19 Şubat - 4 Mart 2017
|
PALMİRA'DAN İYİ
HABER
Suriye ordusu Rusya'nın desteğiyle gerçekleşen
harekatta Palmira antik kentini IŞİD'den geri aldı.
Suriye devlet ajansı SANA'nın
aktardığına, Suriye ordusu Palmira antik kentini ele
geçirdi. Edinilen bilgilere göre ayrıca Palmira
havalimanı da IŞİD'den alındı.
Şehir içinde ise, özellikle
batı ve güneyde kalan mahallelerinin ara
sokaklarında çatışmaların devam ettiği bildirildi.
UNESCO Dünya Kültür
Mirası alanı olan Palmira antik kenti, bir sene önce
IŞİD'in elinden alınmasına rağmen, Aralık ayında
yine terör örgütü tarafından işgal edilmişti. Suriye
ordusu dün de Palmira'nın tarihi kalesini geri
aldığını açıklamıştı.
Odatv, 03.03.2017
|
TARİHİ HÖYÜKTE
GALERİ AÇTILAR

Antep-Kilis Karayolu üzerindeki Zeytinli Köyü’nde
bulunan binlerce yıllık “höyük” yapılan kaçak kazı
nedeniyle büyük zarar gördü. Define arayan
kaçakçıların gündüz saatlerinde yaptığı kazı, Zeugma
antik kentinde bulunan iki höyükle birlikte Antep’te
bulunan üçüncü antik kent kalıntısı olan tümülüste
(mezarlık içeren toprak yığılarak oluşturulmuş
tepecik) onarılması imkansız zarara neden oldu.
Hitit, Med, Asur, Pers, Madekon, Seleukos, Roma,
Bizans, Abbasi ve Selçuklular’a ait binlerce tarihi
esere ve kalıntıya sahip Antep’in Şahinbey
İlçesi'nde “define avcıları” herkesin gözü önünde
höyüğe giriş galerisi açtı ve sayısı bilinmeyen
eserleri buradan dışarı çıkarttı. İzin alınmadan
yapılan kazılar sonrasında tarihi dokunun büyük
zarar gördüğünü ifade eden Zeytinli Köyü sakinleri,
tarihi eser kaçakçılarının kazıları gece vakti
yapmaya bile gerek duymadığını, gündüz saatlerinde
eserleri götürdüğünü ifade etti.
Müdürlüğün haberi yok
Binlerce yıl
öncesine ait tarihi höyükte gündüz vakti yapılan
kazılardan Antep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün
ise haberinin olmadığı belirlendi. Özellikle Suriye
iç savaşının başlamasının ardından Suriye’deki
tarihi yerlerden ve müzelerden çalınan binlerce
tarihi eser, Antep’te yapılan açık artırmalar ile
satılmış ve dünyanın birçok bölgesine dağıtılmıştı.
Kaçakçıların büyük rağbet gösterdiği kentte
yetkililerin haberi olmadan yapılan kazılar
sonrasında elde edilen tarihi eserlerin çoktan
yurtdışına gönderilmiş olabileceği de ifade
ediliyor.
Birgün, Haber: Hüseyin
Şimşek, 02.03.2017
|
 |
GUSTAV KLİMT'İN
TABLOSU REKOR FİYATA SATILDI
Klimt’in “Bauerngarten” isimli yağlı boya tablosu
Londra’daki Sotheby’s müzayede evinde 59.3 milyon
dolara (yaklaşık 218 milyon TL) alıcı buldu.
1907’de yapılan tablo,
gelinciklerin resmedildiği canlı renklere sahip
tablo 1994 yılına kadar kişisel koleksiyon olarak
saklandı.
Sotherby’s yetkilileri
tarafından Gustav Klimt’in en iyi eserlerinden biri
olarak gösterilen tablo son olarak Londra Kraliyet
Sanat Akademisi’nin 2016 yılındaki “Modern Bahçe
Resimleri” sergisinde yer aldı.
Avrupa’da en yüksek
fiyata satılan sanat eseri İsviçreli heykeltıraş
Alberto Giacometti’nin “Walking Man” (Yürüyen Adam)
isimli bronz heykeli, 2010 yılında 104.3 milyon
dolara (380 milyon TL) alıcı buldu. Bunu, 2002
yılında 76.7 milyon dolara (yaklaşık 280 milyon TL)
satılan Peter Paul Rubens’in “The Massacre of the
Innocents” (Masumların Katli) tablosu takip ediyor.
Sözcü, 02.03.2017
|
KİLİS'TEKİ BİN 600
YILLIK MOZAİKLER TURİZME KAZANDIRILACAK

Kilis'te 1999 yılında kaçak kazı sonucu ortaya
çıkarılan ve erken Bizans dönemine ait olduğu
belirlenen bin 600 yıllık mozaiklerin bulunduğu
bazilika, turizme kazandırılacak.

Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği
yapan Kilis'te, 18 yıl önce Oylum Höyüğü'ne yakın
bir alanda kaçak kazı yapıldığını belirleyen
güvenlik güçlerinin durumu arkeologlara bildirmesi
üzerine bulunan bazilika kazıları tamamlandı.

Pek çoğu korunmuş tarihi mozaiklerle lahitlerin gün
yüzüne çıkarıldığı kazılar sonrasında alanın turizme
kazandırılması için çalışmalara başlandı.

Açık hava müzesine dönüştürülmesi planlanan alanın
yaz başında yerli ve yabancı turistlerin hizmetine
sunulması planlanıyor.

Kilis Valisi İsmail Çataklı, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Kilis'te 18 yıl önce kaçak kazı sonucu
ortaya çıkarılan ve erken Bizans dönemine ait olduğu
belirlenen mozaiklerin bulunduğu alanlarda 2004
yılında başlatılan çalışmalarının tamamlandığını
belirtti.

Yapının içerisinde din adamlarının defnedildiği
mezarların bulunduğunu aktaran Çataklı, geliştirilen
proje sonrasında bazilikanın bir tür açık hava
müzesi gibi dizayn edildiğini, üzerinin ise çelik
çatıyla kapatıldığını söyledi.

Mozaiklerin ve farklı mezarların bulunduğu alanda
yer alan bazilikanın turizme kazandırılması için
çalışmalar yapıldığını aktaran Çataklı, şunları
belirtti:

"1999 yılında Oylum Höyük yakınlarında kaçak kazı
ihbarı alınması üzerine bölgeye çağrılan arkeologlar
tarafından alanda bir tarihi yapı olduğu tespit
edilmiş, detaylı çalışma sonrası mozaik
kalıntılarına ulaşılmış ve sonrasında yapılan
çalışmalarda buranın bir bazilika olduğu
anlaşılmıştır.

Yapının tabanında yaklaşık bin 600 yıl öncesinde
yani milattan sonra 6. yüzyıldan kalan erken Bizans
dönemine ait yöresel taşlardan geometrik şekillerle
yapılmış mozaikler olduğu anlaşılmıştır.
Mozaiklerin oldukça iyi durumda olduğu anlaşılmış ve
zarar görmemesi için üzeri kapatılarak korumaya
alınmıştır. Yine kazıda ortaya çıkan yapının
kitabesi de şu anda Gaziantep Müzesi'nde korunuyor.
Çalışmaların tamamlanmasıyla onu da burada
sergileyeceğiz."
Vali Çataklı,
ışıklandırma çalışmalarının yapıldığı alandaki
çalışmalarda sona yaklaşıldığını ifade etti.
Burada kurulması
planlanan açık hava müzesinin haziran ayında
tamamlanmasının hedeflendiğini aktaran Çataklı,
açık hava müzesinin hizmete girmesiyle alanda
döneme ait geleneklerin canlandırılacağı
bölümler oluşturulacağını söyledi.

Alanda ayrıca
ziyaretçilerin ihtiyaçlarına yönelik otopark ve
büfe gibi mekanların da yapılacağını dile
getiren Çataklı, buranın turizm açısından önemli
bir uğrak noktası olacağına inandıklarını
vurguladı.


Habertürk, 02.03.2017
|
'DÜNYANIN EN ESKİ YAŞAM İZLERİ' KANADA'DA BULUNDU
Dünyanın en eski yaşam izlerinin, Kanada'nın Quebec
eyaletinin kuzeyinde yürütülen bilimsel bir
araştırmada bulunduğu açıklandı.
Uluslararası bir bilim heyeti, Kuzey Quebec'in
"bantlı demir oluşumları" olarak da bilinen
Nuvvuagittuq Greenstone Belt kayalıklarında
yürüttükleri bilimsel araştırmalarda 3,8 milyar
yıllık demir cevheri örneklerinde fosilleşmiş
bakterilerin izlerini tespit etti.
Ekipte yer alan Ottawa Üniversitesi Yer ve Çevre
Bilimleri Bölümünden Yrd. Doç. Jonathan O'Neill,
konuya ilişkin açıklamasında, Nuvvuagittuq
Greenstone Belt kayalıklarında bulunan fosillerin en
eski yaşam izine sahip olduğunu belirtti.
Fosilleşmiş bakterilerin 3,8 milyar ila 4,3
milyar yıl yaşa sahip olduğu yönünde araştırma
yaptıklarını aktaran O'Neill, "3,8 milyar yıl
yaşında olduğu kesin. Bu haliyle kalsa bile bilinen
en eski hayat izinden 100 milyon yıl daha geriye
gitmiş oluyoruz." ifadelerini kullandı.
- Daha önce en fazla 3,7 milyar yıllık izlere
rastlanmıştı
Farklı gezegenlerden alınan kaya örneklerinin
yaşının belirlenmesinde kullanılan teknikle yapılan
ölçümde, demir cevheri örneklerindeki fosilleşmiş
bakterilerin yaşının 4,3 milyar yıl olarak çıktığı
bilgisini paylaşan O'Neill, Güneş Sistemi'nin
yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğunu ve daha
önceki araştırmalarda da en fazla 3,7 milyar yıla
kadar hayat izleri bulunduğunu hatırlattı.
Nuvvuagittuq Greenstone Belt kayalıklarındaki
fosillerin milyarlarca yıl önce oluştuğunu ve
gezegeni örten sudaki çözünmüş demirle reaksiyona
giren organizmalara ait olduğunu bildiren
bilimadamı, bunların kaya içinde kırmızı ve beyaz
katmanlar halinde görüldüğünü ifade etti.
Bilim heyetinin The Nature adlı bilim dergisinin
son sayısında yayımlanan araştırmasının
yazarlarından da olan Jonathan O'Neil, fosilleşmiş
kalıntıların dünyanın yanı sıra diğer gezegenlerle
ilgili ipuçları da sunabileceğine değindi.
Araştırma, İngiliz, Amerikan, Norveç, Avustralya
ve Kanada üniversitelerinden 8 bilim insanı
tarafından yürütülüyor.
Habertürk, 02.03.2017
|
ÇANAKKALE'DE 100 YILLIK NAMAZGAH TABYASI MERMİLERİ
ÇALINDI
Çanakkale
Savaşı'ndan kalma Rumeli Aziziye Tabyası ya da
bilinen adıyla Namazgah Tabyası’ndaki 100 yıllık
mermi ve çekirdekleri çalındı.
Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı en önemli
noktalardan biri olan Kilitbahir Kalesi yanında
bulunan Rumeli Aziziye Tabyası ya da bilinen adıyla
Namazgah Tabyası’ndaki 100 yıllık mermi ve
çekirdekleri çalındı. Müze olarak hizmet veren
tabyadaki 3 No’lu bonet içinde bulunan ve korozyona
uğradığı öğrenilen mermilerin sayısının 8 bin 500
adet olduğu bildirildi. Cephane muhafazası ve
kamuflajı olarak kullanılan “bonet”ten geçen ay
çalındığı tahmin edilen mermilerle ilgili harekete
geçen emniyet güçleri ve müze yetkilileri, geniş
çaplı soruşturma başlattı. Müze görevlilerinin
ifadelerine başvurulurken, çevredeki güvenlik
kameraları incelemeye alındı. Mermilerin tek seferde
mi yoksa parça parça mı çalındığı da araştırılıyor.
Yürütülen soruşturma kapsamında, Çanakkale İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü tarafından, çalıntı mermilerle
ilgili tüm müzeler, koleksiyonerler, müzayede
salonlarına uyarı yazısı gönderildi. Ayrıca sınır
kapılarının da uyarıldığı öğrenildi. Mermilerin
fotoğraflarına da yer verildi. Mermilerin konulduğu
“bonet”in amacı cephanenin muhafazası ve
kamuflajıdır. İsmini Fransızca şapkadan alır.
Bonetler, hem cephanenin kamuflajı hem de zarar
görmemesi için savaşlarda sıkça kullanılmıştır.

SAVAŞIN EN ÖNEMLİ KIYI SAVUNMA NOKTASI
Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan ve 1892’de
modernleştirilen Namazgah Tabyası, Rumeli Aziziye
Tabyası olarak da biliniyor. Gelibolu
Yarımadası’ndaki Kilitbahir Kalesi’nin yanında
bulunan tabya, Çanakkale Muharebelerinde 4. Ağır
Topçu Alayı bölgesinde, 2. Ağır Topçu Alayı
Taburu’nun merkezi olarak da kullanıldı.
Habertürk, 02.03.2017
|
DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE KAYA MEZARI BULDULAR
Muğla'da, Ortaca’nın Dalyan Mahallesi Aşı
mevkiinde, doğa yürüyüşü sırasında fark edilen
antik mezar ve tahrip edilmiş kaya parçası
yetkilileri alarma geçirdi.
Ortaca’nın Dalyan Mahallesi Aşı mevkisinde, doğa
yürüyüşü sırasında fark edilen antik mezar ve tahrip
edilmiş kaya parçası yetkilileri alarma geçirdi.
Ortaca, Dalyan arasında doğa yürüyüşüne çıkan
doğaseverler tarafından fark edilen kaya oygusu oda
mezar olarak tabir edilen tarihi kalıntı Fethiye
Müze Müdürlüğü ve Ortaca İlçe Jandarma Komutanlığı
ekiplerinin incelemesinin ardından kayıt altına
alındı. Kaya mezarın bulunduğu alana yaklaşık 2.5
kilometrelik patika yoldan gidilerek ulaşıldı. Kaya
mezarın önünde yapılan kazı ve hemen yanında bulunan
büyük bir kaya parçasının tahrip edilmesi de tutanak
altına alındı.
Doğasever Mehmet Bozkır, “kaya mezarın
önünde yapılan kazı ve hemen yanında bulunan büyük
bir kaya parçasının tahrip edildiğini gördüğümüzde
durumu yetkililere bildirdik. Duyarlılık göstererek
konuyla yakından ilgilenen Ortaca kaymakamı Fatih
Ürkmezer, Fethiye Müze Müdürlüğü yetkilileri ve
Ortaca İlçe Jandarma Komutanlığı’na teşekkür
ediyoruz. Onların bu duyarlılığı sayesinde “Kaya
oygusu oda mezar” kayıt altına alındı” dedi.
Anadolu’nun kadim kültürlerine sahip çıkmak için
gayret gösterdiklerini söyleyen Mehmet Bozkır,
“Karya bölgesi antik buluntular açısından çok zengin
bir bölge. Biz de hem yürüyüş grubu olarak hem
vatandaşlar olarak bu konuda Muğla halkı çok
duyarlı. Tapınak görünüşlü kaya mezar tiplerinin
yanı sıra birçok kalıntılar mevcut. Bunların hepsi
aşağı yukarı Kültür Bakanlığı tarafından
tescillenmiş 2 bin 500 yıllık antik çağ eserleri.
Bunların tescillenmiş olması, koruma altında olması
da bizleri memnun ediyor. Biz de vatandaşlar olarak
tarihimize, kültürümüze, Anadolu’nun bu kadim
kültürlerine sahip çıkmak istiyoruz, sahip de
çıkıyoruz” ifadelerini kullandı.
Tarihi yerlerde kaçak kazı yapılarak
tahrip edildiğine dikkat çeken Bozkır, “Bunlar
hepimizin ortak hazinesi, ortak mülkiyeti, Anadolu
topraklarının bir zenginliği olduğunu düşünüyoruz.
Kaçak kazı, define avcılarının
yaptıkları iş hırsızlıktır. Tarih hırsızlığıdır,
tahribattır, vandallıktır” diye konuştu.
Cnn
Türk, 28.02.2017
|
IBM WATSON'UN YAPAY ZEKASI, GAUDİ'NİN SANATINI
DİRİLTTİ
Öğrenebilme kapasitesine sahip yapay
zekaların Leonardo Da Vinci ve Gaudi gibi
sanatçıları deyim yerindeyse diriltip
diriltemeyeceği tartışılıyor.

Yapay zeka, makinelerin insanlar gibi
düşünebilmesini sağlamak içinse bir yazılımın belli
bir kişi gibi düşünmesi sağlanabilir mi? Meşhur bir
sanatçı örneğin? Yapay Zeka Leonardo Da Vinci gibi
düşünmeyi öğrenebilirse onun yapacağı gibi yeni
sanat eserleri yaratabilir mi?
Bu sorunun cevabını bulmak için IBM’in zihinsel
işleme bilgisayarı Watson’a Art Nouveau akımının
öncüsü ünlü Katalan mimar Antoni Gaudi gibi düşünme
görevi verildi.
Gaudi’nin en ünlü tasarımlarının yer aldığı
Barcelona’da 27 Şubat – 2 Mart tarihleri arasında
düzenlenen Mobil Dünya Konferası’nda sergilenmek
üzere tasarımcılardan oluşan bir ekip de Watson’ın
tanımladığı heykeli hayata geçirdiler.
Sergilemeye hazırlık için IBM’in makinesi
Watson’a Gaudi’nin çalışmaları, Barcelona ve şehrin
kültürü ile ilgili yüzlerce fotoğrafı, biyografiler,
tarihi makaleler ve hatta şarkı sözleri verildi.
Watson’ın görsel tanımlama, doğal dil işleme ve
renk eşleme araçları kullanılarak Gaudi ve ondan
esinlenenlerin çalışmalarına temel olan objeler,
temalar ve fikirler tanımlandı.
Tabii henüz Watson’ın kolları olmadığı için
Watson’ın tanımladığı eser insanlar tarafından
hayata geçirildi. Zaten IBM Watson’ın yöneticisi
Jonas Nwuke bu çalışmada Watson’ın rolünün insan
yaratıcılığının yerine geçmek değil yaratıcılığı
takviye etmek.
Sözcü, 28.02.2017
|
FOSİL BULGULARINA GÖRE DEVASA PENGUENLER, 65 MİLYON
YIL ÖNCE DİNOZORLARLA YAŞADI
Amatör bir fosil
avcısının dünyanın en eski ve en büyük penguenlerine
dair keşfi, bilim insanlaırnın türlerin tarihi
konusundaki bakış açısını değiştirdi. Nature
dergisinde yayımlanan araştırmada, dünyada 61
milyondan daha fazla yıl önce yaşayan 1,5 metre
boyundaki pengueninin bacakları kemiklerinin
bulunduğu duyuruldu.

IBTimes’ta yer alan habere göre, amatör fosil avcısı
Leigh Love, fosilleri Yeni Zelanda’nın Canterbury
eyaletindeki Waipara nehri yakınında buldu ve
Christchurch’teki Carberbury Müzesi’ne bağışladı.
Bulgular müzedeki paleontologlar dışında
Almanya’daki Seckenberg Araştırma Enstitüsü’nden bir
ekip tarafından da analiz edildi.

Araştırmacılar, bulguların, pengulenlerin daha önce
bilinenden çok daha farklı oldukları anlamına
geldiğini, çünkü kemiklerin benzer yaşta bulunan
fosillerden çok farklı olduğu anlamına geldiğini
söylüyor.

Seckenberg Araştırma Enstitüsü’ndeki ekibin bir
üyesi olan Gerald Mayr, “Pengulenler düşündüğümüzden
çok fazla çeşitliliğe 60 milyon yıl önce sahipti ve
evrim tarihlerinde o dönemde büyük oranlara
ulaşmıştı. Bu çeşitlilik, penguenlerin muhtemelen 65
milyon yıl önce “Dinozor Çağı” döneminde
evrimleştiğini gösteriyor.

(Solda) Yeni dev penguen ayak kemikleri ile (Sağda) İmparator Penguen kıyaslaması
1,5 metre boyunda olduğu düşünülen keşif, antik
penguenlerin bilinen en büyük örnekleri arasında
yer almasına rağmen, en büyük penguen fosili
Antarktika’da 45 ila 33 milyon yıl önce yaşamış bir
canlı olduğu belirtiliyor.
Sözcü, Çeviri: Reha
Başoğul, 28.02.2017 |
DEVRİM ERBİL'İN İSTANBUL'U SERGİSİ YILDIZ HOLDİNG
SERGİ SALONU'NDA
Geleneksel ve çağdaş sanata
farklı platformlarda destek veren Yıldız Holding,
Seminer ve Sergi Salonu’nda çalışanlarını ve
sanatseverleri sanatla buluşturmaya devam ediyor.
Yıldız Sergi Salonu bu kez de Devrim Erbil’in 80.
yaş günü kutlamaları kapsamında "Devrim Erbil'in
İstanbul'u" adlı sergiye ev sahipliği yapıyor.
Yağlıboya resimler, ahşap rölyefler, el dokuması
kilim ve halıların bulunduğu serginin odak noktasını
Haliç, İstanbul Boğazı, Tarihi Yarımada ve
Haydarpaşa gibi coğrafi ve tarihi İstanbul simgeleri
oluşturuyor.
Toplam 21 eserin yer aldığı sergide, Devrim
Erbil’in 2017’de tamamladığı son eserlerinden
“İstanbul Üçlemesi” adlı yapıt da ilk kez
sanatseverlerle buluşuyor. “İstanbul Üçlemesi”,
Haliç’ten Sarayburnu’na uzanan bir İstanbul
panoramasını yansıtıyor.
"Devrim Erbil'in İstanbul'u", 8 Şubat - 10 Mart
2017 tarihleri arasında Yıldız Holding Sergi
Salonunda ziyaretçilerini bekliyor.
SERGİ HAFTAİÇİ 10.00-1700 SAATLERİ ARASINDA
0216 524 25 00 numaralı telefondan randevu
alınarak; hafta içi 17.00-18.30 ve hafta sonu
10.00-18.00 saatleri arasında ise randevusuz
gezilebilecek.
Devrim Erbil’in sanat anlayışı:
Eski adıyla Sanayi-i Nefise Mektebi Ali’sinde,
bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’ne 1954’te öğrenci olarak giren Devrim
Erbil, bu okuldan 2004’te profesör olarak emekli
olmuştur. Eğitimine Halil Dikmen ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu atölyelerinde devam ederken yaşadığı kenti
anlamaya çalışan sanatçı, İstanbul'u bir bütün
olarak, içinde barındırdığı tüm özellikleri ile;
kentin dokusu, hibrid kültürü, Bizans ve Osmanlı
sanatından mimari yapılarla, minyatürler ve
yazılarla ele alır.

Sanatçı, Osmanlı Minyatür sanatına atıfta
bulunarak eserlerini yorumlamaktadır. Osmanlı
Minyatürlerinde gördüğümüz "uzayı genişliği ile
kavrama" esasından yola çıkarak eserler veren
sanatçı, şiirsel üslubunun bir parçası olarak;
izleyici ve eserler, zaman ve zihin arasında mekana
özgü çağrışımlar ağı kurar.
Kuş bakışı İstanbul resimlerinde, izleyenler
eserlerin bir parçası olarak tek başına şehri
deneyimler, rüzgarı dinler. Artık ezanlar, kuşların
ötüşü, vapur sesleri bu kalabalık şehirde sanki bir
kişi için vardır; İstanbul'u dinleyenler ve
izleyenler için...
Habertürk, 28.02.2017
|
BURSA'DA DEVASA ÇATLAK KORKUTUYOR
Bursa'nın İznik
İlçesi'ndeki tarihi surlarda oluşan devasa çatlak
korkutuyor. Vatandaşlar, orta şiddetli bir depremde
yıkılması muhtemel olan burçlar için yetkililerden
yardım istedi.

Gövdesinde oluşan derin çatlak sebebiyle
ikiye ayrılmak üzere olan Yenişehir Kapı'da
tedbir alınması isteniyor. Roma döneminde inşa
edilmeye başlanan surlar, üç döneme ışık
tutarken, Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde
onarım gördü.
Savaşlar ve depremler sebebiyle yıkılan
surlar, şimdilerde ise gövdesinde oluşan dev
çatlaklar sebebiyle vatandaşları tedirgin
ediyor. Muhtemel bir depremde yıkılması an
meselesi olan tarihi yapının hemen karşısında
bulunan yerleşim alanındaki vatandaşlar,
yetkililerden yardım istedi.
Kenti yaklaşık 5 kilometre çevreleyen
surların yüksekliğinin 15 metreyi bulduğunu
belirten vatandaşlar, yetkililerin onarımı ile
asırlık tarihin ayakta tutulmuş olacağını
söyledi.
Bursa Hakimiyet, 28.02.2017
|
"BİZDE RESTORASYON İŞLERİ MÜTEAHHİTLERE VERİLİYOR"
Bu yıl Vehbi Koç Ödülü'ne Dünya Kültür Mirası'nın
korunmasına 40 yıldır verdiği emek ve mücadele ile
katkıda bulunan Mimar ve Restorasyon Uzmanı Profesör
Zeynep Ahunbay layık görüldü. Jürinin kendisini
seçme gerekçesi de çok etkileyici:
“Zeynep
Ahunbay'ın Türkiye'deki eğitim ve kariyer yaşamını
uluslararası boyuta taşımasında, hem Türkiye
koşullarının, Cumhuriyet Aydınlanması ile ona
sunduğu deneyimin payı vardır, hem de bütün
meslektaşlarının teslim ettiği dur durak bilmeyen
çalışkanlığı etkendir. Bu ödül, tüm mesleki
alanlarda ülkenin çok ihtiyacı olan akılcı ve
kararlı tavırları özendirecektir… “ Gördüğünüz gibi
3 cümlede yıllardır bir türlü geri getiremediğimiz,
“eski Türkiye” diye aşağılanan bir ülkenin değer
sistemi özetlenmiş. Cumhuriyet, aydınlanma,
çalışkanlık, akılcı ve kararlı yaklaşımlar…
Bir zamanlar bu ülkenin öncelikleri bunlardı. Zeynep
Ahunbay ile ödül töreninden sonra konuştum. Sadece
geçmişi değil, bugünü de sordum.
BÜTÇE ARTTI, KALİTE DÜŞTÜ
■ Mesleğinizi isteyerek seçtiniz ama
Türkiye'deki çalışma koşullarının ne kadar
farkındaydınız?
1970 mezunuyum. O
zaman mimari koruma ve restorasyon alanlarında pek
yatırım yoktu, bütçeler kısıtlıydı. Bu alanda insan
yetiştirmek, kültür varlıklarımızın bilinçli çabayla
korunması yönünde idealim vardı. Yıllar içinde
bütçeler arttı ama kalite düştü.
■ Sizin işinizde “kalite düştü” ne
anlama geliyor?..
Restorasyon
dediğimiz zaman bilimsel bir faaliyetten
bahsediyoruz ama birçok insan bunu “adi tamir”
sanıyor. Bu adi tamir süreçlerinde de o eski eserin
orijinal dokusu, patinası, yani hangi yüzyılda hangi
ekleri ya da değişiklikleri kazandı, yüzey, yaşlılık
gibi özellikleri kaybediliyor. Pırıl pırıl, gıcır
gıcır “tarihi binalar” ortaya çıkıyor! İkinci bir
sıkıntımız da tamamen yok olmuş binaların “ihya”
denilerek yeniden yapılması.
■ Ne demek o?
Yani
bina aslında tamamen yıkılmış. Ama haritalardan,
eski çizimler ya da fotoğraflardan bir proje çizilip
“koruma bütçeleri” ile o yapılar tekrar inşa
ediliyor. Belediyeler en çok eski camileri yapıyor
böyle. Oysa ayakta duran, acil bakıma ihtiyacı olan
yapılar duruyor, paralar sadece dini vasıfları
nedeniyle yıkılmış hatta üstünden yol geçmiş
yapılara harcanıyor. Belediyelerin sırf bu iş için
“ihya programları” var. Osmanlı ya da Anadolu
tarihi, camiden ibaret değil ki; harap durumda olan
bir kütüphane veya sıbyan mektebi de öncelikli
olmalı… Asıl ayakta duran yapıların durumlarının
incelenip hangisi daha acil hangisi daha önemli
böyle bir sıralama yapılması gerekir.
■ Bugün kurtarmak isteyeceğiniz
neresi var mesela?
İstanbul
dediğiniz zaman çok katmanlı bir kültür varlığı. Şu
anda ayakta duran 7 km.lik kara surları, deniz
surları, evrensel değer taşıyor, dünya mirası.
Öncelik buradadır veya Süleymaniye çevresi ahşap
evler dünya mirasıdır, Zeyrek öyledir. Yıllarca
bunlara destek olunamadı, çok büyük alanlar,
yıkılmış vaziyette, kalan evler kurtarılmalı.
Üstelik biz Türkiye olarak buna söz vermişiz,
1980'lerde imza atmışız biz buralara bakacağız diye.
■ İnsanların yapıları bile etnik
kökene göre ayırması size nasıl geliyor?
Bu kabul ettiğim bir bakış açısı değil ama bizde
olduğu gibi başka ülkelerde de var. Halbuki
Cumhuriyet'in başında “tüm Anadolu uygarlıkları
bütününün bize ait olduğu” fikri vardı. Ben de tüm
kültür varlıklarının evrensel olduğu düşüncesiyle
yetiştim. Yapılarla ilgili hiçbir zaman “bu
Müslümandır, bu Türktür, bu Ermenidir, bu Yunandır”
gibi bir önyargım olmadı. Ama şu anda yönetimde olan
bazı belediyelerin böyle baktığını biliyorum :
“Camii Müslümandır bize aittir, surlar Bizans
eseridir yıkılsın yok olsun.” Bakış açıları bu ne
yazık ki… Mesela Zeyrek çok ihmal edilmiş bir alan.
■ Üstelik o da Dünya Kültür Mirası
listesinde…
Öyle ama rutubet
kokuyordu Zeyrek Camii içi, çatısına çimentolu
sıvalarla kurşun taklidi yapılmış, çatlamış o da.
Bir Amerikalı hoca geldi, “birlikte çalışalım” dedi.
Vakıflar'dan izin aldık, yurtdışından kaynak bulduk.
Ama maalesef bizim evrensel değer olarak baktığımız
projeye sadece bir Osmanlı camisi olarak bakılıp ona
göre bir restorasyon yapıldı. Mesela kazı yaparken
bir mozaik çıktı, “Vay efendim siz burayı kilise mi
yapacaksınız, müze mi yapacaksınız?” gibi gerilimler
oldu. Ondan sonra o iş bizden alındı, müteahhide
verildi.
■ Nasıl yani? Restorasyon çalışması
müteahhide mi verildi?
Evet, bizim
ortaya çıkardığımız, mermerden bir apsis penceresi
vardı. Gerçeği oydu. Onu söküp ahşap bir çerçeve
konulmuş, camii hissi vermek için. Yani yapılan şeyi
de bozma politikası var, çünkü o başka bir imaj
veriyor. Onların istediği “her yapı Osmanlı damgası
taşıyacak.” Basbayağı gerçeği tahrif ediyorsun
aslında, ahlaki de bir sorun var yani…
■ Bugüne kadar sizi en çok
heyecanlandıran işiniz hangisi?
Hepsi farklı zamanlarda farklı bağlılıklarla
yapılmış şeyler. Ama elbette Ayasofya, çok görkemli,
büyüleyici bir anıt. Oradaki bilim kurulu üyeliğim
hala devam ediyor.
■ Niye Ayasofya tartışması da bir
türlü bitmiyor?
Görüyorsunuz işte,
Atatürk ne büyük bir deha. Ayasofya'nın tüm dünya
tarafından paylaşılması için müze yapmış. Çünkü
camii deyince başka biri rahatsız oluyor, kilise
deyince başka. Müze deyince tüm insanlığa açık, bu
Atatürk'ün dehasıdır, bu değerdeki bir eserin
korunması, üzeri kapanmış mozaiklerin gün ışığına
kavuşması onun vizyonu.
■ Bugün Türkiye'de koruma yasaları ne
durumda?
Yasalarla sürekli
oynanıyor. Mesela eskiden SİT Alanları vardı, şimdi
yenileme Alanı diye bir şey çıkardılar. İstanbul
Tarihi Yarımada'da 6 tane yenileme bölgesi var.
Düşünebiliyor musunuz? Yani belediyenin çok daha
kolay müdahale edebileceği ve kamulaştırma
yapabileceği yerler buralar. Bunun anlamı bu. Dünya
mirası olan alanların ‘Yenileme Alanı' olması çok
ters, çünkü dünya mirası “biricik, koruma altında”
demek zaten. İstanbul'un en az yarısını kaybederiz
böyle.
■ İstanbul'da çok gösterişli projeler
var, Haliç, Galataport, en son Martı.
O Martı Projesi'nin kurulundaydım ben. Aynı odada
toplanan Beyoğlu Kurulu'nun masasının üzerinde bu
‘Martı' maketini gördüm “Bu nedir?” diye sordum. “Bu
Kabataş'a yapılacak” denildi. İtiraz için kurula
yazdık, “henüz kesin projesi geçmedi” dediler.
Kazıklar çakılıyor şu anda, hala kesin bir proje
alamadık görmek için. Sadece cephe fotoğrafı var,
ayrıntı yok. Çünkü üzerinde değişiklikler de oluyor.
Önce düz ayakken, şimdi altına katlı garaj yapılması
söz konusu. Haliç Port Projesi de şeffaf değil.
■ Ödül töreninde işinizi yaparken
yorgun hissettiğinizi söylediniz…
Bizim alanımızda dinle- yen kulak yok. Bir şey
söylersiniz, karşıdaki dinler, kendi gerekçesini
söyler. Bu bile yok. Bu da çok yorucu. Yine de
vazgeçmem, mücadeleye devam.
■ Ödülün anlamı ne sizin için?
Bu ödül bizim çalışmalarımızı ve emeğimizi görünür
kıldı. Ödül sayesinde kültür varlıklarının
yitirildikleri zaman geri gelmeyecek değerler
olduğunu anlatma şansımız oldu.
Sözcü, Haber:
Özlem Gürses,28.02.2017
|
KAYBETTİĞİMİZ İSTANBUL'U TEKNOLOJİ İLE YAŞATIYOR
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki tarihi
surların üzerine bir düğün salonu kondurulmuş.
Ne gam.
Geçtiğimiz cumartesi günü çıktığım
“Yeraltındaki İstanbul” turunda, oymalı
sütunlarıyla yüz yıllık Bizans sarnıçlarının
depo olarak kullanıldığını, molozlarla
doldurulduğunu gördüm.
İstanbul’un Bizans, Osmanlı
mirasına sahip çıkmıyoruz da sanki Cumhuriyet
tarihinin yapılarına çıkıyor muyuz?
Tarihçi İlber Ortaylı önceki
gün yazısında dayanamamış, Galataport
projesi kapsamında, şehrin mimari sembollerinden
Karaköy Yolcu Salonu’nun
yıkılmasına tepki göstermişti.
Şehrin ortak hafızasına peş peşe indirilen
darbeler bir yana İstanbul’un çoğrafyası
değişiyor.
Bebek, Kabataş, Üsküdar ve
Haliç sahillerinin
doldurulmasıyla göz göre göre şehrimizin o
güzelim kıvrımları yok olacak.
Rüyamızda görürüz artık eski haritalardaki,
anılardaki İstanbul’u.
Ya da, ABD’de mimarlık ve teknoloji mastırı
yaptıktan sonra Boston’da hem Harvard,
hem MİT üniversitelerinde araştırmacı olarak
çalışan Nil Tuzcu’nun
“Ben İstanbul” projesinde.
Mimarlık, tarih, tasarım ve
teknolojiyi aynı platformda
buluşturan Nil Tuzcu ile
geçenlerde İstanbul Bağımsız Filmler
Festivali kapsamında gösterilen
projesini konuştuk.
Tuzcu’ya bu projeye,
Harvard Üniversitesi, Mellon Şehir Araştırmaları
merkezinde, şehir tarihinin görselleştirilmesi
ve haritalanması üzerine geliştirdiği programlar
ilham vermiş.
BEN İSTANBUL ONLİNE VE İNTERAKTİF
“Dijital araçlar kullanılarak bir
şehrin tarihi nasıl araştırılır? Nasıl
aktarılır” sorusuna yanıt ararken
hikaye anlatma fikri devreye girmiş.
“Ben İstanbul” online ve
interaktif olarak size İstanbul tarihinden
hikayeler anlatıyor.
Eski İstanbul Belediye Başkanı Lütfi
Kırdar’ın hikayesi örneğin sizi 1940’lı
yıllardaki Taksim’e, Gezi Parkı’na,
İnönü Stadyumu’na götürüyor.
Son dönemlerde yitirdiğimiz sinema tarihçisi
Giovanni Scognamillo ile eski
Beyoğlu’nu geziyorsunuz.
“Bu platform izleyicilere geçen
yüzyılın önemli sosyal, siyasal, ekonomik ve
fiziksel değişimlerine tanıklık imkanı sunuyor”
diyor Nil Tuzcu.
Tuzcu’nun Salt
Araştırma Fonu’ndan yararlanarak hayata
geçirdiği projenin amaçlarından biri İstanbul’a
ait arşiv malzemelerinin dijitalleştirilmesi.
Nitekim 1924 ile 1944 yılları arasında bir
Fransız haritacısının yaptığı haritalar ilk kez
Tuzcu’nun projesiyle dijital
ortama taşınmış.
“Ben İstanbul” için geniş
kapsamlı bir yazılı ve görsel arşiv çalışması
yapan, özel bir yazılım geliştiren Nil
Tuzcu “projenin günümüzde kaybolmakta olan şehir
ve toplum hafızasına katkıda bulunmasını
umuyorum” diyor.
Hürriyet
(Kısaltarak), Yazı: Gila Benmayor, 28.02.2017
|
TARSUS'TA KAÇAK
KAZI YAPAN ŞAHIS YAKALANDI

Tarsus'ta kaçak kazı yapan
şahıs bulduğu tahir eserlerle birlikte gözaltına
alındı.
Mersin Valiliği koordinesinde, Mersin İl Jandarma
Komutanlığı ile İl Kültür Turizm Müdürlüğü
işbirliğinde, “Mirasına Sahip Çık, Geleceğine Umut
Ol” sloganıyla başlatılan proje kapsamında, Kentin
tarihi ve kültürel eserlerinin korunmasına yönelik
yürütülen çalışmalar doğrultusunda;
Tarsus İlçe Jandarma Komutanlığınca yapılan
istihbari çalışmalar neticesinde, Köselerli
mahallesinde İ.M.isimli şahsın tarihi eser
kaçakçılığı yaptığı bilgisi alındı.
Savcılıktan alınan izinle yapılan operasyonda
şüpheli şahsın evinde yapılan aramada; (1) adet
çivi, (6) adet yüzük, (8) adet mühür, (24) adet taş
obje, (76) adet metal obje, (1) adet ok ucu ve (355)
adet sikke olmak üzere toplam (471) adet çeşitli
dönemlere ait tarihi eser ile (1) adet detektör ele
geçirildi.
Gözaltına alınan İ.M. sorgusunun ardından adliyeye
sevk edildi.
Tarsus Haber, 28.02.2017 |
ÜNYE KALESİ'NDE ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLAYACAK
Ünye Kalesi arkeolojik kazı çalışması 4
aşamalı bir proje ve etap etap yapılacak.
Ünye Belediye Başkanı Ahmet Çamyar, Ünye
Kalesi'nde arkeolojik kazı çalışmasına bu yıl
başlanacağını söyledi.
Çamyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
ilçenin tarihi ve kültürel değerleri arasında
ilk sırada yer alan Ünye Kalesi'nin arkeolojik
kazı çalışması için 3 yıldır yürüttükleri
çalışmanın sonuçlarını aldıklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 2017 yılı
içerisinde Ünye Kalesi'nde arkeolojik kazıların
başlayacağını belirten Çamyar, "Ünye Kalesi, iyi
korunmuş kalelerden biri. Biz de Ünye'nin sahibi
olduğu bu kültürel ve tarihi varlığımızı
şehrimize ve Karadeniz Bölgesi turizmine
kazandırmak istiyoruz." dedi.
Kalenin üç medeniyete ev sahipliği yaptığını
belirten Çamyar, şunları söyledi:
"Burası Mithridates’in Kalesi ve hem Ünye hem
de Karadeniz Bölgesi açısından son derece
önemli, iyi korunmuş olan kalelerden biri. Ünye
Kalesi ile ilgili üç farklı mülkiyet tipi
bulunmaktaydı. Orman arazisi vardı tahsisini
aldık, hazine arazisi vardı tahsisini aldık,
şahıs arazisi vardı kamulaştırmasını yaptık.
Bütün hukuki sıkıntıyı çözdükten sonra Müzeler
Müdürlüğü üzerinden kazı yapmakla ilgili
yazımızı yazıp görüşmelerimizi yaptık. Yazıyı da
elden Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt’a
götürdük. 2017'de burada kazı çalışmasına
başlanacak. Onlar kazıyı yapacak ekiple
anlaşacaklar, biz de Ünye Belediyesi olarak
maliyetini ve güvenliğini karşılayacağız."
Ünye Kalesi'nde 4 etaplı yürütülecek olan
kazı çalışmasına ilişkin olarak da Çamyar, "Ünye
Kalesi arkeolojik kazı çalışması 4 aşamalı bir
proje ve etap etap yapılacak. İlk olarak
dehlizlerin açılması var. Kazı çalışmasında
öncelikle dehlizleri boşaltacağız. Kalede vaftiz
odaları var deniliyor, o odalara kadar inilip
merdivenler aydınlatılacak. Tamir edilmesi
gereken yerler tamir edilecek. Gerekli hava
sirkülasyon sağlandıktan sonra turizme
kazandırılarak gezilip görülebilecek." diye
konuştu.
arkeolojikhaber.com, 27.02.2017
|
TARİHİ YAPILARIN TANITIMINDA 'KAREKOD' UYGULANACAK
Niğde'de tarihi yapılara takılacak "karekod"
sistemiyle, akıllı telefon aracılığıyla Türkçe ve
İngilizce yazılı ve görüntülü olarak eser hakkındaki
bilgilere ulaşılabilecek.

İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Selçuk Demirtaş,
yaptığı açıklamada, kent genelindeki kültür
varlıkları hakkındaki bilgilere internet ortamından
ulaşılması için proje hazırladıklarını söyledi.
Kentte cami, mescit, kilise, bedesten, hamam ve
çeşmeden oluşan 95 kültür varlığının en iyi şekilde
tanıtılması, yerli ve yabancı turistlerin eserler
hakkında detaylı bilgiye sahip olabilmesi için yeni
uygulamanın hizmete sunulacağını dile getiren
Demirtaş, "Akıllı telefonlarla, kültür
varlıklarımıza yerleştireceğimiz karekod sistemiyle
o tarihi mekanın bütün özellikleri Türkçe ve
İngilizce olarak, ilerleyen zamanlarda da diğer
dillerde yazılı ve görsel olarak anlatılacak" dedi.
İldeki tarihi yapıların tamamında
bu hizmeti vermeyi planladıklarını bildiren
Demirtaş, "İlk olarak merkezdeki tarihi
mekanlarımızdan başlayacağız. Haziran sonu
itibarıyla bütün kültür varlıklarımızda bu karekod sistemini
oturtmuş olacağız. Bu sayede yanınızda başka bir
kişi size anlatmadan, telefonunuzla karekodu
okutturup, o tarihi mekan hakkında bütün bilgilere
sahip olacaksınız." diye konuştu.
Demirtaş, tarihi yapıların girişine takılacak
karekod sisteminin, güneş ve yağmurdan
etkilenmeyecek şekilde, yaldızlı levha üzerine monte
edileceğini kaydetti.
Yapı, 27.02.2017
|
FAUSTO ZONARO'NUN ESERİNE REKOR FİYAT
Ünlü ressam
Fausto Zonaro'nun ‘Üsküdar'dan Sandala Binen
Feraceli Cariyeler' isimli eseri 600 Bin TL'den
alıcı bulurken, ‘Süleymaniye Camii Önünde' adlı
eseri 275 Bin TL'ye satıldı. Müzayedede eserlerin
tamamına yakını alıcı buldu.

Geri Benardate'nin 30 yılı aşkın sürede bir araya
getirdiği Osmanlı ve Türk klasik sanat eserlerinden,
antika ve Osmanlı seramiklerine yaklaşık 480 parça
değerli eserin yer aldığı 5. Özel Koleksiyonlar
Müzayedesi'nin ilk bölümü 26 Şubat Pazar günü Orjin
Sanat Merkezi'nde gerçekleştirildi. 5 eser hariç tüm
yapıtların satıldığı müzayedede eserler,
sanatseverlerin büyük ilgisi sayesinde katalog
fiyatının oldukça üstünde alıcı buldu. Müzayedede
Fausto Zonaro'nun merakla beklenen ‘Üsküdar'dan
Sandala Binen Feraceli Cariyeler' isimli eseri 600
Bin TL'lik çekiç fiyatıyla en yüksek fiyata alıcı
bulan eser oldu.

Zonaro'nun diğer bir yapıtı ‘Süleymaniye Camii
Önünde' 275 Bin TL'den alıcı bulurken, Mahmut
Cuda'nın ‘Toprak Vazoda Pembe ve Beyaz Güller' adlı
natürmort eseri 160 Bin TL çekiç fiyatı ile satıldı.

2. Abdülhamid tarafından dönemin Avusturya Kralı'nın
kızına düğün hediyesi olarak verilen, 35 karat elmas
ile bezeli Osmanlı saray işi ‘Sallantılı Çiçekli Dal
Üzerinde Zümrüd-ü Anka Kuşu' broş 90 Bin TL'ye alıcı
buldu.
Aziz Karadeniz tarafından yönetilen,
koleksiyonerlerin merakla beklediği 5. Özel
Koleksiyonlar Müzayedesi, Türk ve Dünya oryantalist
ustaların seçkin eserlerini sanatseverlerle
buluşturdu. Müzayedenin Osmanlı seramiklerinden
oluşan ikinci bölümü 5 Mart 2017 Pazar günü saat
14:00'te Orjin Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilecek.
Sözcü, 27.02.2017 |
TARİHİN ÜSTÜNE ENERJİ SANTRALLERİ KURULACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun aldığı
kararla, I. ve II. derece arkeolojik sit alanlarında
güneş enerjisi santralları kurulmasının önü açıldı.
18 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren ilke kararına göre, bilimsel kazı planlanmayan
arkeolojik sit alanlarında bağlı olduğu koruma bölge
kurulunun görüşü alındıktan sonra ilgili müze
müdürlüklerinin denetiminde enerji santrali
kurulabilecek. Daha önce bu alanların kullanımına
ilişkin geçerli olan 658 Sayılı İlke Kararında I. ve
II. derece arkeolojik sit alanları bilimsel kazılar
dışında aynen korunacak alanlar olarak belirlenirken
her hangi bir yapılaşma izni de verilmiyordu.
Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 29
Aralık 2016 tarihinde gerçekleşen toplantısında
tartışmalı bir karara imza attı. Koruma Yüksek
Kurulu’nun aldığı 662 nolu ilke kararına göre, I. ve
II. derece arkeolojik sit alanlarında güneş enerjisi
santralleri (RES) kurulabilmesinin önü açıldı.
KAZI YAPILMAYAN ARKEOLOJİK SİTLERDE
SANTRAL KURULABİLECEK
18 Ocak 2017
tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren ilke kararında gerekçe olarak ise
yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli
kullanılması gösterilerek, “Güneş enerji
santrallerinin höyük, tümülüs ve bakanlıkça
düzenlenmiş ziyarete açık ören yerleri ile bilimsel
kazı yapılan sitlerde kurulamayacağına, bunun
dışındaki sit alanlarında ise Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın alanda bilimsel kazı planlanmadığına
ilişkin görüşü alındıktan sonra koruma bölge
kurulunun görüşüyle kurulabileceği” belirtildi.

‘ZARAR VERMEDEN’ YAPILAŞMA VE ENERJİ
NAKİL HATLARINA İZİN ÇIKTI
Güneş enerji
santrallerinin, yüzeyde taşınmaz kültür varlığı
bulunmayan sitlerde kurulabileceği bilgisine yer
verilen Koruma Yüksek Kurulu kararında, “İhtiyaç
duyulan dolgu uygulamalarının, güneş enerji
panellerinin yerleştirilmesinin, her türlü kablolama
işleminin, enerji nakil hatlarının ve yapılacak
diğer uygulamaların kültür varlıklarına (kültür
katmanlarına) zarar vermeden yapılabileceğine, tesis
sahiplerince güneş enerji santrallerinin bulunduğu
alandaki kültür varlıklarının korunmasının
sağlanmasına” karar verildiği belirtildi.
‘SANTRALIN ÖMRÜ DOLUNCA SİT ESKİ HALİNE
GETİRİLECEK’ DENİLİYOR
Güneş enerji
santrallerine ilişkin uygulamaların ilgili müze
müdürlüğü denetiminde gerçekleştirileceği kaydedilen
kararda, “Güneş enerji santrallerinin faaliyeti
süresince ilgili müze müdürlüğünce altı aylık
periyotlar ile alanın incelenmesine, aykırı
uygulamanın bulunması veya arkeolojik alana zarar
verilmesinin tespit edilmesi durumunda aykırı
uygulamanın durdurulmasına ve konunun
değerlendirilmek üzere ilgili koruma bölge kuruluna
iletilmesine, Güneş enerji santrallerinin süresini
tamamlaması sonrasında tesis sahiplerince ilgili
müze müdürlüğü denetiminde kaldırılmasına ve alanın
eski haline getirildiğine dair teknik raporun
hazırlanarak ilgili koruma bölge kurulu müdürlüğüne
iletilmesine, Güneş enerji santrali yapılan
arkeolojik sitlerde yapılacak her türlü uygulama
öncesi ilgili koruma bölge kurulundan izin
alınmasına karar verildi” ifadelerine yer verildi.
KORUMA KURULLARINA AĞIR SORUMLULUK
GELİYOR
Koruma Yüksek Kurulu ayrıca 1999
yılında alınan 658 sayılı ilke kararında yer
verilen, kazı başkanlığı görüşlerinin geç
iletilmesinden dolayı uygulamada sorunlara neden
olduğu belirtilen 3. Maddeyi yeniden
değerlendirerek, söz konusu maddenin ilgili bölümünü
şu şekilde yeniden düzenledi: “Bu alanlarda,
belediyesince veya valilikçe inşaat izni verilmeden
önce, ilgili müze müdürlüğü uzmanları tarafından
sondaj kazısı gerçekleştirilerek, sondaj sonuçlarına
ilişkin raporun, kültür varlığının bulunması halinde
varsa kazı başkanının görüşleriyle birlikte müze
müdürlüğünce koruma kuruluna iletilip kurul kararı
alındıktan sonra uygulamaya geçilebileceğine.”

ÖNCEKİ KARAR YAPILAŞMA İZNİ VERMİYORDU
1999’da alınan ilke kararında, I. ve II. derece
arkeolojik sit alanları bilimsel kazıların dışında
aynen korunması gereken alanlar olarak
belirlenmişti. Ayrıca bu alanlarda yapılaşma ve
inşaat faaliyetine izin verilmiyordu.
13947 TANE ARKEOLOJİK SİT ALANINA SAHİBİZ
Dünyanın en fazla ören yerine sahip coğrafyalarının
başında gelen Türkiye’de toplam 13947 arkeolojik sit
alanı bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı
verilerine göre Anadolu’nun zengin kültür mirasını
korumayı amaçlayan arkeolojik sit alanlarının
9.380’i birinci, 639’u ikinci, 1.427’si de 3. derece
olarak belirlenmiş. 1530 karma dereceye sahip
arkeolojik sit alanı bulunurken ayrıca 971 tane de
derecelendirme çalışması devam eden korunan alan
bulunuyor. Söz konusu sit alanlarının çok büyük bir
bölümnünde ise arkeolojik kazı yapılmıyor.
EN ÇOK GÜNEŞ ALAN İLLER EN FAZLA SİT
ALANINA SAHİP
Türkiye’nin en fazla güneş
alan Antalya, Muğla, İzmir, Adana, Mersin ve Konya
gibi kentlerinin aynı zamanda en fazla arkeolojik
sit alanına sahip olması ise alınan kararın kültür
mirasına yönelik nasıl bir tehdit içerdiğini de
gözler önüne seriyor.
MUĞLA, KONYA VE ANTALYA ÖNDE
Türkiye’de arkeolojik sit alanı sayısı bakımından en
fazla korunan Alana sahip kenti olan Muğla’da 799,
Konya’da 773, Antalya’da 727, Şanlıurfa’da 621,
İzmir’de 548, Ankara’da 506, Mersin’de 496,
Eskişehir’de 487, Afyonkarahisar’da 377, Kayseri’de
378, Hatay’da 362, Adana’da 340, Diyarbakır’da 285,
Amasya’da 235, Isparta’da ise 209 arkeolojik sit
alanı bulunuyor.
ENERJİ BAKANLIĞI KAPASİTEYİ ARTIRMAYI
HEDEFLİYOR
2016 verilerine göre
Türkiye’de lisanslı ve lisanssız olarak 861 güneş
enerjisi santralı bulunuyor. Ancak Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı mevcut olan 660,2 MW olan kurulu
güç kapasitesini 2023’e kadar yaklaşık 5 kat
artırarak 3 bin MW’a çıkarmayı hedefliyor.
KAMUOYUNUN TEMİZ ENERJİYE VERDİĞİ DESTEK
CEZALANDIRILIYOR
Kamuoyunda
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına
yönelik ortaya çıkan olumlu destek ve beklentilerin,
korunan alanları üretim üssü olarak seçilmesiyle
hayal kırıklığına yol açması kaçınılmaz görünüyor.
Sol Haber, Haber: Yusuf Yavuz, 27.02.2017
|
120 YILDIR ARANAN KİTABE ORADA BULUNDU
Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın
Kudüs’teki kayıp kitabesi, 120 yıl aradan sonra
İsrail Devlet Müzesi’nin deposunda ortaya çıktı.
Yıllardır akıbeti merak konusu olan ve birçok
araştırmacının peşine düştüğü kitabe; Arap Dünyası
Araştırma Merkezi Başkanı Mehmet Tütüncü tarafından
gün yüzüne çıkartıldı. Alman Kayzeri Wilhelm’in
1898’deki Kudüs ziyareti sırasında yıkılan Kudüs
Surları’nda bulunan ve sonrasında sırra kadem basan
Kanuni’ye ait kitabe; Osmanlıların hilafetin sahibi
olduğunu ilk kez ilan eden ferman niteliğinde.
"TAKAS EDİLEBİLİR"
1533 tarihli kitabede Kanuni Sultan Süleyman,
kendisini, ‘dünyanın tek hakimi’, ‘ufukların
efendisi’, ‘hilafetin gerçek sahibi’ olarak
tanımlıyor. Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı
Tütüncü, kitabenin Osmanlı tarihi açısından çok
önemli olduğuna dikkat çekerek; “Bilindiği üzere
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra
hilafet Osmanlı’ya geçmiş, ancak Yavuz, hiçbir zaman
halife olduğunu dil egetirmemişti. Yavuz’dan sonra
tahta çıkan Kanuni, kendisini Halife olarak ilan
etti. İsrail Müzesi’nin deposunda bulduğum kitabe
Osmanlı’daki halifeliğin ilk ilanı özelliğine sahip.
Daha da önemlisi İsrail Başbakanı Netanyahu,
İstanbul arkeoloji Müzesi’nde bulunan İsrail’in en
eski yazıtı olan Siloam Kitabeleri’ni istiyor.
Siloam Yazıtı 1880’de Kudüs’te yapılan kazılarda
bulunmuş ve o zamanki Osmanlı Müzesi’ne
getirilmişti. Netanyahu, Arkeloji Müzesi’ndeki
kitabelere karşılık Osmanlı dönemine ait kitabelerin
Türkiye’ye verebileceğini açıklamıştı. Muhtemelen
Kanuni’ye ait kayıp kitabeyi takasta kullanmak
istiyorlar” dedi.

"TOPRAĞA GÖMÜLÜYDÜ"
Tütüncü, kayıp kitabenin serüvenini ise şöyle
anlattı: “Uzun araştırmalar sonucunda Kudüs’e
yaptığım son ziyarette, kitabenin İsrail müzesinin
deposunda olduğunu öğrendim. Depoda yaptığım
araştırmalardan sonra kitabeyi fotoğrafladım.
Kitabe, geçmişte Yafa kapısı ile Kudüs kalesinin
arasındaki surda bulunuyordu. Yafa kapısı Kudüs sur
içinin ana kapısıdır. İç kalesi ise bir hendekle
çevrilidir. Kitabe bu surun üzerindeydi. Ancak Alman
Kralı II. Wilhelm 1898’de Kudüs’ü ziyaret ettiğinde,
kralın heyetiyle rahatça geçebilmesi için bu hendek
doldurularak surlarda bir kapı açıldı. Kayzer ile
kafile buradan içeri girdi. Kanuni’ye ait kitabe de
hendeğin doldurulması sırasında yere gömüldü. İşte
bu sur açılışında kitabe kaybolmuş ve yıllardır
nerede olduğu bilinmiyordu.”
"UFUKLARIN EFENDİSİ"
120 yıl sonra İsrail Devlet Müzesi deposunda
bulunan kayıp kitabede şu ifadeler yer alıyor:
“İslam’ın surlarını korumak için yapılan bu kulenin
(rabad) yapılmasını emreden, iktidarının gücü ve
kuvveti ile putlara tapmayı engelleyen, Dünya
milletlerinin hakimiyetini elinde tutan, ufukların
efendisi, temlik yoluyla hilafetin başı olmayı hak
etmiş Sultan oğlu Sultan Süleyman Han’dır.”
Akşam, 27.02.2017
|
TARİHİ SURLARA 'PORTATİF ÖRTÜ'
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ‘nitelikli
portatif örtü’ izni verince, Fatih Belediyesi,
İstanbul’un en eski yapılarından olan, UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne alınan tarihi surlara çatı monte
edip, düğün salonu açtı. Belediye’ye göre, Koruma
Kurulu kararıyla monte edilen çatının surlara hiçbir
zararı yok!

Fatih Belediyesi’ne ait Topkapı Sosyal Tesisleri’nin
bitişiğinde bulunan, belediyenin düğün
organizasyonları amacıyla kiraladığı alan için,
yüzlerce yıllık tarihi surların üzerine dışarıdan da
görülen bir çatı monte edildi.
Fatih Belediyesi
tarafından 2015 yılında bir rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projesi hazırlanarak İstanbul 2 Numaralı
Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’na sunuldu. Projeyi inceleyen kurul, 12 Mayıs
2016’da, İstanbul’un en eski yapılarından olan ve
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan tarihi
surlara, ‘nitelikli portatif örtü’ sistemi
kurulabileceğine karar verdi. Kurulun bu kararı
üzerine, açık hava düğün ve organizasyonlarında
kullanılan sur bölgesine, Fatih Belediyesi Park ve
Bahçeler Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz eylül
ayında yaklaşık 3 metre yüksekliğinde açılıp
kapanabilen bir çatı monte edildi.
‘DUVARLARA TEMAS YOK’
Söz konusu açılır
kapanır çatının surlara zarar vermediğini savunan
Fatih Belediyesi’nden konuyla ilgili yapılan
açıklamada, “Yapılan uygulamanın, sur duvarları ile
hiçbir şekilde teması yoktur ve kurul kararına uygun
olarak yapılmıştır” ifadeleri kullanıldı.
Hareketli çatının
çirkin bir görüntü ortaya çıkardığını söyleyen Fatih
Belediyesi’nin CHP’li Meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu
ise, “Surların bitişiğinde bulunan sosyal tesis için
inşa edilen hareketli çatıyı inceledim. Duvarlara
monte edilmemiş. Ancak çirkin bir görüntü ortaya
çıkmış. Surların dışından da görünüyor. Bu konuyla
ilgili şikayette bulunacağız” diye tepki gösterdi.

‘KİMLİĞİYLE
İLGİSİZ KULLANIM ŞEKLİ’
İstanbul surlarına
yapılan hareketli çatının yüzlerce yıllık tarihi
dokuyu bozduğunu savunan Arkeologlar Derneği
İstanbul Şubesi ise konuyla ilgili şu açıklamada
bulundu: “Bu surlarda uygulanacak her proje surların
kimliği göz önüne alınarak uygulanmalıdır. Surlara
verilecek işlevler kültür varlığının korunmasına
hizmet etmeli ve alanın bütüncül olarak
algılanmasını engellememeli. Topkapı Sosyal Tesisi
ise tüm bunların aksine kara surlarının bir
bölümünde miras alanının kimliğiyle ilgisiz bir
kullanım şekline neden olmakta, bu tarihi doku düğün
ve benzeri etkinlikler için bir ‘konsept’ malzemesi
olarak pazarlanmaktadır.”
Hürriyet, Haber: İdris Emen, 27.02.2017
******
NE YANİ BENİM
GELİNİMİN DUVAĞI MI ISLANSAYDI?
Kişi başı 46 TL’den başlayıp 58 TL’ye kadar
uzanan farklı mönülerden birini seçerek “Beyaz
Et Düğün” yapılabiliyor sosyal tesislerimizde
sevgili okur...
“Beyaz Et
Düğün
nedir?” diye merak eden olursa,
tavuk filan işte.
“Kırmızı Et Düğün” mönüsüne
yönelirseniz, kişi başı 58 TL’den başlıyor, 68
TL’ye kadar uzanıyor bedeli...
Düğün, sünnet, nişan, “öylesine
toplantı” veya “böylesine
toplantı” için fark etmiyor fiyatlar ve
pasta da dahil ha, ona göre...
“Organizasyonel” manada
lojistik destekte de sınır yoktur tesislerimizde
sevgili okur...
Sandalyeyi giydirmek istersen
“oturgaç” başına 5 TL ödeyeceksin.
Gelin masası 350 TL, lüks gelin masası 800
TL. 450 TL fark verince kuş konuyor olabilir
masaya, bilemiyorum...
Tek palyaço istersen 250 TL, davul-zurna
ekibi istersen 500 TL, “volkan”
istersen (herhalde maytaplı filan gösteri
oluyor) 350 TL.
Konfetiye 250 TL istiyorlar ki tek itirazım
bunadır. Biz zamanında Ali Sami Yen’in kapalı
tribününden okulları tatil edecek kadar konfeti
atıp bugünün parasıyla herhalde 100 TL’ye filan
çıkarmıştık işi...
“Mehteran gelsin... Yolla mehteri!”
dersen 1.750 TL, 3 kişilik tasavvuf
ekibine 1.250 TL, Ahırkapı Roman Orkestrası
istersen 2 bin TL...
Semazene 300 TL isteniyor ki; diğerlerine
bakınca herhalde ekibi toplayıp gelmiyordur bu
fiyata diye düşündüm.
Tek kol şamdan 35 TL, beş kol şamdan 65 TL.
Gelini tahtırevan ve yeniçeri eşliğinde
getirelim derseniz, o da 900 TL.
Yeniçerilerin tarihte böyle bir misyonu yoktur
bildiğim kadarıyla ama Fatih Belediyesi Topkapı
Sosyal Tesisleri’nde fiyat listesi böyle
belirlenmiş...
Fatih Belediyesi’nin web sayfasındaki ifadeyle
“Topkapı Kale İçi Sosyal Tesisimiz, tarihe
tanıklık edebileceğiniz anılarla dolu bir geçmişe
sahip olup...” 50 kişiden 1100 kişiye kadar
da hizmet sunan bir yerdir.
Bu tanıtım metnindeki “Tarihe tanıklık
edebileceğiniz” ifadesi önemlidir, çünkü
kastedilen İstanbul surlarıdır.
20 kilometreyi aşan tarihi surlar ‘Romalılardan
Hunlara, Latinlerden Gotlara, tarihe bir şekilde
dayanmıştır, defalarca onarılmıştır, İstanbul’un
fethinden sonra da asırlarca korunmuştur.
Ama Septimius Severus’tan
II. Theodosius’a, Komnenos’tan
Abdülhamid’e hiçbirinin aklına bu
tarihi surların dibinde maytap yakıp düğün-dernek
yapılacak alan açmak gelmemiştir.
Vizyonunuz bol olsun, ne diyeyim?
Son olarak bu tesislere “portatif çatı
sistemi” kurularak ne bileyim, maytapların
sönmesi, tahtırevanın ıslanması vesaire engellenmiş.
Hafif sitemkar haberler okudum bu konuyla ilgili
üzüldüm açıkçası...
Neymiş, estetik açıdan surlara vurulmuş bir
darbeymiş!
Benim yeniçerimin börkü, benim giydirilmiş
sandalyem, benim “katkatkat” pastam
ıslansın mı yani? Bir gelin-damadın, bir sünnet
çocuğunun saadetinden önemli mi taş duvarlar,
sorarım size!
Bu arada ömrünü İstanbul
surları başta olmak üzere tarihi eserlerin
korunmasına adamış olan kıymetli hocamız Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a
geçtiğimiz günlerde Vehbi Koç Ödülü verildi;
malumunuzdur.
Bu “portatif çatı sistemi”
haberini okuduktan sonra dönüp baktım habere,
“Ödül töreni nerede yapılmış?”
diye.
İş Sanat Kültür Merkezi’nde düzenlenmiş tören.
Yani mis gibi tesis dururken surların dibinde...
Olacak iş mi?..
Aaah, ah!..
Hürriyet, Yazı: Kanat Atkaya,
28.02.2017
|
SELÇUKLU AV KÖŞKÜNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Antalya'nın Kemer İlçesi'ndeki Selçuklu Av Köşkü'nde
yeniden başlanılan kazı çalışmalarında, su sarnıcı
ve kanalizasyon sistemi ortaya çıkarıldı.
Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil
Karabayram, AA muhabirine yaptığı açıklamada, av
köşkünden alınan harç örneklerinden 1925-1930
yıllarında bir çalışma yapıldığını ve restorasyon
ihalesini alan firmanın gerekli şartlara uymadığı
gerekçesiyle çalışmaların durdurulduğunu hatırlattı.
Antalya Valisi Münir Karaloğlu'nın isteği
doğrultusunda bir bilim heyet oluşturulduğunu
belirten Karabayram, alınan harç örneklerinin
sonuçlandığını ve sonuçlara göre av köşkünün
duvarlarındaki harçların cumhuriyet dönemi sonrası
yapıldığının tespit edildiğini söyledi.
Karabayram, laboratuvar sonuçlarına göre, yapılan
kazı çalışmalarında orijinal bölümlere kısmı
müdahaleler yapıldığının tespit edildiğini
belirterek, "Av Köşkü'nde yeniden projeler yapılmaya
başlandı. Köşke, yeniden bir işlev kazandırılacak.
Yapılan kazı çalışmaları sonucunda belki dünyada az
rastlanan bir kanalizasyon ve su sarnıcı ortaya
çıkarıldı. Bu sarnıç ve kanalizasyon sistemine dönem
olarak bakıldığı zaman, ünik bir yapıda görmek
mümkün değil. Bu sarnıç ana bir mekandan oluşuyor.
Sarnıç, kazılar bitince özel olarak sergilenmesi
planlanıyor. Sarnıcın ve sisteminin nereye kadar
uzandığına dair arkeolojik kazı yapılacak."
ifadesini kullandı.
Yeni yapılacak projelerin ilgili koruma bölge
kurulu tarafından onaylanması sonrasında av köşkü
yeniden turizme kazandırılması için çalışmalara
başlanıldığını vurgulayan Karabayram, şunları
kaydetti:
"Turizm açısından büyük katkısı olacak. Antalya
Valisi Vali Münir Karaloğlu bu alana çok önem
veriyor. Özel bir ekibin kurulmasını istedi. Bu
heyet bütün alanı inceledikten sonra av köşkünde
özel restorasyonlara ihtiyaç olacak. Kısa zaman
içerisinde Karaloğlu, alanı ziyaret edip
incelemelerde bulunacak. Kazılar devam ediyor ama
yeni proje revizyonları yapacağız."
Anadolu'da bilinen 3 av köşkünden bir olan
yapının 1230-1248 yılları arasında inşa edildiği
tahmin ediliyor.
Milliyet, 26.02.2017
|
SAKARYA'DA TARİHİ MEZAR KALINTILARI BULUNDU

Sakarya'nın Sapanca
İlçesi'nde altyapı çalışmaları
sırasında eski mezar kalıntıları bulundu. Sakarya
Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi
Genel Müdürlüğünce (SASKİ) Yanık Mahallesi'nde
gerçekleştirilen altyapı kazı çalışmaları sırasında
eski mezar ortaya çıktı.

Kazıyı durduran ekipler durumu polise bildirdi.
Sakarya Müze Müdürlüğü yetkilileri kazı alanına
gelerek bulunan kalıntıları inceledi. Yedi beton
parça ile kemiklerden oluştuğu öğrenilen
kalıntılardan numune alan müze yetkilileri, daha
sonra mezar taşlarını iş makinesi yardımıyla tekrar
gömdü. Alınan numunelerin incelenmesinin ardından
kurtarma kazısı yapılabileceği kaydedildi.
Yeni
Şafak, 25.02.2017 |
İNÖNÜ YALISI İCRADAN SATILIYOR
Boğaziçi'nin en gözde klasik Osmanlı yalılarından
biri olan Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı’na ait
Anadoluhisarı’ndaki 100 yıllık Komodor Remzi Bey
Yalısı, yıllardır süregelen hukuk savaşının ardından
bir kez daha icradan satışa çıkarılıyor.
İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi
Envanteri’nde yer alan yalı, 1917’de inşa edildi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Balkan, Çanakkale,
Sakarya ve Büyük Taarruz’da savaşan Mümtaz Aktay
Paşa tarafından satın alınan yalıya 1972’de sahip
olan Erdal İnönü, binayı kagir olarak yeniden
yaptırıp, “Benden sonra müze olsun” diye vasiyetinde
bulunmuştu.
20 milyon lira fiyat
biçilen yalı bir banka borcu nedeniyle 28 Şubat’ta
ihale yoluyla satışa sunulacak. Taban oturma alanı
153, toplam kullanım alanı ise 634 metrekare olan
yalıda 4 salon, 6 oda ve 7 banyo ve tuvalet ile
asansör bulunuyor. Denize sıfır yalı Anadoluhisarı
Kalesi ile Boğaziçi arasında kalıyor. Binanın
girişinde ise tek katlı 25 metrekare alanlı görevli
binası bulunuyor. 28 Şubat’ta Beykoz Adliyesi Beykoz
İcra Müdürlüğü Kalemi’nde ihaleye çıkacak yalının
ilk ihalede alıcısı olmaması durumunda, ikinci ihale
28 Mart’ta yapılacak.
İCRA TAKİBİ
BAŞLATMIŞTI
Yalının satış
hikayesi, Sevinç İnönü’nün armatör kardeşi Hasan
Selim Sohtorik’in sahibi olduğu Sohtorik Denizcilik
ve So-Trans Denizcilik şirketlerinin 1997 ve
1998’de, gemi almak için Emlakbank’tan çektiği 13
milyon 390 bin ve 1 milyon 950 bin dolarlık
kredilere Hasan Sohtorik ile birlikte kefil olması
ve borçların ödenmemesi nedeniyle gündeme gelmişti.
Sevinç önünü kredi borçlarını ödeyemeyen kardeşine
kefil olduğu için 1999 ve 2001’de icralık olmuştu.
İki icra dosyasında toplam 2 milyon 875 bin TL’lik
anaparaya yıllık yüzde 180 faiz uygulanınca Sevinç
İnönü’nün borçları toplamda 26.4 milyon TL’nin
üzerine çıktı. İnönü, uygulanan yıllık yüzde 180’lik
faiz oranını indirmek ve daha önce ödediği 500 bin
doları geri almak için mahkemeye başvurmuştu. Yüzde
180 faizle 6 milyon 665 bin TL’ye ulaşan ilk
takipteki borç için Sevinç-Erdal İnönü Vakfı’na ait
Komodor Remzi Bey Yalısı, 4 yıl önce de haciz
edilerek satışa konulmuştu.
Yalı, 4 yıl önce de 7
milyon 600 bin lira değerle satışa çıkarılmıştı
Emlakbank adına şirket avukatları, 1999’da hem
krediyi kullanan şirketler hem de kefiller Sevinç
İnönü ve Hasan Selim Sohtorik’e noter ihtarı çekmiş,
banka borçlular aleyhine icra takibi başlatmıştı. 10
yıllık süreç sonunda bankaya toplam 2 milyon 874 bin
lira borcu bulunan Sevinç İnönü, başka bir bankadan
aldığı kredi ile satış günü son anda yalıyı
kurtarmıştı. İnönü geri kalan borcun faizi ve
geçmişte yaptığı ödeme için de yasal yollara
başvurmuştu.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu,
24.02.2017
******
HAYRİ İNÖNÜ'DEN
İCRADAN SATILIĞA ÇIKARILAN İNÖNÜLERİN YALISI İÇİN
AÇIKLAMA
Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, kurucu üyesi
olduğu Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı'na ait
Anadoluhisarı'ndaki tarihi yalının icradan satışa
çıkarılmasıyla ilgili olarak, "Umarım gerçek
değerinin altında bir satış olmaz. Elimizdeki bir
malın satılmasını kimse istemez ancak satılırsa da
değerine satılması lazım ki hak yerini bulsun" diye
konuştu.
Hayri İnönü, Şişli Öğretmenevi'nde katıldığı bir
programda basın mensuplarının sorusu üzerine Sevinç
ve Erdal İnönü Vakfı'na ait Anadoluhisarı'ndaki 100
yıllık Komodor Remzi Bey Yalısı'nın icradan satışa
çıkarılmasıyla ilgili açıklamada bulundu.
İnönü "Yalı, Erdal ve Sevinç İnönü Vakfı'nın bir
parçasıydı. Ancak Sevinç İnönü'nün kardeşine verdiği
bir takım kefaretlerden ötürü bir süre önce satışı
gündeme gelmişti. Sonra bu durduruldu. Fakat bu
belli bir süreliğine oldu. Satış işlemi yine gündeme
geldi ve 28'inde(Şubat) açık artırmayla satışı
yapılacak" diye konuştu.
"GERÇEK DEĞERİNİ BULMASI GEREKİYOR"
Vakfın aynı zamanda kurucu üyelerinden olduğunu
da hatırlatan İnönü, satışın gerçek değerini bulması
gerektiğini kaydetti. İnönü, "Umarım gerçek
değerinin altında bir satış olmaz. Elimizdeki bir
malın satılmasını kimse istemez ancak satılırsa da
değerine satılması lazım ki hak yerini bulsun" dedi.
"VASİYETLER HER ZAMAN YERİNE GETİRİLEMİYOR
Bir gazetecinin "Yalıda anılarınız var mı"
şeklindeki sorusuna Hayri İnönü, "Tabi ki var.
Sonuçta amcamın evi. Amcam vefatından önce uzun süre
orada oturdu. Evin ilk alınışını da hatırlarım.
Restore etmişlerdi. Çok sık gidip geldim ve çok iyi
bilirim orayı" şeklinde yanıt verdi. Erdal İnönü'nün
müze olsun vasiyetinin hatırlatılması üzerine İnönü,
"Çare yok. Vasiyetler her zaman yerine
getirilemiyor. Vasiyet, ticari bir davanın önüne
geçseydi böyle birşey olmazdı" ifadelerini kullandı.
Sözcü, 24.02.2017
******
İNÖNÜ YALISININ İCRADAN SATIŞI DURDURULDU
Boğaziçi'nin en gözde klasik Osmanlı yalılarından
biri olan Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı’na ait
Anadoluhisarı’ndaki 100 yıllık Komodor Remzi Bey
Yalısı'nın icradan satış ihalesi durduruldu.
Alacaklı olan Fiba Holding’e ait Güven Varlık
Yönetimi A.Ş.nin bir dilekçe vererek satıştan
vazgeçtiklerini belirtmesi üzerine, yalının satışı
düştü.
20 milyon lira
muhammen bedel biçilen yalının satışı, Beykoz İcra
Müdürlüğü kaleminde saat 15.30’da yapılacak ve açık
artırma 10 milyon liradan başlayacaktı. Açık
arttırma başlamadan önce Güven Varlık’ın avukatı
satış dosyasına bir dilekçe sunarak, satıştan
vazgeçtiklerini belirtti. Güven Varlık şirketi ile
Sevinç İnönü arasında borcun ödenmesine dair anlaşma
sağlandığı ve Sevinç İnönü’nün, yalının gerçek
bedeli üzerinden satılması konusunda alacaklı şirket
ile anlaştığı ileri sürüldü.
Sevinç İnönü, armatör
kardeşi Selim Sohtorik’in 1998’de satın aldığı 3
gemi için bankadan çektiği krediye kefil olduğu için
bu borçlu konumuna düşmüştü. Erdal İnönü’nün
yaşarken müze olmasını vasiyet ettiği ve Sevinç
İnönü’yü çok üzen yalı, 2013’te icradan satışa
çıkmıştı.
20 MİLYON LİRA DEĞER
BİÇİLDİ
Hüsnü Özyeğin’in
Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Fiba Holding’e ait bir
şirket olan Girişim Varlık Yönetimi A. Ş., Sevinç
İnönü’nün borcunu tasfiye halindeki Emlak Bankası’na
ödemişti. Borcu temlik altına alan Hüsnü Özyeğin’in
şirketi satış işlemlerini 1 yıl süre ile
durdurmuştu.
Girişim Varlık şirketi
adını Güven Varlık olarak değiştirmiş, Komodor Remzi
Bey Yalısı’nın satış işlemleri için yeniden İcra
Müdürlüğü’ne başvurmuştu. İcra Müdürlüğü, yalıya 20
milyon lira değer biçmişti. Satışın ilki dün 10
milyon liradan başlayarak açık arttırmayla
yapılacaktı. Satılmadığı takdirde ise ikinci satış
28 Mart tarihinde gerçekleşecekti. Ancak satıştan 2
saat önce Güven Varlık’ın avukatı, satıştan
vazgeçtiklerine dair dosyaya bir dilekçe sundu ve
Komodor Remzi Bey Yalısı’nın satışı düştü. İkinci
kez icradan satışı durdurulan yalının gerçek değeri
üzerinden satılması konusunda Sevinç İnönü ve Güven
Varlık şirketinin anlaştığı ileri sürüldü.
İNTİFA HAKKI
SEVİNÇ İNÖNÜ’DE
Yalının tapu kaydında
Sevinç İnönü adına gayrimenkul üzerindeki kullanma
hakkı olan intifa hakkı şerhi bulunuyor.
BUGÜN İCRA
İHALESİ VARDI
20 milyon lira fiyat
biçilen yalının, bir banka borcu nedeniyle bugün
icaradan satış ihalesi vardı. Taban oturma alanı
153, toplam kullanım alanı ise 634 metrekare olan
yalıda 4 salon, 6 oda ve 7 banyo ve tuvalet ile
asansör bulunuyor.
NE OLMUŞTU?
Hürriyet Muhabiri
Fatma Aksu'nun gündeme getirdiği, yalının satış
hikayesi, Sevinç İnönü’nün armatör kardeşi Hasan
Selim Sohtorik’in sahibi olduğu Sohtorik Denizcilik
ve So-Trans Denizcilik şirketlerinin 1997 ve
1998’de, gemi almak için Emlakbank’tan çektiği 13
milyon 390 bin ve 1 milyon 950 bin dolarlık
kredilere Hasan Sohtorik ile birlikte kefil olması
ve borçların ödenmemesi nedeniyle gündeme gelmişti.
Sevinç önünü kredi borçlarını ödeyemeyen
kardeşine kefil olduğu için 1999 ve 2001’de icralık
olmuştu. İki icra dosyasında toplam 2 milyon 875 bin
TL’lik anaparaya yıllık yüzde 180 faiz uygulanınca
Sevinç İnönü’nün borçları toplamda 26.4 milyon
TL’nin üzerine çıktı. İnönü, uygulanan yıllık yüzde
180’lik faiz oranını indirmek ve daha önce ödediği
500 bin doları geri almak için mahkemeye
başvurmuştu. Yüzde 180 faizle 6 milyon 665 bin TL’ye
ulaşan ilk takipteki borç için Sevinç-Erdal İnönü
Vakfı’na ait Komodor Remzi Bey Yalısı, 4 yıl önce de
haciz edilerek satışa konulmuştu.
Yalı, 4 yıl önce de 7 milyon 600 bin lira değerle
satışa çıkarılmıştı Emlakbank adına şirket
avukatları, 1999’da hem krediyi kullanan şirketler
hem de kefiller Sevinç İnönü ve Hasan Selim
Sohtorik’e noter ihtarı çekmiş, banka borçlular
aleyhine icra takibi başlatmıştı. 10 yıllık süreç
sonunda bankaya toplam 2 milyon 874 bin lira borcu
bulunan Sevinç İnönü, başka bir bankadan aldığı
kredi ile satış günü son anda yalıyı kurtarmıştı.
İnönü geri kalan borcun faizi ve geçmişte yaptığı
ödeme için de yasal yollara başvurmuştu.
Hürriyet, Haber: Aziz Özen, 28.02.2017
|
SULTANAHMET CAMİİ'NİN ALTINA TÜNEL KAZAN DEFİNE
AVCISI YAKALANDI
Sultanahmet'teki bir gecekondudan Sultanahmet
Camisi'ne doğru tünel kazan define avcısı Hakan Ö.
suçüstü yakalandı. Hakan Ö.'nün kazı sırasında elde
ettiği Bizans dönemine ait 23 adet toprak küp,
seramik parçalar ve sikkeler ele geçirildi.
İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü
ekipleri, define avcılarının "Sultanahmet Camisi ve
Ayasofya'nın altına doğru kaçak kazı yaptığı"
yönündeki ihbar üzerine harekete geçti. Bunun
üzerine yabancı dil bilen sivil polisler Sultanahmet
bölgesinde turist gibi gezerek gece gündüz çalışmaya
başladı.
EL ARABASIYLA KUM TAŞIYAN
BİR KİŞİ YAKALANDI
Sivil polis ekipleri, gece geç saatlerde el
arabasıyla kum taşıyan bir kişiyi belirledi.
Sultanahmet Camisi'nin alt tarafındaki bir gecekondu
eve girip çıkan kişi izlemeye alındı. Takip edilen
kişinin gecekondu evden sürekli olarak kum taşıdığı
belirlendi. Kaçak kazı yapan kişinin o olabileceği
değerlendirilerek eve baskın düzenlendi.
6 METRELİK TÜNEL BULUNDU
Sultanahmet Albıyık Değirmeni Sokak No:19'da
bulunan gecekondu eve yapılan baskında 6 metrelik
bir tünel bulundu. Sultanahmet Camisi'ne doğru
kazılan tünelde aydınlatma sistemi yapıldığı da
belirlendi. Matbaacı olduğu öğrenilen define avcısı
Hakan Ö. gözaltına alındı.
TARİHİ
ESERLERE EL KONULDU
Kazı alanı ve gecekonduda yapılan aramalarda,
Bizans dönemine ait 23 adet küp ve seramik parçalar,
kazı yapılan yerin altında Bizans ve daha eski
dönemlere ait olduğu belirlenen tarihi eser
kalıntıları, 2 adet Bizans dönemine ait sikkeler, 1
adet kemer tokası ele geçirildi.
Olay yerinde
inceleme yapan polis ekipleri, Sultanahmet
Camisi'nin altına doğru kaçak kazı yapan Hakan
Ö.'nün tarihi yapıya zarar verdiği belirledi.
Gözaltına alınan Hakan Ö. hakkında adli işlem
başlatıldı.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ,
23.02.2017
|
VEHBİ KOÇ ÖDÜLÜ, PROF.DR. ZEYNEP AHUNBAY'A VERİLDİ
Vehbi Koç Vakfı tarafından verilen Vehbi Koç
Ödülünün bu yılki sahibi, kültürel ve tarihi miras
alanındaki çalışmaları nedeniyle Prof.Dr. Zeynep
Ahunbay oldu.
Türkiye'nin ilk özel vakfı olarak 48 yıl önce
kurulan Vehbi Koç Vakfının, insanların yaşam
kalitesinin artırılmasına katkıda bulunan kişi
ve kurumları teşvik etmek amacıyla her yıl
sırasıyla kültür, eğitim ve sağlık alanında
verdiği Vehbi Koç Ödülünün 16'ncısı İş Sanat
Kültür Merkezinde düzenlenen Koç Ailesi
üyelerinin ve konukların katıldığı törenle
sahibini buldu.
Vehbi Koç Vakfı Yönetim
Kurulu; Prof.Dr. Mehmet Özdoğan’ın başkanlığını
yaptığı Seçici Kurulun önerdiği 3 aday arasından
seçilen Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, 16. Vehbi Koç
Ödülü’nü Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer
Koç’un elinden aldı.

Arkeolojik alanlardan Osmanlı yapılarına çok geniş
bir yelpazede kültür varlıklarının korunması
konusunda yaklaşım geliştiren ve bunu restorasyon
uygulamalarıyla da örnekleyen Ahunbay, bu çok yönlü
birikim ve deneyimi ile Türkiye sınırlarının
dışındaki Osmanlı yapılarından, mimari koruma
biliminin kuramsal tartışmalarına kadar çeşitli
konularda Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) ve Uluslararası Anıtlar ve
Sitler Konseyi (ICOMOS) gibi uluslararası kurumların
görüşüne başvurduğu, dünyanın önde gelen koruma
uzmanları arasında gösteriliyor.
Ntv, 24.02.2017 |
BANLİYÖ HATTINDA NAYLON ALTI TARİH
Haydarpaşa-Pendik banliyö hattı çalışmalarında
Bizans kalıntılarının bulunması üzerine uzmanlar
güzergahın başka noktadan geçirilmesini önerdi...››
Milliyet’e konuşan uzmanlar tarihi kalıntıların bir
kısmının üzerinin gelişigüzel naylonla örtülmesine
ve kazı alanında oluşan su birikintilerine tepki
gösterdi...

Haydarpaşa-Pendik
arasındaki banliyö hattı çalışmaları devam ederken,
proje güzergahında yeni
Bizans kalıntıları bulundu. İdealtepe Feyzullah
mahallesindeki hatta bulunan tarihi kalıntıların geç
dönem Bizans eserleri olduğu belirtilirken,
bölgedeki kazılar
İstanbul
arkeoloji Müzesi denetiminde devam ediyor. Ancak
tarihi kalıntıların bir kısmının üzeri gelişigüzel
naylon brandayla örtülürken, kazı alanında oluşan su
birikintileri ve balçık dikkat çekiyor. Arkeoloji
Müzesi tarafından korunmaya alınan kalıntıların
durumunu yorumlayan
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Serkan Sunay şunları söyledi:
‘Arkeopark yapılmalı’
“Üzülerek söylemem gerekir ki kazı çalışması
bilimsel kriterlere göre yapılmamış. Burada üstü
naylon brandayla örtülü bölümün altında ne var merak
ettim. Bu bölgenin Bizans devrinde tarihi yarımada
ve önemli bir iskan merkezi olarak kullanıldığını
biliyoruz. Küçükyalı çevresinde daha evvel yapılmış
çalışmalar, bölgede Orta Bizans devri başında inşa
edilen çeşitli yapıların olduğuna işaret ediyor. Bu
alan bir arkeopark olarak değerlendirilmeli, mutlaka
korumaya alınmalı.”
Milliyet, Haber: Mert İnan,
23.02.2017
|
SELÇUKLU SARAYI'NDA EZBER BOZAN ÇİNİ

Keykubad Dağı’nın eteklerinde 1225'li yıllarda yapılan sarayın Moğol istilası esnasında tahrip edildiği, ardından da kullanım dışı bırakıldığı tahmin ediliyor.
Anadolu
Selçuklu Sultanı 1.Alaeddin Keykubad tarafından
Kayseri'de yaptırılan Keykubadiye Sarayı gün yüzüne
çıkıyor. 1950'lerin başlarında Zeki Oral tarafından
keşfedilerek ilim dünyasına ve kamuoyuna duyurulan
saray için kazı çalışmaları, Prof.Dr. Ali Baş
öncülüğünde yeniden başladı. Çalışmalarda arkeoloji
dünyasını heyecanlandıran bir keşif yapıldı. Kobalt
mavi, siyah ve turkuvaz maviye boyalı, sır altı
tekniğinde yapılan, bugüne dek hiç rastlanmayan bir
üslupla yapılmış çinide, elinde kürek tutan, ön ve
arkada birer bitki ile sınırlandırılan bir erkek
görülüyor. Sola dönük vaziyette küreğiyle toprağı
bellerken betimlenen figürün, bir bahçıvanı
yansıttığı tahmin ediliyor. Selçuk Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Baş, ilk kez Kayseri
Büyükşehir Belediyesi Şehir dergisinde duyurulan
keşfin öyküsünü Yeni Şafak'a anlattı.
TÜRK TİPİNDEN FARKLI
Anadolu
Selçuklu hakkında yapılan en önemli kazının
Beyşehir'deki Kubadabiye Sarayı olduğunu ve burada
da çok sayıda çiniye ulaştıklarını belirten Baş,
Kayseri'deki üslup ile ilk kez karşılaştıklarını
söyledi. Baş şöyle konuştu: "Bu üslubun bizim
geleneksel minyatür, maden sanatımızda örnekleri
vardı ama çinide yoktu. Çinide Uygur geleneği
dediğimiz bir tip vardır. Çekik gözlü, hokka burunlu
özelliklere sahiptir. Minyatürlerde, çinilerde
vardır. Ama buradaki figür öyle değil. Etnik anlamda
da dini anlamda da farklı olabilir. Özetle Türk tipi
diye bahsettiğimizin dışında bir figür üslubu bu.
Sekiz kollu yıldızı Selçuklu'da her yerde
görürsünüz. Oradaki figürlerle bu figür arasıda
farklılılar var. Kayseri yöresi için de ilginç bir
keşif."

20,07 çapında, 2,5 cm. kalınlığındaki sekiz kollu yıldız çininin, kobalt mavi, siyah ve turkuaz renklerle boyandığı görülüyor.
Yeni keşiflere yol açacak
Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle iki yıldır süren
kazıların saray mimarisini keşif için bir yol
açtığın kaydeden Prof. Baş, "Anadolu Selçuklu'nun
cami, medrese ve han mimarisini iyi biliyoruz. Ama
saray mimarisiyle çok bir bilgimiz yok. Keykubadiye
Sarayı'nı biliyorduk. Fakat orası özel mülkiyetti.
Gidip gezme imkanı olsa bile iki küçük kalıntıdan
başka bir şey göremezdiniz. Bu kazı bize Anadolu
Selçuklu döneminin saray mimarisini, saraydaki
kültür ve sanatını gösterecek. El sanatlarından çok
sayıda çini ve cam çıkıyor. Bunlar saray için çok
önemli. Selçuklu saray mimarisini çok iyi yorumlama
şansımız olacak" diye konuştu.
Yeni Şafak,
23.02.2017 |
TARİHİ TÜMÜLÜS ÇÖPLÜK İÇİNDE KALDI
Karacasu’da
geçtiğimiz yaz uzun süre yanmasıyla gündeme gelen
Karacasu-Tavas Karayolu Karınderesi mevkinde
çöplüğün bulunduğu alanda bir tümsek altında tarihi
tümülüs kültür hazinesine kazandırılmayı bekliyor.

‘Muhtarlar Konuşuyor’ röportajlarında Yenice Mahalle
muhtarı Cavit Paksoy’un gündeme getirdiği konu
yetkili makamlarca doğrulandı. Yaklaşık 20 dönüm bir
alana sahip çöplüğün içerisinde kalmış bir tümsek
altında bir veya birkaç mezarın bulunduğu tümülüs
adı verilen bir yapı bulunuyor.
49
YILLIĞINA KİRAYA VERİLDİ
Çöplük Ataköy
mahalle sınırları içerisinde bulunuyor.
Karacasu-Tavas karayolu Geyre-Ataköy yol ayrıma
gelmeden önce Tavas istikametine giderken yolun sağ
tarafında bulunan çöplüğün 20 yıl önce dönemin
muhtarı İsmail Yörük tarafından 49 yıllığına kiraya
verildiği öğrenildi. Yaz aylarında çıkan yangınlarla
gündeme gelen çöplük özellikle Ataköy mahallesine
kötü koku yayarken, sineklerde de artış yaşanıyor.
TARİH ÇÖPLÜK ALTINDA KALDI
Konuyu gündeme getiren Yenice mahalle muhtarı Cavit
Paksoy verdiği röportajda “Ataköy çöplüğünün altında
antik mezar olmasına rağmen orası çöplük yapıldı.
Bunun dönüşü yok zaten. O çöplüğü oradan kaldırmak
zaten artık mümkün değil. Ataköy çöplüğüne gidenler
görecektir. Bir tane kazılmış höyük mezar vardır.
Çöplüğün altında kalan ben 80’li yıllardan
öncesinden biliyorum binlerce küçük mezar vardı. Ama
çöplüğün altında kaldı şu anda. Ben çöplerin altında
kalan bir sürü mezar biliyorum” ifadelerini
kullanmıştı.
‘KAYITLARDA GEÇİYOR’
Çeşitli kaynaklarca “Daha önce orada kazısı yapılmış
olan, tamamlanmış olan bir mezar yapısı vardır.
Kayıtlarda öyle geçiyor. Dolayısıyla belirli
bölgelerde bunun gibi birçok tescil edilmiş, varlığı
kesinleşmiş, daha önceden varlığı kesinleşmiş mezar
yapıları var. Çamlıbel’de aynı şekilde var.
Nazilli’ye giderken yolun sağ tarafından kalan
bölgede yine bir mezar yapısı var” bilgisi verildi.
Böylesine her yerinden tarih fışkıran Karacasu’da
turizme kazandırılamamış onca değer bulunurken bir
tanesinin çöplük altında kalması ise tarihe verilen
değeri gözler önüne seriyor.
İÇİNE
GİRİLEMİYOR
Çöplük alanında bulunan
tümülüste 80’li yıllarda bir çalışma yapıldığı ve
ardından o şekilde bırakıldığı öğrenildi. Tümülüsün
geçmişi hakkında bilgi veren Ataköylü Halil İbrahim
Karaca, “Çocukluğumuzda bunun içerisinde
girebiliyorduk. Şimdi bazı göçükler oluştuğu için
buraya girilemiyor. Burası koruma altında deniyor
ama nasıl bir korumak bu bilemiyorum” dedi. Bu
tümülüsün içerisinde 3-3,5 metre genişliğinde 2
metre yüksekliğinde 3 oda olduğu tahmin ediliyor.

sesgazetesi.com.tr, 23.02.2017 |
TEKİRDAĞ'DA 778 PARÇA TARİHİ ESER YAKALANDI
Tekirdağ merkezli tarihi eser operasyonunda
Roma, Bizans ve Hellenistik döneme ait 778 parça
tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Çorlu Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele (KOM) Grup Amirliği ve Silivri Emniyet
Müdürlüğü ekipleri, aldıkları istihbarat
doğrultusunda tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları
iddia edilen 2 şüpheliyi takibe aldı.
Silivri Piri Mehmet Paşa Mahallesi'nde
şüphelilerin kullandığı otomobili durdurarak
incelemeye alan ekipler, otomobilde yaptıkları
aramada Roma, Bizans ve Hellenistik döneme ait
para, yüzük ve çeşitli objelerden oluşan 778
parça tarihi eser ele geçirdi.
Olayla ilgili A.K. ve S.Ö. gözaltına alındı.
Trt Haber, 22.02.2017
|
AVRASYA TÜNELİ MÜZESİ BÖYLE TASARLANDI
Sergi
tasarımı ve yönetimi Sanja Jurca Avcı küratörlüğünde
Avcı Architects tarafından yapılan Avrasya Tüneli
Müzesi, tünelle eş zamanlı olarak hizmete açıldı.

Avrasya Tüneli Müzesi’nin açılışı,
Avrasya Tüneli’yle eş zamanlı olarak
gerçekleştirildi. Etkileşimli dokunmatik yüzeyler
ile sanal gerçeklik gözlükleri aracılığıyla
kurgulanan, ziyaretçiyi içine çekecek, tümüyle
sürükleyici ‘surround vision’ projeksiyon ortamında,
yaratıcı anlatım tekniklerinin kullanıldığı müzede,
sergi algısına yeni bir anlayış getiriliyor.
Kıtaların tarihi açıdan belki de en hassas ve narin
olduğu noktalardan başlayarak, bu dokuya zarar
vermeden geçişinin başarıldığı Avrasya Tüneli,
Avrupa kıtasında, Bizans İmparatorluğu’nun en
değerli kalıntılarından bazılarına ev sahipliği
yapan Fatih İlçesi'nde Yenikapı’dan başlayıp Asya’da
Kadıköy’ün kalbinde sonlanıyor. Avrasya Tüneli
İşletme ve Bakım Binası’nın giriş holünde, 80
metrekarelik bir alana ve binanın dışında açık
alanda ayrı ayrı konumlandırılmış olan Avrasya
Tüneli Müzesi’nde, proje fikrinin ortaya konulması,
değerlendirilmesi ve teknoloji uzmanlık boyutları
ile projenin hayata geçirilmesinde rol alan
insanların, bir bütün olarak ilginç bir hikaye
örgüsüyle anlatılması amaçlanmış.
Sanja Jurca Avcı küratörlüğünde Avcı
Architects tarafından tasarlanan, dijital
işler ve dokunmatik yüzeylerin ise NOHlab ve
NERDWORKING tarafından hazırlandığı, inşaası ve
kurulumunu SERGİKUR’un üstlendiği Avrasya Tüneli
Müzesi, Avrasya Tüneli İşletme ve Bakım Binası
içinde yer alıyor. Müzede, deniz tabanının altından
karayolu tüneli ile iki kıtayı birbirine bağlayan
tünelin tüm yapılış süreci belgelenirken, diğer
yandan bir hayalin nasıl gerçeğe dönüştürüldüğü de
gözler önüne serilmiş.
Avrasya Tüneli Müzesi’nde Tasarım…
Tünelin hikayesinin basit ve açık bir biçimde ele
alınmasının amaçlandığı Avrasya Tüneli Müzesi’nde,
tünel hakkında fikir sahibi olmak istendiğinde akla
gelecek dört temel soruyu yanıtlama kaygısıyla yola
çıkılmış. Avrupa ve Asya’nın bağlanmasına neden
ihtiyaç duyulduğu, tünelin nasıl inşa edildiği,
inşayı mümkün kılan makinenin nasıl bir makine
olduğu ve bunu mümkün kılan kişilerin kim olduğuna
yönelik sorular, hikayenin ana temasını oluşturmuş.
Tarihteki yaşanmışlıklara tanıklık eden ve Avrupa
ve Asya yakalarının bu noktada birleştirilmesini
amaçlayan, birçok önceki denemenin özetiyle başlayan
dijital sergi, Persler’in Antik Yunan’ı işgal için
suyu geçmeye çalıştıkları zamanlara kadar gidiyor.
Dünya üzerindeki benzer projelere genel bakışın
sunulduğu müzede diğer uzun tüneller ile Avrasya
Tüneli’nin bir karşılaştırılması ilgi çekici şekilde
ele alınmış.
Tasarımın nasıl yürütüldüğünden başlanarak
projenin önemli detaylarına odaklanıldığı müzede,
sunulan görseller kronolojik bir sıralamayı izlemiş.
İnşaat teknolojisindeki yeniliklere ve deprem
güvenliğine değinilen projede, doğal hayata en az
hasarın verilmesine yönelik gösterilen çabalara da
yine bu kısımda yer verilirken, bir sonraki aşamada
proje boyunca yürütülen araştırma ve geliştirme
çalışmaları anlatılmış. Projenin finansal yapısına
ilişkin detayların yer aldığı kısmı takiben ise,
projenin geliştirilmesinde rol alan kişiler
hakkındaki bilinmeyenler belirlemiş. Avrasya Tüneli
yapım sürecinde çokça tartışılan konulardan olan ve
inşaatı mümkün kılan Almanya’da üretilmiş Tünel Açma
Makinesi (TBM) de olaylar zincirinde yerini almış.
Hikayenin sonu ise, projenin arka planında görev
alarak ona destek olmuş olan yüzlerce kişinin
isimleri ile projeye yön veren vizyonerlerin
hikayelerinin anlatılmasıyla son bulmuş.
Avrasya Tüneli’nin en çağdaş dijital haritalandırma
teknolojisi kullanılarak hikayeleştirildiği Avrasya
Tüneli Müzesi’nde ziyaretçiler, tünelin, başlı
başına bir yaratıcılık girişimi ve mucizesi olan,
baş döndürücü üretim süreci içerisine dahil edilmeye
çalışılmış. Yaratıcı anlatım tekniklerinin
kullanıldığı müzede bu teknikleri interaktif
dokunmatik masa, sanal gerçeklik gözlükleri ve
tabletler ile birlikte insanı tamamen çevreleyen
‘’surround’’ projeksiyon ortamı ile gerçekleştirmeyi
başarmış.
Müzenin en merak uyandıran karakteristiğini,
hikayenin çoklu katman biçiminde anlatılması
oluştururken, en dikkat çekici kısmını ise devasa
duvar projeksiyonu sağlamış. Büyük bir görsel
etkiyle buluşturulan ziyaretçinin; fiziksel
objeleri, duvar grafiklerini, daha derinlemesine
bilgi ve verilerin sunulduğu iPad’leri, Boğaz
içerisinden geçen haritalanmış bir model kesitini ve
yuvarlak ‘dokunmatik masa’yı birbirini tamamlayacak
şekilde algılaması hedeflenmiş.
Derin Bilgi Kaynağı
Müzede kullanılan dört ana projeksiyon cihazı,
dinamik duvar haritalama bilgisini 16 metre
uzunluğundaki bir ekrana yansıtacak şekilde
kurgulanmış. Yansıtılan ve sürekli değişen devasa
bilgi kaynağının, sergi salonuna girer girmez
ziyaretçileri çevrelemesi ve içerisine alması
amaçlanmış. Her kısımda, diğer mevcut bilgi
kaynakları ile tematik olarak bağlantı kuran ve bu
bilgi kaynakları ile entegrasyon halindeki lineer
bilgi döngülerine, “Neden – Rüya Gerçek Oldu”,
“Nasıl – Hayalden Gerçeğe”, “Ne – İnanılmaz
Teknoloji” ve “Kim – Bir Rüyada Birleşmek”
başlıkları altında yer verilmiş.
Sabit bir metin paneli şeridi, duvar
projeksiyonları ile sürekli bir ana hat oluşturacak
şekilde yerleştirilmiş. Bu paneller, Tünel
güzergahını gösteren bir harita üzerine
konumlandırılırken, güzergah, Avrupa yakasındaki
karayolu girişinden başlatılıp Asya kıtasındaki E-5
karayolu sistemine bağlanan çıkış noktası ile
sonlandırılmış. Sabit duvar grafikleri üzerinde
ustaca yapılmış renk kodlaması sayesinde bu yatay
temalaştırmanın açıklık ve anlaşılırlık kazanması
sağlanmış. Bu renklerin, duvar projeksiyonları
altındaki boşlukta dağınık halde yerleştirilmiş olan
sabitlenmiş elemanlarda da tekrarı hedeflenmiş.
Dijital olarak haritalandırılmış olan bir tünel
kesitiyle, tünelin, Boğaz’ı denizin altından nasıl
geçtiği gösterilmiş. Burada, Boğaz’ın jeolojik
yapısı gösterilirken İstanbul’un bu bölgesinden
geçmekte olan deprem fay hatları ile başa çıkmak
üzere tasarlanmış olan ‘sismik bağlantılar’ın
nerelerde konumlandırıldığına işaret edilmiş. En
büyük ölçekteki depremde herkes için olunabilecek en
güvenli yerin tünel olacağını belirten tasarımcılar,
tünel tasarımının en kötü senaryo düşünülerek
yapılmış olduğunda hemfikir.
Yavaş yavaş dönen Tünel Açma Makinesi modeliyle,
bu imkansız gibi görünen görevi başarı ile
tamamlamış olan makinelerin gösterildiği kısmın
merkez parçası oluşturulmuş. Planlandığı gibi, 20
Aralık 2016 tarihinde açılışı gerçekleştirilen
Avrasya Tüneli’nin “Kim” kısmında, bu projede
çalışarak onu mümkün kılan birçok kişinin inşaat
kaskları ile birlikte, Cumhurbaşkanı’nın imzalı
kaskına da yer verilmiş.
İnteraktif Dokunmatik Masa
Şaşırtıcı istatistiksel verilere sahip Avrasya
Tüneli’ndeki bilgiler, ziyaretçilere benzersiz bir
tasarım olan interaktif bir yol ile sunulmuş. Odanın
orta kısmında, yuvarlak dokunmatik bir masa
üzerindeki “Avrasya Tüneli Hakkındaki 10 Gerçek”
uygulaması, masada bulunan hareket sensörünün
hareketi algılamasıyla aktif hale geçecek şekilde
tasarlanmış. Boğaz’ın uzaydan görüldüğü bir uydu
görüntüsü ve ardından dünyaya yaklaşan görüntünün
deniz yüzeyine indikten sonra önce suya, sonrasında
ise derindeki kum ve kayaların içerisine girişi,
açılış bölümünde devreye giren animasyon ile
sağlanmış. Dönen ve jeolojik formasyonları keserek
ilerleyen TBM’nin görülmesiyle birlikte Tünel’in
bitmiş halinin içerisinden akan trafik ile
animasyonun sonu getirilmiş.
Masa yüzeyi üzerinde etkileşim ara yüzünün ortaya
çıktığı bir sonraki aşamada, masanın çevresi boyunca
ortaya çıkan on alanda bir slogan veya cümle ile
Tünel ile ilgili bir gerçek temsil edilmiş.
Ziyaretçilerin, önlerinde yer alan slogan veya
cümlelere dokunmasıyla, bu gerçek hakkında
hazırlanmış yaklaşık 10 saniyelik bir animasyon
filminin başlaması amaçlanırken bazı bilgilere
dokunulduğunda beş saniye boyunca yok olup
sonrasında tekrar ortaya çıkması şeklinde
kurgulanmış.
Daha Derin Bilgi Seviyeleri
Gerçekleştirilmesi yıllar süren ve yürütüldüğü
süre boyunca sayısız dokümanın üretildiği Avrasya
Tüneli’ne dair tüm verilerin hikayeleştirilmesi ve
sergilenebilmesi mümkün olmadığından dolayı daha
kapsamlı bilgi sahibi edinilebilecek yedi adet ipad
dokunma ekranı, boşluğun çevresine yerleştirilmiş.
Bu ipad’lerin pek çoğu, doğrusal biçimde katlanmış
bir metal eleman üzerine yerleştirilmiş. Bu metalin,
aynı zamanda duvar projeksiyonları ile kuşatılmış
olan boşluğun çevresinde de bir çizgi çizmesi
sağlanmış. Fiziksel bir modelin desteklendiği
yerlerde biçim değiştiren metal elemanın diğer
zamanlarda çizimler ve eskizler gibi fiziksel
dokümanları tutması, diğer zamanlarda ise
ziyaretçileri TBM makinesinin içerisine götüren
sanal gerçeklik gözlüklerinin durduğu konforlu bir
yüzey halini alması amaçlanmış.
Metal elemanın ‘eğilmesi’ ile yaratılan tema,
odanın merkezinde yıpranmış kesme dişlerin
sergilendiği vitrinler ile boşlukta duran ödül
kaideleri ve inşaat kasklarına ve diğer tüm
elemanların tasarımına da aktarılmış. Böylece tüm
elemanların, bir bütünün parçaları gibi görünmesi
sağlanarak hem görsel hem de tematik olarak anlam
birliği oluşturulmuş.
Süreçten Kalanlar
Alanda kullanılan makinelerden arta kalan
parçalar, ziyaretçilerin binadan ayrılmak üzereyken
görebileceği şekilde, tente altındaki büyük beton
kaideler üzerinde konumlandırılmış. Buradaki alanın
büyük bir teknik çizim tarafından doldurulmuş ve bu
çizimde, kullanılan önemli makinelerin, bu büyük
projenin bir parçası olarak nerelerde görev yapmış
oldukları açık bir biçimde gösterilmiş. Diğer küçük
makinelerin parçaları ise daha soyut bir kompozisyon
oluşturacak şekilde yerleştirilerek bu makinelerin
de hangi rolleri yerine getirmiş oldukları diyagram
ve çizim yoluyla ziyaretçilere aktarılmış.
Bunlara ek olarak, binanın bahçelerine de sismik
bağlantılar için geliştirilmiş olan modellerin
parçaları ve tünel yüzeyini oluşturan beton
segmentler ile birlikte tünelin girişine ait ön
dökümlü kısmın parçaları yerleştirilmiş.
Kompleks bir Orkestrasyon
Sanja Jurca Avcı’nın küratörlüğünü üstlendiği
Avcı Architects tasarımı Avrasya Müzesi Sergisi’nde
pek çok profesyonel görev almış. Bütün projeyi tek
noktadan yürütülen bir ‘anahtar teslim’ proje olarak
teslim etmeyi taahhüt eden Avcı Architects, projede
veri kitlelerinin yorumlanması, bu verilerin tutarlı
bir görsel bütün içerisinde birleştirilmesi,
multimedya tasarımcıları ve programcılar ile
birlikte çalışılması, hikayenin interaktif bir
biçimde anlatılması, makine kalıntılarının
seçilmesinde restorasyon uzmanları ile işbirliği
yapılması ve bu çalışmanın gelecek uzun yıllar
boyunca hayatta kalacak, yüksek kalitede bir
prodüksiyon olabilmesi için uzman sergi
müteahhitleri ile işbirliği yapılması rollerini
üstlenmiş.
Şimdiye kadar Türkiye’de örneği görülmemiş bir
uygulamayla tasarlanan Avrasya Tüneli Müzesi, sadece
çok kısa bir zaman içerisinde (kontratın başlangıç
tarihinden itibaren 6 hafta içerisinde) tamamlanmak
ile kalmamış, aynı zamanda günümüz modern
telefonlarında kullanılanlar gibi, yüksek
teknolojili dokunmatik yüzeyleri barındıran, sıra
dışı büyüklükteki interaktif bir masanın
oluşturulması için gereken araştırma ve geliştirme
zamanını da zorunlu kılmış.
Yapı, 22.02.2017
|
39. ULUSLARARASI KAZI, ARAŞTIRMA VE ARKEOMETRİ
SEMPOZYUMU BURSA'DA DÜZENLENİYOR
39. Uluslararası Kazı,
Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu, 22-26 Mayıs 2017
tarihinde Bursa’daki Atatürk Kültür Kongre
Merkezi’nde (Merinos AKKM) düzenlenecek.

Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Uludağ Üniversitesi ve Bursa Büyükşehir
Belediyesi’nin işbirliğiyle yapılacak sempozyum
süresince Türkiye’de 2016 yılında bakanlığın izniyle
Türk ve yabancı bilim insanlarınca gerçekleştirilen
arkeolojik kazılar, yüzey araştırmaları ve bu
çalışmalarda ele geçen buluntular üzerindeki
“arkeometrik” çalışmalara ilişkin bildiriler
sunulacak.
‘Kazı Sonuçları
Toplantısı’, ‘Araştırma Sonuçları Toplantısı’ ve
‘Arkeometri Sonuçları Toplantısı’nda yaklaşık 340
bildirinin geleceği sempozyumda ABD, Almanya,
Avustralya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda,
İngiltere, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada ve
Polonya’dan da bilim insanları yer alacak.

Arkeoloji alanında
Türkiye’de gerçekleştirilen en önemli bilimsel
faaliyet olma özelliği taşıyan sempozyum, 1979’dan
beri her yıl kesintisiz düzenleniyor. 1979-2003
yıllarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Çanakkale’de
bakanlık imkanlarıyla gerçekleştirilen sempozyum,
2004 yılından itibaren ise üniversiteler ile
ortaklaşa gerçekleştiriliyor.
arkeoloji.uludag.edu.tr, 21.02.2017
|
23 BİN YILLIK ÇAKMAKTAŞI ORAK BULUNDU
21.000 yıl önce insanoğlu'nun 'tarım bilincine'
sahip olduğu ve tahılları ekip, biçtikleri ortaya
çıktı. İsrail'in Celile bölgesinde bulunan 23 yıllık
tahıl kalıntıları, öğütme taşı ve hatta
çakmaktaşından yapılmış orak tarım tarihine yeni
sayfa açtı.
Arkeolojik bulgulara göre tarım kültürü yaklaşık
12 Bin yıllık geçmişe sahip. İnsanların yaklaşık
olarak 10.000 yıl öncesine denk gelen tarihlerde
tahıl ekip, biçmeye başladığı tahmin ediliyor. Tabi
bu daha önceki tarihlerde tahıl kültürü olmadığı
anlamına gelmiyor. İnsanların daha önceden doğada
kendiliğinden yetişen tahılları toplayıp
kullandıkları da biliniyor.
Tarımın eldeki bulgulara göre; ilk olarak,
Türkiye'nin Güneyinde ve Mezopotamya'nın Kuzeyinde
Batılılarca Levant bölgesi, Araplarca
Biladü'ş-Şam veya
Maşrek, Osmanlıca Maşrık olarak tanımlanan alanda
başladığı öngörülüyor.
İsrail'in en eski günlük
gazetesi
Haaret'de Ruth Schuster imzası ile yayınlanan haberdeki
bilgiler doğru ise Galilee Denizi
kıyısında bulunan çakmaktaşı orak bıçakları ve
olağanüstü korunmuş botanik kalıntıları içeren
23.000 yıllık kamp kalıntısı, tahıl ekiminin
binlerce yıl geriye çekilmesini sağlayabilir.

İsrail'in kuzeyinde Filistin'den işgal edilen
topraklarda yer alan Celile bölgesinde (Galilee,
HaGalil, el-Celil),
Ohalo II adlı prehistorik yerleşim alanındaki kamp
kalıntılarında bulunan tarım aletleri; bu
konuda şu ana kadar bilinen bulguları çok daha
eskilere götürecek ipuçları olabilir.

Celile'de 23 bin yıllık oldukları saptandığı iddia
edilen, tahıl ürünü kalıntıları ve parlatılmış
çakmak taşından yapılmış orak parçaları bulunduğu
belirtildi. Aynı bölgede daha önce bulunan eşyalar
arasında tahıl öğütmede kullanılan değirmen taşı
olabileceği tahmin edilen insan elinde şekillenmiş
bir taş bulunmuştu.
Ohalo II arkeolojik kazı
alanının paleolitik sakinlerinin günlük
yaşamlarını avcılık, toplayıcılık ve
balıkçılık ile sürdüğü varsayılıyordu ama son
bulgular ışığında buğday ve arpa yetiştirdikleri de
kabul edilmeye başladı.
Kimi arkeologlar, bulgulara dayanarak "tarım tarihi
açıkça en az 23.000 yıl geriye gidiyor" iddiasında
bulunurken Hayfa Üniversitesi Zinman Arkeoloji
Enstitüsü'nden arkeolog Prof. Dani Nadel, "Celile'de
tarım yapıldığı" fikrine katılmıyor.

Prof. Dani Nadel, "Burada küçük çaplı tahıl
yetiştiriciliği yapıldığına ilişkin kanıtlarımız
var. Ancak tarım çok daha karmaşık ve
ekonominin merkezine oturan, herkesin içine alan
yaşam biçimi olarak tanımlanıyor. Dolayısı ile
buradaki tahıl yetiştiriciliği tarım kültürü olduğu
anlamına gelmiyor. İnsanların burada yerleşik
olmadığını, zaman zaman kamp kurduklarını da
söyleyebiliriz. Fakat yerleşik olmasalar da düzenli
olarak buraya gelip, ottan kulübeler inşa edip, kamp
kuruyorlardı. Yani bu insanlar tarım kültürü
insanları değil ama tarımla uğraşmışlar" dedi.
"Hububat yetiştiriciliği, Ohalo sakinlerinin, sahip
oldukları birçok stratejiden yalnızca bir tanesiydi.
Spetlerinde pek çok farklı yumurta taşıyorlardı. Hem
bitkilerden hem de hayvanlardan
yararlnıyorlardı. Tahıllar, göldeki balıklar,
avladıkları hayvanlar, kuşlar, özellikle tavuk ve
bitkilerden oluşan avcı-toplayıcı ürünler, ile besin
kaynaklarını zenginleştireceklerdi" diyor Nadel.
Otları taştan oraklarla
kesiyorlardı

Celile bölgesinde
Ohalo II adlı
prehistorik yerleşim alanı; kuraklık ve İsrail ile
Suriye'de aşırı göçle artan nüfusun artan su
kullanımıyla nehirlerin debisinin azalmasıyla,
Celile Denizi'ndeki su seviyesinin düşmesinde
istifade arkeologlar tarafından
keşfedilmişti.
Tarih Öncesi çağlarda burada kamp
kuran insanlara ait bulgular uzun zamandır
inceleniyordu. Sadece öğütülmüş tahıl
kalıntıları değil aynı zamanda değirmen taşı ve
ahşap ya da kemik bir kola takıldığı tahmin edilen,
bilenmiş ve cilalanmış orağa ait çakıl taşları,
Ohalo havzasında 23.000 yıl önce
tarımla uğraşıldığının ipuçlarını veriyor.
Alanda
1989 yılında
dünyanın en eski saz kulübelerinin ve ottan yapılmış
yatakların kalıntıları keşfedilmişti. Prof. Dani
Nade ve botanikçi Ella Werker'ın 1999 yılında
kulubelere dair yayınladıkları makalede, ocakların
kulüblerin dışında olduğuna dikkat çekilmiş ve bunun
otlardan yağılan kulübelerin yanmamsı için doğal
olduğunu belirtmişlerdi.
2005 yılında yapılan kazılarda
ise 8 adet tam
olarak ne için kullanıldıkları belirlenemeyen ahşap
alet kalıntısı, gıda artıkları ve Akdeniz'den
toplanmış kabuklardan yapılmış boncuklar
bulunmuştu.

Kazılarda çok sayıda taş aleti bulunurken, bu
aletlerden bazılarının tahıl hasatında
kullanılan orak bıçakları olduğu tespit edildi.
Kömürleşmiş tahıl ve bitki kalıntılarının karbon-14
yöntemiyle yaklaşık 23.000 yıl öncesine tarihlenmesi
ile MÖ 21.000 yıllarına insanların "tarım
bilincine" sahip olduğunu gösterdi.
Haifa Üniversitesi'ndeki Zinman Arkeoloji
Enstitüsü'nden Dr. Iris Groman-Yaroslavski ise
Ohalo II'de bulunan beş çakmaktaşı orak bıçağının çimenleri kesmek için kullanıldığına inanıyor ve "Tahıl
ekiminin tek seferlik olmadığını biliyoruz. Kanıtlar
bunu gösteriyor fakat hasat için kullanılan aletteki
taşların keskinliği ve kaplamadaki hasarın azlığı dikkat çekici. Kullanım-yıpranma analizi bu
aletlerin çok fazla kullanılmadığını gösteriyor"
diyor.
Alanda bulunan
tahılların morfolojik incelemesi bulunan tahılların,
yabani tahıl standlarının standartlarının üstünde
olduğunu ve tahıl tarlalarında yetişen zararlı
tipik yabani otların az olduğunu gösteriyor.
Bar-Ilan Üniversitesi botanik arkeologlarından Ehud
Weiss ve Ainit Snir konu üzerinde çalışmalarını
sürdürüyor.
arkeolojikhaber.com, 20.07.2017
|
CENGİZ İZNİ KAPTI
İşadamı Mehmet Cengiz’e ait Hüseyin Avni Paşa
Korusu’nun içerisinde inşaat çalışmaları tüm hızıyla
sürüyor. İstanbul 6 Numaralı Kütür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu, korunun içindeki Hüseyin Avni
Paşa Köşkü’nün şüpheli bir şekilde kül olmasının
ardından Cengiz’in aslına sadık kalınarak
yapılacağını açıkladığı köşk inşaatına istediği
“setaltı otopark”a onay verdi. Son kararı Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu yerinde inceleme
yaptıktan sonra verecek. Koru ve köşk Boğaziçi
Öngörünüm Bölgesi’nde kalıyor.
Üsküdar’daki 81 dönümlük arazi üzerinde 3 bin
ağacın bulunduğu Fethi Paşa Korusu’nda yer alan
Hüseyin Avni Paşa Köşkü, 2002 yılında “yıkılmadan
korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı” olarak
tescillendi.
Cumhuriyet, 2009 yılında TMSF tarafından satılığa
çıkarılan koruyu ve köşkü, Cengiz İnşaat Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in satın aldığını
kamuoyuna duyurmuştu. Köşkü restore etmek için
2014’te koruma kuruluna başvurulduğu sırada tarihi
yapı şüpheli bir yangında küle döndü. Tartışmalı
şekilde başlayan inşaat için 19 Mart 2015’te “müze
ve kütüphane” yapılmak üzere yapı ruhsatı
düzenlendi. İnşaat sırasında köşkün sahil yoluna
cephesi olan tarihi bahçe duvarı ve yeşil örtü yok
edildi.
Cumhuriyet, 2009 yılında TMSF tarafından satılığa
çıkarılan koruyu ve köşkü, Cengiz İnşaat Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in satın aldığını
kamuoyuna duyurmuştu. Köşkü restore etmek için
2014’te koruma kuruluna başvurulduğu sırada tarihi
yapı şüpheli bir yangında küle döndü. Tartışmalı
şekilde başlayan inşaat için 19 Mart 2015’te “müze
ve kütüphane” yapılmak üzere yapı ruhsatı
düzenlendi. İnşaat sırasında köşkün sahil yoluna
cephesi olan tarihi bahçe duvarı ve yeşil örtü yok
edildi.
Setaltı otoparkı
Yükseklik farkı olan arazilerde 2 metreye kadar
kazılarak yapılan otoparklardır. Otoparkların girişi
ve çıkışı dışarıdan görünebilir fakat otoparkın
üzeri doğal zeminle örtülür.
Cumhuriyet, Haber:
Hazal Ocak, 20.02.2017
|
30 YIL DAMGALARIN PEŞİNDE TÜRK KÜLTÜRÜNÜN İZİNİ
SÜRDÜ

Sosyolog Mustafa Aksoy, 30 yıldır
Sibirya'dan Türkmenistan'a, İran'dan Kosova'ya kadar
uzanan geniş bir coğrafyada tespit ettiği
para, kilim, halı ve mezar taşlarının
üzerindeki damgalardan Türk kültür ve tarihini
araştırıyor. Orta Asya, Anadolu, Balkanlar ve Doğu
Avrupa'daki 17 ülke ve 12 özerk bölgede çalışmalar
yapan Aksoy, damgalardan Türklerin tarihte ve
günümüzde yaşadıkları coğrafyaların sınırlarının
görülebileceğine dikkat çekiyor.
AA muhabirine açıklama yapan Marmara Üniversitesi
Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Mustafa Aksoy, ‘tarihin sessiz dili olarak
nitelendirdiği damgaları, amatör ve akademik olarak
30 yıldır araştırdığını belirtti.
‘SOSYAL DNA TEORİSİ’ OLARAK ADLANDIRDIĞI
DAMGALARI TANIMLAMAYA ÇALIŞIYOR
Damga (tamga) kavramının Türk-Moğol halkları
tarafından kullanıldığını dile getiren Aksoy,
damgaların nasıl oluştuğu konusunda kesin bilgi
olmasa da genel olarak kayalardaki işaretlerin,
resimlerin zamanla damgalara dönüştüğünün ifade
etti.
Aksoy, damgaların, bir dilin alfabeleri ve aynı
zamanda ait oldukları sosyal grupların miras
bıraktığı ilk anlatıların yanı sıra duygu ve
düşüncelerin ifadesi, bireyin ve sosyal grupların
estetik ve beğenilerinin tezahürü olduğunu dile
getirerek bu nedenle damgaları açıklamak için
dünyada ilk defa "sosyal DNA teorisi", yani "sosyal
genetik kültür teorisi" olarak adlandırdığı yeni bir
kültür teorisi kavramı çerçevesinde damgaları
tanımlamaya çalıştığını belirtti.
DAMGALARDAN TÜRKLERİN İZLERİNİ TAKİP ETMEM
MÜMKÜN
Aksoy, Kazakistan'dan başlayıp Özbekistan,
Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, İran,
Türkiye, Ukrayna, Moldova, Romanya, Makedonya,
Ukrayna, Kosova, Bulgaristan gibi 17 ülkede, Altay,
Hakasya, Tuva, Karakalpakistan, Kırım, Nahçıvan,
Gagauzya, Başkurdistan, Tataristan, Çuvaşistan gibi
12 özerk bölgede kendi imkanlarıyla yürüttüğü saha
araştırmasında damgaların neden ve kimler tarafından
yapıldığını inceleyerek kaynağını sorgulamaya
çalıştığını kaydetti.
30 yıllık çalışmasını 2014’te 18 yıldır üzerinde
çalıştığı Türkçe ve İngilizce hazırlanan ‘Tarihin
Sessiz Dili Damgalar’ kitabında topladığını
belirten Aksoy, bulduğu damgalardan Türk dünyasında
en yaygın kullanılan 208 damgaya kitabında yer
verdiğini sözlerine ekledi.
Aydınlık, 19.02.2017
|
REMBRANDT'IN KÖPEK ÇİZİMİ ORTAYA ÇIKTI
Avrupa ve
Hollanda sanatının önemli ressamlarından Rembrandt’a
ait olan köpek çizimi ortaya çıkartıldı.
Almanya’daki Herzog Anton Ulrich Müzesi, hayvan
çizimleriyle tanınan Johann Melchior Roos’a ait
olduğu düşünülen köpek çiziminin yapılan araştırma
ve incelemeler sonucunda Hollandalı
ressam Rembrandt’a ait olduğunu açıkladı.
Uzmanların orijinal eserlerle yaptıkları
mikroskobik incelemeler sonucunda Terrier cinsi
köpek çiziminin 1606-1669 yılları arasında yaşayan
ünlü ressam Rembrandt’a ait olduğu ortaya
çıkartıldı. Ressamın, 16. yüzyılda farelerle
mücadele amaçlı Hollanda’ya getirilen Terrier cinsi
köpeklerden etkilendiği ve köpeğin boynundaki
tasmanın da farelerden korunma amacıyla dikenli
olduğu düşünülüyor.
sanatkaravani.com, 19.02.2017
|
PROF.DR. IŞIK HEKATOMMOS'U ANLATTI

Muğla'nın Bodrum
İlçesi'nde düzenlenen konferansta Prof.Dr. Fahri Işık, 2500 yıl öncesine ışık tutan
lahit, Hekatommos Anıt Mezarı hakkında bilgiler
verdi.
Akdeniz Ülkeleri Akademisi Vakfı (Akademia
Vakfı) tarafından Bodrum Herodot Kültür Merkezi'nde
'Hekatomnos Lahdi' adlı konferans düzenlendi.
Akademia Vakfı'nın yürüttüğü 'Mozole Restitüsyom
Projesi' doğrultusunda düzenlenen konferansı
Prof.Dr. Fahri Işık verdi. Konferansı Bodrum Kaymakamı
Bekir Yılmaz'ın yanı sıra, Vakıf Başkanı Özay
Kartal, yönetim kurulu üyeleri ve Bodrum'da yaşayan
akademisyenler ve Bodrumlular izledi. Konferansın
açılış konuşmasını yapan Akademia Vakfı Başkanı Özay
Kartal, vakıf olarak Bodrum'un ve yakın çevresinin
tarihine, kültürüne ve geçmişine ışık tutacak
konferans ve etkinlikleri düzenlemeye çalıştıklarını
ve bu doğrultuda Türkiye'nin saygın
akademisyenlerini Bodrum'da ağırladıklarını söyledi.
Daha sonra Prof.Dr. Fahri Işık, slayt gösterisi
eşliğinde Hekatommos Anıt Mezarı, Lahti, Satraplar
ve Eceler konulu konferans verdi.
Işık
konferansında yedi yıl önce Milas'ın Hisarbaşı
Mahallesi Uzunyuva Mevkii'nde bulunan Hekatommos
Anıt Mezarı, yazıtlar ve bulgular ile ilgili olarak,
"Milas'ta bulunan Hekatommos mezarı bunların en
önemlisi. Duvarlardaki resimler gitmiş, en az iki üç
kez mezarın içi yukarıya kadar dolmuş. Lahdin üst
kısmında yumurta dizisi ve kuşak büyük oranda
ortadan kalkmış. Lahtin uzun yüzü doğuya bakıyor.
Boyu, İskender Lahti'ne yakın. Bunun karı koca için
düşünülmüş bir anıt mezar olduğunu sanıyoruz. Bu
muhteşemlikte bir lahit, tek parça kapağa sahip
değildi. Mermerle örtülüydü. İkili gömü ile
bağlantılı olduğunu buradan çıkarıyoruz" diye
konuştu. Prof.Dr. Fahri Işık, Hekatommos Anıt
Mezarı'nın özelliklerini Hellenistik dönem anıt
mezarları ve lahitleriyle karşılaştırarak anlattı.
İstanbul'daki bir laboratuvarda, lahtin renk ve
boyalarının saptanmaya çalışıldığını belirten Işık,
renklerin Atina mezar kabartmalarıyla birebir
benzerlikler taşıdığını belirterek, "Lahdin ön
yüzünde bir aile şöleni betimlendiğini, bu divan
sahnesinin neyi içerdiği konusunda araştırmaların
devam ettiğini söyleyebilirim. Bunun öte dünya
betimlemesi olmadığına eminiz. Bunu Yeni Hitit, Asur
ve Likya dönemi tapınak ve mezar betimlemeleriyle
karşılaştırarak anlıyoruz. Bu kabartmalar günlük
yaşama aitti, bir keyif anını anlatıyordu, öldükten
sonraki yaşamı betimlemiyordu" dedi. Konferans
izleyenlerin Işık'a soruları ile sona erdi.
Hürriyet, Haber: Yaşar Işık, 18.02.2017 |
500 YILLIK SOKULLU MEHMET PAŞA CAMİİ YENİDEN İBADETE
AÇILDI

Restorasyon çalışmaları tamamlanan 500 yıllık tarihi
Sokullu Mehmet Paşa Camii yeniden ibadete açıldı.
Caminin açılış törenine katılan Beyoğlu Belediye
Başkanı Ahmet Misbah Demircan, “Sokullu Mehmet Paşa
Camii insanların Haliç’in kenarında özellikle
gittiği, parklar bahçeler içerisinde huzurlu çevresi
olan bir yer olarak daha da gün yüzüne çıkacak”
dedi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sadrazam
Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1578 yılında Mimar
Sinan’a yaptırılan Sokullu Mehmet Paşa Camii,
İstanbul Valiliği Yatırım İzleme Koordinasyon
Başkanlığı Kültür Varlıkları Şube Müdürlüğü
tarafından restore edilerek yeniden hizmete açıldı.
Caminin açılış törenine; Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah Demircan, İstanbul İl Müftüsü Prof.Dr.
Hasan Kamil Yılmaz, Beyoğlu Müftüsü Aydın Yığman,
Sokullu Vakfı Başkanı Abdulkadir Sokullu ve Sokullu
ailesinin yanı sıra çok sayıda vatandaş katıldı.
500 yıllık cami dualarla yeniden açıldı
Sokullu Mehmet Paşa Camii, kılınan Cuma namazının
ardından kesilen kurdele ile hizmete açıldı. Daha
sonra İstanbul İl Müftüsü Prof.Dr. Hasan Kamil
Yılmaz’ın yaptığı duanın ardından açılışa katılan
vatandaşlara etli pilav, ayran ve tatlı ikram
edildi. Tarihi caminin beş yıl süren restorasyon
çalışmaları için yaklaşık 9 milyon lira harcandı.

"Beyoğlu bir birinden değerli tarihi yapıtların
yer aldığı bir ilçe"
Açılışta konuşan Beyoğlu
Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Beyoğlu’nun
bir birinden değerli tarihi yapıtların yer aldığı
bir ilçe olduğunu belirterek, “Osmanlı imparatorluğu
döneminde padişahların ve Sokullu Mehmet Paşa, Kılıç
Ali Paşa, Piyale Paşa gibi birçok paşaların çok
değerli eserlerinin olduğu bir ilçedeyiz. Sokullu
Mehmet Paşa Camii de bu eserlerden bir tanesi.
Gerçekten içeride ayrı bir huzur ile namazımızı
kıldık. O ne güzel mimari o ne güzel iç duygunun
dışarıya yansımış hali, mükemmel bir cami” dedi.
"Sokullu Mehmet Paşa Camii daha da gün yüzüne
çıkacak"
Başkan Demircan, “Burada Karaköy e doğru
bütün sahil yapılıyor. Bir de 10 metrelik bütün
Halici çevreleyen bir yürüyüş yeri yapılıyor. Bütün
bu çalışmalar tamamlandığında Sokullu Mehmet Paşa
Camii insanların Haliç’in kenarında özellikle
gittiği, parklar bahçeler içerisinde huzurlu çevresi
olan bir yer olarak daha da gün yüzüne çıkacak.
Cenabı Allah bundan sonra güzel hizmetler yapmayı
hepimize nasip eylesin” şeklinde konuştu.
"Caminin hizmete açılışının mutluluğunu ve gururunu
yaşıyoruz"
Sokullu Vakfı Başkanı Abdulkadir
Sokullu ise, caminin restorasyon sürecinin beş yıl
sürdüğünü belirterek, “1807 yangını ve 1894
depreminden sonra 1938 yılında onarılmaya başlanan
cami 1941 yılında ibadete açılmıştı. Bugün ikinci
büyük onarımının tamamlanıp yeniden hizmete
açılışının mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Ben
Sokullu Mehmet Paşa’nın 13. kuşak torunu olarak
vakıf üyelerimiz ve Sokullu ailesi adına bu
restorasyon çalışmalarında emeği geçen herkese
teşekkür ediyorum” dedi.
Beyoğlu Müftüsü Aydın
Yığman da caminin restore edilmesinde emeği geçen
herkese teşekkür ederek, “Allah devletimize zarar
vermesin. Rabbim camimizi ruhuna uygun olarak
kullanmayı bizlere nasip eylesin” ifadelerini
kullandı.
Milliyet, 18.02.2017 |
BATAKLIK HARİKASI
Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan Efes Artemis
Tapınağı bakımsızlık ve ilgisizlikten bataklığa
döndü. Yakın tarihe kadar her yıl milyonlarca
turistin gezdiği İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki tapınak
arazisinde yağmur suları kazı çukurlarını doldurdu.
Güvenlik, sadece panodaki uyarılardan ibaret.

Dünyanın 7 Harikası’nı derleyen Sidon’lu Antipader,
Artemis Tapınağı’nı gördüğünde şöyle demiş:
“Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini
gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını
kaybetti ve dedim ki: İşte! Olimpus’un dışında,
Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.”
Oysa
bugün bu ihtişamdan eser yok. İzmir’in Selçuk
İlçesi'nde ‘Dünyanın 7 Harikası’ arasında yer alan ve
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan
Artemis Tapınağı, bataklık içinde ve terk edilmiş
vaziyette. Dünya harikasından çok bir çöplüğü
andırıyor. Turizmin yoğun olduğu yıllarda Efes’i
ziyarete gelen iki milyonu aşkın ziyaretçinin önemli
bir kısmının gezdiği tapınak, bugün girişine konan
paslanmış bir tanıtım panosu dışında bir turizm
alanı görünümünde bile değil. Çevre düzenlemesi,
gezi güzergahının olmadığı tapınak kaderine terk
edilmiş boş bir tarlayı andırıyor. Yağmur suları
kazı çukurlarını doldurmuş vaziyette. Güvenlik ise
sadece panolardaki uyarılardan ibaret.
YENİ PROJEYİ BEKLİYOR
Efes Müzesi
yetkilileri tarihi tapınak için bir süredir üzerinde
çalıştıkları bir proje olduğunu ve bunun koruma
kurulunca da onaylandığını belirtiyor. Mevcut
durumun kendilerini de çok rahatsız ettiğini anlatan
yetkililer Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile
önce tapınak etrafının çevre düzenlemesinin
yapılacağını, tabandan gelen suyu kontrol altına
alacaklarını, gezi güzergahı oluşturulacağını,
ziyaretçilerin bilgilendirilmesi amacıyla tapınağın
maketinin görülebilir bir noktaya yerleştirileceğini
söylüyor.

2500 YILLIK
MABET
Tarihi tapınak Lydia Kralı
Kroisos tarafından MÖ 560-550 yıllarında İon
düzeninde yaptırıldı. MÖ 356’da Herostratus isimli
bir delinin tapınağı yakması üzerine aynı büyüklükte
ancak, 3 metre daha yüksek olarak yeniden inşa
edildi. 55.10 x 115 metre boyutlarında, mermer
heykelleriyle ünlü tapınak, Hellenistik dönem
tapınaklarının en büyüğüydü. Tapınak, 262 yıllarında
Gotlar tarafından yıkıldıktan sonra bir daha
onarılmadı.
KAZILARI 1869'DA BAŞLADI
Efes’te ilk arkeolojik kazılara, British Museum
adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlandı.
Tapınakla ilgili bulunan pek çok eser British
Museum’a götürüldü. Avusturya Viyana Müzesi’nde de
Artemis tapınağından götürülen çok sayıda eser
bulunuyor. Efes Müzesi’nde ie iki büyük Artemis
heykeli sergileniyor. Tapınak hem İngiliz hem de
Avusturyalılarca yağmalanmış durumda. Tapınak’tan
geriye mermer parçaları, sütun başları, tanbur gibi
mimari parçalar kaldı. Tapınak alanında sadece bir
sütun gelişi güzel üst üste dizilerek sergileniyor.
Diğer mimari parçalar ise etrafa gelişi güzel
atılmış vaziyette.

Tapınağın orijinalinin böyle görüldüğü düşünülüyor.
PANODAKİ UYARILAR
Girişteki panoda ziyaretçilere şu uyarılar
yapılıyor:
-Yasaklanmış bölgelere girmeyiniz.
(Yasaklanmış bölge yok)
-Eserlerin üzerlerine
çıkmayınız. (Engel olacak görevli yok)
-Eserleri
çizmeyiniz. (Denetleyecek görevli yok)
-Herhangi
bir parça almayınız. (Kontrol yapacak kamera da
görevli de yok)
-Elektrik kablolarına dokunmayın.
(Kabloların başında uyarı yok)

TAPUSU
AVUSTURYALILARDA
Tapınağın
bulunduğu arazi Avusturya adına 1893 yılında
kazılara başlayan Viyana Üniversitesi’nden Prof.Dr.
Otto Bendorf’un varislerine ait. Osmanlı döneminde
Bendorf’a bağışlanan araziler içinde yer alan
Artemis Tapınağı’nda Kültür ve Turizm Bakanlığı
kullanım hakkına sahip.
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 18.02.2017 |
SARIKAMIŞ MÜZESİ EKSİ 20 DERECEDE GEZİLECEK
Orman
ve Su İşleri Bakanlığınca yürütülen çalışmayla inşa
edilen ve bu yıl hizmete girmesi planlanan Sarıkamış
Panorama Müzesi, sanal gerçeklik gözlüğüyle
gezilebilecek, sıfırın altında 20 derece soğuk
ortamda o anı yaşatacak.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından yürütülen
çalışmayla Sarıkamış Allahuekber Dağları Milli
Parkı'nda inşa edilen ve bu yıl hizmete girmesi
hedeflenen Sarıkamış Panorama Müzesi, ziyaretçileri
zaman yolculuğuna çıkaracak. "Sanal gerçeklik
gözlüğü" takan ziyaretçiler, müzedeki panoramik
sahneleri adeta birebir yaşayacak.
Sarıkamış Harekatı ve Kafkas Cephesi ile ilgili
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay
Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi
(ATASE), Rus kaynakları ve tarihçilerin belge ve
bilgileri incelenerek, netleştirilen bilgiler
Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi'ndeki
Teknopark'ta faaliyet gösteren Umay Müze Tasarım ve
Teknolojileri Şirketi tarafından resmedildi.
Misafirler empati yapacak
Müzeyi ziyaret edenler, öncelikle 1015-1914
yılına kadar Kafkasya'da, Türklerin başından
geçenleri okuyup, bilgi edineceği tarih bölümünden
geçecek. Daha sonra harekatın başladığı 22 Aralık
1914'teki hava sıcaklığı sıfırın altında 20
santigrat dereceye sabitlenmiş soğuk odaya ulaşacak
ziyaretçilerin, burada empati kavramı gelişecek.
1915 yılında Ermeniler tarafından Van'ın Zeve
Köyü'nde 2 bin 500 Müslüman'ın katledilmesinin
resmedildiği müzede, 360 derecelik bir sahne de yer
alacak. "Sanal gerçeklik gözlüğü" takan
ziyaretçiler, müzedeki panoramik sahneleri adeta
birebir yaşayacak. Öte yandan Kafkas Cephesi'ne
ilişkin kitapların bulunduğu müzedeki Kafkas Cephesi
Araştırma Merkezi de bölgede bulunan en büyük
kütüphane unvanına sahip olacak.
Akşam,
18.02.2017
|
GERÇEKSE DE SAHTEYSE DE ÜJ BEJ YIL YİYECEKLER
Emekli bir emniyet amiri, halihazırda görevli bir
polis, Çorlulu bir balıkçı, Rizeli bir esnaf ve ünlü
ressam Pablo Picasso... Bu beş benzemezi bir araya
ne getirmiş olabilir? Hikaye, Tekirdağ’da geçiyor.
Tekirdağ Emniyeti, eskiden emniyet müdür
yardımcılığı yapmış Edip K. ve yanındaki dört
kişiyi, Picasso’nun klasik dönemine ait olduğu iddia
edilen bir tabloyu 3 milyon liraya satmaya
götürürken yakaladı. Edip K. ise tablonun kendisine
hediye olduğunu öne sürdü...
Bundan bir buçuk ay önce Tekirdağ Emniyeti
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Müdürlüğü’ne (KOM) bir ihbar telefonu geldi.
Telefondaki kişi, Türkiye’ye kaçak yollardan sokulan
bir Picasso tablosunun, bir alıcıya 3 milyon liraya
satılacağını, resmin yurtdışındaki değerininse 25
milyon dolar olduğunu söylüyordu.
Tekirdağ Emniyeti harekete geçti. Önce tablonun
alıcısıyla temas kurdu, sonra ihbarda adı geçen
kişileri takibe aldı. Emniyet güçleri 9 Şubat’ta
operasyon düzenledi. Beş zanlıyı, iki araçla Marmara
Ereğlisi’nden Seymen’e doğru ilerlerken durdurdu.
ARAÇTAN POLİS ÇIKTI
Durdurulan birinci araçtaki iki kişiden biri
sürpriz bir isimdi: 2008-2011 yılları arasında
Bartın Emniyeti Müdür Yardımcılığı yapmış olan,
Tekirdağ doğumlu Edip K...
Tablo, Edip K.’nın yanında oturan üniversite
öğrencisi oğlu Erdem K.’nın sırt çantasındaydı.
Edip K., sorgu sırasında tabloyu İranlı bir
arkadaşının kendisine hediye ettiğini söyledi. Resmi
satmak için değil, değerini öğrenmek amacıyla Saray
İlçesi'nde adını bilmediği bir ekspere götürdüğünü
iddia etti.

Pablo Picasso’nun (solda) olduğu iddia edilen tablo (altta) katlanarak taşındığı için üstünde kat izleri var. Emekli Emniyet Amiri Edip K.’nın tabloyu 3 milyon liraya satmak istediği iddia ediliyor.
Polisin durdurduğu ikinci aracın direksiyonundaki
Murat G. de emekli Emniyet Amiri Edip K.’nın
akrabasıydı. Kimlik tespiti yapıldıkça iş daha da
ilginç bir hal aldı çünkü araçlardaki tek polis Edip
K. değildi. Diğer zanlılardan Gültekin G. de Rize
Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuruydu. Bünyamin A.
ise Rizeli bir esnaf.
Beş zanlı, adli kontrol şartıyla serbest
bırakıldı. Resimse Tekirdağ Müzesi’nde uzman
olmadığı gerekçesiyle, ekspertiz raporu için Mimar
Sinan Üniversitesi’ne gönderildi. Rize’deki polis
memuru Gültekin G. olay sonrasında açığa alındı.
SAÇMA SAPAN BİR RESSAM
Olayı bir de onun ağzından dinlemek için
yakalanan araçtaki kişilerden Murat G.’yle Çorlu’da
buluştuk. Balıkçılık yapan Murat G., emekli Emniyet
Amiri Edip K.’nın halasının damadı olduğunu,
Tekirdağ’daki babasını ziyarete giderken Marmara
Ereğlisi Balık Pazarı’nda kendisiyle buluştuğunu
anlattı: “Edip K. Tekirdağ’da babasını ziyarete
gidiyormuş. ‘Buluşalım’ dedi. Marmara Ereğlisi’ne
karides almaya gitmiştim. ‘Pazardayım, gel’ dedim.
Bir kahvehanede buluştuk. Çerkezköy’e gitmek
istiyorlardı. Ben de Çorlu’ya kadar götürebileceğimi
söyledim. Yola çıktık, 15-20 dakika sonra polisler
bizi tıpkı filmlerdeki gibi çevirip araçtan
indirdiler.”
Murat G., Picasso resmiyle kesinlikle bağlantısı
olmadığını iddia ediyor. Söylediğine göre, Rize’den
gelen diğer iki kişiyle de kahvehanede oturuken
tanışmışlar. “Saç-sakal birbirine karışmış, çapulcu
tiplerdi. Gültekin G.’nin polis memuru olduğunu,
aracımız durdurulup üzerindeki beylik tabanca
bulunduğunda öğrendim” diyor. “Peki, neden
kendi arabalarıyla gitmediler, onları neden siz
götürdünüz?” diye sorduğumuzdaysa “Edip K.’nın
arabası çok küçüktü, tek kapılıydı, sığmadılar”
diyor.
Zanlılardan bir diğeri, Rizeli esnaf Bünyamin
A.’yla telefonda konuştuk. Polis memuru Gültekin G.
ile aynı araçta yakalanmasını ‘tamamen tesadüf’
olarak nitelendiriyor. Resimle hiçbir ilgisinin
olmadığını söylese de dünyaca ünlü ressam Picasso’ya
kızgın: “Gültekin G.’yi tanımam. Picasso da saçma
sapan bir ressam. İlkokul çocuğuna boya versen, öyle
eciş bücüş resim yapmaz!”
Resmin orijinal olup olmadığı henüz belli değil.
Tekirdağ Emniyeti, resim satılmış olsaydı, 3 milyon
liranın organize örgüt içinde dağıtılmış olacağını
düşünüyor. Emniyet kaynakları, Mimar Sinan
Üniversitesi’ne gönderilen resmin orijinal çıkması
durumunda, zanlıların kültür varlığı kaçakçılığından
3-5 yıl, sahte çıkması halindeyse dolandırıcılıktan
2-3 yıl ceza istemiyle yargılanacağını söylüyor.
PİCASSO’NUNKİLER GİBİ EĞRİ BÜĞRÜ DEĞİL
Tabloyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Tekirdağ
Müzesi Müdürü Önder Öztürk, Picasso’ya ait olduğu
öne sürülen resim hakkında şöyle düşünüyor:
“Resim savcılıktan bize gönderildi. Resmin
arkasında ‘1920’ tarihi ve Arapça’ya benzeyen birkaç
mühür var. ‘Uzmanımız yok, ekspertiz yapamayız’
diyerek İstanbul’a, Mimar Sinan Üniversitesi’ne
gönderilmesini istedim. Şu anda orada orijinal olup
olmadığı araştırılıyor. Şahsi fikrim, reprodüksiyon
olduğu. İnternetten araştırdım, Picasso’nun
resimleri eğri büğrü, bu onlara benzemiyor.”
KAÇAKÇILARIN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇİYOR

Picasso’nun ‘Saçını Tarayan Çıplak Kadın’ tablosu.
1990’daki Körfez Savaşı’nın ardından
Irak askerleri Kuveyt’teki müze ve sanat
galerilerini yağmaladı. Eserlerin büyük bölümünü
Picasso’ya ait olduğu iddia edilen resimler
oluşturuyordu. Bunları 2003’te, ABD’nin Irak’ı
işgalinin ardından devrik Irak lideri Saddam
Hüseyin’in evinden çalınan Picasso tabloları izledi.
Türkiye kaçakçılar için bu sanat eserlerinin geçiş
yolu. İşte Türkiye’de yakalanan ve Picasso’ya ait
olduğu öne sürülen resimlerden bazıları:
Eylül 2010: Saddam Hüseyin’in
sarayından çalınan 3 milyon dolar değerindeki iki
tablo Gebze’de bir operasyonla ele geçirildi.
İstanbul Resim ve Heykel Müze Müdürlüğü’ne
gönderilen tabloların piyasa değerinin yaklaşık 3
milyon dolar olduğu öğrenildi.
Mart 2011: Körfez Savaşı’nda
Kuveyt Müzesi’nden çalınan Picasso’nun nü tablosu,
Balıkesir’de 10 milyon dolara satılmak istenirken
yakalandı.
Ocak 2013: Elazığ Emniyeti, bir
ihbar üzerine Picasso’nun 3 milyon dolara satılmak
istenen ‘Harlequin’s Family’ (Harlequin’in Ailesi)
adlı yağlıboya tablosunu ele geçirdi.
Haziran 2015: Iğdır’da yapılan
operasyonda Türkiye’ye yasadışı yollarla sokulan
Picasso’ya ait iki yağlıboya tablo ele geçirildi.
Ocak 2016: İstanbul Emniyeti,
Bakırköy’de Picasso’nun ‘Femme habiller ses cheveux’
(Saçını Tarayan Çıplak Kadın, altta) olduğu iddia
edilen resmi ele geçirdi. Resim, 8 milyon TL’ye
satılmak üzereydi.
EN DEĞERLİ ÇALINTI PİCASSO’LAR
- La Coiffeuse (Kuaför): ABD,
Paris’te 14 yıl önce bir müzeden çalınan yağlıboya
tabloyu, 2007’de Washington’daki Fransa
Büyükelçiliği’ne teslim etti. Tabloya yaklaşık 15
milyon dolar değer biçildi.
- The Naked Woman (Çıplak
Kadın): 2009 Ağustos’unda, Irak’ın güneyindeki
Razzia’da çalınan ‘Femme Nue’ (Çıplak Kadın) adlı
tabloyu 450 bin dolara satmak isteyen bir kişi
yakalandı. Değeri 10 milyon dolar olan tabloda
Picasso’nun imzasının yanı sıra Kuveyt Müzesi’nin
damgası da bulunuyordu.
- Le Pigeon aux Petit Pois (Küçük Gagalı
Güvercin): Tablo, 2010’da Paris’teki Modern Sanat
Müzesi’nden çalındı. Uzmanlar, resim bugüne dek
zarar görmediyse değerinin 90 milyon TL’den fazla
olduğunu söylüyor.
Hürriyet, Haber: Gülden
Aydın, 18.02.2017
|
KARAKÖY YOLCU SALONU'NDA CİDDİ HASAR
Modern
mimarlık mirasının simge yapılarından Karaköy Yolcu
Salonu'nun denize bakan cephesi dün akşam henüz
belirlenemeyen bir nedenle çöktü.

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nin
karşısında yer alan Karaköy Yolcu Salonu'nun denize
bakan cephesinde dün (16 Şubat 2017) akşam
saatlerinde henüz belirlenemeyen bir nedenle çökme
oluştu. Oda yetkilileri, tescilli yapı statüsündeki
yolcu salonunda yaşanan çökmenin, ön taraftaki bir
duvarın yıkımı sırasında yaşanan titreşimden
kaynaklanmış olabileceğini belirtiyor.

Karaköy Yolcu Salonu'nun deniz tarafında yaşanan
hasar, sosyal medyada da geniş yankı
uyandırdı. Mimar-araştırmacı Zafer Akay, Facebook
sayfasından yaptığı paylaşımda, yapının simgesel
değerine vurguda bulundu.

Fotoğraflar: Ali Bozoğlu Arşivi
Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu
salonu
Prof.Dr. Rebii Gorbon ile Yüksek Mühendis
Mektebi hocası, Fransız mimar George Debes'in,
1935'te açılan İstanbul Limanı Yolcu Salonu Proje
Müsabakası'nda birincilik ödülü alan Karaköy Yolcu
Salonu projesi 1937 yılında hayata geçirilmişti.
Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu uğurlama ve
karşılama salonu niteliğindeki yapı, yeni kurulan
Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli amaçlarından biri
olan taşımacılıktaki gelişimi ve ulusallaştırmayı
simgeliyordu.

Karaköy Dış Hatlar Yolcu Salonu, 1950'ler / kaynak: tarihtarih.com

Karaköy
Yolcu Salonu, 2000'ler / kaynak:
baronvonplastik.blogspot.com.tr
Yapı, Haber:
Amber Eroyan, 17.02.2017
******
KARAKÖY YOLCU SALONU YIKILDI
Tarihi Karaköy yolcu salonunun denize bakan tarafı
Galataport projesi inşaatı nedeniyle iş
makineleriyle yıkıldı. Mimarlar Odası yıkıma sert
tepki gösterirken, proje yönetimi “binanın birebir
aslı gibi tekrar yapılacağını” açıkladı.

Cumhuriyet döneminin önemli mimari eserlerinden
biri olarak kabul edilen tarihi Karaköy yolcu
salonunun denize bakan cephesi, Galataport projesi
kapsamında yıkıldı. Galataport projesi yönetimi,
yıkımın “can güvenliği kriteri” nedeniyle
yapıldığını belirterek, restorasyon çerçevesinde
“birebir aslı gibi yapılacağı” taahhüdünde bulundu.
Yıkım işlemini sert dille eleştiren Mimarlar Odası
ise “yapının yıkılmadan korunacağı açıklanmıştı”
sözleriyle tepki gösterdi.
Mimar Rebii
Gorbon tarafından tasarlanan ve 1940’lı yıllarda
inşa edilen bina, ilk olarak 2002’de İstanbul 1
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından ‘korunması gereken kültür varlığı’ olarak
tescil edilmişti. Tarihi Yolcu Salonu, 2015 yılında
da bu kez 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu tarafından 1. grup ‘korunması gereken
kültür varlığı’ olarak tescillenmişti.
‘YIKMAYACAĞIZ DEDİLER’
Yıkıma
tepki gösteren TMMOB Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Sami
Yılmaztürk şunları söyledi: “1940’larda tamamlanan
bina erken Cumhuriyet döneminin özgün yapılarından
birisidir. Karaköy Yolcu Salonu ilk modern deniz
yolcu salonu olması gibi taşıdığı tarihsel, kültürel
değerlerin yanı sıra mekanları itibarı ile sosyal
yaşamdaki yeri itibarı ile korunması gereken bir
eserdir. Bu yıkıma ilişkin elimizde bir karar yok.
Neye dayanarak yıkıldı, bununla ilgili elimizde
hiçbir bilgi yok. Galataport adı ile anılan projenin
dayanağı olan planlara açmış olduğumuz dava
çerçevesinde daha 10 gün önce keşif yapıldı. Hakim
ve bilirkişi huzurunda ilgililerle yapının
yıkılmadan korunacağı açıklanmışken, yapının
yıkılması kabul edilemez.”
GEREKÇE:
CAN GÜVENLİĞİ
Galataport Projesi
yönetimini üstlenen Salıpazarı Liman İşletmeciliği
ve Yatırım A.Ş.’den yapılan açıklamada can güvenliği
gerekçesiyle kontrollü bir yıkım yapıldığı söylendi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Galataport
Projesi kapsamında, Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili
restorasyon çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum ve
mercilerden gerekli izinlerin tamamlanması ile
başlamıştır. Bu çerçevede yapının yerinde
güçlendirilerek korunabilecek bölümleri ile koruma
çalışmaları için dahi yeterince güçlü olmayan
bölümleri belirlenmiş ve çalışmalar bu iki bölüm
dikkate alınarak planlanmıştır.
Restorasyon
projesi kapsamında yaptırılan taşıyıcı sisteme
yönelik araştırmalar sonucu, yapı ‘Can Güvenliği’
kriterini sağlamadığı için korunabilen kısımlar ile
riskli bölümler arasındaki bağ koparılmış, iki bölüm
birbirinden kontrollü bir şekilde kesilerek
ayrıştırılmıştır. Korunacak bölümde gerekli güvenlik
önlemleri alınmış; can güvenliğini tehdit eden
bölümler ise kontrollü olarak yıkılmıştır. Kent
kimliğinin önemli bir ögesi olan Karaköy Yolcu
Salonu, restorasyon projesi kapsamında mimari
karakterine uygun olarak; özgün detay, boyut,
doluluk boşluk oranları ile birebir aslı gibi
yapılarak şehre kazandırılacaktır.”
Hürriyet,
Haber: İdris Emen, 18.02.2017
******
"KARAKÖY YOLCU SALONU'NUN YIKIMI KABUL EDİLEMEZ"
Geçtiğimiz hafta akşam saatlerinde ani bir
şekilde yıkılan Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nden
açıklama geldi.
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi tarafından yapılan 20 Şubat 2017
tarihli basın açıklaması şöyle:
"Galataport kapsamında restore edileceği
açıklanan Karaköy Yolcu Salonu, 17
Şubat 2017 günü proje yöneticileri tarafından
yıkılmıştır. Cumhuriyet dönemi mimari mirasımızın
önemli bir parçası olan yapının yıkılmasının
teknik/bilimsel ve hukuki herhangi bir gerekçesi
ortada yokken, tarihi ve kültürel mirasımızı
korumakla yükümlü idari kurumlar tarafından henüz
herhangi bir açıklama da yapılmış değildir.
Karaköy Yolcu Salonu 1935 yılında Denizcilik
İşletmeleri tarafından açılan yarışma sonucunda
Mimar Rebii Gorbon tarafından tasarlanmış ve
1940'larda inşa edilmiştir. Yapı, erken Cumhuriyet
döneminin özgün yapılarından biridir. Yeni kurulan
Türkiye Cumhuriyeti'nin denizyollarına, deniz
taşımacılığına vermiş olduğu önemin bir göstergesi
olarak dönemin zor ekonomik koşullarına rağmen
projesi yarışma ile elde edilmiştir. İlk modern
deniz yolcu salonu olarak döneminin tasarım
anlayışını, teknolojini ve malzeme kullanımını
yansıtması açısından taşıdığı mimari değeriyle
birlikte İstanbul'un sosyal yaşamının bir parçası
olarak işlev görmüş olması, taşıdığı tarihsel,
kültürel değerleri nedeniyle korunması gereken bir
eserdir.
Nitekim 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma yasası kapsamında İstanbul I Numaralı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2.10.2002
gün ve 14294 sayılı kararıyla yapı "korunması
gerekli kültür varlığı" olarak tescil edilmiş, aynı
kurulun 05.03.2015 tarih ve 3210 sayılı kararıyla
koruma grubu I olarak belirlenmiştir.
Korumacılığın tartışılmaz kuralları gereği böyle
bir eserin restorasyonunun yıkılmadan yapılması,
zorunlu ise mimari değeri bozulmadan yapının
güçlendirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki yapının
statik olarak güvenilir olduğuna dair bilimsel bir
rapor da söz konusudur.
Sadece on gün önce, "Galata Port" adı ile anılan
projenin dayanağı planlara karşı açmış olduğumuz
davayla ilgili olarak yerinde yapılan keşifte hakim
ve bilirkişi huzurunda ilgililerce yıkılmadan
korunacağı açıklanmış olan yapının yıkılması kabul
edilemez.
Hiçbir tedbir alınmadan dolgu üzerindeki
yapıların önünde denize kazık çakılmasına ve dolgu
yapılmasına izin verilmesi, bu önemli mimarlık
değerimizin korunması için yeterli özenin
gösterilmediğini, hatta yapının gözden çıkarıldığını
göstermektedir. Denize kazık çakılırken, dolgu alan
üzerindeki tarihi yapıların bodrum katlarında iş
makineleri ile kazı yapılırken, yapıların
mukavemetini sağlayacak hiçbir tedbirin alınmamış
olması, çok sonradan tescilli yapıların sadece
Kemankeş Caddesi cephelerinin askıya alınması,
Karaköy Yolcu Salonunun yıkılmasının ardından diğer
yapıların da yıkılması için gerekçe mi yaratılıyor
sorusunu akla getirmektedir.
Kamu malı niteliğindeki tescilli tarihi, kültürel
ve mimari mirasımıza zarar verenler hakkında Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında
işlem başlatılmasını ve en kısa zamanda kamuoyunun
bilgilendirilmesini bekliyoruz."
Yapı, 20.02.2017
******
GALATAPORT'TAN KARAKÖY YOLCU SALONU AÇIKLAMASI
Türkiye'nin ilk modern deniz
yolcusu uğurlama ve karşılama salonu olma özelliğini
taşıyan Karaköy Yolcu Salonu'nun yıkılmasıyla ilgili
tartışmalar sürerken, konuyla ilgili Galataport
tarafından yapılan açıklama metnini aynen
aktarıyoruz:
Yapılan açıklamanın metni şöyle;
Bölgesel ve makroekonomik açıdan Türkiye
ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlayacak olan,
içeriğinde barındırdığı pek çok farklı faaliyet
alanı ve yatırım ile sadece Türkiye ekonomisine
değil ülke turizmine de önemli katkılar sunacak olan
Galataport Projesi kapsamında yürüttüğümüz yapım ve
restorasyon çalışmaları son hızla devam etmektedir.
Galataport Projesi kapsamında, Karaköy Yolcu
Salonu ile ilgili restorasyon çalışmaları, ilgili
tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin
tamamlanması ile başlamıştır. Bu çerçevede yapının
yerinde güçlendirilerek korunabilecek bölümleri ile
koruma çalışmaları için dahi yeterince güçlü olmayan
bölümleri belirlenmiş ve çalışmalar bu iki bölüm
dikkate alınarak planlanmıştır.
Restorasyon projesi kapsamında yaptırılan
taşıyıcı sisteme yönelik araştırmalar sonucu, yapı
'Can Güvenliği' kriterini sağlamadığı için
korunabilen kısımlar ile riskli bölümler arasındaki
bağ koparılmış, iki bölüm birbirinden kontrollü bir
şekilde kesilerek ayrıştırılmıştır. Korunacak
bölümde gerekli güvenlik önlemleri alınmış; can
güvenliğini tehdit eden bölümler ise kontrollü
olarak yıkılmıştır.
Kent kimliğinin önemli bir ögesi olan Karaköy
Yolcu Salonu, restorasyon projesi kapsamında mimari
karakterine uygun olarak; özgün detay, boyut,
doluluk boşluk oranları ile birebir aslı gibi
yapılarak şehre kazandırılacaktır.
Türkiye'ye değer katacak bu projeyle ilgili
çalışmalarımızı büyük bir inanç ve kararlılıkla,
tamamen yasal çerçeve ve teamüller çerçevesinde;
tarihe, çevreye, insana ve şehre saygı ilkesini
gözeterek sürdürdüğümüzü kamuoyuna saygıyla
bildiririz.
Proje aşamasında yapılan farklı analiz,
laboratuvar ve saha ölçüm sonuçları aşağıdaki
şekildedir:
- Yapının temelleri suya doygun kum tabakası
ve dolgu üzerine oturmaktadır. Bu sebeple
depremde sıvılaşma olması halinde yapının kısmi
olarak gömülmesi ya da yan yatma riski
bulunmaktadır. Bunun ilk belirtileri 1999
depreminde görülmüş; sol blok ile orta bloğun
derz boyunca açıldığı tespit edilmiştir. Bu
sonuç, zeminin çok zayıf olmasından kaynaklı
yapı temelinde dönme olduğunu göstermektedir.
- Beton dayanımı sonuçlarına göre, deprem
bölgelerinde yeni inşa edilecek yapılarda beton
basınç dayanımının minimum 20 Mpa (C20) olması
gerekirken, bu yapıdaki beton basınç dayanımı 12
MPa olarak hesaplanmıştır.
- Yapıda bölgesel açma ve ferro-scan cihazları
ile yapılan donatı tespitlerinde nervürlü olması
gereken donatının düz olduğu, miktarlarının yeni
yapılar için öngörülen donatı oranlarının çok
altında olduğu, enine donatının
sıklaştırılmadığı ve donatı detaylarının yeni
yapılar için öngörülen detaylardan farklı olduğu
görülmüştür.
- Yine donatılarda, yapının deniz kenarında
olmasından, beton kalitesinin düşüklüğünden ve
uzun süreli bakımsızlıktan kaynaklı ileri
derecede korozyon olduğu tespit edilmiştir.
Donatıda meydana gelen korozyondan dolayı
betonda yer yer kopmalar ve donatıya paralel
yönde çatlaklar oluşmuştur. Korozyon
aktivitesinin hızla devam ediyor olması yapının
her geçen gün mevcut dayanımını kaybettiği
anlama gelmektedir.
- Yapının bulunduğu ortamda çevresel etkiler
dikkate alındığında, beton sınıfının C35/37
olması gerekmektedir. Yapının inşa yılı da göz
önüne alındığında beton, kullanım ömrünü
tamamlamıştır.
- Deniz cephesindeki kolonlar ve içeride
çeşmenin iki kenarındaki kolon çok narin olup,
zamana bağlı dayanım kaybı veya depremde ilk
hasarın oluşacağı ve kısmi göçmenin olacağı
bölgeler olarak tespit edilmiştir.
- Deprem yükleri altında hesaplanan kat yer
değiştirmelerinin izin verilen limitlerin
oldukça üzerinde olduğu görülmüştür. Başka bir
deyişle, yapının yatay rijitliği yetersiz
görünmektedir.
- Yapının deprem karşısında güvenlikli bir
performans sergilemesi beklenmemektedir. Elde
edilen değerler ile mevcut kapasiteler arasında
çoğu alanda iki kat gibi yetersizlik
bulunmaktadır. Bu yetersizlikler, bölgesel
eleman bazında değil, yapının genelindedir.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 20.02.2017
******
GALATAPORT YIKIMI
SÜRÜYOR: TARİHİ PAKET POSTANESİ DE YIKILDI

Galataport projesi inşaatı nedeniyle iş
makineleriyle yıkılan Tarihi Karaköy Yolcu
Salonu'nun ardından, yolcu salonunun komşuluğunda
bulunan 1'inci derece tarihi bina olan Paket
Postanesi'nin aynı proje kapsamında yıkıldı.
Tescilli binaların yıkımı ve inşaatın çevreye zarar
verdiği iddialarına yönelik basın toplantısı
düzenleyen Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, kendi
binasının da yer aldığı Kemankeş Caddesi'nde
çatlaklar ve çevre binalarda hasarlar oluştuğunu
söyledi. Oda temsilcileri bu konuda gerekli önlem ve
tedbir almayan sorumlu yetkililer hakkında suç
duyurusunda bulunduklarını açıkladı.
GALATAPORT TARİHİ PAKET POSTAHANESİNİ DE
YUTTU
Doğuş Grubu ve Bilgili
Holding ortaklığıyla yürütülen Galataport projesi
kapsamında Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu
uğurlama ve karşılama salonu Karaköy Yolcu Salonu
yıkılarak, küçük bir kısmı ayakta kalmıştı. Karaköy
ve Tophane arasında uzanacak Galataport projesi
kapsamında 'Paket Postahanesi de yıkıldı. Sahil
boyunca uzanan ince uzun binanın denize bakan ön
cephe duvarı ile kısa yan duvarları ayakta
bırakıldı. Şantiye sebebiyle panolarla kapatılan
inşaat çalışmaları yükseğe çıkıldığında görülüyor.
İş makinalarının çalıştığı alanda, zemine beton
enjekte ediliyor.
Paket Postahanesi'nin koruma grubu 5 Mart 2015
tarihinde birinci derece olarak belirlenmişti.
İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu 9 Haziran 2016
tarihinde “Paket Postanesinde gerekli güçlendirmeler
ve yapısal müdahaleleri gerçekleştirdikten sonraö,
İstanbul Modern Müzesi'nin buraya taşınmasının uygun
olduğunu belirtmişti.
MİMARLAR ODASI: ÇEVRE BİNALARDA HASAR VE
ÇATLAKLAR VAR
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Karaköy
Salıpazarı Limanı'nda devam eden Galataport projesi
nedeniyle tescilli binaların yıkımı ve inşaatın
çevreye zarar verdiği iddialarına yönelik basın
toplantısı düzenledi. Kemankeş Caddesi'nde çatlaklar
ve çevre binalarda hasarlar oluştuğunu, yol
seviyesinin yükselerek kaldırım hizasına ulaştığını
belirten oda temsilcileri bu konuda gerekli önlem ve
tedbir almayan sorumlu yetkililer hakkında suç
duyurusunda bulunduklarını açıkladı. Mimarlar Odası
Büyükkent Şube Başkanı Sami Yılmaztürk ve Şube ÇED
Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı tarafından
düzenlenen toplantıda konuşan Yapıcı, Karaköy
Limanı'nın planlarda kruvaziyer liman alanı olarak
görülmesine rağmen, alanda 5 yıldızlı otellerin
yapıldığını söyledi. Projenin planlarını basına
gösteren Yapıcı, “Zemin üstü tamamen alışveriş
merkezi ve ofis bloklarına ayrılmış, gümrük ve
ulaşım dahil tüm liman faaliyetleri bodrum katlara
atılmıştır" dedi.
“ÇEVRE BİNALARDA ÇATLAK, KAYMA VE
DEFORMASYONLAR OLUŞUYOR"
Proje alanı içinde çakılan
kazıkların ve enjekte edilen betonun, komşu
binaların zemin katlarından ve yollardan fışkırdığı
iddiasında bulunan Yapıcı, “Alt yapı sistemlerinin,
çevre binaların fiziksel bütünlüğünü tehdit edecek
biçimde zemin morfolojisi bozulmakta başta Kemankeş
Caddesi olmak üzere inşaattan etkilenen bölgede
ciddi çatlak, kayma ve deformasyonlar
oluşturmaktadır" dedi.
Geçtiğimiz günlerde yıkılan Karaköy Yolcu Salonu'na
da değinen Yapıcı, “1940'larda inşa edilmiş erken
Cumhuriyet döneminin özgün yapılarından Karaköy
Yolcu Salonu'nun yıkılmasına neden olan Galataport
projesinin içerdiği fonksiyonlar itibariyle
yarattığı ve yaratacağı tahribat son derece ciddi
boyutlara varmış durumdadır" diye konuştu. Paket
Postanesi'nin de yıkım kararı olmadan
güçlendirilerek korunmasına dair raporlar
bulunmasına rağmen dış duvarları hariç yıkıldığını
ifade eden Yapıcı, aynı şekilde tescili bulunan
Merkez Rıhtım Han binasının da benzer bir uygulamaya
maruz kaldığını ifade etti.
PAKET POSTAHANESİNİN TARİHİ
'Eski Paket Postahanesi' 1892'de başlayan Galata
Rıhtım inşaatı sürecinde, 1907-1911 yılları arasında
Gümrük binası olarak inşa edildi. Boğaz ile Kemankeş
Caddesi arasında ince, uzun bir yapı şeklinde uzanan
bina, daha sonra günümüzün kargo şirketlerine benzer
bir şekilde sadece paket kabul eden ve gümrük işlemi
yapan bir işlev kazandı. Erken dönem betonarme bina
örneklerinden olan binanın arduvaz kaplamalı kubbesi
bulunuyordu. Binanın üzerindeki kubbeli mekan
yapıldığı dönemin oldukça ileri yapım teknikleri
kullanılarak inşa edilmişti. Kubbenin üst örtüsünde
ahşap kaplama üzerine arduvaz kullanılmıştı.
Birgün, 02.03.2017
******
MİMARLAR ODASI
GALATAPORT İÇİN SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, tescilli kültür
varlıklarının “Galataport Projesi” kapsamında yok
edildiğini savunarak, Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç
duyurusunda bulundu.

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi,
Galaport Projesi başlıklı basın toplantısı
düzenledi.Toplantıda Şube Yönetim Kurulu Başkanı
Sami Yılmaztürk ve Yüksek Mimar Mücella Yapıcı
açıklamalarda bulundu. Yapılan açıklamada, “Son
yıllarda; tüm yaşamsal, doğal, tarihi, kültürel,
kamusal varlıklarımız; akıl almaz bir ısrar ve
hızla, çılgın/ mega diye adlandırılan şov projeleri
eşliğinde; devlet garantili kar ve iş alanı olarak
küresel şirketlerin emrine ve ilgisine sunuluyor.
Küresel rant sermayesinin ihtiyaç bildirimine göre
değerlendirmeyi kalkınma ve büyümenin temeli olarak
kabul eden bu anlayışın son kurbanlarından birisi de
Karaköy/Galata/Salıpazarı kıyı bölgesindeki doğal,
tarihi ve kültürel mirasımız oldu. Karaköy (Galata)
Rıhtımı ve Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne bağlı
‘İstanbul Liman İşletmesi’ olarak faaliyetin sürdüğü
Salı Pazarı Liman Bölgesi, Galata Kulesi, Kılıç Ali
Paşa Camii, Tophane Çeşmesi, Nusretiye Camii,
Nusretiye Saat Kulesi, Tophane-i Medrese-i Amire
Binası, Sokullu Camii gibi eserlerle aynı konumda
olup İstanbul siluetinin çok önemli bir parçası”
denildi.
“Galataport Projesi
ciddi tahribat yarattı”
Açıklamada,
hiçbir önlem alınmadan çevrede deprem etkisi yaratan
gece yarısı yıkımından sonra yeniden gündeme gelen
ve TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
tarafından dava konusu edilen Galataport projesinin
içerdiği fonksiyonlar itibariyle yarattığı ve
yaratacağı tahribatın son derece ciddi boyutlara
vardığı belirtildi.
Açıklamada, Mimar
Prof.Dr. Rebii Gorbon tarafından tasarlanan ve
1940'larda inşa edilmiş bulunan erken Cumhuriyet
döneminin özgün yapılarından Karaköy Yolcu Salonu
ile ilgili de bilgiler yer aldı. 17 Şubat’ta günü
yıkılan Karaköy Yolcu Salonu’nun yanı sıra Paket
Postanesi’nin de yıkım kararı olmadan
güçlendirilerek korunmasına dair raporlar
bulunmasına rağmen üç cephesinin dış duvarları
dışında tamamen yıkıldığının belirtildiği
açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescilli,1910 yılında
inşa edilen Çinili Rıhtım Han ve Merkez Rıhtım Han
da aynı benzer uygulamaya maruz kalıyor. Antrepo-20
yapısının yıkılması dışında tescilli yapıların
restorasyon projelerinde söz konusu yapıların
korunmasının esas alındığı görülüyor. Ancak,
İstanbul limanın ihtiyacı olan ofis, yolcu salonu,
idare, gümrük gibi kullanışlara göre inşa edilmiş
bulunan tarihi yapılar, topluca otel fonksiyonuna
dönüştürüldü. Ve korunması öngörülen tarihi
binaların altına; zeminin dolgu ve çok hassas olduğu
bu bölgede, komşu yapıları ve tescilli yapıların
fiziksel bütünlüğünü risk altına alan bir biçimde bu
otellere hizmet verecek servis alanları mutfak, SPA
ve otopark gibi bodrum katları inşası öngörüldü.
Daha da vahim olarak tarihi Dersaadet rıhtımlarına
ek olarak Cruise gemilerin yanaşabilmesi ve tarihi
rıhtım yapılarını güçlendirilmesi amacıyla inşa
edildiği söylenen ve inşası sırasında ortaya çıkan
vibrasyonlar ile proje alanındaki tarihi binaların
cephelerinde ve yakın çevrede gözle görünür hasarlar
yaratan ek rıhtım yapısı ise ‘yarı kamusal alan’
gibi planlama literatüründe bulunmayan bir
tanımlamayla söz konusu otellerin havuz ve dinlenme
terası olarak planlandı. Kılıç Ali Paşa Mahallesi,
Amerikan Pazarı Sokak,139 pafta,2498 ada, tescilli
72 ve tescilsiz 73,74 parseller olarak onaylan
projelerde; zemin üstü tamamen alışveriş merkezi ve
ofis bloklarına ayrıldı, gümrük ve ulaşım dahil tüm
liman faaliyetleri bodrum katlara atıldı. Bütün bu
riskler ve kamu yararı göz önüne alınarak devam
edenuygulamaların daha da fazla geri dönüşü olmayan
zararlara neden olmaması için ivedilikle
yürütmesinin durdurulması ve iptali için yargıya
başvuruldu. Ancak bu dava, şimdiye kadar
rastlanmayan bir hızla, idari yargı tarafından
dosyası dahi açılmadan hukuken kabulü mümkün olmayan
bir gerekçeyle usul açısından iptal edildi ve bu
karar tarafımızdan temyiz edildi.”
“Bölgede ciddi
çatlak, kayma ve deformasyonlar oluştu”
Proje alanı içinde rıhtım yapıları için çakılan
kazıkların hasar yarattığının ifade edildiği
açıklamada, “Hiçbir önlem alınmadan yapılan zemin
çalışmaları sırasında enjekte edilen beton, komşu
binaların zemin katlarından ve yollardan fışkırıyor.
Altyapı sistemlerinin, çevre binaların fiziksel
bütünlüğünü tehdit edecek biçimde zemin morfolojisi
bozuluyor. Başta Kemankeş Caddesi olmak üzere
inşaattan etkilenen bölgede ciddi çatlak, kayma ve
deformasyonlar oluşturuyor. Salı Pazarı Limanı Deniz
Turizm Tesis Alanı (Kruvaziyer Liman) inşaatı
kapsamında oluşan yıkım ve hasarlar ile inşaat
çevresindeki yapıların can ve mal güvenliğini tehdit
eden inşai uygulamalar, zorunlu olarak kamuoyunu
bilgilendirmek üzere bulunması gereken inşaat ruhsat
tabelaları yerine; yapılan uygulamalarla ilgisi
olmayan slogan ve fotoğraflar ile süslenmiş perde
duvarlar ardına sığınılarak yapılıyor” denildi.
“Her türlü hukuki
girişimde bulunmaya devam edeceğiz”
Açıklamada, tüm bu nedenlerden dolayı yatırımcı
şirket dahil olmak üzere, bu inşai uygulamalara izin
veren ve denetim sorumluluğu bulunan kamu
idarelerinin yetkilileri hakkında soruşturma
başlatılarak eylemlerine uyan suçlardan haklarında
ceza davası açılması talebi ile Cumhuriyet
Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu
belirtildi.
Açıklama, “Yaşamsal ve
kamusal varlıklarımızın; doğal, tarihi ve kültürel
değerlerimizin bilinçsizce talan edilmesine yönelik
uygulamalara dün olduğu gibi bugün de “Hayır”
demeye; mesleki, bilimsel ve etik ilkeler ışığında
kamu ve toplum yararına her türlü hukuki girişimde
bulunmaya devam edeceğiz” ifadeleri ile son buldu.
Yapı, 02.03.2017
******
YOLCU SALONU
YIKIMINDA NEELR YİTİRİLDİ?
Tophane Salıpazarı Limanı
Turizm Tesis Alanı Projesi ya da bilinen adıyla
Galataport Projesi, başından bugüne, bilinmezlik
üzerinden biçimlenmiş bir süreçtir. Projenin
kamu yararı medyada göz alıcı görsellerle
savunulmaktadır. Oysa, perdelenmiş proje alanı
bugün dahi alandaki kullanım ve biçimlenme
senaryosuna ait – birkaç reklam panosu dışında-
somut bir veri barındırmamaktadır. Bu yaklaşım,
aynı zamanda tasarım ve koruma tartışma ve
anlama olanağı yaratmamaktadır. Çağdaş liman
kullanımı ve mekan yaratma gerekçesi ile olma
vurgusu bağlamında kendini konumlandığı 20.
yüzyıl katmanından fiziksel olarak ayrışmayı
hedeflemiş görünmektedir. Liman ile bağlantılı
işlevi, mimarlığını ve koruma anlayışını
tartışma ve anlama olanaklarını yaratmamaktadır.
Proje kapsamında
gerçekleşen yıkımlar, Salıpazarı antrepoları ile
başlamış, 20 no’lu Antrepo ve tescilli Paket
Postanesi ile devam etmiştir. Kamuoyunda
tartışma yaratan son yıkım, yine bir kültür
varlığı olan Yolcu Salonu’nda gerçekleşmiştir.
İstanbul’un kıyı çizgisinin özgün bir kesitini,
Karaköy rıhtımının silüetini değiştirecek bu
süreç, mimarlık ve koruma alanına dair sorular
ve yanıt arayışlarının tartışılması beklentisini
yaratmış, ancak proje aktörlerinin tartışma
ortamına katılımı, önceki aşamalarda olduğu gibi
son derece sınırlıdır.
Bu süreçte alanı koruma
açısından değerlendirmek ve kaybedilen nedir
sorusuna yoğunlaşmak yapılan müdahalelerin
etkilerini daha anlaşılır kılacaktır.
Kentsel Referans:
Yolcu Salonu’nun dahil olduğu
dizideki yıkımlarla İstanbul kentsel referans
noktalarından birini kaybetmektedir.
Kamuoyunun Yolcu salonu
yıkımına tepkisi, nostaljinin hakim olduğu
duygusal bir tepki değildir. Kentlinin aidiyet
duygusunu, referanslarını yitirmekteyiz. Oysa,
Yolcu Salonu kente bir referans noktası olarak
üretilmiştir, tasarlanmış anıt kavramının
modernist bir örneğidir: Kentin deniz ve kara
ulaşım akslarından algılanabilir kulesi, bir
referans noktasıdır. İstanbul’un deniz ulaşımın
giriş-çıkış kapısı Yolcu Salonu’dur. İşlevi
bağlamında tektir ve İstanbul’un ulaşım ve
turizm tarihinin parçası olacak, özellikle
Liman Lokantası ile sosyal hayatta yer bulan
mekanlardan biri olacaktır. İşlevinin
biçimlendirdiği mimari, bir yarışma sürecinin
sonucunda elde edilmiştir. Yarışmaya ilişkin
tereddütler, projenin uygulama projesine dair
revizyonlar ve yarışmanın aktörlerinin yorumları
aslında bugün de olması beklenen tartışma
ortamını - Arkitekt Dergisi’nin 1930’larda
yarışma sonuçlarını yayınlaması ve sonrasında
inşa edilecek yapının tartışmalı karar süreci-
oluşturma çabasındadır.
Tarihi Kentsel
Peyzaj Alanı:
Kıyı boyunca yapılan
değişiklikler, İstanbul’un tarihi kentsel peyzaj
alanında kayıplara neden olmaktadır.
Denizcilik
İşletmeleri’nin kullandığı yapılar 20. yüzyıl
başına tarihlenen Merkez Rıhtım Han ve Çinili
Rıhtım Han, Eski Gümrük Merkezi (daha sonra Eski
Paket Postanesi)’dir. 1938’de diziye
eklenen 20 no’lu Antrepo ve 1937-1941 yılları
arasında inşa edilen Yolcu Salonu, yıkım
öncesine dek özgün işleviyle kullanılması mümkün
olan modernist yapılardır.
Karaköy sahili ve sahilin
bir parçası olan Denizcilik İşletmesi yapılar
grubu, 1993 yılından itibaren Beyoğlu Kentsel
Sit Alanı kararı sınırları içinde
değerlendirilmektedir. Çağdaş koruma anlayışı,
kent ölçeğinde “Tarihi Kentsel Peyzaj”ı korumayı
amaçlar: Kıyıdaki arazi kullanımı, Boğaz’ın
özgün kıyı çizgisi ve İstanbul’un özgün
topoğrafyasının bileşeni olarak bu veriler
üzerinde yükselen 20. yüzyıla ait özgün yapılar
grubunun oluşturduğu kent deseni, İstanbul’un
gündelik deniz ulaşımında ve kent yaşantısının
içinde var olmaktadır. Özgün Boğaz kıyı çizgisi
ile 20. yüzyılın ilk yarısına dair mimari
biçimlenmenin bir arada oluşturduğu peyzaj,
kentin hafızasında tanımlanmıştır. Ölçek ve
ritimler açısından ortaklıklar yakalayan dizge,
kıyı silüetinde de, kara cephesinde de
anıtsallığı ve niteliği ile dikkat çekicidir.
Rıhtım Han, Çinili Han ve Eski Paket
Postanesi yüzyıl başının Art Nouveau ve
Neo-klasik, eklektik örnekleridir. Modernist
anlayışın ürünleri olan 20 No’lu Antrepo ve
Yolcu Salonu bu diziye 1930’ların sonunda
eklenir. Modern mimarinin mevcut silüet ile
kurduğu ilişki ve oluşturduğu tarihsel
süreklilik korunmaya değerdir.
Yolcu Salonu’nun merkezde
yer aldığı bu peyzaj alanında gerçekleşen
değişimler ve kayıplar projenin en önemli aktörü
olduğu iddia edilen kamuoyunda, belirsizlikten
kaynaklanan endişeyi tetiklemektedir.
Kültür Varlığı
Olarak Yolcu Salonu:
Yolcu
Salonu’nun yıkımı, özgün niteliklerini
koruyabilmiş bir kültür varlığının kaybıdır.
Türkiye Denizcilik
İşletmeleri, kullanımında olan ve Yolcu
Salonu’nu içeren yapılar grubu için, 1999
yılında mevcut durumun tespitine, belgelemesine
ve değerlendirmesine başvuruldu.
1999-2000 arasında
gerçekleşen ve YTÜ Mimarlık Fakültesi
Restorasyon Anabilim Dalı tarafından yürütülen
belgeleme çalışmalarının ardından, alanın ve
tekil yapıların değerleri belirlendi. 20 no’lu
Antrepo dışındaki yapılar kültür varlığı olarak
tescillendi: 10.01.2001 tarih ve 12528 no’lu
kararda, Karaköy Yolcu Salonu yapısının koruma
grubu II olarak belirlenmiş, eklentilerden
arındırılması ve restitüsyon projesi, buna ek
olarak 1999 depremi ardından ortaya çıkan
hasarlara ait teknik rapor istenmiştir. 02.10
2002 tarih ve 14294 sayılı tescil kararında ise
kültür varlığı olarak tanımlanmıştır.
Yapı taşıdığı nitelikler
ile “kültür varlığı” statüsündedir. Bu yasal
durum, yapının yıkılamayacağını, yıkım
gerçekleşmesini gerektiren şartlarda ise yapının
rekonstrüksiyonunun yapılmasını, Türkiye
Mimarlık Tüzüğü’ndeki ifadeyle “kendi parselinde
daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, özgün
mimarisi, malzeme ve yapım tekniğiyle ilk
durumuna uygun olarak projelendirilmesi ve
uygulanması”nı gerektirir.
Yapının yeniden
projelendirme sürecinde güncellenen bilgiler,
2014 yılında yapılan mimari değerlendirmelerde
detaylı olarak belgelenmiştir. Bu tarihte, özgün
cephe düzeni, kütle biçimlenişi, iç mekan
organizasyonu, malzeme ve donatılarının
korunduğu nadir örneklerden biridir. 1940’ların
mimarlık kültürü bu yapıyı özgün bir belge
kimliğiyle korumayı, başka bir deyişle, en az
müdahale ile korumayı gerektirirken, tüm özgün
malzemesini yitirerek yıkılmıştır.
Modern Mimarlık
Mirasının Kaybı:
Yolcu Salonu,
modern mimarlık mirası değerlendirmelerinde,
uluslararası boyutta, modern mimarlığın
korunması için kurulmuş DOCOMOMO Çalışma
Grubu (Modern Hareket’in Belgelenmesi ve
Korunmasına Dair Çalışma Grubu) tarafından
tanımlanan estetik, teknolojik, sosyal, referans
olma niteliklerine sahip bir yapıdır.
Kültür varlığı,
barındırdığı nitelikler ile tanımlanır. Yapım
tarihinin yakın geçmişte oluşunun önemi, 21.
yüzyılın çağdaş koruma kuramında gerek
kamuoyunda gerek yasal düzenlemelerde önemini
büyük ölçüde yitirmiştir. Her mimarlık döneminin
temsilcileri korunmalıdır. Yapı, modernist kent
katmanının bir temsilcisi ve belgesidir.
Üretildiği çağın teknoloji ve mimarlık alanında
o çağın üretimine dair izler taşıdığı aşikardır.
Bu değerlerin kabulü
döneme ilişkin temel koruma sorunudur. Değerleri
konusunda ortak kabul sağlanamaması, bir sonraki
aşama olan restorasyonu mümkün kılmamaktadır.
Tercih, yapının tescile değer görülmemesi ve
çoğunlukla da yıkılması yönünde olmaktadır.
Yapının estetik değeri,
modernist dilin ögeleri ile biçimlenir. İşlevin
strüktür ve malzeme ile biçimlenmesi, yalın bir
dille ifade bulur ve kendini dizinin 20. yüzyıl
başı yapılarından ayırt eder.
Mimari biçimlenişteki
güçlü modernist kurgu, bugün var olmayan deniz
cephesinde strüktürel elemanların
biçimlendirdiği yatay-düşey vurgular ve yarı
açık- kapalı mekan dengesinde ve net geometrik
biçimlerin seçiminde kendini göstermekte idi.
Yıkılan iç mekandaki özgün malzeme, renk ve
donatıların günümüzdeki varlığı ve niteliği ,
estetik değerin yanısıra tasarım özgünlüğünü
vurgulamaktadır.
Dizi ile ilişki kurma
çabası ise oranlar ve ritmin yorumlanmasındadır
ve bu da estetik değeri güçlendirir. Yapının
yalınlaştıkça estetik değerinin azalıyor oluşu
anlayışı yaygınlığını yitirmelidir.
Yolcu Salonu ve 20 no’lu
Antrepo, dizinin diğer yapılarından farklı
olarak ferbetonun kullanıldığı karma sistem
yerine betonarme yapım sistemi ile inşa
edilmiştir. Betonarmenin hasar tespiti ve
restorasyonu Türkiye’de en az uygulanan koruma
biçimi olmaya devam etmekte. Kendine özgü
taşıyıcılık yitimi sorunları olan sistemin
restorasyonu çok az sayıda kültür varlığı için
uygulanabilmiştir. Strüktürel hasarlara bağlı
nedenlerle yıkım ve yeniden yapım tercih
edilmektedir.
Modern antrepo yapısı,
proje süreci içinde ilk kaybedilen modernist
yapıdır, tescile değer görülmemiş ve
yıkılmıştır.
Yolcu Salonu’nda taşıyıcı
sisteminde 1999 depremi ardından gözle görünen
hasarlar tespit edilmiş, buna zeminden
kaynaklanan, ayrıca son dönemde rıhtıma yapılan
müdahalelerin de dilatasyon derzlerinde
açılmanın artışı ile de gözlemlenen
taşıyıcılık kaybına ilişkin hasarlar
eklenmiştir. Yapıda güçlendirme olanaklarının
hangi detayda tartışıldığı bilinmemektedir ve
karar , bu dönem yapılarında çokça rastlandığı
üzere yıkım yönünde alınmıştır. Yapının
rekonstrüksiyonu gündemdedir.
Yapının kaybı,
İstanbul’un kent yaşantısında yeri olan bu
referans noktasının ortadan kalkmasıyla
toplumdaki değerini güncellemeyi sağlamıştır.
Yeniden Kazanım
Olanakları:
Yıkım ile Yolcu
Salonu’nun tüm özgün malzemesi yitirilmiştir.
Yaşanmışlığa dair eskilik değeri ve sosyal
değeri yitirilmiştir. Tarihi belge olarak
varlığı ortadan kalkmıştır. Yapıyı, söz konusu
rekonstrüksiyon uygulaması ile ne ölçüde geri
kazanabiliriz? sorusu yeni gündem maddelerinden
biridir. Modern mimarlık mirasının korunmasında,
tasarımın özgünlüğünün okunabilirliği ve yeniden
üretilmesi, özellikle referans değeri taşıyan,
ikonik örneklerde uygulanmıştır. Korumanın
yöntemi tasarım özgünlüğü üzerinden
kurgulanıyorsa, kapsamlı restorasyon, tamamlama
ve rekonstrüksiyon uygulamaları
gerçekleştirilmektedir. Ancak bu, özgün malzeme
ve strüktürün, işçiliğin korunabilir olduğu
örnekler için olmamalıdır. Rekonstrüksiyonu
yaygınlaştırmanın bir gerekçesi olmamalıdır.
Mecidiyeköy Likör Fabrikası ya da Karayolları
Genel Müdürlük yapısı gibi kültür varlıkları
mega projelerin yönlendirdiği kararlar sonucunda
yıkılmış ve rekonstrüksiyonun tartışmalı
uygulamaları olarak kent hafızasında yeniden yer
almıştır.
Yolcu Salonu’nun kentsel
referans olarak varlığı, bir simge yapı oluşu,
yeniden üretim seçeneğini destekleyen nitelik.
Ancak bu durumun bir kazanım olarak
tanımlanabilmesi, yapının “kendi parselinde daha
önce bulunduğu yapı oturum alanında, özgün
mimarisi, malzeme ve yapım tekniğiyle ilk
durumuna uygun olarak projelendirilmesi ve
uygulanması” ile mümkün olacaktır. Yapının
belgelenme sürecinde iç mekan biçimlenmesi ve
donatıların tespiti ve tasarımın bu bütüncül
yapısının niteliğini arttırdığı vurgulanmıştır.
Sadece kütle ve cephe biçimlenmesinin yeniden
oluşturulması özgün tasarımın yeniden üretimi
için yeterli kabul edilemez. Ana karşılama
salonundaki renkli asma tavan, mermer çeşme, tüm
mekanlarda bütüncül tasarımın parçaları olan
malzeme kullanımı, döşeme biçimlenişleri,
aydınlatma elemanları, ahşap bankolar gibi yapı
için üretilen özgün detayların yeniden üretimi,
modernist bir tasarımın rekonstrüksiyonunda
gerçekleştirilmesi beklenen uygulamadır.
Yitirilen diğer 20.
yüzyıl katmanının yarattığı boşluklarda kamusal
açık alanlarla desteklenen, çağdaş mimarinin
nitelikli ürünleri ile yeni değerler kazanacak,
ve tarihi kültürel peyzaja eklemlenecek yapılar
üretilmesi beklenmelidir. Bu süreçte proje ve
uygulamaların uzmanlar, kamuoyu ve tüm aktörlere
açık olması ise en acil talep olarak
değerlendirilmelidir.
Arkitera, Yazı: Ebru
Omay Polat, 02.03.2017
|
Manisa’nın
Yunusemre İlçesi'nde yer alan ve bölgede kurulmuş
Aiol kentlerinden biri olan Aigai’deki kazılarda
Halk Meclisi Binası’nda (Bouleuterion) ele geçen
heykeller bilim dünyasına sunuldu.
Almanya’nın Freiburg kentinde düzenlenen
uluslararası sempozyumda bilim dünyasına sunulan
Aigai heykeltıraşlık eserleri sempozyum kitabında da
yer aldı. Söz konusu yayın Aigai Kazı Başkanı,
Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Yusuf Sezgin ve Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr. Serdar Aybek tarafından hazırlandı.
Heykellere ait yazıtlarda heykellerin ait olduğu
kişilerin isimleri ve soyağaçları yer alıyor. 2 bin
200 yıl önce heykelleri üreten heykeltıraşın imzası
da heykellerin üzerinden bulunuyor. Ayrıca
heykellerin orijinal konumları ve işlevleri de Aigai
kazı ekibi tarafından tamamıyla ortaya çıkarılmış
durumda. Tüm bu özellikleri sayesinde çok önemli ve
istisnai bir buluntu gurubunu oluşturan heykeller
bilim dünyası ve uluslararası camiada büyük bir ilgi
ile karşılandı.
HEYKELLER HELLENİSTİK DÖNEME AİT
MÖ 2. yüzyıla (Hellenistik Dönem) ait olan
heykellerden bir tanesi kentin ve meclisin koruyucu
tanrıçası Hestia’ya aitken 6 tanesi ise meclisin
inşaatına sponsorluk yapan bir ailenin bireylerine
ait. Aile bireylerinin isimleri: Apollonidas,
Megiste, Yaşlı Diaphenes, Antiphanes, Aristodike ve
Genç Diaphenes. Bu kişilerin kent meclisinin
inşaatının tamamlanmasında sağladıkları maddi
yardımları nedeniyle, Aigai halkı tarafından
onurlandırıldığı ve heykelleri meclis binasının
içine konulduğu ortaya çıktı.
 
 
manisamanset.gen.tr, Haber: Tunay Aktaş, 16.02.2017 |
İŞLERİ GÜÇLERİ ZARAR VERMEK

Bodrum Yarımadasının
tarihi geçmişinden dolayı define avcıları kaçak
kazılara devam ediyor.
Yarımada genelinde bir çok bölgede farklı
devirlere ait tarihi bölgeler bulunurken, bu
bölgelerden bazılarında zaman zaman kaçık kazılar
meydana geliyor. Define avcıları yaptıkları kaçak
kazılarda tarihi ve doğal değerlere de zarar
verirken, özellikle Göktepe’de yapılan kaçak
kazılarda tarihi kaya mezarları zarara uğruyor.
Yetkililer ve tarih uzmanları Göktepe’de yapılan
kaçak kazılarda gereksiz saçma bir kazı çalışması
yapıldığını belirterek, define avcılarının
Göktepe’de önemli bir şey bulamayacaklarını
söylediler. Genelde Hellenistik ve Roma dönemiyle
tarihlendirilen bu mezarların çevresinde yapılan
kaçak kazılar son yıllarda artış gösterirken,
kazılar sonrasında tarihi mezarlar zarar görüyor.
Yüzlerce kaya mezarının bulunduğu Göktepe tarihi
ve doğal yapısıyla Bodrum’un merkezinde eşsiz
güzellikleriyle doğa tutkunlarını kendine çekerken,
yaşanan bu tür olaylar vatandaşlarında tepkisini
çekiyor.
Çoğunluğu Hellenistik ve Roma Devrine
tarihlendirilen bu mezar odalarının çok azında yer
yer fresk izlerine rastlanırken, bazı kaya
mezarlarının cephelerinde adak taşlarının konduğu
yuvalar görülmektedir.
Bodrum’un genel manzarasını görmek, şehir
surlarını izlemek isteyen birçok turistinde ziyaret
ettiği Göktepe ve çevresinde meydana gelen kaçık
kazılarla ilgili yetkililerin gerekli çalışmaları
yaptığı ve yapmaya devam ettiği, bazı kaçak
kazıların ise adli makamlarca soruşturulduğu
öğrenildi.



bodrummuhabiri.com, 14.02.2017
|
12 - 18 Şubat 2017
|
İSTANBUL MODERN
YENİ BİR DÖNÜŞÜMÜN EŞİĞİNDE
12 yıl önce İstanbul’un liman alanı
Salıpazarı’nda kurulan İstanbul Modern,
önümüzdeki eylül ayına kadar faaliyet
göstereceği binasına muhteşem bir sergi, “Liman”
ile veda ediyor.
Türkiye’nin ilk
modern müzesi olarak kurulan İstanbul Modern,
Salıpazarı’nı dönüştüren Galataport Projesi’yle
birlikte yeni müzesine kavuşacak. Öğle yemeğinde
buluştuğumuz Oya Eczacıbaşı, müzenin 4 Haziran’a
kadar sürecek Liman Sergisi’nden sonra eylül
ayında 15. İstanbul Bienali’ni ağırlayacağını ve
kasımda Karaköy’deki Paket Postanesi’ne
taşınacağını söylüyor. “Bir müzeyi taşımak
oldukça zahmetli. 2.5-3 yıl sonra Galataport ile
eş zamanlı açılacak yeni mekanımıza
döneceğiz” diyor.12
yıl önce Tabanlıoğlu mimarlığın dönüştürdüğü
köhne Antrepo 4 binası, uluslararası
standartlara kavuşmuş, modern tekniklerle
donatılmış bir müze olarak karşımıza çıkacak.
GÖRÜŞMELER
SÜRÜYOR
Yeni proje için yabancı
mimarlık ofisleriyle görüşmeler sürüyormuş.
İstanbul Modern, yabancı
bir mimarlık ofisinde karar kıldığı takdirde bu
modern müzecilik tarihimizde ikinci olacak.
Dolapdere’de inşaatı
devam eden Koç Çağdaş Sanat Müzesi’nin projesini
İngiliz Grimshaw Mimarlık çizmişti.
Gözbebeğimiz İstanbul
için böyle imzalar önemli.
Pompidou Merkezi’nin
mimarı İtalyan mimar Renzo Piano’nun, Louvre
Piramiti’nin mimarı Çinli Amerikalı mimar
Pei’nin Paris’e ya da Guggenheim ile Frank
Gehry’nin Bilbao’ya nasıl değer kattıklarını
düşünün.
Oya Eczacıbaşı’nın
verdiği bilgiye göre, Antrepo 4 binasının
yıkılıp, yeni baştan inşasını Galataport’u
üstlenmiş olan Doğuş ile Eczacıbaşı Grubu
birlikte yapacak.
“Biz zaten İstanbul
Modern’i yenilemeyi düşünüyorduk. Şimdi yıkılıp
baştan yapılmasıyla daha sağlıklı, daha modern
bir müzeye kavuşacağız” diyor.
İstanbul Modern’i parçası
olduğu liman gibi hareketli günler beklerken,
sergiye döneyim.Liman Sergisi, 19. yüzyıldan
günümüze, sanatımızda İstanbul’un deniz ve
limanla ilişkisini ele alan 34 sanatçı ve sanat
kolektifinin 200’e yakın eserlerini kapsıyor.
Çeşitli müzelerden, ünlü
koleksiyonerlerden zahmetle bir araya getirilmiş
sanatçılar.
Aralarında “Saray
Ressamı” diye bilinen Fausto Zonaro da var, 1952
tarihli “Kumkapı
Ermeni Balıkçılar”
koleksiyonundan belgesel tadındaki
fotoğraflarıyla Ara Güler de.
Dalgalı Boğaz’da
denizaltılarıyla Ömer Uluç, Yaşar Kemal’in
“Deniz Küstü” yazı dizisi için yaptığı
resimlerle Abidin Dino, yağlıboya tablolarına
rölyef tekniğini katan 19. yüzyıl ressamı
Mıgırdıç Melkon ve tek tek sayamadığım daha
niceleri sergide yerlerini almış.
İstanbul’un liman
hikayeleri o kadar çok ki. Zamanında
canlılığıyla Verne’in romanlarına konu olmuş bir
liman şehri.Günümüzde dahi dev yolcu gemilerinin
minicik takalarla burun buruna geldiği,
yunusların oynaştığı bir liman.
Çelenk Bafra ile birlikte
serginin küratörlüğünü üstlenmiş olan İstanbul
Modern’in direktörü Levent Çalıkoğlu’nun dediği
gibi “İstanbul limandır, Liman İstanbul’dur”.
Sadece üç haftada 30 bin kişinin gezdiği Liman
Sergisi’ni kaçırmayın.
Müzenin hemen
girişindeki,
Venedik Bienali’nde
Türkiye Pavyonu’dan buraya gelen “Darzana” eseri
de gözünüzden kaçmasın.
HEM SANAT, HEM
EĞİTİM KURUMU
Sohbetimizde Oya
Eczacıbaşı’nın önemli üzerinde durduğu bir konu
var.
“Müzedeki sergiler
nedeniyle ikinci planda kalıyor ama burası bir
sanat kurumu olduğu gibi aynı zamanda bir eğitim
kurumu” diyor.
12 yılda tam 650 bin
çocuk müze ziyaretiyle, çeşitli atölyelerle
sanat eğitiminden geçmiş.
İki yaşından itibaren
yılda 50 bin çocuktan söz ediyoruz.
Nitekim önceki gün Liman
Sergisi’ni gezmeden önce ana sınıfta okuyan
çocuk gruplarını gördük.
Aralarından bazıları,
müzenin koleksiyonuna ait Ekrem Yalçındağ’ın dev
tablosu önünde yere oturmuş, renkler konusunda
bilgi veren öğretmenlerini dinliyordu.
Yurtdışında gıpta ettiğim
manzarayı burada görmek ne hoşuma gitti
anlatamam.
15-24 yaş grubunun,
yüzde 93.9’unun boş zamanlarını televizyon
izleyerek geçirdiği bir ülkede sanat aşkının
küçük yaşlarda aşılanması çok değerli.
Hürriyet, Yazı: Gila
Benmayor, 17.02.2017
|
KAYSERİ YERALTI
ŞEHRİ ZENGİNİ
Obruk Mağara Araştırma
Grubu, Büyükşehir Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı iş
birliğiyle Kayseri'deki 23 yer altı şehrinde ve 6
kaya yerleşiminde yaptığı çalışmayı raporlaştırdı.

Büyükşehir Belediyesi Meclis
Salonu'nda düzenlenen sunumda konuşan Obruk Mağara
Araştırma Grubu Başkanı Ali Murat Yamaç, yer altı
yapılarının tüm dünyada önem verilen bir bilim dalı
olduğunu söyledi.
Kayseri'de 3 yıl önce
çalışmaya başladıklarını ve 14 ayrı araştırma
yaptıklarını ifade eden Yamaç, şunları kaydetti:
"Kayseri'deki
çalışmalarımızda toplam 23 yer altı şehri ve 6 kaya
yerleşimi bulduk, ölçtük, haritaladık ve raporladık.
Bu çalışmalarımızın bazılarından bahsedecek olursak
öncelikli olarak Ağırnas'taki kaya yerleşim yeri
içerisinde 154 ayrı yerleşimi ölçtük.
Değirmendere'de ise bol miktarda kaya yerleşimi, 2
kilise ile koruma altındaki çok sayıda güvercinlik
ölçüldü ve haritalandı. 50 metre uzunluğunda 52
odası ile Türkiye rekoru bulunan Belağası yerleşim
şehri ile Ötedere vadisinde bulunan ve cüzzam
hastalığı için kullanılan 5 katlı yapı da aynı
şekilde ölçülüp, haritalandı. Kayseri ve civarındaki
çalışmalarımızı bitirdikten sonra Tomarza'ya
yöneldik. Bundan sonra çalışması planlanan yerler
ağırlıklı olarak Develi, Tomarza ve Yeşilhisar
civarı."
Hisarcık yöresindeki
Kırlangıç yer altı şehrinde dışa açılan pencere
bulunduğuna dikkati çeken Yamaç, buranın
projelendirilmesi ve turizme kazandırılmasının
düşünüldüğünü sözlerine ekledi.
Belediye Başkanı
Mustafa Çelik de kentte çok başarılı çalışmalar
yapıldığını ve yer altındaki bilinmeyenlerin gün
yüzüne çıkarıldığını dile getirdi.
Kayseri Gündem, 16.02.2017
|
STARBUCKS GOTİK
KATEDRALİN ÇEVRESİNE PALMİYELER DİKTİ, İTALYANLAR
KIZGIN
Milano'nun ünlü katedralinin yanında aniden ortaya
çıkan palmiyeler, ikonik bir İtalyan simgesinin
yanında, yerli olmayan bir bitkinin kullanımı
nedeniyle krize neden oldu.
Krizin 'sponsorlayan'
ise, palmiye ekim projesini üstlenen ABD'li şirket
Starbucks. Kimileri 5 metreyi geçen 42 palmiye
ağacı, 14. yüzyıldan kalan Duomo Katedrali
çevresinde muz ağaçları da yeşertmeyi hedefleyen
planın ilk parçası.
Konuyu değerlendiren ünlü bir
İtalyan mimar ve bahçe tasarımcısı olan Paolo
Pejrone; "Kentsel yeşil alan içindeki bitkiler yerli
olmak zorunda değil ama bu türleri Duomo Meydanı
çevresinde yetiştirmek, neo-Gotik bir ahmaklık gibi
görünüyor" dedi.
Aşırı sağcı lider Matteo
Salvini ise; "Duomo Meydanı'nda palmiyeler ve
muzlar, artık ihtiyacımız olan tek şey develer ve
maymunlar ki İtalya'da gerçekten Afrika yapalım"
ifadelerini kullandı. Starbucks'in geçtiğimiz
günlerde Afrikalı mültecileri istihdam edeceği
haberi üzerine, Salvini "kahvesini içecek başka yeri
olduğunu" söylemişti.
Bahsi geçen ağaçların dikimini, Milan'ın
yeşillendirilmesi girişimi kapsamında, önümüzdeki
yıl İtalya'ya girmeyi hedefleyen Starbucks
üstlendi. Ancak kentin merkez sol kökenli belediye
başkanı Giuseppe Sala da girişime tamamen ikna olmuş
değil. Sala; "Bir vatandaş olarak yargılamayı askıya
alacağım, işin ne zaman bittiğini görelim. Temelde
sevmedim diyemem, orada tarihi bir referans var"
dedi.
Palmiyeler, İtalya'ya özgü
bitkiler değil fakat Roma, Riviera ve Sicilya gibi
ülkenin daha ılıman bölgelerinde yaygın olarak
kullanılıyor. Ülkedeki bazı palmiyeler, modern
İtalyan devletinin tarihinden eski. 18 ve 19.
yüzyılda yenilik arayan aristokratlar tarafından
İtalyan topraklarına getirilmiş.
Faşist lider Benito Mussolini
ise palmiyeleri, ülkenin kısa süren Afrika
imparatorluğu tarihiyle bağdaştırmış.
Milano'daki olanlar soğukluğa
dayanıklı, ve kuzey şehrinin soğuk kışlarına
direnebilecek çeşitlilikte.
Starbucks'ı ülkeye
taşıyacak Antonio Percassi'ye göre ise, şirket
gelecek yılın ikinci yarısında Milan ve Roma'da ilk
satış mağazalarını açmayı ve İtalya'ya girmeyi
planlıyor.
Çarşamba günü yerel
basına verdiği demeçte Percassi, markanın önümüzdeki
beş ila altı yıl boyunca İtalya genelinde 200-300
satış noktası kurmayı hedeflediğini söyledi.
Sol Haber, 16.02.2017
|
TARİHİ ESERLERİ
YURT DIŞINA KAÇIRACAKLARDI
Muğla'da, jandarma ekiplerinin yol kontrolünde ele
geçirilen, 17 ile 19. yüzyıllar arası döneme ait
tarihi eserlerin, Datça üzerinden Yunanistan'a
kaçırılmasının planlandığı belirtildi

Muğla Jandarma Komutanlığı ekiplerince,
Muğla-Antalya karayolu Gülağzı mevkisinde geçtiğimiz
günlerde yapılan yol kontrolünde, 48 SC 406 plakalı
otomobilin bagajında, bez parçalarına sarılı
"Hazreti İsa" ve "haç" figürleri bulunan 4 obje ele
geçirildi.

Olayla ilgili gözaltına alınan 4 şüpheli ifadeleri
alındıktan sonra serbest bırakılırken, objeler
incelenmek üzere Muğla Müze Müdürlüğüne teslim
edildi.

Müze Müdürlüğüne bağlı arkeologların incelemesinde
77 santim yüksekliğinde ve 52,5 santim
genişliğindeki, üzerinde cepheden çarmıha gerilmiş
26,5 santim yüksekliğinde Hazreti İsa figürü bulunan
haçın, Ortodoks kiliselerinde kullanılan Kıpti
Haçı'na benzerliği olan orijinal Latin Haçı olduğu
belirlendi.

Haçın kollarının birleştiği merkezde çarmıhta İsa
figürü yer alırken, kollarında nokta kabartma
bezekler ve kolların uç kısımlarında ise havari
betimlemelerinin bulunduğu kaydedildi.

Eserin bir kiliseye ait olduğunun değerlendirildiği
ifade edildi.

Ele geçirilen haç figürlü
kadeh, dinsel ritüel kabı ve İsa figürlü koku
kabının ise 17. ve 19. yüzyıllar arasına
tarihlendirilebileceği ve bir kiliseye ait olduğunun
düşünebileceği ifade edildi.
Habertürk, 16.02.2017 |
ANADOLU'NUN EN
BÜYÜK KERVANSARAYI RESTORE EDİLECEK
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat
tarafından İpek Yolu üzerinde hem konaklama hem de
ticaret yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla 8 asır
önce yaptırılan Anadolu'nun en büyük kervansarayı
Sultanhanı'nda, restorasyon çalışması
gerçekleştirilecek.
Önümüzdeki ay başlayacak ve 6
milyon liraya mal olacak "Tarihi Sultanhanı
Kervansarayı Restorasyon ve Çevre Düzenleme" Projesi
ile kervansaray içinde halı dokuma ve tekstil
atölyeleri ile halı müzesi gibi mekanlar
oluşturulacak.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdür Vekili
Kemalettin Cengiz Tekinsoy, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Sultanhanı'nın kendileri için özel bir
konumu olduğunu söyledi.
Kervansarayın "Tuz Gölü Özel
Çevre Koruma" bölgesinde yer aldığını ifade eden
Tekinsoy, Genel Müdürlük olarak özel çevre koruma
bölgesinde kalan yerleşimlerin bütün ihtiyaçlarıyla
ilgili çalışma yaptıklarını belirtti.
"Çalışmaların 3 yılda
bitirilmesini öngörüyoruz"
Tekinsoy,
kervansarayın Türkiye için önemli bir eser olduğunu
dile getirerek, şöyle devam etti:
"Sultanhanı gerçekten
ülkemizdeki güzide tarihi eserlerden birisi.
Buradaki restorasyon hem beldenin hem de tarihi
eserin korunması açısından çok önemli bir çalışma
olacak. Uzmanlar projeyle ilgili sunumlarını yaptı.
Güzel bir proje hazırlandı. Bu yıldan itibaren her
yıl 2'şer milyon olmak üzere, toplamda 6 milyon lira
ödenek vereceğiz. İhalesini ve kontrol sürecini
belediye gerçekleştirecek. Biz de protokol
kapsamında maddi destek vereceğiz. Henüz ihale
yapılmadığı için kesin olmamakla beraber
çalışmaların 3 yılda bitirilmesini öngörüyoruz."
Yılda 500 bin turist
ziyaret ediyor
Sultanhanı Belediye
Başkanı Fahri Solak ise en son 60 yıl önce
restorasyon çalışması yapılan kervansarayın belde
için çok önemli olduğunu vurguladı.
Kervansarayın aslına uygun
restore edileceğini anlatan Solak, sözlerini şöyle
sürdürdü:
"Anadolu Selçukluların,
Aksaray-Konya yolundaki en büyük imzası olan
Sultanhanı'nı restore ederek, ecdadımıza vefa
borcumuzu ödemek istiyoruz. Sultanhanı, dünyanın ve
Türkiye'nin en büyük kervansarayı özelliğini
taşıyor. Yılda 500 bin turistin ziyaret ettiği
kervansarayımızı, göreve geldiğimiz ilk günden bu
yana restore etmek için çalışma yürütüyorduk. Çevre
ve Şehircilik Bakanlığımız bu işe sahip çıktı. Belki
tarihinde ilk defa bakanlık, bir Selçuklu eserini
restore edecek."
Akşam, 16.02.2017
|
PERU'DA ULUSAL
KORUMA ALANINDA ARKELOJİK MÜZE
Peru'da, Barclay & Crousse tarafından tasarlanan,
kırmızı pigmentli betondan yapılmış, geometrik
formlara sahip arkeoloji müzesi, daha önce bir
deprem sırasında yıkılan, Paracas Ulusal Koruma
Alanı'nın girişindeki başka bir yapının yerine inşa
edilmiş.

The Museo de Sitio Julio C Tello isimli müze,
araştırmacı Julio C Tello'nun, 1920'li yıllarda,
2000 yıl öncesine dayanan mezarlıkları keşfettiği
bölgedeki en eski arkeolojik kazı alanı olan Paracas
Nekropolü'ne çok yakın bir konumda bulunuyor.

Sandra Barclay ve Jean Pierre Crousse yeni yapıda,
eski binanın alçak olmak ve kuvvetli geometrik
hacimlere sahip olmak gibi bazı özelliklerini,
tamamen farklı malzemelerle yeniden kullanmışlar.

Önceki yapı, belirgin bir taş cepheye sahipken,
Barclay ve Crousse yeni yapı için beton kullanmayı
tercih etmiş. Ancak kurak çöl peyzajına uyum
sağlaması için de kırmızı tonlarda puzzolanlı
çimento kullanmışlar.

Müze, birinde sergi salonları ve koruma alanları,
diğerinde eğitim alanları bulunan iki binaya
ayrılmış. Mimarların çatlak olarak tasvir ettikleri
tek bir koridor binaları birbirinden ayırmış.

Binanın güney tarafına bakan cephede kutu gibi dört
pencereden oluşan bir sıra bulunuyor. Pencereler
ışığın içeri girmesine olanak tanırken, doğrudan
vuran güneş ışınlarından da korunmayı sağlıyor.
Arkitera, Haber: Nilüfer
Karakoç, 16.02.2017 |
 |
DEFİNE ARARKEN GÖÇÜK ALTINDA KALDI
Mardin’in
Kızıltepe İlçesi'nde bir kişi, define ararken meydana
gelen göçüğün altında kaldı.
Kızıltepe'nin
Koçhisar Mahallesi'ndeki metruk bir evin bahçesinde
define aramak için kazılan kuyuda göçük meydana
gelmesi sonucu 28 yaşında olduğu öğrenilen S.K.
toprak altında kaldı.
Haber verilmesi üzerine
olay yerine sağlık ekipleri ile arama kurtarma
ekipleri geldi. Saat 14.30 dolaylarında meydana
gelen göçük sonrası S.K'yı kurtarma çalışmaları
devam ediyor.
Öte yandan göçüğün yaşandığı
bölgeye yakın noktalarda da define aramak için
farklı kazılar yapıldığı görüldü.
Güneydoğu
Güncel, 16.02.2017 |
ŞANLIURFA'DA 2 BİN YILLIK KAYA MEZARLARI TURİZME
AÇILIYOR
Şanlıurfa birçok medeniyete ev sahipliği yapıyor.
Yapılan her kazıda mutlaka bir döneme ait tarihi
eserler ortaya çıktı. Kale eteği bölgesinde yaptılan
restorasyon ve çevre düzenlemesi sırasında içinde
kaya mezarlarının yer aldığı 72, Kızılkoyun
bölgesinde de 61 mağara bulundu. Bu mağaralardaki
kaya mezarları MS 1. yüzyıl dönemine ait. Bir nevi
Şanlıurfa'da Edessa Kralı Abgar döneminin yaşandığı,
o dönemin kültürünün işlendiği bir hazine olarak
karşımıza çıkıyor. Bu mağaralarda bulunan antik kaya
mezarlarının tabanında o döneme ait figürlerin
işlendiği mozaik bulundu. Yani bu dönemde yaşayan
aileler öldükten sonra bu mağaralardaki kaya
mezarlarına defnedilmiş durumda.

Şanlıurfa Müzesinde görevli Arkeolog Bekir Çetin de
bölgenin Edessa kentinin nekropolü (mezarlığı)
olarak bilindiğini belirtti.

Yürüttükleri çalışmalarda yerin 3 metre altında
bugüne kadar ortaya çıkarılmayan kaya mezarlarını
bulduklarını bildiren Çetin, şöyle konuştu: "Bu
derinlikteki kaya mezarları biraz daha korunmuş
durumda. Burada özellikle giriş kısmı hiç açılmamış
bir kaya mezarımız var ki bu kaya mezarı tapınak
görünümlü. Bunun benzeri Güneybatı Anadolu'da
karşımızda çıkmakta. Burada içinde 2-3 odalı kaya
mezarlarının olduğu yerlerdir. Kaya mezarlarının
girişinde sütun ve çeşitli süslemeler dikkati
çekiyor. Bazı mezar odalarında üst kısmı insan alt
kısmı yılan olan triton denilen Yunan
mitolojisindeki sahneyi görebiliyoruz. Bu kaya
mezarı mağaralarının Şanlıurfa turizmi için önemli
olduğunu göstermektedir. Burayı turizme ve
Şanlıurfa'ya kazandırma çalışıyoruz."
Urfa Haber
Merkezi, 15.02.2017
|
 |
ST. SİMON
MANASTIRI'NIN BAKIMI YAPILDI
HBB, resmi kurumlar, eğitim kurumları,
ibadethanelerin yanı sıra şehrimizin tarihi ve
kültürel değerlerine sahip çıkarak çağdaş
belediyecilik anlayışı ile çalışmalar
gerçekleştiriyor.
Hatay’ın 15 İlçesinde çalışmalarına ara
vermeden devam eden HBB Park Bahçe ve Yeşil
Alanlar Dairesi Başkanlığı ekipleri, İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü’nden gelen istek üzerine ünü
dünyaya yayılan Samandağ İlçesi'ndeki St. Simon
Manastırı’nda bakım ve temizlik çalışmalarını
başlattı.
Hatay Gazetesi, 15.02.2017
|
ASIRLARDIR AÇILMAYAN LAHİTTE BİRİKEN GAZ İÇİN
UZMANLAR BEKLENİYOR
Bursa'nın İznik İlçesi'nde asırlarca kapağı hiç
açılmayan lahidin uzman ekip tarafından tahliye
edileceği bildirildi. Lahidin içinde sıkışmış gazın
bilim dünyası için çok önemli olduğu öne sürüldü.
İznik İlçesi'nde daha evvel 3 lahit mezarın
bulunduğu zeytinlikte geçen ay yeni bir lahit daha
ortaya çıkmıştı. Definecilerin kazıp üst kapağını
ortaya çıkarttığı tarihi mezar, İznik Müze
Müdürlüğüne bağlı arkeolog ve sanat tarihçileri
tarafından incelenip tekrar toprakla kapatıldı.
"LAHİDİN İÇİNDE BİRİKEN GAZ BİLİM DÜNYASI
İÇİN ÖNEMLİ" İDDİASI
Lahide Ankara'dan gelecek olan uzman bir ekip
müdahale edecek. Kapağı hiç açılmayan lahidin içinde
biriken gazın bilim dünyası için önemli olduğu ileri
sürüldü.
24 saat jandarma ve polis kontrolünde olan
lahidin içinde asırlardır biriken gazın uzman ekip
tarafından özel bir sistemle tahliye edileceği ifade
edildi.
Sol Haber, 15.02.2017
|
YALOVA'DA BİR MİNİBÜSTEN ÇANAKKALE SAVAŞI'NDAN KALMA
704 PARÇA TARİHİ ESER ÇIKTI
Yalova'da, yol kontrolü sırasında bir minibüste
yapılan aramada, Çanakkale Savaşı'ndan kaldığı
düşünülen 704 parça tarihi eser ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri, Çiftlikköy ilçesi Topçular Feribot
İskelesi girişinde H.Y. kontrolündeki minibüste
şüphe üzerine arama yaptı.
Aramada, Çanakkale Savaşı'ndan kaldığı
düşünülen 4 tabanca, 2 mavzer mekanizması, 4 Osmanlı
matarası, 4 top mermisi, 2 Osmanlı süngüsü, 1
Fransız süngüsü, 7 el bombası, 5 at nalı, 106 Alman
mavzer fişeği, 2 askeri tesisat yağdanlığı, 4
aydınlatma fişeği, 1 kaşık, 1 çatal, 1 cezve, 1
tarak, 2 ustura, 6 kemer tokası, 1 asma kilit, 1
köstekli saat, 2 Osmanlı parası, 3 kürek ve 544 adet
muhtelif çeşitli çap ve ebatlarda fişek olmak üzere
toplam 704 parça tarihi eser niteliğinde malzemeye
el konuldu.
Minibüs sürücüsü H.Y. gözaltına alındı.
Sol
Haber, 15.02.2017
|
TATARLI'NIN EŞSİZ MEZAR ODASI SERGİLENMEYİ BEKLİYOR
Afyonkarahisar'daki Tatarlı Tümülüsü'nde 48 yıl önce
kaçak kazılarda bulunduktan sonra bir bölümü yurt
dışına kaçırılan ve çabalar sonucu Türkiye'ye
getirilen 2 bin 500 yıllık ahşap mezar odasının
boyalı frizleri sergilenmeyi bekliyor.

Afyonkarahisar'ın Dinar İlçesi'ne bağlı Tatarlı
beldesinde yer alan tümülüste
kaçak kazı yapanlarca 1969 yılında
bulunan mezar odasının, boyalı ahşap parçaları
yurt dışına kaçırıldı.
Milattan önce 525
yılına tarihlenen mezar odasının ahşap parçalarının
Almanya'daki Münih Arkeoloji Müzesinde olduğunu
belirleyen Prof.Dr. Latife Summerer, durumu Kültür
ve Turizm Bakanlığı yetkililerine bildirdi.
Bakanlığın girişimleri sonucu müzedeki 38 küçük
ahşap parçası ve 4 kalas, 2010'da Türkiye'ye
getirildi.
Afyonkarahisar
Müzesi'ndeki özel sandıklara alınan eserin, yapılan
yeni müzede ayrılan özel bölümde sergilenmesini
planlanıyor.
Kültür mirasının en değerli eserleri arasında
Türkiye'deki kültür
mirasının en değerli eserleri arasında yer alan
Tatarlı Tümülüsü'ndeki renkli resimlerle bezenmiş
frizler, bugün tamamen kaybolmuş olan antik çağ
ahşap resim sanatının yegane örneği olarak
gösteriliyor.
Frizlerde savaş,
sefer, av veya huzura kabul konulu resimlerde, soylu
kişilerin hayatından kesitler sunuluyor. Kortej,
kurban, savaş dansçıları ve cenaze törenlerinden
sahneler içeren temalar, Anadolu-Pers mezar
sanatının tasvirlerini yansıtıyor.

Afyonkarahisar Müze
Müdürü Mevlüt Üyümez, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, ahşap mezar odasının 1969'da kaçak kazı
yapanlarca bulunup yağmalandığını, bazı kısımlarının
da yurt dışına kaçırıldığını söyledi.
Mezar odasındaki
boyalı frizlerin dikkati çektiğini vurgulayan
Üyümez, şöyle devam etti:
"2500 yıllık ahşap
mezar odasının içi tamamen boyalıydı ancak boyalar
yer yer korunabilmişti. Buna rağmen Tatarlı mezar
odasının boyalı frizleri dünya çapında bir
sansasyondur. Bu kadar eski dönemden günümüze ulaşan
ahşap zemin üzerine boyalı resimlerin olduğu eser
yok denecek kadar azdır. Bu özelliğiyle ünik (tek,
eşi olmayan) eserdir."
Anadolu Ajansı, Haber:
Canan Tükelay, 15.02.2017
|
ISLIK DİLİ,
HIDRELLEZ VE AFRODİSİAS ANTİK KENTİ UNESCO YOLUNDA
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, bu yıl "ıslık
dili"nin, Hıdırellez'in ve Aydın'daki Afrodisias
Antik Kenti'nin kültürel miras listesine girmesi
için çalışacak.
UNESCO Türkiye Milli
Komisyonu, "ıslık dili"nin, Hıdırellez'in
ve Aydın'daki Afrodisias Antik Kenti'nin
kültürel miras listesine amacıyla hazırlık
yapıyor.
UNESCO Türkiye Milli
Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Öcal Oğuz, UNESCO'nun
birçok temsili liste ve programı olduğunu ifade
ederek, son dönemde bu listeler içerisinde
"Dünya Miras Listesi" ile "Somut Olmayan
Kültürel Miras Temsili Listesi"nin ön plana
çıktığını söyledi.
İki listede de
Türkiye'nin miraslarının bulunduğunu vurgulayan
Oğuz, "1972 Sözleşmesi diye nitelenen Dünya
Miras Sözleşmesi'nde Türkiye 2017 yılının sonuna
kadar UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras
Hükümetlerarası Komitesinde görev alacak. Geçen
yıl komitenin başkanlığını yapmıştık. Geçen yıl
Ani Arkeolojik Alanı Kültürel Miras Listesi'ne
girdi. Aynı şekilde bu yıl da Aydın'daki
Afrodisias Antik Kenti'nin kültürel miras
listesine girmesi için çalışma yapıyoruz" dedi.
Bu yıl çeşitli dosyalarla
UNESCO'ya başvuracaklarını kaydeden Oğuz, şöyle
devam etti:
"2016 yılının sonunda
UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras
Hükümetlerarası Komitesi Toplantısı,
Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'da düzenlendi.
Bu toplantıda 'Nevruz dosyası' ile çok uluslu
'Lavaş dosyası' dahil oldu. 2017 yılında Balkan
ülkelerinden Makedonya ile Somut Olmayan
Kültürel Miras Temsili Listesi'ne girmesi için
hazırladığımız 'Hıdırellez dosyası' gidecek. Her
yıl bir ulusal bir de uluslararası olmak üzere
somut olmayan mirasta dosyalar hazırlıyoruz."

Bu yıl "ıslık dili"nin
listeye alınması için başvuru yapılacağını ifade
eden Oğuz, "Dünyanın pek çok yerinde birbiriyle
benzeşmeyen ama biçimsel olarak ıslık dili
olarak tarif edilen diller var. Bunlardan bir
tanesi Kanarya Adaları'nda İspanya kültürel
mirası olarak listeye girdi. Karadeniz
Bölgesi'nde de ıslık diliyle anlaşma var. Acil
koruma listemizde yer alan 'Islık dili' dosyamız
hazırlandı. Bizimkinin de listeye gireceğini
düşünüyorum" diye konuştu.
"İKİ SUNUM
YAPILACAK"
UNESCO'da kültürleri
tanıtmak için ellerinden geleni yaptıklarını
dile getiren Oğuz, "2017 UNESCO'nun genel
konferans yılı. Daha önce genel konferansta
Ahmet Yesevi ve Fuat Köprülü'nün sunumunu
yapmıştık. Bu sene de Kızılayın kuruluşunun 150.
yılı ve Kutadgu Bilig'in yazılışının 950. yılı
dolayısıyla iki ayrı sunum yapacağız. Milli
Komisyon olarak bize tanınan imkanlar
doğrultusunda UNESCO'da varlığımızı göstermeye
çalışıyoruz" ifadelerini kullandı.
Dil konusunda da
çalışmaları olduğunu belirten Oğuz, UNESCO'da
bir günün "Türk Dili Günü" olarak kutlanmasını
sağlamaya çalıştıklarını kaydetti. Oğuz, daha
önce UNESCO'da Fransız, Arap, Roman dili günü
etkinlikleri yapıldığını anlattı.
Ntv, 14.02.2017
|
KOCAELİ ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDEN ÇALINDI, ALMANYA'DA
ORTAYA ÇIKTI: 3 YIL SONRA ANLADILAR
Kocaeli Arkeoloji
Müzesi’nden 2009 yılında çalınan ve 2012 yılında
eksikliği fark edilen eserlerden biri Almanya’da
müzayedede ortaya çıktı. 32 bin Euro fiyat biçilen
Roma dönemi renkli mermer kabartma pano için Kültür
ve Turizm Bakanlığı Interpol’e başvurdu.

İzmit şehir merkezi Çukurbağ Mahallesi ve eski kağıt
fabrikası arazisinde kaçak defineci kazıları üzerine
Kocaeli Arkeoloji Müzesi kurtarma kazıları
başlatmıştı. Nikomedia antik kentinin merkezi olduğu
düşünülen kazılarda Roma dönemine ait önemli sayıda
heykel ve kabartmalar tespit edildi. Müze arkeolojik
kazılarda elde ettiği eserleri kasalarla müze
deposuna kaldırdı. Hepsine envanter fişi hazırlanıp
müze koleksiyonuna dahil edildi. Ancak 2 yıl sonra
yapılan sayımda 2 eserin müze deposunda olmadığı
fark edildi. Roma dönemine ait bir büst ile renkli
kabartma bir pano kayıptı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı 2012 yılında soruşturma başlattı. Kazı
alanında görevli bir bekçi suçlanarak konu kapandı.
Dönemin müze müdürü de görevden alındı.
INTERPOL’E VERİLDİ
Hürriyet'ten Ömer Erbil'in
haberine göre, Türkiye, eserlerin çalındığını fark
ettikten sonra Interpol’e fotoğrafları ile birlikte
çalıntı eser başvurusu yaptı. 2013 yılında da Alman
polisi İnterpol’deki eserlerin Almanya’da Sixbid
müzayede şirketi tarafından satışa çıkarıldığını
Türk makamlarına bildirdi. Müzayede şirketi eserleri
internet üzerinden online olarak satışa sunmuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri aracılığıyla
müzayede şirketine eserleri iade etmesi için
başvurdu. Şirket eserlerin çalıntı olduğunu kabul
etmedi. Ancak İnterpol aracılığıyla eserlerin
çalıntı olduğu şirkete bir kez daha hatırlatılarak
satıştan çekmesi istendi. Şirket online satış
işlemini kapattı ama eseri satış reyonundan
indirmedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı konuyla ilgili yaptığı
açıklamada: “Eserlerin 2012 yılında yurtdışına
kaçırıldıkları tespit edilmiştir. Konuyla ilgili
bakanlığımız soruşturma başlatmış ve sorumlular
hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Eserlerin
Almanya’da bir müzayede şirketinde olduğu tespit
edilmiş ve ülkemizden çalındığı, belgeleri,
fotoğrafları ile birlikte Interpol’e bildirilerek
‘çalıntı eser’ kaydı düşülmüştür. Mahkeme süreci
olmadan iyi niyetle yaklaşıp müzayede şirketinden
eseri iade etmesini istedik. Halihazırda bu durum
karşılıklı görüşmelerle devam etmektedir. Sonuç
alınamadığı takdirde dava açacağımızı ve tüm yasal
haklarımızı kullanacağımızı karşı tarafa bildirdik”
dedi.
İMPARATOR VE NİKE FİGÜRÜ
Kaybolan eserler oldukça kıymetliydi. Renkli
kabartma pano müze envanterine şu kayıtla girdi:
“Mermer, Roma dönemi 96 x 82 x 17 cm ölçülerinde.
Karşılıklı, gövdeleri cepheden, yüzleri birbirine
dönük ve profilden verilmiş, bir imparator ve bir
Nike figürü betimlenmiştir. İmparator dizlerinin
üzerine inen üzerinde sarı boya izleri bulunan iki
parçalı savaş giysisi ve kalın kumaştan kırmızı
renkli pelerin giyinmiştir. Sol kolunun dirsekten
aşağısı kırık ve noksandır. Nike’nin üzerinde kalın
kumaştan khiton vardır. Sarı boyanmış saçları
başının arkasında topuz yapılmıştır. Elinde tuttuğu
zafer çelenginin yarısı ile sol kolunun dirsekten
aşağısı kırık ve noksandır. Arkasında her iki kulak
hizasından başlayan yarı açık kanatlar
betimlenmiştir.”
Sol Haber, 14.02.2017
|
'MODERN' TAŞIMA, 'TARİHİ' TAHRİBAT
Batman’daki
Ilısu Barajı’nın tamamlanmasıyla 12 bin yıllık
Hasankeyf sular altında kalacak.
Devlet Su İşleri (DSİ), Dicle Nehri üzerinde yapımı
devam eden Batman’daki Ilısu Barajı’nın bitme
aşamasına geldiğini açıkladı. Barajın
tamamlanmasıyla birlikte 12 bin yıllık geçmişe sahip
Batman’ın tarihi İlçesi Hasankeyf tüm ihtişamıyla
sular altında kalacak. Yetkililer, ulusal ve
uluslararası tepkileri azaltmak için de Hasankeyf’in
sembollerinden olan Zeynel Bey Türbesi’ni yeni
Hasankeyf’e taşıma çalışmalarına başladı.
Taşıma maliyeti 16 milyon TL olan 650 yıllık bir
geçmişe sahip Zeynel Bey Türbesi’ni taşıma işleminin
Hollandalı “Bresser Firması” yapacak. Lastik
tekerlekli SPM-T adlı araçla türbenin, bulunduğu
yerden 90 santimetre kaldırılarak, iki kilometre
mesafedeki yeni Hasankeyf’e taşınması planlanıyor.
Türbenin taşınma işleminin Mart ayının sonunda
tamamlanması hedeflenirken, bu çalışmanın ciddi
zararlara yol açacağına dikkat çeken Hasankeyf’i
Yaşatma Girişimi aktivistleri ise kaygılı. Taşınma
işleminin modern tekniklerle yapıldığı ve eserlere
bir zarar vermeyeceği açıklansa da Hasankeyf’i
Yaşatma Girişimi aktivistleri eserlerin yıkım riski
altında olduğunu söyledi.
‘TÜRBE TAŞINMA SIRASINDA CİDDİ ZARAR GÖRÜR’
Türbenin yüzde 100 sağlam bir şekilde
taşınmasının mümkün olamayacağını ve türbenin
yıkılma riski olduğuna dikkat çeken Hasankeyf’i
Yaşatma Girişimi aktivistlerinin görüşü şöyle:
“Türbenin altına platform yerleştirilerek kesme
yöntemi ile taşımak ona ciddi zararlar verecektir.
Üstelik türbenin taşınması için kullanılması
planlanan raylı sistem tekniği dünyada bu şekilde
kullanılmadığını biliyoruz. Türbenin kubbesinde
çatlak bulunmaktadır. Türbe yerden 90 santimetre
kaldırılarak araca yüklenirken ve taşıma işlemi
süresince sürekli titreşime maruz kalacaktır. Bundan
dolayı türbenin kubbesinin çökmesi ve kırılması
olasıdır.”
‘YERİNDE KORUNMALI’
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi aktivistleri, Zeynel
Bey Türbesinin yerinde korunması gerektiğini
belirterek, şu öneride bulundu: “Kültürel varlık
dediğiniz sadece bir fiziksel yapı değildir ve doğal
çevresi ile oluşturduğu organik ilişkilerle o
kültürel varlıklar vardır. Yetkililer, Ilısu
Barajı’na karşı tepkileri azaltmak için, ‘Bakın biz
aslında iyi şeyler de yapıyoruz’ diyerek 8 yapıyı
taşımak istiyorlar. Ancak bu 8 yapı Hasankeyf ile
bir bütün. Bu yüzden Hasankeyf’teki kültürel
yapıların devlet ve devletin kurumları ile değil;
bizzat yerinde, Hasankeyf halkı ile birlikte
korunabileceğini, böylece miras olarak gelecek
nesillere taşınabileceğini düşünüyoruz.”
BARAJ BİR AN ÖNCE BİTİRİLECEK!
DSİ tarafından yapılan açıklamalara göre barajın
yüzde 85’i tamamlanmış, Hasankeyf Kaymakamlığı’nın
açıklamalarına göre ise 2019 yılında barajda suyun
tutulması hedeflendiği ve Hasankeyflilerin taşınma
işlemlerinin ise 2018’de tamamlanacağını ifade
ediliyor. Bundan dolayı yetkililer, Ilısu Barajı’nın
yapımını hızlandırıp türbeyi taşımak için acele
ediyor. 12 bin yıllık Hasankeyf, barajla birlikte
tarihi kimliği ve dokusu ile sulara gömülecek, bir
bellek yok olacak.
Evrensel, 14.02.2017
|
920 YILDIR GİZLENEN TÜRK KİTABESİ
Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın Mavi Marmara
olayından sonra hükümet nezdinde İsrail’e ilk gezi
gerçekleştiren bakan olması ilginç bir konuyu da
gündeme getirdi.

Tarih araştırmacısı Dr. Mehmet Tütüncü, Kudüs’teki
Mescid-i Aksa Camii’nde bulunan ve 920 yılı aşkın
süredir gizli tutulan
Selçuklu kitabesinin varlığını ortaya çıkardı.
‘Sahip çıkılmalı’
Mescid-i Aksa’nın batı duvarında yer alan ‘Mihrab-ı
Zekeriya’ adlı bölmede gizlenen 4 satırlık Türk
kitabesinin 2006-2007’deki restorasyon sırasında
çekilen fotoğraflarına ulaşan Tütüncü, “Kutsal
mekandaki Türk kitabesi 4 satırdan oluşuyor. Kitabe
920 yılı aşkın süredir üzeri kaplı halde gizli
tutulmuş. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh,
2006-2007 yılında tamirat yapılırken sökülen
mermerlerin arkasında kitabenin farkına varıp
fotoğrafların çekiyor. Bu fotoğraflara ulaşmayı
başardık. Ancak Müze Müdürü Salameh, ortaya çıkan
kitabeyi açıkta bırakmak yerine, kitabe yeniden
karanlığa gömülüyor. Dışişleri ve Kültür Bakanlığı
girişimlerde bulunarak Selçuklu dönemine ait tarihi
esere sahip çıkmalı. Selçuklular’ın Kudüs’teki
idaresinden elimizde kalan tek kültür mirası bu
kitabe. Kitabede Sultan Melikşah ve kardeşi
Suriye Meliki Tutuş’un ismi geçiyor” dedi.
‘Mermer yerleştirildi’
Dr.
Tütüncü, eline geçen fotoğrafların kitabenin tek
delili olduğunu belirterek, şunları söyledi:
“2006-2007 yılında Zekeriya Mihrabı’nın tamiratı
yapılıyor. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader
Salameh, 2007’deki incelemelerde restorasyonda
sökülen mermerlerin arkasındaki duvarda bazı
kazılmış yazılar bulunduğunu fark ederek fotoğraf
çekiyor. Fotoğraf çekiminden sonra her nedense
kitabenin önündeki mermerler tekrar yerine
yerleştirilerek, Türk kitabesi gizleniyor. Asıl
vahim olanı, Salameh, 920 yıllık geçmişe sahip
olduğu tahmin edilen kitabenin açıkta bırakılarak
sergilenmesi teklifini kabul etmemesi.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 14.02.2017 |
GÖL DİBİNDE BAZİLİKADAN DAHA ESKİ BİR TARİH ORTAYA
ÇIKTI
Bursa'nın İznik
İlçesi'nde gölün 2 metre
altında tesadüfen bulunan bazilikanın geçmişi
araştırılırken, daha eski bir tarihi kalıntıyla
karşılaşıldı. Bazilika kalıntılarının doğusunda
mezar odaları bulundu.
İznik gölünün 2 metre altındaki kilise
kalıntıları Bursa Büyükşehir Belediyesi
tarafından havadan tesadüfen görüntülenip
keşfedilmişti. Sahilden 20 metre açıkta ve gölün
2 metre derinliğinde görüntülenen kalıntıların
Roma askerleri tarafından öldürülen 'Aziz
Neophytos' adına yapılan kilise olduğu
belirlenmişti. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin'in başkanlığında 2 yıldır
yürütülen su altı çalışmalarında arkeolog balık
adamlar, yapının dışında o mimariye uymayan
başka bir duvar kalıntısı ile karşılaştı. MÖ
3'üncü yüzyıla ait olduğu sanılan duvar
şaşkınlığa sebep olurken, bazilikadan bağımsız
bir tarihe ait olduğu tespit edildi.
Dalgıç arkeolog, antropolog ve sanat
tarihçileri tarafından 2 yıldır su altında
incelenen bazilikanın doğu yönünde kiliseden
bağımsız bir duvar ortaya çıktı. MÖ 3'üncü
yüzyıla ait olduğu düşünülen kalıntı bazilikadan
daha eski. Ortaya çıkan oda mezarların
Türkiye'de başka bir benzeri bulunmuyor.
Prof.Dr. Mustafa Şahin ve ekibi, ortaya çıkan
kalıntıları araştırıyor.
Su altı müzesi yapılacak
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
daha öncede burasının bir su altı müzesi haline
dönüştürülmesi için çalışmaların sürdüğünü
söylemişti. Altepe, "Vatikan'da yapılan son
incelemelerde İncil'in 4 nüshaya indirildiği
toplantının göl kıyısında yapıldığına dair
belgelere ulaşıldı. Toplantının yapıldığı yerin
bazilika olduğu üzerinde duruluyor. Bu
kesinleşirse Bursa turizmi için çok önemli" diye
konuşmuştu.
Akşam, 13.02.2017
|
TARİHİ KİTABI 4 MİLYON DOLARA POLİSE SATMAK İSTERKEN
YAKALANDI
İstanbul
Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü
ekipleri, yurda kaçak yollarla sokulan tarihi eser
niteliğindeki bir kitabın satılacağı ihbarı üzerine
çalışma başlattı.

Polis ekipleri tarihi eser niteliğindeki kitabı
satmaya çalışan 22 yaşındaki şüpheli A.K.'yi
belirledi. Polis ekipleri, alıcı kılığında A.K. ile
irtibata geçti. A.K., müşteri kılığındaki
polislerden 4 milyon
dolar isteyerek
Küçükçekmece'de buluşmak için randevu verdi.
Polis ekipleri Küçükçekmece'de ki
Kitapla birlikte buluşmaya gelen şüpheli A.K.'yı
yakalayarak gözaltına aldı. Ekipler tarihi kitaba
ise el koydu.
Gözaltına alınan şüpheli A.K.
Vatan Caddesi'nde bulunan
Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube
Müdürlüğü'nde sorguya alındı. Ele geçirilen tarihi
kitap incelenmesi için Topkapı Sarayı Müzesi'ne
gönderildi. Yapılan ilk incelemelerde kitabın
Süryanice yazıldığı, içinde
İncil'den bazı kesitlerin bulunduğu yaklaşık 400
yıllık bir kitap olduğu iddia edildi.
Milliyet,
13.02.2017
|
TOKAT'TA SIK DİŞİNİ HELASI'NDAN TARİH ÇIKTI
Tokat’ta Osmanlı döneminden kalma Sık Dişini
Helası'nda yapılan restorasyon çalışmaları sırasında
yaklaşık 400 adet altın sikke bulundu.
Tarihi Sulusokak Çarşısı'nda Osmanlı döneminde
1600’lü yıllarda yaptırılan, son yıllarda ise depo
olarak kullanılan tarihi mekanda Tokat Belediyesi
tarafından 8 ay önce restorasyon çalışmaları
başlatıldı. Birkaç ay önce yapılan kazı çalışmaları
sırasında işçiler tarafından bir kese içerisinde
farklı ebatlarda altın sikkeler ele geçirildi. Müze
müdürlüğü yetkililerine teslim edilen yaklaşık 400
adet altın sikkenin envanter çalışması devam ediyor.
Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu, restorasyon
çalışmaları sırasında altın sikkeler bulunduğu
kaydetti. Başkan Eroğlu, “Bulunan sikkeler müze
yetkililerine teslim edildi. Tarihi anlamda
incelemeleri yapılıyor. Hangi tarihi döneme ait,
nasıl bir değeri var ya da parasal anlamda karşılığı
nedir? Tüm bunlarla alakalı olarak çalışmalar
yapılıyor. Sık dişini helası daha bir çok böyle
tarihe gebe gibi gözüküyor” dedi.
Başkan Eroğlu, birkaç haftaya kadar altın
sikkelerle ilgili net bir bilgi alacaklarını ifade
ederek, “Bir tarihi değeri olduğu parasal anlamda
önemli bir değer edeceği şuanda bizim aldığımız
cevaplardan anlaşılıyor. Çok değerli bir şey
olduğunu çok tarihi bir özelliği olduğunu
söylediler” diye konuştu.

Müze olarak değerlendirilmesi planlanan sık dişi
helasının Tokat turizmine katkı sağlayacağını ifade
eden Başkan Eroğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bizim amacımız hem tarihi eserleri ortaya çıkarmak
hem de geçmişimizdeki o gerçeklerle yüzleşelim,
diğer taraftan da hem yerli hem yabancı
turistlerinde ilgisini çekelim istiyoruz.”
Habertürk, 13.02.2017 |
HASTANE KAFETERYASINDA SEHPA OLARAK KULLANILAN
MERMER ROMA ESERİ ÇIKTI
Manisa'da Turgutlu Devlet Hastanesi bahçesindeki
kafeteryada sehpa olarak kullanılan mermer
parçasının Roma dönemine ait olduğu belirlendi.
Alınan bilgiye göre, bir vatandaşın kafeterya
bahçesindeki mermer parçasının tarihi eser olduğu
yönündeki ihbarını değerlendiren Manisa İl Kültür ve
Turizm Müze Müdürlüğü yetkilileri, inceleme
başlattı.
Ekipler ilk incelemede, bin 500 ila bin 800 yıl
önceye tarihlenen mermerin Roma dönemine ait bir
sütunun parçası olduğunu saptadı.
Mermer parçası, ayrıntılı inceleme için Müze
Müdürlüğüne götürüldü.
Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Sudak,
mermerin tam olarak hangi döneme ve antik bölgeye
ait olduğunun belirlenmesi için detaylı araştırma
yürütüldüğünü bildirdi.
Hastane Başhekimi Sabri Taşçıoğlu ise hastanenin
açılışından bu yana mermerin bahçede bulunduğunu,
daha önce tarihi değeri olup olmadığı konusunda bir
çalışma yapılmadığını belirterek, "Tarihi bir değeri
olduğunu bilseydik muhakkak muhafaza altına alır,
durumu yetkililere bildirirdik" dedi.
Sol Haber,
13.02.2017
|
TARİHİ EVİN ALTINDA 2 ASIRLIK MAĞARA BULDU
Gaziantep'te rivayetler üzerine meraklanan tarihi
bir binanın sahibi, restore ettiği evin altında
yaklaşık 2 asırlık olduğu tahmin edilen bir mağara
buldu.

Gaziantepli girişimci Cengiz Zorkirişçi,
aldığı tarihi
Antep evini restore ettirdi. Evi aldıktan
sonra evin altında büyük bir mağara bulunduğu
söylentilerine kayıtsız kalmayan Zorkirişci, tüm
arama çabalarına rağmen mağarayı ait bir işarete
ulaşamadı. Başlayan restore çalışmaları
kapsamında evin önündeki bahçeyi kazan
Zırkirişçi, toprağın altında mağaranın girişinin
olduğunu anladı. Toprağı tamamen
temizlediklerinde alt kata inen merdivenleri
bulan Zorkirişci, yaptığı araştırmalar sonucunda
mağaranın tarihini henüz bilmediklerini ifade
etti.

Evin yaklaşık 150 yıllık olduğunu, mağaranın
da 2 asır önce oluşmuş olabileceğini belirten
genç girişimci, mağaranın su sarnıcı ya da kiler
olarak kullanılmış olabileceğini ifade etti.
Mağaranın tarihini araştırdıklarını belirten
Zorkirişçi, olanları ise şöyle anlattı:
"Burayı aldığımız kadın bu evin altında mağara
olduğu söyleniyor ama bulamadık, kar yağdığında
bahçenin bir bölümünde kar tutmuyor, burada
olduğunu tahmin ediyoruz dedi. Burayı restore
ederken bahçede toprak bir ekinlik vardı. Önce
burayı kaldırdık. Altında 2-3 metre toprak
doldurulmuş boşluğa ulaştık. Bu toprakları
kaldırınca merdiven gördük, daha sonra bir duvar
çıktı karşımıza duvarı kaldırınca baktık ki
mağara söylentileri doğru çıktı. Bu mağaranın ne
için kullanıldığını bilmiyoruz"
dedi. Zorkirişçi, tarihi bina ile birlikte
mağarayı da restore ederek, turizme
kazandıracaklarını ifade etti.
Milliyet,
13.02.2017
******
DEFİNE AVCILARININ PEŞİNDE OLDUĞU TARİHİ BİNA
TURİZME KAZANDIRILIYOR
Gaziantep'te girişimci bir ev hanımının
yaklaşık 2 yıl restore etmek için satın aldığı
150 yıllık Antep evi ile evin altında bulunan ve
yaklaşık 2 asırlık olduğu tahmin edilen mağara,
toplam 1 milyon TL'lik restorasyonun ardından
turizme kazandırıyor.

Gaziantepli kadın girişimci Aynur Zorkirişci,
Eyüpoğlu Mahallesi'nde bulunan ve yaklaşık 150
yıllık olduğu tahmin edilen
Antep evlerinden birini restore etmek
amacıyla satın almıştı.
define avcılarının hedefinde olan binayı
tahribattan kurtaran girişimci ev hanımı,
yaklaşık 2 ay önce binayı restore çalışmalarına
başlamıştı. Kulaktan kulağa dolaşan rivayetler
üzerine evin altında olduğu söylenen mağarayı
araştıran Aynur Zorkirişci'nin oğlu Cengiz
Zorkirişci, bahçedeki toprağı kazarken mağaranın
girişini bulmuştu. Yaklaşık 2 asırlık olduğu
tahmin edilen mağara ve 150 yıllık Antep evini
define avcılarından kurtaran Aynur Zorkirişci,
binada başlattığı restorasyon çalışmalarında
sona yaklaştı. Tarihi Antep evini butik otele
dönüştürmek isteyen kadın girişimci, bahçeyi ve
mağarayı ise yöresel yemek ve eşyaların
tanıtılıp, sunulduğu bir mekan haline getirmeyi
planlıyor. Yapılacak otelin 8 oda ve 20 kişi
kapasiteli olacağını belirten Aynur Zorkirişci,
bahçede ve mağarada ise yöresel içeceklerin
yanında kişiye özel yöresel ev yemeklerinin
yapılacağını, ayrıca bakır ve çeşitli el
sanatlarının tanıtım ve sunumu yapacağını ifade
etti.
Zorkirişçi, "Girişimci bir ev hanımı olarak,
bölge tarihimize, kültürümüze katkı sunmak
istedim. Turistlere yönelik bir çalışma yapmak
istedim. Buralar altın avcılarının ve
tinercilerin hedefindeydi. Ben çocukluğumda
böyle yerlerin harap olmasına çok üzülen bir
insanım. Böyle bir yer denk geldi. Sınırlarımı
zorlayıp burayı satın aldım. Define arıyorlardı.
tahrip edilmişti. Hazine aradıkları için çok
tahrip edilmişti. Bizim umduğumuzun üzerinde
bize masraf çıkardı. maddi kaynak bulabilirsem,
3,-3,5 aya tamamlanabilir. Elimdeki paramla
girdim ama şimdi sıkıntım var. Mağaramızı da
bulduk. Bura da da gastronomi kenti olmamız
nedeniyle mağaramızda Antep yemeklerinin
tamamını burada tanıtmak ve sunmak istiyoruz"
dedi
Zorkirişci, bugüne kadar yaklaşık 800 bin TL
harcadığı bina ve restorasyon masrafının,
mağaranın da bulunmasının ardından 1 milyon
TL'yi aşacağını da kaydetti.
Zorkirişci, restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasının ardından ise
KOSGEB'in kendisine sözü olduğunu
hatırlatarak, KOSGEB desteği ile binanın iç
dizaynını gerçekleştireceğini söyledi.
Milliyet, 14.02.2017
|
DEV MEZARI BULUNDU

İran’da, bin 500 yıl önce yaşadığı belirlenen ve
boyu 2 metreden uzun olduğu tahmin edilen bir
insanın mezarı bulundu. Bilim adamları bu boyun,
dönemin ortalamalarının çok çok üstünde olduğunu
dile getirdi.
Sputnik'in haberine göre İran’ın batısındaki
Luristan bölgesinde, ilk tahminlere göre Sasani
dönemine ait eski bir mezar tespit edildi. Bilim
adamları, ayrıca Ahameniş İmparatorluğu ve Part
Krallığı dönemlerine ait eserler de buldu.
Arkeologlar ekibinin başkanı Ata Hasanpur,
“Luristan bölgesinin Çia Sabz İlçesi'ndeki
kazıntıların son gününde Ahameniş dönemine ait
nesneler bulundu. Bu nesneler Luristan bölgesinde
bulunan Ahameniş İmparatorluğu (MÖ 705-330) dönemine
ait ilk eserler oldu” dedi.
2 METREDEN UZUN OLDUĞU TAHMİN EDİLEN BİR
İNSANA AİT MEZAR BULUNDU
Hasanpur, “Ayrıca Çia Sabz’ın kuzeyinde uzunca
bir taş levhanın örttüğü ve dört kerpiç duvarı olan
bir mezar bulundu. Mezarın uzunluğu 2 metre 25
santim olduğundan buraya gömülen insanın boyunun 2
metreyi aştığını düşünüyoruz. Mezarın yanında,
Sasani dönemine ait çok sayıda seramik ürün tespit
edildi ama net tarihi sadece radyokarbon analizden
sonra verebiliriz” ifadelerini kullandı.
Arkeologlar ‘devin’ mezarı yanında ayrıca
çocuklara ait eski bir mezarlık da tespit etti.
Odatv, 13.02.2017
|
RUSYA PALMİRA'NIN SON GÖRÜNTÜLERİNİ YAYINLADI
Rusya Savunma Bakanlığı IŞİD tarafından geri
dönülmeyecek bir biçimde tahrip edilen antik kent
Palmira’nın Drone ile çekilmiş son görüntülerini
yayınladı.Görüntülerde taş platformlar üzerine
oturtulmuş, 16 adet sütunun üzerinde duran
Tetrapylon anıtının büyük oranda tahrip edildiği
görülüyor.

Tetraplylon, küp şeklinde inşa edilen, dört yüzünün
her köşesinde bir kapı bulunan, genellikle dört yol
ağızlarına inşa edilen yapılara verilen antik yunan
anıtlarının bir tarzı olarak da biliniyor.
Görüntülerde antik dönemden kalma tiyatronun ön
cephesi tamamen yok edildiği ve heykellerden geriye
sadece moloz yığınları kaldığı görülüyor.
Pazartesi günü Rusya Savunma Bakanlığı tarafından
yapılan açıklamada ayrıca Suriye hükümetine ait
güçlerin kentin yaklaşık 12 mil yakınında olduğu da
kaydedildi.
Sol Haber, 13.02.2017 |
HAMAM DİYE DELDİLER, TARİHİ OKMEYDANI BARUTHANESİ
ÇIKTI
Beyoğlu Belediyesi birkaç günden bu yana sosyal
medyada dolaşıp duran hamam iddialarına açıklık
getirdi. Habertürk’ten Nagihan Alan’ın haberine göre
Piyalepaşa’da tarihi hamam olduğu iddia edilen yapı
aslında Tarihi Okmeydanı Baruthanesi. Beyoğlu
Belediyesi şimdi burasını temizleyip, ortaya çıkarıp
restore ederek kültür tesisi yapacak.
İddialar Piyalepaşa Camii’ne ait 500 yıllık hamam
kalıntısına yönelik. Vatandaşlar bu tarihi hamamın
hemen yanında yer alan gecekonduya tuvalet gerekince
duvarda bir bölme açılarak tuvalet yapıldığını ileri
sürüyor.
Beyoğlu Belediyesi ise olayların gerçeği
yansıtmadığın kaydederek, “Yapının etrafındaki
gecekondularda tahliyeler yapılarak yıkımları
gerçekleştiriliyor. Anıtlar Kurulu’nun verdiği karar
gereği restorasyonu belediye yapacak. Kurul
raporunda bir hamam değil ‘Okmeydanı Baruthanesi’
diyor.” şeklinde konuştu.
Kültür merkezi olacak
Baruthanenin iç kısmına giren bölmenin de bir
tuvalet değil nalbur malzemelerinin koyulduğu bir
alan olarak kullanıldığını söyleyen belediye
yetkilileri, “İlk aşamada alanın temizliği
yapılırken yapının duvarında çökme olmasın diye o
kiremit bölge bırakıldı. Ama gerekli önlemelerle
daha sonra yapıya zarar vermeyecek şekilde ayrıldı.
Bölge gecekondulardan temizlendi. Buraya geniş bir
kültür tesisi ve park alanı kazandıracağız. Bu
baruthaneyi de restore ederek kültür tesisi içinde
işlek hale getireceğiz. 1600’lü yıllara dayanan bir
yapı olduğunu tahmin ediyoruz” açıklamasını yaptı.
Baruthane’nin tarihçesi 400 yıl geriye dayanıyor
Tarihi kaynaklara göre Baruthane’ye ilişkin
bilgiler bir takım gerçekleri gün ışığına
kavuşturuyor. Buna göre; 1578’de bir hüküm ile Topçu
Ocağı bölükbaşlarından Mustafa’ya yeniçeri
odalarının bulunduğu Okmeydanı’nda bir imalathane
yapması emrediliyor. Kendi ile birlikte 11 nefer
alarak çalışmaya başlaması emrediliyor.
Baruthane defterinin ayrı tutulması, yeniçeriler
ile birlikte yoklamasının yapılması ve Topçu Ocağı
Bölükbaşı Mustafa’nın yılda 1.5 kantar barut ve 400
kumbara dökmesi kararlaştırılıyor.
Okmeydanı Baruthanesi’nde Haziran 1596
tarihinde barut üretimi esnasında yangın çıkıyor ve
çalışanlardan birkaç kişi ölüyor. Olay gündüz vakti
meydana geldiğinden yangın diğer binalara sıçramadan
söndürülüyor. Böylece 17 yıllık üretim faaliyeti
olan baruthane de çalışmalara böylece son veriliyor.
emlaknews.com, 12.02.2017
|
ZEYTİN BAHÇESİNDE 24 SAAT LAHİT NÖBETİ
Bursa'nın İznik İlçesi'nde iki yıl önce definecilerin
kapağına zarar verdiği lahit bulunan zeytinlikte 3
mezar daha bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından kamulaştırma çalışmalarının yapıldığı
alanın Roma dönemine ait Nekropol olarak
adlandırılan mezarlık olduğu sanılıyor. 24 saat
bölgede nöbet tutuluyor.
Bursa'nın İznik İlçesi'nde geçen yılın kasım ayında,
ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta Hisardere Köyü
yolu üzerindeki Hatice Süren adlı kadının
zeytinliğinde,
defineciler tarafından üst kapağı kırılmış lahit
bulundu. İznik Müze Müdürlüğü uzmanlarınca yapılan
kazıda, 'Geç
Roma Dönemi' olarak adlandırılan 3'üncü
Yüzyıl'dan kalma lahit ortaya çıkarıldı. 7 ton
ağırlığındaki lahitin çevresindeki toprak
temizlenince kapak kenarlarında bugüne kadar bölgede
görülmeyen lotus çiçeğine sarılı Eros kabartmaları
ve aslan başı figürleri görüldü.



Kazı sırasında, lahitin üst kapağında 30
santimetre çapında delik açılarak içine girildiği
ortaya çıktı. Define avcılarının yağmaladığı
belirlenen lahit uzmanların dört gün süren
çalışmaları sonucu topraktan tamamen çıkarılarak,
İznik Müze Müdürlüğü bahçesine nakledildi. Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından istimlak çalışmaları
devam bölgede sürdürülen kazı çalışmalarında, tahrip
edilmemiş geçen bir, iki ay önce de bir lahit daha
bulundu. İznik Müzesi arkeologlarının yaptığı yüzey
araştırmasında kapağına ulaşılan lahdin hiç
açılmadığı sanılıyor. Toprakla üzerine örtülen lahit
için
Ankara'dan uzman ekip beklenirken bölgenin
definecilerden koruması için
Jandarma 24 saat bölgede nöbet tutuyor.
Definecilerin
Kaçak kazı yapmaları sonucu ortaya çıkan
bölgenin Nekropol olarak adlandırılan dönemin
mezarlığı olduğu tahmin ediliyor. Bölgenin
kamulaştırılmasının ardından geniş çaplı arkeolojik
kazılar başlayacak.

Milliyet, 12.02.2017
|
VATİKAN ALARMDA!
Hristiyan
ve Musevi dünyası, 71 yıldan buyana “Kumran
tomarları” yahut “Ölüdeniz yazmaları” denen,
Hristiyanlığın ilk senelerinden kalan ve kağıtlara,
derilere ve bakır plakalara yazılmış dini metinleri
tartışır. Hristiyan inancını derinden etkileyen bu
metinler 1946’da Ölüdeniz yakınlarında, Kumran
Köyü’ndeki 11 ayrı mağarada bulunmuşlardı ve
arkeologlar geçtiğimiz haftalarda yeni bir mağarayı
daha ortaya çıkardılar. Mağarada şimdi yoğun bir
arkeolojik faaliyet var...
İsrail’de geçen hafta
Hristiyan ve Musevi tarihinin son senelerdeki en
büyük arkeolojik buluşlarından biri yapıldı ve bu
iki dinin “Kumran tomarları” yahut
“Ölüdeniz yazmaları” denen en eski
belgelerinin saklandığı yeni bir mağara ortaya
çıkartıldı.

Ölüdeniz tomarlarından biri.
Önce, “Kumran tomarları”nın ne olduğunu anlatayım:
Tamire kabilesine mensup genç bir Bedevi olan
Muhammed ed-Dib, 1946 sonbaharında bir sabah,
Ölüdeniz’in kuzeybatısındaki Kumran Köyü’nün
etrafında kaybolan keçisini aramaya çıktığı sırada
gözüne bir mağara girişi çarptı ve oyuğu genişletip
içeri girdi.

Arkeologlar, yeni buldukları on ikinci mağarada tomarları ve ilk Hristiyanlardan kalanları arıyorlar
GÖTÜRÜP ANTİKACIYA SATTI
Önce, iki adet büyük küp gördü ve Romalılar
zamanından kalma el değmemiş bir hazine bulduğunu
zannedip kapaklarını açtı. Küplerde birşeyler vardı
ama Roma altınıyla değil, tomar tomar kağıtla dolu
idiler...
Muhammed ed-Dib, küplerden çıkanları babası ile
beraber Beytüllahim’e götürüp Halil İskender Şahin
adındaki antikacıya sattı, sonra tekrar mağaraya
döndü, etrafı kazmaya başladı, başka tomarlar
bulunca götürüp onları da sattı.
Tomarlar birkaç hafta sonra Kudüs’teki Suriye
Ortodoks Patriği Mar Athanasius Yeşua Samuel’in
elindeydi ve papazlar ile Bedeviler Kumran’ı
beraberce kazmaya başladılar.
CIA İŞE EL ATTI
Ortaya başka mağaralar da çıktı ve mağaralarda
kimisi keten bezlere, kimisi de bakır plakalara
sarılmış yüzlerce tomar kağıt bulundu. Yazılar
Kumran taraflarında iki bin yıl kadar önce komün
halinde yaşayan ve kendini gizleyen bir toplumun
varolduğunu, binlerce kişinin Roma askerlerinin
korkusundan bu mağaralara sığındığını ve mağaralarda
dini bir medeniyetin doğduğunu gösteriyordu...
Tomarlarla ilgili söylentilerin yayılması üzerine
işe CIA da karıştı ve Şam’daki CIA şefi Miles
Copeland bazı tomarların mikrofilmini çekip
Amerika’ya gönderdi. 1950’lere gelindiğinde tomarlar
ile İsrailliler de uğraşmaya başlamışlardı...
Suriyeli Patrik Mar Athanasius ise o elindeki
yazıları Amerika’ya kaçı- rıp New York’ta bir banka
kasasına sakladı.
Vatikan ise, tomarlardan bazılarını da satın alıp
kendi arşivine koymuştu...
1954’ün 1 Haziran’ında Wall Street Journal
Gazetesi’nde “İsa’dan önce ikinci yüzyıldan kalma
kutsal metinler satılıktır. İlgilenenlerin PK
F206’ya müracaatları” diye bir ilan yayınlandı.
Satışa çıkartılan metinler, Patrik Mar Athanasius’un
banka kasasına sakladığı tomarlardı, Patrik Efendi
ölmüş ve tomarlar müş- teriye sunuluyordu.
İsrailliler 250 bin dolar verip metinlerin hepsini
satın aldılar, New York limanında bir gemiye
yerleştirip İsrail’e kaçırdılar ve daha sonra da
tamamını yayınladılar.
Vatikan ise belgelerin yayınlanmasına her zaman
karşı çıktı; zira bir kısmı İbranice, bir kısmı da
Aramice ile yazılmış olan tomarlarda Hazreti İsa
hakkında o güne kadar duyulmamış ama Hristiyan
itikadı ile çelişen bilgiler ve ifadeler vardı.
Tomarlar, Kumran’da bundan iki bin sene kadar
önce yaşamış “Esseniler” denen gizli bir Musevi
tarikatinin mensupları tarafından kaleme
alınmışlardı. Kumran tomarlarında Hazreti İsa’nın da
“Esseni” olduğu söyleniyor, daha da önemlisi, ailesi
ile kardeşlerinden bahsediliyor ve belgeler Hazreti
İsa’nın “Allah’ın oğlu” olduğu inancını hayli
zedeliyordu. Üstelik tomarlara Karbon-14 testi de
uygulanmış, orijinal oldukları ve bir kısmının
İsa’nın doğumundan 60 sene sonra yazıldıkları
anlaşılmıştı.

On ikinci mağarada bulunan boş bir tomar kılıfı
TARİH ÖNCESİ OBJELER
Kumran’daki araştırmalar tomarların bulunduğu
1946 sonbaharından itibaren durmadan devam etti.
2017’ye gelinene kadar bulunan mağara sayısı on bir
idi ve arkeologlar geçtiğimiz günlerde yeni, yani on
ikinci mağarayı ortaya çıkardılar. Şimdi, bu yeni
farkedilen mağarada büyük bir faaliyet var. Zeminde
içlerine tomarların konduğu ve diğer mağaralarda da
ortaya çıkan kavanozlara rastlandı ama kavanozların
içerisinde hiçbirşey yoktu, daha önce çalınmışlardı.
Tomarları bağlamaya yarayan deri ve bakır şeritler
hala yerlerde idi ve yanlarında boş, üzerine hiçbir
şey yazılmamış bir tomar da vardı. Duvarlarda
yapılan araştırmaların neticesinde oyuklarda tarih
öncesi dönemlere ait küçük bıçaklar, ok uçları ve
Esseniler’den kalma bazı mühürler ile topraktan imal
edilmiş ufak eşyalar bulundu.

Tomarlar, Kumran’daki bu kayaların içerisindeki mağaralarda bulundu.
ARDARDA İNCİL ÇIKTI
Arkeologlar, üç haftadan buyana mağaranın
zeminini kazıyorlar...
Filistin’de ve Mısır’da son 70 sene içerisinde
Hristiyanlıkla ilgili çok sayıda eski metnin
bulunması bilmem dikkatinizi çekti mi?
Kilisenin 4. asırda yasakladığı İncillerden biri
olan Barnabas İncili’nin bir kopyasının İspanya’da
ortaya çıkmasının yarattığı tartışmalar devam
ederken, Mısır’ın Nag Hammadi bölgesinde 1945’te bir
başka İncil, Tomas İncili bulundu ve bunu 1958’de
Markus İncili’nin o zamana kadar varolmayan bazı
bölümleri ile Yuhanna İncili’nin farklı bir metninin
ortaya çıkması takip etti...
İNANCI SORGULATAN İNCİL
Ve nihayet 1970’lerde yine Mısır’da, Minye
taraflarında papirüs yaprakları üzerine yazılmış bir
diğer İncil’in, Yahuda İncili’nin mevcudiyeti
farkedildi. National Geographic dergisinin bu
İncil’i 2006’da yayınlaması üzerine Hristiyan
ilahiyatçılar küplere bindiler, zira metinde Hazreti
İsa’yı ihbar edip çarmıha gerilmesinin sorumlusu
olarak kabul edilen Yahuda İskaryot’un masum olduğu
ve ihbarı İsa’nın emriyle yaptığı ileri sürülüyordu!
Şimdiye kadar ortaya çıkartılan 972 adet tomara
ilaveten yeni bulunan on ikinci mağarada başka
kayıtlar da çıkacak olursa Vatikan kimbilir ne tepki
gösterecektir!
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı,
12.02.2017
|
SANATA DÖNÜK SALDIRIDA TÜRKİYE İLK 10'A GİRDİ
Danimarka merkezli kuruluş "Freemuse" tarafından her
yıl yayınlanan sanata ve sanatçıya dönük hak
ihlallerinde, Türkiye bu yıl ilk 10'a girdi.
Rapora göre 2016'da, 78 ülkede sanatçılara ve
eserlerine dönük toplam 1028 saldırı gerçekleşti. Bu
sayı 2015'te belgelenen saldırılardan yüzde 119 daha
fazla.
Sayılar, Irak'ta batı müziği dinlediği için IŞİD
tarafından öldürülen 15 yaşındak çocuğu da içeriyor.
Freemuse, saldırıları sınıflandırmaya tabi
tutuyor. Buna göre "ciddi şiddet" sınıfı, öldürme,
hapsetme, ölümle tehdit etme eylemlerini içeriyor.
Raporda, Türkiye, en çok sansür uygulayan ülkeler
arasında yedinci sırada yer alırken, ilk 10’da
Kuveyt, Çin, Mısır, Hindistan, Rusya, ABD, Pakistan
ve İran bulunuyor.
EN CİDDİ ŞİDDET EYLEMLERİNDE, İKİ NUMARA
TÜRKİYE
En ciddi şiddet eylemleri İran'da yaşanırken,
bunu sırayla Türkiye, Mısır, Nijerya, Çin, Rusya,
Malezya, Suriye, Tanzanya, Özbekistan izliyor. 188
"ciddi şiddet" vakasının 126'sı bu ülkelerde
gerçekleşmiş.
Şiddete en çok konu olan sanat ise müzik. Tüm
vakaların yüzde 46'sı hedef olarak müziği içeriyor.
Raporun Türkiye’yle ilgili bölümünde ise
Türkiye'nin 2015’te 12’nci sıradayken 2016’da 13
teyit edilmiş sansür vakasıyla yedinci sıraya
yükseldiği bildiriliyor.
Raporda; "Ülkede sanatın tüm dallarına yönelik
sansür eylemleri ‘devletin bekası’ gerekçesiyle
gerçekleşirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbe
girişiminin ardından muhalif seslere yönelik baskısı
sebebiyle arttı” ifadeleri yer alıyor.
Sol Haber,
11.02.2017
|
TÜRKİYE'NİN KÜLTÜR SANAT KALESİ: DTCF
İsim babası Mustafa Kemal’den duvarlarına imzasını
atan mimar Bruno Taut’a, Muhsin Ertuğrul’dan diğer
tüm efsane hocalarına kadar modern Türkiye’yi var
eden pek çok ismin emeğinin geçtiği bir eğitim ekolü
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi.
Kısaca DTCF... Mezunları, bugün ülkenin kültür sanat
hayatına yön veren isimler. Bu isimlerden biri de
tiyatro bölümü mezunu, yazar Murathan Mungan. Bu
hafta başında yayımlanan 686 sayılı KHK ile beş
öğretim görevlisini kaybederek fiilen kapanma
noktasına gelen okulunu, savunulması gereken bir
kültür sanat kalesi olarak tarif ediyor.
Yeryüzünde tiyatronun binbir derde deva olduğuna
inandım bir kez. Bütün kötülüklerin, insanın
insandan kopmasından, uzaklaşmasından; birbirlerinin
sıcaklığını, sevgisini duyamadıklarından doğduğuna
inanç getirdim bir kez. Artık, beni bu inançtan, bu
kanıdan kurtaramazdı kimse. Onun için, bu yolu doğru
yol belledim. İyiliğe, güzele, gerçeğe çıkaran
yol...”
Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) Tiyatro
Bölümü, bu sözlerin sahibi Muhsin Ertuğrul’un
yüreklendirmesiyle kuruldu.
14 Haziran 1935’te,
TBMM’de kabul edilen yasa, adını Mustafa Kemal
Atatürk’ün koyduğu Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşunu haber
veriyordu. Amaç, hem ulusal bilincin gelişmesi hem
de özgür düşünceli bireylerin doğru ve ülkesine
yararlı yetişebilmesi için, Türk dilinin, tarihinin
ve kültürünün araştırılmasıydı.
1936’da 195 öğrenci
ile öğretime başlayan fakülte, 1940’a kadar I.
Ulusal Mimarlık Akımı eseri olan, bugün Ankara
Devlet Tiyatrosu’na ev sahipliği yapan Evkaf
Apartmanı’nda öğrencilerini yetiştirdi. O arada,
ömrünün son demlerini yaşayan Alman mimar Bruno
Taut’a, fakülte binasının projelendirilmesi işi
verildi. Yahudi asıllı Taut, Nazi Almanya’sından
kaçıp Türkiye’ye gelen bilim insanlarından biriydi.
Atatürk’ün naaşının konulduğu katafalkın çizimini 36
saatte yapan da oydu. Kabri, İstanbul Edirnekapı
Şehitliği’nde olan Taut, buraya kabul edilip gömülen
tek gayrimüslim. DTCF’nin bugün bulunduğu
Sıhhiye’deki binasının projesini tamamladıktan kısa
süre sonra İstanbul’da hayata veda etti.
1948’DEKİ İLK
TASFİYE SÜRECİ
Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, Türkiye tarihinin incelenmesine kaynaklık
edecek olan Sümerce ve Hititçeden Latince ve
Yunancaya, antik Doğu ve Batı dillerinin yanında
modern diller ile coğrafya, felsefe, psikoloji,
sosyoloji, antropoloji gibi çeşitli sosyal
bilimlerin farklı alanlarında eğitim veriyordu.
Tiyatro eğitiminin konservatuvarlar dışında,
bilimsel düzeyde verildiği ilk bölüm olan DTCF
Tiyatro Bölümü’nün temeli, 1958’de atıldı. Muhsin
Ertuğrul’un yüreklendirmesi ve Prof.Dr. İrfan
Şahinbaş’ın girişimleriyle Tiyatro Enstitüsü
kuruldu. Enstitü, 1964’te Tiyatro Kürsüsü, 1981’de
Tiyatro Bölümü adını aldı. DTCF Tiyatro Bölümü
duvarlarına, sıralarına, tarihine, geleneğine
hocaların hocası olarak bilinen Sevda Şener, Metin
And, Turgut Özakman, Sevinç Sokullu, Nurhan Karadağ,
Selda Öndül gibi tiyatro dünyasını biçimlendiren
isimlerin sesi sindi.
Hafta başında, 686
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile fiilen kapanma
noktasına gelen DTCF’nin geçirdiği ilk sarsıntı
değil bu. HDP Milletvekili Mithat Sancar’ın
Meclis’te yaptığı konuşmada hatırlattığı gibi
fakülte, 1945’te başlayıp 1948’de sonlanan bir başka
tasfiye süreci geçirmişti.
1945’te, DTCF’de
dekanı Prof.Dr. Enver Ziya Karal’ın Milli Eğitim
Bakanlığı’na komünist oldukları gerekçesiyle dört
hoca için yazdığı raporla başlayan süreç 1948’de
tasfiyelerle noktalanmıştı. Doçent Behice Boran,
Doçent Pertev Naili Boratav ve Doçent Niyazi Berkes
üniversiteden uzaklaştırılmış, Mediha Esenel
(Berkes) ise istifa etmek durumunda kalmıştı. Hepsi
de Türkiye kültür ve siyaset hayatına damga vurmuş,
önemli eserler vermiş isimlerdi.
32 YILLIK
FOTOĞRAFÇI NEBİ(ÇİM) ADAM
DTCF, tarihi boyunca
karşıt görüşlerin, fikirlerin bir arada yaşatıldığı
bir okul oldu. Elbette sık sık çatışmalar da
yaşandı, özellikle 90’lı yılların başında. 1985
yılında Sümeroloji Bölümü’nde okumaya başlayan, 32
yıl sonra hala DTCF’de çalışan, okulun
sembollerinden biri haline gelen,
öğrencilerin ‘NebiÇim Adam’ı, fotoğrafçı Nebi Coşkun,
DTCF’nin en önemli özelliğinin de bu olduğunu
söylüyor: “Dil-Tarih’li olmaktan gurur duyuyorum.
Türkiye’de iyi ki böyle bir okul var. DTCF sayesinde
sağcılar solcuları, solcular sağcıları tanıyor. Ben
mesela formasyon eğitimini Gazi Üniversitesi’nde
aldım. Orada tek bir görüş hakimdir. DTCF öyle
değil, bizde her kesimden öğrenci vardır. Sadece
sağcı veya solcu değil, feministler, LGBTİ’ler...
Herkese yer vardır, herkes barınabilir. Atatürk’ün
kurduğu okuldur DTCF, güneş balçıkla sıvanmaz.”
Mezunlarının pek fazla
uzaklaşamadığı bir okul DTCF. Öğrenciler için
burası bir ‘mecburiyet’ değil, bir yaşama yeri.
Tiyatro bölümü mezunu, Afife Tiyatro Ödüllü
oyun yazarı Firuze Engin, “Bizim bölümde
herkes, birbiriyle yan yana gelmekten haz duyduğu
için okula gelir. Çoğu zaman, o gün dersin yoksa
bile okula gidersin, milleti görmek için. Dersin
bittiyse de akşama kadar okuldan çıkmazsın, içerisi
dışarıdaki hayattan daha eğlencelidir çünkü.
Bölümde, her an bir üretim hali vardır. Bir
arkadaşın projesini veya tezini çalışıyordur,
provaya göz atarsın; belki bir oyuna müzik
yapılıyordur şarkıyı öğrenirsin, sen de söylersin;
birisi ezber yapıyordur ezberini tutarsın, birileri
dekor boyuyordur iki fırça da sen atarsın, ya
da orta bahçede hararetle bir tiyatro kuramı
konuşuluyordur, muhabbete katılırsın” diyor.
DTCF’YE BİR
GİREN BİR DAHA AYRILAMAZ
Son KHK ile
ihraç edilen Dr. Elif Çongur
da okula bir kez girenin bir daha
çıkamadığını anlatıyor. 1995’te lisans öğrencisi
olarak DTCF’nin kapısından adımını atan Çongur,
yüksek lisans, doktora derken hoca olmuş ve
hayatının 22 yılını buraya vermiş. “Atmasalar bir
yere gitmezdim” diyor ve ekliyor: “Başka ülkeye
yerleşirsin, kalkıp tatile gelsen ilk oraya
gelirsin. Ödül alırsın, hemen oraya koşarsın.”
Ankara’nın orta
yerindeki DTCF’nin ‘orta bahçe’ diye anılan
avlusunda, eskrim provası yapan, Lady Macbeth
kostümüyle çay almaya giden, ortalıkta ses-konuşma
alıştırması yaparak dolanan tiyatro bölümü
öğrencilerine rastlamak günlük rutindendir.
Birbirlerine “Çiçaam” diye seslenirler, fakülte
kantinin karınca gibi koşturan emekçisine “Atom”
derler. Efsane hocaları Nurhan Karadağ’ın
geleneğidir; mezun oldukları gün hocalarıyla oturur
fıstıklı baklava yerler. Ve yine Elif Çongur’un
dediği gibi, “Her fırsatta, her 27 Mart Dünya
Tiyatro Günü’nde, her oyunda, her iyi günde, her
kötü günde, sebepli sebepsiz birbirlerine ve
hocalarına koşarlar...”

MEZUNLARIN
DİLİNDEN DTCF TİYATRO BÖLÜMÜ
Songül Öden:
Kolektif yaşamı deneyimlediğim; kafamı,
kalbimi Türkiye’deki ve dünyadaki sanat kuramları ve
uygulamalarına açan ve orada edindiğim bilgiyi
seyirciyle buluşturan ilk ve en önemli duraktır. Ve
hocaları annedir, abladır, babadır, arkadaştır,
terzidir, sırdaştır, eleştirmendir, hayvanseverdir,
kendine benzemeyen herkesi ilk anlayandır. Başörtüsü
çıkarılıp ikna odalarına sokulan arkadaşlar için de
insani duruş sergileyen onlardı, okulu kendi
imkanlarıyla güzelleştirenler de, herkes için barış
isteyenler de... Vicdandan ve insandan taraf oldular
hep. Absürd tiyatroyu çok severim ve iyi anlatırdı
hocalarım. Absürd tiyatronun en önemli örneği
kıymetli hocalarımın görevden alınmasıdır.
Burak Satıbol:
Hayallerimizi büyüttüğümüz, Mahşer-i Cümbüş’ün
temellerini attığımız yer... Ne zaman umutsuzluğa
kapılsak, işler kötü gitse orada geçirdiğimiz
günleri anıp güç tazeledik. Bize sanatımızı öğreten
hocalarımız hep oradaydı ve hep orada olacaklar!
Cihan Ercan:
Sadece tiyatro değil; tarih, coğrafya,
restorasyon öğrencisinin de ülkesinden, dünyadan
haberdar olduğu yerdir DTCF. Akıllı, vicdanlı,
donanımlı insanlar yetiştirmeye çalışır
Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri. Tüm Ankara
Üniversiteli hocalarımın yanındayım. Ve kefilim;
haddim
olmayarak.
Hazal Türesan:
Hocalarımız hayatımda öğrendiğim en kıymetli şeyi
hediye ettiler bana: “Empati kurmayı”. Orada
anladım ki empati kurmak sadece oyunculuğun değil,
doğru bir insan olabilme yolunda ilerlemenin de
temeliymiş. Geriye dönüp baktığımda orta bahçenin
farklılıkların buluştuğu, üreten insanların
birbirine değdiği bir yer olduğunu görüyorum.
Hepimiz birbirimize karışıyoruz. Bugün belki de
hepimizin ihtiyacı olan şeyi bulmuştuk biz orada.
Birbirimizi değiştirmeden, anlayarak, biz olarak
kalmayı öğrenmiştik.

DTCF MEZUNU
MURATHAN MUNGAN: MUHASARA VARSA SAVUNULMASI GEREKEN
HAYATLAR VARDIR
Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, eğitim ve kültür tarihimizde başlı başına
bir kurum, tiyatro bölümüyse tam anlamıyla bir
kültür ve sanat kalesidir. Bugün eğitim, kültür ve
cümle hayat dört koldan faşizan bir muhasara altında
olmasaydı, burada ‘kale’ sözcüğünü
kullanmayabilirdim. Bilenlere hatırlatmak,
bilmeyenleri bilgilendirmek amacıyla, mezunu olduğum
bu bölümün kendi öğrencilik yıllarımdaki öğretim
kadrosunu saymak isterim. Sevda Şener, Metin And,
Özdemir Nutku, Melahat Özgü, Sevinç Sokullu, Nurhan
Karadağ, Cüneyt Gökçer, Turgut Özakman, Yücel Erten,
Alim Şerif Onaran, Mahmut Tali Öngören, Emre Kongar,
Ayşegül Yüksel. Bu arada her yarıyılda gerek fakülte
içindeki diğer bölümlerden, gerek başka
fakültelerden alınan yardımcı derslerle, teorik ve
pratik çalışmalarla beslenen yoğun ve güçlü bir
eğitimden geçerdi öğrenciler. Sanat Antropolojisi,
Yaratıcı Psikoloji, Hegel’in Sanat Felsefesi, Yılmaz
Güney Sineması gibi başlıklar altında
özetleyebileceğim benim aldığım sadece bu dersler,
hazırladığım bu dönem ödevleri bile verilen eğitimin
niteliği ve düzeyi konusunda kabaca bir fikir
verebilir. Sonraki yıllarda da bu kadroların
yetiştirdiği, donanımlı, iyi eğitilmiş öğretim
görevlileri tiyatro bölümünü günümüze aynı güçle,
aynı ufuk genişliği içinde taşıdı. Bugün kültür ve
sanat dünyasında yazar, yönetmen, dramaturg, oyuncu,
öğretim görevlisi olarak ışık saçan pek çok değerli
insan bu okulun mezunudur. Muhasara varsa,
savunulması gereken kaleler, burçlar, sahip
çıkılması gereken hayatlar vardır.
Hürriyet,
Haber: Banu Tuna, 11.02.2017
|
ABDÜLHAMİT'İN KIŞLASI İMARA AÇILIYOR
Sultan 2’nci Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye
Alayları için pek çok şehirde oluşturulan
kışlalardan biri olarak Mersin’de 1904 yılında bir
askeri kışla inşa edilmişti.

Birinci Dünya Savaşı devam ederken İngilizler
tarafından şehirle birlikte kışla da bombalandı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra kışla 23. piyade
alayına tahsis edildi. İkinci Dünya Savaşı’nda alay
Trakya’ya taşınınca emniyet açısından
Heybeliada’daki Deniz Okulları buraya getirildi.
1946 yılına kadar da Mersin’de, bu arazide kaldı.
YÖNETMELİĞE UYGUN
Yaklaşık 30
yıldır boş duran bu değerli arazinin imara açılması
yönünde ciddi bir karar çıktı. Adana Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu, 1995 yılında askeri
kışlanın bulunduğu parseli ‘‘tarihi sit alanı’’
olarak tescilledi. Geçtiğimiz yıl Ocak ayında da bu
kararın tapuya işlenmesine karar verildi. Bu gelişme
üzerine OYAK Genel Müdürlüğü koruma kurullarının bir
üst merci olan Kültür Varlıkları Koruma Yüksek
Kurulu’na itiraz etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Müsteşarı Ömer Arısoy’un başkanlığını yaptığı 15
üyeden oluşan Yüksek Kurul, oy birliği ile itirazı
yerinde bularak Adana Koruma Kurulu’nun tarihi ve
doğal sit alanı ilan ettiği kararı iptal etti.
Böylece arazinin imara açılmasının önündeki en büyük
engel kalkmış oldu.
BELEDİYE PARK
İSTİYOR
Mersin Büyükşehir Belediye
Başkanı Burhanettin Kocamaz konuyla ilgili “Eski
stadın olduğu yer TOKİ’ye devredilmişti.
Cumhurbaşkanımızla görüştüm buranın meydan olmasını
istediğimizi söyledim. Söz konusu arazi de buranın
yanı. Oranın da meydana dahil edilerek park olmasını
istiyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
11.02.2017 |
PİYASA DEĞERİ 10 MİLYON LİRA OLAN TARİHİ ESER ELE
GEÇTİ
Muğla'da jandarmanın
yol kontrolleri sırasında durdurulan bir otomobilde
piyasa değeri 10 milyon lira olan tarihi eser ele
geçirildi.
Muğla İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından
bugün akşam saatlerinde asayiş ve yol kontrolü
uygulaması yapıldı.

Muğla-Antalya Karayolu'nun 10'uncu
kilometresindeki uygulama noktasında şüphe üzerine
durdurulan 48 SC 406 plakalı otomobilde arama
yapıldı.
Aramada, bagajda beyaz çuval içerisinde beze
sarılı halde Hazreti İsa
Heykelciği ve Haç figürleri bulunan 3 obje ele
geçirildi.
Tarihi eserlere el konurken, otomobildeki M.D.,
E.Y., A.B. ve M.A. gözaltına alındı.
Uzunluğu 72 santimetre olan Hazreti İsa
heykelciği, 2 şarap kadehi ve gözyaşı şişesinin
piyasa değerinin 10 milyon liranın üzerinde olduğu
öğrenildi.
Milliyet, 11.02.2017
|
TAKSİM'E YAPILACAK CAMİNİN RUHSATI VERİLDİ
Taksim'de yapılması planlanan cami alanında
çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. İş
makinelerinin geldiği alana ilk kazma da vuruldu.
Çalışmalar devam ederken caminin yapılması planlanan
alandaki Taksim Mescidi'nde ise Cuma namazı kılındı.
Mescide sığmayan vatandaşlar, namazı mescidin
sokağına serilen hasırlarda kıldı.
Cemaatin Cuma
günleri mescide sığmadıklarını söyleyen esnaf
Mustafa Darcan, "Çevre esnafı olarak yakın olan bu
mescitte namaz kılıyoruz. Mescide 300 kişi ancak
sığıyor. Geri kalanlar sokakta kılmak zorunda
kalıyor. Hava soğuduğunda ve cemaatin kalabalık
olduğu cuma namazlarında zorluk çekiyoruz" dedi.
"KAMU KAYNAKLARI HARCANMAYACAK"
Cuma namazı için Taksim Mescidi'ne gelen Beyoğlu
Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ise yapılacak
cami projesi hakkında bilgi verdi. Cami ruhsatının
verildiğini söyleyen Demircan, "Taksim Mescidi'nin
bulunduğu yerde bir Taksim Camii projesi son 50
yıldır kamuoyunun gündemindedir. 2010 yılında koruma
alanları imar planlarımızda otopark alanı cami alanı
olarak tescillenmişti. 2013 yılında imar planları
iptal olunca 2015'e kadar bölge plansız kalmıştı.
2015 yılında mevcut yapı Danıştay'dan tekrar geri
gelince burada cami yapımına da onay çıkmıştı" dedi.
Projenin Anıtlar Kurulucunda onaylandığını
söyleyen Demircan şöyle devam etti: "Taksim Cami'ni
yapmak isteyen hayırsever işadamları da var. Kamu
kaynağı harcanmadan yapılacak bu caminin belediye
ruhsatı da verilmiş durumdadır. Ruhsatı alan iş
adamı iş makinelerini getirdi ve ilk çalışmalarına
başladı. Kazık çakıldı. Anıtlar Kurulu'nun
gözetiminde devam edecek. İnşaat 1-2 yılı bulacak.
Tüm masrafı Sur Yapı ortakları üstleniyor. İhale
yapılmadı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile bu işin
yapılması konusunda protokolünü yaptı. Cami,
mimarisi ile buradaki yapılara uygun."
Habertürk,
Haber: Yusuf Doğan, 10.02.2017
|
50. YIL CUMHURİYET ANITININ PARÇALARI MOLOZ OLDU
Sormak istiyorum: Bilmiyorum dünyanın başka
neresinde böyle bir şehircilik uygulaması
gerçekleşir?Şehrin önemli bir anıtının içinden boru
döşemek için kazı yapılır? Bunlar İstanbul’un
merkezinde, Galatasaray’da oluyor.
Cumhuriyet’in Ellinci Yıl Anıtı*‘nın
çevre düzenlemesinin içinde altyapı çalışmaları
kapsamında hafriyat yapılmış. Anıtının bazı
parçaları kırılmış. Hafriyat sonucu çıkan parçaları
da moloz olarak atılmış!
İş makinesi, bugünlük çalışmasını bitirmiş
bekliyor. Belki yarın çalışmaya başlayacak ve diğer
parçaları da kıracak.
Hafriyat kazısının önüne bir anıt çıkıyor. Anıtın
çevre düzenlemesi yok edildiği gibi, kendisinin de
bazı parçaları hasar görüyor. Bu uygulama projesiz
yapılmıyor. Yani ölçülüp, biçilip, projeler, planlar
çiziliyor. (Yani görünüşte öyle oluyor.)
Daha önceki
İstiklal Caddesi düzenleme çalışmasında da
kaldırılan molozlar üzerine yığılmıştı.
Molozlar
zorla kaldırılmış, üzeri örtülen çevre düzenlemesi
de inanılmaz zorluklarla, mücadelelerle tekrar
kaplamanın altından çıkarılmıştı. Kazı başladığında
kabağın gene Cumhuriyet Anıtı’nın başına
patlayacağını tahmin etmiştim. Hani kavga çıkmasa,
bu anıtı çoktan yok etmişlerdi diyeceğim. Ama
söylemeye dilim varmıyor. Belki de yarın yıkarlar
diye.
Orada bir anıt olduğunun farkında değiller
Aslında bu plan ve projeleri hazırlayanların anıtı
yok etmek gibi bir art niyetleri falan da yok. Orada
bir anıt olduğunun farkında değiller yalnızca. Bu
yüzden kazıyı bir metre bile kaydırmayı
düşünmemişler.
Bu şehirde bu kadar plancı, uzman, mimar falan
var. Belediyesinin muazzam bir bürokrasisi var.
Koruma kurulları falan da var. Bunların hepsi mebzul
miktarda. Peki bu unutkanlık, boş vermişlik nasıl
oluyor?
Nasıl oluyor da bu şehircilik uygulamaları sanki
hiç bir plan, proje olmadan yapılıyor? Ya da varmış
gibi yapılıyor?
Şaşırtıcı olan (yalnızca anıtın durumu değil) bu.
*Cumhuriyetin 50. yılı için
Şadi Çalık‘tan istenen heykel İstanbul’da
Galatasaray Meydanı’nda yer almaktadır. Galatasaray
Heykeli adıyla da bilinen 1973 yapımı anıt genç ve
dinamik cumhuriyeti temsilen göğe uzanan 50
çelik borudan oluşur. Sanatçı Beyoğlu’nun
karmaşasını eserin sadeliğiyle yener.
Sanat Atak,
Haber: Korhan Gümüş, 10.02.2017
|
KNİDOS ANTİK KENTİNDE KAÇAK KAZIYA 3 GÖZALTI
Datça İlçesi'nde jandarma ekiplerince düzenlenen
operasyonda kaçak kazı yaptıkları belirlenen 3 kişi
gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, Datça Jandarma Komutanlığı
ekipleri, Yazı Mahallesi'nde birinci derece sit
alanındaki Knidos antik kenti Kıyrap mevkiinde
kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine çalışma
başlattı.
Bölgenin kontrolü için çıkarılan Jandarma
devriyesi, belirtilen mevkide park halinde gizlenmiş
vaziyette bir kamyonu tespit etti.
Ekipler, bölgede yaptıkları incelemede üç
şüpheliyi Roma dönemine ait mezarları kazarken suç
üstü yakaladı. Gözaltına alınan şüphelilerin kaçak
kazıda kullandığı dedektör, kazma, kürek, çapa
malzemeleri ele geçirildi.
Şüphelilerin, "tarihi eser kaçakçılığı yapmak"
suçlamasıyla jandarmadaki işlemlerinin ardından
adliyeye sevk edileceği öğrenildi.
Habertürk,
10.02.2017
|
MONA LISA'NIN GÜLÜŞÜNDEKİ SIR FRENGİ Mİ?

Sanat tarihinin en ünlü tablosu Mona
Lisa’ya dair son teori bir seks ve ölüm hikayesi
olabileceği yönünde…
Tahminler ortaya atılsa da Leonardo da
Vinci’nin yüzyıllardır gizemini koruyan Mona
Lisa’nın gerçekte kim olduğu ve gizemli
gülüşü hala kesin olarak aydınlatılamadı.
Günümüzde sanat tarihçileri tablodaki kadının
Floransalı tüccar Francesco del Giocondo’nun eşi Lisa Gherardini olduğunu
düşünüyor ancak gülüşüne dair teorilerin ardı
arkası kesilmiyor. Son olarak bu yarışa katılan
isim Guardian’ın tartışma yaratan sanat
eleştirmeni Jonathan Jones.
Jonathan Jones’un
Mona Lisa’ya dair
teorisi bu gizemli gülüşün bulaşıcı bir
cinsel hastalıktan, frengiden kaynaklandığı
üzerine. Eleştirmen Lisa Gherardini’nin
Floransa’daki bir manastır defterinde adının
kayıtlı olduğunu, buranın eczacısından salyangoz
suyu aldığını söylüyor. Salyangoz suyunun o
dönemde cinsel yolla bulaşan hastalıkları tedavi
etmek için kullanıldığı biliniyor.
Frengi teorisini zayıflatan tek unsursa
manastır kaydının Mona Lisa’nın
çizildiği 1503’ten en az 10 yıl sonra olması.
Parçalar tam oturmasa da Jones, Gherardini’nin
Rönesans dahisine poz verdiği dönemde de hasta
olduğunu öne sürüyor. Yarım gülüşündeki
melankoliyi, gözlerinin etrafındaki koyuluğu ve
halkaları, üzerindeki garip yeşil ışığı
hastalığın belirtileri olarak sunuyor.
Freud’dan destek alıyor
Teori,
Sigmund Freud’un 1910 tarihli kitabı Leonardo da Vinci and a Memory of His
Childhood’dan da destek alıyor.
Kitapta Freud, da Vinci’nin cinselliği
yaşamaktan korkan bir eşcinsel olduğunu bu
yüzden de libidosunu bilim ve sanatla
arındırdığını iddia ediyordu.
Sanat Atak,
Haber: Ali Murat Ergül, 09.02.2017
|
BETONARME ZİHNİYET
Osmanlı mezar taşları tarih
boyunca çok zulüm gördü. Ama hiç bu kadar şuursuz
bir katliam görmemişti! İşte Muğla'daki Rufai Şeyhi
Hasan Nuri Efendi Türbesi'nde çekilen içler acısı
manzara...
Betonlaşan zihniyet!
Bu fotoğrafın ne zaman çekildiğini malesef
öğrenemedik ama çekildiği mekanı öğrenmeyi başardık.
Arkeoloji.tv ekibi internette yayınlanan
fotoğrafın gerçek mi yoksa manipülasyon mu olduğunu
araştırdı....
İnternet üzerinde bulunabilen en eski yüklenme
tarihi instagram üzerinden 22 Kasım 2016...
İstanbul'da bir üniversitenin Güzel Sanatlar
Fakültesi'nde öğrenim gören bir hanımefendi
tarafından yüklenmiş resim. Resme yapılan yorumlara,
yükleyenin verdiği yanıtlardan resmin bir bahçe
duvarından çekildiği
anlaşılıyor. Yükleyicinin onayını henüz alamadığımız
için ismini kullanmadık.
MUĞLA'DA
TÜRBE DUVARI
Facebook sayfamızdan yaptığımız paylaşıma
yorum yapan, Arkeolojinin Gizemi grubu üyesi Aylin
Taren hanımefendi; "Burası Muğla merkezde çok küçük
bir türbenin duvarıdır. Pek kimse burayı bilmez
sadece eski muğlalılar ve orada yaşayan insanlar
bilir" yorumu ile söz konusu fotoğrafın Muğla'da
çekilmiş olduğunu belirtmişti.
Bir diğer takipçimiz Yusuf Bey,
fotoğrafın Muğla'nın
tarihi kesimde yer alan eski Muğla bölgesinde
Rufai Şeyhi Hasan Nuri Efendi Türbesi'nde
çekildiğini belirtmiştir.

Yoruma gerek yok..
Vaziyet ortada!
arkeolojikhaber.com, 09.02.2017
|
5 - 11 Şubat 2017
|
EYFEL KULESİ
ÇEVRESİNE DUVAR

Eyfel Kulesi İşletme Şirketi tarafından yapılan
açıklamada, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO
2016) sırasında geçici olarak yerleştirilen çitlerin
kalıcı hale getirilmesi kararı alındığı bildirildi.
Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Bernard Gaudillere,
Le Parisien gazetesine yaptığı açıklamada, "Eyfel
Kulesi ve içinde bulunduğu bahçenin kurşun geçirmez
bir duvar ile çevreleneceğini" söyledi.
Sonbahardan itibaren
faaliyete geçecek duvarın 2,5 metre yüksekliğinde ve
kurşun geçirmez özelliğe sahip olacağı belirtilen
açıklamada, terör saldırılarına karşı bu tür bir
uygulamaya gidildiği ve kule girişinin tek bir
noktadan sağlanacağı vurgulandı.
20 milyon avroya mal
olacağı belirtilen duvarın Eyfel Kulesi ve
çevresinde önemli değişikliklere yol açacağı, kuleye
gidiş araç yolunda da yeni düzenlemenin yapılacağı
kaydedildi. Paris Belediyesi, kulenin şimdi olduğu
gibi ücretsiz olarak ziyaret edileceğini açıklarken,
tek giriş ve güvenlik kontrolü uygulamasının
turistlerin bekleme sürelerini birkaç kat artıracağı
vurgulanıyor.
Yapı, 09.02.2017
|
ESKİŞEHİR'DE MODERN SANAT MÜZESİ AÇILIYOR
Özel müzelerin açılması, o kentte sanatın birçok
kişi tarafından tanınmasını, izlenmesini
sağlıyor.
Özellikle görsellik konusundaki atılımlarıyla
özel müzeler önemli bir işlevi yerine
getiriyorlar.
Üniversite kenti
Eskişehir’de Polimeks’in çabasıyla 2018’in
sonunda yeni bir müze ziyarete açılacak.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan
Odunpazarı bölgesinde yapılan müzenin adı “OMM”
(Odunpazarı Modern Müze) olacak.
Modern
sanat müzesinin içinde bir de butik otel
bulunacak.
Eskişehir’e gittiğimde,
Büyükşehir Belediye Başkanı Prof.Dr. Yılmaz
Büyükerşen’in Odunpazarı’nda onardığı bir otelde
kalmıştım. Müze arazisini de başkan, müzeyi
yapanlara tahsis etti.
Tarihi bir bölgede
bu tür mekanların yapılması, kültür turizmi
açısından da o kenti yüceltir.Müzelerin içindeki
malzeme kadar, müze binasının mimarisi de hiç
kuşkusuz özen gösterilmesi gereken bir anlayışı
gerektiriyor.
Müze binasının yapımını
Japonya’nın tanınmış mimarlarından Kengo Kuma
üstlendi. Sanatçı, müzenin mimari felsefesini
şöyle özetliyor: “Doğa ile mimariyi, ‘bina’ ve
bulunduğu ‘lokasyon’ arasında güçlü bir bağ
kurulmasını sağlayacak şekilde harmanlamak. Bunu
sağlamak için kolayca temin edilebilecek ahşap,
taş ve kağıt gibi doğal ve yerel malzemeyi
kullanmayı tercih ediyorum.”
Müzenin
maketini gördüğünüzde, binanın bu anlayışı
yansıttığını göreceksiniz. 3 bin300 metrekare
alan üzerine kurulacak müzede Polimeks
koleksiyonunda yer alan modern ve çağdaş Türk
sanatçılarının yapıtları sergilenecek.
Polimeks Yönetim Kurulu Başkanı Erol Tabanca,
müzeyi niçin kurduklarını, gençler için önemini
vurguluyor:
.
“Dünyada bu türlü müzelerde
sergilenecek eserler kadar, müze binasının
mimarisinin de dikkat çekici olmasına özellikle
önem veriliyor. Koleksiyonumuzdaki, sanat değeri
yüksek eserlerin yer alacağı müzemiz için biz de
bu alanda dünya çapında bir mimarla çalışmaya
karar verdik.
Özellikle gençlerin çağdaş ve
modern sanata, tasarıma, mimariye olan ilgisini
önemsiyoruz. Polimeks olarak felsefemiz,
dünyanın neresinde olursa olsun sadece anahtar
teslim projeler üretmek değil. Bulunduğu şehirle
ve yerel kültürle bütünleşen, ona katkıda
bulunacak, sürdürülebilir ve bizden sonraki
jenerasyonlara ilham kaynağı olacak izler
bırakmak isteğindeyiz. Eskişehir’in UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne girmiş tarihi ve en özel
bölgesi olan Odunpazarı’ndaki restorasyon
çalışmalarının da bir parçasını oluşturacak bu
müze Eskişehirlilerin sanatla buluşmasına katkı
sağlayacak, manevi değeri yüksek bir projedir.
Eskişehir bizim evimiz, burada daha önce de
yatırımlarımız oldu.”
ÖZEL müzeleri,
sanatın ilerlemesi, sanatçıların tanınması için
gerekli yatırımlar olarak görüyorum.

Eskişehir’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş tarihi bölgesi Odunpazarı’nda yapılan modern sanat müzesi OMM, tamamlanınca böyle olacak.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan,
09.02.2017 |
KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA KURULU İBB'Y MAÇKA PARKI
ÇİN UYARDI
Beşiktaş ve Sarıyer bölgesinden sorumlu olan
İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, Dolmabahçe tünelinin yapımı için Maçka
Demokrasi Parkı'nın güney girişini bariyerlerle
kapatan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni 'koruma
bölge kurulu izni alınmadan herhangi bir inşai ve
fiziki uygulama yapılmaması' konusunda uyardı.
DHA’nın haberine göre, Maçka Demokrasi Parkı'na
bariyer konulmasının ardından, avukat Eren Can ve
Elvin Çerdik, parkın bu kısmından sorumlu olan 3
No'lu Koruma Kurulu'ndan projeyle ilgili bilgi talep
etti. Talepleri inceleyen Kurul,
“Dolmabahçe-Levazım-Armutlu-Ayazağa-Çayırbaşı
Karayolu Tünel Projesine ilişkin İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'ne uyarı gönderdi. Söz konusu proje
güzergahının, kısmen Dolmabahçe Sarayı Saat kulesi
ve Bezmi Alem Valide Sultan Camii Koruma alanları
içerisinde olduğunun belirtildiği 7 Şubat tarihli
yazıda, Boğaziçi Nazım İmar Planı'nda Boğaziçi Geri
Görünüm bölgesinde ve kısmen de sit sınırları
dışında kaldığı belirtildi. Koruma Kurulu belgelerin
tamamlanmasının ardından konunun tekrar
değerlendirileceğini ifade etti.
İstanbul'da Dolmabahçe ile Levazım mahallesi
arasında inşa edilecek karayolu tüneli kapsamında
Maçka Parkı'nın etrafı çitlerle çevrildi. Parkta
ağaç kesiminin başladığı belirtilirken, parkın
içinde yer alan koşu parkuru da kapatılmıştı.
İleri Haber, 08.02.2017
|
2000 YILLIK STELLER TESADÜFEN BULUNDU
Aktüel Arkeoloji dergisine bir okuyucu tarafından
gönderilen fotoğrafla birlikte başlayan araştırma
Isparta Müzesi yetkililerini de şaşırttı.
Aksu İlçesi Sofular
Köyü'nde akıl sağlığı yerinde olmayan bir köylünün
virane evinin duvarında 2000 yıllık Roma dönemi
mezar stelinin devşirme taşı olarak kullanıldığı
görüldü. İhbar eden vatandaş müdahale edilmediği
takdirde taşın yakın zamanda çalınabileceğini not
etti. Derginin editörleri durumu Isparta Müzesi’ne
bildirdi. Müze uzmanları yerinde inceleme yapmak
için belirtilen adrese gitti.
MÜZEYE
TAŞINACAK
Uzmanlar yıkık
durumdaki evin bir duvarında devşirme olarak
kullanılan steli gördüklerinde şaşkınlıklarını
gizleyemedi. Hem belirtilen evde hem de çevre
evlerin duvarlarında ve bahçelerinde çok sayıda Roma
dönemi mezar stelleri olduğu tespit edildi. Çevrede
bilinen antik kent olmaması müzecileri bölgede
araştırma yapmaya itti. Şimdilik tarihi eser
statüsündeki 2000 yıllık mezar stellerin nereden
getirildiği tam olarak bilinmiyor.

Literatürde bu köyde bulunan herhangi bir antik kent
isminin geçmediği biliniyor olsa da, taşların
bölgeye en yakın mesafedeki Tynada antik kentinden
getirildiği düşünülüyor. Müzecilerin yaptığı ilk
incelemede steller arasından bir tanesinin sağlam
durumda olduğu ve bir duvarın devşirme taşı olarak
kullanıldığı anlaşıldı. Yaklaşık 1 metre
yüksekliğindeki stelin üstünde Yunanca bir yazıt, 3
insan kabartması ve üçgen alınlığının ortasında da
bir hayvan kabartmasının olduğu görüldü. Müze
müdürlüğü bölgede inceleme yapmak ve eserleri müzeye
taşımak için çalışma başlattı.
Hürriyet,
07.02.2017 |
MAFYANIN ELİNDE BULUNAN VAN GOGH TABLOLARI İLK KEZ
SERGİLENİYOR
Hollanda'daki Van Gogh Müzesi'nden 2002 yılında
çalındıktan sonra geçen yıl İtalya'da Camorra
mafyasının elinde bulunan iki Van Gogh tablosu
yıllar sonra ilk kez yeniden sergilenmeye başladı.
BBC Türkçe'den Övgü Pınar'ın haberine
göre, "Scheveningen'de Deniz Manzarası" ve "Nuenen
Reform Kilisesi'nden Çıkan Cemaat" isimli iki tablo
26 Şubat'a kadar Napoli'deki Capodimonte Müzesi'nde
görülebilecek. Ardından da 2002'de çalındıkları
Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'ne teslim edilecek.
Van Gogh Müzesi'nden yapılan açıklamada,
tabloların dönüşü için kutlama hazırlıklarına
başlandığı ve iki eserin 21 Mart'tan itibaren
müzenin daimi koleksiyonundaki yerlerini alacağı
belirtildi.
Van Gogh Müzesi Müdürü Alex Rüger de "2002'den
beri yeryüzünden kayboldukları sanılan bu tabloların
bulunmuş olması bir mucize. Bu iki Van Gogh eserinin
14 yıl sonra yeniden halka sergilenmesi kutlanmayı
hak ediyor. Sanat eserlerinin bulunması için
gösterdikleri çabadan ötürü İtalyanlara teşekkür
etmek amacıyla tablolar ilk olarak bulundukları
bölgede sergilenecekler. Ne kadar mutlu olduğumu
anlatamam!" dedi.
Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI), 30
milyon dolar değere sahip olduğunu belirttiği bu iki
tablonun çalınmasını en önemli 10 sanat suçu
listesine dahil etmişti.
Sol Haber, 07.02.2017
|
İSTANBUL'UN CAN ÇEKİŞEN SURLARI HAVADAN GÖRÜNTÜLENDİ
Turizm merkezi olması gereken İstanbul’un tarihi
surları son yıllarda bakımsızlıktan can çekişiyor.
Atıl bir halde bırakılarak adeta can çekişen tarihi
surların Eyüp Ayvansaray’dan Fatih Yedikule
Zindanlarına kadar olan bölümünün harap olmuş hali
ise havadan çekilen görüntülerle gözler önüne
serildi.İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
sorumluluğunda olduğu öğrenilen surların bu hali ise
vatandaşların tepkisini çekiyor.

İstanbul’un en önemli tarihi yapıtları arasında
gösterilen surların, bakımsızlıktan harap olmuş bir
şekilde zamana karşı direnmeye çalışması havadan
drone ile görüntülendi. Atıl durumda bırakılan
surların insan hayatını da tehdit ettiği
belirtiliyor. Tarihi surların parçaları bakımsızlık
sebebiyle en son 13 Ocak 2017 tarihinde Fatih
Sulukule Caddesi’nde park halinde duran bir servis
aracının üzerine düşmüştü. Surlarda bulunan
delhizlerin birçoğu kapatılmış olsa da içerisinde
çöpler bırakılmış bir halde bulunuyor.
İstanbul'un önemli tarihi eserleri arasında bulunan
tarihi surlar havadan drone ile görüntülenirken
surların son hali de gözler önüne serildi. Eyüp
Ayvansaray’dan Fatih Yedikule Zindanlarına kadar
devam eden İstanbul’un tarihi surlarının havadan
aralıksız olarak çekilen görüntülerinde içler acısı
durumu da görüntülere yansıdı. Büyük bir kısmı
yıkılmış olan ve ayakta zor durduğu gözlenen burçlar
da havadan drone ile görüntülendi. Havadan çekilen
görüntülerde adeta tarihte bir yolculuk yapılırken,
surların içler acısı hali de insanın içini
sızlatıyor. Öte yandan İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin sorumluluğunda olduğu öğrenilen
surların bu hali ise vatandaşların tepkisini
çekiyor.

“Tarihe sahip çıksınlar”
Tarihi surları korumak için hiç bir şey
yapılmadığını ifade eden Celal Dinç,surların bakımı
yapmayan İBB'ye tepkisi göstererek “ Bekçi ve
güvenlik görevlisi surları korumuyor, restorasyon
yapılmıyor. Olmuş haline bırakılmış yıldan yıla bu
hale gelmiş. Başıboş olan her yer kötü niyetli
kullanılır, Tarihe sahip çıksınlar” ifadelerini
kullandı.

“Tinercilerden dolayı pislik yuvasına
dönmüş”
1978 yılından beri İstanbul’da
olduklarını ifade eden Aziz Aydın, “ Suların dibinde
büyüdüm, eskiden buralarda top oynardık ama şimdi
tinercilerden dolayı pislik yuvasına dönmüş.
Devletimiz o kadar yol ve projeyi yapıyor. Surlara
da güzel bir bakım yaparsa biz de gelen turistlerde
rahat rahat görürüz. İnanın şuan buralar pislik
yuvası biz bile geçmeye korkuyoruz bırakın turisti.
İstanbul dediğin zaman surlar olmadığında bir anlamı
yok.” şeklinde konuştu.
“Can güvenliğimiz yok, surlar onlardan
temizlensin”
Restorasyon çalışmalarının
yapılması gerektiğinin altını çizen Leyla Karabacak,
“ Ülkemize daha fazla turist gelsin istiyoruz, bu
surların bakıma alınması lazım bunlar bizim
tarihimiz geçmişimiz. Geçmişi olmayan insanın
geleceği de olmaz. Teknolojiden daha çok tarihe önem
vermemiz lazım” dedi.
“Başımı sokacak bir yuvaya ihtiyacım var”
30 yıl boyunca surların dibinde yaşadığını dile
getiren Ahmet Dinç, “Benim doğup büyüdüğüm yer
burası. Benim burada tek dostum yanımdaki kediler.
Bana yardım yapacak merhametli bir insan varsa
başımı sokacak bir yuvaya ihtiyacım var. Soğuk
olduğu zaman ne yapacaksın mecbur yaşıyoruz başa
gelen çekilir. Doğup büyüdüğümüz yerde yabancıyız
şimdi” ifadelerini kullandı.
İstanbul’un surlarının tarihi
İstanbul Surları, şehrin çevresinde bulunan, Bizans
İmparatorluğu zamanında şehri korumak için yapılan
duvarlardır. İstanbul'un etrafını çeviren surlar
tarihte 5. yüzyıldan başlayarak inşa edilmiş,
yıkılmalar ve yeniden yapımlar ile dört defa
yenilenmiştir. Son yapımı MS 408'dir. II. Theodosius
(MS 408-450) zamanında İstanbul surları
Sarayburnu'ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray'a,
Marmara kıyısı boyunca Yedikule'ye, Yedikule'den
Topkapı'ya, Topkapı'dan Ayvansaray'a uzanıyordu.
Tarih boyunca birçok İslam ordusu tarafından son
peygamber HZ. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve
sellem)’in İstanbul ile ilgili müjdelediği hadis-i
şerif’teki müjdeye kavuşmak sebebi ile defalarca
kuşatma altına alınmıştır. 6 Nisan-29 Mayıs 1453
tarihleri arasındaki Osmanlı ordusu kuşatmanın
sonucunda Osmanlı Padişahı II. Mehmed komutasındaki
birliklerin Bizans İmparatorluğu'nun başkenti
İstanbul'u fethettiler. Yıllar içerisinde surların
bazı kısımlarına küçük restorasyonlar yapıldı.
Şuanda ise İstanbul’un surları atıl bir şekilde
çürümeye terk edilmiş görünüyor

Surların toplam uzunluğu 22 kilometre
İstanbul’un surlarının uzunluğu toplam 22 km'dir.
Haliç surları 5,5 km, kara surları 7,5 km, Marmara
Surları 9 km'dir. Kara surları üç bölümden oluşur.
Hendek, dış sur ve iç sur. Hendekler bugün tarım
alanı olmuştur. Sura bitişik ve 50 m aralıklarla
kara surları tarafında, birçoğu yıkılmış, çatlamış
durumda 96 burç bulunmaktadır. İç surlarla dış
surlar arasında kapı ve merdiven bulunur. İç surlar
ve burçların yapımında kefeki taşı ve tuğla
kullanılmıştır. Dış surlardan iç surlara geçmek için
küçük burçlar vardır. Bütün bu hendek, burç, dış ve
iç surların toplam eni 70 m'dir. Surların içinde
dehlizler ve küçük oyuklar da bulunmaktadır. Marmara
ve Haliç surlarının önündeyse hendek ve dış sur
yoktur. Bu surların kalınlığı 5 m, yükseklik 15
m'dir. Burçlar 20 m'dir, Marmara tarafında 103,
Haliç tarafında 94 Burç vardır.
İHA, Haber:
Ahmet Faruk Sarıkoç - Emrah Kuş, 06.02.2017
|
VE BİR SEÇİM KLASİĞİ BAŞLADI... "TAKSİM'E CAMİ
YAPILSIN" ÇALIŞMASI
Her seçimde hükümete yakın medyada dile getirilen
"Taksim'e cami projesi" haberleri
yeniden gündeme geldi.
Anadolu Ajansı bu kapsamda "Taksim'e
yakışan büyük bir cami istiyorlar"
başlığıyla bir haber hazırlayarak okuyucularına ve
abonelerine sundu.
Ajans haberinde "Vatandaşlar"
diyerek vatandaşların, "İstanbul'un 2 bin
411 kişiye bir cami düşen Beyoğlu İlçesinde bulunan
Taksim Meydanına cami yapılması"
istediklerini iddia etti.
Bu haberi yandaş gazeteler de sayfalarına
taşıyarak haber yaptı.

Odatv, 05.02.2017
******
TAKSİM'E CAMİYE ONAY ÇIKTI

1970'li yıllardan beri gündemde olan, koruma kurulu
ve mahkeme kararları ile bir çok kez durdurulan
Taksim'e cami projesinde son aşamaya gelindi.
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, 19 Ocak günü yaptığı toplantıda Taksim Su
Maksemi'nin yanındaki mescit ile bu yapının
arkasındaki otoparkın olduğu alana cami yapılmasını
uygun buldu. Alanda bulunan çiçekçi dükkanları da
tahliye edilecek. Bu karara göre 1482 metrekarelik
alana yapılacak caminin parselde kaplayacağı alanın
900 metrekare olacağı öğrenildi. Caminin yüksekliği,
kubbe ve mahya ile birlikte yüksekliği 30.3 metre
olacak. Caminin altına 180 araçlık otopark ve
konferans salonu yapılması da planlanıyor. Cami,
Taksim Meydanı'ndaki çiçekçilerin bulunduğu alanın
arkasına yapılacak
“HUKUK YİNE AYAKLAR ALTINDA”
Daha önce açtıkları davalarla cami projesinin de
altını oluşturan imar planlarını iptal ettiren
Mimarlar Odası, karara tepki gösterdi. Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Sami
Yılmaztürk, “Kurulun bu kararı hukuku ayaklar altına
alıyor” dedi.
Beyoğlu imar planlarına açtıkları
tüm davaları kazandıklarını vurgulayan Yılmaztürk
“Bu kararlar, Cumhuriyet rejimi ile hesaplaşmanın
bir parçası. Taksim Meydanı bir bütündür ve bir
bütün olarak korunmalıdır” değerlendirmesinde
bulundu.
Taksim'e cami projesi için en son 2011 yılında
açılan dava kazanıldı. Cami projesi de dahil
Taksim'de planlanan bir çok inşaat bu şekilde
durduruldu. Ancak Danıştay 6. Dairesi, 2015 yılında
imar planlarını iptal eden mahkeme kararını bozarak
projelerin önünü açtı.
Sözcü, Haber: Özlem
Güvemli, 07.02.2017
******
"TAKSİM MEYDANI'NA CAMİ İHTİYAÇ DEĞİL, SİYASİ
HAMLE"
Koruma Kurulunca onaylanan Taksim Cami
Projesi’nin ideolojik bir mesele olduğuna dikkat
çeken mimarlar ve şehir plancıları, kararın
referandum öncesinde verilmesinin manidar olduğunu
vurguladı.

Yıllardır sık sık iktidar tarafından gündeme
getirilen Taksim Meydanı’nda cami projesine
onay verildi. Taksim Meydanı’nda yapılması planlanan
cami projesine İstanbul 2 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 19 Ocak’ta onay
verdiği ortaya çıktı.
180 araçlık otopark
Bu kapsamda, ilk etapta bölgedeki dükkanlar
tahliye edilecek. Ardından da ruhsatlandırma
aşamasına geçilecek. Kuruldan geçen projenin 482
metrekarelik bir alanda gerçekleşeceği ifade
edilirken caminin taban oturumu da 900 metre olarak
belirlendi. Planlanan caminin zemin üstü bina
yüksekliği 20,7 metre, kubbe yüksekliği 9,6 metre,
mahya yüksekliği ise 30,3 metre olarak hesaplandı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait arsa üzerine
yapılması planlanan caminin üç kat altına 180
araçlık otopark ve konferans salonu yapılmasının da
planlandığı ifade edildi.
Zamanlama manidar
Birgün Gazetesi'nden Rabia Yılmaz'ın haberine
göre, Projeye yönelik Mimarlar Odası tarafından
açılan davaların iptal edildiğini, bölgede ciddi bir
mülkiyet sorunu da olduğunu aktaran TMMOB Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu
Sekreteri Mücella Yapıcı, “Bu
kararın alelacele verilmesindeki amaç, özellikle de
referandum öncesinde gerginlik yaratmak. Toplumun bu
kadar hassas olduğu bir bölgede, esas olarak
insanları cami fikriyle karşı karşıya getirmek için
yapılan bu hamlenin zamanlamasını manidar
buluyorum” dedi.
Yapıcı, “Burada mesele cami fikri değil,
açtığımız davalarda da belirttiğimiz gibi o alana
cami yapılamayacağıdır. İşin esası proje son derece
politik. Projeyi referandum öncesi ve bir ibadet
yeri ihtiyacının olmadığı bugün ortaya çıkararak
bunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyorlar” diye
konuştu.
Toplum gerilim içine sürüklenmek
isteniyor
Kurul kararını inceleyeceklerini ve gerekli
hukuki adımları atacaklarını kaydeden Yapıcı,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’deki bütün
malvarlıklarının Varlık Fonu’na devredildiği gün,
bütün dikkatleri dağıtacak nitelikte, yine bir
ibadet yerinin siyasete alet edildiğini görüyoruz.
Hem de bu kadar hassas bir yerde. Taksim gibi
toplumun bütün vicdanının, yüreğinin attığı
meydanlara yönelik hamlelerle toplumun, çok önemli
bulduğu referandum öncesi kışkırtılmaya
çalışıldığını düşünüyorum. Bundan uzak durulması ve
toplumu idare edenlerin bu hassasiyetlere çok dikkat
etmesi gerekir. Ancak anlaşılıyor ki, toplum bir
gerilim içine sürüklenmek isteniyor.”
Birdenbire ortaya çıkması düşündürücü
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Kahraman
ise, kararı şu şekilde değerlendirdi:
“Mevcut imar planlarına yönelik bizim açtığımız
davada idare mahkemesinin verdiği iptal kararı
Danıştay tarafından geri çekilmişti. İmar
planlarının yeniden gündeme gelmesiyle birlikte bu
cami alanı meşrulaşmış oldu. Koruma bölge kurulu
bunun üzerinden bir mimari projeye onay vermiş
durumunda. İmar planında sorunlu bir durum yok. Bu
onayın arkasından da projenin gerçekleştirilmesine
hızla başlanacağı anlaşılıyor. Bugünkü siyasi
atmosferi düşünerek yapılmış bir hamle gibi
görünüyor. 2009 yılında başlayan bir süreç var ve
bugüne kadar iptal kararı haricinde yapılabilir olan
bir proje var. Fakat bugüne kadar soğutulan bir
gündemle takip edilip, daha sonra birdenbire ortaya
çıkması siyasi bir hamle dışında başka bir şey akla
getirmiyor.”
Yapı, 07.02.2017
******
TAKSİM'E YAPILACAK CAMİNİN GÖRÜNTÜLERİ İLK KEZ
SABAH'TA
49 yıllık rüya gerçek oluyor. O
projeyi ilk kez SABAH açıklıyor...
Taksim'e yapılması planlanan ve önceki gün onay
alan
Cami projesinin görüntüleri ilk kez
Sabah.com.tr'de
Yapılsın mı, yapılmasın mı tartışması 1968
yılından bu yana süren
Taksim'e
cami
projesinde 49 yıllık rüya gerçekleşiyor.
Vakıflara ait 2 bin 482 metrekarelik araziye
yapılacak Taksim Camii'nin mimarları ise tanıdık.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde inşa edilen Beştepe
Millet Camii'nin de mimarları olan Y. Mimar Şefik
Birkiye ve Dr. Mimar Selim Dalaman. 19 Ocak'da
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu'nda görüşülüp onaylanan projenin önünde
hiçbir engel kalmadı.
 
 
 
 

DİĞER İBADETHANELERİN YÜKSEKLİĞİ DİKKATE
ALINDI
Proje detayları, maketi ve çizim aşamasında
nelere dikkat edildiğinin ayrıntılarını ise sadece
SABAH ele geçirdi. Yıllardır, 'yapılsın' ,
'yapılmasın' tartışmalarına da son noktayı koyacak
tarihi yapının çizim aşamasında Beyoğlu'nun tarihi
hassasiyeti, bölge dokusu ve en önemlisi de hemen
arkasında yer alan Rum Ortodoks Kilisesi ile Ermeni
Katolik Kiliseleri'nin de yükseklikleri dikkate
alınarak projelendirildi. Taksim Meydanı ile Beyoğlu
mimari dokusunda sıkça rastlanan 20. yüzyıl
başındaki Art Deco mimari stilinden esinlenildi. I.
Mahmud tarafından 1731 yılında bölgenin su
ihtiyacının karşılanıp dağıtılması için yaptırılan
sekiz köşeli ve sekiz köşeli bir çatısı bulunan
küfeki taşından yapılan Taksim Makmesi'nin arkasına
yapılacak. İstanbul'un kalbi olarak adlandırılan
Beyoğlu'nda yapılacak Taksim Camii'nin minare
yüksekliği 61 metre. Bu yükseklik özellikle diğer
dini mabedlerin yüksekliği dikkate alınarak
projelendirildi. Proje tamamlandığında aynı anda 2
bin 575 kişi ibadet edebilecek. Kot farkı dikkate
alınarak tasarlanan projenin yer altında üç katı
bulunacak. Otopark olarak tasarlanan üç katta toplam
165 araç park yapabilecek. 12 bin 574 metrekare
kapalı alanı bulunan tarihi yapıda konferans, sergi
salonları da mevcut. 820 metrekare zemine oturan
projenin dış cephesinde açık renk doğal taşlar
kullanıldı.
DANIŞTAY DURDURMUŞTU
Uzun
yıllar kamuoyunda tartışılan söz konusu alana
yapılacak cami projesinde son nokta bugün koyuluyor.
Y.Mimar Birkiye ve Dr. Mimar Dalaman'ın büyük bir
titizlikle hazırladığı proje kurul onayından sonra
hayata geçirilecek. İstanbul Taksim Meydanı'na cami
yapılsın mı yapılmasın mı tartışması 1968'de
başladı. Devam eden yıllarda da sürdü. Danıştay,
1983 senesinde "Taksim'e cami, çarşı, otopark
yapılmasının kamu yararına uygun olmadığı" yönünde
karar alıp camiye izin vermedi. Ancak, 1994'te
İstanbul Belediye Başkanlığına seçilen Recep Tayyip
Erdoğan, caminin yapılması yönünde büyük bir
kampanya yürüttü. Belli dönemlerde gündeme gelen
ancak somut bir adım atılamayan Taksim Camii'nde
bugün son adım atılıyor. Projeye kurulun vereceği
onaydan sonra önünde bir engel kalmıyor. Tarihi su
Maksem'inin arkasında bulunan bugün otopark olarak
kullanılan alanın sahimi Vakıflar. İçerisinde küçük
bir mescidin olduğu arazide, tarihi hassasiyetlere
özen gösterilerek projelendirilen Taksim Camii
ortaya çıktığında Rum Ortodoks ve Ermeni Katolik
Kiliseleri ile birlikte ibadete açılmış olacak.
İSMİ HENÜZ BELLİ DEĞİL AMA
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 yıllık
sürede zaman zaman Taksim'e cami yapılmasıyla ilgili
gündeme getiriyordu konuyu. Cumhurbaşkanı Erdoğan
bir konuşmasında, "Maksem'in olduğu yere de Taksim
Meydanı'nın ihtiyacı var. Oraya bir Selahattin Camii
yerleşmesi lazım. Bunların projesi hazır. Bir diğeri
de AKM. Burayla ilgili de ön hazırlıklar proje, her
şey var. Daha güzeli de yapılabilir. Arkada devasa
bir yer var. Oraya dev bir opera binasını da
yerleştirmek suretiyle sanat anlayışımızı görün
demek lazım. Şu andaki bina zaten depreme dayanıklı
değil. O yönden sıkıntısı var. Gitti gider.
Gümüşsuyu'ndan çıkarken araçlar yerin altına girecek
Mete Caddesi, buradan da Taşkışla'nın oradan
çıkacak. Taksim Meydanı tamamen yayalaştırılmış
olacak. Böyle güzel bir meydana bizim ihtiyacımız
yok mu? Var. Onun için de cesaret. Kültür bakanımız
burada, Belediye Başkanımız burada, Cumhurbaşkanı
olarak ben de buradayım. Başbakanımız zaten o da
evet dedi. Adım atacağız, bir an önce yürüyeceğiz.
Şunlar şöyle demiş bunlar böyle. Bırakın millet ne
diyor ona bakalım. Bizim doğru dürüst bir meydanımız
yok ya. Taksim'deki projeyi bitirelim orası arı
kovanı gibi işleyecektir..."
GEÇMİŞ İLE GELECEK HARMANLANDI
Bugün kurul gündemine gelen proje maketinde
Taksim Meydanı'na bakan iki minare ile tanımlanan
ana kubbe bulunuyor. Proje, Taksim Maksemi'ni
izleyen bazasının iki uçtaki kubbeli yapılarla
sonlandırılması ile kademeli olarak arsaya ve genel
siluete oturtuldu. Projede tarihi Taksim Maksemi ile
Taksim Camii'nin birbirleri ile bütünleşmesine büyük
bir önem verildi. Cami bazasının, meydan siluetinde
ön plandaki tarihi Taksim Maksemi kütlesi ile olan
devamlılığı, yapının bölgeye adını veren bu önemli
tarihi ve kültürel miras ile bütünleşmesi
hassasiyeti dikkate alındı.
Geçmişin ve geleceğin
birbirini desteklemesinin bir sembolü olacak bu
bütünleşme harmanlandı. Taksim Meydanı siluetinde
Cami'ye anıtsallık karakteri katan en önemli özellik
olarak karşımıza çıkıyor.
MANEVİ
ATMOSFER GÜÇLENDİRİLDİ
Mimarlar, Birkiye ve Dalaman, tarihi projeyi
çizerken ince eleyip sık dokudular. Projenin yan
cepheleri ile kubbelerde çok sayıda pencere
kullanıldı. Bundaki amaç bol miktarda pencere ile iç
mekanda ışığın ve oluşturduğu ışık hüzmelerinin
etkisi ile manevi atmosferin güçlendirilmesi. Cami
ibadet alanında yerden tavana kadar uzanan
pencereler yardımıyla hem mekan içerisindeki düşey
hatlar vurgulanmış hem de gün ışığının iç mekanı
azami şekilde doldurması hedeflendi.
İÇ MEKANDA AÇIK RENK TONLARI VE SADELİK
Geleneksel cami mimarisinde sıkça rastlanan
merkezi kubbeli cami tipinde tasarlanan, cami iç
mekanında, açık renk tonları ile doğal ışığın
verdiği sadelik, ferahlık ve aydınlık hissinin
müminlere yaşatılması amaçlandı. Bu ferahlık hissi,
yapının cephelerinde kullanılan açık renk doğal
taşlar sayesinde dış mekana da yansıtıldı. Caminin,
arsanın doğusunda kalan sokak dokusu ile insan
ölçeği ve cephe entegrasyonu, kullanıcıların ibadet
öncesi ya da sonrası vakit geçirebilecekler. Parsel
sınırlarını takip eden bir avlu - teras yapısı
tasarlandı. Aynı zamanda, eğimden dolayı açığa çıkan
ve birinci bodrum kat olarak adlandırılan bu yapısal
alan, Taksim Meydanı'ndan görülen kütleye baza
teşkil ediyor. Bu kat, Tarlabaşı Caddesi'nden gelen
araçlara, camii altında bulunan kapalı otopark için
(3 kat üzerine, toplamda 165 araç kapasiteli) giriş
imkanı verdiği gibi, aynı zamanda, dini ve/veya
kültürel aktivitelerin yapılabileceği, iki farklı
giriş imkanı olan çok amaçlı bir salonu da
bünyesinde barındırıyor. Hem Tarlabaşı Caddesi'nden
hem de İstiklal Caddesi'nden erişim imkanı bulunan
bu çok amaçlı salon, ihtiyaç halinde, cuma
namazlarında halkın hizmetine açılabilecek ilave bir
ibadet alanı şeklinde tasarlanmıştır.
TAKSİM CAMİİ'NİN KÜNYESİ
*Maksem Cami Projesine ilişkin genel bilgiler şu
şekildedir;
*Tapu Parsel Alanı : 2482 m2
*Zemin Üstü Toplam İnşaat Alanı : 2859 m2
*Zemin
Altı Toplam İnşaat Alanı : 9715 m2
*Toplam Kapalı
İnşaat Alanı : 12.574 m2
*Ana Kubbe Çapı : 28 m.
*Ana Kubbe Yüksekliği (iç mekan net) : 29 m.
*Minare Yüksekliği : 61 m.
*İbadet Alanı (zemin
kat) : 820 m2 (kapasite : yaklaşık 1.000 kişi)
*İbadet Alanı (bayan mahfil katı) : 320 m2 (kapasite
: yaklaşık 375 kişi)
*Son Cemaat Mahali : 70m2
(kapasite : yaklaşık 100 kişi)
*Çok Amaçlı Salon
(alt zemin kat) : 900 m2 (Cuma günleri ihtiyaç
halinde ilave ibadet alanı olarak kullanılması
durumunda kapasite : yaklaşık 1100 kişi)
*Toplam
ibadet kapasitesi : 2575 kişi
*Sergi Salonu : 155
m2
*Camii Vakıf ve Dernek Alanları : 180 m2
*Otopark (3 adet bodrum kat) : Toplam kapasite :
165 Araç
Sabah, Erhan Öztürk, 07.02.2017
******
MİMARLARDAN TAKSİM CAMİİ AÇIKLAMASI
Taksim'e yapılacak cami
projesinde imzası bulunan Yüksek Mimar Şefik
Birkiye ve Dr. Mimar Selim Dalaman, cami projesini
hazırlarken "Art Deco" mimari stilinden
esinlenerek, geçmişin izlerini geleceğe taşımayı
hedeflediklerini bildirdi.
Yüksek Mimar Birkiye ve Dr. Mimar
Dalaman, inşa edilecek ibadethanenin
özellikleri hakkında, yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, "Taksim Cami; mimari detay
zenginliği, kütleler arası hiyerarşi ve orantısal
dinginliğiyle, Taksim Meydanı ve
Beyoğlu mimari dokusunda sıkça rastladığımız
20. yüzyıl başı 'Art Deco' mimari stilinden
esinlenip, bu unsurların günümüze özgü yorumlanması
ile geçmişin izlerinin günümüze ve geleceğe
taşınması hedeflenmiştir." denildi.
Taksim Meydanı'na yönlenmiş 2 minare ile
tanımlanan ana kubbesi, iki yan kubbe ve tarihi
Taksim Maksemi'ni izleyen bazasının iki uçtaki
kubbeli yapılarla sonlandırılması suretiyle
kademeli olarak arsaya ve genel siluete oturumunun
sağlandığını vurgulanan açıklamada, şu ifadelere yer
verdi:
"Genel gabari ve orantılarda, çevredeki mevcut
dini yapılara saygı unsuruna ek olarak meydanın
tarihi ve bölgenin yoğun insan sirkülasyonu
gerçekliği, projenin tasarım süreci boyunca hep
düşünsel merkezde tutulmuştur. Ayrıca proje
alanının Taksim Meydanı tarafında yer alan ve I.
Mahmud tarafından 1731 senesinde bölgenin su
ihtiyacının karşılanması ve suyun dağıtılması amacı
ile tamamlanan sekiz köşeli, küfeki taşından bir
gövdeye ve yine piramidal, sekiz köşeli bir çatıya
sahip olan Taksim Maksemi ile Taksim Camisi’nin
birbirleri ile bütünleşmesine büyük bir önem
verilmiştir. Cami bazasının, meydan siluetinde ön
plandaki tarihi Taksim Maksemi kütlesi ile olan
devamlılığı, yapının bölgeye adını veren bu önemli
tarihi ve kültürel miras ile bütünleşmesi amacını
gütmektedir. Geçmişin ve geleceğin birbirini
desteklemesinin bir sembolü olacak bu bütünleşme,
Taksim Meydanı siluetinde camiye anıtsallık
karakteri katan en önemli özellik olarak karşımıza
çıkmaktadır."
Açıklamada, yan cephelerde ve kubbelerde
kullanılan bol miktarda pencere ile iç mekanda
ışığın ve oluşturduğu ışık huzmelerinin etkisi ile
manevi atmosferin güçlendirilmesi amaçlandığını
belirtilerek, şunlar kaydedildi:
"Cami ibadet alanında yerden tavana kadar uzanan
pencereler yardımıyla hem mekan içerisindeki düşey
hatlar vurgulanmış hem de gün ışığının iç mekanı
azami şekilde doldurması hedeflenmiştir. Geleneksel
cami mimarisinde sıkça rastladığımız merkezi
kubbeli cami tipinde tasarlanan cami iç mekanında,
açık renk tonları ile doğal ışığın verdiği sadelik,
ferahlık ve aydınlık hissinin müminlere yaşatılması
amaçlanmaktadır. Bu ferahlık hissi, yapının
cephelerinde kullanılan açık renk doğal taşlar
sayesinde, dış mekana da yansıtılmıştır. Caminin,
arsanın doğusunda kalan sokak dokusu ile insan
ölçeği ve cephe entegrasyonu, kullanıcıların ibadet
öncesi ya da sonrası vakit geçirebilecekleri bir
alan oluşturmak için, parsel sınırlarını takip eden
bir avlu-teras yapısı tasarlanmıştır. Aynı zamanda,
eğimden dolayı açığa çıkan ve birinci
Bodrum kat olarak adlandırılan bu yapısal
eleman, Taksim Meydanı’ndan görülen kütleye baza
teşkil etmektedir. Bu kat,
Tarlabaşı Caddesi'nden gelen araçlara, cami
altında bulunan kapalı otopark için (3 kat üzerine,
toplamda 165 araç kapasiteli) giriş imkanı verdiği
gibi, aynı zamanda, dini ve/veya kültürel
aktivitelerin yapılabileceği, iki farklı giriş
imkanı olan çok amaçlı bir salonu da bünyesinde
barındırmaktadır. Hem Tarlabaşı Caddesi’nden hem de
İstiklal Caddesi’nden erişim imkanı bulunan bu çok
amaçlı salon, ihtiyaç halinde, cuma namazlarında
halkın hizmetine açılabilecek ilave bir ibadet
alanı şeklinde tasarlanmıştır."
Milliyet,
07.02.2017
******
TAKSİM'DE CAMİ İÇİN
İNŞAAT HAZIRLIKLARI BAŞLADI

Taksim'de caminin inşa
edileceği alanda şantiye kurulumuna başlandı.
İstanbul Taksim Meydanı'nda uzun zamandır çevik
kuvvet polisinin bekleme noktası olarak kullanılan
alana sabah saatlerinde konteynerler getirildi.
Alanın etrafı çevrildi, işçilerin şantiye
kabinlerini kurmaya başladığı görüldü; İstanbul 2
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
onay verdiği cami için şantiye alanı kuruluyor.
1968'de başlayan Taksim
Cami tartışmasında Danıştay, 1983 senesinde cami
yapılmasına izin vermemişti. İstanbul 2 Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 19 Ocak
(2017) günü yaptığı toplantıda caminin, Taksim'e
adını veren ve I. Mahmud tarafından 1731 yılında
bölgeye 'su taksimi' yapmak için inşa edilen Taksim
Maksemi'nin arkasına yapılmasına onay verdi.
Birgün, 09.02.2017
|
ORAMİRAL BÜLENT BOSTANOĞLU ÜNLÜ BARBAROS TABLOSUNUN
SIRRINI ÇÖZDÜ
Türkiye’de
portreciliğin öncüsü Feyhaman Duran’ın ‘Barbaros
Hayreddin Paşa’ tablosunun sırrını, Oramiral
Bostanoğlu araştırdı. Duran’ın, Chicago Sanat
Enstitüsü’nde sergilenen ‘Sinan The Jew and
Haireddin Barbarossa’dan esinlenmiş olabileceği
ortaya çıktı.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminin önemli
ressamlarından Feyhaman Duran’ın resimleri ziyaretçi
akınına uğrarken, sanatçının en tanınmış
eserlerinden Barbaros Hayreddin Paşa tablosuyla
ilgili ilginç bir gerçek ortaya çıktı. Deniz
Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu,
Chicago Sanat Enstitüsü’nün web sayfasını incelerken
karşısına çıkan “Sinan The Jew and Haireddin
Barbarossa” tablosunun, Duran’ın Barbaros Hayreddin
Paşa tablosuyla büyük benzerlik taşıdığını fark
etti. Bunun üzerine iki eserin araştırılması için
personeline direktif verdi. Başlatılan çalışmada
ilgi çekici bilgilere ulaşıldı.
SİNAN REİS
İLE BARBAROS
Barbaros Hayreddin İtalya’nın bazı kısımlarını,
Fas ve Cezayir’i, ailesi İspanya’dan kaçmış olan
Sefarad Yahudisi Sinan Reis ile birlikte Osmanlı
Devleti adına fethetmişti. “Sinan The Jew and
Haireddin Barbarossa” isimli portre, Chicago Sanat
Enstitüsü’nün İslam Sanatları Bölümü’nde
sergileniyor.
1947’den bu yana enstitüde bulunan portrede,
Barbaros Hayreddin Paşa ile Sinan Reis birlikte
resmediliyor. Hangi sanatçının eseri olduğu ise
tartışma konusu. Resmin 16. yüzyılın başlarında
Venedikli bir ressama ait anonim eser olduğu ileri
sürülüyor. Eserin, 1577’deki bir yangında hasar
gören Venedik Ducal Sarayı için yapılmış
dekorasyonun parçası olduğu iddiası da tartışılıyor.
‘FOTOĞRAF BENZERLİĞİNDE’
Oramiral Bostanoğlu’nun direktifiyle yürütülen
çalışmada, Deniz Müzesi koleksiyonunda yer alan
tabloyla ilgili şu sonuca varıldı: “Ressam Feyhaman
Duran’ın tablosunda Barbaros Hayreddin Paşa’yı neden
tek başına resmettiği düşündürücüdür... Ressamın
tabloya Paris’te tesadüf etmiş olabileceği,
fotoğrafik portre anlayışıyla sadece Barbaros
Hayreddin Paşa’yı resmetme amaçlı bir çalışma ortaya
koyduğu değerlendirilmiştir. İki resim yan yana
getirildiğinde Barbaros’un bir fotoğraf
benzerliğinde resmedildiği gözlemlenebilir.”

-‘KOPYALADIĞI AŞIKAR’
-
Prof.Dr. Ziya Kenan Bilici (Ankara
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü): Feyhaman
Duran’ın Barbaros’u kopyaladığı aşikar. Chicago’daki
eserin durumu ise kanımca muamma. Sanki duvar
resminden kesilen bir sahne çerçevelenmiş gibi
görünüyor. Barbaros Hayreddin’in sarığı da bu
nedenle natamam. Öyle anlaşılıyor ki, kriminal bir
vaka ile karşı karşıyayız. Bunu kanıtlayabilmek ise
Chicago’daki eseri bizzat görmek, X-Ray
işlemlerinden geçirmek ve hatta patina alarak analiz
yaptırmakla mümkün.
- Önder Aydın (Ressam - Sanat Tarihçisi):
Feyhaman Duran diğer tablodan esinlenmiş.
Esinlenirken de bu resmin etkisinde kalmış ve usta
portreciliğini de sergilememiş. Kendi ustalığını
konuştursaydı daha başarılı bir portre ortaya
çıkardı. Esinlendiği resim Duran’ı sınırlamış. Diğer
tablodaki Sinan Paşa da Bellini’nin Fatih Sultan
Mehmed portresinden esinlenilmiş gibi görünüyor.
Habertürk, Haber: Murat Gürgen, 05.02.2017
|
RESTORASYON ZOR ZANAAT
Yepyeni görünümlü tarihi
binalarımız var artık. Restorasyonda özellikle gelin
gibi beyazlatma mantığımız çok yanlış.
Geçtiğimiz günlerde yurt dışından gelen mimar bir
arkadaşımla
İstanbul’u geziyorduk.
Fatih Camii’ni görünce arkadaşım son dönem
yapılan camiler arasında geleneği bu kadar başarılı
bir şekilde yansıtanını görmediğini söyleyince
açıkçası ne diyeceğimi bilemedim. Caminin 1470’te
Sultan II. Mehmed döneminde yapıldığını, yaşanan
büyük deprem sonrası 1771’de bugünkü halini
aldığını, 1999
Marmara Depremi’nden sonra hasar gören caminin
2008’de restorasyonuna başlandığını ve 2012’de
tekrar ibadete açıldığını söyleyince arkadaşım “Ne
yaptınız siz?” dedi.

Keşke yanlış müdahale edilen bina sadece Fatih
Camii olsa. Saymakla biter mi emin değilim. Büyük
usta Sinan’ın başyapıtı Süleymaniye Camii artık
eskisi gibi değil, son eseri olarak gösterilen Atik
Valide Külliyesi tanınmaz halde. Mevlevihanelerde
levhalarda yazım hataları var. Yeni Camii
restorasyonundan yepyeni bir cami çıkacak diye
korkuyorum.
Üsküdar Mihrimah Sultan Camii ve Yeni Valide
Camii sanki beş yıl önce inşaatları tamamlanmış
yenilikte.

İstanbul’a gelen turistler artık tarihi eserleri
algılamakta zorlanıyorlar. Yepyeni görünümlü tarihi
binalarımız var artık. Restorasyonda özellikle gelin
gibi beyazlatma mantığımız çok yanlış.
Kimyasallar
yıpratıyor
Bir mimar restorasyonla alakalı şöyle bir örnek
vermişti: Restore edilen binanın etrafı kapatılır,
aradan aylar geçer çalışma sona erer. Bina açıldığı
zaman sıradan bir vatandaş “Bunlar aylarca ne
yaptılar ki?” diyorsa o restorasyon başarılı olmuş
sayılır. Peki Türkiye’de durum böyle mi? Bu soruya
olumlu cevap vermek maalesef mümkün değil.
Beyazlatma için kullanılan kimyasallar taşın
tekrar çok daha hızlı şekilde kararmasına neden
oluyor. Bunun sonuçlarını önümüzdeki yıllarda daha
net bir şekilde göreceğiz. Kimyasal nedeniyle sadece
hızlı kararma değil, taşların zarar görmesi de söz
konusu.
Bize has olan cami restorasyonlarındaki kalem
işçiliğinde ise durum çok çok daha vahim. Maalesef
çoğunlukla akrilik bazlı, hava alamayan boyalar ve
yaldızlar kullanılıyor. Eski evrak, efemara ve
kayıtlarda eski hali tespit edilemeyen binalarda
uygulanan ferforje, ahşap işçiliği veya mermer
süslemelerinde kullanılan tek tasarım
Selçuklu geçmeleri. O kadar ki 18. yüzyılda
yapılan bir bina 12. yüzyıl figürleri ile
süsleniyor.
Tabii ki mevcut hali muhafaza etmek bu şekilde
yenilemekten çok daha zor ve çok daha büyük uzmanlık
gerektiriyor. Zaten Türkiye’deki en büyük sıkıntı da
burada. Hala güzel sanatlar fakültelerimizde
restorasyon bölümü lisansı yaygın değil. Genelde ya
çıraklıktan yetişme alaylı ustalar var ya da iki
yıllık ön lisans seviyesinde
eğitim almış kişiler var. Bu yüzden bu alanda
tek söz hakkı mimarlara bırakılmış durumda. Bizimle
mukayese edildiğinde çok daha az tarihi yapıya sahip
Avrupa ülkelerinde liseden doktoraya kadar
akademik uzmanlık söz konusu. Şehirlerin tüm tarihi
binaları bu uzmanlara emanet. Bizim de çok geç
olmadan bu konuya çok daha ciddi bir şekilde
eğilmemiz gerekiyor.
Milliyet, Yazı: Samed
Karagöz, 04.02.2017
|