar kuşatması sırasında hayatını kaybeden Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği yerin kesin olarak bulunduğunu açıkladı.

Resmi temaslarda bulunmak üzere Macaristan'da bulunan Kaynak, Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinin TİKA tarafından yapılan çalışmalar sonucu bulunduğunu belirterek, ''Hocamızın verdiği bilgilere göre hem yapı malzemesi hem de yapının formülü itibariyle yüzde 100 emin olabileceğimiz bir netice elde edildi. Bu projeyi TİKA finanse etti. Burada aynı zamanda Macar bilim insanları da görev aldı. Bu hem bizim hem de Macar tarihi için önemli bir kazanımdır.'' diye konuştu.

Türkiye Proje Ekip Başkanı Prof.Dr. Ali Uzay Peker de geçen yıl yapılan kazılarda bazı bulgulara ulaştıklarını dile getirerek, ''Bu yıl Haziran ve Temmuz aylarında yaptığımız çalışmalar neticesinde türbenin yanındaki hem tekkeyi hem de camiyi ortaya çıkardık. Yapı kompleksi olarak Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesi kesin olarak ortaya çıkarılmış oldu.'' ifadelerini kullandı.

BÖLGEYE TÜRBEK ADI VERİLDİ
Zigetvar Kalesi’nin kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman'ın ölüm haberi askerler arasında moral bozukluğu yaratmaması için gizlendi. Cesedi bozulmasın diye iç organları çıkartılarak otağının bulunduğu yere gömüldü. Bedeni ise muhasaradan sonra İstanbul’a getirilerek Süleymaniye Cami avlusundaki bugünkü yerine gömüldü.

Kanuni'nin ölümünden sonra tahta geçen 2. Selim, babasının iç organlarının gömülü olduğu yere türbe, etrafına da külliye yaptırdı. 150 yıl kadar kalan bu yapılar daha sonra Zigetvar Kalesi'ni işgal eden Habsburg askerleri tarafından yıkıldı. Daha sonra Macarlar tarafından bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek" ismi konuldu. Türbenin üzerine yapıldığı tahmin edilen kilisenin adına da Turbek Kilisesi denildi.
Habertürk, 07.09.2016

5 BİN YIL ÖNCESİNİN MÜHÜRLERİNDE 'İŞARET DİLİ' İZLERİ

Burdur merkeze bağlı Hacılar Büyük Höyük'teki kazılarda, 5 bin yıl önce bölgede yaşayanların kullandıkları mühürlerde ortak bir işaret dili ortaya çıkarıldı.



İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Burdur Hacılar Büyük Höyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Gülsün Umurtak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hacılar Köyünün Türkiye arkeolojisi ve dünya kamuoyunun gündemine 1950'li yılların ikinci yarısında girdiğini söyledi.

Hacılar Köyüne kazı amaçlı ilk kez James Mellaart isimli İngiliz arkeoloğun geldiğini belirten Umurtak, köylülerin Mellaart'a boyalı çanak-çömlek parçaları gösterdiğini aktardı.



Umurtak, daha sonra Mellaart'ın Hacılar Köyü'nde kazı yapmaya başladığını ifade ederek, "Burada 4 yıl çalışmış. Türkiye arkeolojisinde insanların ilk yerleşik hayata geçişi, köy toplumu halinde yaşamaları, hayvan evcilleştirme ve çanak çömlek üretiminin birlikte yürütüldüğü bir dönem hakkında yaptığı kazılar önemli bir kapı açtı. Kazılar sonunda 2 ciltlik bir yayın yaptı. Böylece Hacılar dünyada tanınmaya başladı." dedi.



Mellaart'tan sonra Hacılar'da uzun yıllar kazı yapılmadığını anlatan Umurtak, ekip olarak Hacılar'daki çalışmalara 2011'de başladıklarını anımsattı.

"Güçlü bir savunma sistemi kurulmuş"
Prof.Dr. Umurtak, Hacılar'da yerleşimin kurulduğu dönemin milattan önce 3 bin 100 dolayları olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti:

"Bu dönemlerde çevrede pek çok başka yerleşmeler var. Göçebe toplumlar da var. Kale yaparak bu kadar güçlü bir savunma sisteminin kurulması çevreden büyük tehditler olmasıyla mümkün olabilir. Yani düşmana karşı sahip olduğu zenginlikleri korumak için yapılmış olmalı. Dolayısıyla bazı zenginliklere sahip oldukları ve maden işledikleri düşünülebilir. Anadolu savunma sistemlerinin ilk yerleşik hayata geçişten itibaren gelişim sürecine bakarsak, burada gördüğümüz sistem başka bir yerde böylesine örneklenmiş değil."

Hacılar Büyük Höyük'teki savunma sistemini oluşturan mekanlara "kazamat" denildiğini bildiren Umurtak, böylesine özenli şekilde yapılmış araziyi çevreleyen bir mimari tasarımın kurulmasının ilk olduğunu vurguladı.

"Yazı öncesi bu tür bir işaret dilinin olması çok önemli"
Gülsün Umurtak, iki sezondur yerleşmenin orta kesiminde bulunan ve çok büyük boyutlarda kamusal bina olabilecek yapıları kazdıklarını belirterek, höyükte günlük yaşamın sürdürülmesi için gerekli her türlü çanak-çömlek, madeni ve kemik aletler, iğneler, taş kesiciler veya tarım ürünlerini öğütmek için kullanılan öğütme taşları bulduklarını dile getirdi.

Bulunan eşyalar içinde mühürlerin ayrı bir önemi olduğunu ifade eden Umurtak, şu bilgileri aktardı:
"Anadolu'ya yazının gelişinden bin yıl daha önce birtakım işaretler bu mühürlerde gözümüze çarpıyor. Bu mühürler üzerinde bazı işaretlerin tekrarlanıyor olması belki günümüzden 5 bin yıl önceleri toplumların aralarında ortak bir işaret diline sahip olduklarını gösterebilir. Yazı öncesi bu tür bir işaret dilinin olması çok önemli. Belki önümüzdeki 10 yıllarda Anadolu'da yazının kullanımı konusunda Batı Anadolu'nun da önemli bir yeri olduğu gündeme gelebilir. Bu bakımdan mühürleri çok önemsiyoruz. Çok güzel özenle yapılmış örnekler elimize geçiyor."
Habertürk, 07.09.2016

3 BİN 300 YILLIK GİZLİ GEÇİDİN GÖRÜNTÜLERİ ORTAYA ÇIKTI

Türkiye'nin "ilk milli kazı alanı" unvanına sahip olan Çorum Alacahöyük’te yapılan arkeolojik kazı çalışmaları esnasında yaklaşık 3 bin 300 yıllık gizli bir geçide ve Hitit dönemine ait olduğu sanılan bir insan iskeletine ulaşıldı.

Geçmiş dönemlere ait yeni bilgilerin elde edilmesi ve tarihin aydınlatılması adına büyük öneme sahip olan gizli geçit ve insan iskeletinin görüntüleri de bir belgesel ile sunuldu. Alacahöyük'teki arkeolojik kazı çalışmaları sırasında arkeologların yaşadıkları, buluntuları nasıl değerlendirdikleri, Nuray Karadeniz'in çektiği “Tarihin İzinde” isimli belgesel ile anlatıldı. Belgesel çekimleri yapılırken yaklaşık 3 bin 300 yıllık gizli geçidin ve Hitit dönemine ait olduğu sanılan iskeletin görüntüleri de gözler önüne serildi.

“KAZI ARKEOLOJİK AÇIDAN CİDDİ BİR ÖNEM TAŞIYOR”
Tarihin İzinde belgeselini diğer belgesellerden ayıran yönün kazı ekibinin dünyasını da anlatması olduğunu dile getiren Nuray Karadeniz, “Tarihin İzinde yirmi dakikalık bir belgeseldir. İlk bölümümüz olan Alacahöyük Türkiye’nin ilk milli kazı yapılan yeridir. Kazı ekibi orada gizli bir geçide ulaştı ve orada kazılar hala devam ediyor. Bu gizli geçidin üzerinde iskelete rastlanmış ve bizde bunu görüntüledik. Hitit Dönemi’ne ait herhangi bir iskelete rastlanmamış şu ana kadar Alacahöyük’te. Beylik Mezarları var ama onlar Hatti Dönemi’ne tarihleniyor. Hitit Dönemi’ne ait bu güne kadar iskelet bulunmadığı için bu kazı şuan arkeolojik açıdan ciddi bir önem taşıyor” diye konuştu.

İŞTE O ESRARENGİZ GEÇİT VE İSKELET

“ARKEOLOJİ TARİHİNDE YENİ BİR ÇIĞIR AÇACAK”
Alacahöyük’te bulunan gizli geçidin önemini vurgulayan Karadeniz, “İskeletten alınan örnekler şu an incelemeye gönderilmiş, eğer bu Hitit Dönemi’ne ait bir iskelet ise bu arkeoloji tarihinde yeni bir çığır açacak. Eğer bulunan gizli geçit arkeologların düşündüğü yönde ilerleyecekse bu da arkeoloji tarihinde bir çığır açacak. Tarihin İzinde belgeseli Hitit döneminin arkeolojik dünyasında değişime neden olabilecek bir buluntunun görüntülerini almış oluyor” dedi.



Kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Ankara Üniversitesi tarafından yürütülüyor. Keşfedilen gizli geçidin üstünde bulunan iskeletin Hitit dönemine ait olup olmadığına dair incelemeler devam ederken, arkeologların bölgedeki çalışma süreleri uzatıldı.
Milliyet, 07.09.2016

ZİGETVAR'IN UMUDU KANUNİ TURİZMİNDE

Macaristan'ın yoksul kasabası Zigetvar'da bulunan Kanuni Sultan Süleyman mezarı, turizm umutlarını artırdı. Kanuni Sultan Süleyman, 1566'da Zigetvar'ın Osmanlılar tarafından alınmasından bir gün önce yaşamını yitirmişti. Pecs Üniversitesi'nden coğrafyacı ve tarihçi Norbert Pap, Fransa merkezli haber ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada "Bu kasaba kan kaybediyor. Genç insanlar çoktan Almanya ya da Londra'ya gitti ama Süleyman iş, gelir ve turist getirebilir" dedi.
Sabah, 06.09.2016
ATALARIMIZ NEDEN KAFATASINI DELİYORDU?

Binlerce yıl önce yaşamış insanlar kafatasını delerek bir tür beyin cerrahisi mi uyguluyordu?

Tıptaki adı trepanasyon olan bu sistem, keskin bir aletle kafatasında delik açmayı içeriyordu.

Bugüne dek dünyanın birçok bölgesindeki arkeolojik alanlarda kafatasında delik olan binlerce iskelet bulundu. Fakat bilim insanları eski insanların neden bu yönteme başvurduğu konusunda henüz anlaşmaya varmış değil.

Afrika ve Polonezya'da bulunan 20. yüzyıla ait örnekler, kafatası delme işleminin tedavi amaçlı olduğuna, kafaya alınan darbe ya da nörolojik bir hastalıktan kaynaklı ağrıyı gidermek için yapıldığına işaret ediyor.



14. yüzyıl ressamı Guido da Vigevano'nun bu eseri trepanasyonu resmediyor.

Kafatası deliklerinin amacı
Tarih öncesi dönemdeki trepanasyonun da benzer amaçlı olabileceği düşünülüyor. Bu şekilde delinmiş kafataslarında yaralanma veya nörolojik hastalık belirtilerine rastlanıyor.

Fakat trepanasyon işleminin ritüel amaçlı olabileceği de sanılıyor.

En eski trepanasyon örneği 7000 yıl öncesine ait. Antik Yunan'da, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika, Polonezya ve Uzak Doğu'da rastlanan bu uygulamanın birçok bölgede birbirinden bağımsız geliştiği sanılıyor.

Ortaçağ'ın sonuna doğru birçok kültürde trepanasyona son verilmiş olsa da Afrika ve Polonezya'da 1900'lerin başlarına kadar devam etti.



18. yüzyıla ait bir Alman kafatası delme aleti

Önceleri kafatasının ruhun bedene girmesi ya da çıkması amacıyla delindiğine inananlar olsa da, tıbbi amaçlı yapıldığı ihtimali üzerinde de duruldu.

Fakat arkeologlar Rusya'da bu işlemin ritüel amaçlı yapıldığını gösteren izlere rastladı. 1997'de Don kıyısındaki Rostov'da bulunan ve milattan önce 5000 ila 3000 yıllarına (Bakır Çağı) ait olduğu sanılan 35 insan iskeletinden aynı mezarda bulunan beşinin kafatasında kazınma izleri taşıyan birkaç santimetrelik delikler görüldü.

