29 Mayıs - 4 Haziran 2016
|
KÜLTÜR VARLIKLARI BUKALEMUN MİSALİ:
DÜN BİZANS MARTYRIONU, BÜGÜN LOKANTA VE DİZİ SETİ…
KARPOS PAPYLOS MARTYRION RESTORANI!
Erken Hristiyanlık döneminin yapı türlerinden biri olan martyrionlardan, günümüze kadar gelebilmiş İstanbul’daki tek örnek Samatya’da; Org. Abdurrahman Gürman Caddesi üzerinde bulunan Karpos Papylos Martyrion’udur. Günümüzde 19. yüzyıla ait Aziz Menas Kilisesi’nin altında bulunmaktadır. İlk olarak Alfons Maria Schneider tarafından 1935 yılında incelenmiş ve ortaya çıkartılmıştır.[1]

Martyrion, İsa’nın yaşamıyla ilişkili bir olayın geçtiği bir yerde veya bir din şehidinin mezarı üstüne inşa edilen Erken Hristiyan yapısıdır. Ancak bu yapıda şehitlerin bir mezarına rastlanmamıştır.[2]
Bu yapı da, kubbeli dairesel bir ana mekan ve bu mekanın etrafını dolaşan bir çevre koridoru, bir apsis, bir bema ve bema yan odasından meydana gelmektedir. İstanbul’da bulunan diğer 5. yüzyıl yapılarının yapım tekniği ve malzemeleri ile karşılaştırıldığında 5. yüzyıla tarihlenmesi mümkündür.[3]
Daha önceden yapı içerisinde bulunan bir çelik kapı imalathanesi ve bir otomobil yıkama yağlama servisi kiracı olarak bulunmaktaydı. Yapının güney tarafında bulunan kahvehanenin bir bölümü ise yapının çevre koridorunu işgal etmekteydi. Yapı içerisinde ağır sanayi üretim yapılmış ve yuvarlak planlı mekanın tonoz örtüsünde bir delik açılarak içinden soba borusu geçirilmiştir, içeriye elektrik tesisatı ve ışıklandırma yapılmış duvarlarda dökülmeler meydana gelmiştir.[4]
Üzerinde bulunan Aziz Menas Kilisesi ile mülkiyet sorunları yaşanmış, Fener Rum Patrikhanesi tarafından mülk sahibine açılmış dava halen sonuçlanamamıştır.[5]
Mimarlık mirasımızın bir parçası olan bu yapılara ülkemizde gereken değer gösterilmemektedir ve bu yapılar özel mülk olarak istenildiği şekilde işletilmektedir.
Şu an yapı Helena adlı bir restorana dönüşmüş, çelik kapı imalat dükkanının bulunduğu giriş, ahşap bir kapıyla kapatılmış ve içerisi restorasyon kurallarına uyulmadan şekillendirilmiştir. Bema yan odasının bir kısmı süslü ahşap bir parke ile kaplanmış, elektrik tesisatı ile aydınlatılarak kubbeden büyük bir avize sarkıtılmıştır. Yapının ne kadar sağlam olduğu bilinemezken, kubbeden sarkıtılan bu büyük avize yapı için tehlike arzetmektedir. Çevre koridoru ağaç desenli yer döşemesi ile kaplanmıştır.
Çevre koridorunun, mülkiyeti hala kiliseye ait olmasından dolayı gerekli izinler alınamamış olduğundan restoranın tam açılışı yapılamamıştır.
Kanal D’de oynayan Poyraz Karayel adlı dizinin 43. bölümü burada çekilmiştir ve gereken önlemler alınmazsa yapı bir kültür varlığı olarak düşünecek bilince sahip olmayan kişiler tarafından daha da tahribata uğrayacaktır.







Kaynaklar
1. http://tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20221&html=bizansdetailt.html&layout=web
2. BEYGO, A. İstanbul Samatya’da Karpos Papylos Martyriom’u, YLT, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, Şubat 2006, s.78.
3. BEYGO, A. İstanbul Samatya’da Karpos Papylos Martyriom’u, YLT, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, Şubat 2006, s.29.
4. http://tayproject.org/TAYBizansMar.fm$Retrieve?YerlesmeNo=20221&html=bizansdetailt.html&layout=web
5. BEYGO, A. İstanbul Samatya’da Karpos Papylos Martyriom’u, YLT, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, Şubat 2006, s.4.
TAY Haber, Yazı ve Fotoğraflar: Görkem Benzer, 03.06.2016
|
VAN GÖLÜ'NDEKİ
TARİHİ AYIP ORTAYA ÇIKTI
Van'ın Gevaş İlçesi'nde Van Gölü kıyısında yıllardır
gizli kalan tarihi bir ayıp ortaya çıkarıldı.

Tarihi Selçuklu mezar
taşlarının yaklaşık 70 yıl önce sökülüp iskele
yapıldığı ve bu iskelenin de sular altında kaldığı
YYÜ bilim insanları ile Sualtı Görütülü Yönetmeni
Dalgıç Tahsin Ceylan tarafından fotoğraf ve
görüntülerle belgelendi.

Bir dönem var olduğu
öne sürülen 'Van Gölü Canvarı'nın gündeme geldiği
1994 yılında Van Gölü'nde çalışma yapan Sualtı
Görüntü Yönetmeni Dalgıç Tahsin Ceylan, tesadüfen
Gevaş kıyılarında çektiği fotoğraflarla tarihi bir
ayıbı yıllar sonra ortaya çıkardı.

Dalış yaptığı bölgede 22 yıl önce çektiği mezar
taşlarının aynısını gören Ceylan, bunları görüntü ve
fotoğraflayarak belgeledi.

Ceylan, şöyle dedi: "İlk fotoğrafları 1994
yılında çektim. Yıllar sonra geldiğimde o bölgeyi
aradım ancak bulamadım.

Geçen gün Gevaş'ta yapılan bir organizasyonda
Belediye Başkanı Sinan Hakan'ın konuşmasıyla tarihi
mezar taşlarını burada olduğunu öğrendiğimde çok
heyecanlandım. Hemen Prof.Dr. Mustafa Sarı, dalgıç
Murat Kulaç ile birlikte o bölgeye daldık.

Tarihi mezar taşlarının iskele yapıldığını bir
kez daha fotoğraf ve görüntülemeyi başardık. Burası
şimdi su altı fotoğrafçıları için bulunmaz bir mekan
durumunda."

‘Sualtı müzesi yapılacak’
Dalış ekibinde bulunan
YYÜ Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Avlama ve
İşleme Teknolojisi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa
Sarı ise Van Gölü’nün
dünyada eşi bulunmayan bir eko sisteme sahip
olduğunu belirterek, tarihi eserlerinde Van Gölü’ne
ayrı bir önem kazandırdığını ifade etti.

Gevaş Belediye Başkanı Sinan Hakan, daha
önce burada Salçuklu Mazarlıklarının taşlarını
söküldüğü yönünde duyumlarının olduğunu belirterek,
“Bu duyamlarımız gerçek oldu. Bu taşların barbarca
sökülüp burada iskele yapıldığı belgelendi. Bundan
sonra yapacağımız çalışmayla burayı su altı müzesi
haline getirerek su altı dalış turizmine açmayı
amaçlıyoruz” diye konuştu.

Habertürk, 03.06.2016 |
TUTANKAMON'UN
HANÇERİ GÖKTAŞINDAN YAPILMA
Antik Mısır'ın genç yaşta ölen firavunu
Tutankamon'un mumyası yanında bulunan hançerin bir
göktaşından alınan demirle yapıldığı ortaya çıktı.
İngiliz arkeolog Howard Carter 1925'te mumyanın
sargı bezleri arasında iki hançer bulmuştu.

Bunlardan birinin
yapıldığı demir, paslanmamış olması ve o dönemde
Mısır'da
bu tarz metal işçiliğine ender rastlanması nedeniyle
bilim insanlarını şaşırtmıştı. İtalyan ve Mısırlı
araştırmacılar, hançere zarar vermemek için demire
tam anlamıyla nüfüz etmeyen bir röntgen tekniğiyle
metalin kimyasal yapısını incelediler.
Göktaşları ve gezegen bilimleri ile ilgili bilimsel
bir dergi için araştırma sonuçlarını kaleme alan
Daniela Comelli, içinde bulunan yüksek nikel
oranının, hançerin göktaşı demirinden yapıldığını
açıkça ortaya koyduğunu söyledi.
Araştırmacılar, demirdeki
nikel ve kobalt oranlarının hançerin 'bu dünyadan
olmadığını' gösterdiğini
belirttiler. Araştırmacılara göre eski Mısırlılar,
süs eşyaları ve törenlerde kullanılan eşyaların
üretiminde göktaşı demiri kulanmaya büyük önem
verirlerdi.
Hançerin demiri de,
Mısır'ın Kızıldeniz kıyısına düştüğü bilinen
göktaşlarının kimyasal yapısıyla karşılaştırıldı ve
içinde İskenderiye'nin
240 kilometre batısına düşen bir göktaşındakiyle çok
benzer oranlarda nikel ve kobalt bulundu.
3300 yıldan fazla önce
mumyalanan Tutankamon'un hançerinin süslü bir altın
sapı ve bir tarafında çiçek
desenleri, tüyler resmedilmiş olan altından bir kını
bulunuyor.
Tutankamon kimdi?
Çocuk kral diye de anılan Tutankamon, Antik
Mısır'ın 18. hanedanındandı. Howard Carter'ın
1922'de bulduğu mezarının hiç bozulmamış olmasıyla
dikkat çekmişti.
Öldüğünde yaklaşık 17
yaşında olan Tutankamon'un gerçek ölüm nedeni hâlâ
bir sır. Öldürülmüş veya av sırasında aldığı bir
yaradan ölmüş olabileceği düşünülüyor.
Milliyet,
Kaynak: Bbc Türkçe, 03.06.2016
|
GALATASARAY
ÜNİVERSİTESİ'NİN YANAN TARİHİ BİNASINDA 3.5 YIL
SONRA RESTORASYON BAŞLADI
Üç buçuk yıl önce yanan ve restorasyonu yılan
hikayesine dönen tarihi Galatasaray Üniversitesi
binasında restorasyon başladı.
Galatasaray Eğitim Vakfı sitesinden yaptığı
açıklamada restorasyonun 1. Etap çalışmalarının 31
Mayıs 2016’da başlayıp sekiz ay süreceği belirtildi.
Açıklamada TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı
İstanbul III Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun 14.1.2016 tarihli
toplantısında gündeme alınıp, düzeltmelerle uygun
olduğuna karar verilen restorasyon projesinin 1.
Etabı için Gürsoy Grup Restorasyon San. Tic. A. Ş.
ile sözleşme imzalandığı ifade edildi.
3 yıllık
restorasyon süreci
Tarihi binanın yılan
hikayesine dönen restorasyon süreci şöyle gelişti.
142 yıllık tarihi Galatasaray Üniversitesi binası
22 Ocak 2013’te yangında kullanılmaz hale geldi.
Aradan geçen 3,5 yılda bina restore edilemedi.
1. grup tescilli tarihi binanın Restorasyon
Uygulama Projesi Nisan 2014’de tamamlanarak İstanbul
III Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'na sunuldu ancak kurul aylar geçmesine rağmen
projeyi onaylamadı.
Projenin mimarı Sinan Genim’in tarihi binayı
"betonarmeye" döndüreceğine dair Kültür ve Turizm
Bakanlığına
dilekçe ile uyarıda
bulunulmuştu.
Feriye Koruma Platformu,
change.org’da imza
kampanyası başlatarak Sinan Genim’in
betonarme projede ısrarı yüzünden adım atılamadığını
belirterek Genim’in projeden çekilmesi talep etti.
Mimar Sinan Genim de kurulla anlaşamadığı için
Ağustos 2015’te istifa ettiğini bianet’e
açıklamıştı.
Bu esnada binanın çatısı da örtülmedi. Sinan
Genim çatının örtülmesinin gerekli olmadığını,
bina içinde korunacak bir eser olmadığını, maliyetin
gereksiz artacağını düşünüyordu. Uzun süren
tartışmaların ardından binanın çatısı ancak bu yıl
örtüldü.
Aradan geçen süre zarfında başka bir mimarla
anlaşma yapılmadı. Daha sonra mimar Sinan Genim,
istifasını geri çekti.
bianet'e konuşan Sinan
Genim, bu problemin ortadan kalkması ve
restorasyonun bir an önce başlaması için istifasını
geri çektiğini kuruldan geçen projeden memnun
olmadığını belirtmişti.
“Bu problem ortadan kalksın diye içimize sinmese
de kabul ettik. Görmüyor musun her tarafta kıyamet
kopuyor. Bir an önce bitsin, çıkan sonuçtan sonra
ben konuşma yaparım ya da kitap yazıp nereden
geldiğimizi anlatacağım zaten. Şu iş bitsin
üstümüzden kalksın, huzura kavuşalım.”
Birgün,
Haber: Nilay Vardar, 02.06.2016
|
SARAÇOĞLU
TÜRGEV'E Mİ DEVREDİLİYOR?
Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve
Başkent Dayanışması’nın düzenlediği ortak basın
toplantısında Saraçoğlu Mahallesi’nin Büyükşehir
Belediyesi’ne devredildiği ileri sürüldü.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan
Karakuş Candan, şöyle konuştu: “Saraçoğlu
Mahallesi’nde kaymakamlığın olduğu sokakta çöpler
toplanıyor yaklaşımıyla ahşap kapılar, panjurlar ve
kiremitler sökülmüş durumda. Yani yıkılmadan önceki
içler acısı son durumunu gördük. Koruma Kurulu
Başkanı, Saraçoğlu Mahallesi ile Büyükşehir
Belediyesi’nin Koruma Uygulama ve Denetim
Büroları’nın ilgileneceği bilgisini verdi. Açıklama,
oranın el değiştirdiğine ilişkin şüpheler oluşturdu.
Kaymakam da Saraçoğlu Mahallesi’nin Büyükşehir
Belediyesi’ne devredildiğini söyledi. Bu da ikinci
kuşku uyandırıcı durumdu. Resmi Gazete’de yayımlanan
‘Saraçoğlu Mahallesi’nin lojman statüsünün
kaldırılarak ekonomiye kazandırılması için kamu
kurumlarına, yerel yönetimlere, belediyelere,
vakıflara ve derneklere verilmesi kararı’na
açtığımız dava devam ederken, böyle bir söylemle
karşı karşıya kaldık. Üzüntü verici bu durum
nedeniyle çok kaygılıyız. Saraçoğlu’nun Büyükşehir’e
devredilmesi, alanın bugünlerde ismi sıkça
zikredilen TÜRGEV’e verileceğine dair kaygılarımızı
artırıyor.”
Akıl dışı projelere izin
vermeyeceğiz
Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin, İmrahor Vadisi’nde yapacağı Kanal
Ankara Projesi’ne de tepki gösteren Candan, “Akıl
dışı projelerle vadilerin yok edilmesine, Ankara’nın
nefessiz bırakılmasına ve su varlıklarının yok
edilmesine izin vermeyeceğiz. Eymir Gölü,
Büyükşehir’in elinde Mogan Gölü’nün dönüştüğü duruma
dönüşür. Önce Mogan’a yapılanların hesabını versin”
diye konuştu.
Yapı, 02.06.2016
|
Amerika'nın Sesi'nden Kevin Enochs'un yazısına göre
Çinli ve Amerikalı bilim insanları, kısa süre önce,
ihtiyozorların geçirdiği evrimi ve adaptasyonu
kanıtlayan son derece ilginç yeni bir fosili
tanıttı. Bu fosilin ortaya çıkardığı sonuca göre
evrim belli bir dönemden sonra tahmin edilenden daha
hızlı bir şekilde gelişim sağladı.
Dünya zaten 250 milyon yıl önce kitlesel yokoluş
dönemi Permiyen’i geçirmiş, kara ve denizlerdeki
karmaşık ekosistemlerin yüzde 95‘ini yitirmişti.
Bundan birkaç milyon yıl sonra ise Triyasik
dönemin daha başlarında Dünya, yeni bir kitlesel
yokoluş evresinden daha geçti. Bu evreye
Smithian-Spathian deniyor.
Bu dönemde Dünya’ya en büyük zararı, yükselen
sıcaklıklar verdi.
Dünya’nın Triyasik devirde, uzayda dev bir eriyik
top olduğu gençlik döneminden sonraen yüksek
sıcaklıklara eriştiğine dair kanıtlar mevcut.
Ortalama sıcaklıklar karada 50 ila 60,
okyanuslardaysa 40 Santigrad dereceye çıktı.
Bunun sonucunda ekvatorun kuzey ve güneyine
uzanan kilometrekarelerce alan, ölü bölgeye dönüştü.
Hayatta kalmayı başaran hayvanlar, kuzey ve
güneye, daha serin iklimlere göç edenler oldu.
HIZLA DEĞİŞEN DÜNYAYA UYUM SAĞLAMAK
Her iki kitlesel yokoluş dönemini de atlatmayı
başaran nadir deniz canlılarından biri,
ihtiyozorlardı.
İhtiyozorlar, pleziozor ve pliozor gibi diğer
büyük deniz predatörleri, ilk kitlesel yokoluştan
sonra Triyasik dönemde sulara geri döndü.
Ve Bristol Üniversitesi’nden paleontologların
yaptığı yeni bir araştırma, ihtiyozorların sulardaki
yeni tür canlılardan beslenmek için hızla evrim
geçirdiğini gösteriyor.
Araştırmanın yazarlarından Tom Stubbs, Triyasik
deniz sürüngenlerinin beslenmeyle ilgili geçirdiği
morfolojik evrimin daha sonraki Mezozoik devirde
sürmediğini söylüyor.
Ancak ihtiyozorların geçirdiği evrimin ikinci
büyük kitlesel yokoluştan sonra hızla ilerlediğine
dair yeni kanıtlar bulundu.
BÜYÜK DEĞİŞİM, BÜYÜK EVRİM
Çinli ve Amerikalı bilim insanları, kısa süre
önce, ihtiyozorların geçirdiği evrimi ve adaptasyonu
kanıtlayan son derece ilginç yeni bir fosili
tanıttı.
Yeni yayınlanan araştırma, Sklerokormus Parviceps
adı verilen yeni bir ihtiyozor türüne odaklanıyor.
Bu ihtiyozor türü, ihtiyozor deyince genellikle akla
gelen Loch Ness canavarı türü canlılardan çok
farklı.
Sklerokormus, çoğu ihtiyozorun sahip olduğu
timsahsı diş ve çene yapısı yerine daha kısa bir
burun yapısına sahip.
Bu sürüngenin aynı zamanda balıklarınkine benzer
paletli kuyruk yerine kamçıya benzer bir kuyruğu
var.
Ancak sklerokormusun en büyük özelliği, dişsiz
bir ağza sahip olması. Uzmanlara göre kısa burnu ise
deniz tabanındaki besinleri emmeye yarıyor olabilir.
Chicago’daki Field Doğa Tarihi Müzesi’nden
araştırmacı ve yazar Olivier Rieppel, bu
dinazorların ortaya çok hızlı çıktığı görüşünde.
Uzmana göre sklerokormusun evrimleşmesi, Spatian
devrinde daha da hızlandı.
Rieppel, bu bulguların, Spatian devrindeki
sularda bulunan ekolojik çeşitliliğin daha önce
düşünüldüğünden çok daha fazla olması açısından
önemli olduğunu söylüyor.
Bu bulgular aynı zamanda evrimin nasıl oluştuğuna
dair anlayışı da değiştirecek nitelikte. Charles
Darwin’in evrim modelinin uzun zaman içinde küçük,
adım adım değişimlere dayandığını hatırlayan
Rieppel, yeni bulguların evrimin çok daha hızlı
gerçekleştiğini gösterdiğini söylüyor.
Oda Tv,
02.06.2016
|
TARİH ÖNCESİNİN X-MAN'LERİ: İNSANLIĞIN İLK
MUTASYONLARI
Takip edenler hatırlayacaktır, 26 Mayıs’ta soL
Blog’da Can Önen imzasıyla yayınlanan bir X-Men
eleştirisinde (http://haber.sol.org.tr/blog/sinema-bir-senliktir/can-onen/x-men-putlari...) antik
çağlardan günümüze gelen bir “ilk mutant”tan söz
ediliyordu. Bu mutantın adı “Apocalypse”ti (Kıyamet)
ve bu mutantın kendisinin ardından insanlar yüzünden
bozulan dünya düzenini düzeltmek için bir savaşa
giriştiği anlatılıyordu. Durum şu ki, mutasyonlar
canlılığın ilk anından beri gerçekleşiyor ve ilk
insanlar da buna bir istisna teşkil etmiyor. Yapılan
araştırmalarda –her ne kadar boş bir süper kahraman
filmindeki gibi kıyameti getirecek dozda olmasa da–
ilk insanlar arasında da çeşitli mutasyonlara
rastlanıyor. Bu mutasyonlardan bazılarıyla bugün de
karşılaşılırken bazıları birtakım değişimlerle
varlığını sürdürüyor, bir kısmı da işe yaramazlar
grubuna çoktan dahil oldu bile. Gelin, bunlardan
birkaçına göz atalım.
HIZLANMIŞ EVRİM VE BÜYÜK BEYİNLER
Gorillerin dizilimi tamamlanmış genomları
incelendiğinde, RNF213 adlı bir gen tanımlanmış. Bu
genin insan, goril ve şempanzenin de dahil olduğu
bir primat dalındaki canlılarda “hızlanmış evrim”
gösterdiği gözlemleniyor. Cambridge Üniversitesinde
bu çalışmayı yürüten araştırmacı Aylwyn Scally,
“hızlanmış evrim” derken kastettikleri şeyin
yalnızca çok sayıda farklılığın birikmesi olmadığını
belirtiyor. Burada “hızlanmış evrim” kavramı,
protein diziliminde gerçekten farklılık yaratacak
değişimler için kullanılmış.
Meselenin daha da ilginç yanı ise yapılan başka
araştırmalarda RNF213 geninin geçmişteki bu
hızlanmış evrim sürecinde edindiği birtakım
bozuklukların bugün beyne giden damarların
küçülmesine ve Moyamoya hastalığına yol açtığının
görülmüş olması. Bu da şu demek oluyor: Geçmişte,
ilk insanlar arasında bolca enerjiye ihtiyaç duyan,
kocaman beyinlere sahip insanlar da vardı. Üstelik
RNF213 insan beyninin boyutlarına dair veri sunan
tek gen değil. Araştırmacılar, insanlarda beyin
boyutunun evrimine etki eden “Frizzled-8” ve ASPM de
dahil çok sayıda genin bulunduğunu belirtiyor.
GÜÇLÜ BİLGİSAYARLAR
İnsan vücudunun bir bilgisayar olduğunu
varsayarsak şüphesiz ki beyin bu bilgisayarın
işlemcisidir ve ne mutlu bize ki bu işlemcinin AR-GE
çalışmalarını evrim doğumumuzdan milyonlarca yıl
önce büyük oranda gerçekleştirmiş.
Hastalıklar üzerine yapılan çalışmalar, DNA’da
bulunan HAR1 adlı bölgenin beyinde, özellikle de
beyin gelişimi sırasında bilincimizin, hafızamızın
ve dilimizin şablonlarının yerleşmeye başladığı gri
maddenin yuvası olan serebral kortekste yoğun bir
aktivite gösterdiğini saptamış. Dahası DNA’nın bu
bölgesinin, insanlarla şempanzeler birbirlerinden
ayrıldıktan hemen sonra insanlarda hızlı bir biçimde
evrim geçirdiği belirlenmiş. HAR, “human accelerated
regions” yani “insanda hızlanmış bölgeler” sözcük
öbeğinin kısaltmasıdır ve HAR1 bu bölgeler arasında
insanda en hızlı evrim geçirdiği belirlenen
bölgedir.
Öte yandan FOXP2 adlı bir gende gerçekleşen
mutasyonlar ise insan beyninin en büyük
başarılarından birinde rol sahibi olmuş: dil.
Günümüzde farklı FOXP2 mutasyonlarına sahip olan
bireylerin dilin çeşitli yönleriyle ilgili sorunlar
yaşadığı biliniyor. Araştırmacılar, bu genin hem
regülasyonunun hem de kendisinin insanlarda ve
şempanzelerde oldukça farklı olduğunu ve FOXP2’nin
dil için hayati öneme sahip olduğunu belirtiyor.
FETHEDEN AĞIZLAR
Hiç yurt dışına seyahat ettiniz mi? Hatta o kadar
uzağı işaret etmeye bile gerek yok, soruyu
daraltalım: Alışkın olduğunuzdan farklı bir yemek
kültürüne sahip bir yere gittiniz mi? Örneğin
Adana’da bol acılı kebapları, Antep’te fıstklı
baklavaları mideye indirdikten sonra sıkıntılı bir
sürecin gelebileceğinden haberdarsınız. Tavsiyem, bu
durumu fazla büyütmemeniz. Atalarımız daha büyük
işlerin üstesinden gelmişler ve işin güzel yanı, bu
yeteneklerini bize de miras bırakmışlar.
200 bin ila 18 bin yıl öncesi arasında yaşanan
büyük insan göçü sırasında insanlar Afrika’dan
dünyanın dört bir yanına dağılırken AMY1 adlı
gendeki mutasyon çok işlerine yaramış. Nişastayı
sindiren enzimi kodlayan bu gen, insanların geniş
bir yelpazede beslenebilmelerine yardımcı olmuş.
İnsanlar bu sayede yediklerini tatsız yollarla geri
çıkarmadan glukozu sindirebilmiş örneğin. Bu konuda
bizi akrabalarımız şempanze ve bonobolardan ayıran
şey ise AMY1 geninin onlardakinin aksine yalnızca
bağırsakta değil ağızda da ifade edilebilmesi. Bu
sayede atalarımız gittikleri hiçbir yerde aç
kalmamış.
Yine de, “O son köfteyi yutmayacaktım,”
pişmanlığna düşmemek için yediklerinize dikkat edin
derim.
MESELE KARIŞIK
Farklı üniversitelerden çeşitli araştırmacılar,
genlerin ifadesi sonucu oluşan değişimlerin –yani
fenotiplerin– ortaya çıkışının göründüğü kadar basit
olmadığını ifade ediyor. Örneğin HAR1 ve beynin
korteksi arasındaki bağlantılarda bir tür “yardım ve
yataklık” kanıtı bulunuyor. Hiçbir fenotipin ortaya
çıkışı yalnızca bir genin eyleminin sonucu değil,
aksine DNA’nın çeşitli bölgeleri de bu genleri
“doğru yerde ve doğru zamanda” açıp kapadığı için bu
tür değişiklikler gerçekleşiyor ve bu yüzden de
“yararlı” mutasyonlar oldukça nadir. Sonuç olarak
yaptığımız şey şempanzelerden veya bonobolardan
farklı bir sistemi kullanıyor oluşumuz değil, aynı
sistemi farklı biçimlerde kullanıyor oluşumuz.
Birçok disiplinden bilim insanları bir süredir
dikkatlerini DNA’nın başka genleri açıp kapatan
bölgelerine çevirmiş durumda. İnsanları diğer
hayvanlar arasında benzersiz yapan şeyleri
keşfetmeye çalışıyorlar. Bu demek değil ki diğer
hayvanlar, örneğin şempanzeler de kendilerine göre
“başka hayvanlar” arasında benzersiz değil. Her bir
türün kendine özgü, eşsiz özelliklerinin olduğu
yadsınamaz bir gerçek, ancak bahse varım ki insanlar
bu özellikleri bulmaya şempanzelerden daha yakın.
Sevgili kuzenlerimiz, sıkı durun. Büyük insanlık
bunu da başaracaktır. Sonuçta hepimiz kuyruksuz
“büyük” maymunlar değil miyiz?…
Sol Haber: Haber:
Ozan Karakaş, Kaynak: http://www.livescience.com/54905-prehistoric-x-men-revealed.html,
01.06.2016
|
GSÜ RESTORASYONU İHALESİ, ERDOĞAN'IN İMAM HATİP'TEN
ARKADAŞININ OLDU
Galatasaray Üniversitesi'nin yanan saray
binasının -Ortaköy Kampüsü'nün- yılan hikayesine
dönen restorasyon çalışması resmen başladı.
Yangının hemen ardından Rektörlük tüm sorumluluğu
üzerinden atmış, restorasyon işlerinin yapılmasını
Galatasaray Eğitim Vakfı’na devretmişti.
Aradan geçen 3 yıl, kapalı kapılar ardında
pazarlıklarını sürdüren Vakıf Başkanı İnan Kıraç ve
projenin fikir babası sayılan Sinan Genim’e karşı,
"üniversitemizi geri istiyoruz" diyen öğrenciler ve
akademisyenlerin mücadelesine sahne oldu.
ERDOĞAN'IN İMAM HATİPTEN ARKADAŞI
RESTORASYON İHALESİNİ ALDI
3 yılın sonunda üniversite binasının restorayonu
Gürsoy Grup Restorasyon San. Tic. A. Ş’ye teslim
edildi. Gürsoy Grup’un başında, AKP’yle birlikte
zenginleşen sermayedarlardan biri olan, Tayyip
Erdoğan’ın imam hatip lisesinden arkadaşı Hasan
Gürsoy bulunuyor. Gürsoy, Mimar Sinan’ın eseri
Süleymaniye Camii'nin ses akustiğini bozan, İstiklal
Caddesi’ni yapımı daha bitmeden kırılan granitlerle
“yenileyen”, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu
sırasında ortaya çıkan ses kayıtlarında Sepetçiler
Kasrı’nı almak için pazarlık yapan kişi olarak
biliniyor.
Üniversite yönetimi restorasyonun yapımına
başlandığını duyurmaya gerek bile duymazken, haber
Galatasaray Eğitim Vakfı’nın sitesinden şu şekilde
duyuruldu:
" TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul III
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
14.1.2016 tarihli toplantısında gündeme
alınıp, düzeltmelerle uygun olduğuna karar verilen
restorasyon projesine esas olan yapı ruhsatı
5.2.2016 tarihinde Beşiktaş Belediyesi’nden
alınmıştır.
Yapı ruhsatının alınmasının ardından proje
müellifi Elektrik, Statik ve Mekanik projelerini
tamamlayarak Galatasaray Üniversitesine teslim
etmiştir.
Restorasyonun 1. Etabı için 25.05.2016 tarihinde
Gürsoy Grup Restorasyon San. Tic. A. Ş. ile sözleşme
imzalanmıştır.
30.05.2016 tarihinde, İşveren olarak Galatasaray
Eğitim Vakfı, Tahsis Sahibi Kurum olarak Galatasaray
Üniversitesi ve Yüklenici olarak Gürsoy Grup
Restorasyon San. Tic. A. Ş. arasında Yer Teslim
Tutanağı imzalanmış ve SGK, İş Yeri Açılış
işlemlerini tamamlayan Gürsoy Grup Restorasyon San.
Tic. A. Ş. , 31.05.2016 tarih itibari ile 8 ay
sürecek 1. Etap restorasyon çalışmalarına
başlamıştır."

Sol Haber, 01.06.2016
|
2700 YILLIK STEL KAYIP
Konya’nın
Ereğli
İlçesi'nde geçtiğimiz mart ayında geç
Hitit dönemi steli bulundu. Bir inşaatın temel
kazısında çıktığı iddia edilen yaklaşık 2 bin
700 yıllık stelin Adana’da 6 milyon liraya
satıldığı iddia edildi. Ereğli
Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayla ilgili
gizlilik kararı aldı.
Ereğli Anafartalar Caddesi üzerinde GSM Özel
Hastanesi’nin karşısındaki inşaatın temel
hafriyat çalışmaları sırasında geç Hitit dönemi
(MÖ 7-8. Yüzyıl) stel bulunduğu ileri
sürüldü. Hafriyat sırasında çalışan işçiler
tarafından da görülen paha biçilmez eser daha
sonra ortadan kayboldu.
Ereğli’nin 15 kilometre güneydoğusunda yer
alan meşhur İvriz kabartması ile benzer
özellikler taşıyan stelin akıbeti tam olarak
bilinmiyor. İddiaya göre stel bir hafta önce
Adana’da 6 milyon liraya satıldı. Ereğli’de
pek çok kişinin elinde stelin fotoğrafları var.
Herkes stelin nerede olduğunu merak ediyor.
GİZLİLİK KARARI
İnşaat hafriyatında
bulunan eserin satışı ile ilgili anlaşmazlıktan
kaynaklı suç duyurusu yapıldığı ileri sürüldü.
Ereğli
Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili
soruşturma başlattı. Soruşturma dosyasına gizlilik
kararı konuldu. Ereğli’de pek çok kişinin adının
karıştığı eser kaçakçılığında henüz bir gözaltı ya
da tutuklama yapılmadı. Ereğli Müze Müdürlüğü’nden
stelle ilgili soruşturmanın devam ettiği, bu aşamada
bilgi verilmeyeceği belirtildi.

AMBARDERESİ
KABARTMALARINA BENZİYOR
Eşsiz güzellikteki
stel fotoğrafının üzerinde 01.03.2016 tarihi
yazılmış bir kağıt bulunuyor. Fotoğrafta 2 metreden
daha büyük olduğu görülüyor. Arkeolog Nezih
Başgelen’e göre elinde buğday başağı ve üzüm salkımı
ile Tuwana Kralı Warpalava’nın tanrı Tarhunza’ya
tapınması resmedilmiş. Tanrı ve
kral figürlerinin başlık stilleri farklı da olsa
İvriz kaya kabartmaları ve Toros dağları
eteklerindeki Ambarderesi kaya kabartmaları ile
benzer özellikler taşıyor.
Hürriyet, 01.06.2016
|
ZENGİNLERİ 600 YILDIR DEĞİŞMİYOR
İtalya’nın Floransa şehrinde
zenginler listesi tam 600 yıldır
değişmiyor. Araştırmaya göre 1427’de var
olan ailelerden 900 soy isim hala
kullanılıyor
Dünya tarihi üçüncü kuşaktan sonra
batan firmalar ve zengin aileler ile
dolu. Ancak bu genel kabule aykırı bir
örnek ortaya çıktı.
İtalya'nın Floransa şehrinin
zenginler listesi tam 600 yıldır
değişmiyor.
İtalyan ekonomistler Guglielmo
Barone ve Sauro Mocetti'nin 1427'den bu
yana vergi üzerinde yaptığı
hesaplamalara göre 600 yıl önce hangi
aile zenginse bugün de o aileler zengin.
1427 yılının seçilmiş olmasının nedeni
ise o dönemde şehrin bir finansal krize
girmiş olması ve 10 bin vatandaş için
vergi affı yapılmış olması. O dönemde
var olanlar arasında bugün yaşayan
toplam 900 soy isim var. Bu ailelerden
vergi mükellefi olan kişi sayısı ise 52
bin. Çalışmada ortaya çıkan bir diğer
unsur da 600 yıl önce daha prestijli
işler yapanların soyundan gelenlerin
bugün de daha zengin olması.
28 JENERASYON SÜREN ÖRNEK
O
dönemde düşük profilli işler yapanlar da
gelir seviyesinde alt ligde yer alıyor.
İngiltere'de de 800 yıllık bir dayanma
süresi hesaplandı. Aynı zamanda 28
jenerasyon süren örnekler de bulundu.
Çin'in elit aileleri ise Mao döneminden
bu yana ayakta kalmış.
Sabah,
01.06.2016
|
 |
MUĞLA'DA 2 BİN 500 YILLIK SÜS EŞYALARI BULUNDU
Muğla'nın Milas
İlçesi'nde devam eden arkeolojik
kazılarda 2 bin 500 yıllık ziynet eşyaları bulundu.
Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü ekiplerinin
Belentepe mevkisinde yürüttüğü kazılarda tarihi
mezara rastlandı.
Bir kadına ait olduğu
değerlendirilen insan kemiklerinin bulunduğu mezarda
arkeologlar, kurtarma kazısı yaptı.
Kazıda ekipler, altından yapılmış, üzerinde insan
yüzü tasvirinin olduğu 2 küpe ile 1
yüzük buldu.
Temizlik ve tarihleme çalışması
yapılan buluntular, Milas Arkeoloji Müzesine
getirildi.
Sabah, 01.06.2016
|
KURŞUNLU CAMİİ'Nİ BU HALE GETİRDİLER
Diyarbakır’ın Sur İlçesi'nde çatışmalarda zarar gören
Kurşunlu Camii’nde dün görüntü alınmasına sınırlı
olarak izin verildi.

Osmanlı’nın
Diyarbakır’daki ilk yapısı olma özelliği olan ve
çatışmalar sırasında ateşe verilen caminin içi
tamamen yanmış durumda. Caminin içindeki
pencerelere, mevzi oluşturmak için kum torbalarının
bırakıldığı görüldü.
Caminin bahçesindeki abdest
alma yeri olarak kullanılan tarihi çeşmenin ise
bombalarla yıkıldığı gözlendi. Kurşunlu Camii’nde
yaptığı incelemelerden sonra konuşan Diyarbakır
Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen, restorasyon
çalışmalarına yakında başlanacağını, çalışmaların
2017 tamamlanıp ibadete açılmasını pladıklarını
söyledi. Evsen, çatışmalarda 9 cami, 2 kilisenin
tahrip olduğunu belirtti.
Milliyet, Haber:
Ahmet Ün, 01.06.2016 |
ERDOĞAN MİLLİ KÜTÜPHANE'Yİ KAPATTIRIYOR
2016 yılı yatırım programında ‘ek hizmet
binası' olarak görünen, Maliye Bakanı Naci
Ağbal'ın da, “Ülkenin şanına, şerefine yakışan
işleri yapmaya gücümüz var” diyerek ayrıntılarını
açıklamaktan kaçındığı saray bahçesindeki yatırımın
devasa kütüphane ve konser salonu olduğu ortaya
çıktı. Sözcü'den Erdoğan Süzer 'in haberine
göre, “Yargı organının da cumhurbaşkanıyım,
yürütmenin de cumhurbaşkanıyım, yasama organının da
cumhurbaşkanıyım” diyen Erdoğan’ın Saray’a 650
milyonluk opera binası projesiyle planladığı
öğrenildi.
KİTAP VE BELGELER SARAY KÜTÜPHANESİNE
TAŞINACAK
Kütüphane ve konser salonu sarayın güney kısmında
yer alan 322 bin 88 metrekare alana inşa edilecek.
Daha önce Orman Bakanlığı'nın lojmanları ile
dışarıya açık restoranın bulunduğu bu bölgedeki
inşaatı da yine sarayı inşa eden Rönesans Holding
yapacak. Saray kütüphanesinin tamamlanmasının
ardından halen Ankara Bahçelievler semtinde bulunan
Milli Kütüphane kapatılacak ve içerisindeki tüm
kitap ve belgeler saray kütüphanesine
taşınacak. Ayrıca halen İstanbul'da çeşitli saray ve
kütüphanelerde bulunan Osmanlı İmparatorluğu'na ait
resmi arşivler ile değerli kitaplar da Ankara'ya
getirilecek. Erdoğan'ın kütüphanenin planına ve
içeriğine karar vermeden önce İngiltere, Almanya ve
Fransa'daki kütüphaneleri inceleme heyeti gönderdiği
de öğrenildi.
Birgün, 01.06.2016
|
TMMOB BİNASI BOŞALTILDI, 15 KİŞİ SERBEST BIRAKILDI
Beşiktaş Kaymakamlığı,
Mimarlar Odası'nın Yıldız Sarayı Dış Karakol
Binası’nın boşaltılması için dün tebligat verdi.
Binanın bugün için boşaltılması istendi. Karara
direnen Mimarlar Odası yöneticileri gözaltına
alındı. Mimarlar Odası, kaymakamlığının hukuksuz
davrandığını iddia etti. 15 kişi saat 16.30
sularında serbest bırakıldı.
Beşiktaş Kaymakamlığı,
Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi'ne dün
sabah, binanın boşaltılması yönünde tebligat
gönderdi, 24 saat süre verildi. Sürenin
dolmasının ardından polis, kararı uygulamak
üzere binaya geldi. Tahliye kararına Mimarlar
Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu,
İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Sami
Yılmaztürk'ün de aralarında bulunduğu oda
yöneticileri tepki gösterdi.
Bunun üzerine 15
kişi gözaltına alındı, bina polis ekipleri
tarafından boşaltıldı.
Gözaltına
alınanların Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp
Muhçu, Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı
Sami Yılmaztürk, yöneticiler Mücella Yapıcı,
Can Atalay, Cem Tüzün, Ali Hacıalioğlu, Metin
Karadağ, Hilmi Etikan, Cansu Yapıcı, Sinan
Omacan, Zeki Arslan, Nihat Uçukoğlu, Hasan
Fener, Yasemin Dura ve Ersin Kiriş olduğu
öğrenildi.
Eyüp Muhçu,
"Mimarlar Odası otoriter uygulamalar nedeniyle
şuanda işgal altında. Kent, çevre değerlerini
savunduğumuz için, toplumsal haklara sahip
çıktığımız için şuanda gözaltındayız. Bu
uygulamalar eninde sonunda halkın yüreğinde
sevgisiyle boğulacaktır. Biz özgürlük ve
demokrasinin yeniden ülke ile buluşacağına
inanıyoruz" diye konuştu.
15 KİŞİ
SERBEST BIRAKILDI
Oda yöneticisi 15
kişi, Kağıthane Devlet Hastanesi'nde sağlık
kontrolünden geçirildikten sonra
Vatan Caddesi'nde bulunan Güvenlik Şube
Müdürlüğü'ne getirildi. Emniyet'teki işlemleri
tamamlanan Mimarlar Odası yöneticileri savcılık
talimatıyla saat 16.30 itibariyle serbest
bırakıldı.
MİMARLAR
ODASI'NDAN AÇIKLAMA
Mimarlar Odası
konuyla ilgili açıklama yaptı. Açıklama şöyle:
"Mimarlar Odası’na 2051 yılına kadar tahsisli
olan Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası abluka
altında. Mimarlar ve yöneticileri kendi
binalarına giremiyor. Hukuksuz olarak zorla
tahliye edilmeye çalışılıyor.Yıldız Sarayı Dış
Karakol Binası asma ve bodrum katları, 1995
yılında Kültür Bakanlığı ile yapılan protokol
ile on yıllığına Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi’ne tahsis edilmiştir. 22 Ekim
2002 tarihinde yenilenen protokol uyarınca
binanın tahsis süresi; imza tarihinden itibaren
kırk dokuz yıl olarak belirlenmiş ve 2051 yılına
kadar kullanımı Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi’ne verilmiştir. Yıldız Sarayı
Kompleksi’nin
Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmesinin
ardından; 7 Aralık 2015 tarihinde Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü gönderdiği 227976 sayılı yazı
ile Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ile
imzalanan protokolün tek taraflı olarak iptal
edildiğini bildirmiştir.
İstanbul Valiliği
Beşiktaş Kaymakamlığı tarafından 30 Mayıs
2016 Pazartesi günü saat 17:50’de; Beşiktaş
İlçesi Yıldız Mahallesi’nde bulunan Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin hizmet
verdiği Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası Asma ve
Bodrum katlarının 31 Mayıs 2016 Salı günü saat
10:00’a kadar boşaltılması ve teslim edilmesi
için tebligat yapılmıştır. Ayrıca; Kaymakamlıkça
emniyete iletilen yazıda; “tahliye işleminin söz
konusu saatte yapılıp yapılmadığının her türlü
güvenlik önlemi alınarak izlenmesi, tahliyenin
yapılmaması durumunda zorla tahliye için
çilingir, depo, yediemin vs. temin edilmesi, yer
teslimi almak için görevlendirilen personelin
tahliye gününde hazır bulundurulması”
istenmiştir.
Protokolün
iptaline yönelik yazıya yapılan itirazların
yanıtsız kalması üzerine, idari işlemin
öncelikle yürütmesinin durdurulması ve iptali
için dava açılmıştır.İstanbul 12. İdare
Mahkemesi’nde görülen 2015/1568 esas no’lu
davada Mahkemenin 8 Mart 2016 tarihli
kararında;“Olayda, taraflar arasında imzalanan
22.10.2002 tarihli protokolün Bakanlığın
yükümlülüklerini düzenleyen 5. maddesinde;
Bakanlığın yukarıdaki kurallara uyulduğu sürece
Oda’nın binada kullanım süresi dolmadan, binanın
odaya tahsis edilen mekanlarını bir başka kuruma
tahsis edemeyeceği ya da boşaltılmasını
isteyemeyeceği öngörülmüştür.
Bu nedenle
22.10.2002 tarihinde 49 yıllığına imzalanan
protokolün, öngörülen süre dolmadan ve
protokolde belirlenen yükümlülüklerin ihlal
edildiğine ilişkinde herhangi bir tespit
bulunmadan feshedilmesinde hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle; hukuka
aykırılığı açık olan dava konusu işlemin;
uygulanması halinde telafisi güç zararlar
doğabileceğinden… yürütülmesinin durdurulmasına,
…
08/03/2016
tarihinde oybirliğiyle karar
verildi”denilmiştir.Kaymakamlıkça binanın
tahliyesine ilişkin gerçekleştirilen tebligata
göre fiilen imkansız olan boşaltma işlemlerine
yeterli süre verilmesi için Şubemizce yapılan
başvurular İstanbul Valiliğince “31 Mayıs 2016
günü saat 10:00’da tahliyeye başlanması
koşuluyla” gayriresmi olarak kabul edilmiş, “her
an yardımcı olmak üzere tahliye için
yetkilendirilen görevlilerin hazır bulunacağı”
iletilmiştir.
Mimarlar Odası’na;
üyelerimiz ya da mirasçıları tarafından emanet
edilen birçok evrak, belge, yayın, proje ve
mimarlıkla ilgili malzemenin; zorla tahliye
durumunda göreceği zararın önlenebilmesi
amacıyla tahliye işlemleri Şubemizce
gerçekleştirilecektir. Ancak; Yıldız Sarayı Dış
Karakol Binası’nın tarafımıza tahsisinin,
imzalanan protokol kurallarına uyulduğu halde
hukuka aykırı olarak iptaline dair sürecin yasal
takibi sürdürülecek, kamuoyu ile bilgi paylaşımı
yapılacaktır.Yapılan hukuk dışı uygulamaları ve
baskıyı kabul etmiyor, ilgilileri yasalara ve
yargı kararlarına uymaya çağırıyoruz.
TMMOB Mimarlar
Odası"
Milliyet, 31.05.2016
******
TMMOB: MİMARLAR
ODASI'NIN TAHLİYE İŞLEMİNİN GEZİ'NİN 3.
YILDÖNÜMÜNDE YAPILMASI, İNTİKAM OPERASYONUDUR
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği
(TMMOB), Mimarlar Odası'nın kullanımında olan
Yıldız Sarayı Dış Karakol binasının dün
boşaltılması ve 15 kişinin gözaltına alınmasıyla
ilgili bir basın toplantısı düzenledi.
Karaköy'de bulunan Mimarlar Odası Büyükkent
Şubesi'nde düzenlenen toplantıda, basın
açıklamasını Makine Mühendisleri Odası Başkanı
Ali Ekber Çakar yaptı. Çakar,
24 meslek odası adına yaptığı basın
açıklamasında, "Tanınan sürenin yetersizliği
nedeniyle fiilen olanaksız olan boşlatma
işlemleri için yeterli süre verilmesine yönelik,
Mimarlar Odası Büyükkent Şube'mizce yapılan
başvurulara ve İstanbul Valiliği ile kurulan
temaslara karşın oda ve şubelerimizin
yöneticileri ile avukatlarımız gözaltına
alınmıştır. Hukuk dışı bu uygulamaları kınıyor,
yetkilileri hukuka ve yargı kararlarına uymaya
davet ediyoruz. Bu tahliye işlemini Gezi'nin 3.
yılına tesadüf ettirmişler. Nihayetinde bir
Gezi'den intikam alma operasyonu olduğunu burada
açıkça görmekteyiz" dedi.
“Tahliye işlemini Gezi’nin 3. yılına tesadüf
ettirmişler”
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu,
"2015 yılında Yıldız Sarayı'nın
Cumhurbaşkanlığına devredilmesiyle birlikte,
Mimarlar Odası'nın oradaki varlığı tekrar
tartışmaya açıldı ve gündeme getirildi. Bu
süreçte alınan bir iptal kararı var. 12. İdare
Mahkemesi'nin oy birliğiyle almış olduğu bir
yürütmeyi durdurma karar var. Hükümet ya da
malum şahıs, Bölge İdare Mahkemesi siyasi baskı
yaparak bu kararı bozmuştur. Bu kararın
bozulması Mimarlar Odası'nın tahliye kararı
anlamına gelmemektedir. Ortada bir tahliye
kararı olmadan, hukuksuz bir şekilde tahliye
girişiminde bulunulmuştur. Bu tahliye işlemini
oldukça aceleye getirmişlerdir. İkincisi; bu
tahliye işlemini Gezi'nin 3. yılına tesadüf
ettirmişler. Nihayetinde bir Gezi'den intikam
alma operasyonu olduğunu burada açıkça
görmekteyiz" dedi.
“Tazminat davaları açılacak ve
sürdürülecektir”
Muhçu, "Bizler, bunu kabul etmediğimiz, bu
hukuksuzluğa açıkça direndiğimiz, bize kamu
adına edilen bu mekana sahip çıktığımız için
gözaltına alındık. Yaklaşık 7 saat civarında bir
gözaltı süresi sonunda serbest bırakıldık.
Polise ifade vermeyeceğimizi, gözaltına alınan
arkadaşlarımızla birlikte dile getirdik. Buna
rağmen henüz bir savcılık soruşturması
olmamasına rağmen gözaltına son verildi. Bundan
sonra yapılacak çok işimiz var. Ancak bu mekanla
ilgili işlerimizi söylersek; dün Cumhuriyet
savcılığına bu işlemle ilgili suç duyurusunda
bulunduk. Bundan sonra bu işlemi gerçekleştiren
devlet memurları, kolluk kuvvetleri, talimat
verenler hakkında yine davalar açacağız, suç
duyurusunda bulunacağız. Yıldız Dış Karakol
binasında bulunan odanın dergi, kitap, yayın,
arşiv, doküman, raporlar, klasörler,
demirbaşları Büyükşehir Belediyesi'nin
kamyonuyla Anadolu Yakası'ndaki bir karakola
taşınmış ve oraya kapatılmıştır. Bu süreyle
ilgili olarak olası zararlar nedeniyle ve o
mekandan mimarlar odasının mahrum bırakılması
nedeniyle tazminat davaları açılacak ve
sürdürülecektir" şekilden konuştu.
T24,
01.06.2016
|
HES FİRMASI TARİHİ MEZARLARI YOK ETTİ
Antalya'nın Akseki
İlçesi'nde Dedegöl Enerji firmasının HES projesi
alanındaki yol çalışmalarında, tahrip edilmiş tarihi
mezarlar tespit edildi. Firma hakkında tarihi eseri
bildirmeme ve tahrip etmekten suç duyurusunda
bulunuldu. Müze Müdürlüğü de şikayet doğrultusunda
inceleme başlattı.
Akseki'nin Sinanhoca
Mahallesi'nde bulunan Manavgat Çayı üzerinde Dedegöl
Enerji Yatırım A.Ş. firması tarafından planlanan
baraj ve HES projesi için verilen 'ÇED Olumlu'
raporunun iptali için Antalya 2'nci İdare
Mahkemesi'ne dava açıldı. Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu ise köylüler ve
avukatlarının başvurusu üzerine, bölgede arkeolojik
eserler bulunduğu ve 1'inci Derecede Arkeolojik SİT
alanı olarak tescil edilmesi ve yapılacak
çalışmaların da bu alandan mümkün olduğunca
uzaklaştırılması yönünde karar verdi.
Tahrip edilmiş
tarihi mezar kalıntıları
Mahkeme süreci devam
ederken firma bölgede inşaata başladı. HES ve baraj
projeleri için yol yapım çalışmalarına başlanılan
alanda köylüler tarafından tahrip edilmiş tarihi
mezar kalıntıları tespit edildi. Tarihi mezar
kalıntılarına ait fotoğraflarla birlikte firma
aleyhine köylüler tarafından Akseki Cumhuriyet
Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu. Firma
hakkında Side Müze Müdürlüğü'ne de ayrıca şikayet
edilen firmanın inşaatının durdurulması ve bölgede
yol çalışmaları sırasında tahrip edilen ve sonradan
yok edildiği ileri sürülen mezar kalıntılarına
yönelik çalışma yapılması talep edildi. Müze
Müdürlüğü de bir ekip kurarak inceleme başlattı.
Firma hakkında şikayette bulunanlar arasında İbradı
Belediye Başkanı Serkan Küçükkuru da bulunuyor.
Tarihi eseri
bildirmeme ve tahrip suçu
Köylülerin avukatı
Münip Ermiş, Dedegöl Enerji Yatırım A.Ş. firması
personeli ve yetkilileri hakkında Akseki Cumhuriyet
Savcılığı'na sundukları dilekçede, 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat varlıkları Koruma Kanununun 65'inci
ve 67'nci maddelerine muhalefet edildiğini savundu.
Kültür ve tabiat varlıklarının bulunması halinde
bildiriminin zorunlu olduğunu belirten Münip Ermiş,
burada ortaya çıkan tarihi mezarların
bildirilmediğini, ayrıca bu mezarların tahrip
edilerek yeni bir suç daha işlendiğini öne sürdü.
Bölgenin hem doğal sit koruma sahası hem de
arkeolojik açıdan önemli olduğunu belirten Münip
Ermiş, “Bu nedenle Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kurumu, 2863 sayılı yasa kapsamında
ortaya çıkacak tarihi eserlerin korunması ve
bildirilmesi ile ilgili karar almış, bu karar
firmaya bildirilmiştir. 2015 Temmuz ayında yol
çalışmaları firma tarafından gerçekleştirilirken,
tarihi mezarlar ve korunması gereken tarihi eserler
ortaya çıkmış, ancak yol çalışmalarına devam
edilerek bunlar tahrip edilmiştir. Bu eserlerin 2863
sayılı yasa uyarınca derhal bildiriminin yapılması
ve inşaatın durdurulması gerekirken, bu yapılmayarak
bu eserler hemen bu firma yetkilileri tarafından
ortadan kaldırılmıştır. Daha sonra tekrar
gidildiğinde bu eserlerin yerinde olmadıkları
görülmüştür. Bu haliyle bölge tekrar
fotoğraflanmıştır. Yol inşaatının devam ettiği bölge
Sinanhoca türbesinin ve davalı firmaya ait
şantiyenin hemen yakınındadır" diye konuştu.

Birgün, 30.05.2016
|
MİLET ARKEOLOJİ MÜZESİ UZAMNLARINDAN LATMOS'TA
İNCELEME
Aydın ile
Muğla il sınırları içinde bulunan,
MÖ 6 bin
yıl öncesine dayanan, kaya resimleri ve yerleşim
kalıntılarının olduğu Beşparmak Dağları'nda
(Latmos),
Milet Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından
tescil çalışmaları kapsamında incelemelerde
bulunuldu.
Doğal ve kültürel kaynak değerleri
açısından Türkiye'nin en zengin ve bakir
alanlarından biri olan Beşparmak Dağları, eşsiz
coğrafyasıyla gelen konukları kendine hayran
bırakıyor. Fotoğraf çeken insanların büyük zevk
aldığı ve her gelenin "Burada yaşamak isterim"
dediği Latmos'ta,
Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü ve Aydın Arkeoloji Müzesi işbirliğiyle
aylardır yürütülen tescil çalışmalarına, Milet
Arkeoloji Müzesi uzmanlarıyla devam edildi.

Türkiye'de, UNESCO'nun Kültürel ve Doğal
varlıklardan oluşan Dünya Mirasları Listesine
girebilecek en önemli yerlerden birinin Beşparmak
Dağları (Latmos) olduğunu belirten Ekosistemi Koruma
ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin
Sürücü, antik dönemde Latmos olarak bilinen
Beşparmak Dağları'nın doğa ve tarih açısından
bölgenin en hassas yerlerinden biri olduğunu
söyledi. Binlerce yıldır devam eden Latmos
kültürünün izlerini, Latmos'un büyülü coğrafyasında
doğayla barışık yaşayan insanların yapılarında da
görmenin mümkün olduğunu ifade eden EKODOSD Başkanı
Sürücü, "1970'li yıllardan bu yana Latmos Dağı'nın
vahşi coğrafyasında köylülerden, çobanlardan ve
avcılardan almış olduğu bilgilerle tarih araştırması
yapan ve aynı zamanda derneğimizin onursal üyesi
olan Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü
araştırmacılarından arkeolog Dr. Anneliese
Peschlow'un dediği gibi 'Latmos'un arkeolojik
değerleri, dini ile doğanın birbiri ile uyumlu
birleşiminden ortaya çıkmıştır. Doğa ve insan eliyle
meydana gelen eserler burada kesinlikle birbirlerine
ters düşmeyip, çarpıcı bir uyum ortaya koymaktadır"
dedi.

'KAYITLARDA OLMAYAN BİR KAYA RESMİ
İNCELENDİ'
Milet Arkeoloji Müzesi uzmanlarıyla
yapılan tescil çalışmasında, kayıtlarda olmayan yeni
buldukları bir kaya resminin gerekli incelemeleri
yapılarak, kayıt altına alındığını kaydeden Sürücü,
şöyle konuştu:
"Latmos'un engebeli kayalıkları
arasında yer alan pek çok kaya mezarının kayıtları
tutuldu. Arazi şartları zor olsa da, uzmanların
bıkıp usanmadan duyarlılıkla yürüttüğü çalışmalar
sayesinde tespit edilen her eserin kaydı yapıldı.
Latmos'ta görülen en büyük antik dönem zeytinyağı
işliğine ait doğal ezme taşı ve diğer bulgular kayıt
altına alındı."
'İNSANLIK MİRASLARIYLA DOLU'
Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD)
Başkanı Bahattin Sürücü, dağ doruğundan, eteklerine
kadar insanlık miraslarıyla dolu olan Latmos'un
tescil çalışmalarına devam edileceğini sözlerine
ekleyerek, UNESCO'nun Dünya Doğal ve Kültürel Miras
Listesi'ne girebilecek özelliklere sahip bu
benzersiz alanın korunması için çaba gösteren
kurumlara teşekkür etti.
Hürriyet, Haber: Ediz
Verdioğlu, 30.05.2016 |
ERMENİSTAN PALMİRA'NIN RESTORASYONUNA DESTEK VERECEK
23 Mayıs’ta Suriye Kültür Bakanı Issam Khalil’le
Şam’da bir araya gelen Ermenistan’ın Suriye
Büyükelçisi Arshak Poladian, Esad rejiminin Palmira
kentini restore etme çalımalarına Ermenistan’ın
destek vereceğini açıkladı.
1980 yılından beri UNESCO Dünya Kültür Mirası
listesinde olan antik kent Palmira, bir sene önce
IŞİD tarafından ele geçirilmiş; geçtiğimiz Mart
ayında da Esad rejimi ordusu tarafından geri
alınmıştı.
Suriye resmi haber ajansı SANA’da yer alan habere
göre, Şam’da yapılan görüşme sonrası açıklama yapan
Suriye Kültür Bakanı Issam Khalil, işgal sırasında
büyük hasar görmüş kentin restorasyonu için ulusal
bir komite kurulduğunu söyledi.
Bölgede Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD’den
arkeologların da restorasyon çalışmalarına katıldığı
belirtiliyor.

Nisan ayının sonlarında BM güvenlik güçlerinin
korumasında bölgeye giren UNESCO heyeti, Palmira
Müzesi’nde ve arkeolojik alanda incelemelerde
bulunmuştu. İzleme heyeti, incelemeler sonrası
yaptığı açıklamada, işgal öncesinde güvenli bir yere
taşınamayacak kadar büyük olan heykellerin ve
lahitlerin parçalandığını belirtmişti.
Agos,
30.05.2016
|
ANADOLU'NUN 2 BUÇUK MİLYON YILLIK SIRRI ORTAYA ÇIKTI
Burdur’da bulunan 2,5 milyon yıllık mamut dişi,
Anadolu’nun 2,5 milyon yıllık doğa tarihine ışık
tutarken atların ve geyiklerin atalarının Avrupa’ya
Anadolu üzerinden göç ettiğini ortaya koydu…
Biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın en önemli
coğrafyalarının başında gelen Anadolu’nun
milyonlarca yıllık doğa sırları açığa çıkıyor.
Burdur’un Kemer İlçesi'ne bağlı Elmacık Köyü'nde
2006-2009 yılları arasında yapılan kurtarma
kazılarında ortaya çıkarılan 2,5 milyon yıl öncesine
ait nesli tükenmiş güney fili (Mammuthus
Meridianolis) fosilleri Burdur’da açılan Doğa
Tarihi Müzesi’nde sergileniyor. Elmacık Göleti’nin
yapımı sırasında ortaya çıkan fosil yatağında
gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkan buluntular,
Göller Bölgesi olarak anılan ve Türkiye’nin en
önemli su havzalarının başında gelen bölgenin bir
zamanlar geniş su kütleleriyle kaplı olduğunu
gösterirken, fillerin atası olan mamutların yanı
sıra geyikgiller, atgiller, gergedangiller ve
boynuzlugiller gibi türlerin de yaşam alanı olduğunu
ortaya koydu.

GÖLET İNŞAATINDA ORTAYA ÇIKAN 2,5 MİLYON
YILLIK SIR
Burdur’un Kemer İlçesi'ne bağlı Elmacık
Köyü'nde
bulunan dere üzerinde 1998 yılında yapılan göletin
inşaatı sırasında görülen karasal omurgalı ve memeli
hayvanlara ait fosil yataklarında, Burdur Müzesi
Müdürlüğü başkanlığında yapılan kurtarma
kazılarında, Anadolu’nun doğa tarihine ışık tutacak
önemli buluntular ortaya çıkarıldı.2006-2009 yılları
arasında yapılan kurtarma kazılarında, Elmacık
Göletinin yapımı sırasında yüzeye çıkan ve yok
olmaya başlayan fosillerin acilen kurtarılması
amaçlanmıştı. Kazıların tamamlanmasıyla ortaya çıkan
bulgular, Burdur Havzası’nın önemini gözler önüne
sererken, doğa tarihi açısından bilim dünyasına çok
önemli bulgular da kazandırılmış oldu.

GÖLLER BÖLGESİNİN TARİHİ YENİDEN
YAZILACAK
Elmacık kurtarma kazıları, Göller Bölgesi
içerisinde yer alan Burdur ve çevresinin 2,5 milyon
yıl önceki ekosistemi hakkında önemli bulguları
ortaya çıkardı. 2,5 milyon yıl önce geniş su
kütleleriyle kaplı olan ve bozkır tipi bir ekolojiye
sahip olduğu ortaya çıkan bölgenin, bugün artık soyu
tükenmiş olan Mammuthus Meridianolis’in (güney
filleri) yanı sıra boynuzgiller, gergedangiller,
atgiller ve geyikgillerin de yaşam alanı olduğu
belirlendi.

100 KİLO AĞIRLIĞINDA 3.30 METRE
UZUNLUĞUNDA FİLDİŞİ BULUNDU
Kazılarda ortaya çıkan fosiller arasında bulunan
fillerin atası olan dev mamut dişi ve kürek
kemikleri dikkati çekiyor. 3 metre 30 santim
uzunluğa, 100 kilogram ağırlığa sahip olan dev mamut
dişi ve aslına uygun olarak yapılan mamut iskeleti,
diğer buluntularla birlikte Burdur Doğa Tarihi
Müzesi’nde sergileniyor.

BİR ZAMANLAR SİNEMA OLARAK KULLANILAN
KİLİSEYİ MÜZE YAPTILAR
Burdur Zafer Mahallesi’nde bulunan 19.
yüzyıldan
kalma Kavaklı Rum Kilisesi, 2000 yılında Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırılarak restore
edildi. 1914 yılında yaşanan deprem sırasında büyük
hasar gördükten sonra onarılan tarihi kilise, özel
mülkiyette olduğu dönemlerde sinema ve inşaat
malzemeleri deposu olarak da kullanılmıştı. Tarihi
kilisede yapılan restorasyon çalışmalarının
tamamlanmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı
bünyesindeki ilk doğa tarihi müzesi niteliğine
bürünen mekan, 11 Mart’ta Burdur’u ziyaret eden
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından
hizmete açıldı.

ATLAR VE GEYİKLERİN ATALARI AVRUPA’YA
ANADOLU’DAN GÖÇ ETMİŞ
Burdur Elmacık faunası, bilim dünyasına
Anadolu’nun doğası hakkında önemli bilgiler
kazandırdı. Bölgede ortaya çıkarılanEquidae
(Atgiller), Cervidae (Geyikgiller) gibi ailelere ait
fosillerin Güney Avrupa’daki buluntularla yaşıt
olması, Anadolu’nun söz konusu türler için göç yolu
ve önemli bir durak olduğunu ortaya koyuyor.

Başta doğa tarihi tutkunları olmak üzere
öğrencilerin de ilgisini çeken müzede, çocuklar için
hazırlanan özel bir bölüm yer alırken, müzede
görevli antropolog ise buluntular hakkında
öğrencilere bilgi veriyor. Türkiye’nin milyonlarca
yıllık ekolojik geçmişine ışık tutan bulguların
sergilendiği Burdur Doğa Tarihi Müzesi,
ziyaretçilerini bekliyor.

Oda Tv, Haber: Yusuf Yavuz, 29.05.2016
|
'ANTİK ÇAĞ' BULGULARI İÇİN SON KAZMA DARBELERİ

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde
bulunan Büyük Göztepe Tümülüsü'nde
5 yıldır devam eden kazı çalışmalarında
sona yaklaşıldı.
Frigler döneminde
Anadolu'da görülmeye başlanan, günün mimarları
tarafından mezar odası üzerine yığılan toprak veya
taşlardan oluşturulan yapay tepe tipi anıt olarak
inşa edilen tümülüslerde, ölen kişinin cesedi ile
kullandığı ve kendisine hediye edilen eşyalar
bulunuyor. Tümülüsler, boyu ve mimarisiyle ölen
kişinin zenginliğini de simgeliyor.
Büyük Göztepe
Tümülüsü'nde, Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan
izinle Karabük Valiliği, Karabük Üniversitesi (KBÜ),
Safranbolu Kaymakamlığı, Safranbolu Belediyesi ve
Karadeniz Ereğli Müze Müdürlüğü organizasyonunda
2012'den itibaren aralıklarla yapılan kazılar, bir
ay içinde tamamlanacak.
Kazılarda 4 insan
iskeleti ve çeşitli bulgularla karşılaşılan 25 metre
yüksekliğindeki tümülüs, UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi'nde bulunan Safranbolu'nun özellikle Antik
Çağ dönemine önemli ışık tutacak.
"Son kazmalar vuruluyor"
Safranbolu Belediye
Başkanı Necdet Aksoy, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, ilçenin bilinen 3 bin yıllık geçmişinin
yanında, tümülüsten çıkacak bulgularla milattan önce
4. yüzyıla da ulaşılacağını söyledi.
Büyük İskender
döneminden bir mezar anıtının ortaya çıkacağını
tahmin ettiklerini ifade eden Aksoy, "İlçemiz
Osmanlı döneminden kalan eserleri koruma ve
yaşatmadaki başarısıyla dünyada ün yapmıştır. Bu
sayede ilçemize yılda 750 bin civarında turist
gelmektedir. Kazıların sonunda ortaya çıkacak
eserler, ilçenin çok farklı bir tarihine ışık
tutacak. Bu kültürel zenginliğin yanında turizm
çeşitliliğini de doğuracak." diye konuştu.
Aksoy, 5 yıldır titiz
bir şekilde dönemler halinde kazı yapıldığını
belirterek, artık son kazmaların vurulduğunu, mezar
odasına ulaşmaya 5 metrelik bir kazı alanının
kaldığını bildirdi.
Kısa bir süre içinde
mezara ulaşılacağını ve tarihin ortaya çıkacağını
vurgulayan Aksoy, buradan elde edilecek bulguların
titizlikle incelendikten sonra en iyi şekilde
değerlendirileceğini kaydetti.
Anadolu Ajansı,
Haber: Ahmet Özler, 29.05.2016
|
YENİ TATE MODERN 17 HAZİRAN'DA AÇILIYOR
21. yüzyılda Londra’nın sembolü olarak gösterilen,
Birleşik Krallık’ın en büyük modern sanat müzesi
Tate Modern’in yeni binası 17 Haziran’da halka
açılıyor.

Orijinal haliyle Bankside Power Station elektrik
santralı olarak kullanılan bina, zamanında kırmızı
telefon kulübelerinin mimarı olan Sir Giles Gilbert
Scott tarafından yapılmıştı. 2000 yılından bu yana
ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin
sergilendiği müzeye çevrilen santral, şehrin mimari
ikonları arasında olma geleneğini yeni binayla da
devam ettiriyor. Binanın tasarımcısı Pritzker ödüllü
İsviçreli mimarlar Herzog&de Meuron. Zamanında 148
adayın katıldığı uluslararası yarışmayı kazanarak
müzenin orijinal binasını da onlar yapmıştı. Yeni
Tate, Switch House binası, yeni ve eskinin başarılı
kombinasyonuyla adından söz ettirecek. Yaklaşık 21
bin metrekarelik 10 katlı projede çağdaş mimariyle
endüstriyel görünüm birleşirken, tüm detaylar
orijinal binanın bütünlüğüyle uyum gösteriyor.
Dışarıdan bakınca bükümlü piramit formundaki bina,
cam kesitlerle güneş ışığı alıyor. Tuğlalardan
oluşan cephe ise mevcut yapının yüzeyiyle eşleşiyor.
“Switch House” ismini eski elektrik santralından
alan binanın, yüksekliği de santralin 99 metrelik
meşhur bacasına gönderme yapıyor.

ZAHA HADİD’İN İZİNDE: KOLONSUZ SERGİ
SALONLARI
Projede, geçtiğimiz ay
kaybettiğimiz Zaha Hadid’in tasarladığı kültür
merkezlerinde de dikkat çeken detaylar var. Tıpki
Roma’da 2010’da açılan MAXXI Müzesi ve Bakü’deki
Haydar Aliyev Kültür Merkezi’ndeki gibi Tate
Modern’de de sergi salonlarında kolon olmayacak. 90
derecelik açı kısıtlamalarından kurtulmuş tavan ve
merdivenler görülecek; eğriler, yuvarlak hatlar
baskın olacak. Ham beton görünümünde, dramatik
açılar verilmiş duvarlar çok çeşitli türden
sergilere ev sahipliği yapabilme imkanı sağlayacak.
Sanatsal içerik olarak da eski ve yeninin
karışımından oluşacak müzeyi, Tate Direktörü Sir
Nicholas Serota, ‘eski dostlar’ ve yeni arkadaşların
buluşma noktası olarak özetliyor; Picasso, Matisse
ve Rothko gibi isimlerin eserlerinin yanı sıra
Saloua Raouda Choucair, Meschac Gaba, Daido Moriyama
ve Cildo Meireles gibi son yıllarda Tate Modern ile
kamuoyuna tanıtılan genç sanatçılar yer alacak.
Dijital sanat ve interaktif çalışmalara ağırlık
verilecek bina, çok amaçlı salonlarla birlikte
dünyanın performans sanatlarına adanmış ilk müzesi
‘The Tanks’i içinde barındıracak. Tate’in ziyaretçi
kapasitesini yüzde 60 artırması beklenen binanın en
üst katındaki halka açık panoramik terastan Thames
Nehri ve hızla değişen Londra silueti izlenebilecek.
TOPLAM MALİYET
260 MİLYON STERLİN
Giderlerinin yüzde
30’unun kamusal gelirlerle, geri kalan yüzde 70’in
ise kendi finansmanıyla karşılandığı Tate Modern’in
yeni ek binasının maliyeti ise ortalama 260 milyon
sterlin. 2012 Londra olimpiyatlarına yetişmesi
beklenen binanın 4 yıl gecikmeli açılma sebebi de
işte bir türlü bu rakama ulaşılamamış olması. Son
yıllarda kısıtlanan devlet desteğiyle birlikte
müzenin kendini nasıl döndürmeyi başaracağı da
tartışma konusu bugünlerde. Bazı yorumcular, fon
kesintilerine çözüm olarak 2000 yılında Tony Blair
hükümetiyle getirilen müzelere ücretsiz giriş
politikasının gözden geçirilmesini öneriyor. Tate
Mütevelli Heyeti Başkanı Rab Browne’a göre ise olası
bir durum Tate’in varoluş amacına aykırı.
5 BİN ÇOCUKLA
ÖZEL AÇILIŞ
Müzeyle ilgili en
enteresan detaylardan biri de 17 Haziran günü,
yalnızca ilkokul çağındaki 5000 çocuğun katılımıyla
kapılarını halka açacak olması. Sir Serota, açılışın
çocuklarla gerçekleşecek olmasının üzerinde uzun
süredir düşünülmüş bir karar olduğunu ifade ediyor,
“Böyle ikonik bir binayı açmak bu günden çok gelecek
kuşakları ilgilendirir.” Açılış aynı zamanda,
çocukların geçmişe ait ve günümüz sanatını
tanımalarının, kültür-sanat ile iç içe büyümelerinin
önemini sembolize ediyor.
2 HAZİRAN'DA
LONDRA SANATA DOYACAK
Önümüzdeki hafta
Londra’da gerçekleşecek etkinliklerden bir diğeri de
2 Haziran’daki Art Night. Sabahın ilk ışıklarına
kadar Westminster Belediyesi’ne bağlı galeriler açık
olacak, metroları, sokakları geceye özel üretilen
enstalasyonlar süsleyecek, özel performanslar
gösterilecek. Bu yıl ilk kez gerçekleşecek Art
Night’ın önümüzdeki her yıl şehrin farklı
bölgelerinde tekrarlanması bekleniyor. Etkinlik için
2002’de Paris’te gece yapılan sanat festivali Nuit
Blanche’dan esinlenilmiş.
Habertürk, Haber: Deniz
Çağlar, 29.05.2016
|
YAZ MEVSİMİNE MERHABA DİYEN MÜZAYEDE
Yaz başlarken müzayede sezonu da yavaş yavaş
sonlanıyor. Ancak müzayede evleri koleksiyoncuları
yaza görkemli müzayedelerle uğurlamayı da ihmal
etmiyor. Bunlardan biri de 5 Haziran’da saat 12.00
ve 14.00’te iki bölüm halinde, Maslak’ta Orjin Sanat
Merkezi’nde gerçekleşecek olan 36. Beyaz Müzayede.

Müzayede kapsamında Tony Cragg’den Nejad Melih
Devrim’e, Erol Akyavaş’tan Burhan Doğançay’a, Ömer
Uluç’tan
Mehmet Güleryüz’e ve Neşe Erdok’a uzanan 164
sanatçıya ait güncel sanat eserleri sanatseverlere
sunulacak. Müzayedede satışa çıkacak önemli
koleksiyonlardan derlenmiş 339 adet eserle Beyaz
Müzayede dünya çapındaki isimlerle Türkiye’den
sanatçıların eserlerini bir arada sunmayı
hedefliyor.
“Satışa kolay çıkmazlar”
Müzayede hakkında bilgi aldığımız Beyaz
Müzayede’nin kurucusu Aziz
Karadeniz, geçtiğimiz sezonu değerlendirirken,
“2015-2016 sezonu hem alıcı hem de satıcılar için
çok yoğun bir sene oldu. Önemli eserler satışa
sunuldu ve bu eserler yine önemli koleksiyonlara
dahil oldu. 36. Beyaz Müzayede de bu dönemin en ilgi
çeken etkinliklerinden biri olacak” diyor.
Karadeniz müzayedenin nadir eserlerden oluştuğunu
da vurguluyor: “Kolay kolay satışa sunulmayacak
eserler 36. Beyaz Müzayede’de bir araya geldi. Çok
önemli koleksiyonlardan derlediğimiz eserler
arasında, dünya çağdaş ustalarından Türkiye’den genç
isimlere kadar çok sayıda değerli sanatçının
başyapıtları yer alıyor. Heykel sanatının yaşayan
efsanesi Tony Cragg, ilk Türk çağdaşlarımızdan Nejad
Melih Devrim, çağdaş soyut ustalarımızdan Erol
Akyavaş, Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Mehmet
Güleryüz, Neş’e Erdok gibi sanatçıların çok önemli
eserleri; koleksiyoncu ve sanatseverleri çok
heyecanlandıracak.”
Tony Cragg’den Nejad Devrim’e geniş
yelpaze
Müzayedede bu kapsamda heykel sanatının önde
gelen isimlerinden Tony Cragg’in Türkiye’ye gelmeden
önce çeşitli müzelerde sergilenmiş olan “Over The
Earth” isimli heykeli 700 bin ile 1 milyon 100 bin
lira tahmini fiyat aralığıyla satışa sunuluyor. 285
cm uzunluğunda, 176 cm yüksekliğinde olan ahşap eser
hakkında sanatçının 2015 yılında yayımlanan
kitabında iki sayfalık bir yazı yer alıyor.
Türkiye’de soyut sanatın özgün temsilcilerinden
Nejad Melih Devrim’in 1950’li yıllarda yaptığı 160
cm’e 130 cm ebadında “Abstrait Noir” isimli eseri de
500 bin ile 750 bin lira tahmini fiyat aralığıyla
satışa çıkıyor. “Abstrait Noir” Nejad Melih
Devrim’in 1953 yılından itibaren gerçekleştirdiği
siyah ve beyaz fonlu birkaç büyük resimden biri.
Fransız yazar Lydia Harambourg “Çok iyi bir renk
uzmanı olan Nejad, onlarla bir müzisyenin
notalarıyla oynadığı gibi oynar” diyor.
Burhan Doğançay’ın iki tuval ve dokuz kağıt üzeri
guaş ve karışık teknik eseri de müzayedede yer
alıyor. Sanatçının 1970-74 yılları arasında yaptığı
“Değişken Biçimler” serisinden
1974 tarihli “Big
Elephant” isimli tuval yapıt 200 bin ile 300 bin
lira tahmini fiyat aralığıyla satışa çıkıyor.
Sanatçının “Alexander’s” serisinden “Champion”
isimli yapıtı ise 80 bin ile 120 bin lira tahmini
fiyat aralığıyla sanatseverlerin beğenisine
sunuluyor. Ayrıca Doğançay’ın“Kurdela”, “Değişken
Biçimler”, “Kalpler” Serileri’nden guaş eserlerle
“Mavi Duvarlar” ve “Detour” serilerinden karışık
teknik eserler müzayedede satışa sunulan yapıtlar
arasında.
En büyük “ferman”lardan
1986
tarihli, Erol Akyavaş’ın “Ferman” isimli yapıtı da
müzayedede. Eser, 1980’lerde sanatçının yaptığı
ferman konulu diziden. 450 bin ile 650 bin lira
fiyat aralığıyla satışa sunulacak

Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 28.05.2016
|
ARİSTOTELES'İN MEZARI BULUNDU
Yunanistan'da, düşünceleri Platon (Eflatun) ile
birlikte Batı uygarlığının temeli olarak kabul
edilen iki büyük filozoftan biri olan
Aristoteles'in mezarı Halkidiki Yarımadası'ndaki
Stagira bölgesinde bulundu.
Yunan arkeolog Kostas
Sismanidis, 20 yıl süren araştırmaları sonucunda
Hellenistik dönemin ünlü filozofunun mezarının, doğum
yeri olan Selanik'e 73 kilometre uzaklıktaki Stagira
bölgesinde tespit edildiğini bildirdi.
Sismanidis, Selanik'te
düzenlenen "Aristoteles 2.400 Yıl" konulu
konferansta yaptığı konuşmada, 20 yıl süren
araştırmalar sonucunda elde ettiği bulguların,
Aristoteles'in mezarının, Stagira bölgesindeki
Liotopi Burnu'nda 5. asra ait tarihi kalıntılar
arasında bulunduğunu gösterdiğini ifade etti.
Konferansta, 1996'dan
beri yaptığı kazıların sonuçlarını açıklayan
Sismanidis, elde ettiği bulguların ve yazılı
kaynakların Aristoteles'in mezarının Stagira'da
bulunduğunu doğruladığını belirterek,
“Aristoteles'in mezarının yeri konusunda elimizde
kesin kanıt yok ama güçlü emareler var." dedi.
Hayatının büyük
bölümünü ünlü filozofun mezarını aramaya adayan ve
araştırmalarını üç ciltlik bir eserde toplayan
Sismanidis, Stagira'daki antik kentin batısında
bulunan kemerli yapının Aristoteles'in mezarı
olduğunu kaydetti.
Sismanidis, yarın
konferansa katılan 40 ülkeden 250 Aristotelis
uzmanıyla bilikte Stagira bölgesini ziyaret ederek
elde edilen bulgular ışığında incemelerde
bulunacaklarını belirtti.
Zaman, 28.05.2016
|
MİMAR SİNAN'IN KAYIP ESERİ BULUNDU
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan,
Mimar Sinan'ın
Edirne'de yaptığı su yolunun bulunduğunu
bildirdi. Sadece Edirne kent merkezinde 341 anıt
eserin bulunduğunu belirten Başkan Gürkan, "Bu
olağanüstü büyük bir rakam. Yine 700 adet sivil
mimarlık örneğimiz, 50 tescilli resmi yapımız
var. Bunlar şehrimizin merkezinde, çekirdeğinde
toplanmış durumda. 9 tarihi köprümüz mevcut. Bu
küçücük merkezde bin 100 adet tescilli eserimiz
var. Edirne, dünyada Floransa'dan sonra
metrekare başına düşen tarihi eser bakımından
ikinci kenttir" diye konuştu.
Selimiye Camisi ve Külliyesi Projesi ile
ilgili çalışmaların devam ettiğini anlatan
Gürkan, şöyle konuştu:
"Selimiye Meydanı'nda tamamen belediyemizin
finansıyla, Edirne
arkeoloji Müzesinin başkanlığında bir yılda
biten bir kurtarma kazısı yaptık ve ortaya
Tarihi Yemiş Kapanı Hanının temelleri çıktı. Ama
onlardan çok daha önemlisi Sinan'ın su yollarını
bulduk orada ve hala çalışan muhteşem bir
şadırvan yakaladık."
Projelerin kentteki tarihi doku korunarak
uygulandığını vurgulayan Recep Gürkan,
Edirne'nin Selimiye Camisi başta olmak üzere
Eski ve Üç Şerefeli camilerle köprü,
Çarşı gibi tarihi yapılarıyla turistleri
çekmeye devam ettiğini kaydetti.
 
 
 
TARİHİ YEMİŞ KAPANI HANI
III. Murad döneminde, 1590'lı yıllarda
Türk-İslam mimarisinin şaheseri kabul edilen
Selimiye Camisi Arastası'nın batı tarafında
yaptırılan ve 100 odalı olduğu tahmin edilen
hanın, zamanla harap hale geldiği ve üzerinin
toprakla kapatılarak Selimiye Meydanı'na
katıldığı belirtiliyor.
Milliyet, 28.05.2016
|
AKP'LİLERİN KIRDIĞI HEYKELİ YAPAN İSPANYOL SANATÇI:
HEYKEL BU HALİYLE SERGİLENMELİ
2012'de İzmir'de düzenlenen "Akdeniz" temalı
Uluslararası Heykel Çalıştayı kapsamında İspanyol
sanatçı Amancio Gonzales Andres tarafından yapılan
ve 4 yıldır İzmir metrosunun İzmirspor durağında
sergilenen "Müzisyen" adlı mitolojik figür heykeline
yapılan saldırıyla ilgili sanatçının görüşlerini
aldık.
Öncelikle üzüntülerimizi ve dayanışma
duygularımızı belirtmek isteriz. “Müzisyen” heykeli
neyi anlatıyordu?
Projem müzik ve müziğin insanları, halkları
birleştirme gücü üzerineydi. Akdeniz halklarının bir
çok ortak noktasından birinin kesinlikle müzik
olduğunu düşünüyorum. Heykelim geleneksel bir Türk
çalgısı olan zurnayı çalmakta olan bir müzisyeni
betimliyor. Kimseyi rencide etmek gibi bir amacım
olmadı.
Saldırıdan nasıl haberiniz oldu?
Türkiye’den dostlarım o ilk bezlerle kapatma
saldırısının fotoğraflarını göndermişlerdi.
Sanatımın anlaşılamamış, doğru değerlendirilememiş
olması beni çok üzdü. Bırakın rencide edici olmayı,
çalışmalarımda çıplaklık hiçbir zaman asıl unsur
değildir, cinsellik hep arka planda kalmıştır.

Benzer temada eserlerinizin başka bir çok
ülkede sergilendiğini biliyoruz. Daha önce hiç böyle
bir saldırı olmuş muydu eserlerinize?
Daha önce hiç böyle bir şey yaşamadım. İspanya
dışında Fransa, Danimarka, Meksika, Hırvatistan,
Kanada ve Rusya’da benzer temada eserlerim var ve
hiç böyle yanlış yorumlanmadım.
2012'deki etkinlik İzmir Büyükşehir
Belediyesi tarafından düzenlenmişti. Belediye bugün
de aynı kadro tarafından yönetiliyor. Kendilerinden
konu ile ilgili bir bilgi geldi mi?
İzmir'i sevgiyle anıyorum ve yönetiminden mutlu,
yaşam dolu, modern bir kent olarak anımsıyorum.
Evimde değildim, birçok yanıtlanmamış e-postam var.
Yetkililerin bana ulaşmaya çalışıp çalışmadıkları
hakkında bir şey söyleyemem an itibarı ile.
Bildiğiniz üzere Türkiye'de gerici,
baskıcı bir iktidar var. Bu iktidarın yerel
temsilcileri de haftalardır açıklama yaparak,
heykelinizin “toplumun ahlaki değerlerini rencide
ettiğini" söylüyordu. Siz bu konuyla ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Heykel çıplaklığıyla rencide edici olamaz. Asla
birilerini rahatsız etmek için çalışmadım
eserlerimde. Bence insanların moral değerlerinin,
kendi özgürlükleriyle ilgisi var daha çok. Birinin
sanatın kendisinin düşmanı olduğunu düşünmesi, bir
sanat eserinde düşünen insan için her zaman bir
gizli uyarıcının bulunmasındandır. Sanat bizi
zenginleştirir, düşünmemize, anlamamıza yardımcı
olur ve kendi değerlerini dayatan liderler açısından
asıl sorun da budur. O nedenle bu tip insanlar
sanata asla iyi gözle bakmazlar. Dünyanın bir
yerinde bir sanat eserine saldırı olduğunda, herkes
kendi özgürlüğünden bir parçayı kaybetmektedir
aslında. Eserin çıplaklığı bir bahane olamaz.
Heykeli inceleyin, cinselliğin ima bile edilmediğini
göreceksiniz. Bu nedenle saldırının, politik gücünü
topluma korku salmak için kullananlardan
kaynaklandığını düşünme eğilimindeyim.
Yaşanan olayların ardından İzmir’de
heykelinize sahip çıkan geniş kitleler oldu. İzmir
NHKM bir açıklama yaparak, konunun takipçisi
olacaklarını ve “aydınları ve sanatçıları bu gerici
saldırı karşısında tek ses olmaya” çağırdıklarını,
söyledi. Ayrıca heykelin tekrar yerine konulmasını
da talep ettiler. Bu destekle birlikte, heykelinizi
tekrar yaratmayı düşünür müydünüz?
Evet, bence düşünce özgürlüğüne saygı duymayan
insanların bu tip şiddet içerikli göz korkutmalarına
boyun eğmemek gerekir. Öte yandan heykelin
restorasyonu ile ilgili farklı düşünüyorum. Bence
saldırıdan sonraki haliyle sergilenmeli ki bu tip
eylemlere cesaret verenleri utandırsın.
Sanat düşmanlarına ve elbette
dostlarınıza mesajınız var mı?
Türkiye'yi seviyorum, kültürünü, tarihini,
geleneğini, danslarını, müziğini, çeşitliliğini...
Ve şimdi gösterilen bu ilgi ve dayanışma ile
birlikte insanlarını daha da çok seviyorum.
Sol
Haber: Haber: Özgün Can, 01.06.2016
|
ASPENDOS'TA YENİ BİR YAZIT BULUNDU
Aspendos
Antik Kenti
Kazı Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Veli Köse,
"235 ila 270 yıllarıyla tarihlenen önemli bir yazıt
bulduk." dedi.
Köse, Trakya
Üniversitesi'nde katıldığı 38. Uluslararası Kazı,
Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nda antik kente
ilişkin yaptığı sunumda, kazıları iki alanda devam
ettirdiklerini söyledi.
Kentteki iki katlı
dükkanların olduğu alan ve bazilikada kazılar
yapıldığını anlatan Köse, "Güneybatı köşesinde bir
açma gerçekleştirmiştik. Burada çeşitli bulgularla
karşılaştık. Bunun haricinde 235 ila 270 yıllarıyla
tarihlenen önemli bir yazıt bulduk. Yazıtta heykel
diktirilmesinden bahsediliyor. Bazilikada olduğu
için bu yazıtın büyük ihtimalle ikinci bir kullanımı
olmalı. Bazilikaya başlamamızın sebepleri mimarisi
ve içini araştırmaktı. Kazılarda tabana yakın bir
yerde ise Aspendos'un insan boyutunda hatta biraz
daha büyük heykeli çıktı. Bu heykele şimdilik
Apollon diyoruz ama başını bulduktan sonra daha
kesin konuşacağız." diye konuştu.
Anadolu
Ajansı, Haber: Cihan Demirci, 26.05.2016
|
KANUNİ'NİN TÜRBESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının da
defnedildiği Zigetvar'daki Osmanlı yerleşkesi, Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından
gün yüzüne çıkarılıyor.
Kazı çalışmalarını yürüten Türk ekibin başındaki
ODTÜ Mimarlık Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Ali Uzay Peker, Macaristan'ın Zigetvar kentindeki
Szölöhegy (Üzüm Tepesi) bölgesinde, Türk ve Macar
bilim insanlarının ortak çalışmasıyla keşfedilen,
Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının da
defnedildiği ve Macaristan'da ilk olma özelliği
taşıyan Osmanlı dönemi yerleşkesine dair çalışmalar
hakkında AA muhabirine açıklamalarda bulundu.
Zigetvar'da devam eden çalışmaların TİKA'nın 2012
yılında Macaristan'ın Pecs Üniversitesi'ne verdiği
destek neticesinde başladığını belirten Peker,
Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının
defnedildiği türbenin bulunması için çalışmaların
öncelikle aynı bölgede bulunan Türbek kilisesi
civarına yoğunlaştığını ama orada herhangi bir sonuç
alınamaması üzerine Üzüm Tepesi denilen araziye
yöneldiklerini kaydetti.
Türbenin ortaya çıkarılması için yürütülen
faaliyetlerin tamamen bilimsel olduğuna, bu konuda
disiplinler arası bir araştırmanın yürütüldüğüne
dikkat çeken Peker, kazı çalışmaları başlamadan önce
toprağın altında ve arazide neler olduğunu
öngördüklerini anlatarak, ''Arazide ve toprağın
altında neler olduğu yapılan jeofizik, tarih,
coğrafya, sanat tarihi ve mimarlık tarihi
araştırmalarıyla çok yönlü şekilde bakılarak ortaya
çıkarılabiliyor. Bu çok yönlü çalışma TİKA'nın
verdiği destekle mümkün oldu.'' şeklinde konuştu.
Akşam, 26.05.2016
|
ÇIPLAK DİYE HEYKELE KİLİT VURDULAR

Hürriyet, 25.05.2016
******
İZMİR METROSUNDAKİ
HEYKELİ BALYOZLA KIRDI
İzmir’de bir kişi, çalıştığı Büyükşehir
Belediyesi'nden çıkartıldığı iddiasıyla
metro istasyonunda bulunan yarı çıplak ahşap
müzisyen heykelini balyozla kırdı. Şahıs polis
tarafından gözaltına alındı.
İddialara göre,
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştığı
iddia edilen Serdar K.,
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz
Kocaoğlu’na kızarak hıncını heykelden çıkardı.
Serdar K., eline
aldığı balyozla heykelin bulunduğu
metro istasyonuna
gitti. Şahıs, herkesin şaşkın bakışları
arasında elindeki balyozla heykele defalarca
vurarak kırdı.
Vatandaşı fark
eden metronun güvenlik görevlileri ise hemen
bölgeye koştu. Güvenlik, Serdar K.’nin elinden
balyozu alarak
polis çağırdı.
GÖZALTINA
ALINDI
Olay sonrasında bölgeye gelen polis
ekipleri, şahsı gözaltına alarak emniyete
götürdü. Olay yeri inceleme ekipleri de,
heykel etrafında inceleme yaptı Serdar
K.’nin ifadesinin alınmaya devam edildiği
öğrenildi. Olay sonrasında heykelin bulunduğu
alan kepenkle kapatıldı.
Hürriyet, 26.05.2016
******
"HEYKELİME YAPILAN
ÖZGÜRLÜĞE SALDIRIDIR"

Türkiye’de müstehcenlik nedeniyle saldırıya
uğrayan son ‘mağdur’
İzmir’deki ‘Müzisyen’ isimli
heykel oldu. Cinsel organı gözüküyor
diye parçalanan ahşap heykelin İspanyol
heykeltıraşı Andrés “Sanata her saldırıda
toplum, özgürlüğünün bir parçasını kaybeder”
dedi.
İzmir’de 4 yıldır
metro istasyonlarında sergilenen 12
heykelden biri olan ‘Müzisyen’
son haftalarda çeşitli tartışmalara
neden oldu. Elinde zurna olan çıplak ahşap
heykel iki hafta önce cinsel organı
gözüktüğü gerekçesiyle
AK Parti Gençlik Kolları tarafından
müstehcen bulunup protesto edildi. Çarşamba
günü de bir grup tarafından heykelin belden
aşağısı örtülüp üzerine kilit vuruldu. Son
olarak önceki gün bir kişi heykeli balyozla
parçaladı. Heykele yapılan son saldırının
videosunu
Facebook’ta paylaşan İspanyol
heykeltıraş Amancio González Andrés eserinin
incitmeye veya kışkırtmaya yönelik bir
çalışma olmadığını dile getirerek şunları
söyledi:
‘AHLAK DEĞİL
ÖZGÜRLÜK MESELESİ’
“Bir toplumun
ahlak anlayışının o toplumun özgürlük
anlayışıyla doğrudan ilintili olduğunu
düşünüyorum. Eğer herhangi biri bir sanat
eserini kendisine düşman olarak görüyorsa,
bu sanat insanları düşünmeye ittiği ve
dünyalarını zenginleştirdiği içindir. Sanata
her saldırıda toplum, özgürlüğünün bir
parçasını kaybeder.
Ben bu saldırıyı ancak totaliter politik
güç tarafından toplum üzerinde yaratılan
korkunun bir yansıması olarak
değerlendirebilirim.”
SERGİLENMEYE DEVAM EDECEK
İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu
Twitter hesabından kırılan heykelin aynı
yerde sergilenmeye devam edeceğini
belirterek “Çok üzüldüm. Bizim İzmirimiz bu
olamaz!” mesajı paylaştı.
'BU
ÇAĞDA BU KAFA' AÇIKLAMASI
İzmir
Metro AŞ yönetimi heykele saldırıdan sonra
‘Bu çağda bu kafa’ başlıklı basın açıklaması
yaptı. Açıklamada hakkında çok sayıda suç
kaydı olduğu belirtilen saldırgan Serdar
K.’nin, önceki
akşam
saat 16.50’de İzmirspor istasyonundaki
heykeli yere devirdiği, ardından da
parçaladığı belirtildi. Güvenlik
görevlilerince yakalanan Serdar K., ifadesi
alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Hürriyet, 28.05.2016
|
ENEZ VE SİNANKÖY KAZILARI TRAKYA'NIN GEÇMİŞİNE IŞIK
TUTUYOR

Edirne'de gerçekleştirilen
Enez ve Sinanköy arkeolojik kazılarında bölgeye ait
zenginlikler gün yüzüne çıkıyor.
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Emekli Öğretim
Üyesi ve Enez Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran,
Balkan Kongre Merkezinde düzenlenen 38. Uluslararası
Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumunda yaptığı
sunumda arkeolojik çalışmaların bölgenin
zenginliklerinin ortaya çıkardığını belirtti.
Başaran, Enez’in iki
limanlı bir kent olduğunu ve Balkanlar'ı Anadolu ve
Ege’ye bağlayan kara, deniz ve nehir yollarının
kesiştikleri zorunlu geçiş yolu üzerinde kurulduğunu
anlattı.
Prof.Dr. Başaran, su
terazisi nekropolisinden çıkarılan mezarların
bölgenin bir lahit merkezi olduğu görüşünü
desteklediğini, ayrıca kazılarda elde edilen
bulgularda bölgede tekstil yapıldığına dair
kanıtların ortaya çıktığını ifade etti.
Anadolu
Ajansı, Haber: Arif Arslan, 25.05.2016
|
5 BİN YILLIK KEMİK ANADOLU TARİHİNE IŞIK TUTACAK

Anadolu'nun tarihi en eskiye dayanan kazı
alanlarından İzmir'deki Yeşilova Höyüğü'nde bulunan
5 bin yıllık şakak kemiğinde ABD'nin Boston
Üniversitesi'ndeki araştırmacılar tarafından DNA
örneğine rastlandı. DNA'nın incelenmesi sonucu
Anadolu'nun tarihine ilişkin önemli bilgilere
ulaşılması bekleniyor.
Kazı Başkanı Prof.Dr.
Zafer Derin, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ege
Üniversitesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova
Belediyesi tarafından desteklenen kazıların bilim,
arkeoloji ve eğitim alanına hep yeni bilgiler
kattığını belirtti.
"Atalarımızı öğrenmeye çalışacağız"
Yeşilova Höyüğü
kazılarının amacının sadece buluntuları ortaya
çıkarmak olmadığını, her şeyden önce bilimsel
çalışmalara katkı sağlamak istediklerini kaydeden
Derin, şöyle konuştu:
"Bir kere her şeyden
önce kendi kökenimizi, nereden geldiğimizi,
atalarımızın hangi topluluklardan olduğunu öğrenmeye
çalışacağız. Çok kabaca 'Orta Asya'dan geldik' diye
biliyoruz ama 8 bin 500,10 bin, 11 bin yıl önce de
Anadolu halkı var. Her şeyin kökenini oluşturan
halk. Kim dışarıdan gelirse gelsin onu eğiten ona
analık yapan Anadolu insanı. Bir anlamda atalarımızı
tespit edeceğiz."
Anadolu Ajansı, Haber: Efsun
Yılmaz, 09.05.2016
|
22 - 28 Mayıs 2016
|
NEANDERTAL İNSANI
HAFİFE ALINMIŞ
Fransa’nın güneyindeki bir mağarada insanlık
tarihinin en eski yapılarından biri bulundu. Yapıyı
oluşturan Neandertal insanının becerisi uzmanları
şaşırttı.

Fransa’nın güneyindeki Bruniquel Mağarası’nda
Bordeaux Üniversitesi uzmanlarınca yapılan
araştırmanın sonuçları "Nature" dergisinde
yayımlandı.
Bruniquel Mağarası’ndaki
kalıntılar 1992 yılında bulunmuştu. Mağaranın 300
metre derinliğinde bulunan kalıntılar üzerinde
yapılan ilk inceleme en az 47 bin yıllık olduğunu
ortaya koymuştu. Bordeaux Üniversitesi uzmanları
kalıntıları bu kez uranyum-toryum yöntemiyle
inceledi ve asıl yaşının 176 bin 500 yıl olduğunu
saptadı. Erken Neandertal insanı tarafından inşa
edilen duvarlar böylece insanlık tarihinin en eski
yapılarından biri oldu.
Sembolik ve ritüel
amaçlı yapı
Prof. Jacques
Jaubert liderliğindeki araştırma ekibi, kalıntıların
mağaranın zemininden koparılan 400 adet kadar dikit
olduğunu belirledi. Bunların üst üste yığılarak
dairesel şekilde duvarlar oluşturulduğu tesbit
edildi. Araştırmacılar yapının sembolik ve ritüel
amaçlarla kullanıldığı ihtimali üzerinde duruyor.
"Modernizmin
unsurlarına sahip"
Dikitlerle
oluşturulan duvarın toplam uzunluğu 112 metreyi
aşıyor. Bunların kütle toplamı ise 2,2 tonu buluyor.
Uzmanlar sözkonusu verilerin, yapının bir grup
tarafından ortaklaşa yapıldığını ortaya koyduğunu
belirtiyor. Araştırma sonucunda, "Bulgularımız
yapıyı meydana getiren topluluğun modernizmin
unsurlarına sahip olduğunu, bunun tahmin
edildiğinden çok daha erken ortaya çıktığını
gösteriyor" ifadesine yer verildi.
40 bin yıl önce
yok oldu
Bordeaux
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Jacques Jaubert,
araştırmanın Neandertal insanının bilinenin aksine
yaratıcı, becerikli ve buluşçu olduğunu ortaya
koyduğunu söyledi.
Neandertal insanı 300
bin yıl boyunca
Avrupa,
Ortadoğu ve
Orta Asya'da yaşadıktan sonra 40 bin yıl önce yok
oldu.
Milliyet, Kaynak: Deutsche
Welle Türkçe, 27.05.2016
|
 |
LOUVRE'DA ŞEFFAF
PİRAMİT
Fransa’nın başkenti
Paris’in Louvre Müzesi’nin bahçesinde yapımından
beri tartışma konusu olan cam piramit ‘görünmez’
hale getirildi. Bu işin altında, Fransız sokak
sanatçısı JR’ın imzası bulunuyor. İşin sırrıysa
etkileyici görsel bir illüzyonda yatıyor. Piramidin
ön yüzü, müze binasının gerçek boyuttaki siyah beyaz
fotoğrafıyla kaplandı. Böylece ön açıdan
bakıldığında piramit görünmez hale geldi. 1980’li
yıllarda inşa edilen cam piramit, o dönem estetik
olmadığı ve binayla bütünleşmediği için yoğun
eleştiri almıştı.
Habertürk, 27.05.2016 |
KAHRAMANMARAŞ'TA
ÇOK ÖNEMLİ KEŞİF!
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi KASKİ Genel
Müdürlüğü, Türkoğlu Şube ekipleri kazı çalışması
sırasında Mamut çenesine ait olduğu düşünülen kemik
parçası buldu. Bulunan parça incelenmek üzere
Kahramanmaraş
Müzesi yetkililerine teslim edildi.

YÜZ YILLAR ÖNCESİNDE TÜKENEN ANTİK FOSİL
Kahramanmaraş Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlüğü (KASKİ) Türkoğlu Şube Müdürlüğü
çalışanları,
Beyoğlu
Mahallesi'nde yapılan kazı çalışması sırasında 25
santim genişliğinde, 24 santim yüksekliğinde ve 8
santim kalınlığında çene kemiği buldu. Kemiğin,
nesli yüz yıllar önce tükenen antik fil fosiline
benzeten görevliler parçaların incelenerek muhafaza
edilmesi amacıyla Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü'ne
teslim etti. Öte yandan daha önce de aynı bölgede
çıkarılan mamut iskeletlerinin bulunan kemiklerin
mamut iskeleti olduğunu destekler nitelikle olduğu
kaydedildi.

MAMUT KALINTILARI BULUNMUŞTU
Daha öncede aynı bölgede bulunan Gavur Gölü
bataklığında, 1961 yılında yürütülen kazı
çalışmaları sırasında 3 bin 500 yıllık mamut
kalıntıları bulunmuştu. Yerde sergilenen kalıntılar,
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nce hazırlanan proje
sonucunda restore edilerek ayağa kaldırılmıştı.
Kahramanmaraş'ın
Türkoğlu İlçesi'ne bağlı Beyoğlu Mahallesi'nde
yaşayan Nihat Polat, Gavur Gölü'nde kiraladığı
tarlayı sürdüğü sırada traktörün pulluğuna mamut
fosilleri takılmıştı.
Milliyet, 27.05.2016
|
250 YAŞINDA BİR
TİYATRO
İngiltere’nin
varlığını sürdüren en eski tiyatrosu
Bristol Old
Vic, 250. yaşını 28-30 Mayıs tarihlerinde
yapılacak çeşitli etkinliklerle kutlayacak.
1942 yılında muz
deposu olmaktan
son anda
kurtulan, ayaklanmalara ve 2.
Dünya
Savaşı’ndaki bombardımana direnen
Bristol
kentindeki
tiyatro,
1766 yılında faaliyete geçmişti. Bu yıl
milyonlarca sterlinlik bir projeyle yenilenen
Bristol Old Vic Tiyatrosu’nun sahnesinden geçmiş
oyuncular arasında Sarah Siddons, Peter O’Toole,
Daniel Day-Lewis, Pete Postlethwaite, Brian
Blessed, Olivia Colman, Jeremy Irons, Patrick
Stewart ve Judi Dench gibi ünlü isimler var.
Hürriyet, 26.05.2016
|
 |
ÇİN'DE BULUNAN 5000 YILLIK BİRANIN İÇERİĞİ ÇÖZÜLDÜ
Çin’deki Mijiaya arkeolojik alanında 5,000
yıllık kaplardaki kalıntılar üzerinde yapılan
analizler sayesinde,
arpa içeren 5,000 yıllık biranın içeriği
ortaya çıkarıldı.
Çin’in Shaanxi bölgesinde bulunan
Mijiaya’daki pişmiş toprak kavanoz ve huniler
üzerinde yapılan kalıntı analizi,
bira yapımı sırasında ortaya çıkan ve bira
yapımı aletlerinde kalıntı bırakan oksalat
maddesi ile, çeşitli antik tahıl ve bitkilere
ait kalıntıları da ortaya çıkardı. Bu tahıllar
arasında boz darı (akdarı), gözyaşı olarak
bilinen
Asya’ya özgü yabani bir tahıl, yumrulu bitki
kökleri ve
arpa da bulunuyor.
Arpada mayalanma
(fermentasyon) sırasında nişastaları şekere
dönüştüren amilaz enziminden yüksek oranda
bulunuyor ve bu yüzden arpa bira yapımında
kullanılıyor. Tarihçilere göre arpa ilk olarak
Batı Asya’da yetiştirildi ve Sümer ve Babil’de
bira yapmak için kullanıldı.
Araştırmacılar,
Çin’de bira yapımının ne
zaman başladığının belli olmadığını, fakat
Mijiaya’da bulunan arpa kalıntılarıyla bölgedeki
arpa kullanımının yaklaşık 1,000 yıl daha erkene
çekildiğini söyledi. Ayrıca arpanın Çin’de bir
temel gıda haline gelmesinden çok daha önce,
bira için kullanıldığı öne sürüldü.
Araştırmanın
yazarı Stanford Üniversitesi’nden Jiajing Wang,
Mijiaya’daki bira yapımı kalıntılarının yaklaşık
MÖ 3400-2900 yıllarındaki Neolitik Yangshao
dönemine tarihlenen çukurlarda bulunan pişmiş
toprak kaplar, pişmiş toprak huniler ve
ocaklardan oluştuğunu söyledi.
Wang,
Live Science’a yaptığı açıklamada arpanın,
antik
Mısır gibi dünyanın başka bölgelerinde de
bira yapımı için ana madde olduğunu söyledi.
Wang, arpa bitkisinin Çin’e, bira yapımı
bilgileriyle birlikte gelmiş olabileceğini
söyledi. Wang “Arpa batı Avrasya’dan Orta Çin’e
gelirken, bu tahılın bira yapımı için iyi bir
madde olduğu bilgisi de gelmiş olabilir. Yani
sadece yeni bir ekin değil, o ekinle ilgili
bilgiler de gelmişti” diyor.
Stanford
Üniversitesi’nden Li Liu Mijiaya’daki ocak ve
hunilerin keşfedilmesinden yola çıkarak
çukurlardan çıkarılan kapların alkol üretmek
için kullanılmış olabileceğini düşündü. Daha
önceki Çinli bilim insanları da bunu öneride
bulunmuş olsa da bu zamana kadar kanıt
bulunamamıştı. 2015 yılında kaplarda yapılan
kalıntı analizi de, 5,000 yıl önce Çin’deki
insanların arpayla bira yaptığı tezini
kanıtladı.
Hürriyet, 26.05.2016
|
"7 BİN YILLIK
SURİÇİ ARTIK DÜMDÜZ BİR TARLA"
Diyarbakır’ın Sur İlçesi'nde 2 Aralık 2015 tarihinde
ilan edilen sokağa çıkma yasağı, Diyarbakır Valiliği
tarafından 22 Mayıs Pazar sabahı itibariyle kısmen
kaldırıldı.
Sokağa çıkma yasağı, Fatih
Paşa ve Dabanoğlu Mahalleleri’ndeki 14 sokağın
belirli bölümlerinde kaldırılsa da, ‘Gavur
Mahallesi’ (Hançepek) olarak bilinen Balıkçılarbaşı
Mahallesi’nin ve Surp Giragos Kilisesi’nin de
bulunduğu Savaş Mahallesi’nin dahil olduğu alan hala
yasak kapsamında.
Yasağın kalkmasının ardından
Sur’a geri dönen mahalle sakinlerinden bazıları
tahrip olan ev ve dükkanlarının haline baktı, bir
kısmı da evlerin damlarına çıkarak, ablukanın
sürdüğü bölgelerdeki evlerini aradı. Özellikle
operasyonların yoğun yaşandığı Fatihpaşa ve Hasırlı
mahallelerinde çok sayıda evin yıkıldığı
belirtiliyor.
Surp Giragos’un önü
‘cadde’
Yasak sonrası bir ön inceleme
yapan Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Alan
Yönetimi Başkanı Nevin Soyukaya, Sur’un kültürel
kimliğiyle bütünleşmiş dar sokakların yıkılarak
geniş bulvarlar açıldığını, dükkanların yıkıldığını
söylüyor. Bu sokaklardan biri olan, Surp Giragos
Kilisesi’nin önünden geçen Yenikapı Sokak, artık bir
‘cadde’: ”Yüksek katlı yapıların üzerine çıkıp
yasağın sürdüğü alanlara baktığımızda, inanılmaz bir
manzarayla karşılaştık. Yıkımın ardından, iş
makinalarının hafriyatı kaldırması sonrası boşluklar
oluşmuş. Surp Giragos’un önünden geçen Yenikapı
Sokak’ta, Surp Giragos ve Keldani Kilisesi’nin
mülkiyetinde tescilli dükkanlar vardı. Bütün o
dükkanların yıkıldığını, sokak üzerindeki gelen
tescilli evlerin yıkıldığını ve sokağın çok geniş
bir caddeye dönüştürüldüğünü gördük. Surp Giragos’un
ve Keldani Kilisesi’nin avlu duvarını da alıp sokağı
genişletmişler.”
Yoğrutçular Parkı’ndaki
dükkanlarda ve Ermeni Katolik Kilisesi’nde de
tahribat olduğunu belirten Soyukaya, kilisenin
kuzeyinde geniş bir alan açıldığını söylüyor. Asıl
tahribatın yasağın devam ettiği yerlerde yaşandığını
belirten Soyukaya, kültürel dokuyu yok eden yıkımı
‘7 bin yıllık Suriçi dümdüz tarlaya dönüştürülmüş’
diyerek özetliyor.
Sokağa çıkma yasağının
kaldırıldığı yerlerdeki binaların da çok kötü
durumda olduğunu belirten Soyukaya, evlerin
karargaha dönüştürüldüğü şöyle aktarıyor:
“Kırılmadık kapı, pencere kalmamış. Bazı evlerin
eşyaları inanılmaz tahrip edilmiş. Evlerin içlerine,
damlara kum torbaları yığmışlar. Evlerin içinde çok
sayıda fişek vardı. İnsanlar sokağa çıkma yasağının
sürdüğü taraflara bakıp evlerini bulmaya çalıştılar.
Bulamadıkları zaman son derece trajik manzaralara
tanık olduk.” Soyukaya, evlerin çok kötü durumda
olmasına rağmen insanların ne olursa olsun Sur’u
terk etmek istemediklerini belirtiyor.
“Geri dönseniz de
size ait olmayacak” demişler
Hafta içi
bölgede incelemelerde buluna HDP heyetinden,
Diyarbakır milletvekili Sibel Yiğitalp de evlerde
yaşanan tahribatı şöyle anlatıyor: “Evlerin kapıları
kırılmış içlerindeki eşyalar yerle bir edilmiş,
çocukların bile kıyafetleri etrafta. Anlatamayacağım
kadar kötü görüntüler gördük. Yani “geri dönseniz
bile size ait bir şey kalmayacak burada’ demişler
adeta.” Tescilli evlerin ve dükkanların yıkıldığını
belirten Soyukaya, sokakların tamamının açılmamasını
da eleştiriyor: “Polisler mevzi yapmış açılmayan
tarafları, sokağın sonuna gidip diğer sokağa gitmek
istediğinizde polislerle karşı karşıya
geliyorsunuz.” Dört aydır alınamayan cenazeler
olduğunu söyleyen Yiğitalp, “Bir tarihi, bir arşivi
yok eden bir barbarlığı görebilirsiniz. Bu kadar
düşmanlığa sebep neydi? Hem tarih, hem yaşam
alanları hem de ekonomi yerle bir edilmiş” diyor.
Gaffur Türkay:
Kaymakalık’a dilekçe verdik
Surp Giragos
Kilisesi Vakfı’ndan Gaffur Türkay, sokağa çıkma
yasağının devam ettiği bölgede bulunan kiliseye
girebilmek için Kaymakalık’a dilekçe verdiklerini
belirtiyor: “Daha önce gidip görenler olmuştu, çok
büyük bir hasar olmadığını tahmin ediyoruz. İçeride
ufak hasarlar olabilir. Müştemilat kısmında mermiden
duvarın delindiği söylenmişti, fotoğrafları vardı
ama gidip gözlerimizle görmek istiyoruz.”
UNESCO Kültür
Bakanlığı’ndan cevap bekliyor
Kültürel miras alanı ilan edilmiş olan Sur’un son
durumuyla ilgili UNESCO’dan henüz bir açıklama
gelmiş değil. Nedenini sorduğumuz Soyukaya, Alan
Yönetimi olarak UNESCO’ya bir rapor gönderdiklerini,
UNESCO’nun da Kültür ve Bakanlığı’ndan konuyla
ilgili bir rapor istediğini belirtiyor. Bakanlık
kendileriyle hiçbir bilgiyi paylaşmadığı için süreci
bilmediklerini belirten Soyukaya, “Ama hiçbir şey
gizli kalmayacak. Alanda ciddi anlamda yasal olmayan
uygulamalar var. Bu durumu halının altına ne kadar
süpürebilirler ki?” diyor.
Agos, Haber: Gözde Kazaz,
25.05.2016
|
İZMİR'İN EN BÜYÜK
LEVANTEN KÖŞKÜNE RESTORASYON
Osmanlı döneminde
İzmir'de ticaretle uğraşan İskoç Paterson ailesince
kullanılan ve 30 yıldır atıl bulunan, kentin en
büyük "levanten köşkü" restore edilecek.
İzmir Büyükşehir
Belediyesinden yapılan açıklamaya göre, 30 yıldır
atıl bulunan 157 senelik Paterson Köşkü'nün
restorasyonu için 13 Haziran'da ihale düzenlenecek.
Kentin önemli sivil
mimari örnekleri arasında gösterilen köşk,
restorasyonun ardından, kültür amaçlı kullanılmak
üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilecek.
Restorasyonla, köşkün özgün mimarisine uygun olmayan
tadilatlar da eski haline döndürülecek.
Zaman,
25.05.2016
|
 |
HASANKEYF İÇİN TARİH BELLİ OLDU

Ilısu Baraj Gölü altında kalacak tarihi Hasankeyf'in
yeni yerleşim yeri ile ilgili çalışmalar sürüyor.
Belediye ve İlçe Jandarma Komutanlığı dışında bütün
kurumların taşındığı yeni yerleşim yerine Ilısu
Barajı ve HES Projesi Kültürel Varlıkları Koruma ve
Kurtarma Çalışmaları kapsamında getirilecek tarihi
ve kültürel eserler, buradaki Kültür Parkı'nda
sergilenecek.
Çalışmalarda El-Rızk Cami minaresi,
Kızlar Cami, Sultan Süleyman Han Cami giriş
kapıları, Koç Cami, İmam Abdullah Türbesi ve
Zaviyesi, Zeynel Bey Türbesi, hamam, kale kapısı
gibi tarihi yapılar parça ve bütünsel olarak
taşınacak. Taşıma işine ilk olarak kasım ayında
Zeynel Bey Türbesi ile başlanacak.
Hasankeyf Kaymakamı Faruk Bülent Baygüven,
yaptığı açıklamada, Zeynel Bey Türbesi'nin
taşınmasına ilişkin ihale sürecinin tamamlandığını
bildirdi.
Taşınacak eserlerin yeni yerleşim birimindeki
Kültür Parkı içerisine veya çevresine
yerleştirileceğini kaydeden Baygüven, şöyle konuştu:
"Yeni ilçe de tarihi eserleri bünyesinde
barındıracak. Ziyaretçiler gelip, görebilecek. Bu
eserler, barajda su tutulmasıyla oluşacak göl
havzası kıyısında kalacak. Olayın kültürel ve tarihi
boyutu dışında turizm boyutu da olduğu için el
sanatlarına yönelik projeler de hayata geçirilecek.
Keçe, kilim, kök boya yeniden canlandırılacak.
Bununla ilgili esnafımızla görüşüyoruz. Üretilecek
yöresel ürünler de satışa sunulacak."
Yapı,
25.05.2016
|
SANATIN YENİ MERKEZİ DOLAPDERE

Koç Çağdaş
Sanat Müzesi inşaatının sürdüğü
Dolapdere, İstanbul’da güncel sanatın yeni
merkezi olacak. Dolapdere’yi mesken tutan ilk
galeri Dirimart oldu. Başka galeriler de
sırada.
Şu sıralar Vehbi
Koç Vakfı tarafından yaptırılan devasa Koç
Çağdaş
Sanat Müzesi inşaatının sürdüğü
Dolapdere, birkaç yıl içinde
İstanbul’da güncel sanatın en hareketli
bölgelerinden biri olacak gibi görünüyor. Zira
müzenin yanı sıra birçok
galeri ve sanat kurumunun da Dolapdere
çevresinde mekan aldığı/alacağı bir süredir
sanat dünyasının gündeminde.
Sanat dünyasının
etkili isimlerinden İstanbul Art
News dergisinin sahibi Murat Pilevneli’nin
Dolapdere’de yeni galeri açacağı konuşuluyor.
Mimari tasarımı ünlü mimar Emre Arolat
tarafından üstlenildiği belirtilen Pilevneli
Galeri’nin
eylül ekim gibi açılması planlanıyor. Ayrıca
Gaia Gallery ve müzayede dünyasının duayen ismi
Raffi Portakal’ın da Dolapdere’den mekan aldığı
kulağımıza gelen bilgiler arasında.
DİRİMART
DOLAPDERE
Güncel sanatın
yeni adresi Dolapdere’de açılan ilk galeri ise
Dirimart oldu. Uzun süredir Nişantaşı’nda
faaliyet gösteren
Türkiye sanat piyasasının etkili
galerilerinden Dirimart, ikinci sergi mekanını
Dolapdere’de açtı. Franz Ackermann’dan Ayşe
Erkmen’e, Sarah Morris’ten Shirin Neshat’a
dünyanın önde gelen sanatçılarından bir seçkiyi
bir araya getiren açılış sergisi ‘Yüzey ve
Ötesi’, resim, heykel ve
video alanında üretilmiş yapıtlarla
izleyicileri yüzeyin ötesinde bir görsel
yolculuğa davet ediyor. Heinz Peter Schwerfel
küratörlüğündeki sergi 30 Haziran’a kadar açık
olacak.
1000 metrekare
New Yorklu
mimarlık ofisi Studio MDA tarafından tasarlanan
Dirimart Dolapdere, heykel bahçesi ve ofis
alanıyla birlikte 1000 metrekarelik bir alana
yayılıyor. Dirimart Dolapdere’nin sergilerin
yanı sıra çeşitli söyleşi ve atölyelerle aktif
bir sanat mekanı olması hedefleniyor.
“Alanın
büyüklüğüne önem veriyoruz, çünkü sanatın
sergilenmesinde küratöryal açıdan büyük önem
teşkil ediyor” diyen Dirimart’ın kurucusu Hazer
Özil, Dolapdere’yi seçme nedenini ise şu
sözlerle açıklıyor: “Uzun süredir Dirimart,
sanat eserlerini sergilemek için ikinci, farklı
bir alan arayışındaydı. Pera-Beyoğlu aksının
uzantısı olan Dolapdere, bu amaca çok uygun
olduğu için seçildi. Kültür sanat için yeni bir
merkez. Ayrıca yeni yapılmış olan binanın
iyi ışık alan, transparan bir galeri alanına ev
sahipliği yapmaya elverişli olması da tercih
sebebiydi.”
Hürriyet, Haber: Erkan Aktuğ,
25.05.2016
|
ANKARA'DAKİ İLHAN KOMAN HEYKELİ KAYBOLDU!
Ankara- Seymenler Parkı'nda yer alan İlhan
Koman heykeli esrarengiz bir şekilde
kayboldu. Sanart derneğinin Ankara heykelleri
projesi kapsamında 1991 yılında İlhan Koman
yaşamadığı için, prototipi olarak İlhan koman'ı
temsil eden Galeri Nev'de açılan sergisindeki
heykelinden alınmış ve dökümü yaptırılarak Seymenler
Parkı'na törenle yerleştirilmişti.
Sanatatak'ta yer alan habere göre; Sanat tarihçi
Kıymet Giray, kaybolan İlhan Koman heykeliyle ilgili
kaçırılmaması gereken noktalara dikkat çekti:
"... Bu aşamada 3 önemli konuyu gözden
kaçırmamamız gerekir:
1.Bilindiği gibi; İlhan Koman yurt dışında
yaşamış olan ve bir çok uluslararası heykel parkında
heykeli yer alan çok önemli bir sanatçıdır.
Edirne'de de bir Müzesi vardır.
2. Bu basit bir heykel hırsızlığı değildir. Çok
ünlü olan ve uluslararası alanda bilinen bir
sanatçının heykelinin hırsızlığıdır. Bu nedenle
uluslararası hırsızlık bülteni çıkarılmalıdır.
3. Çok yüksek bir maddi değere haizdir. sanat
tarihi açısından da, maddi değerinden çok daha
yüksek bir manevi ve bilimsel kıymete sahiptir.
Kaybolmasından sorumlu olanların hukuki inceleme
geçirmeleri gereklidir.
4.Bu heykelin projesi Sanart derneğine aittir.
Şikayetçi olmalıdır. Bulunması ve yeniden
yaptırılması konusunda proje müellifi olarak hak
sahibidir. Bu arada oğlu yaşamaktadır. Babasının
sanat eserleri üzerinde hak sahibidir."
T24
Haber, 25.05.2016
|
ATATÜRK'ÜN KÖŞKÜNÜ BU YÜZDEN YIKMIŞLAR
Ankara
Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Atatürk’ün evi
olarak bilinen Marmara Köşkü’nün yıkılmasının
ardından başlayan tartışmalar sürüyor...

Konuyla ilgili haberlerin gündeme gelmesinin
ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘orjinalliğini
kaybettiği’ gerekçesiyle yıkılan köşkün yeniden
yapılacağını açıklamıştı. Mimarlar Odası Ankara
Şubesi ise yıkım ile ilgili kurum ve kişiler
hakkında suç duyurusunda bulundu. Yeniden yapılacak
tartışmalarına ilişkin ise mimarlar "hiçbir şey
yıkımı meşrulaştırmaz bu bir suçtur" diye tepki
gösterdi.
Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı
Prof.Dr. Mehmet
Tunçer de Atatürk’e ait olmasının yanında AOÇ
arazilerinin halka emanet edildiği mekân olan
anıtsal yapı ve eklerinin onarımında ulusal ve
uluslararası bilgi birikimlerinden yararlanılması
gerektiğinin altını çizerek, “Mimarlık ve
restorasyon ile ilgili Venedik Tüzüğü gibi önemli
yol göstericilerden yararlanılması da gerekliydi”
diye konuştu.
BAKANLIK ‘ORJİNALLİĞİNİ KAYBETTİĞİ İÇİN
YIKILDI’ DEDİ
Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan ve Atatürk
tarafından kullanılan tarihi Marmara Köşkünün
yıkıldığının ortaya çıkmasıyla başlayan tartışmalar
sürüyor. Ankara Mimarlar Odası, geçtiğimiz hafta
yaptığı açıklamada Marmara Köşkü’nün yargı süreci
devam etmesine rağmen yıkıldığını belirterek tepki
dolu bir açıklama yapmıştı. Tartışmaların ardından
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada,
1930’lu yıllardan bu yana birçok kez tadilat gören
tarihi yapının ‘orijinalliğini kaybettiği’ öne
sürülerek, restorasyon için bir yıl önce hazırlanan
projenin Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kurulu
tarafından onaylandığı belirtildi.
Restorasyonla ilgili kurul kararında, proje
uygulanırken statik raporuna bakılmasının talep
edilmesi üzerine ise ODTÜ’den ilgili
akademisyenlerin hazırladığı statik raporunda
restorasyonun riskli olacağı kaydedildi. Bunun
üzerine ise tarihi yapının yıkılarak aslına uygun
olarak yeniden yapılması için proje hazırlandığını
açıklayan Bakanlık, bu projenin de kurul tarafından
onaylandığını belirtti.
‘ASLINA UYGUN OLARAK YENİDEN YAPILACAK’
AÇIKLAMASI
Ancak köşk için hazırlanan söz konusu yeniden
yapım projesi, Mimarlar Odası tarafından yargıya
taşındı. Yargı ise önce yürütmeyi durdurma kararı,
ardından ise Mimarlar Odası’nın itirazını reddeden
bir karar verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, köşkün
yıkım işleminin mahkemenin bu kararına dayanılarak
alındığını ve aslına uygun olarak yeniden
yapılacağını açıkladı.
MİMARLAR ODASI: ‘AYAKTA DURAN BİR YAPIYI
YIKMAK SUÇTUR’
Bakanlığın köşkün yeniden yapılacağına yönelik
açıklamasını değerlendiren Mimarlar Odası Ankara
Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “660 sayılı ilke
kararı çok açık, ayakta duran bir yapıyı yıkmak
suçtur. Yapı ile ilgili bir sorun varsa
güçlendirirsiniz, restore edersiniz ama yıkıp
yeniden yapmak diye bir şey yok” diye konuştu.
‘BİR KİŞİNİN VERDİĞİ RAPORLA KÖŞKÜ YIKMAK
KATLİAMDIR’
Marmara Köşkü'nün yıkımının kültüre, tarihe ve
Cumhuriyet dönemi eserlerine karşı tahammülsüzlüğün
bir örneği olduğu görüşünü savunan Candan, “Kimse
bize yıkımı meşrulaştırmaya çalışmasın. Ayakta duran
bir yapıyı yıkamazsınız. Bir kişinin verdiği raporla
Atatürk'ün Marmara Köşkü yıkılıyorsa, bu bir
katliamdır.
Yarın bir kişinin verdiği raporla, Saraçoğlu
Mahallesi, İller Bankası binası, Opera binası gibi
birçok kültür varlığımız riskli gösterilip yeniden
yapılacak diye yıkılacak mı? Bu bir kılıf, kimse
bizim aklımızla dalga geçmesin. Marmara Köşkü'nün
yıkımı Cumhuriyetin mimari eserlerinin yani
izlerinin silinmesi operasyonudur. Hesap verecekler”
dedi.
‘TOPKAPI SARAYINI YIKIP YENİDEN YAPABİLİR
MİSİNİZ?
Kültür Bakanlığı’nın 660 sayılı ilke kararına
atıfta bulunan Candan, şöyle konuştu: “Bu kapsamda,
basit onarım ve esaslı onarımlar yapılmaktadır.
Yeniden yapma denilen Rekonstrüksiyon ancak herhangi
bir nedenle yitirilmiş olan yapının, deprem, yangın
v.b gibi eldeki mevcut belgelerden yararlanmak
suretiyle kendi parsellerinde daha önce bulunduğu
yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı
kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve
yapım tekniği kullanılarak, kapsamlı restitüsyon
etüdüne dayalı rekonstrüksiyon uygulamasının
koşulsuz sağlanmasını öngörür.
Marmara Köşkü taammüden yıkılmıştır ve tescilli
bir yapıyı yıkmak suçtur. Yapıların yıkılmadan
korunması esastır. Marmara Köşkünde koruma ilkeleri
ihlal edilmiştir. Yıkıp yeniden yapmak ne demek?
Ayasofya Camii'ni tamamen yıkıp yeniden yapabilir
misiniz? Ya da Topkapı Sarayını? Bu bir
tahammülsüzlük ve kültürsüzlük örneğidir.”

PROF.DR. MEHMET TUNÇER: ‘VENEDİK
TÜZÜĞÜNE UYULMALI’
Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Şehir
ve Bölge Yüksek Plancısı Prof.Dr. Mehmet Tunçer ise
tarihi yapıların korunması ve restorasyonunu
belirleyen uluslararası bir anlaşma olan Venedik
Tüzüğü’ne göre mimari mirasın incelenmesine ve
korunmasına yardımcı olabilecek bütün bilim ve
tekniklerden yararlanılması gerektiğinin altını
çizerek şu görüşleri dile getirdi:

‘KURUL KARARINA YANSIYA HUKUKSUZLUKLAR
DURDURULAMADI’
“Atatürk'ün mirası önemindeki Marmara Köşküne
gösterilmesi beklenen ihtimam, ilgili yasa maddesi
ve ilke kararlarında belirtilmiştir. Bizzat Kültür
ve Turizm Bakanı tarafından da yerinde tespit
edilen, talimatlara, kayıtlara, Koruma Bölge Kurulu
kararlarına yansıyan hukuksuzluklar, TMMOB Mimarlar
Odası, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Koruma Bölge
Kurulu tarafından durdurulamamıştır.
Aslında; Marmara Köşkü anıt mirası için acele
edilmeden, restorasyon uzmanları tarafından (hatta
yarışma açılarak) özgün ve yetkin tasarımlar
yapılması gerekmekteydi. Marmara Köşkü ve eklerinin
onarımında ulusal ve uluslararası bilgi
birikiminden, mimarlık ve restorasyon ile ilgili
Venedik Tüzüğü gibi önemli yol göstericilerden
yararlanılması da gerekliydi.”

‘YAPI KAZAEN ORTADAN KALKSA BİLE TESCİL
KARARI DEVAM EDER’
Türkiye'de tescil kararının yapıya değil, parsele
verildiğini belirten Tunçer, bu nedenle Marmara
Köşkünün, tüm ekleriyle beraber koruma altına
alınması gerektiğinin altını çizerek, “Koruma
altındaki yapı kazaen ortadan kalksa bile tescil
kararı parsel üzerinde devam eder” dedi.
ATATÜRK, ÇİFTLİĞİ BU KÖŞKTE HALKA EMANET
ETTİ
Marmara Köşkünün, Atatürk'e ait olmasının yanında
en önemli simge özelliğinin Atatürk'ün, Atatürk
Orman Çiftliği (AOÇ) arazisini halka emanet ettiği
mekân olduğuna değinen Tunçer, “11 Haziran 1937
yılında Atatürk, AOÇ’nin şartlı olarak halka
emanetini Marmara Köşkü’nde imzalamıştı. Marmara
Köşkü, küçük olmasına rağmen AOÇ arazilerinin en
yüksek noktasında, tüm AOÇ alanlarına hâkim bir
noktada inşa edilmiş durumdaydı.
Marmara Köşkü 1928 yılında Ernest Egli’nin, AOÇ
arazisi içinde tasarladığı ilk yapılardan birisi ve
cumhuriyetin modernite projesinin ilk
örneklerindendi. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca koruma altında
(tescilli) anıt eserdi. Tarihi ve kültürel değer
taşıyan böyle bir anıt eserin yıkımının, 2863 sayılı
Kanuna göre suç teşkil etmektedir. Eğer yapı yeniden
yapılmak üzere yıkıldıysa, sağlam bir ‘eski eser’
yapının yıkılıp yeniden yapılması 660 sayılı ilke
kararına aykırıdır. Çünkü bir kültürel miras olarak
tescillenmiş bir yapı eğer risk taşıyorsa bakım ve
onarımının yapılması gerekir” diye konuştu.
VENEDİK SÖZLEŞMESİ NE DİYOR
Türkiye’nin önde gelen şehir plancılarından biri
olan Prof.Dr. Mehmet Tunçer’in atıfta bulunduğu,
tüm restorasyon uzmanları tarafından benimsenen ve
hassasiyetle uyulan ‘Venedik Tüzüğü’nün 11.
Maddesinde şu hükümlere yer veriliyor:
“Anıta mal edilmiş farklı dönemlerin geçerli
katkıları saygı görmelidir; zira onarımın amacı
üslup birliği değildir. Bir anıt üst üste çeşitli
dönemlerin izlerini taşıyorsa, alttaki dönemleri
açığa çıkarmak ancak bazı özel durumlarda - yok
edilen malzemenin önemi azsa, açığa çıkarılan
malzeme büyük tarihi, arkeolojik, ya da estetik
değer taşıyorsa ve korunma durumu böyle bir
davranışı gerekli gösterecek kadar iyi ise haklı
çıkarılabilir. İlgili unsurların öneminin
değerlendirilmesi ile ilgili yargıyı ve neyin yok
edileceği üzerinde kararı vermek, sadece bu işi
üzerine almış kimseye bırakılamaz.”
Gerçek
Gündem, Haber: Yusuf Yavuz, 24.05.2016
|
'SIK DİŞİNİ HELASI'NDA ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Tokat’ta tarihi Sulusokak’ta bulunan ve halk
arasında ’Sık dişini helası’ diye bilinen
Osmanlı döneminden kalma yapıda belediye
tarafından restorasyon çalışması başlatıldı.
Yapının müzeye dönüştürülerek turizme
kazandırılması planlanıyor.
Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu,
Sulusokak Çarşısı’nda bulunan ve
Osmanlı döneminde 1600’lü yıllarda
yaptırılan,
son yıllarda ise depo olarak kullanılıp,
ardından boşaltılan yapıda bir hafta önce
başlatılan çalışmaları inceledi. Osmanlı
döneminde esnafın kullandığı tek umumi tuvalet
olan,
halk arasında ’Sık dişini helası’ olarak
bilinen yapı içerisinde gezen Başkan Eroğlu,
daha sonra açıklamalarda bulundu.
"MÜZE
HALİNE DÖNÜŞTÜRECEĞİZ"
Sulusokak’ta çok
sayıda tarihi yapının bulunduğunu söyleyen
Başkan Eroğlu, bu tarihi canlandırmak için
çalıştıklarını söyledi. ’Sık dişini’ helasında
çalışmaları belediye olarak bir hafta önce
başlattıklarını belirten Başkan Eroğlu, "Tabi
bildiğimiz kadarıyla 15’inci
yüzyılda bu mekanın yapıldığını öngörüyoruz.
Burası
zaman zaman insanların hamam, zaman zaman
ise umumi ihtiyaçlarını giderdiği mekan olarak
kullanılmış. O dönemlerde 12 tane ticaret hanı
varmış, bu mekanlarda. Bir çok insan kalırmış bu
mekanlarda ve buraya gelip yıkanırlarmış, ya da
ihtiyaçlarını burada giderirlermiş.
Kendi yüzyıl içerisinde buranın ilk olma
özelliği var. Böyle bir mekana biz
Türkiye’de rastlamadık. Buranın tapusu
belediyemizde. Biz de belediye olarak burayı
müze haline dönüştürelim, hem iç hemde dış
cephesini dokusuna uygun bir mekan haline
getirelim ve insanların ziyaretine buraları
açalım istiyoruz" dedi. Buradaki çalışmaların 8
ay sürmesi bekleniyor.
ADI
NEREDEN GELİYOR
Sulusokak
Çarşısı’nda bulunan ve Osmanlı döneminde çevre
esnafının kullandığı tek tuvalet olan yapıya o
dönemde esnafın uzun kuyruklar oluşturmasından
ve birbirlerine ’Sık dişini’ demesi nedeniyle bu
ismin verildiği belirtildi.
Hürriyet,
24.05.2016
|
ZEYTİNYAĞI MÜZESİ'NE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR
Hatay'ın Altınözü İlçesi'nde
bir zamanlar
Zeytinyağı tesisi olarak kullanılan, ancak
teknolojinin gelişmesi sonucu atıl durumda kalan
yaklaşık 300 yıllık tesis, restore edilerek "zeytinyağı
müzesi" haline getiriliyor.
Eskiden köy olan ve
günümüzde mahalle statüsüne kavuşan Tokaçlı'da yer
alan, taş yapıdan oluşan, içerisinde zeytinyağı
saklama depoları bulunan, atla zeytin kırımından,
kuyularda zeytinyağının tutulmasına kadar tamamen
geleneksel üretimin yer aldığı tesis, yapılan
restorasyonla adeta yeniden gün yüzüne çıkarılıyor.
Tokaçlı muhtarı
İbrahim Çilingir, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
zeytinciliğin köylerinin en önemli gelir
kaynaklarından biri olduğunu, bir zamanlar hemen her
evin önünde atla zeytin kırılan taşların bulunduğunu
söyledi.
Köylerinde bir
zamanlar aktif olarak kullanılan, insanların
zeytinyağı çıkardığı bir tesisin yer aldığını
anlatan Çilingir, ancak buranın zaman içerisinde
teknolojik gelişmelerle atıl duruma geldiğini ve
kullanılmadığını kaydetti.
Binanın bakımsızlık
nedeniyle yıkılmaya başladığına işaret eden İbrahim
Çilingir, 3 yıl önce bir vakfın desteğiyle kolları
sıvayarak tesiste restorasyon çalışmasına
başladıklarını belirtti.
Zaman, 22.05.2016
|
EN PAHALI RESSAM OSMAN HAMDİ'NİN ŞÖHRETLE İMTİHANI

Rekorlar kıran tabloların ressamı
olarak algılanan Osman Hamdi Bey’in çok
yönlülüğü bir türlü anlaşılamıyor.
Arkeolojinin ve müzeciliğin kurucu
babası da olan Osman Hamdi Bey, acaba
son yıllarda tablolarıyla gelen şöhretin
kurbanı mı?
"Osman Hamdi Bey kimdir?" diye
sorsanız insanlara, kuvvetle muhtemel
rekorlar kıran Kaplumbağa Terbiyeci'nin
ressamı şeklinde cevap alırsınız. Ama
geçen haftaya kadar. Çünkü geçen hafta,
Antik A.Ş.'nin düzenlediği müzayedede
onun Yeşil Cami Önü adlı resmi 13.5
milyon TL'ye satılarak Kaplumbağa
Terbiyecisi'nin
Türkiye'de satılan en pahalı tablo
unvanını ele geçirdi. Hal böyle olunca
Osman Hamdi Bey, sadece Kaplumbağa
Terbiyecisi'nin değil,
Türkiye'de rekorlar kıran resimlerin
ressamı olarak anılır oldu. Oysa o,
sadece bir ressam değil. Bu coğrafyada
arkeolojinin, müzeciliğin kurucu babası.
Sayda Kazısı'nda bulunan İskender
Lahdi'nin bugünlere kalmasını sağlayan
o. İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni açan
o. Nemrut Dağı'ndaki kazıları yapan,
1884'te Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski
Eserler Yönetmeliği) ile tarihi
eserlerin Osmanlı topraklarından dışarı
çıkarılmasını engelleyen de o. 1882'de,
Sanayi-i Nefise Mektebi'ni (Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi) kurucusu
yine o.
İKONİK STATÜNÜN
GÖLGESİ
Ama tabloların yarattığı
ikonik statü, müzayedelerdeki rekor
fiyatlar, 2010'da Osman Hamdi Bey
Sözlüğü'nü hazırlayan Edhem Eldem'in de
kitapta yazdığı gibi yaratıcısını, diğer
eserlerini, başka alanlardaki öncü
çalışmalarını gölgede bırakacak kadar
baskın hale geldi. Yani Osman Hamdi Bey
maalesef günümüzde artık sadece bir
ressama indirgeniyor. Onu bir türlü
kültür, bilim insanı ve sanatçı olarak
bütünlüklü bir şekilde algılayamıyoruz.
Sanki ölümünden yıllar sonra yaratılan,
ki aslında resimlerinin yarattığı
şöhretin kurbanı olmuş gibi! Tüm bu olup
bitenlerde Osman Hamdi Bey'in elbet bir
suçu yok. 1910'da yaşamını yitirdiğinde
geride yüklü bir kültür, sanat ve bilim
mirası bıraktı. Ama sonrasında onun çok
yönlülüğünü algılayamamak, yapıp
ettiklerinin kıymetini tam anlamıyla
verememekti dert.
RESSAMLIĞI
DEĞER GÖRMEMİŞTİ
Yanlış
anlaşılmasın Osman Hamdi Bey'e
vefasızlık yapıldığını da söylemek zor.
O, yıllar boyunca özellikle müzeciliği
ve arkeolojiye yaptığı katkılar
nedeniyle hep anıldı. Yani ismi hep
sıcak tutuldu. Ama konjonktüre göre
farklı kimlikleri önplana çıkarıldı.
Eldem kitabında
Türkiye elitlerinin ve devletin
Osman Hamdi Bey'i nasıl algıladığını ve
yıllar içerisinde bu algının nasıl
farklılaştığını ayrıntılı bir şekilde
yazıyor. Eldem'in tespitlerinden biri
Osman Hamdi Bey'in kamusal ve devlet
katında görünülürlüğünün sınırlı oluşu.
Bugün ressam kimliği baskın olarak öne
çıkan Osman Hamdi Bey'in, Cumhuriyet
döneminde müzeci kimliği öne çıkarılmış
ve ressamlığı neredeyse görmezden
gelinmiş. Ama, özellikle Mustafa Cezar
tarafından 1971'de yayımlanan Sanatta
Batı'ya Açılış ve Osman Hamdi adlı
kitaptan sonra 'özel sektörün'
uyandığını ve üstadın tekrar
ressamlığının keşfedildiğini, sonrasında
eserlerinin değerlendiğini anlatıyor
Eldem. 1980 sonrası ise ilgi, resim
piyasası ile sınırlı kalmıyor ve
akademik dünya da Osman Hamdi Bey
üzerine eğilmeye başlıyor. Ama
Kaplumbağa Terbiyecisi'nin 2004'te rekor
fiyatla satılması sonrasında Osman Hamdi
ressam kimliğine sıkışıp kalıyor.
ÇOK YÖNLÜLÜĞÜ ALGILANMIYOR
Kültür Bakanlığı'nın çabalarıyla
ölümünün 100. yılında UNESCO, 2010'u
Osman Hamdi Bey'i Anma Yılı olarak ilan
etmişti. O yıl Osman Hamdi Bey'le ilgili
birçok etkinlik düzenlendi, kitaplar
yayımlandı ve onun çok yönlülüğü
hatırlatılmak istendi. Ama bu çalışmalar
da onun kamusal alanda ressam kimliğine
sıkışan namını pek kıramadı. Şimdilerde
yine rekor kıran bir tablo nedeniyle
gündemde ve yine ressamlığı önplanda.
Birer cümle ile geçiştiriliyor kültür ve
bilim alanına yaptığı katkılar. Leonardo
Da Vinci nasıl sadece Mona Lisa'nın
ressamı olarak algılanmıyor, çok
yönlülüğü anlatılıyorsa, aynı şeyi Osman
Hamdi Bey için de yapmalıyız. Ama bu
nasıl olacak, orası muallak!
80'LERDE YENİ ZENGİNLERİN GÖZDESİ
Osman Hamdi Bey'in bilinen 100'den fazla
resmi var. Birçok resminin de kayıp
olduğu biliniyor. Fakat ölümünden sonra
çok uzun yıllar boyunca ressamlığı pek
gündeme gelmiyor. Edhem Eldem kitabında
Osman Hamdi'nin eserlerinin nasıl
kıymete bindiğini şöyle anlatıyor:
"1970'lere kadar Osman Hamdi
tablolarının büyük bir kısmı kendi
ailesine mensup kişiler ve İstanbul
Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonu
arasında paylaşılmışken, 1980'lerden
itibaren palazlanmaya başlayan yeni bir
iş çevresinin ve burjuvazisinin ressamın
eserlerini, sanat değerlerinin yanı sıra
hem yatırım aracı hem de bir statü
sembolü olarak satın almaya başladığı
göze çarpıyor. Tablolar o zamana kadar
elde edemedikleri türden bir değer
kazanmaya başlıyor. Osman Hamdi'nin
tuvalleri etrafında gerçek bir piyasanın
oluşmasına neden oluyor. Çok kabaca
ifade etmek gerekirse 1980'ler ile
1990'lar arasında fiyatlar yaklaşık altı
kat, 1990'lardan 2000'lere kadar ise üç
katın üzerinde artmıştı."
OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E ELİT BİR AİLE
Osman Hamdi Bey aslında Osmanlı
sadrazamlarından İbrahim Edhem Paşa'nın
dört oğlundan biri. Kardeşleri Halil
Edhem, İsmail Galip ve Mustafa Mazlum.
İsmail Galib ilk Türk
nümizmatlarındandır. Halil Edhem de
Osman Hamdi gibi müzeci... Fethi Okyar,
Sedad Hakkı Eldem, Ekrem Reşit Rey,
Cemal Reşit Rey, MİT üyesi Hiram Abas,
tarihçi Edhem Eldem de Osman Hamdi'nin
bilinen akrabalarıdır.
ONUN
KİŞİLİĞİNİ HAZMETMEK ZOR OLDU
Peki Osman Hamdi Bey'in ressam kimliği
ve resimleri neden Cumhuriyet'in ilk
yıllarında görmezden gelindi? Eldem bu
soruyu da tartışıyor kitabında ve kabaca
şöyle cevaplıyor: "Osman Hamdi birçok
açıdan Türk tarih yazımına sorunlu bir
şekilde girmiş bir şahsiyettir. II.
Abdülhamid döneminde yaşamış olması,
Avrupa ve özellikle Fransa ile sıkı bir
irtibatı olması, hayat tarzının ve genel
kültürel konumunun fazlaca 'alafranga'
olması, her bakımdan seçkin bir zümrenin
içine doğup aynı ortamda varlık
göstermiş olması, tablolarında işlediği
konuların ve resmettiği sahnelerin
oryantalist olabileceği şüphesinin her
zaman hissedilmiş olması gibi muhtelif
olgular, Osman Hamdi'nin milli tarih
anlatımı ve kurgusu tarafından
hazmedilmesini zorlaştırmıştır."
Sabah, Haber: Olkan Özyurt, 22.05.2016
|
BİR TABLONUN HATIRLATTIKLARI
Osman Hamdi Bey’in tüm müzayede rekorlarını kıran
görkemli tablosu “Yeşil Cami Önü” vesilesiyle Antik
A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam’la
piyasaların güncel haline göz attık.
Türkiye’de son 10-15 yılda sanat dünyasında yaşanan
değişim herkesin malumu. İşin ekonomik boyutu da bu
durumun hem sonucu hem de sebebi... Sanat
piyasasının spekülasyonla mı şişirildiği yoksa bunun
kalıcı bir yükselme mi olduğu tartışmaları bir yana
dursun, geçtiğimiz hafta
bugün büyük bir heyecan yaşandı. Osman Hamdi
Bey’in 1882’de tamamladığı “Yeşil Cami Önü” tablosu
Antik A.Ş.’nin 291. Müzayedesi’nde 13 milyon 500 bin
liraya satılarak müzayede rekoru kırdı.
En pahalı ikinci eser yine Osman Hamdi Bey’in
2008’de
Londra’da 8 milyon liraya satılan “İstanbul
Hanımefendisi” eseri. Üçüncü eser 2004’te Antik A.Ş.
tarafından 5 milyon liraya satılan ve ilginç şekilde
yine
Bursa’daki Yeşil Cami’nin mekan olduğu Osman
Hamdi Bey tablosu “Kaplumbağa Terbiyecisi”ydi. Peki,
bu durum piyasayı nasıl etkiledi?
“Olumlu etkiler”
Tablonun sanat piyasasını nasıl etkileyeceğini
sorduğumuz Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay
Artam, başyapıt satışının piyasadan bağımsız
olduğunu söylüyor: “Bu tür başyapıtlar piyasadan
bağımsız fiyatlanır. Bir eşi daha olmadığı için
piyasalara direkt bir etkisi olmaz. Fakat ülkemizde
Türk resim tarihine değer veren, Türk sanatçısına
sahip çıkan koleksiyoncuların olduğunu göstermesi
açısından çok önemli. Toplumun ilgisini sanata
çekebilen bir sanat eserinin etkileri olumlu
olacak.”
Artam ayrıca, “Osman Hamdi Bey’in ‘Yeşil Cami
Önü’ tablosunun toplamda 13 milyon 500 bin liraya
satılması Türk resim sanatı için çok dikkat çekici
bir rakam. Fakat dünya sanat piyasaları ile
kıyaslama yapılamayacak kadar da uygun bir rakamdır.
Binlerce eseri olan Lucio Fontana’nın birçok eseri
bu rakamları geçerken, Türkiye’de sanat alanında
öncü, bir döneme damgasını vurmuş, müzeciliği
başlatan bir Osmanlı sanatçısının, sayıları en fazla
10-15 olan görkemli eserlerinden birine sahip olmak
bana göre paha biçilemez bir durum. Böyle sıra
dışı eserlerin günümüzde satın alınabilmesinin büyük
şans olduğunu düşünüyorum” diyerek Osman Hamdi Bey
tablolarının henüz maddi değerine ulaşmamış olduğuna
da işaret ediyor.
“Özel bir müze için”
Artam, Osman Hamdi Bey’in önemiyle ilgili olarak
da “Osman Hamdi Bey’in girişimleri, yaptıkları ve
ülke sanat ortamına katkıları sanatçıyla ilgili
bütün kitaplarda anlatılır. Böyle görkemli
başyapıtlar, özellikle müzeler ve müze kurmak için
hazırlık yapan koleksiyoncular için büyük önem
taşır. ‘Yeşil Cami Önü’ eseri, yer aldığı müzenin
ziyaretçi sayısını artırır, hareket
Katar, müzeyi hatırlatan imgelerden biri haline
gelir. ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ni hatırlarsak
açılmasına 6 ay kala Pera Müzesi, Türkiye’nin
gündemine oturmuştu. Günümüzde ‘Kaplumbağa
Terbiyecisi’ adlı eserin adı ya da görseli ile
karşılaştığımızda akıllara Pera Müzesi gelir.
Londra’da Sotheby’s müzayede evinde satışa sunulan
‘İstanbul Hanımefendisi’ 7 milyon lira, 2013 yılında
düzenlediğimiz müzayedede ‘Vazo Yerleştiren Kız’”
adlı eseri 3.2 milyon lira fiyata satılmıştı” diyor.
Artam ayrıca, “Müzayedemizde satılan ‘Yeşil Cami
Önü’ tablosu da hazırlıkları devam eden bir özel
müze koleksiyonu için alındı. Kendileri uygun
gördükleri zamanda toplumla paylaşacaklar” diyerek
tabloyu daha sık görebileceğimizin müjdesini de
veriyor.
Osman Hamdi Bey’in eserinin nadirliğine ilişkin
de “Müzayedeler değerli eserlerin gelecek kuşaklara
saklanmasında büyük rol oynuyor. Klasik resimler her
geçen gün daha zor bulunuyor. Çok az eseri olan
Osman Hamdi Bey’in bu tür eserleri 15-20 senede bir
çıkıyor. Şevket Dağ, Şeker Ahmet Paşa, İbrahim
Çallı,
Halil Paşa, Hikmet Onat, Nazmi Ziya ve Hoca Ali
Rıza imzalı başyapıtlar da klasik tablolarda
rekorlara ulaşan usta isimler. Yine de Türkiye’deki
sanat piyasası dünya ölçüleriyle kıyaslandığında
yeni gelişmekte olan sınırlı bir piyasa olduğunu
açıkça görebiliyoruz” diyor.
“Yolun
çok başındayız”
Turgay Artam
“Ülkemizde sanata ve sanatçıya ilgiyi artırmak en
büyük hedefimiz. Bunun için güçlü bir ekonomi
gerekiyor” diyor: “Şu anda 4.5 milyon dolara satılan
bir eser ülkemizin en değerli eseri olurken
Picasso, Klimt, Monet, Cezanne, Kooning ve
Jackson Pollock gibi sanatçıların tabloları 100
milyon doların üstünde satılıyor. Türkiye’deki
yıllık 100 milyon doları zaman zaman aşan piyasayı
dünya piyasaları ile karşılaştırınca yolun çok
başında olduğumuzu görüyoruz.
İngiltere ekonomisinin
Amerika’dan sonraki en iyi ekonomi olduğunu
söyleyebiliriz. Richter, Kiefer, Baselitz ve
Kipenberger gibi sanatçılarıyla bakarak Alman
ekonomisinin gücünü görebiliriz.”

Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 22.05.2016
|
İNŞAAT KAZISINDA ROMA DÖNEMİNE AİT HAMAM BULUNDU
Bursa’nın İznik İlçesi'nde inşaat kazısında Roma
Dönemi’ne ait ev hamamı ortaya çıktı. İznik müzesi
yetkililerinin ortaya çıkardığı hamam kalıntıları,
Selçuk Mahallesi Çayır sokakta bulundu.
Bir vatandaş sit alanı içerisindeki arsasına bina
yapmak için yetkililere müracaat etti. Görevli
arkeologlar eşliğinde yapılan sondaj kazısı
sırasında toprak altından çıkanlar herkesi şaşkına
çevirdi.

Arkeologların titizlikle kazdığı arsada ortaya
çıkan hamam kalıntılarında kırmızı tuğladan silindir
şeklinde yapılmış su yolu, hemen yanında taştan 3
basamakla inilen kişisel banyo havuzu ve 3 metre
uzunluğunda 2 metre genişliğinde geometrik
bezeneklerin olduğu yer mozaiği mevcut.
Ortaya çıkan evin zengin bir
Romalıya ait olduğu tahmin ediliyor.
Milliyet, 21.05.2016 |
GÖBEKLİTEPE KAZI EKİBİNDE KRİZ
Urfa Göbeklitepe
kazı Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt’in vefatının
üzerinden daha 2 yıl geçmeden kazı ekibinde bulunan
eşi Çiğdem Köksal-Schmidt çıkartıldı.

Yaklaşık 5 hafta boyunca yazışmalarının
tamamlanmasını bekleyen Çiğdem Köksal-Schmidt,
Göbeklitepe kazılarına katılmak için hazırlık
yaptığı sırada eline ulaşan yazıda kazı ekibinden
çıkartıldığını öğrendi. Kazı ekibinden kasıtlı
olarak çıkartıldığını düşünen Çiğdem Köksal-Schmidt
“Şuan üzerinde tepindiğiniz Göbeklitepe’ye 20
yılımızı verdik. Biz seni bitirmesini biliriz
önderleri, sevincinizi doya doya yaşayın. Kazı
görmemiş, arkeoloji okumamış insanlara emanet edin
siz bilimsel çalışmaları, böyle dalga geçilsin
araştırmacılarla “siteminde bulundu.
KLAUS
SCHMİDT’İN HAYALLERİ YOK OLDU
Göbeklitepe kazı
Başkanı merhum Prof.Dr. Klaus Schmidt’in hayalinin
“Kazıyı, eser depolarını, yayınları düzenli bir
şekilde arkasında bırakmak, projeyi devam ettirecek
yeni nesillere kolay ulaşılabilir verileri iletmek”
olduğunu hatırlatan Çiğdem Köksal-Schmidt, bir buçuk
yıldan buyana özellikle yayına yönelik, depoda
bekleyen eserlerin belgelenmesi, incelenmesi
konusunda kendini sorumlu hissettiğini ancak bunu
sonuçlandıramadığından dert yandı.
Çiğdem
Köksal-Schmidt bu yıl Göbeklitepe kazılarına
katılmak için hazırlık yaptığı sırada yaşadığı şoku
şöyle anlattı ; Ancak bu yıl, kendimi tekrar hazır
hissettim Urfa ya çalışmak için gitmeye...Ama
yapılan başvuruda önce ekip listesinden ismimi
sildirmiş birileri, ‘Ayrıca başvuru yapın’ dediler
depo çalışmaları için, onu yaptım. Beş haftadır iki
satır yazıyı yazıp göndermeyip, benimle, yarın
arayın, on dakika sonra arayın diye adeta dalga
geçtiler. Yüzlerindeki pis sırıtmayı her seferinde
görür gibi oldum... Bugün nihayet yazı geldi, Urfa
Müze Müdürlüğü yapacağım çalışmaya kısıtlama
getirmişmiş, efendim. 1995-2014 yılları arasında
bulunan eserleri değil , şimdilik sadece 1995-2000
yılları arasında bulunanları
çalışabilirmişim...Neden? Maksat eğlence olsun işte!
Kazı görmemiş, arkeoloji okumamış insanlara emanet
edin siz bilimsel çalışmaları, böyle dalga geçilsin
araştırmacılarla...
Kazı gören birileri olsa
etüttük eserleri yıllarına göre değil,
tipolojilerine göre ve ya bulundukları toplama
birimine göre ve ya hammaddesine göre çalışacağımızı
bilirlerdi en azından... Ama kazı ve araştırma kimin
umurundaki artık, millet birbirini çiğneyecek
Göbeklitepeyi nasıl paylaşalım derken... bir de
üstüne, gönderdiğimiz yazıyı beğenmediyseniz bir
daha başvurun dediler pişkin pişkin telefonun öbür
ucundakiler...
UTANIN YAHU KENDİNİZDEN!..
Üzerinde şu an tepindiğiniz Göbekli Tepe ye eşimle
birlikte 20 yılımızı verdik, insaf ! Kısacası yetti
bana artık. Geleceğe aktaracağımız dokümanlarda
neden çalışmalara devam edemediğimi açıklarsam
sorumluluk üstümden kalkar umarım... Klaus dan da
özür dilerim bir dahaki ilk buluşmamızda, işlerini
bitiremediğim için...
Hadi bana eyvallah... Ne
haliniz varsa görün... Ben yokum bu işte artık...
Klaus’un aramızdan ayrılışına sevinçlerini
gizleyemeyenler ve bana da hemen ardından keşke sen
de ölseydin de kurtulsaydık hissini verenler,
ölmediysen de biz seni yok etmesini biliriz
harekatının önderleri sevincinizi doya doya yaşayın!
Bir de bugün, sosyal medyada yazdıklarım dolayısı
ile kendince beni uyarmaya çalışan Alman solucan
var, Doğuş Grubunun yaptıklarını
eleştirmeyecekmişim, yoksa çalışma iznim
gelmezmiş...
Neymiş bu Doğuş grubu yahu, neler
olmuş ya da oluyor Kültür Bakanlığında...dedim ya
ben yokum artık bu işte, kalanlar düşünsün...
Göbekli Tepe, Klaus’un duruluğundan sonra sizleri ne
kadar barındırır onu da göreceğiz artık...
Klaus
umun endişesi kazıyı, eser depolarını, yayınları
düzenli bir şekilde arkasında bırakmak, projeyi
devam ettirecek yeni nesillere kolay ulaşılabilir
verileri iletmekti. Onun ardından birbuçuk senedir
özellikle yayına yönelik, depoda bekleyen eserlerin
belgelenmesi, incelenmesi konusunda kendimi sorumlu
hissettim, bitirmem, düzenli bırakmam gereken işler
vardı...Anca bu yıl, kendimi tekrar hazır hissettim
Urfa ya çalışmak için gitmeye...Ama yapılan
başvuruda önce ekip listesinden ismimi sildirmiş
birileri, ayrıca başvuru yapın dediler depo
çalışmaları için, onu yaptım beş haftadır iki satır
yazıyı yazıp göndermeyip, benimle, yarın arayın, on
dakika sonra arayın diye adeta dalga geçtiler,
yüzlerindeki pis sırıtmayı her seferinde görür gibi
oldum....bugün nihayet yazı geldi, Urfa müze
müdürlüğü yapacağım çalışmaya kısıtlama getirmişmiş,
efendim 1995-2014 yılları arasında bulunan eserleri
değil , şimdilik sadece 1995-2000 yılları arasında
bulunanları çalışabilirmişim...Neden? Maksat eğlence
olsun işte! Kazı görmemiş, arkeoloji okumamış
insanlara emanet edin siz bilimsel çalışmaları,
böyle dalga geçilsin araştırmacılarla...kazı gören
birileri olsa etüdlük eserleri yıllarına göre değil
, tipolojilerine göre ve ya bulundukları toplama
birimine göre ve ya hammaddesine göre çalışacağımızı
bilirlerdi en azından...ama kazı ve araştırma kimin
umrundaki artık, millet birbirini çiğneyecek Göbekli
Tepe yi nasıl paylaşalım derken...bir de üstüne,
gönderdiğimiz yazıyı beğenmediyseniz bir daha
başvurun dediler pişkin pişkin telefonun öbür
ucundakiler...utanın yahu kendinizden! ..üzerinde şu
an tepindiğiniz Göbekli Tepe ye eşimle birlikte 20
yılımızı verdik, insaf ! Kısacası yetti bana artık,
geleceğe aktaracağımız dokümanlarda neden
çalışmalara devam edemediğimi açıklarsam sorumluluk
üstümden kalkar umarım...Klaus dan da özür dilerim
bir dahaki ilk buluşmamızda, işlerini bitiremediğim
için...hadi bana eyvallah...ne haliniz varsa
görün... ben yokum bu işte artık... Klaus un
aramızdan ayrılışına sevinçlerini gizleyemeyenler ve
bana da hemen ardından keşke sen de ölseydin de
kurtulsaydık hissini verenler, ölmediysen de biz
seni yok etmesini biliriz harekatının önderleri
sevincinizi doya doya yaşayın! Bir de bugün, sosyal
medyada yazdıklarım dolayısı ile kendince beni
uyarmaya çalışan alman solucan var, Doğuş Grubunun
yaptıklarını eleştirmeyecekmişim, yoksa çalışma
iznim gelmezmiş...Neymiş bu Doğuş grubu yahu, neler
olmuş ya da oluyor Kültür Bakanlığında...dedim ya
ben yokum artık bu işte, kalanlar düşünsün...
Göbekli Tepe ,Klaus un duruluğundan sonra sizleri ne
kadar barındırır onu da göreceğiz artık...”
sanliurfa.com, 20.05.2016
|
'YANSIMA'YA 12.9 MİLYON DOLAR
Amerikalı ressam Georgia O’Keeffe’nin ‘Lake
George Reflection’ (George Gölü Yansıması) adlı
eseri, New York’ta düzenlenen açıkartırmada 12.9
milyon dolara (38.5 milyon TL) alıcı buldu.
20’nci yüzyıl
ABD çağdaş sanatının en önemli eserlerinden
kabul edilen tablonun adının açıklanmasını
istemeyen bir koleksiyoncu tarafından satın
alındığı açıklandı. O’Keeffe, tabloyu 1921-1922
yılları arasında tamamlamıştı. Yatay konumdayken
tepelerin göl üzerindeki yansımalarını
betimleyen bir
manzara resmi olan eser, dikey konumda ise
O’Keeffe’nin ünlü çiçeklerinden birine
dönüşüyor.
Göldeki yansımadan
oluşan 1. 5 metreye 91 santimetre boyundaki
tablo dik asıldığı
zaman da çiçeğe dönüşüyor.
Hürriyet,
20.05.2016
|
 |
MARMARA KÖŞKÜ'NÜ YIKTILAR
Atatürk'ün mirası
Marmara Köşkü'nde bir sorun vardı:
Saraya göre çok küçüktü, ama saraydan büyüktü..
*
Marmara Köşkü'nde bir sorun
vardı:
Saray kadar yüksek değildi, ama Latin
Amerika'dan görüldü, on bir Latin Amerika ülkesi ona
bakıp bağımsızlıklarını istediler… Çin'den Mao
gördü… Hindistan'dan Gandi gördü…
Küba'dan gözüktü, Fidel “baktıkça onun gibi
olmak istedik” dedi…
*
Marmara Köşkü'nün bir sorunu
vardı:
1400 odalı sarayın, sekiz odası
büyüklüğündeydi…
Ama içine; yüreği bir, umudu
bir, idealleri bir, hayalleri bir, tüm bir millet
sığmıştı…
*
Marmara Köşkü'nde bir sorun
vardı:
Üç vardiyadan, üç yüz temizlikçi,
ellerinde süpürge, Arap sabunu, faraş… Gece gündüz
temizlemeye çalışmıyorlardı…
Ama tertemizdi…
*
Marmara Köşkü'nde bir sorun
vardı:
İçindekinin kendisi itibardı…
Saray'da
oturan, itibarı sarayın ebadında aradı…
*
Marmara Köşkü'nde bir sorun
vardı:
Gazi Mustafa Kemal, o
köşkü İsviçreli mimar Ernst Egli'ye
1925 yılında yaptırmış, parasını kendi cebinden
vermişti…
Saray'ın parası
milletin cebinden çıktı…
*
Sonuçta; 1'inci derece sit alanı olan Marmara
Köşkü'nü, önce 3'üncü derece sit alanına indirdiler,
yüreklice mücadele eden Mimarlar Odası
Ankara Şubesi itiraz etti, daha mahkeme
sürerken, şu 19 Mayıs'ın arifesinde yıktılar…
Tahammülsüzlük bu derece…
Nefret bu derece…
Kin bu derece…
*
Marmara Köşkü'nde bir sorun
vardı:
Saray; cumhuriyeti yıkma
planlarının yapıldığı yer…
Marmara Köşkü;
cumhuriyetimizin kurulduğu mekanlardandı…
Yıktılar…
Sözcü, Yazı: Bekir Coşkun, 20.05.2016
|
ÇİN'DEKİ MÜZE SAYISI 4700'E YAKLAŞTI
Müzelerin
yüzde 85'inden fazlasının ise ücretsiz olarak
ziyaret edilebildiği kaydedildi.

Kültürel Miras Devlet İdaresi Başkanı Liu Yuzhu İç
Moğolistan Özerk Bölgesi’ndeki Huhhot şehrinde
yaptığı açıklamada, 2015 yılı sonu itibariyle
ülkedeki kayıtlı müze sayısının 4692 olduğunu
söyledi.

İç Moğolistan Müzesi’nde konuşan Liu, her yıl
düzenli olarak gerçekleştirilen 20 binden fazla
sergiyle birlikte müzelere 700 milyon civarı
ziyaretçi çekildiğini vurguladı.

Liu ayrıca, medeniyetleri yansıtması bakımından
önemli olduğunu belirttiği müzelerin kültür
alışverişini de artırdığını aktardı. Liu müzelerin
ahlak, bilim ve kültürü de geliştirdiğini sözlerine
ekledi.

Çin’de halihazırda bulunan müzelerin yüzde 85’inden
fazlasına ücretsiz olarak giriş yapılabiliyor.
Sözcü, 19.05.2016 |
BAKANLIKTAN SURİYE İÇİN 'KIRMIZI LİSTE'
Suriye’den çalınan eserlerin Türkiye
üzerinden satıldığı yönündeki algının önüne
geçmek isteyen
Kültür ve Turizm Bakanlığı tüm müzeler,
koleksiyonerler ve gümrük kapılarına “acil”
koduyla kırmızı liste gönderdi. Suriye’nin risk
altındaki eserlerini gösteren liste Suriye
kökenli kültür varlıklarının tanınmasını
sağlayıcı bir rehber niteliği taşıyor.
Batı kamuoyunda
Suriye’den çalınan eserlerin
Türkiye üzerinden satıldığı yönünde çok sık
haberler yer alıyor. Özellikle eserlerin
Gaziantep’te pazarlandığı ve Türkiye’nin bu
duruma
göz yumduğu dile getiriliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu algının önüne
geçmek düşüncesiyle tüm müzeler,
koleksiyoncular, gümrük kapıları ve emniyet
birimlerine ‘Acil’ koduyla Kırmızı Liste
gönderdi. Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM)
tarafından
İngilizce, Fransızca, Almanca ve
Arapça olarak hazırlanan liste bakanlık
tarafından dilimize çevrildi. Listede yer alan
eserler Suriye’den çalınmış değil. Ancak
IŞİD, ÖSO, PYD gibi birçok grubun eline
geçen antik kentler ve müzelerden ne kadar
eserin çalındığı bilinmiyor. Bu nedenle kırmızı
liste Suriye kökenli eserlerin niteliklerini
göstererek alıcılara uyarı niteliği taşıyor.
ICOM UYARIYOR
ICOM Acil
Durum Kırmızı Listesi’ni dünyanın çeşitli
noktalarında meydana gelen karışıklık ve silahlı
çatışma durumlarında köken ülkelerin kültür
varlıklarının korunması için hazırlıyor.
Özellikle gümrük noktaları, müzeler,
koleksiyoncular, müzayede evleri, antika
tüccarları ve güvenlik güçleri için bir rehber
niteliğinde olan Kırmızı Liste, kültür
varlıkları risk altında olan ülkelerdeki koruma
mevzuatı hakkında kısa bilgiler vererek
farkındalığın artırılmasını amaçlıyor.
ELEŞTİRİLERE CEVAP
Kültür ve
Turizm Bakanlığı kırmızı listenin yayınlanması
ile ilgili resmi
internet sitesinden şu açıklamayı yaptı: “Son
yıllarda Suriye’de ortaya çıkan otorite
boşluğundan faydalanan grupların
kaçak kazılar ve kültür varlığı kaçakçılığı
vasıtasıyla teröre finansman sağladığı tespiti
üzerinden ülkemiz, konuya gereken hassasiyeti
göstermediği ve hatta bu faaliyetlere göz
yumduğu yönünde haksız eleştirilere maruz
bırakılmaktadır. ICOM Acil Durum Kırmızı
Listesi’nin yayınlanan Türkçe versiyonu,
ülkemize yöneltilen haksız eleştirilere bir
cevap niteliği taşımaktadır.”
LİSTEDE NELER VAR?
MÖ 10 bin ile
18. Yüzyıllar arasında çok sayıda tarihi eserin
yer aldığı listede yüksek sayıda seramik ve tunç
tabletler, el yazması parşömenler, rulolar,
kitaplar, ahşap,
altın, gümüş heykeller, pişmiş toprak
figürler, kemik göz idolleri, Helenistik döneme
ait amfora, Emevi dönemi İslami kap kacak, damga
ve silindir mühürler, tessera (mozaik taşları)
ve sikkeler ile mimari parçalar bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Ömer Erbil, 19.05.2016
|
BAŞMELEKLER'DE RESTORASYON HAZIRLIKLARINA BAŞLANDI

Bursa’nın
Mudanya İlçesi’ne bağlı Kumyaka Köyü’nde bulunan
ve 2012 yılında Fener Rum Patrikhanesi adına
Bursa Metropoliti Elpidophoros Lambriniadis'in
mülkiyetini özel bir kişiden satın aldığı Baş
Melekler Kilisesi’nde restorasyon hazırlıklarına
başlandı. Dünyanın en eski üçüncü kilisesi olarak
gösterilen Başmelekler’in zemin incelemesinin
ardından kubbeleri branda ile örtülerek koruma
altına alındı. Bursa Koruma Kurulu’na verilecek
Röleve, Restorasyon ve Restitüsyon projelerinin
onaylarının ardından çalışmalara başlanacağı
bildirildi.

Mudanya’nın Kumyaka Köyü’nde bulunan
Baş Melekler Kilisesi'ni yıllar önce Kumyakalı bir
vatandaştan satın alan ve İstanbul’da yaşayan
işadamı Mete Yalçın, 800 bin dolar bedelle satışa
çıkardı. Bin 227 yıllık kilise, 2012 yılında Fener
Rum Patrikliği adına Bursa Metropoliti ve Heybeliada
Ruhban Okulu Baş Rahibi Elpidophoros Lambriniadis
tarafından satın alındı.
Bizans İmparatoru IV.
Konstantinos Porphyrogenetos döneminde 780- 797
yılları arasında yapıldığı belirtilen dünyanın en
eski üçüncü kilisesi olan Baş Melekler Kilisesi'nde,
bugünlerde hummalı bir çalışma yürütülüyor.
Arkeologlar nezaretinde sürdürülen kilisenin iç
zemin temizliği ile birlikte 2 tane olan tepe
kubbelerinin üzeri brandalarla kapatılarak koruma
altına alındı ve restorasyon çalışmaları için
hazırlıklara başlandığı bildirildi.

Bursa Müzeler
Müdürlüğü’nden Kumyaka Mahallesi’ne gelen 2
arkeologun yaptığı bu çalışmanın ardından Bursa
Koruma Kurulu’na verilecek röleve, restorasyon ve
restitüsyon projelerinin onaylanmasıyla çalışmalara
başlanacağı öğrenildi.

Kumyaka Mahallesi Muhtarı
Ramiz Batmaz, kilise de sürdürülen zemin temizlik
çalışmasının sadece koruma amaçlı olduğunu ve
restorasyon çalışması olmadığını belirterek, Türk
vatandaşı olan Bursa Metropolitanı Elpidophoros
Lambriniadis’in satın aldığı kilisede restorasyonun
kurulun onayından sonra bu yıl içinde başlayacağını
öğrendiklerini söyledi.

Rumların yılda iki kez
yortu ve paskalya günlerinde kiliseyi ziyaret
ettiklerini kaydeden Muhtar Batmaz, "Restorasyonunun
ardından Ortodoks dünyasının ünlü isimleri ve o dine
bağlı insanların ziyareti ile Kumyaka daki yoğunluk
artacaktır. Kumyaka mahallemiz bu hareketliliğe
hazırlıklı mı? Kumyaka hazırlıklı değil, çünkü
Kumyaka’nın sorunları bulunuyor, başta imar planları
olası yoğunluğa cevap verebilecek park alanları,
gelen misafirlerin konaklayacakları butik otel ve
pansiyon eksiklikleri var. İmar planı olmayan
yerlerde bunların gerçekleşmesi bana göre mümkün
görünmüyor. Bu kilisenin hayata geçmesinin ardından
Mudanya ve Bursa Büyükşehir Belediyelerinin ciddi
anlamda Kumyaka Mahallemizle yakından ilgilenmesi ve
bu gelişime göre hazırlıklar yapmaları
gerekmektedir" dedi.
Hürriyet, Haber: Tarık Arslan, 17.05.2016 |
TARLADA BULDUĞU TARİHİ ESERLERİ MÜZEYE TESLİM ETTİ
Balıkesir’in Altıeylül
İlçesi Kabaklı
Mahallesi’nde yaşayan Hüseyin Çavuş, tarlasında
bulduğu
Roma dönemine ait 8 parça kaseyi Müze
Müdürlüğü’ne teslim etti.
Altıeylül Kabaklı
Mahallesi’nde ikamet eden Hüseyin Çavuş, tarlada
çalışma yaparken gömü buldu. Roma dönemine ait
olduğu öğrenilen 8 adet pişmiş toprak kaseyi gören
Çavuş, tarladan dikkatlice çıkardığı kaseleri
Balıkesir Kuvayi Milliye Müzesi’ne teslim etti.
Yetkililer tarafından incelenen kaselerin Roma
dönemine ait olduğu tespit edildi.
Müze Müdürlüğü
yetkilileri Hüseyin Çavuş’a duyarlılığından dolayı
teşekkür etti.
Milliyet, 15.05.2016 |
 |
İNŞAATTA BULUNAN MEZAR BİZANS DÖNEMİNE AİT ÇIKTI
İzmir'in Kiraz İlçesi'nde, yeni bina yapımı için
geçen yıl başlatılan temel çalışmasında bulunan
mezarın, Bizans dönemine ait olduğu ortaya çıktı.
Doğan Haber Ajans’ndan (DHA) Faruk Çark’ın haberine
göre, Cumhuriyet Mahallesi Gümüşsuyu Caddesi ile
Turan Sokak köşesinde bulunan arsada yeni bir bina
için geçen yıl temel atma çalışması başlatıldı.
Ancak kazıda eski döneme ait bir mezar ve insan
kemikleri bulundu.
Mezar Bizans dönemine ait
Arsa sahibi bunun üzerine Ödemiş Müze Müdürlüğü'ne
bilgi verdi. Bulunan mezardan örnekler alınarak
incelenmek üzere Tabiat Varlıklarını Koruma
Müdürlüğü'ne gönderildi. İnşaat çalışmasına da ara
verildi. Yaklaşık 10 gün önce mezarın Bizans
dönemine ait olduğu belirlendi. Bunun üzerine Müze
Müdürlüğü yetkilileri, bölgede kazı çalışması
başlattı.
T24 Haber, 12.05.2016
|
BASQUIAT'IN PORTRESİ 57,3MİLYON DOLARA SATILDI
Christie's'in New York ofisinde yapılan "Savaş
Sonrası ve Çağdaş Sanat" satışlarında toplam 318,4
milyon dolarlık eser satılırken, müzayedede Asyalı
alıcılar öne çıktı. Telefonla bağlanan ve ismi
açıklanmayan bir Japon koleksiyoncunun açık
artırmada 74,5 milyon dolarlık alış yapması dikkati
çekti.
Eserlerin yüzde 87'sinin alıcı bulduğu açık
artırmaya, 27 yaşında uyuşturucu nedeniyle hayatını
kaybeden 1960 doğumlu siyahi sanatçı Basquiat'ın
1982 yapımı eseri damgasını vurdu. Sanatçının
238,7x500,4 santimetre ebatlarındaki tuval üzerine
akrilik boya eseri 57,3 milyon dolara alıcı buldu.
Basquiat'ın daha önceki müzayede rekoru 48,8 milyon
dolar olarak gerçekleşmişti.
Akşam, 11.05.2016
|
IRAK'TA BULUNAN TABLET ANTİK YAKIN DOĞU
HASTALIKLARIYLA İLGİLİ BİLGİ VERİYOR
Irak’ta bulunan Geç
Babil dönemine ait kil tablete göre Antik Yakın
Doğu’da hastalıklar fiziksel olduğu kadar ruhsal
rahatsızlık olarak ta görülüyordu.
Yüzlerce içerikten
oluşan ‘Sakikku’ veya ‘Tüm Hastalıklar’ isimli
Akatça tanı kitapçığından ‘Ashipu’ yani
doktor-alimlerin dikkatli gözlem ve teşhişleri
sonucunda şeytan ve hayaletlerin de tanı ve teşhis
aşamasında büyük rol oynadıkları ancak bunun tıbbi
müdahale olmadığı anlamına gelmediği anlaşılıyor.
Çivi yazısıyla
yazılmış 40 kil tablette içlerinde o dönemler
‘Miqtu’ adıyla bilinen solgun hastalık (günümüzde
epilepsi)’ın detaylı incelendiği açıklamalar
bulunuyor.
Çevirilen
tabletlerde bu nörolojik hastalığın incelikleri
temel öngörülerle birlikte ‘kötü ruhların’ yol
açtığı nöbetlerden şöyle bahsediliyor; “(Epilepside)
Şeytan o’na saldırır ve verilen günde o’nu yedi kere
izler. (O’na ) ölü bir katilin ruhu dokunmuştur
artık. Ölecektir.”
arkeolojihaber.net, Kaynak:
archaeology.org, 26.04.2016
|
8 - 21 Mayıs 2016
|
AÇIK MEKTUP
GÖBEKLİ TEPE’YE VEDA…
Çiğdem Köksal Schmidt
Klaus’umun endişesi kazıyı, eser depolarını, yayınları düzenli bir şekilde arkasında bırakmak, projeyi devam ettirecek yeni nesillere kolay ulaşılabilir verileri iletmekti. Onun ardından birbuçuk senedir özellikle yayına yönelik, depoda bekleyen eserlerin belgelenmesi, incelenmesi konusunda kendimi sorumlu hissettim, bitirmem, düzenli bırakmam gereken işler vardı... Ancak bu yıl, kendimi tekrar hazır hissettim Urfa’ya çalışmak için gitmeye...
Ama yapılan başvuruda önce ekip listesinden ismimi sildirmiş birileri, ayrıca başvuru yapın dediler depo çalışmaları için, onu yaptım. Beş haftadır iki satır yazıyı yazıp göndermeyip, benimle, yarın arayın, on dakika sonra arayın diye adeta dalga geçtiler, yüzlerindeki pis sırıtmayı her seferinde görür gibi oldum... Bugün nihayet yazı geldi, Urfa Müze Müdürlüğü yapacağım çalışmaya kısıtlama getirmişmiş, efendim 1995-2014 yılları arasında bulunan eserleri değil, şimdilik sadece 1995-2000 yılları arasında bulunanları çalışabilirmişim... Neden? Maksat eğlence olsun işte! Kazı görmemiş, arkeoloji okumamış insanlara emanet edin siz bilimsel çalışmaları, böyle dalga geçilsin araştırmacılarla... Kazı gören birileri olsa etüdlük eserleri yıllarına göre değil, tipolojilerine göre veya bulundukları toplama birimine göre veya hammaddesine göre çalışacağımızı bilirlerdi en azından... Ama kazı ve araştırma kimin umrundaki artık, millet birbirini çiğneyecek Göbekli Tepe’yi nasıl paylaşalım derken... Bir de üstüne, “gönderdiğimiz yazıyı beğenmediyseniz bir daha başvurun” dediler pişkin pişkin telefonun öbür ucundakiler... Utanın yahu kendinizden!.. Üzerinde şu an tepindiğiniz Göbekli Tepe’ye eşimle birlikte 20 yılımızı verdik, insaf!
Kısacası yetti bana artık, geleceğe aktaracağımız dokümanlarda neden çalışmalara devam edemediğimi açıklarsam sorumluluk üstümden kalkar umarım... Klaus’dan da özür dilerim bir dahaki ilk buluşmamızda, işlerini bitiremediğim için... Hadi bana eyvallah... Ne haliniz varsa görün... Ben yokum bu işte artık... Klaus’un aramızdan ayrılışına sevinçlerini gizleyemeyenler ve bana da hemen ardından keşke sen de ölseydin de kurtulsaydık hissini verenler, ölmediysen de biz seni yok etmesini biliriz harekatının önderleri sevincinizi doya doya yaşayın! Bir de bugün, sosyal medyada yazdıklarım dolayısı ile kendince beni uyarmaya çalışan alman solucan var, Doğuş Grubu’nun yaptıklarını eleştirmeyecekmişim, yoksa çalışma iznim gelmezmiş... Neymiş bu Doğuş Grubu yahu, neler olmuş ya da oluyor Kültür Bakanlığı’nda...
Dedim ya ben yokum artık bu işte, kalanlar düşünsün... Göbekli Tepe, Klaus’un duruluğundan sonra sizleri ne kadar barındırır onu da göreceğiz artık...
http://cigdemkoeksalschmidt.blogspot.com.tr/2016/05/gobekli-tepe-ye-veda.html?spref=fb
, 20.05.2016
Açık mektup üzerine bazı yorumlar:
Suat Alici (21. 05.2016)
Çiğdem hanım, eleştirilerinizi yüreklice paylaştırdığınız için kutlarım. Bilimsel düzlemin hoyratça çiğnenmesi, verilen emeğe karşı gösterilen vefasızlık en azından Klaus Schmidt'e saygısızlıktır. Sizinde onun kadar emeğiniz var Göbekli Tepe de. Bilime kattıklarınız için sağolun.
MSA2 (21. 05.2016)
Çigdem hanim,
Türkiyede çalisan tüm degerli bilim insanlari ayni durumdalar. Bu insanlar kendi yapamadiklarini baskalarina da yaptirmazlar veya yapilanin üstüne yatarlar sanki kendileri yapmis gibi. Malesef Türkiyede son yillarda yapilanlar Türkiyenin 100 sene geri gitmesine sebep olmustur.
Eminim ki Gitmeniz yönetimdekileri sevindirmis ama birçok göktepe sevenlerini üzmüstür..
Gitmeyin kalin diyecegim ama beyni küçük insanlarla da ugrasmanizi istemem çünki bunlardan bizde çok var ve bunlari egitmek ise milyonlarca göktepe calismasina benzer.
ŞAMANİST (21. 05.2016)
Sayın Çiğdem Köksal Schmidt, emekleriniz boşa gitmez, sadece ertelenir, emin olun. Yüreğinize sağlık...
"Neden 2000-2014 yılları arasındaki dönem?" sorunuzun yanıtı açık aslında..Tarihlere bakınca...Üzülmeyin diye yazdım.Saygılarımla,
|
|
GİRESUN'DA KAYAYA
OYMA KİLİSE TURİZME AÇILDI
Giresun'da MS 4. yüzyıldan itibaren kullanıldığı
tahmin edilen, kayalıklara oyulmuş Meryem Ana Kaya
Kilisesi, turistlerin ziyaretine açıldı.
Kent merkezinde kayalıklarda
yer alan Meryem Ana Kaya Kilisesi'nin restorasyonu
bir süre önce tamamlandı. Çevre düzenlemesi
yapılacak kilise, haftada 2 gün ziyaret
edilebiliyor.
İl Kültür ve Turizm Müdür
Vekili Hulusi Güleç, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kaya kilisenin, milattan sonra 4.
yüzyılda kullanılmaya başlandığının tahmin
edildiğini söyledi.
"Kilise, kayaya oyulmuş
özelliği bakımından bölgede çok az rastlanan bir
tür" ifadesini kullanan Güleç, "Kültür ve Turizm
Bakanlığınca kaya kilisenin restore edilmesi, çevre
düzenlemesinin yapılarak ziyarete açılması
planlandı. 2013'te İl Özel İdaresince iç kısmındaki
restorasyon çalışmaları tamamlandı ancak çevre
düzenlemeleri çalışması bitmedi." dedi.
"Her gün ziyarete
açılacak"
Güleç, şu anda haftada 2 gün ziyaret edilebilen
kilisenin, çevre düzenlemesinin ardından her gün
turistleri ağırlayacağını bildirdi.
Anadolu Ajansı, Haber:
Gültekin Yetgin, 18.05.2016
|
BUNLAR KÖPRÜ
AYAĞINDA BULUNDU

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'nde, Altınova
Sahili'nde, mülteciler tarafından bırakıldığı ileri
sürülen bir poşet içeresinde tarihi değeri olduğu
sanılan dört parça eser bulundu.
Bugün saat 15.00 sıralarında,
Öğretmenler Sitesi yakınlarından geçen çayın
üzerinde bulunan köprünün kenarında köpeğini
gezdirirken bir poşet içinde üzerinde insan başı
figürü bulunan ve kavalı andıran ahşap bir müzik
aleti, oyma taştan yapılmış bir aslan başı ile
birinin üzerinde geyik, diğerinde ise bir aslan
figürü bulunan iki taş plaket bulan bir vatandaş,
durumu jandarmaya bildirdi.
Jandarma, tarihi değeri
olduğu sanılan eserleri bulan kişinin ifadesinden
poşeti, mülteci olduğu tahmin edilen üç kişinin
bırakıp, hızla uzaklaştığını öğrendi. Poşeti bırakan
üç kişinin yakalanması için çalışma başlatılırken,
eserlerin tarihi değerinin bulunup, bulunmadığının
tespit için balıkesir Müze Müdürlüğü’ne
gönderileceği öğrenildi.
Sözcü, 18.05.2016
|
ÇİN'DE BULUNAN
FOSİLLERE GÖRE DÜNYADA ÇOK HÜCRELİ YAŞAM,
DÜŞÜNÜLENDEN YAKLAŞIK 1 MİLYAR YIL ÖNCE BAŞLADI
Çin'de bulunan
fosiller, çok hücreli organizmaların en erken 1,5
milyar yıl önce evrimine başladığını söylüyor. Ancak
bazı uzmanlar bu çıkarımı reddediyorlar.

Guardian’da yer alan habere
göre, araştırmacılar Nature dergisinde
yayımladıkları ve ortaya çıkardıkları fosiller
ışığında, yeryüzünde karmaşık çok hücreli kompleks
yaşamın düşünüldüğünden 1 milyar yıl önce
evrimleştiğini iddia etmesiyle bu alandaki bilim
insanlarını da ikiye böldüler.
İlk “İlkel çorba”dan sonra
yaşam, milyarlarca yıl boyunca ilkel ve tek hücreli
olarak devam etti. Ancak bu hücrelerin bazıları
sonunda klonları ile bir araya gelerek koloni
kurdular. Bilim insanları bu dönemin sonraki
bölümüne “sıkıcı milyar” adını veriyorlar. Çünkü
evrim neredeyse durmuş gibiydi. Fakat bir sıçrama
noktası yaşandığında, çok hücreli kompleks
organizmalara doğru evrildi. Buna en taze örnek
olarak 2013 yılında yine Çin’de ‘Alalcomenaeus'
adını taşıyan yarım milyar yaşında bir fosil
bulunmuştu ve tarihin en eski ve ne iyi korunmuş
sinir sistemi özelliğini kazanmıştı. Geçişle beraber
bitkiler ve hayvanlar da oluşmaya başladı.
Çok hücreli – hücre
nükleausu(çekirdeğil) birden fazla kromozom
içermekte olup, nükleor membran aracılığı ile
stoplazmadan ayrılmış- ökaryotlar on yıllar boyunca
bilim tutkunlarını meşgul etti. Nanjing Jeoloji ve
Paleantoloji Enstitüsü’nden Prof. Maoyan Zhu
keşiflerinin daha önceki araştırmalarla
kıyaslandığında çok hücreli ökaryotların,
makroskopik düzeyde yaklaşık bir milyar yıl daha
eskiye dayandığı görüşünü kuvvetlendirdiğini
belirtiyor. Çin’in Yanshan bölgesinde ortaya
çıkarılan fosillerin 167’si ölçümlenebilir şekilde
bulundu ve karmaşık canlı biyolojisine sahip bir
gösterge olarak niteleniyorlar.
Zhu, fosillerin bir bütün
olarak ele alındığında, çıplak gözle görülebilecek
kadar büyük organizmaların erken evrimi olduğunun
açıl delili olduğunu belirtiyor: “Bu, yaşamın erken
tarihine dair bilgilerimizi tamamen yenilemektedir!”
Daha önceki fosil
araştırmalara göre, okyanuslarda çok sayıda
yumuşakçaların yaşadığı sıralar, karşılaştırabilir
büyüklükteki ökaryotlar 600 milyon yıl önceye
dayandırılıyordu. Bristol Üniversitesi’nden
Paleobiyoloji Profesörü Phil Donoghue, keşfin önemli
olduğunun altını çizerken: “Bulunanlar, en eksi
ökaryotlar değil ama kesinlikle en eski
kanıtlanabilir çok hücreli ökaryotlar!”
1,56 milyar yıl önceye
tarihlendirilen keşfin, aynı zamanda oksijen
seviyesinin büyük organizmaların yaşamını sürdürmeye
yarayabilecek düzeyde olduğu anlamına da
gelebileceği belirtiliyor.
Diğer yandan bazı
uzmanlar ise keşfin çıkarımlarına şüphe ile
yaklaşıyorlar. Oxford Üniversitesi’ndeki Zooloji
Departmanı’ndan Jonathan Antcliffe, numunelerin
bakteriyellere karşıt olarak ökaryotik olmadığı
belirtiyor. Bakteri, tanım olarak, tek hücreli ve
genetik materyal içeren çekirdeği olmayan canlı
olarak tanımlanıyor. Antcliffe fosillerin bakteriyel
hücre kolonisi olmasının mümkün olabileceğini öne
sürüyor. Harvard Üniversitesi’nden Andrew Knoll ise
kompleks yaşamın kökenleri konusunda bilimsel
literatüre ilişkin makalesinde fonksiyonel önem
açısından bunun oksijen, iç hücreler tarafından
ihtiyaç duyulan besin ve uyarıcı moleküllerinin
taşıma problemini yaratacağını düşünüyor.
Fransa’daki Poitiers Üniversitesi’nden Abderrazak El
Albani ise çok hücreli, ökaryot ve kompleks demek
için bulguların yetersiz olduğunu belirtiyor. El
Abani, bu konudaki tartışmalara hiç de yabancı
olmayan bir isim. Nature dergisinde 2010 yılında
yayımladığı makelesinde Gabon’da 2,1 milyar yıl
yaşında hücre kolonilerinin kalıntılarını bulduğunu
iddia etmişti. ve Zhu ve Antclifffe dahil olmak
üzere geniş ölçekte bir çok uzmanla bu iddiası
nedeniyle mücadele etmek durumunda kalmıştı.
Sözcü, Çeviri: Reha
Başoğul, 18.05.2016
|
'KIRMIZI' 8 BİN
500 YIL ÖNCE DE MODAYDI
Anadolu'nun tarihi en
eskiye dayanan kazı alanlarından İzmir'deki Yeşilova
Höyüğü'nden elde edilen buluntular, 8 bin 500 yıl
önce en gözde rengin hematitten elde edilen
"kırmızı" olduğunu ortaya çıkardı.

Anadolu'nun tarihi en eskiye
dayanan kazı alanlarından İzmir'deki Yeşilova
Höyüğü'ndeki kazılarda elde edilen buluntular, 8 bin
500 yıl önce en gözde rengin hematitten elde edilen
"kırmızı" olduğunu ortaya koydu.
Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı
Prof.Dr. Zafer Derin, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Yeşilova Höyüğü'nde İzmir kentinin 8 bin
500 yıl öncesinden başlayarak 5 bin yıl öncesine
kadar iki farklı sürecine, yani hem savaş hem de
barış sürecine ilişkin bulgular elde ettiklerini
belirtti.
"Kaplar ve
takılardan moda anlaşılıyor"
Modayı daha
çok kaplar ve takılardan anladıklarını ifade eden
Derin, elbiselerden ve dokumalardan ancak "iz"
halinde kalıntılar bulunduğunu söyledi.
Derin, çanak ve çömlek ile
takının bugün olduğu gibi o gün de modayı
yansıttığını kaydederek, şu bilgileri aktardı:
"8 bin 500 yıl önce
evlerde kullanılan kaplar modadır, takılar modadır.
Bunu anlamaya çalışıyoruz. Doğal taşları kullanarak,
nesneleri kullanarak takı yapıyorlar. Bu takılar
kadınların beğenisini kazanıyor. Çanak çömlek
üretirken kullandıkları modeller, formlar da
modadır. Çünkü bakıyoruz, çok uzak noktalarda da
aynı formlar kullanılıyor. Renkler açısından da
öyle. Nasıl bir ara çelik tencere modaydı, o dönemde
birbirlerinin evinde çelik tencere gören kadınların
beğendikleri nesneleri kendi evleri için de
ürettiklerini görüyoruz. Özellikle kırmızı ve
pembeyi çok seviyorlardı."
Anadolu Ajansı, Haber:
Efsun Yılmaz, 18.05.2016
|
CUMHURİYETİN SİMGE
MEKANLARINDAN ATATÜRK'ÜN TARİHİ MARMARA KÖŞKÜ
YIKILDI
TMMOB Mimarlar Odası
Ankara Şubesi, Cumhuriyet'in simge mekanlarından
Atatürk'ün tarihi Marmara Köşkü'nün yıkıldığını
bildirdi.

TMMOB Mimarlar Odası Ankara
Şubesi basın birimi tarafından yapılan açıklamada,
“Cumhuriyet’in simge mekanlarından, Atatürk’ün
çiftlik evi olarak Ernest Egli tarafından tasarlanan
Marmara Köşkü yıkıldı. Üzgünüz, öfkeliyiz. Bu öfke
sadece bizim değil bütün toplumun olmalı.
Değerlerimizi kaybetmeye başladıkça geleceğimizi
kaybedeceğiz, çocuklarımızın geleceği tehdit
altında” denildi.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi,
Atatürk’ün konut olarak kullandığı, Cumhuriyet’in
simge mekanlarından Atatürk Orman Çiftliği’ndeki
(AOÇ) Marmara Köşkü’nün yıkıldığını bildirdi.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi haftalık basın
toplantısında konuya ilişkin açıklama yapan Mimarlar
Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan,
“Üzgünüz, öfkeliyiz. Bu öfke sadece bizim değil
bütün toplumun olmalı. Değerlerimizi kaybetmeye
başladıkça geleceğimizi kaybedeceğiz, çocuklarımızın
geleceği tehdit altında” dedi. Candan, sözlerine
şöyle devam etti: “Kaçak Saray yapıldığı andan
itibaren Marmara Köşkü’nün tehdit altında olduğunu
kamuoyuyla paylaşmıştık. Dün itibariyle Ahmet
Soyak’ın çektiği fotoğraflar üzerine Kent İzleme
Merkezimizin incelemeleri ile Marmara Köşkü’nün
artık yerinde olmadığını üzülerek tespit ettik.
Atatürk’ün bize emanet ettiği tescilli yapı olan
Marmara Köşkü’nü yıkmışlar.”
“ÜZGÜNÜZ,
ÖFKELİYİZ”
Marmara Köşkü’nün
Atatürk’e ait olmasının yanında en önemli simge
özelliğinin AOÇ arazilerinin halka emanet edildiği
mekan olduğuna dikkat çeken Candan, şunları söyledi:
“11 Haziran 1937 yılında Atatürk ,Atatürk Orman
Çiftliği'nin şartlı olarak halka emanetini Marmara
Köşkü’nde imzalamıştı. Marmara Köşk’ü, küçük
olmasına rağmen AOÇ arazilerinin en yüksek
noktasında inşa edilmiş, tüm AOÇ alanlarına hakim
bir noktada inşa edilmiş durumda. Bu mekanda yapılan
şartlı bağışla başka bir simgesellik ortaya çıkıyor
ve AOÇ hakimiyetinde olan bu mekanda, AOÇ’nin
hakimiyeti halka emanet ediliyor. Marmara Köşkü bu
özelliği ile tanık mekandır aynı zamanda. Bu yıkımın
toplum açısından bir uyandırıcı rol işlevi görmesini
umut ediyorum. Çünkü yapılarla birlikte başlayan
yıkımlar, rejimin yıkılmasına gidişin mekansal
adımlarıdır. Mekan ve ideoloji bağlamı üzerinden
uzun süredir AOÇ mücadelesinde bunu söylüyoruz Bugün
toplumda ciddi bir ruh ve akıl tutsaklığı
yaşanmaktadır. Terör olaylarıyla birlikte bu süreç
tırmandırılarak korku toplumu yaratılmak
istenmektedir. Otoriter ve diktatöryel rejimler
korkuların büyütülmesi ile ruh ve akıl tutsaklığı
ile başlar. Marmara Köşkünün yıkılması bize bunu bir
kez daha hatırlatıyor. Üzgünüz, öfkeliyiz. Yarın 19
Mayıs, işgal altındaki bir ülkenin kurtuluş
mücadelesinin yüreğe akla düştüğü, korkunun
cesarete, esaretin özgürlüğe dönüştüğü gündür.
Cumhuriyet değerlerine , Atatürk’e ve laikliğe sahip
çıkmak için halkın anma ve bayram için Anıtkabir’e
gideceği bir süreçte terörle ve korkuyla
durdurulmaya çalışıyor.”
“GELECEĞİMİZ
TEHDİT ALTINDA”
Candan,
geleceğimizin ve bütün özgürlüklerimizin yok edilme
tehdidiyle kaşı karşıya olduğunu belirterek,
“Toplumun bunu çok iyi algılaması gerekiyor . 19
Mayıs ruhlarımızın ,akıllarımızın tutsaklıklarının
kırılacağı ve özgürleşeceği bir gündür. Aksi
takdirde çocuklarımızın geleceğinin tehdit altında
olduğunu bilinmesi gerekir. Bugün gerçekten
üzgününüm ve öfkeliyim.Bize emanet edilen Marmara
Köşkünü yıktılar. Ama yarın herkesin bize emanet
edilen özgürlükçü değerlere, Cumhuriyet’e ve
laikliğe sahip çıkması büyük önem taşıyor. Yarın
bize bırakılanlara sahip çıkmak için nerede olmamız
gerekiyorsa orada olmalıyız” ifadelerini kullandı.
“TESCİLLİ
KÜLTÜREL MİRAS YOK EDİLDİ”
Candan, Marmara
Köşkü’nün korunması için verdikleri mücadeleyi ise
şöyle anlattı: “Marmara köşkü 1928 yılında Ernest
Egli’nin Atatürk’ün AOÇ arazisi içinde tasarladığı
ilk yapılardan birisi ve Cumhuriyetin modernite
projesinin ilk örnekleminden olan Marmara Köşkü’nün
Ocak ayından itibaren riskli yapı olarak ilan edip
yıkılıp sonra yeniden yapılması gündeme gelmişti.
ODTÜ’den bir profesörden de bu konuda rapor
aldıklarını kamuoyunun gündemine taşımıştık.
Sonrasında bu sürece dair koruma kurulunun verdiği
kararı yargıya taşıdık. Ayakta duran bir yapının
yıkılıp yeniden yapılmasının 660 sayılı ilke
kararına aykırı olduğunu söyledik. Çünkü bir
kültürel miras olarak tescillenmiş bir yapı eğer
risk taşıyorsa bakım ve onarımının yapılması
gerekir. 660 sayılı ilke kararına göre bunun
onarımının yapılması gerekiyor diye Koruma kurulu
kararına dava açmıştık ve yürütmeyi durdurma kararı
verilmişti. İtirazlarla birlikte ve şu anda yargı
süreci devam ediyor. Hükümetin Cumhuriyetle
hesaplaşması sürecinde tehdit altında olduğunu
kamuoyuyla paylaşmıştık. Cumhuriyetin en simge
mekanı olan AOÇ’de Atatürk’ün için tasarlanan modern
bir çiftlik evinin varlığından rahatsızlık
duyulduğunu ideoloji ve mekan kapsamında aslında bu
mekanlar üzerinden yürütülen yok etme ve tahrip etme
sürecinin Cumhuriyet rejimiyle bir hesaplaşma
olduğunu da ifade etmiştik. Ne yazık ki şimdi
Marmara Köşkü ortada yok. Akıllarımız ve
vicdanlarımızın korkularımızla baş etmesini bilmesi
gerekiyor.”
Sözcü, 18.05.2016
|
ARKEOLOJİK SİT
ALANINA İKİ TERMİK SANTRAL
Alan 2012’de 1. derece arkeolojik ist alanı olarak
tescil edildi. Ancak şimdi 2 termik santral ve 17
RES projesi için çalışmalarına devam ediyor.
Aliağa’daki özelleştirilen petrokimya tesislerinin
yeni sahibi Azerbaycan Devlet tekeli Socar şirketi
arkeolojik sit ve koruma kararlarını dinlemiyor.
Şirketin termik santral ve RES yapmak istediği
alanda 1. derece arkeolojik sit kararı bulunmasına
rağmen şirket çalışmalarına devam ediyor. EGEÇEP ve
Ekoloji Kolektifi bu çalışmaların durdurulması için
Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunacak.
ÜÇ ARKEOLOJİK SİT
ALANI VAR
İzmir Aliağa’da,
Arapçiftliği mevkiinde Socar Power Enerji AŞ
tarafından RES ve termik santral yapımı çalışmaları
sürerken, bölgede 1. derece arkeolojik sit
korumasında tarihi eserler olduğu ortaya çıktı.
Şirkete alanda kurmak istediği 17 RES için 2013
tarihinde ÇED olumlu belgesi verilirken, şirketin
aynı mevkideki başka bir parselde de iki termik
santral projesi için ÇED süreci halen devam ediyor.
Termik santrallerin kurulacağı alanda İzmir 2 No’lu
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
uzmanlarınca gerçekleştirilen yüzey incelemesinde 3
adet arkeolojik alan tespit edildi. Koruma Bölge
Kurulu bu tespitlerin ardından Ilıcaburun mevkiinde
bulunan alanda antik döneme ait “Merdiven”
kalıntısını; “Liman Olması Muhtemel Alanı” ve “Antik
Taş Ocaklarını” içeren alanları 2012 yılında 1.
derece Arkeolojik sit olarak tescil etti. Koruma
Bölge Kurulu kararın ekinde; “-Bilimsel kazı
çalışmaları dışında herhangi bir uygulama
yapılmayacaktır. -Taş, toprak, kum vb. alınamaz,
kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakları
açılamaz, toprak, cüruf, çöp, sanayi atığı ve
benzeri malzeme dökülemez.” gibi maddelerle alanda
yapılamayacak çalışmaları da bir bir saydı.
AĞAÇ DİKMEK BİLE
YASAK AMA TERMİK SANTRAL KURACAKLAR
Koruma Bölge Kurulu'nun bu açık kararlarına rağmen
Socar şirketinin bölgede iki termik santral ve 17
tane RES yapımı için çalışmalarına devam etmesi,
ağaçlandırmaya dahi izin verilmeyen alana iş
makineleri ile hafriyat çalışmalarına başlaması
şirketin bu kararları umursamadığı anlamına geliyor.
Şirketin 1. derece arkeolojik sit alanında hafriyat
çalışmalarına başlaması ve antik limana 50 metre
uzaklıkta çalışmalarına devam etmesi EGEÇEP ve
Ekoloji Kolektifi tarafından yargıya taşınıyor.
Şirketin proje planları ile uydu fotoğrafların
çakıştırılması sonrası iş makinelerinin çalıştığı
alanın arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığı
netleşirken, ekoloji örgütleri bu ve başka
fotoğrafları da ekleyerek Aliağa Cumhuriyet
Başsavcılığına verilmek üzere suç duyurusu dilekçesi
hazırlıyorlar. Şirket görevlilerinin 2863 sayılı
Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefetten
yargılanması istenirken, sorumlular hakkında kamu
davası açılması talep edilecek.
Evrensel, Haber: Özer
Akdemir, 18.05.2016
|
METRO KAZISINDAN
ASKERİ KIŞLA ÇIKTI

Kalıntılar, metro
istasyonunun tasarımına dahil edilecek.
İtalya'nın başkenti Roma'da
metronun üçüncü hattı için yapılan kazılarda antik
Roma döneminden kalma büyük bir askeri kışlanın
kalıntıları bulundu.
İmparator Hadrianus'un hüküm
sürdüğü MS 2. yüzyıla ait kışla kalıntıları o kadar
etkileyici görüldü ki İtalya buraya Roma'nın ilk
'arkeolojik metro istasyonunu' kurmaya hazırlanıyor.
Arkeologlar sokak
seviyesinden 9 metre derinlikte ellerinde fırçalarla
eski eser ve mozaiklerin toprağını temizlerken,
metro istasyonunun inşaatı da sürüyor.
Kalıntılar 900 metrekarelik
bir alana yayılıyor.

Kışlanın mozaik zeminleri var.
Hadrianus'un özel Praetor
muhafız kıtasını barındırdığı sanılan kışlanın,
siyah beyaz mozaiklerle süslü 39 odalı, 100 metre
uzunluğunda bir koridoru bulunuyor.
Roma metrosunun A ve B
hatlarından sonra C hattının geçeceği önemli
istasyonlardan biri olan Amba Aradam'da bulunan
kışla kalıntılarının inşaatı geciktirmesi
beklenmiyor.
Bölgenin arkeoloji sorumlusu
Francesco Prosperetti, yine de istasyonun planında
değişiklik yapılması gerekeceğini söyledi.
İtalyan Kültür Bakanlığı'nın
bir yetkilisi de kalıntıları sadece iyi korunmuş
durumda olmaları bakımından değil, zaten dört kışla
bulunan bir alanda bulunmalarından dolayı da
'istisnai' olarak niteledi.

Kışlanın mezarlığında 13 iskelet bulundu.
Rossella Rea adındaki
yetkili, buradan da bu bölgenin 'askeri bir semt'
olduğunun anlaşıldığını kaydetti.
Arkeologlar kışla
kalıntılarında ayrıca içinde şimdiye kadar 13
iskelet bulunan bir mezarlık, bir bronz sikke ve bir
bronz bilezik de buldular.
Kalıntıları içerecek olan
Amba Aradam metro istasyonunun 2020 yılında açılması
bekleniyor.
Roma metrosunun üçüncü
hattının inşaatı 2007 yılında başlamış, ancak
yolsuzluk soruşturmaları ve mali sıkıntılar yüzünden
gecikmişti.
Bbc, 17.05.2016
|
KASIMPAŞA CAMİSİ YERDEN YÜKSELTİLEREK KURTARILACAK
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Kasımpaşa
Camisi'nin yerden yükseltilerek kurtarılacağını
duyurdu.
Taşkınlar sonucu sık sık sular altında kalması
nedeniyle halk arasında "Tunca'nın harap bıraktığı
yadigar" olarak bilinen cami, 1950'li yıllardan bu
yana ibadete kapalı. Minaresinde yıkıklar, fiziki
deformasyonların bulunduğu cami, Vakıflar Genel
Müdürlüğünce onarılacak.
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, taşkınlarla su
altında kalan caminin, bilimsel metotlarla yeniden
ibadete açılabilmesi amacıyla proje yürütüldüğünü
kaydetti.

Ertem, "Caminin bulunduğu seviyeden hiç söküm
yapmadan, tamamen bilimsel metotlarla yükseltilmesi
projesi üzerinde çalışıyoruz, Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından projenin onaylanması
durumunda tek örnek olacak." dedi.
Adnan Ertem, yerinden taşınmasının imkansızlıklar
olduğunda geçerli bir yöntem olduğunu ancak Evliya
Kasımpaşa Camisi için yerinde yükselme imkanının
bulunduğunu belirtti.

Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğünce, 2010'da
caminin daha fazla harap duruma düşmemesi için iki
yol önerilmiş ancak çözüme ulaşılamamıştı.

Toprak setin, nehirle cami arasına gelecek
şekilde cami çevresini sararak yeniden
yapılandırılması önerisi, yeterli taban bulunamadığı
için uygulanamadı. Taşınma önerisi ise Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca uygun görülmedi.
1478'de inşa ettirilen tek kubbeli, kare planlı
ve tek minareli cami, kenti taşkından korumak için
çekilen setle
Tunca Nehri arasında kalmıştı.
haberler.com,
17.05.2016
|
6,5 MİLYONLUK TARİHİ HAN SATIŞA ÇIKARILDI
Tokat'ta, Sultan
1. Mahmut döneminde yaptırılan
Paşa Han, sahibi tarafından internetten 6
milyon 500 bin liraya satılığa çıkarıldı.
Zararlızade Mehmet Paşa tarafından 1752'de
yaptırılan, kent merkezindeki
Paşa Han, bakımsızlıktan yıprandı. Hanı
maddi durumu nedeniyle restore ettiremeyen
sahibi Hamdullah Suphi Efeli, burayı satmaya
karar verdi.
Efeli, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, hanın, birçok tarihi eserin
bulunduğu Sulu Sokak'ta yer aldığını söyledi.
Dedesi Seyit Ahmet ile babası
Ali Efeli'nin, hanı 50 yıl önce satın
aldığını anlatan Efeli, "Tarihi bir handır.
Burası eskiden
otel olarak kullanılıyormuş. Buranın restore
edilmesini istiyoruz. Hanın restorasyonu bizim
için pahalı.
Kamu veya şirketler için pahalı olmayabilir.
Kamuya verme gibi bir çalışmamız olmadı.
Restorasyonun yapılması için İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü nezdinde çalışmamız oldu."
dedi.
Hanın
80 odalı butik otel olarak kullanılması için
hazırladıkları projenin,
Sivas Anıtlar Yüksek Kurulundan geçtiğini
belirten Efeli, ancak maddi durumlarından dolayı
restorasyonu yaptıramadıklarını kaydetti. Hanı 2
ay önce internetten 6 milyon 500 bin liraya
satılığa çıkardığını bildiren Efeli, "Çok arayan
soran oldu. Buraya gelerek görenler oldu.
Arayanlarla görüşmelerimiz sürüyor. Bu kadar
ilgi beklemiyordum. İlgiyi görünce 'Hanı satışa
çıkarmakta biraz da geç kalmışız' diye
düşünüyorum." diye konuştu.
Tokat İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman
Akyüz ise "Paşa Han, tarihi bir yapı. Tescilli
bir yer. Hanın ilk önce restore edilmesi
gerekiyor. Buranın restorasyon projesinin bir an
önce yapılması ve kuruldan geçmesi gerekiyor.
Han turizme kazandırılmalı." dedi.
TARİHİ
PAŞA HAN
Sultan
1. Mahmut döneminde 1752'de inşa edilen Paşa
Han, kesme taştan yapılmış, dikdörtgen planlı
bir yapıda bulunuyor. Hanın yuvarlak kemerli
giriş portalından (ana kapı), dikdörtgen planlı
bir avluya giriliyor. Şahıs mülkiyetindeki
tarihi hanın portalında, kabartma şeklinde,
zincirle selvi ağacına bağlanmış iki kaplan
figürü yer alıyor.
Hürriyet, 17.05.2016
|
BU YIKINTI,
800 YILLIK SELÇUKLU ESERİ

Sevserek Han’ın ortaya
çıkarılması için 2011 başlatılan çalışma
sürdürülmedi, han yeniden kaderine terkedildi.
Pütürge yolu üzerinde Yaygın
yakınlarında bulunan Sevserek Hanı’nın ortaya
çıkarılması için başlatılan çalışmaların öylece
bırakılmasına tepki gösteren CHP Battalgazi İlçe
Başkanı Av.Selahattin Sarıoğlu, “Hepimiz, elbirliği,
gönül birliği yaparak, ilgisizlikten yitip gitmekte
olan Malatyamızın bu eserlerini kurtaralım, gezilip
görülür yapalım.”dedi.
Yönetim kurulu üyeleri ile
birlikte Pütürge ve Nemrut Yol güzergahı üzerinde
yeralan harabe haldeki Sevserek Hanı’na giden
Sarıoğlu, şunları söyledi:
“Şu gördüğünüz yıkıntı 800
yıllık Selçuklu eseri. 13. yüzyıldan kalma.
Babamızdan, dedemizden kalma bir eşyayı gözümüz gibi
koruyoruz. Ya bu eserleri! Kimin eline geçer böyle
bir servet? Ama biz kıymetini bilmiyoruz. İşte hali
ortada. Böyle giderse birkaç yıl sonra bir taşı
kalmayacak. Buranın kısa zamanda yenilenmesi,
görkeminin gün yüzüne çıkarılması gerekir. Bakın bu
yol 60 km ötedeki dünya başyapıtı Kommagene
Uygarlığı'na, Nemrut’a gider. Hem de yolun tam
kenarında. Gelip geçenlerin gözünü alacak yerde.
Buradan itibaren Nemrut’a doğru daha yedi han daha
var. Bu Han’ı toprak altından çıkaran önceki
valilerimizden Ulvi Saran’ı sevgiyle yad ediyorum.
2011’deki çalışması ödenek gelmediğinden yürümedi.
Ama bunun yürütülmesi gerekir. Buradan başlanıp
diğer hanlar da gün yüzüne çıkarılmalı. Bunun
yapılması ekmek kadar, iş kadar önemli. Ama kaldırım
yapmaktan, yap- boz yapmaktan daha önemli olduğu
kesin.
Şimdi bu hanlar yapılırsa ne
olur? Birincisi Nemrut yolu daha çekici olur.
Malatya’nın ulusal görüşü olan Adıyaman-Nemrut veya
Malatya-Nemrut yolu ucu kapalı yol olmaktan çıkar,
tur yolu olur. Nemrut yoluna çıkan gerisin geri
dönmez; Malatya devam eden Malatya yolundaki,
Adıyaman’a devam eden de Adıyaman tarafındaki
illerin diğer yerlerindeki tarihi ve diğer
güzellikleri görür. Böylece pasta büyütülmüş ve üç
taraf Adıyaman-Malatya ve gezgin için de, karlı
olur. İkinci husus da tarihimiz sahip çıkmış,
çocuklarımızın bilinçli, özgüvenli, moralli
yetişmelerine yardım etmiş oluruz. Atatürk, ‘Türk
Çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler başarmak
için kendinde kuvvet bulur.’ diyor. Çok doğru
söylüyor. Çocuğumuz, gencimiz bu eserlere bakarak,
‘Geçmişte neler başarmışız, ticaret ne kadar önem
vermişiz, kervanlar için ne güzel binalar yapmışız.’
der. Tarih bilinci sadece oturup okumakla değil,
böyle eserleri gezip görmekle, düşünmekle oluşur. Bu
milli bilinç de en değerli varlığımız olur. Yıkılmaz
kalemiz olur. Onun için ekmek kadar, aş, iş kadar
değerli diyoruz.
Hepimiz, elbirliği, gönül
birliği yaparak, ilgisizlikten yitip gitmekte olan
Malatyamızın bu eserlerini kurtaralım, gezilip
görülür yapalım. Orta Asya tarihimize, Selçuklu,
Osmanlı tarihimize, Cumhuriyet tarihimize sahip
çıkalım. Hem atalarımıza vefamızı gösterelim, hem
bilincimizi artıralım, hem de ülkemizi güzelleştirip
turistler için çekici hale getirelim.”
SEVSEREK HAN RESTORASYONU
Dönemin Valisi Ulvi Saran’ın talimatıyla 2011 yılında yapılan çevre kazısıyla ortaya çıkarılan ve kültür turizmine açılması için yenileme (restorasyon) çalışmalarına başlanan Selçuklu dönemi yapılarından ve mülkiyeti hazineye ait olan Sevserek Han’ın, eski İl Özel İdaresi bünyesinde bulunan Koruma ve Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB)’nun girişimleriyle teknik kazıya başlanmıştı. Tek yetkili Malatya Müzesi olmasına rağmen KUDEB tarafından ön çalışma denilen teknik kazıları yapılarak en kısa sürede ilimizin kültür turizmine kazandırılacağı kamuoyuna duyurulmuştu. Restorasyon için İl Özel İdaresi’nin yaptığı ödenek tahsisi talebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan hanın kendilerine tahsisli olmadığı gerekçesiyle kabul edilmedi ve tarihi eser kaderine terk edildi. Bu nedenle tarihi handa çalışmalar durdu ve demir kapıyla muhafaza altına alınan han kaderine terk edildi.

SARAN NE DEMİŞTİ?
2011 yılında Sevserek Hanı’nda çalışmaların
başlaması dolayısıyla düzenlenen kokteylde bu eserin
gün ışığına çıkarılışının hikayesini anlatan dönemin
Valisi Ulvi Saran, KUDEB ve Müze’nin müşterek
çalışması sonucu, toprak altında kalan Sevserek
Han’ın temizlik kazısının bitirildiğini, gün ışığına
çıkartılması sırasında çeşitli tarihi para ve
eşyaların da bulunduğunu, 1200’lü yıllardan kalma
madeni eşya ve paraların da yer altında
çıkarıldığını belirterek, “2 aylık bir çalışma
sonucu Han’ımız ortaya çıktı. Restorasyon projesi
ihale edildi. Proje 1-2 ay içinde tamamlandıktan
sonra restorasyonuna başlanacak. 1 yıl içerisinde de
tamamen bitirilmesini planlıyoruz. Bilahare Han’ın
hangi amaçla kullanılacağına karar
vereceğiz.”demişti.
İpek Yolu üzerinde, Nemrut
güzergahında bulunan Sevserek Han’ın yıllarca toprak
altında kaldığını ve tahribat yaşadığını belirten
Vali, “Bunun gibi 6 adet han daha bulunmaktadır.
Sevserek Han’dan başlayarak Nemrut’a doğru 60
kilometrelik yol boyunca Sevserek 2 Han, Görk Han,
Tepehan, Yandere Han, Çat Han, Birinci Taşkale Han
ve 2. Taşkale Han bulunmaktadır. Hepsini sırasıyla
ortaya çıkarıp Malatya’ya kazandırmak istiyoruz.
Sevserek Han’ın 800 yıllık bir geçmişi
bulunmaktadır. İpek Yolu üzerinde ticaret yapan
kervanlar buralarda konaklamış. 1600 metrekarelik
bir alana sahiptir. 150 yıl önce kendi kaderine terk
edilip harabe hale gelen ve üzeri tamamen toprakla
kapanıp yer altında kalan Han’ı titiz bir çalışmayla
ortaya çıkardık. Malatya Şifahenesi ya da bir sağlık
merkezi gibi kullanmayı düşünüyoruz. Buna ileriki
aşamalarda karar vereceğiz”diye konuşmuştu.
SEVSEREK HAN KAZISI VE
BİLGİLERİ
Bölgedeki hanların ortaya
çıkarılması projesi doğrultusunda Vali Ulvi Saran
döneminde Sevserek Hanı’nda başlatılan Kazının Bilim
Başkanı ve Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel
Sanatlar Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
İsmail Aytaç, bu alanda iki han bulunduğunu Aytaç,
bunlardan birisinin Sevserek Han, diğerinin ise, tam
karşısında ağaçların altında kalmış olan bir yapı
olduğunu söylemişti.
Aytaç’ın 2011’deki Sevserek
Hanı kazısına ilişkin yaptığı ve basında yeralan
açıklamalarını içeren haber şöyleydi:
“Kazı
yaptıkları hanın Selçuklu döneminin kervansaray
tipolojisinde bir yapı olduğunu anlatan Aytaç,
Yaygın’daki bu yapıdan sonra Nemrut Dağı’na kadar 8
adet kervansaray tespit ettiklerini belirtti.
Aytaç, Sevserek Han’da 2 ayı
aşkın süredir devam ettikleri kazının bitmek üzere
olduğuna işaret ederek, ”Yapı bin 450 metrekarelik
bir alana yayılmış. Bazı alanlarda 2 metre, bazı
alanlarda 3,5 metreyi bulan bir toprak dolgu vardı.
Üzerine da kavak ağaçları dikilmişti. Önce içindeki
bu ağaçlar söküldü, temizlendi. Daha sonra yapının
içindeki malzeme katman katman dışarıya çıkarıldı.
Şu anda hanın büyük bir kısmında zemine ulaşmış
durumdayız. Diğer kısımda da zemin araştırmalarımız
sürüyor” diye konuştu.
Kazının Malatya Valiliği’ne
bağlı Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu’nun
kontrolünde gerçekleştirildiğini ifade eden Aytaç,
bu çalışmalar bitirildikten sonra yapının
restorasyon projesini hazırlayacaklarını, kısa
sürede bitirilecek bu çalışmaların ardından Sevserek
Han’ın restore edileceğini ve ayağa kaldırılacağını
belirtti.
Selçuklu döneminde
kervanların konakladığı bir kervansaray olarak
kullanılan yapının 1580 tarihli vergi kayıtlarında
kullanımdan düştüğünün anlaşıldığına değinen Aytaç,
kazı sırasında 1755 tarihli bir Osmanlı sikkesi
bulduklarını, bu buluntunun da yapının Osmanlı
döneminde de kullanıldığını gösterdiğini anlattı.
İsmail Aytaç, ”Yapının içinde
çok fazla maden kalıntıları çıktı. Buraya yakın
mesafede maden ocaklarının olduğunu biliyoruz. Hem
maden kalıntılarının, hem de at nalı ve inşaat
çivisinin bulunması burasının Osmanlı döneminde
maden eritme ocağı olarak kullanıldığını da
gösteriyor. Sevserek Han’ın son 150 yıldır
kullanılmadığını tahmin ediyoruz. Bugün de yeniden
kullanıma açmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz”
diye konuştu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son
ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu binanın taşlarının
inşaat yapmak isteyen vatandaşlar tarafından
alındığını kaydeden Aytaç, Malatyalı bir gazetecinin
1969 yılında çektiği fotoğraflarda Sevserek Han’ın
üst örtüsünün ve tonozlarının da bulunduğunu
gördüğünü, ancak bunların daha sonraki yıllarda
çöktüğünü anlattı.

Aytaç, şu bilgileri verdi:
”Sevserek Han’ın duvarlarının büyük bölümü, ayak
kemerleri duruyor. Bu anlamda yapı günümüze ulaşan
Malatya’daki 3 handan biri. Yapının içindeki toprak
katman bir anlamda hanın günümüze kadar gelmesini de
sağlamıştır. Şu anda üst örtü hariç diğer kısımların
büyük bir bölümü sağlam. Bu kervansaraylar güvenlik
görevlilerinin kaldığı, aş hanesi, yatakhanesi,
hayvanların kaldığı ahırı, samanlığı, nalbant,
eczanesi olan yerler. Tam teşekküllü bir yaşam
merkezi gibiler. Bunlar vakıf eseri.”
Sevserek Han’ın 13. yüzyılın
ilk yarısına tarihlendiğini kaydeden Aytaç, şunları
aktardı: ”Kazı çalışması sırasında bakır paralar
bulduk. Bakır paralar Selçuklu Sultanı İzzettin
Keykavus adına basılmış. Bu paralardan da
anladığımız odur ki, 1256’lı yıllarda burası
kullanılıyordu. Bu yapının 1220 ile 1250 yılları
arasında yapılmış olduğunu tahmin ediyoruz. Zaten
planı da onu gösteriyor. Ancak yapıya ait kitabeyi
maalesef bulamadık. Bahsettiğim o inşaatlarda
kullanılmak üzere götürülmüş olmalı. Kazımızda
kervansarayın mescidine ait bir ayet kitabesi
bulduk. Kitabede Tevbe Süresi’nin 18. ayeti yazıyor.
‘Ancak Allah’a inananlar, Allah’ın mescitlerini
yapar ve onarırlar’ mealindeki kitabe Arapça
yazılmış. 2 satır, 3 parça halinde bulundu. Çok
küçük bir parçası da bugün için bulunamadı ama
ayetin büyük bir kısmını okuyunca kitabeyi
tamamlamak mümkün oldu.”
Sevserek Han’ın doğusunda bir
su şebekesi bulduklarını anlatan Aytaç, Selçuklu
döneminde yapılmış olduğu anlaşılan bu şebekenin
içinde hala su bulunduğunu belirtti.
Tarihi kervansarayın tarihi
İpekyolu’na bağlanan bir güzergah üzerinde
bulunduğunu kaydeden Aytaç, Malatya Pütürge
karayolunun tam üzerindeki tarihi yapıdan güneye
doğru gidildiğinde Adıyaman, Diyarbakır ve
Şanlıurfa’ya ulaşılacağını, bu güzergahın Selçuklu
döneminde işlek olan bir güzergah olduğunu anlattı.
Bu güzergahın bir turizm
güzergahına da çevrilebileceğini anlatan Aytaç,
”Adıyaman’dan Nemrut Dağı’na gelen turistler, oradan
Malatya’ya geçebilir. Malatya’dan da Nemrut Dağı’na
giden turistler Adıyaman’a geçebilir. Bu şekilde bu
güzergah yeniden işlerlik kazanır. Böylece sadece
Malatya ve Adıyaman’a değil bölgeye bir hareketlilik
kazandırılmış olur. Çünkü bu güzergah yayla turizmi
için de uygun coğrafyaya sahip. Ormanlık alanlar,
bir çok kervansaray, köprü var. Amacımız bu
güzergahı canlandırmak” dedi.”
Ancak Aytaç’ın anlattığı bu
proje, Vali Saran gittikten sonra atıl kaldı,
eserler yeniden kaderine terkedildi.
Malatya
Haber, 17.05.2016
|
İSRAİLLİ DALGIÇLAR AKDENİZ'DE DEV HAZİNE BULDU
İsrailli dalgıçlar Akdeniz açıklarında binlerce
antik Roma sikkesi ve birçok bronz heykel içeren
nadir bir hazine buldu.
İsrail Eski Eserler Kurumu bulunan hazinenin
bundan yaklaşık bin 600 yıl önce Geç
Roma İmparatorluk Dönemi sırasında batan bir
ticaret gemisinin kalıntılarına ait olduğunu
açıkladı. Kurumun verdiği bilgilere göre bu son otuz
yılda bulunan en büyük hazine olma özelliği taşıyor.
Dalgıçların hazineyi
İsrail'in antik liman kenti Kayserya'da
buldukları, burada bundan yaklaşık bir yıl önce de 2
bin kadar antik altın para bulunduğu kaydedildi.
İsrail Eski Eserler Kurumu buluntuların farklı
dönemlere ait olduğunu açıkladı.
Dalgıçların buluntuları hemen İsrail Eski Eserler
Kurumu'na bildirdiği, geminin kalıntıları ve
çapasını da tespit ettikleri belirtiliyor.
Bronz eserlerin, ayrıca Roma güneş tanrısı Sol,
ay tanrıçası Luna ve Afrikalı bir köleye ait
tasvirlerin çok iyi bir durumda olduğu kaydedildi.

Dalgıçların ayrıca gerçeği büyüklüğünde yapılmış
üç bronz heykele ait parçalarla, balina ve başında
kuğu taşıyan bir yaban domuzu şeklindeki yapılmış
musluk gibi hayvan tasvirleri de bulduğu bildirildi.
Denizaltı arkeoloğu Jacob Sharvit kalıntıların
muazzam güzelliklerinin yanı sıra tarihi açıdan da
büyük öneme sahip olduklarını vurguladı.
Milliyet, Kaynak: Deutsche Welle, 17.05.2016
|
TARİHİ CAMİDEN ÇIKAN MEZAR TAŞI İKİ ASIR ÖNCESİNE
IŞIK TUTTU
Mezar taşının, 1836'da
Rize merkezli gerçekleşen isyanda devletin yanında
yer alarak "Kapucubaşılığı" görevi, daha sonra da
"Padişahın Silahşoran-ı Hassa" unvanı alan
Ketülazade Muhammed Emin Ağa'nın eşi Asude Hanım'a
ait olduğu belirlendi.

Espiye İlçesi'nde restorasyon çalışmaları yapılan
Espiye Merkez Camisi'nin içinde bulunan 1800'lü
yıllardan kalma mezar taşının devlete karşı isyan,
devlete bağlılık olayları ve bölge tarihini
yansıttığı belirlendi.

Celal Bayar Üniversitesi Sanat Tarihi öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Gazanfer İltar, yaptığı açıklamada,
caminin 19. yüzyılın ikinci yarılarında ilk
inşaatına başlandığını söyledi.

Caminin restorasyon çalışmaları kapsamında beden
duvarlarının soyulup, kapısı ve taban döşemelerinin
söküldüğünü belirten İltar, bu çalışmalar yapılırken
kuzey duvarının doğu köşesinde bir mezar taşı
bulunduğunu kaydetti.

İltar, mezar taşının 18. yüzyılın başlarından bugüne
ışık tutacak bir mezar taşı olduğuna işaret ederek,
"Mezar taşı Tirebolu Voyvodası Ketülazade Muhammed
Emin Ağanın eşinin mezar taşıdır. Ketülazade
Muhammed Emin Ağa tahminen 1785'li yıllarda
Tirebolu'da doğmuştur." dedi.
1836'da Rize merkezli Tuzcuoğlu isyanında, o
zamanın Tirebolu Voyvodası olan Kelalizade
sülalesinin Tuzcuoğlularıyla devlete karşı
isyana giriştiğini anlatan İltar, şöyle devam
etti:
"Bu isyan sırasında Ketülazade ise safını
devletten tarafta tuttuğu için Ketülazade Emin
ağa ile zamanın Trabzon Valisi Hazinederzade
Osman Ağa ile bir dostluk gelişmiş, bu dostluk
sonucunda zamanla Ketülazade Emin Ağa'ya
Kapucubaşılığı görevi verilmiştir. Daha sonra
Padişahın Silahşoran-ı Hassa unvanı verilmiş,
ileriki yıllarda da bu yükselme devam etmiş,
daha sonra da Şebihkarahisar Mutasarrufu
olmuştur. 1849 yılında ise Emin Ağa
Şebinkarahisar'da vefat etmiştir."

İltar, Espiye'de bulunan mezar taşının ise
Ketülazede Emin Ağa'nın eşlerinden biri olan
Asude Hanım'a ait olduğunu ifade ederek, Asude
Hanım'ın 1828'de vefat ettiğini kaydetti.

Camiye ekleme yapılınca mezar taşı
içeride kaldı
Asude Hanım'ın Espiyeli olduğunu tahmin
ettiklerini dile getiren İltar, "Çünkü
Ketülazade ailesi Rize'den Samsun'a kadar
etkin bir aile. Samsun Terme'de günümüze
kadar ulaşan tarlaları, mülkiyetleri var.
Giresun ve Tirebolu merkezi olmak üzere
Yağlıdere ile Espiye'de etkin bir aile."
şeklinde konuştu.
Emin Ağa'dan 20 yıl önce 1828'de Asude
Hanım'ın vefat ettiğini belirten İltar,
"Vefattan sonra da Espiye'de bu caminin
haziresine defnedildi. Muhtemelen bu caminin
inşaatında da bu ailenin katkısı vardı. Cami
ilerleyen yıllarda eklemelerle büyütülürken
bu hazire kaldırıldı, hazire caminin
içerisinde kaldı. Mezar taşı da sökülerek
günümüzdeki mevcut caminin kuzey duvarının
doğu köşesine konuldu." bilgisini verdi.

Gazanfer İltar, mezar taşında yazılanları
şöyle aktardı: "Baki olan Allah'tır, el çekip bir cümleden
bakaya ettim rühleti, terk edip geriye malı
mülkü devleti, hayattan gece gündüz ikram ederdi
aleme, hanesinde nice kimse el sunardı nimete,
Ketülazade Muhammed Emin Ağa'nın haliresi
merhume Asude Hanım, ruhuna el Fatiha. 19 Nisan
1828."
Habertürk, 16.05.2016
|
'NEŞELİ MOZAİK' İÇİN MAKALE YAZILIYOR
Kültür ve Turizm Bakanı
Mahir Ünal, Türkiye ile İran arasındaki
turizm ilişkilerine ivme kazandırmak için
gittiği İran gezisinin dönüşünde bir grup
gazeteci ile bir araya gelerek, İran’da
bulunduğu turizm temaslarından, kültürel alanda
yapılan çalışmalara kadar pek çok konuda bilgi
verdi.
Kültür ve Turizm
Bakanı
Mahir Ünal,
Hatay’da bulunan ve üzerinde, “Neşeli ol,
hayatını yaşa” yazılı olduğu ileri sürülen
mozaik ile ilgili olarak kazı danışmanı Doç.Dr.
Hatice Pamir’in bilimsel bir makale
hazırladığını belirterek şunları söyledi; “Bir
arkeolog gözüyle kazı yapanlar yorumbilim
açısından baktıklarında ‘Neşeli ol hayatını
yaşa’ gibi bir anlam çıkarmışlar. Burada bu
anlam yok diye bir karşı tez de ortaya
konabilir. Makale yayınlandığında detaylı
şekilde bilimsel çerçevede bu ortaya çıkacak.
Ama orada kıymetli olan şey şu. Hatay’dan
başlayan
Şanlıurfa,
Gaziantep ve
Kahramanmaraş’a uzanan bir mozaik yolu var.
Bir dönemi anlatması açısından da bu mozaikler
son derece önemli. Yani hem Antep’de Zeugma,
hem
Urfa’da Haleplibahçe, şimdi Kahramanmaraş’da
Germanika antik kenti... Kahramanmaraş’taki de
ortaya çıktıktan sonra biz yeni bir turizm
ürününe kavuşacağız. Bizim bir mozaik yolu
projemiz olacak. Aslında biz burada birçok ürünü
ve birçok hikayeyi de birleştirmiş oluyoruz.”
Hürriyet (Kısaltarak), Haber: Umut Erdem,
16.05.2016
|
ANTİK EL YAZMASI 32 MİLYON DOLARA SATILDI
Çinli bilge Zeng Dong'un kaleme aldığı 936
yıllık mektup, şimdiye kadar açık artırmada en
yüksek fiyata satılan
Çin el yazması oldu
Çin'in başkenti Pekin'de düzenlenen açık
artırmada 11. yüzyıla ait el yazması bir mektup,
rekor fiyata alıcı buldu.
Guardian Müzayede
Evi, Çinli bilge Zeng Gong'a ait mektubun 207
milyon yuana (yaklaşık 32 milyon
dolar) satıldığını açıkladı.
Zeng
Gong'un 936 yıl önce kaleme aldığı ve o dönemden
günümüze ulaşan birkaç belgeden biri olan
mektup, şimdiye kadar açık artırmada en yüksek
fiyata satılan
Çin el yazması oldu.
Mektubu, Çinli
film yapımcısı Wang Zhongjun'un satın aldığı
kaydedildi.
MS 960 ve 1279
yılları arasında hüküm süren Song Hanedanı'nın
en önemli yazarlarından biri kabul edilen Zeng,
bir arkadaşına yazdığı mektupta karşılaştığı
siyasi sorunları anlatıyor ve tecrit
edildiğinden dert yanıyor.
Hürriyet,
16.05.2016
|
DAĞ YAMACINDA DENİZ KABUĞU
Kars’ın Akyaka İlçesi'ne bağlı Kalkankale Köyü'nde
Ermenistan sınırının çok yakındaki bölgede deniz
kumu ve deniz kabuklarının görülmesi şaşkınlık
yarattı.
Bölgede incelemelerde bulunan Akyaka Kaymakamı
İbrahim Cengiz, etrafında dere, göl olamamasına
rağmen dağ yamacında bulunan kum ve kabuklarla
ilgili inceleme başlattığını belirtti. Demirkent
Köyünden vatandaşlar ise “Acaba burası daha
önceleri deniz ya da göl müydü?’ diye düşünmeye
başladık. Burada kamyonlarla kum taşınmış ve
hemen yanı başında da deniz kabukları
görülmekte. Yaklaşık 10 yıl önce burada dinozor
kemikleri de bulunmuştu. Tamamen deniz kumu olan
bölge incelendikten sonra çıkacak sonucu merakla
bekliyoruz” diye konuştu.
Milliyet,
16.06.2016
|
 |
ÖZELLEŞTİRME VE TEŞVİK 4 BİN YIL ÖNCE DE VARMIŞ
Günümüzde ekonomiyi güçlendirmek amacıyla uygulanan
teşvik ve özelleştirme
sisteminin, 4 bin yıl önce
Asurlular tarafından da uygulandığı
bildirildi.
Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve
Kültepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 4 bin yıl önce Asur Krallığı'nın
ekonomik durumunun çok da iyi olmadığını söyledi.
Milattan önce 1970'li
yıllarda Asur Kralı Erişum'un tahtta olduğunu
belirten Kulakoğlu, "Kral bakıyor ekonomi kötü,
durum vahim, işler umduğu gibi yürümüyor, para yok,
kanalizasyon çalışmıyor, yollar yapılmıyor, para
kazanacak iş de yok; selametin ticarette olduğunu
görerek özelleştirmeler yapıyor. Bizim 12 Eylül'den
sonra (Turgut) Özal'ın yaptığı gibi liberalleşmeye
başlıyor, ticaretten devlet tekelini kaldırıyor.
Önceden bölgede yapılan tüm ticaret saray
kontrolündeyken bu kral şehirdeki zenginlere imtiyaz
tanıyarak ticaret yapmalarını teşvik ediyor." diye
konuştu.
Asurlular, Babil modasını da taşımışlar
Kulakoğlu, Anadolu'nun
zengin gümüş yataklarına sahip olduğuna dikkati
çekerek, Toros Dağları'nın MÖ 3 bindeki
adının "Gümüş Dağları" olduğunu, Bolkar Dağları'nda
çok ciddi gümüş yatakları bulunduğunu anlattı.
Anadolu'da ciddi altın
yatakları da olduğuna işaret eden Kulakoğlu, yakın
zamanda Kayseri'nin Himmetdede bölgesinde faaliyete
geçen altın madeninin, Roma döneminde de
işletildiğinin bilindiğini söyledi.
Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu, teşvik ve özelleştirmeler sonucu
Asurlu tüccarların 200-300 eşekten oluşan
kervanlarla Anadolu'ya mal göndermeye başladıklarını
anlatarak şöyle devam etti:
"Tabii Asurlular
sadece kalay değil, Babil modasına göre dokutulmuş
kumaşlar da getiriyorlar. Bugün Şanlıurfa,
Diyarbakır, Mardin bölgesinde gördüğümüz yeşilli,
kırmızılı parlak kumaşlar gibi kumaşlar o dönem
modaymış."
Anadolu Ajansı, Haber: Orhan
Canbulatel, 15.05.2016
|
EN PAHALI TÜRK RESMİ 'YEŞİL CAMİ ÖNÜ'
1882 tarihli Osman Hamdi Bey başyapıtı ‘Yeşil Cami
Önü’ tablosu dün Antik A.Ş. tarafından düzenlenen
müzayedede satıldı. Tablo, böylece Türkiye’de bir
müzayedede satılan gelmiş geçmiş en pahalı eser
oldu.

İstanbul Maçka’daki Antik A.Ş. Müzayede Evi,
dün Türkiye’deki müzayedelerinin gelmiş geçmiş
en heyecanlılarından birine ev sahipliği etti.
Kolay değil, saat 15.00 sularında başlayan 291.
Müzayede kapsamında meraklılarla buluşacak eser,
10 milyon TL’den satışa sunulacak bir Osman
Hamdi Bey tablosuydu. Sanatseverler koltukları
doldurdu, bir kısmı ise ayakta heyecan içinde
müzayedeyi izlemeyi tercih etti. Kimileri
beklerken salonu arşınlayıp durdu… Müzayedeyi
keyifli sunumuyla süsleyen Turgay Artam, eseri
sunduğunda sanatseverler arasında gezen ‘Rekor
kırılacak mı?’ fısıldaşmaları tüm salonda
duyuluyordu.
‘Bir su içeyim’
Artam, “Telefondakiler beklerken ben bir su içeyim,” dediğinde ise salonda gülüşmeler duyuldu. Ve birkaç dakika içinde beklenen oldu. Osman Hamdi Bey’in 1882 tarihli tablosu ‘Yeşil Cami Önü’ rekor kırarak KDV’siyle beraber 13 milyon 509 bin TL’ye yeni sahibine kavuştu. Böylece Türkiye’de resim sanatında bir müzayedede gerçekleşen en yüksek fiyatlı eser satışı yapıldı. Tablo aynı zamanda Türkiye’de satılan en pahalı sanat eseri de oldu.
İlgi yoğun oldu
Osman Hamdi Bey’in 1882 tarihli eserinin dünya çapında değerli bir eser olduğunu belirten Turgay Artam, bu eseri koruyarak bugünlere taşıyan eser sahiplerine ve satın alarak Türk resim sanat tarihine sahip çıkan yeni alıcılara teşekkür etti. Rekor satışın yanı sıra Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Halil Paşa, Feyhaman Duran, Şevket Dağ imzalı tabloların da satıldığı 291. Müzayede, sanatsever ve koleksiyoncuların yoğun ilgiyle karşıladıkları bir müzayede oldu.
Okul ve müze kurucusu olan, arkeolojik keşiflere öncülük yapan, resimleriyle özel bir yer elde eden böylece Türkiye’de sanat tarihinin en ikonik isimlerinden birine dönüşen Osman Hamdi Bey’in bu tablosu, gündelik hayattan bir sahneyi göstermesi bakımından önem taşıyor. Osman Hamdi Bey’in Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane’yi bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni kurduğu yıl olan 1882’de tamamladığı tablo, eski Türkçe imzalı. 16 insan bir de köpek figürünü Bursa’daki Yeşil Cami Önü’nde gösteren tablo 185 santimetreye 100 santimetre boyutunda.
En pahalı klasik Türk tabloları
1. ‘Yeşil Cami Önü’
Osman Hamdi Bey-13 milyon 509 bin TL
2. ‘İstanbul Hanımefendisi’ -
Osman Hamdi Bey-8 milyon TL
3. ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’
Osman Hamdi Bey-5 milyon TL
4. ‘Avluda Oturanlar’
İbrahim Çallı-2 milyon 460 bin TL
5. ‘Narlar ve Ayvalar’
Şeker Ahmet Paşa-1.3 milyon TL
(Liste müzayede evleri verileriyle hazırlanmıştır.)
Milliyet, Haber: Fisun Yalçınkaya, 15.05.2016
|
ESİRLERİN YAPTIĞI TÜNELDE TARİHİ YOLCULUK
Hatay'ın Samandağ İlçesi'ne yaklaşık
5 kilometre uzaklıkta yer alan ve MÖ 1.
yüzyılda dağdan gelen sel sularını önlemek için
yaklaşık bin esire 10 yılda yaptırılan Titus
Tüneli, ilginç mimarisi ve doğal
güzelliğiyle ziyaretçilerini adeta büyülüyor.
İnsanoğlunun
yerleşimine ait ilk izlerin bulunduğu Paleolitik
Çağ'dan bu yana tarihi ve doğal birçok güzelliğe
sahip Hatay, ilk mağara kilisesi St. Pierre,
Anadolu'nun ilk camisi Habib-i Neccar gibi
mekanlarının yanı sıra bin esire 10 yılda yaptırılan
ve mimarisiyle ilgi gören Titus Tüneli ile de
adından söz ettiriyor.
Tünelin uzunluğu bin 380 metre
Samandağ İlçesi'nin
kuzeyindeki Çevlik Mahallesi'nde bulunan ve 130
metresi kapalı, kalanı ise açık kanal halinde olan
tünelin uzunluğu girişten Çevlik'e kadar bin 380
metre. Dağdan gelen suların neden olduğu selin
taşıdığı kum ve çakılların limanı doldurmasının
engellenmesi amacıyla Roma İmparatoru Vespasian'ın
emriyle yapımına başlanan tünelin 130 metresinin,
dağın oyulmasıyla bin esire 10 yılda yaptırıldığı
biliniyor.
Yaklaşık 2 yıl önce
UNESCO Dünya Miras Merkezince geçici listeye alınan
tünel, bin 380 metre uzunluğu, 7 metre yüksekliği, 6
metre genişliğiyle dikkati çekiyor.
Anadolu
Ajansı, Haber: Lale Köklü, Fotoğraf: Halit Demir,
15.05.2016
|
BOZÖREN KÖYÜ'NDE BİZANS LAHİTLERİ 'KAVGA' ÇIKARDI

Sakarya’nın
Geyve
İlçesi Bozören köylüleri bugünlerde,
köylerinde bulunan iki
Bizans eserinin akıbetinin ne olacağını merakla
bekliyor. Yaşanan tartışma ise “Böylesi ancak
Türkiye’de olur” dedirtecek türden. Bozören’deki
Bizans döneminden kalma eserlerin başına gelmeyen
kalmadı.
Öyle ki; 10 yıl önce definecilerin
çalmak istediği kalıntıları korumak isteyen köy
muhtarı, tarihi eserin üzerine demir köşebent
çaktırdı. Bölgeyi ziyaret eden bazı duyarlı
vatandaşlar ise gördükleri manzarayı
Sakarya Müzeler Müdürlüğü’ne bildirdi. Müze
yetkilileri, söz konusu Bizans kalıntılarının
korunması için girişimlere başlayarak Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nden
gerekli izinleri aldılar. Konuştuğumuz müze
yetkilileri, taşınmaz tarihi eserlerin korunması
gerektiğini, yakında zamanda müzeye kaldırılacağı
bilgisini verdiler.
Ancak bu durum
Bozörenliler’in tepkisine neden oldu. 390 kişinin
yaşadığı Bozören Köyünün muhtarı Mehmet Ünalır,
“Bizans eserleri bizim köyümüzün simgesi. Bu
eserleri kimseye vermeyiz. Eserleri müzeden almaya
gelen olursa köy halkı olarak direniriz. Biz bu
eserlerin gitmesini istemiyoruz. Zorla gelip
götürmeye kalkan olursa da ahali olarak toplanır
tepkimizi dile getiririz. Kanunlara boynumuz kıldan
ince ama köyümüze ait eserleri gelecek nesillere
aktarmak istiyoruz” dedi.
Ölümsüzlük
ve cennet anlamı
Bozören
Köyü'ndeki
Bizans eserlerini inceleyen
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi. Doç.Dr. Serkan Sunay, “Taşın yüzeyindeki figürler özetle
figürlerin özetle ölümsüzlük, cennet gibi kavramlara
gönderme yapan sembolik anlamları var. Maalesef bu
eserleri koruyamıyoruz. Bu eserin buradan taşınarak
müzeye intikali ilk bakışta mümkün gözüküyor. En
azından bu eserlerin müze bahçesine alınarak hem
korunması hem de envantere geçerek yapılacak
bilimsel araştırmalara konu olması amaçlanmalıdır”
dedi.
‘Köyde kalması mümkün değil’
Prof.Dr. Afife Batur (Mimarlık tarihçisi): “Her iki
kalıntı Bizans’ın erken dönemine ait olabilir. Söz
konusu eserlerin mevcut koşullarda köyde kalması
mümkün değil. Bir an önce korumaya alınması
gerekiyor. Erken Bizans dönemine ait tarihi
eserlerin çöp tenekesi yanında, üzerine demir
plakalar çakılarak muhafazası Türkiye’ye yakışmayan
bir görüntü.”
Milliyet, Haber: Mert İnan,
15.05.2016 |
111 YILLIK TARİHİ TEST
Almanlara inat 1895
yılında bir mühendis ve bir kitapçı tarafından
bisiklet üretimiyle temelleri atılan
Çek
Skoda’nın 121
yıllık tarihi aslında otomobil üretiminin seyrini
ortaya koyuyor. Bu tarihe geçtiğimiz hafta
‘Laurin&Klement’ markalı 111 yıl önce üretilen ilk
otomobili test ederek şahit olduk.
Bugün logosunda
Kızılderili simgesi bulunan markanın Almanların
kontrolüne geçmesi ise ilginç bir tesadüf olmuş.
Bugün
Alman
Volkswagen Grubu’nun bünyesinde yer alan
Çek otomobil üreticisi
Skoda, dünyanın en eski 3-4 markasından
biri. Geçtiğimiz hafta Yüce Auto-Skoda
Genel Müdürü Tolga Senyücel’in davetlisi olarak
1895 yılında kurulan bu 121 yıllık markanın
tarihine yolculuk yapıp, Mlada Boleslav’da yer
alan müzesini ve en büyük fabrikasını ziyaret
ettik. Ayrıca markanın ilk ürettiği otomobilleri
test etme imkanı da bulduk. Bugün aslında
Skoda’nın 120 yılı aşan tarihi otomobil
üretmenin ne denli zor ve badireli bir iş
olduğunu da net olarak ortaya koyuyor. ‘Skoda’
ismi aslında bu şirketin kuruluşunda yok. Bu
şirketi Vaclav Laurin isimli bir mühendis ile
Vaclav Klement isimli bir kitap satıcısı kurmuş,
hem de Almanlara inat. Bisiklet meraklısı bu 2
Çek girişimci Alman malı bisikletler almışlar.
Ancak bisikletlerde sorunlar yaşayınca bunu
Almanlara yazmış ve çözüm beklemişler. Ancak
Almanlar ‘Önce Almanca yazın mektubunuzu’
diyerek bu kişileri pek ciddiye almayarak biraz
da aşağılamış. Onlar da 1895 yılında kendi
tasarladıkları bisikleti ‘Slavia’ ismiyle
üretmeye başlamışlar.
1925’TE
SKODA OLDU
Bisikletler
beğenilince ikili 1899 yılında motosiklet
üretmeye de başlamış ve şirketin ve markanın
ismini Laurin&Klement diye değiştirmişler. 4
binin üzerinde motosiklet üretip, bunların
bazılarını Meksiya’ya bile ihraç ettikten sonra
1905 yılında dünyanın yeni fenomeni olan
otomobil üretimine soyunmuşlar. İkilinin 1905
yılında ilk ürettiği ve benim de geçen hafta
test ettiğim bu otomobil ‘Voiturette A’ olmuş.
Çek tarihinde çok başarılı olan ve klasikler
adına ismini yazdıran bu otomobille ile
Laurin&Klement şirketi uluslararası pazarlara da
tam anlamıyla açılmış olmuş.1914 yılında 1.
Dünya Savaşı’yla birlikte orduya da üretim
yapan ikili, 1920’li yıllarda o dönem ülkenin
içinde bulunduğu ekonomik zorluklar nedeniyle
hem güçlenmek hem şirketi modernize etmek için
bir ortak arayışına girmiş. O dönem Doğu
Avrupa’nın en büyük sanayi gruplarından biri
olan Emil von Skoda’nın sahibi olduğu Pizen
Skodovka tarafından satın alınan şirketin ismi
de ‘Skoda’ olarak değişmiş. O dönem Skoda
şirketi ‘Laurin&Klement’i almadan önce hem
silah, hem lokomotiften uçağa, güç
ünitelerinden gemi parçalarına kadar bir çok
alanda üretim yapıyormuş. 1930’lu yıllarda zor
zamanlar yaşayan Skoda, o dönem ürettiği Popular
modeliyle krizi aşarak bir atılım
gerçekleştirmiş. 1939 ile 1945 yılları
arasındaki Alman işgali şirket tarihinde önemli
bir duraklamaya neden olurken şirket Alman
İmparatorluğu’nun endüstriyel yapısına dahil
olmuş. Sivil üretim programı derhal
sınırlanırken, üretim Alman ordusunun
gereksinimlerine odaklanış. Savaşın sona
ermesinden hemen sonra başlayan geniş çaplı
devletleştirme sürecinde, 1946 yılında şirket
bir kamu kuruluşu haline gelmiş ve AZNP adını
almış.
ÖNCE
RENAULT İSTEDİ
Çekoslovak
ekonomisi, sosyalist dönemin ardından planlı
ekonominin ve aşırı hızlı büyümenin getirdiği
değişimler ile beraber yüksek bir standart
yakalamış. Bu standart ancak batı dünyasında
yeni teknolojilerin gelişmeye başladığı 1960’lı
yılların sonlarında sorgulanmaya başlanmış.
1970’li yıllarda yaşanan ekonomik durgunluk
şirketin Doğu Avrupa pazarındaki liderliğine
rağmen Mlada Boleslav’lı otomobil üreticisini de
etkilemiş. Üretim 1987 yılında Skoda Favorit
modelinin üretimine başlanması ile yeniden
arttırılmış. 1989 yılında yaşanan politik
değişimlerin ardından, yeni ekonomik koşullar
doğrultusunda Çekoslovakya Cumhuriyeti Hükümeti
ile Skoda, deneyimi ve yatırımlarıyla şirkete
uzun vadede uluslararası rekabet gücü
kazandıracak güçlü bir yabancı ortak arayışına
girmiş. Önce Fransız Renault Skoda’yı almak
istemiş. Ancak Renault, Skoda markasını değil
kendi otomobillerini üretmek isteyince bu
görüşme sona ermiş. 1990 yılı Aralık ayında
hükümet, Alman Volkswagen Grubu ile işbirliği
kararı aldı. Skoda, VW,
Audi ve
SEAT markalarının ardından Volkswagen Grubu
bünyesindeki dördüncü marka oldu. Yani Almanlara
inat kurulan Çek marka sonunda Almanların oldu.
KIZILDERİLİ ETKİSİ
1900’de ölen Emil
Skoda’nın tam bir Kızılderili fanatiği olan oğlu
tarafından satın alınan ve adı ‘Skoda’ olarak
değişen şirketin logosunda da bu fanatiklik
ortaya konuyor. Kanatlı ok şeklindeki figür o
dönem logoya eklenmiş ve halen kullanılmaya
devam ediyor.
SKODA’DAN
OGD’YE ‘SUPERB’ TEŞEKKÜRÜ
Skoda üst yönetimi
Mlada Boleslav’da gerçekleşen incelemelerin
ardından bir açıklama yaparak, Otomotiv
Gazetecileri Derneği (OGD) ve tüm üyelerine
düzenledikleri ‘Türkiye’de
Yılın Otomobili’ yarışması için teşekkür etti.
Skoda Superb’in birinci olduğu yarışmanın Çek
basınında da geniş yer bulduğunu kaydeden
yetkililer, “Bugün Superb’in Almanya’dan sonra
en çok satılan pazarında bu ödülü alması tüm
çalışanlarımızı da motive etti. Bu ödülle ilgili
gelişmeyi tüm çalışanlarımıza bildirdik. Türkiye
bizim için çok önemli bir pazar ve
son yıllarda hızlı büyümesi ve 20 bin
adetleri aşması bizi çok sevindiriyor” dedi.
ÜRETİMİN
YÜZDE 50’Sİ BOLESLAV’DA
Çek üretici
Skoda’nın üretimdeki kalbi olarak tanımlanan 43
bin nüfuslu Mlada Boleslav’daki fabrikası halen
bu özelliğini sürdürüyor. 111 yıllık bir geçmişe
sahip olan, bugüne kadar sürekli yenilenip
genişletilen fabrikada, 1905 yılından bu yana 12
milyon adetten fazla araç üretilmiş. ‘Vaclav
Klement Yolu’ üzerindeki fabrikada 20 binin
üzerinde kişi çalışırken, sürekli yatırımlarla
birlikte, kapasite de katlanarak günde 1.200
adede yılda 600 bin adede ulaşmış durumda.
Volkswagen Grubu ile Skoda birlikteliğinin
başladığı 1991 yılından bu yana tamamen
yenilenip gelişen fabrikaya, 2012’de yapılan
yatırımlarla yeni bir gövde hattı ve tam
otomatik boyahane eklenirken, 2013’te yeni çevre
dostu pres hattı yapılmış. Bir diğer yeni pres
hattının ise 2017 başlarında hizmete alınması
planlanıyor. Halen Octavia, Octavia Combi,
Fabia, Fabia Combi, Rapid ve Rapid Spaceback
üretimlerinin yapıldığı fabrikada birlikte VW
Grubu markaları için de otomobil, benzinli
motorlar, vites kutuları da imal ediliyor. Çek
Cumhuriyeti’nde iki tesisi daha bulunmasına ve
Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerde de üretim
yapılmasına karşın, Mlada Boleslav, Skoda’nın
tüm dünyadaki üretiminin yüzde 50’sini
gerçekleştiriyor. Skoda’nın Çek
Cumhuriyeti’ndeki diğer iki tesisi ise Kvasiny
ve Vrchlabí.
KRİSTALDEN
İLHAM ALIYORLAR
Geçmişinden ilham
alarak evrimleşme hareketi başlatan ve ‘2018
Gelişim Stratejisi’ ile önemli bir atağa kalkan
Skoda, bu çerçevede her 6 ayda bir yeni veya
yenilenmiş bir model sunuyor. Skoda’nın yeni
modelleri, bir anlamda 121 yıllık bir geçmişi
temsil ediyor. Skoda kendi tarihinden ilham
alırken aynı zamanda Çek sanatlarından da
faydalanıyor. Yeni Skoda tasarım dili, Çek
Cumhuyeti’nin tarihinde önemli bir yer edinen
kristalden ilham alıyor. Şaşırtıcı bir
potansiyele sahip kristalin keskin ve dinamik
şekilleri, işini büyük bir keyifle yapan
tasarımcılarla Skoda’nın otomobillerine
aktarılıyor. Çek Cumhuriyeti’nde özellikle
Prag’da modern evlerden tarihi binalara kadar bu
mimarinin etkisini görmek de mümkün. Ayrıca
sanatta da kristal formları sıkça görmek mümkün.
Hürriyet, Haber: Emre Özpeynirci, 15.05.2016
|
VİRANŞEHİR ORGANİZE SANAYİ'DE TARİHİ MAĞARALAR
ORTAYA ÇIKTI
Viranşehir İlçesi Sesik Mahalllesi'ndeki Organize Sanayi Bölgesi 2. Etabında bulunan bir fabrikanın ek bina temeli için kazı yapan işçiler, tarihi 2-3 asır olduğu tahmin edilen mağaralara rastladı.

İddiaya göre, fabrika yöneticilerinin isteği ile mağaraların üstünü kapatmaya çalışan işçileri tesadüfen mahalleli fark etti. Mahallelinin ihbarı üzerine mağaraların bulunduğu bölgede inşaat çalışmaları durdurulurken, mağaralar ortaya çıkarıldı. Mahalleli, organize sanayisinin bulunduğu bölgenin büyük bir bölümünün altında tarihin yattığını savunarak, bölgede inceleme yapılmasını istedi.

Giriş ve havalandırma delikleri bulunan kaya
mağaralarının tarihi henüz net olarak bilinmiyor.
Milliyet, 14.05.2016 |
TARİHİ İZNİK SURLARI ARAÇLAR YÜZÜNDEN TAHRİP OLUYOR

UNESCO Dünya Mirası
Aday Listesi’nde yer alan tarihi İznik Surları,
binlerce motorlu aracın çıkardığı titreşim, egzoz
gazı ve geçerken sürtünmeleri nedeniyle tahrip oldu.

Bursa’nın İznik
İlçesi'nde yer alan tarihi surlarda bulunan İstanbul
Kapı, her gün binlerce aracın girmesi nedeniyle
zarar görüyor. Araçlar tarihi kapının içinden
geçerken, sütunlara ve duvarlara sürterek tahribata
neden oluyor. Ayrıca kapının her iki yanında bulunan
sütunlara sprey boya ile işaretleme yapılmış.

Bursa’nın
İznik İlçesi’nin simgelerinden biri olan tarihi
İstanbul Kapı, ilçenin kuzeyindeki Atatürk
Caddesi’nin surlarla birleştiği noktada yer
alıyor. Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a giden
yolun buradan başlamasından ötürü İstanbul Kapı
olarak anılan tarihi yapı, Roma İmparatoru
İladrianus tarafından MS 70-71 yıllarında
yapılmış, Hadrianus döneminde ise onarımdan
geçmiştir.
Araçların geçişi
nedeniyle olan tahribattan dolayı duydukları
rahatsızlığı dile getiren vatandaşlar, yetkilileri
göreve davet etti.
arkeolojihaber.net, Özel
Haber, Fotoğraf: Selman Çetin, 14.05.2016
|
15 YAŞINDAKİ ÇOCUK KAYIP MAYA ŞEHRİNİ KEŞFETTİ
Kanada’da yaşayan 15 yaşındaki
William Gadoury Mayaların takımyıldızı
haritalarını ve uydulardan elde edilen fotoğrafları
kullanarak,
Maya uygarlığına ait bir kayıp şehri keşfetti.
15 yaşındaki Gadoury, teorisini Mayaların
kurdukları şehirlerin yerlerini takımyıldızlarına
göre seçtiği üzerine kurdu.
Montreal Journal'ın haberine göre 23 farklı takım
yıldızını inceleyen Gadoury, incelemesi sonucu 117
Maya şehrinin takım yıldızların konumlarıyla
eşleştiğini fark etti. 23. takım yıldızını
incelerken, bir Maya şehrinin eksik olduğunu fark
etti.

Kanada Uzay Ajansı’nın uydu fotoğraflarını
kullandı ve daha sonra bunları
Google
Earth görüntüleriyle uydu fotoğraflarını
birleştirdi. Sonuç olarak 23. yıldızın gösterdiği
yerde kayıp bir şehir keşfetti. Şehir,
Meksika’daki Yucatán Yarımadası’nın uzak bir
kıyısında bulunuyor.
15 yaşındaki William, Maya uygarlığına ait 86
metre yüksekliğinde devasa bir piramit ve 30 tane
antik binayı keşfetti.
Yağmur ormanları içinde olduğu için henüz
ziyaret edilemeyen şehire “K’aak Chi” (Ateşin Ağzı
adı verildi.

Kanada Uzay Ajansı’ndan Daniel De Lisle kayıp
Maya şehriyle ilgili şunları söyledi: "Yoğun bitki
örtüsü yüzünden bölgeyi araştırmak zor. Fakat uydu
taramalarında, oldukça göze çarpan düz çizgiler
bulunuyor. Bitki örtüsünün altında birşeyler
olduğunu düşündüren çizgiler var. Burada insan
yapımı bir yapı olduğunu akla getirecek kadar çok
kanıtımız var”
News
Brunswick Üniversitesi’nden Dr Armand La Rocque ise
keşifle ilgili şunları ifade etti: "Kare, doğal bir
şekil değildir. Genelde insan yapımıdır ve hemen
hemen hiçbir
zaman doğal bir olaya işaret etmez. Bu yüzden
doğal olduğunu düşünmüyorum. Buradaki kare, Maya
piramitleriyle benzer büyüklükte gibi gözüküyor –
boydan boya 50-100 metre uzunluğunda. Bunların
hepsini
göz önünde bulundurursak, bu bölgede bir Maya
şehri olduğuna dair birçok belirti görüyoruz”.

2017’de
Brezilya’daki Uluslararası Bilim Fuarı’nda 15
yaşiındaki Gadoury kayıp Maya şehriyle ilgili
keşfettiği bulgularını açıklayacak.
Gadoury "Araştırmayı yaparken en parlak
yıldızların, en büyük Maya şehirleriyle eşleştiğini
gördüğümde çok heyecanlandım ve şaşırdım” diyor.
Eğer 117 Maya şehri, takım yıldızlarıyla
eşleştirebiliyorlarsa bu da Mayaların, bugüne kadar
sanılandan çok daha ileri seviyede haritalandırma ve
topografya bilgisi ve tekniği olduğu anlamına
geliyor.

Hürriyet, Kaynak ve fotoğraflar: Dailymail,
Arkeofili, Montreal Journal, 13.05.2016
|
TRABZON'DAKİ AYASOFYA'DA FRESKLER KAZINDI
2013’te
camiye çevrilen Trabzon’daki Ayasofya Kilisesi’nde
büyük bir yıkım yaşandığı iddia ediliyor. 1250
yılında inşa edilen tarihi Ayasofya Kilisesi,
2013’te camiye çevrildikten sonra 800 yıllık
fresklerin üstü örtülmüş, bir kısmı ise kırılmıştı.
Trabzon’daki Ayasofya Kilisesi, Kral 1. Manuel
tarafından 1250-1260 arasında manastır kilisesi
olarak yaptırıldı. Fatih Sultan Mehmet döneminde de
kilise olarak kullanılan yapı, 1964’ten sonra müze
olarak ziyarete açıldı. 2012’de Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne devredilen müzenin 2013 yılında da cami
olarak açılışı yapıldı. Fakat tarihi kilisenin, cami
olarak açıldıktan sonra da büyük bir yıkıma uğradığı
belirtiliyor.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, Agos’a yaptığı
açıklamada Ayasofya’nın özellikle camiye
dönüştürüldükten sonra ciddi oranda hasar gördüğünü
söyledi: “Tarihi Ayasofya Kilisesi, dönemin
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat talimatıyla
2013’te camiye dönüştürüldükten sonra, çok büyük
hasar gördü. İlk olarak kadınlar için ayrı bir bölüm
oluşturulması gerekçesiyle paravanlar çekildi, bunun
için de duvarlara çiviler çakıldı. Ardından namaz
kılmaya giden cemaat için zemini bütünüyle halıyla
kapladılar. Yakın zamanda da içeride bulunan
işçilerin freskleri kazıdığı görülüyor.”
Suç duyurusu
Başkan Muhcu, konuyla ilgili Mimarlar Odası
olarak suç duyurusunda bulunacaklarını da belirtti:
“Ayrıca kilisenin cami kullanımına dönüştürülmesi
için tesisat uygulamaları mimari bütünlüğü bozacak
şekilde yapıldı. Mihrap yerleştirildi, kilisenin yan
duvarlarındaki freskler kazındı, inşaata ilişkin
fiziki uygulamalar yapıldı. Zeminin ve mozaik
panonun üzeri ahşap ve halı ile kaplandı ve elbette
tüm bunlar kilisenin yapısına zarar verdi. Kilisenin
tavanında İsa’nın doğuşunu sembolize eden bir ikona
var, hazırlanan projeyle bu ikonanın görünmemesi
için tavanın kaplanması da ön görülüyor. Bu da bize
gösteriyor ki, müze için hazırlanan proje
restorasyon için değil, yapıyı kalıcı olarak camiye
dönüştürmek için. Hazırlanan röleve projesi ile
gerçek durum gizlenmiyor. Uygulamalar,
bildirilmesine rağmen durdurulmadı. Sorumlular
hakkında 2863 sayılı kanun kapsamında suç
duyurusunda bulunacağız.”
Üç yıllık cami
Trabzon’daki tarihi Ayasofya Kilisesi, Adnan
Menderes döneminde müze statüsüne geçmiş, 2013
yılında da AK Parti döneminde camiye
dönüştürülmüştü. Kilisenin 2013’te Kültür ve Turizm
Bakanlığı envanterindeki müze işlevi iptal edilmiş,
daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne
devredilmişti. Ayasoyfa, devir işleminin ardından
müze işlevini kaybetmiş ve camiye dönüştürülmüştü.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi döneminde en büyük
tepki, kilise çevresinde üç cami daha olmasından
kaynaklanmıştı. Kilise, camiye dönüştürüldükten kısa
süre sonra zarar görmeye başlamış, ilk olarak
duvarlarına çivi çakılmıştı.
Agos, Haber: Vartan
Estukyan, 12.05.2016
|
'İSİMSİZ'E 57 MİLYON DOLAR
ABD’nin New York kentindeki Christie’s
müzayede evinde önceki gün düzenlenen açık
arttırmada Haiti asıllı ABD’li ressam
Jean-Michel Basquiat’ın “Untitled, 1982”
(İsimsiz) adlı otoportresi, 57.3 milyon dolara
(171 milyon lira) satıldı.
Tabloyu 1982’de
İtalya’da yapan ressam 1988’te aşırı doz
uyuşturucu nedeniyle 28 yaşındayken hayatını
kaybetmişti.
Hürriyet, 12.05.2016
|
 |
GÖBEKLİTEPE'NİN BENZERİ UŞAK'TA BULUNDU
Uşak Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi
Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Selahattin
Polat ve ekibi, Banaz'da yaptıkları ön araştırmada
Şanlıurfa'nın Göbeklitepe benzeri dünyanın en büyük
açık hava SİT alanının izlerine rastladıklarını
söyledi. Yrd.Doç.Dr. Polat, bölgede ön bulgulara
rastladıklarını, araştırmanın detaylı bir şekilde
devam ettiğini söyledi.
Uşak Üniversitesi'nin
düzenlediği Uluslararası Uşak Arkeoloji
Çalıştayı'nda yaptığı araştırmayı sunan Uşak
Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Coğrafya
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Selahattin Polat,
Banaz İlçesi Sürmecik Kaplıcası Mevkii'nde,
günümüzden 320 bin yıl önce bir yerleşim alanı
olduğunu ortaya çıkardıklarını açıkladı. Yrd.Doç.Dr.
Polat, "Banaz'a 7 kilometre uzaklıkta Ören ve
Gedikler köyleri arasında yer alan tarihi Sürmecik
Kaplıcası'nın bulunduğu bölgede rastlanan Paleotik
Çağ Yontmataş buluntuları, şimdiye kadar Ege
Bölgesi'nde saptanan en zengin Paleotik Çağ buluntu
topluğunu oluşturuyor. Yontma taştan yapılan
aletlerin tipi ve özellikleri orta Paleolitik dönem
Mousterien kültürünü işaret etmektedir. Bu bulgular,
Uşak ve yöresinde yüz binlerce yıl boyunca
insanların kesintisiz bir şekilde yaşadığını ortaya
koymaktadır" dedi.
Bölgede Mousterien
kültürün tüm evrelerinin bir arada bulunduğunu ifade
eden Yrd.Doç.Dr. Polat, "Bölgede çok karakteristik
ve zengin yontma taş materyal ile sergilendiği bu
büyüklükte hiç açık hava sit kenti şu an kadar
bilinmemekteydi. Ekibimizle birlikte bölgede
yaptığımız ön araştırmalarda yerleşim alanında tarih
öncesi birkaç at dişine rastlayınca araştırmayı
derinleştirdik. Bölgede bulunan at dişlerinin
ardından bölgede o dönemde yaşayan başka canlılara
ait hayvan fosillerine rastlanabileceğinin
göstergesi olduğuna inanıyoruz. Bölgede bir kurtarma
çalışması başlatılması gerektiğini düşünüyoruz.
Çünkü çağlar öncesi bu yerleşim alanının üzerinde
mermer arayan şirket, bilmeden oldukça bir tahribat
yapmıştır. Burada yapılacak çalışmalar, şu ana kadar
yerleşim alanı olarak 7 bin yıllık mazisi olan
Uşak'ın tarihini çok daha ötelere götürebilir" diye
konuştu.
DHA, Haber: Yavuz Kuşdemir, 11.05.2016 |
KAÇAK KAZI YAPILAN ALANDA BİZANS KİLİSESİ VE YERLEŞİM
YERİ BULUNDU
Antalya'nın Korkuteli
İlçesi’nde kaçak kazı yapılan alanda
Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen
kilise ve yerleşim yeri bulundu. Kazı yapan
şüpheli gözaltına alınırken, müze yetkilileri
bölgeyi korumaya aldı.

Korkuteli’ne bağlı Ulucak Susuz
Mahallesi’nde
kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan
Antalya İl
Jandarma Komutanlığı ve Korkuteli İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri, bölgeye operasyon
düzenledi. Operasyonda kaçak kazı yaptığı
belirlenen Z.K., jandarma tarafından gözaltına
alındı. Çevrede güvenlik önlemi alan jandarma,
yaklaşık 15 dönümlük arazide yaptığı incelemede
mozaik işlemeler, dibek taşı ve büyük boş bir
küp buldu.
Olay yerine gelen
Antalya Müze Müdürlüğü görevlileri de
inceleme yaptı.
Bizans dönemine ait kilise ve yerleşim yeri
bulunduğu tahmin edilen bölgede kazı çalışması
başlatıldığı belirtildi.
Hürriyet, 11.05.2016
|
MANİSA'NIN İLK MESCİDİ RESTORE EDİLECEK
İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Enver Özaydın,
Saruhanoğulları döneminden kalma
Manisa'nın ilk mescidi İlyas Bey
Mescidi'nin bu seneki restorasyon
programına alındığını bildirdi.
Vakıflar Haftası
dolayısıyla Manisa Valisi Erdoğan Bektaş’ı makamında
ziyaret eden Özaydın, kentteki restorasyon
çalışmalarına ilişkin bilgiler verdi.
"İlyas Bey Mescidi restore edilecek"
Manisa’nın ilk mescidi
İlyas Bey Mescidi'nin de restorasyon kapsamına
alındığını ve çalışmalara başlandığını kaydeden
Özaydın, şu bilgileri aktardı:
"Bu seneki
programımızda Dere Mescidi ile Gülgün Hatun Hamamı
projesi çalışmalarına devam ediliyor. Manisa’nın ilk
mescidi olan İlyas Bey Mescidi, bu seneki
restorasyon programına alındı. Yakında ihaleleri
yapılacak. Bunun dışında Kırkağaç’ta Karaosman
Camisi, Soma’daki Damgacı Cami, Manisa merkezde
Ulucami’nin projeleri hazırlanma aşamasında.
Bunların da restorasyonu yapılacak."
Anadolu
Ajansı, Haber: Sedat Şimşek, 10.05.2016
|
BURSA'DA İKİ BİN YILLIK KÖPRÜ BULUNDU
Bursa'nın Orhangazi
İlçesi'nde bir tarih araştırmacısı
tarafından bulunan ve en az 2 bin yıllık
olduğu tahmin edilen köprünün
turizme kazandırılması için çalışma
başlatılacak.
Alınan bilgiye göre,
Gemlik İlçesi'nden tarih araştırmacısı Naci Pehlivan,
bazı yaşlı vatandaşların Orhangazi'ye bağlı Karsak
Mahallesi civarında yerini bilmedikleri tarihi bir
köprüden bahsetmeleri üzerine araştırma yaptı.
Pehlivan'ın uzun süren araştırmaları sonucu Karsak
yakınında yerini tespit ettiği köprünün en az 2 bin
yıllık olduğu tahmin ediliyor.
Orhangazi Belediye
Başkanı Neşet Çağlayan ve Gemlik Belediye Başkanı
Refik Yılmaz, durumdan haberdar olmalarının ardından
Pehlivan ile köprüyü inceledi.
Çağlayan, gazetecilere
yaptığı açıklamada, antik köprünün görkemiyle adeta
zamana meydan okuduğunu belirtti.
Bu yapının turizme
kazandırılması için ilgili kurumların yetkilileriyle
temasa geçeceklerini aktaran Çağlayan, köprünün
tarihi dokusunun bozulmadan ortaya çıkartılmasının
bölge tarihi ve turizmi bakımından önemli olduğunu
ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber: Musa Öztürk,
10.05.2016
|
RODIN'İN 'SONSUZ BAHAR'I REKOR FİYATA SATILDI

Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in "Sonsuz Bahar"
adlı mermer heykeli, New York'ta düzenlenen açık
artırmada 20,4 milyon dolara alıcı buldu. Heykel,
Rodin'in şimdiye kadar açık artırmada en yüksek
fiyata satılan eseri oldu.
Sotheby's Müzayede Evi, "İzlenimci ve Çağdaş Sanat"
açık artırmasında satışa çıkarılan eseri, adının
açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncunun aldığını
açıkladı.
Rodin,
birbirine sarılan iki sevgiliyi betimleyen heykeli,
1901-1903 yılları arasında yekpare mermer blokundan
yapmıştı. Fransız ustanın mermerden yaptığı ve aynı
adı taşıyan 10 heykelden biri olan "Sonsuz
Bahar", Rodin'in şimdiye kadar açık
artırmada en yüksek fiyata satılan eseri oldu.
Rodin'in "Iris,
Tanrıların Habercisi" adlı bronz eseri, şubat ayında
yapılan açık artırmada 16,6 milyon dolara alıcı
bulmuştu.
Sotheby's Müzayede
Evi'nin "İzlenimci ve Çağdaş Sanat" açık
artırmasında toplam 62 eser görücüye çıktı.
Bunlardan Fransız ressam Paul Signac'ın "Saint
Tropez'deki Liman Evleri" adlı eseri de 10,7 milyon
dolara satıldı. Eser, Signac'ın en yüksek fiyata
alıcı bulan eseri oldu. Signac'ın bir başka eseri,
2007'de 14 milyon dolara satılmıştı.
Açık artırmada Fransız
izlenimci Maurice de Vlaminck'in manzara tablosu
16,4 milyon dolara satılırken Claude Monet'in eşi
Camille'nin portresi 49,4 milyon dolara alıcı buldu.
Anadolu Ajansı, Haber: Umur Koçak Semiz, 10.05.2016
|
BURSA'DA 560 YILLIK HAMAM MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı
açıklamaya göre, dönemin Bursa Valisi İzzet Paşa
tarafından 1868 yılında yoksul ve kimsesiz çocukları
korumak amacıyla ıslahhane olarak açılan
Tophane Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin
148 yıllık tarihine ait eserler, okulun bahçesindeki
Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı Müzesi'nde
sergilenmeye başlandı.
Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, müzenin açılışında yaptığı
konuşmada, bıçakçılık, hamam, tarım, vakıf eserleri
ve büyük tarih müzelerini de kente
kazandıracaklarını bildirdi.
Bursa'nın değerlerini
gün yüzüne çıkarmak amacıyla binlerce yıllık
arkeolojik bölgelerden 2 bin 300 senelik Bitinya
surlarına, 700 yıllık Osmanlı eserlerinden
Cumhuriyet dönemi sivil mimarlık örneği yapıların
ayağa kaldırılmasına kadar her alanda yoğun bir
çalışma sergilendiğini vurgulayan Altepe, şunları
kaydetti:
"Büyükşehir
Belediyesi, müzecilik alanında da marka kent olma
yolunda emin adımlarla ilerliyor. Merinos Tekstil
Sanayi Müzesi, Enerji Müzesi, Göç Tarihi Müzesi,
Arkeopark ve Cumalıkızık Köy Müzesi ile müzecilikte
referans alınan bir kurum haline gelen Büyükşehir
Belediyesi, bir müze de Tophane Mesleki ve Teknik
Anadolu Lisesine kazandırdı. Tophane Mesleki ve
Teknik Anadolu Lisesi adını alan okulun bahçesindeki
560 yıllık Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı, Büyükşehir
Belediyemiz tarafından restore edildi. Restore
edilen tüm tarihi yapıları yaşayan mekanlar haline
getiren Büyükşehir Belediyemiz, bu tarihi hamamı da
okulun 148 yıllık tarihine ışık tutan bir müzeye
dönüştürdü."
Anadolu Ajansı, Haber: Sergen
Sezgin, 10.05.2016
|
DEŞTEPE HÖYÜĞÜ YİNE DEŞİLİYOR

On yıl önce 25 Aralık’ta Cumhuriyet’te “Belediye
imara açtı ‘Deştepe Höyüğü’ deşiliyor,” haberimiz
yayımlanmıştı. Sorun yeniden gündem oldu! Haberimiz
özetle şöyleydi: “ ‘Maden çağının’ sonuna ve ‘tunç
çağının’ başına doğru Aydın’da insanların ilk kez
yerleştikleri, yörenin en eski höyüğünün
yağmalanmasına başlandı.
Bazı zenginlere peşkeş çekilen Deştepe Höyüğü
çevresinde yapımına başlanan villaların yıkımını
önlemek amacıyla kalkan görevi görmesi için, bir de
‘Höyük Camisi’ planlandı.” İzmir 2. Koruma Kurulu,
1995’te kent merkezine 1.5 kilometre uzaktaki bu
höyüğü 1. derece arkeolojik SİT bölgesi ilan
etmişti. Ancak Aydın milletvekili ve Kültür Bakanı
Atila Koç’un kurduğu yeni kurul, burayı 3. dereceye
düşürmüştü. Haberimiz üzerine caminin yeri
değiştirilip, 200 m öteye alınmış ve tarihsel miras
korunmuştu. Burdur - Hacılar ile Konya - Çatalhöyük
yerleşmelerini bulan İngiliz arkeolog James
Mellaart, 90 m. çapında ve 12 m. yüksekliğindeki
“Deştepe (Dedekuyusu) Höyüğünde” ilk araştırmayı
yapmış, sonrasında çeşitli Türk ve yabancı
arkeologlar da incelemelerinin ardından bazı
makaleler yayımlamıştı.

İkinci yerleşim
Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Profesörü Sevinç
Günel, höyükte yaptığı araştırma hakkında 2004
yılında bilimsel makalesinde şöyle yazmıştı: “Höyük
üzerinde ele geçen seramik buluntuları gerek malzeme
ve teknik gerekse form özellikleri açısından
Kalkolitik Çağ, Erken ve Orta Tunç Çağlarına değin
takip edilebilecek bir seramik gelişimi
vermektedir.” Prof.Dr. Günel höyüğün önemini şöyle
vurgulamıştı: “
Büyük Menderes Ovası’nda doğal yol üzerindeki
konumuyla Dedekuyusu (Deştepe) Höyüğü, bir taraftan
doğu yönünde Batı Anadolu’nun iç kesimleri, diğer
taraftan da batı doğrultusunda Ege dünyasıyla
bağlantılarını kurabilecek konumuyla dikkati
çekmektedir.” Deştepe Höyüğü, insanları yüzlerce yıl
sonra ikinci yerleşim yeri olarak bugünkü kente
bitişik Tralleis antik kentine taşınmıştı. Bu
kentten çıkan mimar Antemios, Miletoslu İsidoros ile
birlikte İstanbul’daki görkemli Ayasofya Kilisesi’ni
yapmışlardı.
94’te kamulaştırıldı
Deştepe Höyüğü, şimdi de “Amerikan Kültür
Koleji’nin” yapılanmasına açıldı. Önce çevredeki
incir ve zeytin ağaçları kesildi. 1994’te
kamulaştırılan bu yöre, sonra belediyeye devredildi.
Ancak AKP’li belediye başkanı döneminde, inşaat
arazisinin tapusu bir mimarın bürosunda “çaycılık”
yapan bir kadına verildi!
Cumhuriyet, Haber:
Özgen Acar, 09.05.2016
|
BEBEK'TE KARTONPİYERLENEN SARNICI KURTARMA ÇAĞRISI
İstanbul Beşiktaş İlçesi'ne bağlı Bebek Mahallesi’nde
bulunan ve Osmanlı dönemine tarihlenen sarnıç kafe
olarak kullanımın yol açtığı tahribatla karşı
karşıya.
Sarnıca sahip çıkan Bebek semt sakinleri
ise tarihi yapının restorasyon projesinin
tamamlanmasını ve tekrar işletmeye verilmemesini
istiyor.
Unutulan sarnıcın hikayesi
Sarnıç, 1974 yılında bir bütün halinde koruma altına
alınan Boğaziçi Sit Alanı içerisinde yer alıyordu.
Ancak Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu
tarafından tescillenme tarihi 2011'i dek buldu.
Geçen yıllar içerisinde Boğaziçi'nin ana arteri
haline gelen Cevat Paşa caddesinde kaderine terk
edilen sarnıç, 2012 yılında Beşiktaş Belediyesi
tarafından “Bebek Ottoman” adlı işletmeye
kiralanarak kafe haline getirildi.
2012 yılının sonunda İstanbul 3 Numaralı Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yapının restore
edilmesi gerektiğini belirtti. Ancak bu karar
durumda herhangi bir değişikliğe yol açmadı.
Koruma kurulu 2015 yılı Mayıs ayında işletmenin
sarnıçta hasar ve görüntü kirliliğine neden olduğu
gerekçesiyle tekrar çıkartma kararı aldı.
İşletmenin sarnıcı terk etmesi yalnızca bir kaç
hafta oldu. Geriye ise işletmenin kullanımı
esnasında oluşan tahribat kaldı.
Kartonpiyer sarnıç

Sarnıcın kafe olarak kullanıldığı süre zarfında
yapının dış cephesi tamamıyla kartonpiyer kaplanmış.
Giriş bölümlerine sonradan eklenen alçı
kabartmalarla, görenlerin tanınamayacağı hale gelmiş
durumda.
Sarnıcın içerisinde açılan dev havalandırma
deliği, mutfak olarak kullanılan iç yapının is
altında kalmasına engel olamamış.
Bebek sakinleri: Aslına uygun
restorasyon

Bebekliler Derneği - Bebek Semt Girişimi, tekrar
kiralanacağı duyumları yoğunlaşan sarnıç için
harekete geçti.
“Boğaz'da Dayanışma Var!”, “Restorasyon Kararı
Uygulansın” bildirileri ve pankartlarıyla
haftasonunu nöbette geçirdiler.
Açıklamalarında belediyelere çağrıda bulundular:
“Halihazırda bulunan onlarca eğlence mekanının
trafiğini kaldıramayan Bebek’te yeni bir eğlence
mekanıyla yaşamımızı daha da çekilmez hale getirmeye
kimsenin hakkı yok. Tarihi mirasımızı koruma isteği
ve azmi ile İstanbul Büyükşehir Belediyes ve
Beşiktaş Belediyesi'ne çağrıda bulunuyoruz.”
İstanbul 3 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nun 11 Aralık 2012 yılında aldığı
"mevcut durumu fotoğraflar vasıtasıyla görülen
sarnıç yapısını özgün haline getirecek restorasyon
projesinin yapılması" kararını sarnıcın ve
mahallenin çevresine asarak aslına uygun koruma
taleplerini tekrarladılar.
Bianet, 09.05.2016
|
YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE 5 BİN YILLIK YAŞAM İZİ
Tarihi
8 bin 500 yıl öncesine kadar uzanan İzmir'deki
Yeşilova Höyüğü kazıları sırasında bulunan 5 bin
yıllık iskelete ait şakak kemiğinden DNA örneği
çıkarıldı. DNA örneği sayesinde Anadolu tarihine
ilişkin önemli bilgilere ulaşılması bekleniyor.
Anadolu'nun tarihi en eskiye dayanan kazı
alanlarından İzmir'deki Yeşilova Höyüğü'nde bulunan
5 bin yıllık şakak kemiğinde ABD'nin Boston
Üniversitesi'ndeki araştırmacılar tarafından DNA
örneğine rastlandı. DNA'nın incelenmesi sonucu
Anadolu'nun tarihine ilişkin önemli bilgilere
ulaşılması bekleniyor.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Zafer Derin, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Ege Üniversitesi, İzmir Büyükşehir
Belediyesi ve Bornova Belediyesi tarafından
desteklenen kazıların bilim, arkeoloji ve eğitim
alanına hep yeni bilgiler kattığını belirtti.
Yeşilova Höyüğü kazılarının öncelikle İzmir'in
tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığını ortaya
çıkardığını belirten Derin, ilk İzmirliler ve
Egeliler'in yaşamı hakkında önemli bilgiler
edindiklerini, kullandıkları aletleri, çevre ile
ilişkilerini araştırdıklarını anlattı.
Araştırmalar çerçevesinde geçen yıl bölgede 5 bin
yıllık bir iskelete ait olduğu belirlenen bir şakak
kemiği parçası bulduklarını söyleyen Derin, bu
örneği DNA üzerine araştırmalar gerçekleştiren
ABD'nin Boston Üniversitesi'ne gönderdiklerini ifade
etti.
ABD'den bir süre önce "sevindirici" haber
geldiğini anlatan Derin, şu bilgileri verdi: "Geçen sene gönderdiğimiz 5 bin yıl öncesine ait
bir şakak kemiğinden alınan bir örnekten DNA analizi
yapılması gündeme geldi. Dünyada 4 yerde yapılan
hücre DNA'sı yöntemi kullanıldı. Temel amaç DNA'yı
saptayabilmekti. Amerika'da bu araştırmayı
yapıyorlar. Yeni aldığımız bilgiye göre DNA'yı
saptamışlar, o DNA'yı bulmuşlar. Bu da şunu
sağlayacak, 5 bin yıl önce yaşayan insanın saçının
renginden gözünün rengine, boyuna, hastalığına kadar
tespit edilecek. Hangi toplulukla ilişkisi olmuş,
Avrupalı mı, Anadolulu mu bunu öğrenme fırsatımız
olacak."
"ATALARIMIZI ÖĞRENMEYE ÇALIŞACAĞIZ"
Yeşilova Höyüğü kazılarının amacının sadece
buluntuları ortaya çıkarmak olmadığını, her şeyden
önce bilimsel çalışmalara katkı sağlamak
istediklerini kaydeden Derin, şöyle konuştu:
"Bir kere her şeyden önce kendi kökenimizi,
nereden geldiğimizi, atalarımızın hangi
topluluklardan olduğunu öğrenmeye çalışacağız. Çok
kabaca 'Orta Asya'dan geldik' diye biliyoruz ama 8
bin 500,10 bin, 11 bin yıl önce de Anadolu halkı
var. Her şeyin kökenini oluşturan halk. Kim
dışarıdan gelirse gelsin onu eğiten ona analık yapan
Anadolu insanı. Bir anlamda atalarımızı tespit
edeceğiz."
Prof.Dr. Zafer Derin, buldukları şakak kemiğinin
5 bin yıl önce yaşayan bir insana ait olduğunu ancak
bu kemiğin bulunduğu iskelete rastlayamadıklarını da
belirtti.

Bu tarih aralığında Ege Bölgesi'nde yapılan
hiçbir kazıda iskelet bulunamadığına dikkati çeken
Derin, "Belki de ölülerini Çatalhöyük gibi tabana
gömüyorlardı, kuşlara, yabani hayvanlara
veriyorlardı, bunu bilmiyoruz. Çünkü yabani yaşam da
günlük yaşamın önemli bir parçasıydı." diye
konuştu.
Belediyelerden sağlanan destek ve iklim
avantajından da faydalanarak bu yıl kazı dönemini
erken açtıklarını belirten Derin, çalışmalarını
profesyonel ekiple sürdürdüklerini anlattı.
Yeşilova Höyüğü'nde çalışmaların hem 8 bin 500
yıl hem de 5 bin yıl öncesine odaklandığı bilgisini
veren Derin, "Savaş dönemini de barış dönemini de
araştırıyoruz. O bulgularla insan yaşamını anlamaya
ve bugüne getirmeye çalışıyoruz." dedi.
Ege'de
Son Söz, 09.05.2016
|
ÇİN'DE 8 BİN YILLIK PİRİNÇ TARLASI BULUNDU

Çin’de 8 bin yıllık
pirinç tarlasının bulundu. Tespit edilen yerin
şimdiye kadar bulunmuş en eski çeltik tarlası olduğu
tahmin ediliyor.
Nanjing Müzesi
Arkeoloji Enstitüsü’nden yapılan açıklamada, Çinli
arkeologların Jiangsu eyaletinin Sihong eyaletinde
100 metrekare civarı bir alanda 8 bin yıl öncesine
ait neolitik kalıntılara rastlanıldığı aktarıldı.
Nisan ayında üniversite, arkeoloji enstitüleri ve
müzelerden 70’den fazla bilim adamının bulunan
parçalar hakkında görüşmek için toplandığı
seminerde, bölgenin şimdiye kadar bulunan en eski
çeltik tarlası olduğu sonucuna varıldığı belirtildi.
Araştırmalarda
çeltik tarlasının her birinin en az 10 metrekare
olmak üzere farklı şekillere bölündüğünün bulunduğu
ifade edildi. Labaratuarlarda yapılan karbon testi
sonucu pirinçlerin 8 bin yıl öncesine ait olduğunun
tespit edildiği kaydedildi.
Öte yandan, Nanjing
Müzesi Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Lin Liugen devlet
haber ajansı Xinhua’ya yaptığı açıklamada,
Çinlilerin yaklaşık 10 bin yıl önce pirinç
yetiştirmeye başladığını vurguladı. Karbon testiyle
de bunun ispat edildiğine dikkat çeken Lin, ancak bu
tür çeltik kalıntılarının oldukça nadir bulunduğunu
söyledi.
Ntv, 08.05.2016
|
İLK PİYANO 1906'DA DEĞİL, 1893'TE ÜRETİLDİ
Osmanlı dönemindeki ilk el yapımı piyanonun, Girit
Adası’nda Veysioğlu Mustafa tarafından 1893’te imal
edildiği öne sürüldü. “Osmanlı’da Batı Müziği”
adıyla Dr. Selçuk Alimdar tarafından yayımlanan ve
Osmanlı arşivlerine dayandırılan kitapta piyanonun
fotoğrafı da bulunuyor.
Kitapta yer alan
belgeler, Veysioğlu Mustafa’nın, ürettiği piyanoyu
saraya sunma ve Sanayi Madalyası talebi üzerine
yapılan yazışmalardan oluşuyor.
Yazışmalar sonucunda,
Padişah II. Abdülhamid, 2 Ağustos 1893’te yazdığı
fermanla o güne kadar bulunmayan bir sanayinin
gelişmesine örnek olduğu için Veysioğlu Mustafa’nın
Sanayi Madalyası’yla taltif edilmesine karar vermiş.
Bugüne kadar ilk
piyanoyu 1906’da sarayın marangozu Kastamonulu
Mustafa Efendi’nin imal ettiği biliniyordu. Bu
piyano, Dolmabahçe Sarayı’nda sergileniyor.
Habertürk, Haber: Sami Akbıyık, 08.05.2016
|
TEKİRDAĞ'DA İKİ LAHİT BULUNMASI
Marmaraereğlisi
İlçesi'ndeki arkeolojik kazılarda
bulunan lahitlerin 2. yüzyıla ait olduğu olduğu
öğrenildi.
Tekirdağ Kültür ve Turizm
Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada, ilçedeki 1.
derece arkeolojik sit alanı içinde kalan bölgede
Tekirdağ Müze Müdürlüğünce 26-30 Nisan tarihleri
arsında yapılan arkeolojik kazılarda doğal kayaya
oyulmuş 4 adet kaya mezarıyla 2 mermer lahit
bulunduğu belirtildi.
Şematik
girlandlı
lahitlerin
Marmara Adası mermerinden yapıldığı ve
MS 2. yüzyıla ait olduğu belirtilen açıklamada,
şunlar kaydedildi:
"Lahitler yazıtlı olup,
1. lahitte, 'Peison oğlu Epikletos'un bu lahidini,
hamisi Nikanor yaptırmıştır', 2. lahitte 'Bu lahde
izin verilen kişiler dışında başkalarının gömülmesi
halinde şehir veznesine 2 bin 500 denarius ceza
ödeyecekler' yazılıdır. Söz konusu lahitler
Marmaraereğlisi Açıkhava Müzesi'ne götürülerek
arkeopark alanında sergilenecektir. Kaya
mezarlarında bulunan pişmiş toprak ve camdan yapılma
ölü hediyeleri
Tekirdağ Müze Müdürlüğü'ne getirilmiştir."
haberler.com, 07.05.2016
|
SIRPLARIN YIKTIĞI FERHADİYE CAMİİ YARIN AÇILIYOR
Bosna Hersek'in en önemli Osmanlı eserlerinden biri
olarak kabul edilen Banya Luka şehrindeki cami, Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığının
(TİKA) destekleriyle yeniden inşa edildi.
Sırpların temellerine dinamit yerleştirmesi
sonucu yıkıldığı 7 Mayıs 1993 tarihinden tam 23 yıl
sonra yeniden faaliyet geçecek olan caminin açılış
törenine Başbakan Davutoğlu'nun yanı sıra Bosna
Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Bakir
İzetbegovic, Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Milorad
Dodik, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Bosna
Hersek İslam Birliği Başkanı Husein Kavazovic de
katılacak.

Osmanlı Devleti'nin Bosna Beylerbeyi Ferhat Paşa
tarafından 1579 yılında yaptırılan Ferhadiye Camisi,
ülkedeki en önemli miraslardan biri. Bosna'daki
savaşın devam ettiği 7 Mayıs 1993 tarihinde Sırplar
tarafından yıkılan cami, 2001 yılında Bosna Hersek
İslam Birliği tarafından yeniden inşa edilmeye
başladı. Kaynak yetersizliği nedeniyle duran
çalışmalar, TİKA'nın destekleriyle tamamlandı.
Bu arada, Ferhadiye Camisi'nin UNESCO Dünya
Mirası Listesi'ne adaylık süreci de devam ediyor.
Bosna'daki savaşta 614 cami, 218 mescit, 69
Kur'an kursu, 4 tekke, 37 türbe ve 405 farklı vakıf
eseri yıkılmıştı.
Akşam, 06.05.2016
|
AB KÜLTÜREL MİRAS ÖDÜLÜ DİYARBAKIR SURP GİRAGOS
ERMENİ KİLİSESİ'NE
AB Kültürel Miras Ödülü olarak kabul edilen
Europa Nostra, Diyarbakır Surp Giragos Ermeni
Kilisesi’ne verildi. Ödül töreninde konuşan AB
Türkiye Delegasyonu Başkan yardımcısı Andreea
Schmındt, Sur’da yaşananlardan duyduğu endişeyi dile
getirdi.
Avrupa Birliği (AB) Kültürel Miras Ödülü olarak
kabul edilen Europa Nostra, Diyarbakır Surp Giragos
Ermeni Kilisesi’ne verildi.
İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nde düzenlenen
törene Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı
Fırat Anlı, Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu
Başkan yardımcısı Andreea Schmındt, Diyarbakır Surp
Giragos Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Ergun Ayık
katıldı.
Törende çatışmalar nedeni ile tarihi dokunun
tahrip edilmesine tepki gösterildi.
“Kilise aslına uygun restore edildi”
Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) haberine göre,
törende ilk olarak konuşan Euroya Nostra Türkiye
Başkanı Prof.Dr. Nuran Zeren Gülersoy, Diyarbakır
Surp Giragos Ermeni Kilisesi’ne bu ödülün verilme
nedeninin toplumsal uzlaşıyı çok iyi temsil etmesi
ve kilisenin doğru bir şekilde restore edilmesi
olduğunu söyledi.
“AB Türkiye’deki çatışmalara şahit”
Gülersoy’un ardından konuşan Avrupa Birliği (AB)
Türkiye Delegasyonu Başkan yardımcısı Andreea
Schmındt, barışın ve kardeşliğin tesisi için kurulan
AB’nin bugün Türkiye’deki bu çatışmalara şahit
olduğunu belirterek, barışın ve eşit koşullarda
yaşamanın yan yana olduğu bir coğrafyada yaşamak
istediklerini dile getirdi.
“Sur’daki çatışmalardan dolayı üzgünüz”
Sur’daki çatışmalardan dolayı hem insanlar için
hem de tarihi doku için çok endişeli ve üzgün
olduklarını belirten Schmındt, Türkiye’nin AB
kriterlerini tamamlayıp bir AB ülkesi olmasını umut
ettiklerini belirtti.
Anlı: Ermenilere sahip çıkılsaydı diğer
katliamlar da gerçekleşmezdi
Schmındt’in ardından konuşan Diyarbakır
Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı da,
1895’de yok edilen Ermeniler’e sahip çıkılsaydı ne
1915’in ne de diğer katliamların
gerçekleşebileceğine dikkat çekti.
Anlı, Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin
yüzleşmenin en somut örneği olduğunu söyledi.
Anlı’nın konuşmasının ardından Diyarbakır Surp
Giragos Ermeni Kilisesi’nin restorasyonunu yapan
Yrd. Doç.Dr. Meral Halifeoğlu, restorasyona ilişkin
kısa bir sunum yaptı. Sunumun ardından Europa Nostra
ödülü, Euroya Nostra Türkiye Başkanı Prof.Dr. Nuran
Zeren Gülersoy tarafından restorasyon ekibine ve
Anlı’ya verildi.
İmc, 05.05.2016
|
ÇEŞME'DEKİ KAZIDA SANTORİNİ İZLERİ

Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeolojisi
Araştırma Merkezi (ANKÜSAM) çalışmaları bünyesinde,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi
adına yürütülen Bağlararası kazısının Başkanı
Prof.Dr. Vasıf Şahoğlu yaptığı açıklamada, 2001'de Çeşme
Arkeoloji Müzesi uzmanı Hüseyin Vural'ın evinin
karşısındaki temel çukuruna bakması ve içinden çok
sayıda seramik çıktığını fark etmesiyle başlayan
kazıların bölgenin en eski yerleşim yerini ortaya
çıkardığını anlattı.
Kalıntıları MÖ 2600'e
kadar tarihlenen alanın, MÖ 2000'de Anadolu'da
etkili olan Minos (Girit) kültürüne ilişkin
arkeolojik veriler sunan az sayıdaki merkezden biri
olduğunu söyleyen Şahoğlu, şunları anlattı:
"Bağlararası'nın diğerlerine göre farkı, arkeolojik
kalıntıların çok iyi korunmuş olması. Günümüzden 3
bin 700 yıl önceki sokakta yürüyebiliyorsunuz,
kapılarından evlere girebiliyorsunuz. MÖ 1660'lı
yıllarda bölgede meydana gelen depremde duvarı içine
yıkılmış bir ev bulduk. Bu şekilde günümüzden 3 bin
700 yıl önce mutfakta nelerin kullanıldığına ilişkin
dahi envanterimiz var. Bu çok iyi korunmuşluk
özelliği buraya çok büyük önem kazandırıyor."
"Kül tabakası zaman dilimini belirliyor"
Bölgenin Minos kültürüyle bağlantısından dolayı
"tarihte izi yakalanabilen en büyük doğa olayı"
olarak gösterilen Santorini patlamasına ilişkin
izlere ulaşmayı umduklarını dile getiren Şahoğlu,
şöyle devam etti:
"Patlama sırasında
gökyüzüne püsküren volkanik küller tüm bölgeye çöktü
ve pek çok kazıda bu çıkmaya başladı. Nerede
bulunursa bulunsun kül tabakası, spesifik zaman
dilimini belirtiyor. Bu da arkeolojik açıdan çok
önemli. Bunun dışında böyle bir çizgi yok, o külün
altında ne varsa patlama öncesi, üstündekiler de
patlama sonrası. Tarihleme ve karşılaştırma
açısından son derece önemli bir nokta."
Vasıf
Şahoğlu, 2012'de kazılarda volkanik kaynaklı kül
tabakasına ulaştıklarını belirterek, Viyana'daki
Atom Enstitüsündeki incelemede, numunenin volkanik
kül olduğunun kesinleştiğini ancak içinde
Santorini'den gelmesi mümkün olmayan büyüklükteki
cam parçaları bulunmasından dolayı Santorini'nin
külü olup olmadığının belirlenemediğini aktardı.
Yeni Şafak, 05.05.2016 |
ALAADDİN TEPESİ'NİN BETON ŞEMSİYESİ SÖKÜLÜYOR

Alaaddin Tepesi’nde yürütülen II. Kılıçarslan Köşkü
Arkeolojik Kazı Alanı ve Kentsel Tasarım projesi
kapsamında, köşkü koruyan beton şemsiye yıkılma
tehlikesi olduğu için kaldırılıyor.
Beton şemsiyenin kaldırılması çalışmalarını
yerinde inceleyen Konya Valisi Muammer Erol,
Büyükşehir Belediyesi ile Alaaddin Camii’nde
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü çalışmalar
sonucunda Alaeddin Tepesi’nde korunabilecek ne varsa
korunacağını ve ihya edileceğini ifade etti.
Kılıçarslan Köşkü’nü koruyan, tescilli olmayan
şemsiyenin yıprandığı için kaldırılacağını kaydeden
Vali Erol, Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek
ile çalışmalarda emeği geçen herkesi tebrik etti.
TARİH İHYA EDİLİYOR
Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek,
Alaeddin Tepesi’nde restorasyon, yenileme ve tarihin
ortaya çıkarılması çalışması yürütüldüğünü
belirterek, Kılıçaslan Köşkü’nün günümüze ulaşan
bölümünün ihya edilmesini ve iç kale surlarının
ortaya çıkarılarak halkın hizmetine açılmasını
amaçladıklarını söyledi.

Bunun uzun soluklu bir çalışma olduğunu dile
getiren Akyürek, “Çünkü burada Türk tarihi, Selçuklu
tarihi, Anadolu tarihi yatıyor. Çok dikkatli çalışma
gerekiyor. Yerleşim yeri olarak Alaeddin Tepesi
milattan öncesine kadar giden bir tarihe sahip.
Kazılarımızda bir takım bulgulara da rastlıyoruz.
Müzeler Müdürlüğümüz ile birlikte bunları da
muhafaza altına alıyoruz. Alaeddin Tepesi’nde çıkan
tarihi eserler, milattan önceye rastlayan doku
ileride sergilenecek” dedi.
DÜNYANIN HİZMETİNE AÇILACAK
Kılıçaslan Köşkü’nün üzerinde yıpranmış,
betonları yıkılma tehlikesi geçiren korumanın
kaldırılma çalışmasının başladığını kaydeden Tahir
Akyürek, “Bunu kaldırarak, burada yenileme ve koruma
çalışması ile birlikte bir bölümünün ihyası
çalışmasını yürütüyoruz. İnşallah birkaç yıl içinde
Alaeddin Tepesi bir arkeolojik park olarak;
camisiyle, saray kalıntısıyla, iç kale kalıntısıyla
sadece Konyalıların, Türkiye insanının değil,
meraklılarının, uluslararası camianın, arkeoloji
çevrelerinin ve dünya insanlarının da hizmetine
açılmış olacak” dedi.

Selçuklu belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay da,
tarihe tanıklık ettiklerini belirterek, beton
şemsiyenin kaldırılmasıyla saray kalıntısının tekrar
tüm ihtişamıyla ortaya çıkacağını dile
getirdi.konhaber
II. Kılıçarslan Köşkü Arkeolojik Kazı Alanı ve
Kentsel Tasarım projesi kapsamında, yıpranan beton
korumanın güvenli bir şekilde kaldırılmasının
ardından köşk kalıntısı koruma altına alınacak.
Tepedeki diğer çalışmalarla bütünlüğü sağlanarak
Alaeddin Tepesi’nin tamamı arkeolojik park olarak
halkın hizmetine açılacak.
Dünya Bülteni,
03.05.2016
|
1 - 7 Mayıs 2016
|
SURİYE KÜLTÜR BAKANI İSAM HALİL, TÜRKİYE'Yİ SURİYE'NİN TARİHİ ESERLERİNİ KAÇIRAN TERÖRİSTLERE YARDIM ETMEKLE SUÇLADI
Sputnik'e konuşan İsam Halil, "Türkiye, teröristlerin Türkiye-Suriye sınırı üzerinden Suriye'nin tarihi eserlerini taşımasına yardım ediyor" dedi.
"Terör örgütleri, tarihi eserleri yağmalıyorlar ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminin desteğiyle bunları karaborsada satıyorlar. Erdoğan yönetimi, teröristlere yardım, petrol kaçakçılığı ve tarihi eserlerin çalınması faaliyetlerine karışmış durumda" ifadelerini kullanan Halil, Suriye hükümetinin önlem aldığını ve eserlerin büyük bölümünü güvenli yere taşıdığını vurguladı.
Tarihi eserlerin tamamını korumayı başaramadıklarını kaydeden Halil, "Burada uluslararası toplumun sorumluluğu bulunuyor. BM'nin Suriye ve Irak'tan çalınan tarihi eserlerin ticaretini yasaklayan bir kararı var. Ancak buna rağmen Erdoğan yönetimi, teröristlere yardım etmeyi sürdürüyor" diye ekledi.
Sputnik, Haber: Mikhail Voskresenskiy, 05.05.2016 |
OSMAN HAMDİ'NİN
BAŞYAPITI SATILIYOR
Türk
müzecilik tarihinde ve resim sanatında önemli
izler bırakmış olan
Osman Hamdi
Bey’in ‘Yeşil
Cami Önü’ isimli tablosu 14 Mayıs
2016 tarihinde Antik A.Ş. müzayede evinde satışa
sunuluyor.
Osman Hamdi’nin,
Osmanlı mimarisinin süslemelerini ve ince
işçiliğindeki detaylarını 16 insan figürü ile
tuvalde betimlediği yağlıboya tablosu, 185 x 100
cm ebatları ile ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ adlı
tablosundan sonra bilinen en büyük Osman Hamdi
Bey eserlerinden biri. Sanat tarihçileri, müze
direktörleri ve sanat uzmanları tarafından
“başyapıt” olarak nitelendirilen
tablo, 10
milyon lira açılış fiyatı ile satışa sunulacak.
Türk resim
sanatının usta sanatçılarından Halil Paşa, Hoca
Ali Rıza,
Halife Abdülmecid, İbrahim Çallı, Naci
Kalmukoğlu, Şevket Dağ, Hikmet Onat ve Feyhaman
Duran’a ait tabloların da satışa sunulacağı
müzayedede ayrıca 8. yüzyılda Avrupa’da
yaygınlaşan Türk hayranlığının yansıtıldığı
Osmanlı kıyafetli figürlerin yer aldığı
porselenler, tepsiler, tablolar ve 19. yüzyıl
sanat eserleri ‘Turquerie’ özel bölümünde satışa
sunulacak. Antiş A.Ş.’nin 291. müzayedesi Turgay
Artam tarafından yönetilecek.
132 yıl saklı
kalmıştı
Ressamın, bugünkü adıyla
Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni kurduğu yıl olan
1882’de tamamladığı eser, 132 yıl gizli kalmış
2014’te eski Gebze Belediye Başkanı Mustafa Zeki
Bey koleksiyonundan çıkmıştı.
Hürriyet, 06.05.2016
|
BİR TARİH YOK OLDU
Son yıllarda birçok yapıda
restorasyon skandalı yaşandı. Son örnek Trabzon'da
camiye dönüştürülen Ayasofya Kilisesi oldu… Tescilli
eserin tavanındaki 800 yıllık fresklerin üstü
örtüldü, bir kısmı kırılarak yok edildi.
FATİH, KİLİSEYİ KORUMUŞTU
Ayasoyfa, Trabzon'da Kral I. Manuel tarafından
1250-1260 arasında manastır kilisesi olarak
yaptırıldı. Fatih Sultan Mehmet döneminde de kilise
olarak kullanılan yapı, 1964'ten sonra müze olarak
ziyarete açıldı. 2012'de Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
devredilen müzenin 2013 yılında da cami olarak
açılışı yapıldı. Tartışma da bu tarihten sonra
başladı.
Uzmanlara göre, Ayasofya Müzesi camiye
dönüştürüldükten sonra büyük bir değişim ve yıkım
yaşandı.

İSA'NIN SON AKŞAM YEMEĞİ
KAPATILDI
Duvarlardaki İsa'nın Son
Akşam Yemeği'ni, Adem ile Havva'nın Yaradılışı'nı
anlatan eserlerin üzeri örtülmüş ya da yok edilmiş
durumda.

BİLİRKİŞİ, CAMİDEKİ
ÇALIŞMAYI YERİNDE İNCELEDİ
Mimarlar Odası Trabzon
Şubesi, caminin rölöve projesinin iptali için Kültür
Bakanlığı'na karşı dava açtı. 4 Mayıs'ta bilirkişi
heyeti camide keşif yaptı. Proje, tarihi gerçeklere
uygun mu değil mi diye inceledi.
İŞTE UZMANLARIN TESPİTLERİ
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu'nun, camide
yapılanlarla ilgili tespitleri şöyle: “Müzenin
yerinde cemaati olmayan bir cami var. Müzenin
etrafına planı değiştirip tuvalet ve betonarme
yapılar inşa edilmiş durumda. Duvarların bazı
bölümleri yeşile boyanmış. Tavandaki fresklerin üstü
ahşap perde ile örtülmüş. Yerdeki mozaik, halı ile
saklanmış. Duvarlarda bulunan yüzlerce yıl
öncesinden günümüze ulaşan mozaik ve resimler tahrip
edilmiş. Kadınlar bölümünü ayırmak için tarihi
duvarlara perde asmak için çivi çakılmış.”

Sözcü, Haber:
Özlem Güvemli, 06.05.2016
|
TARİHİ SURLARA
ASFALT
İstanbul Arkeologlar Derneği,
tarihi
Yedikule surlarının koruma bandına
asfalt
döküp surlara zarar verdiği gerekçesiyle Fatih
Belediyesi’ni Koruma Kurulu’na şikayet etti.
İstanbul’da,
tarihi
Yedikule Bostanları’nın en eskisi olarak bilinen
ve 17. yüzyıldan kalan İsmail Paşa Bostanı 2013
yılında
Fatih Belediyesi
tarafından kaldırılmıştı. Bostanların
kaldırılması üzerine boş araziye dönen alana
geçtiğimiz hafta Fatih Belediyesi tarafından
kamyonlar dolusu mıcır döküldükten sonra,
Yedikule surlarının koruma bandına da
asfalt
yapıldı. Asfalt döküm çalışmasıyla ilgili Koruma
Kurulu’ndan izin alınmadığını savunan
Arkeologlar Derneği asfalt döküm işlemini Koruma
Kurulu’na şikayet etti. Gelen tepkiler üzerine
Sur bandına
asfalt dökme işlemi durduruldu. Surlar,
UNESCO
tarafından
Dünya
Kültür Mirası Listesi’ne alınmıştı. Dolayısıyla
buradaki her türlü uygulamanın Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu kararı ile yapılması gerekiyor.
2863 sayılı yasa gereği kuruldan izinsiz yapılan
müdahalelerde tarihi yapıların zarar görmesi
halinde
cumhuriyet
savcılığına suç duyurusu yapılıyor. Aynı yasanın
65. maddesi ise 2 yıldan 5 yıla kadar hapis
cezası öngörüyor.
Fatih Belediyesi:
‘Sadece iki kamyon
asfalt kırığı döküldü’
Sur dibinde
asfalt çalışması yürüten Fatih Belediyesi
konuyla ilgili açıklamasında, sur bandına 2
kamyon asfalt kırığı döküldüğünü belirterek
şunları söyledi: “Belediyemiz tarafından bölgede
iddia
edildiği gibi herhangi bir çalışma söz konusu
değildir. Sadece geçici olarak ve daha sonra
kaldırılmak üzere 2 kamyon asfalt kırığı
dökülmüştür. Daha sonra da bu malzeme
kaldırılmıştır. Söz konusu alan
son üç
yıldır aynı konumunu muhafaza etmektedir. Ayrıca
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nce, Anıtlar Kurulu’na
sunulmak üzere bostan fonksiyonunu da içeren bir
rekreasyon proje çalışması yapılmaktadır.”
Arkeologlar
Derneği: ‘Sur bandına asfalt dökülemez’
Sur koruma bandına asfalt dökme çalışmasıyla
ilgili Koruma Kurulu’ndan izin alınmadığını
söyleyen Arkeologlar Derneği İstanbul Şube
Başkanı Yiğit Ozar konuyla ilgili, “Sur koruma
bandı sınırları içerisinde Koruma Kurulu’ndan
izin alınmadan hiçbir çalışma yürütülemez. Bu
tarz gelişigüzel uygulamalar sur ve çevresindeki
tarihi dokuya zarar vereceği için asfalt döküm
çalışmasını Koruma Kurulu’na şikayet ettik. Öte
yandan Yedikule Bostanları’nın tescillenmesi
için İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu ile
İstanbul 2 Numaralı Yenileme Kurulu’na
başvurduk. Başvurumuz şu anda her iki kurul
tarafından değerlendiriliyor” dedi.
Hürriyet, Haber: İdris
Emen, 06.05.2016
|
EFSANE TÜNEL
BELGESEL OLDU
İzmirliler'in yıllardır dillerinden düşmeyen ve
Agora ile Kadifekale'yi birbirine bağlayan
efsane tünel, 2010 yılında Antik Smyrna Kazı Başkanı
Doç.Dr. Akın Ersoy ve ekibi tarafından Sakarya
Mahallesi'ndeki bir evin altında ortaya çıkarıldı.
Tünelin bulunması büyük bir heyacan yarattı, yankı
uyandırdı.
Konak Belediyesi tarafından
satın alınan bu ev onarıldı, bir bölümü Kent Tarihi
Birimi olarak kullanılmaya başlandı. Eve, tünelin
içinde bulunan ve doğurganlığı arttırdığı,
kadınların sütünü bollaştırdığına inanılan,
"Sütveren Anne" denilen çeşme nedeniyle "Sütveren
Meryem Ana Dua Evi" adı verildi.
Konak Beledeyesi
tarafından ziyarete açılan Süt Veren Meryem Ana Dua
Evi'nde zamanzaman ayinler de düzenlendi. Tünelin
tüm dünyada tanınması ve turizme katkı sağlaması
için, Belediye'nin internet sayfasında yayılanmak
üzere belgeseli çekildi. Belgeselle, tüneli ve evi
daha fazla kişinin ziyaret etmesi amaçlandı.
Tünelin görüntülerine,
2103 yılında Tahsin İşbilen tarafından çekilen
'Basmane'de bir gün' adlı belgesel filmde de yer
almıştı. İzmir'in su yolları yazarı İlhan Pınar ve
kent tarihi yazarlarından Orhan Beşikçi bu çekimlere
katkı koydu.
Gazete Yenigün, 05.05.2016
|
NADİDE TESPİHLER
MÜZAYEDEDE SATILACAK
Pera Mezat tarafından 8 Mayıs’ta İstanbul’da
düzenlenecek müzayedede, Osmanlı ve modern zaman
ustalarının, yılan ağacı, gergedan, mamut, fil,
balina dişi, koç boynuzu gibi malzemelerden yaptığı
254 nadide tespih satışa sunulacak.
Müzayedede fil dişi üzerine
Esma-ül Hüsna’nın işlendiği tespih 3 bin 500, böcek
fosilli kehribar tespih ise 750 lira başlangıç
fiyatı ile satışa çıkarıldı.
Pera Mezat Müzayedecilik
Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Gacıroğlu, sadece
tespih üzerine yapılacak müzayedede 254 parçanın
satışa sunulacağını söyledi.
Gacıroğlu, müzayedede
Abdullah Öner, Nakkaş Ahmet Geloğlu, Bedri Aslantaş,
Eymen Gürtan, Feyzullah Kalaycı, Gürkan Sunay, Günay
Ocakbaşı, Hüseyin Çelik, Lokman Karadağ, Mustafa
Karabacak (Asker), Şevket Canpolat, Vural Acar,
Volkan Acar, Zekai Şenyurt gibi ustaların kehribar,
fil dişi, yılan ağacı, granadil ağacı, pelesenk,
mors dişi, bağa, oltu taşı, azobe ağacı, balina
dişi, koç boynuzu, suaygırı dişi, mamut dişi, bufalo
boynuzu ve doğal taşlardan yaptıkları tespihlerin
koleksiyonerlerin ilgisine sunulacağını anlattı.
Gacıroğlu, “Türkiye’de ilk
defa tespih üzerine bir müzayede düzenliyoruz”
dedi. Pera Mezat’ın internet sitesinden de takip
edilecek müzayede, 8 Mayıs’ta bir
otelde gerçekleştirilecek.
Habertürk, 05.05.2016
|
IŞİD'İN YIKTIĞI O
KENTTE TERÖRE İNAT KONSER
Rusya'nın ünlü Mariinsky Tiyatrosu orkestrası,
Rus hava yardımlarının da desteğiyle
IŞİD'in
elinden bir ay önce alınan
Palmira'daki
amfi tiyatroda klasik müzik konseri verdi.
Kremlin'den yapılan
açıklamada
Suriye
ordusu ve Suriye'de savaşan Rus askerlere
desteği göstermek için bunun çok iyi bir
yol olduğu
belirtildi.
Kremlin sözcüsü Dmitry
Peskov,
Moskova'da
konserden önce gazetecilere yaptığı açıklamada,
"Kültür ustaları teröristlerle savaşanların
yanında durarak desteklerini gösteriyorlar. Bu
en büyük takdiri hak ediyor" dedi.

Palmira'nın
amfi tiyatrosunda
bugün
saat 17:00'de
yapılan konsere "Palmira için
dua ile.
Müzik antik
duvarları yeniden ayağa kaldırıyor" ismi verildi.
IŞİD, antik
kenti elinde tuttuğu dönemde amfi tiyatroyu toplu
infazlar için kullanıyordu.
Teröristlerin bir kısmını
yok ettiği Palmira,
UNESCO
dünya mirasları
arasında bulunuyor.
Hürriyet, 05.05.2016
|
TAŞKÖPRÜ'NÜN SONU
Kocaeli Körfez İlçesi'ne
bağlı Kutluca Köyü ile Cumaköy arasında,
Konstantinopolis (İstanbul) ve Nicomedia’yı (İzmit)
birbirine bağlayan antik yol üstündeki Roma dönemi
köprü, köylüler tarafından Taşköprü diye anılıyor.
Köprü iki yıl önce sağlam haldeydi ve kamyonlarca
kullanılıyordu.

Taşköprü, birkaç ay önce
restorasyona alındı. Ancak pek çok yerde
karşılaşılan restorasyon facialarının bir örneği de
burada yaşandı. Köprünün bir kısmı onarılamaz
şekilde yıkılarak özgünlüğünü yitirdi. Fotoğraflarda
Taşköprü’nün eski sağlam hali ve restorasyon
sonrasında tahrip olmuş hali görülüyor.


Magma Dergisi, 04.05.2016 |
TARİHİ KÖŞKTE MANGAL KEYFİ
Çankaya'daki tarihi
Renda Köşkü, inanılmaz görüntülere sahne
oldu. Koruma altındaki tarihi binanın
görevlisinin köşkün pencere pervazına kurduğu
mangal, objektifimize yansıdı.
Bina görevlisi,
yağışlı havada pencere pervazına yerleştirdiği
mangalı, kağıt ve odunlarla tutuşturdu; ateşin
üzerine koyduğu kömürleri yelpaze sallayarak
yaktı. Etrafa sıçrayan kıvılcımlara aldırış
etmeyen görevli mangal keyfini misafirleriyle
sürdürdü. Olaya tepki gösteren çevre sakinleri,
“Daha önce de
zaman zaman dumanlar çıkıyordu ama
göremiyorduk. Şimdi
hava yağışlı olduğu için balkonun
penceresinde mangal yaptılar” dedi.
RENDA KÖŞKÜ
Ankara'da 1920’li yıllarda yapılan Renda
Köşkü, saçak altı, çatı penceresindeki kemerler,
payandaların taşıdığı balkonuyla erken
Cumhuriyet dönemi modernizmine örnek bir
bina olarak biliniyor. Dönemin bürokratlarından
Sait Bektimur’un yaptırdığı köşk, şu anda
Kızılay’ın mülkiyetinde.

Hürriyet, Haber:
Nurettin Kurt, 04.05.2016
|
TARİHİ YEDİKULE BOSTANLARI ŞANTİYEYE DÖNÜŞÜYOR
500 yıldır tarım toprakları olarak
kullanılan Tarihi Yedikule Bostanları’nda yapılmak
istenen projelere çevreciler karşı çıkıyor. Yedikule
Kapı ile Belgrad Kapı arasında kalan bölüme mıcır
dökülmesine tepki gösteren bölge sakinleri, yeşil
alanların inşaat alanına dönüştürülmesine izin
vermeyeceklerini belirtti.
Bostan alanlarına mıcır dökülmesine tepki gösteren Yedikule sakinlerine
siyasilerde destek verdi. Cumhuriyet Halk Partisi
(CHP) Mersin Milletvekili Gülay Yedekçi, mıcırların
döküldüğü yeşil alanda mahalleli ile bir araya
geldi. Buranın bin 500 yıldır tarım toprakları
olduğunu söyleyen Yedekçi, Yedikule Bostanları ile
ilgili 2013’te biri imara açık, biri kısmen imara
açık ve biri de hiç imarı olmayan üç ayrı proje
olduğunu dile getirdi. Yeşil alanların ranta kurban
gitmemesi gerektiğini belirten Yedekçi şunları
söyledi: “Şu anda burada bir inşaat faaliyeti
başladı. Buraya bir taş deposu yapılacağı, ve
çeşitli inşaat makinelerinin konulacağı söylendi.
Burada daha önce bir moloz dökülmüştü. O molozların
dökülüyor olması zaten bostanlara ciddi zarar
vermiş. Biz o molozların bir an önce kaldırılarak
gerçek toprağım bulunması ve tarım faaliyetlerin
devam etmesini istiyoruz. Burada bu alanların
güvenli bölge haline getirilmesi, aydınlatılması,
temizlenmesi bostan ve tarım faaliyetlerinin deva
etmesi gerektiğini düşünüyoruz.”

Yedikule sakinlerinden Rıza Güce ise “İşte
gördüğünüz gibi yem yeşil yerlere moloz dökmüşler.
Biz burada, marul, domates patlıcan, biçer fasulye
ve mısır gibi ürünler yetiştiriyorduk.” ifadelerini
kullandı.
Yedikule Bostancıları Derneği’nden bir vatandaş
da “Bahçelerimizi geri istiyoruz. Burası bahçeydi.
Daha önceki hali daha güzeldi. Şimdiki haline
görüyorsunuz. Buraya şantiye geliyor. Şantiyenin
burada duracağına bahçeler yeninde yerinde yeşersin.
Çocuklar yeşillik görsün. Öğrenciler domates biberi
tanısın.” şeklinde konuştu.
Sözcü, 03.05.2016
|
ELAZIĞ'DA 2 BİN 700 YILLIK RÖLYEF TESADÜFEN BULUNDU

Elazığ’ın Harput Mahallesi’nde 2 bin 700 yıllık
olduğu tahmin edilen tarihi rölyef bulundu. Tarihi
eserin bulunduğu yerden çıkarılması sırasında bir
görevlinin eserin üzerine çıktığı görüldü.

Elazığ’ın tarihi Harput Mahallesi’nde bulunan Nevruz
Ormanları alanında Orman İşletme Müdürlüğü’ne bağlı
ekipler, ağaçlandırma çalışmaları sırasında bir taş
buldu. İşçiler, taşın üzerindeki resimler
bulunduğunu görünce Müze Müdürlüğü yetkililerine
haber verdi. Jandarma tarafından çevre güvenliği
alınmasının ardından Müze Müdürlüğü ekipleri ile
Fırat Üniversitesi’nden öğretim görevlileri
incelemelerde bulundu.
Fırat Üniversitesi İnsani
ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkan
Yardımcısı Prof.Dr. Yüksel Arslantaş, bulunan
tarihi eserin, yöre açısından büyük öneme sahip
olduğunu belirterek şöyle dedi:

"Çıkan eser, müzeye götürüldükten sonra orada
restoratörler çalışacak. Sonra üzerinde bilimsel
çalışmalar yapılacak. Yöre tarihine ciddi katkılar
sunacağını düşünüyoruz. Şu anda bu eser hakkında
konuşmak için biraz erken. Ama eski çağlara ait
olduğu kesin. Bu eserin bulunması tamamen tesadüf.
Orman aracının çalışması esnasında bulunmuş bir şey.
Tabi kenarında mezar sandukası kırıkları falan da
çıktı. Burası Harput’un eski yerleşim yeri olarak
kullanıldığı için, buranın tamamının da belki ciddi
anlamda araştırılıp, ileride SİT alanı olarak koruma
altına alınması icap edecektir. Ama ilk olarak çıkan
bu eserin buradan müzeye götürülmesi ve koruma
altına alınması ve araştırmacıların üzerinde
yeterince çalışması gerekiyor."
TARİHİ ESER AYAKLAR ALTINDA
2 bin 700 yıllık olduğu tahmin edilen rölyefin
çıkarma çalışmaları sırasında bir görevli,
rölyefin üzerine çıktığı görüldü. Bir kenarının
da kırıldığı görülen rölyef, uzman ekipler
tarafından itinalı bir çalışma ile Müze
Müdürlüğü’ne götürüldü. Rölyefin tam olarak
hangi döneme ait olduğu ve rölyef üzerindeki
figürlerin de ne anlama geldiği araştırılacak.
 
 
 
Milliyet, 03.05.2016 |
230 MİLYON YILLIK KEŞİF
İspanya'nın doğusundaki Barcelona
kentinin Olesa de Montserrat bölgesinde,
230 milyon yıl önce yaşadığı tespit
edilen bir sürüngenin ayak izi fosilinin
bulunduğu bildirildi.
Katalonya
özerk yönetiminden verilen bilgilerde, Olesa
de Montserrat Belediyesi'nin bulunan 230
milyon yıllık sürüngen ayak izini fosilini,
22 Nisan tarihinde Kültür Dairesi
Paleontolojik ve Arkeolojik Hizmetler
ofisine resmen teslim ettiği açıklandı. Söz
konusu ayak izi fosilinin,
İspanya'da bu zamana kadar bulunan
sürüngen fosilleri arasında kendini en iyi
şekilde muhafaza etmiş olanı olduğu
belirtildi.
Trias devrine
ait olan sürüngen ayak izi fosilinin, hisan
ayı başlarında Olesa çevresinde bilimsel
amaçlı gezi yapan bir kişi tarafından
bulunduğu kaydedildi. Paleontologlar
tarafından yapılan ilk analizlere göre
bulunan ayak izi fosilinin bilimsel olarak
"icnoespecie Isochirotherium" diye
adlandırılan, dinazor ve timsahların atası
olan sürüngenlere ait olduğu ifade edildi.
Uzmanlar, ayak izi fosilinin "mükemmel
koşullarda olduğunu, üzerindeki pençe ve
deri detaylarının belirginliğini koruduğunu"
söyledi.
Olesa de
Montserrat'ın yaklaşık 3 kilometre uzağında
birkaç yıl önce benzer fosiller bulunduğu
hatırlatılırken, bu fosillere İberya
yarımadasının sadece bu bölgesinde
rastlanıldığına dikkat çekildi.
Hürriyet, 02.05.2016
|
"İSTANBUL'UN YARISI BENİM"
Ruznameci İbrahim Ağa’nın torunu olduğunu
söyleyen 80 yaşındaki Selahattin Çalışır “3’üncü
Havalimanı’nın yeri benim” diyerek dava açmaya
hazırlanıyor.
İstanbul’un yarısının kendisinin olduğunu
iddia eden Çalışır, 60 yıldır dava üstüne
dava açıyor.
Yeni Yüzyıl'ın
haberine göre Selahattin Çalışır, dedesinin
dedesinden kaldığını
iddia ettiği arazilerin peşinde. İddiasına
göre
İstanbul Kasımpaşa, Aynalıkavak Kasrı, Haliç
Tersanesi ve Boğaz kıyıları,
Üsküdar hep O’nun! Çalışır, “Karadeniz
kıyılarından Kilyos’tan başlayıp Bulgaristan’ın
içlerine kadar uzanan topraklar da dedemin. Şu
anda 3. Havallimanı benim arazim üzerine
yapılıyor” dedi.
RUZNAMECİ DEDE İDDİASI
Osmanlı’da
hazineye girip çıkan eşya ya da paraların günü
gününe işlediği deftere Ruzname, defter kaydını
tutana da Ruznameci denirdi. Selahattin Çalışır
ise Ruznameci İbrahim Efendi’nin torununun
torunu olduğunu savunuyor.
Sultan Abdülmecit
ve Abdülhamit dönemlerinde yaşayan Ruznameci
İbrahim Efendi üçü
kız, üçü erkek olmak üzere altı
çocuk sahibiydi. Vefat ettikten sonra
çocuklarının yararlanması için mülhak
vakıf kurdu. Ömrünün
son dönemlerinde
Giresun’un Çamoluk
İlçesi'ne ailesi ile
birlikte yerleşen Ruznameci İbrahim Efendi,
Giresun’da öldü. Çocukları da babaları öldükten
sonra Giresun’da yaşamaya devam etti.
Ancak
Selahattin Çalışır, Erzincanlı… “Bu nasıl
oluyor?” diye sorunca; “Bizim ailenin iki kolu
var. Giresun’da da var Erzincan’da da.
Ben 1954 yılında
İstanbul’a geldim. Kasımpaşa’da dedemin
arazilerini bir şekilde buldum ama baktım
üzerinde donanma var, hastane var. O
zaman hadi dedim devlet malı. Ama sonradan
başka yerlerde de arazilerim çıktı. O zaman
davalar açmaya başladım” diye anlatıyor.
Elindeki Osmanlıca yazılı belgeleri gösteren
Çalışır’ın dava dosyaları artıkça, artıyor.
Çünkü arazileri sürekli genişliyor, şimdi de
3’üncü Havalimanı sahasına kafayı takmış
durumda. “O araziler de dedemden kaldı, ama bir
araştırma bile yapmadılar. Dedemin kurduğu
vakfın malına el koymak için vakti zamanında
yüzlerce sahte vakıf kurmuşlar. İstedikleri gibi
bina yapıyorlar” diye konuşuyor.
DAVALAR
REDDEDİLİYOR
Açılan davaların
çoğu reddedilmiş ama Çalışır, kararlı. Tapu
dairelerinden, adliye koridorlarını adımlamaktan
vazgeçmeye niyeti yok. İddiasına göre Silivri
Cezaevi arazisi bile ağanın malı. Hatta Boğaz’da
konaklar. Selahattin Çalışır 3 çocuk sahibi
çiçekçilikten taksiciliğe kadar pek çok işi
yapmış bir ticaret erbabı. “Benim malıma
dünya şaşar. Koç gibi adam olurdum bu
mallarla” diye hayıflanıyor.
Hürriyet,
02.05.2016
|
HARRAN'DA 900 YILLIK ŞADIRVAN İZLERİ
Dünyanın en eski yerleşim yerleri arasında yer alan
Harran Örenyeri'nde, bu yılki kazılarda 900
yıl önce yapıldığı tahmin edilen şadırvan
ve ticarethane odaları tespit edildi.
Milattan önce 6 binli
yıllarda Moğolların saldırısına kadar, kesintisiz
yerleşim yeri olma özelliğine sahip olan ve bir
dönem Asur ve Emeviler'e başkentlik yapan Harran
Örenyeri'ndeki kazılar sürüyor.
Dört bir yanı tarihi
kalıntılarla çevrili Harran'da kazılar sayesinde
tarih gün yüzüne çıkarılıyor. Kazı başkanı Prof.Dr. Mehmet Önal, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarına
mart ayında başladıklarını söyledi.
Bu yıl yapılan kazı
çalışmalarında geçen yılki çalışmalar sırasında
izlerine rastlanan ve bu yıl bir kısmı gün yüzüne
çıkarılan hamama bağlı olarak şadırvan ve su
kanalları bulduklarını aktaran Önal, ortaya çıkan
her bulgunun Ulu Cami külliyesiyle bağlantılı
olduğunu ifade etti.
Harran Ulu Cami'nin
doğusunda, geçen yıl kısmen meydana çıkarılan
külliye ile bağlantılı bir şadırvana rastladıklarını
anlatan Önal, "Bu şadırvanın zemininin mermer döşeli
olduğunu gördük ve bu alanda çalışmalarımız devam
etmektedir. Hamamın kuzey bitişiğinde ise ticaretle
ilgili odalar rastladık. Orada da kültür katında
çalışmalarımız devam etmektedir. Ayrıca yine geçen
yıl meydana çıkardığımız hamamın bir kısmı
talebelere ayrılmıştı, hücre hücre onların yıkanması
için." diye konuştu.
Önal, ticaret
odalarındaki seramik ve cam buluntuların yoğun
olduğunu belirterek, kazı çalışmaların Ulu Cami’nin
kuzeyine doğru yoğunlaştığını, bu yıl Harran’ın 4
okulundan birisini de gün ışığına çıkaracaklarını
ifade etti.
Anadolu Ajansı, Haber ve Fotoğraf:
Mehmet Ali Parlak, 02.05.2016
|
KONYA'DA BULUNMUŞTU, ÜZERİNDE NE YAZDIĞI ORTAYA
ÇIKTI
Konya'nın 2 bin
yıllık geçmişe sahip kaya oyma Lukuyanus Anıtı'ndaki
kitabede, at yarışlarının yazılı kuralları olduğu
ortaya çıktı.
Beyşehir İlçesi'nin 18 kilometre doğusundaki
Fasıllar Mahallesi, içinde barındırdığı tarihi
ve kültürel özellikleriyle dikkati çekiyor.
Tarihi Hitit Misthia kentinin üzerinde kurulu
mahallede; Hitit,
Bizans ve
Roma döneminden kalma çok sayıda anıt ve
harabe bulunuyor. Bir dönem Hititlerin en
önemli merkezi olduğu bilinen mahalledeki en
meşhur eser, 3 bin 200 yıl öncesine ait olduğu
sanılan "Bereket Tanrısı" adıyla bilinen 72 ton
ağırlığındaki Fasıllar Anıtı olarak ifade
ediliyor.

"Kurtbeşiği Anıtı" olarak da bilinen bu
anıtın 100 metre kuzeyinde, yerden 10 metre
kadar yüksekteki tepecikte, kaya üzerine oyulmuş
at kabartması bulunuyor. Kaynaklarda "Lukuyanus
Anıtı" olarak bilinen bu yapının, Roma-pagan
döneminde yapıldığı biliniyor.
Selçuk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr.
HASAN Bahar, yaptığı açıklamada, anıtın
Romalı at binicisi Lukuyanus isimli gencin erken
yaşta ölümü üzerine yapıldığını söyledi.

Yörede "Atkaya" ismiyle bilinen anıtın
çevresinde at yarışlarının düzenlediğini anlatan
Bahar, "Burası bir hipodrom. Bu anıt, Lukuyanus
adlı Romalı biniciye ait. Bu kişi yarışçıdır. Bu
yapıdan da burada at yarışlarının yapıldığını ve
at yetiştirildiğini anlıyoruz. Hititler anıtları
çevredeki kutsal olduğuna inandıkları dağlar
için yapıyordu. Roma döneminde de at yarışları
belki bu dağları kutsamak için yapılıyordu."
diye konuştu.
Milliyet, 02.05.2016
|
MERYEM ANA'NIN DA ÇİLESİ BİTMİYOR!
İzmir’in Selçuk İlçesi'nde, Hristıyanlarca kutsal kabul edilen Hz.Meryem Ana Evi’nin bulunduğu Bülbül Dağı’na teleferik yapımı tepki topladı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın bölgeyi orman alanı kapsamından çıkarıp tabiat parkı olarak ilan etmesinin ardından, Bülbül Dağı'na yapılması planlanan teleferik ve çeşitli sosyal tesisler, alanın doğal yapısını bozacağı gerekçesiyle Hz Meryem Ana Derneği tarafından endişeyle karşılandı. Hz Meryem Ana Derneği, hazırladığı bildiride endişelerini şu şekilde paylaştı:
"Hz. Meryem Ana Derneği, İzmir; 28.04.2016
Konu; İzmir Selçuk Hz. Meryemana Evi°nin bulunduğu Bülbül Dağı tabii güzelliğini ve
mistik havasım bozacak, inanç merkezi olgusuna zarar verecek Orman ve Su İşleri Bakanlığı
uygulamaları ve Teleferik yapılmasına dair ihaleyle ilgili bilgi ve düşüncelerimizin paylaşılması,
itirazlarımızın aktanlması hakkındadır.
Tarihçilerin birçoğu Hz. İsa“nın annesi Hz. Meryem Ana°nın Aziz Yuhana (Saint Jean) ile
birlikte Efes’e geldiği ve Efes yakınlannda hayatının önemli bir dönemini sürdürdüğü
gerçeğinden bahsederler. Uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda din adamlan, İzmir episkoposu, tarihçiler, Arkeologlar, halkın geleneklerini ve öykülerini de aktarımından destek alarak, 1892 de buranın Hz. Meryemin yaşadığı ev olduğunu dünyaya duyururlar.
Bu duyuıudan soma tüm inananlarca bu alana sahip çıkılmış, burası bir İbadethane halini almış,
1967 yılında papa VI. Paul, 1979 yılında papa II. Jean Paul, 2006 yılında Papa Benedict XVI
ziyareti ve kutsaması ile hac yeri olarak tescil edilmiş olup, burası her yıl özellikle 15 Ağustos
tarihinde yapılan kutlamalara Dünyanın her yanından katılım olmuş ve İnananlarca 365 gün
ziyaret edilen ve aynı zamanda içinde daimi olarak Rahip ve Rahibelerin yaşadığı düzenli şekilde
Ayirılerin yapıldığı bir Kilise olarakta varlığım sürdürmektedir.
Hz. Meryemana Evi “nin bulunduğu Bülbül dağı ve çevresi, dünyada tek ve muadili olmayan
günümüze korunarak gelebilen bir alandır. Bu dağ Hz. Meryem ile bütünleşen bir simge olmuştur.
İnananların 2000 yıldır Hz. Meryem' in yaşadığı yerde bulunmak, onun güzüyle doğayı,
güzellikleri görmek, o ortamda ibadetlerini yapabilmek için burayı ziyaret ettikleri bir gerçektir.
Nitekim UNESCO dünya miras listesine uluslararası önem taşıyan inançlar, yaşayan gelenekler ve olaylarla ilgisi olması nedeni ile Hz. Meryem Ana Evini dünya miras listesine de dahil etmiştir.
Derneğimiz bu mukaddes alanının daimi olarak ziyarete açık tutulması, ibadet etmek isteyenlerin
dua edebilmesi ve tabii güzelliğin bir arada olduğu bu alanın sevgi barış ve huzur içinde
yaşatılması için yıllardır çalışmalarını sürdürmektedir.
UNESCO dünya mirası eserler manzumesine eklenen Hz. Meryem Ana Evinin, Bülbül dağı
yamaçlannda mukaddes ve mistik duygulann korunarak tabii güzellikle birlikte, insanlığa sevgiyi,
şe?‹ati huzıuu bulmak isteyenlere en büyük hizmeti sunacağından şüphemiz yoktur.
ANCAK;
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, daha önceden orman alanı ilan ettiği bu alanı şimdi tabiat parkı
olarak ilan etmiş ve bülbül dağında tabiatla bütünleşen bu mistik ortamın bir anda maddi ve
ekonomik çıkarlara teslim edilecek bir yer gibi görülüp, ilave olarak teleferik yapılmasını
planlamıştır.
Nitekim 18 Nisan 2016 tarihinde Bakanlıkça bu doğal tabiat harikası alanın tam ortasına
teleferik yapıhnası ile ilgili ihale gerçekleştirilmiştir.
Anılan teleferiğin kendisi ve teleferiğin varış noktasında dükkânlar, kafeterya, butik oteller ve gezi
alanlarımn inşa edihnesinin buradaki tabii güzelliğe zarar vereceği açık olduğu gibi, bu mukaddes alanın hemen yanında yer almaları kabul edilemez ve bu alanla bağdaşamaz bir durumdur.
Biz bu alanın yukarıda anlattığımız nedenlerle korunması ve nesilden nesile
aktarıhnası tüm insanlığın bu güzelliği yaşaması için çaba gösteren Hz. Meryem
Ana Evi derneği olarak Bakanlıkça yapılan bu planlamayı ve özellikle ticari
kaygılarla teknolojinin tabiata ve inanç merkezine vereceği zararı
kabullenemiyoruz!!!
• Başta yapılan ihale olmak uzere yanlış planlamaya itiraz ediyoruz.
• Yapılan plan ve uygulamaların, inanç turizme yarar değil, zarar getireceğine
inanıyoruz.
• Yapılan bu işlemin tabiata ve yaşayan ?oraya, tüm canlılara zarar vereceğini
ve uyumsuzluk yaratacağını düşünüyoruz.
• Yapılan bu işlemin UNESCO tarafından tepki alacağına yıllar içinde
kazanılmış birikimin ters döneceğini düşünüyoruz.
• Yapılan bu işlemin Hz. Meryem Ana'nın tanıtımına olumlu değil, olumsuz
katkı getireceğine, tüm dünyada inanalar ve tanıyanlar tarafından üzüntüyle
karşılanacağını düşünüyoruz.
Bu mukaddes ve tabiat harikası alanın tüm tarih ve turizm kayıtlarında yer aldığı gibi
huzuru, sevgiyi, barışı ve tabii güzelliği ifade eden bir alan olarak kalması için, Orman ve Su
İşleri Bakanlığı'nm yaptığı planlamaya ve 18.04.2016 tarihinde gerçekleştirdiği ihaleye
itirazlanmızı arz ediyoruz, bu üzüntülü durumu yazımızın ulaştığı tüm kurum ve
kuruluşlarm bilgisine sunuyoruz.
Saygılarımızla"
|
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ İÇİN YENİ PROJE
ABD ve Çin’de ofisleri bulunan Adrian Smith&Gordon
Gill Architecture’un Atatürk Kültür Merkezi (AKM)
için hazırladığı projenin WAN Ödülleri’nde birinci
olmasıyla başlayan “Yeni AKM böyle mi olacak?”
tartışmalarına bir yenisi daha eklendi. ABD’li
mimarlık firması Perkins Will de İstanbul’daki AKM
binası için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bir proje
sundu.
Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun Kültürel Kalkınma Eylem Planı’nı
açıklamasından sonra yeniden tartışılmaya başlanan
İstanbul’daki AKM için tasarlanan yeni projenin
detaylarına HABERTÜRK ulaştı. Projede 2 bin kişilik
büyük bir tiyatro ve opera salonu, 800 kişilik
tiyatro salonu, sinema salonları yer alacak. Binanın
en üstünde kafeterya- restoran, teras bahçeleri,
fuayeler olacak. En alt katta ise otopark bulunacak.
Projenin firma tarafından Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na sunulduğu ancak bakanlığın, AKM ile
ilgili ne yapılacağına henüz karar verilmediği için
projeyi incelemeye aldığı öğrenildi.

‘İSTANBUL’UN
İHTİYACI’
Başbakan Ahmet
Davutoğlu da önceki hafta AKM’nin restorasyonu ile
ilgili olarak “AKM hem statik hem de hukuki sorunlar
yaşanan bir konu. Oraya İstanbul’un ihtiyacı olan
büyük bir sanat merkezi yapılmasını konuşmak
durumundayız” demişti. Kültür ve Turizm Bakanı Mahir
Ünal ise “Bu konuda bir fikri olan var ise dinlemeye
her zaman açığım” diye konuştu.
TARTIŞMALAR
YAŞANDI
Adrian Smith&Gordon
Gill Architecture’un AKM için hazırladığı ve World
Architecture News’in düzenlediği WAN Ödülleri’nde
birinci olan proje, sosyal medyada “Yeni AKM böyle
mi olacak?” tartışmalarına neden olmuştu. World
Architecture News’in internet sitesinde yer alan
haberde, söz konusu projenin 6 eser arasından
birinci seçildiği belirtilmişti. Taksim Meydanı’nda
projelendirilen çalışma içerisinde konser, opera,
sergi alanları ve amfi tiyatronun yer almasının
planlandığı kaydedildi.

8 YILDIR
KAPALIYDI
AKM, 2008’de
restorasyon yapılmak üzere kapatıldı. Renovasyon
işini alan Taca İnşaat’ın yönetim kurulu başkanı
Tayyar Akkurt, “Güçlendirme yapılamayacak kadar
çürük bir binayla karşılaştık. Ya yıkılıp yeniden
yapılmalı ya başka yol bulunmalı” demişti.
Habertürk, Haber: Aykut Yılmaz, 02.05.2016
|
YENİ BULUNAN LATİFELİ MOZAİK NEYİ GÖSTERİYOR?
Antakya’da nereyi kazsanız muhteşem mozaikli
villalar çıkacak gibi görünüyor. Mitolojiden
örnekler yanında bu son çıkan iskeletli mozaik gibi
sokak latifelerini içerenler de var ama hepsinin
ortak noktası, pahalı ücret alan sanatkarlara
yaptırılması, kullanılan renkler ve malzemenin
canlılığı.
Antiochia, Ortadoğu’nun en eski kentlerinden
biri, bereketli bir bölgenin, ticaret yollarının ve
orduların sefer yollarının kesiştiği nokta.
İskender’in fetihlerinden sonraki Hellenistik
dönemde, General Antiochos’un adıyla anıldı.
Roma’nın özgün bir eyaletiydi. Çok zengindi,
zenginleri bölgenin senatoryal sınıfını oluşturdu,
ayrıca eski generaller ve tüccarlardan oluşan bir
tüketici sınıf vardı.
Şu anda Antakya’nın sanayi çarşısındaki
dükkanlardan başlayıp Habib-i Neccar Dağı’na, Saint
Paul Kilisesi’ne doğru uzanan geniş alanda nereyi
kazsanız muhteşem mozaikli villalar çıkacak gibi
görünüyor. Nitekim yol boyu çıkan villalar, mesela
yeni yapılmakta olan Hilton Oteli zemini, onun yanı
başındaki arazide çıkan son mozaik sadece bir örnek.
Galiba ilkçağda bu kadar zengin mozaik birikimi olan
başka bir şehir yok. İmparatorluğun başkenti Roma’da
ve Asya eyaletinin metropolü Efesos’ta bile daha
sınırlı sayıda villa ve mozaik döşeme var; yeni
zenginin gösterişi de muhteşem oluyor.
Mitolojiden örnekler yanında bu son çıkan
iskeletli mozaik gibi sokak latifelerini içerenler
de var, ama hepsinin ortak noktası, pahalı ücret
alan sanatkarlara yaptırılması, kullanılan renkler
ve malzemenin canlılığı. Benzer güzelliklere
Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa’daki yeni
buluntularda rastlanıyor. Çok açık ki Roma’nın
bitirdiği barış (Pax-Romana) Anadolu’ya bereket ve
zenginlik getirdi. Halil İnalcık hocamızın bir
analizini unutmayalım: “Anadolu, Roma’da,
Selçuklu’da ve son 50 senede zenginlik gördü” der.
İLBER HOCA ÖNERİYOR: MOZAİK YOLU
TERTİPLENMELİ
Bu dört şehirde folkloru, mutfakları ve diğer
arkeolojik buluntular ve eserleriyle bir mozaik yolu
tertiplemek Anadolu medeniyetinin tarihi serencamını
geniş kitlelere gösterebilmek için gerekli. O
nedenle ONE Derneği (Ortak Nesiller Entegrasyonu) bu
bölgenin tanıtımını da üstlendi. Ama tabii bölgedeki
arkeologların ve müze müdürlerinin gayreti ve
bulguları her şeyin önünde geliyor.
Hürriyet,
Yazı: İlber Ortaylı, 02.05.2016
|
İKİ BİN YILLIK ROMA AMBARI ÜZERİNDE YÜKSELEN LİKYA
MÜZESİ
Antalya’nın
Demre
İlçesi'nde 20 yıl önce ‘keşfettiğim’ iki
bin yıllık
Roma ambarı, günümüzde bölgede antik çağlarda
hüküm süren bütün uygarlıkların kalıntılarının
sergilendiği bir müze haline geldi:
Likya Müzesi
Roma Barışı döneminde inşa edilen bu yapının terör
ve güncel siyasal sorunlar nedeniyle azalan
ziyaretçilerinin bölgede hakim olacak aynı barış
duygusu ile arttığı günlerin hayalini kuruyorum.
Noel
Baba Kilisesi ile meşhur
Antalya’nın
Demre İlçesi,
Fethiye/ Telmessos’tan Kemer/ Olimpos’a uzanan
tarihi Likya bölgesinin tam orta yerinde bir tarım
kasabası. Ama bir yanında Finike/ Limyra/ Arykanda,
öte yanında Kaş/Phellos kentleri, ufkunda dünyanın
en güzel koylarına sahip Ke(ki)kova ile Likya Yolu
yürüyüşçüleri, yüzme ve dalma meraklıları ve benim
gibi tarih tutkunları için saklı bir cennet.
Bu saklı, biraz yoksul, oldukça sade ve mütevazı
cennette, ölümsüzlüğe inananların görkemli
mezarlarını, bölgenin en büyük -on beş bin kişilik-
tarihi tiyatrosunu ve daha birçok yapı kalıntısını
herkes gibi yıllardır biliyordum. Ama ‘Andriake’ adı
verilen, şimdi alüvyonla dolmuş eski liman
yerleşiminde bir görkemli Roma yapısı var ki, onu
yirmi yıl kadar önce İnanç ve kurt köpeğimiz
‘Mischa’ sayesinde öğrendim. O tarihten sonra da,
hemen her vesileyle yeniden gezdim, tüm
ayrıntılarını adım adım incelemeye, öğrenmeye
çalıştım. Yirmi yıla yakın bir
zaman önceydi. Mischa ile - o zaman yeni
aldığımız- yazlık evimizin etrafında uzun bir
yürüyüşten gelen oğlum, heyecanla tarihi kalıntılar
olan alandaki ‘keşiflerini’ hemen görmem için ısrar
etti. Çaresiz, yola çıktık. Asırlık zeytin ve harnup
(keçiboynuzu) ağaçlarının bakımsızlığı içinden
geçerek, diken yığınlarının arasından sıyrılarak,
bir yanı kayalık, bir yanı bataklık arazide
zorlukla yürüdük.

Dimdik ayakta
Çevre, hangi tarihi yapıya ait olduğunu
bilmediğimiz duvar yıkıntıları, lahit kalıntıları,
terracotta (pişmiş toprak) kapların kırık
parçacıklarıyla doluydu. Kalıntılar, arazide
ilerledikçe daha ilginç hale geldi. Bir plakomanın
(çarşının) orta alanında yer aldığı izlenimi veren,
ağaç ve sarmaşıkların arasında kalmış, görkemli bir
yapıydı, oğlumun bana gösterdiği. Her tarafı
yüzyılların el değmemişliğiyle bir cangıla dönmüş
olan yapı, uzaktan devasa bir bitki kümesi
görünümünde olmasına rağmen -çöken çatısı dışında-
hemen bütün duvarlarıyla, nice doğal tahribata,
depreme, talana meydan okuyan, gerçek bir anıt
vakarıyla dimdik ayaktaydı.
Duygusal bağ
Bu görkemli yapının üzerine kurulduğu Andriake
antik kenti, tarih içinde önemli bir liman olmuş.
Batısındaki adalar sebebiyle hem fırtınaya hem de
yabancı akınlarına karşı oldukça güvenli bir alan
olan bu limana Aziz Pavlus da birkaç defa sığınmış,
MS 60’ta tutuklanmak üzere Roma’ya giderken burada
başka bir gemiye nakledilmiş. 2009’da başlayan
kazılarda Andriake’deki yerleşimin güney yakasında
dört kilise ve iki hamam kalıntısı ile Likya
bölgesinin en eski sinagoglarından birinin izleri
ortaya çıktı. Farklı inançların mabetlerinin bir
arada bulunması, binlerce yıl önce bu topraklarda
yaşanan çoğulculuğu, hoşgörüyü gösteren güzel bir
örnek.Tarih içinde bataklık haline gelen eski liman
boyunca caddeler, dükkanlar ve üzerinde gümrük
kurallarının yazılı olduğu anıtsal onurlandırma
yapıları bulunuyor.
Benim, yıllar içinde neredeyse duygusal bir
yakınlık hissettiğim görkemli yapı ise, Roma
İmparatoru Hadrian’ın bölgeyi ziyareti anısına, MS
129’da yapılmış. Doğu
Akdeniz’in en büyük üç granariumundan (liman
deposu) biri sayılan bu yapının bir benzeri, değerli
arkeoloji hocaları Havva ve Fahri Işık’ın yıllardır
özveriyle çalıştıkları Patara’da bulunuyor. Ancak
Patara ve İskenderiye’deki üçüncü benzer yapı
Andriake’dekine göre daha fazla tahrip olmuş
durumda.
Bizim yapı, neredeyse ilk günkü kadar sağlam.
Alnında, Latince “HORREA IMP. CAESARIS...” diye
başlayarak Hadrian’a yapılan ithaf halen
okunabiliyor. 65 metreye 35 metre ölçülerinde, 6.5
metre yüksekliğinde, sekiz bölümlü kocaman bu liman
yapısının orta yerinde Hadrian’ın ve eşi Sabina’nın
tahrip olmuş portreleri duruyor. Her bölümün içinden
diğerine açılan bir kapı ve iki başta görevliler
için ayrıca iki ek bölüm var. İki baştaki bölümlerin
arası, yapı boyunca gölgelikle örtülmüş.
Hadrian, Roma’da ‘beş iyi hükümdar’ diye
adlandırılan imparatorların üçüncüsü. Pax Romana
(Roma Barışı) denilen yüz yılı aşkın barış dönemine
rastlayan görev yıllarında Hadrian, imparatorluğun
birçok yöresini gezmiş ve imarla ilgilenmiş.
Bugün
Antalya Kaleiçi’ne açılan görkemli ve anıtsal
kapı ile
Anadolu’da birçok yer onun adının esintilerini
taşıyor.
Andriake kazıları, ilk defa 2009 senesinde
coşkulu bir kazı ekibinin çalışması ile başladı.
Kazı ilerledikçe ortaya çıkan mekanlar ve
buluntular, bütün bu alanı bir arkeoloji parkı ve
iki bin metrekareyi aşan granariumu müze haline
getirme düşüncemizin doğmasına sebep oldu. 2011’de
projelendirilen ve 2012’de restorasyon çalışması
başlayan Roma granariumu, biraz gecikerek de olsa
bugün, sadece Demre/Andriake buluntularını değil,
bölgedeki diğer antik kent bulgularını da kapsayan
‘Likya Uygarlıkları Müzesi’ haline geldi.
Akdeniz Üniversitesi’nden Kazı Başkanı Prof.
Nevzat Çevik’in heyecanla danışmanlık yaptığı proje,
Kültür ve
Turizm Bakanlığı çalışanlarının özverili
çabalarıyla gerçekleştirildi.
Klasik müze yapılarından farklı olarak,
arkeolojik kazı çalışmalarının arasından kısa bir
yürüyüş yaparak ulaşılan müzede, farklı ören
yerlerinden toplanan buluntuların yanı sıra,
ziyaretçilerin bölgeyle ilgili bilgiler edinmesini
sağlayacak düzenlemeler ve gösteriler de var.
Turizm Antalya'da en kötü günlerini
yaşıyor
Ancak bu yıl, geçen yıllarda Myra tiyatrosunun
basamaklarını ve Aziz Nikolas (Noel Baba) Meydanı’nı
dolduran, Ke(ki)kova’ya açılmak için Andriake
önünden Çayağzı’na akan turist kalabalığından eser
yok. Turizm, Demre’de, Antalya’da ve bütün
Türkiye’de en kötü günlerini yaşıyor.
İki bin yıla yaklaşan tarihiyle geleceğe meydan
okuyan bu anıtsal Roma yapısı, şimdi önemine ve
görkemine uygun bir açılışla dünyaya duyurulmayı
beklese de, alışılmış ziyaretçilerinin, Romalıların,
Galyalıların, Greklerin, Kuzey Slavların ve diğer
konuklarının gelmesi için daha uzunca bir süre
geçecek gibi duruyor. Yine de
ben, Demre’de bulunduğum zamanlarda
akşamüzerleri Andriake sahillerinde yürüyerek,
müzenin ve ören yerinin ışıklarının suya yansımasını
seyrediyorum. Beş iyi hükümdarın Roma topraklarında
yaşattığı barışın, insanların daha iyi yaşamasına
yaptığı katkıları düşünerek, barışın, esenliğin,
dinginliğin ve -müzelere, ören yerlerine, sanat
mekanlarına yine akın akın ziyaretçilerin
doluşacağı- güzel günlerin hayalini kuruyorum.
Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Günay, 01.05.2016
|
ANTAKYA'NIN GİZLİ HAZİNESİ ST. SIMEON MANASTIRI
Önümüzdeki hafta Hürriyet olarak Hatay'ın
zenginliklerini keşfe gidiyoruz. 400 çeşit özgün
yemeklerinden tarihsel ve kültürel zenginliklerine
kadar uzun uzun anlatacağız Doğu'nun başkentini.
Ancak önce kendi keşfimi, sütun üzerinde inzivaya
çekilen Aziz Simeon'u anlatmak istiyorum.
Yolunuz Antakya’ya düştüğünde mutlaka görmeniz
gereken yerlerin listesi uzun. Dünyanın ikinci büyük
mozaik koleksiyonuna sahip, yeni açılan Hatay
Arkeoloji Müzesi, Habib-i Neccar Camii, bakırdan
kırma zeytine kadar geniş bir ürün yelpazesiyle
efsane Uzun Çarşı, kayalara oyulmuş Saint Pierre
Kilisesi ilk akla gelenler...
Bu şehre yolculuklarımda kaldığım butik otel
Savon’un olduğu, geceleri meşalelerle aydınlanan
dünyanın ilk caddesi Herod Caddesi, şimdiki adıyla
Kurtuluş Caddesi de mutlaka listeye eklenmeli.
Erkek berber dükkanlarının bolluğuyla şaşırtan
Kurtuluş Caddesi’ndeki bakımsız evlerin çoğu
mücevher kadar kıymetli. Aslında Antakya’nın yeraltı
yer- üstünden de zengin. Zira antikçağlarda ordudan
ayrılarak ticarete atılan zengin Romalı komutanların
lüks villalar inşa ettiği Antakya müthiş şaşaalı bir
dönem yaşamış.
İşte o zenginliklerin kalıntıları Antakya’daki
her mahallenin altında. “Hangi binanın temelini
kazarsanız kazın mutlaka bir şey çıkar” der
Antakyalılar. Mesela dünyanın ikinci müze oteli diye
tanıtılan Antakya Hilton, inşaat sırasında ortaya
çıkartılan eşsiz mozaikler de dahil her türlü
kalıntılar nedeniyle giriş katında müze olarak
hizmet verecek.

Saint Simeon Stylites
STİLİTLER TARİKATI
Antakya aslında gözlerden ırak, turistlerin pek
nadiren uğradıkları gizli bir hazineye sahip: St.
Simeon Manastırı. Manastır, Antakya’ya 16 kilometre
uzaklıktaki Samandağ’da, Aknehir beldesinde ve
denizden 479 metre yükseklikte bir tepe üzerinde.
Geçenlerde TÜSİAD ile birlikte yaptığım son Antakya
gezisi sırasında görme fırsatını bulduğum Aziz
Simeon Manastırı ilginç, az bilinen bir tarikata,
‘Stilitler Tarikatı’na da ev sahipliği yapmış.
Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın kurucusu ve
editörü arkeolog Nezih Başgelen ve Antakyalı
arkeolog-rehber Burçak Altunay’ın paylaştıkları
bilgilere göre, Stilitler Tarikatı’nın
kurucularından olan Aziz Simeon’un hikayesi şöyle:
“MS 521 Antakya doğumlu Simeon, depremde kimsesiz
kalınca kendisiyle aynı adı taşıyan Halep’te ünlü
bir keşişin yanına gidiyor. Tarihte Yaşlı Simeon
diye bilinen keşişin yanında dini eğitim alıyor.
Genç Simeon Antakya’ya döndüğünde Samandağ’daki bu
tepeye çıkıyor ve kendisini tamamiyle Hıristiyanlığa
adıyor. Müritleriyle birlikte manastırı inşa ediyor
ve Yaşlı Simeon gibi Tanrı’ya daha yakın olmak üzere
bir sütunun üzerinde yaşamaya başlıyor.
Bu noktada Burçak Altunay’ın söyledikleri önemli:
“Stilitler Tarikatı mensupları inzivaya çekilmek
istediklerinde bir sütun inşa edip onun üzerinde
yaşamaya başlıyorlar. Genellikle Hıristiyanlıkta
inzivaya çekilen din adamları bir mağarada ya da bir
manastırın içinde bir oyukta tek başlarına yaşarlar.
Çile çekerler. Bu tarikata inanmış olanların farklı
yönleri, mağara ya da oyuk değil sütunun üzerinde
tek başlarına yaşamayı seçmiş olmaları.”
Bir buçuk metre eninde, 10 metre yüksekliğindeki
bu sütuna tırmanmak için taş bir merdiven
kullanılırmış ki merdivenin kalıntıları günümüze
kadar gelmiş. Erken Hıristiyanlık döneminde çeşitli
mucizeler gerçekleştirdiği söylenen Genç Simeon
nedeniyle üç kiliseyi barındıran manastır kompleksi
bölgenin önemli bir hac merkezi olmuş. Aziz
Simeon’un yemeğini yediği, uyuduğu, kısaca tüm
ömrünü geçirdiği sütunun kalıntılarını günümüzde
görmek mümkün.

St. Simeon Manastırı’na nasıl gidilir?
Antakya’dan çıkıp Samandağ yoluna giriliyor ve
yaklaşık 16 km sonra soldan Aknehir Mahallesi’ne
bağlı sapaktan sapılıyor. Rüzgar türbinlerinin
olduğu yol izlenerek manastıra varılıyor.
Antakya’dan yaklaşık yarım saat sürüyor.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 01.05.2016
|
O MOZAİĞİ MEB'İN ARKELOĞU BULMUŞ
Hatay Arkeoloji Müzesi tarafından geçen
hafta kamuoyuna açıklanan ve üzerindeki
Grekçe yazıların yorumuyla ilgili
tartışmalara yol açan Antakya’daki mozaiği
kimin bulduğunun izini sürdük.
Mozaiği bulan
kişinin 2013 senesinde kurtarma kazısı
sırasında alanda çalışan 6 arkeolog ve 49
işçiye başkanlık eden arkeolog Bülent Demir
olduğu ortaya çıktı. İşin ilginç yanı
mozaiği bulan Demir müzenin ve Kültür
Bakanlığı’nın değil,
Milli Eğitim Bakanlığı’nın personeliydi.
GEÇİCİ SÜREYLE
GÖREVLENDİRİLDİ
O dönem
Antakya İlçe
Milli Eğitim Müdürlüğü’nde
memur olarak görev yapan Demir, 2012
yılında Valilik oluru ile müzeye geçici
personel olarak atandı. Geçen yıl ortalarına
doğru da geçici görev süresi dolup Milli
Eğitim Bakanlığı’na geri döndü.
Hatay Belediyesi tarafından 2012 yılında
yapılan teleferik projesinin hafriyatı
sırasında eski esere rastlanınca Arkeoloji
Müzesi geçici süre ile müzede
görevlendirilen arkeolog Demir’i
olay yerine gönderdi. Demir mozaiğe
rastlayınca müzeden kazı izni istedi.
O gün
yaşananları da
Hürriyet’e şöyle anlattı:
“Yaz dönemi olduğu için herkes kazıda
görevliydi. Bir tek
ben müzede olduğumdan müze müdürü gidip
bakmamı istedi. Daha sonra bakanlık izni ile
kazı çalışmalarına başladık.
Mozaik hepimizi heyecanlandırdı. Mozaik
ya da eski bir eser, kim bulduysa o
arkeoloğa mal edilir. İsmimi neden
açıklamadıklarını bilmiyorum. Ama danışman
hocam Doç.
Hatice Pamir bilimsel makalesinde ismimi
açıkladığını söyledi. 2014’te
Adana’daki Müze Kurtarma Kazıları
Sempozyumu’nda mozaikle ilgili müze
müdürümüz
Nilüfer Sezgin ile bildiri sunduk. Bu
kadar süre neden beklendi onu da bilmiyorum.
Devlet memuru olduğum için daha fazla
konuşamam.”
'NEŞELİ İSKELET'
NEDİR?
Hatay Arkeoloji Müzesi
tarafından geçtiğimiz günlerde üzerinde
‘’Neşeli ol, hayatını yaşa’’ yazdığı
iddia edilen MÖ 3’üncü yüzyıla ait
iskeletli bir mozaik bulunduğu duyurulmuştu.
Ardından başlayan tartışmalarda hem mozaiğin
tarihlemesinin yanlış yapıldığı hem de
mozaiğin üzerindeki yazıtın doğru
yorumlanmadığı gündeme geldi.
Hürriyet,
Haber: Ömer Erbil, 01.05.2016
|
50 MİLYON DOLARA TARİHİ YENİLEDİ
Türkiye’nin en önemli
turizm destinasyonları arasında yer alan
İstanbul
Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokağı, yenileme
çalışmalarının ardından ağustos ayında hizmet
vermeye başlıyor. Soğukçeşme’de 80 oda ile
hizmet verilecek. Odaların işletmesi ise
Hilton tarafından yapılacak.
Tarihi çok eski
dönemlere dayanan
İstanbul
Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokağı, yaklaşık
2 yıllık yenilenme sürecinin ardından yeniden
turizme açılıyor. İsmini 1800’lü yıllarda
yapılan bir
Türk çeşmesinden alan sokakta, 12 konak, 1
sarnıç ve tarihi dehlizler yer alıyor. Bir
tarafı Ayasofya, diğer tarafı
Topkapı Sarayı olan Soğukçeşme Sokağı
geçmişte
kral ve kraliçeleri ağırlarken, ağustos
ayının başından itibaren zengin turistlerin
konakladığı bir yer olacak.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı
Fahri Korutürk’ün doğduğu evin de bulunduğu
sokağı 10 yıllığına kiralayan Keskin Group’un
Yönetim Kurulu Başkanı Recep Ercan Keskin,
sokağın yenilenme sürecini
Hürriyet’e anlattı. Soğukçeşme Sokağı için
50 milyon dolarlık yatırım yaptıklarını ifade
eden Keskin, sokak dışındaki tarihi Yeşil Ev’in
de yenilendiğine dikkat çekti. Keskin, ilk
olarak 2 Mayıs’ta Yeşil Ev Restoran’ın açılacağı
bilgisini verdi. Toplamda 7 restoran
açılacağının altını çizen Keskin, konaklar için
de dünyanın en büyük uluslararası
otel zincirlerinden olan
Hilton ile anlaşıldığını dile getirdi.
Keskin, sokak içinde toplam 80
oda yer alacağı bilgisini verdi. Ayrıca
sokak içinde bir de SPA merkezi olacağını
söyleyen Keskin, ağustos ayı başında da tüm
sokağın ve restoranların devreye gireceğini
söyledi.
ALGI
OPERASYONU VAR
Konakları
kiraladıktan sonra Türkiye’de birçok şeyin
değiştiğini söyleyen Keskin, “Yurtdışında
tanıtım için birçok ajans ile görüşüyoruz. Ancak
‘Biraz daha bekleyelim’ diyorlar. Neden
dediğimizde ise ‘İyi bir şeyler yapsak ve
bunları yayınlasak bile okunmayacak. Çünkü
ülkenizde bombalar patlıyor’ ifadelerini
kullanıyorlar. Ancak biz bunu kabul etmiyoruz.
Çünkü Türkiye üzerinde bir algı operasyonu var.
Kötü bir propaganda devrede. Dünyanın her
yerinde bombalar patlıyor ama Türkiye’deki daha
çok dikkat çekiyor. Çünkü
turizm Türkiye’nin en önemli gelir
kaynaklarından biri. Biz ise yatırımlara devam
ediyoruz. Katma değer yaratmak için elimizden
geleni yapacağız” dedi.
7 YILDIZLI
OTEL LÜKSÜ
Yurtdışından
turistler için Ayasofya’nın çok önemli olduğuna
dikkat çeken Keskin, “Türkiye’de olaylar var
ancak bunlar geçici. Çünkü yabancılar
Ayasofya’dan vazgeçemez. Topkapı Sarayı,
Yerebatan Sarnıcı gibi binlerce yıllık tarihi
eserler var bu ülkede” diye konuştu. Soğukçeşme
Sokağı’nı pansiyon statüsünden çıkarıp dünyanın
en iyi ‘7 yıldızlı oteli’ haline getirdiklerini
belirten Recep Ercan Keskin, “Sultanahmet’te ara
sokaklarda turistlere çok büyük ücretler
ödetiliyor. 3 liralık ürün 30 liraya satılıyor.
Biz 7 yıldızlı hizmet verip uygun fiyatlar
sunacağız” diye konuştu.
HİLTON
TABELASI OLMAYACAK
Otellerde Hilton
tabelası olmayacağını söyleyen Recep Ercan
Keskin, “Ayasofya Konakları olacak. Hilton’un
dünyada böyle bir anlaşması olmayabilir.
Kendi ismi olmadan otellerin işletmesini
yapacak. O kadar değerli bir bölge ki Hilton da
burada yer almak istedi. Çünkü sırada bekleyen
çok otel zinciri var. Burası için birçok otel
zinciri ile görüşüldü. Birçoğu ile görüşme bile
yapamadık. Öyle yoğun bir talep aldık” şeklinde
konuştu.
YENİLEME
İÇİN ABD’Lİ MİMAR İLE ÇALIŞILDI
ABD’li mimar
Martin Lawrence Bullard ile Soğukçeşme
Sokağı’ndaki çalışmaları beraber yaptıklarını
ifade eden Recep Ercan Keskin, “Dünyanın en
etkili 10 mimarı arasında yer alıyor. Ayrıca
Osmanlı’dan çok etkilenmiş bir isim.
Çalışmaların başında o yer aldı. Duvar
kağıtlarından, kullanılacak teknolojiye kadar
her alanda çok titiz çalışmalar yapıldı” dedi.
ORGANİK VE
YEREL ÜRÜNLER
Restoranlarda ve
otellerde organik ürünler kullanılacağını ifade
eden Recep Ercan Keskin, “Yerel tatları
tüketiciye sunacağız. Alacağımız ürünlerle
Anadolu insanı da kalkınmış olacak. Çok iyi
şeflerle anlaşıldı. Sunacağımız hizmet ile fark
yaratacağız” dedi.
Hürriyet, Haber: Burak
Coşan, 30.04.2016
|
TEKİRDAĞ'DA İKİ LAHİT BULUNDU
Marmaraereğlisi'ndeki arkeolojik
kazılarda iki lahit bulundu.
Tekirdağ
Müze Müdürlüğünce ilçe çıkışındaki meralık
arazide yapılan arkeolojik kazıda, mermer sütunlar
tespit edildi.
İş makineleriyle 5
metrelik çukurdan çıkarılan mermer sütunların, lahit
olduğu anlaşıldı.
Roma dönemine
ait ve bin yıllık olduğu tahmin edilen lahitlerin
içinde bulunan kemikler, incelenmek üzere Tekirdağ
Müze Müdürlüğüne götürüldü.
Anadolu Ajansı,
Haber: Süleyman Coşkun Bozyel, 30.04.2016
|
 |
BORU DÖŞEYEN İŞÇİLER ROMA HAZİNESİ BULDU
İspanya'dan
Roma hazinesi çıktı... Ülke basınında yer alan
haberlere göre, keşif şimdiye kadar ülke
topraklarında ulaşılan en önemli Roma
kalıntılarından biri olarak kayıtlara geçebilir. 19
küp içine istif edilmiş olarak bulunan bronz
sikkelerin toplam 600 kilogram ağırlığında olduğu ve
günümüzdeki değerinin milyonlarca euroyu
bulabileceği kaydedildi. Yapılan ilk incelemelerde,
Roma İmparatorluğu döneminde basılan sikkelerin, MS
3 ve 4'üncü yüzyıllara ait olduğu tespit edildi.
SIRA DIŞI KOLEKSİYON
Sevilla kentine bağlı Tomares kasabası
yakınlarında gün yüzüne çıkarılan eserlerle ilgili
Fransız haber ajansı AFP'ye bilgi veren Sevilla
Arkeoloji Müzesi Müdürü Ana Navarro, "Bu gerçekten
sıra dışı bir koleksiyon. Benzer buluşlar, arkeoloji
dünyasında çok nadir" yorumunda bulundu. Navarro,
sikkelerin günümüzdeki gerçek değerinin ayrıntılı
incelemelerin ardından kesinliğe kavuşacağını
sözlerine ekledi.
TARİHİ ALAN İLAN EDİLDİ
AFP'nin konuyla ilgili özel haberine göre, sikkeler
Roma imparatorları Maximian ve Constantine'in
imzalarını taşıyor. Tamamının neredeyse hiç
yıpranmadığına dikkat çeken uzmanlar, sikkelerin
muhtemelen kullanımda olmadığını, basılır basılmaz
küplerde korumaya alındığını tahmin ediyor.
Sikkelerden birçoğunun dışındaki parlak renkler,
gümüş suyuna batırıldığını da akıllara getiriyor.
Eserlerin bulunmasının ardından Tomares kasabası
yetkilileri, altyapı çalışmalarını durdurarak
bölgeyi "tarihi alan" ilan etti. Çevrede daha
ayrıntılı ve profesyonel kazıların başlayacağı
açıklandı.
600 KİLO AĞIRLIĞINDA
Değerinin milyonlarca euroyu bulabileceği belirtilen
sikkelerin MS 3 ve 4'üncü yüzyıllara ait olduğu
tespit edildi. Bulunan paranın toplam ağırlığı ise
600 kilogram.
Sabah, 30.04.2016
|
17. YÜZYILA AİT KALINTILARI ÇIKARDI
ABD'deki Stanford Üniversitesi, geliştirdikleri
yapay zekalı
dalgıç robot Ocean One'ın Fransız Kralı 14.
Louis'nin batan gemisinden bir parçayı su yüzeyine
çıkarmayı başardığını duyurdu. Profesör Oussama
Khatip, bir internet sitesine verdiği demeçte, Ocean
One'ın uzaktan kumanda edilebilen kolları ve
bilekleri sayesinde tuttuğu ve kavradığı her şeyin
uzaktan hissedilebildiğini kaydetti. Khatip,
robottaki kameralar ve sensörler sayesinde uzaktan
kumanda sırasında sanal gerçeklik hissi yaşandığını
ve Ocean One'la dalgıçların inemediği derinliklere
inip keşif yapma imkanı tanındığını dile getirdi.
Ocean One'ı test etmek için, robotun, 14. Louis'nin
1664'te Fransa'nın güney kıyısının 32 kilometre
uzağında batan "La Lune" gemisinden parçaları su
yüzüne çıkarması planlanıyordu.
KENDİ
BAŞINA İNDİ
Geminin kalıntısına ilişkin yer
bilgileri robotun beynine gönderildi. Ocean One,
gemi kalıntısına büyük ölçüde kendi başına inmeyi
başardı. Ekip, gemide greyfurt büyüklüğünde bir
vazoyu fark etti ve robota vazonun üzerinde yüzerek
kollarıyla vazonun boyutunu ve ebatını keşfetmesine
yönelik komut verildi. Robot, vazoyu parmaklarıyla
tuttu ve araştırma ekibince hazırlanan sepete koydu.
Sepet ise bir dalgıç tarafından su yüzeyine
çıkartıldı.
Sabah, 30.04.2016
|
HATAY'DA YENİ BULUNAN MOZAİKLER ŞAŞIRTIYOR
Hatay'ın kadim tarihinin mirası' kenti
ayaklandırmaya devam ediyor.
Sanat ve müze keyfini bu ortamda nasıl
sürdürebileceğiz? Umutsuzluk yaratmayalım gene de...
Kentin yöneticilerine göre en çok tercih edilen
kente yerleşen resmi olarak 420 bin Suriyeli
göçmenin üzerine ‘ikramiye’ gibi gelmiş bu iki
arkeolojik kazıdan çıkanlar... Hatay’ın arkeolojik
müzesi vardı, yeni yılda yenisi açıldı; ancak bunlar
bile yetersiz kalabilir bu zenginlikleri teşhir
etmek için...
Gaziantep’te Zeugma ve Şanlıurfa’da Göbeklitepe
kazıları ile sevinirken, Hatay’da çıkanların
bunlardan daha değerli olduğu belirtiliyor şimdiden.
Arkeologlar, iki kazının raporlarını görmek istiyor.

200 metrekarelik G2 mozaiği... Hem konusu hem de yapım kriterleri ile dünyada eşi benzeri olmayan nitelikleri üzerinde barındırıyor.
Bu kazıları özetlersek...
Bundan 10 gün kadar önce Antakya’nın teleferik
projesinin yapımı sırasında kentin İplik Pazarı
bölgesinde antik değerlere bir yenisi daha
eklendi... Hani ‘Neşeli ol hayatını yaşa’ yazılı
olduğu öne sürülen tartışmalı mozaik haberi.
Derken, bakanlığın haberi olan ancak henüz resmen
duyurusu yapılmamış olan yine kentin içindeki
muhteşem bir kazıyı da biz duyuralım dedik. Hatay
Belediye Başkanı Lütfü Savaş’la 2.5 ay kadar önce
bize “Bizim kazımızla bir müze-istasyon sergimiz
olacak, bir de ‘Hilton Antakya Müzesi...” demişti.
İkinci projeyi izlemeye başlamıştık ki, buranın
sahibi Antakyalı işadamı Necmi Asfuroğlu ile
tanıştık. (Tesadüf bu; Prof.Dr. İlber Ortaylı ile
Demet Sabancı Çetindoğan hafta başında Hatay’a
gittiler. Türkiye’nin kültürel mirasını tüm dünyaya
tanıtmak için bir araya gelen Ortak Nesiller
Entegrasyonu (ONE) Derneği’nin yeni projesi ‘Mozaik
Yolu’ (Gaziantep, Hatay, K.Maraş ve Şanlıurfa)
üzerine çalışmalar yapmak için Hatay’a gelmişlerdi.
İlber Bey ve Demet Hanım’la her iki kazı alanını
gezdik. (İlber Ortaylı’nın Hatay Kemal Atatürk
Üniversitesi’ndeki konferansına ilgi açısından
dikkat çekmek isteriz...)
DÜNYA İLGİYLE İZLİYOR
Necmi Asfuroğlu’nun 9 yıldan beri yürüttüğü
çalışmaları yılbaşından itibaren bir otel-müze
olarak ortaya çıkacak. Türkiye’de bu büyüklükte
arkeolojik bir kazı bulunmuyor ifadesine göre...
17.132 m2’lik alanın sahibi Necmi Asfuroğlu ve
çocuklarını kutlamak gerek. Mülkiyetinden başlayarak
kazının finansmanı, bilim heyeti, arkeologları ve
tüm çalışanları ile ortaya çıkarılan ender bir
çalışma... Resmen dünya kamuoyuna açıklanmamasına
karşın arkeoloji dünyasına ciddi anlamda merak
uyandırıyor şimdiden...
Hataylıların pek çoğunun bu çalışmadan haberdar
olmadığını gördük. Müzeyi bittikten sonra bedelsiz
olarak Müzeler Genel Müdürlüğü’ne hibe edeceğini
söyleyen Asfuroğlu “Arkeoloji ve mimari dünyası bu
projeyi büyük bir ilgi ile izliyor. Müze otelini bu
yılın sonunda açmayı umuyoruz. Çünkü 2009’dan beri
süren bir çalışma. Kültür ve Turizm Bakanlığı
çalışmaları yakından izliyor ve denetliyor. Eski
Bakanlar Ertuğrul Günay ve Ömer Çelik proje ile
yakından ilgilenmiş. Kültür ve Turizm Bakanı Mahir
Ünal’ı da bekliyoruz diyor Hataylılar...
DÜNYADA BÖYLE BİR MÜZE-OTEL YOK
Antakya’da St. Pierre mevkisindeki kazıdan çıkan
arkeolojik eserler, nerede çıktıysa olduğu yerde
teşhir edilecek. Alanda 850 m2’lik dünyada tek parça
en büyük mozaik de buna dahil. Otelin zemin katında
toplamda, 2000 bin m2’lik mozaik, 3.500 m2’lik
mermer alan var. 2011 yılında başlayan restorasyon
ve konservasyon çalışmaları hala sürüyor. Bugüne
kadar arkeolojik alanda duvar, mozaik, pişmiş toprak
ve mermer yüzeyler iki yıldan beri titizlikle elden
geçiriliyor.
Topkapı Sarayı’nda yetişen arkeolog Can Okkalı,
şunları söylüyor: “Efes ve Perge gibi çok kapsamlı
kazılardan biri.”
- Arkeolojik kazılarda yaklaşık
30 bin obje çıkarılmış... Bunlardan en uygun olanlar
seçilecek ve müze alanında sergilenecek.
AROLAT’IN PROJESİ
- Hem otel hem de müzenin projeleri Yük. Mimar
Emre Arolat tarafından çizilmiş... Henüz inşai
faaliyetler devam ederken 2012’de İspanya’dan,
2014’te Singapur’dan Dünya Mimarlık Festivali’nde
iki kez birincilik ödülü aldı.
- Otel ana binası yüksek vasıflı çelik malzemeden
yapılan kolon ve kirişlerden çerçeve şeklinde
oluşturulmuş. Kazıda eserlerin tahrip olmaması için
‘röntgen’ çalışması ile 66 adet kolon vasıtasıyla
bina taşıtılmış.
- Arkeolojik alanda mimari izler bakımından 5
ayrı katmanda, 13 ayrı medeniyet bulunmuş...
1- Hellenistik dönem (MÖ 2. yy):
Hellenistik liman
bölümü (muhtemelen Asi Nehri’ne uzanan kanal)
2-
Roma dönemi (MS 1.-2. yy)- G2 mozaikli alanı,
3-
Geç Roma/Erken Bizans dönemi (MS 4. ve 5. yy): Kuşlu
ve hayvan mozaikli villa alanı,
4- Bizans dönemi
(MS 5.-6. yy) büyük mozaik ve mermerli alan.
850 M2’LİK MOZAİK
- En büyük mozaik yaklaşık 850 m2... 8 farklı
geometrik motifle kareden oluşuyor. (MS 4.-6. yy)...
Hamamın yapısı MS 5. yy...
- Hilton Antakya
Müze’nin bulunduğu yer, Hıristiyanlığın ilk kilisesi
ve ibadet yeri kabul edilen St. Pierre Kilisesi’nin
tam karşısında. Dünyanın ikinci büyük mozaik
koleksiyonunun bulunduğu Antakya Arkeoloji Müzesi’ne
de 500 metre uzaklıkta.
Hürriyet, Haber: Yalçın
Bayer, 30.04.2016
******
HATAY'DA BULUNAN 3D MOZAİKLER
Geçen hafta boyunca
Hatay’daki teleferik çalışmaları sırasında bulunan
iskelet mozaiği konuşuldu malum. Önce, üzerinde
“Neşeli ol, hayatını yaşa” yazdığı ve 1700 yıllık
olduğu açıklandı fakat sonra Grekçe olan yazının
yanlış okunduğu iddia edildi. İskelet mozaiğiyle
ilgili tartışmalar sürerken, Hatay’da yaklaşık 2 bin
yıl önceye ait yeni mozaikler bulunduğu ortaya
çıktı. Üstelik de bu mozaikler 3 boyutlu ve
bazılarının üzerinde yapan sanatçının imzası var...
Örneğin 1800 yıllık bir mozaikte mitolojide destanın
ve şiirin esin perisi olan Kalliope ve Hesiodos
canlandırılmış. Esin perisinin kıyafetleri günümüz
modasına hayli yakın görünü- yor. Mini elbisesi,
botları ve şapkasıyla sanki modanın esin perisi
gibi...

Bulunan en büyük mozaik, 850 metrekarelik bu kanatlı at Pegasus mozaiği... Yıl sonunda müze-otelde sergilenecek
Muhtemelen önümüzdeki günlerde yine çok
konuşulacak olan bu yeni mozaiklerin bulunuş
hikayesini, önceki gün yaptığım Hatay ziyareti
sırasında mozaiklerin restorasyonunu yürüten ekibin
başındaki arkeolog Can Okkalı’dan dinledim. MS 2.
yüzyıla ait olduğu tespit edilen ve 3 boyutlu
olmalarıyla dikkat çeken bu yeni mozaiklerin
bulunuşu aslında yine bir inşaat sırasında olmuş.
Hilton Oteli’nin yapımına başlanırken, bölge 3.
derece sit alanı olduğundan inşaata başlanmadan önce
arkeolojik kazılar yapılmasına karar verilmiş.
Ardından da Kültür Bakanlığı’nın gözetiminde
arkeolojik sondajlar başlamış. Ve bu çalışmalar
sırasında yaklaşık 30 bin arkeolojik obje bulunmuş.
Ardından kazının 17 bin metrekarelik alanın tamamına
yayılmasına karar verilmiş. Bu çalışmalarda da
yaklaşık 10 tane mozaik bulunmuş. Bu arada mimar
Emre Arolat arkeolojik eserlerin bulunmadığı
alanlarda bir otel yapılabileceğine karar vermiş ve
proje müze-otel konseptine çevrilmiş.
‘MÜZE - OTEL’ YIL SONUNDA AÇILACAK
Bütün bu eserler, Kültür Bakanlığı’na bağlı
arkeologların gözetiminde, elle yapılan kazılarda
bulunmuş. Eserlerin restorasyonunu ise otel
inşaatını yürüten Asfuroğlu Grup’un bünyesindeki bir
arkeoloji ekibi yürütüyor. Can Okkalı da o ekibin
başında bulunuyor. Yaklaşık 2 bin yıl önceye ait
yaşamla ilgili önemli bulgular elde edilen bu
çalışmalar aslında yeni değil, bizim yeni haberimiz
oluyor. Proje, 2009 yılında başlamış ve 2016’nın
sonunda da tamamlanıp müze - otel hizmete girecek.
Peki bu müze - otel nasıl olacak? İşte bu sorunun
yanı- tını da Hilton Oteli’nin inşaatını yürüten
Antakyalı işadamı Necmi Asfuroğlu’ndan aldım.
Kazıların finansmanını üstlenen, müzeyi bittikten
sonra da bedelsiz olarak Müzeler Genel Müdürlüğü’ne
hibe edecek olan Asfuroğlu, projeyi şöyle anlattı:
“Bu eserlerin ortaya çıkması Allah’ın bir lütfu. Biz
otel projesine başlarken çift bodrum talep ettik ve
bu nedenle de 5.5 metreye kadar inildi. Bu mozaikler
de bu derinlikte bulundu. Eğer çift bodrum
istemeseydik iki metrelik kazı yapılacak ve bu
mozaikler bulunmayacaktı. Kazılarda çıkan yaklaşık
30 bin objenin uygun görü- lenleri, müzede
sergilenecek. Mozaikler de bulunduğu yerde restore
edilecek ve sergilenecek. Otel, hiçbir eserin
bulunmadığı yerlerde yükseliyor, çelik malzemelerden
oluşan kolon ve kirişlerden oluşuyor. Bu eserlere
zarar verilmemesi için hiçbir inşaat malzemesi bu
alanda üretilmedi, hepsi dışarıdan getirilip
yerleştirildi. İç cephedeki odalardan, aşağıdaki
mozaikler de görülebilecek. Tamamladıktan sonra
müzeyi Müzeler Genel Müdürlüğü’ne devredeceğiz.”

Müze otelin odalarından binlerce yıllık mozaikler seyredilebilecek
‘2000 METREKARE MOZAİĞİMİZ VAR’
Arkeolog Can Okkalı, bulunan mozaiklerin
özelliklerini şöyle anlatıyor:
“Mozaikler
ortalama iki bin senelik. En erken mozaiğimiz
MS ikinci yüzyıl. 17 bin metrekarelik
alanda mimari olarak sergilenecek eserler bakımından
beş farklı dönemi görüyoruz. MÖ 2. yüzyıldan
başlıyor, İslami devre kadar devam eden çeşitli
izler var ama çıkan bütün buluntular, 30 bin parça
ele alındığında, 13 farklı medeniyete ait. MÖ 2.
yüzyıldan başlayarak günümüze kadar geldiğini
görüyoruz. Buradaki en erken döneme ait yapımızın,
MÖ 2. yüzyıl Hellenistik döneme ait bir liman yapısı
olduğu düşünülüyor. Asi Nehri ve iç kısımlar
arasında taşımacılığın sağlandığı bir dere üzerinde
liman olduğu düşünülü- yor. Tabii bunun diğer
kısımlarında arkeolojik eserler olduğu için daha
fazla genişletemedik. Bizim alanımızın ortasından
bir dere yatağı geçmiş. O yatak olmasa biz bu
inşaatı yapamazdık. Daha doğrusu dere yatağı eski
yerine geri dönmüş. Yaklaşık 2000 metrekare
mozaiğimiz var. Adet olarak dersek 8-10 arasında.
Her bölgede değişik ebatlarda mozaiklerimiz var ve
farklı dönemlere ait.”
‘TAŞLAR
ELLE KESİLMİŞ’
“Mozaikler, hem bu
bölgeden hem de başka bölgelerden gelen değişik
renkli taş- larla yapılmış. Bunların hiçbirinde boya
kullanılmamış, hepsi elle kesilen taşlar. Zaten ya
taş ya pişmiş toprak ya da cam kullanmışlar. Camı
daha çok duvarda kullanmışlar, taşlar zeminde. Hepsi
elle tek tek yapılmış. Roma dönemine ait bir
villanın taban mozaiği de bulundu. Biz buna ‘Kuşlu
Mozaik’ diyoruz. üzerinde ‘Büyük ruh’ yazıyor. Geç
Roma - Bizans geçiş dönemi figürü. Çok küçük
taşlarla, birkaç milimlik teseralarla yapılmış.
Koridor üzerinde bir mozaik bulduk. Kuş haricinde
birçok farklı hayvan var. Yaban domuzu, aslanlar
var, geyik var, yaban keçileri, tavşanlar var.
Bunlar çıkarılıp belgelendikten sonra üzerleri
koruma amaçlı kapatıldı. Çeşitli koruma
katmanlarıyla kapatıldı inşaat nedeniyle. İnşaat
bitince bunlar çıkarılarak restore edilecek.”

Kenarında 3D figürler olan yine mitolojiden bir sahnenin canlandırıldığı mozaik.
İNŞAATIN
SEYRİNİ DEĞİŞTİRDİ
“Burada bir de Roma
hamamımız var. Otel inşaatı başlamadan önce
arkeolojik kazı çalış- maları bittikten sonra 66
adet kuyu kazıldı. Artık inşaat aşamasına geçildi.
Bütün projeler yapıldıktan sonra yaklaşık zeminden
dört metre aşağıda bir figürlü mozaiğe rastladık.
Buradaki çalışma durdu ve sonra mozaik ne kadar alan
kaplıyor diye bakmak için çalışmalar başladı. Burada
elle kazılan küçük tüneller yapıldı. Buradan çıkan
sonuç mozaiğin daha büyük bir alanı kapladığı oldu.
Bu arada inşaat durmak zorunda kaldı çünkü kolonun
yeri değişmek zorundaydı. Kolon yeri on metre
ötelendiği için yaklaşık bir yıl kadar ertelendi,
bütün statik denge değişti. Dolayısıyla proje
değiştiği için inşaatın seyri değişmiş oldu. Bu
alanda olmayan, Antakya Müzesi’nde bile olmayan bir
mozaik ortaya çıktı. MS 2. yüzyıla ait
850 metrekarelik. Burada orta sahnede Pegasus’un bir
tören için hazırlanmasını görüyoruz. Ortada kanatlı
at Pegasus var. Ona hizmet edenler var. Üst tarafta
dişi bir Centaur var. İnsan gövdeli ama at vücutlu
bir mitolojik yaratık ama bu çok az resmedilen bir
figür. Her bir mozaiğin stil özellikleri var. Stil
özelliklerinden hangi dönemde yapıldıkları ortalama
olarak çıkıyor. Ayrıca mozaiğin yanında bir sikke ya
da obje de konuyla ilgili belirlemelerde yardımcı
oluyor.”
‘160 TANE RENK
VAR’
“Mozaiklerde 160 tane
renk var. İlk aşamada yapılan araştırmalarda Japon
bir araştırmacı böyle belirledi. Ben bu kalitede bir
eser görmedim. Düşünün ikinci yüzyılda üç boyutlu
resim mozaik yapmışlar. Etrafında zengin bir hayvan
sahnesi var. Mozaiğimiz burada bitmiyor. Bunlar esin
perileri. Antik Yunan müzik, tiyatro, şiir,
mitolojisinin esin kaynakları.
Bir başka
mozaikte destanın, epik şiirin, mitolojinin ilham
perisi ve karşısında antik dönem yazarı figürü var.
Mitolojileri günümüze ulaştıran eserlerin yazarı bu.
Dünyada bu şekilde anlatılan ilk sahne. Hesiodos’un
Kalliope’den esin aldığı sahne bu. Hikayeye göre
Hesiodos dağda çobanlık yapan bir kişi, keçilerini
otlatırken dağda esin perisi Kalliope ile
karşılaşıyor ve o anda şiir yazma yeteneğini alıyor
ve bu sahnede o anlatılıyor. Dünyada bir benzeri yok
bunun şimdiye kadar çıkanlar arasında. Mozaiklerde
gölgelendirmeler ve 3 boyut var.”

MS 2. yüzyıla ait bu mozaikte mitolojideki esin perisi Kalliope ve Hesiodos canlandırılmış.
‘TUTSAK EROS’
HEYKELİ
“Başka bir alanda Eros
heykeli var. Yine MS ikinci yüzyıl.
Tutsak Eros diye nitelendiriliyor. İşlediği suçtan
dolayı cezalandırılıyor. Benim gördüğüm Antakya
Müzesi’nde sergilenen heykellerin içinde olmak
kaydıyla en sağlam heykel bu ve bizim müzemizde
sergilenecek. Yaklaşık 79 santim civarında. Bu müze
alanıyla ilgili bir sergileme projesi hazırlanıyor.
Bütün bunlar buradan çıkarılacak ve çıkarılabilenler
sergilenecek. Hepsini çıkaramayız, buna bir bilim
heyeti ve kurul karar verecek. Burada çıkan eserler
burada sergilenecek.”
Habertürk, Haber: Esra
Boğazlıyan, 05.05.2016
|
ARKEOLOJİK SİT ALANINA KAÇAK PLAJ YAPTILAR
Antalya'nın Kaş İlçesi'nde, eski hastane binasının da
içinde bulunduğu denize sıfır arkeolojik sit alanına
iş makinesi soktular. Yeni yapılan bir otelin plajı
olarak kullanılacağı öne sürülen alan iş
makineleriyle tahrip edilerek kum ve demir iskele
malzemeleri yığıldı. Vatandaşların durumu haber
vermesiyle önceki gün yetkililer olay yerine gelerek
tutanak tuttu. Kıyı yağmasının bir türlü durmak
bilmediği Kaş'ta, arkeolojik sit alanına kadar
uzanan rant hırsı görenlere bu kadar da olmaz
dedirtiyor.
Kaşlılara yıllardır hizmet veren hastane binası
bir süre önce Gökseki Mahallesi'ndeki yeni yerine
taşındı. Ancak bugünkü ilçenin üzerine kurulduğu
Antiphellos antik kentinin sınırlarında yapılan
denize sıfır hastane binası, zamanla sit alanı
içerisinde kaldı. 1. derece arkeolojik sit alanı
statüsüyle koruma altında olan bölgede, antik
tiyatro, kaya mezarı ve lahitler bulunurken, alanın
denizle buluştuğu yerde Antiphellos antik kentini
çevreleyen sur duvarına ait kalıntıları yer alıyor.
YAĞMALANAN ALANIN MÜZE OLMASI HAYAL
EDİLİYORDU
Bir süredir kaderine terk
edilen ve ödeneksizlik yüzünden bakımı yapılamayan
eski hastane binasının, bölgede bulunan Likya
dönemine ait kalıntılarının sergilendiği bir müze
haline dönüştürülmesi gündeme gelmişti. Ancak
Kaşlıların müze hayali kurduğu hastane binasının
bahçesinde bulunan ve morg olarak kullanılan yapının
bulunduğu alana iş makinesi sokan bir girişimci,
deniz kıyısındaki sit alanına kaçak olarak plaj
yapmak için kolları sıvadı. İlçe merkezinde
merkezinde, herkesin gözü önünde yaşanan bu kıyı ve
tarih yağması görenlere bu kadar da olmaz
dedirtirken, vatandaşların durumu yetkililere
bildirmesiyle tutanak tutularak çalışmaların önceki
gün durdurulduğu öğrenildi.
HASTANE İÇİN
ZARURET OLAN LAĞIM BORUSUNA İZİN ÇIKMAMIŞTI
İki yıldır kıyı yağmasının hız kesmediği Kaş'taki bu
son rant girişiminin, kıyıya yakın alanda inşa
edilen yeni bir otele plaj yapmak amacıyla yapıldığı
öne sürülüyor. Kum ve çakıl dökülerek peyzaj
düzenlemesi yapılmak istenen kıyının bir bölümünün
geçmişte hastane yapılabilmesi için vatandaşlarca
bağışlandığı, bir bölümünün mülkiyetinin ise
hazineye ait olduğu belirtiliyor. Ancak çivi
çakmanın bile yasak olduğu alana fütursuzca yapılan
rant saldırısı Kaş'taki yağmanın boyutlarını ortaya
koydu. 1999 yılında, bugün plaj yapmak için
yağmalanan kıyıda bulunan Kaş Devlet Hastanesi için
lağım sistemi yenilenmek istenmiş ancak sit alanı
engeline takılan çalışma uzun süren yazışmalar
sonucu zaruri olduğu belgelenerek yapılabilmişti.
Sol Haber, 29.04.2016
|
İZMİR'DE MÜSTEHCEN AHŞAP HEYKEL TARTIŞMASI
İzmir'de, en yoğun kullanılan metro istasyonlarından
İzmirspor durağına yerleştirilen yarı çıplak ahşap
müzisyen heykeli, herkesin dikkatini çekti.
Fahrettin Altay ve
Evka 3 arasında yolculuk yapan ve İzmirspor
durağında inenler yarı çıplak heykeli gördüğünde
tepkisini dile getirdi.
HEYKELE BAKAN
BİR DAHA BAKTI
Bazı vatandaşlar heykelin
ne olduğunu anlamaya çalışarak anlamsız bulduğunu
ifade ederken, kimileri yarı çıplak heykele dönüp
bir daha baktı.
Metro yolcusu bir
kadın vatandaş, heykeli uygun bulmadıklarını ifade
ederek, çocuklarına heykelle ilgili bir yanıt cevap
veremeyeceğini söyledi. Vatandaşların kimisi de,
sanat eserine saygı duymak gerektiğini belirtti.
Konu sosyal meydanında gündemine taşındı. Birçok
kişi, yarı çıplak heykelin fotoğrafını çekerek
sosyal medya hesaplarından paylaştı.
Bazı kullanıcılarda
heykel fotoğrafının altına, "Bu amcanın durumu
nedir?" diye not düşerken, bazıları da 'ucube bir
heykel' yorumunda bulundu.
Habertürk, 29.04.2016
|
MANİSA'DA ROMA DÖNEMİNE AİT LAHİT BULUNDU
Manisa’nın Salihli İlçesi'nde define avcıları, kaçak
kazıyla buldukları lahit mezarı götüremedi.
Manisa İl Jandarma Komutanlığı sorumluluk
alanında bulunan Narlı mevkisinde kaçak kazı
yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri,
harekete geçti. Olay yerine giden jandarma
ekipleri, Narlı mevkiindeki yol kenarında
kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçak kazı
yapılarak bulunan MÖ 2000 yılları Roma
dönemine ait bir lahitle karşılaştı.Jandarma
kaçak kazı yapanları bulmak için çalışma
başlatırken, Roma dönemine ait lahit ise Sart
Harabeleri bölgesine götürülmek üzere Manisa
Müze Müdürlüğü ekiplerine teslim edildi.
Türkiye Gazetesi, 29.04.2016
|
 |
SELÇUKLU ESERLERİ METROPOLITAN MÜZESİ'NDE
SERGİLENECEK
ABD'nin New York
kentindeki Metropolitan (Met)
Müzesi, 2012'den bu yana üzerinde
çalışılan "Court and Cosmos: The Great Age of the
Seljuqs - Saray ve Kozmos: Selçukluların Yükselme
Dönemi" sergisiyle Selçukluların 11. yüzyıldan 13.
yüzyıla kadar yarattığı görkemli sanat eserlerine ev
sahipliği yapacak.
Seramik, cam, alçı
eserler, kağıt üzerine çalışmalar, ahşap, dokuma ve
maden işçiliğinin yapıldığı 270 eserin yer aldığı
serginin basın gösterimi ile müze
üyelerine özel açılış resepsiyonu düzenlendi.
Üyelerin sergiyi de gezebildiği resepsiyonda, klasik
Türk müziği örnekleri sunuldu.
Ortaçağ döneminde iz
bırakan Selçukluların sanatsal,
teknolojik ve kültürel mirası üzerine hazırlanan
serginin basın açılışında konuşan Met Müzesi Müdürü
Thomas P. Campbell, eserlerin 50 farklı koleksiyon
ve müzeden geldiğini söyledi.
"En kapsamlı uluslararası Selçuklu sergisi"
Serginin küratörlüğünü
Met İslam Sanatları Bölümü sorumlusu Sheila R.
Canby, İslam Sanatları asistan küratörü Martina
Rugiadi ve müzedeki tek Türk küratör Deniz Beyazıt
yapıyor.
Beyazıt, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, bugüne kadar hazırlanan en
kapsamlı uluslararası Selçuklu sergisinde 270 eserin
yer aldığını belirterek, "Türkiyeli olarak çok
gururlu bir an. Çünkü ilk defa Selçuklu üzerine bu
kadar kapsamlı bir sergi yapılıyor. Hem İran'daki
Büyük Selçuklular hem de Anadolu Selçuklu ve
Selçuklu beyliklerini kapsayan uluslararası bir
sergi yapılıyor." dedi.
Eşsiz eserler sergilenecek
Sergideki eserlerden
birinin tekstil endüstrisi açısından tek örnek
olduğunu ifade eden Beyazıt, "Lyon Müzesi'nden
getirdiğimiz, Selçuklu dönemine ait dünyada tek
örnek Aladdin Keykubat'ın adının, lakabının
bulunduğu tekstil ürünü var." diye konuştu.
Avusturya'dan
getirtilen Artuklu tabağının da dünyada tek olduğunu
vurgulayan Beyazıt, İngiltere'den temin edilen
Blackas ibriğinin sergideki eşsiz eserler arasında
bulunduğunu belirtti. Sergide dikkate değer eserler
arasında, erken dönem İslami usturlap, nadir
kitaplar ve küfi yazısı Kur'an-ı Kerim de bulunuyor.
Müzenin Iris ve B.
Gerald Cantor Sergi Salonu'nda 27 Nisan'da halka
açılacak sergi 24 Temmuz'a kadar gezilebilecek.
Anadolu Ajansı, Haber: Selçuk Acar, 26.04.2016
|
CERVANTES'İN MEZARI MADRİD'DE TURİZME AÇILDI
Dünyaca ünlü İspanyol yazar Miguel de
Cervantes'in Madrid'de bulunan mezarı
turistlerin ziyaretine açıldı.
400. ölüm yıl dönümü
olan Cervantes'in geçen yıl ortaya çıkarılan mezarı,
son dönemlerde turist sayısında azalmanın görüldüğü
Madrid kentinin turizmi için yeni bir umut oldu.
Convento de las
Trinitarias Kilisesi'nde bulunan İspanyol yazarın
mezarı, Madrid Belediye Başkanı Manuela Carmena'nın
kararıyla ilk olarak 22 Nisan'da (Cervantes'in ölüm
tarihi) turistlerin ziyaretine açılırken, kişi
başına giriş ücretinin 2 avro olduğu belirtildi.
Belediye
yetkililerinden veril bilgilerde, Cervantes'in
mezarının 31 Aralık'a kadar her cuma ve cumartesi
günü ziyarete açık kalacağı, İngilizce ve İspanyolca
rehberler eşliğinde en fazla 25 kişilik gruplarla
tur yapılabileceği bildirildi.
Bu arada "Don Kişot"
adlı romanın yazarı olan Cervantes'in 400. ölüm yıl
dönümü dolayısıyla doğum yeri olan Madrid'in Alcala
de Henares İlçesi'nde de hafta sonu boyunca çok
sayıda etkinlik düzenleneceği açıklandı.
Anadolu
Ajansı, Haber: Şenhan Bolelli, Fotoğraf: Burak
Akbulut, 23.04.2016
|
ANTALYA'YA 9 YENİ MÜZE GELİYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Antalya Büyükşehir Belediyesince yapılan çalışmalar
kapsamında kente 9 yeni müze
kazandırılacak.
Antalya
Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı
açıklamaya göre, yerli ve yabancı turistleri
ağırlayan Antalya'da yeni müzelerle cazibe
merkezleri artırılacak.
Antalya
Büyükşehir Belediyesi "Kent Müzesi, Türk ve İslam
Medeniyetleri Müzesi, Nekropol Müzesi, Evrenseki
Yörük Müzesi, Sinema Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi,
Doğa Temalı Eğlence Merkezi", Kültür ve Turizm
Bakanlığı ise Etnografya Müzesi ve Mevlevihane'yi
Antalya’ya kazandıracak. Ayrıca Antalya Müzesi
yenilenecek.
Anadolu Ajansı, Haber: Leyla Ataman
Koyuncuoğlu, 26.04.2016
|
 |
ANTİK KENT ÜZERİNDEKİ EVLER TAŞINACAK
Tokat'ın
Sulusaray İlçesi'ndeki Sebastapolis antik kentinin
üzerinde yer alan 200 evin başka bir alana taşınması
için çalışmalar yapılıyor.
Edinilen bilgiye göre,
uzun bir aradan sonra 2013 yılında kazı
çalışmalarına başlanan antik kent üzerindeki 200
evin ilçe girişindeki 500 dönümlük alana taşınması
için Belediye ve Kaymakamlıkça başlatılan çalışmalar
devam ediyor.
Sulusaray Belediye Başkanı Halil
Demirkol, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
çalışmaları kapsamında, antik kent üzerindeki
evlerin taşınması için ilçede TOKİ'ye 500 dönümlük
yer belirlediklerini hatırlattı.
Arsanın TOKİ'ye
tahsisinin yapıldığına işaret eden Demirkol,
"Burayla ilgili iki projemiz var. Sit alanı
içerisinde olup gelir seviyesi belli bir bedelin
altında olanlar Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü
tarafından desteklenebiliyor. 25 bin liralık rakam
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce ödenip, daha
sonra kalan kısım 20 yıl vade ile 200 bin lira gibi
rakamla vatandaşlarımız ev sahibi yapılabiliyor."
dedi.
Bununla ilgili Kaymakamlık ve Belediye
olarak projelerini hazırladıklarını anlatan
Demirkol, projeyi önümüzdeki günlerde Çevre ve
Şehirlik Bakanlığına sunacaklarını belirterek,
"Sayın Bakanımızın ve milletvekillerimizin bilgileri
var. Milletvekillerimizle, Bakanımızla görüşeceğiz.
Bir sonuç çıkmazsa başka projemiz var." diye
konuştu.
TOKİ SÖZLEŞMESİYLE YÜZDE 25 İNDİRİM
Antik kentle ilgili ikinci projelerini de hayata
geçirebileceklerini belirten Demirkol, şöyle devam
etti:"Çevre ve Şehircilik Bakanlığına Sebastapolis
antik kentinin üzerindeki evleri kentsel dönüşüm
alanı olarak ilan ettirmeyi düşünüyoruz. Böyle durum
olursa TOKİ ile yapılan ortak sözleşme neticesinde
yüzde 25 TOKİ indirim yapıyor. Oradaki evin satış
fiyatı 80 bin lira ise yüzde 25'i düşülüyor. Daha
ucuza 20 yıllığa daha küçük taksitlerle
vatandaşlarımız ev sahibi olma hakkı kazanıyorlar.
Ev sahibi olma bakımından, devletimizin katkısı
olması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
Sebastapolis'in üzerinde evi olan vatandaşlarımızla
görüşmelerimiz sürüyor."
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdurrahman Akyüz de antik kentin bir an önce
gün yüzüne çıkması için milletvekilleri ile
işbirliği ve fikir alışverişinde bulunduklarını
aktararak, "Buranın üzerindeki evlerin taşınması
gerekiyor. Buranın kentsel dönüşüm kapsamına
alınması planlanıyor. Sebastapolis gün yüzüne
çıktığında Tokat için önemli bir turizm merkezi
olacak." ifadelerini kullandı.
SEBASTAPOLİS ANTİK KENTİ
Tokat kent merkezine 69 kilometre uzaklıktaki
Sulusaray'da bulunan ve kuruluş tarihi kesin olarak
bilinmeyen Sebastapolis antik kentinin, bazı
kaynaklarda MÖ 1. yüzyılda kurulduğu
belirtiliyor.
Roma İmparatoru Trajan zamanında,
milattan sonra 98-117 yıllarında, Pontus Galatius ve
Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Cappadocia
(Kapadokya) eyaletine dahil edildiği kaydedilen
antik kentin, o dönem geçiş yolları üzerinde
bulunması ve günümüzde de kullanılan termal
kaynaklar sayesinde 2 bin yıl kadar önce
Karadeniz'in en büyük 5 şehrinden biri olduğu
biliniyor.
Roma İmparatorluğu döneminde çok az
şehrin sahip olduğu zenginliğin bir göstergesi
olarak para basma yetkisine sahip olduğu ifade
edilen Sebastapolis'in, büyük savaşlar, yıkımlar,
afetler ve geçiş yollarının değişmesi sonucu eski
önemini kaybettiği, zamanla unutulduğu kaydediliyor.
Tokat Haber, 22.04.2016
|