25 Eylül - 1 Ekim 2016
|
ERZURUM'DA OSMANLI
SU KANALLARI BULUNDU

Erzurum’da altyapı
çalışmaları sırasında, Osmanlı döneminden
kaldığı tahmin edilen su kanalları ortaya çıktı.
Kazı çalışması kısa sürede halk arasında define
ve yeraltı şehri söylentilerini de beraberinde
getirdi. Erzurum’da Cumhuriyet Caddesi’nde iş
makineleriyle yapılan kazı çalışmasında yerin
yaklaşık 6 metre altında Osmanlı döneminden
kalma su kanalları bulundu. Belediye işçileri
tarafından kanalların etrafı topraktan
titizlikle temizlendi. Kazı çalışması, ‘define
ve yeraltı şehri bulundu’ söylentisi üzerine
meraklı vatandaşların ilgi odağı haline geldi.
Çok sayıda vatandaş kazı yapılan alanın etrafına
kısa sürede toplanarak meraklı gözlerle
çalışmayı izlemeye başladı. Bazı vatandaşların
define ve yeraltı şehri bulunduğu söylentisini
çıkarttığı görüldü. Belediye yetkilileri ise
define ve yeraltı şehri diye bir emarenin
olmadığını, kazı çalışmasında Osmanlı döneminden
kaldığı tahmin edilen yağmur arıtma su
kanallarına rastlandığını kaydetti.
Yeni Bursa, 30.09.2016
|
SELÇUKLU
HABERLEŞME SİSTEMİ ARAŞTIRILIYOR
Akdeniz Üniversitesi'nce başlatılan çalışmayla
Anadolu Selçuklu döneminin haberleşme sistemini gün
yüzüne çıkarmak için Alanya-Konya güzergahında yüzey
araştırması başlatıldı.
Üniversiteden yapılan yazılı açıklamaya göre, Akdeniz Uygarlıkları
Araştırma Enstitüsü,Akdeniz
Ortaçağ Araştırmaları Anabilim Dalı Başkanlığı
öğretim üyeleri ve yüksek lisans öğrencileri ile
mimar, sanat tarihçisi ve arkeologların da
katılımıyla Anadolu Selçuklu dönemine ait haberleşme
sistemlerini ortaya çıkarmak için Alanya-Konya
güzergahında yüzey araştırması başlatıldı.
Açıklamada, konuya ilişkin değerlendirmesine yer
verilen Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Proje Başkanı
Doç.Dr. Mehmet Emin Şen, "13. Yüzyıl Anadolu
Selçuklu Devleti Haberleşme Sistemleri Projesi"ni
hayata geçirerek çalışmalara start verdiklerini
aktardı. Tarihte önemli bir yeri olan Anadolu
Selçuklu Devleti dönemine ait haberleşme
sistemlerini ortaya çıkarmayı amaçladıklarını
vurgulayan Şen, şunları kaydetti: "Haberleşme
sistemi üzerine yaptığımız çalışmanın sonuçları,
sadece Türk tarihini değil dünya tarihindeki
istihbarat ve iletişim yöntemlerinin tarihini de
etkileyecek niteliktedir. Şu an için Alanya
lokalizasyonunda kısmen tamamladığımız çalışmanın
verileri, önümüzdeki aylarda kapsamlı toplantılarla
değerlendirilecek. Projenin çıkış noktasını Alanya
olarak belirledik. İleriki araştırma aşamalarında
çalışmalarımız, Selçukluların hakim oldukları geniş
bir coğrafyaya yayılacak."
Yeni Alanya, 29.09.2016
|
NEKROPOL ALANI
ÇELİK AĞLA ÖRÜLÜYOR
Antalya Büyükşehir
Belediyesi'nin projelerinden Doğu Garajı Kültür
Merkezi ve Nekropol alanında çalışmalar hızla
sürüyor. Tarihi 3 bin yıl öncesine dayanan nekropol
alanını turistik bir cazibe merkezi haline getirecek
projede alanı dış etkenlerden koruyacak üst yapıyı
taşıyacak çelik konstrüksiyonların monte işlemleri
hızla sürüyor. Tarihi mezarların zarar görmemesi
için aylardır alanda büyük bir titizlikle devam eden
çalışmada, projenin üst yapı ayakları yükseliyor.
DEV AYAKLAR
YERLEŞTİRİLİYOR
Şu ana kadar 58 çelik
konstrüksiyonun monte edildiğini belirten
yetkililer, gelecek ay da 6 çelik ayağın daha
dikileceğini ifade etti. Alana yerleştirilen
kolonlar 914 milimetre çapında ve 11 metre
yüksekliğinde. Çelik ayaklar nekropol alanındaki
arkeolojik buluntuları güneş ve yağmur gibi dış
etmenlerden koruyacak. Yetkililer monte işlemleri
sürerken çelik kolonların kirişlerinin de monte
edildiğini belirtti. Alanda ayrıca zemin ve asma kat
döşeme işlemleri ile kiriş makas çelik konstrüksiyon
montajı da yapılıyor.
ÇAĞDAŞ KENT
MÜZESİ
'Çağdaş Kent Müzesi'
konseptiyle düzenlenen nekropol alanında teşhir,
canlandırma ve bilgilendirme unsurları yer alacak.
Alan süreli ve yıl boyu devam eden sergilere ev
sahipliği yapacak. Arkeolojik kazıların ortaya
çıkardığı zemin, bir dizi platform sayesinde
çevresindeki sokak kotlarına uyumlu olacak. Böylece
yarı-açık sergileme alanları oluşturulacak. Alt
kotlarda mezarlara yakın gezinti güzergahı ahşap,
cam ve çelik elemanlar ile tasarlanacak. Çalışmalar,
Büyükşehir Belediyesi arkeologlarının ve teknik
kontrol ekibinin de dahil olduğu kontrol teşkilatı
denetiminde ve Antalya Müze Müdürlüğü gözetiminde,
Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
kararları çerçevesinde yürütülüyor.
Kemer Gözcü, 29.09.2016
|
HAZZOPULO
PASAJI'NDAKİ BİLMECE DEVAM EDİYOR
İstanbul Beyoğlu’nda bulunan İstiklal Caddesi, AKP
döneminde hiç olmadığı kadar tahrip edildi. Talan ve
rant politikalarının hakim olduğu İstiklal
Caddesi’nde bir bir yükselen oteller, turistik
işletmeler, AVM’ler ve mağaza zincirlerinin ardından
cadde “kültürel merkez” özelliğini yitirdi. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) “düzenlemelerinin”
son kurbanı ise 145 yıllık Hazzopulo Pasajı oldu.
İçerisinde, İstanbul’un en eski şapkacısından
takıcısına, şarap evinden kitapçısına birçok esnafı
barından Hazzopulo Pasajı’nda, çay ocağı sahipleri
İBB’nin ‘ruhsat vermemesi’ nedeniyle mağdur durumda.
Pasajdaki 7 çay ocağı işletmecisine İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet ettikleri
gerekçesiyle, 5 yıla kadar hapis istemiyle dava
açıldı. Davanın iddianamesinde, pasajdaki 7
işletmecinin dükkanların duvarlarını izinsiz
yıktığını ve izinsiz tadilat yapıldığı iddiası yer
aldı. BirGün’e konuşan esnaflar ise, “muhatap
bulamadıkları” gerekçesiyle şikayetçi. Çünkü
Hazzopulo Pasajı yıllardır kayyum yönetiminde ve
pasajın veraset davaları yıllardır sürüyor.
Hale bak önceden
böyle miydi?
Pasaja girer girmez,
esnaflardan bir tanesinin, şikayet dolu konuşmasını
işitiyorum: “Şu hale baksana, önceden böyle miydi?
Beyoğlu’nu ne hale getirdiler!”
İlk olarak 2006’dan
beri pasajda olan Scala Kitapçısı’nın işletmecisi
Adil Feyyat ile konuşuyorum. Feyyat, “Yaşananlar
sadece Hazzopulo Pasajı’yla değil, bütün Beyoğlu’yla
bağlantılı” diyor ve ekliyor: “Beyoğlu’nda neredeyse
bir tane esnaf kalmadı, hepsi çıkıyor. Belediyenin
baskısı çay ocağı üzerinden ilerlese de, bütün
esnafa baskı yapılmış oluyor. Kayyum da burasıyla
doğru düzgün ilgilenmiyor, sadece para topluyor. Biz
mahkeme sürecini bekliyoruz. Esnafın bir araya
gelememesi de etkili tabii. Kitapçı, çantacı
gibilere ruhsat veriyor, çay ocaklarına vermiyor”
AKP talan peşinde
Feyyat ile
konuşmamızın ardından Hazzopulo Pasajı’nın
“müdavimlerinden” tiyatro oyuncuları Orhan Aydın ve
Metin Coşkun’la karşılaşıyorum. Aydın ve Coşkun’la
çay eşliğinde başlıyoruz konuşmaya. Aydın, AKP’nin
bütün kültürel dokuları talan etmenin peşinde
olduğunu vurgulayarak, “Yalnızca İstanbul’da değil,
Anadolu’nun birçok yerinde, ne kadar kültürel doku
varsa, tahrip ettiler. Bu rantın merkezi de Beyoğlu.
İstiklal Caddesi’nde herkes vitrinlere bakarak
dolaşır, kafalarını yukarıya kaldırıp bir baksalar,
mimari dokuyla karşılaşacaklar! İçinde bulduğumuz
Hazzopulo Pasajı’yla birlikte, Narmanlı Han ve
Tokatlıyan Han tarihsel geçmişleri itibariyle çok
önemli yerler. Burayı talan etmeye kalkmak halka
düşmanlıktır! Çünkü burası halkın kullanımına açık
bir yer. Burası kitapçısından takı tasarımcısına,
çaycısından İstanbul’da tek kalan şapka
tasarımcısına birçok zanaatkarı barındırıyor. Burayı
yok etmek, hem buraya gelen insanlara hem de bu
kentin insanlarına temel bir düşmanlıktır” diyor.
Güzel olan her şeye
düşmanlar
“Güzel olan her şeye düşman bu adamlar” diyerek
başlıyor Metin Coşkun ve şöyle devam ediyor: “Birer
birer halkın sahip çıkması gereken her şeyi yok
ediyorlar! Kimsede buna karşı maalesef bir şey
yapamıyor”
Yaşananların suçlusu kayyum
Çayıyla meşhur, “Mustafa Amca Jean’s” de dava açılan
7 işletmeden biri. “Mustafa Amca” olarak bilinen
Mustafa Kayacan’ın yeğeni Zeki Bardakçı’yla
başlıyoruz laflamaya. 1985’ten beri çay ocağında
çalıştığını ifade eden Bardakçı yaşananları şöyle
anlatıyor: “Bizim çay ocağı 90’larda bilindi. Diğer
çay ocaklarının mazileri ise iki ya da üç
seneliktir. Ortada ne olduğunu kimse bilmiyor.
Belediye kayyuma topu atıyor. Kayyum da karışmıyor,
‘esnaf kendi arasında halletsin’ diyor. Esnaf zaten
bir araya gelemiyor. Burada muhatap yok, buraya
geldiği yokki göremezsin. Burası yıkılsa kayyum
gelmez. Yaşananların suçlusu kayyum aslında. Şu an
harcımızı verdiğimiz halde ruhsatımızı vermediler.
Beyoğlu’nda kaç tane işletmenin ruhsatı var? Pasajın
geleceği de belli değil”
Beyoğlu artık bitti
Bardakçı, Beyoğlu’nun durumuna ilişkin, “Beyoğlu
artık bitti” diyor ve ekliyor: “Önceden İstiklal
Caddesi’ne çıkamazdım, insanların öyle kalabalıktı!
200 bin kira mı olur? Bunlar kirayla uyuyup, kirayla
uyanıyorlar! Önceden bu pasajda insanlar, “günaydın,
iyi günler” derdi. Şimdiyse, adam yanından geçiyor
ve kafasını çeviriyor!’’
***
Pasajın tarihi
1871’de tüccar M. Hacopulo’nun yaptırdığı pasajda,
önceleri üst katta evler, alt katta dükkanlar
bulunuyordu. Ahmet Mithat Efendi’nin matbaasının
burada olduğu, Namık Kemal’in çıkardığı İbret
gazetesinin de bu matbaada basıldığı, pasajı anlatan
belgelerde yer alıyor. Pasajın, Jön Türkler’in de
buluşma yeri olduğu belgelerde yer alıyor.
Birgün, Haber: Uğur Şahin,
29.09.2016
|
SULTANLAR VE SANAT
Türk
İslam Eserleri Müzesi'nde
dünden bugüne yöneticilerle sanatçılar arasındaki
bağa değinen ilgi çekici bir sergi açıldı. Adı;
"Sultanların Sanata Yansıyan İzleri".
Osmanlı İmparatorluğu’nda sultanlar, sanat ve
sanatçıyla köklü bağlar kurdular. Birçok sultan
divan sahibi şairdi. Haliyle çevrelerinde şairler,
sanatçılar bulunurdu.
Padişahların sanata olan yakınlıkları, onları
korumalarını sağlamıştır. Aynı Batı’da da olduğu
gibi özellikle şair sultanlar birer sanat hamisi
kimliğini de yaratmışlardır.
Sergide divanı olan 11 padişahın tuğraları,
şiirlerinin mısralarından esinlenerek süsleme
sanatının örneklerini sergiliyor.
Divanı olan 11 padişahı ve mahlaslarını
sıralamalıyım önce:
Fatih Sultan Mehmet-Avni (1432-1481),
II. Bayezid-Adni (1447-1512),
Yavuz Sultan Selim-Selimi (1470-1520),
Kanuni Sultan Süleyman-Muhibbi (1494-1566),
II. Selim (1524-1574),
Sultan III. Murad-Murad/Muradi (1546-1595),
I. Ahmed-Bahti (1590-1617),
IV. Murad-Muradi (1612-1640),
II. Mustafa-Meftuni (1664-1703),
III. Ahmed-Necib (1673-1736),
III. Selim-İlhami (1761-1808).
***
Sergide, Faruk Taşkale, Sacid Açıkgözoğlu,
Münevver Üçer, Hüseyin Gündüz, Kaya Üçer, Atilla Y.
Turgut, Hüsna Kılıç, Emel B. Gemici, Murat Uçar,
Reyhan İsen, Esin Kazazoğlu’nun eserleri bulunuyor.
Her sanatçı iki adet çalışmayla sergide yer almış.
Katalogdaki incelemeler, sergiyi daha tadına
vararak gezmenizi sağlayacak.
Yazarlar ve yazı başlıkları şöyle:
Osmanlı Sanatında Hami Sultanlar-Tuba Işınsu
Durmuş,
Sultanların Şiirleri-Mustafa İsen.
Padişahların Hamiliği ile Gelişen Tezhip
Sanatı-Münevver Üçer
Tuğra Tezhipleri-Faruk Taşkale
Ferman, Berat ve Tuğralar-Hüseyin Gündüz
Osmanlı Minyatürlerinde Padişahlara Dair-Hüsna
Kılıç
Padişahlara Şiir Yazdıran Mekanlar-Kaya Üçer
İsen, sultanların sanata verdikleri önemi şu
sözlerle vurguluyor:
“Osmanlı hanedanı, hem sanata verdikleri destek
hem de bizzat yetiştirdikleri sanatçı şehzade ve
sultanlarla dünyada başka hiçbir sarayla mukayese
edilemeyecek bir zenginliğe ulaşmıştır.”
***
Sergiyi, 5 Ekim akşamına kadar gezebilirsiniz.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 29.09.2016
|
JAPONYA'DA OSMANLI PARASI BULUNDU

Japonya'nın güneyindeki Okinava Adası'ndaki
Katsuren Kalesi harabelerinde yapılan kazılarda MÖ
4'üncü yüzyıldan kalma, Bizans İmparatoru 1.
Konstantin'in tuğrasını taşıyan 4 bakır sikke
bulundu. Aynı kazıda 17'nci yüzyıldan kalma Osmanlı
tuğralı 6 metal para da çıkarıldı. Japon tarihçiler
şimdi paraların bu kadar eski tarihte nasıl
Japonya'ya ulaşmış olabileceğini araştırıyor.

Katsuren Kalesi,
Japonya ile Çin ticaretinin önemli kavşak
noktalarından biriydi. Ancak Okinava Adası'nda söz
konusu tarihlerde Avrupa ile ticaret yapıldığına
dair kayıt bulunmuyor. Kazı yetkilisi Masaki Yokou,
"Bu bulgular adanın ticaretinin ne kadar canlı
olduğunun kanıtı" dedi.
Sabah, 29.09.2016 |
BU MİRO'LAR SATILIK DEĞİL
Portekiz hükümeti 2014’te devlet koleksiyonundaki 85
adet Miro tablosunu satışa çıkaracağını duyurmuştu.
Ancak halkın tepkisi
üzerine yaklaşık 30 milyon euroya satılacak olan
tabloların satışı geri çekildi. Tablolar devlet
koleksiyonuna ülkedeki BNP bankasının batması ve
bankanın sahip olduğu kapsamlı sürrealist
koleksiyona el koymasının ardından dahil olmuştu.
Milliyet, 29.09.2016
|
 |
TÜRKİYE,
AVRUPA'NIN KÜLTÜR VE SANAT DESTEĞİNE SIRT ÇEVİRDİ:
PROGRAMDA YOKUZ
Türkiye, kültür ve
sanatı teşvik etmek amacıyla kurulan Yaratıcı Avrupa
Programı’nda (Creative Europe) bundan böyle yer
almayacak.

Bu kapsamda Türkiye, Yaratıcı
Avrupa projelerine katılamayacak. Ayrıca
Türkiye’deki kültür ve sanat projeleri Avrupa’dan
mali veya enformasyona dayalı destek alamayacak.
Aynı şekilde Avrupa’yla sanat
alanındaki kurumsal işbirlikleri de geçerliliğini
yitirecek.
Bakanlık: Kararı Türkiye
aldı
Diken’e bilgi veren Kültür ve
Turizm Bakanlığı kaynakları, Yaratıcı Avrupa
Programı’ndan çıkma kararı alan tarafın Türkiye
olduğunu söyledi.
Kararın henüz resmiyet
kazanmadığını belirten yetkililer sürecin devam
ettiğini söyledi.
Gerekçesi bilinmiyor
Konuyla ilgili karar, Resmi Gazete’de yayınlandıktan
sonra resmiyet kazanacak ve Türkiye’nin programdan
çıktığı açıklanacak.
Diken’e konuşan Yaratıcı
Avrupa Programı Türkiye yetkilileri, kararın
gerekçesiyle ilgili bilgi sahibi olmadıklarını,
ancak süreçle ilgili gerekli açıklamanın önümüzdeki
günlerde yapılacağını söyledi.
Türkiye 2014’te
imzalamıştı
Yaratıcı Avrupa Programı, Türkiye adına AB Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Ahmet Yücel ile AB Komisyonu
adına Xavier Prats Monnè tarafından 2014 yılında
imzalanmıştı.
Anlaşmaya göre Türkiye,
Avrupa genelindeki kültür, sanat, film, çeviri ve
bilgisayar oyunları alanında hibe desteği sağlamak
amacıyla kullanılan 1.46 milyar avroluk bütçeden pay
alacaktı. Ancak Türkiye’nin aldığı karar sebebiyle
Türkiye’deki kültür sanat faaliyetlerine ilişkin
projeler bu destekten mahrum kalacak.
Avrupa genelinde 300
bin sanatçıya destek

Anlaşmayla birlikte Türkiye,
Avrupa çapında 300 bin sanatçı ve kültür çalışanına
sağlanacak destekten pay alıyordu. Programın en
önemli amacı ise sanatçıların eserlerini kendi
ülkeleri dışında sergileme imkanı bulmasını ve maddi
destek almasını sağlamaktı.
Bu kapsamda Avrupa genelinde
bini aşkın film dağıtım desteği, en az 2 bin 500
sinemaya finansman sağlanıyor. 5 bin 500’den fazla
kitap ve edebiyat eseri için de çeviri desteği
veriliyor.
Programın hedefi ise kültür
organizasyonlarına destek çıkmak, sanatçı ve kültür
çalışanlarına profesyonel olarak eğitim vermek ve
uluslararası alanda çalışma becerisi kazandırmak.
Ancak Türkiye’nin programdan
ayrılmasıyla birlikte bu desteklerin hiçbirinden
faydalanılamayacak.
Kültür sanat alanının önde
gelen isimleri kararı üzüntüyle karşıladı.
Görgün Taner:
Yeniden yer alabilmek için her türlü adım atılmalı
Kararı Diken’e değerlendiren İstanbul
Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner
üzüntüsünü dile getirerek, programın Türkiye’deki
sanatçılar için önemli olduğunu söyledi: “Yaratıcı
Avrupa Programı’nda Türkiye’nin artık yer almayacak
olması tüm kültür endüstrisi için çok üzücü bir
gelişme. Bu program kapsamında oluşturulan ve
Türkiye’nin de katkıda bulunduğu fondan
yararlanabilmek hem sanatçılar hem de kültür
kurumları için büyük önem taşıyordu.”
Türkiye’de kültür sanata
ayrılan kaynakların yerel ve merkezi ölçekte çok
kısıtlı olduğunu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
bütçesinin toplam ülke bütçesinde ancak yüzde
0.5’lik pay oluşturduğunu hatırlatan
Taner, Türkiye’nin programa yeniden dahil olması
gerektiğini ifade etti: “Yaratıcı Avrupa gibi
programlara katılım uzun zaman gerektiriyor, uzun
müzakereler sonucunda gerçekleşiyor. AB üyesi
olmadığımız halde yararlanabildiğimiz bir fon
sunmanın yanı sıra bu programın içinde yer almanın
Türkiye’ye uluslararası ağlarla bağlantılar kurmak,
uluslararası arenada görünürlük ve tanıtım
olanakları kazandırmak açısından da çok faydaları
vardı. Yeniden bu program içinde yer alabilmek için
gereken her türlü adımın ivedilikle atılması
gerektiğine inanıyorum.”
Vasıf Kortun: Umarım
bu karardan en kısa zamanda dönülür
Diken’e konuşan SALT Araştırma ve Program Direktörü
Vasıf Kortun, birçok projenin bu destek olmaksızın
gerçekleştirilemeyeceğini söyledi: “Daha dün 2017
için Yaratıcı Avrupa Programı’na yeniden başvurmak
üzere L’internationale Müze Konfederasyonu olarak
arkadaşlarımız Brüksel’deydi. Toplantıda Türkiye’nin
ne önder ne de partner olarak fonlara
başvuramayacağını öğrendik. Bizim gibi birçok kültür
kurumu için bu destek olmadan gerçekleşemeyecek
projeler söz konusu.”
Devlet desteğinin son
50 yılda giderek azaldığını belirten Kortun,
Yaratıcı Avrupa Programı’nın ‘kabile çıkarları’
tarafından yönetilmediğini ve bu anlamda Türkiye
için önemli olduğunu ifade etti: “Kültürün
barıştırma, müzakere ve birbirini anlama veya
birbirinden öğrenme için çok güçlü bir araç olduğu
aşikar. Aynı zamanda kendi içine ve ezberlerine
kapanmayan, genişletilmiş bir Avrupa ufku için de bu
fonların önemi büyük. Türkiye’nin kültür
üreticilerinin dünyaya sunacakları var ve bu çok
önemli bir kanaldı. Monokültürün ne kadar
marazi ve sürekli deformasyona teşne bir şey
olduğunu biliyoruz. Devlet desteği en azından yarım
asırdır azala azala karşılıklı bir güvensizlik
içinde eridiği bu günlere kadar geldik. Bu sadece
Türkiye’ye özgü olmasa da, buradaki durum çoğu
yerden, en azından Avrupa’dan daha trajik. Yaratıcı
Avrupa Programı gibi mekanizmalar ‘kabile çıkarları’
tarafından yönetilmeyen nadir desteklerden biriydi.
Bu gelişmeler özellikle özerk kültür kurumlarını çok
kötü etkileyecek. Umarım bu karardan en kısa
zamanda dönülür. Buna hepimizin ihtiyacı var.”
diken.com.tr, Haber: Can
Semercioğlu, 28.09.2016
|
İŞTE TÜRKİYE'DEKİ MÜZE SAYISI
Türkiye genelinde
müze sayısı, geçen yıl bir önceki yıla göre
yüzde 4,3 artarak 409 oldu - Müze ve ören yeri
ziyaretçi sayısı yüzde 5,6 azalarak, 28 milyon
122 bin 934'e geriledi
Türkiye genelinde
müze sayısı, geçen yıl bir önceki yıla göre
yüzde 4,3 artarak 409'a ulaşırken, müze ve ören
yeri ziyaretçi sayısı yüzde 5,6 azalışla 28
milyon 122 bin 934'e düştü.
2015
YILINA İLİŞKİN KÜLTÜREL MİRAS İSTATİSTİKLERİ
AÇIKLANDI
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK),
2015 yılına ilişkin kültürel miras
istatistiklerini açıkladı.
Buna göre,
Türkiye genelinde müze sayısı geçen yıl 2014'e
göre yüzde 4,3 artarak 409'a ulaştı. Söz konusu
müzelerin 193'ü Kültür ve
Turizm Bakanlığı bünyesinde, 216'sı ise özel
müze kategorisinde yer aldı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı bünyesindeki müzelerin 63'ü
arkeoloji ve tarih, 44'ü etnografya ve
antropoloji, 86'sı ise genel müze olarak
faaliyet gösterdi. Bakanlığa bağlı müzelerdeki
eser sayısı, bir önceki yıla göre 0,6 artarak 3
milyon 235 bin 113 oldu.
Bakanlığa bağlı
müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı geçen yıl bir
önceki yıla göre, yüzde 5,6 azalarak 28 milyon
122 bin 934'e geriledi.
Türkiye'de 2014'te
bakanlığa bağlı ücretli müze ve ören yerlerini,
ücret ödeyerek ziyaret edenlerin sayısı 23
milyon 692 bin 984 ve toplam ziyaretçiler
içindeki payı yüzde 79,5 iken, 2015'te 19 milyon
699 bin 239 ziyaretçi ile bu pay yüzde 70'e
düştü. Ücret ödenmeyen müze ve ören yerlerini
ziyaret edenlerin sayısı 6 milyon 106 bin 806 ve
toplam ziyaretçiler içindeki payı 2014'te yüzde
20,5 olarak gerçekleşirken 2015'te bu pay 8
milyon 423 bin 695 ziyaretçi ile yüzde 30'a
yükseldi.
ÖZEL MÜZELERİN SAYISI VE
ZİYARETÇİSİ ARTTI
Özel müzelerde
mevcut eser sayısı, 2015'te 2014'e göre yüzde
5,1 yükselerek 393 bin 602 oldu. Bu müzelerdeki
ziyaretçi sayısı aynı dönemde yüzde 9,8 artarak
8 milyon 925 bin 132'e çıktı.
Milli parkların alanı geçen yıl 2014 yılına
göre yüzde 1,7 artarak 828 bin 614 hektar
olarak kaydedildi. Tabiat parkı sayısı söz
konusu dönemde yüzde 1,5 artışla 204'e, alanı
ise yüzde 2,5 artışla 99 bin 394 hektara
yükseldi.
Tabiat koruma alanlarının sayısı
geçen yıl bir önceki yıla göre değişmedi ve
büyüklüğü yüzde 0,02 artarak 64 bin 224 hektar
olarak hesaplandı. Tabiat anıtı sayısı aynı
dönemde değişmezken, alanı yüzde 4,6 artış
gösterdi.
Hürriyet, 28.09.2016
|
İNŞAATTAN 2 BİN YILLIK MOZAİK ÇIKTI
Bursa’nın
Mudanya
İlçesi'nde
Meyrleia antik kentinde yapılan kurtarma
kazısı sırasında 2 bin yıllık iki mozaik
bulundu. Üzerinde çiçek işlemeleri bulunan
mozaikler Bursa Müzesi tarafından korumaya
alındı.
Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında
Bursa’nın
Mudanya
İlçesi'nde yaptığı yüzey çalışması
sırasında yoğun
seramik parçalarına rastlayınca
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Bölge Kurulu’na başvurarak bölgenin 1’inci
derece arkeolojik sit alanı ilan edilmesini
önermiş, ancak koruma kurulu bölgeyi 3’üncü
derece arkeolojik sit alanı ilan etmişti. 2015
yılında özel mülkünde konut yapmak isteyen bir
kişi
Mudanya’nın
Ömer Bey Mahallesi’ne bağlı 1448 ada 8’inci
ve 22’nci parsellerde müze denetiminde sondaj
kazısı yaptı. 22’nci parselde
Meyrleia antik kentine ait eserlere
rastlanınca müze denetiminde bir kurtarma kazısı
yapıldı.

İKİ MOZAİK
BULUNDU
Yaklaşık bin
metrekarelik alan üzerinde yapılan kazıda
Meyrleia antik kentine ait künk, kanal, seramik
fırın, arşitrav, mozaik, temel, taban, duvar,
apsisli yapı ve cadde kalıntılarına rastlandı.
Kazı çalışmaları devam ederken, Milattan Sonra
1. yüzyılda antik kent evlerinin tabanında
süsleme olarak kullanılan
çiçek desenli iki mozaik bulundu.
Mozaiklerden birinin
zaman içerisinde tahribata uğradığı tespit
edilirken, diğerinin sağlam olduğu ortaya çıktı.
Mozaikler Bursa Müze Müdürlüğü tarafından koruma
altına alındı. Yaklaşık 1 yıl süren kazı
sonrasında antik kent ile ilgili Bursa Müze
Müdürlüğü tarafından bir rapor hazırlanarak
Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na
gönderildi. Raporda 3. derece arkeolojik sit
alanı içerisinde bulunan antik kente ait
yapıların yerinde korunması ve kent
arkeolojisine kazandırılması önerildi.
Hürriyet, Haber: İdris Emen, 28.09.2016
|
URARTULARDA SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİNİN ÖNEMİ

Van Kalesi’nin kuzeyindeki höyükte yapılan
arkeolojik kazı çalışmalarında çıkan çanak
çömlekler, Urartuların o dönemlerde süt ve süt
ürünlerine verdiği önemi ortaya koyuyor.
Kültür
ve Turizm Bakanlığının izniyle Van Kalesi’nin
kuzeyindeki höyükte
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van
Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Merkezi Müdürü Doç.Dr.
Erkan Konyar başkanlığında yürütülen kazılarda
bulunan eserler ve kalıntılar, Urartu Krallığı ve
dönemin yaşamıyla ilgili yeni bilgilere ulaşılmasını
sağlanıyor. Bu çalışmalar kapsamında bulunan çanak
çömlekler de Urartuların 2800 yıl öncesine dayanan
süt ve süt ürünlerinde oldukça ileri olduğu
gözlemleniyor. Konu hakkında bilgi veren Konyar,
“Devam eden çalışmalarda özellikle depo mekanlarında
yumurta biçiminde kaplar çok yoğun olarak ortaya
çıkıyor. Aslında bugün yine havanların yoğun olduğu
köylerde ve
Anadolu’nun diğer köylerinde peynir üretiminde
gördüğümüz kap tiplerinin neredeyse birebir aynısını
burada görüyoruz. Burada bulduğumuz küplerin altları
genellikle tekli ve ikili deliklerin olduğu
görünüyor. Özellikle üstte taşla sıkıştırılmış
ürünün suyunun zamanında çıkmasını sağlıyor. Burada
tabii ki Urartu’da hayvancılıkla ilgili,
hayvancılıkla ilişkisine inmek gerekiyor. Bizce
bunların tümünü peynir üretiminde ve benzer
ürünlerde kullanılmış çanak-çömlek. Oldukça yoğun
olarak kullanılıyor ve yoğun bir şekilde hayvancılık
faaliyetleri gösteriyor. Özellikle süt ürünlerinde
mutlaka etkin ve daha gelişmiş bir atölyeleri
olmalıydı. Bu kazdığımız alanında çok sayıda bu
bahsettiğim tipte çanak-çömlek ortaya çıktı ve biz
bu alanlarda özellikle peynirin yanında tabii süt
ürünlerinde işlenmiş olabileceğini düşünüyoruz”
dedi.
Doç.Dr. Erkan Konyar, “Daha önce de
söylediğim gibi bunların içlerinde yapılacak
kimyasal analizlerle içlerinde üretilmiş ürünlerin
niteliklerini saptayabileceğiz. Ama dediğim gibi en
azından Van’da da peynir, otlu peynir için bir şey
söyleyemem tabii ki peynir üretimi ta Urartu’ya
kadar uzandığını ve daha erken dönemlere kadar
gittiğini söyleyebiliriz. Bu buluntular da en
azından bize bunu gösteren somut alanlardan
bazıları” şeklinde konuştu. |
NEANDERTAL FOSİLLERİ ÜZERİNDE YAPILAN TARAMALAR
ARALARINDA NASIL İLETİŞİM KURDUKLARINI ORTAYA KOYDU
Neandertaller bizim gibi mi konuşuyordu? İnsanların
soyu tükenmiş akrabalarının kulak kemikleri üzerine
yapılan taramalar, onların insanlar gibi sesli
iletişime uygun olacak şekilde ayarlandığını ortaya
çıkardı.

Neandertaller üzerinde ilk fosil kemikleri üzerinde
çalışan arkeologların, aptal ve ilkel olduklarına
dair savları reddedilmekteydi ancak durum gösteriyor
ki neandertaller en az türümüz kadar konuşkan da
olabilirler.

Dailymail’de yer alan habere göre,
araştırmacılar, Neandertallerin Homo Sapiens gibi
sesli iletişim kullanmış olabileceklerine dair
kanıtlara ulaştılar. Neandertaller fosillerinden ve
modern insandan alınan kulak kemikleri 3 boyutlu
tarayıcılarla analiz edildi. Almanya’nın Leipzig
şehrindeki Max Planck Enstitüsü’nde paleoantropolog
olan Profesör Jean Jacque Hublin, Ulusal Bilimler
Akademisi’nin dergisinde, meslektaşlarıyla birlikte
yazdığı makalede ” Sonuçlarımız, Neanderthal ile
anatomik olarak modern insanın kulak kemikçiği
arasında çarpıcı farklılıklar göstermektedir. Kulak
kemikçiği morfolojisindeki belirgin farklılıklara
rağmen, özellikle Afrika maymunları ile
kıyaslandığında, Neanderthaller ile modern insanlar
arasında işlevsel olarak kulak kemikçiği ve onu
çevresindeki orta kulak yapılarına dair ilgili
parametrelerinde büyük oranda benzerlikler
bulunmaktadır.”
Makalenin devamında ise şu vurgu yapılıyor: ”
Bunlar, Neandertaller ve modern insanların, orta
kulakta, son ortak atalarından miras kalan benzer
işitsel hassasiyeti korumak için seçici sıkışmanın
işlevsel olarak eşdeğer çözümlere sahip olduğunun
göstergesidir. Bu da iki türde tutarlı sözlü
iletişimin yönlerini akla getirmektedir.”
Araştırmacılar, 14 Neandertal fosilinden elde
ettikleri kulak kemiklerini, işlevlerini analiz
etmek için 3 boyutlu modellerle çalıştılar. Bu
çalışmaların içerisinde, kulak kemiği yapısındaki
farkılıkların ise neandartellerde görülen beyin
büyüklüğü farkılıklarıyla ilişkili olduğunu öne
sürüyorlar. Birçok araştırmacı, Neandertallerin
yavaş zekalı ve erken insan döneminin ilkel bir türü
olduğu ve sadece homurdanarak iletişim kurduğuna
inanıyordu. Fakat araştırmalar gösterdi ki
Neandertallerin konuşma yeteneği de olabilir.

Araştırmacılar modern insana ait orta kulak ile(solda), neandertallerinkinin(sağda) benzer işlevlere sahip olduğunu buldu.
Son zamanlarda yapılan bir araştırma da
Neandertallerin takı yapmış olabileceğini ve belki
de sofistike bir kültüre sahip olabileceğini
gösteriyor. Profesör Hublin, modern insanlar ile
neandertaller arasındaki farklılıkların, bir türün
diğerine göre daha gelişmiş olduğundan daha çok,
ayrılmış evrim yollarının bir işareti olarak
göründüğünü belirtiyor.
“Konuşulan karmaşık insan
dilinin evrimi üzerinde yapılacak gelecekteki
araştırmalarda, bulgularımız temel alınmalıdır.”
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul, 27.09.2016
|
ÇANAKKALE'DE SU PATLAĞI 3 LAHİT ORTAYA ÇIKARDI
Çanakkale'nin
Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü
yakınlarında, su borusundaki patlağı onarmak
için kepçeyle yapılan kazı sırasında ortaya
çıkan üç
lahit için Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü
tarafından kurtarma kazısı başlatıldı.
Kemer Köyü'ne su
akışını sağlayan içme suyu borusu patlayınca
onarım çalışması başlatıldı. Parion Antik Kenti
yakınındaki boru paktlaığında kepçeyle onarım
çalışması yapılırken, 3 lahite rastlandı. Durum
hemen
Jandarma ile
arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yetkililerine
bildirildi. Jandarma ve Kemer Köyü Muhtarı
sabaha kadar lahitlerin başında nöbet tuttu.
Bugün ise Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nden
kazı ekibi
olay yerine gelerek, kurtarma çalışması
başlattı. Kurtarma kazısı ile lahitler toprak
altından tamamen gün yüzüne çıkarıldı. Kepçenin,
su borusunu tamir için yaptığı ilk müdahale
sırasında lahitlerden ikisinin kapağı kırıldığı
belirlendi. Kazı ekibi, kurtarma kazısını
sürdürürken, köylülerden bazıları çalışmaları
merakla izledi. Köylülerden kimisi de cep
telefonlarıyla lahitleri görüntüledi.

Bugün
akşam saatlerinde lahitlerin kapaklarının
açılmasını bekleyen köylülere, kazı ekibi
kapağın yarın açılacağını söyledi. Köylüler
lahitlerin açılmasını isterken birinde
altın olduğunu ileri sürüldü.
Kemer Köyü
sakinlerinden 72 yaşındaki
Ali
Koç, "Niye açtırtmıyorlar şimdi bu
mezarları? Basın burada, herkes burada. Ne varsa
dühnya görsün, niye saklıyorlar.
Kepçe operatörü ve muhtar lahitler
bulunduğunda ilk anda içinde altın gerdanlık
görmüş" dedi.
Kemer Köyü Su
Ürünleri Kooperatif Başkanı Mustafa Çiftçi ise
yakındaki bir demir çelik fabrikasının daha önce
burnadan çıkan lahitleri denize attığını ileri
sürerek, "Şu anda denizde araştırma yapılsın"
dedi.

Lahitlerin
bulunduğu 6 dönümlük tarlanın sahibi 40
yaşındaki İsmail Güler de "Buradan
lahit çıkacağı aklımıza gelmemişti. İnşallah
içinden iyi bir şey çıkar. Bize de faydası olur"
dedi.
Lahitlerin
bulunduğu alanın yakınında ise Parion antik
kenti bulunuyor ve yaz aylarında burada
arkeolojik kazılar yapılıyor.
Hürriyet,
27.09.2016
******
ÇANAKKALE'DE
BULUNAN LAHİTLERDEN İKİSİ AÇILDI
Çanakkale'nin Biga
İlçesi'nde, patlayan su borusunun onarımı için
kazı yapılırken bulunan 3 lahitten ikisinin
kapağı açıldı.

Kemer Köyü'ne su
akışını sağlayan borunun patlaması üzerine köy
muhtarlığınca başlatılan onarım sırasında
bulunan lahitler için başlatılan kurtarma
kazısı tamamlandı.

Çanakkale Arkeoloji Müzesi yetkililerince
yapılan çalışmada, açılan ilk lahitin içinden
bir altın taç, bir avuç altın boncuk, yüzük, 3
adet mermi çekirdeği büyüklüğünde altın
materyal, 2 adet broş ile 1 adet sapsız ayna
çıktı.
Diğer lahitten ise değerli eşya çıkmazken
üçüncü lahitin yarın açılacağı belirtildi.
Milattan önce (MÖ) 4. yüzyıla ait olduğu
tahmin edilen lahitlerin, bulundukları bölgeye
2 kilometre uzaklıkta bulunan Parion antik
kentinin nekropolünün uzantısı olduğu
düşünülüyor.
Milliyet, 28.09.2016
******
PATLAYAN SU
BORUSU SKANDALI ORTAYA ÇIKARDI
Çanakkale’nin Biga
İlçesi'ndeki tarladan geçen su hattında bulunan
lahitler, korkunç gerçeği ortaya çıkardı. Kemer
Köyündeki bir tarlada patlayan su borusunu
onarmak için kepçeyle yapılan kazı sırasında 3
lahit bulundu. 2 bin 800 yıllık geçmişe sahip
olan Parion antik kenti yakınlarında, Bekirli
Termik Santralı yolu üzerinde bulunan lahitler,
jandarma gözetimindeki kurtarma kazı ile açığa
çıkarılıyor. Tarlada bulunan lahitler, yaklaşık
10 yıl önce antik kentin bitişiğinde kurulan
İÇDAŞ şirketine ait termik santralle ilgili
iddiaları da yeniden gündeme getirdi. Köylülerin
iddiasına göre termik santralın inşası sırasında
ortaya çıkan çok sayıda tarihi eser denize
atıldı.
Bekirli ve Kemer köyleri
sınırlarında, antik kentin yayıldığı alanda
kurulduğu öne sürülen termik santral için
verilen ÇED iznine karşı çıkan Prof.Dr. Cevat
Başaran başkanlığındaki Parion Kazı Ekibi,
santralın kurulması durumunda antik kent ve
çevresinin bundan zarar göreceğini belirterek
ÇED izninin iptalini istedi. Ancak Aralık
2007’de ilgili bakanlıklara gönderilen iptal
talebinin ardından kısa bir süre sonra 2008
yılında İÇDAŞ şirketi ile Parion Kazı Evi
arasında yapılan sponsorluk protokolü ile termik
santral şirketi kazıların ana sponsoru oldu.
Köylüler, termik santral çalışmaları sırasında
ortaya çıkan çok sayıda tarihi eserin denize
atıldığını öne sürüyor.
KAZI EKİBİ ÖNCE
TERMİK SANTRALIN ÇED İZNİNİN İPTALİNİ İSTEDİ

2005 yılında kazı
çalışmalarına başlanan Parion antik kentinin
bitişiğinde termik santral inşa edilmesinin
gündeme gelmesiyle, dönemin Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı’na birer
resmi yazı gönderen Parion Kazıları Başkanı
Prof.Dr. Cevat Başaran, 10 Aralık 2007 tarihli
yazısında, alandaki 3 yıllık kazı çalışmaları
sırasında önemli bulguların ortaya çıkarıldığını
belirterek, termik santral için verilen ÇED
izninin iptalini istedi.
‘BU DOĞANIN VE
KÜLTÜRÜN YOK EDİLMESİNE GÖZ YUMMAKTIR’
İÇDAŞ firması tarafından kurulmak
istenen termik santralın çevreye, tarım ve
hayvancılığın yanı sıra kültürel değerlere de
zarar vereceğini savunan Başaran, “Bugün
Kemer’de Parion adlı bir antik kent doğuyor.
Beyaz mermerleri, cadde, sokak, villa ve
tiyatrosuyla bir kent canlandırılmaya
çalışılıyor. Kurulacak tesisler kültür ve turizm
değerlerini olumsuz yönde etkileyecektir. Bu
açıdan çevre sağlığını da olumsuz etkileyecek bu
tesislerin kurulmasına izin vermek, bölgenin
doğal ve kültürel özellikleriyle korunması
gerekli değerlerimizin yok edilmesine göz yumma
anlamına gelmektedir” ifadelerini kullandı.
TARİHİN KADERİ
TERMİK SANTRALIN YAPACAĞI YARDIMA BAĞLANDI

Ancak 2008 yılında İÇDAŞ
firması Parion kazılarına sponsor oldu. Dönemin
Parion Kazı Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran ile
İÇDAŞ A.Ş Genel Müdürü Bülent Engin arasında
imzalanan 11 maddelik sözleşmeyle Parion
kazılarının geleceği İÇDAŞ firmasının yapacağı
ekonomik yardımlara bağlandı.
‘BAKANLIK VE
VALİLİK PARA VERMİYOR, YARDIM EDİN’

Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın da onayı ile yapılan protokol
çerçevesinde İÇDAŞ firmasının Parion kazılarına
yaptığı 24 Temmuz 2008 tarihli bağış
makbuzlarından birinin tutarı 173 bin 796 lira.
Parion kazılarını yürüten ekibin, İÇDAŞ
şirketine bu ödeneği talep etmek için yazdığı
yazıda, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çanakkale
Valiliği ve İl Özel İdaresi’nin arkeolojik
kazılara herhangi bir ödenek ayırmadığının
görüldüğünü belirterek bağış talebinde bulunması
ise dikkat çekiyor.
TERMİK SANTRAL
2011’DE HİZMETE AÇILDI
Parion
kazılarına 10 yıllığına sponsor olan İÇDAŞ
firması, Kemer ve Bekirli köyleri arasında deniz
kıyısında inşa edilen 600 mw kurulu güce sahip
Bekirli Termik Santralını 2011 yılında hizmete
açtı. Termik santralın ikinci ünitesi ise 2013
yılında dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız
tarafından hizmete alındı.
KÖYLÜLER DAVA
AÇARAK TARİHİ ESERLERE DİKKAT ÇEKMİŞTİ
Antik kentin etki alanında kurulan
termik santralın inşaatı aşamasında verilen ÇED
iznine dava açan yöre köylülerinden Kenan Taş,
dava dilekçesinde antik kentin santral
inşaatından olumsuz etkileneceğine dair
çekincelerini de mahkemenin dikkatine
sunduklarını belirterek, “Bizim açmış olduğumuz
davayı İdare Mahkemesi önce ehliyet ve usul
yönünden reddetti. Biz de bu kararı temyiz
ettik. Dosya şu anda Yargıtay’da. Ancak Kemer
Köyünde, termik santralın yolu üzerindeki
tarlada bugün ortaya çıkan lahitler, bizim
çekincelerimizin haklılığının ispatıdır. Geciken
adalet adalet değildir elbette ama ilahi adalet
üzeri örtülen hukuksuzlukları bir bir ortaya
çıkarıyor” diye konuştu.
SORUŞTURMAYI
KAPATAN SAVCI FETÖ’DEN TUTUKLANDI
Lahit bulunan bölgede daha önce de çeşitli
tarihi eserlerin ortaya çıktığını dile getiren
Taş, yöre halkının tarihi eserlerin yok
edildiğine ilişkin şikayetleri üzerine 2009
yılında Biga Cumhuriyet Savcılığı’nca başlatılan
soruşturmanın takipsizlikle sonuçlandığına
dikkat çekerek, “Dönemin Biga Cumhuriyet Savcısı
Uğur Ağrı, kültür mirasının tahrip edilmesiyle
ilgili 2009/ 2990 numaralı soruşturmayı
takipsizlik kararı vererek kapattı. Ancak adı
geçen savcı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından
yürütülen FETÖ operasyonlarıyla görevden
alınarak cezaevine gönderildi. Biz bu savcının
verdiği takipsizlik kararının şaibeli olduğuna
inanıyoruz” görüşünü dile getirdi.
MÜZE YETKİLİLERİ
ALANDAKİ ÇALIŞMANIN DURMASINI İSTEMİŞTİ
2009 yılında köylülerin termik santral
inşaatının hafriyat çalışmaları sırasında tarihi
eserler ortaya çıktığı ve bunların tahrip
edildiği yönünde Biga Cumhuriyet Savcılığı’na
yaptıkları şikayet üzerine bölgeye gönderilen
Çanakkale Müzesi uzmanları, jandarma gözetiminde
ve İÇDAŞ firması yetkilileriyle birlikte
yaptıkları incelemenin ardından 4 sayfalık bir
rapor hazırlayarak Savcılığa teslim etti.
Fotoğraflarla da belgelenen tahribata ilişkin
raporda, alanda yapılacak kurtarma kazılarıyla
arkeolojik potansiyelin tümüyle açığa
çıkarılacağı belirtilerek, daha fazla tahribata
neden olunmaması için belirlenen kesimlerde
çalışmaların durdurulması istenmişti.
Odatv, Haber: Yusuf
Yavuz, 28.09.2016
|
ANTALYA'DA 15 MİLYON YILLIK DENİZ CANLISI FOSİLLERİ
BULUNDU
Antalya'nın Manavgat
İlçesi’nde Toros Dağları’ndaki 1600 rakımlı
Sülek Yaylası’nda 15 milyon yıllık olduğu
tahmin edilen taşlaşmış deniz canlısı fosilleri
bulundu.
Manavgat’ta
Bahçeşehir Okulları
Anadolu Lisesi’nde coğrafya öğretmeni ve
Akdeniz Üniversitesi Coğrafya Anabilim Dalı
yüksek lisans eğitimine devam eden 25 yaşındaki
Bilgiday Harman, temmuz ve ağustos aylarında
Toros Dağları’ndaki 1600 rakımlı Sülek ve 1950
rakımlı Göktepe yaylalarında arazi
çalışmalarında bulundu. Çalışmalar sırasında
Harman istiridye, su kaplumbağası, deniz
kabuklusu, salyangoz, su yosunu ve mercanların
taşlaşmış fosillerini buldu.
TOROS DAĞLARI HALEN YÜKSELİYOR
Toros Dağları’nın oluşum sürecinin 35 milyon yıl
öncesine uzandığını söyleyen
öğretmen Bilgiday Harman, "Toros Dağları
2’nci Mezozoik zamanda üst oligosen döneminde
oluşmuştur. Ülkemizde güneyden Arabistan levhası
(tektonik tabaka, ana
kara), kuzeyde ise Sibirya levhası
sıkıştırıyor. Ülkemiz bu sıkışmaya daha fazla
direnemeyip kıvrılarak yükselmeye başlıyor. Bu
yükselme sırasında Toros Dağları oluşuyor. Alp-
Himalaya dağ oluşumu olarak geçen, Avrupa’nın
ortasında olan Alp Dağları’yla
Hindistan’ın kuzeyinde bulunan Himalaya
Dağları’yla Anadolu Toros Dağları aynı zamanda
oluşmuştur. Hala da yükselmemiz devam ediyor.
Çünkü hala Arabistan ve Sibirya levhalarının
Anadolu Yarımadası’nı sıkıştırması devam ediyor"
dedi.
’15 MİLYON YIL ÖNCESİNE
AİT OLDUKLARINI TAHMİN EDİYORUM’
Fosilleri
Sülek Yaylası’nın doğu kesimlerinde yaptığı
arazi gezisi çalışmaları esnasında bulduğunu
belirten Harman, "Bu fosillere 1500- 2000
rakımlarda ya da 1000- 2000 rakımlarda özellikle
aşınan bölgelerde rastlanıyor. Üzerleri toprakla
kapanıp havayla temasları kesildiği için
fosilleşiyorlar. Aşınımın fazla olduğu yerlerde
yüzeye çıkmış oluyor fosiller ya da yol
çalışması sırasında kazılan bölgelerde ortaya
çıkabiliyor. Fosillerin yaşı konusunda kesin bir
tarih vermem mümkün değil. Bu taşların kesin
oluşum tarihlerini bilmek için bilimsel
yöntemler kullanmamız gerekiyor. O bilimsel
yöntemleri de üniversitelerimiz kullanıyor.
Ancak Toros Dağları’nın oluşum sürecini dikkate
aldığımızda en az 15 milyon yıl öncesine ait
olduklarını tahmin ediyorum" diye konuştu.
’BİTKİ LİFLERİ ÇOK NET BELLİ’
Taşlaşmış fosillerin bütün
özelliklerini koruduğunu belirten Bilgiday
Harman, bilgi sahibi olmayan ve dikkatli bir
şekilde bakmayanların bu taşların
fosil olduğunu anlamasının zor olduğunu
vurguladı. Bulduğu büyük taşı ve üzerindeki
fosilleri gösteren Bilgiday Harman, şöyle dedi:
"Dikkatli bakmadığımız
zaman normal bir taş zannedip, gelip
geçiyoruz. Hatta birçok yaylada insanlar, orada
ikamet eden kişiler bunlardan duvar bile örüyor.
Fakat dikkatli şekilde baktığımızda üzerindeki
mercanların, yosunların çok net şekilde belli
olduğunu görüyoruz. Hala bitki lifleri çok net
şekilde belli. Yani tam anlamıyla bir su yosunu,
bir mercan burada tamamen kayalaşmış şekilde
duruyor. Bu benim getirebildiğim bir parça.
Bunun dışında çok büyük parçalar dağlarda
mevcut."
DENİZ YILDIZI, KAPLUMBAĞA ÜZERİNDE
FOSİLLEŞMİŞ
Bulduğu en
etkileyici fosillerden birinin kırmızı renkli
deniz kabuğu olduğunu kaydeden Harman, fosiller
arasında birbiriyle yapışık halde deniz yıldızı
ve su kaplumbağası bulduğunu belirtti. Harman,
"Deniz yıldızı çok net bir şekilde görüyoruz
fakat deniz yıldızı bir taş üzerine değil bir su
kaplumbağası üzerine yapışmış. Ters çevirdiğimiz
zaman su kaplumbağasının iskeletini, fosilini,
kalıntısını görüyorum. Bu da gösteriyor ki bu
deniz yıldızı öldükten sonra bir su
kaplumbağasının sırtına yapışmış ve bu şekilde
fosilleşmiş" dedi.
OKULDA
SERGİLENİYOR
Şimdilik Bahçeşehir
Okulları Manavgat Anadolu Lisesi’nde
öğrencilerin incelemesi için sergilenen
fosillerin, önümüzdeki günlerde muhafazalı bir
şekilde sergilenmeye devam edeceğini belirten
okul müdürü Harun Yılmaz, öğrencilere en iyi
eğitimi verebilmeleri için öğretmenlerin kendini
geliştirmeleri amacıyla bu tür akademik
çalışmaları desteklediklerini vurguladı.
Hürriyet, Haber: Mithat Abakan, 27.09.2016
|
AMASRA'DA SONDAJ KAZISINDA BULUNAN 50 İNSAN İSKELETİ
İNCELENİYOR
Amasra Müze
Müdürü Baran Aydın, Bartın'nın Amasra İlçesi'nde
geçen Nisan ayında inşaat için yapılan sondaj
kazısında bulunan 50 insan iskeletinin, Bizans
dönemine ait 800 yıllık olduklarının tahmin
edildiğini söyledi.

İlçede bir vatandaş, 2 yıl önce Boztepe
Mahallesi'ndeki arazisine inşaat yapmak için
amasra Müze Müdürlüğü'ne başvurdu. İlçenin çoğu
alanının 3'üncü doğal SİT alanında bulunması
nedeniyle Amasra Müze Müdürlüğü sondaj kazısı yaptı.
Kazıda, geçmiş dönemlere ait tarihi bir yapıyla
karşılaşılınca,
Karabük Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na
durum bildirildi. Kurul, kazı çalışmalarının
genişletilmesi yönünde karar aldı.
Amasra Müze Müdürlüğü'nün denetiminde geçen Nisan
ayında yapılan ve yaklaşık 1 ay süren kurtarma
kazısında 'Şapel' olduğu düşünülen taş yapı ile
yapının çevresinde 50 insan iskeleti bulundu.

Amasra Müze Müdürü Baran
Aydın, yapılan görüşmelerden sonra iskeletlerin
özel bir yöntemle kutulara konulup incelenmek üzere
1 ay önce
Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Antropoloji
Bölüm Başkanlığı'na gönderildiğini söyledi.
İskeletlerin 800 yıllık ve
Bizans dönemine ait olduğunu düşündüklerini
söyleyen Aydın, şöyle konuştu:
"Şu anda iskeletlerin incelenmesi sürüyor.
İncelemelerin tamamlanmasının ardından yaş grupları,
hastalıkları, ölüm sebepleri ile genetik ilişkileri
gibi konular açığa çıkacaktır. Sonuçların
gelmesinden sonra neler yapılacağı konusunda
bakanlık ve ilgili kurumlarla gerekli görüşmeleri
yapacağız. Görüşmeler doğrultusunda tarihi yapı ve
iskeletlerle ilgili gerekli çalışmalar devam
edecektir. Şu anda kazı alanını da koruma altına
aldık."
Milliyet,
27.09.2016
|
ANTANDROS ANTİK KENTİ KAZILARINDA KOZMETİK DÜKKANLAR
BULUNDU
Balıkesir’in Edremit İlçesi'nde, 16 yıldır süren Antandros
antik
kenti kazı çalışmalarında 8 dükkan bulundu.
Altınoluk Kırsal
Mahallesi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Ege Üniversitesi tarafından Edremit
Belediyesinin desteğiyle 16 yıldır aralıksız devam
eden Antandros Antik Kenti kazı çalışmalarında sezon
sonuna yaklaşılırken kente bitişik 8 dükkana
ulaşıldı.
Antandros Kazı Başkan
Vekili uzman arkeolog Rabia Aktaş, gazetecilere
yaptığı açıklamada, Ege Üniversitesi öğretim üyesi
Prof.Dr. Gürcan Polat’ın başkanlığını yürüttüğü
kazı çalışmalarında yaklaşık 50 kişilik ekibin görev
aldığını, akademik yılın başlamasıyla öğrencilerin
bölgeden ayrılmasının ardından 10 kişilik arkeolog
ekibin bölgedeki çalışmalara devam ettiğini söyledi.
Temmuz ayında
İzmir'den 25 kişilik ekiple kazı alanına
geldiklerini bildiren Aktaş, şöyle konuştu:
"Bu seneki yamaç ev
Roma villasına ilişkin çalışmalar, daha çok yamaç
evin giriş kapısını bulabilmek, mekanın sınırlarını
belirleyebilmek adınaydı. Güneyinde yaptığımız
çalışmalarda yapıya ait 8 dükkana denk geldik. Bu
dükkanların da ikisinin üzeri şu an açılmış durumda.
Bunlarda tama yakın sağlamlıkta kaplar ele geçti. Bu
dükkanların daha çok kozmetik, seramik ürünlerinin
satışı için kullanıldığı anlaşılıyor. Özel bir yapı.
Bu da kamu yapısı değil, kişiye özel dükkanlar.
Bu seneki çalışmalar
bayramdan sonra Edremit Belediyesinin desteğiyle
devam ediyor. Ekibimiz biraz küçüldü, öğrencilerimiz
okuluna geri döndü. Şimdilik 10 kişilik bir ekiple
devam ediyoruz. Hem dükkanların açığa
çıkarılabilmesi hem de dükkanların açıldığı bir ara
sokak bulabilmek için çalışmalarımız devam ediyor.
Büyük ihtimalle kasıma kadar buradayız.”
"O dönemde de kadınlar bu tür şeylere
meraklıymış"
Tarihi Antandros
Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı
Gülçin Cömert de antik kentle ilgili kamulaştırma
çalışmalarının hızlandırılması gerektiğine dikkat
çekerek, “Kazı çalışmalarımızda her yıl farklı
buluntularla karşılaşıyoruz. Bu yıl bizi sevindiren
farklı bir gelişme oldu. Yaklaşık bin 200 metrekare
büyüklüğündeki Roma villasının hemen alt kısmında
dükkanların izlerine rastladık. Bunlar o dönemin
kozmetik, gıda ve seramik ürünlerinin satıldığı
dükkanlar. Demek ki o dönemde de kadınlar bu tür
şeylere meraklıymış. Heyecanla diğer buluntuları
bekliyoruz." diye konuştu.
Kamulaştırma sorunu
nedeniyle kazı alanının genişletilemediğini aktaran
Cömert, "Bölgenin kalkınması turizm ve zeytinde ise
bunun uluslararası boyutu, Antandros'tan geçiyor."
şeklinde konuştu.
Mozaikleriyle ünlü,
Kaletaşı tepesinin batı yamaçlarında yer alan antik
şehirdeki arkeolojik buluntular milattan önce 7-8.
yüzyıla kadar uzanıyor. Kazılar sırasında Roma
dönemine ait mozaiklerle bezenmiş bir villaya,
kanalizasyon ağına ve pek çok lahite rastlanan antik
kentin adının, Troia savaşı sırasında da geçtiği
biliniyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Hakan Firik,
27.09.2016
|
MİMAR BALYAN AİLESİNİN ANIT MEZARI TAMAMLANDI
18. ve 19. yüzyılda hassa mimarı olarak Osmanlı
Devleti tarafından yaptırılan birçok mimari esere
imzasını atan Balyan Ailesi için yaptırılan anıt
mezar 1 Ekim'de açılıyor.

Ermeni Mimarlar Derneği (HAYCAR) ve Hraç ve Hagop
Kırmızıyan kardeşlerin girişimi ve
destekleriyle Bağlarbaşı Surp Garabet Ermeni
Mezarlığı'ndaki Balyan Ailesi'ne ait mezarlar
yenilendi.

HAYCAR mimarlarından Tavit Aynalı tarafından
tasarlanan anıt mezarda Balyanların eseri olan
Beşiktaş Meryemana Kilisesi'nin Horan (Sunak)
bölümünden ilham alınmış. 6 metre genişlik ve 6
metre uzunluğundaki anıt mezar, girişte üç metrelik
tek parça mermerden sütunlar, arkada ayrı bir grup
sütun ve üzerine yerleşecek kubbe ile kemerden
oluşuyor. Arka bölümde yer alacak blok mermerlerde,
Ermenice olarak Balyan Ailesi'nin eserleri yazıyor.
Diğer tarafta ise, Osmanlı Tuğrası yer alıyor.
Arkitera, Haber: Bahar Bayhan, 27.09.2016 |
MECLİS'İN ÖDÜLLÜ BİNASI YIKILDI, SIRA CAMİDE
Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu ve
akademisyenler, Behruz ve Can Çinici imzalı, 1989
tarihli TBMM eski Halkla İlişkiler binası ve Meclis
Camii’nin yıkımına ilişkin olarak, CHP Ankara
Milletvekili Levent Gök ile TBMM’de incelemelerde
bulundu.

İnceleme gezisine, Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Başkanı Tezcan Karakuş Candan, oda üyesi Namık Kemal
Kaya, Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj
Mimarisi Bölüm Başkanı Doç.Dr. Bülent Batuman, ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
Aydan Balamir, Bilkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Öğretim Görevlisi Zeynep Önen Özveren de katıldı.
Tezcan Karakuş Candan, söz konusu yıkıma özetle
şöyle tepki gösterdi:
“İhtiyaca cevap vermiyor
diye yıkmak akıl dışıdır, bilim dışıdır. Eski Halkla
ilişkiler binası TBMM cami ile birlikte,
Güvenpark’tan başlayan aksı taçlandıran yapı
bütünlüğünün parçasıdır. Ağa Han Mimarlık ödülü
almıştır. Yeni Halkla İlişkiler Binası, TBMM
yerleşkesine uygun olmayan şekilde yapıldı. Asıl
yıkılması gereken, yeni yaptıkları halkla ilişkiler
binasıdır. Eski Halkla ilişkiler Binası ile ilgili
tescil davamız devam ederken, yıkımının başlaması
hukuksuzluğun mecliste yapılması anlamına
gelmektedir.
Tasarım harikası
Yıkılmadan önce camide incelemelerde bulunduk,
bir tasarım harikası olan caminin yıkılması da tam
bir fütursuzluktur. Kültürün bıraktığı izler bizim
için çok değerli, TBMM Camii ve Eski Halkla
ilişkiler Binası bir bütündür. Bugün yıkılan TBMM
yerleşkesinin yapısal bütünlüğüdür. TBMM
yerleşkesinde yapılacak her bir yapısal süreç meslek
alanımızı yakından ilgilendirmektedir. TBMM’de
ödüllü mimarlık eserlerini yıkarak, ancak
kültürsüzlüğünüzü ifade edebilirsiniz. Cumhuriyetin
kurucu mekanının yerleşkesinde bütünlüğü bozan
radikal yıkım hareketlerini kabul etmiyoruz. Bu işin
peşini bırakmayacağız. Tarih bu yapılanları
affetmeyecek.”
Yapı, 27.09.2016
|
SAFRANBOLU'DA TARİHİ KONAK YANDI
UNESCO Dünya
Miras Listesi'nde yer alan Karabük'ün Safranbolu
İlçesi'ndeki üç katlı tarihi konak yandı.

Alınan bilgiye göre, Akçasu Mahallesi Ulukavak
Sokağı'nda, Mahir Oğuz'a ait "Emeksizler Evi" diye
adlandırılan üç katlı tarihi konakta, henüz
belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Yaklaşık 150
yıllık olduğu belirtilen ve kimsenin yaşamadığı
konaktaki yangına, Karabük ve Safranbolu
belediyeleri itfaiye ekipleri müdahale etti.
Ekiplerin yoğun çalışması sonunda söndürülen
yangında, konak kullanılamaz hale geldi.
Safranbolu Kaymakamı Murat Bulacak, Belediye Başkanı
Necdet Aksoy ve Karabük İl Emniyet Müdürü Serhat
Tezsever, olay yerine gelerek incelemelerde bulundu.
Aksoy, gazetecilere yaptığı açıklamada, konağın,
ilçenin en büyük evlerinden biri olduğunu söyledi.
Konağı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına satın almak
için geçen yıl girişimlere başladıklarını belirten
Aksoy, "İçinde kimse yaşamıyordu. Yangının neden
çıktığı henüz belli değil. Arkadaşlarımız gerekli
çalışmayı yapacaktır. Saat 22.00 itibarıyla
arkadaşlarımız ihbarı aldı. Müdahalemiz başladığında
yangın çatıdan yukarıya çıkmıştı. Alevlenmiş aşamada
biz haberdar olduk." diye konuştu.
Binanın
rölövelerinin daha önce alındığını vurgulayan Aksoy,
şunları kaydetti: "Tekrar aynısını yapma şansımız
var. Tabii ki aslı gibi olmaz, Safranbolu'nun çok
önemli bir değeri. İçinde insan yaşamadığı için can
kaybımız çok şükür yok. Safranbolu'nun bir değerinin
daha kaybedilmiş olmasının üzüntüsü içindeyiz. Kış
mevsiminin başlangıcında böyle bir yangının çıkması
bizim çok daha tetikte olmamız gerektiğinin işareti.
Yangınlar genellikle kış ayında çıkar."
Habertürk, 26.09.2016 |
BU AYIP HEPİMİZİN
İstanbul Bahçelievler'de
bulunan Siyavuspaşa Kasrı'na yapılan vefasızlık
görenlerin için acıtıyor. 1571 yılında Mimar Sinan
tarafından yaptırılan Siyavuspaşa Kasrı'nın tarihi
duvarları sprey boyalar ile boyanırken çevresinde
alkol ve uyuşturucu tüketiminin hat safhada olduğu
iddia ediliyor. Uzun yıllar çocuk kütüphanesi olarak
hizmet veren bina, 10 yıl önce restore edilecek
olması sebebiyle tahliye edildi. 10 yıldır üzerine
bir çivi bile çakılmayan Siyavuspaşa Kasrı, kaderine
terk edilmiş tarihi değerlerimiz arasındaki yerini
almış durumda.

10 YILDIR ÇİVİ BİLE
ÇAKILMADI
Konuyla ilgili konuşan Siyavuspaşa Mahallesi
Muhtarı Selami Aykut 'Kültür Bakanlığı'na defalarca
restore işleminin başlatılması için yazı ve dilekçe
yazdık. Kimse bize geri dönmedi. Siyavuspaşa Kasrı
ilk defa tarihe bu kadar değer vermeyen anlayışla
karşı karşıya kalmıştır.' dedi. Kasrın işlevine
değinen Aykut 'Siyavuspaşa Kasrı günümüzde kaderine
terkedilmiş durumdadur. Bu kasır Siyavuspaşa'nın
vafatının ardından uzun süre boş kalıyor. Daha sonra
çocuk kütüphanesine dönüştürülen Siyavuspaşa Kasrı
10 yıl önce restore gerekçesiyle boşaltılıyor.Biz
Siyavuspaşa kasrının restore edilerek yeniden
kütüphane ya da müze olarak hizmete geçirilmesi
taraftarıyız. Muhtarlık olarak restore işleminin
başlatılması için 40 bin imza topladık.
Girişimlerimize rağmen herhangi bir sonuç alamazsak
biz burayı Siyavuspaşa Mahallesi Muhtarlığı olarak
kullanma kararı aldık.' diye konuştu.

HERTÜRLÜ PİSLİK BURADA
Kasrın ve içerisinde bulunduğu parkın içerisinde
bulunduğu güvenlik zafiyetine de dikkat çeken Selami
Aykut 'Günümüzde ne Siyavuspaşa Kasrı'nın ne de
içerisinde bulunduğu Milli Egemenlik Parkı'nın
güvenilirliği bulunmuyor. Parka gezmeye, spor
yapmaya gelen aileler sürekli tedirgin halde
bulunuyor. Kasır çevresi ise özellikle lise
öğrencileri tarafından sigara ve alkol tüketim
nontası olarak benimsenmiş vaziyette. Bunun yanında
uyuşturucu kullanımı ve alım satımı için de
Siyavuspaşa Kasrı mesken tutulmuş durumda' diyerek
mahallelinin bu durumdan şikayetçi olduğunu dile
getirdi.

Bulgaristan'ın Sofya şehrinde yaşayan bir Türk'ten
e-mail aldsığını söyleyen Selami Aykut, bir
Siyavuspaşa Kasrı'nın da Sofya'da bulunduğunu, bu
kasrın 1515-1875 yılları arasında camii olarak
kullanıldığını ancak günümüzde camii'nin restore
edilerek kiliseye çevrildiğini öğrendiğini söyledi.
ÖLÜME GELDİ, EVİ OLDU
Siyavuspaşa 1600'lü yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu'nda Sofya Valiliği ve sadrazamlık
görevi yapmıştır. Parkın içinde gördüğünüz kasır
Siyavuşpaşa'nın idam edilmek üzere gönderildiği
kasırdır. Kasrın çevresinde görülen havuz benzeri
yer Siyavuspaşa'nın idamı için özel olarak
yaptırılıyor ve içi su ile doldurulduktan sonra
Siyavuspaşa havuzun içerisinde ölüme terk ediliyor.
Ardından devlet içerisinde önemli bir sorun doğarken
bu sorunu sadece Siyavuspaşa'nın çözeceğine kanaat
getiriliyor. Bunun üzerine Siyavuspaşa'nın idam
kararı geri alınıyor ve Siyavuspaşa bundan sonraki
hayatını bu kasırda sürdürmeye başlıyor. Kendisi
öldükten sonra Eyüp Sultan'a defnediliyor ve
günümüzde Eyüp Sultan'da mezarı en çok ziyaret
edilen iki kişiden birisi haline geliyor.
 
 
 
 
Habertürk, Haber: Serhan Sevin, 26.09.2016 |
130 YILIN GİZEMİ ÇÖZÜLDÜ: KARŞINIZDA VINCENT VAN
GOGH
Sanat tarihinin en
etkili isimlerinden Van Gogh’un hayatı, ölümünden
yıllar sonra hala tartışma konusu. Amsterdam’daki
Van Gogh Müzesi’nin geçen hafta gerçekleştirdiği
konferansta sanatçının hastalığına yeniden tanı
kondu. İşte kulağını kesip bir kadına hediye etmesi,
‘kelime sanatı’na en az resim sanatı kadar değer
vermesi ve nihayet çözülen diğer büyük sırlarıyla
Vincent van Gogh...

Ölümünden 130 yıl
sonra, Van Gogh’a konan ‘deli’ teşhisinin tıbbi
karşılığı hala uzmanların tartışma konusu. Amsterdam
Van Gogh Müzesi’nde yakın zamanda sona eren
“Deliliğin Eşiğinde” adlı sergi kapsamında, Van
Gogh’un tanısını koymak üzere dünya çapında 35
doktor, psikiyatr ve sanat tarihçisi bir araya
geldi. Ve iki gün devam eden konferansta dünyanın
dört bir yanından araştırmacılar Van Gogh’tan kalan
mektupları, tıbbi kayıtları, eserleri inceledi.
Sanatçının 1888’de
kulağını kesip 2 yıl sonra da intihar etmesine yol
açan muhtemel nedenler arasında bipolar bozukluk,
temporal lob epilepsisi, frengi, borderline kişilik
bozukluğu, cycloid psikoz ve şizofreni var. Psikotik
atakların mektuplardaki yansımalarını dikkate alan
uzmanların çoğu şizofreni ve psikoz üzerinde
yoğunlaşırken, kimileri de Van Gogh’un yazılarında
çok güçlü bir akla ve bilince sahip olduğunu, klinik
olarak ‘normal’ sayılması gerektiğini savunuyor.
Amsterdam Üniversitesi’nde sanat tarihi profesörü
olan Louis van Tilborgh, sanatçıyı düpedüz “vahşi”
olarak karakterize ediyor; tıp etiği profesörü Arko
Oderwald, kulağını kesmesini alkol bağımlılığına,
uykusuzluğa, en çok da meslektaşı ve arkadaşı Paul
Gauguin’le yaşadığı sorunlara bağlıyor. Van Gogh’un
bir tartışma sonunda beraber yaşadığı Gauguin’i
usturayla tehdit ettiği, Gauguin’in evi terk etmesi
üzerine de öfkeyle sol kulağının bir kısmını kestiği
biliniyor.
Ressamın ölümüne dair
teoriler sayılırken, ataklarını yatıştırmak için
içtiği yüksükotunun, resim yaparken kullandığı yağlı
boyanın içerdiği kurşunla karışmasının ve aşırı
absent tüketiminin bir nevi zehirlenmeye yol açma
ihtimalinden de söz ediliyor.
Bazı bilim adamları,
Van Gogh’un başyapıtlarından sayılan ve Arles’da
kaldığı odayı betimlediği ‘Yatak Odası’ tablosunun
farklı tarihlere ait üç versiyonunu inceledikten
sonra, sanatçının kullandığı renk paletindeki
tonların koyulaşması ile kötüleşen ruh sağlığı
arasında bir bağlantı kurmuş. Sanatçının son on yıl
içinde yarattığı toplam 2 bin 100 eserin 860’ını,
hayatının son iki yılında Saint-Remy’deki akıl
hastanesinde yaptığı da biliniyor.
Yaşamı boyunca
yalnızca tek bir tablosunu satan Van Gogh, yoksulluk
ve hastalıklarla geçen 37 yıllık yaşamını
sonlandırdıktan sonra, keskin fırça darbeleriyle
Batı sanat tarihinin en etkili isimleri arasına
girdi.
KESİK KULAĞIN
SAHİBİ
The Art Newspaper’ın
araştırmasının sonunda, Van Gogh’un, kulağını
kestikten sonra onu Arles’ın kuzeyinde bir çiftçinin
kızı olan Gabrielle Berlatier’ye hediye ettiği
ortaya çıktı.

Bernadette Murphy’nin
son kitabı olan “Van Gogh: True Story”de kimlik
bilgileri gizli tutulan kadının kim olduğu ise Van
Gogh’un erkek kardeşi Theo’ya 1889’da yazdığı
mektuplar aracılığıyla deşifre edildi. Van Gogh,
Berlatier’nin genelevde çalışan bir seks işçisi
olduğunu yazmıştı. Genç kadının daha önce sanatçının
favori mekanı Café de la Gare’da çalıştığı ve Van
Gogh’un bir dönem bu kafenin yakınlarında bir ev
kiraladığı da kayıtlar arasında.
BALZAC HAYRANI
VAN GOGH
Van Gogh’un 1872- 1890
yılları arasında Theo’ya yazdığı ve bugün altı
ciltlik bir koleksiyon oluşturan mektupları,
sanatçının yaşamına dair önemli ayrıntılar sunuyor.
Maddi sıkıntılarından sanat teorilerine, alkol
sorunlarından evinin döşemesine kadar yaşamındaki
bütün ayrıntılardan söz ettiği mektuplarında Van
Gogh, 800’ü aşkın kitaba ve yüzlerce edebiyatçıya da
atıf yapıyor. İyi derecede Fransızca ve İngilizce
bilen, Charles Dickens ve Balzac hayranı olduğu
bilinen sanatçı, resimlerine olduğu kadar edebiyata
verdiği değeri 4 bin kelimeyi aşan mektuplarından
birinde şöyle dile getiriyor: “Bir şeyi güzel
söylemek en az resmetmek kadar ilginç ve zor değil
mi? Çizgiler ve renklerin sanatı var, ama en az
onlar kadar kalıcı olan ‘kelime sanatı’ diye bir şey
de var.
YAĞLI BOYA
SİNEMA FİLMİ GELİYOR
Vincent van Gogh’un
gizemli yaşamını ve ölümünü konu alan “Loving
Vincent” adlı hazırlıkları devam eden film, sanat ve
sinema dünyasında bir ilke imza atıyor: 2017’nin
sonunda vizyona girmesi beklenen film
tamamlandığında, dünyanın ilk tam boyalı uzun metraj
animasyon yapımı olacak. Oscar ödüllü iki şirket,
Breakthru Films ve Trademark Films’in bir araya
geldiği projede, 30 ressamdan oluşan bir ekip
çalışıyor. Ressamlar 80 dakikalık filmi, 55 binden
fazla kareyi yağlı boya çalışarak tamamlayacak.
Post-empresyonist tarzda ürün vermiş olan sanatçının
efsanevi stiliyle oluşturulacak filmde saniyede 12
adet el yapımı yağlıboya tablo kullanılacak. Oscar
ödüllü Hugh Welchman ve eşi Dorota Kobiela’nın
yöneteceği film geçmiş ve bugün arasında gidip
gelecek ve geçmişi gösteren kareler siyah–beyaz
olarak resmedilecek.
Habertürk, Haber: Deniz
Çağlar, 25.09.2016
|
TOPKAPI'DA DERİN ÇATLAK

Topkapı Sarayı Müzesi yıkılma tehdidiyle
karşı karşıya. Sarayın hazinelerinin
sergilendiği Fatih Köşkü güvenlik gerekçesiyle
kapatıldı. Köşkün bodrum duvarlarında ve
tavanlarında yarıklar tespit edildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı acil müdahale
başlattı.
Yıllardır
makyaj restorasyonlar ile ayakta tutulmaya
çalışılan
Topkapı Sarayı Müzesi’nin taşıyıcı
duvarlarında büyük yarıklar oluştu. Hazine
bölümünün sergilendiği Fatih Köşkü’nün
bodrum katındaki duvarlarda çimento
sıvaların sökümü sırasında tesadüfen ortaya
çıkan yarıklar
Topkapı Sarayı’nda endişeye neden oldu.
Sarayın 3. avlusunda yer alan ve en önemli
eserlerin sergilendiği hazine bölümü güvenlik
nedeniyle ziyarete kapatıldı. Paha biçilmez
hazineler sarayın güvenli depolarına taşındı. 13
Mayıs 2016 tarihli uzman raporunda, “Çalışma
yapılan söz konusu mahallerde raspa sonrası
ortaya çıkan deformasyonların büyüklüğü çatlak
boyutunu aşarak ayrık ve yarık seviyelerine
geldiği gözlemlenmiştir” denildi.

AYNI AKSTA
DUVARLAR BİR YIL ARAYLA ÇÖKTÜ
Geçtiğimiz nisan ayının başında
Gülhane Parkı’nın denize bakan kısmında çay
bahçesinin duvarı göçmüştü. O tarihte müze
yetkilileri yaptıkları açıklamada “Aynı aks
üzerinde bulunan Konyalı Restoran’ın duvarının
da çöktüğünü, sarayın denize bakan yamacında
risk incelemesi yapacaklarını” duyurmuşlardı.
İncelemede çöken duvarlarla aynı paralelde
bulunan Fatih Köşkü’nün bodrumlarında başladığı
tespit edildi. Duvarlarda küçük kılcal çatlaklar
gibi duran sıvalar kaldırdıklarında, altından
çıkan
manzara korkunçtu. Kılcal çatlakların
altında kol girecek kadar büyük yarıklarla
karşılaşıldı. Öyle ki bazı taşıyıcı duvarlarda
oluşan boşluklar nerdeyse dışarıyı gösterecek
boyutlardaydı. Uzmanları ürperten bu durum
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bir raporla
bildirilerek derhal hazine bölümünün ziyarete
kapatılması istendi. Bakanlık çökme riskine
karşılık müzenin hazine bölümünü 13 Temmuz’da
ziyarete kapattı. Topkapı Sarayı Hançeri,
Kaşıkçı Elması, Nadir Şah Tahtı, Zümrüt Sorguç,
Zümrütlü Maşrapa,
Altın Miğfer, Hz. Osman’ın Kılıcı, Abanoz
Taht gibi paha biçilmez Osmanlı hazinesi başka
bölüme taşınarak koruma altına alındı. Sarayın
restorasyonu için çalışma başlatıldı.

KURULA
RESİMLİ RAPOR
GİTTİ
İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu’na durum
fotoğraflı bir raporla bildirilerek detaylı
inceleme için izin talep edildi. Sorunun
tespitinde zeminsel etkilerin ağır bastığı,
yakın zamanda bölgede oluşan istinat duvarındaki
yıkılmaların da zemin kaynaklı olduğu görüşü
kabul edildi. Koruma Kurulu’nun izniyle yapılan
incelemelerde 1940-1960 yıllarında yapılan kubbe
ve tavanların betonla kaplanmasının binaya ağır
yük getirdiği,
son yıllarda Marmara Denizi’nde oluşan
sismik hareketliliğin etkisinin binayı çökme
noktasına getirdiği sonucuna varıldı. Acil
müdahale için önce zemin etüdü yapılacağı ve
ardından da bekletmeden zemin sağlamlaştırmasına
geçileceği bildirildi. Yetkililer sarayın
içinde bulunduğu durumda 5 büyüklüğünde bir
depreme bile dayanamayacağını,
vakit geçirmeden müdahale gerektiğine dikkat
çekiyorlar. Koruma Kurulu’ndan bir yetkili de
durumun aciliyetini fark ettiklerini ve bu
nedenle kararların geciktirilmeden alındığını
söyledi. Fatih Köşkü’nün onarımı için yaklaşık
10 milyon liraya ihtiyaç olduğu bildirildi.
Hürriyet, Haber. Ömer Erbil, 25.09.2016
******
İLBER ORTAYLI:
GÜNEY DUVARI CİDDİ TEHLİKE ALTINDA
Topkapı Sarayı'nda
hazinenin sergilendiği Fatih Köşkü'nün çökme
tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun ortaya
çıkmasının ardından konuyla ilgili konuşan Eski
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı, "Bakanlığımızın bütçesi fevkalade
yetersiz. Topkapı çok yük Bakanlığa. Bir şey
yapılamıyor. Temel bir restorasyon; adam akıllı
ciddi bir restorasyon lazım" dedi.
MEF Üniversitesi 2016-2017 Akademik Yılı
Açılış Töreni, ilk dersi ve oryantasyon
programına katılan Prof.Dr. İlber Ortaylı,
törenin ardından DHA'ya özel açıklamalarda
bulundu.
"BAKANLIĞIMIZIN BÜTÇESİ FEVKALADE
YETERSİZ"
Topkapı Sarayı'nda, hazinenin sergilendiği
Fatih Köşkü'nde İstanbul 4 Numaralı Koruma
Kurulu'nun izniyle yapılan incelemelerde kol
girecek büyüklükteki yarıklar oluştuğunun ortaya
çıkmasının ardından Ortaylı, "İfade edilen
gerçek, çok uzun zamandır biliniyor. Hatta
rasathane müdürümüz Mustafa Erbik ve Celal
Şengör; uluslararası otorite bu konuda,
kendilerinin raporları var, Marmara'ya bakan
duvarlar için. Maalesef para toparlanamıyor.
Bakanlığımızın bütçesi fevkalade yetersiz. Ya
bir şekilde el atılır, kampanya açılır, veyahut
Milli Saraylar gibi bir kuruluşa kapanır.
Topkapı çok yük bakanlığa. Bu açık yani ve bir
şey yapılamıyor. Temel bir restorasyon;
adamakıllı ciddi bir restorasyon lazım. Bunu
söylemek lazım. Bu biliniyor. Bunu hep ifade
ettik. 10 yılı geçti bunun rapora dökülmesi"
dedi. "Topkapı'nın geneli için bir tehlike var
mı?" sorusuna Ortaylı, "hayır ama güney duvarı
ciddi tehlike altında. O açık" şeklinde yanıt
verdi.
Milliyte, Haber: Erhan Tekten,
26.09.2016
******
TOPKAPI SARAYI'NI İNŞAATLAR MI ÇÖKERTİYOR?
İstanbul'daki Topkapı Sarayı yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya. Topkapı Sarayı
içerisindeki Fatih Köşkü güvenlik gerekçesiyle
kapatıldı. Makyaj ve restorasyonlar ile
yıllardır ayakta tutulmaya çalışılan Topkapı
Sarayı Müzesi'nin taşıyıcı duvarlarında büyük
yarıklar oluştu. Topkapı Sarayı Müzesi'nde yer
alan hazine bölümünün sergilendiği Fatih
Köşkü'nün bodrum katında tesadüfen yarıklar
ortaya çıktı.
‘YOĞUN İNŞAAT, İNSAN VE ARAÇ TRAFİĞİ’
Konuyu TBMM gündemine taşıyan CHP’li
Yarkadaş, “Uzmanlar tarafından 5 büyüklüğünde
bir depreme bile dayanamayacağı belirtilen
sarayın statik bakımdan incelemesi neden bugüne
kadar yapılmamıştır?” dedi. Saray çevresinde
yoğunlaşan inşaat çalışmaları (metro, yol vs) ve
yoğun trafiğe de dikkat çeken CHP’li vekil
deformasyonların kaynağının araştırılmasını
istedi.
‘5 BÜYÜKLÜĞÜNDE DEPREME DAYANAMAYACAK’
Kültür ve Turizm Bakanı Prof.Dr. Nabi
Avcı’nın yanıtlaması istemiyle TBMM
Başkanlığı’na önerge sunan Yarkadaş, şu
ifadelerde bulundu:
“Topkapı Sarayı’nın yıkılma tehlikesiyle
karşı karşıya olduğu ve içerisindeki Fatih
Köşkü’nün güvenlik gerekçesiyle kapatıldığı
basına yansımıştır. Sarayda hazine bölümünün
sergilendiği Fatih Köşkü'nün bodrum katında
tesadüfen yarıklar ortaya çıktığı tespit
edilmiştir. Uzmanlar tarafından büyük tehlike
arz ettiği ifade edilen saraya vakit
geçirilmeden müdahale edilmesi gerektiğinin ise
altı öneme çizilmiştir.
Bu çerçevede;
1- Uzmanlar tarafından 5 büyüklüğünde bir
depreme bile dayanamayacağı belirtilen sarayın
statik bakımdan incelemesi neden bugüne kadar
yapılmamıştır?
2- Saray çevresinde yoğunlaşan inşaat
çalışmaları (metro, yol vs) ve yoğun trafik
nedeniyle deformasyonların oluştuğu doğru mudur?
3- Marmara Denizi’ndeki sismik aktiviteden
etkilendiği ifade edilen sarayda deformasyon
ölçümleri yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa ölçüm
sıkılığı nedir?
4- Güçlendirme çalışmaları kapsamında sarayda
hangi işlemler yapılacaktır? Öngörülen maliyet
miktarı nedir?”
Gerçek Gündem, 26.09.2016
******
İŞTE SARAYI KURTARACAK EYLEM PLANI
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıkılma
tehlikesi bulunan
Topkapı Sarayı’nın içindeki Fatih Köşkü
için acil bir eylem planı belirledi. Buna
göre Fatih Köşkü betondan arındırılacak ve
sarayın bahçesine yerleştirilecek titreşim
cihazlarının verilerine göre güçlendirme
projesinin yöntemi belirlenecek.
Topkapı Sarayı Fatih Köşkü’nün içler
acısı durumdan kurtulması için
Kültür ve Turizm Bakanlığı proje
çalışmalarını hızlandırdı.
Hürriyet’in haberinden sonra bakanlık
dün hem
Topkapı Sarayı Müze Yönetimi hem de
İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü’nden
durum değerlendirmesi istedi. Kültür ve
Turizm Bakanı
Nabi Avcı, Hürriyet’in gösterdiği
hassasiyete teşekkür ederek gerekli
talimatların verildiğini, sarayın
kurtarılması için durumun takipçisi
olacaklarını söyledi.
Sarayın kurtuluşu için eylem planı da
belirlendi. Fatih Köşkü betondan
arındırılacak, bu çalışma süresinde de
sarayın bahçesine ve dışına 20’ye yakın
sondaj açılarak içlerine titreşim cihazları
yerleştirilip zemindeki problem tespit
edilerek, güçlendirme projesinin yöntemi
belirlenecek. Fatih Köşkü’nün, Topkapı
Sarayı’nın tam köşe ve yamaç kısmında
kalmasından dolayı ve sergilenecek eserlerin
paha biçilemez olmaları nedeniyle uygulama
ve projede büyük bir hassasiyet gösterilmesi
gerektiği belirtiliyor. Önceki yıllarda
olduğu gibi duvarlardaki çatlakları ve
yarıkları derz ya da enjeksiyon yöntemi ile
doldurup kapatmak yerine güçlendirme
projesinin bilimsel veriler ışığında
yapılacağı bildirildi.
CHP’DEN SORU ÖNERGESİ
Topkapı Sarayı’ndaki ürperten görüntü
TBMM’de de tepkilere neden oldu. CHP
İstanbul Milletvekilleri
Sezgin Tanrıkulu ile Barış Yarkadaş soru
önergeleri vererek Topkapı Sarayı’nı bu hale
getiren sebepleri ve neler yapılacağını
Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’ya sordu.
Yarkadaş çatlak ve yarıkların sebebinin
devam eden
metro ve yeraltı inşaat çalışmaları olup
olmadığını da sordu.
NELER
YAPILACAK?
- Öncelikle Hazine
bölümünün altındaki bodrumların tamamında ve
teşhir salonundaki duvarlar ile kubbeler
betondan arındırılacak.
- Bu süre
zarfında müzenin bu bölümü ziyarete kapalı
tutulacak.
- Sadece Fatih Köşkü değil
arşiv depolarına kadar olan mutfak
bölümlerinin de içinde yer aldığı Topkapı
Saray’ının denize bakan yamaçlarında
tahkimat duvarları sağlamlaştırılacak.
- Zeminsel deformasyonların sebep-sonuç
ilişkisi irdelenecek.
- Sarayın
bahçesinde, sergi salonlarının
bodrum katlarında ve dış duvarların
etrafında sondajlar açılarak özel bir
yöntemle içlerine titreşimleri ölçen
(inklinometre) cihazlar yerleştirilecek.
En uygun noktaya kurulacak otomatik veri
toplama sistemine bağlanacak.
-
Duvarlardaki ayrıklara çatlak ölçerler,
tiltmetre sensörleri yerleştirilerek bir
süre izleme yapılacak.
- GPR zemin
ölçümleri tamamlanacak.
- Güçlendirme
için binanın betondan arındırılması
sağlanırken titreşim sonuçlarına göre zemin
ve güçlendirme modeli belirlenecek.
- Sonuç olarak jeolojik, statik ve mimari
restorasyon kararlarının mesleki disiplinler
ve kurumlar arası eşgüdümlü çalışarak
alınacak. Sağlıklı veriler ile bütüncül bir
çözüme ulaşılacak.
PROF.DR.
İLBER ORTAYLI: GÜNEY DUVARI TEHLİKE ALTINDA
“İfade edilen gerçek, çok uzun zamandır
biliniyor. Hatta rasathane müdürümüz Mustafa
Erbik ve Celal Şengör’ün raporları var,
Marmara’ya bakan duvarlar için. Maalesef
para toparlanamıyor. Bakanlığımızın bütçesi
fevkalade yetersiz. Adamakıllı bir
restorasyon lazım. Bunu hep ifade ettik. 10
yılı geçti bunun rapora dökülmesinin
üzerinden. Güney duvarı ciddi tehlike
altında.”
YARIKLAR CİDDİYE
ALINMALI
Durum tespit raporunda
danışman olarak ismi geçen İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nden Prof.Dr. Feridun Çılı
son durumu şöyle değerlendirdi: “Yerinde
gördüm binayı. Çatlaklar yarıklar gerçekten
ciddi. Duvarların arkalarında büyük yarıklar
var. Sarayburnu’na bakan duvarlarda sorun
büyük. Durumu ciddiye alıp acil güçlendirmek
gerekir. Güçlendirmeye zeminden başlamak
gerekir.”
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
26.09.2016
******
TOPKAPI'NIN
YARIKLARI TONLARCA BETONDAN
"Fatih
Köşkü'ndeki çökme tehlikesinin bir nedeni
Koruma Kkurulu, diğeri de 1951'deki o
marifet! Sağlam olsun diye her tarafına
beton basılan 5 asırlık köşk, ağırlığa
dayanamadı"

Ömer
Erbil, Hürriyet’in önceki gün
manşetten verdiği ve Topkapı Sarayı’nın bir
bölümünün yıkılma tehlikesi ile karşı
karşıya olduğu haberi ile yine güzel bir iş
çıkardı.
Gazetecilerin
ve muhabirlerin medeni dünyada olduğu gibi
bizde de artık belli konulara odaklanıp
ihtisaslaşmaları gerektiğinin mükemmel bir
örneğini teşkil eden Erbil
önceki işleri, mesela sarayın sabık
müdürünün tahtı evine götürmeye kalkışması
haberi ile de ihtisaslaşmanın bir başka
örneğini ortaya koymuştu.
Bir tarafı
çökme tehlikesi ile karşı karşıya olan
Topkapı Sarayı’nın başındaki gaileleri
sıralamaya kalkacak olsam bu köşe değil,
gazetenin bütün sayfaları az gelir!
Mekan eskidir,
haraptır, bir tarafı tamir edilirken başka
tarafı çökmektedir, yönetmeliklerin onarımı
üstlenen firmaların taşeron kullanmalarına
imkan vermesi restorasyonun kalitesini
düşürmektedir, bakım ve tamir için kafi para
yoktur, son senelerde gereken alaka
gösterilmiş ise de geçmişteki ihmallerin
tahribatını ortadan kaldırmakta müşküllerle
karşılaşılmaktadır, üstüne üstlük, sarayın
başında bir de “Koruma Kurulları”
derdi vardır!
Bu kurullar
geçmişte “Meclis Danışmanı”
olmuş sabık milletvekillerine denize nazır
makam oda ve seçmenlere de kadro temininden
başka pek bir iş yapmayan Milli Saraylar’a
karışamamakta ama Topkapı Sarayı’ndaki
ağaçların budanmasına bile müdahale
etmektedir. Kurul kararı olmadan sarayda
nefes bile alamazsınız, alamayınca da acilen
halledilmesi gereken işler bir türlü
başlayamaz ve tahribat arttıkça artar...
TONLARCA BETONUN ESERİ
Bünyesinde
Hazine Dairesi’ni de barındıran Fatih
Köşkü’nde ortaya çıkan çökme tehlikesinin
artık unutulmuş sebeplerinden birini
hatırlatayım:
Devlet 1926’da
Topkapı’nın hazinelerini Fransa’da satmaya
heveslenmiş, Avrupa’dan davet ettiği
mücevher uzmanlarına fiyat takdiri yaptırmak
maksadıyla hazine Ankara’ya götürülmüş ama
satış çok şükür ki yapılamamış ve objeler
Ankara’da kasalara konmuş, sonra da
unutulmuştu!
Kasaların
1951’de tesadüfen bulunup açılmasından sonra
hazinenin İstanbul’a gönderilip Fatih
Köşkü’nde şimdi teşhir salonu olarak
kullanılan mekana konmasına karar verildi.
Ama bu arada bir iş edildi, zamanın
anlı-şanlı mimarları güvenliği arttırıp
binayı sağlamlaştırmak maksadıyla her
tarafına beton bastılar ve beş asırlık köşk
ağırlığa dayanamaz hale geldi!
Mekan
geçtiğimiz senelerde betonlardan kurtarıldı
ama olan oldu, bakımsızlığın üzerine bir de
betonun yükü binince her bir tarafı çatır
çatır çatladı!
Sarayın
senelerce müdürlüğünü yapan Dr.
Filiz Çağman’ın 1999 depreminden
sonra başlattığı kurtarma seferberliğini
şimdiki başkan Prof. Mustafa
Küçükaşçı şevkle devam ettiriyor
ama saray ziyarete açık iken bu işin
yapılması hayli zor!
Paris’teki
Versailles, Moskova’daki Kremlin,
Kahire’deki Şobra ve Tahran’daki Niyaveran
Sarayları ile daha birçok memleketteki eski
saraylar geçmiş senelerde bakıma alınmış ve
uzun yıllar ziyarete kapalı tutulmuştu.
BİR
TÜRKÇE ŞAHESERİ
Topkapı’nın
baştan aşağı elden geçirilmesi için
kapatılıp uzun seneler sürecek bir
restorasyona başlanması artık şart ama bu
işi kim yapacak ve kararı kimler verecek?
Dünkü
gazetelerde okumuşsunuzdur: Erbil’in
haberinin ardından Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Basın Müşavirliği’nin bir
açıklaması vardı...
Açıklamadaki
bir cümleyi buraya aynen naklediyorum:
“...Zemin verileri ile birlikte güçlendirme
projesinin ele alınabilmesi için bina içi,
çevresi ile yamaç bölgesinden sondaj ve
muayene çukuru açılması ve aletsel gözlem
tekniklerinin kullanılarak izlenmesi
gerektiğine, ayrıca sadece Hazine Bölümünün
değil, söz konusu iş kapsamında Hazine ile
Arşiv-Depo binaları arasındaki yamaçtan
Askeri Bölgedeki yola kadar olan bölümün de
birlikte ele alınması, söz konusu sondaj
verileri sonucunda zemin etütlerinin
laboratuvar sonuçlarına dayalı zemin
güçlendirme yönteminin belirlenmesine,
statik güçlendirme projesinin ise elde
edilecek datalar, çatlak ölçerler, zemin
zafiyetine göre sağlamlaştırma yönteminin
belirlenmesine ve projelendirilmesine karar
verilmiştir”.
Ne kadar kısa,
kısalığı yüzünden okuyanın nefesini kesen,
Türkçesi de imlası da birbirinden mükemmel
ve söylenmek isteneni şıp diye anlatıveren
bir cümle değil mi?
Bu şekilde
nefis, destan gibi upuzun ve okuyanın
nefesini kesen ve muammayı andıran daha
dünya kadar cümle ile dolu açıklamada galiba
“Haber doğru, Saray çöküyor, tedbir
alıyoruz” demeye çalışılıyor ama
söylenmek istenen söz bir türlü kısa, açık
ve anlaşılır şekilde ifade edilemiyor! Bir
dil ve ifade şaheseri olan resmi açıklama,
üstelik tam da “Dil”, yani
“Türkçe Bayramı”na rastlıyor!
İletişim
profesörü olan ve dile verdiği önemi
yakından bildiğim Kültür Bakanı Nabi
Avcı, bakanlığının açıklamalarında
böylesine mükemmel bir Türkçe kullanılması
meselesine herhalde el atacaktır ama benim
endişe ettiğim başka bir husus var:
Meramını
iki-üç kelime ile anlatabileceği halde
paragraflar dolusu upuzun metinler yazan ama
bir türlü ifade edemeyen bir zihniyetin,
Topkapı Sarayı’nı enkaz haline gelmekten
kurtaracak acil kararlar alması şimdilik
maalesef zor görünüyor!
Habertürk, Haber:
Murat Bardakçı, 28.09.2016
******
TOPKAPI'DA
KORKUTAN ÇUKUR
Topkapı Sarayı
hazine bölümündeki derin çatlaklardan
sonra bahçede kendiliğinden oluşan üç
metre çapındaki
çukur
müzede tedirginliğe neden oldu. Adalet
Kulesi’nin önündeki çimenlik alanda
oluşan çukurun etrafı güvenlik şeridi
ile koruma altına alındı.
Hürriyet,
Topkapı Sarayı
Müzesi hazine bölümü eserlerinin
sergilendiği Fatih Köşkü’nün
duvarlarında ve kubbesinde oluşan
yarıkları geçen pazartesi gündeme
taşımıştı. Tarihi köşkte oluşan
yarıkların zeminde yaşanan oynamalardan
kaynaklandığı ileri sürülmüş,
kaymalarının önüne geçebilmek amacıyla
bilimsel araştırma başlatılmıştı.
Bayram
tatilinde ikinci avluda kendiliğinden
oluşan büyük
çukur
Topkapı Sarayı’na
dair endişeleri artırdı. Kültür ve
Turizm
Bakanlığı yetkilileri ise obruğu andıran
çukur hakkında korkulacak bir durum
olmadığını, araştırmanın devam ettiğini
duyurdular.
GÜVENLİK AMİRİ KUYUYA DÜŞTÜ
Yazın kurak
geçmesine rağmen bahçede çim zeminin
kendiliğinden çökmesi çalışanları da
tedirgin etti. Hürriyet’in haberinden
sonra ismini vermek istemeyen bir
personel arayarak bahçede kendiliğinden
oluşan bir çukurdan söz etti. Hatta
birkaç yıl önce Topkapı Sarayı güvenlik
amiri Mehmet
Aydın’ın
yine bahçede dolaşırken zeminin
göçmesiyle içine düştüğünü anlattı.
Hürriyet’in görüntülediği İkinci
Avlu’nun ortasındaki bahçede çim alanda
kocaman bir çukur oluşmuştu. Mehmet
Aydın’ın düştüğü çukurun ise Osmanlı
dönemi bir su kuyusu olduğu daha sonraki
çalışmalarda anlaşıldı.

ZİYARETÇİLER YAKLAŞTIRILMIYOR
Harem bölümüne girişin yaklaşık 200 metre
yakınında
Adalet
Kulesi’nin önünde oluşan çukur güvenlik
personelince fark edildi. Yaklaşık 3 metre
çapında ve 2 metre derinlikte olan çukur
yöneticileri tedirgin etti.
İstanbul
Rölöve Anıtlar Müdürlüğü’nden gelen uzmanlar
çukurun etrafının güvenlik şeridine
alınmasını istedi. Göçükte kaybolan toprağın
altta oldukça büyük bir alanı doldurmuş
olabileceği belirtiliyor. Bir doğa olayından
çok, alttaki arkeolojik katmanlarda bir
göçük olma ihtimali üzerinde duruluyor.
Göçme anında
olay
yerinde kimsenin olmaması şans olarak
değerlendiriliyor. Bahçenin bu bölümünde
riskin halen devam ettiği ileri sürülüyor.
TAMAMI
ARAŞTIRILACAK
Çukurun oluştuğu
bahçede yeraltındaki katmanları görmek
amacıyla jeoradar uygulaması yapıldı.
İstanbul
4 Numaralı Koruma Kurulu’ndan izin alınarak
bahçede arkeologlarca kazı çalışması
başlatılacak. Daha sonra 2. Avlu’nun
tamamında GPRS sistemi ile yeraltı taraması
yapılarak güvenlik zafiyeti gösteren zemin
kısımlarda sağlamlaştırma yoluna gidilecek.
Uzmanlarca Marmaray çalışmaları sırasında
Gülhane Parkı içindeki İslam Bilim
Teknolojileri Müzesi’nin duvarlarında
çatlamalar oluştuğu, devam eden
Avrasya Tüneli
çalışmalarının da Topkapı Sarayı zemininde
oynamalara neden olabileceği belirtiliyor.
ZEMİN ÇOK
ESNEK
İTÜ
Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Feridun
Çılı şöyle konuştu: “Kesin olarak altta
bulunan bir Bizans ya da Roma yapısının bir
hacminin üstü göçmüştür. Saray eski
kalıntıların üstünde yükseliyor. Hazine’deki
çatlamaların sebebi de zeminin altındaki
kalıntılar. Orada sondaj yapılamamasının
sebebi alttaki arkeolojik katmanlara zarar
vermemekti. Doğal görünen sarayın zemini
aslında esnek bir yapıya sahip. Zeminin
tamamında bir araştırma yapılarak daha
sağlıklı sonuçlar elde edilebilir.”
Hürriyet, Haber:
Ömer Erbil, 29.09.2016
|
BÖYLE BULUNMUŞTU, NEDENİ ANLAŞILDI
Avustralya’da bir ırmak kenarında bulunan 800 yıllık
iskelet, antik çağda Aborjin kabilelerinin
kullandığı ağaçtan yapılma güçlü silahlara dair yeni
bilgiler ortaya çıkardı.
İki yıl önce bulunan iskeleti araştıran arkeologlar,
başta kabile üyesinin sivri bir metal darbesiyle
öldüğünü düşündü fakat sonraki araştırmalar
neticesinde ölüme sebep olan silahın ağaçtan yapılma
bir bumerang olduğu anlaşıldı.
Son araştırmalara göre; Aborjinlerin ‘Lil-lil’ adını
verdiği tahta bumeranglar, kabile üyeleri arasındaki
ölümcül kavgalar sırasında kullanılıyordu.
Yerel bir Aborjin kabilesi olan Baakantji’nin
üyelerinden William Bates tarafından 2014 yılında
bulunan iskelete ‘Kaakutja’ ismi verildi.
 
 
Habertürk, 25.09.2016
|
URARTULARA AİT KANALİZASYON SİSTEMİ GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILDI

 
Van'ın Gürpınar İlçesi'nde Çavuştepe Mahallesi'nde inşa edilen, üzüm
bağları, surları, su sarnıçları, tapınakları ve
saray yapılarıyla bugünlere kadar ulaşan kalede bu
yılki kazı çalışmaları sona erdi.
Çalışmalarda 2004
yılında kalede tespit edilen 2 bin 800 yıl öncesine
ait kanalizasyon sistemi, gün yüzüne çıkarıldı.
Kalenin batı
kısmındaki yapıların altında ortaya çıkarılan ve
yüzey kısmı ince taşlarla kaplı kanalın bir metre
genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olduğu
belirlendi.
 
 
 
"Mühendislik harikasıyla karşılaştık"
Kazı ve Yüzüncü Yıl
Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Çavuştepe Kalesi'nin
yol güzergahında olması dolayısıyla tarihi öneminin
de büyük olduğunu söyledi.
Kaledeki kazı
çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanlığının
desteğiyle sürdürdüklerini anlatan Çavuşoğlu, şöyle
konuştu:
"Urartular,
neyi nereye yapacaklarını çok iyi düşünmüşler. Her
şeyi projeye göre yapmışlar. Şehrin planını önce
adeta çizmişler. Burada önemli olan, şehir
kurulmadan önce altyapı sisteminin hazırlanmış
olmasıdır. 2 bin 800 yıl önce Urartular bu şehri
kurarken şehir plancısı planı hazırlıyor, altyapıya
göre sırasıyla inşaatlar yapılıyor. Bu, bizim için
çok önemlidir. Burada muazzam derecede bir
mühendislik harikasıyla karşılaştık."
Kanalizasyon
sisteminin taşlardan yapıldığını ifade eden
Çavuşoğlu, sistemin içinde bir oluğun yer aldığını
kaydetti.
"Çok iyi bir sistem kurmuşlar"
Oluk sayesinde suyun
kanala akıtıldığını belirten Çavuşoğlu, şöyle devam
etti:
"Bu eser, bize
medeniyeti tarif ediyor. Eski çağlardaki medeniyetin
ne kadar üst yerlere geldiğini gösteriyor. Saray
kısmında bir de tuvalet yer alıyor. Tuvalet,
kanalizasyon sistemiyle surların dışına akıtılmış.
Bu, Urartular'ın çok medeni bir toplum olduklarını
bize gösteriyor. Günümüzde bir yere ev inşa ederken
okulu, hastanesi, cami ve altyapısıyla muazzam bir
sistem oluşturuluyor. Bunun aynısını 2 bin 800 yıl
önce Urartular yapmış. O zamanın imkanlarıyla çok
iyi bir sistem kurmuşlar. Bu da bizleri çok
şaşırttı."
Çavuşoğlu, kale
üzerinde kurulan şehrin uzunluğunun yaklaşık bir
kilometre olduğu bilgisini paylaştı.
Anadolu
Ajansı, Haber: Mesut Varol - Ali İhsan Öztürk,
24.09.2016
|
NOEL BABA'NIN DOĞDUĞU KENTE İŞ'TEN DESTEK GELDİ
Dünyanın en eski meclis binalarından birinin de
bulunduğu Patara antik kentinde yürütülen
arkeolojik kazılara Türkiye İş Bankası,
iştiraklerinden Şişe ve Cam Fabrikaları ve Türkiye
Sınai Kalkınma Bankası ile birlikte destek olma
kararı aldı.

“Noel Baba” olarak bilinen Aziz Nicolas’ın Patara’da
doğduğunu söyleyen kazı başkanı Prof.Dr. Havva
İşkan Işık, “6 bin yıllık tarihi ile Türkiye’nin
zengin tarihi mirasının en güzel örneği olan bu
alanda çalışmalarımız uzun yıllar sürecek” dedi. İş
Bankası Genel Müdür Yardımcısı Senar Akkuş ise,
Türkiye’nin yüz yıllar boyunca birçok medeniyete ev
sahipliği yaptığını ve birçok antik kentle toplumsal
değeri barındırdığını dile getirdi.
Kültür ve
Turizm bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi’nin
desteğiyle 26 yıldır sürdürülen Antalya’nın Kaş
İlçesi yakınlarındaki Patara antik kenti kazıları
artık İş Bankası Grubu sponsorluğunda yürütülecek.
Günümüze kadar gelebilen antik meclis
binalarından birine de ev sahipliği yapan antik
kentteki kazılara 5 yıl boyunca destek olma kararı
alan İş Bankası Grubu, bakanlık yetkilileri ve
Akdeniz Ünivesitesi ile bir protokol imzaladı.
2010 yılında restore edilen eski meclis
binasında düzenlenen törende konuşan kazı başkanı
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Işık,
“Milattan önce 4000 yılından Milattan sonra 1500’lü
yıllara kadar aralıksız kültür ve medeniyetlere ev
sahipliği yapan Patara, ülkemizin eşsiz tarihsel
mirasının kanıtı. Aziz Nicolas yani Noel Baba,
Patara’da doğduktan sonra Demre’ye gitmişti. Yani
Aziz Nicolas Pataralıdır. İş Bankası’nın büyük bir
destekle yanımızda yer alması bizi mutlu ederken,
tarihsel mirasımıza değer verildiğini de gösteriyor.
Patara’nın ikinci deniz fenerini de ortaya
çıkartmaya çalışıyoruz” dedi.
Dünya
mirasına katkı
Türkiye’nin ev
sahipliği yaptığı medeniyetlere değinen İş Bankası
Genel Müdür Yardımcısı Akkuş ise, şunları söyledi:
“Arkeoloji büyük titizlik, yoğun emek ve sabır
gerektiren bir alan. Arkeoloji, insanlığın geçmişini
ve kültürel değişimleri, kimi zaman bir mutfak
eşyasından, kimi zaman bir savaş aletinden elde
edilen ipuçlarıyla bize aktarıyor. Biz de bankamızın
kuruluş idealleri gereğince, ülkemizin ve
toplumumuzun geleceğine karşı duyduğumuz
sorumluluktan hareketle, bu topraklara ait
hazinelerin, değerlerin kaybolup gitmesine seyirci
kalamayacağımızı düşünüyoruz. Bu sorumluluk
bilinciyle iştiraklerimizden Şişecam ve Türkiye
Sınai Kalkınma Bankası ile birlikte Patara Antik
Kenti kazılarına bu yıldan itibaren destek vermeye
başladık. Kazılarda ortaya çıkarılan arkeolojik
değerler sadece Anadolu topraklarının medeniyet
tarihine ışık tutmakla kalmayacak, dünya kültür
mirasına da katkı sağlayacak.”
Milliuyet, Haber:
Gökhan Karakaş, 24.09.2016
******
NOEL BABA'NIN
KİLİSESİ ARANIYOR
Antalya’nın Kaş
İlçesi'ndeki
Patara’da 28 yıldır kazılar devam ediyor. İş Bankası
ve bağlı şirketleri, Patara antik kentindeki kazı
çalışmalarına 5 yıl süreyle toplam 750 bin TL mali
destek sağlayacağını duyurdu.

Kısa bir süre önce hayata veda eden ve onbinlerce
seveni tarafından sonsuzluğa uğurlanan Tarık Akan,
Patara antik kentinin bir dostuydu... Akan’ın müze
müdürünü canlandırdığı “Taşların Sırrı” dizisi
Patara’da çekilmişti.
Antalya’nın Kaş İlçesi'nin Kalkan beldesi
yakınlarında bulunan Likya Birliği ve eyaletinin
başkenti Patara’da 28 yıldır kazılar devam ediyor.
Kazılar, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Fahri Işık ve
Prof.Dr. Havva İşkan Işık
liderliğinde sürdürülüyor. Bir grup gazeteci Patara
antik kentinde Likya Birliği Meclis binasında
düzenlenen basın toplantısına katıldık. Toplantıda,
İş Bankası ve bağlı şirketlerinin, Patara antik
kentindeki kazı çalışmalarına 5 yıl süreyle toplam
750 bin TL mali destek sağlayacağı duyuruldu.
Kehanet merkezi
Kazı başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, “Noel
Baba” olarak bilinen Aziz Nicolas’ın Patara’da
doğduğunu belirterek “Homeros tarafından “Lykia
soylu” olarak tanımlanan mitolojik tanrı Apollon’un
önemli merkezlerinden biri olan Patara’daki kehanet
tapınağı henüz bulunamamıştır. Aynı şekilde MS 4.
yüzyılda Patara’da doğan, yetişen ve tüm dinsel
öğretisini Patara’da geliştiren çağdaş dünyanın Noel
Babası Aziz Nikolaus’un kilisesi de belirlenebilmiş
değil. Ancak azimle yürütülen çalışmalarla, Lykia ve
Anadolu arkeolojisinin inanç tarihi için özel önemi
olan bu iki yapının bulunacağına inancımız tam”
diyor.
‘Likya Yunan değil Anadolu halkıdır’
Toplantıda konuşan İş Bankası Genel Müdür
Yardımcısı Senar Akkuş da “Topraklarımız çok fazla
sayıda antik yerleşim alanı ve toplumsal değeri
barındırıyor. Geçmişten bugüne bu zenginliklerin gün
yüzüne çıkarılması, gelecek nesillere aktarılmasının
son derece önemli olduğunu düşünüyoruz” dedi.
Kazıya büyük emek veren Fahri Işık da Likya’nın
Yunan değil Anadolu halkı olduğunu vurguladı. Işık,
“İonlar”ın adlarının Hellence değil de Luvice
olmasının bir anlamı olduğunu belirterek “Bulunan
yazıtlarla, İonların, kendileriyle özdeşleştirilen
Atinalı Hellenler göçle Anadolu’ya gelmeden en az
300 yıl kadar önce genç tunç çağı Anadolusu’nun
kadim ve önemli halklarından biri olduğu belgelenir.
Onlar “Anadolulu” olunca da, İon sanatçıların
elinde biçimlenen Likya Uygarlığı’nın “Hellenler”le
ilişkilendirmek olmaz” dedi.
Cumhuriyet, Haber:
Ceren Çıplak, 26.09.2016
|
ÇAĞDAŞ TÜRKİYE SANATI İÇİN ÖNEMLİ ADIM
Metropolitan Sanat Müzesi, modern ve çağdaş
Türkiye sanatı özel koleksiyonu oluşturmak üzere
İyilik İçin Sanat Derneği ile iş birliği
yapıyor.
Dünyanın en önemli sanat müzelerinden biri
olan Metropolitan Sanat Müzesi, Türkiye’den bir
dernekle ilk kez ortak bir çalışmaya imza
atıyor. İyilik İçin Sanat/Magnum Opus
Derneği’nin maddi desteği ile modern ve çağdaş
sanatçıların eserlerinden bir seçki ile Daimi
Özel Koleksiyonu oluşturulacak ve bu koleksiyon
müzenin İslam Sanatları Bölümü’ne
yerleştirilecek. İlerleyen zamanlarda sergiler
ve farklı projelerde kullanılması planlanan
koleksiyon, Türkiye çağdaş sanatının dünyada
tanıtımına büyük katkı sağlayacak.
artfulliving.com.tr, 23.09.2016
|
 |
MERSİN'DE 8BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ BULUNDU
Mersin’de bir mağarada günümüzden 8000 yıl
önceye tarihlenen kaya resimleri tespit edildi.
Bilim insanları ayrıca Kilikya prehistoryası için
çok önemli olan bu kaya resimlerinin bilimsel yayını
da hazırladı.
Mersin’in Gülnar
İlçesi'ndeki bir
mağarada tespit edilen ve günümüzden 8.000 yıl
önceye tarihlenen kaya resimleri hakkında bilgi
veren bilim adamları, mağarada yaklaşık 10 adet
figürün tam veya tama yakın olarak korunduğunu
açıkladı.

Çukurova Üniversitesi
arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü
Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer ve Mersin Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Murat Durukan yapılan çalışmaları şu
bilgiyi verdi:
“Anadolu’da
Prehistorik dönemler için daha önceki yıllarda
bulunmuş olan Latmos Dağları’ndaki çok sayıda mağara
ve kaya altı sığınağındaki kaya resimleri çok büyük
bir heyecan yaratmıştır. Daha sonra arka arkaya
bulunan Çine,
Uludağ,
Balıkesir ve Tavabaşı kaya resimleri ise bu
geleneğin sadece Latmos ile sınırlı olmadığını,
hatta Tavabaşı kaya resimleri ile Likya bölgesine
kadar yayıldığını göstermiştir. Orta Toroslar
bölgesinde de bu tür kaya resimlerinin ilk kez
tespit edilmesi Kilikya bölgesinin Prehistorik
dönemleri için son derece önemlidir ve MÖ6.ve 5.
binlerde Anadolu inanç sisteminin bu bölgede de
görülüyor olması açısından çok değerlidir. Mağara
içinde yer alan tüm figürler ve korunabilen figür
ve/veya motif izleri kırmızı aşı boyası ile
yapılmış, toz haline getirilmiş demir oksit veya
hematit bağlayıcı bir sıvıyla karıştırıldıktan sonra
elle ya da bir alet ile duvara sürülmüştür. Mağarada
yaklaşık 10 adet figür tam veya tama yakın olarak
korunmuş durumdadır ve 2 pano halinde karşımıza
çıkmıştır."

Bu mağarayı, prehistorik bir
topluluğun ibadet merkezi olduğunu tahmin
ettiklerini belirten bilim insanları, bunun dışında
kaya resimli mağaraların tarih öncesi insanların
kült yerleri olduğu, bu tip mağaralara yapılan
resimlerde de insanların olasılıkla dans ettikleri,
bir ilkbahar ya da bereket şenliği veya geçiş
ritüellerini yansıttıklarının düşünülebileceğini
kaydetti.
Milliyet, 23.09.2016 |
ENEZ'DE 1400 YILLIK KİLİSE KALINTISI
Edirne‘nin Enez İlçesi'nde;
Trak, Troya, Ceneviz, Roma, Bizans ve Osmanlı’ya
kadar uzanan medeniyetlerin ayak izlerinin ortaya
çıkarılması için kazılar 45 yıldır devam ediyor.
Kazılarda bin 400 yıllık kilise kalıntıları
ortaya çıkarıldı.
Enez’de Taşaltı dalyan gölünün kıyısında
kral kızı diye anılan mevkide bulunan kilisede
kazılar 9 yıldır devam ediyor.
Kilise kazısında görev yapan Avusturyalı arkeolog
Prof .Dr. Stefan Karwiese,kesanhaber.net’e yaptığı
açıklamada,bu yıl çok güzel mermer parçalarına
rastladıklarını söyledi.
Buradaki kazı çalışmalarına 9 yıl önce
başladıklarını ifade eden Karwiese,şunları
kaydetti:” Esas olarak 9 yıl önce başladık bu
kazıya. Yani esas bir şekilde.. yani biraz daha
geniş bir şekilde ve titiz.O arada elimize
geçen çok ilginç bulgular var .İlk önce yani bu
kilisenin boyu 40’a 30 metre. yani demek ki
gerçekten büyük bir alan.İçinde özel şeyler olarak 2
tane sarnıç o veya çeşme olarak adlandırılabilen
tesisler rastladık.Onda taha da su taşıyor
demek ki bu su tabi yamaçtan aşağı iniyor ve
orda toplanıyor.
Fakat bu yıl özellikle çok güzel mermer
parçalarına rasladık.Yani kilisenin iç donatımına
çok güzel ışık atan parçalar var.Bazen o kadar çok
büyük tonluk 5 tonluk bile parçalar var.Onu şimdi
meydana getirmek ve anlamak ve bildirmek üzere devam
ediyoruz.
İlk önce bu kilisenin ilk yapımı 12’inci yüz
yılda yer aldığını zannettiler. Fakat biz şimdi
biliyoruz bu kilisenin temeli 6’ıncı yüz yılda
yaratıldı.Yani imparator Justinyanus zamanında… Bu
şekilde 1400 yıl burda duruyor.
E bu çok uzun zaman bir sır
kaldı.Fakat şimdi belki çözdük.İsim kral kızı
suni bir isim değildir.Yüz yıllarca halk arasında bu
şekilde tüm yani bizim şimdi bulunduğumuz mevkiye
isim olarak verilmişti.Demek ki her halde buraya bir
kralın kızı gelmiş. Enez’in tarihinde böyle bir şey
buluyoruz ya…Bir kralın kızı buraya
evleniyordu ve öldü.O şey bu şekilde isim kaldı.
Şimdi bu kiliseden doğru isminin ne olduğunu
böyle bir şekilde bulduk ona rastladık Bir
mezarın üstünde bir freske rastladık.Ve bu freskte
Pantokuratos yani isa kendisi bulunuyordu. Şimdi
böyle bir gösteriyor ki, bu kilisenin sahibi İsa
kendisi idi.”
Keşan Haber, 23.09.2016
|
2 BİN YILLIK ÇEŞMEDEN YENİDEN SU AKACAK
Burdur'un Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra antik
kentindeki kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan 2
bin yıllık çeşmeden yeniden su akıtılacak.
Kibyra Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı, Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, gazetecilere
yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarını 2006'dan bu
yana sürdürdüklerini söyledi.
Bu yıl ilk kez agoranın üçüncü terasında kazı
çalışmalarına başladıklarını belirten Özüdoğru,
"Burada yuvarlak yapılı bir çeşme ortaya çıktı. Bu
Kibyra için önemli, çünkü henüz ortaya çıkardığımız
anıtsal bir çeşmemiz yoktu. Çeşmeyle, kentin su
ihtiyacının nasıl karşılandığı, agorada mimari
görsellik ve estetiğin nasıl yansıtıldığı
bilgilerine ulaştık. Özellikle agoranın üçüncü
terası, sosyal ve kültürel anlamda kentin kalbi
sayılabilecek bir merkez. Çeşme için bu meydanın en
görkemli anıtı diyebiliriz." dedi.
Özüdoğru, sütunlarla taşınan konik çatıya sahip
çeşmenin, mimari özellikleriyle Kibyra için ünik bir
yapı oluşturduğunu vurguladı.
Bu yıl çeşme yapısının kazı çalışmalarını
tamamladıklarını anlatan Özüdoğru, şöyle devam etti:
"Umuyorum önümüzdeki yıl restorasyon projesi
hazırlanacak. 2018 itibarıyla, antik dönemde kentin
su ihtiyacını karşılayan ve günümüzde faal olarak
kullanılan Böğrüdelik Yaylası'ndaki suyun, agorada
ortaya çıkarılan bu yeni çeşme yapısından akıtılması
planlanıyor. Bu yolla, özellikle turizm amaçlı kente
gelen ziyaretçilerin, çeşmenin hem mimarisi hem
işlevini tam olarak algılaması sağlanacak."
Roma döneminde, milattan sonra 23 yılında
Kibyra'da meydana gelen büyük deprem sonrası kentin
yeniden planlanıp kurulduğuna işaret eden Özüdoğru,
çeşmenin depremden sonra yapıldığını sözlerine
ekledi.
- "Fıskiye dediğimiz fonksiyonu icra ediyor"
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr.
Adem Korkmaz da Kibyra'da bu yılki kazı
çalışmalarının bir hafta sonra biteceğini söyledi.
Korkmaz, "Bu yıl birkaç noktada süren kazı
çalışmalarında, ilk defa ortaya çıkan bir çeşmemiz
var. Çeşme, buradaki nüfus hareketine bağlı olarak
değişik dönemlerde büyümüş." diye konuştu.
Çeşmenin, kentin su ihtiyacını karşılamasının
yanında bir fonksiyonu daha bulunduğunu anlatan
Korkmaz, "Şehrin merkezi bir noktasında sosyal mekan
olması anlamında, bugün fıskiye dediğimiz fonksiyonu
icra ediyor. İnsanların gelip burada zaman
geçirdikleri bir bölge. Agora bölgesi." dedi.
Habertürk, 22.09.2016
|
ROMA'NIN İSPANYOL MERDİVENLERİ YENİDEN AÇILIYOR
İtalya’nın başkenti Roma’nın
tarihi ve turistik mekanları arasında başı çeken
İspanyol Merdivenleri, 11 aylık
restorasyonun ardından bugün yeniden açılacak.
İtalya’da moda devi
markaların, dünyanın en çok turist çeken kenti olan
Roma’daki tarihi ve turistik mekanları restore
ettirip, açma geleneğine bugün bir yenisi daha
eklendi.
Mücevherat ve lüks
eşya markası Bulgari’nin 1,5 milyon avro ile sponsor
olduğu restorasyon çalışmaları, geçen ekim ayında
başladı ve 11 ay aradan sonra önceki gün resmen
tamamlandı.
Romalı mimar Francesco
de Sanctis tarafından 1723-1726 yılları arasında
yapılan Trinita dei Monti kilisesinden İspanya
Meydanı’na doğru inen tarihi basamaklar, restorasyon
ve temizlik çalışmalarının ardından adeta yeniden
parlamaya başladı.
Çalışmaların
tamamlanması sebebiyle bugünki açılış öncesi Roma
Belediye Başkanı Virginia Raggi, Bulgari markasının
sahibi İtalyan iş adamı Nicola Bulgari, Bulgari
CEO’su Jean-Christophe Babin, Roma Kültür İşleri
Sorumlusu Luca Bergamo katılımıyla tarihi
basamaklarda basın toplantısı düzenlendi.
Roma Belediye Başkanı Raggi: Romalılar için çok
önemli bir gün
Basın toplantısında
konuşan başkan Raggi, "Bugün, kent için, Romalılar
için çok önemli bir gün. Hemşerilerimi temsilen
burada olmaktan çok memnunum. Çalışmalar tamamlandı
ve Trinita dei Monti merdivenleri yarın yeniden
halka açılacak. Bulgari’ye ve emeği geçenlere
teşekkür ediyorum" dedi.
Raggi, bu akşamki
açılış şovunun belirli kişilere değil herkese açık
olacağını belirtirken, Roma’nın her İlçesi'nden bir
çift ve Rebbibia cezaevinden de 10 hükümlü olmak
üzere toplam 30 özel misafirlerinin olacağını
söyledi.
Roma Belediye Başkanı,
tarihi merdivenlerin zarar görmemesi için belediye
ekiplerinin sürekli devriye gezeceğini, merdivenlere
yönelik bir yasaklayıcı bir karar almak
istemediklerini de sözlerine ekledi.
Bulgari CEO’su
Jean-Christophe Babin, Roma’nın kendileri için ayrı
bir önem taşıdığını, "Bulgari, dünyanın en tanınmış
markalarından biri, bu biraz da Roma’nın sayesinde.
Bizim kreasyonlarımız her zaman Roma’dan ilham
alıyor. Bu nedenle, Roma’ya bir şeyler kazandırmak
istedik" diye konuştu.
Anadolu Ajansı,
Haber: Barış Seçkin, 22.09.2016
|
3D TEKNOLOJİSİ TEVRAT'IN 2000 YILDIR
DEĞİŞTİRİLMEDİĞİNİ KANITLADI
Ein Gedi Tevrat parşömeni yıllar evvel büyük
bölümü yanmış bir rulo olarak bulundu.
Bilim adamları yırtılmasına engel olmak için
parşömeni 3D röntgen analizi ile incelediler.
Yüzyıllar evvel bir yangında büyük zarar görmüş söz
konusu parşömen yıllardır İsrail Antik Otoritesi’nin
depolarında duruyordu. Parşömen halihazırda Yahudi
kutsal kitabı Tevrat’ın standart formatta en eski
kopyası.
Gelişen görüntüleme teknolojisi
sayesinde tarihi Tevrat’ın Vayikra bölümünü okumayı
başaran bilim adamları söz konusu satırların bugün
sinagoglarda okunan ile birebir aynı olduğunu
gördüler.
ABD Kentucky ve Kudüs’ten bilim
adamlarının gerçekleştirdiği proje, bilim dergisi
Science Advances’ta yayınlanarak bilim dünyasında
resmiyet kazandı.
Şalom, 22.09.2016
|
 |
11 - 24 Eylül 2016
|
ARABAN'DA TARİH
GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Gaziantep İl Kültür ve
Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Araban
İlçesi'ndeki Roma dönemine ait tarihi üzüm
işliklerini yerinde inceledi. Gaziantep İl Kültür Ve
Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Gaziantep
Arkeoloji Müzesi Arkeologu Halil Yılmaz ile birlikte
geldiği Araban İlçesi'ne bağlı Yolveren kırsal
mahallesi Tepeköy Kelle mevkiindeki Roma dönemine
ait 10 adet tarihi üzüm işliği ve 2 adet kaya
mezarını yerinde inceledi.

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet
Aykanat, Araban İlçesi'ndeki Roma dönemine ait
tarihi üzüm işliklerini yerinde inceledi.
Gaziantep İl Kültür Ve
Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat, Gaziantep
Arkeoloji Müzesi Arkeologu Halil Yılmaz ile birlikte
geldiği Araban İlçesi'ne bağlı Yolveren kırsal
mahallesi Tepeköy Kelle mevkiindeki Roma dönemine
ait 10 adet tarihi üzüm işliği ve 2 adet kaya
mezarını yerinde inceledi.
Aykanat,’’Araban
İlçesi'ndeki tarihi eserlere ilçeye bağlı Yolveren
kırsal mahallesi Tepeköy Kelle mevkindeki Roma
dönemine ait tarihi üzüm işlikleri ve kaya
mezarlarının korumaya alınması için gerekenleri
yapacağız’’ diye konuştu.
Olay Medya, 22.09.2016 |
SEYYİD BURHANEDDİN
TÜRBESİ RESTORE EDİLİYOR
Mevlana’nın hocası Seyyid Burhaneddin’in türbesi
restore ediliyor. Kayseri Büyükşehir Belediyesi
yağmur ve kar sularının içeriye sızması sonucu
deforme olan türbe üstü, iç mekanda yenileme
çalışması başlattı.

Yağmur ve kar
yağışları nedeniyle iç mekanında su sızıntısı ve
rutubet oluşan Seyyid Burhaneddin Türbesi’nde
onarım ve yenileme çalışmaları başladı. İç
mekandaki rutubetli duvarlara Büyükşehir
Belediyesi tarafından duvar kaldırması ve raspa
çalışması yapıldı. Restore çalışmaları düzenleme
yapılacak bölgelere belediyece asılan levhalar
aracılığıyla duyuruldu. Kayseri Büyükşehir
Belediyesi Etüt ve Projeler Daire Başkanlığı
tarafından hazırlanan yenileme projesi Kayseri
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
kabul edildi. Yapı ve Kontrol Daire Başkanlığı
tarafından ihale edilen türbenin yenilemesine
bir hafta içinde başlanacağı bildirildi. Daha
önce yağmur ve kar sularının türbe çatısında
oluşan çatlaklardan sızarak içeriye girmesi
türbe içinde ıslaklık ve nemlenmeye neden
olmuştu. Restore çalışmaları içerisinde,
türbenin çatısı çinko ile kaplanacak ve çatıdan
su sızıntısının önüne geçilmiş olacak. Türbe
içerisine su sızmaması için çevresel bölümlerde
yenileme çalışmaları içerisinde yalıtım
yapılacağı bildirildi.
Kayseri Gündem, Haber
ve Foto : Ahmet Bolat, 22.09.2016
|
RESTORASYONUN
ARDINDAN ÇİN SEDDİ 'GERÇEKTEN ÇİRKİN OLDU'
Çin Seddi için yapılan restorasyon çalışmaları,
tepkilerin hedefi oldu.
UNESCO Dünya Mirası
listesindeki antik set zamanla zarar gören Liaoning
bölgesindeki sekiz kilometrelik bölümü, beton ve kum
içeren malzemelerle iki yıl önce onarılmıştı.
Yapının bazı kısımlarının, beton kaplı bir yola
benzediği belirtildi.
Restorasyonun 2 yıl sonra
gündeme gelme nedeni ise, ülkenin sosyal medya
platformu Weibo'da yer alan fotoğraflar oldu.
Çinli bir yetkili " Gerçekten
çirkin oldu" diyerek eleştirileri kabul etti.

BBC'nin haberine göre
Liaoning Bölgesel Antik Eserler Bürosu'ndan Ding
Hui, 635 yıllık yapıdaki boşlukların doldurulduğunu
ve en üst kısma şapka gibi bir "koruyucu" yüzey
konulduğunu ancak yüzeyin olması gerektiği gibi
gözükmediğini söyledi.
Öte yandan, restorasyona
karşın duvarın bazı bölümlerinin yıkılma ve yağmur
sularıyla çökme tehlikesi bulunduğu belirtildi.
1987 yılından beri
Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Çin
Seddi, MÖ 220 yılından 1600'lerde hüküm süren Ming
Hanedanlığına kadar olan döneme dek sürekli yeniden
inşa edildi.
Sol Haber, 22.09.2016
|
KEPÇEYLE DEFİNE
AVI
Şehir merkezinin yanıbaşındaki Alpagut Köyünde
bulunan üç tümülüs (antik dönem yığma mezar,
defineciler tarafından kepçe kullanılarak kazıldı.

Şimdilik faili meçhul olayın,
pazar gecesi Müze Müdürlüğü’ne yapılan ihbarla
ortaya çıktığı öğrenildi. İhbar üzerine güvenlik
güçlerini de harekete geçiren Müze yetkilileri, köye
gittiklerinde şaşkınlık içinde kaldı.

İlimizdeki en büyükleri
olduğu söylenen üç tümülüs mezarı hedef alan
definecilerin, kazı için kepçe kullandıkları ortaya
çıktı. Yapılan kazının öncesinin de olduğu ve kaçak
kazıların bir süredir devam ettiği de edinilen
bilgiler arasında.
Kazılan tümülüslerden
çıkarılıp alınan tarihi eserler olup olmadığıyla
ilgili net bir bilgiye henüz ulaşılamazken, bölgede
irili ufaklı çok sayıda başka tümülüsün de
bulunduğu, bunların Hellenistik ve Roma dönemlerine
ait olduğu sanılıyor.
Bölgeyle ilgili bir
tahmin ise, buranın Kastamonu’yu ilgi merkezi haline
getirebilecek ölçüde, Taşköprü’deki Pompeiopolis
antik kenti kadar önemli olabilecek bir antik çağ
yerleşimi olduğu, ciddi arkeolojik araştırmaya gerek
bulunduğu şeklinde.
Kastamonu Gazetesi,
22.09.2016
|
ANTİK KENTTEN TOKİ
BİNALARINA TAŞINACAKLAR
Tokat'ta 2 bin yıllık
geçmişe sahip Sebastapolis antik kenti üzerinde
kurulu Sulusaray İlçesi'nde vatandaşlar, tarihle iç
içe bulunmanın hem mutluluğunu hem de sorunlarını
yaşıyor.

Büyük bölümü Sebastapolis antik kenti üzerine kurulu
3 bin 500 nüfuslu Sulusaray İlçesi'nde, evleri
tarihi yapıların hemen yanında olanlar, aynı zamanda
sit alanında bulunması nedeniyle herhangi bir
tadilat yapamıyor, onarımdan geçiremiyor.
Menderes Mahallesi Muhtarı Mustafa Bağlar, yaptığı
açıklamada, mahallelerinin 1. derecede sit alanı
olduğunu söyledi.
Evlerinin bulunduğu bölgenin
sit alanının içinde kaldığına dikkati çeken Bağlar,
"Mahalle sakinlerimiz evlerinde hiçbir çalışma
yapamıyor. Evlerde inşaat ve tadilat türü işlem
yapmak yasak. Tarihle iç içe yaşamak çok güzel ama
eskiyen evlerimiz yıkılacak diye korkuyoruz." dedi.
İlçe sakinlerinden Nuh Genç
de tarih üzerinde yaşadıklarına işaret ederek böyle
olduğu için mutluluk duyduklarını ama bunun bazı
sorunları da beraberinde getirdiğini söyledi. Genç,
"Tarih üzerinde yaşamak güzel. Tabii bir de bunun
zorlukları var. Evlerimizin bulunduğu alan 1. derece
sit alanı. Bu nedenle evlerimizde tadilat gibi
işlemler yapamıyoruz. İşlem yapmak için Sivas Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulundan izin almak
gerekiyor. İlçemizde yaşayanların en büyük sıkıntısı
bu. Tarih üzerine kurulu ender yerlerden biriyiz."
ifadelerini kullandı.
İlçe sakinlerinden Seyit Ömer
Aydın ise ilçedeki antik kentte süren kazılarda
yıllardır çalıştığını anlatarak, "İlçe olarak tarih
üzerinde yaşıyoruz ama bu konuda biraz dertliyiz.
Burası 1. derecede sit alanı olduğu için yapı izni
verilmiyor." değerlendirmesinde bulundu.
Evler TOKİ'nin
yapacağı binalara taşınacak
Sulusaray
Belediye Başkanı Halil Demirkol da ilçedeki
Sebastapolis antik kentinin Karadeniz Bölgesi'nin
önemli tarihi yapılarından olduğunu söyledi.
İlçenin büyük bölümünün antik
kent üzerine kurulu olduğuna işaret eden Demirkol,
şunları kaydetti:
"Antik kentteki
kazıların devam edebilmesi için kamulaştırma
yapılması gerekiyor. Bu da İl Özel İdaresinin
kısıtlı kaynakları ile yapılmaya çalışılıyor. Köklü
çözüm bulma anlamında önceki belediye başkanlarımız
döneminde TOKİ'ye ayrılmış olan bir alan vardı.
Burayı TOKİ'ye devrettik. Şu anda imar çalışmaları
devam ediyor. İnşallah imar çalışmaları bittiğinde
TOKİ bize dönüş yapacak. Sonra vatandaşlarımızla
toplantı yaparak görüşeceğiz. Antik kent üzerindeki
evleri TOKİ'nin yapacağı evlere taşıyacağız. Çünkü
tarihin üzerindeki yapıların vatandaşlarımıza büyük
külfeti var. Evler su alıyor, yıkılacak vaziyette,
ekonomik ömrünü tamamlamış durumda. Vatandaşlarımız
zor şartlarda yaşıyorlar. Çalışmamız ile inşallah bu
duruma cevap vermiş olacağız."
Yapı, 22.09.2016
|
ARAPGİR HAZİNELERİ
İLGİ VE DESTEK BEKLİYOR
Arapgir, yerleştiği havza ve sahip olduğu kültürel
değerler itibariyle tam anlamıyla bir kadim kültür
geleneğini ve birikimini temsil ediyor. Bu geleneği
oluşturan her bir unsuru günümüze taşıma işlevini
üstlenmiş olması açısından da Türkiye’nin Kültür
Mirası haritasının kilometre taşlarından birini
oluşturan Arapgir, tarihsel sürekliliğin somut
yansıması olarak, çeşitli medeniyetlerin birbirinden
etkileşerek ürettiği yüzlerce eserle bu topraklarda
aynı zamanda geçmişle gelecek arasında sağlam bir
köprü kurmanın mücadelesini veriyor.
Yüz yıllarca çok kültürlülüğü
ve farklılıkları aynı coğrafyada barındırma
başarısını gösteren, üstelik bu farklılıkları aynı
pota içinde eritme derdine düşmeden bu işi başaran
Arapgir, üzerinde barındırdığı kültürel, tarihsel,
sanatsal, inançsal ve doğal nitelikteki kültürel
miras kapsamındaki eserler ile hakiki anlamda bir
açık hava müzesi özelliğini taşıyor.
Kültürel Mirasın korunması,
kültürel mirasın kültür ekonomisi yoluyla bulunduğu
coğrafyada ekonomik faaliyetlerin önemli bir
aktörüne dönüştürülmesi ve bu mirasın gelecek
nesillere aktarılması, son yıllarda, dünyada hızla
yükselen bir trend durumunda.
Arapgir Belediyesi de,
ilçenin sahip olduğu kültürel mirasın öneminin
farkında olarak, bu alanda çok sayıda proje
geliştirmek yolunda kolları sıvadığı gözleniyor.
Kültürel belediyecilik kavramına özel bir önem veren
Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, işe, bu
alanda ‘ellerinde ne olup olmadığı’ sorusuna cevap
olarak, 2009 yılında Arapgir Kültür Envanteri’ni
hazırlamak olduğunu söylüyor.
Arapgir Kültür Envanteri’nin
ortaya çıkardığı gerçek, “Arapgir’in devasa bir
kültürel ve doğal mirasa sahip olduğunu
göstermesiydi.
Arapgir’in tarih ve kültür
hazineleri saymakla bitmez. Tarihi camiler, 800
yıllık cem evi, mescidler, kervansaraylar, konaklar,
tarihi kiliseler, kadim mezarlıklar, bugün artık çok
az örneği kalan geleneksel değirmenler, özgün mimari
örneği tarihi köprüler, hamamlar, medreseler,
arkeolojik sit alanları, her biri farklı özelliklere
sahip kanyonlar, su altı kültür mirası örnekleri,
Osmanlı dönemi askeri ve sivil okul binaları,
dergahlar, keşiş konakları, kültürel peyzaj
alanları, endüstriyel miras örnekleri…
Arapgir Belediye Başkanı
Haluk Cömertoğlu, şimdilerde işte bu kültürel
mirasın tüm yönleri ile hayata kazandırılması, gün
ışığına çıkarılması, restore edilerek hayatın
içinden eserler konumuna getirilmesi için hummalı
bir çalışmanın içine girmiş durumda.
Ancak, bütün bütçesi
neredeyse personel maaşlarına ve birkaç temel
belediyecilik hizmetlerine yetebilen belediye
bütçesi ile bir bölümüne başladığı, bir bölümünü
projelendirdiği, bir bölümünü ise hayal ettiği
kültürel miras çalışmalarını sonuçlandırması bir
hayli zor görünüyor.
Arapgir Belediye Başkanı
Haluk Cömertoğlu bunun için, merkezi yönetimin,
özellikle de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın somut
olan ve somut olmayan kültür mirası programları için
ayırdığı bütçelerinden Arapgir Belediyesi’nin de
faydalandırılması gerektiğini söylüyor.
Bu konuda Ankara’da çeşitli
temaslarda bulunduğunu belirten Arapgir Belediye
Başkanı Haluk Cömertoğlu, kültür mirası projelerine
verilecek destek ile ilçenin yeni ekonomik faaliyet
alanları ve istihdam kaynakları yaratabileceğine de
dikkat çekiyor.
Arapgir Belediye Başkanı
Haluk Cömertoğlu, ilçedeki çok sayıda eserin tescili
için UNESCO ile iletişim halinde olduklarını da
vurgulayarak “Şu anda Türkiye makamlarınca tescil
edilmiş çok sayıda eserimiz var. Ancak bu eserlerin
UNESCO tarafından da Dünya Kültür Mirası listelerine
alınması için çalışıyoruz” dedi.
Sahip oldukları kültür
mirasının olağanüstü zenginliğine dikkat çeken
Cömertoğlu, Arapgir ve dolayısıyla Malatya’nın
dünyada tanınmasının, turist çekmesinin ve kültür
ekonomisi bakımından gelişmesinin önünü açacak
çalışmalar konusunda Yeni Malatya Gazetesi’ne
konuştu:
‘İlk işimiz
Arapgir Kültür Envanteri’ni hazırlamak oldu’
“Yukarı Fırat
Havzası’nın merkezi bir kere Arapgir’dir. Arapgir,
Yukarı Fırat Havzası’nın Neolitik çağdan bu yana,
insanlığın var olduğu her dönemde toplu yaşamın
olduğu ve ayakta duran onlarca merkezi var. Taş
Köprü’den başlıyor, Fırat Nehri’ne kadar yaklaşık 70
km’lik bir arterde sağlı sollu kanyonların
içerisinde geçiyorsunuz. 19 km’lik bir Kayaarası
Kanyonumuzun yanı sıra Yoncalı Kanyonu, Göz Kanyonu,
Berenge Kanyonu, Koru Kanyonu, Ormansırtı Kanyonu,
Taftı Kanyonumuz var. Bunlardan en önemlisi
Kayaarası Kanyonu. Çok bakir. Fauna ve florası çok
zengin ve çok canlı. Ürün çeşitliliği çok fazla.
Geriye gittiğimizde MÖ 10 bin yıla dayanıyor.
Taşköprü bir Roma eseri. Taşköprünün bulunduğu yer
Neolotik Çağa ait bir kaya şehir merkezi.
2009 da başkan olduğumda ilk
yaptığımız iş ‘Kültür Envanteri’ çıkarmak oldu.
Doğal varlıklarımız, ürün konusunda, kültür ve tarih
konusunda neyimiz var bunların hepsini araştırdık.
İstanbul Teknik Üniversitesi ile protokol yaparak
öğrenci çalışmasına yöneldik.
Doğal mirasa ait bir çalışma
başlattık. Atlas Dergisi ile çalıştık. Güngör
Yıldırım buraya geldi. Akademisyen ve Atlas Dergisi
Editörü. 20 gün boyunca dağlarda gezildi ve öyle
şeyler tespit edildi ki, dağcılık ve kültür yürüyüş
notaları konusunda buradan daha uygun alanlar yok.
Çünkü yaşam ile iç içe. Soyutlanmıyorsunuz.
Mağaralarla ilgili araştırmalarla ilgili çalışma
başlattık ama sonuca ulaşamadık çünkü çok mağara
var.
‘200 eseri
tescil için önerdik’
Merkezde tarihi
21 camimiz var, 130 eserin tescilini yaptırdık, 200
eseri tescil için önerdik
Doğal mirasımız, 6 tane
kanyonumuz var, Eskişehir Vadisi doğal bir sit alanı
ilan edildi. Arapgir’de dereler ve yamaçlarda bir
yerleşim olduğu için su mimarisi ile ilgili eserler
ve sivil mimari ile ilgili eserler var. 61 tane
tarihi köprümüz var. Merkezde 42 tane tarihi
mezarlık (100 yaş üzeri), 30 tane (100 yıl, 200 yıl,
800 ve 1000 yıla kadar olan) tarihi cami, ‘Selçuklu,
Danişmendliler, İlhanlılar, Osmanlı ve Cumhuriyet
döneminden önceki yıllar. Tescile önerdiğimiz 200
tane eser var.
Bunlardan 130’u geçti ama
tescile önermemiz gereken 100’in üzerinde eserimiz
var. Bu camilerin 21 tanesi merkezde. Bunların
içerisinde Eskişehir vadisinde Osmanlı döneminde ki
bunların enkazları duruyor, Darülfünun Müessesi
olarak kurulmuş, 5 bin öğrencinin okuduğu, Askeri ve
İlmiye sınıfının birlikte okuduğu Rüştiye mektepleri
var. Bunun merkezinde hamamlar var. Arapgir Merkezde
şu anda tespit ettiğimiz tarihi taş hamamlarımız
var. Hamamların ötesinde medrese yerleri var.
Eskişehir Vadisi’nde 2 tane Kervansaray, 7 tane
kilise, 72 tane su değirmeni var.
Entegre bir sistem bu.
Tarımla geçiniyordu insanlar ve su değirmenleri var.
Bunun haricinde merkeze geldiğimizde İstanbul Teknik
Üniversitesi ile çalışmamızda, sivil mimaride 100
yaşın üzerinde 1100 tane taş, kerpiç ve ahşap
bütünlüğümüzde konağımız var. Bunların 385 tanesi
tipoloji örneği olarak tescil edilmek için
çalışıldı. Tescile önerildiği zaman en az 500 tane
konağımız tescilli konak haline gelecek. 385
tanesini zaten çalıştık. Bunlardan 7 tanesini
kamulaştırdık. 4 tanesinin restorasyonunu bitirdik.
Fonksiyon yüklüyoruz. Müze yapıyoruz. Geleneksel
mimaride evi kullanacak ev pansiyonculuğu açıyoruz,
gastronomi müzesi yapıyoruz, sanat müzesi için ayrı
bir çalışma yapıyoruz. Ermeni geleneğinde Baş
Keşişin konağı var. Bu konağı kamulaştırdık. Şu anda
restorasyon işlemlerine başlıyoruz. Baş Keşişin evi
olarak bu konağı Etnografik olarak donatıyoruz.
‘Kiliseleri
ilgilileri ile buluşturuyoruz’
Meryem Ana
kilisesi var. Kara kilise var. Bunlar zaten
tescilli. Bu kiliseleri ilgilileri ile
buluşturuyoruz. 41 mezarlık var. Bu 41 mezarlığın
içerisinde Ermeni Mezarlığı da var. Bir tanesini
restore ettik. 4 yıldır her yıl Eylül ayında gelip
ayinlerini yapıyorlar. 15 gün kalıyorlar. Kuzey
Amerika Doğu Yakası Ruhani Lideri Başpiskopos Hajak
Barsamyan Arapgirli.
Bunlarla birlikte bir
yaşamımız vardı, bu yaşam sanata dönüşmüştü, tekstil
kentiydik. 5 bin tane dokuma tezgahımız vardı, bunun
2 bine yakını TSE belgesi almış, ‘Arapgir’ diye
mühür alan, 7 ülkeye ihraç yapılan ürünlerden
oluşuyordu. Yukarı Fırat havzası ciddi bir dut
merkezidir. İpek kozacılığı yapılıyordu.
800 yıllık Cemevi


Sivil mimaride biz
tarihi eserleri birer birer ayağa kaldırmaya
çalışırken şunu söyleyebilirim. Tescil edildiğinde
doğal mirası da içerisine koyarsak, 1000’in üzerinde
çok net eserimiz var. 11 Tane MÖ’ye ait kaya
mezarımız var. Onar bölgesinde MÖ Türklerin buraya
yerleştiğine dair resimler var. Bu resimler bu
döneme ait yaşamın çok eski olduğunu ifade ediyor.
Onar’da yine 800 yıllık bir Cem evimiz var. Bağdat
Valisi’nin görevlendirdiği, hizmet eri olarak buraya
gelmiş, Şeyh Hasan Onar’ın 10 eri ile buraya
geldiği, o günkü ismiyle dergah olarak kullandığı,
bugünkü ismiyle Cemevi olan bir eserimiz var. Kendi
türbesi de orda. Yine o bölgede kaya mezarlarında
çalışmalarımız devam ediyor. Kaya mezar
bölgelerinde, Taş Köprü ve Kuyulan’daki Roma dönemi
eserlerine ilişkin çalışmalar devam ediyor.



Kuyulan bölgesinde İpek yolu
ve Liman yolu buradan geçiyor. Roma eyaleti canlı
bir şehir. O döneme ait çok inanılmaz eserler
oluşmuş. En önemli eser, Eskişehir yerleşkesinin
bulunduğu alandaki Göz suyunun yine Roma döneminden
kalan Kale’ye kadar olan göz suyu. Bu su, Bizans
döneminde Arapgir’in ismi Dasküze ismiyle kaynağını
o sudan alıyor ve ‘Taşın gözündeki su’ manasında..
‘Arapgir Roma
döneminde güvenli bir yaşam merkeziydi’
Roma döneminde
Arapgert isimyle anılıyor. Ar, temiz demek, Ab, su
kaynağı demek, gert ise gezinmek, güvende olmak
demek. Temiz su kaynağında gezmek ve güvende olmak.
Arapgir’in Roma döneminde kullanılan ismi. O dönemde
Arapgir güvenli bir yaşam merkezi.
1531 yılında resmi nüfus 31
bin. Arapgir Liva merkezi. Roma’nın aktif eyalet
olarak burayı kabul etmesi, Roma kızının
Eskişehir’de kaya mezarının bulunması, Grekçe yazıt
ve kitabelerinin bulunması, bu bölgedeki bu canlı
delillerin o dönemde ne kadar aktif bir şehir
olduğunu gösteriyor. Selçuklular ve İlanlılar
döneminde burası devlet merkezi. Danişmentliler
döneminde devlet merkezi. Bu dönemde gerek sivil
mimaride gerekse dini mimaride onlara eser ortaya
çıkmış. Bunların hepsi akademik ve bilimsel
araştırmalar sonucu ortaya konulmuş bir bilgi.
Arapgir’i insan kaynağı olarak araştırdığımızda
sadece 116 bin insan İstanbul’da yaşıyor. Dünyanın
neresine giderseniz gidin bir Arapgirli var. İnsan
kaynağı zengin bir coğrafya. Fırat’tan bu tarafa
Arguvan, Keban, Divriği’yi koyun. Bu nerden geliyor?
Yaşam ve medeniyet merkezi olmasından geliyor. Marka
düzeyine ulaşmış zengin bir coğrafya. Mirasın ne
kadar derin ve zengin olduğunu ortaya koyuyor.
‘Endüstriyel
mirasımız ve geleneğimiz de çok güçlü’
Bu miras neden
ayakta tutulamamış? 1896 yılında Resmi Arapgir
Livası’nın ki, o tarihlerde liva, il merkezi, sancak
olarak da 1830-1870 arası Diyarbakır sancağına
bağlı. 1870’de Harput Sancağı kuruluyor, Harput
sancağı 19 bin nüfus. 1896 yılında Arapgir Livası 68
bin resmi nüfus. Sanayi şehri. Dokumacılık var,
tekstil var, ilim ve ticaret şehri. Ürün var yani.
1900’lü yıllara geldiğimizde büyük kıyıma uğradık.
Ermeni ve Müslümanların ortak imal ettiği, ortaya
çıkardığı sanat değerlerinin, tehcir diye tabir
edilen, adı konulamamış, Osmanlı’nın zayıflama
trendine girmesiyle şu an net adını koyduğumuz
Siyonist bir felsefenin bölgeyi göç ettirip
yalnızlaştırmasıyla Ermenilere kıyılmıştır.
Ermenilere Müslümanlar kıymamıştır. Ermenilerin
ayaklanmasına karşı bir ayaklanma olarak
gelişmiştir. Taşnak Partisi Arapgir’de 1906 yılında
kurulduktan sonra burada tahrik edici marjinal
gruplar oluşmuştur. Nalbantlık, palancılık,
kalaycılık, semercilik, kalaycılık ve 76 iş kolunda
burası bir çıraklık merkezi gibi çalışıyormuş.
Arapgir bir ahilik merkezidir. Yani buranın insanı
zorunlu göçe zorlanıp yalnızlaştırılmıştır.
Bu kavganın en büyük bedeli
Arapgir’e, Arapgir’in birikmiş medeniyetine ve sanat
değerlerine ödetilmiştir. Terkedilen yerlerdeki
eserler yıkılmış, yerine yenisi konmamıştır.
Yalnızlaştırılmıştır. 68 bin nüfusun olduğu dönemde
sadece Eskişehir vadisinde 2 bine yakın sivil mimari
var. 100’ün üzerinde tescile önerdiğimiz, han,
hamam, medrese, kilise, köprü, cami, dini ve kültür
varlıklarımız var. 1000’in üzerinde tescile
önermemiz gereken sivil mimari eserimiz var. Tescil
işlemleri o kadar uzun ki, kolay olmuyor. Doğal
mirasımızın en önemli miraslarından birisi florası.
Şifalı bitkileri ve ürün çeşitleri. Eskişehir
Anadolu Üniversitesi’nin Sarıçiek yaylasında bir
çalışması var. Bu çalışma sonucunda 700’e yakın
endemik şifalı tür tespit edildi.
‘Arapgir
Osmanlı’ya seçkin devlet adamları yetiştirdi’
Arapgir
Osmanlı’ya 7 sadrazam 90 tane paşa vermiş. Neyle
vermiş? Osmanlı’nın alt merkezinde Amasya dışında
eleman istihdamı var mı? Yok. Bir tek Arapgir var.
Niye Arapgir’e kıyılmış? Sorguladığımda şu sonuca
ulaşıyorum: Koca Ragıp Paşa, sadrazam olup Saraya
girdikten sonra 1630-1670 arası aşçısını,
kapıcıbaşısını hepsini buradan götürmüş. Burada
medrese geleneği oluşmuş, askeri okullar kurulmuş.
Burada 300 yıllık bir yapı var. Süvari okulu.
Osmanlı ordusuna süvari yetiştiriyor. Osmanlının
seferberliklerindeki bütün asker sevkiyatı oradan
yapılmış. Canlı ayakta duruyor konak. Kamulaştırmak
için para arıyorum, kaynağı bulduğumuzda burayı
merkez yapacağız inşallah.
‘Arapgir’in bir
turizm senaryosuna ihtiyacı var, bunu
gerçekleştireceğiz’
Arapgir’in bir
turizm senaryosuna ihtiyacı var. Bugüne kadar
turizmden beklediğini alamamasının nedeni, bir
senaryosunun olmaması. Bir film çekecekseniz
senaryosu olmadan çekebilir misiniz? Aktör var,
plato var, yeterli elaman var ama senaryo yok. Biz
şu anda senaryosunu oluşturuyoruz. Bu senaryoyu
bilenlerle bu yıl çalışmalara başladık. Bu
senaryonun içinde bir kere 11 tane müzemiz olacak.
Bunlar, Tarım Müzesi, Hayvancılık Müzesi, tarihimiz
çok derin üç ayrı merkezde Tarih Müzesi, ‘Cevat
Çobanlı ile anılan Çanakkale Müzesi’, Emiroğlu
Konağı, 1071 Malazgirt Zaferiyle anılıyor, çünkü
komutan buralı, dolayısıyla bir başarı öyküsü
yaratmış. Ermeni geleneğini bir müzede topluyoruz.
Mutfağımız çok zengin bir Gastronomi Müzesi
yapıyoruz. Etnografya müzesi yapıyoruz. Geleneksel
el ürünleriyle ilgili bir müze yapıyoruz. 11 tane
müzenin 3 tanesine başladık. Diğer müzelerimizle
ilgili konaklarda restorasyon çalışmalarımız devam
ediyor bir taraftan da proje çalışmalarıyla kaynak
ilişkisi ile ilişkilendirecek bir ad koyuyoruz.
‘2019
vizyonumuz: Asgari 500 bin insanı Arapgir’e çekmek’
Turizm
senaryomuzda asgari 500 bin insanı buraya getirecek
bir 2019 vizyonu belirledik. 2019’a kadar
hazırlayacağız. Şu anda bile çok ciddi bir rağbet
var. Ama henüz olgunlaşmadığı için çok
yansıtmıyoruz.. Sakin şehir modunda çalışmalarımızı
olgunlaştırdık ve bu çerçevede devam ediyor.
Tahribatın artmaması için sakin şehir modunu
kendimize mod olarak kabul ettik. Türkiye’de 20’ye
yakın şehir var, sakin şehir modunda. Bu Avrupa
ülkelerinin de yer aldığı bir organizasyon. Tarihi
Kentler Birliği ve ÇEKÜL’e üyeyiz. Hedefimiz nedir?
Ye- İç-İstirahat et denilen Roma dönemindeki
Arapgir’i tekrar kurmak. Ve insanları yüksek
oksijende, doğal ürünler tüketmesini sağlayarak,
kendi doğal ortamında rahatlayacağı, geçmiş
medeniyetin izlerini burada bulmalarını ve
hissetmelerini sağlamak”.
Malatya Haber, Haber:
|
GÖLYAZI'NIN TARİHİ
ARKEOLOJİK KAZILARLA AYDINLANIYOR
Nilüfer Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
Müzeler Genel Müdürlüğü arasında 2015 yılında
imzalanan protokol çerçevesinde geçtiğimiz aylarda
başlayan kazılar devam ediyor. İlk etapta antik
kente ismini veren Apollon Tapınağı’nın bulunduğu
Kız Ada üzerindeki bitki temizliği ile başlayan
çalışmaların ikinci ayağı, Nekropol alanında
sürüyor. Yaklaşık iki aydır devam eden Nekropol
kazılarında, Gölyazı’da günümüzden 2500 yıl öncesine
ait günlük yaşam, üretim, ticaret ve dini inançlara
ait önemli bulgular elde edildi. Nilüfer
Belediyesi’nin desteği ve koordinasyonunda, Kültür
ve Turizm Bakanlığı izni ile Bursa Müze Müdürlüğü
başkanlığında, Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin danışmanlığında
yürütülen çalışmalarda 8’i arkeolog olan toplam 25
kişilik ekip görev alıyor. Daha önce hiç arkeolojik
kazı yapılmayan Gözyazı’da çalışma için gerekli tüm
araçların tedariğini ve personel hizmetini sağlayan
Nilüfer Belediyesi bölgede bir ilki de
gerçekleştirmiş oluyor.
Gölyazı ve çevresindeki kaçak
kazıların önlenmesi amacıyla başlayan kazılar
sonunda yüzlerce yıldır toprak altında yatan tarihin
gün yüzüne çıkarılarak Gölyazı’nın kültür turizmine
kazandırılması hedefleniyor. Devam eden kazıları
Nilüfer Belediyesi Başkan Yardımcısı Bukle Erman ile
Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Güney Özkılınç yerinde
inceleyerek bilgi aldı. Erman, Nilüfer
Belediyesi’nin üstlendiği çalışmaların, antik dönem
Bursa- Bitinya coğrafyasına dair bilinmeyenleri de
gün yüzüne çıkarma imkanı sağlaması açısından
heyecan verici olduğunu belirtti.
Arkeopark
oluşturulacak
Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü
Tarih ve Turizm Bürosu koordinasyonunda gerçekleşen
çalışmaların ön hazırlığı 2015 yılı Ocak ayında
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni, Uludağ
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Mustafa
Şahin’in başkanlığında ilçe genelinde arkeolojik
kültür envanteri projesi ile başladı. Nilüfer
Belediyesi bu çalışmanın ilk ürünü olan yayını
önümüzdeki ay Bursalılar ve bilim çevreleriyle
paylaşacak. Yayınlanacak ikinci çalışma ile eş
zamanlı olarak yine bu proje kapsamında yüzey
araştırmalarında kayıt altına alınan taş eserler bir
araya getirilerek Gölyazı’da arkeopark
oluşturulacak.
Nilüfer Belediyesi,
21.09.2016
|
1600 YILLIK SURLAR DÜĞÜN SALONU OLDU
İstanbul
Fatih Belediyesi'ne ait Topkapı Sosyal Tesisleri'ni
genişletmek için surlar tahrip edildi. Duvarların
bir bölümü iş makineleriyle yıkıldı. Açılan yeni
alanda düğünler yapılacak.

İstanbul'daki en eski yapılardan biri olan ve UNESCO
tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınan 1600 yıllık
surlar, adeta bir tarih katliamına kurban ediliyor.
Surların bitişiğinde inşa edilen ve açıldığı ilk
günden beri tartışmalara neden olan Fatih
Belediyesi'ne ait Topkapı Sosyal Tesisleri'nin düğün
alanını genişletmek için surlar tahrip edildi.
Fatih Belediye Meclisi'nin CHP'li Üyesi Fazıl Uğur
Soylu, “Dış surların kenar duvarları yıkılıp yeni
malzemelerle dekoratif bir şekilde yapıldı. Yasal
işlem başlatacağız. Surlar ya tahrip ediliyor ya da
yıkıntı olarak bırakılıyor” dedi. Arkeologlar
Derneği'nden Yiğit Özer ise “Bu müdahalelerin
evrensel koruma ilkelerine göre doğru olmadığı açık”
diye konuştu.
Sözcü, Haber: Mehtap Özcan Ertürk,
21.09.2016 |
VAN KALESİ, UNESCO GEÇİCİ LİSTESİNDE

Van’da Akdamar Adası ve kilisesinin ardından Van
Kalesi de UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne
girdi. Van Kültür ve Turizm İl Müdürü Muzaffer
Aktuğ, Van Kalesi’nin UNESCO listesinde yerini
alması için 2015 yılı sonlarına doğru hazırladıkları
dosyanın Şubat 2016 tarihinde değerlendirilmeye
alındığını belirterek “Dosyadaki eksikliklerin
giderilmesi 9 aylık bir süreyi buldu. Temmuz ayı
içerisinde toplanan UNESCO Kurulu üyeleri, Van
Kalesi’ni de UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne
aldı. Ancak 15 Temmuz olayları nedeniyle toplantı
ertelendi. Ağustos ayı içerisinde yapılan toplantı
sonrası bize bu haber ulaşmış oldu. Şu an Akdamar
Adası’yla birlikte Van Kalesi de UNESCO Dünya Mirası
Geçici Listesi’ne alındı” dedi.
Van Kalesi’nin
UNESCO listesinde yer almasının sevindirici olduğunu
ifade eden Aktuğ, “Bundan sonra hem Akdamar Adası
hem Van Kalesi sonsuza dek güvence altına alınmış
oldu. Van Kalesi denince sadece kale dediğimiz alan
değil; höyük ile birlikte Van Kalesi çevresi ve arka
taraftaki eski Van şehrinin olduğu yeri de biz
UNESCO’ya kazandırmış olduk. Van Gölü ve Hoşap
Kalesi’nin de UNESCO Dünya Miras Listesi’ne katılımı
hususunda hazırlıklarımızı yapacağımızı buradan
belirtmek istiyorum. Müracaatımızı yapacağız” diye
konuştu.
Habertürk, Haber: Meral Yıldız,
21.09.2016 |
KADIKÖY'ÜN MİMARINA VEDA
Kadıköy semti başta olmak üzere İstanbul’un
mimarisine olan katkısıyla tanınan mimar Melih Koray
dün yaşamını yitirdi.
1951 yılında Güzel
Sanatlar Akademisi’nden mezun olan Melih Koray’ın
tasarladığı
Bağdat Caddesi ve
Kadıköy’de yer alan
konut yapılar
Anadolu yakasının mimari kimliğinin
oluşturulmasını etkilemişti. Söz konusu binaların
önemli bir kısmının kentsel dönüşüm kapsamında
yıkılacak olmasını engellemek isteyen Koray, iki yıl
önceki bir röportajında “Benim en çok üzüldüğüm şey
çok güzel binaların yıkılacak olmasıdır” demişti.
Koray’ın en yenilikçi
projelerinden bir tanesi ise ‘yüzen ev’di. İki
sandal üzerinde tasarlanmış bu yapı Caddebostan
sahilinde denizin üzerinde duruyordu ve dönemin
gazetelerinde ‘yazın tadını çıkarmanın’ güzel
yollarından biri olarak sunulmuştu.
Milliyet,
21.09.2016
|
ANTİK KENT,
TOKAT'IN GASTRONOMİSİNE IŞIK TUTUYOR
Tokat'taki Komana antik
kentinde yürütülen kazılarda kentin gastronomisi
(kültür ve yemek arasındaki ilişki) hakkında pek
çok bilgi elde edildi.
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi Yerleşim
Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Burcu Erciyas, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Komana Pontika
antik kentinde yüzey araştırmalarının ardından
2009'da başlattıkları kazıları sürdürdüklerini
söyledi.
Komana'daki kazıların
verimli geçtiğini ifade eden Erciyas, "Üç-dört
alanda hedeflerimiz vardı. Bunlardan üçünde çok
başarılı sonuçlara ulaşabildik. Amacımız
Komana'yı turizme kazandırmak olduğu için
surlardaki çalışmalarımıza hız verdik. Bu
çerçevede kuzeybatı bölümünde büyük bir alanı
ortaya çıkardık." dedi.
Antik kentin Tokat'ın en
erken kent yerleşimi olduğuna değinen Erciyas,
Bizans döneminin sonuna kadar kentsel
özelliklerini koruduğunu belirtti.
Komana'daki arkeolojik
kazıların Tokat'ın tarımsal üretim açısından
zenginliğine ve gastronomisine ışık tuttuğunu
bildiren Erciyas, şöyle devam etti:
"Ocak ve depolama
alanlarından elde edilen verilere göre, bugün
olduğu gibi Tokat'ın verimli ovalarında çok
çeşitli ürünler yetiştirilebilmekteydi.
Komana'daki ocak ve depolama alanlarından
buğday, arpa, baklagillerin yanı sıra daha az
rastlanan üzüm, nar, incir, kızılcık, kavun,
çitlembik, alıç, kiraz, zeytin ve erik ile
üretim altyapısı gerektiren nohut gibi ürünler,
ceviz ve fındık gibi yemişlere dair veriler
toplandı. Az sayıda pirinç tanesi ile üretimi
zor ve daha çok ithal edilerek elde edilen
ürünler de bulunmuştur. Buluntular, hayvan
olarak en fazla koyun ve keçi, ikinci olarak
sığır, üçüncü olarak da domuz türlerinin
oluşturduğu memeli türlerine yönelimi
göstermektedir. Tavuğun da gözlemlendiği
kazılarda balıkçılık ile yaban hayvanlarından
özellikle keklik ve tavşanının tüketildiği
görülmüştür. Bu dönemde kekliklerin seramikler
üzerinde görülmesi, tavşanın ikonografide yer
alması, av hayvanlarının Komana'nın
sofralarındaki önemini vurgulamaktadır."
Erciyas, çalışmalarında
Komana'nın gastronomik çeşitliliğinin
kanıtlandığının altını çizerek, et kullanılarak
yapılan yemekler, tahıllardan elde edilen
karbonhidratlı gıdalar, av hayvanları ile
hazırlanan yahnilerin yanında meyve, yemiş,
hatta unlu gıdalarda çeşni olarak kullanılan
çörek otunun Komana'nın mutfağını tanımladığını
anlattı.
"Meyveler çoğu zaman yaş,
üzüm gibi bazıları da çeşitli ürünlere
dönüştürülerek kış boyu kuru veya yan ürün
olarak tüketilmiş olmalı." diyen Erciyas,
şunları kaydetti:
"Az sayıda pirincin
varlığı, tüketiminin bu dönemde işaretidir.
Günümüzde meyve ve sebze çeşitlerine ulaşmak çok
kolaydır ama yalnızca bir yüzyıl öncesinde bile
ürünler ancak mevsiminde tüketilebilmekte, iklim
şartlarına bağlı olarak kısıtlı üretim
yapılabilmekte, sağlıklı beslenme şartları
zorlukla sağlanabilmekteydi. Bu tür şartlarda
Komana'da elde edilen ürün çeşitliliğine dair
veriler, Tokat'ın günümüzde olduğu gibi verimli
arazileri ve tarıma elverişli iklim şartları ile
açıklanabilir."
Komana Pontika
Antik Kenti
Kaynaklara göre,
Mitridat Krallığı'nın yönetiminde önemli bir
kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu
döneminde de özerkliğini koruyan Komana Pontika,
Anadolu tanrısı Ma'ya adanmış kutsal bir alandı.
Aynı zamanda ticaret merkezi olan bölge, o
dönemde kutsal alanda düzenlenen festivaller,
zengin pazar yeri ve kenti çevreleyen verimli
arazisiyle Anadolu'nun tüm bölgelerinden
ziyaretçi çekiyordu.
ODTÜ ve TÜBİTAK
tarafından da desteklenen Komana Pontika
Arkeolojik Araştırma Projesi, Orta Karadeniz
yöresinin klasik çağ kenti Komana Pontika'nın
konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak
amacıyla 2004 yılında uygulamaya konulmuştu.
Gümenek Hamamtepe
bölgesinde 2004'te yapılan yüzey
araştırmalarının ardından antik kentin gün
yüzüne çıkartılması için 2009'dan bu yana kazı
çalışmaları yürütülüyor.
Trt Haber, 20.09.2016
|
MİMAR KEMALEDDİN ESERİ MUHACİR MİSAFİRHANESİ BİR
GÜNLÜĞÜNE ZİYARETE AÇILIYOR
Metruk durumdaki tarihi yapıları sanat mekanı olarak
yeniden kullanmayı hedefleyen Das Art Project'in
düzenlediği ilk sergiye, Haydarpaşa'daki Mimar
Kemaleddin eseri Muhacir Misafirhanesi ev sahipliği
yapıyor.
Türkiye'de metruk durumda bulunan, döneminde farklı
işlevler için kullanılan tarihi mekanları sanat
alanlarına dönüştürmek amacıyla kısa süreli sergiler
düzenlemek üzere yola çıkmış bağımsız bir sanat
inisiyatifi olan Das Art Project, Mimar
Kemaleddin'in Haydarpaşa demiryolu sahasında bulunan
Muhacir Misafirhanesi (Dikimevi) binasını 14-15
Ekim'de ziyarete açıyor. Mimar Kemaleddin'in erken
dönem eserlerinden olan bina, "Oxytocin: Güven
Üzerine Denemeler" sergisiyle bir günlüğüne
kullanıma açılmış olacak.
1903- 1908 yıllarında inşa edilen Muhacir
Misafirhanesi, açıldığı dönemde veterinerlik
öğrencilerine ev sahipliği yapmış, 1956'da ön
kısmına yapılan beton eklemeler ile TCDD
personelinin resmi giysilerinin dikimini
sağlayan dikimevine dönüştürülmüştü. Günümüzde
kullanım dışı olan yapı, İstanbul II Numaralı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2004 yılı
6910 sayılı kararı ile tescillenmiştir.
Arkitera,
Haber: Bahar Bayhan, 20.09.2016
|
İNSAN NASIL
GİYİNMEYE BAŞLADI?
Bugün hala avcılık ve toplayıcılık yapan bazı
kabileler çıplak olmaya devam ediyor. Peki ilk
insanlar ne zaman giyinmeye başladı?
Hepimiz çıplak doğar, ama kamusal alanda
vücudumuzu örtme ihtiyacı duyarız. Bunun
nedenleri var: Soğuk iklimlerde giysiler bizi
donmaya, aşırı sıcakta ise güneşe karşı korur.
Bugün hala avcılık ve toplayıcılık yapan bazı
kabileler çıplak olmaya devam ediyor. Bu
giyinmenin hayatta kalma açısından zorunlu
olmadığını gösteriyor. Peki ilk ne zaman
giyinmeye başladık?
Giysiler fosilleşmeden çürüdüğü için ilk
insanların ne zaman çıplak dolaşmaya son verip
bedenlerini hayvan postu ve derisi ile
kapladığını gösterecek verilerden yoksunuz.
Antropologlar bunun yerine dolaylı
yöntemlerle tarih belirlemeye çalışır. 2011'de
bitler üzerine yapılan bir araştırma, giysilerin
kökeninin 170 bin yıl öncesine dayandığını
ortaya koydu.
Araştırmacılar saç biti ile giysi bitinin tür
olarak o dönemlerde ayrıldığını düşünüyor.
O zamanlar insanın atası Homo sapienler
Afrika'da ortaya çıkmıştı. Vücutlarında fazla
kıl yoktu artık. Oysa insana benzeyen homininler
daha kıllıydı.
Bazı uzmanlar işte bu kıl yitimini telafi
etmek üzere giysi giymeye başladığını düşünüyor.
Günümüzde hala avcılık ve toplayıcılık yapan
Sudan'daki Nuer gibi bazı kabilelerin asgari
giysi giymesi, örtünmenin sadece korunma amaçlı
olmayabileceğini, utanma hissinin baş göstermiş
olabileceğini gösteriyor. Ancak bunu
kanıtlayabilecek herhangi bir veri bulunmuyor.
Güney Amerika'daki Fuegian kabilesi gibi
diğer avcı-toplayıcı toplulukların da bazı
zamanlar basit giysiler giydiğini, ama çıplak da
dolaştığını gösteren tarihsel veriler de var.
Buna göre, ilk insanlar sadece üşüdükleri zaman
giyinmiş olabilir.
Afrika dışındaki bölgelerde ise giysinin
soğuğa karşı korunmak için zorunlu ihtiyaç
olduğunu anlamak zor değil. Başka bir insan türü
olan Neandertaller ise çok daha soğuk iklimlerde
yaşadığı için giyinme ihtiyacı duymuş olmalı.
Neandertaller Avrupa'da modern insandan önce
yaşadı. Her iki türün de Homo heidelbergensis
adı verilen aynı ortak atadan ortaya çıktığı
sanılıyor. Eğer Neandertaller giysi giyiyor
idiyse, giysi birden fazla kez icat edilmiş ve
onlar bizden önce icat etmiş olmalı.
Uzmanlar, Neandertaller ile insanların giysi
konusunda farklı yaklaşım sergilediğine
inanıyor.
Neandertallerin yaşadıkları yerlere bakarak
kışın vücutlarının yüzde 70-80'ini örtmüş
olduğu, muhtemelen sırtlarına basit bir hayvan
postu aldıkları tahmin ediliyor.
Modern insanlar ise birkaç parçayı
birleştirerek daha karmaşık giysiler dikiyordu.
Kendilerini daha sıcak tutacak ayı sansarı gibi
hayvanları avlamaya yöneldikleri sanılıyor.
Bugün Eskimolar bile, tüylerin donmaması
özelliğinden dolayı bu hayvanların postunu
tercih ettiği biliniyor.
Bazı antropologlar modern insanın soğuk
iklimlerde yaşayacak özellikler geliştirmeyi
beklemek yerine, daha uygun giysiler dikmelerini
sağlayan uygun teknoloji sayesinde oralara uyum
sağladığını söylüyor.
Fakat Neandertaller de daha kısa ve tıknaz
yapılı vücutlarıyla Avrupa'nın soğuk iklimine
modern insandan daha iyi adapte olmuştu. Modern
insanlar tarihlerinin önemli bir kısmını tropik
Afrika'da geçirmişken Neandertaller Avrupa'ya
çok daha önce gelmişlerdi.
Fakat ilginçtir ki onların soğuğa daha iyi
uyum sağlamış olması aynı zamanda yıkılışlarına
da neden olmuş olabilir.
30 bin yıl önce dünya iyice soğuduğunda zayıf
vücutlarıyla soğuğa karşı çok daha hassas olan
modern insanlar, bu açığı kapatmak için ekstra
teknolojik yenilikler geliştirmek zorunda
kaldılar. Özel kesici aletler ve iğneyle daha
karmaşık giysiler üretebildiler.
Oysa Neandertallerin sadece basit kazıma
aletleri vardı ve buzul çağına uygun giysiler
üretemediler.
Bu onların bizden daha az zeki olduğu
anlamına gelmiyor. Önceleri vücutlarını tümüyle
örten giysilere ihtiyaçları yoktu. Bu ihtiyaç
belirdiğinde ise onu yapacak teknolojiden
mahrumlardı.
Araştırmalar modern insanın Neandertallerden
bazı şeyler öğrenmiş olabileceğini gösteriyor.
40 bin ila 60 bin yıl önce taş yerine kemikten
aletleri ilk kullanan onlardı.
Neandertaller yok olduktan sonra benzer
aletleri Homo sapienler kullanmaya başladı.
Bazıları bunu Neandertallerden modern insana
aktarılmış bir şeyler olduğunun kanıtı olarak
görüyor.
Bu aktarım, doğrudan karşılaşma şeklinde
değil de modern insanın Neandertal kemik
aletlere rastlaması şeklinde olabilir.
30 bin yıl önce Taş Devri giysileri daha
gelişmişti. Gürcistan'da Dzudzuana Mağarası'nda
o döneme ait boyalı keten lifleri bulundu.
Giysiler artık süsleme ve sembolik amaçlı
kullanılıyordu. Aslında vücuda boyalarla
desenler yapma giysilerden çok daha önce
başlamış olabilirdi.
Neandertallerin 200 bin yıl önce vücutlarını
kırmızı toprak boyasıyla boyadığını gösteren
veriler var. Bu boya ayrıca hayvan postlarını
boyamada, mağaralara yapılan resimlerde ve
törensel mezarlarda da kullanılmış olabilir.
Uzmanlar, iklim soğuduğunda boyalı vücutların
giysilerle örtüldüğüne ve bu süslemelerin
giysilere aktarıldığına, bu durumda giysilerin
ısıtma amacının yanı sıra sosyal bir özellik de
kazandığına dikkat çekiyor.
Kısacası, giysiler sandığımızdan çok daha
karmaşık özellikler taşıyor. Onlarsız hayatta
kalamazdık, ama bugün ısıtma amacının çok daha
ötesinde bir işlevleri var.
Giysiler kimliğimizin, kültürümüzün ve sosyal
normlarımızın bir parçasıdır. Bizi diğer canlı
türlerinden ve doğadan ayıran bir özelliktir.
Ama bunun yanı sıra belli bir sosyal ya da
siyasi gruba aidiyetimize işaret ederek bizi
birbirimizden de ayırır.
T24, 20.09.2016
|
MÜZE GİRİŞ İHALESİ İPTAL EDİLDİ
Geçen sene de
iptal edilen müze ve ören yerleri gişe işletme
ihalesi yine iptal edildi.
İhale bedelinin 1.2
milyar TL olarak belirlendiği ihaleye teklif veren
çıkmadı. Yeni ihalenin iki gün sonra tekrar
yapılacağı öğrenildi. Sozcu.com.tr’nin Kültür
Bakanlığı’ndaki kaynaklardan aldığı bilgiye göre,
ihale bedelinin çok yüksek olmasından dolayı yeterli
ilginin gösterilmediği öğrenildi.
2015 Yılında En Çok Ziyaret Edilen 10
Müze
1 |
İstanbul Ayasofya Müzesi |
3.466.638 |
2 |
İstanbul Topkapı Sarayı
Müzesi |
3.252.524 |
3 |
Konya Mevlana Müzesi |
2.337.850 |
4 |
İstanbul Topkapı Sarayı –
Harem Dairesi |
877.331 |
5 |
İstanbul Arkeoloji Müzeleri |
411.797 |
6 |
Ankara Cumhuriyet Müzesi |
381.294 |
7 |
Antalya Demre Müzesi |
364.529 |
8 |
Nevşehir Hacıbektaş Müzesi |
363.457 |
9 |
Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi |
272.814 |
10 |
İstanbul Kariye Müzesi |
233.000 |
2015 Yılında En Çok Ziyaret Edilen 10
Örenyeri
1 |
Denizli Pamukkale
(Hierapolis) Örenyeri |
1.731.271 |
2 |
İzmir Efes Örenyeri |
1.702.865 |
3 |
Nevşehir Göreme Örenyeri |
975.712 |
4 |
Çanakkale Troia Örenyeri |
491.205 |
5 |
Nevşehir Derinkuyu Örenyeri |
422.043 |
6 |
Nevşehir Kaymaklı Örenyeri |
413.142 |
7 |
Aksaray Ihlara Vadisi
Örenyeri |
395.095 |
8 |
Antalya Olympos Örenyeri |
364.489 |
9 |
Antalya Aspendos Örenyeri |
335.363 |
10 |
Trabzon Sümela Örenyeri |
330.705 |
Sözcü, 19.09.2016 |
BİLİM DÜNYASINI ŞAŞKINA ÇEVİRDİ
Tam 25 yıl önce İsviçre Alpleri'nde bulunan
mumya, modern tıbbın gelişmesi için bilim
insanlarına umut oldu.
Avrupa’nın en yaşlı mumyası 25 yıl önce İsviçre’deki
Otztal Alpleri’nde buz kütlesinin içinde, donmuş bir
şekilde yürüyüşçüler tarafından bulunmuştu.
Yaklaşık 5 bin 300 yaşında olduğu tahmin edilen
‘Ötzi’ adındaki mumya, hala bilim insanlarını
büyülemeye devam ediyor.
Mumyanın bulunmasının hemen ardından, bölge polisi
derinlemesine inceleme başlattı. Polis karakolunun
yakınına ahşap bir tabuta konularak yerleştirilen 5
bin 300 yaşındaki mumyanın, milattan önce 3 bin 350
ila 3 bin 100 yılları arasında yaşadığını öğrenen
pek çok kişi hayretler içinde kaldı.
Bilim dünyasının gelişmesiyle birlikte yeni
teknolojiler sayesinde, Ötzi hakkında bilinmeyen pek
çok sır da gün yüzüne çıkmaya başladı.

Geçtiğimiz günlerde İtalya’nın kuzeyindeki Bolzano
şehrinde düzenlenen mumya kongresinde, Ötzi’nin
midesinde bulunan bakteri ve nasıl öldüğü hakkında
yeni bulgular paylaşıldı.

Mumya Enstitüsü Müdürü Albert Zink; Ötzi’nin
midesinde bulunan bakterinin araştırılmasının,
modern tıbbın gelişmesine de yardımcı olacağını
vurguladı.

Bilim insanları 2001 yılında Ötzi'nin omzunda,
arkasından aldığı bir ok darbesi sonucu oluşan
yarayı keşfetmişti.

Araştırmacıların tezine göre, omzundan yaralanan
Ötzi, daha sonra da kafasından aldığı sert bir darbe
sonucu ölmüş olabilir.

Hürriyet, 19.09.2016
|
AFRODİSİAS'IN HAVUZU GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Aydın’ın Karacasu
İlçesi'nde yer alan, adını
aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’ten alan
Afrodisias Antik Kenti’nde, dönemin Roma
şehirlerinin ihtişamını yansıtan dev şehir
havuzu yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılıyor.
UNESCO
Dünya Kültür Miras Listesi'nde bulunan Roma
İmparatorluğu dönemine ait Afrodisias Antik
Kenti iyi şekilde korunmuş anıt yapıları ile
dikkati çekiyor. Afrodisias’ta ilk olarak
1904'te yabancı arkeologlarca başlatılan
çalışmalar, sonrasında geniş kapsamla 1961-1990
yılları arasında Prof.Dr. Kenan Erim
öncülüğünde yapıldı. Erim'in vefatının ardından
Oxford Üniversitesi'nden Prof. Roland R.R. Smith
başkanlığında devam eden kazılarda, kentin en
önemli mimari unsurlarından şehir havuzu gün
yüzüne çıkarılıyor. Roma şehirleri içerisinde
varlığından haberdar olunan ve kazıyla
etrafındaki parkıyla gün yüzüne çıkarılan ilk
şehir havuzu olma özelliği taşıyan mimari yapı,
2 bin 100 yıl öncesindeki Roma şehirlerinin
ihtişamını gösterdiği gibi o dönemin sosyal
yaşantısına ait önemli bilgileri de ortaya
koyuyor.
KENTİN GÜCÜNÜ GÖSTERMEK
İÇİN
Kazı heyeti başkanı Prof.
Smith, ilk kez 1980 yılında Prof.Dr. Kenan Erim
tarafından kısmen kazısı yapılan şehir
havuzunun,
son 5 yıldır yapılan kazılarla, tümüyle
ortaya çıkarılmaya çalışıldığını ifade etti.
Smith, kazı çalışmaları son aşamaya gelen
havuzun, Milattan Önce 1. yüzyıldan kalma
olduğunu ve şehrin büyüklüğüyle kıyaslandığında
devasa ölçekte olduğunu dile getirerek, "Burada
170 metre uzunluğunda 30 metre genişliğinde ve 1
metre derinliğinde bir süs havuzundan
bahsediyoruz. Kentin gücünü göstermek için bu
kadar büyük yapmışlar" dedi.
Hürriyet,
19.09.2016
|
BEYLERBEYİ SARAYI TÜNELİ TRAFİĞE AÇILDI
İstanbul'da Üsküdar-Beylerbeyi hattındaki sahil
trafiğini rahatlatması hedeflenen ve 1970'li
yıllardan bu yana trafiğe kapalı olan Beylerbeyi
Sarayı Tüneli yeniden ulaşıma açıldı.
Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen tünelin
açılışında yaptığı konuşmada, Üsküdarlılar için
bugünün tünelin açılmasından dolayı özel bir gün
olduğunu söyledi.
Beylerbeyi Sarayı'nın
yaklaşık 2 asırlık bir saray olduğunu anımsatan
Türkmen, "Bugün 19 Eylül 2016 günü, bu tünelin
tekrar hizmete açılışının, trafiğe açılışının
günüdür. Bu anlamda mutluyuz. Üsküdarlılar olarak
heyecanlıyız" dedi.
Tünelin çevredeki trafiği
rahatlatacağını ifade eden Türkmen, tünelin
açılışının 2016-2017 eğitim ve öğretim yılının
başladığı güne yetişmesinin de önemli olduğunu
belirtti.
Türkmen, tünelin uzunluğunun 150
metre, yüksekliğinin ise 2 metre 90 santimetre
olduğunu, tünelin girişi ve çıkışı itibarıyla da
toplamda yaklaşık 650 metrelik bir yolun trafiğe
açılışının yapıldığını aktararak, "Tünelden şu anda
otomobil ve minibüs geçişlerine izin veriliyor. Bunu
görüp ondan sonra otobüs geçişlerine karar
vereceğiz" dedi.
Hilmi Türkmen, konuşmasının
ardından aracına binerek tünelden geçti.
Tünelden otomobiliyle geçen Elif Topal, tünelden
bugün itibarıyla haberdar olduğunu, görevlilerin
yönlendirmesi sonucunda tesadüfen tüneli
kullandığını söyledi.
Minibüs şoförü Mustafa
Çetin de tüneli hizmete sunanlara teşekkür ederek,
"Sağ olsunlar, mesafeyi kısalttı. Trafiği de önler.
Bizim için her türlü avantaj" diye konuştu.
Minibüs şoförü Mehmet Polat ise tünelin zaman ve
yakıt açısından faydalı olacağını söyledi.
Sultan 2. Mahmud tarafından 1829-1832 yılları
arasında yaptırılan Beylerbeyi Sarayı Tüneli,
1970'li yıllara kadar Üsküdar ile Beylerbeyi sahil
yolunu birbirine bağlayan bir tünel olarak
kullanılıyordu.
Beylerbeyi Sarayı'ndaki Set
Bahçeleri'nin altından geçen tünel, yüksek
duvarların ötesi ile Beylerbeyi Sarayı'ndaki set
bahçelerinin bağlantısını da kuruyordu. 150 metre
uzunluğundaki tünel, müze ve sergi salonu olarak
kullanımının ardından sahil trafiğini rahatlatmak
amacıyla bugün tekrar hizmete açıldı.
Tünelin
yeniden hizmete açılmasıyla 1,5 saati bulan
Üsküdar-Beylerbeyi-Çengelköy hattı sahil
yolculuğunun 15 dakikaya düşürülmesi hedefleniyor.
Tünel, sabah Beykoz-Üsküdar istikameti, akşam
Üsküdar-Beykoz istikameti olarak tek yönlü hizmet
verecek.
Çalışmalar sırasında tünelin
orijinal dokusunun muhafaza edildiği bildirildi.
Habertürk, 19.09.2016
|
KİMSENİN TADI TUZU KALMADI: HASANKEYF'İMİZ KAÇTI
Hasankeyf’in sular altında kalması için geri
sayım devam ediyor ama tarihi eserlerin taşınıp
taşınmayacağı hala muamma. Başka bir muamma daha
var: Ahalinin taşınacağı Yeni Hasankeyf’te kimin,
nereye, nasıl yerleştirileceği. Memurların çoktan
taşınmış olması ekonomiyi, terör de turizmi vurmuş.

Batman’ın incisi
Hasankeyf, artık turistler açısından tam bir
hayalet kasaba. Kimse bölgeye uğramaz olmuş.
Girdiğim bir hediyelik eşya dükkanı gün boyu ancak
tek bir küçük parça satabilmiş.
Akşam yemek yediğim restoranda üç gündür ilk
yemek yiyen benmişim. Gece kaldığım motelinse dört
gündür ilk müşterisi...

Hasankeyf bölgenin en eski yerleşim yeri. 12 bin yıl
önceden kalma tarihi eserler var. Buraya bir baraj
yapılacağıysa, malumunuz, yarım asırlık bir hikaye.
Son iki yılda baraj önemli bir aşamaya geldi.
Gövde inşaatı bitti. Sular yükselince ahalinin
taşınacağı Yeni Hasankeyf tamamlandı. Kamu binaları
ve kamu çalışanları bu yeni yerleşim yerine
taşındı.
DÜNYAYA
REZİL OLURUZ
Tarihi eserlerin de taşınacağı söyleniyordu. Ancak
suların yükselmesine bu kadar az vakit kala hala
çoğu için herhangi bir somut adım atılmış değil.
Üstelik sular altında kalacak olmasına rağmen
Artuklu Köprüsü gibi bazı eserlerin restorasyon
çalışmaları da devam ediyor.
Taşınmasına karar verilenler muallakta. Mesela
650 yıllık Zeynelbey Türbesi için ihale yapıldı. 500
gün içinde yeni yerleşim yerine taşınması gerekiyor.
Taşıma raylı sistem kullanılarak yapılacak. Fakat
başta Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen
olmak üzere herkes tedirgin. Kusen, ağırlığı 1100
ton olan türbenin üst kısmında çatlaklar olduğunu,
taşıma sırasında elde kalabileceğini söylüyor,
dünyaya rezil olacağımızdan korkuyor.
12 BİN
YILLIK TARİH ‘HAYALET KENT’E DÖNDÜ

Yeni Hasankeyf ise
Türkiye’de ilk petrolün bulunduğu Raman Dağı’nın
eteklerinde yer alıyor. Kamu yapıları tamamlandı, 13
binaya kamu personeli yerleşti. Okullar da hizmete
başladı. Ancak Hasankeyfliler ile ilgili durum
belirsiz. Bugüne kadar hak sahipleriyle üç anlaşma
yapıldı. Hepsi iptal edildi. Geçen ay tekrar
başvurular kabul edildi. 19 Ağustos tarihi
itibariyle sona eren başvurulara göre 2120 kişi
Hasankeyf’te hak sahibi olduğunu
iddia etti. Komisyon değerlendirmesinin ardından
yeni Hasankeyf’te kimlere ev verileceği belli
olacak. Mevcut Hasankeyf’te yaklaşık 3 bin kişi
yaşıyordu. 500’e yakın da hane vardı. Yeni
Hasenkeyf’e ise 700-800 yeni ev yapılacağı tahmin
ediliyor. Yeni tahminlere göre barajda 2017
sonlarına doğru su tutmaya başlanacak. Yeni evlerse
TOKİ tarafından 18 ay sonra teslim edilecek.
Terörün turizmi tamamen bitirmiş olması da cabası.
Bayramda kısmi hareketlenme oldu. Ama o da ancak
Diyarbakır, Batman ve Mardin gibi çevre illerden
gelenler. Eskisi gibi tur otobüslerinden eser yok.
Yabancı turistin adı bile anılmıyor.
HALK GİTMEK
İSTEMİYOR

Evler güzel ama orada yaşamam
1933 doğumlu Hasibe Güzel, bir zamanlar
Hasankeyf Kalesi’nde yaşıyordu. “1963’e kadar kalede
yaşadım. Bir gün Demirel gelip temel attı. ‘Artık
burada yaşayacaksınız’ dediler. Şimdi de ‘baraj’
diyorlar. Evleri gördüm güzel yapmışlar ama barajı
da istemiyorum, yeni yerleşim yerini de...”
Ucuza alıp pahalıya satıyorlar
Yılmaz Özoğlu 50 yılda iki mağduriyet yaşadıklarını
anlatıyor: “1970’lerde bizi mağaralardan
çıkarırlarken de mağdur olduk. Mağaralara para
vermiyorduk. Yaptıkları evden kira aldılar. Şimdi de
evlerimizi ucuza alıyorlar, yeni evleri çok pahalıya
satıyorlar. Biz o evlere gitmek istemiyoruz.”
Terör Güneydoğu’yu bitirdi
Öz Antik’in sahibi Mehmet Nuri Aydın, “Eskiden
Hasankeyf’in geçim kaynağı dokumacılıktı.
Bugün sadece bir parça kilim sattım. 35 TL”
diyor. Komşusu Tahsin Mete de günü sadece iki parça
satarak kapatmış. Çoban Ali Ayhan da halinden
şikayetçi: “Terör Güneydoğu’yu bitirdi. Kimse
gelmiyor artık.”

Hasankeyf, UNESCO’nun 10 kriterinden 9’unu taşıyor. Ilısu Barajı ile birlikte 83 arkeolojik alan sular altında kalacak.
Memurların yüzünü görmüyoruz
Terzi Ahmet Ece’nin kafası çok karışık... “Günü
siftah yapmadan kapatıyoruz. Mesela bugün de öyle
oldu.
Memurlar da Yeni Hasankeyf’e taşındı, Batman’a
gidip geliyorlar. Onları hiç görmüyoruz. Burada
ekonomi çöktü. Esnaf kirayı çıkaramıyor. Ben de
ne yapacağımı bilmiyorum” diyor.
Asgari ücretle nasıl öderiz?
Aşçı Refik Türkan: “Eskiden Dicle’nin kenarında
çardaklarda çalışıyorduk. Ben ızgaracıydım. Günde en
az 100 ızgara yapardım. Küçücük yerde 12 kişi
çalışırdı. Kale kapandı, çardaklar kapandı, şimdi
herkes işsiz... Yeni evler için ayda 1500 TL
ödememiz gerekecek, asgari ücretle bu parayı nasıl
öderiz?
Bir yılı, bir saatine değişmem
Adını vermek istemeyen bir
memur: “Yeni Hasankeyf’teki bir yılımı,
Hasankeyf’teki bir saatime değişmem. Ayrıca burada
başka bir konu daha var. Kesmeköprü 1 ve 2 köyleri
olarak biz yıllardır birbirimizi sevmeyiz. Şimdi
Yeni Hasankeyf’te bizi bir arada yaşamaya
zorluyorlar. Bunu kimse istemiyor.”

BARAJIN
YÜZDE 81’İ BİTTİ 2017’DE TAMAMLANACAK
GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil,
barajın 2015’te tamamlanmasının planlandığını ancak
bölgedeki terör yüzünden bu tarihin ertelendiğini
anlatıyor: “İnşaatı süren bazı baraj ve
hidroelektrik santral inşaatları, yaşanan saldırılar
ve sabotajlar yüzünden aksadı. Ilısu Barajı’nın
toplam maliyeti 1.7 milyar TL. Yüzde 80’den fazlası
tamamlandı. 2015 sonunda bitecekti ama çıkan olaylar
nedeniyle inşaatlarda ilerleme sağlanamadı.”
NE
KAYBETTİKLERİNİ SON KEZ GÖRSÜNLER
Aktüel Arkeoloji dergisi yeni sayısını tamamen
Hasankeyf’e ayırdı. Derginin yazıişleri müdürü Murat
Nagis, son bir farkındalık yaratmak istediklerini,
insanların ne kaybettiğimizi görmelerini
istediklerini söylüyor: “Hasankeyf, tıpkı
Göbeklitepe gibi Neolitik döneme kadar tarihinin
uzanıyor. Son kazılarda 11.500 yıl öncesine ait
eserler bulundu.”
Hürriyet, Haber: Serkan Ocak,
17.09.2016
|
KÖMÜR ARARKEN TARİHİ ESER ORTAYA ÇIKTI
Muğla’nın Milas İlçesi’ndeki Yeniköy ve Kemerköy
termik santrallarını besleyen kömür sahalarındaki
kazılarda ise Erken Demir Çağı, Hellenistik, Roma ve
Doğu Roma dönemlerine ait çok sayıda eser bulundu.

Kazı alanlarındaki yeni keşifler, yurtdışından geri
alınan kıymetli parçalar, kentsel dönüşüm ve
Marmaray gibi önemli altyapı projeleri sırasında
bulunan hazinelerle zenginleşen Türkiye’nin tarihi
hazinelerine, TANAP kazılarından da katkı geldi.
Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP)
güzergahı üzerinde bulunan Alaybeyi Arkeolojik
Alanı’nda gerçekleştirilen kazılarda, bölgenin
tarihini değiştirecek bulgulara ulaşıldı. Muğla’nın
Milas İlçesi’ndeki Yeniköy ve Kemerköy termik
santrallarını besleyen kömür sahalarındaki kazılarda
ise Erken Demir Çağı, Hellenistik, Roma ve Doğu Roma
dönemlerine ait çok sayıda eser bulundu.
TANAP
KAZILARINDA KARAZ İZİ
Azerbaycan doğalgazını
Avrupa’ya taşımak üzere inşa edilen Trans Anadolu
Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) güzergahı
üzerinde bulunan Alaybeyi Arkeolojik Alanı’nda
gerçekleştirilen kazılarda, Erken Tunç Çağı’na
tarihlenen ve Kafkaslar’dan Mezopotamya’ya kadar
yayılım gösteren “Karaz” kültürüne ait bir yerleşim
evresi tespit edildi. Burada diagonal duvarların
oluşturduğu mimari bir kompleks, bu kompleks
içerisinde kalan yuvarlak planlı bir yapı ve bu
yapının çevresinde hayvan başları, hoker tarzı
gömüler, kutsal amaçlarla kullanılan farklı
formlarda ocaklar ve bölgede daha önce hiç
görülmemiş ana tanrıça idolleri ve figürleri ele
geçirildi. Söz konusu alanın dini ritüeller ve
kurban törenlerinin gerçekleştirildiği, kutsal bir
alan olduğu değerlendiriliyor. Bölgedeki buluntular,
Demir Çağı’nda burada göçer grupların yaşadığına
işaret ediyor.
ROMA DÖNEMİNE
AİT ESERLER
Muğla’nın Milas
İlçesi’ndeki Yeniköy ve Kemerköy termik
santrallarını besleyen dekupaj alanlarından Mengefe,
Hüsamlar ve Belentepe açık kömür ocaklarında ilk kez
2006 yılında tarihi eserlere rastlandı. Ortaya çıkan
antik yerleşimlerdeki kültür varlıklarını kurtarma
kazılarına 2014 yılında başlandı. Halen devam eden
kazı çalışmalarında bölge tarihini değiştirecek
nitelikte bulgulara ulaşıldı. Hüsamlar Köyü
kazılarında Erken Demir Çağı ve Hellenistik Dönem’e
tarihlenen oda mezarlar ortaya çıkarıldı.
Belentepe’deki arkeolojik alanlarda Hellenistik, Roma
ve Doğu Roma dönemlerine ait çok sayıda eser
bulundu. Belentepe’deki kazıda dip kısmı ve ağız
kısmı yuvarlak kapakla kapatılmış, kemikten yapılmış
pyksis bulundu. Yuvarlak parfüm kutusu olarak
yapılan ve kadın süs eşyası olarak kullanılan
kutunun gövdesinde 2 adet kanatlı eros tasviri alçak
kabartma olarak işlenmiş.
YURTDIŞINDAN
NELER GELDİ?
BRONZ AT KOŞUM
TAKIMI PARÇASI: Amerika’da yaşayan Anne
Daughtry adlı kişi, MS 2. yüzyıla tarihlenen Roma
Dönemi’ne ait bronz at koşum takımı parçasını kendi
isteğiyle 2014 yılında Los Angeles
Başkonsolosluğu’na teslim etti.
MEZAR STELİ: ABD’nin Indiana Eyaleti’ndeki Valparaiso
Üniversitesi, Brauer Sanat Müzesi koleksiyonunda
bulunan Sardis kökenli 2 adet mezar stelini 2015’te
anavatanına gönderdi.
EL YAZMASI: Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nden çalınan “Lubab el
İşaret ve’t-Tenbihat” ve “Miftahu’l Ulum” adlı 2
adet el yazması, ABD’de bulundu.
OSMANLI
BAYRAĞI: 1. Dünya Savaşı sırasında Şam’da
Osmanlı Karargahı’nın İngiliz kuvvetlerince işgal
edilmesinin ardından gönderden indirilen Osmanlı
bayrağı, İngiliz bir askerin torunu tarafından
Türkiye’ye teslim edildi.
MEZAR ADAK
STELİ: Lidya Uygarlığı’na ait Manisa
kökenli 10 adet mezar ve adak stelinin ABD’de
internet üzerinden satışa çıkarılması üzerine
bakanlık harekete geçti.
MEZAR TAŞLARI:
İngiltere’de bir müzayede evinde satışa çıkarılan
18. yüzyıla ait 4 Osmanlı mezar taşı, yapılan
girişimler sonucu yurda getirildi.
KARGO İLE
YOLLANDI
Avusturya’nın başkenti
Viyana’da yaşayan bir kişi, kargo ile Antalya Müzesi
Müdürlüğü’ne bir boğa başı figürü gönderdi. Paket
içerisinde, Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne yazılmış
Almanca bir not da vardı. Notta, şahsın 1963 yılında
1 haftalığına geldiği Antalya’da bahse konu eseri
satın aldığı ve artık eseri kendi anayurduna iade
etmek istediği yazıyordu. Tunç Çağı’na ait olan
eser, pişmiş topraktan yapılmış. 9 cm boyunda ve 7
cm enindeki eser, Antalya Müzesi Müdürlüğü’nde
korunuyor.
BOĞA BAŞI
FİGÜRÜ
BULUNDUĞU YER:
Avusturya/Viyana
TARİHİ: MÖ
3000-1200
TÜRKİYE’YE GETİRİLDİĞİ TARİH:
2016
SERGİLENDİĞİ MÜZE: Antalya
Müzesi Müdürlüğü
BOYUTU-ÖLÇÜSÜ:
9 cm boyunda ve 7 cm eninde.
İLK SIRADA
SIRBİSTAN VAR
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Anadolu’dan yurtdışına kaçırılan tarihi
eserleri hafiye gibi aramaya devam ediyor. Bakanlık,
son 14 yıl içerisinde 4 bin 269 tarihi eserin izini
bularak Türkiye’ye kazandırdı. İadesi sağlanan
eserlerin ülkelere göre dağılımında Sırbistan bin
865 eserle ilk sırada yer aldı. Onu Almanya (bin
242), İsviçre (407), Avusturya (321), Hırvatistan
(133), ABD (154), İngiltere (60), Avustralya (24),
Birleşik Arap Emirlikleri (23), Bulgaristan (20),
Fransa (18) takip etti. 2011 yılı ise Türkiye’ye
iadelerin en yoğun olduğu yıl oldu. 2011’de toplam
bin 885 eser Türkiye’ye geri döndü.
SİNAN PAŞA’NIN
ÇİNİLERİ 2012’DE GERİ ALINDI
Bursa Sinanpaşa
Camii’nde 2002 yılında gerçekleştirilen soygunda
çalınan ve üzerinde Kuran-ı Kerim’den Haşr
Suresi’nin 23. ayetinin bir bölümünün yazılı olduğu
pencere süslemesini oluşturan 34 parça çini karo,
İngiltere’de ortaya çıktı. 2012 yılında bakanlık
tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda
İngiltere’den iadesi sağlanan eserler, Ankara
Etnoğrafya Müzesi Müdürlüğü’nde ziyarete açıldı.
BREMEN BİT
PAZARINDA BİZANS HAZİNESİ
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, 2002 yılında Almanya’nın Bremen kentinde
bit pazarında bin 182 eserin satışa çıktığını tespit
etti. Bakanlık, söz konusu eserlerle ilgili
Almanya’dan adli yardım talebinde bulundu. Eserlerin
iadesiyle ilgili olumsuz yanıt verilmesi üzerine
Dışişleri Bakanlığı, Hannover Başkonsolosluğu’nun
temin ettiği bir avukatlık firması aracılığıyla
Almanya’da dava açtı. Türkiye’nin haklı bulunması
sonucunda, 2008 yılında eserler Türkiye’ye
getirildi. Grek, Roma ve Bizans dönemine ait 716
sikke ile madeni süs eşyaları, mücevherler, haçlar
ve mızrak uçlarından oluşan toplam bin 182 eser,
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde
koruma altına alındı.
DEVLETİN
BÜYÜKLÜĞÜNÜ TEMSİL EDİYOR
Amerika’da ikamet eden
bir Türk’ün elinde bulunan Osmanlı Devlet Arması,
2016 yılında Türkiye’ye geri döndü. Los Angeles
Başkonsolosluğu tarafından teslim alınan arma,
Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’ne verildi.
Sultan 2. Abdülhamid dönemine ait olan arma, atlas
kumaş üzerine renkli iplerle işlenmiş. Armadaki
güneş devletin büyüklüğünü, güneşin ortasındaki
tuğra en büyük Müslüman Türk hanedanını, kavuk
saltanat ve hilafeti, çiçekler müsamahayı, terazi
adaleti, kitap Kuran-ı Kerim’i, silahlar orduyu,
madalyonlar çeşitli milletlerden oluşan Osmanlı’yı
temsil ediyor.

OSMANLI DEVLET
ARMASI
BULUNDUĞU YER:
ABD TARİHİ: 1876-1909
TÜRKİYE’YE
GETİRİLDİĞİ TARİH: 26 Ocak 2016
SERGİLENDİĞİ MÜZE: Ankara Etnografya Müzesi
BOYUTU-ÖLÇÜSÜ: 35 x 40 cm
ÖNEMİ/ÖZELLİĞİ: Sultan 2.
Abdülhamid dönemine ait.
Habertürk, Haber: Aykut
Yılmaz, 17.09.2016
|
VAN GOGH'UN ÇİÇEKLERİ CANLANDI
Vincent van Gogh’a ait 60’tan fazla eser 2017’de
Avustralya’daki National Gallery of Victoria’da
sergilenecek.
‘Van Gogh and the Seasons’
adlı sergide 40 resim ve 25 çizim yer alacak. Sanat
tarihçi Sjraar
Van Heugten’ın Van Gogh Museum’dan yararlanarak
hazırladığı sergi daha önce ülkede görülmemiş
eserlere de yer verecek. Sergi vesilesiyle Van
Gogh’un ‘Cornflowers and Poppies’ eseri 4,5 metrelik
bir panoda gerçek çiçeklerle canlandırıldı.
Milliyet, 17.09.2016
|
 |
DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN OSMANLI PARASI ORTAYA ÇIKTI
Osmanlı padişahlarından
Sultan Abdülmecid tarafından 1851 yılında
bastırılan ancak basılı hali ve görseli günümüze
ulaşamayıp sadece baskı kalıbı bilinen 6. emisyon 2.
tertip kağıt 500 kuruş, Ankara'da bir koleksiyoncuda
ortaya çıktı.
Paranın sahibi
araştırmacı-yazar
Necati Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Osmanlı'da kağıt paraların ilk defa 1840'ta,
Abdülmecid döneminde "Kaime-i Nakdiye-i Mütebere"
adıyla elle yazılıp tedavüle sunulduğunu belirtti.
Abdülmecid döneminde
çıkartılan 1. emisyon grubu paraların elle
yazıldığını, 1841'den sonraki emisyonların ise matbu
basıldığını vurgulayan Doğan, bu dönemdeki paraların
faiz getirili borç senedi veya hazine bonosu
niteliğinde olduğuna dikkati çekti.

"MALİYE NAZIRI
ABDURRAHMAN NAFİZ MÜHÜRLEMİŞ"
İlk dönem basılan bazı
Osmanlı kağıt paralarının çeşitli nedenlerle basılı
halinin ya da kalıbının bugüne ulaşmadığına işaret
eden Doğan, Abdülmecid tarafından 1851'de bastırılan
6. emisyon 2. tertip 500 kuruşun da basılı hali ve
görseli günümüze ulaşmayan paralardan olduğunu
bildirdi.
Söz konusu paranın kalıbının Darphane
ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğünde bulunduğunu
dile getiren Doğan, "Abdülmecid tarafından 1851'de
bastırılan ama basılı hali ve görseli bugüne
ulaşmayan 6. emisyon 2. tertip 500 kuruşu geçtiğimiz
günlerde koleksiyonuma kattım. Bu
para tedavülde olduğu dönemden sonra ilk kez
görülüyor. Şimdiye kadar bir eşi daha görülmedi.
Bunun da nedeni bu paraların tedavülden kaldırılıp
topluca imha edilmesi. Elimizdeki ise elde kalan
son para." dedi.
Doğan, elindeki
paranın da o dönem basılan diğerleri gibi tek
taraflı basıldığını belirterek, şunları söyledi:
"Basılı ön yüzünde
Abdülmecid'in çiçekli kabartma tuğrası, paranın
değeri olan 500 kuruş ve yıllık yüzde 6 faizli
olduğu yer alıyor. Arka yüzünde dönemin Maliye
Nazırı Abdurrahman Nafiz'in mührü bulunmakta. Taş
baskı yöntemiyle 134x197 milimetre ebadında basılan
paranın kağıdı ise bugünkü paralara göre oldukça
incedir."
"TARİHİMİZE
AİT BELGEYE ULAŞMANIN GURURUNU YAŞIYORUM"
Koleksiyoncular ve
nümizmatik bilimi açısında çok önemli olan parayı
kamuoyuyla paylaşmanın mutluluğunu ve gururunu
yaşadığını dile getiren Doğan, şöyle dedi:
"Bugüne kadar 'Para ve
Madalya' adıyla 11
kitap yayımladım. Titiz araştırmalar sayesinde
tüm kitaplarımda çok nadir ya da ilk kez gün yüzüne
çıkartılmış niteliği olan parçalara yer verdim.
Geçen yıl da varlığı arşivlerdeki kayıtlar sayesinde
bilinen
Sultan Abdülmecid tarafından 1849'da bastırılan
ancak bugüne basılı hali, kalıbı ve görseli dahi
ulaşmayan 5. emisyon kağıt 500 kuruşu ortaya
çıkartıp, kamuoyuyla paylaşmıştım. Bu iki para da
'ünik' niteliktedir. Yani her ikisi de dünyada
tektir."
Her iki paranın izini
yıllardır sürdüğünü ve bunun için büyük bir çaba
harcadığını ifade eden Doğan, "Bu yaptığımı sadece
bir iş olarak görmüyorum, bunu tarihe ve kültür
hayatımıza karşı büyük bir sorumluluk olarak da
görüyorum. Bunun için yıllardır gösterdiğim
çabaların karşılığını almanın mutluluğunu,
tarihimize ait bir belgeye ulaşmanın da gururunu
yaşıyorum." ifadelerini kullandı.
Hürriyet,
16.06.2016
|
PANTOLON: 3000 YIL ÖNCE ORTA ASYA'DA İCAT EDİLDİ
Sibirya’daki Taş Devri yerleşkelerinden Mal’ta ve
Buret civarında bulunan insan figürinlerini
inceleyen bazı uzmanlar, pantolonun 20 bin yıl önce
giyilmiş olabileceğini öne sürmüştü. Deri veya
kumaştan yapıldıkları için çok eski dönemlere ait
pantolon kalıntılarına pek rastlanamıyordu.

Alman
arkeoloji Enstitüsü arkeologlarından U. Beck ve
M. Wagner; 2014’te Orta Asya’da yaptıkları kazıda,
3000 yıl önceden kaldığı belirlenen, kumaştan
yapılmış iki pantolon buldu.
Pantolonlar,
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin Turfan kenti
yakınındaki tarihi mezarlıkta, iki erkeğe ait M21 ve
M157 numaralı mezarlarda bulundu. Mezarlarda bulunan
yün pantolonların iplikleri Karbon-14 yöntemiyle
analiz edildi.
Bu yöntemle yapılan yaş
tayinleri, pantolonların MÖ 1000-1300’lerden
kaldığını kanıtladı. Her iki pantolonun da ata rahat
binmek için tasarlanmış olduğu açıklandı.
Pantolonları dikmek için büyük kumaşlar
kesilmemişti.
Araştırmacılar, üç ayrı yün
kumaşın desenli olarak uygun boyutlarda dokunup
ardından birbirine dikilerek pantolon yapıldığını
belirledi.
İki dikdörtgen kumaş, paçalar için
belden ayak bileklerine uzanacak boyuttaydı. Üçüncü
kumaş, artı şeklinde olup diğer iki parçayı
birleştirecek şekilde dokunmuştu. Kumaşlar tezgahta,
kişilere özel boyutlarda dokunduğu için dokumacı ve
terzinin aynı kişi olduğu açıklandı.
Pantolonları 3000 yıl önce giyenlerin 40 yaşlarında
olduğu belirlendi. Mezarlarında; savaş baltası,
sadak, kamçı, dizgin ve deriden yapılmış kol zırhı
bulunduğu için bu kişilerin atlı savaşçılar olduğu
anlaşıldı. Dünyanın bilinen en eski pantolonları
olan bu objelerle ilgili bilimsel veriler, 20 Ekim
2014’te Quaternary International’da yayımlandı.
Pantolonun
Avrupa ve dünyaya yayılışı
Pantolonun; Orta Asya’dan
İran’a MÖ 600’lerde geçtiği, Pers başkenti
olan Persepolis’teki taş kabartmalarda yer alan
figürlerden anlaşılmaktadır. İran’dan Orta Doğu’ya
yayılan pantolon, Yunanlılar ve
Romalılar tarafından benimsenmeyip doğuluların
ve barbarların giysisi denilerek aşağılanırdı.
Romalılar, Orta Doğu ve Kuzey
Afrika ülkelerini ele geçirince oralarda yaygın
olan pantolonu benimseyip giymeye başladılar.
Romalı askerler,
MS birinci yüz yıldan
itibaren tuniklerinin altına, dize kadar uzanan
pantolonlar giydi. Batı Roma İmparatorluğu 476’da
yıkılınca, Avrupa’da pantolon giyenlerin sayısı
arttı. Doğu Roma İmparatorluğu’nda, tuniklerin
altına pantolon giymek yaygınlaştı. Orta Asya’da ise
Hunlar,
göktürkler ve Uygurlar sürekli ata bindikleri
için pantolon, çok eski bir gelenekti. Avrupa’da
asiller ve zenginler, 8. yüzyıldan itibaren keten
veya yünlü kısa pantolonlar giymeye başladı.
İspanyol asillerin giydiği; üst kısmı geniş ve
dizden bağcıklı olan pantolonların paçaları, balon
gibi görünmeleri için pamukla desteklenip kapitone
yapılarak dikilirdi.
Avrupa’da 14. yüzyılda,
uzun ve dar pantolonlar
Moda oldu.
Fransa’nın gezici komedi tiyatrolarındaki
“Pantolone” adlı bir karakter, sürekli pantolon
giydiği için pantolon kelimesi onun adıyla
özdeşleşmişti. Fransız Devrimi sırasında, sokağa
dökülen işçiler uzun paçalı pantolon giydiği için bu
halk giysisine o dönemde pantolone adı verildi.
İkinci Mahmut, Osmanlı askerlerine pantolon giyme
mecburiyeti getirmişti. Abdülmecit ise tüm
memurların pantolon giymesini sağladı.
Milliyet,
Yazı: Ural Akbulut, 16.09.2016 |
DEFİNECİLER KÖYLÜYÜ İSYAN ETTİRDİ
Tekirdağ'ın Malkara İlçesi'ne bağlı Kermeyan
Mahallesi'nde definecilerin sit alanlarında ve köy
çevresinde gelişi güzel define araması köylüyü isyan
ettirdi.

Olay, ilçeye bağlı Kermeyan Mahallesi Kale mevkii ve
köy girişi mevkiinde meydana geldi. Kimliği belirsiz
şüpheliler, Roma ile Bizans Dönemi’nin önemli
yerleşim bölgelerinden Kale mevkiindeki sit
alanında bulunan bir tarlada izinsiz kazı yaparak
define aradı. Yaklaşık 20 metrelik çukur açan define
avcıları, açtıkları çukurun altından da 25 metrelik
bir tünel kazdı. Profesyonelce çalışan şüpheliler
kullandıkları bazı malzemeleri olay yerinde
bazılarını ise çevredeki çalılıklara saklayarak daha
sonra olay yerinden uzaklaştı. Define avcıları Kale
mevkiinde yaptıkları izinsiz kazı sonrasında dün
gece de köy girişinde iş makinesi yardımıyla bir
yolun altını kazdı. Yapılan izinsiz kazı sırasında
defineciler, köylünün bahçesini suladığı ve çevreye
su verdiği su boru hattını patlattı.

MUHTAR İSYAN ETTİ
Son zamanlarda kalabalık grupların köylerine
gelerek çeşitli yerlerde kazı yaptığını anlatan
Muhtar Yusuf Yılmaz, şöyle dedi:
"Bu definecilerden bıktık, usandık. Yeter artık.
Bizi isyan ettirdiler. Köyümüz tarihi bir köy olduğu
için zamanında burada Romalılar, Bizanslılar
yaşamış. Bu yüzden de defineciler köyümüzü delik
deşik etti. Bir an olsun rahat bırakmıyorlar. Önceki
günlerde tarlaları kazmışlar, kazdıkları çukur
derinlemesine 20 metre alttan da tünel olarak 25
metre kazı yapmışlar. Dün gece de köy girişindeki
alanı kazmışlar. Kazarken oradan geçen su boru
hattını patlatmışlar. Yazıktır. Tarladaki
mahsullerimizi gece biçmeye kalksak Allah korusun
çukura düşeceğiz. Burası sit alanı olduğu içinde
defineciler burayı mesken tuttu."
Jandarmanın izinsiz kazı yapan definecileri
yakalamak için başlattığı soruşturma sürdürülüyor.
Milliyet, Haber: Murat Yayın, 16.09.2016
|
IHLAMUR PARKI'NA 'APARTMAN YAPACAĞIZ' TABELASI
Beşiktaş’ta kültür varlığı olarak tescil
edilen III. Selim ve II. Mahmut’a ait üç adet
nişan taşının ve anıtsal nitelikte ağaçların
bulunduğu
Ihlamur Parkı’nın imara açılmasının ardından
mahalleli ile belediye arasında yaşanan tartışma
yeni bir boyut kazandı.
İmara açılan
yaklaşık üç dönümlük arazinin sahipleri, arsanın
etrafındaki sac levhaları kaldırdı. Yerine
yeşil renkli tel örgüler koyup, parkın
girişine, “3 bin 68 metrekare üzerine bölgenin
mimarisine uygun, o bölgeye değer katacak ve 5
katı geçmeyecek şekilde konut projesi
planlanmaktadır” yazan levha asıldı.Parkın bir
bölümünün geçen haziran ayında demir levhalarla
kapatılmaya başlanmasıyla, mahalle sakinleri
protesto gösterileri yaparak
Beşiktaş Belediyesi ve inşaat sahiplerini
eleştirmişti. Yaşanan tartışmaların ardından
inşaat şirketi çalışmalarına bir süre ara verdi.
Şirket önce parkın etrafındaki demir levhaları
sökerek yerine yeşil renkli tel örgüler çekti.
Parka vatandaşın girmesi için geçitler de
bıraktı. Sonra da mahallelinin tepkisini çeken
bir tabela astı.
MİMARİYE
UYGUN YAPACAĞIZ
Ihlamur Parkı'nın girişine üzerinde “Arsa
sahipleri” notu bulunan levhada şunlar yazıyor:
“Beşiktaş
Abbasağa Mahallesi, Ihlamur Yıldız Yokuşu’nda
yer alan, üzerinde 3. Selim ve 2. Mahmut’a ait
üç adet nişan taşının ve anıtsal nitelikte
ağaçların da bulunduğu çevre sakinleri
tarafından kullanılan ve Ihlamur Parkı olarak
adlandırılan 6 bin 735 metrekare yeşil alanın da
olduğu 11 bin 936 metrekare arsanın işlemleri
tamamlandıktan sonra
iddia edilenlerin aksine içinde parkın ve
tarihi mirasımızın da bulunduğu yeşil alanın
terki yapılarak düzenlendikten sonra siz değerli
mahalle sakinlerinin kullanımına sunulacaktır.
11 bin 936 metrekare arsamızdan yeşil alan
dışında kalan ve 5 gecekondu, oto yıkama, oduncu
ve çöp toplama yeri olarak kullanılan toplam 3
bin 68 metrekare üzerine ve 5 katı geçmeyecek
şekilde konut projesi planlanmakta.”
Hürriyet, Haber: Fırat Alkaç, 15.09.2016
|
URARTU KRALLARINA AİT KAYA MEZARI 100 YIL SONRA GÜN
YÜZÜNE ÇIKARILDI
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve
Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü Doç.Dr. Erkan
Konyar başkanlığında Van Kalesi’nde yürütülen
kazılarda Urartu krallarına ait önemli bir kaya
mezarı 100 yıl aradan sonra gün yüzüne çıkarıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Van
Kalesi'nde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi
Müdürü Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında yürütülen
kazı çalışmaları devam ediyor. Bu çalışmalar
kapsamında Van Kalesi’nin doğu güney bölgesinde
Urartu krallarına ait önemli bir kaya mezarı gün
yüzüne çıkarıldı. Mezarın ortaya çıkarılmasında öncü
olan Araştırmacı Dr. Bülent Genç, aslında bu kaya
mezarının sitadelde ana kayaya oyulan ve küçük ön
oda biçiminde dromoslu girişi olan ilk mezar örneği
olarak karşılarına çıktığını söyledi.
Bu
anlamda sitadeldeki Argişti mezarı, Neft Kuyu, İç
Kale ve Doğu Odaları gibi diğer krali mezarlardan da
farklı olduğunu ifade eden Genç, “Biz geçen yıl ekim
ayında kalede yaptığımız incelemelerde kaya
mezarının olduğu bu bölümde ve üst kısmında
düzeltilmiş bazı kaya yüzeyleri tespit ettik. Bu yıl
ki kazı sezonunda sitadelin söz konusu bölümünde
çalışmalarımızı sürdürerek yeni bir kaya mezarı
ortaya çıkardık. Arkeolojik sonuçları itibariyle
Urartu kaya mezar mimarisinde ve kronolojisinde çok
tartışma yaşatacak bir krali mezar. Urartu
Krallığı’na başkentlik yapmış olan Van Kalesi’ndeki
araştırmalar 19. yüzyılın ortalarından itibaren
başlamaktadır. Yapılan bu çalışmalarla Urartu
Krallığı’na ait çeşitli anıtsal yapılar ortaya
çıkarılmıştı. Bunların içinde sitadelin güney
cephesi boyunca yer alan krali kaya mezarları
bilinmektedir. Bunlar Osmanlı döneminden itibaren
depo ve baruthane gibi çeşitli amaçlarla
kullanılmıştı. Bu kaya mezarlarının hepsi anıtsal
cepheli ve çok odalı planları ile karşımıza
çıkmaktadır. Bizim tespit ettiğimiz bu mezar ise yer
altına işlenmesi ve planlaması açısından
diğerlerinden farklı ve erken özellikler gösteriyor.
Mezar bir ön oda ve buradan açılan kapıyla geçilen
bir ana odadan oluşuyor. Gömünün yapıldığı bu ana
odayı zeminden bir metre yükseklikte ve 12 metre
boyunca devam eden kesintisiz bir niş çevreliyor.
Maalesef mezar Ortaçağ, hatta daha erken dönemden
itibaren soyulduğu için biz sadece mimarisi itibarı
ile bu sonuçlara ulaştık. Ama Urartu kralları için
günümüze kadar sırasıyla İç Kale, Neft Kuyu, Argişti
Mezarı, Doğu Odaları ile ilgili teorik olarak
önerilen kaya mezarı kronolojisine katkı sağlayacak
niteliktedir. Özellikle hangi mezarın hangi krala
ait olabileceği tezlerini baştan sona
değiştirebilecek bir mezar olarak karşımıza
çıkmaktadır" ifadelerini kullandı.
"ARAŞTIRMA TARİHÇESİ 1849’LARA KADAR
GİDİYOR"
Sitadelde bu planlamada krali bir mezarın
bulunmasının önemli olduğunu belirten Genç,
“Özellikle planlama açısından benzer örneklerinin
Assur İmparatorluğunda da bulunduğunun altını çizdi.
Bununla birlikte yer altına oyulmuş ve aynı şekilde
ön girişe sahip mezar mimarisi Urartu coğrafyasında
yaygın olarak bilinmektedir. Ancak sitadelde gömü
geleneği daha çok Mezopotamya ile benzerdir. Mezar
mimarisini ve iç donanımlarını göz önüne aldığımız
takdirde kaledeki mevcut kaya mezarlarından tamamen
farklı özellikler göstermektedir. Mezar içerisindeki
niş gömüye ait eşya, silah ve benzeri mezar
hediyelerinin konulduğu bir amaca hizmet etmektedir.
Bunun dışında sade ve bezemesiz bir mimari yapıya
sahiptir. Urartu'da aslında araştırma tarihçesi
1849’lara kadar gidiyor. İngiliz büyükelçisi Austen
Henry Layard’ın Analı Kız’da çalıştığını ve kazı
yaptığını biliyoruz. Bu alanı daha sonra 1915-1916
yılında kısa süren Rus işgali döneminde Nicholas
Yakovlevich Marr ve İosif Abgarovich Orbeli
kazıyorlar. Ancak bu dediğim gibi 100 yıl önce
yapılan bir çalışmadır. Uzunca bir aradan sonra
kalede böyle bir mezar ortaya çıkarmamız tabi bizim
açımızdan da ilginç oldu. Çünkü bu zamana kadar
literatürde bütün kaya mezarları sadece var olanlar
üzerinden tartışılıyordu. Böyle bir mezarın ortaya
çıkması sitadelde benzer biçimde başka kaya
mezarlarında bulunabileceğini akla getirmektedir.
Çünkü bu alanda şimdiye kadar hiç kazı yapılmamış.
Özellikle kaya mezarının yaklaşık 30 metre kuzeyinde
Assur yazıtlı bir niş ve niş içerisinde bir stel
kaidesi yer almaktadır. Bu nişte yer alan yazıtta
çeşitli adak hayvan sayısından bahsediliyor. Bunun
mezarla ilişkisini kazının ilerleyen süreçlerinde
ortaya çıkaracağız. Ama bu alandaki çalışmalar
dediğim gibi yüz yıl sonra böyle bir mezar ortaya
çıkarmak bizim içinde çok şaşırtıcı oldu. Sonuçları
itibarı ile de bizi bayağı heyecanlandırdı” dedi.
“YÜZ YIL SONRA BÖYLE BİR MEZAR ORTAYA
ÇIKTI“
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Van
Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü
Doç.Dr. Erkan Konyar, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın izniyle İstanbul Üniversitesi adına
eski Van şehri, kalesi ve höyüğü kazılarının bir
ayağının da sitadel kısmında devam ettiğini söyledi.
Doç.Dr. Erkan Konyar, “Geçen yıl bazı araştırmacı
arkadaşlarımızın ki bunların başında Bülent Genç
geliyor. Bu alanda yaptıkları yüzey araştırmalarında
bir mezara ait olabilecek kimi kanıtlar ortaya
çıkarmışlardı. Ama açıkçası bize sıradışı gelmişti.
Yani sitadelde zaten var olan anıtsal kaya
mezarlarının Urartu krallarına ait olduğunu
düşünüyoruz. Fakat burada çok ayrı bir formatta yeni
bir mezar odasıyla karşılaştık. Urartu’da halkın
kullandığı bir mezar odasının plan ve tipoloji
açısından bir benzerini sitadelde bulduk. Bu da bize
çok sıra dışı geldi. Aklımıza hemen bunun erken
Urartu krallarına ait olabileceği fikri geldi. Tabi
bu olasılıktan oluşuyor fakat bu fikri destekleyen
birçok unsur var. Çünkü bu mezarın hemen üst
kısmında Assurca bir yazıt var ki Urartular ilk
yazıtlarını Assurca yazıyor. Bunun dışında kimi kaya
işlemeleri ve konum özellikleri bu mezarın belki de
kurucu krallara ait olabilecek bir mezar olduğunu
bize gösteriyor. Bu da aslında Urartu
araştırmalarında daha önce bilinen mezarlarla
kıyasladığımızda yüz yıl sonra ilk defa belki yeni
bir Urartu kralına ya da ilk Urartu krallarından
birine ait olabilecek bir mezar odasının ortaya
çıkması bizi bayağı heyecanlandırdı” dedi.
 
 
 
Milliyet, 14.09.2016 |
GİZEMLİ YAZI SAHTE DEĞİLMİŞ
ABD’li bilim
insanları, Grolier Kodeksi olarak bilinen dünyanın
en nadir ve eski kitaplarından Maya el yazmasının
sahte olmadığını kanıtladı.
Sputnik'in aktardığı habere göre eski el yazması,
1960’larda Meksika’nın Chiapas eyaletindeki bir
mağarada ‘mezar soyguncuları’ tarafından bulunmuştu
ama kodeksin resmi tarihi, yazının ilk kez New
York’taki bir kitapsever topluluğuna ait Grolier
adlı özel bir kulüpte tanıtıldığı 1971’den itibaren
başlıyor. Uzmanlar, uzun süre el yazının sahibi olan
zengin Meksikalı koleksiyoncu Josué Sáenz’in
anlattıklarına şüpheyle yaklaşmıştı.
Oldukça hasarlı 10 sayfadan oluşan kodeks
üzerinde yapılan radyokarbon analizleri, 13. yüzyıla
tarihlenen Amatl kağıdı kullanılan Grolier el
yazmasının diğer el yazmalarından daha erken tarihli
olduğunu ortaya koyuyor.

‘İKONOGRAFİK HATALAR YOK’
Brown Üniversitesi’nden Prof. Stephen Houston
başkanlığındaki grubun gerçekleştirdiği yeni
araştırma, el yazmanın gerçek olduğunu doğruladı.
Sputnik’e konuşan Houston, araştırmalarıyla ilgili
şunu söyledi: “Sahte belgeler yapan kişilerin en
azından bir hata yapması gerekiyor. Oysa bizi
etkileyen el yazmanın doğruluğundan çok ikonografik
hataların yokluğu oldu. Nispeten son zamanlarda
varılan bilgi düzeyi bu sonucu çıkma fırsatını
verdi”.
‘HİÇBİR ŞÜPHE YOK’
El yazmalarını tekrar inceleyip ilgili tüm
şüpheleri tek tek gözden geçirme kararı aldıklarını
belirten Houston, “Kitabın kopyasını çıkarıyoruz.
Grolier el yazmasının gerçek olduğuna dair hiçbir
şüphe yok. Vardığımız sonuçlar, dünyanın en nadir
buluşlarından biri ve antik Amerika’nın en erken
kitabı olan Dördüncü Maya El Yazması’nı doğruluyor.
Bu el yazması, üretildiği topraklarda kalan tek Maya
kitabı” dedi.
‘DAHA ÖNCE DİLE GETİRİLEN TAHMİNLER
ÇÜRÜTÜLMÜŞTÜR
Venüs gezegeninin hareketlerini gösteren bir
takvimden oluşan el yazmansının 104 yıllık bir
süreci kapsadığını ve en az üç jenerasyon boyunca
rahipler tarafından kullanılmış olabileceğini
belirten ABD’li profesör, “Kodeksin gerçek
olduğundan kesinlikle eminiz. Daha önce dile
getirilen tahminler tarafımızdan çürütülmüştür.
Kitabın içeriğine ve önemine ilişkin daha ayrıntılı
bir rapor sunabilmek için daha çok çalışmamız lazım”
diye konuştu.
Odatv, 14.09.2016
|
KAZDIKÇA TARİH FIŞKIRIYOR
Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ilk
arkeolojik kazılarından Ordu Kurul Kalesi'nde
devam eden kazılarda pek çok tarihi eser ortaya
çıkarıldı.
Gazi Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt
başkanlığında 25 kişilik ekip tarafından kazı
çalışmalarının sürdürüldüğü 2 bin 300 yıllık kale
gün yüzüne çıkmaya başladı.
Kazı çalışmaları
sonrası yüzlerce tarihi eser toprak altından
çıkarılırken, en son 110 santimetre boyunda,
tahtında oturan ana tanrıça Kibele heykelinin
bulunması kaleye ilgiyi artırdı.
"Burada adeta tarih fışkırıyor"
Prof.Dr. Şenyurt, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, ilk defa 2010 yılında
kısıtlı imkanlarla başladıkları kazılarda 2016 yılı
itibariyle çok ciddi mesafe kat ettiklerini söyledi.
Arkeolojik
kazı için her yıl ayrılan ödeneğin
artmasıyla kazıların daha da ivme kazandığını
belirten Şenyurt, "2010 yılında başladığımız kazılar
sonrası birçok eser toprak altından çıkarıldı,
burası adeta tarih fışkırıyor." dedi.
Anadolu
Ajansı, Haber: Hayati Akçay, 14.09.2016
|
TURİZMDEKİ DURGUNLUK EFES ANTİK KENTİNİ DE ETKİLEDİ
İzmir’in Selçuk İlçesi’ndeki dünyaca ünlü Efes antik kenti, turizmdeki durgunluktan etkilendi.
Geçen yıllardaki turizm sezonunda her gün binlerce tatilci ve yabancı turistin gezdiği, kış aylarında ise kültür turlarıyla konuklarını ağırlayan Efes Antik Kenti, Eylül ayında terk edilmiş bir görüntü sergiliyor. Kuşadası Limanı’na yanaşan dev gemilerle gelen turistlerin günübirlik ziyaret ettiği antik kent, gemilerin rotalarını başka limanlara çevirmesinden turizmdeki durgunluktan payını aldı.
Milliyet, Haber: Latif Sansür, 14.09.2016
|
450 YILLIK CAMİ ETRAFINDAKİ ÇARPIK YAPILAŞMADAN
KURTARILIYOR
Erzurum'da, Osmanlı döneminde
Kuyucu Murat Paşa tarafından
yaptırılan, yaklaşık 450 yıllık Muratpaşa
Camisi, hamamı ve
medresesi, etrafındaki çarpık yapılaşmadan
kurtarılıyor.
Yakutiye Belediye
Başkanı Ali Korkut, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, caminin etrafının açılması için 5 milyon
liralık kamulaştırma bedeli ödendiğini söyledi.
''Kamulaştırma
çalışmalarını yaklaşık 5 milyon liralık bir kaynakla
gerçekleştirdik''
Külliyenin cami,
medrese ve hamamdan oluştuğunu belirten Korkut, "Bu
şaheserlerin etrafı bilindiği gibi yapı
örüntüleriyle adeta işgal edilmiş durumdaydı. İlk
önce belediye olarak burada kamulaştırma çalışmaları
yaptık. Bu kamulaştırma çalışmalarını yaklaşık 5
milyon liralık bir kaynakla gerçekleştirdik. Bu iki
eseri birbirine kavuşturduk. Şimdi ise burada hızlı
bir şekilde peyzaj çalışmalarımız devam ediyor. Şu
anda yol kotunu da bir miktar aşağıya çekerek, bu
iki eserin daha fazla gün yüzüne çıkmasını
sağlayacağız. Şu an çukurda kalıyor, basamaklarla
inişleri var. Bu yol kotunu indirdikten sonra burası
tabii zeminine kavuşacak. Ve bunun ardından seyri
daha güzel bir konuma gelecek."dedi.
Korkut, Yakutiye
Medresesi, Lala Paşa Camisi, Boyahane Camisi ve
hamamında da daha önce peyzaj düzenlemeleri
yaptıklarını anlattı.
Belediye olarak tarihi
eserlere önem verdiklerini ifade eden Korkut, daha
önce yaptıkları Yakutiye Kent Meydanı gibi 100
dönümlük bir alan üzerinde ikinci bir meydan
oluşturacaklarını bildirdi.
Anadolu Ajansı,
Haber: Hadi Şengül, 14.09.2016
|
ANADOLU'NUN EN ESKİ TAHIL ÖRNEKLERİ BULUNDU
Eskişehir'in İnönü İlçesi
yakınlarındaki milattan önce 6 bin yılına ait Kanlıtaş Höyüğü'nde
gerçekleştirilen kazılarda, kara burçak, ekmeklik
buğday, kaplıca buğdayı, arpa, yoğurt otu gibi
Anadolu'nun en eski tahıl örnekleri
bulundu.
Kazı Grubu Başkanı ve
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Umut Türkcan, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, höyükteki çalışmalara
2008-2009 yılında yüzey araştırmasıyla
başladıklarını söyledi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığından 2008'de aldıkları izinle Kanlıtaş
Höyüğü ve çevresinin daha iyi anlaşılabilmesi için
İnönü Ovası'nın büyük bölümünü taradıklarını
kaydeden Türkcan, şu bilgileri aktardı:
"Eskişehir Arkeoloji
Müzesinin desteğiyle 2013'te bölgede kazıya
başladık. Kanlıtaş Höyüğü kazılarına alanın tepe
kısmından başladık. Batı Anadolu'daki nadir
höyüklerden Kanlıtaş, dik, 25 metrelik bağımsız bir
kaya blokuna dayanıyor. Söz konusu yer, Marmara
Bölgesi ile Orta Anadolu'nun kesişim alanlarından
biri. Kazı çalışmalarımız kapsamındaki bulgular
ışığında bölgedeki yerleşimin, günümüzden 300 bin
yıl öncesine kadar gidebildiğini tespit ettik."
"Kanlıtaş, tarımın yaygınlaştığı zamana denk
geliyor"
Türkcan, Kanlıtaş
Höyüğü'nün içinde bulunduğu Kuzfındık Vadisi'nde
paleolitik dönemden Osmanlı'ya kadar kesintisiz bir
insan yaşamı gördüklerini bildirdi.
Höyükte yapılan
çalışmalarda çeşitli tahıl örneklerine
rastladıklarını anlatan Türkcan, şunları söyledi:
"Tahılın
evcilleştirilmesi 10-11 bin yıl arasında oldu.
Anadolu tarıma geçişi 9 bin yıl önce yaşadı.
Kanlıtaş Höyüğü ise tarımın artık yaygın olarak
kullanılmaya başladığı zamana denk geliyor. Kara
burçak, ekmeklik buğday, kaplıca buğdayı, arpa,
yoğurt otu gibi örnekleri depolarda ve mekan için
dolgularda net olarak gördük. Baklagilleri de
kullanmışlar. 8 bin yıllık tahılları yeniden gün
yüzüne çıkarttık. Batı Anadolu'nun bilinen en eski
tahıl örneklerine sahip olduk."
Anadolu Ajansı,
Haber: Deniz Açık, 14.09.2016
|
KİLİSE KÜTÜPHANE OLUYOR
Kayseri’de yaklaşık 40 yıldır spor salonu olarak
kullanılan Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nin
restorasyonu başladı. Kilise, kütüphane olarak
hizmet verecek.
Agos'un haberine göre Kayseri Büyükşehir
Belediyesi tarafından restorasyonu yaptırılacak
tarihi Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi, 24
saat açık ‘Kent Kütüphanesi’ olarak düzenlenecek.
Tarihi yapıda oluşturulacak kütüphanede 50 bin kitap
bulunacak.
Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayseri’ye
kazandırılacak olan 24 saat açık kent kütüphanesi
için Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik’e bir
sunum yapıldı. Sunumda projenin detaylarıyla ilgili
bilgiler verildi. Restorasyon ihalesine çıkılan ve
Eylül ayında restorasyon çalışmalarına başlanacak
Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi’nin 24 saat
açık kent kütüphanesi yapılması için proje
çalışmaları tamamlandı. Belediye Başkanı Çelik,
yapılan sunumda raf sistemleri, masa sandalyeler,
aydınlatmalar, dijital çalışma alanları ve
dekorasyonla ilgili hazırlanan önerileri inceledi.
Daha çok ihtisas kütüphanesi olarak hizmet verecek
kütüphanede yaklaşık 50 bin kitap bulunacak. 24 saat
açık olacak olan kütüphanede gerek bireysel gerek
grup çalışmaları yapılabilecek. Kütüphanede, dijital
servislerden elektronik kitap ve dokümanlara da
ulaşılabilecek. Kütüphanenin yan tarafına bir de
‘Kitap Cafe’ yapılacak. 24 saat açık kütüphane
restorasyon ve teşhir-tanzim işlerinin
tamamlanmasıyla 2017 sonbaharında hizmete açılacak.
Uzun yıllar boyunca spor salonu olarak kullanılan
kilise için Protestan Cemaati başvuru yapmıştı.
Kayseri Protestanları, ibadet edecek yer
bulamadıkları için, kilisenin kendilerine tahsis
edilmesini istemişti. İstanbul Protestan Kilisesi
Vakfı, Kayseri Büyükşehir Belediyesine başvuru
yapmıştı. Ancak yapılan görüşmelerde Protestan
Kilisesi Vakfının başvurusu reddedilmişti.
Odatv, 13.09.2016
|
ÇATALHÖYÜK'TE 'EŞSİZ' KADIN HEYKELİ BULUNDU
Konya'da Çatalhöyük
kazılarında, MÖ8000-5500 Neolitik Dönem'e ait,
yüksek kalitede işçilikle yapılması ve vücudunun tüm
parçalarının noksansız bulunması dolayısıyla "eşsiz"
olarak nitelendirilen bir insan figürini (heykelcik)
bulundu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı izniyle Prof.Dr. Ian Hodder başkanlığında
gerçekleştirilen 2016 yılı kazı çalışmalarında
bulunan kadın figürini Çatalhöyük'ün üst
seviyelerindeki mermerimsi taştan yapılmış.
Figürin, genelde
olduğu gibi çöp alanında değil, bir platformun
altında tek parça volkan camıyla birlikte özenle
yerleştirilmiş bulundu. Parça kaybetmeden sağlam
kalan eser, 17 santimetre yüksekliğinde ve 1
kilogram ağırlığında.
Kafasının şekli, saç
tipi (başının tepesinde yuvarlak bir topuz),
ellerinin göğüslerinin altında olması ve küçük
ayaklarıyla tipik bir Çatalhöyük eseri özelliği
taşıyan figürin, ince işçiliği ile diğer
heykelciklerden ayrılıyor.
Figürin, noksansız
vücudu, bir ritüelin parçası olması ve yüksek
kalitesi nedeniyle yetkilerce "eşsiz" olarak
nitelendiriliyor.
Anadolu Ajansı, Haber: Yıldız
Aktaş, 13.09.2016
******
ÇATALHÖYÜK'TEKİ FİGÜR
NEDEN ŞİŞMAN?
Çatalhöyük kazılarında
bulunan kadın heykelciği, sosyal medyada tartışma
yarattı. Kimileri o dönemdeki kadınların genelde
kilolu olduğunu savunurken bazı uzmanlar heykelin
ana tanrıça figürü olarak yapıldığını söyledi.

Konya’da Çatalhöyük
kazılarında bulunan, MÖ 8000-5500 neolitik döneme
ait, yüksek kalitede işçilikle yapılması ve
vücudunun tüm parçalarının noksansız bulunması
dolayısıyla “eşsiz” olarak nitelendirilen kadın
heykelciği tartışmaları beraberinde getirdi.
Bazı uzmanlar
Çatalhöyük’teki neolitik figürinlerin (heykelcik)
bereket tanrıçası olmadığını belirtirken, göğüs ve
göbeğinin işlenişi itibarıyla “şişman” bir kadını
temsil ettiğini belirttiler. Heykelcik, sosyal
medyada “O dönemin kadınları aşırı kilolu muydu?”,
“Neden diyet yapıyoruz?” sorularının sorulmasına
neden oldu ve bu konuda bir tartışma başladı.
Heykelciğin neden şişman olduğunu sorduğumuz
uzmanlardan bazıları bunun, bereketi ve çoğalmayı
simgeleyen tanrıça olduğunu, abartılı olarak
gösterildiğini vurgularken, bazı uzmanlar da bu
durumun beslenme alışkanlığının bir yansıması olduğu
görüşünde.
"ANA TANRIÇA
İNANCIYLA İLGİLİ"
Prof.Dr.
Sümer Atasoy (Arkeolog): Neololitik
devirden itibaren doğurganlığı temsil ettiği için
geniş kalçalı ve büyük göğüslü kadın figürinleri
yapılıyor. Tapınma görüyor. O devrin özelliği, bütün
bu büyük göğüslü ve geniş kalçalılar ana tanrıça
olarak kabul ediliyor. Bu inançla ilgili sadece.”
"KADIN
MÜBALAĞALI GÖSTERİLİR"
Prof.Dr.
Nurhan Atasoy (Sanat tarihçisi): Tipik bir
tanrıça. Kadın idolüdür. Bir sürü kadın tanrıçalar
var; onlardan biridir... Göbekli, koca memeli.
Bacaklar kalın, şişman. Oturur vaziyettedir
genelde... Bu figürler, çoğalma ve bereket
figürleridir. Bunlar oturarak, koçun üstüne binmiş
olarak ya da doğum halinde gösterilir. Kadınlar
mübalağalı olarak gösterilir. Doğum, çoğalma ve
bereket ile ilgili...
"TAHILA
BAĞIMLILIK ŞİŞMANLATTI"
Doç.Dr. Necmi
Karul (Arkeolog): Yerleşik düzene
geçilmeden önce insan figürlerindeki tema erkekken,
beslenme alışkanlıklarının değişmesiyle erkeğin
yerini kadın sembolizması aldı. Kadının şişmanlığına
gelince... Bunu beğenilerle ilişkilendirebiliriz ama
Çatalhöyük’te betimlenen kadınların ortak
özellikleri sadece şişmanlıkları değil. Kadının
toplum içerisindeki yeriyle de ilişkili olabilir.
Yoksa ‘Bütün kadınlar şişmandı, bütün kadınlar
zayıftı da yöneticiler şişmandı’ demek için
yeterince veri yok. İnsanların toprağa ve tahıla
bağımlı hale geldiği ölçüde daha önceki avcı
toplayıcılardan farklı olarak şişmanladıkları da
biyolojik bir gerçek.
Habertürk, Haber: Ümran
Avcı, 20.09.2016
|
 |
"İLK KEZ HÜNKAR KASRI'NDA BAYRAM NAMAZI KILINDI"
Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, Ayasofya
Müzesi Hünkar Kasrı’nda ilk kez bayram namazı
kılındığını söyledi.
Cengiz, AA muhabirine
yaptığı açıklamada,
Ayasofya Müzesi’nin içindeki Hünkar Kasrı’nda
1991’den beri namaz kılındığını belirtti. İmam
Önder Soy’un göreve başlamasının ardından 3
aydır Hünkar Kasrı’nda vakit namazlarının
kılındığını ifade eden Cengiz, Soy’un sosyal medya
üzerinden çağrısıyla dün ilk kez cemaatin bayram
namazında burada buluştuğunu söyledi. Cengiz, “Bu
bölümde 1933’ten beri hiç bayram namazı kılınmadı.
İlk kez bu Kurban Bayramı’nda Ayasofya’nın Hünkar
Kasrı bölümünde bayram namazı kılındı. Namaza
yaklaşık 100 kişi katıldı” dedi.
Milliyet,
13.09.2016
|
YÜZ YILLIK SAAT KULESİ 2 AYDIR ÇALIŞMIYOR
İzmir'in yüz yıllık simgesi Saat Kulesi, tam iki
aydır çalışmıyor. Saat Kulesi, darbe girişiminin
gerçekleştiği geceki "demokrasi nöbeti"nde bazı
kişilerce tahrip edilmişti. Onarımı için çalışmalar
hala sürüyor.
21 yıldır Saat Kulesi'ndeki saatlerin bakımı
yapan Feti Pamukoğlu, Anıtlar Kurulu ile
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ortak hasar
tespit çalışmasının devam ettiğini belirterek, dış
yüzey ile saatin onarımı için ihale yapılacağını
söyledi.
İzmir'de Osmanlı padişahı II. Abdülhamid'in tahta
çıkışının 25'inci yıldönümünü kutlamak için 1901'de
inşa edilen Saat Kulesi, 15
Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gece, Konak
Meydanı'nda tutulan "demokrasi nöbeti"nde tahrip
edildi. O gece kuleye tırmananlar, kulenin denize
bakan tarafındaki saatin camını ve kadranını kırdı.
Kulenin dış demir parmaklıkları söküldü, tarihi
taşlar zarar gördü.
Polis ekipleri olayla ilgili 17 yaşındaki V.İ.'yi
gözaltına aldı. Cumhuriyet Savcılığı şüpheliyi
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Aradan
geçen iki ayda kulenin saati hala onarılmadı.
'KIRILAN CAM 100 YILLIK'
Kentin simgesi olan Saat Kulesi'nin denize bakan
yüzü artık zamanı göstermiyor. 21 yıldır Saat
Kulesi'ndeki saatlerin bakımı yapan Feti Pamukoğlu,
Anıtlar Kurulu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin
ortak hasar tespit çalışmasının devam ettiğini
belirterek, dış yüzey ile saatin onarımı için ihale
yapılacağını söyledi. Pamukoğlu şöyle dedi:
"Denize bakan kadran ve cam ile ay yıldızlı taş,
içeri girenler tarafından kırıldı. Tarihe verilen
zarar, memlekete verilen zarardır. İzmir Büyükşehir
Belediyesi şikayetçi oldu. Zarar tespiti ve polisin
raporu bekleniyor. Raporun ardından Anıtlar Yüksek
Kurulu'na kırılan saat ve taşların tamiri için
başvuru yapılacak. Ardından da ihale yapılacak.
Saatin tamir ihalesi kimde kalır şimdiden bir şey
diyemem. Bizde kalırsa hemen tamirini yapmaya
başlayacağım. Kırılan cam yüz yıllık."
Milliyet,
12.09.2016
|
İZNİK'TE MS II. YÜZYILA AİT ROMA LAHDİ BULUNDU
Bursa, İznik Hisardere Köyü yolu üzerindeki
zeytinlikte üzerinde Eros kabartmaları olan 6 ton
ağırlığında Roma dönemine ait lahit bulundu.

Arkeologların yaptığı kazıda
MS II. yüzyıla ait olduğu öğrenilen lahit vinç
yardımı ile bulunduğu yerden çıkarıldı. Etrafında 6
adet işlenmiş eros kabartması yer alan 6 ton
ağırlığındaki mermer lahdin yan gövdesinde yazılar
bulunuyor.

Roma soylularından bir kişiye ait olduğu anlaşılan
mermer lahdin hemen yanı başında 3 adet tuğladan
örülmüş mezar tespit edildi. Bunların ölen kişiye
hizmet edenlerin mezarları olduğu sanılıyor.
raffdergi.com, 11.09.2016
|
SİNOP'TAKİ BALATLAR KİLİSESİ'NDE KAZILAR SÜRÜYOR
Sinop’ta yer alan Bizans dönemine Balatlar
Kilisesi’ndeki kazı ve restorasyon
çalışmaları yedinci yılına girdi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi ve Balatlar Kilisesi Kazı
Başkanı Prof.Dr. Gülgün Köroğlu, yaptığı
açıklamada, Bizans döneminden kalma Balatlar
Kilisesi’ndeki kazı ve restorasyon çalışmalarında bu
sezon 20 kişilik ekibin yer aldığını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle 2010
yılında başlayan çalışmaların bu yıl yedinci yılını
doldurduğunu belirten Köroğlu, “Bu sezon 9 Temmuz’da
başladığımız çalışmalar Eylül ayı sonuna kadar devam
edecek. Yaklaşık 1,5 aydır alandaki Roma hamamının
batı bölümlerini kazıyoruz. Hamamın toprak altındaki
frigidarium, yani soğukluk denilen bölümü ve MS
1.yüzyıla ait merkezi planlı yapı olan bir bölgeyi
tamamen ortaya çıkarttık. Ayrıca Sinop kalesi
yapıldığı sırada tahrip edilen o bölgede
çalışmalarımız sırasında çok sayıda sikke buluntusu
ortaya çıktı. Devam eden kazı çalışmaları sırasında
toprağın hemen altında Rum döneminde ait olan
mezarları açtık. Bir mezarda dört kafatası olduğunu,
yanında bulunan diğer bir mezarda ise yine çoklu
gömü olduğunu gördük. Şu anda çalışmalarımız devam
ediyor ve mezar buluntuları devam ediyor. Bizi en
çok Selçuklular döneminden kalan duvarlardan gelen
molozlar ve atıklar uğraştırıyor.” dedi.
Kazı alanının istimlaklarla birlikte 13 bin metre
kare alanda 20 kişilik ekiple çalışmalarını
sürdürdüklerini ifade eden Köroğlu, “Bu sezon
çalışma alanımızı batıya doğru en az 60 metre kare
daha genişlettik ve genişletmeye de devam ediyoruz.”
Kazıların yanı sıra kilise bölümünde restorasyon
çalışmalarına bu yılda devam ettiklerini belirten
Köroğlu şöyle konuştu; 13. yüzyıldan itibaren kilise
olarak kullanılan yapıyı bu yıl dıştan onardık ve
içine su girmesini engelledik. Kısa sürede kilise
içerisinde tahrip olmuş duvar resimlerini bu sezon
restore ederek tamamlamayı düşünüyoruz.“
Tahrip edilmiş ve karışık topraktan
MÖ
1.yüzyılda Pontus Krallığı dönemine ait adakçı
tasviri ve para bulduklarını da dile getiren
Köroğlu, “Bundan sonra kazı çalışmalarımızla
evreleri saptayıp, gelecek yıl çalışmalarımızla
yapıyı batı tarafına doğru açmaya çalışacağız ve
yapının giriş bölümüne ulaşabiliriz. Burada
genellikle dükkanlar oluyor. Bunlara ulaşabiliriz.
Gelecek yıl yeni kamulaştırılan alanda
çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Orası bizim için
sürpriz bir yer olacak. Onu da yapılacak olan
kazılar gösterecek. Alandaki kazılar en az 8-10 yıl
daha devam edecek” şeklinde konuştu.
arkeolojihaber.net, 11.09.2016
|
3,7 MİLYAR YIL ÖNCESİNDEN YAŞAM İZİ
Dünyada yaşamın ne zaman başladığı uzun zamandır bir
bilinmeyen. Nutman ve arkadaşlarının, Isua Grönland
Greenstone Kuşağı’nda 3.7 milyar yıllık kayaları
araştırdıkları çalışma bu bilinmeyeni aydınlatabilir
nitelikte. Dünyadaki çoğu fosil kalıntısı tortul
kayaçlardan oluşuyor. Fakat, bu ekibin araştırdığı
kayalar başkalaşmış (metamorfik) türde kayalar. Yani
ısı ve basınçla uzun süre boyunca şekil değiştirmiş
ve artık eskiden oldukları tortul kayaç şeklinde
değiller.
Ekip Isua Grönland Greenstone Kuşağı’nda eriyen
kar yüzünden ortaya çıkmış küçük bir alanda, uzun
jeolojik süreçler boyunca tortul kayaç özelliklerini
iyi korumuş kayalar buldu. Uzak geçmişe aralanan bu
kapıda bulunan jeokimyasal ve dokusal izler, yasam
için uygun olabilecek bir yüzeye işaret ediyor.
Kayalarda geçmişteki bir kasırgadan kalma
dalgalanmalar, kaya parçacıkları ve deniz suyu
türevli minerallerin kimyası, bu alanın Dünya tarihi
boyunca birçok biyotaya ev sahipliği yapmış,
karbonat ve mineral depolanan bir sığ deniz olduğunu
gösteriyor.
Ayrıca kayalarda, sedimanın mikrobiyal
aktivitelerle biriktirilmesiyle oluşan
stromatolitlere benzer yapılar da gözlemleniyor. Bu
tip kayalarda stromatolitlerin gözlenmesi aslında
şaşırtıcı. Çünkü, bu yapıların genelde biyosferde
mikrobiyal aktivitelerin fazla oldugu zamana ait 0,5
-3,5 milyar yıllık kayalarda görüldüğü biliniyor.
Buradaki belirsizlik ise bu yapıların yaşayan
organizmalar dışında başka yollarla da oluşabiliyor
olması ve kayalar ne kadar eski olursa bunu ayırt
etmenin de o kadar güç olması.
Bu araştırmada bulunan az sayıda kayada yapılan
biyolojik köken araştırması, sınırlı olsa da,
ortamda mikrobiyal aktivite olduğunu gösteren çok
önemli kanıtlar ortaya koyuyor. Bu yapılar koni
şeklinde ve ince katmanlı dokuya sahipler. Koniler
arasındaki tortul kayaçlar, bu yapıların kenarlarına
karşı yığılmış kum gibi görünüyorlar. Tıpkı deniz
tabanındaki yüksek yapılı konilerin arasındaki düşük
bölgelerde birikmiş tortullara benziyorlar.
Şekilsel, dokusal ve kimyasal araştırmalar, bu
yapıların sadece katlanmış kayalar olmadığını
gösteriyor.
Kayalardaki bu yapılar, 3.7 milyar yıl öncesinden
en eski atalarımızın ayak izleri olabilir. 3,7
milyar yıl önceki Dünya, asteroitlerle bombalanan
kargaşalı ve gelişme döneminde olan bir Dünya idi.
Yaşam, kendine bütün o karmaşanın arasında bile bir
yer bulmuş görünüyor. Belki de aslında yaşam o kadar
da detaycı ve olasılıksız değildir.
Sol
Haber, Kaynak: Evidence of life in Earth’s oldest
rocks, Nature News & Views doi:10.1038/nature19429,
Derleme: Zeynep Ersoy, 10.09.2016
|
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK TARİHİ ESER OPERASYONU
İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla
Mücadele Şube ekipleri, A.Y. (59) ve M.U. (41)
isimli şahısların ellerinde çok sayıda tarihi eser
bulunduğu ihbarı üzerine çalışma başlattı.
Çalışmada, 15 bin 200 adet Osmanlı dönemine ait
gümüş akçe ve içinde muhafaza edildikleri 1 adet
bronz kap, 3 adet Roma dönemine ait pişmiş topak
kandil, 2 adet Bizans ve Roma dönemine ait bronz
sikke, 1 adet pişmiş toprak ağırlık, 1 adet iki
parça halinde demir strigilis, 1 adet iki parça
halinde taş kolye ucu olmak üzere toplam 15 bin 209
adet 2863 sayılı yasa kapsamında orijinal tarihi
eser, 1 adet taş obje ele geçirildi. Operasyonun
Emniyet tarafından ülke genelindeki en büyük tarihi
eser operasyonu olduğu belirtildi.
Gözaltına alınan A.Y. ve M.U. isimli şahıslar
hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
koruma kanununa muhalefet suçundan yasal işlem
yapıldı. Şahıslar ifadeleri alındıktan sonra
Cumhuriyet Savcısının talimatına istinaden tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayla ilgili
soruşturma devam ediyor.
Sol Haber, 09.09.2016
******
15 BİN ESERLE YAKALANAN TARİHİ ESER
KAÇAKÇILARI SERBEST BIRAKILDI
İzmir’de “Türkiye’nin en büyük tarihi eser
operasyonu” olarak adlandırılan operasyonda 15 bin
210 eserle birlikte yakalanan şahıslar tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Arkeofili'nin haberine göre, İzmir
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele
Şube ekipleri, iki şüpheli şahsın ellerinde çok
sayıda tarihi eser bulundurduğu ihbarı üzerine
çalışma başlattı.
İki kişinin ellerindeki tarihi eserleri satmak
istediği bilgisini alan ekipler, bağlantı kurdukları
şüphelileri gözaltına aldı. Operasyonda rekor
sayıda, 15 bin 200 adet Osmanlı dönemine ait gümüş
akçe ve içinde muhafaza edildikleri 1 adet bronz
kap, 3 adet Roma dönemine ait pişmiş toprak kandil,
2 adet Bizans ve Roma dönemine ait bronz sikke, 1
adet pişmiş toprak ağırlık, iki parça halinde demir
strigilis, 1 adet iki parça halinde taş kolye ucu
ele geçirildi.
Operasyonun polis tarafından ülke genelindeki
yapılan en büyük tarihi eser operasyonu olduğu
belirtildi. Gözaltına alınan şüpheliler hakkında,
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını koruma
kanununa muhalefet suçundan işlem yapıldı. 2 şüpheli
her zamanki gibi tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Sol Haber, 10.09.2016
|
KANUNİ'NİN MACARİSTAN'DAKİ TÜRBESİNİN YERİ
KESİNLEŞTİ

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA),
1566'da Zigetvar Kuşatması sırasında hayatını
kaybeden Kanuni Sultan Süleyman’ın
iç organlarının defnedildiği yeri kesin olarak
buldu.
Araştırmayı
yürüten ekibin başındaki ODTÜ Mimarlık Tarihi Bölümü
öğretim görevlisi Prof.Dr. Ali Uzay Peker, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, TİKA'nın verdiği
destek neticesinde, 1566'da Zigetvar Kuşatması
sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan
Süleyman’ın iç organlarının defnedildiği yerin kesin
olarak bulunduğunu söyledi.
2015 yılı Ekim ayında
başlayan kazılarda Türk ve Macar olmak üzere iki
ekip çalışmaya başladıklarını ve aynı yılındaki
çalışmalar neticesinde öncelikle bir temel ortaya
çıkarıldığını belirten Peker, şöyle konuştu:
''Ortaya çıkan yapının
bir türbe olma ihtimalini her zaman söyledim. Ama
yanındaki yapıların da ortaya çıkmasını bekledim.
Palankada sadece türbe yok çünkü onun yanında
Sultan Süleyman'ın türbesi, yanında
cami, tekke ve yeniçeri odaları da bulunmakta.
Bunların hepsinin ortaya çıkarıldığı takdirde
buranın türbe olduğu hakkında kesin olarak
konuşabileceğimizi her zaman söyledim. Yapılan
çalışmalarda türbenin yanı sıra cami ve onun yanında
tekke de ortaya çıkarıldı. Ayrıca bunların birer
Osmanlı yapısı olduğu maddi verilerle kanıtlandı.''
''Ne yazık ki, Avusturyalılar camiye büyük zarar
vermiş''
Yaptıkları bilimsel
çalışmaların sonucunda toprak altında bir yapı
keşfettiklerini ve kazı sonucu ortaya çıkan yapının
plan şeması ve konumunun tarihi belgelerle uyumlu
olduğunu kaydeden Peker, şunları ifade etti:
''Ortaya çıkan yapı
elimizdeki yazılı ve görsel belgelerle tamamen
uyuştu. Aynı şekilde konumu hem Osmanlı hem de Macar
ve Avusturya kaynaklarıyla da aynı. Yaptığımız
bilimsel çalışmalar zaten bizi bu alana götürmüştü.
Biz zaten burada toprak altında jeolojik ve kaynak
araştırmaları neticesinde bir kalıntı görüyorduk.
Kazı yapılan alanın Sultan Süleyman'ın türbesinin
yer aldığını palanka olduğu kesinleşti. Bunu basına
Başbakan Yardımcımız Veysi Kaynak ile açıkladık.
Bunun dayanağı ise her şeyden önce arkeolojik
veriler.
Burada son cemaat yeri
ile beraber üç bölümlü ve minareli bir cami, duvar
örgüsünde kullanılan tekniklerle beraber ortaya
çıktı. Aynı zamanda caminin döşemesi de ortaya
çıktı. Ne yazık ki, Avusturyalılar camiye büyük
zarar vermiş. Temelleri yerde 40-50 santim kalmış.
Ama her şeye rağmen döşemesinden çıkan parçalar ve
bazı maddi buluntular örneğin, bulunan kemer
tokaları ve ufak bir bıçak Osmanlı dönemine ait.
Palankanın hendeğinde de yapılan kazılarda ortaya
çıkan izler buranın doğru yer olduğunu gösterdi.''
''Macaristan'da bir Osmanlı yerleşkesini tekrar
canlandırılıyor''
Tarihi kaynaklarda da
bu bölgede Osmanlı yerleşkesi olduğuna ve yapılan
yüzey araştırmalarında çok sayıda Osmanlı dönemine
ait parçaların bulunduğuna dikkati çeken Peker,
''Burada iki önemli kaynağımız var. Birincisi Evliya
Çelebi. Kendisi bu bölgede dışında kervansaray
bulunan bir medreseden bahsediyor. Burada palankanın
dışında zamanla bir Osmanlı kasabası oluşmuş. Bunu
zaten yüzey araştırması da bize gösteriyor. Zaten
bölgedeki alanda yürüdüğünüzde de Osmanlı dönemine
ait birçok seramik parçası ile karşılaşıyorsunuz.''
şeklinde konuştu.
Peker, içinde türbe,
cami ve tekkenin bulunduğu palankanın kazısının
tamamlandığını, bölgede bulunan Osmanlı
yerleşkesinin de ileride yapılacak kazılarda gün
yüzüne çıkarılabileceğini belirtti.
Peker, "Şu an sadece
palanka ortaya çıkarıldı. İleride yapılacak
çalışmalar Osmanlı yerleşkesine doğru
genişletilebilir. Burada yapılan çalışma, Macarların
da ifade ettiğine göre, Macaristan'da bir Osmanlı
yerleşkesinin ortaya çıkarılması için yapılan ilk
çalışma. Daha önce böyle bir çalışma yapılamamış.
Macaristan topraklarında bir Osmanlı yerleşkesini
ortaya çıkarılıp tekrar canlandırılıyor. Bu müthiş
bir şey. Çünkü Macarların olumlu tavrı, Türk-Macar
ilişkilerindeki olumlu dönem iki halkın arasındaki
diyaloğu arttıracaktır. Bu çalışma sadece bir
arkeolojik kazı çalışması ve tarih araştırması değil
aynı zamanda sosyal yönü çok güçlü olan ülkeler,
kurumlar, üniversiteler ve disiplinler arası bir
çalışmadır'' dedi.
Kanuni'nin ölümü gizlendi
Zigetvar Kalesi’nin
kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan
Süleyman'ın ölüm haberi askerler arasında moral
bozukluğu yaratmaması için gizlendi. Cesedi
bozulmaması için iç organları çıkartılarak otağının
bulunduğu yere gömüldü. Bedeni ise muhasaradan sonra
İstanbul’a getirilerek Süleymaniye Camii avlusundaki
bugünkü yerine gömüldü.
Kanuni'nin ölümünden
sonra tahta geçen 2. Selim, babasının iç
organlarının gömülü olduğu yere türbe, etrafına da
külliye yaptırdı. 150 yıl kadar kalan bu yapılar
daha sonra Zigetvar Kalesi'ni işgal eden Habsburg
askerleri tarafından yıkıldı. Daha sonra Macarlar
tarafından bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek"
ismi konuldu.
Anadolu Ajansı, Haber: Mehmet
Yılmaz, 09.09.2016
|
"BU DİPLOMATİK BİR YAPTIRIM DEĞİL, BİLİME VERİLMİŞ
BİR CEZADIR"
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi,
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes ve Limyra
kazılarının durdurulmasına “Arkeolojik kazı ve yüzey
araştırmalarının, gerekli belgeleme çalışmalarına
dahi izin verilmeden durdurulması diplomatik bir
yaptırım değil bilime verilmiş bir cezadır.” diyerek
tepki gösterdi.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes ve Limyra kazılarının,
Dışişleri Bakanlığı’nın isteğiyle Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü tarafından durdurulmasını eleştirdi.
Türkiye dış politikasının Türkiye arkeoloji
camiasının yansıttığı uluslararası uyumlu çalışma
potansiyelini baltalamak yerine örnek almasını
dilediklerini belirten Arkeologlar Derneği İstanbul
Şubesi açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“36 yabancı kazıya, 13 yabancı yüzey
araştırmasına izin verildi”
“Bu iki arkeolojik kazının durdurulması, ülkemiz
ve Avusturya arasındaki siyasi gerilimlerin
sonucunda gerçekleşmesi tarafımızdan vahim bir
gelişme olarak algılanmış ve bu konuyu bir daha
düşünmemize neden olmuştur.
“Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2015
yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 36 yabancı kazıya,
13 yabancı yüzey araştırmasına izin verilmiştir.
“Bu kazı ve yüzey araştırmaları ABD, Almanya,
Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere,
İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada ve Polonya’dan
üniversiteler ya da araştırma enstitüleri tarafından
yürütülmektedir.
“Ayrıca, Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilen
120 yerli kazı ve 86 yüzey araştırması da
bulunmaktadır. Yerli kazı ve yüzey araştırmaları da
Türkiye üniversitelerinin ilgili bölümlerinden
akademisyen meslektaşlarımız tarafından
yürütülmektedir.
“Bilim insanlarının uyruğu ayrım sebebi
olamaz”
“Ancak gerek yabancı, gerekse yerli kazı ve yüzey
araştırmaları yapan ekipler, farklı ülkelerden
gelerek katılan, arkeolog ve sanat tarihçilerinin
yanı sıra araştırmalara yardımcı çeşitli branşlardan
bilim insanlarından oluşmaktadır.
“Şüphesiz bu bilim insanlarının ekiplerdeki
varlığı milliyetlerinden değil, uzmanlık
alanlarından kaynaklanmaktadır.
“Ülkemiz arkeolojisi dil, din ve ırk gözetmeyen
bu yapısı sayesinde önemli bir birikim oluşturarak
zenginleşmiştir.
“Biliyoruz ki, bir bilimsel çalışmanın
değerlendirilmesinde, araştırmayı yürüten bilim
insanlarının hangi ülkelerden geldikleri ve
uyrukları bir ayrım sebebi olamaz.
Ülkemizdeki arkeoloji ortamı bu anlayışla
iletişim kuran, kimlik gözetmeksizin birlikte
çalışan saygın bilim insanlarından oluşan, evrensel
bir yapıya sahiptir.
“Hafriyat çalışması değil, bilimsel
üretim durduruluyor”
“Bu nedenle arkeolojik kazıların durdurulması,
bir grup ‘yabancının’ ‘hafriyat’ çalışmasının
durdurulması değil, bilimsel üretimin durdurularak
kısıtlanmasıdır.
“Dolayısıyla arkeolojik kazı ve yüzey
araştırmalarının, gerekli belgeleme çalışmalarına
dahi izin verilmeden durdurulması diplomatik bir
yaptırım değil bilime verilmiş bir cezadır.
“Politikacıların diplomatik yollardan
çözemedikleri sorunlar nedeniyle cezayı kazılarını
kapatma şeklinde bilim üreten kişi ve kurumlara
kesmeleri, büyük bir talihsizliktir.
“Dış politikamızın, ülkemiz arkeoloji camiasının
yansıttığı uluslararası uyumlu çalışma potansiyelini
baltalamak yerine örnek almasını dileriz.”
Yapı,
09.09.2016
|
SPONSORLUK 2 BİN 200 YIL ÖNCE DE VARMIŞ

Yunusemre İlçesi'ne bağlı Yuntdağı bölgesindeki
antik Aigai kentinde sürdürülen
kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan eserlerde,
sponsorluğun tarihinin 2 bin 200 yıl
öncesine kadar gittiği ortaya çıktı.
Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı
Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Yusuf Sezgin, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Antik 12 İyon
kentinden Aigai'nin, MÖ 1100 yıllarından sonra
Yunanistan'dan gelip kuzeybatı Anadolu kıyılarına
yerleşen Aioller tarafından kurulduğunu anlattı.
Aigai'de 2004 yılında
başlayan kazılarda onbinlerce parçanın gün yüzüne
çıkarıldığını dile getiren Sezgin, bulunan seramik
eserlerin kazı evinde restore edildikten sonra
sergilenmek üzere Manisa Müzesine teslim edildiğini
anımsattı.
Dönemin özelliklerini
yansıtan, 2 bin 200 yıl önce yaşayan insanların
günlük hayatta kullandığı eserlerin toprak üstüne
çıkarıldığını dile getiren Sezgin, kentin mezarlık
alanında yürüttükleri kazı ve yüzey araştırmalarında
çok önemli verilere de ulaştıklarını söyledi.
Geçen yıl başladıkları
"NekroPergEol" projesi kapsamında Fransa, İtalya ve
Almanya'daki değişik üniversitelerden gelen bilim
adamları ile ortak yürüttüklerini çalışmada önemli
mezarlar ve buluntularla karşılaştıklarını belirten
Sezgin, bu çerçevede kent tarihinin MÖ 8 yüzyıla
kadar gittiğini tespit ettiklerini dile getirdi.
Sponsorluk tarihine ışık tutan bulgular
Aigai'deki kazılarda
dönemin zenginlerinden olduğunu değerlendirdikleri
aileye ait heykel bulduklarını hatırlatan Sezgin,
şunları söyledi:
"Heykele ait mermerden
6 metrelik bir de kaide vardı. Kazı heyeti olarak bu
eserleri titizlikle inceledik ve bazı bulgulara
ulaştık. Kaidede, o dönemin zengin ailelerinden 6
kişinin ismi vardı. Bunlar aynı aileye ait. Yazıda,
'Hayırsever (euregetes) Antiphanes ve Diaphenes halk
tarafından onurlandırıldı' şeklinde bir ibareye
rastladık. O dönemde kolay kolay hiç kimsenin bu
şekilde heykeli yapılmaz. Mermerdeki ifadeden,
heykeli yapılan ailenin antik kentin meclis binası
inşaasına katkı sağladığını anlıyoruz. Anlaşıldığı
kadarıyla aile o dönemde yaşanan maddi sıkıntıyı bir
şekilde gidermişler. Antik dönemde bu tür destekler
mutlaka onurlandırılır. Bu sponsorluğu yapan ailenin
6 kişilik bir aile olduğunu biliyoruz. Bütün
isimleri de elimizde. Kent, sponsor olan bu aileyi
onurlandırmış ve her birinin heykelleri meclis
binasına dikilmiş. Kazılarda ortaya çıkardığımız
meclis binasındaki heykellerden, sponsorluğun
tarihinin 2 bin 200 yıl öncesine kadar gittiğini
tespit ettik."
Sezgin, heykeli yapan
heykeltraşın da Bergamalı olduğunu belirlediklerine
işaret etti.
Heykellerin üzerindeki
antik Grekçe "Menestratus Hippiyu Pergammenos Epeue"
imzasına rastladıklarını ifade eden Sezgin, "Bu
imzayı iki heykelin üzerinde gördük. Bu da bize
dönemin en önemli heykeltraşlarının yetiştiği
Bergama'dan gelen sanatçı, bu ailenin heykelini
yapmış." diye konuştu.
Anadolu Ajansı, Haber:
Turgay Duyar, 09.09.2016
|
TATARLI HÖYÜK'TE 3 BİN 500 YILLIK MÜHÜR BULUNDU
Adana'daki Tatarlı Höyük kazılarında Hitit dönemine
ait anıtsal yapıda 3 bin 500 yıllık olduğu tahmin
edilen mühür bulunduğu bildirildi.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Arkeolojik Araştırma
ve Uygulama Merkez Müdürü Tatarlı Höyük Kazı Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Ceyhan İlçesi'nde sürdürülen kazılarda
kil topağının üzerine işlenmiş bir mühür
bulduklarını söyledi.
Bulunan bu mührün üzerinde Hitit dönemine ait
kadın ismini okuduklarını anlatan Girginer,
"Özellikle MÖ 2 bin yılın tüm dönemlerinde bu
hususun daha ön plana çıktığını ve bu dönemlerde
silindir, damga mühürlerle mühür baskı
buluntularıyla höyüğün ne kadar önemli bir kent
olduğunu kanıtlamıştır. Bul yıl yapılan kazı
çalışmalarında ise höyük kazısının tarihini
aydınlatan 3 bin 500 yıllık bir mühür bulduk"
ifadelerini kullandı.
ÇÜ Tatarlı Höyük kazısı heyet üyesi ve İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Hititoloji Anabilim
Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Meltem Doğan Alparslan
ise mühür baskısındaki ismi okuduklarında eserin MÖ 13'üncü yüzyıla, ünlü Hitit Kraliçesi
Puduhepa'nın da yaşadığı döneme tarihlendiğini
tahmin ettiklerini dile getirdi.
Mührün ortasında "Pati" isminin okunduğunu ifade
eden Alparslan, mühür baskı alanını bir çerçeve gibi
saran bezemeden yola çıkarak, bu mührün en yakın
benzerinin, MÖ 13-14'üncü yüzyıllar arasına
tarihlenen Suriye'deki Ras Shamra'da olduğuna
dikkati çekti.
Alparslan, benzeri bezemeye sahip başka mühür
örneklerinin Hitit imparatorluğunun başkenti
Boğazköy/Hattuşa Kazısı'nda da bulunduğunun altını
çizerek, şöyle devam etti:
"Tatarlı Höyük'te bulunan bu kil topağı üzerinde
başka mühür baskıları da tespit edildi. Muhtemelen
söz konusu olan aynı mührün birden fazla baskısıdır.
Biz bu adı Patti şeklinde çivi yazılı metinlerden de
tanımaktayız. Ayrıca yine aynı metinlerde Pattiya
şeklinde okunan benzer formlar da bilinmektedir. Söz
konusu mühür, Pati adını taşıyan bu kadının, bölgede
nüfuslu biri olduğunu ya da mevki sahibi bir görevli
olabileceğini düşündürüyor."
Habertürk,
09.09.2016
|
ZEUGMA ANTİK KENTLİ "ROMANİ BAMBİNO" 85 YIL SONRA
EVİNE DÖNDÜ
Gaziantep'in Nizip İlçesi sınırlarındaki Zeugma
antik kentinden
1931'de çıkarılarak Adana'ya gönderilen "Romani
Bambino" adlı heykel, 85 yıl sonra "evine"
getirildi.
Büyükşehir
Belediye Başkanı Fatma Şahin, makamında
düzenlediği basın toplantısında, Gaziantep
sınırlarında 5 antik kentin yer aldığını, bölgenin
dünyanın en iyi arkeolojik altyapısına sahip
yerlerinden biri olduğunu söyledi.
Fırat Nehri'nin
kıyısındaki Zeugma antik kentinde 1931'de yapılan
kazılarda "Romani Bambino" adlı heykelin ortaya
çıkarıldığını kaydeden Şahin, "elinde fıstık salkımı
olan çocuk" heykelinin, o dönemde Gaziantep'te müze
bulunmadığı için Adana'ya gönderildiğini bildirdi.
Öncelikle Kültür ve
Turizm Bakanı Nabi Avcı'ya teşekkür ettiğini
belirten Şahin, şöyle devam etti:
"Bakanımızı
aradığımızda 'Fıstığın memleketi burası, heykeli
Adana'da duruyor. Dolayısıyla fıstık toplayan çocuk,
fıstık memleketine ait. Onu memleketine geri
getirelim, bu hasreti bitirelim' dedik. '23'ünde
yapacağımız fıstık festivalinde de bunun tanıtımı
yapalım' dedik. Bakanımız talimat verdi. Müzeler
Genel Müdürlüğü, bizim müze müdürlüğümüz elden takip
etti. Bürokratik işlemler 3 gün içinde bitti. Dün
sabah da müze yetkililerimiz Adana'ya gitti ve
Bambino'yu memleketine getirdi."
Heykeli, Gaziantep'e
bayram hediyesi olarak gördüklerini anlatan Şahin,
"Bir elinde fıstık salkımı, diğer elinde kuş var.
Bilenlerin, görenlerin 'muhteşem' dediği Zeugma'nın
simgesi Çingene Kızı'nın bakışlarına, bu heykelle
yeni bir bakış geldi. Üstünde de 'Erken elveda'
yazıyor. En kısa sürede halkımıza tanıtacağız.
Ayrıca heykeltraşlarımıza da talimat verdik. Bu
heykelin bir benzerini yapacaklar ve onu Fıstık
Parkı'nda sergileyeceğiz." diye konuştu.
Milletvekili olduğu
dönemde bu heykelin de aralarında yer aldığı,
Gaziantep'e ait 5 tarihi eserin tekrar kente
getirilmesiyle ilgili çalışma yaptığını söyleyen
Şahin, bunlardan sadece "Romani Bambino"yu
getiremediklerini ifade etti.
Şahin, "Şimdi sağ
olsun Bakanımızın talimatıyla ve ekibimizin ciddi
çalışmasıyla bunu başarmış olduk. 85 yıl sonra da
eserimize kavuştuk. Bambino, yenilenen Gaziantep
Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek." dedi.
Anadolu
Ajansı, Haber: Zuhal Kocalar, 08.09.2016
|
TÜRKİYE'DEN UNESCO GEÇİCİ LİSTESİ'NE 10 YENİ ALAN
EKLENDİ
UNESCO Dünya Mirası Geçici
Listesi'ne Türkiye'den 10 yeni alan eklendi.
UNESCO Dünya
Mirası Geçici Listesi'ne Sultan II. Bayezid
Külliyesi (Edirne) Bodrum Kalesi (Muğla), Sivrihisar
Ulu Camisi (Eskişehir), Hacı Bayram Cami ve
çevresindeki tarihi alanlar (Ankara), Nuruosmaniye
Külliyesi (İstanbul), Malabadi Köprüsü (Diyarbakır),
Van Kalesi (Van), Kibyra Antik Kenti (Burdur), Yivli
Minare (Antalya), Kızılırmak Deltası kuş cenneti
(Samsun) kayıt edildi.
Yeni eklenen alanlarla
birlikte Türkiye'den UNESCO'nun Dünya Mirası Geçici
Listesi'nde 70 yer bulunuyor.
UNESCO Türkiye Milli
Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Öcal Oğuz, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, UNESCO Dünya Mirası Geçici
Listesi'ne Türkiye'den 10 yeni alanın kayıt
edildiğini söyledi.
Nisan ayında alınan
kararın UNESCO tarafından yeni açıklandığını ifade
eden Oğuz, "Şu anda Türkiye'nin 70 kültürel ve doğal
mirası UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne yer
alıyor, bu rakam dünyada geçici listede en fazla
doğal ve kültürel mirası olan ülke konumuna getirdi.
Geçici listeye alınmadan, UNESCO listesine
önerilmesi mümkün olmuyor. Bu sürecin yaşanması bu
sene listeye alınanlar için önemli ve sevindirici."
dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Salih Baran,
08.09.2016
|
ŞAŞIRTAN KEŞİF
Kütahya'nın Domaniç İlçesi'nde, ormanda yürütülen yol
çalışmaları sırasında Roma dönemine ait yüzlerce taş
gülle bulundu.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Orman İşletme
Şefliğince Aksu ve Fındıcak köyleri arasında orman
yolu çalışmaları yapan işçiler, greyderin açtığı
yerlerde çok sayıda taş gülleye rastladı.
Durumun yetkililere bildirilmesinin ardından Domaniç
Kaymakamı Bünyamin Karaloğlu, bölgeye giderek
incelemelerde bulundu.
Karaloğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yol
çalışmasında top gibi yuvarlak taşlar bulunduğu
yönünde bilgi gelmesi üzerine bölgeye gittiklerini
ve yüzlerce taş gülle ile karşılaştıklarını anlattı.
Karaloğlu, "Toprağın içinde çeşitli boylarda birçok
gülle şeklinde taş toplar bulduk.
Ne olduğunu ilk başta anlayamadık. Müze Müdürlüğü
ile irtibata geçtik ve bulunanların fotoğraflarını
gönderdik. Müdürlük yetkilileri, bunların Roma
dönemine taş gülleler olduğunu bize bildirdi." dedi.

Kütahya
Müze Müdürü Metin Türktüzün de Roma dönemine ait taş
güllelerin kalelerde savunma amaçlı kullanıldığını
belirterek, şu değerlendirmede bulundu:

"Bugüne
kadar bazı yerde az sayıda taş gülleye rastlandı.
Ancak bu bölgede yüzlerce taş gülle olduğu yönünde
bilgiler ulaştı. Eski dönemlerde normal doğal taşlar
işlenerek yuvarlak hale getirilerek gülleye
dönüştürülüyor ve bunlar savaşlarda mancınıklarda
kullanılıyor. Bu bölgede çok fazla görülmesinin
nedeni ise buralarda bir kale olabilir ya da burası
güllelerin üretildiği bir merkez olabilir."



Habertürk, 08.09.2016
|
ORDU'DA 2 BİN YILLIK HEYKEL
Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ilk arkeolojik
kazılarından biri olan Ordu Kurul Kalesi'nde 2 bin
100 yıllık olduğu tahmin edilen, 110 santim
yüksekliğinde mermerden yapılmış Ana Tanrıça Kibele
heykeli bulundu.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt
başkanlığında 25 arkeolog tarafından kazı
çalışmalarının sürdüğü, Doğu Karadeniz'in ilk
bilimsel arkeolojik kazısının yapıldığı Ordu Kurul
Kalesi'nde yaklaşık 200 kilogram ağırlığında ve 110
santim boyunda, tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele
heykeli bulundu.
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz,
Altınordu İlçesi Bayadı Mahallesi sınırlarında yer
alan kazı çalışmalarının yapıldığı bölgede inceleme
yaparak, bilgi aldı.
'Açık hava müzesi gibi olacak'
Ziyareti sırasında kazıya dair bilgi alan Yılmaz,
bu sene kazı için 500 bin lira destekte
bulunduklarını söyledi:
"Burası Ordu Büyükşehir Belediyesi'nin maddi
anlamda destekleyerek devam ettiği bir çalışma
alanıdır. Kazı için geçen sene 1 milyon lira ödenek
ayırdık. Kurul Kalesi'nde çalışmalar hızlandı.
İnşallah gelecek yıl Kurul Kalesi ve çevresi, ortaya
çıkarılan heykel ve eserlerle hem Türk turizmine hem
de bölge turizmine kazandırılacaktır. Burası bir
açık hava müzesi gibi olup herkes tarafından ziyaret
edilecektir."
'Beklemediğimiz kadar önemli'
Prof.Dr. Şenyurt ise Türkiye'de bu yıl devam
eden kazılar arasında en önemli eserin Ordu'da
bulunduğuna dikkat çekerek, "Çalışmalarımıza ara
vermeden devam ediyoruz. İki gün önce çok güzel bir
eser bulduk. Çalışmalarımız esnasında 2 bin 100
yıllık olduğu tahmin edilen mermerden "Ana Tanrıça
Kibele" heykeli bulundu. Gerçekten bizim de
beklemediğimiz kadar önemli bir eseri Ordu'da bulup
Türkiye arkeolojisine kazandırdık" diye konuştu.
'Afyon'dan getirilmiş olmalı'
Heykelin Türkiye'de yerinde bulunan ilk mermer
heykel olduğuna da dikkat çeken Şenyurt, şöyle devam
etti:
"Bu çok nadir bir durumdur. Araştırmalarımıza
göre bu heykel Kurul Kalesi'ni istila eden Romalı
askerlerin işgali sırasında giriş kapısındaki
duvarların yıkılmasıyla yerinde kalmış. Heykelin 6.
Mithriadat dönemine ve Hellenistik Pontus Krallığına
ait bir heykel olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu
heykelin muhtemelen Afyon ilinden buraya
getirildiğini tahmin ediyoruz."
Şenyurt, "Bu heykel bize ayrıca Ordu Kurul
Kalesi'nin çok önemli bir yerleşim yeri olduğunu
göstermiş oldu. Bu anlamda kazının desteklenmesinde
emeği geçen başta Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı
Enver Yılmaz'a ve ilgili bakanlığımıza teşekkür
ediyoruz" şeklinde konuştu.
Prof.Dr. Şenyurt, maddi değeri ölçülemeyen
heykelin bir süre yerinde kalacağını, daha sonra
yetkililerin incelemelerinin ardından Ordu'daki
müzeye kaldırılacağını sözlerine ekledi.

aljazeera.com.tr, 08.09.2016
******
KİBELE'Yİ ON BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ
Doğu
Karadeniz’de yapılan ilk
arkeolojik kazı olan tarihi
Ordu Kurul Kalesi’nde geçen hafta bulunan "Ana
Tanrıça Kibele Heykeli"ni görmek için binlerce insan
kazı alanını ziyaret ediyor.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt
başkanlığında, 25
arkeolog tarafından kazı çalışmalarının
sürdürüldüğü Ordu Kurul Kalesi’nde geçen hafta
yaklaşık 200 kilogram ağırlığında ve 110 santim
boyunda, tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele Heykeli
bulundu. Kalede heykel bulunduğunu öğrenen binlerce
kişi, eseri daha yakından görebilmek için kazı
alanına geldi. Ordu kent merkezine yaklaşık 13
kilometre mesafedeki Bayadı Mahallesi’ne araçlarıyla
gelenler, 300 basamaklı merdiveni çıkarak heykeli
yerinde görme fırsatı buldu.
"5 günde 10 bin kişi ziyaret etti"
Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz,
sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, bir
hafta içerisinde yaklaşık 10 bin kişinin Kurul
Kalesi'ni ziyaret ederek heykeli gördüğünü belirtti.
Yılmaz, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
"Kurul Kalesi’nde devam eden arkeolojik kazılarda 2
bin 100 yıldır tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele
Heykeli bulunmuştu. Hemşehrilerimiz, Kibele Heykeli
ve Kurul’u görmek için o günden sonra Kurul’a adeta
akın ettiler. 5 günde ziyaretçi sayısının 10 bine
ulaştığını öğrendik ve mutlu olduk. Önceki yıllarda
Kurul Kalesi’ndeki arkeolojik kazılar için sadece 50
bin lira ödenek ayrılırken, bu yıl Büyükşehir olarak
1 milyon lira ödenek ayırmıştık. Çalışmaların
meyvesini vermesi bizleri de mutlu etti. Kurul
Kalesi Karadeniz’in en önemli turizm merkezlerinden
birisi olacak. İnşallah bizler de her türlü desteği
vermeye devam edeceğiz."

Milliyet, 15.09.2016
|
EDİRNE'DEKİ SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ, UNESCO'NUN
O LİSTESİNE ADAY
UNESCO Dünya Miras Komitesi, Edirne'de bulunan
Sultan 2. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne adaylığının
onayladığını resmi web sitesinden duyurdu.
2004 yılında Avrupa
Konseyi Avrupa Müze Ödülü'nü alan ve 2007 yılında da
Kültür Mirasındaki En İyiler ve Mükemmellik Kulübü
En İyi Sunum Ödülü'nü alan Sultan 2. Bayezid
Külliyesi Sağlık Müzesi'nin, UNESCO Dünya Kültür
Mirası Geçici Listesi'ne adaylığı kabul edildi.
UNESCO Dünya Mirası
Alan Yönetimi Başkanı Yaşagül Ekinci, UNESCO'nun
aday listesinde 174 ülkeden bin 600'ün üzerinde
varlık olduğunu hatırlatarak, "UNESCO'nun aday
listesinde 174 ülkeden bin 600'ün üzerinde varlık
var. Bu bin 600'ün üzerinde varlığın hiçbirinin
içinde buradaki külliyenin özelliklerine sahip bir
bilim merkezi, bir tıp ve sağlık merkezi yok aday
olarak. Dünya'nın hiçbir ülkesi bir sağlık yapısını,
ya da bunun üretildiği bir yapıyı şu anda UNESCO'ya
sunabilecek kapasitede görmüyor. Türkiye'de bizimle
yarışabilecek Birkaç tane Tıp merkezi var ve onların
hepsi de Osmanlı, İslam ve Tıp tarihine bağlı. Yani
bu açıdan bakarsak UNESCO'da, Dünya'nın tüm kültürel
değerlerinin olduğu bir listede biz, Tıp bilimine
yaptığımız katkı, sağlık alanında yapılan
çalışmalarla Dünya'ya örnek olma konusunda tekiz"
dedi.
Trakya Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Erhan Tabakoğlu da Trakya
Üniversitesi olarak 1982 yılında kurulan bir
üniversite değil de 15. yüzyılda ecdat tarafından
kurulan bir üniversite olduklarını vurgulayarak,
"Biz Tıp Fakültesi olarak 19 Eylül'de göreceksiniz,
başlayan her öğrencimize bir beyaz önlük töreni
yaptıracağız. Ve diyeceğiz ki biz 1982'de kurulmuş
bir üniversite değiliz, 1488 yılında kurulduk. İşte
burası Avrupa'da insanları içlerine şeytan girmiş
diye yakarlarken, biz su sesiyle güzel kokularla
insanları tedavi ediyorduk' diye anlatacağız ve ilk
dersi biz onlara burada vereceğiz. Yani kendi
medeniyetimizi artık kendi üslubumuzla
şekillendireceğiz" ifadelerini kullandı. Sultan 2.
Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Müdürü Hakan Akıncı
ise 2015 yılında 235 bin ziyaretçi rakamına sahip
olduklarını ve Kültür Bakanlığı'na bağlı müzeler ile
aynı fiyat uygulamasını sürdürdüklerini belirtti.
Habertürk, 08.09.2016
|
İSRAİL'DE OSMANLI'NIN TOP MERMİLERİ BULUNDU

İsrailin kurumaya başlayan Taberiye Gölü'nde Birinci
Dünya Savaşı'ndan kaldığı anlaşılan top mermileri
bulundu. İsrail Polisine göre bulunan top mermileri
bölgeden çekilen Osmanlı askerleri tarafından
bırakılmış.
İsrailli bir gencin yüzerken
rastladığı beş top mermisi İsrail Polisi tarafından
imha edildi.
İsrail Polis Sözcüsü Luba Samri
bulunan yaptığı açıklamada Bulunan top mermileri
büyük olasılıkla Birinci Dünya Savaşı sırasında
İngiliz ordularının ilerlemesinden dolayı geri
çekilen Osmanlı askerleri tarafından yüklerini
hafifletmek için bırakılmış. dedi.
Yeni
Şafak,07.09.2016 |
BAZİLİKA HALKA AÇILIYOR
İznik gölü içerisinde
bulunan ve ‘Dünyadaki En Önemli 10 Arkeolojik Keşfi’
arasında gösterilen Bazilika ayda iki kez halka
açılacak. Her ayın 1 ve 3'üncü Cumartesi günleri
saat:14.00'de halka açılarak yapılan çalışmalar
aktarılacak.
İznik Kaymakamı Ali Hamza Pehlivan, İznik Belediye
Başkanı Osman Sargın ve Müze Müdürü Haydar Kalsen
ile birlikte Bazilika çalışmalarını yerinde
inceledi.
Tarihi MÖ 4’üncü yüzyıla kadar uzanan,
Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ev
sahipliği yapan İznik’te 2014 yılında Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından havadan yapılan
fotoğraf çekimleri sırasında, ilçe ile aynı adı
taşıyan gölün 20 metre açığında 1.5-2 metre
derinlikte bazilika formunda bir kilise kalıntısı
ortaya çıkmış, buluş Amerika Arkeoloji Enstitüsü,
resmi web sitesinde ‘Dünyadaki En Önemli 10
Arkeolojik Keşfi’ arasına gösterilmişti. Sikke, çini
ve mozaiklerin çıktığı alanda değişik mezarların da
bulunduğu alanda yer alan Bazilika’nın turizme
kazandırılması için uğraşlar devam ederken, merak
uyandıran çalışmalarda gelinen nokta halk ile
paylaşılacak.
Uludağ Üniversitesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin “Bizler bu kazı çalışmalarına 6 ay
önce başladık. Kapılar devamlı kapalı olduğu için
halkımızda içeriye bakma merakı doğmaktadır.
Biz bu merakı ortadan kaldırma düşüncesi ile bundan
sonra her ayın 1. ve 3. cumartesi günü saat 14:00'te
halk günü düzenleyeceğiz. Halk gününde kapıları
tamamen açıp merak eden vatandaşlara yapılan
çalışmalar anlatılacak” dedi.
Dünya, 05.09.2016
|
4 - 10 Eylül 2016
|
KURŞUNLU CAMİİ'NDE
5 MİLYONLUK TAHRİBAT
Diyarbakır’ın Sur
İlçesi’nde sokağa çıkma yasakları sırasında
PKK’lılar ile güvenlik güçleri arasındaki
çatışmalarda tahrip edilen tarihi Kurşunlu Cami’nde
(Fatih Paşa) restorasyon çalışmaları hızla devam
ediyor.

Terör olaylarının oluşturduğu tahribatın sembol ismi
olan Kurşunlu Camii, Diyarbakır’daki ilk Osmanlı
eseri.

Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından 1516-1521 arasında
yaptırılan caminin içinde terör saldırıları
nedeniyle çıkan yangında, orijinal kapı ve kepenkler
yanarken, özgün mahfil yok olmuş.

Mihrap ve minberin büyük zarar gördüğü camide,
ateşli silahlardan dolayı sütunlar ve taşıyıcı
elemanların malzeme kaybına uğradığı ve bu nedenle
ciddi statik problemler oluştuğu belirtildi.

2008’de restore edilen eserin hasar alması sonucu
Vakıflar Genel Müdürlüğü emriyle 14 Nisan 2016’da
onarım ihalesi yapıldı.

5
milyon TL’lik harcamanın yapılacağı restorasyon
çalışmalarının 16 Aralık 2018’de tamamlanıp caminin
teslim edilmesi planlanıyor. Bayram sonrası da Dört
Ayaklı Minare’nin onarımı ile ilgili ihaleye
çıkılacak.

Habertürk, Haber: Veysi
İpek - Mehmet Çakan, 08.09.2016 |
'YOL'DAN ÇIKAN
ROMA GÜLLESİ
Kütahya Orman İşletme Şefliği tarafından Aksu ve
Fındıcak köyleri arasında orman yolu çalışmaları
yapan işçiler, greyderin açtığı yerlerde çok sayıda
taş gülleye rastladı.
Durumun yetkililere bildirilmesinin ardından Domaniç
Kaymakamı Bünyamin Karaloğlu, bölgede incelemelerde
bulundu. Karaloğlu, “Müze Müdürlüğü yetkilileri,
taşların
Roma dönemine
ait taş gülleler olduğunu söyledi” dedi.
Milliyet, 08.09.2016
|
 |
ROKETLİ SALDIRIDA
TAHRİP OLAN TARİHİ TEKYE CAMİİ'NDE RESTORASYONA
BAŞLANDI

Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürlüğü tarafından
restorasyon için ihalesi yapılan Tekye caminin
restorasyon çalışmalarına başlandı. Bir yıl
içerisinde bitirilmesi planlanan Tekye cami
restorasyonu yapıldıktan sonra ibadete açılacağı
bildirildi. 24 Nisan tarihinde Başbakan Yardımcısı
Yalçın Akdoğan'ın toplantı yaptığı Valilik binasına
50 metre mesafedeki Tekye Camii bahçesine roketli
saldırı yapılmış, saldırıda hasar alan tarihi cami
restorasyonu yapılacağı gerekçesiyle ibadete
kapatılmıştı.
"Tekye caminin
geçmişi"
Cumhuriyet Alanı
yakınında olup adını verdiği Tekke Mahallesindedir.
Bazı kaynaklarda “Canbolai Camisi, Canboladiyye
Camisi, Canboladoğlu Camisi” adlarıyla geçen cami,
Canbolad Paşa Külliyesi’nin merkez yapısıdır. Evliya
Çelebi’nin “Canboladoğlu’nun Padişahane (padişaha
yakışacak) Cami” sözüyle betimlediği bu caminin
vakfiyesindeki (vakıf senedi) adı ise “Tekke
Camisi’dir. Canbolad Bey Mevlana Celaleddin-i
Rumi’nin hayranlarındandı, onun adına yaptırdığı
tekkenin önüne bu camiyi inşa ettirerek, bugün de
kullanılan ismi verdi. Bu cami taşıdığı teknik
özellikler yanında, görünüm itibarıyla da
yöresindeki benzeri yapılardan farklı olup, yerel
teknik uygulamaların dışında Osmanlı sanatıyla
entegre olmuş nitelikler taşımaktadır.Görünüm
mimarisi bakımından Kilis’in en önemli camisi olan
bu yapı kuzey yönü ve buradaki cümle kapısı, kapının
doğusundaki ve batısındaki pencereler, pencere
alınlıklarındaki çiniler, çörtenler ve çörtenlerin
altındaki rozetler, ustalıkla sanatı birleştiren
uygulamalardır.Yapının diğer üç cephesinde altlı
üstlü pencereler (üstteki pencereler vitraylı) yer
almaktadır. Bu pencerelerin tümü düz atkılı ve
dikdörtgen olup, pervazları siyah, sarı renkli
mermerdir.Yöresi medrese hücreleri ile çevrili olan
caminin, geniş bir avlusu ve görkemli bir giriş
kapısı vardır. Zemini beyaz taşlarla döşenmiş olan
avlunun sağında çift bilezikli bir kuyu ve önünde
taştan yapılmış bir abdesthane bulunmaktadır. Harimi
örten tek büyük bir kubbe, beş kemerli son cemaat
yeri ve kare planı yapının temel özelliklerini
oluşturur.Çokgen kasnaklı olan kubbe, 14.40 metrelik
çapıyla Kilis’in en büyük kubbesidir. Son cemaat
yeri ile harimin tüm alanı kubbelerle örtülmüştür.
Büyük kubbe görkemli görünümü ve diğer kubbelerle
ahenkli uyumuyla dikkatleri üzerine
çekmektedir.Tekke Camisi’nin akıldan çıkmayacak
bölümleri mihrabı ve minberi olup; ustalık kadar
(taş işçiliği ) kullanılan taşlar ve renkler de
belleklerde iz bırakacak kadar güzeldir.Mihrabın
taşlarının özenli ve düzenli işlenmesi, kimi
meraklılara göre caminin yapım tarihinin - hangi
tarihte yapıldığının - ipucunu verir.verir.Dokuz taş
basamakla çıkılan minberde de, yapı ve renk
bakımından değişik taşlar kullanılmıştır. Evliya
Çelebi’nin de hayranlıkla betimlediği bu yapı
döneminin en güzel örneklerinden biridir.Yarım daire
biçimindeki mihrabı, Kilis’te özgünlüğü koruyan iki
mihraptan biridir. Renkli mermer kullanılarak
yapılan süslemeleri, birbirine geçen motifleriyle
Zengi ve Memlük sanatı izlerini taşır.1553 yılında
yapılan minberin tümü renkli mermer, özgündür.
Harimdeki ilgi çeken objelerin başında gelen minber,
mermer işçiliği yanında bitkisel ve geometrik
örgeleriyle ünlüdür.Harimin kuzey yönünde ağaçtan
yapılmış mahfiller de özgün olup, balkon
biçimindedir.Minare caminin kuzeybatı köşesinde, son
cemaat yerinin hemen yanındadır. Siyah ve beyaz
kesme taşlardan yapılan kaidenin köşeleri
mukarnaslı, gövdesi de üç bileziklidir. Silindirik
bir görünümü olan gövde yuvarlak olmayıp çokgendir.
Kilis’in en yüksek minaresi olan bu yapının şerefe
altı derin hücreli mukarnaslarla doldurulmuştur.
Külahı da taş olan minarenin, mazgal biçiminde beş
adet penceresi vardır.
Olay Medya, 07.09.2016 |
OSMANLI REVAKLARI
YENİDEN KABE'DE
Bundan 4 yıl önce ‘alan genişletmek’
gerekçesiyle
Kabe’den
sökülen
Osmanlı
Revakları tarihi yerlerine döndü.
Kabe'nin tavaf
alanını genişletmek için 2012’de sökülen büyük
bir kısmı, eski yerlerinden 20 metre geriye
restore edilerek takıldı. Suudi Kralı Salman Bin
Abdulaziz’in “Kabe’nin
kolyesi gibi olmuş” dediği revaklarla ilgili
çalışmaların tamamı, yıl sonunda bitmiş olacak.
Mimar Sinan
tarafından yapılan ve 500 yıl boyunca Kabe’yi
çepeçevre saran revaklar, inşaat tamamlandığında
Kabe’nin etrafında hilal şeklinde duracak.
ERDOĞAN
SÖZ ALMIŞTI
Suudi yönetimi, dev
otellerin gölgesinde kalan Kabe’yi 5 yıl önce
genişletme kararı almıştı. Tavaf alanının
etrafındaki
Osmanlı
Revakları genişletme çalışmaları kapsamında
söküldü. Ancak bu karar tepkiye neden oldu.
Dönemin Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan,
bir
Suudi Arabistan
ziyaretinde
Kral
Abdullah bin Abdülaziz El-Suud ile görüşerek,
revakların yeniden yerine konulması sözünü almış
ve bunun üzerine revakların restorasyon işi, Bin
Ladin Grubu tarafından bir
Türk
firmasına verilmişti.
Kabe’deki restorasyon
çalışmaları nedeniyle, hacılar 5 yıldır
inşaatlar arasında tavaf yapmak zorunda kaldı.
Tavafın aksamaması için, Kabe’nin etrafına halka
şeklinde 2 katlı çelik platform konuldu.
Osmanlı Revakları’nın
büyük kısmının eski yerlerinden 20 metre geriye
monte edilmesiyle, genişletme çalışmalarında
sona gelindi. Geçmiş yıllardaki çelik platform
da kaldırıldı.
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, 07.09.2016
|
KANUNİ'NİN İÇ
ORGANLARININ DEFNEDİLDİĞİ YER BULUNDU
Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, 1566 yılındaki
Zigetvar kuşatması sırasında hayatını kaybeden
Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın iç
organlarının defnedildiği yerin kesin olarak
bulunduğunu açıkladı.
Resmi temaslarda bulunmak
üzere Macaristan'da bulunan Kaynak, Kanuni Sultan
Süleyman'ın türbesinin TİKA tarafından yapılan
çalışmalar sonucu bulunduğunu belirterek,
''Hocamızın verdiği bilgilere göre hem yapı
malzemesi hem de yapının formülü itibariyle yüzde
100 emin olabileceğimiz bir netice elde edildi. Bu
projeyi TİKA finanse etti. Burada aynı zamanda Macar
bilim insanları da görev aldı. Bu hem bizim hem de
Macar tarihi için önemli bir kazanımdır.'' diye
konuştu.
Türkiye Proje Ekip Başkanı
Prof.Dr. Ali Uzay Peker de geçen yıl yapılan
kazılarda bazı bulgulara ulaştıklarını dile
getirerek, ''Bu yıl Haziran ve Temmuz aylarında
yaptığımız çalışmalar neticesinde türbenin yanındaki
hem tekkeyi hem de camiyi ortaya çıkardık. Yapı
kompleksi olarak Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesi
kesin olarak ortaya çıkarılmış oldu.'' ifadelerini
kullandı.
BÖLGEYE TÜRBEK ADI
VERİLDİ
Zigetvar Kalesi’nin kuşatması
sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan
Süleyman'ın ölüm haberi askerler arasında moral
bozukluğu yaratmaması için gizlendi. Cesedi
bozulmasın diye iç organları çıkartılarak otağının
bulunduğu yere gömüldü. Bedeni ise muhasaradan sonra
İstanbul’a getirilerek Süleymaniye Cami avlusundaki
bugünkü yerine gömüldü.
Kanuni'nin ölümünden sonra
tahta geçen 2. Selim, babasının iç organlarının
gömülü olduğu yere türbe, etrafına da külliye
yaptırdı. 150 yıl kadar kalan bu yapılar daha sonra
Zigetvar Kalesi'ni işgal eden Habsburg askerleri
tarafından yıkıldı. Daha sonra Macarlar tarafından
bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek" ismi
konuldu. Türbenin üzerine yapıldığı tahmin edilen
kilisenin adına da Turbek Kilisesi denildi.
Habertürk, 07.09.2016
|
5 BİN YIL
ÖNCESİNİN MÜHÜRLERİNDE 'İŞARET DİLİ' İZLERİ
Burdur merkeze
bağlı Hacılar Büyük Höyük'teki kazılarda, 5 bin yıl
önce bölgede yaşayanların kullandıkları mühürlerde
ortak bir işaret dili ortaya çıkarıldı.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı ve Burdur Hacılar Büyük Höyük Kazı
Başkanı Prof.Dr. Gülsün Umurtak, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Hacılar Köyünün Türkiye
arkeolojisi ve dünya kamuoyunun gündemine 1950'li
yılların ikinci yarısında girdiğini söyledi.
Hacılar Köyüne kazı amaçlı
ilk kez James Mellaart isimli İngiliz arkeoloğun
geldiğini belirten Umurtak, köylülerin Mellaart'a
boyalı çanak-çömlek parçaları gösterdiğini aktardı.

Umurtak, daha sonra Mellaart'ın Hacılar Köyü'nde
kazı yapmaya başladığını ifade ederek, "Burada 4 yıl
çalışmış. Türkiye arkeolojisinde insanların ilk
yerleşik hayata geçişi, köy toplumu halinde
yaşamaları, hayvan evcilleştirme ve çanak çömlek
üretiminin birlikte yürütüldüğü bir dönem hakkında
yaptığı kazılar önemli bir kapı açtı. Kazılar
sonunda 2 ciltlik bir yayın yaptı. Böylece Hacılar
dünyada tanınmaya başladı." dedi.

Mellaart'tan sonra Hacılar'da uzun yıllar kazı
yapılmadığını anlatan Umurtak, ekip olarak
Hacılar'daki çalışmalara 2011'de başladıklarını
anımsattı.
"Güçlü bir
savunma sistemi kurulmuş"
Prof.Dr.
Umurtak, Hacılar'da yerleşimin kurulduğu dönemin
milattan önce 3 bin 100 dolayları olduğuna
işaret ederek, şunları kaydetti:

"Bu dönemlerde çevrede
pek çok başka yerleşmeler var. Göçebe toplumlar
da var. Kale yaparak bu kadar güçlü bir savunma
sisteminin kurulması çevreden büyük tehditler
olmasıyla mümkün olabilir. Yani düşmana karşı
sahip olduğu zenginlikleri korumak için yapılmış
olmalı. Dolayısıyla bazı zenginliklere sahip
oldukları ve maden işledikleri düşünülebilir.
Anadolu savunma sistemlerinin ilk yerleşik
hayata geçişten itibaren gelişim sürecine
bakarsak, burada gördüğümüz sistem başka bir
yerde böylesine örneklenmiş değil."

Hacılar Büyük Höyük'teki
savunma sistemini oluşturan mekanlara "kazamat"
denildiğini bildiren Umurtak, böylesine özenli
şekilde yapılmış araziyi çevreleyen bir mimari
tasarımın kurulmasının ilk olduğunu vurguladı.

"Yazı
öncesi bu tür bir işaret dilinin olması çok
önemli"
Gülsün Umurtak, iki
sezondur yerleşmenin orta kesiminde bulunan ve
çok büyük boyutlarda kamusal bina olabilecek
yapıları kazdıklarını belirterek, höyükte günlük
yaşamın sürdürülmesi için gerekli her türlü
çanak-çömlek, madeni ve kemik aletler, iğneler,
taş kesiciler veya tarım ürünlerini öğütmek için
kullanılan öğütme taşları bulduklarını dile
getirdi.
Bulunan eşyalar
içinde mühürlerin ayrı bir önemi olduğunu ifade
eden Umurtak, şu bilgileri aktardı:
"Anadolu'ya yazının
gelişinden bin yıl daha önce birtakım işaretler
bu mühürlerde gözümüze çarpıyor. Bu mühürler
üzerinde bazı işaretlerin tekrarlanıyor olması
belki günümüzden 5 bin yıl önceleri toplumların
aralarında ortak bir işaret diline sahip
olduklarını gösterebilir. Yazı öncesi bu tür bir
işaret dilinin olması çok önemli. Belki
önümüzdeki 10 yıllarda Anadolu'da yazının
kullanımı konusunda Batı Anadolu'nun da önemli
bir yeri olduğu gündeme gelebilir. Bu bakımdan
mühürleri çok önemsiyoruz. Çok güzel özenle
yapılmış örnekler elimize geçiyor."
Habertürk, 07.09.2016
|
3 BİN 300 YILLIK
GİZLİ GEÇİDİN GÖRÜNTÜLERİ ORTAYA ÇIKTI
Türkiye'nin "ilk milli kazı alanı" unvanına sahip
olan Çorum Alacahöyük’te yapılan arkeolojik kazı
çalışmaları esnasında yaklaşık 3 bin 300 yıllık
gizli bir geçide ve Hitit dönemine ait olduğu
sanılan bir insan iskeletine ulaşıldı.

Geçmiş dönemlere ait yeni
bilgilerin elde edilmesi ve tarihin aydınlatılması
adına büyük öneme sahip olan gizli geçit ve insan
iskeletinin görüntüleri de bir belgesel ile sunuldu.
Alacahöyük'teki arkeolojik kazı çalışmaları
sırasında arkeologların yaşadıkları, buluntuları
nasıl değerlendirdikleri, Nuray Karadeniz'in çektiği
“Tarihin İzinde” isimli belgesel ile anlatıldı.
Belgesel çekimleri yapılırken yaklaşık 3 bin 300
yıllık gizli geçidin ve Hitit dönemine ait olduğu
sanılan iskeletin görüntüleri de gözler önüne
serildi.
 
“KAZI ARKEOLOJİK
AÇIDAN CİDDİ BİR ÖNEM TAŞIYOR”
Tarihin
İzinde belgeselini diğer belgesellerden ayıran yönün
kazı ekibinin dünyasını da anlatması olduğunu dile
getiren Nuray Karadeniz, “Tarihin İzinde yirmi
dakikalık bir belgeseldir. İlk bölümümüz olan
Alacahöyük Türkiye’nin ilk milli kazı yapılan
yeridir. Kazı ekibi orada gizli bir geçide ulaştı ve
orada kazılar hala devam ediyor. Bu gizli geçidin
üzerinde iskelete rastlanmış ve bizde bunu
görüntüledik. Hitit Dönemi’ne ait herhangi bir
iskelete rastlanmamış şu ana kadar Alacahöyük’te.
Beylik Mezarları var ama onlar Hatti Dönemi’ne
tarihleniyor. Hitit Dönemi’ne ait bu güne kadar
iskelet bulunmadığı için bu kazı şuan arkeolojik
açıdan ciddi bir önem taşıyor” diye konuştu.
İŞTE O ESRARENGİZ
GEÇİT VE İSKELET
 
“ARKEOLOJİ TARİHİNDE
YENİ BİR ÇIĞIR AÇACAK”
Alacahöyük’te
bulunan gizli geçidin önemini vurgulayan Karadeniz,
“İskeletten alınan örnekler şu an incelemeye
gönderilmiş, eğer bu Hitit Dönemi’ne ait bir iskelet
ise bu arkeoloji tarihinde yeni bir çığır açacak.
Eğer bulunan gizli geçit arkeologların düşündüğü
yönde ilerleyecekse bu da arkeoloji tarihinde bir
çığır açacak. Tarihin İzinde belgeseli Hitit
döneminin arkeolojik dünyasında değişime neden
olabilecek bir buluntunun görüntülerini almış
oluyor” dedi.
 
Kazı çalışmaları Kültür
ve Turizm Bakanlığı adına Ankara Üniversitesi
tarafından yürütülüyor. Keşfedilen gizli geçidin
üstünde bulunan iskeletin Hitit dönemine ait olup
olmadığına dair incelemeler devam ederken,
arkeologların bölgedeki çalışma süreleri uzatıldı.
Milliyet, 07.09.2016
|
 |
ZİGETVAR'IN UMUDU KANUNİ TURİZMİNDE
Macaristan'ın yoksul kasabası Zigetvar'da bulunan Kanuni
Sultan Süleyman mezarı, turizm umutlarını artırdı.
Kanuni Sultan Süleyman, 1566'da Zigetvar'ın
Osmanlılar tarafından alınmasından bir gün önce
yaşamını yitirmişti. Pecs Üniversitesi'nden
coğrafyacı ve tarihçi Norbert Pap, Fransa merkezli
haber ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada "Bu kasaba
kan kaybediyor. Genç insanlar çoktan
Almanya ya da Londra'ya gitti ama Süleyman iş,
gelir ve turist getirebilir" dedi.
Sabah,
06.09.2016 |
ATALARIMIZ NEDEN KAFATASINI DELİYORDU?
Binlerce yıl önce yaşamış insanlar kafatasını
delerek bir tür beyin cerrahisi mi uyguluyordu?
Tıptaki adı trepanasyon olan bu
sistem, keskin bir aletle kafatasında delik açmayı
içeriyordu.
Bugüne dek dünyanın birçok bölgesindeki
arkeolojik alanlarda kafatasında delik olan binlerce
iskelet bulundu. Fakat bilim insanları eski
insanların neden bu yönteme başvurduğu konusunda
henüz anlaşmaya varmış değil.
Afrika ve Polonezya'da bulunan 20. yüzyıla ait
örnekler, kafatası delme işleminin tedavi amaçlı
olduğuna, kafaya alınan darbe ya da nörolojik bir
hastalıktan kaynaklı ağrıyı gidermek için
yapıldığına işaret ediyor.

14. yüzyıl ressamı Guido da Vigevano'nun bu eseri trepanasyonu resmediyor.
Kafatası
deliklerinin amacı
Tarih öncesi dönemdeki trepanasyonun da benzer
amaçlı olabileceği düşünülüyor. Bu şekilde delinmiş
kafataslarında yaralanma veya nörolojik hastalık
belirtilerine rastlanıyor.
Fakat trepanasyon işleminin ritüel amaçlı
olabileceği de sanılıyor.
En eski trepanasyon örneği 7000 yıl öncesine ait.
Antik Yunan'da, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika,
Polonezya ve Uzak Doğu'da rastlanan bu uygulamanın
birçok bölgede birbirinden bağımsız geliştiği
sanılıyor.
Ortaçağ'ın sonuna doğru birçok kültürde
trepanasyona son verilmiş olsa da Afrika ve
Polonezya'da 1900'lerin başlarına kadar devam etti.

18. yüzyıla ait bir Alman kafatası delme aleti
Önceleri kafatasının ruhun bedene girmesi ya da
çıkması amacıyla delindiğine inananlar olsa da,
tıbbi amaçlı yapıldığı ihtimali üzerinde de duruldu.
Fakat arkeologlar Rusya'da bu işlemin ritüel
amaçlı yapıldığını gösteren izlere rastladı. 1997'de
Don kıyısındaki Rostov'da bulunan ve milattan önce
5000 ila 3000 yıllarına (Bakır Çağı) ait olduğu
sanılan 35 insan iskeletinden aynı mezarda bulunan
beşinin kafatasında kazınma izleri taşıyan birkaç
santimetrelik delikler görüldü.
Rusya'da ritüel
amaçlı mı?
Bu deliklerin kafatasının obelion adı verilen
arka üst kısmında olması kanama ve ölüm tehlikesine
yol açabilirdi. Üstelik bu kafataslarında herhangi
bir hastalık izine rastlanmamıştı. Bu durum ritüel
olasılığına işaret ediyor olabilir miydi?
Bu bölgelerde yakınlarında arkeologlar daha önce
de benzer kafatasları bulmuştu.

Bazıları kafaya alınmış darbe izleri taşıyor,
bunlardaki deliklerin tedavi amacıyla açıldığı
sanılıyordu. Fakat bazılarında da bu delikler
obelion bölgesinde bulunuyordu.
Arkeologların bu konudaki çalışmasının sonuçları
Nisan 2016'da Amerikan Fiziki Antropoloji
Dergisi'nde yayımlandı.
Bu makaleye göre, obelion bölgesinde açılmış
delikler içeren bu kafatasları, Rusya'nın bu güney
bölgesinin ritüel trepanasyon merkezi olabileceğine
işaret ediyor.
Rus Bilimler Akademisi'nde konunun uzmanı Maria
Mednikova, bu deliklerin bir tür "dönüşüm" sağlamak,
toplumun sıradan üyelerinin sahip olmadığı bazı
becerileri edinmek amacıyla açılmış olabileceğine
inanıyor.
Delikten sonra
yaşam

Kafatasındaki delikte görülen iyileşme belirtileri bu kişilerin işlemden sonra hayatta kaldığını gösteriyor.
Rostov'da bulunan ve bu tür delik açılan 12
kafatasından birinin 25 yaşından küçük bir kadına
ait olduğu ve bu işlem sırasında ya da kısa bir süre
sonra öldüğü belirlendi.
Ancak diğer bazı kafataslarındaki delikler
etrafında rastlanan iyileşme belirtileri, delikler
tümüyle kapanmamış olsa da bu kişilerin işlemden
sonra 2-8 hafta kadar hayatta kaldığını
gösteriyordu.
Sekiz tanesinde ise daha ileri düzeyde iyileşme
görülmüş, bunların işlemden sonra en az dört yıl
yaşadığı tespit edilmişti.
Herhangi bir hastalık ya da darbe izine
rastlanmamış olsa da bu 12 kişinin kafasındaki delik
tedavi amacıyla açılmış olabilir. Bu durumda en
azından sekizinde bu tedavinin işe yaradığı
söylenebilir.

Peru'daki delik kafatası örnekleri
Fakat Rostov'daki Güney Federal Üniversitesi'nden
antropolog Elena Batieva'nın belirttiği gibi bu
insanların kafasındaki delik bir ritüelin parçası
olarak açılmış olabilir. Bu durumda bu ritüellerin
ne amaçla yapıldığı sorusuna yanıt aranmaya devam
ediyor.
Bbc, 06.09.2016
|
ŞEREFİYE CAMİİ'NDE
RESTORASYON YAKIN

Adapazarı Çark Caddesi’nde binlerce insanın geçiş
güzergahı üzerinde bulunan ve ilin tarihi
camilerinden olan Şerefiye Camii’nde tadilat ve
restorasyon tarihi yaklaşıyor. Kocaeli Anıtlar
Kurulu’na projenin sunulduğunu ve gerekli
müracaatların yapıldığını ifade eden Sakarya Diyanet
Vakfı Şube Yöneticisi Enver Aşık, projede bir
sıkıntı çıkmasını beklemediklerini söyleyerek, “İlk
toplantıda onay bekliyoruz” dedi.
EN HIZLI ŞEKİLDE
Caminin tadilatı
konusunda Diyanet Vakfı Sakarya Yönetimi, Adapazarı
Belediyesi ve Cami Güzelleştirme Derneği ile
birlikte ortak bir çalışma içerisinde olduklarını
söyleyen Enver Aşık, “Proje Kocaeli Anıtlar Kurulu
onaylandıktan ve çalışmalar başladıktan sonra çok
uzun sürmeyecek. Camimizi tekrardan halkımızın
hizmetine açmak için en hızlı şekilde çalışmalar
yapılacak” dedi.
GÜZEL OLACAK
Proje hakkında da
bilgilendirmede bulunan Aşık, “Camimiz Şal sokağa
kadar uzayacak, tuvaletler ve şadırvan alt kata
alınacak. Projedeki en önemli noktalardan biri de
engelli kardeşlerimiz için yapılacak olan özel
tuvalet ve şadırvan yeri olacak. Tadilatla birlikte
caminin çok güzel bir görünüme kavuşacağını
düşünüyoruz” diye konuştu.
Yeni Sakarya, 06.09.2016 |
CİNSEL TACİZ SERGİLEMEKLE SUÇLANAN HEYKEL
DEĞİŞTİRİLDİ
Mısırlı bir heykeltraş ülkesi için toprağa düşmüş
askerlerin anısına yaptığı heykeli, cinsel taciz
görüntüsü verdiği eleştirileri üzerine değiştirmek
zorunda kaldı.
Şehit Annesi adını taşıyan heykelde, önde
Mısır'ın geleneksel sembolü olan, kollarını yana
açmış zarif
kadın ve arkasında onun belini sarmalamış
miğferli bir
asker figürü var.
Fakat heykelin
dikildiği Sohag kenti halkı, heykeli 'uygunsuz'
buldu.
Askerin, kadının
belini bu şekilde kavramasının
taciz olduğunu söyleyenlerin yanısıra, kadının
Mısır'ı temsil etmesi nedeniyle 8,5 metrelik
heykelin "Mısır ordusu ülkeye tecavüz ediyor"
anlamına gelebileceğini savunanlar da oldu.
Sohag valisi Eymen
Abdül Monaim heykelin nasıl ısmarlandığı konusunda
soruşturma açılmasını emretti.
Ulusal medyada
manşetlere çıkan tartışmanın sosyal medyada da
hararetli yorumlara konu olması birçok yorumcuya
göre, Mısır'da sanatçıların kendilerini ifade
etmesinin güçlüklerine de işaret ediyordu.
"HEYKEL
ŞEHİT RUHUNU YANSITIYOR"
60 yaşındaki heykeltraş Wacih Yani şimdi, askeri
kaldırıp yerine kadının ellerine bir zeytin dalı
yerleştirmek suretiyle eserini değiştiriyor.
Ayrıca barışı
simgeleyen güvercinlerin de kadının başının üzerinde
bir ay oluşturacağını söylüyor.
Buna karşılık sanatçı,
eserinin 'uygunsuz' olduğu eleştirilerini reddediyor
ve orijinal eserdeki askerin 'şehitlerin ruhunu
yansıttığını' düşünüyor:
"Heykelin orijinal
fikri doğruydu. Yaptığım değişiklikler de bu
doğrultuda olacak. Fakat herkesin heykelden memnun
olmasını da önemsiyorum şahsen."
Hürriyet,
05.09.2016
|
ERMENEK'TE BİZANS DÖNEMİNE AİT TAŞ YAZIT BULUNDU
Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde baraj gölü etrafındaki
yol yapım çalışması sırasında, Bizans Dönemi'ne ait
taş yazıt bulundu. Çiftçilik yapan Ali Boztoprak'ın
tarlasının kenarında bulunan ve üzerinde Yunanca,
'Selam ey dost. Benim için istediğin şey sana iki
misli olsun' ve 'proastion - topothesia'
terimlerinin yazılı olduğu taş yazıt, incelenmek
üzere müze yetkililerine teslim edildi.

Taş yazıtın çevirisini yapan
Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Klasik
Arkeoloji Ana Bilimdalı öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr. Mehmet Alkan, "Yazıt, bir hitap ve günümüzde de
kullanılan tanıdık bir dua cümlesiyle başlıyor.
'Selam ey dost. Benim için istediğin şey sana iki
misli olsun' yazıyor" dedi.
Ermenek'te bulunan
yazıtın üzerinde ayrıca 'proastion' ve 'topothesia'
terimlerinin yer aldığı, bu nedenle bu yazıtın, bir
mülkiyet yazıtı olduğunu belirten Yrd. Doç.Dr.
Alkan, şöyle dedi:"Antik edebi kaynaklarda
'proastion' terimi genellikle bir kentin surları
dışında kalan varoş semtleri için kullanılır.
Geç Antikçağ'dan itibaren bu terim, toprak sahibi
zengin kimselerin malikƒneleri için de
kullanılmıştır. 'Topothesia' terimi ise yine antik
kaynaklarda, gerçekte var olmayan, hayali bir yerin
tasviri için kullanılan bir sözcüktür.
Önemli bir belge'
Proastion' ve 'topothesia' terimlerinin
birbiriyle ilişki içinde kullanıldığını gösteren,
şimdiye kadar ele geçmiş tek epigrafik malzeme
olması nedeniyle bulunan yazıtın önemli bir belge
olduğunu belirten Yrd. Doç.Dr. Alkan, şunları
söyledi:
"Bu anlamda yazıt, Geç Antikçağ ve
Bizans Dönemi ekonomisi üzerine yapılan bilimsel
çalışmalar için önemli katkı sağlayacaktır. Ayrıca
yazıt, antik Isauria Bölgesi'nin en büyük
kentlerinden biri olan Germanikopolis (Ermenek)
tarihi, ekonomisi ve sosyal yapısı için de birçok
yeni bilgi sunacaktır."
Yrd. Doç.Dr. Alkan, "Benzer bir dua cümlesi,
Konya'ya bağlı Yunak
İlçesinin Piribeyli
mahallesinde de bulunmuştu. Bu Yunanca mezar
yazıtında da 'Benim için ne kadar çok iyilik
(istiyorsan), Tanrı sana karşılık olarak iki katını
versin' yazıyordu" dedi.
Milliyet, 05.09.2016
|
MECLİS'TE TARİHİ AVİZELERİN ONARIMINA ÇEKYA TALİP
15 Temmuz gecesi darbeciler tarafından bombalanan
TBMM’de bina ile birlikte en çok hasarı cam
malzemeler aldı.

Meclis’in koridorlarını cam kırıklarıyla dolduran
bombalı saldırıdan tarihi avizeler etkilendi. 1938
ile 1961 yılları arasında inşaat devam ederken
yurtdışına özel siparişle yaptırılan emsalsiz
avizelerin aslına uygun olarak onarılması ve yeniden
yapılması için arayış başladı.

“Venini” marka olduğu tespit edilen avizelerin hangi
ülkede yaptırıldığı tam olarak bilinemezken, Çekya
TBMM’ye başvuruda bulunarak, dönemin ünlü kristal
merkezi olması dolayısıyla avizelerin kendi
ülkelerinde yapılmış olabileceğini bildirip
karşılıksız onarmaya talip oldu.

Meclis’te bombalama sırasında, büyük çoğunluğu şeref
salonu etrafında bulunan büyük boyutlu cam
avizelerle grup başkanlıklarının bulunduğu kat ve
Başbakanlık katının bulunduğu koridorlardaki tarihi
avizeler büyük zarar gördü.
Bazı avizelerin cam
parçaları tümüyle yok oldu. Bazılarında ise parça
eksiklikleri oldu. İnşaatı 1938 ile 1961 yılları
arasında devam eden tarihi binada kullanılan
avizelerin önemli parçalarının Venini marka olduğu
tespit edildi.
Depoda bu avizelerden bazılarının
yedek parçaları çıktı. Bu parçalarla bazı avizeler
onarıldı. Ancak özellikle şeref salonunda asılı
bulunan ve tümüyle tahrip olan dev avizelerin
onarımı için üretici firmaya ulaşılması
kararlaştırıldı.
Bohemia kristalleri ile dünyada
ün yapmış olan Çekya, dönemin ünlü firmaları Çek
menşeli olduğu için avizelerin kendi ülkelerinde
yapılmış olabileceğini düşünerek Meclis ile
iletişime geçti.
Firmanın Çekya’da olup
olmadığını, bu ülkede ise çok eski bir firma söz
konusu olduğu için firmanın hala faaliyette olup
olmadığını araştırmaya başlayan Çekya temsilcileri,
firmanın bulunması halinde TBMM’ye bu avizelerin
parçalarını aslına göre ürettirip bedelsiz olarak
vermeyi teklif etti.
TBMM Başkanlığı, henüz
büyük onarımlarla meşgul olduğu için avizelerle
ilgili çalışmaları daha sonraya bıraktı. Avizelerin
Venini marka olması dolayısıyla İtalya Venedik
menşeli olabileceği de değerlendirildi.
Ancak
TBMM bu konuda henüz özel bir araştırma başlatmadığı
için menşeini tespit etmeye dönük önemli bir ipucu
da bulunamadı. Çekya tarafından yürütülen
araştırmanın sonucuna göre hareket edilmesi,
Çekya’da kaynak bulunamazsa İtalya nezdinde de
inceleme başlatılması bekleniyor.

Habertürk, 05.09.2016 |
EFES KAZILARI DURDURULDU

Avusturya
arkeoloji Enstitüsü’nün
İzmir’in
Selçuk
İlçesi'ndeki
Efes antik
kentinde bir asrı aşan süredir
yürüttüğü Efes kazıları,
Dışişleri Bakanlığı’nın 31 Ağustos 2016 tarihli
yazısıyla bu sezonun bitmesine iki ay kala
durduruldu.
Mühürlenebilir
Bu yılın başlarında, Avusturyalı Doç.Dr. Sabine
Ladstatter başkanlığında başlayan dönem kazılarının
durdurulduğuna ilişkin yazı ekibe tebliğ edildi.
Kazı alanına giden Selçuk Efes Müzesi Müdürü
Cengiz Topal ve bakanlık görevlileri, Yamaç evleri,
Efes Meryem Ana Kilisesi ve Efes üst kapı yakınında
sürdürülen kazı çalışmalarını teslim aldı.
Kazı evine ait eşyalar toplatılıp, Avusturya Kazı
Evi yetkililerine teslim edildi. Avusturyalı
arkeoloji ekibinin kullandığı kazı evinin ise
gelecek talimatlar doğrultusunda mühürlenebileceği
belirtildi.
Avusturya ekibine önümüzdeki yıl kazı izni
verilip verilmeyeceğinin ise gerilimin sürüp
sürmemesine bağlı olduğu belirtildi. Kazı Başkanı
Ladstatter açıklama yapmaktan kaçındı.
Dördüncü kez durdu
Efes antik kentinde 1893’te
Viyana Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümü
öğretim üyesi Ordinaryus Prof.Dr. Otto Bendrof’un
başlattığı kazılar için Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü kurulmuş ve günümüze kadar kazıları
yürütmüştü. Geçen sürede 1909-10, 1914-25 ve 1936-53
yılları arasında kazılara üç kez ara verilmişti.
Panodaki gerginlik
Türkiye ile Avusturya arasındaki gerginlik,
Temmuz sonlarında, Viyana’da Schwechat
Havalimanı’ndaki panoda “Türkiye tatili sadece
Erdoğan’ı destekler” yazısı ile başlamış, ağustos
ortalarında ise aynı panolardan Türkiye’deki cinsel
istismara yönelik karalayıcı bilgilendirme ile
doruğa çıkmıştı. Avusturyalı politikacıların
gerilimi arttıran ve Türkiye’nin AB’de yer almaması
gerektiği yönündeki açıklamaları üzerine Türkiye,
Viyana Büyükelçisi’ni
Ankara’ya çağırmıştı.
Milliyet, Haber: Latif
Sansür, 05.09.2016
******
AVUSTURYA'NIN TÜM KAZILARI İPTAL

Dışişleri Bakanlığı’nın
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’ün
gerçekleştirdiği arkeolojik kazıları
durdurmasının Efes antik kenti ile sınırlı
olmadığı, Antalya’nın Limyra antik kentinde
sürdürülen bilimsel kazıların da sonlandırıldığı
ortaya çıktı.
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 100 yıldan
fazla süredir devam ettiği Efes antik kenti
arkeolojik kazıları
Dışişleri Bakanlığı’nın isteği ile bu yıl
sonlandırıldı. Aynı şekilde Avusturyalı bilim
insanlarının 1970 yılından bu yana devam ettiği
Antalya’daki Limyra antik kenti arkeolojik
kazıları da kapatıldı. Antalya ili, Finike
İlçesi, Turunçova ve Sahilkent beldeleri
sınırlarında yer alan Limyra antik kenti, Toçak
Dağı’nın güney eteklerinde, genellikle erken
dönem yapıların yer aldığı akropol ile onun
hemen güneyinde, şimdi karayolu ile ayrılan
düzlükte Roma ve Bizans çağı surları içinde
kalan alanı kapsıyor. Antalya Müzesi’ne çok
önemli eserler veren Limyra’nın MÖ 5. yüzyılda
kurulduğu biliniyor. Avusturyalı Bilim İnsanı
Dr. Martin Seyer, 2008 yılından bu yana Limyra
kazılarına devam ediyordu. Geçen yıl Limyra
çevresinde yüzey araştırmaları izni alan
Seyer’in bu izni de Dışişleri Bakanlığı’nın
talebi doğrultusunda
iptal edildi.
ARKEOLOJİYE 36 MİLYON
Ülkemizde
Bakanlar Kurulu kararıyla sürdürülen 36
yabancı arkeolojik
kazı, 13 yüzey araştırması bulunuyor.
Almanya, ABD, Avusturya,
İtalya,
Japonya,
Fransa
İngiltere,
Hollanda, Belçika ve Kanadalıların kazıları
var. Kültür ve Turizm Bakanlığı kaynaklarınca
Avusturya’nın bir süredir ülkemiz aleyhtarı
tutumlarından kaynaklı olarak tüm kazı
izinlerinin durdurulduğu belirtildi. Önümüzdeki
yıl kazı sezonu için de bu izinlerin
verilmesinin zor olduğu ifade edilerek
Türkiye’nin yeterli derecede arkeoloji
tecrübesi bulunduğu, her yıl 36 milyon lira
arkeolojiye destek verildiği hatırlatıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı daha önce de Boğazköy
sfenksini iade etmek istemeyen Almanlar için
Hattuşa kazılarının iptal edileceği tehdidinde
bulunmuş ve kısa süre içinde Boğazköy sfenksi
ülkemize iade edilmişti.
Hürriyet, Haber:
Ömer Erbil, 05.09.2016
******
BASINA VE KAMUOYUNA
“Yabancı” Arkeolojik Kazıların Durdurulması
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes ve Limyra kazılarının, T.C Dışişleri Bakanlığı’nın isteğiyle TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından durdurulduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.
Avusturyalı meslekdaşlarımızın başkanlığında uzun yıllardır, başarıyla yürütülen her iki kazının da geçerli bir neden gösterilmeden durdurulması karşısında, Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi olarak bir açıklama yapma gereğini duymaktayız. Bu iki arkeolojik kazının durdurulması, ülkemiz ve Avusturya arasındaki siyasi gerilimlerin sonucunda gerçekleşmesi tarafımızdan vahim bir gelişme olarak algılanmış ve bu konuyu bir daha düşünmemize neden olmuştur.
Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2015 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 36 yabancı kazıya, 13 yabancı yüzey araştırmasına izin verilmiştir. Bu kazı ve yüzey araştırmaları ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada ve Polonya’dan üniversiteler ya da araştırma enstitüleri tarafından yürütülmektedir. Ayrıca, Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilen 120 yerli kazı ve 86 yüzey araştırması da bulunmaktadır. Yerli kazı ve yüzey araştırmaları da Türkiye üniversitelerinin ilgili bölümlerinden akademisyen meslektaşlarımız tarafından yürütülmektedir. Ancak gerek yabancı, gerekse yerli kazı ve yüzey araştırmaları yapan ekipler, farklı ülkelerden gelerek katılan, arkeolog ve sanat tarihçilerinin yanısıra araştırmalara yardımcı çeşitli branşlardan bilim insanlarından oluşmaktadır. Şüphesiz bu bilim insanlarının ekiplerdeki varlığı milliyetlerinden değil, uzmanlık alanlarından kaynaklanmaktadır. Ülkemiz arkeolojisi dil, din ve ırk gözetmeyen bu yapısı sayesinde önemli bir birikim oluşturarak zenginleşmiştir. Biliyoruz ki, bir bilimsel çalışmanın değerlendirilmesinde, araştırmayı yürüten bilim insanlarının hangi ülkelerden geldikleri ve uyrukları bir ayrım sebebi olamaz. Ülkemizdeki arkeoloji ortamı bu anlayışla iletişim kuran, kimlik gözetmeksizin birlikte çalışan saygın bilim insanlarından oluşan, evrensel bir yapıya sahiptir. Bu nedenle arkeolojik kazıların durdurulması, bir grup “yabancının” “hafriyat” çalışmasının durdurulması değil, bilimsel üretimin durdurularak kısıtlanmasıdır. Dolayısıyla arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının, gerekli belgeleme çalışmalarına dahi izin verilmeden durdurulması diplomatik bir yaptırım değil bilime verilmiş bir cezadır.
Politikacıların diplomatik yollardan çözemedikleri sorunlar nedeniyle cezayı kazılarını kapatma şeklinde bilim üreten kişi ve kurumlara kesmeleri, büyük bir talihsizliktir. Dış politikamızın, ülkemiz arkeoloji camiasının yansıttığı uluslararası uyumlu çalışma potansiyelini baltalamak yerine örnek almasını dileriz.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi - 08.09.2016
|
FİLİSTİN'İN KÜLTÜR VARLIKLARI MAHKEME KARARIYLA GASP
EDİLİYOR
Geçtiğimiz ay onanan bir
mahkeme kararına göre, 1930 yılında Filistin’de
kurulan Rockefeller Arkeoloji Müzesi’nin
envanterindeki bazı yapıtlar, en başta da müzenin
arkeoloji kütüphanesinde bulunan nadir kitaplar,
önümüzdeki yıl içerisinde Doğu Kudüs’teki müze
binasından alınarak Batı Kudüs’e taşınacak. İngiliz
mandası döneminde Amerikalı petrol devi John D.
Rockefeller’ın bağışlarıyla kurulan müzenin
koleksiyonunun büyük bir bölümünü, 20. yüzyıl
başında İngiliz arkeologların tarihi Filistin’de
yaptığı kazılardan çıkan yapıtlar oluşturuyor.
Şimdilerde Rockefeller
Arkeoloji Müzesi adını taşısa da, ziyaretçileri
girişte karşılayan kat planında müzenin özgün adını
bulmak mümkün: Filistin Arkeoloji Müzesi.
Arkeologlar ve
eylemciler, mahkeme kararının emsal oluşturacağından
ve başka eserlerin de uluslararası hukuka aykırı bir
şekilde işgal altındaki topraklardan İsrail’e
kaçırılacağından endişeli.
İsrail 1967’de yasadışı
olarak Doğu Kudüs’ü işgal edip müzenin yönetimine el
koyduğundan bu yana koleksiyon genişlemiş durumda.
İşgalin ardından İsrail Müzesi’nin bünyesine dahil
edilen Rockefeller Arkeoloji Müzesi, İsrail Eski
Eserler Yönetimi (IAA) tarafından idare ediliyor.
Halihazırda Rockefeller Müzesi’nde bulunan IAA
merkezi, önümüzdeki yıl inşaatı tamamlanması
beklenen İsrail Arkeolojisi Schottenstein Ulusal
Kampüs’üne taşınacak. 35.000 metrekarelik bir alana
yayılan kampüs Orta Doğu’nun en büyük arkeoloji
kütüphanesine ev sahipliği yapacak. IAA, ilk etapta,
Rockefeller Müzesi’nde bulunan ve aralarında16. ve
17. yüzyıla ait nadir kitapların da bulunduğu
binlerce cildi buraya taşımayı planlıyor.
Arkeolojinin
İsrail-Filistin çatışması bağlamında
politikleştirilmesine karşı mücadele veren bir grup
arkeolog ve yerel eylemciden oluşan bir STK olan
Emek Shaveh, geçtiğimiz Mayıs ayında, işgal
altındaki topraklarda bulunan kültür varlıklarının
başka bölgelere taşınmasının uluslararası hukuka
aykırı olduğu gerekçesiyle karara itiraz etti.
Fakat, İsrail Yüksek Mahkemesi itiraz dilekçesini
reddederek, müzede depolanan yapıt ve kitaplardan
IAA’nın sorumlu olduğunu, dolayısıyla onları
dilediği yere taşıyabileceğini belirtti.
İsrail Doğu Kudüs’ü tek
taraflı olarak ilhak ettiğinde kendi hukukunu işgal
ettiği topraklara da dayattı. Bu hamle uluslararası
toplum tarafından hiçbir zaman tanınmamış olsa da
mahkeme fiilen İsrail hukukunun uluslararası
hukuktan üstün olduğuna hükmetmiş oldu.
Emek Shaveh’in
yöneticisi Yonathan Mizrachi, bu kararla beraber
İsrail’in müze üzerindeki hakkının tasdiklendiğini
ve başka eserlerin de müzeden taşınmasının önünün
açıldığını söyledi. Al Jazeree’nin sorularına cevap
vermeyi reddeden IAA ise, daha önce yaptığı bir
açıklamada, yeni müzedeki saklama koşullarının daha
elverişli olduğunu ve kitaplar dışında hiçbir eseri
taşımaya niyetlerinin olmadığını ifade etmişti.

Silvan’da arkeolojik kazı alanı açmak için yıkılan
Filistinli evleri
İsrail devletinin,
Yahudilerin toprakla olan binlerce yıllık aidiyet
bağını ispat etmek amacıyla
arkeolojiyi araçsallaştırması daha önce de
eleştirilere yol açmıştı. Kudüs’teki yegane Filistin
üniversitesi olan Al Quds Üniversitesi’ne bağlı
Kudüs arkeolojik araştırmalar biriminin başında
bulunan Hani Nureddin, erişim engelinden dolayı
arkeolojik kazı yapamadıklarını; bunun da onları
İsrail yayınlarına bağımlı hale getirdiğini söyledi.
Nureddin, “verilere güvensek de, verilerin
yorumlanma biçimine güvenemiyoruz çünkü yorum her
zaman politiktir” diye konuştu. Bu durumun,
İsrail’in karşısına alternatif bir anlatıyla
çıkmalarına mani olduğunu ifade etti.
Emek Shaveh’in
yöneticisi Mizrachi, müze envanterindeki nesnelerin
taşınmasının daha geniş bir bağlamda
değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Emek Shaveh, İsrail’in,
Silvan’da (Doğu Kudüs) bulunan Davud’un Şehri gibi
arkeolojik parkları politik amaçlarına ulaşmak ve
Filistinlilerin evlerine el koymak amacıyla
kullanmasını kınadı. Mizrachi, “arkeolojik sit
alanlarının takdim edilme biçimleri; milli parkın
politik bir araç olarak kullanılması .... bütün
bunlar, bu toprakların yalnızca tek bir kültürün ya
da milletin malı kabul edilmesinin ne kadar
sakıncalı olduğunu gösteren büyük resmin bir
parçası” diye konuştu.
e-skop.com, Kaynak:
Al Jazeera, “Israeli
Museum Transfer Sets ‘Dangerous Precedent’”,
04.09.2016
|
İBRAHİM HAKKI KONYALI'NIN KAYIP DEFTERİNDEN MİMAR
SİNAN'IN AZ BİLİNEN ESERLERİ
Araştırmacı ve gazeteci İbrahim Hakkı Konyalı’nın
1942’de tamamladığı ancak esrarengiz biçimde ortadan
kaybolan “İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri”
çalışması yıllar sonra bulundu. İşte Mimar Sinan'ın
az bilinen eserleri...
İstanbul Atatürk Kitaplığı’nda deri kaplı iki albüm
bulunur. Üstündeki etikette, “İstanbul’da Mimar
Sinan Eserleri” yazmaktadır. İstanbul ile ilgili bir
araştırma sırasında bulunan ve 1941-1942 yılları
arasında hazırlanan bu çalışma, gazeteci İbrahim
Hakkı Konyalı’nın (1896-1984) yana yakıla aradığı
çalışmasıdır! Konyalı, uzun süre Mimar Sinan’ın
İstanbul’da inşa ettiği yapıları tespit etmeyi
planlamıştır. Nihayet hepsini tek tek ziyaret eder,
fotoğraflarını çeker ve gözlemlerini de kaleme alır.
Araştırmayı bitirince
kapı kapı dolaşır ama nedense kimse basmak istemez.
Konyalı, kopyası olmayan çalışmayı Falih Rıfkı
Atay’ın Ulus’taki bürosuna emanet eder. 15 gün sonra
almaya gittiğindeyse kitap ortada yoktur. Ne kadar
arayıp sorsa da kitabı bulamaz. Bu arada çalışma
basılmayıp bir de kaybolunca, beraberinde götürdüğü
fotoğrafçının parasını da ödeyemez.
KİTAP
ARAŞTIRMA SIRASINDA BULUNDU
İbrahim
Hakkı Konyalı, durumu yakın dostu Yahya Kemal
Beyatlı’ya anlatır. Beyatlı’nın yanıtı tarihe geçer:
“Yürütmüşler. Sen öldükten sonra yayınlayacaklar!”
Konyalı, o günden sonra bu sözü dilinden düşürmez.
“Ben öldükten sonra yayınlayacaklar...” Belki
gerçekten de öyle olacaktı, ama Konyalı’nın kitabını
kim aldıysa öyle saklamış ki yıllarca kendisi dahil
kimse bulamadı. Konyalı’nın birçok projesi gibi,
üzerinden yıllar geçince bu da unutuldu gitti.
Derken birkaç yıl önce eski İstanbul fotoğraflarıyla
ilgili bir araştırma sırasında kitap ortaya çıktı.
Mimar Sinan’ın 107
eserinin yer aldığı kitap için büyük emek harcanmış.
Konyalı elinde kağıt kalem, peşinde de bir
fotoğrafçıyla yollara düşmüş. Adımlarını bile
yazmış. “Şimdi içeriye giriyoruz...” Gözlemleme işi
bitince daktilonun başına geçmiş, her şeyi kayıt
altına almış. Camilerin pencerelerini, sütunlarını
saymış; çatlağına varıncaya kadar not etmiş.
ZARAR GÖREN YAPILARIN ONARILMASI AMAÇLANIYOR
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültür AŞ, bu çalışmayı fotoğraflarıyla
birlikte “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Kayıp
Arşivinden: İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri” adıyla
kitaplaştırdı. Doğrusu okuyanı biraz üzüyor, tarihe
yeterince sahip çıkamadığımız gerçeğini tokat gibi
yüze vuruyor çünkü. Mesela Çapa’da, Gazi Asker
Abdurrahman Çelebi Camii, Çırçır yangınında yanmış,
tamir edilmemiş. Şimdi yok...
Konyalı’nın
fotoğrafladığı caminin duvarlarında çok özel
motifler, işlemeler görülüyor. Bir diğer örnek,
Yedikule’deki Hacı Evhad (Evhaddin) Camii. Neyse ki
cami hala yerinde. 1575 yılında, devrin
serdebbağlarından (kasabbaşı) Hacı Evhaddin
tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. Camiyi
yaptıran da hazirede defnedilmiş. Başka kabir ve
mezar taşlarıyla etrafı çevrili cami, bir huzur
vahası gibi.
Sultan Abdülmecid’in
tamir ettirdiği cami, 1920’de geçirdiği yangında
harap olmuş. On yıllarca dört duvar halinde durmuş.
1936- 43 yılları arasında ve 1956’da yeniden tamir
görmüş ancak bu tadilatta çatı ve son cemaat yeri
aslına uygun yapılmamış. Daha önce caminin üzeri
kurşun kaplıyken, bu tamirlerde kiremitli çatıyla
örtülmüş. Pencere alınlıklarında ve duvarların bir
kısmında yer alan çiniler de yangın sonrasında
bakımsız durumdayken çalınmış. Dikdörtgen planlı ve
kagir yapının cemaat yeri ve çatısı ahşaptır. Zarif
minaresi kesme taştandır. Bu kitapla beraber
belediye zarar gören yapıların onarılmasını
amaçladığını da açıkladı. Haydi hayırlısı...
MEZAR TAŞI BİLE ÇALINMIŞ
İbrahim Hakkı Konyalı,
Şair Nedim’in Karacaahmet Mezarlığı’ndaki mezarını
günlerce aramış, sonunda bulmuş ve hemen yanındaki
yeri satın alıp kendi mezar taşını diktirmişti.
Adamcağızın yazdıkları ortadan kaybolduğu gibi, o
zaman Konyalı’nın mezar taşını da çalmışlar!
Gazetelere de başına geleni uzun uzun yazmış.
Zamanında ne hırsızlıklara ve yolsuzluklara parmak
basmıştı: Piri Reis’in haritası, onlarca kitabe,
eser...
Okurun eline geçmesi
yıllar süren bu eserden size bizzat Konyalı’nın
kaleminden çıkanlardan birkaçını paylaşmak istedim:

DRAMAN CAMİİ
“Kanuni’nin
tercümanlarından Yunus Bey adına Mimar Sinan
tarafından 1541’de inşa edilmiş. Fakat eser bir
yangında hasar görmüş ve 1873’te Sultan Abdülaziz
tarafından aslına uygun bir şekilde tamir
ettirilmiştir.” (Konyalı sonra taş bir kitabe bulmuş
ve 10 kişinin yardımıyla kaldırıp üstündeki
yazılanları ve şu sözleri defterine not düşmüş...)
“Bu taş kısmen çatlamıştır. Müzeye kaldırılması
lazımdır.”

EMİR BUHARİ
CAMİİ
“Sinan’ın bu kıymetli
eserini, ben camiyi tetkik ederken 15 Mart 1941
yılında yıkıyorlardı... Birinci Umumi Harp
Senelerinde Metris Kışlası önünde Ramazan topu
atılırken, çok barut konduğu ve fazla sıkılandığı
için top patlamış ve parçalar caminin pençelerine
girerek çatısını kesmiş ve yıkmış. İşte bundan sonra
cami bir daha tamir edilmemiş ve Enkazcı Kadri’ye
satılarak yıktırılmıştır. Yıkım esnasında Türk
ulularına ve alimlerine ait birçok kıymetli mezar
taşlarının da kırıldığını gözlerimle gördüm.
Maalesef bu tahribe mani olamadım.”

MİHRİMAH
SULTAN CAMİİ
“Sinan, yapılarında
temele çok ehemmiyet verirdi. Yaptığı mabetlerin
hemen hepsinin temelleri suya kadar inmiştir.
Temellerde çıkan suları da muntazam kanallara alarak
başka yerlere akıtırdı. Sinan’ın Mihrimah Sultan
Camii’nin temel suyu da Yenibahçe’de Köprübaşı’ndaki
Halil Aktar Ağa’nın mescidinin önüne akıtılmıştır.
Bu su yazın buz gibidir.”

MUHİDDİN
ÇELEBİ CAMİİ
“Bugün ayakta duran
cami, Sinan’ın yaptığı cami değildir; adi taştan
yapılmıştır. Mabedin hiçbir yerinde inşa, tamir veya
tekrar inşa tarihini gösteren yeni, eski herhangi
bir kitabesi bulunmamaktadır. İlk halinin Sinan’a
ait olduğunu kimse bilmiyordu, ilk defa biz bunu
tanıtmış oluyoruz.” Çukurcuma’da dolanırken her
zaman karşıma çıkan, soluklanmak için
merdivenlerinde oturduğum ahşaptan Muhiddin Çelebi
Camii’nin Mimar Sinan tarafından yapıldığını, ama
daha sonra yıkılıp aslına uygun olmayan bir şekilde
yeniden inşa edildiğini öğrendim. Fotoğraflara yan
yana bakın siz karar verin.

Üsküdar - Mihrimah Sultan Camii

Mevlanakapı- Merkez Efendi Camii

İstanbul Suriçi - Rüstem Paşa Camii

Üsküdar - Şemsi Paşa Camii
Habertürk, Haber: Ece
Ulusu, 04.09.2016
|
MENDERES MAGNESİA'NIN GİZLİ MÜCEVHERLERİ
İzmir’in 100 kilometre güneydoğusundaki olağanüstü
güzellikteki Magnesia antik kenti, yavaş yavaş gün
yüzüne çıkıyor. Magnesia’ya 30 yılını adayan
Prof.Dr. Orhan Bingöl’le antik şehri gezdik, hikayelerini
dinledik.
Menderes Magnesia’sının antik kalıntıları yavaş
yavaş kendini göstermeye başladı. İzmir’in 100
kilometre güneydoğusunda, turistikten ziyade
arkeolojik açıdan aktif çalılık bir alanda ve
mütevazı girişine bakıldığında orası olduğuna dair
hiçbir işarete rastlanmayan Magnesia...
Aslında Magnesia’nın
olağanüstü güzelliğini toprak, yüzyıllar önce yuttu.
Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru arkeologlar bu
muhteşem, heybetli yapıyı yeniden parça parça ortaya
çıkarmaya başladı. Magnesia’ya 30 yılını adayan
Prof.Dr. Orhan Bingöl’ün himayesindeki antik kent,
o dönemden beri kendini hep gösterdi. Evet, sadece
20 dakika mesafedeki UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde
bulunan Efes Antik kenti kadar ünlü olmasa da aynı
derecede merak uyandırıyor.
Bingöl’e göre
Magnesia’yı bölgedeki muhtemelen daha iyi tanınan
sitelerden ayıran ise neredeyse tüm yeraltı şehrinin
bakir kalması, üzerine hiçbir şeyin inşa edilmemesi.
“Sütunlar kusursuz biçimde oyulmuş, dolayısıyla
yenilememize gerek kalmıyor” diye açıklıyor durumu
Orhan Bingöl: “Ayrıca alttaki gizli mücevherleri
değerlendirmek, uzmanlık gerektiriyor.” Yine de
Magnesia gezisi kendine bir bucket-list yapıp tek
tek dünyanın en popüler antik kentlerini gezenler
için değil.
Sadece dünyanın en
ünlü sitelerinden biri sayılmadığı için değil,
cazibesi ve rahatlığı nedeniyle de öyle. Zira ortada
ne bir tabela var, ne doğru dürüst yürüyüş yolu, ne
de kafe ve hediyelik eşya dükkanları... Ama işte tam
da bu yüzden çekici Magnesia. Burası, bir
“Disneyfication” geçirip bozulmamış, aktif bir
arkeolojik kazı alanı; öyle görünüyor, öyle
hissediyor. Hazirandan eylül ortasına kadar süren
kazı sezonunda burayı ziyaret edenler, rüzgarda
havalanan beyaz saçlarıyla profesörü bizzat
görebilir, toprağın sırlarını didikleyebilir.
Magnesia’ya yıl boyunca ziyaretçi kabul ediliyor.
Yakın zamanda Orhan Bingöl, bir grup gazeteciyi
davet ederek uzun zamandır projenin sponsorluğunu
üstlenen Batı Anadolu Grubu ile birlikte bizzat
Ege’nin bu az bilinen arkeolojik değerine ışık
tuttu. Bingöl, MÖ 400’lerde, Hellenistik dönem ve
Roma döneminde Magnesia’nın Efes’ten dahi modern ve
önemli bir şehir olduğunu anlattı. Aynı zamanda Efes
ve Tralleis arasında bir tarım merkezi ve önemli bir
ticaret durağıymış burası. Tur kitapları eğlenceli
bir biçimde, kalan paralara bakarak kentin Asya’daki
Roma bölgesinin en önemli 7’nci şehri olduğuna
işaret ediyor.
Bu antik kente
yaklaşırken 1.5 kilometre ötesinde, görmeden asla
geçilmemesi gereken birtakım kalıntılar karşılıyor
sizi: Bir ibadethane, mezbaha, kütüphane, market,
toplantı alanına benzer bir alan ve umumi tuvalet...
İyi korunmuş, yan yana konumlanmış oyuklar uzun ve
kalın mermerlerle bölünüyor ki bu Bingöl’e göre eski
çağlarda banyo kültürünün bir nevi sosyalleşme
alanına dönüştüğüne işaret ediyor, havadan sudan
konuşmaların, dedikodunun tam yeri.
Bingöl, tuvaletlerin
hemen yanındaki çeşmenin de iki amaca hizmet
ettiğini söylüyor: Biri temizlik ve hijyen,
diğeriyse tuvaletlerden gelmesi muhtemel, hoşnut
olunmayacak sesleri kesmesi. Bu umumi tuvaletler
elbette Magnesia Antik Kenti’ni ziyaret etmek için
neden değil. Asıl dikkatleri üzerine çeken o şeye
erişmek için azmederek, 6 dakika yürüyüp 2 dakika da
kasisli toprak yolda arabayla gidiyoruz ve sonunda
“stadyum” tabelasına gözümüz erişiyor.
Uçsuz bucaksız heybeti
şaşkına çeviriyor. Prof. Bingöl, olayın esprisini
bile yapıyor. Ona göre 30 bin kapasiteli bu dev
yapının girişine insanların şaşkınlık tepkisini
kayıt altına alacak bir kamera yerleştirilmesi
gerekiyormuş. Bunca yıla rağmen bu şaşkınlık ona
hala keyif veriyor olmalı... Halen korunmuş olan,
antik dönem sporcuları için yapılmış yeraltı geçidi,
komşu Efes’ten gelen ziyaretçilere özel ayrılmış
oturma alanları, oyma dövüş eldivenleri, günümüz
stadyumlarında reklamların gösterildiği yerlere
benzer stantlar...

‘İLK ÇAĞ
İNSANLARINI HİSSEDİYORSUNUZ ’
Gezimize eşlik eden
rehberimiz Saffet Emre Tonguç, bu yapının
Anadolu’daki en heybetli antik stadyumlardan biri
olduğunu söylüyor, üzerinde daha ince kazı
çalışmaları yapıldığı için Afrodisyas’daki stadyum
diğerlerine fark atmış. Tonguç, “Ne yazık ki,
özellikle Türkiye’de kısıtlı vakti olan turistler
Magnesia antik kenti yerine Efes’e gitmeyi yeğliyor”
diyor ve ekliyor: “Biraz yolun dışına çıkmak olacak
ama bu stadyum türünün en büyüleyici ve şaşırtıcı
örneklerinden.” Bu arada mekan selfie çubuğunu kapıp
gelen turistlerle dolu değil ki bu gösterişli eski
çağ stadyumunun görsel şöleni için alana akın
edenlerin işine gelmiyor değil.

Magnesia antik kenti,
alışılmışın çok dışında, daha derin düşüncelere
dalmaya itiyor insanı. Magnesia antik kentini bir
kış yürüyüşü rotasına çeviren Rick Steves’in rehberi
Mert Taner de hemfikir, “Burada yapılan yürüyüşün
ardından ilk çağ insanlarının yaşamlarını derinden
hissetmek pekala mümkün” diyor. Ve antik tiyatro...
Antik kentin son bölümüne, birkaç dakika sonra
ulaşıyorsunuz. Ancak stadyumun aksine bu tiyatro,
hiçbir zaman tamamlanamamış. Bingöl, 1. yüzyıldaki
heyelanın ardından sadece mermer oturma düzeninden
birtakım parçaların kaldığını söylüyor.
Oysa şehir, çeşitli
hastalık ya da doğal kaynak eksikliğinden terk
edilip tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alana
kadar, en azından 1000 yıl daha ayakta kalmış.
Aslında şunu göz önünde bulundurmak lazım... Günümüz
sürücüleri, vızır vızır işleyen ana yola çıktığında,
neyin üzerinde aracını sürdüğünden, nelerin
üzerinden geçtiğinden büyük ihtimalle bihaber.
Habertürk, Haber: Emily Feldman, 04.09.2016
|
'ÇIĞLIK'IN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Belçika’nın önemli üniversitelerinden biri olan
Antwerp Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalar
sonucunda, Norveçli ünlü ressam Edvard Munch’un en
bilinen eseri ‘Çığlık’ın (1890) üzerindeki lekenin
kuş dışkısı değil, mum yağı olduğu bulundu.
Daha önce
Van Eyck, Rubens ve Van Gogh gibi ressamların
eserlerini de aynı teknikle inceleyen
araştırmacılar, lekenin kaynağıyla ilgili detaylı
araştırmalar gerçekleştirdi.
Milliyet,
04.09.2016
|
 |
DÜNYANIN EN ZENGİN TABAK BATIĞI AKDENİZ'DE BULUNDU
Antalya’nın Kumluca İlçesi'ne bağlı Adrasan
Mahallesi’nde 2014 yılında Antalya Müzesi Müdürü
Mustafa Demirel başkanlığında Dokuz Eylül
Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi
Enstitüsü’nden Doç.Dr. Harun Özdaş ile Selçuk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Sualtı Arkeolojisi Ana Bilim Dalı’ndan Yrd. Doç.Dr.
Hakan Öniz’in bilimsel danışmanlıklarında başlayan
Doğu Roma Dönemi tabak batığı sualtı kazılarının
2016 yılı çalışmaları tamamlandı.
Muğla'nın Marmaris İlçesi Hisarönü Körfezi'nde
batık çalışması yürüten Bodrum isimli araştırma
gemisinde bulunan Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz
Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Doç.Dr.
Harun Özdaş, batığın Türkiye kıyılarında yapılan ilk
tabak batığı olma özelliğini taşıdığını söyledi.
Çalışmanın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dokuz
Eylül ve Selçuk Üniversitesi tarafından
yürütüldüğünü belirten Özdaş, 2 yıldan bu yana
yürütülen çalışmalarda 100 sağlam, 300 kırık
tabaktan oluşan bir koleksiyon elde edildiğini
kaydetti.
"İstanbul'a ticari mal olarak götürülen
bir koleksiyon olduğunu düşünüyoruz"
Tabakların dini içeriği olmadığını dile getiren
Doç.Dr. Özdaş "Tabakların en önemli özelliği dini
içeriği olmayan ,günlük hayattaki motifleri ve o
dönemin yani biz bunu milattan sonra 12. yüzyılın
sonları olarak kabul ediyoruz.Tabaklar büyük
olasılıkla Suriye ve Kıbrıs'ta üretilen tabaklar
bunlar. Büyük olasılıkla da İstanbul'a ticari mal
olarak götürülen bir koleksiyon olduğunu
düşünüyoruz. Tabakların içerisinde özel
koleksiyonlar bulunmakta. Tabak henüz ıslak hamurken
kazıma yöntemi ile bazı figür ve motiflerin
oluşturulduğu sır altı kazıma ve boyama tekniği ile
üretildiği görülüyor. Bunlardan değişik ölçüler
karşımıza çıkmakta. Batığın diğer özelliği ise ana
kayalarda olması yani geminin bir fırtına sonucunda
kayalara çarparak koleksiyonun tahrip olduğu
anlaşılıyor. Şu anda elimizde Bizans dönemine ait
12. yüzyılın en büyük tabak koleksiyonu var."
Ana yükü tabak olan ve
MS 12 yüzyıl Doğu Roma
dönemine tarihlendirilen batıktan çıkarılan
eserlerin tuzdan arındırma ve onarım işlemleri
Antalya Müzesi Müdürlüğü’ndeki laboratuvarlarda
sürdürülürken, sualtından çıkarılan tabakların
Antalya Müzesi’nde sergileneceği belirtildi.
İhlas Haber Ajansı, Haber: Vural Efecik, 04.09.2016
|
KAYALIKLARDAKİ MANASTIR TURİZME KAZANDIRILMAYI
BEKLİYOR
Erzurum'un Şenkaya İlçesi'ne bağlı
Evbakan Mahallesi'nde bulunan mağara
manastırda, Hazreti Meryem'in kucağında
Hazreti İsa tasvirinin yanı sıra oyma haç ve çeşitli
figürler yer alıyor.
Yılın belli
zamanlarında ziyaretçileri olan ve mahalleye 300
metre mesafede kayalıklar üzerinde yapılan manastıra
oldukça zorlu bir yolculuğun ardından
ulaşılabiliyor.
Şenkaya Kaymakamı
Ahmet Özkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
manastırın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulunun sit alanı olduğunu söyledi.

Yapının tarihiyle
ilgili netlik bulunmadığını ancak bin yıllık tarihe
sahip olduğunun değerlendirildiğini anlatan Özkan,
"Buranın hassas olması dolayısıyla onarımı tahminen
çok yavaş işliyor, planının yapılması ve
orijinalinin korunması adına. Bir de tarihi bir yer
olduğu için farklı şekillerde zarar verilebilir diye
korkuluyor ama belli süre sonra bir düzenleme
yapılacaktır." diye konuştu.
Evbakan Mahallesi
Muhtarı Rasim Gülle de manastırın Bizans döneminden
kalma olduğu bilgisini aktardı.
Ruhban okulu olarak kullanılmış
Gülle, manastırın
söylentilere göre ruhban okulu olarak kullanıldığını
anlattı. Tarihi yapıya
özellikle Gürcistan'dan yılda bin veya bin 500
civarında turist geldiğini vurgulayan Gülle,
"Burasının ruhban okulu olduğunu Gürcü turistlerden
öğrendik. Burada rahibeler yetiştiriliyormuş. Sarp
kayalıklar üzerine kurulmasının önemli amaçlarından
biri rahibe yetiştirmek ve güvenlik. Geçmişte
Bizans'tan kalma bir yer ve Gürcülere geçtikten
sonra da Solomon ismini almış." ifadelerini
kullandı.
Anadolu Ajansı, Haber: Sadi Şengül, 04.09.2016
|
SUR'DA 'HANLAR' TİCARETİ CANLANDIRACAK
Diyarbakır Sur İlçesi Gazi Caddesi Hanlar Bölgesi
yenileme projesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından uygulanacak. Bu yenilemeyle bölgenin
turistik cazibesinin artması, ticaretin
canlandırılması hedefleniyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yapılan
açıklamaya göre,
Diyarbakır Sur
İlçesi Gazi Caddesi Hanlar
Bölgesi yenileme projesi Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından uygulanacak. Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından hazırlatılan
Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü tarafından onaylanan projeye göre; Sur
İlçesi Gazi Caddesi’nin ve
Çarşılarının yeniden eski kimliğine uygun bir
şekilde yenilenerek, turistik cazibesinin artırılıp
bölgedeki ticaretin canlanması hedefleniyor.
Yenilemeler içeren proje açılış toplantısı, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm
Hizmetleri Genel Müdürü Vedad Gürgen’in sunumuyla
gerçekleştirildi. Proje açılış toplantısına, Bakan
Danışmanı Abdurrahman Çelik, Yapı İşleri Genel
Müdürü Banu Arslan Can, Diyarbakır Çevre ve
Şehircilik İl Müdürü Ufuk Nurullah Bilgin ve bölge
esnafının geniş katılımlarıyla yapıldı.
Animasyonlu tanıtım
Hasan Paşa Hanının bitimi ile Melik Ahmet
Caddesi’nin başlangıcı arasındaki bölüm ile Yanık
Çarşı ve çevresindeki dükkanların kapsadığı 1. Etap
Proje tanıtımının yapıldığı özel animasyon
gösterisi, projeye ait görseller bölge esnafıyla
paylaşılıp yapılacak uygulamalar detaylı bir şekilde
anlatıldı.
Ayrıca
Mardin İli'nde uygulanmış ‘Sokak Sağlıklaştırma’
çalışması örnek olarak gösterilip; uygulama
esnasında esnafın dükkanını kapatma zorunluluğunun
olmadığı ve çalışmalarına devam edebileceği
vurgulanarak ticaretin aksamasına imkan vermeden
çalışılacağı vurgulandı. Hanlar Bölgesi Projesi
tanıtımı sonrası, esnaflarımızın görüşleri,
talepleri ve proje konusunda fikirleri alındı.
Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, bölge
esnafının projeyi beğendiği ve destekleyecekleri
paylaşıldı.
Milliyet, 03.09.2016 |
2 BİN 800 YILLIK BUĞDAYLARI YENİDEN YEŞERTME UMUDU
Van'ın Gürpınar İlçesi'ndeki Çavuştepe Kalesi'nde
yapılan kazı çalışmalarında bulunan 2 bin 800 yıl
öncesine ait buğday ve susamlar, yeniden
yeşertilecek.
Kente 25 kilometre
mesafedeki Gürpınar İlçesi'ne bağlı Çavuştepe
Mahallesi'nde, Urartu Kralı II. Sardur
tarafından inşa edilen surları, su sarnıçları,
tapınakları ve saray yapılarıyla günümüze kadar
ihtişamını koruyan kalede 2014 yılında kazı
çalışması başlatıldı.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu
başkanlığında sürdürülen çalışmalarda 2 bin 800 yıl
öncesine ait buğday ve
susamlar bulundu.
Gün yüzüne çıkarılan
tahıllar, laboratuvar ortamında incelendikten sonra
ortaya çıkacak analizler doğrultusunda yeşertilmeye
çalışılacak.
Doç.Dr. Çavuşoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Urartu dönemine ait
önemli kalıntıların yer aldığı kalenin, Gürpınar
Ovası'ndaki Bol Dağları'nın batı ucunda kurulduğunu
söyledi.
Kalenin bulunduğu
yerin Kuzey Batı İran'a giden kervan yolunun
üzerinde olmasının ticaretle ilgili önemli bilgilere
ulaşmayı kolaylaştırdığını anlatan Çavuşoğlu,
kaledeki kazı çalışmalarında üç tahıl deposunu
ortaya çıkardıklarını ifade etti.
"Buğday ve susamı yeşertmek için çalışma
başlattık"
Bu depolarda o dönem
Gürpınar Ovası'nda üretilen tahılların korunduğunu
anlatan Çavuşoğlu, şunları söyledi:
"Tahılların
depolandığı ve seramikten yapılan küplere 'pithos'
diyoruz. Bu depoların yüksekliği 2 metre 10
santimetre, genişliği de 1,5 metreyi buluyor. Elde
edilen ürünlerin çoğu bu depolarda saklanıyordu.
Tarihsel bakış açısıyla baktığımızda, bu bulgular
Urartu döneminde hangi tahıl ürünlerinin
üretildiğine yönelik önemli ip uçları veriyor.
Depolarda bulunan buğday ve susamlar titiz bir
çalışma sonucu paketlere konuldu. Buğday ve
susamları laboratuvar ortamında inceleyeceğiz. Eğer
bunlar kendiliğinden kömürleşmişse yeşertme
olasılığımız artıyor. Analizler sonucunda yeşertmek
için uygun yöntemi belirleyeceğiz. Ama eğer yangın
sonucu kömürleşmişlerse o zaman yeşertilmesi çok
zor."
Çavuşoğlu, kalenin
güney tarafından üzüm bağlarının olabileceğini de
ifade etti.
Daha önce köylülerin
bu alanda 1940'lı yıllara kadar üzüm üretildiği
yönünde ifadesi olduğunu aktaran Çavuşoğlu, "Kazı
çalışmalarında çıkan tahıl kalıntıları içerisinde
üzüm çekirdeğinin de olabileceğini düşünüyoruz.
Çünkü üzüm eski çağın en önemli meyvelerinden biri.
Hem kurutulur hem de şarap üretiminde
kullanılırmış." diye konuştu.
Anadolu Ajansı,
02.09.2016
|
MAYDOS KİLİSETEPE HÖYÜĞÜ'NDE İLGİNÇ ESERLER BULUNDU
Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'nde yer alan “Maydos
Kilisetepe Höyüğü”nde yapılan 2016 yılı kazı
çalışmalarında yapı kalıntılarıyla birlikte kemik,
seramik, taştan aletler, taş baltalar ve rölyef
parçalarının yanı sıra Tunç Çağı’na ait kemikten bir
kemer parçası bulundu.
15 Temmuz 2016 tarihinde başlatılan kazı
çalışmaların bu yılki bölümünün sona erdiğini
belirten Kazı Başkanı Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyelerinden Doç.Dr. Göksel Sazcı bu yıl ağırlıklı
olarak önceki yıllarda ortaya çıkartılan
malzemelerin detaylı çalışmalarını yaptıklarını;
bunun yanı sıra tarihleme, yerleşim planı ve höyük
tabakalaşmasıyla ilgili sondajlarda bulunduklarını
belirtti.
“TUNÇ ÇAĞINA
AİT ESERLER BULDUK”
Buluntu olarak yeni yapı kalıntılarıyla birlikte,
tüm kaplar, kemik, seramik ve taştan aletler, taş
baltalar, rölyef parçaları bulduklarını ifade eden
Sazcı ilginç sayılabilecek buluntular arasında ise
Tunç Çağı’na tarihlenen kemikten bir kemer parçası
bulduklarını söyledi. Ayrıca hayvan kemiklerinin de
bu yıl detaylı incelendiğini, antik Maydosluların
besin ekonomisinde koyun, keçi, domuz ve sığırın
yanı sıra balıkçılığın da çok önemli yer tuttuğunu,
orkinos, lüfer, palamut, çipura ve hatta yunus
balığı ile birlikte çok sayıda midye türü ve yengeç
kalıntılarının ele geçtiğini ifade etti.
BULUNTULAR
ARASINDA BALKAN KÖKENLİ ESERLER VAR
Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyısında yer alan
Maydos Kilisetepe Höyüğü kazılarında ele geçen
buluntuların arasında çok sayıda Balkan kökenli eser
olduğunu ifade eden Sazcı, ‘Tunç Çağı buluntularının
Balkan Ülkeleri’nde tarihleme sorunları olduğunu ve
Maydos Kilisetepe Höyüğü’nün bulunduğu konum itibarı
ile, Balkan buluntularının Ege ve Anadolu kültürü
buluntularına bağlanmasında önemli rol üstlendiğini’
söyledi.
Günümüze kadar höyüğün batı kısmında çalışma
yaptıklarını, höyüğün tarihlenmesi ve tabakalanması
konusunda çok önemli ilerleme sağladıklarını ifade
eden Sazcı, önümüzdeki yıllarda kazı ödeneklerinin
iyileşmesini umduklarını ve bu sayede höyüğün
merkezinde ve denize bakan doğu kısmında
gerçekleştirecekleri çalışmalarla özellikle Tunç
Çağı arkeolojisi için çok daha önemli sonuçların
elde edileceğini belirtti.
canakkaletravel.com,
Haber ve Fotoğraf: Ayhan Öncü, 02.09.2016
|
BAĞIMSIZ AMA BAĞLANTILI BİR MÜZE EK YAPISI
Polonya'da tasarladıkları konser salonu ile
geçtiğimiz yıl Mies van der Rohe ödülünü kazanan
Barselonalı ofis Barozzi Veiga, İsviçre Sanat
Müzesi'nin ek binasını tasarladı.

İsviçre, Chur'daki Bündner Kunstmuseum'ın kalıcı
koleksiyonunun genişlemesi amacıyla Barselonalı
mimarlık ofisi Barozzi Veiga müzeye ek yapı
tasarladı.

Neoklasik yapıdan ayrı duran, bağımsız, 4.000
metrekarelik küp şeklindeki yapı standart bir müze
yapısı algısını kırıyor. Yapının yer üstündeki
görünen yüzü, yer altındaki hacimlere oranla daha
küçük. Arazinin küçük olması sebebiyle yapının taban
alanının azaltılması var olan bahçenin genişlemesini
sağlamış.

Sergi mekanları yer altında konumlanmış, yer
üstündeki alan ise kamusal kullanımlara ayrılmış. En
alt katta yer alan beton merdiven ise eski ile yeni
müzeyi birbirine bağlıyor.
 
Ek yapının ayrıksı duruşuna rağmen klasik yapıdaki
stilistik elemanlar yeni binada sürdürülmüş.
Mimarlar, iki bina arasında yapısal bir ilişki
oluşturarak bağımsız bir yapı ortaya koymak
istemişler. Her iki bina da merkezi bir simetrik
plan sunuyor ve birleşmek için geometriyi bir araç
olarak kullanıyor. Yapının cephesindeki beton,
gridal süsleme orijinal yapının Palladian* tarzına
referans veriyor.
 
* 16. yüzyılda Venedikli mimar Andrea Palladio'nun
tasarımlarından doğan, farklı dönemlerde çeşitli
ulusların üsluplarıyla çeşitlenen mimari
tarz. Vurgulu bir simetri, pespektif ile Antik Yunan
ve Antik Roma'dan ilham alan Palladio'nun bu
yorumlaması, Palladyanizm denilen bir tarza evrildi.
Arkitera, Kaynak: Dezeen, Derleme: Bahar Bayhan,
01.09.2016 |
MERYEM ANA KİLİSESİ KÜTÜPHANE OLUYOR
Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından
restorasyonu yaptırılacak tarihi Surp Astvadzadzin
(Meryem Ana) Kilisesi, 24 saat açık 'Kent
Kütüphanesi' olarak düzenlenecek. Tarihi yapıda
oluşturulacak kütüphanede 50 bin kitap bulunacak.
Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayseri'ye
kazandırılacak olan 24 saat açık kent kütüphanesi
için Başkan Mustafa Çelik'e bir sunum yapıldı.
Sunumda projenin detaylarıyla ilgili bilgiler
verildi. Restorasyon ihalesine çıkılan ve Eylül
ayında restorasyon çalışmalarına başlanacak Surp
Astvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi'nin 24 saat açık
kent kütüphanesi yapılması için proje çalışmaları
tamamlandı. Başkan Mustafa Çelik, yapılan sunumda
raf sistemleri, masa sandalyeler, aydınlatmalar,
dijital çalışma alanları ve dekorasyonla ilgili
hazırlanan önerileri inceledi. Daha çok ihtisas
kütüphanesi olarak hizmet verecek kütüphanede
yaklaşık 50 bin kitap bulunacak. 24 saat açık olacak
olan kütüphanede gerek bireysel gerek grup
çalışmaları yapılabilecek. Kütüphanede, dijital
servislerden elektronik kitap ve dokümanlara da
ulaşılabilecek. Kütüphanenin yan tarafına bir de
'Kitap Cafe' yapılacak. 24 saat açık kütüphane
restorasyon ve teşhir-tanzim işlerinin
tamamlanmasıyla 2017 sonbaharında hizmete açılacak.
SURP ASTVADZADZİN (MERYEM ANA) KİLİSESİ
Kayseri'nin merkez Melikgazi
İlçesi Kiçikapı
Meydanı’nda bulunan Surp Astvadzadzin Kilisesi’nin
kitabesi bulunmadığından yapım tarihi
bilinmiyor. Kilise bazilika planında üç nefli olup,
orta nef yan neflerden dört sütunla ayrılmış. Ayrıca
nefleri oluşturan sütunlarla duvarlara bitişik yarım
sütunlar arasında bağlantıyı sağlayan kemerlerle iç
mekan 5 dikdörtgen veya kare bölümlere ayrılmış.
Orta ve yan neflerin kilise ortasına rastlayan
bölümleri daha geniş tutulmuş. Orta nefteki merkezi
bölüm on iki pencereli kasnak üzerine oturan bir
kubbe ile örtülmüş. Diğer neflerin üzerleri de
tonozla örtülüdür. Kilisenin kuzey ve güney
duvarlarında yuvarlak kemerli nişler içerisine
alınmış, dikdörtgen söveli altışar pencere
bulunmaktadır. Kilise batısındaki narteks dikdörtgen
planlı ve kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır.
Narteksten iç mekana dört sütunlu ve üç tonozlu bir
bölüm ile girilmektedir. Bu kilise Ermeni cemaatinin
olmamasından ötürü terk edildi. Büyükşehir
Belediyesi'nin restorasyon çalışmaları başlatmasına
kadar 'Spor Salonu' olarak kullanıldı.
Hürriyet,
01.09.2016 |
ANTİK KENTTE 'ANTİK OYUNLARI' ÇİZEREK ANLATIYORLAR

Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde bulunan Stratonikeia
antik kenti kazı ekibi, atıl vaziyetteki tahta
parçalarından yaptıkları masaların üzerine,
kentte izlerine rastlanan ve 2 bin yıllık
geçmişi olan antik oyunları çizerek, tarihi
oyunları gelecek kuşaklara aktarmaya çalışıyor.
Yatağan İlçesi'ne bağlı Eskihisar Mahallesi'nde
bulunan ve kurulduğu günden bugüne Hellenistik,
Roma, Bizans, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemlerine ait eserlerin bir arada olduğu
dünyadaki nadir yerlerden biri olarak kabul
edilen Stratonikeia antik kentinde kazı,
restorasyon ve konservasyon çalışmaları sürüyor.
Kazı alanının dışındaki bölümde, ziyaretçilerin
sosyalleşebilmesi için alanlar oluşturan kazı
ekibi, tek kullanımlık ahşap paletleri bu
alanlar da kullanmaya karar verdi. Kazı ekibinde
yer alan ve antik oyunlarla ilgili makale yazan
arkeolog Nihal Durnagölü tarafından
araştırılarak taspet edilen oyunlar, ressam
Aydın Erkuş tarafından masaların üzerine
çizildi.
Geçmişi yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanan ve
bazılarının halen oynandığı belirtilen oyunların
tanıtılması ve gelecek kuşaklara aktarılması
için hazırlanan masalara kazı ekibi tarafından
"bilgili masa" adı verildi.
Çizimleri kurşun kalem ve kökboyasıyla
yaptılar
Her kazı sezonu başlarken kendilerine birer ödül
verdiklerini belirten ressam Erkuş, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu senede de atıl
malzemelerden oluşturdukları masalarla
kendilerini ödüllendirdiklerini söyledi.
Erkuş, kullanım dışı kalan malzemelere tekrardan
şekil vererek ömürlerini uzatmayı sevdiğini
belirterek, "Bunlarda, kurşun kalem ve o dönemin
kök boyalarıyla çalıştık. Biraz da böyle ilkel
olmasını istedim. Bunların yıpranma kaygısı yok.
Bunlar hem köy masaları hem de üzerinde bilgiler
olması nedeniyle 'bilgili masa' diye isim
koyduk. Her sene böyle eşyalarda benzeri şeyler
yapmak istiyoruz." dedi.
Dama ve satrancın atasının izlerine
rastladılar
Antik çağlarda oynanan oyunların, tıpkı bugün
olduğu gibi insanların boş zamanlarını
değerlendirmek için oynadığının altını çizen
arkeolog Nihal Durnagölü, antik çağda insanların
oyun oynamak için yer ve mekan ayırt etmediğini,
bazen de üzerinde yazıt bulunan bir bloğu
bozarak bunu bir oyun masası haline
getirdiklerini söyledi.
Durnagölü, geniş bir alana sahip olan kentin
farklı yerlerinde bu zamana kadar geçmişi
yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanan 6 çeşit oyun
tespit ettiklerini belirterek, "Genel
başlıklarıyla söylemek gerekirse 'mankala' diye
bir oyun tespit ettik. Bunun 10'a yakın farklı
örnekleri var. Üçtaş, dokuztaş, bunun yanında
'kirkat' diye farklı bir oyun var. Ludus
latrunculorum oyunu ise 'dama ve satrancın
atası' diyebileceğimiz bir oyun. 'Diodecim
scripra' diye bir oyun da tespit ettik. Bu
oyunlardan bazıları hala yaşatıldığı için nasıl
oynandığını biliyoruz. Ama antik çağda nasıl
oynandığını bilmediğimiz oyunlar da var. Onların
da araştırılması gerekiyor." diye konuştu.
Antik oyunların tüm örnekleri toplandı
Stratonikeia'nın bu zamana kadar birçok
medeniyete ev sahipliğini yaptığını ve her
medeniyetin kentte kalıcı eserler bıraktığını
kaydeden Kazı Başkanı Prof.Dr. Bilal Söğüt ise
kentte yaşayan insanların boş vakitlerini
değerlendirirken oynadıkları oyunların izlerine
rastlamanın kendilerini çok sevindirdiğini
söyledi.
Söğüt, oyunların kültürün önemli bir parçası
olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:
"Kentin içerisinde yaklaşık 2 bin yıllık sürece
ait olan en az 6 oyunun varlığını biliyoruz.
Bizim bildiğimizin dışında ekip arkadaşlarımız
ve burayı ziyarete gelenler, bu oyunları
doğrudan görsün istedik. İnsanların, her biri
kentin farklı yerinde olan bu oyunları her zaman
görme şansı olamazdı. Onun için Aydın Bey ve
Nihal Hanım ile bir ekip oluşturduk. Kentteki
bütün oyunların çizim ve belgeleme çalışmalarını
yaptık. Bu oyunların örneklerini, Aydın Bey'in
yaptığı bu otantik masaların üzerine
yerleştirdik. Kazı çalışmasında yer alan
arkadaşlarımız masalarda otururken bunları
görüyorlar. Bir ziyaretçi gelip bu masada
oturduğunda, 'bu oyunu çocukluğumda oynuyordum'
diyebiliyor. Bizim istediğimiz de o. Esasında
bizim çocukluğumuzda var olan oyunların
yaşatılıyor ve hatırlanıyor olmasıdır."
Trt
Haber, 01.09.2016
|
KONYA'DA YONCA TARLASINDA 1400 YILLIK MOZAİK BULUNDU
Beyşehir'de yonca ekilen tarladaki kaçak kazıda
ortaya çıkan taban mozaiğinde, kitabe, insan ve
çeşitli hayvan figür ve motifleri yer alıyor. Koruma
altına alınan mozaiğin villa olduğu tahmin ediliyor.

 
 
 

Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne yaklaşık 30 kilometre
uzaklıktaki Yunuslar Mahallesi'nde, yaklaşık 1400
yıllık tarihe sahip taban mozaiği bulundu. Alanın
tam olarak gün yüzüne çıkarılması için
Konya Müzeler Müdürlüğü tarafından başlatılan
arkeolojik çalışmalar devam ediyor.
60 metrekarelik alanda yürütülen çalışmaları
anlatan Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, 2015
yılının Aralık ayı içerisinde
Kaçak kazı yapıldığına yönelik bir ihbar üzerine
harekete geçtiklerini ve alanı değerlendirmeye
aldıklarını belirtti.
Benli, "Müteakibinde Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü'nden izin alındıktan sonra aynı
tarihlerde küçük bir tespit çalışması yapıldı. Bu
çalışmayla birlikte bugünkü alan ortaya çıkarıldı"
dedi.
2016 yılına gelindiğinde bakanlığın izni ile söz
konusu alanda başlayan çalışmaların devam ettiğini
vurgulayan Benli, şu bilgileri verdi:
"Burası Konya-Beyşehir arasında, Konya merkeze
60, Beyşehir ilçe merkezine 30 kilometre uzaklıkta
Yunuslar Mahallesi'nin merkezinde bir alan. Aynı
zamanda burası Bağırsak Deresi'nin geçiş veyahut
başlangıç noktası veya bitiş noktası
diyebiliriz. Hem gelişte hem gidişte söyleyebiliriz.
Bu alanda sanki bir Sultan 2. Kılıçarslan ile
ilgili, bir Miryokefalon Savaşı ile ilgili bilgi de
bulunmaktadır.
Tabii bu alan aslında hem geçiş boğazları
açısından önemli bir merkez; burada yapmış olduğumuz
bu çalışma esnasında, kaynaklarda 'Konan' diye bir
isim geçmektedir. Buradaki kapı ağzındaki satır,
hemen üst kısmında ise bir satırlık bir kitabesi
bulunmaktadır.
Muhtemelen burayı bir villa olarak düşünmekteyiz.
Tabii kazı devam ettiği sürece farklı şeyler
çıkabilir. Mekanların kullanım farklılıkları da
ortaya çıkabilir ama şu anki olaya bakıyoruz.
Konya Bölgesi'nde mozaik elbette var ama ilk defa
Konya Bölgesi'nde böyle bir figürlü, bu kadar güzel
bir mozaik tespit edilmiş oldu. Bunların tamamı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne
bildirildi. Şu anda ise diğer mekanlarla ilgili
çalışmalar devam etmektedir.
BÜYÜK BİR SAHNE VAR
Şimdi tabii farklı bir sahne var burada, büyük
bir sahne var. Ortada çok büyük bir vazo, vazodan
çıkan kuru dallar. Kenardan başlarsak, kenarda önce
dalga motifleri, daha sonra ise yine yapraklar
içerisinde balık, vazo, bereketi simgeleyen nar,
diğer motifler onu takip ediyor.
Orta kısma geldiğimiz zaman ortada bir vazo,
vazonun çok büyük dalları devam ediyor. Vazonun
hemen sağında ve solunda bölgenin hayvanları
diyebileceğimiz dağ keçileri ve ceylanlar
resmedilmiş. Üst tarafta bir keklik, hemen yanında
ise kafesli bir akbaba kuşu, iki tane aslanın farklı
bir şekilde resmedilmiş olması.
Özellikle ana konuyu tema eden aslanla savaşan
bir savaşçının mızrağı ile birlikteliğini konu
almaktadır. Üst tarafında ise iki tane tavus kuşu
bulunan bir vazodan, su içiyor bunlar. Tabii bunlar
daha çalışılarak ortaya çıkacak, daha yeni bir
çalışma.
Tabii en büyük şansımız çok az bir
tahribat bulunmakta bu alanda. Önümüzdeki günlerde
de müdürlüğümüzün restorasyonu tarafından
sağlamlaştırma çalışmaları yapılacak. Yaklaşık bir
haftadır burada çalışmaktayız. İşçilerimiz var,
ileri günlerde Beyşehir Belediyesi'nden de destek
isteyeceğiz işçi hususunda. Tabii bu alan biraz daha
dikkatli bir şekilde kazıp, hemen bitirip, gerekli
koruma önlemlerini alıp, ne yapıp, nasıl proje
üreteceğimizi gelecek adına karar vermemiz
gerekiyor."
KAMERALARLA İZLENİYOR
Benli, mülkiyeti bir şahsa ait olan alanda
kamulaştırma için de gerekli çalışmalara
başlandığını belirtti. Kazı çalışmaları yürütülen
sahanın bölgeye yerleştirilen güvenlik kameraları ve
tahsis edilen bir güvenlik görevlisi ile koruma
altına alındığını da ifade eden Benli, Beyşehir
bölgesinin tarihi Eşrefoğlu Camisi, Eflatunpınarı ve
Fasıllar gibi tarihi mirası ile turizm potansiyeli
çok yüksek olan bir yerleşim olduğuna dikkat çekti.
Eşrefoğlu Camisi ve Eflatunpınar'ın
UNESCO'nın dünya kültür mirası aday listesinde
yer aldığını da hatırlatan Benli, çalışma yapılan
alanı da turizm açısından Beyşehir'in yeni kazancı
olarak değerlendirilebilecek bir değer olarak
düşündüklerini sözlerine ekledi.
Milliyet,
01.09.2016
|
DÜNYANIN EN ESKİ FOSİLLERİ GRÖNLAND'DA BULUNDU
Avustralyalı yer bilimciler, Grönland'da 3,6 milyar
yıl öncesine ait organizmaların fosillerini buldu.
"Nature" dergisinde yayımlanan makalede, kırsal
Isua bölgesinde yapılan araştırmalar sırasında kaya
katmanlarında bulunan yapıların 3,6 milyar yıl önce
yaşadığı tahmin edilen mikroorganizmalara ait olduğu
belirtildi.
Bilim adamları, 1 ila 4 santimetre boylarında,
koni şeklindeki yapıların laboratuvar ortamında
incelenmesi sonucu fosillerin mikrobiyal kökenli,
canlı organizmalara ait olduğunun anlaşıldığını
kaydetti.
Araştırmacılar, fosillerin yaklaşık 4,5 milyar
yıl önce ortaya çıkan yeryüzünde yaşamın sanılandan
çok daha önce başladığını gösterdiğine dikkati
çekti.
Daha önce Avustralya'nın batısında bulunan ve 3,4
milyar yıl öncesine ait olduğu belirlenen fosiller,
dünyanın en eski fosilleri olarak kabul ediliyordu.
Cnn Türk, 01.09.2016
|
KOCADAĞ'DA ATATÜRK KAYALARI'NDA YERLEŞİM İZLERİ
BULUNDU
Balıkesir’in Gömeç
İlçesi’nde bulunan Kocadağ’da yer alan ve Mustafa
Kemal Atatürk’e benzerliğiyle görenleri şaşırtan
Atatürk Kayaları’nda Hellenistik döneme kadar uzanan
yerleşim izlerine rastlandı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kuzey Ege
Arkeoloji Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
tarafından Yrd. Doç.Dr. H. Murat Özgen
başkanlığında gerçekleştirilen yüzey
araştırmalarında tarihi açıdan önem taşıyan
bilgilere ulaşıldı.
Ayvalık, Burhaniye,
Gömeç, Edremit ve Havran ilçelerinde sürdürülen
çalışmalarla 66 farklı noktada yapılan tespitlere
göre Edremit Körfezi ve çevresinin kültür
envanterine, tarih öncesi de dahil olmak üzere,
farklı dönemlere tarihlenen yerleşimler ve yapılar
eklendi.
Çalışmalarda,
Gömeç’ten görünen silueti nedeniyle halk tarafından
“Atatürk Kayaları” olarak bilinen Kubaşlar Köyü ve
Dişkaya Tepesi’nin zirve noktalarında yapılan
taramalarda, Hellenistik döneme kadar inen yerleşim
izleri saptandı.
Çalışmaların, UNESCO
Dünya Kültür Mirası adaylığına hazırlanmakta olan
Ayvalık bölgesi için başvuru kriterlerini
desteklemesi bekleniyor. Araştırma ekibi ayrıca,
Kuyucak Köyü’nün güneydoğusunda, Yazılıtaş Tepe’de
bulunan bir kaya kütlesinin üzerine kazılarak
işlenmiş olan ve Oğuz Boyları’na ait olduğu
düşünülen şekiller tespit etti.
Habertürk, Haber: Nilgün Kaya,
01.09.2016
|
TARİHİ KÜLLİYENİN İHTİŞAMI GÖZ KAMAŞTIRIYOR
Anadolu’da yapılan ilk cami Habib-i Neccar ve
dünyadaki ilk mağara kilisesi olan St. Pierre'e ev
sahipliği yapan medeniyetler şehri Hatay,
442 yıldır topraklarında bulundurduğu tarihi
Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi ile de göz
kamaştırıyor.
Kanuni Sultan
Süleyman'ın veziri Sokullu Mehmet Paşa'nın
emri üzerine Mimar Sinan tarafından 1574 yılında
yaptırılan Payas İlçesi'ndeki
külliye, ilk olarak girişindeki taç kapı
süslemeleriyle dikkatleri çekiyor.
Yaklaşık 15 bin
metrekare alana sahip olan külliye, bir kervansaray,
kadın ve erkekler için birer hamam, bir medrese, bir
cami ve 45 dükkanı bulunan bedestenden oluşuyor.
Külliyede en önemli
yapı olan kervansarayın geniş avlusu, etrafında
kervanların ve yolcuların geceyi geçirdikleri
kubbeli odalar çevreliyor. Avlu ve odalarını
emniyetini sağlayan, 5-6 metre yüksekliğinde bir
gözetleme kulesi olan kalın duvarlar ise ön plana
çıkıyor.
Namık Kemal'in
Magosa'ya sürgüne gitmeden önce hapsedildiği, Evliya
Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde gölgesinde oturduğunu
belirttiği bahçesindeki zeytin ağacının halen ayakta
kaldığı külliye, yapımının üzerinden geçen 442 yıla
meydan okurcasına halen tüm ihtişamıyla göz
kamaştırıyor.
''Türkiye'nin önemli tarihi eserlerinden biri''
Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından muhtelif tarihlerde
restorasyonu yapılmış olan Sokullu Mehmet Paşa
Külliyesi, gündüz görüntüsünün yanı sıra gece
aydınlatmalarıyla da ziyaretçilerini büyülüyor.
Hatay Turizm Derneği
Başkanı Sabahattin Nacioğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Mimar Sinan tarafından 16. yüzyılda
tamamlanan külliyenin, Türkiye'nin önemli tarihi
eserlerinden biri olduğunu söyledi.
Hatay'ın birçok
tarihi, doğal ve kültürel mekanı içinde
barındırdığının altını çizen Nacioğlu, "Bunların
arasında Payas İlçemizde bulunun tarihi Sokullu
Mehmet Paşa Külliyesi, bölgemizin can damarlarından
biridir. Sokullu Mehmet Paşa'nın Balkanlar'dan
Hicaz'a kadar uzanan hayır yapılarının bir çoğu,
Osmanlı topraklarının ana güzergahları üzerinde,
yolcular, tüccarlar ve hacılara hizmet veriyordu.
Sokullu'nun evrensel vizyonunu yansıtan külliyeler,
Macaristan'dan Mekke ve Medine'ye uzanan ana yollar
boyunca diziliyordu. Mimar Sinan'ın bu yollar
üzerinde Sokullu için tasarladığı en önemli menzil
külliyelerinden biri Payas'taki külliyedir.
İçerisinde kervansaray, hamam, medrese, cami ve
bedesten gibi yapıları barındıran bu külliye,
Osmanlı'nın günümüze yansıması
durumundadır."ifadelerini kullandı.
Anadolu
Ajansı, Haber: Lale Köklü, Fotoğraf: Burak Milli,
31.08.2016
|
ERTUĞRUL FIRKATEYNİNDEN 8 BİN 300 PARÇA EŞYA
ÇIKARILDI

Türk ve Japon araştırmacıların ortak çalışmalarıyla,
2007 yılından bu yana devam eden Ertuğrul
fırkateyni kazı çalışmalarında bugüne kadar
8 bin 300 adet eşyanın gün yüzüne
çıkartıldığı bildirildi.
Bodrum
Karya Kültür, Sanat ve Tanıtım Vakfı
(BOSAV) ve Ertuğrul fırkateyni ekip başkanı
Tufan Turanlı, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 1890 yılında Japonya'da batan Ertuğrul
fırkateyninden kalan parçaların çıkartılması için
çalışmalara devam ettiklerini söyledi.
Çalışmaların 2007
yılından bu yana devam ettiğini vurgulayan Turanlı,
"Yaşanan bu acı olay, Japonya ve Türkiye arasında
dostluk köprüsü kurdu. Ertuğrul kazı ekibi olarak
bizim görevimiz, bu tarihi günümüzde de canlandırmak
ve canlı tutmaktır. Bölgede devam eden kazı
çalışmalarında bu güne kadar 8 bin 300 parça eşya
çıkarılmıştır." dedi.
Hedef 550 şehidin anısını yaşatmak
Amaçlarının sadece
Ertuğrul fırkateyninin enkazına ulaşmak ve geminin
kazısını yapmak olmadığına belirten Turanlı,
hedeflerinin Japonya'ya binbir zorlukla giden ve
dönüş yolunda batan Ertuğrul'da hayatlarını kaybeden
550 şehidin anısını yaşatmak olduğunu dile getirdi.
Turanlı, Ertuğrul
fırkateyninin iki ülkenin temel taşı olduğunu
belirterek, "Gerçekleştirilen su altı kazılarını
sadece Türk ekiple değil, Japonya ve başka
ülkelerden gelen dalgıçların da katımıyla
sürdürüyoruz. Geçtiğimiz yıl Türk-Japon işbirliğiyle
gerçekleşen 'Ertuğrul 1890' filmi hem Türkiye'de hem
de Japonya'da büyük ilgi gördü." dedi.
"Ertuğrul fırkateyninin Japonca kitabı çıktı"
Turanlı, 2008 yılında
çıkarttıkları "Ertuğrul Fırkateyninin Öyküsü" isimli
kitabı bir süre önce Japonca olarak çıkarttıklarını
ve Japonya'da büyük ilgi gördüğünü de söyledi.
Su altından eserlerin
çıkartılmasının zor olduğunu, ancak dışarıda
kendilerini daha zor bir çalışmanın beklediğini
ifade eden Turanlı, yaptıkları istatistiklerde suyun
altında harcanan her bir saat için daha sonra
yüzeyde Türk ve Japon araştırmacılarla konservasyon,
restorasyon ve yayın çalışmalarına 20 saat
harcadıklarına işaret etti.
Anadolu Ajansı,
Fotoğraf: Ali Ballı, 31.08.2016
|
KÜLTEPE'DE ESKİ TUNÇ ÇAĞI'NA ODAKLANILDI

Kayseri'deki Kültepe Kaniş/Karum
Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarında "Eski
Tunç Çağı" olarak adlandırılan döneme
ilişkin tabakaların araştırılması ön planda
tutuluyor.
Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve
Kültepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, temmuz ayında başladıkları 2016
kazılarının eylülde sona ereceğini belirtti.
"Bu yılki çalışmalarda
kazı bölgesindeki tepe kısmında Eski Tunç Çağı
olarak adlandırdığımız döneme ilişkin tabakaların
araştırılmasını ön planda tutuyoruz." diyen
Kulakoğlu, bu doğrultuda 4 açmada çalışmalarını
sürdürdüklerini söyledi.
Kulakoğlu, 5 bin yıl
öncesine tarihlenen buluntuları çalıştıklarını
belirterek, "Bu çalışmalarımız aslında biraz geri
planda kaldı. Yabancı üniversitelerden gelecek bazı
bilim adamlarının katılamaması sebebiyle daha dar ve
kısa alanda çalışmak zorunda kaldık ama buna rağmen
Japonya ve Kore'den gelen arkadaşlarımızla birlikte
çalışmalarınızı sürdürüyoruz." dedi.
"40 gün taban eti bir gün av eti"
Bu yılki
çalışmalarının Asurlu tüccarların Kültepe'ye
gelişinden önceki evrelerin araştırılmasına
dayandığına dikkati çeken Kulakoğlu, "Bu
araştırmalarda özellikle Anadolu tarihini daha
geriye götürmek adına belirli noktalarda belirli
buluntular üzerinde yoğunlaştık. Özellikle de
buradaki anıtsal binamızda çalışmalara devam
ediyoruz." diye konuştu.
Kulakoğlu, bir kısmı
ortaya çıkarılan anıtsal binayı önemli bir buluntu
olarak değerlendirdiklerini dile getirerek, "Ancak
bu yıl daha kısıtlı imkanlarla çalışıyoruz. Sanırım
kazının sonlarında sonuçları alabileceğiz. Zaten
bizim kazı dünyasında bir laf vardır, 40 gün taban
eti bir gün av eti. 40 günden sonra ancak bilgiler
elde edilebiliyor. Onun için biraz daha beklememiz
gerekecek." ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı,
Haber ve Fotoğraf: Orhan Canbulatel, 28.08.2016
|
1700 YILLIK
KALINTILARI İNCELEDİ
Düzce Belediye Başkanı
Mehmet Keleş, Konuralp Aynalı Köyü'nde bin 700
yıllık villa kalıntısının yer aldığı alanı
inceledi.
Kurtarma
kazılarının devam ettiği mozaik alanda
çalışmalarla ilgili yetkililerden bilgiler
aldı. Konuralp antik kentinin batı sınırında
ortaya çıkan villa kalıntılarının yer aldığı
alanı inceleyen Keleş, Konuralp’i tarihi
değerleri ve güzellikleri ile gün yüzüne
çıkartmak için çalışmaların sürdüğü
kaydetti. Kurtarma çalışmaları ile ortaya
çıkarılan mozaiklerin ve alanın korunacağı
belirtti. Roma ve Bizans dönemlerinde 250
yıl kullanıldığı tahmin edilen villanın
bulunduğu alan şehrin sınır bölgesi olarak
görülüyor.
Düzce Damla,
23.08.2016
|
 |
METROPOLİS'TE DÜNYANIN EN İYİ KORUNMUŞ YAPISI ORTAYA
ÇIKARILDI

İzmir'in Torbalı İlçesi'nde yer alan Metropolis
antik kentinde
yürütülen kazılarda, dünyanın en iyi korunmuş tuğla
tonoz yapılarından biri ortaya çıkarıldı.
İzmir Kültür ve Turizm
Müdürlüğünden yapılan açıklamada, hamam-palaestra
kompleksine ait bu yapının, 1900 yıllık bir geçmişe
sahip olduğunun tahmin edildiği bildirildi.
Manisa Celal Bayar
Üniversitesi öğretim üyesi ve Metropolis Antik Kenti
Kazı Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek, dünyanın en iyi
korunmuş tuğla tonozlu servis koridorlarından biri
olan bu mekanın tamamen ayakta olmasının arkeoloji
bilimi adına büyük bir nimet olduğunu vurguladı.
Kentte yürütülen kazı
çalışmalarına ilişkin de bilgi veren Aybek, bugüne
kadar yapılan kazılar sonunda Hellenistik döneme ait
tiyatro yapısı, meclis binası, sütunlu galeri ile
Roma İmparatorluk döneminde inşa edilen iki hamam
yapısı, mozaikli salon, avlulu villa, dükkanlar,
sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar
ve mekanların bulunduğunu kaydetti.
Aybek, çalışmalarda
ayrıca çoğunluğu Hellenistik ve Roma dönemine ait
olan seramik, sikke, cam, mimari parçalar,
heykeller, kemik, fildişi ve maden eserlerden oluşan
10 binin üzerinde buluntunun da gün yüzüne
çıkarıldığını belirterek, "Bundan sonraki
çalışmaları da aynı iştah ve gayretle sürdürerek Metropolis
antik kenti hakkındaki
bilinmeyenleri keşfetmeye ve ülke turizmine
kazandırmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.
26 yıldır tarihin izini sürüyorlar
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü izin ve katkılarının
yanında, Sabancı Vakfı'nın destek verdiği Metropolis
antik kenti kazı çalışmaları, Manisa Celal Bayar
Üniversitesi işbirliği ile 26 yıldır elde edilen
bulgularla tarihin izini sürmeye devam ediyor.
Metropolis Sevenler
Derneği (MESEDER) ve Torbalı Belediyesi’nin desteği
ile bu yıl 11 Temmuz'da başlanan kazı çalışmalarını
Aybek başkanlığında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi
ve Yaşar Üniversitesinden akademisyenlerin katıldığı
25 kişilik akademik bir heyet yürütüyor.
Anadolu
Ajansı, Haber: Gülcan Kaplan, 22.08.2016
|
ONARILMAYI
BEKLİYOR
Düzce, Konuralp
Kemerkasım Köyü'nde bulunan Bizans dönemine ait
su kemerleri korunmayı bekliyor.
Daha önce
güçlendirilmesi ve korunması için bir çok
projenin üretildiği ancak hayata
geçirilemediği su kemerleri Düzce’nin önemli
tarihi değerlerinden. Restorasyon için
düzenlenen ihalenin ardından yapılacak
çalışmalarda 2 bin yıllık Su Kemerlerinin
güçlendirilerek sağlamlaştırılması
planlanıyordu. Ancak bugüne kadar herhangi
bir çalışma yapılmadı. İlgili kurumların
konuya hassasiyet göstererek tarihi
kemerleri bir an önce Düzce’nin tarihi
dokusuna kazandırması isteniyor.
Düzce Damla,
01.08.2016
|
 |