Rusya'da ritüel amaçlı mı?
Bu deliklerin kafatasının obelion adı verilen arka üst kısmında olması kanama ve ölüm tehlikesine yol açabilirdi. Üstelik bu kafataslarında herhangi bir hastalık izine rastlanmamıştı. Bu durum ritüel olasılığına işaret ediyor olabilir miydi?

Bu bölgelerde yakınlarında arkeologlar daha önce de benzer kafatasları bulmuştu.

Bazıları kafaya alınmış darbe izleri taşıyor, bunlardaki deliklerin tedavi amacıyla açıldığı sanılıyordu. Fakat bazılarında da bu delikler obelion bölgesinde bulunuyordu.

Arkeologların bu konudaki çalışmasının sonuçları Nisan 2016'da Amerikan Fiziki Antropoloji Dergisi'nde yayımlandı.

Bu makaleye göre, obelion bölgesinde açılmış delikler içeren bu kafatasları, Rusya'nın bu güney bölgesinin ritüel trepanasyon merkezi olabileceğine işaret ediyor.

Rus Bilimler Akademisi'nde konunun uzmanı Maria Mednikova, bu deliklerin bir tür "dönüşüm" sağlamak, toplumun sıradan üyelerinin sahip olmadığı bazı becerileri edinmek amacıyla açılmış olabileceğine inanıyor.

Delikten sonra yaşam



Kafatasındaki delikte görülen iyileşme belirtileri bu kişilerin işlemden sonra hayatta kaldığını gösteriyor.

Rostov'da bulunan ve bu tür delik açılan 12 kafatasından birinin 25 yaşından küçük bir kadına ait olduğu ve bu işlem sırasında ya da kısa bir süre sonra öldüğü belirlendi.

Ancak diğer bazı kafataslarındaki delikler etrafında rastlanan iyileşme belirtileri, delikler tümüyle kapanmamış olsa da bu kişilerin işlemden sonra 2-8 hafta kadar hayatta kaldığını gösteriyordu.

Sekiz tanesinde ise daha ileri düzeyde iyileşme görülmüş, bunların işlemden sonra en az dört yıl yaşadığı tespit edilmişti.

Herhangi bir hastalık ya da darbe izine rastlanmamış olsa da bu 12 kişinin kafasındaki delik tedavi amacıyla açılmış olabilir. Bu durumda en azından sekizinde bu tedavinin işe yaradığı söylenebilir.



Peru'daki delik kafatası örnekleri

Fakat Rostov'daki Güney Federal Üniversitesi'nden antropolog Elena Batieva'nın belirttiği gibi bu insanların kafasındaki delik bir ritüelin parçası olarak açılmış olabilir. Bu durumda bu ritüellerin ne amaçla yapıldığı sorusuna yanıt aranmaya devam ediyor.
Bbc, 06.09.2016

ŞEREFİYE CAMİİ'NDE RESTORASYON YAKIN



Adapazarı Çark Caddesi’nde binlerce insanın geçiş güzergahı üzerinde bulunan ve ilin tarihi camilerinden olan Şerefiye Camii’nde tadilat ve restorasyon tarihi yaklaşıyor. Kocaeli Anıtlar Kurulu’na projenin sunulduğunu ve gerekli müracaatların yapıldığını ifade eden Sakarya Diyanet Vakfı Şube Yöneticisi Enver Aşık, projede bir sıkıntı çıkmasını beklemediklerini söyleyerek, “İlk toplantıda onay bekliyoruz” dedi.

EN HIZLI ŞEKİLDE
Caminin tadilatı konusunda Diyanet Vakfı Sakarya Yönetimi, Adapazarı Belediyesi ve Cami Güzelleştirme Derneği ile birlikte ortak bir çalışma içerisinde olduklarını söyleyen Enver Aşık, “Proje Kocaeli Anıtlar Kurulu onaylandıktan ve çalışmalar başladıktan sonra çok uzun sürmeyecek. Camimizi tekrardan halkımızın hizmetine açmak için en hızlı şekilde çalışmalar yapılacak” dedi.

GÜZEL OLACAK
Proje hakkında da bilgilendirmede bulunan Aşık, “Camimiz Şal sokağa kadar uzayacak, tuvaletler ve şadırvan alt kata alınacak. Projedeki en önemli noktalardan biri de engelli kardeşlerimiz için yapılacak olan özel tuvalet ve şadırvan yeri olacak. Tadilatla birlikte caminin çok güzel bir görünüme kavuşacağını düşünüyoruz” diye konuştu.
Yeni Sakarya, 06.09.2016
CİNSEL TACİZ SERGİLEMEKLE SUÇLANAN HEYKEL DEĞİŞTİRİLDİ

Mısırlı bir heykeltraş ülkesi için toprağa düşmüş askerlerin anısına yaptığı heykeli, cinsel taciz görüntüsü verdiği eleştirileri üzerine değiştirmek zorunda kaldı.

Şehit Annesi adını taşıyan heykelde, önde Mısır'ın geleneksel sembolü olan, kollarını yana açmış zarif kadın ve arkasında onun belini sarmalamış miğferli bir asker figürü var.

Fakat heykelin dikildiği Sohag kenti halkı, heykeli 'uygunsuz' buldu.

Askerin, kadının belini bu şekilde kavramasının taciz olduğunu söyleyenlerin yanısıra, kadının Mısır'ı temsil etmesi nedeniyle 8,5 metrelik heykelin "Mısır ordusu ülkeye tecavüz ediyor" anlamına gelebileceğini savunanlar da oldu.

Sohag valisi Eymen Abdül Monaim heykelin nasıl ısmarlandığı konusunda soruşturma açılmasını emretti.

Ulusal medyada manşetlere çıkan tartışmanın sosyal medyada da hararetli yorumlara konu olması birçok yorumcuya göre, Mısır'da sanatçıların kendilerini ifade etmesinin güçlüklerine de işaret ediyordu.

"HEYKEL ŞEHİT RUHUNU YANSITIYOR"

60 yaşındaki heykeltraş Wacih Yani şimdi, askeri kaldırıp yerine kadının ellerine bir zeytin dalı yerleştirmek suretiyle eserini değiştiriyor.

Ayrıca barışı simgeleyen güvercinlerin de kadının başının üzerinde bir ay oluşturacağını söylüyor.

Buna karşılık sanatçı, eserinin 'uygunsuz' olduğu eleştirilerini reddediyor ve orijinal eserdeki askerin 'şehitlerin ruhunu yansıttığını' düşünüyor:

"Heykelin orijinal fikri doğruydu. Yaptığım değişiklikler de bu doğrultuda olacak. Fakat herkesin heykelden memnun olmasını da önemsiyorum şahsen."
Hürriyet, 05.09.2016

ERMENEK'TE BİZANS DÖNEMİNE AİT TAŞ YAZIT BULUNDU

Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde baraj gölü etrafındaki yol yapım çalışması sırasında, Bizans Dönemi'ne ait taş yazıt bulundu. Çiftçilik yapan Ali Boztoprak'ın tarlasının kenarında bulunan ve üzerinde Yunanca, 'Selam ey dost. Benim için istediğin şey sana iki misli olsun' ve 'proastion - topothesia' terimlerinin yazılı olduğu taş yazıt, incelenmek üzere müze yetkililerine teslim edildi.



Taş yazıtın çevirisini yapan Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Ana Bilimdalı öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Alkan, "Yazıt, bir hitap ve günümüzde de kullanılan tanıdık bir dua cümlesiyle başlıyor. 'Selam ey dost. Benim için istediğin şey sana iki misli olsun' yazıyor" dedi. 

Ermenek'te bulunan yazıtın üzerinde ayrıca 'proastion' ve 'topothesia' terimlerinin yer aldığı, bu nedenle bu yazıtın, bir mülkiyet yazıtı olduğunu belirten Yrd. Doç.Dr. Alkan, şöyle dedi:"Antik edebi kaynaklarda 'proastion' terimi genellikle bir kentin surları dışında kalan varoş semtleri için kullanılır.

Geç Antikçağ'dan itibaren bu terim, toprak sahibi zengin kimselerin malikƒneleri için de kullanılmıştır. 'Topothesia' terimi ise yine antik kaynaklarda, gerçekte var olmayan, hayali bir yerin tasviri için kullanılan bir sözcüktür.

Önemli bir belge'
Proastion' ve 'topothesia' terimlerinin birbiriyle ilişki içinde kullanıldığını gösteren, şimdiye kadar ele geçmiş tek epigrafik malzeme olması nedeniyle bulunan yazıtın önemli bir belge olduğunu belirten Yrd. Doç.Dr. Alkan, şunları söyledi:

"Bu anlamda yazıt, Geç Antikçağ ve Bizans Dönemi ekonomisi üzerine yapılan bilimsel çalışmalar için önemli katkı sağlayacaktır. Ayrıca yazıt, antik Isauria Bölgesi'nin en büyük kentlerinden biri olan Germanikopolis (Ermenek) tarihi, ekonomisi ve sosyal yapısı için de birçok yeni bilgi sunacaktır."

Yrd. Doç.Dr. Alkan, "Benzer bir dua cümlesi, Konya'ya bağlı Yunak İlçesinin Piribeyli mahallesinde de bulunmuştu. Bu Yunanca mezar yazıtında da 'Benim için ne kadar çok iyilik (istiyorsan), Tanrı sana karşılık olarak iki katını versin' yazıyordu" dedi.
Milliyet, 05.09.2016

MECLİS'TE TARİHİ AVİZELERİN ONARIMINA ÇEKYA TALİP

15 Temmuz gecesi darbeciler tarafından bombalanan TBMM’de bina ile birlikte en çok hasarı cam malzemeler aldı. 



Meclis’in koridorlarını cam kırıklarıyla dolduran bombalı saldırıdan tarihi avizeler etkilendi. 1938 ile 1961 yılları arasında inşaat devam ederken yurtdışına özel siparişle yaptırılan emsalsiz avizelerin aslına uygun olarak onarılması ve yeniden yapılması için arayış başladı.



“Venini” marka olduğu tespit edilen avizelerin hangi ülkede yaptırıldığı tam olarak bilinemezken, Çekya TBMM’ye başvuruda bulunarak, dönemin ünlü kristal merkezi olması dolayısıyla avizelerin kendi ülkelerinde yapılmış olabileceğini bildirip karşılıksız onarmaya talip oldu. 



Meclis’te bombalama sırasında, büyük çoğunluğu şeref salonu etrafında bulunan büyük boyutlu cam avizelerle grup başkanlıklarının bulunduğu kat ve Başbakanlık katının bulunduğu koridorlardaki tarihi avizeler büyük zarar gördü.

Bazı avizelerin cam parçaları tümüyle yok oldu. Bazılarında ise parça eksiklikleri oldu. İnşaatı 1938 ile 1961 yılları arasında devam eden tarihi binada kullanılan avizelerin önemli parçalarının Venini marka olduğu tespit edildi.

Depoda bu avizelerden bazılarının yedek parçaları çıktı. Bu parçalarla bazı avizeler onarıldı. Ancak özellikle şeref salonunda asılı bulunan ve tümüyle tahrip olan dev avizelerin onarımı için üretici firmaya ulaşılması kararlaştırıldı.

Bohemia kristalleri ile dünyada ün yapmış olan Çekya, dönemin ünlü firmaları Çek menşeli olduğu için avizelerin kendi ülkelerinde yapılmış olabileceğini düşünerek Meclis ile iletişime geçti. 
Firmanın Çekya’da olup olmadığını, bu ülkede ise çok eski bir firma söz konusu olduğu için firmanın hala faaliyette olup olmadığını araştırmaya başlayan Çekya temsilcileri, firmanın bulunması halinde TBMM’ye bu avizelerin parçalarını aslına göre ürettirip bedelsiz olarak vermeyi teklif etti. 

TBMM Başkanlığı, henüz büyük onarımlarla meşgul olduğu için avizelerle ilgili çalışmaları daha sonraya bıraktı. Avizelerin Venini marka olması dolayısıyla İtalya Venedik menşeli olabileceği de değerlendirildi. 

Ancak TBMM bu konuda henüz özel bir araştırma başlatmadığı için menşeini tespit etmeye dönük önemli bir ipucu da bulunamadı. Çekya tarafından yürütülen araştırmanın sonucuna göre hareket edilmesi, Çekya’da kaynak bulunamazsa İtalya nezdinde de inceleme başlatılması bekleniyor.


Habertürk, 05.09.2016
EFES KAZILARI DURDURULDU



Avusturya arkeoloji Enstitüsü’nün İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Efes antik kentinde bir asrı aşan süredir yürüttüğü Efes kazıları, Dışişleri Bakanlığı’nın 31 Ağustos 2016 tarihli yazısıyla bu sezonun bitmesine iki ay kala durduruldu.

Mühürlenebilir 
Bu yılın başlarında, Avusturyalı Doç.Dr. Sabine Ladstatter başkanlığında başlayan dönem kazılarının durdurulduğuna ilişkin yazı ekibe tebliğ edildi. 

Kazı alanına giden Selçuk Efes Müzesi Müdürü Cengiz Topal ve bakanlık görevlileri, Yamaç evleri, Efes Meryem Ana Kilisesi ve Efes üst kapı yakınında sürdürülen kazı çalışmalarını teslim aldı. 

Kazı evine ait eşyalar toplatılıp, Avusturya Kazı Evi yetkililerine teslim edildi. Avusturyalı arkeoloji ekibinin kullandığı kazı evinin ise gelecek talimatlar doğrultusunda mühürlenebileceği belirtildi. 

Avusturya ekibine önümüzdeki yıl kazı izni verilip verilmeyeceğinin ise gerilimin sürüp sürmemesine bağlı olduğu belirtildi. Kazı Başkanı Ladstatter açıklama yapmaktan kaçındı. 

Dördüncü kez durdu 
Efes antik kentinde 1893’te Viyana Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümü öğretim üyesi Ordinaryus Prof.Dr. Otto Bendrof’un başlattığı kazılar için Avusturya Arkeoloji Enstitüsü kurulmuş ve günümüze kadar kazıları yürütmüştü. Geçen sürede 1909-10, 1914-25 ve 1936-53 yılları arasında kazılara üç kez ara verilmişti. 

Panodaki gerginlik
Türkiye ile Avusturya arasındaki gerginlik, Temmuz sonlarında, Viyana’da Schwechat Havalimanı’ndaki panoda “Türkiye tatili sadece Erdoğan’ı destekler” yazısı ile başlamış, ağustos ortalarında ise aynı panolardan Türkiye’deki cinsel istismara yönelik karalayıcı bilgilendirme ile doruğa çıkmıştı. Avusturyalı politikacıların gerilimi arttıran ve Türkiye’nin AB’de yer almaması gerektiği yönündeki açıklamaları üzerine Türkiye, Viyana Büyükelçisi’ni Ankara’ya çağırmıştı.

Milliyet, Haber: Latif Sansür, 05.09.2016


******


AVUSTURYA'NIN TÜM KAZILARI İPTAL

Dışişleri Bakanlığı’nın Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’ün gerçekleştirdiği arkeolojik kazıları durdurmasının Efes antik kenti ile sınırlı olmadığı, Antalya’nın Limyra antik kentinde sürdürülen bilimsel kazıların da sonlandırıldığı ortaya çıktı.

Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 100 yıldan fazla süredir devam ettiği Efes antik kenti arkeolojik kazıları Dışişleri Bakanlığı’nın isteği ile bu yıl sonlandırıldı. Aynı şekilde Avusturyalı bilim insanlarının 1970 yılından bu yana devam ettiği Antalya’daki Limyra antik kenti arkeolojik kazıları da kapatıldı. Antalya ili, Finike İlçesi, Turunçova ve Sahilkent beldeleri sınırlarında yer alan Limyra antik kenti, Toçak Dağı’nın güney eteklerinde, genellikle erken dönem yapıların yer aldığı akropol ile onun hemen güneyinde, şimdi karayolu ile ayrılan düzlükte Roma ve Bizans çağı surları içinde kalan alanı kapsıyor. Antalya Müzesi’ne çok önemli eserler veren Limyra’nın MÖ 5. yüzyılda kurulduğu biliniyor. Avusturyalı Bilim İnsanı Dr. Martin Seyer, 2008 yılından bu yana Limyra kazılarına devam ediyordu. Geçen yıl Limyra çevresinde yüzey araştırmaları izni alan Seyer’in bu izni de Dışişleri Bakanlığı’nın talebi doğrultusunda iptal edildi.

ARKEOLOJİYE 36 MİLYON
Ülkemizde Bakanlar Kurulu kararıyla sürdürülen 36 yabancı arkeolojik kazı, 13 yüzey araştırması bulunuyor. Almanya, ABD, Avusturya, İtalya, Japonya, Fransa
İngiltere, Hollanda, Belçika ve Kanadalıların kazıları var. Kültür ve Turizm Bakanlığı kaynaklarınca Avusturya’nın bir süredir ülkemiz aleyhtarı tutumlarından kaynaklı olarak tüm kazı izinlerinin durdurulduğu belirtildi. Önümüzdeki yıl kazı sezonu için de bu izinlerin verilmesinin zor olduğu ifade edilerek Türkiye’nin yeterli derecede arkeoloji tecrübesi bulunduğu, her yıl 36 milyon lira arkeolojiye destek verildiği hatırlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı daha önce de Boğazköy sfenksini iade etmek istemeyen Almanlar için Hattuşa kazılarının iptal edileceği tehdidinde bulunmuş ve kısa süre içinde Boğazköy sfenksi ülkemize iade edilmişti.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 05.09.2016


******


BASINA VE KAMUOYUNA

“Yabancı” Arkeolojik Kazıların Durdurulması

  Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes ve Limyra kazılarının, T.C  Dışişleri Bakanlığı’nın  isteğiyle TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından durdurulduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.

Avusturyalı meslekdaşlarımızın başkanlığında uzun yıllardır, başarıyla yürütülen her iki kazının da geçerli bir neden gösterilmeden durdurulması karşısında, Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi olarak bir açıklama yapma gereğini duymaktayız. Bu iki arkeolojik kazının durdurulması, ülkemiz ve Avusturya arasındaki siyasi gerilimlerin sonucunda gerçekleşmesi tarafımızdan vahim bir gelişme olarak algılanmış ve bu konuyu bir daha düşünmemize neden olmuştur.

Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2015 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 36 yabancı kazıya, 13 yabancı yüzey araştırmasına izin verilmiştir. Bu kazı ve yüzey araştırmaları ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada ve Polonya’dan üniversiteler ya da araştırma enstitüleri tarafından yürütülmektedir.  Ayrıca, Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilen 120 yerli kazı ve 86 yüzey araştırması da bulunmaktadır. Yerli kazı ve yüzey araştırmaları da Türkiye üniversitelerinin ilgili bölümlerinden akademisyen meslektaşlarımız tarafından yürütülmektedir. Ancak gerek yabancı, gerekse yerli kazı ve yüzey araştırmaları yapan ekipler, farklı ülkelerden gelerek katılan, arkeolog ve sanat tarihçilerinin yanısıra araştırmalara yardımcı çeşitli branşlardan bilim insanlarından oluşmaktadır. Şüphesiz bu bilim insanlarının ekiplerdeki varlığı milliyetlerinden değil, uzmanlık alanlarından kaynaklanmaktadır. Ülkemiz arkeolojisi dil, din ve ırk gözetmeyen bu yapısı  sayesinde önemli bir birikim oluşturarak zenginleşmiştir. Biliyoruz ki, bir bilimsel çalışmanın değerlendirilmesinde, araştırmayı yürüten bilim insanlarının hangi ülkelerden geldikleri ve uyrukları bir ayrım sebebi olamaz. Ülkemizdeki arkeoloji ortamı bu anlayışla iletişim kuran,  kimlik gözetmeksizin birlikte çalışan saygın bilim insanlarından oluşan, evrensel bir yapıya sahiptir. Bu nedenle arkeolojik kazıların durdurulması, bir grup “yabancının” “hafriyat” çalışmasının durdurulması değil, bilimsel üretimin durdurularak kısıtlanmasıdır. Dolayısıyla arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının, gerekli belgeleme çalışmalarına dahi izin verilmeden durdurulması diplomatik bir yaptırım değil bilime verilmiş bir cezadır.

Politikacıların diplomatik yollardan çözemedikleri sorunlar nedeniyle cezayı kazılarını kapatma şeklinde bilim üreten kişi ve kurumlara kesmeleri, büyük bir talihsizliktir. Dış politikamızın, ülkemiz arkeoloji camiasının yansıttığı uluslararası uyumlu çalışma potansiyelini  baltalamak yerine örnek almasını dileriz.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi - 08.09.2016

FİLİSTİN'İN KÜLTÜR VARLIKLARI MAHKEME KARARIYLA GASP EDİLİYOR


Geçtiğimiz ay onanan bir mahkeme kararına göre, 1930 yılında Filistin’de kurulan Rockefeller Arkeoloji Müzesi’nin envanterindeki bazı yapıtlar, en başta da müzenin arkeoloji kütüphanesinde bulunan nadir kitaplar, önümüzdeki yıl içerisinde Doğu Kudüs’teki müze binasından alınarak Batı Kudüs’e taşınacak. İngiliz mandası döneminde Amerikalı petrol devi John D. Rockefeller’ın bağışlarıyla kurulan müzenin koleksiyonunun büyük bir bölümünü, 20. yüzyıl başında İngiliz arkeologların tarihi Filistin’de yaptığı kazılardan çıkan yapıtlar oluşturuyor.

Şimdilerde Rockefeller Arkeoloji Müzesi adını taşısa da, ziyaretçileri girişte karşılayan kat planında müzenin özgün adını bulmak mümkün: Filistin Arkeoloji Müzesi.

Arkeologlar ve eylemciler, mahkeme kararının emsal oluşturacağından ve başka eserlerin de uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgal altındaki topraklardan İsrail’e kaçırılacağından endişeli.

İsrail 1967’de yasadışı olarak Doğu Kudüs’ü işgal edip müzenin yönetimine el koyduğundan bu yana koleksiyon genişlemiş durumda. İşgalin ardından İsrail Müzesi’nin bünyesine dahil edilen Rockefeller Arkeoloji Müzesi, İsrail Eski Eserler Yönetimi (IAA) tarafından idare ediliyor. Halihazırda Rockefeller Müzesi’nde bulunan IAA merkezi, önümüzdeki yıl inşaatı tamamlanması beklenen İsrail Arkeolojisi Schottenstein Ulusal Kampüs’üne taşınacak. 35.000 metrekarelik bir alana yayılan kampüs Orta Doğu’nun en büyük arkeoloji kütüphanesine ev sahipliği yapacak. IAA, ilk etapta, Rockefeller Müzesi’nde bulunan ve aralarında16. ve 17. yüzyıla ait nadir kitapların da bulunduğu binlerce cildi buraya taşımayı planlıyor. 

Arkeolojinin İsrail-Filistin çatışması bağlamında politikleştirilmesine karşı mücadele veren bir grup arkeolog ve yerel eylemciden oluşan bir STK olan Emek Shaveh, geçtiğimiz Mayıs ayında, işgal altındaki topraklarda bulunan kültür varlıklarının başka bölgelere taşınmasının uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle karara itiraz etti. Fakat, İsrail Yüksek Mahkemesi itiraz dilekçesini reddederek, müzede depolanan yapıt ve kitaplardan IAA’nın sorumlu olduğunu, dolayısıyla onları dilediği yere taşıyabileceğini belirtti.  

İsrail Doğu Kudüs’ü tek taraflı olarak ilhak ettiğinde kendi hukukunu işgal ettiği topraklara da dayattı. Bu hamle uluslararası toplum tarafından hiçbir zaman tanınmamış olsa da mahkeme fiilen İsrail hukukunun uluslararası hukuktan üstün olduğuna hükmetmiş oldu.

Emek Shaveh’in yöneticisi Yonathan Mizrachi, bu kararla beraber İsrail’in müze üzerindeki hakkının tasdiklendiğini ve başka eserlerin de müzeden taşınmasının önünün açıldığını söyledi. Al Jazeree’nin sorularına cevap vermeyi reddeden IAA ise, daha önce yaptığı bir açıklamada, yeni müzedeki saklama koşullarının daha elverişli olduğunu ve kitaplar dışında hiçbir eseri taşımaya niyetlerinin olmadığını ifade etmişti.



Silvan’da arkeolojik kazı alanı açmak için yıkılan Filistinli evleri

İsrail devletinin, Yahudilerin toprakla olan binlerce yıllık aidiyet bağını ispat etmek amacıyla arkeolojiyi araçsallaştırması daha önce de eleştirilere yol açmıştı. Kudüs’teki yegane Filistin üniversitesi olan Al Quds Üniversitesi’ne bağlı Kudüs arkeolojik araştırmalar biriminin başında bulunan Hani Nureddin, erişim engelinden dolayı arkeolojik kazı yapamadıklarını; bunun da onları İsrail yayınlarına bağımlı hale getirdiğini söyledi. Nureddin, “verilere güvensek de, verilerin yorumlanma biçimine güvenemiyoruz çünkü yorum her zaman politiktir” diye konuştu. Bu durumun, İsrail’in karşısına alternatif bir anlatıyla çıkmalarına mani olduğunu ifade etti.

Emek Shaveh’in yöneticisi Mizrachi, müze envanterindeki nesnelerin taşınmasının daha geniş bir bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Emek Shaveh, İsrail’in, Silvan’da (Doğu Kudüs) bulunan Davud’un Şehri gibi arkeolojik parkları politik amaçlarına ulaşmak ve Filistinlilerin evlerine el koymak amacıyla kullanmasını kınadı. Mizrachi, “arkeolojik sit alanlarının takdim edilme biçimleri; milli parkın politik bir araç olarak kullanılması .... bütün bunlar, bu toprakların yalnızca tek bir kültürün ya da milletin malı kabul edilmesinin ne kadar sakıncalı olduğunu gösteren büyük resmin bir parçası” diye konuştu.

e-skop.com, Kaynak: Al Jazeera, “Israeli Museum Transfer Sets ‘Dangerous Precedent’”, 04.09.2016

İBRAHİM HAKKI KONYALI'NIN KAYIP DEFTERİNDEN MİMAR SİNAN'IN AZ BİLİNEN ESERLERİ

Araştırmacı ve gazeteci İbrahim Hakkı Konyalı’nın 1942’de tamamladığı ancak esrarengiz biçimde ortadan kaybolan “İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri” çalışması yıllar sonra bulundu. İşte Mimar Sinan'ın az bilinen eserleri...

İstanbul Atatürk Kitaplığı’nda deri kaplı iki albüm bulunur. Üstündeki etikette, “İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri” yazmaktadır. İstanbul ile ilgili bir araştırma sırasında bulunan ve 1941-1942 yılları arasında hazırlanan bu çalışma, gazeteci İbrahim Hakkı Konyalı’nın (1896-1984) yana yakıla aradığı çalışmasıdır! Konyalı, uzun süre Mimar Sinan’ın İstanbul’da inşa ettiği yapıları tespit etmeyi planlamıştır. Nihayet hepsini tek tek ziyaret eder, fotoğraflarını çeker ve gözlemlerini de kaleme alır.

Araştırmayı bitirince kapı kapı dolaşır ama nedense kimse basmak istemez. Konyalı, kopyası olmayan çalışmayı Falih Rıfkı Atay’ın Ulus’taki bürosuna emanet eder. 15 gün sonra almaya gittiğindeyse kitap ortada yoktur. Ne kadar arayıp sorsa da kitabı bulamaz. Bu arada çalışma basılmayıp bir de kaybolunca, beraberinde götürdüğü fotoğrafçının parasını da ödeyemez.

KİTAP ARAŞTIRMA SIRASINDA BULUNDU
İbrahim Hakkı Konyalı, durumu yakın dostu Yahya Kemal Beyatlı’ya anlatır. Beyatlı’nın yanıtı tarihe geçer: “Yürütmüşler. Sen öldükten sonra yayınlayacaklar!” Konyalı, o günden sonra bu sözü dilinden düşürmez. “Ben öldükten sonra yayınlayacaklar...” Belki gerçekten de öyle olacaktı, ama Konyalı’nın kitabını kim aldıysa öyle saklamış ki yıllarca kendisi dahil kimse bulamadı. Konyalı’nın birçok projesi gibi, üzerinden yıllar geçince bu da unutuldu gitti. Derken birkaç yıl önce eski İstanbul fotoğraflarıyla ilgili bir araştırma sırasında kitap ortaya çıktı.

Mimar Sinan’ın 107 eserinin yer aldığı kitap için büyük emek harcanmış. Konyalı elinde kağıt kalem, peşinde de bir fotoğrafçıyla yollara düşmüş. Adımlarını bile yazmış. “Şimdi içeriye giriyoruz...” Gözlemleme işi bitince daktilonun başına geçmiş, her şeyi kayıt altına almış. Camilerin pencerelerini, sütunlarını saymış; çatlağına varıncaya kadar not etmiş.

ZARAR GÖREN YAPILARIN ONARILMASI AMAÇLANIYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ, bu çalışmayı fotoğraflarıyla birlikte “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Kayıp Arşivinden: İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri” adıyla kitaplaştırdı. Doğrusu okuyanı biraz üzüyor, tarihe yeterince sahip çıkamadığımız gerçeğini tokat gibi yüze vuruyor çünkü. Mesela Çapa’da, Gazi Asker Abdurrahman Çelebi Camii, Çırçır yangınında yanmış, tamir edilmemiş. Şimdi yok...

Konyalı’nın fotoğrafladığı caminin duvarlarında çok özel motifler, işlemeler görülüyor. Bir diğer örnek, Yedikule’deki Hacı Evhad (Evhaddin) Camii. Neyse ki cami hala yerinde. 1575 yılında, devrin serdebbağlarından (kasabbaşı) Hacı Evhaddin tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. Camiyi yaptıran da hazirede defnedilmiş. Başka kabir ve mezar taşlarıyla etrafı çevrili cami, bir huzur vahası gibi.

Sultan Abdülmecid’in tamir ettirdiği cami, 1920’de geçirdiği yangında harap olmuş. On yıllarca dört duvar halinde durmuş. 1936- 43 yılları arasında ve 1956’da yeniden tamir görmüş ancak bu tadilatta çatı ve son cemaat yeri aslına uygun yapılmamış. Daha önce caminin üzeri kurşun kaplıyken, bu tamirlerde kiremitli çatıyla örtülmüş. Pencere alınlıklarında ve duvarların bir kısmında yer alan çiniler de yangın sonrasında bakımsız durumdayken çalınmış. Dikdörtgen planlı ve kagir yapının cemaat yeri ve çatısı ahşaptır. Zarif minaresi kesme taştandır. Bu kitapla beraber belediye zarar gören yapıların onarılmasını amaçladığını da açıkladı. Haydi hayırlısı...

MEZAR TAŞI BİLE ÇALINMIŞ
İbrahim Hakkı Konyalı, Şair Nedim’in Karacaahmet Mezarlığı’ndaki mezarını günlerce aramış, sonunda bulmuş ve hemen yanındaki yeri satın alıp kendi mezar taşını diktirmişti. Adamcağızın yazdıkları ortadan kaybolduğu gibi, o zaman Konyalı’nın mezar taşını da çalmışlar! Gazetelere de başına geleni uzun uzun yazmış. Zamanında ne hırsızlıklara ve yolsuzluklara parmak basmıştı: Piri Reis’in haritası, onlarca kitabe, eser...

Okurun eline geçmesi yıllar süren bu eserden size bizzat Konyalı’nın kaleminden çıkanlardan birkaçını paylaşmak istedim:

DRAMAN CAMİİ
“Kanuni’nin tercümanlarından Yunus Bey adına Mimar Sinan tarafından 1541’de inşa edilmiş. Fakat eser bir yangında hasar görmüş ve 1873’te Sultan Abdülaziz tarafından aslına uygun bir şekilde tamir ettirilmiştir.” (Konyalı sonra taş bir kitabe bulmuş ve 10 kişinin yardımıyla kaldırıp üstündeki yazılanları ve şu sözleri defterine not düşmüş...) “Bu taş kısmen çatlamıştır. Müzeye kaldırılması lazımdır.”

EMİR BUHARİ CAMİİ 
“Sinan’ın bu kıymetli eserini, ben camiyi tetkik ederken 15 Mart 1941 yılında yıkıyorlardı... Birinci Umumi Harp Senelerinde Metris Kışlası önünde Ramazan topu atılırken, çok barut konduğu ve fazla sıkılandığı için top patlamış ve parçalar caminin pençelerine girerek çatısını kesmiş ve yıkmış. İşte bundan sonra cami bir daha tamir edilmemiş ve Enkazcı Kadri’ye satılarak yıktırılmıştır. Yıkım esnasında Türk ulularına ve alimlerine ait birçok kıymetli mezar taşlarının da kırıldığını gözlerimle gördüm. Maalesef bu tahribe mani olamadım.”

MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
“Sinan, yapılarında temele çok ehemmiyet verirdi. Yaptığı mabetlerin hemen hepsinin temelleri suya kadar inmiştir. Temellerde çıkan suları da muntazam kanallara alarak başka yerlere akıtırdı. Sinan’ın Mihrimah Sultan Camii’nin temel suyu da Yenibahçe’de Köprübaşı’ndaki Halil Aktar Ağa’nın mescidinin önüne akıtılmıştır. Bu su yazın buz gibidir.”

MUHİDDİN ÇELEBİ CAMİİ 
“Bugün ayakta duran cami, Sinan’ın yaptığı cami değildir; adi taştan yapılmıştır. Mabedin hiçbir yerinde inşa, tamir veya tekrar inşa tarihini gösteren yeni, eski herhangi bir kitabesi bulunmamaktadır. İlk halinin Sinan’a ait olduğunu kimse bilmiyordu, ilk defa biz bunu tanıtmış oluyoruz.” Çukurcuma’da dolanırken her zaman karşıma çıkan, soluklanmak için merdivenlerinde oturduğum ahşaptan Muhiddin Çelebi Camii’nin Mimar Sinan tarafından yapıldığını, ama daha sonra yıkılıp aslına uygun olmayan bir şekilde yeniden inşa edildiğini öğrendim. Fotoğraflara yan yana bakın siz karar verin. 



Üsküdar - Mihrimah Sultan Camii



Mevlanakapı- Merkez Efendi Camii



İstanbul Suriçi - Rüstem Paşa Camii



Üsküdar - Şemsi Paşa Camii

Habertürk, Haber: Ece Ulusu, 04.09.2016

MENDERES MAGNESİA'NIN GİZLİ MÜCEVHERLERİ

İzmir’in 100 kilometre güneydoğusundaki olağanüstü güzellikteki Magnesia antik kenti, yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Magnesia’ya 30 yılını adayan Prof.Dr. Orhan Bingöl’le antik şehri gezdik, hikayelerini dinledik.

Menderes Magnesia’sının antik kalıntıları yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. İzmir’in 100 kilometre güneydoğusunda, turistikten ziyade arkeolojik açıdan aktif çalılık bir alanda ve mütevazı girişine bakıldığında orası olduğuna dair hiçbir işarete rastlanmayan Magnesia...

Aslında Magnesia’nın olağanüstü güzelliğini toprak, yüzyıllar önce yuttu. Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru arkeologlar bu muhteşem, heybetli yapıyı yeniden parça parça ortaya çıkarmaya başladı. Magnesia’ya 30 yılını adayan Prof.Dr. Orhan Bingöl’ün himayesindeki antik kent, o dönemden beri kendini hep gösterdi. Evet, sadece 20 dakika mesafedeki UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Efes Antik kenti kadar ünlü olmasa da aynı derecede merak uyandırıyor.

Bingöl’e göre Magnesia’yı bölgedeki muhtemelen daha iyi tanınan sitelerden ayıran ise neredeyse tüm yeraltı şehrinin bakir kalması, üzerine hiçbir şeyin inşa edilmemesi. “Sütunlar kusursuz biçimde oyulmuş, dolayısıyla yenilememize gerek kalmıyor” diye açıklıyor durumu Orhan Bingöl: “Ayrıca alttaki gizli mücevherleri değerlendirmek, uzmanlık gerektiriyor.” Yine de Magnesia gezisi kendine bir bucket-list yapıp tek tek dünyanın en popüler antik kentlerini gezenler için değil.

Sadece dünyanın en ünlü sitelerinden biri sayılmadığı için değil, cazibesi ve rahatlığı nedeniyle de öyle. Zira ortada ne bir tabela var, ne doğru dürüst yürüyüş yolu, ne de kafe ve hediyelik eşya dükkanları... Ama işte tam da bu yüzden çekici Magnesia. Burası, bir “Disneyfication” geçirip bozulmamış, aktif bir arkeolojik kazı alanı; öyle görünüyor, öyle hissediyor. Hazirandan eylül ortasına kadar süren kazı sezonunda burayı ziyaret edenler, rüzgarda havalanan beyaz saçlarıyla profesörü bizzat görebilir, toprağın sırlarını didikleyebilir.

Magnesia’ya yıl boyunca ziyaretçi kabul ediliyor. Yakın zamanda Orhan Bingöl, bir grup gazeteciyi davet ederek uzun zamandır projenin sponsorluğunu üstlenen Batı Anadolu Grubu ile birlikte bizzat Ege’nin bu az bilinen arkeolojik değerine ışık tuttu. Bingöl, MÖ 400’lerde, Hellenistik dönem ve Roma döneminde Magnesia’nın Efes’ten dahi modern ve önemli bir şehir olduğunu anlattı. Aynı zamanda Efes ve Tralleis arasında bir tarım merkezi ve önemli bir ticaret durağıymış burası. Tur kitapları eğlenceli bir biçimde, kalan paralara bakarak kentin Asya’daki Roma bölgesinin en önemli 7’nci şehri olduğuna işaret ediyor.

Bu antik kente yaklaşırken 1.5 kilometre ötesinde, görmeden asla geçilmemesi gereken birtakım kalıntılar karşılıyor sizi: Bir ibadethane, mezbaha, kütüphane, market, toplantı alanına benzer bir alan ve umumi tuvalet... İyi korunmuş, yan yana konumlanmış oyuklar uzun ve kalın mermerlerle bölünüyor ki bu Bingöl’e göre eski çağlarda banyo kültürünün bir nevi sosyalleşme alanına dönüştüğüne işaret ediyor, havadan sudan konuşmaların, dedikodunun tam yeri.

Bingöl, tuvaletlerin hemen yanındaki çeşmenin de iki amaca hizmet ettiğini söylüyor: Biri temizlik ve hijyen, diğeriyse tuvaletlerden gelmesi muhtemel, hoşnut olunmayacak sesleri kesmesi. Bu umumi tuvaletler elbette Magnesia Antik Kenti’ni ziyaret etmek için neden değil. Asıl dikkatleri üzerine çeken o şeye erişmek için azmederek, 6 dakika yürüyüp 2 dakika da kasisli toprak yolda arabayla gidiyoruz ve sonunda “stadyum” tabelasına gözümüz erişiyor.

Uçsuz bucaksız heybeti şaşkına çeviriyor. Prof. Bingöl, olayın esprisini bile yapıyor. Ona göre 30 bin kapasiteli bu dev yapının girişine insanların şaşkınlık tepkisini kayıt altına alacak bir kamera yerleştirilmesi gerekiyormuş. Bunca yıla rağmen bu şaşkınlık ona hala keyif veriyor olmalı... Halen korunmuş olan, antik dönem sporcuları için yapılmış yeraltı geçidi, komşu Efes’ten gelen ziyaretçilere özel ayrılmış oturma alanları, oyma dövüş eldivenleri, günümüz stadyumlarında reklamların gösterildiği yerlere benzer stantlar...

‘İLK ÇAĞ İNSANLARINI HİSSEDİYORSUNUZ ’
Gezimize eşlik eden rehberimiz Saffet Emre Tonguç, bu yapının Anadolu’daki en heybetli antik stadyumlardan biri olduğunu söylüyor, üzerinde daha ince kazı çalışmaları yapıldığı için Afrodisyas’daki stadyum diğerlerine fark atmış. Tonguç, “Ne yazık ki, özellikle Türkiye’de kısıtlı vakti olan turistler Magnesia antik kenti yerine Efes’e gitmeyi yeğliyor” diyor ve ekliyor: “Biraz yolun dışına çıkmak olacak ama bu stadyum türünün en büyüleyici ve şaşırtıcı örneklerinden.” Bu arada mekan selfie çubuğunu kapıp gelen turistlerle dolu değil ki bu gösterişli eski çağ stadyumunun görsel şöleni için alana akın edenlerin işine gelmiyor değil.

Magnesia antik kenti, alışılmışın çok dışında, daha derin düşüncelere dalmaya itiyor insanı. Magnesia antik kentini bir kış yürüyüşü rotasına çeviren Rick Steves’in rehberi Mert Taner de hemfikir, “Burada yapılan yürüyüşün ardından ilk çağ insanlarının yaşamlarını derinden hissetmek pekala mümkün” diyor. Ve antik tiyatro... Antik kentin son bölümüne, birkaç dakika sonra ulaşıyorsunuz. Ancak stadyumun aksine bu tiyatro, hiçbir zaman tamamlanamamış. Bingöl, 1. yüzyıldaki heyelanın ardından sadece mermer oturma düzeninden birtakım parçaların kaldığını söylüyor.

Oysa şehir, çeşitli hastalık ya da doğal kaynak eksikliğinden terk edilip tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alana kadar, en azından 1000 yıl daha ayakta kalmış. Aslında şunu göz önünde bulundurmak lazım... Günümüz sürücüleri, vızır vızır işleyen ana yola çıktığında, neyin üzerinde aracını sürdüğünden, nelerin üzerinden geçtiğinden büyük ihtimalle bihaber.
Habertürk, Haber: Emily Feldman, 04.09.2016

'ÇIĞLIK'IN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

Belçika’nın önemli üniversitelerinden biri olan Antwerp Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalar sonucunda, Norveçli ünlü ressam Edvard Munch’un en bilinen eseri ‘Çığlık’ın (1890) üzerindeki lekenin kuş dışkısı değil, mum yağı olduğu bulundu.

Daha önce Van Eyck, Rubens ve Van Gogh gibi ressamların eserlerini de aynı teknikle inceleyen araştırmacılar, lekenin kaynağıyla ilgili detaylı araştırmalar gerçekleştirdi. 
Milliyet, 04.09.2016 

DÜNYANIN EN ZENGİN TABAK BATIĞI AKDENİZ'DE BULUNDU

Antalya’nın Kumluca İlçesi'ne bağlı Adrasan Mahallesi’nde 2014 yılında Antalya Müzesi Müdürü Mustafa Demirel başkanlığında Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Doç.Dr. Harun Özdaş ile Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Sualtı Arkeolojisi Ana Bilim Dalı’ndan Yrd. Doç.Dr. Hakan Öniz’in bilimsel danışmanlıklarında başlayan Doğu Roma Dönemi tabak batığı sualtı kazılarının 2016 yılı çalışmaları tamamlandı.

Muğla'nın Marmaris İlçesi Hisarönü Körfezi'nde batık çalışması yürüten Bodrum isimli araştırma gemisinde bulunan Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Doç.Dr. Harun Özdaş, batığın Türkiye kıyılarında yapılan ilk tabak batığı olma özelliğini taşıdığını söyledi. Çalışmanın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dokuz Eylül ve Selçuk Üniversitesi tarafından yürütüldüğünü belirten Özdaş, 2 yıldan bu yana yürütülen çalışmalarda 100 sağlam, 300 kırık tabaktan oluşan bir koleksiyon elde edildiğini kaydetti.

"İstanbul'a ticari mal olarak götürülen bir koleksiyon olduğunu düşünüyoruz"
Tabakların dini içeriği olmadığını dile getiren Doç.Dr. Özdaş "Tabakların en önemli özelliği dini içeriği olmayan ,günlük hayattaki motifleri ve o dönemin yani biz bunu milattan sonra 12. yüzyılın sonları olarak kabul ediyoruz.Tabaklar büyük olasılıkla Suriye ve Kıbrıs'ta üretilen tabaklar bunlar. Büyük olasılıkla da İstanbul'a ticari mal olarak götürülen bir koleksiyon olduğunu düşünüyoruz. Tabakların içerisinde özel koleksiyonlar bulunmakta. Tabak henüz ıslak hamurken kazıma yöntemi ile bazı figür ve motiflerin oluşturulduğu sır altı kazıma ve boyama tekniği ile üretildiği görülüyor. Bunlardan değişik ölçüler karşımıza çıkmakta. Batığın diğer özelliği ise ana kayalarda olması yani geminin bir fırtına sonucunda kayalara çarparak koleksiyonun tahrip olduğu anlaşılıyor. Şu anda elimizde Bizans dönemine ait 12. yüzyılın en büyük tabak koleksiyonu var."

Ana yükü tabak olan ve MS 12 yüzyıl Doğu Roma dönemine tarihlendirilen batıktan çıkarılan eserlerin tuzdan arındırma ve onarım işlemleri Antalya Müzesi Müdürlüğü’ndeki laboratuvarlarda sürdürülürken, sualtından çıkarılan tabakların Antalya Müzesi’nde sergileneceği belirtildi.
İhlas Haber Ajansı, Haber: Vural Efecik, 04.09.2016

KAYALIKLARDAKİ MANASTIR TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR

Erzurum'un Şenkaya İlçesi'ne bağlı Evbakan Mahallesi'nde bulunan mağara manastırda, Hazreti Meryem'in kucağında Hazreti İsa tasvirinin yanı sıra oyma haç ve çeşitli figürler yer alıyor. 

Yılın belli zamanlarında ziyaretçileri olan ve mahalleye 300 metre mesafede kayalıklar üzerinde yapılan manastıra oldukça zorlu bir yolculuğun ardından ulaşılabiliyor.

Şenkaya Kaymakamı Ahmet Özkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, manastırın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun sit alanı olduğunu söyledi.



Yapının tarihiyle ilgili netlik bulunmadığını ancak bin yıllık tarihe sahip olduğunun değerlendirildiğini anlatan Özkan, "Buranın hassas olması dolayısıyla onarımı tahminen çok yavaş işliyor, planının yapılması ve orijinalinin korunması adına. Bir de tarihi bir yer olduğu için farklı şekillerde zarar verilebilir diye korkuluyor ama belli süre sonra bir düzenleme yapılacaktır." diye konuştu.

Evbakan Mahallesi Muhtarı Rasim Gülle de manastırın Bizans döneminden kalma olduğu bilgisini aktardı.

Ruhban okulu olarak kullanılmış
Gülle, manastırın söylentilere göre ruhban okulu olarak kullanıldığını anlattı. Tarihi yapıya özellikle Gürcistan'dan yılda bin veya bin 500 civarında turist geldiğini vurgulayan Gülle, "Burasının ruhban okulu olduğunu Gürcü turistlerden öğrendik. Burada rahibeler yetiştiriliyormuş. Sarp kayalıklar üzerine kurulmasının önemli amaçlarından biri rahibe yetiştirmek ve güvenlik. Geçmişte Bizans'tan kalma bir yer ve Gürcülere geçtikten sonra da Solomon ismini almış." ifadelerini kullandı.

  

Anadolu Ajansı, Haber: Sadi Şengül, 04.09.2016

SUR'DA 'HANLAR' TİCARETİ CANLANDIRACAK

Diyarbakır Sur İlçesi Gazi Caddesi Hanlar Bölgesi yenileme projesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından uygulanacak. Bu yenilemeyle bölgenin turistik cazibesinin artması, ticaretin canlandırılması hedefleniyor.



Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Diyarbakır Sur İlçesi Gazi Caddesi Hanlar Bölgesi yenileme projesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından uygulanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlatılan Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından onaylanan projeye göre; Sur İlçesi Gazi Caddesi’nin ve Çarşılarının yeniden eski kimliğine uygun bir şekilde yenilenerek, turistik cazibesinin artırılıp bölgedeki ticaretin canlanması hedefleniyor.

Yenilemeler içeren proje açılış toplantısı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürü Vedad Gürgen’in sunumuyla gerçekleştirildi. Proje açılış toplantısına, Bakan Danışmanı Abdurrahman Çelik, Yapı İşleri Genel Müdürü Banu Arslan Can, Diyarbakır Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Ufuk Nurullah Bilgin ve bölge esnafının geniş katılımlarıyla yapıldı. 

Animasyonlu tanıtım
Hasan Paşa Hanının bitimi ile Melik Ahmet Caddesi’nin başlangıcı arasındaki bölüm ile Yanık Çarşı ve çevresindeki dükkanların kapsadığı 1. Etap Proje tanıtımının yapıldığı özel animasyon gösterisi, projeye ait görseller bölge esnafıyla paylaşılıp yapılacak uygulamalar detaylı bir şekilde anlatıldı. 

Ayrıca Mardin İli'nde uygulanmış ‘Sokak Sağlıklaştırma’ çalışması örnek olarak gösterilip; uygulama esnasında esnafın dükkanını kapatma zorunluluğunun olmadığı ve çalışmalarına devam edebileceği vurgulanarak ticaretin aksamasına imkan vermeden çalışılacağı vurgulandı. Hanlar Bölgesi Projesi tanıtımı sonrası, esnaflarımızın görüşleri, talepleri ve proje konusunda fikirleri alındı. 

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, bölge esnafının projeyi beğendiği ve destekleyecekleri paylaşıldı. 
Milliyet, 03.09.2016
2 BİN 800 YILLIK BUĞDAYLARI YENİDEN YEŞERTME UMUDU

Van'ın Gürpınar İlçesi'ndeki Çavuştepe Kalesi'nde yapılan kazı çalışmalarında bulunan 2 bin 800 yıl öncesine ait buğday ve susamlar, yeniden yeşertilecek.

Kente 25 kilometre mesafedeki Gürpınar İlçesi'ne bağlı Çavuştepe Mahallesi'nde, Urartu Kralı II. Sardur tarafından inşa edilen surları, su sarnıçları, tapınakları ve saray yapılarıyla günümüze kadar ihtişamını koruyan kalede 2014 yılında kazı çalışması başlatıldı.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu başkanlığında sürdürülen çalışmalarda 2 bin 800 yıl öncesine ait buğday ve susamlar bulundu.

Gün yüzüne çıkarılan tahıllar, laboratuvar ortamında incelendikten sonra ortaya çıkacak analizler doğrultusunda yeşertilmeye çalışılacak.

Doç.Dr. Çavuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Urartu dönemine ait önemli kalıntıların yer aldığı kalenin, Gürpınar Ovası'ndaki Bol Dağları'nın batı ucunda kurulduğunu söyledi.

Kalenin bulunduğu yerin Kuzey Batı İran'a giden kervan yolunun üzerinde olmasının ticaretle ilgili önemli bilgilere ulaşmayı kolaylaştırdığını anlatan Çavuşoğlu, kaledeki kazı çalışmalarında üç tahıl deposunu ortaya çıkardıklarını ifade etti.

"Buğday ve susamı yeşertmek için çalışma başlattık"
Bu depolarda o dönem Gürpınar Ovası'nda üretilen tahılların korunduğunu anlatan Çavuşoğlu, şunları söyledi:

"Tahılların depolandığı ve seramikten yapılan küplere 'pithos' diyoruz. Bu depoların yüksekliği 2 metre 10 santimetre, genişliği de 1,5 metreyi buluyor. Elde edilen ürünlerin çoğu bu depolarda saklanıyordu. Tarihsel bakış açısıyla baktığımızda, bu bulgular Urartu döneminde hangi tahıl ürünlerinin üretildiğine yönelik önemli ip uçları veriyor. Depolarda bulunan buğday ve susamlar titiz bir çalışma sonucu paketlere konuldu. Buğday ve susamları laboratuvar ortamında inceleyeceğiz. Eğer bunlar kendiliğinden kömürleşmişse yeşertme olasılığımız artıyor. Analizler sonucunda yeşertmek için uygun yöntemi belirleyeceğiz. Ama eğer yangın sonucu kömürleşmişlerse o zaman yeşertilmesi çok zor."

Çavuşoğlu, kalenin güney tarafından üzüm bağlarının olabileceğini de ifade etti.

Daha önce köylülerin bu alanda 1940'lı yıllara kadar üzüm üretildiği yönünde ifadesi olduğunu aktaran Çavuşoğlu, "Kazı çalışmalarında çıkan tahıl kalıntıları içerisinde üzüm çekirdeğinin de olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü üzüm eski çağın en önemli meyvelerinden biri. Hem kurutulur hem de şarap üretiminde kullanılırmış." diye konuştu.
Anadolu Ajansı, 02.09.2016

MAYDOS KİLİSETEPE HÖYÜĞÜ'NDE İLGİNÇ ESERLER BULUNDU

Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'nde yer alan “Maydos Kilisetepe Höyüğü”nde yapılan 2016 yılı kazı çalışmalarında yapı kalıntılarıyla birlikte kemik, seramik, taştan aletler, taş baltalar ve rölyef parçalarının yanı sıra Tunç Çağı’na ait kemikten bir kemer parçası bulundu.

15 Temmuz 2016 tarihinde başlatılan kazı çalışmaların bu yılki bölümünün sona erdiğini belirten Kazı Başkanı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyelerinden Doç.Dr. Göksel Sazcı bu yıl ağırlıklı olarak önceki yıllarda ortaya çıkartılan malzemelerin detaylı çalışmalarını yaptıklarını; bunun yanı sıra tarihleme, yerleşim planı ve höyük tabakalaşmasıyla ilgili sondajlarda bulunduklarını belirtti.

“TUNÇ ÇAĞINA AİT ESERLER BULDUK”
Buluntu olarak yeni yapı kalıntılarıyla birlikte, tüm kaplar, kemik, seramik ve taştan aletler, taş baltalar, rölyef parçaları bulduklarını ifade eden Sazcı ilginç sayılabilecek buluntular arasında ise Tunç Çağı’na tarihlenen kemikten bir kemer parçası bulduklarını söyledi. Ayrıca hayvan kemiklerinin de bu yıl detaylı incelendiğini, antik Maydosluların besin ekonomisinde koyun, keçi, domuz ve sığırın yanı sıra balıkçılığın da çok önemli yer tuttuğunu, orkinos, lüfer, palamut, çipura ve hatta yunus balığı ile birlikte çok sayıda midye türü ve yengeç kalıntılarının ele geçtiğini ifade etti.

BULUNTULAR ARASINDA BALKAN KÖKENLİ ESERLER VAR
Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyısında yer alan Maydos Kilisetepe Höyüğü kazılarında ele geçen buluntuların arasında çok sayıda Balkan kökenli eser olduğunu ifade eden Sazcı, ‘Tunç Çağı buluntularının Balkan Ülkeleri’nde tarihleme sorunları olduğunu ve Maydos Kilisetepe Höyüğü’nün bulunduğu konum itibarı ile, Balkan buluntularının Ege ve Anadolu kültürü buluntularına bağlanmasında önemli rol üstlendiğini’ söyledi.

Günümüze kadar höyüğün batı kısmında çalışma yaptıklarını, höyüğün tarihlenmesi ve tabakalanması konusunda çok önemli ilerleme sağladıklarını ifade eden Sazcı, önümüzdeki yıllarda kazı ödeneklerinin iyileşmesini umduklarını ve bu sayede höyüğün merkezinde ve denize bakan doğu kısmında gerçekleştirecekleri çalışmalarla özellikle Tunç Çağı arkeolojisi için çok daha önemli sonuçların elde edileceğini belirtti.
canakkaletravel.com, Haber ve Fotoğraf: Ayhan Öncü, 02.09.2016

BAĞIMSIZ AMA BAĞLANTILI BİR MÜZE EK YAPISI

Polonya'da tasarladıkları konser salonu ile geçtiğimiz yıl Mies van der Rohe ödülünü kazanan Barselonalı ofis Barozzi Veiga, İsviçre Sanat Müzesi'nin ek binasını tasarladı.



İsviçre, Chur'daki Bündner Kunstmuseum'ın kalıcı koleksiyonunun genişlemesi amacıyla Barselonalı mimarlık ofisi Barozzi Veiga müzeye ek yapı tasarladı.



Neoklasik yapıdan ayrı duran, bağımsız, 4.000 metrekarelik küp şeklindeki yapı standart bir müze yapısı algısını kırıyor. Yapının yer üstündeki görünen yüzü, yer altındaki hacimlere oranla daha küçük. Arazinin küçük olması sebebiyle yapının taban alanının azaltılması var olan bahçenin genişlemesini sağlamış.



Sergi mekanları yer altında konumlanmış, yer üstündeki alan ise kamusal kullanımlara ayrılmış. En alt katta yer alan beton merdiven ise eski ile yeni müzeyi birbirine bağlıyor.



Ek yapının ayrıksı duruşuna rağmen klasik yapıdaki stilistik elemanlar yeni binada sürdürülmüş. Mimarlar, iki bina arasında yapısal bir ilişki oluşturarak bağımsız bir yapı ortaya koymak istemişler. Her iki bina da merkezi bir simetrik plan sunuyor ve birleşmek için geometriyi bir araç olarak kullanıyor. Yapının cephesindeki beton, gridal süsleme orijinal yapının Palladian* tarzına referans veriyor.



* 16. yüzyılda Venedikli mimar Andrea Palladio'nun tasarımlarından doğan, farklı dönemlerde çeşitli ulusların üsluplarıyla çeşitlenen mimari tarz. Vurgulu bir simetri, pespektif ile Antik Yunan ve Antik Roma'dan ilham alan Palladio'nun bu yorumlaması, Palladyanizm denilen bir tarza evrildi.
Arkitera, Kaynak: Dezeen, Derleme: Bahar Bayhan, 01.09.2016
MERYEM ANA KİLİSESİ KÜTÜPHANE OLUYOR

Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonu yaptırılacak tarihi Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi, 24 saat açık 'Kent Kütüphanesi' olarak düzenlenecek. Tarihi yapıda oluşturulacak kütüphanede 50 bin kitap bulunacak.

Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayseri'ye kazandırılacak olan 24 saat açık kent kütüphanesi için Başkan Mustafa Çelik'e bir sunum yapıldı. Sunumda projenin detaylarıyla ilgili bilgiler verildi. Restorasyon ihalesine çıkılan ve Eylül ayında restorasyon çalışmalarına başlanacak Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi'nin 24 saat açık kent kütüphanesi yapılması için proje çalışmaları tamamlandı. Başkan Mustafa Çelik, yapılan sunumda raf sistemleri, masa sandalyeler, aydınlatmalar, dijital çalışma alanları ve dekorasyonla ilgili hazırlanan önerileri inceledi. Daha çok ihtisas kütüphanesi olarak hizmet verecek kütüphanede yaklaşık 50 bin kitap bulunacak. 24 saat açık olacak olan kütüphanede gerek bireysel gerek grup çalışmaları yapılabilecek. Kütüphanede, dijital servislerden elektronik kitap ve dokümanlara da ulaşılabilecek. Kütüphanenin yan tarafına bir de 'Kitap Cafe' yapılacak. 24 saat açık kütüphane restorasyon ve teşhir-tanzim işlerinin tamamlanmasıyla 2017 sonbaharında hizmete açılacak. 

SURP ASTVADZADZİN (MERYEM ANA) KİLİSESİ
Kayseri'nin merkez Melikgazi İlçesi Kiçikapı Meydanı’nda bulunan Surp Astvadzadzin Kilisesi’nin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmiyor. Kilise bazilika planında üç nefli olup, orta nef yan neflerden dört sütunla ayrılmış. Ayrıca nefleri oluşturan sütunlarla duvarlara bitişik yarım sütunlar arasında bağlantıyı sağlayan kemerlerle iç mekan 5 dikdörtgen veya kare bölümlere ayrılmış. Orta ve yan neflerin kilise ortasına rastlayan bölümleri daha geniş tutulmuş. Orta nefteki merkezi bölüm on iki pencereli kasnak üzerine oturan bir kubbe ile örtülmüş. Diğer neflerin üzerleri de tonozla örtülüdür. Kilisenin kuzey ve güney duvarlarında yuvarlak kemerli nişler içerisine alınmış, dikdörtgen söveli altışar pencere bulunmaktadır. Kilise batısındaki narteks dikdörtgen planlı ve kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. Narteksten iç mekana dört sütunlu ve üç tonozlu bir bölüm ile girilmektedir. Bu kilise Ermeni cemaatinin olmamasından ötürü terk edildi. Büyükşehir Belediyesi'nin restorasyon çalışmaları başlatmasına kadar 'Spor Salonu' olarak kullanıldı.
Hürriyet, 01.09.2016
ANTİK KENTTE 'ANTİK OYUNLARI' ÇİZEREK ANLATIYORLAR



Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde bulunan Stratonikeia antik kenti kazı ekibi, atıl vaziyetteki tahta parçalarından yaptıkları masaların üzerine, kentte izlerine rastlanan ve 2 bin yıllık geçmişi olan antik oyunları çizerek, tarihi oyunları gelecek kuşaklara aktarmaya çalışıyor.
 
Yatağan İlçesi'ne bağlı Eskihisar Mahallesi'nde bulunan ve kurulduğu günden bugüne Hellenistik, Roma, Bizans, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait eserlerin bir arada olduğu dünyadaki nadir yerlerden biri olarak kabul edilen Stratonikeia antik kentinde kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmaları sürüyor.
 
Kazı alanının dışındaki bölümde, ziyaretçilerin sosyalleşebilmesi için alanlar oluşturan kazı ekibi, tek kullanımlık ahşap paletleri bu alanlar da kullanmaya karar verdi. Kazı ekibinde yer alan ve antik oyunlarla ilgili makale yazan arkeolog Nihal Durnagölü tarafından araştırılarak taspet edilen oyunlar, ressam Aydın Erkuş tarafından masaların üzerine çizildi.
 
Geçmişi yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanan ve bazılarının halen oynandığı belirtilen oyunların tanıtılması ve gelecek kuşaklara aktarılması için hazırlanan masalara kazı ekibi tarafından "bilgili masa" adı verildi.
 
Çizimleri kurşun kalem ve kökboyasıyla yaptılar 
Her kazı sezonu başlarken kendilerine birer ödül verdiklerini belirten ressam Erkuş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu senede de atıl malzemelerden oluşturdukları masalarla kendilerini ödüllendirdiklerini söyledi.
 
Erkuş, kullanım dışı kalan malzemelere tekrardan şekil vererek ömürlerini uzatmayı sevdiğini belirterek, "Bunlarda, kurşun kalem ve o dönemin kök boyalarıyla çalıştık. Biraz da böyle ilkel olmasını istedim. Bunların yıpranma kaygısı yok. Bunlar hem köy masaları hem de üzerinde bilgiler olması nedeniyle 'bilgili masa' diye isim koyduk. Her sene böyle eşyalarda benzeri şeyler yapmak istiyoruz." dedi.
 
Dama ve satrancın atasının izlerine rastladılar 
Antik çağlarda oynanan oyunların, tıpkı bugün olduğu gibi insanların boş zamanlarını değerlendirmek için oynadığının altını çizen arkeolog Nihal Durnagölü, antik çağda insanların oyun oynamak için yer ve mekan ayırt etmediğini, bazen de üzerinde yazıt bulunan bir bloğu bozarak bunu bir oyun masası haline getirdiklerini söyledi.
 
Durnagölü, geniş bir alana sahip olan kentin farklı yerlerinde bu zamana kadar geçmişi yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanan 6 çeşit oyun tespit ettiklerini belirterek, "Genel başlıklarıyla söylemek gerekirse 'mankala' diye bir oyun tespit ettik. Bunun 10'a yakın farklı örnekleri var. Üçtaş, dokuztaş, bunun yanında 'kirkat' diye farklı bir oyun var. Ludus latrunculorum oyunu ise 'dama ve satrancın atası' diyebileceğimiz bir oyun. 'Diodecim scripra' diye bir oyun da tespit ettik. Bu oyunlardan bazıları hala yaşatıldığı için nasıl oynandığını biliyoruz. Ama antik çağda nasıl oynandığını bilmediğimiz oyunlar da var. Onların da araştırılması gerekiyor." diye konuştu.
 
Antik oyunların tüm örnekleri toplandı 
Stratonikeia'nın bu zamana kadar birçok medeniyete ev sahipliğini yaptığını ve her medeniyetin kentte kalıcı eserler bıraktığını kaydeden Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt ise kentte yaşayan insanların boş vakitlerini değerlendirirken oynadıkları oyunların izlerine rastlamanın kendilerini çok sevindirdiğini söyledi.
 
Söğüt, oyunların kültürün önemli bir parçası olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:
 
"Kentin içerisinde yaklaşık 2 bin yıllık sürece ait olan en az 6 oyunun varlığını biliyoruz. Bizim bildiğimizin dışında ekip arkadaşlarımız ve burayı ziyarete gelenler, bu oyunları doğrudan görsün istedik. İnsanların, her biri kentin farklı yerinde olan bu oyunları her zaman görme şansı olamazdı. Onun için Aydın Bey ve Nihal Hanım ile bir ekip oluşturduk. Kentteki bütün oyunların çizim ve belgeleme çalışmalarını yaptık. Bu oyunların örneklerini, Aydın Bey'in yaptığı bu otantik masaların üzerine yerleştirdik. Kazı çalışmasında yer alan arkadaşlarımız masalarda otururken bunları görüyorlar. Bir ziyaretçi gelip bu masada oturduğunda, 'bu oyunu çocukluğumda oynuyordum' diyebiliyor. Bizim istediğimiz de o. Esasında bizim çocukluğumuzda var olan oyunların yaşatılıyor ve hatırlanıyor olmasıdır."
Trt Haber, 01.09.2016
KONYA'DA YONCA TARLASINDA 1400 YILLIK MOZAİK BULUNDU

Beyşehir'de yonca ekilen tarladaki kaçak kazıda ortaya çıkan taban mozaiğinde, kitabe, insan ve çeşitli hayvan figür ve motifleri yer alıyor. Koruma altına alınan mozaiğin villa olduğu tahmin ediliyor.









Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki Yunuslar Mahallesi'nde, yaklaşık 1400 yıllık tarihe sahip taban mozaiği bulundu. Alanın tam olarak gün yüzüne çıkarılması için Konya Müzeler Müdürlüğü tarafından başlatılan arkeolojik çalışmalar devam ediyor.

60 metrekarelik alanda yürütülen çalışmaları anlatan Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, 2015 yılının Aralık ayı içerisinde Kaçak kazı yapıldığına yönelik bir ihbar üzerine harekete geçtiklerini ve alanı değerlendirmeye aldıklarını belirtti.

Benli, "Müteakibinde Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden izin alındıktan sonra aynı tarihlerde küçük bir tespit çalışması yapıldı. Bu çalışmayla birlikte bugünkü alan ortaya çıkarıldı" dedi.

2016 yılına gelindiğinde bakanlığın izni ile söz konusu alanda başlayan çalışmaların devam ettiğini vurgulayan Benli, şu bilgileri verdi:

"Burası Konya-Beyşehir arasında, Konya merkeze 60, Beyşehir ilçe merkezine 30 kilometre uzaklıkta Yunuslar Mahallesi'nin merkezinde bir alan. Aynı zamanda burası Bağırsak Deresi'nin geçiş veyahut başlangıç noktası veya bitiş noktası diyebiliriz. Hem gelişte hem gidişte söyleyebiliriz. Bu alanda sanki bir Sultan 2. Kılıçarslan ile ilgili, bir Miryokefalon Savaşı ile ilgili bilgi de bulunmaktadır.

Tabii bu alan aslında hem geçiş boğazları açısından önemli bir merkez; burada yapmış olduğumuz bu çalışma esnasında, kaynaklarda 'Konan' diye bir isim geçmektedir. Buradaki kapı ağzındaki satır, hemen üst kısmında ise bir satırlık bir kitabesi bulunmaktadır.

Muhtemelen burayı bir villa olarak düşünmekteyiz. Tabii kazı devam ettiği sürece farklı şeyler çıkabilir. Mekanların kullanım farklılıkları da ortaya çıkabilir ama şu anki olaya bakıyoruz.

Konya Bölgesi'nde mozaik elbette var ama ilk defa Konya Bölgesi'nde böyle bir figürlü, bu kadar güzel bir mozaik tespit edilmiş oldu. Bunların tamamı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bildirildi. Şu anda ise diğer mekanlarla ilgili çalışmalar devam etmektedir.

BÜYÜK BİR SAHNE VAR
Şimdi tabii farklı bir sahne var burada, büyük bir sahne var. Ortada çok büyük bir vazo, vazodan çıkan kuru dallar. Kenardan başlarsak, kenarda önce dalga motifleri, daha sonra ise yine yapraklar içerisinde balık, vazo, bereketi simgeleyen nar, diğer motifler onu takip ediyor.

Orta kısma geldiğimiz zaman ortada bir vazo, vazonun çok büyük dalları devam ediyor. Vazonun hemen sağında ve solunda bölgenin hayvanları diyebileceğimiz dağ keçileri ve ceylanlar resmedilmiş. Üst tarafta bir keklik, hemen yanında ise kafesli bir akbaba kuşu, iki tane aslanın farklı bir şekilde resmedilmiş olması.

Özellikle ana konuyu tema eden aslanla savaşan bir savaşçının mızrağı ile birlikteliğini konu almaktadır. Üst tarafında ise iki tane tavus kuşu bulunan bir vazodan, su içiyor bunlar. Tabii bunlar daha çalışılarak ortaya çıkacak, daha yeni bir çalışma. 

Tabii en büyük şansımız çok az bir tahribat bulunmakta bu alanda. Önümüzdeki günlerde de müdürlüğümüzün restorasyonu tarafından sağlamlaştırma çalışmaları yapılacak. Yaklaşık bir haftadır burada çalışmaktayız. İşçilerimiz var, ileri günlerde Beyşehir Belediyesi'nden de destek isteyeceğiz işçi hususunda. Tabii bu alan biraz daha dikkatli bir şekilde kazıp, hemen bitirip, gerekli koruma önlemlerini alıp, ne yapıp, nasıl proje üreteceğimizi gelecek adına karar vermemiz gerekiyor."

KAMERALARLA İZLENİYOR
Benli, mülkiyeti bir şahsa ait olan alanda kamulaştırma için de gerekli çalışmalara başlandığını belirtti. Kazı çalışmaları yürütülen sahanın bölgeye yerleştirilen güvenlik kameraları ve tahsis edilen bir güvenlik görevlisi ile koruma altına alındığını da ifade eden Benli, Beyşehir bölgesinin tarihi Eşrefoğlu Camisi, Eflatunpınarı ve Fasıllar gibi tarihi mirası ile turizm potansiyeli çok yüksek olan bir yerleşim olduğuna dikkat çekti.

Eşrefoğlu Camisi ve Eflatunpınar'ın UNESCO'nın dünya kültür mirası aday listesinde yer aldığını da hatırlatan Benli, çalışma yapılan alanı da turizm açısından Beyşehir'in yeni kazancı olarak değerlendirilebilecek bir değer olarak düşündüklerini sözlerine ekledi.
Milliyet, 01.09.2016

DÜNYANIN EN ESKİ FOSİLLERİ GRÖNLAND'DA BULUNDU

Avustralyalı yer bilimciler, Grönland'da 3,6 milyar yıl öncesine ait organizmaların fosillerini buldu.

"Nature" dergisinde yayımlanan makalede, kırsal Isua bölgesinde yapılan araştırmalar sırasında kaya katmanlarında bulunan yapıların 3,6 milyar yıl önce yaşadığı tahmin edilen mikroorganizmalara ait olduğu belirtildi.

Bilim adamları, 1 ila 4 santimetre boylarında, koni şeklindeki yapıların laboratuvar ortamında incelenmesi sonucu fosillerin mikrobiyal kökenli, canlı organizmalara ait olduğunun anlaşıldığını kaydetti.

Araştırmacılar, fosillerin yaklaşık 4,5 milyar yıl önce ortaya çıkan yeryüzünde yaşamın sanılandan çok daha önce başladığını gösterdiğine dikkati çekti.

Daha önce Avustralya'nın batısında bulunan ve 3,4 milyar yıl öncesine ait olduğu belirlenen fosiller, dünyanın en eski fosilleri olarak kabul ediliyordu.
Cnn Türk, 01.09.2016

KOCADAĞ'DA ATATÜRK KAYALARI'NDA YERLEŞİM İZLERİ BULUNDU

Balıkesir’in Gömeç İlçesi’nde bulunan Kocadağ’da yer alan ve Mustafa Kemal Atatürk’e benzerliğiyle görenleri şaşırtan Atatürk Kayaları’nda Hellenistik döneme kadar uzanan yerleşim izlerine rastlandı.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kuzey Ege Arkeoloji Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından Yrd. Doç.Dr. H. Murat Özgen başkanlığında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında tarihi açıdan önem taşıyan bilgilere ulaşıldı.

Ayvalık, Burhaniye, Gömeç, Edremit ve Havran ilçelerinde sürdürülen çalışmalarla 66 farklı noktada yapılan tespitlere göre Edremit Körfezi ve çevresinin kültür envanterine, tarih öncesi de dahil olmak üzere, farklı dönemlere tarihlenen yerleşimler ve yapılar eklendi.

Çalışmalarda, Gömeç’ten görünen silueti nedeniyle halk tarafından “Atatürk Kayaları” olarak bilinen Kubaşlar Köyü ve Dişkaya Tepesi’nin zirve noktalarında yapılan taramalarda, Hellenistik döneme kadar inen yerleşim izleri saptandı.

Çalışmaların, UNESCO Dünya Kültür Mirası adaylığına hazırlanmakta olan Ayvalık bölgesi için başvuru kriterlerini desteklemesi bekleniyor. Araştırma ekibi ayrıca, Kuyucak Köyü’nün güneydoğusunda, Yazılıtaş Tepe’de bulunan bir kaya kütlesinin üzerine kazılarak işlenmiş olan ve Oğuz Boyları’na ait olduğu düşünülen şekiller tespit etti.
Habertürk, Haber: Nilgün Kaya, 01.09.2016

TARİHİ KÜLLİYENİN İHTİŞAMI GÖZ KAMAŞTIRIYOR

Anadolu’da yapılan ilk cami Habib-i Neccar ve dünyadaki ilk mağara kilisesi olan St. Pierre'e ev sahipliği yapan medeniyetler şehri Hatay, 442 yıldır topraklarında bulundurduğu tarihi Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi ile de göz kamaştırıyor.

Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri Sokullu Mehmet Paşa'nın emri üzerine Mimar Sinan tarafından 1574 yılında yaptırılan Payas İlçesi'ndeki külliye, ilk olarak girişindeki taç kapı süslemeleriyle dikkatleri çekiyor.

Yaklaşık 15 bin metrekare alana sahip olan külliye, bir kervansaray, kadın ve erkekler için birer hamam, bir medrese, bir cami ve 45 dükkanı bulunan bedestenden oluşuyor.

Külliyede en önemli yapı olan kervansarayın geniş avlusu, etrafında kervanların ve yolcuların geceyi geçirdikleri kubbeli odalar çevreliyor. Avlu ve odalarını emniyetini sağlayan, 5-6 metre yüksekliğinde bir gözetleme kulesi olan kalın duvarlar ise ön plana çıkıyor.

Namık Kemal'in Magosa'ya sürgüne gitmeden önce hapsedildiği, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde gölgesinde oturduğunu belirttiği bahçesindeki zeytin ağacının halen ayakta kaldığı külliye, yapımının üzerinden geçen 442 yıla meydan okurcasına halen tüm ihtişamıyla göz kamaştırıyor.

 ''Türkiye'nin önemli tarihi eserlerinden biri''
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından muhtelif tarihlerde restorasyonu yapılmış olan Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, gündüz görüntüsünün yanı sıra gece aydınlatmalarıyla da ziyaretçilerini büyülüyor.

Hatay Turizm Derneği Başkanı Sabahattin Nacioğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Mimar Sinan tarafından 16. yüzyılda tamamlanan külliyenin, Türkiye'nin önemli tarihi eserlerinden biri olduğunu söyledi.

Hatay'ın birçok tarihi, doğal ve kültürel mekanı içinde barındırdığının altını çizen Nacioğlu, "Bunların arasında Payas İlçemizde bulunun tarihi Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, bölgemizin can damarlarından biridir. Sokullu Mehmet Paşa'nın Balkanlar'dan Hicaz'a kadar uzanan hayır yapılarının bir çoğu, Osmanlı topraklarının ana güzergahları üzerinde, yolcular, tüccarlar ve hacılara hizmet veriyordu. Sokullu'nun evrensel vizyonunu yansıtan külliyeler, Macaristan'dan Mekke ve Medine'ye uzanan ana yollar boyunca diziliyordu. Mimar Sinan'ın bu yollar üzerinde Sokullu için tasarladığı en önemli menzil külliyelerinden biri Payas'taki külliyedir. İçerisinde kervansaray, hamam, medrese, cami ve bedesten gibi yapıları barındıran bu külliye, Osmanlı'nın günümüze yansıması durumundadır."ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı, Haber: Lale Köklü, Fotoğraf: Burak Milli, 31.08.2016

ERTUĞRUL FIRKATEYNİNDEN 8 BİN 300 PARÇA EŞYA ÇIKARILDI

Türk ve Japon araştırmacıların ortak çalışmalarıyla, 2007 yılından bu yana devam eden Ertuğrul fırkateyni kazı çalışmalarında bugüne kadar 8 bin 300 adet eşyanın gün yüzüne çıkartıldığı bildirildi.

Bodrum Karya Kültür, Sanat ve Tanıtım Vakfı (BOSAV) ve Ertuğrul fırkateyni ekip başkanı Tufan Turanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1890 yılında Japonya'da batan Ertuğrul fırkateyninden kalan parçaların çıkartılması için çalışmalara devam ettiklerini söyledi.

Çalışmaların 2007 yılından bu yana devam ettiğini vurgulayan Turanlı, "Yaşanan bu acı olay, Japonya ve Türkiye arasında dostluk köprüsü kurdu. Ertuğrul kazı ekibi olarak bizim görevimiz, bu tarihi günümüzde de canlandırmak ve canlı tutmaktır. Bölgede devam eden kazı çalışmalarında bu güne kadar 8 bin 300 parça eşya çıkarılmıştır." dedi.

Hedef 550 şehidin anısını yaşatmak
Amaçlarının sadece Ertuğrul fırkateyninin enkazına ulaşmak ve geminin kazısını yapmak olmadığına belirten Turanlı, hedeflerinin Japonya'ya binbir zorlukla giden ve dönüş yolunda batan Ertuğrul'da hayatlarını kaybeden 550 şehidin anısını yaşatmak olduğunu dile getirdi.

Turanlı, Ertuğrul fırkateyninin iki ülkenin temel taşı olduğunu belirterek, "Gerçekleştirilen su altı kazılarını sadece Türk ekiple değil, Japonya ve başka ülkelerden gelen dalgıçların da katımıyla sürdürüyoruz. Geçtiğimiz yıl Türk-Japon işbirliğiyle gerçekleşen 'Ertuğrul 1890' filmi hem Türkiye'de hem de Japonya'da büyük ilgi gördü." dedi.

"Ertuğrul fırkateyninin Japonca kitabı çıktı"
Turanlı, 2008 yılında çıkarttıkları "Ertuğrul Fırkateyninin Öyküsü" isimli kitabı bir süre önce Japonca olarak çıkarttıklarını ve Japonya'da büyük ilgi gördüğünü de söyledi.

Su altından eserlerin çıkartılmasının zor olduğunu, ancak dışarıda kendilerini daha zor bir çalışmanın beklediğini ifade eden Turanlı, yaptıkları istatistiklerde suyun altında harcanan her bir saat için daha sonra yüzeyde Türk ve Japon araştırmacılarla konservasyon, restorasyon ve yayın çalışmalarına 20 saat harcadıklarına işaret etti.
Anadolu Ajansı, Fotoğraf: Ali Ballı, 31.08.2016

KÜLTEPE'DE ESKİ TUNÇ ÇAĞI'NA ODAKLANILDI

Kayseri'deki Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarında "Eski Tunç Çağı" olarak adlandırılan döneme ilişkin tabakaların araştırılması ön planda tutuluyor.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kültepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, temmuz ayında başladıkları 2016 kazılarının eylülde sona ereceğini belirtti.

"Bu yılki çalışmalarda kazı bölgesindeki tepe kısmında Eski Tunç Çağı olarak adlandırdığımız döneme ilişkin tabakaların araştırılmasını ön planda tutuyoruz." diyen Kulakoğlu, bu doğrultuda 4 açmada çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

Kulakoğlu, 5 bin yıl öncesine tarihlenen buluntuları çalıştıklarını belirterek, "Bu çalışmalarımız aslında biraz geri planda kaldı. Yabancı üniversitelerden gelecek bazı bilim adamlarının katılamaması sebebiyle daha dar ve kısa alanda çalışmak zorunda kaldık ama buna rağmen Japonya ve Kore'den gelen arkadaşlarımızla birlikte çalışmalarınızı sürdürüyoruz." dedi.

"40 gün taban eti bir gün av eti"
Bu yılki çalışmalarının Asurlu tüccarların Kültepe'ye gelişinden önceki evrelerin araştırılmasına dayandığına dikkati çeken Kulakoğlu, "Bu araştırmalarda özellikle Anadolu tarihini daha geriye götürmek adına belirli noktalarda belirli buluntular üzerinde yoğunlaştık. Özellikle de buradaki anıtsal binamızda çalışmalara devam ediyoruz." diye konuştu.

Kulakoğlu, bir kısmı ortaya çıkarılan anıtsal binayı önemli bir buluntu olarak değerlendirdiklerini dile getirerek, "Ancak bu yıl daha kısıtlı imkanlarla çalışıyoruz. Sanırım kazının sonlarında sonuçları alabileceğiz. Zaten bizim kazı dünyasında bir laf vardır, 40 gün taban eti bir gün av eti. 40 günden sonra ancak bilgiler elde edilebiliyor. Onun için biraz daha beklememiz gerekecek." ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı, Haber ve Fotoğraf: Orhan Canbulatel, 28.08.2016

1700 YILLIK KALINTILARI İNCELEDİ

Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş, Konuralp Aynalı Köyü'nde bin 700 yıllık villa kalıntısının yer aldığı alanı inceledi.
Kurtarma kazılarının devam ettiği mozaik alanda çalışmalarla ilgili yetkililerden bilgiler aldı. Konuralp antik kentinin batı sınırında ortaya çıkan villa kalıntılarının yer aldığı alanı inceleyen Keleş, Konuralp’i tarihi değerleri ve güzellikleri ile gün yüzüne çıkartmak için çalışmaların sürdüğü kaydetti. Kurtarma çalışmaları ile ortaya çıkarılan mozaiklerin ve alanın korunacağı belirtti. Roma ve Bizans dönemlerinde 250 yıl kullanıldığı tahmin edilen villanın bulunduğu alan şehrin sınır bölgesi olarak görülüyor.
Düzce Damla, 23.08.2016
METROPOLİS'TE DÜNYANIN EN İYİ KORUNMUŞ YAPISI ORTAYA ÇIKARILDI

İzmir'in Torbalı İlçesi'nde yer alan Metropolis antik kentinde yürütülen kazılarda, dünyanın en iyi korunmuş tuğla tonoz yapılarından biri ortaya çıkarıldı.

İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğünden yapılan açıklamada, hamam-palaestra kompleksine ait bu yapının, 1900 yıllık bir geçmişe sahip olduğunun tahmin edildiği bildirildi.

Manisa Celal Bayar Üniversitesi öğretim üyesi ve Metropolis Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, dünyanın en iyi korunmuş tuğla tonozlu servis koridorlarından biri olan bu mekanın tamamen ayakta olmasının arkeoloji bilimi adına büyük bir nimet olduğunu vurguladı.

Kentte yürütülen kazı çalışmalarına ilişkin de bilgi veren Aybek, bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Hellenistik döneme ait tiyatro yapısı, meclis binası, sütunlu galeri ile Roma İmparatorluk döneminde inşa edilen iki hamam yapısı, mozaikli salon, avlulu villa, dükkanlar, sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar ve mekanların bulunduğunu kaydetti.

Aybek, çalışmalarda ayrıca çoğunluğu Hellenistik ve Roma dönemine ait olan seramik, sikke, cam, mimari parçalar, heykeller, kemik, fildişi ve maden eserlerden oluşan 10 binin üzerinde buluntunun da gün yüzüne çıkarıldığını belirterek, "Bundan sonraki çalışmaları da aynı iştah ve gayretle sürdürerek Metropolis antik kenti hakkındaki bilinmeyenleri keşfetmeye ve ülke turizmine kazandırmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.

26 yıldır tarihin izini sürüyorlar
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü izin ve katkılarının yanında, Sabancı Vakfı'nın destek verdiği Metropolis antik kenti kazı çalışmaları, Manisa Celal Bayar Üniversitesi işbirliği ile 26 yıldır elde edilen bulgularla tarihin izini sürmeye devam ediyor.

Metropolis Sevenler Derneği (MESEDER) ve Torbalı Belediyesi’nin desteği ile bu yıl 11 Temmuz'da başlanan kazı çalışmalarını Aybek başkanlığında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi ve Yaşar Üniversitesinden akademisyenlerin katıldığı 25 kişilik akademik bir heyet yürütüyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Gülcan Kaplan, 22.08.2016

ONARILMAYI BEKLİYOR

Düzce, Konuralp Kemerkasım Köyü'nde bulunan Bizans dönemine ait su kemerleri korunmayı bekliyor.
Daha önce güçlendirilmesi ve korunması için bir çok projenin üretildiği ancak hayata geçirilemediği su kemerleri Düzce’nin önemli tarihi değerlerinden. Restorasyon için düzenlenen ihalenin ardından yapılacak çalışmalarda 2 bin yıllık Su Kemerlerinin güçlendirilerek sağlamlaştırılması planlanıyordu. Ancak bugüne kadar herhangi bir çalışma yapılmadı. İlgili kurumların konuya hassasiyet göstererek tarihi kemerleri bir an önce Düzce’nin tarihi dokusuna kazandırması isteniyor.
Düzce Damla, 01.08.2016



.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi