Haberler logo Mart '17 Arşivi

26 Mart - 1 Nisan 2017


İngiliz kutsal kitap tarihçisi Ralph Ellis, MS 1'inci yüzyıla ait olan bronz bir paranın üzerindeki turanın Hz. İsa'ya ait olduğunu ve Urfa, eski adıyla Edessa kentinin kralı olarak bilinen Kral Manu ile aynı kişi olduğunu ileri sürdü. Hz. İsa'nın nasıl bir görüntüsü olduğuna ilişkin 30 yıldır dünya çapında araştırmalar yapan Ellis, son olarak Türkiye'de yaptığı araştırmalarda bulduğu 24 milimetrelik bu bronz paranın üzerindeki Kral Manu ile Hz. İsa'nın aynı kişi olduğunu ve bu paranın Hz. İsa'nın nasıl göründüğüne ilişkin gizemi sona erdirebileceğini söyledi. Ellis, MÖ 132-MS 244 yılları arasında hüküm süren Hıristiyanlığı kabul eden ilk krallık olan Osreone'nin başkenti Edessa'nın Kralı Manu'nun hayatıyla Hz. İsa'nın hayatının müthiş bir benzerlik taşıdığını ve bunun bir tesadüf olamayacağını iddia etti.
Sabah, 31.03.2017
MISIR PİRAMİTLERİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

Mısır'ın antik çağlardan kalma piramitlerinin nasıl inşa edildikleri günümüz insanının aklını kurcalamaya devam etmektedir, devasa ölçülerdeki taş bloklar yüzlerce metre yüksekliğe nasıl çıkarılmış olabilirler? Başarıyla sonuçlanan deneylerle desteklenen yeni bir düşünce bu konudaki soru işaretlerini ortadan kaldırmaya müsait yanıtlar üretiyor.

Öncelikle bir konuyu aradan çıkarmakta fayda görüyorum, mistik bir bakış açısı piramitleri ''uzaylıların'' inşa ettiklerine dair akıl almaz ve ispat edilemez iddialar ortaya sürüyor, açıkçası bu hem insan aklına hakarettir, hem de piramitlerin inşalarında hayatları pahasına çalışan yüz binlerce, zamana yaydığımızda milyonlarca işçiye haksızlıktır.

Piramitleri uzaylılar yaptı demek, insanın eşsiz zekasını küçümsemekle kalmayıp, ortaya çıkan sayısız delili de görmezden gelmeyi gerektirir. Piramitleri insan üstü bir teknoloji yardımıyla uzaylılar inşa ettilerse, o halde piramit bölgelerinin yakınında bulunan ve işçilerin konaklamaları için kurulan köylerin kalıntılarına ne demeli? İşçilere ait oldukları günümüzde kabul olunan mezarlarda bulunan ve taş bloklarla çalışırken yaralanan, kemik sorunlarıyla boğuşan ve genç yaşta hayata veda ettikleri gözlenebilen işçilerin kalıntılarına ne demeli? Peki ya o dönemden günümüze kalan ve işçilere ne şekilde ve ne kadar ödeme yapıldığına dair kayıtları görmezden mi geleceğiz? Bu arada belirtelim, ustalara değil ama basit işçilere para ödenmiyordu, daha ziyade çorba kıvamında bir bira ve ekmek ile ödeme yapılıyordu ve bu ödemelerin kayıtları sıkı bir şekilde tutuluyordu.

Piramitleri uzaylılar inşa ettilerse, o halde bu yapıları oluşturan taşların üzerlerinde halen görünmekte olan taş işçilerinin kullandıkları altlerin izlerine ne demeli? Koca taş bloklarını ''havada uçurarak'' yerlerine yerleştiren uzaylılar, neden taş blokları kesmek için ilkel altlere ihtiyaç duymuşlar da, bu aletlerin darbe izleri halen taşların üzerinde gözlenebilmeye devam ediyor olabilirler?

Kelimenin tam manasıyla saçmalık, bu tip iddialara rağbet edenler, daha ziyade yaşadıkları hayattan mutlu olmayan, hayal dünyalarına ve fantastik hikayelere sığınarak mutluluk arayan insanlardır. Arkadaşlarımın arasında da var bu tip gerçekçi olmayan iddialara inananlar, fakat kusura bakmasınlar ama inandıkları şeyler her şeyden önce insan zekasına hakarettir.

Piramitlerin sandığımızdan daha kolay bir şekilde inşa edilmiş olabileceğine dair yeni fikirler bulunuyor, bunlardan en mantıklı olanına dair hazırlanan videoları bu sayfada Odatv okuru için paylaşıyoruz. Bu deneyin birkaç sene önce NatGeo'da yayınlandığını ve son yıllarda övgüyle karşılanan bir düşünce olduğunu bilhassa belirtmeliyiz.

Şunu da unutmamak gerekiyor, firavunların ellerinde binlerce yıl boyunca karın tokluğuna çalıştırabildikleri çok sayıda işçi bulunuyordu, ancak bu işçilerin koca taş blokları yüzlerce metre yüksekliğinde piramitlerin tepelerine taşımaları gerekmiyordu, belki de ilk yapılan görece küçük ölçekli piramitlerde bu tip bir iş yükü ortaya çıkmış olabilir, ancak Giza piramidi gibi yapılarda daha akılcı bir yöntem tercih edilmiş olmalı.

Öne çıkan yeni bir düşünceye göre, taşların inşaat alanına taşınmalarında en önemli etken Nil'den bölgeye yakın bir noktaya aktarılan su. İşçiler tarafından kesilerek hazırlanan taş bloklar öncelikle devasa bir havuz bölgesine aktarılırlar.

Havuz bölgesinde henüz su yoktur, taş bloklara hayvan derilerinden yapılmış hava torbaları bağlanır ve devasa havuza su aktarılır. Suyun kaldırma kuvveti, deri hava torbalarının taş blokları yerden kaldırmalarını sağlar, artık yapılması gereken tek şey, blokları bir su kanalı boyunca yüzdürerek inşaat alanına taşımaktır.

İnşaat alanında hazırlanan bir su kulesi, yine suyun kaldırma kuvveti yardımıyla taş blokların inşaat boyunca insan gücüne gerek kalmadan taşınmasını sağlar, su kulesine giren her taş blok, üzerlerine bağlanan hava torbaları sayesinde inşaatın tepesine kadar kendiliğinden yükselecektir, inşaatın tepesindeki bir havuza çıkan bloklardan hava torbaları ayrılır ve az sayıda işçinin gayretiyle bloklar yerlerine görece olarak kolay bir şekilde yerleştirilirler, böylelikle blokların o yüksekliğe çıkarılmalarını imkansız ya da büyük bir külfet haline getiren zorluklar ortadan kaldırılmış olur.

İşte insanın dehası! Ne ''uzaylıya ''gerek kaldı, ne de ''büyüye.''

Bu düşünce animasyonda iyi işliyor olabilir, peki reel hayatta kullanışlı mıdır? Bir düşünceyi bilimsel hale getiren en önemli unsur gözlemler kadar deneylerle ispat olunmasıdır. Bu fikiri ortaya atanlar elbette deneyler yardımıyla düşüncelerini ispat etmeyi de ihmal etmediler, sayfamızdaki ikinci video, bu konuda yapılan minyatür deneylerin nasıl başarıyla sonuçlandığını gösteriyor.

Peki siz deneylere dahi inanmayacak kadar büyük bir kuşkucu musunuz? O halde buyrun kardeşim aynı yöntemi kullanarak dikin bir piramit sonucu gözlerinizle görün.

Yok ona da uğraşamayız derseniz, o halde hayal aleminde dolaşmaya devam edin, kimin umurundasınız? Deneylerle ispat olunan gerçekler yerine ''Piramitleri uzaylılar inşa ettiler'' gibi safsatalarla insanlığa ne katacağınızı düşünüyorsanız, size engel olacak değiliz.
Odatv, Yazı: Şivan Okçuoğlu, 30.03.2017

MERVANİ KABARTMALARI KAYYIM TALİMATIYLA KIRILDI



Diyarbakır’ın Yenişehir İlçesi'ndeki Mervani Parkında bulunan ve Mervani tarihini anlatan kabartmalar kayyım talimatıyla kırıldı. Yenişehir Belediyesi tarafından 2012 yılında hizmete açılan parka verilen ‘Mervani’ ismi de Diyarbakır Valiliği tarafından kabul edilmemişti. Bunun üzerine belediye parka ‘Mervani’ isminin verilmek istendiğini ancak valiliğin bu ismi yasakladığına dair bir tabela asmıştı. Halkında ‘Mervani Parkı’ olarak kabul ettiği alana Mervanilerin tarihini anlatan kabartmalar da yapılmıştı.

Yenişehir Belediyesine kayyım olarak atanan ilçe Kaymakamı Mehmet Özel’in bugün parka yaptığı ziyaret sonrası kabartmalar kırıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın hafta sonu Diyarbakır’da katılacakları referandum mitingi öncesi kentte çeşitli düzenlemeler yapılıyordu.

MERVANİ KÜRT DEVLETİ
Mervaniler, 983-1085 yılları arasında Diyarbakır ve çevresinde hüküm sürmüş bir Kürt hanedanlığıydı. Mervaniler, Harputlu Huveydi aşireti Harbuhti koluna bağlı Badıki kabilesinden Baz bin Dostık lakaplı hükümdar Ebu Abdullah Şa tarafından Mayyafarkin'de (Silvan) kurulmuştur.

Evrensel, Haber: Orhan Daş, 30.03.2017

İKİ BİN YILLIK KENT BULUNDU

Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde derinliği 2,7, yüksekliği 2,5 metre olan iki bin yıllık daire şeklinde duvarlar bulundu. Keşfin İpek Yolu üzerinde kurulu bir kent olduğu düşünülüyor.

Şinhua ajansının haberine göre, özerk bölgenin Lop Nur Çölü  yakınlarında yapılan kazı çalışmalarında derinliği 2,7, yüksekliği 2,5 ve  uzunluğu 300 metreyi bulan daire şeklinde duvarlar bulundu.

Kazılarda yan yana 7 mezarın yanı sıra bakır ayna ve kumaş parçalarına rastlandı. Bulunan duvar ve tarihi eserlerin İpek Yolu güzergahında yer alan eski  bir kente ait olduğu sanılıyor.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi arkeoloji Enstitüsü yetkililerinden Hu  Şingcün, duvarların yıkıntıları arasında kırmızı söğüt dalı ve kamış parçaları  bulunduğunu açıkladı.

Kazı sırasında çıkarılan parçalara karbon testi yapıldığını söyleyen  Hu, testlere göre, duvarların inşasının MS 25-220 yıllarına dayandığını belirtti.

Hu, Lop Nur bölgesinin, o tarihlerde Loulan Krallığı’na ev sahipliği  yaptığına işaret ederek duvarların söz konusu krallığa ait olabileceği ihtimali  üzerinde durulduğunu sözlerine ekledi.
Milliyet, 30.03.2017

DİYARBAKIR'IN CAZİBE MERKEZİ OLACAK

PKK’lı teröristlerin günlerce hendek kazıp barikatlar kurarak, tuzakladıkları patlayıcıları infilak ettirerek harabeye çevirdiği Sur, yeni yaşama hazırlanıyor. Altyapı sıfırdan kuruluyor, hasar gören binaların yerine yenileri yapılıyor, tarihi eserler titizlikle restore ediliyor.



Diyarbakır’ın tarihi Sur İlçesi'nde yeniden inşa için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen çalışmalara hız verildi. İçkale’deki Hz. Süleyman ve 27 Sahabe Camisi’nin düzenlenme çalışmaları tamamlandı. Cami çevresindeki düzenlemelerle bölge Diyarbakır halkının kullanımına açıldı. Ağır hasar gören tarihi yapıların restorasyonu da titizlikle yapılıyor. Koruma Amaçlı İmar Planı’na uygun olarak yapılan 44 konutun inşaatı sürüyor. 

Aslına uygun şekilde
Tarihte bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış tarihi Sur İlçesi'nde geçen yıl PKK’lı teröristlerin kazdıkları hendekler ve tuzakladıkları patlayıcıları infilak ettirmesi nedeniyle oluşan tahribatın giderilmesi amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen çalışmalar devam ediyor. Yürüten çalışmalarla “terör bölgesi” algısı ortadan kaldırılmak isteniyor.

Terörden dolayı Suriçi’nde altyapının yanı sıra 2 bin 262 bina hasar gördü. Bölgede su, kanalizasyon ve elektrik alt yapısı sıfırdan kuruluyor. Evleri yıkılan vatandaşlar yeniden ev sahibi olmak için yetkililerle görüşürken, anlaşmalar da sağlanmaya başlandı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca ilçede terör olaylarında zarar gören alanda, ilk etap olarak planlanan 44 geleneksel Diyarbakır evinin yapımı da sürüyor. Yetkililer Kasırlı Mahallesi, 229 adada bulunan 44 konutun Koruma Amaçlı İmar Planına uygun olarak inşa edildiğini bildirdi. 13 bin metrekarelik alanda inşa edilen konutların yıl sonu tamamlanması planlanıyor. 

Sur’da yapılan çalışmaların dışında evleri yıkılan aileler için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinesinde TOKİ tarafından Çölgüzeli ve Uçkuyu mevkiinde 5 bin 637 konutluk inşaat projesi devam ediyor. Projedeki daireler 2+1, 3+1 ve 4+1 seçenekleriyle satılacak.

Turizm merkezi olacak
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin katılımıyla 4 Ocak’ta temeli atılan çalışmalar tüm hızıyla sürürken bölgenin tarihi dokusuna uygun yapılar yapılması için titiz bir çalışma yürütülüyor. 

Terör saldırıları sırasında en ağır hasarı alan bölgenin simge yapılarından Kurşunlu Cami’nin tadilatı bölge mimarisinde kullanılan bazalt taşı ile yapılıyor. Yine bölgenin tarihi yapıları arasındaki Şehzadeler konağı, Paşa Hamamı, Çardaklı Hamamı ve 4 Ayaklı Minare ve Şeyh Mutahhar Camii de orijinaline sadık kalınarak restore ediliyor. Dünyada Çin Seddi ile birlikte en uzun surun bulunduğu Diyarbakır’da yapılan bu yenileme çalışmaları ile tarihi boyunca 33 medeniyete ev sahipliği yapmış ve yüzlerce eser barındıran Diyarbakır’ın bölgenin turizm merkezi olması amaçlanıyor.

Bakanlık tarafından yürütülen Dicle Vadisi rekreasyon çalışmaları da devam ediyor. Bakanlık tarafından belirlenen bin 100 hektarlık proje alanı içinde 1’inci etap uygulama alanı 32 hektarlık bölümü kapsıyor. Proje kuzeyde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren Hevsel Bahçeleri, güneyde On Gözlü Köprü ve doğuda Kırklar Dağı’nı kapsayan bölgede yer alacak. Dicle Vadisi’nin doğal ve ekolojik özellikleri dikkate alınarak doğa parkı, yürüyüş yolları, ağaçlandırma alanları, sosyal tesis (Basketbol ve futbol sahaları) ve cami yapılacak.

İçkale’de sona geliniyor
Sur’dan önce ilk yerleşimlerin başladığı tarihi İçkale’de Hz. Süleyman ve 27 Sahabe Camisi’nin bulunduğu alanın çarpık yapılardan temizlenmesi çalışmalarında da sona gelindi. Cami ve çevresinin düzenlenmesi ile alan vatandaşların kullanımına açılacak. Bütünlük oluşturacak şekilde peyzaj çalışması tamamlanan İçkale’de, cami ve sahabe türbelerini ziyarete gelenler, daha ferah ve çarpık yapılardan arındırılmış bir peyzaj alanla karşılaşacak.
Milliyet (Kısaltarak), Haber: Ünal Çam, 30.03.2017
TARİHİ BEYDAĞI KALESİ RESTORE EDİLİYOR

İzmir'in Beydağ İlçesi'nde, tarihi kale içerisindeki eski bucak müdürlüğüne ait bina restore edilerek çevre düzenlemesi ile birlikte turizme açılacak.

CHP'li Beydağ Belediye Başkanı Vasfi Şentürk, Beydağ'daki tarihi kalenin eski durumuna getirilerek turizme açılması için restore edileceğini belirtti. DHA'nın haberine göre, tarihin gelecek nesillere aktarılması için şehrin simgesi olan kaleyi ayağa kaldırmak istediklerini belirten Vasfi Şentürk, "Eskiden Beydağ'daki tüm devlet işleri bucak müdürlüğü tarafından yapılırdı. Bucak müdürlükleri için adeta hükümet konağı niteliğinde bir bina bulunurdu. Beydağ'ı kuşbakışı olarak gören kalenin içerisinde bu bina da yıllarca halka hizmet etmiş, tabiat şartlarına dayanmayarak tamamen yok olmuştu. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ile Ödemiş Müzesi'nin 4 yıl boyunca yürüttüğü kazılarda Bizans dönemine ait değerli eserler bulundu. Bunlar Ödemiş Müzesi'nde koruma altına alındı. Belediyemizin, tarihi bucak müdürlüğü binasını yeniden hayata geçirmek için, resmi verilere dayanarak yaptırdığı proje, İzmir 1 Nolu Tabiat Varlıkları tarafından tasdik edildi. Çalışmaların başlaması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın gerekli finansmanı sağlamasını bekliyoruz" dedi.

İki katlı eski bucak müdürlüğü binasının aslına uygun olarak yapılacağını belirten Başkan Vasfi Şentürk, "Cam taban üzerine inşa edilecek binada, kazıdan çıkan tarihi eserler sergilenecek. Ziyaretçiler alt kata inmeden, cam taban üzerinden eserleri rahatlıkla görebilecek.Bu bina gelecek nesillerimize en iyi armağan olarak bırakılacak. Bu arada yapılacak çevre düzenlemesi ile kale turizme açılıp Beydağ'a ayrı bir güzellik verecek" diye konuştu.
Yapı, 29.03.2017

DÜNYANIN EN BÜYÜK DİNOZOR AYAK İZİ BULUNDU

Avustralya’da bugüne kadar keşfedilen en büyük dinozor ayak izi bulundu.



Bölgede bir süredir çalışmalar yürüten bilim insanları Avustralya'nın kuzey batısında bulunan Dampier yarımadasında yaklaşık 100 milyon yıllık 21 farklı dinozora ait izlere rastlandığını açıkladı. 



Bu keşfi dünya basınına taşıyan detay ise ekibin bugüne kadar keşfedilmiş en büyük dinozor ayak izini bulması. 



'Jurassic Park' olarak da adlandırılan bölgedeki çalışmayı yürüten ekip adına açıklamalarda bulunan Queensland Biyoloji Bilimleri Okulu çalışanı Dr. Steve Salisbury söz konusu ayak izinin 1.7 metreyi bulduğunu belirtti. 



Bilim insanlı bu ayak izinin uzun boyunlu bir dinozor türüne ait olduğunu düşünüyor.
Ntv, 28.03.2017
KİBELE KATLİAMNINA YARGI "DUR" DEDİ

Ordu İdare Mahkemesi, yüzlerce yıllık Kibele Heykeli’nin bulunduğu Ordu Kurul Kalesi’ne büyük zarar verebilecek taşocağının ‘uygun olmadığı’ kararını onadı. Böylece taşocağı, hukuken ‘yasaklı’ duruma düştü.

Türkiye'nin konuştuğu, tarihi Kibele Heykeli’nin bulunduğu Ordu Kurul Kalesi altındaki taşocağı için yeni bir mahkeme kararı çıktı. 

Karadeniz’in en önemli kültür miraslarından 2300 yıllık Kurul Kalesi’nin taşocağı tehdidi altında olduğunu, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz’ın da taşocağından rahatsız olduğunu Hürriyet 13 Mart’ta duyurmuştu. Bu paha biçilmez tarihe büyük zarar verebilecek taşocağıyla ilgili hukuki süreç, şöyle gelişti.

MAHKEME ‘ZORLADI’
Taşocağı açılmadan önce ÇED raporu için Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu görüşü soruldu.

Kurul 2011’de ocağın açılmasının uygun olmadığına karar verdi. Bu karar üzerine taşocağı açmak isteyen Kırca Mühendislik, Ordu İdare Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkemenin tayin ettiği arkeologlardan oluşan bilirkişi de ocağın ‘kale yerleşimini tamamen yok edebileceği’ raporu verdi. Mahkeme, Ordu Müzesi ile Kurul Kalesi Kazıları Başkanlığı’ndan da rapor istedi. Bu iki kurum taşocağı açılmasında sakınca görmeyince, mahkeme ‘olur’ vermeyen Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararını iptal etti.

DANIŞTAY BOZDU
Böylelikle taşocağının faaliyetine izin veren mahkeme kararını, bu kez Kültür ve Turizm Bakanlığı temyiz etti.

Dosyaya bakan Danıştay 14. Dairesi, taşocağı bölgesinin 1. derece arkeolojik ve doğal sit alanı olduğu ve taşocağı faaliyetlerinin bu bölgeye zarar vereceği gerekçesiyle, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Şirketin üst mahkemede düzeltme talebinden de sonuç çıkmayınca, Ordu İdare Mahkemesi davayı yeniden gördü. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ‘‘Patlamaların meydana getireceği sarsıntıdan kalıntıların zarar göreceğini, Kurul Kalesi’nin arkeolojik açıdan nadir rastlanan bir bölgede olduğunu ve kamu adına korunması gerektiğini’’ savundu. Mahkeme 16 Şubat 2017 tarihinde nihai kararını vererek, temyiz yolu açık olmak üzere, esastan görüşmeye gerek duymadan davayı reddetti.

Böylelikle taşocağı açılmasına izin vermeyen Samsun Koruma Kurulu kararı yeniden işleme koyuldu.

ÇEVRECİLER: OCAK HEMEN KAPATILSIN
Ordu Çevre Derneği Başkanı Gül Ersan, son mahkeme kararını şöyle değerlendirdi: ‘‘Biz bu kararı Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ile Samsun Koruma Kurulu’na dilekçe ile ilettik. Yargı kararları hepimizi bağlar. Artık ocağının dayanağı kalmadı. Mühürlenerek bir an önce faaliyetlerinin durdurulması gerekir. Bakanlık yetkililerince zirveden Melet Irmağı’na kadar tüm alanın sit olması için yeniden çalışmaların yapılacağı söylendi.”

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 28.03.2017

KAPADOKYA'DA PERİ BACALARI YOK EDİLİYOR

Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya’da Peribacaları adeta yok ediliyor. Nevşehir’in merkez ilçeye bağlı Göreme Kasabasında bulunan Peribacalarının hemen yanı başına yapılan oteller, hem doğal güzelliklerin görünmesini engelliyor, hem de Peribacalarına zarar veriyor.

Göreme beldesinde drone ile görüntüleri kaydedilen otel inşaatlarının nasıl Peribacalarını yok ettiği gözler önüne seriliyor.
İHA, Haber: Coşkun Sağlamdin, 28.03.2017

GALATAPORT YIKIMLARI ÇOK BAŞ AĞRITACAK

Bundan üç hafta önce bu köşede yayımlanan “Kültür Şurasından Karaköy Yolcu Salonu’nun Yıkımına” başlıklı yazımda birinci derece koruma altında olan bu yapıyla ilgili bazı sorular yöneltmiştim. Yazıda, Yolcu Salonu ve komşu parseldeki tarihi Postane Binası’ndaki yıkımları büyüteç altına yatırıp, İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu’nun nasıl olup da bu yıkımlara izin verdiğini soruyordum.

Bu soruları şehir plancısı Ahmet Kaya’nın başkanlığını yaptığı koruma kuruluna yöneltmeme yol açan husus, “Galataport” projesini yürüten Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş.’nin Karaköy Yolcu Salonu’nun ön cephesinin olduğu gibi yıkılmasından hemen sonra 18 Şubat tarihinde kamuoyuna yapmış olduğu bir açıklamaydı.

Doğuş Grubu ve Bilgili Holding’in ortak oldukları bu şirket, açıklamasında yıkım tasarrufuyla ilgili eleştiriler karşısında restorasyon için “gerekli izinlerin alındığını” duyurmuştu. Açıklamada, “Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili restorasyon çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin tamamlanması ile başlamıştır” denilmişti.

Bu açıklamadan kısa bir süre sonra bu kez tarihi yolcu salonunun bitişiğindeki parselde bulunan, yapımı 1911 yılında tamamlanan tarihi Postane Binası’nın denize bakan ön cephesi korunup, içi ve çatısı olduğu gibi yıkılmıştı.

Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş., ikinci eleştiri dalgası üzerine 3 Mart tarihinde yaptığı yeni bir açıklamada, yine “gerekli izinlerin alındığını” vurgulamış, “Galataport liman sahasında yer alan diğer tescilli yapıların restorasyon çalışmaları, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü kararları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ruhsatları paralelinde, öncelikle kültür varlığı yapıların yerinde korunarak güçlendirilmesi bakış açısıyla planlanmaktadır” demişti.

Bu açıklamalar, her iki tarihi binayı da hedef alan yıkım tasarruflarını koruma kurulunun kararları çerçevesinde meşru göstermeyi amaçlıyor. Ayrıca, belediyenin verdiği ruhsatlara da atıf yapılarak, belediye de denklemin içine dahil ediliyor.

* * * 

Salıpazarı A.Ş.’nin açıklaması, beni yıkımlara koruma kurulunun izin verdiği izlenimine sevk etmişti. Ben de 7 Mart tarihli köşe yazımda, “Şirket koruma kuruluna yıkım için ne zaman başvurmuştur. Kurul izin verdiyse bu kararı hangi tarihli toplantısında almıştır. Böyleyse kurul neden 2016 tarihli 4559 sayılı kararından geri adım atmıştır” sorularını yöneltmiştim.

Bu sorularıma yaklaşık üç hafta süreyle bir yanıt alamadım. Yanıt geçen pazar günü Hürriyet’te Ömer Erbil’in gazetecilik açısından başarılı bir fikri takip örneği olan haberinde karşıma çıktı. Bu habere göre, 2 Numaralı Koruma Kurulu, tarihi Karaköy Yolcu Salonu ile Paket Postanesi’ni yıkanlar hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.

Bu habere göre, koruma kurulu iki hafta önce dört uzmanını inşaat şantiyesine göndermiş, uzmanlar çalışmaların onaylanan proje kapsamında olup olmadığını denetleyerek, başta postane olmak üzere tescilli yapıların yıkıldığını, projeyle aykırı uygulamaların yapıldığını tespit etmiş. Kurul da uzmanların bu raporu doğrultusunda 2863 sayılı yasaya muhalefet edildiği, onaylı projeye aykırı uygulamalar olduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiş.

Ömer Erbil’in aldığı bilgiye göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi temsilcileri de suç duyurusuna imza atmış. Bu durumda belediye tarafının da yıkım işlemini sorunlu gördüğü anlaşılıyor.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65’inci maddesinde şöyle deniliyor:

“Tescil edilen sit alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler ile izin alınmaksızın inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni verenler, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.”

* *  *

Şimdi buradaki meselenin özüne gelelim. Koruma kurulunun restorasyon için izin verdiği 9 Haziran 2016 tarihli 4459 sayılı kararı koşullu bir onay içeriyor. Örneğin karar, Yolcu Salonu’nun restorasyonunun ancak “düzeltmeler”le uygun olduğunu belirtiyor. Kurul, Paket Postanesi binası için düzeltmeye bile yeşil ışık yakmamış, yalnızca restorasyon izniyle yetinmiştir. Oysa bugün ön cephesi hariç Paket Postanesi’nin yerinde yeller esmektedir.

Kurulun yaptığı suç duyurusu, Galataport projesi çerçevesinde bu binalar için bir yıkım izninin verilmediğinin açık bir kanıtıdır. Bu durumda bana da İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu’na yönelttiğim soruları geri almak düşüyor.

Peki o zaman bu yıkım iznini kim verdi?
Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 28.03.2017

YARGI, KUZU'NUN 'SEA PEARL' RUHSATINI İPTAL ETTİ

İstanbul’un Bakırköy İlçesi'nin Ataköy sahilinde yargı kararlarıyla defalarca mühürlenen Kuzu Grubu’na ait Sea Pearl rezidansına ait inşaat ruhsatı İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Kuzu Grubu’na ait Sea Pearl rezidansına ait inşaat ruhsatı İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkeme gerekçeli kararında dava konusu parselde yaklaşık yüzde 50 oranında fazla inşaat hakkı tanındığını ve yapılmakta olan inşaatların anayasa, İmar Kanunu ve Kıyı Kanunu’yla öngörülen düzenlemelere aykırı olduğunu belirtti. Diken’den Rıfat Doğan’ın haberine göre, dava Bakırköylü yurttaşlar tarafından 3 Aralık 2013 tarihinde onaylanan 5736 A- B- C- D- E- F- G- H- I- J sayılı inşaat ruhsatlarının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla açılmıştı.

Yurttaşların talebini yerinde gören İstanbul 10. İdare Mahkemesi, Ataköy sahilini kapatan projede önemli bir karar aldı.

Anayasa ve Kıyı Kanu’na aykırı
İdare Mahkemesi, dava konusu ruhsatların anayasa ve Kıyı Kanunu’nda yer alan düzenlemelere aykırı olduğunu belirterek iptaline karar verdi.

Mahkeme kararında şu ifadelere yer verdi: “Ayrıca uyuşmazlığa konu yapı ruhsatı düzenlenirken kıyı kenar çizgisinden deniz yönündeki kıyı alanının kamunun kullanımına ait olduğundan yapı ruhsatı verilirken brüt parsel üzerinden değil, kıyı kenar çizgisinden deniz yönündeki kıyı alanı düşüldükten sonra bulunacak net imar parseli üzerinden yapı ruhsatı verilmesi gerektiği gibi dava konusu ruhsatlar ile akaryakıt ve bakım istasyonu kullanımına ayrılmış bir alanda apart otel kullanımı için ruhsat verilerek mevzuata aykırı bir uygulama yapıldığı, dava konusu yapı ruhsatları ile dava konusu parselde yaklaşık yüzde 50 oranında fazladan inşaat hakkı tanındığı ve yapılmakta olan inşaatların Anayasa, İmar Kanunu ve Kıyı Kanunu’yla öngörülen düzenlemelere aykırı olduğu sonucuna varılmakta olup, söz konusu parsele ait inşaat ruhsatlarında hukuka ve mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.”
Yapı, 27.03.2017

ALTIN SİKKELER SATILMADAN ELE GEÇİRİLDİ

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarihi eser kaçakçılarına göz açtırmıyor. Son bir hafta içerisinde ikinci kez kaçak tarihi eser operasyonu yapan jandarma ekipleri bu kez kaçak kazı sonucu elde edilen altın, gümüş sikke ve objelerden oluşan toplam  (121) adet tarihi eseri piyasaya sürülmek üzereyken Zekeriyaköy'de ele geçirildi.

İstanbul ili Sarıyer İlçesi'nde M.D, MÖ ve Suriye uyruklı S.A isimli şahısların kaçak kazı sonucu elde ettikleri MÖ 6.ve 7. Yüzyıl Roma, Bizans ve Yunan dönemlerine ait altın ve gümüş sikkeleri 500 Bin TL'ye piyasaya sürmek için müşteri aradıkları bilgisi alındı. İhbar üzerine takibe alınan şüpheli şahıslar, Zekeriyaköy Uskumru Mahallesi'nde kıskıvrak yakalandı.

Çağlayan Nöbetçi Savcılığı'nın talimatıyla gözaltına alınan M.D, MÖ ve S.A isimli şüpheli şahıslar tutuklanarak cezaevine gönderildi. 


Milliyet, Haber: Musa Kesler, 27.03.2017
"HAVAGAZI FABRİKASI BİR AN ÖNCE TESCİL EDİLMELİ"

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin Havagazı Fabrikası yerleşkesinin tescilinin kaldırılması kararının iptal edilmesinin ardından harekete geçti. Mimarlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na “Havagazı Fabrikası’na geri dönülmez zararlar verilmeden bir an önce tescil edilmeli” çağrısında bulundu.



Mimarlar Odası Ankara Şubesi, bu kapsamda Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’ne resmi yazı yazarak, bir an önce tescil işlemlerinin başlatılmasını talep etti.

Konuya ilişkin açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak 2006 yılında Havagazı yerleşkesinin tescilinin kaldırılmasına ilişkin açtığımız tescil davası 11 yıl sonra sonuçlandı. Dava Daireleri Genel Kurulu’na giden davada ısrarla yürüttüğümüz hukuksal mücadele sonucu,  Ankara 2. İdare Mahkemesi 15.02 2017 tarihinde verdiği kararla, Cumhuriyet döneminin kültür mirası ve sanayi arkeolojisi olarak korunması gereken Havagazı Fabrikası yerleşkesinin tescilinin kaldırılması kararını iptal etti. Bilimin dışında yapılan uygulama ile yapılan yıkımla halkın sağlığı tehdit edildi. Kültür Bakanlığı’na mahkeme kararını göndererek, ivedilikle alanı ve yapıları tescil etmesini istedik“ dedi.

Belleklerimizin formatlanmasına izin vermeyeceğiz 
Candan şöyle devam etti: “Ankara, Maltepe Havagazı Fabrikası alanı ve kalan yapıları bir bütün olarak sahip oldukları tarihi ve mimarlık değerlerinin yanı sıra mimari özellikleri ile Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına tanıklık etmiş önemli bir endüstri mirasıdır. Sadece mekansal olarak değil Cumhuriyet döneminin sosyal ve kültürel değerlerini de yansıtan bir miras olarak bütünsel bir şekilde değerlendirilerek İstanbul, İzmir gibi ve diğer çok sayıda yurtdışı örneklerinde gerçekleştirildiği gibi yeniden canlandırma projesi yapılmalıdır. Bu şekilde bu alan bir endüstri mirası örneği ve önemli bir kent öğesi olarak korunarak gelecek nesillere aktarılacak ve kent belleğine katkıda bulunacaktır. Cumhuriyet’in izlerinin tanıkları olan yapıların yıkılarak belleklerimizin formatlanmasına ve Cumhuriyet’in izlerinin silinmesine izin vermeyeceğiz.”

Yapı, 27.03.2017

MECLİS'İN 'DÜNYA GÜZELİ'

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kulisleri, şeref salonunu ve Meclis Başkanlığı’nı kapsayan büyük bir yenileme çalışması var. Yapılan tadilat çok konuşuldu. Meclis’in tarihi dokusunu bozduğu, kulislerin ‘otel lobisine’ dönüşeceği söylendi. Ancak bugün size bu tartışmaları değil tadilat sırasında ortaya çıkan 69 yıllık bir sırrı yazacağız.



15 TEMMUZ’DA BOMBALANDI
15 Temmuz darbe girişimi sırasında bombalanan Meclis ana binasında zarar gören bölümlerin onarımı, müze olarak düzenlenen alan ve sığınak yapımının ardından iktidar ve muhalefet kulisindeki çalışmalar sürüyor. Başkanlık Divanı olarak kullanılan salon da küçük olduğundan tadilata alındı. Bu salon yandaki başka odalarla birleştirilerek genişletiliyor. Tören Salonu’nun bitişiğinde yer alıp geçmişte İnsan Hakları Komisyonu tarafından kullanılan bölüm de yeniden inşa ediliyor. 15 Temmuz saldırısında yıkılan Başbakanlık makamı da yeniden düzenleniyor. Bu iki bölümden birisi cumhurbaşkanının Meclis’e geldiğinde kullanacağı makam odası, diğeri Meclis Başkanı’nın yabancı konuklarını ağırlayacağı kabul salonu olacak. Mevcut inşaat giderlerinin, Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği’nce başlatılan ‘Milletin meclisini millet yapar’ kampanyasından karşılandığı belirtildi. Gayrimenkul sektöründeki işadamlarınca toplanan 50 milyon liralık kampanya fonundan şimdiye kadar yarıya yakınının harcandığı söyleniyor.



KARAKALEMLE KADIN RESMİ
Parlamento muhabiri Bülent Sarıoğlu’nun aktardığına göre, Divan salonundaki tadilat çalışmalarında duvarlardaki kaplamanın altından 1948-1950 yıllarında Meclis inşaatında çalışan işçilerin duvarlara yaptıkları çizimler gün yüzüne çıktı. Bir işçinin duvara karakalemle yaptığı kadın resminin yanına ‘Dünya Güzeli’ diye ok işaretiyle not düşmesi dikkat çekti. Bir başka işçi ise bir kadın ve kuş resmi çizmiş. Çizimlerin yanlarında 17/05/1948, 31/12/1948, 13/01/1950 tarihleri yer alıyor.

22 YIL SÜRDÜ
Meclis’in tamamlanmasının tarihçesine de tabii ki bir bakmak lazım. TBMM ana binasının yapımını 22 yıl sürdü. Döneminde Avrupa’daki kamu binası mimarisinde önemli isimlerden olan Avusturyalı mimar-tasarımcı Clemens Holzmeister’in projesini 1938’de Atatürk görerek onaylamıştı. Binanın temeli 1939’da atıldı. İkinci Dünya Savaşı çıkınca 1941’de ara verildi. 1948’de Holzmeister ülkesine dönünce öğrencisi ve yardımcısı Ziya Payzın inşaat çalışmalarını yürüttü. Mali sıkıntılar nedeniyle zaman zaman yavaşlayan inşaat tamamlanınca 6 Ocak 1961’de bina kullanılmaya başlandı.



ÇORUMLU İŞÇİNİN MEMLEKET HASRETİ
Dönemin araç modelini yansıtan otobüs çiziminin üzerinde ise bir işçi memleket özlemini ifade ederek kırmızı kalemle ‘Çorum’ ibaresini eklemiş. O resmi çizen işçiler yaptıkları binanın çatısının altında yaşanan bitmez tükenmez siyasi tartışmaların ne kadarını gördü bilinmez. Ancak resimlerden kesin bir şekilde anlaşılan şu: İnşaatta çalışırken en çok sıla ve sevgili hasreti çekmişler.
Hürriyet, 25.03.2017
GALATAPORT'A SUÇ DUYURUSU

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, Galataport projesi kapsamında tarihi Karaköy Yolcu Salonu ile Paket Postane’yi yıkanlar hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusu yaptı.



Kurul önceki gün gündeminde daha önce onayladıkları proje ile uygulama arasında aykırılıklar tespit etti. 2863 sayılı yasanın 65. maddesi uyarınca sorumlular hakkında ceza verilmesini istedi. Bu madde 2 ila 5 yıl hapis cezası öngörüyor.

Karaköy Yolcu Salonu 1940’lı yıllarda inşa edilmiş, 2002 yılında “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmişti. 5 Mart 2015 tarihinde ise Koruma Kurulu binayı anıt eser statüsüne alarak “koruma grubu 1” olarak tescilledi. Aynı kararla anıt eser statüsüne alınan ‘Eski Paket Postahanesi’ ise 1892’de başlayan Galata Rıhtım inşaatı sürecinde, 1907-1911 yılları arasında Gümrük Binası olarak inşa edildi. Ancak, Galataport projesini yürüten Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş Karaköy Yolcu Salonu ve tarihi Postane binasını yıkmış tescilli yapıların yıkılması kamuoyunda tartışmaya neden olmuştu.

UZMAN RAPORLARI İHLAL VAR DİYOR
Koruma Kurulu geçtiğimiz hafta dört uzmanını inşaat şantiyesine gönderdi. Uzmanlar çalışmaların, kurul tarafından 2015 yılında onaylanan proje kapsamına uygun olup olmadığını denetledi. Başta tarihi postane olmak üzere birçok tescilli yapının yıkıldığı ve projeye aykırı uygulamalar olduğu tespit edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi uzmanlarının da projeye aykırı uygulamaları tespit ettiği görüldü. Koruma Kurulu üyeleri raporlar doğrultusunda 2863 sayılı yasaya muhalefet ettiği, onaylı projeye aykırı uygulamalar olduğu gerekçesiyle sorumlular hakkında yasanın 65. maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

ŞİMDİ NE OLACAK?
Savcılık firmanın açıklamalarına ikna olmaz ise 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açabilecek. Diğer yandan aykırı uygulamalar giderilinceye, proje revize edilip kurulun istediği şekle bürününceye kadar inşai işlemler durduruldu. Galataport projesini uygulayıcı firma revize projeyi kurula sunacak. Kurul üyeleri ikna olursa yeni proje hayata geçirilecek. 
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 25.03.2017
HERAKLES LAHDİ TÜRKİYE'YE İADE EDİLİYOR

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, "Herakles lahdine 2010 senesinde Cenevre serbest limanında, İsviçreli yetkililer tarafından gerçekleştirilen envanter kontrolü sırasında el konulmuştu. Cenevre Başsavcılığı, 21 Eylül 2015'te lahdin iadesine kara verdi. Bu karar 2 Mayıs 2016'da Cenevre Adalet Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Dolayısıyla lahit, en kısa zamanda Türkiye'ye iade edilmiş olacak" dedi.



Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Herakles lahdin 2010 senesinde Cenevre serbest limanında, İsviçreli yetkililerce gerçekleştirilen envanter kontrolü sırasında el konulduğunu anımsatarak, "Cenevre Başsavcılığı, 21 Eylül 2015'te lahdin iadesine kara verdi. Bu karar 2 Mayıs 2016'da Cenevre Adalet Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Daha sonra İsviçre Federal Mahkeme nezdinde itiraz edildi. Sonra da itiraz girişimlerimiz sonucunda geri çekildi ve böylece itirazın geri çekilmesiyle birlikte iade kararı da kesinleşmiş oldu" dedi.

Bakan Avcı, Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar ile Bakanlıkta yaptığı ikili görüşme sonrasında ortak basın toplantısı düzenledi. Balkanlardaki kültürel varlıkların ihyası konusunda verimli bir görüş alışverişinde bulunduklarını aktaran Avcı, ziyareti için ve Türkiye'deki referandum süreciyle ilgili yaptığı bilgilendirme ve katkıları için teşekkür etti.

PERGE ANTİK KENTİ'NDE BULUNMUŞTU
Herakles Lahdi'nin İsviçre'nin Cenevre gümrüğünde ele geçirildiğini anımsatan Avcı, lahdin Türkiye'de bulunan Perge antik kenti kökenli ve Herkül'le ilgili olduğunu belirtti. Milattan önce 2'nci yüzyıl, Roma dönemine ait lahdin 235 santimetre boyunda, 112 santimetre genişliğinde olduğu bilgisini veren Avcı, şu değerlendirmede bulundu:

"2010 senesinde Cenevre serbest limanında, İsviçreli yetkililer tarafından gerçekleştirilen envanter kontrolü sırasında el konulmuştu. Cenevre Başsavcılığı ve Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapsamlı bir müşterek çalışma yürütüldü ve bu çalışmalar neticesinde Herakles Lahdi'nin Antalya'nın Aksu İlçesi sınırları içerisinde yer alan Perge antik kenti nekropolünde, 1960'lı yıllarda meydana gelen kaçak kazılarda bulunduğuna ve yurt dışına çıkarıldığına ilişkin önemli delillere ulaşıldı. Cenevre Başsavcılığı, 21 Eylül 2015'te lahdin iadesine kara verdi. Bu karar 2 Mayıs 2016'da Cenevre Adalet Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Daha sonra İsviçre Federal Mahkeme nezdinde itiraz edildi. Sonra da itiraz girişimlerimiz sonucunda geri çekildi ve böylece itirazın geri çekilmesiyle birlikte iade kararı da kesinleşmiş oldu. Dolayısıyla lahit en kısa zamanda Türkiye'ye iade edilmiş olacak. Bu yurt dışındaki eserlerimizin iadesi bakımında önemli bir aşamaya işaret ediyor."
Hürriyet, 24.03.2017



12 - 25 Mart 2017
YUNAN'IN AYASOFYA İDDİASI


Yunanistan medyasında yer alan haberlere göre anayasa değişikliği oylamasında istediği sonuca ulaşamayan Erdoğan’ın oylamadan bir gün önce Ayasofya müzesini ibadete aaçağı iddia edildi.

Haberlerde “Amaç gayet açık. Erdoğan kendisini Türkiye'nin yeni sultanı yapacak referandumdan hemen önceki Cuma Ayasofya'da namaz kılmayı tercih ediyor" ifadesi yer alırken “Erdoğan'ın hem batıya hem de kendisine dönük desteklerini sağlamlaştırmak istediği "bozkurtlara" ve "aşırı sağa" bir mesaj vermek istediği belirtiliyor” görüşü dile getirildi.

Haberde Tayyip Erdoğan'ın "Batılılar sokakta yürüyemeyecek" sözlerine de atıfta bulunularak Müslüman - Hıristiyan çekişmesi üzerinden “evet”çilere mesaj verildiği vurgulandı. 
Anayurt Gazetesi, 24.03.2017

700 YILLIK İSKELETE YENİDEN YÜZ VERDİLER

Fotoğrafını gördüğünüz bu kişinin sokaktaki insanlardan bir farkı olmadığını düşünebilirsiniz. Ancak bu yüz, 13'üncü yüzyılda İngiltere'de yaşamış bir insana ait.


“Context 958” ismi verilen iskelet 2010-2012 yılları arasında Cambridge’de yapılan kazıdan bulunan 400 mezardan birinde yatıyordu. Bulunan iskeletlerin tamamının 13’üncü ve 15’inci yüzyıllara ait oldukları belirlendi.

Bu bölge ortaçağda fakirler ve hastalara yardımcı olan St. John Hastanesi’nin bulunduğu noktaydı ve ölüler, hastanenin arkasında bulunan mezarlığa gömülüyorlardı.

Dundee Universitesi’nden uzmanlarla çalışan Cambridge Üniversitesi Profesörü John Robb iskeletin yüzünü yeniden yapılandırdı. 700 yıl önce yaşadığı belirlenen bir kişiye ait olan oldukça sağlam olan iskelette ağır çalışma koşullarına işaret eden aşınmalar görüldüğü ifade ediliyor.

Bu yüzden de muhtemelen zor bir hayat yaşadığı tahmin edilmekte. Diş minesinin gençliği sırasında iki kez büyümeyi durdurmuş olması da, açlık veya ciddi bir hastalık ile karşılaştığını gösteriyor. Arkeologlar, başının arkasında kaba güç hasarı buldular ancak bu hasar, ölmeden önce iyileşmişti.

“Ne iş yaptığını tam olarak söyleyemesek de işçi sınıfına mensup, muhtemelen alım satımla uğraşan bir kimse olduğunu düşünüyoruz” diyen Profesör Robb şöyle devam ediyor:

“Ticaretle uğraştığı ya da önermesini, et ve balık ağırlıklı beslendiğini tespit ettiğimiz için söyleyebiliyoruz. Bu tarz bir meslek o dönemde yaşayan bir kişinin fakir insanlardan daha fazla yemeğe erişebilmesini sağlıyordu.”

Profesör Robb, fark ettikleri bir diğer ilginç durumun, Ortaçağ geleneklerine tezat bir şekilde cesedin öldükten sonra yüz üstü olarak gömülmesi olduğunu belirtiyor.
Sözcü, 23.03.2017

AVRUPA'NIN HUN ALGISINI YALANLAYAN ARAŞTIRMA

1500 yıl önce Roma İmparatorluğu sınırlarına dayanan Hunların, Romalıları nasıl etkilediğine dair bilimsel araştırma, Avrupa'nın geleneksel 'barbar Hunlu' imajına uymayan sonuçlar ortaya çıkardı. Göçebe Hunlar ile Romalıların birbirlerinin yaşam tarzlarından etkilendiği ve hatta işbirliği yaptığı belirtildi.

Avrupalılar, 1.500 yıl önce karşı karşıya gelen iki medeniyetin sadece savaşmadığını, aynı zamanda kültür etkileşiminde bulunduğunu fark etti. Araştıma Macar Ovasında her iki etnik unsura ait mezar kalıntılarının biyolojik ve kimyasal analileri le iki yaşam biçiminin karşılaştırılmasıyla gerçekleştirildi.

Başta Romalı tarihçiler olmak üzere, Avrupalı tarihçiler, Hunlardan genellikle acımasız vahşetler sergileyen, yağmacı, şiddet taraftarı istilacı savaşçılar olarak söz ederler. Her ne kadar tarihçilerin iddia ettiği şiddet ve katliamlar, tarihi kaynak ve arkeolojik kalıntılarla kanıtlanmasa da, yerleşmiş algı olarak bu rivayetler gerçek gibi çağdan çağa aktarıldı. Avrupalıara göre;  Orta Asya bozkırlarından göçen göçebe kavim, 1. Yüzyıldan 7. Yüzyıla kadar Roma'nın sınır bölgelerinde yaşayan halklara saldırdı ve yağma yaptı.

Oysa Roma İmparatorluğunun sınır bölgelerinde yapılan bilimsel araştırmaya göre tam aksine Romalı yerleşik gruplar ile Hunlar arasında olumlu diyaloglar da yaşanmış hatta Romalılar, Hunların geçim yöntemlerini ve beslenme şekillerini dahi benimsemişlerdi. Hunlar ise Romalıların çiftçilik kültürünü benimseyerek, tarım faaliyetleri gerçekleştirmişti.

İngiliz haber sitesi İbtimes.com sitesinde Léa Surugue imzasıyla yayınlanan habere göre; sonuçları PLOS ONE dergisinde yayınlanan araştırma, Cambridge Üniversitesi'nden Susanne E. Hakenbeck başkanlığında, Jane Evans, Hazel Chapman ve Erzsébet Fóthi'nin de aralarında olduğu ekipçe gerçekleştirildi. Makalenin editörlüğünü ise Floransa Üniversitesi'nden yaptı. Tarım ortamında Pastörizmin uygulanması: Hun baskınlarının, Katolik toplumları üzerindeki izotopik analizi (Practising pastoralism in an agricultural environment: An isotopic analysis of the impact of the Hunnic incursions on Pannonian populations) başlıklı araştırma Tuna Nehri kıyısındaki Pannonia eyaletinde gerçekleştirildi.

Araştırmacılar, Roma İmparatorluğu’nun geç dönemindeki hudut bölgelerinden Büyük Macar Ovası’nda 5. yüzyılda gömülmüş insanların kalıntılarını inceledi. Kemikler, dişler ve diş plaklarındaki kalıntılar ve mazarlardaki organik kalıntılar  üzerinde yapılan izotop analizlerinin sonuçları Orta Asya halklarına ait verilerle karşılaştırıldı..

Araştırma sonuçları göçebe yaşam tarzına sahip Hunlar ile yerleşik tarım kültürüne sahip Romalıların birbirlerinin yaşam tarzlarından etkilendiğini ve hatta işbirliği yaptığını gösteriyor.

ROMA KAYNAKLARI HUNLARA KARŞI ÖNYARGILI
Makalenin başyazarı ve araştırma ekibi başkanı Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Susanne Hakenbeck,
IBTimes sitesine verdiği demeçte “Tarihi metinler, Hunları şiddet yanlısı ve Roma uygarlığını tehdit eden istilacılar olarak tanımlıyor. Bu rivayetler, bizde Hunlara karşı olumsuz bakış açısı yaratmıştı. Ancak arkeolojik kanıtlar bu rivayetleri doğrulamıyor. Roma kaynakları, Hun kavimlerine karşı önyargılı. Bilimsel araştırmamız, Roma İmparatorluğu'nun sınırındaki sıradan insanların nasıl yaşadığını ve yaşamları boyunca Hunların onları nasıl etkilediğini gösteren kanıtları içeriyor" dedi.

İzotop analizlerine göre; 5. Yüzyılda Roma İmparatorluğu sınırında yaşayan insanlar; hem göçebe hem de tarımsal yaşam tarzını tercih etmişlerdi. analizler, Macar Ovasında o yıllarda bir siteden diğerine beslenme biçimlerinde nispeten çok az fark olduğunu gösteriyor. Verilere göre, hem Romalılar hem de Hunlular bolca mısır yemeyi seviyorlardı. Mısırın kolay ve hızlı büyüyen bir bitki türü bu tercihin sebebi olabilir.  Beslenme mısır dışında; tahıllara (arpa ve buğday), bakliyata ve ete dayanıyordu.
arkeolojihaber.com, 23.03.2017

EVDE İZİNSİZ KAZIYA SUÇÜSTÜ

Konya’da bir evde kaçak kazı yapan 3 kişi suçüstü yakalandı.

Bir ihbarı değerlendiren Karatay İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler Ağsaklı Mahallesindeki eve baskın düzenledi. Evdeki bir odanın zemininde kazı yapan 3 şahsın yaklaşık 4 metre derinliğe ulaştığı ve çukurun 2 metre genişletildiği görüldü. Şahıslar gözaltına alınırken kazıda kullandıkları malzemelere el konuldu.
Milliyet, 23.03.2017

"TBMM'DE TARİHİ DOKUYA ZARAR VERİLİYOR"

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, öğretim görevlileri ve CHP Ankara Milletvekili Murat Emir'den oluşan bir heyet TBMM’de yapılan tadilatların özgün yapıya zarar verip verilmediğini incelemek üzere, Meclis’te tespit gezisi yaptı.



Tespit gezisine Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Mimarlar Odası Genel Sekreteri Sinan Tütüncü, Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Namık Kemal Kaya, Mimarlar Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi Muteber Osmanpaşaoğlu, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, TED Üniversitesi Mimarlık Bölümü Dekanı Prof.Dr. Ali Cengizkan, ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Aydan Balamir katıldı.

"Meslek odaları olarak takipçisi olacağız"
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan şunları söyledi: “Burası Türkiye Cumhuriyeti’nin temsil yapılarından birisi, yapılacak her işlemin ve tadilatın kamuya açık ve şeffaf olması gerekiyor. Meslek odaları ve toplumla paylaşılması gerekiyor. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görmediğimiz şekilde, TBMM’yi koruyamayan bir yapıyla karşılaştık ve Meclis bombalandı. İçerde gördüklerimiz hem teknik olarak hem de hukuki olarak ne kadar izin verilirse verilsin doğru değil. Meclis’in yapısını ve kurgusunu karakterini değiştirecek en ufak bir şeye bile izin verilmemesi gerekiyor. Bu mekanda yapılan değişiklikler, yeni mekanlar eklenmesi ve TBMM’nin işlevi TBMM yetkilerinin de değiştirildiği referandum süreci ile paralel gideceği görülüyor. Mekanın karakterinin değiştirilmesi kabul edilemez. Meslek odaları olarak takipçisi olacağız.”

Mimarlar Odası Genel Sekreteri Sinan Tütüncü, “Burada yapılacak her değişikliğin kamuoyuyla, meslek odaları ve bilim insanlarıyla paylaşılması gerekiyor. Yapılan değişiklikler hakkında detaylı bilgiye sahip olamıyoruz. Ne ile karşılaşacağımızı bilemiyoruz” dedi.

"Keyfi biçimde Meclis’in tarihi dokusuyla oynuyor"
CHP Ankara Milletvekili Murat Emir şunları kaydetti: “TBMM Başkanlığı anlaşılmaz bir şekilde ve kamuoyundan kaçırarak Mecliste önemli değişiklikler yapıyor. Biraz önce hocalarımızla içeri gezdik. Tarihi dokuya zarar verecek yıkımlar yapıyor. Ne yapılacağını bilmiyoruz. Proje ilişkin bizlere ve CHP grubuna bilgi verilmedi. Meclis başkanımız babasının tapulu malıymış gibi milletin meclisinde son derece yanlış bir şekilde tadilat yapıyor ve tarihi dokuyu değiştiriyor. TBMM halka ilişkiler binası gördüğünüz gibi AVM şeklinde yapılmış. Yine yıkılan binaları görüyorsunuz. Meclis başkanı hiçbir grupla istişare etmeden, hiçbir bilimsel veriye dayanmadan, kurumların görüşünü almadan keyfi bir biçimde Meclis’in tarihi dokusuyla oynuyor.”

"Uzmanların görüşü alınmalı"
TED Üniversitesi Mimarlık Bölümü Dekanı Prof.Dr. Ali Cengizkan ise, “Elde edilenin hukuki olmadığını düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşların ortak malı olan ve aynı zamanda kolektif hafızaya ilişkin değerler içeren bir binanın iç ve dış değişikliklerine, bir kapı kulpu değişikliğinde dahi belli uzmanların görüşü alınmalı. Kurallar eminim ki karşılanmıştır ve gerekli izinler alınmıştır. Ama bu durumun hukuki olduğunu göstermez” dedi.

ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Aydan Balamir de, “Projeye ilişkin detaylı bilgimiz yok. Sadece mimari olarak büyük bir değişiklik yapıldığını görüyoruz. TBMM’yi bir eser olarak görüyoruz. Bu esere ne kadar zarar verildiğini göremiyoruz. Sadece bazı yüzeyler soyulmuş ve kazınmış ne geleceğini bilemiyoruz. Tahminlerimiz var ama devlet işinde tahmine yer yoktur. Yapılacak işlemlerin bütün paydaşlara bilgilendirilmesi gerekiyor. Biz bunu kendimiz gelip milletvekilimizin himayesinde bakmak zorunda değiliz. Biz, bilim insanları olarak her zaman öğrencilerimizle gelip bakabilmeliyiz. TBMM aynı zamanda öğrenciler için eğitim yeridir, projeler incelerler. Özgün yapıda tahribat yapılmaması lazım,çok zorunlu değişiklikler ise paylaşılır konuşulur.” dedi.
Yapı, 23.03.2017

ERZİNCAN'IN KİMSESİZ MEZAR TAŞLARINA 'TARLA' ZULMÜ

Erzincan merkezdeki (Yerznga) Beybaşı Mahallesi’nde yıllardır tahrip edilmiş şekilde duran mezar taşları, geçtiğimiz sene de bulunduğu arazinin tarlaya çevrilmesi bahanesiyle yerinden söküldü. 

Üzerinde haçkarlar ve yazılar bulunan, etrafa saçılmış mezar taşları ve kemiklerle ilgili olarak bir vatandaş Erzincan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne ihbarda bulundu. Yaklaşık bir senedir talan edilmiş şekilde duran taşlarla ilgili 14 Mart’ta yapılan ihbar üzerine Müze Müdürlüğü’ne bağlı yetkililer bölgeye gidip inceleme yaptı. Müze Müdürlüğü yetkililerinin, yolun kenarına yığılmış vaziyette bulunan taşları müzeye taşıyacağı belirtiliyor.

Eski Taşçı Konağı yakınlarında bulunan ve Ermeni mezarlığı olduğu tahmin edilen bölgenin bir kısmının üzerinden İstanbul-Erzurum yolu geçirilmişti.  Pancar tarlasına döndürülen mezarlık arazisinin de 49 yıllığına kiraya verilen bir Hazine arazisi olduğu belirtiliyor. 

Konuyla ilgili Agos’a konuşan Erzincan İl Kültür ve Turizm Müdürü Arda Heb, gelen ihbar üzerine taşların tespiti için çalışmada bulunacaklarını belirtti. Şu anda kenara atılmış ve istiflenmiş durumda bulunan taşlarla ilgili olarak Heb şunları söyledi: “Tespiti için bir ihbar geldi. Müze müdürümüzü gönderdik. Tarihi ve kültürel değeri olan şeylerse müdahale edelim, muhafaza altına alalım diye inceleme yapacağız.”  

Bölgenin yerlileri, mezar taşı kalıntılarının dışında bölgede mezarlığın bağlı olduğu bir kilisenin de var olduğunu, fakat büyük oranda tahrip edildiğini, sadece temelinin kaldığını ifade ediyor. Agos’a konuşan mimar ve araştırmacı Zakarya Mildanoğlu, taşların bulunduğu mezarlık alanda müze görevlilerinin denetimi altında arkeolojik kazı yapılması gerektiğini belirtti: “Kazıda temel izlerinin,  başka yapı izlerinin olup olmadığına dikkat edilmeli. Kepçeyle gelip almak olmaz” ifadelerini kullandı. 

Zara’daki mezarlık 
Geçtiğimiz yıllarda Sivas’ın Zara İlçesi'ndeki mezarlık da yol geçirme bahanesiyle dümdüz edilmişti. Taşların dağıldığı, kemiklerin dışarı çıktığı mezarlık, Ermeni toplumunun yoğun çabalarıyla yenilenmiş ve 29 Ekim 2016’da törenle açılmıştı

Agos, 22.03.2017

ROBERT KOLEJ'İN 37 YIL ÖNCE ÇALINAN KAYIP HAZİNESİ BAKANLIĞI HAREKETE GEÇİRDİ

Robert Koleji'nin 37 yıl önce çalınan tarihi eserleri sırrını koruyor. Envanterde bulunan 23 tarihi eser ve yaklaşık 1000 sikkenin 37 yıl önce düzenlenen bir sergi sırasında çalındığı ve o yıldan beri bulunamadığı ortaya çıktı. Kültür Bakanlığı, Selçuklu, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait paha biçilmez koleksiyon için müzeler, koleksiyonerler ve müzayede salonlarını uyardı.

Türkiye’nin en köklü ve güçlü eğitim kurumlarından Amerikan Robert Kolej’in envanterinde kayıtlı olan paha biçilmez tarihi obje ve sikkeler 1980’de çalındı ya da kayboldu. Denetlemelerde yapılan sayımlarda ortaya çıkan hırsızlıkla ilgili o dönem soruşturma açıldı. Yurtdışına kaçırıldığı tahmin edilen eserlerle ilgili hiçbir ipucu elde edilemedi.

YILLAR SONRA UYARI
Gazete Habertürk'ten Nihat Uludağ'ın haberine göre 37 yıl aradan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı, il turizm müdürlükleri aracılığıyla tüm müze, müzayede salonları ve koleksiyonerlere yazı göndererek Robert Kolej’in envanterindeki eserlerin çalındığı/ kaybolduğu bilgisini verdi. 10 Mart tarihli dosyada, tüm tarihi obje ve sikkelerin fotoğrafları da yer aldı.

2 BİN 600 YILLIK ESER DE VAR
Çalınan/kaybolan 23 tarihi obje arasında 13. yüzyıl Selçuklu dönemi kase parçaları, MÖ 6. yüzyıl Korint Çağı sonuna ait kase, MS 2. yüzyıl Roma dönemi koku şişesi, MÖ 5. yüzyıl Eski Yunan dönemine ait kandiller de bulunuyor. Çoğu Roma dönemine ait olmak üzere bin kadar tarihi eser niteliğinde sikkenin (para) büyük bölümünün Julias Sezar, Augustus, Neron, Galba, Vespasianus, Vetellus, Titus, Domitiamus, Nerva, Traianus, Hadrianus dönemlerine ait çok nadir bulunduğu ve paha biçilemez olduğu belirtiliyor.


Habertürk, 22.03.2017

OSMANLI CAMİSİNDE YANGIN

Avrupa’da en önemli Osmanlı yapılarından biri sayılan, Yunanistan’ın Meriç bölgesindeki Dimetoka (Didimotiho) İlçesi'ndeki Bayezid Camisi’nde dün sabaha karşı yangın çıktı. Öğle saatlerine doğru söndürülen yangın büyük hasara yol açtı. Yangına, ibadete kapalı olan camide 2 yıldır süren restorasyon çalışmaları sırasında elektrik kaynağından çıkan kıvılcımın neden olduğu tahmin ediliyor.

Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Yanis Amanatidis, hasarın onarımı için çalışmaların derhal başlayacağını söyledi. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada,  caminin ağır hasar görmesinden duyulan üzüntü belirtilerek, “Çıkış nedeninin tespit edilmesini Yunan makamlarından bekliyoruz” denildi.

Çelebi Sultan Mehmed Camisi olarak da bilinen Bayezid Camisi, Dimetoka’nın merkezinde bulunuyor. Balkanlar’ın en büyük camisi sayılan Bayezid Camisi’nin yapımına 14’üncü yüzyılda Sultan Yıldırım Bayezid döneminde başlanmıştı.

1420’DE TAMAMLANDI
1402 yılındaki Ankara Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Timur İmparatorluğu’na yenilmesi sonrası padişahın ölümünün ardından inşaat çalışmaları durdu. Fetret Devri sonrası 1’inci Mehmed’in padişahlığı döneminde cami tamamlanıp Mart 1420’de ibadete açıldı. Caminin erken 15’inci yüzyıl meşe çatısı, uzmanlara göre dünyada en önemli ahşap eserlerden biri olarak kabul ediliyordu.  

Hürriyet, Haber: Yorgo Kiryaki, 22.03.2017

SUR, YAŞADIĞI KÖTÜ GÜNLERİ ARKADA BIRAKACAK

Terör saldırıları sonrasında ağır tahribat gören Diyarbakır'ın tarihi Sur İlçesi yenileniyor. Bölgede çarşıdan yollara, evlerden tarihi yapılara kadar birçok alan yeniden inşa ediliyor



Geçen yıl yaşanan terör saldırılarından sonra zarar gören Diyarbakır'ın tarihi Sur İlçesi, adeta yeniden inşa ediliyor. Terör saldırganlarının kazdıkları çukurlar, kurdukları barikatlar ve tuzakladıkları patlayıcıları infilak ettirmesiyle tahribatlar oluşmuştu.



Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki'nin katılımıyla 4 Ocak'ta temeli atılan çalışmalar tüm hızıyla sürüyor. Çalışmaların tamamlanmasıyla tarih boyunca 33 medeniyete ev sahipliği yapan Suriçi, devlet tarafından adeta yeniden inşa edilmiş olacak.



Ev sahipliği yaptığı bütün medeniyetlerin izlerini taşıyan ve tarihi değerleriyle "Doğu'nun Paris"i olarak adlandırılan Sur'daki kültür varlıkları da bu sayede korunarak gelecek nesillere aktarılacak.



Diyarbakır'ın doğusundan başlayarak güneye doğru akışını sürdüren Dicle Nehri ve bunu içine alan Dicle Vadisi, şehrin doğal turizm ve rekreasyon alanını oluşturuyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen 1. etap uygulama alanı 31,85 hektarı kapsıyor.



Kuzeyde Hevsel Bahçeleri, güneyde On Gözlü Köprü, batıda Ovabağ-Diyarbakır yolu ve doğuda Kırklar Dağı'nı kapsayan bölgede çalışmalar devam ediyor. 



Dicle Vadisi'nin doğal ve ekolojik özellikleri dikkate alınarak doğa parkı, yürüyüş yolları, ağaçlandırma alanları, sosyal tesis ve cami yapılacak.



Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca ilçede terör olaylarında zarar gören alanda, ilk etap olarak planlanan 44 geleneksel Diyarbakır evinin yapımına başlandı. 



13 bin metrekarelik alanda inşa edilen konutların bu yıl sonu tamamlanması planlanıyor.



Sur'daki yapıların aslına uygun restore edilmesi çalışmaları sürerken, Suriçi'nde inşa edilecek geleneksel dokulu yapılarla bu restorasyon çalışmaları bütünleşmiş olacak.



Bakanlıkça ihalesi ve sözleşmesi yapılan, Suriçi'nin en işlek caddesi Gazi ve yanında bulunan tarihi Yanık Çarşı'nın "Sokak Sağlıklaştırma Projesi" kapsamında yenileme çalışmaları devam ediyor.



Projeyle 494 iş yeri yeniden düzenleniyor. İlçenin önemli turizm ve ticaret aksı olan caddelerde yenileme çalışmalarının tamamlanmasından sonra, mekanın önemli bir çekim merkezi ve cazibe alanı haline gelmesi hedefleniyor.



Tarihi İçkale'de Hz. Süleyman ve 27 Sahabe Camisi'nin bulunduğu alanın çarpık yapılardan temizlenmesi çalışmaları, TOKİ tarafından gerçekleştirildi. TOKİ, kentin turizmi ve maneviyatı için önemli konuma sahip olan alanda kültürel peyzaj çalışmalarına başladı.
Habertürk, 22.03.2017
KIRMIZI LİSTE İLE ARANIYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Uluslararası Müzeler Konseyi tarafından hazırlanan Irak’taki müze ve ören yerlerinden kaybolan eserlerin listesini Türkçeye çevirerek Türkiye’deki emniyet birimlerini, koleksiyonerleri ve müzeleri uyardı.



Kültür ve Turizm Bakanlığı, Irak’a ait tehlike altındaki kültür varlıklarının korunması için harekete geçti. Bakanlık, Uluslararası Müzeler Konseyi’nin (ICOM) Irak için hazırladığı, “Acil Kırmızı Liste: Irak’ın Tehlike Altındaki Kültür Varlıkları” broşürünün Türkçeye çevrilmesini sağladı. Kültürel mirasının korunması konusunda çalışmalarını sürdüren bakanlık, bunun için uluslararası kuruluşlarla ortak çalışmalar yürütüyor.

ICOM tarafından 2015 yılında hazırlanan Irak Acil Kırmızı Listesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Amerikan İlmi Araştırmalar Enstitüsü (ARIT) ile birlikte yürüttüğü çalışmalar kapsamında tercüme edildi. Basılan broşürler Türkiye’deki müzeler, koleksiyoncular, gümrükler, emniyet birimleri ve ilgili tüm paydaşlara dağıtılıyor. Irak Acil Kırmızı Listesi, Irak’ın yıkım, yağma, hırsızlık, kaçakçılık ve yasadışı yollarla ticaret tehlikelerine maruz kalabilecek eserleri içeriyor. Hazırlanan bu liste, Irak kökenli objelere tanı koyulabilmesine yardımcı olabilmeyi amaçlıyor.

SATIN ALMAYIN’ UYARISI
Hazıarlanan broşür, müzeler, müzayede evleri, sanat tacirleri ve koleksiyoncular bu tarz eserlerin kökenlerini ve ilgili yasal evrakı dikkatle ve tam olarak araştırmadan eserleri satın almamaları konusunda uyarılıyor.

Somut ve somut olamayan doğal ve kültürel mirasın günümüzde ve gelecekte korunmasını sağlamayı amaç edinen ICOM’un hazırladığı ‘Kırmızı Liste’ler belirli ülkelerden kaçırılan kültür varlıklarının yasadışı ticaretini engellemek üzere tasarlandı. ICOM tarafından daha önce hazırlanan 2003 tarihli Irak’ın Tehlike Altındaki Kültür Varlıkları Acil Kırmızı Listesi sayesinde çok sayıda yağmalanmış kültür varlığı ele geçirildi.

YILLARCA YAĞMALANDI
Irak’ta 2003’ten sonra başta Ulusal Müze olmak üzere çok sayıda antik kenti yağmalanmıştı. Yağmalanan en önemli eserlerden bir tanesi olan 4400 yıllık Sümer kralı Entemena’nın başsız heykeli ise daha sonra ABD’de ele geçirilerek iade edilmişti. 2014 yılında DEAŞ, Musul ile birlikte Nimrud antik kentini ele geçirmişti. Bu sırada çok sayıda arkeolojik eser de yurtdışına kaçırıldı. UNESCO, yağmalanmayı önlemek için yetkililere çağrıda bulunmuş, Asur döneminden kalma 3 bin yıllık eserlerin alınmamasını istemişti. 
Hürriyet, 22.03.2017
İNŞAAT KAZISINDA 3 BİN 500 YILLIK ASURİ MEZARLARI BULUNDU



Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin başkenti Erbil'deki bir inşaat kazısında Asuri dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 bin 500 yıllık 9 mezar bulundu.

  

Erbil Arkeoloji Müdürlüğünde görevli Goran Muhammed, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentte kendi arazisi üzerinde inşaat çalışmaları yapan bir kişinin tarihi eserler bulması üzerine yetkililere haber verdiğini belirtti.



Eraba Mahallesi'nde yapılan kazılarda bir kümbet içerisinde 9 mezarın bulunduğunu aktaran Muhammed, "Şu ana kadar mezarlardaki 3 tabutu açtık ve büyük bölümü çömleklerden oluşan 41 parçayı gün yüzüne çıkardık" dedi.



Daha önce de kentin çeşitli bölgelerinde bu tür mezarlara ulaşıldığını kaydeden Erbil Arkeoloji Müdürlüğü yetkilisi, "Ekibimiz, bulunan parçalar ve mezar üzerinde incelemelerde bulundu. Tahminlerimize göre mezarlar Asuri dönemine ait olup 3 bin ila 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip" diye konuştu.



Muhammed ayrıca, söz konusu bölgede kazı çalışmalarının devam ettiğini, başka mezarların da bulunabileceğini ifade etti.











Cnn Türk, 21.03.2017
DENİZDEN HEYKEL PARÇASI ÇIKTI

Bartın'ın Amasra sahilinde, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen heykel parçası bulundu.

Alınan bilgiye göre, Amasra'nın Çakraz beldesinde yaşayan Alay Kaya (60), sabah saatlerinde kıyıya vurmuş bir cisim fark etti.

Kaya, yakından incelediği cismin, belden yukarısı olmayan oturur vaziyetteki bir heykele ait olduğunu fark etti.

Kaya'nın durumu Amasra Müze Müdürlüğüne bildirmesi üzerine, müze yetkilileri sahili geldi. Yaklaşık bir metre boyundaki heykel parçası kepçe yardımıyla denizden çıkarıldı.

Heykel üzerinde ilk incelemelerini yapan müze yetkilileri, araştırma yapmak için heykel parçasının Amasra Müzesine taşınacağını kaydetti.

Amasra Müzesi Müdürü Baran Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilk izlenimlerinin eserin Roma dönemine ait olabileceği yönünde olduğunu belirtti.

Aydın, heykel parçasının hangi döneme ait olduğunun yapılan detaylı çalışmanın ardından kesinleşeceğini bildirdi.
Milliyet, 21.03.2017

ASIRLIK ÇINAR AĞACINI KESTİLER

Adapazarı Maltepe Mahallesi Orhangazi Caddesi üzerinde kaldırımda bulunan yaklaşık bir asırlık çınar ağacı sabah saatlerinde bölgeye gelen Adapazarı Belediyesi'ne bağlı ekipler tarafından kesilmeye başlandı.

Vince bağlı sepette bulunan görevli ağacı kesmek için yukarıdan aşağı doğru dalları kesti. Ağacın yanında bulunan apartmanda oturanlar, "Bu ağacın kime ne zararı var. Burada ne yolu açılacak. Bu çınar ağacı yüzyıldır bize gölgelik yapıyordu. Yazık ediyorlar" diyerek tepki gösterdi.

Adapazarı Belediyesi yetkilileri ağacın bulunduğu yerin yeni imar planında yol olarak yer aldığını bu nedenle yol çalışması için ağacın kesiminin yapıldığını savundu.
Birgün, 21.03.2017

TOKAT'TA 265 YILLIK HANI SATILIĞA ÇIKARDI

Tokatlı esnaf Abdullah Efeli, dedesinden kalma 265 yıllık hanı restore ettiremedikleri için satılığa çıkardı. 



Sulu Sokak Çarşısı’nda Mehmet Paşa tarafından I. Sultan Mahmut Dönemi’nde 1752’de kesme taştan yaptırılan Paşa Han’dan bugüne sadece çevresindeki duvarları kalmış durumda bulunuyor. Bin 800 metrekareye yakın bir alanda bulunan hanın iç avlusunda ağaçlar ve sonradan yaptırılan tek katlı bir ev yer alıyor. Şahıs mülkiyetindeki tarihi hanın, orta kapısında ise kabartma şeklinde selvi ağacına zincirle bağlı iki kaplan figürü bulunuyor. Dedesinin yaklaşık 50 yıl önce aldığı hanın boş durumda olduğunu ifade eden Abdullah Efeli, restore ettiremedikleri için hanı satılığa çıkardıklarını kaydetti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan onaylı 70 odalı projesi hazır olan hanın değerlendirilerek turizme kazandırılmasını arzu ettiklerini ifade eden Efeli, “Sulu Sokak Çarşısı tarihi mekanlar açısından zengin bir yer. Bir çok tarihi mekan restore edildi, buranında restore edilmesini veya farklı bir şekilde değerlendirilmesini istiyoruz. Restorasyon için bir çok çalışmamız oldu ama maliyetler yüksek olduğu için bu bizim yapabileceğimiz bir çalışma değil. Bu anlamda devletimizin sahip çıkmasını bekliyoruz. Buranın restore edilip eski günlerine kavuşmasını istiyoruz” dedi.

  

Paşa Han’ın günümüze kadar sadece dış duvarlarının kalmış olduğunu dikkat çeken Efeli, iyi bir restorasyonla hanın ayağa kaldırılabileceğini kaydetti. Paşa Hanı almak için kendilerini arayanların olduğunu ama henüz anlaşabildikleri bir yatırımcının çıkmadığını ifade eden Efeli, “Burayı otel, yurt, pansiyon olarak değerlendirmek isteyen yatırımcılar oluyor. Ama sonuçlanmış bir durum yok şuan için” diye konuştu.

Sulu Sokak Çarşısı esnafları ve mahalle sakinleri de virane bir şekilde duran Paşa Hanı’nın turizme kazandırılmasını arzu ettiklerini kaydetti.
Milliyet, 21.03.2017

14 BİN YILLIK FOSİL BULUNDU

Yaklaşık 12-14 bin yıl önce yaşayan devasa mamutun fosili, insanın atalarına ilişkin ilginç ipuçları sunabilir.

Meksika'da Ulusal Antropoloji Müzesi'nin açıklamasına göre, mamut fosili 2015 yılında şans eseri bulundu. Mamut, bir inşaat alanında, yapım çalışmaları sırasında keşfedildi.

​Sputnik'in aktardığına göre mamut kemikleri keşfedildiğinden beri arkeologlar tarafından özenle korunuyor. Parçalar halinde bulunan ve daha sonradan bir araya getirilen kemikler, 14 bin yıl önce yaşayan insan ataları hakkında önemli bilgiler sunabilir.

Projeye liderlik eden arkeolog Luis Cordoba, "Kemikler anatomik bir düzen içerisinde değildi, bulduğumuzda karışmış haldeydi" dedi.

Araştırmalar sonucunda, mamutla aynı dönemde yaşayan avcı ve toplayıcıların izlerini sürmenin mümkün olabileceği düşünülüyor.

Bu araştırmalar, insanın 14 bin yıl önceki varlığına ilişkin dolaylı kanıtlar sunması bakımından önemli bulunuyor.


Odatv, 20.03.2017

BÜYÜKÇEKMECE'DE 386 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Büyükçekmece'de 5 kişinin farklı dönemlere ait kaçak tarihi eserleri, 250 bin liraya satmak için müşteri aradığı ihbarını aldı.

Çalışma başlatan jandarma ekipleri, Hazarfen Havalimanı yolunda bir aracı durdurdu.

Araçta yapılan aramada, bezlere sarılı Osmanlı, Selçuklu, Roma ve Hellenistik döneme ait 386 tarihi eser ele geçirildi.

Olaylı ilgili A.D, B.Y, K.Ş, B.Y. ve M.B. gözaltına alındı.

Tarihi eserler ise İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğüne teslim edildi.

"Müzelik değerde eserler"
Eserlerle ilgili gazetecilere bilgi veren İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan, operasyonda tarihi eser niteliği taşıyan 386 eser ele geçirildiğini söyledi.

Eserlerin çoğunun bronz olduğunu aktaran Kızıltan, ''Bu eserler içerisinde olanların hemen hemen hepsi, 2863 sayılı yasa kapsamında tespit ve tescile tabi müzelik değerde eserler. Eserlerin 299'u sikke. Bu sikkelerin 65'i gümüş. Gümüş paralar Yunan, Roma Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait. Bunlar arasında 1700 yıllarda Beyazıt dönemine ve 1213 yıllardan Keykubad dönemine ait olan para ve 5 de kurşun mühür var." diye konuştu.

Kızıltan, diğer sikkelerin ise bronz ve bakırdan oluştuğunu dile getirerek, "Bunun yanında bakır ve bronzdan oluşan mutfak malzemeleri, kiliselere ait dini objeler, takı, tıp aletleri ve hayvan heykelleri bulunuyor.'' dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Hikmet Faruk Beşer, 20.03.2017

SELÇUKLU KİTABELERİ YENİDEN OKUNUYOR

Akdeniz Üniversitesi bünyesinde oluşturulan bir ekip, Antalya'daki 810 yıllık Selçuklu eserlerinin kitabelerini yeniden okumaya başladı.

Antalya'daki 810 yıllık Selçuklu yapılarına ait kitabeleri, Akdeniz Üniversitesi bünyesinde oluşturulan bir ekip tarafından yeniden okunuyor. Kaynaklara göre 1207'de Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilen Antalya, yüzlerce mimari eserlerle donatıldı. Özellikle Kaleiçi'nde yoğunlaşan mimari eserlerin üzerindeki kitabelerden Antalya'nın tarihçesini revize etmek için tarihçiler yeniden harekete geçti.

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Mehmet Emin Şen, yaptığı açıklamada, her biri tarihi kayıt özelliği taşıyan Selçuklu kitabelerinin oluşturdukları ekip tarafından kapsamlıca yeniden ele alındığını söyledi.

"TÜRKLERİN ANTALYA'DA 800-1000 YILLIK FAALİYETLERİ VAR"
Türklerin Anadolu'yu fethettikten sonra bölgede kalıcı olduklarını göstermek için bazı imar faaliyetlerine girdiklerini ifade eden Şen, Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından Antalya'nın fethinden sonra ve ondan sonraki sultanlar İzzetin Keykavus ve Alaaddin Keykubat döneminde cami, tekke, medrese ve diğer yapıların vezirler ve devlet adamları tarafından yaptırıldığını aktardı.


Şehrin tarihini gösteren, bir nevi "tapu senedi" niteliğindeki eserlerin kitabeleri üzerinde çalışma başlattıklarını dile getiren Şen, şunları belirtti: "Antalya ve çevresinde Selçuklular, beylikler ve gerekse Osmanlılar dönemlerinde yazılmış ne kadar kitabe varsa revize edeceğiz. Gün yüzüne çıkarılması, buraları gezen seyyahların kitaplarına ve dönemin kaynaklarına bakarak, bugün ortada olmayan mimari yapıların kitabelerinin de ortaya çıkarılmasını hedefliyoruz. Türklerin Antalya'da 800-1000 yıllık bir faaliyeti var. Bunların gün yüzüne çıkarılması bizim boynumuzun borcu. Bu konuda elimizden gelen çabayı göstereceğiz."

Daha önceki çalışmalarda kitabelerin bazılarının okunmasında hatalar olduğunun belirlendiğine dikkati çeken Şen, Selçuklular döneminde Arapça yazılan kitabelerin, bu dili bilen uzmanlarca yeniden okunması gerektiğinin altını çizdi.

Mezar taşlarının da bu proje kapsamında değerlendirileceğini belirten Şen, "Geçmişimize ait neler varsa ortaya çıkarmayı hedefliyoruz." diye konuştu.

"YİVLİ MİNARE CAMİİ KİTABESİNDE DE HATA VAR"
Tarih araştırmacısı Necmi Atik de arasında Antalya'nın sembolü Yivli Minare Camisi'nin kitabesi de olmak üzere birçok esere ait kitabenin okumalarının "eksik" veya "hatalı" olduğunu ileri sürdü.

Okudukları fetih kitabelerinden Selçuklular'ın 1196'da Antalya'yı aldığının görüldüğüne işaret eden Atik, şöyle devam etti: "Bunları okumuş olduğumuz yazma eser ve kitabelerden öğreniyoruz. Hem Antalya Müzesindeki kitabelerden hem de bugün varlığını sürdüren eserler üzerindeki kitabelerden anlıyoruz. Kitabelere göre Selçukluların Antalya'daki varlığı 1207 değil 1196. Kaynaklarda geçmiyor ama kitabelerden okuduğumuz kadarıyla Abbasiler'in de Antalya'yı bir süre hakimiyetlerine aldıklarını anlıyoruz."

Antalya'nın sembolü Yivli Minare'nin Selçuklular döneminden kalan en somut eser olduğunu ifade eden Atik, yanındaki cami ve mevlevihanenin de o dönemin eserleri arasında yer aldığını kaydetti.

Evliya Çelebi ve İbni Batuta'nın eserlerine göre Kaleiçi'nde 7 büyük tekke ile 7 cami ve birçok mescit olduğunu anlatan Atik, ancak bugün bunların birçoğunun yıkılıp yok olduğuna işaret etti.
Ntv, 20.03.2017

KANADA'DA 4,2 MİLYAR YILLIK YER KABUĞU ÖRNEĞİ BULUNDU

Kanadalı bilim heyeti, Quebec eyaletinin kuzeyinde yaptıkları çalışmalarda, 4,2 milyar yıllık yer kabuğu örneği buldu.

Ottawa Üniversitesi Yer ve Çevre Bilimleri Bölümü'nden Doç. Jonathan O'Neil başkanlığındaki bilim heyetinin çalışması, Science Dergisi’nin son sayısında yayımlandı. O’Neil çalışmasının sunumunda, gezegenin ilk dönemlerine ait Kanada Kalkanı'ndan 4,2 milyar yıl öncesine ait yerkabuğunun izlerini bulduklarını açıkladı. 

Dünyanın bileşiminin, bilinen herhangi bir gezegenden ya da aydan farklı olduğunu aktaran bilim adamı, hareket eden kayalık kabukların zamanla yüzeyin altındaki derin kabuklara ilişkin kanıtları da ortaya çıkardığını ifade etti. Bugüne dek bulunan en eski yerkabuğu örneğinin yaklaşık 2,7 milyar yaşında olduğunu hatırlatan Jonathan O’Neil, bu kalıntıların da Kanada Kalkanı'nda olduğuna dikkati çekti. 

Kuzey Quebec’teki Kanada Kalkanı bölgesinde bir süreden beri çalıştıklarını belirten Doç. Jonathan O’Neil, "Kayaların bir ebeveyni var ancak bu ebeveyn gizli kalır. Nasıl kurulduklarını ve ne olduklarını ortaya çıkarmak çok zahmetli bir görevdir. Granitlerin çoğunun daha eski bir kabuğun erimesinden kaynaklandığını düşünüyoruz. Bu kayaların daha eski bir öncüsü ya da büyük bir ebeveyni olduğunu biliyorduk ama kaç yaşında olduğunu bilmiyorduk." değerlendirmesini yaptı. 

Bilimsel çalışmalarda kayaların yaşının ölçülmesinin oldukça zor olduğunu anlatan O’Neil, neodimyum-42 elementi ile yaptıkları izotop ölçümleri sonucu, elde ettikleri yerkabuğu örneğinin 4,2 milyar yaşında olduğunu belirlediklerini açıkladı. 

Elde ettikleri bulguların, Dünya'nın erken tarihiyle ilgili her soruyu cevaplamasa da gelişimine ışık tuttuğuna işaret eden Kanadalı bilim adamı O'Neil, şunları kaydetti:  

"En azından bize erken jeodinamiği anlamak için daha fazla malzeme sunuyor. Süreç Dünya'daki her yerde aynı mıydı, yoksa yerel miydi? Bunların hepsi de bizim cevaplamamız gereken sorular. Bulguların sadece dünyamızın değil, diğer gezegenlerin daha iyi anlaşılmasına da yol açacağını umuyoruz. Gezegenimizi şekillendiren erken süreçleri anlarsak, belki diğer gezegenleri de anlayabiliriz." 
Hürriyet, 20.03.2017 

ROMA TÜNELİ VE MAĞARASI TURİZMİN GÖZDESİ OLACAK

Hatay'ın Samandağ İlçesi'nde Roma döneminden kalma bin 380 metre uzunluğundaki Titus Tüneli ile aynı bölgede bulunan Beşikli Mağara'ya yürüyüş yolları ve terasların yapılması ile daha fazla turistin ziyaret etmesi bekleniyor.

Zengin bir tarihe ve kültürel mirasa sahip Hatay'ın Samandağ İlçesi'nde bulunan Titus Tüneli ile Beşikli Mağara'nın doğal yapısı ve ilginç hikayesiyle turizmde adından daha çok söz ettirmesi için başlatılan projeyle bölgeye gelen turist sayısı artırılmak isteniyor.

Roma İmparatoru Vespesian tarafından milattan sonra 1. yüzyılda sel sularının limanı doldurmasını engellemek amacıyla bin tutsağa yaptırılan bin 380 metre uzunluğundaki Titus Tüneli'nin 130 metresi dağın oyulmasıyla inşa edildi.

Yaklaşık 7 metre yüksekliğinde 6 metre genişliğinde olan ve kimi noktalarının üstü açık olan tünel, yapılış hikayesi ve mimarisiyle dikkati çekiyor.

Titus Tüneli ile aynı bölgede yer alan kayalık yamaçlara oyularak yapılan Roma dönemine ait kral ailesinin yanı sıra halka ait mezarların da bulunduğu Beşikli Mağara da Samandağ'daki turistik alanlar arasında öne çıkıyor.

Samandağ sahilinden yaklaşık 10 dakika yürüyerek ulaşılan Titus Tüneli ve Beşikli Mağara, Samandağ Kaymakamlığı, Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA) ve Samandağ Belediyesi'nin desteğiyle 350 bin lira bütçeli "Antik Kent Seleucia Pierra'da Doğa Yürüyüşü" projesi kapsamında daha çok sayıda yerli ve yabancı turistlere ev sahipliği yapmayı bekliyor.

     

YÖRESEL ÜRÜNLER DE YOL ÜZERİNDE
Yol üzerinde yöre halkına katkı için oluşturulan küçük satış reyonları da yerli ve yabancı misafirlere yöresel olarak yapılan turunç, incir reçeli, defne sabunu gibi ürünleri de alma şansı sunuyor.



Samandağ Kaymakamı Cahit Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin doğal ve tarihi güzellikleri bünyesinde barındırdığını söyledi.



İlçede yer alan ve en önemli tarihi yapılardan olan Titus Tüneli ve Beşikli Mağara'nın turizmden daha fazla pay alabilmesi ve buraya daha fazla turist çekmek amacıyla proje yaptıklarını ifade eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Proje kapsamında DOĞAKA ve Samandağ Belediyesinin de desteğiyle yaklaşık bin metre uzunluğunda yol çalışması gerçekleştirdik. Daha önce beton yol vardı ve doğal yapıya uygun değildi. Yaptığımız çalışmayla doğal yapısına uygun taşlar döşedik. Bu kapsamda hem dağdan gelen sel sularının limanı kapatmasını önlemek amacıyla yapılan Titus Tüneli'nde hem de Roma dönemine ait mezarların bulunduğu Beşikli Mağara'ya giden yolda çalışma gerçekleştirdik. Alana 18 farklı noktaya yönlendirme tabelaları koyduk. Proje kapsamında doğal yapıya uygun olan ve Türkiye'nin en uzun sahili olan Samandağ'ı gören 2 seyir terası oluşturduk. Titus Tüneli Romalılar döneminde yapılmış çok önemli bir eser. Tünelin amacı, buradaki limanı sel sularından korumak. O tünel sayesinde liman 500 sene daha ayakta kalmış. Tünele yılda 80 ile 100 bin arasında turist geliyor ama burası çok daha fazla turist çekebilecek özellikte bir yer."

Tünelin girişinde yer alan Romalılar döneminde yapılan araziler arasında bağlantıyı sağlayan köprünün bile çok önemli olduğunu vurgulayan Çelik, bu köprünün hiç harç kullanılmadan yapılmış olduğunu ve 21 taşın bulunduğunu, ortadaki 11'inci taşın kilit olduğunu 8,5 ton taşıyabilecek kapasitede olduğunu anlattı.
Milliyet, 18.03.2017

ANTİK KİLİSEYE YENİ KABUK



Barselona merkezli mimarlık ofisi AleaOlea, İspanyol iç Savaşı sırasında yarısı yok olan bir kilisenin kalıntılarını restore ederek eski kiliseyi çok amaçlı salona çevirdi.



AleaOlea'nın kiliseye eklediği beyaz kabuk, yapının atmosferini dönüştürüyor. Tasarım, İspanya'nın Vilanova de la Barca bölgesindeki kilise ile hemen yanındaki ev arasında kalan eski mezarlığı dönüştürerek mekana alternatif bir giriş sağlıyor. Apsise bağlanan eski kapı kaldırılarak, alanı genişleten, yeni bir avlu oluşturuluyor. Pergola, ağaçlar, bitki örtüsü ve su öğesi kilisenin iç mekanına açılan eşikte yeni bir sahne kuruyor. 



Proje binanın kabuğuna, cepheye ve çatıya yoğunlaşıyor. Proje, kafes örgü dokusundan yola çıkarak tasarlanan yeni bir tuğla duvara ve Arap tuğlalı beşik çatıya sahip. Tüm sistem, antik duvarların kalıntılarının desteklediği seramik bir mimari kabuk gibi çalışıyor.

  

Binanın dış cephesi; antik kilisenin çatlaklı, yoğun ve düzensiz taş dokusunu tekrar eden bir arka plan gibi penceresiz, kapalı ve opak yükselerek; görsel devamlılığı ve orijinal dokuya uyumu sağlıyor. Diğer yandan, iç mekandaki beyaz delikli tuğlalar, eski ile yeni arasındaki devamsızlığı ve karşıtlığı pekiştiriyor. Eski kilisenin imajı dışarıdan yenilenirken; orijinal kutsal mekanın içedönük, sakin atmosferi korunuyor. 

  

Bazilika tarzı plana sahip kilise 22 metre uzunluğunda, 7 metre genişliğinde ve 10 metre yüksekliğinde. Kilisenin 1936’daki yıkımından ayakta kalan iki payanda muhtemelen Romanesk kökenli; apsisin 17. yüzyıldan kalma tonozlu tavanı ise Geç Gotik üslupta inşa edilmiş. Kesme taş duvarlardan inşa edilen kilise yapısı; hava koşullarından, zamanla gelen aşınmadan ve hemen bitişiğine inşa edilen konuttan oldukça etkilenmiş.





Barselona merkezli mimarlık ofisi AleaOlea kilisenin kalıntılarını restore ederek eski kiliseyi çok amaçlı salona çeviriyor.

Arkitera, Haber: Burcu Bilgiç, 17.03.2017
MEKSİKA'DA ANTİK DEMOKRATİK SENATONUN KALINTILARI BULUNDU

Erken demokratik toplumları düşündüğünüzde muhtemelen eski Yunan akla geliyor. Bununla birlikte, son 20-30 yılda, arkeologlar, modern toplumların tek adam yönetimleri yerine toplu örgütlenmeye dayandığına dair kanıtlar keşfettiler.



Yakın geçmişteki arkeolojik atılımlar, eski Mezo-Amerikan kenti Tlaxcallan’ın bir senatoya sahip olduğunu ortaya koydu, ancak bu makam için adaylar açlık, halkın linç girişimlerine ve ve yıllara yayılan ağır çalışma şartlarına tabii tutuluyorlardı.

SİYASİ MAKAM SAHİBİ OLMANIN BEDELİ ÇOK AĞIRDI
Meksika’da şu an Tlaxcala yakınlarında bulunan Tlaxcallan MÖ 1250 civarında inşa edilmiş ve yaklaşık 100 erkekten oluşan bir ‘senato’ oluşturmuştur. Siyasi makama atanmak ise  azımsanacak bir başarı değildi. Science dergisine göre, adaylar eğitilmiş savaşçılardı ve topluluk önünde çıplak ayakta durmak zorunda kalırken, halk tarafından yumruklanıp, tekmeleniyorlardı.

Ardından, ölümcül açlıkla sınanarak 2 yıl kadar bir süre tapınakta tutuluyorlardı, uyurken kamçı ile dövülüyor ve vücudu kanlı yaralarla doluyordu. Şehrin rahipleri ise onları ahlaki ve yasal kurallar için eğitiyorlardı.

Bu yorucu süreç, 1500’lü yıllarda bir İspanyol rahibesi tarafından belgelendi, ancak o günden bu yana Purdie Üniversitesi’nden Richard Blanton’ın liderliğinde ve danışmanı Lane Fargher ile gerçekleşen arkeolojik çabalar sonucu, bu bir nevi cumhuriyetin kanıtları ileri düzeye ulaştı.

Bilim insanları, toplumda tam bir demokrasi görülmese de,  halkın hükümetlerde söz sahibi olduklarını belirtiyorlar. Bununla birlikte iktidarı paylaşan birkaç yönetici vardı.

TÜM SINIFLAR YÖNETİCİ KONSEYDE YER ALABİLİRDİ
Son 20-30 yılda, Kolomb öncesi MezoAmerika’da toplumların güçlü krallar tarafından yönetildiği düşünülüyordu. Ancak Tlaxcallan’ın da aralarında bulunduğu bazı bölgeler, otokratik bir yönetimin ortak belirtilerinin çoğundan yoksundu. Science dergisine göre devlet ve liderler, vergilere dayanıyorlardı ve tüm sınıflardan insanlar iktidar yerine yönetici konseyin bir parçası haline gelebilirdi.

Araştırmacılara göre, Tlaxcallan’da yaşayan birçok farklı etnik grup ve birçokları mülteci olarak yaşarken, yeterince güçlü bir savaşçı olan herkes senatoya katılabilirdi. Şehrin kolektif örgütüne bir örnek ise kentin en büyük halk alanlarından birinin yakınında inşa edilmiş evlerin kanıtı olarak görülüyor.

Fargher “Başka herhangi bir Mezoamerikan bölgesinde, ana meydanın yanında muazzam bir sarayınız olurdu. Burada ise oldukça mütevazı bir evimiz var.” diyor. Araştırmacılar, büyük anıtlara odaklanan diğer Mezo-Amerikalı toplumların aksine, şehir genelinde açık bir hiyerarşiye dair ufak işaretler barındıran ızgara benzeri bir şehir kurulumu olduğunu belirtiyor.

Ancak yakınlardaki Teotihuacan kentinde ise arkeologlara kendi aralarında bölünmüş durumda bulunuyor. Bazıları, piramitler gibi büyük yapılara sahip olduğu için muhtemelen güçlü bir yönetişime sahip olduklarını söylerken, bazıları ise ızgara düzeninin kolektif yönetişime odaklanıldığına dair işaretler taşıdıklarını söylüyor.

Blanton Science dergisine verdiği demeçte , “Demokrasi tek seferlik tek bir olay değildir, Gelip gidiyor ve sürdürülebilir kılmak çok zor.” diyor.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul,17.03.2017

MISIR'DA BULUNAN FİRAVUN HEYKELİ I. PSAMTİK'E AİT OLABİLİR



Mısır’da geçen hafta bulunan firavun heykelinin, I. Psamtik adlı firavuna ait olabileceği belirtildi.



Mısır Tarihi Eserler Bakanı Halid el-Anani, Kahire’nin doğusundaki El-Matariyye Mahallesi’nin El-Hamis Pazarı bölgesinde geçen hafta bulunan tarihi eserle ilgili yaptığı basın açıklamasında, “Matariyye’deki kazılar yıllarca sürdü ve en önemlisi büyük heykelin iki parçası olan birtakım buluşlarla sonuçlandı. Söz konusu iki parça geçen hafta bulundu.” dedi.

Heykelin II. Ramses’e ait olmasına ihtimal vermediğini belirten Anani, “Taç ve göz şekilleri incelendikten sonra heykelin sırtında 4 hiyeroglif işarete rastlanıldı. Bu da ‘güçlü kalkanın sahibi’ anlamına gelen firavunların birinin lakabı olan kuş, kobra yılanı ve yarım daire resimlerden ibarettir.” ifadelerini kullandı.

Söz konusu lakabı sadece I. Psamtik'in taşıdığına dikkati çeken Anani, “I. Psamtik 54 yıl yaşadı (MÖ 664-610) ve firavunların rönesans asrının kurucusudur. Tarihi 26. firavun hanedanına kadar uzanır.” şeklinde konuştu.

Anani, heykelin 8 metre yüksekliğinde ve 7 ton ağırlığında olduğunu ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Daniel Gallego, 17.03.2017

ÇİN'İN TEKNE MEZARLARINDAN BİNLERCE ESER ÇIKTI

2.200 yıllık oldukları tahmin edilen, tabutları ahşap teknelerden oluşan yaklaşık 200 mezarda pek çok eşya bulundu.

Güneybatı Çin'in Siçuan (Sichuan) eyaletinde bulunan MÖ 200 yılından kalma tekne mezarlardan çıkan tarihi objeler sergilendi.



Yaklaşık 2 futbol sahası büyüklüğündeki alanı kaplayan mezarlardan çıkan tarihi eserler Çinlilerden büyük ilgi gördü.

Çinlilerin halk arasında Róng diye adlandırılan, nüfusunun önemli oranını Uygurların oluşturduğu Siçuan (Sichuan) eyaletinin başkenti Çengdu'nun (Chengdu) Şuen (Shuangyuan) Köyü'nün Hebati (Qingbaijiang) mahallinde geçen yıl tekne tabutlara sahip yaklaşık 200 mezar bulunmuştu.  Mezarlardaki tabutların tamamının ahşap deniz teknelerinden oluşması arkeoloları şaşırtmıştı.
China Daily'nin haberine göre;  2,200 yıllık oldukları tahmin edilen tekne şekilli yaklaşık 200 mezardaki tabutlarda bir yıl süren araştırmalar sonucu pek çok eşya bulundu.

Tekne şeklindeki mezarlarda bulunan tabutlardan bronz eşyalar, cilalı eşyalar ve seramik parçaları bulundu.

Binlerce buluntunun Chengdu bölgesinde varlığı bilinen Şu kültürünün (Shu culture) aydınlatılmasına katkı sağlayacağı belirtildi.

Öte yandan Çengdu Arkeoloji ve Kültürel Eserleri Koruma Enstitüsü (Chengdu Cultural Relics and Archaeology Institute) arkeoglarına göre mezarların tarihi, MÖ 475-221 yıllar arasına tarihlenen Savaşan Devletler Dönemi'ne hatta MÖ 770-476 yılları arasına tarihlenen İlkbahar ve Sonbahar Dönemine dek uzanıyor olabilir.


arkeolojikhaber.com, 17.03.2017

TESADÜFEN BULUNAN KABARTMA 4 BİN YILLIK ÇIKTI

Elazığ'ın Harput Mahallesi'nde fidan dikimi sırasında tesadüfen bulunan kabartmada yapılan incelemede, eserin 4 bin yıllık geçmişe sahip olduğu tespit edildi. Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi arkeoloğu Bülent Demir, "Harput'un bilinen tarihi Urartulara kadar uzanmaktaydı. Ancak bu kabartma ile Harput tarihinin bin yıl kadar geriye gittiği görülmektedir" diye konuştu.



Elazığ Orman İşletme Müdürlüğünce 3 Mayıs 2016'da tarihi Harput Mahallesi Nevruz Ormanları mevkisinde yürütülen çalışma sırasında fidan dikimi için çukur kazan İshak Yurter'in kullandığı kepçe bir kaya parçasına takıldı. Bunun üzerine elleriyle toprağı kazan ve kabartma ile karşılaşan Yurter, Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müze Müdürlüğü ekiplerine haber verdi.

Müze ekipleri, yüksekliği 2 metre 72 santimetre, genişliği de 2 metre 25 santimetre olan ve 5 parçaya bölünmüş halde bulunan kabartma üzerinde restorasyon ve inceleme çalışması başlattı.

Yapılan incelemede, kabartmanın tarihinin günümüzden 4 bin yıl öncesine dayandığı belirlendi. Böylelikle daha önce milattan önce (MÖ) birinci bin yıl olarak bilinen Harput yöresinin tarihi de değişmiş oldu. Restorasyon çalışmasının ardından Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, "Harput Kabartması" adı verilen eseri teşhir salonuna yerleştirdi.

İki evreli yerleşim yeri
Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesinde görevli arkeolog Bülent Demir yaptığı açıklamada, kabartmanın bulunduğu bölgede Müze Müdürlüğünce yürütülen kazı çalışmalarında ağır bir yangınla son bulmuş iki evreli bir yerleşim yerinin izlerine rastlandığını anımsattı. Demir, 5 köşeli eserin burada bir duvar içerisine aplike edilerek ya da duvara yaslanarak kullanıldığını düşündüklerini söyledi.

Kabartmanın ana temasının bir kalenin fethi olduğunu ve sahnelerin alttan üste doğru savaş ile ganimetleri ve çıplak esirlerin kralın huzuruna çıkarılışı şeklinde istiflendiğine dikkati çeken Demir, sol panoda kaledeki çarpışma anlarına ve dehşet verici sahnelere yer verildiğini belirtti.

Panodaki masif tekerlekli ahşap kuşatma kulesinin bir benzerine Anadolu ve Mezopotamya'da rastlanmadığını aktaran Demir, 1. Hattuşili dönemine ait çivi yazılı bir Hitit metninde koç başı ve ahşap kuşatma kulesinden bahsedildiğini ancak bu bağlamda bulunmuş görsel bir kanıt bulunmadığını dile getirdi.

Demir, kabartmanın bir diğer panosundaki sahnede de kent kapısı üzerinde iki çıplak düşman askerinin başına basarak yükselen sarkık kanatlı, kartal pençeli, bacakları birbirine dolanmış tanrıça figürünün elleri ile bir düşman askerini havaya kaldırışının betimlendiğini anlattı. Demir, bu savaş panosunun merkezine yerleştirilen tanrıçanın savaşın kazanılmasındaki rolünün vurgulanmak istendiğini aktardı.

Demir, kabartmanın en önemli ikonografik ögesi durumundaki tanrıça figürünün yakın benzerlerine MÖ 1862 Larsa Kralı Warad-Sin ve MÖ 1779 Hammurabi dönemine ait silindir mühür baskılarında rastlandığını ve savaşın kazanılmasında önemli bir role sahip olduğu inanılan tanrıça figürünün Akadların aşk ve savaş tanrıçası İştar ile bir bağlantısının olup olmadığının ayrı bir inceleme konusu olduğunu söyledi.

"Bilinen sanat tarihi anlayışına yeni boyutlar kazandırdı"
Kabartmanın son ve en üst sahnesinde ise zaferle sonuçlanan mücadelenin akabinde çıplak savaş esirlerinin kralın huzuruna çıkarılışının sahnelendiğini söyleyen Demir, "Kabartma stilistik ve ikonografik açıdan milattan önce 2 bin 300 ile 2 bin 150 yılları arasında Mezopotamya'da güçlü bir uygarlık kurmuş olan Akad ekolünün güçlü etkilerini taşır." ifadelerini kullandı.

Kabartmanın bulunduğu alanda yapılan kazı çalışmasında bulunan kalıntıların çağdaşlarına göre daha iyi durumda olduğunu ve MÖ 2. bin yılın başlarına tarihlendiğini dile getiren Demir, kabartmada bulunan kanatlı tanrıça ve kralın giydiği püsküllü serpuşun da Orta Tunç döneminde görülüyor olmasının eserin MÖ 2. bin yıllarına tarihlenmesine yardımcı olduğunu dile getirdi.

"Kabartma ile Harput tarihinin bin yıl kadar geriye gittiği görülmektedir"
Demir, Akad Kralı Sargon ve torunu Naram Sin'e ait Sar Tamhari metinlerinde Anadolu'nun başta Kaniş olmak üzere birçok bağımsız krallık ve beylik tarafından paylaşıldığının kayıtlı olduğunu bildirerek, şöyle dedi:

"Naram Sin, Sar Tamhari metinlerinde Kaniş Kralı Zipani ve Hatti Kralı Pampa'nın da olduğu 17 krallığa karşı savaştığını söyler. Harput'ta bulunan yerleşim yerinin Naram Sin'in Sar Tamhari metinlerinde bahsettiği bu krallıklardan biri olduğu ihtimal dahilindedir. Şu ana kadar Harput'un bilinen tarihi Urartular'a kadar uzanmaktaydı. Ancak bu kabartma ile birlikte Harput tarihinin bin yıl kadar geriye gittiği görülmektedir."
Hürriyet, 17.03.2017
"ZİYARET TEPE - ASUR İMPARATORLUĞU'NUN ANADOLU SINIRLARINI KEŞFEDERKEN"

Tekfen Vakfı tarafından desteklenen Ziyaret Tepe kazı çalışmalarından elde edilen bilgiler kitaplaştırıldı

Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Kemalettin Köroğlu ile Ziyaret Tepe kazısının direktörü, Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Dr. John MacGinnis, Ziyaret Tepe kazı çalışmalarından elde edilen bilgileri anlattı.

Tekfen Vakfı tarafından desteklenen ve 2014'te tamamlanan çalışmalardan elde edilen bilgi, bulgu ve görsellerin yer aldığı, "Ziyaret Tepe-Asur İmparatorluğu'nun Anadolu Sınırlarını Keşfederken" isimli kitap, Beyoğlu'ndaki Soho House'da gerçekleştirilen panelde ele alındı.

Asur medeniyetinin kültürel mirası hakkında daha çok bilgi vermek, bilinç kazandırmak, evrensel tarihe ışık tutmak ve bölgenin kültürel zenginliğini gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla gerçekleştirilen çalışmaya ilişkin bilgi veren Prof.Dr. Köroğlu, Ziyaret Tepe'nin, Diyarbakır'ın Bismil İlçesi yakınında Tepe Köyü'nde yer aldığını belirterek, "Dicle'nin güney kıyısında ve bu bölgedeki 4 büyük höyüğün en büyüklerden. Burada uluslararası bir ekip tarafından kazı çalışmaları yürütüldü. Amerika, Avrupa ve Türkiye'den katılan büyük bir ekip. Ekipte farklı uzmanlık alanlarından kişiler de vardı." dedi.

Köroğlu bölgede arkeolojik kazıların yanı sıra insanların ve hayvanların yeme içme alışkanlıklarını gösteren bulguların da elde edildiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Burada incelenen en önemli alan, yeni Asur dönemine ait büyük bir garnizon, eyalet merkeziydi. Eyalet merkezinde üst bölümde büyük bir saray ve konaklar vardı. Alt şehirde ise diğer idari yapılar ve depolar vardı. Etrafı surlarla çevriliydi. Milattan önce 882 yılında Asur Kralı buraya geliyor. Kendi diktirdiği yazıtla bu garnizonların kuruluşunu ilan ediyor. En son milattan önce 611 yılında yıkıldığını da Ziyaret Tepe'de bulunan bir tabletten anlıyoruz. Yani 882 ile 611 yıllarında yaşanmış bir eyalet bu. Bu eyaletin kuruluş amacı, bölgenin tarım potansiyelinden yararlanmak ve bu potansiyelle ihtiyaç duyulduğunda başkent bölgesini desteklemek."

Asurluların sanat, mimari ve gündelik hayattaki bütün kazanımlarını bu bölgeye taşıdığına işaret eden Köroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Başkentlerin küçük modelini burada oluşturmuştur. Dolayısıyla küçük buluntular, mezar hediyeleri ve gündelik yaşamda kullanılan eşyaların hepsi, Asurluların başkentlerinden bildiğimiz örneklere benziyordu. Bir eyalet merkezini ilk defa burada tanıma ve birimlerini anlama fırsatı bulduk. Tabanında mozaik döşemeli büyük avlulu yapılar da çıktı. Taban altına gömülmüş mezarlarında zengin hediyeler bulduk. Ayrıca yakarak gömme geleneğinin bir şekilde Asurlularda da var olduğuna dair ilk ipuçlarını da burada bulduk. Asur sarayının avlusunda yakılarak gömülmüş yöneticilere ve sarayda çalışanlara ait mezarlar ortaya çıktı. Asur'dan daha önce ve sonrasına ait de ipuçlarına rastladık."

Prof.Dr. Kemalettin Köroğlu, Ziyaret Tepe'de yerleşik kültürlerin yanı sıra göçebe toplumların izlerinin de bulunduğunu kaydetti.

Kerpiçten yapılmış mimari eserleri korumanın zorluklarına değinen Köroğlu, şöyle devam etti:

"Henüz Türkiye şartlarında ayakta sergilemek için yapılmış, korunmuş kerpiç mimari çok nadir. Dolayısıyla bunu korumanın en önemli yollarından biri kazdığınız şeyi belgeleyip bilim dünyasına tanıttıktan ve birtakım koruyucu tedbirler aldıktan sonra onu tekrar toprak altına gömerek, orada korumak. Ziyaret Tepe'de tam olarak yaptığımız da bu. Çünkü Diyarbakır'da bir beldede açık hava müzesi haline getirmekti ideal olan. Fakat bunun için kazı projesinden çok daha büyük bütçeye, düzenlemeye ve onu sürdürebilmeye ihtiyaç var."

Dr. John MacGinnis de Türkiye ve özellikle İstanbul'da olmaktan mutlu olduğunu belirterek, toplam 25 hektarlık bir alanda kazı yapıldığını ve kazı çalışmalarına başlandığında işin ne çok önemli olduğunun fark edildiğini söyledi.

Çalışmaların sonunda vali sarayı, seçkinlerin konutları, erlerin kışlaları gibi yapıların ortaya çıktığını aktaran MacGinnis, "Öte yandan da imparatorluğun MÖ 9. yüzyılın başlarındaki genişlemesinden çöküşüne kadarki bütün tarihinin izini sürdük. Ortaya çıkan pek çok olağanüstü buluntu arasında daha önce bilmediğimiz ancak bundan 2500 yıl önce konuşulan bir dilin varlığına işaret eden, çivi yazısıyla yazılmış bir kil tablet de bulduk. Sarayda bulduğumuz tablette Tuşhan'a getirilen 60 kadının bildiğimiz herhangi bir dile ait olmayan isimleri yazılıydı." ifadelerini kullandı.

Tekfen Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dori Kiss Kalafat'ın da kısa bir konuşma yaptığı etkinlik, soru cevap kısmının ardından sona erdi.
Timetürk, 16.03.2017

DALGALAR VURA VURA ANTİK KENTİ ORTAYA ÇIKARDI

Çanakkale’nin Kepez beldesinde Roma ve Bizans dönemine ait  olduğu sanılan zeytinyağı işliği ya da deposu ortaya çıktı. ‘Harmanyeri’ olarak bilinen piknik alanının denize bakan kıyısında dalgaların ve toprak erozyonun ortaya çıkarttığı taş blok yapı ve eski küpler, Kepez sakinleri arasında heyecan yarattı.



Kepez beldesinin 6 bin yıllık bir geçmişinin olduğuna dikkat çeken yöre sakinlerinden  Necmi Aslan, maskesiyle dalış yaptığı bir gün, taş iskelenin, sahilden denizin içlerine doğru devam ettiğini saptadığını anlattı, “Büyük İskender’in, Pers Kralı Xerxes’in, Sezar’ın ve daha başka tarihin pek çok büyük şahsiyetinin yolu, bu bölgeden geçmiş. Kalıntılara bakılırsa, burada antik bir liman da olmalı. . Umarım yetkililer gerekli olan çevre düzenlemesi ve koruma çalışmalarını gerçekleştirirler. Aksi takdirde ne iskele, ne de küpler ortada kalmayacak” dedi.

ANTİK LİMANIN BAŞLANGICI OLABİLİR
Sahil yerleşimi olduğundan, buraya ait bir iskele veya küçük liman olmaması ise imkansız gibi görünmekte.  Seramik küp parçalarını bulunduğu bölge, hali hazırda taş duvarlarla inşa edilmiş ve burasının bir işlik ya da depo olma ihtimali de oldukça yüksek.  Bu büyük boylu küplerin antik dönemde depolama amaçlı kullanıldığı biliniyor. Bu nedenle, bu bölgede hem zeytinyağı üretiminin oluşu, hem de deniz ile nakliye olanağı, bu liman ve iskele görünümünü de barındıran küçük yerleşimin, bu bölge için tipik bir yağ işletmesi ya da ticarethanesi olduğunu düşündürmekte.

Duvar örgüsü eklektik olup, aralar tuğla ile birlikte örülmüş. Bağlayıcı harcın horasan olması muhtemel. Molozlar arasında çokça seramik kırığı görülmekte. Hemen yüzeyde bulunan bir kaç kırık parça ilginç bir gönüm sergiliyor. Yeşil sırlı bir parça ve redüksiyona uğramış kırık bir kulp.  Malesef duvarlar meraklılar tarafından bir şeyler bulma umuduyla eşelenip tahrip edilmiş. Aynı durum küpler için de geçerli. Bir kısmının sonradan kırıldığını tahmin ediyorum. Kırıklar eski görünmüyor. Piknikçiler ise çevreyi fazlaca kirleterek, tahribat sürecini hızlandırmakta...

TARİHSEL KİŞİLİKLERİN YOLU BURADAN GEÇMİŞ
Pers Kralı Xerxes MÖ 480’de orduyu buradan geçiriyor. Troia’ya uğruyor ve kurbanlar kesiyor. Daha sonra Nara Burnuna geliyor. O büyük orduyu gemilerle geçirmek zor olduğu için burada köprü yapıyor. Yaklaşık iki yüzyıl sonra ise Büyük İskender MÖ334’de geliyor. Troia’ya geliyor, Akhilleus Tümülüs’üne uğruyor. Aynı şekilde bu yoldan İskender de geçiyor. Biga’da Granikos Irmağı denen yerde tarihin en önemli savaşı yapılıyor. İskender Granikos savaşından sonra Büyük İskender oluyor.





Aydınlık, Haber: Ahmet Ertan, 17.03.2017

HİNDİSTAN'DA KOMPLEKS YAŞAM EVRİMİNİ 400 MİLYON YIL ÖNCEYE TAŞIYAN EN ESKİ BİTKİ KALINTILARINA ULAŞILDI

Dailymail’de yer alan habere göre Orta Hindistan’ın Chitrakoot kentinde tortul kayaçlarda korunmuş 1.6 milyar yıl öncesine ait kırmızı alg keşfedildi.

Bu keşif, hayvanların ve bitkilerin evrimleşmesinin başlangıç noktası olan çok hücreli organizmaların, bilinenden 400 milyon yıl önce gerçekleşmiş olduğu anlamına geliyor.

İsveç Doğal Tarih Müzesi’den paleozooloji profosörü Stefan Bengtson, ” DNA kalıntısı olmaması nedeniyle yüzde yüz emin olamayız ama karakteri kırmızı alglerin morfolojisi ve yapısıyla uyum içinde bulunuyor.” diyor.

Dünyadaki en eski yaşam izleri en az 3.5 milyar yıl olduğu belirtiliyor. Fakat bu organizmalar prokaryotlar olduğundan basit tasarıma sahip organizmalardı. Prokaryotlarda hücre çekirdeği, hücrenin ‘beyin’ i ve organeller, kompleks bedensel işlemleri yapan küçük hücrelerin mekanizması yoktur.

Arke, basit tek hücreli organizmalar ve bakteriler olmak üzere iki ana gruba ayrılırlar. Ökaryotlar olarak adlandırılan çok hücreli karmaşık organizmalar ise 60 milyon sonra evrimleşti.



İlkel kırmızı algler üzerine bu yeni keşifle, çok hücreli bir ökaryotun bilinen eski örneği bulunmuş oldu. Bu keşif gerçekleşmeden önce bilinen en eski kırmızı alg 1.2 milyar yıl öncesine dayanıyordu. Hindistan’daki fosiller şimdiye kadar bulunmuş en eski bitki benzeri fosilleri 400 milyon yıl erkene taşıyor. Bu da çok hücreli ökaryotların evrimleştiği dönemi daha erken bir zamana çekiyor.



Araştırmacılar X-ray tomografik mikroskopi yardımıyla alg içine bakmayı başardılar ve oldukça iyi korunmuş fosiller, bilim adamlarının ilkel yosunların karmaşık yapısını incelemelerine olanak sağladı.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul, 14.03.2017
PORTEKİZ'DE 400 BİN YILLIK İNSAN KAFATASI FOSİLİ BULUNDU

Portekizli arkeolog João Zilhão tarafından yönetilen ve Binghamton Üniversitesi antropolog Rolf Quam'ın da bulunduğu büyük bir uluslararası araştırma ekibi, Portekiz'in en eski fosil insan kafatasını keşfetti.



Keşif, Avrupa’daki Orta Pleistosen dönemindeki insanın evrimine ve Neanderthallerin kökenine dair önemli bir bilgi niteliğini taşıyor.

Dailymail’de yer alan habere göre, Kafatalar, Orta Pleistosen çağında Avrupa’nın en basıtında şimdiye kadar bulunan en eski insan fosilini temsil ediyor ve aynı zamanda bu kıtadaki en eski çağlardan birisini Acheurian taş alet endüstrisi ile ilişkilendiriliyor.



Birçoğu kötü tarihli veya açık bir arkeolojik bağlamdan yoksun olan aynı dönemdeki diğer fosiller aksine, Portekiz’deki Aroeira mağarasında bulunan bu kafatası 400.000 yıl önce tarihlendirilmesi dışında bol faunal kalıntılarla birlikte ortaya çıktı. Ek olarak çok sayıda taş aletler de gün yüzüne çıkarıldı.



New York Devlet Üniversitesi ve Binghamton Üniversitesi’nde antropoloji profesörü olan Rolf Quam, “İber Yarımadası’nda, bu ilginç keşfin gerçekleştiği bölge, Neandertallerin kökenini ve evrimini anlamak için önemli bir yer. Aroeira kafatası, Portekiz’de şimdiye kadar bulunan en eski insan fosili ve İspanya, Fransa ve İtalya’daki aynı dönemdeki diğer fosiller ile bazı özellikleri paylaşıyor: Aroeria kafatası, bu dönemdeki insan fosil kayıtlarındaki anatomik çeşitliliği artırıyor. Farklı popülasyonlar biraz farklı özelliklerin kombinasyonları ortaya koydu. ” diyerek keşfi yorumluyor.

Çalışma, “Gruta da Aroeira(Portekiz) bölgesinden Pleistosen insanımsı kafatası ” başlığıyla Ulusal Bilimler Akademisi raporunda yayımlanacak.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul, 14.03.2017
FOSSATİ'NİN AYASOFYA VE İSTANBUL ALBÜMÜ YENİDEN BASILDI

Mimar Gaspare Fossati’nin Ayasofya ve İstanbul albümü 162 yıl sonra yeniden basıldı. 1852’de Sultan Abdülmecid’in destegğiyle bastırılan bu meşhur eseri Çamlıca Basım Yayın 162 yıl sonra orijinaline uygun olarak yeniden bastı.



Yeni baskı teknikleri ile yeniden gün yüzüne çıkan eser, gerçek ebatlarına yakın ölçülerde (29,5x39,8), 160 gram kağıda 5 renk basıldı. Eserin cildinde aslına uygun olarak keten cilt bezi ve sırtta da parçalı termo deri kullanıldı. Hassas el işçiliği ile hazırlanan kutuda da yine aynı renkte deri tercih edildi. Aslı Fransızca olan metin Türkçe, Arapça ve İngilizce’ye tercüme edilerek bütün dünyaya hitap edecek hale getirildi.

Eşsiz manzaralar...
Fatih Sultan Mehmed Han başta olmak üzere İstanbul’un fethine iştirak eden şehit ve gazilere ithaf edilen eserde ana ı̇badet mekânının doğuya bakan manzarası, kuzey tarafında bulunan mahfil altının ortasından ana ı̇badet mekânının, Ayasofya’nın minaresinden batı tarafından bakışla İstanbul ve çevresinin eşsiz güzellikteki resimleri ile Ayasofya’nın restorasyon öncesi dış resimleri yer alıyor.

800 İşçi Çalıştı
15 Haziran 360 tarihinde inşa edilen Ayasofya, Abdülmecid Han devrine gelindiğinde büyük bir tamire ihtiyaç duyar hale gelmişti. Sultan bu iş için, Rus elçilik binasını tamir etmek üzere İstanbul’da bulunan Mimar Gaspare Fossati’yi vazifelendirdi. İki yıl süren bu tamirat esnasında yaklaşık 800 işçi çalıştı.

Sulu boya ile hazırlandı
Fossati bu tamirat esnasında ortaya çıkan mozaiklerin çizimlerini yayınlamak istemiş ancak gerçekleştirememişti. Bunun üzerine Ayasofya’nın içini ve dışını gösteren 25 adet çizim hazırladı. Çizimleri 1852’de Londra’da “Aya Sofia of Constantinople as Recently Restored by Order of H. M. the Sultan Abdul Medjid (1852)”, başlığı ile büyük boy bir albüm olarak bastırdı. Bu albüm; el işçiliği ile boyanmış, mukavva üzerinde, kutulu, büyük boy 80 adet; ciltli olarak tasarlanmış orta boy 100 adet ve sulu boya ile hazırlanmış küçük boy şeklinde 200 adet olmak üzere üç farklı türde 380 adet basıldı.

Amerika’ya da hediye edildi
Mimar Fossati’nin 25 Mart 1853 tarihinde Hariciye Nazırı Rıfat Paşa’ya yazdığı mektubundan anlaşıldığına göre bu albümlerin öncelikle bir tanesi padişahın zatına, diğeri devlete hediye edildi. Padişah Abdülmecid Han da bu çalışmayı takdir amacıyla Fossati’yi bir pırlanta yüzükle mükâfatlandırdı.

Yine aynı mektuptan anlaşıldığına göre, saraya albümlerin el ile boyanmış ve mukavva üzerine yapıştırılmış olanlarından 10, büyük boy kâğıt üzerine basılmışlarından 10 olmak üzere 20 adet albüm verildi. Ancak bu albümlerin 15 tanesi satın alındı ve Amerikan elçiliğinin talebi üzerine bir tanesi Washington’da bulunan Meclis-i Maarif Kütüphanesi’ne hediye edildi.

Satın alınan diğer albümler ise Ragıp Paşa Kütüphanesi’ne konuldu. 30 Aralık 1892 tarihinde Sultan İkinci Abdülhamid’in emri ile bu kütüphanede bulunan Ayasofya albümlerinden Yıldız Sarayı, Erkan-ı Harbiye, Bahriye Dairesi, Hendesehane-i Mülkiye ve diğer kütüphanelere birer adet olmak üzere dağıtıldı.

İşte burası Allah’ın evidir...
Fossati, eserinde ana ibadet mekânının doğuya bakan manzarasını şöyle tasvir ediyor:

“Ortadaki büyük kapı yoluyla kapı dehlizinden çıkıldığında, karşımıza Ayasofya’nın muhteşem ana ibadet mekânı çıkmaktadır. Mekanın büyüklüğü o derece ihtişamlı ki insanın gözlerini kamaştırıyor. Dünyada hem yüksek, hem geniş ve buna rağmen uyumlu olan başka bir bina bilmiyorum. İşte burası Allah’ın evidir...”

6 Bin Lamba İle Aydınlanıyor
Binanın genişliği 72 metre, uzunluğu ise 81,5 metredir. Kubbe zeminden 55 metre yüksekliktedir. Yarıçapı 31,5 metredir. Kubbenin çevresinde hafifliğini daha da artıran 40 pencere vardır. Mübarek Ramazan gecelerinde çok ince demir tellerle çeşitli yüksek yerlere asılan 6 bin lamba ile camii aydınlatılarak muhteşem bir tesir bırakıyor.

Yapı, 14.03.2017

TOPBAŞLAR'IN 'LOKMA'SI RUMELİHİSARI'NI PARSELLEDİ

İstanbul Boğazı'nda basit onarım ruhsatı ile küçük bir çay bahçesinden lüks bir restorana dönüştürülen Topbaş Ailesi'ne ait Lokma'dan yine inşaat sesleri yükseliyor. Lokma'nın tente ile yapılan ikinci katı alüminyum konstrüksiyon ile kalıcı hale getirildi, yüksekliği artırıldı, arka binaların cephesi kapandı. İşte ‘Ali Baba' çay bahçesinin hikayesi:

TUĞLADAN YAPILMIŞ DUVAR
Sarıyer Rumelihisarı'nda tapu kayıtlarında “kagir ev ve kagir dükkan” yani taş ya da tuğladan yapılmış duvar olarak gözüken İstanbul Boğazı'na nazır 518 metrekarelik parselde 2007 yılına kadar “Ali Baba” çay bahçesi hizmet veriyordu. 2007 yılından sonra ise çay bahçesinin kaderi tamamen değişti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın ailesi tarafından alınan mekan, özel yasa ile korunan çivi bile çakılamayan Boğaziçi ön görünümünde olmasına karşın 2 katlı lüks bir restorana dönüştürüldü. Tartışma konusu olan kaçak kat, “basit onarım” olarak kayıtlara geçti.

Bugün Kadir Topbaş'ın oğlu Mustafa Ömer Topbaş, akrabası Emre Kocadağ ve futbolcu Emre Belözoğlu'nun babası Mehmet Belözoğlu'nun ortağı olduğu Lokma Restaurant'ta yine hummalı bir inşaat çalışması sürüyor. Sonradan eklenen branda ve tenteden yapılan ikinci kat, pergola sistemi (alüminyum konstrüksiyonlu tente sistemleri ) ile kalıcı bir kata dönüştürülerek yüksekliği de artırılıyor. İnşaatın hiçbir yerinde ruhsata ilişkin tabela bulunmuyor.

CHP MÜCADELE EDİYOR
2011 yılından beri Topbaş'ın Boğaz'daki kaçak restoranına karşı hukuk mücadelesi veren CHP'li Meclis Üyesi Hüseyin Sağ'ın yeni inşaata ilişkin tespitleri şöyle: “Tabanın büyüklüğü yüzde 50 artmış, restoran sol tarafındaki binanın içine girmiş. Kat yüksekliği artmış.

Burası eskiden brandalı ve tenteli bir asma kattı. Şimdi pergola sistemi ile sabit hale getirildi. Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nden alınmış onarım iznini asmaları gerek, o da yok.”

MANZARA KAPANDI
Baraka görünümündeki çay bahçesinden bugün lüks bir restorana dönüşen yapının arkasındaki binaları da olumsuz yönde etkilediğini belirten Sağ, “Şimdi pergola üstüne pergola ile kat çıkıyorlar” dedi.

Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 14.03.2017

MİLLİ KÜLTÜR ŞURASI'NDA ARKEOLOJİK ARAZİ TEŞKİLATI KURULMASI KARARI ALINDI

3-5 Mart 2017 tarihlerinde düzenlenen III. Milli Kültür Şurası Sonuç Raporu tamamlandı. Kültür Varlıkları, Müzeler ve Arkeoloji Komisyonu raporuna göre ‘Arkeolojik Arazi Teşkilatı’ kuruluyor.
III. Milli Kültür Şurası’nda Kültür Varlıkları, Müzeler ve Arkeoloji Komisyonuna teklif edilen maddeler ise şu şekilde;
• III. Milli Kültür Şurası’nın Kültür ve Turizm Bakanlığının yeni bir kültür politikası oluşturması ve müzelerini yeniden yapılandırması yönünde bir seferberliğe vesile olması,
• Müzelerimizde araştırma, ölçme, değerlendirme ve raporlamayla üst yönetimi bilgilendirecek birimler kurulması veya bu işlevi müzelerimize dışarıdan sağlayacak iş paydaşlarının temin edilmesi,
• Müzelerimizde mutlaka müzenin içeriğine/koleksiyonuna uygun donanıma sahip yabancı dil bilen ve bilimsel ölçekte yayın yapma kapasitesine sahip nitelikli uzmanların görevlendirilmesi ve müzelerimizin mutlaka profesyonel kadrolarca yönetilmesi,
• Müzede çalışacak personele, eserlerin korunmasına yönelik hizmetiçi eğitim verilmesi,
• Müze uzmanı, konservasyon ve restorasyon uzmanı eksikliğinin ivedilikle giderilmesi,
• Müzelerimizin konservasyon ve restorasyon laboratuvarı eksikliğinin bir an önce giderilmesi,
• Müzelerimizin eser depolarının bilimsel bir yaklaşımla yönetilmesi,
• Mesleki heyecanların canlı tutulması ve üretilen hizmetlerin kalitesinin artırılmasını teminen farklı unvanlarla görev yürüten müze uzmanları arasındaki özlük hakları farklılıklarının giderilmesi,
• Ülkemizde konservasyon – restorasyon alanında bilimsel araştırmalar ve uygulamalar yürütmek üzere bir enstitü kurulması,
• Müzelerin saklama ve sergilemenin ötesinde birer eğitim kurumu olarak işlev görmesine yönelik adımların atılması,
• Müzeler ve ören yerlerini kapsayan, sürdürülebilirlik esaslı bir kültürel peyzaj politikasının derhal hayata geçirilmesi,
• Kültür varlıklarımızın turizme kaynak yaratan bir değer olarak basit kar anlayışıyla değil, kalıcı varlıklar olarak ve koruma – kullanma dengesi içerisinde devamlı kazanç sağlayacak biçimde değerlendirilmesine yönelik politikaların
hayata geçirilmesi,
• Müzelerimizin yapım ve onarımlarının mutlaka müze uzmanları ile yapılan kapsamlı görüşmeler sonucu biçimlenmesi; onarımı üstlenen ekibin mutlaka müzenin koleksiyonunun gerektirdiği koşulları tanımasına dikkat edilmesi; koleksiyon hakkında bilgi edinerek yola çıkılması ve tasarım yapılması,
• Ülkemizin tapu senetleri sayılan eski mezarlıklarımızdaki taşların belgelenerek yayımlanması,
• Yurtdışına sergi gidişi ve yurtdışından sergi gelişinin teşvik edilmesi ve bu konuda batıdaki algının değişimine ve tanıtıma öncelik verilmesi,
• Ülkemizin mevcut kültür envanteri veri tabanlarının birleştirilerek standart hale getirilmesi ve söz konusu veri tabanının sürekli güncellenmesi,

• Kültür varlıklarının tespiti, korunması ve bunlara yönelik kaçak kazıların önlenmesiyle ilgili yeni bir yapılanmaya gidilmesi ve yurtdışındaki örnekler gibi arazi teşkilatının ihdas edilmesi,
• Müzelerde markalaşma, kurumsal kimlik, kaynak yaratma ve pazarlama konularında günümüzün bilimsel verileri ışığında profesyonel yaklaşımlara öncelik verilmesi,
• Akreditasyon sistemlerinin teşvik edici bir yöntem olarak devreye girmesi,
(Yayın sayısı, kaç kez referans gösterildiği, kaç geçici sergi gerçekleştirdiği, eğitim etkinliklerine katılım oranı, ziyaretçi sayısı, yerli ve yabancı diğer müzelerle işbirlikleri ve sonuçları gibi verilerle müzelerin performanslarını ölçmek kadar müzenin iyi yönetimini sağlamak açısından da önemlidir.)
• Müzelerde koleksiyon yönetiminin yanı sıra eğitim, yayın, iletişim ve tanıtım gibi faaliyetlere de önem verilmesi,
• Müze ziyaretçi yönetimine özel hassasiyet gösterilmesi,
• Müzelerin kapılarını yerli ve yabancı araştırmacılara açabilecek bir sistemin getirilmesi,
• Kültür ve Turizm Bakanlığının genel bütçeden aldığı payın, bütün bu hedeflerine ulaşabilmesini sağlayacak oranda artırılması.
arkeolojikhaber.com, 14.03.2017

HİTLER'İN YAPTIĞI BİR TABLO İLK KEZ SERGİLENDİ

İtalya'da açılan bir sergide, Nazi Almanyası diktatörü Adolf Hitler'in yaptığı yağlı boya bir tablo ilk kez sergilenmeye başlandı. İtalyan sanat eleştirmeni Sgarbi, "Bir diktatörün değil, bir zavallının eseri bu, derin bir melankolik ruhu ortaya koyuyor" sözleriyle Hitler'in fırçasından çıkan eseri değerlendirdi.


İtalya’nın kuzeyindeki Brescia kentinde bulunan Sal ò Müzesi’nde, Vittorio Sgarbi küratörlüğünde “çılgınlık” temalı bir sergi açıldı.

11 Mart’ta sanatseverlerle buluşan ve 16 Kasım’a kadar gezilebilecek “Çılgınlık Müzesi (Museo della Follia)” adlı sergide sürpriz bir eser de bulunuyor; Adolf Hitler’in yaptığı, isminin açıklanmasını istemeyen Alman bir koleksiyonerden ödünç alınan ve karanlık bir odada iki depresif adamın görüldüğü yağlıboya resim.

İtalyan basınında yer alan haberlere göre, “çılgın siyasiler” bölümüne konan isimsiz bu resim, daha önce hiç sergilenmedi.

Yaptığı bazı resimler geçen yıllarda açık artırmayla satılmış olan Hitler’in, böylece ilk kez bir eserinin halka açık şekilde sergilendiği de kaydedildi.

“Resim, Hitler’in büyüklüğünü değil, sefaletini ortaya koyuyor”
Hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen Hitler eserini artistik açıdan değerlendiren sergi küratörü, sanat eleştirmeni ve TV yorumcusu Vittorio Sgarbi, “Umutsuz birisinin eseri bu ve sanki Kafka tarafından yapılmış gibi; onun zihninden çok şey var. Burada onun (Hitler’in) büyüklüğünü değil, sefaletini görüyorum” ifadesini kullandı.

Sgarbi, “Bir diktatörün değil, bir zavallının eseri bu, derin bir melankolik ruhu ortaya koyuyor” diye ekledi.

Hitler, “Hayatımı bir sanatçı olarak sonlandırmak istiyorum” demiş
Bir ressam olmayı hayal eden Hitler, 1907 yılında başvurduğu Avusturya Güzel Sanatlar Akademisi’nden, ressamlığa uygun olmadığı gerekçesiyle ret cevabı almıştı.

Çılgınlık Müzesi sergisinin organizatörleri, etkinliğin tanıtımında Hitler’in resmini “Yaratıcı olmayan, yıkıcı bir çılgınlığın ürünü” diye nitelerken, bir anekdotu da paylaştılar. Anlatıya göre Hitler’in, İngiltere’nin Almanya Büyükelçisi (1937-39) Neville Henderson’a ‘Ben bir politikacı değil, sanatçıyım. Polonya meselesi çözüldükten sonra hayatımı bir sanatçı olarak sonlandırmak istiyorum’ dediği belirtiliyor.

Sal ò Müzesi Müdürü Giordano Bruno Guerri de, “Hitler, bir sanatçı olarak da o kadar iyi değilmiş” diye konuştu.

Çılgınlığı anlatan 200’ün üzerinde fotoğraf, resim, heykel, obje ve enstalasyona yer verilen sergide, Francisco de Goya ve Francis Bacon gibi isimlerin eserleri de bulunuyor.
Sözcü, 13.03.2017

TARİHİ KALENİN ALTINA DİNAMİT

Geçtiğimiz eylül ayında bulunan tarihi Kibele Heykeli’nin çıkarıldığı Ordu Kurul Kalesi, taşocağı tehdidi ile karşı karşıya. 2100 yıllık, 6. Mithridates dönemine ait kalenin eteklerinde her gün onlarca dinamit patlatılıyor.

Ordu’nun Bayadı Köyü sınırları içerisinde, Kurul Kayalıkları’nın zirvesinde konumlanan Kurul Kalesi’nde, 2010 yılından itibaren Prof.Dr. Yücel Şenyurt’un başkanlığında arkeolojik kazılar yürütülüyor.

Tam 2100 yıllık kaleye ilişkin kazılarda, geçtiğimiz eylül ayında, tarihi Kibele Heykeli’nin bulunması, büyük bir heyecana neden oldu. Bir hafta içinde 15 bin ziyaretçi Ordu’ya akın etti. Ancak bilimsel çalışmaların sürdüğü kayalıkların Melet Irmağı’na bakan yamacında, yüzlerce yıllık kaleyi tehdit eden başka bir çalışma sürüyor. Tarihi kalenin altını oyan taşocağı için, her gün onlarca dinamit patlatılıyor.

BİLİRKİŞİ: HEYELAN OLUR
1996’da koruma kurulunca kalenin çevresi 1. derece arkeolojik ve doğal sit alanı ilan edildi.

Ardından sit alanı içinde açılan taşocağının ruhsatını mahkeme iptal etti. Ancak 2011 yılında ocağı işleten Kırca Mühendislik, kale ile ayrı kaya kütleleri üzerinde bulunduklarını ileri sürerek sit alanının daraltılmasını talep etti. Ordu İdare Mahkemesi’nin istediği bilirkişi raporunda, taşocağının kale yerleşimini tamamen yok edebileceği ifade edilmesine rağmen, Ordu Müzesi ve bilimsel kazıları yürüten Prof.Dr. Yücel Şenyurt farklı bir rapor tanzim ederek, taşocağının bulunduğu alanın, arkeolojik sitten çıkarılabileceğini bildirdi. Bunun üzerine mahkeme, taşocağının bulunduğu alanın arkeolojik sit alanı dışına çıkarılmasını onayladı.

Bugünlerde taşocağının faaliyetleri sürerken, tarihi kalenin altındaki kaya mezarları da yok oluyor. Ocak aynı zamanda, kale için gözle görülür bir tehdit oluşturmuş vaziyette.

ÇEVRECİLER TEPKİLİ
Taşocağının faaliyetlerine devam etmesini sağlayan kazı başkanına kızgın olan Ordu Çevre Derneği’nin Başkanı Gül Ersan, şöyle isyan ediyor: “Arkeologlar mağaraların yanına gidemiyor, uzaktan bakıyorlar. Taşocağına yakın yerde buldukları çanak çömlekler konusunda da yukarıdan aşağıya yuvarlanmış olabileceğini söylüyorlar. Mahkeme, kazı başkanı profesörden görüş istiyor. O da raporunda ‘Sit alanına bir zararı yoktur’ diyor. Yani arkeologların vermiş olduğu raporlar sonucunda, şirket rahatlıkla çalışıyor.”

BELEDİYE BAŞKANI: GÖNLÜMÜZÜ YARALIYOR
Arkeolojİk kazılara yılda 1 milyon lira destek veren Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz da taşocağına tepkili. Başkan şöyle diyor: “Bakanlığın 50 bin liralık arkeolojik desteğini yılda 1 milyona çıkarttık. Kibele işin lokomotifi oldu. Kalenin girişinde heykel bulunması, içeride neler çıkacağına işaret. İki haftada 15 bine yakın ziyaretçi geldi. Esenyurt tarafından o güzel kompleksin yarısı yaralandı. Taşocağına benden önceki dönemde ruhsat verilmiş. Biz hem valilik hem Kültür Bakanlığı hem de büyükşehir olarak hukuki süreçte tamemen doğallığı, Kibele ve kaleyi koruma, geçmişten kaynaklanan ihmalleri düzeltme yönünde çalışmalara başladık. O vahşi, o yaralı bölüm gönlümüzü yaralıyor. En kısa sürede düzelteceğiz.’’

Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 13.03.2017

ANTİK ÖRÜKAYA BARAJI TURİZME KAZANDIRILACAK



Çorum’un Alaca İlçesi'nde bulunan Roma dönemine ait Antik Örükaya Barajı'nın turizme kazandırılması için çalışma başlatıldı.

Örükaya Köyü'nde bulunan Antik Örükaya Barajı’nın gün yüzüne çıkarılması için Çorum Valiliği ve Hitit Üniversitesi tarafından önümüzdeki günlerde bölgede kazı çalışması başlatılacak. Bölgedeki arkeolojik kazı çalışmaları Hitit Üniversitesi tarafından yürütülen ilk kazı olacak. Alacahöyük, Şapinuva ve Hattuşa destinasyonunda yeni bir ziyaret noktası olarak turizme kazandırılması hedeflenen antik barajın yanı sıra bölgedeki höyük alanında kazı yapılacak. Arkeopark konseptinde yürütülmesi planlanan çalışmalar kapsamında bölgedeki doğal güzellikler tarihle buluşturulacak.



Çorum Valisi Necmeddin Kılıç, AKP Çorum Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Reha Metin Alkan, Örükaya Köyünü ziyaret ederek tarihi barajın bulunduğu alanda incelemelerde bulundu. İncelemeler sırasında Müze Müdürü Dr. Önder İpek ve Hitit Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Yaşar Ersoy, baraj ve bölge hakkında yetkililere bilgi verdi. Prof.Dr. Yaşar Ersoy, Örükaya yerleşimi ve barajının arkeolojik kazılar neticesinde ortaya çıkarılmasının dönemin çevresel koşullarının aydınlatılmasında önemli bir katkı sağlayacağını söyledi.

Çalışmalarda Örükaya su bendinde uygulanmış olan inşa tekniğinin de inceleneceğini dile getiren Prof.Dr. Ersoy, “Anadolu ölçeğinde Hellenistik ve Roma dönemlerine tarihlenen herhangi bir baraj veya bendin araştırmasının yapılmamış olması, Örükaya’dan elde edilecek bilgiyi değerli kılacak ve hem literatür için hem de bölge arkeolojisi için önemli bir örnek sağlayacaktır.

 Gerçekleştirilecek olan dokümantasyon, kazı ve restorasyon çalışmaları neticesinde özellikle Hitit İmparatorluğu’nun sonlanmasının ardındaki süreçte arkeolojik ve kültürel dinamikleri maalesef o denli iyi tanınamayan bölgenin bir kültürel miras alanı belgelenerek kayıt altına alınacak, ülkemizin kültür ve tarih envanterine katılacaktır. Ayrıca Örükaya Baraj alanında yapılacak olan arkeolojik kazı ve temizlik çalışması ile beden duvarlarının onarımı ilimizin en önemli turizm alanlarından biri olan Alaca Höyük Örenyeri ve yakınındaki Gölpınar Hitit Barajı ile birlikte Örükaya Barajının yeni bir turizm destinasyonu olmasını sağlayacaktır” dedi.

AKP Çorum milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu, Hitit Üniversitesi ve Çorum Valiliği tarafından bölgede Hellenistik çağdan kalma bir baraj gövdesi ve yanındaki höyüklerin ortaya çıkarılması için bir kazı çalışması yapılacağını açıkladı. Topraktan tarih çıktığını dile getiren milletvekili Salim Uslu, “Bu tarih bizim için önemli bir zenginlik kaynağı. Bu zenginliği ortaya çıkarmak istiyoruz. Valiliğimiz ve üniversitemizin katkı ve çabaları ile burayı eski muhteşem günlerine yeniden döndürmek için bir çaba içerisindeyiz” diye konuştu.

Hitit Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Reha Metin Alkan, üniversitenin eğitim faaliyetlerinin dışında diğer alanlarda da toplumda sosyal ve kültürel yapıya dokunacak projelere el atmasının üniversitelerin olmazsa olmaz misyonlarının başında olduğunu belirtti. Rektör Alkan, “Bu anlamda bu kazı bizim için çok farklı anlama geliyor. Çorum’da yapılan ilk kazı. Valiliğin desteği olmasaydı biz bunu yapamazdık. Valimizin geldiği günden bugüne kadar yaptığı çalışmalar böyle somut projelere dönüştü. Bizde sahip olduğumuz bilgi birikimimizi, akademik gücümüzü toplumumuz için, Çorum için, bölgemiz için olabildiğince kullanmaya gayret ediyoruz. Bu projede onlardan birisi” şeklinde konuştu.

Üniversitelerin çok kolay kurulmadığını dile getiren Alkan, “Üniversite olmak için bir mantaliteye ihtiyacınız var. Sadece bina ve yollarla üniversite olunmuyor. Onun için biz bu projeleri çok önemsiyoruz. Çok ciddi yol kat ettik. Bu da milletvekillerimizin, valimizin, toplumun diğer katmanlarının üniversiteye sağladığı destek ve katkılarla oldu. Omuz omuza verince güzel çalışmalar ortaya çıkıyor" ifadelerini kullandı.

Turizm master planının esaslarının belli olmaya başladığını belirterek Vali Necmeddin Kılıç’da, “Bu plan dahilinde Alacahöyük, Şapinuva ve bunun etrafındaki höyükleri, kurganları, tümülüsleri açarak bir seyahat hattı oluşturup, ilimize daha çok turist gelmesini sağlamak amacıyla çalışmamız var. Bu çalışmalardan bir tanesi de burada bulunan tarihi barajımızı yeniden turizme kazandırmayı hedefliyoruz. Mevcut barajla birlikte bütünleyerek daha önceki höyükleri açarak turizmin hizmetine sunmak hem bölge, hem Alaca hem de Çorum için katkı sağlayacak” dedi.
İncelemeler sırasında Alaca Kaymakamı Ramazan Kurtyemez, Alaca Belediye Başkanı Muhammet Esat Eyvaz, AKP Çorum İl Başkanı Mehmet Karadağ ve idari müdürleri de hazır bulundu.
Milliyet, 13.03.2017
DÜNYA MİRASI HEVSEL'DE AĞAÇLAR KESİLİYOR

‘Dünya Kültür Mirası’ listesinde bulunan 7 bin yıllık Hevsel Bahçeleri KHK kararı ile ‘ Özel proje alanı’ ilan edildi. 3 aydır ağaçların kesildiği ve yol genişletme çalışmasının yapıldığı Diyarbakır’ın nefes borusu Hevsel için UNESCO’ya çok geç olmadan harekete geçmesi çağrısı yapıldı.

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO); tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Diyarbakır’ın Sur İlçesi sınırları içindeki Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri, Ocak ayında çıkan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile “Özel Proje Alanı” ilan edildi. Aradan üç ay geçmesine rağmen proje ile ilgili kimse bilgiye sahip değil.

7 bin yıllık tarihi olan Hevsel için hukuki itiraz ve tüm başvuru yollarına rağmen yıkım ve ekolojik talan kararı 3 aydır uygulanıyor. Hevsel’de bahçesi bulunanların hesaplarına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kamulaştırma parası yatırıldığı gelen bilgiler arasında. Alınan bilgiye göre ise proje içeriğine göre Hevsel’de yıktığı yerlere cami ve sosyal tesis yapacak.

Henüz proje ortaya çıkmadan yüzlerce ağacın kesildiği Hevsel’de aylardır talan devam ediyor. Bu talan kararından sonra ilk olarak Amed Ekoloji Meclisi tüm hukuki yollara başvuracaklarını dile getirmiş ardından ise TMMOB verilen karara itiraz etmişti. Hukuki itirazlara henüz bir cevap verilmedi.

UNESCO neyi bekliyor?
7 bin yıllık tarihe, kültüre ve ekolojik yapıya sahip olan Hevsel Bahçeleri Almanya’nın Bonn kentinde 2015 yılında düzenlenen UNESCO 39’uncu Dünya Miras Komitesi Toplantısı’nda, Diyarbakır Surları ile birlikte UNESCO “Dünya Kültür Mirası” listesine girmişti. Devam eden yıkıma hala bir ses UNESCO yıkımın olduğu bölgede bir gözlem dahi yapmış değil. Proje kapsamına alınan 32 bin hektarlık alan üzerinde planlanan yıkım araçlarının girişleri için Dicle Vadisine doğru ağaçlar kesilerek yol genişletilmeye başlandı.

Gazete Sujin, 12.03.2017

MISIR'DAKİ 'PİTHOS' GÖMÜTLER YENİDEN DOĞUŞUN BİR SİMGESİ MİYDİ?



Mısır’daki Adaïma Mezarlığı’ndan, Ön-Erken Hanedan Dönemi’ne (MÖ 5500-2700) tarihlenen, içerisinde çocukların gömülü olduğu pithos mezar kalıntıları (Adaima Kazıları, Crubezy & Midant-Reynes, IFAO)

Biliminsanları, yeni bir çalışmada Antik Mısırlıların ölülerini gömerken kullandıkları kapları yeniden doğuş ve rahmin sembolik bir göstergesi sayıp saymamayı tartışıyorlar.

Eski Mısır’daki pithos gömütler, uzunca bir süre yoksul kesimle ilişkilendirilmiştir. Buna karşın, Antiquity isimli dergide yayımlanan makaleye göre; Cambridge Üniversitesi ile Avustralya Macquarie Üniversitesi’nden arkeologlar Ronika Power ve Yann Tristant, söz konusu kapların, yalnızca zor koşulların getirdiği çaresizlik nedeniyle seçilmediğini ileri sürüyorlar. Onun yerine, kapların yumurta ya da rahmi simgeleyebileceğini, bunların kullanımının ise inancın bir gereği olarak öldükten sonra yeniden doğuşla bağdaştırıldığını yazıyorlar.

Araştırmacılar, “İnsan bedenlerinin bacakların bükülmesiyle yerleştirildiği kaplar ile adeta uyur pozisyondaki bir cenin/fetüs ya da rahim ve yumurtanın görsel benzerliklerini reddetmek pek mümkün görünmemektedir” diyorlar. Buradan devamla, “Gebelik ve doğumla ilişkisi belirgin olan bu defin yönteminin sembolik anlamını çözme yönünde ileride daha fazla çalışmanın yapılması gerektiği açıktır” görüşünü paylaşıyorlar.

Üst sınıfa ait bir ölü mü?
Çocuklar, bebekler ve fetüsler Antik Mısır’da çoğu kez pithoslara gömülü halde bulunmuştur ve bu sebepten biliminsanları ritüelin önemini gözden kaçırarak, mevcut gömütleri alelade bırakılmış bir atık gibi düşünmüşlerdir. Ancak, Power ve Tristant’ın önerisi dikkate alındığında, geri dönüştürülmüş ev tipi bir kullanım kabına gömülen bebek ve çocukların atıktan başka bir anlam ifade etmediği görüşü zayıflar. Araştırmacılar, eski toplumların birçok materyali farklı zamanlarda yeniden kullandıklarını; hatta üst sınıfa mensup kimselerin bile bazen eski mezar ya da lahitlere gömüldüklerini belirtiyorlar.

Power ve Tristant bu durumu,“Eğer bir nesne artık esas fonksiyonunu yerine getiremiyorsa, hemen çöpe atılmak yerine tamir edilir; işlevsel ve sembolik olarak, gelecekte yeniden kullanım amacıyla dönüştürülürdü. Ayrıca, kimi materyallerin farklı nesnelere entegre edilmek üzere kasten parçalandığı bilinmektedir” diye açıklıyorlar.

Öte yandan, araştırmacılar çok sayıda yetişkinin de pithoslara gömüldüğünü kaydediyor. Pithos mezarlar, Nil Nehri’nin kıyı şeridi boyunca ortaya çıkartılmıştır. Power ve Tristant, Mısır tarihi içinde Hellen-Roma Dönemi’ne (MÖ 332- MS 395) ait olduğu düşünülen ve içerisine yetişkin bireylerin gömüldüğü pithosların olduğu en az dört alan olduğunu belirtiyorlar. Nil kıyısında yer alan ve taş ocaklarıyla tanınan Gebel el-Silsila’nın da dahil olduğu beş alanda ise, yalnızca yetişkinlere ait pithos gömüler bulunmuştur.

Pithosa gömü geleneğini seçen ailelerin yoksul olup olmadığı hakkında kesin bir sonuca ulaşılamamış olsa da, örneğin Eski Krallık sonu ileI. Ara Dönem başlangıcı dolaylarına (yaklaşık MÖ 2181) tarihlenen bir bebek gömüsünde, pithosun içinde altın kaplamalı boncukların da olduğu pahalı hediyeler bulunmuştur.



Mısır Adaïma Mezarlığı’ndan, bebek ve çocukların gömüldüğü pithoslar (Adaima Kazıları, Crubezy & Midant-Reynes, IFAO).

Yeniden doğuş?
Eğer pithoslar yalnızca başka malzemesi olmayan yoksullar tarafından kullanılmıyorsa, o halde sembolik değerleri de olmalıdır diye belirten Power ve Tristant; Antik Mısır parşömenleri ve duvar resimlerinde rahmin, kap olarak olarak isimlendirildiğini de yazılarına ekliyorlar. Sakkara Nekropolisi’ndeki bir mabedin duvarında bulunan dansçıların “Pithosu/Çömleği gör, içindekini çıkar!” diye bir ilahi okuyarak resmedilmiş olması, konunun doğumla ilgili olduğuna yorulmuştur.
“Pihosların, Mısırlılara, zaman zaman gömünün iç tabutuyla bağdaştırılan yumurtaları da hatırlatmış olması mümkündür” diyen Power ile Tristant, “Yaşamın başlıca sembolleri olmaları bakımından, öteki dünyaya geçişi kolaylaştıracak daha uygun bir yöntem olmadığını” vurgulayarak makalelerini noktalıyorlar.
bilimvegelecek.com.tr, Kaynak: Stephanie Pappas,
http://www.livescience.com/57520-egyptian-pot-burials-symbolized-rebirth.html, Çev. İnan Kopçuk / İstanbul Üniv. Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı YL Öğr., 12.03.2017

DÜNYA KÜLTÜR MİRASINA ADAY


Mersin'in merkez Mezitli İlçesi'nde Neolitik, Hellenistik ve Roma dönemleri gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan Soli Pompeiopolis Antik Kenti, yerli yabancı çok sayıda ziyaretçiye ev sahipliği yapıyor.

Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aday olan ve yaklaşık 3 bin yıl öncesine ait antik kent, son yıllarda büyük ilgi çekiyor.

Mezitli Belediyesi ve Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi iş birliğiyle yapılan çalışmalarda bakımsız ve kullanılamayan Soli Pompeiopolis Antik Kenti'nin tarihi yolu modern bir görüntüye kavuşurken, Sütunlu Cadde'ye 360 metre uzunlukta yaya ve bisiklet yolu, oturma alanları ile aydınlatılma yapıldı. Toprak altında çıkan sütunların sergilendiği anıtsal caddede Soli Pompeiopolis'i tanıtan tabelalar konuldu. Ayrıca çeşitli etkinliklerin gerçekleştirileceği alan ile izleyicilerin oturması için de tribün yapıldı. Kentin en çok ilgi çeken tarihi yerlerden biri olmaya başlayan Soli Pompeiopolis, büyüleyici havası ile elinde fotoğraf makinesi ve kameraları ile bölgeyi gezen yüzlerce kişiye ev sahipliği yapmaya başladı.

Soli Antik Kenti için yapılan çalışmaların hem ülkenin hem de dünyanın kültürel mirasına önemli bir katkı sağlayacağına inandığını ifade eden Mezitli Belediye Başkanı CHP'li Neşet Tarhan, antik kentin dünya kültür mirası listesine girebilmesini hedeflediklerini söyledi.

Mersin'in açık hava müzesini andırdığını kaydeden Tarhan, "Romalılar ve Yunanlılar gibi imparatorlukların yaşadığı günümüzden yaklaşık 3 bin yıl öncesine ait böylesine büyüleyici bir tarihi mekanda kentle deniz arasında kullanılamayan bakımsız yolu modern hale getirerek yürüyüş ve bisiklet yolu yaptık. Deniziyle, güneşiyle, bisiklet ve yaya yoluyla buluşabilen bir kentin dünyada başka örneğini bulmak zor. Yapılacak çalışmalarla Soli Pompeiopolis gerçekten önemli potansiyeli olan ülkemiz turizminde önemli bir yer edinebilir. Hiçbir zaman cazibesini kaybetmeyecek. Büyüleyici yapısıyla hayranlık uyandıran Soli, çalışmalar tamamlandıktan sonra UNESCO dünya kültür mirası listesine girebilir" dedi.

TANRILARIN KRALI ZEUS GÜN IŞIĞINA KAVUŞTU
Arkeolojik açıdan Kilikya tarihinin önemli hazinelerden biri olan antik kentte Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Müzecilik Bölümü Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı'nın başkanlığında yürütülen çalışmalarda ise şimdiye dek 3 bin yıl öncesine ait birçok eser gün ışığına kavuştu. Roma imparator ya da üst düzey yöneticilerinin büstlerini taşıdığı Sütunlu Cadde'de, sağlık tanrısı Asklepios ve tanrıçası Hygeiea, tanrıların kralı Zeus, adalet tanrıçası Nemesis, bereket tanrıçası Demeter ve şarap tanrısı Dionysos çıkarıldı. Höyük'te ise, antik çağda ölünün öbür dünyada kullanılması inancıyla bırakılmış olan, mezar hediyesi gibi işlevleri bulunan kandiller, Bizans dönemi baskı mühürleri, tabak ve kaseler bulundu. Son 10 yıl içinde inşaat temel kazıları, yol ve altyapı çalışmaları sırasında günümüzden yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine ait olduğu sanılan 28 antik mezar ortaya çıktı. Mezarlarda yapılan kazı çalışmaları sonucunda o dönemlerde mezarlara hediye olarak bırakılan gözyaşı şişeleri, sikke, mühür ve el baskı eşyalar çıktı. Mezarların içerisinde çok sayıda kemik ve kafatasının yanı sıra yağdanlık ve tencere kapakları da çıktı.

Soli'nin MÖ 700 yılında Kıbrıs üzerinden Anadolu'ya geçen Rodos korsanları tarafından kurulduğu sanılıyor. Söz konusu dönemde önemli bir liman kenti olan Soli, MÖ78 yılında Pompe kumandasındaki Roma İmparatorluğu ordusunun eline geçti. Bu tarihten sonra şehir, kumandan Pompe'nin adı dolayısıyla Soli Pompeipolis olarak anıldı. Güney-Kuzey yönlü iki kapısı arasında iki yüz sütun bulunan Soli Pompeipolis, dönemin parlak şehirlerden biri olarak dikkat çekiyor.
Odatv, 11.03.2017

O MÜZEDE YOK YOK

Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde, iki kardeşin eski bir yağhaneyi restore ettirerek kurduğu Sarıkız Kazdağı Etnografya Müzesi çeşitliliğiyle dikkati çekiyor.

Güre Mahallesi'nde Murat ve Uğur Bostancıoğlu kardeşlerin kurduğu Sarıkız Kazdağı Etnografya Müzesi'ndeki farklı parçalaları görenler şaşırıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Edremit'e geldiğinde kendisine tahsis edilen faytondan, Sabahattin Ali ve Tuncel Kurtiz'in balmumu heykellerine, Büyük İskender, Afrodit ve Nemesis'in silikondan yapılmış birebir kopya heykel ve büstlerinden antik çağlarda İda Dağı'nda yaşayanların giysilerine, Sarıkız efsanesi'nden Hasanboğuldu efsanesine, yöre halkının yüzyıllar öncesi giydiği elbiseler ve kullandığı malzemelerin yer aldığı müze dikkat çekiyor. Bostancıoğlu kardeşler, müzeyi ziyarete gelenlere mitolojik çağlardan, günümüze gelene dek Kazdağları'ndaki yaşamı her yönüyle anlatıyor. Atatürk'ün kendi sesinden 3D hologram görüntüsü de ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

MÜZENİN GİRİŞİNDE MİTOLOJİ CANLANDI
Sarıkız Kazdağı Etnoğrafya Galerisi'nin girişinde, orijinallerinden kalıp alınarak, silikonla bire bir yapılmış Büyük İskender ve Afrodit'in heykelleri yer alıyor. Girişin sağ bölümünü mitolojik çağa ayırdıklarını söyleyen Murat Bostancıoğlu, şöyle dedi:

"Galerimizin bahçesinde Nemesis'in heykeli var içeride ise Büyük İskender ve Afrodit yer alıyor. İskender ve Afroditin heykelleri orjijnal boyutlarda. İzmir'deki bir firma, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin alarak bire bir kalıp alıyor ve silikon heykellerini yapıyor. Biz bu heykelleri müzemize getirdik. Zeus, Nemesus, İskender ve Afrodit'in büstleri de bire bir orjinalinden kalıp alınarak yapılmış ve müzemizde yer almaktadır. Gelen ziyaretçilerden olumlu tepkiler alıyoruz. Kazdağları pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir yer. Burası pek çok ilklere ev sahipliği yapmıştır. Burası eski çağlarda İda Dağı olarak geçiyor. İlk güzellik yarışması Kazdağları'nda oluyor. Afrodit ilk kez burada aşık oluyor. Aristo ilk felsefe okulunu Kazdağları'nda açıyor. Burada mitolojinin çıkışı Truva ile başlıyor. Homeros'un İlyada Destanı'nda, Truva Kralı Priamos'un oğlu oluyor. Kahinler bu çocuğun Truva'nın yıkılışına neden olacağını söylüyor. Bunun üzerine çocuğun İda Dağı'na bırakılarak ölmesi isteniyor. Kazdağları efsaneler açısından çok önemli. Troyalı'lardan sonra Lidyalılar, Persler, İskender'i barındırmıştır. Daha sonra Bergama Krallığı, Roma, Bizans imparatorlukları, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Karesi Beyliği, Osmanlı Devleti, hep buradadır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul seferine hazırlanırken diyorlar ki, 'Kazdağları'nda endemik, çok büyük ve uzun ağaçlar yetişiyor' Fatih soruyor, 'Bunları kim işleyecek?' Ve anlatıyorlar, Salur Boyu'ndan Tahtacı Türkmenleri'nin bu ağaçları işleyeceğini. Tahtacı Türkmenleri, Toros Dağları'ndan bölgeye getiriliyor ve Fatih'in karadan yürüttüğü ahşap kızaklar, Kazdağı Göknarı'ndan yapılıyor. Buna benzer pek çok efsaneyi barındırıyor İda. Biz galerimizde mitolojiyi de canlandırmaya çalıştık."

ATATÜRK'E TAHSİS EDİLEN FAYTON DA BURADA
Murat Bostancıoğlu, müze bahçesindeki camekanlı bölmede koruma altına alınan, Atatürk'ün Edremit'e geldiğinde kendisine tahsis edilen fayton hakkında da bilgiler verip şunları söyledi:

"Atatürk'ün Edremit'e 13 Nisan 1934'te ikinci defa gelişinde, Edremit eşrafından Arkök ailesi, Atatürk'e Fransız Malı Rothschild et Fils - Paris marka fayton tahsis ediyor. Atatürk bu fayton ile geziyor Edremit'te. Atatürk'ün kaldığı ev de Edremit Belediyesi'nce restore ettiriliyor. Müzemizin en değerli parçalarından biri de bu fayton."

İKİ İSMİN BALMUMU HEYKELLERİ İLGİ ODAĞI
Murat Bostancıoğlu, Sarıkız maketinin, Antandros antik kenti bölümlerinin de yer aldığı galeride en çok ilgi çeken bir diğer bölümün ise ünlü sanatçı merhum Tuncel Kurtiz ile Türk Edebiyatı'nın unutulmazları arasında yer alan Sabahattin Ali olduğunu vurguladı. Yüzlerce kişinin Kurtiz ve Sabahattin Ali'nin balmumu heykeliyle özçekim yaptığını vurguladı. Bostancıoğlu, önümüzdeki günlerde, müzede mini bir sinema yer alacağını, burada zeytinin öyküsünün işleneceğini söyledi.

Odatv, 11.03.2017



5 - 11 Mart 2017

Nature dergisinde Liverpool Üniversitesi'nden Paleoekoloji profesörü Keith Dobney ve Adelaide Üniversitesi'nden Paleomikrobiyolojist Laura Weyrich'in aralarında olduğu bir grup bilim insanı dün yayınladıkları bir makalede Neandertallerin yaşamı hakkında şaşırtıcı bir keşfe imza attı. 

Avrupa'daki mağaralarda bulunan Neandertallerin diş kalıntılarını inceleyen bilim insanları, bunlardan bazılarının vejetaryen olduğunu ve ağrılarını dindirmek için penisilin ve aspirin ilaçlarının doğal hallerini kullandıklarını keşfetti.

İNSANLARLA AYNI MİKROORGANİZMALARI PAYLAŞIYORLAR
Sputnik'in haberine göre, araştırmacılar günümüzden 42 bin ile 50 bin yıl önce yaşamış 4 Neandertal'in, ikisi Belçika'daki bir mağarada, ikisi ise İspanya'daki bir mağarada olmak üzere, diş kalıntılarını inceledi. Araştımanın sonuçlarından biri Belçika'da yaşamış olan 2 Neandertalin İspanya'dakilerden çok daha farklı bir beslenme düzeni olduğunu ortaya serdi. Bilim insanları ayrıca Neandertal dişlerindeki plakta bulunan bir bakterinin genomunun tamamına yakınını çözdü. Bu bakterinin bugün modern insanın ağzında rastlanan aynı türdeki bir bakteri olduğu ortaya çıktı. Böylece Neandertaller (Homo Neanderthalensis) ile insanların (Homo Sapiens) aynı mikroorganizmaları paylaştığı ortaya koyuldu.

DİŞ AĞRISINI GEÇİRMEK İÇİN ASPİRİN VE PENİSİLİN'İN DOĞAL HALİNİ KULLANMIŞLAR
İspanya'daki Neandertallerden birinin kalıntılarında yapılan incelemede, diş apsesi ve bağırsak parazitinden muzdarip olduğu tespit edilen insansı atamızın diş plağında, ağrı kesici aspirinin aktif maddesi olan salisilik asit üreten bir ağacın ve penisilin üreten Penicillium mantarının DNA'larına rastlandı.

Dobney,konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Neandertaller kendilerini tedavi mi ediyordu? Bunu bilmiyoruz. Eğer daha fazla hastalığa sahip bireyde bu örneklere rastlarsak o zaman onların sofistike bir tıbbi bilgiye sahip olduklarının iyi bir kanıtını elde etmiş olacağız" dedi.

İSPANYA'DAKİ NEANDERTALLER ET YEMİYOR MUYDU
Bilim insanları bir zamanlar Neandertallerin sadece et yediğini ve bu beslenme düzeninin onların çevresel koşullara uyum sağlamasını engelleyerek soylarının tükenmesine yol açtığını savunuyordu. Ancak Nature'da yayınlanan araştırmanın sonuçları bunun böyle olmadığını gösteriyor.

Belçika'daki Neandertallerin tüylü gergedan, koyun ve mantarla beslendiği ancak İspanya'daki El Sidron mağarasında bulunanların hiç et yemediği keşfedildi. Buna göre İspanya'daki mağarada bulunanların dişlerinde mantar, çam fıstığı ve orman yosunu kalıntılarına rastlandı. Bu sonuç onların sadece çevreye çok iyi uyum sağladığını değil aynı zamanda insansı yaşama ilginç bir şekilde geçtiklerini gösterdi.

Çünkü El Sidron mağarasında bulunan Neandertallerin mikrobiyomları (vücuttaki mikroorganizma nüfusu) Belçika'da bulunanlara göre daha fazla şempanze ve insan toplayıcıların mikrobiyomlarına benziyor. Profesör Dobney, bu gelişmeyle ilgili olarak "Belki de et yenmeyen toplayıcı yaşam stili insansı mikrobiyomun merkezidir. Sadece yaşam stili değişince mikrobiyomlar değişmeye başlar" ifadelerini kullandı. 

GELİŞMİŞ DÜŞÜNME YETİSİNE SAHİPLERDİ
Neandertaller hakkında genel algı onların 'gelişmemiş mağara insanları' olduğu yönünde olsa da son bilimsel kanıtlar onların çok daha gelişmiş insansılar olduğunu vurguluyor. Son bilimsel çalışmalar Neandertallerin mücevherler taktığını, sanatla ve mimariyle uğraştıklarını ve karmaşık aletler ile sofistike avlanma stratejileri geliştirdiklerini ortaya koydu. Tüm bunlar Neandertallerin sadece insana ait olduğu sanılan sembolik düşünme ve sosyal koordinasyon yetilerine sahip olduklarını gösteriyor.

Odatv, 09.03.2017

İŞTE İNÖNÜ YALISININ YENİ SAHİBİ

Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü’ye ait Anadolu Hisarı’ndaki Komodor Remzi Bey yalısının icradan satışı durduruldu. Yalının yeni sahibi Nata Holding’in patronu Namık Tanık oldu.

Boğaz'ın en gözde klasik Osmanlı yalılarından biri olan Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı'na ait Anadoluhisarı'ndaki 100 yıllık Komodor Remzi Bey yalısının icradan satış ihalesi durduruldu. Alacaklı olan Fiba Holding'e ait Güven Varlık Yönetimi A.Ş.'nin bir dilekçe vererek satıştan vazgeçtiklerini belirtmesi üzerine, yalının satışı düştü. Edinilen bilgilere göre, Ankaralı Nata Holding'in patronu Namık Tanık, yalının icradan satışını engelleyerek yeni sahibi oldu. Türkmenistan'da 500 günde 180 köprü yaparak bir ilke de imza atan Nata Holding ENR tarafından açıklanan dünyanın en büyük 250 inşaat firmaları sıralamasında, bu yılda yine dünya devlerinin arasına girmeye hak kazandı. Şirket, en büyük yurtdışı müteahhitlik kategorisinde 250 firma arasında 98. sırada yer aldı.

İNÖNÜ YAŞAMAYA DEVAM EDECEK
Erdal İnönü'nün yaşarken müze olmasını vasiyet ettiği yalıda, Sevinç İnönü'nün yaşamaya devam edeceği öğrenildi. 1917'de inşa edilmiş yalı Cumhuriyet'in ilk yıllarında Balkan, Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taaruz'da savaşan Mümtaz Aktay Paşa tarafından yapıldı. Yalı 1972 yılında Erdal İnönü tarafından satın alınmıştı.

Taban oturma alanı 153, toplam kullanım alanı ise 634 metrekare olan yalıda 4 salon, 6 oda, 7 banyo ve tuvalet ile asansör bulunuyor. Binanın girişinde ise tek katlı 25 metrekare kullanım alanı bulunan görev binası mevcut.

4 YIL ÖNCE SATIŞA ÇIKMIŞTI
Sevinç İnönü'nün armatör kardeşi Selim Sohtorik, 1998'de satın aldığı 3 gemi için bankadan kredi çekmişti. Sevinç İnönü de krediye kefil olduğu için borçlu durumuna düşmüştü.

Erdal İnönü'nün yaşarken müze olmasını vasiyet ettiği ve Sevinç İnönü'yü çok üzen yalı, 2013'te icradan satışa çıkmıştı. O dönemde 7 milyon 600 bin lira değerle açık artırma usulüyle satışı istenmişti. Emlakbank adına şirket avukatları, 1999'da hem krediyi kullanan şirketler hem de kefiller Sevinç İnönü ve HASAN Selim Sohtorik'e noter ihtarı çekmiş, banka borçlular aleyhine icra takibi başlatmıştı. 10 yıllık süreç sonunda bankaya toplam 2 milyon 874 bin lira borcu bulunan Sevinç İnönü, başka bir bankadan aldığı kredi ile satış günü son anda yalıyı kurtarmıştı. İnönü geri kalan borcun faizi ve geçmişte yaptığı ödeme için de yasal yollara başvurmuştu.
Milliyet, 09.03.2017

DEFİNE BULMAK HAYALİYLE 20 METRE KUYU KAZDILAR

Kocaeli'nin Derince İlçesi'nde sit alanı içerisinde madenci gibi kazı yaparak 20 metre derinliğinde kuyu kazan 11 kişi jandarmanın operasyonu ile yakalandı. Definecilerin kullandığı asansör ve jeneratöre el konuldu.



Derince İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerdi, Derince Kaşıkçı Köyü'nde sit alanı içerisinde kazı yapıldığı ihbarı üzerine operasyon düzenledi. define arayan 11 kişi jandarmanın baskını ile suçüstü yakalandı. Define bulma hayali ile ormanlık alan içerisinde kum asansörü ve Jeneratör kuran, asansörle kazı yaptıkları kuyudan toprağı tahliye edip, asansörle elektrik sistemini çalıştıran 11 kişi gözaltına alınırken, definecilerin kullandıkları cihazlara el konuldu. 10 kişi karakolda ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakılırken, M.C.K. ise adliyeye sevk edilecek.
Milliyet, 09.03.2017
EVİN ÖNÜNDE HAZİNE ARADILAR

Tekirdağ'ın Malkara İlçesi'nde jandarma ekiplerince yapılan baskında bir evin önünde hazine arandığı ortaya çıktı.

Edinilen bilgiye göre, Kermeyan Mahallesi'nde hazine aramak için Kaçak kazı yapıldığı bilgisi alan Malkara Jandarma Asayiş ekibi, eve baskın yaptı. Yapılan aramada, evin bahçesinde kuyuyu andıran metrelerce derinlikte 4 ayrı çukur açıldığı tespit edildi. Kazıda kullanılan elektrikli vinç, halat, 5 adet murç, su pompası ve hava pompasına el konuldu.

Olayla ilgili ifadesi alınan 2 kişi serbest bırakıldı.
Milliyet, 09.03.2017

MISIR'DA 2. RAMSES'E AİT OLDUĞU TAHMİN EDİLEN HEYKEL BULUNDU

Mısır'ın başkenti Kahire'nin Al-Matareya bölgesinde gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalar kapsamında, eski Heliopolis'teki Kral 2. Ramses'e ait olduğu tahmin edilen heykel parçaları bulundu.


Mısır Tarihi Eserler Bakanı Halid Anani, yaptığı yazılı açıklamada, Kahire'nin doğusunda eski Evn şehrinde bulunan Ayn eş-Şems bölgesinde kazılar yapan Mısırlı ve Alman arkeologların, 2. Ramses Tapınağı'nın yakınlarında, eski Mısır'ı yöneten 19’uncu aileye (MÖ 1292 -1190) ait iki kral heykeli bulduğunu belirtti.

Mısır Tarihi Eserler Kurumu Başkanı Mahmud Afifi ise heykellerden birinin eski Mısır’ı MÖ 1200 -1194 yıllarında yöneten Kral 2. Seti’ye ait olduğunu kaydetti.

Kral 2. Seti’nin heykelinin 80 santimetre uzunluğundaki üst tarafının çıkarıldığına işaret eden Afifi, heykelin kireç taşından yapıldığını ve kralın yüz hatlarının çok belirgin olduğunu dile getirdi.

Afifi, 2. Ramses’e ait olduğu tahmin edilen diğer heykelin ise 8 metre uzunluğunda, kuvarsit taşından yapılmış ve zaman içinde epeyce yıpranmış olduğunu ifade etti.

  

Tarihi Eserler Bakanı Anani, bugün Mısırlı ve Alman arkeologlardan oluşan heyetle birlikte Kahire’nin El-Matariyye bölgesinde heykellerin bulunduğu eski Evn şehrine giderek kazıların yapıldığı alanda incelemede bulundu.


Anadolu Ajansı, 09.03.2017

DEAŞ'IN YIKTIĞI CAMİNİN ALTINDAN ÇIKTI


DEAŞ'ın savunma amaçlı olarak caminin altında kazdığı tünelleri keşfeden güvenlik güçleri ve arkeologlar, tünellerin MÖ 600 yılında yapıldığına inandıkları tarihi bir saraya çıktığını fark etti.

Tünellerin içinde tarihi eserlere de rastlayan yetkililerin özensizce kazılan bu tünellerin haftalar içinde çökebileceğinden endişeleniyor.

Caminin altında daha önce 1852 yılında Osmanlı İmparatorluğu, 1950'li yıllarda ise Irak hükümeti tarafından kazılar yapılmış ancak araştırmalar DEAŞ'lı teröristlerin gittiği kadar uzağa taşınmamıştı. Yetkililer şimdi tünellerdeki ve tarihi saraydaki eserlere DEAŞ'lı teröristlerin zarar verip vermediğini araştırıyor.






Hürriyet, 09.03.2017

MARTI'NIN KAZIĞI

Kabataş’taki Martı Projesi’nin inşaatı sırasında yapılan darbeli kazık çakma işlemi sahildeki 428 yıllık Molla Çelebi Camii’ne zarar verdi. Mimar Sinan tarafından 1589’da yapılan caminin hasar gördüğü iddiası üzerine, koruma kurulu projeyi durdurdu. Kurul ilgili belediyeden de gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasını istedi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na verdiği dilekçede caminin zarar gördüğünü belirtti. Kurul dilekçe üzerine, projenin inşai uygulamalarının Molla Çelebi Camii’sine etkilerinin tespit edilmesi, konu kurul gündeminde görüşülünceye kadar da camiye ve iskele etrafında yer alan tescilli kültür varlıklarına zarar verebilecek işlemlerin durdurulmasına ve izin olmadan inşai, fiziki müdahalede bulunulmamasına karar verdi. Kurul, gerekli güvenlik önlemlerinin de ilgili belediye tarafından alınmasını istedi.

BÖLGEDE ESER DOLU
Alandaki diğer tarihi eserler arasında Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi, Çizmeci Başı Mahmut Ağa Kabri, Koca Yusuf Paşa Çeşmesi ve Sebili, Şeyhülislam Esad Çeşmesi ve Hadika Taşı (Kabataş Kitabesi) yer alıyor. Meydandaki çeşme yerinde kalacak. Projenin 2019’da tamamlanması öngörülüyor.

Cumhuriyet, Haber: Hazal Ocak, 08.03.2017



******


İBB'DEN KABATAŞ 'MARTI PROJESİ' AÇIKLAMASI

İBB, Kabataş Meydan Düzenlemesi ve Transfer Merkez" projesiyle ilgili 'ÇED Raporu gerekli değildir' belgesi alındığını, tarihi yapıların zarar gördüğü ve çalışmaların durdurulduğu iddiasının doğru olmadığını bildirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), günde 1 milyon yolcunun faydalanacağı "Kabataş Meydan Düzenlemesi ve Transfer Merkezi" projesiyle ilgili çalışmaların kurul tarafından durdurulduğu iddiasının doğru olmadığını belirtti.

İBB açıklamasında, projenin tüm detaylarıyla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne sunularak, "ÇED Raporu gerekli değildir" belgesi alındığı kaydedildi.

Bugün bazı basın-yayın organlarında yer alan "tarihi yapıların zarar gördüğü ve çalışmaların kurul tarafından durdurulduğu" iddiasının gerçeği yansıtmadığı belirtilen açıklamada, "Tarihi yapıların zarar gördüğü ve çalışmaların kurul tarafından durdurulduğu haberleri doğru değildir. Haberde iddia edildiği gibi ilgili kurul çalışmayı durdurmamıştır. Koruma Kurulu, tarihi yapılar hasar görüyor şeklindeki iddialara istinaden inceleme yapılmasını istemiştir. Vakıflar İl Müdürlüğü yerinde tespit yaparak, kurula 'zarar olmadığına dair' rapor sunmuştur. Kurul 'gerekli tedbirler alınarak iş devam edebilir' kararı almıştır. Projenin 2008 yılı itibariyle kurul onayı vardır." ifadelerine yer verildi.

Proje kapsamında, Kabataş'a işlek saatlerde 215 bin olmak üzere günde 1 milyon yolcunun faydalanacağı dev bir transfer merkezi ve yeni bir meydan kazandırılacağı, 90 bin metrekarelik alanın yeniden düzenleneceği belirtilen açıklamada, transfer merkezinin, Fındıklı Molla Çelebi Camisi'nin kuzey tarafından başlayıp, Kabataş Bezm-i Alem Valide Sultan Camsi'ne bitişik Kabataş Balıkçı Barınağı'nı da içerisine alacak şekilde yapılacağı belirtildi.

Açıklamada, "Çalışmalar kapsamında, inşaatı devam eden 25 kilometre uzunluğundaki Kabataş-Beşiktaş-Mecidiyeköy-Mahmutbey metro ile tramvay ve füniküler hattı, deniz ulaşımıyla Üsküdar-Kabataş Boğaz Yaya Geçiş Tüneli'ne entegre olacak. Metro hattında entegrasyon yer altından sağlanacak. Kabataş-Bağcılar Tramvay Hattı'nı kullanan yolcular, merpen ve asansörlerle Mecidiyeköy-Mahmutbey metrosu, Kabataş-Taksim füniküler hattı ve belediye otobüslerine yer altından ulaşım sağlayabilecek." denildi.

Dağınık durumdaki iskelelerin yeniden düzenlenerek kapasitelerinin arttırılacağı ifade edilen açıklamada, Fındıklı kıyı şeridindeki girinti alanı doldurularak, parkın yeniden düzenleneceği, yeşil alanın yaklaşık 1.000 metrekare genişletileceği, bölgeye 1.000 araç kapasiteli zemin altı otopark yapılacağı bildirildi.

Açıklamada, Dolmabahçe-Fındıklı arasındaki araç trafiğinin yer altına alınacağı belirtilerek, "Böylece Kabataş, 38 bin metrekarelik yayalaştırılmış yeni bir meydana kavuşacak. Meydanda yolcu peronu, geleneksel deniz tekneleri ile yeme-içme salonları yer alacak. Ayrıca meydanın altında müze ve sergi salonları ile otopark ve metro bağlantısı olacak." ifadeleri kullanıldı.
Yapı, 08.03.2017

DEĞERİ 1.5 MİLYON DOLAR OLAN TARİHİ İNCİL ELE GEÇİRİLDİ



Suriye’den getirdikleri ve değeri 1,5 milyon dolar olan tarihi İncili satmak isteyen kişiler, jandarma ekipleri tarafından yakalandı.



Edinilen bilgiye göre, Bursa İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat ve KOM Şube Müdürlüğü ekipleri, Suriye’deki bir müzeden çalınan tarihi eser İncili Türkiye’ye getiren Suriyeli vatandaşı takibe aldı. gemlik-Orhangazi karayolu üzerindeki akaryakıt istasyonunda içinde 3 kişinin bulunduğu 45 plakalı aracı durduran jandarma ekipleri, Suriyeli H.S. ve çeşitli suçlardan sabıkaları bulunan A.C., MÖ’yü gözaltına aldı. Yapılan üst aramasında MÖ isimli şahsın bel kısmına sarılı vaziyetteki kuşak içerisinde 17 yapraktan oluşan ceylan derisi üzerine altın işlemeli Meryem Ana, Hz. Isa, haç ve hayvan figürleriyle çeşitli yazılardan oluşan ve değerinin yaklaşık 1,5 milyon dolar olduğu tahmin edilen İncil ele geçirildi.

     

Ayrıca olayla ilgili olarak şüpheli şahıslara öncülük yapmak için Manisa’dan 10 plakalı başka bir araçla yola çıkan R.K. ve M.Y. de Bursa İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince yakalandı.



Cumhuriyet Savcısının talimatıyla İncil Bursa Müze Müdürlüğüne gönderilirken, 6 kişi ise adli makamlara sevk edilmek üzere Gemlik İlçe Jandarma Komutanlığınca gözaltına alındı.
Milliyet, 07.03.2017

DİYARBAKIR'DA 1700 YILLIK TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'nde ihbar üzerine gerçekleştirilen operasyonda, biri 1700 yıllık iki kitap ile Ortaçağ Avrupa dönemine ait gümüş para ele geçirildi.



Bismil İlçe Emniyet Müdürlüğünden yapılan açıklamada, Asayiş Büro Amirliğince, 27 Şubat’ta 115 Polis İmdat hattına yapılan tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili bir ihbar üzerine bazı adreslere operasyon düzenlendiği belirtildi. Açıklamada,  “Operasyonda R.Ç., E.Y., E.G. ve M.G. isimli şahıslar gözaltına alındı. Konu ile ilgili devam eden çalışmalarda E.G. isimli şahsın ikametinde devam eden aramalarda 1700 yıllık olduğunu beyan ettiği içerisinde Süryanice yazılar ve resimler bulunan tarihi eser olduğu değerlendirilen Kitap, içerisinde çeşitli figürler bulunan bronz ve pirinç karışımından yazılan kitap ile R.Ç.’nin üst aramasında elde edilen Ortaçağ Avrupa dönemine ait gümüş para ele geçirilmiştir. Konu ile ilgili şüpheli şahıslar adli mercilere intikal ettirilmiştir” denildi.




Milliyet, 07.03.2017
AKSARAY'DA DEFİNE AVCISI 6 KİŞİ KAÇAK KAZI YAPARKEN YAKALANDI

Aksaray’da birinci derece sit alanında kaçak kazı yaparak define avcılığı yapan 2’si kadın 6 kişi jandarmanın operasyonuyla suçüstü yakalandı.

Olay, Aksaray’ın Güzelyurt İlçesi'ne bağlı Bozcayurt Köyü Kale mevkisinde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, birinci derece sit alanında Kaçak kazı yapıldığı bilgisine ulaşan Aksaray İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, istihbari bilgiler doğrultusunda bölgede gizli bir çalışma yaparak kaçak kazı yapılan yeri tespit etti. Kaçak kazı yapılan bölgede 2’si kadın 6 kişiyi tespit eden jandarma ekipleri, bölgeyi ve 6 şahsı teknik ve fiziksel takibe aldı. Bir süre yapılan takibin ardından yeterli delil ve bulgulara ulaşan jandarma ekipleri operasyon için düğmeye bastı.

Bölgeye gerçekleştirilen operasyonda M.G. (39), İ.G. (33), G.G. (51), G.G. (56), T.G. (40) ve B.G. (36) isimli 2’si kadın 6 kişiyi kaçak kazı yaparken kazma ve kürekle suçüstü yakalandı. Şüpheliler gözaltına alınırken, olay yerinde inceleme yapan jandarma ekipleri şüphelilerin bölgede 3 ayrı noktada kazı yaptığını, bu kazılarda 2 ayrı odacık bulduğunu tespit etti. Gözaltına alınan şüpheliler sorgulanmak üzere Güzelyurt İlçe Jandarma Karakoluna götürülürken, olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Milliyet, 07.03.2017

SARAYBURNU NİYE DÜZENLENMEZ? ATATÜRK HEYKELİ VAR DİYE Mİ?

Sarayburnu, İstanbul’un en güzel sahil yerlerinden biriydi. İstanbul’u panoramik olarak görebilirsiniz.

Ancak burası Marmaray inşaatı şantiyesi tesisleri ve inşaat faaliyetleri için kullanılmış ve bozulmuştu. Marmaray tamamlanalı 3 yıl geçmesine rağmen üstünkörü arazi düzenlenmiş, yeşil alan kaybolmuştu. Bizim müteahhitler uyanık geçinip, hem kalma sürelerini uzatmışlar hem de Eminönü’ne doğru uzayan antrepolara yerleşmişler. Sarayburnu Parkı ayrıca Atatürk’ün dil devrimini yaptığı yer olarak tarihi bir özelliğe sahip. Buradaki Sarayburnu Atatürk Anıtı, 1926’da İstanbul Belediye Başkanı, Şehremini Emin Erkul tarafından yaptırılan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anıt heykelidir. Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel’e yaptırılmıştır.

Bu alanın düzenlenmesi, -hiç olmazsa TEM çevresindeki sırtlarda yapılan düzenlemeler kadar olmasa da- İstanbul’a renk katar!

Turistler, belki de bir kısmı, İstanbul’un şantiye görünümümden sıkılıp gelmiyorlar İstanbul’a...

İkinci bir ‘izbe’ yer de Karaköy İskelesi’dir. 17 yıl önce yandığında, “Altı ay içinde yeni iskele yapacağız” denmişti. Mevcut iskele hem yolu işgal etmekte hem de çirkin bir görüntü vermektedir. Belediye, Karaköy’ün karşısındaki Eminönü Meydanı’nda birçok modern iskeleler yapmış, ancak meydan düzenlemesi ihmal edilmiştir.

Sarayburnu’na, Kabataş’ta yapıldığı gibi bir proje için Büyükşehir el atmayı düşünebilir mi? Kadir Topbaş hiç olmazsa Atatürk’le ilgili bir projeye ilk ve son kez sahip çıkmış olur. 
Hürriyet, Yazı: Aslan Özmen-Yüksek Mühendis (Yalçın Bayer köşesi), 07.03.2017

TARİHİ ESERLERİ YATAĞIN ALTINA GİZLEMİŞ

Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi'nde, Bizans ve Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen 107 parça tarihi eser ele geçirildi, 3 şüpheli gözaltına alındı. Jandarma ekipleri, bir şüphelinin tarihi eserleri yatağının altında sakladığını tespit etti.

Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi'nde düzenlenen  operasyonda, Bizans ve Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen 107 tarihi eser  ele geçirildi.

 İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Pınarhisar'a bağlı Yenice ve Akören  köylerinde yapılan izinsiz kazılarda elde edilen eserlerin satılacağı bilgisine  ulaştı.

     

Ekiplerce kimliği belirlenen şüpheliler Y.S, H.B. ve T.B'nin ev ve iş  yerlerinde arama yapıldı.

 

Aramalarda, Bizans ve Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen 6 bronz  heykel, toplam 101 altın ve gümüş sikke, kolye ucu ve yüzük, 4 detektör, 1  ruhsatsız av tüfeği ele geçirildi.

 

Operasyonda şüpheli Y.S'nin tarihi eserleri yatağının altında  sakladığı tespit edildi. Şüpheliler gözaltına alındı, el konulan tarihi eserler Kırklareli Müze  Müdürlüğüne teslim edildi.


Milliyet, 06.03.2017

İSRAİL'DE 4 BİN YIL ÖNCESİNE AİT MEZARLIK BULUNDU

İsrail'in kuzeyindeki El-Celile bölgesinde, dev kayaların altında 4 bin yıl öncesine ait büyük bir mezarlığın bulunduğu bildirildi.

İsrail devlet radyosunun haberine göre, İsrailli arkeologlar, Nasıra, Safed ve Akka başta olmak üzere bir çok şehrin yer aldığı ülkenin kuzeyindeki Celile bölgesinde 4 bin yıl öncesine ait büyük bir mezarlık buldu.

Altında mezarlığın bulunduğu dev kaya parçalarının üzerinde de oyulmuş bazı resim ve çizimlerin olduğu belirtildi.

İsrail Eski Eserler Kurumu yetkilisi ve mezarlığın tarihini araştırma komitesinde görevli Uri Burger, radyoya verdiği demeçte, Ortadoğu'da bir mezarlıkta ilk kez kayaların üzerinde oyulmuş çizimlerin olduğuna dikkati çekti.

Binlerce metrekarelik bir alan üzerine kurulu olan mezarlığın, nasıl inşa edildiği, yapımında kullanılan teknoloji ve buluntuların hangi dönem ve medeniyetten kaldığı henüz saptanamadı.

Tel Aviv Üniversitesi, İsrail Eski Eserler Kurumu ve Tel-Hai Akademik Enstitüsünden arkeologların gözetiminde mezarlığın tarihi araştırılıyor.
Sabah, 05.03.2017

DEVLET ARKEOLOJİK KAZILARA NE KADAR HARCADI?

2002 yılında 57 olan arkeolojik kazı sayısının 2016'da 112'ye çıktığını belirten Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, arkeolojik kazı ve araştırmalara aktarılan toplam ödenek miktarının yaklaşık 23 katına çıkarak 27,5 milyon lira seviyesine yükseldiğini söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığının ev sahipliğinde Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayında gerçekleştirilen 3. Milli Kültür Şurasının açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Türkiye'de 2016 yılında arkeoloji çalışmaları için harcanan bütçeyi açıkladı. 

Türkiye'de son 15 yılda birçok alanda çok büyük atılımlar gerçekleştirildiğini aktaran Avcı, ülkeyi, kültür ve sanat alanında da hak ettiği noktalara taşıyacak bu hamleyi başlattıklarını kaydetti.

Avcı, Kültür ve Turizm Bakanlığının, kültür ve sanat alanında 2002'den bugüne yapılan çalışmaları hakkında da şu bilgileri verdi:

"2002'de 42 olan kültür merkezi sayısı, önemli bir artışla 2016'da 110'a ulaşmıştır. Bakanlığımıza bağlı müze sayısı 2002'de 93 iken 2016'da 198'e çıkmış, 2002'de 7,4 milyon olan müze ve ören yerlerinin ziyaretçi sayısı, 2016'da 17,3 milyon kişiye ulaşmıştır. Bakanlar Kurulu kararlı Türk kazıları, 2002 yılında 57 iken, 2016'da 112 seviyesine ulaşmış, 2002'de Kültür ve Turizm Bakanlığınca arkeolojik kazı ve araştırmalara aktarılan toplam ödenek miktarı 1,9 milyon lirayken, 2016'da bu rakam yaklaşık 23 katına çıkarak 27,5 milyon lira seviyesine yükselmiştir. Ayrıca 1992-2002 arası yurt dışından getirilen eser sayısı 2 bin 525 iken, 2003-2016 yılları arasında yurt dışından getirilen eser sayısı 4 bin 270 adet olmuştur. 2002'de destek verilen özel tiyatro sayısı 59 iken, 2016'da 216'ya ulaşmış, 2002'de özel tiyatrolara verilen destek miktarı 850 bin lirayken, 2016'da yaklaşık 6 katına çıkarak 5 milyon lira seviyelerine yükselmiştir."

Ayrıca, 2002'de 23 olan sahne sayısının, 2016'da 65'e ulaştığını, 2001-2002 sezonunda 4 bin 63 olan devlet tiyatroları temsil sayısının, 2015-2016 sezonunda 5 bin 319'a yükseldiğini aktaran Avcı, "2001-2002 sezonunda 1 milyon 14 bin 57 olan devlet tiyatroları seyirci sayısı, 2015-2016 sezonunda 1 milyon 779 bin 121'e ulaşmış, 2001-2002 sezonunda opera ve bale temsil sayısı 584 iken, 2015-2016 sezonunda 843 temsile yükselmiştir." şeklinde konuştu.

Bakan Avcı, ayrıca 2001-2002 sezonunda 232 bin 760 olan opera ve bale seyirci sayısının, 2015-2016 sezonunda 314 bin 404'e yükseldiğini kaydetti.

- "Türk sinemasına da rekor düzeyde destek sağladık"
Türk sinemasına da rekor düzeyde destek sağladıklarına işaret eden Avcı, "Verilen destekler yaklaşık 35 kat artırılarak 176 milyon 356 bin 23 dolara yükselmiştir. 2002'de sinema seyirci sayısı 23 milyon 510 iken, 2016'da 58 milyon 287 bin 265'e ulaşmış, ayrıca 2002'de vizyona giren yerli film sayısı 9 iken, 2016'da 15 katına çıkarak 135 film seviyesine yükselmiştir. 2002'den itibaren kütüphane hizmetlerinde de çok önemli başarılara imza atılmış, 12,4 milyon olan kütüphanelerimizdeki kitap sayısı, 2016'da 18,8 milyona ulaşmıştır." ifadelerini kullandı.

Bakan Avcı, 2002'de Türkiye'nin Dünya Miras Listesi'ndeki alan sayısının 9 olduğunu, 2016'da bu sayının 16'ya yükseldiğini vurgulayarak, Türk kültür, sanat ve edebiyat eserlerinin yabancı dillere çevrilmesi için yurt dışındaki yayınevlerini desteklemek amacıyla başlatılan TEDA Çeviri ve Yayım Destek Programı kapsamında, 66 ülkeden başvuran yayınevlerine 2005-2016 yılları arasında 2 bin 312 eserin desteklenmesi için 16 milyon liralık kaynak ayrıldığını aktardı.

Öte yandan, 2003-2016 yılları arasında 5 bin 11 kuruluşa, gerçekleştirdikleri kültürel etkinlikler için yaklaşık 35 milyon lira ödenek aktarıldığını, yazma eserlerin çeviri, kritik edisyon veya tıpkıbasım yoluyla yayımlanması çalışmaları kapsamında bugüne kadar 80'e yakın eser yayımlandığını ve 2017'de yayımlanmak üzere 20 eser projelendirildiğini belirten Avcı, şöyle devam etti:

"Türk kültürünün dünya çapında tanıtılması ve Türkçenin yabancılara öğretilmesi amacıyla 2009'da Yunus Emre Enstitüsü faaliyetlerine başlamış, 2017 itibarıyla 41 farklı ülkede 46 Yunus Emre Türk Kültür Merkezi açılarak, bugüne kadar dünyada yaklaşık 100 bin öğrenciye Türkçe öğretilmiştir. Ayrıca bu kapsamda kültür, sanat ve edebiyatımızı tanıtmaya yönelik birçok etkinlik yapılmıştır. Gençlerimizin kültür ve sanat faaliyetlerine katılımını artırmayı amaçlayan GENÇDES Projesi kapsamında, 2016'da 50 milyon, 2017'de ise 53,6 milyon lira ödenek ayrılmıştır. Yurt dışında bulunan kültür varlıklarımızın korunmasına yönelik çalışmalar kapsamında birçok kurumla iş birliği halinde 2002'den 2016'ya kadar 24 adet proje ve restorasyon çalışması yapılmış, yurt içindeki kültür varlıklarımızın korunması kapsamında ise 2002-2016 yılları arasında proje ve restorasyon olmak üzere bin 366 iş tamamlanmıştır."
arkeolojikhaber.com, 04.03.2017

ANTALYA'DA YAŞAYAN İRLANDA ASILLI SANAT TARİHÇİSİ KAYIP TARİHİ ESERLERİ TEK TEK ARAŞTIRIYOR

Müslüman olduktan sonra Antalya’ya yerleşen İrlanda asıllı sanat tarihçisi Mikail Patrick Duggan, şehrin kayıp tarihi eserlerini araştırıyor. Duggan’ın izini sürdüğü en önemli eser ise dinlere karşı hoşgörünün bir sembolü olduğunu düşündüğü mermer Aziz John kabartması. Kabartmanın hikayesini anlatan Duggan, “Yaklaşık 10’uncu yüzyıldan kalma. Ama en önemli özelliği kullanılış biçimi. Roma döneminde Aziz John kabartmasının elinde bir küre ve kürenin üzerinde bir haç yer alıyormuş. Selçuklu döneminde ise haç bölümü çıkartılmış, kürenin üzerine de Arapça harflerle Allah yazılmış. Kullanılmaya devam edilmiş. İslami bir devlette heykelin kullanılmış olması çok önemli. Evliya Çelebi’nin yazılarında bile yer alıyor.”

İTALYANLAR KAÇIRDI
Hem Selçuklu hem de Osmanlı Döneminde de kullanılan kabartmanın İtalyan işgali sırasında ortadan kaybolduğunu ifade eden Duggan, “Büyük ihtimal özel bir koleksiyonda yer alıyor” diye konuştu. Duggan’ın dikkat çektiği eserlerden biri de Türk tarihi için büyük önem taşıyan bir parça olan Osmanlı güllesi.

MÜZE ENVANTERİNDE VAR AMA KENDİ YOK
Güllenin Osmanlı Dönemi süresince bir zincirden sarkıtılarak bir yazıt ile birlikte Kaleiçi girişinde sergilendiğini anlatan Duggan, “Antalya Müzesi envanterine geçti. Yivli Minare’den yeni müze binasına geçiş döneminde, 1970’de ortadan kayboldu. Envanterde var, resmi yazılarda var ama kendisi yok” dedi. Duggan, bir diğer önemli kayıp eserinde ise Hadrianus Kapısı’nda (Üçkapılar) yer alan yazıtlar olduğunu belirterek, “Viyana Müzesi, Ashmolean Müzesi ve British Müzesi’nde bu yazıtta yer alan altın varak kaplı tunç harfler sergileniyor. Gezginler 1800’lü yıllarda Antalya’da bu harfleri bulup kaçırmış” dedi.
Sabah,04.03.2017

KURŞUNLU'DA İLK CUMA 2018'DE



Sabah, terör örgütü PKK'nın büyük tahribata yol açtığı ve ardından restorasyonun başlatıldığı tarihi Diyarbakır Sur'a girdi. Sur Belediye Başkanı olarak görevlendirilen Vali Yardımcısı Bilal Özkan, çatışmaların en yoğun olarak yaşandığı Fatih Paşa Mahallesi'ndeki Kurşunlu Cami ve diğer tarihi eserlerin restorasyonuyla ilgili SABAH'a konuştu. Teröristlerin yaktığı Kurşunlu Cami'nde ilk Cuma namazının 2018'de kılınacağını belirten Özkan, tarihi yapıların onarımı için 20 milyon lira bütçe hazırlandığını söyledi.



Terör örgütü PKK'nın sözde 'özerklik' ilanıyla birlikte sokaklarına hendek açıp bomba döşediği ve 30 bini aşkın insanın evinden göç etmesine yol açtığı tarihi Sur'da tahribat sonrası başlatılan restorasyon devam ediyor. Sokağa çıkma yasağını sürdüğü altı mahallede enkaz kaldırma çalışmalarında sona yaklaşılırken SABAH, zarar gören tarihi yapıların yoğunlukta olduğu Fatih Paşa, Savaş ve Hasırlı Mahallesi'ne girdi. Cami, kilise, hamam ve konakların yer aldığı 14 tarihi mekanın onarımı için başlatılan restorasyon çalışmaları aralıksız devam ederken, İçişleri Bakanlığı'nca Sur Belediye Başkanı olarak görevlendirilen Vali Yardımcısı Bilal Özkan, Fatih Paşa, Savaş ve Hasırlı'daki çalışmaları yerinde izledi. Çatışmaların en yoğun olar yaşandığı ve yanan Kurşunlu Cami'nde incelemelerde bulunan Özkan, terör örgütü PKK'nın büyük zarar verdiği ve ağır tahribata uğrattığı 14 tarihi mekanın yeniden ayağa kaldırılması amacıyla 20 milyon lira bir bütçenin hazırlandığını söyledi.



'Sur bizim için ne kadar önemliyse Kurşunlu Cami'de bizim için o kadar önemlidir' diyen Özkan şöyle konuştu: "Kurşunlu, Mimar Sinan'ın Diyarbakır'da ilk yapısıdır. Ancak ne yazık ki, terör örgütü geçtiğimiz yıl camiye büyük bir zarar verdi. İçerdeki altın kaplama ve çinilerde büyük zararlar oluştu. Buraların terörden temizlenmesinin ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yaptığı ihale ile cami de restorasyon başladı. Çalışmalarda oldukça yol kat edildi. Terör örgütü mensuplarının, roket ve silahlı saldırıları sonucu ciddi zarar gören Kurşunlu Camii'ni restorasyonu için ayrılan 3 milyon 700 bin lira ile yeniden ayağa kaldıracağız. 2018 yılının son aylarında tadilatı bitirip, ilk Cuma namazını kılmayı hedefliyoruz. Sur'un içerisinde terör örgütü büyük bir zarar oluşturdu. Sadece kamuya ait tarihi yapı değil, vatandaşa aitte tarihi yapılar ve evlere zarar verildi. Ne kadar zarar gören yapı var ise, hepsi terörün eseridir. Bunları ayağı kaldırmak ta devletimizin görevidir" dedi.
Sabah (Kısaltarak), Haber: Hüseyin Kaçar, 04.03.2017
GAUGIN VE PICASSO'DAN 90 MİLYON DOLAR

Fransız futbol takımı Monaco’nun sahibi, Rus milyarder Dimitri Ribolovlev, dünyaca ünlü Christie’s Müzayede Evi’nde satışa çıkardığı tablolarından milyonlarca dolar zarara uğradı.

Bloomberg’ün haberine göre Ribolovlev, koleksiyonundan bazı tablolarını, satın aldığı fiyatın 120 milyon dolar (440 milyon TL) altına satabildi. Buna göre Rus milyarder, daha önce 85 milyon dolara satın aldığı Fransız ressam Paul Gauguin’e ait “Ev” adlı tabloyu 25 milyon dolara; 35 milyon dolara satın aldığı İspanyol ressam Pablo Picasso’ya ait “Çıplak Kadın ve Flütçü” adlı tabloyu 5.7 milyon dolara; 43.5 milyon dolara satın aldığı Belçikalı ressam Rene Magritte’e ait bir tabloyu ise 12.7 milyon dolara sattı.

Ribolovlev’in bu tabloları neden yok pahasına elden çıkardığı ise henüz öğrenilemedi. Forbes 2016 listesine göre 7.7 milyar dolarlık serveti ile Rusya’nın 12’nci büyük zengini olan Ribolovlev, daha önce de ünlü ressamların tablolarının satışından 100 milyon dolar zarara uğramıştı.
Habertürk, 04.03.2017

TARİHİ OKUL DA GİDİCİ Mİ?

İstanbul, Kadıköy’deki tarihi Osmangazi İlkokulu’nun aslına uygun olarak restore edilmediği ve bu nedenle okulun başka bir amaçla kullanılabileceği gündeme geldi.

Okulun mezunlarından Arif Atılgan blog sitesinde Osmangazi İlkokulu’nun son durumuna ilişkin bilgileri yazdı.

“2014’TE EYLEM YAPMIŞTIK”

Arif Atılgan yazısında Osmangazi İlkokulu’yla ilgili şu tarihi bilgileri verdi:

“Osmangazi İlkokulu 1903 yılında Almanların Okulu olarak eğitime başlamıştır. 1935 yılında 35.000TL bedelle T.C. Maarif Vekaleti okulu mülkiyetine geçirir. O yıllarda 1TL, 2-3 Alman Markı değerdedir.

Okul, 2006 tarihinde 5 Nolu Koruma Kurulu tarafından Kadıköy Kaymakamlığı ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün başvurusuyla 2. Derece Korunması gereken eski eser ilan edilir.

İstanbul İl Özel İdaresinin mülkiyetinde olan okul binası 2013 yılının Kasım ayında Selimi Evvel Vakfının mülkiyetine geçirilmek istenir. Bir süredir okulun özelleştirilip boşaltılacağı söylentileri 2014 yılında ciddi boyutlara ulaşınca Benim de önayak olmamla etkinlik yapılmış, girişimlerde bulunulmuştu. Okulda eğitim devam etmişti.”

“İNŞAAT 450 GÜN SÜRECEKMİŞ”

2014 yılında okulun mülkiyetinin İstanbul Valiliğine ait olduğunu belirten Arif Atılgan şunları yazdı:

“Valilik tarafından binanın restorasyon projesi hazırlatılır. Koruma Kurulunun onayından sonra Kadıköy Belediyesinden inşaat ruhsatı alınır. 2017 yılının şubat ayının başında Osmangazi İlkokulu inşaat faaliyeti için boşaltılır. Öğrenciler Fenerbahçe Stadının arka tarafındaki bir okulun içine gönderilir. İnşaatı yapacak yüklenici şirket binayı teslim alır. İnşaat 450 gün sürecektir. Yani 1 yıl, 3 ay. Söylenenlere göre Osmangazi İlkokulu, restorasyondan sonra tekrar kendi binasına dönecek ve burada eğitime devam edecekmiş.”

“RESTORASYON PROJESİNDEKİ DEĞİŞİKLİĞE DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM”
2014 yılında yaşadıkları nedeniyle bugün okulun boşaltılmasından mezunlar olarak tedirginlik duyduklarını ifaden eden Atılgan, şöyle devam etti:

“Öğrendiğime göre, restorasyon projesinde arkadaki bahçeye çıkan kapı iptal edilip pencere haline getiriliyor ve merdiven ortadan kaldırılıyor. Bana göre de doğrudur. O kapının sonradan açıldığı bellidir. Projede arka bahçeye bodrumdan çıkılıyor. Ancak, restorasyon Projesindeki diğer değişikliğe dikkat çekmek istiyorum. Binanın üzerine kiremit yerine teras çatı yapılacakmış. Buna sebep olarak eski fotoğraflarda çatı kenarlarındaki süslü kalkan duvarlarının görünmeyen arkasının teras çatı olabileceği düşünülmüş.

Halbuki 1900 lerde teras çatının olamayacağı bellidir. Zira evlerdeki cumbaların üzerine yapılan balkonlarda bile cumbanın üzeri çinko ile kaplanırdı. Bu sebepten o yıllardaki binaların üzeri kiremitle kaplanırdı. Teras çatı yapılmasının düşünülmesi çatının da kullanılmak istendiğini hissettiriyor. Öğrencilerin terasa çıkıp çay içmelerini düşünmüyorlardır sanırım. Osman Gazi İlkokulu Yeldeğirmeni’nin tarihi okuludur. Kesinlikle bina eğitim hizmetine devam etmelidir.

Eski Yeldeğirmenliler ve Osmangazi İlkokulunun eski mezunları olarak ilgili projeleri görmek ve yapılacakları tartışmak hakkımızdır sanırım.”
Odatv.com, 03.03.2017

KORSİKA'DA DA MİTHRAS TAPINAĞI BULUNDU

Gizemli Roma dinlerinden Mithras inancının, Avrupa'nın pek çok yeri gibi Korsika'ya da ulaştığı kanıtlandı. Korsika'da bulunan tapınakta da tüm Mithras tapınaklarında olduğu gibi muhtemelen Hıristiyanlarca yapılmış olma ihtimali yüksek tahrifat bulunması dikkat çekti.

Fransa´nın Korsika Adası´ndaki Lucciana yerleşim alanının Mariana bölgesinde Mithras Tapınağı kalıntısı (Mithraeum) bulundu. Böylece Gizemli Mithras inancının Avrupa'da Roma'nın hakim olduğu pek çok yer gibi Korsika'ya da ulaştığı kanıtlandı.

Romalı Ünlü tarihçiler Seneca ve Pliny'ye göre Mariana; MÖ 100 civarında Roma generali ve devlet adamı Gaius Marius tarafından kurulan bir Roma kolonisiydi. MS 3. ve 4. yüzyılda görkeminin zirvesine ulaşan ticari liman, Akdeniz ticaretinde önemli noktalardandı.

MİTHRAS İNANCI NEDİR?



Roma'nın Gizen Dinleri içinde en esrarengizi ve en geç ortaya çıkanı olmasına rağmen, hızla yayılan ve adeta devlet dini mertebesine kadar çıkan Mithras inancı, Hıristiyanlık ile ölüm kalım mücadelesi vermiş ama mağlup olarak tarihe gömülmüştü. Tarsus çevresinde şekillenen inancın önceleri Kilikyalı korsanlarca, sonra Rolaı askerler, köleler ve tüccarlar arasında yayıldığı biliniyor. Anadolu ve Avrupa'nın pek çok yerinde Mithras tağınağı kalıntısı bulundu ama bunların büyük çoğunluğu Hıristiyanlarca parçalanmış ve tahrip edilmiş durumda. Mithras tapınaklarnın mihrap kısmında Pers külahı giyen, eli kılıçlı bir insanın boğayı kestiği ünlü sahne yer alıyor. Ancak bunu yaparken boğaya değil ters yöne bakması dikkat çekiyor. Tauroctony adı verilen bu sahne tüm Mithras tapınaklarında bulundu. Mithras inancının önceleri Kökleri Hint inancına dayanan Pers Tanrısı Mitra ile bağlantılı olduğu ileri sürüldü. Ancak David Ulansey'in astrolojik ve mitolojik motifleri yorumlayarak, bunun tamamen ayrı ve Anadolu'ya has bir inanç kurgusu olduğunu öner sürmesinden sonra bu tez ikinci planda kaldı.

2016 yılında Mariana’da Arkeolog Philippe Chapon liderliğinde çalışmaya başlayan arkeoloji ekibi, bir tapınma odası ile ön holünü ortaya çıkardı. Parçalanmış bir rölyef parçasından tapınağın Mitras inancına ait olduğu anlaşıldı. Mithras tapınaklarının mihrap kısmında yer alan tauroctony adlı ünlü boğa kurban etme sahnesini temsil eden  parçalanmış mermer rölyefin sadece 3 parçası bulunabildi.



Parçalarda, boğanın kanını içen bir köpek ve yılan ile boğanın testislerini kıstırmış akrep tasviri vardı. Ayrıca üç kandil, mermerden yapılmış bir kadın başı tasviri, bronz çan ile çanak çömlek parçaları bulundu.


Lucciana'daki Mithraeum, 11 metre x 5 metre ebadında dikdörtgen bir tapınım salonu ve  1,80 m genişliğinde bir salondan oluşuyor.

Kazı Başkanı Arkeolog Philippe Chapon; "Fransa'da bir düzine Mithras Tapınağı kalıntısı var ve bunlardan sonuncusu 2010'da Angers şehrinde keşfedildi. Fakat bu kalıntılar Mithras  kültünün Korsika'ya uzandığına dair ilk kanıt olması açısından önemli ve heyecan verici" dedi.

Korsika'daki Mithras Tapınağında mihrabın parçalanmış ve çevreye hasar verilmiş olması şaşırtıcı değil. Çünkü neredeyse tüm Mithras tapınakları aynı kaderi paylaşmıştı. Hıristiyanlar, Yahudilerden sonra en büyük düşmanlığı Mithraistlerden görmüşlerdi. Ve kendilerinin baş düşmanı olan Mithraistleri yok etmek için özellikle de Roma'nın resmi dini olduktan sonra büyük katliamlar gerçekleştirmişlerdi. Mihtras tapınakları özellikle parçalanmış ve bu külte ait figürler yok edilmeye çalışılmıştı.  Bu yok etme harekatının temel sebeplerinden birinin de Hz. İsa'nın Mitras'tan esinlenerek oluşturulan bir kahraman olduğu iddasıdır. Ki bu komplo teorisine, Mithraizm inancının pek çok ibadeti Hıristiyanlığa taşınmıştır. 

Ancak Korsika'daki tahrifatın gerçekten Hıristiyanlarca mı yapıldığı bilinmiyor. Arkeologlar, bu tahribata neyin sebep olduğunu bilemiyor ama yakınlardaki Hristiyan kilesinin varlığının, muhtemelen saldırganların Hıristiyanlar olduğuna yorumluyorlar.

arkeolojikhaber.com, 03.03.2017

GALATAPORT YETKİLİLERİ: "GALATAPORT RIHTIMI HİÇ OLMADIĞI KADAR HALKA AÇIK OLACAK"

Galataport Projesi inşaatı nedeniyle yıkılan Tarihi Karaköy Yolcu Salonu ve Paket Postanesi'nin ardından Galataport yetkilileri, yıkımlar ve projeye dair basın açıklaması yaptı.

Proje yetkililerinden gelen açıklama şöyle:

Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırımları A.Ş. olarak yürütmekte olduğumuz Galataport Projesi ile ilgili çeşitli sivil toplum kuruluşları ve sosyal medya hesaplarında yer alan yorum ve iddialara istinaden açıklamamızı, kamuoyunun bilgisine sunarız.

Bölgesel ve makroekonomik açıdan Türkiye ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlayacak olan, içeriğinde barındırdığı pek çok farklı faaliyet alanı ve yatırım ile sadece Türkiye ekonomisine değil ülke turizmine de önemli katkılar sunacak Galataport Projesi kapsamında yürüttüğümüz yapım ve restorasyon çalışmaları son hızla devam etmektedir.

Galataport liman sahasında yer alan ve kent kimliğinin önemli birer ögesi olan kültür varlığı yapıları ile ilgili koruma ve restorasyon çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin tamamlanması ile başlamıştır.

18 Şubat 2017 tarihinde yapmış olduğumuz açıklamaya istinaden, Karaköy Yolcu Salonu'nun yerinde güçlendirilerek korunabilecek bölümleri ile koruma çalışmaları için dahi yeterince güçlü olmayan ve olası bir güçlendirme çalışması ile bütüncül mimari karakteri ve tasarım özgünlüğü zarar görebilecek bölümleri belirlenmiş ve çalışmalar bu iki bölüm dikkate alınarak planlanmıştır. Restorasyon projesi kapsamında yaptırılan taşıyıcı sisteme yönelik araştırmalar sonucu, yapı 'Can Güvenliği' kriterini sağlamadığı için korunabilen kısımlar ile riskli bölümler arasındaki bağ koparılmış, iki bölüm birbirinden kontrollü bir şekilde kesilerek ayrıştırılmıştır. Korunacak bölümde gerekli güvenlik önlemleri alınmış; can güvenliğini tehdit eden bölümler ise kontrollü olarak yıkılmıştır. Karaköy Yolcu Salonu, İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'nden onaylı restorasyon projesi kapsamında mimari karakterine ve modern dönem yapıları için önemli olan tasarım özgünlüğüne uygun olarak; özgün detay, boyut, doluluk boşluk oranları ile yeniden inşa edilerek şehre kazandırılacaktır.

Betonarme sistem ile inşa edilmiş olmakla birlikte geçirdiği onarım ve tadilatlar ile taşıyıcı sistem bütünlüğü ve malzemesi büyük ölçüde zarar görmüş olan Paket Postanesi'nde ise, öncelikle zemin iyileştirme çalışmaları yapılacak, daha sonra koruma ve restorasyon projelerine uygun bir şekilde, korunması gerekli mekansal özellikleri doğrultusunda aynı malzeme ve boyutlarda ve dilatasyon özellikleri korunarak yeniden inşa edilecektir. Yapının yurt dışından getirilerek inşa edilmiş olan çelik konstrüksiyon çatıları, bağlantı noktalarındaki korozyon ve kesit kayıpları nedeniyle sökülmüş olup elemanların koruma ve restorasyonu sürmektedir. Restorasyonun tamamlanması ile metal elemanlar deprem izolatörleri de kullanılarak yerine monte edilecektir. Bütün işlemlerin tamamlanması ile birlikte Paket Postanesi binasının, iç ve dış mekansal özellikleri tasarım özgünlüğü bağlamında muhafaza edilmiş olarak toplumun kullanımına açılmış olacaktır.

Galataport liman sahasında yer alan diğer tescilli yapıların restorasyon çalışmaları, İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü kararları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ruhsatları paralelinde, öncelikle kültür varlığı yapıların yerinde korunarak güçlendirilmesi bakış açısıyla planlanmaktadır. Yapıların; mimari özellikleri ve dönem karakteristikleri ve özellikle modern dönem yapılarında ön planda olan tasarım özgünlüğü bozulmadan restore edilmeleri ve farklı fonksiyonlar ile yeniden işlevlendirilerek şehrin kullanımına sunulmaları hedeflenmektedir. Ayrıca; Galataport projesi kapsamında, Galata rıhtımı 1900'lü yıllardan günümüze hiçbir döneminde olmadığı kadar toplumun erişimi ve kullanımına açılmış olacaktır.

Proje kapsamında yapılacak olan restorasyon çalışmalarına istinaden;

  • Merkez Rıhtım Han: 1912 tarihinde inşa edilen yapının restorasyon projeleri temel koruma unsurları esas alınarak hazırlanmıştır. Koruma ve restorasyon çalışmaları kapsamında yapının korunması gerekli değerlerine saygılı bir yaklaşımla güçlendirme çalışmaları yapılmakta ve aynı zamanda binanın zayıf zemin koşulları özel tekniklerle rehabilite edilmektedir.
  • Çinili Rıhtım Han: 1911 tarihinde inşa edilen yapının restorasyon projeleri temel koruma unsurları esas alınarak hazırlanmıştır. Koruma ve restorasyon çalışmaları kapsamında yapının korunması gerekli değerlerine saygılı bir yaklaşımla güçlendirme çalışmaları yapılmakta ve aynı zamanda binanın zayıf zemin koşulları özel tekniklerle rehabilite edilmektedir.
  • Nusretiye Saat Kulesi: İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü kararı gereği kulenin tüm koruma ve restorasyon çalışmaları kule yerinde muhafaza edilerek yapılacaktır.
  • Zemin Rehabilitasyonu: Sıvılaşma riski olan proje alanında zemin iyileştirme işleri yapılarak kültür varlığı yapıların kullanım ömürlerinin uzatılması ve depremde can ve mal kaybının önlenmesi hedeflenmiştir. Bu çalışmaların başlatılmasından çok önce, proje kapsamındaki yapılara ve çevre binalara yerleştirilen reflektörler ile jeodezik ve gerekli yerlere yerleştirilen ivme ölçerler ile titreşim ölçümleri yapılarak, yapıların sağlığı kontrol altında tutulmaktadır. Yapılacak tüm inşaat çalışmaları için hem kültür varlığı yapılarda hem çevre binalarda uygun enstrümanlar kullanılarak ileri ölçme teknikleri ile hassas ölçümler alınmaya devam edecektir. Kemankeş Caddesi de bu kapsam dahilindedir.

Arkitera, Haber: Ekin Bozkurt, 03.03.2017

DEMRE'DE PARÇALANMIŞ LAHİTLER BULUNDU



Antalya'nın Demre İlçesi'nde 1'inci Derece Arkeolojik Sit alanında parçalanmış lahitler bulundu. Lahitlerin SİT alanı içindeki bir inşaat alanından çıkarılarak atıldığı öne sürüldü.

Demre'ye bağlı Gürses Mahallesi Gımıt mevkiinde 1'inci Derece Arkeolojik Sit alanında parçalanmış ve dağılmış lahitler bulundu. Likya dönemine ait olduğu belirtilen lahitlerin yakındaki bir inşaat alanından çıkarıldığı öne sürüldü. Adının açıklanmasını istemeyen bir vatandaş bu araziye daha önce yol açılması sırasında iki lahitin devrildiğini, inşaat sahasındaki çok sayıda lahitin ise yok edildiğini ileri sürdü. Bölgede genç Bizans dönemine ait kilise yapısı bulunduğu kaydedildi.

Demre Müze Müdürlüğü yetkilileri ise geçen yıl su basman seviyesindeyken jandarma eşliğinde inşaatla ilgili tutanak tutularak Demre Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulduğunu belirtti.
Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 02.03.2017




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi