26 Mart - 1 Nisan 2017
|

İngiliz kutsal kitap tarihçisi Ralph Ellis, MS
1'inci yüzyıla ait olan bronz bir paranın üzerindeki
turanın Hz. İsa'ya ait olduğunu ve Urfa, eski adıyla
Edessa kentinin kralı olarak bilinen Kral Manu ile
aynı kişi olduğunu ileri sürdü. Hz. İsa'nın nasıl
bir görüntüsü olduğuna ilişkin 30 yıldır dünya
çapında araştırmalar yapan Ellis, son olarak
Türkiye'de yaptığı araştırmalarda bulduğu 24
milimetrelik bu bronz paranın üzerindeki Kral Manu
ile Hz. İsa'nın aynı kişi olduğunu ve bu paranın Hz.
İsa'nın nasıl göründüğüne ilişkin gizemi sona
erdirebileceğini söyledi. Ellis, MÖ 132-MS 244
yılları arasında hüküm süren Hıristiyanlığı kabul
eden ilk krallık olan Osreone'nin başkenti
Edessa'nın Kralı Manu'nun hayatıyla Hz. İsa'nın
hayatının müthiş bir benzerlik taşıdığını ve bunun
bir tesadüf olamayacağını iddia etti.
Sabah, 31.03.2017 |
MISIR
PİRAMİTLERİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Mısır'ın antik çağlardan kalma piramitlerinin nasıl
inşa edildikleri günümüz insanının aklını
kurcalamaya devam etmektedir, devasa ölçülerdeki taş
bloklar yüzlerce metre yüksekliğe nasıl çıkarılmış
olabilirler? Başarıyla sonuçlanan deneylerle
desteklenen yeni bir düşünce bu konudaki soru
işaretlerini ortadan kaldırmaya müsait yanıtlar
üretiyor.
Öncelikle bir konuyu aradan
çıkarmakta fayda görüyorum, mistik bir bakış açısı
piramitleri ''uzaylıların'' inşa ettiklerine dair
akıl almaz ve ispat edilemez iddialar ortaya
sürüyor, açıkçası bu hem insan aklına hakarettir,
hem de piramitlerin inşalarında hayatları pahasına
çalışan yüz binlerce, zamana yaydığımızda
milyonlarca işçiye haksızlıktır.
Piramitleri uzaylılar yaptı
demek, insanın eşsiz zekasını küçümsemekle kalmayıp,
ortaya çıkan sayısız delili de görmezden gelmeyi
gerektirir. Piramitleri insan üstü bir teknoloji
yardımıyla uzaylılar inşa ettilerse, o halde piramit
bölgelerinin yakınında bulunan ve işçilerin
konaklamaları için kurulan köylerin kalıntılarına ne
demeli? İşçilere ait oldukları günümüzde kabul
olunan mezarlarda bulunan ve taş bloklarla
çalışırken yaralanan, kemik sorunlarıyla boğuşan ve
genç yaşta hayata veda ettikleri gözlenebilen
işçilerin kalıntılarına ne demeli? Peki ya o
dönemden günümüze kalan ve işçilere ne şekilde ve ne
kadar ödeme yapıldığına dair kayıtları görmezden mi
geleceğiz? Bu arada belirtelim, ustalara değil ama
basit işçilere para ödenmiyordu, daha ziyade çorba
kıvamında bir bira ve ekmek ile ödeme yapılıyordu ve
bu ödemelerin kayıtları sıkı bir şekilde
tutuluyordu.
Piramitleri uzaylılar inşa
ettilerse, o halde bu yapıları oluşturan taşların
üzerlerinde halen görünmekte olan taş işçilerinin
kullandıkları altlerin izlerine ne demeli? Koca taş
bloklarını ''havada uçurarak'' yerlerine yerleştiren
uzaylılar, neden taş blokları kesmek için ilkel
altlere ihtiyaç duymuşlar da, bu aletlerin darbe
izleri halen taşların üzerinde gözlenebilmeye devam
ediyor olabilirler?
Kelimenin tam manasıyla
saçmalık, bu tip iddialara rağbet edenler, daha
ziyade yaşadıkları hayattan mutlu olmayan, hayal
dünyalarına ve fantastik hikayelere sığınarak
mutluluk arayan insanlardır. Arkadaşlarımın arasında
da var bu tip gerçekçi olmayan iddialara inananlar,
fakat kusura bakmasınlar ama inandıkları şeyler her
şeyden önce insan zekasına hakarettir.
Piramitlerin sandığımızdan
daha kolay bir şekilde inşa edilmiş olabileceğine
dair yeni fikirler bulunuyor, bunlardan en mantıklı
olanına dair hazırlanan videoları bu sayfada Odatv
okuru için paylaşıyoruz. Bu deneyin birkaç sene önce
NatGeo'da yayınlandığını ve son yıllarda övgüyle
karşılanan bir düşünce olduğunu bilhassa
belirtmeliyiz.
Şunu da unutmamak gerekiyor,
firavunların ellerinde binlerce yıl boyunca karın
tokluğuna çalıştırabildikleri çok sayıda işçi
bulunuyordu, ancak bu işçilerin koca taş blokları
yüzlerce metre yüksekliğinde piramitlerin tepelerine
taşımaları gerekmiyordu, belki de ilk yapılan görece
küçük ölçekli piramitlerde bu tip bir iş yükü ortaya
çıkmış olabilir, ancak Giza piramidi gibi yapılarda
daha akılcı bir yöntem tercih edilmiş olmalı.
Öne çıkan yeni bir düşünceye
göre, taşların inşaat alanına taşınmalarında en
önemli etken Nil'den bölgeye yakın bir noktaya
aktarılan su. İşçiler tarafından kesilerek
hazırlanan taş bloklar öncelikle devasa bir havuz
bölgesine aktarılırlar.
Havuz bölgesinde henüz su
yoktur, taş bloklara hayvan derilerinden yapılmış
hava torbaları bağlanır ve devasa havuza su
aktarılır. Suyun kaldırma kuvveti, deri hava
torbalarının taş blokları yerden kaldırmalarını
sağlar, artık yapılması gereken tek şey, blokları
bir su kanalı boyunca yüzdürerek inşaat alanına
taşımaktır.
İnşaat alanında hazırlanan
bir su kulesi, yine suyun kaldırma kuvveti
yardımıyla taş blokların inşaat boyunca insan gücüne
gerek kalmadan taşınmasını sağlar, su kulesine giren
her taş blok, üzerlerine bağlanan hava torbaları
sayesinde inşaatın tepesine kadar kendiliğinden
yükselecektir, inşaatın tepesindeki bir havuza çıkan
bloklardan hava torbaları ayrılır ve az sayıda
işçinin gayretiyle bloklar yerlerine görece olarak
kolay bir şekilde yerleştirilirler, böylelikle
blokların o yüksekliğe çıkarılmalarını imkansız ya
da büyük bir külfet haline getiren zorluklar ortadan
kaldırılmış olur.
İşte insanın dehası! Ne
''uzaylıya ''gerek kaldı, ne de ''büyüye.''
Bu düşünce animasyonda iyi
işliyor olabilir, peki reel hayatta kullanışlı
mıdır? Bir düşünceyi bilimsel hale getiren en önemli
unsur gözlemler kadar deneylerle ispat olunmasıdır.
Bu fikiri ortaya atanlar elbette deneyler yardımıyla
düşüncelerini ispat etmeyi de ihmal etmediler,
sayfamızdaki ikinci video, bu konuda yapılan
minyatür deneylerin nasıl başarıyla sonuçlandığını
gösteriyor.
Peki siz deneylere dahi
inanmayacak kadar büyük bir kuşkucu musunuz? O halde
buyrun kardeşim aynı yöntemi kullanarak dikin bir
piramit sonucu gözlerinizle görün.
Yok ona da uğraşamayız
derseniz, o halde hayal aleminde dolaşmaya devam
edin, kimin umurundasınız? Deneylerle ispat olunan
gerçekler yerine ''Piramitleri uzaylılar inşa
ettiler'' gibi safsatalarla insanlığa ne
katacağınızı düşünüyorsanız, size engel olacak
değiliz.
Odatv, Yazı: Şivan
Okçuoğlu, 30.03.2017
|
MERVANİ
KABARTMALARI KAYYIM TALİMATIYLA KIRILDI

Diyarbakır’ın
Yenişehir İlçesi'ndeki Mervani Parkında bulunan
ve Mervani tarihini anlatan kabartmalar kayyım
talimatıyla kırıldı. Yenişehir Belediyesi
tarafından 2012 yılında hizmete açılan parka
verilen ‘Mervani’ ismi de Diyarbakır Valiliği
tarafından kabul edilmemişti. Bunun üzerine
belediye parka ‘Mervani’ isminin verilmek
istendiğini ancak valiliğin bu ismi
yasakladığına dair bir tabela asmıştı. Halkında
‘Mervani Parkı’ olarak kabul ettiği alana
Mervanilerin tarihini anlatan kabartmalar da
yapılmıştı.

Yenişehir Belediyesine kayyım
olarak atanan ilçe Kaymakamı Mehmet Özel’in bugün
parka yaptığı ziyaret sonrası kabartmalar kırıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın hafta
sonu Diyarbakır’da katılacakları referandum mitingi
öncesi kentte çeşitli düzenlemeler yapılıyordu.
MERVANİ KÜRT DEVLETİ
Mervaniler, 983-1085 yılları arasında Diyarbakır ve
çevresinde hüküm sürmüş bir Kürt hanedanlığıydı.
Mervaniler, Harputlu Huveydi aşireti Harbuhti koluna
bağlı Badıki kabilesinden Baz bin Dostık lakaplı
hükümdar Ebu Abdullah Şa tarafından Mayyafarkin'de
(Silvan) kurulmuştur.
Evrensel, Haber: Orhan
Daş, 30.03.2017
|
İKİ BİN YILLIK KENT BULUNDU
Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde derinliği 2,7,
yüksekliği 2,5 metre olan iki bin yıllık daire
şeklinde duvarlar bulundu. Keşfin İpek Yolu üzerinde
kurulu bir kent olduğu düşünülüyor.
Şinhua ajansının haberine göre, özerk bölgenin Lop
Nur Çölü yakınlarında yapılan kazı çalışmalarında
derinliği 2,7, yüksekliği 2,5 ve uzunluğu 300
metreyi bulan daire şeklinde duvarlar bulundu.
Kazılarda yan yana 7 mezarın yanı sıra bakır ayna
ve kumaş parçalarına rastlandı. Bulunan duvar ve
tarihi eserlerin İpek Yolu güzergahında yer alan
eski bir kente ait olduğu sanılıyor.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi
arkeoloji Enstitüsü yetkililerinden Hu Şingcün,
duvarların yıkıntıları arasında kırmızı söğüt dalı
ve kamış parçaları bulunduğunu açıkladı.
Kazı sırasında çıkarılan parçalara karbon testi
yapıldığını söyleyen Hu, testlere göre, duvarların
inşasının MS 25-220 yıllarına dayandığını belirtti.
Hu, Lop Nur bölgesinin, o tarihlerde Loulan
Krallığı’na ev sahipliği yaptığına işaret ederek
duvarların söz konusu krallığa ait olabileceği
ihtimali üzerinde durulduğunu sözlerine ekledi.
Milliyet, 30.03.2017
|
DİYARBAKIR'IN CAZİBE MERKEZİ OLACAK
PKK’lı teröristlerin günlerce hendek kazıp
barikatlar kurarak, tuzakladıkları patlayıcıları
infilak ettirerek harabeye çevirdiği Sur, yeni
yaşama hazırlanıyor. Altyapı sıfırdan kuruluyor,
hasar gören binaların yerine yenileri yapılıyor,
tarihi eserler titizlikle restore ediliyor.

Diyarbakır’ın tarihi Sur
İlçesi'nde yeniden inşa için
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda
yürütülen çalışmalara hız verildi. İçkale’deki Hz.
Süleyman ve 27 Sahabe Camisi’nin düzenlenme
çalışmaları tamamlandı. Cami çevresindeki
düzenlemelerle bölge
Diyarbakır halkının kullanımına açıldı. Ağır
hasar gören tarihi yapıların restorasyonu da
titizlikle yapılıyor. Koruma Amaçlı İmar Planı’na
uygun olarak yapılan 44 konutun inşaatı sürüyor.
Aslına uygun şekilde
Tarihte bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış
tarihi Sur İlçesi'nde geçen yıl
PKK’lı teröristlerin kazdıkları
hendekler ve tuzakladıkları patlayıcıları
infilak ettirmesi nedeniyle oluşan tahribatın
giderilmesi amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
koordinasyonunda yürütülen çalışmalar devam ediyor.
Yürüten çalışmalarla “terör bölgesi” algısı ortadan
kaldırılmak isteniyor.
Terörden dolayı
Suriçi’nde altyapının yanı sıra 2 bin 262 bina hasar
gördü. Bölgede su, kanalizasyon ve elektrik alt
yapısı sıfırdan kuruluyor. Evleri yıkılan
vatandaşlar yeniden ev sahibi olmak için
yetkililerle görüşürken, anlaşmalar da sağlanmaya
başlandı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca ilçede
terör olaylarında zarar gören alanda, ilk etap
olarak planlanan 44 geleneksel Diyarbakır evinin
yapımı da sürüyor. Yetkililer Kasırlı Mahallesi, 229
adada bulunan 44 konutun Koruma Amaçlı İmar Planına
uygun olarak inşa edildiğini bildirdi. 13 bin
metrekarelik alanda inşa edilen konutların yıl sonu
tamamlanması planlanıyor.
Sur’da yapılan
çalışmaların dışında evleri yıkılan aileler için
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinesinde
TOKİ tarafından Çölgüzeli ve Uçkuyu mevkiinde 5
bin 637 konutluk inşaat projesi devam ediyor.
Projedeki daireler 2+1, 3+1 ve 4+1 seçenekleriyle
satılacak.
Turizm merkezi olacak
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin
katılımıyla 4 Ocak’ta temeli atılan çalışmalar tüm
hızıyla sürürken bölgenin tarihi dokusuna uygun
yapılar yapılması için titiz bir çalışma
yürütülüyor.
Terör saldırıları sırasında en ağır
hasarı alan bölgenin simge yapılarından Kurşunlu
Cami’nin tadilatı bölge mimarisinde kullanılan
bazalt taşı ile yapılıyor. Yine bölgenin tarihi
yapıları arasındaki Şehzadeler konağı, Paşa Hamamı,
Çardaklı Hamamı ve 4 Ayaklı Minare ve Şeyh Mutahhar
Camii de orijinaline sadık kalınarak restore
ediliyor. Dünyada
Çin Seddi ile birlikte en uzun surun bulunduğu
Diyarbakır’da yapılan bu yenileme çalışmaları ile
tarihi boyunca 33 medeniyete ev sahipliği yapmış ve
yüzlerce eser barındıran Diyarbakır’ın bölgenin
turizm merkezi olması amaçlanıyor.
Bakanlık
tarafından yürütülen Dicle Vadisi rekreasyon
çalışmaları da devam ediyor. Bakanlık tarafından
belirlenen bin 100 hektarlık proje alanı içinde
1’inci etap uygulama alanı 32 hektarlık bölümü
kapsıyor. Proje kuzeyde
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren Hevsel
Bahçeleri, güneyde On Gözlü Köprü ve doğuda Kırklar
Dağı’nı kapsayan bölgede yer alacak. Dicle
Vadisi’nin doğal ve ekolojik özellikleri dikkate
alınarak doğa parkı, yürüyüş yolları, ağaçlandırma
alanları, sosyal tesis (Basketbol ve futbol
sahaları) ve cami yapılacak.
İçkale’de sona geliniyor
Sur’dan
önce ilk yerleşimlerin başladığı tarihi İçkale’de
Hz. Süleyman ve 27 Sahabe Camisi’nin bulunduğu
alanın çarpık yapılardan temizlenmesi çalışmalarında
da sona gelindi. Cami ve çevresinin düzenlenmesi ile
alan vatandaşların kullanımına açılacak. Bütünlük
oluşturacak şekilde peyzaj çalışması tamamlanan
İçkale’de, cami ve sahabe türbelerini ziyarete
gelenler, daha ferah ve çarpık yapılardan
arındırılmış bir peyzaj alanla karşılaşacak.
Milliyet (Kısaltarak), Haber: Ünal Çam, 30.03.2017 |
TARİHİ BEYDAĞI KALESİ RESTORE EDİLİYOR
İzmir'in
Beydağ İlçesi'nde, tarihi kale içerisindeki eski
bucak müdürlüğüne ait bina restore edilerek çevre
düzenlemesi ile birlikte turizme açılacak.
CHP'li Beydağ Belediye Başkanı Vasfi Şentürk,
Beydağ'daki tarihi kalenin eski durumuna getirilerek
turizme açılması için restore edileceğini belirtti.
DHA'nın haberine göre, tarihin gelecek nesillere
aktarılması için şehrin simgesi olan kaleyi ayağa
kaldırmak istediklerini belirten Vasfi Şentürk,
"Eskiden Beydağ'daki tüm devlet işleri bucak
müdürlüğü tarafından yapılırdı. Bucak müdürlükleri
için adeta hükümet konağı niteliğinde bir bina
bulunurdu. Beydağ'ı kuşbakışı
olarak gören kalenin içerisinde bu bina da yıllarca
halka hizmet etmiş, tabiat şartlarına dayanmayarak
tamamen yok olmuştu. Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi ile Ödemiş Müzesi'nin 4 yıl boyunca
yürüttüğü kazılarda Bizans dönemine ait değerli
eserler bulundu. Bunlar Ödemiş Müzesi'nde koruma
altına alındı. Belediyemizin, tarihi bucak müdürlüğü
binasını yeniden hayata geçirmek için, resmi
verilere dayanarak yaptırdığı proje, İzmir 1 Nolu
Tabiat Varlıkları tarafından tasdik edildi.
Çalışmaların başlaması için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın gerekli finansmanı sağlamasını
bekliyoruz" dedi.
İki katlı eski bucak müdürlüğü binasının aslına
uygun olarak yapılacağını belirten Başkan Vasfi
Şentürk, "Cam taban üzerine inşa edilecek binada,
kazıdan çıkan tarihi eserler sergilenecek.
Ziyaretçiler alt kata inmeden, cam taban üzerinden
eserleri rahatlıkla görebilecek.Bu bina gelecek
nesillerimize en iyi armağan olarak bırakılacak. Bu
arada yapılacak çevre düzenlemesi ile kale turizme
açılıp Beydağ'a ayrı bir güzellik verecek" diye
konuştu.
Yapı, 29.03.2017
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK DİNOZOR AYAK İZİ BULUNDU
Avustralya’da bugüne kadar keşfedilen en
büyük dinozor ayak izi bulundu.

Bölgede bir süredir çalışmalar yürüten bilim
insanları Avustralya'nın kuzey batısında
bulunan Dampier yarımadasında yaklaşık 100 milyon
yıllık 21 farklı dinozora ait izlere rastlandığını
açıkladı.

Bu keşfi dünya basınına taşıyan detay ise ekibin
bugüne kadar keşfedilmiş en büyük dinozor ayak izini
bulması.

'Jurassic Park' olarak da adlandırılan bölgedeki
çalışmayı yürüten ekip adına açıklamalarda
bulunan Queensland Biyoloji Bilimleri Okulu çalışanı
Dr. Steve Salisbury söz konusu ayak izinin 1.7
metreyi bulduğunu belirtti.

Bilim insanlı bu ayak izinin uzun boyunlu bir
dinozor türüne ait olduğunu düşünüyor.
Ntv,
28.03.2017 |
KİBELE KATLİAMNINA YARGI "DUR" DEDİ
Ordu İdare Mahkemesi, yüzlerce yıllık Kibele
Heykeli’nin bulunduğu Ordu Kurul Kalesi’ne büyük
zarar verebilecek taşocağının ‘uygun olmadığı’
kararını onadı. Böylece taşocağı, hukuken ‘yasaklı’
duruma düştü.
Türkiye'nin konuştuğu, tarihi Kibele Heykeli’nin
bulunduğu Ordu Kurul Kalesi altındaki taşocağı için
yeni bir mahkeme kararı çıktı.
Karadeniz’in en önemli
kültür miraslarından 2300 yıllık Kurul Kalesi’nin
taşocağı tehdidi altında olduğunu, Ordu Büyükşehir
Belediye Başkanı Enver Yılmaz’ın da taşocağından
rahatsız olduğunu Hürriyet 13 Mart’ta duyurmuştu. Bu
paha biçilmez tarihe büyük zarar verebilecek
taşocağıyla ilgili hukuki süreç, şöyle gelişti.
MAHKEME
‘ZORLADI’
Taşocağı açılmadan
önce ÇED raporu için Samsun Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu görüşü soruldu.
Kurul 2011’de
ocağın açılmasının uygun olmadığına karar verdi. Bu
karar üzerine taşocağı açmak isteyen Kırca
Mühendislik, Ordu İdare Mahkemesi’nde dava açtı.
Mahkemenin tayin ettiği arkeologlardan oluşan
bilirkişi de ocağın ‘kale yerleşimini tamamen yok
edebileceği’ raporu verdi. Mahkeme, Ordu Müzesi ile
Kurul Kalesi Kazıları Başkanlığı’ndan da rapor
istedi. Bu iki kurum taşocağı açılmasında sakınca
görmeyince, mahkeme ‘olur’ vermeyen Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararını iptal
etti.

DANIŞTAY BOZDU
Böylelikle taşocağının
faaliyetine izin veren mahkeme kararını, bu kez
Kültür ve Turizm Bakanlığı temyiz etti.
Dosyaya bakan Danıştay
14. Dairesi, taşocağı bölgesinin 1. derece
arkeolojik ve doğal sit alanı olduğu ve taşocağı
faaliyetlerinin bu bölgeye zarar vereceği
gerekçesiyle, yerel mahkemenin kararını bozdu.
Şirketin üst mahkemede
düzeltme talebinden de sonuç çıkmayınca, Ordu İdare
Mahkemesi davayı yeniden gördü. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, ‘‘Patlamaların meydana getireceği
sarsıntıdan kalıntıların zarar göreceğini, Kurul
Kalesi’nin arkeolojik açıdan nadir rastlanan bir
bölgede olduğunu ve kamu adına korunması
gerektiğini’’ savundu. Mahkeme 16 Şubat 2017
tarihinde nihai kararını vererek, temyiz yolu açık
olmak üzere, esastan görüşmeye gerek duymadan davayı
reddetti.
Böylelikle taşocağı
açılmasına izin vermeyen Samsun Koruma Kurulu kararı
yeniden işleme koyuldu.

ÇEVRECİLER:
OCAK HEMEN KAPATILSIN
Ordu Çevre Derneği
Başkanı Gül Ersan, son mahkeme kararını şöyle
değerlendirdi: ‘‘Biz bu kararı Çevre ve Şehircilik
İl Müdürlüğü ile Samsun Koruma Kurulu’na dilekçe ile
ilettik. Yargı kararları hepimizi bağlar. Artık
ocağının dayanağı kalmadı. Mühürlenerek bir an önce
faaliyetlerinin durdurulması gerekir. Bakanlık
yetkililerince zirveden Melet Irmağı’na kadar tüm
alanın sit olması için yeniden çalışmaların
yapılacağı söylendi.”
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 28.03.2017
|
KAPADOKYA'DA PERİ BACALARI YOK EDİLİYOR
Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri
olan Kapadokya’da Peribacaları adeta yok ediliyor.
Nevşehir’in merkez ilçeye bağlı Göreme Kasabasında
bulunan Peribacalarının hemen yanı başına yapılan
oteller, hem doğal güzelliklerin görünmesini
engelliyor, hem de Peribacalarına zarar veriyor.
Göreme beldesinde drone ile görüntüleri
kaydedilen otel inşaatlarının nasıl Peribacalarını
yok ettiği gözler önüne seriliyor.
İHA, Haber:
Coşkun Sağlamdin, 28.03.2017
|
 |
GALATAPORT YIKIMLARI ÇOK BAŞ AĞRITACAK
Bundan üç hafta önce bu köşede yayımlanan
“Kültür Şurasından Karaköy Yolcu Salonu’nun
Yıkımına” başlıklı yazımda birinci derece koruma
altında olan bu yapıyla ilgili bazı sorular
yöneltmiştim. Yazıda, Yolcu Salonu ve komşu
parseldeki tarihi Postane Binası’ndaki yıkımları
büyüteç altına yatırıp, İstanbul 2 Numaralı
Koruma Kurulu’nun nasıl olup da bu yıkımlara
izin verdiğini soruyordum.
Bu soruları şehir plancısı Ahmet
Kaya’nın başkanlığını yaptığı koruma
kuruluna yöneltmeme yol açan husus,
“Galataport” projesini yürüten
Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş.’nin Karaköy
Yolcu Salonu’nun ön cephesinin olduğu gibi
yıkılmasından hemen sonra 18 Şubat tarihinde
kamuoyuna yapmış olduğu bir açıklamaydı.
Doğuş Grubu ve Bilgili Holding’in ortak
oldukları bu şirket, açıklamasında yıkım
tasarrufuyla ilgili eleştiriler karşısında
restorasyon için “gerekli izinlerin
alındığını” duyurmuştu. Açıklamada,
“Karaköy Yolcu Salonu ile ilgili
restorasyon çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum
ve mercilerden gerekli izinlerin tamamlanması
ile başlamıştır” denilmişti.
Bu açıklamadan kısa bir süre sonra bu kez
tarihi yolcu salonunun bitişiğindeki parselde
bulunan, yapımı 1911 yılında tamamlanan tarihi
Postane Binası’nın denize bakan ön cephesi
korunup, içi ve çatısı olduğu gibi yıkılmıştı.
Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş., ikinci
eleştiri dalgası üzerine 3 Mart tarihinde
yaptığı yeni bir açıklamada, yine “gerekli
izinlerin alındığını” vurgulamış, “Galataport
liman sahasında yer alan diğer tescilli
yapıların restorasyon çalışmaları, İstanbul 2
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Müdürlüğü kararları ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin ruhsatları paralelinde, öncelikle
kültür varlığı yapıların yerinde korunarak
güçlendirilmesi bakış açısıyla planlanmaktadır”
demişti.
Bu açıklamalar, her iki tarihi binayı da
hedef alan yıkım tasarruflarını koruma kurulunun
kararları çerçevesinde meşru göstermeyi
amaçlıyor. Ayrıca, belediyenin verdiği
ruhsatlara da atıf yapılarak, belediye de
denklemin içine dahil ediliyor.
* * *
Salıpazarı A.Ş.’nin açıklaması, beni
yıkımlara koruma kurulunun izin verdiği
izlenimine sevk etmişti. Ben de 7 Mart tarihli
köşe yazımda, “Şirket
koruma kuruluna yıkım için ne zaman
başvurmuştur. Kurul izin verdiyse bu kararı
hangi tarihli toplantısında almıştır. Böyleyse
kurul neden 2016 tarihli 4559 sayılı kararından
geri adım atmıştır” sorularını
yöneltmiştim.
Bu sorularıma yaklaşık üç hafta süreyle bir
yanıt alamadım. Yanıt geçen pazar günü
Hürriyet’te Ömer Erbil’in
gazetecilik açısından başarılı bir fikri takip
örneği olan haberinde karşıma çıktı. Bu habere
göre, 2 Numaralı Koruma Kurulu, tarihi Karaköy
Yolcu Salonu ile Paket Postanesi’ni yıkanlar
hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda
bulunmuştu.
Bu habere göre, koruma kurulu iki hafta önce
dört uzmanını inşaat şantiyesine göndermiş,
uzmanlar çalışmaların onaylanan proje kapsamında
olup olmadığını denetleyerek, başta postane
olmak üzere tescilli yapıların yıkıldığını,
projeyle aykırı uygulamaların yapıldığını tespit
etmiş. Kurul da uzmanların bu raporu
doğrultusunda 2863 sayılı yasaya muhalefet
edildiği, onaylı projeye aykırı uygulamalar
olduğu gerekçesiyle suç duyurusunda
bulunulmasına karar vermiş.
Ömer Erbil’in aldığı bilgiye
göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
temsilcileri de suç duyurusuna imza atmış. Bu
durumda belediye tarafının da yıkım işlemini
sorunlu gördüğü anlaşılıyor.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu’nun 65’inci maddesinde şöyle
deniliyor:
“Tescil edilen sit alanları
ve korunması
gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları
ile korunma alanlarının bu Kanuna göre
tebliğ veya ilan edilmiş
olmasına rağmen yıkılmasına,
bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne
suretle olursa olsun zarar görmesine kasten
sebebiyet verenler ile izin alınmaksızın inşai
ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar,
iki yıldan beş yıla kadar hapis
ve beş bin güne kadar adli para
cezasıyla cezalandırılır.
Bu Kanuna aykırı
olarak yıkma veya imar izni verenler, iki yıldan
beş yıla kadar hapis ve beş
bin güne kadar adli para cezasıyla
cezalandırılır.”
* * *
Şimdi buradaki meselenin özüne gelelim.
Koruma kurulunun restorasyon için izin verdiği 9
Haziran 2016 tarihli 4459 sayılı kararı koşullu
bir onay içeriyor. Örneğin karar, Yolcu
Salonu’nun restorasyonunun ancak “düzeltmeler”le
uygun olduğunu belirtiyor. Kurul, Paket
Postanesi binası için düzeltmeye bile yeşil ışık
yakmamış, yalnızca restorasyon izniyle
yetinmiştir. Oysa bugün ön cephesi hariç Paket
Postanesi’nin yerinde yeller esmektedir.
Kurulun yaptığı suç duyurusu, Galataport
projesi çerçevesinde bu binalar için bir yıkım
izninin verilmediğinin açık bir kanıtıdır. Bu
durumda bana da İstanbul 2 Numaralı Koruma
Kurulu’na yönelttiğim soruları geri almak
düşüyor.
Peki o zaman bu yıkım iznini kim verdi?
Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 28.03.2017
|
YARGI, KUZU'NUN 'SEA PEARL' RUHSATINI İPTAL ETTİ
İstanbul’un Bakırköy
İlçesi'nin Ataköy sahilinde
yargı kararlarıyla defalarca mühürlenen Kuzu
Grubu’na ait Sea Pearl rezidansına ait inşaat
ruhsatı İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından
iptal edildi.

Kuzu Grubu’na ait Sea Pearl
rezidansına ait inşaat ruhsatı İstanbul 10. İdare
Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkeme gerekçeli
kararında dava konusu parselde yaklaşık yüzde 50
oranında fazla inşaat hakkı tanındığını ve
yapılmakta olan inşaatların anayasa, İmar Kanunu ve
Kıyı Kanunu’yla öngörülen düzenlemelere aykırı
olduğunu belirtti. Diken’den Rıfat Doğan’ın haberine
göre, dava Bakırköylü yurttaşlar tarafından 3 Aralık
2013 tarihinde onaylanan 5736 A- B- C- D- E- F- G-
H- I- J sayılı inşaat ruhsatlarının hukuka aykırı
olduğu iddiasıyla açılmıştı.
Yurttaşların talebini yerinde gören İstanbul 10.
İdare Mahkemesi, Ataköy sahilini kapatan projede
önemli bir karar aldı.

Anayasa ve Kıyı Kanu’na aykırı
İdare Mahkemesi, dava konusu ruhsatların anayasa
ve Kıyı Kanunu’nda yer alan düzenlemelere aykırı
olduğunu belirterek iptaline karar verdi.

Mahkeme kararında şu ifadelere yer verdi: “Ayrıca
uyuşmazlığa konu yapı ruhsatı düzenlenirken kıyı
kenar çizgisinden deniz yönündeki kıyı alanının
kamunun kullanımına ait olduğundan yapı ruhsatı
verilirken brüt parsel üzerinden değil, kıyı kenar
çizgisinden deniz yönündeki kıyı alanı düşüldükten
sonra bulunacak net imar parseli üzerinden yapı
ruhsatı verilmesi gerektiği gibi dava konusu
ruhsatlar ile akaryakıt ve bakım istasyonu
kullanımına ayrılmış bir alanda apart otel kullanımı
için ruhsat verilerek mevzuata aykırı bir uygulama
yapıldığı, dava konusu yapı ruhsatları ile dava
konusu parselde yaklaşık yüzde 50 oranında fazladan
inşaat hakkı tanındığı ve yapılmakta olan
inşaatların Anayasa, İmar Kanunu ve Kıyı Kanunu’yla
öngörülen düzenlemelere aykırı olduğu sonucuna
varılmakta olup, söz konusu parsele ait inşaat
ruhsatlarında hukuka ve mevzuata uyarlık
bulunmamaktadır.”
Yapı, 27.03.2017
|
ALTIN SİKKELER SATILMADAN ELE GEÇİRİLDİ
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarihi
eser kaçakçılarına göz açtırmıyor. Son bir hafta
içerisinde ikinci kez kaçak tarihi eser operasyonu
yapan jandarma ekipleri bu kez kaçak kazı sonucu
elde edilen altın, gümüş sikke ve objelerden oluşan
toplam (121) adet tarihi eseri piyasaya sürülmek
üzereyken Zekeriyaköy'de ele geçirildi.
İstanbul ili Sarıyer İlçesi'nde M.D, MÖ ve Suriye
uyruklı S.A isimli şahısların kaçak kazı sonucu elde
ettikleri MÖ 6.ve 7. Yüzyıl Roma, Bizans ve Yunan
dönemlerine ait altın ve gümüş sikkeleri 500 Bin
TL'ye piyasaya sürmek için müşteri aradıkları
bilgisi alındı. İhbar üzerine takibe alınan şüpheli
şahıslar, Zekeriyaköy Uskumru Mahallesi'nde
kıskıvrak yakalandı.
Çağlayan Nöbetçi Savcılığı'nın talimatıyla
gözaltına alınan M.D, MÖ ve S.A isimli şüpheli
şahıslar tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Milliyet, Haber: Musa Kesler, 27.03.2017
|
"HAVAGAZI FABRİKASI BİR AN ÖNCE TESCİL EDİLMELİ"
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara 2. İdare
Mahkemesi’nin Havagazı Fabrikası yerleşkesinin
tescilinin kaldırılması kararının iptal edilmesinin
ardından harekete geçti. Mimarlar, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na “Havagazı Fabrikası’na geri dönülmez
zararlar verilmeden bir an önce tescil edilmeli”
çağrısında bulundu.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, bu kapsamda
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara 1 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’ne
resmi yazı yazarak, bir an önce tescil işlemlerinin
başlatılmasını talep etti.
Konuya ilişkin açıklama
yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tezcan Karakuş Candan, “Mimarlar Odası
Ankara Şubesi olarak 2006 yılında Havagazı
yerleşkesinin tescilinin kaldırılmasına ilişkin
açtığımız tescil davası 11 yıl sonra sonuçlandı.
Dava Daireleri Genel Kurulu’na giden davada ısrarla
yürüttüğümüz hukuksal mücadele sonucu, Ankara
2. İdare Mahkemesi 15.02 2017 tarihinde verdiği
kararla, Cumhuriyet döneminin kültür mirası ve
sanayi arkeolojisi olarak korunması gereken
Havagazı Fabrikası yerleşkesinin tescilinin
kaldırılması kararını iptal etti. Bilimin dışında
yapılan uygulama ile yapılan yıkımla halkın sağlığı
tehdit edildi. Kültür Bakanlığı’na mahkeme kararını
göndererek, ivedilikle alanı ve yapıları tescil
etmesini istedik“ dedi.
Belleklerimizin formatlanmasına izin
vermeyeceğiz
Candan şöyle devam etti: “Ankara, Maltepe
Havagazı Fabrikası alanı ve kalan yapıları bir bütün
olarak sahip oldukları tarihi ve mimarlık
değerlerinin yanı sıra mimari özellikleri ile
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına tanıklık etmiş
önemli bir endüstri mirasıdır. Sadece mekansal
olarak değil Cumhuriyet döneminin sosyal ve kültürel
değerlerini de yansıtan bir miras olarak bütünsel
bir şekilde değerlendirilerek İstanbul, İzmir gibi
ve diğer çok sayıda yurtdışı örneklerinde
gerçekleştirildiği gibi yeniden canlandırma projesi
yapılmalıdır. Bu şekilde bu alan bir endüstri mirası
örneği ve önemli bir kent öğesi olarak korunarak
gelecek nesillere aktarılacak ve kent belleğine
katkıda bulunacaktır. Cumhuriyet’in izlerinin
tanıkları olan yapıların yıkılarak belleklerimizin
formatlanmasına ve Cumhuriyet’in izlerinin
silinmesine izin vermeyeceğiz.”
Yapı, 27.03.2017
|
MECLİS'İN 'DÜNYA GÜZELİ'
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kulisleri,
şeref salonunu ve Meclis Başkanlığı’nı kapsayan
büyük bir yenileme çalışması var. Yapılan tadilat
çok konuşuldu. Meclis’in tarihi dokusunu bozduğu,
kulislerin ‘otel lobisine’ dönüşeceği söylendi.
Ancak bugün size bu tartışmaları değil tadilat
sırasında ortaya çıkan 69 yıllık bir sırrı
yazacağız.

15 TEMMUZ’DA BOMBALANDI
15
Temmuz darbe girişimi sırasında bombalanan Meclis
ana binasında zarar gören bölümlerin onarımı, müze
olarak düzenlenen alan ve sığınak yapımının ardından
iktidar ve muhalefet kulisindeki çalışmalar sürüyor.
Başkanlık Divanı olarak kullanılan salon da küçük
olduğundan tadilata alındı. Bu salon yandaki başka
odalarla birleştirilerek genişletiliyor. Tören
Salonu’nun bitişiğinde yer alıp geçmişte İnsan
Hakları Komisyonu tarafından kullanılan bölüm de
yeniden inşa ediliyor. 15 Temmuz saldırısında
yıkılan Başbakanlık makamı da yeniden düzenleniyor.
Bu iki bölümden birisi cumhurbaşkanının Meclis’e
geldiğinde kullanacağı makam odası, diğeri Meclis
Başkanı’nın yabancı konuklarını ağırlayacağı kabul
salonu olacak. Mevcut inşaat giderlerinin,
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği’nce başlatılan
‘Milletin meclisini millet yapar’ kampanyasından
karşılandığı belirtildi. Gayrimenkul sektöründeki
işadamlarınca toplanan 50 milyon liralık kampanya
fonundan şimdiye kadar yarıya yakınının harcandığı
söyleniyor.

KARAKALEMLE KADIN RESMİ
Parlamento muhabiri Bülent Sarıoğlu’nun aktardığına
göre, Divan salonundaki tadilat çalışmalarında
duvarlardaki kaplamanın altından 1948-1950
yıllarında Meclis inşaatında çalışan işçilerin
duvarlara yaptıkları çizimler gün yüzüne çıktı. Bir
işçinin duvara karakalemle yaptığı kadın resminin
yanına ‘Dünya Güzeli’ diye ok işaretiyle not düşmesi
dikkat çekti. Bir başka işçi ise bir kadın ve kuş
resmi çizmiş. Çizimlerin yanlarında 17/05/1948,
31/12/1948, 13/01/1950 tarihleri yer alıyor.
22 YIL SÜRDÜ
Meclis’in
tamamlanmasının tarihçesine de tabii ki bir bakmak
lazım. TBMM ana binasının yapımını 22 yıl sürdü.
Döneminde Avrupa’daki kamu binası mimarisinde önemli
isimlerden olan Avusturyalı mimar-tasarımcı Clemens
Holzmeister’in projesini 1938’de Atatürk görerek
onaylamıştı. Binanın temeli 1939’da atıldı. İkinci
Dünya Savaşı çıkınca 1941’de ara verildi. 1948’de
Holzmeister ülkesine dönünce öğrencisi ve yardımcısı
Ziya Payzın inşaat çalışmalarını yürüttü. Mali
sıkıntılar nedeniyle zaman zaman yavaşlayan inşaat
tamamlanınca 6 Ocak 1961’de bina kullanılmaya
başlandı.

ÇORUMLU İŞÇİNİN MEMLEKET HASRETİ
Dönemin araç modelini yansıtan otobüs çiziminin
üzerinde ise bir işçi memleket özlemini ifade ederek
kırmızı kalemle ‘Çorum’ ibaresini eklemiş. O resmi
çizen işçiler yaptıkları binanın çatısının altında
yaşanan bitmez tükenmez siyasi tartışmaların ne
kadarını gördü bilinmez. Ancak resimlerden kesin bir
şekilde anlaşılan şu: İnşaatta çalışırken en çok
sıla ve sevgili hasreti çekmişler.
Hürriyet,
25.03.2017 |
GALATAPORT'A SUÇ DUYURUSU
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu, Galataport projesi kapsamında tarihi Karaköy
Yolcu Salonu ile Paket Postane’yi yıkanlar hakkında
cumhuriyet savcılığına suç duyurusu yaptı.

Kurul önceki gün gündeminde daha önce onayladıkları
proje ile uygulama arasında aykırılıklar tespit
etti. 2863 sayılı yasanın 65. maddesi uyarınca
sorumlular hakkında ceza verilmesini istedi. Bu
madde 2 ila 5 yıl hapis cezası öngörüyor.
Karaköy Yolcu Salonu 1940’lı yıllarda inşa edilmiş,
2002 yılında “korunması gerekli kültür varlığı”
olarak tescil edilmişti. 5 Mart 2015 tarihinde ise
Koruma Kurulu binayı anıt eser statüsüne alarak
“koruma grubu 1” olarak tescilledi. Aynı kararla
anıt eser statüsüne alınan ‘Eski Paket Postahanesi’
ise 1892’de başlayan Galata Rıhtım inşaatı
sürecinde, 1907-1911 yılları arasında Gümrük Binası
olarak inşa edildi. Ancak, Galataport projesini
yürüten Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş Karaköy
Yolcu Salonu ve tarihi Postane binasını yıkmış
tescilli yapıların yıkılması kamuoyunda tartışmaya
neden olmuştu.
UZMAN RAPORLARI İHLAL
VAR DİYOR
Koruma Kurulu geçtiğimiz hafta
dört uzmanını inşaat şantiyesine gönderdi. Uzmanlar
çalışmaların, kurul tarafından 2015 yılında
onaylanan proje kapsamına uygun olup olmadığını
denetledi. Başta tarihi postane olmak üzere birçok
tescilli yapının yıkıldığı ve projeye aykırı
uygulamalar olduğu tespit edildi. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi uzmanlarının da projeye aykırı
uygulamaları tespit ettiği görüldü. Koruma Kurulu
üyeleri raporlar doğrultusunda 2863 sayılı yasaya
muhalefet ettiği, onaylı projeye aykırı uygulamalar
olduğu gerekçesiyle sorumlular hakkında yasanın 65.
maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcılığı’na suç
duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Savcılık
firmanın açıklamalarına ikna olmaz ise 2 yıldan 5
yıla kadar hapis istemiyle dava açabilecek. Diğer
yandan aykırı uygulamalar giderilinceye, proje
revize edilip kurulun istediği şekle bürününceye
kadar inşai işlemler durduruldu. Galataport
projesini uygulayıcı firma revize projeyi kurula
sunacak. Kurul üyeleri ikna olursa yeni proje hayata
geçirilecek.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil,
25.03.2017 |
HERAKLES LAHDİ TÜRKİYE'YE İADE EDİLİYOR
Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, "Herakles lahdine
2010 senesinde Cenevre serbest limanında, İsviçreli
yetkililer tarafından gerçekleştirilen envanter
kontrolü sırasında el konulmuştu. Cenevre
Başsavcılığı, 21 Eylül 2015'te lahdin iadesine kara
verdi. Bu karar 2 Mayıs 2016'da Cenevre Adalet
Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından onaylandı.
Dolayısıyla lahit, en kısa zamanda Türkiye'ye iade
edilmiş olacak" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Herakles lahdin
2010 senesinde Cenevre serbest limanında, İsviçreli
yetkililerce gerçekleştirilen envanter kontrolü
sırasında el konulduğunu anımsatarak, "Cenevre
Başsavcılığı, 21 Eylül 2015'te lahdin iadesine kara
verdi. Bu karar 2 Mayıs 2016'da Cenevre Adalet
Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Daha
sonra İsviçre Federal Mahkeme nezdinde itiraz
edildi. Sonra da itiraz girişimlerimiz sonucunda
geri çekildi ve böylece itirazın geri çekilmesiyle
birlikte iade kararı da kesinleşmiş oldu" dedi.
Bakan Avcı, Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir
Yağcılar ile Bakanlıkta yaptığı ikili görüşme
sonrasında ortak basın toplantısı düzenledi.
Balkanlardaki kültürel varlıkların ihyası konusunda
verimli bir görüş alışverişinde bulunduklarını
aktaran Avcı, ziyareti için ve Türkiye'deki
referandum süreciyle ilgili yaptığı bilgilendirme ve
katkıları için teşekkür etti.
PERGE ANTİK
KENTİ'NDE BULUNMUŞTU
Herakles Lahdi'nin
İsviçre'nin Cenevre gümrüğünde ele geçirildiğini
anımsatan Avcı, lahdin Türkiye'de bulunan Perge
antik kenti kökenli ve Herkül'le ilgili olduğunu
belirtti. Milattan önce 2'nci yüzyıl, Roma dönemine
ait lahdin 235 santimetre boyunda, 112 santimetre
genişliğinde olduğu bilgisini veren Avcı, şu
değerlendirmede bulundu:
"2010 senesinde
Cenevre serbest limanında, İsviçreli yetkililer
tarafından gerçekleştirilen envanter kontrolü
sırasında el konulmuştu. Cenevre Başsavcılığı ve
Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapsamlı
bir müşterek çalışma yürütüldü ve bu çalışmalar
neticesinde Herakles Lahdi'nin Antalya'nın Aksu
İlçesi sınırları içerisinde yer alan Perge antik
kenti nekropolünde, 1960'lı yıllarda meydana gelen
kaçak kazılarda bulunduğuna ve yurt dışına
çıkarıldığına ilişkin önemli delillere ulaşıldı.
Cenevre Başsavcılığı, 21 Eylül 2015'te lahdin
iadesine kara verdi. Bu karar 2 Mayıs 2016'da
Cenevre Adalet Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından
onaylandı. Daha sonra İsviçre Federal Mahkeme
nezdinde itiraz edildi. Sonra da itiraz
girişimlerimiz sonucunda geri çekildi ve böylece
itirazın geri çekilmesiyle birlikte iade kararı da
kesinleşmiş oldu. Dolayısıyla lahit en kısa zamanda
Türkiye'ye iade edilmiş olacak. Bu yurt dışındaki
eserlerimizin iadesi bakımında önemli bir aşamaya
işaret ediyor."
Hürriyet, 24.03.2017
|
12 - 25 Mart 2017
|
YUNAN'IN AYASOFYA
İDDİASI

Yunanistan medyasında yer alan haberlere göre
anayasa değişikliği oylamasında istediği sonuca
ulaşamayan Erdoğan’ın oylamadan bir gün
önce Ayasofya müzesini ibadete aaçağı iddia edildi.
Haberlerde “Amaç gayet açık.
Erdoğan kendisini Türkiye'nin yeni sultanı yapacak
referandumdan hemen önceki Cuma Ayasofya'da namaz
kılmayı tercih ediyor" ifadesi yer alırken
“Erdoğan'ın hem batıya hem de kendisine dönük
desteklerini sağlamlaştırmak istediği "bozkurtlara"
ve "aşırı sağa" bir mesaj vermek istediği
belirtiliyor” görüşü dile getirildi.
Haberde Tayyip
Erdoğan'ın "Batılılar sokakta yürüyemeyecek"
sözlerine de atıfta bulunularak Müslüman -
Hıristiyan çekişmesi üzerinden “evet”çilere mesaj
verildiği vurgulandı.
Anayurt Gazetesi,
24.03.2017
|
700 YILLIK
İSKELETE YENİDEN YÜZ VERDİLER
Fotoğrafını gördüğünüz bu
kişinin sokaktaki insanlardan bir farkı olmadığını
düşünebilirsiniz. Ancak bu yüz, 13'üncü yüzyılda
İngiltere'de yaşamış bir insana ait.

“Context 958” ismi verilen
iskelet 2010-2012 yılları arasında Cambridge’de
yapılan kazıdan bulunan 400 mezardan birinde
yatıyordu. Bulunan iskeletlerin tamamının 13’üncü ve
15’inci yüzyıllara ait oldukları belirlendi.
Bu bölge ortaçağda fakirler
ve hastalara yardımcı olan St. John Hastanesi’nin
bulunduğu noktaydı ve ölüler, hastanenin arkasında
bulunan mezarlığa gömülüyorlardı.
Dundee Universitesi’nden
uzmanlarla çalışan Cambridge Üniversitesi Profesörü
John Robb iskeletin yüzünü yeniden yapılandırdı. 700
yıl önce yaşadığı belirlenen bir kişiye ait olan
oldukça sağlam olan iskelette ağır çalışma
koşullarına işaret eden aşınmalar görüldüğü ifade
ediliyor.
Bu yüzden de muhtemelen zor bir hayat yaşadığı
tahmin edilmekte. Diş minesinin gençliği sırasında
iki kez büyümeyi durdurmuş olması da, açlık veya
ciddi bir hastalık ile karşılaştığını gösteriyor.
Arkeologlar, başının arkasında kaba güç hasarı
buldular ancak bu hasar, ölmeden önce iyileşmişti.
“Ne iş yaptığını tam olarak
söyleyemesek de işçi sınıfına mensup, muhtemelen
alım satımla uğraşan bir kimse olduğunu düşünüyoruz”
diyen Profesör Robb şöyle devam ediyor:
“Ticaretle uğraştığı ya da
önermesini, et ve balık ağırlıklı beslendiğini
tespit ettiğimiz için söyleyebiliyoruz. Bu tarz bir
meslek o dönemde yaşayan bir kişinin fakir
insanlardan daha fazla yemeğe erişebilmesini
sağlıyordu.”

Profesör Robb, fark
ettikleri bir diğer ilginç durumun, Ortaçağ
geleneklerine tezat bir şekilde cesedin öldükten
sonra yüz üstü olarak gömülmesi olduğunu belirtiyor.
Sözcü, 23.03.2017
|
AVRUPA'NIN HUN
ALGISINI YALANLAYAN ARAŞTIRMA
1500 yıl önce Roma İmparatorluğu sınırlarına dayanan
Hunların, Romalıları nasıl etkilediğine dair
bilimsel araştırma, Avrupa'nın geleneksel 'barbar
Hunlu' imajına uymayan sonuçlar ortaya çıkardı.
Göçebe Hunlar ile Romalıların birbirlerinin yaşam
tarzlarından etkilendiği ve hatta işbirliği yaptığı
belirtildi.
Avrupalılar, 1.500 yıl
önce karşı karşıya gelen iki medeniyetin sadece
savaşmadığını, aynı zamanda kültür etkileşiminde
bulunduğunu fark etti. Araştıma Macar Ovasında her
iki etnik unsura ait mezar kalıntılarının biyolojik
ve kimyasal analileri le iki yaşam biçiminin
karşılaştırılmasıyla gerçekleştirildi.
Başta Romalı tarihçiler
olmak üzere, Avrupalı tarihçiler, Hunlardan
genellikle acımasız vahşetler sergileyen, yağmacı,
şiddet taraftarı istilacı savaşçılar olarak söz
ederler. Her ne kadar tarihçilerin iddia ettiği
şiddet ve katliamlar, tarihi kaynak ve arkeolojik
kalıntılarla kanıtlanmasa da, yerleşmiş algı olarak
bu rivayetler gerçek gibi çağdan çağa aktarıldı.
Avrupalıara göre;
Orta Asya bozkırlarından göçen göçebe kavim, 1.
Yüzyıldan 7. Yüzyıla kadar Roma'nın sınır
bölgelerinde yaşayan halklara saldırdı ve yağma
yaptı.
Oysa Roma İmparatorluğunun sınır bölgelerinde
yapılan bilimsel araştırmaya göre tam aksine Romalı
yerleşik gruplar ile Hunlar arasında olumlu
diyaloglar da yaşanmış hatta Romalılar, Hunların
geçim yöntemlerini ve beslenme şekillerini dahi
benimsemişlerdi. Hunlar ise Romalıların çiftçilik
kültürünü benimseyerek, tarım faaliyetleri
gerçekleştirmişti.
İngiliz haber sitesi
İbtimes.com sitesinde Léa Surugue imzasıyla
yayınlanan habere göre;
sonuçları PLOS ONE
dergisinde yayınlanan araştırma,
Cambridge Üniversitesi'nden Susanne E. Hakenbeck
başkanlığında, Jane Evans, Hazel Chapman ve Erzsébet
Fóthi'nin de aralarında olduğu ekipçe
gerçekleştirildi. Makalenin editörlüğünü ise
Floransa Üniversitesi'nden
yaptı. Tarım ortamında Pastörizmin uygulanması: Hun
baskınlarının, Katolik toplumları üzerindeki
izotopik analizi (Practising pastoralism in an
agricultural environment: An isotopic analysis of
the impact of the Hunnic incursions on Pannonian
populations) başlıklı araştırma Tuna Nehri
kıyısındaki Pannonia eyaletinde gerçekleştirildi.
Araştırmacılar, Roma İmparatorluğu’nun geç
dönemindeki hudut bölgelerinden Büyük Macar
Ovası’nda 5. yüzyılda gömülmüş insanların
kalıntılarını inceledi. Kemikler, dişler ve diş
plaklarındaki kalıntılar ve mazarlardaki organik
kalıntılar üzerinde yapılan izotop
analizlerinin sonuçları Orta Asya halklarına ait
verilerle karşılaştırıldı..
Araştırma
sonuçları göçebe yaşam tarzına sahip Hunlar ile
yerleşik tarım kültürüne sahip Romalıların
birbirlerinin yaşam tarzlarından etkilendiğini ve
hatta işbirliği yaptığını gösteriyor.
ROMA
KAYNAKLARI HUNLARA KARŞI ÖNYARGILI
Makalenin başyazarı ve araştırma ekibi başkanı
Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Susanne
Hakenbeck,
IBTimes sitesine verdiği demeçte “Tarihi metinler, Hunları
şiddet yanlısı ve Roma uygarlığını tehdit eden
istilacılar olarak tanımlıyor. Bu rivayetler, bizde
Hunlara karşı olumsuz bakış açısı yaratmıştı. Ancak
arkeolojik kanıtlar bu rivayetleri doğrulamıyor.
Roma kaynakları, Hun kavimlerine karşı önyargılı.
Bilimsel araştırmamız, Roma İmparatorluğu'nun
sınırındaki sıradan insanların nasıl yaşadığını ve
yaşamları boyunca Hunların onları nasıl etkilediğini
gösteren kanıtları içeriyor" dedi.
İzotop analizlerine
göre; 5. Yüzyılda Roma İmparatorluğu sınırında
yaşayan insanlar; hem göçebe hem de tarımsal yaşam
tarzını tercih etmişlerdi. analizler, Macar Ovasında
o yıllarda bir siteden diğerine beslenme
biçimlerinde nispeten çok az fark olduğunu
gösteriyor. Verilere göre, hem Romalılar hem de
Hunlular bolca mısır yemeyi seviyorlardı. Mısırın
kolay ve hızlı büyüyen bir bitki türü bu tercihin
sebebi olabilir. Beslenme mısır dışında; tahıllara
(arpa ve buğday), bakliyata ve ete dayanıyordu.
arkeolojihaber.com,
23.03.2017
|
EVDE İZİNSİZ
KAZIYA SUÇÜSTÜ
Konya’da bir evde kaçak kazı yapan 3 kişi suçüstü
yakalandı.
Bir ihbarı değerlendiren
Karatay İlçe
Jandarma
Komutanlığına bağlı ekipler Ağsaklı Mahallesindeki
eve baskın düzenledi. Evdeki bir odanın zemininde
kazı yapan 3 şahsın yaklaşık 4 metre derinliğe
ulaştığı ve çukurun 2 metre genişletildiği görüldü.
Şahıslar gözaltına alınırken kazıda kullandıkları
malzemelere el konuldu.
Milliyet, 23.03.2017
|
 |
"TBMM'DE TARİHİ
DOKUYA ZARAR VERİLİYOR"
Mimarlar Odası Ankara
Şubesi, öğretim görevlileri ve CHP Ankara
Milletvekili Murat Emir'den oluşan bir heyet TBMM’de
yapılan tadilatların özgün yapıya zarar verip
verilmediğini incelemek üzere, Meclis’te tespit
gezisi yaptı.

Tespit gezisine Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tezcan Karakuş Candan, Mimarlar Odası Genel
Sekreteri Sinan Tütüncü, Mimarlar Odası Ankara Şube
Sekreteri Namık Kemal Kaya, Mimarlar Odası Ankara
Şube Yönetim Kurulu Üyesi Muteber Osmanpaşaoğlu, CHP
Ankara Milletvekili Murat Emir, TED Üniversitesi
Mimarlık Bölümü Dekanı Prof.Dr. Ali Cengizkan, ODTÜ
Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Aydan
Balamir katıldı.
"Meslek odaları olarak takipçisi olacağız"
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan
Karakuş Candan şunları söyledi: “Burası Türkiye
Cumhuriyeti’nin temsil yapılarından birisi,
yapılacak her işlemin ve tadilatın kamuya açık ve
şeffaf olması gerekiyor. Meslek odaları ve toplumla
paylaşılması gerekiyor. Bugüne kadar Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde görmediğimiz şekilde, TBMM’yi
koruyamayan bir yapıyla karşılaştık ve Meclis
bombalandı. İçerde gördüklerimiz hem teknik olarak
hem de hukuki olarak ne kadar izin verilirse
verilsin doğru değil. Meclis’in yapısını ve
kurgusunu karakterini değiştirecek en ufak bir şeye
bile izin verilmemesi gerekiyor. Bu mekanda yapılan
değişiklikler, yeni mekanlar eklenmesi ve TBMM’nin
işlevi TBMM yetkilerinin de değiştirildiği
referandum süreci ile paralel gideceği görülüyor.
Mekanın karakterinin değiştirilmesi kabul edilemez.
Meslek odaları olarak takipçisi olacağız.”
Mimarlar Odası Genel
Sekreteri Sinan Tütüncü, “Burada yapılacak her
değişikliğin kamuoyuyla, meslek odaları ve bilim
insanlarıyla paylaşılması gerekiyor. Yapılan
değişiklikler hakkında detaylı bilgiye sahip
olamıyoruz. Ne ile karşılaşacağımızı bilemiyoruz”
dedi.
"Keyfi biçimde
Meclis’in tarihi dokusuyla oynuyor"
CHP
Ankara Milletvekili Murat Emir şunları kaydetti:
“TBMM Başkanlığı anlaşılmaz bir şekilde ve
kamuoyundan kaçırarak Mecliste önemli değişiklikler
yapıyor. Biraz önce hocalarımızla içeri gezdik.
Tarihi dokuya zarar verecek yıkımlar yapıyor. Ne
yapılacağını bilmiyoruz. Proje ilişkin bizlere ve
CHP grubuna bilgi verilmedi. Meclis başkanımız
babasının tapulu malıymış gibi milletin meclisinde
son derece yanlış bir şekilde tadilat yapıyor ve
tarihi dokuyu değiştiriyor. TBMM halka ilişkiler
binası gördüğünüz gibi AVM şeklinde yapılmış. Yine
yıkılan binaları görüyorsunuz. Meclis başkanı hiçbir
grupla istişare etmeden, hiçbir bilimsel veriye
dayanmadan, kurumların görüşünü almadan keyfi bir
biçimde Meclis’in tarihi dokusuyla oynuyor.”
"Uzmanların görüşü
alınmalı"
TED Üniversitesi Mimarlık
Bölümü Dekanı Prof.Dr. Ali Cengizkan ise, “Elde
edilenin hukuki olmadığını düşünüyorum. Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşların ortak malı olan ve aynı
zamanda kolektif hafızaya ilişkin değerler içeren
bir binanın iç ve dış değişikliklerine, bir kapı
kulpu değişikliğinde dahi belli uzmanların görüşü
alınmalı. Kurallar eminim ki karşılanmıştır ve
gerekli izinler alınmıştır. Ama bu durumun hukuki
olduğunu göstermez” dedi.
ODTÜ Mimarlık Bölümü
Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Aydan Balamir de,
“Projeye ilişkin detaylı bilgimiz yok. Sadece mimari
olarak büyük bir değişiklik yapıldığını görüyoruz.
TBMM’yi bir eser olarak görüyoruz. Bu esere ne kadar
zarar verildiğini göremiyoruz. Sadece bazı yüzeyler
soyulmuş ve kazınmış ne geleceğini bilemiyoruz.
Tahminlerimiz var ama devlet işinde tahmine yer
yoktur. Yapılacak işlemlerin bütün paydaşlara
bilgilendirilmesi gerekiyor. Biz bunu kendimiz gelip
milletvekilimizin himayesinde bakmak zorunda
değiliz. Biz, bilim insanları olarak her zaman
öğrencilerimizle gelip bakabilmeliyiz. TBMM aynı
zamanda öğrenciler için eğitim yeridir, projeler
incelerler. Özgün yapıda tahribat yapılmaması
lazım,çok zorunlu değişiklikler ise paylaşılır
konuşulur.” dedi.
Yapı, 23.03.2017
|
ERZİNCAN'IN
KİMSESİZ MEZAR TAŞLARINA 'TARLA' ZULMÜ
Erzincan merkezdeki (Yerznga) Beybaşı Mahallesi’nde
yıllardır tahrip edilmiş şekilde duran mezar
taşları, geçtiğimiz sene de bulunduğu arazinin
tarlaya çevrilmesi bahanesiyle yerinden söküldü.
Üzerinde haçkarlar ve yazılar
bulunan, etrafa saçılmış mezar taşları ve kemiklerle
ilgili olarak bir vatandaş Erzincan İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğüne ihbarda bulundu. Yaklaşık bir
senedir talan edilmiş şekilde duran taşlarla ilgili
14 Mart’ta yapılan ihbar üzerine Müze Müdürlüğü’ne
bağlı yetkililer bölgeye gidip inceleme yaptı. Müze
Müdürlüğü yetkililerinin, yolun kenarına yığılmış
vaziyette bulunan taşları müzeye taşıyacağı
belirtiliyor.

Eski Taşçı Konağı
yakınlarında bulunan ve Ermeni mezarlığı olduğu
tahmin edilen bölgenin bir kısmının üzerinden
İstanbul-Erzurum yolu geçirilmişti. Pancar
tarlasına döndürülen mezarlık arazisinin de 49
yıllığına kiraya verilen bir Hazine arazisi olduğu
belirtiliyor.
Konuyla ilgili Agos’a konuşan
Erzincan İl Kültür ve Turizm Müdürü Arda Heb, gelen
ihbar üzerine taşların tespiti için çalışmada
bulunacaklarını belirtti. Şu anda kenara atılmış ve
istiflenmiş durumda bulunan taşlarla ilgili olarak
Heb şunları söyledi: “Tespiti için bir ihbar geldi.
Müze müdürümüzü gönderdik. Tarihi ve kültürel değeri
olan şeylerse müdahale edelim, muhafaza altına
alalım diye inceleme yapacağız.”
Bölgenin yerlileri, mezar
taşı kalıntılarının dışında bölgede mezarlığın bağlı
olduğu bir kilisenin de var olduğunu, fakat büyük
oranda tahrip edildiğini, sadece temelinin kaldığını
ifade ediyor. Agos’a konuşan mimar ve araştırmacı
Zakarya Mildanoğlu, taşların bulunduğu mezarlık
alanda müze görevlilerinin denetimi altında
arkeolojik kazı yapılması gerektiğini belirtti:
“Kazıda temel izlerinin, başka yapı izlerinin
olup olmadığına dikkat edilmeli. Kepçeyle gelip
almak olmaz” ifadelerini kullandı.
Zara’daki mezarlık
Geçtiğimiz yıllarda Sivas’ın Zara İlçesi'ndeki
mezarlık da yol geçirme bahanesiyle dümdüz
edilmişti. Taşların dağıldığı, kemiklerin dışarı
çıktığı mezarlık, Ermeni toplumunun yoğun
çabalarıyla yenilenmiş ve 29 Ekim 2016’da
törenle açılmıştı.
Agos, 22.03.2017
|
ROBERT KOLEJ'İN 37 YIL ÖNCE ÇALINAN KAYIP HAZİNESİ
BAKANLIĞI HAREKETE GEÇİRDİ
Robert Koleji'nin 37 yıl önce çalınan tarihi
eserleri sırrını koruyor. Envanterde bulunan 23
tarihi eser ve yaklaşık 1000 sikkenin 37 yıl önce
düzenlenen bir sergi sırasında çalındığı ve o yıldan
beri bulunamadığı ortaya çıktı. Kültür Bakanlığı,
Selçuklu, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait
paha biçilmez koleksiyon için müzeler,
koleksiyonerler ve müzayede salonlarını uyardı.
Türkiye’nin en köklü ve güçlü eğitim kurumlarından
Amerikan Robert Kolej’in envanterinde kayıtlı olan
paha biçilmez tarihi obje ve sikkeler 1980’de
çalındı ya da kayboldu. Denetlemelerde yapılan
sayımlarda ortaya çıkan hırsızlıkla ilgili o dönem
soruşturma açıldı. Yurtdışına kaçırıldığı tahmin
edilen eserlerle ilgili hiçbir ipucu elde edilemedi.
YILLAR SONRA UYARI
Gazete Habertürk'ten Nihat Uludağ'ın haberine
göre 37 yıl aradan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı,
il turizm müdürlükleri aracılığıyla tüm müze,
müzayede salonları ve koleksiyonerlere yazı
göndererek Robert Kolej’in envanterindeki eserlerin
çalındığı/ kaybolduğu bilgisini verdi. 10 Mart
tarihli dosyada, tüm tarihi obje ve sikkelerin
fotoğrafları da yer aldı.

2 BİN 600 YILLIK ESER DE VAR
Çalınan/kaybolan 23 tarihi obje arasında 13.
yüzyıl Selçuklu dönemi kase parçaları, MÖ 6. yüzyıl
Korint Çağı sonuna ait kase, MS 2. yüzyıl Roma
dönemi koku şişesi, MÖ 5. yüzyıl Eski Yunan dönemine
ait kandiller de bulunuyor. Çoğu Roma dönemine ait
olmak üzere bin kadar tarihi eser niteliğinde
sikkenin (para) büyük bölümünün Julias Sezar,
Augustus, Neron, Galba, Vespasianus, Vetellus,
Titus, Domitiamus, Nerva, Traianus, Hadrianus
dönemlerine ait çok nadir bulunduğu ve paha
biçilemez olduğu belirtiliyor.

Habertürk, 22.03.2017
|
OSMANLI CAMİSİNDE YANGIN
Avrupa’da en önemli Osmanlı yapılarından biri
sayılan, Yunanistan’ın Meriç bölgesindeki Dimetoka
(Didimotiho) İlçesi'ndeki Bayezid Camisi’nde dün
sabaha karşı yangın çıktı. Öğle saatlerine doğru
söndürülen yangın büyük hasara yol açtı. Yangına,
ibadete kapalı olan camide 2 yıldır süren
restorasyon çalışmaları sırasında elektrik
kaynağından çıkan kıvılcımın neden olduğu tahmin
ediliyor.
Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Yanis
Amanatidis, hasarın onarımı için çalışmaların derhal
başlayacağını söyledi. Dışişleri Bakanlığı’ndan
yapılan açıklamada, caminin ağır hasar
görmesinden duyulan üzüntü belirtilerek, “Çıkış
nedeninin tespit edilmesini Yunan makamlarından
bekliyoruz” denildi.
Çelebi Sultan Mehmed
Camisi olarak da bilinen Bayezid Camisi,
Dimetoka’nın merkezinde bulunuyor. Balkanlar’ın en
büyük camisi sayılan Bayezid Camisi’nin yapımına
14’üncü yüzyılda Sultan Yıldırım Bayezid döneminde
başlanmıştı.
1420’DE
TAMAMLANDI
1402 yılındaki Ankara
Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Timur
İmparatorluğu’na yenilmesi sonrası padişahın
ölümünün ardından inşaat çalışmaları durdu. Fetret
Devri sonrası 1’inci Mehmed’in padişahlığı döneminde
cami tamamlanıp Mart 1420’de ibadete açıldı. Caminin
erken 15’inci yüzyıl meşe çatısı, uzmanlara göre
dünyada en önemli ahşap eserlerden biri olarak kabul
ediliyordu.
Hürriyet, Haber: Yorgo Kiryaki,
22.03.2017
|
SUR, YAŞADIĞI KÖTÜ GÜNLERİ ARKADA BIRAKACAK
Terör saldırıları sonrasında ağır tahribat gören
Diyarbakır'ın tarihi Sur İlçesi yenileniyor. Bölgede
çarşıdan yollara, evlerden tarihi yapılara kadar
birçok alan yeniden inşa ediliyor

Geçen yıl yaşanan terör saldırılarından sonra zarar
gören Diyarbakır'ın tarihi Sur İlçesi, adeta yeniden
inşa ediliyor. Terör saldırganlarının kazdıkları
çukurlar, kurdukları barikatlar ve tuzakladıkları
patlayıcıları infilak ettirmesiyle tahribatlar
oluşmuştu.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki'nin
katılımıyla 4 Ocak'ta temeli atılan çalışmalar tüm
hızıyla sürüyor. Çalışmaların tamamlanmasıyla tarih
boyunca 33 medeniyete ev sahipliği yapan Suriçi,
devlet tarafından adeta yeniden inşa edilmiş olacak.

Ev sahipliği yaptığı bütün medeniyetlerin izlerini
taşıyan ve tarihi değerleriyle "Doğu'nun Paris"i
olarak adlandırılan Sur'daki kültür varlıkları da bu
sayede korunarak gelecek nesillere aktarılacak.

Diyarbakır'ın doğusundan başlayarak güneye doğru
akışını sürdüren Dicle Nehri ve bunu içine alan
Dicle Vadisi, şehrin doğal turizm ve rekreasyon
alanını oluşturuyor. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığınca belirlenen 1. etap uygulama alanı 31,85
hektarı kapsıyor.

Kuzeyde Hevsel Bahçeleri, güneyde On Gözlü Köprü,
batıda Ovabağ-Diyarbakır yolu ve doğuda Kırklar
Dağı'nı kapsayan bölgede çalışmalar devam ediyor.

Dicle Vadisi'nin doğal ve ekolojik özellikleri
dikkate alınarak doğa parkı, yürüyüş yolları,
ağaçlandırma alanları, sosyal tesis ve cami
yapılacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca ilçede terör
olaylarında zarar gören alanda, ilk etap olarak
planlanan 44 geleneksel Diyarbakır evinin yapımına
başlandı.

13 bin metrekarelik alanda inşa edilen konutların bu
yıl sonu tamamlanması planlanıyor.

Sur'daki yapıların aslına uygun restore edilmesi
çalışmaları sürerken, Suriçi'nde inşa edilecek
geleneksel dokulu yapılarla bu restorasyon
çalışmaları bütünleşmiş olacak.

Bakanlıkça ihalesi ve sözleşmesi yapılan, Suriçi'nin
en işlek caddesi Gazi ve yanında bulunan tarihi
Yanık Çarşı'nın "Sokak Sağlıklaştırma Projesi"
kapsamında yenileme çalışmaları devam ediyor.

Projeyle 494 iş yeri yeniden düzenleniyor. İlçenin
önemli turizm ve ticaret aksı olan caddelerde
yenileme çalışmalarının tamamlanmasından sonra,
mekanın önemli bir çekim merkezi ve cazibe alanı
haline gelmesi hedefleniyor.

Tarihi İçkale'de Hz. Süleyman ve 27 Sahabe
Camisi'nin bulunduğu alanın çarpık yapılardan
temizlenmesi çalışmaları, TOKİ tarafından
gerçekleştirildi. TOKİ, kentin turizmi ve maneviyatı
için önemli konuma sahip olan alanda kültürel peyzaj
çalışmalarına başladı.
Habertürk, 22.03.2017 |
KIRMIZI LİSTE İLE ARANIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Uluslararası Müzeler
Konseyi tarafından hazırlanan Irak’taki müze ve ören
yerlerinden kaybolan eserlerin listesini Türkçeye
çevirerek Türkiye’deki emniyet birimlerini,
koleksiyonerleri ve müzeleri uyardı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Irak’a ait tehlike
altındaki kültür varlıklarının korunması için
harekete geçti. Bakanlık, Uluslararası Müzeler
Konseyi’nin (ICOM) Irak için hazırladığı, “Acil
Kırmızı Liste: Irak’ın Tehlike Altındaki Kültür
Varlıkları” broşürünün Türkçeye çevrilmesini
sağladı. Kültürel mirasının korunması konusunda
çalışmalarını sürdüren bakanlık, bunun için
uluslararası kuruluşlarla ortak çalışmalar
yürütüyor.
ICOM tarafından 2015 yılında
hazırlanan Irak Acil Kırmızı Listesi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın, Amerikan İlmi Araştırmalar
Enstitüsü (ARIT) ile birlikte yürüttüğü çalışmalar
kapsamında tercüme edildi. Basılan broşürler
Türkiye’deki müzeler, koleksiyoncular, gümrükler,
emniyet birimleri ve ilgili tüm paydaşlara
dağıtılıyor. Irak Acil Kırmızı Listesi, Irak’ın
yıkım, yağma, hırsızlık, kaçakçılık ve yasadışı
yollarla ticaret tehlikelerine maruz kalabilecek
eserleri içeriyor. Hazırlanan bu liste, Irak kökenli
objelere tanı koyulabilmesine yardımcı olabilmeyi
amaçlıyor.
SATIN ALMAYIN’ UYARISI
Hazıarlanan broşür, müzeler, müzayede evleri, sanat
tacirleri ve koleksiyoncular bu tarz eserlerin
kökenlerini ve ilgili yasal evrakı dikkatle ve tam
olarak araştırmadan eserleri satın almamaları
konusunda uyarılıyor.
Somut ve somut olamayan
doğal ve kültürel mirasın günümüzde ve gelecekte
korunmasını sağlamayı amaç edinen ICOM’un
hazırladığı ‘Kırmızı Liste’ler belirli ülkelerden
kaçırılan kültür varlıklarının yasadışı ticaretini
engellemek üzere tasarlandı. ICOM tarafından daha
önce hazırlanan 2003 tarihli Irak’ın Tehlike
Altındaki Kültür Varlıkları Acil Kırmızı Listesi
sayesinde çok sayıda yağmalanmış kültür varlığı ele
geçirildi.
YILLARCA YAĞMALANDI
Irak’ta 2003’ten sonra başta Ulusal Müze olmak üzere
çok sayıda antik kenti yağmalanmıştı. Yağmalanan en
önemli eserlerden bir tanesi olan 4400 yıllık Sümer
kralı Entemena’nın başsız heykeli ise daha sonra
ABD’de ele geçirilerek iade edilmişti. 2014 yılında
DEAŞ, Musul ile birlikte Nimrud antik kentini ele
geçirmişti. Bu sırada çok sayıda arkeolojik eser de
yurtdışına kaçırıldı. UNESCO, yağmalanmayı önlemek
için yetkililere çağrıda bulunmuş, Asur döneminden
kalma 3 bin yıllık eserlerin alınmamasını
istemişti.
Hürriyet, 22.03.2017 |
İNŞAAT KAZISINDA 3
BİN 500 YILLIK ASURİ MEZARLARI BULUNDU

Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin başkenti Erbil'deki
bir inşaat kazısında Asuri dönemine ait olduğu
tahmin edilen 3 bin 500 yıllık 9 mezar bulundu.
Erbil Arkeoloji Müdürlüğünde görevli Goran Muhammed,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentte kendi
arazisi üzerinde inşaat çalışmaları yapan bir
kişinin tarihi eserler bulması üzerine yetkililere
haber verdiğini belirtti.

Eraba Mahallesi'nde yapılan kazılarda bir kümbet
içerisinde 9 mezarın bulunduğunu aktaran Muhammed,
"Şu ana kadar mezarlardaki 3 tabutu açtık ve büyük
bölümü çömleklerden oluşan 41 parçayı gün yüzüne
çıkardık" dedi.

Daha önce de kentin çeşitli bölgelerinde bu tür
mezarlara ulaşıldığını kaydeden Erbil Arkeoloji
Müdürlüğü yetkilisi, "Ekibimiz, bulunan parçalar ve
mezar üzerinde incelemelerde bulundu. Tahminlerimize
göre mezarlar Asuri dönemine ait olup 3 bin ila 3
bin 500 yıllık bir geçmişe sahip" diye konuştu.

Muhammed ayrıca, söz konusu bölgede kazı
çalışmalarının devam ettiğini, başka mezarların da
bulunabileceğini ifade etti.
 
 
 
 
 
Cnn Türk, 21.03.2017 |
DENİZDEN HEYKEL PARÇASI ÇIKTI
Bartın'ın Amasra
sahilinde, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen
heykel parçası bulundu.
Alınan bilgiye göre, Amasra'nın Çakraz beldesinde
yaşayan Alay Kaya (60), sabah saatlerinde kıyıya
vurmuş bir cisim fark etti.
Kaya, yakından incelediği cismin, belden yukarısı
olmayan oturur vaziyetteki bir heykele ait olduğunu
fark etti.
Kaya'nın durumu Amasra Müze Müdürlüğüne
bildirmesi üzerine, müze yetkilileri sahili geldi.
Yaklaşık bir metre boyundaki heykel parçası kepçe
yardımıyla denizden çıkarıldı.
Heykel üzerinde ilk incelemelerini yapan müze
yetkilileri, araştırma yapmak için heykel parçasının
Amasra Müzesine taşınacağını kaydetti.
Amasra Müzesi Müdürü Baran Aydın, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ilk izlenimlerinin eserin Roma
dönemine ait olabileceği yönünde olduğunu belirtti.
Aydın, heykel parçasının hangi döneme ait
olduğunun yapılan detaylı çalışmanın ardından
kesinleşeceğini bildirdi.
Milliyet, 21.03.2017
|
ASIRLIK ÇINAR AĞACINI KESTİLER
Adapazarı Maltepe Mahallesi Orhangazi Caddesi
üzerinde kaldırımda bulunan yaklaşık bir asırlık
çınar ağacı sabah saatlerinde bölgeye gelen
Adapazarı Belediyesi'ne bağlı ekipler tarafından
kesilmeye başlandı.
Vince bağlı sepette bulunan görevli ağacı kesmek
için yukarıdan aşağı doğru dalları kesti. Ağacın
yanında bulunan apartmanda oturanlar, "Bu ağacın
kime ne zararı var. Burada ne yolu açılacak. Bu
çınar ağacı yüzyıldır bize gölgelik yapıyordu. Yazık
ediyorlar" diyerek tepki gösterdi.
Adapazarı Belediyesi yetkilileri ağacın bulunduğu
yerin yeni imar planında yol olarak yer aldığını bu
nedenle yol çalışması için ağacın kesiminin
yapıldığını savundu.
Birgün, 21.03.2017
|
TOKAT'TA 265 YILLIK HANI SATILIĞA ÇIKARDI
Tokatlı esnaf Abdullah Efeli, dedesinden kalma 265
yıllık hanı restore ettiremedikleri için satılığa
çıkardı.

Sulu Sokak Çarşısı’nda Mehmet Paşa tarafından I.
Sultan Mahmut Dönemi’nde 1752’de kesme taştan
yaptırılan Paşa Han’dan bugüne sadece çevresindeki
duvarları kalmış durumda bulunuyor. Bin 800
metrekareye yakın bir alanda bulunan hanın iç
avlusunda ağaçlar ve sonradan yaptırılan tek katlı
bir ev yer alıyor. Şahıs mülkiyetindeki tarihi
hanın, orta kapısında ise kabartma şeklinde selvi
ağacına zincirle bağlı iki kaplan figürü bulunuyor.
Dedesinin yaklaşık 50 yıl önce aldığı hanın boş
durumda olduğunu ifade eden Abdullah Efeli, restore
ettiremedikleri için hanı satılığa çıkardıklarını
kaydetti. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan onaylı 70 odalı projesi
hazır olan hanın değerlendirilerek turizme
kazandırılmasını arzu ettiklerini ifade eden Efeli,
“Sulu Sokak Çarşısı tarihi mekanlar açısından zengin
bir yer. Bir çok tarihi mekan restore edildi,
buranında restore edilmesini veya farklı bir şekilde
değerlendirilmesini istiyoruz. Restorasyon için bir
çok çalışmamız oldu ama maliyetler yüksek olduğu
için bu bizim yapabileceğimiz bir çalışma değil. Bu
anlamda devletimizin sahip çıkmasını bekliyoruz.
Buranın restore edilip eski günlerine kavuşmasını
istiyoruz” dedi.
Paşa Han’ın günümüze kadar sadece dış
duvarlarının kalmış olduğunu dikkat çeken Efeli, iyi
bir restorasyonla hanın ayağa kaldırılabileceğini
kaydetti. Paşa Hanı almak için kendilerini
arayanların olduğunu ama henüz anlaşabildikleri bir
yatırımcının çıkmadığını ifade eden Efeli, “Burayı
otel, yurt, pansiyon olarak değerlendirmek isteyen
yatırımcılar oluyor. Ama sonuçlanmış bir durum yok
şuan için” diye konuştu.

Sulu Sokak Çarşısı esnafları ve mahalle sakinleri
de virane bir şekilde duran Paşa Hanı’nın turizme
kazandırılmasını arzu ettiklerini kaydetti.
Milliyet, 21.03.2017
|
14 BİN YILLIK FOSİL BULUNDU
Yaklaşık 12-14 bin yıl önce yaşayan devasa mamutun
fosili, insanın atalarına ilişkin ilginç ipuçları
sunabilir.
Meksika'da Ulusal Antropoloji Müzesi'nin
açıklamasına göre, mamut fosili 2015 yılında şans
eseri bulundu. Mamut, bir inşaat alanında, yapım
çalışmaları sırasında keşfedildi.
Sputnik'in aktardığına göre mamut kemikleri
keşfedildiğinden beri arkeologlar tarafından özenle
korunuyor. Parçalar halinde bulunan ve daha sonradan
bir araya getirilen kemikler, 14 bin yıl önce
yaşayan insan ataları hakkında önemli bilgiler
sunabilir.
Projeye liderlik eden arkeolog Luis Cordoba,
"Kemikler anatomik bir düzen içerisinde değildi,
bulduğumuzda karışmış haldeydi" dedi.
Araştırmalar sonucunda, mamutla aynı dönemde
yaşayan avcı ve toplayıcıların izlerini sürmenin
mümkün olabileceği düşünülüyor.
Bu araştırmalar, insanın 14 bin yıl önceki
varlığına ilişkin dolaylı kanıtlar sunması
bakımından önemli bulunuyor.

Odatv, 20.03.2017
|
BÜYÜKÇEKMECE'DE 386 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri,
Büyükçekmece'de 5 kişinin farklı dönemlere
ait kaçak tarihi eserleri, 250 bin
liraya satmak için müşteri aradığı ihbarını aldı.
Çalışma başlatan
jandarma ekipleri, Hazarfen Havalimanı yolunda bir
aracı durdurdu.
Araçta yapılan
aramada, bezlere sarılı Osmanlı,
Selçuklu, Roma ve
Hellenistik döneme ait 386 tarihi
eser ele geçirildi.
Olaylı ilgili A.D,
B.Y, K.Ş, B.Y. ve M.B. gözaltına alındı.
Tarihi eserler ise
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğüne
teslim edildi.
"Müzelik değerde eserler"
Eserlerle ilgili
gazetecilere bilgi veren İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürü Zeynep Kızıltan, operasyonda tarihi eser
niteliği taşıyan 386 eser ele geçirildiğini söyledi.
Eserlerin çoğunun
bronz olduğunu aktaran Kızıltan, ''Bu eserler
içerisinde olanların hemen hemen hepsi, 2863 sayılı
yasa kapsamında tespit ve tescile tabi müzelik
değerde eserler. Eserlerin 299'u sikke. Bu
sikkelerin 65'i gümüş. Gümüş paralar Yunan, Roma
Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait. Bunlar arasında
1700 yıllarda Beyazıt dönemine ve 1213 yıllardan
Keykubad dönemine ait olan para ve 5 de kurşun mühür
var." diye konuştu.

Kızıltan, diğer
sikkelerin ise bronz ve bakırdan oluştuğunu dile
getirerek, "Bunun yanında bakır ve bronzdan oluşan
mutfak malzemeleri, kiliselere ait dini objeler,
takı, tıp aletleri ve hayvan heykelleri bulunuyor.''
dedi.
Anadolu Ajansı, Haber: Hikmet Faruk Beşer,
20.03.2017
|
SELÇUKLU KİTABELERİ YENİDEN OKUNUYOR
Akdeniz Üniversitesi bünyesinde oluşturulan bir
ekip, Antalya'daki 810 yıllık Selçuklu eserlerinin
kitabelerini yeniden okumaya başladı.
Antalya'daki 810 yıllık Selçuklu yapılarına
ait kitabeleri, Akdeniz Üniversitesi bünyesinde
oluşturulan bir ekip tarafından yeniden
okunuyor. Kaynaklara göre 1207'de Selçuklu
Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından
fethedilen Antalya, yüzlerce mimari eserlerle
donatıldı. Özellikle Kaleiçi'nde yoğunlaşan
mimari eserlerin üzerindeki kitabelerden
Antalya'nın tarihçesini revize etmek için
tarihçiler yeniden harekete geçti.
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı
Doç.Dr. Mehmet Emin Şen, yaptığı açıklamada, her
biri tarihi kayıt özelliği taşıyan Selçuklu
kitabelerinin oluşturdukları ekip tarafından
kapsamlıca yeniden ele alındığını söyledi.
"TÜRKLERİN ANTALYA'DA 800-1000 YILLIK
FAALİYETLERİ VAR"
Türklerin Anadolu'yu fethettikten sonra bölgede
kalıcı olduklarını göstermek için bazı imar
faaliyetlerine girdiklerini ifade eden Şen, Selçuklu
Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından Antalya'nın
fethinden sonra ve ondan sonraki sultanlar İzzetin
Keykavus ve Alaaddin Keykubat döneminde cami, tekke,
medrese ve diğer yapıların vezirler ve devlet
adamları tarafından yaptırıldığını aktardı.
Şehrin tarihini gösteren, bir nevi "tapu senedi"
niteliğindeki eserlerin kitabeleri üzerinde çalışma
başlattıklarını dile getiren Şen, şunları belirtti:
"Antalya ve çevresinde Selçuklular, beylikler ve
gerekse Osmanlılar dönemlerinde yazılmış ne kadar
kitabe varsa revize edeceğiz. Gün yüzüne
çıkarılması, buraları gezen seyyahların kitaplarına
ve dönemin kaynaklarına bakarak, bugün ortada
olmayan mimari yapıların kitabelerinin de ortaya
çıkarılmasını hedefliyoruz. Türklerin Antalya'da
800-1000 yıllık bir faaliyeti var. Bunların gün
yüzüne çıkarılması bizim boynumuzun borcu. Bu konuda
elimizden gelen çabayı göstereceğiz."

Daha önceki çalışmalarda kitabelerin bazılarının
okunmasında hatalar olduğunun belirlendiğine dikkati
çeken Şen, Selçuklular döneminde Arapça yazılan
kitabelerin, bu dili bilen uzmanlarca yeniden
okunması gerektiğinin altını çizdi.
Mezar
taşlarının da bu proje kapsamında
değerlendirileceğini belirten Şen, "Geçmişimize ait
neler varsa ortaya çıkarmayı hedefliyoruz." diye
konuştu.
"YİVLİ MİNARE CAMİİ KİTABESİNDE DE HATA
VAR"
Tarih araştırmacısı Necmi Atik de arasında
Antalya'nın sembolü Yivli Minare Camisi'nin kitabesi
de olmak üzere birçok esere ait kitabenin
okumalarının "eksik" veya "hatalı" olduğunu ileri
sürdü.

Okudukları fetih kitabelerinden Selçuklular'ın
1196'da Antalya'yı aldığının görüldüğüne işaret eden
Atik, şöyle devam etti: "Bunları okumuş olduğumuz
yazma eser ve kitabelerden öğreniyoruz. Hem Antalya
Müzesindeki kitabelerden hem de bugün varlığını
sürdüren eserler üzerindeki kitabelerden anlıyoruz.
Kitabelere göre Selçukluların Antalya'daki varlığı
1207 değil 1196. Kaynaklarda geçmiyor ama
kitabelerden okuduğumuz kadarıyla Abbasiler'in de
Antalya'yı bir süre hakimiyetlerine aldıklarını
anlıyoruz."
Antalya'nın sembolü Yivli
Minare'nin Selçuklular döneminden kalan en somut
eser olduğunu ifade eden Atik, yanındaki cami ve
mevlevihanenin de o dönemin eserleri arasında yer
aldığını kaydetti.
Evliya Çelebi ve İbni
Batuta'nın eserlerine göre Kaleiçi'nde 7 büyük tekke
ile 7 cami ve birçok mescit olduğunu anlatan Atik,
ancak bugün bunların birçoğunun yıkılıp yok olduğuna
işaret etti.
Ntv, 20.03.2017
|
KANADA'DA 4,2 MİLYAR YILLIK YER KABUĞU ÖRNEĞİ
BULUNDU
Kanadalı bilim heyeti, Quebec eyaletinin kuzeyinde
yaptıkları çalışmalarda, 4,2 milyar yıllık yer
kabuğu örneği buldu.
Ottawa Üniversitesi
Yer ve Çevre Bilimleri Bölümü'nden Doç. Jonathan
O'Neil başkanlığındaki bilim heyetinin çalışması,
Science Dergisi’nin son sayısında yayımlandı. O’Neil
çalışmasının sunumunda, gezegenin ilk dönemlerine
ait Kanada Kalkanı'ndan 4,2 milyar yıl öncesine ait
yerkabuğunun izlerini bulduklarını açıkladı.
Dünyanın bileşiminin,
bilinen herhangi bir gezegenden ya da aydan farklı
olduğunu aktaran bilim adamı, hareket eden kayalık
kabukların zamanla yüzeyin altındaki derin kabuklara
ilişkin kanıtları da ortaya çıkardığını ifade etti.
Bugüne dek bulunan en eski yerkabuğu örneğinin
yaklaşık 2,7 milyar yaşında olduğunu hatırlatan
Jonathan O’Neil, bu kalıntıların da Kanada
Kalkanı'nda olduğuna dikkati çekti.
Kuzey Quebec’teki
Kanada Kalkanı bölgesinde bir süreden beri
çalıştıklarını belirten Doç. Jonathan O’Neil,
"Kayaların bir ebeveyni var ancak bu ebeveyn gizli
kalır. Nasıl kurulduklarını ve ne olduklarını ortaya
çıkarmak çok zahmetli bir görevdir. Granitlerin
çoğunun daha eski bir kabuğun erimesinden
kaynaklandığını düşünüyoruz. Bu kayaların daha eski
bir öncüsü ya da büyük bir ebeveyni olduğunu
biliyorduk ama kaç yaşında olduğunu bilmiyorduk."
değerlendirmesini yaptı.
Bilimsel çalışmalarda
kayaların yaşının ölçülmesinin oldukça zor olduğunu
anlatan O’Neil, neodimyum-42 elementi ile yaptıkları
izotop ölçümleri sonucu, elde ettikleri yerkabuğu
örneğinin 4,2 milyar yaşında olduğunu
belirlediklerini açıkladı.
Elde ettikleri bulguların, Dünya'nın erken tarihiyle
ilgili her soruyu cevaplamasa da gelişimine ışık
tuttuğuna işaret eden Kanadalı bilim adamı O'Neil,
şunları kaydetti:
"En azından bize erken jeodinamiği anlamak için daha
fazla malzeme sunuyor. Süreç Dünya'daki her yerde
aynı mıydı, yoksa yerel miydi? Bunların hepsi de
bizim cevaplamamız gereken sorular. Bulguların
sadece dünyamızın değil, diğer gezegenlerin daha iyi
anlaşılmasına da yol açacağını umuyoruz.
Gezegenimizi şekillendiren erken süreçleri anlarsak,
belki diğer gezegenleri de anlayabiliriz."
Hürriyet, 20.03.2017
|
ROMA TÜNELİ VE MAĞARASI TURİZMİN GÖZDESİ OLACAK
Hatay'ın Samandağ İlçesi'nde Roma döneminden kalma
bin 380 metre uzunluğundaki Titus Tüneli ile aynı
bölgede bulunan Beşikli Mağara'ya yürüyüş yolları ve
terasların yapılması ile daha fazla turistin ziyaret
etmesi bekleniyor.
Zengin bir tarihe ve kültürel mirasa sahip
Hatay'ın Samandağ
İlçesi'nde bulunan Titus Tüneli
ile Beşikli Mağara'nın doğal yapısı ve ilginç
hikayesiyle turizmde adından daha çok söz ettirmesi
için başlatılan projeyle bölgeye gelen turist sayısı
artırılmak isteniyor.
Roma İmparatoru Vespesian tarafından milattan
sonra 1. yüzyılda sel sularının limanı doldurmasını
engellemek amacıyla bin tutsağa yaptırılan bin 380
metre uzunluğundaki Titus Tüneli'nin 130 metresi
dağın oyulmasıyla inşa edildi.

Yaklaşık 7 metre yüksekliğinde 6 metre
genişliğinde olan ve kimi noktalarının üstü açık
olan tünel, yapılış hikayesi ve mimarisiyle dikkati
çekiyor.
Titus Tüneli ile aynı bölgede yer alan kayalık
yamaçlara oyularak yapılan
Roma dönemine ait kral ailesinin yanı sıra halka
ait mezarların da bulunduğu Beşikli Mağara da
Samandağ'daki turistik alanlar arasında öne çıkıyor.
Samandağ sahilinden yaklaşık 10 dakika yürüyerek
ulaşılan Titus Tüneli ve Beşikli Mağara, Samandağ
Kaymakamlığı, Doğu
Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA) ve Samandağ
Belediyesi'nin desteğiyle 350 bin lira bütçeli
"Antik Kent Seleucia Pierra'da Doğa Yürüyüşü"
projesi kapsamında daha çok sayıda yerli ve yabancı
turistlere ev sahipliği yapmayı bekliyor.
YÖRESEL ÜRÜNLER DE YOL ÜZERİNDE
Yol üzerinde yöre halkına katkı için oluşturulan
küçük satış reyonları da yerli ve yabancı
misafirlere yöresel olarak yapılan turunç, incir
reçeli, defne sabunu gibi ürünleri de alma şansı
sunuyor.

Samandağ Kaymakamı Cahit Çelik, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ilçenin doğal ve tarihi
güzellikleri bünyesinde barındırdığını söyledi.

İlçede yer alan ve en önemli tarihi yapılardan
olan Titus Tüneli ve Beşikli Mağara'nın turizmden
daha fazla pay alabilmesi ve buraya daha fazla
turist çekmek amacıyla proje yaptıklarını ifade eden
Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Proje kapsamında DOĞAKA ve Samandağ
Belediyesinin de desteğiyle yaklaşık bin metre
uzunluğunda yol çalışması gerçekleştirdik. Daha önce
beton yol vardı ve doğal yapıya uygun değildi.
Yaptığımız çalışmayla doğal yapısına uygun taşlar
döşedik. Bu kapsamda hem dağdan gelen sel sularının
limanı kapatmasını önlemek amacıyla yapılan Titus
Tüneli'nde hem de Roma dönemine ait mezarların
bulunduğu Beşikli Mağara'ya giden yolda çalışma
gerçekleştirdik. Alana 18 farklı noktaya yönlendirme
tabelaları koyduk. Proje kapsamında doğal yapıya
uygun olan ve Türkiye'nin en uzun sahili olan
Samandağ'ı gören 2 seyir terası oluşturduk. Titus
Tüneli Romalılar döneminde yapılmış çok önemli bir
eser. Tünelin amacı, buradaki limanı sel sularından
korumak. O tünel sayesinde liman 500 sene daha
ayakta kalmış. Tünele yılda 80 ile 100 bin arasında
turist geliyor ama burası çok daha fazla turist
çekebilecek özellikte bir yer."
Tünelin girişinde yer alan Romalılar döneminde
yapılan araziler arasında bağlantıyı sağlayan
köprünün bile çok önemli olduğunu vurgulayan Çelik,
bu köprünün hiç harç kullanılmadan yapılmış olduğunu
ve 21 taşın bulunduğunu, ortadaki 11'inci taşın
kilit olduğunu 8,5 ton taşıyabilecek kapasitede
olduğunu anlattı.
Milliyet, 18.03.2017
|
ANTİK KİLİSEYE YENİ KABUK

Barselona merkezli mimarlık ofisi AleaOlea, İspanyol
iç Savaşı sırasında yarısı yok olan bir kilisenin
kalıntılarını restore ederek eski kiliseyi çok
amaçlı salona çevirdi.

AleaOlea'nın kiliseye eklediği beyaz kabuk,
yapının atmosferini dönüştürüyor. Tasarım,
İspanya'nın Vilanova de la Barca bölgesindeki kilise
ile hemen yanındaki ev arasında kalan eski mezarlığı
dönüştürerek mekana alternatif bir giriş sağlıyor.
Apsise bağlanan eski kapı kaldırılarak, alanı
genişleten, yeni bir avlu oluşturuluyor. Pergola,
ağaçlar, bitki örtüsü ve su öğesi kilisenin iç
mekanına açılan eşikte yeni bir sahne kuruyor.

Proje binanın kabuğuna, cepheye ve çatıya
yoğunlaşıyor. Proje, kafes örgü dokusundan yola
çıkarak tasarlanan yeni bir tuğla duvara ve Arap
tuğlalı beşik çatıya sahip. Tüm sistem, antik
duvarların kalıntılarının desteklediği seramik bir
mimari kabuk gibi çalışıyor.
Binanın dış cephesi; antik kilisenin çatlaklı, yoğun
ve düzensiz taş dokusunu tekrar eden bir arka plan
gibi penceresiz, kapalı ve opak yükselerek; görsel
devamlılığı ve orijinal dokuya uyumu sağlıyor. Diğer
yandan, iç mekandaki beyaz delikli tuğlalar, eski
ile yeni arasındaki devamsızlığı ve karşıtlığı
pekiştiriyor. Eski kilisenin imajı dışarıdan
yenilenirken; orijinal kutsal mekanın içedönük,
sakin atmosferi korunuyor.
Bazilika tarzı plana sahip kilise 22 metre
uzunluğunda, 7 metre genişliğinde ve 10 metre
yüksekliğinde. Kilisenin 1936’daki yıkımından ayakta
kalan iki payanda muhtemelen Romanesk kökenli;
apsisin 17. yüzyıldan kalma tonozlu tavanı ise Geç
Gotik üslupta inşa edilmiş. Kesme taş duvarlardan
inşa edilen kilise yapısı; hava koşullarından,
zamanla gelen aşınmadan ve hemen bitişiğine inşa
edilen konuttan oldukça etkilenmiş.


Barselona merkezli mimarlık ofisi AleaOlea kilisenin
kalıntılarını restore ederek eski kiliseyi çok
amaçlı salona çeviriyor.
Arkitera, Haber: Burcu
Bilgiç, 17.03.2017 |
MEKSİKA'DA ANTİK DEMOKRATİK SENATONUN KALINTILARI
BULUNDU
Erken demokratik toplumları
düşündüğünüzde muhtemelen eski Yunan akla geliyor.
Bununla birlikte, son 20-30 yılda, arkeologlar,
modern toplumların tek adam yönetimleri yerine toplu
örgütlenmeye dayandığına dair kanıtlar keşfettiler.

Yakın geçmişteki arkeolojik atılımlar, eski
Mezo-Amerikan kenti Tlaxcallan’ın bir senatoya sahip
olduğunu ortaya koydu, ancak bu makam için adaylar
açlık, halkın linç girişimlerine ve ve yıllara
yayılan ağır çalışma şartlarına tabii
tutuluyorlardı.
SİYASİ MAKAM SAHİBİ OLMANIN BEDELİ ÇOK
AĞIRDI
Meksika’da şu an Tlaxcala yakınlarında bulunan
Tlaxcallan MÖ 1250 civarında inşa edilmiş ve
yaklaşık 100 erkekten oluşan bir ‘senato’
oluşturmuştur. Siyasi makama atanmak ise
azımsanacak bir başarı değildi. Science dergisine
göre, adaylar eğitilmiş savaşçılardı ve topluluk
önünde çıplak ayakta durmak zorunda kalırken, halk
tarafından yumruklanıp, tekmeleniyorlardı.
Ardından, ölümcül açlıkla sınanarak 2 yıl kadar
bir süre tapınakta tutuluyorlardı, uyurken kamçı ile
dövülüyor ve vücudu kanlı yaralarla doluyordu.
Şehrin rahipleri ise onları ahlaki ve yasal kurallar
için eğitiyorlardı.

Bu yorucu süreç, 1500’lü yıllarda bir İspanyol
rahibesi tarafından belgelendi, ancak o günden bu
yana Purdie Üniversitesi’nden Richard Blanton’ın
liderliğinde ve danışmanı Lane Fargher ile
gerçekleşen arkeolojik çabalar sonucu, bu bir nevi
cumhuriyetin kanıtları ileri düzeye ulaştı.
Bilim insanları, toplumda tam bir demokrasi
görülmese de, halkın hükümetlerde söz sahibi
olduklarını belirtiyorlar. Bununla birlikte iktidarı
paylaşan birkaç yönetici vardı.
TÜM SINIFLAR YÖNETİCİ KONSEYDE YER
ALABİLİRDİ
Son 20-30 yılda, Kolomb
öncesi MezoAmerika’da toplumların güçlü krallar
tarafından yönetildiği düşünülüyordu. Ancak
Tlaxcallan’ın da aralarında bulunduğu bazı bölgeler,
otokratik bir yönetimin ortak belirtilerinin
çoğundan yoksundu. Science dergisine göre devlet ve
liderler, vergilere dayanıyorlardı ve tüm
sınıflardan insanlar iktidar yerine yönetici
konseyin bir parçası haline gelebilirdi.
Araştırmacılara göre, Tlaxcallan’da yaşayan
birçok farklı etnik grup ve birçokları mülteci
olarak yaşarken, yeterince güçlü bir savaşçı olan
herkes senatoya katılabilirdi. Şehrin kolektif
örgütüne bir örnek ise kentin en büyük halk
alanlarından birinin yakınında inşa edilmiş evlerin
kanıtı olarak görülüyor.

Fargher “Başka herhangi bir Mezoamerikan
bölgesinde, ana meydanın yanında muazzam bir
sarayınız olurdu. Burada ise oldukça mütevazı bir
evimiz var.” diyor. Araştırmacılar, büyük anıtlara
odaklanan diğer Mezo-Amerikalı toplumların aksine,
şehir genelinde açık bir hiyerarşiye dair ufak
işaretler barındıran ızgara benzeri bir şehir
kurulumu olduğunu belirtiyor.
Ancak yakınlardaki Teotihuacan kentinde ise
arkeologlara kendi aralarında bölünmüş durumda
bulunuyor. Bazıları, piramitler gibi büyük yapılara
sahip olduğu için muhtemelen güçlü bir yönetişime
sahip olduklarını söylerken, bazıları ise ızgara
düzeninin kolektif yönetişime odaklanıldığına dair
işaretler taşıdıklarını söylüyor.
Blanton Science dergisine verdiği demeçte ,
“Demokrasi tek seferlik tek bir olay değildir, Gelip
gidiyor ve sürdürülebilir kılmak çok zor.” diyor.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul,17.03.2017
|
MISIR'DA BULUNAN FİRAVUN HEYKELİ I. PSAMTİK'E AİT
OLABİLİR

Mısır’da geçen hafta bulunan
firavun heykelinin, I.
Psamtik adlı firavuna ait olabileceği
belirtildi.

Mısır Tarihi Eserler Bakanı Halid el-Anani,
Kahire’nin doğusundaki El-Matariyye
Mahallesi’nin El-Hamis Pazarı bölgesinde geçen hafta
bulunan tarihi eserle ilgili yaptığı basın
açıklamasında, “Matariyye’deki kazılar yıllarca
sürdü ve en önemlisi büyük heykelin iki parçası olan
birtakım buluşlarla sonuçlandı. Söz konusu iki parça
geçen hafta bulundu.” dedi.
Heykelin II. Ramses’e
ait olmasına ihtimal vermediğini belirten Anani,
“Taç ve göz şekilleri incelendikten sonra heykelin
sırtında 4 hiyeroglif işarete rastlanıldı. Bu da
‘güçlü kalkanın sahibi’ anlamına gelen firavunların
birinin lakabı olan kuş, kobra yılanı ve yarım daire
resimlerden ibarettir.” ifadelerini kullandı.
Söz konusu lakabı sadece I. Psamtik'in taşıdığına
dikkati çeken Anani, “I. Psamtik 54 yıl yaşadı (MÖ
664-610) ve firavunların rönesans asrının
kurucusudur. Tarihi 26. firavun hanedanına kadar
uzanır.” şeklinde konuştu.
Anani, heykelin 8
metre yüksekliğinde ve 7 ton ağırlığında olduğunu
ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Daniel
Gallego, 17.03.2017
|
ÇİN'İN TEKNE MEZARLARINDAN BİNLERCE ESER ÇIKTI
2.200 yıllık oldukları tahmin edilen, tabutları
ahşap teknelerden oluşan yaklaşık 200 mezarda pek
çok eşya bulundu.
Güneybatı Çin'in Siçuan (Sichuan)
eyaletinde bulunan MÖ 200 yılından kalma tekne
mezarlardan çıkan tarihi objeler sergilendi.

Yaklaşık 2 futbol sahası büyüklüğündeki alanı
kaplayan mezarlardan çıkan tarihi eserler
Çinlilerden büyük ilgi gördü.
Çinlilerin halk
arasında Róng diye adlandırılan, nüfusunun önemli
oranını Uygurların oluşturduğu Siçuan (Sichuan)
eyaletinin başkenti Çengdu'nun (Chengdu) Şuen (Shuangyuan)
Köyü'nün Hebati (Qingbaijiang)
mahallinde geçen yıl tekne tabutlara sahip yaklaşık
200 mezar bulunmuştu. Mezarlardaki tabutların
tamamının ahşap deniz teknelerinden oluşması
arkeoloları şaşırtmıştı.
China Daily'nin
haberine göre; 2,200 yıllık oldukları tahmin edilen
tekne şekilli yaklaşık 200 mezardaki tabutlarda bir
yıl süren araştırmalar sonucu pek çok eşya bulundu.
Tekne şeklindeki mezarlarda bulunan
tabutlardan bronz eşyalar, cilalı eşyalar ve seramik
parçaları bulundu.

Binlerce buluntunun Chengdu
bölgesinde varlığı bilinen Şu kültürünün (Shu
culture) aydınlatılmasına katkı sağlayacağı
belirtildi.

Öte yandan Çengdu
Arkeoloji ve Kültürel Eserleri Koruma
Enstitüsü
(Chengdu Cultural Relics and Archaeology Institute)
arkeoglarına göre mezarların tarihi, MÖ 475-221 yıllar arasına tarihlenen
Savaşan Devletler
Dönemi'ne hatta MÖ 770-476 yılları arasına
tarihlenen İlkbahar
ve Sonbahar Dönemine dek uzanıyor olabilir.

arkeolojikhaber.com, 17.03.2017
|
TESADÜFEN BULUNAN KABARTMA 4 BİN YILLIK ÇIKTI
Elazığ'ın Harput Mahallesi'nde fidan dikimi
sırasında tesadüfen bulunan kabartmada yapılan
incelemede, eserin 4 bin yıllık geçmişe sahip olduğu
tespit edildi. Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi
arkeoloğu Bülent Demir, "Harput'un bilinen tarihi
Urartulara kadar uzanmaktaydı. Ancak bu kabartma ile
Harput tarihinin bin yıl kadar geriye gittiği
görülmektedir" diye konuştu.

Elazığ Orman İşletme Müdürlüğünce 3 Mayıs 2016'da
tarihi Harput Mahallesi Nevruz Ormanları mevkisinde
yürütülen çalışma sırasında fidan dikimi için çukur
kazan İshak Yurter'in kullandığı kepçe bir kaya
parçasına takıldı. Bunun üzerine elleriyle toprağı
kazan ve kabartma ile karşılaşan Yurter, Elazığ
Arkeoloji ve Etnografya Müze Müdürlüğü ekiplerine
haber verdi.
Müze ekipleri, yüksekliği 2
metre 72 santimetre, genişliği de 2 metre 25
santimetre olan ve 5 parçaya bölünmüş halde bulunan
kabartma üzerinde restorasyon ve inceleme çalışması
başlattı.
Yapılan incelemede, kabartmanın
tarihinin günümüzden 4 bin yıl öncesine dayandığı
belirlendi. Böylelikle daha önce milattan önce (MÖ)
birinci bin yıl olarak bilinen Harput yöresinin
tarihi de değişmiş oldu. Restorasyon çalışmasının
ardından Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi,
"Harput Kabartması" adı verilen eseri teşhir
salonuna yerleştirdi.
İki evreli
yerleşim yeri
Elazığ Arkeoloji ve Etnografya
Müzesinde görevli arkeolog Bülent Demir yaptığı
açıklamada, kabartmanın bulunduğu bölgede Müze
Müdürlüğünce yürütülen kazı çalışmalarında ağır bir
yangınla son bulmuş iki evreli bir yerleşim yerinin
izlerine rastlandığını anımsattı. Demir, 5 köşeli
eserin burada bir duvar içerisine aplike edilerek ya
da duvara yaslanarak kullanıldığını düşündüklerini
söyledi.
Kabartmanın ana temasının bir
kalenin fethi olduğunu ve sahnelerin alttan üste
doğru savaş ile ganimetleri ve çıplak esirlerin
kralın huzuruna çıkarılışı şeklinde istiflendiğine
dikkati çeken Demir, sol panoda kaledeki çarpışma
anlarına ve dehşet verici sahnelere yer verildiğini
belirtti.
Panodaki masif tekerlekli ahşap kuşatma kulesinin bir benzerine Anadolu ve Mezopotamya'da rastlanmadığını aktaran Demir, 1. Hattuşili dönemine ait çivi yazılı bir Hitit metninde koç başı ve ahşap kuşatma kulesinden bahsedildiğini ancak bu bağlamda bulunmuş görsel bir kanıt bulunmadığını dile getirdi.
Demir, kabartmanın bir diğer panosundaki sahnede de
kent kapısı üzerinde iki çıplak düşman askerinin
başına basarak yükselen sarkık kanatlı, kartal
pençeli, bacakları birbirine dolanmış tanrıça
figürünün elleri ile bir düşman askerini havaya
kaldırışının betimlendiğini anlattı. Demir, bu savaş
panosunun merkezine yerleştirilen tanrıçanın savaşın
kazanılmasındaki rolünün vurgulanmak istendiğini
aktardı.
Demir, kabartmanın en önemli
ikonografik ögesi durumundaki tanrıça figürünün
yakın benzerlerine MÖ 1862 Larsa Kralı Warad-Sin ve
MÖ 1779 Hammurabi dönemine ait silindir mühür
baskılarında rastlandığını ve savaşın kazanılmasında
önemli bir role sahip olduğu inanılan tanrıça
figürünün Akadların aşk ve savaş tanrıçası İştar ile
bir bağlantısının olup olmadığının ayrı bir inceleme
konusu olduğunu söyledi.
"Bilinen sanat
tarihi anlayışına yeni boyutlar kazandırdı"
Kabartmanın son ve en üst sahnesinde ise zaferle
sonuçlanan mücadelenin akabinde çıplak savaş
esirlerinin kralın huzuruna çıkarılışının
sahnelendiğini söyleyen Demir, "Kabartma stilistik
ve ikonografik açıdan milattan önce 2 bin 300 ile 2
bin 150 yılları arasında Mezopotamya'da güçlü bir
uygarlık kurmuş olan Akad ekolünün güçlü etkilerini
taşır." ifadelerini kullandı.
Kabartmanın
bulunduğu alanda yapılan kazı çalışmasında bulunan
kalıntıların çağdaşlarına göre daha iyi durumda
olduğunu ve MÖ 2. bin yılın başlarına tarihlendiğini
dile getiren Demir, kabartmada bulunan kanatlı
tanrıça ve kralın giydiği püsküllü serpuşun da Orta
Tunç döneminde görülüyor olmasının eserin MÖ 2. bin
yıllarına tarihlenmesine yardımcı olduğunu dile
getirdi.
"Kabartma ile Harput tarihinin bin
yıl kadar geriye gittiği görülmektedir"
Demir, Akad Kralı Sargon ve torunu Naram Sin'e ait
Sar Tamhari metinlerinde Anadolu'nun başta Kaniş
olmak üzere birçok bağımsız krallık ve beylik
tarafından paylaşıldığının kayıtlı olduğunu
bildirerek, şöyle dedi:
"Naram Sin, Sar
Tamhari metinlerinde Kaniş Kralı Zipani ve Hatti
Kralı Pampa'nın da olduğu 17 krallığa karşı
savaştığını söyler. Harput'ta bulunan yerleşim
yerinin Naram Sin'in Sar Tamhari metinlerinde
bahsettiği bu krallıklardan biri olduğu ihtimal
dahilindedir. Şu ana kadar Harput'un bilinen tarihi
Urartular'a kadar uzanmaktaydı. Ancak bu kabartma
ile birlikte Harput tarihinin bin yıl kadar geriye
gittiği görülmektedir."
Hürriyet, 17.03.2017 |
"ZİYARET TEPE - ASUR İMPARATORLUĞU'NUN ANADOLU
SINIRLARINI KEŞFEDERKEN"
Tekfen Vakfı tarafından
desteklenen Ziyaret Tepe kazı çalışmalarından elde
edilen bilgiler kitaplaştırıldı
Marmara Üniversitesi öğretim üyesi
Prof.Dr.
Kemalettin Köroğlu ile Ziyaret Tepe kazısının
direktörü, Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Dr.
John MacGinnis, Ziyaret Tepe kazı çalışmalarından
elde edilen bilgileri anlattı.
Tekfen Vakfı
tarafından desteklenen ve 2014'te tamamlanan
çalışmalardan elde edilen bilgi, bulgu ve
görsellerin yer aldığı, "Ziyaret Tepe-Asur
İmparatorluğu'nun Anadolu Sınırlarını Keşfederken"
isimli kitap, Beyoğlu'ndaki Soho House'da
gerçekleştirilen panelde ele alındı.
Asur medeniyetinin kültürel mirası hakkında daha
çok bilgi vermek, bilinç kazandırmak, evrensel
tarihe ışık tutmak ve bölgenin kültürel zenginliğini
gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla gerçekleştirilen
çalışmaya ilişkin bilgi veren Prof.Dr. Köroğlu,
Ziyaret Tepe'nin, Diyarbakır'ın Bismil İlçesi
yakınında Tepe Köyü'nde yer aldığını belirterek,
"Dicle'nin güney kıyısında ve bu bölgedeki 4 büyük
höyüğün en büyüklerden. Burada uluslararası bir ekip
tarafından kazı çalışmaları yürütüldü. Amerika,
Avrupa ve Türkiye'den katılan büyük bir ekip. Ekipte
farklı uzmanlık alanlarından kişiler de vardı."
dedi.
Köroğlu bölgede arkeolojik kazıların yanı sıra
insanların ve hayvanların yeme içme alışkanlıklarını
gösteren bulguların da elde edildiğini vurgulayarak,
şunları kaydetti:
"Burada incelenen en önemli alan, yeni Asur
dönemine ait büyük bir garnizon, eyalet merkeziydi.
Eyalet merkezinde üst bölümde büyük bir saray ve
konaklar vardı. Alt şehirde ise diğer idari yapılar
ve depolar vardı. Etrafı surlarla çevriliydi.
Milattan önce 882 yılında Asur Kralı buraya geliyor.
Kendi diktirdiği yazıtla bu garnizonların kuruluşunu
ilan ediyor. En son milattan önce 611 yılında
yıkıldığını da Ziyaret Tepe'de bulunan bir tabletten
anlıyoruz. Yani 882 ile 611 yıllarında yaşanmış bir
eyalet bu. Bu eyaletin kuruluş amacı, bölgenin tarım
potansiyelinden yararlanmak ve bu potansiyelle
ihtiyaç duyulduğunda başkent bölgesini desteklemek."
Asurluların sanat, mimari ve gündelik hayattaki
bütün kazanımlarını bu bölgeye taşıdığına işaret
eden Köroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Başkentlerin küçük modelini burada
oluşturmuştur. Dolayısıyla küçük buluntular, mezar
hediyeleri ve gündelik yaşamda kullanılan eşyaların
hepsi, Asurluların başkentlerinden bildiğimiz
örneklere benziyordu. Bir eyalet merkezini ilk defa
burada tanıma ve birimlerini anlama fırsatı bulduk.
Tabanında mozaik döşemeli büyük avlulu yapılar da
çıktı. Taban altına gömülmüş mezarlarında zengin
hediyeler bulduk. Ayrıca yakarak gömme geleneğinin
bir şekilde Asurlularda da var olduğuna dair ilk
ipuçlarını da burada bulduk. Asur sarayının
avlusunda yakılarak gömülmüş yöneticilere ve sarayda
çalışanlara ait mezarlar ortaya çıktı. Asur'dan daha
önce ve sonrasına ait de ipuçlarına rastladık."
Prof.Dr. Kemalettin Köroğlu, Ziyaret Tepe'de
yerleşik kültürlerin yanı sıra göçebe toplumların
izlerinin de bulunduğunu kaydetti.
Kerpiçten yapılmış mimari eserleri korumanın
zorluklarına değinen Köroğlu, şöyle devam etti:
"Henüz Türkiye şartlarında ayakta sergilemek için
yapılmış, korunmuş kerpiç mimari çok nadir.
Dolayısıyla bunu korumanın en önemli yollarından
biri kazdığınız şeyi belgeleyip bilim dünyasına
tanıttıktan ve birtakım koruyucu tedbirler aldıktan
sonra onu tekrar toprak altına gömerek, orada
korumak. Ziyaret Tepe'de tam olarak yaptığımız da
bu. Çünkü Diyarbakır'da bir beldede açık hava müzesi
haline getirmekti ideal olan. Fakat bunun için kazı
projesinden çok daha büyük bütçeye, düzenlemeye ve
onu sürdürebilmeye ihtiyaç var."
Dr. John MacGinnis de Türkiye ve özellikle
İstanbul'da olmaktan mutlu olduğunu belirterek,
toplam 25 hektarlık bir alanda kazı yapıldığını ve
kazı çalışmalarına başlandığında işin ne çok önemli
olduğunun fark edildiğini söyledi.
Çalışmaların sonunda vali sarayı, seçkinlerin
konutları, erlerin kışlaları gibi yapıların ortaya
çıktığını aktaran MacGinnis, "Öte yandan da
imparatorluğun MÖ 9. yüzyılın başlarındaki
genişlemesinden çöküşüne kadarki bütün tarihinin
izini sürdük. Ortaya çıkan pek çok olağanüstü
buluntu arasında daha önce bilmediğimiz ancak bundan
2500 yıl önce konuşulan bir dilin varlığına işaret
eden, çivi yazısıyla yazılmış bir kil tablet de
bulduk. Sarayda bulduğumuz tablette Tuşhan'a
getirilen 60 kadının bildiğimiz herhangi bir dile
ait olmayan isimleri yazılıydı." ifadelerini
kullandı.
Tekfen Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dori Kiss
Kalafat'ın da kısa bir konuşma yaptığı etkinlik,
soru cevap kısmının ardından sona erdi.
Timetürk,
16.03.2017
|
DALGALAR VURA VURA ANTİK KENTİ ORTAYA ÇIKARDI
Çanakkale’nin Kepez beldesinde Roma ve Bizans
dönemine ait olduğu sanılan zeytinyağı işliği ya da
deposu ortaya çıktı. ‘Harmanyeri’ olarak bilinen
piknik alanının denize bakan kıyısında dalgaların ve
toprak erozyonun ortaya çıkarttığı taş blok yapı ve
eski küpler, Kepez sakinleri arasında heyecan
yarattı.

Kepez beldesinin 6 bin yıllık bir geçmişinin
olduğuna dikkat çeken yöre sakinlerinden Necmi
Aslan, maskesiyle dalış yaptığı bir gün, taş
iskelenin, sahilden denizin içlerine doğru devam
ettiğini saptadığını anlattı, “Büyük İskender’in,
Pers Kralı Xerxes’in, Sezar’ın ve daha başka tarihin
pek çok büyük şahsiyetinin yolu, bu bölgeden geçmiş.
Kalıntılara bakılırsa, burada antik bir liman da
olmalı. . Umarım yetkililer gerekli olan çevre
düzenlemesi ve koruma çalışmalarını
gerçekleştirirler. Aksi takdirde ne iskele, ne de
küpler ortada kalmayacak” dedi.
ANTİK LİMANIN BAŞLANGICI OLABİLİR
Sahil yerleşimi olduğundan, buraya ait bir iskele
veya küçük liman olmaması ise imkansız gibi
görünmekte. Seramik küp parçalarını bulunduğu
bölge, hali hazırda taş duvarlarla inşa edilmiş ve
burasının bir işlik ya da depo olma ihtimali de
oldukça yüksek. Bu büyük boylu küplerin antik
dönemde depolama amaçlı kullanıldığı biliniyor. Bu
nedenle, bu bölgede hem zeytinyağı üretiminin oluşu,
hem de deniz ile nakliye olanağı, bu liman ve iskele
görünümünü de barındıran küçük yerleşimin, bu bölge
için tipik bir yağ işletmesi ya da ticarethanesi
olduğunu düşündürmekte.

Duvar örgüsü eklektik olup, aralar tuğla ile
birlikte örülmüş. Bağlayıcı harcın horasan olması
muhtemel. Molozlar arasında çokça seramik kırığı
görülmekte. Hemen yüzeyde bulunan bir kaç kırık
parça ilginç bir gönüm sergiliyor. Yeşil sırlı bir
parça ve redüksiyona uğramış kırık bir kulp.
Malesef duvarlar meraklılar tarafından bir şeyler
bulma umuduyla eşelenip tahrip edilmiş. Aynı durum
küpler için de geçerli. Bir kısmının sonradan
kırıldığını tahmin ediyorum. Kırıklar eski
görünmüyor. Piknikçiler ise çevreyi fazlaca
kirleterek, tahribat sürecini hızlandırmakta...

TARİHSEL KİŞİLİKLERİN YOLU BURADAN GEÇMİŞ
Pers Kralı Xerxes MÖ 480’de orduyu buradan
geçiriyor. Troia’ya uğruyor ve kurbanlar kesiyor.
Daha sonra Nara Burnuna geliyor. O büyük orduyu
gemilerle geçirmek zor olduğu için burada köprü
yapıyor. Yaklaşık iki yüzyıl sonra ise Büyük
İskender MÖ334’de geliyor. Troia’ya geliyor,
Akhilleus Tümülüs’üne uğruyor. Aynı şekilde bu
yoldan İskender de geçiyor. Biga’da Granikos Irmağı
denen yerde tarihin en önemli savaşı yapılıyor.
İskender Granikos savaşından sonra Büyük İskender
oluyor.
 
 
Aydınlık, Haber: Ahmet Ertan, 17.03.2017
|
HİNDİSTAN'DA KOMPLEKS YAŞAM EVRİMİNİ 400 MİLYON YIL
ÖNCEYE TAŞIYAN EN ESKİ BİTKİ KALINTILARINA ULAŞILDI
Dailymail’de yer alan habere göre Orta Hindistan’ın
Chitrakoot kentinde tortul kayaçlarda korunmuş 1.6
milyar yıl öncesine ait kırmızı alg keşfedildi.
Bu keşif, hayvanların ve bitkilerin
evrimleşmesinin başlangıç noktası olan çok hücreli
organizmaların, bilinenden 400 milyon yıl önce
gerçekleşmiş olduğu anlamına geliyor.
İsveç Doğal Tarih Müzesi’den paleozooloji
profosörü Stefan Bengtson, ” DNA kalıntısı olmaması
nedeniyle yüzde yüz emin olamayız ama karakteri
kırmızı alglerin morfolojisi ve yapısıyla uyum
içinde bulunuyor.” diyor.
Dünyadaki en eski yaşam izleri en az 3.5 milyar
yıl olduğu belirtiliyor. Fakat bu organizmalar
prokaryotlar olduğundan basit tasarıma sahip
organizmalardı. Prokaryotlarda hücre çekirdeği,
hücrenin ‘beyin’ i ve organeller, kompleks bedensel
işlemleri yapan küçük hücrelerin mekanizması yoktur.
Arke, basit tek hücreli organizmalar ve
bakteriler olmak üzere iki ana gruba ayrılırlar.
Ökaryotlar olarak adlandırılan çok hücreli karmaşık
organizmalar ise 60 milyon sonra evrimleşti.

İlkel kırmızı algler üzerine bu yeni keşifle, çok
hücreli bir ökaryotun bilinen eski örneği bulunmuş
oldu. Bu keşif gerçekleşmeden önce bilinen en eski
kırmızı alg 1.2 milyar yıl öncesine dayanıyordu.
Hindistan’daki fosiller şimdiye kadar bulunmuş en
eski bitki benzeri fosilleri 400 milyon yıl erkene
taşıyor. Bu da çok hücreli ökaryotların evrimleştiği
dönemi daha erken bir zamana çekiyor.

Araştırmacılar X-ray tomografik mikroskopi
yardımıyla alg içine bakmayı başardılar ve oldukça
iyi korunmuş fosiller, bilim adamlarının ilkel
yosunların karmaşık yapısını incelemelerine olanak
sağladı.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul, 14.03.2017 |
PORTEKİZ'DE 400 BİN YILLIK İNSAN KAFATASI FOSİLİ
BULUNDU
Portekizli arkeolog João Zilhão
tarafından yönetilen ve Binghamton Üniversitesi
antropolog Rolf Quam'ın da bulunduğu büyük bir
uluslararası araştırma ekibi, Portekiz'in en eski
fosil insan kafatasını keşfetti.

Keşif, Avrupa’daki Orta Pleistosen dönemindeki
insanın evrimine ve Neanderthallerin kökenine dair
önemli bir bilgi niteliğini taşıyor.
Dailymail’de
yer alan habere göre, Kafatalar, Orta Pleistosen
çağında Avrupa’nın en basıtında şimdiye kadar
bulunan en eski insan fosilini temsil ediyor ve aynı
zamanda bu kıtadaki en eski çağlardan birisini
Acheurian taş alet endüstrisi ile
ilişkilendiriliyor.

Birçoğu kötü tarihli veya açık bir arkeolojik
bağlamdan yoksun olan aynı dönemdeki diğer fosiller
aksine, Portekiz’deki Aroeira mağarasında bulunan bu
kafatası 400.000 yıl önce tarihlendirilmesi dışında
bol faunal kalıntılarla birlikte ortaya çıktı. Ek
olarak çok sayıda taş aletler de gün yüzüne
çıkarıldı.

New York Devlet Üniversitesi ve Binghamton
Üniversitesi’nde antropoloji profesörü olan Rolf
Quam, “İber Yarımadası’nda, bu ilginç keşfin
gerçekleştiği bölge, Neandertallerin kökenini ve
evrimini anlamak için önemli bir yer. Aroeira
kafatası, Portekiz’de şimdiye kadar bulunan en eski
insan fosili ve İspanya, Fransa ve İtalya’daki aynı
dönemdeki diğer fosiller ile bazı özellikleri
paylaşıyor: Aroeria kafatası, bu dönemdeki insan
fosil kayıtlarındaki anatomik çeşitliliği artırıyor.
Farklı popülasyonlar biraz farklı özelliklerin
kombinasyonları ortaya koydu. ” diyerek keşfi
yorumluyor.
Çalışma, “Gruta da Aroeira(Portekiz)
bölgesinden Pleistosen insanımsı kafatası ”
başlığıyla Ulusal Bilimler Akademisi raporunda
yayımlanacak.
Sözcü, Çeviri: Reha Başoğul,
14.03.2017 |
FOSSATİ'NİN AYASOFYA VE İSTANBUL ALBÜMÜ YENİDEN
BASILDI
Mimar Gaspare Fossati’nin Ayasofya ve
İstanbul albümü 162 yıl sonra yeniden basıldı.
1852’de Sultan Abdülmecid’in destegğiyle bastırılan
bu meşhur eseri Çamlıca Basım Yayın 162 yıl sonra
orijinaline uygun olarak yeniden bastı.

Yeni baskı teknikleri ile yeniden gün yüzüne
çıkan eser, gerçek ebatlarına yakın ölçülerde
(29,5x39,8), 160 gram kağıda 5 renk basıldı. Eserin
cildinde aslına uygun olarak keten cilt bezi ve
sırtta da parçalı termo deri kullanıldı. Hassas el
işçiliği ile hazırlanan kutuda da yine aynı
renkte deri tercih edildi. Aslı Fransızca olan metin
Türkçe, Arapça ve İngilizce’ye tercüme edilerek
bütün dünyaya hitap edecek hale getirildi.
Eşsiz manzaralar...
Fatih Sultan Mehmed Han başta olmak üzere
İstanbul’un fethine iştirak eden şehit ve
gazilere ithaf edilen eserde ana ı̇badet mekânının
doğuya bakan manzarası, kuzey tarafında bulunan
mahfil altının ortasından ana ı̇badet mekânının,
Ayasofya’nın minaresinden batı tarafından bakışla
İstanbul ve çevresinin eşsiz güzellikteki resimleri
ile Ayasofya’nın restorasyon öncesi dış
resimleri yer alıyor.
800 İşçi Çalıştı
15 Haziran 360 tarihinde inşa edilen Ayasofya,
Abdülmecid Han devrine
gelindiğinde büyük bir tamire ihtiyaç duyar hale
gelmişti. Sultan bu iş için, Rus elçilik
binasını tamir etmek üzere İstanbul’da bulunan
Mimar Gaspare Fossati’yi
vazifelendirdi. İki yıl süren bu tamirat esnasında
yaklaşık 800 işçi çalıştı.

Sulu boya ile hazırlandı
Fossati bu tamirat esnasında ortaya çıkan
mozaiklerin çizimlerini yayınlamak istemiş ancak
gerçekleştirememişti. Bunun üzerine Ayasofya’nın
içini ve dışını gösteren 25 adet çizim
hazırladı. Çizimleri 1852’de Londra’da “Aya Sofia
of Constantinople as Recently Restored by Order of
H. M. the Sultan Abdul Medjid (1852)”, başlığı ile
büyük boy bir albüm olarak bastırdı. Bu albüm;
el işçiliği ile boyanmış, mukavva üzerinde,
kutulu, büyük boy 80 adet; ciltli olarak
tasarlanmış orta boy 100 adet ve sulu boya ile
hazırlanmış küçük boy şeklinde 200 adet olmak
üzere üç farklı türde 380 adet basıldı.
Amerika’ya da hediye edildi
Mimar Fossati’nin 25 Mart 1853 tarihinde Hariciye
Nazırı Rıfat Paşa’ya yazdığı mektubundan
anlaşıldığına göre bu albümlerin öncelikle bir
tanesi padişahın zatına, diğeri devlete hediye
edildi. Padişah Abdülmecid Han da bu çalışmayı
takdir amacıyla Fossati’yi bir pırlanta yüzükle
mükâfatlandırdı.
Yine aynı mektuptan anlaşıldığına göre, saraya
albümlerin el ile boyanmış ve mukavva üzerine
yapıştırılmış olanlarından 10, büyük boy kâğıt
üzerine basılmışlarından 10 olmak üzere 20 adet
albüm verildi. Ancak bu albümlerin 15 tanesi satın
alındı ve Amerikan elçiliğinin talebi üzerine bir
tanesi Washington’da bulunan Meclis-i Maarif
Kütüphanesi’ne hediye edildi.
Satın alınan diğer albümler ise Ragıp Paşa
Kütüphanesi’ne konuldu. 30 Aralık 1892 tarihinde
Sultan İkinci Abdülhamid’in emri ile bu
kütüphanede bulunan Ayasofya albümlerinden Yıldız
Sarayı, Erkan-ı Harbiye, Bahriye Dairesi,
Hendesehane-i Mülkiye ve diğer kütüphanelere
birer adet olmak üzere dağıtıldı.
İşte burası Allah’ın evidir...
Fossati, eserinde ana ibadet mekânının doğuya
bakan manzarasını şöyle tasvir ediyor:
“Ortadaki büyük kapı yoluyla kapı dehlizinden
çıkıldığında, karşımıza Ayasofya’nın muhteşem
ana ibadet mekânı çıkmaktadır. Mekanın
büyüklüğü o derece ihtişamlı ki insanın
gözlerini kamaştırıyor. Dünyada hem yüksek, hem
geniş ve buna rağmen uyumlu olan başka bir bina
bilmiyorum. İşte burası Allah’ın evidir...”
6 Bin Lamba İle Aydınlanıyor
Binanın genişliği 72 metre, uzunluğu ise 81,5
metredir. Kubbe zeminden 55 metre yüksekliktedir.
Yarıçapı 31,5 metredir. Kubbenin çevresinde
hafifliğini daha da artıran 40 pencere vardır.
Mübarek Ramazan gecelerinde çok ince demir
tellerle çeşitli yüksek yerlere asılan 6 bin
lamba ile camii aydınlatılarak muhteşem bir tesir
bırakıyor.
Yapı, 14.03.2017
|
TOPBAŞLAR'IN 'LOKMA'SI RUMELİHİSARI'NI PARSELLEDİ
İstanbul Boğazı'nda basit onarım ruhsatı ile küçük
bir çay bahçesinden lüks bir restorana dönüştürülen
Topbaş Ailesi'ne ait Lokma'dan yine inşaat sesleri
yükseliyor. Lokma'nın tente ile yapılan ikinci katı
alüminyum konstrüksiyon ile kalıcı hale getirildi,
yüksekliği artırıldı, arka binaların cephesi
kapandı. İşte ‘Ali Baba' çay bahçesinin hikayesi:
TUĞLADAN YAPILMIŞ DUVAR
Sarıyer Rumelihisarı'nda tapu kayıtlarında “kagir
ev ve kagir dükkan” yani taş ya da tuğladan yapılmış
duvar olarak gözüken İstanbul Boğazı'na nazır 518
metrekarelik parselde 2007 yılına kadar “Ali Baba”
çay bahçesi hizmet veriyordu. 2007 yılından sonra
ise çay bahçesinin kaderi tamamen değişti. İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın ailesi
tarafından alınan mekan, özel yasa ile korunan çivi
bile çakılamayan Boğaziçi ön görünümünde olmasına
karşın 2 katlı lüks bir restorana dönüştürüldü.
Tartışma konusu olan kaçak kat, “basit onarım”
olarak kayıtlara geçti.
Bugün Kadir Topbaş'ın oğlu Mustafa Ömer Topbaş,
akrabası Emre Kocadağ ve futbolcu Emre Belözoğlu'nun
babası Mehmet Belözoğlu'nun ortağı olduğu Lokma
Restaurant'ta yine hummalı bir inşaat çalışması
sürüyor. Sonradan eklenen branda ve tenteden yapılan
ikinci kat, pergola sistemi (alüminyum
konstrüksiyonlu tente sistemleri ) ile kalıcı bir
kata dönüştürülerek yüksekliği de artırılıyor.
İnşaatın hiçbir yerinde ruhsata ilişkin tabela
bulunmuyor.
CHP MÜCADELE EDİYOR
2011 yılından beri Topbaş'ın Boğaz'daki kaçak
restoranına karşı hukuk mücadelesi veren CHP'li
Meclis Üyesi Hüseyin Sağ'ın yeni inşaata ilişkin
tespitleri şöyle: “Tabanın büyüklüğü yüzde 50
artmış, restoran sol tarafındaki binanın içine
girmiş. Kat yüksekliği artmış.
Burası eskiden brandalı ve tenteli bir asma
kattı. Şimdi pergola sistemi ile sabit hale
getirildi. Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nden alınmış
onarım iznini asmaları gerek, o da yok.”
MANZARA KAPANDI
Baraka görünümündeki çay bahçesinden bugün lüks
bir restorana dönüşen yapının arkasındaki binaları
da olumsuz yönde etkilediğini belirten Sağ, “Şimdi
pergola üstüne pergola ile kat çıkıyorlar” dedi.
Sözcü, Haber: Özlem Güvemli, 14.03.2017
|
MİLLİ KÜLTÜR ŞURASI'NDA ARKEOLOJİK ARAZİ TEŞKİLATI
KURULMASI KARARI ALINDI
3-5 Mart 2017
tarihlerinde düzenlenen III. Milli Kültür Şurası
Sonuç Raporu tamamlandı. Kültür Varlıkları, Müzeler
ve Arkeoloji Komisyonu raporuna göre ‘Arkeolojik
Arazi Teşkilatı’ kuruluyor.
III. Milli Kültür
Şurası’nda Kültür Varlıkları, Müzeler ve Arkeoloji
Komisyonuna teklif edilen maddeler ise şu şekilde;
• III. Milli Kültür Şurası’nın Kültür ve Turizm
Bakanlığının yeni bir kültür politikası oluşturması
ve müzelerini yeniden yapılandırması yönünde bir
seferberliğe vesile olması,
•
Müzelerimizde araştırma, ölçme, değerlendirme ve
raporlamayla üst yönetimi bilgilendirecek birimler
kurulması veya bu işlevi müzelerimize dışarıdan
sağlayacak iş paydaşlarının temin edilmesi,
• Müzelerimizde mutlaka müzenin
içeriğine/koleksiyonuna uygun donanıma sahip yabancı
dil bilen ve bilimsel ölçekte yayın yapma
kapasitesine sahip nitelikli uzmanların
görevlendirilmesi ve müzelerimizin mutlaka
profesyonel kadrolarca yönetilmesi,
•
Müzede çalışacak personele, eserlerin korunmasına
yönelik hizmetiçi eğitim verilmesi,
•
Müze uzmanı, konservasyon ve restorasyon uzmanı
eksikliğinin ivedilikle giderilmesi,
•
Müzelerimizin konservasyon ve restorasyon
laboratuvarı eksikliğinin bir an önce giderilmesi,
• Müzelerimizin eser depolarının bilimsel bir
yaklaşımla yönetilmesi,
• Mesleki
heyecanların canlı tutulması ve üretilen hizmetlerin
kalitesinin artırılmasını teminen farklı unvanlarla
görev yürüten müze uzmanları arasındaki
özlük hakları farklılıklarının giderilmesi,
• Ülkemizde konservasyon – restorasyon alanında
bilimsel araştırmalar ve uygulamalar yürütmek üzere
bir enstitü kurulması,
• Müzelerin
saklama ve sergilemenin ötesinde birer eğitim kurumu
olarak işlev görmesine yönelik adımların atılması,
• Müzeler ve ören yerlerini kapsayan,
sürdürülebilirlik esaslı bir kültürel
peyzaj politikasının derhal hayata geçirilmesi,
• Kültür varlıklarımızın turizme kaynak yaratan
bir değer olarak basit kar anlayışıyla değil, kalıcı
varlıklar olarak ve koruma – kullanma dengesi
içerisinde devamlı kazanç sağlayacak biçimde
değerlendirilmesine yönelik politikaların
hayata geçirilmesi,
• Müzelerimizin
yapım ve onarımlarının mutlaka müze uzmanları ile
yapılan kapsamlı görüşmeler sonucu biçimlenmesi;
onarımı üstlenen ekibin mutlaka
müzenin koleksiyonunun gerektirdiği koşulları
tanımasına dikkat edilmesi; koleksiyon hakkında
bilgi edinerek yola çıkılması ve tasarım yapılması,
• Ülkemizin tapu senetleri sayılan eski
mezarlıklarımızdaki taşların
belgelenerek yayımlanması,
• Yurtdışına
sergi gidişi ve yurtdışından sergi gelişinin teşvik
edilmesi ve bu konuda batıdaki algının değişimine ve
tanıtıma öncelik verilmesi,
• Ülkemizin
mevcut kültür envanteri veri tabanlarının
birleştirilerek standart hale getirilmesi ve söz
konusu veri tabanının sürekli güncellenmesi,
• Kültür varlıklarının tespiti, korunması ve
bunlara yönelik kaçak kazıların önlenmesiyle ilgili
yeni bir yapılanmaya gidilmesi ve yurtdışındaki
örnekler gibi arazi teşkilatının ihdas edilmesi,
• Müzelerde markalaşma, kurumsal kimlik, kaynak
yaratma ve pazarlama konularında günümüzün bilimsel
verileri ışığında profesyonel yaklaşımlara
öncelik verilmesi,
• Akreditasyon sistemlerinin
teşvik edici bir yöntem olarak devreye girmesi,
(Yayın sayısı, kaç kez referans gösterildiği, kaç
geçici sergi gerçekleştirdiği, eğitim etkinliklerine
katılım oranı, ziyaretçi sayısı, yerli ve yabancı
diğer müzelerle işbirlikleri ve sonuçları gibi
verilerle müzelerin performanslarını ölçmek
kadar müzenin iyi yönetimini sağlamak açısından da
önemlidir.)
• Müzelerde koleksiyon yönetiminin
yanı sıra eğitim, yayın, iletişim ve tanıtım gibi
faaliyetlere de önem verilmesi,
• Müze ziyaretçi
yönetimine özel hassasiyet gösterilmesi,
•
Müzelerin kapılarını yerli ve yabancı
araştırmacılara açabilecek bir sistemin getirilmesi,
• Kültür ve Turizm Bakanlığının genel bütçeden
aldığı payın, bütün bu hedeflerine ulaşabilmesini
sağlayacak oranda artırılması.
arkeolojikhaber.com, 14.03.2017
|
HİTLER'İN YAPTIĞI BİR TABLO İLK KEZ SERGİLENDİ
İtalya'da açılan bir sergide, Nazi Almanyası
diktatörü Adolf Hitler'in yaptığı yağlı boya bir
tablo ilk kez sergilenmeye başlandı. İtalyan sanat
eleştirmeni Sgarbi, "Bir diktatörün değil, bir
zavallının eseri bu, derin bir melankolik ruhu
ortaya koyuyor" sözleriyle Hitler'in fırçasından
çıkan eseri değerlendirdi.

İtalya’nın kuzeyindeki Brescia kentinde bulunan Sal
ò Müzesi’nde, Vittorio Sgarbi küratörlüğünde
“çılgınlık” temalı bir sergi açıldı.
11 Mart’ta sanatseverlerle buluşan ve 16 Kasım’a
kadar gezilebilecek “Çılgınlık Müzesi (Museo della
Follia)” adlı sergide sürpriz bir eser de bulunuyor;
Adolf Hitler’in yaptığı, isminin açıklanmasını
istemeyen Alman bir koleksiyonerden ödünç alınan ve
karanlık bir odada iki depresif adamın görüldüğü
yağlıboya resim.
İtalyan basınında yer alan haberlere göre,
“çılgın siyasiler” bölümüne konan isimsiz bu resim,
daha önce hiç sergilenmedi.
Yaptığı bazı resimler geçen yıllarda açık
artırmayla satılmış olan Hitler’in, böylece ilk kez
bir eserinin halka açık şekilde sergilendiği de
kaydedildi.
“Resim, Hitler’in büyüklüğünü değil,
sefaletini ortaya koyuyor”
Hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen Hitler eserini
artistik açıdan değerlendiren sergi küratörü, sanat
eleştirmeni ve TV yorumcusu Vittorio Sgarbi,
“Umutsuz birisinin eseri bu ve sanki Kafka
tarafından yapılmış gibi; onun zihninden çok şey
var. Burada onun (Hitler’in) büyüklüğünü değil,
sefaletini görüyorum” ifadesini kullandı.
Sgarbi, “Bir diktatörün değil, bir zavallının
eseri bu, derin bir melankolik ruhu ortaya koyuyor”
diye ekledi.
Hitler, “Hayatımı bir sanatçı olarak sonlandırmak
istiyorum” demiş
Bir ressam olmayı hayal eden Hitler, 1907 yılında
başvurduğu Avusturya Güzel Sanatlar Akademisi’nden,
ressamlığa uygun olmadığı gerekçesiyle ret cevabı
almıştı.
Çılgınlık Müzesi sergisinin organizatörleri,
etkinliğin tanıtımında Hitler’in resmini “Yaratıcı
olmayan, yıkıcı bir çılgınlığın ürünü” diye
nitelerken, bir anekdotu da paylaştılar. Anlatıya
göre Hitler’in, İngiltere’nin Almanya Büyükelçisi
(1937-39) Neville Henderson’a ‘Ben bir
politikacı değil, sanatçıyım. Polonya meselesi
çözüldükten sonra hayatımı bir sanatçı olarak
sonlandırmak istiyorum’ dediği belirtiliyor.
Sal ò Müzesi Müdürü Giordano Bruno Guerri de,
“Hitler, bir sanatçı olarak da o kadar iyi değilmiş”
diye konuştu.
Çılgınlığı anlatan 200’ün üzerinde fotoğraf,
resim, heykel, obje ve enstalasyona yer verilen
sergide, Francisco de Goya ve Francis Bacon gibi
isimlerin eserleri de bulunuyor.
Sözcü,
13.03.2017
|
TARİHİ KALENİN ALTINA DİNAMİT
Geçtiğimiz eylül ayında bulunan tarihi Kibele
Heykeli’nin çıkarıldığı Ordu Kurul Kalesi, taşocağı
tehdidi ile karşı karşıya. 2100 yıllık, 6.
Mithridates dönemine ait kalenin eteklerinde her gün
onlarca dinamit patlatılıyor.
Ordu’nun Bayadı Köyü sınırları içerisinde, Kurul
Kayalıkları’nın zirvesinde konumlanan Kurul
Kalesi’nde, 2010 yılından itibaren Prof.Dr. Yücel
Şenyurt’un başkanlığında arkeolojik kazılar
yürütülüyor.
Tam 2100 yıllık kaleye
ilişkin kazılarda, geçtiğimiz eylül ayında, tarihi
Kibele Heykeli’nin bulunması, büyük bir heyecana
neden oldu. Bir hafta içinde 15 bin ziyaretçi
Ordu’ya akın etti. Ancak bilimsel çalışmaların
sürdüğü kayalıkların Melet Irmağı’na bakan
yamacında, yüzlerce yıllık kaleyi tehdit eden başka
bir çalışma sürüyor. Tarihi kalenin altını oyan
taşocağı için, her gün onlarca dinamit patlatılıyor.

BİLİRKİŞİ:
HEYELAN OLUR
1996’da koruma
kurulunca kalenin çevresi 1. derece arkeolojik ve
doğal sit alanı ilan edildi.
Ardından sit alanı
içinde açılan taşocağının ruhsatını mahkeme iptal
etti. Ancak 2011 yılında ocağı işleten Kırca
Mühendislik, kale ile ayrı kaya kütleleri üzerinde
bulunduklarını ileri sürerek sit alanının
daraltılmasını talep etti. Ordu İdare Mahkemesi’nin
istediği bilirkişi raporunda, taşocağının kale
yerleşimini tamamen yok edebileceği ifade edilmesine
rağmen, Ordu Müzesi ve bilimsel kazıları yürüten
Prof.Dr. Yücel Şenyurt farklı bir rapor tanzim
ederek, taşocağının bulunduğu alanın, arkeolojik
sitten çıkarılabileceğini bildirdi. Bunun üzerine
mahkeme, taşocağının bulunduğu alanın arkeolojik sit
alanı dışına çıkarılmasını onayladı.

Bugünlerde taşocağının
faaliyetleri sürerken, tarihi kalenin altındaki kaya
mezarları da yok oluyor. Ocak aynı zamanda, kale
için gözle görülür bir tehdit oluşturmuş vaziyette.

ÇEVRECİLER
TEPKİLİ
Taşocağının
faaliyetlerine devam etmesini sağlayan kazı
başkanına kızgın olan Ordu Çevre Derneği’nin Başkanı
Gül Ersan, şöyle isyan ediyor: “Arkeologlar
mağaraların yanına gidemiyor, uzaktan bakıyorlar.
Taşocağına yakın yerde buldukları çanak çömlekler
konusunda da yukarıdan aşağıya yuvarlanmış
olabileceğini söylüyorlar. Mahkeme, kazı başkanı
profesörden görüş istiyor. O da raporunda ‘Sit
alanına bir zararı yoktur’ diyor. Yani arkeologların
vermiş olduğu raporlar sonucunda, şirket rahatlıkla
çalışıyor.”

BELEDİYE
BAŞKANI: GÖNLÜMÜZÜ YARALIYOR
Arkeolojİk kazılara
yılda 1 milyon lira destek veren Ordu Büyükşehir
Belediye Başkanı Enver Yılmaz da taşocağına tepkili.
Başkan şöyle diyor: “Bakanlığın 50 bin liralık
arkeolojik desteğini yılda 1 milyona çıkarttık.
Kibele işin lokomotifi oldu. Kalenin girişinde
heykel bulunması, içeride neler çıkacağına işaret.
İki haftada 15 bine yakın ziyaretçi geldi. Esenyurt
tarafından o güzel kompleksin yarısı yaralandı.
Taşocağına benden önceki dönemde ruhsat verilmiş.
Biz hem valilik hem Kültür Bakanlığı hem de
büyükşehir olarak hukuki süreçte tamemen doğallığı,
Kibele ve kaleyi koruma, geçmişten kaynaklanan
ihmalleri düzeltme yönünde çalışmalara başladık. O
vahşi, o yaralı bölüm gönlümüzü yaralıyor. En kısa
sürede düzelteceğiz.’’
Hürriyet, Haber: Ömer
Erbil, 13.03.2017
|
ANTİK ÖRÜKAYA BARAJI TURİZME KAZANDIRILACAK

Çorum’un Alaca İlçesi'nde bulunan Roma dönemine ait
Antik Örükaya Barajı'nın turizme kazandırılması için
çalışma başlatıldı.
Örükaya
Köyü'nde bulunan Antik
Örükaya Barajı’nın gün yüzüne çıkarılması için Çorum
Valiliği ve Hitit Üniversitesi tarafından önümüzdeki
günlerde bölgede kazı çalışması başlatılacak.
Bölgedeki arkeolojik kazı çalışmaları Hitit
Üniversitesi tarafından yürütülen ilk kazı olacak.
Alacahöyük, Şapinuva ve Hattuşa destinasyonunda yeni
bir ziyaret noktası olarak turizme kazandırılması
hedeflenen antik barajın yanı sıra bölgedeki höyük
alanında kazı yapılacak. Arkeopark konseptinde
yürütülmesi planlanan çalışmalar kapsamında
bölgedeki doğal güzellikler tarihle buluşturulacak.

Çorum Valisi Necmeddin Kılıç,
AKP Çorum
Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu, Hitit
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Reha Metin Alkan,
Örükaya Köyünü ziyaret ederek tarihi barajın
bulunduğu alanda incelemelerde bulundu. İncelemeler
sırasında Müze Müdürü Dr. Önder İpek ve Hitit
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr.
Yaşar Ersoy, baraj ve bölge hakkında yetkililere
bilgi verdi. Prof.Dr. Yaşar Ersoy, Örükaya
yerleşimi ve barajının arkeolojik kazılar
neticesinde ortaya çıkarılmasının dönemin çevresel
koşullarının aydınlatılmasında önemli bir katkı
sağlayacağını söyledi.
Çalışmalarda Örükaya su
bendinde uygulanmış olan inşa tekniğinin de
inceleneceğini dile getiren Prof.Dr. Ersoy,
“Anadolu ölçeğinde Hellenistik ve Roma dönemlerine
tarihlenen herhangi bir baraj veya bendin
araştırmasının yapılmamış olması, Örükaya’dan elde
edilecek bilgiyi değerli kılacak ve hem literatür
için hem de bölge arkeolojisi için önemli bir örnek
sağlayacaktır.
Gerçekleştirilecek olan
dokümantasyon, kazı ve restorasyon çalışmaları
neticesinde özellikle Hitit İmparatorluğu’nun
sonlanmasının ardındaki süreçte arkeolojik ve
kültürel dinamikleri maalesef o denli iyi
tanınamayan bölgenin bir kültürel miras alanı
belgelenerek kayıt altına alınacak, ülkemizin kültür
ve tarih envanterine katılacaktır. Ayrıca Örükaya
Baraj alanında yapılacak olan arkeolojik kazı ve
temizlik çalışması ile beden duvarlarının onarımı
ilimizin en önemli turizm alanlarından biri olan
Alaca Höyük Örenyeri ve yakınındaki Gölpınar Hitit
Barajı ile birlikte Örükaya Barajının yeni bir
turizm destinasyonu olmasını sağlayacaktır” dedi.
AKP Çorum milletvekili ve TBMM İdare Amiri
Salim Uslu, Hitit Üniversitesi ve Çorum Valiliği
tarafından bölgede Hellenistik çağdan kalma bir baraj
gövdesi ve yanındaki höyüklerin ortaya çıkarılması
için bir kazı çalışması yapılacağını açıkladı.
Topraktan tarih çıktığını dile getiren milletvekili
Salim Uslu, “Bu tarih bizim için önemli bir
zenginlik kaynağı. Bu zenginliği ortaya çıkarmak
istiyoruz. Valiliğimiz ve üniversitemizin katkı ve
çabaları ile burayı eski muhteşem günlerine yeniden
döndürmek için bir çaba içerisindeyiz” diye konuştu.
Hitit Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Reha Metin
Alkan, üniversitenin eğitim faaliyetlerinin dışında
diğer alanlarda da toplumda sosyal ve kültürel
yapıya dokunacak projelere el atmasının
üniversitelerin olmazsa olmaz misyonlarının başında
olduğunu belirtti. Rektör Alkan, “Bu anlamda bu kazı
bizim için çok farklı anlama geliyor. Çorum’da
yapılan ilk kazı. Valiliğin desteği olmasaydı biz
bunu yapamazdık. Valimizin geldiği günden bugüne
kadar yaptığı çalışmalar böyle somut projelere
dönüştü. Bizde sahip olduğumuz bilgi birikimimizi,
akademik gücümüzü toplumumuz için, Çorum için,
bölgemiz için olabildiğince kullanmaya gayret
ediyoruz. Bu projede onlardan birisi” şeklinde
konuştu.
Üniversitelerin çok kolay kurulmadığını
dile getiren Alkan, “Üniversite olmak için bir
mantaliteye ihtiyacınız var. Sadece bina ve yollarla
üniversite olunmuyor. Onun için biz bu projeleri çok
önemsiyoruz. Çok ciddi yol kat ettik. Bu da
milletvekillerimizin, valimizin, toplumun diğer
katmanlarının üniversiteye sağladığı destek ve
katkılarla oldu. Omuz omuza verince güzel çalışmalar
ortaya çıkıyor" ifadelerini kullandı.
Turizm
master planının esaslarının belli olmaya başladığını
belirterek Vali Necmeddin Kılıç’da, “Bu plan
dahilinde Alacahöyük, Şapinuva ve bunun etrafındaki
höyükleri, kurganları, tümülüsleri açarak bir
seyahat hattı oluşturup, ilimize daha çok turist
gelmesini sağlamak amacıyla çalışmamız var. Bu
çalışmalardan bir tanesi de burada bulunan tarihi
barajımızı yeniden turizme kazandırmayı
hedefliyoruz. Mevcut barajla birlikte bütünleyerek
daha önceki höyükleri açarak turizmin hizmetine
sunmak hem bölge, hem Alaca hem de Çorum için katkı
sağlayacak” dedi.
İncelemeler sırasında Alaca
Kaymakamı Ramazan Kurtyemez, Alaca Belediye Başkanı
Muhammet Esat Eyvaz, AKP Çorum İl Başkanı
Mehmet Karadağ ve idari müdürleri de hazır bulundu.
Milliyet, 13.03.2017 |
DÜNYA MİRASI HEVSEL'DE AĞAÇLAR KESİLİYOR
‘Dünya Kültür Mirası’ listesinde bulunan 7 bin
yıllık Hevsel Bahçeleri KHK kararı ile ‘ Özel proje
alanı’ ilan edildi. 3 aydır ağaçların kesildiği ve
yol genişletme çalışmasının yapıldığı Diyarbakır’ın
nefes borusu Hevsel için UNESCO’ya çok geç olmadan
harekete geçmesi çağrısı yapıldı.
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO); tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
alınan Diyarbakır’ın Sur İlçesi sınırları içindeki
Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri, Ocak ayında çıkan
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile “Özel Proje
Alanı” ilan edildi. Aradan üç ay geçmesine rağmen
proje ile ilgili kimse bilgiye sahip değil.
7 bin yıllık tarihi olan Hevsel için hukuki
itiraz ve tüm başvuru yollarına rağmen yıkım ve
ekolojik talan kararı 3 aydır uygulanıyor. Hevsel’de
bahçesi bulunanların hesaplarına Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından kamulaştırma parası yatırıldığı
gelen bilgiler arasında. Alınan bilgiye göre ise
proje içeriğine göre Hevsel’de yıktığı yerlere cami
ve sosyal tesis yapacak.
Henüz proje ortaya çıkmadan yüzlerce ağacın
kesildiği Hevsel’de aylardır talan devam ediyor. Bu
talan kararından sonra ilk olarak Amed Ekoloji
Meclisi tüm hukuki yollara başvuracaklarını dile
getirmiş ardından ise TMMOB verilen karara itiraz
etmişti. Hukuki itirazlara henüz bir cevap
verilmedi.
UNESCO neyi bekliyor?
7 bin yıllık tarihe,
kültüre ve ekolojik yapıya sahip olan Hevsel
Bahçeleri Almanya’nın Bonn kentinde 2015 yılında
düzenlenen UNESCO 39’uncu Dünya Miras Komitesi
Toplantısı’nda, Diyarbakır Surları ile birlikte
UNESCO “Dünya Kültür Mirası” listesine girmişti.
Devam eden yıkıma hala bir ses UNESCO yıkımın olduğu
bölgede bir gözlem dahi yapmış değil. Proje
kapsamına alınan 32 bin hektarlık alan üzerinde
planlanan yıkım araçlarının girişleri için Dicle
Vadisine doğru ağaçlar kesilerek yol genişletilmeye
başlandı.
Gazete Sujin, 12.03.2017
|
MISIR'DAKİ 'PİTHOS' GÖMÜTLER YENİDEN DOĞUŞUN BİR
SİMGESİ MİYDİ?

Mısır’daki Adaïma Mezarlığı’ndan, Ön-Erken Hanedan Dönemi’ne (MÖ 5500-2700) tarihlenen, içerisinde çocukların gömülü olduğu pithos mezar kalıntıları (Adaima Kazıları, Crubezy & Midant-Reynes, IFAO)
Biliminsanları, yeni bir çalışmada Antik
Mısırlıların ölülerini gömerken kullandıkları
kapları yeniden doğuş ve rahmin sembolik bir
göstergesi sayıp saymamayı tartışıyorlar.
Eski
Mısır’daki pithos gömütler, uzunca bir süre yoksul
kesimle ilişkilendirilmiştir. Buna karşın, Antiquity
isimli dergide yayımlanan makaleye göre; Cambridge
Üniversitesi ile Avustralya Macquarie
Üniversitesi’nden arkeologlar Ronika Power ve Yann
Tristant, söz konusu kapların, yalnızca zor
koşulların getirdiği çaresizlik nedeniyle
seçilmediğini ileri sürüyorlar. Onun yerine,
kapların yumurta ya da rahmi simgeleyebileceğini,
bunların kullanımının ise inancın bir gereği olarak
öldükten sonra yeniden doğuşla bağdaştırıldığını
yazıyorlar.
Araştırmacılar, “İnsan bedenlerinin
bacakların bükülmesiyle yerleştirildiği kaplar ile
adeta uyur pozisyondaki bir cenin/fetüs ya da rahim
ve yumurtanın görsel benzerliklerini reddetmek pek
mümkün görünmemektedir” diyorlar. Buradan devamla,
“Gebelik ve doğumla ilişkisi belirgin olan bu defin
yönteminin sembolik anlamını çözme yönünde ileride
daha fazla çalışmanın yapılması gerektiği açıktır”
görüşünü paylaşıyorlar.
Üst sınıfa ait bir ölü mü?
Çocuklar, bebekler ve fetüsler Antik Mısır’da çoğu
kez pithoslara gömülü halde bulunmuştur ve bu
sebepten biliminsanları ritüelin önemini gözden
kaçırarak, mevcut gömütleri alelade bırakılmış bir
atık gibi düşünmüşlerdir. Ancak, Power ve
Tristant’ın önerisi dikkate alındığında, geri
dönüştürülmüş ev tipi bir kullanım kabına gömülen
bebek ve çocukların atıktan başka bir anlam ifade
etmediği görüşü zayıflar. Araştırmacılar, eski
toplumların birçok materyali farklı zamanlarda
yeniden kullandıklarını; hatta üst sınıfa mensup
kimselerin bile bazen eski mezar ya da lahitlere
gömüldüklerini belirtiyorlar.
Power ve Tristant
bu durumu,“Eğer bir nesne artık esas fonksiyonunu
yerine getiremiyorsa, hemen çöpe atılmak yerine
tamir edilir; işlevsel ve sembolik olarak, gelecekte
yeniden kullanım amacıyla dönüştürülürdü. Ayrıca,
kimi materyallerin farklı nesnelere entegre edilmek
üzere kasten parçalandığı bilinmektedir” diye
açıklıyorlar.
Öte yandan, araştırmacılar çok
sayıda yetişkinin de pithoslara gömüldüğünü
kaydediyor. Pithos mezarlar, Nil Nehri’nin kıyı
şeridi boyunca ortaya çıkartılmıştır. Power ve
Tristant, Mısır tarihi içinde Hellen-Roma Dönemi’ne
(MÖ 332- MS 395) ait olduğu düşünülen ve içerisine
yetişkin bireylerin gömüldüğü pithosların olduğu en
az dört alan olduğunu belirtiyorlar. Nil kıyısında
yer alan ve taş ocaklarıyla tanınan Gebel
el-Silsila’nın da dahil olduğu beş alanda ise,
yalnızca yetişkinlere ait pithos gömüler
bulunmuştur.
Pithosa gömü geleneğini seçen
ailelerin yoksul olup olmadığı hakkında kesin bir
sonuca ulaşılamamış olsa da, örneğin Eski Krallık
sonu ileI. Ara Dönem başlangıcı dolaylarına
(yaklaşık MÖ 2181) tarihlenen bir bebek gömüsünde,
pithosun içinde altın kaplamalı boncukların da
olduğu pahalı hediyeler bulunmuştur.

Mısır Adaïma Mezarlığı’ndan, bebek ve çocukların gömüldüğü pithoslar (Adaima Kazıları, Crubezy & Midant-Reynes, IFAO).
Yeniden doğuş?
Eğer
pithoslar yalnızca başka malzemesi olmayan yoksullar
tarafından kullanılmıyorsa, o halde sembolik
değerleri de olmalıdır diye belirten Power ve
Tristant; Antik Mısır parşömenleri ve duvar
resimlerinde rahmin, kap olarak olarak
isimlendirildiğini de yazılarına ekliyorlar. Sakkara
Nekropolisi’ndeki bir mabedin duvarında bulunan
dansçıların “Pithosu/Çömleği gör, içindekini çıkar!”
diye bir ilahi okuyarak resmedilmiş olması, konunun
doğumla ilgili olduğuna yorulmuştur.
“Pihosların,
Mısırlılara, zaman zaman gömünün iç tabutuyla
bağdaştırılan yumurtaları da hatırlatmış olması
mümkündür” diyen Power ile Tristant, “Yaşamın
başlıca sembolleri olmaları bakımından, öteki
dünyaya geçişi kolaylaştıracak daha uygun bir yöntem
olmadığını” vurgulayarak makalelerini noktalıyorlar.
bilimvegelecek.com.tr, Kaynak: Stephanie
Pappas,
http://www.livescience.com/57520-egyptian-pot-burials-symbolized-rebirth.html,
Çev. İnan Kopçuk / İstanbul Üniv. Klasik
Arkeoloji Anabilim Dalı YL Öğr., 12.03.2017
|
DÜNYA KÜLTÜR MİRASINA ADAY

Mersin'in merkez Mezitli İlçesi'nde Neolitik,
Hellenistik ve Roma dönemleri gibi birçok medeniyetin
izlerini taşıyan Soli Pompeiopolis Antik Kenti,
yerli yabancı çok sayıda ziyaretçiye ev sahipliği
yapıyor.
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aday olan ve
yaklaşık 3 bin yıl öncesine ait antik kent, son
yıllarda büyük ilgi çekiyor.
Mezitli Belediyesi ve Mersin Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi iş birliğiyle yapılan
çalışmalarda bakımsız ve kullanılamayan Soli
Pompeiopolis Antik Kenti'nin tarihi yolu modern bir
görüntüye kavuşurken, Sütunlu Cadde'ye 360 metre
uzunlukta yaya ve bisiklet yolu, oturma alanları ile
aydınlatılma yapıldı. Toprak altında çıkan
sütunların sergilendiği anıtsal caddede Soli
Pompeiopolis'i tanıtan tabelalar konuldu. Ayrıca
çeşitli etkinliklerin gerçekleştirileceği alan ile
izleyicilerin oturması için de tribün yapıldı.
Kentin en çok ilgi çeken tarihi yerlerden biri
olmaya başlayan Soli Pompeiopolis, büyüleyici havası
ile elinde fotoğraf makinesi ve kameraları ile
bölgeyi gezen yüzlerce kişiye ev sahipliği yapmaya
başladı.
Soli Antik Kenti için yapılan çalışmaların hem
ülkenin hem de dünyanın kültürel mirasına önemli bir
katkı sağlayacağına inandığını ifade eden Mezitli
Belediye Başkanı CHP'li Neşet Tarhan, antik kentin
dünya kültür mirası listesine girebilmesini
hedeflediklerini söyledi.
Mersin'in açık hava müzesini andırdığını kaydeden
Tarhan, "Romalılar ve Yunanlılar gibi
imparatorlukların yaşadığı günümüzden yaklaşık 3 bin
yıl öncesine ait böylesine büyüleyici bir tarihi
mekanda kentle deniz arasında kullanılamayan
bakımsız yolu modern hale getirerek yürüyüş ve
bisiklet yolu yaptık. Deniziyle, güneşiyle, bisiklet
ve yaya yoluyla buluşabilen bir kentin dünyada başka
örneğini bulmak zor. Yapılacak çalışmalarla Soli
Pompeiopolis gerçekten önemli potansiyeli olan
ülkemiz turizminde önemli bir yer edinebilir. Hiçbir
zaman cazibesini kaybetmeyecek. Büyüleyici yapısıyla
hayranlık uyandıran Soli, çalışmalar tamamlandıktan
sonra UNESCO dünya kültür mirası listesine
girebilir" dedi.
TANRILARIN KRALI ZEUS GÜN IŞIĞINA KAVUŞTU
Arkeolojik açıdan Kilikya tarihinin önemli
hazinelerden biri olan antik kentte Dokuz Eylül
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Müzecilik Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı'nın başkanlığında
yürütülen çalışmalarda ise şimdiye dek 3 bin yıl
öncesine ait birçok eser gün ışığına kavuştu. Roma
imparator ya da üst düzey yöneticilerinin büstlerini
taşıdığı Sütunlu Cadde'de, sağlık tanrısı Asklepios
ve tanrıçası Hygeiea, tanrıların kralı Zeus, adalet
tanrıçası Nemesis, bereket tanrıçası Demeter ve
şarap tanrısı Dionysos çıkarıldı. Höyük'te ise,
antik çağda ölünün öbür dünyada kullanılması
inancıyla bırakılmış olan, mezar hediyesi gibi
işlevleri bulunan kandiller, Bizans dönemi baskı
mühürleri, tabak ve kaseler bulundu. Son 10 yıl
içinde inşaat temel kazıları, yol ve altyapı
çalışmaları sırasında günümüzden yaklaşık 2 bin 500
yıl öncesine ait olduğu sanılan 28 antik mezar
ortaya çıktı. Mezarlarda yapılan kazı çalışmaları
sonucunda o dönemlerde mezarlara hediye olarak
bırakılan gözyaşı şişeleri, sikke, mühür ve el baskı
eşyalar çıktı. Mezarların içerisinde çok sayıda
kemik ve kafatasının yanı sıra yağdanlık ve tencere
kapakları da çıktı.
Soli'nin MÖ 700 yılında Kıbrıs üzerinden
Anadolu'ya geçen Rodos korsanları tarafından
kurulduğu sanılıyor. Söz konusu dönemde önemli bir
liman kenti olan Soli, MÖ78 yılında Pompe
kumandasındaki Roma İmparatorluğu ordusunun eline
geçti. Bu tarihten sonra şehir, kumandan Pompe'nin
adı dolayısıyla Soli Pompeipolis olarak anıldı.
Güney-Kuzey yönlü iki kapısı arasında iki yüz sütun
bulunan Soli Pompeipolis, dönemin parlak şehirlerden
biri olarak dikkat çekiyor.
Odatv, 11.03.2017
|
O MÜZEDE YOK YOK
Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde, iki kardeşin
eski bir yağhaneyi restore ettirerek kurduğu Sarıkız
Kazdağı Etnografya Müzesi çeşitliliğiyle dikkati
çekiyor.
Güre Mahallesi'nde Murat ve Uğur Bostancıoğlu
kardeşlerin kurduğu Sarıkız Kazdağı Etnografya
Müzesi'ndeki farklı parçalaları görenler şaşırıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk'ün Edremit'e geldiğinde kendisine tahsis
edilen faytondan, Sabahattin Ali ve Tuncel Kurtiz'in
balmumu heykellerine, Büyük İskender, Afrodit ve
Nemesis'in silikondan yapılmış birebir kopya heykel
ve büstlerinden antik çağlarda İda Dağı'nda
yaşayanların giysilerine, Sarıkız efsanesi'nden
Hasanboğuldu efsanesine, yöre halkının yüzyıllar
öncesi giydiği elbiseler ve kullandığı malzemelerin
yer aldığı müze dikkat çekiyor. Bostancıoğlu
kardeşler, müzeyi ziyarete gelenlere mitolojik
çağlardan, günümüze gelene dek Kazdağları'ndaki
yaşamı her yönüyle anlatıyor. Atatürk'ün kendi
sesinden 3D hologram görüntüsü de ziyaretçilerin
ilgisini çekiyor.
MÜZENİN GİRİŞİNDE MİTOLOJİ CANLANDI
Sarıkız Kazdağı Etnoğrafya Galerisi'nin
girişinde, orijinallerinden kalıp alınarak,
silikonla bire bir yapılmış Büyük İskender ve
Afrodit'in heykelleri yer alıyor. Girişin sağ
bölümünü mitolojik çağa ayırdıklarını söyleyen Murat
Bostancıoğlu, şöyle dedi:
"Galerimizin bahçesinde Nemesis'in heykeli var
içeride ise Büyük İskender ve Afrodit yer alıyor.
İskender ve Afroditin heykelleri orjijnal
boyutlarda. İzmir'deki bir firma, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan izin alarak bire bir kalıp alıyor ve
silikon heykellerini yapıyor. Biz bu heykelleri
müzemize getirdik. Zeus, Nemesus, İskender ve
Afrodit'in büstleri de bire bir orjinalinden kalıp
alınarak yapılmış ve müzemizde yer almaktadır. Gelen
ziyaretçilerden olumlu tepkiler alıyoruz. Kazdağları
pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir yer.
Burası pek çok ilklere ev sahipliği yapmıştır.
Burası eski çağlarda İda Dağı olarak geçiyor. İlk
güzellik yarışması Kazdağları'nda oluyor. Afrodit
ilk kez burada aşık oluyor. Aristo ilk felsefe
okulunu Kazdağları'nda açıyor. Burada mitolojinin
çıkışı Truva ile başlıyor. Homeros'un İlyada
Destanı'nda, Truva Kralı Priamos'un oğlu oluyor.
Kahinler bu çocuğun Truva'nın yıkılışına neden
olacağını söylüyor. Bunun üzerine çocuğun İda
Dağı'na bırakılarak ölmesi isteniyor. Kazdağları
efsaneler açısından çok önemli. Troyalı'lardan sonra
Lidyalılar, Persler, İskender'i barındırmıştır. Daha
sonra Bergama Krallığı, Roma, Bizans
imparatorlukları, Büyük Selçuklu İmparatorluğu,
Karesi Beyliği, Osmanlı Devleti, hep buradadır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul seferine hazırlanırken
diyorlar ki, 'Kazdağları'nda endemik, çok büyük ve
uzun ağaçlar yetişiyor' Fatih soruyor, 'Bunları kim
işleyecek?' Ve anlatıyorlar, Salur Boyu'ndan Tahtacı
Türkmenleri'nin bu ağaçları işleyeceğini. Tahtacı
Türkmenleri, Toros Dağları'ndan bölgeye getiriliyor
ve Fatih'in karadan yürüttüğü ahşap kızaklar,
Kazdağı Göknarı'ndan yapılıyor. Buna benzer pek çok
efsaneyi barındırıyor İda. Biz galerimizde
mitolojiyi de canlandırmaya çalıştık."
ATATÜRK'E TAHSİS EDİLEN FAYTON DA BURADA
Murat Bostancıoğlu, müze bahçesindeki camekanlı
bölmede koruma altına alınan, Atatürk'ün Edremit'e
geldiğinde kendisine tahsis edilen fayton hakkında
da bilgiler verip şunları söyledi:
"Atatürk'ün Edremit'e 13 Nisan 1934'te ikinci
defa gelişinde, Edremit eşrafından Arkök ailesi,
Atatürk'e Fransız Malı Rothschild et Fils - Paris
marka fayton tahsis ediyor. Atatürk bu fayton ile
geziyor Edremit'te. Atatürk'ün kaldığı ev de Edremit
Belediyesi'nce restore ettiriliyor. Müzemizin en
değerli parçalarından biri de bu fayton."
İKİ İSMİN BALMUMU HEYKELLERİ İLGİ ODAĞI
Murat Bostancıoğlu, Sarıkız maketinin, Antandros
antik kenti bölümlerinin de yer aldığı galeride en
çok ilgi çeken bir diğer bölümün ise ünlü sanatçı
merhum Tuncel Kurtiz ile Türk Edebiyatı'nın
unutulmazları arasında yer alan Sabahattin Ali
olduğunu vurguladı. Yüzlerce kişinin Kurtiz ve
Sabahattin Ali'nin balmumu heykeliyle özçekim
yaptığını vurguladı. Bostancıoğlu, önümüzdeki
günlerde, müzede mini bir sinema yer alacağını,
burada zeytinin öyküsünün işleneceğini söyledi.
Odatv, 11.03.2017
|
5 - 11 Mart 2017
|
Nature dergisinde Liverpool Üniversitesi'nden
Paleoekoloji profesörü Keith Dobney ve Adelaide
Üniversitesi'nden Paleomikrobiyolojist Laura
Weyrich'in aralarında olduğu bir grup bilim insanı
dün yayınladıkları bir makalede Neandertallerin
yaşamı hakkında şaşırtıcı bir keşfe imza attı.
Avrupa'daki mağaralarda
bulunan Neandertallerin diş kalıntılarını inceleyen
bilim insanları, bunlardan bazılarının vejetaryen
olduğunu ve ağrılarını dindirmek için penisilin ve
aspirin ilaçlarının doğal hallerini kullandıklarını
keşfetti.
İNSANLARLA AYNI
MİKROORGANİZMALARI PAYLAŞIYORLAR
Sputnik'in haberine göre, araştırmacılar günümüzden
42 bin ile 50 bin yıl önce yaşamış 4 Neandertal'in,
ikisi Belçika'daki bir mağarada, ikisi ise
İspanya'daki bir mağarada olmak üzere, diş
kalıntılarını inceledi. Araştımanın sonuçlarından
biri Belçika'da yaşamış olan 2 Neandertalin
İspanya'dakilerden çok daha farklı bir beslenme
düzeni olduğunu ortaya serdi. Bilim insanları ayrıca
Neandertal dişlerindeki plakta bulunan bir
bakterinin genomunun tamamına yakınını çözdü. Bu
bakterinin bugün modern insanın ağzında rastlanan
aynı türdeki bir bakteri olduğu ortaya çıktı.
Böylece Neandertaller (Homo Neanderthalensis) ile
insanların (Homo Sapiens) aynı mikroorganizmaları
paylaştığı ortaya koyuldu.
DİŞ AĞRISINI GEÇİRMEK
İÇİN ASPİRİN VE PENİSİLİN'İN DOĞAL HALİNİ
KULLANMIŞLAR
İspanya'daki
Neandertallerden birinin kalıntılarında yapılan
incelemede, diş apsesi ve bağırsak parazitinden
muzdarip olduğu tespit edilen insansı atamızın diş
plağında, ağrı kesici aspirinin aktif maddesi olan
salisilik asit üreten bir ağacın ve penisilin üreten
Penicillium mantarının DNA'larına rastlandı.
Dobney,konuyla ilgili yaptığı
açıklamada "Neandertaller kendilerini tedavi mi
ediyordu? Bunu bilmiyoruz. Eğer daha fazla hastalığa
sahip bireyde bu örneklere rastlarsak o zaman
onların sofistike bir tıbbi bilgiye sahip
olduklarının iyi bir kanıtını elde etmiş olacağız"
dedi.
İSPANYA'DAKİ
NEANDERTALLER ET YEMİYOR MUYDU
Bilim
insanları bir zamanlar Neandertallerin sadece et
yediğini ve bu beslenme düzeninin onların çevresel
koşullara uyum sağlamasını engelleyerek soylarının
tükenmesine yol açtığını savunuyordu. Ancak
Nature'da yayınlanan araştırmanın sonuçları bunun
böyle olmadığını gösteriyor.
Belçika'daki Neandertallerin
tüylü gergedan, koyun ve mantarla beslendiği ancak
İspanya'daki El Sidron mağarasında bulunanların hiç
et yemediği keşfedildi. Buna göre İspanya'daki
mağarada bulunanların dişlerinde mantar, çam fıstığı
ve orman yosunu kalıntılarına rastlandı. Bu sonuç
onların sadece çevreye çok iyi uyum sağladığını
değil aynı zamanda insansı yaşama ilginç bir şekilde
geçtiklerini gösterdi.
Çünkü El Sidron mağarasında
bulunan Neandertallerin mikrobiyomları (vücuttaki
mikroorganizma nüfusu) Belçika'da bulunanlara göre
daha fazla şempanze ve insan toplayıcıların
mikrobiyomlarına benziyor. Profesör Dobney, bu
gelişmeyle ilgili olarak "Belki de et yenmeyen
toplayıcı yaşam stili insansı mikrobiyomun
merkezidir. Sadece yaşam stili değişince
mikrobiyomlar değişmeye başlar" ifadelerini
kullandı.
GELİŞMİŞ DÜŞÜNME
YETİSİNE SAHİPLERDİ
Neandertaller hakkında genel algı onların
'gelişmemiş mağara insanları' olduğu yönünde olsa da
son bilimsel kanıtlar onların çok daha gelişmiş
insansılar olduğunu vurguluyor. Son bilimsel
çalışmalar Neandertallerin mücevherler taktığını,
sanatla ve mimariyle uğraştıklarını ve karmaşık
aletler ile sofistike avlanma stratejileri
geliştirdiklerini ortaya koydu. Tüm bunlar
Neandertallerin sadece insana ait olduğu sanılan
sembolik düşünme ve sosyal koordinasyon yetilerine
sahip olduklarını gösteriyor.
Odatv, 09.03.2017
|
İŞTE İNÖNÜ
YALISININ YENİ SAHİBİ
Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü’ye ait Anadolu
Hisarı’ndaki Komodor Remzi Bey yalısının icradan
satışı durduruldu. Yalının yeni sahibi Nata
Holding’in patronu Namık Tanık oldu.
Boğaz'ın en gözde klasik Osmanlı yalılarından biri
olan Sevinç ve
Erdal İnönü
Vakfı'na ait
Anadoluhisarı'ndaki
100 yıllık Komodor Remzi Bey yalısının icradan satış
ihalesi durduruldu. Alacaklı olan
Fiba Holding'e
ait Güven Varlık Yönetimi A.Ş.'nin bir dilekçe
vererek satıştan vazgeçtiklerini belirtmesi üzerine,
yalının satışı düştü. Edinilen bilgilere göre,
Ankaralı Nata Holding'in patronu Namık Tanık,
yalının icradan satışını engelleyerek yeni sahibi
oldu. Türkmenistan'da 500 günde 180 köprü yaparak
bir ilke de imza atan Nata Holding ENR tarafından
açıklanan dünyanın en büyük 250 inşaat firmaları
sıralamasında, bu yılda yine dünya devlerinin
arasına girmeye hak kazandı. Şirket, en büyük
yurtdışı müteahhitlik kategorisinde 250 firma
arasında 98. sırada yer aldı.
İNÖNÜ YAŞAMAYA DEVAM
EDECEK
Erdal İnönü'nün yaşarken müze
olmasını vasiyet ettiği yalıda, Sevinç İnönü'nün
yaşamaya devam edeceği öğrenildi. 1917'de inşa
edilmiş yalı Cumhuriyet'in ilk yıllarında Balkan,
Çanakkale,
Sakarya ve
Büyük Taaruz'da savaşan Mümtaz Aktay Paşa tarafından
yapıldı. Yalı 1972 yılında Erdal İnönü tarafından
satın alınmıştı.
Taban oturma alanı 153,
toplam kullanım alanı ise 634 metrekare olan yalıda
4 salon, 6 oda, 7 banyo ve tuvalet ile asansör
bulunuyor. Binanın girişinde ise tek katlı 25
metrekare kullanım alanı bulunan görev binası
mevcut.
4 YIL ÖNCE SATIŞA
ÇIKMIŞTI
Sevinç İnönü'nün armatör
kardeşi Selim Sohtorik, 1998'de satın aldığı 3 gemi
için bankadan kredi çekmişti. Sevinç İnönü de
krediye kefil olduğu için borçlu durumuna düşmüştü.
Erdal İnönü'nün
yaşarken müze olmasını vasiyet ettiği ve Sevinç
İnönü'yü çok üzen yalı, 2013'te icradan satışa
çıkmıştı. O dönemde 7 milyon 600 bin lira değerle
açık artırma usulüyle satışı istenmişti. Emlakbank
adına şirket avukatları, 1999'da hem krediyi
kullanan şirketler hem de kefiller Sevinç İnönü ve
HASAN Selim
Sohtorik'e noter ihtarı çekmiş, banka borçlular
aleyhine icra takibi başlatmıştı. 10 yıllık süreç
sonunda bankaya toplam 2 milyon 874 bin lira borcu
bulunan Sevinç İnönü, başka bir bankadan aldığı
kredi ile satış günü son anda yalıyı kurtarmıştı.
İnönü geri kalan borcun faizi ve geçmişte yaptığı
ödeme için de yasal yollara başvurmuştu.
Milliyet, 09.03.2017
|
DEFİNE BULMAK
HAYALİYLE 20 METRE KUYU KAZDILAR
Kocaeli'nin Derince İlçesi'nde sit alanı içerisinde
madenci gibi kazı yaparak 20 metre derinliğinde kuyu
kazan 11 kişi jandarmanın operasyonu ile yakalandı.
Definecilerin kullandığı asansör ve jeneratöre el
konuldu.

Derince İlçe
Jandarma
Komutanlığı ekiplerdi, Derince Kaşıkçı Köyü'nde sit
alanı içerisinde kazı yapıldığı ihbarı üzerine
operasyon düzenledi.
define arayan
11 kişi jandarmanın baskını ile suçüstü yakalandı.
Define bulma hayali ile ormanlık alan içerisinde kum
asansörü ve
Jeneratör
kuran, asansörle kazı yaptıkları kuyudan toprağı
tahliye edip, asansörle elektrik sistemini
çalıştıran 11 kişi gözaltına alınırken,
definecilerin kullandıkları cihazlara el konuldu. 10
kişi karakolda ifadelerinin alınmasının ardından
serbest bırakılırken, M.C.K. ise adliyeye sevk
edilecek.
Milliyet, 09.03.2017 |
 |
EVİN ÖNÜNDE HAZİNE
ARADILAR
Tekirdağ'ın Malkara İlçesi'nde jandarma ekiplerince
yapılan baskında bir evin önünde hazine arandığı
ortaya çıktı.
Edinilen bilgiye göre, Kermeyan Mahallesi'nde hazine
aramak için
Kaçak kazı
yapıldığı bilgisi alan
Malkara
Jandarma Asayiş
ekibi, eve baskın yaptı. Yapılan aramada, evin
bahçesinde kuyuyu andıran metrelerce derinlikte 4
ayrı çukur açıldığı tespit edildi. Kazıda kullanılan
elektrikli vinç, halat, 5 adet murç, su pompası ve
hava pompasına el konuldu.
Olayla ilgili ifadesi alınan 2 kişi serbest
bırakıldı.
Milliyet, 09.03.2017
|
MISIR'DA 2.
RAMSES'E AİT OLDUĞU TAHMİN EDİLEN HEYKEL BULUNDU
Mısır'ın başkenti
Kahire'nin Al-Matareya bölgesinde gerçekleştirilen
arkeolojik çalışmalar kapsamında, eski
Heliopolis'teki Kral 2. Ramses'e ait olduğu tahmin
edilen heykel parçaları bulundu.

Mısır Tarihi Eserler Bakanı
Halid Anani, yaptığı yazılı açıklamada, Kahire'nin
doğusunda eski Evn şehrinde bulunan Ayn eş-Şems
bölgesinde kazılar yapan Mısırlı ve Alman
arkeologların, 2. Ramses Tapınağı'nın yakınlarında,
eski Mısır'ı yöneten 19’uncu aileye (MÖ 1292 -1190)
ait iki kral heykeli bulduğunu belirtti.
Mısır Tarihi Eserler Kurumu
Başkanı Mahmud Afifi ise heykellerden birinin eski
Mısır’ı MÖ 1200 -1194 yıllarında yöneten Kral 2.
Seti’ye ait olduğunu kaydetti.
Kral 2. Seti’nin heykelinin
80 santimetre uzunluğundaki üst tarafının
çıkarıldığına işaret eden Afifi, heykelin kireç
taşından yapıldığını ve kralın yüz hatlarının çok
belirgin olduğunu dile getirdi.
Afifi, 2. Ramses’e ait olduğu
tahmin edilen diğer heykelin ise 8 metre
uzunluğunda, kuvarsit taşından yapılmış ve zaman
içinde epeyce yıpranmış olduğunu ifade etti.
Tarihi Eserler Bakanı Anani,
bugün Mısırlı ve Alman arkeologlardan oluşan heyetle
birlikte Kahire’nin El-Matariyye bölgesinde
heykellerin bulunduğu eski Evn şehrine giderek
kazıların yapıldığı alanda incelemede bulundu.

Anadolu Ajansı, 09.03.2017
|
DEAŞ'IN YIKTIĞI CAMİNİN ALTINDAN ÇIKTI

DEAŞ'ın
savunma amaçlı olarak caminin altında kazdığı
tünelleri keşfeden güvenlik güçleri ve arkeologlar,
tünellerin MÖ 600 yılında yapıldığına inandıkları
tarihi bir saraya çıktığını fark etti.

Tünellerin içinde tarihi eserlere de rastlayan
yetkililerin özensizce kazılan bu tünellerin
haftalar içinde çökebileceğinden endişeleniyor.

Caminin
altında daha önce 1852 yılında Osmanlı
İmparatorluğu, 1950'li yıllarda ise Irak hükümeti
tarafından kazılar yapılmış ancak araştırmalar
DEAŞ'lı teröristlerin gittiği kadar uzağa
taşınmamıştı. Yetkililer şimdi tünellerdeki ve
tarihi saraydaki eserlere DEAŞ'lı teröristlerin
zarar verip vermediğini araştırıyor.



Hürriyet, 09.03.2017
|
MARTI'NIN KAZIĞI
Kabataş’taki Martı Projesi’nin inşaatı sırasında
yapılan darbeli kazık çakma işlemi sahildeki 428
yıllık Molla Çelebi Camii’ne zarar verdi. Mimar
Sinan tarafından 1589’da yapılan caminin hasar
gördüğü iddiası üzerine, koruma kurulu projeyi
durdurdu. Kurul ilgili belediyeden de gerekli
güvenlik önlemlerinin alınmasını istedi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul 2 Numaralı
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na verdiği
dilekçede caminin zarar gördüğünü belirtti. Kurul
dilekçe üzerine, projenin inşai uygulamalarının
Molla Çelebi Camii’sine etkilerinin tespit edilmesi,
konu kurul gündeminde görüşülünceye kadar da camiye
ve iskele etrafında yer alan tescilli kültür
varlıklarına zarar verebilecek işlemlerin
durdurulmasına ve izin olmadan inşai, fiziki
müdahalede bulunulmamasına karar verdi. Kurul,
gerekli güvenlik önlemlerinin de ilgili belediye
tarafından alınmasını istedi.
BÖLGEDE ESER DOLU
Alandaki diğer tarihi eserler arasında Hekimoğlu
Ali Paşa Çeşmesi, Çizmeci Başı Mahmut Ağa Kabri,
Koca Yusuf Paşa Çeşmesi ve Sebili, Şeyhülislam Esad
Çeşmesi ve Hadika Taşı (Kabataş Kitabesi) yer
alıyor. Meydandaki çeşme yerinde kalacak. Projenin
2019’da tamamlanması öngörülüyor.
Cumhuriyet,
Haber: Hazal Ocak, 08.03.2017
******
İBB'DEN KABATAŞ 'MARTI PROJESİ' AÇIKLAMASI
İBB, Kabataş Meydan Düzenlemesi ve Transfer
Merkez" projesiyle ilgili 'ÇED Raporu gerekli
değildir' belgesi alındığını, tarihi yapıların zarar
gördüğü ve çalışmaların durdurulduğu iddiasının
doğru olmadığını bildirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB),
günde 1 milyon yolcunun faydalanacağı "Kabataş
Meydan Düzenlemesi ve Transfer Merkezi"
projesiyle ilgili çalışmaların kurul tarafından
durdurulduğu iddiasının doğru olmadığını belirtti.
İBB açıklamasında, projenin tüm detaylarıyla
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne sunularak,
"ÇED Raporu gerekli değildir"
belgesi alındığı kaydedildi.
Bugün bazı basın-yayın organlarında yer alan
"tarihi yapıların zarar gördüğü ve çalışmaların
kurul tarafından durdurulduğu" iddiasının gerçeği
yansıtmadığı belirtilen açıklamada, "Tarihi
yapıların zarar gördüğü ve çalışmaların kurul
tarafından durdurulduğu haberleri doğru değildir.
Haberde iddia edildiği gibi ilgili kurul çalışmayı
durdurmamıştır. Koruma Kurulu, tarihi yapılar hasar
görüyor şeklindeki iddialara istinaden inceleme
yapılmasını istemiştir. Vakıflar İl Müdürlüğü
yerinde tespit yaparak, kurula 'zarar olmadığına
dair' rapor sunmuştur. Kurul 'gerekli tedbirler
alınarak iş devam edebilir' kararı almıştır.
Projenin 2008 yılı itibariyle kurul onayı vardır."
ifadelerine yer verildi.
Proje kapsamında, Kabataş'a
işlek saatlerde 215 bin olmak üzere günde 1 milyon
yolcunun faydalanacağı dev bir transfer merkezi ve
yeni bir meydan kazandırılacağı, 90 bin metrekarelik
alanın yeniden düzenleneceği belirtilen açıklamada,
transfer merkezinin, Fındıklı Molla Çelebi
Camisi'nin kuzey tarafından başlayıp, Kabataş Bezm-i
Alem Valide Sultan Camsi'ne bitişik Kabataş Balıkçı
Barınağı'nı da içerisine alacak şekilde yapılacağı
belirtildi.
Açıklamada, "Çalışmalar kapsamında, inşaatı devam
eden 25 kilometre uzunluğundaki
Kabataş-Beşiktaş-Mecidiyeköy-Mahmutbey metro ile
tramvay ve füniküler hattı, deniz ulaşımıyla
Üsküdar-Kabataş Boğaz Yaya Geçiş Tüneli'ne entegre
olacak. Metro hattında entegrasyon yer altından
sağlanacak. Kabataş-Bağcılar Tramvay Hattı'nı
kullanan yolcular, merpen ve asansörlerle
Mecidiyeköy-Mahmutbey metrosu, Kabataş-Taksim
füniküler hattı ve belediye otobüslerine yer
altından ulaşım sağlayabilecek." denildi.
Dağınık durumdaki iskelelerin yeniden
düzenlenerek kapasitelerinin arttırılacağı ifade
edilen açıklamada, Fındıklı kıyı şeridindeki girinti
alanı doldurularak, parkın yeniden düzenleneceği,
yeşil alanın yaklaşık 1.000 metrekare
genişletileceği, bölgeye 1.000 araç kapasiteli zemin
altı otopark yapılacağı bildirildi.
Açıklamada, Dolmabahçe-Fındıklı arasındaki araç
trafiğinin yer altına alınacağı belirtilerek,
"Böylece Kabataş, 38 bin metrekarelik
yayalaştırılmış yeni bir meydana kavuşacak. Meydanda
yolcu peronu, geleneksel deniz tekneleri ile
yeme-içme salonları yer alacak. Ayrıca meydanın
altında müze ve sergi salonları ile otopark ve metro
bağlantısı olacak." ifadeleri kullanıldı.
Yapı,
08.03.2017
|
DEĞERİ 1.5 MİLYON DOLAR OLAN TARİHİ İNCİL ELE
GEÇİRİLDİ

Suriye’den
getirdikleri ve değeri 1,5 milyon dolar olan tarihi
İncili satmak isteyen kişiler, jandarma ekipleri
tarafından yakalandı.

Edinilen bilgiye göre,
Bursa İl
Jandarma Komutanlığı İstihbarat ve KOM Şube
Müdürlüğü ekipleri,
Suriye’deki bir müzeden çalınan tarihi eser
İncili Türkiye’ye getiren Suriyeli vatandaşı
takibe aldı.
gemlik-Orhangazi karayolu üzerindeki akaryakıt
istasyonunda içinde 3 kişinin bulunduğu 45 plakalı
aracı durduran jandarma ekipleri, Suriyeli H.S. ve
çeşitli suçlardan sabıkaları bulunan A.C., MÖ’yü
gözaltına aldı. Yapılan üst aramasında MÖ isimli
şahsın bel kısmına sarılı vaziyetteki kuşak
içerisinde 17 yapraktan oluşan ceylan derisi üzerine
altın işlemeli Meryem Ana, Hz. Isa, haç ve hayvan
figürleriyle çeşitli yazılardan oluşan ve değerinin
yaklaşık 1,5 milyon
dolar olduğu tahmin edilen İncil ele geçirildi.
Ayrıca olayla ilgili olarak şüpheli şahıslara
öncülük yapmak için
Manisa’dan 10 plakalı başka bir araçla yola
çıkan R.K. ve M.Y. de Bursa İl Jandarma Komutanlığı
ekiplerince yakalandı.

Cumhuriyet Savcısının talimatıyla İncil Bursa
Müze Müdürlüğüne gönderilirken, 6 kişi ise adli
makamlara sevk edilmek üzere Gemlik İlçe Jandarma
Komutanlığınca gözaltına alındı.
Milliyet,
07.03.2017
|
DİYARBAKIR'DA 1700 YILLIK TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Diyarbakır’ın Bismil İlçesi'nde ihbar üzerine
gerçekleştirilen operasyonda, biri 1700 yıllık iki
kitap ile Ortaçağ Avrupa dönemine ait gümüş para ele
geçirildi.

Bismil İlçe Emniyet Müdürlüğünden yapılan
açıklamada, Asayiş Büro Amirliğince, 27 Şubat’ta 115
Polis İmdat hattına yapılan tarihi eser kaçakçılığı
ile ilgili bir ihbar üzerine bazı adreslere
operasyon düzenlendiği belirtildi. Açıklamada,
“Operasyonda R.Ç., E.Y., E.G. ve M.G. isimli
şahıslar gözaltına alındı. Konu ile ilgili devam
eden çalışmalarda E.G. isimli şahsın ikametinde
devam eden aramalarda 1700 yıllık olduğunu beyan
ettiği içerisinde Süryanice yazılar ve resimler
bulunan tarihi eser olduğu değerlendirilen
Kitap, içerisinde çeşitli figürler bulunan bronz
ve pirinç karışımından yazılan kitap ile R.Ç.’nin
üst aramasında elde edilen Ortaçağ
Avrupa dönemine ait gümüş para ele
geçirilmiştir. Konu ile ilgili şüpheli şahıslar adli
mercilere intikal ettirilmiştir” denildi.


Milliyet, 07.03.2017 |
AKSARAY'DA DEFİNE AVCISI 6 KİŞİ KAÇAK KAZI YAPARKEN
YAKALANDI
Aksaray’da
birinci derece sit alanında kaçak kazı yaparak
define avcılığı yapan 2’si kadın 6 kişi jandarmanın
operasyonuyla suçüstü yakalandı.

Olay,
Aksaray’ın Güzelyurt
İlçesi'ne bağlı Bozcayurt Köyü Kale mevkisinde meydana geldi. Edinilen bilgiye
göre, birinci derece sit alanında
Kaçak kazı yapıldığı bilgisine ulaşan Aksaray İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, istihbari
bilgiler doğrultusunda bölgede gizli bir çalışma
yaparak kaçak kazı yapılan yeri tespit etti. Kaçak
kazı yapılan bölgede 2’si kadın 6 kişiyi tespit eden
jandarma ekipleri, bölgeyi ve 6 şahsı teknik ve
fiziksel takibe aldı. Bir süre yapılan takibin
ardından yeterli delil ve bulgulara ulaşan jandarma
ekipleri operasyon için düğmeye bastı.
Bölgeye
gerçekleştirilen operasyonda M.G. (39), İ.G. (33),
G.G. (51), G.G. (56), T.G. (40) ve B.G. (36) isimli
2’si kadın 6 kişiyi kaçak kazı yaparken kazma ve
kürekle suçüstü yakalandı. Şüpheliler gözaltına
alınırken, olay yerinde inceleme yapan jandarma
ekipleri şüphelilerin bölgede 3 ayrı noktada kazı
yaptığını, bu kazılarda 2 ayrı odacık bulduğunu
tespit etti. Gözaltına alınan şüpheliler sorgulanmak
üzere Güzelyurt İlçe Jandarma Karakoluna
götürülürken, olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Milliyet, 07.03.2017
|
SARAYBURNU NİYE DÜZENLENMEZ? ATATÜRK HEYKELİ VAR
DİYE Mİ?
Sarayburnu, İstanbul’un en güzel sahil
yerlerinden biriydi. İstanbul’u panoramik olarak
görebilirsiniz.
Ancak burası Marmaray
inşaatı şantiyesi tesisleri ve inşaat
faaliyetleri için kullanılmış ve bozulmuştu.
Marmaray tamamlanalı 3 yıl
geçmesine rağmen üstünkörü arazi düzenlenmiş,
yeşil alan kaybolmuştu. Bizim müteahhitler
uyanık geçinip, hem kalma sürelerini uzatmışlar
hem de Eminönü’ne doğru uzayan
antrepolara yerleşmişler. Sarayburnu
Parkı ayrıca Atatürk’ün
dil devrimini yaptığı yer olarak tarihi bir
özelliğe sahip. Buradaki Sarayburnu
Atatürk Anıtı, 1926’da
İstanbul Belediye Başkanı, Şehremini
Emin Erkul tarafından yaptırılan
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anıt heykelidir.
Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel’e
yaptırılmıştır.
Bu alanın düzenlenmesi, -hiç olmazsa
TEM çevresindeki sırtlarda yapılan
düzenlemeler kadar olmasa da- İstanbul’a
renk katar!
Turistler, belki de bir kısmı,
İstanbul’un şantiye görünümümden
sıkılıp gelmiyorlar İstanbul’a...
İkinci bir ‘izbe’ yer de
Karaköy İskelesi’dir. 17 yıl
önce yandığında, “Altı ay içinde yeni
iskele yapacağız” denmişti. Mevcut
iskele hem yolu işgal etmekte hem de çirkin bir
görüntü vermektedir. Belediye, Karaköy’ün
karşısındaki Eminönü Meydanı’nda
birçok modern iskeleler yapmış, ancak meydan
düzenlemesi ihmal edilmiştir.
Sarayburnu’na,
Kabataş’ta yapıldığı gibi bir proje
için Büyükşehir el atmayı
düşünebilir mi? Kadir Topbaş
hiç olmazsa Atatürk’le ilgili
bir projeye ilk ve son kez sahip çıkmış olur.
Hürriyet, Yazı: Aslan Özmen-Yüksek Mühendis
(Yalçın Bayer köşesi), 07.03.2017
|
TARİHİ ESERLERİ YATAĞIN ALTINA GİZLEMİŞ
Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi'nde, Bizans ve Roma
dönemine ait olduğu değerlendirilen 107 parça tarihi
eser ele geçirildi, 3 şüpheli gözaltına alındı.
Jandarma ekipleri, bir şüphelinin tarihi eserleri
yatağının altında sakladığını tespit etti.
Kırklareli'nin
Pınarhisar
İlçesi'nde düzenlenen
operasyonda,
Bizans ve
Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen 107
tarihi eser ele geçirildi.
İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Pınarhisar'a
bağlı
Yenice ve Akören köylerinde yapılan
izinsiz kazılarda elde edilen eserlerin satılacağı
bilgisine ulaştı.
Ekiplerce kimliği belirlenen şüpheliler Y.S, H.B.
ve T.B'nin ev ve iş yerlerinde arama yapıldı.

Aramalarda, Bizans ve Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen 6 bronz heykel, toplam 101 altın ve gümüş sikke, kolye ucu ve yüzük, 4 detektör, 1 ruhsatsız av tüfeği ele geçirildi.

Operasyonda şüpheli Y.S'nin tarihi eserleri yatağının altında sakladığı tespit edildi. Şüpheliler gözaltına alındı, el konulan tarihi eserler Kırklareli Müze Müdürlüğüne teslim edildi.

Milliyet, 06.03.2017
|
İSRAİL'DE 4 BİN YIL ÖNCESİNE AİT MEZARLIK BULUNDU
İsrail'in kuzeyindeki El-Celile bölgesinde, dev
kayaların altında 4 bin yıl öncesine ait büyük bir
mezarlığın bulunduğu bildirildi.
İsrail devlet radyosunun haberine göre, İsrailli
arkeologlar, Nasıra, Safed ve Akka başta olmak üzere
bir çok şehrin yer aldığı ülkenin kuzeyindeki Celile
bölgesinde 4 bin yıl öncesine ait büyük bir
mezarlık buldu.
Altında mezarlığın bulunduğu dev kaya
parçalarının üzerinde de oyulmuş bazı resim ve
çizimlerin olduğu belirtildi.
İsrail Eski Eserler Kurumu yetkilisi ve
mezarlığın tarihini araştırma komitesinde görevli
Uri Burger, radyoya verdiği demeçte, Ortadoğu'da bir
mezarlıkta ilk kez kayaların üzerinde oyulmuş
çizimlerin olduğuna dikkati çekti.
Binlerce metrekarelik bir alan üzerine kurulu
olan mezarlığın, nasıl inşa edildiği, yapımında
kullanılan teknoloji ve buluntuların hangi dönem ve
medeniyetten kaldığı henüz saptanamadı.
Tel Aviv Üniversitesi, İsrail Eski Eserler Kurumu
ve Tel-Hai Akademik Enstitüsünden arkeologların
gözetiminde mezarlığın tarihi araştırılıyor.
Sabah, 05.03.2017
|
DEVLET ARKEOLOJİK KAZILARA NE KADAR HARCADI?
2002
yılında 57 olan arkeolojik kazı sayısının 2016'da
112'ye çıktığını belirten Kültür ve Turizm Bakanı
Nabi Avcı, arkeolojik kazı ve araştırmalara
aktarılan toplam ödenek miktarının yaklaşık 23
katına çıkarak 27,5 milyon lira seviyesine
yükseldiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının ev sahipliğinde
Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayında
gerçekleştirilen 3. Milli Kültür Şurasının
açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Nabi
Avcı, Türkiye'de 2016 yılında arkeoloji çalışmaları
için harcanan bütçeyi açıkladı.
Türkiye'de
son 15 yılda birçok alanda çok büyük atılımlar
gerçekleştirildiğini aktaran Avcı, ülkeyi, kültür ve
sanat alanında da hak ettiği noktalara taşıyacak bu
hamleyi başlattıklarını kaydetti.
Avcı,
Kültür ve Turizm Bakanlığının, kültür ve sanat
alanında 2002'den bugüne yapılan çalışmaları
hakkında da şu bilgileri verdi:
"2002'de 42
olan kültür merkezi sayısı, önemli bir artışla
2016'da 110'a ulaşmıştır. Bakanlığımıza bağlı müze
sayısı 2002'de 93 iken 2016'da 198'e çıkmış, 2002'de
7,4 milyon olan müze ve ören yerlerinin ziyaretçi
sayısı, 2016'da 17,3 milyon kişiye ulaşmıştır.
Bakanlar Kurulu
kararlı Türk kazıları, 2002 yılında 57 iken, 2016'da
112 seviyesine ulaşmış, 2002'de Kültür ve Turizm
Bakanlığınca arkeolojik kazı ve araştırmalara
aktarılan toplam ödenek miktarı 1,9 milyon lirayken,
2016'da bu rakam yaklaşık 23 katına çıkarak 27,5
milyon lira seviyesine yükselmiştir. Ayrıca
1992-2002 arası yurt dışından getirilen eser sayısı
2 bin 525 iken, 2003-2016 yılları arasında yurt
dışından getirilen eser sayısı 4 bin 270 adet
olmuştur. 2002'de destek verilen özel tiyatro
sayısı 59 iken, 2016'da 216'ya ulaşmış, 2002'de özel
tiyatrolara verilen destek miktarı 850 bin lirayken,
2016'da yaklaşık 6 katına çıkarak 5 milyon lira
seviyelerine yükselmiştir."
Ayrıca, 2002'de
23 olan sahne sayısının, 2016'da 65'e ulaştığını,
2001-2002 sezonunda 4 bin 63 olan devlet tiyatroları
temsil sayısının, 2015-2016 sezonunda 5 bin 319'a
yükseldiğini aktaran Avcı, "2001-2002 sezonunda 1
milyon 14 bin 57 olan devlet tiyatroları seyirci
sayısı, 2015-2016 sezonunda 1 milyon 779 bin 121'e
ulaşmış, 2001-2002 sezonunda opera ve bale temsil
sayısı 584 iken, 2015-2016 sezonunda 843 temsile
yükselmiştir." şeklinde konuştu.
Bakan Avcı,
ayrıca 2001-2002 sezonunda 232 bin 760 olan opera ve
bale seyirci sayısının, 2015-2016 sezonunda 314 bin
404'e yükseldiğini kaydetti.
- "Türk
sinemasına da rekor düzeyde destek sağladık"
Türk sinemasına da rekor düzeyde destek
sağladıklarına işaret eden Avcı, "Verilen destekler
yaklaşık 35 kat artırılarak 176 milyon 356 bin 23
dolara yükselmiştir. 2002'de sinema seyirci sayısı
23 milyon 510 iken, 2016'da 58 milyon 287 bin 265'e
ulaşmış, ayrıca 2002'de vizyona giren yerli film
sayısı 9 iken, 2016'da 15 katına çıkarak 135 film
seviyesine yükselmiştir. 2002'den itibaren kütüphane
hizmetlerinde de çok önemli başarılara imza atılmış,
12,4 milyon olan kütüphanelerimizdeki kitap sayısı,
2016'da 18,8 milyona ulaşmıştır." ifadelerini
kullandı.
Bakan Avcı, 2002'de Türkiye'nin Dünya Miras
Listesi'ndeki alan sayısının 9 olduğunu, 2016'da bu
sayının 16'ya yükseldiğini vurgulayarak, Türk kültür, sanat ve edebiyat eserlerinin
yabancı dillere çevrilmesi için yurt dışındaki
yayınevlerini desteklemek amacıyla başlatılan TEDA
Çeviri ve Yayım Destek Programı kapsamında, 66
ülkeden başvuran yayınevlerine 2005-2016 yılları
arasında 2 bin 312 eserin desteklenmesi için 16
milyon liralık kaynak ayrıldığını aktardı.
Öte yandan, 2003-2016 yılları arasında 5 bin 11
kuruluşa, gerçekleştirdikleri kültürel etkinlikler
için yaklaşık 35 milyon lira ödenek aktarıldığını,
yazma eserlerin çeviri, kritik edisyon veya
tıpkıbasım yoluyla yayımlanması çalışmaları
kapsamında bugüne kadar 80'e yakın eser
yayımlandığını ve 2017'de yayımlanmak üzere 20 eser
projelendirildiğini belirten Avcı, şöyle devam etti:
"Türk kültürünün dünya çapında tanıtılması ve
Türkçenin yabancılara öğretilmesi amacıyla 2009'da
Yunus Emre Enstitüsü faaliyetlerine başlamış, 2017
itibarıyla 41 farklı ülkede 46 Yunus Emre Türk
Kültür Merkezi açılarak, bugüne kadar dünyada
yaklaşık 100 bin öğrenciye Türkçe öğretilmiştir.
Ayrıca bu kapsamda kültür, sanat ve edebiyatımızı
tanıtmaya yönelik birçok etkinlik yapılmıştır.
Gençlerimizin kültür ve sanat faaliyetlerine
katılımını artırmayı amaçlayan GENÇDES Projesi
kapsamında, 2016'da 50 milyon, 2017'de ise 53,6
milyon lira ödenek ayrılmıştır.
Yurt dışında
bulunan kültür varlıklarımızın korunmasına yönelik
çalışmalar kapsamında birçok kurumla iş birliği
halinde 2002'den 2016'ya kadar 24 adet proje ve
restorasyon çalışması
yapılmış, yurt içindeki kültür varlıklarımızın
korunması kapsamında ise 2002-2016 yılları arasında
proje ve restorasyon
olmak üzere bin 366 iş tamamlanmıştır."
arkeolojikhaber.com, 04.03.2017
|
ANTALYA'DA YAŞAYAN İRLANDA ASILLI SANAT TARİHÇİSİ
KAYIP TARİHİ ESERLERİ TEK TEK ARAŞTIRIYOR
Müslüman olduktan sonra Antalya’ya yerleşen
İrlanda asıllı sanat tarihçisi Mikail Patrick
Duggan, şehrin kayıp tarihi eserlerini araştırıyor.
Duggan’ın izini sürdüğü en önemli eser ise dinlere
karşı hoşgörünün bir sembolü olduğunu düşündüğü
mermer Aziz John kabartması. Kabartmanın hikayesini
anlatan Duggan, “Yaklaşık 10’uncu yüzyıldan kalma.
Ama en önemli özelliği kullanılış biçimi. Roma
döneminde Aziz John kabartmasının elinde bir küre ve
kürenin üzerinde bir haç yer alıyormuş. Selçuklu
döneminde ise haç bölümü çıkartılmış, kürenin
üzerine de Arapça harflerle Allah yazılmış.
Kullanılmaya devam edilmiş. İslami bir devlette
heykelin kullanılmış olması çok önemli. Evliya
Çelebi’nin yazılarında bile yer alıyor.”
İTALYANLAR KAÇIRDI
Hem Selçuklu hem de
Osmanlı Döneminde de kullanılan kabartmanın İtalyan
işgali sırasında ortadan kaybolduğunu ifade eden
Duggan, “Büyük ihtimal özel bir koleksiyonda yer
alıyor” diye konuştu. Duggan’ın dikkat çektiği
eserlerden biri de Türk tarihi için büyük önem
taşıyan bir parça olan Osmanlı güllesi.
MÜZE ENVANTERİNDE VAR AMA KENDİ YOK
Güllenin Osmanlı Dönemi süresince bir zincirden
sarkıtılarak bir yazıt ile birlikte Kaleiçi
girişinde sergilendiğini anlatan Duggan, “Antalya
Müzesi envanterine geçti. Yivli Minare’den yeni müze
binasına geçiş döneminde, 1970’de ortadan kayboldu.
Envanterde var, resmi yazılarda var ama kendisi yok”
dedi. Duggan, bir diğer önemli kayıp eserinde ise
Hadrianus Kapısı’nda (Üçkapılar) yer alan yazıtlar
olduğunu belirterek, “Viyana Müzesi, Ashmolean
Müzesi ve British Müzesi’nde bu yazıtta yer alan
altın varak kaplı tunç harfler sergileniyor.
Gezginler 1800’lü yıllarda Antalya’da bu harfleri
bulup kaçırmış” dedi.
Sabah,04.03.2017
|
KURŞUNLU'DA İLK CUMA 2018'DE

Sabah, terör örgütü PKK'nın büyük tahribata yol
açtığı ve ardından restorasyonun başlatıldığı tarihi
Diyarbakır Sur'a girdi. Sur Belediye Başkanı olarak
görevlendirilen Vali Yardımcısı Bilal Özkan,
çatışmaların en yoğun olarak yaşandığı Fatih Paşa
Mahallesi'ndeki Kurşunlu Cami ve diğer tarihi
eserlerin restorasyonuyla ilgili SABAH'a konuştu.
Teröristlerin yaktığı Kurşunlu Cami'nde ilk Cuma
namazının 2018'de kılınacağını belirten Özkan,
tarihi yapıların onarımı için 20 milyon lira bütçe
hazırlandığını söyledi.

Terör örgütü PKK'nın sözde 'özerklik' ilanıyla
birlikte sokaklarına hendek açıp bomba döşediği ve
30 bini aşkın insanın evinden göç etmesine yol
açtığı tarihi Sur'da tahribat sonrası başlatılan
restorasyon devam ediyor. Sokağa çıkma yasağını
sürdüğü altı mahallede enkaz kaldırma çalışmalarında
sona yaklaşılırken SABAH, zarar gören tarihi
yapıların yoğunlukta olduğu Fatih Paşa, Savaş ve
Hasırlı Mahallesi'ne girdi. Cami, kilise, hamam ve
konakların yer aldığı 14 tarihi mekanın onarımı için
başlatılan restorasyon çalışmaları aralıksız devam
ederken, İçişleri Bakanlığı'nca Sur Belediye Başkanı
olarak görevlendirilen Vali Yardımcısı Bilal Özkan,
Fatih Paşa, Savaş ve Hasırlı'daki çalışmaları
yerinde izledi. Çatışmaların en yoğun olar yaşandığı
ve yanan Kurşunlu Cami'nde incelemelerde bulunan
Özkan, terör örgütü PKK'nın büyük zarar verdiği ve
ağır tahribata uğrattığı 14 tarihi mekanın yeniden
ayağa kaldırılması amacıyla 20 milyon lira bir
bütçenin hazırlandığını söyledi.

'Sur bizim için ne kadar önemliyse Kurşunlu Cami'de
bizim için o kadar önemlidir' diyen Özkan şöyle
konuştu: "Kurşunlu, Mimar Sinan'ın Diyarbakır'da ilk
yapısıdır. Ancak ne yazık ki, terör örgütü
geçtiğimiz yıl camiye büyük bir zarar verdi.
İçerdeki altın kaplama ve çinilerde büyük zararlar
oluştu. Buraların terörden temizlenmesinin ardından
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yaptığı ihale ile cami
de restorasyon başladı. Çalışmalarda oldukça yol kat
edildi. Terör örgütü mensuplarının, roket ve silahlı
saldırıları sonucu ciddi zarar gören Kurşunlu
Camii'ni restorasyonu için ayrılan 3 milyon 700 bin
lira ile yeniden ayağa kaldıracağız. 2018 yılının
son aylarında tadilatı bitirip, ilk Cuma namazını
kılmayı hedefliyoruz. Sur'un içerisinde terör örgütü
büyük bir zarar oluşturdu. Sadece kamuya ait tarihi
yapı değil, vatandaşa aitte tarihi yapılar ve evlere
zarar verildi. Ne kadar zarar gören yapı var ise,
hepsi terörün eseridir. Bunları ayağı kaldırmak ta
devletimizin görevidir" dedi.
Sabah (Kısaltarak),
Haber: Hüseyin Kaçar, 04.03.2017 |
GAUGIN VE PICASSO'DAN 90 MİLYON DOLAR
Fransız futbol takımı Monaco’nun sahibi, Rus
milyarder Dimitri Ribolovlev, dünyaca ünlü
Christie’s Müzayede Evi’nde satışa çıkardığı
tablolarından milyonlarca dolar zarara uğradı.
Bloomberg’ün haberine
göre Ribolovlev, koleksiyonundan bazı tablolarını,
satın aldığı fiyatın 120 milyon dolar (440 milyon
TL) altına satabildi. Buna göre Rus milyarder, daha
önce 85 milyon dolara satın aldığı Fransız ressam
Paul Gauguin’e ait “Ev” adlı tabloyu 25 milyon
dolara; 35 milyon dolara satın aldığı İspanyol
ressam Pablo Picasso’ya ait “Çıplak Kadın ve Flütçü”
adlı tabloyu 5.7 milyon dolara; 43.5 milyon dolara
satın aldığı Belçikalı ressam Rene Magritte’e ait
bir tabloyu ise 12.7 milyon dolara sattı.
Ribolovlev’in bu
tabloları neden yok pahasına elden çıkardığı ise
henüz öğrenilemedi. Forbes 2016 listesine göre 7.7
milyar dolarlık serveti ile Rusya’nın 12’nci büyük
zengini olan Ribolovlev, daha önce de ünlü
ressamların tablolarının satışından 100 milyon dolar
zarara uğramıştı.
Habertürk, 04.03.2017
|
TARİHİ OKUL DA GİDİCİ Mİ?
İstanbul, Kadıköy’deki tarihi Osmangazi İlkokulu’nun
aslına uygun olarak restore edilmediği ve bu nedenle
okulun başka bir amaçla kullanılabileceği gündeme
geldi.
Okulun mezunlarından Arif Atılgan blog sitesinde
Osmangazi İlkokulu’nun son durumuna ilişkin
bilgileri yazdı.
“2014’TE EYLEM YAPMIŞTIK”
Arif Atılgan yazısında Osmangazi İlkokulu’yla ilgili
şu tarihi bilgileri verdi:
“Osmangazi İlkokulu 1903 yılında Almanların Okulu
olarak eğitime başlamıştır. 1935 yılında 35.000TL
bedelle T.C. Maarif Vekaleti okulu mülkiyetine
geçirir. O yıllarda 1TL, 2-3 Alman Markı değerdedir.
Okul, 2006 tarihinde 5 Nolu Koruma Kurulu
tarafından Kadıköy Kaymakamlığı ve İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğünün başvurusuyla 2. Derece Korunması
gereken eski eser ilan edilir.
İstanbul İl Özel İdaresinin mülkiyetinde olan
okul binası 2013 yılının Kasım ayında Selimi Evvel
Vakfının mülkiyetine geçirilmek istenir. Bir süredir
okulun özelleştirilip boşaltılacağı söylentileri
2014 yılında ciddi boyutlara ulaşınca Benim de
önayak olmamla etkinlik yapılmış, girişimlerde
bulunulmuştu. Okulda eğitim devam etmişti.”
“İNŞAAT 450 GÜN SÜRECEKMİŞ”

2014 yılında okulun mülkiyetinin İstanbul
Valiliğine ait olduğunu belirten Arif Atılgan
şunları yazdı:
“Valilik tarafından binanın restorasyon projesi
hazırlatılır. Koruma Kurulunun onayından sonra
Kadıköy Belediyesinden inşaat ruhsatı alınır. 2017
yılının şubat ayının başında Osmangazi İlkokulu
inşaat faaliyeti için boşaltılır. Öğrenciler
Fenerbahçe Stadının arka tarafındaki bir okulun
içine gönderilir. İnşaatı yapacak yüklenici şirket
binayı teslim alır. İnşaat 450 gün sürecektir. Yani
1 yıl, 3 ay. Söylenenlere göre Osmangazi İlkokulu,
restorasyondan sonra tekrar kendi binasına dönecek
ve burada eğitime devam edecekmiş.”
“RESTORASYON PROJESİNDEKİ DEĞİŞİKLİĞE
DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM”
2014 yılında yaşadıkları nedeniyle bugün okulun
boşaltılmasından mezunlar olarak tedirginlik
duyduklarını ifaden eden Atılgan, şöyle devam etti:
“Öğrendiğime göre, restorasyon projesinde
arkadaki bahçeye çıkan kapı iptal edilip pencere
haline getiriliyor ve merdiven ortadan kaldırılıyor.
Bana göre de doğrudur. O kapının sonradan açıldığı
bellidir. Projede arka bahçeye bodrumdan çıkılıyor.
Ancak, restorasyon Projesindeki diğer değişikliğe
dikkat çekmek istiyorum. Binanın üzerine kiremit
yerine teras çatı yapılacakmış. Buna sebep olarak
eski fotoğraflarda çatı kenarlarındaki süslü kalkan
duvarlarının görünmeyen arkasının teras çatı
olabileceği düşünülmüş.
Halbuki 1900 lerde teras çatının olamayacağı
bellidir. Zira evlerdeki cumbaların üzerine yapılan
balkonlarda bile cumbanın üzeri çinko ile
kaplanırdı. Bu sebepten o yıllardaki binaların üzeri
kiremitle kaplanırdı. Teras çatı yapılmasının
düşünülmesi çatının da kullanılmak istendiğini
hissettiriyor. Öğrencilerin terasa çıkıp çay
içmelerini düşünmüyorlardır sanırım. Osman Gazi
İlkokulu Yeldeğirmeni’nin tarihi okuludur.
Kesinlikle bina eğitim hizmetine devam etmelidir.
Eski Yeldeğirmenliler ve Osmangazi İlkokulunun
eski mezunları olarak ilgili projeleri görmek ve
yapılacakları tartışmak hakkımızdır sanırım.”
Odatv.com, 03.03.2017
|
KORSİKA'DA DA MİTHRAS TAPINAĞI BULUNDU

Gizemli Roma dinlerinden Mithras inancının,
Avrupa'nın pek çok yeri gibi Korsika'ya da ulaştığı
kanıtlandı. Korsika'da bulunan tapınakta da tüm
Mithras tapınaklarında olduğu gibi muhtemelen
Hıristiyanlarca yapılmış olma ihtimali yüksek
tahrifat bulunması dikkat çekti.
Fransa´nın Korsika Adası´ndaki
Lucciana yerleşim alanının Mariana bölgesinde
Mithras Tapınağı kalıntısı (Mithraeum)
bulundu. Böylece Gizemli Mithras inancının Avrupa'da
Roma'nın hakim olduğu pek çok yer gibi Korsika'ya da
ulaştığı kanıtlandı.
Romalı Ünlü tarihçiler Seneca ve Pliny'ye göre Mariana; MÖ 100 civarında Roma generali ve devlet adamı Gaius Marius tarafından
kurulan bir Roma kolonisiydi. MS 3. ve 4. yüzyılda
görkeminin zirvesine ulaşan ticari liman, Akdeniz
ticaretinde önemli noktalardandı.
MİTHRAS
İNANCI NEDİR?

Roma'nın Gizen Dinleri içinde en esrarengizi ve en
geç ortaya çıkanı olmasına rağmen, hızla yayılan ve
adeta devlet dini mertebesine kadar çıkan Mithras
inancı, Hıristiyanlık ile ölüm kalım mücadelesi
vermiş ama mağlup olarak tarihe gömülmüştü. Tarsus
çevresinde şekillenen inancın önceleri Kilikyalı
korsanlarca, sonra Rolaı askerler, köleler ve
tüccarlar arasında yayıldığı biliniyor. Anadolu ve
Avrupa'nın pek çok yerinde Mithras tağınağı
kalıntısı bulundu ama bunların büyük çoğunluğu
Hıristiyanlarca parçalanmış ve tahrip edilmiş
durumda. Mithras tapınaklarnın mihrap kısmında Pers
külahı giyen, eli kılıçlı bir insanın boğayı kestiği
ünlü sahne yer alıyor. Ancak bunu yaparken boğaya
değil ters yöne bakması dikkat çekiyor.
Tauroctony adı verilen bu sahne tüm
Mithras tapınaklarında bulundu. Mithras
inancının önceleri Kökleri Hint inancına dayanan
Pers Tanrısı Mitra ile bağlantılı olduğu ileri
sürüldü. Ancak David Ulansey'in astrolojik ve
mitolojik motifleri yorumlayarak, bunun tamamen ayrı
ve Anadolu'ya has bir inanç kurgusu olduğunu öner
sürmesinden sonra bu tez ikinci planda kaldı.
2016 yılında Mariana’da Arkeolog Philippe Chapon
liderliğinde çalışmaya başlayan arkeoloji ekibi, bir
tapınma odası ile ön holünü ortaya çıkardı.
Parçalanmış bir rölyef parçasından tapınağın Mitras
inancına ait olduğu anlaşıldı. Mithras
tapınaklarının mihrap kısmında yer alan tauroctony
adlı ünlü boğa kurban etme sahnesini temsil eden
parçalanmış mermer rölyefin sadece 3 parçası
bulunabildi.

Parçalarda, boğanın kanını içen bir köpek ve yılan
ile boğanın testislerini kıstırmış akrep tasviri
vardı. Ayrıca üç kandil, mermerden yapılmış bir
kadın başı tasviri, bronz çan ile çanak çömlek
parçaları bulundu.

Lucciana'daki
Mithraeum, 11 metre x 5 metre ebadında dikdörtgen
bir tapınım salonu ve 1,80 m genişliğinde bir
salondan oluşuyor.

Kazı Başkanı Arkeolog Philippe Chapon; "Fransa'da
bir düzine Mithras Tapınağı kalıntısı var ve
bunlardan sonuncusu 2010'da Angers şehrinde
keşfedildi. Fakat bu kalıntılar Mithras kültünün
Korsika'ya uzandığına dair ilk kanıt olması
açısından önemli ve heyecan verici" dedi.

Korsika'daki Mithras Tapınağında mihrabın
parçalanmış ve çevreye hasar verilmiş olması
şaşırtıcı değil. Çünkü neredeyse tüm Mithras
tapınakları aynı kaderi paylaşmıştı. Hıristiyanlar,
Yahudilerden sonra en büyük düşmanlığı
Mithraistlerden görmüşlerdi. Ve kendilerinin baş
düşmanı olan Mithraistleri yok etmek için özellikle
de Roma'nın resmi dini olduktan sonra büyük
katliamlar gerçekleştirmişlerdi. Mihtras tapınakları
özellikle parçalanmış ve bu külte ait figürler yok
edilmeye çalışılmıştı. Bu yok etme harekatının
temel sebeplerinden birinin de Hz. İsa'nın
Mitras'tan esinlenerek oluşturulan bir kahraman
olduğu iddasıdır. Ki bu komplo teorisine, Mithraizm
inancının pek çok ibadeti Hıristiyanlığa
taşınmıştır.

Ancak Korsika'daki tahrifatın gerçekten
Hıristiyanlarca mı yapıldığı bilinmiyor.
Arkeologlar, bu tahribata neyin sebep olduğunu
bilemiyor ama yakınlardaki Hristiyan kilesinin
varlığının, muhtemelen saldırganların Hıristiyanlar
olduğuna yorumluyorlar.

arkeolojikhaber.com, 03.03.2017
|
GALATAPORT YETKİLİLERİ: "GALATAPORT RIHTIMI HİÇ
OLMADIĞI KADAR HALKA AÇIK OLACAK"
Galataport Projesi inşaatı nedeniyle yıkılan Tarihi
Karaköy Yolcu Salonu ve Paket Postanesi'nin ardından
Galataport yetkilileri, yıkımlar ve projeye dair
basın açıklaması yaptı.
Proje yetkililerinden gelen açıklama şöyle:
Salıpazarı Liman İşletmeciliği ve Yatırımları
A.Ş. olarak yürütmekte olduğumuz Galataport Projesi
ile ilgili çeşitli sivil toplum kuruluşları ve
sosyal medya hesaplarında yer alan yorum ve
iddialara istinaden açıklamamızı, kamuoyunun
bilgisine sunarız.
Bölgesel ve makroekonomik açıdan Türkiye
ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlayacak olan,
içeriğinde barındırdığı pek çok farklı faaliyet
alanı ve yatırım ile sadece Türkiye ekonomisine
değil ülke turizmine de önemli katkılar sunacak
Galataport Projesi kapsamında yürüttüğümüz yapım ve
restorasyon çalışmaları son hızla devam etmektedir.
Galataport liman sahasında yer alan ve kent
kimliğinin önemli birer ögesi olan kültür varlığı
yapıları ile ilgili koruma ve restorasyon
çalışmaları, ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden
gerekli izinlerin tamamlanması ile başlamıştır.
18 Şubat 2017 tarihinde yapmış olduğumuz açıklamaya
istinaden, Karaköy Yolcu Salonu'nun yerinde
güçlendirilerek korunabilecek bölümleri ile koruma
çalışmaları için dahi yeterince güçlü olmayan ve
olası bir güçlendirme çalışması ile bütüncül mimari
karakteri ve tasarım özgünlüğü zarar görebilecek
bölümleri belirlenmiş ve çalışmalar bu iki bölüm
dikkate alınarak planlanmıştır. Restorasyon projesi
kapsamında yaptırılan taşıyıcı sisteme yönelik
araştırmalar sonucu, yapı 'Can Güvenliği' kriterini
sağlamadığı için korunabilen kısımlar ile riskli
bölümler arasındaki bağ koparılmış, iki bölüm
birbirinden kontrollü bir şekilde kesilerek
ayrıştırılmıştır. Korunacak bölümde gerekli güvenlik
önlemleri alınmış; can güvenliğini tehdit eden
bölümler ise kontrollü olarak yıkılmıştır. Karaköy
Yolcu Salonu, İstanbul II. Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'nden onaylı
restorasyon projesi kapsamında mimari karakterine ve
modern dönem yapıları için önemli olan tasarım
özgünlüğüne uygun olarak; özgün detay, boyut,
doluluk boşluk oranları ile yeniden inşa edilerek
şehre kazandırılacaktır.
Betonarme sistem ile inşa edilmiş olmakla
birlikte geçirdiği onarım ve tadilatlar ile taşıyıcı
sistem bütünlüğü ve malzemesi büyük ölçüde zarar
görmüş olan Paket Postanesi'nde ise, öncelikle zemin
iyileştirme çalışmaları yapılacak, daha sonra koruma
ve restorasyon projelerine uygun bir şekilde,
korunması gerekli mekansal özellikleri doğrultusunda
aynı malzeme ve boyutlarda ve dilatasyon özellikleri
korunarak yeniden inşa edilecektir. Yapının yurt
dışından getirilerek inşa edilmiş olan çelik
konstrüksiyon çatıları, bağlantı noktalarındaki
korozyon ve kesit kayıpları nedeniyle sökülmüş olup
elemanların koruma ve restorasyonu sürmektedir.
Restorasyonun tamamlanması ile metal elemanlar
deprem izolatörleri de kullanılarak yerine monte
edilecektir. Bütün işlemlerin tamamlanması ile
birlikte Paket Postanesi binasının, iç ve dış
mekansal özellikleri tasarım özgünlüğü bağlamında
muhafaza edilmiş olarak toplumun kullanımına açılmış
olacaktır.
Galataport liman sahasında yer alan diğer
tescilli yapıların restorasyon çalışmaları, İstanbul
II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Müdürlüğü kararları ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin ruhsatları paralelinde, öncelikle
kültür varlığı yapıların yerinde korunarak
güçlendirilmesi bakış açısıyla planlanmaktadır.
Yapıların; mimari özellikleri ve dönem
karakteristikleri ve özellikle modern dönem
yapılarında ön planda olan tasarım özgünlüğü
bozulmadan restore edilmeleri ve farklı fonksiyonlar
ile yeniden işlevlendirilerek şehrin kullanımına
sunulmaları hedeflenmektedir. Ayrıca; Galataport
projesi kapsamında, Galata rıhtımı 1900'lü yıllardan
günümüze hiçbir döneminde olmadığı kadar toplumun
erişimi ve kullanımına açılmış olacaktır.

Proje kapsamında yapılacak olan
restorasyon çalışmalarına istinaden;
- Merkez Rıhtım Han: 1912
tarihinde inşa edilen yapının restorasyon
projeleri temel koruma unsurları esas alınarak
hazırlanmıştır. Koruma ve restorasyon
çalışmaları kapsamında yapının korunması gerekli
değerlerine saygılı bir yaklaşımla güçlendirme
çalışmaları yapılmakta ve aynı zamanda binanın
zayıf zemin koşulları özel tekniklerle
rehabilite edilmektedir.
- Çinili Rıhtım Han: 1911
tarihinde inşa edilen yapının restorasyon
projeleri temel koruma unsurları esas alınarak
hazırlanmıştır. Koruma ve restorasyon
çalışmaları kapsamında yapının korunması gerekli
değerlerine saygılı bir yaklaşımla güçlendirme
çalışmaları yapılmakta ve aynı zamanda binanın
zayıf zemin koşulları özel tekniklerle
rehabilite edilmektedir.
- Nusretiye Saat Kulesi:
İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Müdürlüğü kararı gereği kulenin tüm koruma
ve restorasyon çalışmaları kule yerinde muhafaza
edilerek yapılacaktır.
- Zemin Rehabilitasyonu:
Sıvılaşma riski olan proje alanında zemin
iyileştirme işleri yapılarak kültür varlığı
yapıların kullanım ömürlerinin uzatılması ve
depremde can ve mal kaybının önlenmesi
hedeflenmiştir. Bu çalışmaların başlatılmasından
çok önce, proje kapsamındaki yapılara ve çevre
binalara yerleştirilen reflektörler ile jeodezik
ve gerekli yerlere yerleştirilen ivme ölçerler
ile titreşim ölçümleri yapılarak, yapıların
sağlığı kontrol altında tutulmaktadır. Yapılacak
tüm inşaat çalışmaları için hem kültür varlığı
yapılarda hem çevre binalarda uygun enstrümanlar
kullanılarak ileri ölçme teknikleri ile hassas
ölçümler alınmaya devam edecektir. Kemankeş
Caddesi de bu kapsam dahilindedir.
Arkitera,
Haber: Ekin Bozkurt, 03.03.2017
|
DEMRE'DE PARÇALANMIŞ LAHİTLER BULUNDU

Antalya'nın Demre İlçesi'nde 1'inci Derece
Arkeolojik Sit alanında parçalanmış lahitler
bulundu. Lahitlerin SİT alanı içindeki bir inşaat
alanından çıkarılarak atıldığı öne sürüldü.
Demre'ye bağlı Gürses Mahallesi Gımıt mevkiinde
1'inci Derece Arkeolojik Sit alanında parçalanmış ve
dağılmış lahitler bulundu. Likya dönemine ait olduğu
belirtilen lahitlerin yakındaki bir inşaat alanından
çıkarıldığı öne sürüldü. Adının açıklanmasını
istemeyen bir vatandaş bu araziye daha önce yol
açılması sırasında iki lahitin devrildiğini, inşaat
sahasındaki çok sayıda lahitin ise yok edildiğini
ileri sürdü. Bölgede genç Bizans dönemine ait kilise
yapısı bulunduğu kaydedildi.
Demre Müze Müdürlüğü
yetkilileri ise geçen yıl su basman seviyesindeyken
jandarma eşliğinde inşaatla ilgili tutanak tutularak
Demre Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda
bulunulduğunu belirtti.
Hürriyet, Haber: Ahmet
Acar, 02.03.2017 |