Haberler logo Şubat '17 Arşivi

19 Şubat - 4 Mart 2017
PALMİRA'DAN İYİ HABER

Suriye ordusu Rusya'nın desteğiyle gerçekleşen harekatta Palmira antik kentini IŞİD'den geri aldı.

Suriye devlet ajansı SANA'nın aktardığına, Suriye ordusu Palmira antik kentini ele geçirdi. Edinilen bilgilere göre ayrıca Palmira havalimanı da IŞİD'den alındı.

Şehir içinde ise, özellikle batı ve güneyde kalan mahallelerinin ara sokaklarında çatışmaların devam ettiği bildirildi.

UNESCO Dünya Kültür Mirası alanı olan Palmira antik kenti, bir sene önce IŞİD'in elinden alınmasına rağmen, Aralık ayında yine terör örgütü tarafından işgal edilmişti. Suriye ordusu dün de Palmira'nın tarihi kalesini geri aldığını açıklamıştı.
Odatv, 03.03.2017

TARİHİ HÖYÜKTE GALERİ AÇTILAR



Antep-Kilis Karayolu üzerindeki Zeytinli Köyü’nde bulunan binlerce yıllık “höyük” yapılan kaçak kazı nedeniyle büyük zarar gördü. Define arayan kaçakçıların gündüz saatlerinde yaptığı kazı, Zeugma antik kentinde bulunan iki höyükle birlikte Antep’te bulunan üçüncü antik kent kalıntısı olan tümülüste (mezarlık içeren toprak yığılarak oluşturulmuş tepecik) onarılması imkansız zarara neden oldu.

Hitit, Med, Asur, Pers, Madekon, Seleukos, Roma, Bizans, Abbasi ve Selçuklular’a ait binlerce tarihi esere ve kalıntıya sahip Antep’in Şahinbey İlçesi'nde “define avcıları” herkesin gözü önünde höyüğe giriş galerisi açtı ve sayısı bilinmeyen eserleri buradan dışarı çıkarttı. İzin alınmadan yapılan kazılar sonrasında tarihi dokunun büyük zarar gördüğünü ifade eden Zeytinli Köyü sakinleri, tarihi eser kaçakçılarının kazıları gece vakti yapmaya bile gerek duymadığını, gündüz saatlerinde eserleri götürdüğünü ifade etti.

Müdürlüğün haberi yok
Binlerce yıl öncesine ait tarihi höyükte gündüz vakti yapılan kazılardan Antep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün ise haberinin olmadığı belirlendi. Özellikle Suriye iç savaşının başlamasının ardından Suriye’deki tarihi yerlerden ve müzelerden çalınan binlerce tarihi eser, Antep’te yapılan açık artırmalar ile satılmış ve dünyanın birçok bölgesine dağıtılmıştı. Kaçakçıların büyük rağbet gösterdiği kentte yetkililerin haberi olmadan yapılan kazılar sonrasında elde edilen tarihi eserlerin çoktan yurtdışına gönderilmiş olabileceği de ifade ediliyor.
Birgün, Haber: Hüseyin Şimşek, 02.03.2017

GUSTAV KLİMT'İN TABLOSU REKOR FİYATA SATILDI

Klimt’in “Bauerngarten” isimli yağlı boya tablosu Londra’daki Sotheby’s müzayede evinde 59.3 milyon dolara (yaklaşık 218 milyon TL) alıcı buldu.

1907’de yapılan tablo, gelinciklerin resmedildiği canlı renklere sahip tablo 1994 yılına kadar kişisel koleksiyon olarak saklandı.

Sotherby’s yetkilileri tarafından Gustav Klimt’in en iyi eserlerinden biri olarak gösterilen tablo son olarak Londra Kraliyet Sanat Akademisi’nin 2016 yılındaki “Modern Bahçe Resimleri” sergisinde yer aldı.

Avrupa’da en yüksek fiyata satılan sanat eseri İsviçreli heykeltıraş Alberto Giacometti’nin “Walking Man” (Yürüyen Adam) isimli bronz heykeli, 2010 yılında 104.3 milyon dolara (380 milyon TL) alıcı buldu. Bunu, 2002 yılında 76.7 milyon dolara (yaklaşık 280 milyon TL) satılan Peter Paul Rubens’in “The Massacre of the Innocents” (Masumların Katli) tablosu takip ediyor.
Sözcü, 02.03.2017

KİLİS'TEKİ BİN 600 YILLIK MOZAİKLER TURİZME KAZANDIRILACAK



Kilis'te 1999 yılında kaçak kazı sonucu ortaya çıkarılan ve erken Bizans dönemine ait olduğu belirlenen bin 600 yıllık mozaiklerin bulunduğu bazilika, turizme kazandırılacak.



Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan Kilis'te, 18 yıl önce Oylum Höyüğü'ne yakın bir alanda kaçak kazı yapıldığını belirleyen güvenlik güçlerinin durumu arkeologlara bildirmesi üzerine bulunan bazilika kazıları tamamlandı.



Pek çoğu korunmuş tarihi mozaiklerle lahitlerin gün yüzüne çıkarıldığı kazılar sonrasında alanın turizme kazandırılması için çalışmalara başlandı.



Açık hava müzesine dönüştürülmesi planlanan alanın yaz başında yerli ve yabancı turistlerin hizmetine sunulması planlanıyor.



Kilis Valisi İsmail Çataklı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kilis'te 18 yıl önce kaçak kazı sonucu ortaya çıkarılan ve erken Bizans dönemine ait olduğu belirlenen mozaiklerin bulunduğu alanlarda 2004 yılında başlatılan çalışmalarının tamamlandığını belirtti.



Yapının içerisinde din adamlarının defnedildiği mezarların bulunduğunu aktaran Çataklı, geliştirilen proje sonrasında bazilikanın bir tür açık hava müzesi gibi dizayn edildiğini, üzerinin ise çelik çatıyla kapatıldığını söyledi.



Mozaiklerin ve farklı mezarların bulunduğu alanda yer alan bazilikanın turizme kazandırılması için çalışmalar yapıldığını aktaran Çataklı, şunları belirtti:



"1999 yılında Oylum Höyük yakınlarında kaçak kazı ihbarı alınması üzerine bölgeye çağrılan arkeologlar tarafından alanda bir tarihi yapı olduğu tespit edilmiş, detaylı çalışma sonrası mozaik kalıntılarına ulaşılmış ve sonrasında yapılan çalışmalarda buranın bir bazilika olduğu anlaşılmıştır. 



Yapının tabanında yaklaşık bin 600 yıl öncesinde yani milattan sonra 6. yüzyıldan kalan erken Bizans dönemine ait yöresel taşlardan geometrik şekillerle yapılmış mozaikler olduğu anlaşılmıştır. 

Mozaiklerin oldukça iyi durumda olduğu anlaşılmış ve zarar görmemesi için üzeri kapatılarak korumaya alınmıştır. Yine kazıda ortaya çıkan yapının kitabesi de şu anda Gaziantep Müzesi'nde korunuyor. Çalışmaların tamamlanmasıyla onu da burada sergileyeceğiz."

Vali Çataklı, ışıklandırma çalışmalarının yapıldığı alandaki çalışmalarda sona yaklaşıldığını ifade etti.

 

Burada kurulması planlanan açık hava müzesinin haziran ayında tamamlanmasının hedeflendiğini aktaran Çataklı, açık hava müzesinin hizmete girmesiyle alanda döneme ait geleneklerin canlandırılacağı bölümler oluşturulacağını söyledi.

Alanda ayrıca ziyaretçilerin ihtiyaçlarına yönelik otopark ve büfe gibi mekanların da yapılacağını dile getiren Çataklı, buranın turizm açısından önemli bir uğrak noktası olacağına inandıklarını vurguladı.




Habertürk, 02.03.2017

'DÜNYANIN EN ESKİ YAŞAM İZLERİ' KANADA'DA BULUNDU

Dünyanın en eski yaşam izlerinin, Kanada'nın Quebec eyaletinin kuzeyinde yürütülen bilimsel bir araştırmada bulunduğu açıklandı.

Uluslararası bir bilim heyeti, Kuzey Quebec'in "bantlı demir oluşumları" olarak da bilinen Nuvvuagittuq Greenstone Belt kayalıklarında yürüttükleri bilimsel araştırmalarda 3,8 milyar yıllık demir cevheri örneklerinde fosilleşmiş bakterilerin izlerini tespit etti.

Ekipte yer alan Ottawa Üniversitesi Yer ve Çevre Bilimleri Bölümünden Yrd. Doç. Jonathan O'Neill, konuya ilişkin açıklamasında, Nuvvuagittuq Greenstone Belt kayalıklarında bulunan fosillerin en eski yaşam izine sahip olduğunu belirtti.

Fosilleşmiş bakterilerin 3,8 milyar ila 4,3 milyar yıl yaşa sahip olduğu yönünde araştırma yaptıklarını aktaran O'Neill, "3,8 milyar yıl yaşında olduğu kesin. Bu haliyle kalsa bile bilinen en eski hayat izinden 100 milyon yıl daha geriye gitmiş oluyoruz." ifadelerini kullandı.

- Daha önce en fazla 3,7 milyar yıllık izlere rastlanmıştı
Farklı gezegenlerden alınan kaya örneklerinin yaşının belirlenmesinde kullanılan teknikle yapılan ölçümde, demir cevheri örneklerindeki fosilleşmiş bakterilerin yaşının 4,3 milyar yıl olarak çıktığı bilgisini paylaşan O'Neill, Güneş Sistemi'nin yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğunu ve daha önceki araştırmalarda da en fazla 3,7 milyar yıla kadar hayat izleri bulunduğunu hatırlattı.

Nuvvuagittuq Greenstone Belt kayalıklarındaki fosillerin milyarlarca yıl önce oluştuğunu ve gezegeni örten sudaki çözünmüş demirle reaksiyona giren organizmalara ait olduğunu bildiren bilimadamı, bunların kaya içinde kırmızı ve beyaz katmanlar halinde görüldüğünü ifade etti.

Bilim heyetinin The Nature adlı bilim dergisinin son sayısında yayımlanan araştırmasının yazarlarından da olan Jonathan O'Neil, fosilleşmiş kalıntıların dünyanın yanı sıra diğer gezegenlerle ilgili ipuçları da sunabileceğine değindi.

Araştırma, İngiliz, Amerikan, Norveç, Avustralya ve Kanada üniversitelerinden 8 bilim insanı tarafından yürütülüyor.
Habertürk, 02.03.2017

ÇANAKKALE'DE 100 YILLIK NAMAZGAH TABYASI MERMİLERİ ÇALINDI

Çanakkale Savaşı'ndan kalma Rumeli Aziziye Tabyası ya da bilinen adıyla Namazgah Tabyası’ndaki 100 yıllık mermi ve çekirdekleri çalındı.

Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı en önemli noktalardan biri olan Kilitbahir Kalesi yanında bulunan Rumeli Aziziye Tabyası ya da bilinen adıyla Namazgah Tabyası’ndaki 100 yıllık mermi ve çekirdekleri çalındı. Müze olarak hizmet veren tabyadaki 3 No’lu bonet içinde bulunan ve korozyona uğradığı öğrenilen mermilerin sayısının 8 bin 500 adet olduğu bildirildi. Cephane muhafazası ve kamuflajı olarak kullanılan “bonet”ten geçen ay çalındığı tahmin edilen mermilerle ilgili harekete geçen emniyet güçleri ve müze yetkilileri, geniş çaplı soruşturma başlattı. Müze görevlilerinin ifadelerine başvurulurken, çevredeki güvenlik kameraları incelemeye alındı. Mermilerin tek seferde mi yoksa parça parça mı çalındığı da araştırılıyor. Yürütülen soruşturma kapsamında, Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından, çalıntı mermilerle ilgili tüm müzeler, koleksiyonerler, müzayede salonlarına uyarı yazısı gönderildi. Ayrıca sınır kapılarının da uyarıldığı öğrenildi. Mermilerin fotoğraflarına da yer verildi. Mermilerin konulduğu “bonet”in amacı cephanenin muhafazası ve kamuflajıdır. İsmini Fransızca şapkadan alır. Bonetler, hem cephanenin kamuflajı hem de zarar görmemesi için savaşlarda sıkça kullanılmıştır.

SAVAŞIN EN ÖNEMLİ KIYI SAVUNMA NOKTASI
Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan ve 1892’de modernleştirilen Namazgah Tabyası, Rumeli Aziziye Tabyası olarak da biliniyor. Gelibolu Yarımadası’ndaki Kilitbahir Kalesi’nin yanında bulunan tabya, Çanakkale Muharebelerinde 4. Ağır Topçu Alayı bölgesinde, 2. Ağır Topçu Alayı Taburu’nun merkezi olarak da kullanıldı.

Habertürk, 02.03.2017

DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE KAYA MEZARI BULDULAR

Muğla'da, Ortaca’nın Dalyan Mahallesi Aşı mevkiinde, doğa yürüyüşü sırasında fark edilen antik mezar ve tahrip edilmiş kaya parçası yetkilileri alarma geçirdi.

Ortaca’nın Dalyan Mahallesi Aşı mevkisinde, doğa yürüyüşü sırasında fark edilen antik mezar ve tahrip edilmiş kaya parçası yetkilileri alarma geçirdi.

Ortaca, Dalyan arasında doğa yürüyüşüne çıkan doğaseverler tarafından fark edilen kaya oygusu oda mezar olarak tabir edilen tarihi kalıntı Fethiye Müze Müdürlüğü ve Ortaca İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerinin incelemesinin ardından kayıt altına alındı. Kaya mezarın bulunduğu alana yaklaşık 2.5 kilometrelik patika yoldan gidilerek ulaşıldı. Kaya mezarın önünde yapılan kazı ve hemen yanında bulunan büyük bir kaya parçasının tahrip edilmesi de tutanak altına alındı.

Doğasever Mehmet Bozkır, “kaya mezarın önünde yapılan kazı ve hemen yanında bulunan büyük bir kaya parçasının tahrip edildiğini gördüğümüzde durumu yetkililere bildirdik. Duyarlılık göstererek konuyla yakından ilgilenen Ortaca kaymakamı Fatih Ürkmezer, Fethiye Müze Müdürlüğü yetkilileri ve Ortaca İlçe Jandarma Komutanlığı’na teşekkür ediyoruz. Onların bu duyarlılığı sayesinde “Kaya oygusu oda mezar” kayıt altına alındı” dedi.

Anadolu’nun kadim kültürlerine sahip çıkmak için gayret gösterdiklerini söyleyen Mehmet Bozkır, “Karya bölgesi antik buluntular açısından çok zengin bir bölge. Biz de hem yürüyüş grubu olarak hem vatandaşlar olarak bu konuda Muğla halkı çok duyarlı. Tapınak görünüşlü kaya mezar tiplerinin yanı sıra birçok kalıntılar mevcut. Bunların hepsi aşağı yukarı Kültür Bakanlığı tarafından tescillenmiş 2 bin 500 yıllık antik çağ eserleri. Bunların tescillenmiş olması, koruma altında olması da bizleri memnun ediyor. Biz de vatandaşlar olarak tarihimize, kültürümüze, Anadolu’nun bu kadim kültürlerine sahip çıkmak istiyoruz, sahip de çıkıyoruz” ifadelerini kullandı.

Tarihi yerlerde kaçak kazı yapılarak tahrip edildiğine dikkat çeken Bozkır, “Bunlar hepimizin ortak hazinesi, ortak mülkiyeti, Anadolu topraklarının bir zenginliği olduğunu düşünüyoruz.

Kaçak kazı, define avcılarının yaptıkları iş hırsızlıktır. Tarih hırsızlığıdır, tahribattır, vandallıktır” diye konuştu.
Cnn Türk, 28.02.2017

IBM WATSON'UN YAPAY ZEKASI, GAUDİ'NİN SANATINI DİRİLTTİ

Öğrenebilme kapasitesine sahip yapay zekaların Leonardo Da Vinci ve Gaudi gibi sanatçıları deyim yerindeyse diriltip diriltemeyeceği tartışılıyor.


Yapay zeka, makinelerin insanlar gibi düşünebilmesini sağlamak içinse bir yazılımın belli bir kişi gibi düşünmesi sağlanabilir mi? Meşhur bir sanatçı örneğin? Yapay Zeka Leonardo Da Vinci gibi düşünmeyi öğrenebilirse onun yapacağı gibi yeni sanat eserleri yaratabilir mi?

Bu sorunun cevabını bulmak için IBM’in zihinsel işleme bilgisayarı Watson’a Art Nouveau akımının öncüsü ünlü Katalan mimar Antoni Gaudi gibi düşünme görevi verildi.

Gaudi’nin en ünlü tasarımlarının yer aldığı Barcelona’da 27 Şubat – 2 Mart tarihleri arasında düzenlenen Mobil Dünya Konferası’nda sergilenmek üzere tasarımcılardan oluşan bir ekip de Watson’ın tanımladığı heykeli hayata geçirdiler.

Sergilemeye hazırlık için IBM’in makinesi Watson’a Gaudi’nin çalışmaları, Barcelona ve şehrin kültürü ile ilgili yüzlerce fotoğrafı, biyografiler, tarihi makaleler ve hatta şarkı sözleri verildi.

Watson’ın görsel tanımlama, doğal dil işleme ve renk eşleme araçları kullanılarak Gaudi ve ondan esinlenenlerin çalışmalarına temel olan objeler, temalar ve fikirler tanımlandı.

Tabii henüz Watson’ın kolları olmadığı için Watson’ın tanımladığı eser insanlar tarafından hayata geçirildi. Zaten IBM Watson’ın yöneticisi Jonas Nwuke bu çalışmada Watson’ın rolünün insan yaratıcılığının yerine geçmek değil yaratıcılığı takviye etmek.
Sözcü, 28.02.2017

FOSİL BULGULARINA GÖRE DEVASA PENGUENLER, 65 MİLYON YIL ÖNCE DİNOZORLARLA YAŞADI

Amatör bir fosil avcısının dünyanın en eski ve en büyük penguenlerine dair keşfi, bilim insanlaırnın türlerin tarihi konusundaki bakış açısını değiştirdi. Nature dergisinde yayımlanan araştırmada, dünyada 61 milyondan daha fazla yıl önce yaşayan 1,5 metre boyundaki pengueninin bacakları kemiklerinin bulunduğu duyuruldu.



IBTimes’ta yer alan habere göre, amatör fosil avcısı Leigh Love, fosilleri Yeni Zelanda’nın Canterbury eyaletindeki Waipara nehri yakınında buldu ve Christchurch’teki Carberbury Müzesi’ne bağışladı. Bulgular müzedeki paleontologlar dışında Almanya’daki Seckenberg Araştırma Enstitüsü’nden bir ekip tarafından da analiz edildi.



Araştırmacılar, bulguların, pengulenlerin daha önce bilinenden çok daha farklı oldukları anlamına geldiğini, çünkü kemiklerin benzer yaşta bulunan fosillerden çok farklı olduğu anlamına geldiğini söylüyor.



Seckenberg Araştırma Enstitüsü’ndeki ekibin bir üyesi olan Gerald Mayr, “Pengulenler düşündüğümüzden çok fazla çeşitliliğe 60 milyon yıl önce sahipti ve evrim tarihlerinde o dönemde büyük oranlara ulaşmıştı. Bu çeşitlilik, penguenlerin muhtemelen 65 milyon yıl önce “Dinozor Çağı” döneminde evrimleştiğini gösteriyor.



(Solda) Yeni dev penguen ayak kemikleri ile (Sağda) İmparator Penguen kıyaslaması


1,5 metre boyunda olduğu düşünülen keşif, antik penguenlerin  bilinen en büyük örnekleri arasında yer almasına rağmen, en büyük penguen fosili Antarktika’da 45 ila 33 milyon yıl önce yaşamış bir canlı olduğu belirtiliyor.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul, 28.02.2017
DEVRİM ERBİL'İN İSTANBUL'U SERGİSİ YILDIZ HOLDİNG SERGİ SALONU'NDA

Geleneksel ve çağdaş sanata farklı platformlarda destek veren Yıldız Holding, Seminer ve Sergi Salonu’nda çalışanlarını ve sanatseverleri sanatla buluşturmaya devam ediyor.

Yıldız Sergi Salonu bu kez de Devrim Erbil’in 80. yaş günü kutlamaları kapsamında "Devrim Erbil'in İstanbul'u" adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. Yağlıboya resimler, ahşap rölyefler, el dokuması kilim ve halıların bulunduğu serginin odak noktasını Haliç, İstanbul Boğazı, Tarihi Yarımada ve Haydarpaşa gibi coğrafi ve tarihi İstanbul simgeleri oluşturuyor.

Toplam 21 eserin yer aldığı sergide, Devrim Erbil’in 2017’de tamamladığı son eserlerinden “İstanbul Üçlemesi” adlı yapıt da ilk kez sanatseverlerle buluşuyor. “İstanbul Üçlemesi”, Haliç’ten Sarayburnu’na uzanan bir İstanbul panoramasını yansıtıyor.

"Devrim Erbil'in İstanbul'u", 8 Şubat - 10 Mart 2017 tarihleri arasında Yıldız Holding Sergi Salonunda ziyaretçilerini bekliyor.

SERGİ HAFTAİÇİ 10.00-1700 SAATLERİ ARASINDA

0216 524 25 00 numaralı telefondan randevu alınarak; hafta içi 17.00-18.30 ve hafta sonu 10.00-18.00 saatleri arasında ise randevusuz gezilebilecek.

Devrim Erbil’in sanat anlayışı:

Eski adıyla Sanayi-i Nefise Mektebi Ali’sinde, bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne 1954’te öğrenci olarak giren Devrim Erbil, bu okuldan 2004’te profesör olarak emekli olmuştur. Eğitimine Halil Dikmen ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde devam ederken yaşadığı kenti anlamaya çalışan sanatçı, İstanbul'u bir bütün olarak, içinde barındırdığı tüm özellikleri ile; kentin dokusu, hibrid kültürü, Bizans ve Osmanlı sanatından mimari yapılarla, minyatürler ve yazılarla ele alır.

Sanatçı, Osmanlı Minyatür sanatına atıfta bulunarak eserlerini yorumlamaktadır. Osmanlı Minyatürlerinde gördüğümüz "uzayı genişliği ile kavrama" esasından yola çıkarak eserler veren sanatçı, şiirsel üslubunun bir parçası olarak; izleyici ve eserler, zaman ve zihin arasında mekana özgü çağrışımlar ağı kurar.

Kuş bakışı İstanbul resimlerinde, izleyenler eserlerin bir parçası olarak tek başına şehri deneyimler, rüzgarı dinler. Artık ezanlar, kuşların ötüşü, vapur sesleri bu kalabalık şehirde sanki bir kişi için vardır; İstanbul'u dinleyenler ve izleyenler için...
Habertürk, 28.02.2017

BURSA'DA DEVASA ÇATLAK KORKUTUYOR

Bursa'nın İznik İlçesi'ndeki tarihi surlarda oluşan devasa çatlak korkutuyor. Vatandaşlar, orta şiddetli bir depremde yıkılması muhtemel olan burçlar için yetkililerden yardım istedi.


Gövdesinde oluşan derin çatlak sebebiyle ikiye ayrılmak üzere olan Yenişehir Kapı'da tedbir alınması isteniyor. Roma döneminde inşa edilmeye başlanan surlar, üç döneme ışık tutarken, Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde onarım gördü.

Savaşlar ve depremler sebebiyle yıkılan surlar, şimdilerde ise gövdesinde oluşan dev çatlaklar sebebiyle vatandaşları tedirgin ediyor. Muhtemel bir depremde yıkılması an meselesi olan tarihi yapının hemen karşısında bulunan yerleşim alanındaki vatandaşlar, yetkililerden yardım istedi.

Kenti yaklaşık 5 kilometre çevreleyen surların yüksekliğinin 15 metreyi bulduğunu belirten vatandaşlar, yetkililerin onarımı ile asırlık tarihin ayakta tutulmuş olacağını söyledi.
Bursa Hakimiyet, 28.02.2017

"BİZDE RESTORASYON İŞLERİ MÜTEAHHİTLERE VERİLİYOR"

Bu yıl Vehbi Koç Ödülü'ne Dünya Kültür Mirası'nın korunmasına 40 yıldır verdiği emek ve mücadele ile katkıda bulunan Mimar ve Restorasyon Uzmanı Profesör Zeynep Ahunbay layık görüldü. Jürinin kendisini seçme gerekçesi de çok etkileyici:

“Zeynep Ahunbay'ın Türkiye'deki eğitim ve kariyer yaşamını uluslararası boyuta taşımasında, hem Türkiye koşullarının, Cumhuriyet Aydınlanması ile ona sunduğu deneyimin payı vardır, hem de bütün meslektaşlarının teslim ettiği dur durak bilmeyen çalışkanlığı etkendir. Bu ödül, tüm mesleki alanlarda ülkenin çok ihtiyacı olan akılcı ve kararlı tavırları özendirecektir… “ Gördüğünüz gibi 3 cümlede yıllardır bir türlü geri getiremediğimiz, “eski Türkiye” diye aşağılanan bir ülkenin değer sistemi özetlenmiş. Cumhuriyet, aydınlanma, çalışkanlık, akılcı ve kararlı yaklaşımlar…

Bir zamanlar bu ülkenin öncelikleri bunlardı. Zeynep Ahunbay ile ödül töreninden sonra konuştum. Sadece geçmişi değil, bugünü de sordum.

BÜTÇE ARTTI, KALİTE DÜŞTÜ
■ Mesleğinizi isteyerek seçtiniz ama Türkiye'deki çalışma koşullarının ne kadar farkındaydınız?

1970 mezunuyum. O zaman mimari koruma ve restorasyon alanlarında pek yatırım yoktu, bütçeler kısıtlıydı. Bu alanda insan yetiştirmek, kültür varlıklarımızın bilinçli çabayla korunması yönünde idealim vardı. Yıllar içinde bütçeler arttı ama kalite düştü.

■ Sizin işinizde “kalite düştü” ne anlama geliyor?..
Restorasyon dediğimiz zaman bilimsel bir faaliyetten bahsediyoruz ama birçok insan bunu “adi tamir” sanıyor. Bu adi tamir süreçlerinde de o eski eserin orijinal dokusu, patinası, yani hangi yüzyılda hangi ekleri ya da değişiklikleri kazandı, yüzey, yaşlılık gibi özellikleri kaybediliyor. Pırıl pırıl, gıcır gıcır “tarihi binalar” ortaya çıkıyor! İkinci bir sıkıntımız da tamamen yok olmuş binaların “ihya” denilerek yeniden yapılması.

■ Ne demek o?
Yani bina aslında tamamen yıkılmış. Ama haritalardan, eski çizimler ya da fotoğraflardan bir proje çizilip “koruma bütçeleri” ile o yapılar tekrar inşa ediliyor. Belediyeler en çok eski camileri yapıyor böyle. Oysa ayakta duran, acil bakıma ihtiyacı olan yapılar duruyor, paralar sadece dini vasıfları nedeniyle yıkılmış hatta üstünden yol geçmiş yapılara harcanıyor. Belediyelerin sırf bu iş için “ihya programları” var. Osmanlı ya da Anadolu tarihi, camiden ibaret değil ki; harap durumda olan bir kütüphane veya sıbyan mektebi de öncelikli olmalı… Asıl ayakta duran yapıların durumlarının incelenip hangisi daha acil hangisi daha önemli böyle bir sıralama yapılması gerekir.

■ Bugün kurtarmak isteyeceğiniz neresi var mesela?
İstanbul dediğiniz zaman çok katmanlı bir kültür varlığı. Şu anda ayakta duran 7 km.lik kara surları, deniz surları, evrensel değer taşıyor, dünya mirası. Öncelik buradadır veya Süleymaniye çevresi ahşap evler dünya mirasıdır, Zeyrek öyledir. Yıllarca bunlara destek olunamadı, çok büyük alanlar, yıkılmış vaziyette, kalan evler kurtarılmalı. Üstelik biz Türkiye olarak buna söz vermişiz, 1980'lerde imza atmışız biz buralara bakacağız diye.

İnsanların yapıları bile etnik kökene göre ayırması size nasıl geliyor?
Bu kabul ettiğim bir bakış açısı değil ama bizde olduğu gibi başka ülkelerde de var. Halbuki Cumhuriyet'in başında “tüm Anadolu uygarlıkları bütününün bize ait olduğu” fikri vardı. Ben de tüm kültür varlıklarının evrensel olduğu düşüncesiyle yetiştim. Yapılarla ilgili hiçbir zaman “bu Müslümandır, bu Türktür, bu Ermenidir, bu Yunandır” gibi bir önyargım olmadı. Ama şu anda yönetimde olan bazı belediyelerin böyle baktığını biliyorum : “Camii Müslümandır bize aittir, surlar Bizans eseridir yıkılsın yok olsun.” Bakış açıları bu ne yazık ki… Mesela Zeyrek çok ihmal edilmiş bir alan.

■ Üstelik o da Dünya Kültür Mirası listesinde…
Öyle ama rutubet kokuyordu Zeyrek Camii içi, çatısına çimentolu sıvalarla kurşun taklidi yapılmış, çatlamış o da. Bir Amerikalı hoca geldi, “birlikte çalışalım” dedi. Vakıflar'dan izin aldık, yurtdışından kaynak bulduk. Ama maalesef bizim evrensel değer olarak baktığımız projeye sadece bir Osmanlı camisi olarak bakılıp ona göre bir restorasyon yapıldı. Mesela kazı yaparken bir mozaik çıktı, “Vay efendim siz burayı kilise mi yapacaksınız, müze mi yapacaksınız?” gibi gerilimler oldu. Ondan sonra o iş bizden alındı, müteahhide verildi.

■ Nasıl yani? Restorasyon çalışması müteahhide mi verildi?
Evet, bizim ortaya çıkardığımız, mermerden bir apsis penceresi vardı. Gerçeği oydu. Onu söküp ahşap bir çerçeve konulmuş, camii hissi vermek için. Yani yapılan şeyi de bozma politikası var, çünkü o başka bir imaj veriyor. Onların istediği “her yapı Osmanlı damgası taşıyacak.” Basbayağı gerçeği tahrif ediyorsun aslında, ahlaki de bir sorun var yani…

■ Bugüne kadar sizi en çok heyecanlandıran işiniz hangisi?
Hepsi farklı zamanlarda farklı bağlılıklarla yapılmış şeyler. Ama elbette Ayasofya, çok görkemli, büyüleyici bir anıt. Oradaki bilim kurulu üyeliğim hala devam ediyor.

■ Niye Ayasofya tartışması da bir türlü bitmiyor?
Görüyorsunuz işte, Atatürk ne büyük bir deha. Ayasofya'nın tüm dünya tarafından paylaşılması için müze yapmış. Çünkü camii deyince başka biri rahatsız oluyor, kilise deyince başka. Müze deyince tüm insanlığa açık, bu Atatürk'ün dehasıdır, bu değerdeki bir eserin korunması, üzeri kapanmış mozaiklerin gün ışığına kavuşması onun vizyonu.

■ Bugün Türkiye'de koruma yasaları ne durumda?
Yasalarla sürekli oynanıyor. Mesela eskiden SİT Alanları vardı, şimdi yenileme Alanı diye bir şey çıkardılar. İstanbul Tarihi Yarımada'da 6 tane yenileme bölgesi var. Düşünebiliyor musunuz? Yani belediyenin çok daha kolay müdahale edebileceği ve kamulaştırma yapabileceği yerler buralar. Bunun anlamı bu. Dünya mirası olan alanların ‘Yenileme Alanı' olması çok ters, çünkü dünya mirası “biricik, koruma altında” demek zaten. İstanbul'un en az yarısını kaybederiz böyle.

İstanbul'da çok gösterişli projeler var, Haliç, Galataport, en son Martı.
O Martı Projesi'nin kurulundaydım ben. Aynı odada toplanan Beyoğlu Kurulu'nun masasının üzerinde bu ‘Martı' maketini gördüm “Bu nedir?” diye sordum. “Bu Kabataş'a yapılacak” denildi. İtiraz için kurula yazdık, “henüz kesin projesi geçmedi” dediler. Kazıklar çakılıyor şu anda, hala kesin bir proje alamadık görmek için. Sadece cephe fotoğrafı var, ayrıntı yok. Çünkü üzerinde değişiklikler de oluyor. Önce düz ayakken, şimdi altına katlı garaj yapılması söz konusu. Haliç Port Projesi de şeffaf değil.

■ Ödül töreninde işinizi yaparken yorgun hissettiğinizi söylediniz…
Bizim alanımızda dinle- yen kulak yok. Bir şey söylersiniz, karşıdaki dinler, kendi gerekçesini söyler. Bu bile yok. Bu da çok yorucu. Yine de vazgeçmem, mücadeleye devam.

■ Ödülün anlamı ne sizin için?
Bu ödül bizim çalışmalarımızı ve emeğimizi görünür kıldı. Ödül sayesinde kültür varlıklarının yitirildikleri zaman geri gelmeyecek değerler olduğunu anlatma şansımız oldu.
Sözcü, Haber: Özlem Gürses,28.02.2017

KAYBETTİĞİMİZ İSTANBUL'U TEKNOLOJİ İLE YAŞATIYOR

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki tarihi surların üzerine bir düğün salonu kondurulmuş.

Ne gam.

Geçtiğimiz cumartesi günü çıktığım “Yeraltındaki İstanbul” turunda, oymalı sütunlarıyla yüz yıllık Bizans sarnıçlarının depo olarak kullanıldığını, molozlarla doldurulduğunu gördüm.

İstanbul’un Bizans, Osmanlı mirasına sahip çıkmıyoruz da sanki Cumhuriyet tarihinin yapılarına çıkıyor muyuz?

Tarihçi İlber Ortaylı önceki gün yazısında dayanamamış, Galataport projesi kapsamında, şehrin mimari sembollerinden Karaköy Yolcu Salonu’nun yıkılmasına tepki göstermişti.

Şehrin ortak hafızasına peş peşe indirilen darbeler bir yana İstanbul’un çoğrafyası değişiyor.

Bebek, Kabataş, Üsküdar ve Haliç sahillerinin doldurulmasıyla göz göre göre şehrimizin o güzelim kıvrımları yok olacak.

Rüyamızda görürüz artık eski haritalardaki, anılardaki İstanbul’u.

Ya da, ABD’de mimarlık ve teknoloji mastırı yaptıktan sonra Boston’da hem Harvard, hem MİT üniversitelerinde araştırmacı olarak çalışan Nil Tuzcu’nun “Ben İstanbul” projesinde.

Mimarlık, tarih, tasarım ve teknolojiyi aynı platformda buluşturan Nil Tuzcu ile geçenlerde İstanbul Bağımsız Filmler Festivali kapsamında gösterilen projesini konuştuk.

Tuzcu’ya bu projeye, Harvard Üniversitesi, Mellon Şehir Araştırmaları merkezinde, şehir tarihinin görselleştirilmesi ve haritalanması üzerine geliştirdiği programlar ilham vermiş.

BEN İSTANBUL ONLİNE VE İNTERAKTİF
“Dijital araçlar kullanılarak bir şehrin tarihi nasıl araştırılır? Nasıl aktarılır” sorusuna yanıt ararken hikaye anlatma fikri devreye girmiş.

“Ben İstanbul” online ve interaktif olarak size İstanbul tarihinden hikayeler anlatıyor.

Eski İstanbul Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın hikayesi örneğin sizi 1940’lı yıllardaki Taksim’e, Gezi Parkı’na, İnönü Stadyumu’na götürüyor.

Son dönemlerde yitirdiğimiz sinema tarihçisi Giovanni Scognamillo ile eski Beyoğlu’nu geziyorsunuz.

“Bu platform izleyicilere geçen yüzyılın önemli sosyal, siyasal, ekonomik ve fiziksel değişimlerine tanıklık imkanı sunuyor” diyor Nil Tuzcu.

Tuzcu’nun Salt Araştırma Fonu’ndan yararlanarak hayata geçirdiği projenin amaçlarından biri İstanbul’a ait arşiv malzemelerinin dijitalleştirilmesi.

Nitekim 1924 ile 1944 yılları arasında bir Fransız haritacısının yaptığı haritalar ilk kez Tuzcu’nun projesiyle dijital ortama taşınmış.

“Ben İstanbul” için geniş kapsamlı bir yazılı ve görsel arşiv çalışması yapan, özel bir yazılım geliştiren Nil Tuzcu “projenin günümüzde kaybolmakta olan şehir ve toplum hafızasına katkıda bulunmasını umuyorum” diyor.
Hürriyet (Kısaltarak), Yazı: Gila Benmayor, 28.02.2017 

TARSUS'TA KAÇAK KAZI YAPAN ŞAHIS YAKALANDI



Tarsus'ta kaçak kazı yapan şahıs bulduğu tahir eserlerle birlikte gözaltına alındı.

Mersin Valiliği koordinesinde, Mersin İl Jandarma Komutanlığı ile İl Kültür Turizm Müdürlüğü işbirliğinde, “Mirasına Sahip Çık, Geleceğine Umut Ol” sloganıyla başlatılan proje kapsamında, Kentin tarihi ve kültürel eserlerinin korunmasına yönelik yürütülen çalışmalar doğrultusunda;

Tarsus İlçe Jandarma Komutanlığınca yapılan istihbari çalışmalar neticesinde, Köselerli mahallesinde İ.M.isimli şahsın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı bilgisi alındı.

Savcılıktan alınan izinle yapılan operasyonda şüpheli şahsın evinde yapılan aramada; (1) adet çivi, (6) adet yüzük, (8) adet mühür, (24) adet taş obje, (76) adet metal obje, (1) adet ok ucu ve (355) adet sikke olmak üzere toplam (471) adet çeşitli dönemlere ait tarihi eser ile (1) adet detektör ele geçirildi.  

Gözaltına alınan İ.M. sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi.
Tarsus Haber, 28.02.2017
ÜNYE KALESİ'NDE ARKEOLOJİK KAZILAR BAŞLAYACAK

Ünye Kalesi arkeolojik kazı çalışması 4 aşamalı bir proje ve etap etap yapılacak.

Ünye Belediye Başkanı Ahmet Çamyar, Ünye Kalesi'nde arkeolojik kazı çalışmasına bu yıl başlanacağını söyledi.

Çamyar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin tarihi ve kültürel değerleri arasında ilk sırada yer alan Ünye Kalesi'nin arkeolojik kazı çalışması için 3 yıldır yürüttükleri çalışmanın sonuçlarını aldıklarını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 2017 yılı içerisinde Ünye Kalesi'nde arkeolojik kazıların başlayacağını belirten Çamyar, "Ünye Kalesi, iyi korunmuş kalelerden biri. Biz de Ünye'nin sahibi olduğu bu kültürel ve tarihi varlığımızı şehrimize ve Karadeniz Bölgesi turizmine kazandırmak istiyoruz." dedi.

Kalenin üç medeniyete ev sahipliği yaptığını belirten Çamyar, şunları söyledi:

"Burası Mithridates’in Kalesi ve hem Ünye hem de Karadeniz Bölgesi açısından son derece önemli, iyi korunmuş olan kalelerden biri. Ünye Kalesi ile ilgili üç farklı mülkiyet tipi bulunmaktaydı. Orman arazisi vardı tahsisini aldık, hazine arazisi vardı tahsisini aldık, şahıs arazisi vardı kamulaştırmasını yaptık. Bütün hukuki sıkıntıyı çözdükten sonra Müzeler Müdürlüğü üzerinden kazı yapmakla ilgili yazımızı yazıp görüşmelerimizi yaptık. Yazıyı da elden Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt’a götürdük. 2017'de burada kazı çalışmasına başlanacak. Onlar kazıyı yapacak ekiple anlaşacaklar, biz de Ünye Belediyesi olarak maliyetini ve güvenliğini karşılayacağız."

Ünye Kalesi'nde 4 etaplı yürütülecek olan kazı çalışmasına ilişkin olarak da Çamyar, "Ünye Kalesi arkeolojik kazı çalışması 4 aşamalı bir proje ve etap etap yapılacak. İlk olarak dehlizlerin açılması var. Kazı çalışmasında öncelikle dehlizleri boşaltacağız. Kalede vaftiz odaları var deniliyor, o odalara kadar inilip merdivenler aydınlatılacak. Tamir edilmesi gereken yerler tamir edilecek. Gerekli hava sirkülasyon sağlandıktan sonra turizme kazandırılarak gezilip görülebilecek." diye konuştu.
arkeolojikhaber.com, 27.02.2017

TARİHİ YAPILARIN TANITIMINDA 'KAREKOD' UYGULANACAK

Niğde'de tarihi yapılara takılacak "karekod" sistemiyle, akıllı telefon aracılığıyla Türkçe ve İngilizce yazılı ve görüntülü olarak eser hakkındaki bilgilere ulaşılabilecek.


İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Selçuk Demirtaş, yaptığı açıklamada, kent genelindeki kültür varlıkları hakkındaki bilgilere internet ortamından ulaşılması için proje hazırladıklarını söyledi.

Kentte cami, mescit, kilise, bedesten, hamam ve çeşmeden oluşan 95 kültür varlığının en iyi şekilde tanıtılması, yerli ve yabancı turistlerin eserler hakkında detaylı bilgiye sahip olabilmesi için yeni uygulamanın hizmete sunulacağını dile getiren Demirtaş, "Akıllı telefonlarla, kültür varlıklarımıza yerleştireceğimiz karekod sistemiyle o tarihi mekanın bütün özellikleri Türkçe ve İngilizce olarak, ilerleyen zamanlarda da diğer dillerde yazılı ve görsel olarak anlatılacak" dedi.

İldeki tarihi yapıların tamamında bu hizmeti vermeyi planladıklarını bildiren Demirtaş, "İlk olarak merkezdeki tarihi mekanlarımızdan başlayacağız. Haziran sonu itibarıyla bütün kültür varlıklarımızda bu karekod sistemini oturtmuş olacağız. Bu sayede yanınızda başka bir kişi size anlatmadan, telefonunuzla karekodu okutturup, o tarihi mekan hakkında bütün bilgilere sahip olacaksınız." diye konuştu.

Demirtaş, tarihi yapıların girişine takılacak karekod sisteminin, güneş ve yağmurdan etkilenmeyecek şekilde, yaldızlı levha üzerine monte edileceğini kaydetti.
Yapı, 27.02.2017

FAUSTO ZONARO'NUN ESERİNE REKOR FİYAT

Ünlü ressam Fausto Zonaro'nun ‘Üsküdar'dan Sandala Binen Feraceli Cariyeler' isimli eseri 600 Bin TL'den alıcı bulurken, ‘Süleymaniye Camii Önünde' adlı eseri 275 Bin TL'ye satıldı. Müzayedede eserlerin tamamına yakını alıcı buldu.



Geri Benardate'nin 30 yılı aşkın sürede bir araya getirdiği Osmanlı ve Türk klasik sanat eserlerinden, antika ve Osmanlı seramiklerine yaklaşık 480 parça değerli eserin yer aldığı 5. Özel Koleksiyonlar Müzayedesi'nin ilk bölümü 26 Şubat Pazar günü Orjin Sanat Merkezi'nde gerçekleştirildi. 5 eser hariç tüm yapıtların satıldığı müzayedede eserler, sanatseverlerin büyük ilgisi sayesinde katalog fiyatının oldukça üstünde alıcı buldu. Müzayedede Fausto Zonaro'nun merakla beklenen ‘Üsküdar'dan Sandala Binen Feraceli Cariyeler' isimli eseri 600 Bin TL'lik çekiç fiyatıyla en yüksek fiyata alıcı bulan eser oldu.



Zonaro'nun diğer bir yapıtı ‘Süleymaniye Camii Önünde' 275 Bin TL'den alıcı bulurken, Mahmut Cuda'nın ‘Toprak Vazoda Pembe ve Beyaz Güller' adlı natürmort eseri 160 Bin TL çekiç fiyatı ile satıldı.



2. Abdülhamid tarafından dönemin Avusturya Kralı'nın kızına düğün hediyesi olarak verilen, 35 karat elmas ile bezeli Osmanlı saray işi ‘Sallantılı Çiçekli Dal Üzerinde Zümrüd-ü Anka Kuşu' broş 90 Bin TL'ye alıcı buldu.

Aziz Karadeniz tarafından yönetilen, koleksiyonerlerin merakla beklediği 5. Özel Koleksiyonlar Müzayedesi, Türk ve Dünya oryantalist ustaların seçkin eserlerini sanatseverlerle buluşturdu. Müzayedenin Osmanlı seramiklerinden oluşan ikinci bölümü 5 Mart 2017 Pazar günü saat 14:00'te Orjin Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilecek.
Sözcü, 27.02.2017
TARİHİN ÜSTÜNE ENERJİ SANTRALLERİ KURULACAK

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun aldığı kararla, I. ve II. derece arkeolojik sit alanlarında güneş enerjisi santralları kurulmasının önü açıldı. 18 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ilke kararına göre, bilimsel kazı planlanmayan arkeolojik sit alanlarında bağlı olduğu koruma bölge kurulunun görüşü alındıktan sonra ilgili müze müdürlüklerinin denetiminde enerji santrali kurulabilecek. Daha önce bu alanların kullanımına ilişkin geçerli olan 658 Sayılı İlke Kararında I. ve II. derece arkeolojik sit alanları bilimsel kazılar dışında aynen korunacak alanlar olarak belirlenirken her hangi bir yapılaşma izni de verilmiyordu.

Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 29 Aralık 2016 tarihinde gerçekleşen toplantısında tartışmalı bir karara imza attı. Koruma Yüksek Kurulu’nun aldığı 662 nolu ilke kararına göre, I. ve II. derece arkeolojik sit alanlarında güneş enerjisi santralleri (RES) kurulabilmesinin önü açıldı.

KAZI YAPILMAYAN ARKEOLOJİK SİTLERDE SANTRAL KURULABİLECEK
18 Ocak 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ilke kararında gerekçe olarak ise yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli kullanılması gösterilerek, “Güneş enerji santrallerinin höyük, tümülüs ve bakanlıkça düzenlenmiş ziyarete açık ören yerleri ile bilimsel kazı yapılan sitlerde kurulamayacağına, bunun dışındaki sit alanlarında ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın alanda bilimsel kazı planlanmadığına ilişkin görüşü alındıktan sonra koruma bölge kurulunun görüşüyle kurulabileceği” belirtildi.

‘ZARAR VERMEDEN’ YAPILAŞMA VE ENERJİ NAKİL HATLARINA İZİN ÇIKTI
Güneş enerji santrallerinin, yüzeyde taşınmaz kültür varlığı bulunmayan sitlerde kurulabileceği bilgisine yer verilen Koruma Yüksek Kurulu kararında, “İhtiyaç duyulan dolgu uygulamalarının, güneş enerji panellerinin yerleştirilmesinin, her türlü kablolama işleminin, enerji nakil hatlarının ve yapılacak diğer uygulamaların kültür varlıklarına (kültür katmanlarına) zarar vermeden yapılabileceğine, tesis sahiplerince güneş enerji santrallerinin bulunduğu alandaki kültür varlıklarının korunmasının sağlanmasına” karar verildiği belirtildi.

‘SANTRALIN ÖMRÜ DOLUNCA SİT ESKİ HALİNE GETİRİLECEK’ DENİLİYOR
Güneş enerji santrallerine ilişkin uygulamaların ilgili müze müdürlüğü denetiminde gerçekleştirileceği kaydedilen kararda, “Güneş enerji santrallerinin faaliyeti süresince ilgili müze müdürlüğünce altı aylık periyotlar ile alanın incelenmesine, aykırı uygulamanın bulunması veya arkeolojik alana zarar verilmesinin tespit edilmesi durumunda aykırı uygulamanın durdurulmasına ve konunun değerlendirilmek üzere ilgili koruma bölge kuruluna iletilmesine, Güneş enerji santrallerinin süresini tamamlaması sonrasında tesis sahiplerince ilgili müze müdürlüğü denetiminde kaldırılmasına ve alanın eski haline getirildiğine dair teknik raporun hazırlanarak ilgili koruma bölge kurulu müdürlüğüne iletilmesine, Güneş enerji santrali yapılan arkeolojik sitlerde yapılacak her türlü uygulama öncesi ilgili koruma bölge kurulundan izin alınmasına karar verildi” ifadelerine yer verildi.

KORUMA KURULLARINA AĞIR SORUMLULUK GELİYOR
Koruma Yüksek Kurulu ayrıca 1999 yılında alınan 658 sayılı ilke kararında yer verilen, kazı başkanlığı görüşlerinin geç iletilmesinden dolayı uygulamada sorunlara neden olduğu belirtilen 3. Maddeyi yeniden değerlendirerek, söz konusu maddenin ilgili bölümünü şu şekilde yeniden düzenledi: “Bu alanlarda, belediyesince veya valilikçe inşaat izni verilmeden önce, ilgili müze müdürlüğü uzmanları tarafından sondaj kazısı gerçekleştirilerek, sondaj sonuçlarına ilişkin raporun, kültür varlığının bulunması halinde varsa kazı başkanının görüşleriyle birlikte müze müdürlüğünce koruma kuruluna iletilip kurul kararı alındıktan sonra uygulamaya geçilebileceğine.”

ÖNCEKİ KARAR YAPILAŞMA İZNİ VERMİYORDU
1999’da alınan ilke kararında, I. ve II. derece arkeolojik sit alanları bilimsel kazıların dışında aynen korunması gereken alanlar olarak belirlenmişti. Ayrıca bu alanlarda yapılaşma ve inşaat faaliyetine izin verilmiyordu.

13947 TANE ARKEOLOJİK SİT ALANINA SAHİBİZ
Dünyanın en fazla ören yerine sahip coğrafyalarının başında gelen Türkiye’de toplam 13947 arkeolojik sit alanı bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre Anadolu’nun zengin kültür mirasını korumayı amaçlayan arkeolojik sit alanlarının 9.380’i birinci, 639’u ikinci, 1.427’si de 3. derece olarak belirlenmiş. 1530 karma dereceye sahip arkeolojik sit alanı bulunurken ayrıca 971 tane de derecelendirme çalışması devam eden korunan alan bulunuyor. Söz konusu sit alanlarının çok büyük bir bölümnünde ise arkeolojik kazı yapılmıyor.

EN ÇOK GÜNEŞ ALAN İLLER EN FAZLA SİT ALANINA SAHİP
Türkiye’nin en fazla güneş alan Antalya, Muğla, İzmir, Adana, Mersin ve Konya gibi kentlerinin aynı zamanda en fazla arkeolojik sit alanına sahip olması ise alınan kararın kültür mirasına yönelik nasıl bir tehdit içerdiğini de gözler önüne seriyor.

MUĞLA, KONYA VE ANTALYA ÖNDE
Türkiye’de arkeolojik sit alanı sayısı bakımından en fazla korunan Alana sahip kenti olan Muğla’da 799, Konya’da 773, Antalya’da 727, Şanlıurfa’da 621, İzmir’de 548, Ankara’da 506, Mersin’de 496, Eskişehir’de 487, Afyonkarahisar’da 377, Kayseri’de 378, Hatay’da 362, Adana’da 340, Diyarbakır’da 285, Amasya’da 235, Isparta’da ise 209 arkeolojik sit alanı bulunuyor.

ENERJİ BAKANLIĞI KAPASİTEYİ ARTIRMAYI HEDEFLİYOR
2016 verilerine göre Türkiye’de lisanslı ve lisanssız olarak 861 güneş enerjisi santralı bulunuyor. Ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı mevcut olan 660,2 MW olan kurulu güç kapasitesini 2023’e kadar yaklaşık 5 kat artırarak 3 bin MW’a çıkarmayı hedefliyor.

KAMUOYUNUN TEMİZ ENERJİYE VERDİĞİ DESTEK CEZALANDIRILIYOR
Kamuoyunda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına yönelik ortaya çıkan olumlu destek ve beklentilerin, korunan alanları üretim üssü olarak seçilmesiyle hayal kırıklığına yol açması kaçınılmaz görünüyor.
Sol Haber, Haber: Yusuf Yavuz, 27.02.2017

120 YILDIR ARANAN KİTABE ORADA BULUNDU

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs’teki kayıp kitabesi, 120 yıl aradan sonra İsrail Devlet Müzesi’nin deposunda ortaya çıktı. Yıllardır akıbeti merak konusu olan ve birçok araştırmacının peşine düştüğü kitabe; Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Mehmet Tütüncü tarafından gün yüzüne çıkartıldı. Alman Kayzeri Wilhelm’in 1898’deki Kudüs ziyareti sırasında yıkılan Kudüs Surları’nda bulunan ve sonrasında sırra kadem basan Kanuni’ye ait kitabe; Osmanlıların hilafetin sahibi olduğunu ilk kez ilan eden ferman niteliğinde.

"TAKAS EDİLEBİLİR"
1533 tarihli kitabede Kanuni Sultan Süleyman, kendisini, ‘dünyanın tek hakimi’, ‘ufukların efendisi’, ‘hilafetin gerçek sahibi’ olarak tanımlıyor. Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Tütüncü, kitabenin Osmanlı tarihi açısından çok önemli olduğuna dikkat çekerek; “Bilindiği üzere Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra hilafet Osmanlı’ya geçmiş, ancak Yavuz, hiçbir zaman halife olduğunu dil egetirmemişti. Yavuz’dan sonra tahta çıkan Kanuni, kendisini Halife olarak ilan etti. İsrail Müzesi’nin deposunda bulduğum kitabe Osmanlı’daki halifeliğin ilk ilanı özelliğine sahip. Daha da önemlisi İsrail Başbakanı Netanyahu, İstanbul arkeoloji Müzesi’nde bulunan İsrail’in en eski yazıtı olan Siloam Kitabeleri’ni istiyor. Siloam Yazıtı 1880’de Kudüs’te yapılan kazılarda bulunmuş ve o zamanki Osmanlı Müzesi’ne getirilmişti. Netanyahu, Arkeloji Müzesi’ndeki kitabelere karşılık Osmanlı dönemine ait kitabelerin Türkiye’ye verebileceğini açıklamıştı. Muhtemelen Kanuni’ye ait kayıp kitabeyi takasta kullanmak istiyorlar” dedi.

"TOPRAĞA GÖMÜLÜYDÜ"
Tütüncü, kayıp kitabenin serüvenini ise şöyle anlattı: “Uzun araştırmalar sonucunda Kudüs’e yaptığım son ziyarette, kitabenin İsrail müzesinin deposunda olduğunu öğrendim. Depoda yaptığım araştırmalardan sonra kitabeyi fotoğrafladım. Kitabe, geçmişte Yafa kapısı ile Kudüs kalesinin arasındaki surda bulunuyordu. Yafa kapısı Kudüs sur içinin ana kapısıdır. İç kalesi ise bir hendekle çevrilidir. Kitabe bu surun üzerindeydi. Ancak Alman Kralı II. Wilhelm 1898’de Kudüs’ü ziyaret ettiğinde, kralın heyetiyle rahatça geçebilmesi için bu hendek doldurularak surlarda bir kapı açıldı. Kayzer ile kafile buradan içeri girdi. Kanuni’ye ait kitabe de hendeğin doldurulması sırasında yere gömüldü. İşte bu sur açılışında kitabe kaybolmuş ve yıllardır nerede olduğu bilinmiyordu.”

"UFUKLARIN EFENDİSİ"
120 yıl sonra İsrail Devlet Müzesi deposunda bulunan kayıp kitabede şu ifadeler yer alıyor: “İslam’ın surlarını korumak için yapılan bu kulenin (rabad) yapılmasını emreden, iktidarının gücü ve kuvveti ile putlara tapmayı engelleyen, Dünya milletlerinin hakimiyetini elinde tutan, ufukların efendisi, temlik yoluyla hilafetin başı olmayı hak etmiş Sultan oğlu Sultan Süleyman Han’dır.”

Akşam, 27.02.2017

TARİHİ SURLARA 'PORTATİF ÖRTÜ'

Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ‘nitelikli portatif örtü’ izni verince, Fatih Belediyesi, İstanbul’un en eski yapılarından olan, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan tarihi surlara çatı monte edip, düğün salonu açtı. Belediye’ye göre, Koruma Kurulu kararıyla monte edilen çatının surlara hiçbir zararı yok!



Fatih Belediyesi’ne ait Topkapı Sosyal Tesisleri’nin bitişiğinde bulunan, belediyenin düğün organizasyonları amacıyla kiraladığı alan için, yüzlerce yıllık tarihi surların üzerine dışarıdan da görülen bir çatı monte edildi.

Fatih Belediyesi tarafından 2015 yılında bir rölöve, restitüsyon ve restorasyon projesi hazırlanarak İstanbul 2 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunuldu. Projeyi inceleyen kurul, 12 Mayıs 2016’da, İstanbul’un en eski yapılarından olan ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan tarihi surlara, ‘nitelikli portatif örtü’ sistemi kurulabileceğine karar verdi. Kurulun bu kararı üzerine, açık hava düğün ve organizasyonlarında kullanılan sur bölgesine, Fatih Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz eylül ayında yaklaşık 3 metre yüksekliğinde açılıp kapanabilen bir çatı monte edildi.

‘DUVARLARA TEMAS YOK’
Söz konusu açılır kapanır çatının surlara zarar vermediğini savunan Fatih Belediyesi’nden konuyla ilgili yapılan açıklamada, “Yapılan uygulamanın, sur duvarları ile hiçbir şekilde teması yoktur ve kurul kararına uygun olarak yapılmıştır” ifadeleri kullanıldı.

Hareketli çatının çirkin bir görüntü ortaya çıkardığını söyleyen Fatih Belediyesi’nin CHP’li Meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu ise, “Surların bitişiğinde bulunan sosyal tesis için inşa edilen hareketli çatıyı inceledim. Duvarlara monte edilmemiş. Ancak çirkin bir görüntü ortaya çıkmış. Surların dışından da görünüyor. Bu konuyla ilgili şikayette bulunacağız” diye tepki gösterdi.

‘KİMLİĞİYLE İLGİSİZ KULLANIM ŞEKLİ’
İstanbul surlarına yapılan hareketli çatının yüzlerce yıllık tarihi dokuyu bozduğunu savunan Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ise konuyla ilgili şu açıklamada bulundu: “Bu surlarda uygulanacak her proje surların kimliği göz önüne alınarak uygulanmalıdır. Surlara verilecek işlevler kültür varlığının korunmasına hizmet etmeli ve alanın bütüncül olarak algılanmasını engellememeli. Topkapı Sosyal Tesisi ise tüm bunların aksine kara surlarının bir bölümünde miras alanının kimliğiyle ilgisiz bir kullanım şekline neden olmakta, bu tarihi doku düğün ve benzeri etkinlikler için bir ‘konsept’ malzemesi olarak pazarlanmaktadır.”


Hürriyet, Haber: İdris Emen, 27.02.2017


******


NE YANİ BENİM GELİNİMİN DUVAĞI MI ISLANSAYDI?

Kişi başı 46 TL’den başlayıp 58 TL’ye kadar uzanan farklı mönülerden birini seçerek “Beyaz Et Düğün” yapılabiliyor sosyal tesislerimizde sevgili okur...

“Beyaz Et Düğün nedir?” diye merak eden olursa, tavuk filan işte.

“Kırmızı Et Düğün” mönüsüne yönelirseniz, kişi başı 58 TL’den başlıyor, 68 TL’ye kadar uzanıyor bedeli...

Düğün, sünnet, nişan, “öylesine toplantı” veya “böylesine toplantı” için fark etmiyor fiyatlar ve pasta da dahil ha, ona göre...

“Organizasyonel” manada lojistik destekte de sınır yoktur tesislerimizde sevgili okur...

Sandalyeyi giydirmek istersen “oturgaç” başına 5 TL ödeyeceksin.

Gelin masası 350 TL, lüks gelin masası 800 TL. 450 TL fark verince kuş konuyor olabilir masaya, bilemiyorum...

Tek palyaço istersen 250 TL, davul-zurna ekibi istersen 500 TL, “volkan” istersen (herhalde maytaplı filan gösteri oluyor) 350 TL.

Konfetiye 250 TL istiyorlar ki tek itirazım bunadır. Biz zamanında Ali Sami Yen’in kapalı tribününden okulları tatil edecek kadar konfeti atıp bugünün parasıyla herhalde 100 TL’ye filan çıkarmıştık işi...

“Mehteran gelsin... Yolla mehteri!” dersen 1.750 TL, 3 kişilik tasavvuf ekibine 1.250 TL, Ahırkapı Roman Orkestrası istersen 2 bin TL...

Semazene 300 TL isteniyor ki; diğerlerine bakınca herhalde ekibi toplayıp gelmiyordur bu fiyata diye düşündüm.

Tek kol şamdan 35 TL, beş kol şamdan 65 TL.

Gelini tahtırevan ve yeniçeri eşliğinde getirelim derseniz, o da 900 TL.

Yeniçerilerin tarihte böyle bir misyonu yoktur bildiğim kadarıyla ama Fatih Belediyesi Topkapı Sosyal Tesisleri’nde fiyat listesi böyle belirlenmiş...

Fatih Belediyesi’nin web sayfasındaki ifadeyle “Topkapı Kale İçi Sosyal Tesisimiz, tarihe tanıklık edebileceğiniz anılarla dolu bir geçmişe sahip olup...” 50 kişiden 1100 kişiye kadar da hizmet sunan bir yerdir.

Bu tanıtım metnindeki “Tarihe tanıklık edebileceğiniz” ifadesi önemlidir, çünkü kastedilen İstanbul surlarıdır.

20 kilometreyi aşan tarihi surlar ‘Romalılardan Hunlara, Latinlerden Gotlara, tarihe bir şekilde dayanmıştır, defalarca onarılmıştır, İstanbul’un fethinden sonra da asırlarca korunmuştur.

Ama Septimius Severus’tan II. Theodosius’a, Komnenos’tan Abdülhamid’e hiçbirinin aklına bu tarihi surların dibinde maytap yakıp düğün-dernek yapılacak alan açmak gelmemiştir.

Vizyonunuz bol olsun, ne diyeyim?

Son olarak bu tesislere “portatif çatı sistemi” kurularak ne bileyim, maytapların sönmesi, tahtırevanın ıslanması vesaire engellenmiş.

Hafif sitemkar haberler okudum bu konuyla ilgili üzüldüm açıkçası...

Neymiş, estetik açıdan surlara vurulmuş bir darbeymiş!

Benim yeniçerimin börkü, benim giydirilmiş sandalyem, benim “katkatkat” pastam ıslansın mı yani? Bir gelin-damadın, bir sünnet çocuğunun saadetinden önemli mi taş duvarlar, sorarım size!

Bu arada ömrünü İstanbul surları başta olmak üzere tarihi eserlerin korunmasına adamış olan kıymetli hocamız Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’a geçtiğimiz günlerde Vehbi Koç Ödülü verildi; malumunuzdur.

Bu “portatif çatı sistemi” haberini okuduktan sonra dönüp baktım habere, “Ödül töreni nerede yapılmış?” diye.

İş Sanat Kültür Merkezi’nde düzenlenmiş tören.

Yani mis gibi tesis dururken surların dibinde...

Olacak iş mi?..

Aaah, ah!..
Hürriyet, Yazı: Kanat Atkaya, 28.02.2017

SELÇUKLU AV KÖŞKÜNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

Antalya'nın Kemer İlçesi'ndeki Selçuklu Av Köşkü'nde yeniden başlanılan kazı çalışmalarında, su sarnıcı ve kanalizasyon sistemi ortaya çıkarıldı.

Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürü Cemil Karabayram, AA muhabirine yaptığı açıklamada, av köşkünden alınan harç örneklerinden 1925-1930 yıllarında bir çalışma yapıldığını ve restorasyon ihalesini alan firmanın gerekli şartlara uymadığı gerekçesiyle çalışmaların durdurulduğunu hatırlattı.

Antalya Valisi Münir Karaloğlu'nın isteği doğrultusunda bir bilim heyet oluşturulduğunu belirten Karabayram, alınan harç örneklerinin sonuçlandığını ve sonuçlara göre av köşkünün duvarlarındaki harçların cumhuriyet dönemi sonrası yapıldığının tespit edildiğini söyledi.

Karabayram, laboratuvar sonuçlarına göre, yapılan kazı çalışmalarında orijinal bölümlere kısmı müdahaleler yapıldığının tespit edildiğini belirterek, "Av Köşkü'nde yeniden projeler yapılmaya başlandı. Köşke, yeniden bir işlev kazandırılacak. Yapılan kazı çalışmaları sonucunda belki dünyada az rastlanan bir kanalizasyon ve su sarnıcı ortaya çıkarıldı. Bu sarnıç ve kanalizasyon sistemine dönem olarak bakıldığı zaman, ünik bir yapıda görmek mümkün değil. Bu sarnıç ana bir mekandan oluşuyor. Sarnıç, kazılar bitince özel olarak sergilenmesi planlanıyor. Sarnıcın ve sisteminin nereye kadar uzandığına dair arkeolojik kazı yapılacak." ifadesini kullandı.

Yeni yapılacak projelerin ilgili koruma bölge kurulu tarafından onaylanması sonrasında av köşkü yeniden turizme kazandırılması için çalışmalara başlanıldığını vurgulayan Karabayram, şunları kaydetti:

"Turizm açısından büyük katkısı olacak. Antalya Valisi Vali Münir Karaloğlu bu alana çok önem veriyor. Özel bir ekibin kurulmasını istedi. Bu heyet bütün alanı inceledikten sonra av köşkünde özel restorasyonlara ihtiyaç olacak. Kısa zaman içerisinde Karaloğlu, alanı ziyaret edip incelemelerde bulunacak. Kazılar devam ediyor ama yeni proje revizyonları yapacağız."

Anadolu'da bilinen 3 av köşkünden bir olan yapının 1230-1248 yılları arasında inşa edildiği tahmin ediliyor.
Milliyet, 26.02.2017

SAKARYA'DA TARİHİ MEZAR KALINTILARI BULUNDU



Sakarya'nın Sapanca İlçesi'nde altyapı çalışmaları sırasında eski mezar kalıntıları bulundu. Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünce (SASKİ) Yanık Mahallesi'nde gerçekleştirilen altyapı kazı çalışmaları sırasında eski mezar ortaya çıktı.



Kazıyı durduran ekipler durumu polise bildirdi. Sakarya Müze Müdürlüğü yetkilileri kazı alanına gelerek bulunan kalıntıları inceledi. Yedi beton parça ile kemiklerden oluştuğu öğrenilen kalıntılardan numune alan müze yetkilileri, daha sonra mezar taşlarını iş makinesi yardımıyla tekrar gömdü. Alınan numunelerin incelenmesinin ardından kurtarma kazısı yapılabileceği kaydedildi.
Yeni Şafak, 25.02.2017
İNÖNÜ YALISI İCRADAN SATILIYOR

Boğaziçi'nin en gözde klasik Osmanlı yalılarından biri olan Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı’na ait Anadoluhisarı’ndaki 100 yıllık Komodor Remzi Bey Yalısı, yıllardır süregelen hukuk savaşının ardından bir kez daha icradan satışa çıkarılıyor.

İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri’nde yer alan yalı, 1917’de inşa edildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Balkan, Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taarruz’da savaşan Mümtaz Aktay Paşa tarafından satın alınan yalıya 1972’de sahip olan Erdal İnönü, binayı kagir olarak yeniden yaptırıp, “Benden sonra müze olsun” diye vasiyetinde bulunmuştu.

20 milyon lira fiyat biçilen yalı bir banka borcu nedeniyle 28 Şubat’ta ihale yoluyla satışa sunulacak. Taban oturma alanı 153, toplam kullanım alanı ise 634 metrekare olan yalıda 4 salon, 6 oda ve 7 banyo ve tuvalet ile asansör bulunuyor. Denize sıfır yalı Anadoluhisarı Kalesi ile Boğaziçi arasında kalıyor. Binanın girişinde ise tek katlı 25 metrekare alanlı görevli binası bulunuyor. 28 Şubat’ta Beykoz Adliyesi Beykoz İcra Müdürlüğü Kalemi’nde ihaleye çıkacak yalının ilk ihalede alıcısı olmaması durumunda, ikinci ihale 28 Mart’ta yapılacak.

İCRA TAKİBİ BAŞLATMIŞTI
Yalının satış hikayesi, Sevinç İnönü’nün armatör kardeşi Hasan Selim Sohtorik’in sahibi olduğu Sohtorik Denizcilik ve So-Trans Denizcilik şirketlerinin 1997 ve 1998’de, gemi almak için Emlakbank’tan çektiği 13 milyon 390 bin ve 1 milyon 950 bin dolarlık kredilere Hasan Sohtorik ile birlikte kefil olması ve borçların ödenmemesi nedeniyle gündeme gelmişti. Sevinç önünü kredi borçlarını ödeyemeyen kardeşine kefil olduğu için 1999 ve 2001’de icralık olmuştu. İki icra dosyasında toplam 2 milyon 875 bin TL’lik anaparaya yıllık yüzde 180 faiz uygulanınca Sevinç İnönü’nün borçları toplamda 26.4 milyon TL’nin üzerine çıktı. İnönü, uygulanan yıllık yüzde 180’lik faiz oranını indirmek ve daha önce ödediği 500 bin doları geri almak için mahkemeye başvurmuştu. Yüzde 180 faizle 6 milyon 665 bin TL’ye ulaşan ilk takipteki borç için Sevinç-Erdal İnönü Vakfı’na ait Komodor Remzi Bey Yalısı, 4 yıl önce de haciz edilerek satışa konulmuştu.

Yalı, 4 yıl önce de 7 milyon 600 bin lira değerle satışa çıkarılmıştı Emlakbank adına şirket avukatları, 1999’da hem krediyi kullanan şirketler hem de kefiller Sevinç İnönü ve Hasan Selim Sohtorik’e noter ihtarı çekmiş, banka borçlular aleyhine icra takibi başlatmıştı. 10 yıllık süreç sonunda bankaya toplam 2 milyon 874 bin lira borcu bulunan Sevinç İnönü, başka bir bankadan aldığı kredi ile satış günü son anda yalıyı kurtarmıştı. İnönü geri kalan borcun faizi ve geçmişte yaptığı ödeme için de yasal yollara başvurmuştu.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 24.02.2017



******


HAYRİ İNÖNÜ'DEN İCRADAN SATILIĞA ÇIKARILAN İNÖNÜLERİN YALISI İÇİN AÇIKLAMA

Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, kurucu üyesi olduğu Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı'na ait Anadoluhisarı'ndaki tarihi yalının icradan satışa çıkarılmasıyla ilgili olarak, "Umarım gerçek değerinin altında bir satış olmaz. Elimizdeki bir malın satılmasını kimse istemez ancak satılırsa da değerine satılması lazım ki hak yerini bulsun" diye konuştu.

Hayri İnönü, Şişli Öğretmenevi'nde katıldığı bir programda basın mensuplarının sorusu üzerine Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı'na ait Anadoluhisarı'ndaki 100 yıllık Komodor Remzi Bey Yalısı'nın icradan satışa çıkarılmasıyla ilgili açıklamada bulundu.

İnönü "Yalı, Erdal ve Sevinç İnönü Vakfı'nın bir parçasıydı. Ancak Sevinç İnönü'nün kardeşine verdiği bir takım kefaretlerden ötürü bir süre önce satışı gündeme gelmişti. Sonra bu durduruldu. Fakat bu belli bir süreliğine oldu. Satış işlemi yine gündeme geldi ve 28'inde(Şubat) açık artırmayla satışı yapılacak" diye konuştu.

"GERÇEK DEĞERİNİ BULMASI GEREKİYOR"
Vakfın aynı zamanda kurucu üyelerinden olduğunu da hatırlatan İnönü, satışın gerçek değerini bulması gerektiğini kaydetti. İnönü, "Umarım gerçek değerinin altında bir satış olmaz. Elimizdeki bir malın satılmasını kimse istemez ancak satılırsa da değerine satılması lazım ki hak yerini bulsun" dedi.

"VASİYETLER HER ZAMAN YERİNE GETİRİLEMİYOR
Bir gazetecinin "Yalıda anılarınız var mı" şeklindeki sorusuna Hayri İnönü, "Tabi ki var. Sonuçta amcamın evi. Amcam vefatından önce uzun süre orada oturdu. Evin ilk alınışını da hatırlarım. Restore etmişlerdi. Çok sık gidip geldim ve çok iyi bilirim orayı" şeklinde yanıt verdi. Erdal İnönü'nün müze olsun vasiyetinin hatırlatılması üzerine İnönü, "Çare yok. Vasiyetler her zaman yerine getirilemiyor. Vasiyet, ticari bir davanın önüne geçseydi böyle birşey olmazdı" ifadelerini kullandı.

Sözcü, 24.02.2017



******


İNÖNÜ YALISININ İCRADAN SATIŞI DURDURULDU

Boğaziçi'nin en gözde klasik Osmanlı yalılarından biri olan Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı’na ait Anadoluhisarı’ndaki 100 yıllık Komodor Remzi Bey Yalısı'nın icradan satış ihalesi durduruldu. Alacaklı olan Fiba Holding’e ait Güven Varlık Yönetimi A.Ş.nin bir dilekçe vererek satıştan vazgeçtiklerini belirtmesi üzerine, yalının satışı düştü.

20 milyon lira muhammen bedel biçilen yalının satışı, Beykoz İcra Müdürlüğü kaleminde saat 15.30’da yapılacak ve açık artırma 10 milyon liradan başlayacaktı. Açık arttırma başlamadan önce Güven Varlık’ın avukatı satış dosyasına bir dilekçe sunarak, satıştan vazgeçtiklerini belirtti. Güven Varlık şirketi ile Sevinç İnönü arasında borcun ödenmesine dair anlaşma sağlandığı ve Sevinç İnönü’nün, yalının gerçek bedeli üzerinden satılması konusunda alacaklı şirket ile anlaştığı ileri sürüldü.

Sevinç İnönü, armatör kardeşi Selim Sohtorik’in 1998’de satın aldığı 3 gemi için bankadan çektiği krediye kefil olduğu için bu borçlu konumuna düşmüştü. Erdal İnönü’nün yaşarken müze olmasını vasiyet ettiği ve Sevinç İnönü’yü çok üzen yalı, 2013’te icradan satışa çıkmıştı.

20 MİLYON LİRA DEĞER BİÇİLDİ
Hüsnü Özyeğin’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Fiba Holding’e ait bir şirket olan Girişim Varlık Yönetimi A. Ş., Sevinç İnönü’nün borcunu tasfiye halindeki Emlak Bankası’na ödemişti. Borcu temlik altına alan Hüsnü Özyeğin’in şirketi satış işlemlerini 1 yıl süre ile durdurmuştu.

Girişim Varlık şirketi adını Güven Varlık olarak değiştirmiş, Komodor Remzi Bey Yalısı’nın satış işlemleri için yeniden İcra Müdürlüğü’ne başvurmuştu. İcra Müdürlüğü, yalıya 20 milyon lira değer biçmişti. Satışın ilki dün 10 milyon liradan başlayarak açık arttırmayla yapılacaktı. Satılmadığı takdirde ise ikinci satış 28 Mart tarihinde gerçekleşecekti. Ancak satıştan 2 saat önce Güven Varlık’ın avukatı, satıştan vazgeçtiklerine dair dosyaya bir dilekçe sundu ve Komodor Remzi Bey Yalısı’nın satışı düştü. İkinci kez icradan satışı durdurulan yalının gerçek değeri üzerinden satılması konusunda Sevinç İnönü ve Güven Varlık şirketinin anlaştığı ileri sürüldü.

İNTİFA HAKKI SEVİNÇ İNÖNÜ’DE
Yalının tapu kaydında Sevinç İnönü adına gayrimenkul üzerindeki kullanma hakkı olan intifa hakkı şerhi bulunuyor.

BUGÜN İCRA İHALESİ VARDI
20 milyon lira fiyat biçilen yalının, bir banka borcu nedeniyle bugün icaradan satış ihalesi vardı. Taban oturma alanı 153, toplam kullanım alanı ise 634 metrekare olan yalıda 4 salon, 6 oda ve 7 banyo ve tuvalet ile asansör bulunuyor. 

NE OLMUŞTU?
Hürriyet Muhabiri Fatma Aksu'nun gündeme getirdiği, yalının satış hikayesi, Sevinç İnönü’nün armatör kardeşi Hasan Selim Sohtorik’in sahibi olduğu Sohtorik Denizcilik ve So-Trans Denizcilik şirketlerinin 1997 ve 1998’de, gemi almak için Emlakbank’tan çektiği 13 milyon 390 bin ve 1 milyon 950 bin dolarlık kredilere Hasan Sohtorik ile birlikte kefil olması ve borçların ödenmemesi nedeniyle gündeme gelmişti.

Sevinç önünü kredi borçlarını ödeyemeyen kardeşine kefil olduğu için 1999 ve 2001’de icralık olmuştu. İki icra dosyasında toplam 2 milyon 875 bin TL’lik anaparaya yıllık yüzde 180 faiz uygulanınca Sevinç İnönü’nün borçları toplamda 26.4 milyon TL’nin üzerine çıktı. İnönü, uygulanan yıllık yüzde 180’lik faiz oranını indirmek ve daha önce ödediği 500 bin doları geri almak için mahkemeye başvurmuştu. Yüzde 180 faizle 6 milyon 665 bin TL’ye ulaşan ilk takipteki borç için Sevinç-Erdal İnönü Vakfı’na ait Komodor Remzi Bey Yalısı, 4 yıl önce de haciz edilerek satışa konulmuştu.

Yalı, 4 yıl önce de 7 milyon 600 bin lira değerle satışa çıkarılmıştı Emlakbank adına şirket avukatları, 1999’da hem krediyi kullanan şirketler hem de kefiller Sevinç İnönü ve Hasan Selim Sohtorik’e noter ihtarı çekmiş, banka borçlular aleyhine icra takibi başlatmıştı. 10 yıllık süreç sonunda bankaya toplam 2 milyon 874 bin lira borcu bulunan Sevinç İnönü, başka bir bankadan aldığı kredi ile satış günü son anda yalıyı kurtarmıştı. İnönü geri kalan borcun faizi ve geçmişte yaptığı ödeme için de yasal yollara başvurmuştu.
Hürriyet, Haber: Aziz Özen, 28.02.2017

SULTANAHMET CAMİİ'NİN ALTINA TÜNEL KAZAN DEFİNE AVCISI YAKALANDI

Sultanahmet'teki bir gecekondudan Sultanahmet Camisi'ne doğru tünel kazan define avcısı Hakan Ö. suçüstü yakalandı. Hakan Ö.'nün kazı sırasında elde ettiği Bizans dönemine ait 23 adet toprak küp, seramik parçalar ve sikkeler ele geçirildi.

İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, define avcılarının "Sultanahmet Camisi ve Ayasofya'nın altına doğru kaçak kazı yaptığı" yönündeki ihbar üzerine harekete geçti. Bunun üzerine yabancı dil bilen sivil polisler Sultanahmet bölgesinde turist gibi gezerek gece gündüz çalışmaya başladı.

EL ARABASIYLA KUM TAŞIYAN BİR KİŞİ YAKALANDI
Sivil polis ekipleri, gece geç saatlerde el arabasıyla kum taşıyan bir kişiyi belirledi. Sultanahmet Camisi'nin alt tarafındaki bir gecekondu eve girip çıkan kişi izlemeye alındı. Takip edilen kişinin gecekondu evden sürekli olarak kum taşıdığı belirlendi. Kaçak kazı yapan kişinin o olabileceği değerlendirilerek eve baskın düzenlendi.


6 METRELİK TÜNEL BULUNDU
Sultanahmet Albıyık Değirmeni Sokak No:19'da bulunan gecekondu eve yapılan baskında 6 metrelik bir tünel bulundu. Sultanahmet Camisi'ne doğru kazılan tünelde aydınlatma sistemi yapıldığı da belirlendi. Matbaacı olduğu öğrenilen define avcısı Hakan Ö. gözaltına alındı.


TARİHİ ESERLERE EL KONULDU
Kazı alanı ve gecekonduda yapılan aramalarda, Bizans dönemine ait 23 adet küp ve seramik parçalar, kazı yapılan yerin altında Bizans ve daha eski dönemlere ait olduğu belirlenen tarihi eser kalıntıları, 2 adet Bizans dönemine ait sikkeler, 1 adet kemer tokası ele geçirildi.


Olay yerinde inceleme yapan polis ekipleri, Sultanahmet Camisi'nin altına doğru kaçak kazı yapan Hakan Ö.'nün tarihi yapıya zarar verdiği belirledi. Gözaltına alınan Hakan Ö. hakkında adli işlem başlatıldı.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 23.02.2017

VEHBİ KOÇ ÖDÜLÜ, PROF.DR. ZEYNEP AHUNBAY'A VERİLDİ

Vehbi Koç Vakfı tarafından verilen Vehbi Koç Ödülünün bu yılki sahibi, kültürel ve tarihi miras alanındaki çalışmaları nedeniyle Prof.Dr. Zeynep Ahunbay oldu.

Türkiye'nin ilk özel vakfı olarak 48 yıl önce kurulan Vehbi Koç Vakfının, insanların yaşam kalitesinin artırılmasına katkıda bulunan kişi ve kurumları teşvik etmek amacıyla her yıl sırasıyla kültür, eğitim ve sağlık alanında verdiği Vehbi Koç Ödülünün 16'ncısı İş Sanat Kültür Merkezinde düzenlenen Koç Ailesi üyelerinin ve konukların katıldığı törenle sahibini buldu.

Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu; Prof.Dr. Mehmet Özdoğan’ın başkanlığını yaptığı Seçici Kurulun önerdiği 3 aday arasından seçilen Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, 16. Vehbi Koç Ödülü’nü Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un elinden aldı.



Arkeolojik alanlardan Osmanlı yapılarına çok geniş bir yelpazede kültür varlıklarının korunması konusunda yaklaşım geliştiren ve bunu restorasyon uygulamalarıyla da örnekleyen Ahunbay, bu çok yönlü birikim ve deneyimi ile Türkiye sınırlarının dışındaki Osmanlı yapılarından, mimari koruma biliminin kuramsal tartışmalarına kadar çeşitli konularda Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ve Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) gibi uluslararası kurumların görüşüne başvurduğu, dünyanın önde gelen koruma uzmanları arasında gösteriliyor.
Ntv, 24.02.2017
BANLİYÖ HATTINDA NAYLON ALTI TARİH

Haydarpaşa-Pendik banliyö hattı çalışmalarında Bizans kalıntılarının bulunması üzerine uzmanlar güzergahın başka noktadan geçirilmesini önerdi...›› Milliyet’e konuşan uzmanlar tarihi kalıntıların bir kısmının üzerinin gelişigüzel naylonla örtülmesine ve kazı alanında oluşan su birikintilerine tepki gösterdi...

Haydarpaşa-Pendik arasındaki banliyö hattı çalışmaları devam ederken, proje güzergahında yeni Bizans kalıntıları bulundu. İdealtepe Feyzullah mahallesindeki hatta bulunan tarihi kalıntıların geç dönem Bizans eserleri olduğu belirtilirken, bölgedeki kazılar İstanbul arkeoloji Müzesi denetiminde devam ediyor. Ancak tarihi kalıntıların bir kısmının üzeri gelişigüzel naylon brandayla örtülürken, kazı alanında oluşan su birikintileri ve balçık dikkat çekiyor. Arkeoloji Müzesi tarafından korunmaya alınan kalıntıların durumunu yorumlayan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serkan Sunay şunları söyledi:

‘Arkeopark yapılmalı’
“Üzülerek söylemem gerekir ki kazı çalışması bilimsel kriterlere göre yapılmamış. Burada üstü naylon brandayla örtülü bölümün altında ne var merak ettim. Bu bölgenin Bizans devrinde tarihi yarımada ve önemli bir iskan merkezi olarak kullanıldığını biliyoruz. Küçükyalı çevresinde daha evvel yapılmış çalışmalar, bölgede Orta Bizans devri başında inşa edilen çeşitli yapıların olduğuna işaret ediyor. Bu alan bir arkeopark olarak değerlendirilmeli, mutlaka korumaya alınmalı.”

Milliyet, Haber: Mert İnan, 23.02.2017

SELÇUKLU SARAYI'NDA EZBER BOZAN ÇİNİ



Keykubad Dağı’nın eteklerinde 1225'li yıllarda yapılan sarayın Moğol istilası esnasında tahrip edildiği, ardından da kullanım dışı bırakıldığı tahmin ediliyor.

Anadolu Selçuklu Sultanı 1.Alaeddin Keykubad tarafından Kayseri'de yaptırılan Keykubadiye Sarayı gün yüzüne çıkıyor. 1950'lerin başlarında Zeki Oral tarafından keşfedilerek ilim dünyasına ve kamuoyuna duyurulan saray için kazı çalışmaları, Prof.Dr. Ali Baş öncülüğünde yeniden başladı. Çalışmalarda arkeoloji dünyasını heyecanlandıran bir keşif yapıldı. Kobalt mavi, siyah ve turkuvaz maviye boyalı, sır altı tekniğinde yapılan, bugüne dek hiç rastlanmayan bir üslupla yapılmış çinide, elinde kürek tutan, ön ve arkada birer bitki ile sınırlandırılan bir erkek görülüyor. Sola dönük vaziyette küreğiyle toprağı bellerken betimlenen figürün, bir bahçıvanı yansıttığı tahmin ediliyor. Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ali Baş, ilk kez Kayseri Büyükşehir Belediyesi Şehir dergisinde duyurulan keşfin öyküsünü Yeni Şafak'a anlattı.

TÜRK TİPİNDEN FARKLI
Anadolu Selçuklu hakkında yapılan en önemli kazının Beyşehir'deki Kubadabiye Sarayı olduğunu ve burada da çok sayıda çiniye ulaştıklarını belirten Baş, Kayseri'deki üslup ile ilk kez karşılaştıklarını söyledi. Baş şöyle konuştu: "Bu üslubun bizim geleneksel minyatür, maden sanatımızda örnekleri vardı ama çinide yoktu. Çinide Uygur geleneği dediğimiz bir tip vardır. Çekik gözlü, hokka burunlu özelliklere sahiptir. Minyatürlerde, çinilerde vardır. Ama buradaki figür öyle değil. Etnik anlamda da dini anlamda da farklı olabilir. Özetle Türk tipi diye bahsettiğimizin dışında bir figür üslubu bu. Sekiz kollu yıldızı Selçuklu'da her yerde görürsünüz. Oradaki figürlerle bu figür arasıda farklılılar var. Kayseri yöresi için de ilginç bir keşif."



20,07 çapında, 2,5 cm. kalınlığındaki sekiz kollu yıldız çininin, kobalt mavi, siyah ve turkuaz renklerle boyandığı görülüyor.
Yeni keşiflere yol açacak

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle iki yıldır süren kazıların saray mimarisini keşif için bir yol açtığın kaydeden Prof. Baş, "Anadolu Selçuklu'nun cami, medrese ve han mimarisini iyi biliyoruz. Ama saray mimarisiyle çok bir bilgimiz yok. Keykubadiye Sarayı'nı biliyorduk. Fakat orası özel mülkiyetti. Gidip gezme imkanı olsa bile iki küçük kalıntıdan başka bir şey göremezdiniz. Bu kazı bize Anadolu Selçuklu döneminin saray mimarisini, saraydaki kültür ve sanatını gösterecek. El sanatlarından çok sayıda çini ve cam çıkıyor. Bunlar saray için çok önemli. Selçuklu saray mimarisini çok iyi yorumlama şansımız olacak" diye konuştu.
Yeni Şafak, 23.02.2017
TARİHİ TÜMÜLÜS ÇÖPLÜK İÇİNDE KALDI

Karacasu’da geçtiğimiz yaz uzun süre yanmasıyla gündeme gelen Karacasu-Tavas Karayolu Karınderesi mevkinde çöplüğün bulunduğu alanda bir tümsek altında tarihi tümülüs kültür hazinesine kazandırılmayı bekliyor.



‘Muhtarlar Konuşuyor’ röportajlarında Yenice Mahalle muhtarı Cavit Paksoy’un gündeme getirdiği konu yetkili makamlarca doğrulandı. Yaklaşık 20 dönüm bir alana sahip çöplüğün içerisinde kalmış bir tümsek altında bir veya birkaç mezarın bulunduğu tümülüs adı verilen bir yapı bulunuyor.

49 YILLIĞINA KİRAYA VERİLDİ
Çöplük Ataköy mahalle sınırları içerisinde bulunuyor. Karacasu-Tavas karayolu Geyre-Ataköy yol ayrıma gelmeden önce Tavas istikametine giderken yolun sağ tarafında bulunan çöplüğün 20 yıl önce dönemin muhtarı İsmail Yörük tarafından 49 yıllığına kiraya verildiği öğrenildi. Yaz aylarında çıkan yangınlarla gündeme gelen çöplük özellikle Ataköy mahallesine kötü koku yayarken, sineklerde de artış yaşanıyor.

TARİH ÇÖPLÜK ALTINDA KALDI
Konuyu gündeme getiren Yenice mahalle muhtarı Cavit Paksoy verdiği röportajda “Ataköy çöplüğünün altında antik mezar olmasına rağmen orası çöplük yapıldı. Bunun dönüşü yok zaten. O çöplüğü oradan kaldırmak zaten artık mümkün değil. Ataköy çöplüğüne gidenler görecektir. Bir tane kazılmış höyük mezar vardır. Çöplüğün altında kalan ben 80’li yıllardan öncesinden biliyorum binlerce küçük mezar vardı. Ama çöplüğün altında kaldı şu anda. Ben çöplerin altında kalan bir sürü mezar biliyorum” ifadelerini kullanmıştı.

‘KAYITLARDA GEÇİYOR’
Çeşitli kaynaklarca “Daha önce orada kazısı yapılmış olan, tamamlanmış olan bir mezar yapısı vardır. Kayıtlarda öyle geçiyor.  Dolayısıyla belirli bölgelerde bunun gibi birçok tescil edilmiş, varlığı kesinleşmiş, daha önceden varlığı kesinleşmiş mezar yapıları var. Çamlıbel’de aynı şekilde var. Nazilli’ye giderken yolun sağ tarafından kalan bölgede yine bir mezar yapısı var” bilgisi verildi. Böylesine her yerinden tarih fışkıran Karacasu’da turizme kazandırılamamış onca değer bulunurken bir tanesinin çöplük altında kalması ise tarihe verilen değeri gözler önüne seriyor.

İÇİNE GİRİLEMİYOR
Çöplük alanında bulunan tümülüste 80’li yıllarda bir çalışma yapıldığı ve ardından o şekilde bırakıldığı öğrenildi. Tümülüsün geçmişi hakkında bilgi veren Ataköylü Halil İbrahim Karaca, “Çocukluğumuzda bunun içerisinde girebiliyorduk. Şimdi bazı göçükler oluştuğu için buraya girilemiyor. Burası koruma altında deniyor ama nasıl bir korumak bu bilemiyorum” dedi. Bu tümülüsün içerisinde 3-3,5 metre genişliğinde 2 metre yüksekliğinde 3 oda olduğu tahmin ediliyor.


sesgazetesi.com.tr, 23.02.2017
TEKİRDAĞ'DA 778 PARÇA TARİHİ ESER YAKALANDI

Tekirdağ merkezli tarihi eser operasyonunda Roma, Bizans ve Hellenistik döneme ait 778 parça tarihi eser ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, Çorlu Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Grup Amirliği ve Silivri Emniyet Müdürlüğü ekipleri, aldıkları istihbarat doğrultusunda tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 2 şüpheliyi takibe aldı.

Silivri Piri Mehmet Paşa Mahallesi'nde şüphelilerin kullandığı otomobili durdurarak incelemeye alan ekipler, otomobilde yaptıkları aramada Roma, Bizans ve Hellenistik döneme ait para, yüzük ve çeşitli objelerden oluşan 778 parça tarihi eser ele geçirdi.

Olayla ilgili A.K. ve S.Ö. gözaltına alındı.
Trt Haber, 22.02.2017

AVRASYA TÜNELİ MÜZESİ BÖYLE TASARLANDI

Sergi tasarımı ve yönetimi Sanja Jurca Avcı küratörlüğünde Avcı Architects tarafından yapılan Avrasya Tüneli Müzesi, tünelle eş zamanlı olarak hizmete açıldı.



Avrasya Tüneli Müzesi’nin açılışı, Avrasya Tüneli’yle eş zamanlı olarak gerçekleştirildi. Etkileşimli dokunmatik yüzeyler ile sanal gerçeklik gözlükleri aracılığıyla kurgulanan, ziyaretçiyi içine çekecek, tümüyle sürükleyici ‘surround vision’ projeksiyon ortamında, yaratıcı anlatım tekniklerinin kullanıldığı müzede, sergi algısına yeni bir anlayış getiriliyor.

Kıtaların tarihi açıdan belki de en hassas ve narin olduğu noktalardan başlayarak, bu dokuya zarar vermeden geçişinin başarıldığı Avrasya Tüneli, Avrupa kıtasında, Bizans İmparatorluğu’nun en değerli kalıntılarından bazılarına ev sahipliği yapan Fatih İlçesi'nde Yenikapı’dan başlayıp Asya’da Kadıköy’ün kalbinde sonlanıyor. Avrasya Tüneli İşletme ve Bakım Binası’nın giriş holünde, 80 metrekarelik bir alana ve binanın dışında açık alanda ayrı ayrı konumlandırılmış olan Avrasya Tüneli Müzesi’nde, proje fikrinin ortaya konulması, değerlendirilmesi ve teknoloji uzmanlık boyutları ile projenin hayata geçirilmesinde rol alan insanların, bir bütün olarak ilginç bir hikaye örgüsüyle anlatılması amaçlanmış.

Sanja Jurca Avcı küratörlüğünde Avcı Architects tarafından tasarlanan, dijital işler ve dokunmatik yüzeylerin ise NOHlab ve NERDWORKING tarafından hazırlandığı, inşaası ve kurulumunu SERGİKUR’un üstlendiği Avrasya Tüneli Müzesi, Avrasya Tüneli İşletme ve Bakım Binası içinde yer alıyor. Müzede, deniz tabanının altından karayolu tüneli ile iki kıtayı birbirine bağlayan tünelin tüm yapılış süreci belgelenirken, diğer yandan bir hayalin nasıl gerçeğe dönüştürüldüğü de gözler önüne serilmiş.

Avrasya Tüneli Müzesi’nde Tasarım…
Tünelin hikayesinin basit ve açık bir biçimde ele alınmasının amaçlandığı Avrasya Tüneli Müzesi’nde, tünel hakkında fikir sahibi olmak istendiğinde akla gelecek dört temel soruyu yanıtlama kaygısıyla yola çıkılmış. Avrupa ve Asya’nın bağlanmasına neden ihtiyaç duyulduğu, tünelin nasıl inşa edildiği, inşayı mümkün kılan makinenin nasıl bir makine olduğu ve bunu mümkün kılan kişilerin kim olduğuna yönelik sorular, hikayenin ana temasını oluşturmuş.

Tarihteki yaşanmışlıklara tanıklık eden ve Avrupa ve Asya yakalarının bu noktada birleştirilmesini amaçlayan, birçok önceki denemenin özetiyle başlayan dijital sergi, Persler’in Antik Yunan’ı işgal için suyu geçmeye çalıştıkları zamanlara kadar gidiyor. Dünya üzerindeki benzer projelere genel bakışın sunulduğu müzede diğer uzun tüneller ile Avrasya Tüneli’nin bir karşılaştırılması ilgi çekici şekilde ele alınmış.

Tasarımın nasıl yürütüldüğünden başlanarak projenin önemli detaylarına odaklanıldığı müzede, sunulan görseller kronolojik bir sıralamayı izlemiş. İnşaat teknolojisindeki yeniliklere ve deprem güvenliğine değinilen projede, doğal hayata en az hasarın verilmesine yönelik gösterilen çabalara da yine bu kısımda yer verilirken, bir sonraki aşamada proje boyunca yürütülen araştırma ve geliştirme çalışmaları anlatılmış. Projenin finansal yapısına ilişkin detayların yer aldığı kısmı takiben ise, projenin geliştirilmesinde rol alan kişiler hakkındaki bilinmeyenler belirlemiş. Avrasya Tüneli yapım sürecinde çokça tartışılan konulardan olan ve inşaatı mümkün kılan Almanya’da üretilmiş Tünel Açma Makinesi (TBM) de olaylar zincirinde yerini almış. Hikayenin sonu ise, projenin arka planında görev alarak ona destek olmuş olan yüzlerce kişinin isimleri ile projeye yön veren vizyonerlerin hikayelerinin anlatılmasıyla son bulmuş.

Avrasya Tüneli’nin en çağdaş dijital haritalandırma teknolojisi kullanılarak hikayeleştirildiği Avrasya Tüneli Müzesi’nde ziyaretçiler, tünelin, başlı başına bir yaratıcılık girişimi ve mucizesi olan, baş döndürücü üretim süreci içerisine dahil edilmeye çalışılmış. Yaratıcı anlatım tekniklerinin kullanıldığı müzede bu teknikleri interaktif dokunmatik masa, sanal gerçeklik gözlükleri ve tabletler ile birlikte insanı tamamen çevreleyen ‘’surround’’ projeksiyon ortamı ile gerçekleştirmeyi başarmış.

Müzenin en merak uyandıran karakteristiğini, hikayenin çoklu katman biçiminde anlatılması oluştururken, en dikkat çekici kısmını ise devasa duvar projeksiyonu sağlamış. Büyük bir görsel etkiyle buluşturulan ziyaretçinin; fiziksel objeleri, duvar grafiklerini, daha derinlemesine bilgi ve verilerin sunulduğu iPad’leri, Boğaz içerisinden geçen haritalanmış bir model kesitini ve yuvarlak ‘dokunmatik masa’yı birbirini tamamlayacak şekilde algılaması hedeflenmiş.

Derin Bilgi Kaynağı
Müzede kullanılan dört ana projeksiyon cihazı, dinamik duvar haritalama bilgisini 16 metre uzunluğundaki bir ekrana yansıtacak şekilde kurgulanmış. Yansıtılan ve sürekli değişen devasa bilgi kaynağının, sergi salonuna girer girmez ziyaretçileri çevrelemesi ve içerisine alması amaçlanmış. Her kısımda, diğer mevcut bilgi kaynakları ile tematik olarak bağlantı kuran ve bu bilgi kaynakları ile entegrasyon halindeki lineer bilgi döngülerine, “Neden – Rüya Gerçek Oldu”, “Nasıl – Hayalden Gerçeğe”, “Ne – İnanılmaz Teknoloji” ve “Kim – Bir Rüyada Birleşmek” başlıkları altında yer verilmiş.

Sabit bir metin paneli şeridi, duvar projeksiyonları ile sürekli bir ana hat oluşturacak şekilde yerleştirilmiş. Bu paneller, Tünel güzergahını gösteren bir harita üzerine konumlandırılırken, güzergah, Avrupa yakasındaki karayolu girişinden başlatılıp Asya kıtasındaki E-5 karayolu sistemine bağlanan çıkış noktası ile sonlandırılmış. Sabit duvar grafikleri üzerinde ustaca yapılmış renk kodlaması sayesinde bu yatay temalaştırmanın açıklık ve anlaşılırlık kazanması sağlanmış. Bu renklerin, duvar projeksiyonları altındaki boşlukta dağınık halde yerleştirilmiş olan sabitlenmiş elemanlarda da tekrarı hedeflenmiş.

Dijital olarak haritalandırılmış olan bir tünel kesitiyle, tünelin, Boğaz’ı denizin altından nasıl geçtiği gösterilmiş. Burada, Boğaz’ın jeolojik yapısı gösterilirken İstanbul’un bu bölgesinden geçmekte olan deprem fay hatları ile başa çıkmak üzere tasarlanmış olan ‘sismik bağlantılar’ın nerelerde konumlandırıldığına işaret edilmiş. En büyük ölçekteki depremde herkes için olunabilecek en güvenli yerin tünel olacağını belirten tasarımcılar, tünel tasarımının en kötü senaryo düşünülerek yapılmış olduğunda hemfikir.

Yavaş yavaş dönen Tünel Açma Makinesi modeliyle, bu imkansız gibi görünen görevi başarı ile tamamlamış olan makinelerin gösterildiği kısmın merkez parçası oluşturulmuş. Planlandığı gibi, 20 Aralık 2016 tarihinde açılışı gerçekleştirilen Avrasya Tüneli’nin “Kim” kısmında, bu projede çalışarak onu mümkün kılan birçok kişinin inşaat kaskları ile birlikte, Cumhurbaşkanı’nın imzalı kaskına da yer verilmiş.

İnteraktif Dokunmatik Masa
Şaşırtıcı istatistiksel verilere sahip Avrasya Tüneli’ndeki bilgiler, ziyaretçilere benzersiz bir tasarım olan interaktif bir yol ile sunulmuş. Odanın orta kısmında, yuvarlak dokunmatik bir masa üzerindeki “Avrasya Tüneli Hakkındaki 10 Gerçek” uygulaması, masada bulunan hareket sensörünün hareketi algılamasıyla aktif hale geçecek şekilde tasarlanmış. Boğaz’ın uzaydan görüldüğü bir uydu görüntüsü ve ardından dünyaya yaklaşan görüntünün deniz yüzeyine indikten sonra önce suya, sonrasında ise derindeki kum ve kayaların içerisine girişi, açılış bölümünde devreye giren animasyon ile sağlanmış. Dönen ve jeolojik formasyonları keserek ilerleyen TBM’nin görülmesiyle birlikte Tünel’in bitmiş halinin içerisinden akan trafik ile animasyonun sonu getirilmiş.

Masa yüzeyi üzerinde etkileşim ara yüzünün ortaya çıktığı bir sonraki aşamada, masanın çevresi boyunca ortaya çıkan on alanda bir slogan veya cümle ile Tünel ile ilgili bir gerçek temsil edilmiş. Ziyaretçilerin, önlerinde yer alan slogan veya cümlelere dokunmasıyla, bu gerçek hakkında hazırlanmış yaklaşık 10 saniyelik bir animasyon filminin başlaması amaçlanırken bazı bilgilere dokunulduğunda beş saniye boyunca yok olup sonrasında tekrar ortaya çıkması şeklinde kurgulanmış.

Daha Derin Bilgi Seviyeleri
Gerçekleştirilmesi yıllar süren ve yürütüldüğü süre boyunca sayısız dokümanın üretildiği Avrasya Tüneli’ne dair tüm verilerin hikayeleştirilmesi ve sergilenebilmesi mümkün olmadığından dolayı daha kapsamlı bilgi sahibi edinilebilecek yedi adet ipad dokunma ekranı, boşluğun çevresine yerleştirilmiş. Bu ipad’lerin pek çoğu, doğrusal biçimde katlanmış bir metal eleman üzerine yerleştirilmiş. Bu metalin, aynı zamanda duvar projeksiyonları ile kuşatılmış olan boşluğun çevresinde de bir çizgi çizmesi sağlanmış. Fiziksel bir modelin desteklendiği yerlerde biçim değiştiren metal elemanın diğer zamanlarda çizimler ve eskizler gibi fiziksel dokümanları tutması, diğer zamanlarda ise ziyaretçileri TBM makinesinin içerisine götüren sanal gerçeklik gözlüklerinin durduğu konforlu bir yüzey halini alması amaçlanmış.

Metal elemanın ‘eğilmesi’ ile yaratılan tema, odanın merkezinde yıpranmış kesme dişlerin sergilendiği vitrinler ile boşlukta duran ödül kaideleri ve inşaat kasklarına ve diğer tüm elemanların tasarımına da aktarılmış. Böylece tüm elemanların, bir bütünün parçaları gibi görünmesi sağlanarak hem görsel hem de tematik olarak anlam birliği oluşturulmuş.

Süreçten Kalanlar
Alanda kullanılan makinelerden arta kalan parçalar, ziyaretçilerin binadan ayrılmak üzereyken görebileceği şekilde, tente altındaki büyük beton kaideler üzerinde konumlandırılmış. Buradaki alanın büyük bir teknik çizim tarafından doldurulmuş ve bu çizimde, kullanılan önemli makinelerin, bu büyük projenin bir parçası olarak nerelerde görev yapmış oldukları açık bir biçimde gösterilmiş. Diğer küçük makinelerin parçaları ise daha soyut bir kompozisyon oluşturacak şekilde yerleştirilerek bu makinelerin de hangi rolleri yerine getirmiş oldukları diyagram ve çizim yoluyla ziyaretçilere aktarılmış.

Bunlara ek olarak, binanın bahçelerine de sismik bağlantılar için geliştirilmiş olan modellerin parçaları ve tünel yüzeyini oluşturan beton segmentler ile birlikte tünelin girişine ait ön dökümlü kısmın parçaları yerleştirilmiş.

Kompleks bir Orkestrasyon
Sanja Jurca Avcı’nın küratörlüğünü üstlendiği Avcı Architects tasarımı Avrasya Müzesi Sergisi’nde pek çok profesyonel görev almış. Bütün projeyi tek noktadan yürütülen bir ‘anahtar teslim’ proje olarak teslim etmeyi taahhüt eden Avcı Architects, projede veri kitlelerinin yorumlanması, bu verilerin tutarlı bir görsel bütün içerisinde birleştirilmesi, multimedya tasarımcıları ve programcılar ile birlikte çalışılması, hikayenin interaktif bir biçimde anlatılması, makine kalıntılarının seçilmesinde restorasyon uzmanları ile işbirliği yapılması ve bu çalışmanın gelecek uzun yıllar boyunca hayatta kalacak, yüksek kalitede bir prodüksiyon olabilmesi için uzman sergi müteahhitleri ile işbirliği yapılması rollerini üstlenmiş.

Şimdiye kadar Türkiye’de örneği görülmemiş bir uygulamayla tasarlanan Avrasya Tüneli Müzesi, sadece çok kısa bir zaman içerisinde (kontratın başlangıç tarihinden itibaren 6 hafta içerisinde) tamamlanmak ile kalmamış, aynı zamanda günümüz modern telefonlarında kullanılanlar gibi, yüksek teknolojili dokunmatik yüzeyleri barındıran, sıra dışı büyüklükteki interaktif bir masanın oluşturulması için gereken araştırma ve geliştirme zamanını da zorunlu kılmış.
Yapı, 22.02.2017

39. ULUSLARARASI KAZI, ARAŞTIRMA VE ARKEOMETRİ SEMPOZYUMU BURSA'DA DÜZENLENİYOR

39. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu, 22-26 Mayıs 2017 tarihinde Bursa’daki Atatürk Kültür Kongre Merkezi’nde (Merinos AKKM) düzenlenecek.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, Uludağ Üniversitesi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliğiyle yapılacak sempozyum süresince Türkiye’de 2016 yılında bakanlığın izniyle Türk ve yabancı bilim insanlarınca gerçekleştirilen arkeolojik kazılar, yüzey araştırmaları ve bu çalışmalarda ele geçen buluntular üzerindeki “arkeometrik” çalışmalara ilişkin bildiriler sunulacak.

‘Kazı Sonuçları Toplantısı’, ‘Araştırma Sonuçları Toplantısı’ ve ‘Arkeometri Sonuçları Toplantısı’nda yaklaşık 340 bildirinin geleceği sempozyumda ABD, Almanya, Avustralya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada ve Polonya’dan da bilim insanları yer alacak.

Arkeoloji alanında Türkiye’de gerçekleştirilen en önemli bilimsel faaliyet olma özelliği taşıyan sempozyum, 1979’dan beri her yıl kesintisiz düzenleniyor. 1979-2003 yıllarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Çanakkale’de bakanlık imkanlarıyla gerçekleştirilen sempozyum, 2004 yılından itibaren ise üniversiteler ile ortaklaşa gerçekleştiriliyor.
arkeoloji.uludag.edu.tr, 21.02.2017

23 BİN YILLIK ÇAKMAKTAŞI ORAK BULUNDU

21.000 yıl önce insanoğlu'nun 'tarım bilincine' sahip olduğu ve tahılları ekip, biçtikleri ortaya çıktı. İsrail'in Celile bölgesinde bulunan 23 yıllık tahıl kalıntıları, öğütme taşı ve hatta çakmaktaşından yapılmış orak tarım tarihine yeni sayfa açtı.

Arkeolojik bulgulara göre tarım kültürü yaklaşık 12 Bin yıllık geçmişe sahip. İnsanların yaklaşık olarak 10.000 yıl öncesine denk gelen tarihlerde tahıl ekip, biçmeye başladığı tahmin ediliyor. Tabi bu daha önceki tarihlerde tahıl kültürü olmadığı anlamına gelmiyor. İnsanların daha önceden doğada kendiliğinden yetişen tahılları toplayıp kullandıkları da biliniyor. 

Tarımın eldeki bulgulara göre; ilk olarak, Türkiye'nin Güneyinde ve Mezopotamya'nın Kuzeyinde Batılılarca Levant bölgesi, Araplarca Biladü'ş-Şam veya Maşrek, Osmanlıca Maşrık olarak tanımlanan alanda başladığı öngörülüyor.  

İsrail'in en eski günlük gazetesi Haaret'de Ruth Schuster imzası ile yayınlanan haberdeki bilgiler doğru ise Galilee Denizi kıyısında bulunan çakmaktaşı orak bıçakları ve olağanüstü korunmuş botanik kalıntıları içeren 23.000 yıllık kamp kalıntısı, tahıl ekiminin binlerce yıl geriye çekilmesini sağlayabilir.



İsrail'in kuzeyinde Filistin'den işgal edilen topraklarda yer alan Celile bölgesinde (Galilee, HaGalil, el-Celil), Ohalo II adlı prehistorik yerleşim alanındaki kamp kalıntılarında bulunan tarım aletleri; bu konuda şu ana kadar bilinen bulguları çok daha eskilere götürecek ipuçları olabilir.



Celile'de 23 bin yıllık oldukları saptandığı iddia edilen, tahıl ürünü kalıntıları ve parlatılmış çakmak taşından yapılmış orak parçaları bulunduğu belirtildi. Aynı bölgede daha önce bulunan eşyalar arasında tahıl öğütmede kullanılan değirmen taşı olabileceği tahmin edilen insan elinde şekillenmiş bir taş bulunmuştu.

Ohalo II arkeolojik kazı alanının paleolitik sakinlerinin günlük yaşamlarını avcılık, toplayıcılık ve balıkçılık ile sürdüğü varsayılıyordu ama son bulgular ışığında buğday ve arpa yetiştirdikleri de kabul edilmeye başladı.

Kimi arkeologlar, bulgulara dayanarak "tarım tarihi açıkça en az 23.000 yıl geriye gidiyor" iddiasında bulunurken Hayfa Üniversitesi Zinman Arkeoloji Enstitüsü'nden arkeolog Prof. Dani Nadel, "Celile'de tarım yapıldığı" fikrine katılmıyor.

Prof. Dani Nadel, "Burada küçük çaplı tahıl yetiştiriciliği yapıldığına ilişkin kanıtlarımız var. Ancak tarım çok daha karmaşık ve ekonominin merkezine oturan, herkesin içine alan yaşam biçimi olarak tanımlanıyor. Dolayısı ile buradaki tahıl yetiştiriciliği tarım kültürü olduğu anlamına gelmiyor. İnsanların burada yerleşik olmadığını, zaman zaman kamp kurduklarını da söyleyebiliriz. Fakat yerleşik olmasalar da düzenli olarak buraya gelip, ottan kulübeler inşa edip, kamp kuruyorlardı. Yani bu insanlar tarım kültürü insanları değil ama tarımla uğraşmışlar" dedi.

"Hububat yetiştiriciliği, Ohalo sakinlerinin, sahip oldukları birçok stratejiden yalnızca bir tanesiydi. Spetlerinde pek çok farklı yumurta taşıyorlardı. Hem bitkilerden hem de hayvanlardan  yararlnıyorlardı. Tahıllar, göldeki balıklar, avladıkları hayvanlar, kuşlar, özellikle tavuk ve bitkilerden oluşan avcı-toplayıcı ürünler, ile besin kaynaklarını zenginleştireceklerdi" diyor Nadel.

Otları taştan oraklarla kesiyorlardı

Celile bölgesinde Ohalo II adlı prehistorik yerleşim alanı; kuraklık ve İsrail ile Suriye'de aşırı göçle artan nüfusun artan su kullanımıyla nehirlerin debisinin azalmasıyla, Celile Denizi'ndeki su seviyesinin düşmesinde istifade arkeologlar tarafından keşfedilmişti.

Tarih Öncesi çağlarda burada kamp kuran insanlara ait bulgular uzun zamandır inceleniyordu.  Sadece öğütülmüş tahıl kalıntıları değil aynı zamanda değirmen taşı ve ahşap ya da kemik bir kola takıldığı tahmin edilen, bilenmiş ve cilalanmış orağa ait çakıl taşları, Ohalo havzasında 23.000 yıl önce tarımla uğraşıldığının ipuçlarını veriyor.

Alanda 1989 yılında dünyanın en eski saz kulübelerinin ve ottan yapılmış yatakların kalıntıları keşfedilmişti. Prof. Dani Nade ve botanikçi Ella Werker'ın 1999 yılında kulubelere dair yayınladıkları makalede, ocakların kulüblerin dışında olduğuna dikkat çekilmiş ve bunun otlardan yağılan kulübelerin yanmamsı için doğal olduğunu belirtmişlerdi. 

2005 yılında yapılan kazılarda ise 8 adet tam olarak ne için kullanıldıkları belirlenemeyen ahşap alet kalıntısı, gıda artıkları ve Akdeniz'den toplanmış kabuklardan yapılmış boncuklar bulunmuştu.

Kazılarda çok sayıda taş aleti bulunurken, bu aletlerden bazılarının tahıl hasatında kullanılan orak bıçakları olduğu tespit edildi. Kömürleşmiş tahıl ve bitki kalıntılarının karbon-14 yöntemiyle yaklaşık 23.000 yıl öncesine tarihlenmesi ile MÖ 21.000 yıllarına insanların "tarım bilincine" sahip olduğunu gösterdi.

Haifa Üniversitesi'ndeki Zinman Arkeoloji Enstitüsü'nden Dr. Iris Groman-Yaroslavski ise Ohalo II'de bulunan beş çakmaktaşı orak bıçağının çimenleri kesmek için kullanıldığına inanıyor ve "Tahıl ekiminin tek seferlik olmadığını biliyoruz. Kanıtlar bunu gösteriyor fakat hasat için kullanılan aletteki taşların keskinliği ve kaplamadaki hasarın azlığı dikkat çekici. Kullanım-yıpranma analizi bu aletlerin çok fazla kullanılmadığını gösteriyor" diyor.

Alanda bulunan tahılların morfolojik incelemesi bulunan tahılların, yabani tahıl standlarının standartlarının üstünde olduğunu ve  tahıl tarlalarında yetişen zararlı tipik yabani otların az olduğunu gösteriyor. Bar-Ilan Üniversitesi botanik arkeologlarından Ehud Weiss ve Ainit Snir konu üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.
arkeolojikhaber.com, 20.07.2017

CENGİZ İZNİ KAPTI

İşadamı Mehmet Cengiz’e ait Hüseyin Avni Paşa Korusu’nun içerisinde inşaat çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. İstanbul 6 Numaralı Kütür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, korunun içindeki Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün şüpheli bir şekilde kül olmasının ardından Cengiz’in aslına sadık kalınarak yapılacağını açıkladığı köşk inşaatına istediği “setaltı otopark”a onay verdi. Son kararı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu yerinde inceleme yaptıktan sonra verecek. Koru ve köşk Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi’nde kalıyor.

Üsküdar’daki 81 dönümlük arazi üzerinde 3 bin ağacın bulunduğu Fethi Paşa Korusu’nda yer alan Hüseyin Avni Paşa Köşkü, 2002 yılında “yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı” olarak tescillendi.

Cumhuriyet, 2009 yılında TMSF tarafından satılığa çıkarılan koruyu ve köşkü, Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in satın aldığını kamuoyuna duyurmuştu. Köşkü restore etmek için 2014’te koruma kuruluna başvurulduğu sırada tarihi yapı şüpheli bir yangında küle döndü. Tartışmalı şekilde başlayan inşaat için 19 Mart 2015’te “müze ve kütüphane” yapılmak üzere yapı ruhsatı düzenlendi. İnşaat sırasında köşkün sahil yoluna cephesi olan tarihi bahçe duvarı ve yeşil örtü yok edildi.

Cumhuriyet, 2009 yılında TMSF tarafından satılığa çıkarılan koruyu ve köşkü, Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in satın aldığını kamuoyuna duyurmuştu. Köşkü restore etmek için 2014’te koruma kuruluna başvurulduğu sırada tarihi yapı şüpheli bir yangında küle döndü. Tartışmalı şekilde başlayan inşaat için 19 Mart 2015’te “müze ve kütüphane” yapılmak üzere yapı ruhsatı düzenlendi. İnşaat sırasında köşkün sahil yoluna cephesi olan tarihi bahçe duvarı ve yeşil örtü yok edildi.

Setaltı otoparkı
Yükseklik farkı olan arazilerde 2 metreye kadar kazılarak yapılan otoparklardır. Otoparkların girişi ve çıkışı dışarıdan görünebilir fakat otoparkın üzeri doğal zeminle örtülür.

Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 20.02.2017

30 YIL DAMGALARIN PEŞİNDE TÜRK KÜLTÜRÜNÜN İZİNİ SÜRDÜ

Sosyolog Mustafa Aksoy, 30 yıldır Sibirya'dan Türkmenistan'a, İran'dan Kosova'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada tespit ettiği para, kilim, halı ve mezar taşlarının üzerindeki damgalardan Türk kültür ve tarihini araştırıyor. Orta Asya, Anadolu, Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki 17 ülke ve 12 özerk bölgede çalışmalar yapan Aksoy, damgalardan Türklerin tarihte ve günümüzde yaşadıkları coğrafyaların sınırlarının görülebileceğine dikkat çekiyor.

AA muhabirine açıklama yapan Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Aksoy, ‘tarihin sessiz dili olarak nitelendirdiği damgaları, amatör ve akademik olarak 30 yıldır araştırdığını belirtti.

‘SOSYAL DNA TEORİSİ’ OLARAK ADLANDIRDIĞI DAMGALARI TANIMLAMAYA ÇALIŞIYOR
Damga (tamga) kavramının Türk-Moğol halkları tarafından kullanıldığını dile getiren Aksoy, damgaların nasıl oluştuğu konusunda kesin bilgi olmasa da genel olarak kayalardaki işaretlerin, resimlerin zamanla damgalara dönüştüğünün ifade etti.

Aksoy, damgaların, bir dilin alfabeleri ve aynı zamanda ait oldukları sosyal grupların miras bıraktığı ilk anlatıların yanı sıra duygu ve düşüncelerin ifadesi, bireyin ve sosyal grupların estetik ve beğenilerinin tezahürü olduğunu dile getirerek bu nedenle damgaları açıklamak için dünyada ilk defa "sosyal DNA teorisi", yani "sosyal genetik kültür teorisi" olarak adlandırdığı yeni bir kültür teorisi kavramı çerçevesinde damgaları tanımlamaya çalıştığını belirtti.

DAMGALARDAN TÜRKLERİN İZLERİNİ TAKİP ETMEM MÜMKÜN
Aksoy, Kazakistan'dan başlayıp Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, İran, Türkiye, Ukrayna, Moldova, Romanya, Makedonya, Ukrayna, Kosova, Bulgaristan gibi 17 ülkede, Altay, Hakasya, Tuva, Karakalpakistan, Kırım, Nahçıvan, Gagauzya, Başkurdistan, Tataristan, Çuvaşistan gibi 12 özerk bölgede kendi imkanlarıyla yürüttüğü saha araştırmasında damgaların neden ve kimler tarafından yapıldığını inceleyerek kaynağını sorgulamaya çalıştığını kaydetti.

30 yıllık çalışmasını 2014’te 18 yıldır üzerinde çalıştığı Türkçe ve İngilizce hazırlanan ‘Tarihin Sessiz Dili Damgalar’ kitabında topladığını belirten Aksoy, bulduğu damgalardan Türk dünyasında en yaygın kullanılan 208 damgaya kitabında yer verdiğini sözlerine ekledi.
Aydınlık, 19.02.2017

REMBRANDT'IN KÖPEK ÇİZİMİ ORTAYA ÇIKTI

Avrupa ve Hollanda sanatının önemli ressamlarından Rembrandt’a ait olan köpek çizimi ortaya çıkartıldı.

Almanya’daki Herzog Anton Ulrich Müzesi, hayvan çizimleriyle tanınan Johann Melchior Roos’a ait olduğu düşünülen köpek çiziminin yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda Hollandalı ressam Rembrandt’a ait olduğunu açıkladı.

Uzmanların orijinal eserlerle yaptıkları mikroskobik incelemeler sonucunda Terrier cinsi köpek çiziminin 1606-1669 yılları arasında yaşayan ünlü ressam Rembrandt’a ait olduğu ortaya çıkartıldı. Ressamın, 16. yüzyılda farelerle mücadele amaçlı Hollanda’ya getirilen Terrier cinsi köpeklerden etkilendiği ve köpeğin boynundaki tasmanın da farelerden korunma amacıyla dikenli olduğu düşünülüyor.
sanatkaravani.com, 19.02.2017

PROF.DR. IŞIK HEKATOMMOS'U ANLATTI



Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde düzenlenen konferansta Prof.Dr. Fahri Işık, 2500 yıl öncesine ışık tutan lahit, Hekatommos Anıt Mezarı hakkında bilgiler verdi.

Akdeniz Ülkeleri Akademisi Vakfı (Akademia Vakfı) tarafından Bodrum Herodot Kültür Merkezi'nde 'Hekatomnos Lahdi' adlı konferans düzenlendi. Akademia Vakfı'nın yürüttüğü 'Mozole Restitüsyom Projesi' doğrultusunda düzenlenen konferansı Prof.Dr. Fahri Işık verdi. Konferansı Bodrum Kaymakamı Bekir Yılmaz'ın yanı sıra, Vakıf Başkanı Özay Kartal, yönetim kurulu üyeleri ve Bodrum'da yaşayan akademisyenler ve Bodrumlular izledi. Konferansın açılış konuşmasını yapan Akademia Vakfı Başkanı Özay Kartal, vakıf olarak Bodrum'un ve yakın çevresinin tarihine, kültürüne ve geçmişine ışık tutacak konferans ve etkinlikleri düzenlemeye çalıştıklarını ve bu doğrultuda Türkiye'nin saygın akademisyenlerini Bodrum'da ağırladıklarını söyledi. Daha sonra Prof.Dr. Fahri Işık, slayt gösterisi eşliğinde Hekatommos Anıt Mezarı, Lahti, Satraplar ve Eceler konulu konferans verdi.

Işık konferansında yedi yıl önce Milas'ın Hisarbaşı Mahallesi Uzunyuva Mevkii'nde bulunan Hekatommos Anıt Mezarı, yazıtlar ve bulgular ile ilgili olarak, "Milas'ta bulunan Hekatommos mezarı bunların en önemlisi. Duvarlardaki resimler gitmiş, en az iki üç kez mezarın içi yukarıya kadar dolmuş. Lahdin üst kısmında yumurta dizisi ve kuşak büyük oranda ortadan kalkmış. Lahtin uzun yüzü doğuya bakıyor. Boyu, İskender Lahti'ne yakın. Bunun karı koca için düşünülmüş bir anıt mezar olduğunu sanıyoruz. Bu muhteşemlikte bir lahit, tek parça kapağa sahip değildi. Mermerle örtülüydü. İkili gömü ile bağlantılı olduğunu buradan çıkarıyoruz" diye konuştu. Prof.Dr. Fahri Işık, Hekatommos Anıt Mezarı'nın özelliklerini Hellenistik dönem anıt mezarları ve lahitleriyle karşılaştırarak anlattı. İstanbul'daki bir laboratuvarda, lahtin renk ve boyalarının saptanmaya çalışıldığını belirten Işık, renklerin Atina mezar kabartmalarıyla birebir benzerlikler taşıdığını belirterek, "Lahdin ön yüzünde bir aile şöleni betimlendiğini, bu divan sahnesinin neyi içerdiği konusunda araştırmaların devam ettiğini söyleyebilirim. Bunun öte dünya betimlemesi olmadığına eminiz. Bunu Yeni Hitit, Asur ve Likya dönemi tapınak ve mezar betimlemeleriyle karşılaştırarak anlıyoruz. Bu kabartmalar günlük yaşama aitti, bir keyif anını anlatıyordu, öldükten sonraki yaşamı betimlemiyordu" dedi. Konferans izleyenlerin Işık'a soruları ile sona erdi.
Hürriyet, Haber: Yaşar Işık, 18.02.2017
500 YILLIK SOKULLU MEHMET PAŞA CAMİİ YENİDEN İBADETE AÇILDI



Restorasyon çalışmaları tamamlanan 500 yıllık tarihi Sokullu Mehmet Paşa Camii yeniden ibadete açıldı. Caminin açılış törenine katılan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, “Sokullu Mehmet Paşa Camii insanların Haliç’in kenarında özellikle gittiği, parklar bahçeler içerisinde huzurlu çevresi olan bir yer olarak daha da gün yüzüne çıkacak” dedi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1578 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan Sokullu Mehmet Paşa Camii, İstanbul Valiliği Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı Kültür Varlıkları Şube Müdürlüğü tarafından restore edilerek yeniden hizmete açıldı. Caminin açılış törenine; Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, İstanbul İl Müftüsü Prof.Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Beyoğlu Müftüsü Aydın Yığman, Sokullu Vakfı Başkanı Abdulkadir Sokullu ve Sokullu ailesinin yanı sıra çok sayıda vatandaş katıldı.

500 yıllık cami dualarla yeniden açıldı
Sokullu Mehmet Paşa Camii, kılınan Cuma namazının ardından kesilen kurdele ile hizmete açıldı. Daha sonra İstanbul İl Müftüsü Prof.Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın yaptığı duanın ardından açılışa katılan vatandaşlara etli pilav, ayran ve tatlı ikram edildi. Tarihi caminin beş yıl süren restorasyon çalışmaları için yaklaşık 9 milyon lira harcandı.



"Beyoğlu bir birinden değerli tarihi yapıtların yer aldığı bir ilçe"
Açılışta konuşan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Beyoğlu’nun bir birinden değerli tarihi yapıtların yer aldığı bir ilçe olduğunu belirterek, “Osmanlı imparatorluğu döneminde padişahların ve Sokullu Mehmet Paşa, Kılıç Ali Paşa, Piyale Paşa gibi birçok paşaların çok değerli eserlerinin olduğu bir ilçedeyiz. Sokullu Mehmet Paşa Camii de bu eserlerden bir tanesi. Gerçekten içeride ayrı bir huzur ile namazımızı kıldık. O ne güzel mimari o ne güzel iç duygunun dışarıya yansımış hali, mükemmel bir cami” dedi.

"Sokullu Mehmet Paşa Camii daha da gün yüzüne çıkacak"
Başkan Demircan, “Burada Karaköy e doğru bütün sahil yapılıyor. Bir de 10 metrelik bütün Halici çevreleyen bir yürüyüş yeri yapılıyor. Bütün bu çalışmalar tamamlandığında Sokullu Mehmet Paşa Camii insanların Haliç’in kenarında özellikle gittiği, parklar bahçeler içerisinde huzurlu çevresi olan bir yer olarak daha da gün yüzüne çıkacak. Cenabı Allah bundan sonra güzel hizmetler yapmayı hepimize nasip eylesin” şeklinde konuştu.

"Caminin hizmete açılışının mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz"
Sokullu Vakfı Başkanı Abdulkadir Sokullu ise, caminin restorasyon sürecinin beş yıl sürdüğünü belirterek, “1807 yangını ve 1894 depreminden sonra 1938 yılında onarılmaya başlanan cami 1941 yılında ibadete açılmıştı. Bugün ikinci büyük onarımının tamamlanıp yeniden hizmete açılışının mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Ben Sokullu Mehmet Paşa’nın 13. kuşak torunu olarak vakıf üyelerimiz ve Sokullu ailesi adına bu restorasyon çalışmalarında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” dedi.

Beyoğlu Müftüsü Aydın Yığman da caminin restore edilmesinde emeği geçen herkese teşekkür ederek, “Allah devletimize zarar vermesin. Rabbim camimizi ruhuna uygun olarak kullanmayı bizlere nasip eylesin” ifadelerini kullandı.
Milliyet, 18.02.2017
BATAKLIK HARİKASI

Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olan Efes Artemis Tapınağı bakımsızlık ve ilgisizlikten bataklığa döndü. Yakın tarihe kadar her yıl milyonlarca turistin gezdiği İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki tapınak arazisinde yağmur suları kazı çukurlarını doldurdu. Güvenlik, sadece panodaki uyarılardan ibaret.



Dünyanın 7 Harikası’nı derleyen Sidon’lu Antipader, Artemis Tapınağı’nı gördüğünde şöyle demiş: “Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki: İşte! Olimpus’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.”

Oysa bugün bu ihtişamdan eser yok. İzmir’in Selçuk İlçesi'nde ‘Dünyanın 7 Harikası’ arasında yer alan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Artemis Tapınağı, bataklık içinde ve terk edilmiş vaziyette. Dünya harikasından çok bir çöplüğü andırıyor. Turizmin yoğun olduğu yıllarda Efes’i ziyarete gelen iki milyonu aşkın ziyaretçinin önemli bir kısmının gezdiği tapınak, bugün girişine konan paslanmış bir tanıtım panosu dışında bir turizm alanı görünümünde bile değil. Çevre düzenlemesi, gezi güzergahının olmadığı tapınak kaderine terk edilmiş boş bir tarlayı andırıyor. Yağmur suları kazı çukurlarını doldurmuş vaziyette. Güvenlik ise sadece panolardaki uyarılardan ibaret.

YENİ PROJEYİ BEKLİYOR
Efes Müzesi yetkilileri tarihi tapınak için bir süredir üzerinde çalıştıkları bir proje olduğunu ve bunun koruma kurulunca da onaylandığını belirtiyor. Mevcut durumun kendilerini de çok rahatsız ettiğini anlatan yetkililer Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile önce tapınak etrafının çevre düzenlemesinin yapılacağını, tabandan gelen suyu kontrol altına alacaklarını, gezi güzergahı oluşturulacağını, ziyaretçilerin bilgilendirilmesi amacıyla tapınağın maketinin görülebilir bir noktaya yerleştirileceğini söylüyor.



2500 YILLIK MABET
Tarihi tapınak Lydia Kralı Kroisos tarafından MÖ 560-550 yıllarında İon düzeninde yaptırıldı. MÖ 356’da Herostratus isimli bir delinin tapınağı yakması üzerine aynı büyüklükte ancak, 3 metre daha yüksek olarak yeniden inşa edildi. 55.10 x 115 metre boyutlarında, mermer heykelleriyle ünlü tapınak, Hellenistik dönem tapınaklarının en büyüğüydü. Tapınak, 262 yıllarında Gotlar tarafından yıkıldıktan sonra bir daha onarılmadı.

KAZILARI 1869'DA BAŞLADI
Efes’te ilk arkeolojik kazılara, British Museum adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlandı. Tapınakla ilgili bulunan pek çok eser British Museum’a götürüldü. Avusturya Viyana Müzesi’nde de Artemis tapınağından götürülen çok sayıda eser bulunuyor. Efes Müzesi’nde ie iki büyük Artemis heykeli sergileniyor. Tapınak hem İngiliz hem de Avusturyalılarca yağmalanmış durumda. Tapınak’tan geriye mermer parçaları, sütun başları, tanbur gibi mimari parçalar kaldı. Tapınak alanında sadece bir sütun gelişi güzel üst üste dizilerek sergileniyor. Diğer mimari parçalar ise etrafa gelişi güzel atılmış vaziyette.



Tapınağın orijinalinin böyle görüldüğü düşünülüyor. 


PANODAKİ UYARILAR
Girişteki panoda ziyaretçilere şu uyarılar yapılıyor:

-Yasaklanmış bölgelere girmeyiniz. (Yasaklanmış bölge yok)
-Eserlerin üzerlerine çıkmayınız. (Engel olacak görevli yok)
-Eserleri çizmeyiniz. (Denetleyecek görevli yok)
-Herhangi bir parça almayınız. (Kontrol yapacak kamera da görevli de yok)
-Elektrik kablolarına dokunmayın. (Kabloların başında uyarı yok)



TAPUSU AVUSTURYALILARDA
Tapınağın bulunduğu arazi Avusturya adına 1893 yılında kazılara başlayan Viyana Üniversitesi’nden Prof.Dr. Otto Bendorf’un varislerine ait. Osmanlı döneminde Bendorf’a bağışlanan araziler içinde yer alan Artemis Tapınağı’nda Kültür ve Turizm Bakanlığı kullanım hakkına sahip. 
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 18.02.2017
SARIKAMIŞ MÜZESİ EKSİ 20 DERECEDE GEZİLECEK

Orman ve Su İşleri Bakanlığınca yürütülen çalışmayla inşa edilen ve bu yıl hizmete girmesi planlanan Sarıkamış Panorama Müzesi, sanal gerçeklik gözlüğüyle gezilebilecek, sıfırın altında 20 derece soğuk ortamda o anı yaşatacak.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından yürütülen çalışmayla Sarıkamış Allahuekber Dağları Milli Parkı'nda inşa edilen ve bu yıl hizmete girmesi hedeflenen Sarıkamış Panorama Müzesi, ziyaretçileri zaman yolculuğuna çıkaracak. "Sanal gerçeklik gözlüğü" takan ziyaretçiler, müzedeki panoramik sahneleri adeta birebir yaşayacak.

Sarıkamış Harekatı ve Kafkas Cephesi ile ilgili Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi (ATASE), Rus kaynakları ve tarihçilerin belge ve bilgileri incelenerek, netleştirilen bilgiler Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi'ndeki Teknopark'ta faaliyet gösteren Umay Müze Tasarım ve Teknolojileri Şirketi tarafından resmedildi.

Misafirler empati yapacak
Müzeyi ziyaret edenler, öncelikle 1015-1914 yılına kadar Kafkasya'da, Türklerin başından geçenleri okuyup, bilgi edineceği tarih bölümünden geçecek. Daha sonra harekatın başladığı 22 Aralık 1914'teki hava sıcaklığı sıfırın altında 20 santigrat dereceye sabitlenmiş soğuk odaya ulaşacak ziyaretçilerin, burada empati kavramı gelişecek.

1915 yılında Ermeniler tarafından Van'ın Zeve Köyü'nde 2 bin 500 Müslüman'ın katledilmesinin resmedildiği müzede, 360 derecelik bir sahne de yer alacak. "Sanal gerçeklik gözlüğü" takan ziyaretçiler, müzedeki panoramik sahneleri adeta birebir yaşayacak. Öte yandan Kafkas Cephesi'ne ilişkin kitapların bulunduğu müzedeki Kafkas Cephesi Araştırma Merkezi de bölgede bulunan en büyük kütüphane unvanına sahip olacak.
Akşam, 18.02.2017

GERÇEKSE DE SAHTEYSE DE ÜJ BEJ YIL YİYECEKLER

Emekli bir emniyet amiri, halihazırda görevli bir polis, Çorlulu bir balıkçı, Rizeli bir esnaf ve ünlü ressam Pablo Picasso... Bu beş benzemezi bir araya ne getirmiş olabilir? Hikaye, Tekirdağ’da geçiyor. Tekirdağ Emniyeti, eskiden emniyet müdür yardımcılığı yapmış Edip K. ve yanındaki dört kişiyi, Picasso’nun klasik dönemine ait olduğu iddia edilen bir tabloyu 3 milyon liraya satmaya götürürken yakaladı. Edip K. ise tablonun kendisine hediye olduğunu öne sürdü...

Bundan bir buçuk ay önce Tekirdağ Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü’ne (KOM) bir ihbar telefonu geldi. Telefondaki kişi, Türkiye’ye kaçak yollardan sokulan bir Picasso tablosunun, bir alıcıya 3 milyon liraya satılacağını, resmin yurtdışındaki değerininse 25 milyon dolar olduğunu söylüyordu.

Tekirdağ Emniyeti harekete geçti. Önce tablonun alıcısıyla temas kurdu, sonra ihbarda adı geçen kişileri takibe aldı. Emniyet güçleri 9 Şubat’ta operasyon düzenledi. Beş zanlıyı, iki araçla Marmara Ereğlisi’nden Seymen’e doğru ilerlerken durdurdu.

ARAÇTAN POLİS ÇIKTI
Durdurulan birinci araçtaki iki kişiden biri sürpriz bir isimdi: 2008-2011 yılları arasında Bartın Emniyeti Müdür Yardımcılığı yapmış olan, Tekirdağ doğumlu Edip K...

Tablo, Edip K.’nın yanında oturan üniversite öğrencisi oğlu Erdem K.’nın sırt çantasındaydı.

Edip K., sorgu sırasında tabloyu İranlı bir arkadaşının kendisine hediye ettiğini söyledi. Resmi satmak için değil, değerini öğrenmek amacıyla Saray İlçesi'nde adını bilmediği bir ekspere götürdüğünü iddia etti.



Pablo Picasso’nun (solda) olduğu iddia edilen tablo (altta) katlanarak taşındığı için üstünde kat izleri var. Emekli Emniyet Amiri Edip K.’nın tabloyu 3 milyon liraya satmak istediği iddia ediliyor.


Polisin durdurduğu ikinci aracın direksiyonundaki Murat G. de emekli Emniyet Amiri Edip K.’nın akrabasıydı. Kimlik tespiti yapıldıkça iş daha da ilginç bir hal aldı çünkü araçlardaki tek polis Edip K. değildi. Diğer zanlılardan Gültekin G. de Rize Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuruydu. Bünyamin A. ise Rizeli bir esnaf.

Beş zanlı, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Resimse Tekirdağ Müzesi’nde uzman olmadığı gerekçesiyle, ekspertiz raporu için Mimar Sinan Üniversitesi’ne gönderildi. Rize’deki polis memuru Gültekin G. olay sonrasında açığa alındı.

SAÇMA SAPAN BİR RESSAM
Olayı bir de onun ağzından dinlemek için yakalanan araçtaki kişilerden Murat G.’yle Çorlu’da buluştuk. Balıkçılık yapan Murat G., emekli Emniyet Amiri Edip K.’nın halasının damadı olduğunu, Tekirdağ’daki babasını ziyarete giderken Marmara Ereğlisi Balık Pazarı’nda kendisiyle buluştuğunu anlattı: “Edip K. Tekirdağ’da babasını ziyarete gidiyormuş. ‘Buluşalım’ dedi. Marmara Ereğlisi’ne karides almaya gitmiştim. ‘Pazardayım, gel’ dedim. Bir kahvehanede buluştuk. Çerkezköy’e gitmek istiyorlardı. Ben de Çorlu’ya kadar götürebileceğimi söyledim. Yola çıktık, 15-20 dakika sonra polisler bizi tıpkı filmlerdeki gibi çevirip araçtan indirdiler.”

Murat G., Picasso resmiyle kesinlikle bağlantısı olmadığını iddia ediyor. Söylediğine göre, Rize’den gelen diğer iki kişiyle de kahvehanede oturuken tanışmışlar. “Saç-sakal birbirine karışmış, çapulcu tiplerdi. Gültekin G.’nin polis memuru olduğunu, aracımız durdurulup üzerindeki beylik tabanca bulunduğunda öğrendim” diyor.  “Peki, neden kendi arabalarıyla gitmediler, onları neden siz götürdünüz?” diye sorduğumuzdaysa “Edip K.’nın arabası çok küçüktü, tek kapılıydı, sığmadılar” diyor.

Zanlılardan bir diğeri, Rizeli esnaf Bünyamin A.’yla telefonda konuştuk. Polis memuru Gültekin G. ile aynı araçta yakalanmasını ‘tamamen tesadüf’ olarak nitelendiriyor. Resimle hiçbir ilgisinin olmadığını söylese de dünyaca ünlü ressam Picasso’ya kızgın: “Gültekin G.’yi tanımam. Picasso da saçma sapan bir ressam. İlkokul çocuğuna boya versen, öyle eciş bücüş resim yapmaz!”

Resmin orijinal olup olmadığı henüz belli değil. Tekirdağ Emniyeti, resim satılmış olsaydı, 3 milyon liranın organize örgüt içinde dağıtılmış olacağını düşünüyor. Emniyet kaynakları, Mimar Sinan Üniversitesi’ne gönderilen resmin orijinal çıkması durumunda, zanlıların kültür varlığı kaçakçılığından 3-5 yıl, sahte çıkması halindeyse dolandırıcılıktan 2-3 yıl ceza istemiyle yargılanacağını söylüyor.

PİCASSO’NUNKİLER GİBİ EĞRİ BÜĞRÜ DEĞİL
Tabloyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Tekirdağ Müzesi Müdürü Önder Öztürk, Picasso’ya ait olduğu öne sürülen resim hakkında şöyle düşünüyor:

“Resim savcılıktan bize gönderildi. Resmin arkasında ‘1920’ tarihi ve Arapça’ya benzeyen birkaç mühür var. ‘Uzmanımız yok, ekspertiz yapamayız’ diyerek İstanbul’a, Mimar Sinan Üniversitesi’ne gönderilmesini istedim. Şu anda orada orijinal olup olmadığı araştırılıyor. Şahsi fikrim, reprodüksiyon olduğu. İnternetten araştırdım, Picasso’nun resimleri eğri büğrü, bu onlara benzemiyor.” 

KAÇAKÇILARIN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇİYOR



Picasso’nun ‘Saçını Tarayan Çıplak Kadın’ tablosu.

1990’daki Körfez Savaşı’nın ardından Irak askerleri Kuveyt’teki müze ve sanat galerilerini yağmaladı. Eserlerin büyük bölümünü Picasso’ya ait olduğu iddia edilen resimler oluşturuyordu. Bunları 2003’te, ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’in evinden çalınan Picasso tabloları izledi. Türkiye kaçakçılar için bu sanat eserlerinin geçiş yolu. İşte Türkiye’de yakalanan ve Picasso’ya ait olduğu öne sürülen resimlerden bazıları:

Eylül 2010: Saddam Hüseyin’in sarayından çalınan 3 milyon dolar değerindeki iki tablo Gebze’de bir operasyonla ele geçirildi. İstanbul Resim ve Heykel Müze Müdürlüğü’ne gönderilen tabloların piyasa değerinin yaklaşık 3 milyon dolar olduğu öğrenildi.

Mart 2011: Körfez Savaşı’nda Kuveyt Müzesi’nden çalınan Picasso’nun nü tablosu, Balıkesir’de 10 milyon dolara satılmak istenirken yakalandı.

Ocak 2013: Elazığ Emniyeti, bir ihbar üzerine Picasso’nun 3 milyon dolara satılmak istenen ‘Harlequin’s Family’ (Harlequin’in Ailesi) adlı yağlıboya tablosunu ele geçirdi.

Haziran 2015: Iğdır’da yapılan operasyonda Türkiye’ye yasadışı yollarla sokulan Picasso’ya ait iki yağlıboya tablo ele geçirildi.

Ocak 2016: İstanbul Emniyeti, Bakırköy’de Picasso’nun ‘Femme habiller ses cheveux’ (Saçını Tarayan Çıplak Kadın, altta) olduğu iddia edilen resmi ele geçirdi. Resim, 8 milyon TL’ye satılmak üzereydi.

EN DEĞERLİ ÇALINTI PİCASSO’LAR
- La Coiffeuse (Kuaför): ABD, Paris’te 14 yıl önce bir müzeden çalınan yağlıboya tabloyu, 2007’de Washington’daki Fransa Büyükelçiliği’ne teslim etti. Tabloya yaklaşık 15 milyon dolar değer biçildi.

- The Naked Woman (Çıplak Kadın): 2009 Ağustos’unda, Irak’ın güneyindeki Razzia’da çalınan ‘Femme Nue’ (Çıplak Kadın) adlı tabloyu 450 bin dolara satmak isteyen bir kişi yakalandı. Değeri 10 milyon dolar olan tabloda Picasso’nun imzasının yanı sıra Kuveyt Müzesi’nin damgası da bulunuyordu.

- Le Pigeon aux Petit Pois (Küçük Gagalı Güvercin): Tablo, 2010’da Paris’teki Modern Sanat Müzesi’nden çalındı. Uzmanlar, resim bugüne dek zarar görmediyse değerinin 90 milyon TL’den fazla olduğunu söylüyor. 
Hürriyet, Haber: Gülden Aydın, 18.02.2017

KARAKÖY YOLCU SALONU'NDA CİDDİ HASAR

Modern mimarlık mirasının simge yapılarından Karaköy Yolcu Salonu'nun denize bakan cephesi dün akşam henüz belirlenemeyen bir nedenle çöktü.


TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nin karşısında yer alan Karaköy Yolcu Salonu'nun denize bakan cephesinde dün (16 Şubat 2017) akşam saatlerinde henüz belirlenemeyen bir nedenle çökme oluştu. Oda yetkilileri, tescilli yapı statüsündeki yolcu salonunda yaşanan çökmenin, ön taraftaki bir duvarın yıkımı sırasında yaşanan titreşimden kaynaklanmış olabileceğini belirtiyor.



Karaköy Yolcu Salonu'nun deniz tarafında yaşanan hasar, sosyal medyada da geniş yankı uyandırdı. Mimar-araştırmacı Zafer Akay, Facebook sayfasından yaptığı paylaşımda, yapının simgesel değerine vurguda bulundu.

     

  

Fotoğraflar: Ali Bozoğlu Arşivi

Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu salonu
Prof.Dr. Rebii Gorbon ile Yüksek Mühendis Mektebi hocası, Fransız mimar George Debes'in, 1935'te açılan İstanbul Limanı Yolcu Salonu Proje Müsabakası'nda birincilik ödülü alan Karaköy Yolcu Salonu projesi 1937 yılında hayata geçirilmişti.

Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu uğurlama ve karşılama salonu niteliğindeki yapı, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli amaçlarından biri olan taşımacılıktaki gelişimi ve ulusallaştırmayı simgeliyordu.



Karaköy Dış Hatlar Yolcu Salonu, 1950'ler / kaynak: tarihtarih.com



Karaköy Yolcu Salonu, 2000'ler / kaynak: baronvonplastik.blogspot.com.tr

Yapı, Haber: Amber Eroyan, 17.02.2017


******


KARAKÖY YOLCU SALONU YIKILDI

Tarihi Karaköy yolcu salonunun denize bakan tarafı Galataport projesi inşaatı nedeniyle iş makineleriyle yıkıldı. Mimarlar Odası yıkıma sert tepki gösterirken, proje yönetimi “binanın birebir aslı gibi tekrar yapılacağını” açıkladı.

Cumhuriyet döneminin önemli mimari eserlerinden biri olarak kabul edilen tarihi Karaköy yolcu salonunun denize bakan cephesi, Galataport projesi kapsamında yıkıldı. Galataport projesi yönetimi, yıkımın “can güvenliği kriteri” nedeniyle yapıldığını belirterek, restorasyon çerçevesinde “birebir aslı gibi yapılacağı” taahhüdünde bulundu. Yıkım işlemini sert dille eleştiren Mimarlar Odası ise “yapının yıkılmadan korunacağı açıklanmıştı” sözleriyle tepki gösterdi.

Mimar Rebii Gorbon tarafından tasarlanan ve 1940’lı yıllarda inşa edilen bina, ilk olarak 2002’de İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından ‘korunması gereken kültür varlığı’ olarak tescil edilmişti. Tarihi Yolcu Salonu, 2015 yılında da bu kez 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1. grup ‘korunması gereken kültür varlığı’ olarak tescillenmişti.

‘YIKMAYACAĞIZ DEDİLER’
Yıkıma tepki gösteren TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Sami Yılmaztürk şunları söyledi: “1940’larda tamamlanan bina erken Cumhuriyet döneminin özgün yapılarından birisidir. Karaköy Yolcu Salonu ilk modern deniz yolcu salonu olması gibi taşıdığı tarihsel, kültürel değerlerin yanı sıra mekanları itibarı ile sosyal yaşamdaki yeri itibarı ile korunması gereken bir eserdir. Bu yıkıma ilişkin elimizde bir karar yok. Neye dayanarak yıkıldı, bununla ilgili elimizde hiçbir bilgi yok. Galataport adı ile anılan projenin dayanağı olan planlara açmış olduğumuz dava çerçevesinde daha 10 gün önce keşif yapıldı. Hakim ve bilirkişi huzurunda ilgililerle yapının yıkılmadan korunacağı açıklanmışken, yapının yıkılması kabul edilemez.”

GEREKÇE: CAN GÜVENLİĞİ
Galataport Projesi yönetimini üstlenen Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırım A.Ş.’den yapılan açıklamada can güvenliği gerekçesiyle kontrollü bir yıkım yapıldığı söylendi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Galataport Projesi kapsamında, Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili restorasyon çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin tamamlanması ile başlamıştır. Bu çerçevede yapının yerinde güçlendirilerek korunabilecek bölümleri ile koruma çalışmaları için dahi yeterince güçlü olmayan bölümleri belirlenmiş ve çalışmalar bu iki bölüm dikkate alınarak planlanmıştır.

Restorasyon projesi kapsamında yaptırılan taşıyıcı sisteme yönelik araştırmalar sonucu, yapı ‘Can Güvenliği’ kriterini sağlamadığı için korunabilen kısımlar ile riskli bölümler arasındaki bağ koparılmış, iki bölüm birbirinden kontrollü bir şekilde kesilerek ayrıştırılmıştır. Korunacak bölümde gerekli güvenlik önlemleri alınmış; can güvenliğini tehdit eden bölümler ise kontrollü olarak yıkılmıştır. Kent kimliğinin önemli bir ögesi olan Karaköy Yolcu Salonu, restorasyon projesi kapsamında mimari karakterine uygun olarak; özgün detay, boyut, doluluk boşluk oranları ile birebir aslı gibi yapılarak şehre kazandırılacaktır.”
Hürriyet, Haber: İdris Emen, 18.02.2017



******


"KARAKÖY YOLCU SALONU'NUN YIKIMI KABUL EDİLEMEZ"

Geçtiğimiz hafta akşam saatlerinde ani bir şekilde yıkılan Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nden açıklama geldi.

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından yapılan 20 Şubat 2017 tarihli basın açıklaması şöyle:

"Galataport kapsamında restore edileceği açıklanan Karaköy Yolcu Salonu, 17 Şubat 2017 günü proje yöneticileri tarafından yıkılmıştır. Cumhuriyet dönemi mimari mirasımızın önemli bir parçası olan yapının yıkılmasının teknik/bilimsel ve hukuki herhangi bir gerekçesi ortada yokken, tarihi ve kültürel mirasımızı korumakla yükümlü idari kurumlar tarafından henüz herhangi bir açıklama da yapılmış değildir.
 
Karaköy Yolcu Salonu 1935 yılında Denizcilik İşletmeleri tarafından açılan yarışma sonucunda Mimar Rebii Gorbon tarafından tasarlanmış ve 1940'larda inşa edilmiştir. Yapı, erken Cumhuriyet döneminin özgün yapılarından biridir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin denizyollarına, deniz taşımacılığına vermiş olduğu önemin bir göstergesi olarak dönemin zor ekonomik koşullarına rağmen projesi yarışma ile elde edilmiştir. İlk modern deniz yolcu salonu olarak döneminin tasarım anlayışını, teknolojini ve malzeme kullanımını yansıtması açısından taşıdığı mimari değeriyle birlikte İstanbul'un sosyal yaşamının bir parçası olarak işlev görmüş olması, taşıdığı tarihsel, kültürel değerleri nedeniyle korunması gereken bir eserdir.

Nitekim 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma yasası kapsamında İstanbul I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2.10.2002 gün ve 14294 sayılı kararıyla yapı "korunması gerekli kültür varlığı" olarak tescil edilmiş, aynı kurulun 05.03.2015 tarih ve 3210 sayılı kararıyla koruma grubu I olarak belirlenmiştir.

Korumacılığın tartışılmaz kuralları gereği böyle bir eserin restorasyonunun yıkılmadan yapılması, zorunlu ise mimari değeri bozulmadan yapının güçlendirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki yapının statik olarak güvenilir olduğuna dair bilimsel bir rapor da söz konusudur.

Sadece on gün önce, "Galata Port" adı ile anılan projenin dayanağı planlara karşı açmış olduğumuz davayla ilgili olarak yerinde yapılan keşifte hakim ve bilirkişi huzurunda ilgililerce yıkılmadan korunacağı açıklanmış olan yapının yıkılması kabul edilemez.

Hiçbir tedbir alınmadan dolgu üzerindeki yapıların önünde denize kazık çakılmasına ve dolgu yapılmasına izin verilmesi, bu önemli mimarlık değerimizin korunması için yeterli özenin gösterilmediğini, hatta yapının gözden çıkarıldığını göstermektedir. Denize kazık çakılırken, dolgu alan üzerindeki tarihi yapıların bodrum katlarında iş makineleri ile kazı yapılırken, yapıların mukavemetini sağlayacak hiçbir tedbirin alınmamış olması, çok sonradan tescilli yapıların sadece Kemankeş Caddesi cephelerinin askıya alınması, Karaköy Yolcu Salonunun yıkılmasının ardından diğer yapıların da yıkılması için gerekçe mi yaratılıyor sorusunu akla getirmektedir.

Kamu malı niteliğindeki tescilli tarihi, kültürel ve mimari mirasımıza zarar verenler hakkında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında işlem başlatılmasını ve en kısa zamanda kamuoyunun bilgilendirilmesini bekliyoruz."
Yapı, 20.02.2017



******


GALATAPORT'TAN KARAKÖY YOLCU SALONU AÇIKLAMASI

Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu uğurlama ve karşılama salonu olma özelliğini taşıyan Karaköy Yolcu Salonu'nun yıkılmasıyla ilgili tartışmalar sürerken, konuyla ilgili Galataport tarafından yapılan açıklama metnini aynen aktarıyoruz:

Yapılan açıklamanın metni şöyle;

Bölgesel ve makroekonomik açıdan Türkiye ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlayacak olan, içeriğinde barındırdığı pek çok farklı faaliyet alanı ve yatırım ile sadece Türkiye ekonomisine değil ülke turizmine de önemli katkılar sunacak olan Galataport Projesi kapsamında yürüttüğümüz yapım ve restorasyon çalışmaları son hızla devam etmektedir.

Galataport Projesi kapsamında, Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili restorasyon çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin tamamlanması ile başlamıştır. Bu çerçevede yapının yerinde güçlendirilerek korunabilecek bölümleri ile koruma çalışmaları için dahi yeterince güçlü olmayan bölümleri belirlenmiş ve çalışmalar bu iki bölüm dikkate alınarak planlanmıştır.

Restorasyon projesi kapsamında yaptırılan taşıyıcı sisteme yönelik araştırmalar sonucu, yapı 'Can Güvenliği' kriterini sağlamadığı için korunabilen kısımlar ile riskli bölümler arasındaki bağ koparılmış, iki bölüm birbirinden kontrollü bir şekilde kesilerek ayrıştırılmıştır. Korunacak bölümde gerekli güvenlik önlemleri alınmış; can güvenliğini tehdit eden bölümler ise kontrollü olarak yıkılmıştır.

Kent kimliğinin önemli bir ögesi olan Karaköy Yolcu Salonu, restorasyon projesi kapsamında mimari karakterine uygun olarak; özgün detay, boyut, doluluk boşluk oranları ile birebir aslı gibi yapılarak şehre kazandırılacaktır.

Türkiye'ye değer katacak bu projeyle ilgili çalışmalarımızı büyük bir inanç ve kararlılıkla, tamamen yasal çerçeve ve teamüller çerçevesinde; tarihe, çevreye, insana ve şehre saygı ilkesini gözeterek sürdürdüğümüzü kamuoyuna saygıyla bildiririz.

Proje aşamasında yapılan farklı analiz, laboratuvar ve saha ölçüm sonuçları aşağıdaki şekildedir:

  • Yapının temelleri suya doygun kum tabakası ve dolgu üzerine oturmaktadır. Bu sebeple depremde sıvılaşma olması halinde yapının kısmi olarak gömülmesi ya da yan yatma riski bulunmaktadır. Bunun ilk belirtileri 1999 depreminde görülmüş; sol blok ile orta bloğun derz boyunca açıldığı tespit edilmiştir. Bu sonuç, zeminin çok zayıf olmasından kaynaklı yapı temelinde dönme olduğunu göstermektedir.
  • Beton dayanımı sonuçlarına göre, deprem bölgelerinde yeni inşa edilecek yapılarda beton basınç dayanımının minimum 20 Mpa (C20) olması gerekirken, bu yapıdaki beton basınç dayanımı 12 MPa olarak hesaplanmıştır.
  • Yapıda bölgesel açma ve ferro-scan cihazları ile yapılan donatı tespitlerinde nervürlü olması gereken donatının düz olduğu, miktarlarının yeni yapılar için öngörülen donatı oranlarının çok altında olduğu, enine donatının sıklaştırılmadığı ve donatı detaylarının yeni yapılar için öngörülen detaylardan farklı olduğu görülmüştür.
  • Yine donatılarda, yapının deniz kenarında olmasından, beton kalitesinin düşüklüğünden ve uzun süreli bakımsızlıktan kaynaklı ileri derecede korozyon olduğu tespit edilmiştir. Donatıda meydana gelen korozyondan dolayı betonda yer yer kopmalar ve donatıya paralel yönde çatlaklar oluşmuştur. Korozyon aktivitesinin hızla devam ediyor olması yapının her geçen gün mevcut dayanımını kaybettiği anlama gelmektedir.
  • Yapının bulunduğu ortamda çevresel etkiler dikkate alındığında, beton sınıfının C35/37 olması gerekmektedir. Yapının inşa yılı da göz önüne alındığında beton, kullanım ömrünü tamamlamıştır.
  • Deniz cephesindeki kolonlar ve içeride çeşmenin iki kenarındaki kolon çok narin olup, zamana bağlı dayanım kaybı veya depremde ilk hasarın oluşacağı ve kısmi göçmenin olacağı bölgeler olarak tespit edilmiştir.
  • Deprem yükleri altında hesaplanan kat yer değiştirmelerinin izin verilen limitlerin oldukça üzerinde olduğu görülmüştür. Başka bir deyişle, yapının yatay rijitliği yetersiz görünmektedir.
  • Yapının deprem karşısında güvenlikli bir performans sergilemesi beklenmemektedir. Elde edilen değerler ile mevcut kapasiteler arasında çoğu alanda iki kat gibi yetersizlik bulunmaktadır. Bu yetersizlikler, bölgesel eleman bazında değil, yapının genelindedir.

Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 20.02.2017


******


GALATAPORT YIKIMI SÜRÜYOR: TARİHİ PAKET POSTANESİ DE YIKILDI



Galataport projesi inşaatı nedeniyle iş makineleriyle yıkılan Tarihi Karaköy Yolcu Salonu'nun ardından, yolcu salonunun komşuluğunda bulunan 1'inci derece tarihi bina olan Paket Postanesi'nin aynı proje kapsamında yıkıldı.

Tescilli binaların yıkımı ve inşaatın çevreye zarar verdiği iddialarına yönelik basın toplantısı düzenleyen Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, kendi binasının da yer aldığı Kemankeş Caddesi'nde çatlaklar ve çevre binalarda hasarlar oluştuğunu söyledi. Oda temsilcileri bu konuda gerekli önlem ve tedbir almayan sorumlu yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı.

GALATAPORT TARİHİ PAKET POSTAHANESİNİ DE YUTTU
Doğuş Grubu ve Bilgili Holding ortaklığıyla yürütülen Galataport projesi kapsamında Türkiye'nin ilk modern deniz yolcusu uğurlama ve karşılama salonu Karaköy Yolcu Salonu yıkılarak, küçük bir kısmı ayakta kalmıştı. Karaköy ve Tophane arasında uzanacak Galataport projesi kapsamında 'Paket Postahanesi de yıkıldı. Sahil boyunca uzanan ince uzun binanın denize bakan ön cephe duvarı ile kısa yan duvarları ayakta bırakıldı. Şantiye sebebiyle panolarla kapatılan inşaat çalışmaları yükseğe çıkıldığında görülüyor. İş makinalarının çalıştığı alanda, zemine beton enjekte ediliyor.

Paket Postahanesi'nin koruma grubu 5 Mart 2015 tarihinde birinci derece olarak belirlenmişti. İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu 9 Haziran 2016 tarihinde “Paket Postanesinde gerekli güçlendirmeler ve yapısal müdahaleleri gerçekleştirdikten sonraö, İstanbul Modern Müzesi'nin buraya taşınmasının uygun olduğunu belirtmişti.

MİMARLAR ODASI: ÇEVRE BİNALARDA HASAR VE ÇATLAKLAR VAR
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Karaköy Salıpazarı Limanı'nda devam eden Galataport projesi nedeniyle tescilli binaların yıkımı ve inşaatın çevreye zarar verdiği iddialarına yönelik basın toplantısı düzenledi. Kemankeş Caddesi'nde çatlaklar ve çevre binalarda hasarlar oluştuğunu, yol seviyesinin yükselerek kaldırım hizasına ulaştığını belirten oda temsilcileri bu konuda gerekli önlem ve tedbir almayan sorumlu yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı. Mimarlar Odası Büyükkent Şube Başkanı Sami Yılmaztürk ve Şube ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı tarafından düzenlenen toplantıda konuşan Yapıcı, Karaköy Limanı'nın planlarda kruvaziyer liman alanı olarak görülmesine rağmen, alanda 5 yıldızlı otellerin yapıldığını söyledi. Projenin planlarını basına gösteren Yapıcı, “Zemin üstü tamamen alışveriş merkezi ve ofis bloklarına ayrılmış, gümrük ve ulaşım dahil tüm liman faaliyetleri bodrum katlara atılmıştır" dedi.

“ÇEVRE BİNALARDA ÇATLAK, KAYMA VE DEFORMASYONLAR OLUŞUYOR"
Proje alanı içinde çakılan kazıkların ve enjekte edilen betonun, komşu binaların zemin katlarından ve yollardan fışkırdığı iddiasında bulunan Yapıcı, “Alt yapı sistemlerinin, çevre binaların fiziksel bütünlüğünü tehdit edecek biçimde zemin morfolojisi bozulmakta başta Kemankeş Caddesi olmak üzere inşaattan etkilenen bölgede ciddi çatlak, kayma ve deformasyonlar oluşturmaktadır" dedi.

Geçtiğimiz günlerde yıkılan Karaköy Yolcu Salonu'na da değinen Yapıcı, “1940'larda inşa edilmiş erken Cumhuriyet döneminin özgün yapılarından Karaköy Yolcu Salonu'nun yıkılmasına neden olan Galataport projesinin içerdiği fonksiyonlar itibariyle yarattığı ve yaratacağı tahribat son derece ciddi boyutlara varmış durumdadır" diye konuştu. Paket Postanesi'nin de yıkım kararı olmadan güçlendirilerek korunmasına dair raporlar bulunmasına rağmen dış duvarları hariç yıkıldığını ifade eden Yapıcı, aynı şekilde tescili bulunan Merkez Rıhtım Han binasının da benzer bir uygulamaya maruz kaldığını ifade etti.

PAKET POSTAHANESİNİN TARİHİ
'Eski Paket Postahanesi' 1892'de başlayan Galata Rıhtım inşaatı sürecinde, 1907-1911 yılları arasında Gümrük binası olarak inşa edildi. Boğaz ile Kemankeş Caddesi arasında ince, uzun bir yapı şeklinde uzanan bina, daha sonra günümüzün kargo şirketlerine benzer bir şekilde sadece paket kabul eden ve gümrük işlemi yapan bir işlev kazandı. Erken dönem betonarme bina örneklerinden olan binanın arduvaz kaplamalı kubbesi bulunuyordu. Binanın üzerindeki kubbeli mekan yapıldığı dönemin oldukça ileri yapım teknikleri kullanılarak inşa edilmişti. Kubbenin üst örtüsünde ahşap kaplama üzerine arduvaz kullanılmıştı.
Birgün, 02.03.2017


******



MİMARLAR ODASI GALATAPORT İÇİN SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDU

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, tescilli kültür varlıklarının “Galataport Projesi” kapsamında yok edildiğini savunarak, Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Galaport Projesi başlıklı basın toplantısı düzenledi.Toplantıda Şube Yönetim Kurulu Başkanı Sami Yılmaztürk ve Yüksek Mimar Mücella Yapıcı açıklamalarda bulundu. Yapılan açıklamada, “Son yıllarda; tüm yaşamsal, doğal, tarihi, kültürel, kamusal varlıklarımız; akıl almaz bir ısrar ve hızla, çılgın/ mega diye adlandırılan şov projeleri eşliğinde; devlet garantili kar ve iş alanı olarak küresel şirketlerin emrine ve ilgisine sunuluyor. Küresel rant sermayesinin ihtiyaç bildirimine göre değerlendirmeyi kalkınma ve büyümenin temeli olarak kabul eden bu anlayışın son kurbanlarından birisi de Karaköy/Galata/Salıpazarı kıyı bölgesindeki doğal, tarihi ve kültürel mirasımız oldu. Karaköy (Galata) Rıhtımı ve Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne bağlı ‘İstanbul Liman İşletmesi’ olarak faaliyetin sürdüğü Salı Pazarı Liman Bölgesi, Galata Kulesi, Kılıç Ali Paşa Camii, Tophane Çeşmesi, Nusretiye Camii, Nusretiye Saat Kulesi, Tophane-i Medrese-i Amire Binası, Sokullu Camii gibi eserlerle aynı konumda olup İstanbul siluetinin çok önemli bir parçası” denildi.

“Galataport Projesi ciddi tahribat yarattı”
Açıklamada, hiçbir önlem alınmadan çevrede deprem etkisi yaratan gece yarısı yıkımından sonra yeniden gündeme gelen ve TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından dava konusu edilen Galataport projesinin içerdiği fonksiyonlar itibariyle yarattığı ve yaratacağı tahribatın son derece ciddi boyutlara vardığı belirtildi.

 Açıklamada, Mimar Prof.Dr. Rebii Gorbon tarafından tasarlanan ve 1940'larda inşa edilmiş bulunan erken Cumhuriyet döneminin özgün yapılarından Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili de bilgiler yer aldı. 17 Şubat’ta günü yıkılan Karaköy Yolcu Salonu’nun yanı sıra Paket Postanesi’nin de yıkım kararı olmadan güçlendirilerek korunmasına dair raporlar bulunmasına rağmen üç cephesinin dış duvarları dışında tamamen yıkıldığının belirtildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli,1910 yılında inşa edilen Çinili Rıhtım Han ve Merkez Rıhtım Han da aynı benzer uygulamaya maruz kalıyor. Antrepo-20 yapısının yıkılması dışında tescilli yapıların restorasyon projelerinde söz konusu yapıların korunmasının esas alındığı görülüyor. Ancak, İstanbul limanın ihtiyacı olan ofis, yolcu salonu, idare, gümrük gibi kullanışlara göre inşa edilmiş bulunan tarihi yapılar, topluca otel fonksiyonuna dönüştürüldü. Ve korunması öngörülen tarihi binaların altına; zeminin dolgu ve çok hassas olduğu bu bölgede, komşu yapıları ve tescilli yapıların fiziksel bütünlüğünü risk altına alan bir biçimde bu otellere hizmet verecek servis alanları mutfak, SPA ve otopark gibi bodrum katları inşası öngörüldü. Daha da vahim olarak tarihi Dersaadet rıhtımlarına ek olarak Cruise gemilerin yanaşabilmesi ve tarihi rıhtım yapılarını güçlendirilmesi amacıyla inşa edildiği söylenen ve inşası sırasında ortaya çıkan vibrasyonlar ile proje alanındaki tarihi binaların cephelerinde ve yakın çevrede gözle görünür hasarlar yaratan ek rıhtım yapısı ise ‘yarı kamusal alan’ gibi planlama literatüründe bulunmayan bir tanımlamayla söz konusu otellerin havuz ve dinlenme terası olarak planlandı. Kılıç Ali Paşa Mahallesi, Amerikan Pazarı Sokak,139 pafta,2498 ada, tescilli 72 ve tescilsiz 73,74 parseller olarak onaylan projelerde; zemin üstü tamamen alışveriş merkezi ve ofis bloklarına ayrıldı, gümrük ve ulaşım dahil tüm liman faaliyetleri bodrum katlara atıldı. Bütün bu riskler ve kamu yararı göz önüne alınarak devam edenuygulamaların daha da fazla geri dönüşü olmayan zararlara neden olmaması için ivedilikle yürütmesinin durdurulması ve iptali için yargıya başvuruldu. Ancak bu dava, şimdiye kadar rastlanmayan bir hızla, idari yargı tarafından dosyası dahi açılmadan hukuken kabulü mümkün olmayan bir gerekçeyle usul açısından iptal edildi ve bu karar tarafımızdan temyiz edildi.”

“Bölgede ciddi çatlak, kayma ve deformasyonlar oluştu”
Proje alanı içinde rıhtım yapıları için çakılan kazıkların hasar yarattığının ifade edildiği açıklamada, “Hiçbir önlem alınmadan yapılan zemin çalışmaları sırasında enjekte edilen beton, komşu binaların zemin katlarından ve yollardan fışkırıyor. Altyapı sistemlerinin, çevre binaların fiziksel bütünlüğünü tehdit edecek biçimde zemin morfolojisi bozuluyor. Başta Kemankeş Caddesi olmak üzere inşaattan etkilenen bölgede ciddi çatlak, kayma ve deformasyonlar oluşturuyor. Salı Pazarı Limanı Deniz Turizm Tesis Alanı (Kruvaziyer Liman) inşaatı kapsamında oluşan yıkım ve hasarlar ile inşaat çevresindeki yapıların can ve mal güvenliğini tehdit eden inşai uygulamalar, zorunlu olarak kamuoyunu bilgilendirmek üzere bulunması gereken inşaat ruhsat tabelaları yerine; yapılan uygulamalarla ilgisi olmayan slogan ve fotoğraflar ile süslenmiş perde duvarlar ardına sığınılarak yapılıyor” denildi.

“Her türlü hukuki girişimde bulunmaya devam edeceğiz”
Açıklamada, tüm bu nedenlerden dolayı yatırımcı şirket dahil olmak üzere, bu inşai uygulamalara izin veren ve denetim sorumluluğu bulunan kamu idarelerinin yetkilileri hakkında soruşturma başlatılarak eylemlerine uyan suçlardan haklarında ceza davası açılması talebi ile Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu belirtildi.

Açıklama, “Yaşamsal ve kamusal varlıklarımızın; doğal, tarihi ve kültürel değerlerimizin bilinçsizce talan edilmesine yönelik uygulamalara dün olduğu gibi bugün de “Hayır” demeye; mesleki, bilimsel ve etik ilkeler ışığında kamu ve toplum yararına her türlü hukuki girişimde bulunmaya devam edeceğiz” ifadeleri ile son buldu.
Yapı, 02.03.2017



******


YOLCU SALONU YIKIMINDA NEELR YİTİRİLDİ?

Tophane Salıpazarı Limanı Turizm Tesis Alanı Projesi ya da bilinen adıyla Galataport Projesi, başından bugüne, bilinmezlik üzerinden biçimlenmiş bir süreçtir. Projenin kamu yararı medyada göz alıcı görsellerle savunulmaktadır. Oysa, perdelenmiş proje alanı bugün dahi alandaki kullanım ve biçimlenme senaryosuna ait – birkaç reklam panosu dışında- somut bir veri barındırmamaktadır. Bu yaklaşım, aynı zamanda tasarım ve koruma tartışma ve anlama olanağı yaratmamaktadır. Çağdaş liman kullanımı ve mekan yaratma gerekçesi ile olma vurgusu bağlamında kendini konumlandığı 20. yüzyıl katmanından fiziksel olarak ayrışmayı hedeflemiş görünmektedir. Liman ile bağlantılı işlevi, mimarlığını ve koruma anlayışını tartışma ve anlama olanaklarını yaratmamaktadır.

Proje kapsamında gerçekleşen yıkımlar, Salıpazarı antrepoları ile başlamış, 20 no’lu Antrepo ve tescilli Paket Postanesi ile devam etmiştir. Kamuoyunda tartışma yaratan son yıkım, yine bir kültür varlığı olan Yolcu Salonu’nda gerçekleşmiştir. İstanbul’un kıyı çizgisinin özgün bir kesitini, Karaköy rıhtımının silüetini değiştirecek bu süreç, mimarlık ve koruma alanına dair sorular ve yanıt arayışlarının tartışılması beklentisini yaratmış, ancak proje aktörlerinin tartışma ortamına katılımı, önceki aşamalarda olduğu gibi son derece sınırlıdır.

Bu süreçte  alanı koruma açısından değerlendirmek ve kaybedilen nedir sorusuna yoğunlaşmak yapılan müdahalelerin etkilerini  daha anlaşılır kılacaktır.

Kentsel Referans:
Yolcu Salonu’nun dahil olduğu dizideki yıkımlarla İstanbul kentsel referans noktalarından birini kaybetmektedir.

Kamuoyunun Yolcu salonu yıkımına tepkisi, nostaljinin hakim olduğu duygusal bir tepki değildir. Kentlinin aidiyet duygusunu, referanslarını yitirmekteyiz. Oysa, Yolcu Salonu kente bir referans noktası olarak üretilmiştir, tasarlanmış anıt kavramının modernist bir örneğidir: Kentin deniz ve kara ulaşım akslarından algılanabilir kulesi, bir referans noktasıdır. İstanbul’un deniz ulaşımın giriş-çıkış kapısı Yolcu Salonu’dur. İşlevi bağlamında tektir ve İstanbul’un ulaşım ve turizm  tarihinin parçası olacak, özellikle Liman Lokantası ile sosyal hayatta yer bulan mekanlardan biri olacaktır. İşlevinin biçimlendirdiği mimari, bir yarışma sürecinin sonucunda elde edilmiştir. Yarışmaya ilişkin tereddütler, projenin uygulama projesine dair revizyonlar ve yarışmanın aktörlerinin yorumları aslında bugün de olması beklenen tartışma ortamını - Arkitekt Dergisi’nin 1930’larda yarışma sonuçlarını yayınlaması ve sonrasında inşa edilecek yapının tartışmalı karar süreci- oluşturma çabasındadır.

Tarihi Kentsel Peyzaj Alanı:
Kıyı boyunca yapılan değişiklikler, İstanbul’un tarihi kentsel peyzaj alanında kayıplara neden olmaktadır.

Denizcilik İşletmeleri’nin kullandığı yapılar 20. yüzyıl başına tarihlenen Merkez Rıhtım Han ve Çinili Rıhtım Han, Eski Gümrük Merkezi (daha sonra Eski Paket Postanesi)’dir. 1938’de  diziye eklenen 20 no’lu Antrepo ve 1937-1941 yılları arasında inşa edilen Yolcu Salonu, yıkım öncesine dek özgün işleviyle kullanılması mümkün olan modernist yapılardır.

Karaköy sahili ve sahilin bir parçası olan Denizcilik İşletmesi yapılar grubu, 1993 yılından itibaren Beyoğlu Kentsel Sit Alanı kararı sınırları içinde değerlendirilmektedir. Çağdaş koruma anlayışı, kent ölçeğinde “Tarihi Kentsel Peyzaj”ı korumayı amaçlar: Kıyıdaki arazi kullanımı, Boğaz’ın özgün kıyı çizgisi ve İstanbul’un özgün topoğrafyasının bileşeni olarak bu veriler üzerinde yükselen 20. yüzyıla ait özgün yapılar grubunun oluşturduğu kent deseni, İstanbul’un gündelik deniz ulaşımında ve kent yaşantısının içinde var olmaktadır. Özgün Boğaz kıyı çizgisi ile 20. yüzyılın ilk yarısına dair mimari biçimlenmenin bir arada oluşturduğu peyzaj, kentin hafızasında tanımlanmıştır. Ölçek ve ritimler açısından ortaklıklar yakalayan dizge, kıyı silüetinde de, kara cephesinde de anıtsallığı ve niteliği ile dikkat çekicidir. Rıhtım Han, Çinili Han ve  Eski Paket Postanesi yüzyıl başının Art Nouveau ve Neo-klasik, eklektik örnekleridir. Modernist anlayışın ürünleri olan 20 No’lu Antrepo ve Yolcu Salonu bu diziye 1930’ların sonunda eklenir. Modern mimarinin mevcut silüet ile kurduğu ilişki  ve oluşturduğu tarihsel süreklilik korunmaya değerdir.

Yolcu Salonu’nun merkezde yer aldığı bu peyzaj alanında gerçekleşen değişimler ve kayıplar projenin en önemli aktörü olduğu iddia edilen kamuoyunda, belirsizlikten kaynaklanan endişeyi tetiklemektedir.

Kültür Varlığı Olarak Yolcu Salonu:
Yolcu Salonu’nun yıkımı, özgün niteliklerini koruyabilmiş bir kültür varlığının kaybıdır.

Türkiye Denizcilik İşletmeleri, kullanımında olan ve Yolcu Salonu’nu içeren yapılar grubu için, 1999 yılında mevcut durumun tespitine, belgelemesine ve değerlendirmesine başvuruldu.

1999-2000 arasında gerçekleşen ve YTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı tarafından yürütülen belgeleme çalışmalarının ardından, alanın ve tekil yapıların değerleri belirlendi. 20 no’lu Antrepo dışındaki yapılar kültür varlığı olarak tescillendi: 10.01.2001 tarih ve 12528 no’lu kararda, Karaköy Yolcu Salonu yapısının koruma grubu II olarak belirlenmiş, eklentilerden arındırılması ve restitüsyon projesi, buna ek olarak 1999 depremi ardından ortaya çıkan hasarlara ait teknik rapor istenmiştir. 02.10 2002 tarih ve 14294 sayılı tescil kararında ise kültür varlığı olarak tanımlanmıştır.

Yapı taşıdığı nitelikler ile “kültür varlığı” statüsündedir. Bu yasal durum, yapının yıkılamayacağını, yıkım gerçekleşmesini gerektiren şartlarda ise yapının rekonstrüksiyonunun yapılmasını, Türkiye Mimarlık Tüzüğü’ndeki ifadeyle “kendi parselinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, özgün mimarisi, malzeme ve yapım tekniğiyle ilk durumuna uygun olarak projelendirilmesi ve uygulanması”nı gerektirir.

Yapının yeniden projelendirme sürecinde güncellenen bilgiler, 2014 yılında yapılan mimari değerlendirmelerde detaylı olarak belgelenmiştir. Bu tarihte, özgün cephe düzeni, kütle biçimlenişi, iç mekan organizasyonu, malzeme ve donatılarının korunduğu nadir örneklerden biridir. 1940’ların mimarlık kültürü bu yapıyı özgün bir belge kimliğiyle korumayı, başka bir deyişle, en az müdahale ile korumayı gerektirirken, tüm özgün malzemesini yitirerek yıkılmıştır.

Modern Mimarlık Mirasının Kaybı:
Yolcu Salonu, modern mimarlık mirası değerlendirmelerinde, uluslararası boyutta, modern mimarlığın korunması için kurulmuş  DOCOMOMO Çalışma Grubu (Modern Hareket’in Belgelenmesi ve Korunmasına Dair Çalışma Grubu)  tarafından tanımlanan estetik, teknolojik, sosyal, referans olma niteliklerine sahip bir yapıdır. 

Kültür varlığı,  barındırdığı nitelikler ile tanımlanır. Yapım tarihinin yakın geçmişte oluşunun önemi, 21. yüzyılın çağdaş koruma kuramında gerek kamuoyunda gerek yasal düzenlemelerde önemini büyük ölçüde yitirmiştir. Her mimarlık döneminin temsilcileri korunmalıdır. Yapı, modernist kent katmanının bir temsilcisi ve belgesidir. Üretildiği çağın teknoloji ve mimarlık alanında o çağın üretimine dair izler taşıdığı aşikardır.

Bu değerlerin kabulü döneme ilişkin temel koruma sorunudur. Değerleri konusunda ortak kabul sağlanamaması, bir sonraki aşama olan restorasyonu mümkün kılmamaktadır. Tercih, yapının tescile değer görülmemesi ve çoğunlukla da yıkılması yönünde olmaktadır.

Yapının estetik değeri, modernist dilin ögeleri ile biçimlenir. İşlevin strüktür ve malzeme ile biçimlenmesi, yalın bir dille ifade bulur ve kendini dizinin 20. yüzyıl başı yapılarından ayırt eder.

Mimari biçimlenişteki güçlü modernist kurgu, bugün var olmayan deniz cephesinde strüktürel elemanların biçimlendirdiği yatay-düşey vurgular ve yarı açık- kapalı mekan dengesinde ve net geometrik biçimlerin seçiminde kendini göstermekte idi. Yıkılan iç mekandaki özgün malzeme, renk ve donatıların günümüzdeki varlığı ve niteliği , estetik değerin yanısıra tasarım özgünlüğünü  vurgulamaktadır.

Dizi ile ilişki kurma çabası ise oranlar ve ritmin yorumlanmasındadır ve bu da estetik değeri güçlendirir. Yapının yalınlaştıkça estetik değerinin azalıyor oluşu anlayışı yaygınlığını yitirmelidir.

Yolcu Salonu ve 20 no’lu Antrepo, dizinin diğer yapılarından farklı olarak ferbetonun kullanıldığı karma sistem yerine betonarme yapım sistemi ile inşa edilmiştir. Betonarmenin hasar tespiti ve restorasyonu Türkiye’de en az uygulanan koruma biçimi olmaya devam etmekte. Kendine özgü taşıyıcılık yitimi sorunları olan sistemin restorasyonu çok az sayıda kültür varlığı için uygulanabilmiştir. Strüktürel hasarlara bağlı nedenlerle yıkım ve yeniden yapım tercih edilmektedir.

Modern antrepo yapısı, proje süreci içinde ilk kaybedilen modernist yapıdır, tescile değer görülmemiş ve yıkılmıştır.

Yolcu Salonu’nda taşıyıcı sisteminde 1999 depremi ardından gözle görünen hasarlar tespit edilmiş,  buna zeminden kaynaklanan, ayrıca son dönemde rıhtıma yapılan müdahalelerin de dilatasyon derzlerinde açılmanın artışı ile de gözlemlenen  taşıyıcılık kaybına ilişkin hasarlar eklenmiştir. Yapıda güçlendirme olanaklarının hangi detayda tartışıldığı bilinmemektedir ve karar , bu dönem yapılarında çokça rastlandığı üzere yıkım yönünde alınmıştır. Yapının rekonstrüksiyonu gündemdedir.

Yapının kaybı, İstanbul’un kent yaşantısında yeri olan bu referans noktasının ortadan kalkmasıyla toplumdaki değerini güncellemeyi sağlamıştır.

Yeniden Kazanım Olanakları:
Yıkım ile Yolcu Salonu’nun tüm özgün malzemesi yitirilmiştir. Yaşanmışlığa dair eskilik değeri ve sosyal değeri yitirilmiştir. Tarihi belge olarak varlığı ortadan kalkmıştır. Yapıyı, söz konusu rekonstrüksiyon uygulaması ile ne ölçüde geri kazanabiliriz? sorusu yeni gündem maddelerinden biridir. Modern mimarlık mirasının korunmasında, tasarımın özgünlüğünün okunabilirliği ve yeniden üretilmesi, özellikle referans değeri taşıyan, ikonik örneklerde uygulanmıştır. Korumanın yöntemi tasarım özgünlüğü üzerinden kurgulanıyorsa, kapsamlı restorasyon, tamamlama ve rekonstrüksiyon uygulamaları gerçekleştirilmektedir. Ancak bu, özgün malzeme ve strüktürün, işçiliğin korunabilir olduğu örnekler için olmamalıdır. Rekonstrüksiyonu yaygınlaştırmanın bir gerekçesi olmamalıdır.  Mecidiyeköy Likör Fabrikası ya da Karayolları Genel Müdürlük yapısı gibi kültür varlıkları mega projelerin yönlendirdiği kararlar sonucunda yıkılmış ve rekonstrüksiyonun tartışmalı uygulamaları olarak kent hafızasında yeniden yer almıştır.

Yolcu Salonu’nun kentsel referans olarak varlığı, bir simge yapı oluşu, yeniden üretim seçeneğini destekleyen nitelik. Ancak bu durumun bir kazanım olarak tanımlanabilmesi, yapının “kendi parselinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, özgün mimarisi, malzeme ve yapım tekniğiyle ilk durumuna uygun olarak projelendirilmesi ve uygulanması” ile mümkün olacaktır.  Yapının  belgelenme sürecinde iç mekan biçimlenmesi ve donatıların tespiti ve tasarımın bu bütüncül yapısının niteliğini arttırdığı vurgulanmıştır. Sadece kütle ve cephe biçimlenmesinin yeniden oluşturulması özgün tasarımın yeniden üretimi için yeterli kabul edilemez. Ana karşılama salonundaki renkli asma tavan, mermer çeşme, tüm mekanlarda bütüncül tasarımın parçaları olan malzeme kullanımı, döşeme biçimlenişleri, aydınlatma elemanları, ahşap bankolar gibi yapı için üretilen özgün detayların yeniden üretimi, modernist bir tasarımın rekonstrüksiyonunda gerçekleştirilmesi beklenen uygulamadır.

Yitirilen diğer 20. yüzyıl katmanının yarattığı boşluklarda kamusal açık alanlarla desteklenen, çağdaş mimarinin nitelikli ürünleri ile yeni değerler kazanacak, ve tarihi kültürel peyzaja eklemlenecek yapılar üretilmesi beklenmelidir. Bu süreçte proje ve uygulamaların uzmanlar, kamuoyu ve tüm aktörlere açık olması ise en acil talep olarak değerlendirilmelidir.
Arkitera, Yazı: Ebru Omay Polat, 02.03.2017


Manisa’nın Yunusemre İlçesi'nde yer alan ve bölgede kurulmuş Aiol kentlerinden biri olan Aigai’deki kazılarda Halk Meclisi Binası’nda (Bouleuterion) ele geçen heykeller bilim dünyasına sunuldu.

Almanya’nın Freiburg kentinde düzenlenen uluslararası sempozyumda bilim dünyasına sunulan Aigai heykeltıraşlık eserleri sempozyum kitabında da yer aldı. Söz konusu yayın Aigai Kazı Başkanı, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Yusuf Sezgin ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Serdar Aybek tarafından hazırlandı. Heykellere ait yazıtlarda heykellerin ait olduğu kişilerin isimleri ve soyağaçları yer alıyor. 2 bin 200 yıl önce heykelleri üreten heykeltıraşın imzası da heykellerin üzerinden bulunuyor. Ayrıca heykellerin orijinal konumları ve işlevleri de Aigai kazı ekibi tarafından tamamıyla ortaya çıkarılmış durumda. Tüm bu özellikleri sayesinde çok önemli ve istisnai bir buluntu gurubunu oluşturan heykeller bilim dünyası ve uluslararası camiada büyük bir ilgi ile karşılandı.

HEYKELLER HELLENİSTİK DÖNEME AİT
MÖ 2. yüzyıla (Hellenistik Dönem) ait olan heykellerden bir tanesi kentin ve meclisin koruyucu tanrıçası Hestia’ya aitken 6 tanesi ise meclisin inşaatına sponsorluk yapan bir ailenin bireylerine ait. Aile bireylerinin isimleri: Apollonidas, Megiste, Yaşlı Diaphenes, Antiphanes, Aristodike ve Genç Diaphenes. Bu kişilerin kent meclisinin inşaatının tamamlanmasında sağladıkları maddi yardımları nedeniyle, Aigai halkı tarafından onurlandırıldığı ve heykelleri meclis binasının içine konulduğu ortaya çıktı.





manisamanset.gen.tr, Haber: Tunay Aktaş, 16.02.2017
İŞLERİ GÜÇLERİ ZARAR VERMEK



Bodrum Yarımadasının tarihi geçmişinden dolayı define avcıları kaçak kazılara devam ediyor.

Yarımada genelinde bir çok bölgede farklı devirlere ait tarihi bölgeler bulunurken, bu bölgelerden bazılarında zaman zaman kaçık kazılar meydana geliyor. Define avcıları yaptıkları kaçak kazılarda tarihi ve doğal değerlere de zarar verirken, özellikle Göktepe’de yapılan kaçak kazılarda tarihi kaya mezarları zarara uğruyor.

Yetkililer ve tarih uzmanları Göktepe’de yapılan kaçak kazılarda gereksiz saçma bir kazı çalışması yapıldığını belirterek, define avcılarının Göktepe’de önemli bir şey bulamayacaklarını söylediler. Genelde Hellenistik ve Roma dönemiyle tarihlendirilen bu mezarların çevresinde yapılan kaçak kazılar son yıllarda artış gösterirken, kazılar sonrasında tarihi mezarlar zarar görüyor.

Yüzlerce kaya mezarının bulunduğu Göktepe tarihi ve doğal yapısıyla Bodrum’un merkezinde eşsiz güzellikleriyle doğa tutkunlarını kendine çekerken, yaşanan bu tür olaylar vatandaşlarında tepkisini çekiyor.

Çoğunluğu Hellenistik ve Roma Devrine tarihlendirilen bu mezar odalarının çok azında yer yer fresk izlerine rastlanırken,  bazı kaya mezarlarının cephelerinde adak taşlarının konduğu yuvalar görülmektedir.

Bodrum’un genel manzarasını görmek, şehir surlarını izlemek isteyen birçok turistinde ziyaret ettiği Göktepe ve çevresinde meydana gelen kaçık kazılarla ilgili yetkililerin gerekli çalışmaları yaptığı ve yapmaya devam ettiği, bazı kaçak kazıların ise adli makamlarca soruşturulduğu öğrenildi.







  
bodrummuhabiri.com, 14.02.2017
12 - 18 Şubat 2017
İSTANBUL MODERN YENİ BİR DÖNÜŞÜMÜN EŞİĞİNDE

12 yıl önce İstanbul’un liman alanı Salıpazarı’nda kurulan İstanbul Modern, önümüzdeki eylül ayına kadar faaliyet göstereceği binasına muhteşem bir sergi, “Liman” ile veda ediyor.

Türkiye’nin ilk modern müzesi olarak kurulan İstanbul Modern, Salıpazarı’nı dönüştüren Galataport Projesi’yle birlikte yeni müzesine kavuşacak. Öğle yemeğinde buluştuğumuz Oya Eczacıbaşı, müzenin 4 Haziran’a kadar sürecek Liman Sergisi’nden sonra eylül ayında 15. İstanbul Bienali’ni ağırlayacağını ve kasımda Karaköy’deki Paket Postanesi’ne taşınacağını söylüyor. “Bir müzeyi taşımak oldukça zahmetli. 2.5-3 yıl sonra Galataport ile eş zamanlı açılacak yeni mekanımıza döneceğiz” diyor.12 yıl önce Tabanlıoğlu mimarlığın dönüştürdüğü köhne Antrepo 4 binası, uluslararası standartlara kavuşmuş, modern tekniklerle donatılmış bir müze olarak karşımıza çıkacak.

GÖRÜŞMELER SÜRÜYOR
Yeni proje için yabancı mimarlık ofisleriyle görüşmeler sürüyormuş.

İstanbul Modern, yabancı bir mimarlık ofisinde karar kıldığı takdirde bu modern müzecilik tarihimizde ikinci olacak.

Dolapdere’de inşaatı devam eden Koç Çağdaş Sanat Müzesi’nin projesini İngiliz Grimshaw Mimarlık çizmişti.

Gözbebeğimiz İstanbul için böyle imzalar önemli.

Pompidou Merkezi’nin mimarı İtalyan mimar Renzo Piano’nun, Louvre Piramiti’nin mimarı Çinli Amerikalı mimar Pei’nin Paris’e ya da Guggenheim ile Frank Gehry’nin Bilbao’ya nasıl değer kattıklarını düşünün.

Oya Eczacıbaşı’nın verdiği bilgiye göre, Antrepo 4 binasının yıkılıp, yeni baştan inşasını Galataport’u üstlenmiş olan Doğuş ile Eczacıbaşı Grubu birlikte yapacak.

“Biz zaten İstanbul Modern’i yenilemeyi düşünüyorduk. Şimdi yıkılıp baştan yapılmasıyla daha sağlıklı, daha modern bir müzeye kavuşacağız” diyor.

İstanbul Modern’i parçası olduğu liman gibi hareketli günler beklerken, sergiye döneyim.Liman Sergisi, 19. yüzyıldan günümüze, sanatımızda İstanbul’un deniz ve limanla ilişkisini ele alan 34 sanatçı ve sanat kolektifinin 200’e yakın eserlerini kapsıyor.

Çeşitli müzelerden, ünlü koleksiyonerlerden zahmetle bir araya getirilmiş sanatçılar.

Aralarında “Saray Ressamı” diye bilinen Fausto Zonaro da var, 1952 tarihli “Kumkapı Ermeni Balıkçılar” koleksiyonundan belgesel tadındaki fotoğraflarıyla Ara Güler de.

Dalgalı Boğaz’da denizaltılarıyla Ömer Uluç, Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” yazı dizisi için yaptığı resimlerle Abidin Dino, yağlıboya tablolarına rölyef tekniğini katan 19. yüzyıl ressamı Mıgırdıç Melkon ve tek tek sayamadığım daha niceleri sergide yerlerini almış.

İstanbul’un liman hikayeleri o kadar çok ki. Zamanında canlılığıyla Verne’in romanlarına konu olmuş bir liman şehri.Günümüzde dahi dev yolcu gemilerinin minicik takalarla burun buruna geldiği, yunusların oynaştığı bir liman.

Çelenk Bafra ile birlikte serginin küratörlüğünü üstlenmiş olan İstanbul Modern’in direktörü Levent Çalıkoğlu’nun dediği gibi “İstanbul limandır, Liman İstanbul’dur”. Sadece üç haftada 30 bin kişinin gezdiği Liman Sergisi’ni kaçırmayın.

Müzenin hemen girişindeki,
Venedik Bienali’nde Türkiye Pavyonu’dan buraya gelen “Darzana” eseri de gözünüzden kaçmasın.

HEM SANAT, HEM EĞİTİM KURUMU
Sohbetimizde Oya Eczacıbaşı’nın önemli üzerinde durduğu bir konu var.

“Müzedeki sergiler nedeniyle ikinci planda kalıyor ama burası bir sanat kurumu olduğu gibi aynı zamanda bir eğitim kurumu” diyor.

12 yılda tam 650 bin çocuk müze ziyaretiyle, çeşitli atölyelerle sanat eğitiminden geçmiş.

İki yaşından itibaren yılda 50 bin çocuktan söz ediyoruz.

Nitekim önceki gün Liman Sergisi’ni gezmeden önce ana sınıfta okuyan çocuk gruplarını gördük.

Aralarından bazıları, müzenin koleksiyonuna ait Ekrem Yalçındağ’ın dev tablosu önünde yere oturmuş, renkler konusunda bilgi veren öğretmenlerini dinliyordu.

Yurtdışında gıpta ettiğim manzarayı burada görmek ne hoşuma gitti anlatamam.

15-24 yaş grubunun, yüzde 93.9’unun boş zamanlarını televizyon izleyerek geçirdiği bir ülkede sanat aşkının küçük yaşlarda aşılanması çok değerli.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 17.02.2017

KAYSERİ YERALTI ŞEHRİ ZENGİNİ

Obruk Mağara Araştırma Grubu, Büyükşehir Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı iş birliğiyle Kayseri'deki 23 yer altı şehrinde ve 6 kaya yerleşiminde yaptığı çalışmayı raporlaştırdı.


Büyükşehir Belediyesi Meclis Salonu'nda düzenlenen sunumda konuşan Obruk Mağara Araştırma Grubu Başkanı Ali Murat Yamaç, yer altı yapılarının tüm dünyada önem verilen bir bilim dalı olduğunu söyledi.

Kayseri'de 3 yıl önce çalışmaya başladıklarını ve 14 ayrı araştırma yaptıklarını ifade eden Yamaç, şunları kaydetti:

"Kayseri'deki çalışmalarımızda toplam 23 yer altı şehri ve 6 kaya yerleşimi bulduk, ölçtük, haritaladık ve raporladık. Bu çalışmalarımızın bazılarından bahsedecek olursak öncelikli olarak Ağırnas'taki kaya yerleşim yeri içerisinde 154 ayrı yerleşimi ölçtük. Değirmendere'de ise bol miktarda kaya yerleşimi, 2 kilise ile koruma altındaki çok sayıda güvercinlik ölçüldü ve haritalandı. 50 metre uzunluğunda 52 odası ile Türkiye rekoru bulunan Belağası yerleşim şehri ile Ötedere vadisinde bulunan ve cüzzam hastalığı için kullanılan 5 katlı yapı da aynı şekilde ölçülüp, haritalandı. Kayseri ve civarındaki çalışmalarımızı bitirdikten sonra Tomarza'ya yöneldik. Bundan sonra çalışması planlanan yerler ağırlıklı olarak Develi, Tomarza ve Yeşilhisar civarı."

Hisarcık yöresindeki Kırlangıç  yer altı şehrinde dışa açılan pencere bulunduğuna dikkati çeken Yamaç, buranın projelendirilmesi ve turizme kazandırılmasının düşünüldüğünü sözlerine ekledi.

Belediye Başkanı Mustafa Çelik de kentte çok başarılı çalışmalar yapıldığını ve yer altındaki bilinmeyenlerin gün yüzüne çıkarıldığını dile getirdi.
Kayseri Gündem, 16.02.2017

STARBUCKS GOTİK KATEDRALİN ÇEVRESİNE PALMİYELER DİKTİ, İTALYANLAR KIZGIN

Milano'nun ünlü katedralinin yanında aniden ortaya çıkan palmiyeler, ikonik bir İtalyan simgesinin yanında, yerli olmayan bir bitkinin kullanımı nedeniyle krize neden oldu.

Krizin 'sponsorlayan' ise, palmiye ekim projesini üstlenen ABD'li şirket Starbucks. Kimileri 5 metreyi geçen 42 palmiye ağacı, 14. yüzyıldan kalan Duomo Katedrali çevresinde muz ağaçları da yeşertmeyi hedefleyen planın ilk parçası.

Konuyu değerlendiren ünlü bir İtalyan mimar ve bahçe tasarımcısı olan Paolo Pejrone; "Kentsel yeşil alan içindeki bitkiler yerli olmak zorunda değil ama bu türleri Duomo Meydanı çevresinde yetiştirmek, neo-Gotik bir ahmaklık gibi görünüyor" dedi.

Aşırı sağcı lider Matteo Salvini ise; "Duomo Meydanı'nda palmiyeler ve muzlar, artık ihtiyacımız olan tek şey develer ve maymunlar ki İtalya'da gerçekten Afrika yapalım" ifadelerini kullandı. Starbucks'in geçtiğimiz günlerde Afrikalı mültecileri istihdam edeceği haberi üzerine, Salvini "kahvesini içecek başka yeri olduğunu" söylemişti.

Bahsi geçen ağaçların dikimini, Milan'ın yeşillendirilmesi girişimi kapsamında, önümüzdeki yıl İtalya'ya girmeyi hedefleyen Starbucks üstlendi. Ancak kentin merkez sol kökenli belediye başkanı Giuseppe Sala da girişime tamamen ikna olmuş değil. Sala; "Bir vatandaş olarak yargılamayı askıya alacağım, işin ne zaman bittiğini görelim. Temelde sevmedim diyemem, orada tarihi bir referans var" dedi.

Palmiyeler, İtalya'ya özgü bitkiler değil fakat Roma, Riviera ve Sicilya gibi ülkenin daha ılıman bölgelerinde yaygın olarak kullanılıyor. Ülkedeki bazı palmiyeler, modern İtalyan devletinin tarihinden eski. 18 ve 19. yüzyılda yenilik arayan aristokratlar tarafından İtalyan topraklarına getirilmiş.

Faşist lider Benito Mussolini ise palmiyeleri, ülkenin kısa süren Afrika imparatorluğu tarihiyle bağdaştırmış.

Milano'daki olanlar soğukluğa dayanıklı, ve kuzey şehrinin soğuk kışlarına direnebilecek çeşitlilikte.

Starbucks'ı ülkeye taşıyacak Antonio Percassi'ye göre ise, şirket gelecek yılın ikinci yarısında Milan ve Roma'da ilk satış mağazalarını açmayı ve İtalya'ya girmeyi planlıyor.

Çarşamba günü yerel basına verdiği demeçte Percassi, markanın önümüzdeki beş ila altı yıl boyunca İtalya genelinde 200-300 satış noktası kurmayı hedeflediğini söyledi.
Sol Haber, 16.02.2017

TARİHİ ESERLERİ YURT DIŞINA KAÇIRACAKLARDI

Muğla'da, jandarma ekiplerinin yol kontrolünde ele geçirilen, 17 ile 19. yüzyıllar arası döneme ait tarihi eserlerin, Datça üzerinden Yunanistan'a kaçırılmasının planlandığı belirtildi



Muğla Jandarma Komutanlığı ekiplerince, Muğla-Antalya karayolu Gülağzı mevkisinde geçtiğimiz günlerde yapılan yol kontrolünde, 48 SC 406 plakalı otomobilin bagajında, bez parçalarına sarılı "Hazreti İsa" ve "haç" figürleri bulunan 4 obje ele geçirildi.



Olayla ilgili gözaltına alınan 4 şüpheli ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılırken, objeler incelenmek üzere Muğla Müze Müdürlüğüne teslim edildi.



Müze Müdürlüğüne bağlı arkeologların incelemesinde 77 santim yüksekliğinde ve 52,5 santim genişliğindeki, üzerinde cepheden çarmıha gerilmiş 26,5 santim yüksekliğinde Hazreti İsa figürü bulunan haçın, Ortodoks kiliselerinde kullanılan Kıpti Haçı'na benzerliği olan orijinal Latin Haçı olduğu belirlendi.



Haçın kollarının birleştiği merkezde çarmıhta İsa figürü yer alırken, kollarında nokta kabartma bezekler ve kolların uç kısımlarında ise havari betimlemelerinin bulunduğu kaydedildi.



Eserin bir kiliseye ait olduğunun değerlendirildiği ifade edildi.



Ele geçirilen haç figürlü kadeh, dinsel ritüel kabı ve İsa figürlü koku kabının ise 17. ve 19. yüzyıllar arasına tarihlendirilebileceği ve bir kiliseye ait olduğunun düşünebileceği ifade edildi.
Habertürk, 16.02.2017
ANADOLU'NUN EN BÜYÜK KERVANSARAYI RESTORE EDİLECEK

Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından İpek Yolu üzerinde hem konaklama hem de ticaret yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla 8 asır önce yaptırılan Anadolu'nun en büyük kervansarayı Sultanhanı'nda, restorasyon çalışması gerçekleştirilecek.

Önümüzdeki ay başlayacak ve 6 milyon liraya mal olacak "Tarihi Sultanhanı Kervansarayı Restorasyon ve Çevre Düzenleme" Projesi ile kervansaray içinde halı dokuma ve tekstil atölyeleri ile halı müzesi gibi mekanlar oluşturulacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdür Vekili Kemalettin Cengiz Tekinsoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sultanhanı'nın kendileri için özel bir konumu olduğunu söyledi.

Kervansarayın "Tuz Gölü Özel Çevre Koruma" bölgesinde yer aldığını ifade eden Tekinsoy, Genel Müdürlük olarak özel çevre koruma bölgesinde kalan yerleşimlerin bütün ihtiyaçlarıyla ilgili çalışma yaptıklarını belirtti.

"Çalışmaların 3 yılda bitirilmesini öngörüyoruz"
Tekinsoy, kervansarayın Türkiye için önemli bir eser olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:

"Sultanhanı gerçekten ülkemizdeki güzide tarihi eserlerden birisi. Buradaki restorasyon hem beldenin hem de tarihi eserin korunması açısından çok önemli bir çalışma olacak. Uzmanlar projeyle ilgili sunumlarını yaptı. Güzel bir proje hazırlandı. Bu yıldan itibaren her yıl 2'şer milyon olmak üzere, toplamda 6 milyon lira ödenek vereceğiz. İhalesini ve kontrol sürecini belediye gerçekleştirecek. Biz de protokol kapsamında maddi destek vereceğiz. Henüz ihale yapılmadığı için kesin olmamakla beraber çalışmaların 3 yılda bitirilmesini öngörüyoruz."

Yılda 500 bin turist ziyaret ediyor
Sultanhanı Belediye Başkanı Fahri Solak ise en son 60 yıl önce restorasyon çalışması yapılan kervansarayın belde için çok önemli olduğunu vurguladı.

Kervansarayın aslına uygun restore edileceğini anlatan Solak, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Anadolu Selçukluların, Aksaray-Konya yolundaki en büyük imzası olan Sultanhanı'nı restore ederek, ecdadımıza vefa borcumuzu ödemek istiyoruz. Sultanhanı, dünyanın ve Türkiye'nin en büyük kervansarayı özelliğini taşıyor. Yılda 500 bin turistin ziyaret ettiği kervansarayımızı, göreve geldiğimiz ilk günden bu yana restore etmek için çalışma yürütüyorduk. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız bu işe sahip çıktı. Belki tarihinde ilk defa bakanlık, bir Selçuklu eserini restore edecek."
Akşam, 16.02.2017

PERU'DA ULUSAL KORUMA ALANINDA ARKELOJİK MÜZE

Peru'da, Barclay & Crousse tarafından tasarlanan, kırmızı pigmentli betondan yapılmış, geometrik formlara sahip arkeoloji müzesi, daha önce bir deprem sırasında yıkılan, Paracas Ulusal Koruma Alanı'nın girişindeki başka bir yapının yerine inşa edilmiş.



The Museo de Sitio Julio C Tello isimli müze, araştırmacı Julio C Tello'nun, 1920'li yıllarda, 2000 yıl öncesine dayanan mezarlıkları keşfettiği bölgedeki en eski arkeolojik kazı alanı olan Paracas Nekropolü'ne çok yakın bir konumda bulunuyor.



Sandra Barclay ve Jean Pierre Crousse yeni yapıda, eski binanın alçak olmak ve kuvvetli geometrik hacimlere sahip olmak gibi bazı özelliklerini, tamamen farklı malzemelerle yeniden kullanmışlar.



Önceki yapı, belirgin bir taş cepheye sahipken, Barclay ve Crousse yeni yapı için beton kullanmayı tercih etmiş. Ancak kurak çöl peyzajına uyum sağlaması için de kırmızı tonlarda puzzolanlı çimento kullanmışlar.



Müze, birinde sergi salonları ve koruma alanları, diğerinde eğitim alanları bulunan iki binaya ayrılmış. Mimarların çatlak olarak tasvir ettikleri tek bir koridor binaları birbirinden ayırmış.



Binanın güney tarafına bakan cephede kutu gibi dört pencereden oluşan bir sıra bulunuyor. Pencereler ışığın içeri girmesine olanak tanırken, doğrudan vuran güneş ışınlarından da korunmayı sağlıyor.
Arkitera, Haber: Nilüfer Karakoç, 16.02.2017
DEFİNE ARARKEN GÖÇÜK ALTINDA KALDI

Mardin’in Kızıltepe İlçesi'nde bir kişi, define ararken meydana gelen göçüğün altında kaldı.
Kızıltepe'nin Koçhisar Mahallesi'ndeki metruk bir evin bahçesinde define aramak için kazılan kuyuda göçük meydana gelmesi sonucu 28 yaşında olduğu öğrenilen S.K. toprak altında kaldı.

Haber verilmesi üzerine olay yerine sağlık ekipleri ile arama kurtarma ekipleri geldi. Saat 14.30 dolaylarında meydana gelen göçük sonrası S.K'yı kurtarma çalışmaları devam ediyor.

Öte yandan göçüğün yaşandığı bölgeye yakın noktalarda da define aramak için farklı kazılar yapıldığı görüldü. 
Güneydoğu Güncel, 16.02.2017
ŞANLIURFA'DA 2 BİN YILLIK KAYA MEZARLARI TURİZME AÇILIYOR

Şanlıurfa birçok medeniyete ev sahipliği yapıyor. Yapılan her kazıda mutlaka bir döneme ait tarihi eserler ortaya çıktı. Kale eteği bölgesinde yaptılan restorasyon ve çevre düzenlemesi sırasında içinde kaya mezarlarının yer aldığı 72, Kızılkoyun bölgesinde de 61 mağara bulundu. Bu mağaralardaki kaya mezarları MS 1. yüzyıl dönemine ait. Bir nevi Şanlıurfa'da Edessa Kralı Abgar döneminin yaşandığı, o dönemin kültürünün işlendiği bir hazine olarak karşımıza çıkıyor. Bu mağaralarda bulunan antik kaya mezarlarının tabanında o döneme ait figürlerin işlendiği mozaik bulundu. Yani bu dönemde yaşayan aileler öldükten sonra bu mağaralardaki kaya mezarlarına defnedilmiş durumda.

Şanlıurfa Müzesinde görevli Arkeolog Bekir Çetin de bölgenin Edessa kentinin nekropolü (mezarlığı) olarak bilindiğini belirtti.

Yürüttükleri çalışmalarda yerin 3 metre altında bugüne kadar ortaya çıkarılmayan kaya mezarlarını bulduklarını bildiren Çetin, şöyle konuştu: "Bu derinlikteki kaya mezarları biraz daha korunmuş durumda. Burada özellikle giriş kısmı hiç açılmamış bir kaya mezarımız var ki bu kaya mezarı tapınak görünümlü. Bunun benzeri Güneybatı Anadolu'da karşımızda çıkmakta. Burada içinde 2-3 odalı kaya mezarlarının olduğu yerlerdir. Kaya mezarlarının girişinde sütun ve çeşitli süslemeler dikkati çekiyor. Bazı mezar odalarında üst kısmı insan alt kısmı yılan olan triton denilen Yunan mitolojisindeki sahneyi görebiliyoruz. Bu kaya mezarı mağaralarının Şanlıurfa turizmi için önemli olduğunu göstermektedir. Burayı turizme ve Şanlıurfa'ya kazandırma çalışıyoruz."
Urfa Haber Merkezi, 15.02.2017

ST. SİMON MANASTIRI'NIN BAKIMI YAPILDI

HBB, resmi kurumlar, eğitim kurumları, ibadethanelerin yanı sıra şehrimizin tarihi ve kültürel değerlerine sahip çıkarak çağdaş belediyecilik anlayışı ile çalışmalar gerçekleştiriyor.

Hatay’ın 15 İlçesinde çalışmalarına ara vermeden devam eden HBB Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Dairesi Başkanlığı ekipleri, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden gelen istek üzerine ünü dünyaya yayılan Samandağ İlçesi'ndeki St. Simon Manastırı’nda bakım ve temizlik çalışmalarını başlattı.
Hatay Gazetesi, 15.02.2017

ASIRLARDIR AÇILMAYAN LAHİTTE BİRİKEN GAZ İÇİN UZMANLAR BEKLENİYOR

Bursa'nın İznik İlçesi'nde asırlarca kapağı hiç açılmayan lahidin uzman ekip tarafından tahliye edileceği bildirildi. Lahidin içinde sıkışmış gazın bilim dünyası için çok önemli olduğu öne sürüldü.

İznik İlçesi'nde daha evvel 3 lahit mezarın bulunduğu zeytinlikte geçen ay yeni bir lahit daha ortaya çıkmıştı. Definecilerin kazıp üst kapağını ortaya çıkarttığı tarihi mezar, İznik Müze Müdürlüğüne bağlı arkeolog ve sanat tarihçileri tarafından incelenip tekrar toprakla kapatıldı.

"LAHİDİN İÇİNDE BİRİKEN GAZ BİLİM DÜNYASI İÇİN ÖNEMLİ" İDDİASI
Lahide Ankara'dan gelecek olan uzman bir ekip müdahale edecek. Kapağı hiç açılmayan lahidin içinde biriken gazın bilim dünyası için önemli olduğu ileri sürüldü.

24 saat jandarma ve polis kontrolünde olan lahidin içinde asırlardır biriken gazın uzman ekip tarafından özel bir sistemle tahliye edileceği ifade edildi.
Sol Haber, 15.02.2017

YALOVA'DA BİR MİNİBÜSTEN ÇANAKKALE SAVAŞI'NDAN KALMA 704 PARÇA TARİHİ ESER ÇIKTI

Yalova'da, yol kontrolü sırasında bir minibüste yapılan aramada, Çanakkale Savaşı'ndan kaldığı düşünülen 704 parça tarihi eser ele geçirildi.

Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Çiftlikköy ilçesi Topçular Feribot İskelesi girişinde H.Y. kontrolündeki minibüste şüphe üzerine arama yaptı.

Aramada, Çanakkale Savaşı'ndan kaldığı düşünülen 4 tabanca, 2 mavzer mekanizması, 4 Osmanlı matarası, 4 top mermisi, 2 Osmanlı süngüsü, 1 Fransız süngüsü, 7 el bombası, 5 at nalı, 106 Alman mavzer fişeği, 2 askeri tesisat yağdanlığı, 4 aydınlatma fişeği, 1 kaşık, 1 çatal, 1 cezve, 1 tarak, 2 ustura, 6 kemer tokası, 1 asma kilit, 1 köstekli saat, 2 Osmanlı parası, 3 kürek ve 544 adet muhtelif çeşitli çap ve ebatlarda fişek olmak üzere toplam 704 parça tarihi eser niteliğinde malzemeye el konuldu.

Minibüs sürücüsü H.Y. gözaltına alındı.
Sol Haber, 15.02.2017

TATARLI'NIN EŞSİZ MEZAR ODASI SERGİLENMEYİ BEKLİYOR

Afyonkarahisar'daki Tatarlı Tümülüsü'nde 48 yıl önce kaçak kazılarda bulunduktan sonra bir bölümü yurt dışına kaçırılan ve çabalar sonucu Türkiye'ye getirilen 2 bin 500 yıllık ahşap mezar odasının boyalı frizleri sergilenmeyi bekliyor.


Afyonkarahisar'ın Dinar İlçesi'ne bağlı Tatarlı beldesinde yer alan tümülüste kaçak kazı yapanlarca 1969 yılında bulunan mezar odasının, boyalı ahşap parçaları yurt dışına kaçırıldı.

Milattan önce 525 yılına tarihlenen mezar odasının ahşap parçalarının Almanya'daki Münih Arkeoloji Müzesinde olduğunu belirleyen Prof.Dr. Latife Summerer, durumu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine bildirdi. Bakanlığın girişimleri sonucu müzedeki 38 küçük ahşap parçası ve 4 kalas, 2010'da Türkiye'ye getirildi.

Afyonkarahisar Müzesi'ndeki özel sandıklara alınan eserin, yapılan yeni müzede ayrılan özel bölümde sergilenmesini planlanıyor.

Kültür mirasının en değerli eserleri arasında
Türkiye'deki kültür mirasının en değerli eserleri arasında yer alan Tatarlı Tümülüsü'ndeki renkli resimlerle bezenmiş frizler, bugün tamamen kaybolmuş olan antik çağ ahşap resim sanatının yegane örneği olarak gösteriliyor.

Frizlerde savaş, sefer, av veya huzura kabul konulu resimlerde, soylu kişilerin hayatından kesitler sunuluyor. Kortej, kurban, savaş dansçıları ve cenaze törenlerinden sahneler içeren temalar, Anadolu-Pers mezar sanatının tasvirlerini yansıtıyor.

Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyümez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ahşap mezar odasının 1969'da kaçak kazı yapanlarca bulunup yağmalandığını, bazı kısımlarının da yurt dışına kaçırıldığını söyledi.

Mezar odasındaki boyalı frizlerin dikkati çektiğini vurgulayan Üyümez, şöyle devam etti:

"2500 yıllık ahşap mezar odasının içi tamamen boyalıydı ancak boyalar yer yer korunabilmişti. Buna rağmen Tatarlı mezar odasının boyalı frizleri dünya çapında bir sansasyondur. Bu kadar eski dönemden günümüze ulaşan ahşap zemin üzerine boyalı resimlerin olduğu eser yok denecek kadar azdır. Bu özelliğiyle ünik (tek, eşi olmayan) eserdir."
Anadolu Ajansı, Haber: Canan Tükelay, 15.02.2017

ISLIK DİLİ, HIDRELLEZ VE AFRODİSİAS ANTİK KENTİ UNESCO YOLUNDA

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, bu yıl "ıslık dili"nin, Hıdırellez'in ve Aydın'daki Afrodisias Antik Kenti'nin kültürel miras listesine girmesi için çalışacak.

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, "ıslık dili"nin, Hıdırellez'in ve Aydın'daki Afrodisias Antik Kenti'nin kültürel miras listesine amacıyla hazırlık yapıyor.

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Öcal Oğuz, UNESCO'nun birçok temsili liste ve programı olduğunu ifade ederek, son dönemde bu listeler içerisinde "Dünya Miras Listesi" ile "Somut Olmayan Kültürel Miras Temsili Listesi"nin ön plana çıktığını söyledi.

İki listede de Türkiye'nin miraslarının bulunduğunu vurgulayan Oğuz, "1972 Sözleşmesi diye nitelenen Dünya Miras Sözleşmesi'nde Türkiye 2017 yılının sonuna kadar UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komitesinde görev alacak. Geçen yıl komitenin başkanlığını yapmıştık. Geçen yıl Ani Arkeolojik Alanı Kültürel Miras Listesi'ne girdi. Aynı şekilde bu yıl da Aydın'daki Afrodisias Antik Kenti'nin kültürel miras listesine girmesi için çalışma yapıyoruz" dedi. 

Bu yıl çeşitli dosyalarla UNESCO'ya başvuracaklarını kaydeden Oğuz, şöyle devam etti:

"2016 yılının sonunda UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komitesi Toplantısı, Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'da düzenlendi. Bu toplantıda 'Nevruz dosyası' ile çok uluslu 'Lavaş dosyası' dahil oldu. 2017 yılında Balkan ülkelerinden Makedonya ile Somut Olmayan Kültürel Miras Temsili Listesi'ne girmesi için hazırladığımız 'Hıdırellez dosyası' gidecek. Her yıl bir ulusal bir de uluslararası olmak üzere somut olmayan mirasta dosyalar hazırlıyoruz."

Bu yıl "ıslık dili"nin listeye alınması için başvuru yapılacağını ifade eden Oğuz, "Dünyanın pek çok yerinde birbiriyle benzeşmeyen ama biçimsel olarak ıslık dili olarak tarif edilen diller var. Bunlardan bir tanesi Kanarya Adaları'nda İspanya kültürel mirası olarak listeye girdi. Karadeniz Bölgesi'nde de ıslık diliyle anlaşma var. Acil koruma listemizde yer alan 'Islık dili' dosyamız hazırlandı. Bizimkinin de listeye gireceğini düşünüyorum" diye konuştu.

"İKİ SUNUM YAPILACAK"
UNESCO'da kültürleri tanıtmak için ellerinden geleni yaptıklarını dile getiren Oğuz, "2017 UNESCO'nun genel konferans yılı. Daha önce genel konferansta Ahmet Yesevi ve Fuat Köprülü'nün sunumunu yapmıştık. Bu sene de Kızılayın kuruluşunun 150. yılı ve Kutadgu Bilig'in yazılışının 950. yılı dolayısıyla iki ayrı sunum yapacağız. Milli Komisyon olarak bize tanınan imkanlar doğrultusunda UNESCO'da varlığımızı göstermeye çalışıyoruz" ifadelerini kullandı.

Dil konusunda da çalışmaları olduğunu belirten Oğuz, UNESCO'da bir günün "Türk Dili Günü" olarak kutlanmasını sağlamaya çalıştıklarını kaydetti. Oğuz, daha önce UNESCO'da Fransız, Arap, Roman dili günü etkinlikleri yapıldığını anlattı. 
Ntv, 14.02.2017

KOCAELİ ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDEN ÇALINDI, ALMANYA'DA ORTAYA ÇIKTI: 3 YIL SONRA ANLADILAR

Kocaeli Arkeoloji Müzesi’nden 2009 yılında çalınan ve 2012 yılında eksikliği fark edilen eserlerden biri Almanya’da müzayedede ortaya çıktı. 32 bin Euro fiyat biçilen Roma dönemi renkli mermer kabartma pano için Kültür ve Turizm Bakanlığı Interpol’e başvurdu.


İzmit şehir merkezi Çukurbağ Mahallesi ve eski kağıt fabrikası arazisinde kaçak defineci kazıları üzerine Kocaeli Arkeoloji Müzesi kurtarma kazıları başlatmıştı. Nikomedia antik kentinin merkezi olduğu düşünülen kazılarda Roma dönemine ait önemli sayıda heykel ve kabartmalar tespit edildi. Müze arkeolojik kazılarda elde ettiği eserleri kasalarla müze deposuna kaldırdı. Hepsine envanter fişi hazırlanıp müze koleksiyonuna dahil edildi. Ancak 2 yıl sonra yapılan sayımda 2 eserin müze deposunda olmadığı fark edildi. Roma dönemine ait bir büst ile renkli kabartma bir pano kayıptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2012 yılında soruşturma başlattı. Kazı alanında görevli bir bekçi suçlanarak konu kapandı. Dönemin müze müdürü de görevden alındı.

INTERPOL’E VERİLDİ
Hürriyet'ten Ömer Erbil'in haberine göre, Türkiye, eserlerin çalındığını fark ettikten sonra Interpol’e fotoğrafları ile birlikte çalıntı eser başvurusu yaptı. 2013 yılında da Alman polisi İnterpol’deki eserlerin Almanya’da Sixbid müzayede şirketi tarafından satışa çıkarıldığını Türk makamlarına bildirdi. Müzayede şirketi eserleri internet üzerinden online olarak satışa sunmuştu. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri aracılığıyla müzayede şirketine eserleri iade etmesi için başvurdu. Şirket eserlerin çalıntı olduğunu kabul etmedi. Ancak İnterpol aracılığıyla eserlerin çalıntı olduğu şirkete bir kez daha hatırlatılarak satıştan çekmesi istendi. Şirket online satış işlemini kapattı ama eseri satış reyonundan indirmedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı konuyla ilgili yaptığı açıklamada: “Eserlerin 2012 yılında yurtdışına kaçırıldıkları tespit edilmiştir. Konuyla ilgili bakanlığımız soruşturma başlatmış ve sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Eserlerin Almanya’da bir müzayede şirketinde olduğu tespit edilmiş ve ülkemizden çalındığı, belgeleri, fotoğrafları ile birlikte Interpol’e bildirilerek ‘çalıntı eser’ kaydı düşülmüştür. Mahkeme süreci olmadan iyi niyetle yaklaşıp müzayede şirketinden eseri iade etmesini istedik. Halihazırda bu durum karşılıklı görüşmelerle devam etmektedir. Sonuç alınamadığı takdirde dava açacağımızı ve tüm yasal haklarımızı kullanacağımızı karşı tarafa bildirdik” dedi.

İMPARATOR VE NİKE FİGÜRÜ
Kaybolan eserler oldukça kıymetliydi. Renkli kabartma pano müze envanterine şu kayıtla girdi:

“Mermer, Roma dönemi 96 x 82 x 17 cm ölçülerinde. Karşılıklı, gövdeleri cepheden, yüzleri birbirine dönük ve profilden verilmiş, bir imparator ve bir Nike figürü betimlenmiştir. İmparator dizlerinin üzerine inen üzerinde sarı boya izleri bulunan iki parçalı savaş giysisi ve kalın kumaştan kırmızı renkli pelerin giyinmiştir. Sol kolunun dirsekten aşağısı kırık ve noksandır. Nike’nin üzerinde kalın kumaştan khiton vardır. Sarı boyanmış saçları başının arkasında topuz yapılmıştır. Elinde tuttuğu zafer çelenginin yarısı ile sol kolunun dirsekten aşağısı kırık ve noksandır. Arkasında her iki kulak hizasından başlayan yarı açık kanatlar betimlenmiştir.”
Sol Haber, 14.02.2017

'MODERN' TAŞIMA, 'TARİHİ' TAHRİBAT

Batman’daki Ilısu Barajı’nın tamamlanmasıyla 12 bin yıllık Hasankeyf sular altında kalacak.

Devlet Su İşleri (DSİ), Dicle Nehri üzerinde yapımı devam eden Batman’daki Ilısu Barajı’nın bitme aşamasına geldiğini açıkladı. Barajın tamamlanmasıyla birlikte 12 bin yıllık geçmişe sahip Batman’ın tarihi İlçesi Hasankeyf tüm ihtişamıyla sular altında kalacak. Yetkililer, ulusal ve uluslararası tepkileri azaltmak için de Hasankeyf’in sembollerinden olan Zeynel Bey Türbesi’ni yeni Hasankeyf’e taşıma çalışmalarına başladı. 

Taşıma maliyeti 16 milyon TL olan 650 yıllık bir geçmişe sahip Zeynel Bey Türbesi’ni taşıma işleminin Hollandalı “Bresser Firması” yapacak. Lastik tekerlekli SPM-T adlı araçla türbenin, bulunduğu yerden 90 santimetre kaldırılarak, iki kilometre mesafedeki yeni Hasankeyf’e taşınması planlanıyor. Türbenin taşınma işleminin Mart ayının sonunda tamamlanması hedeflenirken, bu çalışmanın ciddi zararlara yol açacağına dikkat çeken Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi aktivistleri ise kaygılı. Taşınma işleminin modern tekniklerle yapıldığı ve eserlere bir zarar vermeyeceği açıklansa da Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi aktivistleri eserlerin yıkım riski altında olduğunu söyledi. 

‘TÜRBE TAŞINMA SIRASINDA CİDDİ ZARAR GÖRÜR’
Türbenin yüzde 100 sağlam bir şekilde taşınmasının mümkün olamayacağını ve türbenin yıkılma riski olduğuna dikkat çeken Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi aktivistlerinin görüşü şöyle: “Türbenin altına platform yerleştirilerek kesme yöntemi ile taşımak ona ciddi zararlar verecektir. Üstelik türbenin taşınması için kullanılması planlanan raylı sistem tekniği dünyada bu şekilde kullanılmadığını biliyoruz. Türbenin kubbesinde çatlak bulunmaktadır. Türbe yerden 90 santimetre kaldırılarak araca yüklenirken ve taşıma işlemi süresince sürekli titreşime maruz kalacaktır. Bundan dolayı türbenin kubbesinin çökmesi ve kırılması olasıdır.” 

‘YERİNDE KORUNMALI’
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi aktivistleri, Zeynel Bey Türbesinin yerinde korunması gerektiğini belirterek, şu öneride bulundu: “Kültürel varlık dediğiniz sadece bir fiziksel yapı değildir ve doğal çevresi ile oluşturduğu organik ilişkilerle o kültürel varlıklar vardır. Yetkililer, Ilısu Barajı’na karşı tepkileri azaltmak için, ‘Bakın biz aslında iyi şeyler de yapıyoruz’ diyerek 8 yapıyı taşımak istiyorlar. Ancak bu 8 yapı Hasankeyf ile bir bütün. Bu yüzden Hasankeyf’teki kültürel yapıların devlet ve devletin kurumları ile değil; bizzat yerinde, Hasankeyf halkı ile birlikte korunabileceğini, böylece miras olarak gelecek nesillere taşınabileceğini düşünüyoruz.” 

BARAJ BİR AN ÖNCE BİTİRİLECEK!
DSİ tarafından yapılan açıklamalara göre barajın yüzde 85’i tamamlanmış, Hasankeyf Kaymakamlığı’nın açıklamalarına göre ise 2019 yılında barajda suyun tutulması hedeflendiği ve Hasankeyflilerin taşınma işlemlerinin ise 2018’de tamamlanacağını ifade ediliyor. Bundan dolayı yetkililer, Ilısu Barajı’nın yapımını hızlandırıp türbeyi taşımak için acele ediyor. 12 bin yıllık Hasankeyf, barajla birlikte tarihi kimliği ve dokusu ile sulara gömülecek, bir bellek yok olacak.

Evrensel, 14.02.2017

920 YILDIR GİZLENEN TÜRK KİTABESİ

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın Mavi Marmara olayından sonra hükümet nezdinde İsrail’e ilk gezi gerçekleştiren bakan olması ilginç bir konuyu da gündeme getirdi.



Tarih araştırmacısı Dr. Mehmet Tütüncü, Kudüs’teki Mescid-i Aksa Camii’nde bulunan ve 920 yılı aşkın süredir gizli tutulan Selçuklu kitabesinin varlığını ortaya çıkardı. 

‘Sahip çıkılmalı’
Mescid-i Aksa’nın batı duvarında yer alan ‘Mihrab-ı Zekeriya’ adlı bölmede gizlenen 4 satırlık Türk kitabesinin 2006-2007’deki restorasyon sırasında çekilen fotoğraflarına ulaşan Tütüncü, “Kutsal mekandaki Türk kitabesi 4 satırdan oluşuyor. Kitabe 920 yılı aşkın süredir üzeri kaplı halde gizli tutulmuş. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh, 2006-2007 yılında tamirat yapılırken sökülen mermerlerin arkasında kitabenin farkına varıp fotoğrafların çekiyor. Bu fotoğraflara ulaşmayı başardık. Ancak Müze Müdürü Salameh, ortaya çıkan kitabeyi açıkta bırakmak yerine, kitabe yeniden karanlığa gömülüyor. Dışişleri ve Kültür Bakanlığı girişimlerde bulunarak Selçuklu dönemine ait tarihi esere sahip çıkmalı. Selçuklular’ın Kudüs’teki idaresinden elimizde kalan tek kültür mirası bu kitabe. Kitabede Sultan Melikşah ve kardeşi Suriye Meliki Tutuş’un ismi geçiyor” dedi.

‘Mermer yerleştirildi’
Dr. Tütüncü, eline geçen fotoğrafların kitabenin tek delili olduğunu belirterek, şunları söyledi: 

“2006-2007 yılında Zekeriya Mihrabı’nın tamiratı yapılıyor. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh, 2007’deki incelemelerde restorasyonda sökülen mermerlerin arkasındaki duvarda bazı kazılmış yazılar bulunduğunu fark ederek fotoğraf çekiyor. Fotoğraf çekiminden sonra her nedense kitabenin önündeki mermerler tekrar yerine yerleştirilerek, Türk kitabesi gizleniyor. Asıl vahim olanı, Salameh, 920 yıllık geçmişe sahip olduğu tahmin edilen kitabenin açıkta bırakılarak sergilenmesi teklifini kabul etmemesi.”



Milliyet, Haber: Mert İnan, 14.02.2017
GÖL DİBİNDE BAZİLİKADAN DAHA ESKİ BİR TARİH ORTAYA ÇIKTI

Bursa'nın İznik İlçesi'nde gölün 2 metre altında tesadüfen bulunan bazilikanın geçmişi araştırılırken, daha eski bir tarihi kalıntıyla karşılaşıldı. Bazilika kalıntılarının doğusunda mezar odaları bulundu.

İznik gölünün 2 metre altındaki kilise kalıntıları Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından havadan tesadüfen görüntülenip keşfedilmişti. Sahilden 20 metre açıkta ve gölün 2 metre derinliğinde görüntülenen kalıntıların Roma askerleri tarafından öldürülen 'Aziz Neophytos' adına yapılan kilise olduğu belirlenmişti. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin'in başkanlığında 2 yıldır yürütülen su altı çalışmalarında arkeolog balık adamlar, yapının dışında o mimariye uymayan başka bir duvar kalıntısı ile karşılaştı. MÖ 3'üncü yüzyıla ait olduğu sanılan duvar şaşkınlığa sebep olurken, bazilikadan bağımsız bir tarihe ait olduğu tespit edildi.

Dalgıç arkeolog, antropolog ve sanat tarihçileri tarafından 2 yıldır su altında incelenen bazilikanın doğu yönünde kiliseden bağımsız bir duvar ortaya çıktı. MÖ 3'üncü yüzyıla ait olduğu düşünülen kalıntı bazilikadan daha eski. Ortaya çıkan oda mezarların Türkiye'de başka bir benzeri bulunmuyor. Prof.Dr. Mustafa Şahin ve ekibi, ortaya çıkan kalıntıları araştırıyor.

Su altı müzesi yapılacak
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, daha öncede burasının bir su altı müzesi haline dönüştürülmesi için çalışmaların sürdüğünü söylemişti. Altepe, "Vatikan'da yapılan son incelemelerde İncil'in 4 nüshaya indirildiği toplantının göl kıyısında yapıldığına dair belgelere ulaşıldı. Toplantının yapıldığı yerin bazilika olduğu üzerinde duruluyor. Bu kesinleşirse Bursa turizmi için çok önemli" diye konuşmuştu.
Akşam, 13.02.2017

TARİHİ KİTABI 4 MİLYON DOLARA POLİSE SATMAK İSTERKEN YAKALANDI

İstanbul Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, yurda kaçak yollarla sokulan tarihi eser niteliğindeki bir kitabın satılacağı ihbarı üzerine çalışma başlattı.



Polis ekipleri tarihi eser niteliğindeki kitabı satmaya çalışan 22 yaşındaki şüpheli A.K.'yi belirledi. Polis ekipleri, alıcı kılığında A.K. ile irtibata geçti. A.K., müşteri kılığındaki polislerden 4 milyon dolar isteyerek Küçükçekmece'de buluşmak için randevu verdi. Polis ekipleri Küçükçekmece'de ki Kitapla birlikte buluşmaya gelen şüpheli A.K.'yı yakalayarak gözaltına aldı. Ekipler tarihi kitaba ise el koydu. 

Gözaltına alınan şüpheli A.K. Vatan Caddesi'nde bulunan Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde sorguya alındı. Ele geçirilen tarihi kitap incelenmesi için Topkapı Sarayı Müzesi'ne gönderildi. Yapılan ilk incelemelerde kitabın Süryanice yazıldığı, içinde İncil'den bazı kesitlerin bulunduğu yaklaşık 400 yıllık bir kitap olduğu iddia edildi. 
Milliyet, 13.02.2017

TOKAT'TA SIK DİŞİNİ HELASI'NDAN TARİH ÇIKTI

Tokat’ta Osmanlı döneminden kalma Sık Dişini Helası'nda yapılan restorasyon çalışmaları sırasında yaklaşık 400 adet altın sikke bulundu.

Tarihi Sulusokak Çarşısı'nda Osmanlı döneminde 1600’lü yıllarda yaptırılan, son yıllarda ise depo olarak kullanılan tarihi mekanda Tokat Belediyesi tarafından 8 ay önce restorasyon çalışmaları başlatıldı. Birkaç ay önce yapılan kazı çalışmaları sırasında işçiler tarafından bir kese içerisinde farklı ebatlarda altın sikkeler ele geçirildi. Müze müdürlüğü yetkililerine teslim edilen yaklaşık 400 adet altın sikkenin envanter çalışması devam ediyor.

Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu, restorasyon çalışmaları sırasında altın sikkeler bulunduğu kaydetti. Başkan Eroğlu, “Bulunan sikkeler müze yetkililerine teslim edildi. Tarihi anlamda incelemeleri yapılıyor. Hangi tarihi döneme ait, nasıl bir değeri var ya da parasal anlamda karşılığı nedir? Tüm bunlarla alakalı olarak çalışmalar yapılıyor. Sık dişini helası daha bir çok böyle tarihe gebe gibi gözüküyor” dedi.

Başkan Eroğlu, birkaç haftaya kadar altın sikkelerle ilgili net bir bilgi alacaklarını ifade ederek, “Bir tarihi değeri olduğu parasal anlamda önemli bir değer edeceği şuanda bizim aldığımız cevaplardan anlaşılıyor. Çok değerli bir şey olduğunu çok tarihi bir özelliği olduğunu söylediler” diye konuştu.



Müze olarak değerlendirilmesi planlanan sık dişi helasının Tokat turizmine katkı sağlayacağını ifade eden Başkan Eroğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Bizim amacımız hem tarihi eserleri ortaya çıkarmak hem de geçmişimizdeki o gerçeklerle yüzleşelim, diğer taraftan da hem yerli hem yabancı turistlerinde ilgisini çekelim istiyoruz.”
Habertürk, 13.02.2017
HASTANE KAFETERYASINDA SEHPA OLARAK KULLANILAN MERMER ROMA ESERİ ÇIKTI

Manisa'da Turgutlu Devlet Hastanesi bahçesindeki kafeteryada sehpa olarak kullanılan mermer parçasının Roma dönemine ait olduğu belirlendi.

Alınan bilgiye göre, bir vatandaşın kafeterya bahçesindeki mermer parçasının tarihi eser olduğu yönündeki ihbarını değerlendiren Manisa İl Kültür ve Turizm Müze Müdürlüğü yetkilileri, inceleme başlattı.

Ekipler ilk incelemede, bin 500 ila bin 800 yıl önceye tarihlenen mermerin Roma dönemine ait bir sütunun parçası olduğunu saptadı.

Mermer parçası, ayrıntılı inceleme için Müze Müdürlüğüne götürüldü.

Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Sudak, mermerin tam olarak hangi döneme ve antik bölgeye ait olduğunun belirlenmesi için detaylı araştırma yürütüldüğünü bildirdi.

Hastane Başhekimi Sabri Taşçıoğlu ise hastanenin açılışından bu yana mermerin bahçede bulunduğunu, daha önce tarihi değeri olup olmadığı konusunda bir çalışma yapılmadığını belirterek, "Tarihi bir değeri olduğunu bilseydik muhakkak muhafaza altına alır, durumu yetkililere bildirirdik" dedi.
Sol Haber, 13.02.2017

TARİHİ EVİN ALTINDA 2 ASIRLIK MAĞARA BULDU

Gaziantep'te rivayetler üzerine meraklanan tarihi bir binanın sahibi, restore ettiği evin altında yaklaşık 2 asırlık olduğu tahmin edilen bir mağara buldu.

Gaziantepli girişimci Cengiz Zorkirişçi, aldığı tarihi Antep evini restore ettirdi. Evi aldıktan sonra evin altında büyük bir mağara bulunduğu söylentilerine kayıtsız kalmayan Zorkirişci, tüm arama çabalarına rağmen mağarayı ait bir işarete ulaşamadı. Başlayan restore çalışmaları kapsamında evin önündeki bahçeyi kazan Zırkirişçi, toprağın altında mağaranın girişinin olduğunu anladı. Toprağı tamamen temizlediklerinde alt kata inen merdivenleri bulan Zorkirişci, yaptığı araştırmalar sonucunda mağaranın tarihini henüz bilmediklerini ifade etti.

Evin yaklaşık 150 yıllık olduğunu, mağaranın da 2 asır önce oluşmuş olabileceğini belirten genç girişimci, mağaranın su sarnıcı ya da kiler olarak kullanılmış olabileceğini ifade etti. Mağaranın tarihini araştırdıklarını belirten Zorkirişçi, olanları ise şöyle anlattı:  "Burayı aldığımız kadın bu evin altında mağara olduğu söyleniyor ama bulamadık, kar yağdığında bahçenin bir bölümünde kar tutmuyor, burada olduğunu tahmin ediyoruz dedi. Burayı restore ederken bahçede toprak bir ekinlik vardı. Önce burayı kaldırdık. Altında 2-3 metre toprak doldurulmuş boşluğa ulaştık. Bu toprakları kaldırınca merdiven gördük, daha sonra bir duvar çıktı karşımıza duvarı kaldırınca baktık ki mağara söylentileri doğru çıktı. Bu mağaranın ne için kullanıldığını bilmiyoruz" dedi.  Zorkirişçi, tarihi bina ile birlikte mağarayı da restore ederek, turizme kazandıracaklarını ifade etti.
Milliyet, 13.02.2017



******


DEFİNE AVCILARININ PEŞİNDE OLDUĞU TARİHİ BİNA TURİZME KAZANDIRILIYOR

Gaziantep'te girişimci bir ev hanımının yaklaşık 2 yıl restore etmek için satın aldığı 150 yıllık Antep evi ile evin altında bulunan ve yaklaşık 2 asırlık olduğu tahmin edilen mağara, toplam 1 milyon TL'lik restorasyonun ardından turizme kazandırıyor.

Gaziantepli kadın girişimci Aynur Zorkirişci, Eyüpoğlu Mahallesi'nde bulunan ve yaklaşık 150 yıllık olduğu tahmin edilen Antep evlerinden birini restore etmek amacıyla satın almıştı. define avcılarının hedefinde olan binayı tahribattan kurtaran girişimci ev hanımı, yaklaşık 2 ay önce binayı restore çalışmalarına başlamıştı. Kulaktan kulağa dolaşan rivayetler üzerine evin altında olduğu söylenen mağarayı araştıran Aynur Zorkirişci'nin oğlu Cengiz Zorkirişci, bahçedeki toprağı kazarken mağaranın girişini bulmuştu. Yaklaşık 2 asırlık olduğu tahmin edilen mağara ve 150 yıllık Antep evini define avcılarından kurtaran Aynur Zorkirişci, binada başlattığı restorasyon çalışmalarında sona yaklaştı. Tarihi Antep evini butik otele dönüştürmek isteyen kadın girişimci, bahçeyi ve mağarayı ise yöresel yemek ve eşyaların tanıtılıp, sunulduğu bir mekan haline getirmeyi planlıyor. Yapılacak otelin 8 oda ve 20 kişi kapasiteli olacağını belirten Aynur Zorkirişci, bahçede ve mağarada ise yöresel içeceklerin yanında kişiye özel yöresel ev yemeklerinin yapılacağını, ayrıca bakır ve çeşitli el sanatlarının tanıtım ve sunumu yapacağını ifade etti.

Zorkirişçi, "Girişimci bir ev hanımı olarak, bölge tarihimize, kültürümüze katkı sunmak istedim. Turistlere yönelik bir çalışma yapmak istedim. Buralar altın avcılarının ve tinercilerin hedefindeydi. Ben çocukluğumda böyle yerlerin harap olmasına çok üzülen bir insanım. Böyle bir yer denk geldi. Sınırlarımı zorlayıp burayı satın aldım. Define arıyorlardı. tahrip edilmişti. Hazine aradıkları için çok tahrip edilmişti. Bizim umduğumuzun üzerinde bize masraf çıkardı. maddi kaynak bulabilirsem, 3,-3,5 aya tamamlanabilir. Elimdeki paramla girdim ama şimdi sıkıntım var. Mağaramızı da bulduk. Bura da da gastronomi kenti olmamız nedeniyle mağaramızda Antep yemeklerinin tamamını burada tanıtmak ve sunmak istiyoruz" dedi

Zorkirişci, bugüne kadar yaklaşık 800 bin TL harcadığı bina ve restorasyon masrafının, mağaranın da bulunmasının ardından 1 milyon TL'yi aşacağını da kaydetti.

Zorkirişci, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından ise KOSGEB'in kendisine sözü olduğunu hatırlatarak, KOSGEB desteği ile binanın iç dizaynını gerçekleştireceğini söyledi.
Milliyet, 14.02.2017

DEV MEZARI BULUNDU

İran’da, bin 500 yıl önce yaşadığı belirlenen ve boyu 2 metreden uzun olduğu tahmin edilen bir insanın mezarı bulundu. Bilim adamları bu boyun, dönemin ortalamalarının çok çok üstünde olduğunu dile getirdi.

Sputnik'in haberine göre İran’ın batısındaki Luristan bölgesinde, ilk tahminlere göre Sasani dönemine ait eski bir mezar tespit edildi. Bilim adamları, ayrıca Ahameniş İmparatorluğu ve Part Krallığı dönemlerine ait eserler de buldu.

Arkeologlar ekibinin başkanı Ata Hasanpur, “Luristan bölgesinin Çia Sabz İlçesi'ndeki kazıntıların son gününde Ahameniş dönemine ait nesneler bulundu. Bu nesneler Luristan bölgesinde bulunan Ahameniş İmparatorluğu (MÖ 705-330) dönemine ait ilk eserler oldu” dedi.

2 METREDEN UZUN OLDUĞU TAHMİN EDİLEN BİR İNSANA AİT MEZAR BULUNDU
Hasanpur, “Ayrıca Çia Sabz’ın kuzeyinde uzunca bir taş levhanın örttüğü ve dört kerpiç duvarı olan bir mezar bulundu. Mezarın uzunluğu 2 metre 25 santim olduğundan buraya gömülen insanın boyunun 2 metreyi aştığını düşünüyoruz. Mezarın yanında, Sasani dönemine ait çok sayıda seramik ürün tespit edildi ama net tarihi sadece radyokarbon analizden sonra verebiliriz” ifadelerini kullandı.

​Arkeologlar ‘devin’ mezarı yanında ayrıca çocuklara ait eski bir mezarlık da tespit etti.
Odatv, 13.02.2017

RUSYA PALMİRA'NIN SON GÖRÜNTÜLERİNİ YAYINLADI

Rusya Savunma Bakanlığı IŞİD tarafından geri dönülmeyecek bir biçimde tahrip edilen antik kent Palmira’nın Drone ile çekilmiş son görüntülerini yayınladı.Görüntülerde taş platformlar üzerine oturtulmuş, 16 adet sütunun üzerinde duran Tetrapylon anıtının büyük oranda tahrip edildiği görülüyor.



Tetraplylon, küp şeklinde inşa edilen, dört yüzünün her köşesinde bir kapı bulunan, genellikle dört yol ağızlarına inşa edilen yapılara verilen antik yunan anıtlarının bir tarzı olarak da biliniyor.
Görüntülerde antik dönemden kalma tiyatronun ön cephesi tamamen yok edildiği ve heykellerden geriye sadece moloz yığınları kaldığı görülüyor.

Pazartesi günü Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada ayrıca Suriye hükümetine ait güçlerin kentin yaklaşık 12 mil yakınında olduğu da kaydedildi.
Sol Haber, 13.02.2017
HAMAM DİYE DELDİLER, TARİHİ OKMEYDANI BARUTHANESİ ÇIKTI

Beyoğlu Belediyesi birkaç günden bu yana sosyal medyada dolaşıp duran hamam iddialarına açıklık getirdi. Habertürk’ten Nagihan Alan’ın haberine göre Piyalepaşa’da tarihi hamam olduğu iddia edilen yapı aslında Tarihi Okmeydanı Baruthanesi. Beyoğlu Belediyesi şimdi burasını temizleyip, ortaya çıkarıp restore ederek kültür tesisi yapacak.

İddialar Piyalepaşa Camii’ne ait 500 yıllık hamam kalıntısına yönelik. Vatandaşlar bu tarihi hamamın hemen yanında yer alan gecekonduya tuvalet gerekince duvarda bir bölme açılarak tuvalet yapıldığını ileri sürüyor.

Beyoğlu Belediyesi ise olayların gerçeği yansıtmadığın kaydederek, “Yapının etrafındaki gecekondularda tahliyeler yapılarak yıkımları gerçekleştiriliyor. Anıtlar Kurulu’nun verdiği karar gereği restorasyonu belediye yapacak. Kurul raporunda bir hamam değil ‘Okmeydanı Baruthanesi’ diyor.” şeklinde konuştu.

Kültür merkezi olacak
Baruthanenin iç kısmına giren bölmenin de bir tuvalet değil nalbur malzemelerinin koyulduğu bir alan olarak kullanıldığını söyleyen belediye yetkilileri, “İlk aşamada alanın temizliği yapılırken yapının duvarında çökme olmasın diye o kiremit bölge bırakıldı. Ama gerekli önlemelerle daha sonra yapıya zarar vermeyecek şekilde ayrıldı. Bölge gecekondulardan temizlendi. Buraya geniş bir kültür tesisi ve park alanı kazandıracağız. Bu baruthaneyi de restore ederek kültür tesisi içinde işlek hale getireceğiz. 1600’lü yıllara dayanan bir yapı olduğunu tahmin ediyoruz” açıklamasını yaptı.

Baruthane’nin tarihçesi 400 yıl geriye dayanıyor
Tarihi kaynaklara göre Baruthane’ye ilişkin bilgiler bir takım gerçekleri gün ışığına kavuşturuyor. Buna göre; 1578’de bir hüküm ile Topçu Ocağı bölükbaşlarından Mustafa’ya yeniçeri odalarının bulunduğu Okmeydanı’nda bir imalathane yapması emrediliyor. Kendi ile birlikte 11 nefer alarak çalışmaya başlaması emrediliyor.

Baruthane defterinin ayrı tutulması, yeniçeriler ile birlikte yoklamasının yapılması ve Topçu Ocağı Bölükbaşı Mustafa’nın yılda 1.5 kantar barut ve 400 kumbara dökmesi kararlaştırılıyor.
Okmeydanı Baruthanesi’nde Haziran 1596 tarihinde barut üretimi esnasında yangın çıkıyor ve çalışanlardan birkaç kişi ölüyor. Olay gündüz vakti meydana geldiğinden yangın diğer binalara sıçramadan söndürülüyor. Böylece 17 yıllık üretim faaliyeti olan baruthane de çalışmalara böylece son veriliyor.
emlaknews.com, 12.02.2017

ZEYTİN BAHÇESİNDE 24 SAAT LAHİT NÖBETİ

Bursa'nın İznik İlçesi'nde iki yıl önce definecilerin kapağına zarar verdiği lahit bulunan zeytinlikte 3 mezar daha bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırma çalışmalarının yapıldığı alanın Roma dönemine ait Nekropol olarak adlandırılan mezarlık olduğu sanılıyor. 24 saat bölgede nöbet tutuluyor.

Bursa'nın İznik İlçesi'nde geçen yılın kasım ayında, ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta Hisardere Köyü yolu üzerindeki Hatice Süren adlı kadının zeytinliğinde, defineciler tarafından üst kapağı kırılmış lahit bulundu. İznik Müze Müdürlüğü uzmanlarınca yapılan kazıda, 'Geç Roma Dönemi' olarak adlandırılan 3'üncü Yüzyıl'dan kalma lahit ortaya çıkarıldı. 7 ton ağırlığındaki lahitin çevresindeki toprak temizlenince kapak kenarlarında bugüne kadar bölgede görülmeyen lotus çiçeğine sarılı Eros kabartmaları ve aslan başı figürleri görüldü.





Kazı sırasında, lahitin üst kapağında 30 santimetre çapında delik açılarak içine girildiği ortaya çıktı. Define avcılarının yağmaladığı belirlenen lahit uzmanların dört gün süren çalışmaları sonucu topraktan tamamen çıkarılarak, İznik Müze Müdürlüğü bahçesine nakledildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından istimlak çalışmaları devam bölgede sürdürülen kazı çalışmalarında, tahrip edilmemiş geçen bir, iki ay önce de bir lahit daha bulundu. İznik Müzesi arkeologlarının yaptığı yüzey araştırmasında kapağına ulaşılan lahdin hiç açılmadığı sanılıyor. Toprakla üzerine örtülen lahit için Ankara'dan uzman ekip beklenirken bölgenin definecilerden koruması için Jandarma 24 saat bölgede nöbet tutuyor.  Definecilerin Kaçak kazı yapmaları sonucu ortaya çıkan bölgenin Nekropol olarak adlandırılan dönemin mezarlığı olduğu tahmin ediliyor.  Bölgenin kamulaştırılmasının ardından geniş çaplı arkeolojik kazılar başlayacak. 



Milliyet, 12.02.2017

VATİKAN ALARMDA!

Hristiyan ve Musevi dünyası, 71 yıldan buyana “Kumran tomarları” yahut “Ölüdeniz yazmaları” denen, Hristiyanlığın ilk senelerinden kalan ve kağıtlara, derilere ve bakır plakalara yazılmış dini metinleri tartışır. Hristiyan inancını derinden etkileyen bu metinler 1946’da Ölüdeniz yakınlarında, Kumran Köyü’ndeki 11 ayrı mağarada bulunmuşlardı ve arkeologlar geçtiğimiz haftalarda yeni bir mağarayı daha ortaya çıkardılar. Mağarada şimdi yoğun bir arkeolojik faaliyet var...

İsrail’de geçen hafta Hristiyan ve Musevi tarihinin son senelerdeki en büyük arkeolojik buluşlarından biri yapıldı ve bu iki dinin “Kumran tomarları” yahut “Ölüdeniz yazmaları” denen en eski belgelerinin saklandığı yeni bir mağara ortaya çıkartıldı.



Ölüdeniz tomarlarından biri.

Önce, “Kumran tomarları”nın ne olduğunu anlatayım: Tamire kabilesine mensup genç bir Bedevi olan Muhammed ed-Dib, 1946 sonbaharında bir sabah, Ölüdeniz’in kuzeybatısındaki Kumran Köyü’nün etrafında kaybolan keçisini aramaya çıktığı sırada gözüne bir mağara girişi çarptı ve oyuğu genişletip içeri girdi.



Arkeologlar, yeni buldukları on ikinci mağarada tomarları ve ilk Hristiyanlardan kalanları arıyorlar

GÖTÜRÜP ANTİKACIYA SATTI
Önce, iki adet büyük küp gördü ve Romalılar zamanından kalma el değmemiş bir hazine bulduğunu zannedip kapaklarını açtı. Küplerde birşeyler vardı ama Roma altınıyla değil, tomar tomar kağıtla dolu idiler...

Muhammed ed-Dib, küplerden çıkanları babası ile beraber Beytüllahim’e götürüp Halil İskender Şahin adındaki antikacıya sattı, sonra tekrar mağaraya döndü, etrafı kazmaya başladı, başka tomarlar bulunca götürüp onları da sattı.

Tomarlar birkaç hafta sonra Kudüs’teki Suriye Ortodoks Patriği Mar Athanasius Yeşua Samuel’in elindeydi ve papazlar ile Bedeviler Kumran’ı beraberce kazmaya başladılar.

CIA İŞE EL ATTI
Ortaya başka mağaralar da çıktı ve mağaralarda kimisi keten bezlere, kimisi de bakır plakalara sarılmış yüzlerce tomar kağıt bulundu. Yazılar Kumran taraflarında iki bin yıl kadar önce komün halinde yaşayan ve kendini gizleyen bir toplumun varolduğunu, binlerce kişinin Roma askerlerinin korkusundan bu mağaralara sığındığını ve mağaralarda dini bir medeniyetin doğduğunu gösteriyordu...

Tomarlarla ilgili söylentilerin yayılması üzerine işe CIA da karıştı ve Şam’daki CIA şefi Miles Copeland bazı tomarların mikrofilmini çekip Amerika’ya gönderdi. 1950’lere gelindiğinde tomarlar ile İsrailliler de uğraşmaya başlamışlardı... Suriyeli Patrik Mar Athanasius ise o elindeki yazıları Amerika’ya kaçı- rıp New York’ta bir banka kasasına sakladı.

Vatikan ise, tomarlardan bazılarını da satın alıp kendi arşivine koymuştu...

1954’ün 1 Haziran’ında Wall Street Journal Gazetesi’nde “İsa’dan önce ikinci yüzyıldan kalma kutsal metinler satılıktır. İlgilenenlerin PK F206’ya müracaatları” diye bir ilan yayınlandı. Satışa çıkartılan metinler, Patrik Mar Athanasius’un banka kasasına sakladığı tomarlardı, Patrik Efendi ölmüş ve tomarlar müş- teriye sunuluyordu. İsrailliler 250 bin dolar verip metinlerin hepsini satın aldılar, New York limanında bir gemiye yerleştirip İsrail’e kaçırdılar ve daha sonra da tamamını yayınladılar.

Vatikan ise belgelerin yayınlanmasına her zaman karşı çıktı; zira bir kısmı İbranice, bir kısmı da Aramice ile yazılmış olan tomarlarda Hazreti İsa hakkında o güne kadar duyulmamış ama Hristiyan itikadı ile çelişen bilgiler ve ifadeler vardı.

Tomarlar, Kumran’da bundan iki bin sene kadar önce yaşamış “Esseniler” denen gizli bir Musevi tarikatinin mensupları tarafından kaleme alınmışlardı. Kumran tomarlarında Hazreti İsa’nın da “Esseni” olduğu söyleniyor, daha da önemlisi, ailesi ile kardeşlerinden bahsediliyor ve belgeler Hazreti İsa’nın “Allah’ın oğlu” olduğu inancını hayli zedeliyordu. Üstelik tomarlara Karbon-14 testi de uygulanmış, orijinal oldukları ve bir kısmının İsa’nın doğumundan 60 sene sonra yazıldıkları anlaşılmıştı.



On ikinci mağarada bulunan boş bir tomar kılıfı

TARİH ÖNCESİ OBJELER
Kumran’daki araştırmalar tomarların bulunduğu 1946 sonbaharından itibaren durmadan devam etti. 2017’ye gelinene kadar bulunan mağara sayısı on bir idi ve arkeologlar geçtiğimiz günlerde yeni, yani on ikinci mağarayı ortaya çıkardılar. Şimdi, bu yeni farkedilen mağarada büyük bir faaliyet var. Zeminde içlerine tomarların konduğu ve diğer mağaralarda da ortaya çıkan kavanozlara rastlandı ama kavanozların içerisinde hiçbirşey yoktu, daha önce çalınmışlardı. Tomarları bağlamaya yarayan deri ve bakır şeritler hala yerlerde idi ve yanlarında boş, üzerine hiçbir şey yazılmamış bir tomar da vardı. Duvarlarda yapılan araştırmaların neticesinde oyuklarda tarih öncesi dönemlere ait küçük bıçaklar, ok uçları ve Esseniler’den kalma bazı mühürler ile topraktan imal edilmiş ufak eşyalar bulundu.



Tomarlar, Kumran’daki bu kayaların içerisindeki mağaralarda bulundu.

ARDARDA İNCİL ÇIKTI
Arkeologlar, üç haftadan buyana mağaranın zeminini kazıyorlar...

Filistin’de ve Mısır’da son 70 sene içerisinde Hristiyanlıkla ilgili çok sayıda eski metnin bulunması bilmem dikkatinizi çekti mi?

Kilisenin 4. asırda yasakladığı İncillerden biri olan Barnabas İncili’nin bir kopyasının İspanya’da ortaya çıkmasının yarattığı tartışmalar devam ederken, Mısır’ın Nag Hammadi bölgesinde 1945’te bir başka İncil, Tomas İncili bulundu ve bunu 1958’de Markus İncili’nin o zamana kadar varolmayan bazı bölümleri ile Yuhanna İncili’nin farklı bir metninin ortaya çıkması takip etti...

İNANCI SORGULATAN İNCİL
Ve nihayet 1970’lerde yine Mısır’da, Minye taraflarında papirüs yaprakları üzerine yazılmış bir diğer İncil’in, Yahuda İncili’nin mevcudiyeti farkedildi. National Geographic dergisinin bu İncil’i 2006’da yayınlaması üzerine Hristiyan ilahiyatçılar küplere bindiler, zira metinde Hazreti İsa’yı ihbar edip çarmıha gerilmesinin sorumlusu olarak kabul edilen Yahuda İskaryot’un masum olduğu ve ihbarı İsa’nın emriyle yaptığı ileri sürülüyordu!

Şimdiye kadar ortaya çıkartılan 972 adet tomara ilaveten yeni bulunan on ikinci mağarada başka kayıtlar da çıkacak olursa Vatikan kimbilir ne tepki gösterecektir!
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 12.02.2017

SANATA DÖNÜK SALDIRIDA TÜRKİYE İLK 10'A GİRDİ

Danimarka merkezli kuruluş "Freemuse" tarafından her yıl yayınlanan sanata ve sanatçıya dönük hak ihlallerinde, Türkiye bu yıl ilk 10'a girdi.

Rapora göre 2016'da, 78 ülkede sanatçılara ve eserlerine dönük toplam 1028 saldırı gerçekleşti. Bu sayı 2015'te belgelenen saldırılardan yüzde 119 daha fazla. 

Sayılar, Irak'ta batı müziği dinlediği için IŞİD tarafından öldürülen 15 yaşındak çocuğu da içeriyor.

Freemuse, saldırıları sınıflandırmaya tabi tutuyor. Buna göre "ciddi şiddet" sınıfı, öldürme, hapsetme, ölümle tehdit etme eylemlerini içeriyor. 

Raporda, Türkiye, en çok sansür uygulayan ülkeler arasında yedinci sırada yer alırken, ilk 10’da Kuveyt, Çin, Mısır, Hindistan, Rusya, ABD, Pakistan ve İran bulunuyor.

EN CİDDİ ŞİDDET EYLEMLERİNDE, İKİ NUMARA TÜRKİYE
En ciddi şiddet eylemleri İran'da yaşanırken, bunu sırayla Türkiye, Mısır, Nijerya, Çin, Rusya, Malezya, Suriye, Tanzanya, Özbekistan izliyor. 188 "ciddi şiddet" vakasının 126'sı bu ülkelerde gerçekleşmiş.

Şiddete en çok konu olan sanat ise müzik. Tüm vakaların yüzde 46'sı hedef olarak müziği içeriyor.

Raporun Türkiye’yle ilgili bölümünde ise Türkiye'nin 2015’te 12’nci sıradayken 2016’da 13 teyit edilmiş sansür vakasıyla yedinci sıraya yükseldiği bildiriliyor.

Raporda; "Ülkede sanatın tüm dallarına yönelik sansür eylemleri ‘devletin bekası’ gerekçesiyle gerçekleşirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbe girişiminin ardından muhalif seslere yönelik baskısı sebebiyle arttı” ifadeleri yer alıyor.
Sol Haber, 11.02.2017

TÜRKİYE'NİN KÜLTÜR SANAT KALESİ: DTCF

İsim babası Mustafa Kemal’den duvarlarına imzasını atan mimar Bruno Taut’a, Muhsin Ertuğrul’dan diğer tüm efsane hocalarına kadar modern Türkiye’yi var eden pek çok ismin emeğinin geçtiği bir eğitim ekolü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi. Kısaca DTCF... Mezunları, bugün ülkenin kültür sanat hayatına yön veren isimler. Bu isimlerden biri de tiyatro bölümü mezunu, yazar Murathan Mungan. Bu hafta başında yayımlanan 686 sayılı KHK ile beş öğretim görevlisini kaybederek fiilen kapanma noktasına gelen okulunu, savunulması gereken bir kültür sanat kalesi olarak tarif ediyor.

Yeryüzünde tiyatronun binbir derde deva olduğuna inandım bir kez. Bütün kötülüklerin, insanın insandan kopmasından, uzaklaşmasından; birbirlerinin sıcaklığını, sevgisini duyamadıklarından doğduğuna inanç getirdim bir kez. Artık, beni bu inançtan, bu kanıdan kurtaramazdı kimse. Onun için, bu yolu doğru yol belledim. İyiliğe, güzele, gerçeğe çıkaran yol...”

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) Tiyatro Bölümü, bu sözlerin sahibi Muhsin Ertuğrul’un yüreklendirmesiyle kuruldu.

14 Haziran 1935’te, TBMM’de kabul edilen yasa, adını Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşunu haber veriyordu. Amaç, hem ulusal bilincin gelişmesi hem de özgür düşünceli bireylerin doğru ve ülkesine yararlı yetişebilmesi için, Türk dilinin, tarihinin ve kültürünün araştırılmasıydı.

1936’da 195 öğrenci ile öğretime başlayan fakülte, 1940’a kadar I. Ulusal Mimarlık Akımı eseri olan, bugün Ankara Devlet Tiyatrosu’na ev sahipliği yapan Evkaf Apartmanı’nda öğrencilerini yetiştirdi. O arada, ömrünün son demlerini yaşayan Alman mimar Bruno Taut’a, fakülte binasının projelendirilmesi işi verildi. Yahudi asıllı Taut, Nazi Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye gelen bilim insanlarından biriydi. Atatürk’ün naaşının konulduğu katafalkın çizimini 36 saatte yapan da oydu. Kabri, İstanbul Edirnekapı Şehitliği’nde olan Taut, buraya kabul edilip gömülen tek gayrimüslim. DTCF’nin bugün bulunduğu Sıhhiye’deki binasının projesini tamamladıktan kısa süre sonra İstanbul’da hayata veda etti.

1948’DEKİ İLK TASFİYE SÜRECİ
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türkiye tarihinin incelenmesine kaynaklık edecek olan Sümerce ve Hititçeden Latince ve Yunancaya, antik Doğu ve Batı dillerinin yanında modern diller ile coğrafya, felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi çeşitli sosyal bilimlerin farklı alanlarında eğitim veriyordu. Tiyatro eğitiminin konservatuvarlar dışında, bilimsel düzeyde verildiği ilk bölüm olan DTCF Tiyatro Bölümü’nün temeli, 1958’de atıldı. Muhsin Ertuğrul’un yüreklendirmesi ve Prof.Dr. İrfan Şahinbaş’ın girişimleriyle Tiyatro Enstitüsü kuruldu. Enstitü, 1964’te Tiyatro Kürsüsü, 1981’de Tiyatro Bölümü adını aldı. DTCF Tiyatro Bölümü duvarlarına, sıralarına, tarihine, geleneğine hocaların hocası olarak bilinen Sevda Şener, Metin And, Turgut Özakman, Sevinç Sokullu, Nurhan Karadağ, Selda Öndül gibi tiyatro dünyasını biçimlendiren isimlerin sesi sindi.

Hafta başında, 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile fiilen kapanma noktasına gelen DTCF’nin geçirdiği ilk sarsıntı değil bu. HDP Milletvekili Mithat Sancar’ın Meclis’te yaptığı konuşmada hatırlattığı gibi fakülte, 1945’te başlayıp 1948’de sonlanan bir başka tasfiye süreci geçirmişti.

1945’te, DTCF’de dekanı Prof.Dr. Enver Ziya Karal’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na komünist oldukları gerekçesiyle dört hoca için yazdığı raporla başlayan süreç 1948’de tasfiyelerle noktalanmıştı. Doçent Behice Boran, Doçent Pertev Naili Boratav ve Doçent Niyazi Berkes üniversiteden uzaklaştırılmış, Mediha Esenel (Berkes) ise istifa etmek durumunda kalmıştı. Hepsi de Türkiye kültür ve siyaset hayatına damga vurmuş, önemli eserler vermiş isimlerdi.

32 YILLIK FOTOĞRAFÇI NEBİ(ÇİM) ADAM
DTCF, tarihi boyunca karşıt görüşlerin, fikirlerin bir arada yaşatıldığı bir okul oldu. Elbette sık sık çatışmalar da yaşandı, özellikle 90’lı yılların başında. 1985 yılında Sümeroloji Bölümü’nde okumaya başlayan, 32 yıl sonra hala DTCF’de çalışan, okulun sembollerinden biri haline gelen, öğrencilerin ‘NebiÇim Adam’ı, fotoğrafçı Nebi Coşkun, DTCF’nin en önemli özelliğinin de bu olduğunu söylüyor: “Dil-Tarih’li olmaktan gurur duyuyorum. Türkiye’de iyi ki böyle bir okul var. DTCF sayesinde sağcılar solcuları, solcular sağcıları tanıyor. Ben mesela formasyon eğitimini Gazi Üniversitesi’nde aldım. Orada tek bir görüş hakimdir. DTCF öyle değil, bizde her kesimden öğrenci vardır. Sadece sağcı veya solcu değil, feministler, LGBTİ’ler... Herkese yer vardır, herkes barınabilir. Atatürk’ün kurduğu okuldur DTCF, güneş balçıkla sıvanmaz.” 

Mezunlarının pek fazla uzaklaşamadığı bir okul DTCF.  Öğrenciler için burası bir ‘mecburiyet’ değil, bir yaşama yeri. Tiyatro bölümü mezunu, Afife Tiyatro Ödüllü oyun yazarı Firuze Engin, “Bizim bölümde herkes, birbiriyle yan yana gelmekten haz duyduğu için okula gelir. Çoğu zaman, o gün dersin yoksa bile okula gidersin, milleti görmek için. Dersin bittiyse de akşama kadar okuldan çıkmazsın, içerisi dışarıdaki hayattan daha eğlencelidir çünkü. Bölümde, her an bir üretim hali vardır. Bir arkadaşın projesini veya tezini çalışıyordur, provaya göz atarsın; belki bir oyuna müzik yapılıyordur şarkıyı öğrenirsin, sen de söylersin; birisi ezber yapıyordur ezberini tutarsın, birileri dekor boyuyordur iki fırça da sen atarsın,  ya da orta bahçede hararetle bir tiyatro kuramı konuşuluyordur, muhabbete katılırsın” diyor.

DTCF’YE BİR GİREN BİR DAHA AYRILAMAZ
Son KHK ile ihraç edilen
Dr. Elif Çongur da okula bir kez girenin bir daha çıkamadığını anlatıyor. 1995’te lisans öğrencisi olarak DTCF’nin kapısından adımını atan Çongur, yüksek lisans, doktora derken hoca olmuş ve hayatının 22 yılını buraya vermiş. “Atmasalar bir yere gitmezdim” diyor ve ekliyor: “Başka ülkeye yerleşirsin, kalkıp tatile gelsen ilk oraya gelirsin. Ödül alırsın, hemen oraya koşarsın.”

Ankara’nın orta yerindeki DTCF’nin ‘orta bahçe’ diye anılan avlusunda, eskrim provası yapan, Lady Macbeth kostümüyle çay almaya giden, ortalıkta ses-konuşma alıştırması yaparak dolanan tiyatro bölümü öğrencilerine rastlamak günlük rutindendir. Birbirlerine “Çiçaam” diye seslenirler, fakülte kantinin karınca gibi koşturan emekçisine “Atom” derler. Efsane hocaları Nurhan Karadağ’ın geleneğidir; mezun oldukları gün hocalarıyla oturur fıstıklı baklava yerler. Ve yine Elif Çongur’un dediği gibi, “Her fırsatta, her 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde, her oyunda, her iyi günde, her kötü günde, sebepli sebepsiz birbirlerine ve hocalarına koşarlar...”

MEZUNLARIN DİLİNDEN DTCF TİYATRO BÖLÜMÜ
Songül Öden: Kolektif yaşamı deneyimlediğim; kafamı, kalbimi Türkiye’deki ve dünyadaki sanat kuramları ve uygulamalarına açan ve orada edindiğim bilgiyi seyirciyle buluşturan ilk ve en önemli duraktır. Ve hocaları annedir, abladır, babadır, arkadaştır, terzidir, sırdaştır, eleştirmendir, hayvanseverdir, kendine benzemeyen herkesi ilk anlayandır. Başörtüsü çıkarılıp ikna odalarına sokulan arkadaşlar için de insani duruş sergileyen onlardı, okulu kendi imkanlarıyla güzelleştirenler de, herkes için barış isteyenler de... Vicdandan ve insandan taraf oldular hep. Absürd tiyatroyu çok severim ve iyi anlatırdı hocalarım. Absürd tiyatronun en önemli örneği kıymetli hocalarımın görevden alınmasıdır.

Burak Satıbol: Hayallerimizi büyüttüğümüz, Mahşer-i Cümbüş’ün temellerini attığımız yer... Ne zaman umutsuzluğa kapılsak, işler kötü gitse orada geçirdiğimiz günleri anıp güç tazeledik. Bize sanatımızı öğreten hocalarımız hep oradaydı ve hep orada olacaklar!

Cihan Ercan: Sadece tiyatro değil; tarih, coğrafya, restorasyon öğrencisinin de ülkesinden, dünyadan haberdar olduğu yerdir DTCF. Akıllı, vicdanlı, donanımlı insanlar yetiştirmeye çalışır Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri. Tüm Ankara Üniversiteli hocalarımın yanındayım. Ve kefilim; haddim
olmayarak.

Hazal Türesan: Hocalarımız hayatımda öğrendiğim en kıymetli şeyi hediye ettiler  bana: “Empati kurmayı”. Orada anladım ki empati kurmak sadece oyunculuğun değil, doğru bir insan olabilme yolunda ilerlemenin de temeliymiş. Geriye dönüp baktığımda orta bahçenin farklılıkların buluştuğu, üreten insanların birbirine değdiği bir yer olduğunu görüyorum. Hepimiz birbirimize karışıyoruz. Bugün belki de hepimizin ihtiyacı olan şeyi bulmuştuk biz orada. Birbirimizi değiştirmeden, anlayarak, biz olarak kalmayı öğrenmiştik.

DTCF MEZUNU MURATHAN MUNGAN: MUHASARA VARSA SAVUNULMASI GEREKEN HAYATLAR VARDIR
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, eğitim ve kültür tarihimizde başlı başına bir kurum, tiyatro bölümüyse tam anlamıyla bir kültür ve sanat kalesidir. Bugün eğitim, kültür ve cümle hayat dört koldan faşizan bir muhasara altında olmasaydı, burada ‘kale’ sözcüğünü kullanmayabilirdim. Bilenlere hatırlatmak, bilmeyenleri bilgilendirmek amacıyla, mezunu olduğum bu bölümün kendi öğrencilik yıllarımdaki öğretim kadrosunu saymak isterim. Sevda Şener, Metin And, Özdemir Nutku, Melahat Özgü, Sevinç Sokullu, Nurhan Karadağ, Cüneyt Gökçer, Turgut Özakman, Yücel Erten, Alim Şerif Onaran, Mahmut Tali Öngören, Emre Kongar, Ayşegül Yüksel. Bu arada her yarıyılda gerek fakülte içindeki diğer bölümlerden, gerek başka fakültelerden alınan yardımcı derslerle, teorik ve pratik çalışmalarla beslenen yoğun ve güçlü bir eğitimden geçerdi öğrenciler. Sanat Antropolojisi, Yaratıcı Psikoloji, Hegel’in Sanat Felsefesi, Yılmaz Güney Sineması gibi başlıklar altında özetleyebileceğim benim aldığım sadece bu dersler, hazırladığım bu dönem ödevleri bile verilen eğitimin niteliği ve düzeyi konusunda kabaca bir fikir verebilir. Sonraki yıllarda da bu kadroların yetiştirdiği, donanımlı, iyi eğitilmiş öğretim görevlileri tiyatro bölümünü günümüze aynı güçle, aynı ufuk genişliği içinde taşıdı. Bugün kültür ve sanat dünyasında yazar, yönetmen, dramaturg, oyuncu, öğretim görevlisi olarak ışık saçan pek çok değerli insan bu okulun mezunudur. Muhasara varsa, savunulması gereken kaleler, burçlar, sahip çıkılması gereken hayatlar vardır.

Hürriyet, Haber: Banu Tuna, 11.02.2017

ABDÜLHAMİT'İN KIŞLASI İMARA AÇILIYOR

Sultan 2’nci Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları için pek çok şehirde oluşturulan kışlalardan biri olarak Mersin’de 1904 yılında bir askeri kışla inşa edilmişti.



Birinci Dünya Savaşı devam ederken İngilizler tarafından şehirle birlikte kışla da bombalandı. Cumhuriyet’in ilanından sonra kışla 23. piyade alayına tahsis edildi. İkinci Dünya Savaşı’nda alay Trakya’ya taşınınca emniyet açısından Heybeliada’daki Deniz Okulları buraya getirildi. 1946 yılına kadar da Mersin’de, bu arazide kaldı. 

YÖNETMELİĞE UYGUN
Yaklaşık 30 yıldır boş duran bu değerli arazinin imara açılması yönünde ciddi bir karar çıktı. Adana Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, 1995 yılında askeri kışlanın bulunduğu parseli ‘‘tarihi sit alanı’’ olarak tescilledi. Geçtiğimiz yıl Ocak ayında da bu kararın tapuya işlenmesine karar verildi. Bu gelişme üzerine OYAK Genel Müdürlüğü koruma kurullarının bir üst merci olan Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu’na itiraz etti.  Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Ömer Arısoy’un başkanlığını yaptığı 15 üyeden oluşan Yüksek Kurul, oy birliği ile itirazı yerinde bularak Adana Koruma Kurulu’nun tarihi ve doğal sit alanı ilan ettiği kararı  iptal etti. Böylece arazinin imara açılmasının önündeki en büyük engel kalkmış oldu.

BELEDİYE PARK İSTİYOR
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz konuyla ilgili “Eski stadın olduğu yer TOKİ’ye devredilmişti. Cumhurbaşkanımızla görüştüm buranın meydan olmasını istediğimizi söyledim. Söz konusu arazi de buranın yanı. Oranın da meydana dahil edilerek park olmasını istiyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 11.02.2017
PİYASA DEĞERİ 10 MİLYON LİRA OLAN TARİHİ ESER ELE GEÇTİ

Muğla'da jandarmanın yol kontrolleri sırasında durdurulan bir otomobilde piyasa değeri 10 milyon lira olan tarihi eser ele geçirildi.

Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından bugün akşam saatlerinde asayiş ve yol kontrolü uygulaması yapıldı.



Muğla-Antalya Karayolu'nun 10'uncu kilometresindeki uygulama noktasında şüphe üzerine durdurulan 48 SC 406 plakalı otomobilde arama yapıldı.

     

Aramada, bagajda beyaz çuval içerisinde beze sarılı halde Hazreti İsa Heykelciği ve Haç figürleri bulunan 3 obje ele geçirildi.

Tarihi eserlere el konurken, otomobildeki M.D., E.Y., A.B. ve M.A. gözaltına alındı.

Uzunluğu 72 santimetre olan Hazreti İsa heykelciği, 2 şarap kadehi ve gözyaşı şişesinin piyasa değerinin 10 milyon liranın üzerinde olduğu öğrenildi.
Milliyet, 11.02.2017

TAKSİM'E YAPILACAK CAMİNİN RUHSATI VERİLDİ

Taksim'de yapılması planlanan cami alanında çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. İş makinelerinin geldiği alana ilk kazma da vuruldu. Çalışmalar devam ederken caminin yapılması planlanan alandaki Taksim Mescidi'nde ise Cuma namazı kılındı. Mescide sığmayan vatandaşlar, namazı mescidin sokağına serilen hasırlarda kıldı.
Cemaatin Cuma günleri mescide sığmadıklarını söyleyen esnaf Mustafa Darcan, "Çevre esnafı olarak yakın olan bu mescitte namaz kılıyoruz. Mescide 300 kişi ancak sığıyor. Geri kalanlar sokakta kılmak zorunda kalıyor. Hava soğuduğunda ve cemaatin kalabalık olduğu cuma namazlarında zorluk çekiyoruz" dedi.

"KAMU KAYNAKLARI HARCANMAYACAK"
Cuma namazı için Taksim Mescidi'ne gelen Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ise yapılacak cami projesi hakkında bilgi verdi. Cami ruhsatının verildiğini söyleyen Demircan, "Taksim Mescidi'nin bulunduğu yerde bir Taksim Camii projesi son 50 yıldır kamuoyunun gündemindedir. 2010 yılında koruma alanları imar planlarımızda otopark alanı cami alanı olarak tescillenmişti. 2013 yılında imar planları iptal olunca 2015'e kadar bölge plansız kalmıştı. 2015 yılında mevcut yapı Danıştay'dan tekrar geri gelince burada cami yapımına da onay çıkmıştı" dedi.

Projenin Anıtlar Kurulucunda onaylandığını söyleyen Demircan şöyle devam etti: "Taksim Cami'ni yapmak isteyen hayırsever işadamları da var. Kamu kaynağı harcanmadan yapılacak bu caminin belediye ruhsatı da verilmiş durumdadır. Ruhsatı alan iş adamı iş makinelerini getirdi ve ilk çalışmalarına başladı. Kazık çakıldı. Anıtlar Kurulu'nun gözetiminde devam edecek. İnşaat 1-2 yılı bulacak. Tüm masrafı Sur Yapı ortakları üstleniyor. İhale yapılmadı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile bu işin yapılması konusunda protokolünü yaptı. Cami, mimarisi ile buradaki yapılara uygun."
Habertürk, Haber: Yusuf Doğan, 10.02.2017

50. YIL CUMHURİYET ANITININ PARÇALARI MOLOZ OLDU

Sormak istiyorum: Bilmiyorum dünyanın başka neresinde böyle bir şehircilik uygulaması gerçekleşir?Şehrin önemli bir anıtının içinden boru döşemek için kazı yapılır? Bunlar İstanbul’un merkezinde, Galatasaray’da oluyor.

Cumhuriyet’in Ellinci Yıl Anıtı*‘nın çevre düzenlemesinin içinde altyapı çalışmaları kapsamında hafriyat yapılmış. Anıtının bazı parçaları kırılmış. Hafriyat sonucu çıkan parçaları da moloz olarak atılmış!

İş makinesi, bugünlük çalışmasını bitirmiş bekliyor. Belki yarın çalışmaya başlayacak ve diğer parçaları da kıracak.

Hafriyat kazısının önüne bir anıt çıkıyor. Anıtın çevre düzenlemesi yok edildiği gibi, kendisinin de bazı parçaları hasar görüyor. Bu uygulama projesiz yapılmıyor. Yani ölçülüp, biçilip, projeler, planlar çiziliyor. (Yani görünüşte öyle oluyor.)

Daha önceki İstiklal Caddesi düzenleme çalışmasında da kaldırılan molozlar üzerine yığılmıştı.
Molozlar zorla kaldırılmış, üzeri örtülen çevre düzenlemesi de inanılmaz zorluklarla, mücadelelerle tekrar kaplamanın altından çıkarılmıştı. Kazı başladığında kabağın gene Cumhuriyet Anıtı’nın başına patlayacağını tahmin etmiştim. Hani kavga çıkmasa, bu anıtı çoktan yok etmişlerdi diyeceğim. Ama söylemeye dilim varmıyor. Belki de yarın yıkarlar diye.

Orada bir anıt olduğunun farkında değiller

Aslında bu plan ve projeleri hazırlayanların anıtı yok etmek gibi bir art niyetleri falan da yok. Orada bir anıt olduğunun farkında değiller yalnızca. Bu yüzden kazıyı bir metre bile kaydırmayı düşünmemişler.

Bu şehirde bu kadar plancı, uzman, mimar falan var. Belediyesinin muazzam bir bürokrasisi var. Koruma kurulları falan da var. Bunların hepsi mebzul miktarda. Peki bu unutkanlık, boş vermişlik nasıl oluyor?

Nasıl oluyor da bu şehircilik uygulamaları sanki hiç bir plan, proje olmadan yapılıyor? Ya da varmış gibi yapılıyor?

Şaşırtıcı olan (yalnızca anıtın durumu değil) bu.

*Cumhuriyetin 50. yılı için Şadi Çalık‘tan istenen heykel İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda yer almaktadır. Galatasaray Heykeli adıyla da bilinen 1973 yapımı anıt genç ve dinamik cumhuriyeti temsilen göğe uzanan 50 çelik borudan oluşur. Sanatçı Beyoğlu’nun karmaşasını eserin sadeliğiyle yener.
Sanat Atak, Haber: Korhan Gümüş, 10.02.2017

KNİDOS ANTİK KENTİNDE KAÇAK KAZIYA 3 GÖZALTI

Datça İlçesi'nde jandarma ekiplerince düzenlenen operasyonda kaçak kazı yaptıkları belirlenen 3 kişi gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, Datça Jandarma Komutanlığı ekipleri, Yazı Mahallesi'nde birinci derece sit alanındaki Knidos antik kenti Kıyrap mevkiinde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine çalışma başlattı.

Bölgenin kontrolü için çıkarılan Jandarma devriyesi, belirtilen mevkide park halinde gizlenmiş vaziyette bir kamyonu tespit etti.

Ekipler, bölgede yaptıkları incelemede üç şüpheliyi Roma dönemine ait mezarları kazarken suç üstü yakaladı. Gözaltına alınan şüphelilerin kaçak kazıda kullandığı dedektör, kazma, kürek, çapa malzemeleri ele geçirildi.

Şüphelilerin, "tarihi eser kaçakçılığı yapmak" suçlamasıyla jandarmadaki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edileceği öğrenildi.
Habertürk, 10.02.2017

MONA LISA'NIN GÜLÜŞÜNDEKİ SIR FRENGİ Mİ?

Sanat tarihinin en ünlü tablosu Mona Lisa’ya dair son teori bir seks ve ölüm hikayesi olabileceği yönünde…

Tahminler ortaya atılsa da Leonardo da Vinci’nin yüzyıllardır gizemini koruyan Mona Lisa’nın gerçekte kim olduğu ve gizemli gülüşü hala kesin olarak aydınlatılamadı. Günümüzde sanat tarihçileri tablodaki kadının Floransalı tüccar Francesco del Giocondo’nun eşi Lisa Gherardini olduğunu düşünüyor ancak gülüşüne dair teorilerin ardı arkası kesilmiyor. Son olarak bu yarışa katılan isim Guardian’ın tartışma yaratan sanat eleştirmeni Jonathan Jones.

Jonathan Jones’un Mona Lisa’ya dair teorisi bu gizemli gülüşün bulaşıcı bir cinsel hastalıktan, frengiden kaynaklandığı üzerine. Eleştirmen Lisa Gherardini’nin Floransa’daki bir manastır defterinde adının kayıtlı olduğunu, buranın eczacısından salyangoz suyu aldığını söylüyor. Salyangoz suyunun o dönemde cinsel yolla bulaşan hastalıkları tedavi etmek için kullanıldığı biliniyor.

Frengi teorisini zayıflatan tek unsursa manastır kaydının Mona Lisa’nın çizildiği 1503’ten en az 10 yıl sonra olması. Parçalar tam oturmasa da Jones, Gherardini’nin Rönesans dahisine poz verdiği dönemde de hasta olduğunu öne sürüyor. Yarım gülüşündeki melankoliyi, gözlerinin etrafındaki koyuluğu ve halkaları, üzerindeki garip yeşil ışığı hastalığın belirtileri olarak sunuyor.

Freud’dan destek alıyor
Teori, Sigmund Freud’un 1910 tarihli kitabı Leonardo da Vinci and a Memory of His Childhood’dan da destek alıyor. Kitapta Freud, da Vinci’nin cinselliği yaşamaktan korkan bir eşcinsel olduğunu bu yüzden de libidosunu bilim ve sanatla arındırdığını iddia ediyordu.

Sanat Atak, Haber: Ali Murat Ergül, 09.02.2017

BETONARME ZİHNİYET

Osmanlı mezar taşları tarih boyunca çok zulüm gördü. Ama hiç bu kadar şuursuz bir katliam görmemişti! İşte Muğla'daki Rufai Şeyhi Hasan Nuri Efendi Türbesi'nde çekilen içler acısı manzara...

Betonlaşan zihniyet!

Bu fotoğrafın ne zaman çekildiğini malesef öğrenemedik ama çekildiği mekanı öğrenmeyi başardık.

Arkeoloji.tv ekibi internette yayınlanan fotoğrafın gerçek mi yoksa manipülasyon mu olduğunu araştırdı....

İnternet üzerinde bulunabilen en eski yüklenme tarihi instagram üzerinden 22 Kasım 2016... İstanbul'da bir üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğrenim gören bir hanımefendi tarafından yüklenmiş resim. Resme yapılan yorumlara, yükleyenin verdiği yanıtlardan resmin bir bahçe duvarından çekildiği anlaşılıyor. Yükleyicinin onayını henüz alamadığımız için ismini kullanmadık.

MUĞLA'DA TÜRBE DUVARI
Facebook sayfamızdan yaptığımız paylaşıma yorum yapan, Arkeolojinin Gizemi grubu üyesi Aylin Taren hanımefendi; "Burası Muğla merkezde çok küçük bir türbenin duvarıdır. Pek kimse burayı bilmez sadece eski muğlalılar ve orada yaşayan insanlar bilir" yorumu ile söz konusu fotoğrafın Muğla'da çekilmiş olduğunu belirtmişti.

Bir diğer takipçimiz Yusuf Bey, fotoğrafın Muğla'nın tarihi kesimde yer alan eski Muğla bölgesinde  Rufai Şeyhi Hasan Nuri Efendi Türbesi'nde çekildiğini belirtmiştir. 



Yoruma gerek yok.. Vaziyet ortada!

arkeolojikhaber.com, 09.02.2017


5 - 11 Şubat 2017
EYFEL KULESİ ÇEVRESİNE DUVAR



Eyfel Kulesi İşletme Şirketi tarafından yapılan açıklamada, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2016) sırasında geçici olarak yerleştirilen çitlerin kalıcı hale getirilmesi kararı alındığı bildirildi. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Bernard Gaudillere, Le Parisien gazetesine yaptığı açıklamada, "Eyfel Kulesi ve içinde bulunduğu bahçenin kurşun geçirmez bir duvar ile çevreleneceğini" söyledi.

Sonbahardan itibaren faaliyete geçecek duvarın 2,5 metre yüksekliğinde ve kurşun geçirmez özelliğe sahip olacağı belirtilen açıklamada, terör saldırılarına karşı bu tür bir uygulamaya gidildiği ve kule girişinin tek bir noktadan sağlanacağı vurgulandı.

20 milyon avroya mal olacağı belirtilen duvarın Eyfel Kulesi ve çevresinde önemli değişikliklere yol açacağı, kuleye gidiş araç yolunda da yeni düzenlemenin yapılacağı kaydedildi. Paris Belediyesi, kulenin şimdi olduğu gibi ücretsiz olarak ziyaret edileceğini açıklarken, tek giriş ve güvenlik kontrolü uygulamasının turistlerin bekleme sürelerini birkaç kat artıracağı vurgulanıyor.
Yapı, 09.02.2017

ESKİŞEHİR'DE MODERN SANAT MÜZESİ AÇILIYOR

Özel müzelerin açılması, o kentte sanatın birçok kişi tarafından tanınmasını, izlenmesini sağlıyor.

Özellikle görsellik konusundaki atılımlarıyla özel müzeler önemli bir işlevi yerine getiriyorlar.

Üniversite kenti Eskişehir’de Polimeks’in çabasıyla 2018’in sonunda yeni bir müze ziyarete açılacak.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Odunpazarı bölgesinde yapılan müzenin adı “OMM” (Odunpazarı Modern Müze) olacak.

Modern sanat müzesinin içinde bir de butik otel bulunacak.

Eskişehir’e gittiğimde, Büyükşehir Belediye Başkanı Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen’in Odunpazarı’nda onardığı bir otelde kalmıştım. Müze arazisini de başkan, müzeyi yapanlara tahsis etti.

Tarihi bir bölgede bu tür mekanların yapılması, kültür turizmi açısından da o kenti yüceltir.Müzelerin içindeki malzeme kadar, müze binasının mimarisi de hiç kuşkusuz özen gösterilmesi gereken bir anlayışı gerektiriyor.

Müze binasının yapımını Japonya’nın tanınmış mimarlarından Kengo Kuma üstlendi. Sanatçı, müzenin mimari felsefesini şöyle özetliyor: “Doğa ile mimariyi, ‘bina’ ve bulunduğu ‘lokasyon’ arasında güçlü bir bağ kurulmasını sağlayacak şekilde harmanlamak. Bunu sağlamak için kolayca temin edilebilecek ahşap, taş ve kağıt gibi doğal ve yerel malzemeyi kullanmayı tercih ediyorum.”

Müzenin maketini gördüğünüzde, binanın bu anlayışı yansıttığını göreceksiniz. 3 bin300 metrekare alan üzerine kurulacak müzede Polimeks koleksiyonunda yer alan modern ve çağdaş Türk sanatçılarının yapıtları sergilenecek.

Polimeks Yönetim Kurulu Başkanı Erol Tabanca, müzeyi niçin kurduklarını, gençler için önemini vurguluyor:
.
“Dünyada bu türlü müzelerde sergilenecek eserler kadar, müze binasının mimarisinin de dikkat çekici olmasına özellikle önem veriliyor. Koleksiyonumuzdaki, sanat değeri yüksek eserlerin yer alacağı müzemiz için biz de bu alanda dünya çapında bir mimarla çalışmaya karar verdik.
Özellikle gençlerin çağdaş ve modern sanata, tasarıma, mimariye olan ilgisini önemsiyoruz. Polimeks olarak felsefemiz, dünyanın neresinde olursa olsun sadece anahtar teslim projeler üretmek değil. Bulunduğu şehirle ve yerel kültürle bütünleşen, ona katkıda bulunacak, sürdürülebilir ve bizden sonraki jenerasyonlara ilham kaynağı olacak izler bırakmak isteğindeyiz. Eskişehir’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş tarihi ve en özel bölgesi olan Odunpazarı’ndaki restorasyon çalışmalarının da bir parçasını oluşturacak bu müze Eskişehirlilerin sanatla buluşmasına katkı sağlayacak, manevi değeri yüksek bir projedir. Eskişehir bizim evimiz, burada daha önce de yatırımlarımız oldu.”

ÖZEL müzeleri, sanatın ilerlemesi, sanatçıların tanınması için gerekli yatırımlar olarak görüyorum.



Eskişehir’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş tarihi bölgesi Odunpazarı’nda yapılan modern sanat müzesi OMM, tamamlanınca böyle olacak. 

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 09.02.2017
KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA KURULU İBB'Y MAÇKA PARKI ÇİN UYARDI

Beşiktaş ve Sarıyer bölgesinden sorumlu olan İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Dolmabahçe tünelinin yapımı için Maçka Demokrasi Parkı'nın güney girişini bariyerlerle kapatan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni 'koruma bölge kurulu izni alınmadan herhangi bir inşai ve fiziki uygulama yapılmaması' konusunda uyardı.

DHA’nın haberine göre, Maçka Demokrasi Parkı'na bariyer konulmasının ardından, avukat Eren Can ve Elvin Çerdik, parkın bu kısmından sorumlu olan 3 No'lu Koruma Kurulu'ndan projeyle ilgili bilgi talep etti. Talepleri inceleyen Kurul, “Dolmabahçe-Levazım-Armutlu-Ayazağa-Çayırbaşı Karayolu Tünel Projesine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne uyarı gönderdi. Söz konusu proje güzergahının, kısmen Dolmabahçe Sarayı Saat kulesi ve Bezmi Alem Valide Sultan Camii Koruma alanları içerisinde olduğunun belirtildiği 7 Şubat tarihli yazıda, Boğaziçi Nazım İmar Planı'nda Boğaziçi Geri Görünüm bölgesinde ve kısmen de sit sınırları dışında kaldığı belirtildi. Koruma Kurulu belgelerin tamamlanmasının ardından konunun tekrar değerlendirileceğini ifade etti.

İstanbul'da Dolmabahçe ile Levazım mahallesi arasında inşa edilecek karayolu tüneli kapsamında Maçka Parkı'nın etrafı çitlerle çevrildi. Parkta ağaç kesiminin başladığı belirtilirken, parkın içinde yer alan koşu parkuru da kapatılmıştı.
İleri Haber, 08.02.2017

2000 YILLIK STELLER TESADÜFEN BULUNDU

Aktüel Arkeoloji dergisine bir okuyucu tarafından gönderilen fotoğrafla birlikte başlayan araştırma Isparta Müzesi yetkililerini de şaşırttı.

Aksu İlçesi Sofular Köyü'nde akıl sağlığı yerinde olmayan bir köylünün virane evinin duvarında 2000 yıllık Roma dönemi mezar stelinin devşirme taşı olarak kullanıldığı görüldü. İhbar eden vatandaş müdahale edilmediği takdirde taşın yakın zamanda çalınabileceğini not etti. Derginin editörleri durumu Isparta Müzesi’ne bildirdi. Müze uzmanları yerinde inceleme yapmak için belirtilen adrese gitti. 

MÜZEYE TAŞINACAK
Uzmanlar yıkık durumdaki evin bir duvarında devşirme olarak kullanılan steli gördüklerinde şaşkınlıklarını gizleyemedi. Hem belirtilen evde hem de çevre evlerin duvarlarında ve bahçelerinde çok sayıda Roma dönemi mezar stelleri olduğu tespit edildi. Çevrede bilinen antik kent olmaması müzecileri bölgede araştırma yapmaya itti. Şimdilik tarihi eser statüsündeki 2000 yıllık mezar stellerin nereden getirildiği tam olarak bilinmiyor.



Literatürde bu köyde bulunan herhangi bir antik kent isminin geçmediği biliniyor olsa da, taşların bölgeye en yakın mesafedeki Tynada antik kentinden getirildiği düşünülüyor. Müzecilerin yaptığı ilk incelemede steller arasından bir tanesinin sağlam durumda olduğu ve bir duvarın devşirme taşı olarak kullanıldığı anlaşıldı. Yaklaşık 1 metre yüksekliğindeki stelin üstünde Yunanca bir yazıt, 3 insan kabartması ve üçgen alınlığının ortasında da bir hayvan kabartmasının olduğu görüldü. Müze müdürlüğü bölgede inceleme yapmak ve eserleri müzeye taşımak için çalışma başlattı. 
Hürriyet, 07.02.2017
MAFYANIN ELİNDE BULUNAN VAN GOGH TABLOLARI İLK KEZ SERGİLENİYOR

Hollanda'daki Van Gogh Müzesi'nden 2002 yılında çalındıktan sonra geçen yıl İtalya'da Camorra mafyasının elinde bulunan iki Van Gogh tablosu yıllar sonra ilk kez yeniden sergilenmeye başladı.

BBC Türkçe'den Övgü Pınar'ın haberine göre, "Scheveningen'de Deniz Manzarası" ve "Nuenen Reform Kilisesi'nden Çıkan Cemaat" isimli iki tablo 26 Şubat'a kadar Napoli'deki Capodimonte Müzesi'nde görülebilecek. Ardından da 2002'de çalındıkları Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'ne teslim edilecek.

Van Gogh Müzesi'nden yapılan açıklamada, tabloların dönüşü için kutlama hazırlıklarına başlandığı ve iki eserin 21 Mart'tan itibaren müzenin daimi koleksiyonundaki yerlerini alacağı belirtildi.

Van Gogh Müzesi Müdürü Alex Rüger de "2002'den beri yeryüzünden kayboldukları sanılan bu tabloların bulunmuş olması bir mucize. Bu iki Van Gogh eserinin 14 yıl sonra yeniden halka sergilenmesi kutlanmayı hak ediyor. Sanat eserlerinin bulunması için gösterdikleri çabadan ötürü İtalyanlara teşekkür etmek amacıyla tablolar ilk olarak bulundukları bölgede sergilenecekler. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam!" dedi.

Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI), 30 milyon dolar değere sahip olduğunu belirttiği bu iki tablonun çalınmasını en önemli 10 sanat suçu listesine dahil etmişti.
Sol Haber, 07.02.2017

İSTANBUL'UN CAN ÇEKİŞEN SURLARI HAVADAN GÖRÜNTÜLENDİ

Turizm merkezi olması gereken İstanbul’un tarihi surları son yıllarda bakımsızlıktan can çekişiyor. Atıl bir halde bırakılarak adeta can çekişen tarihi surların Eyüp Ayvansaray’dan Fatih Yedikule Zindanlarına kadar olan bölümünün harap olmuş hali ise havadan çekilen görüntülerle gözler önüne serildi.İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sorumluluğunda olduğu öğrenilen surların bu hali ise vatandaşların tepkisini çekiyor.

İstanbul’un en önemli tarihi yapıtları arasında gösterilen surların, bakımsızlıktan harap olmuş bir şekilde zamana karşı direnmeye çalışması havadan drone ile görüntülendi. Atıl durumda bırakılan surların insan hayatını da tehdit ettiği belirtiliyor. Tarihi surların parçaları bakımsızlık sebebiyle en son 13 Ocak 2017 tarihinde Fatih Sulukule Caddesi’nde park halinde duran bir servis aracının üzerine düşmüştü. Surlarda bulunan delhizlerin birçoğu kapatılmış olsa da içerisinde çöpler bırakılmış bir halde bulunuyor.
İstanbul'un önemli tarihi eserleri arasında bulunan tarihi surlar havadan drone ile görüntülenirken surların son hali de gözler önüne serildi. Eyüp Ayvansaray’dan Fatih Yedikule Zindanlarına kadar devam eden İstanbul’un tarihi surlarının havadan aralıksız olarak çekilen görüntülerinde içler acısı durumu da görüntülere yansıdı. Büyük bir kısmı yıkılmış olan ve ayakta zor durduğu gözlenen burçlar da havadan drone ile görüntülendi. Havadan çekilen görüntülerde adeta tarihte bir yolculuk yapılırken, surların içler acısı hali de insanın içini sızlatıyor. Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sorumluluğunda olduğu öğrenilen surların bu hali ise vatandaşların tepkisini çekiyor.



“Tarihe sahip çıksınlar”
Tarihi surları korumak için hiç bir şey yapılmadığını ifade eden Celal Dinç,surların bakımı yapmayan İBB'ye tepkisi göstererek “ Bekçi ve güvenlik görevlisi surları korumuyor, restorasyon yapılmıyor. Olmuş haline bırakılmış yıldan yıla bu hale gelmiş. Başıboş olan her yer kötü niyetli kullanılır, Tarihe sahip çıksınlar” ifadelerini kullandı.



“Tinercilerden dolayı pislik yuvasına dönmüş”
1978 yılından beri İstanbul’da olduklarını ifade eden Aziz Aydın, “ Suların dibinde büyüdüm, eskiden buralarda top oynardık ama şimdi tinercilerden dolayı pislik yuvasına dönmüş. Devletimiz o kadar yol ve projeyi yapıyor. Surlara da güzel bir bakım yaparsa biz de gelen turistlerde rahat rahat görürüz. İnanın şuan buralar pislik yuvası biz bile geçmeye korkuyoruz bırakın turisti. İstanbul dediğin zaman surlar olmadığında bir anlamı yok.” şeklinde konuştu.

     

“Can güvenliğimiz yok, surlar onlardan temizlensin”
Restorasyon çalışmalarının yapılması gerektiğinin altını çizen Leyla Karabacak, “ Ülkemize daha fazla turist gelsin istiyoruz, bu surların bakıma alınması lazım bunlar bizim tarihimiz geçmişimiz. Geçmişi olmayan insanın geleceği de olmaz. Teknolojiden daha çok tarihe önem vermemiz lazım” dedi.

“Başımı sokacak bir yuvaya ihtiyacım var”
30 yıl boyunca surların dibinde yaşadığını dile getiren Ahmet Dinç, “Benim doğup büyüdüğüm yer burası. Benim burada tek dostum yanımdaki kediler. Bana yardım yapacak merhametli bir insan varsa başımı sokacak bir yuvaya ihtiyacım var. Soğuk olduğu zaman ne yapacaksın mecbur yaşıyoruz başa gelen çekilir. Doğup büyüdüğümüz yerde yabancıyız şimdi” ifadelerini kullandı.

  

İstanbul’un surlarının tarihi
İstanbul Surları, şehrin çevresinde bulunan, Bizans İmparatorluğu zamanında şehri korumak için yapılan duvarlardır. İstanbul'un etrafını çeviren surlar tarihte 5. yüzyıldan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapımlar ile dört defa yenilenmiştir. Son yapımı MS 408'dir. II. Theodosius (MS 408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu'ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray'a, Marmara kıyısı boyunca Yedikule'ye, Yedikule'den Topkapı'ya, Topkapı'dan Ayvansaray'a uzanıyordu. Tarih boyunca birçok İslam ordusu tarafından son peygamber HZ. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in İstanbul ile ilgili müjdelediği hadis-i şerif’teki müjdeye kavuşmak sebebi ile defalarca kuşatma altına alınmıştır. 6 Nisan-29 Mayıs 1453 tarihleri arasındaki Osmanlı ordusu kuşatmanın sonucunda Osmanlı Padişahı II. Mehmed komutasındaki birliklerin Bizans İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'u fethettiler. Yıllar içerisinde surların bazı kısımlarına küçük restorasyonlar yapıldı. Şuanda ise İstanbul’un surları atıl bir şekilde çürümeye terk edilmiş görünüyor



Surların toplam uzunluğu 22 kilometre
İstanbul’un surlarının uzunluğu toplam 22 km'dir. Haliç surları 5,5 km, kara surları 7,5 km, Marmara Surları 9 km'dir. Kara surları üç bölümden oluşur. Hendek, dış sur ve iç sur. Hendekler bugün tarım alanı olmuştur. Sura bitişik ve 50 m aralıklarla kara surları tarafında, birçoğu yıkılmış, çatlamış durumda 96 burç bulunmaktadır. İç surlarla dış surlar arasında kapı ve merdiven bulunur. İç surlar ve burçların yapımında kefeki taşı ve tuğla kullanılmıştır. Dış surlardan iç surlara geçmek için küçük burçlar vardır. Bütün bu hendek, burç, dış ve iç surların toplam eni 70 m'dir. Surların içinde dehlizler ve küçük oyuklar da bulunmaktadır. Marmara ve Haliç surlarının önündeyse hendek ve dış sur yoktur. Bu surların kalınlığı 5 m, yükseklik 15 m'dir. Burçlar 20 m'dir, Marmara tarafında 103, Haliç tarafında 94 Burç vardır. 
İHA, Haber: Ahmet Faruk Sarıkoç - Emrah Kuş, 06.02.2017

VE BİR SEÇİM KLASİĞİ BAŞLADI... "TAKSİM'E CAMİ YAPILSIN" ÇALIŞMASI

Her seçimde hükümete yakın medyada dile getirilen "Taksim'e cami projesi" haberleri yeniden gündeme geldi.

Anadolu Ajansı bu kapsamda "Taksim'e yakışan büyük bir cami istiyorlar" başlığıyla bir haber hazırlayarak okuyucularına ve abonelerine sundu.

Ajans haberinde "Vatandaşlar" diyerek vatandaşların, "İstanbul'un 2 bin 411 kişiye bir cami düşen Beyoğlu İlçesinde bulunan Taksim Meydanına cami yapılması" istediklerini iddia etti.

Bu haberi yandaş gazeteler de sayfalarına taşıyarak haber yaptı.


Odatv, 05.02.2017



******


TAKSİM'E CAMİYE ONAY ÇIKTI


1970'li yıllardan beri gündemde olan, koruma kurulu ve mahkeme kararları ile bir çok kez durdurulan Taksim'e cami projesinde son aşamaya gelindi. İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 19 Ocak günü yaptığı toplantıda Taksim Su Maksemi'nin yanındaki mescit ile bu yapının arkasındaki otoparkın olduğu alana cami yapılmasını uygun buldu. Alanda bulunan çiçekçi dükkanları da tahliye edilecek. Bu karara göre 1482 metrekarelik alana yapılacak caminin parselde kaplayacağı alanın 900 metrekare olacağı öğrenildi. Caminin yüksekliği, kubbe ve mahya ile birlikte yüksekliği 30.3 metre olacak. Caminin altına 180 araçlık otopark ve konferans salonu yapılması da planlanıyor. Cami, Taksim Meydanı'ndaki çiçekçilerin bulunduğu alanın arkasına yapılacak

“HUKUK YİNE AYAKLAR ALTINDA”
Daha önce açtıkları davalarla cami projesinin de altını oluşturan imar planlarını iptal ettiren Mimarlar Odası, karara tepki gösterdi. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Sami Yılmaztürk, “Kurulun bu kararı hukuku ayaklar altına alıyor” dedi.

Beyoğlu imar planlarına açtıkları tüm davaları kazandıklarını vurgulayan Yılmaztürk “Bu kararlar, Cumhuriyet rejimi ile hesaplaşmanın bir parçası. Taksim Meydanı bir bütündür ve bir bütün olarak korunmalıdır” değerlendirmesinde bulundu.

Taksim'e cami projesi için en son 2011 yılında açılan dava kazanıldı. Cami projesi de dahil Taksim'de planlanan bir çok inşaat bu şekilde durduruldu. Ancak Danıştay 6. Dairesi, 2015 yılında imar planlarını iptal eden mahkeme kararını bozarak projelerin önünü açtı.
Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 07.02.2017



******


"TAKSİM MEYDANI'NA CAMİ İHTİYAÇ DEĞİL, SİYASİ HAMLE"

Koruma Kurulunca onaylanan Taksim Cami Projesi’nin ideolojik bir mesele olduğuna dikkat çeken mimarlar ve şehir plancıları, kararın referandum öncesinde verilmesinin manidar olduğunu vurguladı.

Yıllardır sık sık iktidar tarafından gündeme getirilen Taksim Meydanı’nda cami projesine onay verildi. Taksim Meydanı’nda yapılması planlanan cami projesine İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 19 Ocak’ta onay verdiği ortaya çıktı.

180 araçlık otopark
Bu kapsamda, ilk etapta bölgedeki dükkanlar tahliye edilecek. Ardından da ruhsatlandırma aşamasına geçilecek. Kuruldan geçen projenin 482 metrekarelik bir alanda gerçekleşeceği ifade edilirken caminin taban oturumu da 900 metre olarak belirlendi. Planlanan caminin zemin üstü bina yüksekliği 20,7 metre, kubbe yüksekliği 9,6 metre, mahya yüksekliği ise 30,3 metre olarak hesaplandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait arsa üzerine yapılması planlanan caminin üç kat altına 180 araçlık otopark ve konferans salonu yapılmasının da planlandığı ifade edildi.

Zamanlama manidar
Birgün Gazetesi'nden Rabia Yılmaz'ın haberine göre, Projeye yönelik Mimarlar Odası tarafından açılan davaların iptal edildiğini, bölgede ciddi bir mülkiyet sorunu da olduğunu aktaran TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, “Bu kararın alelacele verilmesindeki amaç, özellikle de referandum öncesinde gerginlik yaratmak. Toplumun bu kadar hassas olduğu bir bölgede, esas olarak insanları cami fikriyle karşı karşıya getirmek için yapılan bu hamlenin zamanlamasını manidar buluyorum” dedi.

Yapıcı, “Burada mesele cami fikri değil, açtığımız davalarda da belirttiğimiz gibi o alana cami yapılamayacağıdır. İşin esası proje son derece politik. Projeyi referandum öncesi ve bir ibadet yeri ihtiyacının olmadığı bugün ortaya çıkararak bunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyorlar” diye konuştu.

Toplum gerilim içine sürüklenmek isteniyor
Kurul kararını inceleyeceklerini ve gerekli hukuki adımları atacaklarını kaydeden Yapıcı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’deki bütün malvarlıklarının Varlık Fonu’na devredildiği gün, bütün dikkatleri dağıtacak nitelikte, yine bir ibadet yerinin siyasete alet edildiğini görüyoruz. Hem de bu kadar hassas bir yerde. Taksim gibi toplumun bütün vicdanının, yüreğinin attığı meydanlara yönelik hamlelerle toplumun, çok önemli bulduğu referandum öncesi kışkırtılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Bundan uzak durulması ve toplumu idare edenlerin bu hassasiyetlere çok dikkat etmesi gerekir. Ancak anlaşılıyor ki, toplum bir gerilim içine sürüklenmek isteniyor.”

Birdenbire ortaya çıkması düşündürücü
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Kahraman ise, kararı şu şekilde değerlendirdi:

“Mevcut imar planlarına yönelik bizim açtığımız davada idare mahkemesinin verdiği iptal kararı Danıştay tarafından geri çekilmişti. İmar planlarının yeniden gündeme gelmesiyle birlikte bu cami alanı meşrulaşmış oldu. Koruma bölge kurulu bunun üzerinden bir mimari projeye onay vermiş durumunda. İmar planında sorunlu bir durum yok. Bu onayın arkasından da projenin gerçekleştirilmesine hızla başlanacağı anlaşılıyor. Bugünkü siyasi atmosferi düşünerek yapılmış bir hamle gibi görünüyor. 2009 yılında başlayan bir süreç var ve bugüne kadar iptal kararı haricinde yapılabilir olan bir proje var. Fakat bugüne kadar soğutulan bir gündemle takip edilip, daha sonra birdenbire ortaya çıkması siyasi bir hamle dışında başka bir şey akla getirmiyor.”
Yapı, 07.02.2017



******


TAKSİM'E YAPILACAK CAMİNİN GÖRÜNTÜLERİ İLK KEZ SABAH'TA

49 yıllık rüya gerçek oluyor. O projeyi ilk kez SABAH açıklıyor... Taksim'e yapılması planlanan ve önceki gün onay alan Cami projesinin görüntüleri ilk kez Sabah.com.tr'de

Yapılsın mı, yapılmasın mı tartışması 1968 yılından bu yana süren Taksim'e cami projesinde 49 yıllık rüya gerçekleşiyor. Vakıflara ait 2 bin 482 metrekarelik araziye yapılacak Taksim Camii'nin mimarları ise tanıdık. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde inşa edilen Beştepe Millet Camii'nin de mimarları olan Y. Mimar Şefik Birkiye ve Dr. Mimar Selim Dalaman. 19 Ocak'da İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'nda görüşülüp onaylanan projenin önünde hiçbir engel kalmadı.







DİĞER İBADETHANELERİN YÜKSEKLİĞİ DİKKATE ALINDI
Proje detayları, maketi ve çizim aşamasında nelere dikkat edildiğinin ayrıntılarını ise sadece SABAH ele geçirdi. Yıllardır, 'yapılsın' , 'yapılmasın' tartışmalarına da son noktayı koyacak tarihi yapının çizim aşamasında Beyoğlu'nun tarihi hassasiyeti, bölge dokusu ve en önemlisi de hemen arkasında yer alan Rum Ortodoks Kilisesi ile Ermeni Katolik Kiliseleri'nin de yükseklikleri dikkate alınarak projelendirildi. Taksim Meydanı ile Beyoğlu mimari dokusunda sıkça rastlanan 20. yüzyıl başındaki Art Deco mimari stilinden esinlenildi. I. Mahmud tarafından 1731 yılında bölgenin su ihtiyacının karşılanıp dağıtılması için yaptırılan sekiz köşeli ve sekiz köşeli bir çatısı bulunan küfeki taşından yapılan Taksim Makmesi'nin arkasına yapılacak. İstanbul'un kalbi olarak adlandırılan Beyoğlu'nda yapılacak Taksim Camii'nin minare yüksekliği 61 metre. Bu yükseklik özellikle diğer dini mabedlerin yüksekliği dikkate alınarak projelendirildi. Proje tamamlandığında aynı anda 2 bin 575 kişi ibadet edebilecek. Kot farkı dikkate alınarak tasarlanan projenin yer altında üç katı bulunacak. Otopark olarak tasarlanan üç katta toplam 165 araç park yapabilecek. 12 bin 574 metrekare kapalı alanı bulunan tarihi yapıda konferans, sergi salonları da mevcut. 820 metrekare zemine oturan projenin dış cephesinde açık renk doğal taşlar kullanıldı.

DANIŞTAY DURDURMUŞTU
Uzun yıllar kamuoyunda tartışılan söz konusu alana yapılacak cami projesinde son nokta bugün koyuluyor. Y.Mimar Birkiye ve Dr. Mimar Dalaman'ın büyük bir titizlikle hazırladığı proje kurul onayından sonra hayata geçirilecek. İstanbul Taksim Meydanı'na cami yapılsın mı yapılmasın mı tartışması 1968'de başladı. Devam eden yıllarda da sürdü. Danıştay, 1983 senesinde "Taksim'e cami, çarşı, otopark yapılmasının kamu yararına uygun olmadığı" yönünde karar alıp camiye izin vermedi. Ancak, 1994'te İstanbul Belediye Başkanlığına seçilen Recep Tayyip Erdoğan, caminin yapılması yönünde büyük bir kampanya yürüttü. Belli dönemlerde gündeme gelen ancak somut bir adım atılamayan Taksim Camii'nde bugün son adım atılıyor. Projeye kurulun vereceği onaydan sonra önünde bir engel kalmıyor. Tarihi su Maksem'inin arkasında bulunan bugün otopark olarak kullanılan alanın sahimi Vakıflar. İçerisinde küçük bir mescidin olduğu arazide, tarihi hassasiyetlere özen gösterilerek projelendirilen Taksim Camii ortaya çıktığında Rum Ortodoks ve Ermeni Katolik Kiliseleri ile birlikte ibadete açılmış olacak.

İSMİ HENÜZ BELLİ DEĞİL AMA
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 yıllık sürede zaman zaman Taksim'e cami yapılmasıyla ilgili gündeme getiriyordu konuyu. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında, "Maksem'in olduğu yere de Taksim Meydanı'nın ihtiyacı var. Oraya bir Selahattin Camii yerleşmesi lazım. Bunların projesi hazır. Bir diğeri de AKM. Burayla ilgili de ön hazırlıklar proje, her şey var. Daha güzeli de yapılabilir. Arkada devasa bir yer var. Oraya dev bir opera binasını da yerleştirmek suretiyle sanat anlayışımızı görün demek lazım. Şu andaki bina zaten depreme dayanıklı değil. O yönden sıkıntısı var. Gitti gider. Gümüşsuyu'ndan çıkarken araçlar yerin altına girecek Mete Caddesi, buradan da Taşkışla'nın oradan çıkacak. Taksim Meydanı tamamen yayalaştırılmış olacak. Böyle güzel bir meydana bizim ihtiyacımız yok mu? Var. Onun için de cesaret. Kültür bakanımız burada, Belediye Başkanımız burada, Cumhurbaşkanı olarak ben de buradayım. Başbakanımız zaten o da evet dedi. Adım atacağız, bir an önce yürüyeceğiz. Şunlar şöyle demiş bunlar böyle. Bırakın millet ne diyor ona bakalım. Bizim doğru dürüst bir meydanımız yok ya. Taksim'deki projeyi bitirelim orası arı kovanı gibi işleyecektir..."

GEÇMİŞ İLE GELECEK HARMANLANDI
Bugün kurul gündemine gelen proje maketinde Taksim Meydanı'na bakan iki minare ile tanımlanan ana kubbe bulunuyor. Proje, Taksim Maksemi'ni izleyen bazasının iki uçtaki kubbeli yapılarla sonlandırılması ile kademeli olarak arsaya ve genel siluete oturtuldu. Projede tarihi Taksim Maksemi ile Taksim Camii'nin birbirleri ile bütünleşmesine büyük bir önem verildi. Cami bazasının, meydan siluetinde ön plandaki tarihi Taksim Maksemi kütlesi ile olan devamlılığı, yapının bölgeye adını veren bu önemli tarihi ve kültürel miras ile bütünleşmesi hassasiyeti dikkate alındı.
Geçmişin ve geleceğin birbirini desteklemesinin bir sembolü olacak bu bütünleşme harmanlandı. Taksim Meydanı siluetinde Cami'ye anıtsallık karakteri katan en önemli özellik olarak karşımıza çıkıyor.

MANEVİ ATMOSFER GÜÇLENDİRİLDİ
Mimarlar, Birkiye ve Dalaman, tarihi projeyi çizerken ince eleyip sık dokudular. Projenin yan cepheleri ile kubbelerde çok sayıda pencere kullanıldı. Bundaki amaç bol miktarda pencere ile iç mekanda ışığın ve oluşturduğu ışık hüzmelerinin etkisi ile manevi atmosferin güçlendirilmesi. Cami ibadet alanında yerden tavana kadar uzanan pencereler yardımıyla hem mekan içerisindeki düşey hatlar vurgulanmış hem de gün ışığının iç mekanı azami şekilde doldurması hedeflendi.


İÇ MEKANDA AÇIK RENK TONLARI VE SADELİK
Geleneksel cami mimarisinde sıkça rastlanan merkezi kubbeli cami tipinde tasarlanan, cami iç mekanında, açık renk tonları ile doğal ışığın verdiği sadelik, ferahlık ve aydınlık hissinin müminlere yaşatılması amaçlandı. Bu ferahlık hissi, yapının cephelerinde kullanılan açık renk doğal taşlar sayesinde dış mekana da yansıtıldı. Caminin, arsanın doğusunda kalan sokak dokusu ile insan ölçeği ve cephe entegrasyonu, kullanıcıların ibadet öncesi ya da sonrası vakit geçirebilecekler. Parsel sınırlarını takip eden bir avlu - teras yapısı tasarlandı. Aynı zamanda, eğimden dolayı açığa çıkan ve birinci bodrum kat olarak adlandırılan bu yapısal alan, Taksim Meydanı'ndan görülen kütleye baza teşkil ediyor. Bu kat, Tarlabaşı Caddesi'nden gelen araçlara, camii altında bulunan kapalı otopark için (3 kat üzerine, toplamda 165 araç kapasiteli) giriş imkanı verdiği gibi, aynı zamanda, dini ve/veya kültürel aktivitelerin yapılabileceği, iki farklı giriş imkanı olan çok amaçlı bir salonu da bünyesinde barındırıyor. Hem Tarlabaşı Caddesi'nden hem de İstiklal Caddesi'nden erişim imkanı bulunan bu çok amaçlı salon, ihtiyaç halinde, cuma namazlarında halkın hizmetine açılabilecek ilave bir ibadet alanı şeklinde tasarlanmıştır.

TAKSİM CAMİİ'NİN KÜNYESİ

*Maksem Cami Projesine ilişkin genel bilgiler şu şekildedir;

*Tapu Parsel Alanı : 2482 m2
*Zemin Üstü Toplam İnşaat Alanı : 2859 m2
*Zemin Altı Toplam İnşaat Alanı : 9715 m2
*Toplam Kapalı İnşaat Alanı : 12.574 m2
*Ana Kubbe Çapı : 28 m.
*Ana Kubbe Yüksekliği (iç mekan net) : 29 m.
*Minare Yüksekliği : 61 m.
*İbadet Alanı (zemin kat) : 820 m2 (kapasite : yaklaşık 1.000 kişi)
*İbadet Alanı (bayan mahfil katı) : 320 m2 (kapasite : yaklaşık 375 kişi)
*Son Cemaat Mahali : 70m2 (kapasite : yaklaşık 100 kişi)
*Çok Amaçlı Salon (alt zemin kat) : 900 m2 (Cuma günleri ihtiyaç halinde ilave ibadet alanı olarak kullanılması durumunda kapasite : yaklaşık 1100 kişi)
*Toplam ibadet kapasitesi : 2575 kişi
*Sergi Salonu : 155 m2
*Camii Vakıf ve Dernek Alanları : 180 m2

*Otopark (3 adet bodrum kat) : Toplam kapasite : 165 Araç
Sabah, Erhan Öztürk, 07.02.2017



******


MİMARLARDAN TAKSİM CAMİİ AÇIKLAMASI

Taksim'e yapılacak cami projesinde imzası bulunan  Yüksek Mimar Şefik Birkiye ve Dr. Mimar Selim Dalaman, cami projesini hazırlarken  "Art Deco" mimari stilinden esinlenerek, geçmişin izlerini geleceğe taşımayı  hedeflediklerini bildirdi.

Yüksek Mimar Birkiye ve Dr. Mimar Dalaman, inşa edilecek ibadethanenin  özellikleri hakkında, yazılı açıklama yaptı.

Açıklamada, "Taksim Cami; mimari detay zenginliği, kütleler arası  hiyerarşi ve orantısal dinginliğiyle, Taksim Meydanı ve Beyoğlu mimari dokusunda  sıkça rastladığımız 20. yüzyıl başı 'Art Deco' mimari stilinden esinlenip, bu  unsurların günümüze özgü yorumlanması ile geçmişin izlerinin günümüze ve geleceğe  taşınması hedeflenmiştir." denildi.

Taksim Meydanı'na yönlenmiş 2 minare ile tanımlanan ana kubbesi, iki  yan kubbe ve tarihi Taksim Maksemi'ni izleyen bazasının iki uçtaki kubbeli  yapılarla sonlandırılması suretiyle kademeli olarak arsaya ve genel siluete  oturumunun sağlandığını vurgulanan açıklamada, şu ifadelere yer verdi:

"Genel gabari ve orantılarda, çevredeki mevcut dini yapılara saygı  unsuruna ek olarak meydanın tarihi ve bölgenin yoğun insan sirkülasyonu  gerçekliği, projenin tasarım süreci boyunca hep düşünsel merkezde tutulmuştur.  Ayrıca proje alanının Taksim Meydanı tarafında yer alan ve I. Mahmud tarafından  1731 senesinde bölgenin su ihtiyacının karşılanması ve suyun dağıtılması amacı  ile tamamlanan sekiz köşeli, küfeki taşından bir gövdeye ve yine piramidal, sekiz  köşeli bir çatıya sahip olan Taksim Maksemi ile Taksim Camisi’nin birbirleri ile  bütünleşmesine büyük bir önem verilmiştir. Cami bazasının, meydan siluetinde ön  plandaki tarihi Taksim Maksemi kütlesi ile olan devamlılığı, yapının bölgeye  adını veren bu önemli tarihi ve kültürel miras ile bütünleşmesi amacını  gütmektedir. Geçmişin ve geleceğin birbirini desteklemesinin bir sembolü olacak  bu bütünleşme, Taksim Meydanı siluetinde camiye anıtsallık karakteri katan en  önemli özellik olarak karşımıza çıkmaktadır."

Açıklamada, yan cephelerde ve kubbelerde kullanılan bol miktarda  pencere ile iç mekanda ışığın ve oluşturduğu ışık huzmelerinin etkisi ile manevi  atmosferin güçlendirilmesi amaçlandığını belirtilerek, şunlar kaydedildi:

"Cami ibadet alanında yerden tavana kadar uzanan pencereler yardımıyla  hem mekan içerisindeki düşey hatlar vurgulanmış hem de gün ışığının iç mekanı  azami şekilde doldurması hedeflenmiştir. Geleneksel cami mimarisinde sıkça  rastladığımız merkezi kubbeli cami tipinde tasarlanan cami iç mekanında, açık  renk tonları ile doğal ışığın verdiği sadelik, ferahlık ve aydınlık hissinin  müminlere yaşatılması amaçlanmaktadır. Bu ferahlık hissi, yapının cephelerinde  kullanılan açık renk doğal taşlar sayesinde, dış mekana da yansıtılmıştır.  Caminin, arsanın doğusunda kalan sokak dokusu ile insan ölçeği ve cephe  entegrasyonu, kullanıcıların ibadet öncesi ya da sonrası vakit geçirebilecekleri  bir alan oluşturmak için, parsel sınırlarını takip eden bir avlu-teras yapısı  tasarlanmıştır. Aynı zamanda, eğimden dolayı açığa çıkan ve birinci Bodrum kat  olarak adlandırılan bu yapısal eleman, Taksim Meydanı’ndan görülen kütleye baza  teşkil etmektedir. Bu kat, Tarlabaşı Caddesi'nden gelen araçlara, cami altında  bulunan kapalı otopark için (3 kat üzerine, toplamda 165 araç kapasiteli) giriş  imkanı verdiği gibi, aynı zamanda, dini ve/veya kültürel aktivitelerin  yapılabileceği, iki farklı giriş imkanı olan çok amaçlı bir salonu da bünyesinde  barındırmaktadır. Hem Tarlabaşı Caddesi’nden hem de İstiklal Caddesi’nden erişim  imkanı bulunan bu çok amaçlı salon, ihtiyaç halinde, cuma namazlarında halkın  hizmetine açılabilecek ilave bir ibadet alanı şeklinde tasarlanmıştır."
Milliyet, 07.02.2017



******


TAKSİM'DE CAMİ İÇİN İNŞAAT HAZIRLIKLARI BAŞLADI

Taksim'de caminin inşa edileceği alanda şantiye kurulumuna başlandı. İstanbul Taksim Meydanı'nda uzun zamandır çevik kuvvet polisinin bekleme noktası olarak kullanılan alana sabah saatlerinde konteynerler getirildi. Alanın etrafı çevrildi, işçilerin şantiye kabinlerini kurmaya başladığı görüldü; İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onay verdiği cami için şantiye alanı kuruluyor.

1968'de başlayan Taksim Cami tartışmasında Danıştay, 1983 senesinde cami yapılmasına izin vermemişti. İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 19 Ocak (2017) günü yaptığı toplantıda caminin, Taksim'e adını veren ve I. Mahmud tarafından 1731 yılında bölgeye 'su taksimi' yapmak için inşa edilen Taksim Maksemi'nin arkasına yapılmasına onay verdi.
Birgün, 09.02.2017

ORAMİRAL BÜLENT BOSTANOĞLU ÜNLÜ BARBAROS TABLOSUNUN SIRRINI ÇÖZDÜ

Türkiye’de portreciliğin öncüsü Feyhaman Duran’ın ‘Barbaros Hayreddin Paşa’ tablosunun sırrını, Oramiral Bostanoğlu araştırdı. Duran’ın, Chicago Sanat Enstitüsü’nde sergilenen ‘Sinan The Jew and Haireddin Barbarossa’dan esinlenmiş olabileceği ortaya çıktı.



Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminin önemli ressamlarından Feyhaman Duran’ın resimleri ziyaretçi akınına uğrarken, sanatçının en tanınmış eserlerinden Barbaros Hayreddin Paşa tablosuyla ilgili ilginç bir gerçek ortaya çıktı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu, Chicago Sanat Enstitüsü’nün web sayfasını incelerken karşısına çıkan “Sinan The Jew and Haireddin Barbarossa” tablosunun, Duran’ın Barbaros Hayreddin Paşa tablosuyla büyük benzerlik taşıdığını fark etti. Bunun üzerine iki eserin araştırılması için personeline direktif verdi. Başlatılan çalışmada ilgi çekici bilgilere ulaşıldı.

SİNAN REİS İLE BARBAROS
Barbaros Hayreddin İtalya’nın bazı kısımlarını, Fas ve Cezayir’i, ailesi İspanya’dan kaçmış olan Sefarad Yahudisi Sinan Reis ile birlikte Osmanlı Devleti adına fethetmişti. “Sinan The Jew and Haireddin Barbarossa” isimli portre, Chicago Sanat Enstitüsü’nün İslam Sanatları Bölümü’nde sergileniyor.

1947’den bu yana enstitüde bulunan portrede, Barbaros Hayreddin Paşa ile Sinan Reis birlikte resmediliyor. Hangi sanatçının eseri olduğu ise tartışma konusu. Resmin 16. yüzyılın başlarında Venedikli bir ressama ait anonim eser olduğu ileri sürülüyor. Eserin, 1577’deki bir yangında hasar gören Venedik Ducal Sarayı için yapılmış dekorasyonun parçası olduğu iddiası da tartışılıyor.

‘FOTOĞRAF BENZERLİĞİNDE’
Oramiral Bostanoğlu’nun direktifiyle yürütülen çalışmada, Deniz Müzesi koleksiyonunda yer alan tabloyla ilgili şu sonuca varıldı: “Ressam Feyhaman Duran’ın tablosunda Barbaros Hayreddin Paşa’yı neden tek başına resmettiği düşündürücüdür... Ressamın tabloya Paris’te tesadüf etmiş olabileceği, fotoğrafik portre anlayışıyla sadece Barbaros Hayreddin Paşa’yı resmetme amaçlı bir çalışma ortaya koyduğu değerlendirilmiştir. İki resim yan yana getirildiğinde Barbaros’un bir fotoğraf benzerliğinde resmedildiği gözlemlenebilir.”



-‘KOPYALADIĞI AŞIKAR’
- Prof.Dr. Ziya Kenan Bilici (Ankara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü):
Feyhaman Duran’ın Barbaros’u kopyaladığı aşikar. Chicago’daki eserin durumu ise kanımca muamma. Sanki duvar resminden kesilen bir sahne çerçevelenmiş gibi görünüyor. Barbaros Hayreddin’in sarığı da bu nedenle natamam. Öyle anlaşılıyor ki, kriminal bir vaka ile karşı karşıyayız. Bunu kanıtlayabilmek ise Chicago’daki eseri bizzat görmek, X-Ray işlemlerinden geçirmek ve hatta patina alarak analiz yaptırmakla mümkün.

- Önder Aydın (Ressam - Sanat Tarihçisi): Feyhaman Duran diğer tablodan esinlenmiş. Esinlenirken de bu resmin etkisinde kalmış ve usta portreciliğini de sergilememiş. Kendi ustalığını konuştursaydı daha başarılı bir portre ortaya çıkardı. Esinlendiği resim Duran’ı sınırlamış. Diğer tablodaki Sinan Paşa da Bellini’nin Fatih Sultan Mehmed portresinden esinlenilmiş gibi görünüyor.
Habertürk, Haber: Murat Gürgen, 05.02.2017

RESTORASYON ZOR ZANAAT

Yepyeni görünümlü tarihi binalarımız var artık. Restorasyonda özellikle gelin gibi beyazlatma mantığımız çok yanlış.

Geçtiğimiz günlerde yurt dışından gelen mimar bir arkadaşımla İstanbul’u geziyorduk. Fatih Camii’ni görünce arkadaşım son dönem yapılan camiler arasında geleneği bu kadar başarılı bir şekilde yansıtanını görmediğini söyleyince açıkçası ne diyeceğimi bilemedim. Caminin 1470’te Sultan II. Mehmed döneminde yapıldığını, yaşanan büyük deprem sonrası 1771’de bugünkü halini aldığını, 1999 Marmara Depremi’nden sonra hasar gören caminin 2008’de restorasyonuna başlandığını ve 2012’de tekrar ibadete açıldığını söyleyince arkadaşım “Ne yaptınız siz?” dedi.

Keşke yanlış müdahale edilen bina sadece Fatih Camii olsa. Saymakla biter mi emin değilim. Büyük usta Sinan’ın başyapıtı Süleymaniye Camii artık eskisi gibi değil, son eseri olarak gösterilen Atik Valide Külliyesi tanınmaz halde. Mevlevihanelerde levhalarda yazım hataları var. Yeni Camii restorasyonundan yepyeni bir cami çıkacak diye korkuyorum. Üsküdar Mihrimah Sultan Camii ve Yeni Valide Camii sanki beş yıl önce inşaatları tamamlanmış yenilikte.

İstanbul’a gelen turistler artık tarihi eserleri algılamakta zorlanıyorlar. Yepyeni görünümlü tarihi binalarımız var artık. Restorasyonda özellikle gelin gibi beyazlatma mantığımız çok yanlış.

Kimyasallar yıpratıyor
Bir mimar restorasyonla alakalı şöyle bir örnek vermişti: Restore edilen binanın etrafı kapatılır, aradan aylar geçer çalışma sona erer. Bina açıldığı zaman sıradan bir vatandaş “Bunlar aylarca ne yaptılar ki?” diyorsa o restorasyon başarılı olmuş sayılır. Peki Türkiye’de durum böyle mi? Bu soruya olumlu cevap vermek maalesef mümkün değil.

Beyazlatma için kullanılan kimyasallar taşın tekrar çok daha hızlı şekilde kararmasına neden oluyor. Bunun sonuçlarını önümüzdeki yıllarda daha net bir şekilde göreceğiz. Kimyasal nedeniyle sadece hızlı kararma değil, taşların zarar görmesi de söz konusu.

Bize has olan cami restorasyonlarındaki kalem işçiliğinde ise durum çok çok daha vahim. Maalesef çoğunlukla akrilik bazlı, hava alamayan boyalar ve yaldızlar kullanılıyor. Eski evrak, efemara ve kayıtlarda eski hali tespit edilemeyen binalarda uygulanan ferforje, ahşap işçiliği veya mermer süslemelerinde kullanılan tek tasarım Selçuklu geçmeleri. O kadar ki 18. yüzyılda yapılan bir bina 12. yüzyıl figürleri ile süsleniyor.

Tabii ki mevcut hali muhafaza etmek bu şekilde yenilemekten çok daha zor ve çok daha büyük uzmanlık gerektiriyor. Zaten Türkiye’deki en büyük sıkıntı da burada. Hala güzel sanatlar fakültelerimizde restorasyon bölümü lisansı yaygın değil. Genelde ya çıraklıktan yetişme alaylı ustalar var ya da iki yıllık ön lisans seviyesinde eğitim almış kişiler var. Bu yüzden bu alanda tek söz hakkı mimarlara bırakılmış durumda. Bizimle mukayese edildiğinde çok daha az tarihi yapıya sahip Avrupa ülkelerinde liseden doktoraya kadar akademik uzmanlık söz konusu. Şehirlerin tüm tarihi binaları bu uzmanlara emanet. Bizim de çok geç olmadan bu konuya çok daha ciddi bir şekilde eğilmemiz gerekiyor.
Milliyet, Yazı: Samed Karagöz, 04.02.2017




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi